alevi aydınlanması

22
ALEVİ AYDINLANMASI-HÜMANİZMİ Esat Korkmaz Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfı Yayınları

Upload: memet-camur

Post on 25-Jun-2015

210 views

Category:

Spiritual


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: Alevi aydınlanması

ALEVİ AYDINLANMASI-HÜMANİZMİ

Esat Korkmaz

Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali

Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve

Kültür Vakfı Yayınları

Page 2: Alevi aydınlanması

ÖNSÖZ

Herkes tıpkı

kendi derisinin içinde olduğu gibi

kendi bilincinin içinde yaşar.

Alevi aydınlanması-hümanizmi bugün; Ortaçağ’dan günümüze laiklik karşıtı hareketlere karşı

verdiği kavganın, bu yolda kazandığı deneyimlerin güvencesinde; kendisini geleceğe

hazırlıyor.

Kendisine yardımcı olacak toplumsal dinamikler özlenen toplu davranışı yaratamamış olsalar

da Aleviler; aydınlanma-hümanizm değerlerini öne alarak tarihin-toplumun nesnel yasalarını,

insanın özgürce gelişebileceği ve insanlığın hızla ilerleyebileceği bir aşamaya taşımak istiyor.

İnsanlık çağına geçişin maddi koşullarını yakalama uğraşında kararlı gözüküyor.

İnsanı aşağılaştırarak, uşaklaştırarak aydınlanmayı-hümanizmi boğmaya çalışan sistemin

dayatmasını; insanın insanı sömürmesine son verecek asıl kimliği, mazlum kimliğini-halk

kimliğini rehber ederek-onurlandırarak çözmeye çalışıyor.

Talihin hep talihliden yana güldüğü bu toplumsal sistemde Aleviler; inadına aklının yolundan

yürüyerek, inancını çağdaş insanı okşayacak bir damak tadına dönüştürerek, genişleyen akıl

alanında toplumcu aydınlanmanın-hümanizmin tohumlarını ekiyor.

Bu broşür dileriz, ekilen tohumlara can suyu olur. Aydınlanmamızı-hümanizmimizi öğrenme

ve yaşama taşıma çabalarımızın ırmak olur da doğruluk denizine akar…(*)

(*) Bu broşür, Demos Yayınlarından yayımlanan Kızılbaş Aydınlanma ve Pencere Yayınlarından

yayımlanan Alevilik ve Aydınlanma adlı kitaplarımdan yararlanarak oluşturuldu. Daha geniş bilgiye ve

kaynaklara ulaşmak isteyenler adı geçen çalışmalarıma başvurabilirler.

Page 3: Alevi aydınlanması

ALEVİ AYDINLANMASI-HÜMANİZMİ

Hızlı yürüyelim de

yazgımız

öne geçmesin.

Alevi aydınlanmasında-hümanizmasında iç içe girmiş, kaynaşmış, biri olmadan diğeri

olmayacak olan iki ayrı dünya vardır.

Bu dünyalardan biri, geçmişte tüm insanlığı kucaklayan, sınıflaşmayla birlikte sistemi

güdenler tarafından boğulmak ve yok edilmek istenen ilksel eşitlikçi toplum değerleri

dünyasıdır. Ötesinde, bu değerleri tüm baskılara karşın canlı tutmaya, yaşatmaya çalışan ve

belirleyici anlamda Yol örgütlenmesiyle yaşama geçecek olan topluluk bilinci/inancıdır. Bu

bağlamda ana kaynaktır, pınardır. Bu kaynak aynı zamanda:

- Hak-Muhammet-Ali-Hasan ve Hüseyin’e sevgidir;

- ölümü, yeniden dirilmeye, yeniden doğuşa dönüştürmedir;

- ezilenlerin kurtuluşunu, tüm insanlığın kurtuluşuna bağlamadır

Dünyalardan diğeri; Alevi topluluk değerlerinin/bilincinin/inancının doğası gereği evrilerek,

yani topluluk bilincinden toplum bilincine sıçrayarak, kendi düşünsel/nesnel sınırlarını aşarak

kazandığı, tüm ezilen, horlanan insanlığı kucaklayan boyuttur. Belirleyici, güdücü,

yönlendirici olan bu içerik aynı zamanda:

- toplumsal eksiklikleri/aksaklıkları akılsız ya da kötü niyetli kişilerin eseri olarak görmekten

öte düzenin/sistemin bir “yaratısı” olarak algılamadır

- ve en önemlisi sömürüye/haksızlığa, soyguna baş eğmeyip kavga etmedir, kavgaya

katılmadır; bir gün bu kavganın başarıya ulaşacağına yönelik umudu sürekli canlı tutmadır.

Bir felsefi din, bir bilgelik öğretisi olan Alevilik-Bektaşilikte inanç, düşünülerek, yani emek

verilerek üretilen bir şeydir: Bir keşiftir diyebiliriz. Düşünmeyen için inanç yoktur;

düşünmeden inanca sahip olduğunu söyleyen bir Alevi-Bektaşi, yabancılaşmış demektir;

şeriatçı inançtan aldığı ödünçleri bize-bizlere pazarlamaya çalışan bir zavallıdır. Düşünmek,

nesnel ve toplumsal sürece taşınmakla olanaklıdır. Canlı-cansız dünyaya taşınmak, canlı-

Page 4: Alevi aydınlanması

cansız dünyanın özünde var olan ortak eğilimleri, ortak eğilim durumundaki yasa-kural ve

ilkeleri saptama işidir.

Yazgı Sorunu

Kâinatın aynasıyım

Madem ki ben bir insanım

Hakk’ın varlık deryasıyım

Madem ki ben bir insanım

Bir insanın üç türlü yazgısı vardır:

*Doğasal yazgı; insanın doğa karşısındaki kaderi; inanç diliyle söylersek tanrısal yazgı,

*Toplumsal yazgı; sınıfsal kader ve

*Bireysel yazgı; sınıf insanının kaderi

Sınıflı bir toplumda sınıf insanının kaderi olarak algılanan toplumsal ve bireysel yazgı

aşılmadan, yani bu yazgılar üzerinde belirleyicilik oluşturulmadan doğasal yazgı üzerinde,

yaratıcı-yokedici tanrının dünya görüşü üzerinde egemenlik kurulamaz.

Sözde biz şimdi kendi doğamızın yazgısına egemen olacağımız bir çağı yaşamaya hazırlanı-

yoruz. Apansız yakalandığımız da bir gerçek. Çünkü şeriatçı kurum/değerlerle aydınlanma

zemininde, burjuva demokratik devrimi zemininde adam gibi hesaplaşamadık; bu toprağın

ilerici dinamiklerini, özellikle Alevileri-Bektaşileri, bireysel-toplumsal ve doğasal yazgı

üzerinde egemenlik kurmaya yönelik harekete geçiremedik de ondan. Alevi-Bektaşi

aydınlanması bu hesaplaşmayı sağlayacak ya da bu hesaplaşmayı canlandıracak en etkili

araçlardan birisidir:

Eksik hesaplaşmanın bedelini ödüyoruz. Günümüze uzanan, ötesinde iktidara taşınan ve kara-

yazgı çağına duyulan derin bir özlem biçiminde dışa vuran köktendinci bağnazlık, bizi

yolumuzdan çevirmeye çalışıyor. Şeriatçı bir geçmişten gelerek, yaşanan anı ve geleceği

şeriatçı biçimde üretmeye soyunuyor. Sünni Ortodoks inancı, toplumun tümüne, hatta doğaya

dayatıyor; bireyin-toplumun ve doğanın bilincini silmeye, onun yerine yaratıcı-yokedici

tanrının dünya görüşünü yerleştirmeye çalışıyor. Aydınlanmayı, aydınlanmacıları, boğmaya

yelteniyor; akıl taşıyıcılarını kuşatma altına alıyor ve hemen her türlü insanlık kazanımına

saldırıyor.

Page 5: Alevi aydınlanması

Aydınlanma zemininde düşüncenin evrimiyle sağlanan; insanlığın gelişmiş, derinleşmiş

biçimi olarak algılanan ve bir kazanılmış hak durumunda bulunan insanlık kazanımlarını

yadsıyacak mıyız?

Bunu yaparsak kendimizi yadsımış oluruz; aklın karşı kanalına gireriz; insanlaşmanın uzağına

düşeriz.

Bu toprak insanını esenliğe kavuşturan aydınlanmacı güçlerin başında Alevilerin-Bektaşilerin

geldiği savı, hemen herkesin ortak yargısı durumundadır. Yargının nedeni, Alevilerin-

Bektaşilerin şeriatçı inanca karşı akıl alanında kalarak oynadıkları onurlu işlevin bilince

çıkardığı bir gerçekliktir. Bâtınilikte bilme-bilinç, neden temellidir; neden ne denli sağlıklı

bilinirse/güncelleştirilebilirse aydınlanma o edenli sağlıklı gelişir.

Akılla ulaşılan sonuçlara cesaretle koşarken kirlenmeye karşı bir önlem olarak kendi inancını

bile kendine engel gören Alevi-Bektaşi dünyasını, aydınlanma açısından sorgulamak,

aydınlanmanın neresinde bulunduğunu ikirciksiz ortaya koymak zamanı gelmiştir artık.

Düşünmenin kesintiye uğramasına izin vermeyelim: Çünkü düşünme eylemi, ancak şeriatçı

bir inanç dayatması karşısında kendi kendisini durdurabilir. Şeriatçı inanç, her türden

sorgulamanın son bulduğu noktada başlar. Öngördüğü kesin ve değişmez doğrular, insanı

insan yapan düşünme yetisini örseler, kısırlaştırır ya da ortadan kaldırır. Bu nedenle şeriatçı

inançta evrim yoktur; zaman içinde bir ilerleme göstermesi düşünülemez. Demek ki

görevimiz/yükümlülüğümüz açık: Şeriatçı inancın kesinliğine ve ödünsüzlüğüne karşı

durmak, düşüncenin engellenemez evrimini koşulsuz benimsemek durumundayız.

Page 6: Alevi aydınlanması

Din ve İnanç

İnsan Hak’ta Hak insanda

Arıyorsan bak insanda

Hiç eksiklik yok insanda

Madem ki ben bir insanım

Bu yaklaşım, aydın kimliğini de açığa vurmaktadır: Aydın, düşüncenin evrimini yadsımayan;

düşünme eyleminde bulunarak bu evrime katkıda bulunan; katkı verdiği oranda

koşullanmışlıklarından arınan kişi demektir. Bu tanımın dışında kalan okumuşlar, eleştirilmesi

gereken aydınlar değil, zaten aydın olmayanlardır.

Bâtıni anlamda inanç bir yanıyla insanın aklının ve doğanın aklının sonuçlarına bağlanma,

diğer yanıyla bilginin bittiği yerde başlayan sanıya güvenme ve ona bağlanma durumudur.

Sanıya bağlanma durumunda beliren her inancın altında bir bilgisizlik yatar. İnsanlar

bilmediklerini hayal ederler; daha doğrusu hayal ederek tamamlamaya çalışırlar; çeşitli

olasılıklardan birini seçerek ona bağlanırlar. Demek ki genelde inanç bir bilme

gereksinmesinden doğar. Bu anlayış uzantısında; inanmak bir gereksinmedir savı, bâtıni

anlamda, bilmek bir gereksinmedir savına/gerçeğine dönüşür. Süreç içinde;

*Hayal gücünün pratikle, yaşamla bağımlı olarak işlemesi halinde bilimsel varsayımları

kucaklayan bâtıni inançlar;

*Pratikten, yaşamdan kopmuş olarak işlemesi halinde ise bilime düşman metafizik inançlar

ortaya çıkar.

Sözgelimi her söylence, masal vb. belli bir gereksinmenin ürünüdür; bilimsel olarak

açıklanamayan gerçekler bu yolla açıklanmak istenir. İnsanlar bunları hayal ederken çok

değerli sezilerde bulunurlar: Bu seziler, insan düşüncesine kendisini zorla kabul ettiren

doğal/toplumsal gerçekliklerden başka bir şey değildir. Bu yaklaşımın yaşama geçirilmesiyle

süreç içinde doğanın işleyiş yasaları, yani diyalektik, yani evrenin maddesel yapısı bilim-

öncesi sezilerle kavranabildi. İnsanlık başlangıçta gerçeklik içindeydi; gerçeklikle özdeşti;

hayal kurma yetenekleri çok sonraları gelişti. Bu nedenle inanç ürünleri bilimdışı olduğu

halde, inanç nedenleri bilim içidir.

Alevilik-Bektaşilikte felsefi boyutta inanç ve din sorunu; hemen her şeyin, her değerin akılla

sorgulanması zemininde, bilgi ve bilim sorununa dönüşür. İnanmak gereksinmesi, bilmek

Page 7: Alevi aydınlanması

gereksinmesine evrilince sezgisel akılla, sezgisel zekâyla bilimsel varsayımlar yakalanır;

süreç içinde, sezgisel akılla düşünce üretiminde bulunularak gönül bilgisi dediğimiz marifet

yaratılmış olur. Marifet, marifete eren yol erinin gönül sezgisi yoluyla elde ettiği duyular üstü

bilgidir.

Düşünmenin ve yapmanın bir sonu yoktur. Son demek, amaçlanan şeye ulaşmak anlamını

taşır: Herkes amaçladığına ulaşırsa –ki böyle bir son olmadığı için insan kendini aldatır– hem

anlam hem de anlamsızlık üretilmiş olur. Her iki durumda da dünya çekilmezdir. Öyleyle

kendimizi bir şeyin sonunun ya da her şeyin sonunun bir anlam olduğu yanılsamasından

kurtarmamız gerekir: Ölümle dünyaya anlam kazandırma karasevdasından hemen

vazgeçmeliyiz. Simgesel evrende gezinerek ya da simgesel dünyayı üretken biçimde

kullanarak, ölümün tersine dönüşümünü sağlamalıyız. Bunun için kullanacağımız araç

ölümün kendisi olacaktır; yani, daha üstün bir ölüm ile ölümü tersine çevirmek.

Bâtıni açıdan düşünürsek gerçek dediğimiz elimizle dokunduğumuz ya da duyu

organlarımızla hissettiğimiz şey, gerçeği örten bir şeydir: Hakikati, örten hakikattir. şeriatçı

dinlerde bilinmeyen ya da bilinemeyecek olan şey inançtır; Bâtınilikte ise bilinen ya da

bilinebilecek şey inançtır. Bu nedenle kendini bilmek eylemini yaşamak dışarıdan

bakıldığında daha az inanılacak şey bulma çabası olarak görülür. İçkin tersine çevirme

yatkınlığımız bizleri, karşıtlardan olumsuzluk veren ya da acı veren-sıkıntı yaratan yanıyla

akraba yapar: Bu akrabalık ayartıcıdır; bizleri inanma değil, düşünme yönünde ayartır.

Devriye kapsamında düşünme denilen şey, döngüsel tersine dönüşüm zemininde meydan

okuma - karşı meydan okuma çabasından başka bir şey değildir.

Çağdaş budalalık anonim etiketle hepimize yapışmış durumda: Budalalık yapmak akıllı

davranmanın yerine geçti. Diyalektik düşünme anlamında tersine dönüşüm yeteneğinin

körelmesi ile bugün egemen Alevilik-Bektaşilik, toplumsal ilişkilerin içinde ancak bu

ilişkileri taşımaya kayıtsız, evcil olmanın tadını çıkaran kimliklerinin eline düştü.

Page 8: Alevi aydınlanması

Alevi Aydınlanması

Bunca temenni dilekler

Vız gelir çark-ı felekler

Bana eğilsin melekler

Madem ki ben bir insanım

Tarihsel süreç içinde insanlık aydınlanma zeminini, öncelikle akıldan inanca atlayarak, inanç

alanı dışına taşınıp doğayla ve toplumla bir hesaplaşma içine girerek yarattı: Bilgelerin

öncülüğünde yaşama geçirilen bu aydınlanma, İlkçağ aydınlanmacılığı idi: İnsanın bedensel

ve zihinsel yeteneklerinin eğitimle geliştirilmesini amaçladı. Ardından, akla atlayabilmek için

inançta kimi varsayım öğelerini kabul eden XVIII. yy aydınlanmacılığı, yani Rönesans ile

başlayan burjuva aydınlanması geldi: İlkçağ aydınlanmasının ürünlerini ortaya çıkararak

bilimi, kilise baskısına karşı savundu ve geliştirdi; gericiliğe karşı insanın her türden haklarını

savundu. Ortaçağ’da kendini yitirme noktasına gelen insanı yeniden keşfetti; dünyanın insan

eliyle değiştirilebileceği inancını, insan sevgisinin ve insana saygının temeline yerleştirdi.

Bunu, XIX yy’ın gerçek aydınlanmacılığı, yani toplumcu aydınlanama izledi: Tarihin nesnel

yasalarına dayandı; insanlık-öncesi çağdan, insanın özgürce gelişebileceği insanlık çağına

geçişin nesnel koşullarını sergiledi ve yasalarını açıkladı; ezilen sınıf insanını, üretim

araçlarının özel mülkiyetine karşı örgütleyerek insanın kendisini yeniden ele geçirmesini

sağladı.

Alevilik-Bektaşilik, bu aydınlanma halkasının neresindedir?, sorusunu yanıtlamak

durumundayız. Kitaplar yazmıyor diye atlamak bizim güçsüzlüğümüzü gösterir. Alevilik-

Bektaşilik bir Ortaçağ ürünü olduğuna göre aydınlanması da bir Ortaçağ aydınlanmasıdır.

Öncelikle belirtelim: XIX. yy’ın ikinci yarısına gelinceye değin aydınlanma, bir inanç öğesine

de yer verdiği için düşünceci-idealizmle belirgin metafizik bir aydınlanmadır.

Bir idealizm-materyalizm bileşimi olan Alevilik-Bektaşilik genelde, İlkçağ aydınlanmasının

ve XVIII. yy. aydınlanmacılığının temelini oluşturan metafizik bir aydınlanma zeminine

oturur. Özelde ise varsaydığı metafiziğin insan ve insan aklı tarafından sürekli beslenmesini

bir zorunluluk olarak öne çıkardığı için kimi durumlarda XIX. yy’ın ikinci yarısında

diyalektik ve tarihi materyalizm üzerine yapılandırılan gerçek aydınlanmaya silik adımlar

atar.

Aleviler-Bektaşiler, alınyazısına karşı kavga vereceklerse eğer, her şeyden önce Alevi-Bektaşi

aydınlanmasını güncelleştirerek kendi alınyazılarını da kendi başkaldırılarının göbeğine

Page 9: Alevi aydınlanması

yerleştirmek, kendilerini ve ötesinde içinde bulundukları toplumu tarihi aşmaya uyarlamak

durumundadırlar.

Aydınlanma konusuna gelince eğri oturalım ama doğru konuşalım. Batı bize bir tarih kesiti

veriyor ve Ortaçağ olarak adlandırdığı bu tarih kesitine Karanlıklar Çağı diyor. Batı’nın bu

ezberini ölçü aldığımızda Anadolu Aleviliği de öne çıkarılan bu Karanlıklar Çağı’nda

yapılanıp biçimlenmiş görünüyor. Aleviler-Bektaşiler,

-Biz özünde bir aydınlanma hareketiyiz, diyorlarsa o zaman o Karanlıklar Çağı’nda kendi

ürünleri bir aydınlanmanın olduğunu kanıtlamak zorundalar.

Aydınlanma denince yalnızca XVIII. yüzyıl aydınlanmasını gündeme taşımak ve

aydınlanmanın tümünü bu olarak algılamak yanılgısından kendimizi kurtarmamız gerekiyor.

İnsanlık kazanımının ana halkaları anlamında aydınlanma-insancılık hareketlerini kitaplar

yazıyor; biz de sıralayalım: İlkçağ Aydınlanması, XVIII. yüzyıl Aydınlanması ve XIX.

yüzyılın ikinci yarısında tasarlanıp yaşama geçirilen Toplumcu Aydınlanma.

Kitapların yazdığı aydınlanma hareketleri içinde bir Alevi-Bektaşi Aydınlanması’na ya da bir

Anadolu Aydınlanması’na rastlamıyoruz. Daha doğrusu, karanlıklar çağı Ortaçağ’da bir

aydınlanma hareketi olamaz, yargısı kafalarımıza kazınmış durumda. Bu yargıyı yıkmak,

Ortaçağ’da bir Alevi-Bektaşi aydınlanmasının olduğunu kanıtlamak ve bunu insanlığa

sunmak, bilim kaynaklarına taşımak sorumluluğu ile karşı karşıyayız.

Nedir Alevi-Bektaşi aydınlanması? Alevi-Bektaşi aydınlanması Ortaçağ koşullarında kendini

yitiren insanın yeniden kendisiyle buluşmasını, kendi bedeniyle kucaklaşmasını, bedeninin

bilgeliğinin ayırdına varmasını, parçası olduğu doğayla senli-benli olmasını amaçlayan bir

aydınlanmadır. Ötesinde kendisini ve içinde yer aldığı toplumu kurtuluşa taşıyabilmek için

toplumun-tarihin nesnel yasalarını yakalamaya, bunu gerçekleştirebilmek için sonradan ortaya

çıkan ve toplumun başına belâ olan özel mülkiyetten, sınıflardan, paradan ve devletten

kurtulmaya çalışan bir aydınlanmadır. Toplumcu aydınlanmaya Ortaçağ koşullarından

gönderilen bir merhabadır.

Anlaşılacağı gibi Alevilik-Bektaşilik söz konusu olduğunda aydın katkısı koşuldur. Katkıyı

verecek aydın, nasıl bir aydın olmalıdır?, sorusu gerçekten yaşamsaldır. (1)

Devletin ötesinde kendisini eğitmekle, kendisini eğitecek öğretmenleri yetiştirmekle karşı

karşıya kalan Bâtıni kültürlerde katkı verecek aydının niteliği önemlidir. Her şeyden önce

böylesi bir aydın, burjuvazinin ilerici dönemine ilişkin XVIII. yy aydınlanmacılığını

benimsemiş, üstyapısal bir kültür ilericisi durumunda bulunan ve halkına yabancılaşan aydın

kimliğini aşmak zorundadır. Bu tür aydınların küçümsediği- ki bizim cumhuriyet

aydınlarımızın çok büyük bir bölümü bu kapsama girer- Doğulu/Anadolulu insanın nesnel

kaynaklarına, bu nesnellikten beslenen inanç alanlarına yönelmeyi aydın olmanın olmazsa

olmaz koşulu sayan bir aydın özelliği taşımalıdır. Bilme temelli burjuva aydınının nesnel

sınırlarını aşamadığımız için aydınlar katında gerçek bir trajedi yaşıyoruz: Aydınlar

aydınlıktan korkuyor. (2)

Page 10: Alevi aydınlanması

Bunu başarabilmek için bu tür aydınların küçümsediği Doğu’lu insanın, bu kapsamda

Aleviliğin-Bektaşiliğin nesnel kaynaklarına, bu nesnellikten soyutlanarak bir ölçüde

bağımsızlaşan inanç odaklarına yönelmeyi aydın olmanın olmazsa olmaz koşulu görmek

durumundayız.

Aydınlanma, insanı ve temel insansal değerleri her şeyin üstünde gören, insanlık sorunlarına

akılcı çözümler bulmayı amaçlayan, insanın her yönden gelişmesini temel ilke edinen bir

öğretidir. Geniş anlamda, tarihsel süreçte insanı insan etme çabalarının bir ürünü olarak

algılanır. İnsanın yaratıcı güçlerinin geliştirilmesi, onu özgür ve gönençli kılmayı ve her

bakımdan yükseltip ilerletmeyi dile getirir.

Anadolu doğumlu olan Alevilik-Bektaşilik, her şeyden önce aydınlanmacı-insancı bir evren

görüşüdür. Bu evren görüşünün görevi, yaşamın ve toplumun düşünsel ilkelerini araştırmaktır.

Halk kimliği donuna bürünerek dünyayı yorumlamak, dünyanın ve yaşamın anlamını

temellendirmek ama bütün bunları felsefeleştirilmiş bir din aracılığıyla, yani tasavvufî bir

mayayla sunmaktır.(3)

Page 11: Alevi aydınlanması

Alevi Hümanizmi

Tevratı yazabilirim

İncili dizebilirim

Kuranı sezebilirim

Madem ki ben bir insanım

Anadolu coğrafyasında Aleviler; tektanrıcı üç dinin (İbrahim-İsa-Muhammet dinleri)

şeriatıyla kendinden kopartılıp gökyüzüne çıkarılan insanı, önce felsefesinin ve öğretisinin

yorumuyla kuşattı. Akıldan inanca atlanılan zeminde kendi ürünü inanç yaratısınca zincire

vurulan ve zavallılaşan insanı, inançtan akla inilen çizgi üzerinde yukarıdan aşağıya uçurarak

yere, ait olduğu toprağa indirdi. İndirir indirmez de aydınlanmanın-insancılığın(hümanizmin)

bireysel-kitlesel tabanını yaratmış oldu.

Toprak üzerinde gezindirdiği insanı; önce bireyselleştirdi, sonra toplumsallaştırdı. Onu bir

inanç varlığından bir yorum ve yetenek varlığına dönüştürdü: İnsan ya da insanlık sorunlarına

akılcı çözümler bulma yolunda hizmetli yaptı. Hizmetli olmanın aydınlığında, devletin ve

şeriatın uzağında, ona karşı kanalda, aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi) yaratan/ üreten asıl

toplumsal tabanı yakalamış oldu. İçinde yer aldığı toplum katında; uygarlık öncesi eşitlikçi

toplum değerlerinin taşıyıcısı durumunda bulunan muhalefet insanının yaşama yordamı olarak

algıladığı aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi), devlete karşı halkla taraf etti.

Aydınlanma dünyasında: Gökyüzünden yeryüzüne indirildiğine inanılan Tanrı buyruklarına

göre bedenleşen ve egemenin güdümünde canavarlaşan insana karşı üretici/yaratıcı insanı;

konuşan Tanrı durumunda ve halk kimliğinde kişilendirdi. Bu potada, yani mazlumlar katında

72 milleti eritti; bir yaptı. İnsan-evren-Tanrı sorununu yeniden irdeledi: İnancın yerini akıl

aldı. İnanca dayanan tanrıbilimin karşısına, inancı aklın denetimine veren bâtıni felsefeyi

yerleştirdi. Tanrı-evren sorunu inanç sorunu olmaktan çıktı, bir insan sorunu durumuna

geldi.(4)

Batı’da burjuva insancılığı(hümanizmi)daha tarihin gündemine gelmeden Anadolu toprağında

Aleviler; İlkçağ aydınlanmacılığının uzantısında ve İlkçağ insancılığının (hümanizminin)

kuşatıcılığında insanın bedensel ve ansal (anlama-kavrama) yeteneklerini geliştirdi. Bu yolda,

genelde şeriatçı dinsel değerlere, özelde feodal despota ve onun uşaklarına başkaldırdığında,

burjuva sınıf kimliğinin henüz ufukta gözükmediği bir toprakta; ilksel eşitlikçi toplum

değerlerini bayraklaştırarak, tasavvuf bağlamında ancak sezgiyle ulaşılabileceğini varsaydığı

insanlığın son kurtuluşunu tarihin gündemine taşıyıverdi. Ütopik (düşyapısal) de olsa

toplumcu aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi) en üretici halkasından yakalanmış oldu.

Page 12: Alevi aydınlanması

Farkında mısınız-farkında mıyız bilemem ama bu toprağın Alevileri-Bektaşileri; aydınlan-

mayı-insancılığı(hümanizmi), halk memnuniyetsizliğinin uzantısında ezilenin iktidara yönelik

özlemlerinin taşıyıcısı durumuna getirdiğinde, kendilerini de tanrıbilimin karşısına koydular.

Tasavvufi maya biçiminde algıladıkları aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi), egemene

yönelik isyanla bugünlere taşıdılar. Onbinlerle seslendirilen kıyımlara uğradıklarında

ödedikleri bedel, toplumcu aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi) yaşama geçirebilmek için

ödedikleri bir bedeldi bir bakıma. Bu anlayış en net ve en boyutlu anlamını; Şeyh Bedrettin’e

bağlanana, Yarin dudağından gayri her şey her yerde ortak olmak için ileri haykırışında

buluyordu.

Alevi-Bektaşi aydınlanması-insancılığı(hümanizmi) bugün: Ortaçağ’dan günümüze feodal

değerlere/ kurumlara karşı verdiği kavganın, bu yolda kazandığı deneyimlerin güvencesinde;

kendisini geleceğe hazırlıyor. Kendisine yardımcı olacak toplumsal dinamikler özlenen toplu

davranışı yaratamamış olsalar da Aleviler-Bektaşiler; inanç tasarımlarında ters duran

gerçekleri ayakları üzerine oturtarak tarihin nesnel yasalarını, insanın özgürce gelişebileceği

ve insanlığın hızla ilerleyebileceği insanlık çağına geçişin maddi koşullarını yakalama

uğraşında kararlı gözüküyor.

İnsanı aşağılaştırarak, uşaklaştırarak aydınlanmayı-insancılığı(hümanizmi) boğmaya çalışan

sistemin dayatmasını; insanın insanı sömürmesine son verecek asıl kimliği, emekçi kimliğini-

halk kimliğini öne çıkararak-onurlandırarak çözmeye çalışıyor.

Talihin hep talihliden yana güldüğü bu toplumsal cangılda Aleviler; inadına aklının yolundan

yürüyerek, insanı, okunacak en büyük kitap olarak algılayarak, idealizmini çağdaş insanı

okşayacak bir damak tadına dönüştürerek, genişleyen akıl alanında toplumcu aydınlanmanın-

insancılığın (hümanizmin) tohumlarını ekiyor. (5)

Alevi hümanizmi bir aşk felsefesi, bu felsefeye uyarlanmış örgütlü bir aşk inancı ya da kıblesi

aşk olan bir sevgi dini olarak algılanır. “Aşktan başka Tanrı yoktur ve Ali aşkın velisidir(Lâ

İlâhe İllâlaşk, Aliyyun Veliyulaşk)”,(6) özlü sözü bunun kanıtı durumundadır: Özünde Alevi

hümanizmi, aşka âşık olma sanatıdır, bir bakıma; Tanrı’ya yönelik önü alınamaz bir kültürel

eğilimi dışa vurur.

Yine Alevi hümanizminde acıma, bir aşktır. Bu aşk, üç biçimde yaşanır:

-Birincisi, zayıf ya da hasta yaşama acırız, yani âşık oluruz, bu aşkımız, hoşgörü donunda

aramızda-çevremizde gezinir-durur.

-İkincisi militanca acırız, yani âşık oluruz: Bu aşkımız, yoksulların, ezilenlerin son

kurtuluşunu ilân eder; fabrikalarda, tarlalarda ya da kenar mahallelerde dolanır-durur.

-Üçüncüsü ise Tanrı’ya acırız, yani âşık oluruz: İçimizden dışımıza, dışımızdan içimize iner-

çıkarız.

Page 13: Alevi aydınlanması

Acımanın Çocuğu Bektaşi Mizahı

İlim bende kelâm bende

Nice nice âlem bende

Yazar levh-i kalem bende

Madem ki ben bir insanım

Aşkın bu üç biçimiyle incelik, acımanın sanatsal biçimi olarak yaşama taşınırken

mizah(Bektaşi mizahı), şakanın acısı ya da acının ödülü olarak öne çıkar ve resmi ezberi

bozar: Bozuk düzende doğruyu ihbar eder.

Ayrılmanın kalabalığında azalıp toplanmışlığın yalnızlığında çoğalırken ilişkilerimizi

çoğunluk mizaha dökeriz: Mizah yoluyla birbirimizi kullanırken aynadaki yansımamız

dışında, hep bir gözleyenimizin bulunduğunu öğrenmiş oluruz. Kimi kez bizler birbirimize

tuzak kurarız; kimi kez de gözleyenimiz bizlere tuzak kurar. Tuzak acıtır; bu nedenle mizah,

şakanın acısıdır; acının ödülüdür daha doğrusu. Kahkaha görüntüsü ardında acılı bir çözüm

tasarlayarak benliğimizde coşkulu bir düşü haykırırız.

Bu nedenle acıdan sakınan mizah, kendini öldürür: Sistemin eğlence mantığıyla örtüşür ya da

düşünmemenin tadı durumuna gelir. Mizah doğarken acı içinde kıvranır. Doğum

gerçekleştiğinde mizah yapan da mizaha konu olan da yaşarken dirilir: Artık onlar için ağız

bir yaşam kapısıdır. Mizah, iyiliğin zarar gördüğü yerde, yani iyiliğin kendisinin de bir dert

olmaya başladığı yerde devreye girer ve bizleri, içimizin tasallutundan kurtarır; beden dilini

öne alır, sözcükleri işlevsiz kılar. Karşılıklı bir görüntü bozumu yaşanır, denge ortadan kalkar,

terslikler ve aksilikler birbirini izler; mizah yapanlar birbirine, biz onlara güleriz.

Gülümsemenin verdiği güven ve denge, bozuk düzende doğruyu işaret etme anlamında bir

ihbardır. Aldığımız ihbarın peşinde doğruyla karşılaşır, olayların ve durumların dilini çözeriz;

açık söylemek gerekirse gelecek yaşamın hizmetlisi oluruz.

Şimdi de bozuk düzende doğruyu ihbar etme kanıtı olarak birkaç mizah örneği verelim:

KEÇİ DAVASI

Bektaşinin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi kara kara düşünmeye baslar: Elde yok, avuçta

yok… Mahcup olmak da istemiyor…

Page 14: Alevi aydınlanması

Komşusu Yahudinin bir sürü keçisi varmış.. Onlardan birini çaktırmadan alıp kesmiş.. Ama

çaktırmadığını sanan kendisi.. Yahudi, ağacın arkasından görmüş durumu.. Demiş ki kendi

kendine, “Kadıya gitsem… Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam.

Hadi kazandım, Bektaşinin nesi var ki, ondan alıp bana vere… Biz artık Allahın huzurunda

hesaplaşırız…”

Yıllar geçmiş. Yahudi, Allahın huzurunda davacı olmuş Bektaşiden… Mahkeme kurulmuş.

Allah, “Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin…”, demiş Bektaşiye. “Kesmedim”, demiş

Bektaşi. “Ben gözlerimle gördüm…”, demiş Yahudi.

“Allahım… Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz…” demiş Bektaşi.

“Haklısın ama, ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini…”, demiş Allah.

“Allahım… Aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz…”. Allah, “Gene haklısın…”

demiş ve eklemiş, “O zaman getirin keçiyi ona soralım…”.

Bektaşi, “Ne!.. Keçi burada mı? Ver onu o zaman bu Yahudiye… Bitsin bu dava!..”

TARAF

Biri Bektaşiye sormuş: “Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman, yüzümü ne tarafa

döneyim?”. Bektaşi şöyle demiş: “Elbiselerini bıraktığın tarafa!..”

BAKLAVA

Mevlevi, Bektaşi ve softa yemekten sonra ikram edilen bir tepsi baklava için rüyaya yatarlar.

En hayırlı düşü gören baklavayı alacak. Öneri kabul edilir. Yatar, uyurlar. Sabah olunca sofu:

“Ne düş gördünüz anlatın bakalım?” der. Mevlevi sikkesini başına geçirerek: “Hayırdır

inşallah göklere çıktım” der. Hoca da: “Ben ise düşümde cennete gittim,” der.

Bektaşi: “Erenler, ben de gece birinizin göklere uçtuğunu, diğerinizin de cennette gezdiğini

görünce, ‘artık bunlar fani dünyaya dönmezler’ diyerek kalkıp baklavayı götürdüm!..” der.

ŞEYTAN

Irza tecavüz davasıyla bir çapkını mahkemeye getirirler. Yargıç sorar: “Bu suçu ne diye

işledin?”

Delikanlı: “Şeytana uydum. Bana yol gösterdi, bu işi yaptırdı”, der. Bektaşi olan yargıç: “Be’

hey çapkın! Hz. Âdem’e bile secde etmemek için cennetten kovulmayı göze alan şeytanın işi

yok da, sana pezevenklik mi yapacak!..”

SÜNNET

Koyu sofu bir adamcağızla Bektaşi, bir başka kente gitmek üzere bir kervana katıldılar. Sofu,

ikindi üzeri namaz kılacağını söyledi. Bektaşi: “Geç kalırsan kervanı kaçırırsın; onun için

sünneti bırak da yalnız farzı kılıver”, diye öğüt verir.

Page 15: Alevi aydınlanması

Bektaşinin sözüne uyar adam. O gece bir yerde konaklarlar. Ertesi sabah sofu, Bektaşiye

sitem eder. “Dün bana sünneti kıldırmadın, gece rüyama peygamber efendimiz girdi!..”

Bektaşi adamın sözünü ağzına tıkar: “Daha ne istiyorsun! Farzı da bırak rüyana bu kez tanrı

girsin!..”

AT

Bir gün yolda yaya giden Bektaşinin önüne bir atlı çıkar:

-Baba, bir müşkülüm var. Beni aydınlatır mısın?

Bektaşi yanıt verir:

-Elimden gelen bir şeyse, hay hay, oğlum

-Şunu öğrenmek istiyorum: Şu anda Allah ne yapıyor acaba?

Sualin münasebetsizliğine içerleyen derviş, hiç belli etmez:

-Yanıt veririm ama bir şartla, sen o attan in, ben bineyim.

-Neden?

-Böyle yüksek bir suale yüksekten yanıt vermek gerekir de ondan!

Adam attan inmiş, Bektaşi binmiş. Adam:

- Haydi, söyle bakalım. Allah şimdi ne yapıyor?

- Ne yapacak? Atı senin gibi budalanın elinden alıp, benim gibi akıllıya veriyor.

Ve çala kamçı uzaklaşır.

GAREZİNDENDİR

Baba erenler, kavurucu Ağustos güneşi altında uzunca bir yolculuktan sonra İç Anadolu’nun

bir köyüne vasıl olur. Aç ve susuzdur. Bir lokma yiyecek bulabilmek umuduyla kapıları

çalmaya başlar. Fakat köy bomboştur. En nihayet bir kenarda oturan yaşlı bir nine görür ve

nineye köylülerin nerede olduğunu sorar. Kadıncağız: “Evladım, herkes şu ilerideki

meydanlıkta yağmur duasında…” deyince bizimki de oraya doğru seğirtir.

Tabi herkes huşu içinde yağmur duasında. Kimsenin bizim Bektaşinin açlığını filan taktığı

yok! Bir de üstüne üstlük, “Görmüyor musun be adam yağmur duasındayız”, diye terslenince,

bizim Bektaşi dervişi de boynunu büküp gider, meydanın kenarındaki küçük çeşmenin

başında beklemeye başlar.

Aradan 5-6 dakika geçmeden millet bir de ne görsün? Kapkara bulutlar ve bardaktan

boşanırcasına bir yağmur! Günlerdir yağmur duasında olan köylüler bu yağmur üzerine

Bektaşi dervişinin uğuruna inanıp kenarda oturmakta olan dervişi omuzlarda büyük bir

coşkuyla köye taşırlar..

Tabi, akşama da şölen ziyafet onun şerefine… Bir ara köylülerden biri: “Ya’u beyamca, sen

ne yaptın da yağmur yağdı, anlat hele…”, diye sormayı akleder.

Baba erenler anlatmaya başlar: “Ağalar, günlerdir şu konya ovasında aç susuz yoldayım.

Yaradana günlerdir bir damla su diye o kadar yalvardım, yağdırmadı! Biraz önce meydandaki

Page 16: Alevi aydınlanması

çeşmede ceketimi yıkayıp, kurusun diye çalıların üstüne attım… Bana garezindendir,

gördüğünüz gibi, ceketi bile kurutturmadı!..”

EL

Bir Bektaşi her ne olursa ”Allahtan…”, dermiş. Bir gün bir külhanbeyi bu Bektaşinin ensesine

okkalı bir tokat patlatmış. Bektaşi arkasını dönünce külhanbeyi; “Baba erenler ne bakıyosun?

Allahtan!..”, demiş.

“Eyvallah evlat… Ben de Allahtan olduğunu biliyorum, ama hangi pezevengin eliyle yaptırdı

diye merak ettim; ondan baktım!..”

ÇAĞRI

Bektaşi ata binecek ama boyu kısa olduğu için sıçramaları sonuç vermiyor. “Ya Ali!..”, der,

sıçrar. Bir sonuç alamaz. “Ya Hasan!..”, der bu kez. Ama sonuç değişmez. Son umudu

Hüseyin’dedir. “Ya Hüseyin!..”, diyerek yeniden sıçrar. Bu kez de aşıp öte yandan düşer.

Yerden kalkarken kendi kendine söylenir; “Hey kurban olduklarım!.. Teker teker çağırdım,

gelmediniz. Sonunda acıyıp hep birlikte yüklendiniz!..”

NUTUK

Bektaşi babasına: “Baba erenler…”, derler, “Sen de seçim kampanyalarına katılıp, ‘Türk’e

Türk propagandası’ yapa yapa oy toplamaya kalksaydın, nasıl bir nutuk söylerdin?”.

Baba erenler, şarap testisinden bir fırt çekerek hemen ayağa kalkar ve başlar nutkunu

söylemeye: “Ey benim bakışı sert, yüreği mert, tarihi şanlı, kılıcı kanlı, ataları soylu, seçimleri

oylu, kahramanlıkları sonsuz, kahpeleri donsuz yüce ırkımın soydaşları! Taharetlenmesini bile

bilmeyen kefere; uzaya gitmeyi değil, turist olarak Antalya’ya gitmeyi dahi düşünemediği

dönemlerde; biz çoktan göklerdeki kehkeşana da hükümran olmuş; Büyük Ayı’ları da, Küçük

Ayı’ları da, Demirkazık’a bağlayarak uzayda rastlanmadık birer pehlivan olmuştuk.

işte size bunun belgesi: ‘Atalarım gökten yere indirdiler ay yıldızı / bir buluta sardılar ki,

rengi şafaktan kırmızı!”.

Bektaşi babasını dinleyenler, hemen ayağa kalkarak yürekten alkışladılar baba erenleri: “İşte

fikir özgürlüğü böyle olur”, dediler…

Page 17: Alevi aydınlanması

Sözlü Gelenekten Yazılı İletişime

Enelhakkım ismim ile

Hakk’a erdim cismim ile

Benziyorum resmim ile

Madem ki ben bir insanım

Görüldüğü gibi Alevilik, doğaüstü ya da ötesi bir gücü, anlayışının merkezine koymaz. Tam

tersine şeriattan özgürleşilerek kazanılan nesnel-toplumsal zeminde, insanı merkeze alır. Onu

kutsar, onu sever. Bu da laikliğin insansal-toplumsal zeminidir.

Alevilik-Bektaşilik bugün, sözel kültürden yazılı kültür durumuna dönüşme aşamasını

yaşadığı için bir bakıma kendine başkaldırı içindedir. Anonim yanı egemen olan bu

felsefe/öğreti büyük ağırlıkla sözeldir. Yazılı yanı kimi özgün yapıtların sayfalarında gizil

durumda saklıdır. Ve ancak bir aydın katkısıyla açığa çıkarılabilir. Bunu gerçekleştiremezsek

şeriatçı dinler karşısında Alevi-Bektaşi felsefesi yalnız bırakılmış olur. Köktendincilik lehine

bu felsefe kurban edilir. Yaşarken yeniden dirilmek temel diyalektiğiyle yaşama geçecek olan

bu felsefe, yaşama olanağı verilmeden boğulur. Alevi-Bektaşi felsefesinin ölmeden evvel

ölmek tasarımı şeriatçı inancın öldükten sonra dirilmek biçiminde kemikleştirilen mahşer

tasarımına dönüştürülmüş olur.

Şimdi bu sözlü gelenek yazılı bir iletişim durumuna dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu bir altüst

oluş getirecektir. Sözlü geleneğin dünden gelen saygın kimlikleri ya da kurumları ile yer yer

bir çelişki yaşanacaktır. Bunu bir ölçüde doğal karşılamak gerekir. Çünkü bu da kendi içinde

bir başkaldırıdır. Toplumsal tarihte her başkaldırının bir bedeli vardır. Demek ki bu altüst oluş

da bir bedel ister.

Alevi-Bektaşi felsefesini, öğretisini ve inancını Alevi-Bektaşi yaşamın hizmetine sunabilmek

için yazılı kültüre geçmenin gerekliliğine tanık oluyoruz. Görüyoruz ki sözel geleneğin

Page 18: Alevi aydınlanması

taşıyıcısı durumundaki bellekler Hakk’a yürümelerle sayıca azalıyor; sözlü kültür geleneğinin

yaşam alanı her geçen gün biraz daha daralıyor.

Biz her gün konuşuyoruz, biz her gün dinliyoruz; bu sözel kültür sözel olarak sonsuza dek var

olacaktır, diyenlere bir sözümüz var: Konuşma sadece birtakım sözcükleri ses aracılığıyla

başkalarına iletme olmadığı gibi, dinleme de sadece işitme demek değildir. Böyle konuşulup

böyle işitildikçe her geçen gün biraz daha az şey bilinecektir. Az şey bilen zor öğreneceğinden

açığı kapatabilmek için sürekli yalana başvuracaktır.

Ne Yapacağız?

Daimi’yim harap benim

Ayaklara tûrap benim

Aşk ehline şarap benim

Madem ki ben bir insanım

Öyleyse yapılması gereken nedir?

Yapılması gereken; sözel geleneğin taşıyıcısı olan bellek körelmeden aydın katkısıyla

Anadolu Aleviliği olarak adlandırdığımız felsefi dini ya da bilgelik öğretisini, sözel

malzemeden süzüp yazılı malzeme durumuna getirmektir. Bunu başarabilirsek Alevi-Bektaşi

felsefesi, dünya felsefe kaynağının, Alevi-Bektaşi öğretisi dünya bilim kaynağının bir parçası

olacaktır.

Eğitim etkinlikleri örgütlenirken gelenek ya da yol örgütlerinde, yani dergâhlarda,

cemevlerinde, daha açık bir anlatımla doğrudan demokrasi kurumlarında yüzyüze eğitim

temel alınmalıdır. Çünkü sözel kültürün sözel yolla taşındığı kurumlarda yazılı kültüre

alışkanlık ya da yatkınlık yoktur, varsa bile sınırlıdır. Aşabilmek için uzunca bir zamana

gereksinmemiz vardır. Çağdaş demokratik örgütlenmelerde eğitim etkinlikleri hem yazılı

ürünü ulaştırma, okuma alışkanlığını geliştirme biçiminde hem de doğrudan, yani yüzyüze

eğitim karma olarak gerçekleştirilmelidir.

Hünkârımızın dediği gibi: Bir olalım, iri olalım, diri olalım

Bir olmazsak, iri olamazsak, diri olmazsak Alevi-Bektaşi aydınlanmasını, Alevi-Bektaşi

insancılığını(hümanizmini) ve Alevi-Bektaşi ahlakını dünden bügüne taşıyamayız; şeriattan

özgürleşemeyiz; toprağımızı ve insanımızı köktendinci değer ve kurumların tasallutundan

kurtaramayız.

Bir olalım, iri olalım, diri olalım ki Alevi-Bektaşi felsefesi, inancı-öğretisi, kültürü ve

edebiyatı önce örgütlerimizde boy versin, sonra tüm dünyaya yayılsın. Bizi geleceğe

hazırlayacak kurumlarımız, örgütlerimiz canlanabilsin.

Page 19: Alevi aydınlanması

DİPNOTLAR

1) Batur, Enis; Alternatif Aydın; 75 Yılın İçinden(Hazırlayan: Ahmet Oktay); Yapı Kredi Kültür ve

Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.; İstanbul- 1998; s, : 40; “… Aydının, varolmak için toplumsal

dokunun talebine de onayına da gereksinmesi yoktur. Genel hatlarında çoğunluğun onayını alan kişi

değildir aydın: Yapıp-ederken onaylanmaz o, talep de görmez; yapıp-ettikten sonra, genellikle de epey

sonra onay görür, görebilir. Demek ki aydının Türkiye’deki açmazı toplumsal bağlamdan çok varlıksal

bağlamda değerlendirilmesi gereken türdendir,… Batı toplumlarında, özellikle de sivil toplum

modelinin bütün bütüne oturmuş olduğu ülkelerde aydın’a gereksinme olup olmadığı tartışılıyor

nicedir. Soruna Türkiye açısından bakacak olursak: İçinde bulunduğumuz toplumsal düzen düzeyinde,

aydın’ın aşılmış, gereksiz bir kimlik olduğunu ileri sürmek olanaksız olmasa bile hayli güçtür. Bu

yolda toplumdan bir talep gelmesi gerektiği düşüncesi varsa ki vardır, bu bütünüyle yanlış bir

inanıştır…”

(2) Irène Mélikoff ile yapılan şöyleşiden(Söyleşi-Çeviri: Leyla Binici Güneş): Nejat Birdoğan

Anısına/ Gülyüzlüm Merhaba(Yayına Hazırlayan: Esat Korkmaz); Alev Yayınları; İstanbul- 2008; s,

33-37;

-Mélikoff Anne, bizler aydın duruşunun ne demek olduğunu sizden öğrendik: -Ben bir

araştırmacıyım… benim rolüm inanmak değil, gözlemek ve anlamaya çalışmaktır, sözünüz rehberimiz

oldu.

Daha önce de bazı makalelerimde yazdığım gibi; ben bir araştırmacıyım, benim rolüm inanmak değil

gözlemlemek ve anlamaya çalışmaktır. Aydın tanımımı soruyorsunuz: Aydın olmak muhalif olmak

demektir, cesaretli olmak demektir, kurulu düzene karşı söylenemeyene itiraz edebilmek

eleştirebilmek demektir.

-Mélikoff Anne, yeri geldi sormak istiyorum: Hepimiz için yol gösterici olacak. Sen, XVIII yy

aydınlanmacılığını benimsemiş üstyapısal kültür ilericisi durumunda bulunan aydını olumsuzladın; bu

tip aydının halkına yabancılaştığını söyledin. Bu tür aydın kimliğini aşmak için ne yapmamız

gerekiyor Anne?...

Evet, 18 yüzyıl aydınlanmacılığının asri olduğunu söyledim doğru. Buna damgasını vuran

Bektaşiliktir. Osmanlı’yla olan bağı itibariyle kurulan sistemleşen tarikatlar içinde yer alan

Bektaşiliğe, Aleviliğin okumuş, imkânları ve imtiyazları olan kesimidir diyebilirim. Anadolu

Aleviliğini de imkânsızlıklar dolayısıyla, okuyamamanın verdiği bir sonuçla köylülük kesimi diye

adlandırabiliriz. Bektaşilikten farkı, Aleviliğin önemli bir halk kültürü oluşudur. Ancak Aleviliği salt

dini inanç bazında ele almak yanlış olur. Aydınlanmada sosyal hareketlerin çıkış noktaları çok

önemlidir…. Bu anlamda Bektaşi kültürünün bir aydın kültürü olduğunu söyleyebilirim. İmkân ve

olanaklardan yoksun, özellikle de kırsal alanlarda yasayanları temsil eden Alevi halk kültürü tabii ki

daha evvel vardı. Dolayısıyla aydınlanmacılığın yüzyılı dediğimiz ve Anadolu’da 18.yüzyıla

damgasını vuran da Bektaşi-Alevi kültürüdür. Aynı yüzyılın Fransa’daki yansıması da Fransız

devrimidir…”

(3) Bozkurt, Nejat; Felsefeleştirilmiş Bir Din Olanaklı mı?; Felsefelogos 3; 1998/ 2; s, 34;

Page 20: Alevi aydınlanması

“Felsefeleştirilmiş bir din her şeyden önce bir koşul olarak felsefenin teolojiden, aklın inançtan,

tanrısal kayranın doğadan kesin çizgilerle ayrılmasını öngörür. Dinin özünü, ilkelerini, çeşitli Tanrı

kavramlarını; Tanrı, insan ve evren ilişkisini; inanç, akıl, vahiy ve dogmanın anlamlarıyla karşılıklı

ilişkilerini, dinsel deneyimin doğasını, değerini ve gerçekçiliğini, ruhun ölümsüzlüğünü eleştirel ve

nesnel biçimde ele alan felsefi din, inanç karşısında akla öncelik verir. Dinin temel inançlarını

mantıksal bir çözümlemeye tabi kılar ve sorgularken bunu inananların inançlarını güçlendirmek için

yapmadığı gibi, onların inançlarını zayıflatmak için de yapmaz. Felsefeleştirilmiş din, dinin temel ilke

ve inançlarını irdelerken kendisine özgü araçları ve yöntemleri kullanır. Bu yöntemler, insana hemen

her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri sağlar…”

(4) Yalçın, Alemdar; Volter’in Aydınlanma Tasarımı Hacı Bektaş Veli’de Vardı; Serçeşme Dergisi;

Sayı: 3; İstanbul- Ekim/ 2004; s, 18;

“Volter diyordu ki; ‘Evren büyük bir yaradılıştır. Yani makro-kozmos’dur. İnsan ise mikro-

kozmos’dur. Yani evren bir duvar saati ise insan da bu duvar saatinin tüm özelliklerini kendi üzerinde

taşıyan bir kol saatidir. İşte bu anlayışla Batı, Rönesansını ortaya koydu. Biliyor musunuz? Makro-

kozmos ve mikro-kozmos düşüncesinin, Hacı Bektaş Veli’nin görüşlerinde ve şiirlerinde olduğunu.

Hacı Bektaş Veli’den vereceğim şu örnek çağdaş aydınlanmanın bir tanımını oluşturuyor: ‘Şu şişeyi

görüyor musunuz? İnsan bir şişeye benzer; bu şişenin içi pislikle doluysa bunun ağzını kapatıp da

çeşmenin altında yüzlerce kere yıkasanız da bu temiz olmaz. Yapılacak iş nedir? Bunun kapağını

açmak, pisliği dökmek, şişenin içini yıkadıktan sonra dışını yıkamaktır.”

(5) Selçuk, İlhan; Aydınlanma ve Alevilik; Serçeşme Dergisi; Sayı: 3; İstanbul- Ekim/ 2004; s, 14;

“İnsanlıkta başlangıçta sadece ‘inanç’ vardı, akıl yoktu. Hıristiyanlık dünyasını düşünün, bu

Hıristiyanlık dünyasında akıl ne zaman devreye girdi? Aydınlanmayla; şimdi o zaman ‘Alevilik ve

Aydınlanma’ dediğimiz zaman inançla aklın ‘hesaplaşmasını’ düşünmüş oluyoruz. Çünkü

aydınlanmanın her bir parçası aydınlık insanlardır ve inanç tarihine baktığımız, akıl tarihine

baktığımız zaman, ikisi arasındaki ilişkiyi nerde görebiliyoruz?: Anadolu’da. Orta Asya’dan gelen

insanlar kendilerine göre birtakım inançlar ve akıllar taşıyorlar; onlar geliyor Anadolu’ya; onlar

inançla aklı ‘birleştirme’ çabasına girmişler; hiç kuşkusuz kolay bir iş değil bu; bir insanın inançla aklı

‘birleştirebilmesi’ kolay bir şey değil; burada buluştuğumuz zaman, biz kendi sevgimizi, kendi

muhabbetimizi bir ‘akıl zeminine’ oturtmak zorundayız.”

(6) (Schimmel, Annemarie; İslamın Mistik Boyutları-Çev.: Ergun Kocabıyık-; Kabalcı

Yayınevi; İstanbul- 2001; s, 143);

“Aşk sözünü muhtemelen ilk kullanan Nuri, ‘muhip, aşkından zevk alırken âşık araya mesafe

koyar’, diyerek kendini savunmuştur. Bu terim, onunla ilâhi hayatın iç devinimlerini -…-

açıkça dile getiren Hallac’a miras kaldı ve Fahrüddin Irakî, şiirsel olarak kelime-i şahadetin

sözlerini lâ ilâhe illâl-aşk(aşktan başka Tanrı yoktur) diye değiştirinceye kadar(…) sonraki

sûfi düşüncesini kesin olarak etkilemiştir.”

(Korkmaz, Esat; Serçeşme Dergisi; Sayı: 35; İstanbul- 2007);

“Aşktan başka tanrı yoktur ve ali aşkın velisidir(lâ ilâhe illâlaşk, aliyyun veliyulaşk).... aşk,

bir insanlaşma ortamıdır; orada insan kendini bulur, keşfeder. Başkasına -bu başkası

Tanrı’dır- ulaşmanın yollarını arar bulur. Aşk, insan olabilmek için gerçek bir

kaçınılmazlıktır; kendini ve dünyayı yeniden kurmaya çalışan insan için zorunlu bir

Page 21: Alevi aydınlanması

etkinliktir. Ruh ve beden bütünlüğünden daha geniş ve çerçeveli olarak algılanan tanrısal

bütünlüğe ulaşmaktır. Aşk, gerçek bireyden dünyaya açıldığımız yerdir: Bu anlamda eşiktir.”

Page 22: Alevi aydınlanması