geçen hafta 71.389 okura ulaştık kitap aydınlık€¦ · / İstanbul tel: 0212 251 21 14 / 251...

16
Aydınlık 30 Ağustos 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 79 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Geçen hafta 71.389 okura ulaştık Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

Upload: others

Post on 18-Oct-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

Aydınlık30 Ağustos2013 Cuma

Yıl: 2 Sayı: 79

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P.Geçen hafta 71.389 okura ulaştık

Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz

Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz

Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz

Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz

Kürdümüzle birlikte özgürleşeceğiz

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

DOĞU PERİNÇEK’İN YENİ KİTABI: TÜRKİYE SOLU VE PKK

Page 2: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

İki kitap ve bir fotoğraf...

İlk kitap “II. Abdülhamid Devri Son Bahriye Na-

zırı Hasan Rami Paşa ve Hatıratı”

Bir hatırat ki pek acıklı ve bir o denli gülünç. Göğ-

sü madalya dolu paşalar; ne bir zaferleri var ne bir

başarıları. Donanmaları değil, gemileri bile yok. Ha-

liç’ten çıkmaya yeltenirken ilk köprü ile ikincisi ara-

sında bozulan hurda yığını. Ama madalyadan ge-

çilmiyor üniformaları. 1908 Devrimi’ne kadar Bah-

riye Nazırlığı yapmış Hasan Rami Paşa hatıratında

içler acısı bu sefil dönemi anlatırken, ihsanlarına nail

olduğu Abdülhamit’i yerden yere vurmayı da ihmal

etmiyor. Bir imparatorluk nasıl ve niye çöker, tek ba-

şına bu kitap anlatmaya muktedir. Bu kitaba ayrı-

ca yer vermek gerekecek... (Alfa Yayınları Arşiv di-

zisi birbirinden önemli pek çok kitabı yayımlıyor, il-

gilisine de duyurmuş olalım böylece.)

İkinci kitap ise incecik, Kaynak Yayınları’ndan

çıkmış. Göğsünde sadece İstiklal Madalyası olan ve

en korkunç durumları zafere çevirmiş bir ordunun

subaylarından, onları da pek sıradan şeylermiş

gibi, kendini olabildiğince görünmez kılarak anla-

tan bir komutan. Muhafız Alayı’nın kurucusu Ge-

neral İsmail Hakkı Tekçe’nin anıları. “Atatürk’ün

Muhafızı Anlatıyor”

İlle karşılaştırarak okumak gerekmiyor ama, öyle

denk geldi. Tarihin mezarlığına gömülenlerle, in-

sanlığın büyük ufkuna doğanların hikâyeleri...

Bir de fotoğraf: Belli ki hepsi ast rütbelerde su-

baylar... Karavanadan mı yiyorlar, peynir üzüm

gibi geçiştirilen bir övün mü? O an hiçbir sarayda,

hiçbir restaurantta bundan daha temiz, bundan daha

leziz, bundan daha helal bir lokma, bir yemek geç-

miyordur insan boğazından. Dahası, bir yemeği, bir

tek lokmayı hiç kimse o bir avuç zabitan gibi garip

bir vakar ve sadelik, hak etmişliğin kankardeşi bir mut-

luluk içinde yemiyordur.

Objektif Mustafa Kemal’de odaklanmış.

Onların içindeki en onlardan… Yine de bambaşka bir

adam.

Objektife baktığında tarihe odaklanıp ya da tarih mi

onda odaklanmıştır; zamanı eylemine tanık kılan bir ira-

de gücüyle bugünlere ve yarınlara bakmış hep.

Bakmış… derken; henüz ‘Kör Kemal’ olmamış.

Ahu bakışlı, sürmelenmiş gözlü, vicdanını çapak al-

mış gericilerin sıfatlamasıdır; ‘Kör Kemal’, ‘Sağır İsmet’...

İsmet Bey de o anda, bir başka zabitan grubuyla bir

başka sofradadır belki, yine aynı silah kardeşliğinin, en

yoksul bir vatan sofrasında helallerden en helal rızkını pay-

laşmanın esenliğini bir bardak su kadar aziz bir ömre ta-

mam etmek için, oturmuş… Ve kalkmak üzeredir.

***

İmparatorluk laftadır artık,

çökmesi an meselesi, hiçbir şey o

kaderi engelleyemez; açlıklar, sal-

gın hastalıklar, çaresizlik, yoksul-

luk ve düşman, baştan başa vurmuş

kaplamış Anadolu’yu, Urumeli’ni,

Osmanlı mülkü görünen koskoca

bir haritayı.

Ama onlar o kadar kendile-

rinden emin ki, o kadar hazırlar ki

bir şeye ve her şeye; bakın gözle-

rinden okuyacaksınız, çehrelerine

ilişmiş azcık “muzır” o örtülü gü-

lümseyişlerinden hatta bıyıklarından okuya-

caksınız.

Üniformaları güneş ve toprak kokuyor.

Tarihte bir an bile emperyalizmden par-

maklanmadan kıpırdayamamış gericiliği ve

yobazlığın başkaldırısını ezmiş Hareket Or-

dusu’nun zabitanı edası var üstlerinde…

“Afiyet olsun arkadaşlar”

Sonra kalkacaklar, her birinin yüreğin-

de sevda, bir yavuklu, bir sevgili, bir eş, ana,

çocuklar belki. Yüreklerinin üstüne gelen

ceplerinde, ‘çıkarılmış suretlerinden’ bir

hatıra, efkârlı bir iç çekişle Allaha emanet edip onları, ulu

yollarına gidecekler, tarihi yapmaya…

Kemal Libya’ya gidecek kalkıp o sofranın başından,

vatan toprağı bellenmiş Tomruk ve Derne’yi İtalyanlara

karşı savunmaya, sol gözünü orada yaralaya-

cak, ‘Kör Kemal’ olmaya gidecek kalkıp, İsmet

Yemen’e gidecek kalkıp, isyan üstüne isyan-

lardan birini bastırmaya. Kesif top ateşinde sa-

ğır olmaya…

Balkan Dağları’nda, Arnavutluk’ta sava-

şacaklar, Yemen çöllerinde kanlarını kumla

harc edecekler… Kollarını, bacaklarını, göz-

lerini bırakacaklar, can verecekler…

Doğdukları, çocukluklarını yaşamadan bü-

yüdükleri, bir pencere kafesinin ardında süzülen

gölgelerine âşık oldukları kadınların hayalleriyle

dolu şehirlerini yitirecekler; Selanik’i, Bey-

rut’u, Manastır’ı, Ohri’yi, Üsküp’ü, Şam’ı…

Hatıralarını yad edip acı çekmeye bile za-

manları olmayacak, gidecekler yine…

Çanakkale’ye, Allahüekber Dağları’na, Hicaz

Çölleri’ne, Süveyş Kanalı’na, Galiçya’ya… O za-

mana kadar dünyanın gördüğü en muazzam do-

nanmaya ve onun kahir top salvolarına göğüs ge-

rip, yenip, tornistan ettirecekler; Peygamber

mezarını dayanılmaz açlığa, hastalıklara, iha-

netlere, sırttan vurulmalara karşın teslim etme-

yecekler, yaz giysileriyle Kafkas Dağlarının kışında

donacaklar, Filistin sokaklarında dudakları su-

suzluktan çatlak göğüs göğse çatışmalara gire-

cekler… Yenilecekler!

Koskoca topraklar çıkacak vatan tanımla-

masından, Payitaht’a düşman girecek, fethedil-

miş bir İstanbul yok hükmündedir; en güzel şe-

hirler Selanik, Beyrut, İzmir elden çıkacak… Bir

ucu Erzincan’da, bir ucu Konya’dadır işgal kuv-

vetlerinin…Adana, İskenderun, Ayıntap, Urfa,

Maraş, Antalya…

Bir kez vatansever olmaya görün, bir kez dev-

rimci… Yenilgi yok hükmündedir, yoktur lü-

gatlarda öyle bir kelime…

Kalkıp o sofranın başından, ağızlarında son

lokmaları, gidecekler yine…

Her emperyalizme karşı savaş, bir iç savaştır

ya aynı zamanda… Savaşacaklar.

Yoktan ordular var edecekler, hüsranları

azme çevirecekler…

Bir 30 Ağustos günü zafer marşları söyleye-

cekler.

Gittikleri büyük insanlığın şa-

fağıdır.

Kalkacaklar o dünyanın en he-

lal lokmalarının yendiği sofra ba-

şından, İstikal’e, Cumhuriyet’e gi-

decekler… Bir hayal, bir kavram ol-

maktan çıkarıp bir mülkü vatan ya-

pacaklar.

Kaç kişi kaldılarsa, toplanıp yine

öyle bir sofra başında, üniformala-

rından barut ve kan, kar ve tozu sil-

keleyip sıkma belli, küçük bardak-

larda rakılarını içerken, sarı leblebi-

lerini atıştıracaklar, o “fakrü zaruret

günlerinden” kalma hatıralarda. Ka-

dehlerini inşa ettikleri milletlerinin şe-

refine kaldıracaklar…

***

Karargâhında bir NATO generali, hatırlayıp o gün-

leri, hislenmiş, “ne zor zamanlarmış, ne kahramanlarmış

onlar… Neyse ki geride kaldı artık” deyip, tören kılıcını

da iyice afili kılıp, 30 Ağustos resepsiyonuna topuk çak-

maya gitmeye hazırlanırken…

Artık zaferlerini bile kutlamalarına izin verilmeyen

O’nun askerleri, onlar biliyorlar ki; geride kalması temenni

edilen, aslında çok yakın bir gelecekte yaklaşandır.

Tıpkı yine o sofranın başındakiler gibi, ceplerinde idam

fermanları, sökülmüş rütbeleri, haklarında verilmiş fet-

vaların güncellenmişleri…

Vız gelecek!

Yeniden bir istiklal, yeniden bir Cumhuriyet sevda-

sına gidecekler…

O fotoğraftaki zabitan bize, tarihe ama en çok onla-

ra bakıyor çünkü.

DÜNYANIN EN HELAL LOKMASI30 A�USTOS 2013 CUMA2 Aydınlık KİTAP

HALDUN ÇUBUKÇU

Page 3: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

[email protected]

Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.ŞOruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin AktaşYazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Reklam ServisiAydınlık

KITA P.

Sayfa Sekreteri Alev Özgenç

Felsefe ne büyük şey. Kıymeti de büyük,

içeriği de. Filozoflar da öyle. Binlerce yıl-

dır varlar, binlerce fikir sunarlar. Tabii

sundukları kimi zaman gün gibi açık gö-

rünse de, kimi zaman geceden daha ka-

ranlık, yıldızlardan daha karmaşıktır.

Doğa filozoflarından beri böyledir felse-

fe, büyük karanlıkta bir yanar bir söner.

Konusu karışıktır, anlatısı karışıktır, ba-

zen zahirîdir mevzu, bazense bâtıni. Ba-

zen de devreye, felsefenin olağan karma-

şası yetmiyormuş gibi, işleri daha da ka-

rıştıracak felsefe tarihçileri ve felsefe ko-

nuşucuları girer.

Halihazırda idrak edilmesi güç olan

mevzuları öyle boca

ederler ki, amaçları

sanki bocalamalarının

zekatını vermektir

okura. O zekat da

öyle bereketlidir ki,

her şey hakkında hiç-

bir şey anlatan bu

adamcağızların kitap-

ları okuru boşlukla

doldurur; okuru pek

çok konunun çeviri

kokmuş, eğreti keli-

meleriyle şişirir; otur-

mamış, saçılmış cüm-

leleriyle çatlatır.

Oysa kimi felsefe

anlatıcıları vardır ki,

okurun eline çizgileri

birbirine girmiş, uy-

durma ve yakıştırma

yer adlarıyla iyice ka-

ralanmış büyük bü-

yük haritalar tutuşturmak yerine, önce

yol tarifi verir. Ama tali yolları da anlatır

ve sonrabir harita çıkarırlar. O zaman yol

da sadeleşir, yolculuk da. Yol sadeleştik-

çe, yürüyen fikrine daha rahat yönelir;

akıl, temiz fikirleri daha açıkça görebilir.

Birkaç hafta evvel elime böylesi bir

kitap geçti. Sadık Usta’nın “Dünyayı

Değiştiren Düşünürler” isimli kitabının

ilk cildi “Hint Veda’larından Giordano

Bruno’ya” başlığıyla Yordam Kitapça

sunuldu.

FELSEFEYE ISINMA TURU“Felsefe nedir? Felsefe ne zaman or-

taya çıktı ve hangi tarihsel süreçlerin

ürünü oldu? İdealizm mi yoksa materya-

lizm mi daha önce ortaya çıktı? Tarihten

günümüze değişmeyen bir felsefi çizgi

var mı? Felsefede eşitlik düşüncesinin

kaynağı nedir ve ütopya ile ilişkisi ne-

dir?” gibi sorularla yola çıkan kitap, fel-

sefenin, hatta fikrin öncesine kadar uza-

nıyor ve felsefeyle çokça haşır neşir ol-

mayanların da rahatlıkla anlayabileceği

yalınlıkta. Bu yolculuğun ısın-

ma turu diyebileceğimiz

“Felsefenin Serüveni”

başlıklı sunuş bölümünde

sınıflı toplumların henüz

görünmediği ilk çağlardan

konuşmaya başlayan Usta,

felsefenin temelinde

“büyü”nün yattığını ve o

“büyü”nün zamanla nasıl

büyüdüğünü ve bugün ko-

nuşulan iki büyük mevzu-

ya, idealizme ve materya-

lizme hangi yollardan yürü-

düğünü anlatıyor.

Dört ciltlik çalışmanın

ilk cildinde bu yolculuğun

metinlerle yürüyen yanı, bi-

linen en eski yazılı eserler

olan Hint Veda’larıyla başlı-

yor, Uddalaka, Konfüçyüs,

Lao Tse, Hesiodos, Anaksi-

mander, Herakles, Demokrit,

Platon, Aristoteles, Epikür, Lukretius,

Seneca, İbn-i Sina, Leonardo da Vinci,

Erasmus, Martin Luther, Thomas Mün-

zer ve Giordano Bruno gibi pek önemli

ve pek şenlikli filozoflarla sürüyor. “Ma-

teryalizmi ve diyalektiği dirilten filozof”

Giordano Bruno(1548-

1600)’nun ölümüne kadar

süren anlatı, isimlerden de

anlaşıldığı üzere, hem doğu-

yu konuşuyor hem batıyı.

Böylece pek çok çalışmada

atlanan şeyi ihmal etmeye-

rek, insanlığın fikrî yolculu-

ğunu bütünlük içinde ele

alıyor. Doğu-batı arasında

mekik dokuyan yazar bu sa-

yede okura doğunun ve ba-

tının fikri değişimlerinin ge-

niş ama kolay okunur bir öl-

çeğini de sunmuş oluyor.

Bununla doğu ve batı emme

basma tulumba kolu gibi ba-

tıp çıkarken fikirlerin nasıl

çağladığı görülüyor. Bu çağ-

lamaların en ilgi çekicilerin-

den biri şüphesiz “Doğu

Rönesansı” başlıklı konu.

Daha önce Kaynak Yayınla-

rı’ndan yayımlanan, Hilmi

Ziya Ülken'in, Samir

Amin'in, Sadık Usta'nın ve

Hasan Aydın'ın hem birbi-

rinden farklı hem de birbiri-

ni bütünleyen dört makale-

sinin buluştuğu “Doğu Uy-

garlığının Yükselişinin Tarihsel Neden-

leri” isimli eserde de bu konuya değin-

miş olan Usta, bilimin önce İran, Hint ve

Orta Asya'yı kucakladığını, sonra da En-

dülüs üzerinden Batı'ya yayılarak dünya-

lılaştığını belirtirken, biliminin Doğudaki

gerileme sürecine de değiniyor, bu geri-

lemenin ekonomik, siyasi ve felsefi ne-

denlerini anlatıyor.

“Dünyayı Değiştiren Düşünürler”in

bir diğer ilginç noktası ise, kitapta çok

fazla dipnotun bulunuyor olması. Bu

dipnotlar bazı zorunlu alıntı ve açıklama-

ları belirtmenin yanı sıra, okura adeta bir

ısı haritası sunarak metinlerde gözden

kaçmaya müsait olan önemli noktaları

belli ediyor. Okura hem filozofların me-

tinlerinde hem de Usta’nın kendi anlatı-

sında güvenle ilerleme şansı tanıyan bu

dipnotlar, hayli titizlikle ve incelikle yer-

leştirilmiş olduğundan konular hakkında

yeterli bilgi sahibi olmayan insanların da

konulara vakıf olmasına imkan tanınıyor.

Ancak belirtmeden geçmemek gere-

kir ki, bu çalışma -ne kadar ayrıntılı ve ti-

tizlikle hazırlanmış olursa olsun- bir seç-

ki çalışması ve dolayısıyla her konunun

ayrıntılı olarak anılması ve incelenmesi

mümkün değil. Ancak büyük filozofların

önemli eserlerinin kısımları özenle seçil-

diğinden ve bu sayede felsefe tarihinde

materyalist ve diyalektik bakış açısının

yanı sıra eşitlikçi düşünceyi dile getiren

düşün adamlarının geniş yelpazesi bir

araya getirildiğinden, eser “seçki” sınır-

ları içinde gayet doyurucu ve etkili.

Hint Veda’lar�ndanGiardino Bruno’ya,

Sad�k Usta, Yordam Kitap

Tarihin felsefe haritası

Marcel Beyer

30 A�USTOS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

MURAT HATUNOĞ[email protected]

Sad�k Usta

Page 4: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP ARAKABLO

Sevgili Seyyit,

Doğu [Perinçek], “Elsässer’in altın

cümlesi” demiş. Kitapta öyle çok altın

cümle var ki diğerlerine haksızlık edilmiş

gibi geldi... Doğrusu bir kitap ancak bu

kadar yerinde, zamanında ve hakkeder

biçimde tavsiye edilmiş olabilir. Kitap

öyle etkili ki, ince eleyip sık dokuyarak

ikinci kez eleştirel bir okumayı zorunlu

kılıyor...

Türkçe baskıya önsözde, “Amerikan

emperyalizmi ve onun zincire vurulmuş

köpekleri Siyonizm ve Vahabilik; ve fi-

nanskapital temelinde Avrupa Sovyet

Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne dönü-

şen Avrupa Birliği” deniyor (s. 11).

Kitap baştan sona finans kapital te-

melinde AB’nin ABD’ye bağımlılığına

dikkat çekiyor. Özellikle sıkıntılı

zamanlarda emperyalist

merkezler arasındaki çe-

lişkiye olduğundan faz-

la rol yükleyen “sol”

anlayışa karşı bir

“aşı” gibi... Şu be-

timleme de çok il-

ginç: “Avrupa Bir-

liği ‘küreselleşme-

nin röle istasyonu’

gibi çalışmakta-

dır.” (s. 28)

Şu cümlede, çok

beğendiğim bir ben-

zetmeyi öncelikle anma-

lıyım: “Ailenin, ulusun ve

dinin, ruhtan ve güçten yok-

sun halklar lapası içinde çözülme-

sine izin vermeyelim.”(s. 12) Bizden ve

herkesten yapılmak istenen tamı tamına

bu: “Halklar lapası..”

Yine aynı yerde: “Mücadele yurtse-

verlerden ve emperyalistlerden oluşan iki

cephe arasındadır.” ve “Yurtsever, de-

mokrasiyi akla uygun tek bir alanda, ulu-

sal devlet sınırları içinde savunur “ deni-

yor ki, politik eğitim salonlarına kabart-

ma harflerle yazıp asılacak cümleler.

Troçki’nin bir cümlesi aklıma geldi: “Parti

bürolarına yurt, bölge ve dünya haritaları

asmak gerekir.”

İttifaklar - beraberlikler konusunda

bir benzerliği de vurgulamalı: Mücadele-

nin güncelliği içinde çok farklı birliktelik-

ler oluşur ve dağılır. Bu biliniyor da, Ül-

kücülerle ya da Müslümanlarla gerçekleş-

tirilen beraberliklere tarihten bir yanıt ve-

riyor Elsässer: “Solcular ve direnişçiler

beraber direniş

mücadelesi

vermeselerdi

Naziler nasıl

durdurulur ve

Avrupa özgürlü-

ğüne nasıl kavuş-

turulabilirdi?” (s.16)

Solculuk nedir?

Azınlık hakları mı?

“Ötekileri” savunmak mı? Sı-

nıf dışı unsurların /sistem mağdurlarının

savunulması mı? Ya da John Holloway

misali, “iktidar olmadan dünyayı değiştir-

mek” iddiası mı?

Yanıt açık: “Sol, işçi sınıfı davası için

sefalet ve yoksulluğa, baskı ve sömürüye

karşı mücadele etmektir.” (s. 17)

Kitapta bir temel yanlış ise şu cümley-

le tekrarlanıyor: “ En azından prensip

olarak... Küreselleşme iyi bir şeydi: Yani

ticaretin serbest yapıldığı...” (s. 22)

“Aklı başında hiçbir insan, küreselleş-

menin unsurları olan ama yanlışlıkla kü-

reselleşmeyle bir tutulan, dünya ticareti-

nin gelişmesine, insanların daha özgürce

seyahat etmesine karşı çıkmaz” (s. 31)

Mazlum uluslar için “serbest ticaret”,

kapitalist-emperyalist zamanların en kötü

en tehlikeli ilişki biçimlerinden biridir. Ti-

caret serbestisinin övgüye değer görülme-

si, yazarın emperyalist bir ülkenin solcusu

olmasından kaynaklanan dar görüşlülü-

ğün ürünü kanımca (Yıldırım Koç’un ku-

lakları çınlasın).

Kitapta ilk ara başlık, “Her şey nasıl

başladı?”... Biz, sömürge oluş süreciyle

gelen her şeyin 1838 Serbest Ticaret An-

laşması’yla başladığını öğrenmiştik.

Evrensel “tam bir kazan kazan” dö-

nemi olabilir mi?

Bulanık bir anlatıma işaret etmek zo-

rundayım: “50’li 60’lı yıllar tam bir kazan-

kazan durumunu işaret ediyordu... Eisen-

hower ve Kennedy, Kruşçev ve Mao,

Adanauer ve Ulbricht’in çağı olan altın

çağlardı.” Mao ve Ulbricht’in çağı aynı

zamanda diğerlerinin çağı nasıl oluyor?

1960 ortak bildirisinde 4 temel çelişki-

den biri kapitalist sistemle sosyalist sistem

arasındaki çelişki olarak tespit edilmiş-

ken, aynı dönemi “tam bir kazan-kazan”

diye nitelemek doğru mu?

Devletlerin çökmesiyle Emperyalist

müdahele arasındaki ilişki için; “Müda-

halenin nedeni devletlerin çökmesi değil;

çöküş Batının müdahalelerinin bir sonu-

cudur” (s. 25) tespiti yapılmış. Ki tersinin

büyük bir emperyalist yalan olarak nasıl

yaygınlaştırıldığını biliyoruz.

Emperyalist müdahale, zor / güç kul-

lanımında meşruluğu, ulus-devletlerin ba-

şındaki “işbirlikçi despotların” tamı tamı-

na “kleptiranik” niteliğinden sağlıyor. Yö-

neticiler hem tiranlar hem de hırsız...

Halkın bunlara tepkisi daha kötüsünün

gelmesi için kullanılıyor... Bu işin içinden

nasıl çıkılacak?.. Halkın aydınlatılıp yazgı-

sını belirlemesi, hem içerden hem dışarı-

dan ağır şiddetle engelleniyor...

İkinci soru şu: İç dinamiklerin olumlu

ya da olumsuz etkileri bakımından öl-

çümleme ve katkı nasıl değerlendirilecek

ve de uygulanacak?

Bence kitapta bir de altın soru var:

“Demokratik ve sosyal cumhuriyeti sa-

vunmayı mı, yoksa postdemokratik ve

neoliberal ultra emperyalizm içinde çö-

zülmeyi mi seçeceğiz? Bu, 21.yy’ ın başın-

da yanıtlanması gereken soru olarak önü-

müzde durmaktadır.”

F�NANSAL K�TLE �MHAS�LAHLARI

Kitap başka bir kavramla önümüze

yeni ufuklar açıyor anlatım kolaylıkları

bakımından: “Finansal kitle imha silahla-

rı”... Sonra politik hedefi de gösteriyor:

“Finansal kitle imha silahlarının mucitleri

Wall Street’te oturmaktadır.”

Şimdi çok daha aşılmış olsa da

2008’de, yeryüzünde, bütün dünya ülke-

lerinin bir yıllık gayrısafi milli hasılaları

toplamının 17 katı olan 863 trilyon dolar

değerinde kâğıt vardı: Yani 17 kere karşı-

lıksız... Köpüğe bakın! Ve ABD’nin 2009

borcu 51 trilyon dolar...

İşte Doğu’nun [Perinçek] haklı ve ye-

rinde vurguladığı “altın cümle”nin değeri

burada ortaya çıkıyor:

Günümüz kapitalizmi, “artı değeri

sömürerek değil, artı değer üretimini

yıkıma uğratarak varlığını sürdürüyor.”

(s. 59)

Böylece Küreselleşme denen süreçte

kapitalizm, kapitalizmi inkâr eden bir

aşamaya gelmiştir. Sermayenin verimliliğe

göre hareket ettiği piyasa mekanizması-

nın yerini, ABD’nin silahla dayattığı dolar

saltanatı; ekonomik zorun yerini, Orta-

çağ’daki gibi, çıplak zor almıştır. Artık

“herkes, her şey satılıktır” (s. 23). Ancak

alım satım, 19. yüzyıl kapitalizminde ol-

duğu gibi, eşdeğerlerin değişimi değildir.

Siz ürününüzü veriyorsunuz, ABD size

yeşil renkli kâğıtlar veriyor.

“Hayali sermaye diktası”... ABD ve

İngiltere’nin başını çektiği dolar saltanatı,

silahlı gücüne dayanarak bütün dünyayı

haraca kesiyor.

Peki Ortaçağ kötü müdür?

Doğu [Perinçek], bu doğru saptama-

sından, “Yeni Ortaçağ denen budur. Yeni

MUSTAFA İLKER GÜRKAN'IN MEKTUBU

‘Altın Cümle’nin değeriSEYYİT NEZİ[email protected]

Do�uPerinçek, 23

Temmuz günlüAyd�nl�k’taki ROTA’da s�cak

selamlar�yla yine çetin bir görev

yüklemi�ti. Bir süre sonra da, Deniz

Gezmi�’le birlikte DÖB’ü (Devrimci

Ö�renci Birli�i) kuran 1968 ö�renci

liderlerinden, �imdiki Mu�la Barosu

Ba�kan� Mustafa �lker Gürkan'dan bir

mektup ald�m. Gürkan mektubuyla,

Elsässer'in kitab�yla ilgili bu

görevi s�rtlanm�� oldu.Payla��yorum. (Seyyit Nezir)

Mustafa �lker GürkanMustafa �lker GürkanMustafa �lker GürkanMustafa �lker Gürkan

Page 5: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

5Aydınlık KİTAP

Ortaçağ, Eski Kapitalizm değildir” savına

geçiyor. Ortaçağ’ın olumsuzlanmasını

öneriyor. Ama bu, Avrupa için doğru;

Doğu toplumları için, İslam dünyası için

aynı zaman dilimi muazzam bir ilerleme-

ye çakışıyor. Oryantalizmle bir hesabımız

olmalı diye düşünüyorum.

ÜRET�M TEMELD�R, ÜRET�M GÜÇLER� BA�ATTIR

Savaşın ekonomik zorunluğu başlığı

altındaki bölümde şöyle bir cümle var:

“Yaşanabilecek en kötü durum, petrol

üreten ülkelerin artık dolar karşılığı satış

yapmaktan vazgeçmesidir.” (s. 50) Em-

peryalizm için en kötü durum!.. Okuyun-

ca içim açıldı... Demek ki aslında “maddi

hayatın üretimi” insan toplumu için öne-

mini, belirleyici yerini koruyor. Üretim ol-

masa “yeşil kâğıtlar”ın ne hükmü olacak?

Yeşil kâğıt, egemenliğini, petrolün değişi-

mi için temel araç olma özelliği ile koru-

yabiliyor. Yazar, böylece, “altın

cümle”deki saptamasında gizli karşısavı

da açığa çıkarıyor.

Yani: Dolar kendi başına amaç gibi

görünüyor ama üretim karşısında para-

nın temel işlevine halâ

mahkûm...

Yani şu: Artı değer

üretimini yıkmaya çalış-

makla, dolar kendi me-

zarını kazıyor.

EMPERYAL�ZMVE UZANTILARI

Elsässer’in “[Em-

peryalizm] Ekonomik ve

askeri terörü beyin yıka-

ma programıyla birlikte

yürütmektedir.” sapta-

masının ardı sıra yaz-

dıkları birkaç kez

okunmaya değer.. Ayrı-

ca örnekleri zenginleştirmek ve geniş kit-

lelere anlatmak görevi de yüklüyor bize...

Solcuysak ne yapmalıyız? Emperya-

lizm içimizdeki uzantıları eliyle ne istiyor?

“Postmodern solcular devlet, işçi sınıfı ve

ulus karşıtı olarak” bizi

de kendilerine benzet-

mek “istemektedir”.

Öyleyse ulusun, ulus

devletin ve işçi sınıfının

safında yer tutacağız...

Yazar, “68 Kuşağı,

Emperyalizmi Sevmeyi

Nasıl Öğrendi?” başlık-

lı bölümde çarpıcı sav-

lar getiriyor. Emperya-

lizm (ve küreselleşme)

karşıtı mücadeledeki

yanlış çizgilerin son de-

rece yetkin, özlü eleşti-

risini de yapıyor.

“Hippi”likle “Yup-

pi”liğin aynı şeyler olduğu, tek bir sayfada

ve hiçbir şeyi boşlukta bırakmadan anla-

tılmış. Bu bölümün sonunda “okul üni-

formaları” sorunuyla ilgili bilgi verilmiş.

Ülkemizde güncel bir konu... Yararlanıl-

malı (s. 66 - 67)...

“Cinsel devrim” meselesini de ele

alan yazar, “Yasaklamak yasaktır” düs-

turunun son tahlilde vahşi kapitalizme

nasıl hizmet ettiğini, her toplumun te-

mel değerlerinden olan “merhamet ve

şefkat’in” insanlardan nasıl çekilip alın-

dığını gösteriyor...

Foucault’nun görüş-

lerini eleştirdiği “azınlık

yaması”, Negri eleştirisi-

nin yer aldığı “İmpara-

torluk: Evrensel Mani-

festo” bölümleri her

“millici”nin okuması ge-

reken bölümler...

Kitabı çokça değerli

kılan yönü ise, eleştir-

mekle yetinmeyip çözü-

mü de önermesi. Yazara

göre bu vahşetten kurtul-

manın reçetesi, önce De-

mokratik ve sosyal bir ulu-

sal devleti gerçekleştir-

mektir. Finans kapitalin belinin kırılması

+ Yenikorumacılık + Avrasyacılık ve

Emperyalizmin “küreselciliğine” karşı,

ulusların dayanışması bu ulusal devletle-

rin ivedi görevleri...

Doğu Perinçek, ma-

kalesinin sonunda, “Bi-

limsel Sosyalizm ve Bi-

lim” kitabındaki “Vatan

Savunması ve Milli De-

mokratik Devrimler”

(s.115 vd.), “Yeni Devrim-

ler Çağı” (s. 229-268) bö-

lümlerine de bakmamızı

öneriyor. Bence kitabında-

ki bu bölümler J. Elsäs-

ser’in eserinden önce

okunmalıdır. Neden?

Doğu’nun [Perinçek]

kitabı, emperyalizm çağın-

da vatan ve ulusun

Marx’tan hareketle tanım-

lanması yönünde sistema-

tik bir çerçeve oluşturuyor; böylece J. El-

sässer’in kitabı, o sistematik içinde büyük

zenginlik kazanacak ve o sistematiğe de

büyük zenginlik katacaktır.

Elsässer

Page 6: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Bir şairin gerek kendi ülkesinde gerekse di-

ğer ülkelerde yaşanan toplumsal olgu ve

olayların her birine ilişkin; üstelik özne ve

nesne belirterek, şiirler yazma zorunluluğu

var mıdır? Nedense, bu konuda kimse ev-

rensel bir kavrayışla bakamıyor soruna.

Şairin ideolojisi görmezden geliniyor. Ör-

neğin, şairin bir halka ilişkin yazdıkları; di-

ğer halkların benzer sorunlarını da içere-

bileceği, içerdiği görülmüyor; ya da görül-

mek istenmiyor.

Bağımsızlık dendiğinde, evrensel olarak

karşılık bulur bu. Ulusların kaderlerini be-

lirleme hakkı demek de, aynı genişlikte dü-

şünülür, düşünülmeli; çünkü kuramsal bir

doğru olarak, öyledir. Bu doğrultuda, açık-

layıcı ve doğrulayıcı nice örnek veri-

lebilir.

Günlük konuşmalarda,

Nâzım Hikmet’in Kürt tari-

hine uzak durduğu ve şiir-

lerinde Kürtlere yer ver-

mediği kimilerince sıkça

dillendirilir; hatta, bu ne-

denle Nâzım Hikmet’e

duyulan öfke dile getirilir.

Ermenilerden söz et-

mediği, bunun önemli bir

eksiklik olduğu da söylenebi-

liyor. Oysa Nâzım Hikmet’in

hangi yapıtına bakılırsa bakılsın,

insandan; halkların ve ulusların özgürlü-

ğünden yana olduğu ve bu yaşamı boyunca

bunun savaşımını verdiği görülür; çünkü an-

tiemperyalisttir. Bu genişlikte bakılmayın-

ca Nâzım Hikmet ‘in dünya halklarına ilgi-

siz kaldığı söylenebiliyor. Oysa, adları geç-

mese de; Nâzım Hikmet ulusların kaderle-

rini tayin hakkına; ulusların bağımsızlık sa-

vaşlarına sonuna kadar sahip çıkmış, taraf

olmuştur. Çin kurtuluş savaşını o denli iç-

selleştirmeseydi; her halde “Jakond ile Si-

Ya-U”yu yazmazdı. Gene “Benerci Kendi-

ni Niçin Öldürdü?” Hintlilerin İngiliz’lere

karşı verdiği bağımsızlık savaşının destanı de-

ğil midir? Nâzım, “Taranta Babu’ya Mek-

tuplar”daki şiirlerinde ise Afrika ulusal

kurtuluş savaşları anlatılır. Ayrıca, onlarca

şiirinde; “Kız Çocuğu” şiirinde olduğu gibi

emperyalist savaşların kıyımlarına karşı çı-

kar; kıyıma uğrayan halkların acısını, öfke-

sini dile getirir. “Şeyh Bedreddin Desta-

nı”nda anlatılan halk hareketi; dünya halk

hareketleriyle örtüşür. “Kuvâyi Milliye”

destanı ise; Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleşti-

ren Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’iyle...

Anadolu insanını anlatır. Bu bağlamda, şu

dizeler yeterince açıklayıcı olsa gerek:

“Onlar ki toprakta karınca,Suda balık,

havada kuş kadarçokturlar;

korkak,cesur,

câhil, hakîm

ve çocukturlar ve kahreden

yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceralarıvardır.”

Bu dizelerde tanımlanan, bir anlamda,

dünya halklarıdır. Sanatı, şiiri bu evrensel

kavrayıştan yalıtmak; ister istemez, yanlış so-

nuçlara götürecektir. Ne yazık ki

öyle de olmaktadır. Yoksa

Nâzım Hikmet ‘in Kürt

halkına, Ermenilere

karşı duyarsız kaldı-

ğı söylenmezdi.

Oysa, toplumsal

konumu ne olursa

olsun Türkiye’de

yaşayan herkes,

onun “Memleke-

timden İnsan Man-

zaraları” (MİM) kita-

bında, eksiksiz yer almış-

tır. Böyle olduğu için, ger-

çeklikle yüklü; bir insanlık manz-

arası sunar okuyucuya. Aşağıdaki dizelerden

bile kolayca anlaşılır bu. Söylendiğinin ak-

sine özellikle Kürtlerden söz eder bu şiirde,

onları sahiplenir; onlara ilişkin hoş olmayan

algıları da, ironik bir dille eleştirir ve düzeltir:

“ -biz Aydınlıyız bayan hemşire. Köylüyüz. Gedikli jandarma başçavuşudur

Perihan’nın babası. Zaten benim de teyze oğlum olur. Hüsnü ÇavuşMallarımız ele gitmesin diye evlendirdik. Onun gözü başkasındaymış

anası zorladı. Hüsnü Çavuşla on beş yıl, bayan hemşire,

kalmadı gezmediğimiz yer.Karadeniz’de içinde Lazların,

şarkta Kürtlerin arasında. Kürtlere kuyrukluderler

yalan. Kuyrukları yok.Yalnız çok âsi, çok fakir insanlar. Zenginleri de var

ama az.

Beyleri...”Görüleceği üzere Kürtlerin

yoksullukları dile getiriliyor; ayrı-

ca ‘âsi’ oldukları söylenerek Kürt

ayaklanmalarına gönderme yapı-

lıyor, Kürtlerin az olan zenginleri,

beyleri de işaretlenerek, sınıfsal so-

run da ortaya konuyor. Bu kavra-

yışını tamamlayan başka dizeler de

var Nâzım Hikmet’te. Örnek:

“Ve şarktaakrepleri, toprak koğuşları, karpuzlarıyla ünlühapishanedeHalil’in üstüne uşaklarını saldırttıKürt beylerive beline inen odunla devrilmeden önce Halil

aynı rahatlıkla yardı üçünün kafasını.”

MİM’de, Kürtlerin feodal iliş-

kileri, bu toplumsal yapının aç-

mazları da ortaya konur. Dizelerdeki yer

ise Diyarbakır ve hapishanesidir. Görüle-

ceği üzere Nâzım Hikmet şiirlerindeki ge-

nellemelerle özel olanın açığa çıkmasını

sağlamıştır. Özetle; Nâzım Hikmet’in,

dünya halklarına ve Kürt halkına karşı du-

yarsız kaldığı, kesinlikle söylenemez. Za-

ten, Sorbon Üniversitesi Kürt Dili Profe-

sörü Kürdolog Kamuran Ali Bedirhan’a

yazdığı bir mektupta Türkiye halkları ko-

nusunda yorum gerektirmeyen bir açıklıkla

düşüncelerini ortaya koyuyor. Bu mektu-

bun içeriğini oluşturan sosyalistçe kavra-

yışı görmemek olmaz. Yoksa Nâzım Hik-

met’e yapılan haksızlık hep devam eder.

Mektup şöyle:

“Kökleri yüzyılların derinliklerine da-

lan tarihiyle, kültürüyle Kürtlerin önem-

li çoğunluğu Anadolu’nun bir parçasında

yaşar. Anadolu’nun öbür parçalarında ya-

şayan Türk Milletini, Kürt Milleti kardeşi

sayar. Her iki millet, Türk ve Kürt dere-

beylerinin Osmanlı imparatorluk idare-

sinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır,

Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan son-

ra ise her İki millet emperyalizme karşı tek

bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anado-

lu Milli Kurtuluş Hareketi yalnız Türkler

için değil, Kürtler İçin de tarihlerinin en

şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıl-

larının, sonradan Türk idarecilerince ya-

sak edilen en unutulmaz türkülerinden

biri “Vurun Kürt uşağı namus günüdür”

diye başlar.

Anadolu’ da yaşayan Türklerle Kürt-

ler’ in arasına nifak sokmak isteyen geri-

ci, sömürücü, karanlık kuvvetler, emper-

yalizmle el ele vererek halklarımızı daha

kolayca ezmek istiyorlar, Kürt ve Türk

halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşama-

ya varmak için derebeylerine, kara kuv-

vetlere, şehir ve köy ağalarına, gericilere,

ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve milli

haklarını inkâr edenlere, halkları birbiri-

ne düşürüp sırtlarından rahatça geçinen-

lere, emperyalizmin uşaklarına" karşı yü-

rüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının

zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiy-

le kazanılır. Ancak böyle bir elbirliğiyle kar-

deş iki millet hürriyete, milli ve insani hak-

larına kavuşabilir.”

Kısacası, hangi ulusa ilişkin yazmış

olursa olsun, Nâzım Hikmet ‘in dünya gö-

rüşü, evrensel kavrayışı, ideolojik yapı-

lanması nedeniyle; yazdıkları, diğer halk-

lar gibi, Kürt halkını da içermektedir.

Nâzım Hikmet’in Ermenilerden söz

eden “Akşam Gezintisi” şiiri de olmasay-

dı; ne kaybederdi şairliğinden? Durduğu

yer; onun, evrensel insanî doğrulara sonuna

kadar sahip çıktığını kanıtlamıyor mu? Mo-

zambikli, Eritreli, Şilili, Filistinli... deme-

di diye yargılayıp yok mu sayacağız Nâzım

Hikmet ‘i? Sanırım, şiirlerdeki gizli tarihi

doğru okumak gerek. Ancak o zaman im-

gesel bir dünya olan şiirler doğru anlam-

landırılabilir. Bu arada, şiirlerin gereksin-

diği okuma ediminin özellikli olduğunu da

anımsamakta yarar var.

Bir de 1980 Şairler kuşağından Nâzım

Hikmet’in şair olmadığını söyleyen zaval-

lılar var. Düşüncelerini açıkça yazsalar da

hesaplaşsak ne iyi olurdu.

Hangiulusa ili�kin

yazm�� olursa olsun,Nâz�m Hikmet ‘in dünya

görü�ü, evrensel kavray���,

ideolojik yap�lanmas�nedeniyle; yazd�klar�,

di�er halklar gibi, Kürt halk�n� daiçermektedir

VEYSEL ÇOLAK

Ölümsüzlü�ünün Ölümsüzlü�ünün 50. Y�l�nda

Nâzım Hikmet şiirindedünya halkları ve Kürtler

Page 7: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

Cemal Süreya’nın “99” Yüz adlı kita-

bını Aydınlık-Kitap okurlarından bil-

meyen hemen hemen yoktur. Bir port-

reler/izdüşümler galerisidir “99 Yüz”.

Kaynak Yayınları’nın Ocak 1991’de

yayımladığı kitaba yazdığı önsözde

Doğu Perinçek, Cemal Süreya’nın baş-

langıçta 99 portrede bırakmayı düşün-

düğünü belirtir. Cemal Süreya, Ec-

evit’i yazmayı eski şeyleri yinelemek is-

temediği için erteler. Sondan bir önce-

ki portre ise Evren olacaktır. Yazının

başlığı bile hazırdır: Yılan Paşa. (Ce-

mal Süreya Evren’in yılan anlamına

geldiğini söylermiş).

Son izdüşüm Doğu Perinçek ola-

cakmış. Yazacağı bu izdüşümden soh-

betlerinde de söz eden Cemal Süre-

ya’nın … bir de bir Aşil benzetmesi

var…

Sohbetlerinden birinde şöyle diyor:

“Doğu, sen Aşil’sin. Sende sihir var,

vuramazlar. Ancak topuğundan vura-

bilirler seni”. (Age, s. 11).(1)

Cemal Süreya bu izdüşümü yaza-

madan ayrıldı aramızdan.

B�R AYA�I AKSAK TÜRK A��L’�

Yazabilmiş olsa ortaya nasıl bir

portre çıkacağını bilemeyiz. Aşil ben-

zetmesine bakarak, yalnızca bazı tah-

minlerde bulunabilir, izdüşümün bu

benzetme etrafında gelişeceğini ileri

sürebiliriz belki bugün ancak. Doğu

Perinçek’i düşününce doğrusu bu imge

birçok açıdan çok yerinde ve özgün bir

buluştur.

2007 Genel Seçimleri sırasında Ay-

dınlık Dergisi’nde Doğu Perinçek ka-

pağı yaptığımız günlerde, kapak kapsa-

mında düşünmüştük bir Doğu Perinçek

portresi yazmayı. Sonra vazgeçildi bun-

dan. O zaman da yazıya Cemal Süre-

ya’nın Aşil imgesiyle başlamayı kur-

muştum. Bütün bir Almanya’yı bisiklet-

le dolaşan bir ayağı aksak genç “Türk

Aşil’i” de, benim bu imgeden geliştirdi-

ğim bir ek imge olarak yer alacaktı o

yazıda./“99 Yüzü” ilk okuduğumdan bu

yana aklımdan çıkmayan bu özgün

imge çok etkilemiştir beni.

“�Ç O�UZ’UN MÜLKSÜZ O�LU”

Hüseyin Haydar “Doğu Nerede”

adlı şiirinde birçok imge yaratmıştır.

Ben bu şiirden söz ettiğim bir yazıda

“Doğu”yu Alp Er Tunga Destanı ve

onun kahramanıyla ilişkilendirmiştim.

Bana kalırsa, şair böyle bir şeyi hiç dü-

şünmemiş de olsa, “Doğu Nerede” şii-

rinin kahramanı “Doğu”, Alp Er Tun-

ga’nın günümüzdeki tezahürüydü bu

şiirde: Çağdaş Alp Er Tunga! İranlıla-

rın –Firdevsi’nin,- “Şehname”de ken-

disinden uzunca söz ettiği Türk hakanı

Efrasiyâb…

Yusuf Has Hacip “Kutadgu

Bilig”de, Kaşgarlı Mahmut “Dîvân-ü

Lügât’it Türk”te ve Ali Şir Nevai de

“Tarih-i Mülûk-i Acem”de söz ederler

Efrasiyâb’dan.

Hüseyin Haydar’ın, geçenlerde Ay-

dınlık’ta yayımladığı “Silivri Hasdal

Kıtaları” şiirinin “İç Oğuz’un Mülksüz

Oğlu” başlıklı 4. kıtasında Cemal Sü-

reya’nın tersine Hektor’a benzettiği

Doğu ise, “Orada, iç denize bakan

adam”dır, bir yandan da “sol eliyle çı-

karmaktadır, sağ omuzundaki oku”…

Eski kahramanların imgesinden

yeni kahraman imgeleri, eski destan-

lardan yeni destanlar yaratmak şairle-

rin yüzlerce yıldır yapa geldikleri bir

çeşit güncelleme çalışmasıdır:

Edebiyatta da eski bilinmeden yeni

yaratılamaz.

Ama yine de, hâlâ o görüşteyim

ben. Ne Hektor, ne Aşil; Doğu Perin-

çek, Alp Er Tunga’dır. Ama ille de to-

puğa vurgu yapacaksak, benim imgem

“Türk Aksağı”…(2)

52 K�TAPSalt Aydınlıkçılar içinde değil, en

sağından en soluna tüm Türk siyasetçi-

leri içinde en çalışkanı odur. Gazete ve

dergi sayfalarındaki binlerce makale

şurda dursun, “Türkiye Solu ve PKK”

ile ulaştığı 52 kitap, dünya siyasetinde

de kırılması güç bir rekordur.

Türkiye’de hiçbir siyasetçi sanat ve

edebiyatı onun kadar bilmez. Fakat o,

bir edebiyat eleştirmeni kadar –yer yer

hatta daha da fazla- edebiyat bilgisi,

beğenisi ve görgüsüne sahiptir. Bunlar

kitap ve makalelerinde merbuttur.

Anayasa hukuku konusuna onun kadar

vakıf Anayasa hukukçusu da yoktur.

Dil konusundaki çalışmaları ise, taa

“Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek”ten

beri gelen bir şey. Aydınlık Dergisi’nde-

ki benzersiz dil yazılarını yazan o idi. O

günlerde imza atmadığı bu yazıları şim-

di “Rota”da sürdürmesi, Türkçenin kö-

kenleri ve diğer dillerle olan ilişkisine

yapılmış çok önemli katkılardır.

Doğu Perinçek’in Aydınlık Dergi-

si’nde birlikte çalıştığımız dönemde

tek bir toplantıya olsun geciktiğini gör-

medim ben. Her toplantıya dergiyi

baştan sona okumuş, notlar almış, ge-

lecek sayı için öneriler hazırlamış ola-

rak gelirdi. Hem de başlık ve alt başlık

önerileriyle birlikte… Türkiye’de Şina-

si’den bu yana yetişmiş on büyük gaze-

teci varsa, onlardan biri Doğu Perin-

çek’tir. Beş büyük gazeteci varsa, be-

şinden biri de mutlaka odur…

Bir gazetecinin büyüklüğü neyle öl-

çülür? Yetiştirdiği gazeteci sayısıyla

mı, yayımladığı dergi-gazete sayısıyla

mı, yaptığı gazeteciliğin yarattığı top-

lumsal-siyasal-kültürel etkiyle mi, yok-

sa yazdığı makale sayısıyla mı? Bunla-

rın dördü de Doğu Perinçek’te fazla-

sıyla var!

“TÜRK AKSA�I”Çıra gibi yanan gözleriyle inanıp

savunduğu görüşlere anlam üstüne an-

lam katan bir Doğu Perinçek imgesi…

Yargılanan değil, yargılayan bir

Doğu Perinçek imgesi ki, o savunma

şimdiden tarihe mal olmuş bir milli

hukuk ve milli siyaset belgesidir.

Hücresinde okuduğu kitaptan başı-

nı kaldırıp o işlek el yazısıyla notlar

alan bir Doğu Perinçek imgesi.

Gönderilmiş her mektuba cevap

yazan münşi.

Kuşlara, çiçeklere, böceklere selam

veren adam. Bir çocuk kadar saf; ina-

nır söylediklerine, çünkü kendi gibi

doğru bilir herkesi.

Bilge ve aydın.

Yiğit ve öncü.

İki asrın en büyük Türk devrimcisi.

Uzun soluklu dalgıç,

yorulmaz maratoncu.

Çakır gözlü zeybek.

Yanık tenli bozlak.

Köroğlu koçaklaması.

Kökleri Orta Asya bozkırlarına

uzanan “Türk aksağı” –ki bunların her

biri ele alınıp ayrı ayrı yazılacak izdü-

şümlerdir,-

gelip gelip sanki Doğu Perinçek’te

vücut bulmuştur.

İşte bu yüzden o ağırlaştırılmış mü-

ebbet, ancak suçunu soranları korkutur.

Yerimiz bitti ama, izdüşüm bitme-

di. Bir yazıyla bitecek bir portre değil

elbet yedi düvele kafa tutan adamın

portresi. Yazının başlığı da zaten, işte

bu nedenle uvertür.

(1) Ölümlü bir baba ile bir tanrıçanın

oğlu olan, eski Yunan mitoloji kahraman-

larından Aşil’i –Akhilleus,- doğduğunda

annesi ölümsüzlük nehrinde yıkarken sol

topuğundan tutarak suya batırmıştır. O sı-

rada Zeus’un gelmesiyle topuğu dışarıda

kalır. Tümüyle ölümsüzlük kazanamayan

Aşil’in yalnızca topuğundan vurulursa öle-

ceğine inanılır. Truva savaşlarında teke tek

döğüşte Hektor’u öldüren Aşil, Paris’in ze-

hirli okuyla topuğundan vurularak öldürü-

lecektir.

(2) Ulusal müziğimizdeki yaygın usûl-

lerden olan ve bir nim sofyan ile bir semai-

den oluşan bu usül, tarihte binlerce yıl

içinde binlerce kilometre yol yaptı. Bugün-

kü makam zenginliğine Anadolu’da ulaştı.

Klasik ve halk müziğimizde bu usülde çe-

şitli makamlarda yüzlerce eser bulunmak-

tadır. Geçen hafta sözünü ettiğim “Vardar

Ovası” türküsü de bu usülde ve hicaz ma-

kamındadır.

ÇAKIR GÖZLÜ ZEYBEK, YANIK TENLİ BOZLAK…

Doğu Perinçek için uvertür

30 A�USTOS 2013 CUMA 7Aydınlık KİTAP

MECİT Ü[email protected]

GÜLDEN TERAZİ

Silivri Cezaevi, 2013

Page 8: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Otuz yıldır Türkiye’nin başat gündem

maddelerinden biri olmaktan düşmeyen

PKK’nin Türkiye Solu tarafından tahlil

edilmesi sürekli “sıkıntı” yaratmıştır.

Bu sıkıntının bir yanında, PKK’nin elin-

deki şiddet gücünün tehdit ve şantaj kur-

gulama kapasitesi yer alıyorsa, terazinin

diğer kefesinde ise, PKK ile birlikte gö-

rünmekle elde edilebilecek sözüm ona

‘avantajların’ yarattığı sarhoşluk yer alır.

İthal ‘kitlesellik’, kolayca elde edilen

maddi kaynaklar, siyasette kavuşulan

sanal ağırlık gibi, PKK ile işbirliği yapan

sözde aydın veya grupların bir dönem

elde ettiklerini sandıkları ve tersi du-

rumda hiçbir zaman sahip olamayacak-

ları ‘avantajlar’ pek çok sosyalist örgüt-

lenmenin sonuçta kendi varlığının dahi

sorgulanmasına yol açan bir ‘sıkıntı’nın

kaynağı olmuştur.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Pe-

rinçek ve temsil ettiği siyasi hareket,

PKK’nin çıkışından itibaren bedel öde-

yen bir ‘sıkıntı’nın muhatabı oldu. Emek-

çi sınıfların birliği ve demokratik devri-

min temel rotası olan anti emperyalizm

duruşlarından taviz vermeyen Perinçek

ve arkadaşları, PKK’nin varlığı nedeniyle

Türkiye’de en ağır bedelleri ödemek

zorunda bırakıldılar.

Onlarca parti üyesi PKK tarafından

katledildi. Doğu Perinçek’e ve başka

parti yöneticilerine karşı kurulan kom-

plolarda PKK bağlantısı ortaya çıktı.

Kontrgerilla ve PKK, deyim yerindeyse,

Perinçek ve arkadaşlarını engellemek, tu-

zağa düşürmek ve katletmek için şeyta-

ni bir ittifak içerisindeydi. 70’li yıllardan

bugüne süregelen bu mücadelenin izle-

rini şimdi, bizzat Perinçek’in kaleminden,

‘Türkiye Solu ve PKK’ adıyla yayımlanan

son kitabından sürüyoruz.

SOSYAL�ZM VE M�LLÎ MESELE

Milliyetler meselesi üzerine prog-

ramatik düzeyde ilk çalışmaları ortaya

koyan Doğu Perinçek’in temsil ettiği ve

bugün İşçi Partisi ile vücut bulan siyasi

geleneğin teorik çalışmalarının dünya

sosyalistlerinin deneyimleri ve teorik

birikiminden azami oranda faydalandı-

ğı kitabın ilk bölümünde ve özellikle de

5. bölümünde ortaya konuyor.

İnsanlığın özgürlük ve eşitlik müca-

deleleri içerisinde “millî mesele”nin ta-

yin edici bir rolü olduğunu ve bu rolün

emperyalizmin sosyalizme ve ezilen ül-

kelere karşı saldırısıyla yakından ilgili ol-

duğunu anlıyoruz. Ezilen dünyanın ve

sosyalist ülkelerin emperyalizme karşı

mücadelesinin bir parçası olmayı red-

deden millî hareketler önünde sonunda

emperyalizmin ‘enstrümanı’ haline ge-

liyor. Kimi hareketler bunun farkına

dahi varmıyor. Kimileri ise, Abdullah

Öcalan örneğinde olduğu gibi, “gönüllü

olarak… ABD ve NATO güvencesinde”

sürgüne dahi gitmeye razı olacak kadar

‘araçsal’laşmıştır! Abdullah Öcalan, ko-

numuna “araçsal bir değer biçilmesini an-

lamlandırırken”, aslında emperyalizmin

emrinden çıkmayacağına dair yemin et-

mektedir.

Bu durumda ise, şiddeti temel mü-

cadele yöntemi olarak benimseyen bir

hareketin amacı özgürlük ve eşitlik için-

de yaşamak değil, emperyalizmin saldı-

rıları karşısında hedef ülkenin hareket

alanını kısıtlamak olarak şekilleniyor.

Dünya sosyalistlerinin edindiği bu de-

neyimi Türkiye’nin de yaklaşık 30 yıldır

özdeneyimi ile yaşıyor olması, bu tes-

pitleri daha da anlamlı kılıyor.

LEN�N’�N ‘ZAYIF HALKA’TEOR�S�

“… emperyalizm tahlilinden hare-

ketle Lenin, artık Marx zamanındaki dev-

rim teorisinin geçerli olmayacağını sap-

tadı. Devrim, 19. yüzyıldaki gibi ülke için-

deki sınıfsal kamplaşmaların bir ürünü

olmayacaktı. Devrim, artık emperya-

lizm ile sömürdüğü ülke arasındaki çe-

lişmenin çözülmesiydi.” (s. 144)

Lenin bu saptamaya bağlı olarak, dev-

rimin “emperyalizmin en zayıf halka-

sında” gerçekleşeceğini öngörür. Em-

peryalist sistemi merkezden periferiye

doğru siyasi, askeri ve ekonomik ba-

ğımlılığın görecelileştiği bir zincir hal-

kaları olarak tarif eden Lenin, devrimin

de bu zincirin en zayıf halkasında müm-

kün olabileceği saptaması yapar.

Ancak, Türkiye Solu’nun bir kısmı,

Lenin’in teorik çalışmalarını dikkate al-

maz ve Lenin’i inkâr edercesine, 19.

yüzyılın teorileri ile 20. hatta 21. yüzyılı

açıklamaya ve yorumlamaya kalkışırlar.

“Sosyalist Solun PKK konusundaki yan-

lışlarının hepsi, Lenin’in ispatlanmış

olan dünya tahlili ve devrim teorisinin

reddine ve emperyalizmin kuyruğuna ta-

kılan 2. Enternasyonal döneklerinin teo-

rilerinin kabulüne dayanır.” Halbuki,

“dikkate almadıkları gerçek şudur: Ezi-

len Dünya ülkeleri içindeki etnik ve

mezhepsel savaşları bizzat İngiltere ve

ABD gibi 20. yüzyılın büyük emperyalist

devletleri tezgâhlamışlardır.” (s. 145)

Öte yandan, küreselleşme adı verilen

büyük emperyalist saldırının en temel ta-

leplerinden biri de, 20. yüzyılda ezilen

dünyanın en büyük kazanımı olan ulus-

devletleri ortadan kaldırmaktı. Nite-

kim, Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğ-

rafya için hazırlanan “Büyük Ortadoğu

Projesi”nin önde gelen hedefinin ulus-

devletleri yıkmak ve yerine kukla yöne-

timler yerleştirerek bölgeyi kontrol etmek

olduğu, özellikle de “Arap Baharı” ile

birlikte yaşananlar değerlendirildiğinde,

tartışmaya gerek bırakmayacak açıklık-

ta önümüzde duruyor.

Ülkemizde ulus-devlet, Cumhuriyet

Devrimi’nin kazanımları, millet varlığı-

nı ve birliğini ifadeden her şeyi topyekun

“mücadele listesi”ne alan Türkiye Solu,

Perinçek’in tanımıyla “temiz niyetli” ol-

salar da, BOP saldırısının “araçsallaştı-

rılan” unsurları olmaktan kurtulamı-

yorlar.

GER�C� M�LLET OLUR MU?“Kimi zamanlarda milletlerin, ka-

vimlerin kendileri gerici konumlara dü-

şebilmişlerdir. Bu bir tarih gerçeğidir.

Sosyalistlerimizi belki daha kolay ikna

edebiliriz umuduyla belirtelim, Marx

da Lenin de, başka büyük devrimciler de,

bazı durumlarda “gerici halklardan”,

PERİNÇEK, SOLUN SINAVINI MERCEK ALTINA ALIYOR: TÜRKİYE SOLU VE PKK

KAPAK

Türkiye Solu ve PKK, Do�u Perinçek,

Kaynak Yay�nlar�, 221 s.

ALİ RIZA Ö[email protected]

Kürdümüzle birlikteözgürleşmek

Cizre Mitingi 1991

Page 9: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP

“emperyalist işbirlikçisi milletler”den,

“emperyalist milletler”den söz etmiş-

lerdir. Ezen-Ezilen Millet kamplaşma-

sının kendisi, bu saptamayı içerir. İngi-

liz milletinin, Alman milletinin, ABD

milletinin düştüğü konumları, insanlık

kendi pratiğinde gördü.” (s. 149-150)

Çağımızın ayrışma kriterleri açısından

değerlendirecek olursak, ezilen millet-

lerin emperyalizmle çatışmalarında sal-

dırgan güçlerin yanında yer alan, hatta

emperyalist saldırganların gönüllü as-

kerliğini yapmaya kalkışan halkların

“gerici halklar” arasında sayılması ge-

rekir. Yani, sadece ezilen dünyanın sö-

mürüsünden pay alan emperyalist ülke-

lerin milletleri değil, aynı zamanda ezi-

len dünya içerisinde yer alsa da, siyasi ko-

numu ezenlerin dünyasında ifade bulan

milletlerin de gerici milletler tanımını

hak ettiğini söylemek mümkündür.

“Ermeni ve Kürt milliyetçiliğinin ta-

rihleri ise, emperyalizmle işbirliği tari-

hidir. Bu da acıdır, ama bir gelenektir.”

(s. 150) Türkiye’nin eşitlik ve özgürlük

mücadelesiyle bütünleşmeyen ve ayrı-

lıkçılığı dayatan bir milliyetçi hareketin

ezilen dünyanın gelecek ütopyasında

kendisine yer açması imkânsızlaşır. Hat-

ta, bizzat Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği

gibi, tersine kendi ‘araçsal’lığını sadece

Türk milletine dayatmakla kalmaz, üs-

telik Ortadoğu’nun diğer mazlum halk-

larına karşı da ‘genişletmek’ yönünde su-

nabilir.

DÜNÜ VE BUGÜNÜ �LE PKKDoğu Perinçek PKK’nin tarihini 7

farklı döneme bölerek inceliyor. 1980’e

kadar olan dönem Gladyo’nun göz yum-

ması ile devrimci örgütlere terör uygu-

lanan dönem olarak ele alınıyor. PKK’nin

sadece sol ve devrimci örgütlere karşı şid-

det uyguladığı dönem, Kontrgerilla’nın

“böcek yiyen böcekler” teorisinin uygu-

landığı dönemdir. Yüzlerce devrimcinin

bu dönemde PKK tarafından katledildiği

biliniyor. PKK’nin bu dönemde MİT ve

Kontrgerilla denetiminde yönlendirildiği

Abdullah Öcalan’ın ifadeleriyle, artık ke-

sin olarak biliniyor.

Perinçek 1980 ile 1991 arasındaki

ikinci dönemi, Hafız Esad’ın istihbarat

örgütü Muhaberat tarafından kontrol

edildiği dönem olarak tanımlıyor. Mu-

haberat tarafından kullanılmayı gönül-

lü kabul eden Öcalan, bu durumu Taner

Akçam’a şöyle ifade ediyor: “Beni kul-

lansınlar, çok önemli değil. Bana birkaç

yıl lazım.” (s. 29) Gerçekten de, Suriye

yönetimi ABD’nin Türkiye üzerinden

Müslüman Kardeşler’i ülke içindeki kış-

kırtmalarda kullanmasına karşılık, ayrı-

lıkçı terör ile Türkiye’yi vurmayı hesap-

lamıştı.

Perinçek bu dönemde PKK’nin daha

ABD güdümünde olmadığını altını çi-

ziyor. “1980 sonrasında PKK pratiğinin

Suriye denetiminde oluşu, ABD güdü-

münde olmadığını da ifade ediyor. Bu-

rası önemli, çünkü PKK’yi her dönem so-

mut ilişkilerine bakmadan “ABD gü-

dümlü” ilan etmek, bir kısım Türkiye yö-

neticilerinin ve bağnaz milliyetçilerin

kolayına gelmiştir.” (s. 30)

ABD’nin 1991 Ocak ayında Irak’a

saldırması Ortadoğu’da tüm dengeleri alt

üst etti. Artık, bütün bölge büyük bir sal-

dırı tehdidi altındaydı. Ancak, irili ufak-

lı pekçok örgüt de, yeni konjonktörü ‘ta-

rihsel fırsat’ olarak değerlendirdi. Bun-

lardan biri de PKK idi. “Suriye ilişkisi ne-

deniyle 1991-98 arasında PKK bir bakı-

ma iki başlı hale gelmişti. Irak’ın kuze-

yinde, asıl örgütlenme ve silahlı güç

vardı. Bu örgüt, ABD işgal kuvvetlerinin

denetimine girmişti. Abdullah Öcalan ise

Şam’da oturduğu için, Suriye’nin istek-

lerini de uygulamak zorunda kalıyordu.”

(s. 32)

ABD’nin “Öcalan Operasyonu”

özünde, PKK’yi doğrudan ve tamamen

kontrol etmek düşüncesi ile yakından il-

gilidir. Perinçek, 21 Şubat 1999 tarihin-

de, Öcalan Türkiye’ye verilirken

ABD’nin isteklerini şöyle tahlil etmiş

“Bir; Kuzey Irak’ta kukla Kürt devleti-

ne koruyuculuk ve bunun doğal sonucu,

kriz bölgelerinde ABD’nin müdahale

gücü misyonunun benimsenmesi. İki; 28

Şubat sürecinin durdurulması ve ılımlı İs-

lam. Üç; Mafya-Tarikat-Gladyo dikta-

sının sürdürülmesi yoluyla İkinci Cum-

huriyet.” (s. 34)

Perinçek’e göre, 1999 ile 2004 ara-

sında Abdullah Öcalan ve PKK “Ke-

malistlerle Yürüme Dönemi” yaşadı.

Bu dönemin anlatılması, belki de kitabın

en önemli bölümü. Birincisi, ayrılıkçılı-

ğın yerini birlikçi bir tutuma bırakması-

nın örneklerini içermesi nedeniyledir.

İkincisi ise, millî meselenin çözümü-

nün yollarını göstermesi bakımından az

deneyimlerimizden olması nedeniyle.

“Öcalan, 1999-2004 yılları arasında,

“Atatürk Milliyetçiliğini” savundu. Ke-

malist yönetimin Kürt isyanlarını bas-

tırmasını haklı buldu. Çünkü isyancılar

‘gerici’, Kemalist Cumhuriyet ise ‘ileri-

ci’ idi. Hatta Apo, 28 Şubat’ı da destek-

ledi. ABD ve AB’nin Kürt sorununa mü-

dahalesine karşı tavır aldı ve PKK’nin si-

lahlı güçlerinin Türkiye sınırları dışına çı-

karılmasını sağladı.” (s. 44)

Perinçek, 2003 yılında Irak’ın işgal

edilmesi sonrasında PKK’nin tekrar

ABD denetimine girdiği tespiti yapıyor.

“Türkiye’deki işbirlikçi iktidar, kendi

hapishanesindeki ayrılıkçı örgüt lideri-

ni, Türkiye’yi bölme planı uygulayan

ABD’nin eline teslim etmiştir.” (s. 53)

PKK’nin 2006 yılından itibaren AKP

üzerinden uygulamaya konan planların

“araç”ı haline geldiğini gözlemliyoruz.

ABD Türkiye ile ilişkiler tarihinde bul-

duğu en sadık müttefiki aracılığı ile pro-

jesini adım adım gerçekleştirmeye baş-

lamıştır. Bunlardan belki de ilki, PKK’nin

Ortadoğu’daki ‘Kürt Kapanı’na oyuncu

olarak dahil edilmesinin önünün açıl-

masıydı. Bunun için öncelikli hedef ise,

ulusal direnç noktalarının ‘elimine’ edil-

mesiydi. TSK’nin sistemli olarak itibar-

sızlaştırılmasına yönelik komplolar, Er-

genekon, Balyoz gibi davalar, ulusal di-

renişi temsil eden aydın ve siyasetçilerin

tutuklanması vs. Türkiye’nin ulus-devlet

direncini kırmak hedefli organizasyonlar

olarak ortaya çıktı. PKK’ye çizilen “yol ha-

ritaları” artık ABD’de tasarlanıp Türki-

ye’de uygulamaya konuyordu. “Öyle bir

‘yol haritası’ ki, ABD, AB, Abdullah

Gül, Abdullah Öcalan, TÜSİAD, TESEV,

“sivil toplum” dönekleri, Barzani, Tala-

bani, cümbür cemaat tam kadro mevcut.”

(s. 65)

M�LLÎ MESELEN�N ÇÖZÜMÜ:M�LLÎ B�RL�K

Kürt milliyetçiliği tarihsel olarak,

ayrılıkçılığı dayatmasıyla emperyalizme

karşı eşitlik ve özgürlük talebini sekte-

ye uğratan bir karşı-devrim enstrümanına

dönüştü. Ezilenlerin dünyasında bir ge-

lecek aramak yerine, emperyalistlerin

bölge ülkelerine ve en çok da Türkiye’ye

karşı şantaj ve baskı kurmak için kul-

landıkları “hizmetkâr” olmayı kabul-

lendi. Böyle yaparak, en çok da Kürtle-

re zarar verdi. Halkların komşularıyla

düşmanlık içerisinde bir gelecek kura-

mayacakları gerçeğini ıskaladı. Halbuki,

Kürtlere en gerekli dostluklar, komşu-

larından gelecekti.

Peki, her şey için çok mu geç kalın-

dı?

Perinçek’e göre, hayır. Hiçbir şeye geç

kalınmış sayılmaz. Hele ki, Türkiye’nin

emperyalizme karşı verdiği eşitlik ve

özgürlük kavgası söz konusu ise…

“Halk hareketiyle ortaya çıkan Cum-

huriyet Hükümeti seçeneği, çok hızlı bir

süreçte Hakkâri’den Siverek’e kadar

Kürdümüzün de umudu olacaktır. Çün-

kü Türkiye’nin bağımsızlık ve özgürlük

hareketi, tarih boyunca Kürdümüzü ku-

caklamış ve bağrına basmıştır. Kürdümüz

de tarih boyunca Türkiye’nin bağımsız-

lık ve özgürlük mücadelesinin dışında

kalmamıştır.”

“Kimi solcularımız sanıyorlar ki,

Kürdü etkilemenin yolu, PKK’nin ta-

leplerine ortak olmaktır. Büyük yanılgı-

dır ve emperyalizmin cephesine giden

yoldur!

Bugün Kürdümüz için en değerli

şey, birliktir. Biz Kürdümüzle birlik ha-

linde özgürlüğe ve zenginliğe yürüme ka-

rarındayız.”

KAPAK

Page 10: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Geçtiğimiz haftalarda depremi bir kez

daha hatırladık. 17 Ağustos 1999, bazıla-

rımızda derin yaralar, bazılarımızda sıy-

rıklar bıraktı. Ama hiçbirimizi es geçme-

di. Tam da bu günlerde Alakarga Yayın-

ları tarafından “Fay Boşluğu” adlı kitap ya-

yımlandı. Bu kitap ‘depremden nasıl ko-

runuruz’ temalı bir kitap değil, Türk öy-

kücülüğünde yüzlerce metin arasından

ayıklanıp çıkarılmış bir deprem öyküleri

derlemesi. İçinde Nezihe Meriç’ten Hali-

karnas Balıkçısı’na, Ömer Seyfettin’den

Bilge Karasu’ya 27 yazarın öyküleri yer alı-

yor. Biz de bu titiz derlemeyi hazırlayan Ka-

dir Yüksel ile bir sohbet gerçekleştirdik. Ve

kitabın telif haklarının bir kısmının

AKUT’a bağışlandığını belirtmeliyiz. Bu

vesileyle biz de AKUT’un yolunu tuttuk ve

kurucusu Nasuh Mahruki ile AKUT ve

deprem üzerine konuştuk.

“Fay Boşluğu” kitabı edebiyatımızdaönemli birçok yazarın deprem ile ilgili öy-külerinin derlenmesi ileoluştu, bu fikir neredendoğdu?

Öncelikle ben doğ-

ma büyüme İzmit’liyim.

1999 yılındaki büyük

Gölcük depreminde de

İzmit’teydim. Depremin

tam içindeydim. Çok şey

yaşandı, bugün bile gö-

zümün önünden gitme-

yen şeylere tanıklık et-

tim. Çok zor günlerdi. O

zamanlar yayımladığım

bir öykü dergisi vardı:

“Üçüncü Öyküler”.

Dergide bir deprem

özel sayısı yapmak için

depremi yaşayanlardan

öykü yazmalarını iste-

dim. Elbette çok zordu o

kötü günlere tanıklık et-

miş yazar dostlarımın

öykü yazmaları. Gene de yazılabilen öy-

külerle bir özel sayı oluşturduk. O günden

sonra okuduğum deprem öykülerini bir

kenara not almaya başladım. Birkaç yıl

sonra da böyle bir derleme hazırlamaya

giriştim. Boynumda bir borç gibi asılı du-

ruyordu bu derleme.

Büyük bir tarama ve eleme sürecigerçekleşti elbette öyküleri belirlerken, bu

süreci biraz anlatabilir misiniz?İki yıla yakın bir sürede ulaşabildiğim

bütün öykü kitaplarını taradım. Şöyle söy-

leyeyim, Samipaşazade Sezai’nin öyküle-

rinden bugüne kadar yayımlanan öykü ki-

taplarının listesini aldım önüme ve çoğu-

na ulaştım. Eski TDK’nın öykü özel sayı-

sında ve Adam Öykü’nün ilk sayılarından

birinde yer alan öykü kitapları listelerine

farklı kitaplardan edindiğim yazar adları

ve kitapları da ekleniyordu. Sahaf sahaf do-

laştım İstanbul’da, edebiyatçı dostlarımın

kitaplıklarına daldım. Üniversite kitap-

lıklarından soruşturdum. Aslında bir ya-

nıyla deprem öyküleri ararken bir yanıy-

la da öykücülüğümüzün tarihsel gelişimi ta-

rıyordum. Çok şey kazandırdı bana.

Bir de ülkemizde gerçekleşen dep-

remlerin listelerini çıkardım. Özellikle yı-

kıma yol açan büyük depremleri sıraladım.

O tarihlerde ve hemen ertesi yıllarda ya-

yımlanan öykü kitaplarını daha bir dikkat-

li inceledim. Bu da doğru bir yöntemdi, çün-

kü o dönemlerde öyküler yazıldığını gör-

düm. Özellikle 1999 depremi sonrasında

daha önceki yıllarda yazılanlardan daha çok

deprem öyküsü yazıldığını söyleyebilirim.

Bu derleme elbette

bulduğum bütün öyküleri

içermiyor. Altmışa yakın

öykünün içinden seçti-

ğim yirmi sekiz öykü yer

alıyor. Öyküler ardı ardı-

na okunduğunda, önce-

siyle, sarsıntısıyla, sonra-

sıyla, tortularıyla depre-

min bütün aşamalarının

görülebilmesini istedim.

Öyküleri böyle bir anla-

yışla dizdim. Şunu mutla-

ka belirtmek isterim. Sait

Faik’in bir öyküsü vardı ve

yeni yayımcısının ilgisizli-

ği nedeniyle izin almakta

güçlük yaşadık, öyküye yer

veremedik. Çok istememe

karşın yer veremediğim böy-

le birkaç öykü oldu.

Edebiyatımızın depremvb felaketlere yaklaşımı ge-

nel olarak nasıl tanımlarsınız?Her yanı fay hatlarıyla çevrili bir ülke

için edebiyatımızın depreme yaklaşımının

eksik olduğunu düşünüyorum. Özellikle

1999 depremine kadar bu böyle. 1999 dep-

reminden sonra özellikle genç yazarların öy-

külerinde, romanlarında depreme yer ver-

diğini görüyoruz. Bunun nedeni bence

1999 depreminin yarattığı etkidir. Özellik-

le 1999 depremini televizyonlardan naklen

seyretti tüm ülke, bir de o dönemde oluşan

toplumsal dayanışma çok etkileyiciydi.

Bana ilginç gelen toplumcu düşünce-

deki yazarlarımızın depremin yaşattıklarını

edebiyata, özellikle öyküye çok az yansıt-

maları… 1950 Kuşağı öykücüleri için de

söyleyebiliriz aynı şeyi. Bunun bir eleştiri

olarak algılanmamasını isterim, bu sade-

ce bir saptama.

Bu türden felaketler sonrasında ya-raların sarılmasında edebiyatın payına dü-şen nedir?

Edebiyat maddi yaraların sarılmasına

yarar mı, bilmiyorum? Ama depremin

ruhlarımızda açtığı yaralara etkili olacağını

düşünüyorum. Çünkü 1999 depreminde

tam içinde yaşadığımda gördüm ki, dep-

rem sonrası ruhlarda oluşan yıkımlar da,

maddi yıkımlar kadar acı veriyor. Edebi-

yat, ruhlarımızdaki çöküntüyü, temelin de-

ğil insanın çürüğünü anlatabilmek için

önemli. İnsanın çürüğüne, insandaki çö-

küntüye karşı bilincimizi geliştirmemiz

için önemli. Yaşanan bütün acıları payla-

şabilmek ve çağına tanıklık edebilmek

için önemli…

Kitabın telif hakkının bir kısmıAKUT’a bağışlanıyor, bu nasıl oldu, nedenböyle bir şeye karar verdiniz?

AKUT neredeyse 1999 depremiyle

özdeşleşmiş bir kuruluş. O acı günlerin için-

de yaşamış kiminle konuşursanız konuşun

AKUT’tan ve yabancı kurtarma ekiple-

rinden söz edecektir. Ticari bir kaygıdan

daha çok bir sorumluluk düşüncesiyle ha-

zırladık bu derlemeyi. Bu sorumluluk dü-

şüncemizi toplumda da kabul görmüş,

depremle bütünleşmiş bir kuruluşla pay-

laşmak istedik. Bunu yazarlarımızla pay-

laştık ve hepsinden olumlu yanıt aldık. Bu

da yazarlarımızın depremin acılarını pay-

laşmaya bir katkısıdır.

Kitapta yazarlardan deprem öyküle-ri okuyoruz, peki deprem sizin için ne ifa-de ediyor?

Ne yazık ki ülkemiz deprem gerçeğini

bir türlü kavrayıp çözemiyor. Gerekli ön-

lemleri almış gibi görünüyoruz ama dep-

rem olup bittikten bir süre sonra unutu-

yoruz ve bir sonraki depreme kadar gene

aynı hataları yapıyoruz. Gene imara açıl-

mayacak yerleri imara açıyoruz, gene bi-

nalarımızı sağlam yapmıyoruz, gene bir kat

fazla çıkmanın hesaplarını yapıyoruz, gene

denetimi aksatıyoruz, gene denizleri dol-

duruyoruz… Örneğin bir İstanbul depre-

minden söz ediliyor, ne kadar hazırlıklıyız

böyle bir depreme. Eğer bilim adamlarının

söyledikleri gibi bir deprem gerçekleşirse…

Doğrusu, düşünmek bile istemiyorum ya-

şanacak acıları… Kitabın giriş yazısında da

sözünü etmiştim; beni en çok irkilten söz

“depremle yaşamaya alışmalıyız” sözü.

Ne kadar alışkanlıklar canlısıyız. Neye alı-

şacağız? Depreme! Faya! Binanın çürü-

ğünü, kaçak katları, yapılmayan denetim-

leri, vurgunları bir kenara atalım ve dep-

reme alışalım, öyle mi? Her şeyi tevekkülle

karşılayalım, 7.4 yetmedi mi diye soralım,

kılımızı bile kıpırdatmadan, çare düşün-

meden alışalım yeter ki. İnsanın çürüğünü

sorgulamayalım ama depreme alışalım,

ne güzel? Peki, ruhlarımızdaki depreme

alışmanın kolay olduğunu mu sanıyorsu-

nuz? Deprem olağan seyrinde ilerleyen bir

doğa olayıdır, doğa olayı olarak öldürücü

değildir. Depremi korkunç hale getiren, öl-

dürücü kılan ne yazık ki insanlardır.

DAMLA [email protected]

Fay Bo�lu�u, Kadir Yüksel, AlakargaSanat Yay�nlar�, 320 s.

Ruh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sararRuh yaralarını edebiyat sarar

Kadir Yüksel

Page 11: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Türkiye sizi dağcılık alanındaki faali-yetlerinizle tanıdı. Daha sonra GölcükDepremi’nde AKUT adını duyurdu. Buarama kurtarma ekibi yönelimi neredendoğdu?

1994 yılı Kasım ayında Bolkar Dağla-

rı’nda bir dağ kazası yaşandı. O dönemler-

de ben profesyonel dağcıydım. Türkiye’de

organize bir arama kurtarma takımı yoktu.

Böyle olaylar olduğunda da dağcılar gönüllü

olarak bölgeye gider çalışmalar yapardı. Bu

olayda da öyle oldu. Haberi alınca bütün yet-

kili dağcılar işini gücünü bırakıp bölgeye git-

ti. Çünkü bir seferde iki dağcının kaybından

bahsediyoruz burada. Kaza haberi yayılır ya-

yılmaz Türkiye’nin her tarafından yetkili dağ-

cılarla bölgeye geldik ve arama çalışmalarını

başlattık. İki grup halinde 14 gün aradık ço-

cukları, bulamadık. Birinin cenazesini sekiz

ay sonra bir çoban buldu, diğeri hala bulu-

namadı. Bu olaydan sonra benim de arala-

rında bulunduğum bir avuç dağcı, oturduk,

birtakım toplantılar yaptık ve çeşitli öngö-

rülerde bulunduk gelecekle alakalı. Oradan

iyi bir ders aldık çünkü. Hepimiz iyi dağcı-

larız. O dönemde benden başka altı yedi tane

daha 7000 metrenin üzerine tırmanmış

dağcılar vardı. Ama dediğim gibi arama ça-

lışması sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine ge-

lecekteki olası kazalara hazırlanalım diye-

rek örgütlenmeye karar verdik. 1995 yılı ta-

mamen bu çalışmalarla geçti. Oturduk,

arama kurtarma ile ilgili kimde ne bilgi var

araştırdık. O sırada çok acı bir gerçekle kar-

şılaştık. Biz dağ ve doğa sporlarındaki ka-

zaları araştırırken gördük ki, Türkiye bir do-

ğal afet ülkesiymiş. Birkaç yılda çok ciddi yı-

kımlara yol açan seller yaşanıyormuş, birkaç

on yılda bir kitlesel afete dönüşen depremler

yaşanıyormuş. Bu yüzden düşündük ki,

ekibimizin çalışmalarını sadece dağlarla

doğayla sınırlı tutmamalıyız. İhtiyaç halin-

de gideriz, depremde, selde, her yerde ça-

lışmalar yaparız, dedik. Nitekim 14 Mart

1996 tarihinde de tam bu düşünceyle, dağ

ve doğanın yanısıra, deprem, sel gibi doğal

afetlerde ve büyük kazalarda can kaybını en

aza indirmeyi misyon olarak seçen bir sivil

toplum kuruluşu olarak AKUT Arama

Kurtarma Derneği’ni kurduk.

AKUT’tan önce böyle bir arama kur-tarma ekibi var mıymış daha önce?

Hayır. Sadece devletin Sivil Savunma

ekibi vardı. O da tüm Türkiye’de 110 kişi-

lik bir ekipti, İstanbul, Ankara, Erzurum, üç

tane takımları vardı. Sadece depremde ve

selde çalışırlardı.

Devletin AKUT’u tanıması Gölcük dep-remiyle mi gerçekleşti?

Hayır, Adana Ceyhan depremiyle. 1998

Haziran’ında Adana Ceyhan depremi ol-

duğunda Bülent Ecevit başbakandı. Bülent

Ecevit sivil topluma çok inanan ve güvenen

bir başbakandı ve Türkiye’de bunun önünün

açılmasını çok istiyordu. Hatta biz Ceyhan

depremine Bülent Ecevit’in uçağıyla gittik.

Orada da çok güzel işler yaptık, iki kişiyi kur-

tardık. Hatice Öğretmeni ve 11 yaşındaki

Sercan’ı. AKUT’un enkazlarda kurtardığı

ilk insan Hatice Öğretmen’dir. Bu dep-

remden öncesi tabii sürekli eğitimler, tat-

bikatlar, hazırlıklarla geçti. Hatta Esenler Be-

lediyesi’nin yıkacağı bir binayı kullandık. Ön-

ceden belediyeyle anlaşarak, binanın içine

plastik mankenler, masa, sandalye, ev ofis eş-

yaları yerleştirdik. Hepsinin resmi çekildi, ha-

ritası çıkartıldı. Bina yıkıldıktan sonra, in-

sanlar nerde hayatta kalma şansına sahip, ne-

relerde enkaz altında kalıyorlar, bunların he-

sabını yapmaya çalıştık.

Devletten bir pay, bütçe alıyor musunuz?Payları ne yazık ki kendi oluşumlarına

veriyorlar, bize bir şey

düşmüyor. Tabii biz

kendi yağımızla kavru-

luyoruz. Pay versinler

demiyorum. Halkın

AKUT’a güveni son-

suz. En güvenilir sivil

toplum kuruluşu. Hal-

kın güveninin yanı sıra

çok kabiliyetli çocukla-

rımız var. Yurtdışında

da projeler yapıyoruz.

Devletten hayır gelme-

yeceğini anlayınca

AKUT’u kendimiz yü-

rütmeye başladık. Biraz da şunda bilendik

aslında, 2006 yılında, AKUT’un onuncu yı-

lında, o zamana dek 700 küsur insan kur-

tarmışız afetlerden, şimdi 1800’e yaklaştı,

bir kamu spotu hazırlamıştık, sms yollayıp

bağış yapın diye. Anlaştık televizyonlarla

ama RTÜK izin vermedi. Hâlbuki böyle bir

yetkisi yok. Çünkü biz kamu yararına ça-

lışan bir kuruluşuz. Mahkeme verdik, bir-

birimize girdik. iki sene sürdü, kazandık

ama iki sene bağış toplayamadık.

Bütün AKUT yapılanmasında beş ma-

aşlı personelimiz var, onlar da sekretarya işiy-

le uğraşıyorlar. Onun dışında her şey gönüllü

olarak yapılıyor. Hayat kurtardığımız ara-

balara motor taşıt vergisi ödüyoruz. 32 böl-

geye dağıtılmış araçlarımız var. 300 civarında

telsizimiz var. Telsizler için de cihaz kulla-

nım bedeli ve frekans ücreti diye saçma sa-

pan bedeller ödüyoruz. Ama devletten bir

bütçe, destek hiçbir zaman almadık. 2004’ten

bu yana defalarca dilekçe verdim. Artık vaz-

geçtim. İnsanlardan bağış istiyoruz, sonra on-

ların bir kısmını devlete vergi olarak ödü-

yoruz. Bu beni vicdanen rahatsız ediyor. Ke-

pazelikten başka bir şey değil.

İnsanların 17 Ağustos’tan bu yana do-ğal afetler hususunda bilinçlendiğini dü-şünüyor musunuz? Yoksa her şey aynı mı?

Aslında tabii ciddi bir bilinçlenme var.

Hiçbirimiz 1999 depreminden önceki gibi

değiliz. Ama, maalesef yapılanlar yetersiz.

Aradan 14 sene geçti. Mevcut yapılar aynı

şekilde duruyor, büyük şehirler en büyük

problem burada. Arama kurtarma ekiple-

rinin sayısı inanılmaz arttırıldı, ama tabii afet

yönetimi sadece arama kurtarmayla çözü-

lecek bir şey değil, çünkü müdahale safha-

sı sadece bir aşama. Afet yönetimi, afet po-

tansiyel bir tehlike halindeyken başlar.

Mevcut yerleşimlerin %80’i, özellikle İs-

tanbul’da, kaçak. Bunu belediye başkanı da

söylüyor, herkesin bildiği şey. Bu binaların

yıkılıp yeniden yapılması gerekiyorken, ki bu

14 senede İstanbul’un üçte biri yeniden ya-

pılırdı, ama yapmadılar. Ne kadar boş ara-

zi varsa oralara koca koca gökdelenler dik-

tiler, ama oralar zaten boştu, zaten boş olan

zavallı arazileri imara açıp büyük rantlar elde

ettiler. O rantları dağıttılar. Ama hala eski

binalar, yıkılma tehlikesi olan binalar yerinde

duruyor. Hatta yine belediye başkanı ken-

di söylüyor, İstanbul’da korktuğumuz dep-

rem yaşanırsa 50 bin tane bina yıkılacak diye,

o zaman 50 bin binayı yarın sabah boşalt-

manız lazım. Geçen gazetelerde de vardı, iki

yıldır Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla-

rın %60’ı imar yasasıyla alakalıymış. Dep-

remden sonra 600 tane park alanı, toplan-

ma alanı işaretlendi, özel korumaya alındı,

onların yarısından fazlası imara açıldı tek-

rar, alışveriş merkezi, rezidans, bir sürü şey

yapıldı. Yani burada bu rant kapısı açık ol-

dukça, maalesef yapılacak bir şey yok.

“Fay Boşluğu” kitabında Kadir Yükseledebiyatımızdan deprem öyküleri derledi,büyük bir tarama sonucu. Siz bu afetler son-rası kurtarma süreçlerinde pek çok şey ya-şadınız pek çok insanın öyküsüne tanık ol-dunuz. Siz de bunları kitap haline getirmeyidüşünmediniz mi hiç?

Ben yedi tane kitap yazdım. Ama dep-

remle ilgili bir tane makale yazdım. “Bir

çocuğu kurtarırken başka hayatları kay-

bettiğini bilmenin dayanılmaz acısıyla ya-

şamayı öğrenmek” gibi uzun bir isim koy-

dum. Onun dışında ben o süreçleri dü-

şünmek istemiyorum, aklıma bile getir-

miyorum. Travmaları zihinden atıp gele-

ceğe bakmak gerekli.

Kitabın gelirleri AKUT’a bağışlanıyor.Bu teklif size nasıl geldi?

Alakarga Yayınları’ndan, bu kitabın

bütün yazarlarıyla ve telif sahipleriyle ko-

nuştuk, hepsi gelirin AKUT’a verilmesini is-

tiyor, diye bir teklif geldi. Herkesin razı ol-

duğundan emin olunca biz de kabul ettik,

teşekkür ettik.

Teşekkür ediyoruz.

Yazarların desteği AKUT’a

Nasuh Mahruki

Damla Yaz�c� ile Nasuh Mahruki

Page 12: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

Sesler duyarız. Bazıları hoşumuza gi-

der kulak kabartırız. Bazıları iğreti

gelir canımızı sıkar. Beynimiz tercih-

lerimize göre eler, sıralar ve sınıflara

ayırır sesleri. Uğultulara, çığlıklara,

yankılara, fısıltılara, sert, yumuşak

milyonlarca sese maruz kalırız. Unu-

turuz bazılarını, unutmak isteriz.

Bazı tınılar hiç yoktan tırmalar anı

duvarlarımızı. Benzettiğimiz de olur,

şarkı şarkı içtiğimiz de. Ses boşluğun

içinde olmazsa olmaz olarak karşımı-

za çıkar.

Marcel Beyer'in

“Yarasalar” romanı

seslerin avucuna ku-

rulmuş bir köy gibi.

Bütün sesler savaş

fonunda köy meyda-

nına giriyor. Kahra-

man sesleri arzuyla

kaydederken çocuk-

lar II. Dünya Sava-

şı’nın arka yüzünü

okuyucuya anlatıyor.

Kapı gıcırtısından,

ameliyat sesine ka-

dar… Her türlü sesi

okurken seslerin

okunup okunmaya-

cağını düşünmüyor

insan. Romanı bitir-

diğinizde, okumuş

olmaktan çok, anla-

tılanları duymuş olabileceğiniz algısı

oluşabilir.

�K�NC� DÜNYA SAVA�ININSESLER�

İki ana anlatıcı, iki ayrı bakış açı-

sıyla aynı dönemi sunuyor. Bir yanda

sesleri kayıt altına alan, onlarla oyna-

yan ve hatta onlarla yaşayan Karnau,

diğer yanda savaşın zaferini ve yenil-

gisini yaşayan Helga. Savaş sırasında

Almanya'da neler olup bittiğini sesle-

rin izinde okurken akıl tutulmasının

yol açtığı yıkımı da işitebiliriz. Çocu-

ğun (Helga'nın) saf bakışı tarihi par-

çaları yerine oturtmaya yarıyor. Bay

Karnau'nun seslere olan merakı ise

farkına varmadığımız bir dünyanın

kapılarını açıyor. Savaş meydanında

ölen askerlerin seslerini kaydetme işi-

ni kim zevkle yapar ki?

Helga'nın sürekli propaganda ya-

pan yüksek memur babası faşist siya-

setçi karakterini belirliyor. Böylece

tarih, siyaset, akıl ve vicdan arasında

çoklu sorgulamalar yapılabiliyor. De-

ğişmeyen söylemlerin çılgınlığa dön-

üştüğünü gösteren sayfalar romanı

didaktik yönden besliyor. Alman-

ya'nın Avrupa'ya yayılışını, geri çekili-

şini ve yıkılışına tanıklık ediyoruz. Sı-

ğınağa kadar inen sesler, yarasa de-

neyleri ve cinayetler bir diğer savaşı,

insanın kendi içindeki savaşını yansı-

tıyor.

Yakın tarihiyle yüzleşen ve hesap-

laşan Almanya'yı karakter haline geti-

ren yazar aklındaki soruların ve şüp-

helerin cevaplarını arıyor romanda.

Unutmak çare midir? Gerçekten

unutmak mümkün müdür? Yoksa

unutmuş gibi yaparak sumen altı edi-

lebilir mi tarih? Köy meydanından

evlere dağılan sesler;

işkencecilerin, dikta-

törlerin, suskunların

seslerini zamanın kısıt-

lı teknolojisiyle her an

her yerden kayda alan

Karnau davetsiz bir

misafir.

S�SL� B�RROMAN

Anlatımdaki gizem

olayların büyük sonuç-

lar doğuracağını hisset-

tirse de olaylar ya sö-

nümleniyor ya da so-

nuçlanmıyor. Merak un-

surunun dibini sıyırmak

şeklinde tanımlanabilir

bu teknik.

Okuyucu sisin ve pu-

sun içinde sesler duyuyor.

Ulaşmak istediği, hayal ettiği konu si-

sin içinde bir yerlerdeymiş gibi geli-

yor. Belki de gerçekten orada anlatıl-

mak istenen. Sadece ustaca kamufle

edilmiş olabilir. Bunu da sezebilen

okuyucu romanın yazılışı üzerine de

düşüncelere salabilir kendini.

Perde arkasında bir şeyler döndü-

ğünü hissetmek bazı bölümlerde can

sıkıcı olsa da bu aslında savaşın ge-

rekliliği. Gerçekçi bir özellik olarak

karşımıza çıkan bu fısıltı dünyası

“ses” temeline de katkıda bulunuyor

ayrıca. Savaşın sinik ruh halini üzeri-

nize saldığı zamanlar genelde bir pat-

lama, bir ölüm, bir mucize beklediği-

niz zamanlara denk getirilmiş. Bu

yüzden “Yarasalar” sıkılıp bırakılacak

bir kitap asla değil.

Marcel Beyer'in şiirle edebiyata

giriş yaptığını ve şiirsel romanlarının

onu ön plana çıkardığını belki duy-

muşsunuzdur. “Yarasalar”ı okurken

Alman şiirinin keskinliğini ve düz ya-

zıya selam çakan tekniğini göz ardı

etmeyin o zaman.

ERDEM GEZGİNCİ

Yarasalar, Marcel Beyer,

Ayr�nt� Yay�nlar�, 240 s.

Yak�ntarihiyle

yüzle�en vehesapla�an Almanya'y�karakter haline getirenyazar akl�ndaki sorular�n ve�üphelerin cevaplar�n�ar�yor romanda.Gerçekten unutmakmümkün müdür?

Marcel Beyer

30 A�USTOS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP

Sesleri okumakSesleri okumakSesleri okumakSesleri okumakSesleri okumakSesleri okumakSesleri okumak

Page 13: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAP

Denis Diderot, 5 Ekim 1713’te Fran-

sa’nın Champagne Kenti, Langres Ka-

sabası'nda bıçakçılık yapan bir babanın

oğlu olarak doğdu. Dindar olan aile

Diderot’un da aile geleneğine uyarak, ai-

lenin diğer bireyleri gibi papaz olmasını

istiyordu. Kendini manastıra kapayan kız

kardeşi de bu aşırı tutucu düşünceleri ta-

şıyamadığından, akli dengesini yitirip

28 yaşında ölmüştü. Diderot Cizvit ko-

lejine yazdırıldı. Cizvitlerle birlikte beş

yıl bu okulda din eğitimi aldı. Teolojik

eğitimini bitirdikten sonra mantık, ahlak,

matematik, fizik ve metafizik öğrenmek

üzere, Paris Horcourt Koleji’ne gitti.

1732’de, Paris Üniversitesi’nde Latince,

Grekçe ve felsefe okutmanlığı yetkisine

sahip oldu. Bir süre devlet savcısı Cle-

ment de Ris’in yanında çalıştı. Ailesinin

karşı çıkmasına karşın sınıfsal farklılık-

ları önemsemeksizin bir çama-

şırcının kızı olan Antoinette

Champion’la evlendi. Di-

derot ikinci evliliğini,

1755’te düşüncelerini be-

ğendiği Sophie Volland

ile yaptı. Volland evde

kalmış bir kadın ola-

rak görülüyordu. Kitap

çevirme çalışmaları yap-

tı. 1746’da, aralarında

D’Alembert, Rousseau,

Buffon, Daubenton, Mar-

montel, d’Holbach, Bordeu,

de Jaucourt, Turgot, Quesnay, Hal-

ler, Condillac, Montesquieu, Necker,

Grimm gibi düşünürlerin imzalarını ta-

şıyacak Ansiklopedi’nin yayımlama hak-

kını elde etti. Ansiklopedistler, 1731-1777

yılları arasında Fransa’da Aydınlanma sü-

reci içerisinde, dönemin bütün bilgileri-

nin toplandığı 17 ciltlik “Encyclope-

die”yi çıkardılar. Ansiklopediyi çıkarır-

ken amaçları, bir gün dünyanın yok ol-

ması olasılığına karşın, insanlığın yeni bir

başlangıç yapabilmeleri için başvuru

kaynağı olarak kullanılabileceği düşün-

cesiydi. Denis Diderot 1746’da Ansik-

lopediyi yayımlama hakkını elde etti.

ENCYLOPED�E’YE ADANMI� B�R ÖMÜR

Diderot “Filozofça Düşünceler” ki-

tabını yayınladığında, Paris parlamentosu

tarafından mahkûm edildi. Saint-Medard

Kilisesi Diderot’yu dinsiz ilan etti. Bu

hem bir cezadır, hem de bir ödül. Bu sü-

reçte D’Alambert ile birlikte Ansiklo-

pedi’nin başına getirildi. 1749’da “Kör-

ler Üzerine Mektup” tutuklanarak, iki ay

boyunca Vincennes Şatosuna kapatıl-

masına neden oldu. 1752’de Ansiklope-

di’nin ikinci cildi

yayımlandı. Dev-

let Şurası Ansiklo-

pedi’deki bilgileri

sakıncalı bularak ya-

sakladı. Yasağın

D’Argenson’un araya

girmesiyle kaldırılmasın-

dan sonra, 1753’de üçüncü cil-

di yayımlanabildi. Bu kez Cizvitler büyük

tepki gösterdiler.

Ansiklopediye en çok maddeyi Di-

derot yazmıştır, tam 990 madde. Ansik-

lopedistler olarak tanımlanan diğer Ay-

dınlanmacı filozof ve yazarlar ayrıldıktan

sonra Diderot yayını tek başına sürdür-

dü. 1766’da yayımlanan ciltler gizlilikle

dağıtılabildi. Ansiklopedistler otoriteye

karşı çıkıyor, bilim, akıl, deneyciliği,

Newton ve Locke’un düşüncelerini sa-

vunuyorlardı. Ansiklopedi din dışı, laik

bir dünya görüşünü yaymaya çalışıyordu.

Diderot da; dini kullanarak servet biri-

kimine sahip olmuş kiliseleri, “Tanrının

evi değil bir endüstri” olarak görüyor ve

bu nedenle Hıristiyanlık’ı reddediyordu.

Diderot 31 Temmuz 1784’de öldü, Saint-

Roch Kilisesi’ne gömüldü.

“Paris Salon Sergileri” fikir insanı ola-

rak bilinen Diderot’un başka bir yanını

gösterir. Diderot’yu anlamak için onun

“Filozofça Düşünceler”de dile getirdiği

yaklaşımına bakmak gerekir. Diderot’un

felsefesi gerçeğin araştırılması üzerine-

dir. Şöyle söyleyecektir; “Benden gerçeği

araştırmam beklemelidir, yoksa onu bul-

mam değil.” Bu onu Agnostisizm’e

-bilinmezcilik- de yaklaştırır. “Paris Sa-

lon Sergileri”ni Türkçeye çeviren Kaya

Özsezgin, Diderot’nun bu felsefesinin sal-

tık Diderot’yu değil, Aydınlanma Ça-

ğı’nın, bilimde, düşüncede egemen kıl-

maya çalıştığı, akılcı ve eleştirici yönte-

mi de formülleştirdiği kanısındadır. Bu

yaklaşım Aydınlanma

Çağı’nın anahtarıdır.

18. yüzyıl Aydınlan-

ma Çağı olarak ad-

landırırken, mimari-

de, sanatta eğilim Ba-

rok ve Rokoko’nun

işlevini yitirdiği ve ye-

niden klasisizmin

yükseldiği bir dö-

nemdir. Resimde ve

diğer sanatlarda kla-

sik okulun ölçütleri

ve estetik anlayışı

egemendir. Yeni

kentsoylular, aris-

tokrasinin yüksek sa-

nat algısını, köylü üre-

tici sınıflarla ilişki ku-

rarak aşmış, tersyüz

etmiştir.

SANAT ELE�T�RMEN�OLARAK D�DEROT

Sanat eleştirmeni olarak Diderot,

belli dönemlerle Paris’te sergi salonla-

rında halkın izlenimine açılan resim sa-

natı ile ilgili notlarını, görüşlerini, anı-

larını, konu dışı izlenimlerini, anekdot-

ları içerir. Kuşkusuz bugünkü anlamın-

da bir sanat eleştirmeni değildir Diderot.

Salon sergilerini eleştirirken de nesnel

gerçekliği değil, öznel izlenimlerini öne

çıkarır. Kaya Özsezgin, kitaba yazdığı

“Diderot ve Sanat Eleştirisi” başlıklı

yazısında “Sanat eleştirisinin henüz yay-

gınlaşmadığı, sanat yapıtının belli zaman

aralıklarıyla sergileme geleneğinin yeni

yeni başladığı bir dönemde” böyle ol-

masını olağan gördüğünü yazar. Dide-

rot’un yaşadığı dönemde ressamlar ba-

ğımsız sanat yapmanın ötesinde, kilise-

nin dinsel konulu duvar resimleri ve

soyluların sipariş ettikleriyle sınırlıdır. Bu-

nun tek ayrımı iki yılda bir Paris’te, Lo-

uvre’da sanat eserlerinin halka açık ola-

rak sergilenmesi amacıyla gerçekleştiri-

len salon sergileridir. Diderot, kitapta yer

alan sanat yapıtları ile ilgili görüşlerini,

önceleri Rahip Raynal tarafından yö-

netilen, 1754’ten sonra da Baron

Grimm’in yönetimindeki Correspon-

dance Litteraire için kaleme almıştır. Di-

derot bu yazılarında, sanatçıları kutsayan,

onları destekleyen ve daha nitelikli ürün-

ler vermeleri için çaba harcamalarına yö-

nelik bir davranış gösterir. Diderot, eleş-

tirinin sanat dışında, örneğin sağlık so-

runlarının çözümü için kullanılmasından

yanadır. Sanatçıları acımasızca eleştir-

menin bir anlamı yoktur. Asıl eleştiril-

mesi gerekenler, katı yürekliler, ikiyüz-

lüler, bağnazlar ve zorbalardır.

SÖZCÜKLERLE Ç�Z�LEN RES�MLER

Diderot, sanat yapıtı

ile yapıtın konusunun ger-

çeği yansıtması gerektiğine

inanır. Resimde bir insan

portresi konu alınmışsa,

resme bakan izleyici o re-

simde modelin hem yüz

çizgilerini gerçekçi bir bi-

çimde, hem de o yüzün ar-

dında taşıdığı kişiliğini se-

zebilmelidir. Bu nedenle

yazılarında bunu en iyi bi-

çimde ifade edebilmek için

“gerçeği tıpatıp uygun” de-

yimini kullanır. Diderot,

bunları resimde göremezse,

ressama eserini nasıl çizme-

si gerektiğini göstermekten

kaçınmaz.

Diderot, “Paris Salon Ser-

gileri”nde kendini ressamın

yerine koyuyor ve fırça ile değil kalem

kullanarak ressamın resmini sözcükler-

le yeniden çiziyor.

Öyle ya, kalem gerektiğinde yalnızca

yazmak için değil çizmek için de kulla-

nılabilir.

Diderot, Paris sergilerini geziyorHALİT PAYZA

Diderot’agöre, resimde bir

insan portresi konual�nm��sa, resme bakan

izleyici o resimde modelin

hem yüz çizgilerini gerçekçi

bir biçimde, hem de o yüzün ard�nda ta��d��� ki�ili�inisezebilmelidir

Paris Salon Sergileri, Denis Diderot,

Yap� Kredi Yay�nlar�, Çev: Kaya Özsezgin, 226 s.

Diderot

Page 14: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu

30 A�USTOS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Yaln�zgezerin Dü�leri

Jean JacquesRousseau,AlakargaSanatYay�nlar�,Çev: Nihal Yormaz,152 s.

Rousseau’nun Paris ve civarında karşı-

laştığı insanlarla ilgili gözlemlerine, bit-

ki âlemi ve tıp ile ilgili görüşlerine, eği-

tim ve çocuk yetiştirme konularına ba-

kış açısına ve dönem aydınlarına yakla-

şımına ışık tutar nitelikte olan “Yalnız-

gezerin Düşleri”, düşünürün hayatının

bu son evresinde geldiği noktayı iyi kav-

ramak açısından da büyük önem taşıyor.

Verlaine

StefanZweig, Aylak AdamKültür SanatYay�nc�l�k,Çev: BurcuYalç�nkaya,69 s.

Şiirimizin büyük ustalarını da derinden

etkilemiş Fransız şiirinin büyük ustası

Verlaine, bir başka büyük ustanın ka-

leminde yeniden hayat buluyor. Stefan

Zweig’ın kitapları içinde en naifi olan

bu eser, büyük bir şairin karanlıkta ka-

lan en saklı taraflarını, zaaflarını, umut-

larını, çaresizliklerini adeta şiirsel bir dil-

le anlatıyor. Bir insanı anlamanın ve an-

latmanın güzelliği sizleri bekliyor.

Bir GazetecininYolculuk Notlar�

Jules Verne,�� Bankas�KültürYay�nlar�,Çev: FeridNam�kHansoy,256 s.

Acar gazeteci Cladius Bombarnac,

Hazar Denizi kıyısından Çin İmpara-

torluğu’nun başkentine giden Asya

postası trenine binerek yol boyunca gö-

rüp yaşadıklarını haber yapmakla gö-

revlendirilir. Trende Avrupalılar ve

Asyalılardan oluşan sıradan bir toplu-

luk yolculuk ediyor gibi görünmekte-

dir. Oysa büyük bir sırrı taşıyan trendeki

yolcular da göründükleri gibi değildir...

1871 Paris Komünü

ProsperOlivierLissagaray,PayelYay�nlar�,Çev: Ay�enTek�en, 448 s.

Lissagaray bu yapıtta Komün'ün top-

lumsal, proleter, ulusal ve uluslararası

yönlerini açıkça dile getiriyor. Faklılık-

ların ve mücadelenin rüzgarında çok er-

ken, belki vakitsiz ekilmiş ama son de-

rece anlamlı girişim tohumlarını top-

lumsal bir düzlemde ele alıyor. Güçlü

bir iradenin ürünü olarak yeni bir de-

mokrasi biçiminin ortaya çıkışını pro-

leter bakış açısıyla gözler önüne seriyor.

Tanr�lar ve Dilenciler Diyar�

AyhanSar�han,KaynakYay�nlar�,256 s.

“Tanrılar ve Dilenciler Diyarı” Nepal

- Hindistan izlenimleri... Gezi kitapla-

rıyla tanıdığımız, dünyanın dört bir

yanını dolaşan çağdaş seyyah Ayhan Sa-

rıhan, kitabında bizi, Türkiye’ye uzak

ama bize bir o kadar da yakın iki Asya

ülkesine götürüyor. Nükteli bir üslup-

la anlatılan bu ilginç ve bir o kadar da

tanıdık iki Asya ülkesi, tanrılarının ve

dilencilerinin bolluğuyla ünlü.

Sonunda Ölüm Geldi

AgathaChristie,Alt�nKitaplar,Çev: Çi�demÖztekin,256 s.

M.Ö. 2000 yılında Mısır’da ölüm demek

aslında yaşam demekti. Bir Ka rahibi-

nin metresi olan güzel Nofret’in cese-

di bir uçurumun dibinde bulunduğun-

da, birçokları, genç, güzel ve zalim

genç kızın bu ölümü hak ettiğini dü-

şünmüşlerdi. Tıpkı bir yılan gibi ölm-

üştü. Ama rahibin Nil kıyısındaki evin-

de yaşayan kızı Renisenb genç kızın bir

cinayete kurban gittiğini düşünüyordu…

Yeni BirAyd�nlanmaya Do�ru

�smail Tunal�,RemziKitabevi,176 s.

İsmail Tunalı’nın 1970’lerden bu yana sa-

nat felsefesi üstüne görüş ve değerlen-

dirmelerini toplayan bu kitap, çağımızın

temel sorunlarına da ışık tutuyor. Kül-

tür alanında doğruyu aramak, sanat so-

runlarının çözümünü farklı bir eğilimle

ele almak Tunalı’nın temel yaklaşımını

oluşturuyor. Bu bakımdan kitaptaki de-

ğerlendirmelerin sanat felsefesine bakışta

bir boşluğu giderdiğini söyleyebiliriz.

Ye�ilçam’da Öteki Olmak

Dilara Balc�,KolektifKitap, 252 s.

Gayrimüslimler Anadolu toprakların-

da “öteki” olmaktan kurtulamamış ve

başlangıcından günümüze sinemada, ya-

kıştırılan kişiliklerin ve kalıplaşan mo-

dellerin dışına çıkamamışlardır. Gayri-

müslimlere dair toplumsal yapıda nasıl

bir algı yaratıldığını ortaya koyan kitap,

Osmanlı’nın son zamanlarından

1980’lere kadar Türkiye’nin sosyolojik

ve siyasi bir panoramasını da sunuyor.

Tek Ki�ilik Din

Cem Selcen, SelYay�nc�l�k,208 s.

Birbirinden tamamen farklı kişileri kur-

ban seçen seri katil ya da katillerin pe-

şindeki bilge ve sinik bir komiser... Bu iki

tuhaf adamın yolu bir cinayetle kesişti-

ğinde yalnızlığı ikisi de kendi pencere-

lerinden bir kez daha sorgulayacak ve ha-

yat ile ölümün anlamlarını edebiyat,

felsefe ve günlük hayatın ta kendisinden

damıtarak yeniden oluşturacaklar. 

Alacakaranl�k

ValeriyBryusov,EvrenselBas�m Yay�n,Çev: ArifBerbero�lu,80 s.

“Çağdaş olanla, köklü tarihin derin-

liklerine uzanan olguların imgesel sen-

tezini ustalıkla verirken, şiirinin ter

koktuğunu, dizelerinin donmuş bir lav

kütlesi gibi avuçta tartılabildiğini du-

yumsarız.

İnsanın dünyayı değiştirme müca-

delesi onun şiirinin ana damarıdır. ”

-Arif Berberoğlu-

Koyu Renk Sevdalar

Buse Ünal,DharmaYay�nlar�,296 s.

Bir aşk, üç dost ve bir ömür... Üç genç

kızın öyküsü: “Koyu Renk Sevdalar”.

Gençlik aşkı için her şeyden vazgeçen

Melek, arkadaşına her koşulda destek

olan Zümrüt, yetenekli ve güzel Deniz,

serseri ve sevimli Oktay… Üç genç kı-

zın hayatı artık ölene kadar birleşecek-

tir. Buse Ünal’dan dostluğu ve aşkı an-

latan çarpıcı bir roman…

Robert Capa’y�Beklerken

SusanaFortes,Do�an Kitap,Çev: SedaErsavc�,216 s.

Bir yandan savaşın acımasızlığına ta-

nıklık ederken bir yandan da aşkla ve

fotoğrafla direnenlerin hikâyesi… 20.

yüzyıl savaşlarının en çarpıcı görüntü-

lerini insanlığın belleğine kazıyan fo-

toğraflar için deklanşöre basan kişidir

Robert Capa. Bir efsane isim. Bu ef-

saneyi yaratan da tutkulu bir aşktır. Ca-

pa’nın yoldaşı ve meslekdaşı Gerda

Taro ile yaşadığı maceralı ilişki.

YENİ ÇIKANLAR

Page 15: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu
Page 16: Geçen hafta 71.389 okura ulaştık KITAP Aydınlık€¦ · / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu