ekonomİ forumu yayinlari - i kÜresel krİz - festr.org forumu/2013/ekonomi forumu kuresel... ·...

87
EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ

Upload: doanthien

Post on 07-Nov-2018

232 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I

KÜRESEL KRİZ

Page 2: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana
Page 3: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

2013

Page 4: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği

Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana Sosyal Demokrasi ilkelerine bağlı ka-larak Almanya’da ve Almanya dışındaki ülkelerde yürüttüğü siyaset, eğitim ve danış-manlık alanlarındaki çalışmalarıyla demokrasiyi ve kalkınmayı dünya çapında teşvik etmeyi, barışa ve güvenliğe katkıda bulunmayı, küreselleşmeyi dayanışma içerisinde şekillendirmeyi ve Avrupa Birliği’nin genişleme ve kökleşmesini desteklemeyi amaç-lamaktadır. FES, Türkiye’deki temsilciliği aracılığıyla yirmi yıldan uzun süredir Türkiye ve Almanya’da kendilerini toplumsal bir amaca adamış bireylerin ve sivil toplum ku-ruluşlarının diyaloğunu ve işbirliğini teşvik etmektedir.

Editör: Ogan Yumlu

Grafik Tasarım ve Uygulama: Berkay Yahya

Kapak Fotoğrafı: istockphoto.com

Sorumlu: Michael Meier

© FES Turkey, 2013

Bu yayında ifade bulan görüşler, Friedrich-Ebert-Stiftung’un görüşleri ile örtüşmek zorunda değildir.

Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) yayınları FES’in yazılı onayı olmadan ticari amaçla kullanılamaz.

Friedrich-Ebert-Stiftung DerneğiTürkiye Temsilciliği - İstanbulCihannüma Mah. Mehmet Ali Bey Sk. No:12 D:534353 Beşiktaş / İstanbulT + 90 212 310 82 37F +90 212 258 70 91

Ankara İrtibat BürosuAbidin Daver Sk. No. 5 D.906550 Çankaya / AnkaraT +90 312 4418596 / 97F +90 312 4418598

E-mail: [email protected]: www.festr.org

Page 5: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

İçindekiler

Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Toplantı Programları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

Ekonomi Forumu - I

Sunum: YENİ BİR KÜRESEL KRİZİN GÖLGESİNDE . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Tartışma Özeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44

Ekonomi Forumu - II

Sunum: TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KIRILGANLIĞI, AVRO BÖLGESİ PROBLEMLERİ VE TEŞVİK PAKETİ . . . . . . . . . . . . . . . 61

Tartışma Özeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85

Page 6: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

6

Önsöz

Türkiye Ekonomisi maruz kaldığı kısmen ağır krizler, peşi sıra gelen derin durgunluk dönemleri ve IMF‘nin 80‘ler ve 90‘lar boyunca katı Stabilizasyon Programları sonrasında, 2001 krizinin hemen ardından büyük bir büyüme gösterdi. Bir yandan enflasyon başarılı bir mücadeleyle normal seviyelere in-dirilirken yıllık ortalama yüzde 5’e denk gelen büyüme oranları on yıldan kısa bir süre içerisinde kişi başına düşen gelirin üçe katlanmasını sağladı.

Türkiye küresel ekonomik ve finansal krizle uzun süre diğer ülkelere kıyas-la daha iyi başa çıkabiliyormuş gibi göründü, ancak yavaş yavaş bu mu-cizevi başarının da çatlakları görünür olmaya başladı. Her şeyden önce, Türkiye‘nin devasa bütçe açığı, hızlı ve akıllca kontrol edilmesi gereken bir tehlike olarak belirdi.

Buradan yola çıkarak, geçen seneden itibaren daha önce başarıyla gerçek-leştirmiş olduğumuz Ekonomi Forumu Toplantı dizimizi tekrar canlandırdık. Politik partilerden, sendikalardan, işveren örgütlerinden ve çeşitli araştırma-cılardan oluşan seçilmiş bir uzman grubu ile Türkiye Ekonomisi önündeki so-runları ortaya koyarak sorunları aşacak politika önerilerini tartışmaya çalıştık

Elinizde bulunan yayın Prof. Ahmet Sahinöz ve Prof. Vefa Tarhan’ın 2012 yılının ilk yarısında yaptıkları sunum ve arkasından yapılan tartışmaları içermektedir.

Alexander Geiger

Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Yardımcı Temsilcisi

Page 7: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

7

Ekonomi Forumu Toplantıları - I ( 04.02.2012 )

YENİ BİR KÜRESEL KRİZİN GÖLGESİNDE

10:00 Açılış Konuşmaları Michael Meier (FES) Prof. Dr. Burhan Şenatalar (İstanbul Bilgi Üniversitesi)

10:15 Sunum ve Tartışma Prof. Dr. Ahmet Şahinöz (*) (Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü) Küresel Ekonomik Kriz ve Türkiye’ye Yansımaları Moderator: Prof. Dr. Burhan Şenatalar

12:30 Öğle Yemeği

13:30 Tartışmanın devamı

14:45 Kahve arası

15:00 Tartışmanın devamı ve değerlendirme

16:30 Kapanış

(*) Prof. Dr. Ahmet Şahinöz Hacettepe Üniversitesi’nde lisans, Fransız Université d’Aix-Marseille II, Faculté des Sciences Economiques,de yüksek lisans ve doktorasını tamamlayarak 1979 yı-lında Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2011 yılına kadar farklı pozisyonlarda bu görevini sürdürdü. Prof. Dr. Şahinöz’ün iktisat biliminin pek çok fark-lı alanlarında verdiği eserlerin yanında Gıda ve Tarım Politikaları ile ilgili de çalışmaları bulun-maktadır. Sosyal Demokrasi perspektifinden iktisat alanındaki çalışmalarını farklı platformlar-da sürdürmektedir.

Ekonomi Forumu Toplantıları - II ( 18.05.2012)

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KIRILGANLIĞI, AVRO BÖLGESİ PROBLEMLERİ VE TEŞVİK PAKETİ

14:00 Açılış Konuşması Sunum : Prof. Dr. Vefa Tarhan (*), Loyola University Chicago

15:30 Kahve arası

15: 45 Tartışma Moderator: Prof. Dr. Burhan Şenatalar, Istanbul Bilgi Üniversitesi

17:30 Kapanış

(*) Prof. Dr. Vefa Tarhan, yüksek lisans (1971) ve doktorasını (1974) University of California at Santa Barbara’da tamamlamıştır. 2000 yılında European Economic Association tarafindan dün-yanın en önemli bin ekonomisti arasında 107. sırada gösterilen Prof. Dr. Tarhan, 1984 yılında Loyola’da, 1990 da Northwestern Üniversitesi’nde, 1999’da ise Washington Üniversitesi’nde “Senenin en değerli profesörü” seçildi. Vefa Tarhan, 2011’de Loyola Üniversitesi’nde yılın en başarılı araştırmacısı ödülünü aldı. 2011-2012 yılları arasında bir süre Kemal Kılıçdaroğlu için ekonomi danışmanlığı yaptı. Halen Loyola University Chicago’da para politikaları, şirket bir-leşme ve ortaklıkları, hisse alımları, ve portfolyö yönetimi alanlarında araştırmalarına devam etmektedir.

Page 8: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

8

Ekonomi Forumu - I

Sunum: YENİ BİR KÜRESEL KRİZİN GÖLGESİNDE (*)Prof. Dr. Ahmet Şahinöz

Hacettepe Üniversitesi

İktisat Bölümü Öğretim Üyesi

GİRİŞEylül 2008’de ABD’de ipoteğe dayalı konut kredileri (mortgage) sisteminin çökmesi ile su yüzüne çıkan ve kısa sürede küresel bir boyut kazanan mali kriz reel sektörü de arkasından sürükleyerek bir genel ekonomik krize dö-nüşmüştür. ABD’de finansal kriz, içerden türev piyasaları aracılığı, dışarıdan ise hem cari hem de bütçe açıklarının kapatılması için ülkeye giren yaban-cı sermaye akımları tarafından yaratılan likidite bolluğu ile tetiklenmiştir. Bu süreçte faiz oranları % 1’lere düşerken, fiziki varlık fiyatları, özellikle de ko-nut gibi türev işlemlerine konu olanların fiyatları “balon” yapıp patlamıştır.

Kapitalist sistemin merkezinde patlak veren mali kriz, herhangi bir yönetsel zaafa ya da konjonktürel durgunluğa benzememektedir. Kriz sistemin bün-yesinde gerçekleşen strateji değişikleri ile birlikte kendini göstermeye baş-lamıştır. Krizi tetikleyen finansal şişkinliğin arkasında, 1980 sonrası serma-ye hareketlerinin denetimsiz serbestleşmesi ve finansal piyasaların giderek reel ekonomiden tecrit olması yatmaktadır. Güneydoğu Asya krizi diye ad-landırılan uluslararası finansal krizin çıktığı yıl olan 1997 yılında dünya yıl-lık üretiminin 15 katı olan finansal işlem hacmi, günümüzde 70 kata yaklaş-mıştır (Halimi, 2012). Küreselleşme dereceleri açısından da, finansal işlemler uluslararası mal ve hizmet ticaret hacminin çok çok ötesine geçmiş durum-dadır. Küreselleşme derecesi arttıkça, doğal olarak krizlerin “domino etki-si” de hız kazanmaktadır.

1970’li yıllarda enerji fiyatlarındaki ani artış, ekonomik durgunluk, yeni sa-nayileşen ülkelerin yükselen rekabeti ve dünya reel ekonomisinin güç mer-kezinde meydana gelen kaymalar karşısında kârları azalan şirketler, reel sek-törden finansal piyasalara yönelmişlerdir. Kısa sürede şirketlerin finans piya-salarında elde ettikleri faaliyet dışı kârlar % 2’den % 40’a yükselirken, eko-nomik durumu giderek bozulan düşük ve orta gelirli hane halkları tüketim-lerini finans dünyasının kendilerine sunduğu türlü-çeşitli kredi olanakları ile arttırmışlardır. Söz konusu dönemde, ABD, İngiltere ve Fransa gibi gelenek-sel sanayi ülkelerinde, sanayi sektörünün toplam katma değere katkısı yarı yarıya azalarak % 25-30’lardan % 15’ler düzeyine gerilemiştir.

* 04.02.2012tarihindeBilgiÜniversitesi’ndegerçekleştirilmiştir

Page 9: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

9

Parasal akımların reel faaliyetlerin önüne geçtiği bu sürecin başlıca aktörle-ri olan bankalar, verdikleri kredilerin risklerini-gelirlerini türev piyasalara ha-vale ederek kendi sermaye varlıklarını zorlayıp yeni finansal kaynaklar oluş-turmuşlardır. Risk fiyatlandırması ya da varsayımsal fiyatlara dayalı türev pi-yasaları, çoğu zaman reel ekonomide bir karşılığı bulunmayan enstrüman-lara dayalı “sanal” bir dünya yaratmıştır. Nitekim 2008 kriz yılında 62 tril-yon $’lık bir dünya toplam reel gelirine karşılık türev piyasalarının hacmi 700 trilyon $’a ulaşmış bulunuyordu. Mali piyasalarda “rant” üzerine ku-rulu bir tür “saadet zinciri”, sonuç itibariyle sermayedarlara olağanüstü ka-zançlar sağlamıştır.

Balonun patlaması ile, konut kredilerinin ipotek işlemlerinden türetilen mali araçların fiyatları büyük bir düşüş yaşamıştır. Hızlı değer kaybı önce, başta “Lehman Brothers” olmak üzere, çok sayıda konut kredisi veren bankanın, ardından birçok yatırım bankasının çökmesine yol açarken, borsaların da büyük kayıplara uğramasına neden olmuştur. Krizin etkileri mali piyasalarla sınırlı kalmamış, kısa sürede reel sektöre de sıçramıştır. Kriz ABD’den dün-yanın her yanına dalga dalga yayılmıştır. General Motor, Ford, Toyota, IBM, Sony, vs gibi dünyanın en büyük firmaları önce yıllık kâr tahminlerini düşür-müş, sonra zarar edeceklerini duyurmuş, ardından kapasite kullanımlarını düşürerek işçi çıkarmaya başlamışlardır. Sonuç olarak, Dünya Bankası verile-rine göre Japonya 7, Türkiye 8, ABD 15, AB 30 ve dünyamız geneli 55 yıldır ilk kez 2009 yılında ekonomik daralma ile karşı karşıya kalmış ve 40 milyon-dan fazla insan işini kaybetmiştir.

BORÇ EKONOMİLERİ 1980’li yıllarla birlikte hızla büyüyen ve genişleyen finans piyasalarının sun-duğu likidite bolluğu, 2000’li yılların başından itibaren tüketici kredilerine dönüşüp gelişmiş sanayi ülkelerini “borçlanma-özel talep artışı” sarmalın-da bir büyüme modeline yönlendirmiştir. Bu dönemde tüketici kredilerinin besleyeceği talep, bir ölçüde, bir önceki dönemde, 1970’li yıllarda terk edil-meye başlanan talep yönlü Keynezyen politikaların telafisi işlevini üstlenmiş olacaktı. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde, yeni sanayileşen ülke-lerden ithal edilen düşük ücretlere dayalı nihai ürünlerin de özendirmesi ile genişleyen tüketim kalıpları tasarrufların köklü bir biçimde gerilemesine ne-den olmuştur. 1995-2008 yılları arasında dünyanın 10 en büyük gelişmiş sa-nayi ülkesinde toplam borcun Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH)’ya oranı, or-talama olarak % 200’den % 300’lere yükselmiştir (Demma, 2011:14). Bu oranlar İrlanda’da % 350’den % 700’e ve İzlanda’da % 289’dan % 1189’a kadar yükselirken, yeni sanayileşen ülkelerin ortalaması, 2011 yılı sonu iti-bariyle yalnızca % 37,8’dir (IMF:2011).

Gelişmiş ülkelerde yeni yüzyılda giderek şişen borç ekonomilerinin kayna-

Page 10: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

10

ğında, özel talebin borçlanma yoluyla artışı kadar, kamu gelirleri ile gider-leri arasındaki farkın ikinci lehine açılması bulunmaktadır. Ekonomik büyü-meyi özendirmek ve ekonomik faaliyetlerin etkinliğini arttırmak adına dü-şürülen vergi oranları kamu açıklarının giderek büyümesine neden olmuş-tur. Örneğin, Fransa’da 1980’li yılların başında neredeyse birbirine eşit olan kamu gelir ve giderleri, yıldan yıla birbirinden uzaklaşmış ve 2010 yılında, GSYH’nın % 56,6’sına denk gelen bir harcamaya karşılık kamu gelirleri % 48,8’de kalmıştır (Alt. Eco. 2011:31).

Aslında likidite bolluğu, kapitalist sistemin yapısal bir hastalığı olan ve ge-lir dağılımı eşitsizliğinden kaynaklanan “talep yetersizliği” sorununun su yü-züne çıkmasını engelleyip gelişmiş ülkelerde ekonomik büyüme sürecinin sürekliliğini sağlamıştır. İlginç nokta, başta yeni sanayileşen ülkeler olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerin borçlanmasına kaynak-lık etmesidir. 2001-2010 döneminde gelişmekte olan ülkelerde yıllık ortala-ma % 2,6 düzeyinde fazla veren cari denge, gelişmiş ülkelerde ortalama % 0,9 oranında açık vermiştir. Gelişmiş ülkeler arasında en fazla açığı bulunan ABD’nin cari açığı 2001-2009 döneminde, ortalama olarak dünya GSYH’nın % 1,4’üne ulaşmışken, gelişmekte olan ülkeler arasında en büyük fazlası olan Çin’in cari fazlası, söz konusu on yıllık dönemde % 0,1’den % 0,8’e yükselmiştir (Demma, 2011:14).

Borç ekonomileri ilk ciddi krize AB Euro bölgesinde yakalanmıştır. Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi AB’nin Akdeniz ülkeleri ve İrlanda yük-lendikleri ağır kamu borçlarını çeviremez duruma gelmiş ve son yıllarda bu ülkeler için, “kemer sıkma” reçeteleri ile donatılmış IMF destekli Kurtarma Paketleri peş peşe devreye sokulmaya başlamıştır. Ancak söz konusu paket-lerin, dünyada son bir yılda su yüzüne çıkmış olan ekonomik durgunluğu daha da güçlendireceği, üstelik borçların büyüklüğü karşısında yetersiz ka-lacağı ve nihayet borç krizinin Euro bölgesinin geleceğini tartışılır hale geti-receği kaygıları mevcuttur.

KÜRESEL KRİZ HENÜZ BİTMEDİ, YALNIZCA BİR SÜRE ERTELENDİBaşta ABD olmak üzere, krizden etkilenen tüm ülkeler 2008-2009 krizini atlatabilmek için “ekonomiyi canlandırma paketleri” çerçevesinde piyasala-ra trilyonlarca dolar sürmüşlerdir. 2009 yılında dünya ekonomisini saran de-rin duraklamanın ardından 2010 yılı, gelişmiş ülkelerde ekonomik canlan-ma (% 2,5-3,0) ve yeni sanayileşenler başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde güçlü ekonomik büyüme (% 7-8) başlangıcı olmuştur. 1929 eko-nomik krizinde 38 ay sürmüş olan dünya sanayi üretimindeki toparlanmanın 2008 krizinde yalnızca 12 ayda gerçekleşmesi de (Eichengreen, 2010) eko-nomik krizden artık çıkılmış olduğu düşüncesini iyice güçlendirmiştir. 2010 yılında işsizlik düzeyindeki artışın durması, Almanya ve ABD başta olmak

Page 11: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

11

üzere, bazı gelişmiş ülkede işsiz sayısının azalmaya başlaması, ham mad-de fiyatlarının yukarıya doğru hareket etmesi ve borsa endekslerinin yeni-den tırmanışa geçmesi yeni bir büyüme sürecine girişin ilk işaretleri olarak algılanmıştır.

Ancak 2011 yılı ile birlikte kendini gösteren iki farklı eğilim bir yıl önce ye-şeren umutları soldurmaya başlamıştır. Gelişmiş ekonomilerin bir bölümü-nü deflasyon ve kamu borç yükü, yeni sanayileşen ülkeleri ise enflasyon tehdit etmeye başlamıştır. Aynı anda dünya genelinde ekonomik büyüme-nin yavaşlama sürecine girmesi yeni bir küresel krizin ilk işaretleri olarak ka-bul edilmese bile, en azından 2008 krizinden henüz çıkılmadığı, ekonomiyi canlandırma paketleri sayesinde yalnızca ertelendiği biçiminde algılanabilir.

Yeni sanayileşenler başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde içinde bu-lunduğumuz yıl yükselen enflasyon eğiliminin arkasında, ekonomiyi canlan-dırma paketleri çerçevesinde piyasalara sürülen trilyonlarca doların yarattığı likidite bolluğu, ani ve hızlı ekonomik büyüme ve nihayet, gıda, ham mad-de, petrol, altın vs gibi dünya emtia fiyatlarındaki artış (2010 yılında ortala-ma artış: % 25) bulunmaktadır. 2010 yılında Çin ve Brezilya’da % 5 olan enflasyon oranı, Endonezya’da % 6, Türkiye’de % 6,4 (2011 yılı için % 10,5), Rusya’da % 7 ve Hindistan’da % 10’a yükselmektedir (OECD-FMI, 2011).

Enflasyon tehdidi ilgili ülkeleri içinde bulunduğumuz 2011 yılı içerisinde de-ğişik anti enflasyonist önlemler almaya yöneltmiştir. Hindistan ve Brezilya; faiz oranlarını, sırasıyla % 4,75’ten % 6,25’e ve % 8,75’ten % 10,75’e yük-selterek, Çin ve Türkiye; bankaların zorunlu karşılık oranlarını yükselterek, Tayland ve Brezilya; portföy yatırım gelirlerini, sırasıyla % 15 ve % 6 (Alt. Eco. Hors-Série, 2011:17) oranlarında vergileyerek yabancı sermaye girişi-ni sınırlandırmaya çalışmışlardır. Ayrıca Türkiye, TL’nin aşırı değerlenmesine izin vererek fiyat artışlarındaki tırmanışı engellemeye çalışmıştır. Enflasyon oranlarının % 1-1,5 düzeyinde olduğu Japonya, ABD ve AB’de deflasyon ile gelen yeni bir resesyon tehlikesi söz konusudur. Birleşmiş Milletler (2011)’in “2012 Dünya Ekonomik Görünümü ve Beklentiler Raporu”na göre, 2012 yılında gelişmiş ülkelerin tümü için yalnızca % 1,3’lük bir büyüme öngörül-mektedir. IMF (Ocak 2012)’in “Dünya Ekonomik Görünüm Raporu”nda ise, 2012 yılında dünya ekonomisi için % 3,3 olarak öngörülen büyüme ora-nı, gelişmiş ekonomiler için % 1,2’ye ve Euro Bölgesi için – % 0,5’e düş-mektedir. Aynı rapora göre, 2011 yılında % 6,9 olan dünya ticaret hac-mindeki genişleme, 2012 yılında neredeyse yarı yarıya azalarak % 3,8’e düşecektir. Sonuç olarak, dünyamızı aynı anda saran ve küresel ekonomik büyüme dinamiklerini zaafa uğratan enflasyonist ve deflasyonist eğilimler, 2008 küresel krizinin henüz atlatılamadığına, kriz sonrası uygulamaya so-kulan “ekonomiyi canlandırma paketleri” sayesinde biraz ötelendiğine işa-ret etmektedir.

Page 12: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

12

FİNANSAL PİYASALARIN YENİDEN DÜZENLENMESİ Lehman Brothers’ın batışının dünya finans piyasalarında neden olduğu yı-kım ve panik sonrasında, Nisan 2009’da Londra’da toplanan G 20’lerin, “Bundan böyle artık, hiçbir finansal piyasa, kurum ve ürün gözetim ve de-netimsiz kalmayacaktır.” (Alt. Eco. 2010:32) şeklindeki ifadesi, aslında fi-nans piyasalarındaki mevcut başıboşluğun ve denetimsizliğin itirafı olarak kabul edilebilir. İzleyen Pittsburgh (Kasım 2009), Toronto (Haziran 2010), Seul (Kasım 2010) ve Cannes (Kasım 20011) G 20 zirvelerinde de aynı yön-de temenniler dile getirilmiştir. Yine küresel krizin hemen akabinde hare-kete geçen IMF ve BRI gibi uluslararası finans kuruluşları, finansal işlemle-rin daha sıkı kurallara bağlanmasının ve daha etkin bir biçimde denetlene-bilmesinin yöntemlerini aramaya başlamışlardır.

Amerikan Kongresi, Temmuz 2010’da, “bankacılık lobisi”nin büyük bir direnç göstermesine karşın, finansal piyasaları düzenleyen ve denetleyen kamu kuruluşlarının yetkisini arttıran, 2300 sayfalık Dodd-Frank yasasını onaylamıştır. Yasa, Amerikan bankalarının bundan böyle “hedge fon” tut-malarını ve pazarlamalarını yasaklamıştır.

Avrupa Parlamentosu, Eylül 2010’da, yeni bir Finans Gözetim Kurulu’nun oluşturulmasını onaylamıştır. Hemen akabinde Avrupa Komisyonu, Dodd-Frank yasasını örnek alarak, başta türev ürünler olmak üzere, spekülatif ürün ve işlemlerin yeni kurallara bağlanmasını önermiştir. Bilindiği gibi, tü-rev ürünleri ile ilgili işlemlerin % 90’ından fazlası denetim dışı, tarafların kar-şılıklı rızasıyla yapılmaktadır. Hedge fonlar dâhil, türev ürünler elden ele geç-mekte, bu nedenle sorun ve tehlikenin nerede olduğu kolayca saptanama-maktadır. Komisyon, banka ve spekülatör gibi ilgili tarafların işlemlerini, dü-zenlenmiş piyasalarda (takas odalarında) saydam bir biçimde yapmalarını önermektedir. Küresel krizin hemen başlangıcında, Eylül 2008’de 700 tril-yon $’a kadar ulaşmış olan dünya türev piyasaları hacmi, 2009 yılında 500 trilyona kadar gerilemiş olsa da 2010 yılında yeniden yükselişe geçerek 600 trilyona yükselmiştir.

1975 yılından bu yana faaliyette olan Bankacılık Gözetim BÂLE (Basel) Komitesi Ekim 2010 tarihinde, bankaların mali bünyelerini güçlendirmek ve üstlendikleri riskleri sınırlandırmak için, “Bankaların öz kaynaklarının banka aktiflerine oranının % 2’den, 2013 yılından itibaren % 7’ye çıkarılması öne-risini, kaynak kullanımlarını ve verimliliklerini sınırlayacak olması nedeniy-le bankaların çok sert tepki göstermelerine karşın kabul etmiştir (Alt. Eco. 2010:32). İngiltere’de 2008 yılında % 130’a kadar yükselen banka borçla-rının GSYH’ye oranının 2010 yılında ancak % 110’a kadar gerileyebildiğini belirtelim. Bu oran ABD için, aynı dönemde % 120’den % 105’e inmiştir.

Bu arada dünya finans piyasalarında istikrar sağlamak için önerilen bir başka

Page 13: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

13

politika aracı da, Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı James Tobin’in 1970’li yıl-ların başında önerdiği “Tobin Vergisi”dir. Türev ürünler başta olmak üzere, finansal yatırım araçlarını denetim altına almak ve finansal piyasalarda sert dalgalanmaların önüne geçmek gibi temel işlevleri olan Tobin Vergisi, aynı zamanda gelir transferi yoluyla da gelir dağılımının dengelenmesine ve top-lumsal barışın sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. Mevcut sermaye hare-ketlerinin yönünde köklü sapmalara neden olmaması için, söz konusu ver-ginin dünya ölçeğinde mümkün olduğunca yaygın olarak uygulanması ge-rektiğinden, Tobin Vergisi’nin ancak orta vadede düşünülebilecek bir piyasa düzenleme aracı olduğu söylenebilir. Ancak küresel kriz öncesi finansal pi-yasalara müdahale anlamına gelebilecek en küçük kural koyma hareketleri-ne, örneğin, “Tobin Vergisi kesinlikle bir saçmalıktır” (Halimi, 2012) diyerek karşı çıkan Nicolas Sarkozy gibi neoliberaller, günümüzde söz konusu ara-cı, finansal krizin ekonomilerde neden olduğu yıkımın önüne geçmek için bir fırsat olarak nitelendirmektedirler. Tobin Vergisi için önerilen oranlar ise, hisse senedi işlemlerinde % 1 ve türev işlemlerde % 0,1’dir.

KRİZDEN ÇIKIŞ: PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ SEÇİMİ Küresel krizin hemen sonrasında, 2010 yılı içerisinde gelişmiş ülkelerin kay-dettikleri ekonomik canlanma, krizin neden olduğu ekonomik gerilemeyi telafi etmeye yetmemiştir. Söz konusu ülkelerin GSYH’larında, kriz önce-si ve sonrası arasında 3-6 puan fark bulunmaktadır. Kriz öncesinde ABD’de 44 000 $ olan kişi başına yıllık gelir, toparlanma yılı olan 2010’da, ancak 37 000 $ düzeyine ulaşabilmiştir. Bu rakamlar Japonya için 37 000 $ ve 32 000 $, Euro Bölgesi için 35 000 ve 30 000’dir. Söz konusu gelir farklarının üç yıl sonra dahi kapatılamadığını, örneğin AB (27)’nin 2008 yılı için 100 ka-bul edilen kişi başına düşen ortalama gelirinin 2011 yılında ancak 98,5 ola-bildiğini belirtmeliyiz (Alter. Eco., no.308, Aralık 2011:13). Söz konusu ge-lir endeksi, krizden en fazla etkilenen AB ülkelerinden İrlanda’da 86,4 ve Yunanistan’da 87,8’e kadar gerilemiştir.

Gelişmiş sanayi ülkelerinin ekonomik kayıpları yalnızca gelir düzeyleri ile sı-nırlı kalmamış, istihdam açısından da benzer kayıplara uğramışlardır. Kriz öncesinden (2008) günümüze (2011) işsizlik oranı; OECD ülkelerinde or-talama olarak % 6’dan % 7,5’a, AB (27)’de % 7,1’den % 9,7’ye (Euro Bölgesi için % 10) düzeyine yükselmiştir. AB’de işsizliğin 2011 yılı itibariy-le en yüksek olduğu ülkeler, günümüzde borç krizi içerisinde olan İspanya (% 20,9), Yunanistan (% 16,6), İrlanda (% 14,4) ve Portekiz (% 12,6) gibi ülkelerdir (Alter. Eco., Aralık 2011: 11). Bu oranlar 2008 ve 2011 yılları için ABD’de % 5,8–% 8,9 ve Japonya’da % 4–% 4,5 olduğu görülmekte-dir (USD of Labor, 2012). AB (27) şu an, üç sene öncesine göre 6,2 milyon

Page 14: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

14

daha fazla, 23 milyon işsiz barındırmaktadır. Kriz sonrası dönemde işsizlik oranlarında düşüş gösteren (% 7,5’dan % 6,1’e) tek AB ülkesi Almanya’dır.

Sanayi ülkelerinde 2010 yılında gerçekleşen ekonomik canlanmanın 2011 yılında zayıflaması, IMF’nin Ekonomik Görünüm Raporu’na göre söz ko-nusu büyüme % 1,6 düzeyinde kalacaktır (Eylül 2011), ileriye dönük istih-dam beklentilerini de zayıflatmaktadır. 2011 yılında başlayan ekonomik ya-vaşlamanın çalışma yaşamı üzerindeki olumsuz etkisini göstermesi ile yu-karıdaki işsizlik rakamlarının, 2012 yılında daha da yükseleceğini şimdiden söyleyebiliriz. Dünya Bankası (2011)’nın “Ekonomik Görünüm Raporu”na göre, 2012 yılında dünya ekonomisi % 2,5 oranında büyürken, Euro Bölgesi % 0,3 oranında küçülecektir. Avrupa Komisyonu’na göre, 2012 yılında Euro Bölgesi’nde % 0,5’lik bir büyüme gerçekleştirilecektir (Commission Européenne, 2011). AB’deki durgunluk, başta ihracata dayalı büyüme stra-tejileri uygulayan, Türkiye dâhil yeni sanayileşmiş ülkeler ve yine ihracatları-nı büyük ölçüde AB pazarlarında gerçekleşen ABD ve Japonya gibi gelişmiş ülkeler, daha da önemlisi, başta Almanya olmak üzere bizzat AB ülkelerini durgunluk tehlikesi ile karşı karşıya bırakacaktır.

Genişleyici maliye politikaları, derin ve uzun ekonomik durgunluk dönem-lerini aşmak için geleneksel olarak başvurulan ekonomik politika aracıdır. Ancak, başta AB olmak üzere çok sayıda gelişmiş ülke, ekonomik durgunluk ve ardından Ekonomiyi Canlandırma Programları’nın yol açtığı kamu açık-larını-devlet borçlarını karşılayabilmek için tam aksi yönde politikalara, yani sıkı maliye politikalarına yönelmektedirler. AB’nin ikinci büyük ekonomisi Fransa’da kriz sonrasında bütçe açığı GSYH’nın % 8’ini ve kamu borç tuta-rı GSYH’nın % 80’ini aşmış durumdadır (INSEE, 2011).

Para politikalarına gelince, şu an “likidite tuzağı”na düşmüş gözüken ge-lişmiş ülkelerde, para miktarındaki değişmeler faiz oranlarını artık etkileye-mediği gibi, faizlerin de bir politika aracı olarak yatırımları uyarma işlevi-ni kaybettiği anlaşılmaktadır. Öncelikle bu durumdan çıkış, Paul Krugman (2008)’ın “optimal para politikaları” çerçevesinde ilgili ülkelerin negatif reel faiz uygulamaları, yani enflasyonist eğilimleri harekete geçirmeleri ile müm-kün olabilecektir. Kısa vadede reel faize geçişin de ancak fiyatları ve bü-yümeyi hareketlendiren genişleyici maliye politikalarından geçtiğini biliyo-ruz. Aşırı borç yükü nedeniyle kamu harcamalarını azaltmak ya da vergile-ri arttırmak ikileminde kalan bir ülkede ekonomik büyüme ve sosyal barı-şın sağlanması ancak “doğrudan vergilerin” yükseltilmesi yoluyla gerçek-leşebilir. Para politikası konusunda bir de Euro Bölgesi ülkelerinin, isteseler bile tek başlarına ayrı bir para politikası oluşturma olanaklarının bulunma-dığını belirtmeliyiz.

Oysa günümüz gelişmiş ülkelerinde, son bir yıldır fazla üretim kapasitesi ve

Page 15: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

15

işsizliğin baskısı ile tam tersi bir gelişme, yani deflasyonist bir süreç yaşan-maktadır. İleriye dönük beklentilerin zayıflaması yatırım kararlarını da olum-suz yönde etkilemektedir. Ücretler ve varlık fiyatları ucu aşağı dönük bir sar-mal oluşturmaktadır. Fiyat düşüşleri para politikalarını etkisizleştirmektedir. Faizler düşük bir düzeyde bulunsalar dahi reel pozitif konumunu sürdür-mektedirler. Bu durumda tasarruf sahipleri yatırım yapmak yerine bekleme-yi ya da birikimlerini daha emin yerlerde (bankalar ya da devlet tahvilleri) de-ğerlendirmeyi tercih etmektedirler. İşte likidite tuzağı bu aşamada oluşmak-tadır. Söz konusu tuzaktan kurtulmanın en kestirme yolu ise yine genişle-tici, yani ekonomiyi yeniden canlandırıcı maliye politikalarından geçmekte-dir. Mayıs 2012’de Camp David’de gerçekleştirilen son G-8 zirvesinde dün-ya ekonomisi için yapılan yeni bir ekonomik büyüme programı önerisi mali disiplin kaygısı karşısında yeterli desteği bulamamıştır.

ÇİN DÜNYAYI KURTARABİLİR Mİ?Son on yıl içerisinde dünya ekonomisinin konumunda köklü değişiklikler ya-şanmıştır. Batı’nın mutlak ağırlığı devam etse de, dünyanın ağırlık merke-zinde, yeni bin yılın başından bu yana, özellikle de reel ekonomi açısından Batı’dan Doğu’ya (ya da Kuzey’den Güney’e) doğru güçlü bir kayma olmuş-tur. 2000 yılında, dünya sanayi katma değeri içerisinde % 20 olan gelişmek-te olan ülkelerin payı, 2008 yılında ikiye katlanarak % 40’a yaklaşmıştır. Söz konusu dönemde, sanayi üretimindeki yıllık artış Kuzey’de % 2,5’de kalır-ken Güney’de % 8,7’lerde gerçekleşmiştir (www.worldbank.org).

Dünyanın yeni ağırlık merkezine yerleşen, Çin başta olmak üzere “sivrilen” ülkeler, büyümelerini iç talepten çok dış talep üzerinden gerçekleştirmişler-dir. İç talebin artması ülkelerin hem gelir hem de sosyal politikalarında ger-çekleştirecekleri reformlara; örneğin, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık sistem-lerinde ve alt yapı yatırımlarında atacakları adımlara, gelir dağılımının daha adil bir duruma getirilerek ortalama tüketim eğilimin arttırılmasına bağlıdır. Ekonomik refahın tabana yaygınlaştırılmasını ifade eden sosyal politikalar, Batı dünyasında çok uzun sürmüş sınıf mücadeleleri ile ancak gerçekleştiri-lebilmiştir. Yani sivrilen ülkelerde sosyal politikaların bir anda ön plana çık-ması beklenmemelidir.

Bu kısa açıklamadan sonra başlıktaki soruyu sorabiliriz: Çin dünyayı kurta-rabilir mi?. Başta ABD ve AB olmak üzere, Çin’in dünyayı yeni bir ekonomik krizden kurtarıp kurtaramaması, öncelikle Çin’in iç tüketimini köklü bir bi-çimde arttırmasına bağlıdır. 2008 krizine kadar ABD-Çin “ortaklığı” üzeri-ne kurulu olan dünya ekonomisi, yıllık ortalama % 5 gibi oldukça yüksek bir büyüme başarısı göstermiştir. Söz konusu “ortaklık”, bir çeşit tamamlayıcı-lık üzerine kurulmuş, Çin’in gerçekleştirdiği ekonomik fazla, ABD’nin açık-larını kapatmak için kullanılmıştır. Örneğin, 2008 yılında ABD dünya top-

Page 16: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

16

lam cari açığının % 40’ının sorumlusu iken, Çin, tam tersine dünya toplam cari fazlasının % 25’ini gerçekleştirmiştir (Alt. Eco. 2010:38). Sonuç olarak, ABD’nin dünyanın en büyük sermaye ithalatçısı ve Çin’in ise en büyük ih-racatçısı olduğunu söyleyebiliriz. 2010 yılı itibariyle Çin’in elinde 2,4 trilyon $’lık bir rezerv bulunduğu ve bu rezervin % 70’ini, yani 1,8 trilyon’luk bir bölümünü, 1,2 trilyonu hazine bonolarına olmak üzere ABD kağıtlarına ya-tırmış olduğunu biliyoruz. Borç krizini aşmak için Avrupa İstikrar Fonu’nu büyütmek durumunda kalan AB de Çin’in biriktirdiği söz konusu sermaye-den yararlanmak istemektedir.

Çinlilerin biriktirip (karınca) Amerikalılara tükettirdiği (ağustos böceği) küre-sel ekonomi sistemi bugün de sürmektedir. Küresel kriz, ABD-Çin “ortak-lık” ilişkisini koparmamış, yalnızca zayıflatmıştır. ABD’nin, kriz öncesi % 6 olan cari açığı kriz sonrasında % 3’e inerken, Çin’in fazlası % 11’den % 6’ya düşmüştür (Alt. Eco. 2010:38). Çin’in dış fazlasını önümüzdeki yıllarda da sürdürebilmesi, hızlı ekonomik büyüme performansını sürdürebilmesi-ne bağlıdır. Kriz dönemine kadar Batılı ülkelerin tüketici talebine dayalı ola-rak % 10’lar düzeyinde büyüyen Çin ekonomisi, kriz sonrası düşen, düşü-şünü önümüzdeki yıllarda da sürdüreceğe benzeyen Batılı talebi kendi tü-keticisi ile telafi edebilecek midir? Çin’in 2012 yılı için büyüme tahminini % 8’den % 7,5’a indirmesi aslında bu soruya verilen zımnî bir olumsuz yanıttır.

Çin’in dünyayı kurtarıp kurtaramayacağı sorusunun yanıtı, işte bu iç taleple ilgili sorunun yanıtında bulunmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesini gide-rek kendi iç talebine bağlı hale getirmesi, dünya ekonomisine önemli bir pa-zar olanağı sunacak ve dünya ticareti yeniden, büyük bir olasılıkla sanayileş-miş ülkeler lehine şekillenecektir. Ancak tüketim, gelirin olduğu kadar, sos-yo-kültürel yapının ve uzun yılların oluşturduğu alışkanlıkların da bir fonksi-yonudur. Bireylerin kullanılabilir gelirlerinin düzeyi, ilgili ülkenin Milli Geliri büyüklüğü kadar gelir dağılımı tarafından da belirlenmektedir. Bilindiği gibi, ülkelerin ne gelir politikaları ne de tüketim alışkanlıkları kısa bir sürede kök-lü bir biçimde değişikliğe uğramaz. Bu bakımdan Çin ekonomisinin talep ya-pısında kısa dönemde önemli değişiklikler beklememeliyiz.

Doğu toplumlarının “kanaatkâr ve tutumlu” olma niteliklerine, Çin’in sosyal güvenlik sisteminin zayıflığı, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, gelir dağılımının dengesizliği ve artan işsizlik eklenince % 40’lara varan bir tasar-ruf oranı ile karşılaşılmaktadır. 2008 krizinin ardından bu ülkede uygulama-ya konulan Ekonomiyi Canlandırma Programı’nın tüketimden çok yatırım-ları özendirilmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Aslında Devlet de, eko-nomik büyümenin sürdürülmesi ve sanayiye kamu arazisi satışından parasal gelir sağlanması gibi nedenlerden dolayı yatırımları teşvik etmiştir. Kaldı ki toplam nüfusun yarısından fazlasının kırsal kesimde yaşayan bir ülkede, re-fah ekonomisi politikalarının etkinliği de ister istemez sınırlı kalacaktır.

Page 17: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

17

Sonuç olarak; kısa vadede Çinli tüketicinin dünya ekonomisini peşinden sü-rüklemesi beklenmemelidir. Orta ve uzun vadede ise, kentleşme (şu an yal-nızca % 45), reel ücretlerin artması ve nüfusun yaşlanması ile tüketim eğili-minin güçlü bir biçimde artması beklenebilir.

AB BORÇ KRİZİ 2008 krizi öncesinde “cari açıklar” ve “borçlanma” gibi kriz unsurları ABD’de AB’ye göre çok daha ağırken, kriz sonrasında gerçekleştirilen to-parlanma ve yeniden büyüme sürecinde AB açık bir ara ile ABD’nin geri-sinde kalmıştır. Üstelik 2011 yılında yeni bir “küresel kriz” kuşkusu yaratan ekonomik durgunluk ve borç krizi depremi de, merkez üssü Akdeniz ülkele-ri olmak üzere AB’de meydana gelmiştir. Bu durum, her şeyden önce AB’de ciddi bir yönetişim sorunu olduğunu ve yeni bir yapılanmaya gereksinim du-yulduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.

Günümüzde Euro Bölgesi’nde yoğunlaşan ekonomik kriz iki yıl önce, 2009 sonbaharında, % 3,7 olarak öngörülen Yunanistan’ın kamu açığının, aslın-da % 15,4’e yükselmiş olduğunun anlaşılması ile dünyanın gündemine yer-leşmiştir (Alt. Eco. Kasım 2011: 64). uluslararası kredi derecelendirme kuru-luşlarınca notu birkaç basamak birden düşürülüp “yatırım yapılamaz ülke” ilan edilen Yunanistan, çok yüksek borçlanma faiz oranları ile karşı karşı-ya kalmıştır. Bu ülkenin zaman geçirmeden uygulamaya koyduğu sıkı mali-ye politikaları ve tasarruf önlemleri de uluslararası finans piyasalarını yatış-tırmaya yetmemiştir.

Ancak AB’nin mali krizi Yunanistan ile sınırlı değildir. İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya gibi Euro Bölgesi ülkeleri 2009’dan bu yana benzer kriz be-lirtileri gösterirken, 2012 yılının hemen başında, 2008 küresel krizinin ardın-dan ABD’nin kredi notunu düşüren uluslararası kredi derecelendirme ku-ruluşu Standart&Poors (S&P), aralarında Fransa ve Avusturya gibi AB’nin en büyük ve güçlü ekonomilerinin bulunduğu dokuz Euro Bölgesi ülkesi-nin kredi notunu da düşürmüştür. S&P’nin ardından, kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, İtalya, İspanya ve Belçika başta olmak üzere 6 Euro Bölgesi ülkenin kredi notlarını düşürmüştür. Bir diğer uluslararası kredi derecelen-dirme kuruluşu olan Moody’s ise, Şubat 2012’de, üstelik de Yunanistan’da 130 miyar Euro’luk ekonomiyi kurtarma paketinin onaylanmasının hemen ardından borç krizi yaşıyan İtalya, İspanya, Portekiz, Slovakya, Slovanya ve Malta’nın kredi notlarını düşürdüğünü duyurmuştur. İkinci kurtarma pake-tine karşın, borç takası anlaşmasının temerrüte düşme tehlikesinden dola-yı Yunanistan’ın kredi notu, iflası işaret eden “C” notuna düşürülmüştür. Belli başlı Euro Bölgesi ülkelerinin kredi derecelerindeki yaygın indirim, ister istemez bir bütün olarak Euro Bölgesi’nin güvenilirliğini de olumsuz yönde etkilemektedir.

Page 18: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

18

Yunanistan Parasal Birliğin üyesi olmasına karşın, Birliğin mali koşulla-rı (Maastricht Kriterleri) olan; maksimum % 3’lük bütçe açığı ve % 60’lık kamu borçları sınırlamalarına hiçbir zaman uymamış, (gerçi Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeler de bu kuralı sık sık ihlâl etmişlerdir) üstelik mevcut du-rumla ilgili hiç de sağlıklı olmayan bilgiler sunmuştur. Yunanistan siyasi ikti-darları Parasal Birliğin mali disiplinine uymazken, hatta finansal göstergeler-le ilgili bir takım manipülasyonlara başvururken, Yunan tüketicileri de, geliş-miş ekonomilerin yer aldığı Parasal Birliğin düşük faizli kredilerinden yarar-lanma olanağı bulmuşlardır. 1990’lı yıllarda bu ülkede % 10 ile % 25 ara-sında seyreden faiz oranları, Parasal Birliğe geçiş ile birlikte, Euro Bölgesi’nin ortalaması olan % 5’lere gerilemiştir (ECB, Şubat 2012). Kısaca hem özel tüketim hem de kamu açıkları dış kaynaklarla finanse edilmiştir. Kısaca Yunanistan; 1980 ve 1990’lı yıllarda AB Bütçesi ve 2000’li yıllarda dış kay-naklar sayesinde “yapay” bir refah toplumu yaratmıştır. Örneğin, 1990’lı yıllarda AB’nin Yapısal Fonlarının % 10’undan fazlası Yunanistan’a yönele-rek kişi başına her yıl yaklaşık 300 ECU’lük bir ek gelir sağlamıştır (Şahinöz, 2000:19). Euro bölgesinde % 58 olan özel tüketim harcamalarının GSYH’ya oranının Yunanistan için % 75’e yükselmesi, yukarıda sözü edilen “yapay cennet” tanımlamasını doğrulamaktadır.

Dış kaynakların üretken yatırımlardan ziyade tüketim harcamalarında kulla-nılması Yunanistan’ın “borç batağı”na saplanmasını hızlandırmıştır. Bir baş-ka anlatımla Yunanistan, İtaya’nın Güney bölgesinde kalkınma yardımları-nın etkin kullanılmayışı sonucunda bölgenin gelişme dinamiklerinin körel-mesi anlamına gelen “Mezzogiorno etkisi”ne maruz kalmıştır. Derin sosyo-ekonomik farklılıklarına karşın, özellikle de ekonomik verimlilikleri genel or-talamanın çok altında bulunan, başta Yunanistan olma üzere Güney ülkele-rini Euro Bölgesi’ne kabul eden, AB’nin lider ülkeleri Fransa ve Almanya’nın bugünkü borç krizinde, en az krizdeki ülkeler kadar sorumlulukları vardır. Euro Bölgesi Yunanistan’ı krize teşvik etmiştir. AB-Euro Bölgesi üyeliği yo-luyla aktarılan refahtan yalnızca Yunanistan değil, bir ölçüde tüm Güney AB ülkeleri yararlanmıştır ve bugün Yunanistan’ı felç eden borç krizi söz konu-su ülkeleri de ciddi biçimde tehdit etmektedir.

İrlanda, İspanya ve Portekiz, bir ölçüde de İngiltere krizlerinin arkasında özel kesim borçları ve cari açıklar bulunurken, Yunanistan’ın şu an hem özel, hem kamu hem de cari açık sorunları bulunmaktadır. Derin borç krizi borç-lanma faiz oranlarının süratle artmasına neden olmuştur. Kasım 2011 tarihi itibariyle Almanya’da % 1,7 ve Fransa’da % 3,7 olan 10 yıllık tahvil faizle-ri İspanya’da % 6,4, İtalya’da % 7,3, İrlanda’da % 8,1, Portekiz’de % 11,4 ve Yunanistan’da % 32,3’e yükselmektedir (Eurostat&Thomson-Reuters).

Yunanistan olayı ile zirveye çıkan Euro bölgesi borç krizinden sonra, 26 Ekim tarihinde bir araya gelen AB yöneticileri bir dizi önlem üzerinde anlaşmaya

Page 19: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

19

varmışlardır. Zirvede alınan kararlar; Yunanistan’ın borçlarını hafifletmek, güven tazelemek amacıyla bankaların bilançolarını güçlendirmek, ülkeleri kriz salgınından korumak amacıyla Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSE)’nun müdahale gücünü arttırmak ve nihayet, üye ülkelerin ekonomi politikala-rını daha sıkı bir biçimde, karşılıklı olarak gözetlemek biçiminde özetlene-bilir. Sandra Moatti (2011:16)’nin yazdığı gibi, “AB zirvelerinin biri biter biri başlar ve hepsi de birbirine benzer.” Gerçekten de bu anlaşma AB’nin ekonomik yönetişim biçiminde somut bir adım atılmasını, bir başka anla-tımla AB düzeyinde makroekonomik bir müdahale sisteminin kurulmasını içermektedir.

Maliye politikalarında ortak bir karar mekanizması oluşturulmadığı sürece parasal birliğin kalıcı bir istikrara kavuşturulamayacağı açıkça görülürken AB yöneticileri, “ekonomi politikalarının karşılıklı gözetimi” ile yetinmektedir-ler. On yılı aşan parasal birlik uygulaması AB’de “Her koyun kendi bacağın-dan asılır” ilkesini değiştirememiştir. Oysa finansal piyasaların bütünleşti-ği bir sistemde bir ülkenin borçları diğer ülkenin bankalarının alacakları de-mektir, bu durumda bir ülkeyi kaderiyle baş başa bırakmak bütün bir sistemi tehlikeye atmakla eş anlamlıdır. Bankaların finansal bünyesini zayıflatacak bir kriz salgını, kısa sürede kredi kıtlığına dönüşerek reel ekonomiyi de krize sürükleyebilecek bir tehlikeyi içinde barındırmaktadır. “EFSE’nin müdahale gücünün arttırılması”ndan söz edilirken üye ülkelerin finansman katkılarının arttırılmasının gündeme gelmemiş olması, alınan kararların kâğıt üzerinde kalacağının bir göstergesidir. Gerçi üyelerini aşırı borçlanmasını engellemek amacıyla getirilen Avrupa Birliği Hizmet Anlaşması’nın 125 nolu madde-si de, Birliğin ya da bir üyenin bir başka üye için finansal yükümlülük altına girmesine izin vermemektedir. Bu bakımdan, söz konusu maddenin bypass edilmesi için Mayıs 2010 tarihinde, krizde olan ülkelere uygun koşullarda fi-nansman kaynağı sağlamak üzere EFSE kurulmuştur.

Ulusüstü oluşumlarda ortaya çıkan sorunların ulusal politika araçları ile aşı-lamayacağı artık anlaşılmış bulunmaktadır. Bu bakımdan ekonomik ve pa-rasal birliği oluşturan ülkelerin, para ve maliye politikalarında ortak bir ka-rar alma mekanizmasını devreye sokmaları gerekmektedir. Bu bağlamda; Euro bölgesinin maliye politikalarını ortak bir merkezden yönlendirip denet-leyecek bir “Avrupa Maliye Kurumu”na, daha doğrusu bir “Euro Bölgesi Hükümeti”ne gereksinim vardır. Ancak AB’de ekonomik ve mali kararların ulusüstü oluşumlara bırakılması konusunda ne güçlü siyasi bir irade vardır, ne de ekonomik koşullar böyle kurumların işlemesine uygundur. Nitekim Euro Bölgesi borç krizinin çözümü için gerçekleştirilen 2011 yılı son AB zir-vesinde “AB ortak tahvili” çıkarmak gibi somut adımlar atmak yerine, “Mali birlik için Bütçe açığının GSYH’nın % 3’ünü aşanlara yaptırım uygulanma-sı” koşulunun getirilmesi gibi uygulanabilirliği şüpheli mali kurallarla yetinil-

Page 20: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

20

mesi, maliye politikalarında ortak mekanizmalar oluşturmadaki güçlüğün bir göstergesidir.

Ocak 2012 tarihinde, İngiltere ve Çek Cumhuriyeti dışındaki 25 AB ülkesi-nin üzerinde anlaşarak 1 Mart 2012’de imzalayıp Ocak 2013’te yürürlüğe girmesini hedefledikleri hükümetler arası bütçe disiplini anlaşmasına göre, “uygulanmadan önce Brüksel’in denetimine tabi olacak bütçelerde yapısal açıklar GSYH’nın % 5’ni geçemeyecek, bu kuralı ihlal eden ülkeler otomatik olarak cezalandırılacaklardır.” Bu karaların uygulanabilmesi, doğal olarak 1 Mart Anlaşması’nın üye ülkelerin parlamentolarında onaylanması koşu-luna bağlıdır. Oylamalarda sorun çıkmasa dahi, uygulama tarihi olan Ocak 2013’e kadar sürecek olan bu işlemler mevcut sorunların daha da büyüme-sine neden olabilecektir. 1 Mart kararlarının, ulusal bütçelerin uygulamaya girmeden önce ortak karar mekanizması (Brüksel)’nın denetimine tabi tu-tulacak olması nedeniyle, parasal birliğin eksik tarafı olan “ortak maliye po-litikalarına” geçiş yönünde atılmış önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.

Ocak 2012 zirvesinde EFSE’nin bankacılık lisansına ve 500 milyar Euro’luk bir mali kaynağa sahip Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM)’na dönüştürül-mesi benimsenirken, hemen söz konusu kurumun ECB’nin kaynaklarından yararlanıp ortak Euro tahvili çıkarması ve zor durumdaki bankalara sermaye sağlaması önerisi ise, kesin karara bağlanamamıştır. Oysa finans piyasaları-na güven vereceği düşüncesi ile ESM’nin kurulması ve borç krizinin aşılma-sını hızlandıracağı varsayımıyla ortak tahvil çıkarılması önerileri IMF Başkanı Ch. Lagarde tarafından da desteklenmiştir. Parasal Birliğin oluşturulmasın-da, aslında AB’de tarih tersine işlemiş, egemenlik hakkı olmayan bir oluşu-ma (AB), egemenliğin sembolü olan “para” teslim edilmiştir. Bu bakımdan AB’nin ortak geleceğini ilgilendiren konularda karar almak, ortak çıkarları tekil ülke çıkarları önüne koyacak bir “AB Başkenti” henüz oluşturulamadı-ğı için oldukça zor gözükmektedir.

“ASİYE NASIL KURTULUR” ? AB 2011 yılını, özellikle Euro Bölgesi’nin geleceğini çok yakından ilgilendi-ren ciddi bir borç krizi salgını ve yeni bir ekonomik durgunluk süreci teh-likesi ile bitirmiştir. AB’de şu an öncelik, aşırı borç yükü (kamu borçlarının GSYH’ya oranı) nedeniyle mali sarsıntı geçiren Yunanistan (% 166), İtalya (% 121), İrlanda (% 109), Portekiz (% 106) ve İspanya (% 67)’nın istikrara yeniden nasıl kavuşturulacaklarının tespit edilmesidir. 2011 yılında AB orta-laması olarak % 89 olan kamu borç stokunun GSYH’ya oranının Türkiye’de % 39,5 ve yeni sanayileşen ülkelerin ortalaması olarak da % 37,8 olduğu-nu belirtelim (FMI).

Borçlu ülkelerin borç maliyetlerinin, yükselen faizler nedeniyle her geçen gün çığ gibi büyümesi alacaklı bankaları da mali krize sürükleme tehlikesi

Page 21: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

21

taşımaktadır. Elinde sorunlu tahvil ve bono bulunan bankaların batması du-rumunda hiçbir AB ülkesi mali depremin yıkıcı etkilerinin dışında kalamaz. Bu konuda en yüksek risk altında bulunan bankalar, ellerinde en çok ala-cak kâğıdı bulunduran Fransız bankalarıdır. Örneğin, İtalya’nın AB bankala-rına olan toplam 832 milyar $’lık dış borcunun yaklaşık yarısı, 413 milyarı, Fransız bankalarına aittir (BIS, 2011). Son bir yıl içerisinde Avrupa Bankacılık endeksi % 40 ve Euro Bölgesi Bankacılık endeksi % 50 oranında değer kaybetmiştir. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Moodys, ellerinde yük-sek miktarda Yunanistan tahvili bulunan Fransa’nın üç büyük bankası olan Société Générale, Banque Nationale de Paris ve Crédit Agricole’ün notları-nı düşürmüştür.

Aslında son yıllarda hem borç sorunu bulunan İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda gibi ülkelerin hem de alacaklı olan Fransa ve Belçika gibi ülkelerin bankaları önemli bir kaynak sorunu yaşamaya başlamışlardır. AB bankalarının karşı karşıya olduğu sermaye açığı Avrupa Merkez Bankası’nı harekete geçirmiş ve Aralık 2011 tarihinde 523 ve Şubat 2012’de 800 AB bankasına % 1 faiz ile üç yıl vadeli olarak tahsis edilmek üzere, sırasıyla 489 ve 530 milyar olmak üzere toplam 1 trilyon euronun üzerinde bir kaynak aktarmıştır (Cordonnier, Şubat 2012). Öncelikle bankaların finansman kay-naklarını zenginleştirip kâr marjlarını yükseltecek olan ECB’nin parasal ge-nişleme harekâtı, nihai tahlilde devletlerin de borç finansmanı olanaklarını genişletmiştir. Gerçekten de piyasalara şırınga edilen milyarlarca euro tuta-rındaki taze para, 2012 yılının hemen başından itibaren devlet borçları üze-rindeki güçlü spekülatif baskıları hafifletmiş bulunmaktadır.

2011 yılında en derin borç krizi ile karşı karşıya kalan Yunanistan ve ardın-dan da İtalya, siyasi iktidar değişikliğine giderek, bir anlamda krizin siya-si sorumluluğunu kabul ederek sarsılan ekonomik güveni yeniden oluştur-maya çalışmışlardır. Mayıs 2010’da Yunanistan, Kasım 2010’da İrlanda ve Nisan 2011’de Portekiz için, IMF desteği ile oluşturulan kurtarma paketle-rinden bir adet de İtalya için hazırlanmıştır. Mali disiplin için sıkılan kemer-ler, zaten durgunluk içerisinde bulunan söz konusu ekonomileri iyice re-sesyona sürükleyecektir. 2012 yılı için yapılan tahminler (IMF, Ocak 2012); İtalya’nın % 0,1, Yunanistan ve Portekiz’in % 3 oranlarında küçüleceği yö-nündedir. Yunanistan 2010 ve 2011 yıllarında da, sırasıyla % 4,5 ve % 5,5 oranlarında küçülmüştür. Kasım 2010 tarihinden bu yana, yapısal uyum programını Troyka (IMF-AB Konseyi-ECB)’nın sıkı denetimi altında uygula-yan İrlanda ise, 2011 yılında ancak dış talep artışlarına dayalı olarak, üç yıllık bir durgunluğun ardından % 1,1’lik bir büyümeye tanık olabilmiştir. İrlanda’nın yeniden büyüme sürecine girişini sağlayan, ekonominin içinde bulunduğu deflasyonun, birim ücret maliyetlerini düşürerek, tıpkı bir deva-lüasyon gibi imalat sanayinin rekabet gücünü arttırıcı yönde etki yapmasıdır.

Page 22: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

22

Örneğin, 2008 yılından bu yana İrlanda’nın dış pazarlara dönük sektörlerin-de birim ücretlerde % 30’a varan düşüşler olmuştur (Alt. Eco. Mart 2012: 9). Euro Bölgesi’nin 2012 yılı büyüme tahmini ise, AB Komisyonu tarafın-dan % 1,8’den % 0,5’e çekilmiştir. Bu son rakam, OECD’ye göre % 0,2, DB’ye göre – % 0,3 ve IMF’ye göre – % 5’dir.

Öyle anlaşılıyor ki, 2008 krizini aşmak için devreye sokulan “Ekonomiyi Canlandırma Programları”nın yarattığı bütçe açıkları-kamu borçları mali di-siplini ön plana çıkarmış ve daraltıcı maliye politikalarını gündeme getire-rek AB’de ikinci bir durgunluk krizinin koşullarını oluşturmuştur. Sıkı mali-ye politikalarının durgunluk etkisini telafi etmek için başvurulabilecek, para-nın değerini düşürecek bir kur politikası Euro’nun uluslararası bir kur çıpa-sı olması, faizlerin düşürülmesi yönündeki bir para politikası ise, AB’nin liki-dite tuzağında bulunması nedeniyle kullanılamamaktadır. AB Ekonomik ve Parasal İşler Komiseri Olli Rehn (Alt. Eco. Kasım 2011: 14)’in “Yeni bir dur-gunluk dönemi ile karşı karşıya kalabiliriz “ biçimindeki uyarısı, AB’de ge-leceğe dönük kaygıların ciddiyetini tescil etmektedir. Durgunluk kaygıları Avrupa Komisyonu’nun 2012 yılı ikinci yarısından itibaren kullanılmak üze-re 200 milyar euro büyüklüğünde bir “ekonomik büyüme paketi” hazırla-masına ve çok sayıda AB siyasetçisinin Avrupa Yatırım Bankası’nın yatırımla-ra daha fazla kaynak aktarmasını talep etmelerine yol açmıştır.

IMF’nin yer aldığı Troyka tarafından oluşturulan Kurtarma Paketleri’nin da-yattığı sıkı maliye politikaları ve tasarruf önlemleri ile sıkılan kemerler eko-nomiyi küçültürken, borçlu ülkelerin bütçe gelirlerini nasıl arttırıp borçlarını ödeyeceği bilinmemektedir. Aslında AB’yi 2011 yılında durgunluğa sürük-leyen sıkı bütçe politikaları son bir yıldır AB’nin genelinde uygulanmaktadır. Büyüyemeyen bir ekonominin ne “faiz dışı fazla” gibi mali yükümlülükleri-ni yerine getirmesi ne de borç ödeme taahhütlerini yerine getirmesi müm-kündür. İtalya 2012 yılından itibaren, emeklilik yaşını yükselten (kadınlar 60’dan 62’ye, erkekler 65’ten 66’ya), 2012-2013 yıllarında emekli maaşla-rına zam yapmayan, KDV ve zorunlu tüketim vergisi oranlarını arttıran, ye-rel yönetimlerin ödeneklerinde kesintiye giden, ikinci ev sahiplerine ek ver-gi koyan, kamu çalışanı sayısını azaltan, sosyal güvenlik kurumlarını yeniden düzenleyerek açıklarını sınırlandıran, devlete ait bir takım sosyal işlevli ku-rumları lağveden vs. bir tasarruf paketini uygulamaya koymuştur.

Yunanistan ise, iki yıl önceki 110 milyar Euro’luk paketin ardından, 2014 yılına kadar kullanılabilecek yeni bir 130 milyar euroluk kurtarma paketini onaylamaları için Troyka’nın ileri sürdüğü; “asgari ücrette % 22 indirime gi-dilmesi, işsizlik % 10’a düşünceye kadar bütün maaş artışlarının dondurul-ması, özel sektörde iki maaş ikramiye uygulamasına son verilmesi, emekli-lik için yapılan kesinti süresinin 37 yıldan 40 yıla çıkarılması, vergiye tabi ge-lir eşiğinin 12 bin eurodan 5 bin euroya düşürülmesi, 15 bini 2012 yılında

Page 23: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

23

olmak üzere, 2015 yılına kadar 150 bin kamu çalışanının işten çıkarılması, özelleştirmenin hızlandırılması, bütçede 2013 yılından itibaren ortalama % 4 faiz dışı fazla gerçekleştirilmesi vs gibi sosyal maliyeti yüksek olan koşulla-rı, Şubat 2012 tarihinde Parlamento’da oylayarak kabul etmiştir. Kurtarma paketi, Euro Bölgesi ülkelerinin parlamentolarında onaylanmasının ardından Mart 2012 tarihinde uygulamaya girecek ve uygulama bir troyka heyeti ta-rafından denetlenecektir. Ayrıca Euro Bölgesi Maliye Bakanları, tahvil takas işlemi (PSI) ile Yunanistan’ın 206 milyar Euro’luk borcunun 105 milyarlık bö-lümünün, yani borcun yarıdan fazlasının aynı paket çerçevesinde silinmesini ve eski devlet tahvillerinin yerini alacak yeni dönem tahvillerin faiz oranları-nın düşürülmesini kararlaştırmışlardır. Söz konusu kurtarma paketine göre, şu an % 160’ın üzerinde bulunan borçların GSYH’ye oranı 2020 yılında % 120’ye düşmüş olacaktır.

İçeriğine bakıldığında, Yunanistan, Portekiz, İrlanda, İspanya ve bir ölçüde de İtalya’ya dayatılmak istenen yapısal uyum ve kemer sıkma önlemlerinin, çevre ülkelerinin karşı karşıya olduğu verimlilik ve rekabet gücü zayıflıkları-nın, işçilik maliyetlerini bastırmak yoluyla gidermeye yönelik olduğu anlaşıl-maktadır. Oysa sorun ücretlerin “traşlanması” ile çözülemeyecek kadar de-rindedir ve ekonominin genel yapısı ile ilgilidir. Verimlilik farklılığı ücretleri farklılaştırarak değil, ekonomik yapıları yakınlaştırarak çözülebilir.

Eğer Yunanistan ekonomisi içinde bulunduğumuz dönemde ya da en geç 2013 yılından itibaren yeni bir büyüme sürecini başlatamazsa, ki ne iç ko-şullar ne de dış konjonktür buna uygundur, yukarıdaki hedefleri yakalama-sı çok zor gözükmektedir. Kaldı ki, bir yandan 130 milyar euroluk kurtarma paketinin temin edilmesinde ve 107 milyar Euro’luk bir “borç tıraşı”nın ger-çekleştirilmesinde, bir yandan da Yunanistan’ın, özellikle sosyal içerikli taah-hütlerini yerine getirilmesinde bir takım sosyal sorunlarla karşılaşılması şaşır-tıcı olmayacaktır. Hatta son günlerde yeni bir kurtarma paketine gereksinim duyulacağından söz edilmeye başlanmıştır.

2008 krizinden bu yana aralıksız küçülen Yunanistan ekonomisi, öyle anla-şılıyor ki 2012 yılında da, yani üst üste beşinci kez küçülecek ve Yunanlılar daha da yoksullaşacaklardır. Kurtarma paketleri ekonomiyi sağlıklı bir ya-pıya kavuşturup yeni bir büyüme sürecine sokmaktan çok, ülke maliyesini borçlarını ödeyebilir bir durumda tutmaya yönelik önlemler olarak tasarlan-mıştır. 2010-2012 döneminde ekonomisi, büyük bir olasılıkla % 20 oranın-da küçülecek ve işsizlik oranı % 25’e tırmanacak olan Yunanistan’a kabul ettirilen “reçeteler”, M. Chevallier (2012:8)’nin yazdığı gibi, “hastayı ölü-me sürüklemektedir.” Oysa Yunanistan ve bir ölçüde de diğer borçlu ülke-lerin, borç krizini başlatan reel üretim, teknoloji, alt yapı, verimlilik, kamu fi-nansmanı, vs gibi bir takım yapısal sorunları vardır. Borç sorunu nedeniyle körelmiş üretken dinamiklerin harekete geçirilmeye gereksinimi vardır. Eğer

Page 24: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

24

borç sorununa, tamamen finansal kaygılarla hazırlanmış “Troyka paketle-ri” dışında bir çözüm bulunamaz ise kamu borç yükünün ağırlığı ile kurtar-ma programlarının içeriği ve sıklığı bize Yunanistan’ın orta vadede küçül-me döngüsünden kurtulamayacağını işaret etmektedir. IMF eski Başkanı D. Strauss Kahn (NetEase.com Inc.)’ın söylediği gibi, “Avrupalı yöneticilerin şu ana kadar aldıkları tasarruf önlemleri, talebi iyice kısarak, Avrupa’nın büyü-me sorununu daha da kötüleştirmiştir”.

Ekonomik kriz sonrasında sıkılan kemerlerin bir de sosyal maliyeti bulun-maktadır. Çünkü sıkılan kemerler öncelikle sosyal devleti küçülterek sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim sistemleri başta olmak üzere, kamusal hizmetle-ri zaafa uğratmakta ve çalışanların ücretlerini aşındırarak yoksulları daha da yoksul yapmaktadır. Yunanistan’da son bir yıl içerisinde; intiharlar % 25 ve uyuşturucu kullananların sayısı % 20 artış göstermiş, şiddet ve cinayet va-kaları ikiye katlanmış, Dünya Doktorları Derneği (ücretsiz tedavi)’ne başvu-ranların sayısı % 30 artmıştır (Alt. Eco. Kasım 2011:30).

IMF destekli kurtarma programlarına duyulan kuşkular yeni çözüm öne-rilerinin üretilmesi neden olmuştur. Bunlardan bir tanesi Avrupa Merkez Bankası’nın krize doğrudan müdahale etmesidir. ECB’nin borçlu ülkelerin Devlet tahvillerinin bir bölümünü satın alarak piyasaları fonlaması ve ala-cakları nedeniyle zor durumda kalan bankaların sermaye yapılarını güçlen-dirmesi öngörülmektedir. Böylece hem borçlu ülkeler krizden daha gevşek kemerlerle çıkma olanağına kavuşacak hem de Euro bölgesinde dolaşan deflasyon tehlikesi, borçların parasallaşması yoluyla fiyat artışları körüklenip faiz artışları frenlenerek atlatılmış olacaktır. Mayıs 2010 tarihinden bugü-ne kadar ECB, başta Yunanistan olmak üzere, İrlanda, Portekiz ve son ola-rak da İspanya ve İtalya’ya ait, toplam 200 milyar Euro’luk Devlet tahvili al-mış olsa da bu işlemler söz konusu ülkelerin borç sorununu çözmekten he-nüz çok uzaktır.

Bu türden bir çözüme ECB’nin bizzat kendisi, Merkez Bankası’nın üye dev-letlere finansman sağlamasının Parasal Birlik Sözleşmesi (21. Madde)’nin ru-huna aykırı olması nedeniyle karşı çıkmaktadır. ECB yalnızca piyasaların li-kidite sıkıntılarını aşmak için yardımda bulunmaktadır. Herhangi bir öde-me sıkıntısı meydana geldiğinde ise, alacaklılarla borçlular bir araya gelerek borçların yeniden yapılandırılmasını sağlar. ECB’nin yukarıda adı geçen ül-kelerin devlet tahvillerinden, henüz bir ödeme sıkıntısının su yüzüne çıkma-dığı bir dönemde satın aldığını söyleyebiliriz. Aksi takdirde ECB’nin ülkeleri mali disiplinsizliğe teşvik etmiş olacağı düşünülmektedir. Aslında yasak olan, ECB’nin devletlere borç vermesi ya da devlet borç senetlerini satın alması-dır. Oysa borçların parasallaşması tehlikesi bir yana, ECB’nin devlet tahville-rini ikinci el piyasalardan satın alması için yasal bir engel bulunmamaktadır. Bu yönde bir girişim, tahvillerin fiyatlarını belirli bir düzeyin üzerinde tutacak

Page 25: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

25

ve sorunlu ülkelerin borçlanma faizlerinin aşırı yükselmesini engelleyecektir.

AB’nin en güçlü ekonomisi ve en büyük mali destekçisi Almanya ise; borç-ların parasallaşmasının neden olacağı enflasyon tehlikesi ve piyasa-bütçe di-siplini, ya da “yapan öder” ilkesi ile ECB’nin müdahalesine sıcak bakma-maktadır. Aslında AB’nin kurucu ilkelerinden biri olan “dayanışma”, ekono-mik çıkarlar söz konusu olunca, genel olarak “sözde” kalmaktadır. Üstelik Yunanistan, Portekiz ve İrlanda ve bir ölçüde de İspanya’yı kurtarabilecek mali araçlara sahip olan ECB, İtalya gibi AB’nin üçüncü büyük ekonomisinin 1,9 trilyon Euro’ya ulaşan borçlarını üstlenebilecek bir olanağa şu an sahip değildir. Ancak söz konusu ülkelerin mevcut borç sorunlarının sürüncemede bırakılması durumunda, ödeme güçlüklerinin neden olacağı yaygın bir ban-kacılık krizi tüm bölgeyi saracak bir finansman krizinin fitilini ateşleyebilir.

AB’nin borç krizine üçüncü çözüm yolu olarak, borç yönetiminin Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSE)’na devredilmesi öngörülmektedir. Birliğin 21 Temmuz 2011 tarihli toplantısında, krizdeki ülkelerin borçların geri öden-mesi ile ilgili işlemlerinin ECB’ye değil EFSE’ye devredilmesi önerisi ortaya atılmıştır. Böylece piyasalardan tahvil satın alacak olan EFSE, borç sorunu yaşayan ülkelerde faiz oranlarının belirli bir düzeyin üzerine çıkmasını önle-miş olacaktır. Bu türden bir işlev doğal olarak EFSE’nin, üye ülkeler tarafın-dan fonlanacak bir çeşit kamu bankasına dönüştürülmesini gündeme getir-miştir. EFSE’nin operasyonel olabilmesi için şu an 440 milyar Euro olan ope-rasyonel bütçesinin, IMF’nin sağlayacağı 250 milyara ek olarak, Çin baş-ta olmak üzere, G-20 gibi yabancı ülkelere ihraç edilecek tahvillerle 1 tril-yonun üzerine çıkarılması düşünülmektedir. Toplamı 3 900 milyar euroya ulaşmış bulunan Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya, İtalya ve Belçika’nın borçları ancak bu miktarda bir finansman kaynağı ile çevrilebilir. Bu kayna-ğın sağlanmasında ortaya çıkacak sorunlar borç sorununun çözümünü çık-maza sokacaktır.

Dış ülkelere kendi tahvilini ihraç ederek elde edeceği gelirler ile sorunlu AB ülkelerinin tahvillerini satın almak zaman alacağı için, EFSE’nin kısa vade-de ve yeterli ölçüde fonlanabileceği tek kaynağın da yine ECB olduğu an-laşılmaktadır. Ancak 2012 yılının hemen başında, ECB’nin Başkanı Mario Draghi, “ECB’nin para basma planı yok” diyerek AB borçlarının parasal-laşmasına izin verilmeyeceğini ve borç sorunlarının tek çözüm adresinin de “Kurtarma programları-EFSE” olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Eğer bu yönde bir karar alınırsa, bu kararı şu anki EFSE değil, EFSE’nin yerine Temmuz 2012 tarihinden itibaren faaliyete geçmesi Mart 2012’de karalaş-tırılmış olan ve 500 milyar Euro’luk bir sürekli fona sahip olacak olan Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) uygulayacaktır. EFSE üye devletlerin güvencesi-ne dayalı olarak finansal işlemlerde bulunurken ESM ödünç verme işlemleri-ni kendi öz sermayesine bağlı olarak gerçekleştirebilecektir.

Page 26: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

26

AB iktisatçıları tarafından önerilen krizden bir başka çıkış yolu ise (Duval, 2011: 67), alacaklıların, borç batağındaki ülkeler ya da firmalardan alacak-larının bir bölümünden vazgeçerek borçluları, borçlarının geri kalan bölü-münü ödeyebilecek bir konuma getirmeleridir. Borçlar yeniden yapılandırı-lırken, sisteme güven tazelemek için 2011 yılı sonunda yapıldığı gibi, ECB de devreye sokularak, alacaklı bankaların sermaye yapıları da güçlendirilme-lidir. Zira banka sisteminin çökmesinin neden olacağı ekonomik yıkıntı, ban-kalara sağlanacak kamu finansman desteğinden daha pahalıya mal olabile-cektir. Borçların yeniden yapılandırılması, tahvil takas işlemi (PSI) olarak da AB zirvelerinde sıkça gündeme alınan borçların “tıraş işlemine” tabi tutulup hafifletilerek uygulanabilir hale getirilmesi yöntemine göre, borç tahvilinin % 50’si baştan silinecek, % 35’i otuz yıl vadeli yeni tahvillerle takas edile-cek ve geriye kalan % 15’lik bölüm için peşinen ödeme yapılacaktır. Nitekim 2012 yılı başında Yunanistan için 107 milyar euro tutarında bir “borç tıra-şı” yapılmış bulunmaktadır.

Bu türden bir çözüm yönteminin de daha başlangıçta iki önemli soruna ne-den olacağı düşünülmektedir. Bunlardan ilki, özel sektör kreditörlerinin yani alacaklı bankaların silinecek alacaklarının yerine ne konulacağı, yani serma-ye yapılarının nasıl güçlendireceğidir. Bir adım daha ileri giderek, örneğin banka mudilerinin, yatırım fonu sahiplerinin ya da bireysel sigorta sahibi emeklilerin borç silmek yoluyla uğrayacakları zararlar nasıl telafi edilecektir sorusu henüz yanıtlanamamıştır. Şu an Fransa’da hane halkının % 42’si ya-şam boyu bireysel emeklilik sigortasına sahiptir. Öyle anlaşılıyor ki, bu yön-temin uygulanabilmesi, ilgili bankaların ve sigorta şirketlerinin alacaklarının bir bölümünün devlet tarafından üstlenilmesine, ama kısa vadede ECB’nin 2011 yılı sonu ve 2012 yılı başında yaptığı gibi parasal genişleme ile ilgili fi-nans kurumlarının sermaye yapılarını güçlendirmesine bağlı olacaktır. Bu ilk sorun çözülmüş olsa dahi, borçların bir bölümünün silinmesi ortaya baş-ka bir sorun daha çıkaracaktır; o da, Yunanistan gibi küçük ekonomi-kü-çük borçlu ülkelerin borçlarının bir bölümünün silinmesi ile, 740 milyar ve 1900 milyar Euro gibi AB ekonomisini önünden sürükleyecek borç rakam-larıyla İspanya ve İtalya gibi ülkelerin sıraya girecek olmalarıdır. Konunun bir de “ahlâki” boyutu bulunmaktadır; borçların silinmesi “yanlış politikaların ödüllendirilmesi” anlamına gelecektir.

“Asiye”yi kurtarmak için yukarıda sıraladığımız önerilerin tümünün kısa va-deli acil kurtarma programlarından ibaret olduğunu belirtmeliyiz. Bu tür kısa vadeli öneri paketlerinin AB’nin borç krizini daha da derinleştirip, borç kri-zini genel bir ekonomik krize dönüştürme tehlikesi hiç de azımsanacak bir olasılık değildir. Yunanistan’ın alacaklılarını zarara uğratan borçlarının yeni-den yapılandırılması, yani tahvil takas (PSI) sürecinin ilk adımı, alacaklıların % 85,8 oranında katılımıyla 9 Mart 2012 tarihinde başarılı bir biçimde atıl-

Page 27: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

27

mış, borç anaparasını % 53,5 oranında silecek işleme konu olan toplam 206 milyar euroluk borcun 172 milyarlık bölümü takas edilmiştir.

Ancak bu başarılı borç silme ve takas işleminin çok daha büyük borçlu ül-kelerde, alacaklılar, özellikle de küçük yatırımcılar için henüz etkin bir kayıp telafi sistemi oluşturulamadığı için, herhangi bir tıkanma yaşanmadan tek-rarlanabilmesi oldukça zor gözükmektedir. İtalya ve İspanya gibi sorunlu ül-kelerin çözümsüzlüğe sürüklenmesi Euro Bölgesi’ni hiç şüphesiz tartışmaya açacaktır. 2012 yılı başında İtalya ve İspanya’nın yeniden borçlanma işlem-lerinin ancak ECB’nin piyasalara, bankalar aracılığı ile aktardığı likidite bollu-ğu ortamında sorunsuz gerçekleşebildiğini unutmamalıyız. Nitekim aynı yı-lın ortalarına doğru İspanya’da bankaların sermaye yetersizliğinden kaynak-lanan yeniden yapılandırma sorununun gün yüzüne çıkması, ECB’nin dev-let tahvili takası yoluyla bankalara nakit aktarmayı reddetmesi ve on yıl va-deli devlet tahvili faizinin % 7’ye yaklaşması ile Euro Dolar karşısında 1.24 ile son iki yılın en düşük düzeyine inmiş ve uluslararası kredi derecelendir-me kuruluşu Fitch, İspanya’nın kredi notunu üç basamak birden düşüre-rek A’dan BBB’ye getirmiştir. Aynı dönemde Euro Bölgesi maliye bakanla-rının, İspanya bankalarının acil sermaye gereksinimlerini karşılamak üzere İspanya’ya, EFSF-ESM aracılığı ile 100 milyar euro kredi sağlama kararı al-ması Fitch’in not düşürme işlemini doğrulamaktadır.

YUNANİSTAN İÇİN KÖKTEN ÇÖZÜM! Troyka (Avrupa Komisyonu, ECB ve IMF) tarafından Yunanistan’a sağlanan 130 milyar dolarlık kurtarma paketinin, paketin ekinde sıralanan “kemer sıkma” koşullarına bağlı olması, zımnen bu ülkeyi ciddi bir seçim ile kar-şı karşıya bırakmaktadır; “Ekonomik taahhütlerin yerine getirilmesi ya da Euro Bölgesi’nin terk edilmesi”. Mayıs 2012’de yapılan Yunanistan genel seçimlerinden “Ekonomik Kurtarma Paketi” karşıtı partilerin oylarını arttı-rarak çıkması ve sonuçların hiçbir siyasi partiye hükümet kurma olanağını vermemesi Yunanistan için “kökten çözüm” önerisinin AB’de giderek daha güçlü bir biçimde seslendirilmesine yol açmıştır.

Son iki yıldır uyguladığı istikrar politikalarına karşı Yunanistan’ın, kamu maliyesi başta olmak üzere temel makro ekonomik göstergelerinde belir-gin bir iyileşme olmamıştır. 2009 yılında % 15,4 olan bütçe açığı oranı, Troyka’nın denetiminde yaşama geçirilen tasarruf önlemleri ve mali disipli-ne karşın ancak % 10,5’a indirilebilmiştir. Çok büyük sosyal dirençle karşı-lanan istikrar programının biraz daha genişletilerek kamu finansman açık-larının kabul edilebilir boyutlara çekilmesi, en azından politik açıdan olduk-ça zor gözükmektedir. Bu bakımdan, Yunanistan’ın şu an içerisinden geçti-ği ağır ekonomik krize karşı en kökten çözüm olarak, “Euro Bölgesi’ni terk etmesi” seçeneği gündeme getirilmektedir. Bu öneri, Yunanistan ulusalcı-

Page 28: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

28

ları ile Kuzey Avrupa’nın “anti-siestacı”ları gibi politik gruplardan başka, Nouriel Roubini ve Hans-Werner Sinn gibi tanınmış iktisatçılar tarafından da desteklenmektedir.

N. Roubini (Moatti, 2011:68)’ye göre, Yunanistan’ın sorunu yalnızca bir aşı-rı borç sorunu değil, aynı zamanda ekonomik rekabet gücünün yetersizliği-dir. Euro bölgesi ülkelerine göre ekonomik verimliliğindeki düşüklükten kay-naklanan rekabet gücü yetersizliğini gidermesi için Yunanistan’ın kendi fiyat ve ücretlerini % 30 oranında düşürmesi gerekmektedir.

Diğer yandan Euro’yu terk edip önerilen fiyat ve gelir politikalarını uygula-maya koyan Yunanistan’ın krizden kurtulabileceği konusunda da ciddi en-dişeler vardır. Bir defa, Yunanistan’ın Euro’yu terk edip kendi parasını ye-niden basması ve piyasaların Drahmi’ye uyum göstermesi, hem teknik hem de sosyal açıdan zaman alacak bir işlemdir. Bu zaman süresinde, ekonomik darboğaz ve Drahmi’ye güvensizlik nedeniyle Yunanlıların büyük bir bölü-mü özellikle de yüksek gelir grubu tasarruflarını yurt dışına çıkaracaklardır. Bu da, şu an sermaye yeterlilik rasyoları zaten çok düşük olan Yunan ban-kalarının bir anda içlerinin boşalmasına ve kısa sürede çökmeleri anlamına gelecektir. Bu yönde bir karar alınması durumunda, W. Buiter (2011:68)’in yazdığı gibi, “Yunan banka sistemi, Yunanistan Euro bölgesini henüz terk etmeden çökmüş olacaktır.”

Yukarıdaki öneriler çerçevesinde yapılacak % 30 gibi güçlü bir devalüasyon ise, sarsıntı geçiren ve durma noktasına gelen, üstelik güçlü bir sanayi sek-töründen yoksun bir ekonomide ihracat artışından çok ülke içerisinde fiyat artışlarını, yani enflasyonu körükleyecektir. Yunanistan’ın verimlilik sorunu-nu kur politikaları ile çözmesini öneren N. Roubini’nin Yunan ekonomisinin yapısal sorunlarını model dışında bıraktığı anlaşılmaktadır. Drahmiye geçiş-te yaşanacak ekonomik karmaşa, düşecek ücretlerin ve artacak işsizliğin yol açacağı yoksulluk hiç şüphesiz çok büyük bir sosyal karmaşa ve şiddete or-tam hazırlayacaktır. Bu bakımdan Yunanistan’ın Euro Bölgesi’ni terk etme-si, siyasi riskler bir yana ekonomik ve sosyal açılardan da çok zor gözükmek-tedir. Yunanistan’ın Euro Bölgesi’ni terk etmek durumunda kalması bizzat Euro Bölgesi’nin güvenilirliği ve geleceği için de büyük bir risk taşımaktadır.

Yunanistan’ı öne çıkararak yaptığımız borç krizi ve krizden çıkış yolları ile il-gili çözümlemelerimizin yalnızca Yunanistan için değil, bu ülke ile az çok benzer sorunlar yaşayan Portekiz, İspanya, İtalya ve İrlanda gibi “güney” ül-keleri için de genel eğilim olarak geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Bugün borç krizini aşmak için, ücret düşüşleri dâhil geniş çaplı bir kemer sıkma politika-sı uygulayan ve ekonomik verimlilik düzeyi Yunanistan’ın da gerisinde olan Portekiz, 2011 yılındaki % 1,5’luk ekonomik daralmadan sonra, Avrupa Komisyonu (2011)’nun bir araştırmasına göre, 2012 yılında da % 3,1’luk

Page 29: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

29

eksi büyüme ile karşı karşıya kalacaktır. Sanayisi Portekiz ve Yunanistan’a göre biraz daha ileri olsa da, teknolojisini hızla yenileyemeyen, daha çok orta ve alt gamlı sanayilerde uzmanlaşan İspanya da son yıllarda dış pazar-larda büyük bir rekabet sorunu yaşamaktadır.

Yukarıda sunulan beş çözüm senaryosunun tümü de aslında geçici reçe-teler içermektedir. Kalıcı çözüm, sorunların kaynağına inip yapısal neden-lerin çözüm masasına yatırılmasıdır. Euro Bölgesi borç krizinin arkasında-ki en önemli neden, Bölge ülkeleri arasında var olan önemli sosyal yapı ve ekonomik verimlilik farklılıkları ve bu farklılıklara bağlı olarak oluşan fiyat ve ücret farklılıklarıdır. Genelde Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya ve Belçika gibi merkez ülkelerde düşük büyüme-düşük enflasyon, İspanya, Portekiz, Yunanistan, İrlanda ve İtalya gibi çevre ülkelerinde ise tam ter-si hızlı büyüme-yüksek enflasyon hüküm sürmektedir. Diğer taraftan, mer-kez ülkeler genelde dış fazla verirken, çevre ülkeler sürekli dış açık vermek-tedirler. Oysa, “Optimal para sahası” kuramına göre (Mundell, 1961), pa-rasal birliğin kendinden beklenen olumlu sonuçları verebilmesi için birliği oluşturan ülkeler arasında belirli bir yapısal uygunluğun olması gerekmekte-dir. Farklı gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerin aynı parasal birlik koşullarına (Maastricht) tabi olmaları, bir başka anlatımla güçlü ekonomiler ile zayıfla-rın aynı “sepete” doldurulmaları ile Euro Bölgesi krizinin tohumları en baş-tan atılmış bulunmaktadır. Nitekim parasal birlik ekonomik faaliyetlerin, ve-rimliliğin ve rekabet gücünün yüksek olduğu, başta Almanya olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerinde yoğunlaşmasına neden olmuştur. Değeri düşük Drahmi’den güçlü Euro’ya geçiş üretim maliyetlerini arttırarak Yunan sana-yisinin rekabet gücünü daha baştan zaafa uğratmış ve kronik cari açıkların oluşmasına neden olmuştur. Parasal Birliğin dayattığı ortak para politikası ve sabit kurlar ise Yunanistan ve diğer açık veren ülkelerin kısa vadeli çözümler üretmelerinin önünü tıkamış bulunmaktadır.

On yılı aşkın süredir uygulamada olan Parasal Birlik, üye ülkelerin ekono-milerini birbirine yaklaştırıp ortak bir potada eritmekten ziyade zayıf eko-nomilerin kırılganlıklarını daha da artırmış bulunmaktadır. Euro Bölgesini oluşturan ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılıklarının ortadan kaldırılması ancak söz konusu güney ülkelerinin mevcut yapısal sorunları-nın çözülmesi ile mümkündür. Bunun için de uzun vadeli bir “ekonomik gelişme projesi”nin yaşama geçirilmesi gerekmektedir. M. Aglietta (2012) Yunanistan’ın verimlilik sorununun çözümü için gerekli yatırımların finans-manında kullanılmak üzere bir Marshall Planı önermektedir. Diğer taraftan, maliye politikaları başta olmak üzere, Bölge ülkeleri arasında ortak bir mak-ro ekonomik karar mekanizmasının oluşturulması gerekmektedir. Devlet bütçelerini de kapsayacak ortak bir karar mekanizması üye ülkelerin ege-menlik haklarını tartışmaya açtığından Birliğin politik oluşumunda birtakım

Page 30: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

30

adımlar atmak gerekebilecektir. Aksi takdirde ya Euro Bölgesi sınırlandırı-lıp ileri ekonomilerin yer aldığı “çekirdek bir Euro Bölgesi” oluşturulur ve dışarıda kalan ülkeler hazır oldukça Bölgeye dâhil edilir ya da önemli bir refah kaybını göze alınarak çok sıkı maliye ve daraltıcı gelir politikaları ile sorunlu ekonomiler yeniden yapılandırılır ya da son çare olarak AB Siyasi Birliği hemen gerçekleştirilir ve “AB Federasyonu” kurularak ulusal ekono-mik sorunlar bölgesel gelişme sorununa dönüştürülerek çözüme kavuşturu-lur. Tanınmış iktisatçı M. Aglietta’nın son kitabının başlığı bu bağlamda an-lamlıdır; “Euro Bölgesi: federasyon ya da dağılma” (2012).

Yukarıda sıralanan her bir çözüm yolunun mali-ekonomik olduğu kadar sos-yo-politik sonuçları da olacaktır. Etkin çözümler için katlanılmak istenme-yen maliyetler, ileride AB’nin karşısına çok daha büyük mali faturalar çıka-rabilir. Bu bağlamda yapılacak tercihler ve alınacak kararlar yalnızca Euro Bölgesi’nin değil, hiç şüphesiz AB’nin geleceğini de etkileyecektir. Son bir yıldır giderek sıklaşan AB liderler zirvelerinden somut ve köklü kararlar çı-kamamasının arkasında AB’yi yeniden tanımlama konusundaki çekinceler bulunabilir.

KÜRESEL KRİZ VE KAPİTALİZM Küresel finansal krizin kapitalizmin merkezinde, ABD’de ortaya çıkması kri-zin kapitalizmin doğasında zaten var olduğunu bize bir kez daha anımsatır-ken, ister istemez bir sistem tartışmasını da harekete geçirmiştir. Bazılarına göre kriz, uluslararası finansal piyasaların düzenlenmesindeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Düzenleme, kurallaştırma (regulation) eksikliği doğru bir saptamadır. Ancak finans piyasalarının üzerine kurulu olduğu neolibe-ral sistem, yenilikçiliği, girişimciliği ve nihayet etkinliği azaltacağı kaygısı ile bu türden düzenlemelere izin vermemiştir. Kuralsızlaştırma (deregulation), özelleştirme, esnekleştirme, sendikasızlaştırma ve nihayet tüm kamusal mal-hizmetleri metalaştırma bu sistemin en temel uygulamaları olmuştur.

2008 krizinin “artçı depremleri”nin günümüzde de güçlü bir şekilde devam etmesi söz konusu krizin “sistemik” olduğu konusundaki iddiaları iyice güç-lendirmiştir. Üstelik artçı sarsıntıların yeni ve daha güçlü bir depreme dönüş-me tehlikesi mevcuttur. AB ekonomisinde bitmek bilmeyen çalkantılar tüm dünyayı kaygılandırmaktadır. IMF’nin Başkanı Christine Lagarde ve Almanya Başbakanı Angela Merkel (Radikasl, 6 Kasım 2011)’in “Avrupa’nın borç kri-zi küresel ekonomiye on yıl kaybettirecektir.” biçimindeki açıklamaları ise, yeni bir küresel krizin her an kapımızı çalabileceğine işaret etmektedir.

2008 küresel krizi ile küreselleşme üzerindeki ideolojik örtünün aralanmaya başladığını ve “serbest piyasa fetişizmi”nin büyük bir yara aldığını biliyoruz. Çünkü uzun yıllardır ısrarla sürdürülen “piyasa yanılmaz” metaforu çok pa-halıya test edilmiştir. Liberal iktisat doktrinini sarsan yalnızca 2008 krizi de

Page 31: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

31

değildir. Kriz sonrasında dünya ekonomi politikalarında gözlemlenen temel yönelimler ve AB’de henüz birkaç yıl öncesine kadar tabu olan “müdahale”, “düzenleme”, ya da “korumacılık” gibi ekonomi politik paradigmaların ar-tık ciddi tartışmaların-yayınların konusu olması da aynı doğrultuda bir zih-niyet değişimine işaret etmektedir. Yani ekonomilerde devlet-piyasa sınır-larını yeniden çizmek, bir başka anlatımla “ekonomik etkinlik” ile “ekono-mik güvenlik” arasında yeniden bir denge oluşturmak için küresel kriz güç-lü bir fırsat yaratmıştır. Sanayi sektöründen yabancı sermaye hareketlerine kadar ekonomik faaliyetlerde devletin etkin müdahaleleri bulunan G. Kore, Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerin krizden en az zarar gören ve kriz-den sonra da en hızlı toparlanan ülkeler olması bu eğilimi güçlendirmiştir.

Devletin piyasa düzenleme işlevini elden bırakmayan söz konusu ülkeler, son 20-30 yılda gerçekleştirdikleri hızlı ekonomik büyüme-sanayileşme ve dünya ekonomisi ile bütünleşme sayesinde küresel kaynak dağılımını liberal eski sanayileşmiş ülkeler aleyhine bozmuşlardır. Günümüzde süregelen DTÖ Doha Müzakereleri’nde ticari serbestleşmeyi en fazla sivrilen ülkeler savun-maktadır. Geleneksel sanayi ülkeleri ise, ticari serbestleşmeyi savunmadaki çekinceleri bir yana, ulusalcı ekonomi politikaları yeniden gündeme getirme eğilimindedirler. Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkeler stratejik sanayilerin sivrilen ülkelerin denetimine geçmesinden endişe duymakta ve devlet üze-rinden yeni koruma araçları üretmeye çalışmaktadırlar.

2008 krizi sonrasında dünya ekonomi yazınında neo-liberal ideolojik bağ-nazlık da aşılmaya başlanmış ve “kurallı piyasa ekonomisi” her düzeyde tartışılmaya başlanmıştır. OECD ülkelerinin devlet-hükümet başkanların-dan IMF ya da DB gibi uluslararası kurumların yöneticilerine kadar dünyanın önde gelen politika yapıcıları artık, “piyasa fetişizmi”nden kurtulmaya baş-ladıklarını gösteren söylemler üretmektedirler. Kriz öncesinde Tobin Vergisi gibi finansal piyasaları denetim altına alacak düzenlemeleri “saçmalık” ola-rak nitelendiren Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, kriz sonrası finan-sal serbestleşmenin “aşırılığını” mahkûm edip, günümüzde söz konusu ver-giyi krizin neden olduğu tahribatı durdurabilecek “etkili bir araç” olarak dil-lendirmektedir (Halimi, 2012). Hâkim iktisat anlayışındaki bu değişiklikler ABD ve İngiltere gibi neo-liberal ekonomik sistemin öncülerini ne kadar et-kileyecek ve “kurallı bir piyasa ekonomisi”ne ne ölçüde yönlendirecek he-nüz bilinmemektedir. Bilinen, kuralsız uluslararası finans piyasalarının dün-ya ekonomisini tehdit etmeye devam ettiğidir.

Kriz sonrasında yaygın bir biçimde uygulamaya sokulan “ekonomiyi canlan-dırma paketleri”, öyle anlaşılıyor ki krizi sonlandırmak yerine ötelemiş bu-lunmaktadır. Canlandırma paketleri ile 2010 yılı boyunca hareketlenen dün-ya ekonomisi, hemen ertesi yıl 2011 yılı itibariyle yeniden aksamaya başla-mıştır. Nitekim günümüzde AB üyesi ülkeler aşırı borç krizini bir türlü aşa-

Page 32: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

32

mazken, ABD ve Japon ekonomileri yeni bir durgunluk sürecine doğru iler-lemekte, Çin ve Hindistan başta olmak üzere Asya ülkeleri ise dış talep ye-tersizliği ile karşı karşıya kalma tehlikesi taşımaktadırlar. 2008 krizinden tam olarak çıkmadan dünyanın bir başka krize yönelmiş olması, krizin “sistemik” bir kriz olduğu konusundaki görüşleri iyice güçlendirmiştir.

BAŞKALDIRI VE ALTERNATİF KÜRESELLEŞME Küresel krizin üçüncü yıl dönümünde, 17 Eylül 2011’de krizin çıktığı ülke ABD’de ortaya çıkan “Wall Street’i İşgal Et” hareketi, Roma, Frankfurt, Paris, Atina, Londra, Madrid, Santiago, Tel-Aviv gibi dünyanın değişik kent-lerinde yankı bulmuştur. Hareket, iktidarı ve parayı ele geçirmiş olan % 1 süper zengine karşı, halkın % 99’unu temsil etme iddiasındadır. Hangi öl-çekte olursa olsun mevcut küresel sisteme karşı gerçekleştirilmiş bir başkal-dırının kısa sürede kitleselleşmesi ve tüm dünyada yankı bulup meşruiyet kazanması, öncelikle 30 yıllık küreselleşmenin neden olduğu krizin mali yü-künün, finansal rantın dışında kalmış kitlelere ödetilmeye kalkışılması, ikin-ci olarak da 30 yıllık küreselleşmenin sosyal eşitsizlikleri daha da arttırmış ol-masının bir sonucudur.

Kriz esnasında kamu finansman kaynakları ile kurtarılan krizin sorumlusu bankaların, hiçbir maliyet ödemeden bugün daha da yüksek kârlar gerçek-leştirmeleri, kriz esnasında binlerce işçinin işine son veren firmaların kriz yı-lında karlarını arttırmış olmaları ya da “krizci” büyük bankaların en üst yö-neticilerinin bir yılda, dört asırlık asgari ücrete eşdeğer gelir elde etmeleri (Alt. Eco. Ocak 2012: 64) sosyal gerilimleri iyice tırmandırırken bu yöndeki başkaldırılara da meşruiyet kazandırmıştır.

Son otuz yıldır salt ekonomik verimlilik ve kâr ölçüsüne göre işleyen küresel-leşme, belirli bir ekonomik gelişmişlik düzeyine ulaşamamış bölgeleri sistem dışına iten “seçkinci” bir ekonomik sistemi temsil etmektedir. Herhangi bir sosyal boyutu bulunmadığı için dünyanın öteki yarısını yok sayabilen mev-cut küreselleşme, zengin-yoksul ülkeler arasındaki gelir farklılaşmasını da 1’e 30’lardan 1’e 70’lere yani birlikte yaşamı olanaksızlaştıran boyutlara ta-şımıştır. Söz konusu küreselleşme, ülke içerisindeki sosyal farklılaşmaları da sosyal barışı tehdit eder boyutlara çıkarmıştır. Son otuz yıldır ekonomik et-kinlik adına doğrudan vergiler başta olmak üzere vergi oranlarının azaltıl-ması ve kamusal faaliyet alanlarının sınırlandırılması, yüksek gelir gruplarının ulusal gelirden aldığı payı daha da arttırmış bulunmaktadır.

II.Dünya Savaşı sonrasında yaşama geçirilen talep yönlü politikalarla gelir dağılımında belirli bir denge sağlayan ve refahı tabana yayabilen, başta Batı Avrupa olmak üzere ileri sanayi ülkelerinde, 1970’lerde yaşanan ekonomik kriz ve ardından gelen arz yönlü politika denemeleri ve nihayet 1980’ler-de kendini gösteren küreselleşme ile birlikte sosyal politikalar ve kazanım-

Page 33: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

33

lar aşındırılmaya başlamıştır. OECD ülkelerinde Gini katsayısının, 1985’ten 2008’e, ortalama olarak 0,29’dan 0,32’ye yükselmesi (OECD, 2011) söz ko-nusu gelişmenin bir sonucudur. Yukarıdaki katsayısı ortalama bir rakam-dır, yani bazı ülkeler ortalamanın altında, bazıları ise üzerinde bulunmakta-dır. Örneğin, 0,32 olan 2008 yılı OECD ortalaması İsveç’te 0,26’da kalırken, ABD’de 0,38’e tırmanmaktadır.

Ülkelerin gelir dağılımına daha yakından bakıldığında, örneğin gelir dağılı-mını toplumun en yoksul ve en zengin grupları arasında ele alındığında, kü-reselleşme sürecinde farklılaşmanın daha büyük boyutlara ulaştığı anlaşılır. Nüfusun en zengin % 1’inin ulusal gelirden aldığı pay, 1980 yılından 2008 yılına; ABD’de % 8’den % 18’e ve İngiltere’de (1970-2005 döneminde) % 7’den % 14’e yükselmiştir. Aynı dönemde söz konusu oranlar Fransa ve Japonya’da % 8’den % 9’a çıkarken Almanya, Hollanda ve İsviçre’de kayda değer bir değişim olmamıştır (Alt. Eco. 2010:58-59). Anglo-sakson ülkele-rinde eşitsizliklerin kara Avrupa’sına göre çok daha büyük olması uygulanan ekonomi politikaları ve sosyal yapılarla ilgili bir durumdur. Arz yönlü iktisat politikalarının ilk uygulayıcıları olan, vergi oranlarını azaltan ve piyasalarda kuralsızlaştırmayı sağlayan ABD’de Başkan R. Reagan (1981) ve İngiltere’de M. Thatcher (1979) gelir dağılımındaki eşitsizliklere hız kazandırmışlardır. Ancak gelir dağılımının oldukça dengeli olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde de 2000’li yıllarla birlikte eşitsizlikler artmaya başlamıştır. Örneğin, İsveç’te 1980’lerde % 4 olan en zengin % 1’in gelirden aldığı pay, 2005 yılında % 9’a sıçramıştır.

Küreselleşme sürecinde IMF’nin Yapısal Uyum Programları’nı uygulamak, dolayısıyla sosyal devleti küçültüp kamu hizmetlerini metalaştırmak, özel-leştirme yapmak, sosyal kazanımları törpülemek, ücretleri dondurmak du-rumunda kalan Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri gibi gelişme yolundaki ül-kelerde de gelir dağılımı giderek dengesizleşmiştir. Ancak TÜİK verilerine göre, Türkiye’de, 2000’li yıllarda gelir dağılımında küçükte olsa bir düzel-me olduğu ve 2002-2008 yılları arasında nüfusun en zengin % 20’sinin ulu-sal gelirden aldığı pay % 50’den % 45,3’e gerilerken, en yoksul % 20’nin payı % 5,3’ten % 6,4’e çıktığı görülmektedir. Kara Avrupa’sında belirli öl-çülerde muhafaza edilebilen sosyal içerikli ekonomi politikaları gelir uçuru-mu oluşumunun önüne geçmiştir. Son küresel kriz ise yoksulların daha da yoksullaşmasına neden olmuştur. 2008 yılına göre reel ücretler 2011 yılın-da Yunanistan’da % 10, Romanya’da % 14 ve Litvanya’da % 17 oranında azalmıştır (Duval, 2011: 13).

Dünya ve ülke ölçeğinde sosyal farklılaşmanın ortak yaşamı tehdit eder bo-yutlara tırmandığı bir ortamda, Dünya Sosyal Formu’nun “Bir başka dünya mümkündür” sloganı ile önerdiği alternatif küreselleşme anlam kazanmak-tadır. Alternatif küreselleşme her şeyden önce, fizik yasalarını zorlayacak öl-

Page 34: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

34

çüde dünyanın “öteki” yarısını yok sayan ve ortak yaşamı olanaksızlaştıra-cak bir sosyal farklılaşmayı “piyasa” metaforu ile meşrulaştıran mevcut kü-reselleşme yerine; ekonomik kârlılığın ötesinde insana yönelik beslenme, yoksulluk, işsizlik, eğitim, sağlık, göç, şiddet, vs gibi birtakım sosyal hedefler öngören daha insani ve daha yaygın bir küreselleşme önermektir.

Küreselleşmeye sosyal bir boyut kazandırılmasının ilk koşulu, bizzat ulusal ekonomi politikalarının sosyalleştirilmesidir. Otuz yıllık küreselleşme sürecin-de aşındırılan sosyal devlet, liberalizmin alternatifi yine liberalizmdir” retori-ğinin dışına çıkılarak yeniden inşa edilmelidir. Ülke içerisinde yaratılan katma değer yeniden ve daha adil bir biçimde paylaştırılmalıdır. Ulusal gelirin daha adil bölüşülmesi düşüncesi, sınıflı toplumların tarihi kadar eskilere dayan-maktadır. Ancak sınıflar arasındaki sosyo-ekonomik farklılaşmanın uçuruma dönüştüğü kapitalizm döneminde, hem mevcut düzene alternatif daha adil bir sosyo-ekonomik düzen hem de mevcut düzen içerisinde daha adil bir gelir dağılımı sistemi önerileri olmuştur. Yeniden bölüşüm sorunu kaynağını ücret-kar farklılaşmasından alsa da çağımızda artık çok daha geniş bir gelir yelpazesini ilgilendirmektedir. Özellikle finansal faaliyetlere bağlı olarak son yıllarda türeyen “süper” ücretliler, bizzat ücretler arasındaki makasın ağzı-nın giderek açılması sonucunu doğurmuştur. Örneğin, Fransa’da 1500 en yüksek ücretlinin ortalama ücrete göre gelir farkı, 1995’ten 2007’ye 25 kat-tan 60 kata tırmanmıştır (Pech, 2011:75). Bu bağlamda, Amerikalı Filozof Felix Adler (Pizzigati, 2012:1-11)’in XX. yüzyılın başında yaptığı “yüksek ge-lirler için tavan” oluşturma ya da ücretleri “en yüksek ücret” ile sınırlandır-ma önerisinden hareketle, % 0 ile % 100 arasında değişen artan oranlı bir gelir vergisi ile mevcut sistem içerisinde hem ekonomik hem de sosyal açı-dan sürdürülebilir bir gelir dağılımı gerçekleştirilebilir.

Katma değerin daha adil paylaşımı yoksulluğu azaltarak sosyal devlete olan gereksinimi de azaltacaktır. Artan oranlı doğrudan vergilerin arttırılması, katma değerin daha adil paylaşımı sürecini başlatabilecektir. Ülke düzeyin-de ve küresel ölçekte daha adil gelir dağılımı ile kapitalist krizlerin teme-linde bulunan “talep yetersizliği” sorunu da bir ölçüde aşılmış olacaktır. Sismondi (1773-1842)’nin de iki asır önceden işaret ettiği gibi, üretimin sı-nırsız bir biçimde artış gösterdiği kapitalist sistemde “her arz kendi talebini yaratır” diyen “Say Yasası” kabullenilerek talep-tüketim konusu ihmal edil-miştir. Eşitsiz gelir bölüşümü, üretimin tüketimden çok daha hızlı artmasına, dolayısıyla kapitalist sistemin kronik bir “eksik tüketim” sorunu ile karşı kar-şıya kalmasına neden olmaktadır.

KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE Otuz yıldır dünya ekonomik sistemine eklemlenmiş olması nedeniyle dış-sal etkilere ve konjonktürel dalgalanmalara tümüyle açık hale gelen Türkiye ekonomisinin küresel krizden etkilenmemesi elbette beklenemezdi. Her ne

Page 35: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

35

kadar Başbakan R. T. Erdoğan “Küresel kriz bizi teğet geçti.” diye beyanatta bulunsa da, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) rakamları Türkiye’nin 2009 yı-lında % 4,8’lik bir negatif büyüme ile dünyanın küresel krizden en fazla et-kilenen ülkelerinden birisi olduğunu ortaya koymuştur. Bu oran krizin mer-kez ülkesi ABD için % 2,6 düzeyinde gerçekleşirken, dünyanın ortalaması-nın yalnızca % 0,6 düzeyinde olduğu tespit edilmiştir. Küresel krizin olum-suz etkilerine maruz kalan Türkiye’nin, dünyada en fazla ve en yoğun eko-nomik ilişki içinde bulunduğu bir bölgenin krizinden, AB borç krizinden, et-kilenmemesi beklenmemelidir.

Türkiye’nin bankacılık sektörü, 2001 yılında uygulamaya sokulan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” çerçevesinde gerçekleştirilen bankaların mali bünyesini güçlendiren “bankacılık reformu” ve ardından Merkez Bankası’nın özerkleştirilmesi kararı sayesinde küresel krizden pek etkilenmemiştir.

Buna karşılık reel ekonomi, küresel krizin yıkıcı etkisinden kurtulamamıştır. Dünya ekonomisinde meydana gelen durgunluk dış ticaret üzerinde anında etkisini göstermiş ve ihracat gelirleri 2008’den 2009 yılına % 22,2 oranın-da azalarak 140,8 milyar $’dan 109,6 milyar $’a gerilemiştir. İhracattaki ge-rileme anında büyük ölçüde dış talebe bağımlı olan sanayi sektörüne yan-sımış ve imalat sanayinin 2009 yılında % 7,2 oranında küçülmesine neden olmuştur. Aynı yıl imalat sanayinde kapasite kullanımının da % 70’in altına düşmesi ile Türkiye, Japonya, Singapur, G. Kore ve İspanya’nın ardından kü-resel krizden en fazla etkilenen ülkeler arasına girmiştir. IMF-OECD kaynak-lı (TİSK, 2010:23) bir başka hesaplamaya göre, 2007 yılına kıyasla 2009 yılı büyüme hızı kaybı sıralamasında Türkiye % 9,4 ile yedinci sırada yer almak-tadır. OECD ortalaması ise % 6,1’dir.

Zaman içerisinde kriz genişleyip derinleşmiş ve tarım dışında kalan tüm sek-törlere sıçramıştır. 2009 yılında inşaatın % 16,3, ticaretin % 10,4 ve sana-yinin % 9,9 oranında gerilemesi ile Türkiye ekonomisi % 4,8 oranında da-ralmıştır. Aynı yıl 860 bin kişi işini kaybetmiş ve işsiz sayısının 2 milyon 611 binden 3 milyon 471 bine yükselmesi ile işsizlik oranı % 11’den % 14’e çıkmıştır. Bu son oran ile Türkiye dünyada, hem İspanya’dan sonra işsizli-ğin en yüksek olduğu ikinci ülke hem de 2007 yılına kıyasla 2009 yılında iş-sizlik oranı artışı (% 3,7) açısından dördüncü ülke konumuna gelmiştir. Bu son oran için OECD ülkelerinin ortalaması % 2,5’tır (TİSK, 2010: 25). Krizin sosyal sonuçları da gecikmeden kendini göstermiş ve bir yıl içerisinde yok-sul sayısı 818 bin kişi artarak ülkenin yoksulluk oranını % 17’den % 18’e yükseltmiştir.

KRİZİN ARKA YÜZÜ2008 yılı küresel ekonomik krizi, Türkiye’nin 2009 ekonomik krizinin asıl ne-deni değil daha çok hızlandırıcısıdır. Türkiye ekonomisinin makro ekonomik

Page 36: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

36

göstergelerine yakından bakıldığında, krizin belirtilerinin 2000’li yılların ikin-ci yarısında ortaya çıktığı görülür. 2007 yılına kadar % 7-8 oranında büyü-yen ekonomi, aşağıdaki tablodan da izleneceği gibi. 2007 yılında birden % 4,7’ye, 2008 yılında ise, küresel krizin etkilerinin henüz tam olarak hissedil-mediği bir dönemde, % 0,7’ye düşmüştür. Kısaca Türkiye’nin krizi, küresel krizden çok daha önce geliyorum demiştir.

Türkiye ekonomisinin krizinin arkasında; - Ülke içi üretken dinamikleri et-kisizleştiren, -Makro ekonomik dengesizlikleri körükleyen ve - Yüksek ma-liyetli dış kaynaklarla beslenen ekonomik büyüme stratejileri yatmaktadır.

1980’lerin sonunda uluslararası sermaye hareketlerini serbestleştirerek (1989 tarihli 32 Sayılı Karar) küresel ekonomiye finansal piyasalar aracılığı ile eklemlenen Türkiye, “yüksek faiz–düşük kur” sarkacı ile dışarıdan sağ-ladığı “sıcak para” ile 1990’lı yıllarda kamu finansman açıklarını kapatmış-tır. Aynı kaynaklarla iç talep körüklenerek ülke içerisinde yapay bir refah ar-tışı sağlamıştır. Maliyeti giderek yükselen dış kaynak kullanımı ekonomiyi kriz “tutsağı” yapmış; 1994, 1999 ve 2001 yıllarında % 60’ı aşan enflasyon oranları ile birlikte % 6’ları aşan ekonomik daralmalar bir arada yaşanmış-tır. Üç kriz ülke ekonomisinin yaklaşık % 20 oranında küçülmesine, binlerce işyerinin kapanmasına, milyonlarca insanın işini kaybetmesine ve nice top-lumsal dramların yaşanmasına yol açmıştır.

2000’li yıllarda yaşanan kronik bütçe açıkları ve enflasyon IMF yönlendirme-siyle uygulamaya sokulan sıkı maliye politikaları, yapısal reformlar, kurum-sal-yasal düzenlemeler ve özelleştirme programı ile denetim altına alının-ca aynı “yüksek faiz-düşük kur” sarkacı bu kez de cari açıkların kapatılması ve enflasyonun denetim altında tutulması amacıyla çalıştırılmıştır. Dışarıdan gelen döviz cinsinden sıcak para, düşük kur politikaları ile zaten aşırı değer-lenen Türk Lirasını daha da değerlendirmekte, değerlenen TL ise yerli ürün-lerin rekabet gücünü zayıflatmakta, bir başka anlatımla ihracatı olumsuz yönde etkilemektedir. Aşırı değerlenmiş TL, ithalatı körükleyip cari açıkla-rın artmasına neden olmaktadır. Artan cari açıklar, TL’nin aşırı değerlenme-si yönünde yeni bir süreç başlatarak cari açıkların kendi kendini besleyen bir sarmala dönüşmesine yol açmaktadır.

Kur politikaları ile özendirilen ithalat, cari açıklarla birlikte işsizliğin de kro-nikleşmesine neden olmaktadır. Uzun yıllardan bu yana ithalatın % 70-80’lik bir bölümünü sanayide kullanılan ara malları ile yatırım mallarından oluşmaktadır. TÜİK tarafından açıklanan son yılın (2011) verilerine göre top-lam ithalat değerinin % 72’si ara mallarına aittir. 2000’li yıllarda gerçekleş-tirilen yıllık % 7-8’lik büyüme oranlarına karşılık işsizliğin % 10’ların altı-na inmemesinin arkasında “istihdamsız” ya da “zayıf istihdamlı” diye isim-lendirilen büyüme stratejileri yatmaktadır. Dünya Bankası (2006:iv) tarafın-

Page 37: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

37

dan yapılan bir araştırma, Türkiye’yi istihdam açısında en zayıf ekonomik büyümeye sahip ülkeler arasına koymuştur. TÜİK’in verilerinden hareketle yaptığımız bir araştırmaya göre, GSYH’nın % 1’lik artışına karşılık istihdam 1998-2003 döneminde % 0,4 artarken; 2004-2008 döneminde bu oran % 0,2’ye düşmüştür. E. Yeldan (2010:9) tarafından yapılan bir araştırma da benzer sonuçlar vermiştir: 1989-2000 döneminde % 0,39 olan söz konusu istihdam oranı, 2002-2008 döneminde % 0,14’e gerilemiştir. Yılık ortalama % 2,4’lük büyümenin gerçekleştirildiği 1992-2001 döneminde % 7,6 olan ortalama yıllık işsizliğin, yıllık ortalama büyümenin % 5,4’e yükseldiği 2002-2011 döneminde % 10,9 düzeyine sıçraması ekonomik büyümede giderek güçlenen istihdam zafiyetinin bir başka göstergesidir.

Source: TÜİK, 2012, Ankara.

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN İKİ KIRILGAN ALANI

Yıllar GSYH

(milyar

$)

Büyüme

Oranı

(%)

İşsizlik

Oranı

(%)

İşsiz

Sayısı

(,000)

Enflasyon

Oranı

(%)

Bütçe

Açığı/

GSYH

(%)

İhracat

(milyar

$)

İthalat

(milyar

$)

Dış

Ticaret

Dengesi

(milyar

$)

Cari

Açık

(milyar

$)

Cari

Açık/

GSYH

(%)

Reel

Kur

1999 247,5 -3,4 7,6 1.774 68,8 -11,6 29.031 38.802 -9.771 -925 -0,4 127,3

2000 265,4 6,8 6,6 1.452 39,0 -7,9 30.825 52.882 -22.057 -9.920 -3,7 147,6

2001 196,7 -5,7 8,4 1.967 68,5 -11,9 34.729 38.092 -3.363 3.760 - 116,3

2002 230,5 6,2 10,3 2.464 29,8 -11,5 40.719 47.109 -6.390 -626 -0,3 125,4

2003 304,9 5,3 10,5 2.493 18,4 -8,8 52.394 65.883 -13.489 -7.515 -2,5 140,6

2004 390,4 9,4 10,8 2.385 9,3 -5,2 68.535 91.271 -22.736 -14.431 -3,7 143,2

2005 481,5 8,4 10,6 2.388 7,7 -1,1 78.365 111.445 -33.080 -22.198 -4,6 171,4

2006 526,4 6,9 10,2 2.328 9,7 -0,6 93.612 134.669 -41.057 -32.193 -6,1 160,1

2007 648,6 4,7 10,3 2.376 8,4 -1,6 115.361 162.156 -46.795 -38.311 -5,9 190,3

2008 742,1 0,7 11,0 2.611 10,1 -1,8 140.800 193.821 -53.021 -41.946 -5,6 168,8

2009 616,7 -4,8 14,0 3.471 6,5 -5,5 109.640 134.536 -24.896 -13.963 -2,3 170,2

2010 735,8 9,2 11,9 2.929 6,4 -3,6 120.923 177.277 -56.354 -48.561 -6.6 189,3

2011 772,2 8,5 9,8 2.615 10,4 -1,3 134,954 240,833 -105.879 77.089 -10.0 —

Page 38: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

38

YENİDEN, FAKAT ESKİ USUL BÜYÜMETürkiye ekonomisi krizden krizin başlangıcından tam bir yıl sonra, 2009 yılı-nın son çeyreğinde çıkmaya başlamış ve 2010 yılında % 9,2’lik bir büyüme gerçekleştirmiştir. Bu yüzde Türkiye’yi Singapur, Tayvan, Çin ve Arjantin’in ardından dünyanın en hızlı toparlanan beşinci ülkesi yapmıştır. 2001 kri-zi sonrasında, dünya ekonomisindeki olumlu konjonktüre bağlı olarak eko-nomiyi ihracat artışları harekete geçirmişken, 2010 yılında, henüz tam ola-rak toparlanamayan bir dış talep ortamında ekonomik canlanma iç talep ve özel yatırım artışları ile sağlanmıştır. Nitekim 2010 yılı büyümesine özel ya-tırımlar (+) 5,4, iç tüketim (+) 4,7 ve dış ticaret (− 4,4 yüzde puanlık katkılar yapmışlardır. Sıcak para akışı kredi genişlemesi yoluyla iç tüketime güçlü bir ivme kazandırınca, tasarruf oranları ciddi bir biçimde gerileyip % 17-18’ler-den % 12’ye inmiştir.

2010 yılında 736 milyar $’lık bir hacme ulaşan GSMH ancak 2008 yılı düze-yini tutturmuştur. Demek ki 2010 yılının büyümesi 2009 yılının kaybını telafi etmiştir. Örneğin, 2010 yılının % 13’lük sanayi üretimi artışı, 2009 yılının % 10’a yaklaşan daralması üzerine gerçekleşmiştir. Hızlı ekonomik büyüme sa-yesinde işsiz sayısı 542 000 azalmış ve işsizlik oranı % 14’ten % 11,9’a ge-rilemiştir. Aynı yıl istihdama genel katılım oranı % 46’dan % 49,7’ye ve ka-dının istihdama katılım oranı % 24,5’dan % 28’5’a yükselmiştir.

2010 yılı hızlı ekonomik büyümesi Türkiye’de geleceğe yönelik umutları da filizlendirmiştir. Ancak 2010 yılı atılımının, 2001 krizi sonrasında oldu-ğu gibi, en azından 5-6 yıl süren “orta” soluklu bir büyüme süreci başlata-bileceği konusunda güçlü kuşkular bulunmaktadır. Çünkü; - 2010 yılı yük-sek ekonomik büyüme hızı, önemli ölçüde 2009 yılı ekonomik durgunluğu-nun bir ürünü olarak “baz etkisi” ile ortaya çıkmıştır, - 2002-2008 döne-mi ekonomik büyümesini sürükleyen dış talep, küresel ekonomik kriz ne-deniyle ancak çok yavaş ve uzun vadede toparlanabilecektir, - 2010 yılında ekonomik büyümeyi sırtlayan iç talep, tüketici kredilerinde % 38’lik bir ar-tış ile beslenmiştir, - Tüketici kredilerindeki artış ise, yoğun sıcak para giri-şi ve MB’nin, söz konusu girişi yavaşlatmak için faiz indirimine gitmesi (% 18’den % 6,5’a) ile ortaya çıkmıştır. Dışarıdan yoğun para girişinin arkasın-da, 2008 krizi sonrasında gelişmişler başta olmak üzere çok sayıda ülkenin “Ekonomiyi Canlandırma Programları” çerçevesinde piyasalarda yarattıkla-rı likidite bolluğu bulunmaktadır. 2011 yılı ekonomik programı 2010 yılı-nın bir tekrarı niteliğindedir ve bu düzlemde gerçekleştirilen % 8,5’lik yük-sek büyüme oranının arkasında yine tüketici kredileri ile desteklenen iç ta-lep yer almaktadır.

ESKİ BİR HASTALIK NÜKSEDİYORHızla ısınan ekonomi ve kendini gösteren enflasyon tehlikesi MB’nı, 2011 yılı içerisinde bankaların zorunlu karşılık oranlarını üç kat arttırarak % 5’ten

Page 39: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

39

% 15’e yükseltme ve faiz oranlarını yeniden % 10’un üzerine çıkarma duru-munda bırakmıştır. AB borç krizi nedeniyle dünya finans piyasalarında da fa-izler son bir yıldır artış yönünde bir hareket izlemektedir. Bu arada Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu da devreye girerek, bankaların konut ve taşıt dışında kalan ve fiziki bir teminatı bulunmayan tüketici kredileri ile ilgi-li olarak genel karşılık oranlarını yükseltmiştir. Nitekim daha önce % 5 ola-rak öngörülen 2011 yılı enflasyon hedefi, bir türlü önüne geçilemeyen fi-yat artışları karşısında Orta Vadeli Program (2011-2013)’da % 7,8’e yüksel-tilmiştir. Ancak, 2011 yılı ikinci çeyreğinin hemen başında ucu yukarıya dö-nen enflasyon, dördüncü çeyrekte meydana gelen döviz kurlarındaki yükse-liş ve vergi oranlarındaki artışların da etkisi ile çift haneli rakamlara tırmana-rak % 10,45 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran ile Türkiye, 1990’lı yıllarda ol-duğu gibi dünyanın enflasyonu en yüksek ilk birkaç ülkesi arasına girmiştir. 2011 yılı içerisinde, MB tarafından 2012 yılı için öngörülen % 5,2’lik enf-lasyon hedefi, 2012 yılının hemen başında % 7,9’a yükseltilmiş bulunmak-tadır. 2012 yılının Ocak ayı enflasyonunun, öngörülen % 0,46 (TÜFE) yeri-ne % 0,56 olarak gerçekleşmesi enflasyonist beklentileri doğrular nitelikte-dir. Bu gelişmeler bize 1990’lı yılların, dönemin Başbakan-Cumhurbaşkanı T. Özal’ın da dillendirdiği ekonomik retoriği anımsatmaktadır: “Enflasyon, hızlı büyümenin maliyetidir.” Şikâyet etmeyelim!

Geçmişin “kronik bütçe açıkları” tehdidi ve günümüzün “enflasyon” tehli-kesi, siyasi iktidarın mali disiplini terk ederek genişletici bir maliye politika-sına yönelmesine psikolojik bir engel oluşturmaktadır. 2000’li yıllarda bü-yük ölçüde özelleştirilmelerden sağlanan finansman desteği ve tarım, sosyal güvenlik, kamu personel reformu vs ile sağlanan mali disiplin ile Stand-by Anlaşmaları gereği % 6,5’luk faiz dışı fazlalar gerçekleştirilmiş ve sonuç ola-rak bütçe açıklarının GSYH’ya oranı makul düzeylere indirilmiştir. Küresel kriz öncesinde % 2’nin altına kadar inen söz konusu oran, ekonomiyi can-landırma paketi nedeniyle 2009 yılında % 5,5’a kadar yükseldiyse de, 2010 yılın da yeniden düşüşe geçerek % 3,6’ya ve 2011 yılında yeniden kriz ön-cesi düzeyine, yani % 2’nin altına inmiştir. Bütçelerin sürekli ve kalıcı gelir kaynakları olan vergi gelirlerinin, kayıt dışılık sorununun yaygınlığı nedeniy-le köklü bir biçimde arttırılamadığı, zaman zaman bütçe gelirlerinde gerçek-leştirilen artışların ise ancak dolaylı vergi oranlarının arttırılması yoluyla sağ-landığı bir kamu maliyesinde, genişletici maliye politikalarının “kronik” büt-çe açıklarını harekete geçirme tehlikesi her zaman mevcuttur.

Türkiye’nin gelir dağılımında kısa ve orta vadede, marjinal tüketim eğilimi yüksek olan düşük ve orta gelirliler lehine bir değişiklik olması için de güçlü bir siyasi irade mevcut değildir. Toplam vergi gelirlerinin üçte ikisinden faz-lasını dolaylı vergiler oluştururken, en son 2011 yılı sonbaharında yapılan vergi oranlarındaki artışın yine dolaylı vergilerle ilgili olması, siyasi iktidarın

Page 40: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

40

aslında gelir dağılımında dengesizliği körükleyici bir uygulama içinde oldu-ğunu göstermektedir. Bu koşullarda, iç talep artışına dayalı, en azından % 6-7’ler düzeyinde hızlı bir ekonomik büyümenin orta vadede sürdürüleme-yeceği anlaşılmaktadır. Bu koşullarda 2012 yılı için ancak % 3’ler düzeyinde bir büyüme tahmini yapılırken (DB, 2011), 2011 yılı sonu ve 2012 yılı başla-rında ABD ve AB Merkez Bankaları’nın parasal genişlemeye giderek dünya finans piyasalarının likiditesini arttırmasından sonra Türkiye’de büyüme yeni bir ivme kazanmış bulunmaktadır.

Aslında 2001 krizi sonrasında genel ekonomik büyüme stratejilerinden be-lirgin bir sapma olmadığı gibi, 2008 krizi sonrası da bir değişiklik olmamıştır. 2002 yılından günümüze ekonomik büyüme oranları ile dış sermaye akımla-rının GSYH’ye oranları üst üste çakışan bir seyir izlemiştir. “Yüksek faiz-dü-şük kur” sarkacının aktardığı dış kaynaklara dayalı büyüme stratejisi 2010 ve 2011 yıllarında da sürdürülmüştür. Bu strateji, daha önceki yıllarda da görüldüğü gibi, Türkiye ekonomisini çok önemli iki kırılganlıkla karşı karşı-ya bırakmıştır: Cari açık ve işsizlik. İssizlik, 2011 yılında % 9’a yaklaşan bü-yümeye karşın ancak % 9,8’e gerileyebilmiş ve 2012 yılı başında tekrar % 10’un üzerine çıkmıştır. Üstelik issizliğin gerilemesinde ekonomik büyüme-nin yarattığı yeni istihdam olanaklarından çok son iki yıldır, 2009 krizinden bu yana tarımsal istihdamda meydana gelen sayısal ve oransal artışın etkisi olmuştur. 2009 yılında 5,2 milyon olan tarımsal işgücü miktarı, 2011 yılında yaklaşık bir milyon artışla 6,1 milyona yükselirken; tarımsal istihdam oranı da kalkınma kuramlarına “inat” % 24,6’dan % 25,5’e yükselmiştir (TÜİK).

2011 yılında ihracat, yılın son çeyreğindeki döviz kurlarındaki artışın da olumlu etkisi ile % 18,5’luk bir artış ile 135 milyar $’a yükselmiştir. Ancak aynı yıl ithalatın çok daha yüksek bir hızla % 29,8 oranında artarak 240,8 milyar $’a yükselmesi, ihracatın ithalatı karşılama oranını % 68,2’den, son on yılın en düşük düzeyi olan % 56,1’e geriletmiş ve dış ticaret dengesinde 105,9 milyar $’lık bir açık oluşturmuştur. Dış ticaret açığındaki artış, turizm, taşımacılık, bankacılık ve sigortacılık gibi görünmeyen kalemlerden sağla-nan dış gelirlerin artışı ile telafi edilemeyince, cari işlemler açığı 2010 yılı-na göre % 65’lik bir artış göstererek 77,1 milyar $’a yükselmiştir. Böylece 2010 yılında zaten % 6,6 gibi hayli yüksek bir düzeyde bulunan Cari Açık/GSYH oranı, 2011 yılında çok hızlı bir artışla ekonomik açıdan sürdürülme-si çok tehlikeli bir düzeye, % 10’a tırmanmıştır. Türkiye cari açık oranı açı-sından dünyada ilk sırayı, cari açık miktarı açısından ise, ABD ve İtalya’dan sonra üçüncü sırayı işgal etmektedir. 2012 yılının ilk verilerine göre, ocak ayı cari açık rakamlarının yaklaşık olarak bir yıl önceki ocak ayının cari açık dü-zeyine ulaştığının görülmesi, “cari açık özürlü” büyüme stratejilerinin oldu-ğu gibi sürdürüleceği izlenimini vermektedir.

Türkiye ekonomisinde cari açığın boyutu ve bu açığın kısa vadeli sermaye

Page 41: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

41

hareketleri ile fonlanmasının yarattığı kırılganlık IMF, DB ve OECD’nin ra-porlarında da sık sık dile getirilmektedir. 2011 yılında gerçekleşen 15,7 mil-yar $’lık doğrudan yabancı sermaye yatırımı cari açığın ancak beşte biri için yeterli olurken; % 16’yı aşan kısmının (12,5 milyar $), kaynağı belli olma-yan net hata noksan hesabı ile kapatıldığı bilgisi, söz konu kaygıları doğru-lar niteliktedir. 2012 yılı Nisan ayında ihracatın, bir önceki yılın aynı döne-mine göre % 2,9 oranında azalmasının hemen ardından, uluslararası kre-di derecelendirme kuruluşu S&P, Türkiye’de siyasi iktidarın şimşeklerini üze-rine çeken bir kararla Türkiye’nin “pozitif” olan kredi notu görünümünü “durağan”a çevirmesi, yüksek cari açıkların yarattığı endişenin ciddiyetini göstermektedir.

AB borç krizi nedeniyle küresel sermaye hareketlerinin yönünde keskin dö-nüşler olacağı ve bu dönüşlerden olumsuz olarak etkilenecek Türkiye’nin cari açık sorununun, 2012 yılında miktarı azalacak olsa bile daha da ciddile-şeceği bilinmelidir. Eylül 2011’de, Türkiye’nin de yer aldığı yükselen Avrupa ülkelerine 2012 yılında girecek net özel sermaye miktarını 289,4 milyar $ olarak öngören Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF, 2012), Ocak 2012’de bu öngörüyü yarı yarıya azaltarak 146,1 milyar $’a çekmiştir. 2011 yılı üçüncü çeyreğinde şiddetlenmeye başlayan Euro Bölgesi borç krizi, dünya sermaye hareketlerini tümden yavaşlatmıştır. Küresel kriz sonrasında yükselen piya-sa ekonomilerinde, 2010 yılında 1 107 milyar $’a kadar yükselmiş olan top-lam net sermaye akımı, 2011 yılında 958 milyar’a gerilemiş, 2012 yılında ise, IIF tarafından 789 milyar $’a kadar ineceği öngörülmektedir. ABD ve AB Merkez Bankalarının 2011 yılı sonunda piyasalarda yarattıkları likidite bollu-ğu finans dünyasında ancak geçici bir rahatlama sağlayacaktır.

Bilindiği gibi AB, Türkiye’nin hem en önemli ticari partneri hem de en önem-li finansman kaynağıdır. Türkiye dış ticaretinin yaklaşık yarısını AB ülkeleri ile gerçekleştirirken, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının dörtte üçü AB firmaları tarafından yapılmakta ve dış borçların da dörtte üçü AB bankala-rınca sağlanmaktadır. Öte yandan üç milyonun üzerinde Türk işçisi AB ülke-lerinde çalışırken, Türkiye’ye gelen turistlerin yarısı AB pasaportu taşımakta-dır. AB ile ekonomik bütünleşmesi bu derece güçlü olan Türkiye’nin AB kri-zinden etkilenmemesi düşünülemez. AB’nin içine gireceği bir resesyon sü-reci ihracat yoluyla Türkiye’nin ekonomik büyümesini, finansal piyasalarda yaşanacak bir dalgalanma ise cari açıklar yoluyla ekonomik istikrarını olum-suz yönde etkileyecektir. Buna karşılık, Yunanistan başta olmak üzere, AB ülkelerinde yaşanacak bir mali ve ekonomik krizin AB yatırımcılarını, istikrar-lı büyüme performansını sürdürmesi koşuluyla Türkiye ekonomisine yönlen-dirme olasılığı da mevcuttur.

MB’nin cari açıktaki hızlı yükselişi frenlemek amacıyla uygulamaya koydu-ğu faizleri düşürücü para ve TL’nin aşırı değerlenmesini önleyici kur politika-

Page 42: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

42

ları iki olumsuz makro ekonomik olguyu harekete geçirmiştir: 1. Ekonomik büyümenin yavaşlaması, 2. Enflasyonun yükselişe geçmesi. Temel işlevi fi-yat istikrarını sağlamak olan ve bu bağlamda 2008 yılından bu yana açık enflasyon hedeflemesi uygulayan MB, enflasyon tehdidi karşısında 2011 Ekim’inde borç verme faizini arttırarak bileşik faiz oranlarının kısa sürede % 12’ye yükselmesine izin vermiştir. Kur (düşük kur) politikaları ile enflasyonu denetim altında tutmanın orta vadede maliyetinin, Türkiye ekonomisini her an finansal bir krize sürükleyecek büyüklükte cari açıklar olduğu görülmüş-tür. Bu tarihten sonra MB, politika faiz oranlarının % 5,75 ile % 12,50 ara-sında oluşturulan koridorda, ekonominin gidişatına göre, günlük olarak ha-reket etmesini sağlayacak esnek para politikalarına yönelmiştir.

2011 yılının ikinci yarısından itibaren cari açıklardaki yükselişin ve sıcak para yönünde tersine dönüşün yarattığı baskı ile döviz kurlarında meydana ge-len aşırı yükselişi–TL değerindeki düşüşü engellemek için de MB, Ağustos 2011 tarihinden itibaren sık sık döviz ihalesi yapmış ve yılsonuna kadar 15 milyar $’lık satış gerçekleştirmiştir. Her bir döviz ihalesi sonucunda piyasa-lardan çekilen TL, faiz oranlarını faiz koridorunun üst bandına yaklaştırarak özel tüketimle birlikte ileriye dönük sabit sermaye yatırımlarının hızını kes-miştir. Ancak 2012 yılı başında dünya finans piyasalarında yaşanan parasal genişleme, MB’nı yeniden faiz indirimine yöneltmiş ve faiz koridorunun üst sınırı % 12,5’den % 11,5’e indirilmiştir. Faizlerin aşağı çekilmesi, yeni yılda daralan kredi hacminin yeniden genişlemesine ve yavaşlayan ekonomik bü-yüme seyrinin hızlanmasına katkı sağlayacaktır.

SONUÇ: “KIRK KATIR YA DA KIRK SATIR”! Kısaca, reel ekonomiden ve sosyal yapıdan kopuk bir zeminde, “faiz-kur” sarkacına dayalı olarak oluşturulan ekonomi politikaları; her seferinde ülke-yi ya “kırk satıra” (cari açık + işsizlik) ya da “kırk katıra” (enflasyon + dur-gunluk) mahkûm etmektedir. Faiz-kur döngüsünden kurtulamayan büyü-me stratejileri Türkiye ekonomisini “cari açık + işsizlik” – “enflasyon” ya da durgunluk” arasında bir seçim yapmaya zorlayacak, ancak her iki model de ekonomiyi eninde sonunda bir krize sürükleyecektir.

Türkiye ekonomisini “büyüme - cari açık” sarmalından kurtarmak için, ön-celikle cari açığı besleyen dinamikleri saptamak ve ardında da söz konusu dinamikleri aşındıracak önlemleri almak gerekmektedir. – Yüksek faiz-dü-şük kur politikaları ile aşırı değer kazanan TL’nin iç tasarruf oranını düşür-mesi, – Düşük iç tasarruf düzeyinin iç tüketimi ve yatırımları dış kaynakla-ra bağlaması, – Teknoloji, enerji, ara malı ve tarım başta olmak üzere yan-lış ve yetersiz sektörel politikaların üretim ve istihdamı düşük bir düzeyde bı-rakması, – Dengesiz gelir politikalarının iç talebi istikrarsızlaştırması bu di-namiklerin başlıcalarıdır. Yıllardır dış sermaye akımları ile finanse edilen ve

Page 43: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

43

dış talebe dayalı olarak büyüyen ekonomi, dünya finans piyasalarında ola-sı bir likidite darlığı ve dünya ekonomisinde yeni bir daralma karşısında çok büyük bir çöküntü ile karşı kaşıya kalabilecektir. Kısaca Türkiye ekonomi-si “diken üzerinde” durmaktadır. 2012 yılı başında ABD ve Euro Bölgesi Merkez Bankaları’nın piyasalarda likiditeyi arttırması “dikenin” üzerine örtü çekmekten ve kriz riskini ötelemekten başka bir anlam ifade etmemektedir.

KAYNAKÇA -AGLIETTA,Michel(2012),ZoneEuro:Eclatementoufédération,Michalon.-BUITER,Willem(2011),“AGreekExitfromtheEuroArea:AdisasterforGreece,aCrisisfortheWorld”,Citigroup.-CHEVALLIER,Marc(2012),“Larigueur,coûtequecoûte”,AlternativesÉconomiques,No:311.-CORDONNIER,Laurent(2012),“Dettepublique,laconjurationdesbonnesidées”,LeMondeDiplomatique,Şubat2012.-DEMMA,Claude(2011),“Lacriseparachèvelebasculementdumonde”,Alt.Eco.Hors-Série.-DUVAL,Guillaume(2011),“Iln’yaqu’àannulerlesdettes”,AlternativesÉconomiques,No:307.&“Lesrevenusreculent”,No:308.-EICHENGREEN,Barry(2011),“TheGreatRecessionandtheGreatDepression:ReflectionsandLessons”,JournalEconomicaChilena,CentralBankofChile,Vol.13(2).-HALIMI,Serge(2012),“AprèsTobin”,LeMondeDiplomatique,Şubat2012.-KRUGMAN,Paul(2008),“OptimalFiscalPolicyinaLiquidityTrap”,TheConscienceofaLiberal(NewYorkTimesblog),Dec.29.-MOATTI,Sandra(2011),“L’EuropeFaitFausseRoute”,AlternativesÉconomiques,No:308.-MUNDELL,Robert(1961),“ATheoryofOptimumCurrencyArea”,TheAmericanEconomicReview,No:51.-PECH,Thierry(2011),“Iln’yaqu’àfairepayerlesriches”,Al.Eco.,No:307.-PIZZIGATI,Sam(2012),“Plafonnerlesrevenus,uneidéeaméricaine”,LeMondeDiplomatique,Şubat2012.-ŞAHİNÖZ,Ahmet(2000),“DünyaTicaretÖrgütüveAB’deTeşvikler”,EkonomikGelişme,TeşviklerveSivas,TürkiyeEkonomiKurumu,Ed.ErdinçTelatar,Ankara.-YELDAN,Erinç(2010),KrizinveKrizTedbirlerininEtkilerininMakroekonomikBoyuttaDeğerlendirilmesi,İLO,Ankara.-AlternativesEconomiques(2010),“L’étatdelamondialisation”,Hors-Série,No:8.-AlternativesEconomiques(2011),“L’étatdel’économie2011”,Hors-Série,No:88.-BanqueMondiale(2006),Turkey,LaborMarketStudy.-BIS(2011),BISStatistics.-DünyaBankası(2009,2010,2011),2010,2011,2012KüreselEkonomikGörünümRaporu.-BirleşmişMilletler(2011),2012DünyaEkonomikGörünümüveBeklentileriRaporu.-CommissionEuropéenne(2011),“Thedistributionaleffectsofausteritymeasures:acomparisonofsixEUcountries”,ResearchNote,Kasım2011.-IIF(2012),“CapitalFlowstoEmergingMarketEconomies”,Araştırmanotu.-IMF(2011,2012),WorldEconomicOutlook,Eylül2011,Ocak2012.-OECD(2011),“Pourquoilesécartsderevenussecreusent?”,Paris.-TİSK(2010),TİSKÇalışmaRaporu,Ankara.-TÜİK(2012),İstihdamRaporları.-USD(2012),UnitedStatesDepartementofLabor,BureauofLaborStatistics.

Page 44: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

44

Ekonomi Forumu - I

Tartışma Özeti

Bu bölümde temel olarak 2008 ekonomik krizinin sebepleri ve seyri üzerin-de durulacaktır. Katılımcıların bu konudaki fikirleri belli alt başlıklar altında özetlenecektir.

Krizin Başlangıç NoktasıAhmet Şahinöz sunduğu tebliğde krizin kaynakları üzerine belli saptamalar yapmıştı. Şahinöz’ün tebliği tam metin olarak bu kitapçığın başına eklendi-ğinden, bu saptamaları burada tekrarlamak çok anlamlı olmayacaktır. Onun yerine, katılımcıların Şahinöz’ün tebliğinden hareketle krizin kaynağı üzeri-ne söyledikleri özetlenmeye çalışılacaktır. Katılımcıların bir kısmı, Şahinöz’ün Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki analizine katılırken, Avrupa hakkın-daki analizini yetersiz bulmaktadır. Avrupa’daki krizin sorumluluğunu tekil olarak Yunanistan ekonomisinin başarısızlığına yüklemektense, krizin daha geniş bir perspektiften okunması gerektiğini ileri sürmektedir.

Yorumcuların çoğuna göre, Avrupa ekonomisinden bahsederken öncelik-le Avrupa finans piyasalarının Amerikan finans piyasasıyla arasındaki orga-nik bağı tespit etmeliyiz. İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkeleri örneğinde açık-ça görüldüğü gibi, bu bağ krizin doğrudan Avrupa’ya sıçramasına sebep ol-muştur. Güney Avrupa ya da Akdeniz Avrupa’sında ise ekonomik sorunlar-dan bahsederken, 2000lerin başına kadar geriye dönmek ve bu ülkelerin Euro ile bütünleşme sorunlarına bakmak gerekmektedir. Euro’ya entegre olamamak bu ülkelerin kamu borçlarının ve bütçe açıklarının artmasına ne-den olarak ekonomilerini yaklaşan kriz karşısında daha korunaksız bırakmış-tır. Dolayısıyla Avrupa’daki krizi Yunanistan özelinde düşünmek krizin boyu-tunu azımsamamıza yol açabilir. Oysa ki ortada Avrupa ekonomisinin Euro ile nereye kadar devam edebileceği gibi temel bir sorunsal vardır; Almanya ve Hollanda gibi ülkeler Euro’dan yarar sağlamaktayken Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi ülkeler Euro nedeniyle ihracat yapamamakta ve büyüyeme-mektedir. Dahası, bu ülkeler büyüyemedikleri için vergi toplayamamakta ve vergi toplayamadıkları için de açıklarını kapatamamaktadır.

Avrupa Birliği’nin Yapısal SorunlarıAvrupa’daki ekonomik kriz incelenirken üzerinde durulması gereken önemli bir nokta Avrupa Birliği’nin yapısal sorunlarıdır. Avrupa Birliği’nin ulus-üstü parasal bir birliğe sahip olduğuna (Euro) ancak gerçek anlamda ulus-üstü bir merkez bankasına sahip olmadığına dikkat çekmek gerekir. Avrupa Merkez Bankası gibi bir örgüt bulunmasına rağmen, bunun rolü yalnızca para arzı-

Page 45: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

45

nı kontrolle sınırlı kalmaktadır. Bunun dışındaki konularda, örneğin finansal piyasaların ve ticari bankaların kontrolleri tamamen ulusal bankalara bıra-kılmış durumdadır. Ayrıca her ülkenin farklı mali politikalar izlemesi de para politikalarında bir ortaklaşmanın önünü tıkamaktadır. Dahası, mali politika-lar yalnızca verimlilik temelinde ele alınamayacağından, sosyolojik ve politik dinamiklerin de işin içinde olduğu kabul edilmelidir. Bu durum, sorunu daha da çetrefil bir hale sokmaktadır. Örneğin Kuzey ülkelerinde vergilerin düşü-rülmesi toplumun belli kesimleri tarafından protesto edilmekteyken, diğer bazı ülkelerde tam tersi bir tepki gözlemlenebilir. Bu gibi dinamikler Avrupa Birliği’ nde ortak bir mali politikanın ve onunla yakın etkileşimde olan ortak bir para politikasının oluşumunu zora sokmaktadır.

Bazı öngörülere göre Avrupa Birliği içindeki ülkelerin bir kısmı çekirdek bir grup oluşturarak Euro’yu sahiplenecek ve Euro’nun geçerliği bu grup içeri-sinde devam edecek, ancak Yunanistan gibi diğer bazı ülkeler Euro’dan çık-mak durumunda kalacak, çünkü bu ülkelerin uzun süre mevcut yapıyla de-vam etmeleri mümkün olmayacak. Bazı katılımcılara göre, krize karşı gelişti-rilecek bazı geçici çözümler bu yapısal sorunu belki bir süre daha öteleyebi-lir, ancak uzun vadede Yunanistan gibi ülkelerin Euro’dan çıkması uzak bir ihtimal de değildir.

Amerika Birleşik Devletleri2008 yılı ekonomik krizinin nedenlerinden bahsederken Avrupa Birliği’nin yanı sıra, elbette krizin temel çıkış noktası olan Amerika Birleşik Devletleri’ne toplantı sırasında sıkça değinilmiştir. 1980’li yılların başında gerçekleşen Washington Konsensüsü sayesinde küresel sermaye hareketlerinin serbest dolaşımı hızlanmış ve bu konsensüse katılan ülkeler arasında

para hareketlerinin önündeki engeller kaldırılmıştır. Bunun sonucunda dün-yadaki mal ve hizmetlerin birbiriyle değişimi için kullanılan para miktarının çok üstünde bir para arzı ortaya çıkmış ve bu para arzı da dünyadaki üreti-mi olumsuz etkilemiştir. Para arzının bu çaptaki artışı paradan para kazan-mayı çok daha cazip kılmış ve para arzında nerede eksiklik varsa, orası he-men doldurulmaya başlanmıştır. Bu sayede, dünya ekonomisi üretim ye-rine parasal hareketlerin çok daha cazip olduğu yeni bir kapitalist düzene girmiştir. Bu yeni düzen yine Amerika’daki yönetimin bundan sonraki adı-mın ne olacağı konusundaki tercihleri bağlamında, yani 11 Eylül olayların-dan sonra toplumu ikna edici bir şekilde piyasaya çıkmasına ve yeni bir sa-vaş yaratmasına kadar sürdü. Öyle ki önce Afganistan, ardından da Irak sa-vaşı başladı ve bütün sistem enerji ağırlıklı olan Ortadoğu’daki siyasi gücü ele geçirerek dünyada kapitalizmin tekrar güçlü bir hale gelmesi sağlan-dı. Böylece Amerika Birleşik Devletleri’nin gücünün arttırılması amaçlandı. Ancak bu plan tam anlamıyla başarıya ulaşamadı ve netice itibariyle 2008

Page 46: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

46

yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin başı çektiği bir dünya krizi ortaya çıktı.

Burada Neo-con’ların politikalarının şöyle bir etkisi oldu; özellikle Vietnam sendromu yaşayan bir toplumu tekrar bir savaşa girmeye ikna etmek için, özellikle de düşük gelirli kesime, bir şekilde kaynak aktarıldı. Bu kaynaklar da daha ziyade ‘mortgage’ piyasalarına aktarılan paralar yoluyla, toplumun geri ödeyecek gücü olmayan kesimlerini bile harcama yapmaları konusun-da teşvik etti. Bunun karşılığı olarak da planlanan; bu harcamaların yapıl-masıyla ortaya çıkan açık, Ortadoğu kontrol altına alındığında, enerji fiyat-larının manipülasyonu yoluyla kapatılır ve Amerikan ekonomisi de yine güç-lü bir şekilde yoluna devam edebilirdi. Ancak bu plan tutmayınca 2008 kri-zi patlak verdi. Amerika Birleşik Devletleri borçlanma yerine bolca para bas-mayı tercih etti ve bu eğilim hala devam etmektedir. Çünkü borçlanma po-litikaları bir noktaya kadar sağlıklı olmasına rağmen o borcu geri ödemek ve borcun maliyetinin (yani faizlerin) yükselmesini durduramıyorsanız, o za-man para arzını arttırarak o maliyeti aşağı çekmek mümkün olabilir. Bugün Amerikan kağıtları kendine yüzde bir ile piyasa bulabiliyor ve insanlar başka bir sağlam kapı olmadığı için oralara ciddi oranda para yatırıyor. Amerikan ekonomisi de bu şekilde kendini döndürmeyi başarabiliyor.

Avrupa’nın Kriz Politikaları2008 yılında ortaya çıkan ekonomik krizi anlık bir olaydan ziyade etkile-ri uzun süre devam eden bir süreç olarak tanımlamak daha doğru olaca-ğından, 2008 yılını takip eden dönemde özellikle Avrupa’da ne yapıldığına bakmak da krizden bahsederken mutlaka değinilmesi gereken bir konudur. Yunanistan örneğiyle başlamak gerekirse, iki yıl öncesine kadar 350 milyar dolarlık bir ekonomi olan Yunanistan’ın kamu borcu 290 milyar dolar civa-rındaydı, ki bu kamu borcunun yurtiçi hasılaya oranı yüzde80-90’lardaydı demek oluyor. Aynı dönemde bono faizleri de yüzde10’lar civarındaydı. Kamu borcunda yüzde 60’ın üzerindeki oranları tehlikeli bulan Avrupa ül-keleri panik havasıyla olumsuz bir sürecin içine girdi. Yunanistan’ın büyük açıklar verdiği gerçeğiyle karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri, Yunanistan’ın tasarruf etmesi gerekliliğinden hareketle bu ülkeye destek olmaya karar ver-di. Uzun görüşmeler ve ciddi tartışmalardan sonra bir paket oluşturuldu. İki etapta 110milyar Euro’luk destek öngören bu paketler hakkındaki önemli bir nokta, bunun yardım ya da hibe niteliğinde olmayıp, bir borç olarak ve-rilmesiydi. Bu borcun verilmesinin karşılığı olarak da kemer sıkma politika-ları, işten çıkarılmalar ve tasarruf tedbirleri gibi talepler ortaya kondu. 2011 yılının temmuz ayında da Yunanistan’a son kez 110milyar Euro’luk destek verildi. Yunanistan ekonomisi takip eden iki yılda çözüm olarak sunulan bu reçete sonucunda yüzde12 daraldı ve 300 milyar dolara geriledi. Kamu bor-cu 460 milyar dolara çıktı, yani kamu borcunun yurtiçi hasılaya oranı yüzde

Page 47: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

47

150’lere ulaştı. Yine bu iki yıl içerisinde yüzde10’larda olan bono faizleri de yüzde 25’lere çıktı. Kısacası IMF’nin ve Avrupa Birliği’nin Yunanistan eko-nomisini toparlamak için uyguladığı politikalar sonuç itibariyle durumu çok daha olumsuz bir noktaya getirdi. Dolayısıyla burada sorumlu aramak gere-kiyorsa, Yunanistan kadar Avrupa Birliği’ne de bakmalı ve neden bu sorunu göremediklerini sorgulamalıyız.

Eğer bir borç krizi yaşanıyorsa, yani borçlu borcunu ödeyemiyorsa -ki bu bir kişi, kurum ya da bir ülke olabilir- bu sorunu çözmek için yeni borç vermek zaten o borçlanma maliyetini arttırdığı için faiz anlamında sorunu çözmek bir yana daha da ağırlaştıracaktır. Diğer bir deyişle borç sorununu borç ve-rerek çözmek mümkün değildir. Borç sorunu belli bir noktayı aştıktan son-ra bu sorunu çözmenin yolu ancak borcu yeniden yapılandırmak ve borçla-rın bir kısmını silmekten geçer. Avrupa iki yıl boyunca Yunanistan örneğin-de buna direndi. 2011 yılının eylül ayından itibaren Yunanistan’a önerilen borçlarının yarısının silinmesiydi ki, o da özel kreditörlerin ve bankaların ver-diği borcun yarısının silinmesi demekti. Borç sorununun

sorumluğunun kimde olduğu ayrı bir konu olmakla beraber, kısa vadede bu sorunu çözmek için yapılması gerekiyordu. Öte yandan borcun silinmesiyle sorun giderilmiş olmuyor, çünkü bu sefer de borç verenler büyük sıkıntıya düşebiliyor ki, bunlar da esas olarak Fransa, Belçika, Almanya gibi ülkelerin bankalarıdır. Bu sebeple sorunun ikinci ayağı, yani Avrupa’nın yapması ge-reken şey, bankalarını sermayelendirerek kurtarmaktır, çünkü bankalar ba-tarsa, bütün ekonomiyi daha büyük bir krize sürükleyebilir. Bankaların kur-tarılması ise, kaynağa olan ihtiyacın ciddi bir şekilde artmasını beraberinde getirmektedir. Bu anlamda bir ülke bir bankacılık krizi yaşıyorsa, çoğunlukla yurtiçi hasılasının yüzde5’i ile yüzde20’si arasında bir maliyetin ortaya çıktı-ğı görülmektedir. Yani 17 trilyon dolarlık Avrupa Birliği için bu çok kaba bir hesapla söylemek gerekirse, 700-800 milyar dolardan 3-4 trilyon dolara ka-dar çıkabilecek bir maliyet anlamına geliyor. Avrupa’nın bankacılık sektörü-nün sorununu çözebilmesi için böyle bir tutara ihtiyacı var gibi görünüyor.

Son zamanlarda dikkat edilirse, Avrupa Birliği yaklaşık 1 trilyon dolarlık bir kaynak yaratmak niyetindeydi. Bu rakamın henüz toplanamamış olmasına rağmen, 17 trilyon dolarlık Avrupa’nın ve 60 trilyon dolarlık dünya eko-nomisinin, bu miktarı bir şekilde çıkaracağı düşünülebilir, çünkü çıkarma-manın maliyeti çok daha ağır olacaktır. Bu anlamda çözüm konusunda uzun vadede bu arayışın doğru olduğunu söyleyebiliriz. Fakat burada bi-raz geç kalındığı ve halen yeterince hızlı hareket edilmediği gözlemleniyor. Avrupa Birliği’nin bu kaynağı gerçekten yaratıp yaratamayacağı bir kenara, bu paranın yaratılması için para basılması gerekiyor. Yani Avrupa Merkez Bankası’nın para basması, ‘Eurobond’ olarak adlandırılan Avrupa tahvilleri-nin çıkarılması, bu tahvillerin alınması ve bu paranın verilmesi gerekiyor. Bu

Page 48: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

48

Türkiye’de de böyle oldu, Amerika’da da böyle oldu ve Avrupa’da da böy-le olması gerektiği savunulabilir. Para basmak elbette ki iyi bir şey değildir, çünkü ciddi yan etkileri vardır; enflasyon gibi, onun getireceği yoksulluk gibi. Bu gibi sorunlar muhtemelen gelecek olsa da, kriz bir kere patlak ver-dikten sonra 1930’larda olduğu gibi; para basmak, genişletici para politika-sı uygulamak, genişletici yani Keynesyen görüşler uyarınca, maliye politikası uygulamak zorunludur. Burada ayrıca büyüme sorununun da dikkate alın-ması gerekiyor. Avrupa’nın bir zihniyet değiştirmesi gerekiyor.

Avrupa Merkez Bankası, 2011 yılının aralık ayı başında Avrupa bankalarına 500 milyar Euro likidite verdi ve muhtemelen 1 trilyon Euro daha para ve-recek. Avrupa Merkez Bankası’nın bunu yapmasının nedenlerinden biri de Avrupa bankalarının artık birbirine güvenmemesiydi ve bu parayı vererek sorunun daha büyümesini engelleyebileceği inancıydı. Bir sonraki aşamaya geçilip geçilmeyeceği, yani Avrupa tahvillerini alan bir yapıya dönüşüp dö-nüşmeyeceği henüz belli değil. Belirsiz olan bir diğer nokta ise, Euro’nun ge-leceğinin ne olacağıdır. Euro’yu gönüllü ülkeler mi kullanacak yoksa bir çe-kirdek grup oluşturulup burada mı kullanılmaya devam edilecek? Teoriye bakıldığında, tek bir merkez bankasının on yedi tane maliye bakanlığından oluşması başlı başına bir sorun. Buna bir çözüm, Amerika gibi federal ve ül-kelerin eyalet gibi kaldığı bir yapıya gidilmesi. Bu düşük bir ihtimal olarak gözüküyor; bunun yerine herkesin kendi bütçesini yapabildiği, ama komi-serlik gibi bir makamın belli kısıtlamalar getirdiği (örneğin bütçe açığında belli bir yüzdenin aşılmaması gibi) bir düzen kurulabilir.

Aslında böyle bir yapı zaten vardı, ancak uygulanamamıştı. Şimdi uygulan-maya karar verilse bile, bu süreç muhtemelen beş, altı ya da on yıl alabilir. Ancak Yunanistan ve İtalya’daki hükümet değişikliklerinin de işaret ettiği gibi bu sorunun mutlaka çözülmesi gerekiyor.

Kısaca toparlamak gerekirse, katılımcıların çoğuna göre Avrupa’daki üç te-mel sorunu şöyle özetleyebiliriz. Birincisi, borç yapılandırması. Portekiz’in yüzde18, İtalya ve İspanya’nın yüzde 6 faizle ekonomilerini düzlüğe çıkar-ması pek mümkün gözükmüyor. Bu rakamların mutlaka yüzde3’lere inmesi gerekiyor. İkincisi bankaların kurtarılması gerekecek ki, bunun için belli bir kaynak yaratılması gerekecektir. Üçüncüsü, Euro’nun geleceği konusunda bir bütünleşme ya da eğer bütünleşme sağlanamıyorsa bir ayrışma (örne-ğin birkaç güçlü ekonomiye sahip ülkeden oluşacak bir birlik) ki bu gümrük birliğine dönen bir Avrupa Birliği demek olacaktır bir bakıma. Tüm bunlar ağır ve önemli sorunlar olduğu için çözümsüz kalmaları, kısa vadede küçük veya büyük ölçekli yeni krizler doğurabilir. Çok daha sıkı bir şekilde denetle-nen yeni bir finans sistemi kurulamaz ise, krizin ölçeği daha da büyüyebilir. Bunun çalışmalarının nüvelerini görebiliyoruz aslında. Nasıl ki, 1971 sonra-sı dünya dalgalı kur sistemine gittiyse, şimdi de onun yerine yeni bir Bretton

Page 49: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

49

Woods bulunması gerekebilir ki, bu belki 2015, belki de 2020’ye kadar sü-recek bir süreç demektir.

Kriz Analizinde Teorik Yaklaşım FarklılıklarıBuraya kadar çeşitli katılımcıların 2008 ekonomik krizi hakkındaki analizle-rine yer verdik. Ancak elbette her analiz belli bir teorik yaklaşım içerisinde oluşur ve bu teorik yaklaşıma göre anlamlanır. Dolayısıyla farklı teorik yakla-şımların kriz analizi mutlaka birbirinden farklı olacaktır. Örneğin liberal teo-rik yaklaşım, piyasa ekonomisinin ahenkli bir şekilde işleyeceği ön kabulün-den hareketle krizleri beklenmeyen, istisnai bir durum olarak görür ve ana-lizini bu yönde ortaya koyar. Oysa örneğin Marksist teorik yaklaşım, piyasa ekonomisin doğası gereği çelişkiler içerdiği ön kabulüyle krizleri beklenme-yen istisnai bir durum olarak değil, tam tersine piyasa ekonomisinin kaçınıl-maz bir sonucu olarak görür.

İktisadi yaklaşımlar bağlamında farklı ekollere bakıldığında, kapitalist krizin nasıl açıkladığına ilişkin olarak üç ana yaklaşım görülür. Bunlardan bir tane-si kapitalizmin, yani piyasa ekonomisinin esas olarak düzgün çalışan bir sis-tem olduğu kabulünden hareketle zaman zaman içine düşmüş olduğu kriz-leri daha çok dışsal faktörlerle açıklama yaklaşımı. Bu yaklaşımın değişik kapsamdaki yorumlarından elbette bahsedilebilir, ancak genel hatlarıyla ne-oklasik iktisat denilen yaklaşım, hatta konservatif Keynesçilik, kapitalizmin esas olarak düzgün çalıştığı varsayımına dayanır. Dolayısıyla burada vurgu, krizi yaratan nedenlerin sistemik değil, dışsal olduğu vurgusudur. Ama içsel olarak ‘fnetuning’ (ince ayarlamalar) olarak adlandırılan bir takım müdaha-lelerle bunların düzeltilebileceği anlayışı kabul edilir. İkinci görüşte, kapita-lizmin zaman zaman duraksadığı kabul edilmekle birlikte, çözümün dışsal-lığına yapılan vurgu korunur. Burada dışsallıktan kasıt örneğin belli politik aktörlerin değişmesi ve belli iktisat politikalarının terk edilip başka yeni ikti-sat politikalarının uygulanmasıdır -Schumpeter’ci görüş de buraya dahil edi-lebilir. Bu görüşe göre dışsal faktörlerin, örneğin teknolojik atılımların, sis-temi tekrar yenileme imkanı bakidir. Bir üçüncü yaklaşım ise krizlerin; siste-mik, kapitalizmin bizatihi varoluşunun tanımı gereği iç çelişkilerinin çıkardı-ğı krizler olduğu ve dolayısıyla aslında kapitalizmin son derece dinamik bü-yüyen bir ekonomi olduğu, fakat bu uzun gelişme süreci içinde krizlerinin bir sürgit hadise olduğudur. Tesadüfi ve dışsal faktörlerle tetiklenen bir şey değil, aslında normal olanın krizlerle bezeli bir kapitalist gelişme olduğu, za-man zaman araya büyüme dönemlerinin girdiği şeklinde bir yaklaşım ola-rak özetlenebilir bu. Elbette bu yaklaşımın en kapsamlı ifadelerinden birini Marx’da görüyoruz.

Katılımcıların bir bölümüne göre, 2008 ekonomik krizini bu yaklaşımın ‘Uzun Dönemli Azalan Kar Hadleri’ teorisi ile açıklamak mümkündür. Çünkü kar

Page 50: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

50

hadlerinin azalmasıyla karların yani mutlak olarak karların azalması arasın-da önemli bir faz farkı vardır. Onların ikisinin arasındaki ilişki krizin kendisi-ni açığa çıkartmasıyla sonuçlanır. Daha önce ortaya konan Amerika Birleşik Devletleri ve dünya krizinin son dönemde başlamasına ilişkin gözlemleri ha-tırlayacak olursak, ilk olarak pek çok kişinin katıldığı bir gözlem yapıldı, za-ten gazetelerde, televizyonlarda da krizin ilk ortaya çıktığı andan itibaren ortaya konan bu gözlem likidite bolluğuna işaret ediyordu. Likidite bollu-ğunun kendi kendine ortaya çıkmadığı gerçeğinden hareket edersek, likidi-te bolluğunun bir takım iktisat politikaları kararlarının sonucu olarak ortaya çıktığını rahatlıkla kavrayabiliriz. Bu politikaların arkasında onları oluşturan belli kişiler var, çıkar ilişkileri var, onların temsilcileri var ve alınan kararlar li-kidite bolluğu şeklinde ortaya çıkıyor.

‘Uzun Dönemli Azalan Kar Hadleri’ üzerine Marx’ın özgün görüşleri olması-na rağmen bu yaklaşımı Marx’la başlatmak iktisadi düşünce tarihi açısından tam doğru değil. Çünkü Ricardo da bir azalan kar oranları kriz açıklamasını geliştirmişti ve bunun Marksist versiyonları da var radikal iktisat teorisi için-de. Ricardo azalan kar oranları kriz açıklamasını, gıda fiyatlarının ve ücretle-rin artmasına bağlar ve bunun çözümünü de makineleşmede görür. Bunun bir versiyonu Marksistler ve sol iktisatçılar arasında da vardır. Marx ise ade-ta Ricardo’nun tersine, Ricardo’nun çözüm gibi gördüğü şeyi, yani makine-leşmeyi bizatihi azalan kar oranlarının nedeni olarak görür.

Likidite bolluğunun esasen bir iktisat politikası tercihi olduğunun altını çiz-meliyiz. Örneğin Amerika’da merkez bankasının, faiz hadlerini Amerikan ik-tisadi tarihinde hiç görülmemiş seviyelere indirmesi -Volcker şok olarak da bilinen- bir tercihtir. Ve daha önce gerçekten üretim sektörlerinde azalan kar oranlarını sezen ve oraya yatırım yapmaktan kaçınan sermayedarlara kısa dönemli çözüm gibi olabilecek üretim sektörü dışındaki bir takım alan-larda deregülasyonlarla, likidite bolluğuyla daha karlı yatırım alanları açmak kaygısından, tercihinden olmuştur. Peki o zaman bu niye bitmişti? Aslında yapılacak analizler, 70’ler öncesine ve bu azalan kar oranları kriz açıklaması-na nasıl bakıldığıyla doğrudan ilişkili olacaktır. Bilindiği üzere artık iktisat bö-lümlerinde bazı konular üzerinde neredeyse hiç durulmuyor; ne iktisadi dü-şünce tarihi, ne değer teorisi ayrıca dersler olarak öğretilmiyor. Dolayısıyla birçok doktoralı iktisatçı da maalesef birbirleriyle yüzyıllardır çatışan, çelişen, eleştiren değer teorileri arasındaki farkları ve bu farklılıklar arasında bir ko-numlanma ihtiyacı olduğunu fark etmiyorlar. Eğer ana akım fiyat teorisini benimsiyorsanız, fiyatların ve değerlerin açıklamasında Ricardo, Smith gele-neğinin, keza Marx’ın da benimsediği, ekonomik faaliyetlerin üretken olan ve üretken olmayan yanları arasında yapılan ayrımı gözden kaçırabilirsiniz. Makro ekonomi düzenindeki sektörleri düşünelim. En kaba şekliyle sanayi, tarım gibi faaliyetler Marksist terminoloji kullanacaksak, değer üreten, ar-

Page 51: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

51

tık değer üreten faaliyetlerdir. Onun yanı sıra, kapitalist ekonominin olmaz-sa olmazı finans, ticaret gibi ekonomik faaliyetler ise diğer sektörlerin yarat-mış olduğu değerden pay alan ve ancak varlıklarını ve büyümelerini diğer üretken sektörlerin varlığı ve büyümesine bağlı olarak sürdüren sektörlerdir. Dünya ekonomisinde Amerika başta olmak üzere likidite bolluğu diye tas-vir ettiğimiz durumun tıkanmasının nedeni budur. Çünkü yeteri kadar cazip bulunmayan üretken sektörler Amerikan sermayedarları başta olmak üze-re kapitalistler tarafından yatırım alanı olarak seçilmemişlerdir. Seçilmişlerse, onların büyümesi ve artık değer üretme kapasitesi bir noktaya gelip, gide-rek şişen ve büyüyen finans ve ticaret sektörünün küreselleşen, derinleşen finans, ticaret sektörünü taşıyamaz hale gelmiştir. Bu durum, dünya kapita-lizminin seyri içinde çok yeni bir durumdur.

Katılımcılar arasında tartışılan konulardan biri de Dünya Sosyal Forumu ol-muştur. Sistemi sorgulayan bir takım eğilimlerden bahsederken, bu konu-da bir dipnot açmak yararlı olabilir. 2001 yılında başlayan Dünya Sosyal Forumu, o zamandan beri motto olarak, İngilizce tabiriyle ‘counter-hege-monic globalization’ kavramını benimsemiştir. Dünya Sosyal Forumu küre-selleşme konusundaki görüşünü değiştirmemiştir. Ancak şunu da eklemek gerekir ki Dünya Sosyal Forumu şu anda muazzam bir acz içindedir. Dünya Sosyal Forumu bir umut, bir esinlenme olarak doğmuş, ama ondan sonra gerek kendi örgütsel meseleleri, gerekse ölçeği gibi başka sebepler yüzün-den uzun süreli kılınamamıştır. Şu anda oldukça küçülmüş ve ciddiye alına-bilecek pek bir yanı kalmamıştır, ama 2000’li yılların başında görece önem-li bir alternatif olarak kendisini arz etmiştir.

EKONOMİK KRİZDE TÜRKİYE ÖZELİYukarıdaki bölümde 2008 ekonomik krizinin katılımcıların çoğunluğunun paylaştığı genel bir analizi sunulmaya çalışılırken daha çok krizin çıkış nok-taları olmaları sebebiyle Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa üzerinde du-ruldu. Bu bölümde ise katılımcıların Türkiye özelinde söyledikleri özetlenme-ye çalışılacaktır.

Krizde Mali Yapının RolüÜzerinde durulması gereken önemli bir konu Türkiye’nin mali yapısının gö-rece güçlü oluşunun krizin atlatılmasında oynadığı roldür. Örneğin IMF tah-minlerinde Türkiye’de büyümenin yüzde1’lere düşeceği öngörüsünün ge-çersiz olmasının en önemli nedenlerinden biri Türkiye’nin elinde güçlü bir maliye aracının bulunmasının fazlasıyla göz ardı edilmesidir -hatırlanacak olursa 2009 yılında Türkiye’nin büyüme hızı %4,9’da kalmıştı. O dönemde çeşitli vergi politikalarından, sigorta primlerinin devletçe üstlenilmesine, iç pazarı derinleştirici, iç talebi arttırıcı kamu harcamalarının arttırılmasına ka-

Page 52: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

52

dar pek çok politika mali yapı sayesinde kotarıldı. Türkiye 2001 krizinden sonra yakalanan mali disiplini iyi kullandı ve AKP iktidarı bunu iyi kullanmayı hala sürdürüyor. Yine bu sayededir ki, Merkez Bankası çok rahat faiz politi-kaları uyguluyor, faiz koridoru yaratıyor, faiz yükseltiyor, tekrar sıcak parayı çekiyor ve dolar şoklarını, kur şoklarını bu şekilde önleyebiliyor. Bu dış talep-le değil, iç talebe dönük harcamalarla da yapabilir, çünkü böyle bir manevra alanını kendisine yaratmış durumdadır. Kaldı ki, Avrupa’da yüzde6-7 bütçe açığı varken burada sıfır bütçe açığı ile devam etmek de bir zorunluluk de-ğildir. Hükümet yüzde2-3 bütçe açığını göze alarak, kamu borçlanma düze-yini yüzde50’lere kadar göze alarak burada kendisine çok geniş bir manev-ra alanı yaratabilir ve bununla da bu büyümeyi gerçekleştirebilir. Bu sayede de uyguladığı faiz politikaları vs. sayesinde de Türkiye ekonomisini döndür-meye yetecek kadar bir sıcak paranın çekişi de gerçekleşebilir.

Burada katılımcılara göre, özellikle sosyal demokratların ihmal ettikleri soru böyle bir maliye politikasının maliyetinin ne olduğudur. Bunun topluma çok ciddi maliyeti olduğu çok açık olarak biliniyor. Çünkü bunun vergi ayağında üçte ikisi dolaylı vergi olmak gibi ciddi bir adaletsizlik var. Ayrıca şimdiye ka-dar 50 milyar doları bulan müthiş bir özelleştirme politikası, bunun getirdi-ği maliyet; toplumun kamusal varlıklarının satılması gibi olgular var. Ayrıca şimdi KİT’ler bittiği halde her tür kamu varlığı, kamu arazisi, kamu arsaları satılarak ancak denk bir bütçe yapılabiliyor. Bunun ciddi bir toplumsal mali-yet olduğu görülmelidir. Üçüncüsü; kamusal harcamalar azaltılarak eğitim-den, sağlıktan ve bir dizi sosyal harcamadan vazgeçilerek bu güçlü maliye ayakta tutuluyor. Maliyenin bu etkilerini sorgulamadan, bu maliyenin top-luma ödettiklerini dikkate almadan bahsedilen büyümenin gerçekleşmesi mümkün değildir ya da “bununla daha fazla gidemezler” demek abartı-lıdır. Maliye politikasından bahsederken bu noktaların da dikkate alınma-sı gereklidir.

Sürdürülebilirlik SorunuSürdürülebilirlik sorunuyla ilgili olarak, 2001’den sonra Türkiye’nin belli ku-rumlarının belli ölçüde temizlendiği, özellikle finansal kesimdeki yangının söndürüldüğü, yeni bir düzen kurulduğu, ve o düzenle daha sıkı bir mali po-litikaya geçildiği söylenebilir. Ancak içinde bulunulan durum sürdürülebilir-likle ilgili endişeleri tamamen ortadan kaldırmamaktadır.

Krizin atlatılması için kullanılan kısa vadeli bazı politikalar orta vadeye kaydı-rıldığında ülke için belirli riskler de getirmektedir. Bu riskler nelerdir? Bugün Türkiye’de merkez bankasının son atağı ile artık yüksek faiz, düşük kur po-litikasından vazgeçiyoruz denildi. Bir müddet sonra kurlar aşırı yükselince tekrar eskiye dönüş yavaş yavaş da olsa gelmeye başladı. 2012 yılını çıkara-bilmek için bir yandan satılması planlanan varlıkların listesi hazırlanırken, bir

Page 53: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

53

yandan da 2B arazilerinden ve bedelli askerlikten elde edilecek gelirden me-det umulur hale gelindi.

Katılımcılara göre yanıtlanması gereken önemli bir soru, gelecekte bu ülke-nin nasıl bir ekonomik güce sahip olacağı meselesi. Türkiye, 250 milyar do-lar civarında ithalat ve 135 milyar dolar da ihracat yapan bir ülke. Dış tica-rette görünen şu ki, böyle bir dış ticaret açığının sürdürülebilir olması müm-kün değil. Bunun cari açığa yansıması da her zaman büyük çapta olacaktır, çünkü cari açığı düşürme arzuları bu dış ticaret açığının ne kadar düşeceğiy-le alakalıdır. Şu an itibariyle orada bir çıkış yolu görmek çok zor. Çıkış yolu nedir diye bakıldığında, ticarete açık mal ithalatımızın büyük oranda arttı-ğı, ama ticarete açık mal üretiminin de büyük oranda düşmüş olduğu görü-lüyor, çünkü dünyayla rekabet edecek gücümüz zayıf. Şu anda yapılan, bü-yük oranda Hindistan ve Pakistan’dan gelen hammaddeye dayanan teks-til ürünleri, Çin’den gelen bir kısım elektronik girdiler, makine ekipmanları üzerinde bazı eklemeler yapılması. Bu tip işler aslında çok sınırlı katma de-ğer üretir. Otomotivde de buna benzer bir durum var. Bugün herhangi bir ülke için toplam 6-7 milyon arabalık bir dünya pazarına talip olmanın mali-yeti çok büyüktür.

Ekonomik Krizin Çalışma Koşullarına EtkisiKatılımcıların önemle üzerinde durdukları bir konu da, krizin çalışma yaşa-mına etkileri olmuştur. Krizin sosyal politika boyutuna bakıldığında, işçile-rin çalışma ve yaşama koşullarındaki değişimlerden bahsedilebilir. 2008’de hükümetin sosyal politika ya da sosyal devletin gerektirdiği politikalar çer-çevesinde işçilere yaptığı tek şey, kısa çalışma ödeneği uygulaması olmuş-tur. Onun dışında, o dönem açısından hiçbir sosyal destek politikası uygu-lanmamıştır. O kısa çalışma ödeneği de yine işçilerin birikimleridir ki, bu as-lında işsizlik sigortası fonu içerisindeki paranın bu ad altında işçilere öden-mesidir. Bunun ödenme koşullarını o dönemde hükümet biraz daha kolay-laştırmıştır ve verilen miktarı arttırmıştır. İşçilerin fondaki birikimleri yine işçi-lere verilmiştir. 2008 dönemi açısından yapılan sadece budur. Tabii kriz dö-nemi hem sermaye cephesinin, hem de hükümet cephesinin işçilerin hakla-rını geriletme çabasını yoğun olarak ortaya koymuştur. Bu çaba belirli sek-törlerde ister işyeri krizden etkilensin ya da etkilenmesin, krizin yarattığı top-lumsal meşruiyet üzerinden yürütülmüştür. Örneğin 2008 krizinde TÜİK ve-rilerine göre beyaz eşya sektörü hiç etkilenmemiştir. Ancak bu sektördeki bazı firmalar 2009 yılında borsadaki bilançoya göre yüzde1300 kar eder-ken 1500 işçiyi işten çıkarmıştır. Aynı dönemde belirli bir kurumda ise, sen-dika ve işveren arasında işten çıkarılmalar konusunda bir pazarlık yapılmış-tır. 16 aylık süre içerisinde işçilerin ücretleri ve ücrete bağlı diğer ödemeleri yüzde35 oranında düşürülmüş, ama aynı kurum aynı dönemde 1 700 civa-rında işçiyi işten çıkartmıştır.

Page 54: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

54

Dolayısıyla kriz dönemleri doğrudan işçilerin haklarını ve çalışma koşulları-nı geriletmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. O işleyiş biçimleri sonraki dö-nemlere de yansımıştır.

Kriz dönemlerinde 100 işçi çalışan yerde 20 işçinin işten çıkarılması, geri ka-lan 80 işçiye 100 işçinin yaptığı üretimin yaptırılması demektir. Pek çok fab-rikada eskiden daha yüksek sayıda işçiyle yapılan üretimin şu anda da aynı sayıda işçiyle yapıldığı, dolayısıyla bu teknik olarak verimlilik gibi gözüken şeyin kendisi işçiler açısından da daha yoğun sömürü ve daha olumsuz çalış-ma koşulları anlamına gelir. Kriz dönemlerinin olumsuz koşulları, bir sonra-ki dönemde de yeni hukuki düzenlemeler açısından da bir meşruiyet zemi-ni olarak kullanılabilmektedir. O dönemde işçilerin işsizlikle terbiye edilme-si ya da kimi olumsuz çalışma koşullarını kabul etmek zorunda kalmaları, bir sonraki dönemde sermaye açısından ve hükümet açısından da bu geçiş dö-neminin koşullarının kalıcı hale getirilmesinin zeminini yaratabilmekted ir.

ve 2010’da sermaye örgütlerinin çeşitli raporları (örneğin TİSK, TÜSİAD, TOBB gibi kurumlardan üçünün iki raporu) yayınlandı. Bu raporlarda önce kullanılan daha sonra yerine güvenceli esneklik diye bir kavram ortaya atıl-dı. O raporlarda şimdi ‘ulusal istihdam stratejisi’ olarak karşımıza çıkan öne-riler yer aldı. Zaten ulusal istihdam stratejisi açıklandığında da TİSK başkanı, taleplerimizin yüzde60-70’inin bu strateji belgesinde olduğunu görmekten çok memnuniyet duyduk demişti. Dolayısıyla, kriz döneminde, kriz baskısı altındaki işçilerin çalışma koşulları nedeniyle, bir bölüm işyerinde fiilen ka-bul edilen çalışma koşulları daha sonra kalıcılaşma ve bir hukuksal güvence-ye bağlama girişimine temel oluşturdu. Böylece kriz dönemleri işçilerin hak ve çıkarlarını bir geriletme dönemi olarak kullanılmış oldu.

Bir katılımcıya göre, kriz öncesi 2008 yılında, borsaya kote olan firmaların, metal sektöründeki bilançoları incelendiğinde ve oradan hem kar oranında-ki düşme eğilimine bakılıp, hem de karlılık düzeyleri hesaplandığında, me-tal sektöründeki borsadaki firmaların bir yıllık karlarının işçilerin 7 yıllık üc-retlerini ödeyebilecekleri düzeydeki bir karlılık durumu olduğu görüldü. Bu saptama “Metal İşçisinin Gerçeği” adıyla bir raporda yayınlanmıştı. Kar hır-sının sadece insani bir davranış biçimi değil, bir sınıfsal tercih olduğu bilin-mekle birlikte, bu kar hırsının belirli bir kesimin gözünü kör etmiş olması, giderek bir toplumsal tepkinin yaygınlaşmasını da ortaya çıkartıyor. Bugün Avrupa’da yaşananlar ya da Amerika Birleşik Devletleri gibi dünyanın çeşitli ülkelerindeki hareketlerde bunun bir ifadesi olarak görülebilir.

Kriz dönemleri açısından işçi örgütlerinin talepleri aslında çok açıktır. Bütün dünyada söylenilen, çok slogan gibi gelen, çok genel gibi gelen bir söz as-lında bir gerçeği yansıtıyor; “Biz yaratmadık, yükünü de biz çekmeyeceğiz”. Çok basit, çok kaba gibi gelen şeyin kendisi bir gerçek ve temel talepler de

Page 55: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

55

çoğunlukla bu eksenindedir. Kriz dönemlerinde yinelenen bazı talepler de var elbette; örneğin çalışma sürelerinin düşürülmesi, ücretlerin düşürülmek-sizin işten atmaların yasaklanması gibi. Bu dönemde kriz dalgasının şidde-ti artarsa, sendikal hareketlerin de daha etkili bir şeyler yapacağı beklenebi-lir. Hakların savunulması için mümkün olduğunca fiili bir mücadele hattına başvurulduğu görülür ki, 2008 döneminde bu bakımdan öne çıkan direniş biçimleri, işgaller olmuştur işçi sınıfı eylemleri açısından.

EKONOMİK KRİZE DAİR ÇÖZÜM ÖNERİLERİToplantı boyunca birçok katılımcı 2008 yılı ekonomik krizinin analizini ya-parken, çözüm ya da krizden çıkış yolu üzerinde durmuştur. Bu konuda söy-lenenleri iki gruba ayırmak mümkün gözüküyor. Biri olgusal olarak ülkelerin ya da Avrupa Birliği gibi ulus-üstü kurumların çözüm amacıyla attığı adım-ların özetlenmesidir. Bu alanda söylenenlere bu raporun ilk kısmında, krizin genel bir analizinden bahsederken kısmen yer vermiştik. İkinci olarak ise ka-tılımcıların kendilerinin sundukları çözüm önerilerini dikkate alabiliriz. Bu kı-sımda daha çok bu ikinci gruptaki tartışmalar, yani katılımcıların kişisel çö-züm önerileri üzerinde durulacaktır.

‘Bir’ Çözüm Üzerinde Anlaşmak Mümkün Mü?Çözüm önerilerinden bahsetmeden önce, akıllara gelebilecek önemli bir soru herkesin üzerinde anlaşabileceği bir çözüm formülasyonunun müm-kün olup olmadığıdır. Toplumun her kesimine yarar sağlayacak, herkesin desteğini alabilecek ortak bir çözüm reçetesi fikri ne yazık ki çok müm-kün gözükmüyor. Ortaya atılan her çözüm önerisi genellikle toplumun belli bir kesimine yarar sağlarken, belli bir kesimine de zarar verecektir. Örneğin ulusal düzeyde sermaye kesimini ele alalım. Öncelikle sermaye dediğimiz-de homojen bir yapıdan değil, oldukça katmanlı bir yapıdan bahsetmek du-rumundayız. Benzer şekilde emek ya da işgücü kesimi derken de, yine kat-manlı bir yapıyı kastediyoruz. Tüketicilerin içerisinde birbirinden çok fark-lı malları tüketenler varken, üretici içinde de nitelik ve nicelik olarak çeşit-li malları üretenleri düşünmeliyiz. Uluslararası düzeye baktığımızda ise ge-lişmiş ülkeler, yükselen piyasalar, gelişmekte olan, hızla gelişen ülkeler var.

Hatta bu düzey içerisinde öyle ülkeler var ki onları bu kategoriler içerisine yerleştirmek dahi pek mümkün değil. Bu tip ülkelerden kastımız; asgari bes-lenme sorununu bile çözememiş, evlerinde temiz suyu olmayan, barınaktan yoksun, teneke barınaklarda yaşayan toplumlar. Bir süreliğine kategori dışı olan bu ülkeleri bir kenara bırakırsak, daha çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından baktığımız zaman önemli çelişkiler aklımıza geliyor.

Buradaki çelişki aslında basit bir siyasi tercih de değil çünkü küresel yapı içe-risinde baktığımız zaman “bu devlet neden adil değil”, “bu hükümet neden

Page 56: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

56

adil politikalar uygulamıyor” gibi sorulardan farklı daha derin bir çelişki var ortada. Örneğin bir ülkeye sermaye çekmek için vergileri indirmek zorunlu-dur. Vergiler indirildiği zaman ülke sermayeyi çekebilir, dolayısıyla eğer mut-laka sermaye geliri ve ücret geliri ayrımı yapılırsa, sermaye geliri üzerindeki vergiyi azaltarak ülkeye sermaye çekmek esas amaçtır. Ancak böyle bir poli-tika izlenirse örneğin yatay adalet bozulacaktır. Yani ücretler üzerinde vergi-ler yüksek kalırken sermaye üzerindeki düşürülmüş oluyor. Örneğin Türkiye; Hindistan’la, Çin’le, Brezilya’yla ve diğer pek çok ülkeyle rekabet etmek zo-rundadır. Türkiye’ye daha fazla sermaye gelsin diye vergileri düşürmek zo-runda olduğumuz düşünülürse, öbür taraftan ücretler üzerindeki vergiler de bir sorun, çünkü üretim maliyetlerine katılıyor bu vergiler.

Eğer bu artan oranlılık politikasından vazgeçilir ise, bu kez de dikey adalet feda edilmiş olacaktır. Daha önce yaşananlar hatırlanırsa, başka bir alterna-tif bulmanın mümkün olmadığı görülecektir. Geçmişte uygulanan ve daha sonra ortadan kaldırılan ayırma ilkesi bu konuya örnek olabilir. Önceden sermaye geliri üzerindeki vergiler daha yüksekti. Şimdi hem ülke içerisinde, hem uluslararası düzeyde Türkiye’nin rekabet etmesi gerekiyor. O rekabet ortamında kamu maliyesi ciddi bir şekilde bundan zarar görüyor. Örneğin eğitime ve sağlığa baktığımız zaman yalnızca sosyal bir kaygı değildir dü-şünmemiz gereken. Ekonomik mantık açısından bakıldığında, bunun eği-timli ve sağlıklı işgücü demek olduğunu da görmek durumundayız. Eğer bir ülke başka ülkelerle rekabet edecekse verimliliğin artması gerekli kuşkusuz. Verimliliğin artması için ise, toplumun eğitilmesi ve sağlıklı bir işgücüne sa-hip olması lazım. Diğer taraftan da teknolojinin geliştirilmesi başka bir ge-reksinim ki, örneğin ARGE harcamaları burada devreye giriyor. Bunların ger-çekleşmesi için ülkenin bu işe ciddi bir mali kaynak aktarması gerekmekte-dir. Ama öbür taraftan mevcut küresel yapı kamu maliyesini ciddi ölçüde za-yıflatarak böyle bir kaynağın önünü kesiyor. Yani rekabetçi olmak adına, bu alanlara kaynak ayrılamıyor. Ücret avantajları gibi etmenlerle rekabet etmek de artık her konuda ciddi bir seçenek değil, Çin gibi ülkeler sebebiyle. Bu gibi örneklerde açıkça görüldüğü gibi, hem ulusal hem de uluslararası dü-zeydeki çok katmanlı yapı, çözüm adına ortaya atılacak her politikanın fak-lı alanları farklı şekillerde etkilemesine yol açacaktır. Dolayısıyla çok değiş-kenli bu denklemin içinden ortak bir çözüm reçetesi ile çıkmak pek müm-kün görülmemektedir.

İhracata Yönelik Mal Üretimi ve Cari Açık SorunuKatılımcılar Türkiye ekonomisine ilişkin olarak belirli çıkış yolları üzerin-de durmuşlardır. Ekonomik krize yönelik çözüm önerileri üzerinde tam bir mutabakat sağlanamasa da, belli öneriler ön plana çıkmaktadır. Örneğin Türkiye’nin önemli bir problemi olan cari açık konusuna dikkat çekilerek

Page 57: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

57

ekonomik krize uzun vadede çözümün buradan gelebileceği belirtilmiştir. Yüzde70 ara malı ithal eden bir ülke olan Türkiye, bu anlamda 1960 ve 70’lerdeki ithal ikameci sanayileşmenin ara ve yatırım malı üretim aşaması-nı tamamlayamamış bir durumdadır. Türkiye o süreci tamamlamasını sağ-layacak bir sanayi planına ihtiyacı duymaktadır. Örneğin Petkim Türkiye’nin ortalama petrokimya ihtiyacının yalnızca yüzde25’ini karşılıyor. Dolayısıyla alternatif enerji politikaları ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca turizm gelirini 20 milyar dolardan 40 milyar dolara çıkarma gibi bir hedefi gerçekleştirmek için de ciddi projelere üretilmelidir. Bu bağlamda hükümetten ve hüküme-tin ekonomi politikasından beklenmesi gereken şey de kısa ve orta vadede yapısal anlamda Türkiye’de daha çok üretime yönlenen, cari açık sorununu da azaltan, ithalatın payını düşüren bir yapı kurmaktır. Bu elbette kısa vade-de başarılamaz, ama bu süreç başlarsa ve hedefler bu yönde olursa, Türkiye bir süre daha yüksek cari açıkla yoluna devam edebilir ve finansman yara-tabilir. Türkiye’nin böyle bir potansiyeli vardır, dünya konjonktürü de buna olanak sağlıyor gibi görünmektedir. Yüksek faiz, düşük kur politikasına ge-lince, sıkı maliye ve para politikalarıyla enflasyonu düşürmek mümkündür. 2007’ye kadar Türkiye bunu uyguladı, daha doğrusu uygulamak zorunday-dı IMF anlaşması çerçevesinde. Faiz yüksekse de, paranız değerlenir ve de-ğerli parayla da cari açık sorunu artar. İşte burada bazı katılımcılara göre, Türkiye’nin geç kaldığı ve tam başaramadığı şey kur politikasında dalgalı kur yerine yönetilen bir kur politikası izlemek tir.

Ticarete açık olmayan mal üretimindeki büyük artış da Türkiye ekonomisin-de gözlenen önemli bir olgudur. Bunun başını çeken de inşaat sektörüdür. Türkiye bugün yüzde8’lerde büyürken inşaat sektörü yüzde15’lerde büyü-yor ve hatta bu rakam bazen yüzde20’lere bile çıkabiliyor. Dolayısıyla inşaat açığı var mıdır sorusu burada akla gelebilir. Türkiye’de konut açığının daha çok düşük gelirli insanların sorunu olduğunu biliyoruz. Bu alanda nasıl bir üretim yapıyoruz diye düşününce, örneğin TOKİ’nin yaptığı konutların çok azının 20-30 bin liralık konutlar olduğunu görüyoruz. O anlamda da ticare-te açık olmayan malların üretimindeki artış, ticarete açık malların üretimin-deki azalış Türkiye için yeni bir krizin habercisidir. Bu gidişat tersine döndü-rülmediği takdirde düzelen hiçbir şey olmayacaktır.

Katılımcılara göre üzerinde geniş olarak düşünülmesi gereken bir konu ise sıcak para sorunudur. Dünyada sıcak para dolaşımında iki ülke öne çıkmak-tadır; bunlardan biri Türkiye, diğeri ise Brezilya’dır. Bu ülkeler sıcak para-yı büyük oranlarda yüksek faiz oranları ödeyerek çekmişlerdir. Türkiye çek-tiği bu paralarla ne yapıyor diye sorduğumuzda bunun çok büyük oran-da tüketim harcamalarında kullanıldığını görüyoruz. Yani sıcak para girişi; üretim, yatırım ya da istihdam alanında bir ilerleme getirmemiştir. Brezilya ise kaynaklarının büyük bölümünü üretim alanlarına yatırarak şimdi dünya-

Page 58: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

58

nın en güçlü ekonomilerinden biri olmaya aday hale gelmiştir. Ticarete açık mal üretimi kaynağını işler hale getirerek cari fazla elde etmeyi başarmıştır. Türkiye’nin de ileride yeni bir ekonomik kriz yaşamamak için yapması gere-ken en önemli işlerden biri de bu cari açık sorununu çözmektir.

Büyüme Paradigmasını SorgulamakPanelin konuşmacısı Vefa Tarhan’ın sunumunda öne çıkan ‘büyüme para-digmasının sorgulanması’ teması, katılımcıların üzerinde en çok tartıştığı konu olmuştur. Bu tartışmaya geçmeden önce Tarhan’ın yaklaşımını kısa-ca hatırlamak yararlı olabilir.

Ekonomik büyüme olgusunun birçok kişi tarafından olumlu karşılandığı-na dikkat çeken Tarhan, aslında büyümenin kendiliğinden iyi bir gelişme olarak görülmemesi gerektiğini iddia etmektedir. Büyümenin olumlu ya da olumsuz bir işaret olduğuna karar verilirken mutlaka bunun nasıl bir büyü-me olduğu sorusu sorulmalıdır. Bir ekonomik büyüme gözlenirken bunun neye rağmen gerçekleştiği mutlaka analiz edilmelidir. Dolayısıyla, büyüme-nin kendisi doğrudan ekonomik bir başarı sayılmayacağından, bir ülke için ne olursa olursun büyüme stratejisi izlemek doğru bir ekonomik tercih de-ğildir. Nasıl ki özel bir şirketin temel önceliği satış artışından ziyade karlılı-ğı arttırmaktır, bir ülke ekonomisinin de temel önceliği de yalnızca büyüme olmamalıdır.

Türkiye ekonomisi özelindeki temel problemlerden biri yüksek büyüme hı-zının cari açık verilerek gerçekleşmesidir. Bilindiği gibi bir ekonomi ne ka-dar hızlı büyürse, bu büyümeyi finanse edebilmek için o kadar çok kayna-ğa ihtiyaç duyacaktır. Bu ihtiyacın karşılanması için ülkenin sıcak para çek-me politikası ise ister istemez cari açık sorununu beraberinde getirecektir. Türkiye’de de son on yılda genel olarak bu yöntem izlenmiştir. Örneğin son krizde Körfez sermayesinin Türkiye’ye girmesinin ekonomi üzerinde büyük etkisi olmuştur. Ancak bu sıcak paranın ülkeden ne zaman gideceği belli ol-madığı için ekonomik öngörülebilirlik tehlikeye girmektedir.

Türkiye’de büyüme paradigmasının gizlediği önemli bir başka sorun ise mali disiplinsizliğin aynen devam etmesidir. Örneğin son derece adaletsiz olan vergi sisteminin düzeltilmesi yönünde herhangi bir adım atılmamıştır. Gelişmiş ülkelerdeki durumun tam tersi bir oranda, Türkiye’de dolaylı ver-giler toplam vergilerin yüzde70ini oluşturmaktadır. Yani zengin ile fakirden fiilen aynı oranda toplanan vergiler, vergi gelirinin büyük kısmını karşılan-maktadır. Özellikle gelir vergisi denetimini arttırmadan bu sorunu çözmek pek mümkün gözükmemektedir.

Katılımcıların bir kısmı yukarıda Vefa Tarhan tarafından çizilen büyüme pa-radigmasının eleştirisini desteklemiş ve bu sorunun yalnızca Türkiye değil

Page 59: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

59

dünya ölçeğinde de geçerliği olduğunu belirtmiştir. Dünya üzerindeki çoğu ülkenin benzer büyüme stratejileri izlemesi kısa sürede dünya kaynaklarının tükenmesi anlamına gelecektir. Örneğin Çin ve Hindistan gibi kalabalık ül-kelerin yaşam standartlarını Amerikan ortalaması düzeyine çıkarması muh-temelen dünya kaynaklarını kısa sürede yok edecektir.

Ekonomik büyüme paradigmasının sorgulanması fikrine katılımcıların çoğu-nun belirli ölçülerde destek verdiği söylenebilirse de, iki alanda buna itiraz gelmiştir. Şimdi bu iki alanı kısaca özetlemeye çalışalım. İlk olarak siyasetin ekonomi üzerindeki rolünü vurgulayan itirazı, daha sonra ise ekonomik bü-yümenin artık kaçınılmaz bir hal aldığı itirazını inceleyelim.

Siyasetin Ekonomi Üzerindeki RolüEkonomik büyüme paradigması sorgulanırken kullanılan temel argümanlar-dan biri olan kaynaklar tükendiği zaman kriz kaçınılmaz olur söylemi bazı ka-tılımcılar tarafından fazla determinist bulunarak eleştirilmiştir. Türkiye’deki muhalefet partilerinde de sıkça gözlenen bu determinist yaklaşımının temel problemi, ekonomik büyüme sürecinde siyasetin rolünü görmezden gelme-sidir. oysa ki, siyasal iktidarların bazı politik hamleleri ekonomik krizi savuş-turabilir ya da krizin etkilerini minimize edebilir. Örneğin, Türkiye’de de sık-ça gerçekleşen özelleştirme bu hamlelere iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Devletin sahip olduğu bazı varlıkların satışıyla birlikte gelen parayla yeni bir kaynak yaratılabilir ve ekonomideki istikrar korunabilir. Benzer şekilde, hü-kümetin uygulayacağı vergi politikası da bütçe açığını kapamada bir yöntem olarak kullanılabilir. Örneğin bir yandan vatandaşın kaçış şansı olmayan do-laylı vergiler arttırılırken, diğer yandan sosyal harcamalar kısılabilir. Eğitime ya da sağlığa daha az para ayrılması ile bütçe dengelenebilir.

Siyasal iktidarın bir başka ekonomik hamlesi olarak düşünülebilecek dev-let teşviki konusu ise tartışmacılar arasında farklı açılardan ele alınmıştır. Katılımcılardan bir kısmı, devlet teşvikinin çoğu zaman gerekli olduğunu ve bu tip teşviklerin dünya üzerindeki pek çok ülke tarafından sıkça kullanıl-dığını belirterek teşvik fikrine destek verirken; diğer bir kısmı teşvikin bütçe üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmiştir. Teşvik konusunda üzerinde durulan önemli bir diğer nokta ise teşvikin hangi alanlara, ne oranda ve ne sebeple verileceği sorunudur. Devlet teşviklerinin stratejik bir amaç doğrul-tusunda belirlenmesi ve bütçeye maliyetinin ne olacağı hakkında uzun va-deli planlar yapılması genel kabul gören bir yaklaşım olmuştur. Dolayısıyla teşvik hamlesi siyasal iktidar tarafından ekonomi üzerinde önemli etkiler do-ğurabilecek bir araç olarak kabul görmektedir.

Kaçınılmaz Bir Süreç Olarak BüyümeEkonomik büyüme paradigmasının eleştirisi temasında dile getirilen ikin-

Page 60: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

60

ci bir itiraz noktası ise, Türkiye ekonomisinin artık geri dönülemez bir sü-reç içerisine girdiği ve yakın bir gelecekte büyüme dışında bir yol izleyeme-yeceği iddiasıdır. Türkiye ekonomisinin temel unsurlarından olan dezenflas-yon ve sıkı para politikası uygulaması gibi deneyimler büyümenin dışında bir yol izlenmesini artık imkansız hale getirmiştir. Örneğin enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesi ülkedeki üretim ve yatırımın artmasına neden olmuştur. Ayrıca, bu çerçevede cari açık ve büyüme arasındaki ilişkiye işaret edilerek, cari açık verilmeden büyümenin imkansız olduğu belirtilmiştir. Yaklaşık on yıl öncesine kadar yüzde5’in üzerindeki cari açık rakamları tehlikeli görülür-ken, bugün büyümenin etkisiyle yüzde 6-7 oranındaki cari açık sürdürüle-bilir görülmektedir.

Büyüme Paradigmasına Alternatif ÖnerilerPanelin tartışma kısmında konuşulan önemli bir diğer konu başlığı Türkiye ekonomisi için büyümenin yerine uygulanabilecek alternatif programlardır. Panelin konuşmacısı VefaTarhan Türkiye’nin ekonomik olarak güçlü olduğu alanlara yönelmesini önermiştir. Bu teze göre, Türkiye örneğin tarım ve lojis-tik gibi alanlarda kendini geliştirebilir. Ya da çeşitli yüksek katma değer ge-tiren ürünlerin üretimine ağırlık verilebilir. Ancak katılımcılardan bazıları bu noktada tarımsal üretimin tek bir tarzı olmadığına dikkat çekmiştir. Tarımsal üretimin toptan artışı yerine daha avantajlı tarımsal ürünlere odaklanılması gerektiği dile getirilmiştir. Bu tip avantajlı ürünler örneğin sermayeye yöne-lik olandır. Ortaya atılan başka bir fikir ise Türkiye’nin henüz çok öne çıkma-dığı bilgi teknolojileri üretimidir. Türkiye bu alana yatırım yaparak ekonomi-de bilgi teknolojileri üretiminin payını arttırabilir.

Büyüme paradigmasına alternatif olarak düşünülmese de, katılımcılardan bir kısmı Türkiye ekonomisindeki kayıt dışı sorununa değinmiştir. Hatta bu görüşe göre büyüme paradigmasının bir sonucu olarak görülen pek çok olumsuzluk, kayıt dışı ekonominin kayıt içine çekilmesiyle kendiliğinden çö-zülebilir. Kayıt dışı ekonomi kayıt alına alınabilirse, vergi sistemindeki sorun-ların önemli bir kısmı çözülebilir ve vergi devletin asli geliri olduğu için büt-çe açığı önlenebilir. Hatta büyüme olgusu bir ekonomiyi ister istemez kayıt altına doğru iten bir güç olarak bile görülebilir. Kayıtlı ekonomideki olum-lu bir diğer etki de tasarrufun artacak olmasıdır. Bu yaklaşıma göre Türkiye ekonomisindeki sorunların büyük kısmı büyümeden değil, kayıt dışılıktan kaynaklanmaktadır.

Page 61: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

61

Ekonomi Forumu - II

Sunum: TÜRKİYE EKONOMİSİNİN KIRILGANLIĞI, AVRO BÖLGESİ PROBLEMLERİ VE TEŞVİK PAKETİ (*)

Prof. Dr. Vefa Tarhan

SUNUMUN KONULARI, BÜYÜME HIZININ ETKİLERİ VE EKONOMİNİN PERFORMANSIBu konuşma birbiriyle ilgili üç konuyu içerecek. Bunlardan birincisi, eko-nominin yakın geçmişteki muhasebesini yapmak, ve Türkiye’nin büyüme hızı ve büyümesinin niteliği, vergi sistemi ve ihracat/ithalat politikası ile il-gili makro politika parametrelerinin ekonomide büyümeyle ilgili kırılganlık-lar oluşturması hakkında. İkinci konu ise Avro Bölgesi problemlerinin ne-denleri ve bu sistemde yaşanan güçlüklerin hem küresel ekonomilere hem de Türkiye ekonomisine olan etkisini içeriyor. Son olarak da kronik cari açık probleminin para ve kur politikası gibi standart makro politika araçları ile çö-zülebilirlik seviyesi aşılmış olduğu için, hükümetin birkaç ay önce gündeme getirdiği ve çok olumlu olarak karşılanan teşvik paketi konulu eleştirilerimi ve benim önereceğim alternatif bir yapısal reform programını kapsayacak.

Cari açık probleminin ülkenin bir numaralı kırılganlık noktasını oluşturduğu düşünülür. Konuyu biraz daha derin olarak incelediğimizde, bu problemin ve son zamanlarda problemin diğer boyutunu temsil eden dış finansman konusunda yaşanan güçlüklerin ön plana çıkmasının ana nedeninin ülkenin hızlı büyümesinden kaynaklandığını görüyoruz. Aslında ekonominin yapısı cari açık ile mali disiplin arasında bir takası içermekte. Mali disiplinin geçmiş-teki sağlıklı durumundan da yine büyük ölçüde ekonominin yakın geçmiş-teki yüksek hızlı büyüme performansı sorumlu olmuştur. Büyümenin yarat-tığı makroekonomik sonuçlara bakıldığında şu görülüyor: ülke yüksek hız-la büyüdüğünde cari açık problemi yaşıyor, ama, mali disiplini sağlıklı olu-yor. Ancak, büyüme hızında yavaşlama gerçekleştiğinde ise cari açık prob-leminin boyutu küçülüyor, ama cari açık konusundaki kazanç mali disiplinin bozulması pahasına oluyor. Sonuç olarak ekonomi yüksek hızla da büyüse, düşük hızla da büyüse önemli bir olumsuz makroekonomik problem yaşı-yor. Nitekim, mortgage krizinin etkilerinin hissedildiği 2009 yılı dışında (bü-yümenin - % 4.7 olduğu, yani bir daralmanın yaşandığı), cari açığın seküler büyüme profili ve son 9 yılda sadece 2009’da açığın küçülmüş olması, bü-yüme-cari açık ilişkisinin yönünü teyit ediyor.

* 18.05.2012tarihindeBilgiÜniversitesi’ndegerçekleştirilmiştir.

Page 62: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

62

Tabii önemli olan konu, neden yüksek büyümenin cari açık problemini tetik-lediği ve niçin mali dengeleri olumlu tuttuğudur? Aynı şekilde, büyüme hızı yavaşladığında ise cevaplanması gereken soru bu durumun niçin cari açık problemini bir derecede de olsa geri plana çektiği, ancak mali dengelerde bir bozulmayı tetiklediği oluyor. Büyüme ile bu ikiz problem hakkındaki iliş-kiyi detaylı olarak inceleyeceğiz.

Önce cari açık problemine bakarsak, konuya iki gerçeği kabul etmekle baş-lamamız gerekiyor. Birincisi, büyümenin şirket bazında da olsa ekonomi bo-yutunda da olsa, finanse edilmesi gerekliliği. Konu şirket seviyesinde ince-lendiğinde, büyüme kavramı şirketin satışlarının artması olur. Ancak, bir şir-ketin satışları arttığında yükselen satış seviyesini destekleyebilmek için hem cari hem de duran varlıklarını artırma zorunluluğu olur. Bazı şirketler, ar-tan satışları için gereken finansmanı eğer şirketin kârlılık seviyesi sağlıklıysa iç kaynaklardan sağlayabiliyor. Ancak satışlarının kârlılık seviyesi yüksek ol-mayan şirketler, ne kadar hızlı büyürse kârları düşük, hatta zarar yaratıcı ni-telikteyse, büyümeleri dış finansman ihtiyaçlarının artması sonucunu doğu-rur. Nitekim, bu şirketlerden bir kısmı, yüksek büyüme hızlarına rağmen, dış finansman konulu güçlükler nedeniyle iflasın eşiğine bile gelebilir. Yukarda şirket seviyesinde tartıştığımız büyüme-finansman ilişkisi ekonomiler için de geçerli. Çin gibi bir ülke yüksek hızla büyümesine rağmen, cari fazla yara-tan bir büyüme modeli olması sayesinde büyümesini finanse etmekte güç-lük çekmezken, Türkiye gibi bir ülkenin yüksek büyüme hızı ise cari fazla ye-rine cari açık yaratıyor. Tabii ki Türkiye’nin niçin bu ikinci kategoriye girdiği-nin incelenmesi gerekiyor.

Ekonominin büyüme-mali disiplin ilişkisi ise ülkenin büyüme modelinin iç ta-lep kaynaklı olma gerçeği ile vergi yapısının çok büyük ölçüde dolaylı ver-gi ağırlıklı olmasının bir araya gelmesi sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dolaylı vergilerin toplam vergilerdeki payı AB ülkeleri ortalaması olarak % 35 iken, aynı oran Türkiye’de % 70’e yaklaşmakta. 2011’in ikinci çeyreği büyü-me hızı % 8.8 olarak gerçekleşti. Büyümenin iç talep kaynaklı olduğu, % 8.8 olan büyüme hızı iç ve dış talep parçalarına ayrıldığında görülüyor: söz konusu rakamın bu dönemde % 14 olan iç talep artışı ile - % 5.2 ola-rak gerçekleşen dış talepteki artışın toplamından oluştuğu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, yüksek hızlı büyüme iç talepteki artışlar tarafından tetiklendi-ği ve vergiler dolaylı vergi ağırlıklı oldugu için, iç talepteki artış yüksek ver-gi tahsilatına tekabül ediyor. Tabii ki bu durum, düşük bütçe açığı ve düşük kamu borcu oranının hâkim olduğu bir ortam yaratıyor. Büyüme hızı yavaş-ladığında ise aynı güçler diğer istikamette işleyip cari açığın küçük olmasına ve mali disiplinin bozulmasına neden oluyor.

SON 9 YILDA EKONOMİNİN PERFORMANSIGenel izlenim son 9 yılda hükümetin ekonomik konularda başarılı olmuş ol-

Page 63: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

63

duğu şeklinde. Bence, bu abartılmış bir görüş. Başarı alanlarının büyüme, doğrudan yatırımlar, özelleştirme, bankacılık sisteminin son krizde çökme-miş olması, ve enflasyondaki düşüş olarak düşünülür.

Bu kâğıt üzerindeki “başarı” listesine bakıp, neden bu “başarıların” görün-düğü kadar büyük olmadığını teker teker incelemeden önce, ülkenin ya-kın geçmişte üç şans faktöründen faydalanmış olduğu gerçeğinden bahset-mekte fayda var:

1. 2001 yılları öncesinden 2007 krizine kadar küresel ekonomiler 20 kü-sür yıllık bir “lale devri” yaşadılar: bu zaman sürecinde faizler ve enflas-yon düşük bir seviyede seyretti, volatilite düşük, verimlilik yüksek (tek-nolojik gelişmeler nedeniyle) ve ekonomik istikrar çok olumluydu, ve ge-nel olarak ülkelerin ekonomik büyüme hızları yüksek olarak gerçekleşti. Türkiye ekonomisi de bu olumlu küresel ekonomik ortamdan payını aldı.

2. 2002’den bu yana iktidarda tek parti hükümetinin olmasının, yani po-litik istikrarın da ekonomiye olan olumlu etkisi küçümsenemez. Bu du-rum onyıllardır koalisyon boyutlu politik istikrarsızlığın ekonomik maliye-tinin ne kadar yüksek olduğunu ortaya çıkardı.

3. İktidar partisi Kemal Derviş döneminde yapılan reformların meyvesi-ni yiyebilecek bir zamanda seçimleri kazandı. Nitekim, 2007-2009 kü-resel ekonomik krizinden ülkenin finansal sektörünün etkilenmemiş ol-masının en önemli nedeni, büyük bir ihtimalle Derviş döneminde yapı-lan finansal kesim ile ilgili reformlardı. Bu reformlardan birisi TCMB’nin bağımsızlığını kazanmış olmasıydı. Bu üç şans faktörü, ekonomik per-formansın “başarılı olduğu” izlemininin oluşmasında önemli rol oynadı.

Bu yazımda, genellikle en büyük başarı olarak göründüğü için, ancak, ben-ce aynı zamanda ülke ekonomisinin çok sayıda yapısal problemlerinden de sorumlu olduğu için, en çok büyüme konusuna yer vereceğim.

• BÜYÜMEÜlkenin çok övündüğü ve bir “başarı” olarak gördüğü büyüme hızının iki nedenle “gerçek” bir başarıyı temsil etmediği iddia edilebilir:

1. Büyüme ihracat boyutlu olmak yerine ithalat bazlı olarak, cari açık ve bu açığın finansmanı ile ilgili problemler yaratmış olan bir büyüme mo-delini temsil etti.

2. Büyüme, sokaktaki vatandaşın ekonomik durumunu olumlu olarak etkileyen bir büyüme yerine “makro” seviyede kaldı.

1. BÜYÜME, CARİ AÇIK VE AÇIĞIN FİNANSMANI

Ekonominin son yıllarda OECD içinde en hızlı büyüyen ekonomilerden biri-si oldugu olduğu bir gerçek. Ancak, büyüme konusunda iki önemli faktör var: 1. Büyüme cari fazla mı, yoksa cari açık mı yaratıyor? 2. Eğer cari açık-

Page 64: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

64

la sonuçlanıyorsa, bu açık nasıl finanse ediliyor?

İhracatla büyüyen Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin tam tersine Türkiye son 9 yılda ithalat kanalıyla büyüdü. Ekonominin büyüme hızı ne kadar yük-sek olmuşsa, şu anda 92.4 milyar $ olan ithalat - ihracat farkı (dış ticaret açı-ğı) ve cari açık da o kadar yüksek seviyede oluşmuştur. Nitekim, bu görüşün doğruluğunu şu verilere bakarak teyit etmek mümkün:

2008: Cari açık: 38.8 milyar $ (büyüme hızı: % 0.7, işsizlik: % 11)

2009: Cari açık: 13.9 milyar $ (büyüme hızı: - % 4.7 (yani, daralma), iş-sizlik: % 14)

2010: Cari açık: 46.7 milyar $ (büyüme hızı: % 9)

2011: Cari açık: 77.2 milyar $ (büyüme hızı: % 8.5)

Tabii ki, 2009 rakamının, bir önceki ve bir sonraki yıllara kıyasla, çarpıcı de-recede düşük olmasının en önemli nedeninin 2009’da ekonominin büyüme yerine daralmış olmasından kaynaklandığı apaçık görülüyor.

Bu arada, bu rakamlara dayanarak, 2009 hakkında bir yan tespitte daha bulunabiliriz: eğer, ekonomi % 5 daraldıysa ve resmi işsizlik % 11’den % 14’e sıçramışsa, “krizin Türkiye’yi teğet geçmiş olduğu” gerçekçi bir görü-şü temsil edemez.

Türkiye’nin sadece cari açık problemi yok. Ek olarak, bir de cari açığını an-cak düşük kaliteli kaynaklar kullanarak finanse edebilme durumuna düşmüş olması problemi de var. Tabii ki cari açık yaratan bir büyüme arzu edilmez. Ayrıca, bir ülkenin cari açığı olacaksa bunun geçici bir süreyi kapsaması ge-rektiği ve bu süre içinde bile “sıhhatli” cari açık oranının (cari açık/GSYH) % 5 civarında olduğu düşünülür (2011’de % 10.3 ile Türkiye, Economist der-gisinin takip ettiği 57 ülke arasında en yüksek cari açık oranı, cari açık se-viyesinde ise, ABD’den sonra, 2. sırada olan ülkeydi). Üstelik, cari açık ka-dar önemli bir konu da bu açığın nasıl finanse edildiğidir. Eğer bir ülkenin cari açığı olacaksa, en azından bu açığın kaliteli finansman kaynaklarıyla ka-patılması istenir (iç tasarruflar ve/veya doğrudan yatırımlar). Ancak, bir ülke hem cari açıkla büyüyorsa, hem de bu açığı kalitesi düşük kaynaklarla finan-se ediyorsa, söz konusu ülkenin mümkün olduğu kadar hızlı büyümek yeri-ne, sürdürülebilir bir büyüme politikası uygulaması gerekir.

ŞİRKET BÜYÜME POLİTİKASI: BÜYÜMENİN FİNANSE EDİLMESİ GEREKTİĞİ GERÇEĞİŞirket yöneticilerine “% 10 mu, yoksa % 30 mu büyümek istersin?” diye sorsanız çok azı % 10 alternatifini seçer. Ancak, % 30’luk bir büyümenin yarattığı finansman ihtiyacı, % 10’luk büyüme senaryosundan daha fazladır ve bu finansmanı iç ya da dış kaynaklardan bulabilme zorluğu olan şirketle-

Page 65: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

65

rin % 10 büyümeleri çok daha uygun olur. Yani, büyümenin finansman açı-sından sürdürülebilir bir hızda olması gerekir.

Finansman ihtiyacından neyi kastediyorum? Bir şirketin satışlarının 100 TL olduğunu düşünün. Ayrıca bu şirketin tam kapasitede ve çok randımanlı bir şekilde yöneltildiğini varsayalım (yani, gerekğinden fazla envanter taşımıyor, ticari alacaklarını zamanında tahsil edebiliyor, masraflarını iyi kontrol ediyor, vs.). Ayrıca, bu şirketin 100 TL’lik satışı desteklemesi için 20 TL’lik stoklara, 30 TL’lik ticari alacaklara ve 300 TL’lik duran varlıklara (fabrikalar, makine-ler, vs.) ihtiyacı olduğunu varsayalım. Böylece tüm bu aktif kalemleri için şir-ketin 350 TL’lik bir finansmana ihtiyacı olur. Satışlar 100’den 130’a çıktığın-da (% 30’luk bir büyüme), 100’lük satışı destekleyen 20 TL’lik stok yetme-yecek (26 TL’lik bir stok gerekecek). Dolayısıyla, bu örnekte büyüme stok-larda 6’lık bir ek finansman ihtiyacı yaratıyor. Ticari alacakları ve duran var-lıkları da hesaba katarsak bahis konusu büyümenin gerçekleşmesi için şirke-tin gelecek yıl 105 TL’lik ek bir finansman kaynağı bulması gerekiyor (yani fi-nansman ihtiyacı 350’den 455’e çıkmış oluyor). Bu parayı bulamazsa % 30 büyüyemez, % 30 büyümekte ısrar ederse iflasın eşiğine gelebilir.

Aynı durum ekonomiler için de bahis konusudur. Türkiye’de tasarruf oranı çok düşük seviyede. Örneğin, cari fazlası olduğu için finansman ihtiyacı ol-mayan Çin’de buna rağmen tasarruflar milli gelirin % 52’si civarında (hane-halkı tasarrufları % 35, şirket tasarrufları % 17). Yani Çin gibi ülkeler bü-yümelerini öz kaynaklarıyla finanse ediyor, Türkiye ise, iç tasarrufların mil-li gelire oranı sadece % 12 olduğu için, büyük ölçüde dış kaynaklarla finan-se etmek zorunda kalıyor. Maalesef, geçmişin tecrübesi bu dış kaynakların uzun vadeli doğrudan yatırımlar yerine, kısa vadeli ve DNA’sı ürkek olduğu için çok tehlikeli olan “portfoy yatırımları” (sıcak para) şeklinde oldu. 2011 sonrası küresel belirsizlikler nedeniyle, riske olan iştah o derecede kurumuş durumda ki, bu finansman kaynağı bile önemini kaybetti.

2. BÜYÜME MAKRO SEVİYEDE KALDI, VATANDAŞ SEVİYESİNE İNEMEDİ

Büyüme ne işsizlik oranında önemli bir düşüş yarattı ne de sokaktaki vatan-daşın gelirini önemli derecede artırdı. Ayrıca, gelir dağılımında da fazla bir düzelme yaşanmadı.

2002 (resmi) işsizlik oranı: % 8. Senelerce yüksek büyüme hızı sonrası,

2010 (resmi) işsizlik oranı: % 11.9 (daha önce belirttiğim gibi, 2009 ora-nı % 14 idi)

2011 (resmi) işsizlik oranı: % 9.8

Page 66: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

66

BÜYÜME VE GELİR DAĞILIMIBahis konusu büyümenin gelir dağılımındaki adaletsizliğe olumlu bir etkisi olmadı. Bir tarafta bir kesim halkın büyük çaplı geçim dertleri var: 2012’nin ilk çeyreğinde hanehalkının harcamalarının % 28’i gıda, içki ve tütüne gitti. İkinci sırada ise % 20 ile konut, su, ve yakıt harcamaları yer aldı. Ulaşım ve haberleşme ise % 17 ile üçüncü büyük harcama kalemini oluşturdu. Ülke çapında geçerli olan bu oranlara gelir seviyesinde invelendiğinde, gelir di-limleri arasında önemli farklar gösteriyor. Örneğin Kamu-Sen’in verileri or-talama (2011 Martında ayda 1.545 TL kazanan) bir memurun maaşının % 46’sının gıda/mutfak masraflarına gittiğini ve % 32’sinin konut masrafları için gerekli olduğunu gösteriyor.

Diğer tarafta ise bir grup var ki, dünya fiyatlarının 2 misline satılmasına rağ-men, lüks araba almak istiyor. New York Times’da üç ay kadar önce yayın-lanan bir makaleye göre bu otomobillerin satın alınması için 4 aylık bir bek-leme listesi var.

• DOĞRUDAN YATIRIMLARDoğrudan yatırımlar yabancı şirketlerin döviz kullanarak bir ülkede yaptıkla-rı uzun vadeli yatırımları temsil eder.

Bence iki nedenle bu konu da bir başarı kaynağı olmaktan uzak:

1. Son 9 yılda Türkiye’deki doğrudan yatırımlar “gerçek anlamda” doğ-rudan yatırımları temsil etmedi.

Gerçek anlamda doğrudan yatırımlar yabancı şirketlerin bir ülkede yaptık-ları reel sektör yatırımlarını, yani fabrika kurma, vs. gibi istihdam yaratan uzun vadeli işlere girmelerini temsil eder. Genel olarak, Türkiye’deki doğ-rudan yatırımlar reel kesim yatırımlar yerine önemli ölçüde finansal işlemle-ri kapsadı. Bu yatırımlar, ortaklık ve şirket satın alma gibi işlemlerden oluş-tu. Örneğin, General Electric Garanti Bankası’nın % 20’sini satın aldığında, Garanti Bankası personel sayısını artırmış, yeni şubeler açmış, yeni banka-cılık konularına girmiş olmuyor. Ama teknik olarak bu “doğrudan yatırım” olarak gözüküyor. Hatta, bu işlemlerin finansal niteliği nedeniyle, bahis ko-nusu para, yatırım yapan şirketin orijinal düşüncesi uzun vadeyi kapsasa bile, ülkeyi terk edebiliyor. Nitekim, birkaç sene sonra GE Garanti hisselerini sattı. Bir başka örnek ise Citibank’ın daha önce satın almış olduğu Akbank hisse senetlerinin yarısını satma kararı. Ama GE gibi bir şirketin Türkiye’deki yatırımı bir fabrika kurmak şeklinde olsaydı, bu yatırım hem ek istihdam ya-ratırdı, hem de GE kolay kolay fabrikayı paraya çevirip kaçamazdı.

2. Doğrudan yatırımlar önemli ölçüde finansal işlemleri içermesine rağ-men, yine de cüzi bir seviyede kaldı

Page 67: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

67

Türkiye’de yapılan bu tip “doğrudan yatırımlar” diğer gelişen ülkelere oran-la çok düşük olarak gerçekleşti. Net doğrudan yatırımlardan ülke küresel payını alamadı. Ülke dünyadaki doğrudan yatırımların 1970-2011 arasın-da sadece % 0.53’ünü, 2003-2011 döneminde ise yalnız % 0.76’sını çeke-bildi. Türkiye’nin son 9 yıllık doğrudan yatırım tecrübesinden iki gerçek or-taya çıkıyor. Bir, anlaşıldığı kadarıyla, tek partili bir iktidarla yönetilmesine rağmen yabancı şirketler ülkenin ekonomik/politik istikrarını uzun vadeli bir yatırım ortamı için yeterli bulmamaktalar. Tabii, bu konuda çok önemli bir konu bu şirketlerin ülkenin hukuki altyapısını eksik bulmaları ve şu andaki hukuk/mevzuat konjoktürünün yabancı yatırımları yeteri kadar koruduğuna inanmamakta olmalarıdır. Dolayısıyla, doğrudan yatırımlar konusundaki çö-züm önerilerinin arasında uzun vadede doğrudan yatırımlara güvence sağ-layacak reformların mutlaka yer alması gerekiyor. İki, benim görüşümce, doğrudan yatırımlar vergi destekleri ve iş hukuku altyapısında yapılabilecek reformlar sayesinde artırılabilir ve artırılmalı. Tabii ki, aynı zamanda cari açı-ğın finansmanı ülkenin ekonomik gündeminin üst sıralarında yer almalı, bu konuda hem ne gibi yeni kaynakların bulanabileceği, hem de şu anda yeter-siz olan geleneksel kaynakların nasıl çoğaltılabileceği araştırılmalı.

Ülkenin son 9 yıldaki en büyük başarısı enflasyonun % 80’lerden tek ha-neli rakamlara düşürebilmiş olmasıdır. Ancak benim görüşümce, bu başa-rının temel kaynakları, TCMB’nin bağımsızlığını kazanmış olması, ve Sayın Süreyya Serdengeçti’nin enflasyon beklentilerinin kırılmasında en zor döne-mi temsil eden enflasyon savaşının başında göstermiş olduğu liderlikti.

AVRO BÖLGESİ PROBLEMLERİAvro Bölgesi ülkelerinin yaşamakta olduğu problemleri açıklayacak bir hipo-tez, şu iki soruya tatmin edici bir cevap bulmak zorunda: 1. Niçin bu prob-lemler daha önce değil de, 2008 ve sonrası dönemde su yüzüne çıktı? 2. Söz konusu problemlerin 27 AB ülkesinden 17’sinin üyesi olduğu tek para birimli ülkelerinde yaşanması, diğer 10 sadece AB üyesi olan ülkelerde orta-ya çıkmamış olması bir tesadüf mü? Benim bu konuda sunacağım hipotezin doğru olduğunu iddia etmek, günün sonunda “bir veri”ye dayanacağı için ampirik olarak mümkün olamaz. Ancak, söz konusu hipotezin yukardaki iki stilize gerçekle uyarlı olduğunu söyleyebilirim.

Nedenleri ne olursa olsun Avro ülke problemlerinin Türkiye ekonomisine olan etkisinin büyük çaplı olduğu kaçınılmaz bir gerçek. Söz konusu prob-lemler ekonomimizi hem ticaret kanalıyla (dış ticaretimizin % 50’si AB ülke-leriyle yapılmakta), hem de finansman kanalıyla etkilemekte. Finansman ka-nalının öneminin de iki nedeni var: 1. Hem finansal hem de reel kesim şir-ketlerimizin dış finansman kaynağının önemli bir dilimi AB ülkelerince sağ-lanmakta. 2. Avro ülkeleri küresel belirsizlikten önemli ölçüde sorumlu ol-

Page 68: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

68

dukları için, bu belirsizliklerin tetiklediği risk iştahındaki düşüş ülkemizin kü-resel pazarlarda dış finansman ihtiyacını karşılamasında güçlükler yaratmak-ta. Nitekim, ülke son 9 ayda cari açık finansman ihtiyacını, Net Hata Noksan kalemi altındaki yüksek seviyeli döviz girişine rağmen, ancak biriktirilmiş re-zervlerin takriben 11 milyar Dolarını eriterek karşılayabildi (aynı dönem cari açığının % 22’si). Finansman ortamının ne kadar vahim seviyede olduğu, bir önceki yılın aynı 9 ayında rezerv eritmek yerine rezervlere takriben 11 mil-yar Dolarlık bir ekleme yapılmasının mümkün olmuş olmasından anlaşılıyor.

Tek para sisteminde olmayan ülkeler, bir ekonomik şok durumunda şu üç ekonomik politikayı kullanabiliyor: 1. Para politikası (Merkez Bankası’nın (MB) para arzı/faizleri ve zorunlu karşılıkları değiştirmesi). 2. Kur politika-sı (döviz fiyatlarını değiştirecek gelişmeler). 3. Mali politika (vergiler / dev-let harcamaları).

Örneğin, bir Yunanistan, eğer Avro Bölgesi’nin bir parçası olmasaydı, borç problemini bahis konusu makro politika araçlarını şu şekilde kullanarak çöz-meye çalışabilirdi:

1. Enflasyon yaratıcı çok gevşek bir para politikası uygulayıp, borcunun piyasa değerini düşürerek, ya da büyüme hızını yükseltici limitli bir gev-şek politika uygulaması ile, vergi gelirlerini artırıp, ek bir borç servis etme olanağı yaratarak. Tabii ki, bir Avro ülkesi olarak Yunanistan’ın bir para politikası opsiyonu yok. Tüm bölge için para politikasını Avrupa Merkez Bankası (AMB) belirliyor. Aslında para politikası konusunda bir başka problem daha var. İspanya ve Yunanistan’ın işsizlik oranı yüzde 23 civa-rında, ama Hollanda’nın ise yüzde 4 -5 gibi olduğuna göre, ABM yüzde 23’lük işsizliğe uygun bir para politikası mı, yoksa yüzde 4’lük işsizliğe yönelik bir politika mı uygulasın?

2. Yunanistan Drahma’yı devalüe edip enflasyon yöntemiyle olduğu gibi, borcunun gerçek değerini düşürerek de problemini çözebilirdi. Ayrıca, bu politikanın ihraç ürünlerinin döviz fiyatını düşürüp ülkenin ihracatı-nı artırarak, cari açığını, dolayısıyla finansman ihtiyacını (borcunu) azal-tıcı olumlu yan etkisi de problemini çözmesine yardımcı olabilirdi. Ama, ülke bu makro politika aletini de kullanamıyor, çünkü Avro sisteminde Drahma diye bir para birimi yok.

3. Yunanistan, bir Avro ülkesi olmasaydı, mali politika araçlarını (ver-gi ve devlet harcamaları) da kullanabilirdi. Kâğıt üzerinde, Avro ülke-lerinin mali politika uygulama opsiyonları hâlâ var. Ancak, jenerik bir Yunanistan’a yardım paketi ülkenin bir “kemer sıkma” politikasını uy-gulaması şartıyla verildiği için, pratikte ülkelerin mali politika araçlarını büyümeyi teşvik edici şekilde kullanma opsiyonları olmuyor. Ayrıca, katı bir şekilde uygulanmasa bile, Avro ülkelerinin bütçe açığının ve kamu borçlarının belirli bir oranı aşmaması kuralları da var. Sonuç olarak, Avro Bölgesi üyesi olmak, ülkelerin makro politikalarının hemen hemen hep-sini kaybetmeleriyle sonuçlanıyor. Yani, bu ülkeler tek para birimi hük-

Page 69: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

69

mü altında olmayan ülkelere kıyasla ekonomik şoklar şeklindeki savaşları daha az silah kullanarak kazanma durumuna itilmiş oluyor.

Zararların bu büyük boyutuna karşı, Avro’nun sağladığı faydalar nispeten önemsiz. 1. Avro tek para birimi olduğu için, üye ülkeler arasında ticaret bir kur riskini içermiyor. Ancak bu risk düşük maliyetli türev ürünleriyle “hed-ge” edilebileceği için, bu büyük bir fayda olarak düşünelemez. 2. Tek para birimi bölgesinde olmayan şirketlerin bir de başka ülke para birimini yerli para birimlerine çevirme işlemlerini gerçekleştirirken bir komisyon ödemesi gerekiyor. Avro sisteminde, para değiştirme işlemi olmadığı için bir komis-yon ödemesi gerekmiyor. Ancak bu fayda da çok ufak: en yüksek tahminler, bu komisyonların ülke milli gelirlerinin % 0.2’si civarında olduğu şeklinde.

Bu analizin ışığında yukardaki iki soruyu cevaplayabiliriz: 2008 öncesi Avro ülkelerinin bir problemi olmadı, çünkü küresel konjonktür yukarda belirtil-diği gibi ekonomik bir “lale devrini” yansıtıyordu. Bir sistemin dizaynında çatlaklar olup olmadığı, olumlu ekonomik ortamlarda değil de, ekonomik şartların olumsuz olduğu dönemlerde ortaya çıkar (bir binanın depreme da-yanıklılığı, en kesin olarak deprem olduğunda bilinir). Bu nedenle, tek para birimi sisteminin içerdiği ülkelerin üç makro politikalarının çoğunu kaybet-meleri şeklindeki dizayn hatasının önemi, en net olarak ekonomilerde şok-ların hâkim olduğu dönemlerde izlenilebilir. Şimdi, ilk paragraftaki “niçin bu problemler Avro’nun ilk 10 yılı yerine, son birkaç yılda ortaya çıktı?” so-rusunu cevaplayabiliriz: Avro’nun ilk 10 yılında, küresel ekonomik konjonk-tür çok olumlu idi, ve şimdi biliyoruz ki, böyle bir ortamda ülkelerin tüm üç makro silaha ihtiyaçları olmayabiliyor. Ama demek ki, 2007 ortasında başla-yan ve büyük boyutlu bir krizin yarattığı şokların hâkim olduğu bir ortamda ise, ülkelerin şokları nötralize edebilmeleri, ancak Avro sisteminin ellerinden aldığı tüm politika araçlarını kullanabilmeleriyle mümkün oluyor. Bu analiz, ilk paragraftaki ikinci soruyu da cevaplıyor “Niçin problemler Avro bölgesi ülkelerinde ortaya çıkıyor da, sadece AB üyesi olan ülkelerde yaşanmıyor?” Bu sorunun cevabının ileri sürdüğüm hipotez çerçevesinde karşılığı şu olu-yor: Ekonomik şok savaşlarında Avro ülkelerinin sadece kısmi ve tek bir sila-hı varken, AB ülkeleri her üç politikayı da kullanabildikleri için, Avro ülkele-rinin problemlerini yaşamıyorlar.

Bu günlerde önerilen ve Avro ülkelerinin birbirlerinin borcunu garantileyen ortak bir Avro tahvili fikri bir çözümü temsil edemez. Bu durum, Almanya’nın tek başına tahvil çıkardığında ödediği faizi artırıp, Yunanistan gibi ülkelerin faizini düşüreceği için, Almanya’nın problemli ülkeleri kurtarma fonuna kat-kısı şeklinde sağladığı sübvansiyondan farklı olamaz. Ortak Avro tahvilleri-nin, Almanya’ya yükleyeceği ek faiz maliyetinin Alman GSYH’sinin yüksek bir yüzdeyi temsil edeceği tahmin edilmekte. Probleme bir başka “çözüm

Page 70: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

70

önerisi” ise, mali entegrasyon. Yani merkezi bir Avro kurumunun hem ül-kelerin vergi politikalarını belirleyip vergi tahsillerini yapması, hem de her ül-kenin devlet masraflarını belirlemesi öneriliyor. Ancak, benim analizim doğ-ru ise, ve problemin kaynağı ülkelerin yeteri kadar silahlarının olmaması ise, nasıl olur da, ellerindeki limitli de olsa son silahı da almak, probleme bir çö-züm olabilir?

Ne zaman gerçekleşeceğini bilmememe rağmen, benim görüşümce Avro Bölgesi sistemi çökmeye mahküm. Bu nedenle, Avro sisteminin tamir edile-meyecek boyutlu dizayn hatalarını düzeltebilmek için zaman harcamak, ve gittikçe artan, kurtarma fonuna katkı boyutlu zararları ve bu zararların bil-hassa Avrupa bankaları yoluyla yaratacağı küresel finansal sistemdeki dep-remler ve finansal sistem hasarlarının reel sektörlerde yansımasını üstlen-mek yerine, “zararın neresinden dönülürse kârdır” felsefesini uygulayıp, sis-teme en kısa zamanda son verilmeli. Sonuç olarak, benim görüşümce, ba-his konusu “çözüm önerileri” sadece bir cenazenin kaldırılmasının ertelen-me politikasını temsil etmekte.

TEŞVİK PAKETİ ELEŞTİRİLERİ Cari açık problemine uzun vadeli olarak bakıldığında problemin kronikle-şip, artık para, kur, gibi standart makro politikalarıyla çözülebilme safhasını aşmış olduğu ortaya çıkıyor: Faizler iniyor, çıkıyor; TL değer kazanıyor, kay-bediyor, ancak cari açık üstelik gittikçe vahimleşerek devam ediyor. Ayrıca, son 11 ayın gelişmelerinin ışığı altında, açığın finanse edilmesinde yaşanan güçlükler problemi daha da tehlikeli bir hale getirmiş durumda. Bence, bu demek oluyor ki, problemin çözümü yarı-pişmiş “sanayi yapısı dönüştürül-mesi” gibi yara-bandlarıyla değil de, ancak gerçek yapısal reformlarla müm-kün olabilir.

CARİ AÇIK PROBLEMİNE YAPISAL BİR YAKLAŞIM: TEŞVİK PAKETİ ÖNERİSİHükümet de probleme yapısal bir yaklaşım gerektiği sonucuna varmış ol-malı ki Nisan başında ana hedefi bu problemin çözümü olan geniş kap-samlı bir “teşvik programı” açıkladı. Hükümetin uygulamaya karar verdi-ği bu program, ithalat bağımlılığı yüksek olan ara malı ve ürünlerin, ülke-de yatırım ve üretiminin artırılmasını içeren bir ithalat-ikame politikası ola-rak tanımlanabilir.

Yapısal bir yaklaşım söz konusu olduğuna göre en azından retorik seviyede sorulması gereken birtakım sorular var: acaba cari açık ülkenin yanlış (mu-kayeseli avantajı olmadığı) ürünleri ihraç ediyor olmasından mı kaynaklanı-yor? İthalat nedeninin bu ürünlerde Türkiye yerine diğer ülkenin mukayese-li avantajı olma ihtimalinden kaynaklanabileceği kolayca göz ardı edilebilir

Page 71: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

71

mi? Eğer, durum buysa, bu malların yerli üretimi için bir dönemlik sübvansi-yon programı söz konusu ara mallarını mukayeseli avantajımız olan ürünler haline dönüştürebilir mi? Yoksa, bu mallar devamlı olarak sübvansiyon se-rumu ile “yoğun bakım”da kalmaya mı mahkûm? Bu sorulara verilecek ce-vaplar çok önemli, çünkü cari açık için ne gibi programın ekonomik rasyo-neli olduğu ancak bu cevaplar ışığında verilebilir. Nitekim, bu yazının konu-su olan “teşvik paketi eleştirileri” ve sunacağım alternatif yapısal önerim yu-kardaki sorulara cevap arayışı sonucu olarak oluştu.

Hükümetin açıkladığı teşvik paketi pek çok konuda detaylardan yoksun. Programın açıklanmamış olan detayları arasında şu konular yer alıyor: Programın toplam maliyetinin ne kadar olması beklendiği (Maliye Bakanı detay vermeden, sadece 2013 yılı için maliyetin “brüt” olarak 2 milyar $, “net” maliyetin ise 1.5 milyar $ olacağını açıkladı)? Programın yarataca-ğı bütçe açığının kamu borcu ile finanse edileceği varsayımı doğru mu? Programın cari açığı ne ölçüde, ve ne gibi bir süreçte etkilemesi bekleni-yor? Teşvik paketinin cari açığa etkisi “geçici” mi, yoksa “kalıcı” mı olacak? Eğer, beklenti “kalıcı” olacağı şeklindeyse, bu görüşe ne gibi bir analiz so-nucu varıldı? Teşvik paketinin ekonomide olumsuz yan etkileri olabilir mi? Eğer durum böyleyse, bunlar ne gibi konuları içeriyor? Program, mali disip-lin ile cari açık arasında bir takası içerdiğine göre, hükümetin teşvik paketi-ne karar vermiş olması cari açıkta beklenen olumlu etkinin mali disiplindeki bozulmaya ağır bastığı sonucuna varmış olduğunu ima ediyor. Bu karşılaş-tırma yapılırken ne gibi bir metodoloji kullanıldı ve takasın değerlendirilme-si ne boyutta bir niceliksel sonuç gösterdi? Söz konusu paketin kaynak da-ğılımının randımanına olan etkisi değerlendirildi mi? Bu yapıldıysa, bulunan sonuç neydi? Bu analizde ne gibi bir metodoloji uygulandı?

Bu detay eksiklerine, hatta bu detayların incelenip/incelenmemiş olduğu hakkında bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen, bu soruların gündeme getirilmesine bile zahmet edilmeden, söz konusu paketin şirketler, TÜSİAD, TİSK, İTO, TİM gibi kuruluşlar ve çok sayıda medya organlarınca Türkiye’de ender görülen bir oybirliğiyle çok olumlu olarak karşılanmış olmasını bir “sürpriz” olarak görüyor ve bu konuların sorgulanmamış olmasını biraz şa-şırtıcı buluyorum.

Önce, programın genel karakteristiklerinin analiz ve eleştirisini yapacağım. Daha sonra ise, programın ana hedefi olan cari açıkla mücadele konusunda anons edilen paketten çeşitli nedenlerle daha üstün olduğuna inandığım al-ternatif bir yapısal program önerimi gündeme getireceğim.

TEŞVİK PAKETİ ELEŞTİRİLERİProgramın iki önemli olumlu yönü olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri-sinde haklı olarak görüş birliği var: Programın ikinci derecede olsa, bir hedefi

Page 72: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

72

bölgesel ekonomik eşitsizliklerin kaldırılması. Fazla tartışılmamasına rağmen önerilen paketin bir başka olumlu yönünün de kayıtdışı ekonomi konusun-da olduğunu düşünüyorum. Teşvik paketi, yatırımları vergi muafiyeti düşü-şü/iadeleri, sigorta priminin işçi ve işveren hisselerinde indirimler, vs. gibi ka-nallarla yaratılacak sübvansiyonlar yöntemiyle destekliyor. Tabii, bu sübvan-siyonlardan vergi ödemeyen/kayıtdışı istihdamda bulunan şirketler faydala-namayacağına göre, önerilen paketin şirketleri vergi ödeme, ve kayıtlı istih-dam kullanma yönünde teşvik etmesini beklemek normal olur. Bu nedenle, programın kayıtdışı ekonomiyi daraltma olasılığı var. Ek olarak, teşvik paketi ülkede vergi ödeme kültürünün gelişmesine de katkıda bulunabilir.

Yukardaki olumlu faktörlere rağmen programın en önemli hedefi olan cari açık konusunda ne derecede başarılı olacağını belirlemek basit varsayım-lar kullanıldığında bile zor bir konu. Tartışılması gereken bir husus bu prog-ramın maliyetinin ne boyutlu olacağıdır. Aşağıda maliyetin kalitatif olarak çeşitli boyutları olduğunu gösteriyorum. Ancak, maliyetin nispeten kolay olan parçaları hesaplanırken bile, örneğin bütçede yaratacağı olumsuz et-kisi, programın süresi gibi dikkate alınması gereken kompleks yan boyut-ları var. Tabii maliyeti toplum/ekonomi açısından da incelemek gerekiyor. Bu noktada programın ekonomide negatif dışsallıklar yaratması halinde bu “maliyet”in de hesaba katılması gerekli oluyor.

Ancak, her şeyden önce programın nasıl çalışacağını mekanik olarak ve ba-sit bir örnek çerçevesinde incelenmesi faydalı olacak: Konfeksiyon sektörü ürünleri önemli bir ihracat kalemi. Ancak, konfeksiyon şirketleri ürünleri için ara malı olan kumaşı yerli imalatçılardan almak yerine, daha düşük maliyet-li olduğu için Pakistan gibi ülkelerden ithal etmekteler. Diyelim ki kumaşın dış tedarik fiyatı 80, Türkiye fiyatı ise 100 (para biriminin ne olduğu önemli değil). Konfeksiyonculara bu ara malın ‘maliyeti’ tabii Pakistan’dan aldıkla-rında daha ucuz oluyor. Türk konfeksiyoncularının kumaşı Türk kumaş ima-latçılarından satın almaları için, yerli maliyetin de en fazla 80 olması gere-kir. Tabii, devlet Türk kumaş üreticisine 20’lik bir sübvansiyon sağlarsa, üre-tici fiyatı 80’e indirir, ve diyelim ki, konfeksiyoncu maliyet farkı olmadığı için ve navlun gibi masrafları önleyeceği için, Türk imalatçısından satın almaya başlar. Ancak, maliyete toplum açısından bakarsak, eskiden Pakistan kay-naklı maliyet 80 iken, şimdi 80 artı sonuç olarak toplumun vergi ya da baş-ka bir yöntemle ödemesi gereken 20’lik sübvansiyon eklendiğinde 100 olu-yor, yani, toplam maliyet teşvik program öncesinden farklı olmamış oluyor. Dolayısıyla, topluma kumaşın maliyeti 80 iken (Pakistan’dan ithalat), teşvik paketi makro-ekonomik olarak bakıldığında, kumaşın maliyetini değiştirmi-yor. Ayrıca, bütçe açığı iç kaynaklarla finanse edilirse (ki en azından bugü-nün şartlarında dış finansman bir alternatif olamaz), 20’lik bütçe açığı da aynı miktarda ek bir hazine borcunu gerektiriyor.

Page 73: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

73

Konuyu bu basit seviyede tutarsak (ve programın 5 yıllık bir süre için geçer-li olacağını varsayarsak), programın bu “parasal” maliyetine karşılık olarak cari açığı senede 80’lik bir azaltma şeklinde faydası (ithalat 80 azalacağı için) olmuş oluyor. Programın faydalı olup olmadığını belirlemek için bütçede ya-ratılan yıllık 20’lik açık (ve 20 boyutlu hazine borcu artışı) ile yine senelik ola-rak cari açığın 80 küçülmesinin karşılaştırılması gerekiyor. Bunun ne gibi bir yöntemle yapılması gerektiği basit bir konu değil. Görüldügü gibi, cari açık-taki küçülme-mali displindeki bozulma takasının değerlendirilmesi, bu basit şartlar altında bile kolay değil.

Tabii konu daha da kompleks: örneğin, bütçe dengesindeki ve borçta yara-tılan 20’lik olumsuz etkiye karşılık olarak, programın kumaş sektöründe is-tihdamı artıracağı muhakkak. Ama, bunun mutlaka bir fayda yaratacağı te-reddütsüz olarak söylenemez. Eğer devlet ekonomiye 20’lik bir maliyet yük-lemeye karar verdiyse, ekonomide en yüksek seviyeli faydayı acaba, bu pa-ranın kumaş ithalatında kullanılması mı yaratır? Bir başka deyişle, ek istihda-mın büyük bir ihtimalle mukayeseli avantajımızın olmadığı (ithalat fiyat far-kı bunu göstermekte) yerli kumaş sektöründe yaratılması ekonomi için üret-ken bir politika mı?

Yukardaki faktörlerin topluma net etkisini belirlemenin güçlüğüne ek ola-rak programın sadece cari açık boyutlu faydasına odaklansak bile, birbiriy-le ilgili çok önemli iki konu daha var: 1. Yukarda retorik olarak bahsedildi-ği gibi mali disiplin pahasına sağlanacak cari açıktaki muhtemel daralma-nın geçici mi, kalıcı mı olacağı çok önemli bir konu, ve benim görüşüm, teş-vik paketinin, en az ara malın ithal edildiği ülkenin avantajı işçilik maliyeti ucuzluğundan kaynaklandığında, etkinin malesef “geçici” olacağı şeklinde. Yukardaki örnekte programın 5 yıllık süreli olduğunu varsaymıştık. Bu süre-nin sonunda sübvansiyonlara son verildiğinde, diğer faktörlerin eşit olması şartıyla, başlangıçtaki duruma, yani, kumaşın Türkiye fiyatının 100, Pakistan fiyatının 80 olmasına geri dönülmeyecek mi? Pakistan fiyatının düşük olma nedeni, eğer o ülke en yüksek teknolojiyi yansıtan makineleri kullanırken Türkiye’deki kumaşçıların kullanmamasından kaynaklanıyorsa, teşvik paketi ileri teknoloji makine yatırımlarını destekleyip makinelerin teknolojik üstün-lüğünün ne kadar süre devam edeceğine bağlı olarak, ve satış/kârlar arta-cağı için, Türkiye kumaş maliyetini uzun süre küresel fiyat seviyesine (80’e) düşürebilir. Ancak, düşük Pakistan fiyatı bu ülkede işçiliğin ucuz olmasın-dan kaynaklanıyorsa (ki bence esas neden bu), programın süresi dolduğun-da, başlangıçtaki sübvansiyon öncesi duruma dönülür. Dolayısıyla, 5 yıl sü-resince kumaşı Türkiye’de satın alan konfeksiyoncuların, Türkiye kumaş fi-yatı teşvik paketi dönemi sona erdiğinde tekrar 100’e yükseleceği için, ye-niden yerli yerine, Pakistan tedarik kaynağına döner, dolayısıyla programın cari açıktaki olumlu etkisi geçici olur.

Page 74: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

74

Peki, bu paketin cari açıkta sağlayacağı etkinin uzatılması için ne gereki-yor? Cevap: programı bir 5 yıl daha uzatmak. Kalıcı olması için ne gereki-yor? Cevap: cari açığa ithalat-ikame yöntemli kalıcı bir çözüm ancak teşvik paketinin de “kalıcı” olmasıyla mümkün olabilir (bilhassa sorun işçilik ma-liyet farkından kaynaklanıyorsa). 2. Aslında daha da karamsar bir senaryo bile mümkün. Diyelim 5 yıl sonra kumaşı Pakistan’dan da daha ucuza üre-tebilecek bir Afrika ülkesi ortaya çıktı (örneğin, diyelim Uganda kumaşı 60’a üretmeye başladı). Üretilen mal roket bilimini gerektirmediği için bu olası-lığın ihtimali düşük değil. Ayrıca, bu sadece “teorik” bir senaryo da değil. Ekonomik koşulların statik yerine dinamik olduğunu biliyoruz: Örneğin, iş-çilik maliyeti Vietnam ve benzeri ülkelerde daha düşük olduğu ve bu ülkeler bazı ürünlerin imalatı konusunda gereken uzmanlığı kazandığı için, Çin bir-kaç sene önce eskiden imal etmekte olduğu bazı ürünlerin imalatından çe-kilmek zorunda kaldı. Benzeri bir durumun ilerde kumaş sektoründe de ya-şanması, bir başka ülkenin bu ara malını daha ucuza üretebilir hale gelme-si olasılığı düşük değil. Bu durum tabii ki teşvik paketi açısından geçicilik-ten daha da kötü bir senaryo. Böyle bir tecrübe yaşandığında, sadece teş-vik paketinin devamlı olarak yenilenmesi gerekmiyor, aynı zamanda, yer-li kumaş imalatçılarına verilmesi gereken sübvansiyonun da 20’den 40’a ar-tırılması da şart oluyor, yani programın maliyeti zaman içinde gittikçe artı-yor. Üstelik, bu olumsuz gelişme sadece maliyet boyutlu değil, aynı zaman-da cari açık boyutu da var. İlk etapta yıllık 20 maliyet karşılığı, cari açıkta se-nede 80’lik bir küçülme yaşanırken, yıllık maliyet 40’a çıkmakla kalmayacak, programın cari açıkta yaratacağı olumlu etki de 80’den 60’a düşmüş ola-cak. Bir başka senaryo da 5 yıl süreci ya da sonunda, diyelim Pakistan para biriminde olabilecek bir devalüasyon sonucu Pakistan kumaşının dolar fiya-tının düşmesi. Bu, örnekler şu gerçeği ortaya çıkarıyor: Yukardaki durumun gerçekleşmesi düşük bir ihtimal değilse, ki bence değil, zaman içinde hem programın maliyeti artacak, hem de cari açıkta olumlu olması beklenen et-kisi azalacak.

Bence bu analizin yüzeye çıkardığı büyük tablo daha da önemli: Bir ülke-nin bir üründe mukayaseli avantajı yoksa, o ürünü mukayeseli avantajı olur hale getirmek, başlamadan kaybedilmiş bir savaşı temsil edebilyor, bilhas-sa avantaj/dezavantajın kaynağı işçilik maliyetleri farklarından kaynaklanı-yorsa. Aslında, bu sonuca varmak için bir analize bile ihtiyaç yok; fiyatla-rın Pakistan’da 80, Türkiye’de 100 olması zaten bu durumun bir gösterge-si oluyor.

Buraya kadar, genel olarak teşvik paketinin “parasal maliyetini” tartıştık. Ancak, benim görüşümce, söz konusu programın ayrıca ekonomiye olum-suz yan etkileri de var (negatif dışsallıklar). Ölçülmesi çok güç olmasına rağ-men, bir ekonomist olarak, bence teşvik paketinin en önemli olumsuz yan

Page 75: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

75

etkilerinden birisi, ekonomide kaynak dağılımını verimsizleştirecek olması-dır. Bildiğimiz gibi, pazar ekonomilerinde kaynak dağılımının verimli olma-sının nedeni dağılımın relatif fiyat mekanizması kanalıyla yapılmasıdır. Bu gerçeğin ışığında, bence sürpriz olan kaynak dağılımının fiyat mekanizması ile yapılmadığı Sovyetler Birliği gibi merkezi ekonomik sistemlerinin çökme-si değil de, uzun bir süre hayatta kalabilmiş olmasıdır.

Programın sağladığı sübvansiyonların, KDV istisnası, gümrük vergisi mua-fiyeti, vs. gibi çeşitliliği, benim görüşümce yanıltıcı olarak “programın ge-niş kapsamlı ve hedeflerinin çok hassas ve dikkatli olarak tanımlanmış oldu-ğu” izlenimini veriyor. Bu faktörlere bir de yatırımların teşvik süresi farklılığı, sübvansiyonların yatırımların niteliğine bağlı olması (örneğin, teknoloji yo-ğunluluğu), stratejik olup olmadığı gibi değişkenler de eklendiğinde, teşvik programının ne derece kompleks olduğu ortaya çıkıyor. Benim görüşümce bu kompleks yapı paket için bir artı olmak yerine büyük boyutlu bir eksiyi temsil etmekte. Komplekslik derecesi relatif fiyat mekanizmasına çok yük-sek sayıda müdaheleler yapılması anlamına geldiği için tek boyutlu bir süb-vansiyon sistemine oranla (diyelim, tüm yatırımlar için eşit vergi indirimi uy-gulanması), bu programın kaynak dağılımının verimliliğine daha da büyük hasar yaratıcı niteliğe sahip olduğu anlamına geliyor.

Ayrıca, paketin bu kompleks yapısı, uygulanma ve denetimi açısından bir bürokratik ve yüksek maliyetli bir kâbusu, ayrıca, istismar edilme ihtimalinin yüksekliğini artırıyor. Nitekim Sayın Çağlayan bu konuda iş dünyasını uyar-ma zorunluluğunu hissetti.

TEŞVİK PAKETİ ELEŞTİRİLERİ: SONUÇLARBu noktada, III. bölümün 2. paragrafındaki retorik sorulardan bazılarını ha-tırlamakta fayda var: Niçin kumaş imalatı Pakistan’da daha ucuz? Bu üründe Pakistan’ın avantajı varsa, bu durum bir dönemlik sübvansiyonla geri çev-rilebilir mi? Perspektif kavramı ağaç yerine ormanı görmek olduğuna göre, konuya statik yerine dinamik, yani birkaç etaplı olarak bakmamız gerekir: 1. Fiyatların verdiği mesajları görmemezlikten gelemeyiz; Kumaşın Pakistan’da daha ucuz olması o ülkenin bu konuda mukayeseli avantajı olduğunu gös-teriyor (bence, ürün işçilik ağırlıklı olduğu için). Sübvansiyonlar aracılığıyla bir ara malı ithal ürününü ilelebet yerli ara malı ürünü haline getirmek, süb-vansiyonların da sonsuz süreli olmasını gerektiriyor. Yukarda belirtilen ma-liyet avantaj batonunun ülkeler arasında el değiştirme niteliğini de hesaba katarsak, ithalat-ikame programları hem geçici olmaya mahkûm olan, hem de zaman içinde maliyetlerin arttığı, faydaların azaldığı politikaları temsil et-tiği görülüyor. Ara malı ithalat-ikame teşvik programları probleme çözüm getirmek yerine, en fazla bir yara bandı olduğu için benim görüşümce bir ülkenin kaynaklarının kullanılması açısından bir “dipsiz bir kuyu”yu, yani is-

Page 76: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

76

rafı temsil ediyor. 2. Belli ki yukardaki örnekte Türkiye’nin kumaş imalatı ko-nusunda mukayeseli avantajı yok, ama kumaşı konfeksiyon ürününe dönüş-türmekte avantajı var (bence, bu durum ülkenin katma değerinin, dizayn, moda, yabancı pazarlardaki tüketicilerin tercihini bilme gibi konularda birik-miş insan sermayesinden kaynaklanııyor). 3. Ekonomilerin “statik değil de dinamik oldukları” kavramını içi boş bir slogan olarak görmemek gerekir. Bu konuda birkaç örnek: kişisel bilgisayarın icat edildiği ABD’de, bu ürünü hâlâ imal etmekte olan sadece 2 ABD şirketi var (Dell ve Hewlett Packard). Yakında bu endüstride sadece Dell kalacak çünkü HP, PC bölümünü sat-mak üzere. TV de, ABD’de icat edildi. Kaç ABD şirketi hâlâ bu işte? Sıfır, vs.

Peki, cari açığa yapısal çözüm ne olabilir? Bence, Türkiye’nin probleme yaklaşımı ara malı ithalat-ikame yerine ihracat boyutlu olmalı. Detaylarını aşağıda sunacağım önerimde tartışacağım gibi, eğer bir ülke “doğru” ürün-leri ihraç ediyorsa ihracatın ithalatı karşılama ve benzeri oranları sağlıklı olur. Bu oranların ülkemizde sağlıksız bir tablo çizdiğini ve durumun zaman için-de gittikçe daha da kötüleşmiş olduğu biliyoruz. Bence, bu veriler, ülke-nin “doğru” ürünleri ihraç etmemekte olmasının bir göstergesi olarak yo-rumlanmalı. Aşağıda önereceğim “doğru” ürünler konusundaki mukaye-seli avantajımız uzun vade de geçerli olacağından, bu ihraç ürünleri des-tekleme politikasının cari açık problemine kalıcı bir çözüm getirme potan-siyelinin yüksek olduğuna inanıyorum. Bu iyimserliğimin önemli bir kayna-ğı, bazı konularda çok şanssız olarak gördüğümüz (örneğin enerji kaynak-ları) ülkemizin, çok şanslı olduğu alanlarının da olması. Ek olarak şunlar da iddia edilebilir: 1. Bu ürünlerin gelir esnekliği düşük. İlerde küresel şokla-rın daha sık, daha derin ve daha uzun süreli olma olasılığı göz önüne alın-dığında, gelir esnekliği düşük ihraç ürünleri olan ülkelerin, bu şoklara karşı tabii bir savunma sistemi olmuş oluyor. 2. Görüleceği gibi ülkenin mukaye-seli avantajı olduğuna inandığım ürünlerinin aynı zamanda bir de şu olum-lu niteliği var: kaynakların bu ürünlere kaydırılıp desteklenmesi hem ihraca-tı artırıp hem de ithalatı azaltacak olması nedeniyle, cari açığa etkisinin sa-dece ihracata, ya da sadece ithalata odaklanmış bir programa oranla daha yüksek olacağı muhakkak.

Sonuç olarak, “tekerleği yeniden icat etmemizi gerektirmeyen” ürünlerimi-zin varlığı, üstelik, bu ürünlerin yukardaki üç maddede özetlenen çok olum-lu niteliklerinin olması, ülke için çok büyük bir fırsatı temsil ediyor. Bu ürün-ler yeterli seviyede desteklendiğinde, hem cari açık konusuna kalıcı bir çö-züm getireceğinden, hem de bence daha da önemli olarak, “makro” an-lamında ülke ekonomisinin geleceğinin sağlam temellere dayandırılmasını mümkün kılacağından şüphem yok.

Page 77: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

77

ALTERNATİF YAPISAL REFORM ÖNERİSİ: İHRACAT DESTEKLEME POLİTİKASICari açık problemine ihracat hedefli olarak çözüm getirecek bir yapısal pa-ketin ilk etabı tabii ki ülkenin hangi konularda mukayeseli avantajının ol-duğunun belirlenmesi olmalı. Eğer söz konusu ürünlerin küresel piyasalar-da mukayeseli avantajı uzun vadeli, hatta kalıcı ise, programın başarı dere-cesi yüksek ve bunun uzantısı olarak da cari açığa getireceği çözüm de ka-lıcı olur. Tabii, inovasyonların yüksek frekanslı olarak gerçekleştiği (örneğin teknoloji sektöründe olduğu gibi) bugünün dünyasında bu nitelikli ürünle-rin var olabileceğinin sorgulanması normal olur. Yukarda belirtildiği gibi, Türkiye bazı yönlerden çok şansız bir ülke, ancak biraz düşünüldüğünde ül-kenin şanslı olduğu taraflarının da olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’nin küre-sel pazarlarda üç ana alanda mukayeseli avantajı olduğu, üstelik, bu avan-tajların uzun vadeli olduğuna kuvvetle inanıyorum. Bunlar: 1. tarım sektörü (hayvancılık dahil), 2. lojistik kesimi, 3. katma değeri yüksek, dolayısıyla, iş-çilik yerine, insan sermayesi ağırlıklı olan sektörler.

Avantajın uzun vadeli olmasının en önemli nedeni yukardaki üç sektörün ürünlerine bugün bile yüksek seviyede olan talebin ilerde daha da artacak olmasından kaynaklanıyor.

Bu ürünlerin bir başka olumlu özelliği de yakın geçmişteki ihraç ürünleri yüksek seviyeli ara malı ithalatı gerektirirken, ve ihracatın ara malları ithala-tını karşılama oranı seküler bir bozulma trendi göstermekteyken, yukardaki sektörlerdeki ihraç ürünlerinin ara malı ihtiyacı çok düşük bir seviyede. Bu demek oluyor ki bu ihraç ürünlerinin desteklenmesi için dizayn edilecek po-litikalar cari açığı hem ihracatı artırarak, hem de ithalatı azaltarak küçült-me potansiyeline sahip. Örnek olarak, yakın geçmişin en önemli ihracat ka-lemlerinden birisi olan otomobil ürününü, bir tarım sektörü ürünü, diyelim buğday ihracatı ile karşılaştırıldığında, ihraç edilecek bir otomobil için ithal edilmesi gereken ara mallarının, buğday ihracatının gerektirdiği ara malla-rına kıyasla çok daha yüksek miktarda olduğu şüphesiz. Buğday için gere-ken ara malları tohum, gübre, kimyasal ilȃçlar vs. Bunların ithal edilmesinin gerektiğinden bile emin değilim. İthal ediliyor olsalar bile, söz konusu ara malı ithalatı bir tarım ürünü fiyatının düşük bir oranını oluşturur. Öte yan-dan, otomobil ara malları ithalatı bir otomobil fiyatının yüksek bir yüzdesi-ni oluşturduğu bir gerçek.

Benzeri bir durum lojistik sektörü için de geçerli. Bu sektör tabii ki hizmet ihraç etmekte. Bir dağıtım merkezinin, ya da bir limanın sağlayacağı lojistik ihraç hizmetleri için ne gibi ve ne kadar ara malları gerekebilir? Bu örnekler cari açık için yapısal çözümün, denklemin ihracat kalemini destekleme yön-temiyle gerçekleştirilmesinin çok daha etkili olacağına işaret etmekte.

Page 78: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

78

Son olarak da yukarda bahsettiğim gelir esneklik konusu var. Yukardaki, ül-kenin mukayeseli avantajı olan sektörlerinde (bilhassa tarım ve lojistik ke-simlerinde) gelir esnekliğinin düşük olduğu bir gerçek. Tabii, bu nitelik bir ekonomik durgunluk ortamında, bu ürünlere olan talebin önemli derece-de düşmeyeceği anlamına geliyor. Küresel şokların yukarda belirtildiği gibi ilerde daha sık, daha derin ve daha uzun süreli olacağı beklentisi çerçeve-sinde, bir ülkenin ihraç ürünlerinin düşük gelir esnekliği olmasının önemi abartılamaz.

Önerdiğim ihraç ürünlerinin desteklenmesi bir sübvansiyon yöntemi yeri-ne altyapı yatırımlarının yapılmasını içerdiği için, relatif fiyat mekanizması-na müdahele eden, dolayısıyla, ekonomideki kaynak dağılımının randıma-nını düşüren bir niteliği de olmamış oluyor. Bu altyapı yatırımlarının önemli boyutta olması gerekebilir. Ancak, yaratılan avantajların çok boyutlu niteli-ği (uzun vadeli, çok düşük miktarda ara malı gerektirmesi, düşük gelir elas-tikliği, vs.) söz konusu yatırımların çok değerli olacağını ima ediyor (yüksek seviyeli Net Bugünkü Değeri olan yatırımlar). Ayrıca, bu yatırımların cari açı-ğa çözüm getirmenin ötesinde ekonomide çok önemli ek değerler yaratma potansiyeli de var (istihdam, dış finansman yükünün azaltılması, büyümenin dengeli olması, vs.). Bu nedenlerle ihracat destekleme boyutlu bir yapısal çözüm önerisinin hükümetin ithalat-ikame teşvik programından çok daha üstün olduğuna inanıyorum.

TÜRKİYE’NİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLDUĞU SEKTÖRLER: TARIM VE HAYVANCILIKGeçmişte, sanayi modernleşme ile eş tutulmuş olduğu için hor görülmüş olan tarım sektörünün ürünleri belki de küresel pazarlarda ülkemizin muka-yeseli avantajının en yüksek olduğu ihracat alanını temsil ediyor. Türkiye’nin coğrafya ve iklimine bakıldığında ve dünyanın en önemli tarım ülkesi olan ABD ile karşılaştırıldığında şu gözlemi yapabiliyoruz: Türkiye, iklim ve coğ-rafya olarak ABD’de tarımın çok önemli olduğu şu 3 yöresinin kombinas-yonunu temsil ediyor. 1. “Dünyanın ekmek sepeti” olarak bilinen ABD’nin Orta-batısı (İç Anadolu, Güney Anadolu’nun bazı kesimleri), 2. Kaliforniya (Ege ve Akdeniz bölgeleri), 3. Pasifik Kuzey-batısı (Doğu Karadeniz Bölgesi). Tarımın önemli olduğu iller sıralamasında 1.olan sadece Konya ilinin (13 mil-yon dekar) tarım arazisi, Lübnan’ın toplam yüzölçümünü (10.2 milyon de-kar) aşıyor.

Hayvancılık sektöründe de benzeri şartlar hâkim. Ülkenin bilhassa Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgeleri, hayvancılık açısından çok olumlu şartları içermesine rağmen, bu kesim ülkenin potansiyeline oranla en cılız kalmış sektörlerden birisini temsil etmekte.

Dünya nüfusu azalmak yerine artacağına, gıda fiyatları düşmeyeceğine, ta-

Page 79: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

79

rım ürünlerinin gelir elastikliği düşük olduğuna, ve Türkiye’nin tarım konu-sundaki olumlu arazisi/iklimi değişmeyeceğine göre, ülkenin çok önemli bir mukayeseli avantajının bu kesim ürünlerinde olduğu ve bu avantajın “ka-lıcı” bir yapısının olduğu bir gerçek. Dolayısıyla, bu sektörü destekleyecek politikaların devamlı olarak yenilenmesi gerekmeyeceği anlamına geliyor.

Buna rağmen, tarım ve hayvancılık sektöründe, bilhassa son yıllarda artan bir dış ticaret açığı söz konusu. 2003-2011 dönemi incelendiğinde, 2005 ve 2006 yıllarında tarımda ufak seviyeli (0.77 milyar $ ve 0.83 milyar Dolarlık) dış ticaret fazlalarına karşılık, sektörün diğer yıllarda dış ticaret açığı oldu. Bu açık bilhassa 2008 (2.23 milyar $), 2010 (1.34 milyar $), ve 2011’de (3.52 milyar $), yüksek seviyedeydi. 2003-2011 dönemi toplam tarım kesimi açı-ğı 6.52 milyar Dolar, 2006-2011 arasında ise 7.84 milyar Dolar olarak ger-çekleşti. Mukayeseli avantaj açısından bakıldığında bu sektör devamlı ola-rak ve yüksek miktarda dış ticaret fazlası yaratan bir sektör değilse, bunun tek nedeni tarımın toplam yatırımlardan hak ettiği payını alamaması olabi-lir. Şartların bu kadar uygun olması, ülkenin bu kesimde büyük çaplı ve kalı-cı mukayeseli avantajı olmasına rağmen ve tarımın toplam istihdamdaki payı % 25.5 olduğu halde, bu sektörün ülke GSYH’ye sadece % 9’luk bir katkı-sının olması ilk bakışta şaşırtıcı görünüyor.

Ancak, ülkemizi diyelim Hollanda gibi bir ülkeyle karşılaştırdığımızda bunun nedeni ortaya çıkıyor: Hollanda’da istihdamın tarımda payı sadece % 4 (ta-rımın bu ülke GSYH’sine katkısı % 2.7). Ek olarak, Türkiye’de tarım sektö-rü dış ticaret açığı verirken, Hollanda yılda 55 milyar Dolarlık tarım ihraca-tı ile dünya üçüncüsü (ABD ve Fransa’dan sonra) ve Hollanda tarım sektö-rü kronik dış ticaret fazlası veriyor. Nitekim ülkenin tarım ihracatı toplam ih-racatının % 15’i civarında. Daha da önemlisi, Hollanda’nın tarım dış tica-ret fazlası, toplam dış ticaret fazlasının % 42 - % 48’ini oluşturuyor (2005-2011). Hollanda tüm dünya domates ihracatının % 25’inden, salatalık ve biber ihracatının 1/3’ünden sorumlu. Hollanda tarımdaki bu başarısını tarı-ma elverişli arazisi sadece 908 bin hektar (dünyada 108.) olmasına rağmen (Türkiye’nin tarım arazisi 24 milyon hektar, yani 25 misli daha büyük (dün-yada 6.)) gerçekleştirebiliyor. Tarımın bir parçası olan hayvancılık alanında Hollanda’nın üstünlüğü çok daha yüksek. Bu karşılaştırma sonuçlarının tek taraflı olarak Hollanda lehine olmasının nedenleri ortada: Hollanda’nın tarı-ma makine ve diğer yatırımları yapmış olması, en son teknolojik tarım me-todlarını uygulaması, gübre ve zirai ilaç kullanımında Türkiye’nin çok ileri-sinde olması, vs. Bu durum bilhassa, verimlilik istatistiklerinde görülüyor, ör-neğin hektar başına tahıl verimliliği (100 kg. olarak), Türkiye’de 25.7 iken Hollanda’da 85.9. Hollanda/Türkiye karşılaştırması, gereken yatırımlar ya-pıldığında Türkiye’nin bu alandaki potansiyelinin ne kadar yüksek olduğu-nu göstermekte.

Page 80: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

80

Yatırım eksikliğinin bir göstergesi sektörün yeterli seviyede sermaye bula-mamasıdır. Nitekim, bunun bir örneğini tarım kredilerinin çok düşük sevi-yede olması gösteriyor. BDDK verileri çiftçilerin borçlarını ödeme kültürle-rine sahip olduklarını ve verilen kredilerin takibe dönüş oranının ülke orta-lamasına oranla düşük olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, tarım sektörü-nün toplam banka kredilerindeki payı sadece % 4. Benim görüşümce, tarı-mın milli gelire katkısının istihdamdaki payı % 25.5’ken sadece % 9 olması başlı başına ekonomik politika hatalarını temsil etmekte. Bunun ötesinde, bir de, sektöre sağlanan kredinin bu rakamla bile orantılı olmaması, ekono-mik yöneticilerin tarım kesiminin önemini kavrayamayıp, belki de yanlış ola-rak sanayileşmeyi modernleşmeyle eş tutup, tarımı ihmal etmiş olmalarının bir göstergesi oluyor. Hiçbir ülkenin, ekonomisinin hiçbir kesimini haksız, önyargılı, ve irrasyonel olarak olarak tercih ya da ihmal etme lüksü olamaz. Yöneticilerin tek hedefi, ülkenin refah seviyesini en yüksek seviyeye getire-cek ekonomik politikaları uygulamak olmalı.

Tarım ürünleri ihracatının desteği için gereken altyapı yatırımları barajlar, yollar, modern tarım makinelerini (biçerdöğer, tarım kombinaları), siloları, vs. içermekte. Ayrıca, modern tarım teknoloji uygulamalarının gerçekleşti-rilmesi de gerekiyor (tohum, gübre, kimyasal ilaçlar, vs. gibi konularda). Bu yatırımlar genellikle hem maliyet açısından önemli boyutlu, hem de meyve-leri ancak uzun vadede görülebilecek nitelikli. Ancak, tarımın cari açık prob-lemine kalıcı bir çözümü temsil etmesi, sektörün küresel ekonomik dalga-lanmalara karşı ayakta kalıcı niteliği, ve gereken yatırımların pozitif dışsallığı olması, ihracatı destekleyecek altyapı yatırımlarının zaten devlet tarafından yapılması gerektiğini gösteriyor. Ayrıca, söz konusu yatırımların teşvik pake-tinin tersine fiyatlara müdahele etmeyerek kaynak dağılımının verimini dü-şürmediği, ve yine teşvik paketinin tersine, maliyetlerinin kolayca belirlene-bilecek niteliği olması gibi ek faktörler de göz önüne alındığında bu yatırım-ların ekonomi için yüksek seviyede değer yaratacağı bir gerçek.

Tarım kesimi yatırımlarının yukardaki tüm olumlu niteliklerine ek olarak, çok önemli olduğuna inandığım için bilhassa vurgulamak istediğim bir başka ca-zip yönünün de minimum miktarda ara malı ithalatını gerektirdiği. Bunun önemi şu: önerdiğim tarım ihracat destek politikaları cari açıkla iki boyutlu olarak savaş edebilecek: bir, ihracatı artırarak, iki, ithalatı azaltarak. Üstelik, yukarda bu ürünlerin ihracat yönlü olarak cari açığa kalıcı bir çözümü temsil ettiğini de belirtmiştim. Tabii ki söz konusu ürünlerin desteklenmesi cari açı-ğa aynı zamanda ithalat boyutlu olarak da kalıcı bir çözümü temsil etmekte.

Ülkemizin tarım sektöründe küçük parçalı arazi sistemi hâkim. 3-5 dönüm-lük arazilerde yüksek teknoloji kullanacak tarım metodlarının uygulanması mümkün olmayacağına göre, yapılması gereken yapısal değişiklikler, ölçek ekonomi faydalarının gerçekleşeceği boyutlu arazilerin oluşmasını mümkün

Page 81: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

81

kılacak hukuki altyapı reformalarını da içermek zorunda. Yine Hollanda’ya bakarsak, bunun gerçekleşmiş olmakla kalmayıp bir trend haline gelmiş ol-duğunu da görüyoruz. Örneğin, bir kişinin çalıştığı tarım “girişimlerin” sa-yısı 2001 yılında 55 bin iken (toplam girişim sayısı 90 bindi), ve bu rakam 2006’da 44 bine düşerken, 5-10 kişinin çalıştığı tarım şirketleri sayısı aynı dönemde 3.000’den 3.500’e çıktı.

Bu arada hemen şunu da belirtmek isterim: Tarım konusundaki yukardaki olumlu faktörlerin neredeyse tümü aynı zamanda ülkenin mukayeseli avan-tajı olduğuna inandığım diğer iki sektör için de geçerli (lojistik ve yüksek katma değerli ürün ve hizmetler). Dolayısıyla, bu sektörlerle ilgili tartışmam kısa olacak.

Yapılacak tarım (ve diğer mukayeseli avantajımız olan ürünler) için gereken altyapı yatırımlarının miktarını bölgeye bağlı olarak belirleyip, teşvik paketi-nin içerdiği bölgesel eşitsizliklerin elimine edilmesi hedefi önerdiğim prog-ram çerçevesinde de gerçekleştirebilir. Dolayısıyla, önerdiğim ihracatı des-tekleyen yapısal değişikliklerin teşvik paketinin her iki hedefini de karşılaya-bilecek bir kapasiteye sahip olduğu bir gerçek.

TÜRKİYE’NİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLAN SEKTÖRLER: LOJİSTİKÜlkenin tabii kaynaklardan nasibini almamış olduğu bir gerçek. Ama bir ba-kıma, ticaret açısından çok stratejik bir pozisyonda olması, ülkenin tarıma uygun olan iklim/arazisiyle birlikte belki de en önemli tabii kaynağını temsil etmekte (THY’nin en azından büyüme konusundaki başarısı, bence bu mu-kayeseli avantajdan kaynaklanıyor). Ülkenin dünya coğrafyasındaki stratejik pozisyonu değişmeyeceğine göre, bunun yarattığı lojistik konulu mukayese-li avantajın da tarım sektöründe olduğu gibi kalıcı olacağı şüphesiz. Ancak ihracat hizmetleri açısından ülkenin bu mukayeseli avantajını değerlendire-bilmesi için tarım sektöründe olduğu gibi lojistik alanında da gereken alt-yapı yatırımlarını yapılması şart. Bu yatırımlar hava ve deniz limanları, hız-lı tren, dağıtım merkez ve depoları, ve lojistik yazılım yatırımlarını kapsıyor. Tarım konusunda tartışılan tüm olumlu faktörler (ara malı ithalatının gerek-memesi/minimum olması, yatırımların pozitif dışsallığı içermesi, kaynak da-ğılımı konulu olumsuz yan etkilerinin olmaması vs.), bu kesim için de geçer-li olduğu için bunları tekrarlamayacağım.

TÜRKİYE’NİN MUKAYESELİ AVANTAJI OLAN SEKTÖRLER: KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRÜNLERBu ürünler dizayn, yazılım, ar-ge, teknoloji, tıp servisleri (tıbbi turizmin keş-fedilmiş olması bu alandaki avantajımızın bir göstergesi oluyor) gibi alanları içeriyor. Bu ürünler için gereken altyapı yatırımlarının tümü eğitim sahasın-

Page 82: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

82

da. Bir kısmını aşağıda tartışacağım çeşitli nedenlerle üç mukayeseli avan-taj alanımız arasında, eğitim konulu altyapı yatırımlar belki de en güç olanı.

Ülkedeki eğitimin seviyesinin daha yüksek kaliteli olmaması büyük bir mu-ammayı temsil ediyor. Ekonomist olarak şuna inanırız: eğer bir toplum her-hangi bir konuyu önemli bulursa ve o konunun gelişmesi için gereken kay-nakları sağlarsa, o ürün yüksek kaliteli olarak üretilir. Maalesef, ülkedeki ai-leler ana okuldan başlayarak çocuklarının eğitimine yüksek miktarda para harcamalarına rağmen, bunun sonucu olarak ortaya çıkan “eğitim ürünü” yeterli kalitede değil. Nitekim, hepimizin aşina olduğu “genç ve eğitilmiş bir nüfusumuz var” klişesini her duyduğumda, ben şahsen “genç ve diplomalı bir nüfusumuz var” şeklinde düzeltiyorum.

Örneğin, okullar “gereken eğitimi” sağlıyor olsalar, başka ülkelerde yay-gınlığı ve hâkimiyeti Türkiye’deki önemine yaklaşmayan bir dershane en-düstrisi nasıl var olabilir? Aslında, bu endüstri bence eğitim vermiyor, öğ-rencilere sadece sınav geçme “sanatını” öğreterek, “sistemi nasıl yenebi-leceklerini (delebileceklerini) gösteren” kısa yollu bir “hile”yi temsil ediyor. Dershaneler gerçek anlamlı bir eğitim sağlamadığı için yukarda bahsettiğim “yüksek katma değerli ürünlerin” oluşmasını ve küresel pazarlarda rekabet edebilecek bir düzeye ulaşmasını sağlayamaz.

Kaliteli eğitimin yoksunluğundan tabii ki çok boyutlu nedenler sorumlu. Kısmi bir liste şunları içeriyor: yüksek eğitim masraflarına rağmen, öğretim üyelerinin maaşlarının düşük olması, ve bu nedenle akademisyenlerin bilim-sel aktiviteler yerine ek gelir sağlayacak ticari aktivitelere girmeleri (danış-manlık gibi), araştırma kültürünün oluşmamış olması, maaşların öğretim sa-hasındaki piyasa koşullarını yansıtmaması (örneğin, tüm asistan profesörle-rin, hangi dalda olursa olsunlar, maaşlarının aynı olması), eğitim kültürü-nün temel ilişkileri anlama yerine, ezber sistemine odaklanmış olması, vs.

Benim görüşümce bunlara ek olarak, kaliteli eğitime bir başka engel de eği-timde verilmesi gereken en küçük detay seviyesindeki kararların bile üni-versitelerin elinden alınıp merkezileştirilerek, üniversitelerin inisiyatif göster-me ve inovasyon yapmalarını önleyen ve verimsiz bir mikro-yönetimi tem-sil eden YÖK sisteminin varlığı. Örneğin, bir üniversitenin yeni bir ders baş-latması ancak uzun bir süreç alan YÖK onayıyla mümkün oluyor. Ayrıca, bu sistem üniversiteleri politikleştirerek (rektör seçimleri gibi) eğitim kalitesini olumsuz yönde etkiliyor.

Ancak, engeller ne olursa olsun, katma değeri yüksek ürünlerin oluşması, ülkenin katma değeri yüksek olan işçilik yerine insan sermayesi ağırlıklı sa-halarda küresel platformda rekabet edebilmesi için kaliteli bir eğitim altya-pısının kurulması şart. Toplumun eğitime gereken mali kaynakları tahsis et-mesine, ve çalışkanlık ve zekâ boyutlu olarak öğrencilerin yeterli kalitede

Page 83: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

83

hammadde sağlamalarına rağmen, kaliteli insan sermayesi birikiminin ger-çekleşmemesi sadece dış ticaret/cari açık boyutlu olarak değil, aynı zaman-da, ülkenin geleceğinin sağlam temellere dayanması açısından da bu konu-nun ülke gündeminin en üst sıralarında olması gerekiyor.

Bu arada, detaylarına girmeden Hindistan’ın en azından kısa vadeli olarak kaliteli eğitim konusunda başarılı bir yeni sistem geliştirmiş olduğunu belirt-mek isterim. Bu sistemin başarılı olduğunu şu örnek göstermekte: eskiden sayılı ABD ilaç şirketi ilaçlarının imalatı için Hindistan’ı dış kaynak olarak kul-lanırlardı. Şimdi, buna ek olarak, sektördeki bazı şirketler Hindistan’ı ar-ge konusunda da dış kaynak olarak kullanmaya başladı.

CARİ AÇIĞA YAPISAL ÇÖZÜM: TEŞVİK PAKETİ Mİ, İHRACAT DESTEKLEME POLİTİKASI MI? Cari açık probleminin kronikleşmiş olduğu ve standart makro politikalarla çözülebilme seviyesini aşmış olması nedeniyle, muhtemel bir çözümün an-cak yapısal bir yaklaşımla mümkün olabileceği konusunda bir görüş birli-ği olduğunu sanıyorum. Nitekim, Nisan başında hükümet problemin çözü-mü için yapısal nitelikli bir “Teşvik programını” açıkladı. Söz konusu prog-ram cari ȃçık problemini, ithal edilen ara mallarının sağlanacak sübvansiyon-lar kanalıyla yerli pazarlarda üretilmesi, dolayısıyla ithalatı azaltmak yönte-miyle çözmeyi öneriyor. Hükümet, problemi niçin denklemin ihracat kale-mi yerine, ara malı ithalat-ikamesi yoluyla çözmeyi tercih ettiğini açıklama-dı (ve bu bu konu medya ve iş dünyası tarafından sorgulanmadı). Benim gö-rüşümce, teşvik paketi yukarda tartıştığım çok sayıda nedenlerle probleme kalıcı bir çözümü temsil etmiyor, aynı zamanda, önemli derecede belirsizlik-leri de içeriyor (bihassa maliyet konusunda). Ayrıca, bu programın ekonomi-de olumsuz yan etkiler yaratma ihtimali yüksek (kaynak dağılımının verim-sizleşmesi gibi).

Bu yazıda alternatif bir yapısal yaklaşımı temsil eden ve ülkenin hem bugün hem de ilerde mukayeseli avantajı olacak olan alanlardaki ihracat malları-nın üretiminin desteklenmesini öneren yapısal bir reform programını detay-lı olarak sundum. Benim görüşümce, önerdiğim bu program teşvik paketi-nin eksik ve yanlışlıklarından yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda, hem cari açık probleminin çözümü için hem de ekonominin geleceği için sağlam bir temel de oluşturma potansiyeline sahip.

İki program karşılaştırıldığında, önerdiğim programın üstünlüğünü şu özel-likleri gösteriyor: önerdiğim yapısal yaklaşımın cari açık üzerindeki etkisi ge-çici yerine kalıcı nitelikte, hem devamlı yenilenmesi gerekmeyen hem de ye-nilemenin içerdiği maliyet belirsizlikleri olmayan bir program, cari açık ile hem ihracat hem de ithalat yönlü olarak mücadele eden bir yapısal prog-ram olduğu için buna bağlı olarak da cari açığa etkisinin yüksek boyutlu ol-

Page 84: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

84

ması beklenmeli, desteklenmesini önerdiğim ihraç ürünlerinin küresel eko-nomik şoklara hassasiyeti düşük, önerim relatif fiyat mekanizmasının işle-mesine müdahele etmiyor, dolayısıyla, kaynak dağılımını verimsiz yönde et-kilemiyor, ve öngörülen yatırımların maliyetinin belirlenmesi nispeten kolay. Son olarak da teşvik paketine oranla, basit bir reform paketi olduğu için uy-gulanması büyük bir bürokratik yapıyı da gerektirmiyor. Onerdiğim progra-mın yukardaki olumlu yönlerinin olması üç ana faktöre dayanıyor: 1. Söz ko-nusu ihracat ürünlerindeki ülkenin mukayeseli avantajının çok uzun bir süre için geçerli olacak olması. 2. Desteklenmesi önerilen ihraç ürunlerinin dü-şük oranlı ara malı ithalatına ihtiyacı olması, ve düşük gelir elastikliklerinin olması. 3. Programın, öngördüğü yatırımların ortak noktası, pozitif dışsallık-ları olan yatırımlar olduğu için zaten devletin yapması gereken altyapı yatı-rımlarını temsil etmesi.

Page 85: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

85

Ekonomi Forumu - II

Tartışma Özeti

BÜYÜME PARADİGMASINI SORGULAMAKPanelin konuşmacısı Vefa Tarhan’ın sunumunda öne çıkan ‘büyüme para-digmasının sorgulanması’ teması, katılımcıların üzerinde en çok tartıştığı konu olmuştur. Bu tartışmaya geçmeden önce Tarhan’ın yaklaşımını kısa-ca hatırlamak yararlı olabilir.

Ekonomik büyüme olgusunun birçok kişi tarafından olumlu karşılandığı-na dikkat çeken Tarhan, aslında büyümenin kendiliğinden iyi bir gelişme olarak görülmemesi gerektiğini iddia etmektedir. Büyümenin olumlu ya da olumsuz bir işaret olduğuna karar verilirken mutlaka bunun nasıl bir büyü-me olduğu sorusu sorulmalıdır. Bir ekonomik büyüme gözlenirken bunun neye rağmen gerçekleştiği mutlaka analiz edilmelidir. Dolayısıyla, büyüme-nin kendisi doğrudan ekonomik bir başarı sayılmayacağından, bir ülke için ne olursa olursun büyüme stratejisi izlemek doğru bir ekonomik tercih de-ğildir. Nasıl ki özel bir şirketin temel önceliği satış artışından ziyade karlılı-ğı arttırmaktır, bir ülke ekonomisinin de temel önceliği de yalnızca büyüme olmamalıdır.

Türkiye ekonomisi özelindeki temel problemlerden biri yüksek büyüme hı-zının cari açık verilerek gerçekleşmesidir. Bilindiği gibi bir ekonomi ne ka-dar hızlı büyürse, bu büyümeyi finanse edebilmek için o kadar çok kayna-ğa ihtiyaç duyacaktır. Bu ihtiyacın karşılanması için ülkenin sıcak para çek-me politikası ise ister istemez cari açık sorununu beraberinde getirecektir. Türkiye’de de son on yılda genel olarak bu yöntem izlenmiştir. Örneğin son krizde Körfez sermayesinin Türkiye’ye girmesinin ekonomi üzerinde büyük etkisi olmuştur. Ancak bu sıcak paranın ülkeden ne zaman gideceği belli ol-madığı için ekonomik öngörülebilirlik tehlikeye girmektedir.

Türkiye’de büyüme paradigmasının gizlediği önemli bir başka sorun ise mali disiplinsizliğin aynen devam etmesidir. Örneğin son derece adaletsiz olan vergi sisteminin düzeltilmesi yönünde herhangi bir adım atılmamıştır. Gelişmiş ülkelerdeki durumun tam tersi bir oranda, Türkiye’de dolaylı ver-giler toplam vergilerin yüzde70ini oluşturmaktadır. Yani zengin ile fakirden fiilen aynı oranda toplanan vergiler, vergi gelirinin büyük kısmını karşılan-maktadır. Özellikle gelir vergisi denetimini arttırmadan bu sorunu çözmek pek mümkün gözükmemektedir.

Katılımcıların bir kısmı yukarıda Vefa Tarhan tarafından çizilen büyüme pa-radigmasının eleştirisini desteklemiş ve bu sorunun yalnızca Türkiye değil

Page 86: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

86

dünya ölçeğinde de geçerliği olduğunu belirtmiştir. Dünya üzerindeki çoğu ülkenin benzer büyüme stratejileri izlemesi kısa sürede dünya kaynaklarının tükenmesi anlamına gelecektir. Örneğin Çin ve Hindistan gibi kalabalık ül-kelerin yaşam standartlarını Amerikan ortalaması düzeyine çıkarması muh-temelen dünya kaynaklarını kısa sürede yok edecektir.

Ekonomik büyüme paradigmasının sorgulanması fikrine katılımcıların çoğu-nun belirli ölçülerde destek verdiği söylenebilirse de, iki alanda buna itiraz gelmiştir. Şimdi bu iki alanı kısaca özetlemeye çalışalım. İlk olarak siyasetin ekonomi üzerindeki rolünü vurgulayan itirazı, daha sonra ise ekonomik bü-yümenin artık kaçınılmaz bir hal aldığı itirazını inceleyelim.

Siyasetin Ekonomi Üzerindeki RolüEkonomik büyüme paradigması sorgulanırken kullanılan temel argümanlar-dan biri olan kaynaklar tükendiği zaman kriz kaçınılmaz olur söylemi bazı ka-tılımcılar tarafından fazla determinist bulunarak eleştirilmiştir. Türkiye’deki muhalefet partilerinde de sıkça gözlenen bu determinist yaklaşımının temel problemi, ekonomik büyüme sürecinde siyasetin rolünü görmezden gelme-sidir. oysa ki, siyasal iktidarların bazı politik hamleleri ekonomik krizi savuş-turabilir ya da krizin etkilerini minimize edebilir. Örneğin, Türkiye’de de sık-ça gerçekleşen özelleştirme bu hamlelere iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Devletin sahip olduğu bazı varlıkların satışıyla birlikte gelen parayla yeni bir kaynak yaratılabilir ve ekonomideki istikrar korunabilir. Benzer şekilde, hü-kümetin uygulayacağı vergi politikası da bütçe açığını kapamada bir yöntem olarak kullanılabilir. Örneğin bir yandan vatandaşın kaçış şansı olmayan do-laylı vergiler arttırılırken, diğer yandan sosyal harcamalar kısılabilir. Eğitime ya da sağlığa daha az para ayrılması ile bütçe dengelenebilir.

Siyasal iktidarın bir başka ekonomik hamlesi olarak düşünülebilecek dev-let teşviki konusu ise tartışmacılar arasında farklı açılardan ele alınmıştır. Katılımcılardan bir kısmı, devlet teşvikinin çoğu zaman gerekli olduğunu ve bu tip teşviklerin dünya üzerindeki pek çok ülke tarafından sıkça kullanıl-dığını belirterek teşvik fikrine destek verirken; diğer bir kısmı teşvikin bütçe üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmiştir. Teşvik konusunda üzerinde durulan önemli bir diğer nokta ise teşvikin hangi alanlara, ne oranda ve ne sebeple verileceği sorunudur. Devlet teşviklerinin stratejik bir amaç doğrul-tusunda belirlenmesi ve bütçeye maliyetinin ne olacağı hakkında uzun va-deli planlar yapılması genel kabul gören bir yaklaşım olmuştur. Dolayısıyla teşvik hamlesi siyasal iktidar tarafından ekonomi üzerinde önemli etkiler do-ğurabilecek bir araç olarak kabul görmektedir.

Kaçınılmaz Bir Süreç Olarak BüyümeEkonomik büyüme paradigmasının eleştirisi temasında dile getirilen ikin-ci bir itiraz noktası ise, Türkiye ekonomisinin artık geri dönülemez bir sü-

Page 87: EKONOMİ FORUMU YAYINLARI - I KÜRESEL KRİZ - festr.org Forumu/2013/Ekonomi Forumu Kuresel... · Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) 1925’ten bu yana

87

reç içerisine girdiği ve yakın bir gelecekte büyüme dışında bir yol izleyeme-yeceği iddiasıdır. Türkiye ekonomisinin temel unsurlarından olan dezenflas-yon ve sıkı para politikası uygulaması gibi deneyimler büyümenin dışında bir yol izlenmesini artık imkansız hale getirmiştir. Örneğin enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesi ülkedeki üretim ve yatırımın artmasına neden olmuştur. Ayrıca, bu çerçevede cari açık ve büyüme arasındaki ilişkiye işaret edilerek, cari açık verilmeden büyümenin imkansız olduğu belirtilmiştir. Yaklaşık on yıl öncesine kadar yüzde5’in üzerindeki cari açık rakamları tehlikeli görülür-ken, bugün büyümenin etkisiyle yüzde6-7 oranındaki cari açık sürdürülebi-lir görülmektedir.

Büyüme Paradigmasına Alternatif ÖnerilerPanelin tartışma kısmında konuşulan önemli bir diğer konu başlığı Türkiye ekonomisi için büyümenin yerine uygulanabilecek alternatif programlardır. Panelin konuşmacısı VefaTarhan Türkiye’nin ekonomik olarak güçlü olduğu alanlara yönelmesini önermiştir. Bu teze göre, Türkiye örneğin tarım ve lojis-tik gibi alanlarda kendini geliştirebilir. Ya da çeşitli yüksek katma değer ge-tiren ürünlerin üretimine ağırlık verilebilir. Ancak katılımcılardan bazıları bu noktada tarımsal üretimin tek bir tarzı olmadığına dikkat çekmiştir. Tarımsal üretimin toptan artışı yerine daha avantajlı tarımsal ürünlere odaklanılması gerektiği dile getirilmiştir. Bu tip avantajlı ürünler örneğin sermayeye yöne-lik olandır. Ortaya atılan başka bir fikir ise Türkiye’nin henüz çok öne çıkma-dığı bilgi teknolojileri üretimidir. Türkiye bu alana yatırım yaparak ekonomi-de bilgi teknolojileri üretiminin payını arttırabilir.

Büyüme paradigmasına alternatif olarak düşünülmese de, katılımcılardan bir kısmı Türkiye ekonomisindeki kayıt dışı sorununa değinmiştir. Hatta bu görüşe göre büyüme paradigmasının bir sonucu olarak görülen pek çok olumsuzluk, kayıt dışı ekonominin kayıt içine çekilmesiyle kendiliğinden çö-zülebilir. Kayıt dışı ekonomi kayıt alına alınabilirse, vergi sistemindeki sorun-ların önemli bir kısmı çözülebilir ve vergi devletin asli geliri olduğu için büt-çe açığı önlenebilir. Hatta büyüme olgusu bir ekonomiyi ister istemez kayıt altına doğru iten bir güç olarak bile görülebilir. Kayıtlı ekonomideki olum-lu bir diğer etki de tasarrufun artacak olmasıdır. Bu yaklaşıma göre Türkiye ekonomisindeki sorunların büyük kısmı büyümeden değil, kayıt dışılıktan kaynaklanmaktadır.