kalemsiz dergi 19. sayı

62

Upload: kalemsiz-dergi

Post on 07-Mar-2016

268 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Kalemsiz Dergi 19. Sayı

TRANSCRIPT

Page 1: Kalemsiz Dergi 19. Sayı
Page 2: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Edebiyat->

Merhaba değerli Kalemsiz Dergi okur-ları, yeni bir sayıyla yeniden sizlerleyiz. Geçen süre içerisinde yeni sayımızda sizlere güzel şeyler sunabilmek için çok çalıştık, emek verdik. Dilerim yeni sayımızı sizler de çok beğenirsiniz. Aramıza katılan yeni yazar arkadaşla-rımız var. Eşref Yener, Meryem Coşkun-ca ve Oğuzcan Kıymık arkadaşlarımıza hoş geldin diyor ve başarılar diliyoruz. Gelelim yeni sayımıza. ‘Shi’ Burak Serinpınar’ın kaleminden seyre devam ediyor. Cengiz Aytmatov’u siz-ler için anlattık. Bu ay ölüm yıl dönümü içerisinde olduğumuz ünlü yazarı anıyo-ruz. Eşref Yener ile beraber ‘Vaadedilmiş Cennetlere’ yolculuğa çıkıyoruz. Vol-kan Altınbaş ‘Düşündükçe Kayboluyor’ isimli şiiriyle düşlerde düşündürüyor bizi. Oktay Yenitürk ‘Alternatif Müzik Gruplarını’ sizler için araştırdı. Merve Altun ülkemizde en çok okunan kitap-lardan biri olan ‘Avucunuzdaki Kelebek’ bu ay sizlerle. Gezi Parkı ile ilgili süreci tarafsız bir şekilde, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Semih Rıdvan Ça-balar Mustafa Kemal Atatürk’ün Sam-sun’a Çıkışı’nı anlattı. Bunlarla beraber daha beğeneceğinizi düşündüğümüz diğer yazılar yeni sayımızda sizlerle. İki senedir yayım hayatımıza ilkeli bir şekilde devam ediyoruz. Fana-tizmden, siyasetten ve dini tartışmalar-dan uzak durmaktayız. Ancak, bugün

gelinen nokta itibariyle ülkemiz zor günler-den geçmektedir. İnsanlarımızın birbirine olan saygısını ve hoşgörüsünü koruması tek temennimiz. Bu anlamda siyasi olarak gö-rünen ‘Gezi Parkı Eylemi’ne duyarlı bir med-ya kuruluşu olarak müdahil olduk. Çünkü, Kalemsiz Dergi olarak biz biliyoruz ki bugün olaylara kayıtsız kalma günü değildir. Bu-gün herkesin elini taşın altına koyması ge-rekmektedir. Taşın altına elinizi koymaktan korkmayın, taşa yön verin. Bugün ana akım medya tarafından yeterli bilgi verilmediği için sosyal medyada ‘şehir efsaneleri’ do-laşıyor. Dilerim bu sessizlik daha fazla sür-mez ve halk bilgilendirilir. Dileriz yaşanan olaylar en kısa sürede son bulur ve verilmek istenen mesaj taraflar tarafından alınır. Kalemsiz Dergi ailesi olarak her geçen gün daha da büyümekte ve güç-lenmekteyiz. Bizim yanımızda olan okur-larımıza sonsuz teşekkür ediyoruz. Bu ay içerisinde ikinci yılımızı kutluyoruz. İki yıl içerisinde hep bizimle oldunuz. Sizin desteğiniz ile büyümeye devam edeceğiz. Sizlerle beraber daha nice güzel seneleri görmek dileğiyle. Ayrıca Miraç Kandiliniz mübarek olsun. Keyifli okumalar. Esen kalın.

Page 3: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Edebiyat->

Page 4: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

‘’Bu olta mı, bu fotoğraf makinesi mi, bu amcaların balıkları mı bitmiş, bu amca güneşten mi böyle eskimiş?’’ Böyle bir çocuğun yanında bittiğini gör-düğünde söylendi; ‘’Esrarengiz bir olayım, meçhulüm…’’Ellerini fotoğraf makinesine sıkıca dolamış gözünü yapıştırdığı vizörden ayırmadan sesleniyordu büyük gözlü çocuk;‘’Bir adım daha gel,’’Dediğini yaparken birilerinin o anda neler yaşadığını bildiğini düşündü. Kendini bu şekilde sakinleştirmek istiyordu çünkü bu çok tanıdık bir rü-yanın bir başka hatırlatıcısıydı. Tamamen hortlamasından nedense çekini-yordu. Garip bir sesle çocuğa; ‘’Tamam,’’ dedi, ‘’böyle mi?’’ Deklanşöre bas-masıyla göğsünde bekleyen ağrının yok olacağına odaklandı. Fakat çocuk ikinci hamlesini fotoğraf makinesine yapışık dudaklarını oynatarak yaptı;‘’hayııır, Ay’a yere doğru!’’ Artık kesindi. Rüyasında uyuyan sahneler uyandığında hortlayabildiğini ka-nıtlamıştı. Kulağından içeri sızan ağrı deklanşöre basmakla kaybolmamıştı. Flaşının keskin ışığı da bu hortlayabilen rüyanın görüntülerini boğamamış-tı. Çekilen son fotoğrafsa planındaki en önemli parçayı işgal ediyordu. Puzz-le bitirme tezi... ‘’Biz balıklar neden sessiz kalırız, aslında neden susmayı sizlerden iyi biliriz biliyor musun?’’ Odasında, zemine gelişi güzel koyduğu fotoğrafları 180 derecelik açıyla ser-piştirmişti, ortasına bağdaş kurup oturdu. Eve ne zaman girdiğini hatırla-mıyordu. Sanki fotoğrafları basmasıyla odadaki son hâlini alması arasında zamandan firar etmiş bir süre vardı. Fotoğrafları planına göre sıraya koyar-

Page 5: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

ken nereden çıktığını anlamadığı bir gözle kendine tepeden baktı. Ta-vus kuşu! Bu gözle tepeden bir resim çekilse Tavus kuşunu andırmaz mıydı vaziyeti? Hava karardığında gözleri bardağının dibindeki kahveye daldı. Kahve-rengi... Daha sonra içinde tutamadığı bir şeyler cereyan etti; acele et-meliydi... Yapmak istediğini sadece resimlerle anlatmakla kalmayacak-tı bu sefer. Baştan sona sıraladığı resimlerin son altı karesini eline alıp arkalarını çevirdi. Her birine bir şeyler yazacaktı... Aklındakiler uçup gitmeden önce onları defterine yazmalıydı, sonra da hikayesindeki re-simlerin son altı karesine işleyecekti...‘’Biz balıklar neden sessiz kalırız?’’1- Diyecek bir şeyler olmalı, merhaba gibi. Nasılsın’a bir cevap, neler yapıyorsun’a bir tepki... (Bu, bir gün yüzü manifestosu, güzel filmlerdeki son sahne özlemidir. Ne olur bir şeyler söyle, ne halt ettiğimi biliyorum ama artık geçti çağrısı gibi bir şeydir ki, aslında yeri de değildir, değil mi?) 2- Sonra her ne düşüneceksen düşündür. Peşinden koşan biri yada bir deli-dir. Hem yaşlanıyoruz değil mi giderek? Mimarinin yıkıntılarından arda kalanlara müze vitrini, nasibini bulanların göğe kalkmış elleri ya da bu bir ‘’ne olur konuş’’ süsü... 3- Öyle olsun ki, en umursamaz halinle, sinir bozukluğuyla gül. Geçmiş bü-tün bayramları, kandilleri en baştan kutla. ‘’Ne diyor bu çocuk!’’ de ama sonra ne olur konuş benimle... 4- Yaraya doğrudan basılan tentürdiyot gibi yanlış alanlara tutulmuş çocuk bu. Şimdi kanıyorsa hala... Ne olur konuş benimle, eğer bunları okuyorsan. Çünkü bu bir protesto. 5- Ne olur, oradaysan ve dizlerimdeki kabuğun en az senin kadar büyüdüğü-nü anladıysan konuş benimle. Geçmiş gün tümörünü ve kinini eritemediysem, bunu başarısız sulu şakalarımın çözemediği katı espriler olarak farz et ve konuş benimle. Bir şans daha’lık bir şeyler olmadığını bilen ama misketlerini göstermek için hâlâ peşinde olan bir çocuk için yüzünü dön... Konuş benimle... 6- Ne olur, Allah aşkına konuş benimle...Her ne olduysa, içinde duramayan bu şeyin eskilere ait olduğunu an-ladı. Yazdıklarındaki sapmalar açıkça görülüyordu. Bunları balıklara yazmamıştı. Balıklar içinde susmuş bir yükün mührüydü...

Devam edebilir…

BURAK SERİ[email protected]

Page 6: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

SEYYAR SATICI Otoyol’un ortasında, yolu ayıran bariyerlerin üzerine oturmuş; yanına da simit tepsisini yerleştirmişti. Bugünün sonu ne olacak diye düşünmüyordu, he-sap yapmayı da pek bilmezdi zaten. Çatıyı onarmak kaç balon eder? Musluğun tamiri kaç pamuk şeker? Hesaplaması pek de kolay sayılmazdı.

Yolun kenarındaki çarpık evine ba-kıyordu. Yanlışı yapanın kendisi olmadığını da çok iyi biliyordu.

Nesillerdir seyyar satıcılık yapıyordu ailesi; mahalleleri, ara sokakları her gün bıkmadan arşınlıyor, hizmeti kapıya ka-dar götürüyorlardı. Yoğurtçu, zerzevatçı, macuncu, kalaycıydı babası; o ise pamuk şeker, kağıt helva, balon ve simit satıyor-du zaman zaman. Hayır, utanılacak bir şey değildi yaptıkları; insanların hayatlarını kolaylaştırmaktı amaçları. Üstelik mahalle sakinlerini rahatsız etmez, onlar tara-

fından sevilirlerdi. Ailesi ondan “büyük adam” olmasını beklememişti; toplumun baskılarına göre yetişmemiş, medeniyet denen şeye de ayak uydurmak zorunda hissetmemişti.

İnsanları tanırdı; seyyar satışlar, seyyar hayatlar demekti. Onlarca yaşama dokunurdu her gün. Bazen insanların ona acıyan gözlerle baktığını düşünür, işte o zaman utanırdı; kendi halinden değil, halini anlatamadığından utanırdı. Yaptığı kötü bir şey değildi, hep buna inanırdı.

Okulların etrafında şeker araba-sıyla dolaşırdı bazen, çocuklar onu göz-ler; teneffüs olunca da tezgahı bir güzel sararlardı. Birkaç minik uzaktan bakardı imrenerek, onları da görürdü seyyar, diğer çocuklar dağıldığında sessizce birer şeker de onlara uzatır, şaşkın çocukların dudak-ları keyifle kıvrılırken o da yoluna devam ederdi.

Page 7: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

En çok da balon satmaktan keyif alırdı. Büyülü hava toplarını taşırken güneş ışıklarıyla yere yansıyan renkleri izlemeye doyum olmazdı. Balonun uçma-sındaki gizemi kendi bile çözememişti; peki ya bir balonla uçmak acaba nasıl bir şeydi? Slogan, bir seyyar satıcının markası gibiy-di; her biri farklı duyururdu sesini. Hepsi birbirini tanır ve destek olur, düşmanlık hissetmezlerdi.

Mahalledeki tanıdıklıkları huzur ve güven verirdi mülk sahiplerine. Çün-kü bu işi fırsatçılığa çevirmeyen güzel insanlardan biriydi. Dükkansız satıcılığı kullanıp insanları kandıranlara o da öfke duyuyordu herkes gibi. Bu sebeple çok kez zan altında bırakılmış, at başı giden kirli kalabalığa dahil olduğu sanılmıştı. Fakat hiçbir zaman yüzü kızaran taraf kendisi olmamıştı.

Hâl-i lâlCanan Topçu

[email protected]

Şapkasını taktı, sokaklar özlem-le onu beklerken, insanlar medeniyet uğruna onun için engeller hazırlarken, o yapması gerekeni; değerlerinden vaz-geçmeden yapacaktı.

Page 8: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

AMELİA VE İDAM MAHKUMU Yazmak gelmez mi bir insanın içinden? Gelmiyor... Söyleyeceğim her söz, kuracağım her cümle biraz yap-macık, biraz yetersiz, fazlaca yersiz. Kafamda durup düşünüp belirlemeye çalıştığım her konu, sıkışmışlığımın katı duvarlarına çarpıp şangır şungur yere iniveriyor bin parça. Sıkışmışlığım, çaresizliğim, küçücüklüğüm... Öyle kü-çücüğüm ki gözümün gördüğü her şey kocaman geliyor gözüme ve kocaman olup geliyor üzerime. Biliyorum, söy-leyeceğim hiçbir söz tek bir zerre bile değiştirmeyecek olanları, olacakları. Biliyorum ki alfabemden tek bir “a” sesi dahi ulaşmayacak yükseklere. Dev labirent duvarlarının arasına bırakılmış, arkasındaki kurna güçlü parmaklar tarafından kurulup üzerime salınmış bir düzen canavarının önünde bilinçsizce koşturuyorum; hangi duva-ra ne zaman çarpıp sıkışacağımı bilme-den. Oysa her şey güçlü iki parmağın arasında; biliyorum, susuyorum, su-suyorum... Belki de tüm sıkışmışlığım, çaresizlikten kıvranışım bundandır: Fa-illerin elleri arasında kendi kaderimin meçhulü olmak. Tıpkı içine salınıver-

diğim dev labirent duvarları arasında gideceğim yolların birilerince seçilmesi, söyleyeceğim her sözün birilerince düşünülmesi, yaşayacağım hayatın birilerince belirlenmesi ve sınırlarımın çizilmesi gibi... Kurnası kurulmuş cana-varın önünde, yine kurnası kurulmuş bir oyuncak olduğumun farkındalığı ve değiştirilemezliğidir belki içimi böyle mandallayan. Bir oyuncağım ben, ken-dine biçilen rolü oynamakla yükümlü; senaryosu ezberletilmiş kuşaklar boyu ve bir idam mahkumuyum, kaderi iki dudağın ve iki parmağın arasında tu-tuklu... Sözümün özünü Dino BUZATTI veriyor aslında: “Sordular ölüm cezasına çarpıla-na nedir son dileği diye.- Bir falcı kadına fal baktırmak isterdim, cevabını verdi.- Hangi falcı kadına?- Amelia’ya dedi, Kralın falcısı Amelia’ya. Amelia, bilmeyen yoktu, falcı kadınların en ustasıydı ve Kral öyle bir güven beslerdi ki ona, Amelia’ya fal baktırmadan asla bir karar almazdı.

Page 9: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

İdam hükümlüsü, kiminle karşı karşıya olduğunu bilmeyen Amelia’ya götürüldü böylece. Kadın, sol elin avuç içini gözden geçirdikten sonra gülüm-seyerek dedi ki:-Çok şanslısın oğlum, ömrün uzun olacak.- Yeter! Dedi mahkum ve cezaevine döndü.Öykü yayıldı hemen ve herkes bastı kahkahayı. Fakat ertesi sabah, adam darağacına götürüldüğünde , uğursuz darbeyi vurmak üzere cellat henüz yeni kaldırdığı baltasını yere koyup hıçkır-maya başladı.- Hayır, hayır! Diye haykırıyordu, gelmez elimden! Düşünün bir, ya Kral Hazretleri duyacak olursa! Katiyen gelmez elimden! Ve uzağa fırlattı bal-tasını.”Hepimiz, kaderi Amelia veya Kral’ın iki dudağı arasında olan bir idam mahku-muyuz aslında, bir oyunun parçası.

Kübra Gü[email protected]

Page 10: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Ne içinde kalabiliyoruz hayatın ne de dışında. Ne söylesek hep bir kelime eksik, ne kadar bağırsak hep sesimiz kısık ya kim-se duymaz karanlıkta kaybolan feryatlarımı-zı ya da duymamış olmak işine gelir. Birinin çıkıp ta bir şeyler söylemesi için yalvaran gözlerle insanlara baktığımız zamanlarda herkes dilsiz olur. Oysa biz boğuluyoruzdur. Yavaş yavaş tükeniriz, canımız acıya acıya kaybederiz. Önce sevdiklerimizi, sonra inandıklarımızı ve en acısı da umutlarımızı. Bütün yollar bir-birine girer bütün sokaklar çıkmaz. Oysa az savaşlar mı veririz şu yalanlarla dolu dünya denen dipsiz kuyunun sonunun aydınlık olduğuna kendimizi inandırmak için. Ama hayat ,hiçbir zaman buna izin vermez. Ne zaman içten bir kahkaha atmak gelse içimizden hıçkırıklarla yaparız kapa-nışları. İlkbaharı izlemeye doyamamışken güneşli havalarda birden çıkar fırtınalar her şeyi kırar, döker, parçalar. Yeniden kanamaya başlar kabuk bağlayan yaralarımız. Bu defa çok yanar canımız. Bütün şarkılar biraz bizi anlatır sonra her beste daha bir işler yüreğimize. Her ba-kışta bir neden ararız nedensiz dalar gözle-rimiz sonsuz boşluklara. Mavi bir gökyüzü hayal etmeye çalışsak da yolun sonu baştan hep bellidir aslında. Üstelik kendimiz yaza-madığımız gibi bozamayız da kolay kolay, ne

gücümüz yeter ne nefesimiz bütün haksız-lıklara dur dermeye. Yoruluruz ve sonra zor olsa da yaşaya yaşaya kabulleniriz her şeyi olduğu gibi. Ne dostumuz olduğunu sandıklarımız vardır ortada ne de ne hayallerimiz, ne de masallarımız. Orta da olan tek şey bütün çirkinliğiyle simsiyah buz gibi bir yüz ifa-desiyle hissiz duran ve her geçen gün biraz daha yok eden yalnızlığımız. Sığındığımız tek liman koskoca bir yalnızlık Aslında ne çok mutlu olduğumuzda beraberiz ne de çok ağlayıp üzgün olduğu-muzda. Hangisini gerçekten anlıyor karşı-mızdaki. En az ağrıyı hep başkalarının acıları verirken nasıl seni çok iyi anlıyorum diye-biliyorsak aslında kimsenin kendimiz gibi bizi anlamayacağını da gayet iyi biliyoruz. Kendimizi hırpalamak nafile. Kalabalıklar içinde yalancı kahkahalar atarken de, müziği ruhumuzu titreten bir müzikte gözümüzden zamansız yaşlar dökülürken de düşerken de yalnızız. Üstelik en az herkes kadar kimse-siz,yanlışlarımızla doğrularımızla biraz da eksiğiz.

YALNIZIZ

Page 11: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Daha doğarken ağlayarak açmadık mı gözlerimizi, sonra birini kaybettik yine ağla-dık birine kavuştuk hayal kırıklığına uğradık yine ağladık. Gözlerimiz hep uzaklara daldı Tevfik Fikret gibi, Haşim gibi hayal mabetleri yarattık kafamıza hayali sevgililerimizle kaç-mak istediğimiz. Bizi anlayan soru sormayan sadece yalnızlığımızı paylaşan gece gözlü sevgililer.

Ya da en az Akif kadar içinde yaşa-dığımız toplumda ki yolsuzluklara, tem-bellikler, bıkkınlıklara yabancıyız, bağırma tüm hakikatleri sert bir tokat gibi yalanların yüzüne çarpma coşkusu ile dolu yüreğimiz çağladıkça çağlar ama anlaşılmaz. Ne sus-mak çare olur ne de susmaya dayanamayan dillerin haykırışları. Kimi sustuğu için kork-tuğu için ya da hayal aleminde yaşadığı için yalnız; kimi ise gerçeklerin tam ortasında mertçe haykırdığı için.Hepimiz yalnızız; bunu kabul etmek zorun-dayız, bizi yanıltmayacak tükenmeyecek tek bir sevgi yok. Biz sağlam durmazsak hayatta bizim sağlam durmamız için sürekli yanı-mızda olacak çelikten desteklerde yok. En büyük dost kendimiziz o yüzden kendimiz-den asla vazgeçmeyelim ki bizi hiçbir yalnız-lık yıkamasın en büyük ışığımız umutlarımız, başkalarından medet ummak yerine onlara sahip çıkalım. Pınar Çaylak

[email protected]

Page 12: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

KIRGIZ GÜNEŞİ Büyük bir heyecan ve merakla o günü bekliyordum. 3 Mayıs 2013. Üni-versitemizde ( Uludağ Üniversitesi) ger-çekleşecek olan I.Uluslararası Geçmişten Günümüze Kırgız- Türk İlişkileri Sempozyu-mu’nun tarihiydi. Günler öncesinden kong-renin gerçekleşeceği kültür merkezinin önüne “Kırgız Çadırı” kurulmuştu. Nihayet 3 Mayıs günü Türkiye’den ve Kırgızistan’dan gelen akademisyenlerin, konukların katılı-mıyla çok büyük ve güzel bir tören gerçek-leşti. Açılış konuşmaları ve sergilerin ardından kültür merkezinin önüne kuru-lu Kırgız çadırına doğru gittim. Otağdan dışarılara kadar yayılan bir ses geliyordu. Büyük çadırdan içeri girdiğimde anladım ki bu ses ünlü Manasçılardan* Risbay Sıdı-kov’un dilinden dökülen Manas’ın dizele-riydi. Bir Türk’ün içinde heyecan uyandıran, gurur veren destan okunurken bir yandan da etrafı inceliyordum. İçeri girdiğim anda her köşesi kırmızının hâkim olduğu el dokuması halıları, kurt postu, yay-ok asılı duvarları ve geleneksel kıyafetleriyle başında kalpaklarıyla bizleri karşılayan Kır-gızlarla Atayurt’a, Orta Asya’ya götürmüş-tü çadır beni. Kırgız bayrağındaki güneşin aydınlattığı otağda, kulağımda Manas, burnumda bozkırın kokusu tüterken sanki bizleri uzun süredir izliyor gibi çerçevesin-den sessizce bakan Cengiz Aytmatov’la göz

göze geldim. Aytmatov… Bozkırın bilgesi… Manas’ın 21. Yüzyıldaki kahramanı… “Çin-giz Aga”… Kırgız güneşinden aldığı ışığı, kartalından aldığı özgürlüğü kalemiyle tüm dünyaya yayan Aytmatov da o anda bizimle otağdaydı, Manas’ın dizelerindeydi, Orta Asya’nın acı dolu topraklarındaydı. Yıllardır sürüp gelen azaplar, sürgünler, soykırımlar, mücadeleler okunuyordu gözlerinden. Sanki bakışlarının ardında “Gün Olur Asra Bedel” romanının Nayman Ana’sı mankurtlaştırılan** oğluna, bizlere, tüm Türklere sesleniyordu: “Adını hatırla! Kim olduğunu, nereden geldiğini hatırla…”. Beynimde yankılanmaya devam etti bu satırlar, “Hatırla… Kim olduğunu…” Ölümünün beşinci yılındayız şimdi Aytmatov’un. Her yıl 10 Haziran’da anıyo-ruz. Peki, anmaktan öteye geçiyor muyuz, anlıyor muyuz onu gerçekten? Okuyor muyuz, tanıyor muyuz? Neydi Aytmatov’a bu ölümsüz eserleri yazdıran? Neydi onu diğerlerinden ayıran, acıları neydi? II. Dünya Savaşıydı, Sovyet rejimiydi… Henüz dokuz yaşındayken babası Törekul Aytma-tov tutuklanmıştı ve 1937 yılında kurşuna dizilerek katledilen 137 kişinin arasında ismi yer alıyordu. Babasından gelen son mektupta söylenenlere uyarak ailesiyle Talas’a giden Aytmatov’u orada daha acı günler bekliyordu. Okulda her gün kalkıp şunu söylemek zorunda bırakılıyordu: “

Page 13: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Benim babam devrim düşmanıydı, cezası verildi, ondan nefret ediyorum!” Eve gelip ağladığında Karakız Apası( Annesi) ona “Evladım senin baban hain değildi. Tarih elbet bir gün bizi aklayacaktır…” diyordu. Babasının mezarını bile bulamayan Aytma-tov, yıllar sonra 1991’de 137 kişinin toprak altından çıkarılan kemiklerinin tespitleri-nin ardından Törekul Aytmatov’un kemik-lerinin toplandığı sandığın başında “Baba! 53 yıldır seni arıyordum, neredeydin!” diyerek hıçkırarak ağlayacaktı. Bu acılardı Nayman Ana’ya “Kim olduğunu, nereden geldiğini hatırla” de-dirten. Bu azimdi Toprak Ana’ya “Hayır, ben değil, onlarla sen konuşmalısın, bir insansın sen. Onlara sen anlat!” cevabını verdirten. O sürülüp götürenler, o işkence edilenler, onları yok etmek Türk milletini yoksun bırakmak demekti. Onlar sadece bir can değil, bir MİLLET demekti. Manas bitmişti… Hepimiz uzun süre üstümüzden atamayacağımız bir ruh hâliyle ayrıldık otağdan. Baktım gökyüzü-ne, Güneşe… Aytmatov babasıyla ve bütün kahramanlarıyla kavuşalı beş yıl oldu. “Beyaz Gemi”ye binerek ayrıldı aramızdan. Artık o Kırgız bozkırlarında yankılanan yankısı tüm Türk ellerinde ve dünyada du-yulan bir kahraman. Tıpkı romanlarında yer verdiği diğer kahramanlar gibi… Sonsuza kadar yaşayacak olan bir kahraman.

Ayşe Bengisu Akdağ[email protected]

*İki milyon kelimelik Manas Destanı’nın hepsi-ni ezbere bilip okuyan kişilere Manasçı denir.**Günümüz Türkçesinde “mankurt” kelimesi kendi değerlerine yabancılaşmış, yabancı odakların güdümüne girmiş insan” anlamına gelir. Bu kelime dilimize Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanının çevirisiyle girmiş-tir.

Page 14: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

PEKİ NEDİR BU ? En önde gelen insani değerlerimizden biri olmuştur bu ne yazık ki…Peki, nedir bu? Yapan insanın kendisini yerler altına kendi eliyle geçirip ama bunun bile farkında olmadığı bir şeydir bu... Peki, nedir bu? Övülmek güzel şeydir biliriz hepimiz. Egonuz tavan yapar, hafiflersiniz, kendi ken-dinize bakıp gülümsemeye başlarsınız hatta kimimiz gökyüzüne havalanır ama unutmamak gerekir ki bu karşılığında bir şey olmadığı süre-ce ahlakidir. Övülmek, evet çok güzeldir ancak yağcılıkla arasında ki ince çizgiyi iyice analiz etmek gerekir. Kendimden bir örnek vermek istiyorum babam eğitimci olduğundan dolayı hayatımın büyük bir kısmı okullarda geçmiştir öğretmen sevgisini çok iyi bilirim ki yıllar sonra bana da nasip oldu ve beni de seven, beni hay-ranlıkla izleyen öğrencilerim oldu… Bunu pay-laşma nedenim üniversitede birçok dostumun hocalarıma olan sevgimi yağcılık olarak nite-lendirmeleri dostluğumuzu zedelemeleri falan fistan fındık pişman… Ama dervişin fikri neyse zikri de odur derler aldırış etmeden yoluma devam ettim ben… Kendileri iyi birer yağdanlık olabilmişler ki o şekilde algılamışlar sanırım hepsine buradan selamlar… Bir olay duymuştum aslında buradan yola çıkacaktım da sanırım öğrenciliğimi öz-ledim de oradan giriş yaptım… Bir arkadaşım anlatmıştı bu olayı bana o zaman pek iş deneyi-mim olmadığı için sadece gülüp geçmiştim ama şimdi çok daha iyi hissedebiliyorum, tiksini-

yorum ve tüylerim ürperiyor… Olay bir şirkette yaşanmış lavaboda olan bir satış müdürü çıktıktan sonra patronunun lavaboya girmek için beklediğini görünce “aaa Mehmet Bey sizin beklediğinizi bilseydim yarım bırakıp çıkardım” demiş. Patron da gülüp geçmiş… Bugün bunu hatırladım güldükçe güldüm ben de. Etrafı nasıl da sarmış bunlar, nasıl da türemişler bu kadar? “tamam, efendim” “peki efendim” “oldu efendim” diye geçinenler tara-fından kuşatılmışız. Soruyorum, hangi efendi? Kimin efendisi? Hafazannnallah Allah söyletme-sin… TDK “yalaka” için dalkavuk diyor. Nabza göre şerbet, yıkamak, yağlamak, damardan girmek deyimlerini karşılıyor. Dalkavukluğun tarihi ise Osmanlı’ya dayanıyor ve bunlar sa-rayda devlet büyüklerini sözleriyle eğlendiren kişiler olarak anılıyor. Şapur Çelebi, Kahkaha Molla, Süğlün Bey, Çıplak Kadı, Hacı Fişfiş gibi takma isimlerle anılan dalkavuklar, tahammül gösterdikleri şakalara mukabil belirli parayla çalıştırılıyorlarmış. Ev sahibinin söylediği her şeyi yardakçılıkla tasdik etmek aksini asla söy-lememek, verilen bahşişi gizlice almak, huzura girdikleri zaman el etek öpmek gibi özellikleri olmak zorundaymış. Osmanlı dalkavuk tarifesi-ne bir kaç örnek: Dalkavuğun ellerini ayaklarını domuz topu gibi bağlama: 37 para Dalkavuğa üzümü sapıyla yedirme: 40 para

Page 15: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Dalkavuğun sakalını boyama: 45 para Bunların hepsi bugünümü ne güzel anlatıyor! Ayrıca bana Hegel’in köle efendi diyalektiğini anımsattı. Çok önceden okumuş-tum derin bir konu sayfalar yetmez anlatmaya sadece kısaca şöyle, kimse kendine yetemez, bu sebeple başkalarına muhtaçtır ve muhtaç ol-duğunu bildiği için başkalarından ölesiye nefret etmektedir. Bu nefret etme işi de bilinçsizce yapılan bir şeydir. Böylece köle-efendi diya-lektiğini çıkarır karşımıza. Hegel’e göre efendi, kendine yettiği fikrini karşısındaki insana his-settirebilendir. Köle ise, bu fikri karşısındakine hissettiremeyendir ve efendi olmanın bilincine, varlığını idame ettirebilmek için muhtaç olandır. Bu süreçte kimse tarafından onaylanmayan insan kendini onaylayamaz, kendini onaylama-dığından efendi olamaz ve var olabilmek için de bir efendiye ihtiyaç duymaktadır. Şöyle özetler Hegel “ benim seni istememi istemeni istiyo-rum”. Efendi üstündür ve kölesinin isteklerini bile, söz konusu kendi bilinci de olsa, yönetmek istemektedir. Ve köle de varlığı açısından efen-diye muhtaç olduğu için, buna sesini çıkarma-maktadır… İşler ne yazık ki işler böyle yürür olmuş. İnsanlık onuru, şerefi alçakça çiğnenmiştir. Yağdanlık olmayı benimsemiş, yalaka insan-lara çok yüklenmek ne kadar doğru tartışılır. Çünkü ülkemizde başarının yüzde yüz anahtarı bu olmuştur eğer yapmayı becerebilirseniz en alt tabakadan en yüksek mevkilere rahatlıkla

çıkabilme imkânı yakalamışsınızdır. Yani ka-rakterinizi üç kuruşa satmışsınızdır. Bunların sistemin bir oyunu olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Ve Steve Reıch der ki : “ gerçekten büyük olamayan büyük adamlar çevrelerini küçük adamlarla doldururlar." Bu gerçekten de böyle süre gelmiştir hepimiz bunun sancısıyla kıvranarak yaşamıyor muyuz hayatı? Bir gün birçok şirket kurmuş, yönetmiş bir yöneticiye sordum etrafınızda bu yalaka-ları neden gezdiriyorsunuz diye ? Onlara da ihtiyacımız var dedi onlara da ihtiyacımız var… Sustum, durdum, kanım dondu ve o ortamı terk ettim. Evet, onların pohpohlanmaya ihtiyacı var ilkel benliklerine dayanan egolarını kabarta-cak, ruhlarını okşayacak insanlara ihtiyaçları var. Görüldüğü gibi yapandan çok bunlara rant sağlayan, prim veren daha tiksinç durumda… Shakespeare der ki “iktidar dalkavuk-luktan haz etmeye başladığı zaman şeref daima ayaklar altında ezilmiştir” buyurun siz suçlayın kimi, neyi suçlayacaksanız. Yakaların, yalakalıklarının yalama yapıp son bulduğu günler dileğiyle…

DENİZ AYGÜLER

Page 16: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Ben yaraları, yaralarından doğan korkuları, korkularından kaçarken düş-tüğü yanlışları olan küçücük bi çocuğum. Büyümeye çalışıyorum her ne kadar iste-mesem de. Büyürsem diyorum, yeterince büyürsem, o zaman doğruyu yanlışı tam bilirim, o zaman hata yapmam... Halbuki; bazı hataları hata olduğu-nu bile bile yaparız. Hayat canımızı yak-mıştır, biz de intikam aldığımızı sanırız.Hata yaptıkça olması gerekenin dışına çıkarız, bir zamanlar hayatın bize yaptığı gibi."Ne olması gerektiği gibi oluyor ki, bu da olsun?!" diyerek koparırız zincirleri. Hayatın bu oyunda her zaman ye-nen taraf olduğunu anlayana kadar yaptı-ğımız hatalar, gelecekte hayatın yine bizi mahvetmesini sağlar. Yanlış yaptığımızda bunun bütün skoru etkileyeceğini öğren-diğimizde artık devre yarılanmış olur. Ve geri dönüş yoktur. Aldığımız bütün ceza-larla, tüm hatalarımızla hem yaralı hem yanlışızdır. Ve yaralar zamanla iyileşir ki kimse görmez yaralarınızı, sadece yaptı-ğınız yanlışlar kalır, üstelik mazur görül-menizi sağlayacak yaralarınız da yoktur artık."Neyin nefsi müdafaasıydı bu?" dedikle-rinde "yaralarım vardı, o yapmıştı, yoksa ben böyle biri değilim." dersiniz, ama

inandırıcı olmaz. Hayat yine tüm acımasızlığıyla kazanır.Siz ise cezalandırılırsınız. Azmet-tiriciniz serbesttir, sizin ise hafifletici sebepleriniz vardır kimsenin görmediği... Ben görürüm. Bir düşünürün de dediği gibi; "Bir şeye yeterince bakarsanız her şeyi görür-sünüz..."Ben hayatımın tablosuna yeterince bak-tım ve oyununu nasıl oynadığını anladım. Çoğunuz masumsunuz ve ben o yüzden hümanistim. Bi katilsen bile seni sevebili-rim. Bi katilsem bile beni sevebilirsin.Bunu sorgulayan kişiye söyleyebileceğim tek şey:Suç her zaman suç değildir."Suç her zaman suçu işleyende değildir."

SUÇ HER ZAMAN SUÇU İŞLEYENDE DEĞİLDİR

Esra Aktü[email protected]

Page 17: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

YaşanmışBir AŞK

Burak Karakaya

Her anınızı nefesiniz gibi görün.”Yaşadığınız an” aldığınız son nefes olabilir. Sedat Kaya

Page 18: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Bir zamanlar aşk için “saçma” diyen bir genç, vardı. Yıllar tüm hızıyla geçerken, o gencin izini kaybetmiştim. Aramıyordum da o genci. Aramak,gereksiz bir davranı-şın önüne geçmezdi zaten. İşte, bir sabah uyanmıştım. Yanımda da sebebi varlığım, duruyordu. “Sen, gerçekmisin?” dedim ona tutamadan kendimi. Güldü. Onaylar-casına Başını aşağı, yukarı salladı. “Öpebi-lirmiyim? “ dedim. “ Fazla zorlama “ dedi.

Şaşıp kalmıştım ben bu işe. Tekrar güldüğü zaman, “Gel öp” diyordu. O gün, tüm güzelliğiyle geçmişti. Hayat, fazla mı güzeldi ? Mayıs’ın ortasındaydık ve ben yaz tatiline bir ay kala sevdiğim kızı elde etmiştim. Gelecek yılki üniversite sına-vı, kafamdan çıkmıştı. Her yıl üç ay için yazlığımıza giderdik. Ama o yıl sadece bir ay için gittik. Çünkü, dersane, ağustos ayında başlıyordu. Hızlandırma programı olduğuna o kadar sevinmiştim ki babam, bendeki garipliği sezmişti. “Bu, ne ders aşk’ı sedat?” diyesormuştu. Ben de “eee artık büyüdük baba” diye doğal bir dille açıklamaya çalış-mıştım.Ama bu şey, gene de benim ola-ğanüstü sevincimi açıklamıyordu.İşin aslı, açıktı. Bu yaz tatilinde elif ile fazladan iki ay geçirecektim. Elbette ki bu, benim içinde garip olacaktı. Son on yıldır anadolu yakasında bir yaz günü geçirmemiş biri olarak tam iki ay geçirecektim.Yazlığımız’a gitmiştik. Ve orada geçirdiğimiz bir ay,

bana bir yıl gibi gelmişti.

“Aşk mı? Aşk mı Sedat? Çok Zayıf-mışsın. Çok güçsüzmüşsün” diyordum kendi kendime. “Hani sen, sevmezdin? Hani aşk, inandırıcı değildi?” Bu sorular, yiyip bitiriyordu başımın etini. Tüm bil-diklerim ve inandıklarımı…Kadıköy’de, Her şeyin başladığı yerde, tekrar ve tekrar oradaydım. Sıradan bir buluşma gibi görü-nüyordu. Okul, yok gibiydi artık. Zaten iki haftaya kalmaz bitecekti. Artık, Trans-Ka-dıköy, Trans-Bağdat Caddesi seferlerimiz, başlamıştı. Ama bu sefer bir şeyler, vardı. Sebepsiz gibi görünen sebepli bir yolculuk gibiydi. Ağzımdan laf almak, imkansızdı açıkçası. Her şeyin Başladığı yerdeydik. Cadde’de ki o kafede...

“Çok duygulandım ,çok mutluyum” gibi bir kaç söz etmişti ama asıl duygu-lanma pasta geldikten sonra yaşanmıştı. Ben, unutmuş gibi yapmayı severdim. Ve sonra karşısında sürprizimi sunar, şaş-kınlığını izlerim. Bundan çok büyük zevk duyarım. O gün sadece Yarım saat için tutabilmiştik mekanı. Ne kadar para, o kadar zaman modeliydi yani. Yarım saat sonrasında normal müşteri moduna geç-mek, garip geliyordu.Süre içinde kral/lord gibi muamele görürken,süre sonunda “vatandaş” oluyordun. Bu komik durumlar içinde yarı komik yarı da romantik bir gün

Page 19: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

olmuştu. Doğum gününü belki de biliyordu kutlayacağımı ama tahmin edemiyordu böylesini.

Gün bitmişti.Bir kağıt uzatmıştım ona.Üstünde gece olmadan okuma ya-zıyordu. Gece olduğunda bir kısa mesaj almıştım. Teşekkür ve mutluluk kelimele-rinden bağ oluşturmuştu adeta. Kağıtta şunlar yazıyordu;

“Ressam olup çizmek istedim al yanakla-rını. Şarkılara işledim sebeb-i varlığını. Bir gün geçmedi seni düşünmediğim. Hayal edemedim sensiz nefes almayı.

İpotekledim ömrümü sana. Umut oldun bana ve yarınlara. Ahbap oldum yalnızlıkla zamanla. Çaresizliği tanıdım seni soluyamadığım her anda. Bir de gülüşün var. O gülüş ki insanın feleğini şaşırtır. O gülüş ki beni benden alır. İşte o gülüşün, devlerin aşkıdır.” Günler ve haftalar birbirini kovalı-yordu. Zaman, tüm korkunçluğuyla eriyor-du. Elif, ailesiyle birlikte memleketi Yoz-gat’a gideceğinin haberini vermişti bana. Kaderin cilvesine bakın ki benim yaz tatili için yazlığa çok kısa süreyle gittiğim ilk yaz tatiliydi bu. Ama o, yoktu! Bu sefer de o, gidecekti! Gelirken bana söz verdi. Bir

adet puro getirecekti. Ben de ona yazdı-ğım bir mektubu sunacaktım karşılığında. Öğlen eve gelir ve “unutma beni” izlerken, mesajlaşırdık. Ali ve İlkay gibi olmuştuk bir bakıma. Zorluklar,engel,göz yaşı...Ne eksikti bu hikayede?

Karşılıklı mesajlar, gelip gidiyor, işte günler de bu sıklıkla geçiyordu. Bizim kış sezonunda yaptığımız ortak şey, böyleydi. Eve gelmek,unutma beni izlemek ve ağlaş-mak…Yaz’ın başlangıcı, daha çok gezmek ve daha çok eğlenmek...Şimdi, o eğlence vaktiydi ama gidiyordu Yozgat’a. Okulun başlangıcından 15 gün önce dönecekti. İstemediğim o an, gelmişti. Esenler Otoga-rı’na doğru hüzünlü bir yolculuk, başlamış-tı. Valizlerden gelen sesler, ağlarmışçasına içimi burkuyordu. Otogar’a kadar takip ettim onları. Bir an olsun yanından ayrıl-mayan ailesi, benim ona ulaşmamı engel-liyordu. Alt tarafı 1 aylık ayrılıktı. Benim kalbimdeki bu rahatsızlığın sebebi,neydi? Babası bir şeyler almaya gitmişti. Annesi ise lavaboya...Yalnız bir şekilde acentenin önünde bekliyor, sık sık saatine bakı-yordu. Karşısına bir anda çıkmıştım. Şok olmuştu adeta.

Page 20: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

VAADEDİLMİŞ CENNETLER"seviyordu beyazı, tıpkı kendisi gibi hayattan mahrum bir renkti…"

-bekleyen adam-Ah yolculuk!Biteviye sürüncesi zavallı ruhumunSöyle kaç kez dirildim ben ölmecelerimden?Kalın çizgileriyle sustu duvarBir ağaçtan düşerken bin kuş, sırtlarında renkle-riyleAfyonlu ellerim susmadıKözde kırmızı oda sessizdi 'Ol'du sis yığınıBaşaklar avucundaydı hala kuşun...*Koy'u beklemek.Kuyu beklemek..Koyu beklemek...

Ki beklemek en kötü halidir yaşamanın

-esrarın beklediği adam-Bilirim güzeli, hakikati ve erdemliliğiDalgalar aştım köpükler içindenBoş versene çölde yürümek mecnun işi!*Sen de biliyorsunKırılışımıŞehrin lambasınıSahi nasıl kırılırdı ki bir şehrin lambası?Onanmaz bir kadeh değdi denize doğru…

Gittikçe babama benzerim ben

-esrarı bekleyen adam-(afyonun rengi saydam) Sıra sıra güneşi koyarak cebimeDinledim koşuşturarak görmediklerimiYapma cennetler zamanında, bir fundayım benGözlerim kulaklarım ve daha bilmediklerimİşte salınır saten saçlarıyla bir metafor

İçinde ben dönme dolapİçimde göğü yırtan aylaNasıl da aşarım aşılmaz yücelikleriHele salınışımYüzerek o boşluktan ötekineYalvaçlara yoldaş sanrılarımlaRuhumun devinimi, çoktular ama yoktularDöşemeye kadar inen perdede mezarın çığırtkan kısırlığıİnsan ağrıları kül ve kemik seslerindeSessizdiler ama çoktular*Bu dünyadan kaçırıldı bir kişiHangi kişi?Belki de unutuldum dem’in birindeBoynumda OedipusElektra içimdeKarışmış gölüme

Kayboldum zamanın tiktağında

-beklemeyen adam-Tekinsiz eşiğe asılı ölüm Nasıl da oynaşır, büyüterek içinde burgaçlarınıO ürkütücü yoklukKaç gençliğimle koyun koyunadır yollarda?*Yaşlı ocak başında denizciBir gövdeyi ısıtan yaşlı denizciUfukta duman olup giden, gidemeyen. gövdesiz…O sabırlı sağaltımında dehamın tuhaf düşlemleriHayır!

Hayır! Artık uyanmak istemiyorum

EŞREF YENER

Page 21: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

EŞREF YENER

Akıldan bir zahmet alıp sesine uzandım,Avluda ağrılı zamanların somurtkan mavisi…Sen rüzgarın beline kuşaklar bakardın,Ben kuştan aklar alıp, rüzgara…En çok mahallemin çıngıraklı taşlarına yanardım,O sırtı dökük kerpiç evler hüznüyleÇünkü anılar öldü-masada ‘la’ sesleri-Bilirim, ellerin benden az uzakta, şurada!Suyun en bulanık yanında-o kırılgan aynada-Bir ev büyür avuçlarıma, acemi gökten ısmarlamaDizlerimin üstüne açılan kırık bir kapıHer iç çöküşümde misafir ol diye,Umutsuz bekliyorum, o kapılar eş/l/iğindeDiyorum ki gelmelisin bir çiçeğin sakinliğini alıp Göğü kuşanmalı ellerin, farz et ki tutuşa hazır,Ve bir kuş anmalı o anda göğü, Çünkü anılar öldü -masada ‘la’ sesleri-

MASADA ‘LA’ SESLERİ

MERYEM COŞKUNCA

Page 22: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

(Karıştırırken Tesadüfen Bulduğum Birinci Şahsın Şiiri)

Her şey değişebilir demiş birisi,Su değişir mesela, ışık, tavşanlar da değişir.Yağmur küser mi insana?Deniz hırçınlaşır mı?Mesela oyuncağı kırılan bir çocuk güle-bilir mi?Bir mektup kağıdı unutulur mu?Bir gözyaşı derin yara açmaz mı çocu-ğun yüreğinde,Bir çocuk mavi gömleği yırtıldı diye ağlar mı?Değişir mi yaşamlar? Kesişir mi gülüşler?Selam verilebilir mi eski dostlara,Yar(a)lara... Gülünebilinir mi?

(Birinci Şahsa Cevap)Her şey değişmedi, yalan söylemiş birisi, Geçen zaman değişti, Rüzgar değişti daha batıdan esiyor mesela doğuyu ezercesine..Gözlerimde ki mavilik, yeşillik değişti...

Çivit mavisini andırıyor şimdi, Bazen kan kırmızıyı…Akan suyun berraklığı, hızı değişti evet, ışığın rengi değişti…Ama gökyüzü değişmedi! Yine mavi, Ve yine o mavilik anlatıyor bana geç-mişimi, şarabımızla boyadığımız bu-lutlar dokunuyor nemli yüzüme onlar daha sadıklar bana senden şimdi… Yağmur küser mi demişsin ya, Yağmur da küsemez bir insana, nasıl kıyabilir ki ? Sadece bazen gözyaşından daha hızlı dokunur suratına, teninin dokusunu kanatırcasına…İşte dedim ya yağmur da değişmez mesela...Unutma!Oyuncağı kırılan çocukta güler, Nasıl mı? Eğer elde edebilmişse onu mutlu edecek başka bir oyuncağı güler işte doyasıya…Nankörlük müdür bilinmez ama Duygusalsa çocuk, gözyaşı derin yara açmışsa yüreğinde evren yıkılsa da değişmez…

DÜŞ

Page 23: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Ve büyükçe, olgunlaşır içindeki yara yüreğini küçültüp, kanata kanata... Geri getirememenin çekiciliği vardır, imkansız olanın çekiciliği…Hatta insanoğlunun en büyük, en ma-sum bencilliği kırılan umudun tüken-miş zevki değil midir mesela..Yaşamlar da değişmez dedim ya Zamanlar değişir yıllar sonra Selamlar da verilir eski dostlara Ancak ben gülemiyorum yaralara… Yarlara…

DENİZ AYGÜLER

Page 24: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Galeyana gelmiş bir halk yansıyor denizin üstüneYakamoz titriyorYunus balıkları kaçışıyorYıldızlar yansıyor halkın üstüneAy’ın mehtabı kalabalıklaşıyorVe izbe bir köşede yalnızlık işliyor tıkır tıkır ;Eksilen her cümleEksilen her beste gibi...

Galeyana gelmiş bir halk uçuşuyor mevsi-min rüzgarındaOrdan oraya sürgün yiyorGeride birkaç sabi;Geride geleceksiz , bahtsız çocuklar...Ay’ın mehtabının kalabalıklığı diniyor bir yağmur gibiEksiliyor mutluluklar...Cinayetler ayyuka , intiharlar bol keseden...

Galeyana gelmiş bir halk isyan senaryola-rında oyunculuk yapıyorBiri yüksek binaların uçurum kenarındaBiri boğaz köprüsü demirlerinin öte tara-fındaGözlerde soluksuz bir mücadele

GALEYAN ZAMANLARI

Page 25: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Kadersiz bir acizlik...Sazda , gitarda melankoli ırmağı ;Seste , yürekte hırçın bir şelale akıyor .

Galeyana gelmiş bir halk savaş açıyor acıla-rının kolluk kuvvetineBaşarısızlık ,kaybetmişliğe denk geliyorSükutun içindeki neşe tarih oluyorVe bir çocuk ölüyor bir güvercinin kanatla-rındaVasiyete elverişsiz bir branşta olmanın vermiş olduğu çaresizlik Çocukluk diye tabir ediliyorÇocukluk sönük kalıyor gerçekler karşısın-da...

Galeyana gelmiş bir halk görüyorumGözlerim doluyor...Gözlerimden kan fışkırıyorYine de koşup yardım etmek istiyorum

Yiğit [email protected]

Page 26: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

GİDECEĞİN YER CENNET Mİ?

Nasıl oluyor da, dünyadaki nüfusun % 1’ i gezegenin gelirinin % 40’ına sa-hip olabiliyor? Nasıl oluyor da, fakirlik ve iyileştirilebilir hastalıklardan dünyada her gün 34 bin çocuk ölebiliyor, ve nasıl oluyor da, dünya nüfu-sunun yarısı günde 2 dolardan daha azı ile yaşamak zorunda olabiliyor…

Bir şey çok açık, ki o da bir şeylerin çok yanlış olduğu!

ZEİTGEİST BELGESELİ (2007)

UNICEF yöneticisi Ann M. Veneman, 1990-2006 arasında Sahra-altı Af-rika’da beş yaş altı ölüm oranının yüzde 14 azaldığını, fakat altı çocuktan birinin beş yaşına gelmeden öldüğü bölgenin hala çocuklar için dünyanın

hayatta kalmanın en zor yeri olduğunu belirtti.Liberya Cumhurbaşkanı Ellen Sirleaf da, “Verilerin gösterdiği üzere, Af-rika’da birçok çocuk sıtma, ishal ve akut solunum yolları enfeksiyonları

gibi önlenebilir hastalıklar nedeniyle ölüyor” dedi.

TOLGA [email protected]

Otuz dört bin çocuk ölürHer gün bu dünyadan göçer

Hekim sussa vicdan sorarHipokratınki yemin mi

Beşinci yaşı göremez Altı çocuktan birisi

Batı sussa vicdan sorarAfrika maden değil mi

Parayı yaratan beşerİki reva der yarıya

Felek sussa vicdan sorarÖteki yarı kahpe mi

Dünya malının yarısıYüzde birin kesesinde

Zengin sussa vicdan sorarDoksan dokuzu üvey mi

Adaletsizce pay edilirGitmeyecek dünya malı

Vicdan sussa Tolga sorarGideceğin yer cennet mi

CEHENNEM

Page 27: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

GEL GÖRFikrim kaçar sana sürgünKalp seninkiyle mübadilEn köründen düğüm attımGel gör ki susmuyor bu dil

Gecelerim gündüz olurBunun sebebi sende bilEn yağızı sevda çektimGel gör ki olmadım zebil

Sanma katlanmam dikeneLakin sevdalım karanfilEn karşılıksız aşığımGel gör ki olmadım kefil

Aşkı sorma kafdağındaSanma taşır onu zembilEn alime cevap verdimGel gör ki olmadım nebil

Korkma Tolga yalnızlıktanBulunur çalacak bir zilEn düşülmez hale düştümGel gör ki olmadım rezil TOLGA ARSLAN

[email protected]

Page 28: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Bu şehre lapa lapa kar yağar mı?Valizim delik çorapla dolu,Sırtıma yok giyecek kalın bir gocuk,Potinlerimi sen bilirsin anne...Kurduğum hayallere param yeter mi?Kabarık cebim kağıt mendille dolu,Avucumu açıp dilensem,sönük,Yüzümde utanmamı görürsün anne...

Adam ol derdin hep,benden olur mu?Aklım virane,hep deli dolu,Ben gezerken yeşiller,sen orda ku-rak,Tarlalar da yaş akıtma anne...Hatalarım olsa yüzün yere düşer mi?Üstüm başım hep yara bere dolu,Biliyorum dokunduğumda canın ya-nacak,Anamın yüreği yanmasın anne...Kavuşsam bir gün sana,vakit yeter mi?

KÜÇÜK BİR ÇOCUK

Page 29: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Kursağım kaç yudum hasretle dolu,Kelebek olsam yarınım ölüm olacak,Avucuna alıp ta ıslatma anne...

Yalnızken gözlerim seni arar mı?Arıyorum,sözlerin umutla dolu,Gurbete saldığın,küçük bir çocuk,Ağladığımda sesimi duymazsın anne...

Gözümden yüreğine düşen ateş mi?Bak avuç içlerim sızıyla dolu,Her seni andığımda gözüm dolacak,Bu dünya cehennem oluyor anne...Off çeksen nefesin beni sarar mı?Takvimler geçen günlerle dolu,Beklerken bir gün sabır taşacak,Sen yine de benden vazgeçme anne...

Yürekten bu acı tez sökülür mü?Zamanın elleri,çok cevap dolu,Sen orda hasret,ben gözden ırak,Olsam da beni unutma anne...

ANNE...OĞUZCAN KIYMIK

KÜÇÜK BİR ÇOCUK

Page 30: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

düşündükçe kayboluyor yaşamdüşündükçe kayboluyoryanlışlardeğişmeyen tek şey değişmeyen insanlarbirikense anlaşılan ama uygulanamayan intihar pembesi doğrularve de Yalanlar...korkuyorum sorunlu olma ihtimalinden bir kaç tümceninsonraları silinmesindensen varsın diye yarım kalmasından tüm şiirlerinve kırılmasından her zamanki gibi29 sessizin...sessizliği bozan zihnimde sen de-ğilsinsana aldanan gürültülerve ilk yardım geceler biraz da...yarım kalmışçasına şiirlerim, korkutulacak her bakışmada gele-cekler;

yataklara gerek yok aldatılmak için!özgürlüklerden ve özgünlüklerden kalıntıbirkaç zihin yeter...seviyorumahlaksız bir bileşke bıraksa da geç-mişiama hala hatırlamayı değil seniya da bir çocuğunmağrur,kimsesiz ve anlamsız bakışlarınıve elbet değişmeyi yine, yeni bir sen için...bilinmedik ve umulmadık bir şehrin yalnızlığına sarılıyorumhasretin nazlıdır Ankarahiç böyle sevmedim şiirlerinin yaz akşamındasigara kokulu öğrencilerden ve sevişmelerden;unuttuğun kelimeleri hatırlamaktan geliyorumöyle deme sevmeyene zor gelirneden bu kadar insanın aşk kokan teni varken sevgilerin seviştirilmesini gecelerde tadamadan;bu şehirde yaşamak...

DÜŞÜNDÜKÇEKAYBOLUYOR

Page 31: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Volkan Altınbaş[email protected]

tek bir ezgiye sığınır zaman ;anlamadan ve anlatamadan kaçıp giden doğruların genel evlerindegelecek yeni müşterilerini bekler;her zaman! sevgiler....

Page 32: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Salkım saçak hazırlanmışsın, gözyaşını katık etmişsin heybeneRüzgar giymişsin çıplak bedenine, özlemi nakışlamaya kalkışmışsın ellerineYapma...Dur ! Gitme !

Anneni kaybetmişsin yıllar öncesinde, baban bilmediğin bir ülkede bilmediğin bir çehreymişSözcüklerin içinde bir volkan gibi patlamaya hazır, İçinde çağlarla birlikte süregelmiş hazin bir destan meşguliyeti varmışOlabilir...Yine de dur ! Gitme !

Telafisi olmayan bir aşk yatırmışsın koynunda, merhemsiz uyanmışsın her sabahaFirari bir ilkbahar kazımışsın yüreğinin berduş karanlığınaGüneş aşığı bir kar mevsimine meyletmişsin; ama o mevsim hiç gelmemişO gelmemiş olabilirAma dur! Yapma !Sen gitme...!

Gökkuşakları çevrelemiş aslında seni haleler gibi, yıldızlar yüzüne şiirler söylemişDuymamışsın - muharebelerden çıkmış sağır kulaklarınla bunları, görmemişsinBelli mi olur belki duyar, belki görürsünGitme...!

Sarhoş zamanların ayyaş sonuçlarını taşımışsın sırtında,Kalbinin şelalelerinden aşağı düşmüşsün, ölmüşsün binlerce kere...Işıksız bir mecrayı ödül diye koymuşlar önüneAldırma senGitme...!

Dilin lal olmuş zayilikler yüzünden, Gözlerin yaşarmış sigara dumanının şerrinden

GİTME

Page 33: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Bataklıklarda tünemiş ifritler, eksik olmamış gölgenden...Kristal iklimlerinin hassaslığı sana kıyamet olarak geri dönmüşGüçlü olmaya kalkışGitme...!

Duyamamışsın seni anlatan şarkıları, işitememişsin gönlüne layık sultanların ölüyü diriltecek sesleriniSergüzeşte tutuşmuşsun - belki keşkeleri hayatından ırak edersin diyeZılgıtlar sarıp sarmalamış doğduğundan beri insanlığa yansımış figanlarınıYardım çığlıkların sihirsiz bir beste gibi kalmış siluetler üzerindeGülememiş olabilirsinGülemeyecek olabilirsin deAma yine de Gitme...!

Ölüm çağırmış seni, zulüm çığlıkların diner diye icabet etmek istemişsin ölümeTasavvur etmişsin kendini bildin bileli - gitmeyi...Bilinmezlik ve korku alıkoymuş yolundan seniYine de gitmek istemişsinHer şeyi göze alarak...Yapma...! Gitme...!

Salkım saçak hazırlanmışsın hayata, salaş bir kefen alıp koymuşsun kenarıTek bir kuruş ayırmamışsınTek bir lokma kayırmamışsın fakirden, fukaradanEcel'e boyun eğmek zorunda kalmışsın günahtanSesini ayarlamışsın çekilmek için hayattanİliklerine kadar barış demişsinDerinliklerine kadar sevda demişsinSen böyle güzel bir insanken gitmek sana yakışmaz, ecelinle olsa bile...Gitmesen keşke...Gitme...! Yiğit Karadavut

[email protected]

Page 34: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Kültür & Sanat ->

Page 35: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Alternatif MüzikSanatçıları

Oktay Yenitü[email protected]

Page 36: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Alternatif MüzikSanatçıları

Uzun süredir aynı tür müzikleri, sanatçı-ları/grupları dinlemekten sıkıldıysanız bu yazı tam sizi çağırıyor Kalemsiz Dergi okur-ları. Bu yazıda sizler için farklı müzik tür-leri ve belki daha önce hiç dinlemediğiniz yer altı ve yer üstü müzik gruplarına yer verdik. Şimdiden keyifli okumalar, keyifli dinlemeler :) İndigo: Yerli hip-hop sanatçısı. Fakat hip-hop denildiğinde hemen her yerde duyduğunuz, kötü gözle baktığınız mü-zikler gelmesin. Çünkü İndigo’nun işlediği konular ve tarzı ülkemizde tek diyebiliriz. Çoğu parçası kendinizde bir iz bulmaya fazlasıyla müsait. Şuana kadar 5 adet in-ternetten indirebileceğiniz, 1 adette satın alabileceğiniz bir albümü var. (sanatçı sayfası: http://www.facebook.com/indigo-izmir) Selah Sue: Selah Sue (gerçek ismi ile Sanne Putseys), ülkemizden uzakta Belçikalı bir R&B ve Reggae sanatçısı. Şuan ülkemizde fazla kişi keşfetmemiş. Selah Sue, yabancı dil bilmeseniz bile sesine hayran kalabileceğiniz bir müzisyen. En tu-tulan parçalarından bir tanesi “Raggamuf-fin”. Sanatçıların Single albümleri dışında 1 albümleri var ve ismi sahne ismiyle aynı ismi taşıyor. (sanatçı sayfası: http://www.

facebook.com/SelahSue) ENTU: Ülkemize geri dönelim, pek neşeli kıyılarına Karadeniz’e. Grup En-tu’yu fazla duymamış olabilirsiniz çünkü kendileri daha fazla sahne performansı sergileyen bir grup. Fakat en renkli yerleri Karadeniz’in kemençesinin ve şivesinin üs-tünde rock müziğini, funk müziğini, reggae müziğini, hareketleri ritimleri bulabilirsi-niz. Ve bir bakmışsınız olduğunuz yerde dans ediyorsunuz :) (grup sayfası: http://www.facebook.com/grupentu) Marsis: Karadeniz’den ayrılmadan devam ediyoruz. Sloganı “Karadeniz’in için-den gelenler, İçinden Karadeniz Gelenler” olan grup Marsis. Yaptıkları müzik en az Grup Entu kadar renkli çünkü rock müzik ve Karadeniz müziğinin sentezini üstün bir başarı ile gerçekleştiriyorlar. Dinlemeden geçmeyin. (grup sayfası: http://www.facebook.com/Marsis) Sattas: Yine ülkemizden sesler ile devam edelim. Sattas kimi zaman yabancı dilde, kimi zaman Türkçe müzik yapan bir grup. “Reggaeband” isimli bir albümleri var. Albümün isminden anlayabileceği-niz gibi reggae, ska tarzı müzikleri bize sunmaktalar. Youtube üzerinde Sattas ile ilgili birden çok konser görüntüsüne de

Page 37: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

ulaşmanız mümkün. (grup sayfası: http://www.facebook.com/sattasband) Peyk: Ülkemizden bir müzik gurubu daha. Peyk, 1991 tarihinde kurulmuş, 2 albüme sahip bir rock grubudur. Rock de-diysek de sert gitarları bulmanız imkansız, daha çok keman, piyano, blues üzerine yo-ğunlaşmış bir grup. Şuan revaçta olan “Don Kafa” parçasını dinlemenizi tavsiye ederiz. Akustikhane’nin Youtube kanalı üzerinden de canlı performanslarını izleyebilirsiniz. (grup sayfası: https://www.facebook.com/peykband) Rebel Moves: Bu sefer dümeni ülke-mizden ayrılmadan farklı bir müzik türüne çevirelim; dijital destekli müziğe, elektro-nik müziğe! Rebel Moves isminde bir parça dinlemeseniz de duymanız yüksek ihtimal içerir. Çünkü kendileri Avea firmasının bir zamanlar çok ses getiren “Oh Be!” isimli müziğini yapan grup. Grubun yaptığı müzi-ğe her ne kadar elektronik müzik desek de grup deneysel işler yapmayı seviyor. Elekt-ronik müziğin yanında reggae, caz ve etnik melodileri çok iyi işliyorlar. Ayrıca grubun “Rebelce” dediği kendi müziklerine kattık-ları bir dilleri var, bunların yanında Türkçe dahil 3 farklı dilde müziklerini üretiyorlar. (grup sayfası: http://www.facebook.com/RebelMovesOfficial)

Page 38: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Evet, şimdi karaoke sevenleri görelim!“Ah bu şarkıların gözü kör olsun” adlı parça ile girişimizi yapıyoruz. Şarkılar değil midir bizi yıllar öncesine götüren, şarkılar değil midir bizi bir anda dertlendiren, şenlendiren. Duygularımızın somutlaşmış hali değil midir? Sanki bu şarkı benim için yazılmış dedi-ğin yok mudur? Konserde sesin kısılıncaya kadar bağırarak söylediğin, gizli sığınağın-da kimseler duymadan fısıldadığın şarkılar ya da arkadaşlarınla birlikte söylediklerin. Hepsinin anlamı farklıdır. Ya karaoke? İşte o tam benlik diyorsan; http://www.karao-keparty.com/Bu sitede binlerce şarkı var. Hangi tarz veya hangi sanatçının parçasını söylemek ister-sen kolaylıkla bulabiliyorsun. Tek sorun bazı şarkıların ücretli olması.Songs bölümünde istediğin şarkıyı seçip kendinle yarışabilirsin. Vokal veya enstrü-mantal olarak okuduğun şarkıya göre aldığın puan durumu sayesinde analizini yapa-bilirsin. Battles bölümünden dünyanın farklı köşelerinden insanlarla bir yarışa girip en güzel karaokeyi yapmaya çalışabilir, quiz bölümünde çalan şarkıları bilip puan kazana-bilirsin. School bölümünde şarkıları nasıl okunman gerektiğine dair bilgilere ulaşırken news bölümünde ise en son eklenen şarkıların farkına varabilirsin. Ayrıca söylediğin şarkıyı kaydedip oylamaya sunabilir ya da isteyince dinleme fırsatını yakalayabilirsin.Son olarak “Şarkılar Seni Söyler Dillerde Nağme Adın” demek isterdim ama onun yerine “My Heart Will Go On” diyeceğiz sanırım, çünkü ne yazık ki hiç Türkçe şarkı yok bu site-de. Ama olumlu tarafından bakın yabancı dilinizi geliştirmek için bir fırsat hadi durma eğlenceye sende katıl!

Merve Aygü[email protected]

Page 39: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Bugüne kadar okuduğum kişisel gelişim kitapların pek bir faydasını gör-medim açıkçası beni pek etkilemedi ta ki dayımın sayesinde Ahmet Şerif İzgören'i tanıyana kadar. Ahmet Şerif İzgören ken-dini her ne kadar kişisel gelişim uzmanı olduğunu inkâr etse de, yaptığı işle ala-kasız İngiliz Dilbilimi bölümünü bitirmiş olsa da birçok alp uzmanından çok daha başarılı. Ahmet Şerif İzgören'i öncelikle Youtube'dan kişisel gelişim videolarıyla ta-nıdım ardından kitabını okumak istedim.Öncelikle konuşmasındaki samimiyeti, esprileri sanki karşımda bir yazar değil de yakın bir arkadaşım yaşadıklarını anlatı-yormuş hissiyatı veriyor. Hayatıma güzel yön vermesini sağlayan yazarı sizlerinde bir nebze tanımasını istiyorum. Kimi zaman moralim bozuk oldu-ğunda ve yaptığım işlerden umudumu kestiğimde Ahmet Şerif İzgören'in video-larını izliyorum; mücadeleci ruhum, hırsım kendine geliyor. Zor günlerimizde bize yol gösteren, ayakta tutan, yaşama sevinci veren gele-cek hayallerimizdir. Hayatla ilgili kararla-rımızı kolaylaştıran, bizi insan yapan ise bağlı olduğumuz değerlerimizdir. Çabala-rımızın sonuca ulaşmasını sağlayan şey hedef belirlememizdir; kişiliğimiz, olumlu düşüncelerimiz, yaratıcılığımız ve müca-

dele ruhumuzdur.Kitabın adı ve aynı zamanda yazının başlı-ğı: Avucunuzdaki kelebek? İçerisinde güzel hikâyeler yer alıyor ve bunlardan biri; zamanın birinde iki tane kız varmış, çok akıllılarmış. Etraflarındaki bilgiler onlara yetmez olmuş. Bir gün an-neleri kızlarını dağdaki bilge adama gö-türmeye karar vermiş: kızlar, bilge adamla karşılaşınca sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevap-lamış. Kızlar çok sevinmişler ve annele-rinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar. Sordukları soruların hepsinin cevabı doğ-ruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar; ama sonra sıkılmaya başlamış kızlar ‘Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım’ diye düşünmüşler. Kızlardan biri bir gün 'buldum’ diye sevinmiş. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım, avucumun içinde bir kelebek var canlı mı , ölü mü? Ölü derse kelebeği bırakacağım, canlı derse hafifçe bastıra-cağım ve her ne derse cevabı bilmeyecek. Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilge adama doğru uzatmış. Ve sormuş: avucumun içinde bir kelebek var; canlı mi, ölü mü?Bilge adam, cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış ve cevaplamış:

AVUCUNUZDAKİ KELEBEK

Page 40: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Senin ellerinde kızım ,senin ellerin-de….” Şimdi bakın hayatınıza ve mutluluğunuza..Nerede mi?Açın avucunuzu…Sizin ellerinizde; tam avucunuzun içinde. Yani Kitabın adından ve hikayeden de anlaşıldığı gibi her şey avucumuzun içinde bizim elimizde imkan yok, maddiyat yok… v.s. bahane bunlar arkadaşlar, her şey bizde bitiyor.Ve bunun gibi bir çok güzel hikayeler kitapta yer alıyor . İyi okumalar dilerim…Sevgili Şerif İzgören'in raflardan beğendi-ğim birkaç kitabı: Sarı Siyah: Okuduğunuzda ‘ben niye böyle şeyler yaşamadım’ diye üzül-meyeceksiniz; ama yaşadıklarıma ben neden böyle bakmadım, yitip gitmelerine nasıl izin verdim diye içiniz burkulabilir.

Bu kitapta, yaşadığı her anın fotoğrafını çeken ve her bir fotoğraf karesini duyarlı-lık-zeka-mizah duygusunu saç örgüsüyle bir film haline getiren insanları izlemeye duyamayacaksınız. Samimi ve zorlamasız anlatım, yaşamın derinliklerindeki pırıl-tıları önce meşale, giderek bir fener alayı haline getirirken oluşan anafor sizi çeke-cek ve kitabın sonuna kadar çıkamayacak-sınız. Benden söylemesi… Süper Türk Olsaydı Pelerini Annesi Bağlardı :Bu kitabında diğer kitaplarından farklı okuru toplumsal gelişime davet ediyor. Girişimcilik, iş kalitesi, dürüstlük, yurt sevgisi ve hoşgörü değerlerini vur-gularken topluma nasıl daha yararlı ola-bileceğimizi yaşanmış hikayeler eşliğinde okura sunuyor. Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır : Ahmet Şerif İzgören, bu kitap-ta daha genel bir yaklaşımla, hayatın her dalında başarı ve mutluluğa giden yola ışık tutuyor. Bazen kahkahalarla gülecek, bazen hüzünlenecek, çokça düşünecek ve bu kitaptan çok keyif alacaksınız. Haya-tınızı tekrar gözden geçirmek için 3 saat ayırın ve bu kitabı okuyun. Dikkat Et Vücudunuz Konuşuyor: Herkesin hayatla ilgili bir şeyler öğrenece-ği kitap.

Merve [email protected]

Page 41: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

PARA ALİ RÖPORTAJI

Page 42: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

1-Parodi hesabınla çok başarılı olduğun bir gerçek peki neden Ali Ağaoğlu’nu seçtin? Çünkü benim açtığım sırada çok gündemdeydi, çok yoğun ilgi görüyordu. Her yerde videoları sözleri dolaşıyordu. Ben de tam zamanında hesabı açtım ve bir anda patladı.

2-Twitter’ın hayatındaki rolü nedir? Bir yönetmen için başrol oyuncusu neyse twitter da benim için odur. Burada bazı şeyleri başardım ve geleceğimle ilgili çok güzel gelişmeler yaşandı.

3-Twitter bir gün kapatılsa ne hissedersin? Millet sevgilisinden ayrılınca aşk acısı çekerken ben de twitter acısı gibi bir şey çekerim herhâlde

4-Sosyal medyada mı ilerlemek istiyorsun yoksa okuduğun bölümde mi? Açıkça söylemek gerekirse okuduğum bölümü hiç sevmiyorum. Bitse de gitsek havasındayım. Sosyal medyada yavaş yavaş ilerleme kastediyorum.

5-Yaptığın esprilerinin arkadaş ortamında ki etkisi nasıl? Yani aynı espriyi twitter’da ki hesabında yaptığın zaman da aynı etkiyi alabiliyor musun? Çoğunlukla alabiliyor. Gündelik yaşantımda sürekli bir gözlerim açık ve her şeyden bir şeyler kapma çabasındayım. Mesela sorudaki gibi arkadaş ortamında bir espri döndüğünde hemen onu kendime göre uyarlayıp paylaşırım.

6-Ali Ağaoğlu’nun böyle bir hesap olduğunu duyduğunda sana nasıl ulaştı? Profilimde mail adresim vardı Ağaoğlu Şirketler Grubu’nun sosyal medya uzmanı mail attı sonrasında randevu alıp gidip görüştüm.

Page 43: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

7-Twitter’da yazdıkların Ali Ağaoğlu tarafından nasıl karşılandı? Ali Ağaoğlu zaten her gün sekreterine ‘gir bakalım bugün neler yazmış biraz gülelim’ tarzı şeyler söylüyormuş. O da çok beğeniyordu yazdıklarımı.

8-Geçen ay Beyaz Show’a katıldığınız zaman neler hissettiniz? Orda ki ortam o ambiyans çok başka bir şey. Türkiye’nin en çok izlenen prog-ramı ne de olsa. Eş dost akraba herkes izliyor ve en ufak bir hatada rezil olma gibi bir durum var. En çok bu yüzden baskı altında kaldım ama kendimi bir şekilde to-parladım ve çok şükür hiç bir aksilik çıkmadan güzel bir program oldu.

Son olarak Takipçilerinize söylemek istediğiniz Bir şey var mı? Takipçilerimi güldürmek için elimden geleni yapıyorum. Örneğin morali bozuk olup yazdıklarımı okuyarak moral bulanlar da var. Her neyse, devamı gelecek inşal-lah.

KalemsizDergi Olarak Röportajı kabul ettiğiniz için Teşekkür Ederiz.

Page 44: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Güncel & Fikir & Araştırma ->

Page 45: Kalemsiz Dergi 19. Sayı
Page 46: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Gezi Parkı Olayındaki 20 Doğru Haber

Provakatörlere kanmadan, hakkıyla, korkusuzca eylem yapan direnişçilerin, Direnişçilere saygı gösterip, destekleme-seler bile "Oh iyi oldu" demeyip; onlar da insan, onlar da kardeşlerim diye düşünen hükümet yanlılarının, Önlerinde saygıyla eğilirim. Umarım En yakın zamanda polis terörü ve provakatör kışkırtmaları biter ve barış gelir. Uyarı: Verilen bilgiler seçtiğim doğru ha-berlerin bir bölümüdür. Şunu neden eklemedin derseniz yorum bölümünden saygı çerçevesinde ekleyebilirsiniz.

İşte Gezi Parkı Olayındaki 20 Doğru Haber

1)Hayvanlar gazdan etkilendi. İnsanları zehirleyen gazdan hayvanlar da nasibi-ni aldı.

2)Binlerce biber gazı kapsülü atıldı. Polisin en çok biber gazı kullandığı eylemlerden-di. O kadar çoktu ki Taksim'de attığınız her adım biber gazı kapsüllerine çarpar olmuştu. Ayrıca tüm bu gazların tahmini maliyeti: 21 Milyon TL (Kesin Değil)

3)İstiklal Caddesi en kalabalık gününü yaşadı. Bizim milletin hakkını aramayı gezmekten daha çok sevdiğini gösteren bir fotoğraftı.

4)Asker Maske Dağıttı. Resmi olarak verilen bir emirle değil. Vicdani verilen bir kararla asker bazı eylemcilere maske dağıttı.

Page 47: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

5)Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş taraftarları omuz omuza direndi. Ezeli rakiplerin düşman taraftarları adeta eski dostlar gibiydi. 6)Anonymous hükümet istifa eden kadar, devlet sitelerini hackleyeceğini duyurdu. Bana kalırsa hükümet istifa etmez. Anonymous ise bu kararını ne kadar uygular; bilinmez.

7)Polis gaz kapsüllerini Dikkatsiz Attı En tehlikeli durumlardan birisidir. Polislerin attığı kapsüllerin isabet ettikleri kişilerde; gözleri çıkan mı dersiniz, kafası yarılan mı? Ortalığı kan gölüne çevirip vahşete sebebiyet verebilir, dikkat.

8)Ankarada Panzer Ezdi. Eylemci yaralanarak kurtuldu. Bahsedildiği gibi ölüm yok.

9)Siyasi Partilere Tavır Sertti Halkın direnişini sahiplenmeye çalışan partilere tepkiler sertti. #bubirsivildirenis hashtag'i ile dünya tt listesine girildi.

10)Son zamanların en büyük birlik beraberliğiydi. Twitter'da onlarca kalacak yer adresleri ve gönül-lü doktor, sıhhiye, avukat numaraları paylaşıldı.

11)Eylem Her yerdeydi Türkiye'de ki Onlarca şehirde eylemler düzenlen-di. Dahası tüm dünyadan destek mesajları geldi. Eylem yerine uzak mevkilerde akşamları ve geceleri tencere tava sesleriyle destek verildi.

12)Ankarada Havaya Ateş Eden Polis Video linki: http://s7.directupload.net/ima-ges/130602/oyxpcyd9.swfAnkarada eylemcilerin ortasında kalan polis panikleyerek havaya ateş etti. Verilen bir emir değildi.

13)Tazyikli Börek Polis börek yiyen direnişçilere tazyikli suyla karşılık verdi.

14)Ağırlaştırılmış Biber Gazı Kullanıldı. (Turuncu Renkli) Biber gazının daha ağırı olan kusturan biber gazı kullanıldı. Eylemcilerin birçoğu portakal gazı sandı.

15)Boğaz köprüsü yürüyerek geçildi Maratonlarda rastladığımız bu durum tarihe geçti.

16)Taksim'de bazı kuruluşlar yaralı vatandaşlara kapılarını kapattı. İsimlerini paylaşmam dava açmalarına mahal verebiliyor. Siz biliyorsunuz.

17)Bahçeşehir Üniversitesine Gaz Bombası Atıldı.Video Linki: http://bit.ly/18Ki9YE Eylemcilerin sığındığı üniversitenin kapısına gaz bombası atıldı.

18)Dans Eden Direnişçi Bu zor günlerde yüzümüzü güldüren adamdır kendisi. Helal olsun.

19)Direnişin SimgesiEn çok paylaşılan ve direnişin simgesi haline getirilen fotoğraf.

20)Polis ÇekilmesiPolis çekilince eylemciler büyük bir coşkuyla kutladı.

Fatih Çipilwww.fatihcipil.com

Page 48: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Gezi Parkı Olayındaki 17 Yalan Haber

Bildiğiniz üzere gezi parkı olaylarından dolayı son iki gündür ülke karışık. Polisin orantısız güç kullanımı, düşmanlığı had safhaya getirerek olayları alevlendirdi. İlk başta gezi parkı için olan direniş, doğa amacını bir kenara bırakarak devrim amacına hizmet etmeye başladı. Provakatörlere ise gün doğdu. Gezi parkın-daki binlerce masum direnişçinin arasında onlardan nemalanan bir o kadar da provakatör kısım var. Bu yazıyı provakatörlerin dün sosyal medyada çıkardığı yalan haberler için yazıyorum.Bunları alabildiğince yayarsak, insanlar bilgilenmiş olur. Hem direnişçi arkadaşlarımızdan hem de hü-kümet yanlısı arkadaşlarımızdan gerekli inisiyatifi göstermelerini bekliyorum.Umarım yakın zamanda polisler çekilerek olaylar barışa kavuşur. İşte dün sosyal medyada çıkan, aslı olmayan; 12 yalan haber.1)Bülent Arınç’ın oğlu gezi parkına açılacak olan AVM’ye ortak.Bu iftira çıktıktan sonra açıklamalar geldi bu olayın aslı yok.

2)Panzerle Ezilen Genç ResmiEn çok tepki çeken fotoğraflardan. Olayın aslı Yaban-cı bir ülkede bot motorundan yaralanan bir kişi3)Sosyal medyalara erişim engellendi.Bu bugün çıkan bir yalandı. Hatta en ufak bir face-book twitter kesintisinde herkes galeyana geldi. Türkiye daha o kadar düşmedi merak etmeyin. Belirtmek gerekir ki ufak bir yavaşlama söz konusu. Ayrıca Taksim’de 3g bağlantısının kesildiği doğru.

Page 49: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

4)Binlerce polis istifa etti.Gelen sayılar abartıydı. Gerçek sayılar en fazla 20-30.5)İstanbul emniyet müdürlüğü görevden alındı.Ntv_sondakika adıyla açılmış bir fake hesabın uy-durmasıydı.6)Polisin Gerçek Mermi KullanmasıBöyle bir durum olursa ismi katliam diye adlandırılır ki mümkün değildir. Fakat plastik mermi kullanıldığı gerçektir.7)Videodaki Kerem Can Karakaş’ın ÖlmesiVideodaki cesaretli eylemci yaşıyor. İsmi Kerem Can Karakaş değil. Kerem Can olayla ilgisi olmayan ve cuma günü kalp krizinden ölen bir kişi. Kayıtlara bakabilirsiniz.8)Köpeğe Biber Gazı Sıkan PolisBu foto daha öncede vardı şu günlerde çok paylaşıl-dı. Fotoğraftaki kişiler italyan polisi. Provakatörleri-miz tarafından fotomontajlanmış.9)Çarşı Grubunun Bir Tomayı Ele GeçirmesiHabere göre çarşı grubu tomayı ele geçirip polisleri kovalamış. Bu da yalan haberlerden biriydi.10)Polislerin İlaçlı Suyla Göstericileri BayıltmasıBu gerçekten gülünecek bir haberdi. Fakat paylaşım sayısı on binleri geçti.11)Haber Kanallarının Fake HesabıBirçok haber kanalının fake hesabı açıldı. Pravöke edici söylemleri anında yayıldı. Taipçileri 300’ü geç-mezken rt sayıları onbinlere ulaştı. 12)Eylem 48 saat daha devam ederse Anayasa Mahkemesi hükümeti düşürülebilir.Hiç bir ülkede böyle bir yasa mümkün değildir. Eyle-min daha uzun sürmesi için uydurulmuştur.13)Eylemlerde Portakal Gazı Kullanıldı.Portakal gazı birleşmiş milletler tarafından yasak-lanmış zararları büyük bir kimyasal silahtır. Topluma müdahale için böyle bir gazı kullanmak intihardır,

kimse göze alamaz. Cnn tarafından doğrulandı diyenler vardı. Ireport olarak CNN’in sitesinde yayınlandı fakat. Ireport’lar normal kişiler tarafın-dan yayınlanır. CNN PRODUCER NOTE u okumanızı tavsiye ederim. Bu arada link: http://ireport.cnn.com/docs/DOC-980610Ekleme: Beşiktaş’ta kullanılan biber gazından fark-lı görülen turuncu gaz biber gazının ağırlaştırılmış halidir. 14)Beyaz Show, Beyaz eyleme gittiği için kanal tarafından sözleşmesi iptal edilerek tümden yayından kaldırıldı.Beyaz show sadece bu haftalığına iptal edilmiştir. Millet kan ağlarken programı yapması düşünüle-mezdi zaten.15)Eylemcilerin Köprüden Geçiş Fotoğrafı Yeri-ne 2012 maraton fotoğrafının paylaşılması16)Cnn International’ın; Cnn Türk’ün Duyarsız Kalıp Direniş Haberlerini Vermediği İçin İsim Hakkını Fesh EtmesiResmi hiç bir yerde böyle bir açıklama yok. Cnn Türk’te çalışan tanıdıklarımda böyle bir şeyin olma-dığını söylediler.

17)Eylemciler Başörtülü Bayanlara SaldırdıBuda yayılan haberler arasındaydı. Fakat provaka-törler her iki tarafıda karıştırmaya çalışıyor. Hükü-met yanlılarının da arasındalar. Kaldı ki; direnişçiler arasında azımsanamayacak kadar başörtülü kişi vardı, bugün hiç bir sorun yaşanmadı.Not:İşin siyaset tarafıyla ilgilenmiyorum. Benim bilgim olan konu sosyal medya. Bu nedenle bir tarafı desteklediğim düşünülmesin. Bunlar sadece yalan haberler. Doğrulardan bahsetmedim. Yorum yazarak eleştirilerinizi de iletebilirsiniz.

Fatih Çipilwww.fatihcipil.com

Page 50: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Dünü ve Bugünü ile Gezi Parkı Merhaba Kalemsiz Dergi okurları, biliyorsunuz bu aralar gündemimiz çok sıcak ve bir o kadar da önemli olan Gezi Parkı. Doğa tahribatlarına karşı duyarlılığımızı her zaman koruduk ve koruyoruz. O yüzden size bu sayıda Gezi Parkı ile ilgili detayları da aktara-cağız. İlk önce Gezi Parkı’nın tarihine değine-lim. Gezi Parkı’ndan önce Taksim meydanının sahibi “Topçu Kışlası” olarak bildiğimiz, duy-duğumuz Taksim Kışlası’ydı. Taksim Kışlası kışla olmanın yanı sıra bir gösteri merkezi ve Rum din adamlarının konaklamasına ya-rayan bir merkezdi. 1930 yılların sonunda İstanbul’u güzelleştirmek adına şehrin ye-niden imarını yapacak kişi olan Henri Prost ile anlaşıldı. (Henri Prost aynı zamanda Haliç kıyılarını sanayiye açmış ve orayı yerleşmeye uygun hale getirmiş bir kişidir.) Henri Prost, Osmanlı döneminde çıkan isyanlardan dolayı eskimiş olan Taksim Kışlasını yıkıp sosyal

etkinlik alanları inşa edilmesi hakkında bir karar sundu ve uygulamaya konuldu. Kışla-nın yıkımından sonra Henri Prost’un yapmak istediklerinden çoğu yapılamadı fakat Gezi Parkı şekillendirildi ve günümüze kadar geldi. Taksim Gezi Parkı’nın amacı sosyal etkinlik alanı olmasıydı ve yakın tarihimiz-de orada halkın ortak kullanım alanının yanı sıra düzenlenen grafitti festivallerini, konserlerini gördük. Tarihlerde 2011 yılına dönecek olursak; İBB Meclisi İstanbul’u tekrar güzelleştirmek, mimari yapısını düzenlemek istediği için Kentsel Tasarım Projesi başlattı ve kentsel dönüşümler masaya oturuldu konuşuldu. (Kentsel Dönüşüm süreci ile ilgili detaylı bilgiyi “Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir” isimli belgeselde izleyebilirsiniz, You-tube üzerinde yer almakta.) İBB bu Kentsel Tasarım Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın yıkılıp eski Taksim Kışlası yapılmasını konuş-tu. Bu konuşmadan dolayı “Taksim Platfor-

Page 51: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

mu” başta olmak üzere birçok Gezi Parkı ve Taksim severler, çevreci sivil toplum kuruluşu, mimarlar ve mimar sendikaları bu duruma tepki gösterdi. Tarihlerimizi bu senenin başına yani 2013 yılının Ocak ayına aldığımızda İBB Meclisi’nin aldığı bu karara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu “Gezi Parkı İstanbul’un tarihi bir değeri olduğu için ve herkesin be-tiğinde yer ettiği gerekçesiyle yıkılamaz” açıklamasıyla Taksim Kışlası’nın yeniden inşa edilmesine izin vermedi. Fakat aradan geçen iki aylık zamanda, Mart ayının ilk günü bölge-sel kurulun kararı üst kurul tarafından iptal edildi ve Taksim Kışlası’nın yeniden yapılması resmileşti. Fakat orası hakkında alınan başka kararlarda vardı, başbakanımız oranın Topçu Kışlası olmasının yanı sıra bir AVM’de olacağını açıkladı. Cumhuriyet tarihimizdeki ilk barışçıl söylevler ve çevre suçuna gösterilen günler süren tepki bu kararlardan sonra yapılmaya başladı. Gezi Parkı’nın kışla olması için ilk yıkım çalışması Mayıs ayının son haftası oldu. Yıkımı sivil toplum kuruluşları sosyal medya tara-

fından duyurdu ve halk gezi parkına oturma eylemine gitti. Nöbet tutma eyleminin ilk sabahı polis parka ilk şafak baskınını yaparak doğaseverleri dağıtmak istedi fakat başarısız oldu. Gezi Parkı belli ki bir saldırı ile boşaltılır sanırdı fakat durum çevre suçuna olan tepki-den doğa yıkımına karşı bir direnişe dönüştü. Bu direnişin ikinci günü Gezi Parkı daha çok insana ev sahipliği yaptı çünkü halk orayı ko-rumakta kararlıydı, bende gittim ve her şeye canlı şahit oldum. Direnişin ikinci günü festival alanı gibiydi fakat bardağı taşıran son damla polisin uyguladığı şiddet ve doğa yıkımına destek olanları görmekti. İkinci günü bitirenler eve döndü, bitirmeyenler ise üçüncü günün sabahı bir şafak baskıyla daha karşı karşıya geldiler. Direnişçilerin çadırları yakıldı, direniş-çiler yaralandı. Taksim’e tekrar gittiğimde ise olay savaş yeri olmaya hazırdı. Çünkü provoka-törler yoktu, sadece barışçıl eylemciler vardı. Gaz bombası ve göz yaşartıcılara karşı barikat-larla örülmüş Gezi Parkı’na girmeye çalışıyordu sadece direnişçiler, oranın sahibi bizdik bunu göstermek istiyorduk. Fakat giremedik, ben

Page 52: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

aynı gece dinlenmek adına eve döndüm. Sonrasında ise olaylar bildiğiniz gibi gelişti. Divan Otel’in önünde de basın açıklamasına izin verilmeyince halk kızdı ve olaylar bu duruma geldi. Artık halk kutuplar ayrılmış-tı. Provokatörler ve Gezi Parkı savunucuları. Polis meydandan çekildiğinde ise anarşist bir grubun parkta yaktığı barakayı sön-dürmeye gittik. Taksim’de kazanılan bir Gezi Parkı vardı fakat Beşiktaş’ta direniş sürmeye devam ediyordu ve başka illerde de. Fakat bu barışçıl direniş bizi üzen bir hal aldı ve aşırı milliyetçi, anarşist, kendi-ni bilmez marjinal gruplar sahiplenmeye çalıştı. Fakat Gazi Parkı’nın asıl sahipleri bu gruplara uymadı. Şuan Gezi Parkı direnişi barışçıl bir şekilde devam ediyor. Parkta ve meydanda her sabah genel temizlik yapılıyor, kırmızı bandajlılar (kollarında kırmızı bandaj ol-duğu için bu ismi yakıştırdım kendilerine) insanları provokasyonlara katılmaması için uyarıyor. Gezi Parkı nöbetçilerine her gün battaniye, üşümemek için giyecek, ücretsiz yemekler ve sıvı ihtiyaçları esnaflar ve Gezi Parkı’na selamlarını yollayan anneler/ha-nımlar tarafından dağıtılıyor.

Sevgili Kalemsiz Dergi okurları: Lütfen olayların doğa yıkımına karşı olan tarafında yer alın ve bizim-de doğa yıkımına karşı olan tarafta yer aldığımızı bilin ve Gezi Parkı’ndaki insanlara elinizden geldiğince yardım edin. PROVOKASYONLARA VE ŞİDDET İÇEREN SÖYLEV-LERE KATILMAYIN. Gezi Par-kı’na gittiğinizde insanlara doğru bilgilendirme yapan gruplara yardımcı olabilirsi-niz de.

Oktay Yenitü[email protected]

Page 53: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Fotoğraf : Evren ÖZGÜNER

Page 54: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

19 MAYIS 1919-FIRTINA KUŞU VE ARKADAŞLARININ MÜCADELESİNİN

BAŞLANGICI...Değerli Kalemsiz Dergi Okuyucuları, Bu yazımda sizlere geçtiğimiz günlerde 94.yılını kutladığımız Milli Mücadelenin başlan-gıç noktasından; Samsundan, emperyalizme karşı mücadele veren Anadolu'nun kalbinden, 19 Mayıs 1919'dan bahsetmeye çalışacağım... Kuşkusuz Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, bu yürekli mücadelenin baş figürü olarak karşımıza çıkıyor. Kendisi 30 Ekim 1918 Yılı'nda bizim için Versay Sistemini başlatan Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul'a gel-diğinde, memleketi Selanik'i ve çocukluğunu

kaybetmiş, ailesiyle yaşamaya ve imparatorlu-ğu yaşatmaya çalışan bir Osmanlı askeriydi. Mustafa Kemal'i Mustafa Kemal yapan geliş-tirdiği dahiyane yöntemler ve asla pes etme-mesidir.Lügatında ümitsizlik, umutsuzluk gibi kavramlar olmayan Mustafa Kemal, yıllar sonra Hamdullah Suphi Tanrıöven tarafından ''Fırtına Kuşuna'' benzetilecektir. Fırtına kuşları, rüzga-rı arkasına alarak değil, rüzgara karşı uçarlar. Bu benzetme kanımca yapılabilecek en iyi benzetmeler arasındadır. İşte o Fırtına Kuşu, Mütarekeden sonra resmen var olan, ancak

Page 55: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

fiilen hiç bir görevi bulunmayan bir ordunun, Yıldırım Ordularının Komutanı olarak İstanbul'a ayak basar. İstanbul'a ayak bastığında, onu karşılayanlar arasında lise yıllarından arkadaşı Dr. Rasim Ferit Bey vardır; ve o ünlü geldikleri gibi giderler sözünü, o yıllarda tıbbiye öğrenci-si olan Dr.Rasim Bey'e söyleyecektir. Kuşkusuz Mustafa Kemal'in ilk hedefi Samsun'a revan olmaya karar vermeden önce, Osmanlı'yı kurtarma çalışmaları yapmaktır. İlk olarak Payitahta gider ve ordunun başko-mutanı olmak için başvurur. Ancak gördükleri Mustafa Kemal'de derin bir üzüntü yaratacak-tır. Kendisine boş vaatlerde bulunulur ve bir süre oyalanır. Daha sonraki süreçte de görev talep etmesine dahi izin verilmez ve muhatap alınmaz. Gerçek çok açıktır: Payitaht, gerektiği gibi hür karar verememekte ve resmen olmasa da fiilen İngiliz İşgali ve sömürüsü altındadır. Böylece Mustafa Kemal, kurtuluş için yollar aramaya başlar. Zira yola Osmanlı hükümeti ile devam edilemeyeceği açıktır. Mustafa Kemal bu zamanlarda çocukluk ar-kadaşı Ali Fuat Cebesoy'un konağında kalmak-tadır. Bu konakta yapılan yemekli toplantılara üst düzey bir çok asker ve bürokrat katılıyor; kurtuluş reçeteleri aranıyordu. Bu toplantılara katılan iki insan önemlidir. Birisi daha sonraki yıllarda başbakanlık yapacak Ali Fethi Okyar, birisi de Dahiliye Nazırlığı yapmış ve Sultan Vahdettin'e yakınlığı ile bilinen Mehmet Ali Beydir. Mehmet Ali Bey konusuna daha sonra geleceğim lakin ondan önce anlatmam gere-ken çok önemli bir hususa değinmek isterim. Ali Fethi Okyar Bey ve Dr.Rasim Ferit Bey, Mustafa Kemal ile beraber İstanbul'da çözüm önerileri ararken bir gazete çıkartmaya ka-

rar verirler ve çok kısıtlı imkanlarla(Mustafa Kemal'in annesine ev almak için ayırdığı asker-likten kalma parasıyla dergiye ortak olduğu söylenir) Minber gazetesini çıkartırlar. Minber gazetesinin ismi bile Mustafa Kemal'in ne denli büyük bir lider olduğunun göstergesidir. Ezan susmasın, bayrak inmesin; Dar'ül Harp dönemi yaşanmasın diye(İslam ülkelerinde eğer savaş varsa, cuma namazı kılınmaz; erkeklerin açık hedef olmaması için, bu dönem Dar'ül Harp dö-nemidir) harekete geçen bu inanmış adamlar Minber ismini, İslam'ın elden gittiğini ve bütün Müslümanların bir araya toplanması gerekti-ğini göstermek için seçmişlerdir. Minber, Cuma hutbesinin verildiği yerdir ve halka adeta olacaklar anlatılarak hutbe verilmiştir. Mus-tafa Kemal'de bu dergide ''Hatip'' takma adıyla yazılar yazar.(Hatip kelimesinin de manasına bakarak, isimlerin boşuna seçilmediğini gör-mek mümkündür) Dergi ancak elli sayı basıla-bilir çünkü bir noktadan sonra Mustafa Kemal ve arkadaşlarının maddi güçleri yetmemeye başlar. Esasında dergi çalışmaları çokta etkili olmaz. Mustafa Kemal'in Samsun'a gidecek müfettiş olarak seçilme hikayesi de önemlidir.Yukarıda da değinmeye çalıştığım gibi, Ali Fuat Paşa'nın konağında yapılan yemekli toplantılara işti-rak eden eski Dahiliye Nazırlarından Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçmek istediğini bilmektedir ve o da kurtuluş arayan vatanseverlerden birisidir. Kendisi Vahdettin'e Mustafa Kemal'in ismini verecek ve ilerleyen zamanlarda Mustafa Kemal, müfettiş olarak görevlendirilecektir. Bunun yanında çok önemli bir husus da Vahdettin ile Mustafa Kemal'in çok önceden tanışmasıdır. Vahdettin şehzade

Page 56: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

iken, Mustafa Kemal'in onun yaverliğini yapmış; ve bir Almanya gezisinde beraber seyahat etmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı'n-da meydana gelen bu seyahatte, Almanya savaşı ezici bir üstünlük ile önde götürür-ken; Mustafa Kemal çeşitli ortamlarda söz alarak Almanya ile savaşa devam edersek sonumuzun kötü olacağını dile getirir. Bu büyük tepki alacak ancak daha sonraki yıllarda Sarışın Kurt Mustafa Kemal'in haklı çıkmasıyla, Vahdettin aklının bir köşesine bu ileri görüşlü askeri yazacaktır. Hem Mehmet Ali Bey'in olumlu telkinleri, hem de Sultan Vahdettin'in daha önceden Mustafa Kemal'i tanıması ve bilmesi(hatta Mustafa Kemal Paşa'yı sarayın sultanların-dan, Naciye Hanım ile de evlendirmek ister lakin Naciye Sultan Enver Paşa'yı seçecektir) Atatürk'ün Samsun için seçilmesinde etki-lidir. O dönemde savaş bitmesine rağmen direniş sebebiyle Anadolu'nun her yerini ele geçiremeyen İtilaf Devletleri, Avrupa kamuoyundan büyük baskı görmektedir. Aileler, savaş bittiği halde çocuklarının geri dönmemesinden mütevellit büyük sorunlar çıkartmaya başlayınca İtilaf Devletleri işgali hızlandırmak ister. Hedef doğudan güney-den ve kuzeyden hızlıca inerek Anadolu'nun ortasına da almaktır. Yapılmak istenen hızlı bir şekilde Anadolu'yu mengene içine almaktır. Burada Samsun çok kritik nokta-dadır. Samsun'da Müslümanların, Hıristiyan ahaliyi katlettiği yalanları uydurularak, Osmanlı'nın burayı kontrol etmesi istene-cektir. Hedef Karadeniz'i de bir an önce ele geçirmektir. Ve en nihayetinde Mustafa Ke-

mal Paşa, Samsun'daki olayları dizginlemek ve güya katil Müslümanları(!) durdurmak göreviyle müfettiş olarak Samsun'a gönde-rilir. Esasen tek düşüncesi kurtuluşa adım atmaktır. Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a giderken çıktığı yolda çeşitli suikast teşebbüsle-rinden kurtulur, Bandırma vapuru batma tehlikesi geçirir ve sonunda Mustafa Kemal Samsun'a çıkarak halka gerçekleri anlatma-ya ve onları örgütlemeye başlar. 6 Haziran 1919'daki Havza Genelgesi, kurtuluşun ilk resmi vesikası olacak ve sonra Amasya tamimi(21-22 Haziran 1919) ile devam eden bu süreçte Erzurum Kongresinin düzenlediği zaman diliminde sine-i millete dönen Mustafa Kemal, bütün rütbelerinden sıyrılarak milli mücadelenin lideri olacaktır. Kanaatimce Mustafa Kemal ve arkadaş-larının Samsun'a çıkış hikayesi anlatılmadan bir çok parça eksik kalacaktır. Maalesef bu-günkü tartışmalar, sadece ideolojik gözlük-lerle, Vahdettin üzerinden yürütülür. Burada önemli olan bu kutlu yolda çekilen sıkıntılar, harcanan emek ve direniş mücadelesidir. Emperyalizme karşı verilen mücadelenin adı olan 19 Mayıs 1919, inanmış bir avuç insa-nında neler yapabileceğinin göstergesidir. Dünyada kağnının kamyonu yendiği başka bir tane daha savaş yoktur. Fırtına kuşu ve arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyoruz...

Semih R. [email protected]

Page 57: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

EDWARD MORDRAKEÖzge Özgüner

[email protected]

Page 58: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Edward Mordrake...19. yy.da yaşamış İngiliz soylularından ol-duğu söylenir. Kimi sıradan biri olduğunu söylüyor, kimi asilzade olduğunu. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte yaşanan bu korkunç olaya dair hiçbir tıbbi kayıt bulunmamaktadır. Mordrake adına pek çok yazı ve şarkı yazıldı*. Hayat hikayesi o kadar gerçe-küstüydü ki çoğu kişi kısa süre sonra bunun gerçek olmadığını ileri sürmeye başladı. Bu olay inanılması güç ve bir o kadar da kötüydü. Uyumayan çocuklara anlatılıyordu hepi topu 4-5 satırlık bu hikaye. Muhtemelen birçok şey yaşandı fakat olay zaman içerisinde abartıldı ve çarptırıldı.

Edward Mordrake ne yaşamıştı?Edward iki yüzlü olarak dünyaya gelmişti. İkinci yüzü kafasının tam arkasında oldu-ğu söylenmektedir.Edward diğer yüzüyle yemek yiyemiyor, konuşamıyor, sadece gülüyor, ağlıyor ve fısıltılar çıkarabiliyor-du.Ona bakıldığında yakışıklı sayılabilecek biri olduğunu düşünülürken, arka yüzün-de şeytani bir kadın yüzü olduğu söyle-nir**. Anlatılanlara göre bu kadın hava kararınca yılan gibi tıslayarak konuşuyor, ani gülme ve ağlamalarıyla Edward'a baskı yapıyordu. Bu durum psikolojisini oldukça tahrip etmekteydi. Bu hikayenin gerçek olma ihtimalini göz önüne alarak düşünmeye çalıştım. Fakat bu konuda empati kuramıyorum ne yazık ki. İki yüzle

dünyaya gelmiş birinin şimdiki modern dünyada bile insanlar tarafından kabul edilmeyeceğini biliyorum. Kaldı ki onun yaşadığı dönemde eminim insanlar onun lanetlenmiş olduğunu bile söylemiştir ve bu da bize Edward'ın hayatının acılar ve zorluklarla geçmiş olduğu kanıtlar nite-likte.

Düşmanınızı ensenizde taşımayı düşün-dünüz mü hiç? Sizden nefret eden ve sizinde ondan nefret ettiğiniz birinin her an her saniye yanınızda olması, geceleri onunla uyumanızı... İkizi onun yaşayan kabusu olmuştu. Çaresiz bir şekilde yar-dım istiyordu doktorlardan ama doktorlar elini bile uzatmadılar ona.Edward daha fazla dayanamadı bu acıya... Kendini inzivaya çekti. Kimseyle görüş-medi, kendi ailesiyle bile... 23 yaşınday-ken intihar etti. Kimilerine göre kendini zehirlediğini, kimileriyse kendini astığını söylüyor. Bazılarıysa her ikisini birden yapıp canına kıydığını. Nasıl olursa olsun kendince son vermişti acılarına...(*Tom Waits Edward'ın trajedisini anlat-mak için "Poor Edward" adında bir şarkı yazmıştır.**Yapışık ikizlerde farklı cinsiyet olması bilimsel olarak imkansızdır.)

Chang Tzu Ping...Edward Mordrake gibi iki yüzle doğmuş bir Çinli. Fakat Edward'ın tersine, ikinci yüzü kafasının arkasında değil sağ tarafında. Yalnızca ağza sahip ve bu yüzün ayrı saçları var. Sanırım başarılı bir ameliyatla ikinci yüzü alınmıştı. (Ayrıca bkz; Abigail ve Brittany Hensel )

Page 59: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

MPS HASTALARINA SAHİP ÇIKALIMEvren Özgüner

[email protected]

Page 60: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

Değerlerimize sahip çıkmayan bir top-lum olduk ve değerlerimize sahip çıkmadığımız için insanlarımıza da gereken önemi vermiyo-ruz artık. İnsanlarımızın ve insanlığımızın, geç-mişimizde en büyük değer olduğu bu topraklar, bugün bizlerin umursamaz davrandığı bir canlı topluluğuna dönüştü sadece.

Değerler dedim, insanlar dedim. Bütün bunların ne anlam ifade ettiğini üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. Peki bilmemize rağ-men neden bir şey yapmıyoruz? Ülkemizde zorluklarla baş etmeye çalışan binlerce işsiz, kimsesiz ve hastalarımız var. Ben bugün birço-ğumuzun aklına bile gelmeyen, MPS hastalığını anlatacağım sizlere.

Çok küçük yaşlarda ortaya çıkan, ömür boyu devam eden ve nadir görülen bir metabolizma hastalığı. Sizlere bu hastalığı “N-asetilgalaktozamin 6-sülfataz enzimini üreten gendeki kusurdan kaynaklanmaktadır” şeklinde anlatsam muhtemelen “Ne diyor arka-daş bu.” şeklinde düşüneceksiniz. Hastalığın teknik dilini geçelim, halk diline gelelim.

Hastalık ortalama 18 aylıkken ortaya çıkmaya başlıyor. Hastalığı taşıyan çocuklarda 7-8 yaşlarında büyüme duruyor ve boy oranı 100 ila 120 cm arasında seyrediyor. Kemikler rutin gelişimini sağlayamadığından dolayı, kaburga ve göğüs kafesi çevresinde, şekil bozuklukları meydana geliyor. Bunun sonucun-da solunum problemi ve akciğer enfeksiyonları oluşuyor. Bütün bunlar, aslında hastalığın henüz başlangıç diyebileceğimiz zamanları. Ge-

lişme vücut olarak durduğu için, hemen hemen her bölgede şekil bozuklukları ve sıkıntılar ortaya çıkıyor.

MPS hastalarının yaşadığı sıkıntıları özetleyecek olursak; Depresyon, boy kısalığı, havale nöbetleri, idrar ya da dışkı tutamama, işitme güçlüğü, göz problemleri (Körlük, kata-rakt vb.) şeklinde aktarabiliriz. Dünyada nadir görülen bir hastalık olduğundan bahsetmiştik. Ülkemizde 350 civarında MPS hastası bulun-maktadır. Sağlık yetkilileri, hamilelik döne-minde test yaptırılması için, annelere çağrıda bulunuyor.

MPS’li çocuğu olan ailelerin çok sabırlı olması gerekiyor; çünkü bakımı zor bir hasta-lık. Ebeveynler sürekli çocuklarıyla ilgilendikleri için, kendilerine vakit ayırmakta çok zorlanı-yorlar. MPS’li bir çocuğunuz olabilir ve bunun yanında son derece sağlıklı çocuklarınızda olabilir. Bu noktada hasta olan çocuğunuzla ilgilenirken, diğer çocuklarınıza vakit ayırmayı unutuyor olmanız mümkün. Mutlaka uzman-lardan destek almanız ve bilinçlenmeniz ge-rekiyor. Bilinçli hareket etmek her zaman size avantaj sağlayacaktır. Tedavisi olmayan bir hastalık, dolayısıyla mücadeleyi, çocuğunuza gereken ilgiyi göstererek devam ettireceksiniz. Fakat yılmayın! Tedavisi yok diye, hiç bir çözüm bulunamayacağı anlamına gelmiyor. Yaşadığı-mız yer dünya ve bu gezegende sürekli yeni çözümler ortaya çıkabiliyor.

Page 61: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

“Kardeşim uzman dedin durdun da, kimlere ulaşabiliriz?” Diye soruyorsunuz. Tabi cevaplayım hemen. Sağlık kuruluşlarının hepsi bu konuda bilgilendirme yapıyor fakat hali hazırda bir MPS derneği de mevcut. Gerekli her türlü desteği ve yardımı sağlıyorlar. İnternet siteleri http://www.mpsturk.org/ ya da Face-book’tan takip etmek isterseniz; https://www.facebook.com/MpsDernegi adresinden ulaşabi-lirsiniz.

Dernekten bahsedelim biraz da... MPS’li hastaların, her türlü haklarını savunan bir der-nek. Sosyal aktiviteler düzenliyorlar, hastaları ve aileleri bir araya getirip, sorunları birlikte çözmeye çalışıyorlar. Tıp çalışanlarıyla bir araya gelip, toplumu hastalık hakkında bilinçlendi-riyorlar. Kültürel, mesleki, eğitim gibi birçok haklarını, yasal yollarla savunarak destek oluyorlar. Dernek bağışlarla ayakta duran bir oluşum, dolayısıyla sizlerde eğer durumunuz iyiyse, bu derneğe desteğinizi esirgemeyin derim.

Biz bir felaketi, başımıza gelmeden anlamayan bir millet olduk. Ya bir yakınımız rahatsızlanacak, ya bir arkadaşımız kaza geçirecek, ya da bir kardeşimiz şehit olacak. Aksi takdirde, bir bütün olma durumundan çok uzak olmaya başladık. Lütfen gerekli ilgiyi, desteği gereken zamanda gösterelim. O zaman sorunlara çare buluruz, o zaman yaralarımızı erkenden sararız. Bizi biz yapan toplumsal değerlerimizdir ve bizim en büyük toplumsal değerimiz insanlarımızdır.

İnsanlığımızı hatırlayalım, insanlarımıza sahip çıkalım.

Page 62: Kalemsiz Dergi 19. Sayı

dk

Web : www.kalemsizdergi.com | Twitter : Twitter.com/KalemsizDergi | Facebook : Facebook.com/KalemsizDergi