sıvadık sayı 1
DESCRIPTION
İki haftalık blog kırıntıları.TRANSCRIPT
Affet beni sayın okur önüne daha iyi bir yayınla gelemedim. Kâğıdıyla rengiyle daha güzelini veremedim. Ama sende bilirsin ki sayın okur şartlar zorluyor beni. Bulunduğum dünyanın içindeki “ben”, bütün imkânsızlıklarına rağmen yazmak istiyor. Yazmak bir kabuğu delmek, bir maskenin yırtık köşesinden kendi cümlelerini söylemek gibi. Her gün bıkmadan usanmadan yüze yapışık bir gülümsemenin ardından sövüp sayma hali. Bu noktadan baktığında yaptığım iş ve okuduğun satırlar bir varlık sebebi. Klavye tuşlarından tek tek dökülen harflerin, birinin gözünde can bulma ihtimalinin ümidi… Bu nedenden bitmiyor yazanın serüveni. Aklımdaki cümlelerin varlığı ve yokluğu arasından bir istasyon bekçiliği benimkisi. Tutabildiklerimden bazıları işte bu önündeki
Hasta 24 Kasım
Maaş ve garanti tutkunlarının nesilleri
eğitmeye soyunduğu günden beri hastadır
24 Kasım. Yarınlara bir şeyler bırakmak
gibi dertleri olmayan müfredat
böceklerinin ellerinde yastadır. Mutlu
olamazlar bir çiçekle falan. Bir göz
ışımasının bir bilezikten değeri azdır.
Öğretmenler günü kutlu olsun herkese.
Öğretenlere ve gerçek öğretmenlere…
“Dışarıda yağan
yağmur
seni
(sen
istediğin
için)
ıslatabilecekken
işe g
itm
ek için,
zoru
nlu
lukta
n
ıslanacak o
lmak
berb
at
bir
duygu.
Zora
ki yaptırılan
bir
ibadeti
n
içinizde yarattığı
gib
i bir
vurgu…”
Candy Dulfer - Lily was here
“Bir gündoğumu zaten olacak bir şeydir. Kendi akışı, onu sizin
önünüze getirir ama gerçek bir gündoğumu kara bulutlara rağmen
ışımasıyla, kararmış gökyüzünü inat ve hırsla delendir. İşte bu
yaşama adına paha biçilmez bir sebeptir.”
“Sadece barışın ve huzurun istendiği
zamanlar çoktan geçti. Geçen her
zaman diliminde giderek özüne dönen
insan bütün savaşların tohumlarının
atıldığı doymayan arzularıyla tekrar
dirildi. Sakin geçen gündüzler, rahat
uykunun hüküm sürdüğü gecelerden
uyandı ve dinmeyen talepleriyle tekrar
tarihin sahnesinde dikildiler. Her
savaşın kazanç olduğu, kültürel
etkileşimin tavana vurduğu ve
teknolojik gelişimin doğduğu
yalanlarıyla, sonuçlarının
önemsenmediği, ölüm acılarının
gizlendiği sayfalar yazdılar.”
Sah
ici kah
ram
an
lar a
ram
ak
tan
vazgeçtim
artık
.
Hep
sini h
aya
ller d
ün
ya
sına sığ
dırd
ım.
Gözyaşı b
ile d
ök
med
im h
ayatı k
usu
rlarıy
la
kabu
l ed
erk
en
.
Bir ta
ş b
ata
rken
ayak
larım
a h
iç kin
tutm
ad
ım.
Zam
an
yok
boş d
uygu
ları h
issed
ip
yaşa
ma
ya.
Kin
tutm
aya v
ak
it yok
.
Girm
işken
bağrın
a h
esa
psız
bir ih
an
et;
Çete
le y
ok
, defte
r yok
.
Sad
ece
uzak
laşm
ak
va
r
Belk
i de o
lmasın
ı isted
iğim
şeyi y
azıy
oru
m
Hep
si bu
ka
dar
Şimdi ay ışığı gümüş bir köprü ayaklarımın altında. Gecenin karanlığında bir yolcuyum bu koca semaya. Yakamozun yatıştırdığı tenim, kavgalardan usanmaz kaderimle bir seyri seferdeyim. Kırılmanın ve sonsuz boşlukta yuvarlanmanın eşiğinde bir gezginim. Şimdi ayın ayaklarımın altına serdiği yoldan yürümek var bu akşam. Bir terki diyar hali başımda dolanan. Sevdiklerimden ayrı her saniye için bir gözyaşı bırakarak denizin uçsuz bucaksız patikalarında kaybolmak ve yokluğa karışmaktır şimdi dileğim. Sızlayan kalbime inat bir deli düşünce çarparak can verirken gerçeklere, ben gene bu rüyanın izinde bir keşişin sabrıyla gözlerimi ufka dikmekteyim. Hayatın bütün yoksunlukları sizedir isyanım. Bir şeylerin hep eksik kaldığı bu döngü ile çocuksu bir saklambaçtır yaşadığım. Her olası ayrılıkta burkulan sevinçlerimle avuçlarımda kalan ümitlerimin küle dönmüş sıcaklığı derimi yavaşça sızlatırken kabullenişlerim yitip gider ufukta. Bir ayın açtığı yollar gözüme uzak gözüküşü bundandır. Bundandır her olmaz denilene bağırışım. İnsan başını öne eğip devam edebiliyorsa şayet sevmeyi de sevebilir ve hiç bir yokluk sevgilimin bir gözyaşından değerli değildir. Vazgeçmek işte bundandır. Toprağa düşen her yaştan yeşeren dikenli sarmaşıklarda kanayan kalbimin bir yardım çağrısıdır.
Bir merhum evindeyim bu akşam. İnsanlar üzgün ama sakinler. İçlerinde
yaşadıkları bir hüznü yarına erteleyerek güç verme dirayetindeler.
Dostumun babasıdır ayakkabıları kapı önünde duran. Çekilecek acılara
gebe kalmadan bu vedayı yaşatan, koca yüreğin kaldırımlarıdır içime sızan
hatıraları soğutan. Paylaşmak adına geldiğim bu evde paylaşılan derdimle
bir duman gözlerimin bebeğinde. Ağlasam mı? Sarılsam mı? Yoksa o küçük
yavrunun ellerindeki kıvrımlarda kaybolsa mı?
Bir El Uzatımı Mesafesi
Kendimi, kendime bırakıyorum bu akşam. Düşüncelerimi süpürmeden halının
altına, duman misali etrafıma salıyorum. Yarı keyfe sarmış zihnim, dönen başımın
içinde, kulağımı kabartmış rüzgarın sesine, batan güneşin yeniden doğmasını
bekliyorum. Saatin kavram bulamadığı gecede, bekleyiş bir arınma misali içimde
bütünleniyor. Yudum aldığım koyuluk, henüz boğazımdayken sarıyor sıcaklığıyla.
Gizemiyle hayrete bırakıyor aynı koyuluk, elimde bıraktığı buz etkisiyle.
Göremediğim yıldızları sayıyorum göz kapaklarımda. Sayısını şaşırdığım yerde bir
gülümseme sahipleniyor yüzümü. Gocunmuyorum baştan başlamaya. Ruhu oluşturan
her bir parçayı saymak, belki de sadece var olduklarından emin olmak adınadır diye.
Amaçsız uğraş, bakmanın bir yolunu bulabilmek adınadır, belki bir cesaret kıvılcımı
olsun diyedir gözlere seslenebilmek için. Her yakaladığın bakış, sana gösterilen bir
kapıdır aslında. Açabilmenin tek yolu ise, aynı gözden bakabilmektir o kapıya. Ardında
neler saklandığını bilmediğin halde, oldukları gibi karşına çıkacaklarından eminsindir.
Senden kaçırılan her bakış, birer cesaret kırıklığını simgeler ağırca üzerinden
kaybolurken. Ya gerçekliği hiç kabullenememiştir ya da gerçekten hiç görememiştir
bakışın ardında, bakışların önünde. Dumanlar sarmal örtüsündeyken üzerimde, ben
olduğum yerde, gün ışığını beklemekte…
Sen de tuşuna bastığında kafandakiler şu okuduğun
harfler gibi dans ediyorsa, yakaladığın bir şeyler var demektir.
O kadar derindeysen, kafanın güzelliğinden.
“Geçmişte yaşıyorsan, yeniyi
yaşamaktan korktuğundandır.” derdi
dedem. Dedemi pek hatırlayamadığım
gibi, pek konuştuğunu da
hatırlayamıyorum işin gerçeği. Buna
rağmen, o yaşımda anlayamayacağım
bu anlam yüklü cümleleri, fötr
şapkasının dışında bana bıraksın
istediğim tek mirasıydı.
Tanıyabilmekten, hayal edebilmekten
öte, can attığım bir yönüydü bu.
Zihnimde yalan yanlış canlanan varlığı
var sadece. Ağzını tek tük açışında, ya
babaannemden bir şeyler isterdi ya da
ben, tam bir şeyler söyleyeceğini
düşündüğümde, uykusuzluktan
esnediğini fark ederdim.
Nedendir bilmem, az önce köşe başında
bıraktığım, yaşlı amcanın tezatlığında
anımsadım onu. Durduğu köşe başının
renginde bir adamdı bu adam. Selam
vermeyedur, bitmek bilmeyen
anılarının içinde bulurdun kendini. Eve
doğru ilerlerken, adımlarım neredeyse
koşarcasınaydı. Güçbela
uzaklaştığımdan mıdır, dinlediğim
anılardan mı, yoksa geleceğimden
midir? Adımlarımı hızlandıran
hangisiydi, düşünmekten alamadım
kendimi. Kapıyı açtığımda, bütün
siluetlerime bir tane daha eklenmişti bu
sorularla. Ben gıcırdayan merdiven
basamaklarını tırmanırken, bütün
siluetler de hareketlerimi
kopyalıyorlardı. Her bir adımımda,
onların da ağırlığını hissediyordum
bacaklarımda.
Otuz altı basamağın sonuncusunu da
tırmandığımda, çalışma odamın
kapısındaydım. Elim, bir an kapı
tokmağında kaldı. Bu gece, sigaramı
koltuğumda içemeyecek kadar yorgun
hissediyordum kendimi. Ben de
yeterince uzak olmayan yatak odama
gittim. Uzanır uzanmaz yaptığımız tek
şey, sigaralarımızı yakmaktı her bir
siluetle birlikte. Her birinin hareketi,
bir diğerinden ağır olmasına rağmen,
tek ortak nokta aramızdaki uyumdu.
Her halde alışılagelmişlik böyle bir
şeydi. O an içime garip bir huzur
uğradı. Yine de o sessizliğin içinde,
sigaranın parlayışındaki keyfi yarım
bırakan bir şeyler vardı. Kendini bu
sirke yeni ekleyen siluetin, bir köşede
tir tir titrediğini fark ettim. Sürekli
aynı şeyleri sayıklıyordu bu yabancı
odada; ‘Yeniyi yaşamaktan
korkuyorsun’. Benim kayıtsızlığımda
daha da artıyordu sesi. Yine ve yeniden
‘Korkuyorsun’ diyordu. Onunla beraber
diğer siluetler de kıpırdanıyorlardı.
Onun sesi yükseldikçe, odayı dolduran
loş ışık, yerini karmaşaya bırakıyordu.
Ben aldırmadıkça, o küçücük oda bir
tren istasyonunun bekleme salonunu
anımsatır oluyordu artık. Günün ilk
ışıklarıysa beklediğim tren olmuş, ben
evin kapısını kapatırken duyabildiğim
tek sesin, raylarda yol alan demir
tekerleklerin tıkırtısı olduğunu bilmek,
yarım kalan huzuru tamamlıyordu.
Diğer istasyona kadar her şey
yolundaydı artık.
Silüetler
Var
Kısırlaşan dünyalar var
günbatımlarında,
Adım attığımız karanlıklar,
Olduğu gibi boş ve uçsuz…
Anlamsız yarınlarımız var, kafa
yormadığımız,
Kaçırdığımız şuana kıyassız.
Ben demeden önce,
Biz diyebilenler var henüz
tanışmadığımız,
Fark edilememişler…
Aşk var ansızın,
Zamansız sevişmeler var,
Umut var, koltuğunda değnek…
Sorunsal
Sabah kalkarsın öğlen olur,
akşam eve gelirsin geceye
bulanırsın. Gündüz ve gece,
hangisi bu yarışta daha kısa ya
da geçen dakikalarını sayarken
hangisini daha uzun tutuyorsun
hayatında. Geçtiğini nasıl
anlarsın düşüncelerini
solurken?..