cadı kazanı sayı 36

24
Sayı 36 OCAK 2015 Yıl: 6 MART Mağaraya dair

Upload: anadolu-speleoloji-grubu-dernegi

Post on 26-Jul-2016

244 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Anadolu Speleoloji Grubunun 3 ayda 1 çıkardığı elektronik bültendir.

TRANSCRIPT

Page 1: Cadı kazanı sayı 36

Sayı 36OCAK

2015 Yıl: 6

MART

Mağaraya dair

Page 2: Cadı kazanı sayı 36

2

Yayın KuruluMehmet Sait Taylan

Hakan Eğilmez

Ender Usuloğlu

Katkıda Bulunanlar

Burak Barmanbek

Volkan Baltacı

Prof. Dr. Esma Şimşek

Yrd. Doç.Dr. Ebru Şenocak

Ender Usuloğlu

Fotoğraflar

Ön Kapak: Eşekçukuru, Ender Usuloğlu

Arka Kapak: Ali Aytan Üfleyen Mağarası, Ender Usuloğlu

Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Websitemiz: www.aspeg.org.tr

Facebook: ASPEG grup sayfası ve dernek sayfasıBize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: [email protected]

Mağaraya Dair...

Genelde kış ayları yeni üye alımları ve eğitimlerle geçtiği için çok fazla bir etkinlik düzenleyemedik.

Bu sayımızda biraz gerilere gittik ve eski BÜMAK’lı arkadaşımız Burak Barmanbek’in 3 kişilik Küre Milli Parkında, ki o zamanlar park değildi, yaptıkları yüzey araştırmasının güzel bir rapor-güncesi var, onu paylaşmak istedik.

Yine eskilerden, Ender Usuloğlu mağaracılığa nasıl başladığını anlatıyor ve gene eski BÜMAK günlerine gidiyoruz.

Hazır eskilere gitmişken, biraz daha eskilere giderek İbni sina’nın hikayelerinin Arketipsel tahlilinde mağaranın önemini anlatan ama yerimiz olmadığı için tüm makaleyi alamadığımız çok güzel bir araştırma makalesini sunuyoruz. Makalenin tamamını isteyenler, yayın kuruluna başvurabilirler.

Her kurumun sembolü olan logoların ortaya çıkışının önemini bilerek, bizim önce grup sonra dernek logomuzun gelişimini kaleme aldık.

Bir anlamda “üstü mağaracılık” olan ama tamamen farklı tekniklerin kullanıldığı kanyonculuğu, Volkan arkadaşımız bize kendi perspektifinden anlatıyor.

İyi okumalar!

Page 3: Cadı kazanı sayı 36

3

Ocak-Martİçindekiler

Foto

ğraf

: Eşe

kçuk

uru,

End

er U

sulo

ğlu

Selam Ola! Sayfa 6

İlk Mağaram ! Sayfa 10

Aspeg Logo Sayfa 14

İbni Sina Sayfa 16

Kanyonlar Sayfa 22

Page 4: Cadı kazanı sayı 36

4

EŞEKÇUKURU HATIRATIASPEG-HÜMAK

Page 5: Cadı kazanı sayı 36

5

EŞEKÇUKURU HATIRATIASPEG-HÜMAK

Page 6: Cadı kazanı sayı 36

6

GÖREMEYENLERE YA DA GÖRÜCEM DEYİP VAZ CAYANLARA SELAM OLA!

YAZAN BURAK BARMANBEK (BÜMAK ÜYESİ)(Bu yazı, BÜMAK’ta Burak, Metin ve Vildan’ın Nisan 1988’de Küre Milli Parkı (o zamanlar milli park değildi) Kazla ve civarına yaptıkları yüzey araştırma gezisi hakkında Burak’ın şiirsel anlatımını özgün kağıda yazdığı yazıyı tarayıp olduğu gibi burada aktarılmasıdır. Bu keşif gezisinden sonra BÜMAK bölgede şu anda adı bilinen (Kapaklı, Topmeydanı Kuylucu, Döngelyanı Kuylucu, Sorkun Kuylucu v.b. ) birçok mağarayı keşfetmiştir.

Page 7: Cadı kazanı sayı 36

7

Page 8: Cadı kazanı sayı 36

8

Page 9: Cadı kazanı sayı 36

9

Page 10: Cadı kazanı sayı 36

10

İlk MağaramYazan: Ender Usuloğlu

Page 11: Cadı kazanı sayı 36

11

Bir subay çocuğu olarak hayatım, çoğunluğu ya askeri sitelerde ya da askeri kamplarda geçiyordu. 1984 yılında, İzmir’de ki İstihkam lojmanlarında otururken üniversite imtihanlarına hazırlanıyordum. Günlerden bir gün sitede oturan bir kız arkadaşımdan okuduğu Boğaziçi Üniversitesi’nin bir kartpostalı geldi. “Hamlin Hall” diye adlandırılan 1.Erkek yurdu ile “sosyete kantin” diye sonradan adını öğrendiğim kantinin köşesinin bir fotoğrafı idi. Fotoğraf sarmaşıklarla bezenmiş bir bina köşesi ve pencerelerden oluşuyordu. Çok hoşuma gitmişti fotoğraf. Baktıkça içimden “hangi bölüm olursa olsun” mutlaka Boğaziçi’nde okumam lazım dedim kendi kendime.

Aradan aylar geçmiş ve Boğaziçindeyim, okumaya başlamıştım. Bu okulun havası farklıydı. Bir kere rahat ve özgürdü. Hemen her üniversitede öğrenci olayları olurken burada yapılanlarla kıyaslandığında Boğaziçindeki öğrenci hareketleri devede kulak kalıyordu. Bende ortama yavaş yavaş ısınmaya başlamıştım. Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri 20-30’a yakın kulüp vardı ve her türlü değişik faaliyeti içeren kulüp mevcuttu.

Ailecek tatillerimizde dolaşmasını severdik ve genelde de dolaşmanın sonu askeri kamplarda biterdi. Denize girmekten usanmıştım. Babamın bizi Erzurum’da dağlarda piknik yapmaya götürmesi, buz gibi akan derelerde serpme ile balık tutmaya çalışmasını unutamadığım için üniversite’de doğa sporları ile ilgili bir şeyler yapmak istiyordum.

Bir gün, dersten çıktıktan sonra “Orta Kantin” dediğimiz kantine doğru inerken sağlı sollu kulüplerin ilan panoları vardır. Bir tanesi dikkatimi çekti. Kamp ateşi etrafında bir grup insan ve arkada çadırlar gözüküyordu. İlan BÜMAK’a (Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü) aitti. İlanda, mağaralara gidildiğini beraberce kamp yapıldığından

ve ekipçe hareket edildiğinden bahsediliyordu. Hoşuma gitti sanırım kamp ateşi beni cezbetti. Mağaralar aklımın köşesinden bile geçmiyordu o anda.

Orta Kantin’e girdim. İçerde Tunç Teber Torosdağlı ile karşılaştım. Tunç’u tanımam oldukça yeniydi. 1-2 gün önce spor festivalinde beraberce gizlice çünkü paramız yoktu, bahçeden sızıp katıldığımız parti öncesi tanışmıştık. “Kennedy Lodge” denen hocalarımızın yemek yediği eski ve manzarası muhteşem bina’da spor kulübü

parti veriyordu. Tunç’la Finlandiya bayan basketbol ekibinin üyelerini dansa kaldırmış ve o gece çok eğlenmiştik. Meğer, Tunç’un babası da subaymış ve bizimkiler ailecek tanışıyorlarmış. Merhabalaştık ve yanına oturdum. “Tunç ben doğasporları ile ilgili bir şeyler yapmak istiyorum” dedim. Tunç hararetle mağaracılıktan bahsetti meğersem mağaracıymış. Şans dedikleri böyle bir şey herhalde. BÜMAK’ın ilanından ilham alıp meğersem bir mağaracı ile konuşuyormuşum. 5-10 dakika anlattı bana ne yaptıklarını. Sonra beni aldığı gibi gittik kulüp odasına. I Erkek yurdunun altında “Study” denilen çalışma salonunu çevreleyen odalardan bir tanesi idi, BÜMAK. Kapıda bir de BÜDAK (Dağcılık Kulübü) ismi

de yer alıyordu. İçeriye girdiğimde tam devlet dairelerinde bulunan saçtan bir masa, kırık dökük sandalyeler ve bir sürü eskice sayılabilecek dolaplar. Hemen dikkatimi duvarda sulu boya bir resim çekti. Yarı deliye benzer, sakalları uzamış başında kask olan birisi betimlenmiş. Duvarda bir ilan panosu, yanında siyah beyaz adi kartona yapıştırılmış botta mağaracı fotoğrafları, altta camlı bir mini kütüphane. Kulüp odasını ne itici bulmuştum ne de “hah işte benim yerim “ demiştim. Nereden bileyim yıllar geçtikçe bu ufak odadan çıkmayacağımı.

Dolaplar açıldı, bana malzemeleri gösterdi ve cırt… Elimde bir üyelik makbuzu. Galiba 5 TL ödemiştim. Bende artık bir mağaracıydım. Tunç’a “bende bırak mağaracılık malzemesi, kampçılık malzemesi bile yok” dediğimi hatırlıyorum onunda bana “önemli değil bir şekilde buluruz, hatta bavulla bile gelebilirsin” gibilerinden bir şeyler söylediğini anımsıyorum. Yani kısacası sen dert etme hallederiz demişti. Bende sonraki yıllarda yeni üye avlama taktiğini aynen uygulamıştım.

Yeni bir dünya’ya adım atmıştım. Adım atmıştım ama bir 6 ay derslere çalışmaktan gerisini getirememiştim. Arada bir BÜMAK odasına

geliyor biraz vakit geçirdikten sonra gidiyordum. Daha aidiyet duygusu gelişmemişti. O sırada sonradan eşim olacak Canan Gürel ve İzmir’li kızlar grubu ile tanıştım. Şen şakrak eğlenceli oldukça mütevazi bir kızlar grubuydu. Hepimiz İzmir’liydik ve yatılı kalıyorduk. Okul, akşamları biz yatılılara kalıyordu ve son damlasına kadar okulumuzun güzelliklerini doya doya yaşıyorduk. Bir gün Canan’a mağaracılıktan söz ettim. O da bir yıllığına öğrenci olarak gittiği Amerika’da doğa kulubünde faaliyetlerde bulunmuş, “beraber” gidelim dedi.

İLK MAĞARAM

Bir haftasonu, Çatalça’da İkigöz ve Kocain mağarasına gidilecek

Page 12: Cadı kazanı sayı 36

12

diye ilan asmışlardı. Bizde yazıldık. Okuldan bir minibüs ayarlandı. O zamanlar şehir sınırları içinde veya Istanbul’a yakın yerlere okul’dan minibüs ayarlanabiliyordu, sonradan ne olduysa kalktı bu uygulama. Minibüs’e doluştuk. Başımızda Metin (Albukrek) diye bir arkadaş vardı tecrübeli olarak. Turuncu turuncu mağara çantaları, kasklar ve Polonya karpit (sonradan öğrendim Polonya malı olduğunu) lambalarıyla tanıştık.

Çatalca’da, Kocain ve İkigöz mağarasına gitmeden yol

üzerinde bir iki ufak mağaraya baktık. Yol kenarında hazırlanırken, halim komikti. Üzerimde t-şirt üzerine kazak, altımda blucin ve çin kesleri. Kafamda karpit gazının yanması için gelen monte bir borulu işçi kaskı ve karpit lambası. Metin arkadaşımız bize itinayla karpit lambalarının nasıl çalıştığını, suyu ve karpiti nereye, ne kadar koyacağımızı gösteriyor. Mağaraya gireceğiz diye heyecanlıyız ama kursağımızda kalıyor çünkü mağara fazla ilerlemiyordu.

Atladık minibüse, ilkin İkigöz mağarasına gittik. Bu mağaradan su çıkmaktadır. Mağaranın ağzına bir dere yatağından ilerleyerek yeşilliklerin arasından geliyorsunuz. Mağaranın ağzı 3-4 metre genişliğinde sol taraftan su akıyor ve tavanı yaklaşık 1,2 m yani alçak. Hemen ağzında biraz ilerde göl var ve bizde ilk defa hayatımızda Rus malı botumuzu şişereceğiz. 2 tane hava deliğinden başladık üflemeye, çok değil 2 dakika sonra başımız başladı dönmeye, kafamız kıyaklaştı. Neyse, mağaraya girmek için hazırdık. Osman Demirel, ben ve

bir kişi daha bota bindik ve yavaş yavaş tavana tutuna tutuna ilerlemeye başladık. Halimiz komikti, 3 kişi ayaklarını bottan sarkıtmış, dip dipe ilerliyorduk. Tavanda çok ince sarkıtlar vardı. Kırmamaya özen gösteriyorduk. Mağara yaklaşık 200-250 m ilerledikten sonra tavanı çökmüş bir şekilde yeryüzüne açılıyor ama devamı vardı ve ilk defa sifon denen kapalı bir göl görecektik. Arada bir yarasalar geçiyordu ve ben açık açık çekiniyordum yarasalardan, eskiden kötü oldukları gibi bir imaj kalmıştı

aklımda. Neyse tavan arada bir bayağı alçalıyordu hatta bir ara sürte sürte geçmek zorunda kaldık bir yerde ve nihayet açıklık yere geldik. Canan elinde fotoğraf makinesi ile bekliyordu. Burada bottan indik, sifona baktık. Sifon denen kapalı göl, suyun tavanı kapattığı duruma deniliyordu, geçmek için dalmak gerekiyordu ve bizde de öyle bir tecrübe yoktu. Tırmandık ve yolumuza yeryüzünden devam ettik.

Daha sonra Kocain diye bir mağaraya gittik. Girişi yaklaşık 4 m’lik çöküntü ile başlayan, aşağıya

doğru yaklaşık 50 derecelik bir inişle salona ve oradan da başka bir salona açılan, içinde birçok yarasanın yaşadığı bir mağaraydı. Çelik telli merdiven atıldı ve herkes aşağıya indi. Bir iki fotoğraf çekiminden sonra ilk inişin altından yavaş yavaş aşağıya doğru tek sıra halinde akıp tam karanlık bölgede olan diğer salona geçtik. Havada ağır bir sidik kokusu vardı. Tepemizde yarasalar yoğun kümeler halinde az duyulacak şekilde tiz sesler çıkartıyordu. Benim yarasalardan çekinmem sonucu

Page 13: Cadı kazanı sayı 36

13

Canan’ın elini tuttum ve farkında olmadan aramızda romantik bir ilişkiyi başlatmış oldum. Akşam üniversiteye dönerken, Canan’ın ateşi çıktı minibüste yarı uyuklar haldeydi ve ben hala elini ve başını öne düşmesin diye elimle tutuyordum.

Mağaracılık hayatımla, hayat arkadaşlığımın başlangıcı hemen hemen aynı zamana denk geldi diyebilirim.

Ender Usuloğlu

Fotoğraflar 1. BÜMAK 15.yıl sergisine mağaracı mankeni hazırlanırken

Fotoğraf 2. Rektörümüz ve Öğrenci İşlerinden sorumlu Metin Balcı sergimizi ziyaret ederken kendilerini bilgilendiriyoruz.

Fotoğraf 3. Hırvatistan’daki Balkan mağaracılar Kampında ilk gün mağara çıkışı dinlenirken.

Page 14: Cadı kazanı sayı 36

14

ASPEG LOGOSUNUN HİKAYESİ

Page 15: Cadı kazanı sayı 36

15

İnsanlık tarihinde ve iletişiminde şekillerle anlatım büyük bir önem taşımaktadır. Uzun uzun konuşarak anlatmak istediğiniz bir şeyi bir simge veya bir sembolle çok kısa bir sürede karşı tarafa aktarabilirsiniz. Simgeler, semboller, her zaman ve her zaman tarihte çok önem arz etmiştir ve bazı simgeler ve semboller zaman içinde ilk taşıdığı anlamlardan sapıp tamamen başka bir şeyler anlatmaya başlamıştır bize. Buna en güzel örnek Svastika haçı yani gamalı haçtır. Hemen hemen her kültürde önemli bir sembol olan gamalı haç gizliilimler.tr.gg’deki kaynakçaya göre “İyi olmak, mutlu ve sağlıklı olmak” anlamına gelmektedir. Halbuki 20.yy’dan sonra tamamen kan, gözyaşı ve ölümü hatırlatan nazi sembolü olarak akıllarda kalmıştır. Sembol ve simgeler aynı zamanda çok anlamlıdır, birçok anlamı ifade eder.

Şimdi ASPEG logosunu bir sembol veya simge olarak kabul etmek biraz zor olsa da, ben, kendimce hikayesini, neyi anlam ifade ettiğini aslında bir sembol/simge olduğunu ortaya koymak istiyorum. Birincisi: Bir sembol veya simgenin olabilmesi için doğa’dan kaynaklanması ve derin anlamlar içermesi lazımdır. ASPEG’in logosu tam bu noktada ilham kaynağını doğa’nın bir parçası olan mağaradan ve dünya’dan almaktadır. Yuvarlak olması aynı zamanda dünyayı simgelemektedir yani kısacası ASPEG’in dünyasının mağara ve mağaracılıktan oluştuğunu sembolize etmektedir. Mağara dediğimizde aklımıza ilk gelen simge ise yarasa’dır ikinci simge ise uzaktan gördüğümüz mağaranın ağzı’dır. Logodaki ASPEG’in A harfi mağara ağzı ve yarasa ile bütünleşerek oluşturulmuş ve grubun amacını aktarmaktadır.

İkincisi: Bir sembol veya simge derin anlamlar içerir. ASPEG’in ilk logosunu eski BÜMAK üyesi, Ali Yamaç hazırlamıştır eğer ben yanılmıyorsam BÜMAK’ın logosunu da kendisi çizmiştir.

BÜMAK’ın logosuna bakarsak ASPEG’den şekilsel olarak çokta farklı olmadığını görürüz. Yarasa ve Mağara Ağzının şekilsel olarak hemen hemen aynı kullanıldığını görürüz. Buradan ASPEG’in oluşmasında tüm eski BÜMAK üyelerinin katkısını ve kısmende olsa BÜMAK kültürünün ASPEG’e geçtiğini görebiliriz. Bunun somut örnekleri hemen aklıma iki tane geliyor. Gezide kamp bittikten sonra mıntıka temizliği ve gezi sonrası medeniyete döndüğümüzde gezi yemeği yapmamız bu kültürün kısmen ASPEG’e aktarılmış halidir. Mesela bir diğeri ise üretme isteği ve bu dürtü ile ortaya elle tutulur somut çalışmalar koymak diye sayabilirim. Her ne kadar gezi yemeklerinde son 2 yılda biraz ihmalimiz varsa da yine de bu geleneği devam ettiriyoruz.

Bu arada bilinçli, bilinçsiz bu kısmi kültürel aktarımda bulunan tüm eski BÜMAK’lı mağaracılara teşekkürler.

ASPEG, Nisan 2008 yılında kurulduktan sonra yaklaşık 3 yıl grup olarak etkinliklerde bulundu daha sonra dernekleşme kararı aldı. Bu karardan sonra özünü kaybetmeden, logomuza biraz daha anlam katmak için renk katarak değiştirdik. Bu değişikliği yapan Zeynep Özer arkadaşımıza teşekkürlerimizi sunarız.

Üçüncüsü: Bir sembol veya simgeye renk katarak anlamını derinleştirmek. Her rengin ayrı bir dili vardır, her renk bizde bir şeyler uyandırır veya hissettirir. Mesela Kırmızı renk iştahımızı açar ve daha fazla yememizi sağlar. Bazı fastfood lokantalarına bakarsak hakim renk kırmızıdır. Mavi ise mesela sakin ve dinginliktir.

Turuncu rengin bizim için 2 ayrı anlamı vardır. Doğa’da en görünür renklerden biri TURUNCU’dur. Turuncu giymiş birisini arazide çok çabuk fark ederiz. Bu bize mağaracılıkta ASPEG’in farklılığını temsil etmektedir. ASPEG diğer dernek ve kulüplerden farklıdır, en azından bizim için öyledir.

İkinci olarak Turuncu rengi: canlılık, eğlenceli, dışa dönük ve dinamizm anlamına gelir. ASPEG’in canlılığı ve dışa dönüklüğünü anlatmama gerek yok sanırım. Mağaracılığı insanlara tanıtmayı ve mağaracılık yapmak isteyen herkese kapısı açık olan ASPEG’i, içindeki dinamizmi sembolize etmektedir.

Kısacası ASPEG’in logosu, bütün amacı mağaraları araştırmak ve keşfetmek için kurulan grubun köklü bir üniversite kulübü olan BÜMAK’tan aldığı kültürü, gelen üyelerin katkılarıyla kazanımlarını zenginleştiren, dışa açık, mağaracılıkta fark yaratan ve bu farkı ifade eden bir semboldür.

Yazan: Ender Usuloğlu

Page 16: Cadı kazanı sayı 36

16

İBN SİNÂ HİKÂYELERİNİN ARKETİPSEL TAHLİLİNDE

“MAĞARA”

Prof.Dr. Esma ŞimşekYrd.Doç.Dr.Ebru şenocak

Page 17: Cadı kazanı sayı 36

17

İBN SİNÂ HİKÂYELERİNİN ARKETİPSEL TAHLİLİ*

Prof. Dr. Esma ŞİMŞEKYrd. Doç. Dr. Ebru ŞENOCAK

ÖZ

Arketipler, Jung’un ifadesiyle bilinci etkileyen ve her insanın ortak bilinçdışını oluşturan “içteki” ortaketkenlerdir. Arketiplerin kökeni mitlere bağlı olup Campbell’in “ayrılış-aşama-dönüş” formülü ile çözümlenmektedir.Destan, masal, halk hikâyesi vb. gibi anlatmaya dayalı türlerde semboller ardında şifrelenerekverilen bu bilgiler, kahramanın yolculuk macerasına anlam kazandırmaktadır.

İbn Sinâ Hikâyeleri de, Türk kültür tarihinde filozof, hekim, matematikçi, fizikçi, şair, seyyah ve bilgin olarak tanınan İbn Sinâ’nın, halk düşünce dünyasında sihirbaz, büyücü, evliya ve simyacı vasıflarıylaele alındığı bir eserdir. İbn Sinâ Hikâyeleri, İbn Sinâ’nın “ayrılış-aşama-dönüş” arketiplerine uygun olarak bireyleşme mücadelesini vermesi ve “Yüce Birey”, “Anima-Animus”, “Gölge”, “İç/Tüm Benlik” ve “Yüce Ana”arketiplerini ele alması açısından önemlidir. Bu yüzden sembolik değerlendirme yapıldığında eserin değeri daha iyi anlaşılacaktır.

Giriş

Edebî eserler, kişinin duygu, düşünce ve yaşanmışlıklarının semboller ardında şifrelenmesi, estetik, öğreticilik ve bilgi verme çerçevesinde sentezlenmesiyleoluşturulmuş eserlerdir. Bueserlerde kodlanan kolektif bilinçdışı bilgilerini çözümleyebilmek için mitolojiyedoğru bir yolculuk yapmalı sosyoloji, psikoloji ve felsefenin derin izlerini arketipselsembolizm ile değerlendirmeliyiz.Carl Gustav Jung, “Bilinci etkileyen ve her insanın ortak bilinçdışını oluşturan içteki ortak etkenlere arketipler adını verir” (Gökeri 1979: 10). Bilinciolumlu ya da olumsuz yönde

etkileyen bu güçler, kişinin ontolojik yapısını şekillendirirler.İbn Sinâ hikâyeleri de arketipselgüçlerin kişiliğe olan etkilerindenbahseder. Mitolojik dönemin etkilerinin ağırlıklı olarak hissedildiği hikâyeler, başta İbn Sinâ olmak üzere ikiz kardeşi Ebu’l Hâris ve diğer toplum üyelerininbireyleşme yolundaki başarı/başarısızlıklarla dolu maceralarını ele alır.

Gelişme

“İbn Sinâ” hikâyeleri, halk muhayyilesindeki İbn Sinâ’nın yerini arketipsel sembolizm ile açımlayan olay halkalarındanoluşur. İbn Sinâ’nın hayatıetrafında oluşan hikâyelerde, toplumsal hayatın eleştirel yönlerinin İbn Sinâ’yaatfedilen sihir, büyü, keramet, vb. gibi olağanüstülüklerle çözümlenmeye çalışıldığıgörülür. Ortaçağ İslam Dünyasında örnek bir şahsiyet olan, Batı’nın hayranlığınıda kazanan İbn Sinâ, Türk kültür tarihinde filozof, hekim, matematikçi, fizikçi,şair, seyyah, bilgin olarak tanınırken, hikâyelerdeki halk muhayyilesinde sihirbaz,büyücü, evliya, simyacı, fıkratipi vb. gibi vasıflarla karşımıza çıkar. İbn Sinâ tespit ettiğimiz hikâyelerde, sahip olduğu olağanüstü vasıflarıylatoplumsal hayatın aksaklıklarına, hoşgörüsüzlüğüne, menfaat, rüşvet, kötülük,yoksulluk vb. gibi eleştirel yönlerine olağanüstü yardım ve cezalarıyla çözümlergetirerek değerler dünyasını yeniden anlamlandırmaya çalışır. Hikâyelerde İbn Sinâ’nın mükemmel insan olabilmeyolunda yaşamış olduğu maceralar onu, bilinç dışının gizli bahçelerinde dolaştırarakolgunlaşmaya doğru sürükler.Joseph Campbell’in “Ayrılma-Erginleme- Dönüş” olarak tanımladığı bu ruhsal yolculuk sonunda hikâyelerin başkahramanı İbn Sinâ, “Yüce Birey” vasfına ulaşır. Uzun yolculuk süreci içerisinde ortak bilinçdışının gizli güçleri olarak dışa yansıyan diğer arketipler; “Anima-Animus”, “Gölge”, “İç/Tüm Benlik” ve“Yüce Ana” arketipleridir.

1. Ayrılma Aşaması

Bireyleşme yolunda atılacak ilkadım olan ayrılık aşaması, fark edilmeyi bekleyen rehberin çağrısıyla uyanışa geçen kahramanın hikâyesidir. Hikâyelerin baş kahramanı olan İbn Sinâ’nın uyanışa geçmesinden sonra hayatı büyük bir değişime uğrar. Bu yüzden İbn Sinâ’nın ruhsal anlamdaki uzun yolculukmacerasını mağara merkezli olarak üçe ayırabiliriz:

1. Mağara öncesi hayatı,

2. Mağaradan çıkınca sahip olduğu olağanüstü özellikler ve bunları toplumun faydasına kullanması.

3. Şeyhe intisâbı ve şeyh-i kâmilmertebesine ulaşması.” (Şenocak 2005:103). Ebu Ali Sinâ (İbn Sinâ) ve Ebu’l

Hâris adlı ikiz kardeşin doğumuyla başlayan İbn Sinâ Hikâyeleri’nde, kahramanları harekete geçiren Fisagores adlı ilim adamının sihir ilmiyle dolu mağara hikâyesidir. Kahramanlar, yılda bir kez açılan sihirli öğretilerin bulunduğumağaranın açılma vaktini bir tellaldan duyarak uyanışa geçerler. O güne kadar mağaraya girip sağ çıkan bir kişinin bulunmadığını bildikleri halde iki kardeş, gizemli bilgilerin sırrına erebilmek, daha fazla öğrenebilmek arzu ve merakıylamağaraya girmeyi ister. Kahramanlar, bir rastlantı sonucu duydukları çağrıya uyarak, kendilerini bir anda olağanüstü yaşantıların geçeceği “uzak ülke”de bulurlar. Onlar için tellal, simgesel anlamdaki yolculukta dönüştürücü bir aracıdır. Çünkü kahramanlar, rehberin/tellalınçağrısını kulak ardı etseydi yaşamlarına anlam kazandıramayacaklardı.Görüldüğü gibi kahramanları uyanışa geçiren, yaşamın yüzeyinde ansızın beliren bir dış güçtür. Eksikliklerini, budış gücün çağrısıyla fark eden kahramanlar, tamlığa ermelerini engelleyen gerçeklerle yüzleşme kararını alırlar. Böylece bireyleşim süreçlerini tamamlamak için mitolojik

Page 18: Cadı kazanı sayı 36

18

yolculuğa doğru ilk adımı atarlar. Kahramanların bu zorlu yola adım atıp atmama kararları birnevi “eşik” olarak tanımlanabilir. Çünkü kişinin eşiği geçmesi, doğum ve ölüm arasındaki çizgi kadar saydam olup gizemlikapıların anahtarını simgeler.

2. Erginlenme Aşaması

Rehberin çağrısıyla ayrılış aşamasını başarıyla geçerek eşiği atlayan kahramanlar,“Erginlenme Aşaması”nda türlüsınavlara tâbi tutulurlar. Bu sınavlar yolunda kahraman, “…tuhaf biçimde akışkan, belirsiz biçimlerin düş dünyasındailerler.” (Campbell 2000: 115).

Başlangıçta aynı sınava tâbi tutulan, kendilerine eşit derecede imkânlar sunulan kahramanların bu imtihandaki başarısı birbirine eşit değildir. Çünkü olgunlaşma yolunda ilerleyebilmek içinfedakârlık, azim ve kararlılık gerekir. Mağarada kaldıkları süreç içerisinde bir tanesi yenildiğinde kırk gün boyunca açlık hissetmeyecekleri haplar yapan kahramanlar, geceleri bir iki saat dinlenip, vakitlerinin çoğunu ibadet ederek, ilim öğrenerek geçirirler ve baktıkları kaynakları asla birbirlerine göstermeyipkonuşmazlar. Zamanın yok ediciliğine karşı yarışan kahramanlar, olgunlaşmadüzeylerini de oluşturmaya başlarlar. Çünkü ideallerindeki geleceği yaratmak yalnızca kendi ellerindedir. Benlik imgesi şimdi, iç dünyasının karanlığında sonsuzluk yolunun kapısınıaçacak arketipsel imgelerin peşindedir. Adına kayıp diyar diyebileceğimiz bu labirent mekânlarda, bilinçdışının safbilgilerinin muhafızları yaşamaktadır. Söz konusu mağaradan sihirli bilgilerikâğıtlara yazarak veya kitapları alarak dışarı çıkarmak isteyenler, cinler tarafından ölümle cezalandırılmaktadır. Buyüzden İbn Sinâ, ruhsal enerjisinin gücüyle öğrenmek istediği bilgilerin çoğunu uykusundan feragat edip hıfz ederek kalanını da yalnız güneşe tutulduğundaokunabilen soğan suyu ile kâğıtlara yazarak saklar. Sınırlı

zamanın bilgisini sonsuza taşıyabilen tek kahraman olarakİbn Sinâ, bireyleşme macerasındakiimtihanda kardeşine göre daima bir adım öndedir. Burada okuyucuya iletilen mesaj sûfinin; “Az ye, az uyu, az konuş!”düsturudur ki çilehânede kırk gün çile çekerek ve bir zeytin/hurma tanesiyle açlıklarını erteleyen dervişlerin kemâle erme aşamaları bizlere hatırlatılır.

2.1. İç/Tüm Benliğin BütünleyenÇağrısı:

Yüce Birey Arketipi

Yüce Birey, iç benliğin gözle görünür sembolü olup iç ve dış dünya ile irtibatını kontrollü bir şekilde kurabilen, hatalarının farkında olup düzeltme eğilimigösteren bireyleşmiş insandır.Jung, “Ruhsal bütünlüğün merkezine ve tümüne bir arada iç/tüm benlik” der (Gökeri 1979: 23). “İç benlik ruhsal yapının hem çekirdeği hem bütünüdür. Benlik bu bütünlük içinde bilinç yöresininaktörü olarak belirirken tüm gelişmeyi yönetip olası kılan ise iç benliktir…

Olgunluğun, erdemliliğin kaynağıdır iç benlik. Erdemli ihtiyar kadın, büyücü, toprak ana, aşk ya da doğa tanrıçası,erdemli ihtiyar adam, ermiş bir dede, doğanın ruhu da tanrı gibi görünebilir” (Gökeri 1979: 23-24). Hikâyelerde, bireyleşmeyolculuğunda tamlığa doğru ilerleyen İbn Sinâ, ruhsal yolculukta daha ilk adımlarını bile atmayan kahramanları her fırsatta içerdeliğe davet eden, maceraya atılmalarını sağlayan “yapıcı güç” olarak karşımıza çıkar. “Yüce Birey, toplumun değerlerinin kişiler düzlemindeki temsilcisidir.” (Kanter, 2005: 133). Hikâyelerin olayörgülerindeki çatışmaları “Yüce Birey” vasfıyla çözümleyen İbn Sinâ, zenginlik, cimrilik, haksızlık vb. gibi zıt kavramlarınbozduğu dengeyi kurmaya, bunların ortaya çıkardığı yok oluş ve çürümüşlüğü düzeltmeyi hedefleyen baş kahramanrolündeki tek kişidir. O’nun amacı, İç Benlik arketipini

toplumsal anlamda daişleyerek sosyal grupların oluşmasını sağlamak, kişilerin yetenek ve yaratıcılıklarınıbirleştirerek dayanışma gücünüarttırmak, olumlu ve örnek değişmelerle uygar bir toplum yaratabilmektir. İbn Sinâ’nın düzeltme gayreti içerisindeolduğu toplumda ikiyüzlülük,yalancılık, hile, dedikodu, cimrilik ile bozulmuş düzen içerisinde yerini alan bireyler, maddenin esiri olmuşlardır. Öyle ki bir iki altın için bu kişiler kişiliklerini,ahlaklarını ve kendilerine saygılarını yitirerek, hikâyeler içerisinde silik şahsiyetlerolarak yer alırlar. Hikâyelerdeahlaki çöküntünün ağırlıklı olarak dile getirildiği sahnelerde toplumun bilinci olan İbn Sinâ’nın cezalarıyla, herkese ibret dersi verilir.

Toplumun üst tabakalarında başlayan çürümüşlüğü yetkinin, maddi ve manevi gücün etkisinde kalan kadı, hoca vb. gibi kişiler daha da hızlandırmıştır.Toplumsal hayatın düzenini, değerlere karşı saygısı olmayan bu kişiler yok ettiği için İbn Sinâ, sahip olduğu sihir, büyüvb. gibi olağanüstü vasıflarını, kaybolan toplum değerlerini yeniden kazandırabilmekiçin kullanır. İbn Sinâ’nın dedikodu yapan eşi, ahlaksızlık yapan kadın hatta padişah bile İbn Sinâ karşısında söz hakkı bulamaz. O, verdiği cezalarla kişilerin bilinçaltına bastırdığı hatalarını,su yüzeyine çıkarıp görünür kılarak değer yargılarına karşı kayıtsızlıklarını/iradesizliklerini paslanmış gönül aynalarındandışa yansıtır ve gerçeği görüparınmalarını sağlar. İbn Sinâ, fizik ötesi güçler ve tinsel öğelerle ilişki kurarak bilincin çeşitli aşamalarından geçerekyoluna devam eder. Amacı bazen ertelediğimiz, bazen de görmezlikten geldiğimizfarkındalıkları inancın gücüyleşekillendirerek kavramlarda gizlenen “öz”ü bulmaya/buldurmaya çalışmaktır.“Kolektif bilinçdışının yansımalarıile oluşan eserlerde Türk milletinin ortak zihin özelliklerinin simgesel anlatımlarını görürüz.” (Özcan 2003: 77).

Page 19: Cadı kazanı sayı 36

19

İbn Sinâ Hikâyeleri, bu anlamda halkın görmek istediği insan tipine işaret eder. Halk tasavvurunda İbn Sinâ’nın, insan olarak bütün eksikleri tamamlanarak “ideal insan tipi” yaratılır. Eksikliklerinin farkındalığıyla büyük bir arayış içerisinde olan İbn Sinâ, mağaradan çıktıktan sonra sahip olduğu olağanüstüözellikleri akıl, bilgi ve tecrübesinin bütünlüğü çerçevesinde kullanarak ruhunu bir simyacı gibi mükemmelliğe doğru yaklaştırır. O, sihir ve büyünün yanı sıragösterdiği kerametlerle de güçlü-güçsüz, iyi-kötü, zengin-yoksul çatışmalarında zıtlıkların ortaya çıkardığı adalettir. Bir akçeyi, fakire verdiği için cimri adamdanhakaret dolu sözler işiten İbn Sinâ, onu sihirli hadiselerle cezalandırır. Sonunda cimri adamdan aldığı bin beş yüz altının binini yanındaki fakir dervişe vererek,“Zenginden alıp fakire veriniz!” düsturunu yerine getirir. İbn Sinâ yer yer hikâyelerde, “Ben gani ol fakirdür dimek kibirden gelür. Kibir ise fi’l-i şeytandur insanda eyü alamet değüldür, terk idün!” diyerek, nasihatlerde bulunur.Görüldüğü gibi O, toplumsal düzensizliğin karşısındaki tek otorite, maddi ve manevi gücün tek temsilcisidir. İbn Sinâ, içsel bir rehberdir. “…bize yardım edecek olan rehber içimizde, takipetmemiz gereken yol da tam orada, ruhumuzun içindedir. Bu, bilgeliğin yaşlı bir adam, yaşlı bir kadın ya da masum ve sınırsız bir çocuk şeklindeki içsel görünümüdür.” (Lee 2002: 10). Hikâyelerde, “Yüce Birey” arketipi olarak toplumda yerini alan İbn Sinâ, farklı rollerlekarşımıza çıkar. Bazen rüyalarına girdiği kişilerin altıncı hissi olan İbn Sinâ, vezir Yuhanna ve Câlût ile olan sihirli mücadeleyikazanırken hocadır. Kendisiniyanlış değerlendirerek, hakaret eden Helvacı Ali’yi cezalandırırken ve onu sevdiğine kavuşturmak için mücadele ederken bir babadır. Rüyalarına girdiği kahramanları, bulundukları felaketten kurtarırken ise bir rehberdir.

2.2. Bireyleşim Sürecinde Olgunlaşma:

Balinanın Karnı

Bireyleşme amacıyla ruhsal bir yolculuğaçıkma kararı alan kahramanların, hayatlarına yön verebilmeleri için önce eşiği geçmeleri gerekir. “Büyülüeşikten geçişin bir yeniden doğum alanına geçme olduğu fikri, bütün dünyada balinanın karnının rahim imgesiyle simgelenmiştir.Kahraman, eşiğin gücünü ele geçirmek ya da onunla uzlaşmak yerine bilinmeyenin içinde kaybolur ve ölmüş gibi görünür” (Campbell 2000: 107). İbn Sinâ Hikâyeleri’nde geçen mağara,kahramanların olgunlaşmasınısağlayan kutsal bir mekândır. Hz. Davut zamanında yaşayan Fisagores’in, ölümüne yakın bir zamanda ilm-i kimyave ilm-i simya ile ilgili bilgilerini tılsımla sakladığı bu mitolojik mekân, yılda bir kere ve üç saat açık kalmaktadır. Kahramanlarınerginlenme yeri olan mağara,bir anlamda yeniden doğum yeridir. Çünkü “Mağaraya ya da labirente girmek erginleme türünde ritüel bir ölümleeş değerdi.” (Eliade 2003: 162). Her tükeniş yeni bir başlangıçtır. Ölüm de yeni bir doğumun, başlangıcın işaretidir. Mağaradan çıktıklarında kendiliğini kazanan, bilinçaltının karanlığındakisembolleri anlamlandırarak gün ışığına çıkaran kahramanlardan en başarılısı İbn Sinâ’dır. Çünkü o, kendisine sunulan imkânlardan daha fazla yararlanmayı bilir. Bu acayip mağaranın tellal tarafından duyurusu yapıldığında mağaraya girme arzusuyla kardeşini teşvik eden, hatta ertesi yıla kadar bir tanesi yenildiğindekırk gün tok tutan ve susuzluğugideren haplar yapmayı icat eden yine İbn Sina’dır. Erginlenme aşamasında kahramanın gücü, cesareti, derin istek ve merakının yanı sıra zekâsı da onu yenidendoğumun eşiğine götüren kutsaldeğerlerdir. Bu yüzden İbn Sinâ, gizli öğretilere sahip olunması istenen, çağrıyla davet edilen seçilmiş/kutsanmış bir kişidir.İbn Sinâ, tellalın çağrısına kulakvererek ruhsal yolculuğunun başlamasına önemli bir adım atmış olur. İbn Sinâ’nın fark ettiği bu çağrı, “Kahramana kendi ortamından, kabuğundan çıkıpyeni deneyimlerden geçerek değişmesi gerektiğini anımsatan,

onu buna iten bir iç-dürtüdür. Bir başka değişle, bilincin dikkatini çekmeye çalışan bilinçdışıöğelerinin, arketiplerin sesidir.” (Gökeri 1979: 66). İbn Sinâ, bilinçdışı mekânlara, iç dünyasına doğru yolculuk yaparakbilinmeyeni keşfetmeyi diler.İbn Sinâ’nın hayatı etrafında türlü efsanelerin anlatılması, menkabevî hayatının oluşması, kutsal bir mağarada bütün ilimlere vakıf olduğunun söylenmesi, şüphesiz kolektif bilinçdışının İbn Sinâ’ya verdiği olgunlaşma sürecidir. Zira İbn Sinâ, bu aşama sonrasındakardeşi Ebu’l Hâris’e göre daha fazla olağanüstü özelliklere sahip olur. Burada mağara; bir sığınma yeri, aşama yeri dolayısıyla toplumun simgesidir. Tıpkıbir çocuğun doğup büyümesi ve toplum hayatı içerisindeki karmaşada kendi benliğini bulması gibi…

“Maden yatakları ve filizleri kutsalsayılmaktadır. Bu yüzden maden yatakları ve mağaralar Yeryüzü Ana’nın rahmiyle özdeşleştirilmiştir. Maden yataklarından çıkartılan filizler bir anlamda “ceninler”di. Bitki ve hayvan organizmalarınınhayatından farklı bir zaman ritmine uyuyorlarmış gibi ağır ağır da olsa büyüyorlar ve yer altı karanlıklarında “olgunlaşıyorlardı.” Demek ki onların Yeryüzü Ana’nın bağrından çıkartılması hamilelik dönemi tamamlanmadan yapılmış bir ameliyattı” (Eliade 2003: 70). Kahramanlar da mağarada olgunlaşarakbüyüme aşamasını tamamlarlar.İç dünyamızı/benliğimizi sembolize eden mağara, keşfedilmeyi bekleyen sırlarladoludur. Olağanüstü güzelliktekisaraylar, çeşmeler ve gizemli bilgilerin bulunduğu mağara, cinler tarafından korunmaktadır. Bu bir anlamda kişinin, benliğindeki kara devlerle mücadele etme aşamasında, “eşik”te olduğunu gösterir. Bilincin karanlık mekânlarındadolaşan kahraman, olağanüstü güzellikleri görmeye başlamış aydınlanma kapısınıaralayarak bilinç ve bilinçaltı eşiğindeki gizemli bilgilerin

Page 20: Cadı kazanı sayı 36

20

kaynağına doğru ilerlemektedir. Bu durum inisiyelerle özdeşleştirilebilir. Çünkü “İnisiye olan öğrencinin zihni ezoterik öğretiler sonucunda, görünmeyen düzenin görünen realite üzerindeki işaretlerini bulmayabaşlar” (Schure 2005: 328).Mağara, kahramanın kolektif bilinçdışı mekânlarını tanıyacağı kutsal bir mekândır. Mağara gibi dağlar, yüksek tepeler de çok eski çağlardan itibaren kutsal mekânlar olarak bilinmektedir.“Bazı mistiklerde olduğu gibi Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Hz.Muhammed’in en sevdikleri ibadet yerleri arasında dağlar bulunmaktadır. Hz.Musa Sinâ’da, Hz. Muhammed Hira’da vahiy almıştı” (Sarıkçıoğlu 2002: 19).İbn Sinâ için de ilim öğrenip ibadet ettiği mağaranın fonksiyonu, söz konusu kutsal mekânlar ile aynıdır. İbn Sinâ ve kardeşinin ilm-i simya kitaplarıyla dolu mağarada “korkmadan”bir yıl boyunca kalmak istemeleri,aslında onların iç dünyalarının, bilinçaltının karanlık yönleriyle yüzleşerek onları aydınlığa kavuşturma arzusu içerisindeolduklarını gösterir. Söz konusumağaranın, “doğu illerinden birinde” olduğunun söylenmesi, doğu ve batı kavramlarınınsahip olduğu sembolik anlamlarla“öz”e olan yolculuğun temelinioluşturur. “Batı; nesneler âlemi, karanlık veya zulmet adını verdiğimiz, içinde bulunduğumuz fizik âlemidir. Doğu ise; ruhun asıl vatanı olan ve fizik âlemdekivarlıkların ebedî orjinlerinin bulunduğu, nurlar âlemi adını verdiğimiz metafizik âlemdir.” (Yakıt 2003: 91). İbn Sinâ’nınyolculuğu, madde dünyasından metafizik âleme yapılan bir yolculuktur ki İbn Sinâ, mağaraya girerek tinsel anlamda yeniden doğar.

Mağara sonrası bilinci aydınlananve dikeyleşerek arif kişi konumunda olan İbn Sinâ, başta kendini olmak üzere etrafını aydınlatacak güce sahip olur.İbn Sinâ’nın kişiliğinde görülen mağara öncesi ve sonrasındaki bu inanılmaz yükseliş, dikeyleşen bir boyuta geçtiğini gösterir. “Dikey eksen, göğün iradesi’nintezahürünün metafizik yerini

temsil eder ve her yatay planın yani bu tezahürü oluşturan dengenin ya da başka bir deyişle mütekabil varlık hâlinin tümoluşturucu öğelerinin tam uyumunun tahakkuk ettiği noktadan geçer… Birvarlığın temsilinde dikey eksenin, kemale götüren ve sınırı belirsiz… evrensel yolun bir hususileştirilmesi olan “kişiselyol”un sembolü olduğunu söyleyebiliriz.” (Guenon 2001: 125). İbn Sinâ’nın seçtiğiyol da, dikey eksendir ki O’nun, hikâyelerin sonunda kemale ermesi bu düşüncemizi daha da güçlendirir. Mağarada (ana rahminde) gelişmeye başlayan kahramanın, toplum hayatına atılması, kendini yetiştirmesive iyi-kötü mücadelelerle insan olma değerlerini kazanması serüvene kendisini atmasıyla olur. Mağara kapısının bir yıl sonrasında açılmasıyla birlikte İbn Sinâ, kardeşiyle yollarını ayırarak tekrar yalnızlığından sıyrılıp hayata atılır. Yeni statüsüyle kalabalığın içine giren İbn Sinâ’nın bundan sonraki amacı, dünyadenilen mağarada, hatalar yapan, ötekileşmeye/başkalaşmaya adım adımyaklaşan insanoğluna rehberlik, hocalık, babalık, arkadaşlık yaparak onları aydınlatmaya, huzura kavuşturmaya çalışmak olacaktır. Her zaman daha iyiyi,daha güzeli hedefleyen İbn Sinâ, bir simyacı gibi doğayı, toplumu değiştirme sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu yüzden O, bütün zamana ve mekâna egemen olma mücadelesini verir............................

..KAYNAKLARAteş, Ahmet (1954), “Türk Halk Hikâyelerindeİbni Sînâ”, Türkiyat Mecmuası, C. 11, İstanbul,33-40.Campbell, Joseph (2000), Kahramanın SonsuzYolculuğu, (çev. Sabri Gürses), Kabalcı Yayınları, İstanbul.Dökmen, Üstün (1993), “Düşler Tarlası FilmindeArketipler”, Adam Sanat, Kasım, 63-68.Eflaki, Ahmet (1989), Âriflerin Menkıbeleri III,

İstanbul.Eliade, Mircea (1992), İmgeler Simgeler, (çev.Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara.Eliade, Mircea (2003), Dinsel İnançlarve Düşünceler Tarihi/Taş Devrinden EleusisMysteria’larına, (Çev. Ali Berktay), İstanbul.Fromm, Erich (1990), Rüyalar Masallar Mitoslar(Sembol Dilinin Çözümlenmesi), (Çev. AydınArıtan - Kaan H. Ökten), İstanbul.Gökeri, A.İ. (1979), “Arketiplere DayananYeni Bir İnceleme Yönteminin Tanıtılarak Bazı Romansve Epik Niteliğinde Yapıtlara Uygulanması”,Ankara Üniversitesi DTCF. Yayımlanmamış DoktoraTezi.Guenon, Rene (2001), Yatay ve Dikey BoyutlarınSembolizmi, (Çev. Fevzi Topaçoğlu), İstanbul.Gürol, Ender (1993), “Arketip”, Türk Dili, C.2, S. 500, Ağustos, 197-199.Jung, Carl Gustav, (1997), Bilinç ve Bilinçaltınınİşlevi, (Çev. Engin Büyükinal), İstanbul.Jung, Carl Gustav, (1999), Anthony Stevens,(Çev. Ayda Çayır), İstanbul.Kanter, M. Fatih (2005), “Dede Korkut HikâyelerininArketipsel Sembolizm Yöntemiyle Çözümlenmesi”,Arayışlar, Yıl: 7, Sayı: 14, 131-138.Lee, Llewellyn Vaughan (2002), Çağrı ve Yankı(Sûfilerin Rüya Çalışmaları ve Ait Olma Psikolojisi),(Çev. Enise Ergün), İstanbul.Özcan, Tarık (2003), “Oğuz Kağan DestanınınKahramanlık Mitosu Bakımından Çözümlenmesi”,Millî Folklor, Sayı: 57, 76-81.Sarıkçıoğlu, Ekrem (2002), Din Fenomenolojisi(Dinlerin Mâhiyeti ve Tezahür Şekilleri), Isparta.Sayar, Kemal (2004), Sufi Psikolojisi / BilgeliğinRuhu, Ruhun Bilgeliği, (hzl.), İstanbul.Schure, Edouard, (2005), İnsanlığı Aydınlatan

Page 21: Cadı kazanı sayı 36

21

Büyük İnisiyeler / Dinlerin Gizli Tarihi / RamaKrişna Hermes Musa Orfe Fisagor Eflatun İsa, (çev.Bilyay Vakfı Yayın Kurulu), İstanbul.Şenocak, Ebru (2005), “İbn Sina HikâyeleriÜzerinde Mukayeseli Bir Araştırma”, Elazığ, (FıratÜniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü YayımlanmamışDoktora Tezi.)Uludağ, Süleyman (1996), Tasavvuf TerimleriSözlüğü, İstanbul.Nasr, Seyyid Hüseyin (1985), İslâm KozmolojiÖğretilerine Giriş, (Çev. Nazife Şişman), İstanbul.Yakıt, İsmail (2003), “Garbi Gurbetin Öyküsü”,İslâm Felsefesinde Sembolik Hikâyeler / İbnSînâ - Sühreverdi - A. Gazali - N. Razi, İstanbul,91-95.Yazıcı, Kemal- Ramazan KUTLU (1993), JungPsikolojisi ve Tasavvuf, (çev.), İstanbul.

* Makalenin devamını okumak isteyenler, Ender Usuloğlu’na başvursun.

Page 22: Cadı kazanı sayı 36

22

KANYONLARVolkan Baltacı

Page 23: Cadı kazanı sayı 36

23

Ülkemizdeki kanyonlar, fiziki yapıları nedeni ile geçiş için birçok farklı tehlike unsuru barındırır. Kanyon Sporu (Canyoning) bu nedenle pek çok doğasever tarafından tercih edilmez. Bu yüzden ne yazık ki bu spor ülkemizde hak ettiği popülariteyi elde edememiştir. Bizler kanyonları yaşamla özdeşleştiriyoruz. Kanyon bizim için bir yaşam tarzı olmuştur. Sosyal çevrenizin, eğitim hayatınızın, kariyer oluşturma ve sürdürme telaşınızın sizlere neler kazandırdığını bir düşünün. Her biri tercih ettiğiniz yollar ve tercih ettiğiniz insanlarla, fakat kanyonlar içinde sizler için mutluluk dolu bir sürü tecrübe barındırıyor. Kanyon size sahip olduğu görsel şölenin yanı sıra, bizlerin ‘Kanyon Kardeşliği’ olarak nitelediği, ekip ruhunun getirisi dostlukların, belki 20, belki 50, belki de 100m.’den yaptığınız bir ip inişinin sizde uyandıracağı özgüvenin hazzını sunacaktır.

Canyoning; Çeşitli özel teknikler

ve malzemeler kullanılarak, zorlu yürüyüş, atlama, tırmanma, yüzme gibi birçok branş ve beceri yardımıyla çeşitli amaçlar için yapılan Kanyon Geçiş faaliyetidir. Solo olarak da yapılabilmesine rağmen barındırdığı doğal zorluk ve tehlikeler sebebi ile ‘ekip faaliyeti’ olarak yapılması tercih edilir. Genellikle yerleşimden oldukça uzak, zor ve engebeli ortamlarda yapıldığından yol ve yön bulma yanında zor koşullarda hayatta kalabilme becerileri ile birlikte üst düzey psikolojik yeterlilik ve hazırlık gerektirir. Birçok kanyon içerisinde; yüksek debili su akışı ve şelaleler, yüksek ve sarp kaya duvarları, dar ve klostrofobik boğazlar bulundurur. Saatler içerisinde tamamlanabilen geçişlerin yanı sıra, süresi günlerle ifade edilebilen kamplı kanyon geçişleri yapılabilmektedir. En yakın branş olarak dağcılık gözükmekle birlikte, tek başına dağcılık bilgi ve deneyiminin fazla bir şey ifade etmediği bir branş olarak Canyoning; özel disiplin ve

donanım gerektirdiği gibi, doğa şartlarının anlık değişikliklerine olan yüksek duyarlılığı sebebi ile de farklı beceri ve deneyimler gerektirir. Birçok spor branşı en fazla birkaç saatte son bulurken bazı kanyon geçişlerinin haftalar ile ifade edilebilecek uzunlukta süreler ile yapılabiliyor olması ve yarattığı zor koşulların uzun süreler devam etmesinin insan psikolojisindeki yıpratıcı etkisi ile birlikte, branşın doğasında bulunan sürekli belirsizlik durumu da ayrı bir mücadele sahası yaratmaktadır.

Neden Kanyon Sporu (Canyoning) sorusunun bizim bakış açımıza uygun bir kaç cevabı;• Doğal güzelliklerin keşfi.• Doğaya özgü seslerin oluşturduğu huzurlu bir ortam.• Kayaların büyüleci yapısı.• Suyun hayranlık uyandıran gücü.• Zor şartlarla her türlü mücadeleye sizi hazırlayan bedensel ve zihinsel bir meydan okuma.

Page 24: Cadı kazanı sayı 36

24