basamak #1

28
1.basamak TEK TEK ÇIKACAĞIZ BU BASAMAKLARDAN...”

Upload: ihsan-kardelen-yeniguel

Post on 29-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Basamak #1

1.basamak “TEK TEK ÇIKACAĞIZ BU BASAMAKLARDAN...”

Page 2: Basamak #1

Şimdi size Sinop Üniversitesinin en büyük sorununu anlatacağım. Gönül isterdi ki bilim araştırmalarından, projelere ödenek ayrılmamasından, üniversite öğrencilerinin apolitik olmasından bahsedeyim. Tabi ki bunlarda her üniversite de olduğu gibi Sinop Üniversitesinde de var ancak şuan burada bunların çok daha gerisinde ama aynı zamanda yaşamın da tam göbeğinde olan bir sorun var. “Ulaşım” sorunu yazayım da daha fiyakalı dursun bari. Şimdi size biraz anlatayım bu sorunu;

Hepimizin farkında olduğu, her gün “ bu ne arkadaş böyle iş mi olur” dediği ama aynı zamanda çözümü için pek uğraş vermediği bir sorun var şuan Sinop da.

Ben yazayım “Ulaşım” siz anlayın “Dolmuş”.

Adı ne olursa olsun Sinop’ta ki bütün öğrencilerin en büyük sorunudur. Bakmayın sadece öğrenciler dediğime yerel halkta bu sorundan muzdarip ama ne iştir anlamadım pek bir uğraş göremedik bu sorunun çözümü uğruna. Sinop Üniversitesinin kurulduğu yıldan beri öğrencileri mağdur eden bu iş artık bir sorun yumağı haline geldi. Bütün fakültelerde yaşanan sorunlar temel olarak aynı. Öğrenciler panellerde, toplantılarda bunları dile getirmelerine rağmen ne üniversite yönetiminde ne de başka bir kurumdan olumlu bir cevap alamamıştır. Sorunlardan bazıları düzeltilmişse de sadece 1 ya da 2 hafta sonra tekrar aynı tas aynı hamam olmuştur.

Birçok arkadaşımız sadece fiyattan dert yansa da sorunun sadece fiyat olmadığını anlaması gerekmektedir. Sorunlar temel olarak şöyle sıralanabilir;

Page 3: Basamak #1

Ders giriş ve çıkış saatlerinde yeterince dolmuş olmaması nedeniyle birçok arkadaşımız derse ve sınav döneminde sınavlarına geç kalmıştır.

İkinci öğretim arkadaşlarımız örneğin 21.00 da ki dersine en geç 17.30 da gitmek zorunda. Çünkü son dolmuş o saatte. Üniversite de de çok fazla sosyal faaliyet olmadığı için 4 saate yakın kantinde kös kös oturmak zorunda.

Bütün fakültelerde geçerli sorunların başında gelen dolmuşa gereğinden fazla yolcu alınması ( her ne kadar şimdi düzeltilmiş gözükse de ) . Fazla derken 30-35 değil hemen iyimser bir tablo belirmesin kafanız da ben 52 kişilik dolmuş hatırlıyorum.

Burada hiç bahsetmek istemediğim bir sorun var ki oda tahmin edersiniz ki bir fakülte de yaşanan içki olayı.

Fen & Edebiyat – KYK ve Eğitim – KYK arası dolmuş ücreti fazla olması nedeniyle arkadaşlarımızın yürümek zorunda kalması. Fen-Edebiyattan yürünen yol hepimizin bildiği gibi patika bir yol. Bu yol çok çamurlu ve güvenli değil.

Bu ve bunun gibi çok daha fazla sorun artık biz öğrencileri son noktaya getirdi o açıdan bu soruna bir çözüm gerekli. Bence bu soruna hepsine birden çözüm olacak tek şey Üniversite yönetiminin “Öğrenci Servisi”ni hayata geçirmesi. Bu çözüm daha Sinop gibi nice üniversite de uygulanmakta ama ne iştir ki Sinop da bir türlü hayata geçirilememektedir. İster ödenek yok desinler ister biz yapamayız desinler biz öğrenciler artık bazı şeylerin farkına vardık ve haklarımızı sonuna kadar arayacağız.

ikarus

Page 4: Basamak #1

Depresyon Günlerimin Kitaplığı

Mutluluk ne renktir acaba? Merhaba... Merhaba ailem, kendim, dostlarım, dost görünenlerim. Merhaba beni tanıyanlar, tanıdığını sananlar. Merhaba korkularım, endişelerim, beklentilerim, hayallerim, bi' o kadar da hayal kırıklıklarım. Merhaba üst komşularım, alttan derslerim. Merhaba hiç sevişmeyen japon balıklarım. Merhaba sigarasını değil, son sigarasını paylaşanlar. Merhaba... Sabahın olmasına asırlar var, vakit gece yarısı. Yine bir yaprak düştü takvimde, bir yaprak düştü dalından usulca. Dibi görünmeyen kül tablalarım, kararmış elmam masada, radyoda çalan Tom Waits ve ben, yazmayı deniyorum. Bir an düşündüm. Bir insan neden yazar ki? Belki korkaktır ya da utangaç. Belki konuşacak pek bir şeyi yoktur, iyi konuşamıyordur belki. Belki acı bir seyahate çıkmak istiyordur, kaçmak. Belki kâğıt, mürekkep, kalem kokusunu seviyordur, edebiyata her şeyden çok inanıyordur. Belki kendi sesini duyurmak için değil, kendi sesini dinlemek için yazıyordur. Belki düşüncelidir. Ne de olsa yazmak için düşünmek gerekir.

Konuşmanın aksine, yazmak alışkanlık edinilemez. İstediğiniz kadar okuyun, izleyin, çakma entelektüel olun, yaşanmışlığınız olsun; yazarlık sizi seçmemişse sayfaları karalayamazsınız. Beni yazmaya sevk eden kitap; Jack London'un Martin Eden kitabı olmuştur. Martin Eden'in yazarlık serüveni ve Ruth'a olan tutku. Ben Martin Eden olmayı seçmiştim fakat benim dünyamda Ruth eksikti, eksikliğimdi. Tanıdığım tüm kadınlar, mutluluğun kozmetik güzellik olduğuna inananlardı. Yüksek topuklu, kırmızı rujlu, ozonu delen parfüm kokulu, türlü ali cengiz oyunlar oynayıp farklı kişiliklere bürünenlerdi. Bayat ve kasvetlilerdi. Sürekli hayatlarındaki isimleri değiştiren; hayatım, sevgilim, senin için ölürümleri hep aynı kalanlardı. Çok aşırı dozda insan alıp, insan israfı yapanlardı. Hiç birinin adına şiir yazılmazdı.

Page 5: Basamak #1

Oysa bir Ruth olsaydı, bir Martin Eden olabilirdim. Sigara dumanımdan tüm odama manik-depresyon yayılmazdı. Sadece etraftaki yığınca kolay ezberlenebilen, gelişigüzel şarkılar dinlerdim. Hayalleri ile hayata tutunan biri olmazdım, ruhum sefilleri oynamazdı. Düzenli uyurdum, insomania hastalığım olmazdı. Cennetin benim için yapıldığına inanırdım. İsviçreli olmayan bilim adamlarının dediklerine inanırdım. Kundaklanan yaralarım olmazdı. Yüksek sesle konuşmanın haklı olduğuna inanırdım. Kaldırımlarda yürür, emekliliğim için para biriktirirdim. Boğazımda düğümlenen geçmişimle, penceresiz odalarda nefes almaya çabalamazdım. Beceremediğim halde ölümü bu kadar arzulamazdım. Yeni günlere iç sıkıntıları ve melankoli eşliğinde uyanmazdım. Tek gecelik aşklardan, sahte gülüşlerden tiksinmezdim. Bir Ruth olsaydı; bir Martin Eden hikâyesi canlandırırdım, yaşantımla. Fakat çok iyi biliyorum ki faydasız; kabız olmuşsa içindekiler, ıkınmak faydasız. Hem yaşadığımız bu tımarhanede gerçekleri yazan az deli vardır. Biri de benim. Doğamda vardı doğallık, gerçeğin her şeyin üstünde olduğunu iyi bilirdim. Oysa insanlar gerçeklerden kaçar, aynalara bakmaktan korkarlar. Zaten Ruth'da korkup kaçmamış mıydı? Bir Martin Eden olmak için, Ruth'u beklemeyecektim. Bunu en iyi yosun kokulu, sert dalgaları olan, huzurlu bu kentin dolmuş durağında anlamıştım. Durakta zaman çizelgesi vardı; ama hiç bir dolmuş vaktinde gelmiyordu. Ruth'da, beklentilerimizde vazgeçtikten sonra gerçekleşecekti. Bu yazdıklarım, yazmaya çalıştıklarım; kişisel gelişim okuyup, romantik komedi izleyeceğine aspirin prospektüsünü okumayı seçen bir insanın iç çekişmeleridir. Tüm umutlarını kaybettikten sonra anlayabilirsin. Burada ciddiyet yok, arama. Hem bir radyo programcısının dediği gibi, ''ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki.”

papirüs

Page 6: Basamak #1

Toprağa Serpilmiş Keşkelerim

Sen canımdan öte can… Bilsen seni ne çok özledim. Yıldızlar altında buluştuğumuz geceleri, Elini tutmayı, Sana sarılmayı, Başım göğsünde nefes almayı Bilsen ne çok özledim. Saçlarını okşamayı, Sesini duymayı, Gözlerinin içine bakmayı, Seninle birlikte olmayı özledim. Nerede olursam olayım. Hangi iklimde kalırsam kalayım; Vakti geldiğinde Yüreğim mutlaka beni sana getirecek. Hiçbir yol bilmesem de; Çıkıp geleceğim sana. Her şey ama her şey seninle güzel. Seni Seviyorum…

2As1Papaz

Page 7: Basamak #1

EN OKUNASI BÖLÜM

Geçen gün arkadaşlarla toplandık. Dedik ki hepimizin bir ye-teneği var, birimiz şiir yazabiliyor birimiz çizim yapıyor, birimiz hikâyeler yazabiliyorken bu yetenekleri nerede bir araya getirebiliriz diye bir soru boşlukta kaldı. Sonra kimden çıktı bilmiyorum ama biri-mizden fanzin lafı gelmesin mi... Ardından herkesin yüzünde bir gü-lümsemedir patladı gitti. Hunharca çalışmalara başlama isteği oluştu bizde. Kadrolar belirlendi, bu çalışmada herkese belli başlı roller veril-di. Bu iş o kadar gündemimize oturdu ki bir hafta sonraki vizelerin bir anda önüne geçmişti. Bir şey eksikti ama ne? Tabii ki de öncelikle bir toplantı yapılması gerekiyordu.

Bizim sürekli olarak takıldığımız sakinliğiyle bizi cezbeden bir çay bahçesi vardı. Buraya diğerlerine oranla daha az ve daha elit insan-lar geliyordu. Eeeeee nede olsa fanzin oluşturacağız o da elitliği hak ediyor değil mi… Neyse arkadaş biz oraya bir gittik sanki herkes gide-ceğimizi öğrenmiş gibi tıka basa doldurmuş. Düşünebiliyor musun bize orada oturacak yer yoktu ya şaka gibi. Biz de aldık başımızı sakin bir mekân bulduk orada oturup yazıp çizeceklerimiz hakkında daha detaylı bir konuşma ve tartışma yaptıktan sonra sessizce oradan uzaklaştık. Toplantıda fanzinin vizelerden hemen sonrasında hayata geçirilmesi kararı alınmıştı ancak vizelerin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen ortada ne tamamlanmış bir yazı ne hikâye ne de çizim vardı. Hani öğ-renciyiz ya illa ki her işte olduğu gibi bunu da son güne bırakmayı başardık. Bu seferki buluşma noktamız daha umumi bir ortamdı. Neresi mi? Çok basit bir cevabı var tabii ki “ Yalı Kahvesi “ Bildiğin kahve ya hani şu okey batak vs. gibi oyunların rahatça oynanabildiği insanı daha yaratıcı düşündüren bir yer işte. Bu bizim Fanzin bize yalvarır oldu artık oluşturun da bende kurtulayım der gibi... Burada bir arkadaşımızın evinde toplanma kararı aldık. Sakatlıklardan dolayı kadro biraz eksik

Page 8: Basamak #1

toplandık ama gelemeyen arkadaşlarımız bizleri ekran başında yalnız bırakmadılar. Evden canlı yayın yapıyoruz ya hani...

Derken yine bir toplantı yaptık arkadaşın evinde. Şamata gü-rültü patırtı yapıldıktan sonra yazılan ve çizilenleri bir araya toplamak için hepimiz yerlerimizi aldık ve koltuklarımızı dik pozisyona getirdik. Saat 00.20 çaylar yudumlanıyor ve çalışma başlıyor. Saat 01.08 çalışma tüm hızıyla devam ediyor. Saat 02.30 ama bir görün ya nasıl çalışıyo-ruz. Derken saat oldu mu 03.45 tabii bizim beyinler katı halden sıvı hale geçerken inceden bir ses imdada yetişti... ''BATAK OYNAMA-LIYIIIZZ''. 10 saniye içerisinde o masa, o kadar kâğıt ve bilgisayar nasıl toplandı ne ara masa temizlendi bilmiyorum. Bir anda 4 kişi ma-sadaki yerini almış iskambil kâğıtları dağıtılmış hatta ihaleye girilip koz bile belirlenmişti. Oyun masasın da oyunu bilmeyeni mi ararsın yanda-ki küçük koltuğa zoraki sıkışıp uyuyanı mı arasın hepsinden bir lokma var. Saat 08.00...Esnemeler hat safhayı bulunca oyun son buldu. Aç aç da yatılmaz ki oyunu kaybeden taraf poğaçaları aldı geldi. Âmâ sıcacık fırından yeni çıkmış buram buram dumanı üzerinde. Yaa var ya bunları yazarken bile acıktım arkadaş. Güne başladık ama son anda uyumadı-ğımızı fark ettik eşleşmeler yapıldı ve hemen uyuma pozisyonları alın-dı…

Artık yazı ve çizime dair her şey tamamlanmış geriye sadece matbaa işleri kalmıştı. Uzun süren araştırmalardan sonra öğrenci bütçe-sine uygun bir yer bulduk. Derlediklerimizi verdik ve artık bir bütün halinde birleştirilmesini bekledik.

VE NİHAYET KARŞINIZDAYIZ...

Çıt Kırıldım - Hacı Şakir

Page 9: Basamak #1

DOĞA İÇİN...

Kapitalizm, bedeninde doğanın tüm özelliklerini taşıyan insanı sömürmekle kalmamış, doğaya saldırısı onu sınırsızca kullanmakla tahrip etmekle doğayı metalaştırmak, rant sahiplerinin tek hedefi haline gelmiştir. Bu hususta insanların doğaya karşı sorumluluğu rant sahiple-rinin doğayı parselleyip katletmesine karşın onlara bir dur demek! Onların, doğayla savaşmak yerine doğa ile uyumlu bir şekilde yaşama-sını sağlamak için mücadele vermeleri gerekmektedir. Türkiye’de son zamanlar da çevre katliamlarına karşın bu mücadelenin en iyi örnekle-rini vermektedir

Doğayı şahsi çıkar gözetmeden korumak suç ise dünyanın en suçlu insanları doğayı katledenler değil onu seven bizleriz. 31 Mayıs gecesi ile başlayan, haziran direnişi ile büyüyen yaşam alanlarımıza sahip çıkma, ranta, doğa katliamına dur demenin en büyük göstergesi Gezi Parkı eylemleri, ODTÜ direnişi, Mersin Akkuyu’da ve Sinop’ta nükleere ve HES’lere karşı yapılan direniş tüm Türkiye’de dalga dalga yayılarak bir uyanış ve başkaldırı göstergesi olmuştur. Bu uğurda dire-nen insanlara sermaye sahipleri sırf kendi çıkarları doğrultusunda kendi çetelerini oluşturup devlet güçlerini arkalarına alıp söz gelişiyle çapul-culara gaz fişekleri ve tomalarla saldırıp insanların can güvenliğini göz

Page 10: Basamak #1

ardı ederek zarar vermekten hiç çekinmemişlerdir. İnsanlar ara sokak-larda polisin sert müdahalesi sonucunda yaralanıp, hayatlarını kaybederken, bile insanlar yaşanacak başka bir dünyanın olmadığının bilincinde olup devlet baskısına boyun eğmeden mücadeleyi birlik ve dayanışma ruhu içinde sürdürdüler ve sürdürmeye devam edecekler. Gerçekleşen bu çevresel direnişe tüm dünya halkaları destek verip haklı mücadeleye sahip çıkmışlardır. Fakat bizim ülkemizde sadece oligarşi için çalışan medya halkın bu haklı direnişini göz ardı edip hiçbir TV kanalında dergilerinde gazetelerinde yer vermeyerek, üç maymunu oynamayı tercih etmişlerdir. Doğa bizden öcünü almadan insanlık ailesi olarak bu gidişe bir dur dememiz gerekiyor. Dünya; üzerinde yaşayan insanların değil ama ondan sonraki kuşaklara daha da güzelleştirilecek bir emanettir.

DÜNYA ÜZERİNDE DOĞA İÇİN DİRENEN TÜM ONURLU İNSANLARA SELAM OLSUN… politik kafadarlar

Page 11: Basamak #1

HER KADIN BİR MELEK'TİR...

Tanıdığım tüm melekler-Cebrail, Mikail, Azrail- erkekti. Si-nop'ta ise bir kadın Melek tanıdım. Bu hayattaki kadınları temsil eden; hayat dolu bir melek... Fakat bu dünyada melek olmak zordu, kadın olmak zordu.

Bir erkek olarak hemcinslerime sormak istiyorum; kadın de-yince aklınıza ilk ne düşer, nedir kadın olmak? Eve kapanıp rahmin döl tutmayacak hale gelinceye kadar çocuk doğurmak mı? İtaatkâr, isyan etmeyen, biat eden, kul, asaleten değil 'vekâleten' yaşayan cinsel obje mi? Döl yuvası, namus bekçisi, üreme organı mıdır? Nedir kadın ol-mak?

Dürüst olalım. Kadın olmak; erkeğin aktifliği karşısında pasif, edilgen olmaktır. Hiçbir cümleye özne olamamaktır. İkinci cins, öteki olmaktır. Anneden çok, çekici metres olmaktır. Normal bir kıyafetle erkekleri tahrik (!) etmektir, yarım erkek sayılmaktır, saçı uzun aklı kısa olmaktır. Ürünü satmak için reklamlarda kullandığımız, yalan haberleri inandırıcı kılmak için haberleri sundurttuğumuz 4. tekil şahıs-tır. Daha çocuk yaşta, göğüslerin belli olmasın diye kambur yürümeye alışıp, sonra kamburluğun geçsin diye dik yürümeye uğraşmaktır. Be-yin olarak değil, beden olarak var olmaktır. Namusunun giydiği eteğin boyuyla ters orantılı olmasıdır, herkesi dinlemek ama dinlenilmemektir. Taciz karşısında polise şikâyet ettiğinde ''mini etek mi giydin?'' yollu iması ile karşılanmaktır. Sokakta rahat dolaşamamaktır, kız kısmısı çok konuşmazdır, her yaptığına elalem ne derdir, bu kadar okumak yeter artık koca buldur, namus temizlemek için öldürülmektir, ben bilmem eşim bilirdir, erkeğimdir yapardır, erkeğin elinin kiridir (!), tam otoma-tik çamaşır, bulaşık makinası olmaktır, zorla sınıflandırılmaktır (eğleni-lecek, evlenilecek, başörtülü, açık vb.).Yalnız yaşayamamaktır. Yalnız

Page 12: Basamak #1

gezememek, yalnız bir evde kalamamak, yalnız bir kafede oturamamak, yalnız metroya binememek, yalnız seyahat edememek, yalnız alışveriş dahi edememek.

Kadın olmak; koca dayağı yedikten sonra "Kocan bu döver de sever de " tesellisini dinlemektir. Saçından tutulup sürüklenmektir. Penis Diktatoryası'nın şehvet aracı olmaktır. Kendi için değil, başkası için yaşamaktır, yaşayamamaktır. Adaletsizliktir, haksızlıktır zulümdür, sabırdır, sabırdır, sabırdır.

Dürüst olalım. Virginia Woolf'un, Kendine Ait Bir Oda kita-bında dediği gibi; ‘Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir."

Böyle bir toplumda doğdu Melek, hem de bir kadın Melek ola-rak. Üçüncü sayfaların; cinsel istismar, zorla evlendirme, intihar, da-yak, şiddet ve tecavüz haberleri ile dolup taştığı bir toplum. Şansına! Ülkenin işsizlikte üçüncü sıradaki ilinde var oldu. Okumayı seçti, başka çaresi de yoktu üstelik. Birey olmak için, insan yerine koyulmak için; okumak. Asalak gibi yaşamamak, üretken olmak, aydın görüşlü olmak, saygın ve özgüveni gelişmiş olmak. Özgür olmak için okumak.

Melek, bu ülkenin kadın gerçeğidir. Babası, ilk eşi çocuk do-ğuramayınca; Melek’in annesini de alır. Bu kez erkek çocuk için aile planlamasına uyulmaz. Melek, ailenin sekizinci kız evladı olur. Fe-dakârlık, adanmışlık kokar bizim Melek. Bu kadar keskin toplumsal normların olduğu, yoksulluğun bu kadar acımasız olduğu bir yerde bir kızın okuması zannettiğiniz kadar kolay değildir. Ataerkil, erkek hege-

Page 13: Basamak #1

monyasının olduğu toplumda; Melek yine bir erkeğin sürdüğü araba tarafından ezildi! Bu toplumda her gün Meleklerin ezildiği gibi… Bu hepimizi sarsan, darmadağın eden üzücü olay kadar benim ağrıma giden iki durum daha oldu. Beyaz önlüklü bir kadın, Melek’in başörtü-lü olduğu için önünü görmeme ihtimalini! Yaratmaya çalışıyordu. Bir başka kadın; kadınların, kadın hakları ve hukuk karşısındaki eşitsizliğe uğramalarını tartışırken; bay kelimesinden türeme bay/an kelimesini kadına tercih ediyordu. Bu beyin sapını sadece gerzeklik, düşünmeden konuşmak için kullanan insanlar hep olacaktı; ama bizim de hep Me-lek/lerimiz olacaktı yanımızda. Özgürlük ve umut Melek'ti çünkü. Ve biliyorum ki; bizim Melek hepimizi bu kâbustan ''ben iyiyim” diye uyandıracaktı.'

Empatiyi ders konusu olarak değil gerçek hayatlarında felsefe edinenler, doğuştan edindikleri vicdanlarını kaybetmeyenler, erkeği kadının hamisi, kadını; erkeğin hayatını kolaylaştırıcı unsuru olarak görmeyenler; ''Talmud''da geçen şu sözlere kulak verelim: ''Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin, çünkü Tanrı gözyaşlarını sayar. Kadın erke-ğin kaburgasından yaratıldı. Ayaklarından yaratılmadı, öyle olsaydı ezilirdi. Üstün olsun diye başından da yaratılmadı, Ama göğsünden yaratıldı, eşit olsun diye.''

Altı ablası olan bir erkek olarak diyorum ki; kadın erkekten çok daha önemlidir. Çünkü kadın; hem erkeğin hem kızın olduğu ra-himdir ve hepimizin ebediyete uyuyacağı toprak anadır. Erkeklerin rüyasıdır. Çiçek, böcek, kelebek falan değildir, kadınlarda bizim gibi bireydir, yurttaş annedir, insandır.

papirüs

Page 14: Basamak #1

BÜYÜK EV ABLUKADA

Öncelikle merhabalar. Bu bölümde size grup ve sanatçı tanı-tımları yapacak, aynı zamanda müzik tarzlarının kültürleri ve doğuşunu zaman zaman ele alıp inceleyeceğiz. Yukarıda ki üç cümle itibariyle entelektüel bir yazı olacağını düşünüyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Sadece bu işi ciddiye alıyoruz diye böyle bir giriş yapmak istedim. Artık bunun bir önemi yok özet olarak bu bölümde size popüler kültür sanatçılarının ( popisi yüksek olan ) yanı sıra kaliteli müzik icra eden ve belirli bir dünya görüşünü benimsemiş belki de sembol olmuş adam-lar kadınlar ve diğerlerinden bahsedeceğiz. Bu sayıda ( yani ilk sayı ) hareketli, enerjik ve daha önce örneği olmayan ( marjinal grup ) bir oluşuma dem vurmak istedim. " BÜYÜK EV ABLUKADA "

Büyük Ev Ablukada, 2008 yılında İstanbul'da kuruldu. Afor-disman Salihins ve Canavar Banavar ile başlayan grup daha sonra 'Full Faça' olarak nitelendirilen elektrikli haline gelmiştir (Grup daha önce-lerde iki kişilik akustik bir ekip halindeydi. ). Büyük Ev Ablukada kendi şarkıları ve verdikleri konserlerle, internette paylaştıkları konser kayıtları ile kısa sürede tanınır hale geldi. İlk olarak Ay Şuram Ağrıyo adlı bir konser kaydı ve Olmadı Kaçarız adında bir albüm paylaşan grubun üyeleri konserlerde kendi isimleri yerine takma isimler kul-lanmaktadır.

21 Aralık 2012 yılında grup 'Full Faça' isminde bir albüm ya-yınlamıştır. Albüm hem plak hem de CD formatında kendi kurdukları plak şirketi Olmadı Kaçarız'dan çıkmıştır.

Biraz grup üyelerinden bahsedelim.

Afordisman Salihins: Elektrikli Gitar, Klavye, Akustik Gitar Bas Bariton: Basgitar Bentek Sizhepiniz: Elektrikli Gitar Canavar Banavar: Vokal, Elektrikli Gitar, Akustik Gitar

Page 15: Basamak #1

Galvaniz Gelbiraz: Vokal Gelicem Nerdesin: Davul

Grubun vokalistliğini Bartu Küçükçağlayan (Canavar Banavar ) üstlenmekte. Bartu, bu zamana kadar birçok dizi ve filmde rol almış başarılı oyuncularımızdan kendisi. Çoğunluk filmindeki karakteri ile en iyi erkek oyuncu ödülü almış ve son olarak Yalan Dünya adlı dizide " Orçun " karakterini canlandırmıştır.

Bartu Küçükçağlayan'ın yanı sıra davulda Alican Tezer ( At-hena ) ve zaman zaman konuk sanatçılar mevcuttur. Bunlardan biri Berkun Oya kendisi yazar ve yönetmendir. Aynı zamanda senaristlik ve yapımcılık yaptığı projeler mevcuttur. Grupta ne iş yaptığını bilen yok genelde konser başlamadan önce sunumu yapan milleti kahkahaya boğan karizmatik sesli adam diye bilinir. Bir diğer konuk ise Onur Ünsal. Onur, eğreti gelin adlı film ile sinemaya atılmış zamanla oyun-culuğuyla tanınır hale gelmiştir. Aynı zamanda Devrim Arabaları gibi birçok filmde rol almıştır. Gruptaki yeri doldurulamaz bir adamdır. Bazen klavye başında bazen ise bir anda sahneye çıkıp rap söyleyerek milleti coşturan ( genelde " miami " ) adam olarak bilinmektedir.

Page 16: Basamak #1

Az önce bahsettiğim gibi grup tanıdık simalardan oluşmakta aslında. Yaptıkları tarz hakkında bağımsız rock, saykodelik rock oldu-ğu söylenebilir. Grubun en dikkat çeken özellikleri ise yaptıkları parça-lar. Havadar, Nasıl İstediysen Öyle İşte, Takıl Yani Takmıyo Belli, Çıldırmicam, Olanla Olunmaz, İkimizin Oralar, Ne Var Ne Yok, Bi Hıçkırık Gibi, En Güzel Yerinde Evin, Bil, Tayyar Ahmet'in Sonsuz Sayılı Günleri gibi. Grubun konser kayıtlarını ve albümlerini dinlediği-nizde ne kadar eğlenceli adamlar olduğunu göreceksiniz. Aynı zamanda bu adamların yaptığı parçaları dinlerken en başta belki de hiç birşey anlamayacaksınız. Panik yapmayın doğal birşey bu. Bartu yani Canavar Banavar'ın benzersiz yorumu parçaya çok farklı anlamlar katmakta ilk başta anlamsız sesler ve sözler olarak algılasanız bile bir zaman sonra alışkanlık haline gelip bu eğlenceli adamların ne demek istediğini çok iyi anlayacağınızdan eminim. Size tavsiyem " Dünya’nın son konseri " ismini verdikleri konseri izlemelisiniz ve mutlaka "Tayyar Ahmet'in Sonsuz Sayılı Günleri " adlı parçayı dinlemelisiniz.

Sevgilerimle,

Davulcu Vedat ( ) Kapalı Tribün

Page 17: Basamak #1

Futbol’a Dair

Futbol ilk başlarda hafta sonu eğlenceleri olarak insanların birbirleri ile kaynaşma aracı... mahalle araları sokak araları boş arsalar futbolun ilk adresi haline gelmişti. Çoğumuz o maçlara tanık olmuş ya da bizzat yaşamışızdır. Bundan tek şikâyetçi olan mahallede ki yaşlı amca ve teyzelerin gürültü ve kırılan camlarında öteye gitmeyen ma-sum bir eğlence aracı iken futbol; günümüzde kulüplerin gerek tesisleşmesi tekelleşmesi ve futbolu yönetenlerin futbolu bir eğlenceden çok Pazar olarak görmeleri futbolu mahalle aralarından çıkarıp iddia bültenlerine borsa üzerinden para kazanan kapitalizme meze halinde sunulmuştur. Bunun neticesinde sokak aralarında duyduğumuz hey-ecanın yerini borsanın aç gözlülüğü almıştır.

Burada Slaven Bilić’in ”kadınlara saygı duyuyorum ama futbol onlardan daha güzel” sözü ile insanların futbola olan düşkünlüğü açıkça vurgulanmaktadır çoğu futbol sempatizanı bu şekilde düşünürken günümüz futbolu tekelleşerek kapitalizme boyun eğerek heyecanını arasa da bırakıp borsada para kazanma amacı ile kullanılmıştır.

Zengin takımların çok iyi oyuncuları astronomik rakamlarla “satın” aldığı bu düzene sizce de bir “Robin Hood” gerekli değil mi?

optik başkan

Page 18: Basamak #1

Zifiri Karanlık Umut Dolu Bir Şehir

Zamanın elimizden alamadıklarını olanaklar alıyordu. Uyandı-ğımda yine aynı manzarayla karşılaşmıştım. Zifiri karanlık. Bazı insan-lar gözleri kapalıyken daha fazla şey gördüklerine inanırlar. Bende öyle düşünürdüm görme yetimi bir trafik kazasında kaybetmeden önce.

İki ay kadar önce ağır bir travma yaşadım. Karım beni terk et-ti. Borç batağına sürüklendim. Elime geçen üç beş kuruşla sadece alkol alıyordum. Resim hayatım bitmişti. Tuvaller yetim kaldı. Çizemiyor-dum. Bunun üzerine geçirdiğim bir trafik kazası sonucu gözlerimi kay-betmem artık işe yaramaz bir insan olduğum düşüncesini daha da kuv-vetlendirdi. Yataktan kalktım ve el yordamıyla duvardaki takvim yap-rağını kopardım. Oturmak için tekrar yatağıma doğru ilerlerken yerdeki birkaç bira şişesini devirdim. Biri yarım dolu olsa gerek ki ayaklarım ıslandı. Kafamda milyonlarca düşünce; tek bir çözüm vardı. Haftalardır planladığım şeyi bugün yapacaktım. Bugün o cesareti kendimde görebi-liyordum. Yatağın başındaki komidinin çekmecesinden Smith & Wes-son 45 kalibrelik silahımı çıkardım. Günlerdir hazırda tutuyordum. Silah temiz, şarjörü doluydu. Silahın altında bulunan ikiye katlanmış kâğıt parçasında çıkarıp komidinin üstüne bıraktım. Kör bir insanda mektup yazabiliyormuş. Hem de intihar mektubu…

Silahın emniyet kilidini açıp kabzasını çektim. Alnıma daya-mıştım. Eğer insan vücudunda, tüm cesaret tek bir bölgede toplanabili-yorsa; benimkisi sağ işaret parmağımdaydı. Tek çözüm yolu bu diye geçirdim içimden. Artık bir kilo ağırlığındaki tetiğe yarım kilo ağırlı-ğında güç uyguluyordum. Film şeridi olayı da doğruymuş. Hayatım geçiyordu gözümün önünden. Çizdiğim resimler, yürüdüğüm sokaklar, ailem, arkadaşlarım ve sevdiğim kadın. Hiçbiri yanımda değildi şimdi çizdiğim resimlerin haricinde. Tüm bu düşüncelerin içinde ölüme ra-

Page 19: Basamak #1

mak kala bir ses duydum. Evde birisi vardı. “Kim var orda?” diye ba-ğırdım. Cevap yoktu. Tekrar bağırdım yine cevap gelmedi ama cevap niteliğinde, odamın kapısı açıldı. Elimdeki silahı başımdan oynatmadan “Kimsin sen?” diye sordum. İçeri giren her kimse odanın içinde dolaşı-yor muhtemelen resimlerime göz gezdiriyordu. Zira içinde bulunduğum durum pek de umurunda gözükmüyordu. “Kimsin sen kimsin? Engel olamayacaksın bana?” diyebildim. Sesim titriyordu ve aynı zamanda çok kızgındım. Bundan daha iyi cesaretimi toplayabileceğim bir zaman söz konusu değilken bir misafir çıkmıştı başıma.

Uzun bir sessizlikten sonra bunu bozan o oldu. İnsana huzur veren kadife sesiyle “Durma! Hadi vur kendini.” dedi. Bu misafirimiz bir kadındı. “Karışma işime” dedim. Cevabı fazla komplike değildi. “Karışmıyorum. Sadece seni biraz daha cesaretlendirmeye çalışıyo-rum.” Hiç birşey diyemedim. Bir süreden sonra sessizliği yine kadın bozdu. “Hadi vursana. Tuvaller sürdüğün boyalar yerine; duvarları boya şimdi kanla.” Hala pozisyonumu bozmamıştım. “Sanane” diye bağırdım. Boğazım düğümlenmişti. “Hiçbir şey bilmiyorsun” dedim.

“Belki… Ama sonucu sence böyle mi olmalı?” “Evet, bu noktada böyle olmalı. Çünkü artık daha fazlasına dayanamı-yorum.” “Eminim buradaki adaletsizliği sende görüyorsundur. Hayat hiçbir zaman bizlerin mutlu olmasını istemez. Sana da bazı acılar çektirmiş ama eğer o tetiği çekersen ödeşmiş olmayacaksınız. Doğru sorunlarında seninle birlikte yok olacak lakin durum bu kadar adil değil.” “Dayanamıyorum artık” dedim. Gözümden bir damla yaş dudaklarıma doğru kayıyordu. “Dayanamıyorsun çünkü umudun yok, savaşacak cesaretin yok. Eğer bu yolu seçersen acı çeken yine sen olacaksın ve problemlerinse hiçbir şey hissetmeyecek. Sence bu çözüm yolu dengeli mi?”

Page 20: Basamak #1

“Hayır, ama elimden birşey de gelmiyor. Zaten şu an bile pek yaşıyor sayılmam. “Sen öyle san. Yaşıyor olduğunun farkında değilsin ve yapacak çok fazla şeyin var.” “Ne gibi?” Yanıma gelip elimdeki silahı aldı ve komidinin üzerine bıraktı. “Sa-vaşmalısın. Senin mutsuz olmanı isteyen tek düşmanın hayatın kendi-siyle savaşmalısın ve bu düşmana karşı kullanabileceğin en iyi silah…” cümlesini tamamlamadan elleriyle dudaklarımda bir gülümseme yarattı ve “budur” dedi.

* * *

Kızın adı Eftal’di. Söylediğine göre o gün daire kapım açıktı ve tuvallerdeki çizimlerim ilgisini çektiği için içeri girmişti. Kendisini Tanrı misafiri olarak adlandırıyordu. Kim olduğu, nereden geldiği, beni nasıl bulduğu ve beni neden ikna ettiği gibi en önemli sorularımı ce-vapsız bırakmıştı. Nasıl olmuştu hiç bilmiyorum ama beni ikna ettiği bir gerçekti. O günün üzerinden iki gün geçmişti. Eftal benimle birlikte kalıyor, yemek yapıyor, evi temizliyor, sahilde bana kitap okuyor kısa-cası hayatımın her dakikasına nüfuz etmeye başlıyordu. “Bil bakalım balkonu temizlerken ne buldum?” “Viski?” “Olta ve bu ne demek oluyor?” “Evden bazı şeyleri atıp; temizlik yapma vaktinin geldiğini mi söylü-yorsun?” “Hayır. Akşama balık yiyoruz.”

Balık tutmak için iskeleye gelmiştik. Eftal balık tutuyor bense bir saat kadar önce Eftal’in benim için limana yanaşmış teknelerin birinden çaldığı taburede oturuyordum. “Biliyor musun ben eski balık-

Page 21: Basamak #1

çılardanımdır.” dedim. “Eski?” “Bilirsin işte; bu halimle pek tutabileceğimi sanmıyorum.” “Denemeden bilemeyiz.” “Yapmaaaa. Bana balık tutturmaya çalışmayacaksın dimi?” “Hayır. Tutturmaya çalışmayacağım. Sen tutacaksın.”

Önümüzdeki yarım saat içinde elimdeki oltayla tek bir balık bile tutamazken Eftal’in kovadaki balıkların yarısını benim doldurdu-ğumu söylediğinde; bunun doğru olup olmadığını bilemezdim. Hatta kovada balık olup olmadığını, Eftal’in tüm balığı akşam eve giderken bir balıkçıdan aldığını da bilemezdim. Yapabildiğim tek şeyi yaptım; Eftal’e inandım.

Hayatımda yediğim en lezzetli balıktı diyebilirim. Bunun iki açıklaması olabilirdi. Ya Eftal mükemmel bir aşçıydı ya da ölümün eşiğinden dönen biri olarak artık hayattan daha çok zevk alan biri hali-ne gelmiştim. Ama ikincisinin olması daha kuvvetle muhtemel duru-yordu.

“Eftal sana bir şey soracağım.” “Tabi ki. Dinliyorum.” “İnsanlar neden ölmek isterler?” “İnsanlar yapacakları birşeyin kalmadığına inandıkları için ölmek ister-ler.” “Peki, hayatta her zaman yapılmamış birşeyler yok mudur?” “Tabi ki vardır. Sen gök kubbenin altında herşeyi yaptığına inanıyor musun?

Tek yapabildiğim kafamı iki yana sallamak oldu.

Page 22: Basamak #1

“Ölüm Tanrı’nın yarattığı belki de tek gerçek şeydir ve emin ol en iyi zamanlamayı o herkesten daha iyi bilir. Öyleyse bırakalım o bize en uygun zamanı gösterene dek biz yaşamamıza bakalım.”

Eftal’in kim olduğu hakkında zerre fikrim yoktu fakat çok doğru bir zamanda girmişti hayatıma. Hiçbir insanın samimiyetiyle cevaplayamayacağı bir soru takılmıştı aklıma. Yalnız kalmak bir ilaç mıdır? Yoksa hastalığın ta kendisi mi? Sanırım bu soruya şu an verebi-lecek bir yanıtım vardı. Yalnızlık, mutluluğu kovalayan fakat yakala-yamayan birşeydi. Bense Eftal’le çok mutluydum.

***

Ertesi sabah Eftal, kapımı çalıp odama girdiğinde uyanmış ve boş göz-lerle pencereden dışarıya bakıyordum. Suratımda sade bir gülümseme vardı. “Günaydınlar efendim.” “Aa! Sen burada mıydın? Sana da günaydın” “Takvim?” “Takvim?” “Bugün koparmamışsın. Normalde her gün koparırdın.” “Unutmuşum”

Eftal’in bu cevabıma karşılık yüzünde beliren o kocaman gülümsemeyi de bilemezdim. Beni alışkanlıklarımdan arındırabilecek kadar mutlu eden bir kadın… Takvim yaprakları da göz yaşlarına ben-ziyordu demek ki. Biri mutsuz diğeriyse umutsuz anlarımızda dökülü-yordu.

Kahvaltı sonrası sigaramı içerken; Eftal çizimleri neden bıraktığımı sordu.

Page 23: Basamak #1

“Bu halimle nasıl devam etmemi bekliyorsun?” “Sen kendini aciz mi zannediyorsun? Sadece görme yetini kaybettin. Sana tüm bu çizimleri yaptıran ellerin ve o sınırsız hayal gücün hala yerinde.” “Görmüyorum Eftal, görmüyorum. Fırçaların, tuvallerin, boyaların yerini bile bilmiyorum artık. Görmeden nasıl çizmemi istiyorsun?” “Hayal gücü. Bazen görmek yerine dinlemekte insanın hayalinde dün-yalar kurabilmesini sağlar.”

Neden bahsettiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Ta ki müzik çalarımdan Michael Stipe’in sesini duyana kadar. İnsanı efkâra sürükleyen bir ses tonuyla Everybody Hurts’ı söylüyordu.

Eftal, koluma girip beni masadan kaldırdı. Boş tuvallerimden birinin başına dikti beni ve elime kaç numara olduğunu bilmediğim bir fırça verdi. “Hangi renk?” diye sordu gülümseyerek. El yordamıyla önce fırçayı, sonra tuvali kontrol ettim. “Deniz mavisi” dedim. Üç tarafı denizle çevrili bir şehirde ressamsanız eğer; tuvalde ilk karaladı-ğınız şey ister istemez deniz oluyordu.

Fırçam tuvalin üzerinde kayarken çıkarmış olduğu sesi ne kadar özlediğimi fark ettim. Fırçamı tekrar boyaya batırdım. Eftal ar-kamdan muhtemelen beni cesaretlendirecek şeyler söylüyordu ama hiçbirini duymuyordum. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmediğim bir resim çiziyordum. Sadece hayal gücümü yansıtarak. Tekrar fırçamı boyaya batırırken boya kutusu Eftal’in bırakmış olduğu yerden devrildi. Tüm deniz mavisi, tuvale ve yerlere sıçramıştı. Sinirden elim ayağım titriyordu. Elimdeki fırçaya arkamdaki duvara doğru fırlattım. “İşe yaramazın tekiyim ben” diye bağırıyordum. Eftal beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama nafile. Gö-

Page 24: Basamak #1

zümden süzülen yaşlar hırkamın kolunu sildim ve “Tekrar çizmek ha? Al sana resim” diyerek yarım tuvali Eftal’in önüne doğru fırlattım.

“Bu mu senin savaşın?” Eftal bağırıyordu. “Bu mu senin mü-cadeleciliğin? Olmadı mı? Tekrar deneyeceğiz. Olana kadar mücadele edeceğiz. Savaşacağız.” Artık o da ağlamaya başlamıştı. “Pes etmeye-ceğiz.” Koluma girip beni tekrar kaldırdı. Bu sefer Losing My Reli-gion’ı açmıştı. Bir an duraksadım. Bu şarkı… Nerden bilebilirdi?

Ruhum ve bedenim tek bir noktaydı. Hayal gücüm zihnimdeki tüm görüntüleri harmanlamış ve rengârenk bir dünya açmıştı bana. Cesaretime ise diyecek laf yoktu. Çiziyordum. Ben çizdikçe gülüyor, Eftal ise ağlıyordu. Onu çizmiştim. Hayal gücüm, hiç görmediğim bir kadını çizdirmişti bana. Resimde, Eftal sahilde bana kitap okuyordu.

***

Eftal’e doğru döndüğümde elimdeki boya şişesini ve fırçayı yine yere düşürmüştüm. Lakin bu sefer gözyaşları içindeki Eftal’in boynuma atlamasından ötürü. “Başardın… Başardın” diye sayıklıyor-du. Eftal’in yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve “Başardık…” dedim. Eliyle gözümden akan bir damla mutluluk yaşını sildi. Gülümsüyordu. Mutluyduk. Ellerimi tuttu ve “Artık özgürsün” dedi. Elleri yavaş ya-vaş ellerimden kayıyor, nefes alışverişi yok oluyordu. İçime tarif edi-lemez bir huzursuzluk çökmüştü. “Eftal” diyebildim. Sesim bir fısıltı halinde çıkmıştı. Gözümden akan yaşı kimse silmiyordu. Bacaklarımın uyuştuğunu fark ettim. Elimle etrafı yoklama fikri aklıma geldiğindey-se; elimde alnıma dayadığım bir silahın olduğunu hissettim. Yatağımda oturuyordum. Kimse yoktu. Kimse olmamıştı. Kimse bana balık tut-mamış, kitap okumamış veya yeniden resim çizdirmemişti. Ben hala

Page 25: Basamak #1

elimde silahımla otururken hayal gücüm benle oyun oynamıştı. Hüngür hüngür ağlıyordum. “Eftaaaaaaaal” diye bağırdım odanın içinde.

Umut muydu insanı daha kötü hale getiren? Yoksa yalnızlık mıydı insanı umut etmeye sürükleyen? Böyle bir hayatı ancak hayalle-rinde yaşarsın diye geçirdim içimden delicesine ağlayarak ve tetiği çektim. Bedenlerimiz emanettir. Esas sahip olduğumuz, ruhlarımızdır. Eğer emanet bedenim ile tetiği çektikten sonraki üç saniyemde diğer bütün yetilerimin yerine görme yetime sahip olabilseydim; yatak oda-mın kapısındaki camdan içeriye yansıyan insan siluetini görebilirdim. Ama olmadı…

Dolaksız Bey

Page 26: Basamak #1
Page 27: Basamak #1

Merhaba ilk sayımız ilk yazım heyecanlar; elimizden geldiği kadar bu sayfa da size dizi ve film önerilerinde bulunacağım. Gönül isterdi ki vizyonda olan ve yakında vizyona girecek olan filmler hakkında da öneri ve yorumlarda bulunabilelim. Ancak Sinop da olan gerçekler ( sinema salonu olmayışı vb.) nedeniyle burada vizyon film-leri hakkında öneriyi anlamsız buluyorum. Filmler ve diziler genellikle boş zamanlarımızı değerlendirmeye bire bir uğraşlardır. Kitap okumak dışında tabi. Ama boş zamanlarımızı değerlendirmenin yanı sıra izle-diklerimiz bize birçok şey katar. Bize uzak gelen birçok şey hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlar ve azımsanamayacak kadar genel kültür katkısı olur. Sadece yabancı yapımlara yer vereceğim. Türkiye de pek yabancı dizi kültürü olmaması nedeniyle ve maalesef ki pek fazla öne-rebileceğimiz Türk dizi bulunmamakta. Öneri olarak size söyleyebile-ceğimiz dizileri de malum yayından kaldırıyorlar. Hala daha ısrar edi-yorsanız Türk dizisi diye Leyla ile Mecnun derim başka da söze gerek kalmaz.

Supernaturel ( Sıradışı ) Anneleri kendileri daha çocukken doğaüstü bir varlık tarafından öldü-rülen kardeşler babaları tarafından avcı olarak yetiştirilirler... Av ise annelerini öldüren gibi doğaüstü varlıklardır... Dean, ailesine dolayısı ile babasına çok bağlıdır. Sam ise tam tersine babasından, kardeşinden ve avcılıktan uzaklaşmak ister... Birkaç yıl sonra Dean, Sam'in kız arkadaşı Jessica ile yaşadığı eve gider ve Sam'e babalarının ortadan kaybolduğunu ve onu bulamadığını söyler. İkili babalarını bulmak için yola koyulurlar... Bir zaman sonra hayal bile edemeyecekleri bir nokta da bulurlar. Peki, bu dizi de ne mi var? Küçüklüğümüzden beri hikâye-lerde duyduğumuz cin, peri, hayalet, şeytan vb. varlılar. Bizim hikâye-lerini duyarken bile korktuğumuz bu varlıkları Sam ve Dean avlamak-tadır. Tarabyalı

Page 28: Basamak #1