tÜrkİye sosyal hİzmet araŞtirmalari dergİsİ · tÜrkİye sosyal hİzmet araŞtirmalari...
TRANSCRIPT
TÜRKİYE SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF SOCIAL WORK RESEARCH
TÜSHAD (ISSN: 2602-3393), MD Publishing tarafından yılda iki kez olmak üzere Haziran ve Aralık aylarında yayınlanan uluslararası hakemli dergidir.
Editörler
Yrd. Doç. Dr. Zeki KARATAŞ
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye
Uzm. Ozan SELCİK Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Yasemin ÖZKAN Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Nurdan DUMAN Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Hakan ACAR Liverpool Hope University, UK
Prof. Dr. Yüksel BAYKARA ACAR Liverpool Hope University, UK
Prof. Dr. Aliye MAVİLİ Biruni Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Işıl BULUT Başkent Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Fatih ŞAHİN Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Cengiz ÖZBESLER Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Kamil ALPTEKİN K.T.O. Karatay Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Tarık TUNCAY Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ercüment ERBAY Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Cengiz YANIKLAR Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Yusuf GENÇ Sakarya Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Rıfat BİLGİN Fırat Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Serap DAŞBAŞ Selçuk Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Rıza GÖKLER Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ertan KAHRAMANOĞLU Başkent Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. İshak AYDEMİR Bahçeşehir Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Hüdayar CİHAN Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ahmet ALBAYRAK Uludağ Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Talip YİĞİT İstanbul 29. Mayıs Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Melek ZUBAROĞLU YANARDAĞ Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Abdulhakim BEKİ İstanbul Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Miraç Burak GÖNÜLTAŞ Cumhuriyet Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir YELER Medeniyet Üniversitesi, Türkiye
Yrd. Doç. Dr. Murat TÜMAY Medeniyet Üniversitesi, Türkiye
MD PUBLISHING
Ekrem Orhon Mahallesi, Leyla Sokak, No.2/701 Merkez, Rize
Uluslararası hakemli dergidir. International refereed journal.
Sahibi / Owner
MD PUBLISHING
www.turkishsocialwork.com [email protected]
+90 532 203 2486
Editörler / Editors
Yrd. Doç. Dr. Zeki KARATAŞ Uzm. Ozan SELCİK
Yayın Kurulu / Editorial Board
Uzm. Ozan SELCİK Arş. Gör. Bekir GÜZEL
İngilizce Editör / English Editor
Uzm. Ozan SELCİK
Cilt/Volume: 1 Sayı/Number: 1 Yıl/Year: 2017
TÜRKİYE SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF SOCIAL WORK
ISSN: 2602-3393 Journal homepage: www.turkishsocialwork.com Available online: www.dergipark.gov.tr/tushad
İÇİNDEKİLER / TABLE OF CONTENTS Dergi Künyesi / Masthead ss. i-ii Editörden / From Editor Zeki Karataş ss. iii-iv Çocuklara Yönelik Denetimli Serbestlik Uygulamalarında Sosyal Hizmet Müdahalesinin Önemi Zeki Karataş ss. 1-20 Sosyal Hizmet Araştırma Etiği: Bir Sosyal Hizmet Doktora Öğrencisinden Yansımalar Ozan Selcik ss. 21-34 Sokakta Çalıştırılan Çocukların Karşılaştıkları Güçlükler Üzerine Nitel Bir Araştırma: Ankara Örneği Süleyman Cüce ss. 35-47 Evde Bakım Hizmeti Alan Engelli Bireye Sahip Ailelerin Bakım Verme Yüklerinin Belirlenmesi: Amasya Örneği Yunus Emre Öztürk, Şener Şentürk, Yunus Macit ss. 48-67 Sosyal Bilim Araştırmalarında Paradigma Değişimi: Nitel Yaklaşımın Yükselişi Zeki Karataş ss. 68-86
EDİTÖRDEN
Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Sosyal hizmet uzmanı olarak çok farklı sorunları olan vakalarla on yıl çalıştıktan
sonra, beş yıldır sosyal hizmet bölümünde akademisyen olarak görev yapmaktayım.
Bu süreçte sosyal hizmet alanında ve bilim dalında yaşanan hızlı gelişim ve değişimin
bizzat şahidi olma fırsatı yakaladım. Bir taraftan sosyal devlet anlayışı gereği hak
temelli uygulamalar ortaya koymakta gecikmiş olmanın telaşıyla üretilen yeni sosyal
hizmet modellerini başlatma ve uygulama imkânı buldum, diğer taraftan da piyasada
oluşan ihtiyacı karşılama aceleciliğiyle açılan sosyal hizmet bölümlerinin birinde bilgi
ve deneyimlerimi paylaşma fırsatı yakaladım. Her iki tecrübe sonrası bende oluşan
izlenim şu oldu: Sosyal hizmet teori ve pratiği için Türkiye’de daha çok şeyler
yapılmalıdır.
Alanda çalışırken bizlerden değişen sosyal şartların ortaya çıkardığı risklere
maruz kalan karmaşık vakalara kısa zamanda pratik çözümler bulmamız bekleniyordu.
Dosya sayımızın yoğun olması nedeniyle çoğu zaman müdahalelerimizde sosyal
hizmet mesleğinin paradigmasını ve yaklaşımlarını dâhil etme fırsatı bulamadan
müracaatçıyla temasımız kesiliyordu. Zaman ayırıp bir müracaatçıyla derinlemesine
çalıştığımızda da telaşlanarak diğer müracaatçılara haksızlık ettiğimizi düşünüp
vicdan azabı çekiyorduk. Bazen öyle vakalarla karşılaşıyorduk ki, çaresizliğimiz
tükenmişliğimizi arttırıyordu. Tüm bunları yaşarken en çok ihtiyacımız olan şey pratikte
işimize yarayacak bilgiye ulaşmaktı. Bir başka ifadeyle sıcak temas halinde olduğumuz
ve hiç beklenmedik anda ortaya çıkan müracaatçılarla çalışırken işimize yarayacak
pratik bilgilere ihtiyacımız vardı. Bu alanda bilimsel çalışma yapan akademisyenlerin
önerilerini duymaya, alanda uygulama yapan meslektaşlarımızın tecrübelerini
öğrenmeye ve paylaşmaya ihtiyacımız vardı. Ancak uygulamada bize rehberlik
yapacak bilgi kaynakları bulmakta zorlanıyorduk. Sosyal hizmet alanında üretilen
kaynakların nicelik ve nitelik açısından yetersiz oluşu mesleğin bilim camiasında ve
toplum nezdinde hak ettiği saygınlığı elde etmesini de engelliyordu.
Son on yılda sosyal hizmet bilim dalında yerli ve yabancı önemli eserlerin
yayınlanmasından son derece memnun olduğumuzu belirtmek isteriz. Ancak
Türkiye’de henüz önemi yeni hissedilmiş bir alan olan sosyal hizmet için daha çok bilgi
üretilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca hizmet sunduğumuz topluma özgü bilgi
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 2
üretilmesi ihtiyacı olduğunu da yüksek sesle dillendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Sosyal hizmet biliminin evrenselliğini tartışmadan hizmet sunduğumuz toplumun
sosyal bağlamını dikkate alarak bilgiyi yeniden üretmemiz gerektiğinin bilincinde
olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa birilerinin kendi medeniyet anlayışıyla ürettiği
bilginin nakledicisi olmanın ötesine geçemeyiz. Bilim insanı taklitçi değil, mütefekkir
olmalıdır.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi’ni yayınlamaya karar verirken
ülkemizdeki sosyal hizmet alanlarını, uygulayıcılarını, akademisyenlerini ve hizmetten
yararlananları düşünerek yola çıktık. İstedik ki araştırdığımız, ele aldığımız ve yazıya
döktüğümüz konular insanımıza, insanlığa temas etsin ve fayda sağlasın. Bu niyetle
yola çıktık ve sizlerin manevi desteğine talip olduk. Hiçbir ayrım yapmadan sosyal
hizmet bilimine değer katacak ve nitelikli çalışmalara imza atacak herkese kapımızı
sonuna kadar açtık. Zaman kırgınlıkları, küskünlükleri bir kenara bırakarak sosyal
hizmet mesleğinin onuru ve saygınlığı için çalışma zamanıdır. Bu açıdan alanda
özveriyle çalışan sosyal hizmet uzmanlarından tecrübelerini ve vakalarını sistematik
bir şekilde bizimle paylaşmalarını bekliyoruz. Sosyal hizmet alanında araştırma yapan
bilim insanlarının özgün eserlerini bizimle paylaşmalarını diliyoruz. Ve multidisipliner
bir anlayışla yayın yaptığımızı belirterek sosyal hizmete ilgi duyan herkesin katkı ve
katılımına açık olduğumuz belirtmek istiyoruz.
Dergimizin ilk sayısına katkı sunan araştırmacılara teşekkür ediyor ve sizlerin
katkılarını heyecanla bekliyoruz.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
ÇOCUKLARA YÖNELİK DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMALARINDA SOSYAL HİZMET MÜDAHALESİNİN ÖNEMİ1
Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Özet. Ceza adalet sistemi içinde uygulanan denetimli serbestlik faaliyetleri ağırlıklı olarak yetişkin hükümlülere hizmet vermek üzere kurgulanmıştır. Denetimli serbestlik uygulamasına tabi tutulan çocuk sayısı her geçen gün artsa da 2015 yılı itibariyle denetimli serbestlikten yararlanan kişilerin sadece %5’i çocuklardan oluşmaktadır. Bu nedenle denetimli serbestlik hizmetleri kapsamında çocuklara yönelik uygulamalar, yetişkinlere hizmet veren sistemden çocukların yararlandırılması şeklinde yürütülmektedir. Ancak çocuklar kendine özgü gelişim özellikleri nedeniyle yetişkinlerden ayrı değerlendirilmesi gereken ve özel gereksinimleri olan bir gruptur. Çocukları yetişkinlerin küçük bir modeli olarak algılama hatası sonucu çocuklar için yapılan uygulamalarda çevresi içinde birey anlayışı doğrultusunda ön değerlendirme yapılmadan, çocuk ve ailenin katılımı sağlanmadan uygulanan programların başarılı olması mümkün görülmemektedir.
Denetimli serbestlik uygulamaları her ne kadar ceza adalet sistemi bünyesinde yürütülüyor olsa da özü itibariyle sosyal hizmet müdahalesi gerektiren faaliyetler bütünüdür. Özellikle suça sürüklenen çocuklarla yapılan çalışmalarda sadece çocuğa yönelik iyileştirmeler yapıp, aile, sosyal çevre ve sosyal politika bağlamında planlı değişim süreci başlatılamıyorsa uygulanan programlar yetersiz kalacaktır. Sosyal hizmet, bütüncül bakış açısıyla çocuğa ve sosyal çevresine yönelik mikro, mezzo ve makro düzeyde müdahalelerde bulunmayı öngören programlar sayesinde toplumsal işlevlerini yerine getiremeyen birey ve aileyi güçlendirmeyi hedefler.
Bu makalede suça sürüklenen çocuklara yönelik denetimli serbestlik uygulamaları kapsamında sunulan psiko-sosyal hizmetlerin yeniden yapılandırılması konusunda önerilere yer verilmektedir. Sosyal hizmet disiplini açısından çocuğun iyi olma halinin geliştirilmesi için başlatılması gereken planlı değişim sürecinin evreleri örnek vakalar üzerinden değerlendirilmektedir.
Anahtar sözcükler: Sosyal hizmet müdahalesi, çocuk adalet sistemi, denetimli serbestlik, suça sürüklenen çocuklar
1 Bu çalışma Türkiye’de Denetimli Serbestliğin 10. Yılı Uluslararası Sempozyumu’nda sözel bildiri olarak sunulmuştur.
Karataş
2
THE IMPORTANCE OF SOCIAL WORK
INTERVENTION FOR CHILDREN WITHIN
PROBATION
Zeki KARATAŞ, Asst. Prof. Dr. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdogan University
Abstract. Probation within criminal justice system is predominantly designed to serve for adult prisoners. Although the number of children subjected to probation increases day by day, 5% of the children have benefited from probation by 2015. For this reason, practices towards children within probation are conducted as a system for adults but available also for children. Since each child develops in a unique way and has special needs, he/she should be treated independently of adults. As a result of misperception of children as a younger model of adults, it is almost impossible for children programs to be successful without participation of the child and his/her family; without pre-assessment in line with person-in-environment perspective.
Though being managed within criminal justice system, in its essence, probation is kind of practices requiring social work intervention. By not involving his/her family and social environment or not implementing a planned change process in the context of social policy, working only with juvenile delinquents will be inadequate. Social work aims to empower individuals and families who cannot fulfil their social roles thanks to micro, mezzo and macro interventions towards the child and his/her social environment with holistic perspective.
This article presents suggestions to reconstruct psycho-social services within juvenile delinquency probation. The phases of planned change process to improve well-being of child in terms of social work is evaluated through sample cases.
Keywords: Social work intervention, child justice system, probation, juvenile delinquency
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
GİRİŞ
Toplum temelli bir adli sistem olan denetimli serbestlik, “hükümlülerin suç
işlemesine neden olan davranışlarının değiştirilerek tekrar suç işlemelerinin önlenmesi,
mağdurların uğradıkları zararın giderilmesi ve bu yolla toplumun korunması” anlamına
gelmektedir. Hapis cezasına alternatif olarak uygulanan denetimli serbestlik sisteminin
genel anlamda iki temel amacı bulunmaktadır. Öncelikli amacı, ceza infaz kurumuna
alternatif olarak hükümlüye adli açıdan bazı sorumluluklar yüklenerek toplum içinde
takibini sağlamak; ikinci olarak da hükümlünün yeniden suç işlemesini önlemeye
yönelik rehabilitasyon çalışmaları uygulamaktır. Bu bağlamda denetimli serbestlik;
psiko-sosyal yardım yöntemlerinin uygulanması yoluyla suçlunun sorunlarının
giderilmesine, çevresine uyum sağlamasına, sosyal ve hukuksal sorumluluklarını
yerine getirmesine yönelik rehberlik hizmetleri sağlanması ve ceza adalet süreci
içerisinde suçlunun yargılama makamları tarafından belirlenecek bir süre içerisinde
mümkün olduğu kadar toplumdan koparılmadan ve hürriyeti kısıtlanmadan ıslah
olmasına yönelik çözümler arayan bir ceza adalet yöntemidir (Yavuz, 2012).
Tarihsel süreç içerisinde on sekizinci yüzyıla kadar suç işleyenlere karşı
uygulanan cezalandırmanın temel mantığı öç alma tepkisi üzerine kurulmuştur. On
dokuzuncu yüzyıldan itibaren suçluların topluca cezalandırıldığı hapishane yaptırımı
ağırlıklı olarak uygulanmış, bu sayede toplumun suçtan arındırılacağı ön görülmüştür.
Ceza infaz hukuku alanında yapılan araştırmalar, hapishanelerin suçlulara ders
vermediği ve onlara işledikleri suçlardan dolayı pişmanlık hissettirmediği sonucunu
ortaya çıkarmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte özellikle şehirlerde suç oranlarının
yükselmesi hapishanelerdeki mahkûm sayısının artmasına neden olmuş ve alternatif
ceza infaz yöntemleri üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. Yirminci yüzyılda sosyal refah
sistemlerinin gelişmesiyle birlikte reform yaklaşımı ön plana çıkarak toplum temelli
rehabilitasyon çalışmalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. Günümüzde ise başta
çocuk adalet sistemi olmak üzere adli sistem uygulamalarında onarıcı adalet
(restorative justice) yaklaşımı esas alınmaktadır (Uluğtekin, 1991).
Onarıcı adalet yaklaşımı kapsamında değerlendirilen denetimli serbestlik
uygulamalarıyla suçlunun kanunla ihtilafa düşmesine neden olan davranışlarının
değiştirilerek yeniden suç işlemesinin önlenmesi ve bu yolla toplumun korunmasının
sağlanması amaçlanmaktadır. Onarıcı adalet yaklaşımı kapsamında; bir taraftan
suçluya davranışlarının olumsuz sonuçları ve mağdura verdiği zararın etkisi
hatırlatılmakta, diğer taraftan da mağdurun hakkı korunmaya çalışılmaktadır.
Karataş
4
Dolayısıyla onarıcı adalet uygulamaları sayesinde fail formel sistem içerisine
girmemekte, işlenilen bir suçtan dolayı failin kendisi değil kötü davranış ya da suç
kötülenmektedir. Böylece, fail “suçlu” olarak damgalanmaktan kurtulmaktadır. Bu
durumda, faile hatasından vazgeçme ve kendini düzelterek yeniden suç işlememe
yolunda fırsat verilmektedir (Uludağ, 2011).
Modern anlamda denetimli serbestliğin Türk ceza adalet sistemine dâhil
edilmesi 2005 yılında gerçekleşmiştir. Türkiye’de uygulanan denetimli serbestlik
sisteminde ağırlıklı olarak yetişkin suçluların ıslahıyla ilgili çalışmalar yürütülmekte,
çocuk hükümlülerle ilgili bağımsız bir birim bulunmamaktadır. Ayrıca suçun en önemli
taraflarından birisi olan mağdurlarla ilgili de herhangi bir çalışma yapılmamakta, ancak
bu konuda yeni bir kurumsal yapı oluşturma çabaları Adalet Bakanlığı bünyesinde
sürdürülmektedir.
2015 yılı Aralık ayı itibariyle denetimli serbestlik sisteminde işlem yapılan dosya
sayısı toplam 273.401’dir. Bazı hükümlülerin birden çok dosyası olması nedeniyle
sistemde işlem yapılan kişi sayısı toplam 226.970’dir. Bu kişilerden 215.633’ü yetişkin,
11.337’si çocuktur. Bu verilere göre denetimli serbestlikten yararlanan çocukların
yetişkinlere oranı % 5’tir. Denetimli serbestlikten yararlanan çocuk oranı düşük olsa
da, sayı itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı kuruluşlarda bakım ve
koruma altında bulunan çocuk miktarına yakındır. Çocukların yetişkinlerden farklı
ihtiyaç ve sorunları olduğu düşünüldüğünde, denetimli serbestlik sistemi içinde
çocuklara özgü yapısal düzenlemeler gerçekleştirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLARA YÖNELİK DENETİMLİ SERBESTLİK
Çağımızın modern çocukluk paradigması gereği çocuklar yetişkinlerin
minyatürü olarak değil, kendine has özellikleri olan bir gelişim dönemi şeklinde
nitelendirilmektedir. Bu anlayış gereği suça sürüklenen çocuklar kendine özgü gelişim
özellikleri nedeniyle adli sistemin her aşamasında yetişkinlerden farklı
değerlendirilmesi gereken bir grup olarak ele alınmalıdır (Prout & James, 1997). Her
ne kadar yetişkinlere sağlanan koşullar ve haklar, çocuklar için geçerli olsa da
çocukların yetişkinlerden farklı ihtiyaçları ve hakları bulunmaktadır. Çocuklar için
yapılan hukuki düzenlemelerde; çocuğun yüksek yararının gözetilmesi ve gelişimini
engelleyecek her türlü risk ve uygulamalardan uzak tutulması temel esas olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle devletler, çocuğun korunması amacıyla risklerle
karşılaşmadan önce önlemler almak, eğer risklerle karşılaşmışsa da koruyucu
destekleyici müdahalelerde bulunma görevi üstlenmişlerdir. Çocukların korunması
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 5
kavramı geniş bir tanıma sahip olmasına rağmen genel anlam itibariyle kapsamı şu
şekilde ifade edilebilir: Çocukların herhangi bir incinmeye maruz kalmadan
gelişimlerini sürdürmeleri, ihmal ve kötü muameleden uzak tutulmaları, psiko-sosyal
ve fizyolojik iyilik hallerinin sağlanıp korunması ve kendileriyle ilgili kararlarda katılım
haklarının gözetilmesi esasına dayanmaktadır (Uluğtekin, 2014).
“Bir çocuk neden suç işler?” sorusuna cevap bulmak çok kolay olmasa da,
çocuklar kendi bünyelerinden ve/veya çevre şartlarından kaynaklanan bazı nedenlerle
yasalarda suç olarak tanımlanan fiilleri işlemektedirler. Çocuklar sorunlarına çözüm
bulmak ya da sorunlarını hafifletmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve haksızlığa karşı
çıkmak için suça sürüklenmektedirler. Sosyal hizmet disiplini açısından çocuk
suçluluğu kavramına baktığımızda; çocuğu kuşatan mikro, mezzo ve makro düzeydeki
sistemlerle olumsuz etkileşimden kaynaklanan sorunların etkili olduğu görülmektedir.
Çocuğu suça yönelten mikro düzeydeki sistemleri “çocuk” ve “ailesi” olarak ele almak
mümkündür. Suça sürüklenen çocukta ilk değerlendirilmesi gereken husus, çocuğun
doğumdan itibaren suç fiilini işlediği zaman kadar geçirdiği gelişim aşamalarının
incelenmesidir. Çocukların genellikle suçla tanıştığı en kritik gelişim dönemi olan
ergenlik dönemindeki sorunlar özellikle değerlendirilmelidir (Uluğtekin, 2012).
Çocuğa doğumdan itibaren gerekli bakımı sağlamak ve toplumsal değerleri
aktarmakla görevli aile, çocukların suça sürüklenmesine neden olan en temel
faktörlerden birisidir. Ailenin işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirememesi,
çocuğun suça sürüklenme olasılığını arttırmaktadır. Ebeveyn kapasitesinin yetersizliği
nedeniyle çocuk üzerinde denetimi kaybeden, çocuğu ihmal ve istismara açık hale
getiren aileler çocukların riskli davranışlara yönelmesine neden olmaktadır.
Parçalanmış aile yapısında yetişen ya da toplumsallaşma sürecinde aile ve yakın
çevresinde suç işleyen yetişkinleri model alan çocuklar da suç işleme riskiyle karşı
karşıyadırlar (Uluğtekin, 1991).
Çocuğun suça sürüklenmesinde etkili olan mezzo düzeydeki faktörleri; arkadaş
grubu ve boş zaman etkinlikleri, okul ve çalışma yaşamı olarak sınıflandırmak
mümkündür (Uluğtekin, 2012). Çocuğun sosyalleşmesinde aileden sonra en etkili olan
sistem, yaşanılan sosyal çevreyle birlikte akran grubudur. Özellikle ergenlik
döneminden itibaren çocuklar daha çok aile dışında zaman geçirirler ve akran
grubuyla birlikte olmak için sürekli bahaneler üretmeye çalışırlar. Çocukların tek
başına göze alamayacağı okuldan kaçma, sokakta çalışma ve madde kullanma gibi
riskler genellikle akran grubunun etkisiyle rahatlıkla tecrübe edilirler.
Karataş
6
Makro düzeydeki yapısal etmenler olarak adlandırılan göç, yoksulluk, işsizlik,
çarpık kentleşme gibi sorunlar ve bu sorunların çözümünde yetersiz kalan sosyal
politika ve programlar toplumun birçok kesiminin risk altında yaşamasına neden
olmaktadır. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre Türkiye’de yoksulluk
oranı % 15, çocuk yoksulluğu oranı ise % 23 olarak belirlenmiştir (TÜİK, 2015). Pek
çok sosyal sorunun kaynağı olan yoksulluk en çok da çocukları etkilemekte,
ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunlarına çözüm bulmak zorunda kalan çocuklar hırsızlık,
sokakta çalışma, madde kullanma gibi suçlara yönelmektedirler. Göç nedeniyle de
şehrin gecekondu mahallelerinde yaşama tutunmaya çalışan aileler işsizlik nedeniyle
temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmakta, sağlık ve sosyal güvenceden yoksun bir
şekilde topluma yabancılaşmaktadırlar. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük mekânlarda
yaşamak çocuklar açısından damgalanma ve dışlanma riskini beraberinde getirmekte
ve suça bulaşma riskini arttırmaktadır (Ümit, 2007).
Çocuklar içinde bulundukları riskler nedeniyle, yasalarda suç olarak tanımlanan
fiilleri işledikleri için ceza adalet sistemine dahil olmaktadırlar. 2013 yılı TUİK verilerine
göre; suça sürüklenen çocuk sayısı 2009-2013 yılları arasında % 68,9 artmıştır. Suça
sürüklenme nedeni ile 2013 yılında güvenlik birimlerine getirilen 115.439 çocuğun %
36,9’una yaralama suçu isnat edilmiştir. Bu suçu % 28,6 ile hırsızlık, % 9,1 ile de
uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak suçu izlemiştir.
Ayrıca, çocukların % 3,7’si mala zarar verme, % 3,5’i de tehdit suçu ile güvenlik
birimine getirilmiştir. Suça sürüklenen çocukların % 41,9’u bağımlılık yapan madde
kullanmıştır. Bağımlılık yapan madde kullanan çocukların % 67,9’u sigara, % 9,2’si
esrar, % 6,3’ü sigara ve esrar, % 6,1’i de sigara ve alkol kullanmıştır. Ayrıca, 11 yaş
ve altı çocukların da bağımlılık yapan madde kullandıkları görülmüştür. Son beş yılda
suça sürüklenen çocuklardan madde kullananların sayısında önemli artış olduğu
görülmüştür. Daha çarpıcı bir artış ise, 11 yaş ve altındaki çocuklarda 2013 yılında
2009 yılına göre % 270,7 artması olmuştur. Diğer bir dikkat çekici değişim ise, 2013
yılında 2009 yılına göre en büyük artışın % 658,7 ile bir veya birden fazla uyuşturucu
madde kullanan çocukların sayısında (sadece uçucu, çözücü, yapıştırıcı, esrar, eroin,
kokain, hap, bonzai kullanıcılarında) gerçekleşmesi olmuştur. Yaş gruplarına
bakıldığında, en büyük artış 11 yaş ve altındaki çocuklarda görülmüştür (TÜİK, 2014).
Kanunlarda her ne kadar çocuklara özgü düzenlemeler olsa da, çocuklar
yetişkinler için düzenlenmiş adli sistem içinde yargılanmakta ve sadece yaş küçüklüğü
nedeniyle ceza indiriminden yararlanmaktadırlar. Çocuk Koruma Kanunu gereği
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 7
çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları gerekirken her ilde çocuk
mahkemesi bulunmaması nedeniyle yargılamalar diğer ceza mahkemelerinde
yapılmaktadır. Ayrıca gelişmiş ülkelerde suça sürüklenen çocuklar daha çok adli
sistem dışındaki modellerle değerlendirilirken, ülkemizde ağırlıklı olarak ceza
muhakemesine tabi tutulmaktadırlar. Bir çocuğun ceza adalet sistemi içine girmesi pek
çok olumsuz deneyim yaşamasına neden olmaktadır. Yargılamanın uzun sürmesi, bu
süreçte çocuk ve ailenin yeterince bilgilendirilmemesi gibi nedenlerle adli
yükümlülükler gereğince anlaşılmamakta bundan dolayı mağduriyetler yaşanmaktadır.
Denetimli serbestliğe tabi tutulan çocuklar ağırlıklı olarak Çocuk Koruma
Kanunu’nun 23. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
sonucu sisteme dâhil olmaktadırlar. Son zamanlarda Türk Ceza Kanunu’nun 191.
maddesi gereği “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul
etmek veya bulundurmak” suçunun şüphelisi olarak soruşturma aşamasında
haklarında denetimli serbestlik tedbiri verilen çocuklar da sistemden
yararlanmaktadırlar. Bahsedilen suçu işleyenler hakkında beş yıl kamu davasının
açılmasının ertelenmesi ve erteleme süresi içerisinde bir yıl denetimli serbestlik
tedbirine tabi tutulmasına cumhuriyet savcılığınca karar verileceği öngörülmüştür.
Uyuşturucu madde kullanıcıları tedaviyle birlikte denetimli serbestlik yükümlüsü
olmaktadırlar.
Mahkeme ya da savcılıkça verilen denetimli serbestlik kararının uygulanması
için çocuğun kanuni temsilcisine on gün içerisinde suça sürüklenen çocuk ile birlikte
denetimli serbestlik müdürlüğüne başvurması istenir. Müdürlüğe müracaat edilmesi ile
birlikte Çocuk Koruma Kanunu’nun 36. ve devamı maddeleri uyarınca çocuğa
müdürlükçe rehber atanır ve ayrıca on gün içerisinde çocuğa uygun bir denetim planı
hazırlanır. Bu plan çocuk hâkimi tarafından da onaylanmak zorundadır. Rehber olarak
atanan denetimli serbestlik uzmanı, denetim süresi boyunca çocuk ve çevresi ile
iletişim içerisinde çocuğun gelişimi ve suçtan uzak durması hususlarında her türlü
rehberlik hizmetini vererek, üç ayda bir çocuğun gelişimi hakkında kararın niteliğine
göre hâkime veya cumhuriyet savcısına rapor hazırlar. Çocuk hakkında verilen
denetimin süresinin sona ermesi, beklenen yararın elde edilmesi nedeniyle tedbirin
kaldırılması ya da çocuğun hükümlü veya tutuklu olarak ceza infaz kurumuna alınması
ile kayıt kapatılarak ilgili birime gönderilir (Kubat, 2015).
Denetimli serbestlik sistemi tarafından takip edilen bireylere yönelik hizmetlerin
kayıt altına alındığı pek çok form ve rapor bulunmaktadır. Bu form ve raporlar mevzuat
Karataş
8
ve uygulamadaki değişikliğe paralel olarak yenilenmektedir. Sistemin ilk kurulduğu
yıllardan itibaren uygulanan değerlendirme formu, tanıma formu, madde kullanım
listesi, denetleme planı ve salıverme öncesi değerlendirme raporu gibi çok sayıda form,
plan ve rapor artık kullanılmamaktadır. Mevcut sistemde; araştırma ve değerlendirme
formu, denetim raporu, sosyal araştırma raporu, denetim planı, gözden geçirilmiş
denetim planı, işbirliği ve çalışma protokolü, hizmetler listesi, kurumsal eğitimler ve
programlar listesi gibi standartlaştırılmış belgeler kullanılmaktadır. Örneğin; kısa adı
ARDEF olan, 7 bölüm ve 207 sorudan oluşan Araştırma ve Değerlendirme Formu
erkek ve kadınlar hakkında ayrı ayrı ihtiyaç değerlendirmesi yapmak için Denetimli
Serbestlik Müdürlüğü Değerlendirme ve Planlama Bürosu tarafından uygulanmaktadır.
Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4. maddesinde ARDEF: “Sanık veya
hükümlüyü suça iten nedenleri, hükümlünün tekrar suç işleme ve başkasına zarar
verme riski ile ihtiyaçlarını belirleyen değerlendirme aracı” olarak tanımlanmıştır.
ARDEF kapsamında sisteme kaydı yapılan bireylerin eğitim, sağlık, hukuk, çalışma,
ekonomik, psiko-sosyal destek gibi pek çok ihtiyaçlarının belirlenmesi
hedeflenmektedir (Adalet Bakanlığı, 2015).
Denetimli serbestlik sistemi içinde kullanılan formlar sorun tarama ve mevcut
durum tespiti işlevi görmektedir. Bu form ve ölçeklerin doldurulmasında kişinin beyanı
esas alınmaktadır. Bu açıdan formlardan elde edilen sonuçların yanıltıcı olma ihtimali
yüksektir. Buna rağmen kişi hakkında ön bilgi vermesi açısından yararlı olduğu
söylenebilir. Ancak çocuklara yönelik uygulamalarda tek başına çocukla görüşme
yapılarak çocuğun ihtiyaç ve sorunlarının tespit edilmesi mümkün değildir. Çocuğun
etkin bir şekilde değerlendirilebilmesi için sosyal çevresi ve içinde bulunduğu bağlamla
birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle; Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde
sıklıkla vurgu yapılan “çocuğun yüksek yararı” hedefleniyorsa, çocuklara yönelik
denetimli serbestlik sisteminin bir sosyal hizmet müdahalesi mantığıyla çalışması
gerekmektedir.
DENETİMLİ SERBESTLİK SİSTEMİNDE SOSYAL HİZMET MÜDAHALESİ
Çocuklara yönelik denetimli serbestlik uygulamaları suça sürüklenen çocukların
toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duydukları her türlü hizmet, program ve
kaynakların sağlandığı toplum temelli bir rehabilitasyon modelidir. Çocuklara yönelik
denetimli serbestlik sisteminin genel hatları itibariyle üç temel alandan oluştuğu
söylenebilir. Bunlar; koruyucu-önleyici hizmetlerin sunulduğu erken uyarı alanı, ıslah
edici programların uygulandığı psiko-sosyal müdahale alanı ve adli hizmetlerin
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 9
yürütüldüğü adli müdahale alanıdır. Mevcut sistemde adli müdahale ön planda olmak
üzere, kısmen psiko-sosyal destek hizmetleri sunulmaktadır. Türkiye’de tüm çocuk
koruma sistemlerinde olduğu gibi denetimli serbestlik sisteminin de erken uyarı alanı
için herhangi bir uygulama modeli bulunmamaktadır. Erken uyarı alanıyla ilgili Milli
Eğitim Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çalışmaları devam
etmektedir (Karataş & Dağdelen, 2014). Bildiri konusunun sınırlı olması nedeniyle
takip eden bölümde suça sürüklenen çocuklara yönelik uygulamalarda kullanılabilecek
sosyal hizmet müdahale süreçlerinden bahsedilecektir.
Sosyal hizmet müdahale sürecine geçmeden önce bazı temel ilkeleri yeniden
hatırlamakta yarar vardır. Çocuklara yönelik uygulama yapan birimler Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nde vurgulanan; çocuğun yaşaması ve gelişmesi, eşitlik ve ayrım
gözetmeme, çocuğun yararının üstün tutulması ve çocuğun katılımı gibi dört temel
ilkeyi gözetmelidirler. Ayrıca bu birimlerde uyulması gereken temel prensipler şu
şekilde sıralanabilir (Munro, 2011):
• Sistem çocuk merkezli olmalıdır. Çocuk adalet sisteminde sorumluluğu olan
herkes çocuk merkezli çalışma ilkesini benimsemelidir. Çocuk ve gençler
hakları olan, yaşları ve olgunlukları ölçüsünde kendileriyle ilgili kararlara
katılımlarının sağlanması gereken bireyler olarak görülmelidir.
• Aile, çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi için genellikle en iyi yerdir. Ancak,
çocuğun ailesiyle birlikte olma hakkı ile ihmal ve istismardan kurtulma hakkı
arasında bir denge kurmak amacıyla zor kararlar verilebilir.
• Çocuk ve ailelerle birlikte çalışarak yardım etmek önemlidir. Çocuk, aile ve
profesyonel arasındaki ilişkinin kalitesi sunulan yardımın etkililiğini doğrudan
etkiler.
• Erken müdahale çocuklar için daha iyidir. Olumsuz deneyimler en aza indirgenir
ve çocuklar için sonuçlar geliştirilir.
• Çocukların ihtiyaçları ve koşulları birbirinden farklıdır. Bu yüzden sistem farklı
hizmet seçenekleri sunmalıdır.
• İyi profesyonel uygulamalar en son bilimsel bilgi ve araştırma sonuçlarıyla
desteklenmelidir.
• Belirsizlik ve risk çocuk koruma çalışmalarının temel özelliğidir. Risk
yönetimiyle riskler azaltılabilir ancak bütünüyle ortadan kaldırılamaz.
Karataş
10
• Hem ulusal hem de yerel çocuk koruma sisteminin başarı ölçüsü; çocukların
etkin yardım alması ilkesine bağlıdır (Karataş & Dağdelen, 2014).
Sosyal hizmet, “insan hakları ve sosyal adalet ilkelerini temel alan; sosyal
değişimi destekleyen, insanların iyi olma hallerinin geliştirilmesi için insan ilişkilerinde
sorun çözmeyi, güçlendirmeyi ve özgürleştirmeyi amaçlayan ve bunun için insan
davranışına ve sosyal sistemlere ilişkin teorilerden yararlanarak insanların çevreleriyle
etkileşim noktalarına müdahale eden bir meslek ve disiplin” olarak tanımlanmaktadır
(Duyan, 2012). Sosyal hizmetin etkinlik odağını “çevresi içinde birey” anlayışı
oluşturmaktadır. Çocuk suçluluğu olgusunun bu paradigma ile değerlendirildiği sosyal
hizmet disiplininde; çocuğu kuşatan mikro, mezzo ve makro düzeydeki risklere
müdahale edilmeden tek başına çocukla çalışmanın yeterli olmayacağı bilinmektedir.
Çok faktörlü bir alan olan çocuk suçluluğu için birden çok riske aynı anda müdahale
edilebilecek planlı bir değişim süreci başlatılması gerekmektedir. Sosyal inceleme ve
planlı değişim sürecini kapsayan sosyal hizmet müdahalesi birbirini takip eden yedi
aşamadan oluşmaktadır.
Şekil 1. Sosyal hizmet müdahale sürecinin aşamaları (Sheafor & Horejsi, 2014)
Denetimli serbestlik sistemi içinde görev yapan denetim görevlisi sosyal hizmet
müdahale yaklaşımı uyguladığının farkında olarak öncelikle çocuğun bulunduğu
yerden işe başlamalıdır. Başka bir ifadeyle çocuğun ve ailesinin mevcut durumunu,
ihtiyaç ve sorunlarını, yaşam deneyimlerini, güçlü yönlerini, yetersizliklerini ve destek
mekanizmalarını gerçekçi bir şekilde belirlemelidir. Değişim sürecini başlatmak;
çocuğun ve ailesinin katılımıyla birlikte gerçekleştirilen bu ön değerlendirme
sonrasında mümkün olacaktır. Planlı değişim sürecini yürütecek olan denetim görevlisi
uygulamada bazı ilkelere dikkat etmelidir (Sheafor & Horejsi, 2014):
• Denetim görevlisi öncelikli dikkatini, müracaatçı tarafından tanımlanan,
algılanan ve tecrübe edilen şekilde onun sorununa ya da endişesine vermelidir.
Tanışma(Bağlantı Kurma)
Ön
değerlendirme(Veri Toplama)
Planlama
(Sözleşme)Uygulama
(Müdahale)
Son
değerlendirmeSonlandırma İzleme
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 11
• Denetim görevlisi öncelikli olarak durumun bu yönlerine ve müracaatçıyı en
yakın ve çabuk etkileyen çevresine odaklanmalıdır.
• Denetim görevlisi bir ya da daha fazla seviyede müdahalede bulunacağının
farkında olmalıdır.
• Denetim görevlisi çeşitli teknikleri, yaklaşımları ve hizmetleri kullanmaya
hazırlıklı olmalıdır.
Tanışma ve Bağlantı Kurma
Tanışma öncesinde hazırlık çalışması yapılması, çocuğa ve ailesine önem
verildiğinin temel göstergesidir. Çünkü insanın en temel ihtiyacı güven ve sosyal
onaydır. Dosya üzerinden çocuk ve ailesi hakkında ön bilgi edinilmesi, daha önce
yardım aldığı kuruluşlar varsa o kuruluşlardan bilgi alınması, çocuk ve aileyle görüşme
için randevu talep edilmesi tanışma öncesi yapılması gereken temel eylemlerdir.
Yüz yüze veya telefonla gerçekleştirilen tanışma esnasında; denetim görevlisi
kendini tanıtmalı, görevi hakkında bilgi vermeli, arama/görüşme amacını söylemeli,
çocukla ilgili yapılacak işlemler hakkında bilgi vermeli ve aileden beklentinin ne
olduğunu açıklamalıdır. Yüz yüze görüşmede empatiye dayalı bir ilişki kurulması
çocuk ve ailenin endişe, belirsizlik ve kararsızlık duygularının giderilmesini
sağlayacaktır (Rosenberg, 2013). Empati sayesinde karşı tarafa şu mesajlar verilir:
“Seni fark ediyorum, duygunu paylaşıyorum ve bu yüzden sana yardım etmek için
harekete geçiyorum.” Görüşme esnasında saydam ve açık sözlü olma; çocuk ve
ailenin iyilik duygularını geliştirir ve olumlu duyguların güçlenmesini sağlar. Denetim
görevlisi mesleki bilgi ve tecrübesiyle, yetki sahibi olduğunu karşı tarafa hissettirmelidir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin katılım ilkesi gereği çocuk ve aileyi yardım
ilişkisine dâhil etmenin çeşitli teknik ve yöntemleri bulunmaktadır. Bu yöntemleri
kuruluşun “karşılama politikası” olarak nitelendirebiliriz. Öncelikle müracaatçıyı
rahatsız etmeyecek ve tehdit edici olmayacak şekilde karşılamak ve selamlamak
gerekir. Pek çok belirsizlik nedeniyle karmaşa yaşayan müracaatçının talebi, sorunu
ya da durumuna gerçekten ilgi göstermek; beklentisini ifade etmesini kolaylaştırmak;
müracaatçının isteğini, kaygısını, kurumdan ve denetim görevlisinden beklentisini açık
bir şekilde ifade etmesine yardım etmek önemlidir. Müracaatçının kurum, denetim
görevlisi ya da sağlanan hizmet ile ilgili sahip olabileceği yanlış anlamaları ya da
korkuları belirlemek; hizmet sunumunu etkileyebilecek ilgili çalışma şartlarını
açıklamak da daha sonra yaşanması muhtemel çatışmaları önleyecektir.
Karataş
12
Denetim görevlisi ilk görüşmede; temsil ettiği kurumun hizmet sunum ve yardım
yaklaşımını açıklamalıdır. Ceza adalet sistemi içinde olması nedeniyle denetim
görevlisinin istenmeyen müdahaleci, davetsiz yabancı ve otorite figürü olarak
algılanma ihtimali yüksektir. Bu nedenle denetim görevlisi kendisi, görev ve rolü
hakkında tanıtıcı açıklamalar yapmalıdır. Görevlinin kim olduğu, kimi temsil ettiği ve
niçin görüşme ihtiyacı duyduğu konusunda açıklama yaparak görüşmeye başlaması
karşı tarafı rahatlatacaktır. Görüşmenin başlangıcında; ilgili mahkemeye bir rapor
hazırlanacağı, bu yüzden söylenilenlerin mahkeme tarafından bilineceği belirtilmelidir.
Görüşmeye müracaatçının bulunduğu yerden yani müracaatçının önemli
saydığı ve hakkında konuşmak istediği konuyla başlamak önemlidir. Müracaatçı acele
ettirilmeden, düşüncelerini toparlamak ve söylemek istediklerine karar verebilmesi için
zaman tanınarak görüşme süreci yönetilmelidir. Müracaatçının söyledikleri herhangi
bir cihazla kayıt altına alınacaksa aydınlatılmış onam formu kullanılmalıdır. Ayrıca
iletişim bilgilerinin kaydedilmesi de unutmamalıdır (Sheafor & Horejsi, 2014).
Ön Değerlendirme ve Veri Toplama
Ön değerlendirme aşamasında çocuğun ihtiyaçları ve sorunları anlaşılmaya
çalışılır. Sorunların ve ihtiyaçların hangi sistemlerden, nasıl kaynaklandığı
belirlenmelidir. Çocuğun içinde bulunduğu sosyal bağlamı kavrayabilmek için ev
ziyaretleri gerçekleştirerek aile yapısı hakkında bilgi edinilmesi ve aile içi etkileşim
örüntülerinin ortaya çıkarılması çok önemlidir. Çocuk ve ailesi hakkında daha önceden
hazırlanmış bir sosyal inceleme raporu yoksa raporda olması gereken bilgiler
doğrultusunda sosyal inceleme yapmak öncelik taşımaktadır. Bu süreçte elde edilen
bilgiler çocuk hakkında düzenlenmesi gereken değerlendirme formları için de kaynak
niteliğinde olacaktır (Uluğtekin, 2012).
Ön değerlendirme aşaması; elde edilen ilk verilerden anlam ve deneysel sonuç
çıkarma süreci olduğundan bu bilgilerin, nihai bilgiler olmadığı bilinmelidir. Elde edilen
bu ham veriler süreç içinde ortaya çıkacak yeni bilgi ve belgelerle desteklenmelidir. Bu
aşamada sosyal hizmet bakış açısıyla yapılacak en önemli çalışma, müracaatçının
sosyal işlevselliğinin değerlendirilmesidir. Bu değerlendirme aynı zamanda sosyal
inceleme raporunun da ana gövdesini oluşturur. Sosyal hizmet müdahalesinin temel
amacı müracaatçının tatmin edici bir hayat sürdürmesi için sosyal işlevselliğindeki
sorunlarını düzeltmek ve önlemek, sosyal yapısını ve kapasitesini iyileştirmektir
(Sheafor & Horejsi, 2014). Bu amaçla suça sürüklenen çocuk ve ailesi hakkında ev
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 13
ziyareti ve sosyal çevre araştırması yapılarak kapsamlı bir ön değerlendirme
yapılmalıdır. Çocuğu ve aileyi kuşatan riskler doğru bir şekilde tespit edilmelidir.
Planlama ve Sözleşme
Planlama ön değerlendirme ve müdahale arasında köprüdür. Denetimli
serbestlik tedbiri kararını yerine getirmekle görevli kişi, bu tedbir kararının nasıl yerine
getirileceği konusunda bir plân hazırlar ve bu plân doğrultusunda uygulama yapar.
Suça sürüklenen çocuğun davranışlarının değişmesi, sosyalleşmesi ve yeniden
işlevsel hale gelmesi için planlama aşamasının titizlikle ele alınması gerekmektedir.
Sosyal hizmet disiplini açısından konuya yaklaştığımızda planlama, sosyal
inceleme raporunun müdahale planı bölümüne denk gelen, çocuk ve sosyal
çevresinde gerekli değişimleri gerçekleştirmek üzere hedefler belirlenmesini sağlayan
bir işlemdir. Müdahale planının giriş kısmında denetimli serbestlik tedbir kararına ilişkin
bilgilere yer verilmelidir. Kararı veren mahkeme, karar tarihi ve numarası, tedbir
kararının türü ve varsa süresi, tedbir kararının verilme nedeni, mevcut tedbir kararı
dışında aynı çocukla ilgili diğer tedbir kararları, hâkim ya da savcı tarafından iletilen
diğer hususlar vb. bilgiler planlamanın yasal gerekçesini oluşturması açısından
önemlidir. Planın ikinci bölümünde çocuğun bilgilerine yer verilir. Çocuğun adı, kimlik
numarası, doğum tarihi ve yeri, anne-baba adı, öğrenim durumu, anne-babanın sağ
ve birlikte olup olmadığı, velayet, vesayet veya kayyumiyete ilişkin bilgiler, kiminle
yaşadığı, adresi ve telefon numarası gibi bilgilerin olmasında yarar vardır. Planın
üçüncü bölümünde tedbir kararı verilmesine neden olan sorunlar detaylı bir şekilde
nedenleriyle birlikte ele alınır. Planın son bölümünde ise çocuğa ve aileye ilişkin
hedefler belirlenir. Her bir hedefe ulaşmak için planlanan faaliyetler, görev alacak kişi
ve kuruluşlar, hedefin tamamlanacağı süre, ilerlemenin nasıl ölçüleceği, işbirliği
yapılacak kişi ve kuruluşlar bu bölümde belirtilir. Hedefler belirlenirken ulaşılabilir ve
gerçekçi olmasına dikkat edilmeli, mümkün oldukça elde edilecek tek bir sonucun
belirtilmesi sağlanmalıdır.
Sosyal hizmet mesleğinde her bireyin kendi kaderini tayin etme hakkı olduğu
kabul edildiğinden planlamanın çocuk ve ailesiyle birlikte yapılması önemlidir.
Planlamada sorunlar önceliklere göre sıralanmalı ve ihtiyaç olarak tanımlanmalıdır.
Örneğin madde bağımlılığı olan çocuğun sağlıklı olma ihtiyacı olduğu, okul
devamsızlığı olan çocuğun ise okula uyum sağlama ihtiyacı bulunduğu bilinmelidir.
Sorun varlığından rahatsızlık duyulan fiziksel, bilişsel, duyuşsal ve davranışsal bir şeyi
tanımlarken, ihtiyaç yokluğundan rahatsızlık duyulan bir şeyi tanımlar.
Karataş
14
Planlama aşamasında müracaatçıyla birlikte bir ihtiyaç listesi hazırlanabilir.
Örneğin; sosyal güvencesi ve işi olmayan aile fertleri için ekonomik destek ihtiyacı, ruh
sağlığı sorunları olan aile bireyleri için psikiyatrik yardım ihtiyacı, boşanma, velayet vb.
konular için hukuki destek ihtiyacı, zararlı alışkanlığı olan aile bireyi için boş zaman
etkinlikleri ihtiyacı gibi ihtiyaç listesi yapılmasında yarar vardır. Müracaatçıyla birlikte
hazırlanan değişim planında mutabakat sağlandıktan sonra yazılı bir hizmet sözleşme
yapılması konuşulanların teyit edilmesi açısından önemlidir. Bu sayede iki taraf için de
yanlış anlaşılmaların önüne geçilmiş olacaktır.
Uygulama ve Müdahale
Değişim zordur ve müracaatçılar değişim için adım atmak konusunda korku ya
da kararsızlık içinde olurlar. Planlanan hedeflere ulaşmak için bilgi sağlama, tavsiye
verme ya da bazı durumlarda harekete geçmesi için ikna etmek gerekebilir. Bu
aşamada gereksiz ve acemice tavsiyelerden kaçınılmalıdır.
Müdahale aşamasında hedef davranışın güçlendirilmesi ve ilerletilmesi için
çocuklar desteklenmelidir. Örneğin devamsızlık sorunu yaşayan bir çocuk okula
devam ettiğinde hoşuna giden ve ihtiyacı olan bir eşya hediye edilebilir. Çocuğun
benlik imajını güçlendirecek olumlu destekler sağlanmalıdır. Örneğin; onay sözcükleri
kullanma ve çocuğa önemli biri olduğunu hissettirme gibi psikolojik pekiştireçler
kullanılabilir.
Müdahale aşamasında çocuğun suça sürüklenmesine neden olan ailesel
sorunlara müdahale etmek de önemlidir. Bu süreçte ailenin sosyo-ekonomik destek
alabileceği kuruluşlara yönlendirilmesi gerekebilir. İşsizlik sorununun çözümü için iş
danışmanlarına yönlendirme yapılabilir ya da ev ekonomisi ve idaresi konusunda
bilinçlenmeleri sağlanabilir.
Müracaatçılar çoğunlukla göç, istismar, yoksulluk, işsizlik gibi birden çok yıkıcı
tecrübeyle karşılaşmış insanlardır. Geçmişlerini yenmek isteseler de çoğu zaman
kendilerini güçsüz hissedebilirler. Kimilerinde kemikleşmiş bir kaybedilmişlik duygusu
hâkimdir, reddedildiklerini ve yok sayıldıklarını düşünürler. Bu olumsuz ve sınırlayıcı
yaklaşımları düzeltmek ya da ortadan kaldırmak için denetim görevlileri ve kurumlar
güçlendirme üzerinde durmalıdırlar (Sheafor & Horejsi, 2014).
Müdahale aşamasında suça sürüklenen çocuk ve ailesini mikro bir sistem
olarak ele alıp, bu sistem etrafındaki kaynakları ve fırsatları harekete geçirmenin yol
ve yöntemleri aranmalıdır. Ekolojik sistem yaklaşımı açısından denetimli serbestlik
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 15
birimi ve denetim görevlisi değişimi başlatacak sistem olarak değerlendirilebilir.
Denetim görevlisi müracaatçı sisteminde değişmesi gereken hususları belirledikten
sonra toplumsal kaynak ve fırsatları temsil eden eylem sistemini harekete geçirmelidir.
Örneğin; hırsızlık yaptığı için hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen 14 yaşındaki
çocuğuna (müracaatçı sistemi) yardımcı olmak isteyen anne, çocuğunun okul
arkadaşlarıyla ilişkisi konusunda destek almak istemektedir. Eğer hem annenin hem
de çocuğun değişmesi gerekiyorsa, ikisi de hedef sistem olur. Eğer sosyal çalışmacı
çocuğun öğretmenini, okul müdürünü ve okul rehber öğretmenini yardım sürecine
dahil ederse, bunlar eylem sisteminin bir parçası olur.
Şekil 2. Sosyal hizmet uygulamasında sistemler (Sheafor & Horejsi, 2014)
Son Değerlendirme ve Sonlandırma
Son değerlendirme sosyal hizmet müdahalesinin amacına ulaşıp ulaşmadığını
belirlemenin bir aracıdır (Duyan, 2012). Müracaatçı yararına yapılan değişim planının
ne oranda gerçekleştiğinin, aksayan yönler varsa nedenlerinin ve denetimli serbestlik
sisteminin yetersizliklerinin belirlenmesi yapılacak iyileştirmeler konusunda geri
bildirim sağlayacaktır. Değerlendirme hem müdahale programlarının geliştirilmesi hem
de erken uyarı alanıyla ilgili model üretilmesi açısından önemlidir. Sorunları
karmaşıklaşmış bir vakadan yola çıkılarak, benzer vakaların oluşmaması için alınacak
önlemelerin belirlenebilmesi bilimsel ve nesnel bir değerlendirmeyi gerektirir.
Değerlendirme yapıldıktan sonra planlanan hedeflere kısmen ya da tamamen
ulaşılmışsa artık çalışmanın sonlandırılması gerekmektedir. Ayrıca adli açıdan bir süre
ön görülmüşse süre bitiminde vakanın sonlandırılarak ilgili makamlara bilgi verilmesi
gerekmektedir.
Yardım amaçlı her ilişkinin bir sonu vardır. Sonlandırma, yardım ilişkisi sona
ererken ortaya çıkabilecek sorunlara hassasiyetle yaklaşarak denetim görevlisinin
•Denetimli Serbestlik
•Denetim Görevlisi
Değişim birimi sistemi
•Faydalanıcı
•Hizmetten yararlanan
Müracaatçı sistemi •Değişmesi
gereken birey
•Aile, grup
Hedef sistemi
•Sorunun çözümüne katkı sağlayacak birey
•Grup ve örgütler
Eylem sistemi
Karataş
16
bitirmeye rehberlik etmesidir. Sonlandırma aşamasında müracaatçıda kayıp hissi
yaşanabilir. Gerektiğinde yeniden destek alabileceği hatırlatılabilir.
Bu süreçte denetim görevlisi bazı sorulara cevap aramalıdır: Müdahale
yöntemleri başarılı oldu mu? Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasını gerektiren
problem ya da durum yeteri kadar çözüldü mü? Müracaatçı kabul edilebilir bir düzeyde
yaşamını sürdürebilecek mi? Kendine veya başkalarına zarar verme riski ortadan
kalktı mı? Denetim görevlisi gerekli sonuçları almak için yeterli zaman, enerji veya
beceri gösterebildi mi? Yetersizlikler olduysa nedenleri belirtilmelidir. Müracaatçının
farklı hizmet modellerine ihtiyaç duyması durumunda gerekli yönlendirmeler yapıldı
mı? Sonuçları izlendi mi?
İzleme
İzlemenin temel amacı, suça sürüklenen çocuk ve ailesinin denetimli serbestlik
sürecindeki kazanımlarını koruyup korumadığının takip edilmesidir. Bu nedenle süreç
sonlandırılsa bile belirli aralıklarla çocuk ve ailesiyle görüşmeler sürdürülmelidir.
Çocuğun iletişim içinde olduğu okul, spor kulübü, sosyal hizmet merkezi gibi
kuruluşlarla işbirliği yapılarak denetimli serbestlik sürecinde edinilen olumlu
kazanımların sürdürülmesi sağlanmalıdır.
SONUÇ
Denetimli serbestlik sisteminde çocuklara yönelik hizmetlerin yetişkin ceza
adalet sisteminden farklı bir şekilde yapılanması gerektiği açıktır. Mevcut durumda
yetişkinler için kurgulanmış sistemden çocukların yararlandırılması şeklinde yürütülen
uygulamalar, çocukların yeniden suç işlemesini önleme noktasında yetersiz
kalmaktadır. Çocuk denetimli serbestlik hizmetlerinin temel amacı çocuğun korunması
ve yeniden topluma kazandırılması olduğundan, çocuğun temel ihtiyaçlarının ve
toplumla bütünleşmesinin odak alındığı ayrı bir yapılanma gerçekleştirilmelidir
(Baykara-Acar, 2013).
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen yaşama, gelişme, korunma ve katılım
gibi temel haklar çocuklar için birer ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçların giderilmesinde ailenin
yanında devlet de birinci dereceden sorumlu aktördür. Bu nedenle yaşama, gelişme,
korunma ve katılım ihtiyaçları yeterince giderilememiş suça sürüklenen çocuklar için
denetimli serbestlik iyi bir telafi mekanizması olmalıdır.
Ailelerin, çocuklarının gelişimsel ihtiyaçları ve sorunlarıyla ilgili bilinçlenme ve
desteğe gereksinimleri vardır. Ailelerin yaşadığı bölgelerin suç oluşturan ve suçu
besleyen bir yapısı vardır. Bu bölgelerde yerel toplum kalkınması çalışmaları
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 17
yapılmalıdır. Aile ile okul arasındaki kopukluğun giderilerek, ilişkilerin güçlendirilmesi
gerekmektedir.
Çocuk ve gençlerin iş seçme ve mesleki yönlendirmeyle ilgili rehberliğe
ihtiyaçları vardır. Bu nedenle serbest zaman etkinlikleri beceri kazanmaya yönelik
olarak organize edilmelidir. Genç ve ailesi için örseleyici bir deneyim olan suç sonrası
süreçte adli işlemler hakkında bilgilendirilmeli, gencin ve ailenin profesyonel olarak
psikolojik destek almaları sağlanmalıdır.
Suça sürüklenen çocuk ve ailesinin birden çok ihtiyaç ve sorunu olması
nedeniyle kaynaklar ve sistemler arasında koordinasyonu sağlayacak bir vaka
yöneticisine ihtiyaç vardır. Denetimli serbestlik sistemi içinde görev alan denetim
görevlisi, bireyin yararlanacağı sistemleri bilen, harekete geçirme yetkisi olan ve
bireyin bu programlardan yararlanma durumunu değerlendirebilen vaka yöneticisidir.
Çocuğun gelişiminde ailesel ve çevresel kaynak ve fırsatlar hayati öneme
sahiptir. Bu nedenle tek başına çocukla çalışmanın arzu edilen değişimi sağlamada
yetersiz kalacağı bilinmelidir. Bütüncül bir yaklaşımla her düzeyde soruna müdahale
edecek kapsamlı değişim planı hazırlanmalı ve süreç saha çalışması, vaka yönetimi
gibi sosyal hizmet yöntemleriyle desteklenmelidir.
Müdahale aşamasında çocuğu topluma kazandırma çalışmaları yapılırken sivil
toplum kuruluşlarının desteğini almak gerekir. Aslında çocuğu topluma kazandırmak
derken, toplumun çocuğu kazanmak için ne yaptığının sorgulanması gerekmektedir.
Bu açıdan; bürokratik yapısı nedeniyle denetimli serbestlik müdürlüğünün hareket
alanı kısıtlıdır. Sivil toplum kuruluşları daha esnek çalışma fırsatına sahiptir. Ayrıca
toplumdaki gönüllü destekleri harekete geçirme adına sivil toplum kuruluşlarının daha
etkin olacağı düşünülmektedir.
Planlı değişim sürecinde hazırlanan ve mahkemeye sunulan sosyal inceme
raporu, denetim planı, denetim raporu suça sürüklenen çocuk ve ailesiyle ilgili değişimi
sistematik hale getiren sosyolegal belgelerdir (Uluğtekin, 2012). Bu açıdan sosyal
inceleme raporu denetimli serbestlik kararı verilmeden önce hazırlanmalı, soruşturma
ve kovuşturma makamına çocuk ve ailenin ihtiyaç ve sorunları hakkında
değerlendirme yapma fırsatı sağlamalıdır.
Karataş
18
Kaynakça
Adalet Bakanlığı. (2015). DS Bülteni: Risk Değerlendirme Sistemi. Ceza ve Tevkif
Evleri Genel Müdürlüğü: http://www.cte-ds.adalet.gov.tr adresinden alındı
Baykara-Acar, Y. (2013). Çocuk Adalet Sisteminde Ne Çalışır: Değerlendirme,
Tretman Programları ve Kanıt Temeli. H. Acar, N. Negiz, & E. Akman içinde,
Sosyal Hizmet: Temelleri ve Uygulama Alanları. Ankara: Maya Akademi
Yayınları.
Duyan, V. (2012). Sosyal Hizmet Temelleri Yaklaşımları Müdahale Yöntemleri.
Ankara: SHUD Yayınları.
Ümit, E. (2007). Mekandan İmkana: Çocuk Suçluluğunun Habitusu. Ankara: Ankara
Barosu Yayınları.
Karataş, Z., & Dağdelen, G. (2014). Çocukların Risklerden Korunmasında Erken Tanı
Ve Uyarı Sisteminin Önemi. Türkiye’de Çocuğun Refahı ve Korunması
Sempozyumu (s. 301-315). Ankara: Gündem Çocuk Derneği Yayınları.
Kubat, A. A. (2015). Denetimli Serbestlik ve Cezaların İnfazı. Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Munro, E. (2011). The Munro Review of Child Protection: Final Report A Child-Centred
System. London: UK Department for Education.
Prout, A., & James, A. (1997). A New Paradigm for the Sociology of Childhood?
Provenance, Promise and Problems. A. Prout, & A. James içinde, Constructing
and Reconstructing Childhood: Contemporary Issues in the Sociological Study
of Childhood (s. 7-32). London: Falmer Press.
Rosenberg, M. B. (2013). Şiddetsiz İletişim. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Sheafor, B., & Horejsi, C. (2014). Sosyal Hizmet Uygulaması: Temel Teknikler ve
İlkeler. Ankara: Nika Yayınevi.
TÜİK. (2014). Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuklar-2013. Ankara: Türkiye
İstatistik Kurumu.
TÜİK. (2015). Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması-2014. Türkiye İstatistik Kurumu:
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18633 adresinden alındı
Uludağ, Ş. (2011). Onarıcı ve Cezalandırıcı Adalet: Paradigma Değişikliğini Tetikleyen
Şartlar. Polis Bilimleri Dergisi, 13(4), 127-151.
Uluğtekin, S. (1991). Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma. Ankara: Bizim
Büro.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 19
Uluğtekin, S. (2012). Denetimli Serbestlik Altındaki Gençler ve Ailelerine İlişkin
Araştırma: İhtiyaçlar ve Beklentiler. Ankara: Özgeder .
Uluğtekin, S. (2014). Kanunla İhtilaf Halindeki Çocuklar: Eleştirel Düşünme ve
Türkiye'de Çocuk Adalet Sisteminin Bazı Özellikleri. P. Akkuş, & Ö. Başpınar-
Aktütün içinde, Sosyal Hizmet ve Öteki: Disiplinlerarası Yaklaşım. İstanbul:
Bağlam Yayıncılık.
Yavuz, H. A. (2012). Denetimli Serbestliğin Türk Ceza Adalet Sistemi İçerisindeki
Genel Görünümü Üzerine. Adalet Dergisi(42), 58-75.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMA ETİĞİ: BİR SOSYAL HİZMET DOKTORA ÖĞRENCİSİNDEN YANSIMALAR
Ozan SELCİK, Uzm. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Özet. Sosyal bilimler araştırmasında etik ancak 20. Yüzyılın ortalarından itibaren önemli rol oynamaya başlamıştır. Yaygın olan kanıya göre sosyal bilimler araştırmasının en temel kalite ölçütü olarak etik kabul edilmektedir. İyi bir sosyal hizmet araştırması, farklı bağlamlarda farklı anlayışları kabul edebilen kendine özgü etik ilke ve bilimsel yöntemleri barındıran uygulamadır. Araştırma, sosyal hizmet disiplininin en önemli bileşenlerinden biridir. Sosyal hizmetin amaçlarını yerine getirmede önemli bir rolü bulunmaktadır. Sosyal hizmet araştırması, etik sorumluluk gerektiren bir alandır. Bu çalışmada, sosyal hizmet araştırmacılarına araştırmalarının tasarımında süregelen kalıplar dışında bir yaklaşımla öneriler sunulmaktadır.
Anahtar sözcükler: Sosyal hizmet araştırması, Etik, Doktora
Selcik 22
ETHICS IN SOCIAL WORK RESEARCH: REFLECTIONS FROM A SOCIAL WORK PHD STUDENT
Ozan SELCİK, Spec. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdoğan University
Abstract. Ethics in social science research has played important role since the mid 20th century. According to common belief, the basic criteria for quality of social science research is regarded as ethics. A good social work research is kind of practice containing its own ethical principles and scientific methods accepting different concepts in different contexts. Research, on the other hand, is one of the important components of social work discipline. It has utmost importance in realizing aims of social work. Research in social work requires ethical responsibility. In this study, social work researchers are presented with suggestions out of ongoing patterns in social work research.
Keywords: Social work research, ethics, PhD
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
Giriş
“nam et ipsa scientia potestas est”
“Bilginin kendisi güçtür.”
(Bacon, 1597)
“Sosyal bilimlerde araştırma en başta tinsel bir etkinliktir.”
(Hallowell, Lawton & Gregory, 2005, p. 142)
Sosyal bilimler araştırmasında etik ancak 20. Yüzyılın ortalarından itibaren
önemli rol oynamaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren sosyal bilimler araştırmacıları
araştırmalarında katılımcıların gönüllü katılımı, bilgilendirilmiş onamı, gizlilik ve
anonimlik gibi etik ilkelere odaklanmak suretiyle etik standartları karşılamalı ve
araştırmalarının sonunda katılımcılara zarar vermediklerinden emin olmalılardır
(Drake, 2014:304). Etiğin sosyal bilimler araştırmalarındaki yeri konusunda
değerlendirme yapan Lincoln (1995; akt. Peled ve Leichtenritt, 2002: 148) “sosyal bilim
çalışmasının gücü ve değerini ölçmede etik standartlar en temel kalite ölçütü olarak
görülmesi” gerektiğini ileri sürmektedir.
Sosyal hizmet, bilgi, beceri ve değer temelli bir meslektir. Sosyal hizmetin
özgürleştirici değerlerini başarmada, bilgisinin sürekli olarak gelişip kabul görmesini
sağlamada sosyal hizmet araştırması büyük önem kazanmıştır. Araştırma, sosyal
hizmet disiplininin en önemli bileşenlerinden biridir. Sosyal hizmetin amaçlarını yerine
getirmede önemli bir rolü bulunmaktadır. MacDonald ve Macdonald’a (2001: 49) göre
araştırma, sosyal hizmetin bütüncül bir parçası olup akademide kariyer yapmak
isteyenlerin ilgilendiği seçeneksel, ikinci sınıf bir aksesuar değildir. Bununla birlikte
akla birtakım sorular gelmektedir. Araştırma, sosyal hizmetin gerekli bir parçası mıdır?
Evetse, hangi açıdan? Peki, araştırma nasıl etik olur? Sosyal hizmet, uygulamalı bir
meslektir. Araştırma, mesleki uygulamayı nasıl geliştirebilir? Bu çalışmamızda, sosyal
hizmet araştırmasının bilginin geçerliliğini koruyabilmesi, uygulamanın ise etkililiği ve
uygunluğunun sürdürülebilmesi açısından büyük katkısı olduğu yaklaşımıyla hareket
edilerek araştırmanın sosyal hizmet açısından önemi tartışılacaktır.
Sosyal hizmet, uygulamalı bir meslek olarak insanların hayatlarında bir etki
bırakmak ve sosyal değişimi sağlamak amacıyla hareket etmektedir. Buradan
hareketle çalışmamızın birinci bölümünde sosyal hizmet mesleğinin amacı ve misyonu
ortaya konarak güncel gelişmeler ışığında yeniden ele alınacaktır. Sosyal hizmet
Selcik 24
bilgisinin sürekli gelişmesi, güncel kalabilmesi ve en önemlisi de geçerliliğini
koruyabilmesi için araştırma yetisini sürekli olarak canlı tutmalıdır. Araştırmanın mikro
ve makro açıdan sosyal hizmet alanına büyük katkıları olduğu çoğu sosyal hizmet
akademisyeni, uzmanı ve uygulayıcısı tarafından kabul görmektedir. Çalışmamızın
ikinci bölümünde sosyal hizmet araştırmasının bağlamı ele alınarak mesleğin hangi
boyutlarında araştırmanın yer bulduğu, sosyal hizmet araştırmasının özellikleri
tartışılarak gerekliliği ve boyutları hakkında tartışma yapılacaktır.
Sosyal hizmet araştırması, etik sorumluluk gerektiren bir alandır. Fakat geçmişe
baktığımızda birçok etik dışı uygulama göze çarpmaktadır. Bu etik dışı uygulamalarda
öne çıkan etik ilkeler bulunmaktadır. Sosyal hizmet araştırmacısının bu yüzden
araştırma tasarımında ve etik bir şekilde uygulanması noktasında dikkat etmesi
gereken hususlar bulunmaktadır. Çalışmamızın üçüncü bölümünde iyi bir sosyal
hizmet araştırmasının özelliklerine değinilerek bir sosyal hizmet doktora öğrencisinin
gözlemsel tecrübeleri tartışılarak öne çıkan bu etik ilkelere öz biçimde yer verilecektir.
Sosyal hizmette araştırma yapmak demek “derin sularda yüzmek” demektir. Sosyal
hizmet insani hizmet temelli meslek olduğu için araştırmalarda etik sorunlarla
karşılaşılması muhtemel durumdur. Çalışmamızın dördüncü bölümünde sosyal hizmet
araştırmasında ortaya çıkması muhtemel etik sorunlar üzerine değerlendirme
yapılacaktır.
Postmodernizm, bilginin daima sorgulanması gerektiğini ileri sürerek bilgiyi
yapılandırmada yapısökümcü bir düşünce yaklaşımı tercih eder. Bu düşünce
bağlamında konuya yaklaşarak, sonuç bölümünde, sosyal hizmet araştırmacılarına
araştırmalarının tasarımında süregelen kalıplar dışında bir yaklaşımla öneriler
sunulacaktır.
Sosyal Hizmet Mesleğinin Amacı ve Misyonu
Sosyal hizmet mesleğinin amacını ve misyonunu ortaya koymada en temel
belge kuşkusuz ki dünya genelinde en geniş şekilde kabul görmüş Uluslararası Sosyal
Hizmet Uzmanları Federasyonu’nun (IFSW) en son 2014 yılında güncellenen evrensel
sosyal hizmet tanımıdır. IFSW’nin evrensel tanımda1 sosyal hizmetin uygulama odaklı
ve bilgi temelli bir meslek ve akademik disiplin olduğu vurgulanmaktadır. Sosyal
1 IFSW’nin en güncel sosyal hizmet tanımı için bkz. http://ifsw.org/get-involved/global-definition-of-social-work/
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 25
hizmet bu sorumluluğunu sosyal değişme ve gelişme, sosyal bütünleşme ve insanların
özgürleşerek güçlenmesini sağlamak için yerine getirir. Sosyal hizmet araştırması,
sosyal hizmet bilgisi ve uygulaması için önemli bir araçtır. Sosyal hizmet disiplininin
bilgi temelini arttırmak, uygulama boyutunu etkin hale getirmek gibi kaygıları vardır.
Bir başka açıdan ele alacak olursak, sosyal hizmet toplumun en dezavantajlı
kesimleriyle ve çok boyutlu karmaşık sorunlar ile bireylerine çeşitli nedenlerle
karşılanmamış ihtiyaçları ve zorlukları olan bireylerle çalışmayı içerir (Thompson,
2013: 154).
Sosyal hizmette iki odak bulunmaktadır: [1] bireysel özgürlükleri ve hakları
korumak; [2] sosyal adalet ve sosyal değişimi savunmaktır (Antle ve Regehr: 2003:
142). Bu amaçlar ışığında sosyal hizmet mesleği uygulamalarda bilgi ve beceri
temelini daima bilimsel ve deneyimsel gelişmeler ışığında güncel tutmalıdır. Bunun en
kestirme yolu kuşkusuz sosyal hizmet araştırmalarıdır. Bu araştırmalarda ise elzem
olan etik ilkeler mutlak suretle dikkat edilmesi gereken noktalardır. Bundan sonraki
bölümlerde sosyal hizmet araştırması ve etik ilkeler ele alınacaktır.
Sosyal Hizmet Araştırması
Kendini sosyal adalete adayan sosyal hizmet, insanların ihtiyaçlarını karşılama
ve insan haklarını korumada uygun modelleri kullanma konusunda sosyal hizmet
uzmanlarına politika üretme, araştırma yapma ve savunuculuk görevi üstlenme gibi
sorumluluklar yükler (Drake, 2014: 306). Diğer taraftan, sosyal hizmet araştırması ise
sosyal hizmet uzmanlarına karşılaştıkları bir sorunu çözme konusunda pratik bilgi
sağlamayı amaçlamaktadır. Dahası, toplum içerisinde insanların sorunlarını çözmede
ve sosyal refahı geliştirmede alana bilgi akışı sağlama misyonu vardır. Grinnell ve
Unrau (2011: 24; akt. Buz ve Akçay, 2015: 150) da sosyal hizmet araştırmasının bu
özelliklerini vurgulayarak uygulanabilir yeni bilgilerin alana kazandırılmasında rol
oynadığını ileri sürmektedir. Esasen, sosyal hizmet uygulamasının hümanistik
amacıyla paralellik göstermektedir. Uygulamada olduğu gibi araştırma “şefkatli”,
problem çözme odaklı ve uygulamaya dönük bilgi üretme çabası içerisindedir. “Şefkatli”
olma yaklaşımı sosyal hizmet müracaatçılarına yönelik bir çabadır. Bu çaba esnasında
araştırmacılara düşen başlıca sorumluluklardan birisi sosyal hizmet araştırma
yöntemlerinin iyi bir şekilde bilinmesi gerekliliğidir. “İyi bir şekilde bilinmesi”
yaklaşımından kastedilen güçlü bir araştırma ile zayıf bir araştırmayı ayırt edebilme
yetisine sahip olmaktır.
Selcik 26
Etik, araştırmanın her aşamasında bütüncül bir parçadır. Etik araştırmanın
diğer büyük katkısı ise incinebilir ve haklarından mahrum olan gruplardan katılımcıları
güçlendirme fırsatı sunmasıdır (Peled ve Leichtenritt, 2002: 149). Peled ve
Leichtenritt’in (2002) sosyal hizmette etik araştırmanın diğer katkılarını şu şekilde
sıralamaktadır:
• Etik araştırmanın katılımcılara faydası vardır.
• Etik araştırma katılımcıları ve diğer ilgilileri zarardan korur.
• Etik araştırma, sosyal hizmet araştırmacılarına teknik yeterlilik
kazandırır/geliştirir.
Sosyal hizmet araştırmasının mesleğe katkılarını tartışmada O’Connor vd.’nin
(1995: 222-3; akt. D’Cruz ve Jones, 2004: 7) öneri listesini de değerlendirmek
çalışmamızın çerçevesini çizmek açısından önem arzetmektedir. Bu bağlamda,
O’Connor vd. (a.g.e.) şunları önermektedir:
• Bilgi dağarcığımıza katkı
• İlgi duyulan özel bir soruna değinme
• Müracaatçıların sunulan hizmetler hakkında ne düşündüğünü öğrenme
• Belirli bir bölgedeki sosyal ihtiyaçları tespit etme
• Öneri hazırlama
• Politika yapıcıları etkileme
• İnsanları organize etme (örgütleme)
• Bireysel ihtiyaçları sosyal çağrılara dönüştürme
• Gizli kalmış ve sesi duyulmayanlara ses verme
• Olayların/durumların oluş tarzını/yönünü değiştirme
• Yeni müdahaleler geliştirme ve test etme
Önerilen bu fikirlerin sürekliliğinin sağlanması sunulan hizmetlerin güncelliğini
koruması ve var olan müdahalelerin geliştirilmesi noktasında daima itici bir güç olacağı
değerlendirilmektedir. D’Cruz ve Jones (2004: 8) da bu noktada, yeni ve değişen
durumlara duyarlı ve yenileşimci (inovatif) olmanın profesyonelleşme yolunda atılan
adımlar biri olduğunu ileri sürmektedirler.
Sosyal hizmet, “evsizler, şiddet mağdurları, yoksullar, madde bağımlıları,
mülteciler, LGBTİ’ler, suça sürüklenen çocuklar gibi toplumun her kesiminden
müracaatçıların iyilik halini arttırmaya çalışan” (Buz ve Akçay, 2015: 151) bir meslektir.
Bu sorunları çözmede “etkili ve işlevsel uygulamalar yapabilmesi için en iyi nasıl
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 27
müdahale edebileceklerine ilişkin bilgiye ihtiyacı” (Krysik ve Finn, 2010: 24; akt. Buz
ve Akçay, a.g.e.) vardır. Sosyal hizmet araştırması, mesleğin bilgi temelinin
gelişmesine katkı sağlamalıdır. Bu yüzden, bir sosyal hizmet uzmanı araştırmasını
yapılandırmada ve yukarıda vurgulanan katkıyı sağlamada etik sorumlulukları
bulunmaktadır. Bu etik sorumluluklar “Sosyal Hizmet Araştırmasında Etik” bölümünde
detaylı bir şekilde tartışılacaktır.
Sosyal hizmet araştırmalarının dikkat etmesi gereken bir diğer nokta ise insani
hizmet mesleği olmasından ötürü “güncel bağlamsal değişimlerdir” (D’Cruz ve Jones,
2004: 8). Daha önceden de tartışıldığı üzere değişim mesleğin doğasında mevcuttur.
Bu yüzden, sosyal hizmet değişen refah rejimlerine, yeni kamu yönetim sistemlerine,
iletişim ve bilgi teknolojilerindeki dönüşümlere, küreselleşmenin ve
uluslararasılaşmanın etkilerine, yeni sosyal hareketlerin etkisine sürekli olarak maruz
kalacaktır (O’Connor vd., 2000; akt. D’Cruz ve Jones, 2004). Bu yüzden, sosyal hizmet
uzmanları/araştırmacıları müracaatçılarına ve müracaatçı sisteminin diğer
paydaşlarına hizmet sunma noktasında araştırmanın bağlamını bu şartlarla birlikte ele
almalıdır.
İyi Bir Sosyal Hizmet Araştırmasının Özellikleri
Bir araştırmada yer alan her bireyin kolaylaştırıcı ve araştırmanın etik bir şekilde
gerçekleştirilmesinde sorumluluk rolü bulunmaktadır. Sosyal hizmet uzmanlarının
araştırmaya dâhil olanların iyiliğini veya güvenini ihlal etmeyecek bir biçimde
araştırmayı yürütmelerine ilişkin etik sorumlulukları vardır (Krysik & Finn, 2010). Daha
önceden de vurgulandığı üzere, araştırmanın etik bir şekilde gerçekleştirilmesi ‘ortak
sorumluluk’ gerektirmektedir. Araştırma çalışmalarının etik ilkeler ışığında
gerçekleştirilmesindeki birincil sorumluluk baş araştırmacıya veyahut biz sosyal
hizmet doktora öğrencilerinin danışmanına aittir.
Bir araştırmaya başlamadan önce sosyal hizmet araştırmacısının kendisine
sorması gereken ilk soru şu olmalıdır: Araştırmam sosyal adalete ve insan haklarına
nasıl katkı yapacaktır? İnsanla ilgili gerçekleştirilecek her çalışmada etik onay alınması
gereklidir. Bu gereklilik araştırmayı gerçekleştirecek öğrenci ve akademisyenler için
geçerlidir. Özellikle saha araştırmalarında böyle bir onay olmadan çalışma yapılamaz.
Etik onaydan önce araştırmacılar mutlaka ortaya çıkabilecek muhtemel etik sorunları
tanımlamalıdır; bu sorunlara nasıl değineceğini derinlemesine düşünmelidir; ilgili
kurullardan ya da danışmanından onay alırken bu sorunların çözümüne ilişkin
formülleri ortaya koymalıdır. Etik izin alındıktan sonra ise formülize edilen etik prosedür
Selcik 28
takip edilmelidir. Diğer taraftan araştırma katılımcılarından etik sorunlar hakkında
periyodik olarak geribildirimler almalıdır. Katılımcılardan alınan geribildirimler ışığında
etik sorunlara yaklaşma stratejisini gözden geçirmelidir; gerektiği durumlarda bu
süreçleri danışmanıyla gözden geçirerek güncellemelidir.
Sosyal Hizmet Araştırmasında Ortaya Çıkması Muhtemel Etik Sorunlar
Sosyal hizmet araştırmalarında insan ile çalışıldığından ötürü etik sorunların
ortaya çıkması muhtemeldir. Sosyal hizmet araştırmacıları etik sorunlar açısından
“derin sularda” yüzmektedir. Çünkü çalışılan nüfus gruplarının doğası, ele alınan
problemler, karşılaşılan sosyal adalet sorunları ve sosyal dönüşümü sağlama isteği
gibi konular bu sorunlara yol açmaktadır. (Mertens ve Ginsberg, 2008:485).
Araştırmanın etik ile ilişkisini tartışmadan önce tarihsel geçmişe kısa bir şekilde
değinerek şimdiki zamana ışık tutmak faydalı olacaktır. Etik ile ilgili literatürde sayısız
çalışma mevcuttur. Bu yüzden etik ile ilgili epistomolojik tartışmalara bu çalışmada yer
verilmeyecektir. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana gelen iki büyük
olan araştırmada etik standartların ortaya çıkmasında katalizör rolü oynamıştır.
Avrupa’da batı tarafından, 2.Dünya Savaşı’ndan önce insan üzerinde
gerçekleştirilen tıbbi araştırmalarda Hipokrat Yemini2 önde gelen bir rehber olan kabul
edilirdi. Mottosu ise “en azından, hiç zarar vermemek”tir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra
gerçekleştirilen Nürnberg mahkemeleri sonucu ortaya çıkan 10 maddelik “Nürnberg
İlkeleri” insan deneklerini etik dışı uygulamalardan koruyan rehber olmuştur. Nazi
Almanya’sında doktorlar, gönüllü olmayan mahkûm denekler üzerinde zalim ve bir o
kadar zararlı tıbbi deneyler gerçekleştirmiştir. Örneğin, bir insan buzlu suyun içinde ne
kadar dayanabilir testi; sıtma ve salgın sarılık gibi hastalıkların enjekte edilerek aşıların
denenmesi testi; insan deneklerin uzuvlarının kesilmesi ya da yaralamak suretiyle
antibiyotikleri deneme testi; damariçi benzin ya da çeşitli zehirli maddeler enjekte
edilerek insan deneklerinin ne kadar süre hayatta kalacağını belirleme testi.
Amerika’da 1932’de Birleşik Devletler Kamu Sağlık Hizmetleri’nin siyahi erkeklerle
gerçekleştirdiği Tuskegee çalışması etik ilkelerin ortaya çıkmasında kilometre
taşlarından bir diğeridir. Fakir ve okuryazarlığı düşük olan deneklerin 200’ünün frengi
2 Hipokrat Yemini, eski Yunan’da milattan önce 5. Yüzyılda Hipokrat tarafından yazıldığı kabul edilen ve etik standartlar doğrultusunda sağlık çalışanlarının uyması gereken yemin metnidir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 29
hastalığı bulunmamakta fakat 432’sine frengi hastalığı bulaştırılmıştır. Hiçbir deneğin
bilgilendirilmiş onamı alınmamıştır. Amaç, yıllar geçtikçe hastalığın seyrini izlemektir.
Hastalığın kendi eş ve çocuklarına geçirmelerine engel olunmamıştır. Toplumun
büyük protestosu sonucu bu çalışma sona ermiştir. Bu iki, en yalın tabirle, “etik dışı”
olay araştırmacıların etik bir şekilde çalışma yapmaları için etik standartlar getirme
gerekliliğine sebep olmuştur. Bunun ilk sonucu 1946 yılında geliştirilen Nürnberg
İlkeleri’dir. Fakat bu ilkeler tıbbi araştırmalar kapsamında kalmıştır. Daha sonra 1964
Helsinki Deklarasyonu insan deneklerine yönelik hakları genişletmiştir. Bu arada şunu
da belirtmek gereklidir ki Tuskegee çalışması, Nürnberg İlkeleri’nden etkilenmediği
ortadadır.
Sosyal hizmette araştırma etkinliklerinin artmasıyla birlikte araştırmalarda etik
kaygılar ön plana çıkmıştır. Araştırma etiği, araştırmacı ile araştırmaya katılan(lar)
arasındaki ilişki ile araştırmacının danışmanı ya da kurum kuruluşlarla olan ilişkisini
yönlendirmektedir. Bilginin yapılandırılması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılmasında ve en
önemlisi alana entegre edilme noktasında araştırmanın “koruyucu” özelliği
bulunmaktadır. Böylece bilimin gözlem ve deneyimlere dayanması sonucu güvenirlik
ve geçerlilik özelliği sonucu sağlanan bilgiye güvenilebilir. Diğer taraftan, sosyal hizmet
araştırması, sosyal hizmetin mesleki ve etik amaçlarını da yansıtmalıdır.
Etik, en yalın haliyle doğru veya doğru olmayan davranışlar ile ahlaki görev ve
sorumluluklar olarak tanımlanabilir. Etik ahlak ile ilişkilendirilmekte olup hem etik hem
de ahlak doğru ve yanlışla ilgilenmektedir. İoanna Kuçuradi3 (2004) etiği üç ayrı
anlamda tanımlamaktadır. Birincil anlamda etiği ahlak normları olarak ele alan
Kuçuradi belirli bir grupta, belirli bir zamanda, kişilerin birbirleriyle ilişkilerinde
değerlendirmelerini ve eylemlerini belirlemeleri beklenen değerlendirme ve davranış
normları, sistemleri anlamında olduğunu değerlendirmektedir. İkincil anlamda etiği ise
yazılı normlar bütünü olarak ve konsensüsle kararlaştırılan evrensel belgeler olarak
nitelendirmektedir (örneğin, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi). Üçüncül anlamda ise
doğrulanabilir-yanlışlanabilir bilgiyi ortaya koyması beklenen bir felsefe dalı olarak
ifade etmektedir.
Sosyal hizmet araştırmasında 21. Yüzyılda büyüyen öneme sahip olan ve öne
çıkan etik ilkeler şu şekildedir:
3 Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Ankara
Selcik 30
• Bilgilendirilmiş Onam
• Anonimlik
• Gizlilik
• Mahremiyet
• Fiziksel veya mental rahatsızlık/katılımcılara zarar vermeme
• Sponsorlu araştırma
• Bulguların şartlı yayımlanması
• Araştırma projesinin doğası
• Bilgilendirilmiş onam ve sponsorluğun düzenlenmesi
• Hilelik ve bilimsel suistimal
Küreselleşmiş bu modern dünyada bir meslek, etik ilkelerden bağımsız olarak
düşünmek zordur (Hugman, 2012: 82). Araştırmada etik karar vermeye etki eden 3
temel ilke vardır. Bu temel ilkeler ayrıca Belmont Raporu4 özel önerilerinde de yer
almaktadır. Buna göre;
• İnsanlara saygı: sosyal hizmet mesleğinin de en temel yaklaşımlarından biri
olan bu ilke araştırma katılımcılarına yönelik saygıyı, katılımcıların gönüllü
katılımları, bilgilendirilmiş onamları, gizlilik, vb. birçok etik ilkenin temelini
oluşturmaktadır.
• Yararlılık: risklerin mümkün olduğunca azaltılarak yararlılığın maksimize
edilmesi amaçlanmaktadır. Yararlılık, deontolojik ve teleolojik açıdan ele
alınabilmektedir. Diğer taraftan yararlılık, araştırma katılımcılarına maksimum
faydayı içermektedir.
• Adalet: Yarar ve risklerin adil bir şekilde dağıtılmasına odaklanmayı içerir.
Araştırma katılımcılarının adil bir şekilde savunulmasını içerir.
Sosyal hizmet disiplininin en temel iki ilkesi olan insan hakları ve sosyal adaleti
geliştirmeye katkı sağlayabilecek araştırma, sosyal hizmetin etik bir şekilde
uygulanması açısından dikkatle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım
özellikle postmodern bir dünyada daha fazla dikkat gerektirmektedir.
4 Belmont Raporunun tamamı için bkz. http://www.hhs.gov/ohrp/humansubjects/guidance/belmont.html
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 31
Sosyal hizmette uygulayıcılar belirsizliği ve anlam karmaşasını yönetmek
durumundadır; bunun yanı sıra uygulama bağlamında yapılanların farklı yollarını
bilmelidir. Postmodernist yaklaşımlar bu yüzden sosyal hizmet uygulamalarında rol
oynayan farklı diskurları değerlendirir ve birbirleri arasındaki dinamikleri
anlamlandırmaya çalışır. Bu da bizim anlayışımızı tek ve üniter bir yaklaşımdan çok
çeşitli bilgilere götürmektedir. Postmodernizmde bilgiye her zaman itiraz edilebilir. Bu
yaklaşımda ayrıca bilgi sökülüp parçalara ayrılabilir ve farklı diskurlarda yeniden inşa
edilebilir ve böylece sosyal hizmetin özgürleştirici değerlerine ulaşılabilir. Bu noktada
etik konusu da tartışmalara dâhil olmaktadır. Araştırmacı özel bir durumda iyi bir
uygulama için özgün araştırmasında farklı etik pozisyonlara kendini koyması
gerekebilir. Çoğulluk hem araştırmacının hem de araştırmacı katılımcısının özgün
politik ve sosyo-kültürel pozisyonunu göz önüne alarak farklı bilgiler inşa edilmesini
sağlar ve uygulayıcı ile müracaatçılar arasındaki bariyerleri kaldırmasına yardımcı olur.
Her bir vaka kendi içinde özgün olduğu kadar her bireyin de kendine özgü politik ve
sosyo-kültürel duruşu ve sonuç itibariyle kendine özgü etik ilke sistemi vardır. Bu
postmodern yaklaşımda doğal bir durumdur.
Sonuç
Postmodern araştırmalarda beklenmedik durumlar, dinamizm ve bilginin
çoğulluğu vardır; çeşitli diskurlardan faydalanılır. Bu yüzden iyi bir sosyal hizmet
araştırması, yukarıda da tartışıldığı üzere, farklı bağlamlarda farklı anlayışları kabul
edebilir. İyi bir uygulama, kendine özgü etik ilke ve bilimsel yöntemleri barındıran
uygulamadır. Buradaki amaç hiçbir zaman iyi bir uygulama için üniter bir bilgi çerçevesi
oluşturmak değildir. Pozitivist görüşlerde olduğu gibi bilginin sosyal olarak
yapılandırıldığını ya da yeniden üretildiğini kabul etmez. Ayrıca sosyal hizmet bilgisinin
kümülatif olarak geliştirilmesine karşı çıkar. Postmodernist yaklaşımlar eleştirel,
analitik ve yansıtıcı düşünceyi destekler.
Buradan hareketle, sosyal hizmet araştırmasında öğrenci ve akademisyenler
postmodern yaklaşımla araştırmalarını tasarlamalı ve sosyal hizmetin bu bireyler
tarafından farklı tanımlanabileceği fikrini göz önünde bulundurmalıdır. Hatta bu
yaklaşım teşvik edilmelidir. Her araştırma konusu kendi özelinde özgün olmalı ve kendi
bilgisini kendi bağlamında yapılandırmalıdır. Bu çalışmada olduğu gibi literatürde
sosyal hizmet araştırmalarında ön plana çıkan pek çok etik sorun kavramlar halinde
ele alınmıştır. Bu ele alış üniter bir bilgi oluşturma çabası olarak değerlendirilmemelidir.
Selcik 32
Ayrıca her araştırma özgün olduğu gibi araştırmacı ve katılımcıların da kendine özgü
etik ilkeleri olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
Sosyal adaletin en temel değerleriyle birlikte sosyal hizmet mesleğinin etik
süreçler konusunda toplumun tüm üyelerine sunacağı çok şey vardır (Blaskett, 1998;
akt. Jarldon, 2014: 55). Fakat konu araştırma çalışmalarına geldiğinde sosyal hizmet
araştırmacılarının dikkat etmesi gereken önemli noktalar vardır. Sosyal hizmetin etik
ile ilişkisi postmodernizm tartışmaları kapsamında ele alınabilir. Postmodernizm,
pozitivizmin aksine bilimsel aşamaların hiçbir aşamasını değer yargılarından bağımsız
olarak değerlendirmez; tek ve doğru bir yöntem söz konusu değildir. Sosyal hizmet
araştırmalarında, Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu Etik İlke ve
Kuralları rehber olarak alınmaktadır. Sosyal hizmet araştırmaları için etik komitelerden
alınan araştırma izinleri hem araştırmacı hem de araştırma bulgularına geçerlilik
kazandırmaktadır. Fakat bazı araştırmacılar bu süreci bir sıkıntı (Blaskett, 1998; akt.
Jarldon, 2014: 55); bazıları ise formların doldurulduğu bürokratik süreç (Hallowell vd.,
2005; akt. Jarldon, 2014: 55); ya da araştırmaya başlamanın önünde bir engel
(Guillemin ve Gillam, 2004; akt. Jarldon, 2014: 55) olarak görmektedirler. Etik kabul
alması o araştırmanın etik olarak gerçekleştirileceği, analiz edilip etik süreçlere bağlı
kalınarak raporlanacağı anlamına gelmemektedir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 33
Kaynakça
Antle, B. J., & Regehr, C. (2003). Beyond individual rights and freedoms: Metaethics
in social work research. Social work, 48(1), 135-144.
Blaskett, B. (1998). Arguing for a social work role in the promotion of ethical social
research. Australian Social Work, 51(4), 19-25.
BUZ, S., & AKÇAY, S. (2015). Sosyal Hizmet Araştırmasında Etik. Hacettepe
University Journal of Economics & Administrative Sciences/Hacettepe
Üniversitesi Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(1).
D'Cruz, H., & Jones, M. (2004). Social work research: Ethical and political contexts.
Sage.
Drake, G. (2013). The ethical and methodological challenges of social work research
with participants who fear retribution: To ‘do no harm’. Qualitative Social Work.
Grinnell, R.M., ve Unrau, Y.A. (2011). Social work research and evaluation. New York:
Oxford University Press.
Guillemin, M., & Gillam, L. (2004). Ethics, reflexivity, and “ethically important moments”
in research. Qualitative inquiry, 10(2), 261-280.
Hallowell, L., Lawton, J., & Gregory, S. (2005). Reflections on research: The realities
of doing research in the social sciences. Berkshire, England: Open University
Press.
Hugman, R. (2012). Culture, values and ethics in social work: Embracing diversity.
Routledge.
Jarldon, M., (2014). The Politics of Research Ethics in Social Work: Reflections From
a First-time Researcher. Journal of Social Work Values and Ethics, 11(2), 52-
60.
Krysik, J., & Finn, J. (2010). Research for effective social work practice (2nd ed.). New
York, NY: Routledge.
Kuçuradi, İ. (2004, Aralık 20). Felsefe ve Etik. Mimar Yunus Aran Anısına 20.
Konferans. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul.
Lincoln, Y. S. (1995) Emerging Criteria for Quality in Qualitative and Interpretive
Research, Qualitative Inquiry 1(3): 275–89.
Macdonald, G., & Macdonald, K. (2001). Ethical issues in social work research. R.
Hugman, & D. Smith içinde, Ethical Issues in Social Work (s. 46-61). New York:
Routledge.
Selcik 34
Mertens, D. M., & Ginsberg, P. E. (2008). Deep in Ethical Waters Transformative
Perspectives for Qualitative Social Work Research. Qualitative social work, 7(4),
484-503.
O’Connor, I., Smyth, I. and Warburton, J. (eds) (2000) Contemporary Perspectives on
Social Work and Human Services. Malaysia: Longman.
Peled E and Leichtentritt R (2002) The Ethics of Qualitative Social Work Research.
Qualitative Social Work 1(2): 145–169.
Thompson, N. (2014). Kuram ve Uygulamada Sosyal Hizmeti Anlamak (B. H. Eren, Ö.
C. Öntaş, Çev.). Ankara: Dipnot.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
SOKAKTA ÇALIŞTIRILAN ÇOCUKLARIN KARŞILAŞTIKLARI GÜÇLÜKLER ÜZERİNE NİTEL BİR ARAŞTIRMA: ANKARA ÖRNEĞİ1
Süleyman CÜCE Sosyal Hizmet Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi
Özet. Sokakta çalıştırılan çocuk sorunu, yalnızca bugünü değil, geleceği de bir ölçüde şekillendiren sosyal sorunlardan biridir. Sokakta çalıştırılan çocuk, çeşitli hizmetlerin ve günümüz dünyasının gerisinde kalabilmekte ve kendini gelecek için hazırlayamamaktadır. Çocuk, her yönden savunmasızdır. Bu özelliğiyle algıladığı veya algılayamadığı birçok tehlikeye karşı açık konumdadır. Çocuğun sokakta çalıştırılması da bu tehlikelere fırsat vermekte ve gelişimini ciddi anlamda etkileyebilecek olay ve durumlara şahit olmasına neden olabilmektedir. Bu doğrultuda; çalışmanın amacı, sokakta çalıştırılan çocukların çalışma sebeplerinin ve sokakta yaşadıkları güçlüklerin neler olduğunu belirlemektir. Nitel araştırma yöntemi temel alınarak yapılan araştırma betimsel analiz tekniğine uygun olarak yorumlanmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu Ankara’nın farklı semtlerinde sokaklarda çalışan 14 çocuk oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda sokakta çalıştırılan çocukların sokaklarda şiddet ve hakarete maruz kalabildikleri, ailelerine destek olabilmek için çalıştırıldıkları, günlük kazançlarının yüksekliğine bağlı olarak sokaklarda gönüllü olarak çalıştıkları ve ilk ve ortaokul düzeyinde olan çocukların eğitimlerine devam ettikleri görülmüştür. Bunun yanı sıra çocukların insanları bir tehdit olarak algılamadıkları; insanların kendilerine sözlü veya sözsüz herhangi bir şiddet uygulamadığı tespit edilmiş; çocukların sokaklarda çalıştırılmamaları için gerekli ihtiyaçları ise ekonomik yardım ve eğitimde süreklilik olduğu öğrenilmiştir.
Anahtar sözcükler: Sokakta çalıştırılan çocuk, çocuk işçiliği, çocuk işçi, şiddet, eğitim
1 Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü 2016-2017 Güz Dönemi Sosyal Hizmet Lisansüstü Programı Sokak Çocukları ile Sosyal Hizmet Dersi kapsamında hazırlanmıştır. Araştırmaya katkı sunanlara teşekkür ediyorum: Abdussamad Dhaaha, Ali Dikmen, Burcu Genç, Ecem Naz Nazlıer, Hikmet Cansın İşçi, Gizem Akoğlu, Yeşim Öğütçü, Büşra Uslu, Cihangir Karakaya, Sibel Vurkun, Selma Muşanovic.
Cüce 36
A QUALITATIVE RESEARCH ON CHALLENGES CHILDREN WORKING ON THE STREETS EXPERIENCE: ANKARA EXAMPLE
Süleyman CÜCE PhD Student in Social Work, Hacettepe University
Abstract. The issue of children working on the streets is one of the social problems shaping not only today but also the future. The child who works on the street may not benefit from the social services and the opportunities of the world today, and as a result cannot prepare himself for the future. The child is defenseless in every aspect. S/he is open to many threats that s/he cannot perceive. Working on the street also gives them an opportunity to witness some events and circumstances that may seriously affect their development. In this context; the aim of the study is to determine the reasons why they work on the streets and the challenges they experience on the streets. The research based on a qualitative research method is interpreted in accordance with the descriptive analysis technique. The study group is consisted of 14 children working on the streets in different districts of Ankara. Interview technique was used as a data collection tool. As a result of the research, it is found that the children working on the streets are exposed to violence and insult; they work in order to support their families, they work voluntarily on the streets because of high daily income, however they still continue their education at primary and secondary school level. In addition to this, it is important to state that children do not perceive the people as a threat; the people do not display any verbal or nonverbal violence behaviour against them; it is apparent that the children need to have financial support and continuing education in order for them not to work on the streets.
Keywords: Children working on the streets, child labour, violence, education
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
GİRİŞ
Sokakta çalıştırılan çocuk kavramı, kökleri insanlık tarihi kadar eski olan
yoksulluk sorununun çocuklar üzerindeki yansımalarından yalnızca bir tanesidir.
Sosyolojik açıdan incelenen yoksulluk, emek gücünü kullanabilen ve emek gücünü
kullanamayan grupların oluşturduğu iki kategoriye bölünmüştür. Bu durum
yoksulluğun çeşitli kesimleri ifade etmesini sağlamış ve farklı destek mekanizmalarının
çalışmasına yönelik itici güç olmuştur. Emek gücünü kullanma potansiyelinden yoksun
olan çocuklar, birinci yoksulluk kategorisinde yer almaktadır (Güneş, 2012, s. 186).
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), “182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk
İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi”nin
üçüncü maddesinde, çocuğun sağlık, güvenlik ve ahlakî gelişimini etkileyebilecek
türdeki çalışmalara kesin bir dille karşı çıkmaktadır. Böylece ülkelerin çocuk işçiliğinin
önüne geçebilmek için önlemler almaları zorunlu kılınmak istenmiştir. Buna rağmen
dünyadaki birçok ülke gelişmişlik düzeyi fark etmeksizin sokak çocukları ve çocuk
işçiliği sorunuyla ciddi anlamda karşı karşıya durumdadır (ILO, 2015).
Ülkemizde sokakta çalışan çocukların sayısına yönelik güncel ve resmi bir
verimiz ne yazık ki bulunmamaktadır. Bu nedenle mevcut sayı ve oranların
belirlenmemesine bağlı olarak söz konusu soruna getirilebilecek çözüm önerilerinin
uygulanabilirliği de zorlaşmaktadır.
Türkiye’de birçok sokakta, çocuk işçilerle karşılaşılabilmektedir. Atık kâğıt
toplama, ayakkabı boyama, simit, mendil, yara bandı, çiçek gibi malzemeler satan
çocuklar, bir yandan çalışarak harçlıklarını kazanmakta, bir yandan da okullarına
devam etmektedir.
Çocuklar; yoksulluğa ek olarak eğitimle ilgili nedenler, aile baskısı, çocuk
işçiliğine olan talep ve Çocuk İşçiliği Mevzuatı’nın etkin olarak uygulanamaması gibi
nedenlerden dolayı da sokaklarda çalıştırılabilmektedir. Bu durumun çocuklar
üzerinde ise duygusal, fiziksel ve psikolojik etkileri olmaktadır (Erbay, 2008).
Sokaklarda çalışma; özellikle çocuklar için oldukça dezavantajlı bir süreci
kapsamaktadır. Bu süreç içerisinde çocuk, örgün eğitimden ve fırsat eşitliğinden
yararlanamama gibi hayati imkânlardan uzak kalmaktadır (Açıkalın, 2008). Bu nedenle,
çocuklar için daha âdil ve eşitlikçi bir ortamın oluşması ve daha sağlıklı bir neslin
yetişmesi için “sokakta çalıştırılan çocuk” olgusuna acilen ehemmiyet kazandırılmalıdır.
Cüce 38
YÖNTEM
Araştırma, nitel araştırma yaklaşımına uygun olarak yürütülmüştür. Söz konusu
çalışmada, sokakta çalıştırılan çocukların karşılaştıkları güçlüklerin belirlenmesi için
en uygun yöntemin görüşme olduğu düşünülmüştür. Görüşme odaklı yapılan nitel
çalışmada, sokakta çalıştırılan çocuklarla birebir görüşmeler doğrultusunda şu
hususlara dikkat edilmiştir:
1. Katılımcıların yorgun olabileceği düşünüldüğünden soruların kolay
anlaşılabilir olmasına özen gösterilmiştir.
2. Ortamın oldukça gürültülü olması nedeniyle katılımcılara soru kâğıdındaki
sorular sesli ve anlaşılır bir şekilde okunmuştur.
3. Katılımcıların vereceği yanıtların yönlendirilmeden etkilenmemesi için
onaylama, reddetme gibi jest ve mimiklerden, söz ve ifadelerden kaçınılmış,
katılımcılar objektif bir açıdan dinlenmiştir.
4. Soruların hizasız olmasının önüne geçilmesi için, sorular belli bir sıra
doğrultusunda sorulmuştur.
Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubunu, Ankara’nın çeşitli semtlerinde sokaklarda
çalışan 14 çocuk oluşturmaktadır. Yaşları 8 ila 16 arasında değişen katılımcıların 8’i
erkek, 6’sı kız çocuğudur. Katılımcılar, kolay ulaşılabilir örnekleme metoduyla sürece
dâhil edilmiştir. Buna göre coğrafi yakınlık göz önünde bulundurulmuş ve araştırma
sürecine katılan Doç. Dr. Ercüment Erbay’ın 2 sorumluluğundaki 2016-2017 Güz
Dönemi Sosyal Hizmet Lisansüstü Programı Sokak Çocukları ile Sosyal Hizmet
Dersi’ni yüklenen 14 öğrencinin her biri bir katılımcı ile görüşmüştür. Bu nedenle
araştırma sonuçları, benzer durumlarda tamamen genellenebilir bir nitelik
taşımamakla beraber ancak sınırlı genellemeler yapılmasına olanak sağlamaktadır.
Araştırma, gönüllülük esasına dayandırılmış ve katılımcıların bilgileri dâhilinde ses
kayıtları alınmıştır.
Tablo 1: Katılımcılara İlişkin Bilgiler
2 Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 39
Katılımcı Adı Yaş Yaptığı İş Katılımcı Adı Yaş Yaptığı İş
A 12 Çiçek satıcısı H 12 Meyve satıcısı
B 14 Mendil satıcısı I 13 Mendil satıcısı
C 10 Mendil satıcısı J 13 Mendil satıcısı
D 11 Mendil satıcısı K 8 Dilenci
E 16 Simit satıcısı L 14 Ayakkabı boyacısı
F 12 Mendil satıcısı M 10 Dilenci
G 10 Mendil satıcısı N 14 Çiçek satıcısı
Veri Toplama Aracının Geliştirilmesi
Araştırmada veriler yarı-yapılandırılmış görüşme formu ile toplanmıştır. Nitel
araştırmada kullanılabilen bu formda, sorular önceden hazırlanmıştır ve katılımcıdan
belirlenmiş seçenekler arasından bir yanıt bulması istenmez. Ayrıca katılımcıların
vücut dili, yanıtları esnasındaki duraksamaları ve tonlamaları da dikkate alınmaktadır
(Bonifas, 2015).
Yarı-yapılandırılmış görüşme formu ile araştırmada katılımcılara esneklik
tanınmıştır. Sorular önceden hazırlanmış olmakla birlikte araştırılan kişilerin de
araştırma üzerinde kontrollerinin bulunmasını sağlamak ve araştırmaya belli bir
oranda esneklik kazandırabilmek amacıyla görüşme formuna sıkı sıkıya bağlılıktan
kaçınılmıştır (Özdoğan, ve diğerleri, 2014).
Bu doğrultuda görüşme formunda; katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini
yansıtan 3, sokakta çalışmalarından dolayı yaşadıkları güçlük ve hissettikleri
zorunluluğu yansıtan 4 soru olmak üzere 7 açık uçlu soru bulunmaktadır. Bunlara ek
olarak görüşmenin gidişatına uygun şekilde araştırmacılar birtakım ekstra sorular da
sormuşlardır. Görüşme formunda yer alan soruların geçerliliği, anlaşılırlığı ve istenen
verileri sağlayıp sağlayamayacağına ilişkin Doç. Dr. Ercüment Erbay ile görüşülmüş
ve kendisinin onayı alınmıştır.
Verilerin Toplanması
Araştırmadan elde edilen veriler, kullanılan “kolay ulaşılabilir örnekleme”
doğrultusunda Ankara’nın çeşitli semtlerinde sokakta çalıştırılan toplamda 14 çocukla
birebir görüşmeler yürütülerek toplanmıştır. Kolay ulaşılabilir örnekleme yöntemiyle
araştırmaya hız ve pratiklik kazandırılması amaçlanmıştır. Araştırmacılar, kendileri için
erişilmesi en kolay durumu seçerek katılımcılara ulaşmıştır (Yıldırım & Şimşek, 2005).
Görüşmeler gerçekleştirilmeden önce katılımcılar ses kaydı alınacağına dair
bilgilendirilmiş ve kimliklerinin gizli tutulacağı kendilerine iletilmiştir.
Cüce 40
Verilerin Analizi
Veriler, öncelikle bilgisayar ortamına aktarılmış ardından betimsel analiz
tekniğiyle çözümlenmiştir. Betimsel analiz ile birlikte araştırma kendi içinde
değerlendirilmekte olup sokakta çalıştırılan çocukların karşılaştıkları güçlüklere ilişkin
kendi duygu ve düşüncülerini anlamak için, verdikleri yanıtlar yorumlanarak mevcut
durumun anlaşılması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda katılımcıların sorulara
verdikleri yanıtlar, benzerlikler göz önünde bulundurularak gruplandırılmış ve
yorumlanmıştır (Berg, 2004).
BULGULAR VE YORUM
Araştırmada kullanılan görüşme formunda sorulan sorular çerçevesinde
bulgular, 4 başlık altında toplanmıştır. Çocukların çalıştırılma süreleri ve günlük
kazançlarına, çalıştırılma sebeplerine, sokaklarda herhangi bir şiddete maruz kalıp
kalmamalarına ve sokakta çalıştırılmamalarına yönelik kendi önerilerine ilişkin veriler
4 ayrı başlıkta toplanmış ve gruplandırılarak çözümlenmiştir.
Araştırma, Ankara’nın farklı semtlerinden sokaklarda çalıştırılan 14 çocuk ile
yapılan görüşmeler neticesinde yapılmıştır. Katılımcı çocukların sosyo-demografik
özelliklerine bakıldığında çocukların yaşlarının 8 ila 16 arasında değiştiği, 12’sinin
mendil, çiçek ve meyve gibi çeşitli malzemelerin satıcılığını yaptığı görülmektedir.
Çalışma Süreleri ve Günlük Kazanç
Araştırmaya katılan çocuklar genel anlamda ilkokul ve ortaokul düzeyinde
olduklarından sokakta çalışmaya okul çıkışlarında başladıklarını söylemiştir. Hafta
sonu tatillerinde de çalışan çocuklar, yaz tatillerinde hava sıcaklığının da etkisiyle daha
sıklıkla çalıştığını, kış aylarında zaman zaman kendilerine “tatil” yaparak çalışmak için
sokağa çıkmadıklarını eklemişlerdir.
“Ama zaten çok soğuk havalarda gelmiyorum.” (H, 12 yaşında)
“Evet gidiyorum. 7'ye geçtim. Hem okuyorum, hem mendil satıyorum.” (F,
12 yaşında)
“Okula gittiğim için hafta sonları çalışıyorum.” (B, 14 yaşında)
Katılımcıların çalışma süreleri oldukça değişkenlik göstermekte olup geç
saatlere kadar çalışmadıkları görülmüştür. Belli bir düzen dâhilinde çalışmadıklarını
belirten çocuklar, bazı günler hiç çalışmadıklarını da ifade etmiştir. Bu noktada
araştırmada net bir bulguya rastlanmamakla beraber yaz aylarında düzenli olarak
çalıştıkları teyit edilebilmektedir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 41
“Değişiyor, her gün aynı olmuyor. Bazen 10 lira, bazen 15 lira, bazı günler
20 lirayı geçiyor.” (C, 10 yaşında)
“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur.” (E, 16
yaşında)
“(Önündeki kartonun üstündeki iki liraya baktı) Değişiyor abla. Bazen 15-20
lira, bazen 25 lira.”(G, 10 yaşında).
“15-20 TL kazanıyorum. Biz beş kardeşiz. Annem 8 aylık hamile. 11
yaşında olan erkek kardeşim ve 8 yaşında olan kız kardeşim de benim gibi
mendil satıyor. Ev kirasını ödemeye çalışıyoruz ve eve ekmek götürüyoruz.
Küçük kardeşlerim 5-10 lira kazanabiliyorlar.” (J, 13 yaşında)
Araştırmaya katılan çocukların günlük gelirleri 10 TL ile 100 TL arasında
değişmektedir. Katılımcı çocukların 6’ü 10-20 TL arası, 4’ü 20-50 TL arası, 4’ü de 50-
100 TL arası bir kazanç sağlamaktadır. Duruma günümüz şartlarından bakıldığında
çocukların çoğunun iyi bir gelir elde ettiği söylenebilmektedir.
İnsanların kimileri, sokakta çalıştırılan çocuklara destek olarak onları sokaklara
bilinçsiz bir şekilde teşvik edebilmektedir. Nitekim çocuklardan kimilerinin gelirleri 100
TL’ye kadar çıkabilmektedir ve bu rakam hiç de azımsanacak bir boyutta değildir. Elde
edilen bu gelir, çocukların sokaklara daha fazla bağlanmasına neden olmasının
yanında bu işin bir meslek olarak çocukların kimliğine de yapışmasına sebebiyet
verdiği görülmektedir. Bu doğrultuda araştırmaya katılan M, henüz 10 yaşında
olmasına rağmen sokakta çalışmakta istekli olduğunu belirtmiş ve araştırmacının
gelecekle ilgili planlarının olup olmadığını sorması üzerine “Böyle olmak istiyorum yine”
yanıtını vermiştir.
Sokakta Çalıştırılan Çocukların Çalışma Sebeplerine İlişkin Düşünceleri
Araştırma, katılımcıların tamamının ekonomik kaygı nedeniyle sokakta
çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Bazı katılımcılar, okul harçlıklarını çıkarttıklarını
öne sürerek sokakta çalıştırılmalarında kendilerinin de gönüllü olduklarını ifade
etmektedirler. Araştırmaya katılan çocukların sadece 3 tanesinin sokakta çalışmak için
istekli olduğunu belirtmiş ve üçü de günlük kazançlarının 50-60 TL arasında değiştiğini
söylemiştir.
Ayrıca yaşıtlarına göre gayet makul seviyelerde para kazanılmasının da
çocuklar üzerindeki istekliliği etkilediği düşünülmüştür. Araştırmada isteksiz olduğunu
belirten ve zorunlu olarak sokakta çalıştığını doğrudan ifade edenlerin sayısı ise 4’tür.
Söz konusu çocukların ise günlük kazançları 15-35 TL arasında değişmektedir.
Cüce 42
“Abi çalışma nedenim zorla değil. Hem annem, bu soğukta gitmemi
istemiyor. Ben geliyorum, hem para yığıyoruz ailemize. Katkı veriyoruz.” (A,
12 yaşında, 60 TL kazanıyor.)
“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur. Babam
cezaevinde o yüzden çalışıyorum. Adam yaralamaktan girdi abla. Babam
dışarıdayken çalışmıyordum. Şimdi zorunlu olarak çalışıyorum. Bir kız
kardeşim de var. Annem de çalışmıyor. Ben bakıyorum. Zorunlu yani.” (F,
12 yaşında)
“Babamın işi yok, hem de okul parası yapıyoruz” (D, 11 yaşında, 10 TL
kazanıyor.)
Araştırmaya katılan çocuklara çalışma sebeplerine yönelik sorular
sorulduğunda büyük çoğunluğunun “ekmek parası” tabirini kullandığı görülmektedir.
Buna paralel olarak katılımcıların 10’u ailesine destek olmak için çalıştığını ifade
ederken, 3 kişi okul harçlığını çıkarttığını söylemiş, 1’i soruyu yanıtsız bırakmıştır. Bu
çerçeveden bakıldığında çocukların büyük çoğunluğunun ailelerinin duygusal veya
sözlü baskısıyla çalıştırıldığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim ailesine yardım etmek için
çalıştığını ifade eden çocukların da 4’ü, kardeşlerine bakmaları gerektiğini de ifade
etmektedir. Araştırmamıza katılan G, içinde bulunduğu bu durumu şu cümlelerle bize
söylemektedir:
“Abla paraya ihtiyaç var. Benim küçük kardeşim var. Süt lazım, mama
lazım, bez lazım. Arkadaşım da var şurada (Metronun merdiven tarafını
gösteriyor.) Onun da küçük kardeşi var. Onunki bir aylık benim kardeşim 4
aylık. Abla bez al bize, süt al”. (G, 10 yaşında)
“Bi istediğim var annem babam afiyet olsun başka hiçbir şey istemiyorum.”
(M, 10 yaşında)
“Burda iş yapıyorum ekmek parası için. Annem babama kim bakacak?”(M,
10 yaşında)
“Babamın işi yok, hem de okul parası yapıyoruz” (D, 11 yaşında)
“Ekmek parası için, aileme yardım etmek için.” (E, 16 yaşında)
Sokakta Çalıştırılan Çocukların Karşılaştıkları Güçlükler
Farklı semtlerde gerçekleştirilen görüşmelerde çocuklara sokakta karşılaştıkları
tehlikelerin neler olduğu sorulmuştur. Çocuklar, herhangi bir tehlikeyle
karşılaşmadıklarını, sözlü veya fiziksel şiddete uğramadıklarını ifade etmiştir.
‘Kötü bir şey ile karşılaşmadım.’ (C, 10 yaşında)
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 43
“Kötü bir şey yaşamadım.” (L, 14 yaşında)
“Esnafı tanıyorum onlar da bizi tanıyor. Seni tanıdık sen de bizi tanıdın. Bir
yıldır sokakta mendil satıyorum hiç tehlikeli bir durumla karşılaşmadım.” (J,
13 yaşında)
Çocuklar oldukça küçük yaşta olduğu için zaman zaman hayvanlardan da
korktuklarını söylemişlerdir:
“Yok bir şey olmuyor ama köpeklerle karşılaşıyorum. Bir tek köpeklerden
korkuyorum.” (D, 11 yaşında)
Katılımcıların, insanların kendilerini nasıl gördüğü ile ilgili soruya ise ortalama
yanıtlar vermiştir. İnsanların kendilerine kimi zaman iyi kimi zaman ise kötü baktığını
söyleyen çocuklar kendilerine yardımcı olan insanların da olduğunu ve kendilerine
bahşiş vererek onlara destek olduğunu söylemektedir.
‘Ne düşündüklerini bilmiyorum. Ama sattığım peçetelerden alıyorlar. Zarar
vermiyorlar, yardım ediyorlar.” (C, 10 yaşında)
“Bazıları iyi, bazıları kötü Bazıları bağırıyor, bazıları iyi davranıp çiçek
alıyor.” (N, 14 yaşında)
Katılımcıların verdiği bilgiler ışığında sokakta, insanların çoğu zaman bir tehlike
olarak düşünülmediği görülmüştür. 13 katılımcı insanların kendileri için bir tehlike
oluşturmadığını belirtmelerinin yanı sıra bazı çocukların, zaman zaman insanların
kendilerine yönelik bakışlarından rahatsız olduğu ifadelerden anlaşılmıştır.
“Böyle. Onlar bana bööyle bakıyorlar ben burda oturuyom onlar bana
bakıyorlar.”(M, 10 yaşında)
Rahatsız olanların dışında, çocuklardan bazıları da insanların kendilerine nasıl
baktığıyla ilgili olumlu veya olumsuz herhangi bir yorum da getirememiştir. Bu konuyla
ilgili herhangi bir düşünceleri olmadığını ifade eden çocukların mevcut durumu
kabullenmiş oldukları düşünülmüştür:
“Ne düşündüklerini bilmiyorum. Ama sattığım peçetelerden alıyorlar. Zarar
vermiyorlar, yardım ediyorlar.”(C, 10 yaşında)
“Hiçbir şey düşünmüyorum. Ben ekmek parası kazanıyorum.”(E, 16
yaşında)
“(Bu konuda) Hiç bir şey düşünmüyorum.” (L, 14 yaşında)
Çocukların Ankara’nın soğuk ikliminde de sokaklarda çalışması, birçoğu
belirtmese de, çocukların sokaklarda karşılaştıkları güçlüklerden biri olarak
araştırmacılar tarafından gözlemlenmiştir. Sonbahar aylarında yapılan araştırmada,
Cüce 44
çocukların kimi zaman ellerini saklamaya çalıştıkları veya montlarının içine koyarak
kaldırımlarda oturdukları görülmüş ve bu doğrultuda şu ifadeler oldukça dikkate değer
görülmüştür:
“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur.” (F, 12
yaşında)
“Ama zaten çok soğuk havalarda gelmiyorum.” (H, 12 yaşında)
“abi çalışma nedenim zorla değil. Hem annem, bu soğukta gitmemi
istemiyor. Ben geliyorum, hme para yığıyoruz ailemize. Katkı veriyoruz.” (A,
12 yaşında)
Sokakta Çalıştırılan Çocukların Çocuk İşçiliğine Yönelik Önerileri
Araştırmada sokakta çalıştırılan çocuklara, sokaklardan kurtulmak için neyin
gerekli olduğu sorularak en çok ihtiyaç duydukları şeylerin neler olduğu belirlenmek
istenmiştir. Bu doğrultuda sorulan soruya verilen yanıtlar arasında sıklıkla tekrarlanan
iki ihtiyaç ortaya çıkmaktadır: Ekonomik destek ve eğitim.
Araştırmaya katılan çocukların 6’sı ekonomik desteğin çalışmalarını
engelleyebilecek en önemli ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır. Birçoğu aileleriyle beraber
sokaklarda çalışan çocuklar; evin kirası, kardeşlerine bakma, evin giderlerini karşılama
ve okul harçlığını çıkarma gibi sebeplerden dolayı sokaklarda çalıştığını söylemektedir.
“Biz buraya (Ankara’ya) başka bir yerden göçtük. Annem, babam var. Onlar
da çalışıyor. Annem benim gibi peçete satıyor, babam kâğıt topluyor”(C, 10
yaşında)
“Babam cezaevinde o yüzden çalışıyorum. Adam yaralamaktan girdi abla.
Babam dışarıdayken çalışmıyordum. Şimdi zorunlu olarak çalışıyorum. Bir
kız kardeşim de var. Annem de çalışmıyor. Ben bakıyorum. Zorunlu yani.”
(F, 12 yaşında)
“15-20 TL kazanıyorum. Biz beş kardeşiz. Annem 8 aylık hamile. 11
yaşında olan erkek kardeşim ve 8 yaşında olan kız kardeşim de benim gibi
mendil satıyor. Ev kirasını ödemeye çalışıyoruz ve eve ekmek götürüyoruz.
Küçük kardeşlerim 5-10 lira kazanabiliyorlar.” (J, 13 yaşında)
Bu bulgular paralelinde sokakta çalıştırılan çocukların hanelerine katkıda
bulunmak için çalıştığı görülmekte ve yeterli ekonomik gelirlerinin olması halinde
çocuklar, çalışmayı bırakacaklarını belirtmektedir.
“Durumumuz olsaydı, borçlarımız olmasaydı. Evimiz bizim olsaydı,
çalışmamıza gerek yoktu.” (A, 12 yaşında)
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 45
“Bilmiyorum abla. Yani para gerekli. Öyle olunca çalışıyorum. Ama
çalışmamıza izin vermiyorlar. Kardeşim 4 aylık. Bize süt lazım, bez lazım.
Abla şuradaki arkadaşıma da al. Onun kardeşi daha küçük. Bir aylık. Hatta
bana almasan da ona al abla.” (G, 10 yaşında)
Katılımcılar her ne kadar net bir öneri getiremese de, sokakta çalışmaya devam
etmemeleri için gerekli olan en önemli şeylerden birinin eğitim olduğunun bilincinde
oldukları fark edilmiştir. Bazı çocukların okul ile çalışma arasında kaldıklarında okulu
tercih ettikleri görülmüş, çalışma işini okul çıkışında yaptıkları öğrenilmiş ve okul
süreçlerinin aksamadan devam ettirilmeye çalışıldığı fark edilmiştir. Benzer şekilde
çocukların okul harçlıklarını çıkarmaya çalıştıklarını söylemesi de okula devamlılık
göstermeye verdikleri önemi ortaya koymaktadır.
“Yok. Fazla zor olmuyor. Zaten ödevimin çok olduğu zamanlarda
gelmiyorum.”(H, 12 yaşında)
“Evet gidiyorum. 7'ye geçtim. Hem okuyorum hem mendil satıyorum.” (F,
12 yaşında)
“Ya okul harçlığımı falan çıkardığım için (çalışıyorum)…” (H, 12 yaşında)
Elde edilen bu verilerle, araştırmaya katılan çocukların ekonomik gelirlerinin
artırılması ve desteklenmesiyle eğitim haklarından da daha kayda değer biçimde
faydalanacakları sonucuna ulaşılabilmektedir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Sokaklarda çalışma, çocukların gelişimlerini etkilemekte, sokaklarda birçok
tehlikeyle karşı karşıya kalmalarına neden olmakta ve eğitimlerini büyük oranda
sekteye uğratmaktadır. Araştırma, sokakta çalışma yaşının 8 yaşa kadar düştüğünü
kanıtlamaktadır. Daha küçük yaşlarda çalışan çocuklar olduğu da hesaba katıldığında
ülkemizde birçok çocuğun sömürüldüğü, sıcak bir ortamdan mahrum bırakıldığı ve
eğitim olanaklarından etkin bir şekilde yararlanamadığı ortaya çıkmaktadır.
Sokakta çalıştırılan çocuk sorununun yoksulluğun bir sonucu olduğu
düşünüldüğünde, ülkemizde sokakta çalıştırılan çocuğa yönelik müdahale planlarının
uygulamaya dökülmesi önündeki en büyük engel; elimizde yoksul bireyleri içeren, net
bir sayı verebilen bir veri tabanının olmayışıdır. Müdahale, ancak uygulanacağı kesim
belirlendikten sonra gerçekleşebilecektir. Bu nedenle, öncelikli hedefin, gerekli
bilgilerin bulundurulduğu, altyapı niteliğinde bir veri tabanının oluşturulmasıdır.
Sokakta çalıştırılan çocukların gelirlerinin artmasına paralel olarak sokakta
çalışmadaki istekliliklerinin de artması, çocukların sokağa itilmesine neden olduğu
Cüce 46
görülmektedir. Sosyo-ekonomik desteğin takibinde çocukların düzenli olarak Aile
Sosyal Destek Programı (ASDEP) veya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
(SYDV) bünyesinde çalışan sosyal hizmet uzmanlarının yapacağı ev ziyaretleriyle
takip edilmesinin, çocuğun sokakta çalıştırılmasına engel olacağı düşünülmektedir.
Katılımcı çocuklar ekonomik anlamda yoksun olan ailelerden gelmektedir.
Çocukları çalışmaya iten asıl sebebin de bu olduğu anlaşılmaktadır. Çocukların
sokaklarda çalışmasıyla beraber hem kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri hem de eve
gelir sağlamaları, çocukların sokaklardaki yaşantısının güçlenmesine neden
olmaktadır. Bu anlamda çocukların okul ihtiyaçlarının karşılanması için belediyelerin
ilk ve ortaokul düzeyinde bir çalışma yürütmesi ve sokakta çalıştırılan veya çalıştırılma
ihtimali olan çocukların bu ihtiyacını karşılamaları, sorunun çözümüne katkı
sağlayacaktır.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 47
KAYNAKÇA
Açıkalın, N. (2008). Yoksulluk ve Genç Kuşakların Toplumsal Hareketlilik Şansları:
İstanbul ve Gaziantep Örnekleri. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(3),
34-54.
Berg, B. L. (2004). Qualitative Research Methods (5. b.). California State University.
Bonifas, R. (2015). Dr. Robin Bonifas İle Nitel Araştırma. J. L. Krysik, J. Finn, & E.
Erbay (Dü.) içinde, Etkili Uygulama İçin Sosyal Hizmet Araştırması (A. Aykara,
& K. Düzyurt, Çev., s. 187-226). Ankara: Nika Yayınları.
Erbay, E. (2008). Çocuk İşçi Olmak. Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayını.
Güneş, F. (2012). Göç, Yoksulluk ve Sosyal Politika. Adana.
ILO. (2015, Haziran 18). International Labour Organisation. Eylül 16, 2017 tarihinde
Uluslar Arası Çalışma Örgütü Web Sitesi:
http://www.ilo.org/ankara/conventions-ratified-by-turkey/WCMS_377311/lang--
tr/index.htm adresinden alındı
Özdoğan, A., Sevinç, B., Gürer, C., Büker, H., Demir, İ., Köseli, M., . . . Köksal, T.
(2014). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri (4. b.). (K. Böke, Dü.) İstanbul:
Alfa Yayıncılık.
Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2005). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (5. b.).
Ankara: Şeçkin Yayıncılık.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
EVDE BAKIM HİZMETİ ALAN ENGELLİ BİREYE SAHİP AİLELERİN BAKIM VERME YÜKLERİNİN BELİRLENMESİ: AMASYA ÖRNEĞİ1 Yunus Emre ÖZTÜRK Doç. Dr., Sağlık Yönetimi, Selçuk Üniversitesi
Şener ŞENTÜRK Yrd. Doç. Dr., Eğitim Bilimleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Yunus MACİT Sosyal Hizmet Uzmanı, Amasya Yükseköğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu
Özet. Bu araştırma Amasya ilinde evde bakım hizmetinden yararlanan ailelerin bakım verme yüklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada sosyo-demografik bilgileri içeren anketle birlikte, Bakım Verme Yükü Ölçeği kullanılmıştır. Ocak 2015 verilerine göre evde bakım hizmeti alan 163 aile ile anket formları doldurulmuştur. SPSS 21 programında elde edilen verilerin analizleri yapılmıştır. Bakım hizmeti veren bireylerin yaşlarına bakıldığında %44,2’sinin 41- 55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmektedir. Engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek, bakıcıların ise %84 kadın, %16 erkek olduğu saptanmıştır. Araştırmada yer alan engelli bireylerden %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç evlenmemiştir. Bakıcıların medeni durumlarına bakıldığında ise %90,2’lik kısmının evli olduğu bilgisine ulaşılmaktadır. Bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %68,7’si okur-yazar değildir. Bakım hizmeti veren bakıcıların %81,6 gibi büyük bir kısmının ev hanımı olduğu görülmektedir. Araştırma sonucunda bakım hizmeti veren ailelerin bakım verme yükü aritmetik ortalaması 27 puanla düşük çıkmıştır.
Anahtar sözcükler: Evde Bakım, Amasya, Bakım Verme, Yük, Aile, Engelli
1 Bu çalışma üçüncü yazarın, birinci yazarın danışmanlığında 2017 yılında tamamladığı yüksek lisans tezinin bir bölümünden üretilmiştir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
49
DETERMINATION OF CARE CAPACITIES OF THE FAMILIES HAVING PERSON WITH DISABILITIES WHO RECEIVES RESIDENTIAL CARE: AMASYA EXAMPLE2 Yunus Emre ÖZTÜRK Assc. Prof. Dr. in Health Management, Selçuk University
Şener ŞENTÜRK Asst. Prof. Dr. in Educational Sciences, Ondokuz Mayıs University
Yunus MACİT M.S.W, Amasya Institution for Higher Education Credit and Dormitories
Abstract. This research aimed to determine the caring burden of families who benefit from home care services in Amasya. The Survey of Caregiver Burden was used in the study with a questionnaire containing socio-demographic information. Questionnaires were completed with 163 families receiving home care services according to January 2015 data. Analyses of the data obtained in the SPSS 21 program were made. Given the age of caregivers, it is observed that 41-55% of the 44.2% and 30.1% of the individuals are over 56 years old. 61.3% of the handicapped individuals were female, 38.7% were males, 84% were female and 16% were male. While 28.8% of the disabled people in the survey were married, 29.4% never married. When the marital status of caretakers is examined, 90.2% of the caretakers are married. 68.7% of disabled people who use care services are not literate. It is seen that 81.6% of the carers who provide care services are housewives. As a result of the research, the care capacities of the families providing care services decreased by 27 points in the arithmetic average.
Keywords: Home care, Amasya, care, Handling, family, disabled
2 This article is originated from master thesis submitted under the supervision of corresponding author in 2017.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
GİRİŞ Engelli bireylerin toplum içerisinde sağlıklı bir halde yaşamını sürdürmesini
sağlamak, engellilerin bakım hizmeti aldığı yerlerden dışarıya çıkmalarını ve
yaşadıkları toplum bünyesinde bakım, destek ve yardım hizmetinin sağlanmasını
gerektirmektedir. Ülkeler gerekli ekonomik altyapı ve insan kaynağı kullanarak toplum
temelli hizmet modeline dönüşüm sürecini iyi planlamalı ve organize etmelidir.
İyi bir alt yapının oluşturulması ve kaynak sağlanması durumunda toplum
faydasını odak alan hizmetler daha iyi sonuçlar verecektir, fakat bu durumda maliyetin
yükselme ihtimali gündeme gelebilecektir. Devletler, hizmetleri özel şirketlere ihale
etmek, vergi indirimlerini teşvik etmek ve hizmetlerin kendileri tarafından doğrudan
satın alınmasını sağlamak için engelli bireyler ve ailelerine ekonomik destek aktarmak
gibi çeşitli tedbirlerini uygulamaya koyabilmelidir (WHO, 2011).
Yaşam beklentisinin artması, doğurganlığın azalması, tıp ve teknoloji
alanındaki gelişmeler günümüzde yaşlı nüfusun artmasına sebep olmaktadır. Yaşlı
nüfusun artışı yaşlılar ile ilgili sosyal, psikolojik, kültürel ve ekonomik bakımdan pek
çok sorunu da beraberinde getirmektedir (Daşbaş, 2011). Yaşam süresinin uzaması
karşısında tüm dünya toplumlarının, insan hakları temelinde; fizyolojik, biyolojik,
sosyolojik, kültürel, ekonomik ve psiko-sosyal olmak üzere bu çok boyutlu yaşlılık
olgusuna bilim ve uygulama düzeyinde hazırlıklı olmalarını gerektirmektedir (Dölek
2011).
Engellilik Kavramı Engellilik kavramı, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler (BM) gibi
konuyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenen uluslar arası kuruluşlarca engelliliğin
farklı olgu noktalarına vurgu yapılarak ifade edilirken, ulusal mevzuatta ise engelli
birey; doğuma bağlı veya doğum sonrasında herhangi bir sebeple bedensel, zihinsel,
ruhsal, duyusal ve sosyal becerilerini çeşitli oranlarda yitirmesi nedeniyle toplumsal
yaşama uyum sağlama ve günlük ihtiyaçlarını karşılama da güçlükler yaşayan ve
korunma, bakım, rehabilitasyon, rehberlik ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan birey
şeklinde tanımlanmaktadır (Nergis 2013). Yine WHO tarafından engellilik kavramına
ilişkin, hastalık sonuçlarına dayanan, sağlık tarafına yönelen bir sınıflama daha ortaya
konulmuş olup, sınıflandırma pek çok ülkede geniş kapsamlı olarak yazında yer
almıştır (Oğultürk, 2012).
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 51
Engellilik konusunda kullanılan ifadelere bakıldığında değişik eserlerde
çoğunlukla da aynı anlama gelecek şekilde farklı kavramlarında kullanıldığı, bu
kavramlar içinde de en sık rastlanılanların ise “bozukluk”, “engelli”, “özürlü” ve “sakat”
kelimelerinin olduğu görülmektedir. Buna karşın literatürde engellikle ilgili ifade edilen
kavramlar üzerinde henüz bir mutabakat sağlanamamıştır ve tek bir anlam için farklı
durumlarda farklı kavramlar kullanılmaya devam etmektedir (Öztürk, 2011).
Engellilik konusunda yapılan diğer tanımlara bakıldığında ise engellilik insan
olma durumunun bir halidir yorumu görülmektedir. Neredeyse herkesin hayatının bir
yerinde geçici veya kalıcı olarak engelli hale gelebileceğine dikkat çekilirken, uzun
yıllar yaşamını sürdüren insanlar ise yaşama dair işlevlerini ifa etme konusunda artan
zorluklarla karşılaşmak durumunda kalacaklarının üzerine vurgu yapılmıştır (Zoellick
ve Chan, 2011).
Engelli Türleri Engelliliğin sebeplerine bakıldığında, bu sebeplerin kayda değer bir bölümünün
kaçınılabilir, önlenebilir durumlar olduğu görülmektedir. Engelli olma hali genel olarak
kaynağına ve nedenlerine göre değişik biçimlerde kategorize edilmektedir. Bu
sınıflandırma genelde “doğum öncesi nedenler”, “doğum anına ait nedenler” ve
“doğum sonrası nedenler” şeklinde yapılmaktadır (Ersoy, 2014). Ancak burada
kategorileştirme ortopedik, görme, işitme ve konuşma ve zihinsel olmak üzere dört
başlıkta ele alınacaktır.
Ortopedik Engelli Fiziksel ya da ortopedik engellilik normal yaşına göre vücut aktivitelerinde
herhangi bir yitik olarak tanımlanmakla birlikte fiziksel engellilik noksanlık (Impairment)
olarak ta ifade edilmektedir (Oğultürk, 2012). Ortopedik engellilik, başka bir ifade ile
genetik faktörlerin yanı sıra doğum esnasında veya bireyin ileriki yaşlarda geçirdiği
kazalar ya da hastalıklar sonucunda merkezi sinir sisteminin zedelenmesi sonucu
ortaya çıkan durumları da belirtmektedir (Gündoğdu, 2014).
Görme Engelli Yazında görme engellilik; göz merceği hastalığı olarak ifade edilen ve gözü
oluşturan sinir, doku ve kaslardan herhangi birinde ortaya çıkan probleme bağlı olarak
oluşan engel türü olarak tanımlanmaktadır. Görme engelliler “görme kaybı yüksek” ve
“hiç göremeyen” olarak iki grupta ifade edilmektedir. Bütün tedaviler karşısında insanın
Öztürk v.d. 52
iki gözü ile görmesi 1/10 ile 1/30 arasında yer alarak, bir takım özel gereçlere bağımlı
olmaksızın yaşantısını devam ettiremeyen kişiler “az gören” olarak ifade edilmektedir.
Ancak işitme ve dokunma duyuları yardımıyla elde ettikleri bilgiler ışığında yaşamını
sürdüren, bütün tedavilere karşılık iki gözüyle görmesi 1/10’dan ve görüş açısı 20
dereceden düşük olan, normal hayat faaliyetlerinde görme yetisinden yararlanmasına
imkânı bulunmayan olmayan bireyler ise “hiç göremeyen” olarak tanımlanmaktadır
(Erdoğan, 2013).
İşitme ve Konuşma Engelli İşitmenin olması için gerekli olan işlevlerden birinin aksaması durumunda
ortaya çıkan işitme kaybına işitme engeli denmektedir. Bireyin bir ya da iki kulağında
tam olarak veya kısmi bir şekilde işitme fonksiyon kaybı yaşaması hali işitme engelli
olarak kabul görmektedir (Aktürk, 2012).
İşitme ve konuşma engeli herhangi bir nedenle kendini ifade edememe veya
ifadenin akıcılığında, hızında sorunlar yaşama ve ses bozukluğu olma durumudur.
Kulağı duymasına karşın kelimeleri telaffuz edemeyenler, gırtlağı alınanlar, konuşmak
için makine yardımına ihtiyaç duyanlar, kekemeler, afazi, dil dudak ve çene yapısında
sorunlar bulunan bireyler bu engel grubu içerisinde yer almaktadır.
Zihinsel Engelli Bir diğer engelli türü olan zihinsel engellilik diğer akran gruplarına oranla
akademik, sosyal, öz bakım ve dil kullanımı yönünden açık bir şekilde gerilik gösteren
bireyler olarak tanımlanmaktadır. 2000’li yıllara kadar zekâ geriliği tanımı daha yaygın
kullanılırken 2000’li yıllardan sonra bu kavram yerini zihinsel engellilik kavramına
bırakmıştır (Çankaya, 2013).
Zihinsel engelli kişi, zihinsel işlevleri yaşıtlarına göre geri olan ve uyumsal
davranışlarında yetersiz olan kişileri ifade etmektedir. Kişinin zihinsel işlevleri, çeşitli
zekâ testleriyle ölçülmekte, bu testlerle yapılan değerlendirmelerde zekâ bölümü
sürekli 70’in altında olarak belirlenen kişiler zihinsel engelli grubuna girmektedirler.
Normal insan zekâsı 100 olarak kabul edilmekte, zekâ testleri sonuçlarına göre zekâ
bölümü 70-100 arasında olanlar yavaş öğrenen kişiler, 70’in altında olan kişiler ise
zihinsel engelli kişiler olarak tanımlanmaktadırlar (Tunç, 2011).
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 53
Engellilere Yönelik Bakım Hizmetleri Bakıma Muhtaçlık, günlük hayatın akışı içerisinde yapılması gereken hal,
hareket ve davranışların yerine getirilmesi sırasında başkalarının yardım ve desteğine
ihtiyaç duyma durumu olarak ifade edilmektedir. Engelli bireye bakım verme tek bir
destek modeli ile kalmayıp, emosyonel destek ile fiziksel ya da maddi destek vermeyi
de kapsamaktadır. Diğer yardım çeşitleri ise tedavi hizmetleri ile aldığı bazı sosyal
hizmetlerin organize edilmesi, ilaç alımı, tedavisi, izleme vb. rutin sağlık bakımı,
yıkanma, beslenme, tuvalete gitme, giyinme vb kişisel bakım, ulaşım, alışveriş, küçük
ev işlerini yerine getirme, ekonomik yönetim, maddi yardım ve aynı evi paylaşmadır
(İncekaya, 2008).
Engellilere yönelik hizmetler değerlendirildiğinde sosyal hizmet, günümüzün
karmaşık ve sürekli değişen toplumunda vazgeçilemez bir unsur durumuna
gelmektedir. Sosyal hizmet uygulamaları farklı insanları ve pek çok farklı durumu
içinde barındıran geniş yelpazedeki dezavantajlı gruplarla çalışmakta, dolayısıyla
insanlara kendi çevreleri içerisinde aile yanında veya gerekirse sosyal çevrelerini
değiştirerek kurum bakımı altında maksimum düzeyde yardım etmeyi amaçlamaktadır.
İnsanlar sosyal varlıklardır. Birçok ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkasının
yardımına ihtiyaç duymaktadırlar. İnsanın gelişimi ve gelişimi ya da yaşamını devam
ettirebilmesi için diğer insanlarca sağlanan koruma, rehberlik ve eğitim önem arz
etmektedir. İnsanın temel ihtiyaçları arasında yer alan beslenme, barınma, sağlık,
kendini hasardan koruma, kabul görme ve sosyal destek, hayatın anlamı ve amacının
olması gibi kavramlar konusunda endişeler duyulması göz ardı edilmemelidir. Bu
durum engelli bireylerde ve engelli bireye sahip olan ailelerde ise daha da fazla
hissedilmektedir.
Evde Bakım Hizmeti Engelli ya da ileri düzey yaşlı bireylere verilen evde bakım hizmeti bireylerin
kendi evlerinde ve sosyal çevrelerinde yaşamlarına devam edebilmelerine imkân
tanınarak hayat kalitelerini arttırmayı amaçlayan bir hizmet türüdür
(www.eyh.aile.gov.tr). Evde bakım hizmeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın
“Bakıma Muhtaç Engellilerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine
İlişkin Yönetmelik” çerçevesinde şartları belirlenen engelli bireylere aile bireyleri
tarafından belirli bir ücret karşılığında verilen bakım modelidir (Sağlık-sen, 2016).
Öztürk v.d. 54
Kurum Bakım Hizmeti Kendi ihtiyaçlarını bir başkasının yardımı olmaksızın karşılayamayan Bakıma
Muhtaç Engellilere Yönelik Özel Bakım Merkezleri Yönetmeliği" ile faaliyet
göstermekte olan Özel Bakım Merkezleri, bakmakla yükümlü olunan birey sayısına
göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarı, bir aylık net asgari ücret tutarının
2/3’ünden daha az olduğu tespit edilen bakıma muhtaç engellilerin vasilerinin
istemeleri halinde resmî veya özel bakım merkezlerinde bakımlarının sağlanmadığı
merkezlerdir. Türkiye’de halen hizmet vermekte olan 159 Özel Bakım Merkezi 13.843
kapasite ile faaliyet göstermektedir (www.eyh.aile.gov.tr).
Bakımla İlgili Temel Kavramlar
Akraba: Engelli evde bakım hizmetleri kapsamında kullanılan akraba kavramı,
bakıma muhtaç yaşlının/engellinin; eşini, çocuklarını, çocuklarının eşlerini, ana ve
babasını, torunları ile torunlarının eşlerini, kardeşleri ile kardeşlerinin eşlerini,
kardeşlerinin çocukları ile kardeş çocuklarının eşlerini, eşinin ana ve babasını, eşinin
kardeşlerini, eşinin kardeşlerinin eşleri ile çocuklarını, amcaları ile amcalarının eşlerini,
amca çocukları ile amca çocuklarının eşlerini, halaları ile halalarının eşlerini, hala
çocukları ile bunların eşlerini, dayıları ile dayılarının eşlerini, dayı çocukları ile dayı
çocuklarının eşlerini, teyzeleri ile teyzelerinin eşlerini, teyze çocukları ile bunların
eşlerinin her birini ifade etmektedir (Sosyal Hizmet Terminolojisi).
Bakıcı Personel: Bedensel veya zihinsel bir hastalık/engel sebebiyle sağlıklı
bir bireyin yapması gereken ihtiyaçlarını görmede başkasının yarımına ihtiyaç duyan
bireyin, bakım sorumluluğunu üstlenen akrabası ‘bakıcı personel” olarak
tanımlanmaktadır (Karahan ve İslam 2013).
Bakıma Muhtaç Engelli: Çeşitli sebeplere bağlı olarak kendisinde meydana
gelen engel sebebiyle giyinme, yeme içme, beden temizliği, tuvalet ihtiyacını giderme,
alış veriş gibi temel yaşam ihtiyaçlarını, özbakım gereksinimlerini, her zaman icra
edilmesi gereken fiziki aktiviteleri yerine getirmede bir başkasının desteğine ihtiyaç
duyan kişi bakıma muhtaç engelli olarak ifade edilmektedir. Bakım Hizmetleri Değerlendirme Heyeti: Bakıma muhtaçlık ile ilgili alınan
Engelli Sağlık Kurulu Raporu ile bakım verecek kişinin başvurusu üzerine engelli ve
bakım yükünü üstlenen ailenin durumu değerlendiren ve bakıma muhtaçlık ile
ekonomik durum açısından ilgili mevzuat çerçevesinde, bakım ücretinin ödenmesine
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 55
ya da ödenmemesine karar veren ve üç farklı meslek grubundan oluşan heyete
denilmektedir.
Bakım Raporu: Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından üç meslek
grubundan oluşturulan bakım hizmetleri değerlendirme heyetinin; engelli birey ve
ailesine veya bakmakla yükümlü olunan birey sayısına göre engelliye düşen ortalama
aylık geliri tespit ettiği, engellinin bakıma muhtaçlık durumunu ve ailesinin sağlık ve
psiko sosyal durumunu tahlil ettiği ve buna bağlı olarak engelli bireye bakıcı personel
tarafından verilecek bakım hizmeti şeklinin tespit ettiği ve ana hatları Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığınca oluşturulan rapordur. Bireysel Bakım Planı: Bakım Hizmetleri Değerlendirme heyeti tarafından
yapılan inceleme sonucunda hangi alanlarda başkasının bakımına muhtaç olduğu,
hangi problemleri yaşadığı belirlenen engelli bireyin yaşantısı ve bakımına ilişkin, ana
hatları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenen, tespit edilen
gereksinimler doğrultusunda önerilerin olduğu plandır.
Engelli Birey ve Bakım Verme Yükü İlişkisi
Gelişmiş ve Türkiye gibi ülkelerinde içinde olduğu gelişmekte olan ülkelerde
yaşlı nüfusun giderek arttığı görülmektedir. 2050'li yıllara gelindiğinde ki 65 yaş üstü
nüfusun gelişmiş ülkelerde 64 yaş altındaki nüfusa göre iki kat, gelişmekte olan
ülkelerde ise üç kat daha hızlı olarak artacağı ve 2025 yılında dünya genelindeki yaşlı
birey sayısının 800 milyondan fazla olacağı düşünülmektedir. Ülkelerdeki yaşlı
oranının artması hastalık yükünün de artmasına sebep olacaktır. Bakım yükünün
büyük bir bölümü olan %46'sını ise kronik hastalıklar oluşturmaktadır. Bu yükün 2020'li
yıllara kadar %60’a kadar yükselmesi öngörülmektedir (Aksel, 2010).
Engelli bireyler, fiziksel ya da zihinsel olarak belli noktalarda ki gelişim düzeyleri
bakımından olumsuz olarak etkilenmiş olmasından dolayı diğer aile bireylerine engel
durumlarına göre bağımlı bulunmaktadırlar. Engellilik durumunun getirdiği bağımlılık
durumu bakım verme sorumluluğunu üstlenen aile bireyleri için devamlı olarak başa
çıkma gerektiren bir stres kaynağı olabilmektedir (Bahar ve ark., 2009).
Birçok engelli birey ve engelli bireye sahip olan aileler doğrudan ya da dolaylı
olarak sosyal hizmetlerin kararlarından ya da uygulamalarından etkilenmektedir.
Sosyal Hizmetler günümüzün karmaşık ve sürekli değişen toplumunda vazgeçilemez
bir unsur haline gelmiştir. Sosyal hizmetler temel olarak insanlara kendi sosyal
Öztürk v.d. 56
çevreleri içinde ve gerekirse sosyal çevrelerini değiştirerek en yüksek düzeyde yardım
etme işlevini amaç edinmiştir.
Bakım verme işlevi “yük” gibi olumsuz neticeler ortaya çıkarmakla birlikte salt
olumsuz sonuçlara dayanmayan, bireysel başarı, olgunlaşma, kişisel gelişim
duygularının da oluşmasına vesile olan olumlu neticeler de verebilmektedir. Bu
konuda çalışma yapan Dunkin olumlu algının kültürel kodlardan etkilendiğini örneğin
Afrika kıtasında yaşayan kadınların engelli ya da yaşlı bireye bakım verme işinden
dolayı olumlu olarak etkilendiğini ifade etmektedir. Yine bu hususta çalışan uzmanlar
bakım verenlerin bakım verme işleminden gurur duydukları, bir insana faydalı
olduklarını duygusunu yaşadıkları bu sebeple bakıma gereksinimi olan bir insana
bakım verme sürecine yük algısından ziyade daha olumlu yaklaşabildiklerini
belirtmişlerdir (İncekaya, 2008).
Genel olarak bütün engelliler, yaşam sürecinde çeşitli nedenlerle psikolojik,
sosyal ve ekonomik sorunlardan birisini, birkaçını ya da hepsini yaşayabilmektedir.
Engelli bireylere bakım veren ailelerde bu sorunlarla benzer ya da farklı şekillerle baş
etmek zorunda kalmaktadırlar. Engelli olmayan bireylerden farklı olarak engelli bireyler
ve bakım verme işlemini yerine getiren ailelerinin yaşadığı sorunlar, engelli olmayan
herkesin ortak yaşadığı sorunları da içermektedir. Başa çıkma, bireyin kendisi için
stres oluşturan etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı gösterdiği bilişsel,
duygusal ve davranışsal tepkilerin teması olarak ta tanımlanmaktadır (Şengül ve
Baykan, 2013).
Aileler engelli bireylerinin sağlıklı yaşam sürmelerinde çok kritik bir rol
oynamaktadırlar. Bazı aileler hiçbir sosyal destek sisteminden faydalanmadan engelli
bireylerinin bakımını üstlenirken, bazı aileler ise maddi ve manevi olarak profesyonel
destek talebinde bulunabilmektedir. Ailelerin yararlanabileceği sosyal destek türleri
olarak duygusal, bilgisel ve elle tutulur sosyal destek hizmeti verilebilmektedir. Bütün
bu destek türleri zaman zaman birbirini kapsayan nitelikler taşıyabilmektedir.
Engelli bireylerine bakım veren ailelerin yaşadıkları gerginlik, engelli bireylerle
etkili bir iletişim kuramama, engelli bireylerine ilişkin gerçekleştirilemeyecek beklentiler
içine girme, engelli bireylerin duygusal ihtiyaçlarından daha ziyade fiziksel
gereksinimlerini karşılama gibi olumsuz davranışlar geliştirmelerine neden
olabilmektedir (Coşkun ve Akkaş, 2009).
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 57
Engelli bireye bakım vermekte olan ailelerin yaşadığı duygusal problemler
toplumla ilişki kurmayı engelleyici, aile bireylerinin kendilerini toplumda soyutlamaya
yol açıcı özelliğe de sahip bulunmaktadır. Bu durumda engelli, engelli ailesi ve toplum
arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulması ve sürdürülmesine engel olmakta, bu durumda
bakım verici bireyin bakım verme yükünü arttırmaktadır. Ailenin engel durumuna bağlı
olarak yaşadığı duygusal problemlerin kendiliğinden ya da profesyonel destek alması
nedeniyle ortadan kalkmasıyla toplumla engelli ve engelli ile ailesi arasındaki ilişki
süreçlerine olumlu olarak yansımaktadır.
YÖNTEM Bu bölümde araştırmanın amacı, önemi, modeli, evren ve örneklemi, kullanılan
veri toplama araçları, verilerin toplanması, verilerin değerlendirilmesi, araştırmanın
etiği başlıklar halinde sunulmaktadır.
Araştırmanın Amacı Bu çalışmada, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri
Genel Müdürlüğü ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nce verilen “Evde Bakım
Hizmetleri” ve “Engelli Evde Bakım Hizmet Sistemi” irdelenerek; bu hizmetlerden,
Amasya İli örnekleminde faydalanan engelli bireye sahip ailelerin bakım verme
yüklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
Araştırma Amasya İl’inde ağır düzeyde bakıma muhtaç engelli bireylere bakım
hizmeti sunan aile bireyi bakıcılarla görüşme ve anket yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.
2015 yılı Ocak ayı itibariyle, Amasya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı
Amasya ve Merzifon Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüklerinin Sosyal Servis Veri
Tabanı’na kayıtlı evde bakım yardımından yararlanan 2.560 aile bireyi bakıcı (informal
caregivers) bulunmaktadır. Araştırma Amasya İli, ilçeleri ve merkez köyleri ile
sınırlandırılmıştır.
Araştırmanın evrenini Amasya İl Merkezi ve Merzifon, Gümüşhacıköy, Suluova,
Hamamözü, Taşova, Göynücek ilçelerinde ikamet eden ve evde bakım hizmeti alan
2.560 aile oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü olasılığa dayalı örnekleme
yöntemiyle belirlenmiş ve hesaplama sonucunda 163 hanenin evreni temsil
edebileceği sonucuna varılmıştır. Araştırmanın temsil edilebileceği ifade edilen
sonuçta araştırmayı kabul eden 163 aile araştırma kapsamında incelenmiştir.
Öztürk v.d. 58
Araştırmada Kullanılan Veri Toplama Araçları Bu araştırma tanımlayıcı bir araştırma olup, veri toplama aracı olarak
hazırlanan ve üç bölümden oluşan anket kullanılmıştır. Anketin ilk bölümünde;
engelliye ilişkin demografik özellikler, ikinci bölümde engelli bireye bakan kişiye ait
demografik özellikler, üçüncü bölümde “Bakım Verme Yükü Ölçeği” kullanılmıştır.
Araştırmada Verilerin Değerlendirilmesi Araştırmada toplanılan bilgiler bilgisayar sistemine aktarılarak ilk etapta
verilerin kontrolü yapılmış ve hatalı veriler düzeltilmiştir. Araştırmada elde edilen
verilerin analizleri ise SPSS-21 paket program kullanılarak yapılmıştır. SPSS programı
sonucunda elde edilen analizlerin açıklanması için elde edilen verilerin frekans
dağılımları, aritmetik ortalamaları, standart sapmaları alınmış, Student-T Testi ile
Mann Whitney-U ve ileri düzey Kruskal Wallis-H testi uygulanmıştır.
BULGULAR Engelli Bireyler ve Bakıcılara İlişkin Sosyo-Demografik Bulgular
Araştırmada 0-13 yaş grubu aralığında 15, 14-25 yaş grubu aralığında 15, 26-
50 yaş grubu aralığında 20, 51 yaş ve üstünde ise 113 birey olmak üzere toplamda
163 birey yer almıştır. 0-13 yaş grubu ve 14-25 yaş grubu engelliler
araştırmanın %9,2’sini oluştururken, 26-50 yaş grubu engelliler
araştırmanın %23,3’ünü, 51 yaş ve üstü engelli bireyler ise araştırmanın %69,3’ünü
oluşturmuştur.
Engelli evde bakım hizmetinden faydalanarak engelli bireylerine bakan aile
yakınlarının yaşlarına bakıldığında ise %3,1’inin 18-25, %22,7’sinin 26-40, %44,2’sinin
41-55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmektedir. Evde bakım
hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek olarak ortaya
çıkmıştır. Bakım veren bireylerin cinsiyet durumuna bakıldığında ise bakıcıların %84
gibi büyük bir bölümünün kadın olduğu, geriye kalan %16’lık kısmın ise erkeklerden
oluştuğu görülmektedir.
Araştırmada yer alan engelli bireylerden %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç
evlenmemiştir. Bununla beraber engelli bireylerin %1,2’sinin boşanmış
olduğu, %40,5’nin ise eşinin vefat ettiği bilgisine ulaşılmıştır. Bakıcıların medeni
durumlarına bakıldığında ise bakım ücreti alan bireylerin %90,2’lik kısmının
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 59
evli, %7,4’ünün bekâr, %0,6’sının boşanmış ve %1,8’inin ise eşinin vefat ettiği bilgisine
ulaşılmaktadır.
Bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %68,7’si okur-yazar
değildir. %26,4’ü ilkokul mezunudur. %1,8’i ilköğretim mezunu, %2,5’i ise lise
mezunudur. Üniversite mezunlarının oranı ise araştırmaya göre %0,6 olarak
belirlenmiştir. Engelli yakınına bakım verme görevini üstlenen bireyler
değerlendirildiğinde ise bakıcıların %17,8’i okuryazar değildir. Yine
bakıcılardan %61,3’ü ilkokul mezunudur. %12,9’u ortaokul mezunu, %6,1’i lise
mezunu ve %1,8’inin ise üniversite mezunu olduğu görülmüştür.
Engelli bireylerin %52,1’i yeşil kart kullanırken, %47,9’unun yeşil kart
kullanmadığı görülmüştür. Bakım veren bireylerin sosyal güvencelerine bakıldığında
ise evde bakım hizmeti kapsamında bakım veren bakıcıların %66,9’unun herhangi bir
sosyal güvencesinin olduğu, bakıcıların %33,1’inin ise sosyal güvenceye sahip
olmadığı, bakıcıların %20,9’unun yeşil kart hizmetinden de faydalandığı, %78,5’ inin
ise yeşil kart hizmetinden faydalanmadığı görülmektedir. Araştırma kapsamında ev
ziyareti yapılan engelli bireylerden %39,9’u 2022 sayılı yasa kapsamında üç aylık
engelli maaşı alırken, %60,1’i üç aylık engelli maaşı almamaktadır.
Evde bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerden %53,4’ü herhangi bir
işte çalışmamaktadır. %27,6’sı ev hanımı olup, %16’sı ise emeklidir. Araştırma
kapsamında ele alınan engelli bireylerden %1,2’si işçi olarak kendisini ifade
ederken, %1,8’i ise çiftçilik yaptığını söylemiştir. Bakım hizmeti veren bakıcıların
ise %9,8’inin emekli, %0,6’sının memur, %3,7’sinin işçi, %81,6 gibi büyük bir kısmının
ev hanımı, %4,3’ünün ise çiftçi olduğu görülmektedir.
Bakım hizmeti verilen engelli bireylerden %16’sı özel eğitim hizmetlerinden
faydalanırken, %84’ü herhangi bir özel eğitim hizmetine gitmemektedir. Amasya ilinde
yapılan araştırmada engellilerin %73,6’sının fiziksel ya da bedensel, %1,8’sinin
ruhsal, %24,6’sının ise zihinsel engelli olduğu görülmektedir. Ele alınan engelli
bireylerin %2,5’inin engelli kurulu raporundaki engel derecesi %51 ile 60
arasında, %41,7’sinin engel derecesi %61 ile %80 arasında, %25,8’i %81 ile %90
arasında, geriye kalan %30’unun engel derecesi ise %90 ile %100 arasındadır.
Engelli bireylerin %12,3’ünün doğum öncesi sebeplerle, %12,9’unun doğum
sürecinde engelli hale geldiği, %5,5’inin kazalar sonucunda engelli olduğu, %49,1’inin
Öztürk v.d. 60
hastalıklara bağlı olarak, %19,6’sının yaşlılığa bağlı olarak, son olarak ise %1’inin ise
yanlış tedavi sonucu engelli duruma geldiği görülmektedir.
Evde bakım hizmetinden faydalanan bireylerden %61,9’u destek türlerinden
yalnızca birine ihtiyaç duyarken, %14,7’sinin destek türlerinden ikisine bir arada ihtiyaç
duyduğu, %14,1’inin destek türlerinden üçüne bir arada ihtiyaç duyduğu, engelli
bireylerin %9,2’sinin ise dört destek türünden hepsine muhtaç olduğu görülmüştür.
Ayrıca destek türlerine ayrı ayrı bakıldığında engelli bireylerin %39,9 gibi bir kısmının
sadece öz bakım ihtiyacının giderilmesine yönelik destek ihtiyacı hissettiği, bunun
yanında engellilerin %9,8’inin fiziksel olarak hareket etme, %6,7’sinin sosyal beceri ve
güvenlikte olma, %5,5’nin ev işlerini ve idaresini yapma, %5,5’inn hem özbakım
ihtiyacının giderilmesi hem de fiziksel hareket etme, %4,3’ünün özbakım ihtiyacı ile
beraber sosyal beceri ve güvenlikte olma, %3,1’nin özbakım ihtiyacına ek olarak ev
işlerini ve idaresini yapabilme, %0,6’sının ev işleri ile beraber hareket
edebilme, %1,2’sinin ev işleri ile sosyal beceri ihtiyacı, %4,9’unun da hem hareket,
hem özbakım, hem de ev işleri, %9,2’sinin özbakım ihtiyacına ek olarak sosyal beceri
ve ev işlerini yapabilme desteğine ihtiyaç duydukları görülmüştür. Engelli
bireylerden %20,9’u hiçbir zaman kendini ifade edemezken, %41,7’sinin kendisini
kısmen ifade edebildiği, %36,8’inin ise kendisini ifade ederken hiçbir sorun yaşamadığı
belirlenmiştir. Evde bakım hizmetinden faydalana ve araştırma kapsamında
değerlendirilen engelli bireylerden %58,3’ü tedavi altında iken, %41,1’i ise herhangi
bir tedavi görmemektedir.
Engelli bireylerine bakım hizmeti veren bireylerden %8’inin bir
yıldır, %18,4’ünün iki üç yıl arası bir süredir, %40,5’inin dört sekiz yıldır, %7,4’ünün
dokuz on yıldır, %25,8’inin ise bakım hizmetini 11 yıldan çok süredir verdiği
görülmektedir. Engelli bireyine bakım hizmeti veren bireylerin evde bakım yardımı
alma sürelerine bakıldığında ise %22,1’i bir yıldır, %22,1’i iki yıldır, %17,2’si üç
yıldır, %38,6’sı ise dört yıldan çok süredir Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden
evde bakım ücreti aldıkları görülmektedir.
Evde bakım hizmetinden de faydalanılarak ailesi yanında bakım hizmeti verilen
engellilerden %62’sine ait özel odası mevcut iken, %38’inin ise kendisine özel bir
odasının bulunmadığı görülmektedir. Hanede uygun düzenlemenin yapılıp
yapılmadığına bakıldığında evde bakım hizmetinden faydalanan bakıma muhtaç
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 61
engelli bireylerden %51,5’i için yaşadığı hanede engelli bireyin yaşamını
kolaylaştırmak için özel düzenleme yapıldığı, kalan %48,5’inin ise hanesinde engelli
birey için herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı görülmektedir.
Engelli bireye sahip olup evde bakım hizmetinden faydalanan
bakıcıların %15,3’üne eşlerinin, %26,4’üne annesinin, %1,2’sine babasının, %7,4’üne
kardeşinin, %25,8’ine gelinlerinin, %6,7’sine torununun, %12,9’una kızının, %3,7’sine
oğlunun, %0,6’sına ise torununun eşi tarafından bakım hizmeti sağlandığı
görülmektedir.
Engelli bireylerine bakım hizmeti veren bireylerden %8’inin bir
yıldır, %18,4’ünün iki üç yıl arası bir süredir, %40,5’inin dört sekiz yıldır, %7,4’ünün
dokuz on yıldır, %25,8’inin ise bakım hizmetini 11 yıldan çok süredir verdiği
görülmektedir. Bakım yardımı alma süresine bakıldığında ise bakıcı
bireylerden %22,1’i bir yıldır, %22,1’i iki yıldır, %17,2’si üç yıldır, %38,6’sı ise dört
yıldan çok süredir Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden evde bakım ücreti
aldıkları görülmektedir.
Engelli bireylerine evde bakım hizmeti kapsamında bakım hizmeti veren
bireylerin hane gelirleri incelendiğinde %6,1’nin 0 ile 500 TL arasında, %30,1’nin 501
ile 1000 TL arasında, %35,6’sının 1001 ile 1500 TL arasında, %17,2’sinin 1501 ile
2000 TL arasında, %4,9’unun 2001 ile 2500 TL arasında, %3,7’sinin 2501 ile 3000 TL
arasında, %2,5’inin ise 3001 TL’den çok gelire sahip oldukları görülmektedir. Bakım
veren ailelerde kişi başına düşen gelire bakıldığında %7,4’ünün 0-100 TL
arasında, %21,5’inin 101-200 TL arasında, %30,7’sinin 201-300 TL
arasında, %21,5’inin 301-400 TL arasında olduğu, %19’unun ise kişi başına düşen
gelirinin 401 TL’den çok olduğu görülmektedir. Engelli bireye bakım hizmeti veren
bireylerin gelir kaynaklarına bakıldığında bireylerin gelirlerinin %2,5’inin
maaştan, %87,1’inin tarımsal ürünlerden, %9,8’inin ticaret faaliyetlerinden, %0,6’sının
kira ödemelerinden sağlandığı görülmektedir.
Engelli bireylerine evde bakım hizmeti kapsamında ücretli olarak bakım hizmeti
sunan bireylerin hane durumlarına bakıldığında %74,8’inin kendilerine ait evlerde
ikamet ettiği, %20,2’sinin kiracı olduğu, %4,9’unun ise akrabalarına ait olan bir evde
kira ödemeden yaşadığı bilgisine ulaşılmaktadır.
Öztürk v.d. 62
Araştırmaya göre evde bakım hizmeti veren bakıcıların ilk yardım ve evde
bakım eğitimi durumlarına bakıldığında bakıcıların çok büyük bir bölümü
olan %90,2’sinin ilk yardım eğitimi almadıkları, bakıcıların %9,8’inin ise ilk yardım
eğitimi aldığı, evde bakım eğitimine bakıldığında ise evde bakım hizmeti veren
bakıcıların tamamına yakın bir kısmının evde bakım hizmeti konusunda bir eğitim
almadığı, bakıcıların sadece %8,6’sının evde bakım ile ilgili bir eğitim aldığı
görülmektedir. Engelli bireye bakım hizmeti sunan bakıcı bireylerin acil durumlarda
nereleri arayacakları konusuna bakıldığında bakıcıların %89,6’sı acil durumlarda
hangi numaraları arayacağını bildiğini ifade ederken, %10,4’ü ise acil durumlarda
nereyi bilmediğini söylemiştir.
Engelli birey ve engelli bireye bakım hizmeti sunun ailesinin yerleşim yeri
durumu değerlendirildiğinde ise Aile ve Sosyal Politikalar Amasya İl Müdürlüğü’nden
evde bakım hizmeti alan aileler ve engelli bireylerin %22,1’inin şehir
merkezinde, %32,5’inin köylerde, %45,4’ünün ise ilçe merkezlerinde ikamet ettikleri
görülmektedir.
Bakıcıların Bakım Verme Yüklerine İlişkin Bulgular
Araştırma kapsamında evde bakım hizmeti sunan aile bireyi bakıcıların bakım
yükleri “Bakım Verme Yükü Ölçeği” uygulanarak incelenmiş ve bakıcıların sosyo-
demografik verileri ile ölçek boyutlarına ilişkin tutumları analiz edilerek
değerlendirilmiştir.
Evde bakım hizmeti kapsamında Amasya ilinde bakım hizmeti veren bakıcıların
bakım verme yükü puan ortalamaları =27.52 ile düşük çıkmıştır. Bakıcıların cinsiyet
durumları, yaş durumları, medeni durumları, iş durumları, engelli bireye yakınlık
durumları, gelir durumları, ilk yardım bilgisine sahip olması durumu, evde bakım
eğitimlerinin olup olmaması durumu, bakıcıların acil yardım bilgilerinin olup olmaması
durumları ile bakım verme yükü arasında yapılan testler sonucunda anlamlı
farklılıkların çıkmadığı görülmüştür. Buna karşın bakıcıların ikamet ettikleri yer, bakım
verme süreleri ve eğitim düzeyleri ile bakım verme yükleri arasında anlamlı bir ilişkinin
olduğu, eğitim düzeyi azaldıkça, ikamet ettikleri yerin koşulları kötüleştikçe ve bakım
verme süreleri arttıkça bakım verme yüklerinin de arttığı sonuçlarına ulaşılmıştır.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 63
SONUÇ Araştırmaya katılan araştırma kapsamında evde bakım hizmetinden
faydalanan engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek olduğu belirlenirken,
bakım hizmeti veren bireylerin ise %84 gibi büyük bir bölümünün kadın olduğu, geriye
kalan %16’lık kısmın ise erkeklerden oluştuğu belirlenmiştir.
Araştırmaya katılan 0-13 yaş grubu ve 14-25 yaş grubu engelliler
araştırmanın %9,2’sini oluştururken, 26-50 yaş grubu engelliler
araştırmanın %23,3’ünü, 51 yaş ve üstü engelli bireyler ise araştırmanın %69,3’ünü
oluşturmuştur. Engelli bireylere bakım hizmeti sunan aile bireylerinin demografik
özelliklerine bakıldığında ise %3,1’inin 18-25, %22,7’sinin 26-40, %44,2’sinin 41-
55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmüştür.
Evde bakım hizmeti kapsamında aile yanında bakım hizmeti verilen engelli
bireyler medeni durum değişkenlerine bakıldığında %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç
evlenmemiştir. Bununla beraber engelli bireylerin %1,2’sinin boşanmış
olduğu, %40,5’nin ise eşinin vefat ettiği bilgisine ulaşılmıştır. Bakım hizmeti veren
bakıcıların ise çok büyük bir kısmı evlidir.
Araştırma kapsamında görüşülen engelli bireylerin çok büyük bir bölümü
olan %68,7’sinin okuryazar olmadığı, %26,4’ünün ise okuryazar ya da ilkokul mezunu
olduğu görülürken bakım veren bireylerin eğitim durumlarına bakıldığında ise %17,8’i
okuryazar değildir. Yine bakıcılardan 61,3’ü ilkokul mezunudur. %12,9’u ortaokul
mezunu, %6,1’i lise mezunu ve %1,8’inin ise üniversite mezunu olduğu görülmüştür.
Engelli bireylerin %52,1’i yeşil kart ile sağlık giderlerini ve tedavi masraflarını
karşılarken, %39,9’luk kısmı üç ayda bir 2022 sayılı yasa ile verilen engelli maaşını
almaktadır.
Araştırma sonucunda Amasya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden
engelli bireylerine bakım hizmeti verme karşılığında ücret almakta olan ailelerin bakım
verme yüklerinin düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bakım hizmetini sunan
bireyler arasında eğitim, bakım verme süresi, ilk yardım bilgisine sahip olma ve bakım
verilen yer özellikleri ile bakım yükü karşılaştırıldığında bütün maddelerde p>.05
düzeyinde anlamlı fark olduğu görülmüştür. Engelli bireylerine bakım veren bireylerin
bakım yükleri ile bakıcıların eğitim düzeyleri, bakım verme süresi ve ikamet edinilen
yerin özellikleri arasında ise p<.05 düzeyinde anlamlı fark olduğu görülen maddelerde
Öztürk v.d. 64
anlam düzeylerinin belirlenmesi amacıyla farklılıkları anlamaya yönelik Mann Whitney
U ve Kruskall Wallis testleri yapılmıştır. Bunun dışındaki diğer maddelerde ise anlamlı
bir farklılığın olmadığı yapılan testler sonucunda anlaşılmaktadır. Bütün bu sonuçlar
ise hipotezlerimizi doğrular niteliktedir.
Yapılan testler sonucunda ise bakım verme yükü ile bakıcıların eğitim durumları
arasında eğitim düzeylerinin artmasına bağlı olarak bakım verme yükünün azaldığı,
yani bu iki bileşen arasında ters orantının olduğu tespit edilmiştir. Engelli bireylerine
bakım hizmeti veren bakıcıların bakım hizmeti sunma süreleri ile ilgili değerlendirmede
ise bakım verme yükünün aritmetik ortalamasının 32 puandan 23 puana kadar indiği
görülmektedir. Bu durumda bakım verme süresinin uzamasının engelli bireylerin
yakınlarında oluşan bakım yükünü arttırdığını göstermektedir. Son olarak ise bakım
verme yükü ile ikamet edinilen yer arasında anlamlı farklılıklar görülmüş ve bu
durumda tabloya aktarılmıştır. Yapılan analiz sonucunda Şehir merkezinde
yaşayanların engelli bireylerine bakım verme yüklerinin sıra ortalaması 92,78 iken; ilçe
merkezinde yaşayanların engelli bireye verme hizmetinden dolayı bakıcıda oluşan
bakım yükü sıra ortalaması ise 75,55 olarak belirlenmiştir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 65
KAYNAKÇA
Aile Kültür ve Sanat Dergisi, 2015. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Yayınları,
Nisan-Haziran sayı 10, Ankara.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2011. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
İş Gücü Piyasasının Engelliler Açısından Analizi, Ankara.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2012. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Bakım Hizmeti Uygulama Rehberi, Ankara.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014. Türkiye Aile Araştırması: Tespitler, Öneriler,
Ankara.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2015 Faaliyet Raporu, Ankara.
Aysan F, Özben Ş, 2007. Engelli Çocuğu Olan Anne Babaların Yaşam Kalitelerine
İlişkin Değişkenlerin İncelenmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim
Fakültesi Dergisi 22:1-6, İzmir.
Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı Engelli Ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara.
Caykaytar A, 1998. Zihinsel Engellilere Özbakım ve Ev İçi Becerilerinin Öğretiminde
Bir Aile Eğitimi Programının Etkililiği, Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
Çankaya S, 2013. Zihin Engellilere Özbakım ve Ev İçi Becerilerinin Öğretiminde
Ailelere Yönelik Beceri Öğretimi Yazılımının Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesi,
Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eskişehir.
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, 2008. Özürlüler Kanunu ve İlgili Mevzuat, 3.
Baskı, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Yayınları, Yayın No: 43, s. 174-216,
Ankara.
Ersoy M, 2014. Engellilik Ve Engelli Bireye Sahip Ailelerin Yaşadıkları Duygu
durumları İle Karşılaştıkları Sorunlar, Tezsiz Yüksek Lisans Bitirme Projesi,
Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Konya.
EYHGM 2014. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel
Müdürlüğü 2014 Yılı Faaliyet Raporu, Ankara.
Fırat A. S, 2008. Belediyelerin Engellilere Dönük Sosyal Hizmet Projeleri, Toplum ve
Sosyal Hizmet Dergisi, Cilt 19, Sayı 1, Nisan, Ankara.
Öztürk v.d. 66
Aksel Ş, 2010. Kronik Hastalığı Olan Hastaların Öz Bakım Gücü Ve Evde Bakım
Gereksinimlerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Yakın Doğu Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Lefkoşa.
Bahar A, Bahar G, Savaş A S, Parlar S, 2009. Engelli Çocuklarının Annelerinin
Depresyon ve Anksiyete Düzeyleri ile Stresle Başa Çıkma Tarzlarının
Belirlenmesi, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 11 97-112, Elâzığ.
Cangür Ş, Civan G, Çoban S, Koç M, Karakoç H, Budak S, İpekçi E, Ankaralı H, 2013.
Düzce İlinde Bedensel ve/veya Zihinsel Engelli Bireylere Sahip Ailelerin
Toplumsal Yaşama Katılımlarının Karşılaştırılmalı Olarak Değerlendirilmesi,
Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi (3) 1-9, Düzce.
Coşkun Y, Akkaş G, 2009. Engelli Çocuğu Olan Annelerin Sürekli Kaygı Düzeyleri İle
Sosyal Destek Algıları Arasındaki İlişki, Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim
Fakültesi Dergisi (KEFAD), Cilt 10, Sayı 1, (2009), (213-227), Kırşehir.
Dölek Bilge Ö, 2011. Sosyal Hizmet Sempozyumu Bildiri Özetleri Kitabı, Hacettepe
Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölümü, Ankara.
Erdoğan B, 2013. Evde Bakım Hizmeti Alan Özürlü Bireye Sahip Ailelerin Sosyo-
Ekonomik Durumlarının İncelenerek, Umutsuzluk Ve Yaşam Doyum
Düzeylerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü, Konya .
Gündoğdu Y, 2014. Ağır Düzeyde Ortopedik Engelli Bireylere Evde Bakım Hizmeti
Sunan Bakıcıların Sorunları ve Dini Değerlerinin Bakım Hizmeti Sunumundaki
Katkısı, Yüksek Lisans Tezi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Rize.
İncekaya F, 2008. Demanslı Hastaya Bakım Verenlerin Bakım Yükünün İncelenmesi
Çalışması, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
İzmir.
İnci F,H, Erdem M, 2007. Bakım Verme Yükü Ölçeği’nin Türkçe'ye Uyarlanması
Geçerlilik Ve Güvenilirliği, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,
2008; 11: 4, Denizli.
Karahan A Y, İslam S, 2013. Fiziksel Engelli Çocuk ve Yaşlı Hastalara Bakım Verme
Yükü Üzerine Bir Karşılaştırma Çalışması, Marmara Üniversitesi Sağlık
Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Sayı Cilt 3 Ek sayı 1, İstanbul.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 67
Karataş Z, 2016. Manevi Değerler Boyutuyla Evde Bakım Hizmetleri. İstanbul: Açılım
Kitap.
Oğultürk N, 2012. Zihinsel Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin, Aile İşlevlerini Etkileyen
Etmenler: Çankaya Belediyesinden Hizmet Alan Aileler Üzerinde bir
Değerlendirme, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Anabilim
Dalı, Ankara.
Sosyal Hizmet Sempozyumu Bildiri Özet Kitabı, 2011. Hacettepe Üniversitesi, İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü, Beytepe Ankara
Sosyal Hizmet Terminolojisi Kitapçığı, (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu Müdürlüğü Yayınları, Ankara
Tunç M, 2011. Zihinsel Engelli Çocuğa Sahip Annelerin Yaşam Kalitesini Etkileyen
Etmenler: Yenimahalle İlçesi Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Zoellick B. R, Chan M, 2011. Dünya Sağlık Örgütü Dünya Engellilik Raporu Yönetici
Özeti.
http://www.eyh.gov.tr/tr/html/8455/12 Erişim Tarihi: 14.04.2014/14:45
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
SOSYAL BİLİM ARAŞTIRMALARINDA PARADİGMA DEĞİŞİMİ: NİTEL YAKLAŞIMIN YÜKSELİŞİ
Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
Özet. Bu makalede sosyal bilim araştırmalarında açıklayıcı paradigmadan, anlayıcı ve yorumlayıcı paradigmaya dönüşümün izi sürülmektedir. Sosyal bağlamı dikkate alması nedeniyle nitel araştırma yöntemi, son yıllarda gittikçe tercih edilen bir yöntem olmaya başlamıştır. İnsan ve toplumun değişken bir yapıda olması nedeniyle bu alanla ilgili olgu ve olayları incelerken genelleme yapmaktan çok, anlamaya çalışmanın daha önemli olduğu görülmüştür. Başta fen bilimlerinde yaşanan paradigma değişimi sosyal bilimleri de etkilemiş ve gerçekliğin tek bir bakış açısıyla bütünüyle kavranamayacağı anlaşılmıştır. Özellikle sosyal olguların kendine özgü boyutlarıyla bütüncül bir şekilde ele alınarak araştırılması gerektiği vurgusu, nitel yöntemin ön plana çıkmasına neden olmuştur.
Anahtar sözcükler: Nitel araştırma, yorumlayıcı yaklaşım, anlayıcı yaklaşım, sosyal bilimler.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
69
PARADIGM TRANSFORMATION IN SOCIAL SCIENCES RESEARCH: RISE OF QUALITATIVE APPROACH
Zeki KARATAŞ, Asst. Prof. Dr. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdogan University
Abstract. This article traces the transformation of descriptive paradigm into historicist and interpretive paradigm. Focusing on the social context, qualitative research method has gradually been the most preferred method for research. Since the community and individual are dynamic, interpretation is taken as the leading approach while studying phenomenology and cases within this field. The paradigm transformation first affected life sciences then social sciences. It is acknowledged that reality cannot be perceived through single viewpoint. The emphasis on addressing social facts with its own aspects through holistic way has featured qualitative approach in social sciences.
Keywords: Qualitative research, interpretive approach, historicist approach, social sciences.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017
GİRİŞ
Pozitivist, rasyonel bilim paradigması 18.-19. yüzyıl boyunca fen bilimlerine ve
sosyal bilimlere hâkim olmuştur. Pozitivist bilim adamları tabiatı ve toplumu determinist
bir yaklaşımla ele almışlar, ampirik incelemelere tabi tutmuşlar ve elde ettikleri
sonuçları değişmez evrensel değerler olarak ilan etmişlerdir. Ancak bu anlayış 20.
yüzyılın başlarından itibaren değişmeye başlamıştır. Özellikle ünlü fizikçi Einstein’ın
ortaya attığı “görelilik kuramı” ve Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” sonucu Newton’un
mekanistik evren görüşüne dayanan nesnellik ve indirgemecilik anlayışı
sorgulanmaya başlanmış ve bilimin salt nesnel bilgi üretme süreci olmadığı
vurgulanmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 27).
Biyo-psiko-sosyo-kültürel özelliklere sahip manevi boyutu olan insanı, tek bir
bilim dalının bakış açısıyla anlamak ve açıklamaya çalışmak yeterli olmamaktadır.
Aynı zamanda insanın düşünce ve davranışları da durağan olmayıp, sürekli
değişkenlik arz etmektedir. Dolayısıyla karmaşık ve kompleks ilişkiler ağı içerisinde
yaşamını sürdüren insanı anlamak için bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç
duyulmaktadır. “Herhangi bir olguya ilişkin bütüncül anlayış ancak çoklu bakış açıları
yoluyla elde edilebilir.” (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 28). Mekanik anlayış; insan
davranışını parçalara ayırarak ve bu parçaları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek bütünü
hakkında kesin bilgiye ulaşılabileceğini ön görmekteydi. Bu nedenle psikoloji disiplini
yirminci yüzyıl boyunca laboratuvar çalışmaları ve deneysel yöntemlerle insan ruhunu
bilişsel ve davranışsal boyutuyla incelemiş ve genellemeler yapmıştır. Dönemin hâkim
psikoloji akımlarından psikanalitik ve davranışçı ekol, ruhsal ve psişik fenomenleri fizik
biliminin ölçütleriyle değerlendirilemediği için, bilimsel araştırmanın konusu olarak
görmemiştir (Capra, 1992: 196). İnsanın hastalıklı, eksik ve sorunlu yönlerine vurgu
yapan psikanaliz yaklaşımının aksine, yirminci yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan
hümanist psikoloji insanın güçlü ve sağlıklı yönlerinin geliştirilmesine vurgu yapmıştır.
Günümüzde ise psikanaliz, davranışçı ve hümanist yaklaşımın yanında transpersonel
(benötesi) psikolojiden dördüncü güç olarak söz edilmektedir. Kendini
gerçekleştirmenin insanın en üst hedefi olduğunu belirten ve hümanist psikolojinin
kurucusu kabul edilen Abraham Maslow hayatının son yıllarında, insanın doruk
deneyimler yoluyla daha büyük bir bütünlük içerisinde benliğinin ötesine geçerek
kendini aşabileceğinden (self-transandance) söz etmiştir (Ayten, 2012: 150).
Dolayısıyla manevi donanımlara sahip insanın inanç, değer, düşünce ve davranışlarını
içinde şekillendiği toplumsal ve kültürel boyutu dikkate almadan anlamaya ve
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 71
açıklamaya çalışmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Anlamayı ve yorumlamayı
kolaylaştıran nitel yöntem, esnek yapısı gereği araştırmacıya derinlemesine keşif
yapma olanağı sağlamaktadır.
NİTEL ARAŞTIRMANIN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Nitel araştırmayı, “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama
tekniklerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir
biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak
tanımlamak mümkündür (Yıldırım ve Şimşek, 2008, s. 39). Nitel araştırma, disiplinler
arası bütüncül bir bakış açısını esas alarak, araştırma problemini yorumlayıcı bir
yaklaşımla incelemeyi benimseyen bir yöntemdir. Üzerinde araştırma yapılan olgu ve
olaylar kendi bağlamında ele alınarak, insanların onlara yükledikleri anlamlar
açısından yorumlanır (Altunışık ve Diğerleri, 2010: 302).
Nitel araştırma, insanın kendi sırlarını çözmek ve kendi çabasıyla
biçimlendirdiği toplumsal sistemlerin derinliklerini keşfetmek üzere geliştirdiği bilgi
üretme yollarından birisidir (Özdemir, 2010: 326). Nitel yöntemle tasarlanmış
araştırmalarda ele alınan konu hakkında derin bir kavrayışa ulaşma çabası vardır. Bu
yönüyle araştırmacı bir kaşif gibi hareket ederek ilave sorularla gerçekliğin izini sürer
ve muhatabının öznel bakış açısına önem verir.
Nitel araştırmalarda determinist yaklaşım ön planda tutulmaz ve olaylar
arasında neden-sonuç ilişkisi kurulmaz. Sayısal verilere ve istatistiklere daha az yer
verilirken sözlü ve nitel analizlere daha çok vurgu yapılır. Nitel araştırmacılar olayların
ve bağlamların dilini kullanır, olayları bağlamı içerisinde inceler. Sorunları, içerisinde
oluşup geliştiği değerler sisteminden yalıtarak analiz etmez, durumlara egemen olan
ilişkiler ağını kendi doğal ortamında yorumlamaya veya bunların anlamlarını ortaya
çıkarmaya çalışır (Neuman, 2012: 224).
Nitel araştırmada çoğunlukla üç tür veri toplanır:
1. Çevreyle ilgili veri; araştırmanın yapıldığı çevrenin psiko-sosyal, kültürel,
demografik ve fiziksel özelliklerine ilişkindir.
2. Süreçle ilgi veri; araştırma süresince neler olup bittiği ve bu olanların
araştırma grubunu nasıl etkilediğine ilişkindir.
3. Algılara ilişkin veriler ise; araştırma grubuna dâhil olan bireylerin süreç
hakkında düşündüklerine ilişkindir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 40).
Bu üç tür veriyi toplamak için araştırmacı en yaygın olarak üç tür yöntem
kullanır; görüşme, gözlem ve yazılı materyallerin incelenmesidir. Nitel yöntemlerden
Karataş 72
en sık kullanılanı görüşmedir. Görüşme, insanların bakış açılarını, öznel deneyimlerini,
duygularını, değerlerini ve algılarını ortaya koymada kullanılan oldukça güçlü bir
yöntemdir. Görüşme sürecinin, gözlem ve yazılı dokümanlardan elde edilen verilerle
desteklenmesi araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini arttırmaktadır (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 40-41).
Nitel araştırma yöntemi, araştırmanın tasarlanması ve gerçekleştirilmesinde
araştırmacıya esneklik sağlamaktadır. Araştırmanın her aşamasında duruma göre
yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirme, araştırmanın kurgusunda değişiklikler yapma
nitel araştırmanın özünü oluşturmaktadır. Nitel araştırmaların bir özelliği de keşfedici
olmalarıdır. Keşfedici özelliğe sahip araştırmalar, üzerinde az çalışılmış konuları
aydınlatmada oldukça kullanışlı ve yararlıdır (Neuman, 2012: 228).
Niteliksel araştırmalar, katılımcılardan alınan görüşlerin derinlemesine
anlaşılmasına yardım ederken, niceliksel araştırmalar bu görüşlerin ölçülmesine yarar.
Yapısı gereği niteliksel araştırmalar objektif, ölçülebilir davranış ve tutumlarla değil,
duygusal ve kavramsal cevaplarla ilgilenir, nicel araştırmalara “duygu” ve “doku” ekler.
Niteliksel araştırmalar “neden” sorusunu cevaplarken, niceliksel araştırmalar genellikle
“kaç tane” ya da “ne sıklıkla” gibi sorulara cevap arar. Karmaşık yapısından dolayı
sosyal olguları önceden tahmin etmek güç olduğu için niteliksel araştırma keşifle
ilgilenir. Niceliksel araştırmada ise süreç en ince ayrıntısıyla belirlendiğinden
araştırmacı kanıt bulma peşindedir. Analiz açısından bakılırsa, niteliksel araştırma
yorumlayıcı, niceliksel araştırma ise tanımlayıcıdır. Niteliksel araştırmalarda olasılıklı
örnekleme yapılmadan genellikle az sayıda kişiyle çalışılır ve kesin sonuçlara varma
ya da sonuçların topluma genellenmesi kaygısı güdülmez (Yıldırım ve Şimşek, 2008:
48-65).
Nitel araştırma esnek yapısı nedeniyle araştırma tasarımının oluşturulması ve
araştırmanın gerçekleştirilmesi sürecinde kolaylık sağlar. Duruma göre araştırmanın
her aşamasında yeni yöntem ve yaklaşımların geliştirilmesine ve araştırma deseninde
değişikler yapılmasına olanak verir. Çünkü sosyal olgular ve olaylar içinde geliştiği
ortamlardan bağımsız olarak gerçekleşmezler ve sürekli değişim geçirirler (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 52).
NİTEL ARAŞTIRMA PARADİGMASI
Nitel araştırmaların yorumlamacı, post modern ve anlamacı bilim felsefesi
temelinde çok farklı uygulama alanı bulunmaktadır. Özellikle kültür analizleri, olgubilim
(fenomenoloji) ve durum çalışmaları, kuram oluşturma ve eylem araştırmaları
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 73
şeklindeki çalışmalarda nitel bir araştırma geleneğinin benimsenmesi üzerinde
araştırma yapılan konunun kendi bağlamında derinlemesine daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 69; Sönmez ve G. Alacapınar, 2011: 78).
Geleneksel olarak görüşme, gözlem, doküman inceleme ve odak grup
çalışmasını içeren nitel araştırma yöntemleri araştırdıkları merkezi temaya göre
farklılık gösterebilmektedir. Örneğin grup kültürünü açıklama amacındaki
araştırmalarda etnografya yöntemleri tercih edilebilirken, bireyler arası sembolik
etkileşimle oluşan anlamlar sembolik etkileşim kuramının varsayımları doğrultusunda
incelenebilmektedir. Araştırılan konunun bütüncül olarak ele alınabilmesi için tek bir
disiplini esas almak yerine disiplinlerarası yöntemin kullanılması anlamayı
kolaylaştırmaktadır (Özhan Dedeoğlu, 2002: 84).
NİTEL ARAŞTIRMANIN TEMEL AŞAMALARI
Nitel araştırma yapan araştırmacı üç temel konuyu dikkate almalıdır. Öncelikle
araştırmaya temel oluşturacak kuramsal çerçeve açık bir şekilde oluşturulmalıdır.
İkinci olarak araştırmacı sistematik, yapılabilir ve esnek bir araştırma stratejisi
oluşturmalıdır. Üçüncü önemli bir konu ise yapılan araştırmanın okuyucunun
anlayabileceği tutarlı ve anlamlı bir rapora dönüştürülmesidir (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 84).
Araştırma Probleminin Belirlenmesi
Araştırma yapılacak alanla ilgili literatür taraması yapılarak, uygulamada
yaşanan sorunların neler olduğu tespit edilerek ve araştırmacının kendi deneyimleri
göz önünde bulundurularak bir araştırma konusu yada sorunu tespit edilir. Araştırma
sorunu belirlenirken önem ve yapılabilirlik ölçütleri dikkate alınmalıdır. Problemin
doğru belirlenmesi diğer aşamaları doğrudan etkileyeceği için yeterli ön araştırma
yapılmalıdır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 85).
Kuramsal Çerçevenin Oluşturulması
Kuramsal çerçevenin oluşturulması problemle ilgili boyutların tanımlanmasında,
elde edilen bilgi demetlerinin aralarındaki ilişkilerin saptanmasında ve verilerin analiz
edilmesi aşamasında kullanılacak temaların seçiminde etkili olmaktadır (Yıldırım ve
Şimşek, 2008: 86). Araştırmanın amacına uygun yürütülmesi, konuya ilişkin
kavramların doğru anlaşılması ile mümkün olacağından ilgili literatür eksiksiz
taranmalıdır.
Araştırma Sorularının Yazılması
Karataş 74
Araştırma sorusu araştırma konusunun soru cümlesine dönüştürülmüş biçimidir.
Araştırma sorusu belirlenirken kuramsal çerçevede elde edilen bilgilerden yararlanılır.
Aynı zamanda araştırma sorusu da kuramsal çerçevenin sınırlarını oluşturur. Bu
nedenle araştırma sorularının belirlenmesi ve literatür taraması birçok araştırmada eş
zamanlı yürüyen ve birbirini sürekli etkileyen iki süreçtir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 86).
Araştırma Evren ve Örnekleminin Belirlenmesi
Nitel araştırmada seçilen konuyla ilgili doğrudan birinci elden verilerin
toplanması gerektiğinden, çalışılacak alanla ilgili ön bilgiler edinilmeli ve alan yakından
tanınmalıdır. Nitel araştırmalarda, araştırma probleminin özelliğine ve araştırmacının
sahip olduğu kaynakların sınırlılığına göre örneklemin genişliği belirlenmelidir (Yıldırım
ve Şimşek, 2008: 87).
Araştırmacının Rolünün Belirlenmesi
Nitel araştırmalarda araştırmacı bizzat çalışma sahasına giden, birey ve
toplumla doğrudan temas kuran ve olup biten olayları yaşayan kişidir. Eğer araştırmacı
katılımcı bir rol oynuyorsa bunu açıkça belirtmeli, mümkün oldukça kendi
varsayımlarının ve ön yargılarının veri toplama ve analiz sürecini etkilememsine dikkat
etmelidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 88).
Veri Toplama Araçlarının Geliştirilmesi
Nitel araştırmalarda yaygın olarak gözlem, görüşme, odak grup görüşmesi ve
doküman inceleme yöntemleri kullanılmaktadır. Nitel araştırmada verilerin geçerliliği
ve ulaşılan sonuçların doğruluğu önemli olduğu için araştırmacı konusuna ve hedef
kitlenin özelliğine göre birden çok araştırma metodundan yararlanabilmektedir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 88). Örneğin değerlerin stresle başa çıkmada etkisinin
araştırıldığı bir çalışmada yarı yapılandırılmış bir görüşme formunun yanında gözlem
ve kişinin sağlıkla ilgili bilgilerinin incelenmesi gibi metotlar da kullanılmalıdır.
Verilerin Toplanması
Araştırmacı veri toplama araçlarını belirledikten sonra verileri toplamaya başlar.
Nitel araştırmalarda yapılandırılmış görüşme sürecinin yanında gözlem ve doküman
inceleme gibi yöntemler de kullanılmaktadır. Görüşme sürecinde soruların açık ve
anlaşılır bir şekilde katılımcıya yöneltilmesi ve gerekli durumlarda ek sorularla
araştırılan konunun derinleştirilmesi sağlanmalıdır. Katılımcının sözel ifadeleri gözlem
ve doküman inceleme yöntemleri kullanılarak doğrulanmalıdır. Birden çok veri toplama
yönteminin kullanılması elde edilen bulguların geçerliği ve güvenirliğini artırma
açısından önemlidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 89).
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 75
Verilerin Analiz Edilmesi ve Yorumlanması
Araştırma süreci sonunda elde edilen veriler betimsel ve içerik analizine tabi
tutulurlar. Betimsel analiz, derinlemesine analiz gerektirmeyen verilerin işlenmesinde
kullanılırken, içerik analizi elde edilen verilerin daha yakından incelenmesini ve bu
verileri açıklayan kavram ve temalara ulaşılmasını gerektirir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:
89). Betimsel analizle görüşme yapılan bireyleri tanıtıcı bulgular değerlendirilir, içerik
analizi yoluyla veriler tanımlanmaya çalışılır; birbirine benzediği ve birbiri ile ilişkisi
olduğu tespit edilen veriler belirli kavramlar ve temalar çerçevesinde bir araya
getirilerek yorumlanır. İçerik analiziyle katılımcıların görüşlerinin içerikleri sistematik
olarak tanımlanmaktadır (Altunışık ve Diğerleri, 2010: 322). Nitel araştırmalarda
araştırmanın genel yaklaşımlarının dışında araştırmacının amacına göre farklı veri
analiz planı geliştirme ihtiyacı da ortaya çıkabilmektedir.
Sonuçların Sınıflandırılması ve Analitik Genellemelere Ulaşılması
Sosyal olayların yapısı gereği nitel araştırma sonucu elde edilen bulguların
genellenmesi zordur. Çünkü yaşamda belli bir zaman, mekan ve sosyo-kültürel
bağlamda gerçekleşen olaylar durağan olmayıp sürekli bir değişim içindedir. Ayrıca
nitel araştırmalarda örneklem evreni temsil edecek büyüklükte seçilmediği için
istatistiksel açıdan genelleme yapılması da doğru değildir. Nitel araştırma sonucu elde
edilen bulgular incelenen konunun derinlemesine keşfedilmesini sağlayacağından,
sosyal olayların anlaşılmasına katkı sunmaktadır. Elde edilen sonuçlar uygulayıcılara
deneyim ve bakış açısı kazandırır. Örneğin yetiştirme yurdunda bakım ve korunma
altında bulunan çocukların uyum sorunlarının nedenlerine ilişkin yapılan nitel bir
araştırma sonucunda sosyal çalışmacıların, bu çocuklarla ilgili mesleki çalışma yapma
kural ve ilkelerini öğrenmeleri güçtür. Ancak bu çocuklara yönelik sosyal hizmet
müdahalesi uygularken kullanabilecekleri bazı öneriler, deneyimler ve bakış açıları
elde etmiş olurlar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 90-91).
NİTEL ARAŞTIRMADA ÖRNEKLEM
Nitel araştırmada en sık kullanılan veri toplama yöntemlerinin görüşme ve
gözlem olması nedeniyle büyük bir örneklem grubuyla çalışmak hem zaman, hem de
maliyet açısından mümkün olamamaktadır. Ayrıca örneklem grubunun büyük olması,
gözlem ve görüşme yoluyla elde edilen geniş çaplı verilerin analizinde zorluklar
yaşanmasına neden olacaktır. Bu nedenle nitel araştırmalarda genelleme kaygısı
güdülmeksizin mümkün olduğunca evrende olması muhtemel bütün çeşitliliği,
zenginliği, farklılığı ve aykırılığı temsil edecek bütüncül bir resim elde edilmeye çalışılır.
Karataş 76
Nitel araştırmacılar olasılıklı olmayan amaçlı örneklem yöntemini kullanma
eğilimindedirler. Görüşme yapılacak bireylerin seçiminde, evreni temsil etme
güçlerinden çok araştırma konusuyla doğrudan ilgili olup olmadıklarına bakılır
(Neuman, 2012: 320; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107). Olasılık temelli örneklemede
evreni temsil edecek geçerlikte ve büyüklükte örneklem seçilmesi nedeniyle
genellemeler yapma konusunda önemli yararlar sağlanırken, amaçlı örnekleme
zengin bilgiye sahip olduğu düşünülen durumların derinlemesine çalışılmasına imkan
verir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).
Başlıca amaçlı örnekleme yöntemleri şu şekilde sıralanabilir: aşırı veya aykırı
durum örneklemesi, maksimum çeşitlilik örneklemesi, benzeşik örnekleme, tipik
durum örneklemesi, kritik durum örneklemesi, kartopu ve zincir örnekleme, ölçüt
örnekleme, doğrulayıcı ve yanlışlayıcı örnekleme ve kolay ulaşılabilir durum
örneklemesi (Patton, 1990’dan aktaran; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).
NİTEL VERİ TOPLAMA YÖNTEMLERİ
Nitel yöntemle yapılan araştırmalarda görüşme, gözlem ve doküman inceleme
olmak üzere üç genel veri toplama tekniği bulunmaktadır.
Görüşme
Görüşme, araştırmaya katılan bireylerin belli bir konuda duygu ve düşüncelerini
anlatma etkinliği olarak tanımlanmaktadır. Görüşmenin temel amacı bireyin iç
dünyasına girerek onun bakış açısını anlamaya çalışmaktır. Görüşme yoluyla
araştırılan konu hakkında bireyin deneyimleri, tutumları, düşünceleri, niyetleri,
yorumları, zihinsel algıları ve tepkileri gibi gözlenemeyen bilgilere ulaşılması umut
edilir. Yapılandırılmış, yarı yapılandırılmış, yapılandırılmamış ve odak grup görüşmesi
şeklinde farklı görüşme teknikleri vardır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 120; Sönmez ve
G. Alacapınar, 2011: 108). Görüşme formu hazırlanırken dikkate alınması gereken
ilkeler şöyle sıralanabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 128):
• Kolay anlaşılabilir sorular yazılması,
• Odak sorular hazırlanması,
• Açık uçlu sorular sorulması,
• Yönlendirmeden kaçınılması,
• Çok boyutlu türden sorular hazırlanması,
• Alternatif sorular ve sondalar hazırlanması,
• Farklı türden sorular oluşturulması,
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 77
• Soruların mantıklı bir biçimde düzenlenmesi,
• Soruların geliştirilmesi.
Gözlem
“Gözlem, herhangi bir ortamda veya kurumda oluşan davranışı ayrıntılı olarak
tanımamak amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Eğer araştırmacı herhangi bir ortamda
oluşan bir davranışa ilişkin ayrıntılı, kapsamlı ve zamana yayılmış bir fotoğraf elde
etmek istiyorsa gözlem yöntemini kullanabilir.” (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 169).
Üzerinde araştırma yapılan olgunun tarafsız ve yansız olarak olduğu gibi
gözlenip kaydedilmesi araştırmanın güvenirliği açısından önemlidir. Sosyal bilim
araştırmalarında inceleyen de incelenen de insan olacağı için tamamıyla yansız bir
gözlem yapmak mümkün değildir. Önemli olan gözlemin kimin tarafından, hangi amaç
için, nerede, ne zaman, nasıl bir bakış açısıyla yapıldığı ve ne tür araç-gereçlerin
kullanıldığının belirtilmesidir. Gözlem çeşitleri katılımcı, katılımcı olmayan gözlem ve
gizil gözlem olarak üçe ayrılır (Sönmez ve G. Alacapınar, 2011: 106).
Doküman İncelemesi
Araştırma kapsamında incelenen konuyla ilgili olgu ve olaylar hakkında bilgi
içeren yazılı belgelerin analiz edilmesiyle veri sağlanmasına döküman incelemesi
denilmektedir. Araştırma yapılan alanla ilgili pek çok bilgi görüşme ve gözlem yapmaya
gerek kalmaksızın belge inceleme yoluyla elde edilebilir. Bu sayede araştırmacı
zaman ve kaynak tasarrufu sağlamış olur. Hangi dökümanın önemli olduğu ve veri
kaynağı olarak kullanılabileceğine araştırma konusuna bakarak karar vermek gerekir.
Örneğin çocuk suçluğu ile ilgili bir araştırmada adli istatistiklere, emniyet verilerine ve
sosyal hizmet dosyalarına bakılması yerinde olacaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 188).
Araştırma konusuyla ilgili raporlar, kitaplar, arşiv dosyaları, video ve ses kayıtları,
fotoğraflar gibi belgeler özgünlüğü kontrol edilerek sistematik bir şekilde analiz
edilmelidir.
NİTEL VERİ ANALİZİ
Nitel veri analizinde üç yol önerilmektedir. Birinci olarak, elde edilen verilerin
özgün şekline mümkün olduğunca bağlı kalınarak ve gerektiğinde katılımcıların
ifadelerinden doğrudan alıntı yapılarak betimsel bir yaklaşımla verilerin sunulmasıdır.
İkinci yol ise, veriler betimsel bir yaklaşımla sunulmakla birlikte bazı temalar
belirlenerek temalar arasında ilişkiler de kurulur. Üçüncü olarak araştırmacı betimleme
ve tematik analizin yanında kendi yorumlarını da kullanarak verileri analiz eder. Aynı
Karataş 78
araştırmada bu üç yaklaşım bir arada kullanılarak da veri analizi yapılabilmektedir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 221).
Nitel yöntemle yapılan araştırmalarda elde edilen veriler klasik anlamda
betimsel ve içerik analizi yapılarak yorumlanmaktadır. Berg ve Lune (2015) içerik
analizini; “kalıpları, temaları, önyargıları ve anlamları tespit etmek amacıyla belirli bir
materyalin dikkatlice, ayrıntılı ve sistematik olarak incelenmesi ve yorumlanması”
olarak tanımlamışlardır. İçerik analizinde amaç, katılımcıların görüşleri, dosya ve
belge incelemesi yoluyla elde edilen verileri açıklayabilecek kavramlara ve ilişkilere
ulaşmaktır (Yıldırım ve Şimşek 2008).
Betimsel Analiz
Bu yaklaşımda amaç görüşme ve gözlem sonucu elde edilen verilerin
düzenlenmiş ve yorumlanmış bir şekilde okuyucuya sunulmasıdır. Veriler daha
önceden belirlenmiş temalara göre sınıflandırılır, özetlenir ve yorumlanır. Bulgular
arasında neden-sonuç ilişkisi kurulur ve gerekirse olgular arasında karşılaştırmalar
yapılır. Betimsel analiz dört aşamadan oluşur (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 224):
1. Betimsel Analiz İçin Bir Çerçeve Oluşturma: Araştırma sorularından,
araştırmanın kavramsal çerçevesinden ya da görüşme ve/veya gözlemde yer alan
boyutlardan yola çıkarak veri analizi için bir çerçeve oluşturulur. Bu çerçeveye göre
verilerin hangi temalar altında düzenleneceği ve sunulacağı belirlenir. Eğer daha
önceden belirlenmiş bir kavramsal çerçeve yoksa, betimsel analizi kullanmak güçtür.
Böyle bir durumda belirlenecek temalar, veri kaybına ve yanlış veri düzenlenmesine
neden olabilir.
2. Tematik Çerçeveye Göre Verilerin İşlenmesi: Bu aşamada, daha önce
oluşturulan çerçeveye göre elde edilen veriler okunur ve düzenlenir. Buna göre bazı
veriler dışarıda kalabilir ya da önemli olmayabilir. Ayrıca bu aşamada, daha sonra
sonuçlar yazılırken kullanılacak doğrudan alıntılar da seçilir.
3. Bulguların Tanımlanması: Düzenlenen veriler tanımlanır ve gerekli yerlerde
doğrudan alıntılarla desteklenir.
4. Bulguların Yorumlanması: Tanımlanan bulguların açıklanması,
ilişkilendirilmesi ve anlamlandırılması bu aşamada yapılır.
İçerik Analizi
İçerik analizinde temel amaç, toplanan verileri açıklamaya yardımcı olacak
kavramlara ve ilişkilere ulaşmaktadır. Betimsel analizle özetlenen ve yorumlanan
veriler, içerik analiziyle derinlemesine bir işleme tabi tutulur ve yeni kavramlar keşfedilir.
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 79
İçerik analizinde temelde yapılan işlem, birbirine benzeyen verileri belirli kavramlar ve
temalar çerçevesinde bir araya getirmek ve bunları okuyucunun anlayabileceği bir
biçimde düzenleyerek yorumlamaktır. İçerik analizinin aşamalarını incelemeden önce
kullanılan terimleri tanımlamak gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 227; Neuman, 2012:
663).
Tümevarımcı Analiz: Kodlama yoluyla verilerin altında yatan kavramlar ve bu
kavramlar arasındaki ilişkiler ortaya çıkarmaktır. Nitel araştırmada araştırmacı
topladığı tanımlayıcı ve ayrıntılı verilerden yola çıkarak incelediği probleme ilişkin ana
temaları ortaya çıkarma, topladığı verileri anlamlı bir yapıya kavuşturma yani bu
verilerden yola çıkarak bir kuram oluşturma çabası içindedir. Başka bir deyişle, nitel
araştırmalarda tümevarımsal bir yaklaşım söz konusudur. Strauss ve Corbin’e göre
incelenen olguya temel oluşturabilecek bir kuramın olmaması durumunda
tümevarımcı analiz, yani kodlamaya dayalı içerik analizi gereklidir.
Kodlama: Veriler arasına yer alan anlamlı bölümlere (bir sözcük, cümle,
paragraf gibi) isim verilmesi sürecidir. Kodlama süreci elde edilen verileri bölümlere
ayırmayı, incelemeyi, karşılaştırmayı, kavramlaştırmayı ve ilişkilendirmeyi gerektirir
Kavram: Veriler arasında yer alan anlamlı bölümlere (bir sözcük, cümle,
paragraf gibi) ve olaylara verilen anlamdır. Kavramlar temel analiz birimini oluşturur.
Kategori (Tema): İçerik analizinde elde edilen kavramların birbirleriyle belirli bir
tema altında sınıflandırılmasıdır. Kavramların incelenmesi sonucunda birbirleriyle olan
ilişkileri ortaya çıkarılır ve bu ilişkiler daha üst düzey bir tema ile açıklanır. Kategori ya
da tema içerik analizinde elde edilen kavramlardan daha soyuttur ve geneldir.
İçerik analizinde görüşme, gözlem veya dökümanlar yoluyla elde edilen nitel
araştırma verileri dört aşamada analiz edilir: Verilerin kodlanması, temaların
bulunması, kodların ve temaların düzenlenmesi, bulguların tanımlanması ve
yorumlanması (Yıldırım & Şimşek, 2008: 228-239).
1. Verilerin Kodlanması
Bu aşamada araştırmacı, elde ettiği bilgileri inceleyerek, anlamlı bölümlere
ayırmaya ve her bölümün kavramsal olarak ne anlam ifade ettiğini bulmaya çalışır. Bu
bölümler bazen bir sözcük, bazen bir cümle ya da paragraf, bazen de bir sayfalık veri
olabilir. Kendi içinde anlamlı bir bölüm oluşturan bu bölümler, araştırmacı tarafından
isimlendirilir, diğer bir deyişle kodlanır (Neuman, 2012: 668).
Karataş 80
Verilerin kodlanması süreci genelde, araştırmacının veri setini birkaç defa
okumasını ve ortaya çıkan kodlar üzerinde tekrar tekrar çalışmasını gerektirir. Verilerin
derinliğine ve kapsamına göre ortaya çıkan kodların sayısı değişir.
Strauss ve Corbin (1990) üç tür kodlama biçiminden bahsetmektedir. Bunlar:
Daha önceden belirlenmiş kavramlara göre yapılan kodlama,
Verilerden çıkarılan kavramlara göre yapılan kodlama,
Genel bir çerçeve içinde yapılan kodlamadır (Strauss & Corbin, 1990’dan
aktaran Yıldırım ve Şimşek, 2008: 229-232).
Kodlamanın ne kadar ayrıntılı olması gerektiği önemli bir sorudur. Bu sorunun
yanıtı araştırmanın amacına ve niteliğine göre farklılık gösterir. İletişim süreçlerini
içeren araştırmalarda çok ayrıntılı kodlama yapmak gerekirken, farklı bir konudaki
araştırmada bu kadar ayrıntılı kodlama gerekli olmayabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:
233).
2. Temaların Bulunması
İlk aşamada ortaya çıkan kodlardan yola çıkarak verileri, genel düzeyde
açıklayabilen ve kodları belirli kategoriler altında toplayabilen temaların bulunması
gerekmektedir. Bunun için önce kodlar bir araya getirilir ve incelenip ortak yönler
bulunmaya çalışılır. Bu bir anlamda tematik kodlama işlemidir. Tematik kodlama için
ortaya çıkan kodların benzerlik ve farklılıklarının saptanması ve buna göre birbiriyle
ilişkili olan kodlar bir araya getirebilecek türden temaların belirlenmesi gerekir.
Tematik kodlama yapılırken dikkat edilmesi gereken iki ilke söz konusudur.
Bunların ilki, “iç tutarlılığa” ilişkindir. Yani, ortaya çıkan temaların altında yer alan
verilerin anlamlı bir bütün oluşturup oluşturmadığı, tematik kodlamada göz önüne
alınması gereken önemli bir ilkedir. İkinci ilke ise, ortaya çıkan temaların tümünün
araştırmada elde edilen verileri anlamlı bir biçimde açıklayabilmesine ilişkindir. Yani
bu temaların, birbirinden farklı olmakla birlikte, kendi aralarında anlamlı bir bütün
oluşturmaları gerekmektedir. Bu ilke de tematik kodlamada dış tutarlılığı yansıtır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237).
3. Verilerin Kodlara ve Temalara Göre Düzenlenmesi ve Tanımlanması
İlk aşamadaki ayrıntılı kodlama ve ikinci aşamadaki tematik kodlama
sonucunda, araştırmacı topladığı verileri düzenleyebileceği bir sistem oluşturur.
Üçüncü aşamada ise araştırmacı, bu sisteme göre elde edilen verileri düzenler ve bu
şekilde belirli bulgulara göre verileri tanımlamak ve yorumlamak mümkün olabilir.
Verilerin okuyucunun anlayabileceği bir dille tanımlanması, açıklanması ve sunulması
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 81
önemlidir. Bu aşamada araştırmacı kendi görüş ve yorumlarına yer vermez ve
toplanan bilgileri işlenmiş bir biçimde okuyucuya sunar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237-
238).
4. Bulguların Yorumlanması
Nitel araştırmada araştırmacı, incelenen olguya yakın olduğu ve gerekirse o
olguya ilişkin ilk elden deneyimler edindiği için, onun yapacağı yorumlar değerlidir.
Toplanan verilerin açıklanmasında ve anlamlandırılmasında yardımcı olabilecek
araştırmacının görüş ve yorumları nitel araştırmada önemli bir yer tutar. Bu nedenle
araştırmacı bu son aşamada topladığı verilere anlam kazandırmak ve bulgular
arasındaki ilişkileri açıklamak, neden-sonuç ilişkileri kurmak, bulgulardan birtakım
sonuçlar çıkarmak ve elde edilen sonuçların önemine ilişkin açıklamalar yapmak
zorundadır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 238).
NİTEL ARAŞTIRMADA GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK
Bilimsel araştırmanın en önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilen geçerlik
ve güvenirlik, araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan iki en önemli ölçüttür.
Araştırmalarda kullanılan veri toplama araçlarının, araştırma deseninin ve veri
analizinin geçerliği ve güvenirliği çok dikkatli bir şekilde test edilmeli ve sonuçları
okuyucuya rapor edilmelidir. Nitel araştırmaya yöneltilen en önemli eleştirilerden birisi
özellikle güvenirlik konusunda nicel araştırmalarda olduğu gibi yaygın olarak kullanılan
tanımların yöntemlerin ve testlerin olmayışıdır. Bunun için ayrıntılı olarak belirlenmiş
tanımlar yöntemler ve istatistiksel testler vardır. Her şeyden önce nitel araştırma daha
çok bir olgunun “varlığına ve anlamına” yönelirken, nicel araştırma bir olgunun “ne
derece var olduğuna” yönelmektedir. Yani nitel araştırma araştırılan olgu ve olayların
niteliğini ön plana çıkarırken nicel araştırma “sayısal özellikleri” ön plana çıkarır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 255).
Nitel Araştırmada Geçerlik
Genel anlamda geçerlik araştırma sonuçlarının doğruluğunu konu edinir. Nitel
araştırmada geçerlik araştırmacının ilgilendiği konuyu olabildiğince tarafsız
gözlemesidir. Nitel araştırmada geçerlik ölçme aracının ölçmeyi amaçladığı olguyu
doğru ölçmesi ile yakından ilişkilidir. Bu durumda toplanan veriler gerçeği yansıtır ve
araştırma sonuçlarının geçerliğine katkıda bulunur. Üzerinde çalışılan olgu veya
konuyu bir bütün olarak incelemesi, bir fotoğraf oluşturulabilmesi için elde ettiği verileri
teyit etmesine yardımcı olacak bazı ek yöntemler (katılımcı teyidi, meslektaş teyidi,
uzman incelemesi v.b.) kullanılması gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 256)
Karataş 82
Geçerlik ikiye ayrılır:
İç geçerlik: Araştırma sonuçlarına ulaşırken izlenen sürecin çalışılan gerçekliği
ortaya çıkarmadaki yeterliliğidir. Araştırmacı olarak gözlediğimizi sandığımız olaylar
ya da anladığımızı düşündüğümüz olgulara ilişkin yorumlamalarımız gerçek durumu
yansıtıyor mu? Araştırma bulguları kendi içinde tutarlı ve anlamlı mıdır? Bulguları teyit
etmede kullanılan kurallar stratejiler var mı? Açık olmayan olgular ya da olaylar
belirlenmiş midir? Bulgular araştırmaya katılan bireyler tarafından gerçekçi bulunmuş
mudur?
Araştırmacının gerek veri toplama süreçlerinde gerekse verilerin analizi ve
yorumlanması süreçlerinde tutarlı olması ve bu tutarlılığı nasıl sağladığını açıklaması
beklenmektedir. Araştırmacının sürekli olarak kendisini ve süreci eleştirel bir gözle
sorgulaması ve denetlemesi beklenir. Çalışmadaki kontrollerin nasıl yapıldığı
konusunda açıklamalar okuyucuyu tatmin edecek şekilde açık ve net olmalıdır
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 257-258).
Dış geçerlik: Elde edilen sonuçların benzer gruplara ya da ortamlara
aktarılabilirliğidir. Dış geçerlik araştırma sonuçlarının genellenebilirliğine ilişkindir.
Eğer bir araştırmanın sonuçları benzer ortamlara ve durumlara genellenebiliyorsa
araştırmanın dış geçerliğinin olduğu söylenebilir. Sosyal olayların, içinde bulunan
ortama göre değiştiği varsayımından hareketle hiçbir araştırmanın sonuçları başka bir
duruma doğrudan genellenemez. Ancak bir dereceye kadar benzetilerek genellenebilir.
Nicel araştırmada bu genelleme doğrudan olabilirken nitel araştırmada genelleme
dolaylı olarak yapılabilir. Araştırmacı bazı soruları dikkate almalıdır. Araştırma
örnekleminin ortamının ve süreçlerinin özellikleri başka örneklemlerle karşılaştırma
yapabilecek düzeyde ayrıntılı olarak tanımlanmış mıdır? Örneklem genellemeye izin
verecek ölçüde çeşitlendirilmiş midir? Araştırma sonuçları araştırma sorusu ile ilgili
kuramlarla tutarlı mıdır? Araştırma bulguları benzer ortamlarda kolaylıkla test edilebilir
mi? Bu ve benzeri sorular araştırmanın sınırlı ölçülerde genellenebilirliğini belirlemede
kullanılabilir.
Her nitel araştırmacının bu soruların tümüne doğru yanıtlar vermesi güç olabilir.
Ancak araştırma sonuçlarının benzer ortamlara genellenebilmesi için araştırmacının
okuyucuyu yaptığı çalışmanın tüm aşamaları hakkında ayrıntılı bir şekilde
bilgilendirmesi gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 258-259).
Nitel Araştırmada Güvenirlik
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 83
Güvenirlik araştırma sonuçlarının tekrar edilebilirliği ile ilgilidir. Bunun anlamı
eğer çalışma ikinci kez yürütülmüş olsa aynı sonuçları verir mi? Sosyal bilim
araştırmalarında güvenirlik önemli bir problemdir. Çünkü insan davranışları çok
değişkendir. Güvenirlik bilimsel çalışmalarda sağlanması gereken ilk koşuldur.
Güvenirliği düşük olan bir ölçmenin hiçbir bilimsel değeri olmadığı gibi güvenirliğin
yüksek olması da yapılan ölçmenin amaca uygunluğunun (yani geçerli olduğunun)
garantisi değildir. “Bir işlemin geçerli olabilmesi için önce güvenilir olması gerekir.”
Yapılan bir ölçmede üç tür güvenlik ölçütü alınabilir. Bunlar: 1. Zamana göre
değişmezlik (süreklilik), 2. Bağımsız gözlemciler arası uyum, 3. İç tutarlılık.
Güvenirlik ikiye ayrılır: 1. Dış güvenirlik, 2. İç güvenirlik (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 259-260)
Dış güvenirlik: Araştırma sonuçlarının benzer ortamlarda aynı şekilde elde
edilip edilemeyeceğine bakar. Dış güvenirliğin sağlanmasına yönelik araştırmacının
öncelikle araştırma sürecindeki kendi konumunu açık hale getirmesi gerekir.
Araştırmada veri kaynağı olan bireylerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir.
Araştırma sürecinde oluşan sosyal ortamların ve süreçlerin tanımlanması gerekir. Elde
edilen verilerin analizinde kullanılan kavramsal çerçevenin ve varsayımların
tanımlanması gerekir. Veri toplama ve analiz yöntemleri ile ilgili ayrıntılı açıklamaların
yapılması gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 261).
İç güvenirlik: Başka araştırmacıların aynı veriyi kullanarak aynı sonuçlara
ulaşıp ulaşamayacağına ilişkindir. İç güvenirliğin sağlanması için;
1. Toplanan verilerin öncelikle betimsel bir yaklaşımla doğrudan sunulmasına
ilişkindir.
2. Aynı araştırmaya birden fazla araştırmacının dahil edilmesidir.
3. Özellikle gözlem yoluyla elde edilen bulguların görüşmeler yoluyla teyit
edilmesi gerekir.
4. Elde edilen verilerin analizinde bir başka araştırmacıyı kullanma ve ulaşılan
sonuçları teyit etmedir.
5. Önceden oluşturulmuş ve ayrıntılı olarak tanımlanmış bir kavramsal
çerçeveye bağlı olarak yapılan veri analizi de iç güvenliği zenginleştiren bir etkendir
(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 263).
Özetle; yapılan çalışmada örneklemin yeterli büyüklükte seçilmesi, birden çok
araştırmacı ile konunun ele alınması, daha çok kaynak ve görüşe başvurulması, elde
edilen verilerin iyi bir şekilde saklanması çalışılan ortamın ve araştırmacının
Karataş 84
konumunun tam olarak belirtilmesi ve çalışmanın tarafsız bir şekilde yapılması
gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 274).
SONUÇ
“Bilimsel sürecin en önemli özelliği bilim insanının herhangi bir sınırlama
koymaksızın aklının potansiyelini en uç noktasına kadar kullanmasıdır. Tüm
araştırmacıların takip edebileceği ya da takip etmesi gereken standart bir araştırma
yöntemi olamaz. Birçok ünlü bilim adamı karşılaştıkları problemleri çözmek ya da
bilinmeyeni keşfetmek için farklı ve daha önce denenmemiş yöntemler kullanmışlardır”
(Dalton, 1967).
Psikoloji, sosyal hizmet, sosyoloji, antropoloji ve eğitim gibi sosyal bilim
alanlarında insan ve toplum davranışları incelenmektedir. Bu davranışları sayılarla
açıklamak zordur. İnsan ve toplum ait olgu ve olaylar açıklanmaktan çok anlaşılmayı
ve keşfedilmeyi bekleyen karmaşık anlamlar dünyasıdır. Dolayısıyla nitel araştırmalar
dünyanın sosyal yönü ile ilgilenir ve şu sorulara yanıt arar: İnsanlar niçin böyle
davranır? Kanaatler ve tavır alışlar nasıl oluşur? İnsanlar çevrelerinde olup bitenden
nasıl etkilenir? Kültürler niçin ve nasıl gelişir? Sosyal gruplar arasındaki farklar
nelerdir?
Nicel araştırma teori ve denence ile başlar (deduktif). Nitel araştırma ise
araştırma sonunda kavram ve teoriler oluşturur (induktif). Nitel araştırma kişilerin
kanaatleri, tecrübeleri, algıları ve duyguları gibi subjektif verilerle meşgul olur. Nitel
araştırma bir sosyal olayı doğal ortamı ve doğal oluşumu içinde tasvir eder. Deneysel
nicel araştırmalar gibi olayın değişkenleriyle oynamaz. Nitel araştırma “niçin, nasıl ve
ne şekilde” sorularına yanıt arar. Nicel araştırma “ne kadar, ne miktarda, ne kadar sık
ve ne kadar yaygın” sorularına yanıt arar. Nitel araştırma yapanların iyi gözlem
yapabilme, insanlarla ılımlı ilişkiler kurabilme, dinleyebilme ve verileri iyi analiz
edebilme gibi becerilerinin olması gerekir.
Sonuç olarak, daha çok nicel araştırmalarda söz konusu olan genelleme ve
genellenebilirliğin nitel araştırmalarda da söz konusu olduğu bazı araştırmacılar
tarafından savunulmaktadır. Önemli olan sonuçların sınırlandırılması ve analitik
genellemelere ulaşılmasıdır. Nitel araştırmalarda sosyal olaylar inceleme konusudur.
Sosyal olaylar ise duruma, zamana göre değişiklik göstermektedirler. Ayrıca nitel
araştırmada çalışma grubu söz konusu olduğu için yani evereni temsil edebilecek
sayıda ve düzeyde kişiyi örnekleme dahil etmek çoğu zaman mümkün olmadığı için,
bu araştırmalarda elde edilen bulguların genellenebilmesi güçtür. Bu nedenle nitel
Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 85
araştırmalarda ancak sınırlı genellemeler yapılabilmektedir. Sınırlı genelleme
yapılırken araştırmanın çerçevesi ve sınırlılıkları dikkate alınmalı ve araştırma
raporunda bu sınırlılıklar belirtilmelidir.
Karataş 86
KAYNAKÇA
Alptekin, K. (2008). Sosyal Hizmet Bakış Açısından Genç Yetişkinlerde İntihar
Girişimlerinin İncelemesi: Bir Model Önerisi (Basılmamış Doktora Tezi).
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet
Anabilim Dalı.
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S., & Yıldırım, E. (2010). Sosyal Bilimlerde
Araştırma Yöntemleri SPSS Uygulamalı (6. Baskı). Sakarya: Sakarya
Yayıncılık.
Ayten, A. (2012). Din Psikolojisi: Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşımlar (2. Baskı).
İstanbul: İz Yayıncılık.
Berg, B. L., & Lune, H. (2015). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Konya:
Eğitim Yayınevi.
Capra, F. (1992). Batı Düşüncesinde Dönüşüm Noktası (Çev. M. Armağan). İstanbul:
İnsan Yayınları.
Creswell, J. W. (2003). Research Design: Qualitative, Quantitative, And Mixed
Methods Approaches. California: Sage Publications.
Dalton, M. (1967). Sociologist at Work. New York: Anchor.
Neuman, W. L. (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar I-
II. Cilt (5. Basım). İstanbul: Yayın Odası.
Özdemir, M. (2010). Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı
Üzerine Bir Çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
11(1), 323-343.
Özhan Dedeoğlu, A. (2002). Tüketici Davranışları Alanında Kalitatif Araştırmaların
Önemi Ve Multidisipliner Yaklaşımlar. D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 17(2), 75-92.
Patton, M. Q. (1990). Qualitative Evaluation and Research Methods (2nd Ed.).
London: Sage Publications.
Sönmez, V., & G. Alacapınar, F. (2011). Örneklendirilmiş Bilimsel Araştırma
Yöntemleri. Ankara: Anı Yayıncılık.
Strauss, A., & Corbin, J. (1990). Basics of Qualitative Research: Grounded Theory
Procedurs and Tecniques. Newbury Park, C. A.: Sage.
Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6.
Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık.