cetvel sayı:1

16
CETVELI ellerimizle yaratıyoruz, aklımızla ölçüyoruz SAYI 01 Merhabalar... Bilim kimin için? Gelecek ve bilim ‘Pardus küllerinden doğuyor!’ Beton-u harikası şehirlerimiz ... s.2 ... s.4 ... s.7 ... s.9 ... s.12 Toplumcu Mühendisler Topluluğu yayınıdır.

Upload: fkf-itue

Post on 03-Apr-2016

243 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

İTÜ Toplumcu Mühendisler Topluluğu yayınıdır.

TRANSCRIPT

Page 1: CETVEL Sayı:1

CETVELIellerimizle yaratıyoruz, aklımızla ölçüyoruz

SAYI01

Merhabalar... Bilim kimin için?Gelecek ve bilim ‘Pardus küllerinden doğuyor!’ Beton-u harikası şehirlerimiz

... s.2

... s.4

... s.7

... s.9

... s.12

Toplumcu Mühendisler Topluluğu yayınıdır.

Page 2: CETVEL Sayı:1

2

Merhabalar yeni İTÜ’lüler ve merha-ba bir onlar kadar koşturmuş aileleri. Teknik Üniversiteye hoş geldiniz.

Üniversite seçim zamanlarında bir-çoğunuz zaten araştırdığınız inciğini cıncığını incelediğiniz üniversitemizin farklı bir yüzünü anlatmaya çalışaca-ğız sizlere. Anlatacağımız şey aslında bizim hikayemiz ve bir iki hafta sonra da sizin hikayeniz olacaktır.

İTÜ bir çok insanın gözünde iyi bir gelecek ve iyi bir meslek sağlayacak bir okul olarak durur. Bu ne kadar doğrudur kişiden kişiye değişir çün-kü okulun sunduğu imkanlar bellidir ancak her öğrencinin bu imkanlardan yararlanıp yararlanmaması veya ya-rarlanma biçimleri farklıdır. Örneğin okulun kütüphanesini sadece sınav-lardan önce ders çalışmak için kulla-nan da vardır, sessiz bir ortamda uyu-mak için kullanan da vardır, bilimsel araştırma yapmak için kullanan da vardır.

İTÜ gerçekten güzel imkanları olan bir okuldur ve bu imkanlarının olma-sı biz öğrencilerine bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluk nedir ve nerden gelir? Bu sorunun ceva-bı aslında çok basittir ve birazcık da ülkemizde üniversitenin ne anlama geldiğiyle de bağlantılıdır. İlk önce üniversitenin toplumumuzdaki anla-mını biraz açmak gerek.

Üniversitelerin görevi bilgi üretmek kadar üretilen bu bilginin topluma

yayılması da üniversitenin başlıca gö-revlerinden olmuştur. Bu bilgi üretim aşamasında esinlenen şey de toplu-mun sorunları olmuştur. Toplumun kendisi ile üniversitenin arasındaki bu karşılıklı besleme ilişkisi tarihsel olarak toplumla üniversite arasında güçlü bir bağ kurmuştur. Bu bağ gü-nümüzde de güçlü bir şekilde var ol-maktadır. Buna örnek olarak 18 Ara-lık 2012 tarihinde Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’ye gelişinde öğrencilere yapı-lan vahşice saldırıya olan tepki önce diğer üniversitelere ardından da top-lumun tümüne yayılmıştır.

Üniversitelerin ve toplumun geri ka-lanı arasında böylesine somut bir bağ olduğu göz önüne aldıktan sonra bu bağın bizlere ne gibi bir sorumluluk yüklediğini tartışmak gerekir. Üniver-site ile toplum arasındaki geleneksel bağ incelendiğinde burada üniversi-tenin toplumun sorunlarını çözmek gibi bir görevinin olduğu ortaya çık-maktadır. Peki bu gün bu görev ne kadar yerine getirilebilmektedir? Ne yazık ki bu sorunun cevabı pek de iç açıcı değildir. Bu görevin önemini yitirmeye başlaması ve üniversite-lerin gittikçe toplumun sorunlarına değil de iş adamlarının sorunlarına yönelmesi bizim için kabul edilemez bir durumdur. Çünkü gölgesinde ve önündeki çimlerde oturduğumuz kü-tüphanemize ismini veren Mustafa İnan hocamızın da bizlerden istediği gibi biz ticarethaneyle kürsüyü birbi-rine karıştırmayacağız.

İTÜ’nün toplumcu geleneğine sahip çıkmak başta biz öğrencilerin, akade-misyenlerimizin ve mezunlarımınızın başlıca görevi olmalıdır. Fikir Klüp-

Merhabalar...

Page 3: CETVEL Sayı:1

3

leri Federasyonu İTÜ olarak başlıca görevimiz bu geleneğe sahip çıkmak ve omuzlarımızdaki sorumlulukları yerine getirmek olacaktır. Bu yolda yapacağımız ilk iş önümüzdeki sene toplumcu mühendislik alanında oku-lumuzda atölyeler seminerler planla-mak olacaktır. Ülkemizdeki can alıcı konular olan işçi sağlığı, iş güvenliği, enerji politikaları gibi bir çok konu hakkında hem birbirimizin ve aka-demisyenlerimizin bilgi birikiminden hem de toplumumuzda bu sorunlarla hergün karşı karşıya gelen insanların yaşanmışlıklarından dersler çıkarıp bu sorunlara müdahale edeceğiz.

Evet iddiamız oldukça büyük çünkü sorumluluklarımızda büyük. Gençlik hiçbir zaman geri adım atmadı de-miştik demeye devam ediyoruz çünkü bu memleket bizim ve kimselere de bırakmaya pek niyetli değiliz.

Sevgili dost yazının başında da değin-miştim İTÜ bir çok insanın gözünde iyi bir gelecek ve iyi bir meslek anlamına gelmektedir. Bu bizim içinde böyledir. Mesleğimizi iyi bilmek istiyoruz çün-kü büyük bir sorumluluğumuz var. Ve evet iyi bir gelecek istiyoruz işte bunun içindir ki sorumluluğumuzun farkındayız.

Tekrardan hoş geldiniz Teknik Üni-versiteye.

Hoş geldin!Kesilmiş bir kol gibiOmuz başımızdaydı boşluğun...Hoş geldin!Ayrılık uzun sürdü.Özledik.Gözledik...Hoş geldin!BizBıraktığın gibiyiz.Ustalaştık biraz dahataşı kırmakta,dostu düşmandan ayırmakta...Hoş geldin.Yerin hazır.Hoş geldin.Dinleyip diyecek çok.Fakat uzun söze vaktimiz yok.YÜRÜYELİM...

Nazım Hikmet Ran

Page 4: CETVEL Sayı:1

4

İnsanlık tarih sahnesine çıktığından beri bilimin ilerlemesi hiç durmadı. Peki neydi insanlığı bilim ve teknoloji üretmeye zorlayan şey?

Elbette birinci sıraya ihtiyaçları yaz-mak zorundayız. İhtiyaçlar her zaman yaratıcılığı beraberinde getirmiştir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğunun doğu ticaret yollarında egemenlik kurması sonucunda Batılı devletlerin yeni ticaret yollarına ihtiyaç duyması ve bu ihtiyacın beraberinde getirdiği yaratıcılığın sonucunda Coğrafi Ke-şiflerin başlaması. Bu ihtiyaçlar ve yaratıcılık doğalında bilimin ve tek-nolojinin ilerlemesi sonucunu bera-berinde getirdi.

Kuşkusuz bilimin ve teknolojinin ola-ğanüstü bir hızla geliştiği yıllarda ya-şıyoruz. Bu konuya dair bir kaç bilim düşmanı dışında kimsenin bir sorunu olacağını sanmıyorum. Peki bu bilim kimin ihtiyaçları doğrultusunda iler-liyor?

Bu sorunun cevabını Bayer firması CEO’sunun ürettikleri kanser ilacına dair geçtiğimiz aylarda yaptığı açıkla-mada bulmak mümkün: “Biz bu ilacı Hintliler için geliştirmedik, fiyatı kar-şılayabilecek batılı hastalar için ge-liştirdik.” Bu açıklamanın sebebi Hin-distan hükümetinin yerel ilaç firması Natco Pharma’ya Bayer firmasının karaciğer ve böbrek kanserlerinin tedavisinde kullanmak için ürettiği Nexavar adlı ilacın muadilini üretmek için lisans vermesi ve Hint firmasının

bu ürünü Bayer’in sattığı fiyata göre %97 indirimle satmayı planlaması. Gerçekten tüyler ürpertici.

Günümüzde bilim üretiminin çoğu-nun bu örnekteki gibi “fiyatı karşıla-yabilecek batılı hastalar” için yapıldığı açık. Bu durumda bizler ne yapaca-ğız, bizler de yalnızca batılı hastalara mı üretim yapmak zorundayız?

Bu soruyu sorduktan sonra kısaca Bauhaus ve Köy Enstitülerine değin-mek istiyorum. Bauhaus’un ve Köy Enstitüleri’nin bu sorunun cevaplan-ması konusunda bize yarar sağlaya-cak. Sonrasında tekrar bu soruya geri döneceğim.

Bauhaus iki dünya savaşı arasında kurulan, sanat alanında yeni akım-lar yaratmış bir okuldur. Bauhaus bir eğitim kurumu olmasının yanın-da aynı zamanda bir üretim merkezi de olmuştu. Bauhaus çok uzun bir konu ve bu yazıya sığması imkansız. Bu konu hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenlere Alperen Bal’ın Yeni Yazılar dergisinde yayımlanan “Kendisi Tarih Olmuş Bir Okul, Tarihe Mal Olmuş Bir Düşünce: Bauhaus” yazısını önerebilirim. Yazı yeniyazilar.org sitesinde mevcut. Ben bu yazıda, yazıya da uygun olarak, Bauhaus’da üretimin kimin için yapıldığını incele-mek niyetindeyim.

Bauhaus kurulmadan çok önce öl-müş olsa bile Willim Morris’in bu sözü ile Bauhaus’un kuruluş felse-fesi arasında büyük bir ortaklık var: “Herkesin her zaman göremeyece-ği, çoğu zaman da anlamayacağı bir eser yerine, iyi üretilmiş bir kap daha yararlıdır” Bu sözüyle Morris sanatçı-

Bilim kimin için?

Page 5: CETVEL Sayı:1

5

ların endüstriyel tasarım alanına yö-nelmeleri gerektiğini vurguluyordu. Şimdi de Bauhaus Manifestosu’ndan bir alıntıyla devam edelim: “Mimar-lar, ressamlar, heykeltıraşlar, hep birlikte zanaatlara geri dönmeliyiz! Çünkü sanat bir meslek değildir. Sa-natçı ve zanaatçı arasında önemli bir ayrım yoktur. Sanatçı yüceltilmiş bir zanaatçıdır. İstencinin bilincini aşan o ender esinlenme anlarında, ilahi bir güç yaptıklarının sanata dönüşme-sine neden olabilir. Öte yandan, her sanatçının bir zanaatta becerisinin olması zorunludur. Yaratıcı hayal gü-cünün temel kaynağı burada yatar. O halde, zanaatçı ve sanatçı arasındaki kibir engelleri yükselten sınıf ayrımı-nın olmadığı yeni bir zanaatçı loncası kuralım!” Bauhaus sanat ile zanaat arasındaki açıyı ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Sanatın toplum içindir anlayışını benimsiyordu. Temel ola-rak Bauhaus seri üretilebilen, ucuz ve estetik kaygıdan da taviz vermeyen bir tarzı yakalamaya çalışıyordu. Bü-yük ölçüde de bunu başardı. Bauhaus sayesinde toplum ilk kez sanatçılar tarafından tasarlanan estetik günlük eşyalar(masa, sandalye vb.) ile tanış-tı.

İkinci konu Köy Enstitüleri. Köy Ens-titüleri 17 Nisan 1940 tarihinde dö-nemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla açıldı. Köylerden ilkokul mezunu ço-cukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylerinde giderek öğ-retmen olarak çalışması düşüncesi ile kurulmuştur. Öğrencilerin Ensti-tüde gördükleri eğitimin yarısı teorik yarısı uygulamalıydı. Sanat temelli

Page 6: CETVEL Sayı:1

6

Har

un K

arad

eniz

eğitim veren kurumlar olmasa dahi Enstitülerde her öğrenci bir müzik aleti çalıyor, resim dersi görüyordu. Bunun yanında Enstitülerden mezun olan öğretmenler modern tarım tek-niklerini de köylülere öğretiyordu. Bu Enstitüler zamanla aydınlanma ocak-ları haline geldi, bir çok aydınımız bu Enstitülerden mezun oldu.

Bu iki kurum da halkçı ve ilerici özel-liklerinden dolayı sol eğilimleri olan kurumlardı. Üretimlerini toplum için yapıyorlardı. İki kurumda benzer ba-hanelerle, bu özellikleri sebebiyle kapatıldı.

Sorumuzun cevabını da eski bir İTÜ öğrencisinin, Harun Karadeniz’in, İTÜ yıllığında yazdıklarıyla verelim:

“Öğrenciliği bitirip meslek hayatına atılacak olan biz mühendisler için iki yol vardır. Bu yollardan biri, kim için ve ne için üretim yaptığını düşünmeksi-zin egemen sınıfların yararına üretim yapmaktır. Kısaca, neden ve niçin’ini düşünmeksizin, bir miktar karşılığın-da üretim yapmak, yani robotlaşmak. İkinci yol ise, kim için ve ne için çalış-

tığını bilerek, emekçi halkın yararına üretim yapma olanaklarını aramaktır. Bir başka deyişle, ikinci yol küçük bir azınlığın yararına robotlaşmak değil, büyük çoğunluğun, yani toplumun yararına çalışarak insanlaşmak yo-ludur.”

Bir İTÜ öğrencisi olarak Harun Karadeniz’i anmadan geçemeye-ceğim. Bir kaç hafta önce 68 döne-minin öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz’in aramızdan ayrılışının 39. yılıydı. Harun Karadeniz 1962 yı-lında İTÜ İnşaat Fakültesinde öğre-nim görmeye başladı. Öğrencilik yıl-larında Öğrenci Derneği başkanlığı ve İTÜ Öğrenci Birliği başkanlığı yaptı. Dönemin en büyük öğrenci yürüyüşü olan “Özel okullar devletleştirmeli-dir.” yürüyüşünde yer aldı ve etkin rol oynadı. 12 Mart darbesinden sonra hapishaneye girdi. Hapiste kanser hastalığına yakalandı ancak tedavi görmesine izin verilmedi. 15 Ağus-tos 1975’de hapishanede öldü. Onun 1967-1968 İTÜ Yıllığında yazdıkları-nın sorumuzun cevabı olduğunu dü-şünüyorum.

Page 7: CETVEL Sayı:1

7

Son zamanlarda “teknoloji fetişizmi” kalıbını çok duyar olduk. Normalde insanların günlük hayatta kullandığı araç ve gereçleri yenilemeleri, o araç ve gereçlerin kullanım ömrü veya işlevselliğini yitirmesiyle bağlantı-lı olur. Fakat bugün bu durum biraz farklı bir yönde ilerliyor. En yeni, en hızlı, en kaliteli olan modeli elinde bulundurma, ona sahip olmak adeta kendi başına bir arzuya dönüştü. Bu olay bir sonuçsa nedenleri elbette tartışılmalıdır ama bu başka bir yazı-nın konusu olur. Ben bu yazıda biraz daha günümüz bilim ve teknolojisinin edebiyatla karşılıklı ilişkilerini ele alacağım.

Yukarda bahsettiğim durum sadece teknolojiyle alakalı değil. En çok sa-tan kitaplar, en çok gişe yapan filmler veya diziler, liste uzayıp gidebilir. “En çok” veya “popülarite” olarak adlan-dırabileceğimiz bu durum toplumsal algıda daha göz önüne çıkabilmek, kendini daha fazla belli edebilmek için burayla direk alakası olan me-kanizmaları (estetik veya biçim al-gısı) parlatmaya başlayıp diğerlerini kaderlerine teslim ettiler. Bu meka-nizmalar içeriğin önüne geçmeye, bazı durumlarda içeriği baskılayarak onun alanını bile işgal etmeye başla-dı. İşte yazının konusu olan durum da tam bu noktada başlıyor.

Edebiyatta bir tür olarak bilim kurgu-nun iki temel dayanak noktası vardır. İlki hayal edebilme veya hayal gücü-dür. Bu dürtünün çeşitli açıklamaları

yapılabilir; var olanla yetinememe, bilinmeyene duyulan merak, gele-ceğe duyulan merak, bireyi rahatsız eden, zorlayan veya çözümsüz bıra-kan bir durumun absürd veya gerçek olmayan bir yolla çözüme kavuşturul-ması, vs. Bu aynı zamanda bilim kur-gunun motoru, dinamosu olarak da düşünülebilir. İkincisi ise daha man-tıksal veya bilimsel bir yöntemdir. Kurgulanan fikrin veya düşüncenin kendi iç tutarlılığını oluşturma veya isteğe bağlı olarak mevcut, yaşadığı-mız dünyadaki mantıksal ve fiziksel gerçeklikle olan bağını kurmak. Kaba bilim kurgu açıklamasından sonra bi-raz daha konuya yaklaşalım.

Bilim kurgunun benim için en öne çıkan özelliği insanlığın tüm biri-kiminden (bilim, tarih, siyaset, vs.) beslenerek bulunduğumuz noktanın ilerisine dair bir tahmin veya tasvir yapabilmesidir. Bu öyle hafife alına-bilecek bir durum da değildir. Örnek olsun: dijital gazeteler, biyolojik klon-lama, interaktif televizyon, robotlar, uzaktan kumanda, walkman, uzay yolculuğu, denizaltı, helikopter, se-yehat balonları, bunlar şuan aklıma gelen, gerçekte yapılmadan önce bi-lim kurgunun kendisinde yer bulmuş araçlardır. Bilim kurgu aynı zamanda gelecekte toplumların kendi iç dina-miklerinin nasıl bir hale bürünebile-ceği, buradan yola çıkarak o yapıya bağlı siyaset, toplumun yaşam şekli, kültürü gibi konulara dair de model-lemelerde bulunur. Dolayısıyla bilim kurgu bilimden beslendiği kadar bi-limi de beslemekte ve bir diğer nok-tada “sırada ne var?” sorusuna cevap aramaktadır.

Gelecek ve bilim

Page 8: CETVEL Sayı:1

8

Page 9: CETVEL Sayı:1

9

Kay

nak:

ww

w.it

umk.

org

Page 10: CETVEL Sayı:1

10

Bugün ise bilimkurgu üretiminin yu-karda tanımladığım şekliyle veriminin azaldığı veya üretiminin yavaşladığı söylenebilir. Buna neden olan durum ise en yukarda bahsettiğim estetik ve biçim algısının içeriğe zarar vermeye başlamasıdır. Basit örnek; robotlarla alakalı, son 5 yıl içerisinde çekilmiş filmlerin çoğu aksiyon, görüntü kali-tesi, drama ve kahraman kültü üzeri-ne kurgulanırken biraz daha geçmişe gittiğimizde robotun düşünebilme-sinin mümkün olup olmadığı, yapay zekânın ahlak ve kültür gibi kavram-larla yaşayabileceği problemler gibi bir çok sorunsala cevap aramakta, anlamaya, düşünmeye, hayal etme-ye ve çözüm üretmeye zorladığı gibi bugünün olmasa da ilerde karşılaşı-labilecek sorunlarla bizi şimdiden yüz yüze bırakıp, geleceğe de biraz yön verebilmekte.

Bu durumun yaratabileceği zarar ise bilimsel gelişmenin ki gelişmenin kendisi ileriye dönüktür, perspektifi-nin daralması, yani insanlığın gele-ceğine bütünlüklü bir bakışın orta-

dan kalkıp ilerlemenin kendine dar bir alan hedeflemesi ve keşiflerin ve icatların lokal kalmasına veya suni birer çözüm olmasına neden olabilir. Fakat her dönem olduğu gibi insanlı-ğın bugün sahip olduğu problemlerin ( enerji sorunu, hastalıklar, savaş, bi-reysel ve toplumsal bazda psikolojik problemlerin hızla artması, vs.) art-ması ve karmaşıklaşması (birbirle-riyle olan etkileşimlerinin artması ve yeni sorunları tetikleyebilmesi) on-ların ancak hem bütünlük içerisinde ele alınması hem de tek tek soyutla-yarak her yönüyle ele alınabilmesiyle mümkün.

Toparlamak gerekirse farklı alan-larda yaşanan bu tarz problemler sadece kendi alanlarını etkilemekle kalmaz, çevresindeki alanları da et-kiler. Bu etki yayıldıkça toparlaması zorlaşır ve hatta yıkıcı bir tepkiye bile dönüşebilir. O zaman yapılacak tek bir şey kalıyor. Bıkmadan usanmadan hayal etmeye ve onları gerçekleştir-meye devam etmek.

Page 11: CETVEL Sayı:1

11

“Pardus küllerinden doğuyor!”

Böyle başlık atmıştı pek bilinen yan-daş gazetelerden biri Pardus’un ölüm ilanlarından birini haberleştirirken. Ölüm ilanlarından biri diyorum çün-kü Pardus projesi çeşitli zamanlarda çeşitli şekillerde “öldürüldü”. Sonra bazen tekrar doğar gibi yaptı, olmadı.

Pardus bizim için çeşitli nedenlerden dolayı önemliydi. İlk ve temel sebep Pardus’un aynı zamanda bir özgür yazılım projesi olmasıydı. Çoğumuz gözümüzü Windows’lu bilgisayarlara açtık ve ister istemez özgür yazılım kavramından epey uzakta başladık bilgisayar kullanmaya. Özgür yazı-lım dendiğinde pek çoğumuzun aklı-na sadece ücretsiz yazılımlar geliyor olabilir, doğaldır. Elbette bir Teknik Üniversite öğrencisi için bu bir sorun fakat maalesef doğal.

Burada sanıyorum bir parantez açıp kısa bir özgür yazılım tanımı yaparak, özgür yazılıma da değinmek gere-kiyor. Bir yazılımı herhangi bir amaç için dilediğiniz yerde çalıştırabiliyor, yazılımın kaynak kodlarıyla dilediği-niz oynayabiliyor, kopyaları dilediği-nizce dağıtabiliyor ve yazılımı gelişti-rip bunu toplumla paylaşabiliyorsanız o yazılım özgür yazılımdır. Pek çoğu-muzun Internet Explorer’dan kur-tuluşunu simgeleyen Firefox, İşler Güçler dizisinde selam çakılan VLC

Player, piyasadaki akıllı telefonların aklı olan Android de birer özgür ya-zılımdır aslında. Örneklerimizi de verdiğimize göre Pardus’a geri döne-biliriz.

Pardus bir TÜBİTAK projesiydi. 1 Şu-bat 2005’te çıkan “Çalışan CD 1.0” adlı ilk üründen beri sürekli gelişmiş, projenin temel hedeflerinden biri olan ekosistem yaratılmış ve büyü-meye başlamıştı. Bir işletim sistemi ve daha önemlisi bir ekosistem ya-ratmanın bir maliyeti vardı. Bu nok-tada projenin eski yönetecisine kulak verelim: “Projemiz(DPT’den kaynak sağlamak için bir proje geliştirilmişti -E.T.) TÜBİTAK değerlendirmesinden geçip DPT’ye ulaşmamıştı. DPT ile yaptığımız görüşmelerde hep olumlu görüşler alıyor, projenin onlara gel-mesi durumunda destekleneceğini duyuyorduk. Ancak, TÜBİTAK’taki bir takım aksaklıklar nedeniyle o aşamaya gelemedik. UEKAE içeri-sindeki sınırsız desteğimiz de, yine çeşitli nedenlerle, sınırlı bir hale gel-mişti.”1 2007 yılının sonunda, Par-dus 2008 hazırlıkları yaparken proje desteksiz bırakılmıştı. Daha sonra, 2009 yılında proje Devlet Planlama Teşkilatı’na(bugünkü adı Kalkınma Bakanlığı) gönderilmişti fakat aradan geçen sürede projenin ilerleyişi ya-vaşlamıştı. Üstelik DPT’den 2009’da gelmesi gereken para, bir takım bü-rokratik engeller sebebiyle 2010 yı-lında gelmişti. Bu gecikme Pardus 2010’un çıkmasını engellemişti. Ekip, gecikmeli destekle birlikte Pardus’un son sürümü olan Pardus 2011 için çalışmaya başlamış ve 2011’in Ocak ayında bu sürümü çıkarmıştı.

Pardus küllerinden doğuyor!

Page 12: CETVEL Sayı:1

12

Sonrası kıyım, kan, vahşet. TÜBİTAK yönetimi değişti ve Pardus projesinin ekibi dağıtıldı. Proje bir süre ortada kaldı. Devam edilip edilmeyeceği tar-tışılıyordu ve zaman geçtikçe devam etmeyeceği fikri yaygınlık kazanıyor-du. Bir grup geliştirici Pardus’u düştü-ğü bu durumdan kurtarmak amacıyla bir adım atıp Pardus-Anka projesini başlattılar. Bu projeyle Pardus külle-rinden doğacaktı. Bu projenin duyul-duğu ve diğer geliştiricilerden destek bulmaya başladığı sıralarda TÜBİTAK bir çalıştay toplamış, Pardus adına ümit verici kararlar almıştı. Pardus-Anka’nın öncülüğünü yapan topluluk-la görüşülmüş, bazı sözler de veril-mişti. Yandaş medya tam bu noktada, “Pardus öldü öldü dediniz. Bak! Ne oldu şimdi?” tarzında bir metin ve yukarıda belirttiğim başlıkla bir ha-ber geçti. Ama TÜBİTAK başka bir şey yaptı. Yeni bir ekip topladı. Fakat bu ekibin çıkardığı Pardus artık Pardus değildi. Pardus’u Pardus yapan PiSi, YALI, ÇOMAR gibi projeler2 bir kena-ra atılmış, Debian3 tabanlı sahte bir Pardus üretilmişti. Yani başka bir iş-letim Linux dağıtımının üzerine sade-ce etiket basarak “aha da size işletim sistemi” demişlerdi.

Bugün TÜBİTAK bünyesindeki ekip, kişisel kullanıma açık bir Pardus üretmiyor. Kurumsal, Sunucu ve FA-TİH projesi sürümü olmak üzere 3 ayrı sürümü bulunuyor. Bunun yanın-da TÜBİTAK izinli olarak Pardus’un kişisel kullanıcı sürümünü üreten bir topluluk var fakat bu arkadaşlar da sadece kurumsal sürümü uyar-lama görevi üstleniyorlar. Bazı kamu kuruluşlarında Pardus kullanılmaya başlandığını biliyoruz. Ben mezun

olurken de akıllı tahtalarda Pardus yüklüydü fakat biz Windows kullanı-yorduk. Mevcut durum nedir bilmiyo-rum fakat bunların bir yerden sonra önemi yok. Pardus, Pardus olmadık-tan sonra...

Pardus konusunda yapılacak bir şey yok mu? TÜBİTAK’ın ‘top benim, oy-natmıyorum’ tavrı nedeniyle yok gibi duruyor. Pardus-Anka deneyimi bize bunu gösterdi. Ancak özgür yazılım ve Pardus’un 2011 sürümüne ka-dar(2011 dahil) yarattığı birikim için yapılabilecek iş çok. Bu birikimi ile-riye taşıma görevini üstlenmiş bir topluluk var zaten hâlihazırda. Par-dus-Anka ekibinin özünü oluşturan, “Pardus TÜBİTAK’ın değil halkındır.” diyen bir grup geliştirici TÜBİTAK’ın çöpe attığı, benim de yukarıda bir kısmını sıraladığım, Pardus’ta olması gereken projeleri kullanarak PiSi Li-nux adında bir işletim sistemi üretti. İlk kararlı sürümü 15 Ağustos’ta pay-laşıma açtılar. Bugün Pardus için ya-pılabilecek şeylerden en önemlisinin PiSi Linux’a destek vermek olacağını düşünüyorum.

PiSi Linux, ilk sürümü itibariyle Par-dus’lardan çok daha güzel. Hızlı, ka-rarlı bir işletim sistemi. Güvenlik açı-sından da oldukça iddialı. Bir süredir temizliği tartışılagelen bazı paketleri kullanmadıklarını, kullanmayacakla-rını söylüyor geliştirici ekip. Linux da-ğıtılımları zaten genel itibariyle Win-dows işletim sistemlerinden güvenlik konusunda epey öndeler. Alabildiğine özelleştirilebilir üstelik. Zaten kuru-lumdan hemen sonra sizi karşılayan Kaptan’ı görünce ne demek istediği-mi daha iyi anlayacaksınız.

Page 13: CETVEL Sayı:1

13

Üstelik PiSi topluluğu bu dağıtımı ‘milli’ olduğu için değil, özgür olduğu için sahiplendiğinden özgür yazılım ruhuna daha uygun işler yapıyorlar. ‘Milli’cilerin soluğu TÜBİTAK’ın De-bianlı Pardus’unda aldığını hatırlata-lım.

Özgürlük isteyenleri şöyle alalım: http://www.pisilinux.org/

Page 14: CETVEL Sayı:1

14

Genelde bizim ülkemizde yağmur yağmaz; sel yağar, su taşkını yağar ve su baskını yağar... Hemen meteoroloji uzmanlarına bağlanırız ve uzmanlar bizi şiddetli yağış konusunda uyarır ne de olsa sel ve taşkınların sebebi yağan yağmurdur ve insanlık binler-ce yıldır su kenarlarına yerleşmiştir dolayısıyla derelerin taşması ve su baskını normaldir. Sel ve su baskın-larının insan yerleşim alanına zarar vermemesi , can kaybı olmaması ve yağmurun içme su kaynaklarıyla bu-luşmasını öğrenen ve pratikte uygu-laması gereken disiplin kent planla-ması olsa da önemsenmez. Aklıma öğrendiğim bilgiler gelir : Taşkın Risk Sınırı belirlenmesi, Mutlak, 1. Kade-me ve 2. Kademe Önlemli Yapılaşma Alanları...

“1) Dere yatakları, vadi tabanları ve dere koruma bantlarında; kazı, haf-riyat, dolgu, döküm, malzeme depo-lama vb. faaliyetleri kamu, çevre sağ-lığı ve dere taşkın riski bakımından kesinlikle yasaktır.

2) Taşkın kontrolü amacıyla derelerin üzeri kesinlikle kapatılmamalıdır.

3) Akarsu ve derelerin yatakları yol olarak kullanılmamalıdır. Afete ma-ruz kalabilecek bu bant içerisinde yapılaşmaya izin verilmemeli, dere-nin doğal akışını engelleyecek, arazi topografyasını değiştirecek herhangi bir çalışma kesinlikle yapılmamalıdır.

4) Dere kenarları çoğunlukla yeşil

alan ve mesire yeri olarak planlan-malıdır.”

Resmi birimlere göre bütün bu bilgi-lerin aksine selin sorumlusu arazinin coğrafi yapısı ve iklim bozukluklarıdır.

Çok geriye gitmeye gerek yok yakın geçmişte bazı olaylarla hafızamızı ta-zelersek:

• 2007 yılında 1 kişiyi kaybettiğimiz Bağcılar Tavukçu Deresi Taşkını: Çiftlik Meydanında kentsel dönüşüm projesi yürütülmek istenir, dere ıs-lahı adında yeni yol yapılır, dere ya-tağı değiştirilir. 2007 ekim ayında ise konfeksiyon atölyesi duvarı taşan sel nedeniyle yıkılır içeride mahsur kalan 4 kişi kendi imkanlarıyla kurtulurken 19 yaşındaki bir konfeksiyon işçisi ha-yatını kaybeder.

• 2009 yılında 31 kişiyi kaybettiğimiz Ayamama Deresi Taşkını: Ayamama Deresi “islah edilen” yeni yatağına sığmaz, yağışla beraber gelen hafri-yat setin altından geçen menfezi tıkar ve arkasındaki çukuru doldurur. E-5 ile TEM Otoyolu arası Olimpiyat Köy Yolu projesi ile ıslah edilen kısım 8,2 km iken, 2009 yılında ölü sayısı 31’dir.

• 2012 yılı 11 kişiyi kaybettiğimiz Samsun Canik İlçesi Kuzey Yıldızı TOKİ konutları felaketi : Sel yatağın-da inşaat yapmak temel kazık olarak maliyeti yükseltir, müteahhit ma-liyeti azaltmak için binaların temel duvarlarını betonarme olması gere-kirken tuğla duvarlarla sıva yaparak kapattır, TOKİ kontrolleri bunlara bakmaz, 11 kişi hayatını kaybeder. Dere yatağına bina yapılmaması bili-nen bir gerçekken; Çevre ve Şehircilik

Beton-u harikası şehirlerimiz

Page 15: CETVEL Sayı:1

15

Bakanı Erdoğan Bayraktar, Bursa’da felaketle ilgili ilk açıklamasında “Ge-rekli tetkikler yapılacak. Orada farklı şeyler olabilir. Önüne bent konmuş olabilir. Çok değişik şeyler olabilir. Yer seçimi ve yapılaşma konusunda yanlış olduğunu zannetmiyorum. Bi-zim binalarda gerek afet, gerek imar ve proje yönünden hata yok. Diğer durumlar burada belli. Üzüntümüz sonsuz. Cenabı Allah oradaki kayıp-lara gani gani rahmet eylesin. Binalar TOKİ’ye ait. Binaların dereden çekme mesafesinde yapılan dizaynda pro-jenin ruhsatında, iskanında problem yok” demiştir.

DSİ raporlarını baktığımızda ise:

• “2007 Ekim ayında Tavukçu Deresi son 100 yılın

• 2009 Eylül ayında Ayamama Deresi ise son 500 yılın en fazla yağışını al-mıştır.”

100 yıl, 500 yıl...500 yıl diyince o za-man sel bu işin fıtratında var diyesi-niz geliyor ama planlama ilkelerine baktığınızda gördüğünüz yanlışlarla diyemiyorsunuz. Bir yanıyla değer-lendirdiğinizde sel felaketleri Kasım-paşa, Alibeyköy, Küçükköy, Maltepe, Kartal, Bağcılar (Otocenter Bölgesi), Esenler Çinçin Deresi, Bayrampaşa, Zeytinburnu gibi çoğunluklu olarak emekçilerin yaşam alanlarını vurdu-ğunu görüyorsunuz.

Günümüze gelirsek, özellikle İstanbul’da ciddi bir betonlaşma görmekteyiz, afet anında toplanma alanlarımız,orman alanlarımız, me-sire yerlerimiz, dere kenarlarımız ve sahillerimiz AVM, gökdelen, yol ve

otopark yapılmaktadır. Son dönemde şiddetli sekilde yağan yağmurlar can kaybı meydana getirmemiş ama kent merkezlerini sular altında bırakmış-tır; örnek olarak hepimizin gördüğü şekilde İstiklal caddesi, Merter met-rosu, Ankarada battı-çıktı dediğimiz kavşak yollar... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, ‘’İstanbul’u yıkarak güzelleştireceğiz” sözünün arkasında durmuş ve Demirören AVM inşaatı yapılırken caddede bulunan ve kanalizasyon görevi gören tarihi su tünellerinin de büyük zarar görmüş-tür.

Bütün bu su baskınların sebebi, be-tonlaştırma fetişizminin kentin ta-mamını “geçirimsiz yüzey” e çevir-mesidir. Yağan yağmurlar toprakla neredeyse hiç buluşamamakta ya direkt akmakta ya da asfalt yüzey üzerinde gölet oluşturmaktadır. Su toplama havzalarının imara açılma-sı ve betonlaşması yine bu anlayışın sonucudur. Bu anlayış halkın can ve mal güvenliğini tehlikeye atmakta-dır. Buna ek olarak yağışların miktarı fazla olmasına karşın, bunların içme suyu barajlarına faydası yoktur, çün-kü yüzeysel akışlarla akıp gitmekte-dir.

Sel, su taşkını ve su baskınları şid-detli yağmurun “fıtrat”ında olmadığı; asıl gerekçesinin artan oranıyla 1980 sonrası kent mekanı barındığımız, emeğin yeniden üretildiği yerler de-ğil, kar getiren metalar olarak görül-mesinin, kentlerin fiziki yapılanma-sına ilişkin olarak, “bütüncül planlı gelişme” anlayışının yerine neo-libe-ral “projeci gelişme” anlayışı getiril-diğini görüyorsunuz.

Page 16: CETVEL Sayı:1