yazar hakkinda · yazar hakkinda 1957 yılında, kütahya’ da doğan, Ümit grace samur, bir kız...

365
YAZAR HAKKINDA 1957 yılında, Kütahyada doğan, Ümit Grace Samur, bir kız çocuğuna sahiptir. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi mezunu olduktan sonra, Akdeniz Üniversitesi-Tıp Fakültesinde-okutman, özel okullarda- bölüm başkanı ve İngilizce öğretmeni olarak 20 yıl çalıştı. Temmuz, 2000’ de Amerika`ya yaşamak ve çalışmak üzere gitti. California’da “Monterey Defense Language Institute” de “Assistant Professor” olarak çalıştı. Kişisel gelişim konularında çeşitli eğitimler ve sertifikalar alarak, bugünkü işi olan “Kişisel Gelişim Uzmanlığına ve Eğitim/ Yaşam Koçluğuna” adım attı. Yunuslarla, austik ve beyin özürlü çocukları iyileştirme programlarını inceledi ve bu konuda bir proje hazırladı. Hawaii’de “Psikiyatri ve Nöroloji

Upload: others

Post on 10-Feb-2021

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • YAZAR HAKKINDA

    1957 yılında, Kütahya’ da doğan, Ümit Grace

    Samur, bir kız çocuğuna sahiptir. Hacettepe Üniversitesi

    İngiliz Dil Bilimi mezunu olduktan sonra, Akdeniz

    Üniversitesi-Tıp Fakültesinde-okutman, özel okullarda-

    bölüm başkanı ve İngilizce öğretmeni olarak 20 yıl

    çalıştı.

    Temmuz, 2000’ de Amerika`ya yaşamak ve

    çalışmak üzere gitti. California’da “Monterey Defense

    Language Institute” de “Assistant Professor” olarak

    çalıştı. Kişisel gelişim konularında çeşitli eğitimler ve

    sertifikalar alarak, bugünkü işi olan “Kişisel Gelişim

    Uzmanlığına ve Eğitim/ Yaşam Koçluğuna” adım attı.

    Yunuslarla, austik ve beyin özürlü çocukları

    iyileştirme programlarını inceledi ve bu konuda bir

    proje hazırladı. Hawaii’de “Psikiyatri ve Nöroloji

  • Derneği” projesini beğendi ve her yıl düzenlenmiş olan

    konferanslardan birisine konuşmacı olarak davet edildi.

    “Yabancı Dil Öğretiminde Öğrencileri, Bağımsız

    Öğrenen Durumuna Getirme” konulu makalesi,

    Monterey Defense Language Institute’ in yayınladığı

    bir kitapta yer aldı.

    “From My Heart To Your Kitchen” adlı yemek

    kitabı, e-book olarak Amazon’da satılmaktadır.

    Özgürlüğüne kavuşmaya çalışan bir kadının yaşam

    hikayesini içeren, “Flight to Freedom” adlı ilk romanını

    da tamamladı. Kitabının yayınlanması için California’da

    düzenlenmiş olan “Uluslararası Ruhsal Yazarlar”

    yarışmasında, ilk 25 kişinin arasına katıldı.

    “Hayatın Gizemli Mimarı Cenin” adlı bireysel

    gelişim kitabı ve çocuklar için yazmış olduğu masalları

    ile, anne-baba ve çocuk üçlüsüne, deneyimlerinden

    edindiği bilgileriyle destek olmayı hedeflemektedir.

    Yaptığı kişisel gelişim/koçluk programlarıyla ve

    atölye çalışmalarıyla, çocukların ve yetişkinlerin, huzurlu-

    mutlu-yaratıcı-özgüvenli-dengeli ve uyumlu olmalarına

    rehberlik etmektedir.

    ALDIĞI EĞİTİMLER

    ”Universe Charting, Life Path Journey in

  • Recognition, Relationship, Money and How to Attract More Prosperity”-James Lagiss-Palo Alto-California “Holistic Reading (Voyager Tarot)”, James Wanless-Carmel Valley-California “Chinese Yuen Healing Method of Chinese Energetics and Power of Instant Healing”, Çin’ li Dr. Kam Yuen-Santa Cruz-California “IMT Moxa Therapy”, Iris Miller CMT/CRM-Santa Cruz-California “Energy Awareness”, Dennie Hiesland-Los Angeles-California “Recognizing Your Natural Talents-Natural Talent Resources and Career Paths-Applying Your Natural Talents”, Curtis M. Adney, MS., J:D. Salinas-California “The Wisdom of The Ennegram (The Complete Guide to Psychological and Spiritual Growth for the Nine Personality Types)”, Don Richard Riso and Russ Hudson-Santa Cruz-California “Emotional Freedom Technique”, Gary H. Craig- Palo Alto-California ve Dr. İnci Erkin-İzmir-Turkey “Basic Hypnotherapy” Training, Lisa Cinfio- Belvoir,CHT-CRMT-CMT- Santa Cruz-California “Alternative Hynopsis-5 Path Hypnosis and Regression Therapies”, Bülent Uran- Ankara-Turkey “Reflexology ve Aroma Therapy”, Debbie Yalçın- Bodrum-Turkey ”Reiki I-Reiki II- Reiki III ve Reiki Master”- Burçin Ayanoğlu- Bodrum-Turkey ve Mariana

  • Alvespereira -Lisbon-Portugal ”Kristaller ve Yarı Değerli Taşlarla Terapi Eğitimi ve Uygulama”, Aysen Timuçin-Istanbul-Turkey ”Kundulini Reiki I-II ve III ”, Aysen Timuçin-Istanbul-Turkey ”Past Life Regression”, Gayla Reiter- Benicia- California ”Reincarnation and Past Life Regression”, Walter Semkiw, M.D.-Benicia-California “Many Lives, Many Masters: Experiencing Your Past Lives”, Brian L. Weiss, M.D-Orlando-Florida “NLP and Dynamic Spin Release”, Tim and Kris Halbom-San Francisco-California “Su Jok-Akupunktur”, Ayşe Mujdaeva-İzmir-Turkey “Nefes Koçluğu”, Mustafa Kartal-İzmir-Turkey “Deep Yoga”, Bhava Ram-San Diego-California

  • HAYATIN GİZEMLİ MİMARI

    CENİN

    ÜMİT GRACE SAMUR

  • TEŞEKKÜR

    Öncelikle, beni dünyaya getiren annemle babam, onların anne ve

    babalarına, kendimi sevmem konusunda bana ayna oldukları için

    şükranlarımı sunuyorum. Sevgileriyle desteklerini esirgemeyen

    kardeşlerime, eşlerine ve yeğenlerime, en büyük öğretmenim olan kızıma,

    kurban rolünden kurtulmam için, beni iten eski eşlerime teşekkür

    ediyorum.

    ( Font değişmiş burada) Danışanım, asistanım ve iyi arkadaşım, Reyhan

    Demir’e, bu kitabın edit edilmesinde emeklerini benden esirgemediği ve

    bana inandığı için minnettarım. Paylaşmayı, sevgi ve şefkati birlikte

    deneyimlediğim, çok değerli arkadaşlarıma da ayrıca teşekkür ediyorum.

    Kısaca, hayatıma giren veya girmeyen, evrende birlikte bütünün içinde

    bulunan herkese, iyi ki varsınız diyorum. Yoksa, dünya sizsiz ve bensiz

    bu kadar anlamlı ve güzel olmazdı.

  • İÇİNDEKİLER

    ÖNSÖZ

    TEŞEKKÜR

    1.Bölüm

    ANNELİK KAVRAMI

    2. Bölüm

    HAMİLELİK VE ANNENİN HASSAS DÖNEMİ

    3. Bölüm

    HAMİLELİKTE BEBEĞİN DURUMU

    4. Bölüm

    BENLİKLER:

    EGO BENLİK

    GERÇEK BENLİK

    5. Bölüm

    ACI VE ACIMAK

    ACI

    KENDİNE VE BİRİSİNE ACIMAK

    6. Bölüm

    İNANÇLAR

    7. Bölüm

    KORKU

    8. Bölüm

    YARGILAMAK = YARIŞMAK

    9. Bölüm

    AFFETMEK

    TEKNİKLER

    EFT (DUYGUSAL ÖZGÜRLÜK TEKNİĞİ)

    HİPNOTERAPİ

  • REGRESYON TERAPİSİ

    10. Bölüm

    ALMA VE VERME DENGESİ

    11. Bölüm

    BAĞIMLILIKLAR

    12. Bölüm

    İLİŞKİLER

    İLİŞKİ BAĞIMLILIĞI

    13. Bölüm

    KUANTUM ÇOCUKLAR

    ACABA BEN BİR İNDİGO MUYUM?

    İNDİGO ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ

    İNDİGO ÇOCUKLA SAĞLIKLI İLETİŞİM

    HİPERAKTİF ÇOCUKLAR

    DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPOAKTİVİTE

    KRİSTAL ÇOCUKLAR

    KRİSTAL ÇOCUKLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ

    ALTIN ÇOCUKLAR

    MUCİZE ÇOCUKLAR

    14. Bölüm

    SEVGİ

    SONSÖZ

    YAZAR HAKKINDA

    KAYNAKÇA

  • ÖNSÖZ

    Bu kitabı yazmadan önce, o günkü bilincimle tekrar kendime bakmak istemiş ve yaşam

    hikâyemi kaleme almıştım. Bu süreçte, hayatla beni ilk tanıştıran annem ve babamla olan

    ilişkilerimin, bugünkü seçimlerime ne kadar çok etki ettiğinin farkına vardım. Bu farkındalık,

    beni anne-baba ve çocuk ilişkilerini araştırmaya itti. Bu üçlünün birbirlerinin yaşamlarında

    çok güçlü etkilere sahip olduğunu anladım.

    Annenin düşüncelerinin ve duygularının hamilelik döneminde bile, bebeğin ruhsal gelişimine

    direkt etkisi olduğunu öğrenmek merakımı daha çok artırdı. Araştırdıkça bilinçaltının

    görkemliliği beni cezbetti ve daha çok araştırmak istedim. Bu konudaki araştırmalarımın

    çoğunu, kendi üzerimde, bizzat deneyerek yaptım ve çok ilginç sonuçlara ulaştım.

    Kitabımda, kendi özel deneyimlerimi, çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri, araştırma

    sonuçlarını ve diğer bilgileri harmanlayarak ulaştığım kendi gerçeklerimi paylaştım.

    Bugünkü yetişkinlerin yaşamını, anne karnından itibaren bilinçaltının süzmeden aldığı tüm

    bilgiler yönetiyor. Bilinçaltımıza her an kayıt edilen bilgilerin çokluğu ve çeşitliliğini

    farkettiğimde, önce dehşete düştüm. Sonradan anladım ki, kendimle ilgili tüm bilgileri

    alabileceğim, çok büyük ve eşsiz bir içsel kütüphanem oluşmuş. Yıllarca dışarda arayıp

    durduğum bilgilerin tamamı, meğer bende saklıymış. Gittikçe bu sistemi anlamaya ve ona

    ulaşabileceğim yolları keşfetmeye başladım. Bilinçli aklımla farkında olabildiğim fakat

    uygulamada başarılı olamadığım, konuların altındaki nedenleri teker teker bulmaya başladım.

    Kendimle ilgili gerçeklerle yüzleşmem, istemediğim davranışlarımı değiştirmeye zorladı.

    Benim için, artık önümde açılan başka bir kapı vardı. Kendimi keşfetmeye, öğrendiğim

    metotlarla ulaşabileceğimi bilmek, beni cesaretlendirdi ve geleceğimle ilgili umut verdi. Anne

    ve babamdan farklı birisi olma, şansını yakalamıştım ve çocuğum da bundan faydalanacaktı.

    Deneyimlerimi gönül rahatlığı ve güveni içinde diğer annelerle, babalarla ve çocuklarla

    paylaşabileceğimi düşündüm.

    Bugüne kadar yaşadıklarım ve yaptığım araştırmalar, bir çocuğun cinsiyet ayrımı olmaksızın,

    evrendeki tüm bilgiye sahip olduğunu bana anlattı. Bu yüzden kitabımın ismini de “ Hayatın

    Gizemli Mimarı Cenin” diye seçtim.

    Anne ve babaların, huzurlu insanlar yetiştirerek sevgiyi yayma yolunda, büyük katkılarının

    olabileceği bilinciyle bu kitap oluştu. Kitabımın her bölümü birbirleriyle ilişkili çünkü insanı,

    doğumundan ölümüne kadar içine alan holistik bir yaklaşımı içeriyor. Her bölümde huzurlu,

    sağlıklı ve mutlu bireyler olmak için, neler yapabileceğinizle ilgili ipuçları verdim. Ayrıca,

    birbiri içine geçmiş ve zamanla karmaşa yaratmış kavramları tek tek ele aldım ve açıklığa

    kavuşturmayı istedim.

  • Kitabımı, anne-baba ve çocuklara yardımcı olma amacıyla yazdım fakat içinde, her bireyi

    yakından ilgilendiren bilgiler yer alıyor. Herbirimizin, önce anne karnında dokuz ay boyunca,

    fiziksel form alırken annemizin hislerinden etkilendiğimiz gerçeğini ve şu anki yaşam

    seçimlerimizin, çocukluk kararlarımız tarafından yönlendirildiğini bilmek, bu kitabı her yaşta

    okuyucuya ulaştırma isteği uyandırdı kalbimde.

    Kitabın adından, sadece anne adayları veya çocukları olan annelere özgü olacağını

    düşünebilirsiniz fakat okudukça, her bölümde kendinizden bir parça bulacağınızı

    düşünüyorum.

    Çocukların, bana bu kadar çok ayna olabileceklerini daha önce kestirememiştim fakat onların

    dünyasına adım attığımdan itibaren, içimdeki çocukla iletişime geçebiliyor ve onun isteklerini

    daha çok yerine getirebiliyorum. “Ben farklı bir çocuktum” diye düşünebilirsiniz fakat tüm

    çocuklar gibi, siz de çocukken aynı bilgilerle büyütüldünüz, değil mi? Çocukluğunuzdan

    itibaren kendinizi tanımaya ne dersiniz?

    Kendini güçlü hisseden anne ve babaların, gücüne güvenen çocuklar yetiştirmeleriyle dünyayı

    değiştirmemiz olası. Birbirimizi değerli görebilmemizin, ilk adımı kendimizi tanımak, olduğu

    gibi kabul etmek, onaylamak ve sevmek.

    Hiç kimse, aradığımız iç huzur, mutluluk ve sevinci bizler için yaratamaz. Başkalarının

    işlerine karışarak veya kendimizden kaçarken, bunu gerçekleştiremeyiz. Kendimize ait

    sorumluluktan, başkalarını en çok ta sevdiklerimizi sorumlu tutmak, bizleri asırlardır bir yere

    getiremedi ve getiremeyecek. Bu sorumluluktan ne kadar çok kaçsak, yaşam bizi yakamızdan

    tutup aynı noktaya tekrar tekrar getiriyor. Kendimizden kaçış bir yol değilse, yüzleşelim

    öyleyse özümüz sandığımız sahte benliklerimizle!

    Yaşam bu kadar değişime açıkken, biz insanlar niçin değişimi ölmekle eş değer görüyoruz?

    Nasıl oluyor da, atalarımızdan öğrendiğimiz şekilde çocuklarımızı yetiştiriyor ve onlardan da

    aynı bizlerden beklenenleri bekliyoruz? Eskiye bu kadar bağımlı olmamız ve inatla bizleri ve

    çocuklarımızı mutsuzluğa götüren bu yollara sadık kalmak, biz anne-baba ve çocukları nasıl

    bir geleceğe götürüyor? Kitabımda, tüm bu sorgulamaları birlikte yapalım istedim.

    Anne olmanın ne kadar kutsal olduğu ve bilinçli seçimler gerektirdiği, sadece sözlerde kaldı

    ve annelik sıradan bir olaya dönüştü, günümüzde. Artık bunun, altın çağına girerken değişmesi

    gerekir, diye düşünüyorum.

    Bazıları kazara doğurmak zorunda kaldı, ya da evliliğini kurtarmak amacıyla çocuk sahibi

    oldu. Kendisini hazır hissedemeyen birçok anne adayı, ya eşinin ya da ailesinin baskılarıyla bu

    görev için sorumlu hissetti. Dinsel ve toplumsal baskılar da, ayrı bir unsur olarak ortaya

    çıkmakta fakat sebep ne olursa olsun, anne karnında istenmediğini bilinçaltına alarak büyüyen

    bebekler, kendilerini sevmeyen bireyler olarak toplum içinde yerlerini almaktalar. Bilinçsiz

    seçimler yaptığımızda, kendimiz olduğu kadar çocuklarımıza da, istemeden zarar verebiliriz.

  • Elbette, babanın çocuk gelişiminde çok önemli katkıları var fakat bebek ana rahmine düşer

    düşmez, ilk iletişimi anneyle oluyor. Bilimsel araştırmalar, annesinin tüm duygu ve

    düşüncelerini yakından izleyen bebeğin bilinçaltının, kayıt almaya hemen başladığını

    gösteriyor.

    Birçoğumuz, evliliğimizden ve sevgisiz eşlerden ıstırap çekiyoruz fakat unuttuğumuz bir

    nokta var ki, bu erkekleri de bizim annelerimiz karnında taşıdı ve yetiştirdi. Tabii ki, insan

    olma sorumluluğunda tüm yükü, siz annelerin omuzlarına yüklemek gibi bir niyetim yok.

    Burada belirtmek istediğim konu, biz anneler çocukların kişiliklerinin oluşmasında, büyük

    katkılarda bulunuyoruz. Bunun fark edilmesi ve çocuk sahibi olmanın, o kadar da sıradan bir

    görev ve sorumluluk olmadığının altının çizilmesi gerekir. Ailedeki herkesin yaşamı

    paylaşarak birbirine destek olması, özellikle de çocuk yetiştirirken, hayal ettiğimiz ve

    ulaşmaya çalıştığımız karşılıklı sevgiye dayalı bir yol.

    Şu anda dünyada yaşanan krizler ve savaşlar, nesilden nesile, anne ve babalar tarafından

    yetiştirilmiş bireylerin seçimlerinin sonuçlarıdır ve bu hepimizi birçok açıdan etkilemektedir.

    Çocukluğunda tehdit edici ve güven vermeyen ellerde büyüyen çocukların, gelecekte nasıl

    bireyler olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kendimizi tanımak ve bilinçaltımızda bizi

    sınırlayan inançlarımızın neler olduğunu bulmak istiyorsak, annemiz-babamız ve diğerleriyle

    olan tüm ilişkilerimizi sorgulamalıyız diye düşünüyorum.

    Kendisini seven ve değerli gören, iç huzuru ve yaşam sevinci yüksek ve sevgiye kendini

    açabilmiş çocukların, dünyaya huzur ve sevgi yaymalarında, anne ve babaların verdiği

    bilgilerin etkisi büyük.

    Benim anne olarak, bilinçli olup olmadığımı merak ediyor olabilirsiniz. Ben de birçoğunuzun

    yaptığı gibi, henüz evlililiğim oturmadan ve çocuk sahibi olmaya hazır değilken, bir çocuğum

    oldu. Buna rağmen, hamile olduğumu öğrenir öğrenmez, bebeğimi çok sevdim fakat hamilelik

    dönemim boyunca, kendime ait birçok korkuyu ve güvensizliği çocuğuma yansıttım. Eğer

    şimdi bildiklerimi, o zamanlar bilseydim ve yaşamıma uyarlayabilseydim, daha bilinçli bir

    anne olabilirdim. Farkında olamadan, kendime ve çocuğuma çocuğuma zarar vermiş

    olabilirim. Geçmişi geri getiremem fakat daha fazla geç olmadan, çocuğumla daha sağlıklı bir

    ilişki için, harekete geçmeyi seçtim ve bu konuda hala kendimle yüzleşerek, her geçen gün

    ilişkimizi daha sağlam ve sağlıklı zemine oturtmaya çalışıyorum.

    Annem ve babam hayattayken, aramızdaki ilişkiyi iyileştirebilmek için, değişik çalışmalar

    yaptım fakat bilinçaltımda birikmiş o kadar çok kızgınlık ve hayal kırıklıkları taşıyordum ki,

    hepsini temizleyebilmek zaman aldı. Annem ve babam ölmeden, ne onları ne de kendimi

    tamamen affedebildim. Onlar öldükten sonra, annem-babam ve kendimle ilgili çok konu

    karşıma dikildi. Bilinçaltımda çocukken oluşturduğum eski düşünce kalıpları ve inançlardan

    kurtulma çalışmaları yapmaya devam ettim. Her seferinde, tamam bu sefer annemi ve babamı

    tam anlamıyla affettim diyordum, fakat bir süre sonra onları affetmemi bloke eden bir inancın,

  • başka bir boyutuyla karşılaşıyordum. Sürekli kayıt alan bilinçaltını göz önüne alırsanız, yıllar

    içinde ne kadar çok eski düşünceyle bilinçaltımın dolduğunu tahmin edebilirsiniz.

    Bana ait tüm bu eski kayıtlarla yüzleşmelerimi, öncelikle kendimle olan ilişkimi iyileştirmek

    adına yapıyorum. Annem ve babam bu dünyadan ayrılmış olsalar dahi, onlarla ilgili tüm

    bilgiler bilinçaltımda elli yıl boyunca, daha yeni oluşmuşçasına tazeliğini korumuş ve ben o

    bilgilere ulaşıp yenileriyle değiştirmediğim sürece orada keşfedilmek üzere saklı kalmışlar.

    Sağlıksız giden bir ilişkinin yürümesi için, verilen emek ve zaman boşa gidiyor. Bunun yerine,

    iyi gitmeyen bir ilişkinin nedenlerinin araştırılıp bulunması ve ne zaman olursa olsun

    düzeltilmesi, her iki tarafa da sonsuz iyilikler getiriyor.

    Çocukken alamadığım anne ve baba sevgisi yüzünden, kendimi aşabilmek için çok emek

    sarfettim. Yapmak istediklerime ve hayallerimi gerçekleştirmeye odaklanmakta zorlandım.

    Sürekli anneme ve babama karşı olan öfkem, kızgınlıklarım, hayal kırıklıklarım ve onlar

    tarafından yanlış verilmiş bilgileri ayıklamakla çok enerji ve zaman harcadım. Anne ve baba

    sevgisinden yoksun olmam, kızıma aşırı sevgi veren, korumacı bir anne rolü üstlenmeme

    sebep oldu. Benim gibi sevgisiz büyümesini istemediğim için, elimden gelen her şeyi yaptım

    fakat gördüm ki, bu da bir başka yönden aşırılığa kaçmış. Dengeyi, ben de atalarım gibi

    bulamamışım.

    Gözlerimin açılması, 1999 Gölcük depremindeki dehşet dolu sahneleri yaşarken oldu. Orada

    gönüllü çalışmam ve yaşamla ilgili gerçekleri gözlerimle görmek, uyuduğum uykudan beni

    uyandıran bir şamar gibi geldi. O zaman, çocuğuma yardımcı olmak isterken, aslında onu

    kendime bağımlı hale getirdiğimi çok net gördüm. Annem tüm sorumluluklarını benim

    üzerime yüklemişti, ben ise çocuğuma ait tüm sorumlulukları, onsekiz yaşına geldiği halde,

    almaya devam ediyordum. Bu gerçekleri görmem, beni hemen tedbirler almaya itti. Onun

    ayakları üzerine basan bir genç olması için, kendisiyle baş başa bıraktım. Tüm hayatını

    çocuğuna adamış bir annenin, böylece biricik kızını kendi başına bırakması, ailem-dostlarım

    ve çevredeki diğer insanlar tarafından çok yadırgandı. Bencilliğim yüzünden kızımı

    bıraktığımı düşündüler ve beni kendi bakış açılarına göre suçladılar. Kızım ise, bu ani

    değişiklikten dolayı şaşkındı. Kendini sürekli suçlayan veya diğerlerini de suçlamayı küçük

    yaşlarda öğrenmiş birisi olarak, yeni kararlarımın getirdiği suçluluk duygularını tahmin

    edebilirsiniz. Bu duygularla boğuşmak zordu fakat kalbimde biliyordum ki, kızım ve kendim

    için en iyisini yapıyordum. Kızıma ait yaşamın içinde kaybettiğim, kendi öz benliğimi tekrar

    arayıp bulmak ve kızımın da kendi benliğini bulma yolunu açmak adına, bu kararları almanın

    huzurunu hissediyordum.

    Anneliğim beni büyütüp olgunlaştırdı ve özgürlüğüme doğru giden yolda çok yardımcı oldu.

    Aslında çocuklarımız, anne ve babalarımız zorlu öğretmenlerimiz ve onlardan öğreneceğimiz

    çok bilgiler var. Onlarla ilişkilerimiz hakkında durum değerlendirmesi yapmamız, bize hayata

    dair yeni bir bakış açısı getirebilir.

  • Ben bu kitapla, sizlerin bilincinde, mutlu anne-mutlu çocuk-mutlu eş ve mutlu bireyler olma

    konusunda yeni fikirler oluşturabilmeyi arzu ediyorum.

    Yaratıcılığımızı sınırsız sevgi, şefkat, neşe, bolluk ve birlik yaymak adına kullanalım

    istiyorum.

    Sevgili anne ve babalar, çocuk yetiştirmek zorlu ve büyük bir sorumluluk olarak algılandığı

    gibi, eğlenceli olarak ta algılanabilir. Yeni bir insan büyütmeyi, kendinizi tanımak için, çok iyi

    bir fırsat olarak görebilirsiniz. Ben, bu fırsatı eğlenerek, öğrenerek ve içsel olarak büyüyerek

    değerlendirmenizi isterim.

    Anne ve babaların çok değerli çocukları, sizler de ebeveynlerinizin, ellerinden gelenin en

    iyisini yaptıklarından emin olarak, geçmişin verdiği pişmanlık ve kırgınlıklara son

    verebilirsiniz. Bu olumsuz duygulara sarılarak yaşamak ne size, ne de kırgın olduklarınıza

    yapıcı bir ilişki kazandırır. Aksine, gittikçe kızgınlığınız nefrete dönüşür ve artık bu yoğun

    duyguyu baskılamak zorlaşabilir. Tüm acı geçmişinizi geride bırakıp, geleceğinize umutla

    bakabilirsiniz. Önce kendinizi, sonra da sevdiklerinizi affedebilirsiniz. Yaşamınızı tüm

    güzelliklerle ve çoşkuyla doldurabilirsiniz. Tüm bunlar seçme hakkınızın içinde yer alıyor.

    Umutsuzluğu, çaresizliği, öfkeyi veya hayal kırıklığını seçtiğiniz gibi, bundan böyle

    hayatınıza sevgi ve şefkat penceresinden bakarak devam etmeyi seçebilirsiniz.

    Siz aile kurmuş eşler, birbirinizi karşılık beklemeden sevebilir, kırılırım endişesi taşımadan,

    kalbinizi sevmeye ve sevilmeye cesaretle açabilirsiniz. Geçmiş olumsuz duygularınızdan,

    birbirinizi iyi anlayamamaktan veya sevmeyi bilememekten dolayı, kendinizi olduğu kadar

    eşinizi de affedebilirsiniz. Bu da yeni seçimlerinizden birisi olabilir.

    Zorlu geçmiş çocukluk anılarınızın, sizde yarattığı inançlardan kaynaklanan duyguları ve

    böylece kendinizi anlamayı ve affetmeyi seçtiğinizde, artık kendinizi suçlu görmeyi

    bırakacaksınız. Sizi, sürekli geçmiş seçimlerinize göre yönlendiren egonuz, önce şaşıracak ve

    sizi zorlamaya devam edecek fakat zamanla yeni seçimleriniz ışığında, sizi daha sevgi dolu ve

    olumlu düşüncelerle besleyecek. Kalbinizin fısıltılı sözlerini daha çok dinleyeceksiniz ve

    kalbinizin huzuru zihninize yayılacak. Egonuz haklı olmak yerine, mutlu olmayı seçmenizi

    önererek, kalbinizin de istediğini yapacak. Bedeniniz bu değişimi hissedecek ve size olumlu

    tepkiler verecek. Zihniniz, kalbiniz ve ruhunuzun birlikte el ele, sizin mutluluğunuz, iç huzur

    ve sevinciniz için çalıştığını farketmek güvende hissettirecek.

    Kitabın bazı bölümlerinde, tekrarlar bulabilirsiniz. Bunun amacı, siz kitabı okurken telkinlerin

    bilinçaltına ulaşmasını sağlamak. Yani, bilinçaltınıza size yararı olacağını düşündüğüm

    telkinleri göndererek, yoldaşınız olarak, sizi desteklemeyi arzu ediyorum. Ayrıca, bazı

    konuların üzerinde sık durarak, dikkatinizi daha çok çekmeyi ve böylece konunun önemini

    daha çok hissetmenize yardımcı olmayı istedim.

    İçten bir öpücük, sevgi dolu bir bakış ve mahçup dolu bir özrün,

    size ne gibi hediyeleri getireceğini denemeye değmez mi?

  • Kendinizi, çocuğunuzu, birbirinizi ve diğerlerini, kısaca tüm yaşamı sevgiyle kucaklamaya

    ne dersiniz?

    Sevgi, coşku, huzur, neşe ve kahkaha dolu günlere…

    Ümit Grace Samur

  • BİRİNCİ BÖLÜM

    ANNELİK KAVRAMI

    Toplum bilincine göre kalıplaştırılmış annelik ve babalık rolünü üstlenenler, gerçekten bunun

    zevkini ve güzelliğini acaba yaşayabiliyorlar mı? Başkaları tarafından kurgulanarak tabular

    haline getirilmiş bir rol, elbette zorunluluk olarak düşünülür. Hiç size dayatılan şeyleri

    yapmaktan keyif aldınız mı? Toplum ve aile bilgileriyle oluşturulmuş bilinçle hareket eden

    siz, varlığınızı kabul ettirebilmek için gereken şartlara uymak zorunda hissedersiniz. Bunu

    gerçekten istiyor muyum? diye sormak aklınıza gelmez.

    İşte şartlı anne ve babalık rolünde yaptığınız her şeyin, yüzde yüz doğru olduğuna o kadar

    inandırılmışsınız ve bu da sizin köklü bir parçanız olmuştur ki, başka bir alternatif

    düşünemezsiniz.

    Ben de sizler gibi, çocuk gelişimi konularında çok kitap okudum fakat bilinçaltıma

    çocukluğumdan itibaren doldurulan annelikle ilgili tüm eski kalıplaşmış bilgiler, uzun bir süre

    beni yönetti. Ne zaman bu bilgiler hayatımı zorlaştırmaya devam etti ve ben zorluklar

    karşısında şaşırıp çaresiz kaldım, o zaman bu kısıtlayıcı eski bilgilerin işime artık

    yaramadığını anladım. Onların doğruluğunu araştırmaya ve değişiklikler yapmaya başladım.

    Şartlandırılmış annelik kavramı içerisinde, durmadan vererek kendisini ve hayatını tümüyle

    çocuğuna adayanlarımız var. Bir de, annelik sorumluluğunu almayan ve çocuklarına annelik

    rolünü yükleyenleri de görmekteyiz. Bu iki rol de ayrı uçlarda ve dengeden uzaktalar.

    Ben her ikisini de deneyimledim. Sürekli hastalıkla ilgi odağı haline gelmeye çalışan ve

    kendisini acındıran bir anneye sahiptim.

    Çocukluğum, evin en büyük ve tek kız çocuğu olarak, annemin sorumluluklarını alarak geçti.

    Annemin ve babamın sevgisini kazanabilmek için, onları her şekilde mutlu etmek görevim

    oldu. Bu durum çok uzun yıllar devam etti ve herkese annelik yapmaya çalıştım. Çocuk

    aklımla, bundan başka bir yol olmadığını görmüştüm fakat büyüyüp kendim anne olduğumda

    ve doğrusunu öğrendiğimde, artık bu zorunluluk değişmez hal almıştı çünkü benim parçam

    olmuştu. Sadece annem ve babamı memnun etmek bir yana, herkesi memnun etmeye o kadar

    kendimi kaptırmıştım ki, bu kendi çocuğumu yetiştirirken tüm hızıyla devam etti.

    Amerika ve Türkiye gibi iki farklı ülkede gerçek anneliğin nasıl olduğunu sorgularken, acıma

    ve merhamet duygularının birbirine karıştığını gördüm. Alma- verme dengesinin şartlanmış

    annelik kavramı içinde bozulmuş olduğunu fark ettim.

    Bizim ülkemizde de tüm dünyada olduğu gibi, annenin kutsal bir varlık olduğu biliniyor ve

    kabul ediliyor. Bunun yanı sıra, çoğu annenin, kendi hayatından vaz geçmiş, başkaları için

    yaşayan, kendi değerini bilmeyen insanlar olduğunu görüyoruz. Bu bir çelişki, değil mi? Tüm

  • varlığımızı adarcasına yerine getirdiğimiz annelik görevi, bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Bu

    durum, ayaklarımız üzerinde durmaktan kaçmamıza ve birilerine, özellikle de çocuklarımıza

    bağlı yaşamamıza sebep oluyor.

    Toplumsal olduğu kadar dinsel faktörler den dolayı da, anne-baba ve diğer yaşlıları, kendi

    hayatımızı ve kişisel sorumluluklarımızı hiçe sayarcasına ömrümüzün sonuna kadar taşıyoruz.

    Elbette, annelerimiz çok kutsal ve diğer büyüklerimiz de saygıya değer varlıklar fakat burada

    bunun ölçüsü kaçırılmadan ilişkilere denge hakim olmalı diye düşünüyorum.

    İlahi güç, onunla uyumlu, dengeli, özgüveni yüksek ve kendi gücünden emin, sorumluluğunu

    alabilen olgun kişiler olarak, hayatı deneyimlememize, destek olmak için bekliyor. Yeter ki,

    bize yardımcı olması için, sevgiye şart koşan beynimizi susturarak Yaradan’a izin verelim.

    Tüm dinlerde olduğu gibi bizim dinimizde de, sevginin öneminden bahsedilir. Kendisine kızan

    ve kendisini hiç sevmeyen birisi, bir başkasını sevmeyi becerebilir mi sizce? Büyüklerini

    zorunluluktan, onlar ölene kadar sırtında taşıyan gençler, bu işi severek mi yapıyor acaba?

    Elbette, bunu sevgiyle yapanlar da vardır fakat çoğumuz bunu korkularımız veya

    zorlanmaktan dolayı yapıyoruz.

    Kuran’ı Kerim ve diğer kutsal kitaplarda, “kendinizi ve herkesi sevin. Sadece bana güvenin ve

    inanın” demiş, İlahi güç. Durum böyleyken, niçin acaba bizim ülkemizde yaşlıların birçoğu

    mutsuz, kendilerini sevmeyen, çocuklarını ve onlara ait yaşamları kontrol etmeyi seven, elli

    yaşından sonra her şeyden elini çekmiş, ben yaşlıyım mazereti altına yatan bağımlı insanlar?

    Acaba, burada değiştirmemiz gereken bir şey yok mu? Bize böyle öğretildi diye, yürümeyen

    bir sistemi daha ne kadar sürdüreceğiz?

    Kendi annemle yaşadıklarımdan bildiğim gibi, bizim nesil, annelerine bakmakla yükümlü

    olduklarını ve ne pahasına olursa olsun bunu sürdürmeye devam edenler. Bu bilinçle

    kurduğumuz ilişkilerde çok acılar çekiyoruz. Aslında, yardımcı olduğumuz annelerimiz için de

    durum aynı çünkü yararsız olduklarını görüyor ve kendilerini sevmemeye başlıyorlar. Mutsuz

    ve bağımlı yaşlılar olarak yaşamlarını sürdürüp, sonra da acı içinde bizleri terkediyorlar.

    Yararlı olduğunu deneyimlemek ve bir şeyler yapmanın mutluluğuna ermek, bizi yaşama

    bağlıyor. O halde bırakalım, yaşlı artık bir şey yapamaz diye düşündüğümüz annelerimiz veya

    babalarımız, sizsiz de bir şeyler yapmaya zorlansınlar ki, yaşama bağlansınlar ve özgür

    olabilsinler. Niçin emekliye ayrılan insanlar ağır depresyonlara giriyor? Kendilerini bir iş

    yapmadan eve kapatanlar bunalıma çok kolay girmiyor mu? Yardımın dengesini bilelim ve

    acımanın altındaki egonun oyununu görelim, doğmamızda ve büyümemizde çok emekleri olan

    büyüklerimizi, yaşamı dolu dolu yaşamaya itelim. Başka türlü yaşam planımızdaki

    deneyimleri nasıl, yerine getirebiliriz?

    Şimdi, çocuklarımızla anne olarak ilişkimizden bahsetmeyi istiyorum.

    Yetmişli yıllardan sonra anne olanlar, farklı bir yol izlemeye karar verdiler çünkü

    ebeveynlerinin yanlışlarının, hayatlarını olumsuz yönde etkilediğini deneyimlediler.

  • Birçoğunuz gibi, sürekli vermenin ve başkalarını memnun etmenin mutluluk yolu olduğunu

    öğrendim. Önce başkaları, sonra kendim gelmeliydi. Onaylanmak, kabul görmek ve sevilmek

    için sürekli vermek gerektiğini zannettim. Kendimin değil, başkalarının daha değerli olduğu

    inancı oluştu ve kök saldı içimde. Kendini düşünmek bencillikti ve ben iyi insan olabilmek

    için, denileni harfiyen yerine getirdim. Bu öğretiler ışığı altında, elbetteki kendi çocuğumu da

    vermeye dayalı büyütecektim. Annemle ilişkimdeki fark, o hep almayı deneyimledi, bense

    vermeyi. Yeni nesil, bizden daha farklı yetiştiriliyor. Onlar aşırı vermenin doğru olduğunu

    düşünen anneler tarafından yetiştiriliyorlar fakat vermenin dengesi bozulmuş durumda.

    Etrafınıza bir bakın, onca emekle yetiştirdiğimiz çocuklarımızın çoğunun, kendi hayatlarını

    kurmakta hiç acele etmediklerini, maddi imkânlarımızın hepsini kullandıklarını ve sorumluluk

    almaktan kaçtıklarını görürsünüz. Bizim nesil, birisine yük olmaktan çekinirdi. Çocuklarımız

    ise, o kadar rahat ve arkalarında olduğumuzdan o kadar eminler ki, niçin çaba sarfetsinler?

    Nasılsa, anne ve babaları her istediklerini yerine getirir ve sıkıştıklarında, iki eli kanda olsa

    yetişir. Şimdi düşünüyorum da acaba bizi ezdiğini düşündüğümüz, anne ve babalarımız doğru

    mu yapmışlar? Sorumlulukları alma konusunda bizi ittikleri iyi olmuş fakat onlar da zaman

    zaman kendi sorumluluklarını bize aşırı yüklemekle dengeyi yine bozmuşlar. Şımarırız diye

    bize sevgi göstermezken, sevgiyi öğrenemeden büyümüşüz. Bizler de, sevgisiz büyüdük

    diyerek, çocuklarımızı sevgimizle boğmuşuz, farkında olmadan.

    Vermeye odaklanmışız bir kere ve bunun mutluluk olduğuna inanmışız, özellikle vereceğimiz

    kişiler çocuklarımız olursa, iş daha da ciddi diye düşünmüşüz.

    Bunu, ben kendi kızımla bizzat yaşadım. Kucağıma verdikleri ilk andan, onsekiz yaşına kadar

    kendimi ve hayatımı ona adadım. Deliler gibi evde hayati ihtiyaçlarını gidermeye ve dışarda

    çalışarak, onun en iyi şartlarda yetişmesi için elimden gelenin en iyisini yapmaya uğraştım.

    Çalıştığım iş yerlerini bile, onun geleceğini planlamak amacıyla değiştirdim. Kızımın iyi bir

    eğitim alması için, en zor şartlarda çalıştım. Kendi emekliliğimi düşünmeden, çocuğumun

    geleceğini garantilemekle meşgul oldum. Aklım, bedenim ve ruhum kızımı çok mutlu ve rahat

    ettirmeye o kadar odaklanmıştı ki, kendi ihtiyaçlarım hiç aklıma gelmedi. Bütün dünyam

    kızımdı ve dünyanın onun etrafında dönmesini sağlamak, en önemli sorumluluğumdu.

    Yorgunluğumu bedenim bana sık sık hatırlatıyordu fakat ben neredeyse dizlerimin üzerinde

    sürünerek ve hatta kimseden, en ufak bir yardım talebinde bulunmaksızın, her şeyi tek başıma

    götürüyordum. Ben her şeyi yaparım, diyerek ne kadar çok güçlü olduğumu ispat etmeye

    çalışmışım. Egomun oyununu oynamışım inatla. İnsan bedenine sahip olduğumu göz ardı

    etmişim ve fizik bedenimin sınırlarını ve dengesini, diğerlerini, mutlu etme çabası içinde

    bozmuşum. Ne kadar da güç gösterisi yapmışım farkında olmadan. Bedenimin ikazları bile

    beni durduramamış. Tek bildiğim şey ne ise, körü körüne bunu yapmaya devam etmişim, hiç

    doğruluğunu araştırıp soruşturmadan. Herkesin yükünü almaktan sırtımı iyice

    kamburlaştırmışım.

  • Kızım, içinde bulunduğum durumu, genç ve tecrübeleri sınırlı olduğu için anlayamıyor ve

    sürekli alıyordu. Ben veriyor, o da alıyor ve bunun da doğal olduğunu düşünüyordu.

    Ne yapsın, ben ona sadece almayı öğretmiştim. Kızımın şimdi bana söylediği gibi, onu sadece

    almaya programlamıştım.

    Verdiklerimin karşılığını fazlasıyla alacağımın beklentisine girdim. Kızım üniversite öğrencisi

    oldu ve yine peşinden onu okutmak üzere, Antalya’dan İstanbul’a taşındım. Onun yanında

    olursam, yardımcı olacağımı ve derslerinde başarısının artacağını düşünmüştüm. O arada

    eşimden boşandığım için, maddi ve manevi herşeyi tek başıma yüklenmem gerekiyordu.

    İçinde, benim olmadığım bir yaşam sürdürmekteydim. Bu durum 1999 depremine kadar böyle

    devam etti. Dehşet verici bir deprem oldu ve ben hayatımda ilk kez bunu deneyimliyordum.

    Herkes artçı depremlerden dolayı dışarda yatarken, ben yanlız bir kadın olduğum için,

    korkuyla evde uykusuz geceler geçiriyordum. Kızım yanımda olsa, birlikte dışarıda kalabiliriz,

    diye düşünüp onu yanıma istedim fakat tatilde babasının yanında kalan kızım gelemedi.

    O ana kadar oluşturduğum, tüm bilincim alt üst olmuş ve içimde korkunç bir isyan çıkmıştı.

    Ağlamayı durduramıyordum. Böylesine mutsuz olmanın ve ağlamanın hiç bir şeyi

    çözmediğini anlayınca, yararlı bir iş yapmak için gönüllü çalışmaya karar verdim.

    Deprem bölgelerinden birisi olan Gölcük’te çalışırken gördüğüm dehşet dolu sahneler,

    beynime birer kurşun gibi saplandı ve bana 45 saniye gibi kısa bir zaman diliminde insanın

    yaşamını, ailesini, sevdiklerini, arkadaşlarını, evini ve hatta fotoğraflarını bile

    kaybedebileceğini gösterdi. Televizyondan daha önce olanları seyretmiştim fakat kendi

    gözümle görmek farklıydı, canlı ve çok etkileyiciydi. Daha önce yaşamın bu kadar değerli

    olduğunu hiç hissedememiştim. Kırk üç yaşındaydım ve kendim için hiç bir şey yapmadığımı

    fark ettiğimde\ çok telaşlandım.

    Deprem sonrası, daha önce aslında gördüğüm fakat üzerini sürekli örttüğüm tüm gerçekleri

    gözden geçirmeye başladım. Bu kadar kendimi ve hayatımı diğerlerine, en çok ta kızıma

    adamış olmanın büyük bir kayıp olduğunu dehşetle fark ettim. “Hala neyi bekliyorum?” diye

    kendime sordum.

    Tüm benliğimi ve hayatımı başkalarına vermiştim ve bunun doğal olduğu sürekli bana

    söylenmişti, çocukken. Diğerlerine hizmetçilikle uğraşırken, “Ben kimdim, neydim, niçin

    dünyadaydım, nerden geliyor ve nereye gidiyordum?” sorularına daha önce hiç

    dokunamamıştım fakat depremde edindiğim deneyimler beni bu soruları kendime dürüstçe

    sormaya itti. Yaşamın sadece kızım, anneliğim ve diğerlerini mutlu etmekten ibaret olmadığını

    açıkça gördüm.

    Enerjimi, zamanımı, aklımı ve tüm benliğimi önce başkaları, sonra da kızım için harcamıştım.

    Bir şeyleri yanlış yapıyordum fakat gerçekte neler olduğunu kabul etmekte zorlanıyordum.

    Yüzüme atılan şamarlar beni öyle uyandırıp kendime getirdi ki, artık kaçacak ve mazeret

    bulacak halim kalmadı. Olana teslim olmaktan başka şansım yoktu. “Evet anladım,

  • Allah’ım” dedim. “Sen beni herkes kadar eşssiz yarattın ama ben kendime ne yaptım? Senin

    özenle yarattığın bu bedeni, zihni ve ruhu acımasızca ve çok hor şekilde kullandım. Bu kadar

    mı çok, nefret ediyorum kendimden?” diye sorgulamaya başladım. Benim kadar hayatının

    kontrolünü başkalarına bırakan bir kadının, mutlu olabilmesi mümkün müydü? Kendimi yavaş

    yavaş öldürmeye mi, çalışmaktayım? Sorular, sorular, sorular... Beynim sorularla ve

    cevaplarla dolmaya ve beni ilk kez hayatımda, kendim için bir şeyler yapmaya zorlamaya

    başladı.

    Artık dönüşüm yoktu. Daha önce düşündüğüm gibi kızımı bekleyerek yaşamı ertelersem, bir

    daha asla yakalayamayacaktım. Kızımın üniversite, master, iş hayatı, evliliği ve sonra da

    çocuğunun olmasını beklersem, sürekli hayatımı istediğim gibi yaşamayı erteleyecektim.

    Sonunda tamamen pes edip, bedeni yıpranmış ve kendisine bakamayan bağımlı bir yaşlı

    olacaktım. Dünyadan göç edeceğim günleri sayarak yaşama devam edecektim. Kendime,

    “istediğin böyle bir yaşam mı?” diye sordum. Artık içimde isyan bayrağını açmış ruhum, daha

    fazla beklemeye sabredemiyordu. Beynim her zaman ki gibi, bana “Her şeyi nasıl

    değiştirirsin?” “Biricik kızının sana çok ihtiyacı var” dese de kalbim artık hiç bir mazereti

    dinlemiyordu. Kalbimin yaraları artık çok derinleşmişti ve bana sürekli “beni artık gör” diye

    yalvarıyordu.

    O yaşa kadar kendi hayatımı doyasıya yaşamadan da dünyadan ayrılmak istemediğime göre,

    değişiklikler yapsam iyi olacaktı. Kızıma olan bağımlılığım o kadar güçlüydü ki, gel gitlerle

    şüpheler kıskaca alıyordu beni. Bunlara rağmen, hızla radikal kararlar aldım. Çocukluğumdan

    beri, bu kadar sıkıntılı bir yaşamın içinde umut olarak tutunduğum ve bana her şeye rağmen

    ayakta kalmayı sağlayan, hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim. Hayal ülkem olan,

    Amerika’ya gidip ruhumu iyileştirmeye ve yolumu bulmaya karar verdim. Önce bilgisayar

    kullanmayı öğrendim, yurt dışından arkadaşlar edindim, kızım için iyi bir öğrenci yurdu

    buldum, eşyalarımı bir depoya koydum ve turist vizemi alıp Amerika’ya doğru yola çıktım.

    Bu yol asıl kendi gelişim yolum olacaktı ve ben bunu çok derinden hissediyordum.

    O ana kadar kendi varlığımın üstünde yer almış kızımı, geride bırakarak ondan millerce uzak

    bir yere gitmek bana çok acı veriyordu. Bu ayrılış, her ikimiz için gerekliydi. Kendi hayatımı

    mahvederken, onu da kendime bağımlı hale getiriyordum. Nasılsa yaşlanınca, kızım benimle

    ilgilenir beklentisine sahiptim. Ne kadar çok verirsem, o kadar çok geri alırım inancı vardı

    bilincimde, tıpkı atalarımın dedikleri gibi. Artık bu alışkanlık ve yaşam biçimim olduğu için,

    kendimi durduramıyordum.

    Değişmeyi istiyordum fakat nereden ve nasıl başlayacağımı kestiremiyordum. Tek bildiğim,

    bana umut ve güç veren hayalimi gerçekleştirmek istiyor olmamdı. Belki hayalimi

    gerçekleştirmek, asıl benliğimi bulmama ve kızıma özgür bir anne olmamı sağlayacak bir yol

    olacaktı. Gerçeklerden ve kendimden artık kaçamazdım. Elbette kızım, bu ani değişikliklerden

    şok olmuştu ve gideceğime bile inanamadı. Şimdi, bu gücü nasıl bulabildim, diye kendime

  • soruyorum. En dipteydim ve artık daha fazla aşağıya ineceğim yer kalmamıştı. Tek yol yukarı

    çıkmaktı ve ben de bunu yapmıştım. Çevremdeki insanlara göre, yaptıklarım büyük bir risk

    olarak görünse de, ben her şeyi göze aldım çünkü bu sefer kendim için bir şey yapacaktım.

    Gittiğim yerde mutlu olamazsam, nasılsa geri döner gelirim diye, kendimi avuttum.

    Gidiş o gidiş oldu ve ben Amerika’da 7 yıl kaldım. Şu an kızım, kendi ayakları üzerinde

    durabilen başarılı bir mimar ve mutlu bir genç. Muhtemelen, annesi uzakta olan bir genç kız

    olarak zorluklar çekti fakat bu olay onu büyüttü ve çok geliştirdi. Arkasında beni gölge gibi

    bulamadığında, kendi gücüne sarıldı ve yaşama daha sıkı bağlandı.

    Çevresinde sevilen ve saygı duyulan birisi oldu. Kızımla gurur duyuyorum. Uzaktan onun

    gelişimini izliyorum ve büyümesinde ayak bağı olmamaya çalışıyorum. Ben derinden

    biliyorum ki, Yaradanımız da, bizi tek başımıza öz irademizle baş başa bırakıyor ve

    büyümemiz için zemin hazırlıyor. Ben de bunu kızım için yapıyorum.

    Kızımın farkında olmadan, beklentilerime cevap vermemesi aslında bana çok yardımcı oldu.

    Daha önce size bahsettiğim gibi, biz anneler ve babalar çocuklarımızla büyüyor ve

    olgunlaşıyoruz. Bana bağımlı ve düşkün bir çocuk olsaydı, onu bırakabilmeyi göze

    alamayabilirdim. Kızımı geride bırakmak, çocukken suçlamayı ve suçlanmayı öğrenmiş bana,

    önceleri aşırı bir suçluluk duygusu yükledi. Bilincim geliştikçe, bu duyguyla baş etmeyi

    öğrendim. Kızımla aramızda yeniden gerçek ve derin sevgi bağının tohumları atıldı.

    Şimdi aramızda beklentiden uzak, karşılıksız sevgiye dayalı, öz saygı içeren bir ilişki var.

    Artık bir çokları gibi, bana bağımlı bir çocuğa sahip değilim. Bu ruhuma huzur katıyor.

    Annelere bağımlı yaşamları gördükçe, onların cesaretle kendileriyle yüzleşmelerini diliyorum.

    Atalarımdan gelen bu programı bozmakla topluma yararlı ve kendinden emin, geleceğin

    annesi yaratılmasında ön ayak olmaktan dolayı içim rahat.

    Değerli okuyucular, benim deneyimlerim, umarım yıllardır bize anlatılan, öğretilen ve

    üstlendiğimiz anne ve babalığın gerçekle ilgisi olup olmadığını sorgulamanız için adım attırır.

    Böylesine vermeye dayalı bir anneliğin tadına varabiliyor muyuz? Herkesin sorumluluğunu

    alarak, diğerlerini mutlu etmeye kendini adamış ve sadece vermeye odaklanmış bir annenin,

    bebeğini doya doya sevmesi ve gelişimini heyecanla an ve an gözlemesi için, sizce ne kadar

    enerjisi, zamanı ve çoşkusu kalır? Şartlanmayla ve beklentilerle yoğrulmuş anneler, eşlerine

    ayak uyduran babalar çocuk yetiştirmenin güzelliğine varabilirler mi? Atalarımızın

    bilgilerinin, içinde bulunduğumuz çağa uyanlarını seçerek ve kendi deneyimlerimizden

    edindiğimiz bilgileri de katarak yeni yollar keşfetmek daha faydalı ve çağdaş olmaz mı?

    Anlamlı ve dengeli vererek duygularımızın, düşüncelerimizin ve hayallerimizin farkına

    varmak için zamanımız kalabilir.

    Diğerlerine ve çocuklarına yaşamlarını adamanın, annelik-babalık veya insanlık görevleri

    olduğunun bilinciyle hareket edenler, buna göre seçimler yapacaklar. Çocukları büyüyüp

    kendi yaşamlarını kurmak üzere evden ayrılma aşamasında veya verdikleri kişiler, onları içine

  • almayan seçimler yaptıklarında hayal kırıklıkları ve pişmanlıklar başlayacak. O güne kadar

    sarfettikleri o kadar emek ve özveri onları daha önce rahatsız etmemiş bile olsa, beklentileri

    yerine gelmediğinde içleri burkulacak. Herkesin ve çocuklarının da kendileri gibi, dünyaya

    hayatı deneyimlemek üzere geldiği, gerçeğinden sürekli kaçacaklar. Kendileri için hiçbir şey

    yapmamanın ve ne yapacaklarını bilmemenin korkusuyla, onlara daha fazla asılmaya ve

    tutunmaya başlayacaklar.

    Çocukları ise aşırı sevgiden ve korunmaktan bunalmış halde, özgür kalma isteğini

    ebeveynlerine anlatmaya çalışacaklar. Ebeveynler ise, yalnız kalma korkusuyla çocuklarını

    dinlemeyip gerçeklere direnecekler. Aralarındaki gerçek sevgiden çok, kontrole yönelik ilişki

    onları yönetecek. Birbirlerinden incinecekler, hayal kırıklıkları başlayacak ve zorla yürütülen

    bir ilişkiye dönüşecek. Kurulduğu ilk andan beri, yanlış beklentilerle sağlam zemine

    oturmamış ilişkiler zedelenecek. Taraflar birbirlerinden hoşnut olmayacak fakat zorunluluklar,

    beklentiler ve suçluluk hisleriyle dolu bir yaşam kurulmuş olacak. Sonunda, böyle

    bağımlılıklarla yoğrulmuş bu yaşamı sürdürmek yoracak. Asıl odaklanılması gereken, kişisel

    sorumlulukları neler ve neler yapılması gerek, konularına dokunulmayacak ve kişiler kendi

    hayatlarına odaklanamayacaklar. Kendi hayallerini gerçekleştiremeden yaşamları son bulacak.

    Anneler kendilerinden çok çocuklarının ve onların ailelerinin yaşamlarına odaklanıyorlar ve

    yaşlandıklarında onlara bağımlı hale geliyorlar. Çocuklar ise, annelerinin yaptıkları bu

    zahmetli emeği boşa çıkarmamak adına ve karşılığını vermek üzere, annelerini ölünceye kadar

    sırtlarında taşıyorlar.

    Annenin bir bebeğe can vermesi ve onu belli yaşa kadar büyütmesi, elbette hiç bir şeyle

    ölçülemeyecek kadar, değerli bir sorumluluk fakat bu bebeği dünyayı getirmeden önce

    kabullenilmiş, karşılıksız ve şartsız bir sevgiyi verme yolu.

    Annelerin, “az da olsa bir şey beklemek hakkımız” dediklerini duyar gibiyim. Evet, bu kadar

    özveriyi ve koşulsuz sevgi gerektiren bir görevi yerine getiren bir annenin, eli saygıyla

    öpülmeli ve onun değeri çok iyi bilinmeli fakat “ilerde çocuğum nasılsa bana bakar” ümidiyle

    karşılık beklemek ve bunun uğruna kendi yaşamından vazgeçmek, ne kadar doğru geliyor

    size?

    Ölüm döşeğinde bir annenin veya babanın, tüm hayatını gözden geçirirken, kendisi için

    yapamadıkları için artık çok geç olduğu gerçeğini, sizlere hatırlatmak istiyorum.

    Geleneksel anne-baba-çocuk veya diğer insan ilişkileri, birbirini ve hayatlarını kontrol etmeye

    yönelik, kurgulanmış bir mekanizma ve bizim ülkemizde bu, harika işliyor. Bunu anlamak

    istiyorsanız, bakın ülkemizde ne kadar çok çocuklarına bağımlı anneler ve babalar var ve bir o

    kadar da genç. Annelerini, eşlerini, kızkardeşlerini zavallı, güçsüz ve kendileri olmadan

    ayakları üzerinde duramayacaklarını düşünen babalar, erkek kardeşler ve eşler var ve bu

    gittikçe çoğalmakta.

  • Sevgili okurlar, bu bölümde sizlere atalarımızdan beri devam etmekte olan ve bizleri tutsak

    haline getirmiş, annelik-babalık-evlatlık-insanlık kavramlarının, nasıl sonuçlar verdiğini kendi

    deneyimlerim doğrultusunda anlatmaya çalıştım.

    Şimdi, gerçek sevgiye dayalı annelik hakkında bilgilerle bu bölümü kapatmak istiyorum.

    Anne sevgisi, karşılıksız olmalı diye çok sık duyuyoruz fakat bunun anlamını gerçekten

    biliyor muyuz? Aslında, tüm ilişkilerdeki sevgi, beklenti ve şart koşmadan, karşımızdakini

    değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabul etmek. Tıpkı, Yaradan ile aramızdaki sevgi bağı

    gibi. İlahi güç ile olan sevgi bağımız, bana göre, korku ve zorunluluk olmadan, bir çocuğun

    annesiyle olan saf sevgiye dayalı ilişkisine, çok benzer. Aslında tüm ilişkiler, bu doğa içinde

    oluşturulsa, kimse acı çekmez fakat biz dünyaya gerçeği arayıp bulmaya geldik. Sevgi kaynağı

    olan özümüzü keşfetme yolculuğuna çıktık.

    Bu yolculukta elbette, önümüze daha önceden tahmin edemeyeceğimiz engeller çıkabilir fakat

    kendimize olan inancımızla tüm engellerin altından kalkabiliriz. Her engel büyümemiz ve

    ruhumuzu özgürleştirmek için, konmuş birer fırsat. Bunlardan yararlanmayı öğrenmeye ne

    dersiniz?

    O zaman, sevgi nedir ve gerçek sevgi nasıl olmalı?, araştırmaya başlayalım. Yaşadığım

    tecrübelerin ışığında gördüm ki, Allah sevgisi-anne sevgisi-çocuk sevgisi-insan sevgisi,

    kısaca sevgi yolu bir.

    Sevgi sınırsız, şartsız, koşulsuz, hiç bir kimliğe sığdıralamayan, ne gözle görünen, ne beyinle

    algılanabilinen fakat yürekte yoğun hissedilen, kendimizi mutlu ve huzurlu hissettiren,

    çoşkuyla sular gibi akan ve sizden diğerlerine de taşan ve paylaşıldığında çoğalan bir duygu

    yumağı. Bu kadar eşsiz duygu yumağına ulaşabilmek anlık ta olabilir, bu bir yaşam şekli de

    olabilir. Eminim, bu sevgi yumağına hemen hemen hepiniz, bir an bile olsa ulaştınız. Asıl

    amaç, hergün bu sevgiyi yaşamayı ve getirdiği doyumu hissetmeyi hedeflemek olmalı, diye

    düşünüyorum.

    İster bilinçli, ister bilinçsiz olarak anne olmayı seçin, içinizde büyüyen bir varlığın, sizin tüm

    düşünce ve duygularınızdan etkilenebileceğini unutmayın. Bebeğini seven bir anne, ellerini

    karnına koyup, onunla konuşarak bebeğine sevgisini hissettirebilir. Sadece fizik beden

    olmadığımızı ve gönderdiğimiz düşüncelerin, enerji olarak ışık hızında her yere

    ulaşabileceğini biliyoruz. Ana rahmindeki bebek annesinin duygularını hissedebiliyor. Bebek,

    bilinçli bir şekilde annesine olanları anlamasada, annede oluşan mutluluk, üzüntü, neşe yaratan

    hormonlar bebeği etkiliyor.

    Doğacak çocuğun nasıl gelişeceği, fizik yapısı, mizacı, hangi hastalıkların tehditi altında

    olacağı, stres ve kriz durumunda nasıl tepki vereceği, müzik duyduğunda, nasıl bir ruh hali

    içinde olacağı gibi, daha birçok sorunun cevabını artık bilimsel olarak almaktayız. Bize çok

    şaşırtıcı gelse de, bu gibi soruların cevapları sadece genler veya yaşam deneyimleriyle değil,

    anne karnındaki yaşam koşulları tarafından da belirleniyor.

  • Araştırmacılar, ilk evimiz olan anne karnının, hayatımızı etkilediği yönünde yeni ve şaşırtıcı

    bilgilere ulaştı. Mesela, Almanya ‘nın Jena Universite Hastanesinden nörolog Mattihias

    Schwab, “ Hamilelikte fazlasıyla uzun ve yoğun gerginlik yaşanırsa, çocuk olumsuz

    etkilenebiliyor. Bu durumda, fetüsün bedenine göbek bağı üzerinden yüksek miktarda kortizol

    denen stres hormonu katılıyor. Fetüs yüksek kortizol seviyesine alışıyor ve hayatı boyunca

    daha fazla stres hormonu üretmeye programlanıyor. Bu çocuklar büyüdüklerinde, her zaman

    tetikte yaşıyorlar”diyor.

    Anladığınız gibi cenin, annenin ruhsal durumunun yarattığı hormonal değişiklikten ve ilk

    aldığı bilinçaltı kayıtlarından etkileniyor. Anne rahminden itibaren çocukların annelerinden

    etkilenmeye devam edeceğini hatırımızdan çıkarmayalım. Sevgi, güven ve şefkatten uzak bir

    bebeğin, ruhsal durumunun yaşamının her evresinde onu etkileyeceğini unutmayalım.

    Doğduktan sonra bebeğinizle, onun sadece hayati ihtiyaçlarını karşılamaktan oluşan annelik,

    çocuğunuzun sevgiden uzak kalmasına neden olur. Çalışmak zorunda değilseniz, çocuğunuzun

    büyümekte olduğu tüm gelişimlerini ve her anını gözlemleyebilme zevkine varmanızı

    öneririm. Bunu yapamasanız dahi, onunla ihtiyaçları dışında kaliteli zaman geçirmeniz, her

    ikinizi de çok iyi hissettirecek. Onu izlerken, çocuğunuzun öğrenmeye olan merakı, heyecanı,

    sevinci ve anı yaşamaktan aldığı hazzı kaçırmayın. Bir yetişkin olarak, unuttuğunuz çocukluk

    günlerinize dönebilir ve kendinizin de aynı çocuğunuz gibi, o yaşlarda yaşama coşkuyla kucak

    açmış olduğunu hatırlayabilirsiniz. Çocuğunuz tekrar size, hayatı bir çocuk merakı ve

    heyecanı ile yaşamayı öğretebilir.

    Yetişkin bilincinizle, çocukluğunuzu onunla birlikte yaşamak daha da keyifli gelebilir. Biz

    yetişkinler de, çocuklarımız kadar ne geçmişte ne de gelecekte yaşamaktan çok, anda

    kalabilsek mutluluğu yakalamamız zor olmaz.

    Çocuklarımız büyüdükçe ve okul çağına geldikçe sorumluluklarımız çoğalıyor. Okula ilk

    başladıkları andan itibaren çocuklarımızın eğitimleri, biz ebeveylerin en büyük kaygısı olmaya

    başlıyor. Bizlerden daha iyi yetişsinler ve bizden daha iyi işleri olsun istiyoruz fakat bu arada

    kendimizi kaybediyoruz.

    Kendi yapamadıklarınızı çocuklarınız üzerinde uygulayarak mutlu olmayı hedefliyorsanız, bu

    her iki taraf için sahte bir mutluluk olacaktır. Eğer evinize giren paradan fazlasını

    harcıyorsanız, bu durum hem size hem de yetişmekte olan çocuğunuza zarar vermeye

    başlayacaktır. Evinizde maddi sıkıntılar yüzünden eşinizle sürtüşmeler olacak, evdeki

    huzursuzluk çocuğunuzu olumsuz yönde etkileyecektir. Aslında maddi verdiklerinizden çok,

    manevi yönde çocuğunuza verdikleriniz, onları hayata iyi hazırlıyor ve büyütüyor. Bazı

    annelerin, yetişkin çocuklarının bir torba dahi taşımasına izin vermemesi ve kendilerinin

    herşeyi yüklenmesi beni hayretler içinde bırakıyor. Demek ki hala, bebeğimiz gibi

    gördüğümüz, evli ve çocuk sahibi babalar ve annelerimiz var, bizim kültürde.

  • Yatırımları akıllıca yapmak, herkese yarar sağlayacaktır. Elbette, çocuğunuzun iyi yetişmesi

    için imkânlarınızı kullanacaksınız fakat bunun bir dengesi ve sınırı olmalı. Çocuğunuz nerede

    duracağını, küçük yaşlardan itibaren öğrenmeli yoksa hep isteyen ve almaya odaklı bir genç

    olma yoluna girebilir.

    İlköğretim, lise ve üniversite eğitimi derken, yıllarca çok çalışarak ve kendinizden ödün

    vererek biriktirdikleriniz ve geleceğiniz için hazırladığınız tüm paralar uçup gidecek ve sonra

    borçlarla kala kalacaksınız.

    Bizim ülkede çalışıp tahsiline devam etmek pek yaygın değil çünkü bizler çocuklarımıza hiç

    kıyamıyoruz fakat sonra çocuklarımız hayata atılmakta zorlanıyorlar.

    Ben Amerika`da yaşarken, bizden daha değişik neler yaptıklarını gözlemledim. Avrupa`da

    öğrenci değişimi yaptığımda, aynı Amerika`daki sistem gibi, ailelerin çocuklarını onlara

    ihtiyaç duydukları sürece, yani 18 yaşına kadar desteklediklerini ve sonra hayata ittiklerini

    gözlemledim. 16 yaşına gelen genç, çalışırken okula da devam ediyor. Her çocuk biliyor ki, 18

    yaşından sonra, anne ve babaları arkalarında olmayacak. Bu yüzden kendilerini hayata

    hazırlarken, sorumluluklarını alma gereğini duyuyorlar. Orada hiç kimseden yardım yok,

    herkes kendi başına hayatını kazanmak zorunda. Bu yüzden, insanların sorumluluklarını

    taşımama gibi bir lüksleri yok.

    Bir başkasına bir şey yaptırma veya sorumluluğunu başkasına atma gibi bir bilinç olmadığı

    için, kimse böyle bir beklentiye girmiyor.

    Bizim ülkemizdeki sevgi bağları orada yok ve bunu özlüyorsunuz. Ailelerin çoğu prensipli

    olayım derken, sevgiden uzaklaşmışlar. Buna rağmen, çocuklarına sorumluluk aldırma

    konusunda başarılı olduklarını söylemeliyim.

    Denge, çocuklarla ilişkimizde olduğu kadar, hayatımızın her evresinde çok gerekli. Vermenin

    sınırı ve ölçüsü kaçmaz ise, bir problem yok. Amerika’ da ki toplum da arayış içinde çünkü

    dokunmanın yasak olduğu kanunlar bile yapmışlar. Biz ise, sevgi diyerek yapış yapış olmuşuz.

    “`Sevgi” adı altında birbirimizin hayatını kontrol altına almışız.

    Rahmetli dedem, bana çocukken sürekli derdi ki “kızım ağaca yaslanma kurur, insana

    yaslanma ölür”. Dedemin ilişki bağımlılığı konusunda, beni uyarmak istediğini şimdi

    anlıyorum. Birbirine dayalı yaşayan, yardımlaşmanın sınırını kaybetmiş ve iç dengesi bozuk,

    değerlerini gittikçe yitirmekte olan insanlardan oluşmuş toplum, ne kadar ilerleme

    kaydedebilir ve ilerlemiş ülkeler arasında yerlerini alabilir? Bunu yapmak, birbirine bağlı

    zincirlerden en büyük halkayı teşkil eden annelerin bilinçlenerek, çocuk yetiştirmelerine bağlı.

    Annelik kutsal olduğu kadar, geleceğimizi etkileyecek kadar da önemli.

    Geleceğin anne ve babaları ellerimizde şekilleniyor. Eşlerimizin bizlere saygı duymaması ve

    bizleri ezmesinden çok yakınıyorsak, önce kendi içsel dağarcığımızda erkeklerle veya

    kadınlarla ilgili kalıplaşmış inançlarımızı keşfedelim ve bunların yarattığı hangi duygulara

    sahip olduğumuzu bulalım!

  • Kadınlar duygularla yoğrulmuş ve sezgilere açık varlıklar olarak eşsiz bir sisteme sahip.

    Kadınlar ve erkekler yüzyıllardır süregelen sınırlayıcı kurgulanmış bir programın içinde dönüp

    duruyor. Doğuştan onlara verilmiş roller içinde çırpınıp duruyorlar. Aslında erkekler,

    kadınların artık güçlü ve ayakları yere basan varlıklar olmasını istiyor. Kadınlarımızn da

    yürekleri özgürlük ateşiyle yanıyor.

    Özgürlüğünüz için emek sarfetmeli ve ele geçirmelisiniz. O zaman, kendinize duyduğunuz

    saygı ve sevgi de artar. Kendinizle barışık ve huzurlu oluşunuzdan etrafınızdakiler, en çokta

    çocuğunuz etkilenir. Çocuğunuza iyi bir model olursunuz. Çocuğunuz da, çocuğunu kendisini

    seven, saygı duyan, özgüveni yüksek ve yaşamı bilinçli olarak deneyimlemek isteyen, bir

    birey olarak yetiştirecektir. Zincirin ilk halkası sizsiniz ve bu halkayı sağlamlaştırmak size

    bağlı. Çoğumuz, ayakları yere sağlam basan, kendi gücüne güvenen, kimseye bağımlı

    yaşamayı seçmeyen ve çocuğunun kendi benliğini geliştirmesinde yolunu açabilecek kadar

    yürekli ve beklentisiz bir anne olmayı düşlüyor.

    Yalnız kalma korkumuzun, bir ilüzyon olduğunu anladığımızda, korku kaybolur ve yerini

    sevgi alır. Hayal ettiğimiz anne modeline ulaşmamız, düşündüğümüz kadar imkânsız değil.

    Korkularımızla yüzleşerek, öz saygı ve sevgimizi artırarak, iç huzur ve sevincimizi çoğaltarak

    bu hayali gerçekleştirebiliriz.

    Kısaca anneliğin, Tanrısallığın küçük bir modeli olduğunu unutmayalım ve çocuklarımıza,

    ruhunu özgürleştirme çabası içinde olan, insan modeli çizelim ki, çocuklarımız da kendi

    yollarını bulabilsinler. Onları yaşama hazırlarken hayatı deneyimlemelerine izin verelim.

    Bırakalım gerekirse düşsünler ve kalkmayı öğrensinler. Onları yaptıkları yaşam seçimlerinde

    sıkıntı çekerken gördüğümüzde, sonuçlarına katlanmalarına izin verelim ki, öğrenip

    güçlensinler. İçlerinde keşfedilmeyi bekleyen sınırsız güç ve potansiyelin saklı olduğunu

    unutmayalım.

    Yetişkinler de kendi deneyimlerine devam ederek, bilinç düzeylerini yükseltmek için yeterli

    istek, zaman ve enerji bulabilsinler. Ne kadar çok, size dayatılan eski programın dışında

    deneyimler yaşarsanız, o kadar çok bilgelik seviyeniz yükselir. Asıl yardım, çocuklarımızı ve

    gençleri anlamak ve varlıklarına saygı duymaktır. Bilgelik ve rehberliğimize ihtiyacı olanları

    uzaktan sabırla izleyelim ve bizden anlamlı bir yardım talebinde bulundukları zaman elimizi

    uzatalım.

  • İKİNCİ BÖLÜM

    HAMİLELİK VE ANNENİN HASSAS DÖNEMİ

    Hamilelik bir kadının yaşamında en güzel, en hassas ve en anlamlı deneyimlerden

    birisidir. Bu dönem anne adayı için, mutluluk verici olduğu kadar, endişeler, duygusal

    patlamalar, korkularla onu rahatsız edebilir. Anne adayı, bir yandan vücudundaki

    fiziksel ve hormonal değişikliklere uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan duygu

    dünyasındaki değişikliklere göğüs germek zorundadır. Bunun yansımaları tüm

    yaşamını büyük ölçüde etkiler.

    Hamilelik döneminde, tüm beden ve sistemler bu yeni duruma ayak uydurmak için

    tedbirlerini alır. Kalbe daha fazla kan akışı sağlanır ki, bu da kan değerlerini etkiler ve

    kansızlık problemi ortaya çıkabilir. Sindirim ve boşaltım sistemleri etkilenir, mide

    yanması ve kabızlık gibi şikâyetler görülür. Kilo artışı, karnın büyümesi ve karında

    çatlaklar da gebelerin hoşlanmadıkları görüntülerdir. Memeler büyümeye, uçlarının

    rengi değişmeye başlar ki bu bebeğin doğduktan sonra, anne sütü alabilmesine

    hazırlıktır. Rahim de doğuma hazırlandığı için hacmi ve kütlesi değişmeye başlar.

    Ciltte kuruluk, dişlerde hassaslık ve saç dökülmesi gibi şikâyetler de yaygın

    olanlardandır. Karın baskısı yüzünden fıtık eğilimi bile olabilir. Hormonal

    değişikliklerden dolayı, rahim içi salgısının artışı, uyku hali ve konsatrasyon eksikliği

    de anne adayını zorlar.

    Kısaca, anne olmanın getirdiği ilk sorumluluklarıyla, anne adayı karşı karşıya kalır. Bu

    durum, önce şok sonra da korku veya endişe yaratabilir. Bu yüzden, anne adayının,

    gebelik boyunca kendisinde olacak tüm değişikliklerden haberdar edilmesi,

    bedenindeki değişikliklerin hastalık sonucunda değil de, gebeliğin doğal seyri

    olduğuna dair bilinçlendirilmesi çok önemlidir.

    Bu kadar sorumluluk ve özveri isteyen bir göreve, bilinçli ve isteyerek adım atmanın,

    bebeğinizin ruh sağlığı açısından önemi çok büyük. İster planlanmış, isterse sürpiz bir

    gebelik olsun, o sizin çocuğunuz. Ona sevgiyle sahip çıkın. üzerinize düşen

    sorumlulukları almaya istekli olduğunuzda, sorunların çözümü kolaylaşacaktır. Sizi

    çıkmaza ancak, sorumluluklarınızı başkalarına yüklemek sürükleyecektir.

    Yukarda bahsettiğim, fiziksel değişikliklerin yanı sıra, duygusal iniş ve çıkışların

    olduğu ruhsal yönden de değişiklikler anne ve bebeği etkiler.

  • Hamile olduğunuzu öğrendiğiniz andan itibaren, her şey hayatınızda birden değişmeye

    başlıyor. Hızla kilo alıyorsunuz, yüzünüz ve ayaklarınız şişiyor, cildiniz bozuluyor, sık

    idrara çıkıyorsunuz, memeleriniz ve siz ağırlaşıyorsunuz, mideniz bulanıyor ve

    yanıyor, istediğiniz şeyleri yiyemiyorsunuz, sürekli uyumak istiyorsunuz, canınız hiç

    bir şey yapmak istemiyor, son aylara doğru da gece yatakta dönemiyor ve güzel bir

    uyku bile uyuyamıyorsunuz. Sırt ağrılarınız fazlalaşıyor, canınız çekiyor fakat eşinizle

    bile yakınlaşmakta zorlanıyorsunuz. Aynaya bakıyor ve hızla çirkinleştiğinizi ve eski

    siz olmadığınızı görüyorsunuz. Sanki her şey ve herkes size karşıymış gibi geliyor, sık

    sık ağlama nöbetleri geliyor, kendinizi yalnız ve mutsuz hissediyorsunuz. O kadar

    hassaslaşıyorsunuz ki, birisi dokunsa hemen ağlıyorsunuz.

    Bunlar, daha önce hamile olmuş veya şu anda hamile olanlara yabancı değil, değil mi?

    Tüm bunlara, etraftan duyduğunuz doğumla ve çocuk yetiştirme ile ilgili sözlerin sizi

    etkiliyor. Bebeğinizi çok doğurmayı istemiş bile olsanız, bu işten nasıl kurtulacağınızı

    düşünüp kaygılanmaya başlıyorsunuz. Beyniniz sizi bir kez korku ve endişeyle

    yakalamış olsun, hemen peşpeşe başka endişe ve korku yaratacak geleceğe ait

    düşünceler getiriyor ve sizi daha çok çıkmaza sokuyor. Hamileliğinizin zevkine

    varmak yerine, endişelere boğulup kalıyorsunuz.

    Tüm bu duyguları hissetmek, çok doğal değerli anne adayları fakat dokuz ayı başından

    sonuna kadar, bu korku ve endişelerle dolu geçirirseniz, hamileliğinizi çok daha

    zorlaştıracaksınız. Evet, birçok değişiklik sizi endişelendiriyor fakat siz, bir insanı

    önce rahminizde büyütüyorsunuz ve doğduktan sonra da gelişimi için uğraş

    vereceksiniz. Bu iş çok kutsal ve sizi de çok büyütecek anlamlı bir görev. Bu görevi

    isteyerek ve zevkle yaparsanız, eğlenerek, bir insanın nasıl yetiştiğine dair, birçok

    bilgiye adım adım ulaşmış olursunuz. Aynı zamanda, hatırlayamadığınız bebeklik ve

    çocukluğunuza ait bilgilere ulaşma olanağı bulursunuz.

    Ben hamileyken, o kadar çok çalışıyordum ki, bebeğimle arzu ettiğim kadar, çok

    zaman geçirme olanağı bulamadım. Hayatın verdiği sorumluluklar, bir bebeğin

    bakımını ve aynı zamanda iş hayatını birlikte götürebilme stresi, çocuğumu iyi

    yetiştirebilecek kadar iyi bir anne olup olmadığıma dair endişeler beni sarmaladı. Tüm

    bu duygularla boğuşurken, ne hamileleğimin ne de çocuk büyütmemin zevkine

    varabildim. Hamileliğimde beni en çok etkileyen ve eğlendiren, bebeğimin karnımda

    ilk tekmelerini fark ettiğim o mutluluk dolu andı. Doğduktan sonra da meme verirken,

    tarifi mümkün olmayan eşsiz bir bütünleşmeyi bebeğimle yaşadım. İsterdim ki, bana

    hamileliğimde birileri, bir bebeğin hayati ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, huzurlu

  • ve mutlu bir anne olarak, çocuğumla sevgi dolu kaliteli anlar geçirmenin de önemli

    olduğunu söylemiş olsaydı, belki başka yaşam seçimleri yapabilirdim. Önce kendimin

    huzurlu ve mutlu olması için uğraşırdım. Sonuçta, bebeğimde benim çabalarımdan

    olumlu şekilde etkilenirdi. Geçmişin pişmanlıkları fayda sağlamıyor fakat şimdi

    kızımla ruh-beden ve zihin sağlığı yerinde bir anne olarak sağlıklı ilişkiler kurabilirim.

    Hamilelerin psikolojik durumlarının yerinde olması, fiziksel ve hormonal

    değişikliklerin üstesinden gelebilme ve güçlenmelerine yardımcı olur.

    Annenin bilinçli ya da bilinçsiz olmasının, bebeğin fizyolojik olduğu kadar, psikolojik

    açıdan da gelişimini çok etkilediğini biliyoruz. Bebeğin, anne karnında veya lohusalık

    döneminde, annenin kullandığı ilaçlardan, içtiği sigara ve uyuşturuculardan, ciddi

    yönden etkilenmesi olağandır ve doğumdan önce, ya da sonraki sağlığını tehlikeye

    sokabilir. Gebelik dönemi boyunca, anne adayının zihninin, artan sorumluluklarla ve

    beklentilerle ilgili negatif düşünceler getirmesi, işleri daha da zor göstermeye başlar.

    Bir taraftan da anne adayının kalbinde, karnındaki canlıya duyulan ve gittikçe artan

    sevgiye dayalı bir bağlılık oluşmaya başlar. Bu ikilem içinde gider gelirsiniz ve bu bir

    çeşit iç çatışma haline gelebilir. Bu normaldir. Böylece kabul edilmeli ve suçluluk

    hissi yaratılmamalıdır. Bundan sonra hangi duygu ve düşüncenin sizi rahatlattığının

    farkına varıp, onu takip etmeniz işleri yeniden yoluna koyacaktır.

    Kısaca duyulan hisler, artan duygusallık, hassaslık, bedeninizdeki hormonal

    değişiklikler, hepsi ruhsal durumunuzu da içine alan birbirine bağlı zincir

    halkalarından oluşan bir bütündür.

    Annenin ruhsal ve psikolojik durumu direkt olarak bebeğini etkilediğine göre, bu

    konunun üzerine gidilmeli ve gerekirse yardım alınmalıdır.

    Bilim adamları, rahat ve stresten uzakta hamilelik geçiren annelerin çocuklarının, daha

    sosyal ve insan ilişkilerinde daha başarılı olduğunu söylüyorlar.

    Kendi annenizle olan ilişkinize bir göz atın ve sizi rahatsız eden konular var mı

    bulmaya çalışın? Siz, annenizin yerinde olsanız nasıl bir anne olurdunuz? Tüm

    çocukluğunuzu yeniden değerlendirin ve annenizle olan bağınıza, sevginize ve

    ilişkinize yeniden şu anki bakış açınızla bakın. Gördüğünüz gerçeklerden kaçmak

    yerine olanı olduğu gibi kabul edin. Aynı duygusal anları ve aynı endişeleri anneniz

    de, size hamileyken hissetti. Bilginin en yoğun olduğu bir dönemde yaşıyorsunuz ve

    her türlü bilgiye rahatça her yerden ulaşabilirsiniz. Anneniz, hatta anneannenizden beri

    süregelen, çocuk yetiştirmeyle ilgili eski formları, düşünce yapılarını ve inançları

    değiştirebilirsiniz.

  • Önce, mutlu yaşamanızı ve iç huzurunuzu engelleyen güvensizlik, korku, suçluluk,

    kırgınlık ve hayal kırıklıkları gibi iç çatışma yaratan duygulardan kurtulmaya bakın.

    Bunu ne kadar erken yaparsanız, o kadar çok bebeğinizin gelecek yaşantısı ve sizin

    için de faydalı olacaktır.

    Bu kitabı okuyan fakat gebeliğini atlatmış ve hatta çocukları evli yetişkinler olan

    annelerin bile, çocuklarıyla aralarındaki ilişkiyi yeniden düzenleme şansları var ve

    bunu isteyip te kararlı olduğunuz her an yapılabilir. Samimi ve içtenlikle yaptığınız en

    ufak bir çaba bile, büyük değişiklik ve iyilik getirebilir.

    En ideal olanı, anne ve babanın birlikte aynı çoşkuyla çoçuklarını büyütmesidir. Eşiniz

    veya çevrenizdekilerden yardım gelmiyorsa, üzülerek enerjinizini düşürmeyin. Oturup

    beklemek ve üzülmek yerine silkinin, kalkın ve kendinize güvenin. Yol yakınken, sizi

    iç huzur ve mutluluğa götüren yolu seçin.

    İstemeyerek, mecburiyetten hamile bile kalsanız, karnınızda bir canlı büyüyor. Bu

    bebek, çok masum ve size çok ihtiyacı var. Zorluklarla boğuşurken, içinizdeki anne

    sevgisiyle bütünleşip, kendinizi yeniden şifalandırma olanağını yakalayabilirsiniz.

    Kendinize ve bebeğinize yardımcı olmak, sizi iyi hissettirecek ve kalbinizi

    dolduracaktır. Dünyaya güzel ve sevgi dolu bir ruh kazandırmanın onurunu

    yaşayacaksınız.

    Aslında hepimiz, birbirimize bağlıyız ve yaptığımız en ufak bir değişiklik, bir taşın

    suya düştüğü andaki dalgalanmalar gibi, dalgalanarak bize kadar ulaşabiliyor.

    Gelin, bebeğiniz doğmadan, sorumluluklar artmadan ve yeterli zamanınız varken,

    kendinizi iyileştirin ve doğuma hazırlanın. İyileşmenizi, bebeğiniz de sizinle birlikte

    adım adım izleyecek. Siz ne kadar mutluysanız, o da mutlu olacak. Ayrıca hamile

    hanımlar için özel hazırlanmış, bilgilendirici programlara katılın. Diğer annelerle

    birlikteyken, sorunların ve endişelerin sadece size ait olmadığını fakat tüm hamile

    annelerin, aynı dönemlerden geçtiğini anlamanız içinize su serptirecek. Birbirinizden

    bilgi alışverişinde bulunacaksınız. Sağlıklı hamilelik ve kolay doğum için hazırlanmış,

    egzersizler, nefes çalışmaları ve yogaya katılma olanağı bulabilirsiniz. Çeşitli

    meditasyonlarla da sürekli sizi endişeye sürükleyen beyninizi susturmaya ve ruhunuzu

    huzur içinde tutmaya çalışabilirsiniz.

    Aklınızın karışıklığından uzaklaşacak ve doğru nefes almayı öğrenerek doğumunuza

    kendiniz yardımcı olacaksınız. Doğru nefes almak, hayatınız boyunca size destek

    olacak en önemli konulardan birisi.

  • Dışarda, kendisini gerçekten geliştirmek ve iyileştirmek isteyen herkese çok miktarda

    bilgi ve atölye çalışmaları bulunuyor. Hayatınızı ertelemek yerine, hemen kolları

    sıvayın. Mutlu, huzurlu, sağlıklı ve kalbi sevinç dolu hamile olmanın yollarını

    araştırın, bulun ve katılın. Aslında yaşam, annelikle anlamlaşıyor ve siz bu yolun daha

    başındasınız. Sizleri çok güzel anların ve deneyimlerin beklediğinin heyecanını

    kalbinizde-zihninizde-ruhunuzda, yani tüm benliğinizde hissedin. Anne olmanın

    sevincini öyle güçlü hissedin ki, bebeğiniz dünyaya gözlerini heyecanla açsın ve

    yaşamı sizden alacağı güç ve güvenle kucaklasın.

  • ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

    HAMİLELİKTE BEBEĞİN DURUMU

    Teknolojik gelişmeler sonucunda, artık ana rahmindeki yaşama ilişkin

    algılarımız farklılaştı. Analizler, bebeklerin daha anne karnındayken,

    çevrede olup bitenlere katıldıklarını ve böylece kendilerini bekleyen

    koşullara en uygun şekilde hazırlandıklarını gösteriyor. Doğmamış

    çocuğun duyuları, diğer bütün memeli ve kuşlarda da görülen sıra içinde

    gerçekleşiyor. Önce denge ve hareket duyusu ortaya çıkıyor. Onları

    dokunma duyusu, sonra koku ve tad alma ardından, işitme ve en son da

    görme duyusu izliyor. Hamileliğin ikinci üç aylık döneminde, tüm

    duyular işlemeye başlıyor. İşitme duyusu, dış dünya ile önemli bir bağ

    sağlıyor.

    Ana rahmindeki bebeğin beden yapısı, doğuştan bir hastalığı olup

    olmayacağı, mizaç özellikleri ve zekâ kapasitesi gibi onun için hayatî

    öneme sahip birçok özellik belirleniyor. Doğumla birlikte gelişme süreci

    başlıyor gibi düşünülse de, insanın tüm hayatı anne karnındaki gelişmesi

    temel olmak üzere, doğumdan sonraki ilk beş yılda büyük ölçüde

    şekilleniyor. Bir başka deyişle doğumdan sonraki ilk beş yıldaki

    gelişmelerin (dolayısıyla hayatın) olumlu veya olumsuz seyri de, bir

    yönden anne karnındaki biyolojik ve psikolojik gelişmeye bağlı oluyor.

    Fetüs, annenin ruhsal durumunu doğrudan bedeninde hissedebiliyor.

    Mesela, anne neşeyle şarkı söylüyorsa, fetüs açısından harika bir süreç

    yaşanıyor. Tüm beden sesleri senkronize oluyor ve karın duvarı

    yumuşuyor. Dolayısıyla fetüs, şarkıları rahatlık ve genişlik duygusuyla

    yaşıyor. Bebek doğumdan sonra muhtemelen, ninniler karşısında kolay

    gevşeyecek ve şarkılara yakınlık duyacaktır. Aksine, anne hoşnut değilse,

  • fetüs bunu da hissediyor çünkü bu sefer beden sesleri uyumsuzlaşıyor.

    Karın duvarı sertleşiyor ve doğmamış çocuğu sıkıştırıyor.

    Nörobiyoloji uzmanı, Gerald Hüther in açıkladığı üzere, “ Fetüsün klasik

    müzik ya da yabancı dile maruz bırakıldığı, prenatal (doğum öncesi)

    öğrenme programları, bu yüzden işe yaramaz.” Rock müzikten hoşlanan

    fakat bebeği için Mozart dinleyen bir hamile, ona rahatsız bedensel bir

    deneyim yaşatıyor. Olasılıkla, klasik müziğe karşı bir iticilik aşılıyor.

    “Tayin edici olan, annenin hamilelik sırasında değil fakat bunları

    yaparken duyduğu coşku. Bu coşku fetüse de bulaşıyor,” diyor Hüther.

    Belli bir dönemden sonra, ceninin dıştaki olaylardan etkilendiği ve anne

    karnındaki canlının da, psikolojik bir yapısı olduğu tespit edilmiştir.

    Anne karnında, kırk hafta bekleyen bebeğin, dokuz ay boyunca dar ve

    sınırlı bir ortamda adım adım gelişmesine bir göz atalım.

    Yumurta hücresiyle spermin birleşiminden, zigot denilen tek bir hücre

    meydana geliyor. Sonra hücre bölünmesi yoluyla, iki gün içinde, her biri

    aynı genetik mirası taşıyan, sekiz hücrelik bir küme gelişiyor. Hücre

    kümesi, on ikinci günde rahmin kendisini kanla besleyen mukozasına

    yerleşmiş oluyor. Dört haftalık olduğunda, embriyonun beyni ve omurgası

    beliriyor. Beşinci haftadan itibaren, yüz ve eller yavaşça ortaya çıkıyor.

    On ikinci haftadan sonra, sekiz veya dokuz santimlik fetüs, temel

    gelişimini tamamlıyor. Dördüncü ayda, boyu on altı santimetreyi bulan

    cenin, artık oldukça güçlü hareket edebiliyor. Yedinci ayda, o kadar

    büyümüş oluyor ki, ana rahmi yavaş yavaş dar gelmeye başlıyor.

    Anne rahmine yerleştikten sonra cenin, artık duygular, düşünceler ve

    davranışlar geliştirmeye başlıyor. Beşinci haftadan itibaren, beyin korteksi

    gelişmeye başlıyor ki, bu da insan olma yolunda hareket, düşünme,

    konuşma, plân yapma kabiliyetlerinin yavaş yavaş gelişmesi için ortam

    hazırlıyor. Dokuzuncu haftadan itibaren, cenin hıçkırır ve gürültüye tepki

    verir hale geliyor. Onikinci haftadan itibaren, ağrıya duyarlı, yeri

  • geldiğinde ağlayan bir cenin haline geliyor. Beş ve altıncı aylarda,

    işitmeyle annesinin sesini tanımaya, anne sesi ile huzur bulmaya ve

    sakinleşmeye başlıyor. Kapı sesi veya araba kornası gibi yüksek seslerde,

    ana rahmindeki bebeklerde irkilme oluyor.

    Günün yaklaşık yüzde doksanını, uyuyarak geçiren cenin, otuzikinci

    haftadan itibaren REM uykusu (hızlı göz hareketleri) ile birlikte rüya

    görmeye ve bu esnada hızlı göz hareketlerini yapmaya başlıyor.

    Anne karnındaki bebeğin, gülümsemesi ve bazı davranış şekilleri bugün

    artık, modern görüntüleme aletleri sayesinde daha iyi anlaşılmaktadır.

    Görme, bebekte en son gelişen duyudur. Anne karnı tamamen karanlık

    değildir. Annenin organları ışığı çok az geçirebilir. Flaş veya parlak ışık

    altındaki, annelerin bebeklerinde ışık uyarısına cevap oluşabilmektedir.

    Ancak, doğuma kadar tam olarak hazır olmayan görme duyusuna, fazla

    uyaran yapılmasının retinaya hasar verebileceği bilinmektedir. Bu yüzden,

    hamilelerin çok güçlü ışıklara maruz kalmaması, bebeklerinin göz sağlığı

    açısından çok önemlidir ve doktorları, bu konuda anne adaylarını

    uyarmaktalar. Eğer, bebek anne karnında iken, görmeye de başlasaydı

    çoğu zaman bir karanlık görecekti.

    Hamile bir kadının, karnındaki bebeğin hareketlerini ilk kez hissetmesi,

    bir çok hamile tarafından, sanki karınlarında baloncuklar varmış gibi, ya

    da karnın içinde gaz dolaşması olarak algılanır.

    İlk bebeğine hamile olanlar, bebeğin ilk hareketini, genelde gebeliklerinin

    onsekiz ile yirmidördüncü haftaları arasında fark ederler. Anne adayı için,

    bu çok heyecan verici bir deneyimdir.

    Tecrübeli anneler ise, hem ne hissettiklerini bildikleri için, hem de ilk

    gebeliğe göre rahim daha gergin olduğu için, biraz daha erken, genelde

    onaltıncı haftadan sonra, bebeklerinin hafif hareket edişlerini fark ederler.

    Heyecan içinde olan anne adayları için, bebeklerinin hareketini hissetmek

    önemli olduğu gibi, bebeğin durumunu da yansıtması olaya ayrı bir boyut

  • kazandırır. Dört ayı geçmesine rağmen, hareketleri hissedemeyen anne

    adayı telaşlanır fakat bu durum için, anne adayının ağırlığı, bebeğin ve

    plasentanın pozisyonu önemlidir. Aynı gebelik haftasında olmalarına

    rağmen, bir anne adayının bu hareketleri hissedebilmesine rağmen,

    diğerinde henüz bir kıpırdanma olmaması bu farklılıklardan kaynaklanır.

    İçinde başka bir canlının hareket etmesinin yarattığı mutluluk hissi

    dışında, anne adaylarını düşündüren bir başka konu da, hareketlerin

    sayısıdır. Kimine göre, bebek az hareket ederken, kimine göre de çok

    hareketlidir.Gerçekten de, gebeliğin yirmisekizinci haftasından sonra,

    bebek hareketlerinin sayısı, bebeğin iyi olması konusunda bilgi verebilir.

    Hareketlerin azalması bebeğin sıkıntıda olduğunu düşündürür ve bu

    konunun araştırılması iyi olur.

    Bebek hareketlerinin sayılması, pek çok uzman tarafından kullanılan ve

    giderek güncellik kazanan basit, ücretsiz ve herkesin yapabileceği bir

    uygulamadır.

    Ortada dolaşan söylentilere göre, anne karnında çok hareket eden bir

    bebeğin, ileride hiperaktif olması bilgisinin doğruluğu ispatlanmamıştır.

    Aynı zamanda, bazı söylentilerin aksine, bebek hareketleri ile cinsiyetinin

    de herhangi bir bağlantısı yoktur.

    Gebeliğin sonlarına doğru, bebeğin "tekmelemesi," rahimde gerginliğe

    neden olarak ağrı ve acı yaratabilir.

    Anne güldüğünde, bebek ana rahminde yukarı doğru yönelir ve aşağı-

    yukarı bir şekilde hızlı hızlı hareket eder. Cenin uyanık veya uykulu olsa

    bile, saatte yaklaşık elli kere hareket eder. Annenin stresli olduğu

    zamanlarda, ceninin kalp atışlarının hızlandığı ve hareketlerinin arttığı

    bilinir. Annede olabilecek depresyon, endişe ve uyum problemleri, anne

    karnındaki bebeğin etkilenmesine sebep olur. Bu yüzden, ana rahminde

    gelişen bebeğin, dış dünyadan ve en çokta direkt bağlantıda olduğu

    annesinin her durumundan etkilenmesi, hamilelik döneminin sağlıklı ve

  • rahat bir psikoloji ile geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Anne

    rahmindeki bebeğin, annenin huzuru ve rahatlığı ile desteklenmesi

    gerekir.

    Hisseden ve işiten ceninin, öğrenme ve hatırlama özellikleri gelişir. Bu

    öğrenme, farkında olmadan, otomatik şekildedir. Dış dünyadaki etkilere

    karşı reaksiyonları, tavır ve tutum olarak görülür. Meselâ, tekrarlanan

    gürültülü sese veya annenin sesine karşı tavrı, en önemli öğrenme şeklidir.

    Anne karnına karşı verilen farklı seslerde, bebeğin parmak emme hızı

    farklı olmakta ve bebek doğduğunda, anne sesini yabancılardan ayırt

    edebilmektedir. Bu tespit, öğrenme ve hafıza ile ilgili önemli bir bulgudur.

    Bebeğin kalp atışları, tanıdık kişilerin sesi ile yavaşlarken, yabancı

    kişilerin sesi ile tekrar eski haline dönmektedir.

    Annenin sesi, fetüsün işittiği en etkileyici olanıdır çünkü sesi, güçlü bir

    şekilde kemik hatları yoluyla, özellikle omurga ve pelvis üzerinden

    bebeğin iç kulağına iletir. Anne konuştuğunda, fetüs bunu titreşimler

    sayesinde bile hissedebilir.

    ABD’ deki University of North Carolina’ dan Antony DeCasper, anne

    sesinin daha doğumdan önce, çocuğa ne kadar işlediğini bir deneyle

    ortaya koydu. Yeni doğan bebeklere, bir kasetçalara bağlı emzik verdi.

    Bebeklerin emiş hızına göre, ya annelerinin ya da yabancı bir kadının sesi

    duyuluyordu. Yani, bebekler emerken hangi sesi duyacaklarını kendileri

    belirleyebiliyordu. Sonuç, her seferinde annelerinden yana tercihte

    bulundular.

    Fetüs, anne bedeninin çıkardığı kalp atışı, bağırsak ve mide sesleri gibi

    sesleri de duyabiliyor. Sesler gelişmekte olan insanı, güvende

    hissettiriyor. Annelerinin kaydedilmiş kalp atışı sesleri dinletilen yeni

    doğanlar, daha az ağlıyor ve kendilerini daha huzurlu hissediyor.

    Hamileliğin sonlarına doğru, fetüsün işitme duyusu, yeni doğanınki kadar

    keskin oluyor. Araştırmacıların ana rahminde yaptığı ses kayıtlarına göre,

  • tek tük kelimeler bile, olduğu gibi duyulabiliyor. Böylece, doğmaya yakın

    bebek, anadilinin melodisi ve ritmi gibi bazı özelliklerini daha iyi

    algılayabiliyor.

    Doğacak çocuk, kokular ve tadlar yoluyla da, henüz ana karnındayken

    gelecekteki çevresine hazırlanıyor. Anneden aldığı besinin aroması,

    doğrudan amniyotik sıvıya karışıyor ve bebeğin koku ve tat alma

    reseptörlerini uyarıyor. Bu, özellikle hamileliğin sonlarında, fetüs düzenli

    olarak amniyotik sıvı içtiğinde geçerli oluyor.

    Fransa nın Dijon kentindeki, Avrupa Tat Araştırmaları Merkezi nin

    (CESG) direktörü, Benoist Schaal yaptığı araştırmada, bazı annelere

    hamileliğin son iki haftasında, anasonlu kurabiyeler yedirdi. Çocuklar

    doğar doğmaz, onlara anoson koklattı. Bebekler anında canlandı,

    yalanmaya ve emmeye başladı. Anason yiyememiş annelerin bebekleri

    ise, ya yüzlerini buruşturup ağlıyor ya da tepkisiz kalıyorlardı. Schaal,

    “alışıldık aromatik maddelerin, dışardaki yaşamla, anne karnı arasında bir

    koku köprüsü oluşturduğu” sonucuna varıyor.

    Amniyotik sıvılardaki aromaların, anne sütünde de bulunması, bebeğin

    meme ucuna yönelmesine neden oluyor. Bebek aşinalık, güvenlik ve besin

    vaat eden yerin nasıl koktuğunu biliyor.

    Doğacak bebeğin kişisel özellikleri, anne karnındaki ceninin hareketleri

    ile, az da olsa önceden tahmin edilebilmektedir.

    Anne karnında çok hareketli olanların, daha çabuk sinirlenen bebekler

    olduğu görülmüştür. Aynı zamanda, bebeklerin biyolojik ritmi, annenin

    yemesi, hareketleri ve uyku durumundan de etkilenmektedir. Aşırı stresli

    annelerin bebekleri, normalden daha aktif olmaktadır. Başka bir çalışmaya

    göre ise, iyi beslenen, az stresli ve toksin almayan anneler, hamilelik

    dönemlerinde cenin ile yeterli miktarda konuşurlar, rahatlatıcı sesler

    oluştururlar ise, çocukları daha zeki, konuşma kabiliyeti daha iyi,

    hareketleri daha dengeli ve sosyal olarak daha uyumlu olmaktadır.

  • Ceninin ve annenin psikolojisi ve anne karnındaki fiziksel gelişmesi göz

    önüne alındığında, insanoğlunu sadece arzular ve arzuların doğurduğu

    davranışlardan ibaret olarak görmenin, ne kadar dar bir bakış açısı

    içerdiğini anlayabiliriz.

    Anne karnındaki bebeğin bile, duygularının olması, hissetmesi ve buna

    bağlı olarak davranışlarının meydana gelmesi, insanın bedeni ve ruhu ile

    birlikte hayatın başlangıcında bile, ne kadar mükemmel ve kompleks bir

    varlık olduğunu gösteriyor.

    Bir tek hücreden başlayarak yaratılan, trilyonlarca hücreye sahip canlının

    hayat�