cadı kazanı 7 (temmuz-ağustos 2009)

22
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 Sayı 7 Temmuz Ağustos 2009 Mağaracılık E bülteni Biz Neye Ġnanırız !- Barbaros Acartürk 4 Karanlığı Fotoğraflamak II- Chris Howes 5 YeĢilgöz- Fatih ġen 8 Sel Geliyor !- Nuray ġahin 10 Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve SarhoĢluk - Nafi Onur 13 The Spelunkers Code- James Daniel Cowley 16 MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir AraĢtırmacı- Mehmet Sait Taylan 17 Ġki Romen’le Ġki Gece- Sinan Poyraz 19

Upload: anadolu-speleoloji-grubu-dernegi

Post on 23-Mar-2016

302 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) e-bülteni

TRANSCRIPT

Page 1: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009

Sayı 7 Temmuz Ağustos 2009 Mağaracılık E bülteni

Biz Neye Ġnanırız !- Barbaros Acartürk 4

Karanlığı Fotoğraflamak II- Chris Howes 5

YeĢilgöz- Fatih ġen 8

Sel Geliyor !- Nuray ġahin 10

Mağara, Mağaracı, Fotoğraf

ve SarhoĢluk- Nafi Onur 13

The Spelunkers Code- James Daniel

Cowley 16

MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir

AraĢtırmacı- Mehmet Sait Taylan 17

Ġki Romen’le Ġki Gece- Sinan Poyraz 19

Page 2: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 2

ASPEG

Anadolu Speleoloji Grubu

www.aspeg-tr.org

© Tüm hakları saklıdır.

Bülten içeriği kaynak belirtmek Ģartıyla

ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.

Bülten ekibinden...

Cadı Kazanı, her sayısında değiĢik tasarım ve ko-

nularla karĢınıza çıkmaya devam ediyor. Bunun

nedeni geliĢim ve ilerleme arayıĢımız. Bu ve bun-

dan sonraki sayılarımızda da tüm mağaracılık ca-

miasındaki dernek ve kulüplerin etkinliklerini gün-

cel bir Ģekilde yer vermeyi düĢündük.

Amacımız, mağaracılık ile ilgili her türlü yazının

bilginin veya sanatın paylaĢılabildiği bir ortam ya-

ratabilmek. Bu ortam ancak ve ancak tüm mağa-

racıların aktif katılımlarıyla gerçekleĢebilir. Tüm

mağaracılık camiasındaki insanların bilgisini, üre-

timini ve deneyimini paylaĢmak ve yaymak bunu

yaparken de keyifli bir ortam hazırlamak hedefi-

miz.

Cadı Kazanı mağaracılıkla ilgili her türlü paylaĢı-

ma açık, yeter ki bize ulaĢın. Kısacası siz yeter ki

üretin, biz burada yayınlamaya hazırız.

Bu sayıda: EGEMAK yönetimine Nafi Onur’un gü-

zel yazısını yayınlamamıza izin verdiği için teĢek-

kür ederiz.

Zevkli okumalar dileğiyle,

Bu sayıda

Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa ......... 3

Biz Neye Ġnanırız ......... 4

Speleokültür-Karanlığı Fotoğraflamak II ......... 5

YeĢilgöz ......... 8

Sel Geliyor ! ........ 10

Bilgi Kırıntıları ........ 12

Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve SarhoĢluk ........ 13

Biliyor muydunuz? ........ 15

Speleosanat ........ 16

MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir AraĢtırmacı.17

Ġki Romen’le Ġki Gece ........ 19

YaĢadıklarımız ........ 21

Bülten Ekibi

Gülşen Küçükali (Gezi/Etkinliklerden kısa kısa,

Yaşadıklarımız, Son Okuma)

Ender Usuloğlu (Mizanpaj, Speleosanat, Son

Okuma)

Katkıda Bulunanlar

Ön Kapak Fotoğrafı: Ali Ethem Keskin

Arka Kapak Fotoğrafı: Sami Ayhan

Yazılar: Barbaros Acartürk, James Daniel Cawley,

Nafi Onur, Sinan Poyraz, Nuray Ada Şahin, Meh-

met Sait Taylan, Ender Usuloğlu

Page 3: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 3

DEUMAK /ĠZMAD-ÖdemiĢ Subatanı

Ağustos ayında düzenlenen gezide düden incelendi.

ASPEG-Düdenyayla Kampı

7-17 Ağustos tarihleri arasında Düdenyayla Mağara-

sı’nda ölçülmemiĢ kolların araĢtırmasını yapmak ve

yeni mağaralar tespit etmek üzere gezi düzenlendi.

(Sağ orta foto: GülĢen Küçükali)

ITUMAK/BUMAK-Mersin Gülnar

Ağustos ayı içerisinde Gülnar Bölgesi’ne yapılan gezi-

de bölgedeki mağaralar incelendi.

BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi

Ağustos ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında

Sergen, Balkaya ve Demirköy civarındaki yeni mağa-

raları keĢfetti ve biyolojik numuneler toplandı. Detaylı

bilgi için: http://

bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20

09/08/15-16-agustos-yeniden-demirkoy.html

ASPEG-Kurtarma Eğitimleri

ASPEG üyeleri ilk kurtarma eğitimini endüstriyel

dağcı Serkan beyin rehberliğinde Boğaziçi Üniversite-

si’nde aldı.(Sağ alt foto: GülĢen Küçükali)

ASPEG/MADAG-MaraĢ Dağları

MaraĢ'ın 60 km kuzeyinde dokuz gün boyunca araĢ-

tırma çalıĢmaları yapan Aspeg ve Madag üyeleri bir

yandan YeĢilgöz Obruğu'nun dibindeki mağaraya da-

lıĢ yaparken, diğer yandan da bu obruktan 800 metre

yukarıda, KeĢ Dağı üstündeki düdende ilerledi. bul-

duğu ve araĢtırdığı yedi mağaraya ilave olarak Dön-

gel Kurucaova bölgesinde 11 mağara daha buldu.

BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi

Temmuz ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında

Sivriler ve Ballıkaya’ya araĢtırma gezisi düzenlediler.

Detaylı bilgi için: http://

bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20

09/07/17-18-temmuz-sivriler-ve-balkaya.html

DEUMAK/ĠZMAD-Toroslar

BSU Kampı sonrasında Ekip tam 2 hafta Toros’larda

mağara keĢif ve arazi tarama gezisi yaptı.

DAUM-KAG-Bolkarlar

Bolkarlar’da gerçekleĢtirilen gezide hem yüzey araĢ-

tırması hem de bulunan mağaralar araĢtırılmıĢtır.

Bulunan 27 adet mağara araĢtırılmıĢ ve haritalandırıl-

mıĢtır.

ASPEG-Soğucak Mağarası

10-12 temmuz tarihleri arasında bir gezi daha yapa-

rak mağaranın ölçümünü 668 metreye kadar ilerletti.

(Sağ üst Foto: Murat ġahin)

ASPEG-Marmara Adası

10-12 Temmuz tarihlerinde ASPEG 3 mağarayı ölçtü

ve haritaladı.

Geziler ve EtkinliklerdenGeziler ve EtkinliklerdenGeziler ve Etkinliklerden

Kısa kısa...Kısa kısa...Kısa kısa...

Page 4: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 4

Biz Neye İnanırız !Biz Neye İnanırız !Biz Neye İnanırız !

Barbaros Acartürk (ASPEG)Barbaros Acartürk (ASPEG)Barbaros Acartürk (ASPEG)

Ω Uzaklardan çağıran „‟karanlık yolculuğa‟‟ inanırız biz, dünyanın kalanı

umurumuzda olmadan.

Ω Dev binaların gölgesinde miskinleĢmiĢ insanlara inat, mağaralarda

arıza çıkarmaya inanırız, ait olmadığımız dünyaları zorlamaya…

Ω Bazılarınız zirveye inanırken, hepimiz aĢağıda yaĢananlara sıkı sıkı

bağlanmaya…

Ω Biz derine ve mutlak karanlığa inanırız, iliklerimize iĢleyen soğuğa.

Ω Biz, çamura inanırız, „‟nem‟‟e ve „guano‟‟ya. Zamanın durduğu kori-dorlara dalarken aydınlığı arkamızda bırakmaya.

Ω Biz karanlıkta dans eden „‟karpit ıĢığına‟‟ inanırız ve bunu sadece ma-ğaracının anladığına.

Ω Biz dev kayalıklara, sonsuz derinliklere baĢ kaldırırken, yalnızca „‟daralların‟‟ önünde eğiliriz.

Ω Biz kırmızı giymeye inanırız içimizdeki ateĢi göstersin diye.

Ω Biz insanlığın kendini yok etmeye doğru sürüklediğine inanırız ve on-

larla birlikte olmayacağımıza.

Ω Biz, günlerce süren kamplarda bedenimizin isyanına inanırız.

Ω Biz, karanlık maceralara ve gecenin siyahında parıldayan kamp ateĢi-

ne inanırız. Her kovuğun ardındaki sonsuzluğu keĢfetmeye.

Ω Biz derinlerde gürüldeyen Ģelalelere, damla sesleriyle yankılanan

„‟galerilere‟‟ inanırız. Son istasyonda parlayan „‟karabin‟‟e, çamurlu ipe ve ısınan „‟desandör‟‟e inanırız.

Ω Biz bilinmezlik ve ürküten sessizliğin ortasında, kuĢamımızın söyledi-ği Ģarkıya eĢlik etsin diye çekicimizle duvarları dövmeye inanırız.

Ω Biz, her insanın hayatını kendi eliyle Ģekillendirdiğine inanırız ve ha-yatı inanılmaz bir serüvene çevirebileceğimize.

Ω Kimseler anlamasa da; biz, derinlere giden istasyonlardan süzülürken aldığımız hazza inanırız.

Ω Biz yarasaya inanırız ve karanlıkta ıĢıldayan kristallere..!

Biz Mağaracıyız ! Biz Mağaracıyız ! Biz Mağaracıyız !

Page 5: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 5

SpeleoSpeleoSpeleo---KültürKültürKültür

BIRAKINIZ IġIK OLSUN

Gaspard Felix Tournachon 1820’de Paris’te doğmuĢ,

Lyon’da eczacılık okumuĢ, gençliğini yaĢamıĢ ve 22

yaĢında tekrar Paris’e dönmüĢtür. Söz yazarı ve gaze-

teci olarak, değiĢik bir stil geliĢtirmiĢ ve dergilere kari-

katür sağlamıĢtır. AĢağılayan ve saldırgan karikatürler-

le kendine bir sürü takma ad kazandı. Ona, ―Tourne a

dard‖, acılı sokan denirdi. Bu takma ada ısınarak, kı-

saca kendisine ―Nadar‖ denmeye baĢlanmıĢ ve Felix

Nadar ortaya çıkmıĢtı.

Karikatürlerini üretebilmek için daguerre stili fotoğraf-

lar çekiyordu ama yavaĢ yavaĢ fotoğraf çekmek ilgisini

çekti ve 1852 yılında abisinin stüdyosuna taĢındı ve

karikatürü bıraktı.

DıĢavurumu fazla olan Felix Nadar, aynı zamanda ba-

lonculukla da uğraĢıyordu. Sırf ilgi çeksin diye Paris

caddeleri üzerinde balonla dolaĢırdı. 1858 yılında yine

böyle bir dolaĢımda, tarihte ilk defa havadan fotoğraf

çeken oldu. Daha sonra bu fikri, havadan fotoğraf çe-

kerek harita ve arazi analizleri çıkartma fikrine dönüĢ-

türüp patentledi. Havadan daguerre stili fotoğraf çe-

kerek basında bir hayli ilgi gördü.

Sanatkarlarla fotoğrafçılar arasındaki rekabet henüz

bitmemiĢti. Honore Daumier adlı bir sanatkar, Nadar’la

―fotoğrafı sanatın seviyesine yükseltiyor‖ diyerek ha-

vadan fotoğraf çekmekle dalga geçmiĢti. 1860 yılına

doğru Nadar, teknolojiyi takip ederek yaĢ levha stiline

geçmiĢti. Daha çok portre fotoğrafı çekmekle beraber,

kendisi günıĢıklı veya ıĢıksız fotoğraf çekmek istiyordu.

Aynı zamanda, yapay ıĢığı bulanın çekme süresini

azaltacağını ve dolayısıyla daha fazla portre fotoğraf

çekip daha fazla para kazanabileceğini biliyordu. En

azından, günıĢığını ikame etmese bile yapay ıĢık, fo-

toğraf çektirmek için resmen boyundurukla baĢları sa-

bitlenen ve uzun pozdan dolayı gözleri yaĢaran müĢte-

rileri memnun edecekti.

1850’lere kadar birçok yapay ıĢık olmakla beraber en

çok kullanılan kömür gazıdır. 1807’den beri Londra’-

nın sokaklarının aydınlatılmasında kullanılmıĢtır. DıĢa-

rıdaki aydınlatmanın yanı sıra, binaların içinde özellikle

tiyatro ve opera evlerinde ―bunsen‖ yanıcıları kullanıl-

mıĢtır. Bazıları, birçok mil uzayan borulara sahipti.

Opera evlerinde gaz yanıcılar kullanılmaya baĢlarken,

fotoğraf stüdyolarında da kullanılmaya baĢlanmıĢtı

ama verdiği ıĢık hem yetersiz hem de güvenli değildi.

Ġkinci alternatif, kireç ıĢığı ya da diğer adı ile kalsiyum

ıĢığıydı. Sir Galsworthy Guerney tarafından keĢfedil-

miĢ , 1825 yılında Ġrlanda’da arazi haritalama bölü-

münde çalıĢan genç Thomas Drummond tarafından

geliĢtirmiĢ ve kullanılmıĢtır. Büyük uğraĢlardan sonra

Drummond, Guerney’in ıĢığını kullanmaya baĢlamıĢtır.

IĢık, beyaz ve kuvvetli bir Ģekilde kalsiyum karbonat’ın

yüksek ısılarda ısıtılmasıyla elde edilmiĢ ve bir yansıtıcı

ile kullanılmıĢtır. Yüksek derecede ısı elde etmek için

alkol kullanılmıĢtır.

Drummond, buluĢuna artık ―drummond‖ ıĢığı deniliyor-

du, daha çok deniz fenerlerinde kullanılır diye düĢünü-

yordu. Gereken oksijen (yanma için) miktarı düĢünül-

düğünde bunun zor olacağını düĢündü ve ıĢığının kul-

lanılması için tiyatrolara döndü. Tiyatrolar ilk defa spot

ıĢıkları ile tanıĢtı ve ―in the limelight‖, ―ıĢıklar altında‖

deyimi ilk buradan çıktı. Guerney madalyon ile ödül-

lendirildi.

1830’a doğru, alkol, hidrojen gazı ile ikame olmuĢtu,

oksijenle yanıyor ve daha parlak bir ıĢık veriyordu. Bu-

nunlar beraber, bazı stüdyolar bu sistemi kullanırken,

hidrojenle oksijeni beraber yakan alet hem pahalı hem

de hantaldı. Ayrıca bir portre fotoğrafı çekmek için ba-

yağı bir zaman harcanıyordu.

Bu minvalde, Londra’dan John Moule, günıĢığına ihti-

yaç kalmadan fotoğraf çekebilmek için alternatif ıĢık

yaratma peĢindeydi. ġubat 1857’de, fotojen adını ver-

diği pyroteknik adlı bir kimyasal karıĢımı patentledi. Bu

nitrat, sülfür ve antimün sülfür kimyasallarının karıĢımı

idi. Bu karıĢım, mavi-beyaz parlak ıĢık veriyordu ve bu

ıĢığa, ―Bengal ıĢığı‖ veya ―Bengal ateĢi‖ deniyordu. As-

lında bu isim Moule’dan çok evvel kullanılıyordu ve

1812’de fizikçi Seebeck, Bengal ıĢığının parlak ıĢık

verdiğini ve sülfür dioksit ve nitrojenle beraber sıkıĢtı-

rıldığında patladığını bulmuĢtu. 1854 yılında, portre

KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE

IġIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENĠN TARĠHÇESĠ II)

Chris HOWES

Page 6: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 6

fotoğraf çekim patentini alırken, Fransız Gaudin ve

Delamarre, Bengal ıĢığından bahsetmiĢlerdi.

Bununla beraber, Bengal ıĢığı, yeraltında aydınlat-

mada kullanılıyordu. Blue John mağarasında ve

Mammoth mağaralarında, rehberler aydınlatmada

bu ıĢığı kullanıyorlardı.

Moule genelde Bengal ıĢığı ile iliĢkendiriliyorsa da

bu kimyasalların kullanımından değil fotoğrafçılık

alanında ―fotojen‖ adı altında aldığı patentten dola-

yıdır. En azından kısa bir sürede olsa, Bengal ıĢığı-

nın fotoğrafçılık da kullanımından Moule sorumlu-

dur. Hem ucuz hem de yaĢ levhaların hassas oldu-

ğu mavi ıĢıktan bolca vermekteydi. Yanmadan kay-

naklanan duman, yukarıdaki borularla dıĢarı verili-

yor ve yanmayla verilen ıĢıkla, çekim süresi dakika-

lardan saniyelere düĢmüĢtü. Kullanılan büyük mavi

camlar, müĢteriyi ısıdan koruyor ve ıĢığı hafif yu-

muĢatıyordu.

1858 yılında Moule cam üzerine, akĢam yapay ıĢıkla

çekilmiĢ ve çerçevelenmiĢ ucuz fotoğrafları (bu fo-

toğraflara ambrotip deniliyordu) sergiliyordu. Bir

anda meĢhur olmuĢ ve bu yenilik birçok insanı çek-

miĢti. Yine de, çekilen fotoğraflarda ıĢık direk geldi-

ği için karanlık bölgeler çok karanlık, aydınlık yerler

ise yanık, beyaz çıkıyordu. Mavi camlar ve daha bir-

çok yöntemle ıĢık yumuĢatılmaya çalıĢılmakla bera-

ber, görüntüler çok kaliteli çıkmıyordu. Bununla bir-

likte, ambrotip denilen fotoğraflar oldukça tutul-

muĢ sadece Londra’da 1860 kıĢında 30,000 adet

satılmıĢtı.

Nadar tarafından tabii ki Bengal ateĢi kullanılıyordu.

Herhalde Paris’te kimyasal karıĢımı bolca bulacak

bir ortam yoktu. Neyse ki, Nadar’ın Paris’te kullana-

bileceği bir seçenek daha vardı: Elektrik.

Elektrik ile fotoğraf çekmek 1851 yılından beridir

vardı. Ġki karbon telin arasında belli bir mesafede

tutularak kıvılcım oluĢturuluyor ve karbon ısınıp

parlıyordu. Parlayan bu ıĢık, belli bir yansıtıcılarla,

hüzme haline getirilip imgeyi aydınlatıyordu. Nadar

kısa zamanda ―yay ıĢığı‖ denilen elektrikteki proble-

mi buldu, güç kaynağı. Fotoğrafta kullanılan elektrik

için ana güç kaynağı pillerdi. Pillerin geliĢimi ile ilgili

araĢtırmalar henüz baĢlangıç seviyesindeydi ama

piyasada birkaç değiĢik tip vardı. Bunlardan en bili-

neni, Daniell cell ve Bunsen pilleriydi. Bu pillerin

yapımında, kademeli olarak karbon ve çinko kulla-

nılmıĢtı.

Bu pilleri kullanmak çok pahalı idi çünkü kullanıldık-

ça bitiyorlardı ve problem sadece bir adet yay ıĢığı

üretebilmek için birçok pil kullanılmak zorunda ka-

lınmasından dolayı artıyordu. Yay ıĢıkları, doğası

gereği, ya yüksek voltaj düĢük akım veya düĢük

voltaj yüksek akım kullanıyordu. Daniell Cell ve

Bunsen pilleri sadece düĢük voltaj ürettikleri için

sonuncu seçenek ancak 19.yüzyılın ortalarına doğru

fotoğrafçıların hizmetine sunulmuĢtu. 1879 yılına

kadar yüksek voltaj, düĢük akım için Thomas

Edison’un patentlerinden birini bekleyeceklerdi. So-

nuç olarak büyük miktarlarda üst üste yığılan piller

çabucak bittiği için hemen yenilenmek zorundaydı.

Bütün bu dezavantajlara rağmen Nadar kendi

adamlarını kullanarak yay ıĢığını stüdyo’da kullan-

maya ve denemelere baĢlamıĢtı. Ġlk denemelerde,

insanların yüzleri beyaz, göz avurtları simsiyah çıkı-

yordu, sanki ölümlülerin karikatürü gibiydi. Dene-

melerde birbirine belli mesafede tutulan karbonların

azaldıkça hep aynı mesafede tutacak bir metot ge-

liĢtirdi. Çok dik gelen ıĢığı denemelerden sonra be-

yaz bir kumaĢ ile yumuĢatarak ve birkaç tane yan-

sıtıcı kullanarak, 4 ġubat 1861 yılında, yapay ıĢıkla

fotoğraf çekimini patentledi. 1862 yılında hem ne-

gatif hem de pozitif olarak çektiği ―el‖ temalı elekt-

rik yardımı ile çekilen mükemmel fotoğraflarından

dolayı Londra’da madalyon ile ödüllendirildi.

1861 yılında patentini aldığı zamanda, herkesçe ta-

nınmasının yardımı ile yeni bir projeye baĢladı. Ya-

zar Honore de Balzac’ın ―Ölü atları yiyen fareler‖

hikayesi’nin resitali için Paris’in lağım ve yeraltı me-

zarlıklarının kullanılmasına izin verilmiĢti. Gazeteci

ve karikatüristken zaten Balzac ile tanıĢan Nadar,

bu hikayeyi gazetede gördüğünde, havadan fotoğ-

raf çekmekten sonraki ikinci büyük fırsatı yakala-

mıĢtı. Yeryüzünün üstünde fotoğraf çekmiĢ bir kiĢi

neden yeraltında ilk fotoğrafı çekmesin ki? Zaten

herkesçe tanınan Nadar, bunu baĢarırsa ünlü olma-

yı perçinlemiĢ olacaktı.

Kararını vermiĢti, Paris’in yeraltı mezarlığını seçti bu

iĢi yapmak için. Ġlk adım olarak yer altı mezarlığına

girebilmek için izin alması gerekiyordu ve 1861 yılı-

nın sonuna doğru izni aldı. Yetkililerinde iĢine geldi

bu çünkü çekilecek fotoğraflarla ölülerin sayımlarını

daha düzgün yapabilirlerdi. Aralık 1861’e doğru bü-

tün iĢini ve aletleri organize etti Nadar. BaĢlangıçta,

50 adet Bunsen pilleri Nadar’ın stüdyosundan me-

zarlığa kadar, kamera, üçayak ve yay ıĢığı aletinin

Page 7: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 7

Nadar’a yaklaĢık onsekiz dakikalık bir süre vermiĢti

ki bu da Nadar’a yetiyordu. Daha evvelden yaptığı

denemelerle, en iyi açılı ıĢık geliĢlerini bulmuĢtu.

Yenilgi, baĢarıya dönmüĢtü. Nadar, gerçek çalıĢan-

larla fotoğraf çekmek istiyordu ama onsekiz dakika-

lık pozlama süresi ve tek ıĢık kaynağı ile bu imkan-

sıza yakındı. Kimse o kadar süre kıpırdamadan du-

ramazdı. Aynı zamanda, bir insan pozu, fotoğrafa

ölçek katacak sadece kemiklerin bulunduğu bir fo-

toğraftan daha güçlü olacaktı. Sonunda bu problemi

de çözmek için, manken kullanmaya karar verdi.

GiydirilmiĢ, oturan, ayakta duran, çalıĢan gibi poz

veren modeller bu iĢ için idealdiler.

IĢıklandırma altında, sonuç oldukça etkileyiciydi.

IĢığı biraz yumuĢattıktan sonra, kemiklerin önünde

mankenler gerçek çalıĢanlar gibi çıkmıĢtı. Fotoğraf-

ları çekerken, piller bayağı bir tehlike arz etti. Zehir-

li gazlardan yardımcıları ve kendisi oldukça etkilendi

ama yaklaĢık 20 adet gayet iyi negatif elde etmiĢti.

―yeraltı, yerüstünden altta kalmayacak Ģekilde son-

suz olanaklar tanıyor bizlere. Bizler, yeraltına ve

mağaralara gizemlerini ortaya çıkarmak için gidece-

ğiz‖ sözleri ile ondan sonra gelecek birçok fotoğraf-

çının özünü yakalamıĢtı.

Derleyen, tercüme eden: Ender Usuloğlu

Fotoğraflar ve Kaynakça: ―The Photograph

Darkness: The History of Underground and Flash

Photography‖ Chris Howes, 324 sayfa, 1989, Ya-

yımcı Alan Sutton Publishing, Gloucester, Ġngiltere

Manken iĢçi kemik dolu vagonu iterken. Nadar’ın çektiği fo-

toğraflardan biri. Yıl 1861

Felix Nadar

Manken iĢçi kemik dolu vagonu iterken. Nadar’ın çektiği fo-

toğraflardan biri. Yıl 1861

Page 8: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 8

''Ey söyle yeĢil gözlüm!

Ne var güzel gözlerinin ardında?

Ġznin var mı? Baksam derinlikleri-ne...

Anlasam seni! Öğrensem. Ġçinde gizlediklerini‖

KıĢın ortasında yaptığımız dalıĢların ardından kemik-

lerimiz ısınmıĢ, bu günlerin geliĢini iple çekiyorduk.

Madag yine hazırdı. Bu seferki etkinlik için Volkan,

Koray, Ali ve Doruk da bize katılmıĢtı. Orhan süper

motive, Hande ise hafiften gaz durumlarındaydı. Ba-

ha, taĢeron dalgıç olarak hizmete hazırdı. ―Vira de-

mir, pupa yelken‖ düĢtük MaraĢ yoluna. Kıç düzleĢ-

tiren bir yolculuğun ardından, sabahın ilk ıĢıkları ile

hasretle yine kucaklaĢtık. ġöyle bir etrafında dönüp

acep aĢağıda durumlar nedir? KıĢtakinden daha ileri-

ye gidebilecek miyiz? Görüntü aĢağıda nasıl? Fotoğ-

raf çekebilecek miyiz? Diye koyuldum düĢünmeye.

Ardından baĢladık hummalı bir hazırlığa. Öğlene

doğru ilk dalıĢımızı yaptık . Vauv! Güzel bir görüĢ

mesafesi var, 8-10m. Bir mağara mı var? Ġki mağa-

ra mı? Ağız büyüklüğü ne kadar ? ġelale hala durur

mu yerinde? Ve nerede? Gibi soruların cevaplarını

verecek gibi duruyordu YeĢil Gözlü.

O, kocaman ağzının kenarında, bir kürdan

tutarmıĢcasına duran dudaklarıyla karĢıladı bizi. ĠĢ-

tahımız kabarmıĢ ve iyi ki dalıĢımız gelmiĢti. Uzak-

lardaki sevdiceğine kavuĢma anındaki mutluluk gi-

biydi ilk dalıĢımız.

Gırtlağından aĢağıya doğru süzülürken sanki kulağı-

mızın dibinde çalıĢan bir kamyon sesi duyduk. ġela-

lenin sesi öylesine artmıĢtı ki, damarlarımızda yük-

selen adrenalin; soğuk su ve derinlikle ''hafif hoĢ

olmuĢtum'' desem, yeridir. Dibe vardığımızda Vol-

kan ile ilginç Ģeyler gördük. DöĢediğimiz hattan geri-

ye kalanlar, bir tahta parçasına sarılan dikiĢ ipleri

gibi duruyordu, kütük parçasının üstünde. Mağara-

nın dibi yaklaĢık bir metre yükselmiĢti. Elemgeleri-

mizden ve hattın geri kalanından bir iz yoktu.

Yukarı çıkan koldan daha çok su geliyor ve sanki içi-

ne süt katmıĢlar gibi hafif bulanık akıyordu üstümü-

ze. Girmeyi denedim, sığamadım. Sonra, aĢağı inen

kolu zorladım. Biraz taĢ temizledim, kazı yaptım.

Malum cüsse büyük pasaj dar! Kafamı, sağ kolumu

ve fenerimi ancak sokabildiğim aralıktan aĢağıya

baktığımda ne göreyim. Canım pasaj dere taĢları ile

dolmuĢ ve açıklık o kadar azalmıĢtı ki, ağladım de-

sem yeridir.

Derinlik 45-46m civarı ve uymamız gereken üçte bir

kuralı gereği dönmemiz gerekiyordu.

Ah çekerek çıktık Volkan ile. Güvenlik durağımızı

yaparken biraz gezindiğimizde, kıĢın göremediğimiz

konu bütünlüğüne artık sahiptik. Sıradaki dalıĢları-

mızı buna göre planlamaya baĢladık.

Fazla değil dört günümüz vardı ve haritalama için

ölçüm. Belgeleme için de fotoğraf ve video görüntü-

leri almamız gerekiyordu.

Ġlk günün ardından yolunda gitmeyen bir Ģeyler var-

dı. Su bulanıyor, aĢağıda iĢ yapmamızı zorlaĢtırıyor

ve motivasyonumuzu bozuyordu. Suyun durulması

için beklemekten baĢka bir Ģey yapamazdık.

Günde iki dalıĢtan tek dalıĢa düĢmüĢ ve ister iste-

mez araĢtırma kampı ortamından, keyif kampı orta-

mına doğru tatlı bir kayıĢ göstermekteydik. Bir ka-

deh soğuk rakı kıvamında bize bakan bu göz karĢı-

sında biz de teselliyi, kasap kebaplarının yanında

tabii ki anasondan olma arpadan bozma güzellikler-

de buluyorduk. Biraz malzemeler ile oynuyorduk.

Yapılacak baĢka bir Ģey varsa da onu yapıyor ve yi-

ne dalmaya çalıĢıyorduk. Orhan ve Hande'nin çıktığı

dalıĢı hatırlıyorum. Ölçümleri yazdığı tahtadaki not-

lar, sağ sıfır, sol sıfır, alt 30cm ,tavan yok gibi not-

lar ile doluydu. Orhan’la çok dalga geçsek de malze-

me ortadaydı. Adam ne yapsın görüĢ mesafesi sıfır-

dı. Orhan, Koray ve Ali Yamaç yaptıkları espriler ile

günlerimize anlam katıyordu.

YeşilgözYeşilgözYeşilgöz

Fatih ġen (MADAG)Fatih ġen (MADAG)Fatih ġen (MADAG)

Page 9: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 9

Mağara dalıcılığı üzerine konuĢuyor, konuĢtukça iĢin

neresinde olduğumuza bakıyorduk. Lumi ve Ali Ya-

maç, çevredeki ihbarları değerlendiriyordu.

Puff! Acaba suyu bulandıran neydi? Aramızda bir

hayli tartıĢtık. Sonucu bize YeĢilgöz'ün kendi söyledi.

''Siz bulandırdınız, süpürdünüz yerleri, dalgalandırdı-

nız kenarları. Ben de attım üstümdeki örtüyü üstü-

nüze. Yüzerliliğinizi ayarlayın da gelin!'' diyormuĢ

meğer.

Üçüncü gün dalmadık ―su biraz durulsun‖ diye çünkü

ertesi gün öğleden sonra dönecek ve görüntü alabil-

mek için bir dalıĢ Ģansımız olacaktı. Dördüncü günün

sabahında, Ali ve Volkan görüntü alabilsin, ben de

aĢağıdaki hattımızı toplayım diye bir sürü ekipmanla

düĢtük suya.

Çok Ģanslıydık, Birkaç güzel fotoğraf ve çekim yapa-

bilecek kadar görüĢ vardı aĢağıda.

Sol duvardan hattın aĢağı ucuna ulaĢmıĢ, ve kol ay-

rımına kadar güvenli bir Ģekilde gelmiĢtik koca kütü-

ğe. Maske altındaki gözlerde mutluluk vardı, bu kez.

ĠĢimizi biraz da olsa yapmanın huzuru ile mağaranın

sağ duvarındaki hattan yukarı doğru süzülürken,

beyaz saçları rüzgarda uçuĢan orta yaĢlı yeĢil gözlü

bir kadını andıran bu hanımefendiye, ''elbet yakında

yine görüĢeceğiz'' diyorduk içimizden. Mağaranın

ağzına geldiğimizde, ağızdaki kürdana benzettiğim

kütükten bizimkileri uğurladım. ġimdi bütün hattı

toplamalı ve bu hanımefendiyi bulduğumuz gibi bı-

rakmalıydık. Ġki saate yakın süren bu dalıĢın ardın-

dan satıha ulaĢtığımda, kamp toplanmıĢ ve gitmeye

hazırdık.

Yakında görüĢmek üzere güzel

gözlü! Diyerek düĢtük yollara…

Fotoğraflar: Fatih ġen, Ali Ethem

Keskin, Emine Azak

Page 10: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 10

MaraĢ KeĢ Dağı düdeni, perĢembe günü… Bugüne ka-

dar -140 metreye kadar inildi. Biz, Murat Eğrikavuk,

Emine ve ben araĢtırma devamı ve ölçüm için tekrar

mağaraya giriyoruz. Sabah KaradaĢ ailesinin hazırla-

mıĢ olduğu taze keçi peyniri, taze gömbe (bir çeĢit

yöreye özel muhteĢem bazlama) gibi kahvaltılıklarla

muhteĢem kahvaltımızı yaptık. Sabah 9’da kamp yeri-

mizden düden’in ağzına yürümeye koyulduk. Tabii Ģu-

nu belirtmek gerek ki, mağaraya sadece girenler git-

miyor, geçirmek için tüm ekip mağara ağzında bulu-

nuyor ve KaradaĢ ailesinden de mutlaka bir ekip bi-

zimle beraber geliyor. Bu gezide bu Ģekilde bir gele-

nek geliĢtirdik. Mağaraya geçirme seremonisi. Mağara

ağzına geldik, hazırlıklarımızı yaptık, kontroller yapıldı.

Herkes de battaniye var mı? Yedek pil var mı? Ġlk yar-

dım seti var mı? ĠniĢe geçtik. 40 metrelik direk iniĢ.

Benim ilk dikey mağaram ve ikinci iniĢim. Ġlk iniĢten

daha sakin olduğumu hissediyorum. Ġlk iniĢimde de

kendimi sorgulamıĢtım ―ya ben neden korkmuyorum?

Aslında korkmam gerek biraz değil mi?‖ gibi kendimle

epey muhabbet etmiĢtim. Bu defa ise ―ilk iniĢ değil,

neden heyecan yapıyorsun Nuray? Evet muhteĢem

mağaraya tekrar giriyorum‖ muhabbeti yapıyorum

kendimle. Emine ipe ilk, ben ikinci olarak girdik. Ġner-

ken ipteki iniĢin muhteĢem salınımını hissediyordum.

Bu sevilesi bir olay diyorum kendi kendime. Kayaların

yüzeyine güneĢ ıĢığı gelince hafiften parlıyorlar. Muh-

teĢem! Bir tuhaflık hissediyorum, ortam gittikçe kara-

rıyor. Neden acaba? Ve o da ne! IĢığımı yakmayı unut-

muĢum. Yukarıdakilere sesleniyorum ―niye söylemedi-

niz led’im kapalı‖ diye. Yukarıdan gelen cevap ―Nasıl

olsa fark edecektin‖. Sonra Murat Eğrikavuk aĢağıya

iniyor ama ―kıskansam mı acaba?‖ Benim tin tin indi-

ğim yerden hoplaya zıplaya hızlıca indi. ―Bende büyü-

yünce böyle ineceğim ipten‖ diyorum. O muhteĢem

mağaraya giriĢimize baĢladık. Kayalardan hopluyoruz,

zıplıyoruz, kendimizi çekiyoruz. Ama kayalar öyle böy-

le değil, devasalar. Kamyon ve 2 tır büyüklüğünde de-

ğiĢen boyutlardalar. Bu arada Emine ve ben Murat’tan

ara sıra yardım istemeyi ihmal etmiyoruz. ―Bir el ver

Murat‖. Büyük galeriyi geçiyoruz ve 3 istasyon geçiĢli

iniĢe geliyoruz. Beni, yine heyecan sardı. Ee kolay mı,

gerçek bir mağarada ilk geçiĢlerimi yapıyor olacağım.

Emine indi. Ben ipe giriyorum, yaptıklarım için Murat’-

tan onay alıyorum. Böyle yapıyorum doğru mudur?

Onaylar alınıyor, ben geçiĢlerimi yapıyor ve iniyorum.

Ġlkinden sonra rahatladım. Artık kim tutar beni. Ġniyo-

ruz. Kaç istasyon geçiĢi olursa olsun fark etmez. Son

noktaya geldiğimizde iki derin iniĢ vardı. Biz büyük

kayaların üstünde duruyoruz aslında zemin aĢağıda

kalmıĢ durumda. Çevremizdeki kayaların hemen he-

men hepsi dökülmüĢ olduğundan dolayı Murat dübel

çakılacak yeri seçmekte oldukça zorluk çekti. En so-

nunda zorlukta bulabildiği zemine iki büklüm ve yatay

vaziyette dübeli çakarken biz Emine ile birlikte, üĢü-

memek için, çeĢitli dans figürlerini pratik ediyorduk.

En son noktada ise atılan taĢın sesini duyamaz hale

gelmiĢtik. Mağara devam ediyor ve 100 belki 200

metrelik iniĢe gelmiĢtik. Ġpimiz bitmiĢti ve ölçüm yap-

ma vaktinin geldiğini anladık. Murat ipleri topluyor biz

ölçümümüzü keyifle yapıyorduk. Biz karınca ekip ola-

rak hızlı çalıĢtığımız için planımızın önündeydik ve bir

yemek molası vermeye karar verdik. Bizim

erzağımızda tabii ki gömbe de vardı ve ne yesek aca-

ba bolluğundan ĢaĢırarak karnımızı doyurduk, keyif

çayımızı içtik. Tamam, Ģimdi ip toplamaya ve çıkıĢa

devam dediğimiz bir anda Murat ġahin’in sesini duy-

duk.

DıĢarıda neler oluyor…

Her zaman ki geçirme seremonisinin arkasından hep

birlikte kampa diğer ekibimiz geri dönüĢ yaptılar. An-

cak ikinci bir ekip olan Murat ġahin ve Ali Ethem Kes-

kin, Ali Ethem’in Atlas dergisi’ne fotoğraf çekimi yap-

ması için tekrar mağaraya inecekler. Ġkinci ekip için

Barbaros tekrar seremoniyi gerçekleĢtiriyor ve

KeĢdağı düdenine Murat ġahin’i ve Ali Ethem’i getiri-

yor. Onlar iniyorlar ve Barbaros kampa geri dönüĢ

yapıyor ve KaradaĢ ailesinin hazırlamıĢ olduğu mükel-

lef öğle yemeğini yiyorlar. Bu arada havada kara bu-

lutlar yukarıdan yaylaya gelmeye baĢlıyorlar. Eyüp

KaradaĢ diyor ki ― Üzülme sen yukarıdan gelen bulut-

lardan zarar gelmez. AĢağıdan gelirse korkarız‖. An-

cak, aĢağıdan kara bulut yaklaĢıyor ve herkes pür dik-

kat bulutları izliyor. Barbaros tetikte. AĢağıdan gelen

kara bulutlar yukarıdan gelenlerle birleĢiyor ve

Zekariya KaradaĢ ― Barbaros gardaĢ sen bi aĢağıya

inip haber ver‖ diyerek Barbaros’un omzuna el atıyor.

Barbaros ve Engin yine KaradaĢ ailesinin eĢliğinde,

harekete geçiyorlar. Sanırım bu iniĢ Barbaros’un haya-

tındaki en hızlı iniĢ oldu. Barbaros çok hızlı bir Ģekilde

Murat ġahin ile Ali Ethem ekibine ―Yağmur Tehlikesi‖

haberini iletiyor ve hızla dıĢarıya çıkıyor. Bize de ha-

ber hızla geliyor ve plan yapılıyor. Emine ile ben ön-

den gidiyoruz, Ali ve Murat, Murat Eğrikavuk’a yardım

edip arkadan geliyorlar. Nasıl da malımıza sadığız.

Yağmur tehlikesi var deniliyor ve ipleri aĢağıda bırak-

mamak için organize olmaya çalıĢıyoruz. Yok böylesi…

Biz sırayla, önde Emine arkada ben iplere girip tıkır

tıkır çıkıĢlarımızı yapıyoruz. Az önce ― el verir misin

Murat‖ diyen kızlar yok. Aniden değiĢim gösterip birer

amazona dönüĢüyoruz. Ben nedense bu çıkıĢta onay

ihtiyacı duymadan istasyonlardan geçmeyi çok seri bir

Ģekilde baĢarıyorum. Kayalardan geçerken Emine ile

biraz omuz biraz el ile bize çok zor gelen bacağımızı

dahi kaldırmakta – boyumuz kadar olan kaya bloğun-

dan bahsediyorum- zorlandığımızı yerleri geçmeyi ba-

Ģarıyoruz. Yukarıdan ses geliyor ve tehlike geçti. Biz

biraz rahatlamaya fırsat tanımıyoruz kendimize. AĢağı-

ya bilgiyi aktararak yola devam ediyoruz. ÇıkıĢı yap-

tıktan sonra Barbaros ve Engin’i yine KaradaĢ ailesinin

desteği ile birlikte karĢımızda görüyoruz. Ama bende

artık istasyona göbek bağını takacak hal kalmamıĢ.

Barbaros önce Emine’yi sonra beni görmüĢ rahatlamıĢ

Sel Geliyor !Sel Geliyor !Sel Geliyor !

Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)

Page 11: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 11

bundan sonra nasıl olsa çıkarsın diyor ancak

dayanamıyor ve bir el uzatıyor. Ancak bu ele

gerçekten ihtiyacım vardı. Amazonluk da bir

yere kadar… Herkes derin derin nefes alıyor.

Hava karanlık ancak biz teker teker çıkarken

gözlerdeki endiĢe de yavaĢ yavaĢ gidiyor an-

cak aĢağıda insanlar var. ġimdi onları bekliyo-

ruz. Ve… Çay ve tereyağlı gözlemeler mağara-

nın ağzına servis yapılıyor. Bu keyif gerçekten

çok güzeldi. Tarihte baĢka kimlere nasip olur

bilmem ama biz bu aile ile tanıĢmakla oldukça

Ģanslıydık sanırım.

Mağaradan çıkan ekibi bir elimizde cam bar-

daklar içinde çay ve diğer elimizde gözleme ile

karĢılıyorduk. Mağara’dan en son ipe geldikle-

rinin sesini duyunca Barbaros tam anlamıyla

―çocuklar gibi Ģendi‖. Bizim içeride çektiğimiz

sıkıntının kaç mislini dıĢarıda bizim için endiĢe-

lenen insanların çektiğini o an anlayabildim. Bu

kadar güzel bir ekiple bu kadar güzel bir ma-

ğara gezisinde olmak oldukça keyifli ve tarifsiz

güzellikteydi. En önemlisi ise hayatımızı birbi-

rimize teslim ederek aĢağıya iniyor olduğumu-

zu anlamak ve böyle bir ekibin üyesi olduğumu

bilmek ise tarifsizdi. Bir kez daha ASPEG’li ol-

maktan mutluluk duydum.

Fotoğraflar: Murat ġahin

Page 12: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 12

* Bizimle ilginç bir bilgiyi paylaĢmak isterseniz; [email protected]’a e posta atın lütfen.

Bilgi KırıntılarıBilgi KırıntılarıBilgi Kırıntıları

KONG SLYDE

Göbek Bağına Alternatif Bir Alet

Slyde aĢağıdaki görüldüğü gibi basit metal bir

alet. Ana prensip ağırlık altında ipin birbirini sı-

kıĢtırması ve kaymaması.

Slyde‟ı, 9 mm dinamik iple kullanmak lazım.

Toplam ağırlığı 40 gr ve 25 kN çekmektedir

(Kong‟websitesinden alınan bilgiler).

Kullanma avantajları (bana göre)

Fazladan 1 karabin, bir 8‟li düğüm olmadığı

ve hem uzun hem kısa için aynı ip kullanıl-

dığı için ipten tasarruf

Setin üzerinde gereksiz oradan buradan

sallanan iki ip+karabin olmaması

Uzun ve kısa göbek bağını kolaylıkla ayar-

layabilme ve istediğiniz uzunlukta veya kı-

salıkta olabilmesi

Kullanma dezavantajları (bana göre)

Takıl-geç‟lerde güvenlik için baĢka bir yol

bulmanız; El cumarı‟nın karabinini takmak

gibi...

Kısa göbek bağı durumundayken, ekstra-

dan sallanan ipi bir Ģekilde bir yerlere tu-

tuĢturmak

UYARI: Slyde‟ı kullanırken ipin kalan boĢ kısmı-

na bir durdurucu düğüm atmayı unutmayın ve

öyle kullanın.

Satın aldık, denedik ve gördük. Verdiğimiz para

4,5 euroydu.

Fiyat/Kazanç ve fayda durumuna göre alınabilir

bir alet.

Resimler ve Kaynak: Kong‟un resmi websitesi

http://www.kong.it/doc408.htm

Ender Usuloğlu

Not: Bazı arkadaĢlarımız bu aleti bizim göbek

bağımızda delta‟ya takılan 8‟li yerine de kullana-

biliyor. DeğiĢik kullanma çeĢitleri kiĢiden kiĢiye

olabilmektedir ama esas kullanım Ģekli aĢağıda-

ki gibidir.

Page 13: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 13

Mağaralara hep kendini göstermeye çalıĢan fakat ne

kadar çalıĢsa da bunu baĢaramayan doğal yaratıklar

olarak düĢünmüĢümdür. Yaratık diyorum çünkü onlar-

da aslında canlıdırlar. Onlarda doğarlar, geliĢirler ve

ölürler. Bazısı uzun, bazısı kısa yaĢar. Farklı farklıdır-

lar. Hiçbiri birbirine benzemez. YaĢlısı, genci, cildi ku-

ruyanı, ağlayanı…Onlar da içlerinde çeĢit çeĢit canlı

barındırırlar.

Olur ya bir insanın iç dünyasına girebilmek için onun

psikolojisinden anlamak gerekir, iĢte mağaranın da

içine girebilmek için önce bizlerin yani insanların da bu

iĢin ―tekniğini‖ ve ―etiğini‖ bilmemiz gerekir. ĠĢte bu

teknik ve etik iĢinden anlayan insan topluluğuna

―mağaracı‖ diyorlar.

Aslında yukarıda bahsettiğim bu ―etik‖ ve ―teknik‖ iĢin-

den anlayan da çok az kiĢi var. Hani bazıları etikten

anlar, teknik yoktur; yatay mağaraya girerler; yürüyüĢ

yapar, belki biraz sürünürler oraları buraları çamur

olur çıkarlar; sonra biz mağaracı olduk derler… Bazıları

da teknik bilir, etik bilmezler; bunlar mağaraya girerler

o mağaranın kendileri gibi canlı olduğunu unuturlar

orasını burasını yaralarlar didikler dururlar; Ģu’suna

bu’suna zarar verirler ve hiçbir Ģey olmamıĢ gibi çıkar

giderler. ĠĢte bu arkadaĢlar mağaracılığın ve mağara-

nın ruhundan nasibini alamamıĢ yaratıklardır. Birde

bazıları vardır ki, hem teknikten hem de etikten anlar-

lar ve o mağara gerek yatay gerekse dikey olsun fark

etmez ―insan‖ gibi girer çıkarlar ve içeride sadece ayak

izlerini bırakırlar ayrıca fotoğraftan baĢka bir Ģey çı-

kartmazlar. ĠĢte bu azınlıkta olan insan topluluğuna biz

mağaracı diyoruz. Hatta birde onlar fotoğrafçılık tekni-

ğine göre fotoğraf çekiyorlarsa onlara “fotoğrafçı

mağaracı” diyoruz.

Ne zaman bir mağaraya girsem ve o mağara özellikle

dikey mağaraysa, herhangi bir derinlikteyken etrafıma

bakarım sonra kayaya yaklaĢırım onun manzarasının

her bir noktasına sindire sindire seyrederim ve derim

ki: Bu mağaranın içine giren ender insandan biriyim ve

Ģu kayanın üzerini örten birkaç çatlağın düzensizliğin-

deki düzeni gören dünya da yaĢayan belki de ilk ve

sonum; veya kayanın çatlağının herhangi bir kıvrımın-

da gezinen yolunu bulmaya çalıĢan minicik böceği bu

dünyada gören ilk ve son insanım diye düĢünürüm.

ġimdi aklıma Ģu geldi hani bir söz vardır:

―Men always want to be a woman’s first love - women

like to be a man’s last romance.‖ — OSCAR WILDE

Yani bu büyüğümüz demiĢ ki: ―Erkekler daima kadınla-

rın ilk aĢkı, kadınlarsa daima erkeklerin son aĢkı olmak

ister.‖

Belki de benim erkek olmam dolayısıyla mağaraların

benim ilk aĢkım olmalarını istemem doğal bir içgüdü-

dür. Tabi burada insanlardan farklı olan bir husus bu-

lunmakta… Biz aslında gerçekte olmasa da o gördükle-

rimizle duygusal bir bağ kursak bile bunu baĢkalarıyla

paylaĢabiliriz. Tabi bunun tek yolu fotoğraf olmasa da

en duygusal yolu fotoğraflardır.

Fotoğraf kartına kiĢi ―o an‖ da yaĢadığını, hissettiğini

içinde neler olup bittiğini olaya nasıl baktığını karam-

sarlığını-iyimserliğini dökebilir. Ayrıca sadece kendi

duygu-düĢüncelerini değil karĢısında her ne varsa

onunda duygu ve hislerini dökebilir. Hatta öyle ki eğer

fotoğrafı çeken kiĢi eğer karĢısındakinin duygularına

hükmetmek isterse buna bile karıĢabilir. Onu aldığı

karesinin açısını, IġIĞINI, netliğini vs. değiĢtirerek iyi-

yi kötü, kötümseri iyimser, gerçeği hayal, kesinliği

Ģüpheliye dönüĢtürüverir. Fotoğrafçı gerçeğin ta kendi-

sini ( kendisine göre) karesine alır ve onu orada son-

suza kadar hapseder iĢte bu gerçeğin ta kendisini hap-

setme iĢini parmaklarıyla o bir anda yapıverir.O anda

ona hiçbir Ģey engel olamaz. Fotoğrafçı o anda kadra-

jının içindekilere hükmeder yani o aslında an’ın ta ken-

disine hükmeder. O, o anda gerçeğin hükümdarıdır. O

gerçek fotoğrafçının parmaklarının ucundaki deklan-

Ģörde ve gözünün önündeki vizördedir.

ġimdilerde fotoğraf çekenler nasılda çoğaldı, fotoğraf

çekmek nasılda kolaylaĢtı… Alır eline fotoğraf makine-

sini çeker herhangi bir kare, sonra evine gelir bilgisa-

yarına koyar, orasını ekler burasını çıkarır; orasını eğer

burasını büker, oranın rengi güzel olmadı deyip rengini

değiĢtirir ya da ―aaaaa bu kuĢun burada ne iĢi var?‖

deyip o kuĢu oradan alır yerine bulut koyar hatta bulu-

ta birde kontrast verir. Sonra da diğerlerine sunar.

Sonra o, kendisine ―fotoğrafçı‖ der. Ne kadar da kolay-

laĢtı bu iĢ canım!.. Ee teknoloji iĢimizi kolaylaĢtırıyor

ya…

Mağaranın boĢluğuna kendimi bıraktığımda ipin

ortrasındayken desandörüme düğümümü atıp Ģöyle bir

dururum ve bu ürkek boĢluğun sessizliğini dinlerim.

Ama o aslında sessiz değildir. Sessizliğiyle bana ninni-

ler anlatır. Ġnerken yukarıdan usulca ama kızmıĢçasına

akan sular üzerimden geçiverir, beni ıslatır.

Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve

Sarhoşluk Sarhoşluk Sarhoşluk

Nafi Onur (EGEMAK)Nafi Onur (EGEMAK)Nafi Onur (EGEMAK)

Page 14: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 14

Sonra hani deriz ya ―mağaracı sabırlı olmalıdır, bekle-

meyi öğrenmelidir‖ diye… Arkamdan gelecek veya ben-

den önce gideni beklerken o sessizlik vardır ya iĢte o

anda ―mutlak karanlık‖ olur kimsenin ıĢığı ne beni ne o

gizemli boĢluğu rahatsız edemez. ĠĢte o zaman sanki

karanlığın efendisine ses sözcüğünün olmadığı bir dün-

yaya kapılarım açılır. ĠĢte asıl o zaman gözlerimi koca-

man açarım ve aslında o boĢluğun içinde ne kadar ça-

resiz olduğumu ama bir o kadar da o’nun beni içine

aldığını hissederim.

Fotoğraf kartı da sessizdir mağara gibi. Onu da anla-

mak için hissetmek gerekir. Bakmak yetmez görmek

gerekir. Fotoğrafa baktığımda o an sanki fotoğrafı çe-

ken benmiĢim gibi hissederim. Mağaranın içinde benim

hissimi paylaĢan arkadaĢımın duygusunu ancak fotoğ-

raflayarak ebediyete gönderirim. Giderim onu kayanın

yanındayken onu süzerken onunla konuĢurken çeke-

rim. Giderim onu, kayaya dokunurken çekerim. Gide-

rim onu, sarkıttan damla damla akan suyu hayretle

izlerken çekerim. Onu, içinde bulunan derinliğin içinde

büyülenmiĢçesine sarhoĢken çekerim.

Mağara sarhoĢluktur. Ġçmeden sarhoĢ olmanın tek yolu

mağaraya girip içinde hiçbir ıĢın hüzmesinin olmadığı

boĢlukta karanlıkta gözlerini kocaman açıp sendeleye-

rek düĢmektir. ĠĢte o zaman o boĢluğun gücünü hisse-

derim. O zaman o ürkek boĢluğun önünde aslında ne

kadar aciz olduğumu anlarım.

Mağaranın o uçsuz bucaksız romantik duygusal derinli-

ğine kendimi tüm saflığımla, her Ģeyden arınmıĢ benli-

ğimle ve buz kesmiĢ gözlerimle attığımda yanımda is-

tediğim 2 Ģey vardır: Birincisi burnumda tüten aseti-

len… Ġkincisi ise hislerimi kalıcı kılan makinem…

Saygılarımla…

Fotoğraflar: Ender Usuloğlu, Murat ġahin

Page 15: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 15

Biliyor Biliyor Biliyor muydunuzmuydunuzmuydunuz???

DÜNYA‟NIN EN UZUN SUALTI

MAĞARASI NEREDEDĠR?

Meksika’daki Yukatan körfezi beyaz kumlu plajları ve

tertemiz berrak suları ile turistlerin gözdesi bir bölgedir.

Bu bölge aynı zamanda dünyadaki en uzun sualtı mağa-

ra sistemini içinde barındırmaktadır.

Ox Bel Ha mağara sistemi 180 km ile Sac Actun mağa-

ra sistemi 172 km uzunluğundadır. Meksika’da ki bu iki

uzun mağaranın neredeyse tamamı sualtındadır. Zaman

zaman sudan çıkabilecek yerlerle birlikte, mağara dalgıç-

larının gözünde Sac Actun mağarası dünya’nın en güzel

mağara oluĢumlarının olduğu bir mağaradır. Sac Actun

mağarasında derinlik en fazla 40 fit (yaklaĢık 10-15

metre arası) ve su ısısı 77 fahrenheit (yaklaĢık 25-30

santigrad)’dır. Sualtındaki oluĢumlar oldukça kırılgan

olduğu için dalgıçların su içindeki dengeyi (buoyancy)

çok hassas bir Ģekilde tutturmaları gerekiyor. Mağara

sistemi belli yerlerden turizme açılmıĢtır.

Derleyen ve tercüme eden: Ender Usuloğlu

Fotoğraf: Ali Ethem Keskin

Kaynakça: http://www.caves.org/project/grss/

grlong.htm

http://www.nationalgeographic.com/adventure/road-trips/mexico.html

Page 16: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 16

SpeleosanatSpeleosanatSpeleosanat

The Spelunkers Code

I took a walk into the mountains just the other day. I had my gear, my boots and headlamp I was on my way.

The coolest of air I ever did feel was coming out of the ground, I tied my rope upon a tree, for the cave entrance I had found.

My palms grew sweaty and legs were weary as I entered in the dark.

I watch my feet carefully not to destroy anything or leave a mark. A light beam lay before me,

emitted from my lamp.

Where will this pit take me, to a river or underground lake?

Or maybe a forgotten underground palace, where treasures are forbidden to take.

Where will the end of my rope bring me,

only time will tell. I only know as I go deeper,

I'm closer to heaven than to hell

James Daniel Cawley

Mağaracının Kuralı

Bir önceki gün, tepelere doğru yürüyordum

Malzemem, çizmelerim ve kafa lambam yanımda gidiyordum

Hissettiğim en serin hava yeraltından geliyordu

Ġpimi bağladım bulduğum mağara ağzında ki ağaca

Avuçlarım terledi ayaklarım hissizleĢti karanlığa girdikçe

Bir iz bırakmamak ve kırmamak için ayaklarıma bakıyordum dikkatlice

IĢık hüzmesi önümde

Süzülüyordu lambamdan

Bu iniĢ beni nereye götürecek?

Yer altı deresine veya gölüne mi?

Veya unutulmuĢ bir yer altı sarayına

Hazinelerin alınamayacağı bir yere mi?

Ġpimin ucu beni nereye indirecek

Bunu sadece zaman belirleyecek

Tek bildiğim indikçe derine

Yakınım cehennemden çok cennete

James Daniel Cawley

Uyarlayan: Ender Usuloğlu

Fotoğraf: Ender Usuloğlu

Page 17: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 17

Temmuzun 16’sı, uzun bir otobüs yolculuğundan son-

ra, Aydın’dan, Ġstanbul’a ulaĢtım. Beni Tiyatrocu-

Hukukçu bir arkadaĢımın, Tiyatrocu-Hukukçu kardeĢi Abdullah Gün karĢıladı J. Buradan ġile de bulunan

MeĢrutiyet Mağarasına gitmek üzere yola çıkacaktım.

Hemen yola koyulduk, çünkü ġile Ġstanbul’a oldukça

uzaktı.

Bu arada uygun kimse olmadığı için mağaraya tek ba-

Ģıma girmek zorunda kalmıĢtım. Mağaracılığın en

önemli kurallarından birini çiğniyordum ama mecbur-

dum bu mağaraya mutlaka gidip, tezim için gerekli

olan mağara çekirgelerini toplamam gerekiyordu… En

son Ender’i aramıĢtım, O da bana iĢlerinin yoğun ol-

duğunu söyleyince, umudumu iyice yitirdim.

Neyse ki Abdullah benimleydi. Kadıköy’den, Hareme

geçtik. Buradan ġile otobüsüne bindik. Otobüs Ģoförü

bize, ileride biletli müĢterilerin binebileceğini ve ayak-

ta kalabileceğimizi söyledi. Neyse dedik, mecburduk,

bindik, iki durak sonra ayaktaydık J kalan 2 saatlik

yolu ayakta geçirdik. Otobüste, biletli olmayan yolcu-

ların sayısı (yani ayakta olanların sayısı), oturanların

iki katı kadardı. ġoför tasarruf için klimayı az açıyor-

du. Otoban üzerinden gideceğini söyleyen Ģoför, köy

yollarına sapmıĢtı. Yolu ve süreyi 2 kat uzatmıĢtı. Bu-

nun sebebiyse yeni girdiği köy yollarından yeni yolcu-

lar alıp, ayaktaki yolcuların sayısının oturanların 3 ka-

tına çıkarmaktı. Tabi otobüstekiler galeyana geldiler,

arkada ayakta duran gençler, Ģoföre Ģarkılar yazdılar,

besteler yaptılar, hareket çektiler ama Ģoför oralı ol-

muyor ve tüm bu olanlara rağmen yolcu almaya de-

vam ediyordu. Ayılanlar, bayılanlar, jandarmayı ara-

yanlar vb... Sonunda otobüs meclisi toplandı ve oy

birliğiyle (çokluğuyla değil) Ģoförü dövmeye karar ve-

rildi. Tam dövülme Ģekli, yeri vb. planları yapılırken,

MeĢrutiyet köyüne geldik ve biz inmek zorunda kaldık.

Hava oldukça serindi, içimden bir ses yağmur, dolu

Allah ne verdiyse, yağacağını ve bunun da çok uzak

olmadığını söyledi. Ġçimdeki sese kulak vermedim.

Zavallı Tiyatrocu ve aynı zamanda Hukukçu olan arka-

daĢım Abdullah ise baĢına gelebileceklerden habersiz-

di. Ne yalan söyleyeyim ben de habersizdim. Köye 20

dak. yürüyüĢten sonra vardık (bu arada iki çoban kö-

peği ters ters baktı, ama hiç oralı olmadık). MeĢruti-

yet köyünde iĢimiz çok kolay görünüyordu, çünkü

elimdeki veriler, köyden rahatça gidilebildiği yönün-

deydi. Köyün muhtarını bulamadık, ama karĢılaĢtığı-

mız Ahmet Amca, bize mağarayı tarif etti.

Yüksek ıhlamur ağaçlarının altında ve köye yaklaĢık

500 metre uzaklıktaydı. Ancak bir sorun vardı, O da

mağaranın önündeki ıhlamur ağaçlarına ulaĢmak için

aĢılması gereken doğal bir orman J. Neyse yola koyul-

duk. Köyden çıkmadan bir eve daha sorduk mağarayı,

bize BUMAK tan bazı mağaracıların da daha önce gel-

diğinden bahsettiler. Evde bulunan bir amca ―oğlum

Ģimdi gitmeyin oralara, yağmur geliyor, buraların yağ-

muru çok fenadır‖ dedi. Ben de ―sorun değil amcacım‖

dedim ve yola koyulduk. Bu arada amcam sözünü bi-

tirir bitirmez, bir yağmur damlası burnumun ucuna

düĢüverdi, ama henüz çiseleme Ģeklinde olduğu için

pek önemsemedim. Yola devam ettik, köyden görü-

nen ıhlamur ağaçları artık görünmüyorlardı. Birden

yağmur Ģiddetli bir Ģekilde yağmaya baĢladı, ağaç,

çalı ve dikensi formasyonlardan oluĢan orman içinde

ıslanmaya baĢladık, yağmur Ģiddetini arttırdı. GPS,

cep telefonları, fotoğraf makinesi vb. önemli eĢyaları,

çantamda su geçirmez kısma yerleĢtirdim. Bu arada,

Abdullah yavaĢ yavaĢ söylenmeye baĢlamıĢtı. Orman-

da ilerledikçe, patika kayboldu, tahmini olarak ilerle-

dik ve öyle bir yere geldik ki, adım atamıyorduk artık,

her yer dikensi çalılardı ve dikenler çok kötü batıyor-

du, adım atmak için dalları kesmek/kırmak zorunda

kaldık, ancak her dala vuruĢumuzda, bitki ya da çalı-

daki bütün sular, üzerimize dökülüyordu. Kıyafetleri-

miz tamamen ıslanmıĢtı ve ağırlıklarının 5 katı ağırlığa

ulaĢmıĢlardı, yağmur o kadar Ģiddetini arttırdı ki, (bu

arada yağmur Ģiddetini arttırdıkça Abdullah da içinden

söylediği Ģeylerin Ģiddetini arttırıyormuĢ gibi bakmaya

baĢlamıĢtı bana) botlarıma bile su girdi, artık olaydan

zevk almanın zamanı gelmiĢti, ıslanmak kaygısını yi-

tirmiĢtik, yağmur eĢliğinde halay, türkü vb. zamanı

gelmiĢti. Birden yolumuzdaki dikensi çalılar daha da

sıklaĢtı ve yere çökmek zorunda kaldık. Ölmek var

dönmek yoktu, çünkü her adım attığımızda, bir sonra-

ki etimize batan dikenli bitkilerden sonra, boĢluğa çı-

kacağımızı ve ıhlamur ağaçlarını göreceğimizi düĢün-

müĢtük.

Donumuza kadar ıslanmıĢtık, daha kötü ne olabilirdi,

demeye kalmadan, domuz hırlamaları ve peĢinden 3–

4 domuz (ikisi yavruydu) 5 m farkla yanımızdan hızla

geçtiler. Hava karanlıktı, dizlerimizin üstüne çökmüĢ-

tük ve ancak öyle ilerleyebiliyorduk, tamamen ıslan

Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir

araştırmacı…araştırmacı…araştırmacı…

A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK) A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK) A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK)

Page 18: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 18

mıĢtık, az daha yaban domuzları üzerimizden geçecek-

ti. Masum, hiçbir Ģeyden habersiz benle mağaraya gel-

meyi kabul eden, hukukçu arkadaĢım Abdullah sinir-

den ağlıyor muydu yoksa göz yaĢlarına benzettiğim,

yağmur damlaları mıydı, emin değildim ama emin ol-

duğum bir Ģey var, etine batan dikenlere küfürler sa-

vururken, içten içe bana da atıfta bulunuyordu.

Ender’i aradım, bu mağaraya daha önce gelen ekipler-

den, birinin telefonunu aldım, aradım ama ulaĢama-

dım. Bu arada Abdullah dizinin yanında duran bir Ģerit-

li engerek (Vipera xantina) gördü. Yılan ürkmüĢtü, kü-

çük bir kayacın yanındaydı, Abdullah yolu açmak için

kullandığımız tahtayı alarak yılanın baĢını ezdi. Öldür-

mesine gerek olmadığını söylediğimde bana ters ters

baktı. O konuyu hemen kapattım. KaybolmuĢtuk, iler-

leyebilmek için yapmıĢ olduğumuz zorunlu manevra-

lar, bizi daha önce geçtiğimiz bir yere getirmiĢti. Gök-

yüzü görünmüyordu, orman içinde yön tayini yap-

mamız gerekiyordu. Pusulam yanımda değildi,

ağaç gövdelerindeki yosunlara baktım çünkü yo-

sunlar daima güneĢ görmeyen tarafta yoğun

olurlardı. Yani kuzeyi gösterirlerdi. Mağara ku-

zey doğudaydı ve yosunlara bakarak sürekli

aynı yönde ilerlemeye çalıĢtık. Sonunda bir

boĢluğa çıktık, yağmur bir an için durmuĢ-

tu.

Ancak bulunduğumuz bölgeye dikkat-

li bakınca mağaranın sağından (20

metre civarı) geçerek yukarı doğru

tırmandığımızı anladık, ıhlamur

ağaçlarının arasından görünü-

yordu ama geride kalmıĢtı. Ge-

riye dönüp mağaraya doğru

ilerlemeye çalıĢtık ancak ça-

lılar buna izin vermiyordu.

Mutlaka bir patika olma-

lıydı ama bulamamıĢtık.

Köye geri dönüp, yedek ve kuru, daha doğrusu az ıs-

lak kıyafetlerimizi giyip tekrar gelmeye karar verdik,

aynı zamanda köyden birilerini ikna etmeye çalıĢacak-

tık. DönüĢte yağmur devam ediyordu ancak çamur ve

balçık daha çok rahatsız etmeye baĢlamıĢtı. Mağaraya

gelirken en son konuĢtuğumuz aileye gittik, bizi ağırla-

dılar, kendimi ve arkadaĢımı (artık arkadaĢlığımızın

devam ettiğinden Ģüpheliydim) tanıttım. Bizi kabul et-

melerinin önemi büyüktü çünkü kadın eski bir tiyatro-

cuydu ve bazı dizilerde de oynamıĢtı. Abdullah tiyatro,

sinema ve dizi oyuncularını koruyan ve destekleyen bir

sendikanın avukatlığını da yaptığı için muhabbeti he-

men kurduk, üzerlerimizi değiĢtik. Mağarayı bulmak

için belediye ve muhtardan yardım istedik. Ancak Ģu

an boĢta adam olmadığı için ġile belediyesi ve taksici-

lik yaptığı için muhtar, bize olumsuz cevap verdi. So-

nunda köyde birini bulduk, bizi mağaraya götürebile-

ceğini söyledi (sanırım bizi hazineci sandı ve bulacağı-

mız ganimeti paylaĢmayı planlıyordu) ve tekrar yola

koyulduk. Orman sınırına girdik ve çok rahatlıkla ma-

ğarayı bulduk. Mağaranın giriĢi büyük değildi ama ağ-

zında kocaman bir kuyu vardı. Hazine avcıları büyük

bir kuyu kazmıĢlardı. Abdullah’a kalmasını ve arada

bana seslenmesini söyledim ve mağaraya girdim. Biraz

süründükten sonra diğer bir galeriye ulaĢtım ve çok

dar bir geçitle karĢılaĢtım, yalnız olduğum için risk al-

madan geri döndüm, içeride akrep, örümcek, yarasa,

çiyan ve mağara sineği vardı ancak mağara çekirgesi

yoktu. Mağara faunası, kliması mağara çekirgeleri için

çok uygundu, belki de mağaranın devamında olabilirdi.

Köye geri döndük, üzülmüĢtüm, örnekleri bulamamıĢ-

tım, oysa ki MeĢrutiyet mağarasında bulunduğu, bazı

kaynaklarda yazıyordu. Ġstanbul’a döndük, bir an

için bu kılık ve vaziyette Ġstanbul otobüsü bize alır

mı almaz mı korkusuna kapıldıktan sonra otobüs

durdu ve bizi aldı. Abdullah beni ağırladı, bütün

eĢyalarımızı yıkadık ve elektrikli sobada kurut-

tuk. Ertesi gün Dupnisa mağarasına gitmek

üzere Trakya’ya doğru yola koyuldum. Her

Ģeye rağmen çok keyifli ve güzel bir ara-

ziydi.

Bu geziden çıkardığım sonuçlar; (i) Ma-

ğaracı olmayan normal insanlarla

(çünkü normal mağaracı yoktur ben-

ce) araziye çıkmayın arkadaĢlarınız

azalabilir. (ii) Mağaraya ilk defa

gidiyorsanız ve nerde olduğunu

bilmiyorsanız, civardan bilen

birilerini yanınıza alın (iii) Ha-

la yapmadıysanız bir gün

mutlaka ormanda deli gibi yağmur altında donunuza

kadar ıslanmanın zevkini çıkarın, halay çekin ve Ģarkı

söyleyin… Sevgiler…

Fotoğraflar: Ender Usuloğlu

Page 19: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 19

İki Romen’le iki geceİki Romen’le iki geceİki Romen’le iki gece

Sinan Poyraz (ASPEG)Sinan Poyraz (ASPEG)Sinan Poyraz (ASPEG)

''Ağustos güneĢi en çok ondan kaçıp sığınabileceği-

niz bir mağara olduğunda güzeldir''. Tabii bu genel-

lemeyi hazırlanmak için kamp alanından 'kaçıp' gel-

diğimiz Düdenyayla giriĢinde, buna benzer baĢka

hiçbir tecrübem olmadan yapıyorum. Mağara kam-

pı... Yanımdaki iki Romen’le beraber iki gece üst

üste kaĢık pozisyonunda uyuyacağımızı bilmeden

'ben biseksüelim' , 'ben aktifim' gibi Ģakalar yaparak

mağara giriĢine hazırlanıyoruz.

Ben, Octav ve Razvan o gün Düdenyayla'ya bu ruh

haliyle girdik. Onların daha önceden mağara kampı

tecrübesi var benim yok ama pek bir yabancılık çe-

keceğimi zannetmeden onlara ayak uyduruyorum.

Daha doğrusu onlar, bizim bir gün öncesinde yaptı-

ğımız döĢemeye ayak uyduruyor, pek bir sudan kaç-

mıĢız bu da hattın zorluk derecesini yükseltiyor. Ma-

kul bir sürede görevimizin baĢlayacağı yere varıyo-

ruz. Bu noktada matkapla döĢemeye baĢladığımız

andan itibaren matkabın hızı karĢısında gölün üze-

rinde 45 dakikada anca çaktığım dübele acıyarak

bakıyorum. Matkap gerçekten döĢemenin süresini

hızlandırsa da kendine has sert dikenlere de sahip.

Bu dikenlerden bir tanesini Düdenyayla'nın bitmek

tükenmez göllerini geçerken yaĢıyoruz; matkap bo-

zuluyor... Romenlerin de morali bozuluyor, o günlük

iĢi bırakmak istiyorlar ama daha erken olduğunun da

farkında oldukları için Octav, ortak fikri sonunda Ġn-

gilizce söylüyor ''Sinan, action time''. ''Roger that''

diyip üĢümüĢ desandörümü ısıtacak Ģekilde (öhüm

öhüm yani hızlı:) Mozart salonundan önceki gölün

üzerine varıyorum. Razvan'ın dübel çaktığı yer çok

güzel ama bitirememiĢ... Devam edeyim diyorum

ama matkabın bir artısını daha acı bir Ģekilde öğre-

niyorum. Çok daha yükseğe, çok daha sağa veya

çok daha sola ulaĢmak istediğinizde matkap büyük

bir avantaj. Razvan'ın açtığı deliğin ancak 15 cm

aĢağısına bir dübel çakabiliyorum. Ardından 2. sini

de çakıyorum ve bu iki iĢlem bir saati biraz aĢkın bir

sürede bitiyor. Tabii bu süre matkapçı Romenleri

pek tatmin etmiyor, aĢağıda durumun ne olduğunu

sürekli sormalarından artık yukarı çıkmamı istedikle-

rini düĢünüyorum zira öyle de oluyor. Tam o sırada

Razvan'ınkinin de üstünde eski bir dübel görüyorum,

iĢe yarar gözüküyor ama artık kullanmak mantıksız.

6-7m uzunluğunda göl, kesin yan taraflarında ''Bir

tane daha vardır'' diyorum yani en azından olmalı

ama yok. ''Bu gölü geçen adam ıslanmadan geçmiĢ-

se helal olsun, acaba insan mı?'' düĢünceleriyle yu-

karı çıkıp durumu anlatıyorum. ''iki dübel sonra

kıyıdayız'' diyorum ama matkapsız devam edemeye-

ceklerini söylüyorlar. Orda ısrarcı davranmadım ama

verilen kararın hala yanlıĢ olduğunu düĢünmekteyim

gerçi pek de önemi kalmadı.

Biraz yemek yiyip matkabı tamir etmeye baĢlıyoruz

daha doğrusu baĢlıyorlar; kendileri mühendis.

Onlar tamir ede dursun ben size matkaptan bahse-

deyim. Romenler matkabın bataryalarını çıkarmıĢ ve

uzun bir kabloyla bir aküye bağlamıĢlar böylelikle

matkabı elde taĢırken ekstradan bataryanın ağırlığını

da taĢımıyorsunuz ve kolunuz daha az yoruluyor.

Aküyü de sırtınızda çantada taĢıyorsunuz ya da bir

istasyona takıp baĢka bir istasyona kablo boyu ka-

dar ağırlıksız gidebiliyorsunuz, kablonun yetmediği

yerde takım arkadaĢınızdan yardım istiyorsunuz.

Romenler ayrıca matkap kullansa da bunu matkap

dübeli ile yapmıyorlar. Bizim çekiçle yaptığımız iĢin

aynısını matkapla yapıyorlar. Dübel deliğini açıyor-

lar, açtıktan sonra deliğini dibini düzleĢtirip dübeli

patlatıyorlar. Bence matkap dübeli kullanmaktan

daha mantıklı bir yöntem.

Razvan kablolardaki sorunu buluyor, kısa sürede de

tamir ediyor. Ardından -Mozart'a inemediğimiz için

ve saatin geç olmasından dolayı- kampı atacak yer

aramaya baĢlıyoruz. Çok iyi niyetle bana sürekli

kamp alanının, mümkünse su yolundan uzak, kuru

bir yerde vs. olması gerektiğinden söz ediyorlar. ''O

kadarını ebem de bilir'' demek istiyorum ama iyi ni-

yetleri kırmanın ayılık olacağına kanaat getirip ''he''

deyip geçiyorum. En güzel kamp alanının hepimizin

daha önce iĢediği yer olduğuna karar verip kampı

kurmaya baĢlıyoruz. Razvan'ın durumu iyi gözükü-

yor ama Octav gün içerisinde çok üĢüdü ve bundan

olsa gerek herhangi bir sürprizle karĢılaĢmak iste-

mediğini çantaları açarken dile getiriyor. Ağzını aç-

maz olaydı ki çadır çubuklarının kırık olduğunu görü-

yoruz ardından da iki kiĢilik olduğunu (bkz: ilk pa-

ragraf, kaĢık pozisyonu). Octav ile çubuklara bir

ayar çekip çadırı kurduktan sonra hemen üzerini

aluminyum folyo ile örtüyoruz. Bana bunun daha

sıcak tutacağını ve su geçirmeyeceğini söylüyor.

Ġçimden 'ulan' diyorum ama hemen sakinleĢiyo-

rum... Razvan bize çorbayı hazırlamıĢ bile...Çorbayı

içmeden önce tulumlarımızı da çantadan çıkartıyo-

ruz. Ben ince olanı seçip diğer iki kalın uyku tulumu-

nu onlara veriyorum. Bu iyiliğime karĢılık beni orta-

larına almak istiyorlar. Ne kadar fark etmeyeceğini

söylesem de en sonunda orta bana kalıyor. Sıcak

yemeklerimizi yiyip çadıra girdiğimizde ben tulumum

içindeki yün içlikleri fark ediyorum, çok Ģanslıyım.

Artık hem ortada hem de sıcak kuru yün içliklerle

yatacağım, onlarsa sabah ıslak uyanacak; Nihahaha.

Yatmadan hemen önce Razvan saatinin alarmını

kurdu ve Ģu cümleleri sarf etti; ''Mağara kampına

kesinlikle alarmla gelmelisin yoksa 20 saat boyunca

uyuyabilirsin'' Octav'da bunu destekledi. Alarmı ku-

rup uyuduk. Sabah kalktığımızda ise bu olayı bu ka-

dar çabuk tecrübe ettiğime ĢaĢırdım alarm çalmamıĢ

ve biz üç saat fazla uyumuĢtuk...

Hızlı bir kahvaltıdan hemen sonra kaldığımız yerden

devam ediyoruz ve gölü kısa bir süre sonra aĢıyo-

ruz. Ardından yüksek ama dar ve dibi dize kadar su

olan bir pasaja geliyoruz. Önce çantaları yukardan

indirmenin iyi olacağını ve bunu yaparken de 9 tane

çantayla gölü geçmenin zor olacağından dolayı

Page 20: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 20

CLAUDE CHABERT

trolean hattı kurmaya karar veriyoruz. Burada bu ka-

rar çok mantıklı daha az yorulacağız ve çantaların

ıslanma riski de yok. Ama gölden sonraki pasajda da

trolean kurmaları bence, mağaranın daha derininde

bulunan keĢfedilmemiĢ kollarına ulaĢamamızın ikinci

nedeni oluyor. Yine de üzülmüyorum çünkü yatay ga-

leride kullandıkları bu tekniğin sedye taĢırken de kul-

lanıldığını söylüyorlar. Sistemi iyice öğreniyorum ama

çok zaman gidiyor burada.

Ve yine bir iniĢin baĢına geliyoruz. Bu sefer matkap

bende. AĢağıda yine bir göl olduğu için Romenlerin

morali iyice bozuluyor sanırım devam etmek istemi-

yorlar ama beni de çözmüĢ olacaklar ki bunu hemen

söylemiyorlar çünkü yaptığımız iĢe bakıldığından çok

az yol kat etmiĢtik. Her neyse hızlı hızlı iniĢi döĢüyo-

rum; eski dübeller burada çok kötü çakılmıĢ dolayı-

sıyla hattı yenileyip hem de sudan biraz daha uzakla-

Ģarak iniyorum. Son bir dübellik yer kalıyor ama beni

yukarıya çağırıyorlar. Bu günlük bu kadar iĢin yeterli

olduğunu söylüyorlar. Kampa geri dönüyoruz. Mora-

lim biraz bozuk ve sol kolum gereksiz yere zorlandı,

ağrıyor. Saatte geç olduğu için uyuyup sabah çıkma-

ya karar veriyoruz. Kendimi biraz da hasta hissetti-

ğimden hemen uyumak istediğimi söylüyorum ama

izin vermiyorlar sıcak bir Ģeyler içip, yiyip öyle uyu-

mamı tavsiye ediyorlar. Sanırım bunun sayesinde sa-

bah çok daha dinç uyanıp Ender ve Ali Aytan ile bera-

ber Romenler çıktıktan sonra yedi saat daha mağara-

da kalabiliyorum. Bu da güzel bir ders oluyor. Ha, bu

arada sabah kalktığımızda Razvan yine ocağın baĢın-

da bir Ģeyler hazırlamaya baĢlıyor. Bana bu sabah ne

içmeyi arzuladığımı soruyor ve ben de ''cappucino''

diyip yüzümü yıkamaya gidiyorum. Geldiğimde inana-

mıyorum çünkü beni bekleyen koca bir bardak sıcak

cappucino görüyorum. ĠĢte bu sıralarda diğer ekip

geliyor ve onlara dahil oluyorum. Hangi ekip mi? Ta-

bii ki Ekip TRĠPOD !!!

Ali Aytan ortalığı kırıp geçiriyor, güzelce eğlenip mo-

ralleri depoladıktan sonra iĢi yarım bıraktığımız yere

gidiyoruz. Çantaları almadan benim yarım bıraktığım

iniĢi inmeye baĢladığımızda ertesi gün Mozart salonu-

na ayak basmaya 6-7m kala iĢi bıraktığımızı anlıyo-

rum ve iyi bir küfür ediyorum. Mağaranın yürünebilen

kısmında biraz ilerleyip çıkma kararı alıyoruz çünkü

artık yeterli vaktimiz ve insan gücümüz yok. DöĢe-

meyi toplayarak çıkmaya baĢlıyoruz. Çantaları trolean

kurup geçirdiğimiz dar sulu pasajda bu sefer ''elden

ele'' yöntemini kullanıyoruz. Kesinlikle daha hızlı fa-

kat canım sıkıldığı için suya girip Ali Aytan ve Ender'in

iĢini daha da hızlandırıp gölü geçmeye baĢlıyorum.

Burada da sıkılıp kısamı ipten çıkartıp göle atlıyorum;

nasılsa çıkıĢta olduğumuz için yapıyorum tabii bu ha-

reketi. Ali Aytan, bu bölümde bana mütemadiyen ye-

ni taktığı lakabımla hitap ediyor. 9 çantayı tekrar Fil-

ler Galerisi'nin baĢına kadar taĢıyıp çıkıĢa geçiyoruz.

ÇıkıĢa 150 m kala çantaları toplayacak ekiple karĢıla-

Ģıyoruz. Süha yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyor,

ben kalmak istiyorum ama Ender izin vermeyip ken-

disi yardıma kalıyor. Ali Aytan ve ben çıkıĢa devam

ediyoruz.

Her ne kadar hedeflenenleri baĢaramasak da kendi

adıma bir sürü yeni teknik öğrendiğimden ve bunların

içinde kurtarma teknikleri olmasından dolayı çok ya-

rarlı bir 55 saat geçirdim. Romenlerin tekniklerini tam

olarak doğru kabul etmenin ne kadar faydalı olacağı

tartıĢılır ama ufak tefek Ģeyleri bizim tekniğimize ve

ekolümüze devĢirmek gerektiğini düĢünüyorum. Bu

çeĢitlilikle mağara keĢiflerinin hızının artmasının yanı

sıra güvenlik seviyesinin de yükselmesini sağlanacak-

tır. Ama genele baktığımda mağara içerisinde çok ya-

vaĢ hareket etmenin hatta çok fazla durmanın makul

bir hızda ilerlemekten çok daha zararlı olduğunu pek

çok açıdan gördüm. Planlananlardan geri kalıyorsu-

nuz, üĢüyorsunuz, acıkıyorsunuz dolayısıyla erzak

çabuk bitiyor, süre arttıkça moral seviyesi azalıyor

vb... Bunlar benim fikirlerim.

Her Ģeyden öte Octav ve Razvan gibi iki harika insan-

la bu tecrübeyi yaĢamak çok güzeldi, onlara da öğ-

rettikleri teknikler için çok Ģey borçluyum…

Fotoğraflar: Ender Usuloğlu

Page 21: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 21

YaşadıklarımızYaşadıklarımızYaşadıklarımız

Alicim, biliyorsun Türkiye’de araĢtırı-

lacak mağara kalmadı o yüzden

kendi mağaramızı yapacazz. Ġleri !

hedef kurt Ģeyi...

Kaz, kaz, hissediyorum bu kurt

Ģeyi gidecek. Ali: agghhhh !

Düdüyor olum bu!

Nassı yani? Niye gitmiyo bu? -Hevesli ve enayi mağaracılar (1).

ġimdi kazacak mağara kalmadı. Durum de-

ğerlendirmesi yapalım. Bir metre yeĢilliğin

üzerindeyiz toprağa basamıyoruz. Saat 6 gibi

ve balta girmemiĢ orman’a balta gibi girdik

mağara aramaya, nasıl çıkacaz?

Baltalar: Ender, Ceyhun, Murat

Cevap:Ceyhun’un düdüklu pusulası ile Yırttığımızın resmidir! Maalesef mağara

yok bulamadık! Gene kaldık kurt Ģeyle-

rine... Daralı, çatlağı, çamurlu-

su Ģimdi de sineklisi

yetti be! Hakkaten Tür-

kiye’de mağara kalmadı

galiba...

Biz gideros’ta yatıyos,

güneĢleniyos ölçüyos

biçiyos..Mağara bitiriyos …

Ölç-kart’a bedava 155 cm’niz ek-

lenmiĢtir, güle güle harcayın.

Hevesli ve enayi mağaracılar (2)! Lan olum

kaç defa gireceksiniz bu kurt Ģeyine?

Biz bu daralları çok gördük emre ho-

cam! Sen bi de kurt Ģeyini gör!

BSU ateĢi yanmaya devam ediyor, Olimpos ateĢi gibi sönmü-

yor mübarek!. Bu bültene de sarktı...

Haaa? Kes köse?

(Fransız! Mağaracılar)

Fotoğraflar: Emine Azak, Egemen Erkanlı,

GülĢen Küçükali, Ender Usuloğlu

Page 22: Cadı Kazanı 7 (Temmuz-Ağustos 2009)

Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 22