tÜrkİye sosyal hİzmet araŞtirmalari dergİsİ · tÜrkİye sosyal hİzmet araŞtirmalari...

91

Upload: others

Post on 15-Sep-2019

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

TÜRKİYE SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF SOCIAL WORK RESEARCH

TÜSHAD (ISSN: 2602-3393), MD Publishing tarafından yılda iki kez olmak üzere Haziran ve Aralık aylarında yayınlanan uluslararası hakemli dergidir.

Editörler

Yrd. Doç. Dr. Zeki KARATAŞ

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye

Uzm. Ozan SELCİK Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye

Yayın Kurulu

Prof. Dr. Yasemin ÖZKAN Hacettepe Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Nurdan DUMAN Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Hakan ACAR Liverpool Hope University, UK

Prof. Dr. Yüksel BAYKARA ACAR Liverpool Hope University, UK

Prof. Dr. Aliye MAVİLİ Biruni Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Işıl BULUT Başkent Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Fatih ŞAHİN Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Hacettepe Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Cengiz ÖZBESLER Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye

Prof. Dr. Kamil ALPTEKİN K.T.O. Karatay Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Tarık TUNCAY Hacettepe Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Ercüment ERBAY Hacettepe Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Cengiz YANIKLAR Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Yusuf GENÇ Sakarya Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Rıfat BİLGİN Fırat Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Serap DAŞBAŞ Selçuk Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Rıza GÖKLER Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Ertan KAHRAMANOĞLU Başkent Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. İshak AYDEMİR Bahçeşehir Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Hüdayar CİHAN Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye

Doç. Dr. Ahmet ALBAYRAK Uludağ Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Talip YİĞİT İstanbul 29. Mayıs Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Melek ZUBAROĞLU YANARDAĞ Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Abdulhakim BEKİ İstanbul Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Miraç Burak GÖNÜLTAŞ Cumhuriyet Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir YELER Medeniyet Üniversitesi, Türkiye

Yrd. Doç. Dr. Murat TÜMAY Medeniyet Üniversitesi, Türkiye

MD PUBLISHING

Ekrem Orhon Mahallesi, Leyla Sokak, No.2/701 Merkez, Rize

Uluslararası hakemli dergidir. International refereed journal.

Sahibi / Owner

MD PUBLISHING

www.turkishsocialwork.com [email protected]

+90 532 203 2486

Editörler / Editors

Yrd. Doç. Dr. Zeki KARATAŞ Uzm. Ozan SELCİK

Yayın Kurulu / Editorial Board

Uzm. Ozan SELCİK Arş. Gör. Bekir GÜZEL

İngilizce Editör / English Editor

Uzm. Ozan SELCİK

Cilt/Volume: 1 Sayı/Number: 1 Yıl/Year: 2017

TÜRKİYE SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMALARI DERGİSİ TURKISH JOURNAL OF SOCIAL WORK

ISSN: 2602-3393 Journal homepage: www.turkishsocialwork.com Available online: www.dergipark.gov.tr/tushad

İÇİNDEKİLER / TABLE OF CONTENTS Dergi Künyesi / Masthead ss. i-ii Editörden / From Editor Zeki Karataş ss. iii-iv Çocuklara Yönelik Denetimli Serbestlik Uygulamalarında Sosyal Hizmet Müdahalesinin Önemi Zeki Karataş ss. 1-20 Sosyal Hizmet Araştırma Etiği: Bir Sosyal Hizmet Doktora Öğrencisinden Yansımalar Ozan Selcik ss. 21-34 Sokakta Çalıştırılan Çocukların Karşılaştıkları Güçlükler Üzerine Nitel Bir Araştırma: Ankara Örneği Süleyman Cüce ss. 35-47 Evde Bakım Hizmeti Alan Engelli Bireye Sahip Ailelerin Bakım Verme Yüklerinin Belirlenmesi: Amasya Örneği Yunus Emre Öztürk, Şener Şentürk, Yunus Macit ss. 48-67 Sosyal Bilim Araştırmalarında Paradigma Değişimi: Nitel Yaklaşımın Yükselişi Zeki Karataş ss. 68-86

EDİTÖRDEN

Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi

Sosyal hizmet uzmanı olarak çok farklı sorunları olan vakalarla on yıl çalıştıktan

sonra, beş yıldır sosyal hizmet bölümünde akademisyen olarak görev yapmaktayım.

Bu süreçte sosyal hizmet alanında ve bilim dalında yaşanan hızlı gelişim ve değişimin

bizzat şahidi olma fırsatı yakaladım. Bir taraftan sosyal devlet anlayışı gereği hak

temelli uygulamalar ortaya koymakta gecikmiş olmanın telaşıyla üretilen yeni sosyal

hizmet modellerini başlatma ve uygulama imkânı buldum, diğer taraftan da piyasada

oluşan ihtiyacı karşılama aceleciliğiyle açılan sosyal hizmet bölümlerinin birinde bilgi

ve deneyimlerimi paylaşma fırsatı yakaladım. Her iki tecrübe sonrası bende oluşan

izlenim şu oldu: Sosyal hizmet teori ve pratiği için Türkiye’de daha çok şeyler

yapılmalıdır.

Alanda çalışırken bizlerden değişen sosyal şartların ortaya çıkardığı risklere

maruz kalan karmaşık vakalara kısa zamanda pratik çözümler bulmamız bekleniyordu.

Dosya sayımızın yoğun olması nedeniyle çoğu zaman müdahalelerimizde sosyal

hizmet mesleğinin paradigmasını ve yaklaşımlarını dâhil etme fırsatı bulamadan

müracaatçıyla temasımız kesiliyordu. Zaman ayırıp bir müracaatçıyla derinlemesine

çalıştığımızda da telaşlanarak diğer müracaatçılara haksızlık ettiğimizi düşünüp

vicdan azabı çekiyorduk. Bazen öyle vakalarla karşılaşıyorduk ki, çaresizliğimiz

tükenmişliğimizi arttırıyordu. Tüm bunları yaşarken en çok ihtiyacımız olan şey pratikte

işimize yarayacak bilgiye ulaşmaktı. Bir başka ifadeyle sıcak temas halinde olduğumuz

ve hiç beklenmedik anda ortaya çıkan müracaatçılarla çalışırken işimize yarayacak

pratik bilgilere ihtiyacımız vardı. Bu alanda bilimsel çalışma yapan akademisyenlerin

önerilerini duymaya, alanda uygulama yapan meslektaşlarımızın tecrübelerini

öğrenmeye ve paylaşmaya ihtiyacımız vardı. Ancak uygulamada bize rehberlik

yapacak bilgi kaynakları bulmakta zorlanıyorduk. Sosyal hizmet alanında üretilen

kaynakların nicelik ve nitelik açısından yetersiz oluşu mesleğin bilim camiasında ve

toplum nezdinde hak ettiği saygınlığı elde etmesini de engelliyordu.

Son on yılda sosyal hizmet bilim dalında yerli ve yabancı önemli eserlerin

yayınlanmasından son derece memnun olduğumuzu belirtmek isteriz. Ancak

Türkiye’de henüz önemi yeni hissedilmiş bir alan olan sosyal hizmet için daha çok bilgi

üretilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca hizmet sunduğumuz topluma özgü bilgi

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 2

üretilmesi ihtiyacı olduğunu da yüksek sesle dillendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Sosyal hizmet biliminin evrenselliğini tartışmadan hizmet sunduğumuz toplumun

sosyal bağlamını dikkate alarak bilgiyi yeniden üretmemiz gerektiğinin bilincinde

olmamız gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa birilerinin kendi medeniyet anlayışıyla ürettiği

bilginin nakledicisi olmanın ötesine geçemeyiz. Bilim insanı taklitçi değil, mütefekkir

olmalıdır.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi’ni yayınlamaya karar verirken

ülkemizdeki sosyal hizmet alanlarını, uygulayıcılarını, akademisyenlerini ve hizmetten

yararlananları düşünerek yola çıktık. İstedik ki araştırdığımız, ele aldığımız ve yazıya

döktüğümüz konular insanımıza, insanlığa temas etsin ve fayda sağlasın. Bu niyetle

yola çıktık ve sizlerin manevi desteğine talip olduk. Hiçbir ayrım yapmadan sosyal

hizmet bilimine değer katacak ve nitelikli çalışmalara imza atacak herkese kapımızı

sonuna kadar açtık. Zaman kırgınlıkları, küskünlükleri bir kenara bırakarak sosyal

hizmet mesleğinin onuru ve saygınlığı için çalışma zamanıdır. Bu açıdan alanda

özveriyle çalışan sosyal hizmet uzmanlarından tecrübelerini ve vakalarını sistematik

bir şekilde bizimle paylaşmalarını bekliyoruz. Sosyal hizmet alanında araştırma yapan

bilim insanlarının özgün eserlerini bizimle paylaşmalarını diliyoruz. Ve multidisipliner

bir anlayışla yayın yaptığımızı belirterek sosyal hizmete ilgi duyan herkesin katkı ve

katılımına açık olduğumuz belirtmek istiyoruz.

Dergimizin ilk sayısına katkı sunan araştırmacılara teşekkür ediyor ve sizlerin

katkılarını heyecanla bekliyoruz.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

ÇOCUKLARA YÖNELİK DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMALARINDA SOSYAL HİZMET MÜDAHALESİNİN ÖNEMİ1

Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi

Özet. Ceza adalet sistemi içinde uygulanan denetimli serbestlik faaliyetleri ağırlıklı olarak yetişkin hükümlülere hizmet vermek üzere kurgulanmıştır. Denetimli serbestlik uygulamasına tabi tutulan çocuk sayısı her geçen gün artsa da 2015 yılı itibariyle denetimli serbestlikten yararlanan kişilerin sadece %5’i çocuklardan oluşmaktadır. Bu nedenle denetimli serbestlik hizmetleri kapsamında çocuklara yönelik uygulamalar, yetişkinlere hizmet veren sistemden çocukların yararlandırılması şeklinde yürütülmektedir. Ancak çocuklar kendine özgü gelişim özellikleri nedeniyle yetişkinlerden ayrı değerlendirilmesi gereken ve özel gereksinimleri olan bir gruptur. Çocukları yetişkinlerin küçük bir modeli olarak algılama hatası sonucu çocuklar için yapılan uygulamalarda çevresi içinde birey anlayışı doğrultusunda ön değerlendirme yapılmadan, çocuk ve ailenin katılımı sağlanmadan uygulanan programların başarılı olması mümkün görülmemektedir.

Denetimli serbestlik uygulamaları her ne kadar ceza adalet sistemi bünyesinde yürütülüyor olsa da özü itibariyle sosyal hizmet müdahalesi gerektiren faaliyetler bütünüdür. Özellikle suça sürüklenen çocuklarla yapılan çalışmalarda sadece çocuğa yönelik iyileştirmeler yapıp, aile, sosyal çevre ve sosyal politika bağlamında planlı değişim süreci başlatılamıyorsa uygulanan programlar yetersiz kalacaktır. Sosyal hizmet, bütüncül bakış açısıyla çocuğa ve sosyal çevresine yönelik mikro, mezzo ve makro düzeyde müdahalelerde bulunmayı öngören programlar sayesinde toplumsal işlevlerini yerine getiremeyen birey ve aileyi güçlendirmeyi hedefler.

Bu makalede suça sürüklenen çocuklara yönelik denetimli serbestlik uygulamaları kapsamında sunulan psiko-sosyal hizmetlerin yeniden yapılandırılması konusunda önerilere yer verilmektedir. Sosyal hizmet disiplini açısından çocuğun iyi olma halinin geliştirilmesi için başlatılması gereken planlı değişim sürecinin evreleri örnek vakalar üzerinden değerlendirilmektedir.

Anahtar sözcükler: Sosyal hizmet müdahalesi, çocuk adalet sistemi, denetimli serbestlik, suça sürüklenen çocuklar

1 Bu çalışma Türkiye’de Denetimli Serbestliğin 10. Yılı Uluslararası Sempozyumu’nda sözel bildiri olarak sunulmuştur.

Karataş

2

THE IMPORTANCE OF SOCIAL WORK

INTERVENTION FOR CHILDREN WITHIN

PROBATION

Zeki KARATAŞ, Asst. Prof. Dr. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdogan University

Abstract. Probation within criminal justice system is predominantly designed to serve for adult prisoners. Although the number of children subjected to probation increases day by day, 5% of the children have benefited from probation by 2015. For this reason, practices towards children within probation are conducted as a system for adults but available also for children. Since each child develops in a unique way and has special needs, he/she should be treated independently of adults. As a result of misperception of children as a younger model of adults, it is almost impossible for children programs to be successful without participation of the child and his/her family; without pre-assessment in line with person-in-environment perspective.

Though being managed within criminal justice system, in its essence, probation is kind of practices requiring social work intervention. By not involving his/her family and social environment or not implementing a planned change process in the context of social policy, working only with juvenile delinquents will be inadequate. Social work aims to empower individuals and families who cannot fulfil their social roles thanks to micro, mezzo and macro interventions towards the child and his/her social environment with holistic perspective.

This article presents suggestions to reconstruct psycho-social services within juvenile delinquency probation. The phases of planned change process to improve well-being of child in terms of social work is evaluated through sample cases.

Keywords: Social work intervention, child justice system, probation, juvenile delinquency

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

GİRİŞ

Toplum temelli bir adli sistem olan denetimli serbestlik, “hükümlülerin suç

işlemesine neden olan davranışlarının değiştirilerek tekrar suç işlemelerinin önlenmesi,

mağdurların uğradıkları zararın giderilmesi ve bu yolla toplumun korunması” anlamına

gelmektedir. Hapis cezasına alternatif olarak uygulanan denetimli serbestlik sisteminin

genel anlamda iki temel amacı bulunmaktadır. Öncelikli amacı, ceza infaz kurumuna

alternatif olarak hükümlüye adli açıdan bazı sorumluluklar yüklenerek toplum içinde

takibini sağlamak; ikinci olarak da hükümlünün yeniden suç işlemesini önlemeye

yönelik rehabilitasyon çalışmaları uygulamaktır. Bu bağlamda denetimli serbestlik;

psiko-sosyal yardım yöntemlerinin uygulanması yoluyla suçlunun sorunlarının

giderilmesine, çevresine uyum sağlamasına, sosyal ve hukuksal sorumluluklarını

yerine getirmesine yönelik rehberlik hizmetleri sağlanması ve ceza adalet süreci

içerisinde suçlunun yargılama makamları tarafından belirlenecek bir süre içerisinde

mümkün olduğu kadar toplumdan koparılmadan ve hürriyeti kısıtlanmadan ıslah

olmasına yönelik çözümler arayan bir ceza adalet yöntemidir (Yavuz, 2012).

Tarihsel süreç içerisinde on sekizinci yüzyıla kadar suç işleyenlere karşı

uygulanan cezalandırmanın temel mantığı öç alma tepkisi üzerine kurulmuştur. On

dokuzuncu yüzyıldan itibaren suçluların topluca cezalandırıldığı hapishane yaptırımı

ağırlıklı olarak uygulanmış, bu sayede toplumun suçtan arındırılacağı ön görülmüştür.

Ceza infaz hukuku alanında yapılan araştırmalar, hapishanelerin suçlulara ders

vermediği ve onlara işledikleri suçlardan dolayı pişmanlık hissettirmediği sonucunu

ortaya çıkarmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte özellikle şehirlerde suç oranlarının

yükselmesi hapishanelerdeki mahkûm sayısının artmasına neden olmuş ve alternatif

ceza infaz yöntemleri üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. Yirminci yüzyılda sosyal refah

sistemlerinin gelişmesiyle birlikte reform yaklaşımı ön plana çıkarak toplum temelli

rehabilitasyon çalışmalarına ağırlık verilmeye başlanmıştır. Günümüzde ise başta

çocuk adalet sistemi olmak üzere adli sistem uygulamalarında onarıcı adalet

(restorative justice) yaklaşımı esas alınmaktadır (Uluğtekin, 1991).

Onarıcı adalet yaklaşımı kapsamında değerlendirilen denetimli serbestlik

uygulamalarıyla suçlunun kanunla ihtilafa düşmesine neden olan davranışlarının

değiştirilerek yeniden suç işlemesinin önlenmesi ve bu yolla toplumun korunmasının

sağlanması amaçlanmaktadır. Onarıcı adalet yaklaşımı kapsamında; bir taraftan

suçluya davranışlarının olumsuz sonuçları ve mağdura verdiği zararın etkisi

hatırlatılmakta, diğer taraftan da mağdurun hakkı korunmaya çalışılmaktadır.

Karataş

4

Dolayısıyla onarıcı adalet uygulamaları sayesinde fail formel sistem içerisine

girmemekte, işlenilen bir suçtan dolayı failin kendisi değil kötü davranış ya da suç

kötülenmektedir. Böylece, fail “suçlu” olarak damgalanmaktan kurtulmaktadır. Bu

durumda, faile hatasından vazgeçme ve kendini düzelterek yeniden suç işlememe

yolunda fırsat verilmektedir (Uludağ, 2011).

Modern anlamda denetimli serbestliğin Türk ceza adalet sistemine dâhil

edilmesi 2005 yılında gerçekleşmiştir. Türkiye’de uygulanan denetimli serbestlik

sisteminde ağırlıklı olarak yetişkin suçluların ıslahıyla ilgili çalışmalar yürütülmekte,

çocuk hükümlülerle ilgili bağımsız bir birim bulunmamaktadır. Ayrıca suçun en önemli

taraflarından birisi olan mağdurlarla ilgili de herhangi bir çalışma yapılmamakta, ancak

bu konuda yeni bir kurumsal yapı oluşturma çabaları Adalet Bakanlığı bünyesinde

sürdürülmektedir.

2015 yılı Aralık ayı itibariyle denetimli serbestlik sisteminde işlem yapılan dosya

sayısı toplam 273.401’dir. Bazı hükümlülerin birden çok dosyası olması nedeniyle

sistemde işlem yapılan kişi sayısı toplam 226.970’dir. Bu kişilerden 215.633’ü yetişkin,

11.337’si çocuktur. Bu verilere göre denetimli serbestlikten yararlanan çocukların

yetişkinlere oranı % 5’tir. Denetimli serbestlikten yararlanan çocuk oranı düşük olsa

da, sayı itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı kuruluşlarda bakım ve

koruma altında bulunan çocuk miktarına yakındır. Çocukların yetişkinlerden farklı

ihtiyaç ve sorunları olduğu düşünüldüğünde, denetimli serbestlik sistemi içinde

çocuklara özgü yapısal düzenlemeler gerçekleştirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLARA YÖNELİK DENETİMLİ SERBESTLİK

Çağımızın modern çocukluk paradigması gereği çocuklar yetişkinlerin

minyatürü olarak değil, kendine has özellikleri olan bir gelişim dönemi şeklinde

nitelendirilmektedir. Bu anlayış gereği suça sürüklenen çocuklar kendine özgü gelişim

özellikleri nedeniyle adli sistemin her aşamasında yetişkinlerden farklı

değerlendirilmesi gereken bir grup olarak ele alınmalıdır (Prout & James, 1997). Her

ne kadar yetişkinlere sağlanan koşullar ve haklar, çocuklar için geçerli olsa da

çocukların yetişkinlerden farklı ihtiyaçları ve hakları bulunmaktadır. Çocuklar için

yapılan hukuki düzenlemelerde; çocuğun yüksek yararının gözetilmesi ve gelişimini

engelleyecek her türlü risk ve uygulamalardan uzak tutulması temel esas olarak kabul

edilmektedir. Bu nedenle devletler, çocuğun korunması amacıyla risklerle

karşılaşmadan önce önlemler almak, eğer risklerle karşılaşmışsa da koruyucu

destekleyici müdahalelerde bulunma görevi üstlenmişlerdir. Çocukların korunması

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 5

kavramı geniş bir tanıma sahip olmasına rağmen genel anlam itibariyle kapsamı şu

şekilde ifade edilebilir: Çocukların herhangi bir incinmeye maruz kalmadan

gelişimlerini sürdürmeleri, ihmal ve kötü muameleden uzak tutulmaları, psiko-sosyal

ve fizyolojik iyilik hallerinin sağlanıp korunması ve kendileriyle ilgili kararlarda katılım

haklarının gözetilmesi esasına dayanmaktadır (Uluğtekin, 2014).

“Bir çocuk neden suç işler?” sorusuna cevap bulmak çok kolay olmasa da,

çocuklar kendi bünyelerinden ve/veya çevre şartlarından kaynaklanan bazı nedenlerle

yasalarda suç olarak tanımlanan fiilleri işlemektedirler. Çocuklar sorunlarına çözüm

bulmak ya da sorunlarını hafifletmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve haksızlığa karşı

çıkmak için suça sürüklenmektedirler. Sosyal hizmet disiplini açısından çocuk

suçluluğu kavramına baktığımızda; çocuğu kuşatan mikro, mezzo ve makro düzeydeki

sistemlerle olumsuz etkileşimden kaynaklanan sorunların etkili olduğu görülmektedir.

Çocuğu suça yönelten mikro düzeydeki sistemleri “çocuk” ve “ailesi” olarak ele almak

mümkündür. Suça sürüklenen çocukta ilk değerlendirilmesi gereken husus, çocuğun

doğumdan itibaren suç fiilini işlediği zaman kadar geçirdiği gelişim aşamalarının

incelenmesidir. Çocukların genellikle suçla tanıştığı en kritik gelişim dönemi olan

ergenlik dönemindeki sorunlar özellikle değerlendirilmelidir (Uluğtekin, 2012).

Çocuğa doğumdan itibaren gerekli bakımı sağlamak ve toplumsal değerleri

aktarmakla görevli aile, çocukların suça sürüklenmesine neden olan en temel

faktörlerden birisidir. Ailenin işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirememesi,

çocuğun suça sürüklenme olasılığını arttırmaktadır. Ebeveyn kapasitesinin yetersizliği

nedeniyle çocuk üzerinde denetimi kaybeden, çocuğu ihmal ve istismara açık hale

getiren aileler çocukların riskli davranışlara yönelmesine neden olmaktadır.

Parçalanmış aile yapısında yetişen ya da toplumsallaşma sürecinde aile ve yakın

çevresinde suç işleyen yetişkinleri model alan çocuklar da suç işleme riskiyle karşı

karşıyadırlar (Uluğtekin, 1991).

Çocuğun suça sürüklenmesinde etkili olan mezzo düzeydeki faktörleri; arkadaş

grubu ve boş zaman etkinlikleri, okul ve çalışma yaşamı olarak sınıflandırmak

mümkündür (Uluğtekin, 2012). Çocuğun sosyalleşmesinde aileden sonra en etkili olan

sistem, yaşanılan sosyal çevreyle birlikte akran grubudur. Özellikle ergenlik

döneminden itibaren çocuklar daha çok aile dışında zaman geçirirler ve akran

grubuyla birlikte olmak için sürekli bahaneler üretmeye çalışırlar. Çocukların tek

başına göze alamayacağı okuldan kaçma, sokakta çalışma ve madde kullanma gibi

riskler genellikle akran grubunun etkisiyle rahatlıkla tecrübe edilirler.

Karataş

6

Makro düzeydeki yapısal etmenler olarak adlandırılan göç, yoksulluk, işsizlik,

çarpık kentleşme gibi sorunlar ve bu sorunların çözümünde yetersiz kalan sosyal

politika ve programlar toplumun birçok kesiminin risk altında yaşamasına neden

olmaktadır. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre Türkiye’de yoksulluk

oranı % 15, çocuk yoksulluğu oranı ise % 23 olarak belirlenmiştir (TÜİK, 2015). Pek

çok sosyal sorunun kaynağı olan yoksulluk en çok da çocukları etkilemekte,

ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunlarına çözüm bulmak zorunda kalan çocuklar hırsızlık,

sokakta çalışma, madde kullanma gibi suçlara yönelmektedirler. Göç nedeniyle de

şehrin gecekondu mahallelerinde yaşama tutunmaya çalışan aileler işsizlik nedeniyle

temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmakta, sağlık ve sosyal güvenceden yoksun bir

şekilde topluma yabancılaşmaktadırlar. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük mekânlarda

yaşamak çocuklar açısından damgalanma ve dışlanma riskini beraberinde getirmekte

ve suça bulaşma riskini arttırmaktadır (Ümit, 2007).

Çocuklar içinde bulundukları riskler nedeniyle, yasalarda suç olarak tanımlanan

fiilleri işledikleri için ceza adalet sistemine dahil olmaktadırlar. 2013 yılı TUİK verilerine

göre; suça sürüklenen çocuk sayısı 2009-2013 yılları arasında % 68,9 artmıştır. Suça

sürüklenme nedeni ile 2013 yılında güvenlik birimlerine getirilen 115.439 çocuğun %

36,9’una yaralama suçu isnat edilmiştir. Bu suçu % 28,6 ile hırsızlık, % 9,1 ile de

uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak suçu izlemiştir.

Ayrıca, çocukların % 3,7’si mala zarar verme, % 3,5’i de tehdit suçu ile güvenlik

birimine getirilmiştir. Suça sürüklenen çocukların % 41,9’u bağımlılık yapan madde

kullanmıştır. Bağımlılık yapan madde kullanan çocukların % 67,9’u sigara, % 9,2’si

esrar, % 6,3’ü sigara ve esrar, % 6,1’i de sigara ve alkol kullanmıştır. Ayrıca, 11 yaş

ve altı çocukların da bağımlılık yapan madde kullandıkları görülmüştür. Son beş yılda

suça sürüklenen çocuklardan madde kullananların sayısında önemli artış olduğu

görülmüştür. Daha çarpıcı bir artış ise, 11 yaş ve altındaki çocuklarda 2013 yılında

2009 yılına göre % 270,7 artması olmuştur. Diğer bir dikkat çekici değişim ise, 2013

yılında 2009 yılına göre en büyük artışın % 658,7 ile bir veya birden fazla uyuşturucu

madde kullanan çocukların sayısında (sadece uçucu, çözücü, yapıştırıcı, esrar, eroin,

kokain, hap, bonzai kullanıcılarında) gerçekleşmesi olmuştur. Yaş gruplarına

bakıldığında, en büyük artış 11 yaş ve altındaki çocuklarda görülmüştür (TÜİK, 2014).

Kanunlarda her ne kadar çocuklara özgü düzenlemeler olsa da, çocuklar

yetişkinler için düzenlenmiş adli sistem içinde yargılanmakta ve sadece yaş küçüklüğü

nedeniyle ceza indiriminden yararlanmaktadırlar. Çocuk Koruma Kanunu gereği

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 7

çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları gerekirken her ilde çocuk

mahkemesi bulunmaması nedeniyle yargılamalar diğer ceza mahkemelerinde

yapılmaktadır. Ayrıca gelişmiş ülkelerde suça sürüklenen çocuklar daha çok adli

sistem dışındaki modellerle değerlendirilirken, ülkemizde ağırlıklı olarak ceza

muhakemesine tabi tutulmaktadırlar. Bir çocuğun ceza adalet sistemi içine girmesi pek

çok olumsuz deneyim yaşamasına neden olmaktadır. Yargılamanın uzun sürmesi, bu

süreçte çocuk ve ailenin yeterince bilgilendirilmemesi gibi nedenlerle adli

yükümlülükler gereğince anlaşılmamakta bundan dolayı mağduriyetler yaşanmaktadır.

Denetimli serbestliğe tabi tutulan çocuklar ağırlıklı olarak Çocuk Koruma

Kanunu’nun 23. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı

sonucu sisteme dâhil olmaktadırlar. Son zamanlarda Türk Ceza Kanunu’nun 191.

maddesi gereği “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul

etmek veya bulundurmak” suçunun şüphelisi olarak soruşturma aşamasında

haklarında denetimli serbestlik tedbiri verilen çocuklar da sistemden

yararlanmaktadırlar. Bahsedilen suçu işleyenler hakkında beş yıl kamu davasının

açılmasının ertelenmesi ve erteleme süresi içerisinde bir yıl denetimli serbestlik

tedbirine tabi tutulmasına cumhuriyet savcılığınca karar verileceği öngörülmüştür.

Uyuşturucu madde kullanıcıları tedaviyle birlikte denetimli serbestlik yükümlüsü

olmaktadırlar.

Mahkeme ya da savcılıkça verilen denetimli serbestlik kararının uygulanması

için çocuğun kanuni temsilcisine on gün içerisinde suça sürüklenen çocuk ile birlikte

denetimli serbestlik müdürlüğüne başvurması istenir. Müdürlüğe müracaat edilmesi ile

birlikte Çocuk Koruma Kanunu’nun 36. ve devamı maddeleri uyarınca çocuğa

müdürlükçe rehber atanır ve ayrıca on gün içerisinde çocuğa uygun bir denetim planı

hazırlanır. Bu plan çocuk hâkimi tarafından da onaylanmak zorundadır. Rehber olarak

atanan denetimli serbestlik uzmanı, denetim süresi boyunca çocuk ve çevresi ile

iletişim içerisinde çocuğun gelişimi ve suçtan uzak durması hususlarında her türlü

rehberlik hizmetini vererek, üç ayda bir çocuğun gelişimi hakkında kararın niteliğine

göre hâkime veya cumhuriyet savcısına rapor hazırlar. Çocuk hakkında verilen

denetimin süresinin sona ermesi, beklenen yararın elde edilmesi nedeniyle tedbirin

kaldırılması ya da çocuğun hükümlü veya tutuklu olarak ceza infaz kurumuna alınması

ile kayıt kapatılarak ilgili birime gönderilir (Kubat, 2015).

Denetimli serbestlik sistemi tarafından takip edilen bireylere yönelik hizmetlerin

kayıt altına alındığı pek çok form ve rapor bulunmaktadır. Bu form ve raporlar mevzuat

Karataş

8

ve uygulamadaki değişikliğe paralel olarak yenilenmektedir. Sistemin ilk kurulduğu

yıllardan itibaren uygulanan değerlendirme formu, tanıma formu, madde kullanım

listesi, denetleme planı ve salıverme öncesi değerlendirme raporu gibi çok sayıda form,

plan ve rapor artık kullanılmamaktadır. Mevcut sistemde; araştırma ve değerlendirme

formu, denetim raporu, sosyal araştırma raporu, denetim planı, gözden geçirilmiş

denetim planı, işbirliği ve çalışma protokolü, hizmetler listesi, kurumsal eğitimler ve

programlar listesi gibi standartlaştırılmış belgeler kullanılmaktadır. Örneğin; kısa adı

ARDEF olan, 7 bölüm ve 207 sorudan oluşan Araştırma ve Değerlendirme Formu

erkek ve kadınlar hakkında ayrı ayrı ihtiyaç değerlendirmesi yapmak için Denetimli

Serbestlik Müdürlüğü Değerlendirme ve Planlama Bürosu tarafından uygulanmaktadır.

Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4. maddesinde ARDEF: “Sanık veya

hükümlüyü suça iten nedenleri, hükümlünün tekrar suç işleme ve başkasına zarar

verme riski ile ihtiyaçlarını belirleyen değerlendirme aracı” olarak tanımlanmıştır.

ARDEF kapsamında sisteme kaydı yapılan bireylerin eğitim, sağlık, hukuk, çalışma,

ekonomik, psiko-sosyal destek gibi pek çok ihtiyaçlarının belirlenmesi

hedeflenmektedir (Adalet Bakanlığı, 2015).

Denetimli serbestlik sistemi içinde kullanılan formlar sorun tarama ve mevcut

durum tespiti işlevi görmektedir. Bu form ve ölçeklerin doldurulmasında kişinin beyanı

esas alınmaktadır. Bu açıdan formlardan elde edilen sonuçların yanıltıcı olma ihtimali

yüksektir. Buna rağmen kişi hakkında ön bilgi vermesi açısından yararlı olduğu

söylenebilir. Ancak çocuklara yönelik uygulamalarda tek başına çocukla görüşme

yapılarak çocuğun ihtiyaç ve sorunlarının tespit edilmesi mümkün değildir. Çocuğun

etkin bir şekilde değerlendirilebilmesi için sosyal çevresi ve içinde bulunduğu bağlamla

birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle; Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde

sıklıkla vurgu yapılan “çocuğun yüksek yararı” hedefleniyorsa, çocuklara yönelik

denetimli serbestlik sisteminin bir sosyal hizmet müdahalesi mantığıyla çalışması

gerekmektedir.

DENETİMLİ SERBESTLİK SİSTEMİNDE SOSYAL HİZMET MÜDAHALESİ

Çocuklara yönelik denetimli serbestlik uygulamaları suça sürüklenen çocukların

toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duydukları her türlü hizmet, program ve

kaynakların sağlandığı toplum temelli bir rehabilitasyon modelidir. Çocuklara yönelik

denetimli serbestlik sisteminin genel hatları itibariyle üç temel alandan oluştuğu

söylenebilir. Bunlar; koruyucu-önleyici hizmetlerin sunulduğu erken uyarı alanı, ıslah

edici programların uygulandığı psiko-sosyal müdahale alanı ve adli hizmetlerin

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 9

yürütüldüğü adli müdahale alanıdır. Mevcut sistemde adli müdahale ön planda olmak

üzere, kısmen psiko-sosyal destek hizmetleri sunulmaktadır. Türkiye’de tüm çocuk

koruma sistemlerinde olduğu gibi denetimli serbestlik sisteminin de erken uyarı alanı

için herhangi bir uygulama modeli bulunmamaktadır. Erken uyarı alanıyla ilgili Milli

Eğitim Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çalışmaları devam

etmektedir (Karataş & Dağdelen, 2014). Bildiri konusunun sınırlı olması nedeniyle

takip eden bölümde suça sürüklenen çocuklara yönelik uygulamalarda kullanılabilecek

sosyal hizmet müdahale süreçlerinden bahsedilecektir.

Sosyal hizmet müdahale sürecine geçmeden önce bazı temel ilkeleri yeniden

hatırlamakta yarar vardır. Çocuklara yönelik uygulama yapan birimler Çocuk Hakları

Sözleşmesi’nde vurgulanan; çocuğun yaşaması ve gelişmesi, eşitlik ve ayrım

gözetmeme, çocuğun yararının üstün tutulması ve çocuğun katılımı gibi dört temel

ilkeyi gözetmelidirler. Ayrıca bu birimlerde uyulması gereken temel prensipler şu

şekilde sıralanabilir (Munro, 2011):

• Sistem çocuk merkezli olmalıdır. Çocuk adalet sisteminde sorumluluğu olan

herkes çocuk merkezli çalışma ilkesini benimsemelidir. Çocuk ve gençler

hakları olan, yaşları ve olgunlukları ölçüsünde kendileriyle ilgili kararlara

katılımlarının sağlanması gereken bireyler olarak görülmelidir.

• Aile, çocuk ve gençlerin yetiştirilmesi için genellikle en iyi yerdir. Ancak,

çocuğun ailesiyle birlikte olma hakkı ile ihmal ve istismardan kurtulma hakkı

arasında bir denge kurmak amacıyla zor kararlar verilebilir.

• Çocuk ve ailelerle birlikte çalışarak yardım etmek önemlidir. Çocuk, aile ve

profesyonel arasındaki ilişkinin kalitesi sunulan yardımın etkililiğini doğrudan

etkiler.

• Erken müdahale çocuklar için daha iyidir. Olumsuz deneyimler en aza indirgenir

ve çocuklar için sonuçlar geliştirilir.

• Çocukların ihtiyaçları ve koşulları birbirinden farklıdır. Bu yüzden sistem farklı

hizmet seçenekleri sunmalıdır.

• İyi profesyonel uygulamalar en son bilimsel bilgi ve araştırma sonuçlarıyla

desteklenmelidir.

• Belirsizlik ve risk çocuk koruma çalışmalarının temel özelliğidir. Risk

yönetimiyle riskler azaltılabilir ancak bütünüyle ortadan kaldırılamaz.

Karataş

10

• Hem ulusal hem de yerel çocuk koruma sisteminin başarı ölçüsü; çocukların

etkin yardım alması ilkesine bağlıdır (Karataş & Dağdelen, 2014).

Sosyal hizmet, “insan hakları ve sosyal adalet ilkelerini temel alan; sosyal

değişimi destekleyen, insanların iyi olma hallerinin geliştirilmesi için insan ilişkilerinde

sorun çözmeyi, güçlendirmeyi ve özgürleştirmeyi amaçlayan ve bunun için insan

davranışına ve sosyal sistemlere ilişkin teorilerden yararlanarak insanların çevreleriyle

etkileşim noktalarına müdahale eden bir meslek ve disiplin” olarak tanımlanmaktadır

(Duyan, 2012). Sosyal hizmetin etkinlik odağını “çevresi içinde birey” anlayışı

oluşturmaktadır. Çocuk suçluluğu olgusunun bu paradigma ile değerlendirildiği sosyal

hizmet disiplininde; çocuğu kuşatan mikro, mezzo ve makro düzeydeki risklere

müdahale edilmeden tek başına çocukla çalışmanın yeterli olmayacağı bilinmektedir.

Çok faktörlü bir alan olan çocuk suçluluğu için birden çok riske aynı anda müdahale

edilebilecek planlı bir değişim süreci başlatılması gerekmektedir. Sosyal inceleme ve

planlı değişim sürecini kapsayan sosyal hizmet müdahalesi birbirini takip eden yedi

aşamadan oluşmaktadır.

Şekil 1. Sosyal hizmet müdahale sürecinin aşamaları (Sheafor & Horejsi, 2014)

Denetimli serbestlik sistemi içinde görev yapan denetim görevlisi sosyal hizmet

müdahale yaklaşımı uyguladığının farkında olarak öncelikle çocuğun bulunduğu

yerden işe başlamalıdır. Başka bir ifadeyle çocuğun ve ailesinin mevcut durumunu,

ihtiyaç ve sorunlarını, yaşam deneyimlerini, güçlü yönlerini, yetersizliklerini ve destek

mekanizmalarını gerçekçi bir şekilde belirlemelidir. Değişim sürecini başlatmak;

çocuğun ve ailesinin katılımıyla birlikte gerçekleştirilen bu ön değerlendirme

sonrasında mümkün olacaktır. Planlı değişim sürecini yürütecek olan denetim görevlisi

uygulamada bazı ilkelere dikkat etmelidir (Sheafor & Horejsi, 2014):

• Denetim görevlisi öncelikli dikkatini, müracaatçı tarafından tanımlanan,

algılanan ve tecrübe edilen şekilde onun sorununa ya da endişesine vermelidir.

Tanışma(Bağlantı Kurma)

Ön

değerlendirme(Veri Toplama)

Planlama

(Sözleşme)Uygulama

(Müdahale)

Son

değerlendirmeSonlandırma İzleme

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 11

• Denetim görevlisi öncelikli olarak durumun bu yönlerine ve müracaatçıyı en

yakın ve çabuk etkileyen çevresine odaklanmalıdır.

• Denetim görevlisi bir ya da daha fazla seviyede müdahalede bulunacağının

farkında olmalıdır.

• Denetim görevlisi çeşitli teknikleri, yaklaşımları ve hizmetleri kullanmaya

hazırlıklı olmalıdır.

Tanışma ve Bağlantı Kurma

Tanışma öncesinde hazırlık çalışması yapılması, çocuğa ve ailesine önem

verildiğinin temel göstergesidir. Çünkü insanın en temel ihtiyacı güven ve sosyal

onaydır. Dosya üzerinden çocuk ve ailesi hakkında ön bilgi edinilmesi, daha önce

yardım aldığı kuruluşlar varsa o kuruluşlardan bilgi alınması, çocuk ve aileyle görüşme

için randevu talep edilmesi tanışma öncesi yapılması gereken temel eylemlerdir.

Yüz yüze veya telefonla gerçekleştirilen tanışma esnasında; denetim görevlisi

kendini tanıtmalı, görevi hakkında bilgi vermeli, arama/görüşme amacını söylemeli,

çocukla ilgili yapılacak işlemler hakkında bilgi vermeli ve aileden beklentinin ne

olduğunu açıklamalıdır. Yüz yüze görüşmede empatiye dayalı bir ilişki kurulması

çocuk ve ailenin endişe, belirsizlik ve kararsızlık duygularının giderilmesini

sağlayacaktır (Rosenberg, 2013). Empati sayesinde karşı tarafa şu mesajlar verilir:

“Seni fark ediyorum, duygunu paylaşıyorum ve bu yüzden sana yardım etmek için

harekete geçiyorum.” Görüşme esnasında saydam ve açık sözlü olma; çocuk ve

ailenin iyilik duygularını geliştirir ve olumlu duyguların güçlenmesini sağlar. Denetim

görevlisi mesleki bilgi ve tecrübesiyle, yetki sahibi olduğunu karşı tarafa hissettirmelidir.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin katılım ilkesi gereği çocuk ve aileyi yardım

ilişkisine dâhil etmenin çeşitli teknik ve yöntemleri bulunmaktadır. Bu yöntemleri

kuruluşun “karşılama politikası” olarak nitelendirebiliriz. Öncelikle müracaatçıyı

rahatsız etmeyecek ve tehdit edici olmayacak şekilde karşılamak ve selamlamak

gerekir. Pek çok belirsizlik nedeniyle karmaşa yaşayan müracaatçının talebi, sorunu

ya da durumuna gerçekten ilgi göstermek; beklentisini ifade etmesini kolaylaştırmak;

müracaatçının isteğini, kaygısını, kurumdan ve denetim görevlisinden beklentisini açık

bir şekilde ifade etmesine yardım etmek önemlidir. Müracaatçının kurum, denetim

görevlisi ya da sağlanan hizmet ile ilgili sahip olabileceği yanlış anlamaları ya da

korkuları belirlemek; hizmet sunumunu etkileyebilecek ilgili çalışma şartlarını

açıklamak da daha sonra yaşanması muhtemel çatışmaları önleyecektir.

Karataş

12

Denetim görevlisi ilk görüşmede; temsil ettiği kurumun hizmet sunum ve yardım

yaklaşımını açıklamalıdır. Ceza adalet sistemi içinde olması nedeniyle denetim

görevlisinin istenmeyen müdahaleci, davetsiz yabancı ve otorite figürü olarak

algılanma ihtimali yüksektir. Bu nedenle denetim görevlisi kendisi, görev ve rolü

hakkında tanıtıcı açıklamalar yapmalıdır. Görevlinin kim olduğu, kimi temsil ettiği ve

niçin görüşme ihtiyacı duyduğu konusunda açıklama yaparak görüşmeye başlaması

karşı tarafı rahatlatacaktır. Görüşmenin başlangıcında; ilgili mahkemeye bir rapor

hazırlanacağı, bu yüzden söylenilenlerin mahkeme tarafından bilineceği belirtilmelidir.

Görüşmeye müracaatçının bulunduğu yerden yani müracaatçının önemli

saydığı ve hakkında konuşmak istediği konuyla başlamak önemlidir. Müracaatçı acele

ettirilmeden, düşüncelerini toparlamak ve söylemek istediklerine karar verebilmesi için

zaman tanınarak görüşme süreci yönetilmelidir. Müracaatçının söyledikleri herhangi

bir cihazla kayıt altına alınacaksa aydınlatılmış onam formu kullanılmalıdır. Ayrıca

iletişim bilgilerinin kaydedilmesi de unutmamalıdır (Sheafor & Horejsi, 2014).

Ön Değerlendirme ve Veri Toplama

Ön değerlendirme aşamasında çocuğun ihtiyaçları ve sorunları anlaşılmaya

çalışılır. Sorunların ve ihtiyaçların hangi sistemlerden, nasıl kaynaklandığı

belirlenmelidir. Çocuğun içinde bulunduğu sosyal bağlamı kavrayabilmek için ev

ziyaretleri gerçekleştirerek aile yapısı hakkında bilgi edinilmesi ve aile içi etkileşim

örüntülerinin ortaya çıkarılması çok önemlidir. Çocuk ve ailesi hakkında daha önceden

hazırlanmış bir sosyal inceleme raporu yoksa raporda olması gereken bilgiler

doğrultusunda sosyal inceleme yapmak öncelik taşımaktadır. Bu süreçte elde edilen

bilgiler çocuk hakkında düzenlenmesi gereken değerlendirme formları için de kaynak

niteliğinde olacaktır (Uluğtekin, 2012).

Ön değerlendirme aşaması; elde edilen ilk verilerden anlam ve deneysel sonuç

çıkarma süreci olduğundan bu bilgilerin, nihai bilgiler olmadığı bilinmelidir. Elde edilen

bu ham veriler süreç içinde ortaya çıkacak yeni bilgi ve belgelerle desteklenmelidir. Bu

aşamada sosyal hizmet bakış açısıyla yapılacak en önemli çalışma, müracaatçının

sosyal işlevselliğinin değerlendirilmesidir. Bu değerlendirme aynı zamanda sosyal

inceleme raporunun da ana gövdesini oluşturur. Sosyal hizmet müdahalesinin temel

amacı müracaatçının tatmin edici bir hayat sürdürmesi için sosyal işlevselliğindeki

sorunlarını düzeltmek ve önlemek, sosyal yapısını ve kapasitesini iyileştirmektir

(Sheafor & Horejsi, 2014). Bu amaçla suça sürüklenen çocuk ve ailesi hakkında ev

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 13

ziyareti ve sosyal çevre araştırması yapılarak kapsamlı bir ön değerlendirme

yapılmalıdır. Çocuğu ve aileyi kuşatan riskler doğru bir şekilde tespit edilmelidir.

Planlama ve Sözleşme

Planlama ön değerlendirme ve müdahale arasında köprüdür. Denetimli

serbestlik tedbiri kararını yerine getirmekle görevli kişi, bu tedbir kararının nasıl yerine

getirileceği konusunda bir plân hazırlar ve bu plân doğrultusunda uygulama yapar.

Suça sürüklenen çocuğun davranışlarının değişmesi, sosyalleşmesi ve yeniden

işlevsel hale gelmesi için planlama aşamasının titizlikle ele alınması gerekmektedir.

Sosyal hizmet disiplini açısından konuya yaklaştığımızda planlama, sosyal

inceleme raporunun müdahale planı bölümüne denk gelen, çocuk ve sosyal

çevresinde gerekli değişimleri gerçekleştirmek üzere hedefler belirlenmesini sağlayan

bir işlemdir. Müdahale planının giriş kısmında denetimli serbestlik tedbir kararına ilişkin

bilgilere yer verilmelidir. Kararı veren mahkeme, karar tarihi ve numarası, tedbir

kararının türü ve varsa süresi, tedbir kararının verilme nedeni, mevcut tedbir kararı

dışında aynı çocukla ilgili diğer tedbir kararları, hâkim ya da savcı tarafından iletilen

diğer hususlar vb. bilgiler planlamanın yasal gerekçesini oluşturması açısından

önemlidir. Planın ikinci bölümünde çocuğun bilgilerine yer verilir. Çocuğun adı, kimlik

numarası, doğum tarihi ve yeri, anne-baba adı, öğrenim durumu, anne-babanın sağ

ve birlikte olup olmadığı, velayet, vesayet veya kayyumiyete ilişkin bilgiler, kiminle

yaşadığı, adresi ve telefon numarası gibi bilgilerin olmasında yarar vardır. Planın

üçüncü bölümünde tedbir kararı verilmesine neden olan sorunlar detaylı bir şekilde

nedenleriyle birlikte ele alınır. Planın son bölümünde ise çocuğa ve aileye ilişkin

hedefler belirlenir. Her bir hedefe ulaşmak için planlanan faaliyetler, görev alacak kişi

ve kuruluşlar, hedefin tamamlanacağı süre, ilerlemenin nasıl ölçüleceği, işbirliği

yapılacak kişi ve kuruluşlar bu bölümde belirtilir. Hedefler belirlenirken ulaşılabilir ve

gerçekçi olmasına dikkat edilmeli, mümkün oldukça elde edilecek tek bir sonucun

belirtilmesi sağlanmalıdır.

Sosyal hizmet mesleğinde her bireyin kendi kaderini tayin etme hakkı olduğu

kabul edildiğinden planlamanın çocuk ve ailesiyle birlikte yapılması önemlidir.

Planlamada sorunlar önceliklere göre sıralanmalı ve ihtiyaç olarak tanımlanmalıdır.

Örneğin madde bağımlılığı olan çocuğun sağlıklı olma ihtiyacı olduğu, okul

devamsızlığı olan çocuğun ise okula uyum sağlama ihtiyacı bulunduğu bilinmelidir.

Sorun varlığından rahatsızlık duyulan fiziksel, bilişsel, duyuşsal ve davranışsal bir şeyi

tanımlarken, ihtiyaç yokluğundan rahatsızlık duyulan bir şeyi tanımlar.

Karataş

14

Planlama aşamasında müracaatçıyla birlikte bir ihtiyaç listesi hazırlanabilir.

Örneğin; sosyal güvencesi ve işi olmayan aile fertleri için ekonomik destek ihtiyacı, ruh

sağlığı sorunları olan aile bireyleri için psikiyatrik yardım ihtiyacı, boşanma, velayet vb.

konular için hukuki destek ihtiyacı, zararlı alışkanlığı olan aile bireyi için boş zaman

etkinlikleri ihtiyacı gibi ihtiyaç listesi yapılmasında yarar vardır. Müracaatçıyla birlikte

hazırlanan değişim planında mutabakat sağlandıktan sonra yazılı bir hizmet sözleşme

yapılması konuşulanların teyit edilmesi açısından önemlidir. Bu sayede iki taraf için de

yanlış anlaşılmaların önüne geçilmiş olacaktır.

Uygulama ve Müdahale

Değişim zordur ve müracaatçılar değişim için adım atmak konusunda korku ya

da kararsızlık içinde olurlar. Planlanan hedeflere ulaşmak için bilgi sağlama, tavsiye

verme ya da bazı durumlarda harekete geçmesi için ikna etmek gerekebilir. Bu

aşamada gereksiz ve acemice tavsiyelerden kaçınılmalıdır.

Müdahale aşamasında hedef davranışın güçlendirilmesi ve ilerletilmesi için

çocuklar desteklenmelidir. Örneğin devamsızlık sorunu yaşayan bir çocuk okula

devam ettiğinde hoşuna giden ve ihtiyacı olan bir eşya hediye edilebilir. Çocuğun

benlik imajını güçlendirecek olumlu destekler sağlanmalıdır. Örneğin; onay sözcükleri

kullanma ve çocuğa önemli biri olduğunu hissettirme gibi psikolojik pekiştireçler

kullanılabilir.

Müdahale aşamasında çocuğun suça sürüklenmesine neden olan ailesel

sorunlara müdahale etmek de önemlidir. Bu süreçte ailenin sosyo-ekonomik destek

alabileceği kuruluşlara yönlendirilmesi gerekebilir. İşsizlik sorununun çözümü için iş

danışmanlarına yönlendirme yapılabilir ya da ev ekonomisi ve idaresi konusunda

bilinçlenmeleri sağlanabilir.

Müracaatçılar çoğunlukla göç, istismar, yoksulluk, işsizlik gibi birden çok yıkıcı

tecrübeyle karşılaşmış insanlardır. Geçmişlerini yenmek isteseler de çoğu zaman

kendilerini güçsüz hissedebilirler. Kimilerinde kemikleşmiş bir kaybedilmişlik duygusu

hâkimdir, reddedildiklerini ve yok sayıldıklarını düşünürler. Bu olumsuz ve sınırlayıcı

yaklaşımları düzeltmek ya da ortadan kaldırmak için denetim görevlileri ve kurumlar

güçlendirme üzerinde durmalıdırlar (Sheafor & Horejsi, 2014).

Müdahale aşamasında suça sürüklenen çocuk ve ailesini mikro bir sistem

olarak ele alıp, bu sistem etrafındaki kaynakları ve fırsatları harekete geçirmenin yol

ve yöntemleri aranmalıdır. Ekolojik sistem yaklaşımı açısından denetimli serbestlik

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 15

birimi ve denetim görevlisi değişimi başlatacak sistem olarak değerlendirilebilir.

Denetim görevlisi müracaatçı sisteminde değişmesi gereken hususları belirledikten

sonra toplumsal kaynak ve fırsatları temsil eden eylem sistemini harekete geçirmelidir.

Örneğin; hırsızlık yaptığı için hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen 14 yaşındaki

çocuğuna (müracaatçı sistemi) yardımcı olmak isteyen anne, çocuğunun okul

arkadaşlarıyla ilişkisi konusunda destek almak istemektedir. Eğer hem annenin hem

de çocuğun değişmesi gerekiyorsa, ikisi de hedef sistem olur. Eğer sosyal çalışmacı

çocuğun öğretmenini, okul müdürünü ve okul rehber öğretmenini yardım sürecine

dahil ederse, bunlar eylem sisteminin bir parçası olur.

Şekil 2. Sosyal hizmet uygulamasında sistemler (Sheafor & Horejsi, 2014)

Son Değerlendirme ve Sonlandırma

Son değerlendirme sosyal hizmet müdahalesinin amacına ulaşıp ulaşmadığını

belirlemenin bir aracıdır (Duyan, 2012). Müracaatçı yararına yapılan değişim planının

ne oranda gerçekleştiğinin, aksayan yönler varsa nedenlerinin ve denetimli serbestlik

sisteminin yetersizliklerinin belirlenmesi yapılacak iyileştirmeler konusunda geri

bildirim sağlayacaktır. Değerlendirme hem müdahale programlarının geliştirilmesi hem

de erken uyarı alanıyla ilgili model üretilmesi açısından önemlidir. Sorunları

karmaşıklaşmış bir vakadan yola çıkılarak, benzer vakaların oluşmaması için alınacak

önlemelerin belirlenebilmesi bilimsel ve nesnel bir değerlendirmeyi gerektirir.

Değerlendirme yapıldıktan sonra planlanan hedeflere kısmen ya da tamamen

ulaşılmışsa artık çalışmanın sonlandırılması gerekmektedir. Ayrıca adli açıdan bir süre

ön görülmüşse süre bitiminde vakanın sonlandırılarak ilgili makamlara bilgi verilmesi

gerekmektedir.

Yardım amaçlı her ilişkinin bir sonu vardır. Sonlandırma, yardım ilişkisi sona

ererken ortaya çıkabilecek sorunlara hassasiyetle yaklaşarak denetim görevlisinin

•Denetimli Serbestlik

•Denetim Görevlisi

Değişim birimi sistemi

•Faydalanıcı

•Hizmetten yararlanan

Müracaatçı sistemi •Değişmesi

gereken birey

•Aile, grup

Hedef sistemi

•Sorunun çözümüne katkı sağlayacak birey

•Grup ve örgütler

Eylem sistemi

Karataş

16

bitirmeye rehberlik etmesidir. Sonlandırma aşamasında müracaatçıda kayıp hissi

yaşanabilir. Gerektiğinde yeniden destek alabileceği hatırlatılabilir.

Bu süreçte denetim görevlisi bazı sorulara cevap aramalıdır: Müdahale

yöntemleri başarılı oldu mu? Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasını gerektiren

problem ya da durum yeteri kadar çözüldü mü? Müracaatçı kabul edilebilir bir düzeyde

yaşamını sürdürebilecek mi? Kendine veya başkalarına zarar verme riski ortadan

kalktı mı? Denetim görevlisi gerekli sonuçları almak için yeterli zaman, enerji veya

beceri gösterebildi mi? Yetersizlikler olduysa nedenleri belirtilmelidir. Müracaatçının

farklı hizmet modellerine ihtiyaç duyması durumunda gerekli yönlendirmeler yapıldı

mı? Sonuçları izlendi mi?

İzleme

İzlemenin temel amacı, suça sürüklenen çocuk ve ailesinin denetimli serbestlik

sürecindeki kazanımlarını koruyup korumadığının takip edilmesidir. Bu nedenle süreç

sonlandırılsa bile belirli aralıklarla çocuk ve ailesiyle görüşmeler sürdürülmelidir.

Çocuğun iletişim içinde olduğu okul, spor kulübü, sosyal hizmet merkezi gibi

kuruluşlarla işbirliği yapılarak denetimli serbestlik sürecinde edinilen olumlu

kazanımların sürdürülmesi sağlanmalıdır.

SONUÇ

Denetimli serbestlik sisteminde çocuklara yönelik hizmetlerin yetişkin ceza

adalet sisteminden farklı bir şekilde yapılanması gerektiği açıktır. Mevcut durumda

yetişkinler için kurgulanmış sistemden çocukların yararlandırılması şeklinde yürütülen

uygulamalar, çocukların yeniden suç işlemesini önleme noktasında yetersiz

kalmaktadır. Çocuk denetimli serbestlik hizmetlerinin temel amacı çocuğun korunması

ve yeniden topluma kazandırılması olduğundan, çocuğun temel ihtiyaçlarının ve

toplumla bütünleşmesinin odak alındığı ayrı bir yapılanma gerçekleştirilmelidir

(Baykara-Acar, 2013).

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen yaşama, gelişme, korunma ve katılım

gibi temel haklar çocuklar için birer ihtiyaçtır. Bu ihtiyaçların giderilmesinde ailenin

yanında devlet de birinci dereceden sorumlu aktördür. Bu nedenle yaşama, gelişme,

korunma ve katılım ihtiyaçları yeterince giderilememiş suça sürüklenen çocuklar için

denetimli serbestlik iyi bir telafi mekanizması olmalıdır.

Ailelerin, çocuklarının gelişimsel ihtiyaçları ve sorunlarıyla ilgili bilinçlenme ve

desteğe gereksinimleri vardır. Ailelerin yaşadığı bölgelerin suç oluşturan ve suçu

besleyen bir yapısı vardır. Bu bölgelerde yerel toplum kalkınması çalışmaları

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 17

yapılmalıdır. Aile ile okul arasındaki kopukluğun giderilerek, ilişkilerin güçlendirilmesi

gerekmektedir.

Çocuk ve gençlerin iş seçme ve mesleki yönlendirmeyle ilgili rehberliğe

ihtiyaçları vardır. Bu nedenle serbest zaman etkinlikleri beceri kazanmaya yönelik

olarak organize edilmelidir. Genç ve ailesi için örseleyici bir deneyim olan suç sonrası

süreçte adli işlemler hakkında bilgilendirilmeli, gencin ve ailenin profesyonel olarak

psikolojik destek almaları sağlanmalıdır.

Suça sürüklenen çocuk ve ailesinin birden çok ihtiyaç ve sorunu olması

nedeniyle kaynaklar ve sistemler arasında koordinasyonu sağlayacak bir vaka

yöneticisine ihtiyaç vardır. Denetimli serbestlik sistemi içinde görev alan denetim

görevlisi, bireyin yararlanacağı sistemleri bilen, harekete geçirme yetkisi olan ve

bireyin bu programlardan yararlanma durumunu değerlendirebilen vaka yöneticisidir.

Çocuğun gelişiminde ailesel ve çevresel kaynak ve fırsatlar hayati öneme

sahiptir. Bu nedenle tek başına çocukla çalışmanın arzu edilen değişimi sağlamada

yetersiz kalacağı bilinmelidir. Bütüncül bir yaklaşımla her düzeyde soruna müdahale

edecek kapsamlı değişim planı hazırlanmalı ve süreç saha çalışması, vaka yönetimi

gibi sosyal hizmet yöntemleriyle desteklenmelidir.

Müdahale aşamasında çocuğu topluma kazandırma çalışmaları yapılırken sivil

toplum kuruluşlarının desteğini almak gerekir. Aslında çocuğu topluma kazandırmak

derken, toplumun çocuğu kazanmak için ne yaptığının sorgulanması gerekmektedir.

Bu açıdan; bürokratik yapısı nedeniyle denetimli serbestlik müdürlüğünün hareket

alanı kısıtlıdır. Sivil toplum kuruluşları daha esnek çalışma fırsatına sahiptir. Ayrıca

toplumdaki gönüllü destekleri harekete geçirme adına sivil toplum kuruluşlarının daha

etkin olacağı düşünülmektedir.

Planlı değişim sürecinde hazırlanan ve mahkemeye sunulan sosyal inceme

raporu, denetim planı, denetim raporu suça sürüklenen çocuk ve ailesiyle ilgili değişimi

sistematik hale getiren sosyolegal belgelerdir (Uluğtekin, 2012). Bu açıdan sosyal

inceleme raporu denetimli serbestlik kararı verilmeden önce hazırlanmalı, soruşturma

ve kovuşturma makamına çocuk ve ailenin ihtiyaç ve sorunları hakkında

değerlendirme yapma fırsatı sağlamalıdır.

Karataş

18

Kaynakça

Adalet Bakanlığı. (2015). DS Bülteni: Risk Değerlendirme Sistemi. Ceza ve Tevkif

Evleri Genel Müdürlüğü: http://www.cte-ds.adalet.gov.tr adresinden alındı

Baykara-Acar, Y. (2013). Çocuk Adalet Sisteminde Ne Çalışır: Değerlendirme,

Tretman Programları ve Kanıt Temeli. H. Acar, N. Negiz, & E. Akman içinde,

Sosyal Hizmet: Temelleri ve Uygulama Alanları. Ankara: Maya Akademi

Yayınları.

Duyan, V. (2012). Sosyal Hizmet Temelleri Yaklaşımları Müdahale Yöntemleri.

Ankara: SHUD Yayınları.

Ümit, E. (2007). Mekandan İmkana: Çocuk Suçluluğunun Habitusu. Ankara: Ankara

Barosu Yayınları.

Karataş, Z., & Dağdelen, G. (2014). Çocukların Risklerden Korunmasında Erken Tanı

Ve Uyarı Sisteminin Önemi. Türkiye’de Çocuğun Refahı ve Korunması

Sempozyumu (s. 301-315). Ankara: Gündem Çocuk Derneği Yayınları.

Kubat, A. A. (2015). Denetimli Serbestlik ve Cezaların İnfazı. Ankara: Seçkin

Yayıncılık.

Munro, E. (2011). The Munro Review of Child Protection: Final Report A Child-Centred

System. London: UK Department for Education.

Prout, A., & James, A. (1997). A New Paradigm for the Sociology of Childhood?

Provenance, Promise and Problems. A. Prout, & A. James içinde, Constructing

and Reconstructing Childhood: Contemporary Issues in the Sociological Study

of Childhood (s. 7-32). London: Falmer Press.

Rosenberg, M. B. (2013). Şiddetsiz İletişim. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Sheafor, B., & Horejsi, C. (2014). Sosyal Hizmet Uygulaması: Temel Teknikler ve

İlkeler. Ankara: Nika Yayınevi.

TÜİK. (2014). Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuklar-2013. Ankara: Türkiye

İstatistik Kurumu.

TÜİK. (2015). Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması-2014. Türkiye İstatistik Kurumu:

http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18633 adresinden alındı

Uludağ, Ş. (2011). Onarıcı ve Cezalandırıcı Adalet: Paradigma Değişikliğini Tetikleyen

Şartlar. Polis Bilimleri Dergisi, 13(4), 127-151.

Uluğtekin, S. (1991). Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma. Ankara: Bizim

Büro.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 19

Uluğtekin, S. (2012). Denetimli Serbestlik Altındaki Gençler ve Ailelerine İlişkin

Araştırma: İhtiyaçlar ve Beklentiler. Ankara: Özgeder .

Uluğtekin, S. (2014). Kanunla İhtilaf Halindeki Çocuklar: Eleştirel Düşünme ve

Türkiye'de Çocuk Adalet Sisteminin Bazı Özellikleri. P. Akkuş, & Ö. Başpınar-

Aktütün içinde, Sosyal Hizmet ve Öteki: Disiplinlerarası Yaklaşım. İstanbul:

Bağlam Yayıncılık.

Yavuz, H. A. (2012). Denetimli Serbestliğin Türk Ceza Adalet Sistemi İçerisindeki

Genel Görünümü Üzerine. Adalet Dergisi(42), 58-75.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

SOSYAL HİZMET ARAŞTIRMA ETİĞİ: BİR SOSYAL HİZMET DOKTORA ÖĞRENCİSİNDEN YANSIMALAR

Ozan SELCİK, Uzm. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi

Özet. Sosyal bilimler araştırmasında etik ancak 20. Yüzyılın ortalarından itibaren önemli rol oynamaya başlamıştır. Yaygın olan kanıya göre sosyal bilimler araştırmasının en temel kalite ölçütü olarak etik kabul edilmektedir. İyi bir sosyal hizmet araştırması, farklı bağlamlarda farklı anlayışları kabul edebilen kendine özgü etik ilke ve bilimsel yöntemleri barındıran uygulamadır. Araştırma, sosyal hizmet disiplininin en önemli bileşenlerinden biridir. Sosyal hizmetin amaçlarını yerine getirmede önemli bir rolü bulunmaktadır. Sosyal hizmet araştırması, etik sorumluluk gerektiren bir alandır. Bu çalışmada, sosyal hizmet araştırmacılarına araştırmalarının tasarımında süregelen kalıplar dışında bir yaklaşımla öneriler sunulmaktadır.

Anahtar sözcükler: Sosyal hizmet araştırması, Etik, Doktora

Selcik 22

ETHICS IN SOCIAL WORK RESEARCH: REFLECTIONS FROM A SOCIAL WORK PHD STUDENT

Ozan SELCİK, Spec. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdoğan University

Abstract. Ethics in social science research has played important role since the mid 20th century. According to common belief, the basic criteria for quality of social science research is regarded as ethics. A good social work research is kind of practice containing its own ethical principles and scientific methods accepting different concepts in different contexts. Research, on the other hand, is one of the important components of social work discipline. It has utmost importance in realizing aims of social work. Research in social work requires ethical responsibility. In this study, social work researchers are presented with suggestions out of ongoing patterns in social work research.

Keywords: Social work research, ethics, PhD

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

Giriş

“nam et ipsa scientia potestas est”

“Bilginin kendisi güçtür.”

(Bacon, 1597)

“Sosyal bilimlerde araştırma en başta tinsel bir etkinliktir.”

(Hallowell, Lawton & Gregory, 2005, p. 142)

Sosyal bilimler araştırmasında etik ancak 20. Yüzyılın ortalarından itibaren

önemli rol oynamaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren sosyal bilimler araştırmacıları

araştırmalarında katılımcıların gönüllü katılımı, bilgilendirilmiş onamı, gizlilik ve

anonimlik gibi etik ilkelere odaklanmak suretiyle etik standartları karşılamalı ve

araştırmalarının sonunda katılımcılara zarar vermediklerinden emin olmalılardır

(Drake, 2014:304). Etiğin sosyal bilimler araştırmalarındaki yeri konusunda

değerlendirme yapan Lincoln (1995; akt. Peled ve Leichtenritt, 2002: 148) “sosyal bilim

çalışmasının gücü ve değerini ölçmede etik standartlar en temel kalite ölçütü olarak

görülmesi” gerektiğini ileri sürmektedir.

Sosyal hizmet, bilgi, beceri ve değer temelli bir meslektir. Sosyal hizmetin

özgürleştirici değerlerini başarmada, bilgisinin sürekli olarak gelişip kabul görmesini

sağlamada sosyal hizmet araştırması büyük önem kazanmıştır. Araştırma, sosyal

hizmet disiplininin en önemli bileşenlerinden biridir. Sosyal hizmetin amaçlarını yerine

getirmede önemli bir rolü bulunmaktadır. MacDonald ve Macdonald’a (2001: 49) göre

araştırma, sosyal hizmetin bütüncül bir parçası olup akademide kariyer yapmak

isteyenlerin ilgilendiği seçeneksel, ikinci sınıf bir aksesuar değildir. Bununla birlikte

akla birtakım sorular gelmektedir. Araştırma, sosyal hizmetin gerekli bir parçası mıdır?

Evetse, hangi açıdan? Peki, araştırma nasıl etik olur? Sosyal hizmet, uygulamalı bir

meslektir. Araştırma, mesleki uygulamayı nasıl geliştirebilir? Bu çalışmamızda, sosyal

hizmet araştırmasının bilginin geçerliliğini koruyabilmesi, uygulamanın ise etkililiği ve

uygunluğunun sürdürülebilmesi açısından büyük katkısı olduğu yaklaşımıyla hareket

edilerek araştırmanın sosyal hizmet açısından önemi tartışılacaktır.

Sosyal hizmet, uygulamalı bir meslek olarak insanların hayatlarında bir etki

bırakmak ve sosyal değişimi sağlamak amacıyla hareket etmektedir. Buradan

hareketle çalışmamızın birinci bölümünde sosyal hizmet mesleğinin amacı ve misyonu

ortaya konarak güncel gelişmeler ışığında yeniden ele alınacaktır. Sosyal hizmet

Selcik 24

bilgisinin sürekli gelişmesi, güncel kalabilmesi ve en önemlisi de geçerliliğini

koruyabilmesi için araştırma yetisini sürekli olarak canlı tutmalıdır. Araştırmanın mikro

ve makro açıdan sosyal hizmet alanına büyük katkıları olduğu çoğu sosyal hizmet

akademisyeni, uzmanı ve uygulayıcısı tarafından kabul görmektedir. Çalışmamızın

ikinci bölümünde sosyal hizmet araştırmasının bağlamı ele alınarak mesleğin hangi

boyutlarında araştırmanın yer bulduğu, sosyal hizmet araştırmasının özellikleri

tartışılarak gerekliliği ve boyutları hakkında tartışma yapılacaktır.

Sosyal hizmet araştırması, etik sorumluluk gerektiren bir alandır. Fakat geçmişe

baktığımızda birçok etik dışı uygulama göze çarpmaktadır. Bu etik dışı uygulamalarda

öne çıkan etik ilkeler bulunmaktadır. Sosyal hizmet araştırmacısının bu yüzden

araştırma tasarımında ve etik bir şekilde uygulanması noktasında dikkat etmesi

gereken hususlar bulunmaktadır. Çalışmamızın üçüncü bölümünde iyi bir sosyal

hizmet araştırmasının özelliklerine değinilerek bir sosyal hizmet doktora öğrencisinin

gözlemsel tecrübeleri tartışılarak öne çıkan bu etik ilkelere öz biçimde yer verilecektir.

Sosyal hizmette araştırma yapmak demek “derin sularda yüzmek” demektir. Sosyal

hizmet insani hizmet temelli meslek olduğu için araştırmalarda etik sorunlarla

karşılaşılması muhtemel durumdur. Çalışmamızın dördüncü bölümünde sosyal hizmet

araştırmasında ortaya çıkması muhtemel etik sorunlar üzerine değerlendirme

yapılacaktır.

Postmodernizm, bilginin daima sorgulanması gerektiğini ileri sürerek bilgiyi

yapılandırmada yapısökümcü bir düşünce yaklaşımı tercih eder. Bu düşünce

bağlamında konuya yaklaşarak, sonuç bölümünde, sosyal hizmet araştırmacılarına

araştırmalarının tasarımında süregelen kalıplar dışında bir yaklaşımla öneriler

sunulacaktır.

Sosyal Hizmet Mesleğinin Amacı ve Misyonu

Sosyal hizmet mesleğinin amacını ve misyonunu ortaya koymada en temel

belge kuşkusuz ki dünya genelinde en geniş şekilde kabul görmüş Uluslararası Sosyal

Hizmet Uzmanları Federasyonu’nun (IFSW) en son 2014 yılında güncellenen evrensel

sosyal hizmet tanımıdır. IFSW’nin evrensel tanımda1 sosyal hizmetin uygulama odaklı

ve bilgi temelli bir meslek ve akademik disiplin olduğu vurgulanmaktadır. Sosyal

1 IFSW’nin en güncel sosyal hizmet tanımı için bkz. http://ifsw.org/get-involved/global-definition-of-social-work/

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 25

hizmet bu sorumluluğunu sosyal değişme ve gelişme, sosyal bütünleşme ve insanların

özgürleşerek güçlenmesini sağlamak için yerine getirir. Sosyal hizmet araştırması,

sosyal hizmet bilgisi ve uygulaması için önemli bir araçtır. Sosyal hizmet disiplininin

bilgi temelini arttırmak, uygulama boyutunu etkin hale getirmek gibi kaygıları vardır.

Bir başka açıdan ele alacak olursak, sosyal hizmet toplumun en dezavantajlı

kesimleriyle ve çok boyutlu karmaşık sorunlar ile bireylerine çeşitli nedenlerle

karşılanmamış ihtiyaçları ve zorlukları olan bireylerle çalışmayı içerir (Thompson,

2013: 154).

Sosyal hizmette iki odak bulunmaktadır: [1] bireysel özgürlükleri ve hakları

korumak; [2] sosyal adalet ve sosyal değişimi savunmaktır (Antle ve Regehr: 2003:

142). Bu amaçlar ışığında sosyal hizmet mesleği uygulamalarda bilgi ve beceri

temelini daima bilimsel ve deneyimsel gelişmeler ışığında güncel tutmalıdır. Bunun en

kestirme yolu kuşkusuz sosyal hizmet araştırmalarıdır. Bu araştırmalarda ise elzem

olan etik ilkeler mutlak suretle dikkat edilmesi gereken noktalardır. Bundan sonraki

bölümlerde sosyal hizmet araştırması ve etik ilkeler ele alınacaktır.

Sosyal Hizmet Araştırması

Kendini sosyal adalete adayan sosyal hizmet, insanların ihtiyaçlarını karşılama

ve insan haklarını korumada uygun modelleri kullanma konusunda sosyal hizmet

uzmanlarına politika üretme, araştırma yapma ve savunuculuk görevi üstlenme gibi

sorumluluklar yükler (Drake, 2014: 306). Diğer taraftan, sosyal hizmet araştırması ise

sosyal hizmet uzmanlarına karşılaştıkları bir sorunu çözme konusunda pratik bilgi

sağlamayı amaçlamaktadır. Dahası, toplum içerisinde insanların sorunlarını çözmede

ve sosyal refahı geliştirmede alana bilgi akışı sağlama misyonu vardır. Grinnell ve

Unrau (2011: 24; akt. Buz ve Akçay, 2015: 150) da sosyal hizmet araştırmasının bu

özelliklerini vurgulayarak uygulanabilir yeni bilgilerin alana kazandırılmasında rol

oynadığını ileri sürmektedir. Esasen, sosyal hizmet uygulamasının hümanistik

amacıyla paralellik göstermektedir. Uygulamada olduğu gibi araştırma “şefkatli”,

problem çözme odaklı ve uygulamaya dönük bilgi üretme çabası içerisindedir. “Şefkatli”

olma yaklaşımı sosyal hizmet müracaatçılarına yönelik bir çabadır. Bu çaba esnasında

araştırmacılara düşen başlıca sorumluluklardan birisi sosyal hizmet araştırma

yöntemlerinin iyi bir şekilde bilinmesi gerekliliğidir. “İyi bir şekilde bilinmesi”

yaklaşımından kastedilen güçlü bir araştırma ile zayıf bir araştırmayı ayırt edebilme

yetisine sahip olmaktır.

Selcik 26

Etik, araştırmanın her aşamasında bütüncül bir parçadır. Etik araştırmanın

diğer büyük katkısı ise incinebilir ve haklarından mahrum olan gruplardan katılımcıları

güçlendirme fırsatı sunmasıdır (Peled ve Leichtenritt, 2002: 149). Peled ve

Leichtenritt’in (2002) sosyal hizmette etik araştırmanın diğer katkılarını şu şekilde

sıralamaktadır:

• Etik araştırmanın katılımcılara faydası vardır.

• Etik araştırma katılımcıları ve diğer ilgilileri zarardan korur.

• Etik araştırma, sosyal hizmet araştırmacılarına teknik yeterlilik

kazandırır/geliştirir.

Sosyal hizmet araştırmasının mesleğe katkılarını tartışmada O’Connor vd.’nin

(1995: 222-3; akt. D’Cruz ve Jones, 2004: 7) öneri listesini de değerlendirmek

çalışmamızın çerçevesini çizmek açısından önem arzetmektedir. Bu bağlamda,

O’Connor vd. (a.g.e.) şunları önermektedir:

• Bilgi dağarcığımıza katkı

• İlgi duyulan özel bir soruna değinme

• Müracaatçıların sunulan hizmetler hakkında ne düşündüğünü öğrenme

• Belirli bir bölgedeki sosyal ihtiyaçları tespit etme

• Öneri hazırlama

• Politika yapıcıları etkileme

• İnsanları organize etme (örgütleme)

• Bireysel ihtiyaçları sosyal çağrılara dönüştürme

• Gizli kalmış ve sesi duyulmayanlara ses verme

• Olayların/durumların oluş tarzını/yönünü değiştirme

• Yeni müdahaleler geliştirme ve test etme

Önerilen bu fikirlerin sürekliliğinin sağlanması sunulan hizmetlerin güncelliğini

koruması ve var olan müdahalelerin geliştirilmesi noktasında daima itici bir güç olacağı

değerlendirilmektedir. D’Cruz ve Jones (2004: 8) da bu noktada, yeni ve değişen

durumlara duyarlı ve yenileşimci (inovatif) olmanın profesyonelleşme yolunda atılan

adımlar biri olduğunu ileri sürmektedirler.

Sosyal hizmet, “evsizler, şiddet mağdurları, yoksullar, madde bağımlıları,

mülteciler, LGBTİ’ler, suça sürüklenen çocuklar gibi toplumun her kesiminden

müracaatçıların iyilik halini arttırmaya çalışan” (Buz ve Akçay, 2015: 151) bir meslektir.

Bu sorunları çözmede “etkili ve işlevsel uygulamalar yapabilmesi için en iyi nasıl

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 27

müdahale edebileceklerine ilişkin bilgiye ihtiyacı” (Krysik ve Finn, 2010: 24; akt. Buz

ve Akçay, a.g.e.) vardır. Sosyal hizmet araştırması, mesleğin bilgi temelinin

gelişmesine katkı sağlamalıdır. Bu yüzden, bir sosyal hizmet uzmanı araştırmasını

yapılandırmada ve yukarıda vurgulanan katkıyı sağlamada etik sorumlulukları

bulunmaktadır. Bu etik sorumluluklar “Sosyal Hizmet Araştırmasında Etik” bölümünde

detaylı bir şekilde tartışılacaktır.

Sosyal hizmet araştırmalarının dikkat etmesi gereken bir diğer nokta ise insani

hizmet mesleği olmasından ötürü “güncel bağlamsal değişimlerdir” (D’Cruz ve Jones,

2004: 8). Daha önceden de tartışıldığı üzere değişim mesleğin doğasında mevcuttur.

Bu yüzden, sosyal hizmet değişen refah rejimlerine, yeni kamu yönetim sistemlerine,

iletişim ve bilgi teknolojilerindeki dönüşümlere, küreselleşmenin ve

uluslararasılaşmanın etkilerine, yeni sosyal hareketlerin etkisine sürekli olarak maruz

kalacaktır (O’Connor vd., 2000; akt. D’Cruz ve Jones, 2004). Bu yüzden, sosyal hizmet

uzmanları/araştırmacıları müracaatçılarına ve müracaatçı sisteminin diğer

paydaşlarına hizmet sunma noktasında araştırmanın bağlamını bu şartlarla birlikte ele

almalıdır.

İyi Bir Sosyal Hizmet Araştırmasının Özellikleri

Bir araştırmada yer alan her bireyin kolaylaştırıcı ve araştırmanın etik bir şekilde

gerçekleştirilmesinde sorumluluk rolü bulunmaktadır. Sosyal hizmet uzmanlarının

araştırmaya dâhil olanların iyiliğini veya güvenini ihlal etmeyecek bir biçimde

araştırmayı yürütmelerine ilişkin etik sorumlulukları vardır (Krysik & Finn, 2010). Daha

önceden de vurgulandığı üzere, araştırmanın etik bir şekilde gerçekleştirilmesi ‘ortak

sorumluluk’ gerektirmektedir. Araştırma çalışmalarının etik ilkeler ışığında

gerçekleştirilmesindeki birincil sorumluluk baş araştırmacıya veyahut biz sosyal

hizmet doktora öğrencilerinin danışmanına aittir.

Bir araştırmaya başlamadan önce sosyal hizmet araştırmacısının kendisine

sorması gereken ilk soru şu olmalıdır: Araştırmam sosyal adalete ve insan haklarına

nasıl katkı yapacaktır? İnsanla ilgili gerçekleştirilecek her çalışmada etik onay alınması

gereklidir. Bu gereklilik araştırmayı gerçekleştirecek öğrenci ve akademisyenler için

geçerlidir. Özellikle saha araştırmalarında böyle bir onay olmadan çalışma yapılamaz.

Etik onaydan önce araştırmacılar mutlaka ortaya çıkabilecek muhtemel etik sorunları

tanımlamalıdır; bu sorunlara nasıl değineceğini derinlemesine düşünmelidir; ilgili

kurullardan ya da danışmanından onay alırken bu sorunların çözümüne ilişkin

formülleri ortaya koymalıdır. Etik izin alındıktan sonra ise formülize edilen etik prosedür

Selcik 28

takip edilmelidir. Diğer taraftan araştırma katılımcılarından etik sorunlar hakkında

periyodik olarak geribildirimler almalıdır. Katılımcılardan alınan geribildirimler ışığında

etik sorunlara yaklaşma stratejisini gözden geçirmelidir; gerektiği durumlarda bu

süreçleri danışmanıyla gözden geçirerek güncellemelidir.

Sosyal Hizmet Araştırmasında Ortaya Çıkması Muhtemel Etik Sorunlar

Sosyal hizmet araştırmalarında insan ile çalışıldığından ötürü etik sorunların

ortaya çıkması muhtemeldir. Sosyal hizmet araştırmacıları etik sorunlar açısından

“derin sularda” yüzmektedir. Çünkü çalışılan nüfus gruplarının doğası, ele alınan

problemler, karşılaşılan sosyal adalet sorunları ve sosyal dönüşümü sağlama isteği

gibi konular bu sorunlara yol açmaktadır. (Mertens ve Ginsberg, 2008:485).

Araştırmanın etik ile ilişkisini tartışmadan önce tarihsel geçmişe kısa bir şekilde

değinerek şimdiki zamana ışık tutmak faydalı olacaktır. Etik ile ilgili literatürde sayısız

çalışma mevcuttur. Bu yüzden etik ile ilgili epistomolojik tartışmalara bu çalışmada yer

verilmeyecektir. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana gelen iki büyük

olan araştırmada etik standartların ortaya çıkmasında katalizör rolü oynamıştır.

Avrupa’da batı tarafından, 2.Dünya Savaşı’ndan önce insan üzerinde

gerçekleştirilen tıbbi araştırmalarda Hipokrat Yemini2 önde gelen bir rehber olan kabul

edilirdi. Mottosu ise “en azından, hiç zarar vermemek”tir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra

gerçekleştirilen Nürnberg mahkemeleri sonucu ortaya çıkan 10 maddelik “Nürnberg

İlkeleri” insan deneklerini etik dışı uygulamalardan koruyan rehber olmuştur. Nazi

Almanya’sında doktorlar, gönüllü olmayan mahkûm denekler üzerinde zalim ve bir o

kadar zararlı tıbbi deneyler gerçekleştirmiştir. Örneğin, bir insan buzlu suyun içinde ne

kadar dayanabilir testi; sıtma ve salgın sarılık gibi hastalıkların enjekte edilerek aşıların

denenmesi testi; insan deneklerin uzuvlarının kesilmesi ya da yaralamak suretiyle

antibiyotikleri deneme testi; damariçi benzin ya da çeşitli zehirli maddeler enjekte

edilerek insan deneklerinin ne kadar süre hayatta kalacağını belirleme testi.

Amerika’da 1932’de Birleşik Devletler Kamu Sağlık Hizmetleri’nin siyahi erkeklerle

gerçekleştirdiği Tuskegee çalışması etik ilkelerin ortaya çıkmasında kilometre

taşlarından bir diğeridir. Fakir ve okuryazarlığı düşük olan deneklerin 200’ünün frengi

2 Hipokrat Yemini, eski Yunan’da milattan önce 5. Yüzyılda Hipokrat tarafından yazıldığı kabul edilen ve etik standartlar doğrultusunda sağlık çalışanlarının uyması gereken yemin metnidir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 29

hastalığı bulunmamakta fakat 432’sine frengi hastalığı bulaştırılmıştır. Hiçbir deneğin

bilgilendirilmiş onamı alınmamıştır. Amaç, yıllar geçtikçe hastalığın seyrini izlemektir.

Hastalığın kendi eş ve çocuklarına geçirmelerine engel olunmamıştır. Toplumun

büyük protestosu sonucu bu çalışma sona ermiştir. Bu iki, en yalın tabirle, “etik dışı”

olay araştırmacıların etik bir şekilde çalışma yapmaları için etik standartlar getirme

gerekliliğine sebep olmuştur. Bunun ilk sonucu 1946 yılında geliştirilen Nürnberg

İlkeleri’dir. Fakat bu ilkeler tıbbi araştırmalar kapsamında kalmıştır. Daha sonra 1964

Helsinki Deklarasyonu insan deneklerine yönelik hakları genişletmiştir. Bu arada şunu

da belirtmek gereklidir ki Tuskegee çalışması, Nürnberg İlkeleri’nden etkilenmediği

ortadadır.

Sosyal hizmette araştırma etkinliklerinin artmasıyla birlikte araştırmalarda etik

kaygılar ön plana çıkmıştır. Araştırma etiği, araştırmacı ile araştırmaya katılan(lar)

arasındaki ilişki ile araştırmacının danışmanı ya da kurum kuruluşlarla olan ilişkisini

yönlendirmektedir. Bilginin yapılandırılması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılmasında ve en

önemlisi alana entegre edilme noktasında araştırmanın “koruyucu” özelliği

bulunmaktadır. Böylece bilimin gözlem ve deneyimlere dayanması sonucu güvenirlik

ve geçerlilik özelliği sonucu sağlanan bilgiye güvenilebilir. Diğer taraftan, sosyal hizmet

araştırması, sosyal hizmetin mesleki ve etik amaçlarını da yansıtmalıdır.

Etik, en yalın haliyle doğru veya doğru olmayan davranışlar ile ahlaki görev ve

sorumluluklar olarak tanımlanabilir. Etik ahlak ile ilişkilendirilmekte olup hem etik hem

de ahlak doğru ve yanlışla ilgilenmektedir. İoanna Kuçuradi3 (2004) etiği üç ayrı

anlamda tanımlamaktadır. Birincil anlamda etiği ahlak normları olarak ele alan

Kuçuradi belirli bir grupta, belirli bir zamanda, kişilerin birbirleriyle ilişkilerinde

değerlendirmelerini ve eylemlerini belirlemeleri beklenen değerlendirme ve davranış

normları, sistemleri anlamında olduğunu değerlendirmektedir. İkincil anlamda etiği ise

yazılı normlar bütünü olarak ve konsensüsle kararlaştırılan evrensel belgeler olarak

nitelendirmektedir (örneğin, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi). Üçüncül anlamda ise

doğrulanabilir-yanlışlanabilir bilgiyi ortaya koyması beklenen bir felsefe dalı olarak

ifade etmektedir.

Sosyal hizmet araştırmasında 21. Yüzyılda büyüyen öneme sahip olan ve öne

çıkan etik ilkeler şu şekildedir:

3 Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Ankara

Selcik 30

• Bilgilendirilmiş Onam

• Anonimlik

• Gizlilik

• Mahremiyet

• Fiziksel veya mental rahatsızlık/katılımcılara zarar vermeme

• Sponsorlu araştırma

• Bulguların şartlı yayımlanması

• Araştırma projesinin doğası

• Bilgilendirilmiş onam ve sponsorluğun düzenlenmesi

• Hilelik ve bilimsel suistimal

Küreselleşmiş bu modern dünyada bir meslek, etik ilkelerden bağımsız olarak

düşünmek zordur (Hugman, 2012: 82). Araştırmada etik karar vermeye etki eden 3

temel ilke vardır. Bu temel ilkeler ayrıca Belmont Raporu4 özel önerilerinde de yer

almaktadır. Buna göre;

• İnsanlara saygı: sosyal hizmet mesleğinin de en temel yaklaşımlarından biri

olan bu ilke araştırma katılımcılarına yönelik saygıyı, katılımcıların gönüllü

katılımları, bilgilendirilmiş onamları, gizlilik, vb. birçok etik ilkenin temelini

oluşturmaktadır.

• Yararlılık: risklerin mümkün olduğunca azaltılarak yararlılığın maksimize

edilmesi amaçlanmaktadır. Yararlılık, deontolojik ve teleolojik açıdan ele

alınabilmektedir. Diğer taraftan yararlılık, araştırma katılımcılarına maksimum

faydayı içermektedir.

• Adalet: Yarar ve risklerin adil bir şekilde dağıtılmasına odaklanmayı içerir.

Araştırma katılımcılarının adil bir şekilde savunulmasını içerir.

Sosyal hizmet disiplininin en temel iki ilkesi olan insan hakları ve sosyal adaleti

geliştirmeye katkı sağlayabilecek araştırma, sosyal hizmetin etik bir şekilde

uygulanması açısından dikkatle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım

özellikle postmodern bir dünyada daha fazla dikkat gerektirmektedir.

4 Belmont Raporunun tamamı için bkz. http://www.hhs.gov/ohrp/humansubjects/guidance/belmont.html

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 31

Sosyal hizmette uygulayıcılar belirsizliği ve anlam karmaşasını yönetmek

durumundadır; bunun yanı sıra uygulama bağlamında yapılanların farklı yollarını

bilmelidir. Postmodernist yaklaşımlar bu yüzden sosyal hizmet uygulamalarında rol

oynayan farklı diskurları değerlendirir ve birbirleri arasındaki dinamikleri

anlamlandırmaya çalışır. Bu da bizim anlayışımızı tek ve üniter bir yaklaşımdan çok

çeşitli bilgilere götürmektedir. Postmodernizmde bilgiye her zaman itiraz edilebilir. Bu

yaklaşımda ayrıca bilgi sökülüp parçalara ayrılabilir ve farklı diskurlarda yeniden inşa

edilebilir ve böylece sosyal hizmetin özgürleştirici değerlerine ulaşılabilir. Bu noktada

etik konusu da tartışmalara dâhil olmaktadır. Araştırmacı özel bir durumda iyi bir

uygulama için özgün araştırmasında farklı etik pozisyonlara kendini koyması

gerekebilir. Çoğulluk hem araştırmacının hem de araştırmacı katılımcısının özgün

politik ve sosyo-kültürel pozisyonunu göz önüne alarak farklı bilgiler inşa edilmesini

sağlar ve uygulayıcı ile müracaatçılar arasındaki bariyerleri kaldırmasına yardımcı olur.

Her bir vaka kendi içinde özgün olduğu kadar her bireyin de kendine özgü politik ve

sosyo-kültürel duruşu ve sonuç itibariyle kendine özgü etik ilke sistemi vardır. Bu

postmodern yaklaşımda doğal bir durumdur.

Sonuç

Postmodern araştırmalarda beklenmedik durumlar, dinamizm ve bilginin

çoğulluğu vardır; çeşitli diskurlardan faydalanılır. Bu yüzden iyi bir sosyal hizmet

araştırması, yukarıda da tartışıldığı üzere, farklı bağlamlarda farklı anlayışları kabul

edebilir. İyi bir uygulama, kendine özgü etik ilke ve bilimsel yöntemleri barındıran

uygulamadır. Buradaki amaç hiçbir zaman iyi bir uygulama için üniter bir bilgi çerçevesi

oluşturmak değildir. Pozitivist görüşlerde olduğu gibi bilginin sosyal olarak

yapılandırıldığını ya da yeniden üretildiğini kabul etmez. Ayrıca sosyal hizmet bilgisinin

kümülatif olarak geliştirilmesine karşı çıkar. Postmodernist yaklaşımlar eleştirel,

analitik ve yansıtıcı düşünceyi destekler.

Buradan hareketle, sosyal hizmet araştırmasında öğrenci ve akademisyenler

postmodern yaklaşımla araştırmalarını tasarlamalı ve sosyal hizmetin bu bireyler

tarafından farklı tanımlanabileceği fikrini göz önünde bulundurmalıdır. Hatta bu

yaklaşım teşvik edilmelidir. Her araştırma konusu kendi özelinde özgün olmalı ve kendi

bilgisini kendi bağlamında yapılandırmalıdır. Bu çalışmada olduğu gibi literatürde

sosyal hizmet araştırmalarında ön plana çıkan pek çok etik sorun kavramlar halinde

ele alınmıştır. Bu ele alış üniter bir bilgi oluşturma çabası olarak değerlendirilmemelidir.

Selcik 32

Ayrıca her araştırma özgün olduğu gibi araştırmacı ve katılımcıların da kendine özgü

etik ilkeleri olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

Sosyal adaletin en temel değerleriyle birlikte sosyal hizmet mesleğinin etik

süreçler konusunda toplumun tüm üyelerine sunacağı çok şey vardır (Blaskett, 1998;

akt. Jarldon, 2014: 55). Fakat konu araştırma çalışmalarına geldiğinde sosyal hizmet

araştırmacılarının dikkat etmesi gereken önemli noktalar vardır. Sosyal hizmetin etik

ile ilişkisi postmodernizm tartışmaları kapsamında ele alınabilir. Postmodernizm,

pozitivizmin aksine bilimsel aşamaların hiçbir aşamasını değer yargılarından bağımsız

olarak değerlendirmez; tek ve doğru bir yöntem söz konusu değildir. Sosyal hizmet

araştırmalarında, Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu Etik İlke ve

Kuralları rehber olarak alınmaktadır. Sosyal hizmet araştırmaları için etik komitelerden

alınan araştırma izinleri hem araştırmacı hem de araştırma bulgularına geçerlilik

kazandırmaktadır. Fakat bazı araştırmacılar bu süreci bir sıkıntı (Blaskett, 1998; akt.

Jarldon, 2014: 55); bazıları ise formların doldurulduğu bürokratik süreç (Hallowell vd.,

2005; akt. Jarldon, 2014: 55); ya da araştırmaya başlamanın önünde bir engel

(Guillemin ve Gillam, 2004; akt. Jarldon, 2014: 55) olarak görmektedirler. Etik kabul

alması o araştırmanın etik olarak gerçekleştirileceği, analiz edilip etik süreçlere bağlı

kalınarak raporlanacağı anlamına gelmemektedir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 33

Kaynakça

Antle, B. J., & Regehr, C. (2003). Beyond individual rights and freedoms: Metaethics

in social work research. Social work, 48(1), 135-144.

Blaskett, B. (1998). Arguing for a social work role in the promotion of ethical social

research. Australian Social Work, 51(4), 19-25.

BUZ, S., & AKÇAY, S. (2015). Sosyal Hizmet Araştırmasında Etik. Hacettepe

University Journal of Economics & Administrative Sciences/Hacettepe

Üniversitesi Iktisadi ve Idari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(1).

D'Cruz, H., & Jones, M. (2004). Social work research: Ethical and political contexts.

Sage.

Drake, G. (2013). The ethical and methodological challenges of social work research

with participants who fear retribution: To ‘do no harm’. Qualitative Social Work.

Grinnell, R.M., ve Unrau, Y.A. (2011). Social work research and evaluation. New York:

Oxford University Press.

Guillemin, M., & Gillam, L. (2004). Ethics, reflexivity, and “ethically important moments”

in research. Qualitative inquiry, 10(2), 261-280.

Hallowell, L., Lawton, J., & Gregory, S. (2005). Reflections on research: The realities

of doing research in the social sciences. Berkshire, England: Open University

Press.

Hugman, R. (2012). Culture, values and ethics in social work: Embracing diversity.

Routledge.

Jarldon, M., (2014). The Politics of Research Ethics in Social Work: Reflections From

a First-time Researcher. Journal of Social Work Values and Ethics, 11(2), 52-

60.

Krysik, J., & Finn, J. (2010). Research for effective social work practice (2nd ed.). New

York, NY: Routledge.

Kuçuradi, İ. (2004, Aralık 20). Felsefe ve Etik. Mimar Yunus Aran Anısına 20.

Konferans. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul.

Lincoln, Y. S. (1995) Emerging Criteria for Quality in Qualitative and Interpretive

Research, Qualitative Inquiry 1(3): 275–89.

Macdonald, G., & Macdonald, K. (2001). Ethical issues in social work research. R.

Hugman, & D. Smith içinde, Ethical Issues in Social Work (s. 46-61). New York:

Routledge.

Selcik 34

Mertens, D. M., & Ginsberg, P. E. (2008). Deep in Ethical Waters Transformative

Perspectives for Qualitative Social Work Research. Qualitative social work, 7(4),

484-503.

O’Connor, I., Smyth, I. and Warburton, J. (eds) (2000) Contemporary Perspectives on

Social Work and Human Services. Malaysia: Longman.

Peled E and Leichtentritt R (2002) The Ethics of Qualitative Social Work Research.

Qualitative Social Work 1(2): 145–169.

Thompson, N. (2014). Kuram ve Uygulamada Sosyal Hizmeti Anlamak (B. H. Eren, Ö.

C. Öntaş, Çev.). Ankara: Dipnot.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

SOKAKTA ÇALIŞTIRILAN ÇOCUKLARIN KARŞILAŞTIKLARI GÜÇLÜKLER ÜZERİNE NİTEL BİR ARAŞTIRMA: ANKARA ÖRNEĞİ1

Süleyman CÜCE Sosyal Hizmet Doktora Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi

Özet. Sokakta çalıştırılan çocuk sorunu, yalnızca bugünü değil, geleceği de bir ölçüde şekillendiren sosyal sorunlardan biridir. Sokakta çalıştırılan çocuk, çeşitli hizmetlerin ve günümüz dünyasının gerisinde kalabilmekte ve kendini gelecek için hazırlayamamaktadır. Çocuk, her yönden savunmasızdır. Bu özelliğiyle algıladığı veya algılayamadığı birçok tehlikeye karşı açık konumdadır. Çocuğun sokakta çalıştırılması da bu tehlikelere fırsat vermekte ve gelişimini ciddi anlamda etkileyebilecek olay ve durumlara şahit olmasına neden olabilmektedir. Bu doğrultuda; çalışmanın amacı, sokakta çalıştırılan çocukların çalışma sebeplerinin ve sokakta yaşadıkları güçlüklerin neler olduğunu belirlemektir. Nitel araştırma yöntemi temel alınarak yapılan araştırma betimsel analiz tekniğine uygun olarak yorumlanmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu Ankara’nın farklı semtlerinde sokaklarda çalışan 14 çocuk oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda sokakta çalıştırılan çocukların sokaklarda şiddet ve hakarete maruz kalabildikleri, ailelerine destek olabilmek için çalıştırıldıkları, günlük kazançlarının yüksekliğine bağlı olarak sokaklarda gönüllü olarak çalıştıkları ve ilk ve ortaokul düzeyinde olan çocukların eğitimlerine devam ettikleri görülmüştür. Bunun yanı sıra çocukların insanları bir tehdit olarak algılamadıkları; insanların kendilerine sözlü veya sözsüz herhangi bir şiddet uygulamadığı tespit edilmiş; çocukların sokaklarda çalıştırılmamaları için gerekli ihtiyaçları ise ekonomik yardım ve eğitimde süreklilik olduğu öğrenilmiştir.

Anahtar sözcükler: Sokakta çalıştırılan çocuk, çocuk işçiliği, çocuk işçi, şiddet, eğitim

1 Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü 2016-2017 Güz Dönemi Sosyal Hizmet Lisansüstü Programı Sokak Çocukları ile Sosyal Hizmet Dersi kapsamında hazırlanmıştır. Araştırmaya katkı sunanlara teşekkür ediyorum: Abdussamad Dhaaha, Ali Dikmen, Burcu Genç, Ecem Naz Nazlıer, Hikmet Cansın İşçi, Gizem Akoğlu, Yeşim Öğütçü, Büşra Uslu, Cihangir Karakaya, Sibel Vurkun, Selma Muşanovic.

Cüce 36

A QUALITATIVE RESEARCH ON CHALLENGES CHILDREN WORKING ON THE STREETS EXPERIENCE: ANKARA EXAMPLE

Süleyman CÜCE PhD Student in Social Work, Hacettepe University

Abstract. The issue of children working on the streets is one of the social problems shaping not only today but also the future. The child who works on the street may not benefit from the social services and the opportunities of the world today, and as a result cannot prepare himself for the future. The child is defenseless in every aspect. S/he is open to many threats that s/he cannot perceive. Working on the street also gives them an opportunity to witness some events and circumstances that may seriously affect their development. In this context; the aim of the study is to determine the reasons why they work on the streets and the challenges they experience on the streets. The research based on a qualitative research method is interpreted in accordance with the descriptive analysis technique. The study group is consisted of 14 children working on the streets in different districts of Ankara. Interview technique was used as a data collection tool. As a result of the research, it is found that the children working on the streets are exposed to violence and insult; they work in order to support their families, they work voluntarily on the streets because of high daily income, however they still continue their education at primary and secondary school level. In addition to this, it is important to state that children do not perceive the people as a threat; the people do not display any verbal or nonverbal violence behaviour against them; it is apparent that the children need to have financial support and continuing education in order for them not to work on the streets.

Keywords: Children working on the streets, child labour, violence, education

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

GİRİŞ

Sokakta çalıştırılan çocuk kavramı, kökleri insanlık tarihi kadar eski olan

yoksulluk sorununun çocuklar üzerindeki yansımalarından yalnızca bir tanesidir.

Sosyolojik açıdan incelenen yoksulluk, emek gücünü kullanabilen ve emek gücünü

kullanamayan grupların oluşturduğu iki kategoriye bölünmüştür. Bu durum

yoksulluğun çeşitli kesimleri ifade etmesini sağlamış ve farklı destek mekanizmalarının

çalışmasına yönelik itici güç olmuştur. Emek gücünü kullanma potansiyelinden yoksun

olan çocuklar, birinci yoksulluk kategorisinde yer almaktadır (Güneş, 2012, s. 186).

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), “182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk

İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi”nin

üçüncü maddesinde, çocuğun sağlık, güvenlik ve ahlakî gelişimini etkileyebilecek

türdeki çalışmalara kesin bir dille karşı çıkmaktadır. Böylece ülkelerin çocuk işçiliğinin

önüne geçebilmek için önlemler almaları zorunlu kılınmak istenmiştir. Buna rağmen

dünyadaki birçok ülke gelişmişlik düzeyi fark etmeksizin sokak çocukları ve çocuk

işçiliği sorunuyla ciddi anlamda karşı karşıya durumdadır (ILO, 2015).

Ülkemizde sokakta çalışan çocukların sayısına yönelik güncel ve resmi bir

verimiz ne yazık ki bulunmamaktadır. Bu nedenle mevcut sayı ve oranların

belirlenmemesine bağlı olarak söz konusu soruna getirilebilecek çözüm önerilerinin

uygulanabilirliği de zorlaşmaktadır.

Türkiye’de birçok sokakta, çocuk işçilerle karşılaşılabilmektedir. Atık kâğıt

toplama, ayakkabı boyama, simit, mendil, yara bandı, çiçek gibi malzemeler satan

çocuklar, bir yandan çalışarak harçlıklarını kazanmakta, bir yandan da okullarına

devam etmektedir.

Çocuklar; yoksulluğa ek olarak eğitimle ilgili nedenler, aile baskısı, çocuk

işçiliğine olan talep ve Çocuk İşçiliği Mevzuatı’nın etkin olarak uygulanamaması gibi

nedenlerden dolayı da sokaklarda çalıştırılabilmektedir. Bu durumun çocuklar

üzerinde ise duygusal, fiziksel ve psikolojik etkileri olmaktadır (Erbay, 2008).

Sokaklarda çalışma; özellikle çocuklar için oldukça dezavantajlı bir süreci

kapsamaktadır. Bu süreç içerisinde çocuk, örgün eğitimden ve fırsat eşitliğinden

yararlanamama gibi hayati imkânlardan uzak kalmaktadır (Açıkalın, 2008). Bu nedenle,

çocuklar için daha âdil ve eşitlikçi bir ortamın oluşması ve daha sağlıklı bir neslin

yetişmesi için “sokakta çalıştırılan çocuk” olgusuna acilen ehemmiyet kazandırılmalıdır.

Cüce 38

YÖNTEM

Araştırma, nitel araştırma yaklaşımına uygun olarak yürütülmüştür. Söz konusu

çalışmada, sokakta çalıştırılan çocukların karşılaştıkları güçlüklerin belirlenmesi için

en uygun yöntemin görüşme olduğu düşünülmüştür. Görüşme odaklı yapılan nitel

çalışmada, sokakta çalıştırılan çocuklarla birebir görüşmeler doğrultusunda şu

hususlara dikkat edilmiştir:

1. Katılımcıların yorgun olabileceği düşünüldüğünden soruların kolay

anlaşılabilir olmasına özen gösterilmiştir.

2. Ortamın oldukça gürültülü olması nedeniyle katılımcılara soru kâğıdındaki

sorular sesli ve anlaşılır bir şekilde okunmuştur.

3. Katılımcıların vereceği yanıtların yönlendirilmeden etkilenmemesi için

onaylama, reddetme gibi jest ve mimiklerden, söz ve ifadelerden kaçınılmış,

katılımcılar objektif bir açıdan dinlenmiştir.

4. Soruların hizasız olmasının önüne geçilmesi için, sorular belli bir sıra

doğrultusunda sorulmuştur.

Çalışma Grubu

Araştırmanın çalışma grubunu, Ankara’nın çeşitli semtlerinde sokaklarda

çalışan 14 çocuk oluşturmaktadır. Yaşları 8 ila 16 arasında değişen katılımcıların 8’i

erkek, 6’sı kız çocuğudur. Katılımcılar, kolay ulaşılabilir örnekleme metoduyla sürece

dâhil edilmiştir. Buna göre coğrafi yakınlık göz önünde bulundurulmuş ve araştırma

sürecine katılan Doç. Dr. Ercüment Erbay’ın 2 sorumluluğundaki 2016-2017 Güz

Dönemi Sosyal Hizmet Lisansüstü Programı Sokak Çocukları ile Sosyal Hizmet

Dersi’ni yüklenen 14 öğrencinin her biri bir katılımcı ile görüşmüştür. Bu nedenle

araştırma sonuçları, benzer durumlarda tamamen genellenebilir bir nitelik

taşımamakla beraber ancak sınırlı genellemeler yapılmasına olanak sağlamaktadır.

Araştırma, gönüllülük esasına dayandırılmış ve katılımcıların bilgileri dâhilinde ses

kayıtları alınmıştır.

Tablo 1: Katılımcılara İlişkin Bilgiler

2 Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü

[email protected]

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 39

Katılımcı Adı Yaş Yaptığı İş Katılımcı Adı Yaş Yaptığı İş

A 12 Çiçek satıcısı H 12 Meyve satıcısı

B 14 Mendil satıcısı I 13 Mendil satıcısı

C 10 Mendil satıcısı J 13 Mendil satıcısı

D 11 Mendil satıcısı K 8 Dilenci

E 16 Simit satıcısı L 14 Ayakkabı boyacısı

F 12 Mendil satıcısı M 10 Dilenci

G 10 Mendil satıcısı N 14 Çiçek satıcısı

Veri Toplama Aracının Geliştirilmesi

Araştırmada veriler yarı-yapılandırılmış görüşme formu ile toplanmıştır. Nitel

araştırmada kullanılabilen bu formda, sorular önceden hazırlanmıştır ve katılımcıdan

belirlenmiş seçenekler arasından bir yanıt bulması istenmez. Ayrıca katılımcıların

vücut dili, yanıtları esnasındaki duraksamaları ve tonlamaları da dikkate alınmaktadır

(Bonifas, 2015).

Yarı-yapılandırılmış görüşme formu ile araştırmada katılımcılara esneklik

tanınmıştır. Sorular önceden hazırlanmış olmakla birlikte araştırılan kişilerin de

araştırma üzerinde kontrollerinin bulunmasını sağlamak ve araştırmaya belli bir

oranda esneklik kazandırabilmek amacıyla görüşme formuna sıkı sıkıya bağlılıktan

kaçınılmıştır (Özdoğan, ve diğerleri, 2014).

Bu doğrultuda görüşme formunda; katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini

yansıtan 3, sokakta çalışmalarından dolayı yaşadıkları güçlük ve hissettikleri

zorunluluğu yansıtan 4 soru olmak üzere 7 açık uçlu soru bulunmaktadır. Bunlara ek

olarak görüşmenin gidişatına uygun şekilde araştırmacılar birtakım ekstra sorular da

sormuşlardır. Görüşme formunda yer alan soruların geçerliliği, anlaşılırlığı ve istenen

verileri sağlayıp sağlayamayacağına ilişkin Doç. Dr. Ercüment Erbay ile görüşülmüş

ve kendisinin onayı alınmıştır.

Verilerin Toplanması

Araştırmadan elde edilen veriler, kullanılan “kolay ulaşılabilir örnekleme”

doğrultusunda Ankara’nın çeşitli semtlerinde sokakta çalıştırılan toplamda 14 çocukla

birebir görüşmeler yürütülerek toplanmıştır. Kolay ulaşılabilir örnekleme yöntemiyle

araştırmaya hız ve pratiklik kazandırılması amaçlanmıştır. Araştırmacılar, kendileri için

erişilmesi en kolay durumu seçerek katılımcılara ulaşmıştır (Yıldırım & Şimşek, 2005).

Görüşmeler gerçekleştirilmeden önce katılımcılar ses kaydı alınacağına dair

bilgilendirilmiş ve kimliklerinin gizli tutulacağı kendilerine iletilmiştir.

Cüce 40

Verilerin Analizi

Veriler, öncelikle bilgisayar ortamına aktarılmış ardından betimsel analiz

tekniğiyle çözümlenmiştir. Betimsel analiz ile birlikte araştırma kendi içinde

değerlendirilmekte olup sokakta çalıştırılan çocukların karşılaştıkları güçlüklere ilişkin

kendi duygu ve düşüncülerini anlamak için, verdikleri yanıtlar yorumlanarak mevcut

durumun anlaşılması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda katılımcıların sorulara

verdikleri yanıtlar, benzerlikler göz önünde bulundurularak gruplandırılmış ve

yorumlanmıştır (Berg, 2004).

BULGULAR VE YORUM

Araştırmada kullanılan görüşme formunda sorulan sorular çerçevesinde

bulgular, 4 başlık altında toplanmıştır. Çocukların çalıştırılma süreleri ve günlük

kazançlarına, çalıştırılma sebeplerine, sokaklarda herhangi bir şiddete maruz kalıp

kalmamalarına ve sokakta çalıştırılmamalarına yönelik kendi önerilerine ilişkin veriler

4 ayrı başlıkta toplanmış ve gruplandırılarak çözümlenmiştir.

Araştırma, Ankara’nın farklı semtlerinden sokaklarda çalıştırılan 14 çocuk ile

yapılan görüşmeler neticesinde yapılmıştır. Katılımcı çocukların sosyo-demografik

özelliklerine bakıldığında çocukların yaşlarının 8 ila 16 arasında değiştiği, 12’sinin

mendil, çiçek ve meyve gibi çeşitli malzemelerin satıcılığını yaptığı görülmektedir.

Çalışma Süreleri ve Günlük Kazanç

Araştırmaya katılan çocuklar genel anlamda ilkokul ve ortaokul düzeyinde

olduklarından sokakta çalışmaya okul çıkışlarında başladıklarını söylemiştir. Hafta

sonu tatillerinde de çalışan çocuklar, yaz tatillerinde hava sıcaklığının da etkisiyle daha

sıklıkla çalıştığını, kış aylarında zaman zaman kendilerine “tatil” yaparak çalışmak için

sokağa çıkmadıklarını eklemişlerdir.

“Ama zaten çok soğuk havalarda gelmiyorum.” (H, 12 yaşında)

“Evet gidiyorum. 7'ye geçtim. Hem okuyorum, hem mendil satıyorum.” (F,

12 yaşında)

“Okula gittiğim için hafta sonları çalışıyorum.” (B, 14 yaşında)

Katılımcıların çalışma süreleri oldukça değişkenlik göstermekte olup geç

saatlere kadar çalışmadıkları görülmüştür. Belli bir düzen dâhilinde çalışmadıklarını

belirten çocuklar, bazı günler hiç çalışmadıklarını da ifade etmiştir. Bu noktada

araştırmada net bir bulguya rastlanmamakla beraber yaz aylarında düzenli olarak

çalıştıkları teyit edilebilmektedir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 41

“Değişiyor, her gün aynı olmuyor. Bazen 10 lira, bazen 15 lira, bazı günler

20 lirayı geçiyor.” (C, 10 yaşında)

“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur.” (E, 16

yaşında)

“(Önündeki kartonun üstündeki iki liraya baktı) Değişiyor abla. Bazen 15-20

lira, bazen 25 lira.”(G, 10 yaşında).

“15-20 TL kazanıyorum. Biz beş kardeşiz. Annem 8 aylık hamile. 11

yaşında olan erkek kardeşim ve 8 yaşında olan kız kardeşim de benim gibi

mendil satıyor. Ev kirasını ödemeye çalışıyoruz ve eve ekmek götürüyoruz.

Küçük kardeşlerim 5-10 lira kazanabiliyorlar.” (J, 13 yaşında)

Araştırmaya katılan çocukların günlük gelirleri 10 TL ile 100 TL arasında

değişmektedir. Katılımcı çocukların 6’ü 10-20 TL arası, 4’ü 20-50 TL arası, 4’ü de 50-

100 TL arası bir kazanç sağlamaktadır. Duruma günümüz şartlarından bakıldığında

çocukların çoğunun iyi bir gelir elde ettiği söylenebilmektedir.

İnsanların kimileri, sokakta çalıştırılan çocuklara destek olarak onları sokaklara

bilinçsiz bir şekilde teşvik edebilmektedir. Nitekim çocuklardan kimilerinin gelirleri 100

TL’ye kadar çıkabilmektedir ve bu rakam hiç de azımsanacak bir boyutta değildir. Elde

edilen bu gelir, çocukların sokaklara daha fazla bağlanmasına neden olmasının

yanında bu işin bir meslek olarak çocukların kimliğine de yapışmasına sebebiyet

verdiği görülmektedir. Bu doğrultuda araştırmaya katılan M, henüz 10 yaşında

olmasına rağmen sokakta çalışmakta istekli olduğunu belirtmiş ve araştırmacının

gelecekle ilgili planlarının olup olmadığını sorması üzerine “Böyle olmak istiyorum yine”

yanıtını vermiştir.

Sokakta Çalıştırılan Çocukların Çalışma Sebeplerine İlişkin Düşünceleri

Araştırma, katılımcıların tamamının ekonomik kaygı nedeniyle sokakta

çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Bazı katılımcılar, okul harçlıklarını çıkarttıklarını

öne sürerek sokakta çalıştırılmalarında kendilerinin de gönüllü olduklarını ifade

etmektedirler. Araştırmaya katılan çocukların sadece 3 tanesinin sokakta çalışmak için

istekli olduğunu belirtmiş ve üçü de günlük kazançlarının 50-60 TL arasında değiştiğini

söylemiştir.

Ayrıca yaşıtlarına göre gayet makul seviyelerde para kazanılmasının da

çocuklar üzerindeki istekliliği etkilediği düşünülmüştür. Araştırmada isteksiz olduğunu

belirten ve zorunlu olarak sokakta çalıştığını doğrudan ifade edenlerin sayısı ise 4’tür.

Söz konusu çocukların ise günlük kazançları 15-35 TL arasında değişmektedir.

Cüce 42

“Abi çalışma nedenim zorla değil. Hem annem, bu soğukta gitmemi

istemiyor. Ben geliyorum, hem para yığıyoruz ailemize. Katkı veriyoruz.” (A,

12 yaşında, 60 TL kazanıyor.)

“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur. Babam

cezaevinde o yüzden çalışıyorum. Adam yaralamaktan girdi abla. Babam

dışarıdayken çalışmıyordum. Şimdi zorunlu olarak çalışıyorum. Bir kız

kardeşim de var. Annem de çalışmıyor. Ben bakıyorum. Zorunlu yani.” (F,

12 yaşında)

“Babamın işi yok, hem de okul parası yapıyoruz” (D, 11 yaşında, 10 TL

kazanıyor.)

Araştırmaya katılan çocuklara çalışma sebeplerine yönelik sorular

sorulduğunda büyük çoğunluğunun “ekmek parası” tabirini kullandığı görülmektedir.

Buna paralel olarak katılımcıların 10’u ailesine destek olmak için çalıştığını ifade

ederken, 3 kişi okul harçlığını çıkarttığını söylemiş, 1’i soruyu yanıtsız bırakmıştır. Bu

çerçeveden bakıldığında çocukların büyük çoğunluğunun ailelerinin duygusal veya

sözlü baskısıyla çalıştırıldığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim ailesine yardım etmek için

çalıştığını ifade eden çocukların da 4’ü, kardeşlerine bakmaları gerektiğini de ifade

etmektedir. Araştırmamıza katılan G, içinde bulunduğu bu durumu şu cümlelerle bize

söylemektedir:

“Abla paraya ihtiyaç var. Benim küçük kardeşim var. Süt lazım, mama

lazım, bez lazım. Arkadaşım da var şurada (Metronun merdiven tarafını

gösteriyor.) Onun da küçük kardeşi var. Onunki bir aylık benim kardeşim 4

aylık. Abla bez al bize, süt al”. (G, 10 yaşında)

“Bi istediğim var annem babam afiyet olsun başka hiçbir şey istemiyorum.”

(M, 10 yaşında)

“Burda iş yapıyorum ekmek parası için. Annem babama kim bakacak?”(M,

10 yaşında)

“Babamın işi yok, hem de okul parası yapıyoruz” (D, 11 yaşında)

“Ekmek parası için, aileme yardım etmek için.” (E, 16 yaşında)

Sokakta Çalıştırılan Çocukların Karşılaştıkları Güçlükler

Farklı semtlerde gerçekleştirilen görüşmelerde çocuklara sokakta karşılaştıkları

tehlikelerin neler olduğu sorulmuştur. Çocuklar, herhangi bir tehlikeyle

karşılaşmadıklarını, sözlü veya fiziksel şiddete uğramadıklarını ifade etmiştir.

‘Kötü bir şey ile karşılaşmadım.’ (C, 10 yaşında)

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 43

“Kötü bir şey yaşamadım.” (L, 14 yaşında)

“Esnafı tanıyorum onlar da bizi tanıyor. Seni tanıdık sen de bizi tanıdın. Bir

yıldır sokakta mendil satıyorum hiç tehlikeli bir durumla karşılaşmadım.” (J,

13 yaşında)

Çocuklar oldukça küçük yaşta olduğu için zaman zaman hayvanlardan da

korktuklarını söylemişlerdir:

“Yok bir şey olmuyor ama köpeklerle karşılaşıyorum. Bir tek köpeklerden

korkuyorum.” (D, 11 yaşında)

Katılımcıların, insanların kendilerini nasıl gördüğü ile ilgili soruya ise ortalama

yanıtlar vermiştir. İnsanların kendilerine kimi zaman iyi kimi zaman ise kötü baktığını

söyleyen çocuklar kendilerine yardımcı olan insanların da olduğunu ve kendilerine

bahşiş vererek onlara destek olduğunu söylemektedir.

‘Ne düşündüklerini bilmiyorum. Ama sattığım peçetelerden alıyorlar. Zarar

vermiyorlar, yardım ediyorlar.” (C, 10 yaşında)

“Bazıları iyi, bazıları kötü Bazıları bağırıyor, bazıları iyi davranıp çiçek

alıyor.” (N, 14 yaşında)

Katılımcıların verdiği bilgiler ışığında sokakta, insanların çoğu zaman bir tehlike

olarak düşünülmediği görülmüştür. 13 katılımcı insanların kendileri için bir tehlike

oluşturmadığını belirtmelerinin yanı sıra bazı çocukların, zaman zaman insanların

kendilerine yönelik bakışlarından rahatsız olduğu ifadelerden anlaşılmıştır.

“Böyle. Onlar bana bööyle bakıyorlar ben burda oturuyom onlar bana

bakıyorlar.”(M, 10 yaşında)

Rahatsız olanların dışında, çocuklardan bazıları da insanların kendilerine nasıl

baktığıyla ilgili olumlu veya olumsuz herhangi bir yorum da getirememiştir. Bu konuyla

ilgili herhangi bir düşünceleri olmadığını ifade eden çocukların mevcut durumu

kabullenmiş oldukları düşünülmüştür:

“Ne düşündüklerini bilmiyorum. Ama sattığım peçetelerden alıyorlar. Zarar

vermiyorlar, yardım ediyorlar.”(C, 10 yaşında)

“Hiçbir şey düşünmüyorum. Ben ekmek parası kazanıyorum.”(E, 16

yaşında)

“(Bu konuda) Hiç bir şey düşünmüyorum.” (L, 14 yaşında)

Çocukların Ankara’nın soğuk ikliminde de sokaklarda çalışması, birçoğu

belirtmese de, çocukların sokaklarda karşılaştıkları güçlüklerden biri olarak

araştırmacılar tarafından gözlemlenmiştir. Sonbahar aylarında yapılan araştırmada,

Cüce 44

çocukların kimi zaman ellerini saklamaya çalıştıkları veya montlarının içine koyarak

kaldırımlarda oturdukları görülmüş ve bu doğrultuda şu ifadeler oldukça dikkate değer

görülmüştür:

“20-30 TL kazanıyorum. Üşüyerek çalışıyorum ama mecbur.” (F, 12

yaşında)

“Ama zaten çok soğuk havalarda gelmiyorum.” (H, 12 yaşında)

“abi çalışma nedenim zorla değil. Hem annem, bu soğukta gitmemi

istemiyor. Ben geliyorum, hme para yığıyoruz ailemize. Katkı veriyoruz.” (A,

12 yaşında)

Sokakta Çalıştırılan Çocukların Çocuk İşçiliğine Yönelik Önerileri

Araştırmada sokakta çalıştırılan çocuklara, sokaklardan kurtulmak için neyin

gerekli olduğu sorularak en çok ihtiyaç duydukları şeylerin neler olduğu belirlenmek

istenmiştir. Bu doğrultuda sorulan soruya verilen yanıtlar arasında sıklıkla tekrarlanan

iki ihtiyaç ortaya çıkmaktadır: Ekonomik destek ve eğitim.

Araştırmaya katılan çocukların 6’sı ekonomik desteğin çalışmalarını

engelleyebilecek en önemli ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır. Birçoğu aileleriyle beraber

sokaklarda çalışan çocuklar; evin kirası, kardeşlerine bakma, evin giderlerini karşılama

ve okul harçlığını çıkarma gibi sebeplerden dolayı sokaklarda çalıştığını söylemektedir.

“Biz buraya (Ankara’ya) başka bir yerden göçtük. Annem, babam var. Onlar

da çalışıyor. Annem benim gibi peçete satıyor, babam kâğıt topluyor”(C, 10

yaşında)

“Babam cezaevinde o yüzden çalışıyorum. Adam yaralamaktan girdi abla.

Babam dışarıdayken çalışmıyordum. Şimdi zorunlu olarak çalışıyorum. Bir

kız kardeşim de var. Annem de çalışmıyor. Ben bakıyorum. Zorunlu yani.”

(F, 12 yaşında)

“15-20 TL kazanıyorum. Biz beş kardeşiz. Annem 8 aylık hamile. 11

yaşında olan erkek kardeşim ve 8 yaşında olan kız kardeşim de benim gibi

mendil satıyor. Ev kirasını ödemeye çalışıyoruz ve eve ekmek götürüyoruz.

Küçük kardeşlerim 5-10 lira kazanabiliyorlar.” (J, 13 yaşında)

Bu bulgular paralelinde sokakta çalıştırılan çocukların hanelerine katkıda

bulunmak için çalıştığı görülmekte ve yeterli ekonomik gelirlerinin olması halinde

çocuklar, çalışmayı bırakacaklarını belirtmektedir.

“Durumumuz olsaydı, borçlarımız olmasaydı. Evimiz bizim olsaydı,

çalışmamıza gerek yoktu.” (A, 12 yaşında)

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 45

“Bilmiyorum abla. Yani para gerekli. Öyle olunca çalışıyorum. Ama

çalışmamıza izin vermiyorlar. Kardeşim 4 aylık. Bize süt lazım, bez lazım.

Abla şuradaki arkadaşıma da al. Onun kardeşi daha küçük. Bir aylık. Hatta

bana almasan da ona al abla.” (G, 10 yaşında)

Katılımcılar her ne kadar net bir öneri getiremese de, sokakta çalışmaya devam

etmemeleri için gerekli olan en önemli şeylerden birinin eğitim olduğunun bilincinde

oldukları fark edilmiştir. Bazı çocukların okul ile çalışma arasında kaldıklarında okulu

tercih ettikleri görülmüş, çalışma işini okul çıkışında yaptıkları öğrenilmiş ve okul

süreçlerinin aksamadan devam ettirilmeye çalışıldığı fark edilmiştir. Benzer şekilde

çocukların okul harçlıklarını çıkarmaya çalıştıklarını söylemesi de okula devamlılık

göstermeye verdikleri önemi ortaya koymaktadır.

“Yok. Fazla zor olmuyor. Zaten ödevimin çok olduğu zamanlarda

gelmiyorum.”(H, 12 yaşında)

“Evet gidiyorum. 7'ye geçtim. Hem okuyorum hem mendil satıyorum.” (F,

12 yaşında)

“Ya okul harçlığımı falan çıkardığım için (çalışıyorum)…” (H, 12 yaşında)

Elde edilen bu verilerle, araştırmaya katılan çocukların ekonomik gelirlerinin

artırılması ve desteklenmesiyle eğitim haklarından da daha kayda değer biçimde

faydalanacakları sonucuna ulaşılabilmektedir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Sokaklarda çalışma, çocukların gelişimlerini etkilemekte, sokaklarda birçok

tehlikeyle karşı karşıya kalmalarına neden olmakta ve eğitimlerini büyük oranda

sekteye uğratmaktadır. Araştırma, sokakta çalışma yaşının 8 yaşa kadar düştüğünü

kanıtlamaktadır. Daha küçük yaşlarda çalışan çocuklar olduğu da hesaba katıldığında

ülkemizde birçok çocuğun sömürüldüğü, sıcak bir ortamdan mahrum bırakıldığı ve

eğitim olanaklarından etkin bir şekilde yararlanamadığı ortaya çıkmaktadır.

Sokakta çalıştırılan çocuk sorununun yoksulluğun bir sonucu olduğu

düşünüldüğünde, ülkemizde sokakta çalıştırılan çocuğa yönelik müdahale planlarının

uygulamaya dökülmesi önündeki en büyük engel; elimizde yoksul bireyleri içeren, net

bir sayı verebilen bir veri tabanının olmayışıdır. Müdahale, ancak uygulanacağı kesim

belirlendikten sonra gerçekleşebilecektir. Bu nedenle, öncelikli hedefin, gerekli

bilgilerin bulundurulduğu, altyapı niteliğinde bir veri tabanının oluşturulmasıdır.

Sokakta çalıştırılan çocukların gelirlerinin artmasına paralel olarak sokakta

çalışmadaki istekliliklerinin de artması, çocukların sokağa itilmesine neden olduğu

Cüce 46

görülmektedir. Sosyo-ekonomik desteğin takibinde çocukların düzenli olarak Aile

Sosyal Destek Programı (ASDEP) veya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı

(SYDV) bünyesinde çalışan sosyal hizmet uzmanlarının yapacağı ev ziyaretleriyle

takip edilmesinin, çocuğun sokakta çalıştırılmasına engel olacağı düşünülmektedir.

Katılımcı çocuklar ekonomik anlamda yoksun olan ailelerden gelmektedir.

Çocukları çalışmaya iten asıl sebebin de bu olduğu anlaşılmaktadır. Çocukların

sokaklarda çalışmasıyla beraber hem kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri hem de eve

gelir sağlamaları, çocukların sokaklardaki yaşantısının güçlenmesine neden

olmaktadır. Bu anlamda çocukların okul ihtiyaçlarının karşılanması için belediyelerin

ilk ve ortaokul düzeyinde bir çalışma yürütmesi ve sokakta çalıştırılan veya çalıştırılma

ihtimali olan çocukların bu ihtiyacını karşılamaları, sorunun çözümüne katkı

sağlayacaktır.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 47

KAYNAKÇA

Açıkalın, N. (2008). Yoksulluk ve Genç Kuşakların Toplumsal Hareketlilik Şansları:

İstanbul ve Gaziantep Örnekleri. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(3),

34-54.

Berg, B. L. (2004). Qualitative Research Methods (5. b.). California State University.

Bonifas, R. (2015). Dr. Robin Bonifas İle Nitel Araştırma. J. L. Krysik, J. Finn, & E.

Erbay (Dü.) içinde, Etkili Uygulama İçin Sosyal Hizmet Araştırması (A. Aykara,

& K. Düzyurt, Çev., s. 187-226). Ankara: Nika Yayınları.

Erbay, E. (2008). Çocuk İşçi Olmak. Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayını.

Güneş, F. (2012). Göç, Yoksulluk ve Sosyal Politika. Adana.

ILO. (2015, Haziran 18). International Labour Organisation. Eylül 16, 2017 tarihinde

Uluslar Arası Çalışma Örgütü Web Sitesi:

http://www.ilo.org/ankara/conventions-ratified-by-turkey/WCMS_377311/lang--

tr/index.htm adresinden alındı

Özdoğan, A., Sevinç, B., Gürer, C., Büker, H., Demir, İ., Köseli, M., . . . Köksal, T.

(2014). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri (4. b.). (K. Böke, Dü.) İstanbul:

Alfa Yayıncılık.

Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2005). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (5. b.).

Ankara: Şeçkin Yayıncılık.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

EVDE BAKIM HİZMETİ ALAN ENGELLİ BİREYE SAHİP AİLELERİN BAKIM VERME YÜKLERİNİN BELİRLENMESİ: AMASYA ÖRNEĞİ1 Yunus Emre ÖZTÜRK Doç. Dr., Sağlık Yönetimi, Selçuk Üniversitesi

Şener ŞENTÜRK Yrd. Doç. Dr., Eğitim Bilimleri, Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Yunus MACİT Sosyal Hizmet Uzmanı, Amasya Yükseköğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu

Özet. Bu araştırma Amasya ilinde evde bakım hizmetinden yararlanan ailelerin bakım verme yüklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada sosyo-demografik bilgileri içeren anketle birlikte, Bakım Verme Yükü Ölçeği kullanılmıştır. Ocak 2015 verilerine göre evde bakım hizmeti alan 163 aile ile anket formları doldurulmuştur. SPSS 21 programında elde edilen verilerin analizleri yapılmıştır. Bakım hizmeti veren bireylerin yaşlarına bakıldığında %44,2’sinin 41- 55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmektedir. Engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek, bakıcıların ise %84 kadın, %16 erkek olduğu saptanmıştır. Araştırmada yer alan engelli bireylerden %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç evlenmemiştir. Bakıcıların medeni durumlarına bakıldığında ise %90,2’lik kısmının evli olduğu bilgisine ulaşılmaktadır. Bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %68,7’si okur-yazar değildir. Bakım hizmeti veren bakıcıların %81,6 gibi büyük bir kısmının ev hanımı olduğu görülmektedir. Araştırma sonucunda bakım hizmeti veren ailelerin bakım verme yükü aritmetik ortalaması 27 puanla düşük çıkmıştır.

Anahtar sözcükler: Evde Bakım, Amasya, Bakım Verme, Yük, Aile, Engelli

1 Bu çalışma üçüncü yazarın, birinci yazarın danışmanlığında 2017 yılında tamamladığı yüksek lisans tezinin bir bölümünden üretilmiştir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

49

DETERMINATION OF CARE CAPACITIES OF THE FAMILIES HAVING PERSON WITH DISABILITIES WHO RECEIVES RESIDENTIAL CARE: AMASYA EXAMPLE2 Yunus Emre ÖZTÜRK Assc. Prof. Dr. in Health Management, Selçuk University

Şener ŞENTÜRK Asst. Prof. Dr. in Educational Sciences, Ondokuz Mayıs University

Yunus MACİT M.S.W, Amasya Institution for Higher Education Credit and Dormitories

Abstract. This research aimed to determine the caring burden of families who benefit from home care services in Amasya. The Survey of Caregiver Burden was used in the study with a questionnaire containing socio-demographic information. Questionnaires were completed with 163 families receiving home care services according to January 2015 data. Analyses of the data obtained in the SPSS 21 program were made. Given the age of caregivers, it is observed that 41-55% of the 44.2% and 30.1% of the individuals are over 56 years old. 61.3% of the handicapped individuals were female, 38.7% were males, 84% were female and 16% were male. While 28.8% of the disabled people in the survey were married, 29.4% never married. When the marital status of caretakers is examined, 90.2% of the caretakers are married. 68.7% of disabled people who use care services are not literate. It is seen that 81.6% of the carers who provide care services are housewives. As a result of the research, the care capacities of the families providing care services decreased by 27 points in the arithmetic average.

Keywords: Home care, Amasya, care, Handling, family, disabled

2 This article is originated from master thesis submitted under the supervision of corresponding author in 2017.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

GİRİŞ Engelli bireylerin toplum içerisinde sağlıklı bir halde yaşamını sürdürmesini

sağlamak, engellilerin bakım hizmeti aldığı yerlerden dışarıya çıkmalarını ve

yaşadıkları toplum bünyesinde bakım, destek ve yardım hizmetinin sağlanmasını

gerektirmektedir. Ülkeler gerekli ekonomik altyapı ve insan kaynağı kullanarak toplum

temelli hizmet modeline dönüşüm sürecini iyi planlamalı ve organize etmelidir.

İyi bir alt yapının oluşturulması ve kaynak sağlanması durumunda toplum

faydasını odak alan hizmetler daha iyi sonuçlar verecektir, fakat bu durumda maliyetin

yükselme ihtimali gündeme gelebilecektir. Devletler, hizmetleri özel şirketlere ihale

etmek, vergi indirimlerini teşvik etmek ve hizmetlerin kendileri tarafından doğrudan

satın alınmasını sağlamak için engelli bireyler ve ailelerine ekonomik destek aktarmak

gibi çeşitli tedbirlerini uygulamaya koyabilmelidir (WHO, 2011).

Yaşam beklentisinin artması, doğurganlığın azalması, tıp ve teknoloji

alanındaki gelişmeler günümüzde yaşlı nüfusun artmasına sebep olmaktadır. Yaşlı

nüfusun artışı yaşlılar ile ilgili sosyal, psikolojik, kültürel ve ekonomik bakımdan pek

çok sorunu da beraberinde getirmektedir (Daşbaş, 2011). Yaşam süresinin uzaması

karşısında tüm dünya toplumlarının, insan hakları temelinde; fizyolojik, biyolojik,

sosyolojik, kültürel, ekonomik ve psiko-sosyal olmak üzere bu çok boyutlu yaşlılık

olgusuna bilim ve uygulama düzeyinde hazırlıklı olmalarını gerektirmektedir (Dölek

2011).

Engellilik Kavramı Engellilik kavramı, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler (BM) gibi

konuyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenen uluslar arası kuruluşlarca engelliliğin

farklı olgu noktalarına vurgu yapılarak ifade edilirken, ulusal mevzuatta ise engelli

birey; doğuma bağlı veya doğum sonrasında herhangi bir sebeple bedensel, zihinsel,

ruhsal, duyusal ve sosyal becerilerini çeşitli oranlarda yitirmesi nedeniyle toplumsal

yaşama uyum sağlama ve günlük ihtiyaçlarını karşılama da güçlükler yaşayan ve

korunma, bakım, rehabilitasyon, rehberlik ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan birey

şeklinde tanımlanmaktadır (Nergis 2013). Yine WHO tarafından engellilik kavramına

ilişkin, hastalık sonuçlarına dayanan, sağlık tarafına yönelen bir sınıflama daha ortaya

konulmuş olup, sınıflandırma pek çok ülkede geniş kapsamlı olarak yazında yer

almıştır (Oğultürk, 2012).

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 51

Engellilik konusunda kullanılan ifadelere bakıldığında değişik eserlerde

çoğunlukla da aynı anlama gelecek şekilde farklı kavramlarında kullanıldığı, bu

kavramlar içinde de en sık rastlanılanların ise “bozukluk”, “engelli”, “özürlü” ve “sakat”

kelimelerinin olduğu görülmektedir. Buna karşın literatürde engellikle ilgili ifade edilen

kavramlar üzerinde henüz bir mutabakat sağlanamamıştır ve tek bir anlam için farklı

durumlarda farklı kavramlar kullanılmaya devam etmektedir (Öztürk, 2011).

Engellilik konusunda yapılan diğer tanımlara bakıldığında ise engellilik insan

olma durumunun bir halidir yorumu görülmektedir. Neredeyse herkesin hayatının bir

yerinde geçici veya kalıcı olarak engelli hale gelebileceğine dikkat çekilirken, uzun

yıllar yaşamını sürdüren insanlar ise yaşama dair işlevlerini ifa etme konusunda artan

zorluklarla karşılaşmak durumunda kalacaklarının üzerine vurgu yapılmıştır (Zoellick

ve Chan, 2011).

Engelli Türleri Engelliliğin sebeplerine bakıldığında, bu sebeplerin kayda değer bir bölümünün

kaçınılabilir, önlenebilir durumlar olduğu görülmektedir. Engelli olma hali genel olarak

kaynağına ve nedenlerine göre değişik biçimlerde kategorize edilmektedir. Bu

sınıflandırma genelde “doğum öncesi nedenler”, “doğum anına ait nedenler” ve

“doğum sonrası nedenler” şeklinde yapılmaktadır (Ersoy, 2014). Ancak burada

kategorileştirme ortopedik, görme, işitme ve konuşma ve zihinsel olmak üzere dört

başlıkta ele alınacaktır.

Ortopedik Engelli Fiziksel ya da ortopedik engellilik normal yaşına göre vücut aktivitelerinde

herhangi bir yitik olarak tanımlanmakla birlikte fiziksel engellilik noksanlık (Impairment)

olarak ta ifade edilmektedir (Oğultürk, 2012). Ortopedik engellilik, başka bir ifade ile

genetik faktörlerin yanı sıra doğum esnasında veya bireyin ileriki yaşlarda geçirdiği

kazalar ya da hastalıklar sonucunda merkezi sinir sisteminin zedelenmesi sonucu

ortaya çıkan durumları da belirtmektedir (Gündoğdu, 2014).

Görme Engelli Yazında görme engellilik; göz merceği hastalığı olarak ifade edilen ve gözü

oluşturan sinir, doku ve kaslardan herhangi birinde ortaya çıkan probleme bağlı olarak

oluşan engel türü olarak tanımlanmaktadır. Görme engelliler “görme kaybı yüksek” ve

“hiç göremeyen” olarak iki grupta ifade edilmektedir. Bütün tedaviler karşısında insanın

Öztürk v.d. 52

iki gözü ile görmesi 1/10 ile 1/30 arasında yer alarak, bir takım özel gereçlere bağımlı

olmaksızın yaşantısını devam ettiremeyen kişiler “az gören” olarak ifade edilmektedir.

Ancak işitme ve dokunma duyuları yardımıyla elde ettikleri bilgiler ışığında yaşamını

sürdüren, bütün tedavilere karşılık iki gözüyle görmesi 1/10’dan ve görüş açısı 20

dereceden düşük olan, normal hayat faaliyetlerinde görme yetisinden yararlanmasına

imkânı bulunmayan olmayan bireyler ise “hiç göremeyen” olarak tanımlanmaktadır

(Erdoğan, 2013).

İşitme ve Konuşma Engelli İşitmenin olması için gerekli olan işlevlerden birinin aksaması durumunda

ortaya çıkan işitme kaybına işitme engeli denmektedir. Bireyin bir ya da iki kulağında

tam olarak veya kısmi bir şekilde işitme fonksiyon kaybı yaşaması hali işitme engelli

olarak kabul görmektedir (Aktürk, 2012).

İşitme ve konuşma engeli herhangi bir nedenle kendini ifade edememe veya

ifadenin akıcılığında, hızında sorunlar yaşama ve ses bozukluğu olma durumudur.

Kulağı duymasına karşın kelimeleri telaffuz edemeyenler, gırtlağı alınanlar, konuşmak

için makine yardımına ihtiyaç duyanlar, kekemeler, afazi, dil dudak ve çene yapısında

sorunlar bulunan bireyler bu engel grubu içerisinde yer almaktadır.

Zihinsel Engelli Bir diğer engelli türü olan zihinsel engellilik diğer akran gruplarına oranla

akademik, sosyal, öz bakım ve dil kullanımı yönünden açık bir şekilde gerilik gösteren

bireyler olarak tanımlanmaktadır. 2000’li yıllara kadar zekâ geriliği tanımı daha yaygın

kullanılırken 2000’li yıllardan sonra bu kavram yerini zihinsel engellilik kavramına

bırakmıştır (Çankaya, 2013).

Zihinsel engelli kişi, zihinsel işlevleri yaşıtlarına göre geri olan ve uyumsal

davranışlarında yetersiz olan kişileri ifade etmektedir. Kişinin zihinsel işlevleri, çeşitli

zekâ testleriyle ölçülmekte, bu testlerle yapılan değerlendirmelerde zekâ bölümü

sürekli 70’in altında olarak belirlenen kişiler zihinsel engelli grubuna girmektedirler.

Normal insan zekâsı 100 olarak kabul edilmekte, zekâ testleri sonuçlarına göre zekâ

bölümü 70-100 arasında olanlar yavaş öğrenen kişiler, 70’in altında olan kişiler ise

zihinsel engelli kişiler olarak tanımlanmaktadırlar (Tunç, 2011).

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 53

Engellilere Yönelik Bakım Hizmetleri Bakıma Muhtaçlık, günlük hayatın akışı içerisinde yapılması gereken hal,

hareket ve davranışların yerine getirilmesi sırasında başkalarının yardım ve desteğine

ihtiyaç duyma durumu olarak ifade edilmektedir. Engelli bireye bakım verme tek bir

destek modeli ile kalmayıp, emosyonel destek ile fiziksel ya da maddi destek vermeyi

de kapsamaktadır. Diğer yardım çeşitleri ise tedavi hizmetleri ile aldığı bazı sosyal

hizmetlerin organize edilmesi, ilaç alımı, tedavisi, izleme vb. rutin sağlık bakımı,

yıkanma, beslenme, tuvalete gitme, giyinme vb kişisel bakım, ulaşım, alışveriş, küçük

ev işlerini yerine getirme, ekonomik yönetim, maddi yardım ve aynı evi paylaşmadır

(İncekaya, 2008).

Engellilere yönelik hizmetler değerlendirildiğinde sosyal hizmet, günümüzün

karmaşık ve sürekli değişen toplumunda vazgeçilemez bir unsur durumuna

gelmektedir. Sosyal hizmet uygulamaları farklı insanları ve pek çok farklı durumu

içinde barındıran geniş yelpazedeki dezavantajlı gruplarla çalışmakta, dolayısıyla

insanlara kendi çevreleri içerisinde aile yanında veya gerekirse sosyal çevrelerini

değiştirerek kurum bakımı altında maksimum düzeyde yardım etmeyi amaçlamaktadır.

İnsanlar sosyal varlıklardır. Birçok ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başkasının

yardımına ihtiyaç duymaktadırlar. İnsanın gelişimi ve gelişimi ya da yaşamını devam

ettirebilmesi için diğer insanlarca sağlanan koruma, rehberlik ve eğitim önem arz

etmektedir. İnsanın temel ihtiyaçları arasında yer alan beslenme, barınma, sağlık,

kendini hasardan koruma, kabul görme ve sosyal destek, hayatın anlamı ve amacının

olması gibi kavramlar konusunda endişeler duyulması göz ardı edilmemelidir. Bu

durum engelli bireylerde ve engelli bireye sahip olan ailelerde ise daha da fazla

hissedilmektedir.

Evde Bakım Hizmeti Engelli ya da ileri düzey yaşlı bireylere verilen evde bakım hizmeti bireylerin

kendi evlerinde ve sosyal çevrelerinde yaşamlarına devam edebilmelerine imkân

tanınarak hayat kalitelerini arttırmayı amaçlayan bir hizmet türüdür

(www.eyh.aile.gov.tr). Evde bakım hizmeti Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın

“Bakıma Muhtaç Engellilerin Tespiti ve Bakım Hizmeti Esaslarının Belirlenmesine

İlişkin Yönetmelik” çerçevesinde şartları belirlenen engelli bireylere aile bireyleri

tarafından belirli bir ücret karşılığında verilen bakım modelidir (Sağlık-sen, 2016).

Öztürk v.d. 54

Kurum Bakım Hizmeti Kendi ihtiyaçlarını bir başkasının yardımı olmaksızın karşılayamayan Bakıma

Muhtaç Engellilere Yönelik Özel Bakım Merkezleri Yönetmeliği" ile faaliyet

göstermekte olan Özel Bakım Merkezleri, bakmakla yükümlü olunan birey sayısına

göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarı, bir aylık net asgari ücret tutarının

2/3’ünden daha az olduğu tespit edilen bakıma muhtaç engellilerin vasilerinin

istemeleri halinde resmî veya özel bakım merkezlerinde bakımlarının sağlanmadığı

merkezlerdir. Türkiye’de halen hizmet vermekte olan 159 Özel Bakım Merkezi 13.843

kapasite ile faaliyet göstermektedir (www.eyh.aile.gov.tr).

Bakımla İlgili Temel Kavramlar

Akraba: Engelli evde bakım hizmetleri kapsamında kullanılan akraba kavramı,

bakıma muhtaç yaşlının/engellinin; eşini, çocuklarını, çocuklarının eşlerini, ana ve

babasını, torunları ile torunlarının eşlerini, kardeşleri ile kardeşlerinin eşlerini,

kardeşlerinin çocukları ile kardeş çocuklarının eşlerini, eşinin ana ve babasını, eşinin

kardeşlerini, eşinin kardeşlerinin eşleri ile çocuklarını, amcaları ile amcalarının eşlerini,

amca çocukları ile amca çocuklarının eşlerini, halaları ile halalarının eşlerini, hala

çocukları ile bunların eşlerini, dayıları ile dayılarının eşlerini, dayı çocukları ile dayı

çocuklarının eşlerini, teyzeleri ile teyzelerinin eşlerini, teyze çocukları ile bunların

eşlerinin her birini ifade etmektedir (Sosyal Hizmet Terminolojisi).

Bakıcı Personel: Bedensel veya zihinsel bir hastalık/engel sebebiyle sağlıklı

bir bireyin yapması gereken ihtiyaçlarını görmede başkasının yarımına ihtiyaç duyan

bireyin, bakım sorumluluğunu üstlenen akrabası ‘bakıcı personel” olarak

tanımlanmaktadır (Karahan ve İslam 2013).

Bakıma Muhtaç Engelli: Çeşitli sebeplere bağlı olarak kendisinde meydana

gelen engel sebebiyle giyinme, yeme içme, beden temizliği, tuvalet ihtiyacını giderme,

alış veriş gibi temel yaşam ihtiyaçlarını, özbakım gereksinimlerini, her zaman icra

edilmesi gereken fiziki aktiviteleri yerine getirmede bir başkasının desteğine ihtiyaç

duyan kişi bakıma muhtaç engelli olarak ifade edilmektedir. Bakım Hizmetleri Değerlendirme Heyeti: Bakıma muhtaçlık ile ilgili alınan

Engelli Sağlık Kurulu Raporu ile bakım verecek kişinin başvurusu üzerine engelli ve

bakım yükünü üstlenen ailenin durumu değerlendiren ve bakıma muhtaçlık ile

ekonomik durum açısından ilgili mevzuat çerçevesinde, bakım ücretinin ödenmesine

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 55

ya da ödenmemesine karar veren ve üç farklı meslek grubundan oluşan heyete

denilmektedir.

Bakım Raporu: Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından üç meslek

grubundan oluşturulan bakım hizmetleri değerlendirme heyetinin; engelli birey ve

ailesine veya bakmakla yükümlü olunan birey sayısına göre engelliye düşen ortalama

aylık geliri tespit ettiği, engellinin bakıma muhtaçlık durumunu ve ailesinin sağlık ve

psiko sosyal durumunu tahlil ettiği ve buna bağlı olarak engelli bireye bakıcı personel

tarafından verilecek bakım hizmeti şeklinin tespit ettiği ve ana hatları Aile ve Sosyal

Politikalar Bakanlığınca oluşturulan rapordur. Bireysel Bakım Planı: Bakım Hizmetleri Değerlendirme heyeti tarafından

yapılan inceleme sonucunda hangi alanlarda başkasının bakımına muhtaç olduğu,

hangi problemleri yaşadığı belirlenen engelli bireyin yaşantısı ve bakımına ilişkin, ana

hatları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenen, tespit edilen

gereksinimler doğrultusunda önerilerin olduğu plandır.

Engelli Birey ve Bakım Verme Yükü İlişkisi

Gelişmiş ve Türkiye gibi ülkelerinde içinde olduğu gelişmekte olan ülkelerde

yaşlı nüfusun giderek arttığı görülmektedir. 2050'li yıllara gelindiğinde ki 65 yaş üstü

nüfusun gelişmiş ülkelerde 64 yaş altındaki nüfusa göre iki kat, gelişmekte olan

ülkelerde ise üç kat daha hızlı olarak artacağı ve 2025 yılında dünya genelindeki yaşlı

birey sayısının 800 milyondan fazla olacağı düşünülmektedir. Ülkelerdeki yaşlı

oranının artması hastalık yükünün de artmasına sebep olacaktır. Bakım yükünün

büyük bir bölümü olan %46'sını ise kronik hastalıklar oluşturmaktadır. Bu yükün 2020'li

yıllara kadar %60’a kadar yükselmesi öngörülmektedir (Aksel, 2010).

Engelli bireyler, fiziksel ya da zihinsel olarak belli noktalarda ki gelişim düzeyleri

bakımından olumsuz olarak etkilenmiş olmasından dolayı diğer aile bireylerine engel

durumlarına göre bağımlı bulunmaktadırlar. Engellilik durumunun getirdiği bağımlılık

durumu bakım verme sorumluluğunu üstlenen aile bireyleri için devamlı olarak başa

çıkma gerektiren bir stres kaynağı olabilmektedir (Bahar ve ark., 2009).

Birçok engelli birey ve engelli bireye sahip olan aileler doğrudan ya da dolaylı

olarak sosyal hizmetlerin kararlarından ya da uygulamalarından etkilenmektedir.

Sosyal Hizmetler günümüzün karmaşık ve sürekli değişen toplumunda vazgeçilemez

bir unsur haline gelmiştir. Sosyal hizmetler temel olarak insanlara kendi sosyal

Öztürk v.d. 56

çevreleri içinde ve gerekirse sosyal çevrelerini değiştirerek en yüksek düzeyde yardım

etme işlevini amaç edinmiştir.

Bakım verme işlevi “yük” gibi olumsuz neticeler ortaya çıkarmakla birlikte salt

olumsuz sonuçlara dayanmayan, bireysel başarı, olgunlaşma, kişisel gelişim

duygularının da oluşmasına vesile olan olumlu neticeler de verebilmektedir. Bu

konuda çalışma yapan Dunkin olumlu algının kültürel kodlardan etkilendiğini örneğin

Afrika kıtasında yaşayan kadınların engelli ya da yaşlı bireye bakım verme işinden

dolayı olumlu olarak etkilendiğini ifade etmektedir. Yine bu hususta çalışan uzmanlar

bakım verenlerin bakım verme işleminden gurur duydukları, bir insana faydalı

olduklarını duygusunu yaşadıkları bu sebeple bakıma gereksinimi olan bir insana

bakım verme sürecine yük algısından ziyade daha olumlu yaklaşabildiklerini

belirtmişlerdir (İncekaya, 2008).

Genel olarak bütün engelliler, yaşam sürecinde çeşitli nedenlerle psikolojik,

sosyal ve ekonomik sorunlardan birisini, birkaçını ya da hepsini yaşayabilmektedir.

Engelli bireylere bakım veren ailelerde bu sorunlarla benzer ya da farklı şekillerle baş

etmek zorunda kalmaktadırlar. Engelli olmayan bireylerden farklı olarak engelli bireyler

ve bakım verme işlemini yerine getiren ailelerinin yaşadığı sorunlar, engelli olmayan

herkesin ortak yaşadığı sorunları da içermektedir. Başa çıkma, bireyin kendisi için

stres oluşturan etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı gösterdiği bilişsel,

duygusal ve davranışsal tepkilerin teması olarak ta tanımlanmaktadır (Şengül ve

Baykan, 2013).

Aileler engelli bireylerinin sağlıklı yaşam sürmelerinde çok kritik bir rol

oynamaktadırlar. Bazı aileler hiçbir sosyal destek sisteminden faydalanmadan engelli

bireylerinin bakımını üstlenirken, bazı aileler ise maddi ve manevi olarak profesyonel

destek talebinde bulunabilmektedir. Ailelerin yararlanabileceği sosyal destek türleri

olarak duygusal, bilgisel ve elle tutulur sosyal destek hizmeti verilebilmektedir. Bütün

bu destek türleri zaman zaman birbirini kapsayan nitelikler taşıyabilmektedir.

Engelli bireylerine bakım veren ailelerin yaşadıkları gerginlik, engelli bireylerle

etkili bir iletişim kuramama, engelli bireylerine ilişkin gerçekleştirilemeyecek beklentiler

içine girme, engelli bireylerin duygusal ihtiyaçlarından daha ziyade fiziksel

gereksinimlerini karşılama gibi olumsuz davranışlar geliştirmelerine neden

olabilmektedir (Coşkun ve Akkaş, 2009).

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 57

Engelli bireye bakım vermekte olan ailelerin yaşadığı duygusal problemler

toplumla ilişki kurmayı engelleyici, aile bireylerinin kendilerini toplumda soyutlamaya

yol açıcı özelliğe de sahip bulunmaktadır. Bu durumda engelli, engelli ailesi ve toplum

arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulması ve sürdürülmesine engel olmakta, bu durumda

bakım verici bireyin bakım verme yükünü arttırmaktadır. Ailenin engel durumuna bağlı

olarak yaşadığı duygusal problemlerin kendiliğinden ya da profesyonel destek alması

nedeniyle ortadan kalkmasıyla toplumla engelli ve engelli ile ailesi arasındaki ilişki

süreçlerine olumlu olarak yansımaktadır.

YÖNTEM Bu bölümde araştırmanın amacı, önemi, modeli, evren ve örneklemi, kullanılan

veri toplama araçları, verilerin toplanması, verilerin değerlendirilmesi, araştırmanın

etiği başlıklar halinde sunulmaktadır.

Araştırmanın Amacı Bu çalışmada, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri

Genel Müdürlüğü ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nce verilen “Evde Bakım

Hizmetleri” ve “Engelli Evde Bakım Hizmet Sistemi” irdelenerek; bu hizmetlerden,

Amasya İli örnekleminde faydalanan engelli bireye sahip ailelerin bakım verme

yüklerinin araştırılması amaçlanmıştır.

Araştırmanın Evreni ve Örneklemi

Araştırma Amasya İl’inde ağır düzeyde bakıma muhtaç engelli bireylere bakım

hizmeti sunan aile bireyi bakıcılarla görüşme ve anket yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.

2015 yılı Ocak ayı itibariyle, Amasya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı

Amasya ve Merzifon Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüklerinin Sosyal Servis Veri

Tabanı’na kayıtlı evde bakım yardımından yararlanan 2.560 aile bireyi bakıcı (informal

caregivers) bulunmaktadır. Araştırma Amasya İli, ilçeleri ve merkez köyleri ile

sınırlandırılmıştır.

Araştırmanın evrenini Amasya İl Merkezi ve Merzifon, Gümüşhacıköy, Suluova,

Hamamözü, Taşova, Göynücek ilçelerinde ikamet eden ve evde bakım hizmeti alan

2.560 aile oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü olasılığa dayalı örnekleme

yöntemiyle belirlenmiş ve hesaplama sonucunda 163 hanenin evreni temsil

edebileceği sonucuna varılmıştır. Araştırmanın temsil edilebileceği ifade edilen

sonuçta araştırmayı kabul eden 163 aile araştırma kapsamında incelenmiştir.

Öztürk v.d. 58

Araştırmada Kullanılan Veri Toplama Araçları Bu araştırma tanımlayıcı bir araştırma olup, veri toplama aracı olarak

hazırlanan ve üç bölümden oluşan anket kullanılmıştır. Anketin ilk bölümünde;

engelliye ilişkin demografik özellikler, ikinci bölümde engelli bireye bakan kişiye ait

demografik özellikler, üçüncü bölümde “Bakım Verme Yükü Ölçeği” kullanılmıştır.

Araştırmada Verilerin Değerlendirilmesi Araştırmada toplanılan bilgiler bilgisayar sistemine aktarılarak ilk etapta

verilerin kontrolü yapılmış ve hatalı veriler düzeltilmiştir. Araştırmada elde edilen

verilerin analizleri ise SPSS-21 paket program kullanılarak yapılmıştır. SPSS programı

sonucunda elde edilen analizlerin açıklanması için elde edilen verilerin frekans

dağılımları, aritmetik ortalamaları, standart sapmaları alınmış, Student-T Testi ile

Mann Whitney-U ve ileri düzey Kruskal Wallis-H testi uygulanmıştır.

BULGULAR Engelli Bireyler ve Bakıcılara İlişkin Sosyo-Demografik Bulgular

Araştırmada 0-13 yaş grubu aralığında 15, 14-25 yaş grubu aralığında 15, 26-

50 yaş grubu aralığında 20, 51 yaş ve üstünde ise 113 birey olmak üzere toplamda

163 birey yer almıştır. 0-13 yaş grubu ve 14-25 yaş grubu engelliler

araştırmanın %9,2’sini oluştururken, 26-50 yaş grubu engelliler

araştırmanın %23,3’ünü, 51 yaş ve üstü engelli bireyler ise araştırmanın %69,3’ünü

oluşturmuştur.

Engelli evde bakım hizmetinden faydalanarak engelli bireylerine bakan aile

yakınlarının yaşlarına bakıldığında ise %3,1’inin 18-25, %22,7’sinin 26-40, %44,2’sinin

41-55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmektedir. Evde bakım

hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek olarak ortaya

çıkmıştır. Bakım veren bireylerin cinsiyet durumuna bakıldığında ise bakıcıların %84

gibi büyük bir bölümünün kadın olduğu, geriye kalan %16’lık kısmın ise erkeklerden

oluştuğu görülmektedir.

Araştırmada yer alan engelli bireylerden %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç

evlenmemiştir. Bununla beraber engelli bireylerin %1,2’sinin boşanmış

olduğu, %40,5’nin ise eşinin vefat ettiği bilgisine ulaşılmıştır. Bakıcıların medeni

durumlarına bakıldığında ise bakım ücreti alan bireylerin %90,2’lik kısmının

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 59

evli, %7,4’ünün bekâr, %0,6’sının boşanmış ve %1,8’inin ise eşinin vefat ettiği bilgisine

ulaşılmaktadır.

Bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerin %68,7’si okur-yazar

değildir. %26,4’ü ilkokul mezunudur. %1,8’i ilköğretim mezunu, %2,5’i ise lise

mezunudur. Üniversite mezunlarının oranı ise araştırmaya göre %0,6 olarak

belirlenmiştir. Engelli yakınına bakım verme görevini üstlenen bireyler

değerlendirildiğinde ise bakıcıların %17,8’i okuryazar değildir. Yine

bakıcılardan %61,3’ü ilkokul mezunudur. %12,9’u ortaokul mezunu, %6,1’i lise

mezunu ve %1,8’inin ise üniversite mezunu olduğu görülmüştür.

Engelli bireylerin %52,1’i yeşil kart kullanırken, %47,9’unun yeşil kart

kullanmadığı görülmüştür. Bakım veren bireylerin sosyal güvencelerine bakıldığında

ise evde bakım hizmeti kapsamında bakım veren bakıcıların %66,9’unun herhangi bir

sosyal güvencesinin olduğu, bakıcıların %33,1’inin ise sosyal güvenceye sahip

olmadığı, bakıcıların %20,9’unun yeşil kart hizmetinden de faydalandığı, %78,5’ inin

ise yeşil kart hizmetinden faydalanmadığı görülmektedir. Araştırma kapsamında ev

ziyareti yapılan engelli bireylerden %39,9’u 2022 sayılı yasa kapsamında üç aylık

engelli maaşı alırken, %60,1’i üç aylık engelli maaşı almamaktadır.

Evde bakım hizmetinden faydalanan engelli bireylerden %53,4’ü herhangi bir

işte çalışmamaktadır. %27,6’sı ev hanımı olup, %16’sı ise emeklidir. Araştırma

kapsamında ele alınan engelli bireylerden %1,2’si işçi olarak kendisini ifade

ederken, %1,8’i ise çiftçilik yaptığını söylemiştir. Bakım hizmeti veren bakıcıların

ise %9,8’inin emekli, %0,6’sının memur, %3,7’sinin işçi, %81,6 gibi büyük bir kısmının

ev hanımı, %4,3’ünün ise çiftçi olduğu görülmektedir.

Bakım hizmeti verilen engelli bireylerden %16’sı özel eğitim hizmetlerinden

faydalanırken, %84’ü herhangi bir özel eğitim hizmetine gitmemektedir. Amasya ilinde

yapılan araştırmada engellilerin %73,6’sının fiziksel ya da bedensel, %1,8’sinin

ruhsal, %24,6’sının ise zihinsel engelli olduğu görülmektedir. Ele alınan engelli

bireylerin %2,5’inin engelli kurulu raporundaki engel derecesi %51 ile 60

arasında, %41,7’sinin engel derecesi %61 ile %80 arasında, %25,8’i %81 ile %90

arasında, geriye kalan %30’unun engel derecesi ise %90 ile %100 arasındadır.

Engelli bireylerin %12,3’ünün doğum öncesi sebeplerle, %12,9’unun doğum

sürecinde engelli hale geldiği, %5,5’inin kazalar sonucunda engelli olduğu, %49,1’inin

Öztürk v.d. 60

hastalıklara bağlı olarak, %19,6’sının yaşlılığa bağlı olarak, son olarak ise %1’inin ise

yanlış tedavi sonucu engelli duruma geldiği görülmektedir.

Evde bakım hizmetinden faydalanan bireylerden %61,9’u destek türlerinden

yalnızca birine ihtiyaç duyarken, %14,7’sinin destek türlerinden ikisine bir arada ihtiyaç

duyduğu, %14,1’inin destek türlerinden üçüne bir arada ihtiyaç duyduğu, engelli

bireylerin %9,2’sinin ise dört destek türünden hepsine muhtaç olduğu görülmüştür.

Ayrıca destek türlerine ayrı ayrı bakıldığında engelli bireylerin %39,9 gibi bir kısmının

sadece öz bakım ihtiyacının giderilmesine yönelik destek ihtiyacı hissettiği, bunun

yanında engellilerin %9,8’inin fiziksel olarak hareket etme, %6,7’sinin sosyal beceri ve

güvenlikte olma, %5,5’nin ev işlerini ve idaresini yapma, %5,5’inn hem özbakım

ihtiyacının giderilmesi hem de fiziksel hareket etme, %4,3’ünün özbakım ihtiyacı ile

beraber sosyal beceri ve güvenlikte olma, %3,1’nin özbakım ihtiyacına ek olarak ev

işlerini ve idaresini yapabilme, %0,6’sının ev işleri ile beraber hareket

edebilme, %1,2’sinin ev işleri ile sosyal beceri ihtiyacı, %4,9’unun da hem hareket,

hem özbakım, hem de ev işleri, %9,2’sinin özbakım ihtiyacına ek olarak sosyal beceri

ve ev işlerini yapabilme desteğine ihtiyaç duydukları görülmüştür. Engelli

bireylerden %20,9’u hiçbir zaman kendini ifade edemezken, %41,7’sinin kendisini

kısmen ifade edebildiği, %36,8’inin ise kendisini ifade ederken hiçbir sorun yaşamadığı

belirlenmiştir. Evde bakım hizmetinden faydalana ve araştırma kapsamında

değerlendirilen engelli bireylerden %58,3’ü tedavi altında iken, %41,1’i ise herhangi

bir tedavi görmemektedir.

Engelli bireylerine bakım hizmeti veren bireylerden %8’inin bir

yıldır, %18,4’ünün iki üç yıl arası bir süredir, %40,5’inin dört sekiz yıldır, %7,4’ünün

dokuz on yıldır, %25,8’inin ise bakım hizmetini 11 yıldan çok süredir verdiği

görülmektedir. Engelli bireyine bakım hizmeti veren bireylerin evde bakım yardımı

alma sürelerine bakıldığında ise %22,1’i bir yıldır, %22,1’i iki yıldır, %17,2’si üç

yıldır, %38,6’sı ise dört yıldan çok süredir Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden

evde bakım ücreti aldıkları görülmektedir.

Evde bakım hizmetinden de faydalanılarak ailesi yanında bakım hizmeti verilen

engellilerden %62’sine ait özel odası mevcut iken, %38’inin ise kendisine özel bir

odasının bulunmadığı görülmektedir. Hanede uygun düzenlemenin yapılıp

yapılmadığına bakıldığında evde bakım hizmetinden faydalanan bakıma muhtaç

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 61

engelli bireylerden %51,5’i için yaşadığı hanede engelli bireyin yaşamını

kolaylaştırmak için özel düzenleme yapıldığı, kalan %48,5’inin ise hanesinde engelli

birey için herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı görülmektedir.

Engelli bireye sahip olup evde bakım hizmetinden faydalanan

bakıcıların %15,3’üne eşlerinin, %26,4’üne annesinin, %1,2’sine babasının, %7,4’üne

kardeşinin, %25,8’ine gelinlerinin, %6,7’sine torununun, %12,9’una kızının, %3,7’sine

oğlunun, %0,6’sına ise torununun eşi tarafından bakım hizmeti sağlandığı

görülmektedir.

Engelli bireylerine bakım hizmeti veren bireylerden %8’inin bir

yıldır, %18,4’ünün iki üç yıl arası bir süredir, %40,5’inin dört sekiz yıldır, %7,4’ünün

dokuz on yıldır, %25,8’inin ise bakım hizmetini 11 yıldan çok süredir verdiği

görülmektedir. Bakım yardımı alma süresine bakıldığında ise bakıcı

bireylerden %22,1’i bir yıldır, %22,1’i iki yıldır, %17,2’si üç yıldır, %38,6’sı ise dört

yıldan çok süredir Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden evde bakım ücreti

aldıkları görülmektedir.

Engelli bireylerine evde bakım hizmeti kapsamında bakım hizmeti veren

bireylerin hane gelirleri incelendiğinde %6,1’nin 0 ile 500 TL arasında, %30,1’nin 501

ile 1000 TL arasında, %35,6’sının 1001 ile 1500 TL arasında, %17,2’sinin 1501 ile

2000 TL arasında, %4,9’unun 2001 ile 2500 TL arasında, %3,7’sinin 2501 ile 3000 TL

arasında, %2,5’inin ise 3001 TL’den çok gelire sahip oldukları görülmektedir. Bakım

veren ailelerde kişi başına düşen gelire bakıldığında %7,4’ünün 0-100 TL

arasında, %21,5’inin 101-200 TL arasında, %30,7’sinin 201-300 TL

arasında, %21,5’inin 301-400 TL arasında olduğu, %19’unun ise kişi başına düşen

gelirinin 401 TL’den çok olduğu görülmektedir. Engelli bireye bakım hizmeti veren

bireylerin gelir kaynaklarına bakıldığında bireylerin gelirlerinin %2,5’inin

maaştan, %87,1’inin tarımsal ürünlerden, %9,8’inin ticaret faaliyetlerinden, %0,6’sının

kira ödemelerinden sağlandığı görülmektedir.

Engelli bireylerine evde bakım hizmeti kapsamında ücretli olarak bakım hizmeti

sunan bireylerin hane durumlarına bakıldığında %74,8’inin kendilerine ait evlerde

ikamet ettiği, %20,2’sinin kiracı olduğu, %4,9’unun ise akrabalarına ait olan bir evde

kira ödemeden yaşadığı bilgisine ulaşılmaktadır.

Öztürk v.d. 62

Araştırmaya göre evde bakım hizmeti veren bakıcıların ilk yardım ve evde

bakım eğitimi durumlarına bakıldığında bakıcıların çok büyük bir bölümü

olan %90,2’sinin ilk yardım eğitimi almadıkları, bakıcıların %9,8’inin ise ilk yardım

eğitimi aldığı, evde bakım eğitimine bakıldığında ise evde bakım hizmeti veren

bakıcıların tamamına yakın bir kısmının evde bakım hizmeti konusunda bir eğitim

almadığı, bakıcıların sadece %8,6’sının evde bakım ile ilgili bir eğitim aldığı

görülmektedir. Engelli bireye bakım hizmeti sunan bakıcı bireylerin acil durumlarda

nereleri arayacakları konusuna bakıldığında bakıcıların %89,6’sı acil durumlarda

hangi numaraları arayacağını bildiğini ifade ederken, %10,4’ü ise acil durumlarda

nereyi bilmediğini söylemiştir.

Engelli birey ve engelli bireye bakım hizmeti sunun ailesinin yerleşim yeri

durumu değerlendirildiğinde ise Aile ve Sosyal Politikalar Amasya İl Müdürlüğü’nden

evde bakım hizmeti alan aileler ve engelli bireylerin %22,1’inin şehir

merkezinde, %32,5’inin köylerde, %45,4’ünün ise ilçe merkezlerinde ikamet ettikleri

görülmektedir.

Bakıcıların Bakım Verme Yüklerine İlişkin Bulgular

Araştırma kapsamında evde bakım hizmeti sunan aile bireyi bakıcıların bakım

yükleri “Bakım Verme Yükü Ölçeği” uygulanarak incelenmiş ve bakıcıların sosyo-

demografik verileri ile ölçek boyutlarına ilişkin tutumları analiz edilerek

değerlendirilmiştir.

Evde bakım hizmeti kapsamında Amasya ilinde bakım hizmeti veren bakıcıların

bakım verme yükü puan ortalamaları =27.52 ile düşük çıkmıştır. Bakıcıların cinsiyet

durumları, yaş durumları, medeni durumları, iş durumları, engelli bireye yakınlık

durumları, gelir durumları, ilk yardım bilgisine sahip olması durumu, evde bakım

eğitimlerinin olup olmaması durumu, bakıcıların acil yardım bilgilerinin olup olmaması

durumları ile bakım verme yükü arasında yapılan testler sonucunda anlamlı

farklılıkların çıkmadığı görülmüştür. Buna karşın bakıcıların ikamet ettikleri yer, bakım

verme süreleri ve eğitim düzeyleri ile bakım verme yükleri arasında anlamlı bir ilişkinin

olduğu, eğitim düzeyi azaldıkça, ikamet ettikleri yerin koşulları kötüleştikçe ve bakım

verme süreleri arttıkça bakım verme yüklerinin de arttığı sonuçlarına ulaşılmıştır.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 63

SONUÇ Araştırmaya katılan araştırma kapsamında evde bakım hizmetinden

faydalanan engelli bireylerin %61,3’ü kadın, %38,7’si erkek olduğu belirlenirken,

bakım hizmeti veren bireylerin ise %84 gibi büyük bir bölümünün kadın olduğu, geriye

kalan %16’lık kısmın ise erkeklerden oluştuğu belirlenmiştir.

Araştırmaya katılan 0-13 yaş grubu ve 14-25 yaş grubu engelliler

araştırmanın %9,2’sini oluştururken, 26-50 yaş grubu engelliler

araştırmanın %23,3’ünü, 51 yaş ve üstü engelli bireyler ise araştırmanın %69,3’ünü

oluşturmuştur. Engelli bireylere bakım hizmeti sunan aile bireylerinin demografik

özelliklerine bakıldığında ise %3,1’inin 18-25, %22,7’sinin 26-40, %44,2’sinin 41-

55, %30,1’inin de 56 yaş ve üzerinde oldukları görülmüştür.

Evde bakım hizmeti kapsamında aile yanında bakım hizmeti verilen engelli

bireyler medeni durum değişkenlerine bakıldığında %28,8’i evli iken, %29,4’ü hiç

evlenmemiştir. Bununla beraber engelli bireylerin %1,2’sinin boşanmış

olduğu, %40,5’nin ise eşinin vefat ettiği bilgisine ulaşılmıştır. Bakım hizmeti veren

bakıcıların ise çok büyük bir kısmı evlidir.

Araştırma kapsamında görüşülen engelli bireylerin çok büyük bir bölümü

olan %68,7’sinin okuryazar olmadığı, %26,4’ünün ise okuryazar ya da ilkokul mezunu

olduğu görülürken bakım veren bireylerin eğitim durumlarına bakıldığında ise %17,8’i

okuryazar değildir. Yine bakıcılardan 61,3’ü ilkokul mezunudur. %12,9’u ortaokul

mezunu, %6,1’i lise mezunu ve %1,8’inin ise üniversite mezunu olduğu görülmüştür.

Engelli bireylerin %52,1’i yeşil kart ile sağlık giderlerini ve tedavi masraflarını

karşılarken, %39,9’luk kısmı üç ayda bir 2022 sayılı yasa ile verilen engelli maaşını

almaktadır.

Araştırma sonucunda Amasya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünden

engelli bireylerine bakım hizmeti verme karşılığında ücret almakta olan ailelerin bakım

verme yüklerinin düşük olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bakım hizmetini sunan

bireyler arasında eğitim, bakım verme süresi, ilk yardım bilgisine sahip olma ve bakım

verilen yer özellikleri ile bakım yükü karşılaştırıldığında bütün maddelerde p>.05

düzeyinde anlamlı fark olduğu görülmüştür. Engelli bireylerine bakım veren bireylerin

bakım yükleri ile bakıcıların eğitim düzeyleri, bakım verme süresi ve ikamet edinilen

yerin özellikleri arasında ise p<.05 düzeyinde anlamlı fark olduğu görülen maddelerde

Öztürk v.d. 64

anlam düzeylerinin belirlenmesi amacıyla farklılıkları anlamaya yönelik Mann Whitney

U ve Kruskall Wallis testleri yapılmıştır. Bunun dışındaki diğer maddelerde ise anlamlı

bir farklılığın olmadığı yapılan testler sonucunda anlaşılmaktadır. Bütün bu sonuçlar

ise hipotezlerimizi doğrular niteliktedir.

Yapılan testler sonucunda ise bakım verme yükü ile bakıcıların eğitim durumları

arasında eğitim düzeylerinin artmasına bağlı olarak bakım verme yükünün azaldığı,

yani bu iki bileşen arasında ters orantının olduğu tespit edilmiştir. Engelli bireylerine

bakım hizmeti veren bakıcıların bakım hizmeti sunma süreleri ile ilgili değerlendirmede

ise bakım verme yükünün aritmetik ortalamasının 32 puandan 23 puana kadar indiği

görülmektedir. Bu durumda bakım verme süresinin uzamasının engelli bireylerin

yakınlarında oluşan bakım yükünü arttırdığını göstermektedir. Son olarak ise bakım

verme yükü ile ikamet edinilen yer arasında anlamlı farklılıklar görülmüş ve bu

durumda tabloya aktarılmıştır. Yapılan analiz sonucunda Şehir merkezinde

yaşayanların engelli bireylerine bakım verme yüklerinin sıra ortalaması 92,78 iken; ilçe

merkezinde yaşayanların engelli bireye verme hizmetinden dolayı bakıcıda oluşan

bakım yükü sıra ortalaması ise 75,55 olarak belirlenmiştir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 65

KAYNAKÇA

Aile Kültür ve Sanat Dergisi, 2015. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Yayınları,

Nisan-Haziran sayı 10, Ankara.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2011. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

İş Gücü Piyasasının Engelliler Açısından Analizi, Ankara.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2012. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Bakım Hizmeti Uygulama Rehberi, Ankara.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014. Türkiye Aile Araştırması: Tespitler, Öneriler,

Ankara.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2015 Faaliyet Raporu, Ankara.

Aysan F, Özben Ş, 2007. Engelli Çocuğu Olan Anne Babaların Yaşam Kalitelerine

İlişkin Değişkenlerin İncelenmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim

Fakültesi Dergisi 22:1-6, İzmir.

Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme, Aile ve Sosyal Politikalar

Bakanlığı Engelli Ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara.

Caykaytar A, 1998. Zihinsel Engellilere Özbakım ve Ev İçi Becerilerinin Öğretiminde

Bir Aile Eğitimi Programının Etkililiği, Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

Çankaya S, 2013. Zihin Engellilere Özbakım ve Ev İçi Becerilerinin Öğretiminde

Ailelere Yönelik Beceri Öğretimi Yazılımının Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesi,

Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eskişehir.

Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, 2008. Özürlüler Kanunu ve İlgili Mevzuat, 3.

Baskı, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Yayınları, Yayın No: 43, s. 174-216,

Ankara.

Ersoy M, 2014. Engellilik Ve Engelli Bireye Sahip Ailelerin Yaşadıkları Duygu

durumları İle Karşılaştıkları Sorunlar, Tezsiz Yüksek Lisans Bitirme Projesi,

Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Konya.

EYHGM 2014. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel

Müdürlüğü 2014 Yılı Faaliyet Raporu, Ankara.

Fırat A. S, 2008. Belediyelerin Engellilere Dönük Sosyal Hizmet Projeleri, Toplum ve

Sosyal Hizmet Dergisi, Cilt 19, Sayı 1, Nisan, Ankara.

Öztürk v.d. 66

Aksel Ş, 2010. Kronik Hastalığı Olan Hastaların Öz Bakım Gücü Ve Evde Bakım

Gereksinimlerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Yakın Doğu Üniversitesi

Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Lefkoşa.

Bahar A, Bahar G, Savaş A S, Parlar S, 2009. Engelli Çocuklarının Annelerinin

Depresyon ve Anksiyete Düzeyleri ile Stresle Başa Çıkma Tarzlarının

Belirlenmesi, Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, Cilt 4 Sayı 11 97-112, Elâzığ.

Cangür Ş, Civan G, Çoban S, Koç M, Karakoç H, Budak S, İpekçi E, Ankaralı H, 2013.

Düzce İlinde Bedensel ve/veya Zihinsel Engelli Bireylere Sahip Ailelerin

Toplumsal Yaşama Katılımlarının Karşılaştırılmalı Olarak Değerlendirilmesi,

Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi (3) 1-9, Düzce.

Coşkun Y, Akkaş G, 2009. Engelli Çocuğu Olan Annelerin Sürekli Kaygı Düzeyleri İle

Sosyal Destek Algıları Arasındaki İlişki, Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim

Fakültesi Dergisi (KEFAD), Cilt 10, Sayı 1, (2009), (213-227), Kırşehir.

Dölek Bilge Ö, 2011. Sosyal Hizmet Sempozyumu Bildiri Özetleri Kitabı, Hacettepe

Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölümü, Ankara.

Erdoğan B, 2013. Evde Bakım Hizmeti Alan Özürlü Bireye Sahip Ailelerin Sosyo-

Ekonomik Durumlarının İncelenerek, Umutsuzluk Ve Yaşam Doyum

Düzeylerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sağlık

Bilimleri Enstitüsü, Konya .

Gündoğdu Y, 2014. Ağır Düzeyde Ortopedik Engelli Bireylere Evde Bakım Hizmeti

Sunan Bakıcıların Sorunları ve Dini Değerlerinin Bakım Hizmeti Sunumundaki

Katkısı, Yüksek Lisans Tezi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Rize.

İncekaya F, 2008. Demanslı Hastaya Bakım Verenlerin Bakım Yükünün İncelenmesi

Çalışması, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,

İzmir.

İnci F,H, Erdem M, 2007. Bakım Verme Yükü Ölçeği’nin Türkçe'ye Uyarlanması

Geçerlilik Ve Güvenilirliği, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi,

2008; 11: 4, Denizli.

Karahan A Y, İslam S, 2013. Fiziksel Engelli Çocuk ve Yaşlı Hastalara Bakım Verme

Yükü Üzerine Bir Karşılaştırma Çalışması, Marmara Üniversitesi Sağlık

Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Sayı Cilt 3 Ek sayı 1, İstanbul.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 67

Karataş Z, 2016. Manevi Değerler Boyutuyla Evde Bakım Hizmetleri. İstanbul: Açılım

Kitap.

Oğultürk N, 2012. Zihinsel Engelli Çocuğa Sahip Ailelerin, Aile İşlevlerini Etkileyen

Etmenler: Çankaya Belediyesinden Hizmet Alan Aileler Üzerinde bir

Değerlendirme, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Anabilim

Dalı, Ankara.

Sosyal Hizmet Sempozyumu Bildiri Özet Kitabı, 2011. Hacettepe Üniversitesi, İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü, Beytepe Ankara

Sosyal Hizmet Terminolojisi Kitapçığı, (Mülga) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme

Kurumu Müdürlüğü Yayınları, Ankara

Tunç M, 2011. Zihinsel Engelli Çocuğa Sahip Annelerin Yaşam Kalitesini Etkileyen

Etmenler: Yenimahalle İlçesi Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara

Zoellick B. R, Chan M, 2011. Dünya Sağlık Örgütü Dünya Engellilik Raporu Yönetici

Özeti.

http://www.eyh.gov.tr/tr/html/8455/12 Erişim Tarihi: 14.04.2014/14:45

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

SOSYAL BİLİM ARAŞTIRMALARINDA PARADİGMA DEĞİŞİMİ: NİTEL YAKLAŞIMIN YÜKSELİŞİ

Zeki KARATAŞ, Yrd. Doç. Dr. Sosyal Hizmet Bölümü, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi

Özet. Bu makalede sosyal bilim araştırmalarında açıklayıcı paradigmadan, anlayıcı ve yorumlayıcı paradigmaya dönüşümün izi sürülmektedir. Sosyal bağlamı dikkate alması nedeniyle nitel araştırma yöntemi, son yıllarda gittikçe tercih edilen bir yöntem olmaya başlamıştır. İnsan ve toplumun değişken bir yapıda olması nedeniyle bu alanla ilgili olgu ve olayları incelerken genelleme yapmaktan çok, anlamaya çalışmanın daha önemli olduğu görülmüştür. Başta fen bilimlerinde yaşanan paradigma değişimi sosyal bilimleri de etkilemiş ve gerçekliğin tek bir bakış açısıyla bütünüyle kavranamayacağı anlaşılmıştır. Özellikle sosyal olguların kendine özgü boyutlarıyla bütüncül bir şekilde ele alınarak araştırılması gerektiği vurgusu, nitel yöntemin ön plana çıkmasına neden olmuştur.

Anahtar sözcükler: Nitel araştırma, yorumlayıcı yaklaşım, anlayıcı yaklaşım, sosyal bilimler.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

69

PARADIGM TRANSFORMATION IN SOCIAL SCIENCES RESEARCH: RISE OF QUALITATIVE APPROACH

Zeki KARATAŞ, Asst. Prof. Dr. Department of Social Work, Recep Tayyip Erdogan University

Abstract. This article traces the transformation of descriptive paradigm into historicist and interpretive paradigm. Focusing on the social context, qualitative research method has gradually been the most preferred method for research. Since the community and individual are dynamic, interpretation is taken as the leading approach while studying phenomenology and cases within this field. The paradigm transformation first affected life sciences then social sciences. It is acknowledged that reality cannot be perceived through single viewpoint. The emphasis on addressing social facts with its own aspects through holistic way has featured qualitative approach in social sciences.

Keywords: Qualitative research, interpretive approach, historicist approach, social sciences.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017

GİRİŞ

Pozitivist, rasyonel bilim paradigması 18.-19. yüzyıl boyunca fen bilimlerine ve

sosyal bilimlere hâkim olmuştur. Pozitivist bilim adamları tabiatı ve toplumu determinist

bir yaklaşımla ele almışlar, ampirik incelemelere tabi tutmuşlar ve elde ettikleri

sonuçları değişmez evrensel değerler olarak ilan etmişlerdir. Ancak bu anlayış 20.

yüzyılın başlarından itibaren değişmeye başlamıştır. Özellikle ünlü fizikçi Einstein’ın

ortaya attığı “görelilik kuramı” ve Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” sonucu Newton’un

mekanistik evren görüşüne dayanan nesnellik ve indirgemecilik anlayışı

sorgulanmaya başlanmış ve bilimin salt nesnel bilgi üretme süreci olmadığı

vurgulanmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 27).

Biyo-psiko-sosyo-kültürel özelliklere sahip manevi boyutu olan insanı, tek bir

bilim dalının bakış açısıyla anlamak ve açıklamaya çalışmak yeterli olmamaktadır.

Aynı zamanda insanın düşünce ve davranışları da durağan olmayıp, sürekli

değişkenlik arz etmektedir. Dolayısıyla karmaşık ve kompleks ilişkiler ağı içerisinde

yaşamını sürdüren insanı anlamak için bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç

duyulmaktadır. “Herhangi bir olguya ilişkin bütüncül anlayış ancak çoklu bakış açıları

yoluyla elde edilebilir.” (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 28). Mekanik anlayış; insan

davranışını parçalara ayırarak ve bu parçaları ayrıntılı bir şekilde inceleyerek bütünü

hakkında kesin bilgiye ulaşılabileceğini ön görmekteydi. Bu nedenle psikoloji disiplini

yirminci yüzyıl boyunca laboratuvar çalışmaları ve deneysel yöntemlerle insan ruhunu

bilişsel ve davranışsal boyutuyla incelemiş ve genellemeler yapmıştır. Dönemin hâkim

psikoloji akımlarından psikanalitik ve davranışçı ekol, ruhsal ve psişik fenomenleri fizik

biliminin ölçütleriyle değerlendirilemediği için, bilimsel araştırmanın konusu olarak

görmemiştir (Capra, 1992: 196). İnsanın hastalıklı, eksik ve sorunlu yönlerine vurgu

yapan psikanaliz yaklaşımının aksine, yirminci yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan

hümanist psikoloji insanın güçlü ve sağlıklı yönlerinin geliştirilmesine vurgu yapmıştır.

Günümüzde ise psikanaliz, davranışçı ve hümanist yaklaşımın yanında transpersonel

(benötesi) psikolojiden dördüncü güç olarak söz edilmektedir. Kendini

gerçekleştirmenin insanın en üst hedefi olduğunu belirten ve hümanist psikolojinin

kurucusu kabul edilen Abraham Maslow hayatının son yıllarında, insanın doruk

deneyimler yoluyla daha büyük bir bütünlük içerisinde benliğinin ötesine geçerek

kendini aşabileceğinden (self-transandance) söz etmiştir (Ayten, 2012: 150).

Dolayısıyla manevi donanımlara sahip insanın inanç, değer, düşünce ve davranışlarını

içinde şekillendiği toplumsal ve kültürel boyutu dikkate almadan anlamaya ve

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 71

açıklamaya çalışmak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Anlamayı ve yorumlamayı

kolaylaştıran nitel yöntem, esnek yapısı gereği araştırmacıya derinlemesine keşif

yapma olanağı sağlamaktadır.

NİTEL ARAŞTIRMANIN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Nitel araştırmayı, “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama

tekniklerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir

biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak

tanımlamak mümkündür (Yıldırım ve Şimşek, 2008, s. 39). Nitel araştırma, disiplinler

arası bütüncül bir bakış açısını esas alarak, araştırma problemini yorumlayıcı bir

yaklaşımla incelemeyi benimseyen bir yöntemdir. Üzerinde araştırma yapılan olgu ve

olaylar kendi bağlamında ele alınarak, insanların onlara yükledikleri anlamlar

açısından yorumlanır (Altunışık ve Diğerleri, 2010: 302).

Nitel araştırma, insanın kendi sırlarını çözmek ve kendi çabasıyla

biçimlendirdiği toplumsal sistemlerin derinliklerini keşfetmek üzere geliştirdiği bilgi

üretme yollarından birisidir (Özdemir, 2010: 326). Nitel yöntemle tasarlanmış

araştırmalarda ele alınan konu hakkında derin bir kavrayışa ulaşma çabası vardır. Bu

yönüyle araştırmacı bir kaşif gibi hareket ederek ilave sorularla gerçekliğin izini sürer

ve muhatabının öznel bakış açısına önem verir.

Nitel araştırmalarda determinist yaklaşım ön planda tutulmaz ve olaylar

arasında neden-sonuç ilişkisi kurulmaz. Sayısal verilere ve istatistiklere daha az yer

verilirken sözlü ve nitel analizlere daha çok vurgu yapılır. Nitel araştırmacılar olayların

ve bağlamların dilini kullanır, olayları bağlamı içerisinde inceler. Sorunları, içerisinde

oluşup geliştiği değerler sisteminden yalıtarak analiz etmez, durumlara egemen olan

ilişkiler ağını kendi doğal ortamında yorumlamaya veya bunların anlamlarını ortaya

çıkarmaya çalışır (Neuman, 2012: 224).

Nitel araştırmada çoğunlukla üç tür veri toplanır:

1. Çevreyle ilgili veri; araştırmanın yapıldığı çevrenin psiko-sosyal, kültürel,

demografik ve fiziksel özelliklerine ilişkindir.

2. Süreçle ilgi veri; araştırma süresince neler olup bittiği ve bu olanların

araştırma grubunu nasıl etkilediğine ilişkindir.

3. Algılara ilişkin veriler ise; araştırma grubuna dâhil olan bireylerin süreç

hakkında düşündüklerine ilişkindir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 40).

Bu üç tür veriyi toplamak için araştırmacı en yaygın olarak üç tür yöntem

kullanır; görüşme, gözlem ve yazılı materyallerin incelenmesidir. Nitel yöntemlerden

Karataş 72

en sık kullanılanı görüşmedir. Görüşme, insanların bakış açılarını, öznel deneyimlerini,

duygularını, değerlerini ve algılarını ortaya koymada kullanılan oldukça güçlü bir

yöntemdir. Görüşme sürecinin, gözlem ve yazılı dokümanlardan elde edilen verilerle

desteklenmesi araştırmanın geçerliliğini ve güvenilirliğini arttırmaktadır (Yıldırım ve

Şimşek, 2008: 40-41).

Nitel araştırma yöntemi, araştırmanın tasarlanması ve gerçekleştirilmesinde

araştırmacıya esneklik sağlamaktadır. Araştırmanın her aşamasında duruma göre

yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirme, araştırmanın kurgusunda değişiklikler yapma

nitel araştırmanın özünü oluşturmaktadır. Nitel araştırmaların bir özelliği de keşfedici

olmalarıdır. Keşfedici özelliğe sahip araştırmalar, üzerinde az çalışılmış konuları

aydınlatmada oldukça kullanışlı ve yararlıdır (Neuman, 2012: 228).

Niteliksel araştırmalar, katılımcılardan alınan görüşlerin derinlemesine

anlaşılmasına yardım ederken, niceliksel araştırmalar bu görüşlerin ölçülmesine yarar.

Yapısı gereği niteliksel araştırmalar objektif, ölçülebilir davranış ve tutumlarla değil,

duygusal ve kavramsal cevaplarla ilgilenir, nicel araştırmalara “duygu” ve “doku” ekler.

Niteliksel araştırmalar “neden” sorusunu cevaplarken, niceliksel araştırmalar genellikle

“kaç tane” ya da “ne sıklıkla” gibi sorulara cevap arar. Karmaşık yapısından dolayı

sosyal olguları önceden tahmin etmek güç olduğu için niteliksel araştırma keşifle

ilgilenir. Niceliksel araştırmada ise süreç en ince ayrıntısıyla belirlendiğinden

araştırmacı kanıt bulma peşindedir. Analiz açısından bakılırsa, niteliksel araştırma

yorumlayıcı, niceliksel araştırma ise tanımlayıcıdır. Niteliksel araştırmalarda olasılıklı

örnekleme yapılmadan genellikle az sayıda kişiyle çalışılır ve kesin sonuçlara varma

ya da sonuçların topluma genellenmesi kaygısı güdülmez (Yıldırım ve Şimşek, 2008:

48-65).

Nitel araştırma esnek yapısı nedeniyle araştırma tasarımının oluşturulması ve

araştırmanın gerçekleştirilmesi sürecinde kolaylık sağlar. Duruma göre araştırmanın

her aşamasında yeni yöntem ve yaklaşımların geliştirilmesine ve araştırma deseninde

değişikler yapılmasına olanak verir. Çünkü sosyal olgular ve olaylar içinde geliştiği

ortamlardan bağımsız olarak gerçekleşmezler ve sürekli değişim geçirirler (Yıldırım ve

Şimşek, 2008: 52).

NİTEL ARAŞTIRMA PARADİGMASI

Nitel araştırmaların yorumlamacı, post modern ve anlamacı bilim felsefesi

temelinde çok farklı uygulama alanı bulunmaktadır. Özellikle kültür analizleri, olgubilim

(fenomenoloji) ve durum çalışmaları, kuram oluşturma ve eylem araştırmaları

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 73

şeklindeki çalışmalarda nitel bir araştırma geleneğinin benimsenmesi üzerinde

araştırma yapılan konunun kendi bağlamında derinlemesine daha iyi anlaşılmasını

sağlayacaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 69; Sönmez ve G. Alacapınar, 2011: 78).

Geleneksel olarak görüşme, gözlem, doküman inceleme ve odak grup

çalışmasını içeren nitel araştırma yöntemleri araştırdıkları merkezi temaya göre

farklılık gösterebilmektedir. Örneğin grup kültürünü açıklama amacındaki

araştırmalarda etnografya yöntemleri tercih edilebilirken, bireyler arası sembolik

etkileşimle oluşan anlamlar sembolik etkileşim kuramının varsayımları doğrultusunda

incelenebilmektedir. Araştırılan konunun bütüncül olarak ele alınabilmesi için tek bir

disiplini esas almak yerine disiplinlerarası yöntemin kullanılması anlamayı

kolaylaştırmaktadır (Özhan Dedeoğlu, 2002: 84).

NİTEL ARAŞTIRMANIN TEMEL AŞAMALARI

Nitel araştırma yapan araştırmacı üç temel konuyu dikkate almalıdır. Öncelikle

araştırmaya temel oluşturacak kuramsal çerçeve açık bir şekilde oluşturulmalıdır.

İkinci olarak araştırmacı sistematik, yapılabilir ve esnek bir araştırma stratejisi

oluşturmalıdır. Üçüncü önemli bir konu ise yapılan araştırmanın okuyucunun

anlayabileceği tutarlı ve anlamlı bir rapora dönüştürülmesidir (Yıldırım ve Şimşek,

2008: 84).

Araştırma Probleminin Belirlenmesi

Araştırma yapılacak alanla ilgili literatür taraması yapılarak, uygulamada

yaşanan sorunların neler olduğu tespit edilerek ve araştırmacının kendi deneyimleri

göz önünde bulundurularak bir araştırma konusu yada sorunu tespit edilir. Araştırma

sorunu belirlenirken önem ve yapılabilirlik ölçütleri dikkate alınmalıdır. Problemin

doğru belirlenmesi diğer aşamaları doğrudan etkileyeceği için yeterli ön araştırma

yapılmalıdır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 85).

Kuramsal Çerçevenin Oluşturulması

Kuramsal çerçevenin oluşturulması problemle ilgili boyutların tanımlanmasında,

elde edilen bilgi demetlerinin aralarındaki ilişkilerin saptanmasında ve verilerin analiz

edilmesi aşamasında kullanılacak temaların seçiminde etkili olmaktadır (Yıldırım ve

Şimşek, 2008: 86). Araştırmanın amacına uygun yürütülmesi, konuya ilişkin

kavramların doğru anlaşılması ile mümkün olacağından ilgili literatür eksiksiz

taranmalıdır.

Araştırma Sorularının Yazılması

Karataş 74

Araştırma sorusu araştırma konusunun soru cümlesine dönüştürülmüş biçimidir.

Araştırma sorusu belirlenirken kuramsal çerçevede elde edilen bilgilerden yararlanılır.

Aynı zamanda araştırma sorusu da kuramsal çerçevenin sınırlarını oluşturur. Bu

nedenle araştırma sorularının belirlenmesi ve literatür taraması birçok araştırmada eş

zamanlı yürüyen ve birbirini sürekli etkileyen iki süreçtir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 86).

Araştırma Evren ve Örnekleminin Belirlenmesi

Nitel araştırmada seçilen konuyla ilgili doğrudan birinci elden verilerin

toplanması gerektiğinden, çalışılacak alanla ilgili ön bilgiler edinilmeli ve alan yakından

tanınmalıdır. Nitel araştırmalarda, araştırma probleminin özelliğine ve araştırmacının

sahip olduğu kaynakların sınırlılığına göre örneklemin genişliği belirlenmelidir (Yıldırım

ve Şimşek, 2008: 87).

Araştırmacının Rolünün Belirlenmesi

Nitel araştırmalarda araştırmacı bizzat çalışma sahasına giden, birey ve

toplumla doğrudan temas kuran ve olup biten olayları yaşayan kişidir. Eğer araştırmacı

katılımcı bir rol oynuyorsa bunu açıkça belirtmeli, mümkün oldukça kendi

varsayımlarının ve ön yargılarının veri toplama ve analiz sürecini etkilememsine dikkat

etmelidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 88).

Veri Toplama Araçlarının Geliştirilmesi

Nitel araştırmalarda yaygın olarak gözlem, görüşme, odak grup görüşmesi ve

doküman inceleme yöntemleri kullanılmaktadır. Nitel araştırmada verilerin geçerliliği

ve ulaşılan sonuçların doğruluğu önemli olduğu için araştırmacı konusuna ve hedef

kitlenin özelliğine göre birden çok araştırma metodundan yararlanabilmektedir

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 88). Örneğin değerlerin stresle başa çıkmada etkisinin

araştırıldığı bir çalışmada yarı yapılandırılmış bir görüşme formunun yanında gözlem

ve kişinin sağlıkla ilgili bilgilerinin incelenmesi gibi metotlar da kullanılmalıdır.

Verilerin Toplanması

Araştırmacı veri toplama araçlarını belirledikten sonra verileri toplamaya başlar.

Nitel araştırmalarda yapılandırılmış görüşme sürecinin yanında gözlem ve doküman

inceleme gibi yöntemler de kullanılmaktadır. Görüşme sürecinde soruların açık ve

anlaşılır bir şekilde katılımcıya yöneltilmesi ve gerekli durumlarda ek sorularla

araştırılan konunun derinleştirilmesi sağlanmalıdır. Katılımcının sözel ifadeleri gözlem

ve doküman inceleme yöntemleri kullanılarak doğrulanmalıdır. Birden çok veri toplama

yönteminin kullanılması elde edilen bulguların geçerliği ve güvenirliğini artırma

açısından önemlidir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 89).

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 75

Verilerin Analiz Edilmesi ve Yorumlanması

Araştırma süreci sonunda elde edilen veriler betimsel ve içerik analizine tabi

tutulurlar. Betimsel analiz, derinlemesine analiz gerektirmeyen verilerin işlenmesinde

kullanılırken, içerik analizi elde edilen verilerin daha yakından incelenmesini ve bu

verileri açıklayan kavram ve temalara ulaşılmasını gerektirir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:

89). Betimsel analizle görüşme yapılan bireyleri tanıtıcı bulgular değerlendirilir, içerik

analizi yoluyla veriler tanımlanmaya çalışılır; birbirine benzediği ve birbiri ile ilişkisi

olduğu tespit edilen veriler belirli kavramlar ve temalar çerçevesinde bir araya

getirilerek yorumlanır. İçerik analiziyle katılımcıların görüşlerinin içerikleri sistematik

olarak tanımlanmaktadır (Altunışık ve Diğerleri, 2010: 322). Nitel araştırmalarda

araştırmanın genel yaklaşımlarının dışında araştırmacının amacına göre farklı veri

analiz planı geliştirme ihtiyacı da ortaya çıkabilmektedir.

Sonuçların Sınıflandırılması ve Analitik Genellemelere Ulaşılması

Sosyal olayların yapısı gereği nitel araştırma sonucu elde edilen bulguların

genellenmesi zordur. Çünkü yaşamda belli bir zaman, mekan ve sosyo-kültürel

bağlamda gerçekleşen olaylar durağan olmayıp sürekli bir değişim içindedir. Ayrıca

nitel araştırmalarda örneklem evreni temsil edecek büyüklükte seçilmediği için

istatistiksel açıdan genelleme yapılması da doğru değildir. Nitel araştırma sonucu elde

edilen bulgular incelenen konunun derinlemesine keşfedilmesini sağlayacağından,

sosyal olayların anlaşılmasına katkı sunmaktadır. Elde edilen sonuçlar uygulayıcılara

deneyim ve bakış açısı kazandırır. Örneğin yetiştirme yurdunda bakım ve korunma

altında bulunan çocukların uyum sorunlarının nedenlerine ilişkin yapılan nitel bir

araştırma sonucunda sosyal çalışmacıların, bu çocuklarla ilgili mesleki çalışma yapma

kural ve ilkelerini öğrenmeleri güçtür. Ancak bu çocuklara yönelik sosyal hizmet

müdahalesi uygularken kullanabilecekleri bazı öneriler, deneyimler ve bakış açıları

elde etmiş olurlar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 90-91).

NİTEL ARAŞTIRMADA ÖRNEKLEM

Nitel araştırmada en sık kullanılan veri toplama yöntemlerinin görüşme ve

gözlem olması nedeniyle büyük bir örneklem grubuyla çalışmak hem zaman, hem de

maliyet açısından mümkün olamamaktadır. Ayrıca örneklem grubunun büyük olması,

gözlem ve görüşme yoluyla elde edilen geniş çaplı verilerin analizinde zorluklar

yaşanmasına neden olacaktır. Bu nedenle nitel araştırmalarda genelleme kaygısı

güdülmeksizin mümkün olduğunca evrende olması muhtemel bütün çeşitliliği,

zenginliği, farklılığı ve aykırılığı temsil edecek bütüncül bir resim elde edilmeye çalışılır.

Karataş 76

Nitel araştırmacılar olasılıklı olmayan amaçlı örneklem yöntemini kullanma

eğilimindedirler. Görüşme yapılacak bireylerin seçiminde, evreni temsil etme

güçlerinden çok araştırma konusuyla doğrudan ilgili olup olmadıklarına bakılır

(Neuman, 2012: 320; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107). Olasılık temelli örneklemede

evreni temsil edecek geçerlikte ve büyüklükte örneklem seçilmesi nedeniyle

genellemeler yapma konusunda önemli yararlar sağlanırken, amaçlı örnekleme

zengin bilgiye sahip olduğu düşünülen durumların derinlemesine çalışılmasına imkan

verir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).

Başlıca amaçlı örnekleme yöntemleri şu şekilde sıralanabilir: aşırı veya aykırı

durum örneklemesi, maksimum çeşitlilik örneklemesi, benzeşik örnekleme, tipik

durum örneklemesi, kritik durum örneklemesi, kartopu ve zincir örnekleme, ölçüt

örnekleme, doğrulayıcı ve yanlışlayıcı örnekleme ve kolay ulaşılabilir durum

örneklemesi (Patton, 1990’dan aktaran; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107).

NİTEL VERİ TOPLAMA YÖNTEMLERİ

Nitel yöntemle yapılan araştırmalarda görüşme, gözlem ve doküman inceleme

olmak üzere üç genel veri toplama tekniği bulunmaktadır.

Görüşme

Görüşme, araştırmaya katılan bireylerin belli bir konuda duygu ve düşüncelerini

anlatma etkinliği olarak tanımlanmaktadır. Görüşmenin temel amacı bireyin iç

dünyasına girerek onun bakış açısını anlamaya çalışmaktır. Görüşme yoluyla

araştırılan konu hakkında bireyin deneyimleri, tutumları, düşünceleri, niyetleri,

yorumları, zihinsel algıları ve tepkileri gibi gözlenemeyen bilgilere ulaşılması umut

edilir. Yapılandırılmış, yarı yapılandırılmış, yapılandırılmamış ve odak grup görüşmesi

şeklinde farklı görüşme teknikleri vardır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 120; Sönmez ve

G. Alacapınar, 2011: 108). Görüşme formu hazırlanırken dikkate alınması gereken

ilkeler şöyle sıralanabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 128):

• Kolay anlaşılabilir sorular yazılması,

• Odak sorular hazırlanması,

• Açık uçlu sorular sorulması,

• Yönlendirmeden kaçınılması,

• Çok boyutlu türden sorular hazırlanması,

• Alternatif sorular ve sondalar hazırlanması,

• Farklı türden sorular oluşturulması,

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 77

• Soruların mantıklı bir biçimde düzenlenmesi,

• Soruların geliştirilmesi.

Gözlem

“Gözlem, herhangi bir ortamda veya kurumda oluşan davranışı ayrıntılı olarak

tanımamak amacıyla kullanılan bir yöntemdir. Eğer araştırmacı herhangi bir ortamda

oluşan bir davranışa ilişkin ayrıntılı, kapsamlı ve zamana yayılmış bir fotoğraf elde

etmek istiyorsa gözlem yöntemini kullanabilir.” (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 169).

Üzerinde araştırma yapılan olgunun tarafsız ve yansız olarak olduğu gibi

gözlenip kaydedilmesi araştırmanın güvenirliği açısından önemlidir. Sosyal bilim

araştırmalarında inceleyen de incelenen de insan olacağı için tamamıyla yansız bir

gözlem yapmak mümkün değildir. Önemli olan gözlemin kimin tarafından, hangi amaç

için, nerede, ne zaman, nasıl bir bakış açısıyla yapıldığı ve ne tür araç-gereçlerin

kullanıldığının belirtilmesidir. Gözlem çeşitleri katılımcı, katılımcı olmayan gözlem ve

gizil gözlem olarak üçe ayrılır (Sönmez ve G. Alacapınar, 2011: 106).

Doküman İncelemesi

Araştırma kapsamında incelenen konuyla ilgili olgu ve olaylar hakkında bilgi

içeren yazılı belgelerin analiz edilmesiyle veri sağlanmasına döküman incelemesi

denilmektedir. Araştırma yapılan alanla ilgili pek çok bilgi görüşme ve gözlem yapmaya

gerek kalmaksızın belge inceleme yoluyla elde edilebilir. Bu sayede araştırmacı

zaman ve kaynak tasarrufu sağlamış olur. Hangi dökümanın önemli olduğu ve veri

kaynağı olarak kullanılabileceğine araştırma konusuna bakarak karar vermek gerekir.

Örneğin çocuk suçluğu ile ilgili bir araştırmada adli istatistiklere, emniyet verilerine ve

sosyal hizmet dosyalarına bakılması yerinde olacaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 188).

Araştırma konusuyla ilgili raporlar, kitaplar, arşiv dosyaları, video ve ses kayıtları,

fotoğraflar gibi belgeler özgünlüğü kontrol edilerek sistematik bir şekilde analiz

edilmelidir.

NİTEL VERİ ANALİZİ

Nitel veri analizinde üç yol önerilmektedir. Birinci olarak, elde edilen verilerin

özgün şekline mümkün olduğunca bağlı kalınarak ve gerektiğinde katılımcıların

ifadelerinden doğrudan alıntı yapılarak betimsel bir yaklaşımla verilerin sunulmasıdır.

İkinci yol ise, veriler betimsel bir yaklaşımla sunulmakla birlikte bazı temalar

belirlenerek temalar arasında ilişkiler de kurulur. Üçüncü olarak araştırmacı betimleme

ve tematik analizin yanında kendi yorumlarını da kullanarak verileri analiz eder. Aynı

Karataş 78

araştırmada bu üç yaklaşım bir arada kullanılarak da veri analizi yapılabilmektedir

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 221).

Nitel yöntemle yapılan araştırmalarda elde edilen veriler klasik anlamda

betimsel ve içerik analizi yapılarak yorumlanmaktadır. Berg ve Lune (2015) içerik

analizini; “kalıpları, temaları, önyargıları ve anlamları tespit etmek amacıyla belirli bir

materyalin dikkatlice, ayrıntılı ve sistematik olarak incelenmesi ve yorumlanması”

olarak tanımlamışlardır. İçerik analizinde amaç, katılımcıların görüşleri, dosya ve

belge incelemesi yoluyla elde edilen verileri açıklayabilecek kavramlara ve ilişkilere

ulaşmaktır (Yıldırım ve Şimşek 2008).

Betimsel Analiz

Bu yaklaşımda amaç görüşme ve gözlem sonucu elde edilen verilerin

düzenlenmiş ve yorumlanmış bir şekilde okuyucuya sunulmasıdır. Veriler daha

önceden belirlenmiş temalara göre sınıflandırılır, özetlenir ve yorumlanır. Bulgular

arasında neden-sonuç ilişkisi kurulur ve gerekirse olgular arasında karşılaştırmalar

yapılır. Betimsel analiz dört aşamadan oluşur (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 224):

1. Betimsel Analiz İçin Bir Çerçeve Oluşturma: Araştırma sorularından,

araştırmanın kavramsal çerçevesinden ya da görüşme ve/veya gözlemde yer alan

boyutlardan yola çıkarak veri analizi için bir çerçeve oluşturulur. Bu çerçeveye göre

verilerin hangi temalar altında düzenleneceği ve sunulacağı belirlenir. Eğer daha

önceden belirlenmiş bir kavramsal çerçeve yoksa, betimsel analizi kullanmak güçtür.

Böyle bir durumda belirlenecek temalar, veri kaybına ve yanlış veri düzenlenmesine

neden olabilir.

2. Tematik Çerçeveye Göre Verilerin İşlenmesi: Bu aşamada, daha önce

oluşturulan çerçeveye göre elde edilen veriler okunur ve düzenlenir. Buna göre bazı

veriler dışarıda kalabilir ya da önemli olmayabilir. Ayrıca bu aşamada, daha sonra

sonuçlar yazılırken kullanılacak doğrudan alıntılar da seçilir.

3. Bulguların Tanımlanması: Düzenlenen veriler tanımlanır ve gerekli yerlerde

doğrudan alıntılarla desteklenir.

4. Bulguların Yorumlanması: Tanımlanan bulguların açıklanması,

ilişkilendirilmesi ve anlamlandırılması bu aşamada yapılır.

İçerik Analizi

İçerik analizinde temel amaç, toplanan verileri açıklamaya yardımcı olacak

kavramlara ve ilişkilere ulaşmaktadır. Betimsel analizle özetlenen ve yorumlanan

veriler, içerik analiziyle derinlemesine bir işleme tabi tutulur ve yeni kavramlar keşfedilir.

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 79

İçerik analizinde temelde yapılan işlem, birbirine benzeyen verileri belirli kavramlar ve

temalar çerçevesinde bir araya getirmek ve bunları okuyucunun anlayabileceği bir

biçimde düzenleyerek yorumlamaktır. İçerik analizinin aşamalarını incelemeden önce

kullanılan terimleri tanımlamak gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 227; Neuman, 2012:

663).

Tümevarımcı Analiz: Kodlama yoluyla verilerin altında yatan kavramlar ve bu

kavramlar arasındaki ilişkiler ortaya çıkarmaktır. Nitel araştırmada araştırmacı

topladığı tanımlayıcı ve ayrıntılı verilerden yola çıkarak incelediği probleme ilişkin ana

temaları ortaya çıkarma, topladığı verileri anlamlı bir yapıya kavuşturma yani bu

verilerden yola çıkarak bir kuram oluşturma çabası içindedir. Başka bir deyişle, nitel

araştırmalarda tümevarımsal bir yaklaşım söz konusudur. Strauss ve Corbin’e göre

incelenen olguya temel oluşturabilecek bir kuramın olmaması durumunda

tümevarımcı analiz, yani kodlamaya dayalı içerik analizi gereklidir.

Kodlama: Veriler arasına yer alan anlamlı bölümlere (bir sözcük, cümle,

paragraf gibi) isim verilmesi sürecidir. Kodlama süreci elde edilen verileri bölümlere

ayırmayı, incelemeyi, karşılaştırmayı, kavramlaştırmayı ve ilişkilendirmeyi gerektirir

Kavram: Veriler arasında yer alan anlamlı bölümlere (bir sözcük, cümle,

paragraf gibi) ve olaylara verilen anlamdır. Kavramlar temel analiz birimini oluşturur.

Kategori (Tema): İçerik analizinde elde edilen kavramların birbirleriyle belirli bir

tema altında sınıflandırılmasıdır. Kavramların incelenmesi sonucunda birbirleriyle olan

ilişkileri ortaya çıkarılır ve bu ilişkiler daha üst düzey bir tema ile açıklanır. Kategori ya

da tema içerik analizinde elde edilen kavramlardan daha soyuttur ve geneldir.

İçerik analizinde görüşme, gözlem veya dökümanlar yoluyla elde edilen nitel

araştırma verileri dört aşamada analiz edilir: Verilerin kodlanması, temaların

bulunması, kodların ve temaların düzenlenmesi, bulguların tanımlanması ve

yorumlanması (Yıldırım & Şimşek, 2008: 228-239).

1. Verilerin Kodlanması

Bu aşamada araştırmacı, elde ettiği bilgileri inceleyerek, anlamlı bölümlere

ayırmaya ve her bölümün kavramsal olarak ne anlam ifade ettiğini bulmaya çalışır. Bu

bölümler bazen bir sözcük, bazen bir cümle ya da paragraf, bazen de bir sayfalık veri

olabilir. Kendi içinde anlamlı bir bölüm oluşturan bu bölümler, araştırmacı tarafından

isimlendirilir, diğer bir deyişle kodlanır (Neuman, 2012: 668).

Karataş 80

Verilerin kodlanması süreci genelde, araştırmacının veri setini birkaç defa

okumasını ve ortaya çıkan kodlar üzerinde tekrar tekrar çalışmasını gerektirir. Verilerin

derinliğine ve kapsamına göre ortaya çıkan kodların sayısı değişir.

Strauss ve Corbin (1990) üç tür kodlama biçiminden bahsetmektedir. Bunlar:

Daha önceden belirlenmiş kavramlara göre yapılan kodlama,

Verilerden çıkarılan kavramlara göre yapılan kodlama,

Genel bir çerçeve içinde yapılan kodlamadır (Strauss & Corbin, 1990’dan

aktaran Yıldırım ve Şimşek, 2008: 229-232).

Kodlamanın ne kadar ayrıntılı olması gerektiği önemli bir sorudur. Bu sorunun

yanıtı araştırmanın amacına ve niteliğine göre farklılık gösterir. İletişim süreçlerini

içeren araştırmalarda çok ayrıntılı kodlama yapmak gerekirken, farklı bir konudaki

araştırmada bu kadar ayrıntılı kodlama gerekli olmayabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2008:

233).

2. Temaların Bulunması

İlk aşamada ortaya çıkan kodlardan yola çıkarak verileri, genel düzeyde

açıklayabilen ve kodları belirli kategoriler altında toplayabilen temaların bulunması

gerekmektedir. Bunun için önce kodlar bir araya getirilir ve incelenip ortak yönler

bulunmaya çalışılır. Bu bir anlamda tematik kodlama işlemidir. Tematik kodlama için

ortaya çıkan kodların benzerlik ve farklılıklarının saptanması ve buna göre birbiriyle

ilişkili olan kodlar bir araya getirebilecek türden temaların belirlenmesi gerekir.

Tematik kodlama yapılırken dikkat edilmesi gereken iki ilke söz konusudur.

Bunların ilki, “iç tutarlılığa” ilişkindir. Yani, ortaya çıkan temaların altında yer alan

verilerin anlamlı bir bütün oluşturup oluşturmadığı, tematik kodlamada göz önüne

alınması gereken önemli bir ilkedir. İkinci ilke ise, ortaya çıkan temaların tümünün

araştırmada elde edilen verileri anlamlı bir biçimde açıklayabilmesine ilişkindir. Yani

bu temaların, birbirinden farklı olmakla birlikte, kendi aralarında anlamlı bir bütün

oluşturmaları gerekmektedir. Bu ilke de tematik kodlamada dış tutarlılığı yansıtır

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237).

3. Verilerin Kodlara ve Temalara Göre Düzenlenmesi ve Tanımlanması

İlk aşamadaki ayrıntılı kodlama ve ikinci aşamadaki tematik kodlama

sonucunda, araştırmacı topladığı verileri düzenleyebileceği bir sistem oluşturur.

Üçüncü aşamada ise araştırmacı, bu sisteme göre elde edilen verileri düzenler ve bu

şekilde belirli bulgulara göre verileri tanımlamak ve yorumlamak mümkün olabilir.

Verilerin okuyucunun anlayabileceği bir dille tanımlanması, açıklanması ve sunulması

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 81

önemlidir. Bu aşamada araştırmacı kendi görüş ve yorumlarına yer vermez ve

toplanan bilgileri işlenmiş bir biçimde okuyucuya sunar (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 237-

238).

4. Bulguların Yorumlanması

Nitel araştırmada araştırmacı, incelenen olguya yakın olduğu ve gerekirse o

olguya ilişkin ilk elden deneyimler edindiği için, onun yapacağı yorumlar değerlidir.

Toplanan verilerin açıklanmasında ve anlamlandırılmasında yardımcı olabilecek

araştırmacının görüş ve yorumları nitel araştırmada önemli bir yer tutar. Bu nedenle

araştırmacı bu son aşamada topladığı verilere anlam kazandırmak ve bulgular

arasındaki ilişkileri açıklamak, neden-sonuç ilişkileri kurmak, bulgulardan birtakım

sonuçlar çıkarmak ve elde edilen sonuçların önemine ilişkin açıklamalar yapmak

zorundadır (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 238).

NİTEL ARAŞTIRMADA GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK

Bilimsel araştırmanın en önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilen geçerlik

ve güvenirlik, araştırmalarda en yaygın olarak kullanılan iki en önemli ölçüttür.

Araştırmalarda kullanılan veri toplama araçlarının, araştırma deseninin ve veri

analizinin geçerliği ve güvenirliği çok dikkatli bir şekilde test edilmeli ve sonuçları

okuyucuya rapor edilmelidir. Nitel araştırmaya yöneltilen en önemli eleştirilerden birisi

özellikle güvenirlik konusunda nicel araştırmalarda olduğu gibi yaygın olarak kullanılan

tanımların yöntemlerin ve testlerin olmayışıdır. Bunun için ayrıntılı olarak belirlenmiş

tanımlar yöntemler ve istatistiksel testler vardır. Her şeyden önce nitel araştırma daha

çok bir olgunun “varlığına ve anlamına” yönelirken, nicel araştırma bir olgunun “ne

derece var olduğuna” yönelmektedir. Yani nitel araştırma araştırılan olgu ve olayların

niteliğini ön plana çıkarırken nicel araştırma “sayısal özellikleri” ön plana çıkarır

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 255).

Nitel Araştırmada Geçerlik

Genel anlamda geçerlik araştırma sonuçlarının doğruluğunu konu edinir. Nitel

araştırmada geçerlik araştırmacının ilgilendiği konuyu olabildiğince tarafsız

gözlemesidir. Nitel araştırmada geçerlik ölçme aracının ölçmeyi amaçladığı olguyu

doğru ölçmesi ile yakından ilişkilidir. Bu durumda toplanan veriler gerçeği yansıtır ve

araştırma sonuçlarının geçerliğine katkıda bulunur. Üzerinde çalışılan olgu veya

konuyu bir bütün olarak incelemesi, bir fotoğraf oluşturulabilmesi için elde ettiği verileri

teyit etmesine yardımcı olacak bazı ek yöntemler (katılımcı teyidi, meslektaş teyidi,

uzman incelemesi v.b.) kullanılması gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 256)

Karataş 82

Geçerlik ikiye ayrılır:

İç geçerlik: Araştırma sonuçlarına ulaşırken izlenen sürecin çalışılan gerçekliği

ortaya çıkarmadaki yeterliliğidir. Araştırmacı olarak gözlediğimizi sandığımız olaylar

ya da anladığımızı düşündüğümüz olgulara ilişkin yorumlamalarımız gerçek durumu

yansıtıyor mu? Araştırma bulguları kendi içinde tutarlı ve anlamlı mıdır? Bulguları teyit

etmede kullanılan kurallar stratejiler var mı? Açık olmayan olgular ya da olaylar

belirlenmiş midir? Bulgular araştırmaya katılan bireyler tarafından gerçekçi bulunmuş

mudur?

Araştırmacının gerek veri toplama süreçlerinde gerekse verilerin analizi ve

yorumlanması süreçlerinde tutarlı olması ve bu tutarlılığı nasıl sağladığını açıklaması

beklenmektedir. Araştırmacının sürekli olarak kendisini ve süreci eleştirel bir gözle

sorgulaması ve denetlemesi beklenir. Çalışmadaki kontrollerin nasıl yapıldığı

konusunda açıklamalar okuyucuyu tatmin edecek şekilde açık ve net olmalıdır

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 257-258).

Dış geçerlik: Elde edilen sonuçların benzer gruplara ya da ortamlara

aktarılabilirliğidir. Dış geçerlik araştırma sonuçlarının genellenebilirliğine ilişkindir.

Eğer bir araştırmanın sonuçları benzer ortamlara ve durumlara genellenebiliyorsa

araştırmanın dış geçerliğinin olduğu söylenebilir. Sosyal olayların, içinde bulunan

ortama göre değiştiği varsayımından hareketle hiçbir araştırmanın sonuçları başka bir

duruma doğrudan genellenemez. Ancak bir dereceye kadar benzetilerek genellenebilir.

Nicel araştırmada bu genelleme doğrudan olabilirken nitel araştırmada genelleme

dolaylı olarak yapılabilir. Araştırmacı bazı soruları dikkate almalıdır. Araştırma

örnekleminin ortamının ve süreçlerinin özellikleri başka örneklemlerle karşılaştırma

yapabilecek düzeyde ayrıntılı olarak tanımlanmış mıdır? Örneklem genellemeye izin

verecek ölçüde çeşitlendirilmiş midir? Araştırma sonuçları araştırma sorusu ile ilgili

kuramlarla tutarlı mıdır? Araştırma bulguları benzer ortamlarda kolaylıkla test edilebilir

mi? Bu ve benzeri sorular araştırmanın sınırlı ölçülerde genellenebilirliğini belirlemede

kullanılabilir.

Her nitel araştırmacının bu soruların tümüne doğru yanıtlar vermesi güç olabilir.

Ancak araştırma sonuçlarının benzer ortamlara genellenebilmesi için araştırmacının

okuyucuyu yaptığı çalışmanın tüm aşamaları hakkında ayrıntılı bir şekilde

bilgilendirmesi gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 258-259).

Nitel Araştırmada Güvenirlik

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 83

Güvenirlik araştırma sonuçlarının tekrar edilebilirliği ile ilgilidir. Bunun anlamı

eğer çalışma ikinci kez yürütülmüş olsa aynı sonuçları verir mi? Sosyal bilim

araştırmalarında güvenirlik önemli bir problemdir. Çünkü insan davranışları çok

değişkendir. Güvenirlik bilimsel çalışmalarda sağlanması gereken ilk koşuldur.

Güvenirliği düşük olan bir ölçmenin hiçbir bilimsel değeri olmadığı gibi güvenirliğin

yüksek olması da yapılan ölçmenin amaca uygunluğunun (yani geçerli olduğunun)

garantisi değildir. “Bir işlemin geçerli olabilmesi için önce güvenilir olması gerekir.”

Yapılan bir ölçmede üç tür güvenlik ölçütü alınabilir. Bunlar: 1. Zamana göre

değişmezlik (süreklilik), 2. Bağımsız gözlemciler arası uyum, 3. İç tutarlılık.

Güvenirlik ikiye ayrılır: 1. Dış güvenirlik, 2. İç güvenirlik (Yıldırım ve Şimşek,

2008: 259-260)

Dış güvenirlik: Araştırma sonuçlarının benzer ortamlarda aynı şekilde elde

edilip edilemeyeceğine bakar. Dış güvenirliğin sağlanmasına yönelik araştırmacının

öncelikle araştırma sürecindeki kendi konumunu açık hale getirmesi gerekir.

Araştırmada veri kaynağı olan bireylerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir.

Araştırma sürecinde oluşan sosyal ortamların ve süreçlerin tanımlanması gerekir. Elde

edilen verilerin analizinde kullanılan kavramsal çerçevenin ve varsayımların

tanımlanması gerekir. Veri toplama ve analiz yöntemleri ile ilgili ayrıntılı açıklamaların

yapılması gerekir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 261).

İç güvenirlik: Başka araştırmacıların aynı veriyi kullanarak aynı sonuçlara

ulaşıp ulaşamayacağına ilişkindir. İç güvenirliğin sağlanması için;

1. Toplanan verilerin öncelikle betimsel bir yaklaşımla doğrudan sunulmasına

ilişkindir.

2. Aynı araştırmaya birden fazla araştırmacının dahil edilmesidir.

3. Özellikle gözlem yoluyla elde edilen bulguların görüşmeler yoluyla teyit

edilmesi gerekir.

4. Elde edilen verilerin analizinde bir başka araştırmacıyı kullanma ve ulaşılan

sonuçları teyit etmedir.

5. Önceden oluşturulmuş ve ayrıntılı olarak tanımlanmış bir kavramsal

çerçeveye bağlı olarak yapılan veri analizi de iç güvenliği zenginleştiren bir etkendir

(Yıldırım ve Şimşek, 2008: 263).

Özetle; yapılan çalışmada örneklemin yeterli büyüklükte seçilmesi, birden çok

araştırmacı ile konunun ele alınması, daha çok kaynak ve görüşe başvurulması, elde

edilen verilerin iyi bir şekilde saklanması çalışılan ortamın ve araştırmacının

Karataş 84

konumunun tam olarak belirtilmesi ve çalışmanın tarafsız bir şekilde yapılması

gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008: 274).

SONUÇ

“Bilimsel sürecin en önemli özelliği bilim insanının herhangi bir sınırlama

koymaksızın aklının potansiyelini en uç noktasına kadar kullanmasıdır. Tüm

araştırmacıların takip edebileceği ya da takip etmesi gereken standart bir araştırma

yöntemi olamaz. Birçok ünlü bilim adamı karşılaştıkları problemleri çözmek ya da

bilinmeyeni keşfetmek için farklı ve daha önce denenmemiş yöntemler kullanmışlardır”

(Dalton, 1967).

Psikoloji, sosyal hizmet, sosyoloji, antropoloji ve eğitim gibi sosyal bilim

alanlarında insan ve toplum davranışları incelenmektedir. Bu davranışları sayılarla

açıklamak zordur. İnsan ve toplum ait olgu ve olaylar açıklanmaktan çok anlaşılmayı

ve keşfedilmeyi bekleyen karmaşık anlamlar dünyasıdır. Dolayısıyla nitel araştırmalar

dünyanın sosyal yönü ile ilgilenir ve şu sorulara yanıt arar: İnsanlar niçin böyle

davranır? Kanaatler ve tavır alışlar nasıl oluşur? İnsanlar çevrelerinde olup bitenden

nasıl etkilenir? Kültürler niçin ve nasıl gelişir? Sosyal gruplar arasındaki farklar

nelerdir?

Nicel araştırma teori ve denence ile başlar (deduktif). Nitel araştırma ise

araştırma sonunda kavram ve teoriler oluşturur (induktif). Nitel araştırma kişilerin

kanaatleri, tecrübeleri, algıları ve duyguları gibi subjektif verilerle meşgul olur. Nitel

araştırma bir sosyal olayı doğal ortamı ve doğal oluşumu içinde tasvir eder. Deneysel

nicel araştırmalar gibi olayın değişkenleriyle oynamaz. Nitel araştırma “niçin, nasıl ve

ne şekilde” sorularına yanıt arar. Nicel araştırma “ne kadar, ne miktarda, ne kadar sık

ve ne kadar yaygın” sorularına yanıt arar. Nitel araştırma yapanların iyi gözlem

yapabilme, insanlarla ılımlı ilişkiler kurabilme, dinleyebilme ve verileri iyi analiz

edebilme gibi becerilerinin olması gerekir.

Sonuç olarak, daha çok nicel araştırmalarda söz konusu olan genelleme ve

genellenebilirliğin nitel araştırmalarda da söz konusu olduğu bazı araştırmacılar

tarafından savunulmaktadır. Önemli olan sonuçların sınırlandırılması ve analitik

genellemelere ulaşılmasıdır. Nitel araştırmalarda sosyal olaylar inceleme konusudur.

Sosyal olaylar ise duruma, zamana göre değişiklik göstermektedirler. Ayrıca nitel

araştırmada çalışma grubu söz konusu olduğu için yani evereni temsil edebilecek

sayıda ve düzeyde kişiyi örnekleme dahil etmek çoğu zaman mümkün olmadığı için,

bu araştırmalarda elde edilen bulguların genellenebilmesi güçtür. Bu nedenle nitel

Türkiye Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi 1(1) 2017 85

araştırmalarda ancak sınırlı genellemeler yapılabilmektedir. Sınırlı genelleme

yapılırken araştırmanın çerçevesi ve sınırlılıkları dikkate alınmalı ve araştırma

raporunda bu sınırlılıklar belirtilmelidir.

Karataş 86

KAYNAKÇA

Alptekin, K. (2008). Sosyal Hizmet Bakış Açısından Genç Yetişkinlerde İntihar

Girişimlerinin İncelemesi: Bir Model Önerisi (Basılmamış Doktora Tezi).

Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet

Anabilim Dalı.

Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S., & Yıldırım, E. (2010). Sosyal Bilimlerde

Araştırma Yöntemleri SPSS Uygulamalı (6. Baskı). Sakarya: Sakarya

Yayıncılık.

Ayten, A. (2012). Din Psikolojisi: Dine ve Maneviyata Psikolojik Yaklaşımlar (2. Baskı).

İstanbul: İz Yayıncılık.

Berg, B. L., & Lune, H. (2015). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Konya:

Eğitim Yayınevi.

Capra, F. (1992). Batı Düşüncesinde Dönüşüm Noktası (Çev. M. Armağan). İstanbul:

İnsan Yayınları.

Creswell, J. W. (2003). Research Design: Qualitative, Quantitative, And Mixed

Methods Approaches. California: Sage Publications.

Dalton, M. (1967). Sociologist at Work. New York: Anchor.

Neuman, W. L. (2012). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar I-

II. Cilt (5. Basım). İstanbul: Yayın Odası.

Özdemir, M. (2010). Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerde Yöntembilim Sorunsalı

Üzerine Bir Çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,

11(1), 323-343.

Özhan Dedeoğlu, A. (2002). Tüketici Davranışları Alanında Kalitatif Araştırmaların

Önemi Ve Multidisipliner Yaklaşımlar. D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 17(2), 75-92.

Patton, M. Q. (1990). Qualitative Evaluation and Research Methods (2nd Ed.).

London: Sage Publications.

Sönmez, V., & G. Alacapınar, F. (2011). Örneklendirilmiş Bilimsel Araştırma

Yöntemleri. Ankara: Anı Yayıncılık.

Strauss, A., & Corbin, J. (1990). Basics of Qualitative Research: Grounded Theory

Procedurs and Tecniques. Newbury Park, C. A.: Sage.

Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6.

Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık.