farkli ĠrrĠgasyon solÜsyonlarinin …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/27837/tez.pdf · yöntemiyle...

102
TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ FARKLI ĠRRĠGASYON SOLÜSYONLARININ SĠTOTOKSĠSĠTELERĠNĠN HÜCRE KÜLTÜRÜ YÖNTEMĠ ĠLE KARġILAġTIRILMALI OLARAK ĠNCELENMESĠ Arzu BAYALAN ALDEMĠR ENDODONTĠ ANABĠLĠM DALI DOKTORA TEZĠ DANIġMAN Doç. Dr. Semra SEVĠMAY 2009- ANKARA

Upload: others

Post on 25-Jan-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ

    SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

    FARKLI ĠRRĠGASYON SOLÜSYONLARININ

    SĠTOTOKSĠSĠTELERĠNĠN

    HÜCRE KÜLTÜRÜ YÖNTEMĠ ĠLE KARġILAġTIRILMALI

    OLARAK ĠNCELENMESĠ

    Arzu BAYALAN ALDEMĠR

    ENDODONTĠ ANABĠLĠM DALI

    DOKTORA TEZĠ

    DANIġMAN

    Doç. Dr. Semra SEVĠMAY

    2009- ANKARA

  • TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ

    SAĞLIK BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

    FARKLI ĠRRĠGASYON SOLÜSYONLARININ

    SĠTOTOKSĠSĠTELERĠNĠN

    HÜCRE KÜLTÜRÜ YÖNTEMĠ ĠLE KARġILAġTIRMALI

    OLARAK ĠNCELENMESĠ

    Arzu BAYALAN ALDEMĠR

    ENDODONTĠ ANABĠLĠM DALI

    DOKTORA TEZĠ

    DANIġMAN

    Doç. Dr. Semra SEVĠMAY

    2009- ANKARA

  • ii

    KABUL VE ONAY

  • iii

    ĠÇĠNDEKĠLER

    KABUL VE ONAY ......................................................................................... ii

    ĠÇĠNDEKĠLER ............................................................................................... iii

    ÖNSÖZ .......................................................................................................... v

    SĠMGELER ve KISALTMALAR .................................................................. vii

    ÇĠZELGELER ............................................................................................. viii

    ġEKĠLLER .................................................................................................... ix

    RESĠMLER .................................................................................................... x

    1.GĠRĠġ .......................................................................................................... 1

    1.1. Smear Tabakası ..................................................................................... 2

    1.2. Kök Kanallarında Ġrrigasyon Solüsyonu Kullanımının Amacı .................. 3

    1.3. Ġrrigasyon Solüsyonlarının Sınıflandırılması ........................................... 5

    1.3.1. Asitler ve ġelasyon Yapan Ajanlar ....................................................... 6

    1.3.2. Proteolitik Enzimler .............................................................................. 9

    1.3.3. Okside Edici Ajanlar ........................................................................... 10

    1.3.4. Alkalen Solüsyonlar ........................................................................... 10

    1.3.5.Serum Fizyolojik .................................................................................. 14

    1.3.6. Smear Clear ....................................................................................... 15

    1.3.7. Klorheksidin Glukonat ........................................................................ 16

    1.3.8. MTAD ................................................................................................. 16

    1.3.9. Elektrokimyasal Olarak Aktive EdilmiĢ Su (ECA) ............................... 20

    1.4. Biyouyumluluk ....................................................................................... 21

    1.4.1. Biyouyumluluk Testleri ....................................................................... 22

    1.4.2. Ġn Vitro Test Yöntemleri...................................................................... 24

    1.4.2.1. Genotoksisite .................................................................................. 26

    1.4.2.2. Östrojenite ....................................................................................... 26

    1.4.2.3. Sitotoksisite ..................................................................................... 27

    1.4.3. Hücre Kültürü ..................................................................................... 31

    1.4.3.1.Agar Overlay Yöntemi ...................................................................... 35

  • iv

    1.4.3.2.-Milipor Filtre Yöntemi ...................................................................... 36

    1.4.3.3.-Krom Salınım Test Yöntemi ............................................................ 37

    1.4.3.4.Model Kavite Yöntemi ...................................................................... 37

    1.4.3.5.DiĢ Kavitesi Yöntemi ........................................................................ 37

    1.4.3.6.Dentin Bariyer Testi ......................................................................... 38

    1.4.3.7. Hemolizis Testi ................................................................................ 38

    1.4.3.8.Ekstraksiyon Testi ............................................................................ 39

    1.4.3.9.MTT Yöntemi (Mitokondiriyal Dehidrogenaz Aktivitesi) .................... 39

    1.4.4. Protein Miktar Tayini Yöntemi ............................................................ 40

    1.4.4.1. Bradford (Coomassie Blue) Yöntemi ............................................... 41

    1.4.5. Hücre Yapısında Ortaya Çıkan DeğiĢiklikler ...................................... 41

    1.5. Amaç ..................................................................................................... 43

    2.1.Örneklerin Hazırlanması ........................................................................ 44

    2.2.Hücre Kültürü ......................................................................................... 46

    2.3. MTT (Mitokondriyal Toksisite Testi) Yöntemi ile Hücre

    Canlılık Tayini ....................................................................................... 47

    2.4. Protein Tayin Yöntemi ile Hücre Canlılık Testi ...................................... 47

    2.6.Ġstatistiksel Analiz ................................................................................... 50

    3. BULGULAR ............................................................................................. 51

    3.1. MTT Yöntemi ile Elde Edilen Sonuçların Ġstatistiksel

    Değerlendirmesi ................................................................................... 51

    3.2. Bradford Yöntemi ile Protein Miktarı Tayini Yapılan

    Grupların Sonuçlarının Ġstatistiksel Olarak Değerlendirilmesi ............... 54

    4. TARTIġMA .............................................................................................. 61

    ÖZET ........................................................................................................... 76

    SUMMARY .................................................................................................. 78

    KAYNAKLAR .............................................................................................. 80

    ÖZGEÇMĠġ .................................................................................................. 91

  • v

    ÖNSÖZ

    ÇalıĢmamızda farklı irrigasyon solüsyonlarının sitotoksisitelerini hücre kültürü

    yöntemiyle inceledik. ÇalıĢmamızın MTT ve bradford boyası ile protein tayini

    yöntemlerinde, ilk 24 saatlik değerlendirmede kullandığımız deney

    materyalleri arasında absorbans düzey dağılımı ve protein konsantrasyon

    miktarları açısından değerlendirildiğinde en az sitotoksik solüsyon MTAD

    iken, en fazla sitotoksik etkiyi gösteren solüsyon EDTA olarak tespit

    edilmiĢtir. 48. saatteki değerlendirme sonuçlarında ise her iki yöntemde de

    MTAD en düĢük sitotoksisiteyi gösterirken, en yüksek sitotoksisiteyi NaOCl

    grubu göstermiĢtir. Sonuç olarak solüsyonlar arasındaki fark istatistiksel

    olarak anlamlı bulunmamıĢtır. 24. ve 48. saatler arasında MTT yönteminde

    SmearClear grubunda hücre canlılığı anlamlı oranda azalırken, Bradford

    boyası ile protein tayini yönteminde SmearClear‘a ek olarak MTAD ve

    NaOCl‘ de anlamlı oranda hücre canlılığı azalmıĢtır.

    Tüm doktora öğrenim boyunca her türlü desteği veren, yaĢadığım zor

    günlerde moral desteğini ve anlayıĢını hep yanımda hissettiğim, Endodonti

    A.B.D. BaĢkanı Sayın Prof.Dr. Lale ZAĠMOĞLU‘ na,

    Doktora öğrenimi boyunca bana mesleki bilgi ve deneyimlerini aktaran Sayın

    Prof.Dr.Lale ZAĠMOĞLU‘na, Sayın Prof.Dr. Aylin KALAYCI‘ya ve tez

    çalıĢmamda tecrübe ve birikimini benimle paylaĢan danıĢman hocam Sayın

    Doç. Dr. Semra SEVĠMAY ‗a,

    Tez çalıĢmamın deney aĢamasında her türlü konuda yardımcı olan Yrd.Doç.

    Duygu ÖZEL DEMĠRALP‘ e,

    Hayatımın her alanında sınırsız sevgi ve desteklerini benden hiçbir zaman

    esirgemeyen, varlık sebeplerim sevgili anneme, babama; ayrıca ablacığıma,

    eniĢteme, Seyde anneme, Abdullah babama ve küçük kardeĢim YeĢim‘e,

  • vi

    YetiĢmemde büyük emekleri olan Gülden ve Ġsmail Bayraktar‘a,

    Her zaman her konuda dostluklarını hissettiren kardeĢlerim Dr.Dt.Hilal

    SONBAY‘a, Dr.Dt. Sami SONBAY‘a, Dr.Dt. Serkan ER‘e,

    Desteği ve dostluğu için Dt.Duygu AKKOR‘ a,

    Hayatımın her anında yanımda olan, dostluğu ve hayatı benimle paylaĢan,

    hayatımda mucizeler yaratan sevgili eĢim Dr.Dt.Korkut ALDEMĠR‘e,

    Tüm kalbimle teĢekkürlerimi sunuyorum.

  • vii

    SĠMGELER ve KISALTMALAR

    µl Mikro litre

    µm Mikrometre

    au Absorban unit

    DMEM Dulbecco's Modified Eagle Medium

    DMSO Dimetilsülfoksit

    ECA Elektrokimyasal Olarak Aktive EdilmiĢ Su

    EDTA Etilendiamin tetraasetikasit

    H2O2 Hidrojen Peroksit

    MTT Mitokondiriyal Toksisite Testi

    MTAD Mixture of tetracycline isomer, acid, detergent

    NaOCl Sodyum Hipoklorit

    nm Nanometre

    OD Ortalama değer

    SEM Scanning Electron Microscope

  • viii

    ÇĠZELGELER

    Çizelge 1.3.8.1. MTAD nin bileĢenleri ve etkileri .......................................... 17

    Çizelge 3.1.1. Gruplar arasında zamana göre absorbans düzeylerinin

    dağılımı................................................................................. 51

    Çizelge 3.1.2. 24. ve 48.Saat absorbans düzeyleri yönünden çoklu

    karĢılaĢtırma sonuçları ......................................................... 53

    Çizelge 3.2.1. Gruplara ait ortalama konsantrasyon düzeylerinin

    dağılımı ve istatistiksel analiz sonuçları ................................ 55

    Çizelge 3.2.2. 24.ve 48. Saat ortalama konsantrasyon düzeyleri ve

    genel konsantrasyon ............................................................ 57

    Çizelge 3.2.3. 1:1 Oranda 24. ve 48. Saat konsantrasyon düzeyleri ve

    konsantrasyon değiĢimi yönünden çoklu karĢılaĢtırma

    sonuçları ............................................................................... 58

    Çizelge 3.2.4. 1:5 Oranda 24. ve 48. Saat konsantrasyon düzeyleri ve

    konsantrasyon ...................................................................... 59

  • ix

    ġEKĠLLER

    ġekil 1.4.1. Biyouyumluluk ve ilgili faktörler ............................................. 22

    ġekil 1.4.4.1 Spektrofotometrenin çalıĢma prensibi .................................... 41

    ġekil 3.1.1. MTT Yöntemi sonucunda gruplar arasında zamana göre

    absorbans düzeylerinin dağılımı ............................................. 54

    ġekil 3.2.1. Gruplar arasında zamana göre genel konsantrasyon

    düzeylerinin dağılımı .............................................................. 56

    ġekil 3.2.2. Gruplar ve oranlar arasında zamana göre konsantrasyon

    düzeylerinin dağılımı .............................................................. 60

  • x

    RESĠMLER

    Resim 2.1. BioPure™ MTAD™ .............................................................. 44

    Resim 2.2. SmearClear .......................................................................... 45

    Resim 2.3. NaOCl................................................................................... 45

    Resim 2.4.1. 96 kuyucuktaki hücre ve deney solüsyonun karıĢımının

    bradford boyası ilave edildikten sonraki görüntüsü ............... 48

  • 1

    1.GĠRĠġ

    Kök kanal tedavisi; kron ve kök pulpasının anestezi altında çıkarılmasının

    ardından kök kanallarının mekanik olarak geniĢletilip, kimyasal olarak

    mikroorganizmalardan arındırılması ve kök kanallarının hermetik bir Ģekilde

    doldurulması iĢlemidir.

    Endodontik tedavinin hedefi; apikal bölgede problem oluĢumunu önlemek ya

    da oluĢan problemin tedavisi olup, daha da önemlisi kök kanal sisteminde

    gözlenen mikrobiyal bir enfeksiyonu elimine etmek veya enfeksiyondan

    korumaktır. Rezorbsiyon ve çeĢitli endodontik komplikasyonlar gibi bazı özel

    durumlarda, hedefe ulaĢmada farklılıklar olsa da, nihai baĢarı daima iyi bir

    enfeksiyon kontrolüne bağlıdır (Haapasalo ve ark., 2005).

    Bugün endodontik baĢarısızlığın ana nedeni, mevcut mikroorganizmalar ve

    kanal tedavisi sonrası tekrar kolonize olabilen mikroorganizmalardır. Kök

    kanalının preparasyon öncesi ve preparasyon sırasında, sık aralıklarla

    nekrotik ve vital materyali çözücü, antimikrobiyal özellikli bir veya daha fazla

    irrigasyon solüsyonu ile yıkanması gerekmektedir (Siqueira ve ark., 1999;

    Zehnder, 2006).

    Kullanılan irrigasyon solusyonları dentin duvarı ve debrislerle temas halinde

    olmalıdır. Bu temasın gerçekleĢmesi, irrigasyon solüsyonunun yüzeyi

    ıslatabilme özelliğine bağlıdır. Bu özellik yüzey gerilimi ile ilgilidir.

    Endodontide kullanılan irrigasyon solüsyonları çok düĢük yüzey gerilimi

    göstermelidir (Giardino ve ark., 2006).

  • 2

    1.1. Smear Tabakası

    Kemomekanik preparasyon sonrasında kök kanal duvarını çevreleyen

    dentinin durumu ile ilgili 1975 yılına kadar detaylı bir çalıĢma yapılmamıĢtır.

    Dentin herhangi bir yerden kesildiğinde, dentin duvarlarının yüzeyi üzerinde

    sıklıkla çamurumsu bir tabakanın oluĢtuğu SEM (Scanning Electron

    Microscope) çalıĢmalarında tespit edilmiĢtir (Torabinejad ve ark., 2002).

    Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalıĢmada kemomekanik preparasyon

    sonrasında kök kanal duvarını SEM ile incelemiĢlerdir. Bu çalıĢmada; yıkama

    solusyonu olarak %5‘lik NaOCl (Sodyum hipoklorit) kullanılmıĢtır.

    Kemomekanik preparasyon sonrası kanal duvarında düzensiz bir yapı

    gözlemiĢlerdir. Kanal duvarını kaplayan bu düzensiz yapı smear tabakası

    olarak adlandırılmıĢtır. Smear tabakası amorf, granüler ve irregüler bir tabaka

    olarak tanımlanmıĢtır. Bu tabaka, inorganik maddelerin yanı sıra odontoblast

    parçacıklarının ve nekrotik debrisin oluĢturduğu organik maddelerden

    meydana gelmiĢtir (Zaimoğlu ve ark.,1988; Georgopoulou ve ark., 1994).

    Smear tabakasının büyük bölümü inorganik kısım, dentin talaĢları ve bazı

    spesifik olmayan partiküllerden meydana gelmiĢtir. Organik kısım ise koagule

    olmuĢ proteinler, nekrotik veya canlı pulpa dokusu artıkları, odontoblast

    uzantıları kan hücreleri ve mikroorganizmalardan oluĢmuĢtur Kök kanal

    preparasyonundan sonra gözlenen smear tabakasının kalınlığının 1–5 µm

    arasında olduğu yapılan çalıĢmalarda tespit edilmiĢtir (ġen ve ark.,1995).

    Smear tabakasının kanal preparasyonu ve kanal dolgusunun kalitesi üzerine

    yaptığı etkiler konusunda görüĢ birliği oluĢmamıĢtır. Ancak smear

    tabakasının kendisi enfekte olabilir; ayrıca dentin tübülü içindeki bakterilerin

    korunmasına neden olabilir. Bu yüzden smear tabakasının kaldırılması için

    çeĢitli yöntemler uygulanmaktadır (ÇalıĢkan, 2006).

  • 3

    NaOCl‘nin smear tabakasını kaldırma etkinliğinin SEM ile incelendiği bir

    çalıĢmada, NaOCl ve hidrojen peroksitin ne yüzeyel smear tabakasını, ne de

    tübüler tıkaçları elimine edemediği bildirilmiĢtir(Zaimoğlu, 1985a).

    Zaimoğlu (1985b) yaptığı bir çalıĢmada; klasik yıkama solüsyonlarını yüksek

    hacimlerde kullanmıĢlar ve böylece smear tabakasını elimine etmeye

    çalıĢmıĢtır. Yıkama solüsyonlarının hacminde yapılan artıĢın ne smear

    tabakasının kaldırılmasında ne de tübüler tıkaçların kök kanal duvarından

    uzaklaĢtırılmasında etkin olmadığı sonucuna varmıĢtır.

    1.2. Kök Kanallarında Ġrrigasyon Solüsyonu Kullanımının Amacı

    Çürük ve travma gibi sebeplerle oluĢan pulpa hastalıklarında kök kanalları

    nekrotik, enfekte, bazen vital pulpa dokusu, mumifıye doku parçaları ve doku

    sıvısı ile dolu olabilir. Bu artık materyallerin; preparasyon sırasında apikal

    foramenden itilmeden önce ortamdan uzaklaĢtırılması gerekmektedir. Bu

    yüzden kanalın mekanik preparasyonu öncesi ve sırasında, sık aralıklarla

    nekrotik materyali çözücü ve antimikrobiyal özellikte bir solüsyonla yıkanması

    gerekmektedir (ÇalıĢkan, 2006). Kök kanal tedavisi esnasında irrigasyon

    solüsyonu kullanımının belli baĢlı yararları;

    1-Enfekte materyal, yumuĢak ve sert doku artıkları; fiziksel ve

    kimyasal olarak uzaklaĢtırılır. Ġrrigasyonda kullanılan solüsyonlar organik

    debrisleri uzaklaĢtırarak mikroorganizmaların beslenmelerini güçleĢtirmekte

    ve böylece sayı ve tipleri azalmaktadır.

    2-Kök kanal sistemindeki artık organik materyaller eritilmektedir.

    3-Kanal aletlerinin lubrikasyonla çalıĢmaları kolaylaĢmaktadır.

    4-Kanalda kullanılan dezenfektanların etkinlikleri artmaktadır.

  • 4

    5-Kanal preparasyonunda açığa çıkan dentin talaĢları pulpa

    odasına yükselerek aspirasyon veya kâğıt konlarla uzaklaĢtırılabilmektedir.

    6- Dentin talaĢlarının apeks yakınlarında birikmesi veya tıkaç

    oluĢturması olasılığı azalmaktadır(Sundquist ve Fidgar,1998).

    Endodontik tedavide irrigasyon solüsyonu olarak bugüne kadar sayısız

    bileĢikler kullanılmıĢtır. Bunlar; salin gibi inert maddelerden, son derece

    toksik ve alerjik maddelere kadar çeĢitlilik göstermektedir. Ġrrigasyon

    solüsyonları kanal preparasyonu esnasında ve sonrasında preparasyon

    etkinliğinin artırılması ve debrislerin uzaklaĢtırılması amacıyla kullanılır.

    Günümüzde kullanıma sunulan irrigasyon solüsyonlarında belirli özellikler

    aranmaktadır. Bu özellikler Ģunlardır:

    1- Doku ve debrisleri eritebilmelidir. Enstrümanların giremediği

    yerlerdeki yumuĢak dokuların uzaklaĢtırmasını sağlamalıdır.

    2- DüĢük toksisite göstererek periapikal dokulara irritan olmamalıdır.

    3- DüĢük yüzey gerilimi göstermelidir. Bu özellik girilemeyen bölgelere

    akıĢı arttırmaktadır.

    4- Lubrikasyon özelliği göstererek aletlerin kanalda kullanımını

    kolaylaĢtırmalıdır.

    5- Kullanım sırasında ve sonrasında etkisi devam etmelidir.

    6- Smear tabakasını kaldırmalıdır.

    7- Etkinliği açısından kanalda kolay nötralize olmamalıdır.

    8- Maliyeti düĢük, raf ömrü uzun olmalıdır(Cohen ve Hargreaves, 2006;

    Sundquist ve Fidgar, 1998; Alaçam, 2000).

  • 5

    Ġrrigasyon solüsyonlarının etkinliği yalnızca solüsyonun kimyasal özelliğine

    değil miktarı, ısısı, temas süresi, irrigasyon iğnesinin yerleĢtirme derinliği,

    iğnenin tip ve çapı, irrigasyon solüsyonunun yüzey gerilimi ve solüsyonun

    tazeliğine bağlıdır. Ġrrigasyon solüsyonları dentin duvarları ve debrisle sıkı

    iliĢki kurabilmelidir. Bu iliĢkinin sağlanabilmesi irriganın dentini ıslatabilmesine

    bağlıdır ve bu da doğrudan solüsyonun yüzey gerilimi ile iliĢkilidir. Yüzey

    gerilim değeri düĢtükçe solüsyonun dentin duvarlarına adaptasyon kabiliyeti

    daha da artmaktadır (Zehnder, 2006).

    Kök kanallarında bulunabilen tüm artıkların temizlenmesi amacıyla çeĢitli

    irrigasyon yöntemleri ve kimyasal maddeler önerilmiĢtir. Günümüzde

    endodonti pratiğinde sıklıkla kullanılan irrigasyon solüsyonları; serum

    fizyolojik, sodyum hipoklorit, hidrojen peroksit, klorheksidin, asitler ve

    Ģelasyon yapan ajanlar, elektrokimyasal olarak aktive edilmiĢ su ve MTAD‘

    dir (Cohen ve Hargreaves, 2006; Spangberg ve Haapasalo, 2002).

    1.3. Ġrrigasyon Solüsyonlarının Sınıflandırılması

    Bugüne kadar endodontide kullanılan irrigasyon solüsyonları Ģunlardır:

    1- Asitler ve Ģelasyon yapıcı ajanlar (inorganik doku çözücüler);

    hidrojen klorür (HCl), sülfürik asit, laktik asit, poliakrilik asit, EDTA (Etilen di

    amin tetraasetikasit), REDTA, RC-Prep ve sitrik asit,

    2- Proteolitik enzimler,

    3- Okside edici ajanlar (H2O2)

    4- Alkalen solüsyonlar (organik doku çözücüler); sodyum dioksit,

    sodyum hidroksit, potasyum hidroksit, sodyum hipoklorit

  • 6

    5- Serum fizyolojik

    1.3.1. Asitler ve ġelasyon Yapan Ajanlar

    Asitler ve Ģelasyon yapıcı ajanlar dentini yumuĢatmak amacıyla

    kullanılmıĢlardır. ġelasyon yapıcı ajanlar; dentini kostik ajanlardan daha fazla

    yumuĢatmakta ve yumuĢak dokulara daha az zarar vermektedir. ġelasyon

    ajanları, dentindeki Ca+2 iyonlarıyla birleĢerek Ģelat tuzları oluĢturmaktadır.

    Bu etkileĢimin kanal duvarlarının enstrümantasyona daha az direnç

    göstermesini sağlayacağı düĢünülmüĢtür (Alaçam, 2000). ġelasyon ajanları

    sıvı veya pat formunda uygulanabilir.

    Sıvı Ģelatörler;

    1. Calsinase (Lege Artis, Dettenhausen, Germany) %17'lik sodyum

    edetat, saf su ve stabilizör olarak hidroksit içerir.

    2. REDTA (Roth International, Chigaco, II, USA) %17‘lik EDTA‘ya

    yüzey gerilimini azaltmak için 0.84 gram setrimit eklenmesiyle oluĢmuĢtur.

    Ġçeriğindeki diğer maddeler 9.25ml 5M sodyum hidroksit ve 100 ml distile

    sudur.

    3. EDTAC ve DTPAC, %15‘lik EDTA ve dietil triamin-penta asetik asit

    (DTPA)'ten oluĢmuĢtur ve pH'ı 8‘dir. Bu solüsyonların 100 ml‘sine deterjan

    olarak 0.75 gr setritrimetil amonyum bromid ilave edilir.

    4. EDTA-T (Formula & Açao Farmaçia, Sao Paulo, Brazil) %17'lik

    EDTA‘ya deterjan olarak sodyum lauril eter sülfat tergentol eklenmesiyle

    oluĢur.

  • 7

    5. EGTA (Sigma, St. Louis, MO,USA)'nın, esas içeriği etilen glikol bis

    (β-amino-etil-eter)-N,N,N1, N1-tetra asetik asitten oluĢur.

    6. CDTA (deneysel solüsyon) siklohekzan–1,2-diamintetra asetik

    asitin %1‘lik solüsyonudur.

    7. Largal Ultra (Septodont, Paris, Fransa), disodyum tuzu olarak %15

    EDTA, %0,75 Setrimite ve pH 7,4‘e ayarlamak için sodyum hidroksit içerir.

    8. Salvizol, (Ravenz, Konstanz, Germany) propilen glikol içerisindeki

    %5 aminoquinaldinum di asetattan oluĢur ve pH 6,6‘dır.

    9. Decal (Veikko, Auer, Helsinki, Finland). %5.3 oxyl-asetate, %4,6

    amonyum oksilasetat ve %0,06 setrimitten oluĢur. pH 3,4‘ dür

    10. Tubulucid Plus (Dental Therapeutics, Nacka, Sweden) 1,5gr

    Amfoterik- 2 (%38), 0.5 benzal-klonikorit, 3gr EDTA dihidrat, fosfat tampon

    solüsyonu (pH'ı 7,3), 100gr distile su ve %50 sitrik asitten oluĢur.

    Pat tipi Ģelatörler;

    1. Calsinase slide (Lege artis, Dettenhausen, Germany), %15'lik

    sodyum EDTA ve %58–64 su içerir. pH'ı 8–9‘ dur.

    2. RC-Prep (Premier Dental, Philadelphia, PA, USA) %10 üre

    peroksit, %15'lik EDTA ve glikolun kombinasyonudur.

    3. Glyde File (DeTrey Dentsply, Konstanz, Germany)sıvı bir solüsyon

    içerisindeki %15 EDTA ve %10 üre peroksitten oluĢur. (ÇalıĢkan, 2006)

    Ġlk kez 1957'de EDTA‘nın dental dokular üzerindeki demineralize edici

    etkisine dair rapor yayınlanmıĢtır. EDTA (%17 disodyum tuzu, pH'ı 7) çok az

    antibakteriyel etkinliği olan endodontik preparasyonda sıklıkla kullanılan etkili

  • 8

    bir Ģelasyon ajandır. EDTA veya sitrik asitle smear tabakasının

    kaldırılmasının lokal olarak kullanılan dezenfeksiyon ajanlarının dentinin derin

    tabakalarındaki etkilerini artırdığı ve geliĢtirdiği gösterilmiĢtir. (TaĢman ve

    ark.,2000; Haapasalo ve ark., 2005).

    EDTA‘ nın saf formunun yüzey gerilimi %1 ve %5‘ lik NaOCl' den, serum

    fizyolojikten ve distile sudan daha az olduğu bildirilmiĢtir (TaĢman ve

    ark.,2000; Haapasalo ve ark., 2005).

    EDTA'nın kullanım Ģekline dair Nygaard ve Ostby‘nin yaptıkları çalıĢmada

    %15'lik EDTA'nın (pH'ı 7,3) aĢağıdaki kompozisyonda kullanımı önerdiği

    bildirilmiĢtir.

    1. EDTA'nın disodyum tuzu (17 gram)

    2. Distile su (100ml)

    3. 5 mol sodyum hidroksit (9,25 ml) (Zehnder, 2006).

    Önemli bir bakıĢ açısı da EDTA ve sitrik asitin NaOCl ile güçlü bir Ģekilde

    etkileĢmesidir. Her ikisi de solüsyondaki kullanılabilir kloru indirger ve NaOCl'i

    bakteri ve nekrotik dokular üzerinde etkisiz hale getirir. Bu sebepten; sitrik

    asit veya EDTA asla NaOCl ile karıĢtırılmamalıdır (Zehnder, 2006).

    EDTA ile ilgili yapılan sitotoksisite çalıĢmaları da literatürde önemli yer

    tutmaktadır. Malheiros ve arkadaĢlarının (2005) yaptıkları çalıĢmada; %17'lik

    EDTA solüsyonu ile üç farklı konsantrasyondaki sitrik asitin sitotoksik

    etkilerini in vivo ortamda kültüre edilmiĢ fibroblastlar kullanarak

    karĢılaĢtırmıĢlardır. Sonuç olarak; %17'lik EDTA sitrik asit solüsyonundan

    daha sitotoksik bulunmuĢtur.

    EDTA solüsyonunun içerisine temizleme ve bakterisidal kapasitesini

    arttırmak için bir deterjan eklenerek EDTAC adı altında piyasaya sürülmüĢtür.

  • 9

    EDTAC (EDTA+Cetavlon), EDTA'nın bir kuaterner bileĢiğinin 0.84gr.'ı ile

    karıĢtırılmasıyla üretilmiĢtir. Bu ekleme; yıkama solüsyonunun yüzey

    gerilimini düĢürmek, bütün kanal duvarlarının ıslatılmasını sağlamak ve

    böylece sektörlerin dentine penetre olabilme yeteneklerini arttırmak amacıyla

    yapılmıĢtır. EDTAC ın daha iyi bir antimikrobiyal etkinliğe sahip olması

    gerekmesine rağmen yumuĢak dokularda daha fazla enflamatuar

    reaksiyonlara sebep olmaktadır (ÇalıĢkan, 2006 ).

    Scelza ve arkadaĢları (2001) yaptıkları araĢtırmada kısa dönem ve uzun

    dönem değerlendirme sonucunda sitrik asit solüsyonunu, EDTA-T‘ye göre

    daha biyouyumlu bulunmuĢtur.

    ġelasyon yapıcı ajanlar kadar önemli olan diğer irrigan asit solüsyonlarıdır.

    Bu irriganlar smear tabakasının kaldırılmasında, dentin duvarının temizliğinde

    ve kök kanal dezenfeksiyonuna katkıda bulunmaktadırlar(Siqueira ve

    ark.,1998).

    Siqueira ve arkadaĢları (1998) %2.5'lik ve %4‘lük NaOCl; %0.2 ve %2‘lik

    klorheksidin, EDTA ve sitrik asitle kombine irrigasyonu da içeren çeĢitli

    irrigasyon solüsyonlarının antimikrobiyal etkinliğini incelemiĢlerdir. Sonuçta;

    kanal içindeki mikroorganizmalarda önemli oranda azalma saptamıĢlardır.

    1.3.2. Proteolitik Enzimler

    Proteolitik enzimler; 1930 ve 1940'lı yıllarda yaygın olarak doku eritici olarak

    kullanılmıĢtır. Kök kanal sisteminde çok küçük miktarlarda kullanıldıklarından

    ve etki edebilmeleri çok uzun süre gerektirdiğinden zamanla kullanımları terk

    edilmiĢtir. Endodontide kullanılan enzimler arasında streptokinaz,

    streptodornaz, papain, saflaĢtırılmıĢ tripsin ve enzymal sayılabilir (Alaçam,

    2000).

  • 10

    1.3.3. Okside Edici Ajanlar

    Ġlk olarak 1943'de NaOCl ile birlikte oksitleyici ajanların kullanımı önerilmiĢtir;

    %3‘lük H2O2 ile %5.25'lik NaOCl 'nin ard arda kullanımının oluĢturduğu

    köpürmenin kök kanalındaki debrislerin uzaklaĢtırılmasında yardımcı

    olabileceği düĢünülmüĢtür. Okside edici ajan olarak en fazla kullanılan

    solüsyon H2O2 'tir (Alaçam, 2000).

    Hidrojen peroksit sterilizasyon ve dezenfeksiyon amaçlı geniĢ çaplı kullanıma

    sahip bir solüsyondur. DiĢ hekimliğinde %1 ile %30'luk konsantrasyonlar

    arasında kullanılabilen renksiz bir sıvıdır. Su ve oksijene ayrıĢtığı için

    uygulandığı yüzeyler ve çevre dokular açısından problemsizdir. Virüslere,

    bakterilere, mayalara ve hatta bakteri sporlarına karĢı aktiftir. Hidrojen

    peroksit serbest hidroksil radikalleri üretir ve bunlar DNA ve protein gibi hücre

    elementlerine değiĢik ataklar düzenleyerek biositik etkilerini gösterirler

    (Haapasalo ve ark., 2005).

    1.3.4. Alkalen Solüsyonlar

    Endodontik irrigasyonda kullanılan alkalen solüsyonlar arasında sodyum

    dioksit, sodyum hidroksit, potasyum hidroksit, sodyum hipoklorit sayılabilir.

    Bunların içinden sadece NaOCl klinikte kullanım alanı bulmuĢtur.

    NaOCl, NaOH‘ın dilüe kostik sodada sıvı veya gaz halinde bulunan klorinle

    reaksiyona girmesi sonucu oluĢan yeĢilimsi renkte bir sıvıdır.

    NaOH+Cl2—> NaOCl +H2O+ ısı

    Alkalen solüsyonlarla ilgili olarak, 1915 yılında 202'den fazla bileĢiğin

    antibakteriyel yapısı incelenmiĢ ve NaOCl ile kloraminlerin bu solüsyonlar

  • 11

    içinde en etkin dezenfektanlar olduğu tespit edilmiĢtir. DiĢhekimliğinde

    kullanılan NaOCl solüsyonunun pH'ı konusunda farklı görüĢler vardır. NaOCl

    ve hipokloröz asit (HOCl) su içerisinde dengededir.

    NaOCl+H2O→HOCl+NaOH

    Bu dengedeki değiĢiklikler solüsyonun pH'ına bağlıdır. Solüsyonun aktif

    antimikrobiyal maddesi olan hipokloröz asit (HOCl) yüksek pH‘da daha az

    aktif bir forma yani hipoklorit ve hipoklorit iyon tuzlarına ayrıĢır. Bu yüzden

    antimikrobiyal etkinliği azalır. pH 6 olduğunda HOCl konsantrasyonunun

    mükemmel ve ayrıĢması düĢük bir düzeyde olacağı için ideal olduğu

    belirtilmiĢtir. Ancak pH düĢtükçe bozulma hızı da artar. Stabilite açısından

    pH'ının 9‘dan büyük olması gerekir. Bu pH‘da zaten sitotoksik olan

    solüsyonun hipokloröz asit konsantrasyonunun artmasına bağlı olarak

    sitotoksisitesinin daha da artacağından pH‘ının 11–12 olması tavsiye

    edilir(ÇalıĢkan, 2006).

    NaOCl çeĢitli konsantrasyonlarda yıllardır kök kanal tedavisinde

    kullanılmaktadır. NaOCl çok geniĢ spektrumlu bir antimikrobiyal ajandır.

    NaOCl'nin, bakteriyofajlara, sporlara, funguslara ve viruslara karĢı etkili

    olduğu belirtilmiĢtir (Bergenholtz ve Spangberg, 2004).

    Bu solüsyonun antimikrobiyal etkinliğini açıklayan iki temel görüĢ vardır.

    Birinci görüĢe göre; solüsyonun dezenfektan etkinliği içerisinde tepkimeye

    girmemiĢ HOCl miktarına bağlıdır. HOCl bakteri enzimlerinin sülfürhidril

    grupları üzerine oksidatif etki yaparak germisidal bir etki gösterir. Böylece

    hayati enzimleri bu yolla inhibisyona uğrayan bakteriler ölürler. Ġkinci görüĢe

    göre de solüsyonun hücre proteinlerini hidrolize ve okside etmesi yeteneğinin

    yanı sıra hipertonikliğinden dolayı bir miktar hücre içi sıvısının, osmotik olarak

    hücre dıĢına çıkmasıdır (Pashley ve ark., 1985). YaklaĢık pH'ı 11–12 olan

    NaOCl doku proteinleriyle temasa geçtiğinde çok kısa bir süre içinde nitrojen,

    formaldehit, asetaldehit oluĢur ve peptit bağlarının yıkımı ile proteinlerin

  • 12

    çözünmesi meydana gelir. Bu reaksiyon sırasında amino grubundaki (-HN)

    hidrojen, klorin (NCl) ile yer değiĢtirerek kloramin oluĢur ki bu madde de

    solüsyonun antimikrobiyal aktivitesinde önemli bir rol oynar (ÇalıĢkan, 2006).

    Endodontide en çok kullanılan irrigasyon solüsyonu olan NaOCl'nin

    antibakteriyel özellikleriyle ilgili birçok çalıĢma yapılmıĢtır. Klinik ve laboratuar

    çalıĢmalarda bu solüsyonun 1 dakika gibi bir sürede bile tüm

    mikroorganizmaları tahrip ettiği gösterilmiĢtir. NaOCl, Enterococcus

    ,Actinomyces ve Candida gibi kök kanalından uzaklaĢtırılması zor olan

    endodontik mikroorganizmalara karĢı etkilidir. Endodontik tedavide NaOCl

    %0,2'den %5,25'e kadar değiĢen konsantrasyonlarda kullanılmaktadır.

    NaOCl‘nin değiĢik konsantrasyonlardaki antimikrobiyal etkinliği ile ilgili

    yapılan çalıĢmada test edilen solüsyonlar arasında denenen

    mikroorganizmaya karĢı en etkili antibakteriyel ajanın %5,25'lik NaOCl

    olduğu tespit edilmiĢ ve %5,25'lik NaOCl‘nin sulandırılmasının bu kimyasal

    ajanın antibakteriyel etkinliğini anlamlı Ģekilde azalttığı sonucuna varılmıĢtır

    (Harrison ve Hand,1981).

    Enfekte kök kanalında bilinen en iyi antibakteriyel özelliğe sahip irrigasyon

    solüsyonu olan NaOCl' nin kök kanalında kullanım konsantrasyonunun

    yüksek olması önerilir (YeĢilsoy ve ark., 1995). Ancak bu özelliğe rağmen

    yüksek konsantrasyon, toksisitenin artmasına sebep olur. Bu Ģekilde

    periapikal ve periodontal dokuları irrite edebilir (Gatot ve ark., 1991;

    Tanomaru ve ark., 2002).

    Son yıllarda yapılan çalıĢmalarda NaOCl‘nin yumuĢak dokudaki enflamatuar

    potansiyelinden bahsedilmiĢtir. NaOCl‘nin bu özelliğinden dolayı araĢtırıcılar

    düĢük konsantrasyonda kullanılması ya da klorheksidin ve ECA gibi alternatif

    solüsyonların tercih edilmesini önermiĢlerdir(Gernhart ve ark., 2004).

    NaOCl' nin antibakteriyel etkinliğinde konsantrasyonun önemi bilinen bir

    gerçektir. Ancak irrigasyon zamanı arttırılarak düĢük konsantrasyondaki

  • 13

    NaOCl‘nin antibakteriyel etkinliği çevre dokulara zarar vermeden arttırılabilir.

    Yapılan baĢka bir çalıĢmada 30 dakika uygulanan %0.5' lik NaOCl'nin ve

    %5'lik NaOCl‘nin antibakteriyel, etkinliğinin benzer olduğunu gözlemiĢtir

    (Gomes ve ark.,2001).

    NaOCl'nin konsantrasyon değiĢikliklerindeki etkinliği ile ilgili yapılan baĢka bir

    invitro çalıĢmada %0.12'lik, %0.5'lik NaOCl ve %1'lik klorheksidin glukonatın

    bakteriyel özellikleri karĢılaĢtırılmıĢtır. Sonuç olarak klorheksidin glukonat'ın

    %1'lik konsantrasyonlarının Enteroccoccus faecalis üzerindeki antibakteriyel

    etkisi NaOCl'nin her iki konsantrasyonundan daha etkili bulunmuĢtur

    (Sassone ve ark., 2003).

    NaOCl'nin mikroorganizmalar üzerindeki detoksifikan etkisinin incelendiği bir

    çalıĢmada; değiĢik konsantrasyonlardaki NaOCl'in küçük miktardaki

    endotoksinler üzerinde detoksifikan etki gösterdiği belirtilmiĢtir (Buttler ve

    Crawford, 1982).

    NaOCl'nin bir baĢka önemli özelliği organik dokuları çözme yeteneğidir. Bu

    özellik mekanik olarak temizlenemeyen yan kanallar ve anatomik sapmaların

    temizliğinde büyük önem taĢır. Organik artıkların kimyasal olarak

    temizlenmesi bakteri geliĢmesinin önlenmesi açısından önemlidir (ÇalıĢkan,

    2006).

    NaOCl'nin nekrotik doku çözme yeteneği solüsyonun konsantrasyonuna,

    pH'ına, hacmine, ısısına, sürekli yenilenmesine solüsyona ultrasonik

    titreĢimler uygulanmasına, organik doku miktarına, yüzey alanına, doku tipine

    ve uygulanma süresine bağlıdır. NaOCl, doku çözücülüğünün ve

    antibakteriyel özelliğinin araĢtırıldığı bir çalıĢmada klorheksidin glukonat ile

    karĢılaĢtırılmıĢ, klorheksidin glukonatın antimikrobiyal aktivitesi en az NaOCl

    kadar iyi bulunmuĢtur. Buna rağmen NaOCl kadar iyi doku çözücü olmadığı

    belirtilmiĢtir (Ohara ve ark., 1993).

  • 14

    NaOCl, %0,2‘lik setrimid (Cetrexidin®; Vebas, San Giuliano, Milan, Italy),

    %2'lik ve %0,2‘lik klorheksidin glukonatın antibakteriyel ve toksik özelliklerinin

    incelendiği bir çalıĢmada, 2 haftalık süre sonunda %5,25 NaOCl'nin toksik

    etkisinin farklı konsantrasyonlardaki klorheksidin glukonat ve setrimidden

    daha fazla olduğu sonucuna varılmıĢtır, %2'lik kloheksidin glukonat

    Enterococcus faecalis'e, %5,25'lik NaOCl'e göre daha güçlü bir antibakteriyel

    etki göstermiĢtir (Önçağ ve ark., 2003).

    NaOCl'in en önemli özelliklerinden birisi de periapikal dokulardaki toksik

    özelliğidir. Klinik kullanımı %2.6 ile %5.25 arasında değiĢen NaOCl çevre

    dokular üzerinde son derece irrite edicidir. Bazı araĢtırıcılar %5.25'lik

    NaOCl'in endodontik irrigan olarak kullanımı sonrasında periradiküler

    dokularda irritasyon ve ağrı olduğunu bildirmiĢlerdir. Sitotoksisite testleri,

    konjuktival iltihap testleri, deney hayvanlarındaki subkutan doku

    implantasyon testleri ve laboratuar testleri de bu bulguyu desteklemiĢtir

    (Alaçam, 2000 ).

    1.3.5.Serum Fizyolojik

    Kök kanalının biyomekanik preparasyonunda kanal irrigasyon solüsyonu

    olarak serum fizyolojik kullanıldığında orta dereceli bir antibakteriyal etki -

    sağlanır. Serum fizyolojik kullanımı ile kök kanal sistemindeki bakteri

    sayısının önemli oranda azaltılabileceği fakat genelde ilk randevunun

    sonunda negatif kültür elde edilebilecek kadar azaltılamayacağı gösterilmiĢtir

    (ÇalıĢkan, 2006).

    Byström ve Sundquist (1983) yaptıkları çalıĢmada, % 0,5‗lik NaOCl ile serum

    fizyolojiğin (%0,9‘luk sodyum klorit) antibakteriyel etkinliğini

    karĢılaĢtırmıĢlardır. ÇalıĢmanın sonucunda, %0,5‘lik NaOCl‘nin serum

    fizyolojiğe göre daha fazla antibakteriyel etkiye sahip olduğu gözlenmiĢtir.

  • 15

    1.3.6. Smear Clear

    Son zamanlarda yeni bir ürün olarak SmearClear (SybronEndo, USA)

    piyasaya sürülmüĢtür. Smear tabakasını kaldırmak için tasarlanmıĢ olan

    SmearClear, %17 EDTA solusyonuna setrimid ve sülfaktanların eklenmesiyle

    hazırlanmıĢtır. Bu kombinasyon kanal içi enstrümantasyon sırasında

    inorganik oluĢumları kaldırmayı amaçlar. Smear tabakasını kaldırmada ve

    dentin kanallarını inorganik içerikten temizlemede oldukça etkilidir.

    SmearClear‘ in kullanımı boyunca ve kök kanal preparasyonunun sonunda,

    öncelikli olarak son yıkamanın hipokloritle yapılmasının en iyi sonuçları

    verdiği gözlenmiĢtir (Koch ve Brave, 2003).

    Lui ve arkadaĢları da (2007) yaptıkları çalıĢmada EDTA ve SmearClear'in

    smear tabakasını kaldırmadaki etkinliğini incelemiĢlerdir. Sonuçta

    SmearClear'in, smear tabakasını kaldırmadaki etkinliğinin EDTA'dan

    istatistiksel olarak daha üstün olmadığını tespit etmiĢlerdir.

    Silva ve arkadaĢları (2008) yaptıkları çalıĢmada SmearClear ve%14,3‘lük

    EDTA‘nın kök kanal enstrumantasyonundan sonra oluĢan smear tabakasını

    kaldırmadaki etkinliğini SEM‘ de incelemiĢlerdir. Bu çalıĢmanın sonucunda

    her ikisinin de smear tabakasını kaldırmada etkili olduğu ve ikisi arasında

    istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadığını rapor etmiĢlerdir.

    Giardino ve arkadaĢlarının (2006) yaptıkları çalıĢmada MTAD, SmearClear,

    NaOCl ve %17‘ lik EDTA‘nın yüzey gerilimleri karĢılaĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmanın

    sonucunda en düĢük yüzey gerilimini SmearClear göstermiĢtir.

    Khalil ve arkadaĢları (2004) yaptıkları çalıĢmada SmearClear‘ın sitotoksik

    etkisini değerlendirmiĢlerdir. Bu çalıĢmanın sonucunda; %2.5‘luk NaOCl ve

    SmearClear‘ın sitotoksik etki gösterdiği; fakat %2,5‘luk NaOCl‘nin

    SmearClear‘dan daha fazla hücre yıkımına neden olduğunu yani daha toksik

    olduğunu gözlemiĢlerdir.

  • 16

    1.3.7. Klorheksidin Glukonat

    Klorheksidin glukonat etkili bir oral antimikrobiyal ajan olduğundan

    periodontal hastalıklarda, çürük önlenmesinde ve genel oral enfeksiyonlarda

    tedavi edici ajan olarak kullanılmaktadır Antimikrobiyal aktivitenin

    değerlendirildiği bir çalıĢmada, klorheksidin glukonat (%2) solüsyonunun

    %5,25'lik NaOCl'ye eĢdeğer antimikrobiyal aktivite gösterdiği ileri sürülmüĢtür

    (Jeansonne ve White, 1994).

    Vianna ve arkadaĢları %0,2, %1 ve%2'lik klorheksidin glukonat (jel ve likid

    formları) ve %0,5, %1, %2,5, %4 ve %5,25‘lik NaOCl‘ın antibakteriyel

    özelliklerini inceledikleri bir çalıĢmada, %2‘lik klorheksidin glukonatın her iki

    formununda 15 saniyede staphylococcus aereus ve candida albicansı

    öldürmede etkin olduğunu gözlemiĢlerdir. Jel formunun ise 15 dakikada

    porphyromonas endotalis, porphyromonas gingivalis ve prevotella

    intermedia‘yı öldürmede etkin olduğunu belirtmiĢlerdir. %5,25‘lik NaOCl‘ nin

    ise tüm mikrororganizmaları elimine ettiği sonucuna varmıĢlardır.

    1.3.8. MTAD

    Son yıllarda, tetrasiklin izomer (doksisiklin), sitrik asit ve deterjan (tween 80)

    karıĢımından oluĢan yeni bir irrigasyon ajanı olarak MTAD geliĢtirilmiĢtir

    (Torabinejad ve ark.,2003a) (Çizelge 1.3.8.1.).

    Doksisiklin geniĢ spektrumlu ve yaygın aralıktaki mikroorganizmaya etkili

    olan bir antibiyotiktir. Bakteriyostatik ve salınabilme özelliği gösterir; çünkü

    sement dentin gibi diĢ yüzeylerince absorbe edilir ve salınır. Uzun dönem

    kullanımında tetrasikline direnç sıklığı düĢüktür ve antikolajenaz aktiviteye

    sahiptir. DüĢük pH konsantrasyonuyla kalsiyum Ģelatör gibi rol oynar.

    Böylece mine ve kök yüzeyinin demineralizasyonunu sağlar. Sitrik asitle

  • 17

    karĢılaĢtırıldığında dentin yüzey demineralizasyonu daha fazladır

    (Barkhordar ve ark.,1997).

    MTAD' nin ikinci bileĢeni olan sitrik asit, su ve alkolde çözünen kristalin bir

    organik asittir. Antibakteriyeldir ve %10.25 ve %50 konsantrasyonlardaki

    sitrik asitin smear tabakasını kaldırdığı gösterilmiĢtir (Baumgartner ve

    ark.,1984).

    Tween-80 düĢük yüzey gerilimi olan bir deterjandır. Bu da irrigasyonun

    penetrasyonunu arttırır ve kanal içi uygulamalarda antibakteriyel etkinliğini

    geliĢtirir (Barbosa ve ark.,1994).

    Çizelge 1.3.8.1. MTAD nin bileĢenleri ve etkileri

    BileĢenler Etken madde Etkisi

    Tetrasiklin izomer Doksisiklin Ġnternal ve eksternal kök

    yüzeyinde dezenfeksiyon

    Asit Sitrik asit Organik ve inorganik

    materyallerin kök

    yüzeyinden

    uzaklaĢtırılması

    Deterjan Tween 80 Dentin tubulleri ve kök

    kanal düzensizliklerine

    diffüze olmasının

    sağlanması

    MTAD‘ nin klinik kullanımıyla ilgili yapılan çalıĢmalarda; 20 dakika boyunca

    %1,3‘lük NaOCl uygulamasının ardından, 5 dakika boyunca MTAD

    uygulanması önerilmiĢtir (Machnick ve ark., 2003; Beltz ve

    Torabinejad,2003).

  • 18

    ÇeĢitli araĢtırmalarda MTAD‘nin bonding ajanlara etkisi, doku çözücü özelliği,

    antibakteriyel etkinliği ve smear tabakası üzerine etkinliği değerlendirilmiĢtir.

    Torabinejad ve arkadaĢları (2003a) yeni ve etkili bir kök kanal irriganı olarak

    MTAD'yi incelemiĢlerdir. Bu ajanın, prepare edilmiĢ kök-kanal duvarlarından

    smear tabakasını kaldırdığını bildirmiĢlerdir. Bu araĢtırmanın ıĢığında,

    MTAD'nin dentin yüzeyinde minimal erozyonla smear tabakasını kaldırmada

    etkili bir son yıkama ajanı olduğu düĢünülmektedir

    MTAD‘nin smear tabakası üzerine etkinliğinin incelendiği bir çalıĢmada;

    irrigan olarak %5.25'lik NaOCl ile temizlenen ve enstrümante edilen kanal

    yüzeylerinde final irrigan olarak %17'lik EDTA, %5.25 NaOCl, steril su ve

    MTAD birbirleriyle karĢılaĢtırılmıĢtır. Final olarak, her bir kanal irriganlardan

    biriyle 5 dakika boyunca yıkanmıĢ ve örnekler smear tabakası, debris ve

    erozyon varlığı açısından SEM'de incelenmiĢtir. Smear tabakasını

    kaldırmada %17'lik EDTA ve MTAD arasında anlamlı farklılık gözlenmemiĢtir.

    Bununla beraber, debris uzaklaĢtırma açısından apikal üçlüde MTAD anlamlı

    oranda etkin bulunmuĢtur. Erozyona bakıldığında %17 EDTA koronal ve orta

    üçlüde MTAD'den anlamlı oranda daha fazla erozyona neden olmuĢtur. Bu

    çalıĢma göstermiĢtir ki; MTAD smear tabakasının inorganik ve bazı organik

    komponentlerini çözmektedir. Bununla beraber smear tabakasının tamamen

    kaldırılması için MTAD'ye yardımcı irrigan olarak NaOCl'ye ihtiyaç vardır

    (Torabinejad ve ark., 2003b).

    MTAD'nin doku çözücü özelliği sığır pulpa dokusunda NaOCl ve EDTA ile

    karĢılaĢtırılarak değerlendirilmiĢtir. Sonuçlar incelendiğinde, %5,25‘lik ve

    %2,6‘lık NaOCl, %90'dan fazla doku çözerek en etkili doku çözücü olarak

    bulunmuĢtur. MTAD ve %17‘lik EDTA‘nın ise pulpanın yaklaĢık %49'unu

    çözdüğü gözlenmiĢtir. Bu solüsyonlar arasında, etkileri açısından ana farklılık

    MTAD‘nin dentine yüksek bağlanma kapasitesini doksisiklinin sağladığı

    bildirilmiĢtir (Beltz ve Torabinejad, 2003).

  • 19

    MTAD'nin antibakteriyel etkinliği, endodontik baĢarısızlıklarla iliĢkili bir

    mikroorganizma olan E.faecalis'e karĢı değerlendirilmiĢtir. Agar difüzyon

    testlerinde MTAD ve %5,25'lik NaOCĠ arasında istatistiksel olarak farklılık

    bulunmamıĢtır. SulandırılmamıĢ ve 1:2 sulandırılmıĢ NaOCl

    mikroorganizmaları tamamen öldüremezken, sulandırılmamıĢ ve 1:2

    sulandırılmıĢ MTAD tamamen negatif kültür göstermiĢtir (Shabahang ve

    Torabinejad, 2003).

    BaĢka bir çalıĢmada, Shabahang ve arkadaĢları (2003), tükrükle kontamine

    olmuĢ kök kanalının dezenfeksiyonunda MTAD'nin etkinliğini incelemiĢler ve

    NaOCl'nin etkinliğiyle karĢılaĢtırmıĢlardır. Sonuçlar; MTAD'nin enfekte kök

    kanallarından bakterileri uzaklaĢtırmada %5,25'lik NaOCĠ‘den anlamlı oranda

    daha etkin olduğunu göstermiĢlerdir.

    Torabinejad‘ın (2003) yaptığı bir çalıĢmada; MTAD‘nin E.faecalis üzerine

    antibakteriyel etkinliğini, NaOCl ve EDTA ile karĢılaĢtırmıĢtır. Bu çalıĢmanın

    sonuçlarına göre MTAD; E.faecalis'i öldürmede %5.25'lik NaOCl kadar etkili

    olup, EDTA'dan ise anlamlı oranda daha yüksek etki göstermiĢtir.

    Royal ve arkadaĢları (2007) yaptıkları bir çalıĢmada; Guta-perka konların

    sterilizasyonu için sodyum hipoklorit, klorheksidin, gluteraldehit, alkol,

    hidrojen peroksit, polivinilpirolidon iyodin ve MTAD gibi dezenfektanlar

    kullanılmıĢtır.%5.25‘lik sodyum hipoklorit, %2‘lik klorheksidin ve MTAD hem

    guta-perka hem de Resilon konlar üzerinde E. faecalis‘in eliminasyonunda

    etkili olmuĢtur.

    MTAD‘nin sitotoksisitesiyle ilgili yapılan bir çalıĢmada antibiyotik-asit-deterjan

    karısım olan ticari preparat BioPure (MTAD) ile bu preparata benzer olarak

    hazırlanan Deneysel Solüsyon I (% 1‘lik Doxycycline Hyclate, % 10‘luk Citric

    asit, % 0,5‘lik TWEEN–80) ve Deneysel Solüsyon I‘e fluconazole ilavesiyle

    hazırlanan Deneysel Solüsyon II (% 1‘likDoxycycline Hyclate, % 10‘luk

    Citricasit, % 0,5‘ lik TWEEN–80,% 1‘lik Fluconazole)‘u karĢılaĢtırılmıĢ. Sonuç

    olarak olusan doku reaksiyonları birbirine benzer bulunmuĢtur. Kısa

  • 20

    dönemde (48 saat) ortaya çıkan histopatolojik reaksiyonlar her üç madde için

    eĢ değerdedir. Ancak MTAD ve Deneysel Solüsyon I ile ortaya çıkan

    reaksiyonlar daha kısa sürede (1 hafta) iyilesirken, Deneysel Solüsyon II

    karsısında olusan reaksiyonların iyilesmesi için daha uzun zaman

    gerekmektedir (Köylü, 2007).

    Zhang ve arkadaĢları (2003) baĢka bir araĢtırmada MTAD'nin öjenol, %3'lük

    H2O2, Ca(OH)2 patı, %5.25'lik NaOCl, Peridex ve EDTA'dan daha az toksik

    olduğunu tespit etmiĢlerdir.

    1.3.9. Elektrokimyasal Olarak Aktive EdilmiĢ Su (ECA)

    Rus bilim adamları tarafından geliĢtirilmiĢ yeni ve özel bir anot-katot

    sisteminden üretilir. ECA 300'den fazla Rus ve uluslararası patente sahiptir.

    Rusya‘daki hastanelerde 20.000'den fazla ECA üreten ünite bulunmaktadır.

    ECA' nın insan vücuduna zararsız olduğu açık yaraları yıkamada kullanıldığı

    bildirilmiĢtir. ECA‘nın fiziksel ve kimyasal yapısı henüz tam olarak

    anlaĢılamamıĢtır. Solüsyonun üretimden sonra 48 saat süre ile yarı stabil

    durumda bulunduğu ve birçok serbest radikal ve çeĢitli moleküller içerdiği

    söylenmektedir. Üretimden 48 saat sonra solüsyon stabil hale döner ve tekrar

    inaktif olur. Yarı stabil halde solüsyon çok yüksek bir oksidasyon-redüksiyon

    potansiyeline sahiptir (Marais, 2000, Gulabivala ve ark., 2004).

    Ġki tip ECA solüsyonu üretilmektedir. Bunlar anolit ve katolit solüsyonlardır.

    Anolit, yüksek oksidasyon potansiyeline sahiptir (400-1200mV). Asidik, nötral

    veya alkalen anolit solüsyonu üretebilmek mümkündür. Anolitin yüksek

    derecede antimikrobiyal olduğu iddia edilmektedir. Katolit, yüksek redüksiyon

    potansiyeline sahip (-80 -900mV) alkalen bir solüsyondur. Katolit

    solüsyonunun güçlü bir temizleyici ve deterjan etkisi olduğu kabul edilir. Bu iki

    solüsyon, içinde FEM (flow-through electrolytic module) adı verilen bir

  • 21

    yapının yerleĢik olduğu bir ünitede musluk suyu ve salin solüsyonu

    kullanılarak üretilir (Marais, 2000).

    Marais‘in (2000) yapmıĢ olduğu bir çalıĢmada bir grupta ultrasonik sistem ile

    birlikte solüsyon olarak NaOCl, diğer grupta ise ECA solüsyonlarından ilk

    önce anolit, final yıkamasında da katolit kullanılmıĢtır. Kontrol grubunda ise

    hiçbir iĢlem yapılmamıĢtır. Kontrol grubunda kök kanal yüzeyinin tamamının

    debris ve bakteri ürünleriyle kaplı olduğu görülmüĢtür. NaOCl kullanılan

    grupta debrisin büyük bir miktarının uzaklaĢtırıldığı. kanal yüzeyinde frezler

    ve kanal eğeleri ile oluĢan smear tabakasının varlığı ve bazı dentin

    tübüllerinin açık, bazı dentin tübüllerinin smear tabakası ile kaplı olduğu

    görülmüĢtür. ECA kullanılan grupta ise tüm kanal yüzeylerinin tamamen

    temiz, debris ve bakteriden yoksun olduğu smear tabakasının olmadığı açık

    dentin tübüllerinin bulunduğu ve kollajen fıbrillerin olduğu geniĢ alanlar

    gözlenmiĢtir.

    1.4. Biyouyumluluk

    Biyouyumluluk canlı dokularla temasta olan herhangi bir maddenin, sistemik

    ve lokal toksisite, alerjik, mutajenik ve karsinojenik etki yapmayan inert

    özelliklere sahip olması ve vücudun yumuĢak ya da sert dokularında doku

    reaksiyonu oluĢturmamasını ifade eder (Kansu, 1992; Wataha, 2000).

    Biyouyumluluğun bir baĢka tanımı ise bir materyalin kendine özgü

    uygulamaları sonrası, uygun konakçı doku cevabı oluĢturabilme yeteneğidir

    (Schmalz,1994).

    Biyouyumlulukda konakçı, materyal ve materyalin fonksiyonu arasında bir

    kesiĢme olduğu görülür. Bir materyalin biyouyumlu olarak düĢünülebilmesi

    için bu üç faktörün uyum içinde olması gerekmektedir. Biyouyumluluk

    dinamik bir olaydır, çünkü bu üç faktörden herhangi birinde değiĢiklik

  • 22

    meydana gelirse biyouyum bozulur (ġekil 1.4.1.) (Schmalz, 1994; Wataha,

    2001).

    ġekil 1.4.1. Biyouyumluluk ve ilgili faktörler (Wataha,2001)

    Bir materyalin ağız ortamında kullanılabilmesi için biyouyumlu olması

    gerekmektedir. Biyolojik uyum için malzemenin kimyasal yapısı,

    restorasyonun tasarımı, mekanik özellikleri, doku ile temasının Ģekli, yeri ve

    dokunun özellikleri gibi pek çok faktörün bir arada uyum içinde olması

    gerekmektedir. Biyolojik uyumu olmayan malzemeler değiĢik doku

    reaksiyonlarına neden olurlar (Hanks ve ark., 1996).

    1.4.1. Biyouyumluluk Testleri

    DiĢ hekimliğinde kullanılan maddelerin biyolojik değerlendirmelerinde çok

    sayıda tekniği kullanma imkanı vardır. Ancak test yöntemlerinden uygulaması

    kolay, kısa sürede sonuç veren ve standart bir yöntem tercih edilmelidir.

    Konakçı

    Materyal Materyalin fonksiyonu

    BİYOUYUMLULUK

  • 23

    Dental materyallerin biyouyumluluk değerlendirmelerinde üç basamak

    tanımlanmıĢtır. Bunlar:

    a- Birincil testler,

    b- Ġkincil testler,

    c-Klinik koĢullarda kullanıma dayanan testlerdir (Hensten-Pettersen,

    1988; Schmalz, 1994)

    a-Birincil testler; materyalin toksik profilini veren testlerdir. Bu testler,

    sitotoksisite, hemolizis, ağız veya damar yolu ile kullanım sonucu sistemik

    toksisite, inhalasyon toksisitesi, teratojenite, karsinojenite tahmin testleri,

    Ames mutojenite testi, Styles hücre transformasyon testi gibi, bir seri yöntemi

    kapsamaktadır (Hensten-Pettersen, 1988; ISO 1999,10993-5.).

    b-Ġkincil testler; kullanım testleri ve birincil testler arasında yer alır. Bağ

    dokusu veya kemik dokuya implantasyon, oral mukoz membran irritasyon

    testleri ve sensitizasyon testlerini içermektedir (ISO 1999, 10993-5)

    c-Kullanım testleri; herhangi bir materyalin insanlarda veya hayvanlarda klinik

    olarak kullanılması hedeflenen alana yerleĢtirilmesi sonrasında, materyale

    verilen cevapların gözlenmesi esasına dayanmaktadır (ISO 1999, 10993-5;

    Hensten-Pettersen, 1988).

    Bu testlerin yapılmasıyla tüm materyaller için zaman alıcı ve pahalı test

    metotlarının uygulanmasına gerek kalmamaktadır (Schmalz, 1997). Ayrıca,

    böyle bir sıranın takip edilmesi, hayvan çalıĢmalarına duyulan gereksinimleri

    azaltacağı gibi, yetersiz materyallerin insanlarda kullanılması olasılığını da

    azaltmaktadır (Torabinejad ve ark., 1995).

    Ġn vivo hayvan deneyleri; test materyalinin klinik kullanımını deneyen

    Ģartlarda, deney hayvanları üzerinde test edilmesi prensibine dayanır. Birincil

  • 24

    ve ikincil testlerde ve hayvan deneylerinde güvenli bulunan maddeler,

    insanlara uygulanarak klinik kullanım ve reaksiyonlar bakımından

    değerlendirilir (Browne, 1988; Hensten-Petersen, 1988; Browne, 1994;

    Schmalz, 1994; Schmalz, 1997; Wataha, 2001).

    1.4.2. Ġn Vitro Test Yöntemleri

    Dental materyallerin olası toksik etkilerinin, geleneksel in vivo metotlarla

    değerlendirilmesindeki kısıtlamalar, in vitro test metotlarının geliĢtirilmesini

    zorunlu kılmıĢtır (Browne, 1988).

    Ġn vivo metodların doğasından kaynaklanan problemleri içermeyen, kontrollü

    deneysel koĢullarda yürütülen, tekrarlanabilen, hızlı ve ucuz Ģekilde sonuç

    alınmasını sağlayan in vitro test metodları (Browne, 1988; Schmalz, 1994),

    aynı zamanda dental materyallerin ağız içine yerleĢtirildikleri kısa dönemde

    sergiledikleri toksik etkilerinin gösterilmesine de yardımcı olurlar. Çünkü, pek

    çok dental materyalin özellikle bu aĢamada daha fazla toksisite sergilediği ve

    bu anlamda en uygun değerlendirme yönteminin in vitro test metotları olduğu

    bildirilmektedir (Browne, 1988). Ġn vitro araĢtırmalar, hücre ve dokuda oluĢan

    yaralanmaların dejeneratif (reversible) ve nekrotik (irreversible) aĢamalarında

    ortaya çıkan spesifik olayları inceler. Ġn vitro biyouyumluluk testlerinde vücut

    dokularının üzerine veya içerisine yerleĢtirilen malzemelere karĢı oluĢacak

    olan biyolojik reaksiyonların test ortamında oluĢturulması amaçlanır (Hanks

    ve ark., 1996).

    Biyolojik uyumla ilgili olarak diĢ hekimliğinde kullanılan malzemeler beĢ ayrı

    grupta incelenirler:

    1. Ağız dıĢında bulunan ancak vücudun diğer bölümleri ile yutma,

    soluma veya dokunma yoluyla temasta olan malzemeler,

  • 25

    2. Ağız içinde bulunan ve yumuĢak dokularla temas halindeki

    malzemeler,

    3. Pulpanın sağlığını etkileyebilecek malzemeler,

    4. Kanal dolgu malzemeleri,

    5. DiĢ sert dokularının sağlığını etkileyebilecek malzemeler (Ergün,

    1998).

    Bir materyalin biyouyumluluğunu belirlemedeki en önemli aĢama materyale

    uygun özellikteki en ideal test yönteminin seçilmesidir. Çünkü biyolojik

    uyumun belirlenmesinde kullanılacak olan testler hem malzemenin

    uygulandığı bölgeye hem de beklenen zararlı etkilere göre farklılık

    göstermektedir (Hensten-Pettersen, 1988).

    Ġn vitro biyouyumluluk testlerinin uygulanması esnasında karĢılaĢılan

    sorunlar;

    1. Biyolojik reaksiyonların in vitro testlerle Ģekillendiği koĢullarda, elde

    edilen sonuçlar in vivo sistem içerisinde mevcut olan koruyucu

    mekanizmalardan etkilenmediklerinden, sadece test edilen ölçütle ilgili olarak

    Ģekillenir (Kawahara ve ark., 1968).

    2. Uygulanan test yöntemlerinin tekrarlanılabilir özellikte olabilmeleri

    için standart test yöntemlerinin geliĢtirilmesi gerekmektedir (Hanks ve ark.,

    1996).

    Ġn vitro test yöntemleri arasında genotoksisite, östrojenite ve sitotoksisite

    testleri yer alır (Browne, 1988; Schmalz, 1994; Schmalz, 1997).

  • 26

    1.4.2.1. Genotoksisite

    Kimyasal maddelerin DNA üzerinde direk etkileri olabilir ve bu duruma

    genotoksisite adı verilir. Bu etkinin belirli durumlarda sonraki nesillere

    aktarılmasına ise mutajenite denir. Bu etkiler subtoksik konsantrasyonlarda

    da meydana gelebilir. Özel bakteriler veya memeli hücreleri bu etkiyi

    incelemek için kullanılmaktadır. Mutajenite aynı zamanda karsinojenitiyle de

    iliĢkilidir. Karsinojen olduğu bilinen 301 kimyasal maddenin %90'nı, en sık

    kullanılan mutajenite testi olan AMES testinde pozitif sonuç vermiĢtir

    (Schmalz, 1994; Geurtsen ve Leyhausen, 1997; Schmalz, 1998).

    1.4.2.2. Östrojenite

    Belirli kimyasal maddeler, subtoksik konsantrasyonlarda vücuttaki östrojen

    reseptörlerine bağlanarak, östrojenlere benzer bir biyolojik reaksiyon ortaya

    koyarlar. Bu kimyasal maddelerden biri de bisfenol A'dır. Bis-GMA, bisfenol

    A‘nın sentezinden açığa çıktığından pek çok rezin içerikli maddenin

    içeriğinde bulunmaktadır (Schmalz, 1998).

    Son zamanlarda rezin içerikli maddelerin östrojeniteleri daha büyük önem

    kazanmıĢtır. Bu kimyasal maddelerin insan sağlığı üzerindeki etki

    mekanizmaları tam olarak anlaĢılmamıĢtır. Ancak doğada bu tip maddelere

    bağlı olarak üreme organlarında bozukluklar, deformitelerin görüldüğü pek

    çok çalıĢmada belirtilmiĢtir (Söderholm ve Mariotti, 1999; Tarumi ve ark.,

    2000).

  • 27

    1.4.2.3. Sitotoksisite

    Sitotoksisite, in vitro biyouyumluluk değerlendirmelerinde en yaygın kullanılan

    test yöntemidir (Hanks ve ark., 1996). Farklı metotlara sahip çeĢitli

    sitotoksisite testleri bulunmakla birlikte, her bir test baĢlıca üç bileĢenden

    oluĢmaktadır;

    a-biyolojik sistem,

    b-hücre/materyal teması,

    c-değerlendirme metodu (Schmalz, 1994).

    a-Biyolojik Sistem: Ġn vitro sitotoksisite değerlendirme testlerinde, biyolojik

    sistem olarak; organ kültürleri, hücre kültürleri ve hücre

    organellerinden yararlanılmaktadır (Schmalz,1994). Dental materyallerin

    sitotoksisite değerlendirmelerinde, en yaygın kullanılan biyolojik sistem,

    kültür ortamındaki hücrelerdir. Nadir olmakla birlikte,

    biyolojik sistem olarak diĢ jermi gibi organ kültürlerininde kullanıldığı

    görülmektedir(Thonemann ve Schmalz, 1992).

    Hücre kültürlerinin kullanıldığı test sistemlerinde, hücre tipleri;

    Mortal hücre kültürleri (primer, diploid),

    Ġmmortal hücre kültürleri (devamlı) olarak sınıflandırılmaktadır

    (Hensten-Pettersen, 1988; Schmalz, 1994).

    Hücre kültür koleksiyonlarından veya ticari kaynaklardan elde edilebilen

    devamlı hücreler anöploid kromozom biçimi gösterirler ve uygun

    pasajlandıkları sürece sınırsız yaĢam sürelerine sahiptirler (Schmalz,1994;

    Koh ve ark. 1998). Transforme olan veya tumoral orijin gösteren bu hücreler

  • 28

    (Feigal ve ark, 1985), primer hücrelere göre daha basit sistemleri sergilerler.

    Oysa, herhangi bir laboratuarda, doku eksplantlardan elde edilen diploid

    kromozom Ģekline sahip primer hücreler, yavaĢ büyümeleri ve yaĢam

    sürelerinin kısıtlı olması ile karakterizedirler (Schmalz, 1994; Koh ve ark.,

    1998). Ancak, spesifik metabolik potansiyele sahip primer hücreler, hedef

    hücrelere benzerlikleri nedeni ile in vivo Ģartlara daha yakın deneysel koĢullar

    oluĢturulmasını sağlarlar (Arenholt-Bindslev ve Blegg, 1990).

    b-Hücre/Materyal Teması: Direkt veya indirekt Ģekilde materyalin kendisinin

    veya materyal yapısından salınan bileĢenlerin kullanılması ile

    sağlanmaktadır. Direkt temas testlerinde, hücreler materyalin yanında veya -

    üzerinde büyürlerken, indirekt temas testlerinde, materyal ve hücreler bir

    bariyer ile ayrılmıĢlardır (Wennberg ve ark., 1979; Schmalz, 1988). Hücre

    materyal temasını sağlamanın üçüncü yolu ise dental materyallerin belirli bir

    zaman periyodu boyunca, besi ortamı gibi sıvı bir ortamda bekletilmesi ve

    sitotoksisite testlerinde materyalin kendisi yerine bu sıvıların kullanılmasıdır

    (Keiser ve ark., 2000).

    Direkt hücre/materyal temasına dayanan test sistemleri, klinik koĢullarda

    diĢeti, pulpa, periapikal dokular gibi canlı dokularla iliĢkide bulunan dental

    materyallerin sergilediği davranıĢları taklit edebilmek amacı ile düzenlenir

    (Schmalz, 1994). Ancak, bu tür uygulamalarda, hem materyal özelliklerinde

    değiĢiklikler oluĢabileceği, hem de hücrelerde mekanik hasar meydana

    gelebileceği gerekçesiyle, deney örneklerinin sterilizasyonu yapılmadığı için,

    kültür ortamı kontamine olabilmektedir (Keiser ve ark., 2000).

    Ġndirekt hücre materyal temasına dayanan test sistemleri ise dolgu

    maddelerinin canlı dokulardan dentin veya smear tabakası gibi bir bariyer ile

    ayrıldığı durumları taklit edebilmek amacı ile düzenlenir (Schmalz, 1994).

    Hücre materyal temasının sağlanmasında bir diğer alternatif, materyallerden

    salınan bileĢenlerin kullanımıdır. Kolayca iĢlenebilen ve filtreler yardımı ile

    steril edilebilen bu sıvılar, sitotoksisite değerlendirme testlerinde materyalin

  • 29

    kendisi yerine kullanılabilir (Schmalz, 1994; Keiser ve ark, 2000). Bu

    yaklaĢımla, materyalin hem direkt temasında, hem de hücrelerden uzakta

    meydana getireceği etkiler belirlenebilmektedir (Keiser ve ark, 2000).

    Basit bariyer sistemi olan agar/agaroz ve selüloz asetat filtrelerin dental

    materyallerin sitotoksisite değerlendirmelerinde birinci adım olduğu, ikinci

    adımda daha iyi değerlendirme amacı ile yapıdan salınan bileĢenlerin

    kullanılması gerektiği bildirilmektedir (Schmalz, 1994).

    c-Değerlendirme Metotları: Sitotoksisite testlerinde, hücre morfolojisinde,

    hücre membranında ve hücre aktivitesindeki değiĢikliklere göre

    değerlendirme yapılabileceği gibi, hücre proliferasyon oranlarındaki

    değiĢikliklere göre de değerlendirme yapılabilmektedir (Schmalz, 1994).

    Morfolojik değerlendirmeler agar difüzyon testindeki hücre lizis indeksi gibi

    indekslerle yapılabilmektedir. Ancak, bu yaklaĢımlarla nicel bir değerlendirme

    yapılabileceği gerçeği unutulmamalıdır. Ayrıca, morfolojik değerlendirmelerin

    formaldehit gibi fiksatif içeren dental materyallerin sitotoksisite sonuçlarında

    yanıltıcı olabileceği bildirilmektedir (Schmalz, 1994).

    Membran değiĢiklikleri canlı hücrelerde depolanan nötral kırmızı veya canlı

    hücrelerden salınan tyripan mavisi gibi boyalarla belirlenebilmektedir

    (Schmalz, 1994).

    Hücre aktivitesini belirlemeye yönelik test sistemlerinde belirli bir enzim,

    enzim grubu veya maddenin ölçülmesi ile değerlendirme yapılmaktadır

    (Schmalz, 1994). Son yıllarda dental materyallerin sitotoksisite

    değerlendirmelerinde sıkça kullanılan mitokondri dehidrojenaz aktivitesini

    ölçmeye yönelik MTT değerlendirmeleri (Keiser ve ark., 2000) ve fluoresein

    diasetat ile non spesifik hidrolazların ölçülmesine yönelik değerlendirmeler

    hücre aktivitesini belirleyen testlere örnek olarak verilebilir (Schmalz, 1994).

  • 30

    Hücresel hasarın belirlenmesinde kullanılan en eski ve en yaygın metot

    hücre proliferasyon oranlarının ölçülmesidir (Schmalz, 1994).

    Bu tür geleneksel yaklaĢımların dıĢında son yıllarda, materyallere karĢı

    geliĢen inflamatuar veya immün reaksiyonların da, sitotoksisite

    değerlendirmelerinde belirleyici olarak kullanılmaya baĢlandığı görülmektedir

    (Koh ve ark., 1998; Haglund ve ark., 2003; Pistorius ve ark., 2003).

    Değerlendirme amacı ile inflamatuar ve immün reaksiyonlar sırasında yüksek

    konsantrasyonlarda salınan ve bu tür reaksiyonlara aracılık eden sitokinlerin

    kullanımı ile umut verici sonuçlara ulaĢıldığı bildirilmektedir.

    Dental materyallerin sitotoksisitesinin değerlendirildiği testlerde, uygulanan

    materyalin;

    1. Hücre sayısı ve büyümesi,

    2. Hücrelerin membran bütünlüğü,

    3. Biyosentez veya enzim aktivitesi ile,

    4. Hücrenin genetik yapısı üzerindeki etkileri, ölçülür (Hensten-

    Pettersen, 1988; Hanks ve ark., 1996).

    Sitotoksisitenin değerlendirilmesinde kullanılan Ġn vitro testlerin avantajları

    Ģunlardır:

    1. Testi yapılacak malzemenin, diğer metabolik olaylardan bağımsız

    olarak, hücre metabolizmasındaki spesifik bir fonksiyon üzerindeki etkisi

    değerlendirilir,

    2. Aynı anda çok sayıda örnek kısa zamanda test edilebilir ve diğer

    testlere oranla daha ekonomiktir,

  • 31

    3. Deneyler sonucunda kantitatif sonuçlara ulaĢılır,

    4. Materyallerin toksisitesi kullanım testlerine oranla daha hassas

    olarak değerlendirilir,

    5. Deneyler esnasında test koĢulları standardize edilebilmektedir

    (Browne, 1988; Schmalz, 1994).

    Ġn vitro sitotoksisite testlerinin dezavantajları;

    1. Her test için bir tür hücre kullanılması gerekmektedir,

    2. Kültür hücreleri konak hücrelerinden farklıdır,

    3. Kültür ortamında in vivo koĢullarda mevcut olan enflamatuar

    reaksiyonların ve diğer doku koruyucu mekanizmaların bulunmaması önemli

    bir eksikliktir (Schmalz, 1994; Schmalz, 1997).

    Ġn vitro sitotoksisite testlerinde kullanılan biyolojik sistemler organ kültürleri,

    hücre kültürleri ve hücre organelleridir. Dental materyallerin sitotoksisitelerini

    değerlendirmek için çoğunlukla biyolojik sistem olarak hücre kültürleri

    kullanılmaktadır (Browne, 1988; Schmalz, 1994; Geurtsen ve Leyhausen,

    1997).

    1.4.3. Hücre Kültürü

    Hücre kültürü tanımı canlı dokuların vücut dıĢında yaĢatılmasını, sürekli

    üretimini ve geliĢimini ifade etmektedir. Canlı yapılardan elde edilen dokular,

    vücut ısısında kültüre edilmekte ve vücudun özgün fizyolojik konumunu taklit

    eden besleyici sıvılarda beslenerek çoğaltılmaktadır. Besleyici sıvılar, hayvan

  • 32

    embriyo ekstratları, plazma ve serum, aminoasit, mineraller, Ģeker, tuz,

    vitamin ve antibiyotikleri içerir (Gerstner, 1971).

    Hücre kültürleri;

    • Bireysel faktörlerden etkilenmemeleri,

    • Materyaller arasında parametrik karĢılaĢtırmalara olanak

    tanımaları,

    • Tekrarlanabilme özellikleri,

    • ÇalıĢma koĢullarında standardizasyonun sağlanabilmesi,

    • Deneylerde kullanılacak hayvanların öldürülmemesi gibi etik

    nedenlerden dolayı tercih edilmektedirler (Browne, 1988; Schmalz, 1994;

    Schmalz, 1997). Ancak hücre kültür testleri ile sadece maddelerin ilk toksisite

    reaksiyonları konusunda bilgi edinilebilmektedir. Malzemenin uzun süre doku

    ile temasta olduğu durumlarda oluĢturacağı toksisitenin düzeyi konusunda

    bilgi vermemektedir (Schmalz, 1994).

    Hücre kültürleri genel olarak üç grupta toplanır:

    1. Primer hücre kültürleri: Orijinal dokudan ayrılan ve ilk olarak kültür

    Ģartlarında bulunan hücreleri içerir. Bu hücreler genotipik ve fenotipik yönden

    orijinal doku hücresi ile aynı özellikleri taĢır. Ancak bu hücrelerin deneysel

    çoğalmaları sınırlıdır.

    2. Devamlı hücre kültürleri: Subkültürleri sonsuz olarak yapılabilen ve

    karyotipleri alındıkları dokulardan farklı olarak geliĢtirilmiĢ kültürlerdir.

    Standardize edilerek ve kodlanarak kullanıma sunulmuĢtur.

  • 33

    3. Diploid hücre kültürleri: Primer kültürlerin subkültürlerinden elde

    edilir. Tekrarlanan pasajlar sonucu orijinal dokunun karyotipini kaybetmemiĢ

    olan hücre dizileri olarak tanımlanır (Browne, 1988; Schmalz, 1994; Wyk ve

    ark., 2001; Hauman ve Love, 2003).

    DiĢ hekimliğinde kullanılan maddelerin in vitro hücre kültür testlerinde

    kullanılmak üzere ISO 10993-5:1999 (E)"de tavsiye edilen devamlı hücre

    kültürleri Ģunlardır: Amerikan Tipi Kültür Koleksiyonu CCL 1 (NTCC clone

    929, fare fıbroblast hücresi), CCL 163 (Balb/3T3 clone A31, fare embriyo

    fibroblast hücresi), CCL 171 (MRC-5, insan embriyo akciğer fibroblast

    hücresi), CCL 81 (VERO, Afrika yeĢil maymunu böbrek epitel hücresi), CCL

    10 [ (BHK-21) C-13, hamster böbrek fibroblast hücresi] ve V-79 (379A, Çin

    fare akciğer fibroblast hücresi)‘dur (ISO 1999, 10993-5)

    Kültür ortamında hücrelerin yaĢaması, beslenmesi ve çoğalması için bazı

    Ģartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Ġn vitro hücre kültürü deneylerinde,

    hücrelerin yaĢatılması için açık sistem ya da kapalı sistem inkübatörleri

    kullanılmaktadır. Açık sistemde, kültür ortamı ile inkübatör içindeki hava

    iliĢkidedir. Bu tür inkübatörlerde ortama, sisteme bağlı olan bir tüpten CO2

    gelir, hücre ve dokuların yaĢatılması için, genellikle, 37°C, %5 CO2‘li ve %95

    nemli ortam sağlanır. Uzun süreli kültürlerde, mutlaka açık sistem kullanılmalı

    ve birkaç gün ara ile kültür vasatı yenilenmelidir. Bu iĢlem metabolizma

    artıklarının uzaklaĢtırılıp yeni geliĢim ve besleyici faktörlerin sağlanması için

    yapılmaktadır (Erkoçak, 1983; Davis, 1996).

    Hücrelerin yaĢaması için gerekli Ģartların oluĢturulması gerekmektedir. Bu

    Ģartlar aĢağıda sıralanmıĢtır.

    Beslenme: Hücre veya dokular kültür kaplarına aseptik koĢullar altında

    ekildikten sonra, kültür vasatı ilave edilir. Kültür vasatının besleyici madde

    karıĢımını proteinler, vitaminler, tuzlar ve büyüme faktörleri; enerji kaynağını

    ise glukoz, metabolitler, mineraller, polipeptidler, organik maddeler,

  • 34

    inhibitörler oluĢturur. Mikrobiyal geliĢimi engellemek için ortama antibiyotikler

    ve antifungal ilaçlar katılır. Bu amaçla pek çok hücre kültürü çalıĢmasında

    hücre çoğalma periyodu sırasında fetal ya da yeni doğan buzağı serumu

    kullanılmaktadır (Erkoçak, 1983 ; Hensten-Pettersen, 1988).

    Isı: Ġnsan doku ve hücreleri 37°C'de kültüre edilir. Buna karĢın canlı

    vücudunda deri gibi daha düĢük ısılarda varlığını sürdüren hücre veya doku

    kültürleri için 1-2°C daha düĢük ısılar kullanılabilir. Isı artıĢı ile beraber hücre

    çoğalması artar ancak ısı belirli bir düzeyi geçerse bu kez çoğalma üzerine

    inhibitor etki yapar (Jacoby ve Pastan, 1979; Spier ve Griffıths, 1985; Davis,

    1996).

    pH, CO2 basıncı ve tamponlama: Hücrelerin büyümesi için gerekli olan ortam

    pH'ı dar sınırlar içerisindedir ve üretilen hücreye göre değiĢiklikler gösterir.

    Optimum pH koĢulları 7.2-7.4 arasındadır. Hücre kültürü ortamları çok sayıda

    organik ve inorganik madde içerdiği halde, ortamın pH'ının fizyolojik sınırlar

    içerisinde tutulması dengeli tuz solüsyonları ile sağlanır. Ancak bu

    solüsyonların sağladığı denge çok duyarlı olup, kısa zamanda ya da dıĢ

    ortam koĢulları değiĢtiğinde aniden bozulabilmektedir. Bu nedenle ortam

    pH‘ının tamponlanması gereklidir. ÇeĢitli tamponlama yollarından en önemlisi

    bikarbonat iyonları ile yapılan tamponlama olup; HCO3 + H2+CO3 H2O +

    CO2 kimyasal reaksiyonu ile gösterilebilir. Ortamın asite kaydığı koĢullarda

    karbonik asit bikarbonata dönüĢerek ortamın asidini nötralize eder. Ortam

    bazikleĢirse karbonik asite dönüĢerek ortam pH'ı yine dengelenir. Bu arada

    ısı etkisi ile karbonik asitin su ve karbondioksite dönüĢümü nedeniyle sürekli

    karbondioksit kaybı olmaktadır. Bunun yerine inkübatöre dıĢarıdan CO2

    verilir. 37°C'lik ısı etkisiyle CO2 gaz haline dönüĢür. Bikarbonat- CO2

    tamponlu ortam, inkübatörde bulunduğu sürece ideal bir pH ortamı sağlanır

    (Jacoby ve Pastan, 1979; Spier ve Griffıths, 1985).

    Osmolarite: Hücre büyümesi için gerekli osmotik basınç aralığı oldukça

    dardır; hücreden hücreye, türden türe farklılıklar gösterir (Davis, 1996).

  • 35

    Nem: Kültür ortamlarının zamanla buharlaĢarak pH, osmolarite ve besleyici

    faktörlerini kaybetmelerini engellemek için ortamın nemlendirilmesi gereklidir.

    Bunun için açık sistemli inkübatörler de kullanılır. Genellikle istenen nem

    oranı %97'dir. En basit iĢlem ortama, içine mantar üremesini önlemek için

    sodyum benzoat ilave edilmiĢ steril su koymaktır. Nemlenmenin yeterli olup

    olmadığını test etmenin en güvenli yolu osmolaliteyi ölçmektir (Jacoby ve

    Pastan, 1979).

    Oksijen basıncı: Birçok hücrenin büyümesi için gerekli olan O2 miktarı bir

    hayli azdır. Hücre kültürü çalıĢmalarındaki; O2 miktarı %1-10 arasında

    tutulduğu koĢullarda, hücre büyümesi belirgin olarak artmaktadır (Jacoby ve

    Pastan, 1979).

    Toksisitenin engellenmesi: Ortamdaki herhangi bir eleman gereğinden fazla

    olduğunda toksik olabilir. Toksisite bazen ortamda bulunan ve toksik olmayan

    maddelerin bir araya gelmesi ile oluĢabilir. Toksisiteyi oluĢturan etkene göre

    çeĢitli çözüm yolları uygulanır. Tüm sitotoksisite testlerinde, test sisteminin

    non-toksik, steril ve tekrarlanabilir olması önemlidir (Davis, 1996).

    Dental materyallerin sitotoksisitesinin in vitro koĢullarda incelenmesinde

    hücre nekrozu, membran geçirgenliğindeki değiĢiklikler, metabolik

    değiĢiklikler veya sitopatojenik değiĢiklerden faydalanılır (Browne, 1988;

    Murphy, 1988; Schmalz, 1994). Dental materyallerin sitotoksisite testleri için

    çeĢitli yöntemler geliĢtirilmiĢtir Bu yöntemler Ģunlardır:

    1.4.3.1.Agar Overlay Yöntemi

    Bu test yönteminde katı materyallerin ve katı materyallerden açığa çıkan

    maddelerin akut sitotoksisitesi saptanır. L929 hücreleri kültür kaplarında

    üretildikten sonra üzerleri agarla örtülür ve hücreler nötral kırmızıyla boyanır.

    Agar üstüne test edilecek madde yerleĢtirilir. 24 saat inkübasyondan sonra

  • 36

    örneklerden çıkan toksik maddelerin yayıldıkları bölgelerdeki hücrelerde

    gözlenen boya kaybıyla sitotoksisite ölçülür. Eğer difüze olan toksik

    maddelerin konsantrasyonu yüksek ise hücre erimesi görülür. Sitotoksisite;

    renk değiĢtiren difüzyon bölgesinin geniĢliğine göre "zone indeksi" ve bu

    bölgede hücre erimesi gösteren "hücrelerin yüzdesi" hesaplanarak belirlenir

    (Hensten-Petersen, 1988; Murphy, 1988; Schmalz, 1988; Schmalz, 1994;

    Hanks ve ark., 1996).

    1973 yılında Wilsnack ve arkadaĢları agarozdaki difüzyon özelliğinin agara

    göre daha fazla olduğunu bulmuĢlardır. Agar overlay yönteminin

    hassasiyetinin artması için agaroz kullanımını önermiĢlerdir (Hensten-

    Petersen, 1988; Schmalz, 1994; Hanks ve ark., 1996).

    1.4.3.2.-Milipor Filtre Yöntemi

    Hücre kültürü test yöntemlerinde uygulanan materyal ve hücre arasındaki

    direk temas klinikte çok sık karĢılaĢılan bir durum değildir. Milipor filtre

    yönteminde hücreler filtrenin bir tarafında ve materyal filtrenin diğer tarafında

    bulunur. Böylece hücreler üzerinde toksik etki gösterecek olan maddelerin

    0,45 µm filtre porlarının içinden yayılması gerekmektedir. Milipor test

    yönteminde insan epitel hücreleri veya fare fibroblast hücreleri (L929)

    kullanılmaktadır. Bu test yönteminde değerlendirme hücre ve materyalin

    temas bölgesinde, boyanan alanın boyanma yoğunluğuna, çapı ve

    geniĢliğine göre yapılır (Hensten-Petersen, 1988; Murphy, 1988; Wennberg,

    1988; Schmalz, 1994; Hanks ve ark., 1996).

  • 37

    1.4.3.3.-Krom Salınım Test Yöntemi

    Likit ve katı materyallerin sitotoksisitesinin değerlendirilmesinde kullanılır.

    Radyoaktivitenin ölçülmesi için spektrometre kullanılır. Sodyum kromat

    (Na2Cr04) içerisindeki hekzavalent, 51Cr hücrelerinin içerisine girer ve

    proteinlere tutunarak trivalent forma dönüĢür. ĠĢaretlenmiĢ hücreler ile test

    materyalleri direk temasta olduğunda hücrelerde hasar oluĢur ve trivalent

    51Cr hücre dıĢına çıkar. Hücre dıĢına çıkan 51Cr'un radyoaktivitesinin ölçümü

    hücre ölümü hakkında bilgi verir (Hensten-Petersen, 1988; Schmalz, 1994;

    Hanks ve ark., 1996).

    1.4.3.4.Model Kavite Yöntemi

    Materyal, polimetil metakrilattan hazırlanmıĢ kaviteye yerleĢtirilir. Kavite

    tabanına milipor filtresi veya dentin tabakası yerleĢtirilir. Kavitenin altına

    hücre kültürleri eklenir. Hücre hasarı, sırasıyla lizozomlar ve mitokondri için

    enzim iĢaretleyicisi olan asit fosfataz ve süksinat dehidrogenazın

    belirlenmesiyle yapılmaktadır (Hensten-Petersen, 1988; Meryon, 1988;

    Hanks ve ark., 1996).

    1.4.3.5.DiĢ Kavitesi Yöntemi

    Restoratif materyallerin kimyasal toksisitesini belirlemek için Hume tarafından

    1985 yılında geliĢtirilmiĢtir. Üçüncü molar diĢler çekildikten sonra fosfatla

    tamponlanmıĢ salinde 3–4 saat bekletilir. Normal kavite veya kron

    preparasyonundan sonra sistem dentin duvarlarından penetre olabilen

    maddelerin solüsyonunu elde etmek için kullanılır. Bu yöntemin in vivo

  • 38

    verilerle uyumlu sonuçlar verdiği belirtilmiĢtir (Hume, 1985; Hensten-

    Petersen, 1988; Hanks ve ark., 1996; Schmalz, 1997).

    1.4.3.6.Dentin Bariyer Testi

    Restoratif materyallerin pulpa üzerine sitotoksik etkilerini belirlemede, model

    kavite ve diĢ kavite metotlarından sonra varılan nokta dentin bariyer

    testleridir. Dentin bariyer testlerinin geliĢtirilmesinin temelinde, toksik

    hadiselere karĢı dentinin koruyucu etkilerinin gösterilmesi yatmaktadır. Henüz

    geliĢim aĢamasında bulunan dentin bariyer testlerinin en önemli

    dezavantajları test sistemlerinin oturmamıĢ olması ve dentin kesitlerinin

    standardizasyonundaki güçlüklerdir (Hanks ve ark., 1996). Bu problemleri

    aĢabilmek ve testin uygulanabilirliğini arttırmak amacı ile dentin bariyer

    testleri için geliĢtirilen düzeneklerin piyasaya sürüldüğü görülmektedir

    (Schmalz, 1997). Dentin bariyer testlerinde sitotoksisite değerlendirmeleri;

    belirlenen inkübasyon süreleri sonrasında, canlı hücre sayımı (Schmalz,

    1997) veya MTT ile enzim aktivitesindeki değiĢikliklere göre yapılabilmektedir

    (Schmalz ve ark., 2002).

    1.4.3.7. Hemolizis Testi

    Bu yöntemin amacı kemikle veya yumuĢak dokuyla uzun süre temasta

    olacak materyallerin akut hemolitik aktivitesini incelemektir. Hemolizis

    testinde tavĢan kanı kullanılarak, materyalin hemolitik aktivitesi

    belirlenmektedir. Materyalin hem yüzeyi hem de materyalden çözünen

    maddeler akut hemolitik aktiviteyi oluĢturur (Hensten-Petersen, 1988).

  • 39

    1.4.3.8.Ekstraksiyon Testi

    Ekstraksiyon testinde, test edilecek örnekler üzerine hücre vasatı ilave

    edilerek 37°C' lik, %5 CO2 içeren etüvde deney süresi boyunca bırakılır. Süre

    sonlandığında tüplerin içeriğindeki vasat, daha önceden hazırlanarak kültüre

    edilen hücrelerdeki vasat ile değiĢtirilip en az 24 saat süre ile 37°C' lik %5

    CO2 içeren etüvde bekletilir. Sonra, nitel ya da nicel değerlendirme

    hücrelerdeki değiĢikliklere ya da hücre erimesine göre yapılır (Huang ve

    Chang, 2002; Schwarze ve ark., 2002).

    Ekstraksiyon testinde ekstratların filtrasyonla steril edilebilmeleri, direk temas

    testlerine göre avantaj sağlamaktadır; çünkü direk kontak testinde test

    materyallerinin sterilizasyonu materyalin özelliklerinde değiĢikliklere neden

    olabilmektedir (Keiser ve ark., 2000)

    1.4.3.9.MTT Yöntemi (Mitokondiriyal Dehidrogenaz Aktivitesi)

    Sitotoksisitenin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan enzimatik test

    yöntemlerinden birisi MTT [3- (4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-

    diphentyltetrazolium bromide] testidir. Bu test, MTT'yi mavi, çözünmeyen

    formazan bileĢiğine dönüĢtürebilen dehidrogenaz enzim aktivitesini ölçer.

    Hücrelerde uygulanan maddenin sitotoksik etkisi nedeniyle dehidrogenaz

    enzim aktivitesinin etkilendiği koĢullarda mavi renkli formazan

    oluĢmamaktadır. Formazan formasyonu ya optik yoğunluğun ölçülmesi veya

    test örneğinin çevresindeki formazan ıĢığın elektron mikroskobuyla

    belirlenmesiyle değerlendirilir (Freshney,1987; Jenkins,1999).

    Hücre kültürü test yöntemleri laboratuar koĢullarında standart koĢullar

    içerisinde gerçekleĢtirilebilmektedir. Bu nedenle kontrol edilebilme ve

    tekrarlanabilme özellikleri vardır. Ayrıca sonuçlar kısa sürede

  • 40

    alınabilmektedir. Ancak sitotoksisite testleri ile toksik madde ile temasa bağlı

    olarak oluĢan, sınırlı etkiler belirlenebilir (Koulaouzidou ve ark., 1999; Huang

    ve ark., 2002a; Quinlan ve ark., 2002; Szep ve ark., 2003). Buna karĢın in

    vivo koĢullarda gerçekleĢen biyolojik reaksiyonların çoğu basit bir

    sitotoksisite olmayıp, enflamatuar ve immun reaksiyonlarla kombine olarak

    geliĢir. Bu nedenle in vitro testlerle malzemeye karĢı oluĢan öncül tepkiler

    belirlendikten sonra, malzemenin uzun dönem kullanımı sonrasında oluĢacak

    enflamasyon, immun cevaplar, mutagenez ve karsinogenez gibi subakut

    toksisite reaksiyonlarını yansıtan ikincil testler kullanılmalıdır (Schmalz, 1994;

    Schmalz, 1997; Chang ve ark., 1998; Chang ve ark., 2000).

    1.4.4. Protein Miktar Tayini Yöntemi

    Bu alanda yapılan çalısmalarda en çok kullanılan metotlardan biri protein

    miktarının ölçümüdür. Protein miktarı tayinindeki kullanılacak metodun seçimi

    çok önemlidir. Çünkü tüm protein miktarı tayin metotları, proteini olusturan

    amino asitler arasındaki peptit bağlarının parçalanması prensibine dayanır.

    Amino asitler arasındaki peptit bağların ayrılmasında kullanılan kimyasal

    maddelerin özellikleri metotlar arasındaki farklılıkları olusturmaktadır. Protein

    miktarı tayin metotları Biüret yöntemi, Warburg-Christian yöntemi,

    Bradford(boya bağlama) yöntemi, Lowry yöntemidir. Boya bağlama yöntemi,

    Bradford‘un asitlendirilmis Coomassie Brillant Mavisi G-250 çözeltisi ile

    absorbsiyonun maksimumunun degerlendirilmesine dayanan ve berrak

    olarak elde edilmis süpernatantın UV Spektrofotometrede 280 nm dalga

    boyunda direkt absorbansının okunması ile degerlendirilir (Toker, 2000).

    Protein tayin yöntemlerinde tanımlanan tüm metotlar spektrofotometrik

    yöntemlere dayanmaktadır. Fotometrik tayinler bir numuneye giren ıĢıkla,

    çıkan ıĢığın Ģiddeti arasındaki oranın ölçülmesine dayanır. Bir kaynaktan

    çıkan ıĢık paralel bir demet haline getirilir, bir monokromatörden (prizma)

    geçirilir ve absorbsiyonun meydana geldiği küvete girer. Küvetten çıkan ıĢık

    demeti, gelen ıĢık demetinin Ģiddeti ile orantılı bir elektrik sinyal oluĢturan

  • 41

    fotoelektrik dedektöre çarpar. Her atom, molekül veya kimyasal bağın

    kendine özel spesifik bir ıĢık dalga boyu absorbsiyonu vardır.

    Spektrofotometre, çözeltiye bilinen spesifik bir dalga boyu ıĢığını gönderip,

    bu ıĢığın ne kadarının absorbe olduğunu ve ne kadarının yayıldığını ölçen bir

    alettir. Bu ölçümle de bir kimyasalın ne miktarda bulunduğu hesaplanabilir

    (ġekil1.4.4.1)(Ġmamoğlu, 2007).

    ġekil 1.4.4.1 Spektrofotometrenin çalıĢma prensibi

    1.4.4.1. Bradford (Coomassie Blue) Yöntemi

    O