hodgkİn lenfomali hastalarda tedav önces · pdf fileİstatistik çal...
TRANSCRIPT
i
T.C.
Sağlık Bakanlığı
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi
3. Dahiliye Kliniği
Klinik Şefi: Uzm. Dr. Mecdi ERGÜNEY
HODGKİN LENFOMALI HASTALARDA TEDAVİ ÖNCESİ
VE SONRASI LABORATUVAR DEĞERLERİ İLE
KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİNİN
KARDİYOPULMONER FONKSİYONLAR ÜZERİNE
ETKİSİ
Uzmanlık Tezi
Dr. Derya YAVUZ
İstanbul - 2009
ii
ÖNSÖZ
Asistanlarına en güzel şartları hazırlamaya çalışan, teşvik edip, destekleyen
hastanemiz başhekimi Sn. Op. Dr.Özgür YİĞİT’e,
Asistanlığımın ilk gününde sıcak bir gülümsemeyle karşılayıp, bilgisi, tecrübesi,
deontolojik yaklaşımıyla hepimizin ufkunu genişleten, sevgisiyle bizi kucaklayan, hayata
dair öğrenilecek hep bir şeyin olduğu, dalları altında olmanın huzur ve güvenini hep
hissettiğim ulu çınar, değerli şefim Uzm. Dr. Burhan BEDİR’e,
Daima varlığını yanımda hissettiğim ve varlığıyla bana ışık tutan; aklına,
çalışkanlığına, tükenmeyen enerjisine, başarılarına, kalbinin güzelliğine imrendiğim,
tezimde büyük emeği geçen, tez danışmanım, yoldaşı melek olan, gül yüzlü bahar gözlü
ablam, sevgili Uzm. Dr. Şebnem İzmir GÜNER’e,
Asistanlığımın son yılında sevgi ve desteğini esirgemeyen, huzurlu ve motive edici bir
ortam hazırlayarak çalışabilmemize büyük katkı sağlayan şefim Uzm. Dr. Emin
PİŞKİNPAŞA’ya,
Kendisinden çok şey öğrendiğim, bilgisine, tecrübesine, ufkuna hayran olduğum,
gönülleri fetheden, gönlü yakut, değerli şefim Uzm. Dr. Mecdi ERGÜNEY’e,
Dünyanın en zor görevi anneliği klinik şefliği ile taçlandıran, asistanlarına da anne
şefkati ile yaklaşan sevgili hocalarım Uzm. Dr. Füsun ERDENEN ve Uzm. Dr. Esma
Güldal ALTINOĞLU’na,
Koodinatörlüğümüzü üslenen, zaman zaman sabrını zorladığımız sevgili hocam Uzm.
Dr. Cüneyt MÜDERRİSOĞLU’na,
Tanımaktan onur duyduğum; heybetindeki asalete, tavrındaki zerafete hayranlığımın
katlanarak arttığı, güneşi gölgede bırakacak kadar sevgi dolu, babacan hocam Yedikule
Göğüs Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Sedat ALTUN’a,
Yardımlarını, sevgisini ve ilgisini hissettiğimiz şef yardımcım Uzm. Dr. İskender
DİK’e, şefim Uzm. Dr. Fettah SAMETOĞLU’na,
Yetişmemde katkıları olan Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Şefi
iii
Uzm. Dr. Muzaffer FİNCANCI’ya, Biyokimya Klinik Şefi Uzm.Dr. Güvenç GÜVENEN’e,
Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Klinik Şefi. Doç.Dr. Cevat
KIRMA’ya,
İstatistik çalışmalarımı yapan, başhekim yardımcım sevgili Uzm. Dr. Özgü
KESMEZACAR’a
Üçüncü Dahiliye Kliniği’nde uzmanlık eğitimim boyunca her konuda yardımıma
koşan, iyi ve kötü günlerde sevgisini, emeğini, hoşgörüsünü esirgemeyen; beraber
çalışmaktan keyif aldığım Uzm. Dr.Fatih Öner Kaya’ya, Uzm. Dr. Mutlu Niyazoğlu’na,
Uzm. Dr. Faruk Tekin’e, Uzm. Dr. Ayşe Kubat Üzüm’e, Uzm. Dr. Tamer Çeviker’e, Uzm.
Dr. Rıfat Posta’ya,
Her birinden farklı tatlar aldığım, güzellikler öğrendiğim tüm uzmanlarıma, yan dal
uzmanlarıma,
Beş yıl boyunca ortak kaderimizde bana yol arkadaşı olan, acı ve tatlı anları
paylaştığım, tüm kaprisimi nazımı çeken, fedakarlığını esirgemeyen, asistanlığımın en
büyük kazanımı dostum Dr.Mehmet Fatih AKSOY’a,
Bitmek bilmez gecelerde, bitip tükenmeyen tempoda omuz omuza çalıştığım tüm
asistan arkadaşlarıma,
Zorlu çalışma ortamını ısıtan tüm hemşirelerime, emeği geçen hastane personeline,
Çok erken kaybettiğim cennet kokulu babama, beni tek başına yetiştiren canım
anneme,
Emeği ödenmez sevgili büyükbabama, benim için kalbi atan tüm aile fertlerime,
Sevgisini, desteğini, güvenini hep hissettiren; sevincim, ümidim, gerçeğim, biricik
aşkıma,
Hayatıma anlam, canıma can katan çiğ tanesi kızıma,
Sonsuz teşekkürler…
Dr. Derya YAVUZ
iv
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .............................................................................................................................................. ii
KISALTMALAR ............................................................................................................................... v
TABLO LİSTESİ ............................................................................................................................ viii
ŞEKİL LİSTESİ ................................................................................................................................ ix
ÖZET ................................................................................................................................................. x
SUMMARY ..................................................................................................................................... xii
1. GİRİŞ ve AMAÇ ....................................................................................................................... 1
2. GENEL BiLGiLER .................................................................................................................... 4
2.1. HODGKİN LENFOMA TANIMI VE TARİHÇESİ ......................................................... 4
2.2. EPİDEMİYOLOJİSİ .......................................................................................................... 5
2.3. ETYOLOJİSİ ..................................................................................................................... 5
2.4. PATOFİZYOLOJİSİ .......................................................................................................... 8
2.5. HODGKİN LENFOMA KLİNİĞİ ................................................................................... 11
2.6. LABORATUVAR BULGULARI ................................................................................... 17
2.7. HODGKİN LENFOMA AYIRICI TANISI ..................................................................... 20
2.8. HODGKİN LENFOMA TANISI ..................................................................................... 20
2.9. HODGKİN LENFOMA EVRELEMESİ ......................................................................... 22
2.10. HODGKİN LENFOMA TEDAVİSİ ........................................................................... 24
2.11. PROGNOSTİK FAKTÖRLER .................................................................................... 29
2.12. TEKRARLAYAN HASTALIK ................................................................................... 30
2.13. TAKİP .......................................................................................................................... 30
2.14. TANI VE İZLEMDE KULLANILAN PROGNOSTİK DEĞERLER ........................ 31
2.15. TEDAVİLERİN YAN ETKİLERİ .............................................................................. 35
3. YÖNTEM VE GEREÇLER ..................................................................................................... 52
4. BULGULAR ............................................................................................................................ 57
5. TARTIŞMA ............................................................................................................................. 65
6. KAYNAKLAR ........................................................................................................................ 77
v
KISALTMALAR
HL : Hodgkin Lenfoma
HDL : Hodgkin Dışı Lenfoma
LAP : Lenfadenopati
NS : Nodüler Sklerozan
LZ : Lenfositten Zengin
MH : Mikst Hücreli
LY : Lenfositten Yoksun
NLPHL : Nodüler Lenfosit Predominant
Hodgkin Lenfoma
EBV : Ebstein Barr Virüsü
WHO : Dünya Sağlık Örgütü
RS : Reed Sternberg
BT : Bilgisayarlı Tomografi
PET : Pozitron Emisyon Tomografisi
KT : Kemoterapi
RT : Radyoterapi
ESH : Eritrosit Sedimentasyon Hızı
CRP : C-reaktif Proteini
β2µ : β2 mikroglobulin
LDH : Laktat Dehidrogenaz
GHSG : German Hodgkin Lymphoma Study Group
vi
EORTC : European Organization for Research and Treatment of Cancer
SFT : Solunum Fonksiyon Testi
DLCO : CO difüzyon kapasitesi
FEV1 : 1. Saniye Zorlu Ekspirasyon Volümü
TLC : Total Akciğer Kapasitesi
FVC : Zorlu Vital Kapasite
PEF : Zirve Ekspiratuvar Akım Hızı
F25-75 : Zorlu Ekspirasyon Ortası Akım Hızı
FEV1/FVC : İlk Bir Saniyede Zorlu Vital Kapasiteden Atılabilen Hava Yüzdesi
EKG : Elektrokardiyografi
EKO : Ekokardiografi
MOPP : Nitrogen Mustard, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon
ABVD : Adriamisin, Bleomisin, Vinblastin, Dakarbazin
COPP : Siklofosfamid, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon
ABV : Adriamisin, Bleomisin, Vinblastin
AML : Akut Miyeloid Lösemi
HIV : İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü
AIDS : Kazanılmış İmmun Yetmezlik Sendromu
NFkB : Nükleer Faktör kapa B
TNF : Tümör nekroz faktör
TGFB : Transform Büyüme Faktörü Beta
IL : İnterlökin
INF : İnterferon
LIF : Lenfokin Baskılayı Faktör
vii
PDGF : Platelet kaynaklı Büyüme Faktörü
GM-CSF : Granülosit Monosit Koloni Uyaran Faktör
M-CSF : Monosit Koloni Uyaran Faktör
CD : Farklılaşım Kümesi
EBER : Epstein Barr Erken RNA
EBNA : Epstein Barr Nüklear Antijen
LMP : Latent Membran Proteini
HLA : İnsan Lökosit Antijeni
FLIP : Fas Aracılı Apoptozis
FDG : Florodeoksiglukoz
NK : Doğal Öldürücü
IFRT : Tutulumuş Alan Radyoterapi
STLI : Subtotal Lenfoid Radyoterapi
IPS : Uluslararası Prognostik Skor
LAG : Lenfanjiografi
viii
TABLO LİSTESİ
Tablo 1 : HL’de Klinik Ve Histopatolojik Bulguların Sitokin Salınımı İle
İlişkisi
8
Tablo 2 : Hodgkin Lenfoma İçin Önerilen WHO Sınıflaması 10
Tablo 3 : Hodgkin Lenfoma'nın Teşhisi İçin Gerekli Olan Laboratuar
Testleri
17
Tablo 4
: Hodgkin Hücrelerinin Sitokin Üretimi Ve Hodgkin Lenfoma İle
İlişkili Biyolojik Bulgular
19
Tablo 5 : Tanı ve Evrelendirme İçin Yapılması Gereken İşlemler 23
Tablo 6 : Hodgkin Lenfoma’da Ann-Arbor Evrelemesi 23
Tablo 7 : Hodgkin Lenfomada Kullanılan Kemoterapi Protokolleri 28
Tablo 8 : Uluslararası Prognostik Skor (IPS) 30
Tablo 9 : WHO/ECOG Performans Durum Değerlendirmesi 53
Tablo 10 : HL Tanılı Hastaların Demografik Dağılımı 54
Tablo 11 : HL tanılı Hastaların Karakteristik Özellikleri 55
Tablo 12 : HL Tanılı Hastaların Tedavilerine Göre Dağılımı 55
Tablo 13 : HL tanılı Hastaların Evre, B Semptom ve Bulky Durumlarına Göre
Tedavi Protokolleri
61
Tablo 14 : Sadece Kemoterapi Alan HL Tanılı Hastaların Değerleri 62
Tablo 15 : Kemoterapi ve Mediastinal Radyoterapi Alan HL Tanılı Hastaların
Değerleri
63
ix
ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1 : Spirogram 45
Şekil 2 : a.b.c. Akciğer Volümleri 47-48
Şekil 3 : Zorlu Vital Kapasite Manevrası 49
Şekil 4 : Maksimal Ekspirasyon Ortası Akım Hızı 50
Şekil 5 : Akım-Volüm Eğrisi 51
Şekil 6 : Hastaların Cinsiyet Dağılımı 57
Şekil 7 : Hastaların B Semptom Varlığına Göre Dağılımı 58
Şekil 8 : Hastaların Tutulumlarına Göre Dağılımı 58
Şekil 9 : Hastaların Histopatolojik Dağılımı 59
Şekil 10 : Hastaların Evrelere Göre Dağılımı 59
Şekil 11 : Hastaların Tedavi Prokollerine Göre Dağılımı 61
x
ÖZET
Hodgkin lenfoma bir lenfoproliferatif malignite olup genellikle soliter ya da
generalize lenfadenomegali ile ortaya çıkar. Yeni tanımlanan kanser vakaların yaklaşık
%1’i Hodgkin lenfomadır.
Hodgkin lenfomada en iyi sonucu almak için tanı amaçlı testler, prognostik
belirleyiciler ve tedavi şarttır.
Bugün artık Hodgkin lenfomada kombine tedavi ile (KT + RT) kür elde etmek
mümkündür. Tedavinin amacı hastanın kür şansını arttırma yanında uzun süreli toksisiteyi
minimuma indirme olmalıdır. Bu kombine tedaviler aynı zamanda akciğer ve kardiyak
toksisiteye neden olabilmektedirler.
Çalışmamıza, İ.E.A.H Hematoloji polikliniğinde takip edilen, kemoterapi ve
radyoterapi almış Hodgkin lenfoma’lı 12’si kadın (%35.2), 22'si erkek (%64.8) olmak
üzere toplam 34 hasta alınmıştır.
Çalışmamızda tedavisi öncesi ve sonrası hemoglobin, lökosit, lenfosit, serum
albümin, CRP, β2mikroglobulin, ferritin, LDH düzeyleri ile; kemoterapi ve radyoterapi
tedavisinin kardiyopulmoner ve tiroid fonksiyonları üzerine olan etkilerinin saptanması
amaçlanmıştır.
Hastaların tedavi öncesinde, tedavi bitiminden 1 ay, 6 ay ve 12 ay sonrasında
biyokimyasal değerleri, akciğer spirometrik parametreleri ve sol ventrikül ejeksiyon
fraksiyonu değerlendirilmiştir.
Çalışmamız Hodgkin Lenfoma tanısında akut faz reaktanlarının tümör yükünü
belirlemede ve izlemde önemli olduğunu, tedaviye yanıtı etkilemede tek başına değil de
diğer prognostik faktörlerle beraber değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Çalışmamızda sadece kemoterapi alanlarda; tedavi bitiminden 1 ay, 6 ay ve12 ay
sonraki SFT değerlendirilmiş ve ortalama TLC değerleri ile tedaviden önceki ortalama
TLC değerleri karşılaştırıldığında, bu değerlerde tedavi bitimininin ilk ayından itibaren
istatistiksel olarak anlamlı düşüşler gözlenmiştir. Yine FEV1/FVC oranında istatistiksel
olarak anlamlılık saptanmıştır, önce düşüş sonrası ise yükselme saptanmıştır.
xi
Kemoterapi ile birlikte mediastinal radyoterapi alan grupta ise, tedavi bitiminden 1
ay sonraki ortalama TLC değerleri, tedavi öncesi ortalama TLC değerlerinden istatistiksel
anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Yine DLCO değerinde 1.ay ve 6.ayda başlangıç
değerine göre istatistiksel olarak anlamlı düşüş saptanırken 1.yılda ise başlangıca göre
yükselme saptanmıştır. PEF, FEV1 ve FVC değerinde de 1.yılda başlangıç değerine göre
istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş gözlenmiştir. FEV1/FVC ve TLC değerlerinde ise
1.yılda başlangıç değerine göre istatistiksel olarak anlamlı yükselme saptanmıştır.
Hastalarımızın hiçbirinde kardiyak semptom saptanmamış olup, bütün hastaların
ejeksiyon fraksiyonu normal değerlerde idi.
HL tedavisi alan hastaların uzun süreli takiplerinde kardiyopulmoner
komplikasyonların, tiroid fonksiyon bozukluklarının geç dönemde ortaya çıkabileceğini
düşünerek hastaların takip süresinin daha uzun olması gerektiği vurguluyor, gerek RT doz
ve alanının azaltılması gerekse kardiyopulmoner sistem üzerine toksisitesi olan ilaçların
kümülatif dozlarının düşürülmesi açısından yapılan çalışmaların sonucunda yaşam süresi
ve kalitesinin artacağını umut ediyoruz.
xii
SUMMARY
Hodgkin's lymphoma is a lymphoproliferative malignancy usually presents with
solitary or generalized lymphadenomegaly. 1% of newly diagnosed cancer patients are
diagnosed as Hodgkin's lymphoma.
Diagnostic tests, prognostic markers and definitive cure are needed to get the best
result from HL.
The aim of the therapy is summarized as early diagnosis of the disease, obtaining
complete remission and controlling the side effects.Today remission can be obtained with
the combination therapy of chemo and radiation therapies in HL These therapies may
cause pulmonary and cardiac toxicities.
34 patients of HL followed in hematology department of İstanbul Teaching and
Research hospital 12 women (%35.2) and 22 men (%64.8) having chemotherapy or
chemo-radiotherapy were included in our study.
Serum hemoglobin, leukocyte, lymphocyte, albumin, CRP, beta 2 microglobulin,
ferritin, LDH levels before and after therapies; cardiopulmonary and thyroid effects of
chemotherapy and radiation therapy were investigated.
Biochemical markers, lung function tests and left ventricule ejection fractions of
patients were examined before, one month, six months and 12 months after the therapies.
Acute phase reactants were found to be important in determining tumor burden and
follow up in HL patients. Together with other prognostic factors they are helpful in
determining the response.
Statistically significant decrease of TLC after therapy was found in HL patients
having only chemotherapy right after first month.
In patients having both chemo and radiotherapy TLC values of 1 month after therapy
vs pretherapy a statistically significant decrease is found. DLCO values following 1 and 6
month of therapies vs pretherapy also has a significant decrease and an increase after 12
months. PEF, FEV1 and FVC values had a statistically significant decrease but FEV1/FVC
xiii
and TLC values were found to have a significant increase.
None of our patients had cardiac symptoms, and all of them had noırmal left
ventricular ejection fraction.
Cardiopulmonary complications and thyroid disfunctions were detected in long term
follow up of HL patients. Therefore we believe that long follow ups must be done to
patients. We hope that quality of life in patients may be increased by decreasing doses of
radiotherapy and cumulative doses of cardiotoxic drugs.
1
1. GİRİŞ ve AMAÇ
Gelişmiş tanı ve tedavi stratejileri, teknolojik imkânlara rağmen malign hastalıklar
insan sağlığını ciddi bir şekilde tehdit etmektedir (1). Erken tanı, tümör ve metastazlarının
etkin bir şekilde tedavi edilmesinde en önemli faktörlerden biridir. Erken tanı ve takipte
bazı tümör tanımlayıcılar, prognostik belirteçler kullanılmaktadır.
Günümüzde tedavide hedef, hastalığın erken tanısı ve tamamen ortadan kaldırılması
yanında uzun süreli yan etkilerinin kontrol altında tutulması şeklinde özetlenebilir.
Hastaların klinik değerlendirilmesinde kullanılan tümör tanımlayıcılar ve prognostik
belirteçler alttaki patolojinin varlığını, aktivitesini ve yaygınlığını yansıtır. Prognostik
kriter hastalığın olası seyri konusunda bilgi veren ve hasta izleminde de kullanılabilen tanı
aşaması veya sonrasındaki ölçümdür (2).
Akut faz reaktanlarının monitörizasyonu hastalığın ciddiyeti ve tedavinin etkinliği
için objektif bir kriter sağlar. Akut faz cevabı ateş, lökositoz ve plazmadaki bazı protein
düzeylerinde belirgin artışla karakterizedir (3-6).
Karaciğerde interlökin (IL) 6’nın kontrolü altında sentezlenen C Reaktif Protein
(CRP) bir akut faz reaktantıdır. Enflamasyon, infeksiyon, malignite ve otoimmün
hastalıklar gibi birçok durum CRP düzeylerinde artışa yol açmakla birlikte otoimmün
hastalıklar ve malignitelerdeki CRP artışı uzun süreli olabilir (7-9)
Artmış serum ferritin konsantrasyonları akut faz reaktanı olabileceği gibi, akut
lösemi, Hodgkin lenfoma ve gastrointestinal sistem tümörlerinde de yükselmiştir. Serum
Laktat dehidrogenaz (LDH) aktivitesi myokard infarktüsü, pulmoner infarkt, hemolitik
2
anemi, pernisiyöz anemi, lösemi, lenfoma ve diğer maligniteler, karaciğer hastalıkları,
böbrek infarktı, nöbetler ve serebral hasarda artar (10).
Kanserli olgularda LDH artışı klinik tanıda kullanılabilmekle beraber, tedavi sonrası
tümör büyüklüğünün izlenmesinde de kullanılabilir (11).
Beta 2 mikroglobülin (β2μg) böbrek yetmezliği, inflamasyon ve çeşitli lenfoma
tiplerinde yükselir; tümör yükü veya tedaviye verilen cevabın değerlendirilmesinde
kullanılmaktadır (11,12).
Hodgkin lenfoma (HL) genellikle soliter ya da generalize lenfadenomegali ile ortaya
çıkan, tüm kanserlerin %1’ini, lenfomaların ise %25-40’ını oluşturan lenfoproliferatif bir
hastalıktır (13).
Hodgkin lenfomada en iyi sonucu almak için tanı amaçlı testler ve tedavi şarttır (10).
Hodgkin lenfomanın tıbbi tedavisinde kullanılan modern kemoterapi ve radyoterapi
kombinasyonları ile hastaların sağkalım şansları artmış ancak beraberinde tedaviden
kaynaklanan erken ve geç dönem yan etkilerin görülme sıklığı da artmıştır (14, 15).
Tedavi sonrası görülen erken ve geç dönem yan etkiler arasında pulmoner ve
kardiyovasküler sistem bozuklukları, nörodejeneratif ve nörofizyolojik fonksiyonlarda
bozukluk, gonadal toksisite, kemik dansitesinde azalma ve ikincil kanserlere yatkınlık
sayılabilir (16).
Kardiyopulmoner komplikasyonlar arasında radyasyon ve kemoterapi sonrası
pnömoni, pulmoner fibrozis, solunum fonksiyon testlerinde obstrüktif ve restriktif
değişiklikler, plevral efüzyon, kongestif kalp yetmezliği, akut perikardit, perikardiyal
efüzyon, aritmiler ve kapak hastalıkları sayılabilir.
Tedavinin üzerinden zaman geçtikçe hastaların asemptomatik kardiyopulmoner
fonksiyonel bozukluk sıklığında artış bildirilmiştir. Bu yüzden hastaların semptomları
olmasa bile iki-üç yılda bir solunum fonksiyon testi ve ekokardiyografi ile takip edilmeleri
gerekir (17,18).
Endokrin sistemde özellikle radyoterapiye bağlı tiroid bezi fonksiyonlarında
bozukluklardan radyasyon sonrası tiroidit, hipotiroidi, hipertiroidi, Graves hastalığı, tiroid
3
nodülü ve tiroid kanseri gibi yan etkilerler daha sık gözlenmeye başlamıştır (14,15,18-21).
Çalışmamızda hematoloji kliniğinde Hodgkin lenfoma tanısı ile takip edilen,
kemoterapi ve radyoterapi almış hastalarda; tedavisi öncesi ve sonrası hemoglobin, lökosit,
lenfosit, serum albümin, CRP, β2 mikroglobulin, ferritin, LDH düzeyleri ile; kemoterapi
ve radyoterapi tedavisinin kardiyopulmoner ve tiroid fonksiyonları üzerine olan etkilerini
saptamak amaçlanmıştır.
4
2. GENEL BiLGiLER
Lenfoma; immün sistem hücrelerinin farklı diferansiyasyon aşamasından orjinini
alan bu nedenle morfoloji, immünoloji ve klinik bulguları birbirinden farklı olabilen
lenfoid hücre maligniteleridir.
Hodgkin lenfoma (HL) ve Hodgkin Dışı lenfoma (HDL) olmak üzere iki ana gruba
ayrılır (22).
2.1. HODGKİN LENFOMA TANIMI VE TARİHÇESİ
Hodgkin lenfoma ilk defa 1832 yılında Thomas Hodgkin tarafından 7 olguluk bir seri
ile tanımlanmıştır. Hodgkin lenfoma, tedavi ile hastaların kayda değer bir kısmında şifa
sağlanabilen hematopoietik/lenfoid dokulara ait tanımlanmış ilk malign hastalık olması
sebebiyle önemli bir yere sahiptir (23-26).
Hodgkin lenfomada, hastalığın anatomik yayılımı ve daha az oranda histolojik alt
tipi, prognozu belirlemede ve optimal tedavi seçiminde belirleyici faktörlerdir. Tedavide
amaç, hastalarda minimal komplikasyon ile kür elde etmektir. Kemoterapi (KT) ve
radyoterapi (RT) ile tek başına kür elde edilebilmekle birlikte, kombine tedavi ile optimal
sonuç elde edilmektedir.
HL ile HDL arasında klinik davranış, tedaviye yanıt ve prognoz açısından önemli
farklılıklar vardır. En belirgin farklılıklardan biri HL’nın lenfatik drenaj yoluna uygun
olarak sıralı bir şekilde bir lenf bezinden diğerine yayılmasıdır. HDL’de tipik olarak
görülen eş zamanlı birçok lenf bölgesinin tutulumu HL için nadirdir.
5
2.2. EPİDEMİYOLOJİSİ
Hodgkin lenfoma, lenfomaların %25-40’ını oluşturmaktadır (23-27).
HL’nın yaşla dağılımı bimodal bir özellik göstermektedir. İlk birikim üçüncü dekatta
ikinci birikim ise 50 yaş üzeridir. Hodgkin lenfomada erkek / kadın oranı 1.4:1 olarak
bildirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde HL’nın genç yaşlarda, anne eğitimi yüksek olanlarda
ve kardeş sayısı az olanlarda daha sık görüldüğü bildirilmektedir (2). Gelişmemiş ülkelerde
HL’nin görülme sıklığı azalır, bu ülkelerde 15 yaşından önce görülme sıklığı artarken
adölesan ve genç erişkinlerde pik daha az belirgindir (24-28).
2.3. ETYOLOJİSİ
Hodgkin lenfoma’nın etiyolojisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Ancak etyolojisinde
rol alan risk faktörleri immünite, enfeksiyöz faktörler ve genetik yatkınlık olarak 3 alt
grupta toplanabilir (18).
Genetik Yatkınlık
Ailesel HL tüm vakaların yaklaşık % 5’i kadardır. Birinci derece akrabalarda HL
gelişim riski 3 kat daha artmıştır. Bu bağlantı genç yaştaki hastalarda, erkeklerde ve
kardeşlerde daha güçlüdür (29). HL gelişim riskinin monozigotik ikizlerde dizigotik
ikizlere göre daha fazladır (30). Birden fazla çocuğunda HL saptanan ailelerde HLA
gruplarından A1, B5, B8 ve B18 tiplerinin sık görüldüğü de bildirilmiştir (31).
Enfeksiyöz Faktörler
HL’nin, epidemiyolojik özellikleri hastalığın etyolojisinin tanı yaşı ile değiştiğini
bildirmektedir. Genç erişkin tipinin paralitik poliomyelite benzer özellikleri olduğu için
enfeksiyon ajanlarına gecikmiş maruziyetin HL gelişimi için risk oluşturduğu
düşünülmüştür (32).
Epstein Barr Virüs (EBV)’nin HL ile birlikteliği birçok epidemiyolojik ve serolojik
çalışmalarla gösterilmiştir (18).
Geçirilmiş enfeksiyöz mononükleoz 30 yıldan fazla zamandır HL gelişimi için risk
faktörü olarak tanımlanmıştır (30).
6
Son zamanlarda yapılan bir çalışmada 15-34 yaş arasındaki enfeksiyöz
mononükleozlu geniş bir hasta populasyonunda HL gelişim riski belirgin olarak artmış ve
bu artışın 20 seneyi aşan dönem içinde de devam ettiği bildirilmiştir (33).
HL biyopsi materyalerinin yaklaşık %25-50’sinde, Reed Sternberg (RS)
hücrelerinde, EBV DNA ve gen ürünleri pozitif bulunmuştur, bu da HL ve EBV arasındaki
ilişkinin bir göstergesi olarak kabul görmüştür (34).
Yapılan başka bir çalışmada HL insidansındaki artışın özellikle çocukluk çağı ve 55-
74 yaş arası dönemindeki EBV ile ilişkili olduğu, 15-34 yaş arası genç erişkinlik
dönemindeki EBV ile ilgili olmadığı bildirilmiştir (35).
HL’li hastaların büyük bir kısmında EBV antikor titresinin yüksek olması, EBV’nin
HL gelişimini kolaylaştırdığını düşündürmüştür. Bu hipotez aynı zamanda in situ
hibridizasyon ile RS hücrelerinde EBV genomunun tesbit edilmesi ve virüse ait early RNA
(EBER1-EBER2) dizilerinin gösterilmesi ile desteklenmiştir (36).
EBV ile ilişkili vakalarda virus RS hücrelerine ve variantlarına lokalizedir. EBV gen
ürünlerini kodlayarak üretmiştir ve bu gen ürünleri Latent Membran Protein 1 (LMP1),
Latent Membran Protein 2A (LMP2A) ve Epstein Barr Nükeer Antijen 1 (EBNA1) olarak
tesbit edilmiş olup ve bu üretim patterni EBV enfeksiyonunun latent tip 2 şekli ile
ilişkilidir (37). EBV LMP 1 üretimi klasik HL histolojik alt tipleri arasında değişkenlik
gösterir. HIV ile bağlantılı lenfositten yoksun HL’de % 10, karışık hücreli HL’de % 75,
lenfositden zengin tipinde % 45-45 ve noduler sklerozan tipinde % 10-40 olarak ilişkili
bulunmuştur (38).
HL EBV haricinde kızamık virüsü ile de ilişkili bulunmuştur. Benharroch ve ark.
çocukluk çağında kızamık virüsüne maruz kalmanın, 15-34 yaş arası genç erişkin dönemde
HL gelişim riskini arttırdığını ve çalışmalarındaki % 50’den fazla hastada HL tümör
dokusunda veya lenf nodunda kızamık virüsü antijenin pozitif olduğunu göstermiştir (39).
İmmünite
HL immünolojik bozukluklarla birlikte yüksek oranda görülmektedir. Bazı
araştırıcılar dual etiyoloji varsayımını ileri sürmektedir. Çocuk ve gençlerde görülen HL ile
7
orta ve ileri yaşlarda saptanan hastalığın farklı epidemiyolojik nedenlerle oluştuğu
düşünülmektedir.
Primer immün yetmezliği olan hastalarda lenfoma gelişme riski çok fazladır. Bu
immün yetmezlik durumları: Ataksi Talenjiektazi, Wiskott Aldrich Sendromu, Chediak
Higashi Sendromu, Ig A eksikliği, Kombine immün yetmezlik, X’e bağlı lenfoproliferatif
Sendromdur. Primer immun yetmezlik sendromları dışında, immün-supresif tedavi verilen
böbrek ve kalp transplantasyonu yapılan hastalarda veya AİDS dahil çeşitli kazanılmış
immünite bozukluğu olan bireylede de HL’yi de içeren çeşitli malign lenfomalar artmış
oranlarda saptanmaktadır (40).
Eski epidemiyolojik çalışmalarda çocukluk çağında enfeksiyöz ajanlara geçikmiş
maruz kalmanın, genç erişkinlik döneminde HL gelişimi için belirgin risk faktörü olduğu
tesbit edilmiştir (41,42).
Chang ve ark. yaptığı son çalışmada da erken dönemde yuva ve bakım evlerine
verilen çocukların genç erişkinlik döneminde HL gelişim riski azalmıştır. Bu risk azalması,
çocukluk çağında enfeksiyöz ajanlara erken maruz kalmanın sonucunda artan hücresel
immünite olgunlaşması ile açıklanmıştır (43).
Son yıllarda mikrodiseksiyon ve polimeraz zincir reaksiyonu tekniklerinin gelişmesi
tümör hücre populasyonu sayısının in vitro olarak artırılmasını ve tümör hücrelerinin
benign poliklonal zeminden ayrılabilmesini sağlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda RS
hücrelerinin klonal immüngloblin (Ig) rearanjmanları içerdiği ve bu sebeple neoplazinin B
hücre kökenli olduğu gösterilmiştir (44). Hodgkin enfomada neoplastik hücrelerin çeşitli
sitokinler saldığı tesbit edilmiş, bu salınımın özellikle hastalığın iki ana alt tipinde, belirgin
bir histopatolojik görünüm ve klinik bulgularla ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. RS
hücrelerinde CD30 ve CD40 ekspresyonundaki artış NFkB ve c-jun N-terminal kinaz
yolunun aktivasyonu ve sonuç olarak da RS hücre proliferasyonu, adhezyon moleküllerinin
ekspresyonu, sitokin salınımı ile ilişkilendirilmiştir. Klasik Hodgkin Lenfomada (cHL)
eozinofili ve kollajen skleroz gibi histopatolojik bulgular IL-4, IL-5, eotaksin, IL-6, IL-7,
IL-13, Tümör nekroz faktör (TNF), lenfotoksin, Transform Büyüme Faktörü Beta (TGF- β)
ve basic fibroblast growth faktör salınımına bağlanmıştır. Sitokinler tarafından düzenlenen
8
adhezyon moleküllerinin de RS hücrelerine ve çevreleyen komşu T lenfositlere etki ederek
hastalığın metastatik kapasitesini belirlediği düşünülmüştür. Sistemik semptomlar en fazla
artmış IL-6 seviyesi ile ve tedavi almamış hastalardaki immünsüpresyon da en fazla TGF-
β seviyesi ile korrelasyon göstermiştir (29).
Tablo 1: HL’de Klinik Ve Histopatolojik Bulguların Sitokin Salınımı İle İlişkisi Bulgular Sitokinler *B semptomları TNF,LT-alfa,IL-1,IL-6
*Polikaryon oluşumu INF-gama,IL-4
*Skleroz TGF-β,LIF,PDGF,IL-1,TNF
*Akut faz reaksiyonu IL-1,IL-6,IL-11,LIF
*Eozinofili IL-5,GM-CSF,IL-2,IL-3
*Plazmasitoz IL-6,IL-11
*Hafif trombositoz IL-6,IL-11,LIF
*T hücre ve HRS hücre IL-1,IL-2,IL-6,IL-7,IL-9,TNF,CD30L,
etkileşimi CD40L,CD80,CD86,LT-alfa
*İmmün yetmezlik TGF-β, IL-10
*Otokrin büyüme faktörleri IL-6,IL-9,TNF,CD30L,M-CSF
*ALP de artış M-CSF
*Nötrofil aktivasyonu ve birikimi IL-8,TNF,TGF-β
2.4. PATOFİZYOLOJİSİ
Makroskobik Bulgular
HL yayılımı sıklıkla bir lenf nodundan komşu bir lenf noduna sıçrama şeklindedir.
Genelde sol suprakalviküler lenf nodu tutulumunu abdominal paraaortik lenf nodu
tutulumu takip eder. Sağ supraklaviküler lenf nodu tutulumu mediastinal adenopati ile
ilişkili olmaya eğilimlidir. Paraaortik lenf nodu tutulumu sıklıkla dalak tutulumu ile
birliktedir ve takiben karaciğer ve/veya kemik iliği tutulumuyla da birlikte görülür.
Histopatolojik tiplerin içinde komşuluk yoluyla yayılım eğilimi en sık nodüler sklerozan
9
tipindedir (18).
Mikroskobik Bulgular
HL tümör karakterinde malign hücre populasyonu total hücre populasyonunun %
0.1-% 10’udur.
Tümör hücrelerinin çoğu sitokin salınımı sonucu gelişen inflamatuar hücre
infiltrasyonu (ör: histiyositler, plazma hücreleri, lenfositler, eozinofiller, nötrofilller) ve
fibrozis yapısındadır. Diagnostik Reed-Sternberg hücresi büyük, (15-45 μm çapında ya da
daha büyük) hafif bazofilik sitoplazmalı, iki nükleus veya iki nükleer lobu olan hücrelerdir.
Bu hücreler kalın bir nükleer membrana, soluk boyanan kromatine ve iki geniş eozinofilik
nükleolusa sahiptir. Nükleoluslar karakteristik olarak makronükleolus görünümünde olup,
büyüklükleri komşu lenfositlere eşittir. Reed Sternberg hücrelerinin variantları da vardır.
Bunlar laküner hücre, mumya hücre ve L&H hücre (popcorn hücre) olarak adlandırılırlar
(46). Patogenezinde germinal merkezlerdeki B-hücrelerinden köken alan RS hücreleri
istenmeyen mutasyonlar sonucu B-hücre reseptör afinite kapasitesini kaybetmiş, klonal
seleksiyona karşı koyarak, apopitozisden (programlı hücre ölümünden) kaçmayı
başarmıştır. Apopitozdan bu kaçışda, sinyal aktivasyonu yolundaki fas aracılı apopitoz
inhibitörü (FLIP) reseptörünün artması ve transkripsiyon faktörlerinden nükleer faktör k
(NF-k) seviyesinde artma sorumlu tutulmaktadır (47,48).
Histopatolojik Sınıflandırma
HDL’lerdeki sınıflama kargaşası ve sık değişikliklerin tersine HL sınıflaması basit ve
kalıcıdır. 1966’dan beri kullanılan Rye sınıflaması 4 histolojik alt tip içerir. WHO’ya göre
yeniden düzenlenen HL sınıflaması da Rye’ın modifiye edilmiş halidir. Hodgkin lenfoma
için güncel olarak kullanılan sınıflama, WHO sınıflamasıdır (Tablo 2). Nodüler
Lenfositten Zengin Hodgkin Hastalığı (nodular lymphocyte predominant Hodgkin’s
Disease (NLPHD) ) klasik HL başlığı altında toplanan diğer alt tiplerden ayrı tutulmuş,
Klasik HL başlığı altında ise Lenfositten Zengin Nodüler Sklerozan, Mikst Hücreli ve
Lenfositten Yoksun tipler yer almıştır.
Gelişmiş ülkelerde NS tip HL, tüm olguların 2/3’ünü oluşturmaktadır (24-26). Mikst
10
Hücreli tip HL ise Türkiye ve gelişmekte olan ülkelerde en sık görülen tiptir.
Tablo 2. Hodgkin Lenfoma İçin Önerilen WHO Sınıflaması A. Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma
B. Klasik HL
1. Lenfositten Zengin
2. Nodüler Sklerozan
3. Mikst Hücreli
4. Lenfositten Yoksun
C. Sınıflandırılamayan
Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma (NLPHL); Klinik gidişat,
immünfenotipik özellikleri, hastalık seyri ve prognoz bakımından HL’nın diğer
formlarından farklıdır. NLPHL’da neoplastik hücrelerin CD 20 ekspresyonu bilinmektedir
(49-52). Hastaların çok büyük bir kısmına evre IA döneminde tanı konmaktadır. Özellikle
periferal lenf nodlarından başlar. Klinik seyir, prognoz ve yaşam süresi, diğer HL
tiplerinden daha iyidir (50, 53,54).
Lenfositten Zengin Tip (LZ): Klasik HL’nın en iyi prognozlu histolojik alt grubunu
oluşturmaktadır. Genellikle erken evrede tanı konur. Periferik lenf nodundan başlar,
mediasten tutulumu nadirdir. Hodkgin dışı lenfomaya özellikle de diffüz büyük B hücreli
lenfomaya dönüşme riski veya nüks gelişme riski diğer histopatolojik alt gruplardan daha
fazladır. Buna rağmen 10 yıllık sağkalım %90’ın üzerindedir (23-25).
Nodüler Sklerozan Tip (NS): Gelişmiş ülkelerde en sık görülen tiptir. Mediasten ve
servikal lenf nodu tutulumu sıktır. Daha çok genç bayanlarda görülür. İyi prognozlu
histopatolojik alt gruplardan biridir (23-27,49).
Mikst Hücreli Tip (MH): Gelişmekte olan ülkelerde ve AIDS’li hastalarda en sık
görülen tiptir. Her yaşta, özellikle orta yaşlarda görülür. LZ ve NS histopatolojik tiplere
göre daha kötü seyir gösterir (23-25).
11
Lenfositten Yoksun Tip (LY): Tanı konduğunda sıklıkla ileri evrededir, ileri yaşta
görülür ve genellikle yaygın hastalık şeklindedir. Lenfositten yoksun tip en az görülen ve
prognozu en kötü olan histopatolojik tiptir (23-25).
2.5. HODGKİN LENFOMA KLİNİĞİ
Hodgkin Lenfoma’lı hastaların yaklaşık %90’ınında görülen ilk bulgu lenf bezlerinin
büyümesidir (55). Tutulan lenf nodu lastik kıvamında elastik ve ağrısızdır.
Lenfadenopatilerin en sık görüldüğü yer %80 oranında servikal bölgedir. Servikal bölgenin
tutulumu tek veya iki taraflı olabilir. İlk gelişte mediastinal bölgenin %60, aksiller
bölgenin %6-20, inguinal bölgenin %6 oranında tutulduğu bildirilmiştir (40). Hastaların %
20’sinde ise lenfadenopati (LAP) diyafragma altındadır (56). Bir lenf nodu veya nodal
kitlenin ≥ 10 cm olmasına bulky denir (18). Mediastinal lenfadenopatisi olan hastalar,
klinik olarak asemptomatik olabileceği gibi nonproduktif öksürük, soluk borusu veya bronş
basısına bağlı bulgular da gösterebilir. Mediastinumda en çok paratrakeal ve trakeobronşial
lenf nodu grupları tutulur. Ön mediastinal LAP’nin nadiren vena kava superiora basısı
nedeni ile yüzde şişme ve baş-boyun venlerinde genişleme görülebilir. Sırt ağrısı, kemik
ağrıları ve spinal kord kompresyon semptom ve bulguları tespit edilebilir. Santral sinir
sisteminde (SSS) parankimal veya meningeal tutulum nadirdir (23-25).
Hodgkin lenfoma bir sonraki lenf düğümü bölgesine aşama aşama yayılır. Genellikle
gidiş şekli boyundan mediastene, çölyak lenf nodlarına, buradan da dalak, karaciğer ve
kemik iliğine doğrudur (23-25). Hodgkin lenfomada diffüz hematojen yayılımdan önceki
son aşama dalak tutulumudur. Bu nedenle karaciğer tutulumu varsa dalak da mutlaka
tutulmuştur. Kemik iliği tutulumu, yaygın hastalığı olan ve B semptomları bulunan kötü
prognozlu histolojik alt gruplarda saptanır. Ender olarak kemik (genellikle osteolitik),
böbrek ve akciğer parankim tutulumu da olabilir. Ancak Hodgkin lenfomada primer
ekstranodal hastalık çok nadirdir (23-27).
Ateş (38 °C ve üzeri), gece terlemesi ve son 6 ayda %10’dan fazla kilo kaybı, B
semptomları olarak tanımlanır. Hodgkin lenfomada %25-40 olguda B semptomları
saptanır. En sık saptanan bulgu ateştir. Ateş tanı anında hastaların %27’sinde görülür ve
genellikle düşük derecede ve düzensizdir. Nadiren 1-2 haftalık ateşli ve ateşsiz dönemleri
12
izleyen, yüksek derecede ateş izlenebilir. Bu ‘Pel Ebstein’ tipi ateş diagnostiktir. Yaygın
kaşıntı, olguların %10’unda başlangıç belirtisi olabilir, fakat prognostik önemi
gösterilememiştir. B semptomları; tedavi seçimi, evreleme ve prognozun belirlenmesinde
önemlidir (27,57). B semptomları, yaşlı hastalarda ve ileri evre hastalıkta daha sık
görülmektedir (57).
Çeşitli paraneoplastik sendromlar tariflenmiştir; progresif multifokal
lökoensefalopati, subakut serebellar dejenerasyon, nekrotizan myelopati, subakut duyusal
ve motor nöropati, Gullain - Barre sendromu ve granulomatöz angitis bulguları tespit
edilebilir (23-25, 27)
Lenfadenopati (Tüm Vakaların % 90’ında)
1- Bir veya daha fazla grup lenf nodunun ağrısız şişmesidir, ender olarak ağrılıdır.
2- % 60-80 vakada servikal lenf nodu tutulumu vardır ve bunların da % 60’ı
mediastinal tutulum ile birliktedir.
3- Aksiller, inguinal, mediastinal ve retroperitoneal lenf nodları sıklıkla tutulmuştur.
4- Tutulan lenf nodları sıklıkla ele ayrı ayrı, lastik kıvamında gelir. Hassasiyet
enderdir.
Mediastinal Adenopati
1-Hastalarda sürekli bir kuru öksürük olabilir.
2-Hastalarda Superior Vena Kava Sendromu olabilir (Boyun venlerinde genişleme,
boğuk ses, dispne, disfaji).
3-Geniş mediastinal kitleli hastalarda -bulky mediastinal hastalık- (mediastinal
kitlenin en geniş transvers çapının toraksın T5-T6 daki transvers çapına oranının 0.33’den
büyük olması) daha küçük kitleli hastalara göre nüks daha sıktır.
Splenomegali
1- Dalak sıklıkla fizik muayenede büyümüş olarak ele gelir. Dalağın büyüklüğü
dalak tutulumunun bir göstergesi değildir.
13
2- Splenektomi dalak tutulumunun kesin göstergesi için tek metodtur.
3- % 13 vakada dalak subdiyafragmatik olarak tutulan tek yerdir.
4- Laparotomi sırasında rezeke edilen dalakların % 26’sı tutulmuştur.
5- Dalak tutulumunun sıklığı histopatolojik tip ile korelasyon gösterir:
a. Lenfosit predominant - % 16
b. Noduler sklerozan - % 35
c. Miks sellüler - % 59
d. Lenfositten yoksun- % 83
6- Dalak tutulumu olan hastaların % 50’sinde hem paraaortik hem de dalak
hilusundaki lenf nodları tutulmuştur (18).
Sistemik Semptomlar
1-Aralıklı ateş (Pel-Ebstein), anoreksi, yorgunluk, zayıflık, bulantı, gece terlemesi,
kilo kaybı ve kaşıntı
2-Alkol alımı sonrası tutulan bölgelerde ağrı (58).
Sistemik semptomlara eşlik eden başka bir semptom olan kaşıntı kadınlarda ve
hastalığın ileri evresinde sıktır, tüm vücudu tutar (59). Hodgkin ile ilişkili kaşıntının
kolestatik karaciğer hastalığına ve periferik sensoriyal nöropatiye bağlı olabileceğine dair
öne sürülen açıklamalar vardır. Hodgkin lenfomanın tedavisiyle kaşıntı ortadan kalkar
(60).
Pulmoner Hastalık
Hodgkin Lenfoma akciğerlere mediastinal ve hiler lenf nodları yoluyla sıçrar.
Akciğerde hastalık mediastinal veya hiler tutulum olmadan oluşmaz. HL’li hastaların üçte
ikisinde intratorasik tutulum vardır. Bu sebeple hiler veya mediastinal tutulumlu hastalarda
bilgisayarlı tomografi çekilmelidir. Noduler sklerozan tipinde mediastinal tutuluma
belirgin bir yatkınlık mevcuttur (18).
14
Akciğer tutulumunun dört formu vardır:
1- Devamlı lezyonlar
2- Peribronkovasküler hastalık
3- Plak benzeri plevral kalınlaşma ve effüzyon ile giden subplevral yayılım
4- Noduler veya alveoler olan intraparankimal tutulum
Sık olmamakla birlikte bu lezyonlar radyografide tek veya çoklu kaviter lezyonlar
olarak görülebilir. Plevral effüzyon mediastinum veya hiler bölgedeki lenfatik
obstrüksiyondan kaynaklanabilir. Plevral tutulum olabilir, ancak Hodgkin dışı lenfomadaki
insidansına göre göreceli olarak nadirdir (18).
Nörolojik Bulgular
Nörolojik disfonksiyon genellikle geç bulgulardandır. Hastalık sinir sistemine
aşağıdaki yollarla ulaşabilir:
1- Paravertebral lenf nodlarından sinir köklerine ve kan damarlarına veya spinal
kanaldaki perinöral lenfatiklerden intervertebral foraminalara ve benzer yolla intrakranial
bölgeye yayılım
2- Hematojen yayılım
Santral nöron aksının tutulumu epiduraldir ve sinir sisteminin tutulan bölgesine göre
bası semptomu verir. İntrakranial hastalıkta intrakranial basınç artışı bulgu ve semptomları
ortaya çıkabilir veya hemiparezi, hemisensoriyal bozukluklar, fokal nöbetler, papilödem
eşlik edebilir. Kafa kaidesi tutulduğunda kranial sinir tutulumu da olabilir.
Nonmetastatik nörolojik komplikasyonlar aşağıdaki mekanizmalarla ortaya çıkabilir:
1- Metabolik bozukluklar: Hipokalsemi, hipoglisemi, hiponatremi, hepatik, renal,
pulmoner yetmezlik
2- Enfeksiyonlar:
a.Herpes Zoster en sık rastlanan enfeksiyondur.
b.Bakteriyel, viral, fungal ve protozoal kökenli menenjitler her başağrısı,
15
ense sertliği ve açıklanamayan ateşi olan hastada düşünülmelidir. En sık sebep olan
mikroorganizmalar Kriptokok, Listeria monocytogenes, Diplococcus pneumoniae,
Toxoplasma gondii ve Varicella-Zoster’dir
c. Beyin apsesi nadirdir.
3-Kemoterapiye bağlı nörotoksisite: En sık vinkristine bağlıdır, fakat steroidler,
prokarbazin ve vinblastin de nörolojik disfonksiyon yapabilir.
4-Radyoterapi bağlı nörotoksisite: Servikal, supraklaviküler ve mediastinal
bölgeye radyoterapi alan %5 hastada geçici miyopati (Lhermitte Sendromu) gelişir. Bu
tablonun gelişmesi spinal servikal bölge arkasına blok koymakla azaltılabilir. Lhermitte
Sendromu boynun fleksiyon veya ekstansiyonuyla ortaya çıkan ekstremitelerin arkasında
karıncalanma ve elektrik çarpmasına benzer bir his ile karakterizedir. Bu duruma motor
disfonksiyon eşlik etmez ve miyopati kalıcı değildir. Spinal radyasyonun daha ciddi bir
komplikasyonu kordun radyasyon nekrozudur ve 4 hafta içinde 4000 rad’ı geçen dozlarda
oluşur (18,24).
Kemik Tutulumu
Osseöz HL tipik olarak kemik ağrısıyla belirir ve hastaların çoğunluğunda evreleme
esnasında nonosseöz lezyonlar saptanır. Radyografik şekilleri değişiklik gösterse de agresif
malign duruma işarettir. Histolojik tanı problemli olabilir ve kemikte tanıyı koymak için
immünohistokimyasal boyalara başvurulur. İskelet tutulumu kötü prognozludur ancak son
on sene içinde hastaların prognozları daha iyiye gitmiştir. Vetebral tutulumun majör
komplikasyonu vertebraların çökmesi veya tümörün epidural aralığa uzanımından
kaynaklanan spinal kompresyondur. Kemik tutulumunun olması kötü prognoz
göstergesidir (18).
Kemik İliği Tutulumu
Semptomatik vakalarda, özellikle anemisi, lökopenisi veya trombositopenisi olan
vakalarda kemik iliği tutulumu olabilir. Çoklu biyopsi endikasyonu vardır, çünkü HL
kemik iliğini bölgesel şekilde tutmaya eğilimlidir. Kemik iliği biyopsisi için yer seçerken
manyetik rezonans veya PET yol gösterebilir. HL, miyelofibroz, immün trombositopenik
16
purpura, Coomb’s pozitif hemolitik anemi veya polisitemiyi andırabilir (18).
Karaciğer Tutulumu
Dalak karaciğerin portal girişinde olduğu için HL’de dalak tutulumunun eşlik
etmediği karaciğer tutulumu nadirdir. Hafif hepatomegali, karaciğer görüntülemelerindeki
nonspesifik bulgular ve karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk karaciğerin histolojik
tutulumu ile korelasyon göstermeyebilir. Karaciğer tutulumunu göstermek için tek metod
karaciğer biyopsisidir.
Karaciğer tutulumunu göstermek için aşağıdaki bulgular olmalıdır:
1.Histolojik alt tiplerden birine uyan karaciğer dokusundan ayrılmış bir lezyon
2.Reed Sternberg hücresi veya variantı
Sarılığın olması kötü prognozun belirtisidir ve terminal veya preterminal dönemi
işaret eder. Bu arada sarılık yapan diğer sebepleri dışlamak gerekir. (ör: hemolitik anemi,
viral hepatit, toksik hepatit, toksoplazmozis ve bilinmeyen etiyolojili kolestaz)
Hepatik tutuluma bağlı sarılık geliştiğinde parankimal tutulumun hodgkin lenfomaya
mı bağlı veya porta hepatisin lenf nodu basısına mı bağlı olup olmadığı ayırt edilmelidir.
Çoğu vakalarda sarılık, portal peribilier infiltrasyonun intrahepatik tıkanıklık yapmasına
bağlı gelişmiştir (18).
Cilt Tutulumu
Cilt tutulumu iktiyosiz ve hiperkeratoz, eritema nodozum, psöriatiform lezyonlar,
ürtiker, lökositoklastik vaskülit, linear Ig A büllöz dermatit, dermatomyozit ve fatal
toksikepidermal nekrolizisi kapsar. Cilt tutulumu %0.5 -3.4 sıklıkta görülür (55).
Renal Tutulum
HL’de en sık amiloidoz veya renal ven trombozunun eşlik etmediği nefrotik sendrom
görülür. Minimal lezyon hastalığı veya lipoid nefroz en çok nefrotik sendroma eşlik eder.
Fakat membranöz ve membranoproliferatif glomerülerulonefrite bağlı nefrotik sendrom
gelişen vakalar bildirilmiştir (18).
17
Metabolik Bulgular
Hiperkalsemi ve hipoglisemi görülebilir. Paraneoplastik hiperkalsemisi olan
vakalarda parathormon benzeri madde bulunmuştur. İnsülin reseptörlerine karşı otoantikor
gelişen üç vakada otoimmün hipoglisemi bildirilmiştir (55).
2.6. LABORATUVAR BULGULARI
Hematolojik ve kimyasal kan parametreleri hastalığın yaygınlığıyla korrelasyon
göstermeyen, özellikli olmayan değişiklikler gösterebilir. Normokrom normositer anemi,
lökomoid reaksiyon, eozinofili (özellikle kaşıntısı olan hastalarda), lenfopeni (ileri evre ve
kötü prognostik tipte) görülebilir (23-25).
Eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) yüksek olabilir ve hastalık aktivitesini gösteren
testlerden biridir. Hastalık aktivitesi ile ilişkili olarak C-reaktif protein (CRP), ferritin gibi
akut faz reaktanları da artabilir (62).
Anemi ilerlemiş hastalığın bir bulgusu olabilir ve genellikle demir depolarının
kullanımının bozulmasından kaynaklanır.
Aynı zamanda hastalığa eşlik eden Coomb’s pozitif hemolitik anemi şeklinde de
olup, retikülositoz ve kemik iliği hiperplazisi tesbit edilebilir (24,46).
Hodgkin lenfoma’nın teşhisi için gerekli olan laboratuar testleri Tablo 3'de
özetlenmiştir (63).
Tablo 3. Hodgkin Lenfoma'nın Teşhisi İçin Gerekli Olan Laboratuar Testleri a. Tam kan sayımı, Eritrosit Sedimentasyon Hızı
b. Periferik kan yayması
c. LDH ve alkalen fosfataz, bilirubin, Ca, Albümin, AST
d. BUN, kreatinin
e. Direkt akciğer grafisi
f. Toraks, abdominal ve pelvik BT
18
Hematolojik Bulgular
1.Anemi: Normositik ve normokromik karakterdedir.
2.Nötrofili: % 50 vakada
3.Eozinofili: % 15-20 vakada
4.Lenfositopeni: İleri evre Hodgkin Lenfomalı hastalarda hem B hem T lenfosit
azalmasından kaynaklanan lenfositopeni gözlenir (18).
5.Kemik iliği bulguları genellikle normaldir, bölgesel veya yaygın kemik iliği
tutulumu da olabilir (18).
Biyokimyasal Bulgular
Aktif hastalıkta, hastalığın yayılımını veya prognozunu belirler.
1. Artmış sedimantasyon hızı (ESR): Aktif HL göstergesidir ve sedimantasyon
hızının sürekli yüksek kalması kötü prognoza işaret eder. Sedimantasyon yüksekliği eşlik
eden enfeksiyon ve inflamasyonun da bulgusu olabilir.
2. Artmış serum ferritin ve azalmış serum transferrin seviyesi: Bu belirgin olarak ileri
evre HL ile ilişkilidir.
3. Artmış CRP seviyesi.
4. Artmış fibrinojen seviyesi.
5. Artmış haptoglobulin seviyesi.
6. Artmış serum alkalen fosfataz seviyesi: Bu kemik veya karaciğer tutulumunun
göstergesi olabilir.
7. Artmış LDH seviyesi.
8.Artmış serum-soluble interlökin 2 reseptör (sIL-2R) seviyesi: Teşhisde artmış
seviye tedavi başarısızlığında artmış risk ile korrelasyon gösterir.
9. Azalmış Albümin seviyesi.
10.Artmış beta 2 mikroglobulin: HL’li hastaların tümör evresi ile korrelasyon
19
gösterir ve artmış seviye kötü prognoza işaret eder (18, 24,64).
İmmunolojik Bulgular
Hücresel İmmunite
Hodgkin Lenfomalı hastaların tablo ortaya çıktığında veya iyileşme döneminde T
hücre fonksiyonlarında süreklilik arzeden bozukluk vardır. Tedavisiz hastalarda doğal
öldürücü hücre aracılı sitotoksite azalmıştır. Hücresel immun bozukluk supresör
monositler, T-supresör hücrelerin artmış hassasiyeti ve artmış IL-12 seviyesi sonucudur.
İlerlemiş hastalığı olan hastalarda kalıcı T lenfosit bozukluğu vardır. Reed-Sternberg
hücreleri mitojenle indüklenen hücrelere antijen sunan hücre olarak fonksiyon görür.
İmmünolojik parametreler genellikle başarılı tedavi sonrası normale dönse de T hücre
fonksiyon bozukluğu yıllarca sürebilir. T hücre eksikliğinin Hodgkin lenfomada
sitokinlerin üretimine bağlı olarak geliştiği ve bunun da T hücre cevapsızlığına yol
açabileceği öne sürülmektedir. Tablo 4 Hodgkin Lenfomada üretilen sitokinleri ve
biyolojik bulgularını göstermektedir (24).
Tablo 4: Hodgkin Hücrelerinin Sitokin Üretimi Ve Hodgkin Lenfoma İle İlişkili Biyolojik Bulgular IL-1 Lenfoproliferasyon, ateş, gece terlemesi, fibrozis
IL-2 T-hücre yetmezliği
IL-5 Eozinofilik infiltrasyon
IL-6 Trombositoz
IL-9 Lenfoproliferasyon
TNF-α Kilo kaybı
TNF-β Kilo kaybı
G-CSF Myeloproliferasyon
TGF- β Fibrozis
20
Hümoral İmmunite
B lenfosit fonksiyonu tedavi sonrası geçici olarak azalmıştır. Hastaları
splenektomiden önce pneumokok ve haemophilus influenzae tip B aşıları ile aşılamak
gerekir, çünkü splenektomi sonrası bu antijenlere immun cevap bozulur.
2.7. HODGKİN LENFOMA AYIRICI TANISI
Hodgkin Lenfoma diğer inflamatuar lenfadenopati yapan sebeplerden, özellikle de
atipik mikobakteriyel enfeksiyonlar ve toksoplazmozdan ayırt edilmelidir. Hodgkin dışı
lenfomalı hastalar da benzer bulgu ve semptomlarla karşımıza çıkabilir ancak etkilenmiş
lenf nodundaki büyüme hızı, HL ye göre sıklıkla daha fazladır. HDL’de ürik asit ve laktat
dehidrojenaz seviyesindeki artış daha belirgindir. Başlangıçta enfeksiyöz mononükleoz
veya reaktif lenfadenopati olarak tanı almış biyopsiler, tablo tekrarlıyor ve sebat ediyorsa
lenfoma olarak teşhis edilir. Hodgkin Lenfomadaki servikal lenfadenopati mutlaka diğer
bir primer tümörün (nazofaringeal karsinom, yumuşak doku sarkomu) metastatik
adenopatisinden ayırt edilmelidir (46).
2.8. HODGKİN LENFOMA TANISI
Hodgkin Lenfomada, biyopsi dışında tanı koydurucu nitelikte bir laboratuvar
bulgusu yoktur. Bazı tümör tanımlayıcılar, prognostik belirteçler tanı ve takipte yardımcı
olabilir. CRP, LDH, ferritin, β2 mikroglobulin yükselebilir ve prognozun kötü olduğunu
gösterir.
Tanı için periferik lenf nodundan yapılan eksizyonel biyopsinin patolojik olarak
değerlendirilmesi tercih edilmelidir, çünkü spesifik histolojik alt tipin belirlenmesi için
karakteristik yapısal zemindeki malign RS hücrelerinin değerlendirilmesi gerekir. Dikkatli
bir fizik muayene esnasında bütün açık alan lenf nodları palpe edilmeli ve büyümüş olan
lenf nodları ölçülmelidir. Eğer üst servikal lenf nodları da tutulmuşsa boyundaki Waldeyer
halkasını da içine alan bilgisayarlı tomografi ile görüntüleme yapılmalıdır.
Mutlaka ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, kaşıntı ve kardiyopulmoner şikayetleri de
içeren iyi bir hikaye alınmalıdır.
Biyokimyasal çalışmalarda karaciğer, böbrek fonksiyon testleri istenmelidir.
21
Hemotolojik testlerden de tam kan sayımı ve sedimantasyon istenmelidir. CRP, LDH,
ferritin, haptoglobulin, β2 mikroglobulin ve fibrinojen tümör yükü veya tedaviye verilen
cevabın değerlendirilmesinde kullanılmaktadır.
Bazı çalışmalarda CD25, CD30, CD4, CD8 ve IL-10 prognoz açısından önemli
belirteçler olduğu vurgulanmıştır, ancak günümüzde bu testler rutin olarak
uygulanmamaktadır (55).
Akciğer radyografisi mediastinal tutulum ve intratorasik yapılar hakkında bir ön
değerlendirme sağlar. Akciğer parankimi, göğüs duvarı, plevra ve perikard en sık tutulan
ekstranodal bölgelerdir ve ileri tetkiki için bilgisayarlı tomografi ile görüntülenmelidir.
Rostock ve ark. tanı aşamasındaki hastaların yaklaşık % 50 sinde akciğer radyografisinde
atlanan retrokardiyak bölge, perikard, akciğer parankimi ve göğüs duvarı tutulumunu
bilgisayarlı tomografide görüntülemiştir. Manyetik rezonans görüntüleme intratorasik
yapıları incelemede etkili bir yöntem olmasına rağmen, akciğer parankimi en iyi
bilgisayarlı tomografi ile görüntülenir (24, 46).
İnfradiyafragmatik hastalık varlığı en sık bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilir.
Geçmişte bazı merkezlerde, bilateral alt ekstremite lenfanjiogramı (LAG), abdominal ve
pelvik lenf nodu incelemesinde tercih edilirdi. LAG temelde lenf nodu yapısındaki reaktif
ve malign tutulumun ayırımında bilgi sağlanmasına rağmen, hem invazif bir girişim olması
hem de yorumlanmasının ileri derecede yetkin bir uzman gerektirmesi sebebiyle
günümüzde yapılmamaktadır. Eğer bilgisayarlı tomografi abdominal ve pelvik lenf nodu
incelemesinde kullanılıyorsa, hem oral hem de intravenöz kontrast maddelerin kullanımı
şarttır, çünkü lenfadenopatiyi infradiyafragmatik yapılardan ayırt etmek gerekir. Baker ve
ark. Bilgisayarlı tomografinin lenf nodu tesbitinde sadece % 40 daha hassas olduğunu
göstermiştir. Standard manyetik rezonans görüntüleme, infradiyafragmatik yapıların
ayırımında bilgisayarlı tomografiden daha hassastır ve yağ ile çevrilmiş retroperitoneal lenf
nodlarını daha iyi görüntüler (65).
Dalak Hodgkin lenfomalı hastaların % 30-40’ında tutulur ve dalak boyutları
hastalığın tutulum derecesi ile korelasyon göstermeyebilir. Karaciğer boyutları ve
karaciğer fonksiyon testleri de hepatik hastalıkla ilgili güvenilmeyen belirleyicilerdir ve
22
organ boyutu ve tutulum derecesi ile sıkı bir korelasyon göstermez, çünkü tümör
hücrelerinin birikimi 1 cm çapından küçükse teşhis sırasında çekilen görüntülemelerde
gözükmeyebilir. Teşhis sırasında kullanılan görüntüleme yöntemlerindeki sınırlamalar
sebebiyle, dalak ve karaciğer incelenmesinde en kesin değerlendirme histolojik olarak
yapılır. Ancak teşhisde kullanılan görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler ve standard
sistemik kemoterapatik rejimler sayesinde, organların cerrahi evrelemesinin günümüzde
kullanımı çok sınırlı endikasyonlardadır.
Konvansiyonel görüntüleme tekniklerinin haricinde son zamanlarda başlangıç
evrelemesinde Florodeoksiglukoz (FDG) ile Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) artan
bir şekilde kullanıma girmiştir. Kanser hücrelerinde glukoz metabolizma hızı yüksektir ve
Pozitron Emisyon Tomografide kanser hücrelerindeki florodeoksiglukoz kullanım
derecesini, çevreleyen yapısal dokudan bağımsız olarak tesbit eder (66).
2.9. HODGKİN LENFOMA EVRELEMESİ
Hodgkin lenfomada prognoz ve tedavi seçimini etkileyen en önemli parametrelerden
biri klinik evrelemedir. Tablo 5'de tanı ve evrelendirme için yapılması gereken işlemler
özetlenmiştir. Evreleme için laparotomi gerekli değildir (63). Evreleme Ann Arbor
sınıflandırmasına göre yapılır (Tablo 6) (67).
HL’da kemik iliği tutulumu fokal ve genellikle fibrozis ile birlikte olduğu için
biyopsi yapmak gerekir, sadece aspirayon yetersizdir (13, 68, 69).
Fizik muayene ve düz akciğer grafisi ile hastaların yaklaşık %90’ı evre I veya II
olarak değerlendirilmektedir. Tüm evreleme işlemleri tamamlandıktan sonra olguların
%60’ının ileri evrede (Evre III-IV) olduğu görülmektedir.
23
Tablo 5. Tanı Ve Evrelendirme İçin Yapılması Gereken İşlemler A.Kesin gerekli olanlar 1. Histopatolojik tanının doğrulanması 2. Fizik muayene; a. Lenf nodu ve organomegali muayenesi b. B semptomları 3. Laboratuar testleri; a. Tam Kan Sayımı, Eritrosit Sedimentasyon Hızı b. Periferik Kan Yayması c. LDH ve AlkalenFosfataz, Bilirubin, Ca, Albümin, AST d. BUN, Kreatinin e. Direk Akciğer Grafisi f. Toraks, Abdominal ve Pelvik BT g. Kemik İliği Biyopsisi B.Özel durumlarda gerekli olanlar a. Bilateral Alt Ekstremite Lenfogramı b. Bilateral Kemik İliği Biyopsisi c. Karaciğer Biyopsisi d. Eksploratris Laparatomi e. Baş-Boyun veya Beyin BT f. Magnetik Rezonans İnceleme g. Pozitron Emisyon Tomografisi(PET) h. İmmünolojik Testler i. Genetik ve Kromozom Çalışmaları Tablo 6. Hodgkin Lenfoma’da Ann-Arbor Evreleme Evre Hastalık Bölgeleri I Tek bir lenf nodu bölgesi IE Tek bir ekstralenfatik organ II Diyafragmanın aynı tarafında iki yada daha fazla lenf nodu bölgesi IIE Evre II+diyafragmanın aynı tarafında ekstralenfatik organda lokal tutulum III Diyafragmanın her iki tarafında birden çok lenf nodu bölgesi IIIE Evre III+bir ekstralenfatik organda lokal tutulum IIIS Evre III+dalak tutulumu IIISE Evre III+dalak ve bir ekstralenfatik organda tutulum IV Bir veya daha fazla ekstralenfatik organda lenf nodu tutulumu ile birlikte olan veya
olmayan diffüz tutulum kemik iliği tutulumu A Sistemik semptom yok B Ateş (38 °C’nin üstünde), gece terlemesi ve kilo kaybı (son 6 ayda vücut ağırlığının %10’dan fazlası)
24
2.10. HODGKİN LENFOMA TEDAVİSİ
Tedavi, hastanın fizyolojik durumu, histolojik tip, klinik evre ve prognoza etkili
faktörler göz önüne alınarak yapılır.
HL’nin tedavisi kombine model tedavi olarak benimsenmiştir. Tedavi protokolü
kemoterapi ve tutulmuş alan radyoterapisini kapsamaktadır (18). Tutulmuş alan
radyoterapisinin hedefi uygun alanı tedavi ederken, bölgesel tekrarı engellemek ve geç
etkileri en aza indirmektir (70). Seçilen vakalarda kemoterapi tek başına tedavi edici
olabilir. Tek başına kemoterapi radyasyona bağlı büyüme komlikasyonlarını, tiroid ve
kardiyopulmoner foksiyon bozukluklarını ve kemoterapiye bağlı ikincil kanser gelişim
riskini azaltır (18).
Radyasyon Tedavisi Esasları
Hodgkin lenfomanın radyasyon ile tedavi edilebilmesi, X ışınının bulunuşundan kısa
bir zaman sonra, HL’nin radyoterapiye duyarlı olduğunun gösterilmesiyle ortaya çıktı (71).
Kaplan, geniş alanlara yüksek doz tedavi uygulayacak tekniği geliştirdi ve bu uygulama
tekniği sonucu Hodgkin lenfomalı hastaların yüksek doz radyasyon tedavisine etkili bir
şekilde cevabı gözlendi.
Radyasyon tedavisi kullanımının kararı, hastanın yaşı, tümörün yaygınlığı ve tedavi
komplikasyonlarının potansiyeli göz önünde bulundurularak verilir. Hodgkin lenfomalı
tüm yeni hastalarda tedavi amaçtır. Hastanın tutulan bölgesinin iyi incelenmesi hastalığın
tedavisinde ana hedeflerdendir (24).
Günümüzde riske göre uyarlanmış multiajan kemoterapisi ve düşük doz tutulmuş
alan radyasyon tedavisinden oluşan kombine model tedavi kullanılmaktadır. Yüksek tedavi
oranı arzusu ile birlikte radyasyonla ilişkili organ hasarı ve ikincil solid organ
karsinogenezisinden kaçınmak, tedavide saf radyasyon kullanımını kısıtlamıştır (46).
Radyasyon Tedavisi Teknikleri
Hodgkin lenfomalı hastalarda radyasyon tedavisi 4-8mV’lık enerji içeren
makinalarla yapılır. Özellikle supradiyafragmatik olan çoğu vakada 6 mV lık enerji
kullanılır. 6 mV lık ışın, düzensiz bir tedavi alanına yeterli derecede homojenite ile etki
25
eder. 6 mV lık ışının maksimum ionizasyon noktası cilt yüzeyindeki süperfisiyal lenf
nodlarının yetersiz ışınlanmasını engeller. Gene 6 mV lık tipik bir manto (mantle) bölgesi
ışınlamasında % 10-20 ye kadar homojen doz almamış olan bölgeler kalabilir ve aksisin
dışında kalan bu çoğul noktaları öncesinde ölçüp, doz heterojenitesini en aza indirmek için
doku kompansatuarları kullanılabilir (70).
Radyoterapik Alanlar
1999 yılında Mendenhall radyoterapide fonksiyonel alan tanımını yapmıştır.
Tutulmuş alan: Hodgkin Lenfomada minimum radyasyon alan hacmini kapsar.
Klinik olarak etkilenmiş alan ve büyümüş lenf nodları dışında aynı lenf nodu
bölgesini çevreleyen lenf nodlarını da içine alır. Örnek olarak sağ kranial juguler lenf nodu
tutulan hastalar, kranial, medial ve kaudal lenf nodları, submandibuler nodlar ve
supraklavikuler lenf nodlarıda ışınlanır.
Uzamış alan: Tutulmuş alan ve bütün komşu lenf nodu bölgesini kapsar.
Örnek olarak supraklavikuler tutulumu olan hastalar da uzamış alan manto
ışınlamasını, üst karın lenf nodlarının ve dalağın ışınlanmasını içerir.
Manto alanı: HL’nin en önemli ve en karışık tedavisidir. Submandibuler submental
servikal, supraklavikuler, infraklavikuler, aksiler, mediastinal, akciğerdeki hiler ve
subkarinal lenf nodu alanlarını içerir. İleri derecede solunum sıkıntısı olan hastaları
rahatlatmak için kullanılır.
Modifiye manto alan tedavisi: Tutulmuş alan tedavisi kullanıldığında manto alan
modifiye manto alan tedavisine dönüştürülür, çünkü tutulmamış alanları kapsam dışı
tutmak gerekir. Mediastinal hastalıkda modifiye manto tedavisi kullanıldığında ışınlama
bölgesi mediastinum, hiler bölge ve alt boyunu kapsar, orta ve üst boyun tutulmamışsa bu
alanları kapsamaz. Hastalığın başlangıcı üst mediasten yerleşimliyse, modifiye manto
alandan perikard, subkarinal alanların en azından bir bölümünün alınması gereklidir.
Minimanto alan: Servikal, supraklavikuler, infraklavikuler ve aksiller lenf nodlarını
içeren bilateral supramediastinal hastalıklarda kullanılır. Mediastinumu tamamen dışarıda
bırakacak şekilde aksilla ile veya aksillasız düzenlenmiştir.
26
Paraaortik/dalak alan: Dalak, splenik hiler veya paraaortik alanları içeren
subdiyaframatik hastalıklarda kullanılır. Bu alanların ışınlanması sırasında sol böbreğin bir
kısmı radyasyona maruz kalabilir. Bu sebeple tedavi planlama aşamasında bilgisayarlı
tomografi ile dalak ve komşuluğundaki sol böbrek boyutunu ve hacmini bilmek ve sol
böbreği gereksiz ışınlamadan korumak gerekir.
Pelvik alan: Bilateral iliak ve inguinal-femoral alanı kapsayan hastalıkta kullanılır.
Bu alana ışınlama uygulanırken gonadal koruma uygulanmalıdır. Kadınlarda over
fonksiyonlarını korumak için orta kat pelvik blok kullanılması, erkek hastada testiküler
koruma kullanmak gerekir.
Hemipelvis alan: Tek taraflı iliak ve inguinal-femoral alanı içeren hastalıkta
kullanılır.
Ters Y alan: Paraaortik pelvik ve inguinal-femoral alanın ikisini birden kapsar.
İnfradiyaframatik Hodgkin lenfoma için kulanılır, dalağı kapsayabilir veya kapsamaz.
Kemoterapi
Günümüzde Hodgkin lenfomada kullanılan çoklu tedavi rejimlerindeki ilaçların
aşağıdaki gibi olması istenir.
- Her ajan tek olarak kullanıldığında da tümöre etkili olmalıdır.
- Ajanların antineoplastik aktivite mekanizması farklı olmalıdır ve böylece farklı
hücresel ve biyokimyasal olaylar hedeflenmelidir.
- Ajanların toksisitesi çakışmamalıdır ve böylece her bir ilaç tam etkin olduğu dozda
verilmelidir (24).
En çok uygulanan, iyi tolere edilebilen, toksisitesi az ve etkin olan KT protokolü
Adriamisin, Bleomisin, Vinblastin, Dakarbazin (ABVD)’dir. Diğer kemoterapötik
ajanların etkisi ABVD kemoterapisinden daha az olmuştur (72-74). İnfertilite riski, erken
menopoz ve ikincil akut miyeloid lösemi riskini azaltmış ancak doza bağımlı toksisite
olarak doksourabsinden kardiyomiyopati, bleomisinden pulmoner fibrozis görülmüştür.
27
Erken Evre Hodgkin Lenfoma Tedavisi:
1. Tek başına radyoterapi, seçilecek iyi bir yöntem değildir ve tam kabul görmemiştir
(75).
2. Kombine KT+RT en iyi tedavi seçimidir (76, 77).
a) ABVD rejimi, 2-4 siklus, altın standart rejim olarak kabul edilmektedir.
b) 30-35 Gy, tutulmuş alan involved field (IF) RT, standart tedavi olarak kabul
edilmektedir.
3.Tek başına KT uygulamaları hala tartışmalıdır (78,79).
Erken Evre Kötü Prognostik Grup İçin;
1.Kombine kemoterapi + Radyoterapi altın standart tedavidir.
2.ABVD rejimi, 4 siklus, altın standart tedavidir.
3.4 siklus ABVD kemoterapisini takiben tutulu alan RT'si en iyi seçimdir.
İleri Evre Hodgkin Lenfoma Tedavisi:
İleri evre hastalık ile; B semptomlarının varlığı, ‘Bulky’ hastalık (10 cm veya üzeri)
veya evre III veya IV hastalar kastedilmektedir. (50).
ABVD rejiminin en etkili ve en az toksisiteye sahip ileri evre Hodgkin lenfomada
kullanılması gereken standart tedavi protokolü olduğunu göstermiştir (80).
İleri evre HL’da KT’den sonra RT ilave etmenin yararı gösterilememiştir (81-83).
Sadece PET pozitif rezidü tümör bölgesine veya bulky kitleye RT uygulaması yararlı
olmaktadır.
28
Tablo 7. Hodgkin Lenfomada Kullanılan Kemoterapi Protokolleri
İsim İlaçlar Doz Uygulama Gün
MOPP Nitrojen mustard Vinkristin Prokarbazin Prednizon
6 mg/m2
1.4 mg/m2
100 mg/m2
40 mg/m2
IV IV PO PO
1 ve 8. Gün 1 ve 8. Gün 1 -15. gün arası 1-15. gün arası
ABVD Adriamisin Bleomisin Vinblastin Dakarbazin
25 mg/m2
10 ünite/m2
6 mg/m2
375 mg/m2
IV IV IV IV
0 ve 14.gün 0 ve 14.gün 0 ve 14.gün 0 ve 14.gün
MOPP/ABV Hibrid
Nitrojen mustard Vinkristin Prokarbazin Prednizon Adriamisin Bleomisin Vinblastin
6mg/m2
1.4mg/m2
100mg/m2
40mg/m2
35mg/m2
10 ünite/m2
6mg/m2
IV IV PO PO IV IV IV
0 ve7. gün 0.gün 0-6.gün arası 0-13.gün arası 7.gün 7.gün 7.gün
COPP Siklofosfamid Vinkistin Prokarbazin Prednizon
500-600mg/m2
1.5mg/m2
100mg/m2
40mg/m2
IV IV PO PO
1 ve 8. gün 1 ve 8. gün 0-14.gün arası 0-14.gün arası
COPP/ABV Siklofosfamid Vinkristin Prokarbazin Prednizon Adriamisin Bleomisin Vinblastin
500-600mg/m2
1.5mg/m2
100mg/m2
40mg/m2
35mg/m2
10mg/m2
6mg/m2
IV IV PO PO IV IV IV
1 ve 8. gün 1 ve 8. gün 0-6.gün arası 0-13.gün arası 7.gün 7.gün 7.gün
29
2.11. PROGNOSTİK FAKTÖRLER
Yaş: 45 yaş üstü kötü prognoz (84).
Cinsiyet: Erkek cinsiyet kötü prognoz (84).
Sistemik semptomlar: Ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, kötü prognostik bulgulardır.
Evre: En önemli prognostik faktördür. İlerleyici evre özellikle evre IV en kötü
prognoza sahiptir (85).
Bulky hastalık: Hastalığın evresi ile özellikle tutulan alanın hacmi ile ve tutulan
alan sayısı ile ilişkilidir. Bulunması kötü prognostik faktördür.
Laboratuvar bulguları: ESR, ferritin, hemoglobin seviyesi, serum albumin ve
serum CD8 antijen seviyesi kötü prognostik faktörlerdendir (86).
Total remisyon: Total remisyondaki hastalar remisyonu olmayan ve parsiyel
remisyonu olan hastalara göre daha iyi prognozu vardır (18).
Histopatoloji:
a) LY >NS>MH>LZ
b) Diffuz içermeyen %10 vakada B hücre kaynaklı HDL gelişebilir.
c) Lenfositten yoksun nodüler sklerozan tip düşük sağ kalım oranına sahiptir.
d) Lenfositten yoksun Hodgkin Lenfoma en agresif tipidir. İleri yaşlarda ve
erkeklerde, kadınlara oranla daha sık görülür. Daha çok evre III ve evre IV olarak bulgu
verir. Büyük hücreli Hodgkin dışı Lenfoma ile ayırt edilmelidir (18).
Hodgkin lenfoma için, uluslararası prognostik skorlama (IPS) sistemi
kullanılmaktadır (Tablo 8) (84).
30
Tablo 8. Uluslararası Prognostik Skor (IPS)
1. Yaş(≥45)
2. Erkek cinsiyet
3. Hemoglobin < 10.5 g/dl
4. Evre IV hastalık
5. Lökosit sayısı ≥ 15.000/
6. Lenfosit sayısı < 600/mm3 veya lökosit sayısının %6’inden az olması
7. Albumin <4 g/dl
2.12. TEKRARLAYAN HASTALIK
Hodgkin Lenfomada hastalığın tekrarlaması genellikle ilk üç yıl içinde görülür.
Bazı vakalarda tanı sonrası hastalık tekrarı on yıl içerisindede görülebilir. Tedavi
sırasında hastalığın ilerlemesi veya tedavinin birinci yılında tedaviye kötü yanıtı olan
vakalar düşük prognoza sahiptir. Tedavi başlangıcından sonra bir yıl içerisinde hastalığı
tekrarlayan hastalarda alternatif salvaj tedavi ile sağ kalım oranı %20-50’dir. Otolog kemik
iliği nakli veya periferik kök hücre nakli tedavinin birinci yılında tekrarlayan hastalar ve
tedavi sonrası remisyona girmeyen vakalarda endikedir. Kök hücre nakli konvansiyonel
kemoterapinin ikinci veya üçüncü kürü sonrası uygulanmalıdır (18, 88).
2.13. TAKİP
Hikaye ve fizik muayene ilk iki yılda 3 ayda bir, daha sonraki 3 yılda 6 ayda bir,
daha sonra ise yıllık aralıklarla takip yapılmalıdır. Yukarıda sözü edilen laboratuar testleri
ve akciğer grafisi 6. , 12. ve 24. aylarda tekrarlanmalıdır. Baş-boyun bölgesine RT alan
hastaların tiroid fonksiyonlarını değerlendirmek için Tiroid Stimülan Hormon (TSH)
düzeyine bakmak suretiyle 1. , 2. yıllardan başlayarak en azından 5 yıl süreyle takip
edilmelidir. Göğüs bölgesine RT uygulanan premenopozal hastalar (özellikle 25 yaş
altında olanlar) sekonder meme kanseri gelişimi açısından klinik olarak taranmalıdır (23-
25).
31
2.14. TANI VE İZLEMDE KULLANILAN PROGNOSTİK
DEĞERLER
C-Reaktif Protein
Vücutta infeksiyon, malignite veya travmaya karşı sistemik fizyolojik veya
metabolik kompleks bir cevap vardır. Bu reaksiyonların amacı doku hasarını azaltmak,
infektif organizmaları izole etmek ve ortadan kaldırmak ve tamir mekanizmalarını aktive
etmektir (3, 4). Akut faz cevabı, ateş, lökositoz ve plazmadaki bazı protein düzeylerinde
belirgin artışla karakterizedir. Hastaların klinik değerlendirilmesinde akut faz cevabı alttaki
patolojinin varlığını, aktivitesini ve yaygınlığını yansıtır. Bu nedenle akut faz proteinlerinin
takibi hastalığın ciddiyeti ve tedavinin etkinliği için objektif bir kriter sağlar (3-6).
CRP 5 eşit alt birimden oluşan, 125000 molekl ağırlıklı polimerik bir proteindir.
Karaciğerde İnterlökin 6 ‘nın kontrolü altında sentezlenir. İlk kez pnömokokların somatik
C-polisakkaridlerine bağlanıp presipite ettiği tespit edildiği için bu isim verilmiştir (4). Bir
akut faz reaktanı olup enflamasyon, enfeksiyon, malignensi ve otoimmun olaylarda artar.
Otoimmun hastalıklar ve malignitelerde CRP artışı uzun süre kalıcı olabilir.
CRP normal sağlıklı insanlarda eser bir proteindir. Normal değeri 0.3-1.7 mg/L
arasında olup ortalama 0.8 mg/L’dir. Kadın ve erkekler arasında veya yaşla CRP düzeyleri
değişmemektedir. Seri çalışmalarda 3 mg/L üzerindeki CRP değerlerinin normal olmadığı,
bu kişilerde açık olmasa bile subklinik bir patolojinin olduğu gösterilmiştir. Sağlıklı
kişilerde serum konsantrasyonları çok düşük olabilir, immün yeterli hastalarda akut faz
cevabının başlamasıyla serum CRP konsantrasyonu hızla yükselebilir ve 24 saat içinde
1000 kat artabilir (4). CRP’nin sirkülasyondaki yarılanma zamanı 19 saattir ve akut faz
cevabı veya ona neden olan olay devam ettikçe yüksekliğini korur. Pıhtılaşma faktörleri,
kompleman proteinleri, proteinaz inhibitörleri ve transport proteinleri gibi öteki faz
reaktanlarının aksine CRP, lokal olarak sekestre edilmez, tüketilmez, fragmente olmaz
veya kompleks oluşturmaz. Bu aynı zamanda CRP’nin dolaşımdaki miktarını belirleyen en
önemli fakrörün onun sentez hızı olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle serum CRP
düzeyi akut faz uyaranının yaygınlığı ve aktivitesini çok iyi yansıtır (3-5, 89, 90). Bu
özelliği klinik pratikte en sık kullanılan akut faz reaktanı olarak tercih edilmesini
32
sağlamaktadır. İlaçlar veya öteki tedaviler hastalık sürecini etkilemek dışında resum CRP
düzeyini etkilemezler. Sadece siklosporin ve steroid kombinasyonu renal allograft
rejeksiyonuna CRP cevabını baskılar. Karaciğerden sentezlenen bir protein olması
nedeniyle ciddi hepatosellüler yetmezlikte sentezinin bozulması da serum CRP düzeyini
etkiler (3-5, 89, 91, 92). Enfeksiyonların, major travmaların, inflamatuar hastalıkların ve
malignitelerin çoğu yüksek CRP düzeyleriyle birliktedir. Bu nedenle CRP üretimi non-
spesifik bir cevap olarak tanısal amaçlı olarak kullanılamaz. Ancak CRP tam bir klinik
değerlendirme ışığında hastanın değerlendirilmesinde ek yararlar sağlar (3-5, 89, 92). CRP
ölçümü için kullanılan mevcut yöntemlerin saptama sınırı 3-5 mg/L ile sınırlı iken, yeni
geliştirilen yüksek duyarlıklı CRP ölçüm yöntemleri 0,0007 mg/L ye kadar olan CRP
düzeylerini saptayabilme olanağı sağlamaktadır. Yüksek duyarlıklı CRP ölçümü, kronik,
hafif inflamasyon varlığının saptanmasına olanak sağlamaktadır (7).
Ferritin
Tüm vücut demirinin % 15-20’ sini oluşturan ferritin, hemoglobinden sonra
organizmada en fazla demir bulunduran yapıdır. Depo demirinin %65’i ferritin, %35’i ise,
hemosiderin şeklindedir. Ferritin demir ve apoprotein kompleksidir (1). Demiri çok hızlı
bir şekilde bağlayan ferritin, metabolizma için gereksinim duyulan demiri de sağlar.
Küresel bir molekül olan ferritin, bir apoferritin kabuğuna ve bir de iç kısımda demir-III-
oksihidroksit (FeOOH)x kristal çekirdeğe sahiptir. Apoferritin kabuğu 24 alt birimden
oluşur ve 460.000 dalton ağırlığındadır. L ve H diye iki tip zinciri vardır. L zincirinden
zengin olan bazik ferritin, karaciğerde ve dalakta bulunurken, kalp, eritrositler, lenfositler,
monositler ve bazı tümör dokularında H zincirinden zengin olan asidik ferritin fazla
bulunmaktadır. Ferritin en fazla kupfer hücrelerinde, karaciğer parankim hücrelerinde,
kemik iliğindeki retiküloendotelial sistem ve dalak hücrelerinde bulunur (94).
Ferritin seviyesi, demir eksikliği anemisinde, terapötik flebotomi sonrasında,
retiküloendotelial sistem demir depolarında bir azalmaya neden olan kan kaybında düşer.
Bununla beraber birçok hastalıkta serum ferritin konsantrasyonu artmıştır ki bu hastalıklar;
lösemi, lenfoma, pankreas, akciğer, meme, karaciğer kanserleri, nöroblastoma, kronik
enfoksiyonlar, kronik inflamatuvar hastalıklar, kronik böbrek yetmezliği, folik asit
33
eksikliği, polistemi, akut miyokard infarktüsü, aşırı demir ve transfüzyon tedavisi,
hemosiderosiz ve hemakromatozistir (94, 95). Viral hepatit ve toksik karaciğer hastalığında
da ferritin yükselir. Karaciğer hastalarında serum ferritin düzeylerinde artma, plazmadan
ferritin klirensinin azalmasına ve harap olan karaciğer hücrelerinde ferritinin kana
karışmasına bağlıdır. Kanser hastalarında serum ferritin seviyesindeki artışın sebebi ise
tümör hücrelerinin ferritin sentez etmesiyle ilgili olabileceği gibi ineffektif eritropoeze
bağlı olarak artmış demir depoları ile de ilgili olabilir (95).
Laktak Dehidrogenaz
Bir hidrojen aktarıcı enzim olan laktak dehidrogenaz (LDH), L-laktakın piruvata
oksidasyonu yeniden NAD+ elde edilmesi ile birlikte katalizler.
Moleküler ağırlığı 134 000 olan enzimin yapısında her biri ayrı genetik kontrol
altında tutulan iki farklı türden M (kas) veya (A), Hv(kalp) veya (B) dört peptid zincir
bulunur. LDH-M ve LDH-H sırasıyla insan 11 ve 12 kromozomlarında yerleşik bölgeler
tarafından belirlenir. Alkali ortamda anoda doğru azalan göçlerine göre, beş izoenzimin alt
birim bileşenleri LDH-1, LDH-2, LDH-3, LDH-4 ve LDH-5 şeklindedir. Puberte
sonrasında insan testisinde belirlenen ve altıncı LDH izoenzimi olan LDH-X yapısında
dört X alt birimi yer alır. İleri derecede hasta olan kişilerin serumlarında saptanan yedinci
LDH izoenzimi LDH-6 olarak adlandırılmıştır (11).
Sadece sitoplazmada bulunan LDH aktivitesi bütün vücut hücrelerinde saptanmıştır.
Serum ile karıştırıldığında, birçok hücrede yüksek olan LDH aktivitesi (U/L) karaciğerde
145, kalpte 124, böbrekte 106, iskelet kasında 147 ve eritrositlerde (U/g hemoglobin) 36
olarak bulunmuştur. Doku düzeyleri normal seruma göre 500 kat yüksek olduğu için, en
küçük doku hasarında enzimin dolaşıma sızması, serum LDH düzeyinde belirgin artışa yol
açar (94).
Yüksek enzim konsantrasyonlarına ek olarak, bu dokuların bir çoğunda farklı
izoenzim konsantrasyonları saptanır. Kalp kası, böbrekler ver eritrositlerde elektroforetik
olarak hızlı göç eden LDH-1 ve LDH-2 izoenzimleri, iskelet kası ile karaciğerde katoda
yakın göç eden LDH-4 ve LDH-5 izoenzimleri yaygın olarak bulunur. Bununla beraber
iskelet kası hasarlarında ortada hatta anoda doğru hareket eden LDH fraksiyonları gözlenir.
34
Orta derecede hareket gösteren izoenzimler birçok dokudaki (endokrin bezler, dalak, lenf
düğümleri ve doğum yapmamış uterus kaslarında) LDH aktivitesinden sorumludur (94).
LDH dokuya özgül bir enzim olmadığı için kalp kası hastalığı da dahil olmak üzere
pek çok hastalıkta serum total LDH düzeyi yükselir. Aşırı hemolizde miyokard
infarktüsüne benzer bir LDH izoenzin görünümü elde edilmesine karşın, araştırmalar
hemolizin bu etkeninin retikülosit oranının belirgin artması (>%10) ile ilişkili olduğunu
göstermiştir. Folat veya B12 vitamini eksikliğine bağlı olarak kemik iliğinde eritsosit
öncüllerinin yıkılımının arttığı (yetersiz eritropoez) megaloblastik anemide, önemli
miktarda LDH-1 ve LDH-2 izoenzimleri salıverilir. Megaloblastik anemi bulunan
olgularda total serum LDH aktivitesi belirgin olarak artar. Uygun tedavi ile bu artışlar
normal sınırlarına dönebilir (3-11, 96, 97).
Karaciğer hastalıklarında serum LDH aktivitisinde artış görülür, fakat
aminotransferaz aktivitesindeki artış kadar yüksek olmaz. Özellikle sarılık bulunan toksik
hepatitde görülen yüksek artış (normalin on katı kadardır), viral hepatit ve infeksiyöz
mononükleozda daha düşüktür ve sıklıkla LDH-3 aktivitesinde artış görülür. Siroz ve
tıkanma sarılığında LDH aktivitesi normal sınırlarda veya normal üst sınırının iki katına
kadar artmış olarak bulunur. Primer karaciğer hastalıklarında veya oksijen perfüzyonunun
azalmasına bağlı olarak karaciğer anoksisinde serum LDH-5 aktivitesi sıklıkla belirgin
olarak yüksek saptanır (11).
Tübüler nekroz ve piyelonefrit başta olmak üzere, böbrek hastalığı bulunan olguların
üçte birinde serum LDH enzim düzeyi artar. Yüksek değerler dışında böbrek
hastalıklarında LDH izoenzim dağılımı normal serum dağılımına benzer. Renal infarktüs
olgularının serum LDH dağılımı, myokard infarktüslü olgularla benzerlik gösterir (11).
Malign hastalıkalrda da serum LDH aktivitesi artar. Karaciğer metastazı olan
olguların %70, karaciğer matastazı bulunmayanların ise %20-60,ında total LDH aktivitesi
yüksek bulunur. Artmış LDH izoenzim dağılımı, sıklıkla organı etkileyen maligniteyi
belirler. Kural olarak, kanserli olgularda LDH artışlarının klinik tanıda kullanılmasının
hatalı olmasına karşın, kemoterapi sonrası tümör büyüklüğünün izlenmesinde serum
düzeyleri kullanılabilir. Tanıda maligniteye bitişik veya yakın bölgelerden alınan eksudatif
35
effüzyonlarda LDH aktivitesinin ölçümü yararlı olur. Bu sıvılarda genellikle serumdan
daha yüksek bulunan LDH aktivitesi, sağlıklı dokuların bulunduğu sıvılarda artış
bulunmaz. Malignitelerin yol açtığı eksudalarda LDH-2 aktivitesi olguların %33 kadarında
çok yüksek bulunur ve olguların %50’inde LDH-2 aktivitesi %35’ten fazla artar veya
LDH-5 aktivitesi total LDH aktivitesinin %12 kadarından daha düşük belirlenir.
Lösemilerde sadece orta derecede serum LDH artışı görülür (11).
Beta 2 Mikroglobulin
Beta 2 mikroglobulin (β2 µg), tüm çekirdekli hücrelerin yüzeyinde bulunan düşük
moleküler ağırlıklı (11,8 Kd) bir proteindir. Beta 2 mikroglobulin, insan lökosit
antijenlerinin (HLA) hafif veya β zincirleridir ve bir molekül içi disülfür köprüsü olan tek
polipeptid zincirinden oluşur, karbonhidrat içermez. Bir miktar β2 µg plazmaya, özellikle
lenfositler ve tümör hücreleri tarafından bırakılır. Molekülün küçük boyutlu olması β2
µg’in glomerüler bazal membrandan geçişini sağlar, fakat normalde filtre edilen β2 µg’in
%1’inden azı idrarla atılır, kalanı böbreklerin proksimal tübüllerinde reabsorbe ve
metabolize edilir. Βeta 2 mikroglobulin’in yüksek plazma düzeyleri birçok malign-
özellikle B hücreli neoplazmda- ve non-malign durumlarda gözlenir.
2.15. TEDAVİLERİN YAN ETKİLERİ
Modern Hodgkin tedavisinde, kemoterapatiklerin daha güvenli kullanımı, radyasyon
dozunun azaltılması ve evreleme için laparotomi uygulanmaması tedaviye bağlı
komplikasyonların görülme sıklığını azaltmıştır (18).
1. Kemoterapiye Bağlı Akciğer ve Kardiyak Yan Etkiler
Birçok kemoterapatik ajanın uzun dönem sağ kalımı olan hastalarda pulmoner
hasardan sorumlu olduğu bulunmuştur. İlaca bağlı pulmoner hasarın toksisite,
hipersensitivite veya idiosenkronizinin bir sonucu olabilir. Kemoterapatik ajanlara bağlı
görülen akciğer hasarı için birçok mekanizma tanımlanmıştır (98).
Bunlar:
1) Oksidize akciğer hasarı ( Örnek: Bleomisin)
36
2) Alveoler kapiller endotel hücrelerine direkt sitotoksik etki
3) Fosfolipitlerin özellikle alveoler makrofajların pulmoner hücrelerde birikimi
4) İmmun aracılıklı hasar
5) Organize pnömoni ile bronsiolitis obliterans
6) Bronkospastik değişiklikler
7) Plevral efüzyon
8) Vaskülitlerle birlikte pulmoner veno-oklüziv hastalık
9) Tromboembolik hastalık
Doza bağımlı toksisite bleomisin, klorambusil ve nitrosürelerle bildirilmiştir.
Allerjik mekanizmalarla ilgili olarak akciğer hasarı siklofosfamid, metotrexate,
prokarbazin ve bleomisine bağlı bildirilmiştir. Radyasyon hasarına benzer şekilde hasarlar
endotel ve epitel hücresinde görülmektedir. Kapiller endotel hücrelerinde başlangıçta
serbest radikallerin ve fosfolipidlerin lipid peroksidasyonunun oluşumu sonucu hasar
görülür. Geçirgenliğin artması interstisyel ödemle sonuçlanır. Bundan sonra tip I
pnömositlerde şişme ve nekroz görülür. Tip I pnömositlerin küboidal hücrelerle yer
değiştirmesi ve fibroblastların çoğalması sonucu fibrozis görülür. İnterstisyel pnömoni,
fibrinöz eksüda, hyalin membran ve interstisyel fibrozis, genellikle alkileyici ajanlar ve
nitrosürelerle görülür. Çok nadir bir komplikasyon olan pulmoner venookluziv hastalık
pulmoner hipertansiyonla sonuçlanır; bleomisin, mitomisin ve carmustin (BCNU) ile
birlikte bildirilmiştir (99-102).
Bleomisin kemoterapiye bağlı akciğer hasarının prototipidir (17). Bleomisin
streptomyces verticilus, tarafından üretilen antikanser bir antibiyotiktir. İlk defa 1966
yılında Umezewa ve arkadaşları tafarından bulunmuştur. Mekanizması serbest radikaller
üreterek DNA çift zincirini kırmaktır. Bleomisin normal ve tümör hücrelerinde bleomisin
hidrolase ile inaktif hale gelmektedir. Dozun yarısı ilk 4 saatte böbrek yolu ile atılmaktadır.
Bu ilaç sitostatik tedavi olarak pek çok malign tümörde (germ hücreli tümör, lenfoma, baş
boyun kanserleri, kaposi sarkomu) kullanılmaktadır.
37
Yan etkileri arasında miyelosupresyon, eritem, hiperkeratoz, hipopigmentasyon,
yüzde ülserasyonlar, akut arterit, ateş, hipertermi görülürken akciğer toksisitesi de sık
görülen yan etkiler arasındadır (69,103).
Bu toksisiteyi göğüs kafesine verilen radyoterapi arttırmaktadır (105-109). Akciğer
toksisitesi diffüz alveoler hasar, pulmoner fibrozis, Bleomisine bağlı pnömoni olarak
görülmektedir ve Bleomisinin kemoterapik ajan olarak kullanıldığı Hodgkin lenfomalı
hastalarda tanımlanmıştır.
Akciğer toksisitenin yanında tek başına radyoterapi veya kemoterapi ile kombine
kullanılması sekonder solid tümör, koroner arter hastalığı ve subklinik hipotroidizim
riskini de artırmaktadır (110-113).
Sitokin ve serbest radikaller ile akciğer vasküler endotelial hasar oluşturmakta, klinik
ve radyolojik olarak akciğer fonksiyonlarını etkilemektedir (114).
Bleomisine bağlı akciğer toksisitesi; radyoterapi dozunun artışı, hasta yaşı ve daha
önceki akciğer hastalığına bağlı olarak artış göstermektedir. Histopatolojik değişiklikler,
alveoler epitel ve/veya küçük dokularda akut infiltrasyon, intertisyel ve intra alveoler
ödem, akciğer hiyalin membran oluşumu ve sonuçta intertisyel ve intra alveoler fibrozis ile
meydana gelmektedir (115,116).
Alkilleyici ajanlarla pulmoner toksisite sık görülmeyen fakat potansiyel lethal bir
komplikasyondur. En sık interstisyel pnömoni görülür. Pulmoner fibrozisle en fazla ilişkili
olan BCNU’dur. Kümülatif dozu 600 mg/m2 dir. Bu dozun üstüne çıkıldığında % 50
semptom sıklığı görülür. Kadın hastalar daha fazla risk taşırlar. Melfelan ve busulfan distal
hava yollarında atipik epitelyal çoğalmaya neden olurlar. Siklofosfamid ve ifosfamid ile
birlikte akut nonkardiojenik ödem bildirilmiştir. Vaka sunumları ve küçük seriler
siklofosfamidin ciddi restriktif akciğer hasarına neden olabilecek geç başlangıçlı fibrozise
neden olabileceğini ileri sürmüştür (98).
Radyoterapi ve pulmoner toksisiteye neden olacak kemoterapatik ilaç alan hastalar
pulmoner semptomlar açısından her kontrolde sorgulanmalıdır. Radyasyon ve kemoterapi
birlikte alan hastalarda tedavinin üzerinden zaman geçtikçe asemptomatik akciğer
38
fonksiyon bozukluğu sıklığında önemli artış bildirilmiştir. 6 kür ABVD ve 21 Gy
radyasyon alan hastalarda % 9 sıklıkta Grade 3 ve Grade 4 pulmoner toksisite
bildirilmiştir. Bu yüzden asemptomatik hastalara bile 2-5 yılda bir solunum fonksiyon testi
yapılmalıdır. Kronik akciğer hasarını azaltmak için bleomisin ve alkilleyici ajanların
kümülatif dozu aşılmamalı, radyasyon dozunun düşük dozlarda kullanılması ve primer
veya pasif sigara içiciliğinden uzak durmaları sağlanmalıdır (17).
Antrasiklinler ile kemoterapi konjestif kalp yetmezliğinin en sık nedenidir.
Kardiyomyopati görülme sıklığı doza bağımlıdır. Antrasiklinlerin kümülatif dozu 500
mg/m2 olarak belirlenmiştir. 600 mg/m2 dozu geçen kullanımı % 30’dan fazla oranda
kardiyomyopatiye neden olur. 500 -600 mg/m2 doz kullanımında insidans %11’e düşer.
500 mg/m2’ den daha az dozda kullanıldığında insidansı %1’in altına düşer (117,118).
Patofizyolojisinde kalp kasında tekrarlayan kimyasal hasarın hücrelerin savunma
mekanizmasını bozması ve kasılmada azalmaya neden olacak hücre hasarı rol oynar (98).
Klinik bulgular azalmış egzersiz toleransı, dispne, akciğer ve dolaşım
konjesyonudur. Bazı vakalarda sinus taşikardisi kalp yetmezliğinin ilk bulgusu olabilir.
Tedavi esnasında veya tedavinin bitiminden 1 yıl geçmeden erken başlangıçlı hasar
görülmesi geç dönem kardiak toksisite açısından çok önemli risk oluşturur.
Antrasiklinlere bağlı görülen geç kardiyak hasar ilerleyicidir. Yapılan çalışmalarda
kardiyomyopatinin tedaviden 15-20 yıl sonrasında meydana gelebileceği vurgulanmıştır.
Antrasiklinlerle ilgili kalp hasarı için, mediastinal ışınlama, kontrol edilemeyen
hipertansiyon, diğer kemoterapatik ajanlara maruziyet (özellikle siklofosfamid,
daktinomisin, mitomisin, dakarbazin, metotrexate, bleomisin, vinkristin), erken yaş,
elektrolit bozukluğu ve dişi cinsiyet risk faktörlerini oluşturur (119,120).
Elektrokardiyografi (EKG)’de QT uzaması, ikinci derece A-V blok, komplet dal
bloğu, ventriküler ektopi, ST elevasyonu veya depresyonu ve T dalga değişikliklileri
görülür.
Doksorubisin içeren kemoterapi ile tedavi edilen, kardiyak radyoterapi alan tüm
hastaların potansiyel kalp hasarı açısından sistemik olarak takip edilmeleri gerekir (17).
39
Tedavi sonrası birinci yılda EKG ve Ekokardiyografi (EKO) ile takip gerekir. Birinci
yıl normal olan hastalara 2-3 yılda bir EKG ve Ekokardiyografi tekrarı yapılması gerekir
(18).
2.Radyoterapiye Bağlı Akciğer ve Kardiyak Yan Etkiler
Mediastinal radyoterapi çeşitli kardiyovasküler komplikasyonlar yapabilmektedir.
Bunların arasında perikardit, miyokardiyal fibrozis, koroner arter hastalığı, kapak
anormallikleri ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun azalmasına sebep olan restriktif
kardiyomiyopati görülebilmektedir. Restriktif kardiyomiyopati, anormalliklerin
predominant tipidir (75). Mantle Zone radyasyon, pnömoni ve fibrozis gibi akciğer
toksisitesi oluşturabilmektedir.
Akciğer toksisitesinin görülme sıklığı değişkendir ve günlük doz, toplam doz,
ışınlanan akciğer volümüne ve uygulanan ışınlama tekniklerine bağlıdır (106,121). Aralıklı
kemoterapi, tekrarlayan radyoterapi kürleri ve kortikosteroid akciğer toksisitesini azaltıcı
faktörlerdir (123). Erken histopatolojik değişiklikler; küçük doku ve kapillerin hasarı
sonucu artmış kapiller geçirgenlik ve alveollerden sızan trombositlerin yaptığı kapiller
obsrüksiyonların meydana gelmesi ve fibrin tip II pnömosistlerin hiperplazisi ile alveoler
duvar infiltrasyonun oluşmasıdır. (69,124 ,125). Komplet rezolusyon görülebildiği gibi
fibrozisin progresyonu da olabilir (124). Radyasyon pnömonisi radyoterapiden 2 ile 6 ay
sonra oluşmakta ve bu olayı da radyasyon fibrozisi izlemektedir.
Tedavi alan hastaların total akciğer volümleri ve karbonmonoksit difüzyon kapasitesi
yaklaşık %60 oranında düşer. Radyasyon pnömonisi klinik sendrom olarak radyasyon
tedavisi alan hastaların %5-20’sinde görülür (126).
Radyasyona bağlı geç akciğer hasarı son iki dekatta yeni radyoterapi tekniklerinin
bulunması ile belirgin olarak azalmıştır. 35 yaş öncesi standart manto tedavisi alan 25
Hodgkin hastanın ortalama dokuz yıllık takibinde %60 vakada anormal akciğer
bulgularısaptanmıştır. 19 vakaya yapılan solunum fonksiyon testinin %89’unda bozukluk,
%72’sinde difüzyon kapasitesinde azalma bildirilmiştir. Bu hastaların hiçbiri semptomatik
değildir. Radyasyon dozu olarak 30 Gy den fazla ve akciğerin %50’sinden fazla bölümüne
radyoterapi alan hastaların sadece %5-15’inde klinik olarak öksürük, ateş ve dispnenin
40
eşlik ettiği pnömoni bildirilmiştir. 20 Gy radyoterapi dozu uygulanan hastaların total
akciğer volumleri ve akciğer karbonmonoksit difüzyon kapasitesi %60 azalmıştır (17).
Radyoterapiye bağlı kardiyak hasar doza, hacme ve alan kesitine bağlıdır. Perikard,
myokard, ileti sistemi, kalp kapakları ve arteryel damarlar etkilenebilir. Kardiyak
fonksiyon bozukluğunun aralığı, asemptomatik radyolojik bozukluklardan hayatı tehtid
edici hastalığa kadar uzanabilir.
Yüksek doz manto/kalp ışınlaması (>40 Gy) sonrası en az %10-15 oranında kardiyak
hasar görülebilir (127). Tek başına radyoterapi alan hastalarda en sık görülen bulgu
perikardiyal efüzyon veya konstrüktif perikardit bazen pankarditdir. Semptomatik
perikardit %2-10 hastada radyasyon tedavisinden 10-30 ay sonrasında gelişebilir. Bu
popülasyonda subklinik perikardiyal ve myokardial hasar ve kapak kalınlaşması sıktır ve
semptomatik perikarditin ilk defa görülmesi tedaviden 45 yıl sonrasında görülür.
Mediastinal radyoterapi sonrası koroner kalp hastalığı bildirilmiştir fakat mortalite
oranında normal popülasyona göre önemli ölçüde artmış bulunmamıştır.
Radyasyon dozlarının düşmesi, kalbe uygulanan hacim, doz ve alan kesitinin büyük
oranda azaltılması ile uzun dönem risk belirgin azaltılmıştır.
3. KT veya RT ‘ye Bağlı, Akciğer ve Kardiyak Yan Etkilerini Gösteren
Çalışmalar
Stanfort Üniversitesinin yaptığı prospektif bir çalışmada Bleomisin içeren
kemoterapi rejimleri ile tedavi edilen HL’li hastalarda tek başına kemoterapi, sadece
mediastinal RT veya kombine tedavi alan 119 hasta incelenmiştir. Bu hastaların hepsinde
tedavi bitiminden 15 ay sonra Zorlu Vital Kapasite (FVC) ve CO difüzyon kapasitesi
(DLCO) değerlerinde bir azalma gözlenmiştir (116). Araştırıcılar ABVD/RT veya RT
sonrası VBM (Vincristine, Bleomisine, Methotrexate) KT’nin verilmesi akciğer toksisite
açısından sadece tek başına Mantle RT alanlarla karşılaştırıldığında anlamlı olmadığını
görmüşlerdir (128).
Standfort çalışmasının protokolünde; involved field RT’yi takiben VBM
kemoterapinin yapılması düşük pulmoner toksisiteye sebep olmuştur. Bu çalışmada
41
solunum fonksiyon parametreleri ölçümleri yapılmıştır ve FVC, DLCO değerlerinde
düşüşler gözlenmiştir. 6 kür ABVD ile tedavi edilip mediastinal RT alan hastalarda ise bu
değerler daha da düşük bulunmuştur.
Santoro ve arkadaşları 237 hastayı retrospektif olarak akciğer fonksiyonları açısından
incelemişlerdir (129). 6 kür MOPP veya ABVD, bölünmüş subtotal veya total lenfoid
radyoterapi kürleri ile birlikte verildiğinde; FVC, 1. Saniye Zorlu Ekspirasyon Volümü
(FEV1) ve DLCO değerlerinde anlamlı bir değişiklik olmadığı saptanmıştır.
VBM kemoterapi rejimi ile mediastinal RT’nin kombine kullanımı sonucu akciğer
etkilerini araştıran başka çalışmalar da vardır. (128,130,131). Horning ve arkadaşlarının
yapmış olduğu; Evre IA, IB, IIA, IIB ile IIIA Hodgkin lenfoma tanılı 67 hastanın dahil
edildiği çalışmada, hastalara involved field RT tek başına veya involved RT+6 kür VBM
kemoterapisi kombine olarak uygulanmıştır. Değerlendirilebilen ve kombine tedavi alan 32
hastanın 30’una solunum fonksiyon testleri uygulanmıştır. Sadece 25 hastada, 1 yıl sonra
solunum fonksiyon testleri tekrarlanabilmiştir. Başlangıç Total Akciğer Kapasitesi (TLC),
Vital Kapasite (VC), Rezidüel volüm (RV), FVC, FEV1, DLCO değerleri ile 1 yıl sonraki
değerleri karşılaştırıldığında, değerler arasında %10’dan fazla düşüş gözlenmiştir (130).
Bates ve arkadaşlarının yapmış olduğu, Evre IA veya IIA Hodgkin lenfoma tanılı 26
hastanın değerlendirildiği çalışmada, hastalara 2 kür VBM+involved field Radyoterapiyi
takiben ilave 4 kür daha VBM tedavi uygulanmıştır. Akciğer fonksiyon testleri; tedavi
öncesi, 2. , 4. ve 6. kür kemoterapi sonrası yapılmıştır. Radyoterapi öncesi, akciğer
fonksiyonlarında istatiksel anlamlı bir değişiklik gözlenmez iken, 6. kemoterapiden sonraki
FEV1 ve DLCO değerlerinde tedavi öncesi değerlere göre istatistiksel olarak anlamlı
düşüşler gözlenmiştir (t testi, p<0.05).
Hirsch ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmaya, Evre IA ile IIIA arasında değişen
60 Hodgkin lenfoma tanılı hasta alınmıştır. Tüm hastalar 6 kür ABVD ile tedavi
edilmişlerdir. 30 hastaya, ABVD kemoterapisine ek olarak mantle veya mediastinal RT
uygulanmıştır. Solunum fonksiyon testleri; tedavi öncesi, kemoterapi sonrası ve
radyoterapi sonrası yapılmıştır. Sadece ABVD alan hastalar ile ABVD sonrası mantle veya
mediastinal RT alan hastaların tedavi bitimlerinin 6. ayında, her iki tedavi kolunda da FVC
42
ve DLCO değerleri, tedavi önceki değerler ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak
anlamlı düşüş gözlenmiştir (116).
EORTC 6 kür MOPP+RT ve 6 kür ABVD+RT uyguladığı hastalarda her iki grupta
FVC de minimal azalmaya dikkati çekmiş ve tedaviden 1 ay sonra değerlerin normale
döndüğü gösterilmiştir (132).
LaGrange ve arkadaşları, masif mediastinal kitlesi olan 5 hastada ABVD ve 40 Gy
RT kullanmışlardır. Tüm hastalarda akciğer komplikasyonları görülmüştür; 1 hastada ise
ölümcül komplikasyon gelişmiştir (133).
Akciğer toksisitesi; standart akciğer parametreleri ile ölçüldüğünde en çok tedavi
bitiminin 1. ve 9. aylarında görülmektedir. Bu toksisite, akut parankimal hasardan minör
restriktif sendroma kadar değişkenlik göstermektedir (124,128,134,135,137).
Radyoterapi bittikten 24 ay sonra FVC, FEV1 ve DLCO değerlerinde azalma
görülmektedir (134,139,140).
Sadece kemoterapi alanlar ile kemoterapiyle birlikte mediastinal radyoterapi
alanlarda; tedavi sonrası sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu değerleri, tedaviden önceki
değerler ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik göstermemiştir
(140).
Kombine kemo-radyoteropatik rejimlerin uzun süreli potansiyel akciğer
toksisitesinin bazı yazarlara göre tedavi tamamlandıktan 1-2 yıl içinde geri döndüğü
söylense de, bazı yazarlar tarafından bu doğrulanmamaktadır (116,134,140,141,142,145).
Bu farklı sonuçların nedeni; takip süresi ve radyoterapi uygulama teknikleridir (124,126).
Kemoterapi seçiminde göz önüne alınması gereken en önemli nokta, KT’nin yol
açtığı geç dönem yan etkilerdir. Özellikle sterilite, akut lösemi ve toksik etkiler görülebilen
yan etkilerdir (147).
Intergroup Study çalışmasında akut lökoz vakası bildirilmemiştir, UK study ve
Italian Study çalışmalarında da lökoz riskinde bir artış gözlenmemiştir. ADVD
kemoterapisi alan kadın ve erkeklerde sterilite nadir görülmüştür. Hodgson ve
arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, ABVD kemoterapisi alan kadınların %70’nin, 4 ila
43
6 kür KT aldıktan 12 ay sonra hamile kalabildiklerini göstermiştir (148).
4. Kemoterapi ve Radyoterapinin Tiroid Fonksiyonlari Üzerine Etkisi
Hipotiroidizm sık rastlanan geç etkidir ve boyunda tiroid dışı maligniteler için
kullanılan radyasyona bağlı gelişir.15-70 Gy radyasyon dozundan ortalama 7 yıl (1,5 ve 16
yıl) sonra, Hodgkin ve Hodgkin dışı lenfomalı, primer intrakranial ve baş boyun tümörlü
hastaların yaklaşık % 30-90’ında ve hematolojik maligniteli hastaların % 50’sinde kök
hücre transplantasyonu sonrası laboratuvar olarak primer hipotiroidi (serum tirotropin
seviyesi yüksek, tiroksin seviyesi normal veya düşük) gösterilmiştir.
Hencock ve ark. 1961 ve 1989 yılları arasında 1787 Hodgkin lenfoma tanısı almış ve
sağkalmış hastaların tiroid fonksiyon sonuçlarını bildirilmiştir. Hipotiroidizm riski
tedaviden 25 yıl sonra % 44 bulunmuştur. CCSS’de (Cancer Center Suvaillance Study)
1791 Hodgkin lenfomalı hastada sağkalım sonrası hipotiroidizm riski 17 kat artmış olarak
bildirilmiştir (149).
Oluşan bozuklukların radyasyon dozuna bağlı olma ihtimali yüksekdir. 20 Gy ve
altında radyasyon dozu ile tedavi edilmiş hastaların kimyasal hipotiroidizm insidansı %
20’den azdır. CCSS’de 45Gy’i aşan radyasyon dozu ile tedavi edilmiş hastaların 20 yılda
hipotiroidizm riski % 50’ye çıkmıştır.
Kanserden sağkalan hastalarda hipotiroidizm gelişmesine etki eden faktörler arasında
dişi cinsiyet, hemitiroidektomi ve lenfanjiografi sırasında kullanılan iyot içeren kontrast
maddeler sıralanabilir. Bazı vakalarda hipotiroidizm bulguları 3 yıl kadar bir zaman
tedavisiz gerileyebilir. Bu vakaların bazılarında tiroid kanseri, ekzoftalmus, miksödem
koması da dahil hipotiroidizm semptomları bildirilmiştir.
Tedavi sonrası ortalama 14 yıllık latent bir dönemden sonra tiroid nodül riski
kardeşlerle mukayeseli kontrollü yapılan bir çalışmada 27 kat daha artmış bulunmuştur.
Dişi cinsiyet ve 25 Gy’in üzerinde radyasyon dozu bağımsız risk faktörlerindendir.
Nodüllerin % 7’sinin malign karakterde olduğu bildirilmiştir (15).
Boyuna radyasyon alan hastalar rutin olarak fizik muayne ile tiroid bozukluğu
açısından incelenmelidir, çünkü nodüller geç dönemde de oluşabilir.
44
Serum tirotiropin seviyesi ve serbest tiroksin seviyesi tedavi kararı verildikten sonra
yıllık olarak ölçülmelidir.
Radyasyon tedavisi sırasında tiroidin dikkatlice doku kompansatuarıyla korunması,
(Hodgkin lenfomalı hastalara bazı merkezlerde uygulandığı üzere) radyasyon dozunun
eliminasyonu ve daha düşük dozlarda kullanımı ile birlikte radyasyonun sürekli
kullanımından kaçılmış ve buna bağlı tiroid bozuklukları insidansı azalmıştır (46).
AKCİĞER FONKSİYON TESTLERİ
Günümüzde akciğer hastalıklarının tanı, tedavi ve izlenmesinde, klinik muayene ve
akciğer grafisinden sonra solunum fonksiyon testleri de temel inceleme yöntemlerinden
biri haline gelmiştir. Bu testler ile akciğer fonksiyonlarını nesnel ve nicel olarak
değerlendirmek mümkün olabilmektedir. Özellikle HL’li hastaların KT ve RT bağlı
yanetkilerini ortaya çıkarmada sık kullanılan ve tedavi için yol gösterici testlerdir.
Akciğer fonksiyonlarını değerlendirmede kullanılan temel test yöntemi spirometrik
incelemedir.
Spirometri bir ventilasyon testi olup, ilk tanımlanan solunum fonksiyon testidir.
Bireyin inhale veya ekshale ettiği hava volümünün, zamanın bir fonksiyonu olarak
tanımlandığı fizyolojik bir testtir.
Standardize edilmiş olması, ucuz ve her yerde bulunması gibi avantajları vardır.
Spirometri ile ölçülen primer sinyal volüm veya akım olabilir. Zorlu vital kapasite
(FVC), istemli maksimal ventilasyon (MVV) gibi testler yanında FEV1 ve FEF 25- 75 %
gibi testleri uygulamak da mümkündür. Ancak ana limitasyonu, hastanın koopere olma ve
efor sarfetme gerekliliğidir.
Akciğer volümleri, total akciğer kapasitesinin alt volümleridir. İki veya daha fazla
volüme kapasite denir (103,150-152).
45
Şekil 1.Spirogram
Parametrelerin ölçümü ve tanımı
Akciğer volümleri statik ve dinamik akciğer volümleri olarak ikiye ayrılmaktadır.
Statik volümlerin ölçümünde zamana bağımlılık yokken, dinamik volümler zorlu solunum
sırasında ölçülmektedir.
A. Statik Akciğer Volümleri: Akciğerler ve intratorasik hava yollarında bulunan
hava volümü; akciğer parankimi ve çevreleyen organ ve dokular, yüzey gerilimi, solunum
kaslarının oluşturduğu güç, akciğer refleksleri, hava yollarına ait özellikler tarafından
belirlenmektedir.
Akciğer volümleri pozisyon, yaş, boy, cins, vücut kütlesi, etnik özellikler, günlük
aktivitelerden etkilenir. Volümler yaşla ters, boyla doğru orantılıdır. Kadınlarda
erkeklerden küçüktür. Etnik olarak beyaz ırkta, sarı veya siyah ırktan fazladır. Ayakta,
otururken veya yatarken değişkenlik gösterdiği için, testlerin uygulanmasında her zaman
46
standart pozisyon olan sandalyede dik oturur pozisyon seçilmelidir. Sedanter yaşayanlarda
antrene kişilere göre volümler daha azdır (153-155).
Vital kapasite (VC): Derin bir inspirasyondan sonra, derin ekspirasyonla atılan hava
volümü olarak tanımlanır, ml veya lt cinsinden ifade edilir Yavaş vital kapasite veya
manevra yukarıda tanımlanan şekilde yapıldığında, ekspiratuar vital kapasite (EVC)’de
denir. Derin ekspirasyondan sonra derin inspirasyonla alınan havanın ölçümüne ise
inspiratuar vital kapasite (IVC) denir. İki ayrı aşamada IC ve ERV ölçümlerinin toplamı
elde edilerek ölçülebilirse de rutinde uygulanmaz (153).
İnspiratuar kapasite (IC): Normal ekspirasyondan sonra derin inspirasyonla alınan
maksimum volümdür. VC’nin %75’ini oluşturur (153).
İnspiratuar rezerv volüm (IRV): Normal inspirasyondan sonra derin inspirasyonla
alınan hava volümüdür (153).
Ekspiratuar rezerv volüm (ERV): Normal ekspirasyondan sonra derin
ekspirasyonla atılan hava volümüdür. VC’nin %25’ini oluşturur (153).
Tidal volüm (VT, TV): Her bir normal solukla alınan ya da verilen hava volümüdür.
Normalde 500 ml’dir (153).
Total akciğer kapasitesi (TLC): Derin inspirasyonun bitiminde akciğerlerde
bulunan hava volümüdür (TLC= FRC + IC) (73). Total akciğer kapasitesinin ölçülebilmesi
için pletismografi veya gaz dilüsyon yöntemleri kullanılır (156).
Rezidüel volüm (RV): Derin ekspirasyondan sonra akciğerlerde kalan hava
volümüdür (RV= FRC-ERV) (153). Rezidüel volüm basit spirometre ile ölçülemez.
Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC): Normal ekspirasyonun bitiminde
akciğerlerde bulunan hava volümüdür. FRC, yani normal ekspirasyonun sonlandığı seviye
istirahat düzeyidir, bu seviyede akciğer ve toraks elastik recoili denge halindedir ve
solunum kas aktivitesi hiç yoktur (Şekil 1) (153)
47
Şekil 2.a. Akciğer Volümleri
Şekil 2.b.
48
Şekil 2.c.
B.Dinamik akciğer volümleri: Solunum fonksiyon testlerinin ilk basamağıdır,
ventilatuar kapasitenin değerlendirilmesinde kullanılır.
Ventilatuar kapasitede bozulmanın en önemli sebebi havayolları obstrüksiyonudur.
Zorlu ekspirasyon ve inspirasyon sırasında değerlendirilirler.
Dinamik spirometrinin sonuçları, volüm-zaman ya da akım-volüm eğrileriyle ifade
edilir. Dinamik parametrelerin değerlendirilmesi için en az üç kabul edilebilir manevra
yaptırılmalıdır. Bir seferde en fazla sekiz manevra yaptırılabilir (153-155).
FVC (Zorlu vital kapasite): Derin inspirasyondan sonra zorlu, hızlı ve derin
ekspirasyonla atılan hava volümüdür.
VC’den farkı, manevranın çok hızlı yapılmasıdır.
49
Normal kişide FVC, VC’ye eşittir.
Hava yolu obstrüksiyonunda zorlu ekspirasyonun yarattığı bronşiyoller kollaps
nedeniyle FVC daha düşüktür. Amfizemde küçük hava yollarının doku desteğinin
azalması, kronik bronşit, astım, bronşektazi ve kistik fibroziste mukus tıkaçları ve
bronşiyoller konstriksiyon buna neden olur (153-155).
Şekil 3. Zorlu Vital Kapasite Manevrasi
FEV1: Zorlu ekspirasyonun birinci saniyesinde atılan hava volümüdür. Normalde
volümlerin % 80’i birinci saniyede atılır.
Genellikle büyük hava yollarını yansıtır.
Mukus sekresyonu, bronkospazm, inflamasyon veya elastik doku kaybı gibi çeşitli
faktörlere bağlı olarak, ortaya çıkan hava yolu obstrüksiyonu FEV1 de azalmaya neden
olur.
Ancak erken dönemde küçük hava yollarındaki obstrüksiyonu yansıtmaz. Restriktif
patolojilerde ise FVC’deki azalmaya baglı olarak azalır. FEV1 kooperasyon ve hasta
eforuna bağımlı bir parametredir (153-155).
FEV1/FVC oranı (Tiffeneau oranı): Bu oran, genç erişkinde % 75’in üzerindedir
ve yaş ilerledikçe azalır.
50
Obstrüktif ve restriktif patolojilerin ayırımında kullanılır.
Hava yolları obstrüksiyonu varlığında oran < % 70’dir. Hafif- orta dereceli
obstrüksiyonun değerlendirilmesinde yararlı olmakla birlikte, obstrüksiyon şiddetinin
derecelendirilmesinde hassas değildir. Restriktif patolojilerde ise oran normal veya
yüksektir (153).
FEF25-75 % (Maksimal ekspirasyon ortası akım hızı, MMFR): Zorlu
ekspirasyon ile volümlerin % 25 ila % 75’inin atıldığı perioddaki akım hızıdır. Orta ve
küçük hava yollarından gelen akımı yansıtır.
Obstrüktif hastalıkların erken dönemlerinde bu parametre azalır. Bazen restriktif
hastalıklarda da azalma gösterebilir. Bu akım hızı FEV1 ve FVC toplamının en yüksek
olduğu eğriden elde edilir. Zorlu ekspirasyon manevrasının etkinliği ve ekspiratuar eforun
gücünden etkilenir (153-155).
Şekil 4. MMFR
Tepe ekspiratuvar akım hızı (PEF): Derin inspirasyondan sonra zorlu ekspirasyon
sırasında elde edilen maksimal akım hızıdır. Sağlıklı kişide santral havayollarının çapı ve
ekspiratuar kasların gücünü yansıtır.
51
Her seferinde en az 3 ölçüm yapılmalıdır ve en büyük değer kaydedilmelidir (156). C.Maksimal akım- volüm eğrisi: Akım-volüm eğrisi FVC ve İC manevraları
sırasında ortaya çıkan akımın, volüm değişikliği ile ilişkilendirilmesiyle elde edilir. Akım
lt/sn, volüm ise lt cinsinden ifade edilir.
Maksimal ekspiratuar akım volüm eğrisi TLC’den RV’ye doğru ekspiratuar
bölümden, maksimal inspiratuar akım volüm eğrisi ise RV’den TLC’ye doğru inspiratuar
bölümden oluşur (Şekil 2) (153).
Şekil 5. Akım-Volüm Eğrisi
D.CO difüzyon kapasitesi (DLCO): Akciğerlerde alveol ve kapiller arasında başta oksijen olmak üzere tüm gazların değişimine yol açan primer mekanizma difüzyondur.
Difüzyon test ölçümlerinde standart olarak kullanılan gaz CO'dur.
Bu test ile akciğerin gaz alışverişi, alveoler yüzey alanı, membran bütünlüğü ve pulmoner kapiller kan akımı hakkında fikir edinilir (68, 73,74).
Bunun için, hastaya azaltılmış konsantrasyondaki CO gazı, normal hava karışımı içinde verilir ve hasta maksimum bir inspirasyondan sonra 10 saniye süre ile nefesini tutar. Akciğer volümlerindeki azalma ile birlikte DLCO'da azalır. Bu nedenle gerçek difüzyon kaybını görmek için difüzyonun ventilasyona oranı DLCO/VA olarak değerlendirilir.
3. YÖNTEM VE GEREÇLER
Çalışmamıza, 2006-2008 yılları arasında İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
(İ.E.A.H) Hematoloji polikliniğine kayıtlı olan, yeni tanı konmuş Hodgkin lenfoma’lı 12’si
kadın (%35.2), 22'si erkek (%64.8) olmak üzere; kemoterapi ve radyoterapi öncesi ve
sonrası prognostik kriterlerin ve kardiyopulmoner fonksiyonların değerlendirildiği, ABVD
tedavisi almış 34 Hodgkin lenfomalı hasta alınmıştır.
Hastaların ayrıntılı anamnezi, fizik muayeneleri, klinik evreleme, histopatoloji, B
semptomu olup olmaması, kemoterapi protokolleri,kemoterapi sayıları,kemoterapi dozları,
radyoterapi bölgeleri, radyoterapi dozları, poliklinik takip izlem süreleri, hemogram,
biyokimya, ESR, CRP, ferritin, LDH, β2 mikroglobulin, boyun, toraks, abdomino- pelvik
BT(bilgisayarlı tomografi) ve kemik iliği biyopsisisi, EKO ve akciğer fonksiyon testleri
verileri için hematoloji poliklinik dosya kayıtları kullanılmıştır.
Evreleme Ann Arbor sınıflandırmasına göre yapılmıştır. Prognostik faktörler İPİ ve
EORTC kriterlerine göre belirlenmiştir. Hastaların performans durumları ise WHO /
ECOG kriterlerine göre belirlenmiştir (Tablo 9).
Erken evre hasta için EORTC kriterler, ileri evre için IPS prognostik kriterler
alınmıştır (Tablo 8).
53
Tablo 9. WHO/ECOG Performans Durum Değerlendirmesi
0 Tam aktif, hastalık öncesi performans durumu ile aynı
1 Ağır iş yapacak güçte değil, ancak gündelik işlerini ofis ve ev işlerini
yürütür düzeyde
2 Gündelik ihtiyaçlarını yürütebilir düzeyde ancak ev veya ofis işlerini
yürütemez. Uyanık zamanının %50’sinden fazlasını yatak dışında geçiriyor.
3 Gündelik ihtiyaçlarının ancak sınırlı bir bölümünü yürütebiliyor. Uyanık
zamanının %50’sinden fazlasını yatakta geçiriyor.
4 Yardımsız hiçbir iş yürütemiyor, tamamen yatak veya sandalyeye bağımlı
Hodgkin lenfoma'lı hastaların tanı anındaki Ann Arbor evreleme sistemine
göredağılımı şu şekildeydi; Evre I : 7 (%20.6), Evre II : 8 (%23.5), Evre III : 12 (%35.3),
Evre IV : 7 (%20.6).
Hastaların performans skoru dikkate alındığında; ECOG 0:29 hastada (%85.3),
ECOG 1 ise 5 hastada (%14.7) gözlemlenmişti.
Bulky kitle 3 hastada (%8.8), dalak tutulumu 5 hastada (%14.7), kemik iliği tutulumu
4 hastada (%11.7) tespit edilmişti.
Anamnezde 22 hastada (%64.7) B semptomları varlığı tespit edilmişti.
Mediastinal bölgede nodal tutulum 8 hastada (%23.5), mediastinal bölge dışında
nodal tutulum 26 hastada (%76.5), nodal ile birlikte ekstra nodal tutulum 2 hastada (%5.8)
görülmüştü.
Sigara içen 11 hasta (%32.3) olmasına karşın 23 hasta (%67.7) sigara içmemekteydi.
4 hasta (%11.7) 2 kür ABVD, 6 hasta (%17.6) 4 kür ABVD, 5 hasta (%14.7) 6 kür
ABVD, 19 hasta da (%66) 8 kür ABVD almıştı.18 hasta (%52,9) radyoterapi tedavisi
almıştı.
Ortalama toplam Bleomisin dozu 187 mg /gün, ortalama mediastinal radyoterapi
dozu 3587 Gy’idi.
54
10 hasta (%29.4) erken evre iyi prognostik gruba girerken, 5 hasta (%14.6) erken
evre kötü prognostik gruba girmekteydi.
19 hasta (%56.0) ise ileri evre HL hastası idi.
Hastalara 28 günde bir eşit aralıklı iki aşamada ( D1, D15 ) gerçekleştirilen ve IA-IB
olarak adlandırılan ABVD kemoterapi protokolü uygulanmıştır (Adriamisine 25 mg/m2,
Bleomisine 10 mg/m2, Vinblastin 6 mg/m2, Dacarbazine 375 mg/m2).
Radyoterapi tutulu alan olarak verilmişti. 11 hasta servikal bölgeye (ortalama 3600
Gy), 7 hasta da mediastinel bölgeye tutulu alan olmak üzere (ortalama 3574 Gy) toplam 18
hasta radyoterapi almıştı.
Tablo 10. HL Tanılı Hastaların Demografik Dağılımı
Hasta sayısı 34
OrtalamaYaş, Yaş Aralıkları 32.94 (16-65)
Sayı %
Cinsiyet Dağılımı
Kadın 12 35.2
Erkek 22 64,8
Sigara İçme Durumu
İçen 11 32.3
içmeyen 23 67.7
55
Tablo 11. HL Tanılı Hastaların Karakteristik Özellikleri
Sayı % ECOG-0 29 85.3 ECOG-1 5 14,7 Evre I 7 20.6 Evre II 8 23.5 Evre III 12 35.3 Evre IV 7 20.6 Histopatolojik Tip Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma Mikst Hücreli Nodüler Sklerozan
3 10 21
8,8 29,4 61,8
Mediastinal Bölgede Nodal Tutulum 8 23.5 Mediastinal Bölge Dışında Nodal Tutulum 26 76.5 Ekstra Nodal Tutulum 2 5.8 Bulky Kitle 3 8,8 Dalak Tutulumu 5 14.7 Kemik İliği Tutulumu 4 11.7 B Semptomları 22 64.7 Erken Evre İyi Prognostik-EORTC 10 29.4 Erken Evre Orta Prognostik-EORTC 5 14.6 İleri Evre HL 19 56.0
Tablo 12. HL Tanılı Hastaların Tedavilerine Göre Dağılımı
2 kür ABVD Alan Hasta sayısı 4 11.7 4 kür ABVD Alan Hasta sayısı 6 17.6 6 kür ABVD Alan Hasta sayısı 5 14.7 8 kür ABVD Alan Hasta sayısı 19 66 Radyoterapi Alan Hasta Sayısı 18 52,9
56
İstatiksel analiz
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler (ortalama,standart sapma),
parametrik test koşulları sağlanamadığından gruplar arası karşılaştırmalarda Mann-
Whitney U testi, tekrarlayan ölçümlerin analizinde Freidman varyans analizi yapılmıştır.
İstatistik anlamlılık düzeyi için p<0,05 alınmıştır. İstatistiksel analizler Epi Info Version
3.5.1 kullanılarak yapılmıştır.
57
4. BULGULAR
Çalışmamıza, 2006-2008 yılları arasında İ.E.A.H. Hematoloji polikliniğine kayıtlı
olan, Hodgkin lenfoma tanısı alarak kemoterapi ve radyoterapi verilmiş, tedavi sonrası
hematoloji polikliniğinde takip edilen toplam 34 hasta alınmıştır.
Hastaların ortalama takip süreleri 12 aydı.
Hastaların 12’si kadın (%35.2), 22'si erkek (%64.8), Erkek / Kadın oranı 1.83 olarak
saptandı (Şekil 6).
KADIN12
35%
ERKEK22
65%
Şekil 6. Hastaların Cinsiyet Dağılımı
Hastaların yaşları 16-65 yıl arasında olup, ortalama yaş ise 32.94’idi.
Erkek hastaların tanı anındaki yaşları 16-65 yıl arasında değişmekteydi. Ortalama yaş
ise 34.36 yıldı. Kadın hastaların tanı anındaki yaşları 16-57 yıl arasında değişmekteydi.
Ortalama yaş ise 28 yıldı.
58
Sigara içen hasta sayısı 11 (%32.4), sigara içmeyen hasta sayısı 23 (%67.6)’idi.
Anamnezde 22 hastada (%64.7) B semptomları varlığı tespit edilmiştir.
B semptomu olan; 22; 65%
B semptomu olmayan; 12;
35%
Şekil 7. Hastaların B Semptom Varlığına Göre Dağılımı
HL tanılı hastalardan; mediastinal bölgede nodal tutulum 8 (%23.5) hastada,
mediastinal bölge dışında nodal tutulum 26 hastada (%76.5), nodal ile birlikte ekstra nodal
tutulum 2 hastada (%5.8) görülmüştü. Bulky kitle 3 hastada (%8.8), dalak tutulumu 5
hastada (%14.7), kemik iliği tutulumu 4 hastada (%11.7) tespit edilmişti.
Mediastinal Bölgede Nodal
Tutulum; 8; 23,5%
Mediastinal Bölge Dışında
Nodal Tutulum; 26; 76,5%
Şekil 8. Hastaların Tutuluma Göre Dağılımı
59
Çalışmaya alınan HL tanılı hastaların histopatolojik dağılımları; 3 hasta Nodüler
Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma (%8,8), 10 hasta Mikst Hücreli (%29,4), 21 hasta
Nodüler Sklerozan (%61,8) tipte idi (Tablo 11).
Nodüler Lenfosit
Predominant Hodgkin
Lenfoma ; 3; 9%
Mikst Hücreli; 10; 29%
Nodüler Sklerozan ; 21;
61,8%
Şekil 9. Hastaların Histopatolojik Dağılımı
Hastaların tanı anındaki Ann Arbor evreleme sistemine göre dağılımı şu şekildedir;
Evre I : 7 (%20.6), Evre II : 8 (%23.5), Evre III : 12 (%35.3), Evre IV : 7 (%20.6) (Şekil
7).
Evre17
21%
Evre28
23%Evre3
1235%
Evre47
21%
Şekil 10. Hastaların Evrelere Göre Dağılımı
60
Hastaların 10' u erken evre olarak değerlendirilmiş ve EORTC kriterlerine göre iyi
prognoza sahip bulunarak bu hastalara 2 kür ABVD + RT planlanırken; 2 hasta 2 kür
ABVD + RT yerine 4 kür ABVD KT almayı tercih etmiştir.
2 hasta Evre IA oldukları halde kötü prognostik kriterlerinden dolayı 4 kür ABVD
+tutulu alan RT'si almıştır. Geri kalan Evre IA 5 hasta 2 kür ABVD + tutulu alan RT'si
almışlardır.
Evre IIB + Bulky kitlesi olan 2 hasta 8 kür ABVD + Mediastinal RT almıştır. Bulky
kitle olmadan B semptomları olan Evre II 3 hasta 6 kür ABVD +tutulu alan RT’si almıştır.
Evre IIA olan 3 hastadan biri 4 kür ABVD + tutulu alan RT'si alırken diğer 2 hasta sadece
4 kür ABVD almış radyoterapi almadan tedaviyi sonlandırmıştır.
Evre IIIB olan 11 hastadan 3 hastada Bulky kitle de bulunduğundan bu hastalara 6
kür ABVD + Mediastinal RT verilmiştir.
Sadece B semptomları olan Evre III 2 hasta 8 kür ABVD + rezidü kitleye tutulu alan
RT'si alırken, 4 hasta 8 kür ABVD, 2 hasta da 6 kür ABVD tedavisi almıştır. Evre IIIA
olan 1 hasta 8 kür ABVD almıştır.
Evre IV B olan 5 hastanın hepsi 8 kür ABVD alırken içlerinden 1 hasta KT'ye ek
tutulu alan RT'si almıştır. Evre IV A olan 2 hasta da 8 kür ABVD alırken bunların birisine
KT 'ye ek olarak tutulu alan RT 'si verilmiştir (Tablo 13).
Ortalama Bleomisin dozu 187 mg/m2’dir. Alınan Bleomisin dozu 60-240 mg/m2
arasında değişmekteydi.
Mediastinal radyoterapi dozu ortalama 3574,3 cGy’dir. Radyoterapi dozu da 3420-
3600 cGy arasında değişmekteydi.
Tedavi sonrası 31 (%91.2) hasta komplet remisyona (tam cevap) girmiştir. 3 (%8.8)
hasta ise primer refrakter olarak değerlendirilmiştir.
Hastaların aldığı tedavi genel planı, genel planın dışına çıkılması durumunda
hastanın tercihi tedavi seçiminde etkili olmuştur.
61
KT+RT43%
KT57%
Şekil 11. Hastaların Tedavi Protokollerine Göre Dağılımı
Tablo 13. HL tanılı Hastaların Evre, B Semptom Ve Bulky Durumlarına Göre
Tedavi Protokolleri
Evre B Semptomalojisi Bulky Hasta Sayısı ABVD IFRT cGy
I - - 5 2-4 kür 3 hasta/3600
I + - 2 2-4 kür 2 hasta/3600
II + + 2 8 kür 2 hasta/3600
II + - 3 6 kür 3 hasta/3600
II - - 3 4 kür 1 hasta/3600
III + - 8 6-8 kür 2 hasta/3060
III + + 3 6kür 3 hasta/3600
III - - 1 8 kür -
IV + - 5 8 kür 1 hasta/3600
IV - - 2 8 kür 1 hasta/3420
KT+RT; 18; 53% KT; 16; 47%
62
Tablo 14. Sadece Kemoterapi Alan HL Tanılı Hastaların Değerleri (n=16)
Değişken Ortalama Standart Sapma P LEVF0 0,60 0,05
0,129 LEVF1 0,57 0,05 LEVF6 0,58 0,06 LEVF12 0,60 0,03
FVC0 99,44 13,66
0,506 FVC1 96,56 15,08 FVC6 97,69 6,25 FVC12 94,25 15,78
FEV0 94,00 14,61
0,741 FEV1 94,75 18,75 FEV6 95,69 18,21 FEV12 97,88 9,80
FEV1/FVC0 80,63 10,42
0,000 FEV1/FVC1 85,13 7,10 FEV1/FVC6 83,31 9,74 FEV1/FVC12 92,19 11,07
PEF0 86,75 16,74
0,219 PEF1 92,00 16,66 PEF6 93,50 11,67 PEF12 79,13 22,09
TLC0 104,31 14,41
0,000 TLC1 96,06 18,61 TLC6 97,88 15,29 TLC12 118,25 27,18
DLco0 88,63 16,55
0,275 DLco1 76,31 23,01 DLco6 77,06 20,14 DLco12 80,88 20,74
DLCO0 92,25 20,98
0,341 DLCO1 84,44 22,64 DLCO6 86,13 20,01 DLCO12 84,63 15,67
Değişkenlerin sonuna konulan 0 rakamı değişkenin tedaviden önceki değerini,1
rakamı tedavi bitiminden 1 ay sonraki değişkenin değerini, 6 rakamı tedavi bitiminden 6 ay
sonraki değişkenin değerini, 12 rakamı tedavi bitiminden 12 ay sonraki değişkenin değerini
ifade etmektedir. Örneğin TLC6; tedavi bitiminden sonraki 6. aydaki TLC değerini ifade
eder.
63
Sadece Kemoterapi alanlarda; tedavi bitiminden 1 ay, 6 ay ve12 ay sonraki ortalama
TLC değerleri ile tedaviden önceki ortalama TLC değerleri karşılaştırıldığında, bu değerler
arasında istatistiksel olarak anlamlı düşüşler gözlenmiştir (Tablo 14). Yine FEV1/FVC
oranında istatistiksel olarak anlamlılık saptanmıştır,önce düşüş sonrası ise yükselme
saptanmıştır.
Tablo 15. Kemoterapi ve Mediastinal Radyoterapi Alan HL Tanılı Hastaların
Değerleri (n=18)
Değişken Ortalama Standart Sapma P LEVF0 0,59 0,05
0,992
LEVF1 0,58 0,03LEVF6 0,59 0,05LEVF12 0,58 0,05FVC0 99,61 16,32
0,028
FVC1 99,44 14,18FVC6 97,83 13,43FVC12 90,17 13,69FEV0 98,72 18,45
0,040
FEV1 97,06 17,58FEV6 95,67 17,84FEV12 92,39 16,12FEV1/FVC0 84,06 11,56
0,014
FEV1/FVC1 82,61 11,35FEV1/FVC6 85,22 14,61FEV1/FVC12 88,06 12,86PEF0 85,33 18,42
0,017
PEF1 95,44 16,04PEF6 88,33 19,19PEF12 76,44 20,40TLC0 101,78 13,12
0,035
TLC1 98,17 11,51TLC6 100,22 14,04TLC12 111,22 28,86DLco0 93,50 21,54
0,009
DLco1 81,72 15,94DLco6 83,56 17,90DLco12 94,78 47,16DLCO0 96,89 16,40
0,408
DLCO1 92,61 20,93DLCO6 94,72 19,58DLCO12 92,56 17,85
64
Kemoterapi ile birlikte Mediastinal Radyoterapi alanlarda, tedavi bitiminden 1 ay
sonraki ortalama TLC değerleri, tedavi öncesi ortalama TLC değerlerinden istatistiksel
anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. Yine DLCO değerinde 1.ay ve 6.ayda başlangıç
değerine göre istatistiksel olarak anlamlı düşüş saptanırken 1.yılda ise başlangıca göre
yükselme saptanmıştır. PEF, FEV1 ve FVC değerinde de 1.yılda başlangıç değerine göre
istatistiksel olarak bir düşüş gözlenmiştir. FEV1/FVC ve TLC değerlerinde ise 1. yılda
başlangıç değerine göre istatistiksel olarak anlamlı yükselme saptanmıştır.
65
5. TARTIŞMA
Genel populasyonda 1-10/100 000 oranında görülen Hodgkin Lenfomanın son 20
yılda görülme sıklığında artış bildirilmiştir (45).
Lenfomalarda erken ve doğru tanı ile birlikte hastalığın yaygınlık derecesinin
belirlenmesi büyük önem taşır.
Lenfomalarda erken tanıya gidebilmek, hastalığın tedaviye verdiği cevabı gözlemek,
yaygınlığını tespit etmek için klinik ve laboratuar parametrelerinin sağkalım ile ilişkisi
araştırılmaktadır.
Bunlardan serum LDH seviyesi, ekstranodal tutulan bölge sayısı, en büyük tümör
kitlesinin çapı veya evre gibi faktörler tümörün agresif potansiyelini; performans durumu
ve B semptomları, anemi, serum CRP seviyesi, eritrosit sedimantasyon hızı gibi faktörler
hastanın hastalığa yanıtını ve yaş ile performans durumu da hastanın tedaviye toleransını
yansıtır.
Geniş ölçekli bir çalışma ile bu parametreler analiz edilmiş ve öne çıkan parametreler
ile Uluslararası Prognoz İndeksi (IPI) geliştirilmiştir (84).
Aulbert ve Steffens tarafından yapılan çalışmada; 535 malign lenfomalı hastada
ferritin konsantrasyonlarına bakılmış. % 54 hastada ferritin konsantrasyonu yüksek
bulunmuş. Evre 4’de % 94, evre 3’de % 72.2, evre 2’de % 33.8, evre 1’de % 1.3 olarak
yükselmiş olarak bulunmuş. Ferritin seviyeleri ile tümör kitlesinin ilişkili olduğu, serum
ferritin konsantrasyonunun hastalığın aktivitesini yakınen takip ettiği, tedavi öncesi artmış
serum ferritin seviyelerinin tedavi sonrası tamamen normalleştiği, remisyonda olan
66
hastaların ferritin seviyelerinin normalleştiği, progresyonda ise tekrar artışa geçtiği ifade
edilmiştir (61).
Oertel J. ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada, 70 lenfomalı hastada serum
ferritin seviyelerine bakılmış. Evre III, IV’deki Hodgkin hastalarında belirgin derecede
ferritin seviyeleri yüksek bulunurken, düşük dereceli NHL ve KLL’li hastalarda normal
seviyede bulunmuş. İleri dereceli Hodgkin hastalarında ferritin yüksekliğinin sebebini
retiküloendotelyal sisteminden demirin serbestleşmesindeki eksiklik ile alakalı olduğu
ifade edilmiş (87).
Matzner Y ve arkadaşları yaptıkları çalışmada akut lösemi ve malign lenfomalarda
ferritin seviyelerinin, remisyon durumunu ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde
faydalı olacağını savunmuşlar (93).
İskandinavya’da yapılan bir çalışmada da diğer akut faz belirteçlerinden ferritin
serum seviyelerinin yüksek olması sağkalım ile ilişkili bulunmuştur (104).
Çalışmamızda 17 hastada (%50) başlangıç ferritin seviyeleri; Evre IV'de 5 hastada
(%29,4), evre III'de 8 hastada (%47,0), evre II'de 2 hastada (%11,8), evre I’de ise 2 hastada
(% 11,8) yüksek olarak bulunmuştur. Evre III ve IV 'de ferritin seviyesi yüksekliği literatür
ile uyumlu bulunmuştur. Tedavi öncesi ferritin değerleri tedavi sonrasında istatiksel olarak
anlamlı düşüş göstermiş olup, literatür verisi ile uyumlu olarak saptanmıştır.
Legouffe E. ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada; Hodgkin dışı lenfoma tanısı
almış 39 hastada (11 hasta düşük, 15 hasta orta, 13 hasta yüksek derecede) CRP
seviyelerine bakılmış. Hastaların %42’sinde CRP seviyesi yüksek bulunmuş (29.2 = 41.97
mg/ml). Bu gruplardaki hastaların surveyleri ve B semptomları kıyaslanmış. CRP
seviyeleri ile survey arasında ters orantı olduğu (CRP seviyesi tedavi öncesi yüksek olan
hastalarda sağkalım belirgin düşük), CRP seviyeleri ile B semptomları arasında ilişki
olduğu ve CRP’nin HDL için değerli ve erken prognostik biyomarker olabileceği ifade
edilmiş (122).
Çalışmamızda 32 (%94,1) hastada CRP seviyesi, 24 (% 70,6) hastada ESR yüksek
tesbit edildi. Hastalarımızın 23'ünde (%67,6) B semptomları mevcuttu.
67
B semptomlarına CRP ve ESR yüksekliği eşlik eden 18 hastamız (%52,9) mevcuttu.
B semptomlarına CRP yüksekliği eşlik eden, ESR yüksekliği eşlik etmeyen 2 hastamız
(%5,9), B semptomlarına CRP ve ESR yüksekliği eşlik etmeyen 1 hastamız (%2,9)
mevcuttu.
Tedavi sonrası 31 (%91.2) hasta komplet remisyona (tam cevap) girmiştir. 3 (%8.8)
hasta ise primer refrakter olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle literatürden farklı olarak
CRP yüksekliği ile survi arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır.
Birçok araştırmacı beta 2 mikroglobulin seviyelerini tek başına veya serum LDH
değerleri ile birlikte tümör yükü ve tedaviye verilen cevabın değerlendirilmesinde önemli
ve bağımsız prognostik faktör olarak değerlendirmiştir (12).
HL’da ve abdominal kanserlerde arttığı iyi bilinmektedir. β2 µg’in aralıklı
ölçümlerinin B hücreli tümörleri izlemede yararlı olduğuna dair sınırlı sayıda çalışma
vardır (136,138,143).
Hagberg ve arkadaşları HDL ve HL’lı evre III-IV’deki olgularda evre I-II’dekilere
göre serum β2 μg değerlerinin daha yüksek olduğunu ve bütün evrelerdeki olgular arasında
tedavi öncesi serum β2μg değeri yüksek olanlarda relapsın daha sık olduğunu
bildirmişlerdir (144).
Ayrıca bu çalışmada HDL’lı hastalarda remisyonda serum β2 μg’nin normale indiği
ve relapsta arttığı, β2μg’in tümör kitlesiyle ilişkili olduğu belirtilmiştir.
Bununla birlikte Raida ve ark. HL’larında serum β2μg seviyesini tümör yaygınlığı ile
ilişkili bulamadıklarını bildirmişlerdir (157).
Çalışmamızda 8 hastada (%23,5) β2 µg seviyeleri yüksek olup bu hastaların hepsinde
B semptomları mevcuttu. Bu hastaların 3'ü evre IV (%8,8), 4'ü evre III (%11,8),1'i (%3,1)
evre I grubundaydı.
Çalışmamızda serum β2 μg seviyesini tümör yaygınlığı ile ilişkili bulunmuştur.
Pavlıdıs A.N. ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada; β2 μg yüksekliğinin B
semptomları ve klinik dereceyle ilişkisinin olduğu ifade edilip survey için prognostik
öneme sahip olduğu düşünülmüş (158) olup bizim çalışmamızda da benzer ilişki
68
bulunmuştur.
Garcia ve ark.’nın 137 HL’lı hastada yaptığı çalışmada yüksek serum LDH’sı, >45
yaş, ileri evre, extranodal tutulum, yüksek serum ALP, yüksek ESR prognostik kriter
olarak kullanılmıştır (159). Bu çalışmada aynı zamanda LDH’ın objektif, kolay ve yaygın
şekilde ölçülebilmesi nedeniyle de iyi bir prognostik kriter olduğu ileri sürülmüştür.
Bien E ve Balcerska A tarafından yapılan çalışmada, akut lösemi, HL ve HDL,
nefroblastoma ve yumuşak doku sarkomlu toplam 100 hasta ile 30 kontrol sağlıklıda
eritrosit sedimentasyon hızı (ESR), C reaktif protein (CRP) ve laktat dehidrogenaz (LDH)
seviyeleri mukayese edilmiş. Bu tümör belirleyicilerine tedaviden önce, tedavi esnasında,
kısmi remisyonda, tam remisyonda, kanserin ilerlemesinde, ortaya çıkışında bakılmış.
Hastalarda ESR %78,7, CRP %50,8, LDH %72,1 bulunmuş. Kanserli hastaların ilk tedavi
öncesi tümör belirleyici ortalamalarını kontrol grubundan önemli derecede yüksek
bulmuşlar.
Hastalığın ilerlemesi ile tümör belirleyici seviyelerinde artış olmuş. Ancak sadece
ESR, CRP değerleri klinik remisyonda mukayese edilerek ilerlemede önemli ölçüde
farklılık göstermiş. LDH, ESR ve CRP seviyelerinin önemli belirleyiciler olduğu işaret
edilmiş ve tedavi öncesi LDH seviyelerinin survey için prognostik öneme sahip olduğunu
savunmuşlardır (160).
Çalışmamızda LDH başlangıçta 4 (%11,7) hastada yüksek bulunmuş,1(%2,9)
hastada tedavi sonunda yükseklik devam etmiştir.
ESR başlangıçta 26 (%76) hastada yüksek bulundu. 6 (%17,6) hastada 20 -50 mm/h,
15 (%44,1) hastada 50-100 mm/h arasında, 5 (%14,7) hastada 100 mm/h üzerinde idi.
Tedavi sonrası 10 (%29,4) hastada yükseklik devam etmiş olup 20-50 mm/h arasında idi.
Lenfoma için nonspesifik bir aktivite göstergesi olan ESR, kolay ve çabuk bir
metod olduğu için klinikte tercih edilir.
HL’da ESR yüksekliği ilk başvuru sırasında % 50 oranında tesbit edimekte, ileri
evrede ve LF tipte en yüksek oranlara ulaşmaktadır (161).
Bizim hastalarımızın % 60’ını evre III ve ever IV hastalar oluşturmakta olup,
69
sedimantasyon değerinin yüksek olarak bulunması buna bağlanabilir.
Serum albüminin düşük olması ve bunun tedaviyle düzelme göstermesi daha önceki
çalışmalarda meme, akciğer, NHL ve bazı enfeksiyon hastalıklarında bildirilmiştir (162-
164).
Bizim çalışmamız da da 13 (%38,2) hastada Albümin düzeyi tedavi öncesi düşük
bulunmuş, tedavi sonrası istatistiksel olarak anlamlı şekilde yükselmiştir.
IPI Skoruna göre HL'de prognostik anlamlılığı olan lökositoz, anemi ve lenfopeni
kriterleri bizim çalışmamızda şu şekilde bulunmuştur:
17 hastada (%50) lökositoz, 10 hastada (%29,4) anemi mevcuttu, lenfopeni ise10
(%29,4) hastada bulunmuştur.
Başvuru anında anemi tesbit edilen hastalara MCV düşüklüğü eşlik etmekte idi.
Tedavi sonunda 1 (%2,9) hastada anemi ve MCV düşüklüğü devam etti.
HL da ilk başvuru sırasında % 10-50 vakada anemi tesbit edilebilir, ileri evrelerde ise
hemen tüm vakalarda görülebilir (161).
HL da lökosit değerleri genelde normaldir, bazen lökopeni ve lökositoz gözlenebilir.
Bizim hastalarımızda literature ile uyumlu olarak başlangıçta 17 (%50) hastada lökositoz
tesbit edilmiş, tedavi sonunda 2 (%5,9) hasta dışında lökosit değerleri normal sınırlara
düşmüştür. Hastalarımızda başlangıçta ve tedavi sonunda lökopeni tesbit edilmemiştir.
10 (%29,4) hastada başlangıçta tesbit edilen lenfopeni tedavi sonrasında da devam
etmiştir.
HL da lenfopeni kötü bir prognostik işarettir ve özellikle ileri evrelerde ve LF tipte
sıktır (161).
Başlangıçta 17 (%50) hastada trombositoz mevcut iken, tedavi sonrası 1 (%2,9)
hastada trombositopeni tesbit edildi. HL da başvuru anında trombosit düzeyi genellikle
normaldir (161).
Hodgkin lenfomanın modern kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarıyla tedavi
edilebilirliği artmış ve hastaların hayatta kalım süresi uzamıştır (15,172).
70
Son 10 yılda nükssüz sağkalım oranı %70-90’a ulaşan HL, radyoterapi ve çoklu ilaç
kemoterapi uygulamaları ile tedavi edilebilen en önemli kanserlerden biri haline gelmiştir
(165).
Sağ kalan hasta oranlarının artması ile araştırmacıların asıl hedefi tedaviye bağlı geç
dönem ortaya çıkan yan etkileri önlemek ve yaşam kalitesini arttırmak olmuştur (166).
Tam remisyonda takip edilen hastaların mortalitesinin yaşayan kontrol grubuyla
karşılaştırıldığında çok daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Bu hastaların ölüm sebebinin
önemli oranı tedavi ile ilişkili bulunmuştur. Bu sebepler arasında kardiyopulmoner
hastalıklar ve sekonder noeplaziler bildirilmiştir (167).
Radyoterapi ve kemoterapatiklerin birlikte kullanımı hastaların yaşam süresini
uzatmıştır, ancak bu kombine tedaviler aynı zamanda akciğer ve kardiyak toksisiteye
neden olabilmektedirler (142-144).
Literatürde kemoterapi ve radyoterapinin kombine veya her biri tek başına yaptıkları
yan etkiler araştırıcılar tarafından incelenmiştir. Bu çalışmaların bir kısmı tanı yaşı,
radyasyon uygulama teknikleri, kemoterapatik ajanların içeriği ve dozu ile ilişkili bulurken
(168), bir kısmı toksisiteyi istatistiksel olarak anlamlı bulamamıştır.
Stanfort Üniversitesinin yaptığı prospektif çalışmada Bleomisin içeren kemoterapi
rejimleri ile tedavi edilen HL’li hastalarda sadece tek başına kemoterapi, sadece
mediastinal RT veya kombine tedavi alan 119 hasta incelenmiştir. Bu hastaların hepsinde
tedavi bitiminden 15 ay sonra FVC ve DLCO değerlerinde bir azalma gözlenmiştir (116).
Araştırıcılar ABVD/RT veya RT sonrası VBM (Vincristine, Bleomisine, Methotrexate)
KT’nin verilmesi akciğer toksisite açısından sadece tek başına Mantle RT alanlarla
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı olmadığını görmüşlerdir (128).
Stanfort çalışmasının protokolünde; RT’yi takiben VBM kemoterapinin yapılması
düşük pulmoner toksisiteye sebep olmuştur. Bu çalışmada solunum fonksiyonu
parametreleri ölçümleri yapılmıştır ve FVC, DLCO değerlerinde düşüşler gözlenmiştir. 6
kür ABVD ile tedavi edilip mediastinal RT alan hastalarda ise bu değerler daha da düşük
bulunmuştur.
71
Santoro ve arkadaşları 237 hastayı retrospektif olarak akciğer fonksiyonları açısından
incelemişlerdir (129). 6 kür MOPP veya ABVD, bölünmüş subtotal veya total lenfoid
radyoterapi kürleri ile birlikte verildiğinde; FVC, FEV1 ve DLCO değerlerinde anlamlı bir
değişiklik olmadığı saptanmıştır.
European Organisation for Research and Treatment of Cancer (EORTC) H6
çalışmasına göre; FVC’de minimal azalma; 6 kür ABVD’yi takiben RT verilmesi ile 6 kür
MOPP’u takiben RT verilmesi karşılaştırıldığında ABVD+RT alan grupta görülmüştür
(132).
Eghbali ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada 3 kür ABVD+Mediastinal RT ve
sadece 3 kür ABVD alan erken evre 65 HL’lı hastanın 16’sında (%25) solunum
problemleri gelişmiştir. Bu çalışmada solunum fonksiyon testi yapılmamış ve
semptomların devamlılığı hakkında bilgi verilmemiştir (77).
LaGrange ve arkadaşları, masif mediastinal kitlesi olan 5 hastada ABVD ve 40 Gy
RT kullanmışlardır. Tüm hastalarda akciğer komplikasyonları görülmüştür, 1 hasta ise
ölmüştür (133).
VBM kemoterapi rejimi ile mediastinal RT’nin kombine kullanımı sonucu akciğer
etkilerini araştıran başka çalışmalar da vardır (128,130,131).
Horning ve arkadaşlarının yapmış olduğu; Evre IA, IB, IIA, IIB ile IIIA Hodgkin
lenfoma tanılı 67 hastanın dahil edildiği çalışmada, hastalara RT tek başına veya RT+ 6
kür VBM kemoterapisi kombine olarak uygulanmıştır.
Değerlendirilebilen ve kombine tedavi alan 32 hastanın 30’una solunum fonksiyon
testi uygulanmıştır. Sadece 25 hastada, 1 yıl sonra solunum fonksiyon testi
tekrarlanabilmiştir. Başlangıç TLC, VC, FVC, FEV1, DLCO değerleri ile 1 yıl sonraki
değerleri karşılaştırıldığında, değerler arasında %10’dan fazla düşüş gözlenmiştir (130).
Bates ve arkadaşlarının yapmış olduğu, Evre IA veya IIA Hodgkin lenfoma tanılı 26
hastanın değerlendirildiği çalışmada, hastalara 2 kür VBM+involved field Radyoterapiyi
takiben ilave 4 kür daha VBM kemoterapisi uygulanmıştır. Akciğer fonksiyon testi; tedavi
öncesi, 2., 4. ve 6. kür kemoterapi sonrası yapılmıştır. Radyoterapi öncesi, akciğer
72
fonksiyonlarında istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik gözlenmez iken, 6.
kemoterapiden sonraki FEV1 ve TLCO değerlerinde tedavi öncesi değerlere göre
istatistiksel olarak anlamlı düşüşler gözlenmiştir (t testi, p<0.05).
Akciğer toksisitesi; standart akciğer parametreleri ile ölçüldüğünde en çok tedavi
bitiminden 1. ve 9. aylarda görülmektedir. Bu toksisite, akut parankimal hasardan minör
restriktif sendroma kadar değişkenlik göstermektedir (124,134-137).
Radyoterapi bittikten 24 ay sonra FVC, FEV1 ve DLCO değerlerinde azalma
görülmektedir (138-140,145).
Horning ve arkadaşları, 145 Hodgkin lenfoma tanılı hastanın değerlendirildiği
randomize, kontrollü çalışmada hastaları 3 gruba ayırmıştır. Çalışmada, 1. gruba sadece
mediastinal radyoterapi verilmiştir. 2. gruba mediastinal radyoterapiye ek olarak Bleomisin
kemoterapisi, 3. gruba da sadece bleomisin kemoterapisi verilmiştir. Akciğer fonksiyon
testleri tedavi öncesi, tedavi bitiminden 15 ay ve 36 ay sonra yapılmıştır. Tedavi sonrası
15. ayda DLCO değerleri, tedavi öncesi DLCO değerlerine göre; 1. ve 2. grupta
istatistiksel olarak anlamlı düşük bulunmuştur. 3. grupta ise, DLCO değerleri
kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Tedavi sonrası 15.
aydaki FVC değerleri, her 3 grupta da istatistiksel anlamlı olarak düşük bulunmuştur (136).
Morgan ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada ise sadece kemoterapi alanlar ile
kemoterapiyle birlikte mediastinal radyoterapi alanlarda; tedavi sonrası sol ventrikül
ejeksiyon fraksiyonu değerleri, tedaviden önceki değerler ile karşılaştırıldığında
istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik göstermemiştir (140).
Hirsch ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmaya, Evre IA ile IIIA arasında değişen
60 Hodgkin lenfoma tanılı hasta alınmıştır. Tüm hastalar 6 kür ABVD ile tedavi
edilmişlerdir. 30 hastaya, ABVD kemoterapisine ek olarak mantle veya mediastinal RT
uygulanmıştır. Solunum fonksiyon testi; tedavi öncesi, kemoterapi sonrası ve radyoterapi
sonrası yapılmıştır. Sadece ABVD alan hastalar ile ABVD sonrası mantle veya mediastinal
RT alan hastaların tedavi bitimlerinin 6. ayında, her iki tedavi kolunda da FVC ve DLCO
değerleri, tedavi önceki değerler ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düşük
gözlenmiştir (116).
73
Villani ve arkadaşları tarafından 1993-1995 yılları arasında kemoterapi (4 kür
ABVD) ve 30-41 Gy aralığında mediastinal RT uygulanmış 39 hastaya 6-12 ayda bir kalp
fonksiyonlarını değerlendirmek için ekokardiyografi uygulanmış. Hastalar 28-62 ay
aralığında ortalama 40 ay takip edilmiş. Bu hastalara; tedavi öncesi, tedavi bitiminden
hemen sonra ve tedavi bitiminden 1 yıl sonra solunum fonksiyon testi uygulanmıştır.
Tedavi bitiminden hemen sonra FEV1, TLC, VC ve DLCO değerlerinde bir düşüş
gözlenmiştir. Bu düşüş tedavi bitiminden 1 yıl sonra da sürmüştür.
Tedavi sonrası bakılan ilk ejeksiyon fraksiyonu değeri %50-74 aralığında ortalaması
%59,8, 15. aydaki takiplerinde %45-66 aralığında ortalama %55,8 ve 8 hastanın ejeksiyon
fraksiyonu % 50’nin altında bulunmuştur. 40. ayda 5 hastanın ejeksiyon fraksiyonu %
50’nin altında bulunmuştur (169).
Carde ve arkadaşlarının yapmış olduğu, 262 Hodgkin lenfoma tanılı hastayı
kapsayan çalışmasında, bir gruba ABVD+RT, bir gruba da MOPP+RT tedavisi
uygulanmıştır. Tedavi bitiminden hemen sonra yapılan solunum fonksiyon testinde
ABVD+RT alan gruptaki VC değerleri, tedavi önceki değerleri ile karşılaştırıldığında,
değerler arasında istatistiksel olarak anlamlı düşüşler gözlenmiştir. Tedavi sonrası EKO ile
bulunan LVEF değerlerinde, tedavi öncesi LVEF değerleri ile karşılaştırıldığında,
istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik saptanmamıştır (132).
Literatürden farklı olarak bizim çalışmamızda sadece kemoterapi alanlarda; tedavi
bitiminden 1 ay, 6 ay ve12 ay sonraki ortalama TLC değerleri ile tedaviden önceki
ortalama TLC değerleri karşılaştırıldığında bu değerlerde tedavi bitimininin ilk ayından
itibaren istatistiksel olarak anlamlı düşüşler gözlenmiştir. Yine FEV1/FVC oranında
istatistiksel olarak anlamlılık saptanmıştır, önce düşüş (Tablo 14). Yine FEV1/FVC
oranında istatistiksel olarak anlamlılık saptanmıştır, önce düşüş sonrası ise yükselme
saptanmıştır.
Literatürle uyumlu olarak bizim çalışmamızda kemoterapi ile birlikte mediastinal
radyoterapi alan grupta ise, tedavi bitiminden 1 ay sonraki ortalama TLC değerleri, tedavi
öncesi ortalama TLC değerlerinden istatistiksel anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur.
Yine DLCO değerinde 1.ay ve 6.ayda başlangıç değerine göre istatistiksel olarak
74
anlamlı düşüş saptanırken 1.yılda ise başlangıca göre yükselme saptanmıştır. PEF, FEV1
ve FVC değerinde de 1.yılda başlangıç değerine göre istatistiksel olarak bir düşüş
gözlenmiştir. FEV1/FVC ve TLC değerlerinde ise 1.yılda başlangıç değerine göre
istatistiksel olarak anlamlı yükselme saptanmıştır.
Salloum ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ortalama bleomisin kümülatif dozu 92
IU/m2 olup SFT ile doz arasında ilişki bulunmamıştır, hastalar kardiyak semptomlar
açısından sorgulandığında hastaların hiçbirinde kardiyak semtom tespit edilmemiştir (170).
Brice ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ortalama bleomisin kümülatif dozu 60
IU/m2 olup %17 hastada minör restriktif bulgular görülmüş ancak istatistiksel anlam
bulunmamıştır, tedavi üzerinden ortalama 13 ay geçen 40 hastanın hiçbirinde kardiyak
semptom saptanmamıştır (141).
Hastaların kombine radyoterapi ve kemoterapi sonrası kardiyak semptomlarını
inceleyen çalışmalardan birinde, Allavena ve arkadaşları tedavi üzerinden ortalama 5 yıl
geçmiş toplam 75 hastanın hiçbirinde kardiyak semptoma rastlanmamıştır (171).
Bizim çalışmamızda literatür ile uyumlu olarak hastaların hiçbirinde kardiyak
semptom saptanmamıştır, bütün hastaların ejeksiyon fraksiyonu normal değerlerde idi,
tedavinin üzerinden geçen zaman arttıkça kardiyopulmoner komplikasyonların ortaya
çıkabileceğini öngörerek hastaların yakın takip edilmeleri gerektiği düşünüldü.
Hodgkin lenfomadan sağkalan hastalarda tiroid beziyle ilişkili olarak, nodül,
hipotiroidi, radyoterapi sonrası tiroidit, Graves hastalığı ve tiroidin papiller karsinomu ve
daha nadir olarak da folliküler karsinomu dikkat çekicidir (14-20,149,172-175).
Geç döneme ait bu yan etkiler tanımlanmıştır ancak hangi hastada, hangi tedavi
protokolünün, hangi tip bozukluğa yol açtığını belirleyen risk faktörleri üzerinde halen
tartışılmaktadır.
Hodgkin lenfoma tanısı ile kemoterapi ve radyoterapi alan; serbest T3, T4 ve TSH
düzeylerini inceleyen çalışmalardan birinde Sklar ve ark. retrospektif olarak 1970-1986
yılları arasında tedavi almış 1791 hastaya anket formuyla ulaşmıştır. Takip süresi
ortalaması 30 yıl olan ve teşhisden 20 yıl sonra 45 Gy ve üzeri radyoterapi alanların %
75
50’sinde hipotiroidi, % 5’inde hipertiroidi saptanmıştır (15).
TSH seviyesi yüksekliği saptanan (serbest ve total T3,T4 normal) başka bir
çalışmada ise Constine ve ark. 1984’de, 16 yaş ve altında boyun bölgesine radyoterapi alan
119 Hodgkin lenfomalı hastayı incelemiştir. Hastalar radyoterapi dozlarına göre iki gruba
ayrılmıştır. Düşük doz radyoterapi (26 Gy altında) alan grubun % 17’sinde 18 ay içinde,
yüksek doz radyoterapi (26 Gy üstünde) alan grubun % 78’inde 31 ay içinde TSH
yüksekliği bildirilmiştir (176).
Nair ve ark. tarafından 1990 yılında prospektif olarak manto alanı radyoterapisi
almış 35 Hodgkin lenfomalı hastanın tiroid fonksiyonları seri bir şekilde takibe alınmıştır.
Klinik hipotiroidizm saptanmamakla beraber % 67 oranında subklinik hipotiroidizm
(yüksek TSH, normal T3,T4) saptanmıştır. TSH seviyesi hastaların %37’sinde radyoterapi
sonrası ilk ölçümde yüksek bulunmuş, % 17’sinde yüksek kalmış, %20’sinde normal
seviyeye inmiştir. TSH seviyesindeki yükselme radyoterapiden ortalama 2-3 yıl sonra
tespit edilmiş ve oluştuktan 4-6 yıl sonra normale inebileceği belirtilmiştir, bununla
beraber TSH seviyesi 2-3 sene yüksek kalıyorsa tiroksin replasmanı önerilmiştir (177).
Moryl-Bujakowska ve ark. tarafından 1997-2002 yılları arasında PGD-HD97
protokolüne göre, kemoterapi ve düşük doz tutulmuş alan radyoterapisi (15-25 Gy)
uygulanmış 58 hastanın takibinde, 6-12 ayda bir yapılan periodik ölçümlerde TSH, serbest
ve total T3,T4 çalışılmıştır. Gözlem süresi 2003 yılında tamamlandığında 612 ölçüm
yapılmış olup, % 50 hastada en az bir tiroid hormon sonucu bozuk veya TSH seviyesi
yüksek saptanmıştır. En sık rastlanan bozukluk % 27,6 oranıyla TSH yüksekliği olmuştur
(178).
Çalışmamızda Hodgkin lenfoma tanısı sonrası kemoterapi ve radyoterapi almış
toplam 34 hastanın serbest T3, T4, TSH düzeyleri incelendi. Bütün hastaların serbest
T3,T4 düzeyleri normaldi. 1 (%2,9) hastanın başlangıçta subklinik hipotiroidisi mevcut
olup, bu hasta boyuna tutulu alan radyoterapisi almış olup tedavi sonrası subklinik
hipotiroidi halen devam etmektedir. Radyoterapi sonrası hesaplanan benign veya malign
tiroid hastalığı geliştirme riski tartışmalıdır, fakat tedaviden 20 yıl sonra bu risk % 50’ye
kadar çıkabilir. Hastalarımızda literatürlerde bahsedilen klinik hipotiroidi ve hipertiroidi
76
saptanmamıştır, ancak takip süresi artan hastalar oluşabilecek bu komplikasyonlar
açısından da gözlenmektedir.
Komplikasyonların azaltılmasına yönelik olarak kemoterapatik ajanların kümülatif
dozu, radyasyon dozu ve radyoterapi alanını azaltmak yeni tedavi stratejileri arasında yer
almaktadır. Bu yenililiklerin asıl hedefi relaps riski ve tedaviye bağlı görülen yan etkiler
arasındaki dengeyi çok iyi sağlamaktır (179). Son on yılda radyoterapi tekniklerinin
gelişmesi ile birlikte yan etkilerin görülme sıklığı ve şiddetinde önemli derecede azalma
bildirilmiştir (180).
Gerek radyasyon dozu ve radyoterapi alanının azaltılması gerekse kardiyopulmoner
sistem üzerine toksisitesi olan kemoterapatik ajanların kümülatif dozlarının azaltılması
açısından yapılan çalışmaların sonucunda yaşam süresi ve kalitesinin artacağını umut
ediyoruz.
Hodgkin lenfoma tedavisi sonrası sağkalımı artan popülasyonun geç dönem
komplikasyonlar açısından bilgilendirilmesi ve ömür boyu kontrol altında olması
gerekmektedir. Tarama ile saptanan komplikasyonların tedavisinin hastaların hayat
süresini ve kalitesini arttırabileceği akılda tutulmalıdır.
77
6. KAYNAKLAR
1. Yüksel İ.Lenfomalı hastalarda serum ferritini ve laktat dehidrogenaz
izoenzimlerinin dağılımı. Atatürk Üni. Tıp Fak İç Hastalıkları Anabilim Dalı,
Uzmanlık tezi, Erzurum, 1990; 1:1
2. Diehl V, Mauch PM, Harris NL: Hodgkin’s Disease, In: DeVita VT, Hellman S,
Rosenberg SA eds: Cancer Principles and Practice of Oncology. 6th Ed.
Philadelphia, Pa: Lippincott Williams&Wilkins, 2339-2389, 2001.
3. Baumann H, Gauldine J. The acute phase response. Immunol Today 1994; 15: 74.
4. Kushner I. The phenomenon of the acute phase response. Ann NY Acad Sci 1982;
389: 39.
5. Gabay C, Kushner I. Acute phase proteins and other systemic responses to
inflammation. New Engl J Med 1999; 340:448.
6. Hack CE, Wolbink GJ, Schalkwijk C, Speijer H, Hermens WT, van den Bosch H.
Arole for secretory phospholipase A2 and C-reactive protein in the removal of
injured cells. Immunol Today 1997; 18: 111.
7. Rifai N, Tracy RP, Ridker PM. Clinical efficacy of an automated high-sensitivity
C-reactive protein assay. ClinChem 45; 2136-2141, 1999.
8. Rifai N and Ridker PM. High-sensitivity C-reactive protein: A novel and
promising marker of coronary heart disease. ClinChem 47,403-411,2001.
9. Roberts WL, Sedrick R, Moulton L, Spencer A, Rifai N. Evaluation of four
78
automated high-sensitivity C-reactive protein methods: Implications for clinical
and epidemiological applications. ClinChem 46;461-468,2000.
10. Beers MH, Berkow R (eds),The Merck Manual of Diagnosis and Therapy.17th
ed.Merck & Co, 2002:1002-1015-2547
11. Burtis CA, Ashwood ER, Tietz Klinik Kimyada Temel İlkeler, Palme Yayıncılık
Ankara 2005:332-337
12. Swan F, Velasquez WS, Tucker S, Redman JR, Rodriguez MA, McLaughlin P,
Hagemeister FB and Cabanillas F: A New Serologic Staging System For Large-
Cell Lymphomas Based on Initial β-2 Microglobulin and Lactate Dehydrogenase
Levels. J Clin Oncol 7 (10):1518-1527, 1989.
13. Villani F., Viola G., Vismara C., Lung Function and Serum Concentrations of
Different Cytokines in Patients Submitted to Radiotherapy and Intermediate/High
Dose Chemotherapy for Hodgkin’s Disease, Anticancer Research, 2002;
22:2403-2408.
14. Schellong G, Pötter R, Bramswig J. High cure rates and reduced long term
toxicity in pediatric Hodgkin’s disease: The German-Austrian multicenter trial
DAL-HD-90 J Clin Oncol 1999 Vol: 17 No: 12 p. 3736-3744
15. Sklar C, Whitton J, Mertens CA. Abnormalities of the thyroid in survivors of
Hodgkin’s disease: data from the Childhood Cancer Survivor Study J Clin
Endocrinol Metab 2000 85: 9; 3227-3232
16. The Pediatric Clinics of North America, Pediatric Hematology/Oncology, Part I
October 2002, p. 1086-1090.
17. Philip A Pizzo, David G Poplock Principles and Practice of Pediatric Oncology.
Third Edition Lippincott Raven p. 695-721
18. Manuel of Pediatric Hematology and Oncology, Philip Lanzkowsky, 4 th ed.
(453-490).
19. Acharya S, Sarafoğlu K, LaQuaglia M. Thyroid neoplasms after therapeutic
79
radiation for malignancies during childhood or adolescence, Cancer 2003 Vol: 97
No: 10 p. 2397-2403
20. Chin D, Sklar C, Donahue B. Thyroid dysfunction as late effect in survivors of
pediatric medullablastoma/primitive neuroectodermal tumors Cancer 1997 Vol:
80 No: 4 p. 798-804
21. Gold GD, Neglia PJ, Dusenbery EK. Second neoplasms after megavoltage
radiation for pediatric tumors Cancer 2003 Vol: 97 No: 10 p. 2588-2596
22. Kasper D.L., Braunwold E., Harrison’s Principles of Internal Medicine, 16 th
Edition, 2004
23. Rosen PJ, Lavey Rs, Haskell CM. Hodgkin’s Disease In: Haskell CM (ed).
Cancer Treatment. 4.th ed. Philadelphia. W.B. Saunder Company. 1995; 951-979.
24. DeVita VT, Mauch PM, Harris NL. Hodgkin’s Disesase In: DeVita VT, Hellman
S, Rosenberg SA (eds). Cancer Principles and Practice of Oncology. 5th ed.
Philadelphia, Lippincoltt-Raven 1997; 2242-2283.
25. Stein RS. Hodgkin’s Disease. In: Lee RG, Foerster F, Lukens J et al. (eds).
Wintrobe’s Clinical Hematology. 10th ed Egypt. Mass Pub. 1999; 2538-2571.
26. Horning JH. Hodgkin Lymphoma. In: Beutler E, Lichtman MA, Coller BS, Kipps
TJ, Seligsohn U (eds). Williams Hematology. 6th ed. McGraw-hill. 2001; 1215-
1235.
27. Bernhards J, Fischer R, Hubner K, et al. Histopatological classification of
Hodgkin’s Lymphoma. Results from the reference patology of the German
Hodgkin’s trial. Annals of Oncology 1992; 3(4): 31-33.
28. Thomas RK, Re D, Zander T et al. Epidemiology and etiology of Hodgkin’s
Lymphoma. ESMO 2002; 147-152.
29. Kadin ME, Liebowitz DN. Cytokine and cytokine receptors in Hodgkin’s
disease.In Mauch PM, Armitage JO, et al., eds Hodgkin’s Disease Philadelphia:
Lippincott Williams&Wilkins; 1999: 139-157
80
30. Rosdahl N, Larson SO, Clemmesen J. Hodgkin´s disease in patients with previous
infectious mononucleosis: 30 years´ experience. Br Med J. 1974; 2 (5913): 253-
256.
31. Robertson SI, Lowman IT, Grufferman S, et al. Familial Hodgkin’s disease. A
clinical and laboratory investigation. Cancer 1987; 59: 1314-1319.
32. Glaser SL. Jarrett RF. The epidemiology of Hodgkin’s disease. Baillieres Clin
Hematol 1996; 9: 401-416.
33. Hjalgrim H, Askling J, Sorensen P, et al. Risk of Hodgkin´s disease and other
cancers after infectious mononucleosis. J Natl Cancer Inst. 2000; 92 (18): 1522-
1528.
34. Jarrett RF. Viruses and Hodgkin´s lymphoma. Ann Oncol. 2002; 13 (S1):23-29.
35. Jarrett RF, Armstrong AA, Alexander E. Epidemiology of EBV Hodgkin’s
lymphoma. Ann Oncol. 1996; 7 (suppl): S5-S10.
36. Weiss LM, Movahed LA, Warnke RA, Sklar J. Detection of Epstein Barr viral
genomes in Reed Sternberg cells of Hodgkin’s disease N Engl J Med 1989; 320:
502-506
37. Pallesen G, Hamilton-Dutoit SJ, Rowe M, Young LS. Expression of Epstein Barr
virus latent gene products in tumour cells of Hodgkins disease. Lancet 1991; 337:
320-322
38. Andrlko JA, Aguilera NS, Nandedkar MA, Abbondanzo SL. Childhood
Hodgkin’s disease in the United States: an analysis of histologic subtypes and
association with Epstein Barr virus. Mod Pathol 1997; 10: 366-371
39. Benharroch D, Shemer-Avni Y, Myint YY, et al. Measles virus: evidence of an
association with Hodgkin´s disease. Br J Cancer. 2004; 91 (3): 572-579.
40. Klinik Gelişim, İstanbul Tabib Odası Süreli Bilimsel Yayını 2007, CİLT 20,
Sayı:2, 66
41. Gutensohn N, Cole P, Childhood social environment and Hodgkin´s disease. N
81
Engl J Med. 1981; 304 (3): 135-140.
42. Alexander FE, Rickette TJ, McKinney PA, Cartwright RA. Community life style
characteristics and incidence of Hodgkin´s disease in young people. Int J Cancer.
1991; 48 (1): 10-14
43. Chang ET, Zheng T, Weir EG, et al. Childhood social environment and Hodgkin´s
lymphoma: new findings from a population based case control study. Cancer
Epidemiol Biomarkers Prev. 2004; 13 (8): 1361-1370
44. The origin of Hodgkin and Reed/Sternberg cells in Hodgkin’s disease Annu Rev
Immunol 1998; 16: 471-493
45. Cleary S, Link M, Danoldson S Hodgkin disease in the very young. Int J Radiat
Oncol Biol Phys 1994; 28:77-84.
46. Philip A Pizzo, David G Poplock Principles and Practice of Pediatric Oncology.
Third Edition Lippincott Raven p. 523-543
47. Brauninger A, Schmitz R, Bechtel D, et al. Mini review: molecular biology of
Hodgkin´s and Reed/Sternberg cells in Hodgkin´s lymphoma. Int J Cancer. 2005;
118 (8): 1853-1861
48. Re D, Kuppers R, Diehl V. Molecular pathogenesis of Hodgkin´s lymphoma. J
Clin Oncol. 2005; 23 (26): 6379-6386.
49. Altuntaş F, Eser B, Kaplan B, Canöz Ö, Gündoğan K, Özkan M, Er Ö, Coşkun
HS, Çetin M, Karahacığulu E, Ünal A. Hodgkin hastalığı ilk basamak tedavi
sonuçları: tek merkez deneyimi. THOD 2003; 2(13): 79-86.
50. Dielh V, Stein H, Hummel M, Zolinger R, Connors J. Hodgkin’s lymphoma:
Biology and Treatment strategies for Primary, Refractory and Relapsed Diseases.
Hematology 2003; 225-242.
51. Ekstrand BC, Lucas JB, Horwitz SM, et al. Rituximab in lymphocyte predominant
Hodgkin’s disease: results or a Phase II Trial. Blood. 2003; 101;4285-4289.
52. Rehwald U, Schulz H, Reiser M, et al. Treatment of relapsed CD20+ Hodgkin
82
lymphoma with the monoclonal antibody rituximab is effective and well tolerated:
results of a Phase 2 trial of the German Hodgkin Lymphoma Study group. Blood.
2003; 101 (2): 420-424.
53. Mason DY, Banks PM, Chan J, Cleary ML, Delsol G, Harris NL et al. Noduler
lymphocyte predominance Hodgkin’s disease. A distinct clinicopathological
entity. Am J Surg Pathol 1994; 18: 526-530.
54. Anagnostopoulos I, Hansmann ML, Franssila K, Harris M, Harris NL. European
Task Force on Lymphoma project on lymphocyte predominance Hodgkin disease:
histologic and immunohistologic analysis of submitted cases reveals 2 types of
Hodgkin disease with a nodular growth pattern and abundant lymphocytesa,
Blood 2000; 96: 1889-1899.
55. Martin D.Abeloff, James O. Armitage, Allen S. Lichter, John E. Niederhuber,
Clinical Oncology, second edition, 2000. 2620-2657.
56. Yahalom J, Straus D. Hodgkin´s lymphoma. In: Pazdur R, Coia LR, Hoskins WJ,
Wagman LD, editors. Cancer management: a multidisciplinary approach. 9th ed.
Lawrence, KS: CMP Healthcare Media; 2005. p. 675.
57. Kaplan HS. Hodgkin’s disease, 2nd ed. Cambridge: Harvaad University Press,
1980.
58. Donaldson SS, Hudson M, Oberlin O, et al.Pediaric Hodgkin’s disease.In: Mauch
PM,Armitage JO, Diehl V, et al., eds. Hodgkin’s disease. Philadelphia: Lippincott
Williams& Wilkins, 1999: 531-605
59. Seymour JF. Splenomegaly, eosinophilia, and pruritus: Hodgkin’s disease or?
Blood 1997; 90: 1719-1720
60. Olsson H, Brandt L, Relief of pruritus as an early sign of spinal cord compression
in Hodgkin’s disease. Acta Med Scand 1979; 206: 319-320
61. Aulbert E, Steffens O, Serum ferrritin –a tumor marker in malignant lymphomas?
Onkologie 1990;13(2): 102-8
83
62. Henry-Amar M, Friedman S, Hayat M, Somer R: Erytrocyte Sedimentation Rate
Predicts Early Relapse and Survival in early-stage Hodghkin’s Disease. Ann
Intern Med.1991; 114: 361.
63. Greer J.P., Foerster J., Lukens J.N, Rodgers G.M., Paraskevas F., Glader B.,
Hodgkin Disease, Chapter 95, 2.nd Edition Wintrobe’s Clinical Hematology,
2521-2524, 2004.
64. Gobbi PG, Cavalli C, Gendarini A, et al. Reevaluation of prognostic significance
of symptoms in Hodgkin’s disease. Cancer 1985; 56: 2874-2880
65. Hanna SL, Fletcher BD, Boulden TF, et al. MR imaging of infradiaphagmatic
lymphadenopathy in children and adolescents with Hodgkin disease: comparisson
with lymphography and CT. J Magn Reson Imaging 1993; 3: 461-470
66. Meyer RM, Ambinder RF, Stroobants S. Hodgkin´s lymphoma: evolving concepts
with implications for practice. Hematology Am Soc Hematol Educ Program.
2004; 184-202.
67. Mac Mahon B. Epidemiological evidents of the nature of Hodgkin’s disease.
Cancer 1957; 10:1 045-1054.
68. Wang JL., Ma SQ., Zhang YJ., Role of single-breath carbon monoxide-diffusing
capasity in monitoring the bleomycin-induced lung toxicity in human, Zhonghua
Nei Ke Za Zhi. 2003; 42(10): 709-712.
69. Villani F., De Maria P., Bonfante V., Late Pulmonary Toxicity after Treatment for
Hodgkin’s Disease. Anticancer Research, 1997; 17: 4739-4742.
70. Hoppe RT. Treatment planning in the radiation therapy of Hodgkin’s disease.
Front Radiat Ther Oncol 1987; 21: 270-287.
71. Pusey W. Cases of sarcomes and Hodgkin’s disease treated by exposures to x rays
: a preliminary report. JAMA 1902; 38: 166-170.
72. Bonadonna G, Zucali R, Monfardini S, Combination Chemotherapy of Hodgkin
Disease with Adriamycin, Bleomycin, Vinblastine and Imidalizolecarboxamide
84
versus MOPP. Cancer 1975, 36.252-259.
73. Canellos G.P, Anderson J.R, Chemotherapy of Advanced Hodgkin Disease with
MOPP, ABVD or MOPP Alternating with ABVD. N Eng J Med. 1992; 327:
1478-1484.
74. Duggan D.B, Petroni G.R., Randomized Comparison of ABVD and MOPP / ABV
hybrid for the Treatment of Advanced Hodgkin’s Disease: Report of an
İntergroup Trial. J Clin Oncol. 2003; 21: 607-614
75. Jacob Adams M, Stuart L, Steven C. Cardiovascular Status in Long-Term
Survivors of Hodgkin's Disease Treated With Chest Radiotherapy, Journal of
Clinical Oncology, 2004; 22 (15).
76. Santoro A, Bonadonna G, Valagusse P; Lung Tern Results of Combined
Chemoterapy-Radiotherapy approach in Hodgkin’s Disease: Superiority of
ABVD Plus Radiotherapy Versus MOPP Plus Radiıtherapy. J. Clin Oncol 5:27-
37,1987
77. Eghbali H, Bonichon F, David B: Combination of ABVD and radiotherapy in
Early Stages of Hodgkin Disease: Analysis of a Series of 94 Patients. Radiother.
Oncol 18: 127-136,1990.
78. Sieber M, Brillant C, Franklin J, et al. Two cycles ABVD plus extended field
radiotherapy is superior to radiotherapy alone in early stage Hodgkin’s Disease:
Final results of the german hodgkin’s lymphoma Study Group Trial HD7 abstract.
Blood.
79. Bonfante V, Vivani S, Devizz II, et al. Ten-year experience with ABVD plus
radiotherapy: subtotal nodal (STNI) versus involved-field (IFRT) in early stage
Hodgkin’s disease. Proc ASCO. 2001; 20:281a.
80. Canellos G, Anderson J, Propert K: Chemotherapy of advanced Hodgkin’s disease
with MOPP, ABVD, or MOPP alternating with ABVD. N Eng J Med 327: 1478-
1484, 1992.
81. Diehl V., Loeffler M., Pfreundschuh M.,et all. Further Chemotherapy versus Low-
85
dose involved-field radiotherapy as consolidation of complete remission after six
cylces of alternating chemotherapy in patience’s with advanced Hodgkin’s
disease. German Hodgkin’s Study Group (GHSG). Ann Oncol. 1995; 6: 901-910.
82. Fermece Sebban C, Henneqin C., et all. Comparison of Chemotherapy to
radiotherapy as consolidation of complete or good partial response after six cycles
of Chemotherapy for patients with advanced Hodgkin’s Disease: Results of the
group d’etudes des lymphomes de I’Adulte H89 trial. Blood 2000; 95: 2246-2252.
83. Aleman BM., Raemaekers JM, Tirelli U., et all. Involved field radiotherapy for
advanced Hodgkin’s Lymphoma. N Engl J Med. 2003; 348: 2396-2406.
84. Hasenclever D and Diehl V: A Prognostic Score for Advanced Hodgkin’s
Disease, International prognostic factors project on advanced Hodghkin’s disease.
N Eng J Med 339(21):1506-1514, 1998.
85. Edward C. Holphin, Louis S. Constine, Nancy J. Tarbell, Lary E. Kun, Pediactric
Radiation Oncology third edition 1999, p 203-232.
86. Specht L. Prognostics factors in Hodgkin’s disease. Sem Radiat Oncol 1996; 6:
146-161.
87. Oertel J, Schultz E, Korinth E, Heilhecker A, Serum ferritin in patients with
malignant lymphomas (author's tranl.). Klin Wochenschr 1997; 55(22):1109-1
88. Baker KS, Gordon BG, Gross TG, et al. Autologous hematopoietic stem cell
transplantation for relapsed or refractory Hodgkin’s disease in children and
adolescents. J Clin Oncol 1999, 17: 825-831.
89. Ballou SP, Kushner I. C-reactive protein and the acute phase response. Adv
Internal Med.1992; 37: 313.
90. Pepys MB, Baltz ML. Acute phase proteins with special reference to C-reactive
protein and related proteins (pentaxins) and serum amyloid A protein. Adv
Immunol 1983; 34: 141.
91. Baumann H, Gauldine J. Regulation of hepatic acute phase plasma protein genes
86
by hepatocyte stimulating factors and other mediators of inflammation. Mol Biol
Med 1990; 7: 147.
92. Morley JJ, Kushner I. Serum C-reactive protein levels in disease. Ann NY Acad
Sci 1982; 389:406-418.
93. Matcner Y, Konjn Am, Hersko C, Serum feeritin in hematologic malignancies.
Am J Hematology 1980; 9(1):13:22
94. Franco R.S: Proteins, Ferritin: In Kaplan L.A, Pasce A.J.(eds). Clinical
Chemistry: Teory, Analysis and Correlation- The C.Mosby Company Toronto
1984 s:1268-1326.
95. Fairbaks F.V, Klee G.G: Biochemical Aspects of Hematology. In Tietz N. W(edi)
Textbook of Clinical Chemistry- W.B. Saunders Company 7th ed. Toronto 1986
s:1495-1588.
96. Yamaç K. Hodgkin dışı lenfoma. İçinde İliçin G, Biberoğlu K, Süleymanlar G,
Ünal S (yazarlar). İç Hastalıkları. Ankara: Güneş Kitabevi, 2003:1913-1928.
97. Foon KA, Fisher RI. Lymphomas. In Beutler E, Lichtman MA, Coller BS, Kipps
TJ (eds). Williams Hematology. 6th ed. New York: Mc Graw-Hill Companies,
2001; 1237-1262.
98. Martin D. Abeloff, James O. Armitage, Allen S. Lichter and John E. Nederhuber,
Clinical Oncology second edition 2000, 2620-2657.
99. Adamson IY, Bowden DH: The pathogenesis of bleomycin–induced pulmonary
fibrosis in mice. Am J Pathol 77: 185, 1974.
100. Cooper JAD, White DA, Matthay RA: Drug induced pulmonary disease. Part I:
Cytotoxic drugs. Am Rev Respir Dis 133:321,1986.
101. Doll DC, Ringenberg Q, Yarbo JW: Vascular toxicity associated with
antineoplastic agents. J Clin Oncol 4: 1405, 1986.
102. Lombard CM, Churg A, Wincour S: Pulmonary veno-oclusive disease following
therapy for malignant neoplasms. Chest 92: 871, 1987.
87
103. Azambuja E, Fleck JF, Batista RG, Menna Barreto SS. Bleomycin lung toxicity:
who are the patients with increased risk? Pulm Pharmacol Ther.2005;18(5):363-6.
104. Hagberg H, Glimelius B, Gronowitz S, Killander A, Kalender C, Schroder T.
Biochemical markers in non-Hodgkin’s lymphoma stages III and IV and
prognosis: a multivariate analysis. Scand J Haematol. 1988.Jul;33(1): 59-67.
105. Comis R: Bleomycin pulmonary toxicity: Current status and future directions.
Semin Oncol 19: 64-70, 1992.
106. Einhorn L, Krause M, Hornback N: Enhanced Pulmonary Toxicity With
Bleomycin and Radiotherapy in Oat Cell Cancer. Cancer 37: 2414-2416, 1976.
107. Samuels M, Johnson D, Holoye P, et al: Large-dose bleomycin therapy and
pulmonary toxicity. A possible role of prior radiotherapy. JAMA 235: 1117-112-,
1976.
108. Takabe Y, Miyamoto T, Watanabe M,et al: Synergism of x-rays and bleomycin
on Ehrlich ascites tumour cells. Br J cancer 36: 391-395, 1977.
109. Jorgensen S: Time-dose relationships in combined bleomycin treatment and
radiotherapy, Eur J Cancer 8: 531-534, 1972.
110. Boivin J, Hutchison G, Lubin J, et al: Coronary artery disease mortality in
patients treated for Hodgkin’s disease. Cancer 69: 1241-1247, 1992.
111. Hancock S, Tucker M, Hoppe R: Breast cancer after treatment for Hodgkin4s
disease. J Natl Cancer Inst 85: 25-31, 1993.
112. Tucker M, Coleman C, Cox R., et al: Risk of second cancers after treatment for
Hodgkin’s disease. N Eng J Med 318: 76-81, 1987.
113. Swerdlow A, Douglas A, Vaughan G, et al: Risk of second primary cancers after
Hodgkin’s disease by type of treatment: Analysis of 2,846 patients in the British
National sLymphoma Investigation. Br Med J 304: 1137-1143, 1992.
114. Martin WG, Ristow KM, Habermann TM, Colgan JP, Witzig TE, Ansell SM. Clin
Oncol.2005;23 (30):7614-20.
88
115. Phillips TL, Wharam MD: Modification of Radiation İnjury to Norman Tissue by
Chemotherapeutic Agents. Cancer 35: 1678-1684, 1975.
116. Hirsch A, Vander ELS, Straus DJ: Effect of ABVD Chemoterapy with and
Without Mantle or Mediastinal İrradiatinal on Pulmonary function and Symptom
in Early Stages of Hodgkin Disease. J Clin Oncol 14: 1297-1305,1996.
117. Bossi G, Lanzarini L, Laudisa ML, et al. Echocardiographic evaulation of patients
cured of childhood cancer: a single center study of 117 subjects who recieved
antracyclines Med Pediatr Oncol 2001;36: 593-600.
118. Kremer LCM, van Dale EC, Offringa M, et al. Antracycline-induced clinical heart
failure in a cohort of 607 children: long-term follow-up study, J Clin Oncol
2001;19: 191-196.
119. Hinkle AS, Proukou CB, Deshpande SS, et al. Cardiovascular comlications:
cardiotoxicity caused by chemoteraphy In: Wallace H, Green DM, eds. Late
effects of childhood cancer. New York: Oxford University Pres, 2004.
120. Liphultz SE, Liphultz SR, Mone SM, et al. Female sex and higher drug dose as
risk factors for late carditoxic effects of doxorubicin theraphy for childhood
cancer N Engl J Med 1995;332:1738-1743.
121. Stover DE: Pulmonary Toxicity. In: Devita Vt Junior, Hellmann S, Rosenberk
SA. Cancer: Principles and Practice of Oncology (Ed.3). Philadelphia, PA,
Lippincott pp. 2162-2169, 1989.
122. Legouffe E, Rodrşguez C, Picot MC, Richard B, Klein B, Rossi JF, Commes T.
Ccreactive protein serum level is a valuable and simple prognostic marker in non
Hodgkin’s lymphoma. Leuk Lymphoma 1998;31: 351-357
123. Castellino RA, Glatstein E, Turbow MM, et al: Latent radiation injury of lungs or
heart activated by steroid withdrawl. Ann Intern Med 80: 593-599, 1974.
124. Gross N: Pulmonary Effects of Radiation Therapy. Ann Intern Med 86: 81-92,
1977.
89
125. Boersma LJ, Damen Mf: Recovery of Overall and Local Lung Function Loss 18
Mounts After İrradiation For Malignant Lymphoma. C Clin Oncol 14: 1431-1441,
1996.
126. Marks LB, Munley MT, Bentel GC, et al: Physical and biologic predictors of
changes in whole lung function following thoracic irradiation. İnt J Radiat Oncol
Biol Phys 1997;39: 563.
127. Donaldson SS, Kaplan HS. Complications of treatment of Hodgkin’s disease in
children. Cancer Treat Rep 1982;66: 977-989.
128. Horning SJ, Adhikari A, Rizk N, et al: Effect of Treatment of Hodgkin’s Disease
on Pulmonary Function: Results of a Prospective Study: J Clin Oncol 12: 297-
305, 1994.
129. Santoro A, Bonadonna G, Valagussa P, et al: Long-term results of combined
chemotherapy-radiotherapy approach in Hodgkin’s disease: Superiority of ABVD
plus radiotherapy versus MOPP plus radiotherapy. J Clin Oncol 5: 27-37, 1987.
130. Horning S, Hoppe R, Hancock S, et al: VBM: An effective adjuvant in favorable
Hodgkin’s disease. J Clin Oncol 6: 1822-1831, 1988.
131. Bates N, Williams M, Bessell E, et al: Efficacy and toxicity of vinblastine,
bleomycin, and methotrexate with involved-field radiotherapy in clinical stage IA
and IIA Hodgkin’s disease: A British National Lymphoma Investigation pilot
study. J Clin Oncol 12: 288-296, 1994.
132. Carde P, Hagenbeek A, Hayat M: Clinical staging versus laparotomy and
combined modality with MOPP versus ABVD in early-stage Hodgkin’s disease:
The H6 twin randomized trials from the European Organization for Research and
Treatment of Cancer Lymphoma Cooperative Group. J clin Oncol 11: 2258-2272,
1993.
133. LaGrange J, Thyss A, Caldani C,et al: Toxicity of combination of ABVD
chemotherapy and mediastinel irradiation for Hodgkin’s disease patients with
massive initial mediastinel involvement. Bull Cancer 75: 801-806, 1988.
90
134. Smith LM, Mendenhall NP CiCalle MJ; Results of a Prospective Study
Evaluating The effects of Mantle İrradiation on Pulmanry Function. İnt J Radiat
Oncol Biol Phys 16: 79-84, 1989.
135. Shapiro SJ, Shapiro SD, Mill WB: Prospective Study of Long Term Pulmonary
Manifestations of Mantle irradiation. İnt J Radiat Oncol Biol Phys 19: 707-714,
1990.
136. Johnson AM, Rohlfs EM and Silverman LM: Proteins, In: Burtis, C.A. and
Ashwood ER eds: Tietz Textbook of Clinical Chemistry. 3rd Ed. Philadelphia,Pa:
W.B. Saunders Co; 477-540. 1999.
137. Lo Kich JJ, Bass M, Eberyl Fe: The Pulmonary Effect of Mantle İrradiation in
Patients With Hodgkin’s Disease. Radiology 108: 397-402, 1973.
138. Moss DW and Henderson AR Clinical Enzymology, In: Burtis, C.A. and
Ashwood ER eds: Tietz Textbook of Clinical Chemistry. 3rd Ed. Philadelphia,Pa:
W.B. Saunders Co,1999, pp: 617-721.
139. Evans R, Sagerman R, Ringrose T, et al: Pulmonary function following mantle-
field irradiation for Hodgkin’s disease. Radiology 111: 729-731, 1974.
140. Morgan GW, Freeman AP, Mc Lean RG; Late Cardiac, Thyroid and Pulmonary
Sequelae of Mantle Radiotherapy of hodgkin’s Diseases İnt J Radiat Oncol Biol
Phys 11: 1925-1931, 1985.
141. Brice P, Tredaniel J, Monsuer JJ: Cardiopulmonary Toxicity After Three Coursec
of ABVD and Mediastinal İrradiation in Favourable Hodgkin’s Disease. Ann
Oncol 2: 73-76, 1991
142. Cosset JM, Henry Amar M: Long Term Toxicity of Early Stages of Hodgkin’s
Disease Therapy: The EORTC Experience and Oncol 2: 77-82,1991.
143. Straus DJ: High-Risk Hodgkin’s Disease Prognostic Factors, Leuk Lymphoma.
15:Suppl 1: 41-42, 1995.
144. Hagberg H, Killander A. and Simonsson B: Serum β-2 Microglobulin in
91
Malignant Lymphoma. Cancer 51(12):2220-2225, 198
145. Sorhage F, White D, Straus D, et al: Upper airway obstruction (UAO) in
hodgkin’s disease (HD): Incidence and significance of flow volume loop (FVL)
abnormalities. Am J Respir Crit Care Med 149: A1014, 1994.
146. Dopico GA, Wiley AL: Pulmonary Reaction To Upper Mantle Radiation Therapy
for Hpdgkin’s Disease. Chest 75: 688-692, 1979.
147. Viviane S., Santoro A., Ragni G., Bonfante V., Bestetti O. Bonadonna G. Gonadal
Toxicity after Combination Chemotherapy for Hodgkin’s Disease. Comparative
results of MOPP vs ABVD. Eur J Cancer Clin Oncol. 1985; 21: 601-605.
148. Hodgson DC, Pintilie M, Gittermann L, et al. Fertility among female Hodgkin
Lymphoma survivors attempting pregnancy following ABVD chemotherapy.
Hematol Oncol.2007,25:11-15
149. Hancock SL, Cox RS, McDougall IR. Thyroid diseases after treatment of
Hodgkin’s disease. N England J Med 1991; 324: 599-605
150. American Thoracic Society. Standardization of spirometry 1994 update. Am J
Respir Crit Care Med 1995;152;1107-1136.
151. Ogilvie CM, Forster RE, Blakemore WS, Morton JW. A standardized breath
holding technique for the clinical measurement of the diffusing capacity of the
lung of carbon monoxide. J Clin Invest.1957; 36: 1-17.
152. Cotes JE. Lung function. 5th ed Blackwell Scientific Puplication. London,1993.
153. Saryal S. B. Solunum Fonksiyon Testleri Türk Toraks Derneği Okulu, 2007: S.
31-39
154. Hughes JMB, Pride NB. Lung Functions Tests. Physiological Principles and
Clinical Applications. London: WB Saunders, 1999
155. Miller MR, Crapo R, Hankinson J, et al. General considerations for lung function
testing. Eur Respir J 2005; 26: 153- 161
156. Yıldırım N, umut S. solunum fizyolojisi ve solunum fonksiyon testi. İn:Erk M, ed.
92
Göğüs Hastalıkları, İstanbul: İstanbul Üniversitesi yayın no:4297,2001;cilt 1:53-
117.
157. Raida L, Papajik T, Hlusi A, Faber E, Urbanova R, Heczko M, Jancikova M,
Zapletalova J, Komenda S, Indrak K: Importance of determination of serum beta-
2 microglobulin levels in patients with Hodgkin’s lymphoma. Vnitr Lek 48 (2):
91-95, 2002.
158. Pavlidis A.N., Kalef-ezra J, Bounantas L.C, Lambrov A, Mavridis A, Serum
tumor markers in non Hodgkin’s lymphoma and choronic lymphocytic leukemia.
The İnternational Journal of Biological markers 1993; 1:14-20
159. .Garcia R, Hernandez JM, Caballero MD, Gonzalez M, Galende J, del Canizo
MC, Vazquez L and San Miguel JF: Serum lactate dehydrogenase level as a
prognostic factor in Hodgkin’s disease. Br J Cancer 68 (6):1227-1231,1993.
160. Bien E, Balcerska A, Clinical significance of erythrocyt sedimentation rate, C-
reactive protein and serum lactate dehydrogenase levels in the diagnosis,
prognosis and treatment monitoring of children suffering from cancer. Med Wiek
Rozvoj 2004; 8:1081-9.
161. Güler K. 412 hodgkin hastalığı vakasında klinik, laboratuvar, tedavi ve prognoz
1987 1:1
162. Pedersen LM and Sorensen PG : Clinical significance of urinary albumin
excretion in patients with non-Hodgkin’s lymphoma. Br J Hematol 107 (4): 889-
891,1999.
163. Pedersen LM, Sorensen PG: Increased urinary albumin excretion rate in breast
cancer patients. Acta Oncol 39(2) : 145-149, 2000.
164. Dubaydo BA: Microalbuminuria: Simple, Inexpensive and Dynamic Marker of
Critical Illness.Chest 120 (6):1769-1770, 2001.
165. Hagemeister FB. Prognostic factors in decision making in the clinical
management of Hodkin’s disease. Hematol oncol 1988;6-257-69.
93
166. Hunger SP, Link MP, Donaldson SS. ABVD/MOPP and low-dose involved field
radiotherapy in pediatric Hodgkin’s disease: The Stanford experience. J Clin
Oncol 1994 ;12: 2160-6.
167. Hancock SL, Cox RS, Horning S, et all: Correction: Death after treatment of
Hodgkin’s disease. Ann Intern Med 114: 810, 1991.
168. Movses, B.; Raffin, T.A.; Epstein, A.M.; et al. Pulmonary radiation injury. Chest
1997;111:1061-1076.
169. Villani F, Catania A. Fede; et al: Effect of an intensive chemotherapy followed
by mediastinal irradiation on pulmonary and cardiac function in advanced
Hodgkin’s disease. Cancer Investigation 2003;21, 185-192.
170. Salloum E, Tanoue LT; et al:Assesstment of cardiac and pulmonary function in
adult patients with Hodgkin’s disease treated with ABVD or MOPP/ABVD plus
adjuvant lowdose mediastinal irradiation. Cancer İnvestigation 1999;17: 171-180.
171. Allavena C, Conroy T, Aletti P, et al: Late cardiopulmonary toxicity after
treatment for Hodgkin’s disease. J. Cancer 1992;65:908-912.
172. Ziora K, Bubala H, Glawacki J. Thyroid function after external irradiation of the
neck in patients with Hodgkin’s disease – long term observation. Endkr Diabetol
Chor Przemiany Materii Wieku Rozw 2006; 12 (4): 261-267
173. Von der Wied NX. Adult life after surviving lymphoma in childhood. Support
Care Cancer, 2008 Jan 15
174. Aleman MP Berthe, van den Belt-Dusebout WA. Long term cause specific
mortality of patients treated for Hodgkin’s disease. J Clin Oncol 2003; 21 3431-
3439
175. Nelson DF, Reddy KV. Throid abnormalities following neck irradiation for
Hodgkin’s disease Cancer,1978; 42: 6 2553-2562
176. Constine LS, Donaldson SS. Thyroid dysfunction after radiotherapy in children
with Hodgkin’s disease Cancer 1984 15; 54 (4): 878-883
94
177. Nair N, Advani SH. Follow up of alterations in hormones and thyrotropin in
patientsof Hodgkin’s disease given mantle radiation J. Assoc Physicians India
1990 Sep; 38 (9): 623-624
178. Moryl-Bujakowska A, Balwierz W, Sztefko K. Preliminary results of thyroid
function assessment in children and adolescents with Hodgkin’s disease (HD)
treated according to PGP-HD-97 protocol Przeq Lek. 2004;61 Suppl 281-284
179. Horning SJ. Early stage Hodgkimn’s disease: Can we have our cake and eat it,
too. ( Editorial). Ann Oncol 1996; 7: 115-7.
180. Hassink, E.A.M.; Souren, T.S.; Boersma, L.J.; et al. Pulmonary morbidity 10-18
years after irradiation for Hodgkin’s disease. Eur. J Cancer 1993; 29A: 343-347.