yeni düzenlemeler Çerçevesinde sosyal güvenlik mevzuatı

275
KAMU-ĐŞ KAMU ĐŞLETMELERĐ ĐŞVERENLERĐ SENDĐKASI YENĐ DÜZENLEMELER ÇERÇEVESĐNDE SOSYAL GÜVENLĐK MEVZUATI SEMĐNERĐ Ankara, 2007

Upload: phunghanh

Post on 01-Feb-2017

249 views

Category:

Documents


6 download

TRANSCRIPT

Page 1: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

KAMU-ĐŞ KAMU ĐŞLETMELERĐ ĐŞVERENLERĐ SENDĐKASI

YENĐ DÜZENLEMELER ÇERÇEVESĐNDE

SOSYAL GÜVENLĐK MEVZUATI

SEMĐNERĐ

Ankara, 2007

Page 2: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

KAMU-ĐŞ KAMU ĐŞLETMELERĐ ĐŞVERENLERĐ SENDĐKASI

YENĐ DÜZENLEMELER ÇERÇEVESĐNDE

SOSYAL GÜVENLĐK MEVZUATI

SEMĐNERĐ

29-30 Kasım 2006

Ankara, 2007

Page 3: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

TAKDĐM Sosyal Güvenliğin sağlanması, modern devletlerin temel görevlerindendir. Çünkü hayatları boyunca birtakım risklerle karşılaşması muhtemel olan insanların, sağlıklarını ya da çalışma güçlerini kaybettiklerinde veya yaşlılıklarında, hayatlarını insan onuruna yakışır bir şekilde sürdürebilmek için başta asgari bir gelire sahip olmanın yanında, diğer sosyal güvenlik desteklerine ihtiyaç duymaları kaçınılmazdır. Bu durumda olan insanların, piyasanın acımasız kurallarına terk edilmesi ise devlet olma sorumluluğu ile bağdaşmaz. Đşte bu nedenle modern devlet, diğer kurum ve kurallarının yanında vatandaşlarının sosyal güvencesini sağlayan devlettir. Modern Türkiye Cumhuriyeti devleti, kurulduğu günden bu yana adım adım geliştirdiği sosyal güvenlik hizmetlerini, bu defa yeni bir düzenleme ile tek çatı ve tek mevzuat içerisinde toplamak amacıyla, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nu yürürlüğe sokmuş bulunmaktadır. Her ne kadar, mevcut mevzuata istinaden devletimizin ve tarafların ciddi teorik ve pratik tecrübeleri varsa da yeni mevzuat, kabul etmek gerekir ki yeni sorunları da doğuracaktır. Đşte bu nedenle, Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikası olarak, 5510 sayılı Yasanın, uygulamaya başlanmadan önce tartışılması ve değerlendirilmesinin gerekli olduğu düşüncesiyle, her kesimden geniş katılımlı bir seminer düzenledik. Bu eser, 29-30 Kasım 2006’da Ankara Başkent Öğretmenevi’nde düzenlenen bu seminerde sunulan tebliğlerin, sorulan soruların ve katkıların kitaplaştırılmış halidir. Kamuoyuna yararlı olmasını diliyor, saygılarımızı sunuyoruz. KAMU-ĐŞ Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikası

Page 4: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ĐÇĐNDEKĐLER

Açılış Konuşmaları.......................................................................... Prof.Dr.Kadir ARICI Tebliğ : Sosyal Güvenlik Kurumunun Yeni Yapısı ve Đşleyiş Esasları.

Genel Görüşme.................................................................................

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU Tebliğ : Kısa Vadeli Sigorta Kolları Açısından Yeni Mevzuatın Getirdiği Değişiklikler...........................................................................

Genel Görüşme.................................................................................

Prof.Dr. Ali Nazım SÖZER Tebliğ : Genel Sağlık Sigortası..............................................................

Genel Görüşme.................................................................................

Yrd.Doç.Dr. Levent AKIN Tebliğ : Uzun Vadeli Sigorta Kolları Açısından Yeni Mevzuatın Getirdiği Değişiklikler............................................................................ Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR Kazanılmış Haklar Bakımından Yeni Mevzuatımız..............................

Genel Görüşme.................................................................................

Prof.Dr.Yusuf ALPER Tebliğ : Sosyal Güvenliğin Finansmanı/Primler....................................

Genel Görüşme................................................................................. Genel Değerlendirmeler.......................................................................

Page 5: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

AÇILIŞ KONUŞMALARI

Erhan POLAT (KAMU-ĐŞ Genel Sekreteri) : Sayın Başbakan

Yardımcım, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanım, sayın milletvekillerim, sayın hocalarım, Yargıtayımızın ve mahkemelerimizin sayın hâkimleri, TĐSK’in sayın Başkan Vekili ve Genel Sekreteri, TÜRK-ĐŞ ve HAK-ĐŞ’imizin sayın genel başkanları ve yönetim kurulu üyeleri, işçi ve işveren sendikalarımızın değerli başkan ve yöneticileri, üye kuruluşları-mızın saygıdeğer temsilcileri, muhterem davetliler ve basınımızın kıymetli mensupları; Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikasının düzenlemiş olduğu bu seminere hoş geldiniz diyor, bu seminere iştirak ederek bizleri onurlandırdığınız için hepinize şükranlarımı arz ediyorum.

Bugün ve yarın, iki gün burada, 31.5.2006 tarihinde kabul edilerek 16 Haziran 2006 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan ve 1.1.2007 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan (*)5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun amacı, işleyişi ve bizlere getirdiği hak ve yükümlülükleri değerlendireceğiz.

Takdir edersiniz ki, böyle kapsamlı bir kanunu iki gün gibi kısa bir sürede değerlendirmek veya yorumlamak mümkün değildir; ama, en azından genel prensiplerini ve ana hatlarıyla hepimizin ilgisini çeken bazı bölümlerini burada ele alacağız.

Sayın bakanlarım, değerli katılımcılar; bu kanunla, ülkemizde

yıllarca dile getirilen, fakat bir türlü gerçekleştirilemeyen, üç sosyal güvenlik kuruluşunun “tek çatı” altında birleştirilmesi hayata geçirilmiş oluyor. Buna ister “reform” diyelim, ister “devrim” diyelim, ismini ne verirsek verelim hiç fark etmiyor. Bu kanun, yılların özlemine cevap verecek ve bundan sonraki yıllarda, Türk toplumunun sosyal güvenliğini ve geleceğini düzenleyen bir kanun niteliğindedir.

(*) Yasa’nın yürürlüğü, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’nun 30/4’üncü maddesiyle 01.07.2007’ye

ertelenmiş olup, bu eser baskıya hazırlandığı sırada yürürlüğün bu defa 2008 yılı başına erteleneceği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından kamuoyuna açıklanmış bulunmaktaydı.

Page 6: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bu mevzuatın asıl önemli bölümü ise; Anayasamızın 56’ncı maddesinde yer alan, “devletin, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak ve insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler, devlet bu görevini, kamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir, sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurabilir” hükmü ve gene Anayasamızın 60’ıncı maddesinde yer alan, “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” düzenlemesinin gereği olarak, mevcut sosyal güvenlik kurumlarının kapsamında olan sigortalıların yanında, bugüne kadar herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna üye olmayan veya mevcut Sosyal Güvenlik Kurumu kanunlarının üye olabilme şartlarını yerine getirememesi nedeniyle, herhangi bir sosyal güvenlik kurumunun şemsiyesi altına girememiş olanların; yani tüm vatandaşların sosyal güvenlik kapsamına dahil edilerek genel sağlık sigortası kapsamında yer almasını sağlayan ve buna imkân veren bir kanundur. Bu kanunla, devletimiz, vatandaşına karşı “sosyal devlet” olmanın gereğini yerine getirme adımları atılmıştır.

Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikası da bu semineri organize ederek, kamuoyuna karşı sosyal sorumluluğunun gereğini, üyelerine karşı ise yerine getirmesi gereken görevlerinden birisini ifade etmenin mutluluğunu yaşamaktadır.

Kamuoyumuz, kendilerini ilgilendiren ve ülkemiz insanına,

bugüne kadar sahip olmadığı birçok hak ve imkân getiren bu kanun hakkında maalesef yeteri kadar bilgiye sahip değildir. Bu seminer, sosyal güvenlik alanında ülkemizdeki en seçkin bilim adamlarımızın engin bilgilerini bizimle paylaşmalarına ve eksik bilgilerimizin tamamlanmasına vesile olacaktır.

Sayın bakanlarım, değerli katılımcılar; bu seminerde yapılacak konuşmalar ve sunulacak tebliğler bir kitap hâline getirilerek sizlere ulaştırılacaktır. Sizlere ulaştırılmakla beraber, bu konuya ilgi duyan herkesin istifadesine sunulacaktır.

Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikası, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yapacağı yayınlar ve gerek kendi üyelerine yönelik gerekse tüm kamuoyunu ilgilendiren seminerlerle çalışmalarını sürdür-meye devam edecektir.

Bu seminerimizin ve bundan sonra yapacağımız çalışmaların amacına ulaşması dileğiyle hepinize tekrar hoş geldiniz diyor, saygılarımı sunuyorum.

Page 7: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Saygıdeğer davetlilerimiz, Sayın Başbakan Yardımcımız Mehmet Ali Şahin Bey ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Murat Başesgioğlu Bey seminerimizi şereflendirmişlerdir.

Başbakan Yardımcımız Sayın Mehmet Ali ŞAHĐN Beyin

Başbakanımız adına yapması gereken kabulleri olduğu için programımızda bir değişiklik yapmak durumunda kaldık; Bu nedenle Sayın Başbakan Yardımcımızı bizlere hitap etmek için kürsüye arz ediyorum.

Buyurun efendim. Mehmet Ali ŞAHĐN (Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı) : Saygıdeğer Bakan arkadaşım, sevgili konfederasyon başkanı

arkadaşlarım, yargı mensuplarımız, sevgili hocalarım, milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler, değerli basın mensupları; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Kısa adı KAMU-ĐŞ olan, Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikasınca

düzenlenen, bana göre çok önemli bir seminer çalışmasında birlikteyiz. Bugün burada, yeni “sosyal güvenlik mevzuatı”nı tartışmak,

getirdiği yenilik ve değişiklikleri ortaya koymak ve ülkemize kazandıracağı olumlu ya da olumsuz unsurları görüşmek ve bir kez daha, medyamız ve uzmanlarımız aracılığıyla kamuoyunun gündemine taşımak amacıyla bir araya geldik.

Biraz önce Erhan Polat Beyin de ifade ettiği gibi, ülkemizde

yaşayan herkesi ilgilendiren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, önümüzdeki yılın hemen başında, yani 2007 yılının ilk günü itibarıyla yürürlüğe girecek.

Bu kanunla, sosyal güvenlik alanında çok kapsamlı bir anlayış,

zihniyet değişikliği hayata geçirilmekte. Kişinin doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı her türlü sosyal risklere karşı, Anayasamızda ifadesini bulan “sosyal devlet” anlayışına dayalı, daha adaletli ve etkili bir sistem, uygulama imkânı bulacak.

Reformun yapılmasındaki temel amaç: Nüfusun tamamını içine

alan, tek bir emeklilik ve tek bir sağlık sistemini oluşturarak sosyal

Page 8: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

güvenlik kurumlarını tek bir çatı altında birleştirebilmektir. Adaletli, kolay erişilebilir, etkin ve mali açıdan sürdürülebilir olması, bu reformun temel ayaklarını oluşturmaktadır. Şu soru sorulabilir: “Peki, ama bu nasıl gerçekleşecek, hayata nasıl yansıyacak?” Bu reform hayatımıza ne tür yenilikler ve ilkler getirecek? Bugün sıkıntısını çektiğimiz hangi olumsuzluk ve yanlışları düzeltecek? Öncelikle bu sorulara yanıt vermenin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Sevgili dostlar, bildiğiniz gibi, sosyal güvenlik sistemimiz iki ana

sütun üzerinde durmaktadır: Bunlardan birincisi, “genel sağlık hizmetleri”; diğeri ise, kişilerin hak ettikleri ölçüde insanca yaşamalarını sağlayacak bir “emeklilik güvencisi”ne kavuşabilmeleridir.

Genel sağlık sigortası ile ilk defa bu ülkede yaşayan herkes, hiçbir

istisna, hiçbir ayırım yapılmadan, hiçbir toplum kesimi dışlanmadan kamu sağlık güvencesine kavuşmuş olacaktır. Artık hiç kimse, parası yok yahut güvencesi yok diye hastane kapılarından geri döndürülmeyecektir. Bunun anlamı: Herhangi bir sağlık sistemine dahil olmayan, olamayan yaklaşık 20 milyon vatandaşımızın sağlık şemsiyesinin altına alınmasıdır. Örneğin, bundan önce, SSK ve Emekli Sandığı kapsamındaki hastalar ancak mahkeme kararıyla tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olabilme şansı bulabiliyorlarken yahut “yeşil kart” sahipleri bu imkândan hiç yararlanamazlarken, artık tüm vatandaşlarımıza bu imkân sağlanmış olmaktadır. Yahut yurt içinde tedavi imkânı olmayan hastalar ve tüm vatandaşlarımız, hiçbir ayırıma tâbi tutulmaksızın yurt dışından da sağlık hizmeti alabileceklerdir.

Değerli katılımcılar, kısaca, ödeme gücü olmayanın, yoksulun,

yetimin, işsizin sağlık primlerini bundan böyle devlet ödeyecektir. Daha da önemlisi, 18 yaşın altındaki çocuk ve gençlerimizin tamamı, sağlık hizmetlerinden hiçbir şart aranmaksızın yararlanabilecektir. Hepinizin çok iyi bildiği gibi, bugüne kadarki uygulamada, SSK ya da yeşil kart kapsamında olan kişilerin çocukları, ebeveynleri tarafından tescil edilmedikleri ve primleri ödenmediği takdirde bu güvenceden mahrum kalıyordu. Đşte, getirilen bu yeni düzenlemeyle, 18 yaş altında yer alan genç nüfusumuz için başka prim ödeme zorunluluğu duymadan bütün bürokratik işlemleri ortadan kaldırarak bir devrimi gerçekleştirmiş oluyoruz. Bu değişiklik, sosyal güvenlik reformunun belki de en önemli ayağını oluşturmaktadır.

Bu yasayla getirilen bir başka ilke ise, kişisel koruyucu sağlık

hizmetlerinin de sosyal güvenlik kapsamına alınmış olmasıdır. Böylece, öncelikle, koruyucu sağlık hizmetlerine kaynak aktarılmakta ve bireylerin

Page 9: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sağlıklı kalması için yapılan her türlü uygulamalar da kapsam içine alınmaktadır.

Sevgili dostlar, sağlık sisteminde getirilen bir başka önemli değişiklikse, hastaya, hastanesini ve doktorunu seçme özgürlüğünün tanınmış olmasıdır.

Yeni sistemin uygulamaya girmesiyle birlikte; hastane kapılarında

beklemek, hastane odalarında yer bulabilmek yahut eczane önlerinde ilaç alabilmek için oluşturulan kuyruklar artık ortadan kalkmış olacaktır.

Kısaca şunu vurgulayabiliriz ki; dünün hantal, eşitsizlik yaratan,

etkinliği sınırlı ve en önemlisi, aktarılan çok büyük kamu kaynaklarına rağmen hiç kimseyi memnun etmeyen sağlık sistemi, yerini, çağdaş, insana değer veren ve mali açıdan daha etkin bir yapıya bırakacak olmasıdır.

Artık sağlık alanında, SSK’lı, BAĞ-KUR’lu, Emekli Sandığı üyesi

ayırımı ortadan kalkıyor; artık, yeşil kart sahibi, sistemin üvey evladı olmaktan kurtuluyor.

Şunu hep birlikte kabul etmeliyiz ki; sağlık herkes içindir ve

herkes bu sağlık sisteminden, ihtiyacı ne ise, en iyi biçimde yararlanabilmelidir.

Sevgili arkadaşlarım, sistemin ikinci ana sütunu, biraz önce de

ifade ettiğim gibi, emekliliktir. Ne yazık ki, bu alanda ülkemiz aktif-pasif dengesini kaybetmiş durumdadır. Aslında, mali açıdan bu sistem sürdürülebilir olma niteliğini kaybettiği için reform gerekliliği daha çok bu açıdan ortaya çıkmıştır. Uzmanları çok daha iyi bilirler ki, Avrupa Birliği ülkelerinde her bir emekli aylığı için toplam 4 çalışan prim ödemektedir. Peki, ülkemizde durum nedir? Elimdeki verilere göre, -ki Sayın Bakanımız, ilgili arkadaşlar çok daha yakinen bilirler- örneğin 2004 yılında çalışan sigortalı sayısı 6 milyon 952 bin 848; pasif, yani çalışmayıp aylık kalan kişi sayısı 4 milyon 120 bin 866. Peki, 2004 yılında SSK’dan aylık alan 100 sigortalıya ne kadar çalışan düşüyor? 169. Şimdi nedir? Şu anda 2006 yılındayız. Elimdeki verilen Haziran ayını gösteriyor. Haziran 2006 tarihi itibarıyla aktif sigortalı sayısı 8 milyon 186 bin 114; yine Haziran 2006 itibarıyla pasif sigortalı sayısı 4 milyon 403 bin 284. Oran: 1.86. Demek ki, bu yasa yürürlüğe girmeden, önceden beri, özellikle Hükümetimiz döneminde, bir emekliye karşılık çalışan kişi sayısında, 1.69’dan 1.86’ya olmak üzere nispi bir artış görülmektedir. Tabii ki, bunu yeterli saymamız mümkün değildir. Biraz

Page 10: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

önce özellikle Avrupa Birliği ülkelerinden örnek verdim; 1’e 4 olduğu ifade edildi. Peki, Türkiye, sosyal güvenlik açıklarını kapatmak için ne yapmalıdır? Bunu en az ikiye katlamalıdır, yani 360’ı, 400’ü bulmalıyız. 100 emekliye karşılık 360 çalışan, 400 çalışanı yakaladığımız an, Murat Bey, herhâlde bu sorunu büyük ölçüde çözmüş olacağız. Zaten, çıkartmış olduğumuz bu yasanın da temel amacı budur. Peki, bu hemen gerçekleşir mi? Şüphesiz ki gerçekleşmez. Bu konuda orta ve uzun vadeli çalışmalarımızı hedefine ulaştırmak zorundayız. Zaten bu yasa, hemen netice versin, bu sorunları hemen çözsün mantığıyla hazırlanmadı. Mutlaka, bunun yapılması gerekiyordu, bir an önce yapılması gerekiyordu. Bu adım atıldı ve inanıyorum ki, orta ve uzun vadede, demin söylediğim rakamlara Türkiye kavuşacaktır. Kavuşmalıdır; aksi hâlde sorun giderek büyüyecektir.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu kanunla,

Emekli Sandığı, SSK ve BAĞ-KUR gibi birbirinden çok farklı uygulamalara sahip emeklilik kurumları tek bir çatı altında bir araya getirilerek, yerlerini “Sosyal Güvenlik Kurumu”na bırakıyorlar.

Bugüne kadar birbirinden farklı emeklilik kurumları içinde yer

alan vatandaşlarımız, aynı miktarda prim ödemelerine rağmen birbirlerinden çok farklı, hatta büyük bir çoğunluğu mağdur eden emekli aylıkları almaktalar. Hatta o kadar ki, eski sistemde, yüksek prim ödeyen düşük miktarda emekli aylığı alabilirken, daha düşük prim ödeyenlerse daha yüksek miktarda emekli aylığı alabilmekteydiler. Bu reform, sistemdeki bu adaletsizlik ve çarpık uygulamayı da ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Emeklilik uygulamaları bir bütün olarak değerlendiril-miş ve aynı ölçütlere bağlı hâle getirilmiştir. Dolayısıyla, yeniliğin esası: Aynı miktarda emeklilik primi ödeyen herkesin, ödediği prim miktarı ve çalışma süresiyle orantılı olarak aynı miktarda ve oranda emekli aylığı alabilmesidir. Böylece, yalnızca sağlık sisteminde değil, emeklilikte de adaletli bir uygulamaya gidilmiş olacaktır.

Şurası unutulmamalıdır: Altını çizerek ifade etmek durumunda-

yım, mevcut çalışanlarımızın kazanılmış haklarına dokunulmamaktadır. Sevgili dostlar, Hükümetimizce hayata geçirilecek olan Sosyal

Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun mükemmel olduğunu, hiçbir eksiklik içermediğini söyleyemem. Mutlaka, her şeyde olduğu gibi, bu kanunda da eksiklikler mevcut olabilir. Ben, bu kanunun yürürlüğe girmesine çok az bir zaman kala düşünülen bu seminerin bile böyle bir amacı taşıdığını düşünüyorum. Burada taraflar; işveren, işçi kesimi, uzmanlarımız, hocalarımız tartışacaklar. Biz, Hükümet olarak bu konuda

Page 11: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

son derece iyi niyetliyiz ve halis bir düşünceye sahibiz. Hiçbir zaman hiçbir konuda peşin hükümlü olmadık. Bu yasa tasarısı hazırlanırken, -Murat Bey buradadır- defalarca sosyal kesimlerle bir araya gelmiş, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisinde Komisyonda yasa tasarısı görüşülürken dahi yeni önerileri değerlendirebileceği şeklinde bir tavır takınmıştır. O bakımdan, yasalaşan ve yılbaşında yürürlüğe girecek bu kanunun eksikleri olabileceğini düşünüyoruz. Mutlaka tartışılacaktır. Eğer bu eksiklikleri görürsek, zamanı geldiğinde Hükümet olarak bu eksikleri gidermek için adımlar da atarız.

Bu açıdan, bizlere baştan beri yardımcı olan, emek harcayan,

tartışan siz değerli sendikacı arkadaşlarıma, sivil toplum örgütlerine ve yöneticilerine, uzmanlara ve özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Başesgioğlu’na ve değerli mesai arkadaşlarına Hükümetim adına bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bu reformun, bu kanunun milletimize hayırlı olmasını diliyorum;

bu seminerin de verimli geçeceğine, çok önemli fikirlerin, düşüncelerin ve önerilerin ortaya çıkacağına inanıyorum.

KAMU-ĐŞ’in değerli Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Haşim

KEKLĐK’e, Genel Sekreteri Sayın Erhan POLAT’a ve sendika mensuplarına da bu seminer nedeniyle teşekkürlerimi ve takdirlerimi sunuyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum efendim. Salih KILIÇ (TÜRK-ĐŞ Başkanı) : Sayın Bakanım, işçi ve işveren

kuruluşlarının değerli başkan, yöneticileri, kamu kurum ve kuruluşlarının değerli genel müdür ve genel müdür yardımcıları, yargı mensupları, basınımızın değerli çalışanları, değerli konuklar; Sizleri şahsım ve TÜRK-ĐŞ Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Ülkemizin en temel sorunlarından biri olan “sosyal güvenlik” konusundaki bu toplantıyı düzenleyen KAMU-ĐŞ yönetimini kutluyorum.

Değerli konuklar, günümüzde yalnız ülkemizde değil, tüm

dünyada sosyal güvenlik sisteminde sorunlar vardır; ancak her ülke, sorunlarına, kendilerine özgü şartlar içerisinde ele alarak çözüm yollarını aramışlardır.

Sosyal güvenlik sistemine ilişkin arayışları başlıklar hâlinde

topladığımız zaman; birincisi, mevcut sisteme bağlı kalarak çözüm

Page 12: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

üretmek en akılcı, rasyonel çözüm yollarıdır, diğeri ise, yeni model oluşturmaktır.

Avrupa Birliği ülkeleri, (büyük çoğunluğu) yürürlükteki sistemleri

değerlendirerek ele almışlardır. Yeni yürümekte olan modelin esasına bağlı kalınarak çözüm üretilmeye çalışılmıştır. Nitekim Fransa ve Almanya, yeni model oluşturma arayışları içerisindeyken, tepkiler nedeniyle geri çekilmiştir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise, mevcut sosyal güvenlik sistemleri tasfiye edilerek yeni model üretilmiştir.

Ülkemizde mevcut sisteme bağlı kalınarak daha ucuz maliyetle

sorunların çözüme kavuşturulması yerine, mevcut sistem tasfiye edilerek ve yeni bir modelin ortaya konduğunu hep beraber yaşamaktayız. Ne yazık ki, oluşturulan bu yeni modelde, ülkemizin ve çalışma hayatımızın kendine özgü şartlarının dikkate alınması konusunda hassasiyetin istenen seviyede gösterilemediğini gördük. Tepkileri, her ne kadar Çalışma Bakanımızın, diyalog yoluyla çözüm yolları arama girişimleri konusundaki gayret ve çabaları olduysa da bunları aşan gelişmeleri hep beraber yaşadık.

Değerli konuklar, sosyal güvenlik sisteminin çözüme kavuşturul-

masının şartları bellidir. “Đşsizlik” sorunu ciddi manada gelişirken, “kayıt dışı istihdam”ın yüzde 55’leri bulduğu ve bu ölçüler içerisinde geliştiği bir ortamda, sistemin içinde ve şartlarında özerk yapının da istenen seviyede gelişmediğini gördüğümüz zaman, aktüeryal dengelerin de bu şartlar içerisinde, demin Sayın Başbakan Yardımcımızın da dediği gibi, yakalanma imkânının uzun perspektifte biraz zor olacağını görmek gerektiği kanaatindeyim.

Sosyal güvenlik sistemimizin kalıcı olarak sorunlarını çözmek belli

şartlarda mümkün olabilecektir. Sosyal güvenlik sisteminin en önemli ayaklarından biri olan “sağlık sistemi”nde yaşanılan sorunların bir kısmını görüyoruz, izliyoruz; Bu sorunları burada bulunan emekliden aktif çalışanlara kadar herkes de yaşamaktadır. Bu konudaki belirli uyarılarımıza rağmen, belirli şartların gelişmesini ve genel anlamda hastanelerin ortak kullanımı, ilacın serbest bırakılması, eczanelerden alınması, emekliye ve çalışana hem hekim özgürlüğü, hem de hastane özgürlüğünü getiren bir düzenlemenin olumlu olduğunu görüyoruz ve izliyoruz; bunun yansımalarından da yararlanıyoruz. Ancak, hizmetlerin ucuzlayacağı iddiası inandırıcı olmadı. Onun yanı sıra, külfetin devamlı suretle çalışanların üzerinde olduğuna, işçi, emekli ve kamu çalışanları, yani memurların da çok zor durumda kaldığına bir tane örnek vermekte yarar görüyorum. Bu toplantının seviyesi itibarıyla örnek değil, ama

Page 13: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yaşananı görmekte yarar vardır. Bir emekli; sendikacılıktan emekli olmuş bir arkadaşımız kalp pili taktırıyor. Kalp pilinin fiyatı 2.5 milyon YTL. Sosyal Sigortalar Kurumu 180 dolar veriyor. Bunun karşılığında bu pili takan emekli, geri kalan parayı nereden vereceğim diye düşünüyor. Diğer bir örnek ise, özel hastanede karşı karşıya kalınan bir hadise üzerine olacak. Bir emekli aniden hastalanıyor; acilen en yakın hastaneye götürülüyor. Yoğun bakım masrafı 40 milyar tutuyor. Bunun 9 milyarı laboratuar, 8 milyarı yoğun bakım, 6.5 milyarı tetkik, 5 milyarı da ilaç. Bunun 5 milyarını Sigorta ödüyor. Geri kalan 35 milyarın kim tarafından ödeneceği tartışma konusu. Ya burada özel hastane külfeti veyahut da yükü abartılmış rakamdır veyahut da Sigortanın verdiği para yeterli değildir. Arada kalan, çalışanla emekli olanın ıstırabıdır.

Maliyetler arttıkça faturanın çalışanlara kesildiğini gördüğümüzü

söylemeliyiz. Ama bunun seslendirilmesi konusunda ise, zaten Maliye Bakanlığının 8 sayılı tebliği de bu maliyetleri göstermektedir. Genel sağlık sigortası uygulamasının da bu mantıkla düzenlenmesinden dolayı yeni kurulan emeklilik sisteminde de benzer sorunlar yaşanacaktır.

Sosyal güvenlik sistemlerinin merkezinde “insan” vardır. Sistemler

insan için oluşturulur; bunların yararları doğrultusunda geliştirilir. Ülkemiz çalışma hayatının şartları göz ardı edilerek, emeklilik

yaşıyla prim gün sayısının emeklilik hakkını ortadan kaldırabilecek düzeylerde ağırlaştırılmış olduğu kanaatini vurgulamakta, buna karşılık, nispi olarak emekli aylıklarının düşürülmesinin, gelecekte amaçlanan sosyal hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bir davranış biçimi ve düzenlemesi olduğunu görmekte yarar vardır.

Alt sınır uygulaması kaldırıldığından, 1.1.2007 günü itibarıyla

sürekli iş göremezlik gelirlerinin 375 YTL’den, 130 TL’ye kadar düşeceğini görebilmeliyiz.

Yetişkin kız çocuklarına ödenen “çeyiz parası”, 24 aylık tutardan

12 aylık tutara inecektir.

Çalışan emeklilerin ödedikleri sosyal güvenlik destek primi yüzde

33.5 seviyesine yükselecektir.

Tavandan prim ödeyen bir kişiye 1.164 YTL prim ücreti külfeti

yeni olarak gelecektir; aynı şekilde, askerlik borçlanması da yüzde 32’lere yükselecek bir seviyeye gelecektir.

Page 14: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

18 yaşını doldurmuş, 45 yaşından gün almış tüm sigortalılar diş protezinden yararlanacaktır. Yararlananlar ise, yüzde 50 oranında katkı payı ödeyeceklerdir. Aynı şekilde, tüm sağlık kuruluşları tarafından, devlet hastaneleri dahil, yatakta tedavi görecek hastaların, “otelcilik” adı altında, protokolle belirlenen yatak ücretlerinin iki katı tutarında fark ödeyebilecektir.

Sigortalılık süresi düzenlendiğinden itibaren hizmetten yararlanan

sigortalıların, 1.1.2007 tarihinden sonraki sigortalılık süreleri yaştan düşmeyecektir.

Yükümlülüklerde norm ve standart birliğinin sağlanmasına

karşın, haklarda norm ve standart birliğinin sağlanmasında eksikliklerin olduğunu ve dolayısıyla, kanundaki teknik eksiklikler yüzünden halen uygulanan, daha doğrusu uygulama esaslarını belirleyen yönetmeliklerin de çıkamaması gibi şartların olumsuzluklarıyla karşı karşıya kalacağımızı görmek gerekir.

Değerli konuklar, ülke şartlarıyla bağdaşmayan bu düzenlemeler,

kaldı ki bütün bu düzenlemelerde de sistemin temel sorunlarını da çözme konusunda kısa zaman içerisinde yeni değişikliklerin yapılması zarureti olacağı kanaatini paylaşmaktayız. Aksine, gelecekten umudunu kesen emekli ve çalışanların da kayıt dışına kayabileceği endişesini de taşımaktayız. Bunun sonucu olarak getirilen düzenlemelerin sistemin finansman açığını gelecekte büyütebileceği endişesini de taşımaktayız.

Çok önemsediğimiz diğer önemli eksiklik ise, nüfusun asgari

yüzde 20’sini oluşturan yoksul kesimin sosyal koruma programını içeren Sosyal Yardım ve Primsiz Ödemeler Kanununun halen Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmemesi, bu sosyal güvenlik sisteminin tek çatı altında bütünleşmesi açısından sistemin eksik kaldığını ifade etmekte yarar görüyorum.

Hak sahipliğinin somut olarak tanımlandığı, hak sahibi

durumundaki herkesin kolayca erişebileceği çağdaş sosyal yardım ve ödeme sistemi sunan “Sosyal Yardım ve Ödeme Kurumu” oluşturulmadıkça çağdaş sosyal hukuk devletinin ilkelerine uygun sosyal güvenlik sisteminin kurulmasının bir ayağının eksik olarak devam ettiğini göreceğiz.

Değerli konuklar, sosyal güvenlik sisteminin yeniden

yapılandırılması düzenlemelerinin, Anayasanın 60’ıncı maddesinin belirlediği herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğuna dair

Page 15: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

düzenlemesi ve Anayasanın eşitlik ilkeleri açısından bazı düzenlemelerin devletin, sağlık hakkını koruma ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmayacak noktaya gelebileceğini de düşünmekte yarar vardır. Adil ve ölçülü olmadığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanımız tarafından iptal isteğiyle Anayasa Mahkemesine başvurulan bu hususlarda bu başvurunun yeni bir fırsat olarak görülmesi ve gereken bazı düzenlemelerin, Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri de dikkate alınarak tekrar düzenlenmesi; bu konuda geniş mutabakatların sağlanarak, öncelikle bu konudaki hizmet sunan tüm kamu kurum ve kuruluşları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu dahil, kamu kaynaklarının tek çatı altında bütünleşmiş, daha geniş, kapsamlı bir yapıya kavuşturulmasında yarar vardır.

Yoksul kesimi koruma programına alan, hak sahibinin kolayca

ulaşacağı, çağdaş hizmet sunan Sosyal Yardım ve Ödeme Kurumunun oluşturulmasının zaruret olduğu, bundan da kaçınılmaması gerektiği, aksi hâlde bu Sosyal Güvenlik Kuruluşunun eksik devam edeceği ve istenen seviyelerde hizmetin sunulamayacağı düşüncesini paylaşmak-tayız.

Ülke şartlarına uygun şekilde kalıcı olarak sorunların çözülmesi

veya sorunları çözebilecek, toplumsal destek alınmış sosyal güvenlik sistemini kurmak hepimizin genel arzu ve isteğidir.

Sosyal güvenlik sistemindeki söylem ve yapılan düzenlemelerden

çok, yaşananlar ve yaşanacaklar önemlidir. Önemli olan da bunu görebilmektir, buna göre tedbirleri alabilmektir.

Bu içten duygu ve düşüncelerimle, bu programın, hem sosyal

güvenlik sisteminin daha ayrıntılı tartışılabilme ve eksiklerinin görülebilmesi açısından geleceğe perspektif yaratılması ve dolayısıyla da, buradaki katılımcı olan hocalarımızla daha da zenginlik kazanmasını düşünüyor, bu duygu ve düşüncelerle, sosyal güvenlik sistemi daha çok, uzun yıllar tartışabileceğimizi düşünüyor, bundan yararların çıkması doğrultusunda kimsenin alınganlık göstermeden bunun daha akılcı, ülke gerçeklerine, emekliye, çalışana, memura daha yararlı hizmet verebilecek bir düzenlemeye kavuşması genel temennimiz diyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Salim USLU (HAK-ĐŞ Genel Başkanı) : Sayın Bakanım, işçi-

işveren konfederasyonların sayın başkanları, değerli yargı mensupları, çok değerli katılımcılar; hepinizi şahsım ve Hak-Đş topluluğu adına saygıyla selamlıyorum.

Page 16: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bu konuşmamın hemen başında Kamu-Đş’in değerli Yönetim Kurulu Başkanı ve üyelerine, Sayın Genel Sekreterine teşekkür ediyorum. Gerçekten önemli bir konuda yeni düzenlemeler çerçevesinde sosyal güvenlik mevzuatımızı tartışacağız. Ben bunu özellikle yeni sosyal güvenlik mevzuatımızın bir bölümünün yürürlüğe girdiği, geçen hafta Sosyal Güvenlik Kurulunun Genel Kurulunu yaptığımız ve 1 Ocak itibariyle Genel Sağlık Sigortasının yürürlüğe gireceği bu dönem açısından son derece önemli görmekteyim.

Çok sayıda değerli uzman, konuya ilişkin görüşlerini

paylaşacaklar ve bundan hepimiz istifade etme imkânı bulacağız diye düşünüyorum. Sosyal güvenlik kavramı önemli. Bizim kültürümüze bu tek bir cümleyle izah edilmiştir. Namerde muhtaç olmamak. Bunun tek karşılığı budur. Namerde muhtaç olmamak anlayışını modern yönetim tekniği içerisindeki karşılığı da sosyal güvenlik sisteminin ve buna uygun mekanizmaların oluşturulmasıdır. Yani, sosyal güvenlik sistemi öyle düşünüldüğü gibi büyük fonlar oluşturmak, düşünüldüğü gibi aktüeryal dengeleri kurmak, düşünüldüğü gibi sadece uluslararası referanslara uymuş olmak ve Anayasada aksesuar gibi duran sosyal devlet ilkesinin gereğini yerine getirmiş olmak için kurulmuş bir müessese değildir.

Bunun arkasında bir insani duyarlılık yatmaktadır. Yani, sosyal

güvenlik sisteminin arkasında bir düşünsel arka plan, insan odaklı bir duyarlılık mutlaka bulunmalıdır. Đnsanlara namerde muhtaç olmadan, insan onuruna yaraşacak bir biçimde yaşama imkânı sağlayacak bir düzenlemenin adı, “Sosyal güvenlik”

Bunun uluslararası referansları var. Đnsan Hakları Evrensel

Beyannamesinden başlayarak, çeşitli Uluslararası Çalışma Örgütünün sözleşmelerine kadar. Bu ayrıntılar hep bilinen şeyler olduğu için üzerinde durmayacağım. Ama şu cümleyi mutlaka sizlerle paylaşmam gerekiyor. Özellikle, üyesi olmak üzere içinde bulunduğumuz Avrupa Birliği Lizbon Zirvesi ve Lizbon Strateji Belgesi açıkça bütün üye ülkelere, aday ülkelere sosyal kurum sistemlerinin güçlendirilmesini emretmek-tedir. Bu anlamda sosyal kurum ve sistemlerimizi mutlaka güçlendirmek durumundayız. Sosyal koruma sistemlerini güçlendirmeyi de, sadece sosyal güvenlik sistemi içerisindeki finansal değerleri ve dengeleri gözetmekten ibaret de saymamalıyız. Tam tersine, sosyal güvenlik şemsiyesi altındaki nüfusun sayısı olabildiğince artırıyor olmamız gerekiyor.

Elbette, Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve

diğer Yeşil Kartları falan da sayarsanız, diğer sosyal sigorta programları

Page 17: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

içerisinde kapsamda yer alan nüfus yüzde 90’lara yaklaşmıştır. Sağlık hizmetlerinden yararlanan nüfus aşağı yukarı oralardadır, ama hâlâ sistemi yaygın ve etkin hale getirmek gibi bir mecburiyetimiz bulunmaktadır.

Sosyal devlet anlayışı, sosyal güvenlik sisteminin gerisindeki

felsefe olarak kabul edilmeyince, sosyal güvenlik fonlarında biriken paralar adeta bütçe ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmış olduğu içindir ki, bugün sosyal güvenlik sistemini yeniden yeniden tartışma durumunda kalıyoruz. Öncelikle bu gerçeği hep beraber tespit etmek durumundayız.

Sosyal güvenlik sistemine yönelik eleştirilerden bir başkası da

gerçekten sosyal güvenlik kurumlarımızın bir kısım dış müdahalelere açık tutulması bir başka eksiğimiz ve yanlışımız olmuştur. Sosyal güvenlik sistemin dış müdahalelere açık olması, kurum imkânlarının yanlış amaçlar için kullanılması gibi bir sonucu doğurmuştur. Bu nedenle, her ne kadar kurumun özerk bir yapıya sahip olması kulaklara hoş gelen bir sloganla sürekli gündemde kalmışsa da, bu özerklik bir türlü sağlanamadığı içindir ki, öyle dönemler gelmiş ve bu kurumun faaliyetleri ve bu kuruma yönelik siyasi müdahaleler yüzünden, kimileri Yüce Divanlarda yargılanmak durumunda kalmışlardır.

Bunu ben şikâyet olarak değil, yaşanmış bir tecrübe olarak bir

yerde tutmak lazım diye söylüyorum. Ne işe yarıyor olduğunu da bu süreçte mutlaka ihtiyaç hissedildiğinde, hatırlamakta yarar olabilir diye düşünüyorum. Bu hakikaten “tek çatı” fikri iyi bir fikir, doğru bir fikir ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planından başlayarak, günümüze kadar sürekli gündemde kalmış, ancak, hiçbir siyasi güç, kabul etmek lazım ki, ihtilal dönemler de dahil olmak üzere buna cesaret edememişlerdir. Gerçekten, bugünkü hükümet 59. Cumhuriyet Hükümeti bunu büyük bir cesaretle gerçekleştirmiştir.

Bundan önce faaliyetler vardır. Anayasa Mahkemesinde

biliyorsunuz Kanun Hükmünde Kararnameyle gerçekleştirilmeye çalışılan düzenlemeler Anayasa Mahkemesinden Yetki Kanunu iptal edilmesiyle geri gelmiştir, ama şu anda yapılan düzenleme fevkalade cesur bir adımdır.

Anayasa Mahkemesinden tekrar gelir mi, gelmez mi, onu

bilmiyorum, ama Türk sosyal güvenlik sisteminin artık yaz-boz tahtası olmaktan kurtarıyor olmamız gerekiyor. Türk sosyal güvenlik sisteminin deneme-yanılma metoduyla bir araç laboratuarı olmaktan çıkartıyor ve

Page 18: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gerçekten sağlıklı, kalıcı, gerçekçi hizmetler sunuyor hale getiriyor olmamız lazım. Eğer, bu konuda bir birikimimiz, bilgimiz, becerimiz, yeteneğimiz varsa, bunu cömertce Sosyal Sigortalara, Sosyal Güvenlik Kurumu’na veriyor ve özellikle hem Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, hem de siyasi iktidarın bizim bu konudaki düşüncelerimizi, birikimlerimizi dikkatle değerlendiriyor olması gerekiyor.

Bir diğer husus. Sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler

daima tartışılmaktadır. Ben bu tartışmayı da aslında çok gereksiz görmekteyim. 2000 yılında yüzde 2,6 tutarında Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranı bir transfer gerçekleşmişken, bu oran 2005 yılında yüzde 4,8’e yükselmiştir. Bu olaya nereden baktığımız son derece önemlidir. Eğer, sosyal güvenliğe yapılan kaynak transferlerini şayet bütçeye yük olarak gören bir anlayışa sahipsek, buradaki değerlendirme farklı olacaktır ya da sosyal devletin sorumluluklarını yerine getirmesi olarak göreceksek, o zaman da bundan şikayetçi olmamak durumundayız. Yani, Gayri Safi Milli Hasıladan orantılı olarak baktığınız zaman, devlet diğer faaliyetlere ne kadar kaynak transfer etmiştir ve kaç kişi bunlardan yararlanmıştır; sosyal güvenlik hizmetlerinden kaç kişi yararlanmıştır ve ne kadar kaynak transfer edilmiştir? Bir oranlama yaptığınız zaman, pekala bunun bir sosyal devletin etkinliği ve sorumluluğu olduğunu görmek mümkündür.

5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu 20 Mayıs 2006 tarihi

itibariyle yürürlüğe girdi. Kurumsal yapıya yönelik geçen hafta yaptığımız değerlendirmeleri kısaca tekrar etmekte yarar görmekteyim. Tek çatı son derece önemli demiştim. Ancak, bu bazı kadro ve üniteler bakımından bu tek çatı olayı henüz tamamlanabilmiş bir süreçtir diyebilmek zor, yukarıda bazı çalışmaların bir an önce tamamlanması gerekiyor.

Yine geçen hafta yapılan Sosyal Güvenlik Kurulu’nun kamu

ağırlıklı olduğunu bir kez daha burada ifade etmekte yarar görmekteyim ki, altmış yıllık işleyişte bunun ne kadar yanlış olduğunu daha önce de arz etmiştim. Genel Kurul delege yapısına baktığımız zaman, delege kompozisyonunda esas hizmet alanları Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan hizmet alanlara sayısal olarak baktığımız zaman, çok büyük bir kitle olduğunu, buna karşılık bu kadar çok hizmet alan kitleye mütenasip bir delege dağılımı, bir temsil oranının olmadığını görmekteyiz. Ayrıca kesimler arasında delege dağılımında da farklı kriterler oluşmuştur.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, Genel Kurulunun ibra yetkisinin

olmamasını da ayrı bir eksiklik olarak değerlendiriyoruz. Çağdaş yönetim anlayışında, çağdaş yönetim tekniklerinde performans değerlendirmesi

Page 19: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

son derece önemlidir. Referanslarla adam almak, referanslarla iş vermek devri artık geride kalmıştır. Performansa bakarak, değerlendirme yapmak gibi bir çağdaş kriteri Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Kurulundan esirgememeliydik. Genel Kurul delegelerinden esirgememeliydik. Orada bir performans değerlendirilmesi Genel Kurul Delegasyonu yapabilme hakkına sahip olmalıydı. Bu da yetmez ayrıca yine Sosyal Güvenlik Kurumu’nda mutlaka erken uyarı sistemi yapabilecek bir denetleme kurulu bulunmalıdır ve bu denetleme kurulu gördükleri eksiklikleri, arızaları zamanında uyarmalıdır.

Beş ayrı kesimi, yani işçi, memur, esnaf, tarım, çiftçi gibi beş ayrı

kesime ait, beş ayrı yasayı bir araya topladık. Yasaları bir araya toplamak; yasaların toplamı bir reform değil, getirdiği yeni anlayışlar bakımından reform niteliği taşıyor olması gerektiğini düşünüyorum ve bu anlamda aile yardımı sigortası ki biliyorsunuz aile yardımı sigortası, sigortacılığı, sigorta sistemlerinin olmazsa olmazlarından birisidir.-mutlaka bizim sigorta dallarımız içerisinde yer almalıdır.

Bir başka husus da, burada haklar hiçbir şekilde zayi

olmamalıdır. Bu yeni mevzuata göre esnek çalışma, belirli sürede çalışmalar, mevsimlik işlerde çalışanlar, sözleşmeli olarak çalışanlar çalıştıkları sürece prim ödemelerine karşı emeklilik hakkını elde etmek konusunda oldukça zorlanacaklardır, bunun da bu süreçte dikkate alınıyor olması gerekiyor.

Kapsam dışı kalan kesimler var. Bir başka önemli husus da, yine

sosyal devlet olmanın gereği olarak özellikle Avrupa Sosyal Şartı’nın 30. maddesinde yer alan asgari gelir desteği uygulamasının mutlaka ülkemizde gerçekleşmesi gerekiyor. Nitekim, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı desteğiyle hazırlanan, 22 Kasım 2006 tarihli Raporu ciddi şekilde incelediğimizde, aslında böyle bir raporun yedeğinin yerine getirilmesinin Türkiye'deki hem sosyal barışa, hem de refaha, hem toplumsal barışa olumlu katkılar ve sonuçlar yaratacağını pekala görebiliriz.

Genel Sağlık Sigortası uygulaması 1 Ocak itibariyle başlayacak,

burada hepimiz biliyoruz. Devletin katkı payı yüzde 3, bu önemli bir gelişmedir. Đlk kez devlet primli katkıda bulunuyor, bunu son derece önemli görmekteyiz. Ancak, burada prim ödeyemeyeceklerin sayısı, işsizler, kayıtdışı, ekonominin büyüklüğü ve kayıtdışı istihdamın yaygınlığı nedeniyle, herkesi kapsayacak bir Genel Sağlık Sigortası için yeterli kaynak ve tedbirlerin de mutlaka tartışılması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Page 20: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bir diğer husus da, burada sağlık hizmetleri üretilmesi doğrusu sosyal devletin asli görevlerindendir. Anayasa bu konuda devleti ve devletin kurumlarını başta hükümet olmak üzere sorumlu saymaktadır. Fakat, son altı aylık yani 1 Ocak 2006 ve 1 Temmuz 2006 tarihleri arasındaki süreye ait Sağlık Bakanlığı bilançolarını değerlendirdiğimizde, sağlık hizmetlerinde biraz kâr amacı güdüldüğü ya da bugünkü adıyla Sosyal Sigortalar Kurumuna fazla yüklenildiği gibi bir kaygı taşımaktayız. Nitekim, şu rakamları sizlerle paylaştığımda, eminin sizlerle “neler oluyor?” sorusunu mutlaka soracaksınız.

Şu elimdeki tabloya baktığımız zaman, Ocak-Haziran tarihleri itibariyle Sağlık Bakanlığına bağlı Döner Sermaye Đşletmeleri Gelir-Gider Tablosu.

Burada şunu görmekteyiz:

Sağlık Bakanlığı bütün bu hafta içerisindeki satış maliyetleri: 744 384 442 YTL.

Satış Gelirleri: 3 150 599 708 YTL.

Geçen hafta da söyledim, bu para nereye gitmiş, yani bu kârlar ne olacak, sisteme dönüşecek mi, dönüşecekse nasıl dönüşecek? Bunu merak ediyoruz, bunu bilmek istiyoruz, ama doğrusu siz 1 134 757 880 YTL’yle döner sermaye aracılığıyla personele dağıtacaksınız, 1 271 857 576 YTL’yi faaliyet kârı sayacaksınız ve altı ayda bu kadar kâr yapacaksanız, hele hele de bunu öncelikle Sosyal Sigortalar üzerinden yapacaksanız, ortada izaha muhtaç bir durum var. Oysa, sistemde tekleşmeye gidilmesinin amacı herhalde bu olmamalıydı ya da sistemin kendi içerisinde yapılacak transferlerle biz bir şeyleri düzelttiğimizi söylememeliyiz; söyleyememeliyiz diye düşünüyorum. Bunu son derece önemli bulduğum için sizlerle paylaşmak istedim.

Sağlıkta Dönüşüm Programı tüm ülkeye, aile hekimliği tüm ülkeye yaygınlaştırılmadığı için sanıyorum ciddi bir sevk zinciri oluşturulamadı; orada bazı sıkıntılar ve sorunlar olacak ve bu kısa zaman içerisinde bunların da giderilmesi gerektiğini ümit etmek istiyorum.

Genel Sağlık Sigortasının idari sistemi, esasları, sözleşmeleri, aile

hekimliği, sevkiyle ilgili altyapısı ona yönelik bazı tartışmalar hâlâ vardır ve inanıyorum ki, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanımız bu tartışmaları dikkatle dinleyerek, değerlendirerek, bu yapıcı öneri ve eleştirilerden yararlanarak, sistemin gerçekten Cumhuriyete, sosyal devlete ve insanımıza yaraşır biçimde dönüştürülmesine katkı sağlayacağına

Page 21: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

inanıyor, bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum, bu seminere başarılar diliyorum.

M. Şükrü KOÇOĞLU (TĐSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili):

Sayın Bakanım, sayın milletvekillerim, yargımızın değerli mensupları, sayın konuklar; yeni düzenlemeler çerçevesinde sosyal güvenlik mevzuatının irdeleneceği bu seminerin ve sonuçlarının hayırlı olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

“Sosyal güvenlik mevzuatı”, bütün dünyada olduğu gibi, biraz

sıkıntılı bir konu. Bu sıkıntının hem maddi, hem manevi yönü var. Her iki yönünü ele alacağız.

Ben özetle, 5502 ve 5510 sayılı yasalar hakkında görüşlerimizi

sunmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu

yürürlüğe girdi. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası da yılbaşında yürürlüğe girecek. Kanun çıktı. ANCAK şu anda 15 madde Anayasa Mahkemesi’nde görüşülüyor. Bunun sonuçlarına göre ve kanuna bağlı olarak yönetmelikler çıkarılacak; çalışmalar başladı. Burada sıkıntılı bir süreç yaşanacağı şimdiden görünüyor. Bu sıkıntılı süreç elbette aşılacaktır.

Bu kanunun çıkarılmasındaki gayretlerinden ötürü, Çalışma ve

Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Murat Başesgioğlu’na TĐSK adına, şahsım adına şükranlarımızı ve teşekkürlerimizi sunuyorum. Her zaman olduğu gibi, bu kanunun en iyi şekilde çıkmasına şahsiyeti öncülük etti; bunu da vurgulamak istiyorum.

Öncelikle belirtmek istediğim bir konu da, Sosyal Güvenlik

Kurumu, Türkiye’de hizmet üreten en büyük Kurum konumunda. Çatısının da buna uygun kurulmasında büyük fayda var. Biraz evvel bu Kurum kritik edildi. Kamu kurumu ama Sosyal Güvenlik Kurumu deyince, sosyal tarafların ağırlığının hâkim olması gerekirdi diye düşünüyorum. Kurum Başkanının bile sosyal taraflardan olması mümkün olabilirdi. Kamu her zaman politik kaygılarla başkan seçebilir; bu geçmişte de böyleydi, bir müddet böyle de devam edeceği görünüyor. Sosyal tarafların daha objektif olacağını düşünüyorum. Kurum çatısında bu yönde bir değişiklik olmasını gönlümüz arzu eder idi.

Page 22: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal güvenlik insanın doğumundan ölümüne kadar etkileyen bir sistem. Sistemin tek çatı altında birleştirilmesi bizim TĐSK olarak da yıllardan beri istediğimiz bir şeydi. Tam istediğimiz gibi mi oldu? Hayır, değil. Biz de bazı konulardan şikâyet ediyoruz; Đşçi Konfederasyonu, işçi temsilcileri de şikâyet edebiliyorlar. Ancak, herkesin aynı anda memnuniyet duyması çok zor bir şey. Bunu bu hâle getirebilmek bile bir başarı.

Biraz evvel bir ölçüde bahsettim, Kurumun, “özerk” olması esas.

Şu anda bu Kuruma ne kadar özerk diyebiliriz bilmiyorum; çünkü neticede kamu ağırlıklı, kamu müessesesi niteliğinde. Bu, uzun vadede, hele hele Avrupa Birliği üyelik süreci -maalesef her konuşmada böyle Avrupa Birliği’ni söylüyoruz, pek içimden gelmese de bunu söylemek zorundayım- içerisinde de “kamu” niteliğinin zayıflamasında büyük fayda görüyorum.

Bir diğer konu da, 5502 Sayılı Yasada, finansal hedefleri

belirlemek üzere sadece kamu temsilcilerinden bir Komisyon kurulmuş. Bunu da aynı mantıkta, kurumun bağımsızlığını zedeleyici bir unsur olarak görüyorum.

Đzin verirseniz, 5510 Sayılı Yasadaki bazı maddeleri kritik etmek

istiyorum ki bu iki gün içerisinde zaten fazlasıyla bunlar değerlendirilecek. Ben, Konfederasyonumuzun görüşlerini başlıklar halinde arz edeceğim.

Bizim tereddütle yaklaştığımız konular nedir?

* Đşverene yeni mali ve idari yükler getirmektedir. * Ücret-prim ilişkisini daha karmaşık hâle getirerek, başta muhasebe kayıtlarının düzenliliği olmak üzere işyerleri bakımından uygulama ile ilgili problemler yaratacak düzenlemeleri içermektedir.

* Đş kazası tanımında yapılan değişiklik ile yeni uygulama sorunları yaratılmaktadır.

* Başta iş kazası ve meslek hastalıklarından kaynaklanan sorumluluk olmak üzere özel kesim işvereni ile kamu kesim işvereni arasında ayırım yapılmaktadır ki bunun altını çizmek istiyorum.

* Fiili hizmet süresi zammı karşılıkları işverenler bakımından önemli oranda artırılmakta; prime esas kazanç üst sınırı fiilen kaldırılmaktadır.

Page 23: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bir de, devlet katkısının ne kadar kalıcı olacağı da galiba kesin değil Sayın Bakanım. Bunun da kesinleştirilmesini umuyoruz.

Đki konu daha arz etmek istiyorum. Asgari Đşçilik Oranı uygulaması Đnşaat sektöründe, ben inşaat sektörünü de temsil ettiğim için

bunu yıllardır çok yaşadık, biliyorum. 5510 Sayılı Yasa ile –eskiden de bir ölçüde öyle olmakla beraber- tüm Sektörlere asgari işçilik oranı uygulanacak. Konu eski kanunumuzda farklı hükümlerde düzenlenirken, artık aynı başlık altında ama farklı yöntemlerle bu uygulama yürütülecek. Biz inşaatçılar yıllardır çektiğimiz için bunun acısını gerçekten biliyoruz.

Değerli konuklar, bu uygulama nedir? Size inşaattan misal

vereyim. Bunu bütün fabrikalara mal edebilirsiniz. Mevzuatımız, “bu inşaatı bitirince sen yüzde 10 işçilik tutturmak zorundasın” diyor. Şimdi teknoloji arttı. 20, 30, 40, 50 sene evvelinden, bazı genel fiyat analizlerinden gelen mantıkla yerleşmiş bazı işçilik oranları vardı. Şimdi artık her şey otomatik. Yani elle kazı yapmıyorsunuz; makineyle yapıyorsunuz. Her şeyi hazır alıyorsunuz vesaire. Fakat, sosyal güvenlik mevzuatı “bu işte bu kadar işçilik tutturacaksınız” diyor. Hemen örnek vereyim. Biz, birebir, her işçiyi, -ki mecburen yapmak zorundayız, çünkü başka türlü hakediş ödenmiyor- bildirmiş olmamıza rağmen çok ciddi açıklar veriyoruz. Yani yetmiyor, tutturamıyoruz oranları. Sayın Bakanımız gayet iyi biliyor. Şimdi, bu yeni kanunla da, -tabii, “biz çok çektik, herkes çeksin” mantığıyla yaklaşmıyorum bu olaya, bunun yanlışlığını ortaya koymaya çalışıyorum- örneğin, “tekstil fabrikasında 1 metrekare kaputbezi üretmek için 10 tane işçi göstereceksin”, diyecekler. Uygulama diğer sektörlerde de hissedilecek bunu söylemeye çalışıyorum. Şu anda sanayicilerimiz bunun çok farkında değil.

Sayın Bakanım, size çarpıcı bir örnek vereyim. Bir yapım işinde fiyat farkı verilmişti. Özellikle bu depremden sonra, -biliyorsunuz, bir kriz yaşanmıştır- fiyat farkı verilmişti. Fiyat farkı, fiktif malzeme fiyat farkıdır; bunda herhangi bir işçilik yok. Ama, bu fiyat farkından da aynı oranda işçilik istendi; değerler hakkedişe kümülatif olarak girdiği için. Bu kadar mantıksızlık var. Bu yasayla, 1.1.2007’den sonra bunu benden başka diğer sesler de dile getirecekler. Belki o zaman sesimiz daha iyi duyulur diye düşünüyorum.

Yine bu yasayla, Sayın Bakanlığımızın çok iyi bildiği gibi, yurt dışında iş yapan inşaat sanayicileri, hem burada sosyal güvenlik

Page 24: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yükümlülüklerini yerine getirecekler, hem de yurt dışında hangi ülkede çalışıyorsa orada. Mükerrer olacak, aynı işçi için iki defa sosyal güvenlik harcaması yapılacak. Ama o kişi bir yerden istifade edecek. Bunun düzeltilmesi için Sayın Bakanım da talimat verdi. Bununla ilgili toplantılar da yapıldı. Umarım bu düzelecek.

Tabii, biz ne kadar konuşursak konuşalım, her şeyin başı “kayıt

dışı.” Biraz evvel Salih Başkan “yüzde 55”. Dedi. Doğrudur. Bunun, 50’nin üzerinde olduğu kesin de…

Đnsan korkuyor bunu bu rakamla telaffuz etmeye. Bizim üzerimizde yük ne kadar artarsa kayıt dışı o ölçüde

büyüyor; bunu hepimiz de görüyoruz. Kayıt dışındaki insanı genel sağlık sigortasına almaya çalışıyoruz. Kayıt içinde çalışan insanın da bilmeyerek çalıştığını sanmıyorum; artık herkesin bilinçli olduğunu düşünüyorum. Bizim sektörde sigortasız çalışan bir işçi yok; herkes biliyor. Artık öyle ki, üç ayda bir “dört aylık bildirge”ler alıyor; hastaneye giderken lazım. Herkes bu bilinçte. “O zaman, niye kayıtsız çalışıyor” denebilir; “niye kayıt dışını biz de ellerimizle büyütelim” diyebiliyoruz. Bunu sadece bir tespit olsun diye söylüyorum. Alacağımız bütün tedbirler maalesef kayıt dışını da büyütüyor.

Belki yine kritik edebileceğimiz bir nokta da, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun sisteme dahil edilmeyişini de biraz anlamamışız, anlamıyoruz; onu da belirtmek istiyorum.

Sosyal Güvenlik Reformu Yasası sayılabilmesi için getirilen devlet katkısının kalıcı olması gerekiyor. “prim gelirlerinde azalmaya yol açar” endişesi bir kenara bırakılarak, işveren prim oranlarında hiç değilse kademeli olarak indirime gidilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.

Bu konuda söylenecek çok şey var; ama vaktimiz azaldı. 5510 Sayılı Yasa, şu anda yönetmelikler hazırlanıyor ama, Sayın

Bakanım, en azından uygulamaya konulmasının ertelenmesi söz konusu mu? Belki siz biraz sonra konuşmanızda buna ışık tutabilirsiniz. Bir tarafta Anayasa Mahkemesi süreci var. Biraz evvel kritik ettiğimiz bazı pürüzleri de düzeltebiliriz diye umut ediyorum ve daha sağlıklı bir sonuç ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Ben, bu semineri düzenleyen Konfederasyonumuzun değerli

üyelerinden Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikasına ve yönetimine

Page 25: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

teşekkür ediyor ve tebrik ediyorum. Son derece önemli, güncel bir konu tartışılıyor.

Davetiyede eğer yanlış görmediysem panelistlerin arasında Sosyal

Güvenlik Kurumu Başkanını göremiyorum. Kurum Başkanını da lütfen böyle toplantılara çekin. Hem kendisi bilgilenmiş olur, neticede o arkadaşımız da yeni geldi, bu konuyu bizler kadar bilmiyordur, hem kendisi kendisini eğitmiş olur, hem de sektörün düşüncelerini dinlemiş olur diye umut ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinize en derin saygılarımı

sunuyorum. Hoşça kalın. Murat BAŞESGĐOĞLU (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı):

Sayın milletvekillerim, işçi ve işveren konfederasyonlarımızın değerli başkan ve temsilcileri, Yargıtayımızın değerli daire başkanları, temsilcileri, bakanlıklarımızın çok kıymetli mensupları, değerli akademisyenler, saygıdeğer katılımcılar, değerli basın mensupları; ben öncelikle KAMU-ĐŞ’e, ülkemizin önemli bir konusu olan “sosyal güvenlik” konusunda çok güzide katılımcıların iştirakiyle bu sempozyumu tertipledikleri için çok teşekkür ediyorum ve sempozyumun, yapmış olduğumuz bu çalışmalara yeni ufuklar açmasını yürekten temenni ediyorum.

Değerli katılımcılar, Türkiye olarak; uluslararası arenada

uluslararası rekabetten geri kalmamak, devlet ve millet olarak medeniyet yarışında layık olduğumuz yeri alabilmemiz için bugüne kadar yapmış olduğumuz gayretlere yenilerini eklemek zorundayız. Ve çok radikal, çok köklü reformlar yapmak zorundayız. Gündelik işlerle, rutinle bu büyük ülkeyi uluslararası rekabette istediğimiz noktada tutamayız. Onun için, günü geçiştirmek, meseleleri halının altına atarak zaman kazanmak bu ülkenin geleceğinden çalmaktır. Onun için, bu ülke, eğitimde, sosyal güvenlikte, başka ana alanlarda mutlaka köklü değişiklikler yapmak zorundadır. Bu işin başka yolu yok. Onun için, biz Hükümet olarak “sosyal güvenlik reformu” konusuna önyargısız girdik ve geleceğe karşı olan sorumluluğumuzu hatırlayarak hiçbir siyasi prim beklemeden bu işe girdik.

Sosyal güvenlik düzenlemesi yapmak, reformu yapmak çok zor bir

iştir. Bunun tarafları çoktur, sağlamış olduğu haklar fazladır, mükellefiyetler fazladır. Mutlaka, bir düzenleme yaparken bazı disiplinler

Page 26: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

getireceğiniz için bazı sıkıntıların olması kaçınılmazdır. Bu reformu yapan bütün ülkeler bu süreci yaşamışlardır; sıkıntılı geçmiştir. Ama, bu alan da, düzenlemeye muhtaç bir alandır. Onun için, benim herkesten ricam, bu konuların tartışılması esnasında düşünce sistemimizi de daha pozitif anlamda değiştirmemiz; yani bardağın dolu tarafını görerek bu meselelere yaklaşmamız gerekir. Siyasetin buradan elde etmek istediği bir rant yok. Hedefimiz ne, niye yapıyoruz bu düzenlemeyi? Toplum yararına yapıyoruz. Belki de, epeyidir unuttuğumuz, “toplum yararı” dediğimiz bir kavram var. Sosyal güvenlik, sosyal koruma, yani muhtaç olanların, sadece ve sadece sosyal devletin himayesine, şefkatine sığınması gereken bir sosyal koruma sistemini kurmak istiyoruz; hedefimiz, iddiamız bu. Onun için de, bu kadar ulvi gayesi olan bir konuda düşünce tarzlarımızın da müspet olması lazım. Bardağın dolu tarafını görmemiz gerekiyor. Pozitif düşünme, bardağın dolu tarafını görmek, bu tür köklü reformlar açısından önemlidir diye ifade etmek istiyorum. Ha, reform, noktası, virgülüne kadar tartışılmayacak bir reform mu? Hayır, elbette eksiklikleri var, elbette tartışılacak noktaları var; ama, yapabildiğimiz, ortaya koyabildiğimiz veyahut da mevcut imkânlar içerisinde bugün itibarıyla yapabildiğimiz, gelebildiğimiz nokta budur. Sosyal güvenlik reformu dinamik bir süreçtir. Kaideleri değişmez diye bir şey yok. Mutlaka bunlar hem bugün, hem yarın, zaman içerisinde değişecektir. Bu, sistemin içerisinde, kendi dinamiğinde olan bir husustur. Onun için, önemli bir yasa çıkmıştır, Sosyal Güvenlik Reformu Yasası çıkmıştır. Bu, meselenin önemli bir adımıdır; ama, belki daha zoru, bunun uygulamaya yansıtılması ve uygulamadaki performansıdır. Onun için, sadece kamunun değil, bütün sosyal tarafların da, akademisyenlerin de, herkesin bu sürece bugüne kadar vermiş olduğu katkılardan daha çok belki önümüzdeki süreçte katkılarına ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Şimdi neyi konuşuyoruz? Sosyal güvenlik reformunu. Sosyal

güvenlik reformu aslında sosyal politika platosunun temel taşlarından biridir. Sadece sosyal güvenlik reformunu konuşarak sosyal politika alanındaki düzenlemeleri tamamlamış olmazsınız. Sosyal politika konuşurken iş hukukunu, çalışma hayatını, kayıt dışını, insan kaynaklarının geliştirilmesini, Sendikalar Kanunu’nu, hepsini bir bütün olarak görmek zorundayız. Yasa maddeleri çok mükemmel bile olsa, bu saydığım diğer hususları bir entegrasyon içerisinde, bir bütünlük içerisinde koordine edemezseniz sosyal güvenlik reformundan beklenilen faydayı sağlayamazsınız. Örneğin kayıt dışını azaltamazsanız sosyal güvenlik reformunun performansı düşük olur. O zaman bütün yükü sistem içerisindeki insanlara yüklemiş olursunuz; o da haksızlık olur. Onun için, vergide olduğu gibi, sosyal güvenlik tabanının da

Page 27: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

genişletilmesi ve mevcut işletmeler üzerindeki yükün hafifletmesi gerekiyor. Sendikalar Kanununu çıkarmamız lazım, işgücü piyasasına yönelik, istihdam piyasasına yönelik yeni tedbirler almamız lazım, katılıklar varsa bunları gidermemiz lazım, bunun dışında, işletmelerin rekabet etmelerinin önündeki engelleri kaldırmamız lazım. Dolayısıyla, sosyal güvenlik reformunu, saymış olduğum bütün bu önemli değişikliklerle birlikte mütalaa ediyorum ve bunları da, aşağı yukarı bir-ikisi hariç yasal anlamda, kurumsal anlamda bunları da tamamlamış bulunmaktayız. Đşte, Đş Kanunu çıktı, ĐŞKUR Kanunu çıktı, Mesleki Yeterlilikler Kurumu Kanunu çıktı. Şu anda, dediğim gibi, istihdam piyasasına yönelik bir düzenlememiz var. Bunu ve Sendikalar Kanununu tamamladığımız zaman bu platonun önemli kilometre taşlarını yerli yerine koymuş olacağız. Ondan sonra da uygulamaya ilişkin çalışmalarımız devam edecek.

Değerli katılımcılar, bizim sosyal güvenlik reformu yapmamızı

tetikleyen birçok etken var: Bunlardan birisi, sosyal güvenlik sistemimizin tüm nüfusu kapsamaması. Bugünkü mevcut sosyal güvenlik kuruluşlarımızın ihata ettiği nüfus, tam nüfusumuz değildir. Hâlâ sosyal güvenlik sistemi dışında kalan vatandaşlarımız vardır. Đkincisi; bir sosyal güvenlik sisteminin en önemli fonksiyonlarından birisi, ülkedeki yoksulluğu giderme konusundaki başarısıdır. Sosyal güvenlik sistemi, bir nevi, gelirin yeniden dağıtımının aracıdır; sizlerden toplanan vergilerin muhtaçlara, yoksullara adil bir şekilde, eşit şekilde dağıtılmasının bir yoludur sosyal güvenlik sistemi.

Peki, -sorguluyoruz- sosyal güvenlik sistemi gerçekten ülkedeki

yoksulluğu giderme konusunda adil mi, bu fonksiyonunu yerine getiriyor mu? Getirmiyor. Nasıl getirmiyor? 2005 yılında Hazineden transfer edilen miktar 23.5 milyar YTL’dir; yani, bu kuruluşlar gelir ve giderlerini karşılamadığı için Hazineden 23.5 milyar YTL’lik bir kaynak transfer edilmiştir. Bu para sizlerden toplanan, vatandaştan toplanan vergidir, gelirdir. Bu gelirin adil şekilde dağıtılması lazım. Bu 23.5 milyar YTL’yi, eski ifadeyle, katrilyonu kime dağıtıyoruz? Sadece, sistem içine girmiş, ücretli veyahut da kendi geliri olan insanlara dağıtıyoruz, yani emeklilik sisteminde olan insanlara dağıtıyoruz veyahut da sağlık sistemine girmiş insanlara dağıtıyoruz. Kayıt dışındaki insanlara bu parayı dağıtamıyoruz. Türkiye’de yoksulluk sıralamasında birinci sırada kim geliyor? Ücretsiz aile işçileri geliyor, yevmiyeliler geliyor, gündelik çalışanlar geliyor, uzun süreli işsizler geliyor. Ama, bu saymış olduğum üç grubun hiçbirisi de sosyal güvenlik sistemi içerisinde değil, kayıt içerisinde değil. Dolayısıyla, o 23.5 milyar YTL’den bu insanlara tek kuruş Hazine yardımı gitmiyor. Nerede bunun adaleti, nerede bunun yoksulluğu giderme konusundaki

Page 28: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

fonksiyonu? Đşte, sosyal güvenlik sistemimiz bu adaletsizliği ortadan kaldırmayı amaçlıyor; altında yatan ana sebeplerden birisi budur.

Değerli katılımcılar, bizi sosyal güvenlik reformu yapmaya

zorlayan önemli sebeplerden biri de nüfus kompozisyonumuzdur. Şu anda hepimizin iftihar ettiği bir nüfus zenginliğimiz var. Türkiye, yakın coğrafya içerisinde en zengin nüfus yapısına sahip. Nüfusumuzun 3’te 2’si, yarın itibarıyla işgücü yapmaya hazır, çalışmaya hazır bir zenginlik arz ediyor. Genç nüfusumuzun toplam nüfus içerisindeki sayısı fazla. Ama, bu zenginlik, bu miras sonsuz değil. Yüzyılın sonlarına doğru, 2035-2040’larda biz de Avrupa’nın yaşamış olduğu “yaşlanma” riskini yaşayacağız, yaşlanma gerçeğiyle karşı karşıya kalacağız. 2002 yılında genç nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı yüzde 18. Bugün, 2006 yılında yüzde 18’lik oran yüzde 16’ya düşmüş durumda. Biz de toplum olarak, önümüzdeki süreçte yaşlı bir toplum olmanın göstergelerini hayatımızda göreceğiz.

Şu anda 65 yaş üstü nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 6.5,

yüzde 7’ler civarında. Yaşlı nüfusun bu yüzde 7’lerden yüzde 14’lere geçme süreci çoğu ülkede çok uzun sürmüş, örneğin Fransa bu süreci 75 yılda tamamlamış, yani yaşlı nüfusun yüzde 7’den yüzde 14’e geçme sürecini 75 yılda tamamlamış. Amerika Birleşik Devletleri daha uzun sürede tamamlamış. Türkiye’nin yaşlı nüfusa geçmesi için gereken bu süre 25 yıl. 25 yılda biz 7’den yüzde 14’e ulaşacağız; yani yaşlı nüfusumuz 7’den yüzde 14’lere ulaşması için 25 yıllık bir zamanımız var. Đşte, nüfus bilimciler buna diyorlar ki; “bu, fırsat penceresidir, Türkiye, önündeki 25 yılı, 30 yılı iyi kullanabilirse, düzenlemelerini yapabilirse, ondan sonra, en azından gelecek kuşaklara çok ağır bir yük binmez.”

Şimdi, konuştuğumuz alan, parasal büyüklüğü itibarıyla da

büyük bir alan. Đşsizlik sigortasını da dahil edersek, sosyal güvenlik sisteminin kumanda ettiği parasal miktar 104-105 milyar YTL. Hazinenin yahut da bütçenin en büyük harcama kalemini oluşturuyoruz. 84 milyar YTL civarında öngörülen sosyal güvenlik harcamamız var. Yaklaşık 50 milyar YTL’si emekli aylıkları, 26 milyar YTL’si sağlık harcamaları ve diğer de sair harcamalar olmak üzere yaklaşık 83 milyar YTL, 2007 yılındaki sosyal güvenlik harcamalarımız. Sosyal güvenlik anlamında 22-23 milyar YTL işsizlik sigortasını da katarsanız, dahil olan miktar 103-104 milyar YTL’dir. Bu büyük bir rakam. Bunda yüzde 10 tasarruf edildiğini düşünün, bu ülkeye her yıl 10 milyar YTL kazandırmak mümkün. Onun için, bu alana yaklaşırken hepimizin çok dikkatli olmamız ve ülkemizin geleceği açısından taşıdığı önemi bilmemiz gerektiği inancındayım.

Page 29: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Benden önceki konuşmacılar da ifade ettiler; şu andaki sosyal güvenlik sistemimizin sağladığı haklar itibarıyla, kapsamı itibarıyla birçok eşitsizlikleri barındırdığını biliyoruz. “Zorunlu sigortalı” dediğimiz yaklaşık 13.5 milyon sigortalımız var; yani, sistemin bütün yükünü çeken, 72-73 milyon nüfus içerisindeki sayı 13.5 milyondur. 13.5 milyon zorunlu sigortalı karşısında 7.5 milyon emeklisi var bu ülkenin. Aktif-pasif oranı dediğimiz 1.8 yahut da 1.7 dediğimiz oran buradan geliyor. Oysa, çalışabilir yaştaki nüfusa baktığımız zaman, 7 çalışanın 1 emekliyi finanse etmesi gibi mükemmel bir kompozisyon var. Bütün insanlarımızı istihdama kavuşturabilsek, kayıt dışını kayıt içine alabilsek, 7 çalışan 1 emekliyi finanse edecek, ki bu, sosyal güvenlik sistemi için çok mükemmel bir tablo. Ama, maalesef bu kadar genç nüfusumuz olmasına rağmen şu andaki aktüeryal dengemiz, aktif-pasif oranımız bu derece bozuk olursa, yarın yaşlılık arttığı zaman karşılaşacağımız tabloyu siz düşünün.

Onun için, değerli katılımcılar, değerli dostlar; bu düzenlemeye

çalıştığımız alan aslında bugünün konusu değil. Biz bugünü konuşmuyoruz aslında. Biz, 20 sene sonra, 30 sene sonrayı konuşuyoruz. Çocuklarımızın geleceğini konuşuyoruz.

Diyelim ki, Türkiye sosyal güvenlik sisteminde hiçbir düzenleme

yapmadı ve geldik 2030 yılına. 2030 yılında siz, o zaman karşımıza çıkacak tabloyu görün. Şimdi, 2048 yılında yaş 65 diyoruz, ancak 65, yaşla fazla oynamıyoruz; o zaman belki “70” telaffuz edilecek, daha ağır parametreler sisteme dahil edilmesi gerekecek. Onun için, önümüzde zaman varken, fırsat varken, uzun bir bakış açısıyla bu düzenlemeleri yapmamız lazım. Maalesef, bu reform tartışılırken hep bugünü tartışıyoruz. “Efendim, emekli ikramiyeleri ne oluyor?..” Emekli ikramiyelerine hiçbir şey olmuyor. Bu kanun zaten emekli ikramiyelerini düzenlemiyor. Ama, maalesef, “emekli ikramiyeleri azalıyor-çoğalıyor”, böyle konular var veyahut da “halen çalışan memurların prim tavanı genişlediği için, acaba almış olduğumuz aylıklarda düşme olacak mı?..” Olmayacak. Özel madde koyduk; yani 2 yıl, ki bu kalıcı olacak. Bunu devletin bir Bakanı olarak, Hükümetin Bakanı olarak, resmi kayıtlara her yerde geçsin diye söylüyorum. Yok böyle bir kastımız. Prim tabanı genişledi diye memurlarımızın aylıklarında bir düşme kesinlikle olmayacak; böyle bir niyetimiz, böyle bir kastımız yok.

Emekli aylığı konusu; emekli aylığı konusu bambaşka bir konu.

Bu yapmış olduğumuz düzenlemeler aylık bağlama oranını vesaireyi belki etkileyebilir; ama emekli aylıklarının yüksek olması alçak olması, çalışırken almış olduğunuz ücretle çok yakından ilgili, çalışma sürenizle

Page 30: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yakından ilgili. Eğer çalışırken ücretiniz gerçek anlamda gösterilirse, yüksekse, size bağlanacak emekli aylığı da o derece yüksek olur. Ama, 20 yıl asgari ücret üzerinden ücret gösterip, ondan sonra, “emekli aylığım yüksek olsun” derseniz, bu olmaz. Türkiye’de şu anda 3 milyonu aşkın insanın bildirimi asgari ücret üzerinden yapılmakta. Bunları bileceğiz, bunları göreceğiz; kitabın ortasından konuşacağız. Emeklilik olgusu, emeklilik aylığı bambaşka bir şey. Çoğu ülkede bu zorunlu emeklilik dışında ikinci-üçüncü ayak emeklilik sistemleri var. Bunu da tartıştık biz, “acaba Türkiye’de bu emeklilik yanında ikinci bir emeklilik olabilir mi, sektörlere bağlı bir emeklilik olup, çalışanlarımıza ikinci bir emeklilik hakkı tanıyabilir miyiz” diye. Akademisyen arkadaşlarımız, bunun çok zor olduğunu gördü. En azından bugün itibarıyla ikinci ayak bir emeklilik sistemini, zorunlu emeklilik sistemini uygun görmedik. “Ne yapalım” dedik. Bireysel emeklilik teşvik edilsin. Şu anda 1 milyonu aşkın katılımcısıyla, biz de dikkatle izliyoruz, Türkiye’de, imkânı olanların bireysel emeklilik konusunda bu sisteme katılmaları bir güvence olarak gözüküyor. Belki gün gelecek, Türkiye’de ikinci ayak emeklilik sistemi de hayata geçecek. Önemli olan sadece emekli aylıkları değil; önemli olan, insanlarınıza, çalışanlarınıza, emeklilerinize kaliteli bir hayat tarzı sunmaktır. Bu, bindiği otobüsten alışveriş ettiği markete kadar, gittiği sağlık tesisinde kendisinden alınan katkı payının azlığı veya çokluğuna kadar birçok hayatın alanını ilgilendiren bir konudur. Onun için, meseleye çok dar bir perspektiften, sadece emekli aylıkları olarak bakmamak lazım. Ama, maalesef, sosyal güvenlik reformu dendiği zaman, emekli aylıkları ve böyle çok dar alana hasredilmiş bir tartışma içerisinde kendimizi görüyoruz.

Şunu da açıklıkla söyleyeyim: Dünyadaki örneklerine baktığımız

zaman, bizim yapmış olduğumuz düzenlemenin çok esnek, gelen yüklerin zaman içerisine yayıldığı bir düzenleme olarak görüyoruz. Mesela “9000 gün” çok tartışılıyor. Gelen itirazları haklı gördük; dedik ki, tamam, bunun birdenbire 9000 güne çıkması ağır bir külfettir. Her yıl kademeli bir şekilde artırarak, 7100 günden başlayarak, 2029 yılında ancak işe girenlerin 9000 güne tâbi olacağı bir düzenleme yaptık. 2029 yılında işe girecek, onun üzerine 25 yıl koyun, 2040-45’lerde ancak 9000 gün tam anlamıyla sisteme hâkim olacak. Peki, o zamana kadar da ortalama hayat, ortalama ömür yerinde durmuyor. Đnsan ömrü her geçen gün uzuyor. Dolayısıyla, insanlar çalışma hayatında daha uzun süreli kalabilecekler.

Bütün bunları bu bilimsel veriler ışığında değerlendirmemiz

gerekiyor.

Page 31: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Değerli katılımcılar

Reformun ana bileşenlerini arkadaşlarımız saydılar;

1- Genel sağlık sigortası.

2- Tek emeklilik sistemi.

3- Çok haklılar orada, ben ona yürekten katılıyorum; bu sosyal hizmetler ve yardımlar konusunu da bizim bu pakete entegre etmemiz gerekiyor. Bunu yapamadık. Zaman darlığı nedeniyle yapamadık, tam olgunlaştıramadık, yapamadık. Sosyal koruma dediğimiz zaman, sosyal yardım ve hizmetleri de mutlaka bu konsept içerisinde düşünmemiz lazım. Fonun da, diğer sosyal yardım ve hizmetlerin de, birbirlerini tamamlayacak, destekleyecek şekilde bu sistemin içerisine eninde sonunda girmesi gerekiyor. Bu anlamda yapılan eleştirileri de çok haklı buluyorum.

4- Tek çatı dediğimiz, Emekli Sandığı, BAĞ-KUR ve SSK’yı kurumsal anlamda birleştiren yapıdır. Yeni Sosyal Güvenlik Kurumu kuruldu. Yavaş yavaş kurumsal dönüşümünü tamamlamak üzere. Burada, özerklik konusunda önemli gelişmeler var aslında. Örneğin, bu Sosyal Güvenlik Kurulumuzun Genel Kurulu 77 delegeden oluşuyor. Bu 77 delegenin 23’ü kamu delegesidir, geriye kalan kısmı sosyal taraflardan, sivil toplum örgütlerinden gelen değerli temsilcilerdir. 10 kişilik Yönetim Kurulu var. 10 kişinin 5’i kamu, 5’i sosyal taraflardandır. Burada, açıkçası, sosyal taraflarımıza da çok önemli görevler düşüyor. Kamu diyor ki, “ben size güveniyorum, sorumluluğumu sizlerle paylaşıyorum, bu masa etrafında eşit şartlarda, eşit sayıda sizlerle bu Kurumu yönetmeye hazırım” diyor. Onun için, sosyal taraflarımızla bu Yönetim Kurulunda, bu Genel Kurulda, bu sistemin işleyişi için, bu sosyal güvenlik sistemimizin başarıya ulaşması için birlikte gayret etmemiz, birlikte üretmemiz sistemin geleceği açısından çok faydalı diye düşünüyorum.

Bu sistemin, genel sağlık sigortası ve emeklilik sisteminin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Panelde mutlaka bunlar enine boyuna tartışılacaktır; biz de bu tartışmalardan elbette üzerimize düşen hususları alacağız.

Konuşmamın başında da söylediğim gibi, makul gördüğümüz, sistemin ana omurgasını bozmayacak değişiklikleri her zaman yapabiliriz. Ama, öyle bir değişiklik olur ki, bunu yaptığınız zaman bu reform olmaz; bugüne kadar üzerine gittiğimiz konuları hafifletir, sistemin, reformun içini boşaltır. Bu anlamdaki bir değişikliği yapamayacağımızı şimdiden

Page 32: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

söylemekte fayda var. Dediğim gibi, makul olan, uygulanabilir olan her türlü öneriye açık olduğumuzu ve bu anlamda gerekli değişikliği yapabileceğimizi gönül rahatlığı içerisinde söyleyebiliyorum.

Biz bu süreci çok tartıştık; çok katılımcı bir anlayışla getirdik. Gerçekten, bu süreçte sosyal taraflarımız bu sürece aktif bir şekilde katıldılar. Haa, günün sonunda bütün görüşlerimiz aynı noktaya gelmedi; onların hâlâ rezerv tuttuğu, itiraz ettiği maddeler var, ki bunu çok doğal olarak görüyorum. Emek platformu olarak bize iletilen önerilerin yüzde 68’ini biz bu reform içerisine dahil ettik, yani biz, hazırladığımız kanun tasarısındaki görüşlerimizden vazgeçtik ve yüzde 68 öneriyi buraya dahil ettik. Bu, azımsanmayacak bir orandır.

Onun için, ben, burada bulunan herkese, bu reformun en iyi şekilde hayata geçebilmesi için elimizden gayreti göstermemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyorum.

Arkadaşlarımız gece gündüz demeden çalışıyorlar; ikincil mevzuatı hazırlıyoruz. Biz, 1 Ocak tarihi itibarıyla bu yasanın yürürlüğe gireceği noktasında bütün hazırlıklarımızı imkânlar ölçüsünde yapmaya çalışıyoruz. Dediğim gibi, önümüzdeki süreçte değişiklik yapmamız gereken konular varsa elbette bunları da tartışarak değiştiririz. Önemli olan, bu reformun en iyi şekilde hayata geçmesidir ve sürdürülebilir bir anlayışın yerleşmesidir.

Sabrınız için çok teşekkür ediyorum.

Şunu söylemeyi unuttum: (Belki basın mensubu arkadaşlarımın dikkatini çeker) Bu “sosyal güvenlik açığı” konusu bizim toplumumuzda çok tartışılıyor. “Kara delik” olarak filan da nitelendiriliyor. Ben o kavramlara kesinlikle katılmıyorum. Devletimizin başka sektörlere yapmış olduğu, (yardım gibi, yatırım gibi) sosyal güvenlik alanına da Hazineden kaynak transferini gayet meşru sayıyorum, gayet doğal sayıyorum.

Biz, 2005 yılıyla 2006 yılını çok dikkatli bir şekilde geçirdik. Bu anlamda tasarruf ettik. 2005 yılında, demin de söylediğim gibi, Hazineden transfer edilen miktar 23.2 milyar YTL idi, ki gayri safi milli hasılaya oranı 4.8’dir. 2006 yılı bütçesinde bu 23.2 milyar YTL’lik husus, 23.2 milyar YTL olarak öngörüldü. Sanki, Hazineden alacağımız miktar hiç artmayacak, aksine daha düşüş olacağı öngörüsüyle 2006 programı hazırlandı. 23.2. Biz, 2006 yılı sonunda, değerli katılımcılar, Hazineden alacağımız miktar 22.2 milyar YTL’ye indi. Öngörülen açıktan 1 katrilyon lira daha az gerçekleşmiş oluyor ve oranı da 4.8’den 4.0’ye inmiş

Page 33: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

durumda. Açıklarımızın, sosyal güvenlik açığımızın 2006 yılı sonu itibarıyla gerçekleşeceği oranı % 4.0’dir. 4.8’den 4.2’ye inmiştir. Ayrıca, SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devrinden dolayı Hazineden 4.2 milyar YTL’lik bir alacağımız var. Bunu da bu hesaplara dahil etmedik. Onu da dahil ettiğimiz zaman bu açık miktarı daha da düşecektir.

Tekrar teşekkür ediyorum.

Bu çalışmanın, bu toplantının sosyal güvenlik sistemimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.

Page 34: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal Güvenlik Kurumunun Yeni Yapısı ve Đşleyiş Esasları

Oturum Başkanı : Fahri ARIKAN Tekel Genel Müdürü ve Kamu-Đş Yönetim Kurulu Üyesi

Tebliğ Sahibi : Prof.Dr. Kadir ARICI Gazi Üniversitesi ĐĐBF. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Bölüm Başkanı

Page 35: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Fahri ARIKAN (Oturum Başkanı) : Seminerimize katılan sendikaların değerli yöneticileri, temsilcileri, ülkemizin saygıdeğer kuruluşlarının değerli katılımcıları; TEKEL gibi bir Kuruluşta görev yapmanın sorumluluğunu taşımaktan mutluluk duymakla birlikte, yeni getirilen sosyal güvenlik düzenlemelerinin, mevzuatının kamu açısından da çok önemli olduğunu vurgulamadan geçemeyeceğim.

Özellikle kendi Kuruluşum açısından ve benzer kuruluşlar açısından düşündüğümüz zaman, değişik pozisyonlarda, değişik statülerde ve değişik hukuka tâbi çok farklı personel istihdam etmekteyiz. Bu anlamda, tek çatı altında birleştirmeye olumlu bakmaktayız. Ancak, mevzuatın çok yeni olması nedeniyle işveren açısından da uygulamalarda birtakım aksaklıklar yaşanması muhtemeldir. Bu anlamda, uygulayıcı-ların ve düzenleyici durumunda olanların, denetleyici durumda olanların, ileride yaşanması muhtemel problemlerin önlenmesi açısından sorunların teşhisi önem taşımaktadır. Bu öneme binaen, yeni teşkil edilen Sosyal Güvenlik Kurumunun yapısını, işleyiş esaslarını bize anlatmak üzere Gazi Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Bölüm Başkanı Sayın Profesör Doktor Kadir Arıcı Hocamı kürsüye davet ediyorum. Vereceği bilgilerden dolayı kendisine şimdiden çok teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Hocam. Prof. Dr. Kadir ARICI (G.Ü. Đ.Đ.B.F. Çalışma Ekonomisi ve

Endüstri Đlişkileri Bölüm Başkanı) : Çok kıymetli katılımcılar, konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

“Sosyal Güvenlik Kurumumuzun Yeni Yapısı ve Đşleyiş Esasları”

konusunda bir değerlendirme yapmak üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum.

Türkiye’de sosyal güvenlik alanında, şöyle baktığımda, özellikle

katılımcıların büyük bir ekseriyeti, son 20 yıl içerisindeki gelişmeleri birlikte yaşadığımız insanlar. Son 20 yılda sosyal güvenlik alanında belki yaptığımız yanlışların faturalarının alındığı bir dönem yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi sosyal güvenlik alanına müdahale, aynen, bir transatlantiğin, bir büyük geminin manevrasında olduğu gibi bir gelişme sağlar. Atılan her adım en az 20-30 yıl sonra sonuç verir. Dolayısıyla, o adım atıldığı zaman ne zaman ve ne gibi bir sonuç vereceğini eğer iyi

Page 36: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bilmezseniz daha sonra Tsunami dalgaları gibi gelen dalgaların altında boğulursunuz.

Türkiye’de sosyal güvenlik alanında devlet çok önemi adımlar

atmaya başlamıştır. Ancak, bu alanda devletin izlediği politikada, “olabildiğince en az maliyetle en çok faydayı nasıl sağlarım” anlayışı hâkim olmuştur. Dolayısıyla, devlet, sistemin finansmanına, kuruluş masrafları ve sağladığı birtakım bağışıklıklar dışında doğrudan katkıda bulunmamıştır.

“Sosyal sigorta”, günümüzde “sosyal güvenlik” olarak anlaşılmış

ve sosyal sigortanın bütün yükü çalışanlara ve işverenlere yüklenmiştir. Devlet bu noktada sistemin finansmanına katılmadığı gibi, sistemin sürekli yöneticisi olmayı tercih etmiştir. Sistemde de özerklik sağlanamadığı için, sistem siyasi popülizme kurban edilmiştir. Dolayısıyla, sosyal sigorta tekniği temeline kurulmuş bir sistem iyi yönetilemediği, siyasi popülizme kurban edildiği için, deniz bitmiştir. 1989 yılından itibaren devlet, garantör sıfatıyla sistemin finansmanına katkıda bulunmak zorunda kalmış ve bu katkı Tsunami dalgaları gibi artmaya başlayıp, bütün bütçe dengelerini sarsacak ; devletin finansman sistemini bozacak noktaya geldiği an Türkiye’de bir sosyal güvenlik probleminden söz edilmeye başlanmıştır.

Bütün bu arayışlar sonucu, 1990’dan başlamak üzere bir “sosyal

güvenlik reformu” arayışı başlamıştır. Bu arayışların kökeninde, “gerçekten mevcut sistemi doğru dürüst rayına oturtalım, çağdaş bir sistem kuralım” tercihinden daha çok, sondan başlayarak, yani “sistem bize daha az nasıl yük olur, bütçe dengelerini bozmayacak hâle nasıl getirilir” bakışı hakim yaklaşım tarzı olmuştur. Bu bakışla 1999 yılında önemli bir adımlar atılmış; bu adımın devamı son reformla tamamlanmaya çalışılmıştır.

Tabii, sosyal güvenlikte reform yaparken,sistemi sosyal güvenlik

teknikleri üzerine inşa etme gibi bir zorunluluğumuz vardır; yani baştan bir tercih koyacağız. Bu tercihte iki tane çağdaş sosyal güvenlik tekniği var: Birisi, “sosyal yardım ve sosyal hizmet”; diğeri “sosyal sigorta tekniği.”

SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı sistemi özü itibarıyla sosyal

sigorta tekniğine dayanır. Eğer sosyal sigorta tekniği temel üzerine sistemi kuracaksanız, bu tekniğin gereklerini yerine getirmek, sisteme, bu tekniğe aykırı müdahaleden vazgeçmek zorundasınız. Aksi takdirde bu olmaz. Sosyal güvenlikte sosyal sigorta tekniği/sistemi kullanılır; ama

Page 37: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bunun temelinde olması gereken sosyal yardım ve sosyal hizmet tekniği/sistemidir. Muhtaç, kimsesiz, dul, yetim, yani sosyal güvenlik ihtiyacı ortaya çıkmış insanlara devlet birinci derecede sosyal güvenlik sağlamak zorundadır; “sosyal devlet” olmanın gereği budur. Bunun için de, devletin önceliği, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemine vermesi gerekir. Maalesef, bugüne kadar bu reformda da bu husus ihmal edilmiştir. Öncelik hep sosyal sigorta tekniğine ve sosyal sigorta tekniği içerisinde sosyal güvenlik probleminin çözümüne verilmiştir. Bu, yürürlüğe giren kanunla kurulan sistemin aslında en temel hastalığıdır.

Bakın, biz nasıl bir sistem kurduk? Aslında, SSK, BAĞ-KUR ve

Emekli Sandığı sistemini geçen hafta tarihe karıştırdık, yani bu yönetimin teşekkülüyle birlikte bu üç kurum tarihe karıştı. Artık biz bunları “tarihi sosyal sigorta kurumları” olarak anacağız.

Bu reformun özü aslında “sosyal sigorta reformu”dur. Bence

gerçekleşen reform, sosyal sigorta reformudur. Oysa adı sosyal güvenlik reformu. Böylece, SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı’nın kendi aralarındaki adaletsizlikler asgariye indirilmiştir; Emekli Sandığı, “kıyak emekli kurumu” olmaktan çıkarılmıştır ve tek bir Bakanlığa bağlı bir kurumlaştırma ile devletin sosyal güvenlik politikasını tek elden belirleme, izleme, takip etme imkânı getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatının bütün kalkınma planları ve kalkınma planlarına temel olmak üzere hazırlanan sosyal güvenlik özel ihtisas komisyon raporlarında vurguladığı norm ve standart birliğinin sağlanması noktasında bu yeni yapılanma gerçekten çok önemlidir.

Yeni yapılanmanın kurumsal niteliğine baktığımızda, tüzel kişiliği

haiz bir kurum kuruyoruz; idari ve mali açıdan özerk bir kurum kuruyoruz. Bunlar bir ihtiyaçtır. Ancak, bunlar geçmişte de vardı. Var olmasına rağmen, orada bir hastalık vardı. O hastalık bir türlü önlenememişti.

Gerçekten, Yönetim Kurulunun teşekkülünde 5’e 5 sistemi ileri

bir adımdır; ancak, oyların eşitliği hâlinde başkanın tarafının ağırlık kazanması, başkanın oyunun iki oy sayılması, burada, eski hastalığın yeniden nüksetmesi için bir zayıf noktadır. SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının batmasında bu zayıf noktanın önemli bir payı vardır. Siyasi iktidarlar bu zayıf noktadan sisteme sirayet etmişlerdir. Siyasi popülizm bir hastalık gibi siyasilerde ve halkta hakim olmuştur. Politikacı da, halkın bu hastalığını çok iyi kullanmıştır ve atamayla gelen kişileri değiştirerek, her hükümet bu kurumlara sirayet etmiştir. Siyasi nitelikli kararlar, kötü yönetimin, verimsiz yönetimin, başarısız yönetimin

Page 38: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gerisinde siyasi müdahale ve arkalama yer almaktadır. Şimdi burada önemli bir adım atıldı; ama bizim bu noktadaki endişelerimiz bütünüyle giderilemedi. Onun için, keşke düzenleme şu şekilde gerçekleştirilebilmiş olsaydı: (Benim bu noktadaki önerim de o) Atamayla gelen yönetimler en fazla 4’e 6 olabilmiş olsaydı; başkan, yönetim kurulunun kendi arasından seçilebilmiş olsaydı. Ancak atamayla gelenlerin, “altın hisse”ye benzer, kurumun aleyhine olabilecek kararlarda; özellikle finansman noktasında veto hakları olabilseydi. O zaman gerçekten özerklik sağlanırdı. Bu, başarılabilmiş değildir.

Burada bir başka konu, “ilgili kurum” olması. Kurum, bir kamu

Kurumu olarak kurulmuştur. Dolayısıyla, geçmişteki yaşadığımız sıkıntılar gelecekte bu kurum için de geçerli olacaktır. Yani, Başbakanlık bir genelge yayınlayacak. Geçmişte SSK’yı yönetenler bu sıkıntıyı çok yaşadılar. Ellerinde paraları var. Başbakanlık bir genelge yayınlıyor ve diyor ki;

“- Bilgisayar, demirbaş vesaire alımları durdurulmuştur.

- Peki, SSK’nın bilgisayarlarının “Upgrade” edilmesi lazım.

- Yapamazsınız.

- Peki, hani ben idari ve mali açıdan özerktim.

- Olamaz.” Şimdi, ilgili kuruluş olmanın getirdiği böyle bir risk var. Bu risk de

ileride birtakım sıkıntılar meydana getirecek diye düşünüyorum. Burada Kurumun politikalarını oluştururken, yönetim kurulu yıllık programları da dikkate alacak. Özerklik var; ama özerklikle ilgili birtakım sıkıntılar, geçmişte yaşadığımız sıkıntılar devam edecek; endişem bu.

Kurumun amacı konurken, gerçekten burada çok güzel tespitler

yapılmış vaziyette: “Sosyal sigortacılık ilkelerine dayalı etkin, adil, kolay erişilebilir, aktüeryal ve mali açıdan sürdürülebilir, çağdaş standartlarda sosyal güvenlik sistemini yürütmek.” Benim burada anlamadığım bir şey var: Niçin sadece sosyal sigortacılık ilkesine dayalı? Sosyal yardım ve sosyal hizmet tekniği niye burada unutulur? Bunu anlamak mümkün değil. Çağdaş standartlarda bir sosyal güvenlik sistemi kuruyorsanız, bunun en az iki ayağı olmak durumundadır: Birisi, sosyal yardım ve sosyal hizmet ayağı; diğeri, sosyal sigorta ayağı. Demek ki, devlet, sosyal güvenliğe bu noktada daha fazla kaynak ayırmama politikasını geçmişten beri sürdürdüğü gibi devam ettirmek istemektedir. Ben bu şekilde

Page 39: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yorumluyorum. Bakın, yeni Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na da baktığımızda, devlet, bazı yükümlülüklerini sigortalıların üzerine yüklemiş vaziyettedir. Koruyucu sağlık hizmetleri, hele sosyal devlette, koruyucu sağlık hizmetleri tamamen devletin genel bütçeyle finanse etmesi gereken bir hizmettir. Koruyucu sağlık hizmetlerini siz sigorta primleriyle belli ölçüde finanse eder durumdasınız; yeni sistemde böyle bir açmaz var.

Kurumun görevleri noktasında, sosyal güvenlik alanındaki kamu

idareleri arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlama gibi bir görevi var. Halbuki biz, tek çatıyı sağladık. O zaman, demek ki, sosyal güvenlik alanında başka kurumlar var ve onlar bu tek çatının altında değil. Đşte burada bir eksiklik var. Sayın Bakan da söyledi.

Arkadaşlar, bakın, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerle ilgili

sistem, biz sosyal güvenlik reformuyla tek çatıyı sağlarken… Hükümet programında böyle bir politika var, kalkınma programında var, siyasi iktidarın, Hükümetin kendi seçim propagandasında var. Ama, ne oldu? Uygulamaya baktığımızda, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerle ilgili kurumlar çoğaltıldı. Bu, gerçekten çok yanlıştı. Mesela Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu Sekreterlikken, niçin Genel Müdürlük yapıldığını anlayamadım. O alanda şu anda altı tane kurum oldu. Altı kurum, en az iki bakanlığa bağlı. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, Genel Müdürlük oldu; Aile Araştırma Kurumu, Genel Müdürlük oldu; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Genel Müdürlük oldu; Özürlüler Đdaresi Başkanlığı var; Kadının Statüsüyle Đlgili Genel Müdürlük var. Şimdi, bütün bunlar dururken biz ne yaptık? “Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü” adı altında bu Sosyal Güvenlik Kurumuna bir Genel Müdürlük daha ekledik. Halbuki, ya bu Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğünün adı “Sosyal Yardım ve Sosyal Hizmet Genel Müdürlüğü” olacaktı, bütünüyle sosyal yardım ve sosyal hizmet kuruluşları buraya bağlı olacaktı yahut da sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin tamamını tek bir kurum hâline getirip yeniden ve sosyal güvenlikle ilgili Bakanlığa bağlanacaktı. Halihazırda sosyal yardım ve sosyal hizmet kurumları Başbakanlıkta iki tane devlet bakanlığına bağlıdır. Kurulan primsiz Ödemeler genel müdürlüğü de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olacaktır. Yani sosyal yardım ve sosyal hizmet alanı da dahil üç başlılık sürecektir. Bu sebeple geçmişte yaşadığımız sıkıntılar sürecektir . O bakımdan, ben bu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Sosyal Güvenlik Kurumun üç organı var: Genel Kurul, Yönetim

Kurulu, Başkanlık. Genel Kurul geçen hafta yaptık. Genel Kurul, gerçekten, geçmişte SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının genel

Page 40: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kurullarından, şekli olarak geçmişteki bu genel kurullardan farklı bir Genel Kurul olmadı. Üstelik, Genel Kurulda herkes kendi yöneticisini seçti ve oraya gelen diğer delegeler misafir sanatçı gibi kaldı. Onlar oy da kullanamadı. Burada, Genel Kurulu biz hiç olmazsa belli konularda yetkili hâle getirmek zorundayız; yani idari ve mali açıdan özerkliği destekleyecek noktada gerçekten biz Genel Kurulu biraz daha etkin hâle getirmek zorundayız.

Hali hazırda genel kurulun denetim imkânı bulunmamaktadır.

Yönetim Kurulunda, taraflar temsilcisi olan seçimle gelen elemanların genel kurulu bilgilendirdiği kadarı ile genel kurul bilgi sahibi olabilecektir.

Bu reform ile Türkiye Cumhuriyeti’nde en büyük kurumlardan

bir tanesi kuruluyor. Bu Sosyal Güvenlik Kurumu, bizim düşündüğümüzden çok daha büyük bir Kurum olarak doğacak. Eski SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının toplamından daha büyük bir Kurumla karşı karşıyayız. Böyle bir Kurumun Genel Kurulunu, en azından kamuoyunu etkileyecek, siyasiler üzerinde bir baskı mekânizması yaratacak birtakım güçlerle donatmak ihtiyacı vardır. Belki Genel Kurul kendi içerisinde bir Denetim Kurulu seçip, bu Denetim Kurulu yıl içinde Kurumda çeşitli denetimler yapıp, onun raporuyla Genel Kurulun aydınlatılmasını sağlamak bir yol olarak düşünülebilir. Genel Kurul’un yetkileri konusunun ayrıntılı bir şekilde yeniden düşünülmesi gerekir. Mevcut hali ile Genel Kurul, sosyal tarafların intibalarının, eleştirilerinin yapıldığı bir dert dökme ortamı olmanın ötesine geçemez. Geçmişte de genel kurulun yetkilerinin artırılması üzerinde sürekli bir şekilde eleştiriler yapılmıştı.

Kurulan Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sağlıklı çalışabilmesi için

çok ciddi bir personel altyapısına ihtiyaç var. Bu sistem, teknoloji ve teknoloji okuryazar olan çok iyi yetişmiş bir personel kadrosu istiyor. Çünkü, kanunu iyi incelediğinizde, kanunda tahsis edilen kadrolara baktığınızda, 80-81 tane taşra teşkilatında il müdürlüğü olacak, ama 1700 tane Sosyal Güvenlik Merkez Müdürlüğü kadrosu tahsis ediliyor. Kanun çıkarken bu kadro çıktığına göre, demek ki, tahmini olarak 1700 tane sosyal güvenlik merkez müdürlüğü olacak. Sosyal Güvenlik merkezleri, bunlar banka şubesi gibi düşünülüyor, başlangıç itibarıyla 1700 tane kadro verildiğine göre, -bu kadrolar çok hızlı bir şekilde kullanılacaktır- böyle büyük bir organizasyon karşımıza çıkıyor ve bunların tamamının Ankara’daki Bilgi Bankasıyla çok etkin bir şekilde irtibatlı olarak çalıştırılması gerekecektir .

Page 41: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kurumun personel meselesi üzerinde de durulması gerekir. Geçmişte biz SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığıyla ilgili tenkitlerimizi yaparken, bu kurumların personelinin memur olduğunu, Türkiye’de kamu personelinin bütün hastalıklarının burada da söz konusu olduğunu söyleye geldik.Yeni kurumda personel statü itibarı ile yine “memur” olarak devam edecek; hem de çok ciddi anlamda teşviklerle donatılmış bir memur kadrosu olacak. Hiç kimse kusura bakmasın; bu tip olan yerlerde ben şunu gözlemliyorum: “Bir yerin eğer kadroları çok iyi olursa, orada tabii çok ehliyetli insanlar çalışacaktır” gibi bir varsayımla yapılıyor; ama buralar olabildiğince torpil mekânizmalarının etkisiyle dolduruluyor. Çalışanların maaş ve sosyal hakları bakımından şartları iyileştiğinde bu kadrolar kısa zamanda torpilli, çok ciddi seçilmemiş elemanlarla doldurulmaktadır. Bu kurumların çalışanlarının memur ve kamu görevlisi olma zorunluluğu niçin duyulmaktadır? Ben bunu anlamıyorum. Halbuki, Türkiye’nin, Milletlerarası Çalışma Teşkilatında da sürekli sıkıştırıldığı bir nokta var; o şu: Devlet adına karar veren, kamu yetkisi kullanan kadroların dışındakilerin memur olma, memur şeklinde tutulmasının bir anlamı yok. Yarın bu kurumları yönetenlerin karşılaşacağı en önemli problem şu. Memur kadrosu içerisinde nasıl performans değerlendirmesi yapacaksınız? Türkiye’deki alışkanlıkları nasıl çok kısa zamanda değiştireceksiniz? Gerçekten, burada yönetici olanları bu noktada çok ciddi problemler bekliyor diye düşünüyorum. Keşke, belli yönetim kadrolarının dışındakilerin tamamı işçi statüsünde olabilmiş olsaydı ve her türlü personel politikasını, modern bir işletmenin gerektirdiği her türlü personel politikasını orada yönetim kullanabilseydi. Kurum Kanununun neredeyse maddelerinin çok ağırlıklı bir kısmı personelle ilgili maddeler. Kanunun hazırlanışında Đş Kanunu tasarısının hazırlanışındaki metod kullanılmış olsa idi daha iyi olurdu. Bu hazırlıkları siz bürokrasiye bıraktığınız an, bürokrasi, önce kendisini sağlama almaya yönelik hükümleri koyuyor; burada bunu gözlüyorsunuz; çünkü, yüzde 200, iki ikramiye ödenecek, -bakın, “en yüksek devlet memuru aylığının, ek gösterge dahil, yüzde 200’ünü geçmemek üzere” diyor ya, o, yüzde 200’ü bulur- sağlık hizmetlerinde bu oran yüzde 700 olabilecek .

Kanunda, Kurumun faaliyetlerini sınırlayan birtakım kurallar

konulmaya çalışılmış, mesela “yönetim giderleri Kurumun gelirlerinin yüzde 5’ini aşamaz” gibi bir baraj sistemi getirmiş, ki bu, israfı önlemek bakımından önemli bir tedbirdir .Yine de bu rakamın çok fazla olduğunu düşünüyoruz.Çünkü kurumun gelirleri çok büyük olacaktır .

Kurum bünyesinde üç tane fon kuruluyor; Sosyal Sigorta Fonu,

Genel Sağlık Sigortası Fonu ve Primsiz Ödemeler Fonu diye üç tane fon

Page 42: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

olacak. Bu fonların yönetiminde uygulanacak temel ilkeler düzenlemede eksik bırakılmış vaziyette. Fonlar, likidite prensibi, kârlılık prensibi, emniyet prensibi içerisinde değerlendirilmelidir. Fonların “riskin dağıtılması ilkesi ve basiretli yönetim kurullarına“ göre idare edilmesi öngörülmektedir. Halbuki, fon yönetiminde, herkesin bildiği bu üç temel ilkeye burada hiç olmazsa temas edilseydi iyi olurdu diye düşünüyorum. Kurum alacaklarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Kanununa tâbi olması önemlidir, Kurum gelirlerinin zamanında tahsili bakımından önemlidir. Yine fonların birleştirilememesi ilkesini de sistemin mali yönetimi bakımından önemli görmekteyiz. Geçmişte fonların birleştirilmesini engelleyecek bir kural bulunmadığı için SSK’ da hastalık sigortasına bühtanda bulunuldu. SSK’nın hastalık sigortası zarar etmediği halde SSK nın bu sigorta dalında da zarar ettiği gibi bir intiba kamuoyunda yaratıldı. Sağlıkta özelleştirme yollarının açılmasında bu gerçek olmayan durum kullanıldı. Yani SSK’ ya haksızlık yapıldı.

Kanunda kurumun ihtiyaç dışı taşınmazlarının bir yıl içinde

satılması hükmü yer almaktadır. Bu bir yıllık süre bizce kısa bir süredir. Aksi takdirde bu taşınmazların değerinin çok altında elden çıkarılması gibi bir durumla karşılaşılabilir .

Önümüzdeki dönem için ne yapılması sorusu üzerinde de durmak

istiyorum. Bu sistemin eğer doğru dürüst çalışması isteniyorsa, kesinlikle ilk yapılması gereken şey, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemini bu sistemin temeline oturtmaktır. Bakın, geçmişte SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığını bu duruma getiren temel şey, sosyal yardım ve sosyal hizmet sisteminin kurulamamış olmasıdır. Dolayısıyla, yargı dahil, herkes bu eksikliği dikkate alarak kararlar vermeye başladı. Yorumlarda, “adam emekli aylığı alamayacak, dul, yetim aylığı alamayacak, bu insan ne olacak?” sorusu soruldu.

Türkiye, Avrupa Birliği süreci içinde bir başka problemle

karşılaşacak; o da şu: “Sosyal dışlanmanın önlenmesi” ve “sosyal içerme.” Bakanlık bu çalışmaları yürütüyor. Sosyal dışlanmanın önlenmesi için sizin kullanabileceğiniz en önemli araçlardan bir tanesi, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemini kurmaktır. Đşsizlik sigortasını kurduk. Şimdi orada paralar birikti. Herkes o paralara göz dikmeye başladı. Halbuki, işsizlik yardımı sistemini de kurmamız lazım.. Hiç işsiz olan aileler var, açlıkla karşı karşıya olan aileler var. Sürekli “yoksulluk sınırı” vesaire ilan ediliyor; ama bunların kimseye bir faydası yok. Dolayısıyla, devlet, bu sosyal dışlanmayla ilgili olmak üzere, asgari gelir garantisini sağlayacak, sosyal güvenlik açısından asgari çizgiyi koyacak ve bunu takip edecek bir sistemi kurmak zorunda. Şu andaki sistem, sistemsizlikle maluldür; şu

Page 43: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

andaki sistem, keyfilikle illetlidir. Bakın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu kapsamında 931 tane vakıf vardır. Bunların hiçbiri bence vakıf değildir; bunlar yarı resmi kamu kurumudur. Devletin ve milletin kaynaklarını, -ki bütçeye aktarılması gereken kaynaklar oraya aktırılıyor- bunları kullanıyor. Dolayısıyla, bunlar gerçek anlamda vakıf değil; bunlar aslında Sosyal Yardım Kurumunun bir parçası. Onun için, “bu konuda kaynak yok” sözüne ben hiç katılmıyorum. Sadece ve sadece, sistemin bir bütün olarak birleştirilmesi gerekiyor ve bir an önce primsiz ödemeler mevzuatı, -anlaşma sağlanamadı, doğru- bence bunu bir fırsat görüp, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemi kurulmalıdır. Anayasanın 60’ıncı maddesi sosyal yardıma muhtaç kesim için, primsiz sistemin muhatapları bakımından işlemiyor. Bu kesimin sosyal güvenlik hakkı, tamamen bizim insafımıza kalmış vaziyette. Sosyal güvenliğe devletin ayırdığı o 23.5 katrilyonluk para aslında devletin sosyal güvenliğe ayırdığı para değil; bir de kamuoyuna verilen böyle bir yanlış mesaj vardır.Bu ödeme devletin sosyal güvenliğe ayırdığı kaynak olarak ifade edilemez.Bu ödeme devletin geçmişteki sistemden aldığımız paraların sisteme ödenmesi ya da devletin sistemin açıklarını kapatmak maksadı ile ve sistemin garantörü olmak sıfatıyla yaptığı ödemelerdir. Devlet, sosyal güvenliğe para ayırmak zorundadır. 23 katrilyonu devletin sosyal güvenliğe ayırdığı kaynak olarak ifade edilemez Diğer taraftan, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına ayrılan kaynak, kimin insafına kalmış olursa, -hiç kimse kusura bakmasın- eski klasik sosyal yardım esasları çerçevesi içerisinde kullanılıyor. Fukaraya el açtıran bir sistem, modern ve çağdaş bir sistem olamaz.

Kurumun mevcut teşkilatlanma sisteminde benim tabii bir başka

endişem var. Hatta bugünlerde, “sistem ertelenecek mi ertelenmeyecek mi” vesaire diye tartışma da var. Bir yıl içerisinde yönetmeliklerin çıkarılması gerekiyor. Pek çok şey yönetmeliğe bırakılmış vaziyette. Gerçekten bunlarla ilgili hazırlıkların ne aşamada olduğunu biz de bilmiyoruz. Arkadaşlar çalıştıklarını söylüyorlar. Çok hummalı bir çalışma sürüyor. Ancak, bundan daha önemlisi, bu yeni sistemin kurulabilmesi için çok ciddi bir kaynağa ihtiyaç var. Bugünkü bütçe imkânları içerisinde bu kaynağın herhâlde yine Dünya Bankası’ndan kredi yoluyla temin edilmesinden başka da bir çaresi yok gibime geliyor. Bütün Sosyal Güvenlik merkezleri ve Sosyal Güvenlik Đl müdürlükleriyle Ankara’daki Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı arasında “On-line” sistemle çok düzgün bir şekilde işleyen bir bilgisayar altyapısı ihtiyacı var; En acil problem bu. Mevcut bütün Kurum çalışanlarının çok hızlı bir şekilde bilgisayar eğitiminden geçirilmesi de gerekmektedir. Tabii, bunarla ilgili SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının yetişmiş belli bir kadrosu var. Đnşallah bu kadro çok sağduyulu bir şekilde seçilir.

Page 44: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Buralarda, yıllarını vermiş insanlar mağdur edilmez. Şöyle bir şey var: Bu kurumların kadrolarında, ihtiyacı olanlar kalacak, diğerleri havuza devredilecek, diğer kamu kurumlarına nakledilecek. Burada çok avantajlı sayılabilecek şartları getirdiğimiz zaman, orada sağlıklı seçim yapılması çok önemli bir ihtiyaç hâline geliyor. Burada, SSK Yönetim Kurulu’nun ve SSK Başkanlığı’nın gerçekten duyarlılığı çok önemli. Tabii, bu üç kurumun tek çatı altında birleştirilmesinde benim eskiden beri şöyle bir önerim vardı: (Bunu arkadaşlar da biliyorlar ve en çok seslendiren insan bendim, keşke öyle olabilseydi daha da kolay olurdu diye düşünüyorum); Emekli Sandığı, bütün emeklilikleri birleştiren bir Kurum olarak, -çünkü, Emekli Sandığı son dönemde çok başarılı bir noktaya gelmişti- SSK, BAĞ-KUR’daki emeklilikle ilgili yaşlılık, malullük, ölüm sigortaları oraya devredilseydi, Emekli Sandığı devam etseydi; SSK, “Genel Sağlık Sigortası Kurumu” hâline getirilebilseydi.; BAĞ-KUR da, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma da dahil olarak, Sosyal Yardım ve Sosyal Hizmet Kurumu hâline getirilebilmiş olsaydı .Bu üç kurum da Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığına bağlanmış olsaydı .Kurulan sistem daha kolay yönetilebilirdi diye düşünüyorum.

Kurumun rayına oturması için 3 yıllık bir süre öngörülmüştür. Bu

sürenin Bakanlar kurulu kararı ile 5 yıla çıkarılması da mümkündür. Mevcut yönetim, geçici birtakım düzenlemelerle eski kurumların çalışmalarını belli bir sistem içerisinde yürüterek devam ettirebilir diye düşünüyorum.

Burada, Kurum bakımından bizim üzerinde durmamış gereken

konu -ki benim önerim de o- “özerklik” konusunu öne çıkarmamız lazım. Yine Kurum personelinin tamamının memur olmasının gerekip gerekmediği konusunu da bir defa daha düşünmeliyiz. SSK Genel Kurulu’nda “en fazla temsile haiz kuruluş” prensibinden vazgeçilmesi ve sosyal katılmanın, yani sosyal tarafların daha fazla katılımının sağlanması bence önemli bir açılımdır. Burada, bu son Genel Kurul’da da bunun çok ilginç sonuçları alınmıştır. Dolayısıyla, daha çok sosyal tarafların yönetime katılmasına imkân veren bir anlayış varsa, bu anlayış Genel Kurul’da da hâkim olmalıdır. Genel Kurul da, daha ağırlıklı bir Kurul olmak durumundadır. Ne yapılabilir? Bence, hiç olmazsa, Genel Kurulun… Şimdi performansla ilgili kurallar getirildi; ama o kurallar yetmiyor. Ben kanundakine bakıyorum, performansla ilgili hüküm konmuş. Đçini okuyorsunuz; boş. Halbuki, performans denetlenmesi niçin Genel Kurula verilmemektedir? Genel Kurulda yönetim, eğer performans noktasında olumsuz oy alıyorsa, mevcut başkan ve yardımcılarının görevlerinin devam edip etmeyeceği yönünde bu bir kriter haline getirilebilir. Bu kabul edilir ise hükümetler Genel Kurul’u daha bir

Page 45: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

önemserler. Yoksa, kamuda son yıllarda ciddi hastalıklarımız var arkadaşlar. Siyasetteki seviye kaybı kamu bürokrasisini öldürüyor. Parlamentonun en büyük görevi kanun yapmaktır. Ama bakıyorsunuz, hayır, öyle değil. Siyaset, kendisine yakın olanları kendisiyle birlikte iktidara getirip, kendisi gittiği zaman da iktidardan götürmenin peşinde, şartlar ne olursa olsun. Halbuki, modern devletin ayakta kalabilmesi, iyi yetişmiş, kaliteli, işinin ehli bürokratla olacaktır. Sürekli bürokrasiyi suçlamak yanlıştır. Türk Devleti’nin düşmanlarının işine gelir. Siyasi iktidarlar gelir ve gider; ama, devletin binasını, kolonları sayılan bürokrasi ayakta tutar, bu unutulmamalıdır. Son yıllarda bence demokrasinin temel ilkelerine ters bir zihniyet ve uygulama yaşanıyor. O zaman, ya yasama organı kanun çıkarsın, desin ki, “müsteşarlar ve genel müdürler hükümetlerle gider ve gelir” yahut da iktidara gelen hükümetler, “genel müdürleri nasıl götürürüz, bürokratları nasıl değiştiririz arayışından vazgeçsinler. Siyasi atamalar Şube müdürlerine kadar indirildi. Bunu bu Hükümet de yaptı, bundan önceki Hükümetler de yaptı. Şu ya da bu Hükümet meselesi değil; ama gerçekten böyle. Arkadaşlar, Türkiye kaliteli bürokrat yetiştiremez durumuna geldi .

Bu Kurumda bütün çalışanları memur yaparsanız, bütün

çalışanların memur olduğu bir yerde, bu memurlarla ilgili yetkinin büyük çoğunluğunu atanmış insanlara verirseniz, yarın, her iktidar değiştiğinde, yine geçmişte SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının yaşadığı problemleri bu kurumda da yaşarız. Onun için, ben, “memur” kavramının daraltılması, bu Kurumda da en az memur çalışacak bir yapının oluşturulması, çalışanların çok büyük bir kısmının grevli, toplusözleşmeli, sendikal haklara sahip işçiler yoluyla bu hizmetlerin götürüldüğü bir sistemin doğru olacağına inanıyorum

Sosyal güvenlik numarasının vatandaşlık numarasına

endekslenmesi pek çok haksızlıkları önleyecektir. Böyle bir yapılanmanın teferruatında tenkitlerimiz olabilir; ama, Türkiye’de, lütfen hiç kimse, Anayasanın eşitlik maddesinin, “George Orwell”in “Hayvanlar Çiftliği” romanında olduğu gibi, uygulanmasına ve bunun devam etmesine hiç kimse destek veremez, vermemelidir. Herkes eşit; başkaları biraz daha fazla eşit. Dolayısıyla, sağlıklı bir sosyal güvenlik politikası için tek bakanlık şarttır, sosyal güvenlikle ilgili bütün kurumların tek bakanlık çatısı altında toplanması şarttır ve sistemdeki adaletsizlikleri en aza indirecek, kişilerin prim ödediği kadarıyla aylık alacağı eşitlikçi bir sistem bence “olmazsa olmaz”dır. Bu ülkede üç kurumlu sistem norm ve standart farklılığı giderilmediği için devlet ve sosyal güvenlik sisteminin aleyhine çalışmıştır. Suiistimaller yapılmıştır. Emekli sandığı kıyak emekli kurumu haline gelmiştir.Bu aksaklıkları düzeltmesi gerekenler, ki balık

Page 46: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

baştan kokar, milletvekilleri, SSK ve BAĞ-KUR’dan emekli olan milletvekilleri, kanunla kendilerini Emekli Sandığına taşımışlardır. Bunun da Anayasa Mahkemesince iptal edileceğini gördükleri için ikinci bir adım atmışlardır; Anayasada gerekli değişiklikleri yapmak suretiyle Anayasa Mahkemesini devre dışı bırakmışlardır.

Türkiye’de kimse bir ak budun, kara budun ayrışmasına destek

olamaz. Eğer bu millet eşitse, Anayasa bütün vatandaşların eşitliğini öngörüyorsa, sosyal güvenlik alanında da eşit, adil bir sistemin kurulması bir zorunluluktur. Bu yeni sistem üçlü sistemin açıklarından istifade edilmesini sona erdirecektir. Yapılmak istenenler pek çok eksiğine rağmen doğru ve yerindedir. Reformun en önemli eksiği olan sosyal yardım ve sosyal hizmetler alanı olup bir an önce giderilmesi gereken bir husustur. Aksi takdirde bu reform gecekondu temeli üzerine gökdelen dikmek anlamına gelecek; bu eksiklik ne kadar iyi kurulmuş olursa olsun temeli zayıf olacağı için başarılı olamayacaktır .

Sistemin teşkilat yapısını değerlendirirken Sosyal Sigortalar ve

Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile birlikte değerlendirmekte fayda vardır. Genel sağlık sigortası ile birlikte sosyal güvenlik sisteminde teşkilat ve faaliyet alanı çok büyük ölçüde genişlemiş olmaktadır. Genel sağlık sigortası, hizmet sunucular ile ilişkiler ve hizmet alıcıların takibi bakımından devasa bir hizmet alanı yaratacaktır. Bu noktada dünya tecrübesi ışığında gerekli tedbirler şimdiden alınmalıdır. Sabrınız için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

Page 47: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı: Değerli Hocamıza verdiği bilgiler için çok teşekkür ediyorum.

Sayın katılımcılar, seminerimiz kayda alınıyor. Soru ve yorumda

bulunmak isteyen arkadaşlara telsiz mikrofon dağıtılacak. Soru ve yorumlarını sunarken kendilerini tanıtmalarını öncelikle rica ediyorum. Bir de tabii, sabahki geç başlama ve konuşmaların uzun sürmesi nedeniyle 45 dakika gecikmiş durumdayız. Soruları şu andaki sunumun konusuyla sınırlı tutabilirsek daha faydalı olunacak diye düşünüyorum. Zaten programa baktığımız zaman, hemen hemen tüm yönlerini irdeleme imkânına kavuşacağız. Yemek arasından biraz da çalmış olacağız. O nedenden dolayı da özür diliyorum.

Şimdi, soru, yorum ve katkıda bulunmak isteyen arkadaşlardan katkılarını bekliyorum.

Buyurun. Resul ASLANKÖYLÜ (Yargıtay 10’uncu Hukuk Dairesi Onursal

Başkanı) : Önce, Sayın Arıcı’nın bu doyurucu tebliğinden ötürü kendilerini yürekten kutluyorum.

Konuşmamı uzatmayacağım; 5 dakikayı geçmeyecek.

Geçen oturumda da ifade ettiğim gibi Sosyal Güvenlik Kurumu konusunda bazı çelişkiler mevcuttur. Keza 5510 sayılı Kanunun 106. maddesi ile 5502 sayılı Kanun hükümleri arasında da bir kısım çelişkiler var. Örneğin, 5510 sayılı Kanun’un 106. maddesine göre, Bağ-Kur Kanununun 1 ila 23. maddeleri, Emekli Sandığı Kanunu’nun 1 ila 11. maddeleri yürürlükten kalkmıştır. Hem Bağ-Kur Kanunu’nun birinci, hem de Emekli Sandığı Kanunu’nun 1. maddesi her iki kurumun tüzel kişiliğe sahip olduklarına ilişkindir. Oysa, yine geçen oturumda belirttiğimiz gibi 5502 sayılı Kanunla, önceki kurumlar Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmiş ve böylece bu kanun açısından Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın tüzel kişilikleri ortadan kaldırılmış bulunmaktadır. Halbuki 5510 sayılı Kanunun 106. maddesi bakımından Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın tüzel kişilikleri ayaktadır. Görüldüğü gibi her iki kanun arasındaki çelişki açık ve seçik ortadadır.

Hemen ifade etmek gerekirse hali hazırda Yargıtay, mahkemeler ve halk endişe içinde 01.01.2007 tarihinden sonra ne olabileceğini merakla beklemektedirler. Zira 5502 sayılı Karum kanunu yürürlüğe girmiş ise de 5510 sayılı Kanun 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Page 48: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Çalışanlar ve emekliler aylıklarının düşüp düşmeyeceğini, mahkemeler ise çelişkilerle dolu olan 5510 ve 5502 sayılı Kanunları nasıl uygulayamayacaklarını merak etmektedirler. O nedenle sayın başkanım, şayet sosyal güvenlik kurumu yetkilisi aramızda ise 01.01.2007 tarihinden önce Sosyal Güvenlik Kurumu’na tabi olarak çalışanlarla buralardan aylık ve gelir alanları aydınlatırlarsa iyi olacağı kanısındayım.

Yine geçen oturumda da ifade ettiğimiz gibi, her iki yasa

arasındaki çelişkiler nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu ile eski Sosyal Güvenlik Kurumlarının tüzel kişilikleri ayakta gibi gözükmektedir. Diğer taraftan, 5502 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesine göre, kurumlar nezdinde bulunan dava ve icra takip dosyalarının Sosyal Güvenlik Kurumu’na devredilmesi gerekmektedir. Keza aynı geçici maddelerle, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Yönetim Kurulu, toplanma nisabına eriştiği tarihte eski kurumların yönetim kurullarının tüzel kişiliklerinin sona ereceği belirtilmektedir. Yeni Yönetim Kurulu’nun oluşup oluşmadığından haberdar değilim.

Prof.Dr Kadir ARICI : Evet Geçen hafta Cuma günü, Kurum’un genel kurulu yapıldı ve genel

kurulda Yönetim Kurulu seçimle belirlenen üyeleri belirlendi. Yönetim Kurulunda atamayla gelenlerden bir-iki eksik var; ama Kurum’un Yönetim Kurulu oluştu.

Resul ASLANKÖYLÜ : Evet Diğer taraftan sözü edilen geçici 2. maddede şöyle bir hüküm

bulunmaktadır. Yeni Kurulan Yönetim Kurulu, yetkilerini mülga kanun hükümlerine göre kullanabilecektir. Bu ne biçim bir düzenleme, Yönetim Kurulunun kurulmasının yasal dayanağı halen yürürlükte olan 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunudur. Kurulacak olan yönetim kurulunun, kendisine vücut veren kanunu uygulaması gayet doğal değil midir.?

Değerli başkan, sözü edilen Kanunlarda bir çok çelişki ve hata

tespit etmiş bulunuyorum. Zaman darlığı nedeniyle hepsini arzedemedim. Ancak her şeye rağmen kurumların ve kanunların tek çatı altında toplanmasının faydalı olacağını düşünmekte isem de anılan kanunlardaki çelişkilerin giderilmesi ve hataların düzeltilmesi şartıyla.

Page 49: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Değerli hocam, ortaya koymuş bulunduğum konular hakkında görüşlerinizi istirham ediyorum.

Oturum Başkanı : Buyurun Hocam. Prof.Dr. Kadir ARICI : Efendim, çok teşekkür ediyoruz. Tabii, teoriyle uygulamanın işte farkı burada. Zaten, bu kanunlar uygulamaya girdikten sonra daha çok

irdelenecek. Burada hâkim Beyin tespitleri doğru. Ben de bununla ilgili bir şey söyleyeyim. Kanun’un Mecliste

tartışıldığı gün eve gittim; dedim ki, tartışmaları şöyle doğru dürüst bir izleyeyim, bakalım milletvekillerimiz neler konuşuyor, sayın milletvekillerinin ne gibi tenkitleri var?.. Dersten çıkıp gitmiştim. Daha oturmadan, “10 maddesi geçti” dediler. Biraz daha durdum, 20 maddesi geçti. 1980’den sonra Türkiye’de bir hastalığımız var. Kanun yapmak, kanunla ilgili metin yazmak bence uzmanlık isteyen bir alandır. Tasarı tartışılırken yapılan bir toplantıda biz yetkililere kanun tasarısı metninin kanun yazma konusunda uzmanların da süzgecinden geçirilmesi gerektiğini söylemiştik.

Tasarı TBMM den çok hızlı bir şekilde geçerek kanunlaştırılmıştır.

Bu kanun ile 1200’e yakın maddeden oluşan kanunlar yürürlükten kaldırıldı. Biliyorsunuz Emekli Sandığı mevzuatı bile, bir insanın tek başına kısa zamanda hakim olamayacağı bir durumdadır. Kanun ek ve geçici maddeleri ile çok karmaşık bir hale gelmiş durumdadır. Kanunlaştırma süreci içerisinde de bu hatalar sürdürüldü. Mesela kurumlarda çalışanların ilişkilendirildiği sosyal güvenlik kurumu Emekli Sandığı olarak gösteriliyor. Kanun’da böyle bir madde var. Kalkan bir kanunda, sosyal güvenlik bakımından kaldırılan kurumla ilişkilendirili-yorsunuz. O bakımdan, buna benzer çelişkiler var.

Kanun’da üç yıllık bir geçiş bir geçiş dönemi var; ama o geçiş

döneminin ayrıntısı düzenlenmiş değil. Düzenlenmeyince, haklısınız tabii, hukukçu olarak, yargıç olarak ya da bir avukat olarak uygulamada yarın siz davayı kime karşı açacaksınız? Bence, bundan sonra açılacak bütün davalar Sosyal Güvenlik Kurumuna karşı açılmak durumunda. Ama, usul bakımından, sizin dediğiniz hususu dikkate alıp da, o madde dolayısıyla sürüncemede bırakmak, davayı reddettirmek vesaire riski de

Page 50: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

var. Bu kanun yürürlüğe girdiğine göre ve kanun, daha önceki kurumları bütünüyle kaldırdığına göre, bence bundan sonraki muhatap, SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı bakımından Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığıdır. Olayı bu şekilde düşünmek lazım.

Kim olursa olsun, gerçekten, Türkiye’de kanunlar aceleye

getirilmemelidir. Biz çok tartışmalıyız, yıllarca tartışmalıyız; ama hepimiz o kanuna sahip çıkmalıyız. Bunu bir türlü sağlayamadık.

Av. Nurseli TARCAN- (TĐSK Genel Sekreter Yardımcısı):

Teşekkür ederim. Öncelikle Hocamıza çok teşekkür ediyorum. Hakikaten bu kadar

süre içinde, üç kurumu ortadan kaldırıp, yerine oluşan devasa kurumu bize çok güzel özetledi.

Biraz evvel Sayın Aslanköylü’nün sorduğu sorudan devam etmek

istiyorum. Bugünlerde Kurumdan gelen yazışmalarda ifade veya adres kısmı şöyle: “Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, SSK Sigorta Đşleri Dairesi, -parantez içinde- devredilen.” Böyle bir sistemle karşı karşıyayız. Herhâlde yakında olay çözülecektir.

Hocam, size yöneltmek istediğim sorum şu: Üç devasa fon

kuruluyor, biliyoruz; Kanun’un ilgili maddelerine baktığımızda, bu üç devasa fonun yönetimi ve finansmanından sorumlu olarak oluşturulan bir Komisyon var ve bu Komisyon tamamen, Yönetim Kurulu’nun atanan üyelerinden oluşuyor ve fonların yönetimi de, bu atanan üyelerin tespit edeceği ilke ve esaslarla düzenleneceği öngörülüyor. Bu üç devasa fonun Yönetim Kurulu’nun sadece atanan üyelerinden oluşturulan bir komisyon marifetiyle değerlendirmesi ne kadar rasyoneldir? Burada bir örnek olarak, Đşsizlik Sigortası Fon Yönetim Kurulu alınamaz mıydı? Đşsizlik Sigortası Fonunda, biliyorsunuz, önceden yönetim ayrı idi, fon yönetimi, kurum yönetimi; ama birleşti. Birleştiğinde de, tekrar aynı Yönetim Kuruluna fonu yönetme görevi verildi ve yine, fonun ne şekilde, hangi esaslar çerçevesinde değerlendirileceği de kanunda tek tek belirlendi. Oysa, bizim şimdi yarattığımız devasa üç fonun yönetim ilkeleri yok; son derece muğlak ifadelerle geçiştiriliyor ve yön verme, finansmanı karşılama için görevlendirilen Komisyon da tamamen atamalardan oluşuyor. Bu da yine popülist uygulamalara yol açmıyor mu? Bunun devamında bir diğer sorum da şu olacak: Tabii ki, sistemin temelini sosyal yardım ve sosyal hizmetlere oturtulması gerekiyordu. Ancak, biliyoruz ki, bu konuda daha önce hazırlanmış bir taslak var ve taslakta

Page 51: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

da, maalesef, yine bu temele oturtulma özelliği yok; çünkü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, primsiz ödemelerin finansman kaynağının içine dahil edilmemiş idi. Bu durumda, demek ki, yine orada da ayrı bir ek yük, Hazineye yeni bir kaynak yaratma kaygısı ortaya çıkacak. Ben bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim. Prof.Dr.Kadir ARICI : Çok teşekkür ediyorum. Aslında, Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğü yerine, bence,-

geçmişte de bunu çok ifade ettik- bakın, yıllarca doğru dürüst bir fon yönetimi konusu SSK’da gündeme gelmedi; yani, sosyal sigortanın temelinde, uzun vadeli sigorta kolları bakımından özellikle, fon yönetimi hayati önem taşıyan bir konudur. Siz, 50 yıl, 60 yıl primleri fonlarda biriktireceksiniz, sonra prim ödeyen insanlara emekli aylığı vereceksiniz. Türkiye gibi istikrarsız bir ekonomisi olan ülkelerde fon yönetmek avuç içinde ateş tutmak gibidir. Siz bunu hem koruyacaksınız, hem değerlendireceksiniz, kaynak yaratacaksınız, -yani fonların yönetimindeki o üç prensibi esas alacaksınız; hem verimli kullanacaksınız; kârlılık prensibi. Hem emniyetli olacak; riske atamazsınız, bu insanların geleceğidir, emniyetlilik prensibi; hem de, her an nakde çevrilebilecek şekilde değerlendireceksiniz (likidite prensib). Kanunda fon yönetiminde bu esaslara yer verilmiş değildir.

Fon yönetimi noktası, burada, Başkanlığa bağlı bir Daire

Başkanlığı, -Genel Müdürlüğe yakın seviyede, bir statüde sağlanmış- olması önemli bir adımdır, bu doğrudur; ama, bunun teferruatının düzenlenmesi bence daha doğru olurdu. Kaldı ki, burada, sistemin finansman politikasını belirleme yetkisini de çok farklı kurumlara veriyorsunuz. Orada başkan katılıyor; ama onun dışında, başka kurumlardan gelenleri de söz sahibi kılıyorsunuz. Bunu da anlamak mümkün değil. Bu, Türkiye’nin bir tuhaflığı; yani bu borçlu devlet olmanın. Mesela devlet maliyesini Maliye Bakanlığı yönetir. Türkiye’de devlet borca battı; kim yönetiyor? Hazine Müsteşarlığı yönetiyor. Böyle garip bir iş.

Kurumların özerkliği bu anlamda çok önemlidir. Ya özerkliği

sağlayacaksınız veya özerkliği sağlayamıyorsanız, fon yönetiminin kurallarını daha katı bir şekilde koyacaksınız. Aksi takdirde, bu mevcut sistemde benim endişem var. Bu tayinle gelenler burada yine hâkim durumda. Kim ne derse desin. Kritik noktalarda hâkim durumda. Bu

Page 52: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hâkimiyet, siyasi iktidarların çok rahat bir şekilde keşfedeceği, zaten yıllarca alışkanlıkları da var, hemen kurum yönetimine sirayet edeceği bir nokta. Bu, fon yönetimine de sirayet edecektir. Düşünün ki, hükümet bono satmaya çalıştı, satamadı; kimse almadı. Açacaktır telefonu ve o fonların bir kısmını, devlet tahvili almaya sizi zorlayacaktır. Geçmişte bu yapılmadı mı? Yapıldı. Kurum bundan zarar edermiş, kâr edermiş kimsenin derdi değil. O anı kurtarma önemlidir. Onun için, burada kesin kurallar konursa daha iyi olur. Bu tip müdahaleler en aza indirilir. Buradaki endişenize katılıyorum.

Daha önemlisi, bir tarafta, “kaynak yok” diyeceğiz, bir tarafta ise,

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından, -bu benim çok rahatsız olduğum bir konu-bakın, bu ülkede 300 bin öğrenciye geçmişte karşılıksız burs verildi. Nereden biliyor musunuz? Fakir Fukara Fonundan. Bu yazık değil mi, günah değil mi? Ben size şunu söyleyeyim: Üniversitede öğretim üyesi arkadaşım, “Kadir Hocam, sizin bu konularla alakanız var, tanıdığınız vardır, bizim çocuğa da buradan karşılıksız burs alalım” teklifiyle ben karşılaştım. Halbuki, bu ülkenin karşılıksız hiç kimseye bu tür burs verme hakkı olamaz. Bu kadar borçluyuz ve karşılıksız burs… Hayır. Bakın, ben de devletin parasıyla okumuş bir insanım. Ya burs verirsiniz, hizmet karşılığını alırsınız, ya kredi verirsiniz; borçlanır, ileride kazanır ve ülkeye öder. Üçüncü bir yol, yağmaya sebep olur. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma’da onun için kaynak var dedim. Yapılması gereken şey aslında çok basit. Bakın, bürokrasiye hizmet ediyor. Burada siz kurumları ne kadar çoğaltırsanız, bürokrat üretiyorsunuz. Fakire, fukaraya, muhtaca, kimseye bunun bir faydası yok. Geçmişte SSK’yı Başkanlık hâline getirdiler. Ben o zaman en çok karşı çıkan bir insandım. Yapmayın, bunun bir faydası yok dedim ve gerçekten olmadı. Siz biliyor musunuz; şimdi, gerçi önünü kesmeye çalıştılar ama, mesela Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma, Genel Müdürlük olmasıyla, daha önceki bütün fon sekreterleri şimdi genel müdür maaşı almaya başladı biliyor musunuz? Đşin bu yönü de var. Bunları hiç kimse düşünmüyor. Bu kararların altına imza atarken bunu düşünmüyorlar. Bunun gerçekten yoksula, muhtaca, fakire ne faydası var? Şu anda siz primsiz ödemeleri ayrı bir Genel Müdürlük yapıyorsunuz. Sadece kayıt tutacak; Emekli Sandığının eski yaptığı ödemeleri yapacak. Peki, bunu yapacağınıza, doğru dürüst bir genel müdürlük kurun ve bütün sosyal yardım ve sosyal hizmetler onun kontrolünde olsun.

Sosyal yardım ve sosyal hizmetler sistemimizi çağdaş normlarda

ve bir hak niteliği içinde düzenlemek zorundayız. Bu şekilde sistem kurulur ise muhtaç kimse Kuruma gidecek “ben muhtacım diyecek ve

Page 53: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yardım isteyecek. Sosyal hizmet uzmanı gelecek, inceleme yapacak. Ondan sonra, buna ne gibi yardım yapılacağını sosyal hizmet uzmanları kararlaştıracak, nakdi yardım, ayni yardım, kurum yardımı vesaire ve ona göre sistem yapılacak. Şu anda böyle bir uygulama yok

Halen mevcut sistemde tam bir keşmekeş hakim . Üç yerden, beş yerden aynı anda yardım alan var. Üniversitede, “fakirim” adıyla üç yerden burs alan öğrenci var; diğer taraftan da, bir tane bursu alabilmek için kırk tane kapı gezip burs alamayan öğrenci var. Onun için, bizim en kısa zamanda, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemini kurmamız gerekiyor.

Sosyal yardım ve sosyal hizmetler sistemimizin olmaması sosyal sigorta sistemimizi olumsuz etkiliyor.Mesela bir kazada ölenin çocukları muhtaç duruma düşmesinler diye yalancı şahitler türüyor.Kaza iş kazası haline getirilebiliyor. Halbuki, bilsek ki, sosyal yardım sistemi her hal ve şartta o muhtaca sahip çıkacak, kimse böyle bir yalana tevessül etmeyecek, SSK’nın da işleri ve hesapları karışmayacak.

SSK’yı korumak istiyorsak, bu yeni kurduğumuz sistemi korumak istiyorsak, bir defa, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemini kuracağız ve bunun üstüne sosyal sigortayı oturtacağız. Aksi takdirde, arkadaşlar, bakın, ileride aynı yanlışlar tekrar tekrar olacak; Borçlanma kanunları yine çıkacak. Niye çıkıyor Borçlanma Kanunu? Sanatçıları Koruma Kanunu, Borçlanma Kanunu kaç defa çıktı. Halbuki, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemi kurulsa, bu sanatçı muhtaçsa, devlet sosyal yardımdan buna sahip çıkar. Niçin Borçlanma Kanunu çıksın?

Benim konum değil, ama yaşlılık sigortasında yapılan şey doğrudur. Yaşlılık yaşına ulaşmayana aylık verirseniz sistem çöker. Bildiğiniz gibi, sisteme en büyük darbe 1969’da vuruldu. Ben onun için Tsunami örneğini verdim. Oradaki dalgalar birleşti, birleşti, okyanustan geldi, şimdi bizi vuruyor, hepimizi vuruyor ve bunun da en çok mağduru kim biliyor musunuz? Türkiye’de pırıl pırıl bir gençliğimiz var; ama ülkenin yatırım için kaynağı yok. 23.5 katrilyon siz, SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının açığını harcıyorsunuz; 10 katrilyon yatırıma gidiyor. O da, yolların tamirine bile yetmiyor. Đnanın, bu gençlerimizin geleceğe yönelik ümitleri kırılmaya başladı. “Mezun olsam ne olacak Hocam, iş bulamıyorum” diyor, “ben birincilikle bitirdim, siz dediniz ki, ‘bilgisayar öğren’, öğrendim, yabancı dilim var, ben iş bulamıyorum, ben ne yapacağım Hocam” diyor.

Bakın, belki bugün için zorumuza gidebilir; doğruyu yapalım, birlikte yapalım. Doğruyu yapalım ve doğrular noktasında birleşelim.

Page 54: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Vatandaşsak biz, vergimize sahip çıkmak zorundayız. Hiç kimsenin, alaturka sistemle sosyal yardımın devam etmesini beklemeye hakkı yoktur. Osmanlı döneminde vezir geliyor, halka bir kese altın atıyor; şimdi de aynı şey. Kaymakam bir hayvan veriyor, üç kuruş para veriyor, bir ton odun veriyor. Şimdi belediyeler devreye girdi. Bütün bunlar bizim paramız, vatandaşın parası.

Biz eğer, -burada bir Sendika Başkanımız söyledi- vatandaşları

namerde muhtaç etmek istemiyorsak, bunun ilk adımı, sosyal yardım ve sosyal hizmet sistemini kurmaktır beyler. Emekli aylığı azmış-çokmuş vesaire; bence o ikinci derecede önemlidir. Bunlar televizyonlara malzeme olmaya devam ediyor ve biz de, her dönemde bir senaryo yazıyoruz ve oynuyoruz, seyrediyoruz. Televizyonlarda. Cüneyt Ağabeyimiz geliyor, bir vatandaşı muhtaçlıktan kurtarıyor vesaire. Bizler de Mutlu oluyoruz. Televizyonlara konu olan muhtaçlık, yoklukla, yoksullarla ilgili manzaralar artık Türkiye’ye yakışmıyor.

Türkiye’nin bu konuda her şeyi var. Şu anda da Parlamentoda

güçlü bir Hükümet var, tek başına bir Hükümet. Bence iyi bir şanstır. Bunun üzerine yüklenilmeli ve bir an önce bu reform doğru dürüst tamamlanmalıdır diye düşünüyorum.

Çok teşekkür ederim. Oturum Başkanı : Çok fazla vaktimiz kalmadı; ama buyurun. Prof.Dr. Mehmet KOCAOĞLU (Kırıkkale Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Kurucu Dekanı) : Bu Sosyal Güvenlik Kurumlarının Birleştirilmesi için 1980’li yılların ortasında, ANAP iktidarı zamanında, o zamanki bayan Bakanımızın Başkanlığında altı profesör, ben de Doçent olarak bu sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi çalışmasını üç gün yaptık.

Kadir Hocam, bir kere, sistemin esasını anlattınız; ona tamamen

katılıyorum. Sistemin bir ayağı çökmüş vaziyette, bu kurulmazsa. Ancak, -1986 deseniz, 2006- 20 yılda bu kanun çıktı, birçok eksiklikleriyle çıktı. Sayın Hâkimimiz, Başkanımız çok teferruatlı şeylere girdi; vakit olmadığı için ben girmeyeceğim. Kanun’u ancak 20 yılda çıkardık. Hiç olmazsa bu kanun çıktı; çıkması da gerekiyordu. Fakat birtakım eksiklikleri var, aksaklıkları var.

Page 55: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Siz dediniz ki, “kamuoyu da fazla ilgilenmiyor.” Kamuoyu kim? Belirli bir konuyla ilgilenen, fikri olan kişilerdir. Halkımız fazla şey yapmaz. Đşte, “emekli maaşım azalacak mı çoğalacak mı?”; o noktada durur. Demek ki, kamuoyu biziz.

Ben son zamanlarda iş hukukuyla fazla ilgilenmiyor; avukatlık

yapıyorum. Ama şunu da anladım ki; KAMU-ĐŞ çok büyük bir iş becermiş, yapmış. Eline sağlık; teşekkür ediyorum. Bu arada, bu Kanun’un yürürlüğe girme aşamasında biz bu eksiklikleri ortaya koymak zorundayız.

Đyi bir kanun niye çıkmıyor? Müsaade ederseniz bir anekdot da

anlatalım. 2000 yılında Hukuk Fakültesinde çok fazla ders okutuluyor, bu kadar dersi okutmaya da lüzum yok, her şeyi öğretmektense, öğrenmenin yolunu öğretelim diye profesörler, anlı şanlı hocalar olarak toplandık, hangi dersleri azaltalım dedik. Herkes azaltma noktasında birleşti. Sonuçta, hangi dersi azaltacağımız noktasına gelince, her hoca, kendi dersini dünyanın mihrak noktası olarak kabul etti ve hiç kimse kendi dersinden fedakârlık etmedi. Şimdi, iyi bir kanun niye çıkmıyor? Hocam, bu bölüşüm kavgasıdır. Herkes, bu kanun çıkarken, kurulacak mekânizma içerisinde, herkes, en fazla payı alma peşinde koştuğu için iyi bir kanun çıkmıyor. Ama, bir kanun çıktı; ona da şükrediyoruz. Bu arada, hepimiz, bu işle ilgilenen, kamuoyu olacak kişiler daha fazla çalışarak, mademki Hükümet de, “eksikleri düzeltmeye biz hazırız” dediğine göre, bu eksiklikleri bir an önce ortaya koymamız gerektiği kanaatindeyim.

Fazla zaman yok. Saygılar sunuyorum. Oturum Başkanı : Birkaç kelime de ben etmek istiyorum.

Sayın Hocam kamu bürokrasisinden bahsetti. Biz de şu anda tam

o bürokrasinin göbeğinde görev yapıyoruz. Bizim personel istihdamı, kamu adına yapacağımız personel istihdamında da düzenlemeler aşamasında biraz yol almamız gerekiyor. Benim görev yaptığım Kuruluşta, memurlara ilişkin taleplerden ziyade kamu işçilerine ilişkin talepler geliyor. Bu Kuruluşa “kamu” hüviyeti verdiğimiz sürece, sosyal bir hüviyeti olduğu muhakkak, -kamu, özellikle tırnak içinde söylüyorum- tanımladığımız sürece, memur veya işçi olmayacak. Gene yeterli kalifiyede elemanı sağlamada gene sıkıntı duyarız endişesindeyim. Bu birinci söyleyeceğim husus.

Page 56: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bir de, zannediyorum zorunluluk bir de şeyden kaynaklanmış olabilir. Bildiğiniz gibi, Anayasanın bir hükmü var: “Devlet işleri memur eliyle yürütülür.” Sabahtan beri de, bunun, devletin bir görevi olduğunu söylüyoruz. En temel mantık belki budur. Çok fazla günah almak da gerekmiyor. Bu devletin göreviyse, devlet yapacaksa, memur eliyle yapılmak zorundadır. Hukukçu değilim; ama şu andaki mevcut, yürürlükte bulunan Anayasaya göre belki olması gereken normal hukuki bir sonuçtur. Belki, statüyü belirlerken birtakım düzenlemeler yapmamız lazım. Buradaki personel istihdamına ilişkin belki özel hükümler getirmek lazım. Benim son olarak söyleyeceğim şey budur.

Sayın Hocamıza verdiği bilgiler için çok teşekkür ediyorum.

Katılımcılarımıza yaptıkları katkılar için çok teşekkür ediyorum. Öğleden sonraki oturumda buluşmak üzere şu andaki oturumu

kapatıyorum. Çok teşekkürler. Sağ olun.

Page 57: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kısa Vadeli Sigorta Kolları Açısından Yeni Mevzuatın Getirdiği Değişiklikler

Oturum Başkanı : Prof.Dr.Hamdi MOLLAMAHMUTOĞLU Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Tebliğ Sahibi : Doç.Dr.Nurşen CANĐKL ĐOĞLU

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Page 58: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr. Hamdi MOLLAMAHMUTOĞLU (Oturum Başkanı) : Saygıdeğer konuklar, değerli katılımcılar, Sosyal Güvenlik Mevzuatı Seminerinin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlar, hoş geldiniz derim.

Sosyal güvenlik sistemimizde bir reform olarak lanse edilen mevzuatın önemli bir kısmını oluşturan 5510 Sayılı Kanun’un yine önemli olan bir kısmı bu oturumun konusunu oluşturuyor.

Oturum, “Kısa Vadeli Sigorta Kolları Açısından Yeni Mevzuatın Getirdiği Değişiklikler” başlığı altında.

Mademki bir reform kanunu olarak lanse edilmektedir, bu kanunun bütün boyutlarıyla, bütün hükümleriyle ayrıntılı bir şekilde tartışılması, irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. KAMU-ĐŞ’imizin bu semineri, böyle bir platformu bize vermektedir. Bu nedenle KAMU-ĐŞ’i tebrik ederim ve teşekkür ederim.

Şimdi, bu önemli konuyu bize burada seminer konusu olarak verecek tebliğ sunucusu, meslektaşım, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Doçent Doktor Nurşen Caniklioğlu’nu davet ediyorum.

Sayın Caniklioğlu tebliğini verdikten sonra, programa göre, soru, yorum, tartışma kısmı var. Bunu belirterek sözü Sayın Caniklioğlu’na bırakıyorum.

Buyurun efendim.

SOSYAL SĐGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SĐGORTASI KANUNUNA GÖRE KISA VADELĐ SĐGORTA HÜKÜMLERĐ

Doç. Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU Marmara Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

I. GĐRĐŞ Sosyal güvenlik sistemi, en geniş tanımıyla, belirli bazı sosyal

tehlikelere karşı, bir ülke halkının bugününü ve yarınını güvence altına

Page 59: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

almayı amaçlar. Böylesine önemli görevi olan bu sistemde bir reform yapmak ise, uzun, kapsamlı, katılımcı ve titiz bir süreci gerektirir1. Oysa, ülkemizde, bunun tam tersi bir süreç yaşanmış, tüm ülke halkını kapsama iddiasında olan birbirleriyle bağlantılı kanun tasarıları, oldukça kısa sürelerde, konunun uzmanı hukukçuların katılımının olmadığı gruplarda hazırlanıp, kamuoyuna sunulmuş2, ardından nihayet 2006 yılında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu çıkarılmış3 ve Kanunun yürürlük tarihi önce 1.1.2007 belirlenmiş, ardından yapılan bir değişiklikle 1.7.2007 olarak değiştirilmiştir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, bir yandan halen farklı sosyal güvenlik kanunları kapsamında bulunan herkesi tek bir kanunda toplarken, diğer yandan da sosyal sigortacılık tekniğine dayalı olarak yapılan yardımlarla sağlık hizmet sunumunu bir birinden ayırmıştır4. Sosyal sigorta tekniğine uygun olarak sigortalılara sağlanan haklar da, kısa vadeli sigorta ve uzun vadeli sigorta hükümleri olmak üzere iki farklı bölümde düzenlenmiştir. Biz bu tebliğ kapsamında Kanunun sadece kısa vadeli sigorta kollarına ilişkin hükümlerini inceleyeceğiz.

Kısa vadeli sigorta kolları Kanunda adeta tek bir sigorta kolu gibi

düzenlenmiştir5. Bu sigorta kolundan ne anlaşılması gerektiği de, Kanunun tanımlar başlığını taşıyan 3. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, kısa vadeli sigorta kolları, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık sigorta kollarını ifade eder (b.4). Kanun, bu üç farklı sosyal tehlike nedeniyle yapılacak yardımları ortak bir başlık altında ele almışsa da, olayın özelliğine göre bazen ayrı bazen de ortak hükümler öngörmek suretiyle düzenlemiştir.

1 Alman Hukukunda, Sosyal Hukuka dahil kanunların bir kodifikasyon çerçevesinde toplanması amacıyla

çalışmaların 1970’lerde başladığı ve halen bu sürecin devam ettiği belirtilmektedir, Eichenhofer, Eberhard: Sozialrecht, 5. Auflage, Tübingen 2004, 4, Rn. 5, 95, Rn.167.

2 Kanunun hazırlanma süreci ve bu konudaki eleştiriler için bkz. Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform Önerisi Raporunun genel bir eleştirisi için bkz, Şakar, Müjdat: Sosyal Sigortalar Uygulaması, Yedinci Bası, Đstanbul 2004, 93-101; Güzel, Ali: Sosyal Güvenlik Sisteminde Öngörülen Reform Mevcut Sorunlara Çözüm mü?, Çalışma ve Toplum, 2005/4, 61-76; Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Tasarısına Göre Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, Đstanbul Barosu ve Galatasaray Üniversitesinin 10-11 Haziran 2005 tarihinde ortak olarak düzenledikleri, “Đş Hukukuna ve Sosyal Güvenlik Hukukuna Đli şkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri” Seminer, Đstanbul 2006, 151-152; aynı yazar, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısına Göre Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, Çalışma ve Toplum, 2006, 1, S. 8, 50-51.

3 RG, 16.06.2006, 26200. 4 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 51-52. 5 Tuncay, A. Can: Türk Emeklilik Sisteminde Reform Projesinin Değerlendirilmesi, Çimento Đşveren

Dergisi, Mart 2005, 8; Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 52.

Page 60: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

5510 sayılı Kanuna damgasını vuran gelirleri artırma, giderleri azaltma eğilimi, kısa vadeli sigorta kolları açısından pek geçerlik taşımamaktadır. Gerçekten, Kanunun özellikle uzun vadeli sigorta koluna ilişkin hükümleri incelendiğinde, genel olarak daha uzun süre prim alınması, buna karşılık daha az miktarda aylık bağlanması yaklaşımı göze çarpmaktadır. Buna karşılılık, kısa vadeli sigorta kollarında, genel olarak sigortalılar lehine düzenlemeler bulunmaktadır. Özellikle, Sosyal Sigortalar Kanunu ile bir karşılaştırma yapıldığında, kısa vadeli sigorta kollarından verilen geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanmak için ödenmesi gereken prim ödeme gün sayısı azaltılmış, bazı yardım miktarları asgari ücrete endekslenmiş ve halen ödenmekte olanın daha üstünde parasal yardımlar öngörülmüştür.

Kanundaki asıl yenilik ise, halen Bağ-Kur Kanunu kapsamındaki

sigortalılar için olmuştur. Gerçekten, özellikle geçici işgöremezlik ödeneğinden Bağ-Kur kapsamındaki sigortalıların da yararlanacak olmaları, anılan sigortalılar için önemli bir kazanımdır. Gerçi, bağımsız çalışanların bu ödeneğe hak kazanma koşulları, halen Sosyal Sigortalar Kanunu ve Emekli Sandığı Kanunu kapsamında olan sigortalılara göre daha sınırlayıcı koşullar taşımaktadır. Fakat, yine de, mevcut düzenlemeye göre daha lehedir. Buna karşılık, devlet memurları ve kamu personeli açısından, bu kapsamdaki sigortalıların sosyal haklarında bir geriye gidiş söz konusudur. Ancak, bu konuda da, geçici hükümler öngörülmek suretiyle bu hak kayıpları telafi edilmeye çalışılmıştır.

Biz bu tebliğde, kısa vadeli sigorta kollarına ilişkin hükümleri

incelerken, Kanunun mevcut düzenlemelerde herhangi bir değişiklik öngörmeyen hükümlerine değinmeyecek, farklılık taşıyan hükümler üzerinde duracağız. Belirtelim ki, şimdiye kadar temel olarak üç farklı Kanunda düzenlenen bu hakların karşılaştırması yapılırken de, esas itibariyle 5510 sayılı Kanun’un da model aldığı 506 sayılı Kanun esas alınacaktır. Yeri geldikçe, önemli farklılıkların söz konusu olduğu konularda Emekli Sandığı Kanunu ve Bağ-Kur Kanun’unda ki hükümlere de dikkat çekilecektir.

Önemle ekleyelim ki, Tebliğin sunulmasının hemen ardından, bu

Tebliğin de konusunu oluşturan bir çok hüküm Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, bu gelişme üzerine Kanunun yürürlük tarihi 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’na6 konulan bir hükümle (m.30/(4)) 1.7.2007 olarak değiştirilmiştir. Tebliğin bu gelişmeleri yansıtmadan yayınlanmasının bir eksiklik olacağı düşünüldüğünden,

6 RG, 29.12.2006, 26391 (Mük).

Page 61: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Tebliğde Anayasa Mahkemesinin kararına da yer verilmiş, ilgili olan konularda Anayasa Mahkemesi kararı değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, 5510 sayılı Kanundaki bir çok hükmü devlet

memuru ve kamu görevlileri yönünden iptal etmiş, Anayasa’nın 128. maddesini esas alarak devlet memuru ve kamu görevlilerinin durumlarının ayrıca düzenlenmesi gerektiğini belirtmiştir7. Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun’daki devlet memuru ve kamu görevlilerine ilişkin hükümlerin gözden geçirilerek, diğer sigortalılardan daha farklı bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Henüz böyle bir düzenleme olmadığı için tebliğde söz konusu sigortalı grubuna ilişkin hükümlere de yer verilecektir. Fakat, Anayasa Mahkemesi kararı da dikkate alındığında, bu hükümlerin artık aynen yürürlüğe konulması mümkün değildir. Aksi halde tekrar açılacak bir davada anayasaya aykırılık iddiası tekrar gündeme gelebilecektir.

II. ĐŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIĞI SĐGORTASINA

ĐLĐŞKĐN HÜKÜMLER 1. Đş Kazası Sayılan Haller a) Genel Olarak

Bilindiği gibi, iş kazası kavramı Sosyal Sigortalar Kanun’unun 11.

maddesinde tanımlanmış, daha doğrusu hangi hal ve durumlarda meydana gelen kazanın iş kazası sayılacağı8 bu maddede açıklığa kavuşturulmuştur. 1479 sayılı Bağ-Kur Kanun’unda, iş kazası tanımına yer verilmemiş, Kanunda, 506 sayılı Kanundaki iş kazası tanımının kıyasen bu Kanun kapsamındaki sigortalılar için de uygulanacağı belirtilmiştir (m. 82). 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanun’unda ise iş

7 AYM, 15.12.2006, E. 2006/111, K. 2006/112, RG, 30.12.2006, 26392 (5. Mük). Anayasa mahkemesine

göre, “5510 sayılı Yasa’da, aynı hukuksal konumda bulunmayan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile bunlar dışında kalan sigortalıların yukarıda belirtilen özellikleri gözetilmeksizin aynı sisteme bağlı tutulması, Anayasa’nın 2., 10. ve 128. maddelerine aykırıdır. Dava konusu düzenlemelerin memurlar ve diğer kamu görevlileri yönünden iptali gerekir”.

8 Tunçomağ, Kenan: Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, Beşinci Bası, Đstanbul 1990, 259 vd; Güzel, Ali /Okur, A. Rıza: Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 10. Bası, Đstanbul 2004, 226-227; Tuncay, A. Can/Ekmekçi, Ömer; Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Güncelleştirilmi ş 11. Bası, Đstanbul 2005, 269; Şakar, Müjdat, Şakar: Sosyal Sigortalar Uygulaması, Yedinci Baskı, Đstanbul 2004, 210; Taşkent, Savaş: Đş Kazası Kavramı, Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, Đstanbul 2001, 1951 vd; Sözer, A. Nazım: Türk Sosyal Sigortalar Hukukunda Đş Kazası Kavramı ve Unsurları, Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, Đstanbul 2001, 1893 vd; Caniklioğlu, Nurşen: 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa Göre Geride Kalanların Korunması, Yayınlanmamış doktora tezi, Đstanbul 1997, 133.

Page 62: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kazası, vazife malullüğü adı altında 506 sayılı Kanuna göre çok daha sınırlı kapsamda düzenlenmiştir9.

5510 sayılı Kanun 13. maddesinde iş kazasını tanımlamış, daha

doğru bir deyişle 506 sayılı Kanunda olduğu gibi hangi hal ve durumlarda meydana gelen kazanın iş kazası sayılacağını belirtmiştir. Buna göre, iş kazası, “a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) Đşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle veya görevi nedeniyle, sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş veya çalışma konusu nedeniyle işyeri dışında, c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) Emziren kadın sigortalının, çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır” (m. 13/I).

Kanun, şimdiye kadar beş farklı kanun çerçevesinde sosyal

güvenceye kavuşturulmuş kişilerin tamamını kapsamına aldığı için, maddede sayılan ve iş kazası olarak değerlendirilen haller, kural olarak sadece bir iş sözleşmesi çerçevesinde çalışan sigortalılar hakkında değil, kamu görevlileri ve bağımsız çalışanlar hakkında da uygulama alanı bulacaktır10. Ancak, madde incelendiğinde, bazı bentlerde sayılan hallerin tüm sigortalıları kapsamadığı anlaşılmaktadır. Gerçekten, 13. maddenin (c), (d) ve (e) bendi sadece bağımlı çalışan sigortalılar, yani bir iş sözleşmesine göre çalışanlar ile statü hukukuna göre çalışan memur ve kamu görevlileri hakkında geçerli olacak, buna karşılık bağımsız çalışanlar için uygulanamayacaktır. Zira, (c) ve (e) bentlerinde bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalılardan söz edilmektedir. Đşveren kavramı ise Kanunun 12. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanmıştır. Buna göre, işveren, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentlerine göre sigortalı sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiler ile tüzel kişiliği

9 5434 sayılı Kanunun 45. maddesinde, iştirakçilerin malullükleri, iştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada

vazifelerinden veya vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken,bu işlerden ya da Kurumların menfaatini korumak amacıyla bir iş yaparken o işten (amacın ilgili kurumlarca kabul edilmesi koşuluyla) yahut fabrika, atölye ve benzeri işyerlerinde,işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa bu durum vazife malullüğü olarak kabul edilmekte, ancak bu durumun keyif verici içki ve her çeşit maddeler kullanmaktan; Kanun,tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmaktan, yasak fiilleri yapmaktan, intihara teşebbüsten, her ne suretle olursa olsun kendisine veya başkalarına menfaat sağlamak veya zarar yapmak maksadından doğmuş olması halinde bu durumun vazife malullüğü olarak kabul edilmeyeceği ve iştirakçi hakkında adi malullüğe ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmektedir.

10 Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 154; aynı yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 54.

Page 63: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

olmayan kişilerdir (m. 12/ I). Bunun sonucunda bağımsız çalışanın, iş gezisi nedeniyle başka bir yerde bulunduğu sırada, doğrudan iş ile ilgili olmaksızın meydana gelen kaza kural olarak iş kazası sayılmayacaktır11. Bunun gibi, süt emzirme izni sadece 4857 sayılı Kanun (m.74)12 ve 657 sayılı Kanunda13 düzenlendiği, bağımsız çalışanlar böyle bir hak söz konusu olmadığı için anılan hüküm de ancak bir iş sözleşmesi ya da statü hukukuna tabi olarak çalışanlar hakkında uygulama alanı bulabilecektir14.

b) Sigortalının Đşyerinde Bulunduğu Sırada Kazaya Uğraması

5510 sayılı Kanun’daki bu düzenleme karşısında, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada meydana gelen tüm kazalar iş kazası olarak kabul edilecektir. Maddenin kesin anlatımı sonucu, işyerinde meydana gelen kaza, işle ilgisi olup olmadığına, işçinin o sırada işverenin otoritesi altında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın iş kazası sayılacaktır15. Çünkü, sosyal sigortalar uygulamasında, sigortalının, işyerinde ve iş süresi içinde iken,

11 Kanunun Tasarı haline ilişkin olarak bkz. Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 154; aynı

yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 54-55. 12 Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam birbuçuk saat süt izni verilir.

Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır (m.74/son).

13 657 sayılı Kanunun 104. maddesinin birinci fıkrasına göre, kadın memura doğum yapmasından önce 8 hafta ve doğum yaptığı tarihten itibaren 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta süre ile aylıklı izin verilir. Çoğul gebelik halinde, doğumdan önceki 8 haftalık süreye 2 hafta süre eklenir. Ancak sağlık durumu uygun olduğu takdirde, tabibin onayı ile memur isterse doğumdan önceki 3 haftaya kadar işyerinde çalışabilir. Bu durumda, memurun çalıştığı süreler, doğum sonrası sürelere eklenir. Yukarıda öngörülen süreler memurun sağlık durumuna göre tabip raporunda belirlenecek miktarda uzatılabilir. Memurlara, bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Süt izninin kullanımında annenin saat seçimi hakkı vardır.

14 Belirtelim ki, sosyal sigorta hak ve yükümlülüklerine ilişkin Yönetmelik Taslağının 38. maddesine bir hüküm konularak bu haktan bağımsız çalışan sigortalıların da yararlanması olanağı tanınmıştır. Anılan hükme göre, bağımsız çalışan sigortalı Kuruma vereceği bir dilekçe ile emzirme iznini hangi saatler arasında kullanacağını bildirecek ve bu saatler arasında meydana gelen kaza da iş kazası kabul edilecektir. Maddenin bu bendi emzirme izni ile doğrudan bağlantılı bir hak sunmaktadır. Bağımsız çalışanların emzirme izni yoktur, çalışma ilişkisinin niteliği göz önünde tutulduğunda böyle bir izinden söz etmek mümkün de değildir. Zira, bağımsız çalışmada izin alacak bir makam yani işveren bulunmamaktadır. Bunun sonucunda Kanunla tanınmayan bir hakkın Yönetmelikle tanınıp tanınamayacağının da ayrıca tartışılması gerekir.

15 Atabek, Reşat: Đş Kazası ve Sigortası, Đstanbul 1978, 52; Tunçomağ, 260; Ulusan, Đlhan: Özellikle Borçlar Hukuku ve Đş Hukuku Açısından Đşverenin Đşçiyi Gözetme Borcu Bundan Doğan Hukuki Sorumluluğu, Đstanbul 1990, 75; Demircioğlu, Murat/Güzel Ali ,: Đşverenin Sosyal Sigorta Yükümlülükleri ve Sorumluluğu, Đstanbul Ticaret Odası, Yayın No:2000:23, 179; Taşkent, 1956; ayrıca genel bir değerlendirme için bkz. Sözer, 1898 vd.

Page 64: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

işverenin otoritesi altında olup olmadığı tartışılmamakta16 bu sırada işverenin otoritesi altında olduğu varsayılmaktadır17. Yargıtay da, bu düzenleme nedeniyle, uygulamada işyerinde meydana gelen her türlü zararlandırıcı olayı iş kazası olarak kabul etmektedir. Öyle ki, Yargıtay pek çok durumda meydana gelen zararlandırıcı olayın “kaza” olup olmadığı üzerinde dahi durmamakta, sadece işyerinde meydana gelmiş olması nedenine dayanarak olayları iş kazası olarak değerlendirmektedir. Bu anlamda, işyerinde meydana gelen intihar18, kalp krizi sonucu ölüm19 ve işyerinde geçirilen beyin kanaması20 sonucu ölüm, Yargıtay tarafından iş kazası olarak kabul edilmiş ve sigortalılar ya da sigortalının ölümü halinde geride kalan hak sahipleri en geniş biçimiyle sosyal korumadan yararlandırılmışlardır. Tüm bu değerlendirmeler artık sadece bir iş sözleşmesine göre çalışanlar için değil, devlet memuru ve diğer kamu görevlileri21 ile bağımsız çalışanlar için de aynen geçerli olacaktır.

c) Sigortalının Yürütülmekte Olan Đş Veya Çalışma Konusu Nedeniyle Đşyeri Dışında Kazaya Uğraması

Kanun’un bu hükmü, esas itibariyle, 506 sayılı Kanunun 11. maddesinin A, (b) bendinin karşılığıdır. Ancak hüküm, gereksiz tekrarlarla oldukça karışık bir hale getirilmiştir. Bentteki aynı anlama gelebilecek ibarelerin ardı ardına sıralanması, bendin hem iş sözleşmesine göre çalışanları, hem kamu personelini, hem de bağımsız çalışanları ifade etmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten, bentte, iş sözleşmesine göre çalışan sigortalılar için “iş nedeniyle”, kamu personeli için “görevi nedeniyle”, bağımsız çalışanlar için ise “yürütmekte olduğu iş veya çalışma konusu nedeniyle” ibarelerine yer verilmiştir. Böylece bent tekrarlara boğulmuştur ki, bizce bir işveren tarafından çalıştırılan sigortalılar için “iş nedeniyle”, bağımsız çalışanlar için ise “çalışma konusu nedeniyle” denilmesi yeterli olurdu.

16 Atabek, 52; Ulusan, 76. 17 Üçışık, H. Fehim: Türk Đş Hukukunda Đşverenin Đş Kazası ve Meslek Hastalığından Sorumluluğu,

yayınlanmamış doktora tezi, Đstanbul 1982, 99. 18 Y10HD, 29.3.1979, 8413/2759, YKD, Ağustos 1979, 1167. 19 Y21HD, 30.4.2002, 2002/ 2320, K.2002/3639, kararın değerlendirilmesi için bkz. Caniklioğlu, Nurşen:

Sosyal Sigorta Türleri, Yargıtayın Đş Hukukuna Đli şkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2002, Đstanbul 2004, 343-344.

20 Y21. HD, 21.11.2002, E.2002/9004, K.2002/10005, bu kararın değerlendirmesi için bkz. Caniklioğlu, Yargıtayın 2002 Yılı Kararları, 342-345.

21 Bu değerlendirme 5510 sayılı Kanundaki hükmün bir sonucudur. Fakat 7. dipnotta belirtilen Anayasa Mahkemesi kararı gereğince devlet memuru ve kamu görevlilerinin durumlarının ayrıca düzenlenmesi gereği de ayrıca dikkate alınmalıdır.

Page 65: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Hemen önemle vurgulayalım ki, bağımsız çalışanlar bakımından bu bent çerçevesinde iş kazası kavramının sınırlarının belirlenmesi bazı sıkıntılara neden olabilecektir. Gerçekten, bilindiği gibi, özellikle şirketlerin faaliyet alanı belirlenirken çok geniş ifadeler kullanılmaktadır. Sigortalının uğradığı bir kazanın bu faaliyet alanına girebilecek bir durumla bağlantısı kurulabildiğinde de uğranılan kazanın iş kazası olduğu iddiaları gündeme gelebilecektir. Bu konuda titiz bir inceleme yapılması, uğranılan kaza ile sigortalının çalışma konusunun bir bağlantısının olup olmadığı, işin niteliği, daha önce yaptığı yazışmalar, tanık beyanları gibi bir çok husus da araştırılarak saptanmalıdır. Bu konuda yargıya çok önemli görevler düşeceği de açıktır.

Öte yandan, bu konuda Türkçe açısından bir eksikliğe tekrar

dikkat çekmek gerekmektedir. Kanun’daki bu bende, Sosyal Sigortalar Kanun’unun ilgili bendinden farklı olarak “işyeri dışında” ibaresi eklenmiştir. Bu ibarenin cümle içindeki kullanımı Türkçe bakımından çok kötüdür. Gerçekten, “işyeri dışında” ibaresi cümle ile hiç ilgili olmaksızın, gelişigüzel bendin arkasına ilave edilmiştir. Đbare, herhalde, işyerinde meydana gelen tüm kazalar iş kazası sayıldığı için, işyeri dışındaki kazaların ancak yürütülen işle ilgili olması halinde iş kazası sayılacağını açıklığa kavuşturmak için metne eklenmiştir22.

d) Sigortalıların işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı

yere gidiş gelişi sırasında meydana gelmesi

Đş kazası kavramına ilişkin olarak Kanunun bir yeniliği olan bu

hüküm, 506 sayılı Kanun’da yer alan ve işverence sağlanan taşıtta meydana gelen kazaların iş kazası olarak kabul edilmesini sigortalıların toplu olarak taşınmalarına bağlayan hükmün uygulamada yarattığı adaletsizlikleri giderme amacı taşımaktadır. Gerçekten, 506 sayılı Kanun’da, işe gidiş geliş sırasında uğranılan kazanın iş kazası olarak kabul edilmesi ancak işveren tarafından toplu olarak götürülen sigortalılar bakımından söz konusu olmaktaydı. Fakat, bu durum da bazı hallerde adaletsiz sonuçlara yol açmaktaydı. Hükmün metnine çok bağlı kalındığında, örneğin, işveren tarafından sağlanan araçla işe giden, ancak aracın tek bir sigortalıya tahsis edilmesi halinde uğranılan kazanın iş kazası olarak kabul edilmemesi gerekmekteydi. Bunun gibi, sadece serviste meydana gelen kazanın iş kazası sayılması, örneğin servisi beklerken meydana gelen kazanın iş kazası sayılmaması da çok isabetli

22 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 58.

Page 66: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

olmamaktaydı23. Nitekim, Yargıtay, verdiği çeşitli kararlarda, toplu taşımaya ilişkin sınırlamaları aşmaya çalışmıştır. Bu anlamda, işin niteliği itibariyle sigortalıya özel araç tahsis edilmesi ve sigortalının, bu araçla beraberinde başka işçileri de işe götürürken kaza geçirip ölmesini, “işverenin işe getirilip götürülenlere güvence sağladığı toplu ve münferit taşımalar arasında bir ayırım gözetilemeyeceği, böyle bir ayırımın sosyal güvenlik ilkelerine ters düşeceği, münferit taşımaların dışlanmasının adalete uygun olmayacağı, çoğun içinde azın da bulunacağı” gerekçele-riyle iş kazası saymıştır24, 25. Aynı şekilde servise binerken26 ya da indikten hemen sonra27 meydana gelen kazalar da Yargıtay’ca iş kazası sayılmış, toplu taşımaya ilişkin hüküm olabildiği ölçüde geniş yorumlanmaya çalışılmıştır.

Kanundaki bu düzenleme, bu gibi ayrım ve zorlamaları ortadan

kaldırmıştır. Artık, sigortalının işverence sağlanan herhangi bir taşıtla evinden işine gitmek ya da işinden çıkıp evine gelmek üzere yolda geçirdiği sürelerde meydana gelen kazalar iş kazası sayılacaktır28.

Belirtelim ki, bu hüküm de sadece Kanunun 4/I, (a) ve (c) bendi

çerçevesinde sigortalı olanlar için uygulama alanı bulacaktır. Bentte işverence sağlanan taşıttan söz edildiği için bağımsız çalışanların evden

23 Nitekim, Aslanköylü, “toplu götürülüp getirilme sırasında” ifadesinin daraltıcı değil, genişletici

yorumlanması gerektiğini, “sırasında” sözcüğünün toplu gidiş-gelişleri hazırlayan faktörleri de kapsadığını belirtmekte, bu bendin sigortalıların salt taşıt aracına bindikleri ve indikleri zaman kesitiyle sınırlı bir şekilde anlaşılmaması gerektiğini ifade etmektedir, Aslanköylü, Resul: Sosyal Sigortalar Kanunu Yorumu, 1. Cilt, Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara 2004, 429.

24 Bakırköy Đş Mahkemesi, 17.06.2002, E.2001/1270, K.2002/776, Y21HD, 11.11.2002, E.2002/8371, K. 2002/ 9428 sayılı ilamıyla onanmıştır, LEGAL, ĐH ve SGHD, S.5, 2005, 392-393.

25 Y10HD, 3.2.1986, E.6312, K.462, Çakmak, Đhsan: Şerhli Sosyal Sigortalar Kanunu, C.1, Ankara 2004, 241-243; aynı doğrultuda 19.6.1992, E.15658, K. 6893, Çakmak, 250.

26 Y21HD, 14.5.1996, E. 2674, K. 2738, Çakmak, 259-260. Kararın değerlendirilmesi için bkz. Centel, Tankut: Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1996 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Yargıtayın Đş Hukuku Kararlarının Değerlendirilmesi 1996, Đstanbul 1998, 254 vd: Sümer, H. Hadi: Sigortalının Servis Aracı beklerken Uğradığı Kaza Đş Kazası mıdır?, Çimento Đşv. D., Temmuz 1997, 10 vd.

27 Y10 HD, 26.9.1975, E. 8265, K. 4930, Aslanköylü, 449. Yargıtay, bir başka olayda da, servis aracından inip işyerine doğru yürüyen bir sigortalının, işyerinin giriş kapısına 30-40 metre kala üzerinden geçtiği karayolunda bir aracın çarpması sonucu ölümünü iş kazası olarak kabul etmiştir, Ankara 5. Đş Mahkemesi kararı, 9.9.1987, E. 1986/832, K.1987/482, Y10HD, 19.11.1987, E.6147, K.6285 sayılı ilamıyla onanmıştır, Aslanköylü, 443.

28 Bu hüküm Kanunun Tasarı biçiminde çok daha geniş bir içerikte düzenlenmiş, sigortalının evi ile işyeri arasındaki olağan güzergahta uğradığı tüm kazalar iş kazası sayılmıştı. Bu bakımdan sigortalının kendi özel aracı ile kamu araçlarıyla ya da işverence sağlanan bir taşıtla veya yürüyerek gitmesi arasında herhangi bir fark gözetmiyordu. Hatta, isabetli bir şekilde, zorunlu nedenle sigortalının olağan güzergahın dışına çıkması halinde de uğranılan kaza iş kazası kabul edilmekteydi. Bu konuda geniş bilgi ve tartışma için bkz. Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak Ve Yükümlülükleri, 157 Vd; Aynı Yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 58 Vd; Akın, Levent: Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Tasarısı’nın Đş Kazası Tanımı, Đşveren Dergisi, Kasım 2005, www.tisk.org.tr,

Page 67: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

işe, işten eve gitmek için yolda bulundukları sırada meydana gelen kazalar iş kazası sayılamayacağı gibi, 4/I, (a) ve (c) bendi çerçevesinde sigortalı olanların kendi özel araçları ya da toplu taşıma araçları ile işe gidip dönerken uğradıkları kazalar da iş kazası sayılamayacaktır.

Bu hüküm açısından üzerinde durulması gereken bir diğer husus

da, “işverence sağlanan taşıt” ve “işe gidip-gelme” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğidir. Đşverence sağlanan taşıt kavramına, uygulamada servis olarak adlandırılan araçların dahil olduğuna bir kuşku bulunmamaktadır. Bunun gibi, işverenin özel olarak bazı işçilere araç tahsis etmesi halinde bu araçlar da bu kapsamda değerlendirilecektir. Bunun için aracın mülkiyetin işverene ait olması şart değildir. Önemli olan bu aracın görevinin ifası ya da işe gidip gelmesi için sigortalıya tahsis edilmesidir. Bu anlamda, sigortalının mülkiyeti kendisine ait bir aracı benzin ve diğer zorunlu ihtiyaçlarının işverence karşılanması kaydıyla hem işe gidiş hem de diğer görevleri için kullanması konusunda bir anlaşma yapılmış olması halinde de bu araçta meydana gelen kazaların iş kazası sayılması gerekir. Ayrıca bizce aracın tahsisisin süreklilik taşıması da gerekli değildir. Kısa süreli bir tahsis olması ve sigortalının bu araçla işe gidiş geliş sırasında kazaya uğraması halinde de bu kaza iş kazası sayılmalıdır. Buna karşılık sigortalılara yol parası verilmesi gibi durumlar işverence sağlanan araç ibaresine dahil edilemez.

Bu bendin içeriğinin tam olarak açıklığa kavuşturulabilmesi

açısından işe gidiş gelme ibaresinin kapsamının da belirlenmesi gerekir. Đşçilerin toplu olarak taşınması durumunda güzergah bakımından bir belirlilik olduğu için, işçinin uğradığı kazanın işe gidip gelme sırasında olup olmadığının saptanması kolaylık taşımaktadır. Oysa, işverence sağlanan taşıtla münferit olarak işe gitme sırasında işçinin sabit bir güzergahı kullanma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu durumda, işçinin her zaman kullandığı güzergahın dışında bir güzergahta kazaya uğraması halinde, bunun iş kazası sayılıp sayılmayacağı üzerinde durulması gereken bir sorundur.

Bu açıdan Kanunda her ne kadar işçinin olağan olarak kullandığı

güzergahta uğradığı kazanın iş kazası sayılacağına ilişkin bir ölçüt getirilmemişse de, uygulamada bağlayıcı olmamakla birlikte kural olarak böyle bir ölçüte ihtiyaç olacağı kanaatindeyiz. Gerçekten, sigortalının kazaya uğradığı sırada “işe gittiğinden” söz edebilmek için, kaza yerinin ev ile işyeri arasında uygun bir yerde olması gerekir. Böyle bir durumda, özellikle kazanın meydana geldiği saatin işe gidiş açısından olağan bir saat olması halinde sigortalının ayrıca başka bir hususu kanıtlamasına gerek olmamalıdır. Buna rağmen Kurum ya da duruma göre işveren

Page 68: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sigortalının o yerde bulunma nedeninin işe gitme değil, özel yaşamına ilişkin bir ihtiyaçtan kaynaklandığını iddia ediyorsa bunu inandırıcı delillerle kanıtlamalıdır.

Sigortalının kazaya uğradığı yerin, evi ile işyeri arasında olağan

olan bir güzergahta bulunmaması halinde ise bu kazanın iş kazası sayılmaması yerine durumun ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Özellikle Kanunda bir güzergahtan söz edilmemesi karşısında durumu sadece olağan güzergaha bağlamak zaten mümkün değildir. Ayrıca günlük hayatın ihtiyaçları ve bazı zorunluluklar nedeniyle, sigortalının olağan güzergahını değiştirmesi her zaman mümkündür. Dolayısıyla, örneğin bir kaza ya da yolda yapılacak çalışmalar nedeniyle sigortalının bir başka güzergahı kullanması halinde meydana gelen kaza da iş kazasıdır. Sigortalı her zaman kullandığı güzergahı zorunlu nedenlerle değiştirebileceği gibi29, bunun dışında da her zaman bu güzergahı değiştirme olanağına sahiptir. Örneğin akşam bir yakınının evinde kalıp da sabah işe giderken bambaşka bir yerde iş kazasına uğrarsa bu da iş kazası sayılmalıdır. Buna karşılık, işe giderken önce bir arkadaşı ile buluşup özel bir işini görüşmek isteyen sigortalının uğradığı kaza iş kazası olarak kabul edilmeyecektir.

Görüldüğü gibi, gerek Alman, gerek Fransız Hukuku’nda pek çok karara konu olan bu hüküm30 bizim Hukukumuz için de oldukça zengin bir içtihat oluşturacak gibi görünmektedir.

2. Meslek Hastalığının Tespitine Đlişkin Değişiklikler

Kanunda, meslek hastalığının tespitine ilişkin olarak bazı yeni hükümlere yer verilmiştir. Belirtelim ki, bu değişikler, esas itibariyle 2005 tarih ve 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanunla31 Kurum sağlık tesislerinin Sağlık Bakanlığına devrinin zorunlu bir sonucudur. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kanununun 18. maddesine göre, “Meslek hastalığı halinde, bu Kanunda yazılı yardımlardan yararlanmak için,

29 Nitekim, Tasarının Plan ve Bütçe Alt Komisyonu metninde, sigortalının evinden işine, işinden evine

giderken mutad (olağan) güzergahta meydana gelen kaza iş kazası kabul edilirken zorunlu olarak olağan güzergahın dışına çıkılması halinde uğranılan kazaların da iş kazası sayılacağı esasına yer verilmişti. Olağan güzergahta kazaya uğrama koşulu bulunan bu durum da bile olağan güzergahın dışındaki kazalar iş kazası olarak kabul ediliyorsa, olağan güzergahtan söz edilmeyen bu hüküm karşısında bu güzergahın her zaman değiştirilebileceğini kabul etmek gerekir.

30 Alman ve Fransız Hukukundaki düzenleme ve uygulama örnekleri için bkz. Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 60 vd.

31 RG, 19.01.2005, 25275 Mük.

Page 69: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sigortalının çalıştığı işte veya iş yerinde meslek hastalığına tutulduğunun ilgili Sosyal Sigortalar Kurumu meslek hastalıkları hastanesince düzenlenecek usulüne uygun sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbi belgelerle tespit edilmesi gereklidir” (f.1). Maddede, meslek hastalığının “Sosyal Sigortalar Kurumu meslek hastalıkları hastanesince düzenlenecek” raporlarla saptanacağı belirtilmektedir32. Oysa, yukarıda da ifade edildiği gibi artık Kurumun kendine ait sağlık tesisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, 5510 sayılı Kanuna konulan bir hükümle, sigortalının meslek hastalığına yakalanıp yakalanmadığının “Sigortalının çalıştığı işten dolayı meslek hastalığına tutulduğunun, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucuları tarafından usûlüne uygun olarak düzenlenen sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi” sonucu, Kurum Sağlık Kurulu tarafından saptanacağı belirtilmiştir. Öte yandan, gerekli görüldüğü hallerde, işyerindeki çalışma şartları ile buna bağlı tıbbi sonuçları ortaya koyan denetim raporlarının ve gerekli diğer belgelerin de incelenmesi ve bu inceleme sonucunda Kurum Sağlık Kurulu tarafından karar verilmesi gerekmektedir (m.14/II).

Bu hüküm çerçevesinde, sigortalının yakalandığı bir hastalığın

meslek hastalığı olup olmadığı, önce Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucuları tarafından usulüne uygun olarak hazırlanacak bir raporla belirlenecektir. Kanunda açıkça “Kurumca yetkilendirilecek” sağlık hizmeti sunucularından söz edildiği için, Kurumun anlaşmalı olduğu herhangi bir sağlık hizmeti sunucusu tarafından değil, bu konuda kendisine yetki verilen sağlık hizmeti sunucusu tarafından rapor düzenlenmesi gerekir33. Ancak, bu raporla da sigortalının meslek hastalığı kesin olarak tespit edilmemekte, bu raporların ayrıca Kurum Sağlık Kurulu tarafından onaylanması gerekmektedir. Ancak bu aşamada Kurum sağlık Kurulunun verdiği karar ile sigortalının hastalığının meslek hastalığı olup olmadığı saptanmış olmaktadır. Bu durumda da, meslek hastalığının tespitinin uzun bir süreç alacağını söylemek herhalde yanlış olmayacaktır kanaatindeyiz.

Kanunda, ayrıca, hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı,

iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesinin şekli ve verilme usulü ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esasların Kurumca

32 Sosyal Sigortalar Kanununa göre, meslek hastalığının tespitine ilişkin esaslar hakkında bkz. Güzel/Okur,

240 vd; Tuncay/Ekmekçi, 281-284; Şakar, 215-216; Alper,Yusuf: Türkiye’de Sosyal Güvenlik, Sosyal Sigortalar, 4. Baskı, Đstanbul 2003, 220-222; Kurt, Resul: Đş Hukuku ve Sosyal Sigorta Mevzuatında Usul ve Esaslar, 3. Baskı, Đstanbul 2004, 581-582.

33 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 62-63.

Page 70: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

çıkarılacak bir Yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir (m.14/son)34. Halen yürürlükte olan meslek hastalıkları listesi 1972 tarihli olup, 1978 ve 1985 yıllarında yenilenmiş35, ancak bu uzun süreçte yeni teknolojiler, yeni hammaddeler, yeni işler çalışma hayatına girmiştir. Bu nedenle, bunları da dikkate alarak yeni bir liste düzenlenmesinin öngörülmesi isabetli olmuştur.

3. Đş Kazası ve Meslek Hastalığının Bildirilmesine Đlişkin Değişiklikler

a) Bildirimin Süresi ve Şekli Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bir iş kazası ya da meslek

hastalığından derhal haberdar olmasında yarar bulunduğu kuşkusuzdur. Gerçekten, meydana gelmesinin üzerinden çok fazla zaman geçmeden bir kazanın Kuruma bildirilmesi, Kurumun, o kazanın iş kazası sayılıp sayılmayacağı konusunda derhal araştırma yapmasına olanak sağlar. Ayrıca, sigortalıya bu sigorta kolundan yardım yapılması da, bu bildirim üzerine gerçekleşecektir36. Bu nedenle, sigortalının uğradığı iş kazası ile yakalandığı meslek hastalığının Kuruma bildirilmesi konusunda 506 sayılı Kanundaki gibi 5510 sayılı Kanunda da bildirim yükümlülüğüne yer verilmiş, ancak bu bildirim sadece işverenler için değil, Kanunla öngörülen sistemin bir gereği olarak bağımsız çalışan sigortalılar için de öngörülmüştür.

Kanuna göre, bir iş sözleşmesine ya da statü hukukuna göre

çalışan sigortalıların geçirdiği iş kazası, işveren tarafından o yer yetkili kolluk kuvvetlerine37 derhal ve Kuruma da en geç kazadan sonraki üç işgünü içinde bildirilmelidir (m.13/II, a, c). Ancak, iş kazası işverenin kontrolü dışındaki yerlerde meydana gelmişse üç işgünlük süre iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren başlar (m.13/II).

Bağımsız çalışan sigortalının iş kazasına uğraması halinde bildi-

rim, bir ayı geçmemek koşuluyla, sigortalının kendisi tarafından yerine getirilir. Bu sigortalıların iş kazasını bildirme yükümlülüğü, en geç,

34 Hemen belirtelim, iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesinin şekli ve verilme usulünün bir Yönetmelikle

düzenleneceği esasına 13. maddede de yer verilmiştir. Herhalde bir unutkanlık sonucu aynı konuya ilişkin bir Yönetmelik çıkarılacağı bu maddede de düzenlenmiştir.

35 Alper, Sosyal Sigortalar, 221. 36 Alper, Sosyal Sigortalar, 218; Kurt, 563. 37 Sosyal Sigortalar Kanununda o yer yetkili zabıtası olarak ifade edilmiş olan kolluk kuvvetleri ile

kastedilen, iş kazasının geldiği yerdeki yetkili polis veya jandarmadır. Sosyal Sigortalar Kanunundaki düzenlemeye ilişkin olarak bkz. Alper, Sosyal Sigortalar, 218.

Page 71: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

geçirdiği iş kazası sonucu uğradığı rahatsızlığın bildirim yapmaya engel olmadığı günden sonraki üç işgünü içinde yerine getirilmelidir(m.13/II,b).

Görüldüğü gibi, Sosyal Sigortalar Kanununda iki gün olarak

belirlenen bildirim süresi 5510 sayılı Kanunla üç işgününe çıkarılmıştır. Kanunda sadece bildirim yükümlülüğüne ilişkin süre artırılmamış, ayrıca üç günlük süre bakımından işgünlerinin dikkate alınacağı da belirtilmiştir. Üç günün hesabında, tatil günleri dikkate alınmayacaktır38. Ayrıca, bildirim yükümlülüğü de, kazadan sonraki günden itibaren başlayacaktır.

Đş kazasını bildirim yükümlülüğü, sadece tüm sigorta kollarına

tabi sigortalılar için değil, kısa vadeli sigorta kollarına tabi sigortalılar için de zorunludur (m.13/II,a). Kanun bu hususa açıkça yer vermiştir. Belirtelim ki, bu açıkça düzenlenmemiş olsa idi de farklı bir sonuca ulaşmak mümkün değildi. Zira, bildirim yükümlülüğü sigortalılar için öngörülmüş olup, kısa vadeli sigorta kollarına tabi olmak sigortalı sayılmayı engelleyen bir husus değildir. Özellikle de bu sigortalıların iş kazası ve meslek hastalığı sigorta koluna tabi oldukları göz önünde tutulduğunda maddedeki bu düzenleme gereksiz bir tekrar niteliği taşımaktadır.

Kanunda, her ne kadar, 4. maddenin (a) bendi kapsamına giren sigortalılardan söz edilmişse de, bu yükümlülüğün, 4. maddede, (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacakları belirtilen bir iş sözleşmesi ile çalışan yabancılar, Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanuna göre çalışanlar, genelev kadınları ve usta öğretici olarak çalıştırılanlar hakkında da uygulanması gerekir.

Öte yandan, Kanunda, kolluk kuvvetlerine bildirim yükümlülüğü-

ne ilişkin olarak kamu kurumları bakımından farklı bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, kamu kurum işverenleri, iş kazalarını, derhal kolluk veya kendi mevzuatlarına göre yetkili mercilere bildireceklerdir. Dolayısıyla, kamu kurumu işverenlerin, kendi mevzuatlarında, başka bir yetkili merciden söz ediliyorsa, bu merciye bildirimde bulunulması da yeterli olacaktır.

Ekleyelim ki, işverenin bildirim yükümlülüğü sadece iş kazası halinde değil, meslek hastalığı halinde de mevcuttur. Ancak meslek hastalığını bildirim yükümlülüğü işverenin bu durumu öğrenmesinden sonra söz konusu olmaktadır. Buna göre, 4. maddenin (a) ve (c) bendine göre sigortalı çalıştıran işverenler, sigortalının meslek hastalığına

38 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 64.

Page 72: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

tutulduğunu öğrenirse veya durum kendisine bildirilirse, bunu öğrendiği günden başlayarak üç işgünü içinde Kuruma bildirmekle yükümlüdür (m.14/IV). Kanunun 4. maddesinin (b) bendine göre sigortalı olanlar da, meslek hastalığına tutulduğunu üç işgünü içinde Kuruma bildirmekle yükümlüdürler. Hemen belirtelim, işveren, meslek hastalığını sadece Kuruma bildirmekle yükümlü olup, kolluk kuvvetlerine bildirim gerekli değildir.

Sosyal Sigortalar Kanununun ilgili hükmünden farklı olarak, meslek hastalığını bildirim bakımından da, hem bildirim süresi artırılmış hem de dikkate alınması gereken süre işgünü olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla, meslek hastalıklarının bildirilmesinde de, tatil günleri dikkate alınmayacaktır39. Kanuna göre, iş kazasının bildiriminde olduğu gibi meslek hastalığı da, “iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesi” ile Kuruma haber verilecektir. Bunun için sigortalıların yakalandıkları hastalıkların meslek hastalığı olduğunun tespit edilmiş olması gerektiği açıktır. Bu konuda, son olarak, (b) bendine tabi sigortalılar açısından, iş kazasının bildirilmesi yükümlülüğünden farklı olarak meslek hastalığının bildirilmesinde bir aylık bir üst sınır öngörülmemiştir.

b) Bildirim Yükümlülüğüne Aykırılığın Yaptırımı Kanunda, iş kazasının geç bildirilmesinin yaptırımı da

düzenlenmiş ve işverenin iş sözleşmesine göre çalışan sigortalıların uğradıkları iş kazasını Kuruma geç bildirmeleri halinde, bildirim tarihine kadar geçen süre için sigortalıya ödenecek iş göremezlik ödeneğinin Kurumca işverenden tahsil edileceği hükmüne yer verilmiştir (m.21/II).

Kanunda, ayrıca, bağımsız çalışan sigortalıların iş kazasını geç

bildirmeleri de bir yaptırıma bağlanmış ve bu durumda iş göremezlik ödeneklerinin, bildirim tarihinden itibaren ödeneceği belirtilmiştir (m.22/II). Böylece, iş kazasının bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmesi bakımından etkin bir yaptırım öngörülmüştür. Gerçekten, sigortalı geciktiği her gün için geçici işgöremezlik ödeneği hakkından mahrum kalacaktır. Bildirim tarihinden itibaren ise geri kalan süreye ilişkin ödeneği alabilecektir ki, bizce isabetli bir düzenlemedir40.

Meslek hastalığını bildirim yükümlülüğü bakımından da, kural

olarak iş kazasını bildirim yükümlülüğüne benzer bir hükme yer

39 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 65. 40 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 65.

Page 73: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

verilmiştir. Ancak, meslek hastalığını bildirim yükümlülüğüne aykırılık kapsam olarak iş kazasını bildirim yükümlülüğüne aykırılıktan daha geniş biçimde düzenlenmiştir. Buna göre, sigortalıya ödenen geçici işgöremezlik ödenekleri ile yapılan her türlü harcamalar için, meslek hastalığını bildirim yükümlülüğünü süresinde yerine getirmeyen işverenlere rücu edilir (m.14/IV).

c) Bildirgede Gerçeğe Aykırı Bilgi Verilmesi ve Bunun Yaptırımı

5510 sayılı Kanuna göre, Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp

sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için, gerekirse Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa, Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler ödemenin yapıldığı tarihten itibaren gerçeğe aykırı bildirimde bulunanlardan 96 ncı madde hükmüne göre tahsil edilir (13/III).

Öncelikle belirtelim ki, bu hüküm gereğince artık sadece bir iş

sözleşmesine göre işçi çalıştıran işverenlere değil, kamu kurum ve kuruluşlarına, ayrıca bağımsız çalışan sigortalılara da rücu olanağı vardır. Ancak, hükme göre, işverenin ya da sigortalının sorumluluğunun ortaya çıkabilmesi için bildirimin gerçeğe aykırı olması ve zararlandırıcı olayın iş kazası olmadığının anlaşılması gerekir.

Bizce, bildirimde bulunanların sorumluluğu bakımından bu iki

olgu birlikte aranmalıdır. Hükümdeki “ve” bağlacı da bu sonuca ulaşmayı gerektirmektedir. Aksi halde bildirimde bulunanlar için oldukça ağır bir yaptırım söz konusu olacaktır. Yukarıda da belirtildiği gibi, hangi olayın iş kazası sayılacağının tespiti her zaman kolay olmamakta, bazı durumlarda bu konu yargı kararlarıyla açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır. Đşverenin iş kazası olarak kabul ettiği bir olayın iş kazası olarak değerlendirilmemesi ihtimali her zaman söz konusudur. Bu nedenle, yersiz yapılan ödemelerin, bildirimde, ancak maddi olgulara ilişkin olarak gerçeğe aykırı bilgi verilmesi halinde, işverenden istenmesi mümkün olmalıdır41.

41 Öğretide, Tuncay da, bu hükmün tehlikeli bir hüküm olduğunu ve bu tehlike karşısında pek az kimsenin iş

kazasını bildirme riskini göze alabileceğini belirtmektedir, Tuncay, Türk Emeklilik Sisteminde Reform, 8; ayrıca bkz. Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 66.

Page 74: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

4. Đş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortasından Yapılan Parasal Yardımlar

a) Geçici Đş Göremezlik Ödeneğinin Miktarı ve Süresi

Đş kazası ve meslek hastalığı sonucu işgöremezliğe uğradığı için geliri kesilen sigortalının kazanç kaybı, geçici işgöremezlik ödeneği verilmek suretiyle giderilir. Bu konuda Kanun kısa vadeli sigorta kollarından geçici işgöremezlik ödeneği verilmesini tek bir maddede düzenlemiş, ancak işgöremezlik nedenine göre bu ödeneğin koşullarını ve kapsamını farklı belirlemiştir.

Kanuna göre, bir iş kazası ve meslek hastalığı sonucu geçici işgöremezliğe uğrayan sigortalıya, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi42, herhangi bir koşul aranmaksızın ve her gün için geçici iş göremezlik ödeneği verilir (m.18/I, a). Geçici işgöremezlik ödeneğinin miktarı ise, sigortalının 17 inci maddeye göre hesaplanacak günlük kazancının üçte ikisidir (m.18/III).

Đş kazası ve meslek hastalığı sonucu geçici işgöremezlik ödeneği

eskiden olduğu gibi ilk günden itibaren verilir. Ancak, miktarı konusunda Kanun model aldığı 506 sayılı Kanun’dan farklı düzenleme yapmıştır. Bilindiği gibi, 506 sayılı Kanun’un 89. maddesinin 1. fıkrasına göre, iş kazası, meslek hastalığı veya hastalık halinde verilecek geçici iş göremezlik ödeneği, sigortalının sağlık tesislerine yatırılmak yahut bakımı Kurumca sağlanarak kaplıca veya içmelere gönderilmek suretiyle tedavi ettirildiği takdirde, 78 ve 88 inci maddeler gereğince hesaplanacak günlük kazancının yarısı, ayakta tedavi ettirildiğinde ise üçte ikisidir. 5510 sayılı Kanun'da ise böyle bir ayırım yapılmaksızın, geçici işgöremezlik ödeneği, günlük kazancın 2/3’ü olarak belirlenmiştir. Sigortalının bazı masraflarının, tedavi amacıyla yatırılan sağlık kuruluşu tarafından karşılandığı gerekçesine dayanan bu ayırım, bir çok durumda, sigortalının geçindirmekle yükümlü olduğu kişilerin ev içindeki masraflarının devam etmesi karşısında çok da haklılık payı taşımamaktaydı. Bizce, bu düzenleme daha isabetli olmuştur43.

Geçici işgöremezlik konusunda, yukarıda belirttiğimiz farklılık

dışında, bir iş sözleşmesine göre çalışan veya bu kapsamda sayılan sigortalılar bakımından büyük bir farklılık bulunmamaktadır. Buna karşılık, kamu görevlileri ve bağımsız çalışanlar için Kanun büyük

42 Sosyal Sigortalar Kanunundaki düzenlemeye ilişkin olarak bkz. Tunçomağ, 271; Güzel/Okur, 248;

Tuncay/Ekmekçi, 286; Şakar, 217; Kurt, 589. 43 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 67.

Page 75: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

değişiklikler getirmektedir. Zira, memur ve kamu görevlilerine, hastalıkları halinde, aylık ve özlük haklarına dokunulmaksızın izin verilmektedir (m.105). Dolayısıyla, geçici işgöremezlik ödeneğinin günlük kazancın 2/3 oranında belirlenmiş olması, devlet memurları açısından bir hak kaybı oluşturmaktadır. Ancak, Kanuna konulan bir hükümle bu hak kaybı engellenmiştir.

Gerçekten, Kanuna göre, sigortalılardan 4 üncü maddenin birinci

fıkrasının (c) bendi kapsamında olanların, yani memur ve kamu görevlilerinin bu Kanuna göre istirahatlı bulunup, geçici iş göremezlik ödeneği alamadıkları istirahat süresine ait ücretleri ve çalışırken aldıkları aylıkları ile geçici iş göremezlik ödenekleri arasındaki farklar, ilgili mevzuatlarında değişiklik yapılıncaya kadar, çalıştıkları kurumlarınca ödenmeye devam edilir (geç. m.3/IV). Bu düzenlemeyle, memur ve kamu personelinin diğer kısa vadeli sigorta kollarına ilişkin geçici işgöremezlik ödeneğinde olduğu gibi, hastalık halinde ödenmesi gereken geçici işgöremezlik ödeneğinden de, sosyal haklarında bir geriye gidiş olmaksızın, aynen yararlanması amaçlanmıştır. Bu durumda, 657 sayılı Kanun’da ya da kamu görevlisinin tabi olduğu ayrı bir Kanun olması halinde bu kanunda bir düzenleme yapılıncaya kadar, kamu görevlisi sigortalının geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanamaması, yani henüz 90 gün prim ödeme koşulunu gerçekleştirmemesi halinde, tüm aylığı; hak kazanması halinde ise, Kurumca ödenen geçici işgöremezlik ödeneği ile aylığı arasındaki fark, memur ya da kamu görevlisini çalıştıran kurumca karşılanacaktır.

Bu düzenleme, her ne kadar ayırımcı gibi görünmekteyse de, iş

sözleşmesine göre çalışanlar bakımından, özellikle toplu iş sözleşmesi ya da Đş Kanununun 49. maddesi gereğince aylık ücretle çalışanlar için öngörülen, geçici işgöremezlik ödeneği ve ücret arasındaki farkın işverence ödeneceğine ilişkin hüküm ya da kararlaştırmalar göz önünde tutulduğunda, bizce, ayırımcılık oluşturmamaktadır44.

Bağımsız çalışanlar bakımından ise, getirilen hüküm bir yeniliği

ifade etmektedir45. Zira, bilindiği gibi, 1479 sayılı Kanunda geçici işgöremezlik ödeneği öngörülmemiştir. Kanunla, bağımsız çalışanlar da, ödemiş oldukları prim karşılığında işgöremezlik ödeneğinden yararlanabileceklerdir ki, bizce isabetlidir. Belirtelim ki, bağımsız çalışanlar için, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu geçici işgöremezlik ödeneği verilmesi, hastalık sigortasından farklı olarak, sigortalının genel

44 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 67. 45 Alper, Yusuf: Türk Emeklilik Sisteminde Reform, MERCEK, Ocak 2005, 114.

Page 76: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sağlık sigortası da dahil Kuruma hiç bir borcu bulunmaması koşuluna bağlanmamıştır. Bu düzenlemenin de isabetli olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

b) Sürekli Đşgöremezlik Geliri aa) Sürekli Đşgöremezlik Gelirine Hak Kazanma Koşulu

5510 sayılı Kanuna göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan arızalar nedeniyle, Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlarda meslekte kazanma gücü en az % 10 oranında azalmış olduğu belirtilen ve Kurum sağlık kurulunca bu durumu onaylanan sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır (m.19/I). Sürekli işgöremezlik gelirine hak kazanmak için, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda olduğu gibi46, o meslekte kazanma gücünü en az % 10 oranında kaybetme ve bu durumun bir raporla tespit edilmesi aranmış, ancak mevcut düzenlemeden farklı olarak, bu raporun Kurum Sağlık Kurulunca onaylanması öngörülmüş-tür. Gerçekten, Kurum, sağlık hizmetini doğrudan kendisi sağlamak yerine, bunu resmi ya da özel diğer sağlık tesislerinden satın alacağı için, sürekli işgöremezlik durumunun tespitine ilişkin olarak da buna uygun düzenleme yapılmış ve sürekli işgöremezliğin Kurumca yetkili kılınan47 sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarının verdiği raporla belirleneceği ve bu raporların Kurum Sağlık Kurulunca onaylanması aranmıştır.

Sürekli işgöremezlik gelirine hak kazanmaya ilişkin bu düzenleme,

506 sayılı Kanuna tabi olanlar için büyük bir değişiklik içermemektedir. Buna karşılık, özellikle 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılar için önemli bir hak yaratmaktadır. Zira, 1479 sayılı Kanun’da iş kazası ve meslek hastalığı sigortası öngörülmemiş olup, çalışma gücünü en az 2/3 oranında kaybeden sigortalılara, en az beş tam yıl prim ödemesi koşuluyla malullük sigortası hükümleri çerçevesinde, sadece malullük aylığı bağlanmaktadır. Đş kazası ve meslek hastalığına ilişkin olarak da, çalışma gücü kaybının bir iş kazası ya da meslek hastalığından kaynaklanması halinde prim ödeme koşulu aranmamaktadır (Bağ-Kur m.29). Dolayısıyla, iş kazası ve meslek hastalığı, sadece prim ödeme koşulu açısından etki etmekte, aylık bağlanması için her halükarda en az

46 Konuya ilişkin olarak bkz. Tunçomağ, 274 vd; Güzel/Okur, 253 vd; Tuncay/Ekmekçi, 287-289; Şakar, 219-

220; Alper, Sosyal Sigortalar, 233-234; Kurt, 592 vd. 47 Meslek hastalığının tespitine ilişkin olarak yukarıda belirttiğimiz gibi, bu konuda da, Kurumun anlaşma

yaptığı herhangi bir sağlık hizmeti sunucu değil, bu konuda özel olarak yetki verdiği sağlık hizmeti sunucusundan rapor almak gerekmektedir.

Page 77: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

2/3 oranında çalışma gücü kaybı gerekmektedir. 5510 sayılı Kanunla o meslekte kazanma gücünü en az % 10 oranında kaybeden bağımsız çalışanlar da artık sürekli işgöremezlik geliri elde edebileceklerdir.

Öte yandan, Kanun, bu konuda da, bağımlı çalışanlar ile bağımsız

çalışanlar arasında bir farklılık öngörmüştür. Buna göre, bağımlı çalışanlara sürekli işgöremezlik geliri bağlanması için, anılan sigortalıların Kuruma herhangi bir borçlarının bulunup bulunmaması önem taşımaz iken, bağımsız çalışanların, kendi sigortalılığından dolayı, genel sağlık sigortası dahil prim ve her türlü borçlarının ödenmiş olması gerekmektedir (m.19/IV). Bu hükmün isabetli olmadığı kanaatindeyiz48. Ancak Anayasa Mahkemesi bu hükmün Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemini reddetmiştir49.

5434 sayılı Emekli Kanun’undaki düzenleme de 5510 sayılı

Kanundan farklılık taşımaktadır. 5434 sayılı Kanunda iş kazası ve meslek hastalığı kavramı bulunmazken vazife malullüğü kavramı yer almakta, vazife malulü sayılan kişilere malullük aylığı bağlanmaktadır. Bu aylığa hak kazanması için, iştirakçinin, vazifeden doğan bir nedenle vazifesini yapamayacak duruma düşmesi gerekmektedir (m.44, 45).

5510 sayılı Kanunun 19. maddesinde düzenlenen sürekli

işgöremezlik gelirinden memur ve kamu görevlileri de yararlanacaklardır. Ancak, bu konuda Kanunun 47. maddesini de ayrıca değerlendirmek gerekir. Kanunun anılan maddesine göre, “4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki kamu görevlileri için 13 üncü maddede yazılı iş kazası; vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden veya vazifeleri dışında kurumların verdiği herhangi bir kuruma ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da görevleriyle ilgili olarak işe gelişi ve işten dönüşü sırasında doğmuş olursa, buna vazife malûllüğü ve bunlara uğrayanlara da vazife malûlü denir. Bunların sürekli iş göremezlik gelirleri, 19 uncu madde hükümlerine göre hesaplanır” (m.47/I).

48 Caniklioğlu, Sosyal Hukukta Ayrımcılık, 659-660. 49 AYM, 15.12.2006, E. 2006/111, K. 2006/112, RG, 30.12.2006, 26392 (5. Mük). Anayasa Mahkemesi,

Yasa’nın 18. maddesinin ikinci fıkrasındaki ret gerekçesi 19. maddenin dördüncü fırkası için de geçerli olduğundan iptal isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Yüksek Mahkemenin kararına gerekçe aldığı 18/II fıkrasına ilişkin gerekçesi için bkz. aşağıda dn.79. Buna karşılık Karara karşı yazılan azlık oyunda, isabetli olarak “Yasa’nın 4/a ve 4/c bendi kapsamına girenler yönünden prim borcuna değinilmezken iptali istenen 19. maddenin dördüncü fıkrasında sürekli iş göremezlik geliri nedeniyle 4/b kapsamına girenler için prim ve her türlü borçların ödenmiş olmasının aranmasında Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine, 60. maddesindeki Sosyal Güvenlik hakkına uyarlık yoktur. Prim borçlarının tahsiline ilişkin hukuki yöntemlerin varlığı yanında, primlerin tahsili sağlıkla ilgili konuların önüne geçmemeli, gelirlerden prim borçlarının düşülmesi yolunda çözümler düzenlenmelidir” görüşü ileri sürülmüştür.

Page 78: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Görüldüğü gibi 47. madde, 13. maddenin dışında daha dar kapsamda bir iş kazası tanımı yapmış ve buna uğrayanları vazife malulü saymıştır. Bunun nedeni ise 5434 sayılı Kanun’un vazife malullüğünü tanımlayan 44. maddesinin 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılma-sına (m.106/8) rağmen, 5434 sayılı Kanunun bazı maddelerinde vazife malulü sayılanlara bazı haklar tanınmasıdır. Dolayısıyla, hüküm bu açıdan önem taşımaktadır.

Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, sürekli işgöremezlik gelirinin ömür boyu verilmesi esastır (m.22/I). Kanunda bu konuda açık bir hükme yer verilmemiş olsa da, aynı esasın 5510 sayılı Kanun için de geçerli olduğunu kabul etmek gerekir50.

Son olarak belirtelim ki, 5510 sayılı Kanun, 506 sayılı Sosyal

Sigortalar Kanun’undan farklı olarak, sürekli işgöremezlik gelirinin sermayeye çevrilmesi esasına yer vermemiştir. Bazı durumlarda sigortalının lehine olan bu hükmün 5510 sayılı Kanuna alınmaması isabetli olmamıştır51.

bb) Sürekli Đşgöremezlik Gelirinin Oranı Sürekli işgöremezlik gelirinin oranı Kanunda, tam ve kısmi

işgöremezlik ayırımına uygun olarak ele alınmış ve tam iş göremezlikte sigortalıya, 17 inci maddeye göre hesaplanan aylık kazancının % 70’i oranında gelir bağlanacağı öngörülmüştür (m.19/III). Sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç ise gelir bağlama oranı % 100 olarak uygulanır52.

Sürekli işgöremezlik gelirinin oranı kural olarak 506 sayılı Kanundaki hükümle aynı şekilde düzenlenmiştir. Buna karşılık, sigortalının sürekli olarak bir başkasına muhtaç olması durumunda bağlanacak gelirin oranı konusunda, 506 sayılı Kanundan farklı bir esasa yer verilmiştir. Gerçekten, 506 sayılı Kanuna göre, sigortalının bir başkasının bakımına muhtaç olması halinde, bağlanması gereken sürekli işgöremezlik geliri % 50 oranında artırılmaktadır. Bunun sonucunda, Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, tam işgöremez duruma düşen bir sigortalı, bir başkasının sürekli bakımına muhtaç ise, % 105 oranında sürekli işgöremezlik gelirine hak kazanabilirken, Kanuna göre bu oran % 100 olacaktır. 50 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 69. 51 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 69. 52 Plan ve Bütçe Alt Komisyonu tarafından değiştirilmeden önceki metin ve eleştirisi için bkz. Caniklioğlu,

Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 11.

Page 79: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bu hüküm, 506 sayılı Kanun’a göre sigortalıların hakları açısından değerlendirildiğinde karşımıza iki farklı sonuç çıkmaktadır. 5510 sayılı Kanun’daki artırım hükmü, sigortalının meslekte kazanma gücü kayıp oranına göre değişkenlik göstermemekte, sabit bir oran olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, örneğin % 80 oranında o meslekte kazanma gücü kaybına sahip olup, bir başkasının sürekli bakımına muhtaç duruma düşen sigortalıya % 56 oranında bağlanması gereken işgöremezlik geliri, öngörülen artırım hükmü nedeniyle % 100’e yükseltilecektir53. Oysa, bu oran mevcut düzenlemeye göre, % 50 artırılacağı için % 84’e çıkacaktır. Dolayısıyla, Kanunla öngörülen hüküm, böyle bir durumda sigortalının daha lehine bir sonuç vermektedir. Buna karşılık, % 100 o meslekte kazanma gücü kaybına uğrayan bir sigortalı açısından ise, daha farklı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Böyle bir durumda, sigortalıya, kazancının % 70’i oranında bağlanan gelir % 50 oranında artırılacak ve % 105 oranında bir gelir bağlanacaktır. Görüldüğü gibi, bu durumda, sigortalıya bağlanacak sürekli işgöremezlik geliri, mevcut düzenlemeye göre daha az olacaktır.

Kanun, memur ve kamu görevlileri için, sürekli işgöremezlik geliri

ile ilgili olarak bir istisna hükmüne yer vermiştir. Buna göre, m. 4/I, c bendi kapsamında sigortalılardan, kurumlarınca sürekli iş göremezlik nedeniyle görevlerine son verilmiş olup da, malullük veya yaşlılık aylığına hak kazanamayanlara, sürekli tam iş göremezlik geliri bağlanır, ancak bu durumda sürekli iş göremezlik derecesine göre hesaplanacak sürekli iş göremezlik gelir tutarı ile sürekli tam iş göremezlik arasındaki fark, sigortalının görevine son veren kurumca, Kuruma ödenir. Bunların bu Kanun kapsamında tekrar çalışması halinde, kendilerine tam işgöremezlik geliri değil, sürekli iş göremezlik derecesine göre hesaplanan sürekli iş göremezlik geliri ödenir (m.19/V,a)54. Malullük veya yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalılara ise, sürekli iş göremezlik derecesine göre gelir bağlanır (m.19/V,b).

53 Kanunun Tasarı metninde bu oran % 90 olarak düzenlenmiş, bu hüküm tarafımızdan eleştirilmi ş ve bu

oranının hiç olmazsa % 100 olması gerektiği belirtilmişti. Nitekim daha sonra maddedeki oran % 100’e çıkarılmış ve bu biçimiyle kanunlaşmıştır. Tasarı ve eleştirisi için bkz. Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 161.

54 Bu hüküm, Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından değiştirilmeden önce, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında bulunan kamu görevlilerinden, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremezlik geliri bağlanması gerekenlere veya aynı durumda olup 31 inci maddeye göre malûl sayılanlara, sürekli iş göremezlik geliri veya malûllük aylıkları, 21 inci ve 34 üncü maddelere göre hesaplanan tutar % 30 artırılmak suretiyle verileceği, sürekli iş göremezlik geliri veya malûllük aylığının artırılan bölümüne ait maliyetlerin Kurumca hesaplanan peşin sermaye değeri, en geç otuz gün içinde bunları çalıştıran kamu idareleri tarafından Kurumca gösterilen hesaplara yatırılacağı, şeklinde düzenlenmişti (m.68). Bu hükmü, sigortalılar arasında eşitsizlik yarattığı için o dönemde eleştirmiştik, bkz. Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 11. Hüküm, bu defa, daha farklı şekilde sürekli işgöremezlik gelirine ilişkin hüküm içinde düzenlenmiştir.

Page 80: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Görüldüğü gibi, Kanuna göre, 5434 sayılı Kanun’a tabi iştirakçilerden, bir iş kazasına uğrayan ya da meslek hastalığına tutulan ve bunun sonucunda o meslekte kazanma gücünü kaybettikleri için görevlerine son verilenler hakkında, malullük veya yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmamalarına göre farklı işlem yapılacaktır. Bu durumdaki sigortalılar eğer, malullük veya yaşlılık aylığına hak kazanıyor iseler, kendilerine sadece diğer sigortalılar gibi hesaplanacak sürekli işgöremezlik geliri bağlanacaktır. Buna karşılık, malullük ya da yaşlılık aylığına hak kazanamıyor iseler, bu durumda, kendilerine en az tam işgöremezlik durumunda ödenmesi gereken sürekli işgöremezlik geliri ödenecek, ancak normal olarak ödenmesi gereken gelir ile tam işgöremezlik geliri arasındaki fark, kendilerini en son çalıştıran kurumca, Sosyal Güvenlik Kurumu’na ödenecektir. Böylece, Kurumun gelir gider dengesi açısından bir açığın oluşmaması amaçlanmıştır. Sigortalı, eğer bu kanun kapsamında tekrar çalışmaya başlarsa, bu durumda, kendisine sadece işgöremezlik derecesine uygun olarak ödenmesi gereken sürekli işgöremezlik geliri verilecek, aradaki fark ödenmeyecektir.

Belirtelim ki, bu konuda sigortalının tekrar memur olarak

çalışması zorunluluğu bulunmamakta, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun’unun kapsamına aldığı herhangi bir işte çalışmaya başlaması, tam işgöremezlik varmış gibi ödenen gelirin kesilmesi için yeterli olmaktadır. Fakat, Anayasa Mahkemesi bu hakkın m.4/I, a ve b bendi kapsamında sigortalı olanlara tanınmamasını eşitliğe aykırı bulmuş ve hükmü iptal etmiştir55.

cc) Sürekli Đşgöremezlik Gelirinin Azami Sınırı 5510 sayılı Kanun’a göre, başka birinin sürekli bakımına muhtaç

olanlar hariç, sürekli iş göremezlik gelirinin güncellenmemiş tutarı, sigortalının ödenek hesabına esas alınan dönemdeki vergi, sosyal sigorta, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası primleri kesintileri sonrası hesaplanan net ücretini geçemez (m.19/VI).

Bilindiği gibi, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 23. maddesinin

11. bendinde sosyal sigortalar kurumlarından alınan emekli aylıkları, 25. maddesinin 6. bendi ile ise, sosyal sigorta kurumları tarafından sigortalılara yapılan ödemeler gelir vergisinden istisna edilmiştir. Böylece, düşük olan yardım miktarları bu istisnalar sonucu desteklenmiş olmaktadır. Kanuna konulan bu hükümle, sigortalıların sürekli

55 Dipnot 7’de sözü geçen karar.

Page 81: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

işgöremezlik gelirinden adeta örtülü olarak vergi kesilmektedir. Hemen belirtelim, sürekli işgöremezlik ödeneğine, sigortalının ücretinden kesilen verginin dikkate alınarak bir üst sınır getirilmesi teknik olarak bir vergi kesintisi değildir. Yani, Kanunda sigortalıya yapılan ödemeden vergi kesilip vergi dairesine yatırılması öngörülmemektedir. Ancak sonuç olarak sigortalının eline geçecek miktardan ücrete ilişkin vergi miktarları düşmektedir. Yapılacak hesaplamada, net ücretten daha yüksek bir miktarın ortaya çıkması halinde, adeta vergi kesilmiş gibi, sigortalıya vergi düşüldükten sonraki kısım ödenecektir.

Ülkemizde, emekli aylıklarının ya da sürekli işgöremezlik gelirinin çok düşük olduğu aşikardır. Bir de, bu ödemelerden vergi kesilmesi anlamına gelebilecek uygulamalar bize isabetli gelmemektedir56. Bu nedenle bu hükmün bir daha gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.

dd) Sürekli Đşgöremezlik Miktarının Artırılması

5510 sayılı Kanunda sürekli işgöremezlik geliri konusunda getirilen bir diğer değişiklik ise, gelirin artırılmasına ilişkin esaslarda olmuştur. Buna göre, sigortalıya ödenmesi gereken sürekli işgöremezlik geliri, günlük kazanç hesabına giren son ay ile gelir başlangıç tarihi arasında, 55. maddenin ikinci fıkrasına göre artırılarak belirlenir (m.19/VI).

Kanunun 55. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise, bu Kanuna göre bağlanan gelir ve aylıklar, her yılın Ocak ve Temmuz ödeme tarihlerinden geçerli olmak üzere, bir önceki altı aylık döneme göre Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı tüketici fiyatları genel indeksindeki değişim oranı kadar artırılır. Dolayısıyla, sigortalılara bağlanacak sürekli işgöremezlik gelirleri bu hükümler çerçevesinde artırılacaktır.

5. Geride Kalan Hak Sahiplerine Yapılan Yardımlar

a) Hak Sahiplerine Ölüm Geliri Bağlanması

aa) Sigortalının Çalışırken Bir Đş Kazası veya Meslek Hastalığı Sonucu Ölmesi Halinde

Sosyal Sigortalar Hukuku’nda kapsama alınması gereken sosyal

tehlikelerden biri de aileyi geçindirenin ölümüdür. Böyle bir durumda

56 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 72.

Page 82: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ölüm, geride kalanlar bakımından gelirin kaybı anlamına gelir57. Bu nedenle, sosyal sigorta sisteminde sadece sigortalıya değil, sigortalının ölümü halinde geride kalan hak sahiplerine de yardım yapılır.

Sigortalının bir iş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölmesi

halinde, hak sahiplerine, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan bir gelir bağlanır. Bu gelirin en önemli yanını, sigortalı bakımından herhangi bir sigortalılık süresi ya da prim ödeme gün sayısı öngörülmemesi oluşturur58. Yani sigortalı, işe girdiği gün iş kazası nedeniyle ölse, Kanunda belirlenen koşullara sahip olan geride kalanlara, başkaca koşula bakılmaksızın gelir bağlanır. 5510 sayılı Kanunda da, bir iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine59 gelir bağlanacağı belirtilmiş (m.16/I, c), bunun için belirli bir süre prim ödemiş olma ya da sigortalılık süresi aranmamıştır60.

Kanuna göre, iş kazası veya meslek hastalığına bağlı nedenlerden

dolayı ölen sigortalının hak sahiplerine, 17 nci madde gereğince tespit edilecek aylık kazancının % 70’i, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılarak, 34 üncü madde hükümlerine göre gelir olarak bağlanır (m.20/I).

bb) Sürekli Đşgöremezlik Geliri Alanların Ölümü Halinde Kanunda, sürekli işgöremezlik geliri almakta iken ölenlerin geride

kalan hak sahiplerine ölüm geliri bağlanması iki olasılığa göre düzenlenmiştir. Buna göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünü % 50 veya daha fazla oranda kaybetmesi nedeniyle sürekli iş göremezlik geliri bağlanmış iken ölenlerin hak sahiplerine, ölümün iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, ölüm geliri bağlanır (m.20/II). Hükmün amacı, o meslekte kazanma gücü kaybı nedeniyle, tekrar iş bulma, bulduğu işi elinde tutma olanağı diğer kişilere karşı çok daha sınırlı olanların, ölüm sigortası için gerekli prim ödeme gün sayısını tamamlayamama olasılığını ortadan kaldırmaktır61.

57 Dilik , Sait: Sosyal Güvenlik, Ankara 1991, 91; Yazgan, Turan: Sosyal Güvenlik, Đstanbul 1992, 60;

Tuncay/Ekmekçi, 367; Güzel/Okur, 410; Şakar, 286; Caniklioğlu, Geride Kalanların Korunması, 1. 58 Tunçomağ, 265; Tuncay/Ekmekçi, 291; Şakar, 221; Caniklioğlu, Geride Kalanların Korunması, 117;

YHGK, 21.3.1990, 9-71/98, YKD, Ekim 1990, 1440. 59 Hak sahibi ise Kanunun 3. maddesinin 7. bendinde tanımlanmıştır. Buna göre, hak sahibi, sigortalının veya

sürekli iş göremezlik geliri ile malûllük veya yaşlılık aylığı almakta olanların ölümü halinde, gelir veya aylık bağlanmasına veya toptan ödeme yapılmasına hak kazanan eş, çocuk, ana ve babadır.

60 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 73. 61 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 73.

Page 83: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Belirtelim ki hüküm, Kanunun bir yeniliği değildir. Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 23. maddesinde de benzer bir hüküm yer almaktadır (f. VIII). Ancak, Kanunda, Sosyal Sigortalar Kanunu’ndan farklı olarak, bu durumda, geride kalanlara, sigortalının aylık kazancının % 70’i oranında ölüm geliri bağlanacağı açıklığa kavuşturulmuştur. Dolayısıyla, bu olasılıkta, geride kalanlara bağlanacak gelirin oranı, bir iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm gerçekleşmiş gibi değerlendirilmiştir ve geride kalan hak sahipleri için lehe bir düzenleme içermektedir.

Kanunda, bir yenilik olarak, iş kazası veya meslek hastalığı

sonucu meslekte kazanma gücünü % 50 oranının altında kaybetmesi nedeniyle sürekli iş göremezlik geliri bağlanmış iken ölenlerin geride kalanlarına, ölümün iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olmaması halinde de gelir bağlanması öngörülmüştür. Ancak bu durumda, geride kalan hak sahiplerine, sigortalının almakta olduğu sürekli iş göremezlik geliri paylaştırılacaktır (m.20/III). Bazı durumlarda bu gelirin miktarı oldukça az olabilecek ise de, geride kalanlar ile Kurum arasında sosyal sigorta ilişkisi kurması ve bu kişileri sosyal güvencenin kapsamına alması bakımından oldukça önemlidir. Özellikle, Kurumdan gelir ve aylık almakta olanların, Kuruma herhangi bir prim ödemeksizin genel sağlık sigortası hükümlerinden yararlanacak olması (m.60/I, f; m.67/I,a), bu ilişkinin önemini ayrıca ortaya koymaktadır.

cc) Hak Sahiplerinde Aranan Koşullar 5510 sayılı Kanun’un 34. maddesinde, geride kalan hak

sahiplerine gelir bağlanması için aranan koşullar, eş, çocuk, anne ve baba için ayrı ayrı belirlenmiştir. Buna göre, bu Kanuna tabi bir işte çalışan veya bu çalışmaları nedeniyle gelir veya aylık bağlanmış dul eşine, sigortalının 17. maddeye göre belirlenen aylık kazancının % 50’si; çalışmayan veya kendi çalışmaları nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış olan veya aylık bağlanmış çocuğu bulunmayan dul eşine % 75'i oranında bir gelir bağlanır (m.34/I, a). Görüldüğü gibi, eşin gelire hak kazanması için, çalışıp çalışmaması veya gelir ya da aylık alması önem taşımamakta, buna karşılık, bu durum gelirin oranı üzerinde etkili olmaktadır. Bu durumda bağlanacak gelir, sigortalının gelire esas kazancının % 50’si oranında olacaktır. Belirtelim ki, gelire hak kazanma bakımından eşin erkek ya da kadın olmasının bir önemi de bulunmamaktadır62, 63.

62 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 74. 63 Kadın ve erkek eşe aynı koşullarla gelir ya da aylık bağlanmasının eleştirisi için bkz. Şakar, 222.

Page 84: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

5510 sayılı Kanun’da da, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen ya da gelir almakta iken ölen sigortalının çocuklarına, çocuğun kız, erkek ya da malul olmasına göre farklı koşullarla gelir bağlanması öngörülmüştür. Buna göre, bu Kanun kapsamında çalışmayan veya kendi çalışmaları nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayan çocukların; Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitiren malûl durumundaki çocukların; 18 yaşını, orta öğrenim yapması halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurduktan sonra evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kız çocukların her birine % 25’i oranında gelir bağlanır (m.34/I, b).

Belirtelim ki, hüküm, 506 sayılı Kanun’daki düzenlemeye

benzemekle birlikte, temelde oldukça önemli farklılıkları da barındırmak-tadır. Madde, kural olarak tüm çocuklar için, çalışmaması ve gelir almaması koşuluyla, ölüm geliri bağlanmasını öngörmektedir. Bu husus, kız, erkek ve malul çocuklar için bir ön koşul olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla, çalışan veya kendi çalışmasından dolayı bir gelir ya da aylığa hak kazanan çocuğa, ölüm geliri bağlanması mümkün değildir.

Çalışmayan ve kendi çalışmasından dolayı gelir ya da aylık

almayan çocuklara ise, kural olarak 18 yaşına kadar ölüm geliri bağlanır. Çocuklar, 18 yaşını doldurduktan sonra ise, lise ya da dengi öğrenim görmeleri halinde 20, yüksek öğrenimde ise en fazla 25 yaşına kadar ölüm geliri alma hakkına sahiptirler. Kanuna göre, bu bakımdan, çocukların kız, erkek ya da malul olup olmamalarının bir önemi bulunmamaktadır64. Gerçekten, maddede, yaş koşuluna ilişkin kısımda çocuklar arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Dolayısıyla, kız çocuklar da, evli olup olmamalarına bakılmaksızın, öğrenimlerini de sürdürmeleri koşuluyla belirlenen yaş sınırına kadar ölüm geliri alabileceklerdir. Erkek çocuklar ise, kural olarak bu yaşları tamamladıktan sonra ölüm geliri alma hakkını kaybedecektir. Ancak, Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitirdiklerinin saptanması halinde, herhangi bir yaş ile sınırlı olmaksızın ölüm geliri alabilirler. Buna karşılık kız çocukları, bu yaşları tamamlasalar da, evli olmamaları halinde gelir almaya devam ederler.

Belirtelim ki, malul çocuklara tanınan, yaş ve medeni duruma

bağlı olmaksızın gelir alma hakkı, sadece erkek çocuklara ilişkin olmayıp,

64 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 75.

Page 85: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bundan aynı durumdaki kız çocukları da yararlanabilirler65. Dolayısıyla, çalışma gücünü en az % 60 oranında kaybeden kız çocukları, evli olsalar da, kendi çalışmalarından dolayı gelir ya da aylık almıyorlarsa, anne ya da babalarından dolayı ölüm geliri alabilirler.

Öte yandan, kız çocuklarına 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi, yine

evli olmamaları veya çalışmamaları ya da sosyal güvenlik kuruluşlarından kendi çalışmalarından dolayı gelir ya da aylık almamaları halinde gelir bağlanması esası muhafaza edilmiştir. Böylece, kız ve erkek çocuklar arasında ayırım yapılmıştır. Bu konuda, kız çocukları ile erkek çocukların çalışma ve sosyal sigorta ilişkisi kurma olanakları her ne kadar aynı değilse de, bir sosyal sigorta kanununda ayırım yapılmaması gerekir kanaatindeyiz. Ancak, kız çocuklarının ayrıca korunması gerektiği de açıktır. Fakat bizce bu kamu kaynaklarından yapılan yardımlarla karşılanmalıdır. Bunun için de, Primsiz Ödemeler ve Sosyal Yardımlar Kanunu Tasarısına konulacak bir hükümle, sigortalı anne ya da babasının ölümü ile muhtaç duruma düşecek, evli olmayan kız çocuklarına, insan onuruna yaraşır miktarda bir sosyal yardım yapılması öngörülmelidir66.

Kanunda, anne ve/veya babaya gelir bağlanması, kural olarak

506 sayılı Kanun’daki esaslarla uyumlu bir şekilde düzenlenmiş, ancak bu konuda da önemli bir farka yer verilmiştir. Buna göre, anne ve babaya, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi, yine hak sahibi eş ve çocuklardan artan hisse bulunması ve anne ve babanın çalışmaması, kendilerine gelir veya aylık bağlanmamış olması halinde gelir bağlanır. Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun da, eş ve çocuklara gelir bağlandıktan sonra geriye bir miktar kalmıyorsa, anne ve babanın aylık almasını kural olarak kabul etmemektedir. Ancak, Kanunda, bu hükme bir istisna getirilmiş ve çalışmayan ya da gelir veya aylık almayan anne ve babanın 65 yaşın üstünde olması halinde, kendilerine artan hisseye bakılmaksızın ölüm geliri bağlanacağı esasına yer verilmiştir (m.34/I, d).

Bu hüküm, anne ve baba bakımından önemli ve kural olarak

isabetlidir67. Ancak, 2022 sayılı 65 Yaşını Geçmiş Ve Kimsesiz Muhtaç Durumdaki Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun göz önünde tutulduğunda, muhtaç olması halinde zaten Devletçe bağlanacak bir aylığa hak kazanabilecek durumdaki kişilerin, ölüm gelirine ortak edilmesinin isabetli olup olmadığı da ayrıca değerlendirilmelidir. Ayrıca,

65 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 75. 66 Bu konuda bkz. Caniklioğlu, Sosyal Hukukta Ayrımcılık 678 vd; aynı yazar, Sosyal Sigorta Hak ve

Yükümlülükleri, 180-181; aynı yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 75. 67 Bu konudaki mevcut düzenlemenin eleştirisi için bkz. Caniklioğlu, Geride Kalanların Korunması, 222.

Page 86: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bu vesileyle belirtelim ki, bu konuda da, çıkarılması düşünülen Primsiz Ödemeler ve Sosyal Yardımlar Kanunu çerçevesinde verilecek yardım miktarının, insan onuruna uygun olması hususuna özen gösterilmelidir. Zira, hala verilen miktarın bu niteliğe sahip olduğunu söylemek mümkün değildir.

b) Evlenme Ödeneği

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre, evlenmeleri nedeniyle 34 üncü maddeye göre bağlanan gelir veya aylıkları kesilmesi gereken eş veya çocukların, evlenmeleri ve talepte bulunmaları halinde almakta oldukları aylık veya gelirlerinin bir yıllık tutarı bir defaya mahsus olmak üzere evlenme ödeneği68 olarak peşin ödenir. Evlenme ödeneği alan hak sahibinin, aylığının kesildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde boşanması halinde, bir yıllık sürenin sonuna kadar gelir veya aylık bağlanmaz (m.37/I).

Görüldüğü gibi, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi 5510 sayılı

Kanun’da da, evlenme ödeneğine yer verilmiştir. Fakat, 506 sayılı Kanun’dan farklı olarak evlenme ödeneği sadece kız çocuğuna değil69, eşe de tanınmıştır. Maddede eşten söz edildiğine göre, eşin kadın ya da erkek olması önem taşımayacak, erkek eşin de evlenmesi halinde bir yıllık aylığı tutarında bir meblağ kendisine evlenme ödeneği olarak ödenecektir70. Dolayısıyla, bu bakımdan evlenme ödeneğinin kapsamında bir genişleme olmuştur.

Madde Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre kapsamı genişletirken,

Emekli Sandığı Kanunu’na göre kapsamını daraltmıştır. Gerçekten, Emekli Sandığı Kanunu’na göre, emekli aylığından eş, kız çocuğu ve anne yararlanmaktadır (m.90). Böylece, Kanun evlilik nedeniyle sistemden çıkan herkese herhangi bir istisna tanımaksızın evlenme ödeneği verilmesini öngörmektedir ki, bizce en isabetli düzenleme biçimi de

68 Sosyal Sigortalar Kanununda “evlenme yardımı” olarak ifade edilen (Ek m.12) bu yardım, 5510 sayılı

Kanunda “evlenme ödeneği” olarak ifade edilmektedir. 69 Kanunun kamuoyuna sunulan ilk Tasarı metninde bu konu daha farklı düzenlenmiş ve bu hak erkek

çocuklara da tanınmıştı. Ancak, maddede evlenme nedeniyle aylık ya da gelir alma hakkı sona eren çocuklara evlenme yardımı verileceği belirtilmekteydi. Oysa, erkek çocukların gelir ya da aylık alma hakları, evlenmelerine bağlı kılınmamıştı. Dolayısıyla, hüküm kendi içinde tutarsızlık taşımaktaydı. Bu nedenle, hüküm tarafımızdan eleştirilmi ş ve bu yanlışlığın düzeltilmesi gerektiği ifade edilmişti. Nitekim, hüküm eleştirimize uygun olarak değiştirilmi ş ve bu hak sadece evlenmeleri nedeniyle gelir ya da aylık alma hakkı ortadan kalkan kız çocuklarına tanınmıştır. Bu konuya ilişkin eleştiri için, bkz. Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 30-31.

70 Alper, Türk Emeklilik Sisteminde Reform, 114; Tuncay, Türk Emeklilik Sisteminde Reform, 8; Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 30; aynı yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 76-77.

Page 87: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

budur. Öte yandan, Bağ-Kur kapsamında bulunan hiçbir sigortalı için evlenme ödeneği bulunmamaktadır. Bu düzenleme Bağ-Kur’lular bakımından söz konusu olan bir başka haksızlığı ortadan kaldıracak olup, isabetli olduğu kuşkusuzdur.

Ayrıca belirtelim ki, Kanun, evlenme ödeneği alabilecek kişilerin kapsamını genişletirken, miktarını azaltmıştır. Gerçekten, 506 sayılı Kanun’a göre, sigortalının ölümünden dolayı aylık ve gelir almakta olan hak sahibi kız çocuklarına evlenmeleri halinde bir defaya mahsus olmak üzere aylık veya gelirlerinin iki yıllık tutarı evlenme yardımı olarak verilir (Ek m. 12/I). Kanunda, kız çocuğunun gelir ya da aylığının iki yıllık tutarının evlenme yardımı olarak verilmesi öngörülmüşken, bu tutar Kanunda bir yıllık miktara indirilmiştir.

c) Cenaze Ödeneği 5510 sayılı Kanun, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu veya

sürekli iş göremezlik geliri almakta iken ölen sigortalının hak sahiplerine, asgarî ücretin üç katı tutarında cenaze ödeneği verilmesini öngörmektedir. Cenaze ödeneği sırasıyla sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, o da yoksa kardeşlerine yapılır (m.37/III).

Kanunla, ödeneğin miktarı asgari ücrete endekslenmiş ve daha gerçekçi düzenlenmiştir71. Gerçekten, cenaze ödeneği halen 5000 göstergenin memur maaş katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak meblağ üzerinden verilmektedir. Katsayı, 1.1.2007-30.6.2007 tarihleri için 0,04605 olduğuna göre, 2007 yılı için ödenmesi gereken cenaze yardımı 230,25 YTL olmaktadır. Oysa, Kanundaki hüküm dikkate alındığında, bugün için, yürürlükteki asgari ücret olan 562,50 YTL’nin üç katı, yani 1.687,50 YTL. geride kalan hak sahiplerine cenaze ödeneği olarak verilecektir. Bu düzenlemenin isabetli olduğunda ise kuşku yoktur. Zira, mevcut düzenleme gereğince ödenen meblağın yeterli olduğundan söz etmek mümkün değildir.

6. Đş Kazası Meslek Hastalığından Dolayı Kurumun Đşverene

Rücuu

Kanunun 21. maddesinde, iş kazası “işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliğine aykırı hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun

71 Caniklioğlu, Sosyal Sigorta Hak ve Yükümlülükleri, 31; aynı yazar, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 77.

Page 88: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir. Sigortalı ve işveren sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır” hükmü yer almaktadır (f.I).

Görüldüğü gibi, 5510 sayılı Kanun da, iş kazası ve meslek

hastalığı nedeniyle Kurumun yaptığı harcamaların işverenden istenebilmesi için, iş kazası ya da meslek hastalığının, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliğine aykırı hareketi sonucu meydana gelmesini aramaktadır. Kurumun iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle sigortalıya yaptığı yardımların bedelini işverenden talep etmesi, işverenleri daha fazla önlem almaya yönelttiği gibi, Kurumun yersiz olarak masraf yapmasını da engeller. Bu nedenle, bizce bu düzenleme, kural olarak gerekli ve yararlıdır. Ancak, işverene rücu etmeye olanak sağlayan nedenlerin çok geniş şekilde belirlenmemesi, işverenin ihmalinin belirli bir ağırlığa ulaşmış olduğu hallerde rücuun öngörülmesi daha isabetli olurdu kanaatindeyiz72.

Đş kazası, meslek hastalığı ve hastalık; kamu görevlileri, er ve

erbaşlar ile kamu idareleri tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan gelirler için kurumuna veya ilgililere rücû edilmez (m.21/V). Ayrıca, aynı fıkraya göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücû edilmez.

Konuya ilişkin asıl değişiklik ise, işverene rücu edilebilecek

tutarın belirlenmesi bakımından yapılmıştır. Bilindiği gibi, 506 sayılı Kanunda, iş kazası ve meslek hastalığının, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu meydana gelmesi halinde, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22 nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamının işverenden talep edilebileceği belirtilmiştir (m.26/II). Maddede, bağlanan gelirde ilerde meydana gelen

72 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 78.

Page 89: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

artışların da Kurumca istenebileceğine ilişkin olarak herhangi bir hüküm bulunmamasına rağmen, Yargıtay maddeyi geniş yorumlamış ve sigortalıya ya da geride kalan hak sahiplerine gelir bağlanması halinde bu gelirde ilerde meydana gelen artışların da işverenden istenebileceği yönünde kararlar vermiştir73.

5510 sayılı Kanun’da isabetli bir şekilde bu konu açıklığa

kavuşturulmuş ve bağlanan gelirin sadece ilk peşin sermaye değeri için işverene rücu edilebileceği hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca, bağlanan gelir dışındaki diğer ödemeler bakımından, daha sonra meydana gelen artışların da istenebileceği hükmüne yer verilmek suretiyle bu konudaki tartışmalar ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla, artık sırf örneğin enflasyon nedeniyle gelirin artırılması halinde, gelirdeki bu artışın işverenden istenebilmesi mümkün değildir74. Buna karşılık, sigortalıya gelir bağlanmasına neden olan iş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle, sigortalı için tekrar geçici işgöremezlik ödeneği verilmesi gerekmişse, bu harcama işverenden istenebilecektir75.

7. Üçüncü Kişilere Rücu 5510 sayılı Kanuna göre, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık,

üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir (m.21/III). Bu hüküm de, bazı yenilikler taşımaktadır. 506 sayılı Kanunda, bu konuda “Borçlar Kanunu hükümlerine göre” üçüncü kişilere rücu edileceğinin belirtilmesine (m.26/II) rağmen, 5510 sayılı Kanun bu miktarı ilk peşin sermaye tutarının yarısı ile sınırlamıştır.

73 Bu konuda genel olarak bkz. Güzel, Ali: Sosyal Sigortalar Kurumunun Đşverene Rücuu ve Uygulamada

Ortaya Çıkan Sorunlar, Destekten Yoksunluk ve Cismani Zararlarda Sorumluluk ve Tazminat, Đstanbul 1996, 279-309; Tuncay, Can: Đş Kazası ve Meslek Hastalığı Nedeniyle Kurumun Sigortalıya Yaptığı Giderler Đçin Đşverene ve Üçüncü Kişiye Rücu Davalarında Bazı Sistemler ve Yüksek Yargı Organları Kararlarında Beliren Esaslara Genel Bir Bakış, Destekten Yoksunluk ve Cismani Zararlarda Sorumluluk ve Tazminat, Đstanbul 1996, 310-328; Başbuğ, Aydın: Sosyal Sigortalar Kurumunun Đşverene ve Üçüncü Kişiye Rücu, Ankara 1992; aynı yazar, Sosyal Sigortalar Kurumunun Rücu Hakkı ve Buna Bağlı Bazı Temel Sorunlar, A. Can Tuncay’a Armağan, Đstanbul 2005, 815-858; aynı yazar, SSK 26 Sigortalıya Bağlanan Gelirdeki Artışlar Đçin Açılan Rücu Davası- Zamanaşımı Süresinin Hesabı, karar incelemesi, ĐHD, C.III, S.2, Nisan-Haziran 1993, 273-282.

74 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 79. 75 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 79.

Page 90: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

III. HASTALIK SĐGORTASINA ĐLĐŞKĐN HÜKÜMLER 1. Genel Olarak Daha önce de ifade edildiği gibi, 5510 sayılı Kanun’un sosyal

güvenlik sistemindeki en önemli yeniliklerinden biri, tüm çalışanların tek bir sosyal güvenlik kanununda toplanması ise, diğeri de herhalde sağlık hizmetleri ile sigortacılık tekniğine dayalı olarak yapılan yardımların birbirinden ayrılmasıdır. Nitekim, bu genel yaklaşıma uygun olarak hastalık sigortasına ilişkin düzenlemeler de iki ayrı bölümde yer almaktadır. Hastalık halinde sigortalılara yapılması gereken parasal yardımlar, “Sosyal Sigorta Hükümleri” başlığı taşıyan Đkinci Kısmın “Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri” başlıklı Üçüncü Bölümünde, buna karşılık, hastalık halinde yapılacak sağlık hizmeti sunumu ile diğer hizmetler, “Genel Sağlık Sigortası Hükümleri” başlığını taşıyan Üçüncü Kısımda düzenlenmiştir. Biz, bu tebliğ kapsamında sadece kısa vadeli sigorta hükümleri çerçevesinde, hastalık haline ilişkin olarak yapılan yardımlar üzerinde duracağız.

5510 sayılı Kanunda, hastalık hali, sigortalının, iş kazası ve

meslek hastalığı dışında kalan ve iş göremezliğine neden olan rahatsızlıkları olarak tanımlanmıştır (m.15/I). Hastalık hali, her ne kadar iş kazası ve meslek hastalığı dışındaki rahatsızlıklar olarak tanımlanmışsa da, hastalık halinin dışında tutulan rahatsızlıklara, gebeliğin başlangıcından, doğumun sekiz hafta sonrasında kadar devam eden süreçteki gebelik ve analık hali ile ilgili olarak ortaya çıkan rahatsızlıkları da dahil etmek gerekir. Çünkü, bu durumda hastalık haline değil, analık haline ilişkin hükümlerin uygulanması gerekir. Bazı durumlarda, bu ayırım oldukça önemli olabilmektedir.

2. Geçici Đşgöremezlik Ödeneği Verilmesi Hastalık, işgöremezlik doğurması halinde, gelirin kesilmesine

neden olduğu gibi, tedavi ihtiyacı ortaya çıkardığı için ayrıca gider artışına da neden olmakta ve tüm hukuk sistemlerinde kapsama alınan sosyal tehlikeler arasında kabul edilmektedir76. Nitekim Sosyal Sigortalar Kanunu’nda da, sigortalının hastalanması halinde kesilen gelirinin yerine geçici işgöremezlik ödeneği verilmesi kabul edilmiştir. Ancak bunun için sigortalının belirli bir süre prim ödemiş olması gerekmektedir. Bu düzenlemeye göre, sigortalı, geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanmak

76 Tunçomağ, 301-302; Tuncay,/Ekmekçi, 296; Güzel,/Okur, 289.

Page 91: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

için hastalığın anlaşıldığı tarihten önceki bir yıl içinde en az 120 gün hastalık sigortası primi ödemiş olmalıdır (m.37/I)77.

5510 sayılı Kanuna göre ise, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının

(a) ve (c) bentleri ile 5 inci madde kapsamındaki sigortalıların hastalık sebebiyle iş göremezliğe uğraması halinde, iş göremezliğin başladığı tarihten önceki bir yıl içinde en az doksan gün kısa vadeli sigorta primi78 bildirilmiş olması gerekli ve yeterlidir (m.18/I,b). Bu koşulu yerine getiren sigortalılara, işgöremezliğin üçüncü gününden başlamak üzere her gün için günlük kazançlarının 2/3’ü tutarında geçici iş göremezlik ödeneği verilir. Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı olanlara hastalıkları halinde geçici iş göremezlik ödeneği, genel sağlık sigortası dahil prim ve her türlü borçlarının ödenmiş olması şartıyla79 yatarak tedavi süresince veya yatarak tedavi sonrası bu tedavinin gereği olarak istirahat raporu aldıkları sürede ödenir (m.18/II).

Görüldüğü gibi, geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanma

bakımından 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamındaki sigortalıların lehine bir düzenleme yapılmış ve 120 gün olan prim ödeme koşulu 90 güne indirilmiştir. Ayrıca, maddede dikkat çeken bir diğer husus da, 90 gün prim ödenmiş olması değil, bildirilmiş olmasının yeterli görülmesidir. Gerçekten, hüküm incelendiğinde “kısa vadeli sigorta primi bildirilmiş olması şartıyla” geçici işgöremezlik ödeneğinin verilmesi gerektiği görülmektedir.

Madde, 506 sayılı Kanun’a tabi olanlar için daha lehe

düzenlemeler getirirken, devlet memurları ve kamu görevlileri için aleyhe hükümler içermektedir. Zira, devlet memurları ile kamu görevlilerinin hastalıkları halinde, kendilerine herhangi bir kesenek ödenmesi gerekmeksizin ve aylıklarına dokunulmaksızın izin verilmektedir (DMK

77 Bağ-Kur Kanununda ise, ilk defa sigortalı olanların sekiz ay, yeniden sigortalı olanların ise dört ay prim

ödemesi gerekmektedir (Ek m. 12). 78 5510 sayılı Kanuna göre, kısa vadeli sigorta kolları prim oranı, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı

bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre % 1 ilâ % 6,5 oranları arasında olmak üzere, 83 üncü maddeye göre Kurumca belirlenir. Bu primin tamamını işveren öder (m.81/1,c).

79 Bu fıkranın Anayasaya aykırılığı iddiasıyla iptali istemiyle dava açılmış, ancak Anayasa Mahkemesi, “4. maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalılarda, işçi ve işveren sıfatı birleştiğinden, diğer sigortalılardan farklı olarak primler kendilerince ödenecektir. Bir işverene bağlı olarak çalışanların primlerinin Kuruma ödenmesi ise işverenin sorumluluğundadır. Dava konusu bölümle prim ve her türlü borçların ödenmiş olması koşulunun getirilmesi 4. maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalıların farklı konumlarından kaynaklanmaktadır. Yasa koyucu primlerin tahsilindeki güçlükleri de gözeterek, bunların iradi olarak ödenip ödenmemesine göre toplanmalarında farklı yöntemler öngörebilir” gerekçesiyle bu istemi reddetmiştir, AYM, 15.12.2006, E. 2006/111, K. 2006/112, RG, 30.12.2006, 26392 (5. Mük). Kurumun prim tahsili konusundaki yükümlülüğünü tamamen göz ardı eden bu anlayışın isabetli olmadığı kanaatindeyiz.

Page 92: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

m.105). Dolayısıyla, memur ve kamu görevlileri, artık aylıklarının tümünü değil, Kanun gereğince hesaplanacak günlük kazançlarının üçte ikisini alabileceklerdir. Ancak bu konuda, iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle geçici işgöremezlik ödeneği verilmesine ilişkin bölümde belirttiğimiz gibi, Kanunun geçici 3. maddesi gereğince, memur ve kamu görevlilerinin, bu Kanuna göre istirahatli bulunup, geçici iş göremezlik ödeneği alamadıkları sürelere ait ücretlerinin ve çalışırken aldıkları aylıkları ile geçici iş göremezlik ödenekleri arasındaki farkların, ilgili mevzuatta değişiklik yapılıncaya kadar çalıştıkları kurumlarınca ödenmeye devam edilecektir (Geç.m.3/IV). Ancak Anayasa Mahkemesinin memur ve kamu görevlilerinin işçi ve bağımsız çalışanlarla aynı şekilde düzenlenemeyeceğine ilişkin kararı karşısında bu konuda da değişiklik yapılması gerekecektir80.

5510 sayılı Kanun’la, halen geçici işgöremezlik ödeneği alma hakkı

olmayan81 bağımsız çalışanlar için ise yeni bir hak getirilmiş olmaktadır. Ancak, bağımsız çalışan sigortalıların, işgöremezliğin başladığı tarihten önceki bir yıl içinde doksan gün prim ödemesi yetmemekte, ayrıca Kuruma herhangi bir borcunun olmaması ve yatarak tedavi ya da yatarak tedavinin bir gereği olarak istirahatli olmaları da gerekmektedir. Bu düzenlemenin ise, eşitliğe aykırı olduğu açıktır82. Bu düzenleme, herhalde bir yandan Bağ-Kur sigortalılarının prim ödeme konusunda yükümlülüklerine çok fazla riayet etmemeleri nedeniyle onları bu konuda zorlama amacı taşımakta; diğer yandan da, iş sözleşmesine göre çalışanlarla, memur ve kamu görevlileri bakımından prim ödeme yükümlüsünün işveren olması, buna karşılık, Bağ-Kur kapsamındaki sigortalıların kendilerinin prim ödeme yükümlüsü olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekten, böylece, yükümlülüğünü yerine getirmeyen sigortalının buna aykırılığın sonucuna katlanması gerektiği düşünülmektedir. Fakat, kanaatimizce bu konuda da ideal olan, böyle bir ayırım yapmadan Kurumun denetim ve prim tahsili yükümlülüğünü yerine getirmek için gerekli çabayı göstermesi ve herkesin aynı koşullarla sosyal sigorta yardımı almasıdır83. Fakat Anayasa Mahkemesi, anılan hükmün Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali istemini, “prim ve her türlü borçların ödenmiş olması koşulunun getirilmesi 4. maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalıların farklı konumlarından

80 AYM, 15.12.2006, E. 2006/111, K. 2006/112, RG, 30.12.2006, 26392 (5. Mük). 81 Bkz. yukarıda, II, 4, a. 82 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 82. 83 Caniklioğlu, Sosyal Hukukta Ayrımcılık, 660; Öğretide Tuncay da, bağımsız çalışanlar bakımından böyle

bir ayırım yapılmasını eşitlik ilkesine aykırı bulmaktadır, Tuncay, Türk Emeklilik Sisteminde Reform, 9; Alper de, bu hükmün uygulamada sıkıntı yaratacağını ifade etmektedir, Alper, Türk Emeklilik Sisteminde Reform, 114-115.

Page 93: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kaynaklanmaktadır. Yasa koyucu primlerin tahsilindeki güçlükleri de gözeterek, bunların iradi olarak ödenip ödenmemesine göre toplanmalarında farklı yöntemler öngörebilir. Bu yöntemlerin belirlenmesi Anayasa’nın 60. maddesinde Devlete verilen yükümlülüğün de gereğidir” gerekçesiyle reddetmiştir84. Yukarıda belirttiğimiz nedenle karar bizce isabetli değildir.

IV. ANALIK SĐGORTASINA ĐLĐŞKĐN HÜKÜMLER 1. Genel Olarak 5510 sayılı Kanun’a göre analık hali, sigortalı kadının veya

sigortalı erkeğin sigortalı olmayan eşinin gebeliğinin başladığı tarihten itibaren doğumdan sonraki ilk sekiz haftalık, çoğul gebelik halinde ise ilk on haftalık süreye kadar olan gebelik ve analık haliyle ilgili rahatsızlık ve arıza halleridir (m.15/II). Dolayısıyla maddede tanımlanan biçimiyle bir analık hali söz konusu olduğunda Kurum Kanunda sayılan yardımları yerine getirmekle yükümlüdür.

Kanunda sayılan analık sigortası yardımları, sigortalıya geçici

işgöremezlik ödeneği ve emzirme ödeneği verilmesidir. Buna karşılık, 506 sayılı Kanun’da yer alan maktu gebelik ve doğum yardımına 5510 sayılı Kanun’da yer verilmemiştir. Bizce bu yaklaşım isabetlidir. Zira artık ülkemiz koşullarında her yerde analık nedeniyle gebelik ve doğum sağlık hizmeti verilebilmektedir. Dolayısıyla sağlık hizmeti sunumunun verilemediği bir yerden söz etmek günümüzde oldukça zordur. Ayrıca halen verilen maktu gebelik ve doğum yardımları, sigortalıların yapmış oldukları sağlık harcamalarının karşılığı olmaktan da oldukça uzaktır85. Anılan yardımlar son olarak 2003 yılında artırılmıştır. Fakat bu miktarların yeterli olduğundan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle, amacı gebelik ve doğum sağlık hizmetinin sigortalıya doğrudan sağlanması olan genel sağlık sigortası sistemine uygun maktu gebelik ve doğum yardımlarının kaldırılması doğru olmuştur.

2. Geçici Đşgöremezlik Ödeneği 5510 sayılı Kanun’a göre, sigortalı kadının analığı halinde,

doğumdan önceki bir yıl içinde en az doksan gün kısa vadeli sigorta primi

84 Dipnot 7’de sözü geçen karar. 85 Bu konuda bkz. Kurt, 535.

Page 94: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ödenmiş olması şartıyla, doğumdan önceki ve sonraki sekizer haftalık sürede, çoğul gebelik halinde ise, doğumdan önceki sekiz haftalık süreye iki haftalık süre ilave edilerek çalışmadığı her gün için, sigortalı kadının isteği ve doktorun onayı ile doğuma üç hafta kalıncaya kadar çalışılması halinde, doğum sonrası istirahat süresine eklenen süreler için, geçici iş göremezlik ödeneği verilir (m.18/I, c, d).

Analık nedeniyle geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanmak için

doğumdan önceki bir yıl içinde 90 gün prim ödemek yeterlidir. Oysa bu hüküm 506 sayılı Kanun’da 120 gün olarak öngörülmüştür. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kanununun 49. maddesine göre, kendisi için doğumdan önceki bir yıl içinde en az 120 gün analık sigortası primi ödenmiş bulunan sigortalı kadının analığı halinde geçici işgöremezlik ödeneği verilir. Dolayısıyla, bu anlamda sigortalıların geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanmaları kolaylaştırılmıştır.

Bu konudaki asıl önemli yenilik yine Bağ-Kur sigortalıları

bakımından gerçekleşmiştir. Bilindiği ve daha önce de ifade edildiği gibi, Bağ-Kur Kanunu’nda, diğer kısa vadeli sigorta kollarında olduğu gibi, analık sigortasından da sigortalılara geçici işgöremezlik ödeneği verilmemektedir. Yani Sosyal Sigortalar Kanunu ve Emekli Sandığı Kanunu’na tabi sigortalılar, analık halinde kesilen gelirlerinin yerine belirli bir ödenek alabilirken, Bağ-Kur’lu kadın sigortalılar geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanamamaktadırlar86. Kanunla, kapsamın-da bulunan tüm sigortalılara aynı koşullarla geçici işgöremezlik ödeneği verileceği için, bağımsız çalışanlar da artık geçici işgöremezlik ödeneğinden yararlanma olanağına kavuşmuş olmaktadırlar.

Öte yandan, bağımsız çalışan kadın sigortalının geçici işgöre-

mezlik ödeneğine hak kazanması için bu sürede çalışmaması gerektiğinde kuşku yoktur. Ancak, bu konuda hemen akla gelebilecek bir soru, bağımsız çalışan sigortalılar için hastalık sigortasına ilişkin olarak öngörülmüş olan, hastalıkları halinde geçici iş göremezlik ödeneğinin, genel sağlık sigortası dahil prim ve her türlü borçlarının ödenmiş olması şartıyla, yatarak tedavileri süresince veya bu tedavinin gereği olarak istirahat raporu aldıkları sürede ödeneceği hükmünün, analık sigortasından verilecek geçici işgöremezlik ödeneğinde de geçerli olup olmayacağıdır. Bizce, hastalık sigortasından ödenmesi gereken geçici işgöremezlik ödeneğine ilişkin olarak özel bir hüküm öngörülmesine rağmen, analık sigortasından verilmesi gereken ödenek bakımından herhangi bir sınırlama bulunmaması göz önünde tutulduğunda, analık

86 Bu konunun eleştirisi için bkz. Caniklioğlu, Sosyal Hukukta Ayırımcılık, 661.

Page 95: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sigortasından geçici işgöremezlik ödeneğinin verilmesinin, sigortalının herhangi bir prim borcu bulunmaması koşuluna bağlı olmadığı ortaya çıkmaktadır87.

Belirtelim ki, bu düzenleme de, memur ve kamu personelinin

sosyal hakları bakımından hak kaybına neden olmaktadır. Zira, 657 sayılı Kanun’a göre, memur veya kamu personeli kadın sigortalı, analığı halinde herhangi bir prim ödeme koşulu söz konusu olmaksızın aylık almaya hak kazanmaktadır. Buna karşılık, 5510 sayılı Kanun bu durumu değiştirmektedir. 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle memur ve kamu personeli kadın sigortalılar da diğer sigortalılarla aynı koşullarla hak ve yükümlülüklere tabi olacağından, bu durumdaki sigortalılar, artık analık sigortası geçici işgöremezlik ödeneğine ancak doğumdan önceki bir yıl içinde en az 90 gün prim ödemek koşuluyla hak kazanabileceklerdir88.

Ayrıca, Kanun, geçici işgöremezlik ödeneğinin oranı konusunda

birlik sağlamış ve tüm kısa vadeli sigorta kolları için tek bir oran belirlemiştir. Buna göre, geçici işgöremezlik ödeneğinin oranı sigortalının günlük kazancının 2/3’üdür. Bu düzenleme mevcut haklar bakımından değerlendirildiğinde, 506 sayılı Kanun’a tabi sigortalılar bakımından herhangi bir değişiklik getirmemektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Bağ-Kur sigortalılarına zaten bir ödenek verilmemektedir. Dolayısıyla, bu konuda herhangi bir değişiklikten söz etmek mümkün değildir. Buna karşılık, bu düzenleme kamu personeli bakımından bir başka hak kaybına neden olmaktadır. Zira, yine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre, kadın sigortalılar, analıkları halinde herhangi bir kesinti olmaksızın aylıklarının tümünü alabilmektedirler (m.104/I). Fakat, yapılan bu düzenlemeyle, bundan sonra aylıklarının 2/3’ü oranında ödeneğe hak kazanabileceklerdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu hak kaybı Kanunun geçici 3. maddesinin dördüncü fıkrası ile giderilmiştir89.

3. Emzirme Ödeneği 5510 sayılı Kanun’da, analık sigortasına ilişkin olarak yer verilen

bir diğer parasal yardım, emzirme ödeneğidir. Kanuna göre, sigortalı kadına veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması nedeniyle

87 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 84. 88 Bu konuya ilişkin olarak Anayasaya aykırılık iddiası ile dava açılmamışsa da, Anayasa Mahkemesinin

memur ve diğer kamu görevlilerinin sosyal güvenlik haklarının ayrıca düzenlenmesine ilişkin yukarıda anılan kararı karşısında bu konuda da farklı bir düzenleme yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

89 Bkz. yukarıda II, 4, a.

Page 96: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sigortalı erkeğe, çocuğun ölü doğmaması ve yaşamaya devam etmesi şartıyla doğumdan sonraki altı ay süresince her ay, doğum tarihinde geçerli asgarî ücretin onda biri tutarında emzirme ödeneği verilir (m.16/III)90. Bu hüküm de, Bağ-Kur Kanunu’na tabi sigortalılar bakımından bir yenilik olup, önemli bir haktır. Artık, bağımsız çalışan sigortalılar da, bir iş sözleşmesine göre çalışan sigortalılar gibi emzirme ödeneğine hak kazanacaklardır.

506 sayılı Kanun’da da bulunan emzirme ödeneği için sigortalının

doğumdan önceki bir yıl içinde 90 gün prim ödenmesi gerekmektedir (m. 48/I, A). 5510 sayılı Kanun’da bu konuda herhangi bir koşul öngörülmemiştir. Dolayısıyla, sigortalı kadın, sigortalılık ilişkisinin kurulmasından çok kısa bir süre sonra, yani 90 gün prim ödeme koşulunu gerçekleştiremeden doğum yapması durumunda, geçici işgöremezlik ödeneğine hak kazanamayacak, ancak emzirme ödeneğine hak kazanabilecektir91. Bu hükmün sigortalı bakımından lehe bir düzenleme olduğu açıktır.

Öte yandan bu yardımın asgari ücrete endekslenmesi de isabetli

olmuştur. Böylece, emzirme yardımının zaman içinde enflasyon karşısında yetersiz miktarlara dönüşmesi engellenmiştir. Maddedeki ifade dikkate alındığında emzirme yardımının, doğum tarihinde geçerli olan asgari ücrete endekslendiği görülmektedir. Dolayısıyla, emzirme yardımı yapılacak dönemde asgari ücret değişmiş olsa da, sigortalıya ödenecek emzirme yardımının miktarı değişmeyecektir. Ayrıca, mevcut düzenleme-den farklı olarak, emzirme yardımının her ay ödeneceği konusu Kanunda açıklığa kavuşturulmuştur. Miktar olarak Kanunun ilk biçiminde ödenecek emzirme ödeneği halen verilen ödeneğe göre önemli bir artış öngörülmesine rağmen, daha hiç ödeme yapılmadan bu miktar oldukça azaltılmıştır. Analığın korunması ve çocuğun gelişimi bakımından önemli olan bu konuda yapılan değişiklik bizce isabetli olmamıştır.

Bu konuda dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise, analık

halinde sadece sigortalı kadın ile sigortalı erkeğin sigortalı olmayan eşine emzirme ödeneği verilmesidir. Oysa, bu konuda 4958 sayılı Kanunla 2003 yılında 43. maddeye bir fıkra eklenmiş ve Kurumdan kendi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almakta olan kadın veya erkeğin sigortalı olmayan eşinin analığı halinde, diğer yardımların yanında 90 Bu yardımın miktarı 5510 sayılı Kanunun ilk şeklinde yürürlükteki asgari ücretin üçte biri olarak

öngörülmüştü. Ancak daha Kanun yürürlüğe girmeden 5565 sayılı 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile (RG, 29.12.2006, 26391) 16. maddede değişiklik yapılmış ve yardımın miktarı asgari ücretin onda biri olarak belirlenmiştir.

91 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 85.

Page 97: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

emzirme yardımı parası verilmesi de öngörülmüştü. Oysa, 5510 sayılı Kanun’da sosyal güvenlik destek primi ödeyenlerin sadece iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından yararlanacakları belirtilmiştir. Bu durumda sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışanlar bir yandan oldukça yüksek oranda prim öderken diğer yandan daha az yardımdan yararlanacaklardır. Bunun isabetli olduğundan söz etmek ise mümkün değildir.

V. KISA VADELĐ SĐGORTA KOLLARINDAN ÖDENEN

GEÇĐCĐ ĐŞGÖREMEZLĐK ÖDENEĞĐNE ĐLĐŞKĐN ORTAK HÜKÜMLER

1. Geçici Đşgöremezlik Ödeneğinin Hesabı Geçici işgöremezlik ödeneği, sigortalının günlük kazancı üzerinden

hesaplanmakta, günlük kazanç da, prime esas kazançlar dikkate alınarak belirlenmektedir. 5510 sayılı Kanun’a göre, prime esas kazanç, ücretler ve prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan o ay için yapılan ödemelerin brüt toplamı esas alınarak hesaplanır (m.80/I, a). Yine Kanuna göre, ölüm, doğum ve evlenme yardımları, görev yollukları, kıdem tazminatı, iş sonu tazminatı veya kıdem tazminatı mahiyetindeki toplu ödeme, keşif ücreti, ihbar ve kasa tazminatları, emekli ikramiyesi ile Bakanlıkça tutarları yıllar itibarıyla belirlenecek yemek, çocuk ve aile zamları, özel sağlık sigortalarına ödenen ve asgari ücretin % 30’unu geçmeyen özel sağlık sigortası prim tutarları, görevin yerine getirilmesi için zorunlu olarak yapılan ayni yardımlar ile Bakanlıkça belirlenecek diğer ayni yardımların asgari ücretin %30’unu geçmeyen kısmı, prime esas kazanca tabi tutulmaz (m.80/I, b).

Görüldüğü gibi, sigortalıya, ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki tüm ödemeler prime esas kazanç olarak dikkate alınmakta ve bunlar üzerinden prim kesilmektedir. Dolayısıyla, primi kesilen bu miktarların geçici işgöremezlikte de dikkate alınması gerekir. Ancak, Kanunun 17. maddesine göre, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereği sigortalı sayılanların günlük prime esas kazançlarının hesabında, ücret dışında arızi nitelikteki ödemeler dikkate alınmış ise ücret toplamının ücret alınan gün sayısına bölünmesiyle hesaplanacak günlük kazanca, % 50 oranında bir ekleme yapılarak bulunan tutardan çok olamaz (f.III).

Öncelikle belirtelim ki, bendin ifadesi oldukça kötüdür. Ancak, hükmün, halen 506 sayılı Kanun’un 88. maddesinin 4. fıkrasındaki

Page 98: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hükümle aynı içerikte olduğu kanaatindeyiz. Sosyal Sigortalar Kanunu’nun anılan hükmüne göre, günlük kazancın hesabında 77 nci maddenin (b) fıkrasında belirtilen ödemeler de nazara alınmışsa, ödenek ve gelire esas alınan günlük kazancın tutarı, 77 nci maddenin (a) fıkrasında yazılı ücret toplamının 90’a veya ücret alınan gün sayısına bölünmesiyle hesaplanacak günlük kazanca bunun % 50 si oranında bir ekleme yapılarak bulunan miktardan çok olamaz. Yani, sigortalının prime esas kazancında, prim, ikramiye veya bu nitelikteki tüm ödemeler dikkate alınıp bunun üzerinden prim kesilirken, sigortalıya ödenek verilmesi gerektiğinde, bu miktarların ancak ücretin % 50’sini aşmayacak kadar kısmı dikkate alınacaktır. Bizce, mevcut düzenlemede de yer alan ve primler ile ödenekler arasında gözetilmesi gereken nimet-külfet dengesine aykırı olan bu düzenlemenin92 hiç olmazsa 5510 sayılı Kanun’a alınmaması gerekirdi.

Öte yandan, günlük kazancın, dolayısıyla sigortalıya ödenecek

geçici işgöremezlik ödeneğinin hesaplanmasına ilişkin olarak ilgili maddeye bir bent eklenmiş ve idare ve yargı mercilerince verilen karar gereğince yapılan ücret, ikramiye, zam, tazminat ve bu mahiyetteki ödemelerden, ödenek ve gelirin hesabına esas alınan üç aylık dönemden önceki aylara ilişkin olanlar, günlük kazancın hesabında dikkate alınmazlar hükmüne yer verilmiştir (m.17/III/b). Bu hükmün de isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Her ne kadar, günlük kazancın tespitinde sigortalının en son üç aylık kazanç ortalaması dikkate alınmaktaysa da, prime esas kazanç olarak değerlendirilip son üç ay içinde üzerinden prim kesilen bir kazancın dikkate alınmaması bize isabetli gelmemektedir.

2. Geçici Đşgöremezlik Ödeneğinin Miktarı ve Sınırı Kanuna göre, kısa vadeli sigorta hükümleri gereğince sigortalıya

verilecek geçici iş göremezlik ödeneği, 17 nci maddeye göre hesaplanacak günlük kazancının üçte ikisidir. Ancak geçici iş göremezlik ödeneğinin güncellenmemiş tutarı, sigortalının ödenek hesabına esas alınan dönemdeki vergi, sosyal sigorta, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası primleri kesintileri sonrası hesaplanan net ücretini geçemez (18/III). Böylece, geçici işgöremezlik ödeneği ile ücret arasında bir bağlantı kurulmuş ve geçici işgöremezliğe azami bir sınır getirilmiştir.

Bilindiği gibi, sigortalıya ödenmesi gereken geçici işgöremezlik

ödeneği ile sigortalının ücreti aynı kavramı ifade etmemektedir. Bunun

92 Güzel/Okur, 250; Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 86.

Page 99: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gibi, prime esas kazanç da ücretle her zaman örtüşmemektedir. Ücret, Đş Kanununun 32. maddesi gereği, en genel tanımıyla, işçiye bir iş karşılığı olarak işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para olarak ödenen tutardır (f.1). Geçici işgöremezlik ödeneği ise, Sosyal Sigortalar Kanununda öngörülen belirli bazı durumlarda kesilen geliri telafi amacıyla sigortalının prime esas kazancının belirli bir oranı üzerinden yapılan ödemedir. Buna karşılık, prime esas kazanç, ücret, ikramiye, prim ve bu nitelikteki her türlü istihkak ile idare veya kaza mercilerince verilen karar gereğince ücret, prim, ikramiye gibi kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin brüt toplamıdır (506 sy. K. m. 77/I, a, b, c). Dolayısıyla, her ne kadar birbirleriyle bağlantıları var ise de, her üç kavramın içerik ve kapsamı birbirinden farklıdır. Bu durumda, özellikle prime esas kazancın sadece ücret üzerinden değil, ücret eki niteliğindeki diğer ödemelerden de kesilmesi karşısında, bu hükümdeki tartışılması gereken öncelikli sorun, net ücret ile kast edilen ücretin, işçinin temel ücreti mi, yoksa giydirilmiş ücreti mi olduğu hususudur. Eğer, net ücret ile kast edilen temel ücret ise, bu durumda, prime esas kazanç olarak sigortalı işçinin giydirilmiş ücretinin esas alınıp, buna göre prim kesilmesi, ancak adeta geri ödeme niteliğinde olan geçici işgöremezlik ödeneğinde temel ücretin esas alınması nimet-külfet dengesi açısından haklı görülemez. Bu hükmün bizce, temel ücret değil, giydirilmiş ücret üzerinden dikkate alınması gerekir ve hükme bu yönde açıklık getirilmesinde yarar bulunmaktadır.

Öte yandan, bilindiği gibi, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 25.

maddesinin 6. bendi ile, sosyal sigorta kurumları tarafından sigortalılara yapılan ödemeler gelir vergisinden istisna edilmiştir. Böylece, düşük olan yardım miktarları bu istisna sonucu desteklenmiş olmaktadır. Buna karşılık, son yıllarda, özellikle emekli aylıkları ile ilgili olmak üzere, Sosyal Sigortalar Kurumlarından yapılan bu gibi ödemelerden vergi kesilmesi gerektiği konusu gündeme getirilmeye başlanmıştır93. 5510 sayılı Kanun’a konulan bu hüküm de, adeta bu tartışmaları akla getirmektedir. Gerçekten, hüküm düzenleniş biçimi itibariyle, örtülü olarak bu ödemelerden vergi kesilmesi anlamına gelmektedir. Gerçi, teknik olarak, sigortalıya yapılan ödemeden vergi kesilip vergi dairesine yatırılması öngörülmemekte, ancak sonuç olarak sigortalının eline geçecek miktardan ücrete ilişkin vergi miktarları düşmektedir. Hatta bu hüküm nedeniyle sigortalının gelir diliminin değişmesi nedeniyle takvim yılı itibariyle yılın ilk aylarında alacağı geçici işgöremezlik ödeneği ile daha sonraki dönemlerde alacağı geçici işgöremezlik ödeneğinde de farklılıklar ortaya çıkacaktır. Bunun da isabetli olduğundan söz edilemez.

93 Konuya ilişkin olarak bkz. Şakar, 94-95.

Page 100: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

3. Geçici Đşgöremezlik Ödeneğinin Ödenmesi Geçici işgöremezlik ödeneğinin ödenmesine ilişkin olarak 506

sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda, geçici iş göremezlik ödeneklerinin haftalık olarak ve işledikten sonra Kurumca verileceği belirtilmiştir (m.89/3). Kurumdan doğrudan doğruya alınmasında güçlük bulunan haller de özel olarak düzenlenmiş ve bu ödeneğin, Kurumun talimatı uyarınca, işveren tarafından Kurum hesabına sigortalıya verileceği öngörülmüştür. Ayrıca, Kanuna göre, Kurum, bu kanuna uygun olarak verilen ödenekleri belgelerine dayanarak işverene öder (m.89/IV).

5510 sayılı Kanun’da ise, geçici işgöremezlik ödeneğinin ödenme periyoduna ilişkin herhangi bir hükme yer verilmemiş, bu hususun Yönetmelikte düzenlenmesi esası benimsenmiştir. Buna göre, geçici iş göremezlik ödeneklerinin ödeme zamanı ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar Kurumca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir (m.18/son).

Ayrıca, Kanuna göre, geçici iş göremezlik ödenekleri, toplu iş sözleşmesi yapılan işyerleri ile kamu idarelerinin işverenleri tarafından Kurumca belirlenen usul ve esaslara göre Kurum adına sigortalılara ödenerek, daha sonra Kurum ile mahsuplaşmak suretiyle tahsil edilebilir (m.18/VI). Öncelikle, hükmün özel sektör işverenleri bakımından sadece toplu iş sözleşmesi yapılan işyerleri ile sınırlanmış olması isabetli değildir. Sigortalıların geçici işgöremezlik ödeneğine bir an önce ve daha kolay kavuşmalarını sağlayacak biçimde tüm işverenlere bu yolun açılmış olması herhalde daha isabetli olurdu düşüncesindeyiz.

Öte yandan, belirtelim ki, hüküm, sadece geçici işgöremezlik ödeneklerinin işverence ödenmesini düzenlememekte, muhtemelen bu yöntemle Kurumun prim alacalarına mahsup edilmesini de öngörmektedir. Aksi halde, maddede, 506 sayılı Kanun’da olduğu gibi, ödeme belgelerine dayanılarak işverene ödeneceği düzenlenirdi.

VI. GEÇĐCĐ ĐŞGÖREMEZLĐK ÖDENEĞĐ ĐLE SÜREKLĐ ĐŞGÖREMEZLĐK GELĐRĐNĐN ÖDENMEMESĐ, AZALTILMASI VE GERĐ ALINMASI

1. Genel Olarak

Sigortalının, gerek geçici gerek sürekli bir işgöremezliğe sebep olmaması ya da böyle bir duruma düştükten sonra bir an önce eski sağlığına kavuşmak için gerekli olan özeni göstermesi hem kendisi, hem

Page 101: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

de Kurum için önem taşır. Böylece, sigortalı sağlık halini bir an önce kazanmış olur; Kurum ise gereksiz yere geçici işgöremezlik ödeneği veya sürekli işgöremezlik geliri ödemek zorunda kalmaz ya da daha az miktarda ödemede bulunur.

Belirtilen durumlara ilişkin olarak sigortalının gerekli özeni

göstermesini sağlamak amacıyla Kanuna yaptırım niteliğinde bazı hükümler konulmuştur. Bu anlamda, 5510 sayılı Kanun’da ilk önce sigortalının geçici ya da sürekli işgöremezlik yaratan bir davranışta bulunmasını engelleyici hükümler öngörülmüştür. Ancak, sigortalının işgöremezliğe neden olan tüm davranışları değil, kasıtlı ya da belirli bir ağırlığa ulaşmış davranışları nedeniyle ortaya çıkan geçici işgöremezlik-lere bir sonuç bağlanmıştır. Bunun dışında, önerilen tedaviyi kabul etmeme ya da hekim tavsiyelerine uymama da, ödenecek yardımların miktarında indirim yapılmasını gerektiren durumlar olarak düzenlen-miştir.

Bu konuda son olarak, sigortalının sağlığına tam olarak

kavuşmadan çalışmasını engelleyici nitelikte hükümler de öngörülmüş-tür. Bu düzenlemeyle güdülen amaç ise, kural olarak, sigortalının eski hastalığının nüksederek tekrar işgöremezliğe neden olmasının önüne geçmektir. Ancak, Kanun bu konuda, aşağıda üzerinde durulacağı üzere, Sosyal Sigortalar Kanunu’ndan daha farklı bir düzenlemeye yer vermiştir.

Kanunda, ayrıca, geçici işgöremezlik ödeneği ile sürekli

işgöremezlik gelirinin ödenmemesi, azaltılması veya geri alınmasına ilişkin usul ve esasları göstermek üzere Kurumca bir yönetmelik çıkarılması öngörülmüştür (m.22/son).

2. Geçici Đşgöremezlik Ödeneğinin Ödenmemesi veya Geri

Alınması 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası

Kanunu’nda, sigortalıya yapılacak parasal yardımın verilmemesi ya da geri alınması sadece geçici işgöremezlik ödeneği için olmak üzere tek bir duruma özgülenmiştir. Buna göre, tedavi gördüğü hekimden, tedavinin sona erdiğine ve çalışabilir olduğuna dair belge almaksızın çalışan sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmez, ödenmiş olanlar da yersiz yapılan ödeme tarihinden itibaren 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır (m.22/I, d).

Belirtelim ki, Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 38. maddesinde, 5510

sayılı Kanun’un m.22/I, d bendine benzer bir hüküm yer almaktadır.

Page 102: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Buna göre, tedavinin sona erdiğine ve çalışabilir durumda olduğuna dair Kurum hekimlerinden belge almaksızın eski işverenin işinde çalıştırılan sigortalının aynı hastalığı sebebiyle yapılması gerekecek tedavi masrafları işverenden, başka işte çalışan sigortalının aynı hastalığı sebebiyle yapılan tedavi masrafları ise kendinden alınır94. Bu süreler için geçici iş göremezlik ödeneği verilmez, verilmiş olanlar da sigortalıdan geri alınır (m.38/2).

Hemen görüleceği üzere, Sosyal Sigortalar Kanunu’ndaki hükümle 5510 sayılı Kanun’daki hüküm arasında önemli bir farklılık bulunmak-tadır. Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, geçici işgöremezlik ödeneğinin verilmemesi ya da geri alınması, sigortalının tekrar aynı hastalığı yakalanması durumunda söz konusu iken, 5510 sayılı Kanun’da bu konuda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Yani, 5510 sayılı Kanun sigortalıya geçici işgöremezlik ödeneği verilmemesi için sigortalının çalışabilir durumda olduğuna ilişkin bir belge almadan çalışmasını yeterli görmüş, sigortalının tekrar hastalanmasını aramamıştır.

Kanunda, geçici işgöremezlik ödeneğinin verilmemesine ilişkin bir başka düzenleme ise 22. maddenin 3. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, bağımsız çalışan sigortalıların uğradıkları iş kazasını 13. maddede belirtilen süre geçtikten sonra Kuruma bildirmesi halinde, geçici iş göremezlik ödeneği bildirim tarihinden itibaren verilecektir. Dolayısıyla bildirim yapılıncaya kadar olan süre için sigortalılara işgöremezlik ödeneği verilmeyecektir (m.22/III).

3. Geçici Đşgöremezlik Ödeneği Đle Sürekli Đşgöremezlik Gelirinin Azaltılması

a) Kasıtlı Hareket Sonucu Oluşan Đşgöremezlikte

Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, kasıtlı bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ve sürekli iş göremezlik geliri verilmez, sigortalıya yalnız gerekli sağlık yardımları yapılır (m.110/I). Böylece, iradi olarak, örneğin intihara teşebbüs sonucu işgöremezliğe uğrayan bir kişiye parasal yardım yapılmaması öngörülmüştür. 5510 sayılı Kanun ise, bu konuda sigortalıların lehine bir düzenleme getirmiştir. Buna göre, kastî bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan,

94 5510 sayılı Kanunda, sosyal sigortalar kısmında sadece iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık

durumundaki parasal yardımlara yer verildiği için, hastalık için yapılan masrafların istenmesine ilişkin kısım, doğal olarak bu maddeye alınmamış, sadece geçici işgöremezlikle ilgili olarak düzenleme yapılmıştır.

Page 103: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hastalanan sigortalıya verilecek geçici işgöremezlik ödeneği veya sürekli işgöremezlik geliri yarısı tutarında ödenir (m.22/I, c).

Belirtelim ki, bu konuda bir takdir hakkı öngörülmemiş ve doğrudan geçici işgöremezlik ödeneği ya da sürekli işgöremezlik gelirinin yarısı tutarında bir indirim yapılması esası benimsenmiştir. Ancak bu şekliyle de hüküm sigortalıların lehinedir.

b) Suç Sayılır Hareket ya da Ağır Kusur Sonucu Oluşan Đşgöremezlikte

Sosyal Sigortalar Kanunu’nda, geçici işgöremezlik ödeneği ya da

sürekli işgöremezlik gelirinde indirim yapılmasını gerektiren neden sadece kasıt hali değildir. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kanununa göre, suç sayılır bir hareketi (m.110/II) ya da bağışlanmaz kusuru yüzünden (m.111/I) iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalıya verilecek geçici iş göremezlik ödeneği veya sürekli iş göremezlik geliri, suça esas kusur durumunda suçun derecesinin yarısına kadar, bağışlanmaz kusur durumunda ise kusurun derecesine göre, Kurumca, yarısına kadar eksiltilerek ödenebilir. Görüldüğü gibi, verilecek geçici işgöremezlik ödeneğinin ya da sürekli işgöremezlik gelirinin indirilmesini gerektirecek nedenler suç sayılır hareket ve bağışlanmaz kusurdur.

5510 sayılı Kanuna göre ise, “Ceza sorumluluğu olmayanlar hariç,

ağır kusuru veya suç sayılabilir bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalının kusur derecesi esas alınarak üçte birine kadarı Kurumca eksiltilir” (m.22/I, b). Maddede, Sosyal Sigortalar Kanunu’ndan farklı olarak, cezai sorumluluğu olmayanların geçici ya da sürekli işgöremezlik durumların-dan herhangi bir indirim yapılmayacağı açıkça öngörülmüştür. Ayrıca, bağışlanmaz kusur yerine ağır kusur kavramı getirilmiştir ki, artık hangi davranışların ağır kusur kapsamında değerlendirileceği yargı kararları ile tespit edilecektir. Ancak bu konuda Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 111. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen bağışlanmaz kusuru tanımlayan hükmün bu konuda ışık tutucu olacağı kanısındayız.

Bu konuda yapılan bir diğer değişiklik de, geçici işgöremezlik

ödeneği ya da sürekli işgöremezlik gelirindeki indirim oranındadır. Bu oran, yukarıda da belirtildiği gibi, Sosyal Sigortalar Kanunu’nda kusur oranına endekslenerek, en fazla bu oranın yarısı olarak belirlenmişken, 5510 sayılı Kanun’da kusur derecesi esas alınarak en fazla üçte bir oranında indirim yapılması öngörülmüştür. Dolayısıyla, Kanuna göre, suç

Page 104: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sayılır bir hareketi sonucu örneğin, kusurlu bir trafik kazası sonucu sürekli işgöremez duruma düşen bir sigortalıya ödenecek geçici işgöremezlik ödeneği ya da sürekli işgöremezlik geliri en fazla 1/3 oranında indirilecek ve kendisine en az 3/4 oranında gelir ödenecektir. Belirtelim ki, bu indirim oranı sabit olmayıp azami sınırı çizmektedir. Yani Kurum daha az oranda indirim de öngörebilir95.

c) Tedaviyi Kabul Etmeme veya Hekim Tavsiyelerine Uymama

Halinde Geçici işgöremezlik ödeneği ya da sürekli işgöremezlik gelirinde

indirim yapılmasını gerektiren bir diğer neden ise, sigortalının önerilen tedaviyi kabul etmemesi, hekim tavsiyelerine uymamasıdır. Kanuna göre, Kurumun yazılı bildirimine rağmen teklif edilen tedaviyi kabul etmeyen sigortalıya geçici işgöremezlik ödeneği yarısı tutarında ödenir (m.22/IV). Oysa Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre, hekimce alınması istenen tedbirlere uymayan sigortalılara, bu tedbirleri yerine getirmedikleri süre için ödenek verilmez (m.38/I). Dolayısıyla, bu konuda da sigortalıların lehine bir düzenleme yapılmıştır.

Sigortalının hekim tavsiyelerine uymaması ise ayrıca düzenlenmiş

ve ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, sigortalının iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık nedeniyle hekimin bildirdiği tedbir ve tavsiyelere uymaması sonucu tedavi süresinin uzamasına veya iş göremezlik oranının artmasına, malûl kalmasına neden olması halinde, uzayan tedavi süresi veya artan iş göremezlik oranı esas alınarak sigortalıya verilecek geçici işgöremezlik ödeneği veya sürekli işgöremezlik gelirinin dörtte birine kadarının Kurumca eksiltileceği esasına yer verilmiştir (m. 22/I, a). Geçici işgöremezlik ödeneği ya da sürekli işgöremezlik gelirinin bu nedenle azaltılması için sadece hekim tavsiyelerine uymama yetmemekte, bunun sonucunda tedavi süresinin uzamasına veya iş göremezlik oranının artmasına, malûl kalmasına neden olması gerekmektedir.

Ayrıca, geçici işgöremezlik ödeneği ya da sürekli işgöremezlik ödeneğinde azaltılabilecek oran da en fazla 1/4 oranı ile sınırlanmıştır. Dolayısıyla, sigortalıya hak ettiği ödenek ya da gelirin en az 3/4 oranı verilmek zorundadır. Öte yandan, bu konuya ilişkin olarak da sabit bir oran belirlenmemiş, sigortalının hekim tavsiyesine uymama konusundaki kusurlu davranışına göre bu oranın, öngörülen sınırı aşmamak koşuluyla, Kurumca takdir edilmesine olanak tanınmıştır.

95 Caniklioğlu, Kısa Vadeli Sigorta Hükümleri, 91.

Page 105: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Efendim, bu güzel ve başarılı tebliği nedeniyle Sayın Caniklioğlu’na teşekkür ediyoruz.

Kendisi birtakım değişiklikleri betimlemekle kalmadı, değerlendirdi de.

Programın sarkmasını da dikkate alarak sizden bir ricam olacak; çünkü bizden sonra bir oturum daha var. Dolayısıyla, şimdi başlayacağımız, soru, yorum, tartışma konusunu mümkün mertebe disiplinli bir şekilde kullanmamız ve süreyi aşmamamız için şöyle bir yöntem uygulamamız gerekiyor: Soruyu veya tartışmak istediği hususu yönelten arkadaşımıza Sayın Caniklioğlu cevabını verecek; yani, soruların toplanması, bilahare cevaplandırılması gibi bir yöntem uygulamıyoruz. Bu belirttiğimiz sınırlar içerisinde soru, yorum, tartışma kısmını açıyorum. Arkadaşlarımız sorularını yöneltebilirler.

Buyurun. Şevket TEZEL (TEKEL Genel Müdürlüğü Sosyal Đşler Müdürü):

Her şeyden önce, değerli Hocamıza vermiş olduğu bilgilerden dolayı teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Ben önce bir saptama yapmak istiyorum, sonra birkaç tane

çekincemi sizinle paylaşmak istiyorum. “Geçici iş göremezlik ödeneği”nin memurlar için yeni bir kavram

olduğunu siz de belirttiniz. Ancak, orada bir nüans var; ben onu saptamak istiyorum. Geçici iş göremezlik ödeneği, personele, yani memura, brüt ücretinin 3’te 2’si üzerinden verilen ödenek. Kıyaslanması gereken, -siz de, tartışmaya açmak istediğinizi belirttiniz- “net ücretinden fazla olamaz” çekincesinin şuradan kaynaklandığını düşünüyorum: Zaman zaman, yakın geçmişte, Gelir Vergisi oranının yüzde 40-45’lere varan oranlarda uygulandığına şahit olduk. Özellikle 2 sayılı cetveldeki 399 sayılı kanun hükmünde kararnameye tâbi sözleşmeli personelin maaşlarının tamamına yakın bölümü Gelir Vergisine tâbi olduğu için, Gelir Vergisinin dilimleri çabuk yükselip, yüzde 40-45 oranlarına geliyordu. Dolayısıyla, geçici iş göremezlik ödeneğinin brüt ücret üzerinden hesaplanarak bulunacak olan 3’te 2 rakamın, net ücretinden fazla olma ihtimali var. Yıl sonuna doğru kişinin örneğin Gelir Vergisi oranı yüzde 27’nin üzerine çıktığı zaman, yüzde 30 civarında teşekkül ettiği zaman, bu kişinin net ücreti, yani brüt ücretinden Gelir Vergisi, Damga Vergisi ve primler, sigorta primleri düştükten sonra kalan kısım,

Page 106: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yani net ücreti, brüt ücretinin 3’te 2’sinden daha düşük olma ihtimali vardı, yani brüt ücretinin 3’te 2’si net ücretinden fazla olma ihtimali vardı. Bunu önlemek amacıyla bu hükmün konduğunu düşünüyorum.

Getirilerden bahsettiniz- memurlar için “emzirme yardımı” var;

belki belirttiğiniz ama bunu ben kaçırmış olabilirim veyahut eklemek istedim. Eşi doğum yapmış memurlara veya bayan memurlara emzirme yardımı ödeneği ilk defa bu kanunda konmuş oluyor.

Doç. Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Bu yardım daha önce 506 sayılı

Kanuna tabi sigortalılar için vardı; ama miktarı çok azdı.

Şevket TEZEL : Tabii, çok düşüktü.

Doç. Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : 50 lira gibi bir şeydi. Şu an

daha makul sayılabilecek seviyelere gelmiş durumda.

Şevket TEZEL: 1 milyarı geçen bir rakam ve bugün için hatırı

sayılır bir rakam olduğunu düşünüyorum. Benim asıl sizinle paylaşmak istediğim, kanunda gördüğüm

önemli eksiklikti: Biliyorsunuz, “vazife malulü”, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununda tanımlanan bir malullük çeşidi. Yine bildiğiniz gibi, emekli çalışanlar, sosyal güvenlik destek primi ödeyerek hem emekli aylıklarını, hem de çalışmış oldukları yerde aldıkları ücretlerini beraber alabilmektedirler. Vazife malulleri, istisnaen, bunların dışında, hem sosyal güvenlik destek primi ödemek, hem de uzun vadeli sigorta primlerini de beraberinde ödemek suretiyle, vazife malullüğü yanında ek olarak yaşlılık aylığına da hak kazanabiliyorlardı. Şimdi, 5510 Sayılı Kanun, 506 Sayılı Kanunun 3’üncü maddesiyle vazife malullerine verilen bu hakkı yine öngörmüş bulunuyor. Ancak, bu şekilde sosyal güvenlik destek primi yanında uzun vadeli sigorta primleri ödeyerek yaşlılık aylığına, malullük aylığının yanında, beraberinde hak kazanma ihtimaline yönelik olarak bu primin ödenmesi yeni kanunda da öngörülmüş bulunuyor; fakat aylık bağlamaya gelince, her iki aylığın beraberinde bağlanmasına diğer maddesinde imkân tanımıyor. O zaman da, verilen bu hak, daha doğrusu devam ettirilen bu hakkın anlamı kalmıyor.

Oturum Başkanı : Sorunuzu yöneltir misiniz? Soru bitti mi? Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Yorum anlamında mı?

Page 107: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Yorum mu yapıyorsunuz, buna bağlı bir sorunuz mu var?

Şevket TEZEL : Acaba bu eksikliği kendisi de paylaşıyorlar mı? Teşekkür ediyorum.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Sayın Tezel’in konuşmasının

genel olarak yorum ve katkı biçiminde olduğunu düşünüyorum.

Vergi kesintisi, tabii ki, geçici işgöremezlik ödeneği ile net ücret arasında fark çıkması ihtimali nedeniyle getirilmiştir. “Geçici iş göremezlik ödeneği net ücretini geçemez, ancak bunu öderim” diyor. Ben, Tebliğin sunumu sırasında bunun ne kadar isabetli olduğu konusunda kaygılı olduğumu söylemiştim. Siz de farklı bir şekilde bakıyorsunuz; isabetli buluyorsunuz gibi bir sonuca ulaştım.

Diğer konuyu anlattıklarınızdan açıkçası tam olarak kavrayabil-diğimi söyleyemeyeceğim. Sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma, yaşlılık aylığı almakta iken tekrar bu kanuna tâbi olarak çalışanlar için getiriliyor. Sizin bahsettiğiniz biraz daha farklı bir şey. “Vazife malulü olan kişi tekrar çalışır ise” hangi haklardan yararlanır konusu, ondan söz ediyorsunuz. Yani 5510 sayılı Kanunun 5’inci maddesindeki “kısmen kapsamda olanlar”la ilgili hükümden söz ediyorsunuz.

Şevket TEZEL : 506 Sayılı Kanunun 3’üncü maddesiyle verilen

bir istisna.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Evet, bu husus 5510 Sayılı

Kanunun 5’inci maddesinde tekrar düzenlenmiş bir konu. Bu maddede, “vazife malullüğü aylığı bağlanmış olanlardan, bu kanuna tâbi sigortalı olarak çalışanlar hakkında aylıkları kesilmeksizin, sadece kısa vadeli sigorta kolları uygulanır” diyor. Bunu bir seçenek olarak sunuyor. “Uzun vadeli sigorta kollarına tâbi olmayı istemeleri hâlinde de, yine uzun vadeli sigorta kolları uygulanır” diyor. Kişinin isteğine bağlı. Vazife malulü iken sadece kısa vadeli sigorta kollarına tâbi olabilir veya talep ediyorsa, primlerini ödemek koşuluyla diğerine de tâbi olacak. Sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma değil; bu daha farklı bir şey.

Şevket TEZEL : Evet.

Page 108: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

5510 Sayılı Kanundan önce, şu anda vazife malulü aylığı almakta olan bir kişi, malullük aylığı almıyormuş gibi, uzun vadeli, normal sigortalı gibi prim ödeyerek yaşlılık aylığına hak kazanabiliyor ve malullük aylığıyla beraber yaşlılık aylığını, her ikisini eksiksiz olarak alabiliyor. Yeni kanun, yine aynı şekilde vazife malullüğü aylığı almakta olanlara, uzun vadeli sigorta kollarından prim ödeme hakkını tanıyor; ancak, yaşlılık aylığını, malullük aylığına ek olarak bağlama imkânını tanımıyor. O zaman da, verilen hakkın anlamı kalmıyor.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Belki, yarınki uzun vadeli sigorta

kolları açısından üzerinde durulacak konulardan bir tanesi, özellikle de aylıkların birleşmesi açısından olabilir. Bu konu da orada değerlendirilebilir.

Oturum Başkanı : Evet. Bir de, çok fazla tartışmalı, çok ayrıntılı,

çok teknik detaya inecek olursak bu tamamlanmaz ve başka sorulara zaman kalmaz.

Evet efendim, buyurun.

Mesut BALCI (Yargıtay Tetkik Hâkimi) : Efendim, iş kazası

dolaylı bir yoldan genişletilmiştir. 10’uncu maddenin son bendine göre, sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerin işçileri Türkiye’de sigortalı sayılıyor. Dolayısıyla, yurt dışında böyle bir olay meydana geldiği zaman iş kazası olacak. Bu konuda bir açıklama yapabilir misiniz?

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU: Evet. Kanuna göre, iş kazasından

doğan haklar, daha doğrusu, sosyal sigorta hakları, geçici görevle yurt dışına gönderilen için de aynen geçerli olacak.

Mesut BALCI : Evet. Yurt dışında, sosyal güvenlik sözleşmesi

olmayan ülkelerdeki iş kazası, eskiden, Sosyal Sigortalar Kanunu anlamında iş kazası değildi; ama bundan böyle, bir ülkede sosyal güvenlik sözleşmesi yoksa, Türk işveren orada iş almış, işçi götürmüşse, işçi geçici olsun olmasın olay iş kazasıdır şeklinde anlıyorum ben.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Ben de aynı şekilde

yorumluyorum. Sigortalı geçici olarak yurt dışında bulunduğu sırada sosyal sigorta hakkı yaratan bir duruma uğrarsa, yani iş kazası

Page 109: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sayılabilecek nitelikte bir olay gerçekleşirse, bunun iş kazası sayılması gerekir.

Mesut BALCI : 2’nci bent.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : 2’nci bent. Bahsettiğiniz kişiler

için “Geçici görevle yurt dışına gönderilmiş sayılır” dediği, yani bir öndeki bende atıf yaptığı için, yine bunu, orada uğranılan kazayı da iş kazası saymak biçiminde yorumlamak lazım gibi geliyor bana. Sosyal sigorta hakları orada da aynen devam edecek. Geçici görevle yurt dışına gönderilenler için bu da aynı biçimde değerlendirilmesi gereken bir durum.

Resul ASLANKÖYLÜ (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Onursal

Başkanı) : Efendim, ben Sayın Caniklioğlu’na kısaca iki soru tevcih etmek istiyorum. Birincisi şudur: Bilindiği gibi hastalık ve analık sigortaları 506 sayılı yasanın 32. ve 41. maddeleriyle ardından gelen maddelerinde yer almakta idi ve giderek bu sigorta kolları kısa vadeli sigorta kollarından sayılmakta idi. Anılan sigorta kollarından sağlanan sağlık yardımları 5510 sayılı kanunun genel sağlık sigortası bölümünde düzenlenmiştir. Ancak geçici iş göremezlik ödeneği hariç.

Acaba Genel Sağlık Sigortası da kısa vadeli sigorta kollarından

sayılabilir mi? Đkinci sorum ise şudur; bilindiği gibi yürürlükten kaldırılan

SSK’nun 26. maddesinden doğan rücu hakkının halefiyet esasına dayandığı kabul edilmekte idi. Ne ki biz ve öğretinin bir bölümünün görüşü aksi yöndedir. Biz rücu hakkının halefiyet ilkesine değil kanundan doğan bağımsız hakka dayandığı görüşündeyiz. Yargıtay görüşüne göre Sosyal Sigortalar Kurumu, SSK’nun 26. maddesi uyarınca, ileriki yıllarda gelirlerde meydana gelen artışları da isteyebilmekte idi. Ne ki 5510 sayılı Kanunun 21. maddesi hükümlerine göre kurumun rücu hakkı bağlanan gelirin ilk peşin değeri ile sınırlı tutuldu. Oysa SSK’nun 26. maddesinde böyle bir açıklık yoktur. Đleriki yıllardaki gelir artışları Yargıtay içtihatlarına göre istenebilmekte idi. Gerçekten Bağ-Kur Kanununun 63. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda Bağ-Kur Kurumu anılan maddeden doğan rücu hakkını bağlanan aylığın ilk peşin değeri ile sınırlı olarak kullanmakta idi. Böyle bir değişiklikten sonra Yargıtay görüş değiştirmiş ve Bağ-Kur’un rücu hakkının, halefiyete değil kanundan doğan hakka dayandığı görüşünü benimsemiştir. Oysa Yargıtay, daha önceki yıllarda anılan 63. maddeden doğan rücu hakkının

Page 110: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

dahi 26. maddede olduğu gibi halefiyet esasına dayandığı görüşünde idi. Bu durumda acaba 5510 sayılı Kanunun 21. maddesinden doğan rücu hakkının anılan 63. maddede olduğu gibi bağımsız hakka dayandığı görüşü benimsenebilir mi?

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Ben, burada çok temel bir görüş

değişikliği yaratacağını düşünmüyorum. O anlamda farklı bir sonuç muhtemelen ortaya çıkmayacak kanaatindeyim. “Kanundan doğan rücu” deyip, sigortalı hem Kurumdan, hem işverenden tüm parasını alabilecek gibi bir sonuca da ulaşabilir miyiz gibi mi olacak?..

Resul ASLANKÖYLÜ : Đşveren, sigortalıya ödemede bulunmuşsa

ödenen miktar rücu alacağından düşülüyor.

Resul ASLANKÖYLÜ : Yalnız, şunu arz edeyim. Ancak bir hakkın

halefiyete dayandığının kabulü için, yasalarda açık bir hükmün bulunması gerekir. Halefiyet esasına dayanan haklara ilişkin hükümler istisnai nitelikteki hükümlerdir. Oysa ne SSK’nun 26., ne Bağ-Kur Kanunu’nun 63. ve ne de 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesinde halefiyet kuralına yer verilmiştir. Öğretinin ve uygulamanın görüşü de bu doğrultudadır. Diğer taraftan 5510 sayılı Kanun’un 21. maddesinde yer alan, “kaçınılmazlık dikkate alınır” hükmü de gereksizdir. Zira SSK’nun 26. maddesinin uygulanmadığı evrede Yargıtay görüşüne göre işveren, kaçınılmazlıktan dolayı sorumlu tutulmuyordu.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Evet, yeni yasaya da o şekilde

konulmuş. Netice itibarıyla, artık, “ilk peşin sermaye değeri” deyince sonraki artışların istenmesi söz konusu olmayacak. Ama, Yargıtay, teorik olarak farklı bir görüşe gelebilir mi; Bağ-Kur Kanununda olduğu gibi kanundan doğan rücu der mi? tabii, onu şimdiden söylemek zordur diye düşünüyorum.

Resul ASLANKÖYLÜ : Gerçekten bu konu uygulamada ve

öğretide tartışmalıdır.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Diğer sorunuz genel sağlık

sigortası kısa vadeli sigorta sayılır mı? Teorik olarak dediğiniz doğru, fakat yasal düzenleme olarak bakınca farklı düzenlenmiş. Çünkü Kanun

Page 111: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

3’üncü maddesinde açık ve net olarak, kısa vadeli sigorta kolunun ne olduğunu açıklamış: Đş kazası, meslek hastalığı, hastalık, analık sigortasıdır diyor.

Resul ASLANKÖYLÜ : Genel Sağlık Sigortası da bir sigorta kolu

değil mi?.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Ayrı bir sigorta.

Resul ASLANKÖYLÜ : Ama, sonuç itibariyle bir sosyal sigorta

koludur.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Belirttiğiniz gibi Kanun,

sistematik olarak kısa vadeli sigorta kollarını sadece ve sadece parasal yardım yapan sigorta olarak tanımlıyor, sağlık hizmet sunumunu yani genel sağlık sigortasını bunun dışında tutuyor. Tabii ki, teknik anlamda farklı şekilde bakılabilir. Tebliğin sunumuna başlarken kısa vadeli sigorta kolunu, bugünü güvence altına alan yardımlar yapan sigortalı kolu olarak tanımladık. Bu anlamda o da kısa vadelidir; ama teknik açıdan, yasanın ifadesiyle baktığımızda farklı söylemek gerekirmiş gibi görünüyor.

Oturum Başkanı : Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Kocaoğlu.

Prof. Dr. Mehmet KOCAOĞLU (Kırıkkale Üniversitesi Kurulu

Dekanı) : Hocam, bildiriniz için tebrik ediyorum. Çok kısa bir soru soruyorum. Bu kısa vadeli yapılan yardımlarda,

sonuçta sigortalının kusurlu hareketinin olmaması gerekir. Bu kusuru ne zaman tespit edeceğiz? Bu kusur tespit edilene kadar yargı tarafından bu yardımlar yapılacak mı, yoksa bekleyecek miyiz; buradaki durumun nasıl olacağı konusundaki görüşünüzü alabilir miyim?

Teşekkür ediyorum.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : “Kısa vadeli sigorta kolları

açısından kusur olmaması gerekir” diye bir genel kuralımız aslında yok. Sigortalı, kusuru sonucu da bir iş kazasına uğramış ise, kendisine gerekli her türlü yardımlar yapılıyor. Ama, bu kusur hangi açıdan önem

Page 112: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

taşıyabiliyor? Geçici iş göremezlik ödeneğinin indirilmesi veya ödenmemesi boyutuyla. Bu anlamda da yasada özel düzenlemeler söz konusu. Yasa diyor ki, “ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, ağır kusuru yüzünden iş kazasına uğrayan.” Bu “ağır kusur”u nasıl tespit edeceğiz? O anlamda herhâlde iş müfettişinin, sosyal sigorta müfettişinin yaptığı tespitlere göre işlem yapılması gerekir. Yoksa, yardım için yargı kararı arayarak, onun sonucuna göre işlem yapmak herhâlde çok isabetli olmaz veya uygulamayı da uzatır. Bir yargı kararı olmadan indirim yapılması söz konusu olabilir mi? Müfettişlerin hazırladıkları raporlar çerçevesinde olabilir diye düşünüyorum. Aslında uygulamada, sosyal sigorta müfettişleri kusur tespiti de yapmıyorlar, bu kusur tespitlerini iş müfettişleri yapıyor diye biliyorum. Bir iş kazası olduğunda, gerçi bu da iş kazası boyutuyla karşımıza çıkan hususlar, iş kazası olduğunda iş müfettişi bir tespit yapmışsa, bu tespitler çerçevesinde Sosyal Sigortalar Kurumu da veya yeni dönemde Sosyal Güvenlik Kurumu da bir indirim uygulayacak. Ama, bunun dışında, diğer hususlarda da yine müfettiş raporlarına göre sonuca ulaşılması daha isabetli olacak gibi. Yargı kararı olmadan da bu hükümler uygulanabilirmiş gibi geliyor bana. Bu çerçevede işlem yapılabilir. Tabii ki, bu uygulamalara yargıda itiraz edilebilir.

Prof.Dr. Mehmet KOCAOĞLU : Teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Ben de teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Demir Hocam.

Prof.Dr. Fevzi DEMĐR (Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim

Üyesi) : Đki konuda görüş almak isteyeceğim. Öncelikle, hiç de kolay olmayan bir konuyu o kadar kolay,

anlaşılır sundunuz ki, öncelikle tebriklerimi ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Teşekkür ederim.

Prof.Dr. Fevzi DEMĐR : Đşveren tarafından sağlanan taşıtla

işyerine geliş-gidişlerde olan kazada kişiye iş kazası durumu hakkı tanıyoruz; ama, kendi vasıtasıyla, yürüyerek gidip gelirken kaza geçirene bunu sağlamıyoruz. Bu acaba, kamu hizmetlerinden, -çünkü bu, işverenin sağladığı bir olanak da değil, kamu hizmeti- kamu

Page 113: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hizmetlerinden istifadede Anayasanın eşitlik ilkesine ne derece uygun olur-olmaz; bu konudaki düşüncenizi öğrenmek istiyorum.

Bir de, işveren, geliş-gidişlerde taşıt sağlamıyor da, taşıt parası

veriyor. Özellikle bu bizim toplu iş sözleşmelerimizde var. Kâh belediye otobüsüyle geliyor, kâh dolmuşla geliyor. Acaba, bu gibi hâllerde onun durumu ne olur; bu konudaki düşüncenizi öğrenmek istiyorum.

Tekrar teşekkür ediyorum.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Ben teşekkür ediyorum Hocam. Ben tersten başlayayım. Đşverence sağlanan taşıtla işe gidip gelme

kavramına verilecek anlam önem taşıyor dedim. “Đşverence sağlanan taşıt” kavramını nasıl şekillendireceğiz? Ben, orada, toplu taşıma araçları için ücret verilmesi konusunun, işverence sağlanan taşıt olarak yorumlanabileceği kanaatinde değilim, yani o şekilde düşünmemek gerekir. Ancak bazı durumlarda onun şöyle bir istisnası olabilir; bazı işverenler sigortalıya, “Sana araç tahsis etmek istiyorum ama yeterli araç yok, kendi aracını kullan, benzin parasını ben karşılayacağım, kendi aracını kullanman nedeniyle yıpranma payı gibi bazı ödemeler yapacağım” diyor. Böyle bir uygulama sonucu sigortalının kullandığı aracın “işverence sağlanan taşıt” şeklinde değerlendirilmesi gerekir gibi geliyor bana. Olayın özelliğine göre oraya kadar gidebilir. Ama, yol parası vermek, toplu iş sözleşmelerine konulan hükümler vesaire, “işverence sağlanan taşıt” olarak nitelendirmeyi gerektirmez kanaatindeyim.

Olayı eşitlik açısından değerlendirdiğimizde, Kanundaki bu

hüküm çerçevesinde işverenin araç verdiği sigortalılar için sosyal korumayı biraz daha ileri boyuta götürüyoruz; ama kendi olanaklarıyla gelen bunun dışında kalıyor. “Bu, isabetli midir, eşitliğe uygun mudur” derseniz, bence isabetli değil, eşitliğe kesinlikle uygun değil. O anlamda, Kanunun Tasarı halindeki hükmünün bu yeni Kanunda da olması daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Aksi halde bir grubu daha da ayrıcalıklı bir konuma getirmiş oluyoruz.

Şunu da söyleyeyim: Zaten Yargıtay, 11’inci maddenin “e”

bendindeki düzenlemeyi, verdiği pek çok kararla, sadece topluca götürülüp getirilme, yani servisteki olaylara değil, münferit taşımalara kadar da götürmüştü. O anlamda uygulama bakımından çok temel bir değişiklik ortaya çıkmayacak; ama, Kanuna böyle açık bir hüküm getirilince herhâlde konuyu çok daha fazla tartışacağız diye düşünüyorum.

Page 114: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Son bir soru alıyoruz. Buyurun.

Ali TEKNECĐ (Đller Bankası Genel Müdürlüğü Mensubu) : Benim

Sayın Hocama iki tane sorum olacak: Birinci sorum geçici iş göremezlik ödeneği üzerine. Đller Bankası Genel Müdürlüğünde ağırlıklı olarak 657 Sayılı Kanuna göre personel istihdam ediliyor ve bu personel, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na göre emeklilik hakkını yürütüyor ve neticede kazanıyor. Yeni 5510 Sayılı Kanuna göre, iş göremezlik ödeneğinin ödenmesindeki temel felsefe ya da temel yaklaşımın, sigortalıların, mahrum kaldıkları sürelerdeki ücretlerinin Kurum tarafından ödenmesi olarak algıladım. Sanırım yanılmıyorum. 657 sayılı Kanun’a göre çalışan personelin, istirahatlı oldukları, raporlu oldukları sürelerde maaşlarından hiçbir kesinti yapılmamaktadır. Bu kişilere kanuna göre de iş göremezlik ödeneği ödenme zorunluluğu vardır. Mükerrer ödemeye yol açmaz mı; bu birinci sorum.

Đkinci sorum, yine 657 sayılı Kanun’un 208’inci maddesi, devlet

memurlarına ölüm yardımını öngörmektedir. 5510 sayılı Kanun’la kamu çalışanları da bu haktan istifade edebileceklerdir. Dolayısıyla, ölüm yardımının da mükerrer yapılması söz konusu değil midir? Bunları engelleyen hiçbir hüküm yok. Eğer bunlara, “kanuna aykırı olan hükümler, diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanma-yacak” şeklinde bir savunma getirecekse, 657 sayılı Kanun’un dört maddesini sayarak yürürlükten kaldıran yasa koyucu, diğer kanunları zımnen yürürlükten kaldırarak bir hülle mi yapmaya çalışmıştır? O da çok makul görünmemektedir. Buradaki açmazı biz çözemedik. Sizin fikrinizi almak istiyorum.

Teşekkür ederim.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Teşekkürler. Yine tersten başlarsak, “hem 657 sayılı Yasada ölüm yardımı söz

konusu, hem de 5510 Sayılı Yasa bir düzenleme yapıyor” diyorsunuz. 657 sayılı Kanundaki hüküm, işverenin yükümlülüğü açısından bakabileceği-miz bir hüküm. Ben, onun aynen devam edeceğini düşünüyorum. 657 sayılı Kanunda sigortalıyı çalıştıran kurumun (işverenin) yapacağı yardımlar, 5510 sayılı Kanun’da da Sosyal Güvenlik Kurumunun yapacağı yardımlar söz konusu. Dolayısıyla bana göre, ölüm yardımı açısından her ikisi de devam edebilir. Bunu Đş Hukuku açısından

Page 115: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

değerlendirdiğimizde, toplu iş sözleşmelerine bir hüküm konularak işverene ölüm parası adı altında bir ödeme yapacağından söz edilmişse sırf Sosyal Güvenlik Kurumundan da cenaze ödeneği alıyor diye işverenin bu yükümlülüğünden kurtulması mümkün olmaz. Yardım yükümlüleri aynı değil; birbirinden farklı diye düşünüyorum.

Geçici iş göremezlik ödeneği açısından durum biraz daha farklı.

Aslında ücret ve geçici işgöremezlik ödeneği birbirinin yerini tutan ödemeler. Yani sigortalının çalışamaması nedeniyle istirahatlı olduğu dönemde ücret kaybı söz konusudur, geçici işgöremezlik ödeneği bunun telafi eder. Đş hukuku açısından baktığımızda, o karşılanıyor. Bildiğiniz gibi iş hukuku açısından şöyle bir durum söz konusu: Đşveren, çalışmamasına rağmen işçiye ücretini tam olarak ödeyebiliyor. Bu Kanunun 49. maddesinde aylık ücret olarak adlandırılan bir ödeme biçimidir. Aylık ücret ve geçici işgöremezlik ödeneğinin ilişkisi bakımından Đş Kanununun 48. maddesinde özel bir düzenleme öngörülmüştür; Buna göre, “işçi ilgili sosyal güvenlik kuruluşundan geçici iş göremezlik ödeneği alıyor ise, işverence aradaki farkın verilir”. Aylık ücretli işçilerle sınırlı olmak üzere bir düzenleme öngörülüyor. 657 Sayılı Yasadaki hükmü de böyle yorumlamak lazım. Belki, 657 sayılı Kanunda açık ve net olarak, hastalık halinde “aylıklara dokunulmadan ödenmeye devam edilir” diye bir hüküm olsa farklı yorumlanabilirdi. Böyle bir hüküm var mı?..

Ali TEKNECĐ : Hüküm yok… Doç.Dr. Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Benim bildiğim de yok. Ben

Đdare Hukuku alanında yetkin değilim, ama bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla Đdare hukuku alanında, eğer, “aylık kesilir” diye özel bir hüküm öngörülmemişse, “aylık aynen ödenir” yorumu yapılıyor. Bu nedenle de memur ve kamu görevlilerine hastalıkları halinde aylıkları aynen ödenmeye devam ediliyor. Fakat bu konu biraz daha özellikli ve ben burada bir mahsubun devreye girmesi gerektiğini düşünüyorum. Geçici 3’üncü maddedeki hüküm de bu anlamda dayanak olarak alabilirsiniz. Geçici 3. madde, sigortalı “geçici iş göremezlik ödeneğine hak kazanamazsa veya hak kazandığı ücretle aylığı arasında fark olursa”, ki olacak, “bu, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar kurumları tarafından ödenir” diyor. Yasa koyucunun iradesi de, amacı da buradan ortaya çıkıyor ki, “aradaki farkı vereceksiniz, hiç almıyorsa, bu durumda tamamını vereceksiniz” biçiminde. Buradan yola çıkılarak o sonuca ulaşabilir diye düşünüyorum.

Ali TEKNECĐ : Sayın Hocam, mükerrer ödemeye yol açıyor.

Page 116: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Đşte, geçici 3’üncü maddeyi düşünürseniz mükerrer ödemeye yol açmıyor. Geçici 3’üncü madde diyor ki, “eğer geçici iş göremezlik ödeneği alamazsa, aradaki farkı alacak.”

Ali TEKNECĐ : Ama, geçici iş göremezlik ödeneğini almaması için

hiçbir gerekçe yok ki. Kanunda, geçici iş göremezlik ödeneğine nasıl hak kazanıldığı tanımlanmış.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : 5510 sayılı Kanuna göre hastalık

nedeniyle geçici işgöremezlik ödeneği almak için 90 gün prim ödemeniz gerekiyor. Memur olarak çalışmaya başladınız, 15’inci gün bir hastalık ortaya çıktı ve 10 günlük istirahat raporu alındı; SSK 5510 Sayılı Yasa açısından baktığınızda, geçici iş göremezlik ödeneği almanız mümkün değil.

Ali TEKNECĐ : Tamam. Ben 10 yıldır çalışıyorum. Rapor aldım.

Hem geçici iş göremezlik ödeneğine hak kazandım, hem de maaşımdan kesinti yapılamaz.

Doç.Dr.Nurşen CANĐKLĐOĞLU : Ben farklı düşündüğümü ifade

ediyorum. Burada yasal dayanak olarak da, geçici 3’üncü maddedeki hükmü esas alabiliriz gibi geliyor bana. Yorumlarımız farklı.

Oturum Başkanı: Değerli katılımcı, Sayın Caniklioğlu kanaatini

beyan etti. Tabii, bunu daha fazla uzatamayız. Değerli katılımcılar, oturumu kapatıyorum. Bir çay arası var. Ondan sonra Dördüncü Oturum söz konusu. Hepinize saygılar sunarım.

Page 117: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Genel Sağlık Sigortası

Oturum Başkanı : Prof.Dr.Nüvit GEREK Anadolu Üniversitesi Rektör Yardımcısı

Tebliğ Sahibi : Prof.Dr. Ali Nazım SÖZER Dokuz Eylül Üniversitesi Đ.Đ.B.F.

Page 118: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr.Nüvit GEREK (Oturum Başkanı) : Değerli katılımcılar, bu oturumda sunulacak üçüncü tebliğ, “Genel Sağlık Sigortası” konusunda olacak.

Đki güzel tebliğ dinledik. Bunlar, kafamızdaki bazı soru işaretlerini

giderdi; ancak, yeni bazı tereddütlerimiz ortaya çıktı. Bu arada, Sayın Caniklioğlu, tebliğ konusuna biraz haksızlık etti. Bence çok güzel bir tebliğ sundu ve sorulan sorulardan da anlaşıldığı gibi, konunun çok çok da önemli olduğu bir kere daha anlaşıldı.

Bu oturumda Sayın Profesör Sözer’in ele alacağı sağlık

sigortasının, hakikaten hepimizin ilgiyle dinleyeceği ve çok yararlanacağımız bir tebliğ olacağını düşünüyorum.

Yepyeni bir sistem, daha önce ülkemizde hiç uygulanmayan bir

sistem devreye giriyor. Denendiği bazı ülkelerde terk edilen bir sistem.

Kademeli sağlık hizmet sunumunun yol açabileceği bazı sıkıntılar

var, fiyatlandırmadan, yararlandırmadan tutun gecikmelere kadar. Bu gecikmelerin yol açabileceği zararların nasıl telafi edileceği belirsiz. Sağlık ocaklarının fonksiyonlarının yitirilmesi acaba ileride ne gibi sorunlar yaratacak? Aile hekimliği müessesesi bunun yerini tutabilecek mi? Aile hekimlerinin seçimi, görevlendirilmesi, ücretlendirilmesi ve denetimi başlı başına bir sorun. Harcamaların, prime dayalı olmayan harcamaların nasıl finanse edileceği belirsiz. Đlk bakışta, bir sosyal devlet anlayışı çerçevesinde, herkes genel sağlık sigortası kapsamına alınıyor, dışarıda kalan hiç kimse yok gibi görünüyor; ama, biraz işin içine girince kaygılanmamak elde değil. Hatırlarsanız, Sosyal Sigorta hastanelerinin devredilmesini şaşkınlıkla izledik. Bir devir söz konusu değil, kira söz konusu değil, satış söz konusu değil, tahsis de söz konusu değil. Bu el değiştirmenin bugüne kadar ne gibi olumlu sonuçlar çıkardığı konusunda da en azından benim hiçbir bilgim yok. Bunun dışında, yeni sistemdeki sağlık hizmetleri sunumu yetersiz kaldığı takdirde ne olacak; bunun cevabını da bilemiyorum.

Bugünkü tebliğ açısından belki tek sevindirici tarafı, tebliği

sunacak meslektaşımın, gerçekten, tasarıların ortaya çıkışından itibaren konuyu titizlikle inceleyen, konuşmalarıyla, makaleleriyle bu konuda çok emeği geçen bir meslektaş olması. Hepimizin çok yararlanacağını biliyorum ve sözü kendisine bırakıyorum.

Buyurun Hocam.

Page 119: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

GENEL SAĞLIK SĐGORTASI : REFORM MU DEFORM MU?

- Sağlık Hakkı Açısından Mukayeseli Bir Değerlendirme-

Prof. Dr. Ali Nazım SÖZER Dokuz Eylül Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Öğretim Üyesi

“Aydınlarımız milletimi en mesut millet yapayım’ der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Ayni sebep ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım. Lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız.”

Mustafa Kemal ATATÜRK I. GĐRĐŞ Çalışmada önce genel sağlık sigortası kavramı ele alınmıştır. Daha

sonra anayasalarda sağlık hakkı başlığı altına AB ve üye bazı ülkelerin anayasalarında sağlık hakkına ilişkin hükümler aktarılmıştır. Sosyal devlet ve sağlık sistemleri birbirleriyle bağlantılı konulardır. Anılan nedenle çalışmada ayrı bir başlık altında sosyal devlet modelleri, bu modellerin sağlık sistemlerine etkisi ve modellere örnek bazı seçilmiş ülkeler incelenmiştir. Đzleyen kısımda Türkiye’de sosyal devlet ve sağlık sistemi başlığı altında günümüze değin anayasalarımızda sosyal devlet ilkesi ve sağlık hakkı ayrıca Türkiye’de uygulanmakta olan sağlık sistemi açıklanmaya çalışılmıştır. Mevcut durum saptandıktan sonra ise, yeni düzenlemelere konu olan genel sağlık sigortası kısaca açıklandıktan sonra, çalışma genel bir değerlendirme ve sonuç ile tamamlanmıştır.

II. GENEL SAĞLIK S ĐGORTASI KAVRAMI Genel sağlık sigortası sıkça kullanılan ancak içeriği kesin olmayan

bir kavramdır. Söz konusu ifade kişi, konu ve yöntem bakımından

Page 120: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

açıklanmak gerekir. Kavramdaki “genel” ifadesi tüm yurttaşları kapsama alma gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yani, çalışan veya çalışmayan her fert asli hak sahibi sayılacaktır. Bazı devletlerde sadece yurttaşlar değil, o ülke topraklarında bulunan yabancılar da koruma kapsamında sayılmak-tadır. Genel kelimesine karşın nüfusun sadece bir kısmının (örneğin, sosyal sigorta kapsamında olmayanların) kapsama alınması da mümkün-dür. Konunun sağlık olduğu ifadede kullanılan kavram gereği açıktır. Ancak, sağlık kavramının içeriği çok geniş olduğu için kapsamına hangi hizmetlerin gireceği hususu ilgili yasa koyucunun takdirine bağlıdır.

Önemli hususlardan biri de yöntemin açıklığa kavuşturulmasıdır.

Đfadede mevcut sigorta kelimesi sigorta tekniğinin kullanılacağı izlenimini doğurmaktadır.96 Bu kanı doğru varsayıldığında sigortanın türünü (sosyal sigorta veya özel sigorta) irdelemek gerekecektir. Tüm bu durumların ötesinde genel sağlık sigortası adı altında sigorta değil, devletçe bakım yöntemi uygulayan ülkeler de mevcuttur.

Söz konusu değerlendirmelerden çıkan sonuç, genel sağlık

sigortasının özel sağlığı olduğu gibi devletçe bakımı da içerebileceği, ayrıca nüfusun tümünü olduğu gibi bir kısmını da kapsayabileceği hususudur. Kavramın içeriği ancak onu kullanan ülke uygulaması ile açıklığa kavuşabilecektir.

III. BAZI ANAYASALARDA SAĞLIK HAKKI 1. Avrupa Birliğinde AB Kurucu Antlaşması Md. 129 ve 152, topluluğu yüksek bir

sağlık koruma düzeyi sağlamaya katkıda bulunmakla yükümlü kılmıştır. Bu yüküm henüz yürürlüğe girememiş bulunan AB Anayasa’sında şu şekilde kaleme alınmıştır. “Her şahsın ilgili devletin hukuk kurallarına ve geleneklere göre sağlığının gözetilmesine ve tıbbi bakıma hakkı vardır. Tüm politika ve tedbirlerin saptanmasında ve icrasında her alanda yüksek bir sağlık koruma düzeyi garanti altına alınır” (Md. II-35).

96 Kavram Tomanbay’ın sosyal çalışma sözlüğünde “Sağlık hizmetlerinin hem çeşitlilik hem de yaygınlık

bakımından geliştirilerek tüm yurttaşların sağlıklarının sigorta kapsamında güvence altına alındığı dizge” olarak tanımlanmış Đngilizce karşılığının “general health insurance”, Almanca karşılığının ise “allgemeine Krankenversicherung” olduğu ifade edilmiştir. Bkz. Đlhan TOMANBAY, Sosyal Çalışma Sözlüğü, Ankara, 1999, 100.

Page 121: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Değinilen kurallara göre, öncelikli yetki üye ülkelerdedir. Avrupa Birliği’ne üye ülkeler ile birlikte hareket ederek tavsiyelerde bulunma, onları destekleme yükümü getirilmektedir.97 Düzenlemelerde kullanılan “sağlık” kavramının içeriği tartışma konusu edilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kuruluş metninin önsözünde geniş bir tanım yapmıştır. Bu tanıma göre, sağlık fiziki, ruhsal ve sosyal açıdan kendini iyi hissetme (bütünlük) halidir. Sadece hastalığın ve zayıflığın yokluğu hali değildir. Birleşmiş Milletler Sosyal Paktının 11. maddesine göre, sağlık hakkı kişinin sağlıklı yaşamasını temin edecek beslenme, mesken, kullanılabilir su, uygun çalışma koşulları ve çevre gibi geniş bir sosyo- ekonomik alanı içerir. AB mevzuatında açıklığa kavuşturulmamış olan sağlık kavramı DSÖ tarafından en geniş anlamda tanımlanmıştır. AB Anayasası Md. 35’deki düzenlemenin önleyici tıbbı ve temel tıbbi bakımı içerdiği söylenebilir. Ayrıca, sosyal faktörler dışlanarak bedeni ve ruhsal zafiyet halleri kapsama alınmıştır.98 Ancak, üye ülkeler konuyu kendi anayasalarında ve iç mevzuatlarında açıklığa kavuşturmaktadırlar. Çünkü, Birliğe yükümlülük getiren kuralların içi boştur. AB üyesi ülkelerin sağlık modelleri farklı (örneğin Đngiltere’de milli sağlık, Almanya’da karma (kamusal ve özel) sağlık uygulaması) olduğu için sağlık kavramının topluluğa uygun yorumu ancak Avrupa Adalet Divanı (EuGH) tarafından gerçekleştirilebilecektir.99

Ayrıca sağlık hakkının kapsamı da değerlendirmeye alınmıştır.

Sağlığı korumanın üç düzeyi vardır. Đlk düzey, hafif, basit, pratisyen hekimlerce ve diğer yardımcı sağlık personeli tarafından tedavisi mümkün olan hastalıkları kapsar. Dolayısıyla edimler nispeten düşük maliyetlidirler. Đkinci düzey genellikle hastanede uzman doktorlardan, özel araçlarla ve yatılı hizmet görmeyi kapsar. Đlk düzeyden daha masraflıdır. Üçüncü düzey ise, az sayıda merkezde, oldukça masraflı acil ve yoğun bakımı içerir. AB Kurucu Antlaşmasında kullanılan tıbbi bakım kavramının kişilere ikinci ve üçüncü düzey için de dava etmeye elverişli bir sübjektif hak sağlamadığı ifade edilmektedir.100 Çünkü, sağlık koruma düzeyinin yüksek tutulması amacı üye ülkelere belirli bir standart getirme yükümü yüklememektedir. Birliğe sağlık hizmetinin türü ve

97 Kommentar zur Charta der Grundrechte der Eoropaeischen Union, Hrsg: Jurgen Meyer, Baden-Baden, 406,

407. 98 Kölner gemeinschaftskommentar zur Europaeischen Grundrechte-Charta, Herausgegen von

Tettinger/Stern, Art. 35, Nussberger, München, 2006, 593; Hans D.JARASS, EU-Grundrechte, München, 2005, 377.

99 MEYER, 413. 100 MEYER, 412.

Page 122: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kapsamı konusunu belirleme yetkisi verilmemiştir. Onun görevi ülke mevzuatlarında mevcut hakların garanti altına alınmasıdır.101

2. Avrupa Birliği’ne Üye Ülkelerde

AB ülkelerinin çoğunun Anayasasında sağlık hakkını ilgilendiren hükümler bulunmaktadır. Konuya ilişkin en önemli ilkelerden olan sosyal devlet Alman Anayasası Md. 20/I-1’de “sosyal hukuk devleti” ibaresi ile düzenlenmiştir. Hukuk devleti ve sosyal devlet farklı kavramlar olmasına karşın maddede ikisi birlikte kaleme alınmıştır. 19. yüzyılın liberal hukuk devleti 20.yüzyılda sosyal hukuk devletine dönüşmüştür. Hukuk devleti ilkesini somutlaştıran çok sayıda somut düzenleme mevcuttur. Buna karşın sosyal devlet ile ilgili sadece birkaç kural vardır. Bu kurallar şunlardır: Annenin toplum tarafından korunma ve gözetim hakkı (Md. 6/IV), mülkiyet hakkı sahiplerinin (örneğin kiracılara karşı) sosyal davranma yükümü (Md. 14/II), özürlülere zarar verme yasağı (Md. 3/III-2), kadın ve erkeklerin eşitliği (Md. 3/ II-2). Ayrıca insan onurunun korunması (Md. 1/I),102 eşitlik (Md. 3/I), meslek ve eğitim özgürlükleri (Md. 12/I) de örnek olarak sayılabilir.103

Şimdiki Anayasadan farklı olarak önceki 1919 Vaymar Anayasası’nda ve eyalet devletlerin anayasalarında çok sayıda sosyal kural mevcuttur. Mesken hakkı, çalışma hakkı, işgücünün korunması, yönetime katılma hakkı, tatil hakkı, haftalık 48 saatlik çalışma süresi, grev hakkı, lokavt yasağı bu konuda verilebilecek örneklerdir. Yeni anayasada bu kadar ayrıntılı olarak sosyal haklara yer verilmemesinin bazı nedenleri olduğu ifade edilmektedir. Sayılan haklar uzun süreden beridir kişilere önemi ölçüde zaten sağlanmıştır. Anayasa yapımı sırasında nasyonal sosyalist sistemin, Sovyet işgalinin, kurulma aşamasında olan Doğu Alman Devleti’nin etkileri olmuştur. Bu etkiler sonucu öncelik hukuk devleti düzeninin kurulmasına verilmiştir. Bu yüzden sosyal devlete ilişkin düzenlemeler ikinci plana bırakılmıştır. Ayni tutum iktisadi ilişkiler bakımından da sürdürülmüştür. Sosyal nitelikli

101 Nussberger, 592, 593: Maddede en yüksek değil yüksek düzeyden söz edilmekle teknik gelişmelerin ve

iktisadi beklenebilirliğin dikkate alınması gereği doğmaktadır, 594. 102 Kişilere ödeme güçlerine göre farklı davranılması insan onuruna aykırıdır. Bkz. Paul KIRCHOF, Das

Recht auf Gesundheit, http://www.Kas.de/upload/dokumente/Grenzen_ Gesundheit_Kirchof_20.09.04. Erişim tarihi: 9.11.2006.

103 Harmut MAURER, Staatsrecht I, München, 2005, 242 vd. Bir diğer eserde konu şu şekilde açıklanmıştır: Sağlık hakkı Alman Anayasasında yeterli ölçüde açıklanmamıştır. Çünkü, müstakil olarak düzenlenmemiş olup 2. maddede kişili ğin serbestçe gelişimi ve bedensel bütünlük ile ilgili düzenleme sosyal devlet ilkesiyle birlikte değerlendirilmektedir. Đşlevsel bir sağlık sistemi kurulması gerekliliği vardır. Ancak, düzenlemenin yapısı gereği yasa koyucunun geniş bir takdir yetkisi mevcuttur. Dolayısıyla, kişilerin yeterli tıbbi bakım hakkının varlığına ilişkin bir sonuca varmak zordur. Bkz. Grundgesez Kommentar, Herausgegen von Michael Sachs, München, 2003, 155, 170.

Page 123: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

düzenlemelerde çekinik davranılma nedenlerinden bir diğeri anayasa koyucusunun program kurallardan, boş vaadlerden ziyade doğrudan uygulanabilir kuralları tercih etmesidir. Örneğin, anayasada eğitim yardımı yer aldığında bu bir vaad olup kimin, hangi koşullarda ve ne elde edeceği sorusu cevapsız kalmaktadır. Cevap ancak, yasal bir düzenleme ile verilebilir. Çalışma hakkı için de ayni şey söylenebilir. Diğer yandan bu tutum sosyal devlet ilkesinden vazgeçme anlamına gelmemekte, yüküm yasa koyucuya bırakılmaktadır.104

Almanya’da olduğu gibi Avusturya, Danimarka ve Đsveç Anayasalarında da konuya ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.105 Değinilen ülkelerin aksine Đtalyan Anayasasında sağlığın korunması fertlerin temel haklarındandır, toplum yararı gözetilerek ihtiyaç sahiplerine ücretsiz sunulur hükmü vardır. Keza Portekiz (Md. 64/2), Slovakya (Md. 40) ve Çekoslovakya (Md. 31) Anayasalarında da sağlık hizmetlerinin ücretsiz sunulacağına ilişkin hükümler mevcuttur.106 Đngiltere’ de ise konu sadece yasa ve tüzüklerle düzenlenmiştir. Ancak, bu ülkede de sağlık hizmetleri bedavadır.

Belçika Anayasasında herkesin sağlığının korunması ve tıbbi gözetim hakkı olduğu (Md. 19/3) kabul edilmiştir. Finlandiya’da kamu herkesin sağlığını korumak ve halkın sağlığını desteklemekle mükellef tutulmuştur (AY. Md. 19). 1946 Tarihli Fransız Anayasa’sının Başlangıç kısmında özellikle çocuk, anne ve yaşlı işçilerin sağlığını korumadan söz edilmektedir. Yunan Anayasasında Devlet vatandaşın sağlığını korur hükmü mevcuttur (Md. 21/3). Lüksemburg sosyal güvenliğin sağlanması, işçinin dinlenmesi ve sağlığının korunması (Md. 11/3), Hollanda Devlet ve diğer kamusal organlar sağlığın korunması için tedbir alırlar (Md. 22/1) şeklindeki hükümleri anayasalarına koymuşlardır. Portekiz Anayasası Đspanyol Anayasasında(Md. 43/1) 107 olduğu gibi bireylerin sağlık hakkını açıkça düzenledikten sonra, ayrıca milli sağlık sistemi ademi merkeziyetçi ve katılımcı bir yönetime sahiptir (Md. 64) hükmünü getirmiştir. Aktarılan hükümlerden çıkan sonuç AB ülkelerinin çoğunluğunun anayasalarında sağlık hakkının açıkça tanınmış ve düzenlenmiş olduğudur.108

104 MAURER, 242 vd.: Sosyal devlet ilkesi genel bir program kural değil anayasa politikasına ilişkin bağlayıcı

bir normdur. Yasakoyucunun dikkate alması gereken ilkeleri içerir ve onu bağlar. Vatandaşa sübjektif bir hak sağlamaz. Çünkü, objektif bir nitelik taşır. Đçeriği geniş ve belirsizdir. Somut edimler çıkarılmasına elvermez. Ancak, temel haklar sübjektif hak etkisi doğurabilirler. Serbest piyasa ekonomisi iyi çalışmayıp bazı sektörler zayıfladığı ve iktisaden zayıf gruplar ortaya çıktığı haller dikkate alınarak sosyal devlet ilkesinin devletin iktisadi alana da müdahalesi gerekliliği doğurduğu sonucuna varılmaktadır.

105 Nussberger, 589. 106 Nussberger, 589, dn. 39. 107 Đspanyol sosyal güvenlik ve sağlık sistemi için bkz. Hans-Joachim Reinhard, Modern Sosyal Devlet

Yolunda Đspanya’da Sosyal Güvenlik, Çeviri : Coşkun Saraç, Ceteris Paribus. net 108 Meyer, 408, 409.

Page 124: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

IV. SOSYAL DEVLET VE SAĞLIK S ĐSTEMĐ MODELLER Đ Bir ülkede uygulanan sağlık düzeni sosyal devlet düzeninin

etkisindedir. Sosyal devlet devletçe bakım modeline göre oluşturulmuş ise sağlık millidir. Sosyal sigorta modeline göre oluşturulmuş ise sağlık hastalık sigortası ile koruma altına alınır. Sınırlı gözetim devletinde ise sağlık kural olarak özel sigorta ile korunur.109

1. Devletçe Bakımı Esas Alan Sosyal Devlet (Milli Sağlık) Sosyal konumu, işçi işveren olması ya da zengin veya fakir olması

dikkate alınmaksızın her vatandaşın sosyal bir asgari güvence hakkı vardır. Vatandaş gözetimi de denilen bu modelde vatandaşlar gelir ve ihtiyaç durumları arasında ayırım gözetilmeksizin ayni yükseklikte edime hak kazanırlar. Finansman vergilerle karşılanır. Edimleri de devlet kurumları ve bedava sunarlar.

Devletçe bakım modeli uygulayan ülkelerde sağlık sistemi devlet

yönetimindedir. Sağlık tesislerinde devletçe istihdam edilen hekimler hizmet sunarlar. Milli sağlık da denilen bu sisteme örnek olarak Đsveç, Norveç, Finlandiya, Đngiltere ve Đtalya gösterilebilir. Aşağıda söz konusu örnek ülkelerden Finlandiya ve Đngiltere hakkında kısa bilgi verilmektedir.

A. Finlandiya Bu ülkede sağlığın korunması kamusal bir görevdir. Dolayısıyla

finansman önemli ölçüde vergilerle karşılanır. Hem genel tıbbi hizmetler, hem de uzman tabip hizmetleri devletçe sağlanır. Korumanın çekirdeğini bölgesel sağlık merkezleri teşkil eder. Bu merkezler ayakta ve basit yataklı tedavi hizmetleri sunarlar. Bünyelerinde genel sağlık ile bazı uzmanlık alanlarında hizmet veren hekimler, diş tabibi, psikoterapist ve halk sağlığına ilişkin bazı uzman personel istihdam edilir. Fertler ikamet bölgelerinde bulunan merkezlere müracaat etmek zorundadırlar ve ilk ilişki onlara tahsis edilen belirli bir doktorla kurulur. Yani, aile hekimliği uygulaması mevcuttur. Uzman hekime ancak aile hekiminin sevki ile başvurulabilir. Finlandiya’da ayrıca özel sağlık hizmeti satın alabilmek de mümkündür. Hekimlere resmi mesai saatlerinin dışında özel hizmet verme olanağı da tanınmıştır. Mevcut sağlık düzeninden Finn vatandaşlarının memnun olduğu ifade edilmektedir.110

109 Hasan Hüseyin YILDIRIM, Türkiye’de Sağlık Reformları: Sağlık Finansmanı Reformu ve Genel Sağlık

Sigortası, www.absaglık.com 26 Nisan 2006. 110 J. BÖCKEN, V. KUNSTNANN, M. BUTZLAFF, Die Freie Arztwaehle in internationaler Vergleich,

Gesundheitswesen 64/2002, 268. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında “Dünya Sağlık Raporu 2000: Sağlık

Page 125: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

B. Đngiltere Devletçe organize edilmiş ve vergilerle finanse edilen bu sağlık

sisteminde Đngiltere’de ikamet eden herkes (çalışanlar, işsizler, çocuklar…) herhangi bir ayırım yapılmaksızın sağlık koruması kapsamındadır. Finlandiya’da olduğu gibi Đngiltere’de de sağlık örgütlenmesi bölge (ve içinde bulunan yöre) esasına tabidir. Yörelerde analık, çocuk, aile planlaması, okul, yaşlı ve sakat servisleri bulunur. Fertler önce aile doktorlarına başvururlar. Uzman tabip ihtiyacı kliniklerde karşılanır. Kliniklere ise ancak aile doktorunun havalesi ile gidilebilmektedir.

Aile hekimleri hasta başına maktu ücrete hak kazanırlar.

Hastanın kendisine kaç kez gelip gittiği önem taşımaz. Aile hekimleri gruplaşıp sağlık merkezi kurarak çalışabilmektedirler. Ayrıca, kısmi zamanlı çalışarak özel hasta bakımı da yapabilmektedirler. Đngiltere’de milli sağlık hizmeti dışında ilave olarak özel sağlık sigortasından da yararlanabilmek olasıdır. 111

2. Sosyal Sigortayı Esas Alan Sosyal Devlet (Hastalık

Sigortası) Her vatandaş sağlık hakkına sahiptir. Ancak, gruplara göre farklı

bir yapılanma gerçekleştirilmiştir. Çalışanlar sosyal sigorta kurumlarının kapsamında güvence altına alınmışlardır. Çalışmayanlar için ise, sosyal yardım ve hizmet kurumları görev üstlenmiştir. Sigorta sisteminde sunulan finansman primlerle karşılanır. Ödenen yüksek prim nakdi hakların yüksek olmasını sağlar. Tek bir sigorta kurumu mevcut olmayıp birbirinin yanında çok sayıda sigorta kurumu faaliyet gösterebilir.

Sağlık hizmeti hastalık sigortası dalından sağlanır. Yüksek prim

nakdi edimlerde farklılığa sebep olmaktadır. Ancak, düşük miktarlı prim

Sistemleri -Gelişen Verim” isimli bir rapor yayınlamıştır. 191 ülkenin sağlık sisteminin değerlendirildiği raporda Finlandiya ve Danimarka Örgütün uzmanları tarafından endüstri ülkelerinin en kötüsü olarak nitelenmiştir. Ancak, söz konusu ülkelerin sağlık düzenine kendi vatandaşlarının bakış açısını ele alan bir çalışmada Finlilerin % 81, Danimarkalıların ise % 91 oranında sistemlerinden memnun olduğu saptanmıştır. Bkz. J. MÖLLER, C. SCHMIDT, F. VALLNER, A-K.SONNTAG, Zur Evalution von Gesundheitssystemen: Unterschiedliche Beurteilung durch Experten und Laien, The Public versus Experts on Health System Performance, http://thieme-connect.de/ejournals/pdf/gesqm/doi

111 BÖCKEN, KUNSTMANN, BUTZLAFF, 269; http://www.ess-europa.de/europa/krankenversicherung_ england.htm ; A.W.MACARA, Đngiliz Sağlık Sistemi ve Đngiltere’de Genel Pratisyen Hekimlik, Toplum ve Hekim, Mart-Nisan 1997, 35 vd.; Ali Nazım SÖZER, Sosyal Devlet Uygulamaları, Đzmir, 1997, 75 vd (Uygulamalar).

Page 126: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ödeyen ile yüksek miktarlı prim ödeyen kişiler arasında sağlık hizmetleri bakımından bir ayırım yapılmaz. Sağlık idaresi özerk sigorta kurumlarının yönetimindedir. Sağlık hizmetleri özel veya resmi sağlık kuruluşları (hastalık kasaları) tarafından sağlanır. Almanya, Avusturya tipik örneklerdir.

Sosyal devlet tiplerine ilişkin bir diğer ayırımda, yapılanmasında

sosyal sigortayı esas alan ancak sağlık hizmetini özel sektörden satın alan devletler, sınırlı gözetimi esas alan devletlerle birlikte ayni guruba alınmakta ve rekabete dayalı sosyal devlet tipi olarak adlandırılmaktadır. Rekabet esaslı sosyal devlete ise ABD ile birlikte Đsviçre örnek verilmektedir.112 Aşağıda Almanya ve Đşviçre uygulaması hakkında bazı açıklamalar yapılmıştır.

A. Almanya Başbakan Bismark tarafından kurulduğu için ayni adla anılan bu

sistem çalışanlar esas alınarak sosyal sigorta temeline dayandırılmıştır. Farklı çalışan grupları için farklı sigorta kurumları oluşturulmuştur. Ülkede merkezi bir sigorta kurumu yoktur. Müstahdemler (fikir işçileri), işçiler, madenciler, zanaatkarlar sanatçılar ayrı sandıkların üyesidirler. Sigorta kurumları tüm riskleri kapsamına almazlar. Hastalık (ve analık), iş kazası (ve meslek hastalığı) ve rant (maluliyet, yaşlılık ve ölüm) riskleri için farklı sandıklar oluşturulmuştur. Ancak, meslek grupları ve riskler bakımından kurulmuş çok sayıda sandığın varlığına karşın, sigortalıların tabi oldukları mevzuat yeknesaktır.

Hastalık (270 adet), kaza (36 adet), maluliyet, yaşlılık ve ölüm (17

adet) riskleri için ayrı ayrı kurulmuş olan kasalar söz konusu risklere karşı güvence sağlamaktadırlar.113 Sosyal sigortalar nüfusun % 90’dan fazlasını kapsama almaktadır. Dolayısıyla hastalık sigortasının kapsamı dışında kalanların sayısı oldukça düşüktür. Ancak, onlar için sosyal tazmin ve sosyal yardım müesseseleri koruma sağlamaktadır. Sağlık hizmetleri sadece meslek hastalıkları söz konusu olduğunda az sayıda resmi sağlık kurumu tarafında sunulmakta, hizmetler genellikle piyasadan satın alınmaktadır.114

112 Ayrıca devletçe bakım tipi devletçe yönetim olarak adlandırılarak sosyal devlet modelleri ikiye

indirilmektedir. Bkz. BÖCKEN, KUNSTMANN, BUTZLAFF, 267. 113 Tasfiyeler ve yeni kurulmalar söz konusu olduğu için rakamlar değişkenlik göstermektedir. 114 Sarper ERDOĞAN, Ahmet SALTIK, Ülkemizde Yaşanan Sosyal Güvenlik Krizi Bağlamında Bir Örnek:

Alman Sosyal Güvenlik Sistemi, Toplum ve Hekim, Temmuz-Ağustos 1996, 15 vd.; SÖZER, Uygulamalar, 9 vd.; http://www.ess-europa.de/artikel/gvk.htm

Page 127: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Almanya’da sağlık hizmetleri esas olarak hastalık kasaları vasıtasıyla sağlanmaktadır. Ancak, ayrıca Gençlik, Aile ve Sağlık Bakanlığı halkı sağlığını tehdit eden tehlikelerden korumak, halkın -özellikle belirli halk gruplarının- sağlık durumunu izlemek, korumak ve desteklemek, eczacılık, tababet, sağlık polisliği, genel hijyen, sosyal hijyen (öğrencilerin, özürlülerin sağlık gözetimi), bulaşıcı hasalıklara karşı mücadele gibi görevleri üstlenmiştir. Anılan bakanlık bu görevleri kendine ait resmi sağlık tesisleri ve personeli ile ifa eder. Üstlenilen resmi sağlık görevlerinin giderek özellikle Schlesvig-Holstein ve Berlin eyaletlerinde artması beraberinde devletin ve sigorta kurumlarının sağlık hizmetlerinin sınırının nereden geçtiği konusunda tartışmalara sebebiyet vermiştir. Bu sorgulamalar zaman zaman 1970’li yıllarda yapılan bir tartışmanın yeniden güncel hale gelmesine neden olmuştur. Acaba hastalık sigortası yerine milli sağlık hizmeti mi gerekli? 115

B. Đsviçre Sağlık sistemi devletçe tanzim edilmiştir. Kişiler mevcut 94

hastalık kasasından istediğini seçmek ve ayrıca primini de serbestçe belirlemek hakkına sahiptir. Primi sigortalılar kendileri öderler. Bağımlı çalışanlarda prim ücretlerinden kesilir. Düşük prim ödemeyi seçenler önce bir aile hekimini giderler. Uzman doktora ancak sevk halinde başvurabilirler. Muhtemelen söz konusu bu serbesti nedeniyle Đsviçre’de mevcut sisteme “yönetilen bakım” (managed care) denilmektedir. Yönetilen bakımdan amacın az prim ile kişilerin yüksek maliyetli sağlık hizmeti talep etmelerinin engellenmesi olduğu ifade edilmektedir. Aksi halde maliyeti kamu ödeyecektir. Sağlık hizmetini özel sektör sunmaktadır. Özel sektörde bu hizmeti sunacak yeterli sayıda hekim mevcuttur. Hekimlere ödemeler ziyaret başına yapılır. Doktorların mali yarar görmeleri nedeniyle hastalarıyla daha fazla ilgilenmeleri sonucu sigortalıların iyi bir gözetim altında olduğundan söz edilmektedir.116

3. Sınırlı Gözetimi Esas Alan Sosyal Devlet (Özel Sağlık) Pazar esaslı bu sosyal devlet tipinde nüfusun bir kısmına, sadece

özel ihtiyaç sahiplerine gözetim edimleri sunulur. Đşgöremezlik ve yaşlılık gibi risklere karşı güvence gönüllü özel sigortalar ile sağlanır. Sosyal

115 Bkz. Rainer PITSCHAS, Öffentlicher Gesundheitsdienst und Verwaltungsverfahren, NJW 46/1986, 2861

vd.; Hans F. ZACHER, Krankenkassen oder nationalen Gesundheitsdienst? 1980. 116 Bkz. BÖCKEN, KUNSTMANN, BUTZLAFF, 269; http://www.ess-europa/kvsys_schweiz.htm

Page 128: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

politika yoksulların en yoksullarının açlıktan ve soğuktan korunmaları için vardır. Bir yeniden dağıtım aracı olarak düşünülmez. Đktisadi olayların seyri devlet müdahalesi ile değiştirilmek istenmez. ABD., Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda tipik örnekleridir.117 Ayrıca Şili’yi de bir diğer örnek olarak göstermek mümkündür.

A. Amerika Birle şik Devletleri Sağlık hizmetleri ayakta tedavi gerekliliği halinde serbest çalışan

özel hekimlerce sunulur. Yataklı tedavi hizmetleri ise özel ve kamu sağlık tesislerinden edinilir. ABD’de üç temel tip sigorta mevcuttur. 1. Devlet gözetim programı (Medicaid ve Medicare). 2. Đşçinin grup sigortası. 3. Özel sigorta.

Tıbbi yardım ve gözetim (Medicaid ve Madicare) devletçe yürütülen

ve her eyaletin kendi kurallarını uyguladığı bir programdır. Birçok grup bu programın kapsamındadır. 65 yaşın üzerinde olanlar, 65 yaş altında olmakla birlikte özürlüler, analık hali, geliri belirli bir düzeyin altında olanlar bu grupları oluşturur. Yardım almak için vatandaş veya yasal göçmen olmak gerekir. Yardım miktarı kişilere değil sağlık hizmeti sunanlara ödenir. Ödeme, ihtiyaç halinde, müracaat öncesi üç aylık dönemi kapsayabilir. Đhtiyacın kalktığı ayı izleyen ayda son bulur.118

Belirtilen grupların dışında kalan kişiler işçi iseler sendikalarının

bağıtlanmasını sağladıkları grup sigortasından yararlanırlar. Diğerleri ise sağlık hizmetlerinden özel sigorta veya kişisel ödeme yoluyla yararla-nırlar. Bunun için de yüksek bedeller ödemek zorunda kalmaktadırlar. Bu yüzden ABD.’de nüfusun % 17 kadarı (45 milyon Amerikalı) sigorta korumasının kapsamı dışındadır. Serbest piyasanın öngördüğü doktorunu serbestçe seçme hakkı fiiliyatta mevcut değildir. 119

117 Bkz. H. ADAM, Bausteine der Volkswirtschaftslehre, Frankfurt/Main, 2000; BÖCKEN, KUNSTNANN,

BUTZLAFF, 267 vd. Sağlık uygulamaları açısından mevcut modellerin yetersizliği ve yeni ayırım teklifleri için bkz. C. VENDT, Gesundhetissysteme im Internationalen Vegleich, Ein Überblick über den Forschungsstand, Gesundheitswesen, 68/2006, 593 vd.

118 Sosyal Güvenlik Đdaresi bünyesinde bulunan Tıbbi Bakım ve Tıbbi Yardım (Medicare and Medicaid) Merkezi (CMS) ile Sağlık ve Beşeri Yardım Departmanı (DHHS) konuyla ilgili makamlar olarak yaklaşık 40 milyon Amerikalı’ya hizmet vermektedirler. Bkz. .http://www.cms.hhs.gov/MedicaidGenInfo/ Ali Nazım SÖZER, Kitap Eleştirisi, Eberhard Eichenhofer, Amerika Birleşik Devletlerinde Sosyal Güvenlik Hakkı, Đş Hukuku Dergisi, 3/1992, 476.

119 Bkz. BÖCKEN, KUNSTMANN, BUTZLAFF, 270. Dünya Sağlık Örgütü yukarıda değinilen 2000 yılı ülke verimlilik raporunda ABD.’nin sağlık sistemini dünyanın en iyi müşteri odaklı olanı saymıştır. Ancak, halkın görüşü dikkate alındığında bu ülkenin endüstrileşmiş ülkelerin sonunda olduğu belirlenmiştir. Bkz. MÖLLER/SCHMĐDT/VALLNER/SONNTAG, 93. Yazarlar DSÖ.’nün uzman

Page 129: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

B. Şili Şili’de Dünya Bankası’nın sosyal programı esas alınarak, Alman

modeline göre oluşturulmuş sosyal sigorta modelinin zaman içinde tasfiyesi hedeflenerek, yerine özel sigorta sistemi tercih edilmiştir. Hastalık sigortası hizmetleri sunmakla yükümlü hastalık kasaları 1952 yılında milli sağlık hizmeti (SNS) adı altında birleştirilmişti. SNS kendi sağlık tesislerine ve personeline sahipti. Prim yanında ek tedavi bedeli ödeyenler için ayrıca doktor ve sağlık tesislerini seçme hakkı tanıyan SERMENA isimli bir sağlık örgütü daha mevcuttu.

Mevcut sistemin iyi işlemediği gerekçesi ile 1979 yılında SNS ve SERMENA da birleştirilerek FONASA kuruldu ve böylece resmi sağlık sistemi teke indirgendi. Kamu sağlık düzeni yanında ayrıca çok sayıda özel sigorta şirketinin kurulmasına olanak tanındı. Fertler resmi veya özel sigortayı tercih etmekte serbest bırakıldı. Ancak, üst gelir gruplarına hitap eden özel sigorta hükümetlerce teşvik edildi. Devlet destekli olmalarına karşın özel sağlık şirketleri önleyici tıp hizmeti vermemekte, analık riskini kapsamlarına almamaktadırlar. Ayrıca, poliçe imzalanırken gençler ve sağlıklı kişiler tercih edilmekte, bu sebeple de yoksul, yaşlı ve sağlıksız kişiler resmi sağlık düzeninde kalmaktadırlar.120

IV. TÜRKĐYE’DE SOSYAL DEVLET VE SAĞLIK SĐSTEMĐ 1. Sosyal Devlet Đlkesi

1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) sadece devletin temel yapısına ilişkindi. Bu nedenle bünyesinde devletin niteliği ile hak ve özgürlüklere ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktaydı. 1924 Anayasasında Türkiye Cumhuriyeti halkçı ve devletçi olarak nitelenmiş idi (Md. 2). Çalışma, toplanma, dernek kurma (Md. 70), öğretim (Md. 80, 87) hakları kabul edilmiş, çiftçiyi toprak sahibi kılmaktan (Md. 74) söz edilmişti.

1961 Anayasasının başlangıç kısmında “…insan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için…” ifadesi mevcuttu. Bu ifadede hem Cumhuriyetin temel niteliklerini,

görüşlerine dayanan raporlarını 17 endüstri ülkesinde halkın görüşlerine başvurarak sınamışlar, sonuçta uzmanların ve halkın değerlendirmelerinin pek az örtüştüğünü saptamışlardır, 90.

120 Bkz. Recep KAPAR, Şili Sosyal Güvenlik Sisteminde Sağlık ve Emeklilik Sigortalarında Yaşanan Değişimler, DEÜ. SBE. Dergisi, 1/1999, 187 vd.; Ali Nazım SÖZER, Sosyal Sigortalarda Yeniden Yapılanma ve Şili Modeli, Sosyal Güvenlik Dünyası, Nisan 2001, 1 vd.

Page 130: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hem de sosyal hakların temellerini bulmak mümkündür. 2. maddede Türkiye Cumhuriyeti için sosyal bir hukuk devletidir nitelemesi yapılmıştır. Anayasa’da kişinin hak ve ödevleri (Md. 14-29) yanında ayrıca sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler düzenlenmiştir. Ailenin korunması (Md. 35), çalışma hakkı (Md. 42-47), sosyal güvenlik (Md. 48), sağlık hakkı (Md. 49), öğrenimin sağlanması (Md. 50), kooperatifçiliği geliştirme (Md. 51), tarım ve çiftçinin korunması (Md. 52) sosyal haklara ilişkin düzenlemelerdir. Ayrıca mülkiyet hakkı (Md. 36), toprak mülkiyeti (Md. 37), kamulaştırma (Md. 38) ve devletleştirme (Md. 39) düzenleme konusu edinilmiştir.

1982 Anayasasında sosyal devlet anlayışı -1961 Anayasasında olduğu gibi- “Türkiye Cumhuriyeti …sosyal bir hukuk devletidir.” ifadesi ile ortaya konulmuştur. Devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen 5. maddede bu kavram şu şekilde vurgulanmaktadır: “Devletin temel amaç ve görevleri,…kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır “. Anayasanın başlangıç kısmında da paralel olarak “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;..” ifade edilmektedir. Bu ifadede kullanılan özellikle“sosyal adalet gerekleri” ibaresi sosyal devletin amacını açıklıkla vurgulamakta-dır.

Sosyal devlet ilkesini açıkça kabul eden anayasa koyucu onu somutlaştıran kuralları ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. Bu kuralların bir kısmı-yine 1961 Anayasasında oluğu gibi- gelir ve servet farklılıklarının azaltılmasını sağlamaya yöneliktir. Vergi adaleti (Md. 73), kamulaştırma (Md. 46), devletleştirme (Md. 47), toprak reformu (Md. 44) ve planlama (Md. 166) ile ilgili maddeler söz konusu amaca hizmet eder.

Sosyal devlete ilişkin kuralların bir kısmı ise bireylere insan onuruna yakışır asgari bir hayat düzeyi sağlamaya yöneliktir. Sosyal güvenlik hakkı (Md. 60), sağlık hakkı (Md. 56), çalışma hakkı (Md. 49), adil ücret hakkı (Md. 55), konut hakkı (Md. 57), eğitim hakkı (Md. 42) hayat düzeyini yükseltmeye yöneliktir.121 Aşağıda konumuzla doğrudan ilgili olan sosyal güvenlik ve sağlık hakkı ayrıca ele alınmıştır.

121 Bkz. Ergun ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, 2004, 123 vd.; Yavuz ATAR, Türk Anayasa

Hukuku, Konya, 2000, 78 vd.; Kemal GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, 2004, 80 vd.;

Page 131: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

2. Sosyal Güvenlik Hakkı Sosyal güvenlik hakkına ilişkin 60. maddeye göre, “Herkes, sosyal

güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” 122 60. madde ile bireylere sosyal güvenlik hakkı sağlamak üzere teşkilat kurma görevi devlete verilmiştir. Devletin sosyal güvenlik teşkilatı kurması söz konusu olduğunda, yukarıda değinilen üç sosyal devlet modeli akla gelir. Devletçe bakım, sosyal sigorta ve sınırlı bakım modelleri. Devletçe teşkilat kurma fiili kapsamına devletçe bakım modelini ve sosyal sigorta modelini alır. Ancak, özel sigortaya dayalı sınırlı bakım modelinin bu fiil kapsamına girdiği söylenemez. Devletçe kurulacak bir teşkilat resmi bir nitelik taşımak gerekir. Bu sonuca özellikle 1961 Anayasa’sında “… kurmak ve kurdurmak…” olarak mevcut fiillerden kurdurmanın yeni Anayasamıza alınmamış olması nedeniyle de varmak olasıdır. 123

5510 sayılı Kanun ile oluşturulan yeni Sosyal Güvenlik Kurum’u da devletçe kurulan teşkilat niteliğindedir. Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun devlet ağırlıklı yönetim yapısı, Anayasa’nın lafzına uygun gözükmesine karşın, ülkemizde yürürlükte bulunan sosyal koruma modelinin yapısına uygun değildir. Çünkü, bürokratik yönetim devletçe bakım (koruma) modeline özgüdür. Diğer koruma modelleri dikkate alındığında, özel yönetim özel sigortada bulunur. Sosyal sigortalarda ise, yönetimin gerçek anlamda özerk olması yani, işçi ve işverende olması gerekir. Bu itibarla, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yönetim yapısının özerk olması gerekirdi.

3. Sağlık Hakkı Sağlık hakkına ilişkin 69. maddeye göre ise “Herkes, sağlıklı ve

dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. … Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet,

Zafer GÖREN, Anayasa Hukuku, Ankara, 2006, 114 vd.; Bülent TANÖR, Necmi YÜZBAŞIOĞLU, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Đstanbul, 2004, 87 vd. 167 vd.

122 1961 Anayasasında ise ifade “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlanmak için sosyal sigortalar ve sosyal yardım teşkilatı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.” şeklindedir (Md. 48). Teşkilat kurdurma yetkisi yeni düzenlemede yer almamıştır.

123 Yasakoyucu asli yanında ayrıca özel nitelikli ikinci ve üçüncü ayak sigorta kurumları oluşturmak üzere yasa çıkarabilir. Ancak, ilk ayak (asli) sigorta kurumunun özel sigorta niteliği taşımaması gerekir. Nitekim günümüze değin işçiler, bağımsız çalışanlar ve memurlarla ilgili asli sigorta kurumları olan SSK., Bağ-Kur ve Emekli Sandığında durum böyle idi.

Page 132: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir”124

Maddeye göre, Devlet herkesin sağlığını korumakla mükelleftir. Sağlık kuruluşlarının hizmet vermesi için Devlet onları tek elden planlar. Planlama görevi Devlete aittir. Ayrıca, denetleme görevi de devlete aittir. Hizmet görevi ise kamu dışında özel sağlık kuruluşları tarafından da yerine getirilebilir. Yani, fertlerin sağlıklarının korunması için devletin özel sektörden de yararlanabilmesi mümkündür. Ancak, kişilerin sağlığının korunması görevi devlete verildiğine göre, bu yükümün yerine getirilmesinde özel sektörden yararlanmanın mümkün olmasına karşın, tamamen özel sektöre devri düşünülemez. Yani, vatandaşların sağlıklarının korunması görevi (planlama,, hizmet ve denetim aşamala-rının tümü itibariyle) asli olarak özel sigorta şirketlerine bırakılamaz. Bu tespit ayni zamanda devlete ait sağlık tesislerinin özelleştirme yoluyla kamusal niteliklerinin üzerlerinden alınamayacağı sonucunu da doğurmaktadır. Çünkü, Sağlık Bakanlığı bünyesinde toplanmış bulunan sağlık tesisleri, mevcut hükümetin planladığı şekilde,125 satılarak veya özelleştirilerek elden çıkarılacak olur ise sağlık hizmeti sunacak kamu tesisi elde kalmayacaktır. Halbuki, sağlık hizmetlerinin sadece özel sektöreden satın alınması Anayasa’ya uygun düşmez. Çünkü, 69. maddede ”Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, …yerine getirir” denilmektedir. Düzenlemede kamu veya özel denilmeyip kamu ve özel denilmesi bu sonucu doğurmaktadır. Anılan nedenle, Anayasa’da kurulabilir denilen Genel Sağlık Sigortası’nın 5510 SK. ile kurulmuş olması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir.

4. Türk Anayasasının Belirli Bir Sosyal Güvenlik (Sosyal

Devlet) Modeli Var mıdır ? (Anayasa’da Ekonomik Tercih) Sosyal devlet kavramımın içeriği tercih edilen ekonomi politikasına

göre değişmektedir. Eğer Anayasa’da belirli bir ekonomik model mevcut ise sosyal devlet müessesesinin yapılanması da bu modele göre olacaktır. Böyle bir model mevcut olmadığında yapılanma siyasi iktidarın tercihleri doğrultusunda olacaktır.

124 Sağlık hakkı 1961 Anayasasında “Devlet herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşıyabilmesini ve tıbbi

bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.“ şeklinde düzenlenmişti (Md. 4)/1). Maddede genel sağlık sigortasından açıkça söz edilmiş değildi.

125 Bkz. Ali Nazım SÖZER, Genel Sağlık Sigortası Kimin Yararına, Mercek, Ocak 2005, 28 vd.

Page 133: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Konu Anayasamız açısından ele alındığında sosyal devlet ilkesinin benimsenmiş olmasının belirli bir ekonomik tercihin yapıldığı anlamına gelmediği ifade edilmektedir. Bu görüşe göre, Anayasamız hem liberal, hem de devletçi, hem de karma ekonomi politikalarına açıktır. Anayasa ekonomik modeller karşısında nispi olarak tarafsızdır. Bu tutuma “ekonomik yansızlık görüşü” denilmektedir. Yani, siyasi partiler liberal veya devletçi bir politika izlemekte serbesttirler. Anayasa Mahkememize göre, çok partili demokratik rejimi benimseyen Anayasamızda, Anayasa ilkelerine ters düşmemek koşuluyla, iktidarların ekonomi alanında müdahaleci veya liberal bir politika izlemelerine bir engel bulunmamakta-dır.126

Ekonomide yansızlık ilkesinin varlığının Anayasa Mahkemesi

tarafından kabulüne karşın Anayasa’da devletin ekonomiye müdahalesi-ne ilişkin birçok hüküm mevcuttur. Bu hükümlerin bir kısmı sosyal devletin varlığına ilişkin hükümlerdir. Yukarıda sosyal devletin gelir ve servet farklılıklarının azaltılmasını sağlamaya yönelik (vergi adaleti sağlama, kamulaştırma, devletleştirme ve toprak reformu ile ilgili) maddelerinden söz edilmişti. Ayrıca sosyal devlete ilişkin kuralların bir kısmının (sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, çalışma hakkı, adil ücret hakkı, konut hakkı, eğitim hakkı) bireylere insan onuruna yakışır asgari bir hayat düzeyi sağlamaya yönelik olduğu ifade edilmişti. Gelir ve servet farklılıklarının azaltılması ve fertlere asgari bir yaşam düzeyi sağlamak ancak yapma fiili ile gerçekleşeceği için Devletin ekonomik hayata müdahalesi kaçınılmaz olmaktadır.

Anayasa’da tüm bunların dışında ekonomiye müdahale

gerekliliğini açıkça kabul eden düzenlemeler de mevcuttur. Devlet ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlar (Md. 166). Para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirler alır. Tekelleşme ve kartelleşmeyi önler (Md. 167). Söz konusu hükümler -birçok batılı ülkede olduğu gibi- ülkemizde de kalkınmada “sosyal piyasa ekonomisi” modelinin seçildiğini ortaya koymaktadır. Bu model vahşi liberal piyasa ekonomisi yerine, tam rekabeti sağlamaya hizmet eden bir iktisadi düzenin uygulanması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Her ne kadar Anayasada belirli bir ekonomik model tercihi yoktur denilmekte ise de, en azından asgari bir model vardır. Bu model vahşi piyasa ekonomisinin karşıtı olan sosyal piyasa ekonomisidir.127

126 AY. Mah.18 Şubat 1985 T., E: 1984/9, K: 1985/4, AMKD, Sa: 21, 59. 127 ÖZBUDUN, 126 vd.

Page 134: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal adalet adil bir sosyal düzen kurmayı, adil düzen kurma girişimi ise müdahaleyi gerektirir. Dolayısıyla sosyal bir devlette -etki ettiği toplumsal katmanları dikkate alındığında- sadece ekonomik yapı değil siyasi yapı (sosyal demokrasi), kültür (sosyal kültür) ve ayrıca sosyal yapı (sosyal hukuk) müdahalelerle sosyalleştirilmek zorundadır.128 Bu sonuca varıldığında, sosyal güvenlik sisteminin liberal olması ve içinde yer alan sağlık düzenin fertleri serbest piyasa ile karşı karşıya bırakması uygun düşmeyecektir. Yani, yukarıda açıklanan sınırlı gözetimi esas alan devlet ve rekabete dayalı sosyal devlet tipine göre oluşturulacak bir sağlık düzeni Anayasamıza aykırıdır. Ayrıca, aşağıda yer yer değinildiği üzere, yerinde de değildir.

5. Türkiye’de Uygulanmakta Olan Sağlık Sistemi Türkiye’de tüm nüfus hastalık tehlikesine karşı koruma

altındadır. Koruma çalışanlar için sosyal sigorta sistemi ile, diğer nüfus kesimi için ise sosyal tazmin, sosyal hizmet ve sosyal yardım kurumları tarafından sağlanmaktadır. Mevcut sağlık sistemi sosyal sigorta ağırlıklıdır. Bu itibarla, Türkiye’de bu güne değin Bismark modeli sosyal devlet uygulaması tercih edildiği sonucuna varmak gerekir.

A. Sosyal Sigortalar Bilindiği üzere ülkemizde işçilere 506 SK.’da iş kazası ve meslek

hastalıkları, hastalık ve analık sigortaları (Md. 11-51), bağımsız çalışanlara 1479 SK.’da iş kazası ve meslek hastalığı ile hastalık sigortası (Md. 29, Ek Md. 11-17) memurlara ise söz konusu işgöremezlik hallerinin hepsi için Devlet Memurlarının Tedavi Yardımı ve Cenaze Giderleri Yönetmeliği, bütçe uygulama talimatları ayrıca 5434 SK. ile gereken sağlık koruması sağlanmaktadır. Aktif ve pasif sigortalılar birlikte dikkate alındığında ülke nüfusunun % 91.7’si sosyal sigortalar vasıtasıyla sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır.129 Kalan % 8.3 ise aşağıda değinilen çok sayıda düzenlemenin kapsamındadır.

B. Sosyal Tazmin Er ve erbaşlar (onbaşı, çavuş) kıta ve askeri kurumlara

katılışlarından ayrılıncaya kadar geçen zaman içinde hastalanmaları halinde muayene ve tedavi edilirler.130 Harp malulleri parasız muayene ve

128 Bkz. Ali Nazım SÖZER, Türkiye’de Sosyal Hukuk, Đzmir 1998, 5 vd. 129 Bkz. 2007 Yılı Programı, RG: 1 Kasım 2006, 26333, 70, 200 (2007 Yılı Programı). 130 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Đç Hizmet Kanunu Md. 60/ 1,2, Md. 61.

Page 135: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

tedavi hakkına sahiptirler.131 Harp ve vazife malullerinin ve şehitlerinin aile fertleri de sağlık kuruluşlarının hizmetlerinden bedelsiz olarak yararlanırlar.132 Muhtaç erbaş ve erlerin eşleri, çocukları, yoksul ana ve babaları ücretsiz tedavi edilirler.133 1005 SK. kapsamına girenler (Milli mücadeleye iştirak etmiş ve bu nedenle kendilerine istiklal madalyası verilmiş Türk vatandaşları, Kore'de fiilen savaşa katılmış Türk vatandaşları, Birinci ve Đkinci Barış harekatında Kıbrıs'da fiilen görev almış Türk vatandaşları) sağlık hizmetlerinden bedelsiz yararlanırlar. Sigorta kurumlarında tedavi edilme hakkı olmayan asayiş hizmetlilerinin sağlık hizmetleri devlet, üniversite ve askeri hastanelerde ücretsiz olarak sağlanır.134

2453 SK.’a göre, yurt dışında zarara uğrayan kamu personelinin

ve onun hak sahiplerinin ücretsiz sağlık hizmeti hakkı mevcuttur. 135 Sosyal tazmini konu alan diğer bir düzenleme Terörle Mücadele Kanunudur. Bu kanuna göre terör mağduru sayılan asayiş hizmetlilerine ücretsiz sağlık hizmeti sağlanır.136 Ayni kanun kapsamında sivil terör mağdurları da yaralandıklarında Devlet ve üniversite hastahanelerinde muayene ve tedavi edilirler.137 Afet hizmetlilerinden yardım faaliyeti sırasında yaralanan veya hastalananları kamu ve özel kuruluşlar tedaviye mecburdurlar.138 Yangın söndürme mükellefiyeti nedeniyle hastalanan ve sakatlananları devlet hastaneleri parasız tedavi etmekle mükelleftirler. 139

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere toplumsal

sorumluluk üstlenilmesi gereken bir fiil nedeniyle zarar görenler çok sayıda farklı düzenleme ile sağlık koruması altına alınmıştır.

C. Sosyal Yardım 29 Mayıs 1986 tarihli ve 3294 Sayılı Sosyal Yardımlaşma ve

Dayanışmayı Teşvik Fonu Kanunu’na göre ihtiyaç sahibi kimselerin ilaç ve tedavi giderleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Vakıfları

131 5434 SK., Md. 65/a-b (meri). 3810 SK., Md. 2 ile tadil edilmiş 211 SK., Md. 70. 132 211 SK. md. 70. 133 18.2.1998 T. ve 4341 S.’lı Muhtaç Erbaş ve Er Ailelerinin Ücretsiz Tedavisi Hakkında Kanun 134 2330 SK. Md. 7/4. 135 23 Nisan 1981 tarihli ve 2453 Sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık

Bağlanması Hakkında Kanun. RG: 25.4.1981, 17321. 136 12.4.1991 kabul tarihli 3713 SK. Md. 21/e. 137 3713 SK. Md. 21/e. 138 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair

Kanun. Md. 10/1-2. 139 31 Ağustos 1956 Tarihli 6831 Sayılı Orman Kanunu Md. 71/4.

Page 136: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

tarafından karşılanır.140 Ayrıca, yoksul özürlüler ve 65 yaşını doldurmuş muhtaçlar, eşleri 2022 SK. ile Yeşil Kart Yasası (3816 SK.) kapsamına alınarak ücretsiz tedavi hakkına sahip kılınmışlardır.141

D. Sosyal Hizmet Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü

142 korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç aile, çocuk, genç, özürlü (sakat), yaşlı, kadın ve diğer kişilere hizmet götürmekle görevlidir. Bu hizmetler arasında sağlık da bulunmaktadır. Ayrıca, Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü (Hayır Đşleri ve Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı) yoksul hastaların reçete bedellerini öder. 143

Sosyal hizmet kurumları dışında sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak

Sağlık Bakanlığınca yerine getirilmektedir. Bu amaçla çıkarılmış birçok düzenleme mevcuttur. Sağlık Bakanlığı aile planlaması hizmetlerini,144 cinsel hastalık, verem tedavilerini, çiçek aşısını, doğum yardımını, bulaşıcı hastalıkların ve kuduzun tedavisini bedava yapmak zorundadır.145 Ayrıca fakirlik, sosyal tazmin alacaklısı, tutuklu veya hükümlü olma, yatılı ücretsiz okuma hali bedava sağlık hizmeti talebine hak kazandırmaktadır.146 Đlave olarak, geliri asgari ücretin 1/3’ünden az olan kişiler de yeşil kart yoluyla Sağlık Bakanlığından bedava sağlık hizmeti talep etme hakkına sahip olmaktadırlar.147 Nihayet, 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanuna göre, tüm nüfusun sağlık hizmetlerinden herhangi bir prim ödemeden, sevk zincirine uyarak yararlanması mümkündür.

Yukarıda sosyal tazmin, sosyal yardım ve sosyal hizmet başlıkları

altında yapılan açılamalar sosyal sigortaların kapsamı dışında kalan nüfusun, etkinliği tartışmalı da olsa, çok geniş bir koruma ağı içinde olduğunu ortaya koymaktadır.

140 3294 SK. Md. 7/1. 141 2022 SK. Md. 7. 142 24.5.1983 T. ve 2828 S.’lı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esigeme Kurumu Kanunu 143 KHK/227, Md.9/d. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Muhtaç Aylığı ve Vakıf Đmaret Yönetmeliği

Md. 36. 144 2827 Sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun, Md. 2, RG: 27.5.1983, 18059. 145 1593 Sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu Md. 88, 90, 91, 105, 117, 118, 153. 146 Yataklı Tedavi Kurumları Đşletme Yönetmeliği Md. 55. 147 3816 Sayılı Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet

Tarafından Karşılanması Hakkında 3816 Sayılı Kanun.

Page 137: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

VI. GENEL SAĞLIK S ĐGORTASI MEVZUATI 1. 5502 SK. 16.5.2006 Tarih ve 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu

ile (yürürlük tarihi olan) 20.5.2006 (Md. 44) tarihinden itibaren Sosyal Güvenlik Kurumu, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ayrıca özel banka ve sigorta şirketleri asli sandıkları (Md. 43, Geç. Md. 1, Geç. Md. 6) lağvedilerek yerlerine Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) oluşturulmuştur. Devir söz konusu kurumların mal varlığını, personelini, kadrolarını ve bütçesini kapsamaktadır. Devredilen kurumların yönetim kurulları görevlerini mülga kanunları gereği yapmaya devam edecekler, SGK.’nun merkez ve taşra teşkilatı en geç üç yıl içinde 5502 SK.’a uygun hale getirilecektir (Geç. Md. 2).

5502 SK. SGK.’nun organlarını Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma

Kurulu (Md. 26), Genel Kurul, Yönetim Kurulu ve Başkanlık olarak belirlemiştir (Md. 4). Başkanlık merkez ve taşra teşkilatından oluşmaktadır (Md. 8). Merkez teşkilatında başkan ve yardımcıları yanında ana hizmet birimleri mevcuttur. Ana hizmet birimleri şunlardır: Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü, Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü, Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü, Hizmet Sunumu Genel Müdürlüğü, Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, Aktüerya ve Fon Yönetimi Daire Başkanlığı (Md. 10-12).

Taşra teşkilatı her ilde kurulan sosyal güvenlik il müdürlükleri ile onlara bağlı olarak kurulan sosyal güvenlik merkezlerinden oluşur (Md. 27). Bu yapılanma şeklinden genel sağlık sigortasını yürütme görevinin SGK.’na ve bünyesindeki Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü’ne verildiği anlaşılmaktadır.

Söz konusu genel müdürlük ülkemizdeki yaklaşık 73 milyon kişinin sağlık hizmetlerinden sorumlu tutulmuştur. Yasada görevleri kısaca sosyal güvenlik mevzuatında genel sağlık sigortası ile ilgili konularda verilen görevleri yapmak, kişisel koruyucu sağlık politikalarını tespit etmek, hak sahiplerini bilgilendirmek olarak belirlenmiştir (Md. 14). Genel müdürlük bu görevlerini taşra il müdürlükleri ve merkezleri aracılığıyla yerine getirecektir.

2. 5510 SK. ve Diğer Đlgili Mevzuat

31.5.2006 Tarih ve 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 1.1.2007 (Md. 108) tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu

Page 138: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kanunun uygulanabilmesi için gerekli hukuki alt yapı önceden bazı yasalarda değişiklik yapılarak ve yeni bazı yasalar çıkarılarak hazırlanmıştır. Söz konusu düzenlemeler dikkate alındığında 5510 SK.’un dayandığı temeller ve getirilen yeni sağlık sisteminin özelliği (sosyal devlet modellerinden hangisinin tercih edilmiş olduğu) anlaşılacaktır.

Tarih sırası ile dikkate alınacak olur ise, 14.7.2004 Tarih ve 5520

Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na bir ek madde getirildi. Bu madde ile Maliye Bakanlığı’na Sağlık Bakanlığı’na ait taşınmazları satma yetkisi verilmiştir. 24.11.2004 Tarih ve 5285 Sayılı Aile Hekimliği Uygulaması Hakkında Kanun ile GSS.’nın aile hekimliği müessesesi oluşturulmuştur. 6.1.2005 Tarih ve 5283 Sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun ile SSK. ve diğer bazı kamu kurumlarının sağlık tesisleri Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir.148 149

Değinilen kanunlar serisi bir bütün olarak değerlendirildiğinde

Sağlık Bakanlığı bünyesinde toplanmış olan resmi sağlık tesislerinin satılarak tasfiyesinin yolunun açılmış olduğu söylenebilir. Yani, kendine ait sağlık tesisi olmayan SGK. bu hizmetleri satın alacağı resmi kurum bulamayınca tüm sağlık hizmetlerini özel sektörden almak zorunda kalacaktır.

SGK. Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürlüğü vatandaşlara üç

basamakta hizmet sunulmasını sağlayacaktır. Đlk basamakta aile hekimleri yer alır. Đkinci ve üçüncü basamakta yer alacak sağlık kuruluşları Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenir. (Md. 70). Genel Müdürlük Kurum adına Sağlık Bakanlığınca belirlenen ikinci ve üçüncü basamaktaki sağlık hizmeti sunucuları ile sözleşmeler yapılmasını sağlayacaktır. Sözleşmeler sadece yurt içindeki değil ayrıca yurt dışındaki hizmet sunucuları ile de yapılabilmektedir (Md. 73).

Yukarıda açıklanan hizmet sunum modelinde serbest piyasa esas

alınmış, kamunun sağlık hizmeti sunması istenilmemiştir. SGK.’nun yukarıda tahlil edilen hukuki konumu dikkate alındığında sağlık idaresi

148 Ayrıca, 7.12.2004 Tarih ve 5272 Sayılı Belediye Kanunu ile belediyelere her türlü sağlık tesisi açma ve

işletme yetkisi tanındı (Md. 14/b). Bu düzenleme Cumhurbaşkanınca veto edilen Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile birlikte değerlendirildiğinde özel bir anlam taşımaktadır. Çünkü, anılan kanunda Sağlık Bakanlığı’nın sağlık tesislerinin önce il özel idarelerine devredilmiş olduğuna, daha sonra da belediyelere devredilebileceğine ilişkin bir hüküm mevcuttur (Geç. Md. 1/a, Geç. Md. 2/2).

149 5510 SK.’a eleştirel bir yaklaşım için bkz. Ali Rıza OKUR, Sosyal Güvenlik Reformu ve Genel Sağlık Sigortası, Đş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 12/2006, 1286 vd.

Page 139: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

devletin, hizmet sunumu ise özel sektörün elinde bulunmaktadır. Getirilen bu yeni model ülkemizde “rekabete dayalı sosyal devlet tipi”nin benimsenmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Rekabet esaslı sosyal devlete yukarıda Đsviçre örnek olarak verilmişti. Ancak, Đsviçre’de özel sağlık sektörü gelişmiştir. Tam rekabet ortamı sağlanmıştır ve ülkede milli gelir oldukça yüksektir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, sınırlı gözetimi esas alan sosyal

devlete örnek olarak verilen ABD.’de yoksullar sağlık hizmetlerinden önceden herhangi bir ödeme yapmadan doğrudan yararlanabilmekte-dirler. Halbuki, 5510 SK.’a göre, 3816 SK. (Yeşil Kart) ve 2022 SK (65 yaş ve özürlü aylığı) kapsamında olanlar katkı paylarını önce kendileri ödeyecekler, daha sonra talep ederseler katılım paylar kendilerine 3294 SK.’a göre Sosyal Yardımlaşma ve dayanışmayı Teşvik Vakıfları tarafından geri ödenecektir (5510 SK. Md. 68/I-6).150 Söz konusu düzenleme GSS.’nın kendileri için getirildiği ifade edilen yoksulların dışlanması anlamına gelmektedir. Bu itibarla, seçilen sosyal devlet modelinin dünyada mevcut başlıca sosyal devlet tiplerinden en son sırada yer alan sınırlı gözetimi esas alan sosyal devletten de daha aşağı sırada bulunduğu söylenebilir.

VII. GENEL DE ĞERLENDĐRME Türkiye sosyal devlet modellerinden sosyal sigortaya dayanan

sosyal devleti (Alman=Bismark modeli) benimsemiş ve sağlık hizmetlerini esas olarak hastalık sigortası üzerinden sunmayı benimsemişti.151 Ancak, yönetimin ağırlıklı olarak devlette olması nedeniyle modelin özgün halinden uzaklaşılmıştır. Özerk olmayan yönetim, sigorta matematiğini dikkate almayan uygulamalar (erken emeklilik, prim afları) sistemi sorunlu hale getirince arayışlar başlamış, bedava milli çözüm yerine borçlanarak (kredili) ithal çözüm tercih edilmiştir.

150 Coşkun SARAÇ, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Primsiz Ödemeler ve Sosyal Güvenlik

Kurumu Kanun Tasarılarına Đli şkin Genel Bir Değerlendirme, DEÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1/2006, 325 vd. Ancak, Md. 69/f’de (1005 SK., 3292 SK., 2330 SK, 3717 SK.’lar kapsamında) sosyal tazmin alacaklıları katılım payından muaf tutulmuşlardır. Ayrıca, 2828 SK. kapsamına girip SHÇEK. tarafından sunulan koruma bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlananlar da GSS. kapsamında kendilerine sunulan sağlık hizmetleri için katkı payı ödemeyeceklerdir. Yeşil kart sahipleri ile SHÇEK yararlananaları arasında, her iki grup da yoksul olmasına karşın, böyle bir ayırım yapılmasının hukuki bir temeli yoktur. Muhtaç kesimler arasından böyle bir ayırım yapılması Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun düşmez. 07.04.2005 tarihi itibariyle ülkemizde yaklaşık 7.650.000 yeşil kartlı mevcuttur. Bkz. http://www.saglik.gov.tr/yesil/default.asp?sayfa=d

151 2005 yılında sosyal sigorta programları tarafından kapsanan nüfus oranı % 92, sağlık hizmetleri bakımından kapsamdaki nüfus oranı ise % 91.7’dir. Bkz. 2007 Yılı Programı, 211

Page 140: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Dünya Bankası (DB) 1990’lı yılların başından itibaren Türkiye’ye, sağlıkta yeniden yapılanma için, üç kez toplam 240 milyon ABD Doları kredi açmıştır.152 153 DB.’den alınan kredilerden biri ile açılan ihaleyi kazanan Avustralya Sağlık Sigortası Komisyonu ve Uluslararası Çalışma Bürosu 1996 yılında sosyal sigortalarda ve sağlıkta yeniden yapılanma için rapor hazırlamışlardır. Bu raporlarda genel sağlık sigortası sosyal sigorta sisteminin dışında kalanlar için tavsiye edilmiştir.154 Ancak, DB ile Türkiye’nin imzaladığı 2004-2007 yıllarını kapsayan Sağlıkta Dönüşüm Projesinde tüm nüfusu kapsamına alan bir genel sağlık sigortası uygulaması için kredi verilmiştir.155 Yasakoyucu 5510 SK. ile tercihini tüm nüfustan yana kullanmıştır.

Ülkemizde bu tercihe göre oluşturulan GSS.’nın Anayasa,

sigortalılar ve hizmet sunucuların konumları bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Hukuki açıdan ele alındığında GSS müessese olarak Anayasa’ya uygun gözükmektedir. Çünkü, 69. maddede açık olarak adından söz edilmiştir. Ancak, getirilen düzenlemelerin Anayasa’nın sağlık hakkını düzenleyen ayni maddedeki “… Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir…” ifadesine uygun olması gerekir. Yani, sağlık hizmeti sadece özel sektöre bırakılamaz. Çünkü, aktarılan ifadeden devletin sağlık hizmeti görevini münhasıran özel kesimden sağlayamayacağı anlaşılmaktadır. “Kamu ve özel” ibaresindeki “ve” bağlacı hizmetlerin sadece özel kesime devrine engel teşkil eder.

GSS sigortalılar bakımından ele alınacak olur ise fiili sonuçları

için 5510 SK.’un uygulanmaya başlamasını beklemek gerekmemektedir. Ülkemizde (sınırlı) genel sağlık sigortası uygulaması Bağ-Kur üyeleri için yapılmıştır denilebilir. 1479 SK.’a göre, ilk defa sigortalı olanların 8 ay, yeniden sigortalı olanların ise en az 4 ay eksiksiz sigorta primi ödemeleri halinde sağlık sigortasından yararlanmaları mümkündür (Ek Md. 12).

152 Hasan Hüseyin YILDIRIM, En Değerli Sermayem Ticarileşiyor: Sağlık, Sağlık Reformları ve Sağlıkta

Özelleştirme, ABSAĞLIK www.absaglık.com, 20.4.2006 = Hastane Yaşam Dergisi, Ekim-Aralık, 2004: Türkiye’nin borç yükünü daha da ağırlaştıran bu krediler Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun kasalarındaki paralara yeni müşteri bulma amacına yöneliktir. Sağlıkta kaliteyi, verimliliği artırmak, maliyetleri sınırlamak gibi meze nedenlerinin orta yerinde duran içki şişesi yeni dünya düzenine sağlık sektörünü uyarlamaktır.

153 Bu borç tutarı 2006 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ayrılan payın (76 milyon 81 bin 750 YTL) yaklaşık 4.5 katıdır. Borçlanmaların ekonomik ve sosyal etkileri için bkz. Aytaç EKER, Metin MERĐÇ, Devlet Borçları, Đzmir, 2000, 240 vd. Borçlanmaların siyasi etkilerinin de göz ardı edilmemesi gerekir.

154 Bkz. Ali Nazım SÖZER, Sosyal Sigortalarda Yeniden Yapılanma Konusunda Tarafların Görüşleri, Sosyal Politika Tartışmaları-1, Sosyal Devlet ve Sosyal Güvenlik Kuruluşları, 24 Mayıs 1996, Đzmir, 83, 84.

155 Bkz. Ali Nazım SÖZER, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısında Genel Sağlık Sigortasına Đli şkin Düzenlemeler, Legal Đş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 7/2005, 1178.

Page 141: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

1985 yılından bu yana yürürlükte olan sağlık sigortası, bağımsız çalışanların prim ödemekten kaçınmaları sonucu beklenen sonucu verememiştir. Örneğin, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu’nun (SPF) yürüttüğü “Türkiye’deki Sağlık Hizmetlerinin Dönüşümü” konulu araştırma sonuçlarına göre, Adıyaman’da 23.500 civarında Bağ-Kur’lunun 7800’ü sağlık primi ödemektedir.156 Yani, her üç sigortalının sadece biri prim ödeme mükellefiyetini yerine getirerek sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına sahip olmakta, ikisi çalışan konumunda olmasına karşın prim ödemeyerek Bağ-Kur’un sağlık hizmetlerinin dışında kalmaktadır.157 Nitekim, 2007 Yılı Programında 5510 SK.’un yürürlüğe girmesi ile, halen Bağ-Kur’a tabi 300 bin çiftçinin önemsiz derecede çalışması (5510 SK. Md. 6/ı) nedeniyle sistemden çıkacağı ve yeşil kart başvurusunda bulunacağı öngörülmektedir. Yine programa göre, istihdam edilen kadınların % 51.6’sı tarım kesiminde çalışmaktadır. Söz konusu kadınların % 41.7’si ücretsiz aile işçisidir.158

GSS ülkemizde bu güne değin sadece Bağ-Kur uygulaması ile

değil ayrıca 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Yasası ile de mevcuttu denilebilir. Yasaya göre, genel sağlık sigortası yürürlüğe girinceye kadar, hiçbir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanlar, talepleri halinde sağlık kütüğüne kaydolunur. Bu suretle kayıtlarını yaptıranlardan her yıl Bakanlar Kurulunca tesbit edilen miktarda prim tahsil edilir. Ancak, günümüze değin söz konusu yasa istenilen amaca ulaşmayı sağlayamamıştır.

Konu hizmet sunucular açısından değerlendirilecek olur ise,

ülkemizde sağlık sorununun finansman sorunu olmaktan çok hekim gücü açığı sorunu olduğu ifade edilmektedir. Sigorta sisteminin uygulandığı ülkelerde 500 kişiye bir hekim düşmektedir. Ülkemizde mevcut 15.000 hekim ancak 7.5 milyon kişiye hizmet götürmektedir.159 Nitekim, 2007 Yılı Programı’na göre tesis, hekim ve sağlık personelinin dengesiz dağılımı sorunu önemini korumaktadır. Hasta yatak kapasitesinin yaklaşık % 70’i Sağlık Bakanlığı’na, % 15’i üniversitelere, % 7.7’si özel sektöre aittir. Özel hastanelerin %50’si Đstanbul’da bulunmaktadır. Hekim açığının gelecek yıllarda daha da artması

156 Genel Sağlık Sigortası Üzerine Görüşler II, Radikal Đki, 9.11.2005. 157 BÜ. SPF.’nun saptamasına göre, sağlık harcamalarının vergi gelirleri ile karşılanması daha gerçekçi bir

yöntemdir. Bu nedenle Güney Avrupa ülkelerinde primli sosyal sigorta sistemlerinden vergi ile finanse edilen genel sağlık sistemlerine doğru bir geçiş vardır. Bu yolda reform yapan Đtalya (1978), Portekiz (1979), Yunanistan (1983) ve Đspanya (1986) Türkiye’ye benzer istihdam yapısı ile örnek alınmak gerekirdi. Bkz. Radikal Đki, 10.10.2004.

158 2007 Yılı Programı, 205. 159 Nusret FĐŞEK, Genel Sağlık Sigortasına Niçin Hayır, http://www.ttb.org.tr/n_fisek/kitap_1/29.html

8.11.2006

Page 142: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

beklenmektedir.160 Bu itibarla ülkemizde örneğin Đsviçre’de veya Hollanda’da olduğu gibi pazar esaslı bir sosyal devlet modelinin benimsenmesine uygun sağlık alt yapısı mevcut değildir. Üstelik nüfusun sadece % 8.3’ü sosyal sigortaların kapsamı dışında bulunmakta ve bu kesim için de çok sayıda koruyucu düzenleme getirilmiş bulunmaktadır. Hiçbir koruması yokmuş gibi nüfusun % 8.3’ünden yola çıkarak tüm nüfusu sektördeki payı % 7.7 olan özel girişime mahkum etmenin mantığı ancak “yeni dünya düzeni” kavramı ile açıklanabilir.

VIII. SONUÇ 5502, 5510 ve diğer bazı ilgili düzenlemeler dikkate alındığında

Türk sosyal devlet düzeninin sosyal sigortayı esas alan sosyal devletin özgün halinden uzaklaşarak sınırlı gözetimi esas alan ve rekabete dayalı sosyal devlet modeline benzediği düşünülebilir. Ancak, söz konusu modeli benimsemiş ülkelerde özel sektörün gelişmiş sağlık alt yapısı ve yoksullara sağlanan asgari koruma ülkemizde benimsenen GSS. bakımından mevcut değildir. Aksine sosyal yardım ve sosyal hizmet mevzuatı GSS. ile devre dışı bırakılarak yoksullar korunmasız hale getirilmektedir. Böylece, Anayasamızın tercih ettiği sosyal adaleti esas sosyal devlet modeline ve Anayasamızda garanti altına alınan sağlık hakkına aykırı bir uygulama ile yeni bir sosyal devlet modeline geçiş yapılmaktadır. Göstermelik (sözde) sosyal devlet.

160 2007 Yılı Programı, 199.

Page 143: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz Sayın Hocam.

Profesör Sözer, kanun hükümlerindeki ayrıntılara girmemeye özen göstererek genel bir tablo çizdi; genel sağlık sigortasıyla ilgili değerli düşüncelerini bize aktardı. Sadece prime dayalı bir sistem olarak anlaşılmaması gerektiğini söyledi. Sosyal devletin araçlarına değindi. Tüm sağlık hizmetlerinin özel sektörden sağlanması şeklinde bir düşünce var ise, bunun hem Anayasaya aykırı olduğunu, hem de ülkemiz koşullarında pek uygulanabilir olmadığını söyledi. Sosyal piyasa ekonomisinden söz etti. Sağlık Bakanlığının, eğer ileride bir satış söz konusu olacaksa, hastaneleri devretmesinin çok anlamlı olmayacağını söyledi. Sosyal hizmetler kapsamında sağlık hizmetlerinden bugün için, bugüne kadar olan ücretsiz yararlanma örneklerini anlattı. Çok önemli iki konuya değindi: Bunlardan bir tanesi, 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun. Bunun halen yürürlükte olması nedeniyle ileride bazı çelişkiler yaşanabileceğini söyledi ve bu kanuna işlerlik kazandırılmış olması hâlinde çok yararlı olabileceğini söyledi. Sanıyorum hepimizin hemfikir olacağı şekilde, sorunlarımızın modelden kaynaklanmadığını söyledi. Eğer bir reform ihtiyacı var ise, model arayışı yerine kurulu modeli çalıştırmanın, iyi işletmenin daha doğru olabileceğini söyledi. Genel sağlık sigortasının işleyebilirliği konusunda da, BAĞ-KUR örneğinden yola çıkarak, hizmetten yararlanmak isteyenlerin önce bunun bedelini ödemeleri, sonra bunun karşılığını almaları şeklindeki bir uygulamanın ülkemiz koşullarında çok gerçekçi olmadığını söyledi. Tabii ki, kendisine katılmamak mümkün değil.

Tekrar hepimiz adına teşekkür ediyorum.

Sorusu olan arkadaşlarımız olacaktır. Ben hepinizden şunları rica ediyorum: Soruların, tebliğ konusu ile sınırlı olması; katkı yapmak isteyen arkadaşlarımızın bunu belirtmeleri; soru sormak isteyen arkadaşlarımızın, yani söz alan arkadaşımızın, katkı mı yapmak istediğini, soru mu sormak istediğini belirtmesi; katkılarını en çok 2 dakika içerisinde, sorularını da 1 dakika içerisinde sormalarını rica edeceğim. Vakit epeyce ilerledi.

Ancak, Sözer Hoca burada; dolayısıyla, salondan çıktıktan sonra da başka soru sormak isteyenler olursa, izniyle bunları değerlendirmeye çalışırız.

Buyurun efendim.

Prof.Dr. Mehmet KOCAOĞLU (Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kurucu Dekanı) : Efendim, ben bir katkı yapacağım ve bir de kısa soru soracağım.

Page 144: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Ali Nazım Hocamızın sosyal devlet ilkesine ve söylediklerine tamamen katılıyorum. Özellikle Anayasanın 5’inci maddesi devlete iki temel görev vermiştir: Bir, kendisini, Cumhuriyeti koruyacak; ikincisi, gerek toplumun, gerekse fertlerin önündeki bütün engelleri kaldıracak, maddi ve manevi bakımdan yardımcı olacak. Bu bakımdan, böyle bir sağlık sigortası elbette gerekli. Ancak, “dün gece tepeden baktım aziz Đstanbul” der gibi, Sayın Hocamız tepeden baktığı zaman, biraz, getirilen yasalar arasında irtibatın sağlanmamış olması… Ben çalışırken çok üst düzeyde bir bürokrat bana iki ayda kitap yazma emri verdi. Dedim ki, efendim, tamam iki ayda kitap yazarım da, emirle kitap yazılmaz ki, bana iki-üç yıl verin de ortaya düzgün bir kitap çıksın. Bana dedi ki, “efendim, ben altı ay sonra buradan gideceğim, benim de bir şey yapmış olarak gözükmem gerekir.” Biraz da herhâlde Avrupa’nın baskısıyla filan, olması lazımgelen gibi değil de, bir şey yapmanın acelesi içinde bu kanunlar böyle birbiriyle irtibatsız olarak geliyor. Bu bakımdan, Hocam, benim sorum şu: Durum eskisinden daha mı kötü gözüküyor?

Teşekkür ederim.

Prof.Dr.Ali Nazım SÖZER : Hocam, bunu arada konuşalım. Bu

ağır bir soru.

Oturum Başkanı : Aslında, sanıyorum, Sözer Hoca cevabı tebliği

esnasında verdi. Bugün çok şikâyet edilen ve reform ihtiyacı belirtilen sistemi inşallah önümüzdeki günlerde, yıllarda arar hâle gelmeyiz.

Başka soru sormak isteyen efendim… Buyurun.

Ramazan BAYRAM (Tez Koop Đş Sendikası Uzmanı) : Yapılan

değerlendirmeyle ilgili olarak bu konudaki görüşümü ifade etmek istiyorum. Bütün bu sosyal güvenlik alanında olsun, Türkiye’deki uygulanan bir dizi reformların arka planında yatan temel bir felsefe var. Bu temel felsefeye göre ve bu temel felsefenin arkasında duran ve belirleyici olan güçlere göre, Türkiye’de paradigmalar yeniden çizilmiş durumda. Anayasanızda yazsa bile, bunların gerçekten pratiğe uygulanıp uygulanmadığını biz sendikalar olarak kendi pratik yaşantımızdan biliyoruz. Biliyorsunuz ki, siz de burada ifade ettiniz, devletin, vatandaşlarının geçim düzeyini adaletli olarak sağlaması ve sosyal devlet ilkesine uygun olarak davranması bir hüküm. Fakat, biliyoruz ki, bugün milyonlarca çalışanımız açlık sınırının altındaki asgari ücrete mahkûm

Page 145: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

edilmiş durumda. O anlamda da ben, “şu” ya da “model, Anayasaya göre uygulanmaz” şeklindeki bir öngörünüzü doğru bir öngörü olarak görmüyorum.

Prof. Dr. Ali Nazım SÖZER : Son cümleyi bir daha söyler misin?

Ramazan BAYRAM : Bu sizin kastettiğiniz, yeni uygulanması

istenilen reformların, “üçüncü model” dediğiniz modele uygun olduğu itibarıyla bugünkü Anayasanın hükümlerine göre uygulanamayacağını ya da çok büyük zorluklarla karşılaşacağını söylüyorsunuz. Ben…

Prof.Dr. Ali Nazım SÖZER : Üçüncü modele de uymuyor efendim.

Ramazan BAYRAM : Evet. Şimdi siz diyorsunuz ki, “uygulanma ihtimali, Anayasa

hükümleriyle karşılaştırıldığı zaman büyük zorluklarla karşılaşacaktır.” Ben diyorum ki, bizim Anayasamızda yazan maddeler bile pratikte, gerçek hayatta uygulanmadığı şartlarda, Anayasanın belli hükümleri ortaya konmuş olsa bile birçok şey uygulanıyor. Biliyorsunuz ki, -bu modellerin arkasında yatan şeyi siz kısmen başka bir bağıntıda söylediniz, özelleştirme planı bağıntısında- aslında uygulanan ekonomik model ve buna bağlı olarak sosyal güvenlik, temelinde, sosyal devlet ilkesini ortadan kaldıran piyasa ekonomisinin yeniden bütün ihtiyaçlarıyla birlikte uygulanması üzerine şekillenmektedir. O anlamda da, öngörünüzü bu şekilde ben ilerisi açısından çok büyük bir ihtimal görmüyorum.

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz.

Prof.Dr.Ali Nazım SÖZER : Bir yorumdu. Benim cevabım yok. Başka soru yok galiba. Benimki biraz hukuk siyasetine kaydı, işin

tekniğinden çok siyasetine gittim. Arka planı görmeden artık biz teknik değerlendirme yapamaz hâle geldik. Biraz da ihtiyaçtan kaynaklanan bir üslup bu.

Buyurun. Özge YÜCEL (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi):

Ben de katkıda bulunmak istiyorum.

Page 146: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Burada, sağlık hizmetinin satın alınmasını... Satın alma yöntemiyle sosyal güvenliğin sağlanması aslında sağlık hakkını ortadan kaldırıyor gibi görünüyor bana. Burada, devletle birey arasında bir sözleşme yapılmış gibi bir sistem ortaya çıkıyor. Ben de size katılıyorum. Olması gereken, sistemin değiştirilmesi değil, ıslahıdır. Hatta, mevcut olan hükümlerimizin tam uygulanmadığını görüyoruz, sizin de belirttiğiniz gibi.

BAĞ-KUR primlerinin ödenmediğinden bahsettiniz. Bu primlerin

ödenmesinin daha sıkı denetlenmesi ve müfettişlerin gerektiği gibi çalışmasıyla problemlerimizin çözüleceğini düşünüyorum.

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz.

Prof.Dr.Ali Nazım SÖZER : Özge Hanım, bu satın alma, sağlık

hakkını kaldırıyor. Bizim ülkede öyle olabilir. Her ülkede böyle değil. Mesela Hollanda’da sağlık piyasası o kadar gelişmiş ki, şirketler, aralarında rekabet yaratıp fiyatları düşürebiliyorlar. Hatta, bir sigorta şirketi çıkıp mensuplarına ya da potansiyel müşteri kitlesine, diyebiliyor ki, “kim bende sigortalı olursa ben Efes’e hacca götüreceğim.” Đsviçre’yi ele alalım. Keza, orada da sağlık piyasası gelişmiş ve sağlık ahlâkı da çok yüksek. Eğer biz gerçekten serbest piyasa koşullarında sağlık hizmetlerini devletin malettiğinden ucuza alabileceksek olur. Zaten buna, “piyasa esaslı sosyal devlet” deniyor. Piyasa esaslı olabilir. Keşke Hollanda’daki sağlık altyapısı burada olsa, Đsviçre’deki burada olsa, o zaman genel sağlık sigortası düşünülen şekilde işler. Ama, Türkiye’de özel sektörün toplam içindeki 7.7’lik payı ile ve mevcut sağlık ahlâkıyla, -her gün basında çıkan haberleri biliyoruz- yerinde değil. Bizim ülkenin koşullarına uyan bir model değil; onu ifade etmek istedim.

Oturum Başkanı : Efendim, Profesör Arıcı’nın bir sorusu var. Buyurun.

Prof.Dr.Kadir ARICI : Hocama çok teşekkür ediyorum. Yalnız, şöyle bir şey oldu: Hocam, bu tasarı tartışılıyormuş da,

böyle bir seminer… Prof.Dr. Ali Nazım SÖZER : Biz genelde tren kaçtıktan sonra

çağrılıyoruz Hocam. O yüzden. Başka çaremiz yok.

Page 147: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr. Kadir ARICI : Ama şöyle: “Bir başka seminere vesaireye bırakalım” dedi; ama, şöyle ya da böyle bir yasa çıktı ve ayın 1’inde, bir ay sonra bu yürürlüğe girecek. Şimdi, hiç olmazsa, Hocam, bu yasayla ilgili, bu yasada kendisini çok çok rahatsız eden, genel sağlık sigortasıyla ilgili…

Prof.Dr.Ali Nazım SÖZER : Anladım Hocam, mesajı aldım. Birkaç

cümle söyleyeceğim.

Prof.Dr.Kadir ARICI : Bir-iki cümle istiyoruz. Çok teşekkür ederim.

Prof. Dr. Ali Nazım SÖZER : TÜRK-ĐŞ’in bir toplantısında,

hatırlarsanız, “genel sağlık sigortasının genel sağlık sigortası olması için burada herkesin katılması lazım, herkesin asli sigortalı olması lazım” dediniz. Asli sigortalı-bağlı sigortalı ayırımı sosyal sigortalarda olur; ama genel sağlık sigortasında böyle bir ayırım var. Enteresan; (Yusuf Hocayla sabahleyin baktık) prim ödeme mükellefi kim? Prim ödeme mükellefi, sosyal sigortaysa, asli sigortalıdır. Bağlı sigortalı prim ödemez. 67/B ve A’da iki cümle bulduk. Orada, prim ödeme mükellefi, ayrıca, asli sigortalılar yanında bağlı sigortalılarda imiş gibi bir ifade var. Lafzi yorum böyle. Genel sağlık sigortasında bekleme süresi olmaz; sosyal sigortada olur. Ama burada bekleme süresi getiriliyor, istisnaları olsa da. Aslında istisna o kadar çok ki. Onu kaldırın, kimse beklemeden yararlansın.

Neresine dönsem bir çukur olduğu için ben fazla çukurda

dolaşmadım; dediğiniz gibi, biraz yukarıdan baktım Hocam.

Prof.Dr. Kadir ARICI : Peki. Teşekkür ederiz.

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz. Buyurun.

Dr. Fatma BAŞTERZĐ (TĐSK Müşavir Avukatı) : Teşekkür

ediyorum Hocam.

Page 148: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Ben, bu söylediklerinizle bağlantılı olarak bir soru sormak istiyorum. Şimdi siz, sistem yavaş yavaş özelleştikçe kişilerin devlet tarafından karşılanmayan...

Prof.Dr.Ali Nazım SÖZER : Katkı payı sorunu...

Dr. Fatma BAŞTERZĐ : Kastettiğim farklı bir şey. 5510 sayılı yasanın 70’nci maddesine göre, Kurumun, sigortalının

bir sağlık kurumuna sevkli ya da sevksiz başvurusunda ya da hastanenin sözleşmeli olup olmamasına göre yapacağı ödeme tabii ki faklılaşacak. Acaba, bu fiyat farkını özel sağlık sigortası sistemi içinde sigortalatmak mümkün olabilecek mi? Şu anda bu mümkün değil. Bu da ileride söz konusu olabilecek mi? Mesela Kurum bana dedi ki, “sana ancak, bu yaptığın giderlerin yüzde 70’ini ödeyebiliyorum”. Acaba ben “X” sigorta şirketine gittiğimde, X sigorta şirketi, tabii ki poliçede böyle bir bölüm olması kaydıyla bunu sigortalayacak mı? Yeni bir özel sigortacılık başlığı doğabilir mi?

Çok teşekkür ederim.

Prof.Dr. Ali Nazım SÖZER : Tabii, sosyal taraflar bu konuyu çok

tartışmış; sigorta şirketleri de devreye girmiş. Sigorta şirketleri hem özel sağlık için, hem de maluliyet, yaşlılık, ölüm için formüller üretmiş. Ama, özel sigorta şirketleri şunun farkında: “Bu sektör o kadar büyük ki, biz, SSK’nın hastanelerini devretse bile alacak mali güçte değiliz, ama”, dediğiniz gibi, “vatandaşın cebinden para çıkacak açıkta kalan açıkta kalan alanlar var, biz ona talibiz, ek sağlık sigortası yapabiliriz” diyorlar. Bu yolda teklifler var.

Oturum Başkanı : Herhâlde sorular bu kadar. Soru soran ve katkıda bulunan arkadaşlarımıza da çok teşekkür

ediyorum. Sayın Hocamıza bir kere daha teşekkür ederim. Yarın buluşmak üzere oturumu kapatıyorum.

Page 149: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Uzun Vadeli Sigorta Kolları Açısından Yeni Mevzuatın Getirdiği Değişiklikler

Oturum Başkanı : Prof.Dr. Sarper SÜZEK Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Tebliğ Sahibi : Yrd.Doç.Dr. Levent AKIN Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Page 150: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

UZUN VADELĐ SĐGORTA KOLLARI AÇISINDAN YENĐ MEVZUATIN GETĐRDĐĞĐ DEĞĐŞĐKLĐKLERĐN

DEĞERLENDĐRĐLMESĐ

Yrd. Doç. Dr. Levent AKIN Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi,

Đş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. I. GĐRĐŞ Sosyal güvenlik sistemimizde kapsamlı değişiklikler yapan 5510

sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun kısa bir süre sonra yürürlüğe girmesi beklenmektedir. Bilindiği üzere söz konusu yasa kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarını, yani SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığını, Sosyal Güvenlik Kurumu adı altında bir araya getirmiştir. Aynı kanun bunun dışında, farklı sigorta gruplarına uygulanacak ortak normları da belirlemektedir.

Getirdiği düzenlemeler incelendiğinde, Sosyal Sigortalar ve Genel

Sağlık Sigortası Kanununun tek çatı ve norm birliğinin sağlanması hedefine ulaşabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Özellikle, yasada yer verilen ve sadece belli sigortalı gruplarına uygulanacak çeşitli hükümler, yasayı bu amacından oldukça uzaklaştırmış görünmektedir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, gerek hazırlık

aşamasında gerek yasalaşması ardından değişik açılardan ele alınmış, değerlendirilmiş ve eleştirilmiştir. Bu değerlendirmelerin bir kısmı, yasanın tek çatı ve norm birliği hedeflerine ne oranda ulaşabildiğine ilişkindir. Diğer bir grup değerlendirme ise, 5510 sayılı yasa ile getirilen düzenlemelerin yerindeliğine, sigortalıların durumunda yarattığı iyileştirmelere yöneliktir.

Yeni yasaya ilişkin olarak yapılan bu ve benzeri çalışmalarda

çeşitli zorluklarla karşılaşılmaktadır. Yasa taslakların çok sık değiştiril-mesi, farklı taslakların ortak bir isim altında bir araya getirilmesi, taslakların belirgin bir kurguya sahip olmaması, ifade bozuklukları bunlardan sadece bir kaçıdır. Ancak bu alanda yapılan çalışmalarda karşılaşılan en önemli zorluk, sosyal güvenlik mevzuatının anlaşılması neredeyse imkânsızlaşmış olan yapısından kaynaklanmaktadır. Gerçekten de üç temel yasa ve sayısız tüzük, yönetmelik ve genelgeden oluşan bu dev yapıya hakim olunabilmesi büyük güçlükler arzetmektedir.

Page 151: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Hükümlerin birbiriyle olan bağlantısına ulaşabilmek, çok sık yapılan değişiklikleri mevzuata uyarlayarak anlayabilmek, gerek yargı gerek bilim çevrelerine büyük zorluklar yaratmaktadır. Gerçek madde sayısının üç dört katı ek ve geçici maddeyi barındıran, yüzlerce defa değişikliğe uğrayan sosyal güvenlik mevzuatı, anlaşılması için hakikaten büyük bir sabrı, yoğun mesaiyi ve devamlılığı gerektiren bir yapı durumundadır.

Bu mevcut durumla kıyaslandığında 5510 sayılı yeni yasa,

eskisiyle kıyaslanamayacak derecede az maddeden oluşturulmuştur. Hazırlanan ilk taslaklardaki madde sayısı, yasalaşma süreci içinde birçok maddenin tek bir maddede birleştirilmesi ile daha da azaltılmıştır. Đlk bakışta son derece olumlu gibi görünen bu gelişme, ayrıntılarına girildiğinde yeni yasanın da eski mevzuatı aratmayacak bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Özellikle getirilen yeni kavramlar ve yapılan bazı temel değişiklikler, yasaya oldukça karmaşık ve labirentlerle dolu bir yapı kazandırmış görünmektedir.

Söz konusu durum, sosyal güvenlik hukuku alanında yapılacak

çalışmaların en az eskileri kadar zorlu olacağını göstermektedir. Buna rağmen sosyal güvenlik hukuku, toplumun her ferdini doğruda etkileyebilen özelliği sebebiyle bu yoğun mesaiyi hak etmektedir. Biz de bu yöndeki çalışmalara katkı amacıyla, eski ve yeni sosyal güvenlik mevzuatının uzun vadeli sigorta kollarını, anlayabildiğimiz oranda incelemeye çalıştık. Bunu yaparken, algılamayı zorlaştırabileceği endişesiyle kavramları uzun uzun anlatmaktan kaçındık. Sadece oluşan farklılıkları sunmaya gayret ettik. Ancak belirtmeliyiz ki, ortaya koyacağımız farklılıklar, bahsi geçen son derece karmaşık mevzuatın bu dar süre içinde taranması ile tespit edebildiklerimizle sınırlıdır. Yoksa yeni yasanın getirdiği yeniliklerin burada sıralananlarla sınırlı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, bizim de henüz farkına varamadığımız yenilikler olabileceğini belirtmeliyiz. Kanımızca, yeni sosyal güvenlik mevzuatı bu tür toplantılarla sık sık ele alındığında, her toplantı bir sonrakine katkı sağlayacak ve konu her geçen gün daha anlaşılır hale gelecektir. Bundan önce yapılan bilimsel toplantılar, bunun açık göstergesi durumundadır. 5510 sayılı yasa ile getirilen yeni sistemin anlaşılabilmesi ve onu uygulayacak yargı makamlarına anlatılabilmesi, bu yoğun mesaiyi zorunlu kılmaktadır.

Aşağıda yapacağımız açıklamalar, uzun vadeli sigorta kolları ile

sınırlıdır. Dolayısıyla sadece bu alanda tespit edebildiğimiz farklılıklara değineceğiz. Açıklamalar sırasında, mevcut üç sosyal güvenlik yasası ile 5510 sayılı yeni yasayı ele alacak ve karşılaşılan farklılıkları başlıklar halinde ve ilgili yasal düzenlemeleri vererek yapacağız. Böylelikle konuya

Page 152: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ilişkin hükümlerin okuyucular tarafından da değerlendirilebilmesine imkân yaratarak, bu çalışma sırasında fark edemediğimiz yeni farklılıkların, ilgililerce tespitine ortam yaratmaya gayret edeceğiz.

II. MALULLÜK SĐGORTASI 1. Malullük haklarından yararlanma koşulları Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Malullük aylığından

yararlanabilmek için sigortalının; Çalışma gücünün 2/3’ünü veya iş kazası ve meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 60’ını yitirmesi ve bununla birlikte 1800 gün veya en az 5 yıllık sigortalılık süresi içinde ortalama 180 gün prim ödemiş olması şarttır

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Malullük aylığından yararlanabil-

mek için sigortalının, çalışma gücünün 2/3’nü yitirmesi ve bununla birlikte en az 5 yıl (1800 gün) prim ödemesi gerekir. Aynı durum iş kazası ve meslek hastalığı sonucu maluliyet için de geçerlidir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Đştirakçi, vücudunda

meydana gelen arıza veya uğradığı tedavisi imkânsız hastalık sebebiyle vazifesini yapamayacak duruma gelmiş ise, en az 10 yıl fiili hizmet müddetinin bulunması koşulu ile malullük aylığına hak kazanır. Đstisna olarak 5 yıl fiili hizmet müddeti bulunan iştirakçilere, tedavisi, imkânsız bir maluliyete uğramaları ve başkasının güç ve yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremez duruma düşmeleri halinde 15 yıl hizmeti bulunan maluller gibi aylık bağlanmaktadır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi161: Çalışma gücünün veya iş kazası meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün % 60’ını kaybeden sigortalılar malul sayılacaktır. Malül sayılan sigortalılar, en az on yıldan beri sigortalı olup toplam 1800162gün veya başkasının bakımına muhtaç derecede malul olmaları halinde 900 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması koşuluyla malullük sigortasından yararlanabilecektir.

161 Ali Rıza Okur , Uzun Vadeli Sigorta Hükümleri, Çalışma ve Toplum, 2006/I, 107 vd. Ali Nazım Sözer,

5510 Sayılı sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun Sosyal Sigortalar ilişkin Hükümleri Üzerine (506 SK. Bakımından Kısa Bir Değerlendirme), Mercek, Temmuz 2006, 131. Müjdat Şakar, SSK’lıların Adı “4/a’lı” Oldu, Mercek, Kasım 2006, 93, 94. Nurşen Caniklioğlu, Kısa ve uzun Vadeli Sigortaya Hükümleri, Đş Hukuku uygulama Sorunları ve Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yeniden Yapılanma, Galatasaray Üniversitesi-Đstanbul Barosu, Đstanbul 2006, 167–170.

162 Tasarının ilk halinde prim ödeme süresi 3600 gün olarak belirlenmişti.

Page 153: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

2. Malullük aylığının asgari düzeyi Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 2000 yılından önceki

çalışma sürelerine ait malullük aylığının hesabında % 70, 2000 yılından sonraki çalışma sürelerine ait aylığın hesabında % 60 oranı esas alınır. Bu oranlar sigortalının bakıma muhtaç olması halinde % 10 artırılır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Malullük aylığı, sigortalının

sigortalılık süresi içinde prim ödediği gelir basamaklarının, bu basamaklardaki prim ödeme süreleri de dikkate alınarak, aylık başlangıç tarihinde yürürlükte bulunan gelir tablosu üzerinden hesaplanacak ağırlıklı ortalamasının %65`i olarak hesaplanmaktadır. Başka birinin sürekli bakımına muhtaç malul sigortalıya %75 oranında aylık bağlanmaktadır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Bu Kanuna göre bağlanacak

emekli, adi malullük ve vazife malullüğü aylıklarının alt sınırı, bu Kanuna bağlı gösterge tablosunun 14. derecesinin 2. kademesi üzerinden 30 fiili hizmet yılı için hesaplanacak emekli aylığıdır. Dul ve yetimlere ödenecek aylıklar, bu maddenin birinci fıkrasına göre hesaplanan alt sınır aylığının; a) Dul ve yetim sayısı 3 ve daha fazla ise tamamından, b) Dul ve yetim sayısı 2 kişi ise % 90’ ından, c) Dul ve yetim sayısı 1 kişi ise % 80 inden, az olamaz.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Prim gün sayısı 9000 günden az olanlar için de aylık bağlama oranı en az 9000 gün prim ödenmiş gibi hesaplanacaktır. (Örneğin her yıl için aylık bağlama oranı % 2,5 ise, 9000 gün için yani 25 yıl için toplam aylık bağlama oranı % 62,5 olacaktır).

3. Malullük türleri Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Tek tip malullük

uygulanmaktadır. Ancak, iş kazsından doğmuş olup olmamasına göre farklı hükümlere tabi olabiliyor.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Tek tip malullük uygulanmaktadır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Adi malullük, vazife

malullüğü ve harp malullüğü olmak üzere üç tip malullük uygulanmaktadır.

Page 154: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi: Üç tip malullük uygulanmaktadır. 4/a ve 4/b sigortalıları için uygulanan malullük modeli aynı. Bu anlamda, Bağ-Kur’da düzenlenmeyen iş kazası ve meslek hastalığından doğan maluliyet burada 4/b için de uygulanacak. 4/c sigortalıları için vazife ve harp malullüğü korunuyor. Adi malullük yerine diğer sigortalı gruplarına uygulanan hükümler devreye girecek.

4. Maluliyete sebep olan haller Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Đş kazası ve meslek

hastalığı ve bunların dışındaki haller. Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Đş kazası ve meslek hastalığı ve

bunların dışındaki haller. Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Vazifesini yapmasını

engelleyen her türlü neden adi maluliyet için yeterlidir. Ancak vazife ve harp maluliyetine sebep olan haller, ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre adi malullük, a) Đştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b)Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atölye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa, buna vazife malullüğü denilmektedir. Vazife malullerinden bu malullüklere; a) Harpte fiilen ateş altında, b) Harpte, harp bölgelerindeki harp harekat ve hizmetleri sırasında, bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle, c) Harpte veya harbe hazırlık devresinde her çeşit düşman silahlarının etkisiyle, ç) Askeri harekatı gerektiren iç tedip ve sınır hareketleri sırasında, bu hareketlerin sebep ve etkisiyle, d) Barışta ve olağanüstü hallerde, emir veya görev ile uçuş yapan uçucularla hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak uçakta bulunanlardan uçuşun havadaki ve yerdeki sebepleriyle ve yine emir ve görev ile dalış yapan dalgıçlarla, hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak denizaltı gemisinde veya dalgıç kıtasında bulunanlardan denizaltıcılığın veya dalgıçlığın çeşitli sebep ve tesirleriyle, e) Anayasanın 66 ncı maddesi veya Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar uyarınca yabancı ülkelere Türk Silahlı Kuvvetleri gönderilmesini gerektiren durumlarda, birliklerin bulundukları yerlerden

Page 155: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hareketlerinden itibaren yurt içinde, yurt dışında, yabancı ülkelerde veya yurda dönüş sırasında, uğramış olan muvazzaf ve yedek subay, astsubay, uzman jandarma çavuş, uzman çavuş, erbaş ve erler (gönüllü erler dâhil) ile Türk Silahlı Kuvvetlerince görevlendirilen sivil iştirakçilere ve T.C. Emekli Sandığına, Sosyal Sigortalar Kurumuna, Bağ-Kur'a ve çeşitli sandıklara tabi olmayan sivil görevlilere ise harp malulü denir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi: Đş

kazası ve meslek hastalığı ve bunların dışındaki haller malullük sebebi olarak düzenlenmiştir. 4/c kapsamındaki sigortalının vazifesini yapmasını engelleyen her türlü neden de malullük sebebi olarak görülmüştür. Ancak daha önce Emekli Sandığı Kanununda yer alan nedenlerden birisi çıkarılmış163 ve yerine yeni bir vazife malullüğü sebebi164 eklenmiştir. Harp malullüğü sebepleri ise Emekli Sandığı Kanununa paralel düzenlenmiştir.

5510 sayılı yeni yasaya göre, “4 üncü maddenin birinci fıkrasının

(c) bendi kapsamındaki kamu görevlileri için 13 üncü maddede yazılı iş kazası; vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden veya vazifeleri dışında kurumların verdiği herhangi bir kuruma ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da görevleriyle ilgili olarak işe gelişi ve işten dönüşü sırasında doğmuş olursa, buna vazife malûllüğü ve bunlara uğrayanlara da vazife malûlü denir”.

Aynı yasanın harp maluliyetini düzenleyen hükmüne göre; “Subay (yedek subay dahil), astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile Türk Silâhlı Kuvvetlerince görevlendirilen ve bu Kanun kapsamında bulunan sigortalılardan; a) Harpte fiilen ateş altında, b) Harpte, harp bölgelerindeki harp harekât ve hizmetleri sırasında, bu harekât ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle, c) Harpte veya harbe hazırlık devresinde her çeşit düşman silâhlarının etkisiyle, d) Askerî harekâtı gerektiren iç tedip ve sınır hareketleri sırasında, bu hareketlerin sebep ve etkisiyle, e) Barışta veya olağanüstü hallerde, emir veya görev ile uçuş yapan uçucularla hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak uçakta bulunanlardan uçuşun havadaki ve yerdeki sebepleriyle ve yine emir ve görev ile dalış yapan dalgıçlarla, hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak denizaltı gemisinde veya dalgıç kıtasında

163 5510 sayılı yasaya alınmayan ESK 45/ç’ye göre maluliyet, “Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe

başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa” vazife malullüğü sayılmaktadır.

164 5510 sayılı yasaya eklenen yeni hükme göre maluliyet ,“görevleriyle ilgili olarak işe gelişi ve işten dönüşü sırasında doğmuş olursa” yine vazife maluliyeti sayılacaktır.

Page 156: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bulunanlardan denizaltıcılığın veya dalgıçlığın çeşitli sebep ve tesirleriyle, f) Anayasanın 92 nci maddesi veya Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca yabancı ülkelere Türk Silâhlı Kuvvetleri gönderilmesini gerektiren durumlarda, birliklerin bulundukları yerlerden hareketlerinden itibaren yurt içinde, yurt dışında, yabancı ülkelerde veya yurda dönüş sırasında, bu Kanunun 19 uncu maddesinde belirtildiği şekilde sürekli iş göremezlik gelirine esas olacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybeden veya bu Kanunun 25 inci maddesine göre malûl sayılmayı gerektirecek derecede malûl olanlara, harp malûlü denir.”

5. Prim borcu bulunmama Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Sigorta yardımlarından

yararlanmanın bir koşulu olarak düzenlenmiş böyle bir hüküm yer almamaktadır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık ve malullük aylığından

yararlanmak için, yazılı istekte bulunmak ve istek tarihi itibariyle prim ve her türlü borçlarını ödemiş olmak, şarttır. Ayrıca, bu kanuna göre ilk defa sigortalı olanların sağlık yardımından yararlanmaları, en az sekiz ay, yeniden sigortalı olanların ise en az dört ay eksiksiz sağlık sigortası primi ödemiş olmaları, sağlık ve sigorta prim borcu bulunmaması şartına bağlıdır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Böyle bir koşul söz konusu değil.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi: Yasanın 4/b kapsamındaki sigortalılar için prim borcu bulunmama koşulu bulunuyor. Buna göre; “Ancak, 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı sayılanların kendi sigortalılığı nedeniyle genel sağlık sigortası primi dâhil, prim ve her türlü borçlarının ödenmiş olması zorunludur”. Aynı koşul, adı geçen sigortalılara bağlanacak yaşlılık aylıkları için de geçerli

6. Sigortalılık başlangıcındaki maluliyet

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Bu Kanun kapsamında ilk defa çalışmaya başladıkları tarihte mevcut hastalık ve arızası bulunanlar bu hastalık veya arızasının malul sayılmayı gerektirecek düzeyde olmadığını Kurum veya Kurum dışındaki hastanelerden işe girmeden

Page 157: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

önce alınmış, usulüne uygun sağlık raporu ve dayanağı tıbbi belgelerle kanıtlamakla yükümlüdürler. Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte, malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızalarının bulunduğu önceden veya sonradan tespit edilen sigortalılar bu hastalık veya arızaları nedeni ile malullük sigortası yardımlarından yararlanamaz-lar. Bu gibi sigortalılara malullük sigortasından evvelce ödenmiş bulunan aylıklar geri alınır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu Kanuna tâbi sigortalılığın

başladığı tarihte malul sayılacak derecede hastalık veya arızası bulunduğu önceden veya sonradan tespit edilen sigortalı, bu hastalık veya arızası nedeniyle malullük sigortası yardımlarından yararlanamaz.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Konuya ilişkin ayrı bir

hüküm yok. Ancak, her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar veya duçar oldukları tedavisi imkânsız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere malül denildiği göz önüne alınırsa, Emekli Sandığında da maluliyet haline başlangıçta ulaşılmış olmaması doğal karşılanabilir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Bu konunun ispatı SSK’da olduğu gibi sigortalıya değil, Bağ-Kur’da olduğu gibi kuruma bırakılmaktadır. Buna göre, sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce sigortalının çalışma gücünün % 60'ını kaybettiği önceden veya sonradan tespit edilirse, sigortalı bu hastalık veya özrü sebebiyle malûllük aylığından yararlanamaz.

III. YAŞLILIK SĐGORTASI 1. Yararlanma koşulları Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Tam yaşlılık aylığından

yararlanılabilmesi için, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşın doldurulmuş olmak ve 7000 gün malullük yaşlılık ölüm sigortası primi ödemiş olmak gerekir. Kısmi yaşlılık aylığı için ise, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşın doldurulmuş olmak, 25 yıldan beri sigortalı bulunmak ve 4500 gün malullük yaşlılık ölüm sigortası primi ödemiş olmak yeterlidir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Tam yaşlılık aylığından

yararlanılabilmesi için, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşın doldurulmuş olmak ve 25 yıl sigortalı bulunmak gerekir. Kısmi yaşlılık aylığı için ise,

Page 158: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kadın ise 60, erkek ise 62 yaşın doldurulmuş olmak, 15 yıldan beri sigortalı bulunmak yeterlidir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Emekliliğe hak

kazanabilmek için, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşın doldurulmuş olmak ve 25 yıl sigortalı bulunmak gerekir. Kısmi yaşlılık aylığı için ise, kadın ve erkeğin 61 yaşını doldurulmuş olması ve 15 yıldan beri sigortalı bulunmaları yeterlidir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi165:

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ilk defa sigortalı olacaklar için yaşlılık aylığına hak kazanılabilmesi, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşın doldurulmasına ve 9000 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmasına bağlıdır. Kısmi aylık için ise yaşlara 3’er yıl eklemek ve 5400 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirmiş olmak yerli görülmüştür. Emeklilik yaşı 2035 yılına kadar değişmemektedir. 2036 yılından itibaren emeklilik yaşlarında hayatta kalma beklentisindeki artışa paralel, kademeli bir artış gerçekleşecektir. 5510 sayılı yasa, geçici 6. maddesi ile hizmet akdi ile çalışanların 9000 gün prim ödeme koşulu için kademeli bir geçiş öngörmektedir. 2007 yılında ilk defa sigortalı olacaklar için prim gün sayısı 7100 gün olarak belirlenmiştir. Bu tarihi takip eden her yıl için bu süre 100 gün artarak, 20 yıl sonra ilk defa emekli olacaklar için 9000 gün olacaktır.

2. Yeniden işe girmek- Sosyal güvenlik destek primi Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 506 sayılı yasaya tabi olan

sigortalılar, %30 oranında sosyal güvenlik destek primi ödemek suretiyle aylıkları kesilmeksizin çalışabilmektedirler.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık aylığı bağlananlardan,

çalışmalarına devam edenlerin veya daha sonra çalışmaya başlayanların, çalışmalarının sona erdiği ay dâhil % 10 oranında sosyal güvenlik destek primi kesilmektedir. Diğer sosyal güvenlik kanunlarına göre yaşlılık ve malullük aylığı bağlananlardan Bağ-Kur kapsamında çalışmaya başlayanlar, onikinci gelir basamağının %10`u oranında sosyal güvenlik destek primi ödemektedirler.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Cumhurbaşkanlığı vb. özel

durumlar dışında aylıkları kesilmeksizin tekrar çalışılamaz. Ancak, yaş

165 Sözer, 131.Okur ,110, 111. Caniklioğlu, 171 vd.Fatma Başterzi, Yaşlılık Sigortası, Ankara 2006, 107 vd.

Page 159: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

haddini aşmamış olmaları kaydıyla her derece ve türdeki örgün ve yaygın eğitim kurumlarında ders ücreti karşılığı ders görevi verilenler ile mahiyeti itibariyle hizmetin görülmesi mücbir bir sebebe dayandığı ve özel bir ihtisası gerektirdiği ilgili Bakanlığın teklifi, Maliye Bakanlığının mütalaası alınmak suretiyle Bakanlar Kurulu kararı ile belirtilen yerlere tayin edilecekler hakkında bu hüküm uygulanmaz.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Sigortalılar, işyerinin tehlike sınıf ve derecesine göre % 33,5 ile %39 arasında değişen oranda sosyal güvenlik destek primi ödemek suretiyle aylıkları kesilmeksizin çalışabileceklerdir166.

3. Yaşlılık aylığının hesabı Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık aylığı, ortalama

yıllık kazanç (OYK) ile aylık bağlama oranının (ABO) çarpımının 1/12'si alınarak hesaplanır. OYK: Sigortalının her takvim yılına ait prime esas kazancı, kazancın ait olduğu takvim yılından itibaren aylık talep tarihine kadar geçen takvim yılları için, her yılın Aralık ayına göre Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki artış oranı ve gayrisafi yurt içi hasıla sabit fiyatlarla gelişme hızı kadar ayrı ayrı artırılarak bulunan yıllık kazançlar toplamının, toplam prim ödeme gün sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak ortalama günlük kazancın 360 katı, aylığın hesaplanmasına esas ortalama yıllık kazancı oluşturur. ABO: Aylık bağlama oranı, sigortalının toplam prim ödeme gün sayısının ilk 3600 gününün her 360 günü için %3,5, sonraki 5 400 günün her 360 günü için %2 ve daha sonraki her 360 gün için %1,5 oranlarının toplamıdır. 60.maddenin B, C ve D bentlerine göre aylığa hak kazananların aylık bağlama oranı % 60’dan az olamaz. Hesaplanan yaşlılık aylığı, aylık bağlanması için yazılı başvurunun yapıldığı yılın Ocak ayı ile aylığın başlangıç tarihi arasında geçen her ay için Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki (TÜFE) aylık artış oranları kadar artırılarak bağlanır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık aylığı, sigortalının,

sigortalılık süresi içinde aylar itibariyle prim ödediği gelir basamaklarının, bu basamaklardaki prim ödeme süreleri de dikkate alınarak, aylık

166 Sözer, 139. Okur , 116. Hemen belirtelim ki, 5335 sayılı yasanın 30.maddesinde, emeklilik veya yaşlılık

aylığı almakta iken çalışacakların aylık durumlarına ilişkin özel hükümler bulunmaktadır ve 5510 sayılı yasanın 105/g hükmü bu düzenlemeyi yürürlükte tutmuştur.

Page 160: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

başlangıç tarihinde yürürlükte bulunan gelir tablosu üzerinden hesaplanacak ağırlıklı ortalamanın (AO) aylık bağlama oranı (ABO) ile çarpılması suretiyle hesaplanır. Aylık bağlama oranı (ABO), sigortalının toplam sigortalılık süresinin ilk on tam yılının her bir yılı için %3,5 takip eden onbeş tam yılın her bir yılı için %2 ve yirmibeş yıldan fazla her bir tam yıl için %1,5 oranlarının toplamıdır. Bu esaslara göre hesaplanan yaşlılık aylığı, ayrıca, gelir tablosunun son olarak değiştirildiği ay ile aylık başlangıç tarihi arasında geçen her ay için, Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki (TÜFE) değişim oranları kadar artırılır. Bu Kanuna göre bağlanan yaşlılık, malullük ve ölüm aylıkları, her ay bir önceki aya göre Devlet Đstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yıllı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki değişim oranları (TÜFE) kadar artırılır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Emekli, adi malullük ve

vazife malullüğü aylıklarının hesaplanmasında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 43. maddesinde yer alan gösterge tablosu ve personel kanunlarındaki ek göstergeler esas alınır. Emekli, adi malullük ve vazife malullüğü aylıkları, a fıkrasına göre tespit edilen rakamların her yıl Bütçe Kanununda tespit edilen katsayı ile çarpılması sonunda bulunacak tutarın fiili ve itibari hizmet toplamı 25 yıl olanlara % 75’i167, 25 yıldan az olanlara her tam yıl için % 1 eksiği, fazla olanlara da her tam yıl için % 1 fazlası üzerinden bağlanır. Fiili ve itibari hizmet toplamındaki ay kesirleri tam ay sayılır. Yıl kesirlerinin her ayı için emekli aylığı bağlanmasına esas aylık tutarının % 1’inin 12’ de biri emekli aylığına ayrıca eklenir. Bağlanacak aylıkların toplamı, emekli ve adi malullük aylıklarında emekli aylığı bağlanmasına esas aylıklarının %100'ünü geçemez. Vazife malullüğü aylıkları hakkında bu sınırlama uygulanmaz.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi168:

Yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalıların aylığı, aşağıdaki hükümlere göre belirlenecek ortalama aylık kazancı ile aylık bağlama oranının çarpımı sonucunda bulunan tutardır. Ortalama aylık kazanç, sigortalının her yıla ait prime esas kazancının, kazancın ait olduğu yıldan itibaren aylık talep tarihine kadar geçen yıllar için, her yıl gerçekleşen güncelleme katsayısı ile güncellenerek bulunan kazançlar toplamının, itibarî hizmet süresi ile fiilî hizmet süresi zammı hariç toplam prim ödeme gün sayısına bölünmesi suretiyle hesaplanan ortalama günlük kazancın otuz katıdır. Aylık bağlama oranı, sigortalının malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına

167 Buradaki %75’lik rakam, her yıl için %3 anlamına gelmektedir. Böylelikle 25 yılda %75’lik orana

ulaşılabilmektedir. 168 Sözer, 132. Şakar, 95, 96. F. Başterzi, 257 vd. 411–413.

Page 161: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

tâbi geçen toplam prim ödeme gün sayısının her 360 günü için 2015 yılı sonuna kadar % 2,5; 2016 yılı başından itibaren ise % 2 olarak uygulanır. Bu hesaplamada 360 günden eksik süreler orantılı olarak dikkate alınır. Ancak aylık bağlama oranı % 90’ı geçemez. Yasanın 28. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarına göre aylığa hak kazanan sigortalılar için hesaplanacak aylık bağlama oranı, prim ödeme gün sayısı 9000 günden az olanlar için çalışma gücü kayıp oranının 9000 gün prim ödeme gün sayısı ile çarpımı sonucu bulunan rakamın % 60’a bölünmesi suretiyle hesaplanan gün sayısına göre, üçüncü fıkra uyarınca tespit edilen orandır. Prim ödeme gün sayısı 9000 günden fazla olanlar için ise toplam prim ödeme gün sayısına göre aylık bağlama oranı belirlenir. Yukarıdaki şekilde hesaplanan aylığın başlangıç tarihinin yılın ilk altı aylık dönemine rastlaması halinde 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre (yani TÜFE) Ocak ödeme dönemi için gelir ve aylıklara uygulanan artış oranı kadar artırılarak, yılın ikinci altı aylık dönemine rastlaması halinde ise öncelikle Ocak ödeme dönemi, daha sonra Temmuz ödeme dönemi için gelir ve aylıklara uygulanan artış oranları kadar artırılarak, sigortalının aylık başlangıç tarihindeki aylığı hesaplanır169.

4. Sakatlara bağlanan yaşlılık aylığı

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Sigortalı olarak ilk defa

çalışmaya başladığı tarihten önce 506 sayılı yasanın 53. maddesine göre malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızası bulunan ve bu nedenle malullük aylığından yararlanamayan sigortalılar, yaşları ne olursa olsun en az 15 yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3600 gün malullük , yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartıyla yaşlılık aylığından yararlanırlar. Sakatlığı nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış durumda olan sigortalılardan; ilgili mevzuatı uyarınca, I. derece (% 81–100) sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az onbeş yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3600 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak; II. derece (% 60–80) sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az onsekiz yıldan beri sigortalı olmak ve en az 4000 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak; III. derece (% 40–60) sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az yirmi yıldan beri sigortalı olmak ve en az 4400 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmaları şartıyla yaşlılık aylığından yararlanırlar.

169 Emekli Sandığı Kanununun ek.68 ve ek.73’de 6 ay ya da 2 yıl belli bir kadroda kalanların aylıklarının buna

göre hesaplanacağı belirtilmektedir ve bu maddeler yürürlükte kalmıştır. Bu durumda nasıl bir çözüm uygulanacağı belli değildir

Page 162: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Benzer bir düzenleme 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda bulunmamaktadır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Sakatlıkları sebebiyle ilgili

mevzuat uyarınca göreve alınanlardan en az 15 yıl fiili hizmeti bulu-nanlar, yaşları ne olursa olsun istekleri üzerine emekli olabilmektedir. Malullük durumu rakamsal bir orana bağlı olmadığından, iştirakçiler açısından daha kolay ulaşılabilir bir durum olarak görülmektedir. Söz konusu hüküm dışında, Sosyal Sigortalar Kanunundakine benzer bir hüküm Emekli Sandığı Kanununda bulunmamaktadır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi170:

Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce 25. maddenin ikinci fıkrasına göre malûl sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya özrü bulunan ve bu nedenle malullük aylığından yararlanamayan sigortalılara, en az onbeş yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3960171 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak şartıyla yaşlılık aylığı bağlanacaktır. Ayrıca, kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucularının sağlık kurullarınca usulüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu, kurum sağlık kurulunca çalışma gücündeki kayıp oranının %50 ilâ % 59 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 16 yıldan beri sigortalı olmaları ve 4320 gün; % 40 ilâ % 49 arasında olduğu anlaşılan sigortalılar, en az 18 yıldan beri sigortalı olmaları ve 4680 gün, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak şartıyla yasadaki yaş şartları aranmaksızın yaşlılık aylığına hak kazanabilecektir172. Ancak bunların kurum tarafından kontrol muayenesine tâbi tutulabilmeleri mümkündür.

5. Đşten ayrılma koşulu Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Sigortalı olarak çalıştığı

işten ayrıldıktan sonra yazılı istekte bulunan ve yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalıya bu isteğinden sonraki aybaşından başlanarak yaşlılık aylığı bağlanır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık aylığı, sigortalının, aylık

bağlanması için kurumda yazılı istekte bulunduğu tarihi takibeden aybaşından başlar. Dolayısıyla işi bırakma koşulu yoktur.

170 Okur , 113, 114. Şakar, 95. Caniklioğlu, 174–176. F.Başterzi, 157 vd. 171 Tasarının ilk halinde prim miktarı 4000 olarak belirlenmişti. 172 Tasarının ilk halinde üçlü bir gruplama yapılmıştı. Bunlar %60–65, 16 yıl, 4000 gün; %50–59, 18 yıl, 4360

gün; %45–49 20 yıl, 4720 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak aranmıştı.

Page 163: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Sandıktan aylık alabilmek için görevden ayrılma koşulu bulunmaktadır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Yaşlılık aylıklarından yararlanabilmek için, 4/a bendinde belirtilen sigortalının çalıştığı işten ayrıldıktan, 4/b bendinde belirtilen sigortalının sigortalılığa esas faaliyete son verip vermeyeceğini beyan ettikten173, 4/c bendinde belirtilen sigortalıların ise kurumun aylık bağlanma hakkı olduğuna dair yazısı üzerine yetkili makamdan emekliye sevk onayı aldıktan ve ilişiği kesildikten sonra, yazılı istekte bulunması şarttır.

IV. ÖLÜM SĐGORTASI 1. Ölüm aylığı koşulları Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 506 sayılı yasaya göre,

1800 gün prim ödemiş olan veya en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup sigortalılık süresinin her yılı için ortalama olarak 180 gün prim ödemiş olan sigortalının ölümü halinde, hak sahiplerine aylık bağlanır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: 1479 sayılı yasaya göre, en az 5 yıl

(1800 gün) prim ödemiş sigortalıların ölümü halinde hak sahiplerine aylık bağlanmaktadır. Sigortalının ölümü halinde, hak sahibi kimselerine bağlanacak aylığın saptanmasında, Sigortalıların almakta olduğu malullük veya yaşlılık aylığı; Malullük aylığı bağlandıktan sonra kontrol muayenesi nedeniyle aylığı kesilen sigortalı için, sağlığında başlanmış bulunan malullük aylığı; Yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra sigortalı olarak çalışmaya başlaması nedeniyle aylığı kesilen sigortalı için 38 inci maddedeki esaslara göre saptanacak aylık; Sigortalının beş tam yıl prim ödemekle beraber, yirmi beş tam yıldan az prim ödemeden ölümü halinde, yirmi beş tam yıl prim ödemiş olanlar gibi hesaplanacak aylık esas alınmaktadır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: 3600 gün prim ödemiş olan

iştirakçinin ölümü halinde hak sahiplerine aylık bağlanır. Ancak, fiili hizmet süresi 5 yılı doldurduktan sonra vefat eden iştirakçilerin, ölüm tarihinde, başkasının yardımı olmaksızın hayatlarını devam ettiremeyecek derecede malul ve muhtaç bulunan dul eşleri ile çocuklarına, 15 yıl hizmet süresi üzerinden aylık bağlanır.

173 Tasarının ilk halinde işyerini kapatma koşulu aranmıştır.

Page 164: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi174: En az beş yıldan beri sigortalı bulunup toplam 900 malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması halinde, hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanacaktır. 9000 günün altında prim ödemişken ölenlerin primleri 9000 gün ödenmiş gibi hesaplanacaktır.

2. Çocuklara bağlanan ölüm aylığı Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Erkek çocuk: öğrenci

değilse 18, orta öğrenim yapması halinde 20, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış olması veya çalışamayacak durumda malül bulunması ve Sosyal Sigortaya, emekli sandıklarına tabi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almaması koşullarıyla aylık alabilir. Kız Çocuklara: Yaşları ne olursa olsun evli olmamaları, sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi bir işte çalışmamaları ve buralardan gelir ya da aylık almamaları şartıyla aylık bağlanmaktadır. Hak sahibi eş ve çocuklara bağlanacak aylıkların toplamı, sigortalıya ait aylığın tutarını geçememektedir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Erkek çocuk: Öğrenci değilse 18,

orta öğrenim yapması halinde 20, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış olması ve (18 yaşını doldurmayanlar hariç) bu kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmaması, bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almaması ya da yaşı ne olursa olsun çalışamayacak durumda malûl bulunması şartıyla aylık alabilmektedir. Kız Çocuk: Yaşı ne olursa olsun evli olmaması, evli olmakla beraber sonradan boşanması veya dul kalması ve bu kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmaması, bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almaması koşullarıyla aylık alabilmektedir. Yasaya göre, hak sahiplerine bağlanacak aylıklara esas aylık tutarı, birinci basamağın % 45’inden az olamaz. Bu miktarın, hak sahibi bir kişi ise % 80’inden, iki kişi ise % 90’ından, iki kişiden fazla ise % 100’ünden az aylık bağlanamaz. Hak sahibi eş ve çocuklara yapılacak tahsisin toplamı da, sigortalıya ait aylık tutarını geçemez.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Erkek çocuk: Öğrenci değilse

18, orta öğrenim yapması halinde 20, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış olması şartıyla aylık alabilir. Ölenin önceki eşinden olan çocuklarıyla, hem anadan hem babadan yetim olan veya af

174 Okur , 118, 119. Sözer, 133. Caniklioğlu, 179 vd.

Page 165: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kanunlarına göre tescil edilmiş bulunan çocuklarına % 30 oranında aylık bağlanır. Sonradan hem anadan hem babadan yetim duruma giren çocukların aylıkları da % 30 oranı uygulanmak suretiyle yükseltilir. Kız Çocuğa: Yaşı ne olursa olsun evli olmaması, sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi bir işte çalışmaması ve buralardan gelir ve aylık almaması şartıyla aylık bağlanmaktadır. Ölenin aylığa müstahak bir dul karı veya kocası ile bir yetimi bulunması halinde, dul karı veya kocaya % 60, yetimine % 30 oranı uygulanır. Ölen, dul karı veya koca bırakmazsa veya bıraktığı koca aylığa müstahak değilse, bunların payı çocuklarla ana babanın aylıklarına eşitlikle eklenir. Şu kadar ki, bu aylıkların toplamı yapılan eklemelerden sonra bağlamaya esas tutulan aylığın yetim bir kişi ise % 50’sini, 2 kişi ise % 80’ini, 3 kişi ise % 100’ünü geçemez.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi175:

Bu kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmayan veya kendi çalışmaları nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan; 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların veya Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitirip malûl olduğu anlaşılanların veya yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının her birine % 25’i oranında aylık bağlanacaktır. Hak sahiplerine bağlanacak aylıkların toplamı ise sigortalıya ait aylığın tutarını geçemeyecektir.

3. Dul eşe bağlanan aylık Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 506 sayılı yasaya göre,

sigortalının dul eşine %50’si, aylık alan çocuğu bulunmayan dul eşine % 75’i oranında aylık bağlanır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: 1479 sayılı yasaya göre, sigortalının

dul eşine %50’si, aylık alan çocuğu bulunmayan dul eşine % 75’i oranında aylık bağlanır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Dul karı ve koca için % 50’si,

aylık alan yetimi bulunmayanların dul eşlerine % 75’i oranında aylık bağlanır. Ölenin aylığa müstehak bir dul karı veya kocası ile bir yetimi bulunması halinde, dul karı veya kocaya % 60, yetimine % 30 oranı uygulanır. Emekli, adi malullük, vazife malullüğü aylığı alan veya iştirakçi olan dul eşe % 50 oranında dul aylığı bağlanır. Đştirakçi karı veya

175 Okur , 120. Sözer, 133.

Page 166: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

koca eşinden 30 yaş veya daha büyük ise ölümünde eşine yarı nispetinde aylık bağlanır. Ancak evlenme akdi en az 10 yıl evvel yapılmış veya çocukları olmuş ise bu indirim yapılmaz. Emekli olduktan sonra evlenenler hakkında dahi aynı hükümler uygulanır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi: Ölen sigortalının dul eşine % 50’'si, aylık bağlanmış çocuğu bulunmayan dul eşine ise bu Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaması veya kendi çalışmaları nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış olması halinde % 75’'i oranında aylık bağlanacaktır.

4. Ana babaya bağlanan aylık

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Sigortalının ölümü tarihinde eşine ve çocuklarına bağlanması gereken aylıkların toplamı, sigortalıya ait aylıktan aşağı olursa, artanı eşit hisseler halinde ana ve babasına aylık olarak verilir. Ancak bunun için ana babanın, sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi çalışmaması veya 2022 sayılı kanuna176 göre bağlanan aylık hariç olmak üzere buralardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almaması gerekir. Bunların her birinin hissesi sigortalıya ait aylığın % 25’ ini geçemez. Sigortalının ölümü ile eşine ve çocuklarına bağlanabilecek aylıkların toplamı sigortalıya ait aylıktan aşağı değilse ana ve babanın aylık bağlanma hakları düşer.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Sigortalının ölümü tarihinde veya sonradan eşine veya çocuklarına yapılması gereken tahsisin toplamı, sigortalıya ait tahsisten aşağı olursa, artan kısım eşit paylar halinde, ana ve babasına verilir. Ancak bunun için ana babanın, bu kanun ile diğer sosyal güvenlik kanunları kapsamında çalışmaması, bu kanunlar kapsamındaki çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almaması gerekir. Her birinin hissesi sigortalıya ait aylığın en çok % 25’i kadar olabilir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Ölenin bağlanmış veya bu kanun hükümlerine göre hesaplanacak emekli, adi malullük veya vazife malullüğü aylıklarının %25’i, ana veya babaya bağlanır. Ölen iştirakçilerin, iştirakçi bulunmayan dul ve muhtaç anaları ile iştirakçi olmayan ve ölüm tarihinde muhtaç ve 65 yaşını doldurmuş bulunan babalarına, sandığa müracaat tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır. Muhtaç babalardan çalışarak geçimini sağlayamayacak derecede malül olanlar için yaş kaydı aranmaz. Muhtaç olması sebebiyle aylık bağlanan babanın ölümünde aylığı, muhtaç olması şartı ile Sandığa

176 1.7.1976 tarih ve 2002 sayılı, 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına

Aylık Bağlanması Hakkında Kanun

Page 167: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

müracaat tarihini takip eden aybaşından itibaren öz anaya bağlanır. Şu kadar ki, ölüm tarihinde; evli bulunmaları dolayısıyla aylık bağlanmamış ve sonradan dul kalmış veya boşanmış muhtaç analar ile 65 yaşını doldurmamış malul ve muhtaç bulunmayan babaların, 65 yaşını doldurmaları veya malul duruma girmeleri halinde, muhtaç bulunmaları şartı ile 65 yaşını doldurmuş olmakla beraber muhtaç olmadıklarından dolayı aylık bağlanmamış bulunanların sonradan muhtaç duruma girmeleri halinde, Sandığa müracaatlarını takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır.

Ayrıca, 5434 sayılı kanunun 64. maddesinin (a,b,c,ç,d ve e)

fıkralarında açıklanan durumlardan dolayı veya 3.11.1980 tarih ve 2330 sayılı kanun ile 5434 sayılı kanuna ek 18.12.1981 tarihli ve 2566 sayılı kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle bunlardan aylık almakta iken ölenlerin, baba veya analarına, ölüm tarihini takip eden aybaşından geçerli olarak aylık bağlanır. Babaya bağlanan aylık, dul ve yetimlerin bulunması hali de dahil, ana ve babaya eşit olarak paylaştırılarak ödenir. Dul ve yetimlerle beraber baba veya anaya aylık bağlanması halinde, eş ve çocukların aylıkları baba veya ananın bulunmadığı durumlarda bağlanacak aylıktan az olamaz. 3.11.1980 tarihli ve 2330 sayılı kanun ile bu kanuna ek 18.12.1981 tarihli ve 2566 sayılı kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle bağlanan aylıklar Bakanlar Kurulu Kararıyla iki katına kadar çıkartılabilir. Ödenecek aylığın Bakanlar Kurulunca artırılması halinde, bağlanan aylıkta meydana gelecek farklar ile dul ve yetimlerle beraber aylık bağlanması halinde, baba veya anaya bağlanan aylıklar da sosyal güvenlik kurumlarınca hazineden tahsil edilir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Hak sahibi eş ve çocuklardan artan hisse bulunması halinde, ana ve babaya çalışmaması ve gelir veya aylık bağlanmamış olması halinde % 25'i oranında; çalışmayan ana ve babanın 65 yaşın üstünde olması, gelir veya aylık bağlanmamış olması halinde ise artan hisseye bakılmaksızın % 25'i oranında aylık bağlanacaktır.

5. Toptan Ödeme

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Ölen sigortalının hak sahibi kimselerinden hiç biri bu kanuna göre ölüm sigortasından aylık bağlanmasına hak kazanamadıkları takdirde aşağıdaki hükümler uygulanmaktadır: Ölen sigortalının kendisinin ve işverenlerinin ödedikleri malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri toplamının: Dul eşine %

Page 168: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

50'si, toptan ödeme alacak durumda çocuğu bulunmayan dul eşine % 75'i, 18 yaşını veya ortaöğrenim yapması halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış yahut yaşları ne olursa olsun çalışamayacak durumda malul bulunan çocuklarla evli olmayan kız çocukların her birine % 25'i, sigortalının ölümü ile anasız ve babasız kalan veya ana ve babaları arasında evlilik bağlantısı bulunmayanların her birine % 50'si, toptan ödeme şeklinde verilir.

Sigortalı tarafından evlat edinilmiş, tanınmış veya nesebi

düzeltilmiş yahut babalığı hükme bağlanmış çocukları da, yapılacak toptan ödemeden aynı koşullarla yararlanırlar. Hak sahibi eş ve çocuklara yapılacak toptan ödemelerin toplamı, toptan ödenecek miktarı geçemez. Bu sınırın aşılmaması için gerekirse, hak sahibi kimselerin his-selerinden orantılı olarak indirmeler yapılır. Sigortalının ölümü tarihinde eşine ve çocuklarına yapılacak toptan ödemelerin toplamı, toptan ödenecek miktardan aşağı olursa, artanı, eşit hisseler halinde, sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi çalışmayan veya 2022 sayılı kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere buralardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almayan ana ve babasına verilir. Ancak, bunların her birinin hissesi % 25’i geçemez. Toptan ödeme yapıldıktan sonra kalıntı olursa, sigortalının ölümünden sonra doğacak çocukları ile nesebi düzeltilecek veya babalığı hükme bağlanacak çocuklarına da toptan ödeme yapılır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Ölen sigortalının hak sahibi

kimselerinden hiçbiri bu kanuna göre ölüm sigortasından aylık bağlanmasına hak kazanamadıkları takdirde, sigortalının ödediği primler, hak sahiplerine toptan ödeme şeklinde geri verilir. Ancak artan tutar konusunda kanunda her hangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Yasaya göre toptan ödeme şu

hallerde yapılmaktadır: Yaş haddinden dolayı emekliye ayrılanlardan veya 61 yaşını doldurarak emekliye ayrılmalarını isteyenlerden, fiili hizmet müddetleri 15 yıldan az olanlara; 39. maddenin e ve f fıkralarında yazılı olanlardan, fiili hizmet müddetleri 25 yılı doldurmamış olanlara; Haklarında adi malullük hükümleri tatbik edilen iştirakçilerden, fiili hizmet müddetleri 10 yıldan az olanlara; Vazife malullüğü geçtiğinden aylığı kesilmiş ve emeklilik hakkı tanınan bir vazifeye tayin edilmemiş durumda iken 61 yaşını dolduranlardan, fiili hizmet müddetleri 15 yıldan az olanlara veya yine bu durumda iken ölen ve fiili hizmet müddetleri 15 yıldan az olanların dul ve yetimlerine; Mahkemece gaipliklerine hükmolunan iştirakçilerden fiili hizmet müddetleri 10 yıldan az olanların, hüküm tarihinden itibaren bir yıl içinde yazı ile sandığa müracaat eden

Page 169: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

dul ve yetimlerine toptan ödeme yapılır. Ancak artan tutar konusunda bu kanunda da her hangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Ölen sigortalının hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanamaması durumunda, ölüm tarihi esas alınmak kaydıyla yasaya göre hesaplanan tutar, hak sahiplerine toptan ödeme şeklinde verilecektir. Hak sahiplerine yapılacak toptan ödemenin toplamı, sigortalıya yapılacak toptan ödeme tutarını geçemez. Bu sınırın aşılmaması için gerekirse hak sahiplerinin hisselerinden orantılı olarak indirim yapılacaktır. Toptan ödeme yapıldıktan sonra artan tutar olursa, sigortalının ölümünden sonra doğan veya soy bağı düzeltilen ya da babalığı hükme bağlanan çocuklarına da bu madde hükümlerine göre toptan ödeme yapılacaktır.

V. PRĐME ESAS ALINAN KAZANÇLAR Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Malullük, yaşlılık ve ölüm

sigortalarından hak kazanılan aylıklar, ilk defa 2000 yılından önce sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar için 1990 yılından sonraki tüm çalışma sürelerine, 2000 yılından sonra sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar için tüm çalışma sürelerine ait prime esas kazançların güncellenerek bulunacak yıllık ortalamasına göre belirlenir. Sigortalının o ay içinde hak ettiği aylık ücret, prim, ikramiye ve benzeri istihkak, idare veya kaza mercilerince verilen karar gereğince yukarıda yazılı kazançlar niteliğinde olmak üzere yapılan ödemelerin brüt toplamı hesaplamaya esas alınır. Prime esas kazanç tabanı asgari ücrettir. Prime esas kazanç tavanı ise tabanın 6,5 katıdır. Đş kazaları ile meslek hastalıkları sigortasından hak kazanılan gelirler, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının anlaşıldığı tarihten önceki son üç aylık dönem için hesaplanan ortalama günlük kazanca göre hesaplanır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Sigortalıların, 1.1.2000 tarihinde

bulundukları gelir basamağının aylık bağlanması sırasındaki tutarı ile 1.1.2000 tarihinden itibaren çalışma sürelerinde bulundukları basamakların gelir tutarlarının ortalamasına göre belirlenir. 24 basamaklı gelir tablosunda her bir basamağa karşılık gelen gelir tutarının % 40’ı oranında prim alınmaktadır. 1–12 Basamaklarda, sigortalının 1 yıl prim ödeyerek basamağı yükseltilir. 13–24 basamaklarda sigortalının talebine bağlı olarak her basamakta 2 yıl prim ödemek kaydıyla basamakları yükseltilir.

Page 170: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Özel teadül ve kuruluş kanunlarına göre müktesep hak olarak alınan derece aylık ve ücret tutarları; istisna ve uzmanlık yerlerinde çalışanların aynı kanunlara göre belirtilecek müktesep hak dereceleri aylık ve ücret tutarları; emekli, adi mâlullük, vazife malullüğü aylıklarının hesabında, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 43. maddesinde yer alan gösterge tablosu ve personel kanunlarındaki ek göstergeler esas alınır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Prime esas alınan kazanç, tüm çalışma sürelerindeki kazançlarının güncellenerek bulunacak yıllık kazançlarının ortalamasına göre belirlenecektir. Prime esas kazanç tabanı, yürürlükteki asgari ücretin brüt tutarıdır. Prime esas kazanç tavanı ise tabanın 6,5 katıdır ancak kamu görevlileri için tavan getirilmemiştir. 5510 sayılı yasanın 4/a ve 4/c bentleri kapsamındaki sigortalıların prime esas kazançlarının hesabında; Hak edilen ücretler ile prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan o ay için yapılan ödemelerin brüt toplamı esas alınacaktır. Ölüm, doğum ve evlenme yardımları, görev yollukları, kıdem tazminatı, iş sonu tazminatı veya kıdem tazminatı mahiyetindeki toplu ödeme, keşif ücreti, ihbar ve kasa tazminatları, emekli ikramiyesi ile Bakanlıkça tutarları yıllar itibarıyla belirlenecek yemek, çocuk ve aile zamları, özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen ve aylık toplamı asgari ücretin % 30'unu geçmeyen özel sağlık sigortası primi ve bireysel emeklilik katkı payları tutarları, görevin yerine getirilmesi için zorunlu olarak yapılan ayni yardımlar ile Bakanlıkça belirlenecek diğer ayni yardımların asgari ücretin % 30'unu geçmeyen kısmı, prime esas kazanca tabi tutulmayacaktır.

Bu Kanunun 4/c bendine tabi sigortalılara ödenen döner sermaye

katkı payları ve döner sermayelerden başka adla yapılan bu nitelikteki her türlü ödemeler ile ikramiyeler ve benzeri ödemelerden en yüksek devlet memuru aylığının177 %200'ünü aşan kısmı prime esas kazanca tabi tutulmayacaktır. Yukarıdaki istisnalar dışında her ne adla yapılırsa yapılsın tüm ödemeler prime esas kazanca dahil kabul edilmiştir. Diğer kanunlardaki prime tabi tutulmaması gerektiğine dair muafiyet ve istisnalar bu kanunun uygulanmasında dikkate alınmayacaktır. Đş kazaları ile meslek hastalıkları sigortasından bağlanacak geçici işgöremezlik ödeneği veya sürekli işgöremezlik geliri, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının anlaşıldığı tarihten önceki son üç aylık dönem için hesaplanan ortalama günlük kazanca göre hesaplanacaktır.

177 (8.000 + 1.500) 9500 x katsayı (0,04373) = 415 milyon

Page 171: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

VI. AYLIK BAĞLAMA ORANI

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 2000 yılından önceki

çalışma sürelerine ait aylığın hesabında % 60 oranı temel alınır. Bu oran, sigortalı kadın ise 50, erkek ise 55 yaşından sonra doldurulan her tam yaş için ve 5000 günden fazla ödenen her 240 gün için 1’er artırılır. 5000 günden noksan ödenen her 240 gün için 1’er eksiltilir. 2000 yılından sonra çalışma sürelerine ait aylığın hesabına esas oran; toplam prim ödeme gün sayısının: Đlk 3600 gününün her 360 günü için % 3,5, sonraki 5400 günün her 360 günü için % 2, daha sonraki her 360 gün için % 1,5 oranlarının toplamı alınarak belirlenir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Yaşlılık aylığı, sigortalının,

sigortalılık süresi içinde aylar itibariyle, prim ödenen gelir basamağının, bu basamaklardaki prim ödeme süreleri de dikkate alınarak, aylık başlangıç tarihinde yürürlükte bulunan gelir tablosu üzerinden hesaplanan ağırlıklı ortalamanın, aylık bağlama oranı ile çarpılması suretiyle hesaplanır. Aylık bağlama oranı, sigortalının toplam sigortalılık süresinin ilk on tam yılının her bir yılı için %3,5, takip eden onbeş tam yılın her bir yılı için %2 ve yirmibeş yıldan fazla her bir tam yıl için %1,5 oranlarının toplamıdır.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Gösterge tablosu ve ek

gösterge rakamlarının her yıl Bütçe Kanununda tespit edilen katsayı ile çarpılması sonunda bulunacak tutarın, fiili ve itibari hizmet toplamı, 25 yıl olanlara % 75’i, 25 yıldan az olanlara her tam yıl için % 1 eksiği, fazla olanlara da her tam yıl için % 1 fazlası üzerinden aylık bağlanır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Yeni yasanın yürürlüğe gireceği tarihten itibaren çalışılan her yıl için, 2016 yılına kadar yıllık % 2,5, 2016 yılından itibaren yıllık % 2 olarak uygulanacaktır.

VII. UZUN VADELĐ SĐGORTA PRĐM ORANLARI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Prim oranı, sigortalının

kazancının % 20'sidir. (sigortalı 9 + işveren 11). Devlet katkısı yoktur.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Prim oranı %20’dir. Tamamı

sigortalı tarafından karşılanır. Devlet katkısı yoktur.

Page 172: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Uzun vadeli sigorta kolları prim oranı %36’dır. (iştirakçi 16 + kurum 20). Devlet katkısı yoktur.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları prim oranı, sigortalının prime esas kazancının % 20'sidir. Bunun % 9'u sigortalı hissesi, % 11'i işveren hissesidir. Devlet, sigortalının prime esas kazancı esas alınarak, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları için % 5 oranında, genel sağlık sigortası için ise % 3 oranında katkı yapacaktır.

VIII. BORÇLANMA ĐMKÂNLARI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Borçlanılabilecek olan

süreler olarak, askerlik süresi, grev veya lokavtta geçen süreler, yurt dışında geçen çalışma süreleri gösterilmiştir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu yasa kapsamında borçlanma

yapılabilecek süreler ise; Askerlik süresi, köy ve mahalle muhtarlarının varsa daha önce muhtarlıkta geçen muhtarlık hizmetleri, yurt dışındaki işçilerin yanlarında bulunan çalışmayan eşlerin, yurt dışında geçen hizmet süreleridir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Sandığın borçlanabilme

imkanı sunduğu süreler ise şunlardır: Askerlik süresi, yurtdışında geçen çalışma süreleri, ücretsiz analık süreleri, kamu görevlisi olanlar için aylıksız izin süreleri, doktor ve avukatlık staj süreleri, yedek Subayların sınıf okulunda geçen süreler.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi178:

Borçlanılabilecek olan süreler ayrıntılı olarak şu şekilde sıralanmıştır: Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya da analık izni süreleri; er veya erbaş olarak silâhaltında veya yedek subay okulunda geçen süreleri; 4/c bendi kapsamında olanların personel mevzuatına göre aylıksız izin süreleri; sigortalı olmaksızın doktora öğrenimi veya tıpta uzmanlık için yurt içinde veya yurt dışında geçirdikleri normal doktora veya uzmanlık öğrenim süreleri; sigortalı olmaksızın avukatlık stajını yapanların normal staj süreleri; sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat edenlerin tutuklulukta veya

178 Okur , 125–127. Sözer, 135, 136. Şakar, 99. Can Tuncay, Yeni Sistemde Fiili Çalışma Đli şkisine

Dayanmayan Sigortalılık, Mercek, Temmuz 2006, 72–75. F.Başterzi, 207–211.

Page 173: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gözaltında geçen süreleri; grev ve lokavtta geçen süreler; kurumca kabul edilecek sektörel veya genel ekonomik kriz dönemlerinde işveren tarafından ücretsiz izinli sayılanların her yıl için 3 ayı geçmemek üzere bu süreleri; hekimlerin fahri asistanlıkta geçen süreler; seçim kanunları gereğince görevlerinden istifa edenlerin istifa ettikleri tarih ile seçimin yapıldığı tarihi takip eden aybaşına kadar açıkta geçirdikleri süreler. Yeni yasaya göre ilgililer, prime esas günlük kazanç alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın % 32'si üzerinden hesaplanacak primlerini borcun tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde ödemeleri şartı ile borçlanabileceklerdir. Borçlanılan bu süreler, sigortalılığa sayılacaktır.

IX. EVLENME YARDIMI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Sigortalının ölümünden

dolayı gelir ve aylık almakta olan kız çocukları ile dul karısına, evlenmeleri halinde aylık ve gelirlerinin 2 yıllık tutarı evlenme yardımı olarak verilmektedir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu konuda herhangi bir düzenleme

yoktur. Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Đştirakçinin ölümünden

dolayı gelir ve aylık almakta olan kız çocuklarına, dul eşe ve anaya evlenmeleri halinde aylık ve gelirlerinin 12 aylık tutarı evlenme yardımı olarak verilmektedir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi: Evlenmeleri nedeniyle 34. maddeye göre bağlanan gelir veya aylıkları kesilmesi gereken eş veya çocukların, evlenmeleri ve talepte bulunmaları halinde, almakta oldukları aylık veya gelirlerinin bir yıllık tutarı bir defaya mahsus olmak üzere evlenme ödeneği olarak peşin ödenecektir. Ancak evlenme ödeneği alan hak sahibinin, aylığının kesildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde boşanması halinde, bir yıllık sürenin sonuna kadar gelir veya aylık bağlanmayacaktır.

X. CENAZE YARDIMI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Ölen sigortalının ailesine,

5000 gösterge rakamının devlet memurlarının aylıkları hesabına

Page 174: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

uygulanan katsayı ile çarpımı tutarında cenaze yardımı yapılmaktadır. Bu yardımın miktarı halen 213 YTL tutarındadır.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Sigortalının veya yaşlılık ya da

malullük aylığı almakta olanların ölümleri halinde, cenaze giderleri karşılığı olarak, cenazeyi kaldıran gerçek veya tüzel kişilere, 186 YTL ödenmektedir. Bu miktar Yönetim Kurulunun önerisi ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının onayı ile arttırılabilmektedir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Halen, ölen iştirakçinin hak

sahiplerine en az 810 YTL cenaze yardımı yapılmaktadır. Ancak ölenin almakta olduğu aylık miktarının (makam, temsil veya görev tazminatı tutarları hariç) söz konusu tutardan fazla olması halinde almakta olduğu aylığı, cenaze yardımı olarak verilmektedir. Yapılacak yardımın miktarı en alt derecedeki devlet memuruna 4598 sayılı kanunun 7.maddesinin c fıkrası gereğince yapılacak yardımdan daha az olamamaktadır. Yazı ile istenilmesi üzerine bu ödemeler, emeklinin mensup bulunduğu en son kurum tarafından iki ay içinde ve faturası karşılığında, ödemeyi yapan sandığa ödenmektedir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Yasaya göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu veya sürekli iş göremezlik geliri, malullük veya yaşlılık aylığı almakta iken veya kendisi için en az 360 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi bildirilmiş olup da ölen sigortalının hak sahiplerine, asgari ücretin üç katı tutarında cenaze ödeneği ödenecektir. Cenaze ödeneği, sırasıyla sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına, o da yoksa kardeşlerine verilecektir. Cenaze ödeneğinin bu esaslara göre ödenememesi ve sigortalının cenazesinin gerçek veya tüzel kişiler tarafından kaldırılması durumunda, yasada belirtilen tutarı geçmemek üzere belgelere dayanan masraflar, masrafı yapan gerçek veya tüzel kişilere de ödenebilecektir. Öngörülen rakam bugün itibarıyla 1.593 YTL’dir.

XI. FĐĐLĐ HĐZMET SÜRESĐ ZAMMI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Bazı ağır, tehlikeli ve

yıpratıcı işlerde çalışan sigortalıların bu işlerde geçirdikleri her yıl için sigortalılık süresine 90 gün itibari hizmet süresi verilmekte, ayrıca 5 yılı geçmemek üzere emeklilikte öngörülen yaş hadlerinden indirilmektedir. Bu işlerde çalışan sigortalılar için tamamı işverene ait olmak üzere % 2 oranında fazladan prim alınmaktadır.

Page 175: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu konuda herhangi bir düzenleme yoktur.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: 5434 sayılı Kanunun 32. maddesinde belirtilen vazifeler için her yıl, aynı maddedeki cetvelde belirtilen ve 3 ila 6 ay arasında değişen fiili hizmet zamları uygulanır. Fiili hizmet zamları emeklilik muamelelerinde fiili hizmet sayılır. Bu zamların toplamı 8 yılı geçemez.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi179: Yasanın, değişik gerekçelerle belirlediği işyerlerinde ve/veya işlerde çalışan sigortalıların, hizmet sürelerine, bu işyerlerinde ve/veya işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için 60 ila 180 arasında değişen prim gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenecektir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenecektir. Burada belirtilen bentlerden birden fazlasına dahil olanlar için, en yüksek olan bentten fiili hizmet süresi zammı uygulanacaktır. Hesaplanan fiili hizmet süresi zammı sekiz yılı geçmemek üzere uzun vadeli sigorta kolları uygulamasında prim ödeme gün sayısına eklenecek ve emeklilik yaş hadlerinden üç yılı geçmemek üzere yarısı indirilecektir. Đlgili tablonun 4 numaralı sırasında yer alan ve 180 gün fiilî hizmet zammı süresi verilen sigortalılar için sekiz yıllık süre sınırı uygulanmayacaktır. Bu alanda konuya ilişkin olarak halen uygulanmakta olan düzenlemeler yeni yasada da korunmuştur. Ancak burada sayılanlara, PTT’de posta dağıtıcısı olarak çalışanlar ile Ceza ve Tutuk evlerinde çalışan infaz koruma memuru gibi yeni çalışanlar eklenmiştir.

XII. ASGARĐ ĐŞÇĐLĐK

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Yasanın 83. maddesinde belirtilen kurum ve kuruluşlar tarafından ihale yoluyla yaptırılan her türlü işler, gerçek veya tüzel kişilerce yapılan inşaatlardan dolayı yeterli işçilik bildirmiş olup olmadığı kurumca araştırılır. Bu uygulama, özel bina ve ihaleli işleri de kapsamaktadır. Sosyal Sigortalar Kanununun 130. maddesi gereğince, işyerlerinde işin yürütümü için gerekli olan asgari işçilik miktarını bildirmeyen işyerlerinde, işçilik miktarı sigorta müfettişi tarafından tespit edilmektedir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu konuda herhangi bir düzenleme yoktur.

179 Sözer, 71.

Page 176: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Bu konuda herhangi bir düzenleme yoktur.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi:

Đşverenin, işin emsaline, niteliğine, kapsam ve kapasitesine göre işin yürütümü açısından gerekli olan sigortalı sayısının, çalışma süresinin veya prime esas kazanç tutarının altında bildirimde bulunduğunun tespiti halinde, işin yürütümü açısından gerekli olan asgari işçilik tutarı; yapılan işin niteliği, kullanılan teknoloji, işyerinin büyüklüğü, benzer işletmelerde çalıştırılan sigortalı sayısı, ilgili meslek veya kamu kuruluşlarının görüşü gibi unsurlar dikkate alınarak tespit edilecektir. Söz konusu tespitler, kurumun denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurları tarafından yapılacaktır. Kamu idareleri, döner sermayeli kuruluşlar ile bankalar tarafından ihale mevzuatına göre yaptırılan işlerden ve özel nitelikteki inşaat işlerinden dolayı bu işleri yapan işveren tarafından yeterli işçilik bildirilmiş olup olmadığı kurumca araştırılacak-tır.

XIII. KURUMUN RÜCU HAKKI Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: Yasada iki tür rücu imkanı

bulunmaktadır. Yasanın 10.maddesi, iş kazası ve meslek hastalığı sonucu zarar gören sigortasız işçiye yapılan yardımların rücuunu düzenlemektedir. 26.madde de ise, iş kazası ve meslek hastalığı sonucu zarar gören sigortalı işçiye yapılan yardımların rücuuna yer verilmiştir. Kurum burada yer verilen rücu imkânını, sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere kullanabilmektedir. Rücu imkânı, işverene, üçüncü kişiye ve onu istihdam edene yöneltilebilmektedir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Bu yasada düzenlenen rücu hakkı,

63.maddede yer almaktadır. Buna göre, üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, kurum, sigortalı veya hak sahiplerine yaptığı bütün yardımların ilk peşin değerini rücu edebilir. Rücu, üçüncü kişilere ve istihdam edenlere ve diğer sorumlulara yönelik olabilmektedir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Adi maluliyete sebep olanlar

aleyhine sandık tazminat davası açabilmektedir. Ayrıca, vazife maluliyeti için sandık, işveren kurumlardan her yıl %4’lük bir ek bir karşılık alınmaktadır.

Page 177: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi180: Yeni yasa daha önce sadece kısa vadeli sigorta kollarından yapılan yardımlar için uygulanan rücu imkânını, uzun vadeli sigorta kollarından yapılan yardımlara da yaymıştır. Buna göre yeni yasada düzenlenen ve Sosyal Güvenlik Kurumuna rücu imkânı veren beş hal şunlardır: 1.rücu, iş kazası ve meslek hastalığının geç bildirilmesi sebebiyle geçici iş göremezlik ödeneğinin rücuudur. 2.rücu imkanı, iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamının rücu edilebilmesini sağlamaktadır. Bu düzenleme ile daha önce Sosyal Sigortalar Kanununun 26.maddesine bulunmayan ilk peşin değer kavramı, bu kapsamdaki işverenlere de uygulanabilir şekilde yasaya girmiştir. Yine aynı düzenlemede, daha önce Sosyal Sigortalar Kurumunun işverenlere rücuu için aranan koşullardan bir durumundaki, zarar verici eylemin suç sayılabilir olmasına ilişkin ilke de terkedilmiştir. 3.rücu, iş kazası ve meslek hastalığına maruz kalan sigortasız işçiye yapılan ödemelerin, 5510 sayılı yasanın 21.maddesinin ilk fıkrasındaki sorumluluk halleri aranmaksızın rücuudur. Bu imkân daha önce Sosyal Sigortalar Kanununun 10.maddesindeki hükme paralel hazırlanmıştır. Yasada yer verilen 4.rücu imkânı, malullük ve ölüm aylığı ödenmesine sebep olanlara yöneliktir. Bununla birlikte yasada, kamu görevlilerine yönelik rücuya sınırlama getirilmiştir. 5510 sayılı yasanın düzenlediği 5. ve son rücu imkânı, genel sağlık sigortasından yapılan harcamaların rücuudur. Bu halde kurum, iş kazası ve meslek hastalığına sebep olanlara, sağlık raporu almayan işverenlere rücu imkânına sahip kılınmıştır.

XIV. AYLIKLARIN BĐRLEŞMESĐ

Sosyal Sigortalar Kanunu düzenlemesi: 506 sayılı yasaya göre, hem malullük hem de yaşlılık sigortasından aylık bağlanmasına hak kazanan sigortalıya, bu aylıklardan yüksek olanı, aylıklar eşitse yalnız yaşlılık aylığı bağlanır. Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık ve gelirlerden yüksek olanın tümü, eksik olanın da yarısı bağlanır. Bu aylık ve gelirler eşitse, iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından bağlanan gelirin tümü, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından bağlanan aylığın da yarısı verilir. Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından aylık bağlanmadan önce iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortasından

180 Okur , 124. Sözer, 134, 135.

Page 178: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bağlanan ve sermayeye çevrilen gelirler ile yaşlılık sigortasından yapılacak toptan ödemelerde bu fıkra hükmü uygulanmaz. Malullük sigortasından aylık bağlanmasına ve yaşlılık sigortasından toptan ödeme yapılmasına hak kazanan sigortalıya yalnız aylık verilir.

Bağ-Kur Kanunu düzenlemesi: Hem malullük hem de yaşlılık

sigortasından aylık bağlanmasına hak kazanan sigortalıya bu aylıklardan yüksek olanı, aylıklar eşitse yalnız yaşlılık aylığı bağlanır. Malullük sigortasından aylık bağlanmasına ve yaşlılık sigortasından toptan ödeme yapılmasına hak kazanan sigortalıya yalnız aylık verilir.

Emekli Sandığı Kanunu Düzenlemesi: Bu Kanunda belirtilen

istisnalar dışında, iki yönden aylığa hak kazananların, tercih ettikleri aylıkları, sandığa yazılı müracaatları takip eden aybaşından itibaren ödenir. Diğer aylıkları sürekli olarak kesilir. Ancak, iki yönden aylığa aynı zamanda hak kazananlara, müstahak oldukları tarihten itibaren fazla olan aylıkları ödenir.

Emekli, adi malullük, vazife malullüğü, harp malullüğü veya er

vazife malullüğü aylığı almakta iken dul veya yetim aylığını tercih edenlerin ölümlerinde, dul ve yetimlerine kendi emekli, adi malullük, vazife malullüğü, harp malullüğü, er vazife malullüğü aylıkları üzerinden aylık bağlanır. Dul ve yetim sıfatıyla toptan ödeme yapılanlara, gerek yine dul ve yetim sıfatıyla gerek kendi vazifelerinden dolayı müstahak oldukları toptan ödeme ayrıca yapılır. Evlendiğinden dolayı aylığı kesilenlerin, kocasının ölümü sebebiyle toptan ödemeye müstahak olması, yetim aylığının ödenmesine engel olmaz.

Đki kaynaktan aylık veya toptan ödemeye aynı zamanda müstahak

duruma girenler hakkında da yukarıdaki hükümler uygulanır. Dul ve yetim aylığı almakta iken emeklilik hakkı tanınan bir vazifeye giren karı ve çocukların; vazifelerinden dolayı vazife malullüğü aylığına müstahak olmalarında, bu aylıkları bağlanır. Vazife malullüklerinin geçmesinde de, müstahak iseler, eski dul ve yetim aylıklarının ödenmesine başlanır. Vazifelerinden dolayı (toptan ödeme) ye müstahak duruma girmelerinde bu istihkakları verilmekle beraber müstahak iseler kesilen aylıklarının ödenmesine de başlanır. Dul ve yetim aylığı almakta iken iştirakçi durumuna giren dul ana ile karı ve kızın sonradan kendi vazifelerinden dolayı aylığa müstahak duruma girmelerinde; tercih ederlerse bir ay içinde yazı ile sandığa müracaat etmek ve müstahak olmak şartıyla, kesilen eski aylıklarının ödenmesine başlanır. Bu durumda iken ölümlerinde; yetimlerine emekliliğe esas olan vazife aylıkları üzerinden aylık bağlanır. Tercih etmezlerse veya ana muhtaç değilse eski aylıkları

Page 179: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sürekli olarak kesilip vazifelerinden dolayı müstahak oldukları aylıkları bağlanır. Vazifelerinden dolayı (toptan ödeme) ye hak kazanmışlarsa, bu istihkakları verilmekle beraber yine müstahak olmaları şartıyla, kesilen aylıklarının ödenmesine de başlanır. Toptan ödeme yapılmış dul veya yetimlerin sonradan aynı sıfatların birinden dolayı aylığa müstahak duruma girmelerinde evvelce yapılan toptan ödeme nazara alınmaz. Dul ve yetim aylığı almakta iken aynı sıfatların birinden dolayı toptan ödemeye hak kazanılmasında da toptan ödeme ayrıca yapılır. Aylık ve toptan ödemeye istihkak; aynı zamanda doğmuş olursa yine bu hükümler uygulanır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu düzenlemesi181:

Uzun vadeli sigorta kollarından hem malûllük hem de yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalıya, bu aylıklardan yüksek olanı, aylıklar eşitse yalnız yaşlılık aylığı; Malûllük veya yaşlılık aylığı ile birlikte, ölen eşinden dolayı da aylığa hak kazanan sigortalıya her iki aylığı; Ana ve babasından ayrı ayrı aylığa hak kazanan çocuklara, yüksek olan aylığın tamamı, az olan aylığın yarısı; Birden fazla çocuğundan aylığa hak kazanan ana ve babaya en fazla ödemeye imkân veren ilk iki dosyadan yüksek olan aylığın tamamı, düşük olan aylığın yarısı; Kız çocuklarının hem eşinden, hem de ana ve babasından ölüm aylığına hak kazanması halinde, tercih ettiği aylığı bağlanacaktır.

Kısa vadeli sigorta kollarından, sürekli iş göremezlik geliriyle

birlikte ölen eşinden dolayı da gelire hak kazanan eşe her iki geliri; Ana ve babadan ayrı ayrı gelire hak kazananlara, yüksek olan gelirin tamamı, az olanın yarısı; Birden fazla çocuğundan gelire hak kazanan ana ve babaya, en fazla ödemeye imkân veren ilk iki dosyadan yüksek olan aylığın tamamı, düşük olan aylığın yarısı; Kız çocuklarının hem eşinden, hem de ana ve babasından ölüm gelirine hak kazanması halinde tercih ettiği geliri bağlanacaktır.

Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile iş kazası ve meslek

hastalığı sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık veya gelirlerden yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı, eşitliği halinde ise iş kazası ve meslek hastalığından bağlanan gelirin tümü, malûllük ve yaşlılık aylığının yarısı bağlanacaktır.

Yukarıda belirtilen ilkelere göre yapılacak değerlendirmeler

sonucunda, bir kişide ikiden fazla gelir veya aylık birleştiği takdirde, bu

181 Okur , 129, 130. Caniklioğlu, 191, 192.

Page 180: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gelir ve aylıklardan en fazla ödemeye imkân veren iki dosya üzerinden gelir veya aylık bağlanır, diğer dosya veya dosyalardaki gelir ve aylık hakları durum değişikliği veya diğer bir dosyadan gelir veya aylığa hak kazanıldığı tarihe kadar düşecektir.

Page 181: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kazanılmış Haklar Bakımından Yeni Mevzuat

Oturum Başkanı : Prof.Dr. Sait DĐLĐK Işık Üniversitesi Đ.Đ.B.F.

Tebliğ Sahibi : Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR Marmara Üniversitesi Đ.Đ.B.F.

Page 182: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr.Sait DĐLĐK (Oturum Başkanı) : Muhterem katılımcılar, bu oturumdaki konumuz “Kazanılmış Haklar Bakımından Yeni Mevzuat”tır.

Hukuksal anlamıyla hak, hukukun koruduğu ve kişiye

yararlanma yetkisi verdiği bir çıkardır. Hakları beklenilen haklar ve kazanılmış haklar olarak iki grupta ele almak mümkündür. Beklenen haklar doğuş koşulları henüz tam oluşmamış; ancak ileride oluşabilecek haklardır. Kazanılmış haklar ise koşulları oluşmuş ve istendiğinde kullanılabilecek ya da kullanılmakta olan haklardır.

Beklenilen haklarda hakkın doğuş koşullarında değişiklikler

yapılması hukukta normal karşılanmaktadır. Buna karşı kazanılmış haklarda, hakkın kaybına yol açabilecek ya da kullanılmasına engel oluşturabilecek nitelikteki değişiklikler genel hukuk kuralına aykırı görülmektedir.

Şüphesiz kazanılmış hak konusu gerçekte derinliğine inildikçe

yukarıda açıklandığı basitlikte ele alınamayacak kadar çapraşık ve çözümü güç olan bir konudur. Örneğin kazanılmış hak niteliğini almaya yaklaşmış, beklenen bir hakkın bu niteliği kazanmasını geciktirmek, güçleştirmek ya da bu hakkın doğuşunu engellemek ne derece doğru olacaktır.? Öte yandan gerçekte bir hak olma dayanağından yoksun olduğu halde herhangi bir şekilde kazanılmış hak niteliğini almış bir sözde hakkı da ortadan kaldıramamanın haklılığı ya da haksızlığı tartışılabilecektir. Örneğin kişi popülist politikalar sonucunda saptanmış olan çok düşük yaşlarda emekli olma koşullarını yerine getirmişse, bu durum kazanılmış bir hak olarak dokunulmazlığını sürdürmeli midir?

Konumuzu Marmara Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler

Fakültesinin değerli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Müjdat Şakar sunacaktır. Prof. Dr. Şakar Sosyal Hukuk, Sosyal Politika ve özellikle Sosyal Güvenlik alanlarında uzmanlaşmış bir meslektaşımızdır. Şimdi sözü sayın Şakar’a bırakıyorum.

Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR (Marmara Üniversitesi Đ.Đ.B.F.) : Sosyal

güvenlik hukukunda “kazanılmış hak” kavramı, daha çok, uzun vadeli sigorta kolları olarak nitelediğimiz Malullük Yaşlılık ve Ölüm sigortalarında söz konusu olur. Ancak, bu sigorta kollarında da yardıma hak kazanılıp, ilgiliye aylığı bağlandıktan sonra bir kazanılmış haktan söz edilebilir. Bundan önce, ilgilinin hakkı “beklenen hak”tır.

Page 183: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Beklenen haklar üzerinde de kanunkoyucu her zaman değişiklik yapabilir. Mesela, yaşlılık sigortasından aylık bağlanabilmesi için gerekli emeklilik yaşı, prim ödeme gün sayısı ya da bekleme süresi gibi şartlar, sigortalı emekli statüsünü kazanmadan önce değiştirildiğinde, yeni şartlar sigortalının beklenen haklarını etkileyebilir. Ancak, sigortalı emekli olduktan sonra, “Emeklilik için aranan prim ödeme gün sayısı veya emeklilik yaşı yükseldi, aylığınızı kesiyoruz, yeni şartları tamamlayana kadar çalışacaksınız !” denilemez. Çünkü emeklilik artık o sigortalının kazanılmış hakkıdır, buna dokunulamaz. Fakat, sosyal politika açısından beklenen haklara dokunulması da toplum tarafından tepkiyle karşılanacaktır. Bunun içindir ki, kanunkoyucu mesela emeklilik şartlarını zorlaştırırken, halen çalışanların değil, belli bir tarihten sonra çalışanların yeni şartlara tabi olduğu yolunda düzenlemeler yapar.

Öte yandan, beklenen haklar üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi

bakımından kanunkoyucu tamamen sınırsız da sayılmamalıdır. “Sosyal Devlet” ilkesi burada sınırlayıcı bir ilke olarak ele alınmalıdır. Beklenen haklar üzerinde değişiklik yapılabileceği gerekçesiyle, ülkedeki ortalama hayat umudunu ve çalışma şartlarını hiç dikkate almadan, çalışanların asla emekli olamayacakları şartlar öngörmek Sosyal Devlet ilkesiyle çelişir ve sonuçta düzenleme Anayasaya aykırı görülerek iptal edilebilir. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımız, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortasının kimi maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.

Diyelim ki Medeni Kanuna göre, bir akrabanız ölünce kanuni

mirasçısı olacaksınız. Kanun size bu hakkı tanımış. O mirasından faydalanmayı umduğunuz kişi ölünceye kadar, yani siz mirasçı sıfatını kazanıncaya kadar kanun koyucu kanunu değiştiriyor ve sizi mirasçı olmaktan çıkartıyor. “Kazanılmış hakkıma dokunuldu” diyebiliyor musunuz? Hayır. O, beklenen bir hakkınızdı ve artık o hakkınız yok. Sosyal meselelerde, sosyal politikayı ilgilendiren, emeklilik gibi, sosyal güvenlik gibi meselelerde iş bu kadar basit değil. Bir sosyal beklenti olarak, kazanılmış haklar kadar beklenen hakların da korunması beklenir. Siz, ben işe başladığım zaman emeklilik şartları şuydu, emekli olana kadar da bu değişmesin” diyemezsiniz; ama, emekliliği ulaşılmaz bir hâle getiren, çok ağırlaştıran birtakım şartlara da katlanmak zorunda değilsiniz. Đşte, demin söylediğim ilkeler o zaman devreye girer, -bu konuda Anayasa Mahkemesi iptal kararları da var- başta “sosyal devlet” ilkesi.

Emekliliği ulaşılamaz bir noktaya getirmemek lazım. Bizde ne

yapılmış? Emeklilik, çok kolay ulaşılır noktalara çekilmiş ve belki de,

Page 184: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sistemin karaya oturmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi de bu, erken yaşta emeklilik, genç yaşta emeklilik ve arkasından da “vur deyince öldür” düzenlemeleri… 4447 sayılı Kanundan sonra 5510 !... Biz, iki uç arasında gidip geliyoruz. Bunda sorumlu kim? Sigortalı mı? Hayır, sigortalının hiçbir suçu yok. Belki suçu var; o da, bu düzenlemeleri yapanlara yine oy verip iktidara getirmesi bakımından suçlu. Hoşuna gitmiştir çünkü. Ama, uzun vadede bu işin zararına olacağını algılayamamıştır.

Şimdi biraz, “siyaset yapıyor” falan demezseniz, bu noktaya nasıl

geldik; kısaca ona bir bakalım. 1960’lı yılların sonunda sistemde, emeklilik için, -daha çok “emeklilik” üzerinde duruyorum, çünkü kazanılmış hakları asıl ilgilendiren ve herkesin aklında olan mesele bu noktayla bağlantılı ve asıl büyük masraf kalemini de uzun vadeli sigorta kolları oluşturuyor- sistemde, kadın için 50, erkek için 55 şeklinde emeklilik yaşları varken, Sayın Demirel, -Allah selamet versin- bunu bir tarafa bırakan emeklilik seçenekleri sunmuştur seçmenlerine, “benim işçim, benim memurum” falan diyerek. Kadın 20 yılda, erkek 25 yılda 5000 gün primle emekli olacak. Emeklilik yaşı gerekmiyor. O seçenek var; ama, nispeten ileri yaşta çalışmaya başlayanların yararlanacağı, onlar için daha cazip olan seçenekler. Genç yaşta çalışmaya başlayan birisi için emekli olma şartı nedir? Đlk işe girdiğin tarihten itibaren, kadınsan 20 yıl, erkeksen 25 yıl geçecek. Bu sürenin tamamının çalışılarak geçirilmesi de gerekmiyor. Bu arada, sadece 5000 gün, yani 13 yıl 10 ay 20 güne tekabül eden bir süre, 14 yılı bile bulmayan bir fiili prim ödeme gün sayısıyla emekli olmak mümkün; 18 yaşında çalışmaya başlamışsa bir hanım, 20 seneyi üzerine koyun, 38 yaşında, erkek için 43 yaşında. 1 Nisan 1981 öncesi 18 yaş sınırı da söz konusu değildi. Eski Đş Kanununa göre, 13 yaşından itibaren çalışmaya başlamak da mümkün, 13 yaşından itibaren sigortalı olmak da dolayısıyla mümkün. 13 yaşında çalışıp, üzerine 20-25 sene koyarak, 30’lu yaşlarda teorik olarak emekli olabilme imkânı açılmıştır. Bunu yapan Sayın Süleyman Demirel ve onun şahsında temsil edilen siyasetçilerimizin, sosyal güvenlik alanını, “seçmene selam gönderme” aracı olarak görmeleri ve ölçüsüz hizmet borçlanmalarıyla, çeşitli imkânlarla, seçmene hoş gelecek birtakım düzenlemelerle sistemi bu hâle getirmeleri, bugünkü tablonun sebebidir. Sonra ne oldu? Özal dönemi geldi. Allah rahmet eylesin; Özal’ı da zamanında çok eleştirdim. Şu günahı var bu günahı var, şu sevabı da var filan dedik; ama, Özal, yanlış gidişi gördü. 1986’da bir kanun çıkardı ve emekliliğe geçişi kademelendirdi. 15 seneyi dolduranlara dokunmadı. Zannediyorum tarih 10 Ocak 86 idi. Bu tarih itibarıyla 15 yıl ve daha fazla sigortalılık süresi olanlar etkilenmeyecek; ama 15 yıl, 10 yıl, 5 yıllık limitlere göre farklı kademeli emeklilik yaşları öngördü ve uzun dönemde

Page 185: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sistemin düzeltilmesine yönelik bir yasal düzenleme yaptı. Malullük, yaşlılık, ölüm sigortalarına “uzun dönemli sigorta kolları” diyoruz. Burada yaptığınız düzenlemeler hemen ertesi gün etkisini göstermez. Uzun yıllar, 20 sene, 30 sene sonrasında ancak olumlu ya da olumsuz sonuçlarını görmek mümkündür. 86’da bu düzenleme yapılmış iken sonra ne oldu? Yine Sayın Süleyman Demirel yine seçim öncesi vaat etti ve dedi ki, “ey benim işçim, benim memurum, benim sevgili vatandaşım, Özal’ın getirdiği bu düzenlemeyi ortadan kaldıracağım.” Mert bir insan olarak sözünde de durdu. 1992 yılında, Özal’ın getirdiği düzenlemeleri tümüyle ortadan kaldırdı. “Eski tas, eski hamam”; 20 yılla, 25 yılla emekliliğe yine döndük. Güzel ! Deniz bitmiş, gemi karaya oturuyor ve bu arada bu yapılıyor. Sonra ne oldu? Ondan sonra, geldik 1999’a. Sosyal güvenlik reformu… Biz, reform yorgunu bir ülkeyiz. Reformlar bitti zannetmeyin. Üç-beş sene sonra yeni bir sosyal güvenlik reformu da göreceğinizi şimdiden ben söyleyeyim. 99’da 4447 Sayılı Kanunla reform yapıldığı söylenirken, Sayın Demirel Cumhurbaşkanlığı makamında oturuyordu. Türkiye’nin deprem acılarını yaşadığını bir dönemde, yani tepkisinin en düşük kaldığı bir dönemde, paldır küldür bu yasa Meclisten geçti ve Sayın Cumhurbaşkanının önüne geldi. Đnsan ister istemez şunu bekliyor: Bunun mimarı sizsiniz, bir veto ediverin. “Yahu, bu şartlar biraz ağır olmuş arkadaşlar, şunu alın bir kere daha düzenleyin” falan deyin, değil mi ? Dedi mi? Demedi!...Şak diye imzaladı. Bitti. Kanun yayınlandı. Haa, şimdi, niye böyle diye Sayın Demirel’e bunu sorsanız ne diyecek? Malum; “dün dündür, bugün bugündür!” Dün öyle gerekiyordu. Sizin oyunuza ihtiyacı vardı; bugün o ihtiyaç yok. Sonuçta, 99’da reform yaptık. Oh! Rahatladık. Nasıl rahatladık? Anayasa Mahkemesinin bir kere iptal ettiği, ikinci defa düzenlenen kademeli emeklilik yaşlarıyla sigortalılar hak bakımından biraz daha geriye düştüler. Bu arada, 2003’te yeni Đş Kanunu kabul edildi. Çalışanın lokmasından bir kısım daha çalındı ve yeni, daha liberal, esnek birtakım düzenlemeler geldi. Buna paralel olarak, sosyal güvenlik sisteminin de yeni liberal şartlara uydurulması gerekiyordu. Yeniden, 2003 yılından itibaren bir reform tezgâha kondu. Hükümet ne kadar karşı çıkarsa çıksın, IMF ya da Uluslararası Para Fonu, ne derseniz deyin, talimatlarıyla bir reform yapıldı. Uluslararası Para Fonu doğrudan doğruya bu işe müdahildir, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi kuruluşlar zorlaya zorlaya bu düzenlemeyi ortaya çıkardılar. Hatta öyle ki, yasaların Meclise sevk tarihleri bile bu IMF Đcra Direktörleri Kurulunun toplantı tarihlerine göre, mesela 9 Aralık 2005 günü, Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu Tasarısı Meclise sevk ediliyor, çünkü o gün IMF toplantı yapacak, durumumuz hakkında değerlendirme yapacak. Belgeler ortada. Niyet mektupları veriyoruz. Bize dikte ettirilen ev ödevleri içindeki sosyal güvenlik reformu yapılacak. Bunlara göre, yeniden gözden geçirmelerde sürekli olarak, “bu reformu yaptınız mı, nasıl yaptınız, şöyle

Page 186: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yapacaksınız böyle yapacaksınız”, yönlendirmeyle oluşan bir reform. Şimdi buna karşı kalkıp, “bu reform IMF gölgesinde yapılmıştır” dediğiniz zaman suçlu mu oluyoruz? Bu bir gerçek.

Hiç mi reform gerekmiyordu? Gerekiyordu. Ama, reform ne

demek, reform niye yapılır? Dahi iyi bir sosyal güvenlik hakkı için yapılır. Đşlemeyen, sigortalıya sorun çıkartan hususların ortadan kaldırılması için yapılır. Peki, bu reform niye yapılmış? Bu reform, devletin genel bütçeden sosyal güvenliğe para transferini engellemek için IMF talimatlarıyla yapılmıştır. Diyor ki, IMF, “bu açıklar fazla oldu, buraya artık para ayırmayın, yani masrafı kısıcı birtakım düzenlemeler yapın.” Bunun için, emekli aylıklarına vergi bile telaffuz edildi bu memlekette. Düyunu Umumiye komiserleri, “sefalet ücreti” seviyesinde olan emeklinin aylığından vergi alınmasını bile söyleyebildiler. Yapılan düzenlemeler, emeklilik şartlarının ağırlaştırılması, emekli aylıklarının azaltılması, masrafların kısılması; amaç bu. Peki, bu reform bu amaca hizmet edecek mi? Hayır.

Bir kere, daha reform öncesinde, “sağlıkta dönüşüm projesi” adı

altında yapılan birtakım işler bile büyük masraf kapıları ortaya çıkarmıştır. Sigortalının ödediği primlerle ve onun için işverenin ödediği primlerle yapılmış Sosyal Sigortalar Kurumu hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredilmiştir. Sigortalıların malı olan hastaneler, onların elinden alınmıştır ve bilinçli bir şekilde yapılmıştır. Kötü hizmet, bilinçli bir şekilde kötü işletmecilik yüzünden, sigortalılar, “aman, birisi alsın bunu doğru düzgün yapsın da, kim yaparsa yapsın” noktasına getirilmişlerdir ve buna tepkileri en düşük seviyede kalmıştır. Yani, “ne olacak canım, o da devlet, bu da devlet, hastane ha Sağlık Bakanlığının olmuş, ha SSK’nın olmuş” gafletiyle karşılanmıştır. Asıl amaç: Kamu yönetimi reformuyla bunun yerel yönetimlere devridir. Yerel yönetimlere verildikten sonra, onlar ne diyecekler? Ben size söyleyeyim. “Biz hastane işletmekten ne anlarız” deyip, bunları özelleştirecekler. Dolayısıyla bir özelleştirme formülü uygulanmaktadır. Peki, bu acaba masrafları kıstı mı? Sosyal Sigortalar hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri, sigortalıların özel sektör sağlık işletmelerinden yararlanmaları, ilaçlarını serbest piyasadan temin etmeleri gibi sigortalıya başlangıçta güzel gelen bu cicim ayları fazla uzun sürmeyecek; onu da söyleyeyim. Bir yılda 4.5 milyar Yeni Türk Lirası, -eski parayla ifade ederseniz belki daha iyi anlaşılacak: 4,5 katrilyon lira- masraf artışına yol açmıştır bu durum ! Kurumların birleştirilmesi, tek çatı altına alınması bundan çok daha büyük bir masraf kalemi ortaya çıkaracaktır. “Masrafı azaltıyoruz, devletin genel bütçeden sağladığı transferleri engelliyoruz” diye yapılan, bu amaçla yapılan reform, bu amaca hizmet etmeyecektir. Daha büyük

Page 187: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bir mali krize sürükleneceğiz; benim korkum bu. Taraflara bakın; sigortalı cephesine bakın, işveren cephesine bakın. Kimse bu reformdan beklediğini de bulamamıştır. Prim oranları yüksek. Kayıt dışı ekonomi gittikçe artıyor. Kaçak sigortalı olayı bu ülkede önemli bir sorun. Prim yükünden kurtulmak için, işveren, sigortasız adam çalıştırıyor. Đşverenin beklentisi neydi? “Şu prim yükü biraz hafiflerse belki kayıt dışı ekonomi biraz daha küçülür.” Peki, bu beklenti gerçekleşti mi, işveren kesimi, aradığı prim indirimini buldu mu? Devlet katkısı sağlanmış olmasına rağmen primlerde herhangi bir inme yok. Yani, işveren kesimi hayal kırıklığı içinde. Sigortalılara bakalım. Üç farklı kurum çatısı altında toplanan beş farklı program. Baktığınız zaman, belki BAĞ-KUR’lular için birtakım ileri haklar, yenilikler ifade ediyor; ama, diğer kesimler için, özellikle Emekli Sandığı iştirakçileri için yeni düzenleme hak kaybından başka herhangi bir şey getirmiyor.

Yapılan, -biraz sonra bunun ayrıntısına gireceğim- kanuna

bakıyoruz. Binlerce maddeyi ortadan kaldırıp, bir yığın kanunu, bir kısmını tümüyle, bir kısmını da, önemli pek çok maddesiyle yürürlükte kaldıran, az sayıda kanun hükmü içinde toparlayan kanun, “demir leblebi” gibi bir kanun. Demin Levent arkadaşım, “labirentler falan var” dedi; ben de, “örümcek ağı” benzetmesini kullanıyorum. Örümcek ağı gibi. Bir maddeyi okurken başka 10 tane maddeye de bakmanız gerekiyor; çünkü, tekrardan kaçınmak için iç atıflar çok fazla. eski SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığının ismi: “4a’lı, 4b’li, 4c’li.” Tabii, “4’üncü maddenin 1’inci fıkrasının a bendi” falan demek zor olduğu için, uygulamada, pratik olarak buna; eski SSK’lılara kısaca “4a’lı”, eski BAĞ-KUR’lulara “4b’li”, ötekilere “4c’li” diyoruz. Hepsi aynı kanun içinde.. Benzetme ne derece uygun olur bilmem; ama, herkes aynı çuvala tıkılmış durumda. Kardeş kardeş oturun ! Herkesin menfaati farklı, herkesin ihtiyaçları farklı, gelir seviyeleri farklı. Bütün bunlara, hepsine aynı esasları uygulamak mümkün değil. Mümkün olmadığını bunu yapanlar, tek çatı sevdalıları da anlamışlar. Yine Levent çok güzel ifade etti; norm birliği sağlanmış mı? Hayır, o da yok. Bazı konularda anlamsız farklılıklar giderilmiştir, ama yine norm birliği sağlanamamıştır.

Tek çatıya ihtiyaç var mıydı? Bence hiç yoktu. Niçin tek çatı?

Bakın Avrupa’daki ülkelere. Böyle bir saplantıları yok. Bildiğim kadarıyla, Avusturya’da 30’dan fazla sosyal güvenlik kurumu var ve hepsinde aynı kurallar uygulandığı için, ister “A” kurumunda olun, ister “B” kurumunda, bir şey değişmiyor. Bunu sağlamak yeterliydi. Kurumları teşkilat olarak tek çatı altında toplamak anlamsız ve lüzumsuz bir masraf artırıcı bir düzenlemedir. Kurum çalışanlarını da tedirgin etmiştir. Bugün pasif bir direniş de var. Emekli Sandığında, BAĞ-KUR’da, SSK’da

Page 188: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

çalışanlar, “ne oluyor” telaşı içindeler ve birtakım işler konusunda ayak sürüyorlar. Bu teşkilat yapısının birleşmesi için 3 yıllık bir süre de var. Kanun, geçici maddesinde (5502), “yetmezse artı 2 yıl daha” diyor. Yani, ancak 5 yıl içinde taşlar yerine oturacak. Peki, gerekli miydi bu? Bence hiç gerekli değildi. Madem tek çatı önemliydi, o zaman “ĐŞKUR” niye bu tek çatının altında değil? Daha önemlisi, “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü” niye tek çatı altında değil de Başbakanlığa bağlı? Önemli bir fon, üstelik kaydı kuydu da birtakım dedikodulara yol açan önemli bir fon. Niye Sosyal Güvenlik Kurumu emrine verilmemiş de, tek çatı altında topluyorsanız, niye Başbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlük bünyesinde bırakılmış? Bunun üzerine birtakım siyasi spekülasyonlar yapmak da mümkün; ama onları söylemek benim vazifem değil. “Tek çatı her şeyi çözer” diyenler de bu konuda samimi değiller; yani bunu gösteriyor.

Đkincisi, kanunun “demir leblebi” olduğunu ve içinde pek çok

birbiriyle çelişik ve uygulanması mümkün olmayan hükümler taşıdığını da söylemeliyim. Birazdan bazılarına değineceğim.

Asıl önemlisi bence, şu günlerde üzerinde durulması gereken

husus: Kanun, pek çok konuyu yönetmeliklere bırakmaktadır. Bakın, her konuda, ayrıntı yönetmeliklerde; bu konuda yönetmelikler belli edecek; yani pek çok nokta karanlıkta kalmaktadır ve iş, yönetmeliklere havale edilmektedir. Bu yönetmelikler 1 Ocak 2007 günü itibarıyla hazır olmazsa sistemi işletmek mümkün olmayacaktır. Her ne kadar yönetmeliklerin yapılması için kanun bir süre öngörmüş ve “bunlar yapılana kadar eski yönetmelikler uygun düştüğü oranda uygulanır” falan demişse de, üç farklı kurumun birbirine benzemeyen farklı yönetmeliklerinden söz ediyoruz. Bunlarla iş, içinden çıkılmaz hâle gelir. O yüzden, yeni yönetmeliklerin bir an önce yapılması lazım. Bu yapılırken de, benim korkum şudur ki; Danıştay’la bu yönetmelikler konusunda da yine ihtilaflar ortaya çıkacak. Daha açıkçası, Danıştay’ın iptal edebileceği yönetmelikler ortaya çıkabilir endişesini taşıyorum, Đş Kanunu’nda olduğu gibi. Đş Kanununda, hatırlayın, Đş Kanunu’na göre çıkartılan yönetmelikler üzerinde bir iptal yağmuru yaşanır hâle geldi. Đşyeri hekimi yönetmeliğine bakın, iş güvenliğiyle görevli mühendis çalıştırma yönetmeliğine bakın. Buradaki iptal kararlarını incelediğiniz zaman, Danıştay şöyle diyor: “Kanunda öngörülmeyen bir yetki kullanılmış, kanun sana bu yetkiyi vermemiş, sen yönetmelikle bunu getiriyorsun.” Korkarım, aynı şey sosyal güvenlik yönetmelikleri için de söz konusu olacaktır. “Bunu az sayıda maddede toparlayayım” endişesi içinde işin büyük bir kısmı yönetmeliklere havale edilmiştir ve o yönetmeliklerle de, kanundaki boşlukları doldurma çabasına girilirse, kanunda getirilmeyen

Page 189: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

düzenlemeler yönetmeliklerle getirilmeye kalkılırsa, bunlar Danıştay’dan dönecektir. Bu yapılmadan ben uyarı görevimi yerine getireyim. Eğer bu yönetmelik iptalleri de yaşanırsa, zaten karmaşık olan yeni sistemi işletebilmek daha da zor bir hâle gelecektir.

Kurulan Kurum, özerk bir Kurum mu? Şimdiye kadar, eski kanunlarda da sosyal güvenlik kurumlarının özerk olduğu kâğıt üzerinde yazılıydı; bunda da değişen fazla bir şey yok. Kurum Yönetim Kurulu üyeleri 3 yıllık görev süresine sahipler, yani 3 yıl için bir güvenceleri var; ama Kurum Başkanının böyle bir güvencesi yok. Geçmişte, bir bakanın sekiz-dokuz defa genel müdür değiştirdiğini, başkan değiştirdiğini müşahede ettiğimiz için ve bu konuya ehil olmayan birtakım kişilerin birtakım politik sebeplerle işin başına getirildiklerini de gördüğümüz için bu konuda tereddüt ediyoruz; çünkü, Türkiye bütçesinden sonra ikinci büyük bütçedir Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bütçesi. Bunu yönetecek anlayışın da gerçekten özerk olması gerekir, siyasilerin etkisinden mümkün olduğunca kurtulmuş olması gerekir. Yeni kanunda maalesef bunu da göremiyoruz.

Bazı çalışan kesimler açısından önemli statü farklılıkları ortaya çıkacaktır arkadaşlar. Kazanılmış haklarımıza dokunulacak mı dokunulmayacak mı? Bir kere, kural olarak, 2007 yılbaşından sonra çalışma hayatına girecekler, yeni düzenlemelerden etkilenecekler. Eski çalışanlar, halen sigortalılığı devam edenlere görünürde herhangi bir etkisi olmayacaktır. Bu, Hükümet kanadından da sürekli açıklanmıştır. “Telaşlanmayın, size dokunmayacağız, 2007’den itibaren yeni başlayacaklar içindir bu” falan diyerek, hani, “sizin hiç tepki göstermenize gerek yok, size dokunmuyoruz, sizden sonrakiler düşünsün” diye kuşaklar arası dayanışma ilişkisi de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Gerçekten, şu anda mevcut çalışanlara çok fazla bir dokunmadan söz edemeyiz; ama, sizin çocuklarınız, yeni çalışmaya başlayacak olanlar için 2007 yılı başından itibaren çok zor şartlar gelecektir.

Đşçi emeklilerinden, Đşçi Emeklileri Derneği’nden kimse var mı?.. Evet. Mesela, işçi emeklileri bu yasayı henüz çıkmadan önce eleştirdiler mi ya da “bu bize dokunmuyor” deyip hareketsiz mi kaldılar? Ben, bir eleştirinin yükseldiğini görmedim. Öte yandan çalışanlar, “bizi fazla etkilemiyor” diye bir hareketsizliğe, tepkisizliğe de itilmiştir. Ama, bazı çalışanlar bundan doğrudan etkilenecektir. Aramızda avukat arkadaşımız var mı?.. Evet. Avukatlar, topluluk sigortası yoluyla SSK’lı olanlar; 1 Ocak 2007’den itibaren topluluk sigortası diye bir şey yok.

“Topluluk sigortası” nedir? Topluluk sigortası, BAĞ-KUR’un kurulmadığı bir dönemde, “bağımsız çalışanların örgütlü olanlarını, hiç

Page 190: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

olmazsa bir meslek kuruluşu bünyesinde teşkilatlanmış olanlarını SSK aracılığıyla sosyal güvenliğe kavuşturur muyuz” diye düşünülüp getirilmiş bir müessese; barolarla SSK arasında yapılan topluluk sigortası tip sözleşmesine göre, dolaylı bir biçimde SSK’lı kılınmış, ama aslında BAĞ-KUR’a tâbi olması gereken bir kitle. BAĞ-KUR, 1971’de kanunu çıkmış, 72’de fiilen kurulmuş bir Kurum. Beklenirdi ki, BAĞ-KUR oluşturulduktan sonra artık topluluk sigortası kalksın ve “buyurun, sizin kurumunuz BAĞ-KUR’dur” densin. Bir kısım bağımsız çalışanlara bu denmiştir. Ama, nedense avukat ve noterlere bu denmemiştir! Daha sonra, mali müşavirler, kendilerini avukatlarla benzeşir gören ya da kıyaslayan kesim, bunlar da, “biz de topluluk sigortası isteriz, biz niye BAĞ-KUR’lu oluyoruz, biz de avukat gibi çalışıyoruz” diye bunun kavgasını yapar hâle gelmişlerdi. Kötü bir emsal teşkil etmişti. Ne oluyor? Kurumlar tek çatı altında toplandığı için topluluk sigortası artık bitiyor. “Peki, ne olacak canım, bitsin!” Ama, eskiden SSK’lıydınız ey avukatlar. Yılbaşından itibaren ödediğiniz primler 4b’li kategorisinde ödenecektir; yani BAĞ-KUR’lu oluyorsunuz. Adınız “BAĞ-KUR’lu” olmuyor, ama serbest çalışan avukat olarak primleriniz 4b’li statüsünde ödenecektir. Peki, ne olacak? Şu olacak: Emeklilikte tam aylık istiyorsanız 9000 gün prime hemen tâbi olacaksınız. SSK’lı olsaydınız, 5000 ila 7000 bin gün, seneye sigortalı olanlar 7100, sonra 7200, arta arta, kademeli bir şekilde geçecektiniz. BAĞ-KUR’lu olarak 9000 gün prime tâbi olacaksınız. Peki, yapılacak olan nedir? Bugünkü mevzuata göre eğer emeklilik hakkını doldurmuşsanız, emekli olmak, 3.5 yıllık süreyi geçirmeden; çünkü, o hizmet birleştirmesi esası, “son 7 yıl içinde en fazla prim ödenen kurum hangisiyse onun mevzuatına göre emekli olunur” kuralı devam ediyor. 4a’lı olarak mı, 4b’li olarak mı ödediğinize yine bakılacak. Eğer 4b’li olarak yeni dönemde ödediğiniz primler 3.5 yılı, yani 1260 günü buluyor ise, siz 4b’li gibi emekli olacaksınız, yani 9000 günde emekli olacaksınız. Öyle 5000 günle, 7000 günle falan emeklilik sizin için söz konusu olmayacak. O bakımdan, özellikle hak kaybına uğrayacak olanlar bu kesim! Hani, kazanılmış haklara dokunuyor mu dokunmuyor mu?.. Henüz emekli olmadıysanız, emekli aylığınız bağlanmadıysa, bu sizin beklenen hakkınızdır; ama, emekliliğe hak kazanmışsanız, bakın, emekli olun. Hemen olmak istemiyorsanız, 3.5 yılı geçirmeden emekli olun. Aksi hâlde, SSK’lı gibi emekli olamazsınız;tam aylık almak için 9000 güne tâbi olursunuz ve BAĞ-KUR’lu gibi emekli olursunuz. Bilmem anlatabildim mi?

Bunlar gibi, yine durumu açıktan etkilenen bir başka kesim var;

“isteğe bağlı sigortalılar.” Neydi isteğe bağlı sigortalılık? SSK açısından konuşuyorum. Özal döneminde, 1 günlük sigorta bile yeter hâle getirilmişti, hatırlayın; daha sonra 1080 gün şartı getirildi. Tam kriz

Page 191: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ortamında, milletin işsiz kaldığı bir dönemde, “1080 gün primin yoksa isteğe bağlı olarak da devam edemezsin” şeklinde haksız bir düzenleme getirilmişti. Şimdi, 2007’de bu 1080 gün şartı falan yok. Đsteğe bağlı sigortalı olabiliyorsun; ancak, dışarıdan 4b’li olarak ödüyorsun. SSK’lısın, işsiz kaldın, isteğe bağlı devam ediyorsun, ama BAĞ-KUR’lu gibi ödüyorsun. Buradaki durum nedir? Kanun herhangi bir düzenleme getirmemiş. Bunlar gene SSK’lı olarak mı devam edecekler, yoksa 4b’li olarak mı devam edecekler? Uygulamada bazı arkadaşlar, bakıyorum, “bu konuda boşluk vardır, bunların 4a’lı gibi devam edecekleri yönünde yasal değişikliğe gerek vardır…” diyorlar. Bu olmadığı sürece, aynı 3.5 yıl prensibi bunlar için de geçerli olacaktır. Eğer isteğe bağlı sigortada 1260 gün bu şekilde prim öderseniz SSK’lı olmaktan çıkar, BAĞ-KUR’lu hâle gelirsiniz. Bunların da durumlarını değerlendirip, eğer emekliliğe hak kazanıyorlar ise, bu 3.5 yıllık dönem dolmadan önce, 1260 günlük prim 4b’li olarak ödenmeden önce emeklilik başvurusunda bulunmaları gerekir. Aksi hâlde emekli olamayacaklardır; aksi hâlde, hemen 9000 güne tâbi olacaklardır. Öyle kademeli filan değil, BAĞ-KUR’lular gibi.

Başkanım, sürem var mı bilmiyorum.

Oturum Başkanı : Evet, lütfen özetleyin.

Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR : Mümkün olduğu kadar kısa

toparlamaya çalışacağım. Aslında, devlet memurlarından falan bahsedemedik, Cumhurbaşkanının vetosundan vesaire.

Arkadaşlar, dikkatinizi bir hususa çekmek istiyorum. “Kısmi

süreli çalışma”; kısmi süreli çalışma, aynı, taşeronlaşma gibi, iş dünyasını bir ur gibi saracak önemli ve tehlikeli bir gelişmedir. Küreselleşmenin, sermayenin küreselleşmesinin zorladığı, getirdiği, dikte ettirdiği, dayattığı bir çalışma biçimidir kısmi süreli çalışma. Bugün Đngiltere’de çalışanların 3’te 2’si “Part-time” denilen kısmi süreli statüde çalışır hâle gelmişlerdir. Bizde de bu yöne doğru hızlı bir gelişim var. Đleride, bir müddet sonra bizde de, tam süreli işi olanlar parmakla gösterilir hâle gelecek. Niçin? Çünkü, kısmi süreli adam çalıştırmak, ucuz adam çalıştırmaktır, büyük ölçüde sendika bilinci olmayan, sendikasız adam çalıştırmaktır. Taşeronlaşmadan sonra işveren kesiminin eline önemli bir koz verilmektedir.

Kısmi süreli çalışmalar konusunda da, gerek Đş Kanunu, gerekse

yeni sosyal güvenlik düzenlemeleri, neoliberal uygulamalara izin verir düzenlemeler taşımaktadır. Eskiden SSK genelgesiyle sağlanan, bugün

Page 192: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

5510’da yasa hükmü hâline gelmiş olan bir hüküm var, kısmi süreli çalışanların prim ödeme gün sayılarının hesaplanması konusunda. Saat ücreti esasına göre kısmi süreli bir sözleşme yaparsanız, günde 3 saat, günde 2 saat çalıştıracağınız adam için ne kadar prim ödeyeceksiniz, kaç gün üzerinden prim ödeyeceksiniz? Aylık çalıştığı süreyi bulacaksınız, 7.5’e böleceksiniz, kaç güne tekabül ediyorsa, o kadar günlük. Mesela günde 3 saatten ayda 30 gün boyunca çalışmış olsun. 90 saat. 7.5’e böldüğünüz zaman 12 gün ediyor. Bu, sigortalı için o ay 12 günlük prim ödenmiş olacaktır. Peki, bu kişi, bu artırılan prim ödeme gün sayılarını acaba nasıl tamamlayacak? Daha önceki oturumda mevsimlik işçilerle ilgili kaygılar söylendi. Çalışanların önemli bir kısmı kısmi süreli statüye geçirildiği zaman, sadece mevsimlik işçileri değil, daha büyük bir kitleyi ilgilendirecektir ve ancak 80’inde, 90’ında emeklilik hakkı kazanılacaktır. Haa, kanun koyucumuz bunlar için de bir iyilik düşünmüş. Diyor ki, “kısmi süreli çalışıyorsun, o ay çalıştın, ama 12 günlük primin ödendi, eksik kalan kısmı istersen isteğe bağlı sigortalı olarak sen öde !” Đnsan sormaz mı; “hangi parayla” diye!.. “Đşveren senin için 12 günlük ödeyecek, geri kalanını da, bak, ben sana imkân tanıyorum, isteğe bağlı sigortalı ol, kendin öde.” Bir çelişki de burada çıkıyor. Đsteğe bağlı sigortalı olarak ödediğin prim hangi statüde? 4b’li. BAĞ-KUR’lu ! Sen nasıl çalışıyorsun? 4a’lı, yani SSK’lı! SSK’lı çalışıp, eksik kalanını BAĞ-KUR’lu gibi ödemek; var mı böyle bir şey? Sosyal güvenlikte “teklik ilkesi” denen bir şey vardır; bir kişi aynı anda birden fazla kuruma tâbi olamaz. Hadi, kurumları birleştirdik, tek Kurum oldu. O kabuğun altında yine 4a’lı, 4b’li, 4c’li üç tane kurum var aslında. Kurumları ortadan kaldırdık, SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı yok; ama, üç farklı statüde, 4a’lı, 4b’li, 4c’li olarak bunlar devam ediyor. Nasıl olacak? Birisi bana anlatsın -tabii bu kanunu kimin hazırladığını, kimin cevap vereceğini bilmiyorum- kısmi süreli olarak 4a’ya tâbi olarak çalışırken, o ay içinde eksik kalan kısımları 4b’li gibi isteğe bağlı sigortadan ödeme işinin içinden kim çıkacak? Yönetmeliklerin bu gibi sorunlara da cevap getirmesi gerekiyor. O yüzden, yönetmelik çalışmasında bulunan arkadaşların bu hususa da dikkat etmeleri gerekiyor.

Söyleyeceklerimin yarısını bile söylemedim; ama, önemli

gördüğüm için “askerlik borçlanması”na dikkat çekmek istiyorum arkadaşlar. Askerlik borçlanması ihtiyacı içinde olan, henüz askerlik borçlanmasını yapmamış olanlar var ise, yeni kanun yürürlüğe girinceye kadar, 2007 yılbaşına kadar askerlik borçlanmalarını yapsınlar ya da durumlarını bu açıdan bir daha gözden geçirsinler. Ne olacak? Bir kere, askerlik borçlanması için ödeyeceğiniz prim miktarı artıyor. Bugün prime esas kazancın alt sınırı üzerinden, silah altında bulunduğunuz her gün için malullük, yaşlılık, ölüm sigortası prim oranına göre, yüzde 20

Page 193: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

oranına göre hesaplanan tutarı askerlik borçlanması olarak ödersiniz. Hangi süre içinde ödersiniz? Altı ay içinde. Ben şöyle kabaca bir hesap yapmaya çalıştım. Örnek olarak, “er” olarak yapılan 600 günlük askerlik süresini aldım. 600 gün üzerinden 2.124 YTL gibi bir rakam çıkıyor. Bugün borçlanma yaptığınızda bunu 6 ay içinde ödeyeceksiniz. Eğer yılbaşında sonra yaparsanız, yüzde 20 yerine yüzde 32 üzerinden ve 1 ay içinde ödemeniz kaydıyla 3.396 Yeni Türk Lirasına çıkıyor. Yani rakam, 2.124’ten 3.396’ya fırlıyor; ödeme süresi 6 aydan 1 aya iniyor. Eğer, hayır, “ben yılbaşını beklemek istiyorum” derseniz, şunu düşünüyor olmanız lazım: Şu anda borçlanırsanız, prim matrahının alt sınırı üzerinde hesaplanacak; yılbaşından sonra size bir imkân veriyor, daha üst bir matrah üzerinden de borçlanma yapabilirsiniz. “Benim param bol, daha üst bir matrahtan daha büyük bir parayı 1 ay içinde öderim” diyorsanız siz bilirsiniz. Neye yarar bu? Emekli aylığının hesaplanmasında, o ortalamaya girecek prim matrahınızı yükseltmeye yarar; ama değip değmeyeceğinin hesabını iyi yapmak lazım. Bu hususa dikkat çekmek istiyorum.

Memurlara sıra geldi. Ben de devlet memuruyum. Đçimizde memur

var mı bilmiyorum; ama asıl büyük etkilenme memurlar için olacak. Hocam, müsaade ederseniz bir-iki dakika da bundan bahsedeyim.

Oturum Başkanı : Tamam.

Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR : Memur, Emekli Sandığı bünyesinde.

Emekli Sandığı, aslında görüntüde bir Sosyal Güvenlik Kurumu olmasına rağmen bir Sosyal Güvenlik Kurumu değil. Memura sağlananlar aslında işverenin sağladığı bazı imkânlar. Mesela sağlık için devlet memuru prim ödüyor muydu? Hayır. Çalıştığı kurum karşılıyordu. Ben üniversitemin doktorundan sevki alıyorum, üniversite hastanesine ya da başka bir yere gidiyorum. Faturayı kim ödüyor? Emekli Sandığı mı ödüyor? Hayır. Çalıştığım kurum ödüyor. Yani, işveren yükümlülüğü şeklindeydi. Genel sağlık sigortasına tâbi olarak şimdi bu primli hâle getiriliyor. Bunun için de prim ödeyeceksin. Bu, memur için bir hak kaybı değil mi? Hak kaybı. Đkincisi, memurun ücret kalemi birçok şeyden oluşuyor. Bunların içinde önemli ölçüde prim matrahına dahil olmayan kalemler var. Üniversite hocasının maaşına bakın. Üniversite tazminatı, profesörlük tazminatı, şu bu. Onları kaldırırsanız, geriye kuş gibi bir aylık kalıyor. Şimdi kanun diyor ki, “Allah ne verdiyse, ben hepsinden prim alırım.” Alırsın. O zaman ne olur? Aylık düşer. Peki, ne olacak bu düşen aylık? Diyor ki, “iki yıl boyunca devlet onu sana tazminat olarak ödeyecek, aylığını

Page 194: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

düşürmeyecek.” Bir ellinle aldığını öteki elinle vereceksen niye yapıyorsun? Peki, iki yıl sonra ne olacak? 10 gün önce Đstanbul’da bir panelde konuştuk. Kuruma danışmanlık da yapan bir müfettiş arkadaş, “Hocam, iki yıl sonra Allah kerim, sonra bir kanun çıkar, iki yıl daha uzatırlar, Hükümet değişir, kimse bu riski göze almaz” dedi. Yahu, böyle düzenleme mi olur? Đki yıl sonra ne olacak? Sayın Cumhurbaşkanımız, bu madde de dahil pek çok maddenin yeniden gözden geçirilmesini istedi. Kabul edilmedi. Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açtı. Emekli ikramiyeleri aynı şekilde tehlikede. Eskiden, bunların ödenmesini Emekli Sandığı sağlar, sonra kurumlardan tahsil ederdi. Bir sene sonra artık kurumların kendisi ödeyecek. Özellikle bazı belediyeler bakımından, maddi birtakım problemler yaratan kurumlar bakımından durum endişe yaratıcı boyuttadır.

Bu arada, emeklilik yaşı konusunda Sayın Cumhurbaşkanı’nın,

veto ve Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusunda olan bir konu, emeklilik yaşının ne zaman artacağı, kademeli olarak belli bir tarihten sonra artacak ya, o konuda Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanıltıldığını düşünüyorum; o da, kanunun 28’inci maddesindeki yazım sebebiyledir. Fazla vaktimiz kalmadığı için bu konuda açıklamalarımı burada kesmek zorundayım.

Aylık bağlama oranındaki düşüşler de olumsuz etkileyecektir. Uzun lafın kısası, eğer devlet memuru iseniz, 2007’den sonra ne

kadar süreyle çalışmanızı sürdürürseniz o kadar fazla zarara uğrayacaksınız. Son sözüm bu.

Çok teşekkür ederim.

Page 195: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Teşekkür ederim Sayın Şakar. Çok güzel bir sunum yaptınız ve birçok noktada benim kalbimdeki

hususları dile getirdiniz. Onun için, bir-iki kelime de ben söylemek istiyorum.

Bu kazanılmış haklar, beklenen haklar, teorik olarak bunları ayırt

etmek mümkün de, uygulamada çok zor. Düşünün, bir kişi 45 yaşında emekli olmuş. O kazanılmış hak kesindir diyoruz. Emekliliğine 6 ay kalmış, 3 ay kalmış; yasa o anda çıkmış. O zaman, o kazanılmış hak mı değil mi? Emekliliğine 10 sene var. Ona, 45 yaşında, yahut da daha düşük yaşlarda emekli olmayı hâlâ tanıyacak mıyız? Onun için, bir ara çözüm ayarlama, kademeli çözüm gerekli. O zaten daha önce yapıldı. Bu yasa onlara pek dokunmadı, Sayın Şakar’ın da belirttiği gibi. Bana göre, bir taraftan boşluklar var, -ona değineceğim-, bir taraftan da, hâlâ kişilerin 45 yaşında, 50 yaşında emekli edilmesi doğru mu yanlış mı? Bunlar şeklen kazanılmış hak olsa bile, gerçekte kazanılmış hak mı, hangi şartlarda kazanıldı; Sayın Şakar belirtti. Bu, Sayın Şakar’ın belirttiği gibi, 60’lı yılların sonunda Demirel’in başlattığı bir gelişim. Bugünkü çöküntünün sebebi, mimarı Sayın Demirel’dir. Demirel Cumhurbaşkanı olduğunda, “yanlış yapmışız” diye itiraf etti. Sonra, Cumhurbaşkanlığı bitti, şimdilerde, “doğru yaptık, yanlış yapmadık” diye savunuyor. Đşte, “dün dündür, bugün bugündür” hususu açıkça ortada.

Sağlıkta hizmet satın alma usulüne geçtik. Eskiden SSK’nın

hastaneleri fiili hizmet veriyordu. Burada doktorların davranışı nasıldır, hastaların, sigortalıların davranışı nasıldır, hangi düşüncelere göre davranırlar, sağlık kurumlarının davranışı nasıldır; bütün bunlara dikkat ettiğimizde, müthiş bir istismar ortaya çıkacaktır. SSK döneminde de istismarlar vardı. Đşte, “yaz bir ilaç”, “ver biraz rapor”, “o tiyatro artisti, ben de onun tiyatrosuna giderim” filan, böyle yaklaşımlar olduydu; ama şimdi, kategorik olarak çok istismar olacak. Daha eski rejimde, mesela üniversite hastaneleri, SSK’yı, Emekli Sandığını âdeta soyuyorlardı; (yapılmayan işlemleri yapılmış gösteriyorlar yahut da kesinlikle gerekli olmayan şeyleri yapıyorlardı) şimdi de öyle olacak. Kaba, bilimsel olmayan deyişle, özel kesim fatura şişirecek. Bu fatura şişirmeye karşı, daha önceki bir toplantıda söyledim, efendim, hastanın da, sigortalının da katkısı olacak. Olacak; ama, bizim sağlık kurumları şu uygulamaya da kesinlikle gidecektir: “Senin katkını biz sıfırlayalım yahut da çok düşük tutalım, ona karşılık biz meseleyi hallederiz” diye, olmayan birçok şeyleri yahut da, yapılan, ama gerçekte lüzumsuz şeyleri sıralayacaklar. Masrafların artacağını Sayın Şakar belirtti.

Page 196: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Şu “tek çatı” meselesi 60’lı yıllardan beri, -ben Devlet Planlama Teşkilatı Uzmanıydım, “Vahdet komisyonları” vardı- o zamandan beri slogan; ama hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmıyor bu slogan. Sadece, “tek çatı”, “tek çatı.” Birileri söyledi ve devam etti. Bizde, değişiklik için değişiklik çok yapılır. Tek çatı acaba gerekli mi değil mi, tek çatı olunca daha hızlı, çabuk hizmet verebiliyor musunuz, daha ucuz maliyetli hizmet verebiliyor musunuz, daha tutarlı hizmet verebiliyor musunuz; bu konuların araştırılıp tetkik edilmesi lazım. Bu da, daha çok işletme ekonomistlerinin alanı. Tek çatı, tek çatı… Bakın, tekliğe rağmen gene çokluktayız; işte, onda şöyle, bunda böyle. Daha da problemler çıkacak.

Biraz önce arz ettim; yaşlılık aylığında sağlanmış olan büyük

kolaylıklara, bence kazanılmış hak sayılmaması gereken kolaylıklara rağmen, -katı hukuk kurallarıyla konuşmuyorum, ama işin esasına dönüyorum- başka noktalarda boşluklar var. Onlara hiç değinilmedi. Vaktinizi almamak için bir tanesine değineyim. Sosyal güvenlik, özel sigorta değildir. Bazen kişilere katkısız da sosyal gelir, kaynak sağlanır, mesela “ölüm sigortası.” Bir kişi işe girdi. Đş kazası veya meslek hastalığı dışındaki bir sebeple, dışarıda kazaya uğradı yahut da kalp krizinden gitti. 2-3 ay sonra bu kişi öldü. Bunun eş ve çocuklarını kaderiyle baş başa bırakıyorsunuz. Bu bir boşluk. Sakatlıkta, malullükte de bu var. Đşe girdi, altı 6 sonra sakatlandı, çalışamayacak derecede sakatlandı. Ne olacak? Bu boşlukların doldurulması lazımdı. Bunların maliyeti çok değil. Yaşlılık aylığında kazanılmış hakları birazcık tırpanlarsanız, bu gibi boşlukları rahatlıkla doldurursunuz. Kısaca bunlara da değinmek istedim.

Teşekkür ederim. Şimdi soru ve tartışma bölümüne başlıyoruz. Yine, her soru sahibi kurumunu ve ismini lütfen belirtsin. Kısa

tutalım. Süreyi epeyce aştık. Buyurun.

Şevket TEZEL (TEKEL Genel Müdürlüğü Sosyal Đşler Müdürü):

Bilindiği üzere ülkemizde çalışan kesim denince önce işçi ve memur akla geliyor. Đşçinin emekli aylığı SSK Kanununa göre, 506 Sayılı Kanuna göre hesaplanırken, Emekli Sandığı mensubu, Emekli Sandığı iştirakçisi olan memurun veya 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi sözleşmeli personelin emekli aylıkları 5434 Sayılı Kanuna göre hesaplanmaktaydı. Hesaplanış tarzına baktığımızda, memur ve sözleşmeli için, emekli

Page 197: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sandığı matrahlarının zirvede olduğu andaki matrah esas alındığı için, işçiye oranla daha avantajlı bir emekli aylığı hesabıyla muhatap kalıyordu. 5510 Sayılı Kanun, işçi ve memur, yani yeni kanundaki adıyla, sizin de bahsettiğiniz üzere 4a ve 4c sigortalılarının emekli aylığına bağlanma sistemlerini birleştiriyor; norm ve standart birliğinin sağlanması bağlamında bu birleştirmeyi yapıyor. 5510 Sayılı Kanunun geçici 2’nci maddesine göre, 2007 öncesinde ve 2007 sonrasında çalışması bulunan memur ve sözleşmelilerin, -yaptığım hesaplamalara dayanarak söylüyorum- emekli aylıklarında bir düşüş olmayacağını düşünüyorum. Benim çekincem emekli ikramiyesi konusunda. Kanun koyucu, norm ve standart birliğinin sağlanması bağlamında emekli aylıklarının hesabını birleştirirken, acaba memurun ve sözleşmelinin emekli ikramiyesini işçinin kıdem tazminatı hesabına benzetmekten neden imtina etmiştir? Đşçinin kıdem tazminatının, emekli aylığını bağlayan 506 Sayılı Kanunda düzenlenmemiş olması, mülga 1475 Sayılı Kanunun hâlâ yürürlükteki 14’üncü maddesine göre yapılıyor olması, yani ayrı bir kanunda düzenleniyor olması, bu konuda memurun emekli ikramiyesinin, ayrı bir kanundaki bu tazminata benzeştirilmesi veyahut da, 2007 sonrasındaki hizmetlerine tekabül eden miktarının, yeni olan prime esas kazanç matrahı üzerinden yapılmasından neden imtina etmiştir? Bu, bence, memur ve sözleşmeliler için bir hak kaybıdır. Maaşlar birleştirilirken, bunun birleştirilmemesi, memurun bu konuda hak kaybına uğramasına neden olacağı düşüncesindeyim.

Bir de tespit yapmak istiyorum 2007 yılından sonra isteğe bağlı

sigortalıların 4b kapsamında değerlendirilecek oluşu nedeniyle, gerek avukat ve noterlerin, gerekse isteğe bağlıların 9000 güne tâbi olması gerektiğini söylediniz. Ben ona bir ekleme yapmak istiyorum.

Oturum Başkanı : Lütfen kısaca toparlayın. Süremiz az.

Şevket TEZEL : Bu kişilerin aynı zamanda 15 yılda da,

biliyorsunuz, 5400 günde…

Prof.Dr. Müjdat ŞAKAR : Kısmi.

Şevket TEZEL : Evet, kısmi olarak emekli olma hakları mevcut olduğunu ilave etmek istedim.

Teşekkür ediyorum. Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR : Ben teşekkür ederim.

Page 198: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Emekli ikramiyesi aslında sosyal güvenlik sisteminin bir parçası değil. Đşçinin kıdem tazminatı gibi bir konu bu. Emekli Sandığı Kanunu’nun da gerçek anlamda bir Sosyal Güvenlik Kanunu olmadığını söylemiştim. Bu, memurun bir nevi kıdem tazminatı olan emekli ikramiyesini de bu kanun düzenlemiş ve onda herhangi bir değişiklik yok. Yeni aylık bağlama yöntemine göre emekli ikramiyesi hesaplansa daha mı iyi olur; ben sizin söylemenizden, konuşmanızdan onu anladım. Bence pek öyle değil. Bu yeni aylık bağlama yöntemine göre emekli aylıklarının düşmeyeceği, artacağı varsayımından hareket ediyorsunuz. Ben aynı kanaatte değilim. Matrahın artmış olması, prim, aylık bağlama oranlarının düşmesine rağmen matrah yükselmesi ve ortalama kazanç hesabında bir yükselmenin sağlanması aylıkları düşürmez, arttırır şeklinde bir yorum, bu, Ali Tezel kardeşiniz mi, ağabeyiniz mi bilmiyorum, ama onun da paylaştığı bir yorum. Ben ona pek katılamıyorum. O, fazla iyimser. Biraz da, galiba, Kurum Başkan Danışmanlığı’ndan sonra Ali’nin görüşleri bu yöne meyletti.

Arkadaşlar, Emekli Sandığı kayıt düzeni -belki şaşıracaksınız,

ama bendeki kanaat bu, aksini iddia eden varsa söylesin- SSK gibi değil. Emekli Sandığı, Allah ne verdiyse giden bir Kurum. Düşünebiliyor musunuz; Emekli Sandığı, memuriyette benim için ödenen tüm, eski adıyla “kesenek ve karşılık”ları hesaplayacak da, buna göre ortalama kazancımı bulacak. Asla bulamaz. Emekli Sandığında bunun kaydı kuydu yok; SSK’da var. SSK’da, o ay kaç günlük priminiz ödendi, prim matrahınız nedir bilirsiniz. Emekli Sandığına bir sorun bakalım; Emekli Sandığı size söyleyebiliyor mu? Bunu nereden biliyorum. Öğrendiğim zaman çok da şaşırmıştım. Emekli Sandığının, “emekli.gov.tr” diye bir sitesi var. Buraya girdim. “Sicil numarası sorgulama” butonu var. Girdim oraya, kendimi bulamadım. Allah Allah, ben 27-28 yıllık Emekli Sandığı iştirakçisiyim, ben yokum ortada!... Sonunda, öyle yaptım böyle yaptım, çıktı; ama başka bir emekli sicil numarasıyla çıktım. Yahu, böyle olmuş diye Emekli Sandığına telefon ettim. “Allah, Allah, size iyilik yapmışız, keşke hiç söylemeseydiniz, size iki ayrı emekli aylığı bağlardık” dediler. Ben şunu merak ettim edim; belli bir tarihten sonra yeni bir sicil numarası verilmiş, bu sicil numarası altında benim çalışmalarım gözüküyor mu? Zannediyorum ki, SSK gibi. Hani, şu tarihe kadarkiler şu sicil numarasında, bu tarihten sonrakiler yeni sicil numarasında, ikisinin birleştirilmesi; öyle bir problem yok, bizde öyle kayıt kuyut yok. “Ne zaman emekli olursanız kurumunuza başvuracaksınız, kurumunuz bize, ‘bunun derecesi, kademesi budur’ diye bildirecek, biz de ona göre aylığını hesaplayacağız…” Yani, benim ilk mesleğe başladığım zaman ödediğim primlerin kaydını falan bulabilecek bir kayıt düzeni yok ki emekli aylığım

Page 199: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hesaplanabilsin ! Oysa, her sigortalı için her ay ne kadarlık prim ödendiğini SSK’da görürsünüz.

Benim asıl üzüldüğüm: Bu kurumların birleştirilmesinde asıl,

argo tabiriyle, okkanın altına giden SSK olmuştur. En günahsızı budur, kurumların içinde en düzgünü budur. Bu kargaşada SSK’ya yazık olmuştur. Diğer kurumlarda bu kadar oturmuş bir kayıt düzenini göremezsiniz. “E-devlet” projelerini ilk gerçekleştiren de SSK’dır. Devlet yardımları içinde en az devletin katkıda bulunduğu da SSK’dır. “SSK batıyor, battı”, bilmem ne falan; medyamız bunu aşırı şişirdi ve işi bu noktaya getirdi. Emekli Sandığı 70’li yıllardan batık zaten. Kimse bunu söylüyor mu? Yok. Neden? Çünkü, o bir Sosyal Güvenlik Kurumu değil. O, memurun çalışmasının bir parçası; işverenin yükümlülüklerinin bir kısmını oluşturuyor.

Oturum Başkanı : Buyurun Mehmet Bey.

Prof.Dr. Mehmet KOCAOĞLU (Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kurucu Dekanı) : Tebliği için Sayın Hocamı tebrik ederim.

Hocam, beklenilmiş haklar noktasında siz kesin görüşünüzü

belirtmediniz. Acaba, bütün sonuçlarıyla ortaya çıkmış hak mı kazanılmış hak, yoksa, beklenilmiş haklar da kazanılmış hak olabiliyor mu? Bu hususta mahkeme kararları filan var; ama kesin bir şey yok. Benim görüşüm: Eğer bütün sonuçlarıyla değil de, beklenilmiş hakları da kazanılmış hak kabul etseydik, ki bana göre öyle olması gerekir… Hukuk devletinde, kişinin hukuka da güveni sarsılmamalıdır. Liberal bir düzen yaygınlaşıp gidiyor. Kişiyi burada korumamız gerekir. Bir kere, kişi, belirli şeylerin olacağını kabul ederek belirli sistemin içerisine girmiştir. Artık o noktadan sonra, bu sonuçlarıyla oluşmuştur-oluşmamıştır tartışmasına girersek hukuk güvenliğini de ortadan kaldırırız. Eğer bu düşünceyle hareket etmiş olsaydık, bu üç sosyal güvenlik kurumunu hiç bu kanunun içerisine ithal etmeden yeni bir çatı kurulur, 2007 yılının 1 Ocak’ından itibaren yeni işe girenler, sistemin içine girenler girerdi, dolayısıyla, üç sosyal güvenlik kurumu da eski sistem üzerinde biter, zaten bu 30-40 yıl içerisinde biterdi, dolayısıyla, bugün tartıştığımız konuların hiçbirisi ortaya çıkmazdı. Devlet, “mümkün olduğu kadar az vereyim, -kabaca- kandırayım, şöyle yapayım böyle yapayım, masrafları azaltayım…” Sosyal güvenlikte azalma olmaz efendim.

Oturum Başkanı : Mehmet Bey, özetleyin lütfen. Prof.Dr.Mehmet KOCAOĞLU : Özetlersek, Anayasanın 5’inci

maddesindeki, devletin temel görevlerinden bir tanesi, bu sosyal

Page 200: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

politikadır, “gerek toplumun, gerekse kişilerin önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmak, maddi ve manevi varlığının gelişmesi için her türlü tedbiri alma” ilkesine Anayasa bakımından da bu kanunun aykırı olduğunu düşünüyorum. Belki ileride dava konusu da olabilir. Dolayısıyla, bu konu bakımından, sosyal politikadan bakılmamıştır. Sayın Hocamızın söylediği gibi, sadece empozeler noktasında kanun çıktığı için bugün bu çıkmazlar önümüze çıkmıştır.

Saygılar sunuyorum.

Oturum Başkanı : Sayın Mehmet Bey, hukuk açısından

haklısınız, ama şu var: Yaşlılık aylığı yaşlılara bağlanır. 38 yaşındaki insan yaşlı mıdır; bir de onu düşünmek lazım.

Prof.Dr.Mehmet KOCAOĞLU : O kişinin sorunu değil efendim.

OTURUM BAŞKANI- Yani, yaşlılık aylığı, yaşlılıkta. Yaşlılık aylığı diyorsunuz. Risk, yaşlılıktır; ama ortada yaşlılık yok.

Evet, dejenere ettik ve şimdi bu problemler önümüze çıktı. Siz,

şekil açısından, şekli hukuk açısından haklısınız. Đşin esasında da, 40 yaşındaki insan yaşlı değildir; yaşlılık aylığını alamaması lazım.

Prof. Dr. Müjdat ŞAKAR : Anayasa Mahkemesi’ne Cumhurbaşka-

nımız iptal davası açtı. Đleride Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi söz konusu değil; zaten açılmış bir dava var. Sayın Cumhurbaşkanı Sosyal devlet ilkesine aykırı görüyor. Veto gerekçesinde de bu vardı.

Gerçekten pek çok hüküm, özellikle emekliliği zorlaştırıcı ve sosyal

sigortadan kaçışı hızlandırıcı, kayıt dışı ekonomiyi artıracak birtakım düzenlemeler getirmektedir. Ben, emekli olmaktan, sosyal güvenlik sisteminden bir şey sağlamaktan umudu kesersem, “lanet olsun, boş ver, bunun için niye prim ödeyeyim” demez miyim? Zaten işveren buna hazır. Prim yükünde azalma umarken hayal kırıklığına uğramış. Demek ki, kayıt dışıyla mücadele ciddi anlamda düşünülmüyor.

Asıl vahim olanını ben size söyleyeyim arkadaşlar. Bizi böyle, her

üç-beş yılda bir reformlarla sistemi daha da içinden çıkılmaz hâle getirerek sürüklemek istedikleri nokta, “Şili modeli sosyal güvenlik”tir. Yani, devletin bu alandan ufak ufak elini eteğini çekmesi, bizi özel sektör kuruluşlarıyla baş başa bırakmalarıdır işin özeti. Bireysel emeklilik şirketlerimiz kuruldu; bu işin altyapısı da hazırlandı. Şu emeklilik bu

Page 201: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

emeklilik; her gün reklamlarını seyrediyorsunuz. Đleride bize söylenecek olanı ben söyleyeyim: “Buyurun, bu alanı biz özelleştirdik”, hani, bu kurumları teknik anlamda bir özelleştirme değil ama, “devlet artık bu işle uğraşmayacak, buyurun gidin, bakın, özgür insanlar olarak seçme hakkınız da var, falan emeklilik, o fon ya da bu fon, istediğinizi seçin.”

Vaktinizi alacağım; ama bireysel olarak yaşadığım bir tecrübeyi de

anlatmak istiyorum. Yıllar önce, henüz daha bireysel emeklilik diye bir şey söz konusu değilken, kâr birikimli hayat sigortaları vardı. Bir gün bir Bankada işim vardı, uğradım. Bir baktım, mezun ettiğimiz öğrencilerden birisi, “Hocam, gelin sizi sigorta yapalım” dedi. Ne kadar kişiyi sigortalarsa o kadar da prim alacak çocukcağız. Neyse, bizi ikna etti ve 15 yıl süreli kâr paylı hayat sigortası yaptırdık. Bir SSK’lının ödediği asgari prim kadar 15 yıl boyunca her ay prim ödedik. Otomatik ödeme talimatı falan da verdik. Pek farkına varmadan 15 yıl su gibi aktı, geçti. Sonunda dediler ki, “bu sistemden emekli oldunuz.” Şu işe bakın ki, benim kayınpederim de, yıllardan beri, 5000 gün primini tamamlayamamış, inşaat işleriyle uğraşıyor, emekli olamıyor. Ona, askerliğini borçlandırdım, isteğe bağlı sigortalı yaptırdım, ıkındı, sıkındı falan, o kadar krizlerde, inşaat sektörünün krize girdiği dönemde primini tamamladı ve emekli oldu. 2006’nın yılbaşında ikimiz de emekli olduk; birimiz SSK’dan, birimiz özel sigorta şirketinden. Ödediğimiz prim aynı; hatta ben daha fazla, 15 yıl ödedim. O, 5000 gün karşılığı 13 yıl 10 ay 20 gün ödedi. Benim aldığım miktar ayda 70 Türk Lirası; onunki, o beğenmediğiniz devlet sisteminden, SSK’dan, 500’e yakın, 480 küsur Türk Lirası aylık, üstelik, yedi tane de kapı gibi sağlık karnesi aldı. Eşine, çocuklarına, anasına babasına, yedi tane sağlık karnesi, yaklaşık 500 lira da emekli aylığı !... Peki, özel sistemden ben ne aldım? Aynı primi, hatta fazlasını ödeyerek 70 lira. Başka bir şey yok, sağlık güvencesi falan yok. Haa, şimdi bireysel emeklik değişti falan zannetmeyin. Bireysel emeklilikte de özel sektörün yapacağı şudur: Sizden aldığı paraları alıp işletmek, onun üzerinden kendi kâr payını almak; işletme masraflarını, çalışanların ücretini, reklam paralarını vesairesini düştükten sonra, “sizin paranızdan geriye bu kaldı” deyip size aylık olarak onu bağlamaktan ibarettir. Özel sektörün faziletleri falan çok anlatılıyor. Küresel rüzgârlardan bahsediliyor; “artık devir değişti” falan deniyor. Bu nedir biliyor musunuz? Şili modeli sosyal güvenlik işte budur ve bizi sürüklemek istedikleri nokta budur. O yüzden diyorum, aman, ne olursunuz, şu sosyal devlete sıkı sıkı bağlı duralım, sahip çıkalım ! Bırakın sahip çıkmayı, Dinozor muamelesi yapıyorlar insana. Kamu sistemini savunduğunuz zaman, “yahu, bırak Hoca, bunlar geçti, değişti, zaman değişti” falan diyorlar. Değişen bir şey yok. Bize yutturdukları bu.

Page 202: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Şili modeli de, sosyal güvenliğin özüne dokunmuştur; özü kalkmıştır.

Şimdi Sayın Başkana söz veriyorum. Buyurun efendim. Adnan ÇĐÇEK (TÜHĐS Genel Sekreteri) : Müjdat Hocam,

sonunda bir noktaya geldi, dedi ki, “getirilmek istenen bu sistem neredeyse eski sistemi aratır nitelikleri taşıyan bir sistem.” Belki, kendisi Emekli Sandığı mensubu olduğu için, o açıdan bakmış olabilir. Biz, yıllardan beri SSK’dan, tavandan prim ödeyerek SSK hizmeti almaya çalışan insanlarız; Türkiye’nin en büyük holdinglerini yöneten insanlar da aynı kategoride. Biz, yüksek prim ödememize rağmen, tavandan prim ödememize rağmen, bugüne kadar, Emekli Sandığındaki en düz memurun sağlık sigortasından yararlandığı hizmetlerden yararlanamıyor-duk. “Efendim, sen SSK hastanesine gidebilirsin.” Yanı başımda devlet hastanesi var, boş. “Hayır, ondan yararlanamazsın efendim.” Niye? “Sen SSK’lısın.” Ben tavandan prim ödüyorum, Emekli Sandığına tâbi memurun en üst derecedekinin ödediği primin iki-üç katı prim ödüyorum. “Efendim, sen SSK’lısın, buradan içeriye giremezsin, yararlanamazsın.” Allah aşkına söyleyin; dünyanın neresinde, yüksek prim ödeyene farklı bir uygulama, düşük prim ödeyene, onun lehine farklı bir uygulama var. Bunu savunabilir misiniz? Siz, düz bir memurun yararlandığı hizmetlerden yararlanamayacaksınız, ondan sonra da, sosyal devlet adı altında bunu yaptığınızı ifade edeceksiniz. Bu mümkün değil.

Đkinci önemli husus: Tavandan prim ödememize rağmen, -şu anda

SSK’nın tavanı 3 milyar küsur- bunun yüzde 33.5’u oranında prim ödememize rağmen, yani, bir devlet memurunun ödediği primin iki-üç katı kadar prim ödememize rağmen, emekliliğe geldiğinde, size 1 milyar lira en yüksek SSK maaşı ödeniyor; ama devlet memuruysanız, son dönemlerinizi, 25 yılınızın 23 yılını eğer siz şube müdürü, düz memur olarak geçirip, herhangi bir şekilde iki yılınızı Genel Müdürlük kadrosunda geçirirseniz ömür boyu, 6400 Ek Göstergeden 2.5 milyar, 3 milyar lira maaşı almaya hak kazanacaksınız. Allah aşkına, dünyanın neresinde böyle bir uygulama var? En azından, bu sistem diyor ki, “kim olursan ol kardeşim, SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı, kim isen, ne kadar prim ödüyorsan, ödediğin primle orantılı olarak, çalıştığın süreyle orantılı olarak emekli maaşı almaya hak kazanacaksın.” Mevcut uygulamadan daha adaletli olan bu sistemi savunmak varken, “hayır, efendim, bu Şili modelidir, şu modelidir, bu modelidir” demek biraz kastı aşan bir ifadedir.

Page 203: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Đkinci önemli hususla ilgili bir örnek vermek istiyorum. Benim personelim üç sene önce hasta olmuştu, SSK’ya götürdük; hastaneye yatıracağız. “Efendim, yer yok.” Ne yapmamız lazım? “Doktora gideceksin, şefine gideceksin, muayene parası vereceksin, ancak o şekilde yatıracaksın.” Daha sonra Sağlık Bakanlığı’nın Özel Hastanelerle yaptığı anlaşma neticesinde aynı hastamızı sevkli olarak özel bir hastaneye götürdük. Muayenelerini yaptırdık tetkiklerini yaptırdık. Kendisine bir hafta süre verildi; “bir hafta sonra ameliyat edeceğiz” dediler. Bir hafta sonra ameliyat oldu. Biz de kendisini ziyarete gittiğimizde gördük; yanında hanımıyla, karşısında televizyonunu seyrederken özel bir odada tedavi olduğunu ve hiçbir ücret farkı ödemediğini öğrendik. Eğer siz diyorsanız, dünkü sistem iyiydi, benim söyleyecek bir şeyim yok. Ben diyorum ki, dün Emekli Sandığı mensubu arkadaşlarımız bundan yararlanıyordu; ama bugün, bırakın da, BAĞ-KUR’lular da, SSK’lılar da, bu ülkenin tüm insanları da bu imkanlardan yararlansın. Bu uygulamanın daha adaletli, daha çağdaş, insanımıza daha iyi hizmet veren bir uygulama olduğunu ifade etmek istiyorum. Haa, sistemde aksaklıklar olabilir. Olabilir tabii ki. Onları da zaman içerisinde, iyi niyetle, düzgün bir şekilde, çalışarak yöneticiler, düzeltmekle mükelleftirler.

Benim söylemek istediğim şimdilik bunlardır. Teşekkür ediyorum.

Prof. Dr. Müjdat ŞAKAR : Söylediklerinize katılmamak mümkün

değil. Ancak, bu reform niye yapıldı? Masraf azaltmak için. Sırf SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ve özel sektörden hizmet satın almanın bir yıl içinde 4.5 katrilyon masraf artışına yol açtığını söyledim. IMF kulak çekmeye başladı; “sağlık harcamaları artıyor, bir şey yapın.” Diye. Bunlar başta güzel; ama, para bulunamazken, sürekli genel bütçeden transfer her sene geometrik olarak artarken, söylediğiniz o güzel günlerin çok fazla uzun sürmesi mümkün değil. Keşke olsa. Herkes fakirlikte eşit olacağına zenginlikte eşit olsa. Emekli Sandığı imkânları ya da öyle demeyelim, devlet memuruna sunulan imkânlar tüm vatandaşlara sağlanmış olsa elbette buna kimsenin bir şey diyeceği yok. Ama, “kaynak yok” derken, “para yok” derken bunu yapanlar ve bir taraftan da, “masrafları azaltmak için biz bu reformu yapıyoruz” dedikleri zaman inandırıcı olmuyorlar. Özel sektör, eskiden 30 milyona hasta muayene eden özelhastanelere bakın, fiyatları 70-100 olmuş. “Aradakini fark olarak siz ödeyeceksiniz” diyorlar. O özel hastanede ameliyat olup da fark ödemediyse o arkadaşımız, çok şanslı. Öyle bir hastane bulmuş. Asıl, büyük bir sektör bu işten palazlanmaktadır. Faturaların şişirilmesinin

Page 204: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

çok ötesinde, hem vatandaş soyulmakta, hem de diğer taraftan devlet soyulmaktadır. Dediğim gibi, büyük bir masraf artırıcı unsurdur bu. Yoksa, “adalet noktasında herkes aynı imkânlara sahip olsun”, evet, gayet güzel, buna karşı çıkacak kimse yok; ama bugünler gelip geçici arkadaşlar.

Dün akşam bir sohbet sırasında anlatıyorduk; müsaade ederseniz

tekrar bu örneği vereyim. Bir zamanlar Đstanbul Belediyesi, Özal iktidardayken ve Belediye, sosyal demokratlardayken, Belediyenin temizlik işçileri, halkın deyimiyle “çöpçü”ler, öyle güzel aylık seviyelerine kavuşmuşlardı ki, herkes gıpta ediyordu; “ah, keşke belediyede çöpçü olsaydım.” Ne güzel değil mi? Okuduk, mühendis, doktor olduk, şu olduk bu olduk, o kadar parayı alamıyoruz. Ama, ne kadar sürdü? Arkasından, bu paralar ödenemez hâle geldi; temizlik işçileri çalışmadılar. Đstanbul’u çöp dağları kapladı ve Özal bunlara dedi ki, “ben olsaydım bunların yerine, bunların kafaları çalışmıyor, ben olsaydım işi taşerona verirdim.” Dünya görüşleri farklıydı bilmem neydi. Sonra Özal’ın dediğini yaptılar; iş taşerona verildi. Temizlik işçileri kadrosu ortadan kaldırıldı. Neden? Masraf çok fazla olduğundan karşılanamıyordu. Aynı işçiler taşeron firmada asgari ücrete talim eder hâle geldiler. Şimdiki bu duruma bakıp, “aman, ne güzel, eskiden SSK hastanelerinde ıstırap çekiyorduk, şimdi her taraftan yararlanıyoruz” faslı uzun sürmeyecek. O Belediyenin temizlik işçilerinin aldığı yüksek ücretler gibi kısa bir dönem sürecektir. Buna bakıp da aldanmayın, yanlış yorumlar yapmayın diyorum.

Teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Buyurun.

Resul ASLANKÖYLÜ (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Onursal

Başkanı) : Sayın Başkanım, affınıza sığınarak bir konuyu arz etmek istiyorum. Bana kazanılmış hak kavramından biraz uzaklaşıldı gibi geliyor. Ancak yanlış düşünmüş de olabilirim. Aramızda hakim arkadaşlarımız da bulunmaktadır. Benim kuşkum şu: 5510 sayılı kanun 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu tarihten itibaren iş mahkemelerinin ve Yargıtayın önüne yerine göre yığınla dava dosyası gelecek ve o dosyalar hakkında karar verilmesi gerekecek. Önceki sosyal güvenlik kanunları yürürlükten kalkmış ve onların yerini 5510 sayılı kanun almış olacaktır. Acaba hakim ve Yargıtay önüne gelen uyuşmazlıkları 01.01.2007 tarihinden önce açılan davalar bakımından yürürlükten kaldırılan yasa hükümlerine göre mi yoksa 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre mi çözecek ? 5510 sayılı Kanun hangi hallerde

Page 205: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

geriye yürütülecek hangi hallerde yürütülemiyecek? Bana göre bu sorular cevapsız kaldı gibi. Đzin verilirse bu konudaki yorumumu arzetmek istiyorum.

Oturum Başkanı : Çok önemli. Buyurun.

Resul ASLANKÖYLÜ : Bir defa, “kazanılmış hak” kavramı

evrensel hukuk kurallarındandır. Bu kavramın açıklığa kavuşturulması gerekir. Kazanılmış hak kuralı sosyal güvenlik hukukunda uygulanabile-ceği gibi, hem özel hem de kamu hukuku alanında da uygulanabilir. Gerçekten kazanılmış hak, hem yargıda hem de öğretide en çok tartışılan konulardandır. Hatta Yargıtay kararları arasında da çelişik görüşler ortaya atılmıştır.

Hemen ifade etmek gerekirse Kanunların zaman itibariyle

yürürlüğü konusu ile kazanılmış hak kavramı arasında organik bağ mevcuttur. Kural olarak Kanunlar, yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki hukuki olaylara uygulanır. Bu kuralın iki istisnası vardır. Birincisi, Kanunun geriye yürütüleceğine ilişkin istisnai bir hüküm getirilmiş ise o Kanun geriye yürütülür, ikincisi ise yasada yer alan hükmün kamu düzenini ve kamu yararını gerektirmesidir. Örneğin, “bu yasa 01.01.2001 tarihinden itibaren uygulanır” hükmüne yer verilir.

Kişisel incelemelerime ve saptamalarıma göre kazanılmış hak

ilkesini en iyi ortaya koyan Fransız hukukçusu “Rubier”dir. Rubier’e kadarki dönemde genel olarak yasaların ileriye yönelik uygulanabileceği kabul edilmekte idi. Yine bizim saptamalarımıza göre anılan bilim adamı şöyle bir teori geliştirmiştir. Buna göre çıkarılan bir kanun elbette ileriye yönelik uygulanır. Ancak sonradan çıkarılan yasalar, kazanılmış hak ilkesini zedelememek koşuluyla geriye yönelik olarak da uygulanmalıdır. Rubier’in görüşü yine bizim tespitlerimize göre, Dünya’nın çağdaş hukuk sistemlerinde de benimsendi. Aykırı görüşte olanlar varsa da ülkemizde çoğunluk Rubier’in görüşündedir. Örneğin Prof.Dr. Necip Bilge bu görüştedir.

Keza bazı hukukçular, kazanılmış hakkın yasa ile bile ortadan

kaldırılamayacağı görüşündedirler. Ancak kazanılmış hak yasa ile ortadan kaldırılabilir. Örneğin bir kimse iki kurumdan aylık almakta iken sonradan yürürlüğe giren bir yasa ile aylıklardan birisi iptal edilmiş ise bu yasa hükmüne karşı kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz. Ancak

Page 206: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sonradan yürürlüğe giren yasa geriye yürütülmemiş ise ileriye yönelik hüküm ifade eder. Örneğin iki kurumdan alınan aylıklardan birisi sigortalılardan veya hak sahiplerinden geriye istenemez. Keza Prof.Dr. Necip Bilge’de aynı görüştedir.

Ayrıca Medeni Kanunun birinci maddesi ile HUMK’nun 76.

maddesinde, genelde hakimin yürürlükte bulunan kanunları uygulamak zorunda olduğu vurgulanmaktadır. Diğer taraftan herhangi bir sosyal güvenlik hakkı yasa ile ilk defa verilmişse, kamu düzenini gerektiriyor diye geriye yürütülemez. Ancak, yürürlükten sonraki haklara uygulanabilir. Örneğin ceza ve tutukevlerinin iş yurtlarında çalışan hükümlü ve tutuklular ilk defa, 10.07.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanunun 25. maddesi ile kısmen sigortalı sayılmışlardır. Anılan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iş yurtlarında çalışan hükümlü ve tutuklular sigortalı sayılmalarını talep edemezler.

Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığı altında 5510 sayılı Kanunun

zaman açısından nasıl uygulanacağı meselesine gelince, 01.01.2007 tarihinden önce açılan davaları görmekte olan hakim, kazanılmış haklara dokunmamak koşulu ile 5510 sayılı Kanunu uygulamalıdır. Zira hakim, yasal ve hukuksal dayanağını bulmadıkça karar veremez. Keza kurul olarak yürürlükten kaldırılan yasa hükümleri uyarınca da karar tesis edilemez.

Diğer taraftan yasa koyucu 5510 sayılı Kanunun Geçici birinci

maddesi ile 01.01.2007 tarihinden önce emekli aylığı almakta olanlar ile aylık bağlanması için başvuranların kazanılmış haklarını korumuş ve bunların eski mevzuat çerçevesinde aylık alacakları hükmünü getirmiştir. Böyle bir hüküm getirilmemiş olsaydı eski emeklilerin aylıkları da 5510 sayılı Kanun hükümlerine göre hesaplanacaktı. Ne ki 5510 sayılı Kanuna göre 01.01.2007 tarihinden sonraki dönemde emekli aylıkları kademeli olarak azalacağından böyle bir hükmü Anayasa Mahkemesi iptal edebilirdi.

Sayın hocam 5510 sayılı yasanın emekli olanlarla emekli olmak

için başvuranlara herhangi bir etkisi yoktur. Ne ki anılan yasa, 01.01.2007 tarihinden sonra yaşlılık aylığı bağlanacak sigortalıları etkilemektedir. 01.01.2007 tarihinden önce çalışmaya başlayıp da bu tarihten sonra yaşlılık aylığı bağlanacakların aylıkları şöyle hesaplanacaktır: Örneğin 01.01.2007 tarihinden önce 5 yıl, bu tarihten sonra 35 yıl çalışmış olan sigortalının aylığı matematiksel ortalamaya göre güncelleme kat sayısı uygulanmak suretiyle hesap edilecektir. Bu

sigortalıya bağlanacak aylığın 5/40’ı eski, 35/40’ı ise yeni mevzuat

Page 207: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

hükümleri çerçevesinde hesaplanacak her iki kısmi aylık toplanacak ve bulunan miktar yaşlılık aylığı olarak ödenecektir.

Kişisel incelememe ve saptamalarıma göre 01.01.2007 tarihinden

sonra, geçen oturumda da ifade ettiğim gibi kademeli olarak düşecektir. Keza aynı şekilde üst düzey kamu görevlilerinin yaşlılık aylıkları da azalacaktır.

Kazanılmış haklarla ilgili son olarak şu hususu da arzetmek

istiyorum. Bağ-Kur kanunun ilk metnine göre, hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanması için sigortalının en az üç yıl çalışmış olması gerekiyordu. 4956 sayılı Kanunla çalışma süresi 5 yıla yükseltildi ve bu yeni hüküm geriye de yürütüldü. Hal böyle olunca eskiden üç yıl çalışan sigortalının hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanamadı. Konu itirazen Anayasa Mahkemesine götürüldü. Yüksek mahkeme, kamu düzenine aykırılık teşkil etmesi nedeniyle 4956 sayılı Kanunun yürürlük maddesini iptal etmiş ve karar Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi iptal gerekçesini kamu düzenine dayandırmış ise de bize göre kazanılmış hakka aykırılığın esas alınması hukuka daha uygun düşerdi. Öneminden ötürü yinelemek gerekirse, kazanılmış hakları ortadan kaldırmış olsa bile hakim yasa hükümlerini uygulamak zorundadır. Ne ki hakim, böyle bir yasanın Anayasaya aykırı olduğu sonucuna varır ise uygulanması gereken yasanın iptali için itirazen Anayasa Mahkemesine dava açabilir ve giderek davanın görülmesini erteleyebilir. Hakimin, görülmekte olan davada ilgili yasayı uygulama zorunluğu erkler ayrılığının doğal sonucudur.

Oturum Başkanı : Đtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine

gönderebilir.

Resul ASLANKÖYLÜ : Hakim olması gereken hukuku değil; olan hukuku uygulamak zorundadır. Vaktinizi aldım. Özür diliyorum. Ayrıca saygılarımı sunuyorum.

Oturum Başkanı : Đtiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine gönderebilir.

Resul ASLANKÖYLÜ : Tabii.

Teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Sayın Şakar cevap vermeden evvel bir noktaya değineyim. Bu kapanıştan sonra, resepsiyonun üst katında öğle yemeği vardır. Lütfen ona dikkat edelim.

Page 208: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR : Ben aslında çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Şuna katılmıyorum: Eski yıllarda emekli olmuş, emekli aylığı bağlananların oturup yeniden aylıkları hesaplanacak falan değil. Onlar…

Resul ASLANKÖYLÜ : 5510 sayılı Kanuna göre eski emekliler,

aylıklarını almaya aynen devam edecekler.

Prof.Dr. Müjdat ŞAKAR : Evet.

Resul ASLANKÖYLÜ : Ben de aynı şeyi söylüyorum.

Prof.Dr.Müjdat ŞAKAR : Ama, emekli aylıklarının, günün

şartlarına göre yeniden ayarlanması meselesinde kayıplar var. Bir kere, refah payı yok. TÜFE ne verdiyse... O TÜFE meselesi de, emeklilerimiz gayet yakından biliyorlar; ha bire dava konusu olan bir mesele. Emekliler de, gerçek anlamda emekli aylığı artışından yararlanamayacaklar. Bu anlamda olması gerekenden daha düşük bir emekli aylığı artışı yönünden bir kayba uğramış olacaklar.

Bu arada, yeni düzenlemenin her tarafı da olumsuz değil. Bozuk

bir saat bile günde iki defa doğruyu gösterirmiş. Bu kanunda iyi yönler yok mu? Var, mesela “ölüm aylığı” alma şartları. Ben Hocama katılıyorum. Ölüm aylığında prim öngörmek sosyal güvenlik açısından ayıp. Şimdiye kadar ne yapıyordu? “Đş kazası sonucu ölürsen, tamam, ölüm gelirini bağlıyoruz, yok, iş kazası değilse, eceliyle öldüyse, bakacağım, 1800 gün primi var mı?” Bu “ortalama” meselesini Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Şimdi bütün bunları sona erdiren ve kurumlar arasında bir denkliği sağlayan yeni düzenleme, en az 5 yıldan beri sigortalı olup, toplam 900 gün primi yeterli sayıyor. Burada olumlu bir şey çıkıyor. Daha önceden, bu mevzuattaki yüksek prim şartları yüzünden dul aylığı, ölüm aylığı alamamış olanlar, 1 Ocak 2007’den itibaren başvurduklarında alır hâle gelecekler. Đşte, bakın, yasanın olumlu yönünü bulduk. Sonra, “sigorta sicil numarası” yerine “Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaraları”nın kullanıyor olması olumlu bir yöndür. Bunları da vurgulamamız lazım. Adaletsiz davranmayalım, haksızlık etmeyelim (!)…

Ben daha fazla konuşmak istemiyorum. Herkesin de karnı acıktı. Teşekkür ederim. Sağolun.

Page 209: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Sayın Başkan, “emeklilik hakkını alıp da, o hakkı kullanmamış, daha fedakârlık yapıp, çalışmış, o zararlı oluyor” diyor. Doğru; tamamıyla katılıyoruz.

Dinlediğiniz için, sabrınız için, katkınız için teşekkür ederiz. Afiyet olsun.

Page 210: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Sosyal Güvenliğin Finansmanı/Primler

Oturum Başkanı : Prof.Dr. Fevzi DEMĐR Dokuz Eylül Üniversitesi Đ.Đ.B.F.

Tebliğ Sahibi : Prof.Dr.Yusuf ALPER Uludağ Üniversitesi Đ.Đ.B.F.

Page 211: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Çok değerli misafirler, öncelikle hepinize hoş geldiniz diyoruz

Göstermiş oldukları misafirperverlik ve böylesine önemli bir

konuda soruna el atarak sempozyum düzenleyen Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikasına da teşekkür ediyoruz.

Aslında tabii, -dışarıda bazı arkadaşlarla konuştuk- bu mesele

çalışanların, işçilerin meselesi; ama, Đşverenler Sendikası hep böyle işçi meselelerine el atıyor. Đşçi sendikalarımız ne yapıyor, ne yapacaklar bilemiyoruz. Darısı onların başına diyelim.

Hakikaten, bu sorun işçilerin sorunu; ama meseleye işveren

sendikaları el atıyor; birçok konuda da böyle oluyor. Asıl, işçi sendikalarımız, çok değerli meslektaşım Müjdat Şakar’ın söylediği gibi, -o, Đşçi Emeklileri Derneğinden bahsetti- belki işçi sendikaları da bu konuda bazı şeyler söylemeliydi. Yasalar hazırlanırken onlardan da pek yasayla ilgili olarak pek ses çıkmadı. Bu konuya işçi sendikalarımızın da sıkı bir şekilde sahip çıkmalarını dileyelim.

Şimdi, bu alanda yapmış olduğu çalışmalarla gerçekten

camiamızda temayüz etmiş olan çok değerli arkadaşım, Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Yusuf Alper’e tebliğini sunmak üzere söz veriyorum.

Buyurun Sayın Alper. Prof.Dr. Yusuf ALPER (Uludağ Üniversitesi Đ.Đ.B.F.) : Teşekkür

ederim. Sayın başkan, çok değerli katılımcılar, öncelikle hepinizi saygıyla

selamlar, bu toplantıyı düzenleyerek konuyu tartışmamıza vesile olan KAMU-ĐŞ yönetici ve çalışanlarına içten teşekkürlerimi iletmek isterim.

Değerli misafirler, yeni sosyal güvenlik sistemi ile ilgili seminerin

ikinci gününe gelindi, ancak toplantı aralarındaki konuşmalardan anlıyoruz ki, katılımcılar buraya gelirken kafalarında oluşan soruların bir kısmına hala cevap bulamamış görünüyor. Seminerin bundan sonraki oturumlarında bu soruların bir kısmına daha cevap verilebileceğini ümit ediyorum. Yeni sosyal güvenlik mevzuatı ile ilgili çok sayıda soru olması normal. Çünkü yeni bir sistemden bahsediyoruz. Ancak, burada gündeme getirilen sorular sistemin yeniliğinden ziyade mevzuatın yazım dile ile ilgili gibi görünüyor. Bu noktada, 5510 sayılı Kanunu anlamaya ve

Page 212: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

öğrenmeye çalışırken, yazılı metin yanında hazırlanma sürecine ve bu süreçte yasa koyucuya hakim olan düşünceyi de göz önüne almak gerekir. 5510 sayılı Kanun’un hazırlanması, sosyal güvenlik sistemimizle ilgili problemlerin çözümü amacıyla belirli bir süreç sonunda gerçekleşti. Bu anlamda Kanunun kendi içinde tutarlı bir sistematiği ve bu sistematiğin gerisinde yer alan bir anlayış var. 5510 sayılı Kanun’un mantığını anlamak için öncelikle bakılması ve anlaşılması gereken bölüm, “finansmanla ilgili hükümleri” olmalı. Çünkü, bu salonda olan herkesin hemfikir olduğu husus, diğer bir çok sebebi olmakla birlikte yeni bir sistem oluşturma arayışlarının gerisinde mevcut sistemle ilgili finansman problemleri gelmektedir. Dolayısıyla, Kanunun diğer bir çok hükmünün yorumunda finansmanla ilgili düzenlemeleri ve bu düzenlemelerin gerekçelerini hatırlamak faydalı olacaktır.

Yeni sosyal güvenlik sistemi ile ilgili toplantılarda, her defasında

öncelikle bir nebze geriye doğru gitmek ve; ne oldu ? diye sormak çok hoş değil, ancak yine hepimiz biliyoruz ki, 5510 sayılı Kanun, Türkiye’de her şey yolunda giderken kendiliğinden gündeme gelmedi. Yani insanlar, durduk yerde “ Bu sistemi değiştirelim” diye yola çıkmadılar. Bugün değiştirilmesi gereken sosyal güvenlik sisteminin problemleri vardı ve bunların çözümü için arayışlar vardı.

Ne zamandan beri vardı? Şüphesiz 1970’li yıllardan beri. Ancak,

biz sosyal güvenlik sistemimizi özellikle 1990’lı yıllarda yoğun olarak tartışmaya başladık. O yıllara kadar, sosyal güvenlik sistemimizle ilgili tartışmalar “yetersizlik” üzerine yoğunlaşmıştı. Lütfen hatırlayalım, “herkesin şikayet ettiği, hiç kimsenin memnun olmadığı” bir sistemden bahsediyorduk. Đşçi şikayetçiydi, memur şikayetçiydi, esnaf şikayetçiydi. Aylıklar yetersiz, sağlık hizmetlerinde sıkıntılar vardı. Yalnızca sistemden faydalananlar değil, işveren de şikayetçiydi. Primlerin yüksekliğinden şikayet ediyordu. Sistemin bir ayağını oluşturan devlet (daha doğrusu, siyasi kadrolar, yönetim) şikayetçiydi. Bütün bu şikayetlerin ve memnuniyetsizliklerin ortalaması “yetersizlikti”. Neler yetersizdi ve neleri tartışıyorduk?

• Öncelikle GSMH’den sosyal güvenlik için tahsis edilen

kaynakların seviyesi yetersizdi. Sosyal güvenliğe ayrılan % 8-12 arasında değişen kaynakları yetersiz buluyor, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi % 30’lara çıkarılmasını talep ediyorduk.

• Đkinci olarak, sistem nüfusun tamamını, bütün tehlikelere

karşı koruma kapsamına alma bakımından yetersizdi. Mesela, 1999

Page 213: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yılına kadar işsizlik sigortası yok diyorduk. Bugün, aile ödenekleri sigortası yok diyoruz.

• Aylıklar yetersizdi. Emekliler, aylıklarının yetersizliğinden ve geçinemediklerinden, bu aylıklarla yoksulluk sınırının altında bir hayat sürdürdüklerinden bahsediyorlardı.

• Sağlık hizmetleri yetersiz ve standardı düşüktü. Kuyruklar ve hizmete ulaşımda güçlükler yaşanıyordu.

• Norm standart birliği yoktu, Bağ-Kur’da olanlar SSK; SSK’da olanlar Emekli Sandığı mensuplarının haklarını talep ediyorlardı.

• Çok başlı, dağınık, parçalanmış ve bürokrasiye boğulmuş bir yönetim yapısı ve organizasyon vardı. Hizmete ulaşım, aylıkların bağlanması, sağlık karnelerinin verilmesi hayat standardını düşürecek kadar zordu.

• Ve nihayet, sosyal güvenlik sisteminin ve özellikle sosyal sigorta kurumlarının finansman problemleri vardı. Ve finansman problemi, yukarıda sayılan 8-10 temel problemden yalnızca birisini oluşturuyordu.

Lütfen, hafızalarımızı tazeleyerek birlikte hatırlayalım. Finansman

problemini nasıl tartışıyorduk? 1970’li 1980’li yıllarda sosyal sigorta kurumlarının finansman

problemi bu kurumların fonlarının değerlendirilmesi ile ilgili idi. Biraz hayal gibi gelecek fakat, o yıllarda sosyal sigorta kurumlarının, bugün işsizlik sigortasının olduğu gibi, fonları vardı ve biz o günlerde “bu fonları nasıl değerlendireceğiz” diye tartışıyorduk. O yıllarda da primlerin tahsil edilmesi ciddi bir problemdi. Bağ-Kur’lu prim ödemiyordu, SSK’da işverenin prim ödeme eğilimi zayıftı. Prim tahsilatı kronik bir problem haline gelmişti.

1990’lı yıllarda finansman problemi nitelik değiştirdi ve bu

değişimin ilk yılı da 1991. Bu dönemde problem, “finansman açığı” olarak gündeme geldi. Sosyal sigorta kurumlarımızın gelirleri giderlerini karşılayamaz hale geldi ve gerçekten finansman açığı bu yıldan itibaren adeta, “geometrik” olarak artmaya başladı. Sosyal sigorta kurumlarının finansman açıkları kısa sürede, yalnızca sosyal güvenlik sistemini ilgilendiren bir problem olmaktan çıktı, borçlanma faizi, yatırım ve büyümeye kadar bütün temel iktisadi değişkenleri etkileyen bir problem

Page 214: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

haline geldi. Finansman açıkları, ekonominin katlanılabilir bir yükü olmaktan çıkınca sosyal güvenlik sisteminin finansman problemi “finansman krizine” dönüştü. Finansman problemi kamuoyunun gündemine çok fazla ve olumsuz tesirleri öne çıkarılarak geldi. Problem, sosyal güvenlik sistemini aşarak makro bir problem haline dönüştü. Bu noktada IMF devreye girdi.

IMF’nin devreye girmesi, - bu noktada meslektaşım Prof. Dr.

Müjdat Şakar’dan bir nebze farklı düşünüyorum- bilinenden biraz farklı olarak bizim isteğimizle gerçekleşti. IMF ile istikrar programları imzalayan ve uygulayan Türkiye, niyet mektuplarında “istikrar programının performans göstergelerinden biri” olarak sosyal sigorta kurumlarının açıklarının azaltılmasına yönelik tedbirlerin alınması kriterini koyduktan sonra, problem IMF’nin de gündemine taşınmış oldu. Sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması ile ilgili çalışmaların takvimi belirlenirken IMF ile yapılan görüşmelerde bu zamanlamanın bir kriter olarak ortaya çıkması zaman içinde “bütün bir sosyal güvenlik reformu IMF’nin baskısıyla veya yönlendirmesiyle oldu” iddialarını da gündeme getirdi. Hiç ilişki yok demek mümkün değil, ancak bütün bir sürecin IMF tarafından belirlendiği ve yönlendirildiği iddialarının bu süreçte görev alan insanlar için bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Gerçekten, zaman zaman bir şekilde bizimde içinde bulunduğumuz çok yönlü ve çok yoğun bir çalışma gerçekleştirildi.

Şöyle bir soruyu kendimize sormak durumundayız. Acaba, mevcut

sistemle davam edebilir miydik? Kanaatimce, 4447 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemeleri, bu yöndeki bir tercihin ürünü idi ve mevcut sistemle devam etme yönündeki bir iradenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hep birlikte hatırlayalım. 1994 yılında Hükümet, “Türk Sosyal Güvenlik Sistemi için ne yapılabilir?” sorusuna cevap bulmak üzere ILO uzmanları tarafından hazırlanan ve 1995 yılı mayıs ayında kamuoyuna takdim edilen proje esas olarak;

• Türk sosyal güvenlik sistemi bugünkü yapısı ve işleyişi ile

devam edemez,

• Türk sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılanması

konusunda birden fazla alternatif ortaya konulabilir. Bu alternatifleri 4 ayrı başlıkta toplamak mümkündür,

• Her bir alternatifin sonuçları ve uygulanabilirliği bakımından

ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

Page 215: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Şeklinde özetlenebilecek sonuçlar ortaya koymuştur. Mesela, bu alternatiflerden bir tanesi, “Şili modeli” olarak da adlandırılabilecek sistemin bir bütün olarak özelleştirilmesine yönelik modeldi. Türkiye, bu model dahil, projede yer alan diğer önerileri de bir süre dikkate almadı ve 4447 sayılı Kanun, bu modellerin tartışıldığı dönemde, “Türkiye’nin mevcut sistemle yola devam etme” tercihini yansıtıyordu.

Çok özet olarak belirtmek gerekirse; “4447 sayılı Kanun,

finansman açıklarının kapatılması endişesiyle, sosyal sigorta kurumlarının gelirlerini artıran, giderlerini azaltan mali hükümlere ağırlık vermişti. Gelirlerin artırılmasına yönelik prime esas kazançların sınırlarının genişletilmesi ve emekli olma yaşının yükseltilmesi gibi ilgili tedbirlerle, giderlerin azaltılmasına yönelik emeklilik yaşının yükseltilmesi ve aylıkların hesaplanma sistemlerinin değiştirilmesi gibi tedbirler birlikte alınmıştı. Bu arada şunu da belirtmek gerekir, 5510 sayılı Kanunla ilgili tepkiler ve eleştiriler bugün olması gerekenden daha az ise, bunun önemli sebeplerinden bir tanesi 5510 sayılı Kanun’da yer alan bir çok düzenlemenin 7 yıl önce 4447 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemeler olmasıdır. Nitekim, emeklilik yaşı ile ilgili düzenleme, en azından 2036 yılına kadar olan dönem için, 4447 sayılı Kanun’la getirilen değişikliklerdir. Bu noktada bir hususu da tekrar vurgulamak gerekir. Maalesef, emeklilik yaşı dışındaki düzenlemeler bakımından SSK ve Bağ-Kur mevzuatında yapılan değişiklikler, Emekli Sandığı için gerçekleştirilemedi. Emekli Sandığı bu düzenlemelerin dışında kaldı ve bir sosyal sigorta kurumu olamadı. 5510 sayılı Kanun’la getirilen değişikliklere bir bütün olarak bir ad vermek gerekirse ve buna “reform” denilecekse, bana göre, Emekli Sandığına yönelik olarak getirilen düzenlemeler dolayısıyla olacaktır. Yine, kişisel görüşüm olarak vurgulamak istiyorum ki, 5510 sayılı Kanun’un hazırlanmasının önemli sebeplerinden birinin, Emekli Sandığını sistem içine almanın bir başka yolunun bulunamamasıdır.

Şimdi bahsedeceğim husus, bu seminerde benim sunacağım konu ile doğrudan ilişkili değil gibi görünüyor, ancak bu seminer boyunca sorulan sorular ve cevapları dikkate alarak bu açıklamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, konu Emekli Sandığı olunca, bir endişeyi de ister istemez taşıyorum.

Bizim ilk sosyal sigorta kuruluşumuz 1866 tarihinde “Askeri Tekaüt Sandığı” adı ile olarak kuruldu. Bunu 1881 yılında “Sivil Memurlar Tekaüt Sandığı” takip etti. Gerek Osmanlı’nın son döneminde gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarında her kamu çalışan grubu için ayrı bir tekaüt sandığı oluşturma geleneği devam etti. 1949 yılına gelindiği zaman şöyle bir görüntü ortaya çıktı: Türkiye’de kamuda çalışanların sosyal

Page 216: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

güvenliğini sağlayan çok sayıda “sandık” var; Belediyelerin, bankaların, bakanlıkların ayrı ayrı emeklilik sandıkları var. Kamuda çalışanların sosyal güvenlikleri bu farklı sandıklar tarafından sağlanıyor ve bu dağınıklık kamu idaresinde yönetim problemleri de yaratıyor. Bu dağınıklığı gidermek üzere, 1949’da, bir sosyal güvenlik kurumunun isminin önüne “Türkiye Cumhuriyeti” ifadesi getirilerek, 5434 sayılı Kanunla “Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı” oluşturuluyor. Yani, denilmek isteniyor ki, artık kamu kesiminde çalışan herkesin sosyal güvenliğini bu kurum sağlayacak, başka bir kurum oluşturulmayacak. Çok sayıda Sandık tarafından gerçekleştirilen sosyal güvenlik hizmetleri, tek bir Kanunla birleştirilmiş, yani “kamuda tek çatı” gerçekleştirilmiş. Çok sayıda sandıkla sosyal güvenliği sağlanan kamu görevlilerinin sosyal güvenliği, 137 maddelik bir yasal düzenleme ile (5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu) ile tek mevzuat altında gerçekleştirilmek istenmiş.

Đstenmiş diyorum, çünkü zaman içinde 5434 sayılı Kanuna; “ek madde” “geçici madde” ve “ek geçici madde” ler ile asıl madde sayısının 3 katına yaklaşan bir ilave yapılmış. Bu düzenlemeler, kapsama alınan kişilerle ilgili genel hükümler olmaktan ziyade, kamu çalışanları içindeki belirli grupları ve hatta bazen kişileri ilgilendiren düzenlemeler olarak Kanuna ilave edilmiş. Ben kolay bir cevap bulamadım, ancak görebildiğim kadarı ile “kamu diğerleri ile bir araya gelmeye karşı, hatta kendi içinde bile benzerliğe ve aynılığa razı değil”. Çünkü, bu ek ve geçici maddelerin bir çoğu kişinin statüsü, mesleği, çalıştığı kurum ve benzeri sebeplerle farklılık yaratmaya yönelik düzenlemelerden oluşuyor. Hatırlarsanız, 2003 yılından itibaren sistemin tekleştirilmesi ile ilgili çalışmalar yürütülürken, en önemli endişe kaynaklarından birini, “kamunun tepkisinin nasıl olacağı” oluşturuyordu. Kamu, devreye yeni sistemle ilgili düzenlemelerin yasalaşması kesinleşme noktasına gelince girdi ve bugün 5510 sayılı Kanun’da, kamu çalışanlarına yönelik farklı düzenlemelerde bu müdahaleyi görmek mümkün. Kamunun 5510 sayılı Kanuna yönelik müdahaleleri, sistemi bir sosyal sigorta olmaktan uzaklaştırmaya yönelik. Prime esas kazançlar bakımından kamu kesimine yönelik üst sınır uygulamasının olmaması, geçici iş göremezlik halinde gelir ve aylıklarda bir kesinti olmaması, bazı hallerde öğrencilik süresinin sigortalılık süresine dahil edilmesi gibi düzenlemeleri bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun gelecekte uygulanmasına yönelik en önemli endişe kaynağını yine kamu çalışanları için yapılacak müdahaleler ve bu müdahalelerin sistemin sosyal sigorta özelliğini bozması olacaktır, diye düşünüyorum.

Tekrar 4447 sayılı Kanun’a dönersek; bu Kanunla getirilen düzenlemelerden, özellikle finansman açıklarının giderilmesi konusunda ümitliydik. Ancak, 2001 krizi, -bana göre en önemli sebep- 4447 sayılı

Page 217: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kanun’la yapılan düzenlemelerin olumlu etkilerini ortadan kaldırdı. Yine hatırlamak gerekirse, 2000 yılı ortalarında özellikle SSK bakımından bu Kanun finansman açığının beklenenden daha önce giderilmesine yönelik ilk sonuçları vermişti. Ancak, 2001 krizi, sosyal güvenlik sistemi ile ilgili düzenlemeleri, sil-baştan geriye döndürdü ve maalesef Türkiye 2-3 yıl sonra yeniden sosyal güvenlik sisteminde kapsamlı değişiklikler yapma ihtiyacını duydu.

Sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılanması, veya yaygın

kullanımıyla reformu yalnızca finansman gerekçesi ile yapmak mümkün değildi. Daha başka amaçlar bulmak, reformun geniş toplum kesimlerine yönelik olumlu sonuçlarını öne çıkarmak gerekirdi. Nitekim, bu toplantının açılış konuşmalarında sayın Çalışma Bakanının da belirttiği gibi; nüfus yapısındaki değişim, mevcut sosyal güvenlik sisteminin yoksulluğa karşı etkin koruma sağlamakta yetersiz kalması, bütün nüfusun koruma kapsamına alınmaması ve nihayet finansman açıkları, “niçin sosyal güvenlik sisteminde reform yapılmalı ?” sorusunun cevapları olarak verildi. Hemen belirtmem gerekir ki bu başlıklar, reform sürecini hazırlayan arkadaşların kendi yayınlarında belirttikleri sebeplerdir. Yani, bugün tartıştığımız finansman konusu, reformun 5-6 önemli gerekçesinden yalnızca bir tanesini oluşturuyordu.

Finansman açıkları, sosyal güvenlik reformunun gerekçelerinden

bir tanesi olarak belirtildi, ancak yine belirtelim ki, hem bu reformun planlayıcıları hem de karşı çıkanları adeta diğer gerekçeleri örtecek şekilde finansman konusunu öne çıkardılar. Biz akademisyenler de bu argümanı çok kullandık. Finansman konusu ve özellikle açıkları niye bu kadar çok kullanıldı? Çünkü, en kolay ifade edilebilen ve ölçülebilen problem finansman problemi idi. Öncelikle açıkları ifade etmek, rakamlandırmak kolay. “ Üç sosyal sigorta kurumunun açığı 23 milyar YTL”. “ Açıklar, GSMH’nin % 4.5 ini aştı”. “Bütçe açığının üçte birini sosyal sigorta kurumları açıkları oluşturuyor”. Ölçülebilir olması, kolay ifade edilmesi ve rakamlandırılması, reformun hem lehinde olanlar, hem de aleyhinde olanlar tarafından finansman konusunun sıklıkla gündeme getirilmesine yol açtı.

Finansman konusu, reformla ulaşılmak istenen sonuçlar, bir diğer

ifade ile reformun performans göstergelerinden biri olarak da kullanıldı. Nitekim, denildi ki, “ bizim oluşturacağımız yeni sistem, öncelikle, halen yükselmekte olan sosyal güvenlik sistemi açıklarını hiçbir zaman GSMH’nin % 4.5 ini aşmayacak bir seviyede tutacak, bir 10 yıllık dönem sonunda (2015 yılı) bu açık seviyesinin % 1 azalması ve nihayet 2035-2040’lı yıllarda sosyal sigorta kurumlarının finansman açığını % 1’ün

Page 218: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

üzerine çıkmayacak istikrarlı bir seviyede tutulması söz konusu olacak”. Sosyal güvenlik sisteminin % 1 açık vermesi de kabul edilebilir, katlanılabilir makul bir seviye olacak. Bu hedef, yine bir gün önceki açış konuşmasında Sayın Bakan tarafından da dile getirildi.

Finansmanla ilgili bütün bu açıklamaları niye yaptım. Sayın

Bakan dedi ki; “ biz reform sürecinde bütün sosyal tarafların görüşlerini aldık ve mümkün olduğu kadar bu görüşleri 5510 sayılı Kanun’a aktardık”. Hatta bir oran verilerek denildi ki, “sosyal tarafların taleplerinin % 68’i 5510 sayılı Kanunun hazırlık sürecinde dikkate alındı”. Bütün bunlar doğru. Ancak bir başka doğru daha var ki, o da, “yeni sistemin finansman hedeflerini etkileyecek öneriler dikkate alınmadığı” gerçeğidir. Finansmanla ilgili düzenlemeler yeni sistemin temel ve değişmez parametreleri olarak kabul edildi ve bu alana müdahale kabul edilmedi. Bu konuşmanın başında, “5510 sayılı Kanun’u ve mantığını anlamak için öncelikle ve özellikle, finansmanla ilgili düzenlemelere bakmak gerekir”, derken kastettiğim de bu gerçekti.

Açıklar konusu dile getirilmişken, son bir hususu da belirtmek

gerekir. Sosyal sigorta kurumlarının açıkları için kullanılan, “kara delik” ifadesi, haksız ve yanlış bir tanımlama idi ve nitekim, başta Sayın Bakan’da her oturumda bu ifadeye karşı çıktı. Bu ifade sosyal politika kökenli akademisyenler tarafından hiç kullanılmadığı gibi, kullanılan yer ve mekanlarda da karşı çıkıldı. Bugün gelinen nokta da, sosyal güvenlikle ilgili tartışmalarda bu kavram çerçevesinde yürütülen tartışmaların çok uzağındayız ve olması gereken de bu idi.

“7 Kısım ve 17 Bölüm”den oluşan, 5510 sayılı Kanun’un

finansmanla ilgili düzenlemeleri, 4’üncü kısımda yer alan 13 maddeden oluşmaktadır. Ancak, bütün meslektaşlarımın belirttiği gibi, madde sayısının azlığı bizi yanıltmasın, bazıları iki hatta üç sayfa tutan, bazen başıyla sonunu karıştırdığımız uzunlukta maddeler bunlar. Takip edilmesi zor uzunlukta maddeler var. Bu seminer boyunca meslektaşları-mın taşıdığı endişeleri ben de taşıyorum ve bunu söylüyorum ama, acaba bir başka yerde bu söylediğim görüşü ortadan kaldıran veya değiştiren bir başka hüküm var mı? diye bir endişeyi de taşıyorum.

5510 sayılı Kanunun, finansmanla ilgili hükümlerini anlama

bakımından, eğer SSK’lıysak, yani yeni Kanuna göre 4/a’lı ise, işimiz kolay. Çünkü 5510 sayılı Kanun esasen 506 sayılı Kanunun sistematiğini ve kavramlarını aldı. Bu Kanunu anlamak Emekli Sandığı ve Bağ-Kurlular için daha zor. En basitinden örnek vermek gerekirse, “sigortalı” kavramı Emekli Sandığı için yeni bir kavramdır. “prim”, “prime esas

Page 219: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kazanç” kavramı Emekli Sandığı için yenidir. Aynı şekilde, Bağ-Kur’lular için de birçok yeni kavram bu Kanunla gelmiştir. SSK’lılar, bu kanunun sistematiğine, düzenlemelerine ve kavramlarına çok yabancı değiller. Türkiye’de çalışan her 100 kişiden 60 dan fazlası SSK, yani 4/a kapsamında olacağı için önemli bir toplum kesimi için yeni Kanunu anlamak çok güç olmayacak gibi görünüyor.

Yeni sistemin önemli özelliklerinden bir tanesi, sosyal sigorta

sisteminin “sigortacılık” özelliğini öne çıkaran düzenlemelerin dikkat çekici şekilde öne çıkarılmış olmasıdır. Finansmanla ilgili düzenlemelerde, “prim-aylık ilişkisi” yani “külfet-nimet” ilişkisinin kurulmasına özel bir önem verilmiş görünmektedir. Yani, Kanunu hazırlayanlar için; “Ben bir ödeme yapıyorsam, bunun karşılığını mutlaka prim olarak almalıyım” şeklinde düşündüler demek yanlış olmayacaktır. Kısacası, sosyal sigorta kurumlarının sigortacılık özelliği güçlendirilmeye çalışıldı ve sosyal özelliği geri planda bırakıldı.

Bu değişiklik öncelikle kimi etkileyecek? Bu toplantıya katılanlar

ve soruları da gösterdi ki, öncelikle ve ağırlıklı olarak kamu çalışanlarını, yani 5510 sayılı Kanun’un ifadesi ile 4/c’lileri etkileyecek. Ancak, en az onlar kadar 4/b’lileri, yani Bağ-Kur’luları etkileyecek, hatta daha sonra özellikle vurgulamaya çalışacağım gibi, 5510 sayılı Kanun, zaman içinde kendi adına bağımsız çalışanları dışlayan, onları sistem dışında bırakabilecek düzenlemeler de taşımaktadır.

5510 sayılı Kanun’dan söz ederken özellikle finansman

konusunda hep olumsuzluklardan söz etmek haksızlık olur. Kanunla getirilen önemli değişikliklerden birini de, devletin prim ödeyerek, doğrudan sistemin finansmanına katılması ile ilgili düzenlemeler olmuştur. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de bütün sosyal taraflar ve akademisyenler devletin sosyal güvenliğin finansmanına katılması şeklinde görüş belirtmişlerdir ve bu talep 5510 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemelerle karşılık bulmuştur. Ancak, kişisel görüşüm, keşke devlet, “çalışan ve işvereni tarafından prim ödenen sigortalı başına katılmayı esas alan daha teşvik edici bir yöntemle finansmana katılsaydı. Đşverenin çalıştırdığı sigortalı sayısı arttıkça ve primini ödedikçe, devlet de işveren prim yükünü azaltacak şekilde prim ödeyerek finansmana katılsaydı, tarafların “farkında olacağı” bir finansmana katılma söz konusu olacaktı. Bu arada, 5510 sayılı Kanun’da öngörülen finansmana katılım, sürekli olmayabilir. Geçici madde ile getirilen düzenleme ile sosyal sigorta kurumlarının açıkları azaldıkça, devlet katkısının da azalması öngörülmektedir. Buna rağmen bir kez daha vurgulamak gerekir ki, devletin sosyal güvenliğin finansmanına katılımı olumlu bir gelişmedir.

Page 220: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bir özet değerlendirme yapmak gerekirse, kendi adına bağımsız çalışanların ilk anda, kamu çalışanlarının da uzun dönemde bu finansmanla ilgili düzenlemelerden etkileneceğini düşünüyorum. Bu etkilenmenin olumlu veya olumsuz olması biraz da bu kesimlerin tutumu ve ilgili mevzuattaki değişiklikler tarafından belirlenecektir.

Son olarak, 5510 sayılı Kanun’da yer alan Finansmanla ilgili

ayrıntılı hükümlere girmeden, 5502 sayılı Kurum Kanunu’nda yer alan ve yeni sistemin finansman yapısı ile ilgili önemli hükümlerden kısaca bahsetmek faydalı olur diye düşünüyorum.

Mesela, “Kurumun uzun dönemli finansman hedeflerini

belirlemesi”, (seminerin ilk gününde işveren kesimi, bu belirlemenin yalnızca kamunun atadığı kişiler tarafından yapılması hatadır dedi ve bu görüşe katılıyorum), hesabı kitabı belirli olan bir Kurum yapılanması anlamına gelmektedir ve önemlidir. SGK’nın finansmanla ilgili geleceğe yönelik projeksiyonların olması son derecede olumludur.

Đkinci önemli düzenleme, “Genel yönetim giderleri, Kurumun yıllık

toplam gelirinin yüzde 5’ini aşmayacak”;şeklindeki düzenleme. Aslında bu oran küçük gibi geliyor, ancak, SGK’nın 80 milyar YTL’lik bir bütçeye sahip olacağı dikkate alınırsa, bu % 5; 4 milyar YTL yapıyor ve bir örnek vermek gerekirse Kurumun ilgili olduğu ÇSGB’ bütçesinden (2006 yılı bütçesi 76 milyon YTL) 50 kat daha fazla olan bir rakamı ifade etmektedir. % 5 yönetim gideri, ILO tarafından öngörülen % 10’luk orandan düşük olmakla birlikte, yukarıda belirtilen toplam tutarın yüksekliği dolayısıyla Kurumun, çok sayıda bakanlığın toplam bütçesinden daha yüksek bir bütçe ile çalışacağını ve kaynak kullanımında etkinliğin sağlanmasının önem kazanacağını belirtmek gerekir.

Şüphesiz bir başka önemli düzenleme de Kurumun Sayıştay

denetimine tabi olmasıdır. Gerek Kurumun kapsamına aldığı kişi sayısı bakımından, gerekse Kurumun kullanacağı kaynakların hacmi bakımın-dan Sayıştay denetimi de dahil olmak üzere Kurumun çok yönlü denetimi önemlidir.

Yeni sosyal güvenlik sisteminin önemli özelliklerinden birini de,

sosyal sigorta kurumlarını, siyasi sistemin getireceği yüklerden arındırmaya yönelik düzenlemelerdir. Bu amaçla Kurum Kanunu’nda yapılan düzenleme ile, devlet Sosyal Güvenlik Kurumu’na, prim karşılığı olmayan bir yük getiriyorsa (mesela 65 yaş aylığı gibi), öncelikle bu yük sebebiyle Kurumun katlanacağı maliyeti karşılamak için bütçeden

Page 221: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kaynak transfer etmesi gerekecektir. Bu düzenleme ile siyasetçiye verilmek istenen mesaj, “eğer sisteme bir yük getirecek uygulama içine girersen, öncelikle bunun karşılığını Kuruma aktarman gerekir”. Çok olumlu bir düzenleme, ancak uygulamada ne ölçüde gerçekleşeceğini birlikte göreceğiz.

Kurum Kanunun’da yer alan son düzenleme, sosyal sigortalar,

GSS ve primsiz ödemelerin fonlarının birleştirilmemesi, bir fonda yer alan kaynakların diğer fonlara aktarılmasının mümkün olmaması. Đlk bakışta olumlu bir düzenleme olarak görünüyor, ancak zaman içinde olumsuz sonuçları da olabilir. Bir örnekle açıklamak gerekirse; farzedelimki, 5 yıl sonra fonların birinin giderleri gelirinden fazla olsun ve açık versin. Ancak aynı dönemde diğer bir fonda da gelir fazlası olsun. Bu durumda Kurum, bir fondan diğerine transfer yapamayacağı için borçlanmak zorunda kalacak. Bu sebeple, genel ilke korunmakla birlikte, belirli şart ve kurallarla geçici süreler için fonlar arasında kaynak aktarımına izin veren bir düzenleme yapmak isabetli olur diye düşünüyorum.

5510 sayılı Kanun’un finansmanla ilgili düzenlemelerine bakmak

gerekirse. Kanaatimce 5510 sayılı Kanun’un, finansmanla ilgili en önemli

değişikliği, “primlerin fiyat olma özelliğinin güçlendirilmesi” olmuştur. Sigortacılık açısından son derece de doğru bir düzenleme, ancak sistemin “sosyal sigorta” sistemi olduğu dikkate alınırsa, zaman zaman sistemin sosyal özelliğinin ikinci planda kaldığı dikkat çekmektedir. Bu yeni anlayışın özeti, “Kurumun verdiği bütün hizmetlerin, prim olarak karşılığının alınması” olarak yapılabilir. Aslında, geçmişte isteğe bağlı sigortalılık uygulaması hatırlanırsa, bu tür bir düzenleme yapılması da kaçınılmaz hale geliyor. Hatırlamak gerekirse, aktif sigortalılık döneminde hastalık sigortası primi ödemeyen isteğe bağlı sigortalı, emekli olduktan sonra sağlık hizmetlerinden faydalanabiliyordu. Bunu önlemek için isteğe bağlı sigortalılık prim oranının % 30 ve % 25 olarak uygulanması denendi ancak arzu edilen sonuç alınamadı. 5510 sayılı Kanun isteğe bağlı sigortalılık primini belirlerken uzun vadeli sigorta kollarının yanı sıra GSS primi alınmasına da imkan vererek bu problemi çözmüş görünüyor.

Ancak, söz konusu olan kamu çalışanları ise yani 4/c’liler ise, bu

defa primlerin fiyat olma özelliği yine öne çıkarılmış görünmektedir. Nitekim, 5510 sayılı Kanun’un uygulanmasında, kamu personeline yönelik farklı düzenlemeler dolayısı ile ilave bir yük geliyor ise, Kurum bu farktan kaynaklanan yükü kamu çalışanının kurumuna ödettirmektedir. Fiili hizmet zammı, itibarı hizmet zammı, yaş haddi veya kadrosuzluk

Page 222: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

dolayısıyla emeklilik gibi durumlarda Kurumun sigortalı için yapacağı ödemelerin karşılığı işverenlerinden tahsil edilecek. Kanaatimce yeni kanunun önemli sonuçlarından biri bu sebeple ortaya çıkacak ve ilk aşamada kamu kesiminde personel istihdamının maliyeti çok yükselecek. Bu maliyet artışının kamu istihdam politikasını nasıl etkileyeceği, istihdamda bir daralma yaratıp yaratmayacağı veya kamuda istihdamın nitelik değiştirip değiştirmeyeceği üzerinde durmak gerekecektir. Çünkü buradaki kişisel beklentim, kamuda hem istihdamın daralacağı hem de toplam çalışanlar içinde 4/a kapsamında çalışanların oranının artacağı şeklinde bir değişiklik olacağı yönündedir.

5510 Sayılı Kanun, genel mantığına uygun şekilde “prime esas

kazançlar” konusunu düzenlerken, her türlü ücreti kapsama almaya çalışmış. Öncelikle bu kavramın SSK’lılar için bilinen, memurlar ve kendi adına bağımsız çalışanlar için yeni bir kavram olduğunu belirtelim. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’de çeşitli sebeplerle ücret yapısını çeşitlendiren, zorlayan düzenlemeler yapıldı. Toplu iş sözleşmesi sistemi de bunu hızlandırdı. 5510 sayılı Kanun, sigortalıya yapılan bütün ödemelerden prim tahsil etmek istediği için “prime esas kazançların” kapsamını genişletmeye çalıştı. Bu sebeple, nelerin prime esas kazançların kapsamında olmadığı belirtilerek, bunun dışındaki bütün ödemelerden prim alınacaktır, anlayışı ile bir düzenleme yapılmıştır. Bu çerçevede, aşağıda belirtilen istisnalar dışında, hangi statüde olursa olsun 4/a ve 4/c kapsamındaki sigortalıların kazançlarından prim kesilecektir. Primlerin hesabında dikkate alınmayan kazançlar:

• Ölüm, doğum, evlenme yardımları, görev yollukları kıdem

tazminatı ve benzeri ödemeler,

• Özel sağlık sigortaları ve bireysel emeklilik şirketlerine ödenen ve aylık toplamı asgari ücretin % 30’unu geçmeyen katkı payları,

• Görevin yerine getirilmesi için zorunlu olan ayni yardımlar ile Bakanlıkça belirlenecek diğer ayni yardımların asgari ücretin % 30’unu geçmeyen kısmı,

• 4/c kapsamındaki sigortalılar için döner sermaye katkı payları ile benzeri ödemelerden en yüksek devlet memuru aylığının % 200’ünü aşan kısmı,

Olarak belirlenmiştir. Bu düzenleme ile ilgili olarak açıklanması gereken husus, özel sağlık ve bireysel emeklilik şirketlerine ödenen primlerin toplamının asgari ücretin % 30’unu geçmemesidir. Yoksa ayrı ayrı % 30 istisna getirilmiş değildir.

Page 223: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

5510 sayılı Kanunun prime esas kazançlarla ilgili düzenlemeleri ele alındığı zaman tartışılması gereken belirli başlıklar şunlar olmaktadır:

Kamu çalışanları için prime esas kazançlar bakımından bir üst sınır getirilmemiş, bu kamuda çalışan statülü ve yüksek gelirli çalışanların daha yüksek prim ödeyerek daha yüksek aylık almasına imkan vermek için getirilmiştir. Askeri personel, yargı ve üniversite personeli, düzenleyici kurullarda görev alanlar bu uygulamadan faydalanacak grupları oluşturmaktadır.

Đkinci bir husus, 4/a kapsamında olanlar için, prim ikramiye ve benzeri ödemeler prime esas kazançların üst sınırını aşarsa, bir yılı geçmemek üzere sonraki ayların prime esas kazançlarına dahil edilecektir. Bu düzenleme, “bütün kazançlardan prim alma” anlayışının bir yansımasıdır ve sosyal sigortacılık bakımından üst sınır uygulamasına aykırı olduğu gibi işverenler bakımından muhasebeleştirme ve kayıt açısından sıkıntılı bir uygulama olacaktır. 4/a lar için getirilen bu uygulamadan vazgeçilmesi isabetli olacaktır. Bütün kazançlardan prim alınması, sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcı ayaklarının gelişmesine de engel olacaktır.

Ancak bu düzenlemenin olumlu bir sonucu da olabilir. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde ücretle ilgili tartışmaların yönü değişebilir ve prim ve vergiye konu olmayan sosyal yardımlardan ziyade çalışma ve performansı esas alan ücret ödemeleri geliştirilebilir. Yani, sistem ücret yapısını değiştirebilir. Kamu çalışanları için ise performansa dayalı bir ücret sistemi getirmeyi amaçlayan kamu personel rejimi ile ilgili olarak yürütülen çalışmalarla prime esas kazançlar arasında 4/c ler bakımından çok yakın bir ilişki vardır.

5510 sayılı Kanun, esnek çalışma şekilleri kapsamında çalışanlar

için konuyu prim tahsilatı açısından ele alıyor. Tıpkı, aracı işveren uygulamasında olduğu gibi. Sosyal sigorta hukuku bakımından prim tahsilatı amacı öne çıkarılmakta, bunun dışında bu uygulamaların çalışma hayatının diğer alanlarına yönelik etkileri, mesela sendikalaşma ve toplu pazarlık sistemine etkileri dikkate alınmamaktadır. Bu bakımdan aracı işveren uygulaması ile ilgili olarak, ödenmeyen prim borçlarından asıl işverenin müteselsilen sorumlu tutulması sosyal sigortacılık açısından yeterli olmaktadır.

5510 sayılı Kanunun, prime esas kazançlarla ilgili düzenlemeler

bakımından en fazla etkilenecek kesim 4/b kapsamındaki kendi adına bağımsız çalışanlar olacaktır. Diğer kesimlerle karşılaştırılınca bir anlamda “sahipsiz” gibi görünen bu kesimin prime esas kazançları ile

Page 224: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ilgili düzenleme tamamen değişmekte, basamak sistemine dayalı sistem terk edilmektedir. Buna göre 4/b’liler, prime esas kazançların alt ve üst sınırları arasında kalan bir kazanç miktarını beyan edeceklerdir. Bağ-Kur uygulaması göstermiştir ki, sigortalılar en fazla zorunlu olarak gelmeleri gereken basamakta yoğunlaşmaktadırlar. Nitekim, toplam sigortalıların % 60’dan fazlası 6. basamakta toplanmıştı. Burada da benzer bir gelişmeyi bekleyebiliriz ve 4/b kapsamındaki sigortalılar kazançlarını prime esas kazançların alt sınırı üzerinden bildireceklerdir. Bu uzun dönemde, bu kişilerin aylıklarının da düşük olması anlamına gelmektedir. Hatta, vergi mükellefi olmayan 4/b kapsamındaki sigortalılar bakımından belgelendirmek şartıyla zorunlu sigortalılık uygulaması dışına çıkmaları bile söz konusu olacaktır. 5510 sayılı Kanunun belki de en fazla eleştirilecek noktalarından birini geliri düşük olan 4/b kapsamındaki sigortalılar için zorunluluk unsurunun kaldırılmış olmasıdır. Bu uygulamadan tarım sigortalıları ile ev hizmetlerinde çalışanların da faydalanacağı düşünülürse ortaya çıkacak tabloyu düşünmek bile istemiyorum. 5510 sayılı Kanun, 4/b kapsamında çalışanların düşük prim beyanlarını önlemek için bazı ilave tedbirler almış görünmektedir. Bunlardan birisi, 4/b’li sigortalının beyan ettiği kazancın, yanında çalıştırdığı 4/a kapsamındaki sigortalı için bildirdiği prime esas kazançlardan daha düşük olmayacağıdır. Yani, 4/b kapsamındaki sigortalı yanında aylık 1000 YTL kazanç bildirdiği bir sigortalı çalıştırıyorsa kendisi için beyan ettiği prime esas kazanç bu miktardan az olmayacaktır.

5510 sayılı Kanun, kamu çalışanlarının (4/c) prime esas

kazançlarının sınırlarının genişlemesi dolayısıyla kazançlarda meydana gelecek azalmayı 2 yıl süre ile kurumlarının karşılayacağını öngörmüştür. Geçmiş dönem uygulamaları hatırlanırsa, bu sebeple çalışanların gelirlerinde bir azalmaya fırsat verilmeyecek, ücretleri azalan oranda artırılarak bu husus çözülecektir.

5510 sayılı Kanun, primin fiyat özelliğini güçlendiren başka

uygulamaları da yer vermiştir. Bu Kanun kapsamında yalnızca GSS’den faydalanacak bazı sigortalı grupları için prime esas kazançları alt sınırın bir veya iki katı olarak özel şekilde belirlemiştir.

5510 sayılı Kanun, prime esas kazanç sınırları ile ilgili olarak

halen yürürlükte olan sistemi benimsemiş, alt sınırı asgari ücret, üst sınırı ise bunun 6.5 katı olarak belirlemiştir. Kanaatimce üst sınır yüksek tutulmuş, kişilere tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumları için alan bırakılmamıştır. Özellikle, üst sınırla ilgili istisnalar da düşünülünce bu değerlendirme haklılık kazanmaktadır.

Page 225: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prim oranları konusuna gelince; Bütün tarafların hem fikir olduğu husus, Türkiye’de prim oranlarının yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiği şeklindedir. Ancak, 5510 sayılı Kanun, en azından işverenler bakımından böyle bir düşmeye başlangıçta hayata geçirmemiştir. Deniliyor ki, kayıtlı olarak çalışanlar arttıkça, mesela sigortalı sayısındaki 1 veya 1.5 milyonluk artış, gerçekleşirse, prim oranlarında da zamana yayılan bir indirim yapabiliriz. Burada fasit bir daire var; kayıtdışı istihdam olduğu için prim oranları yüksek, prim oranları yüksek olduğu için kayıtdışı istihdam yüksek. Bir tercihle bu fasit daireyi kırmak gerekir.

Prim oranları ile ilgili değerlendirmeyi tablo üzerinden yapmak

gerekirse, ilk söylenebilecek husus, prim oranlarının gerçekten yüksek olduğudur.

Sigorta Kollarına ve Ödeyenlere Göre Primler

PRĐM ÖDEYENLER TOPLAM

SĐGORTALI SĐGORTA KOLLARI/ SĐGORTALILAR

4/a ve 4/c 4/b

ĐŞVEREN DEVLET

Kısa Vadeli Sigorta Kolları

1-6,5

1-6,5

1-6,5

Uzun Vadeli Sigorta Kolları

9

20

11

5

25

Genel Sağlık Sigortası

5

12,5

7,5

3

15,5

Yalnızca Genel Sağlık Sigortası

12

3

15

Đsteğe Bağlı Sigortalılar

32

8

40

Sosyal Güvenlik Destek Primi Ödeyerek Çalışanlar

14 33-39 19,5-25 8 41,5-47

Çıraklar ve Meslek Lisesi Öğrencileri,Kursiyerler, stajyerler

1 1

TOPLAM

14

33-39

19,5-25

8

41-5-47

Đşsizlik Sigortası

1 2 1 4

GENEL TOPLAM

15 33-39 21,5-27 9 45,5-51

Özellikle, işsizlik sigortası da dahil olmak üzere toplam prim

oranları üzerinden gidildiği zaman, kazancın yarısının prim olarak kesilmesini açıklamak mümkün değildir. Kimin ödediği önemli değil; ister devlet ödesin, ister sigortalı, ister işveren, bir sosyal sigortacı olarak, sosyal güvenlikçi olarak, bu oranda yüksek bir primi savunmak mümkün değildir. Biraz iktisat biliyorsak, biraz rekabet var diyorsak, biraz Avrupa Birliği, biraz üçüncü dünya, Çin falan diyorsak, bir sistemi yüzde 45-50

Page 226: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

primle çalıştırmanın hiçbir rasyonalitesi, akılcılığı yok. Bence ilk eğilmemiz gereken noktalardan birisi bu gibi geliyor.

Sigorta kolları bakımından prim oranlarını değerlendirmek

gerekirse, en önemli problem alanlarından birini ĐKMH (Đş Kazası ve Meslek Hastalıkları) sigortası kapsamına alınan 4/b kapsamındaki sigortalıların işyerlerinin, 5510 sayılı Kanun bakımından işyeri tescili ve tehlike sınıf ve derecelerinin belirlenerek prim oranlarının tespiti konusu oluşturacak gibi görünmektedir. Bu Kanun vesilesi ile işyeri tehlike sınıf ve derecelerinin belirlenmesi hususu yeniden üzerinde düşünülmeli, değişen teknoloji ve işyeri profilleri dikkate alınarak yeniden belirlenmelidir diye düşünüyorum. Şu anda yapılan, büyük ölçüde 506 sayılı Kanun’da geçerli olan yöntemi yeni işyerleri için de uygulamak gibi görünüyor. Bu yeniden değerlendirme esnasında gerçekte iş sağlığı ve güvenliği kurallarına önem bir değerlendirme yapılmalı, bu konuda başarı sağlayan işyerlerini ödüllendirecek şekilde daha düşük prim oranları uygulanabilmelidir.

Daha önce belirttiğimiz gibi, isteğe bağlı sigortalılık konusunda

daha akılcı bir yöntem belirlenmiş, hem uzun vadeli sigorta kolları hem de GSS primi alınarak bu kişilerin prim öderken de GSS kapsamında sigortalı olması sağlanmıştır.

Ancak, aynı değerlendirmeyi sosyal güvenlik destek primi için

söylemek mümkün görünmemektedir. % 30 oranı yüksek derken, şimdi daha da yüksek bir oran, % 33-39 arasında değişecek bir prim oranı geldi. Hani anlatırlar ya; “ köyün birinde 20 rekat kılınan teravih namazını fazla bulan cemaat, imamdan müftüye danışmasını ve rekat sayısını azaltıp azaltamayacağını sormasını isterler. Đmam da müftüye durumu anlatır. Müftü der ki, siz hatalısınız, yatsı namazı da dahil 33 rekat namaz kılmanız gerekir der. Đmam köye dönerken, cemaat uzaktan sorar: ne oldu hocam, indirdi mi?. Hoca da uzaktan cevap verir. Ne indirmesi, bindirdi, bindirdi”. Sosyal güvenlik destek primi de böyle oldu. Đndirilmesi gerekirken artırıldı. Sosyal güvenlik destek primi konusu, özellikle bütün primi kendileri ödeyecek olan 4/b ler için ciddi bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Bu konunun, Kanun yürürlüğe girmeden yeniden düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Sayın başkan, zamanı da düşünerek diğer konuları biraz daha

çabuk toparlamaya çalışacağım. 5510 sayılı Kanun, prim belgelerini esasen 506 sayılı Kanunun

mevcut uygulamalarını dikkate alarak düzenlemiştir. Asıl ve ek belge

Page 227: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ayırımı devam etmektedir. Bu konudaki en hayati değişiklik, 4/a ve 4/c kapsamındaki sigortalılar için prim belgesinin takip eden ayın 25. günü sonuna kadar verilmesi ile ilgili değişiklik olmuştur. Kanaatimce bu değişiklik, Kurumun prim tahakkukunu önceden öğrenerek daha etkin tahsilat yapmak için kullanmak istediği şeklindedir. Bir anlamda, önceden uyarı sistemi gibi çalışacaktır diye düşünüyorum.

5510 sayılı Kanun’un prim belgeleri ile ilgili düzenlemelerini

aşağıdaki başlıklar halinde özetlemek mümkündür: • Prim belgeleri, asıl prim belgesi ( aylık prim ve hizmet belgesi)

ile ek prim belgeleri olmak üzere, halen uygulanmakta olduğu gibi iki temel belge şeklinde düzenlemiştir.

• Đşverenler, prim belgelerini, ait olduğu takvim ayını takip eden 25. Günü sonuna kadar Kuruma vermekle yükümlüdür.

• Kamu idareleri için prim belgelerinin farklı sürelerde verilmesi ile ilgili düzenlemeler Kurum tarafından yapılabilecektir.

• Sigortalı çalıştırmaya son verilen tarihten itibaren 15 gün içinde Kuruma bildirilecektir (yeni bir düzenleme).

• Prim belgelerine esas alınan defter ve kayıtlar özel sektör işyerlerince 10 yıl, kamu idarelerince 30 yıl süre ile saklanılmak zorundadır.

• Geçici iş ilişkisi halinde,devir alan işveren ilgili prim belgelerinin belirtilen sürelerde verilmesinden müteselsilen sorumludur.

• Ay içinde 30 günden az çalıştığı bildirilen sigortalıların, bu durumlarını belgeleyen belgeler işverence Kurum belgesine eklenecektir Halen olduğu gibi TĐS kapsamındaki işyerleri ile kamu idareleri için bu şart aranmayacaktır.

• Prim belgelerinin Kurumca onaylanmış bir nüshası, işyerinde, sigortalıların görebileceği bir yere asılacaktır.

• Çalışan ancak bildirilmeyen sigortalılar için, işverene yönelik yazılı tebligatı takip eden süreçte RESEN TESBĐT ve TESCĐL işlemleri yapılacaktır.

• Prim belgeleri verilmeyen sigortalılar için hizmet tespit davaları, 5 yıl içinde açılacaktır.

Page 228: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

• Belgelerin elektronik ortamda gönderilmesinde uyulacak esas ve kurallar ile zorunluluk unsuru Kurum tarafından çeşitli faktörler dikkate alınarak belirlenebilecektir.

Yukarıda belirtilen hususlarla ilgili olarak söylenebilecek çok şey

vardır, ancak, “prim belgelerinin Kurumca onaylanmış bir nüshasının işyerinde asılması” hususu, şeffaflığın ve otokontrolün bir aracı olsa da işyerlerinin ücret politikaları bakımından bazı problemleri de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan, teknolojinin de verdiği imkanlar ile herkesin ancak kendi ücret bilgilerini görebileceği bir sistemi uygulamak isabetli olacaktır. Bankaların interaktif hesap işletim sistemleri ile ilgili yöntem burada da kullanılabilir diye düşünüyorum.

Đdari para cezaları esasen halen 506 sayılı Kanun esaslarına göre

uygulanmakta olan sistemin büyük ölçüde aynen benimsenen şekli ile 5510 sayılı Kanunda yer almıştır. Đdari para cezaları ile ilgili düzenleme, diğer bütün cezalar gibi Kanunun 6. kısım 102. maddesi ile düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin genel esasları şu şekildedir:

• Asıl belgenin süresi içinde verilmemesi halinde asgari ücretin

3 katını geçmemek üzere; her bir sigortalı için 1/5 asgari ücret tutarında;

• Süresinde verilmeyen belgenin ek belge olması halinde her bir ek belge için 1/8 asgari ücret tutarında;

• Belgenin Kurumca resen düzenlenmesi halinde asıl veya ek belge olduğuna bakılmaksızın aylık asgari ücretin 3 katı tutarında;

• Belgenin eksik bildirilen sigortalılar ile ilgili olması halinde kimin tarafından düzenlendiğine bakılmaksızın asgari ücretin 3 katı tutarında;

• Eksik işçilik bildirimi halinde, her bir ay için asgari ücretin 3 katı tutarında;

• Đşyeri kayıt ve belgeleri ile defterleri 10 yıl (kamu için 30 yıl) saklamayan ve 15 gün içinde Kuruma vermeyenler için;

� Bilanço esasına göre defter tutuyorsa asgari ücretin 12 katı;

� Diğer tür defterleri tutuyor ise 6 katı;

� Defter tutmakla yükümlü değil ise 3 katı;

Page 229: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

• Süresinde ibraz etmekle birlikte, kayıtlar ve defterler usulüne uygun düzenlenmemiş ise, ibraz edilmeme ile ilgili sınırları aşmamak üzere her bir geçersizlik hali için aylık asgari ücretin yarısı kadar;

• Eksik gün çalışılan sigortalılarla ilgili belgelerin verilmemesi halinde ve Kurumca istenecek bilgi ve belgelerin Kamu kurumlarınca 1 ay içinde verilmemesi halinde asgari ücretin 2 katı;

Tutarında idari para cezaları ödenecektir. Para cezaları bakımından önemli olan husus, caydırıcı olması ve gerçekten belgeleri süresi içinde vermeyi sağlamasıdır.

Primlerin ödenmesi konusunda, farklı sigortalı grupları için farklı

düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeleri özetlemek gerekirse;

• 4/a kapsamındaki sigortalılar için işverenleri, 4/b kapsamındaki sigortalılar için kendileri, Đlgili olduğu ayı takip eden ay sonuna kadar;

• 4/c kapsamındaki sigortalıların işverenleri, en geç ödemenin yapıldığı tarihi takip eden 15 gün içinde;

Primleri ödemekle yükümlüdürler. Diğer hususlarda olduğu gibi, kamu idareleri için farklı ödeme tarihleri belirlenebilecektir. Bunların dışında;

• 4/b kapsamındaki sigortalılar için bir yıllık primlerini erken ödeme ve indirimden faydalanma imkanı getirilmiştir.

• 4/b kapsamındaki sigortalılardan 5 yılı aşan prim borcu olanlar yazılı tebligata rağmen ödemezler ile sigortalılık süreleri durdurulacaktır.

• Fiilen ödenmeyen primler gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider kaydedilemeyecektir.

• Prim borcu, katma değer vergisi alacağının mahsubu suretiyle de ödenebilir. KDV iade hakkı olan işveren ilişkide bulunduğu diğer işverenlerin borçları için de mahsup isteyebilecektir.

• Kurum her türlü alacağını, işverenlere olan borçlarından mahsup etmek suretiyle tahsil etmeye yetkili kılınmıştır.

Page 230: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

• Bağımsız çalışanların prim borçları ürün bedellerinden kesinti yapılarak tahsil edilebilecektir.

• 4/b ler için, SGDP aylıklardan kesilerek tahsil edilecektir.

• Prim borcu olanların yurt dışına çıkması engellenebilecektir. Süresi içinde ödenmeyen primler için uygulanacak gecikme cezası

ve gecikme zammı uygulaması, halen uygulanmakta olan 506 sayılı Kanun hükümleri ile aynıdır. Buna göre;

• Prim ve diğer alacakların ödenmeyen kısmı için ilk üç aylık sürede her ay için % 3 gecikme cezası alınacaktır.

• Gecikme cezası oranını 2 katına çıkarmaya veya % 1 oranına kadar indirmeye Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.

• Bulunan bu tutara, ödeme süresinin bittiği tarihten başlamak üzere her ay için Hazine Müst. Tarafından açıklanan devlet iç borçlanma senetlerinin aylık ortalama faizi bileşik bazda uygulanarak gecikme zammı hesaplanacaktır.

• Ödemenin yapıldığı ay için gecikme zammı günlük hesaplanacaktır.

Bütün bu para cezalarının dışında, Kurumun prim tahsilatını

artırmak için almış olduğu, bir anlamda işvereni prim ödemeye zorlayan ilave tedbirler vardır. Bunlardan bir kısmı gerçekten uygulamada etkili sonuçlar vermiştir. Özetle bu tedbirleri aşağıdaki başlıklarda toplamak mümkündür:

• Prim borçlarına halef olma.

• Đlişiksizlik belgesinin aranması.

• Teminat ve hak edişlerin ödenmesinin prim borcunun olmaması şartına bağlanması.

• Asgari Đşçilik Uygulaması.

• Prim ödeme yükümlüsünün belirlenmesi. Bu düzenlemelerin her biri hakkında, özellikle de asgari işçilik

uygulaması hakkında söylenebilecek çok şey vardır.

Page 231: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Toparlamak gerekirse, 5510 sayılı Kanunla getirilen yeniliklerin bir kısmı ile ilgili rahatsızlıklarımız ve endişelerimiz var. Endişelerimiz kaynağı yalnızca “alışılmışı koruma düşüncesinden” kaynaklanmıyor. Yeni sistemin geleceğe yönelik belirsizliklerinden kaynaklanıyor. Özellikle yaşlılık aylıklarının geleceği konusundaki belirsizlik bu konuda ilk endişe alanını oluşturuyor. Emeklilik ve emekli aylığı, sosyal güvenlik sisteminde kişinin verdiği hayati kararları oluşturuyor. Ancak, kimse yeni sistemde bu değişkenlerle ilgili olarak, tatmin edici bir cevap veremiyor. Bu noktada belirsizlik şüpheye, şüphe endişeye, endişe korkuya dönüşüyor ve belki de sistemin hak etmediği bir direnci doğuruyor. Kanaatimce, Kanunlaşma sürecinde ciddi iletişim sorunları yaşandı ve bu sorunların devam ettiğini düşünüyorum. Đki gün süren toplantı boyunca da bu belirsizliğin katılımcılara yansıdığını açık olarak görüyoruz. Çok sorulan bir soru var. Aylıklar ne olacak? Ne olacağını kesin olarak söylemek mümkün değil, ancak, mevcut sisteme göre daha fazla çalışacağımız, daha uzun süre prim ödeyeceğimiz kesin.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Page 232: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Oturum Başkanı : Biz teşekkür ediyoruz Sayın Alper.

Soru ve cevaba geçmeden önce, Başkanlık yetkimi kullanarak

birkaç kelime de ben söylemek istiyorum. Đki gündür burada mevzuatı tartışıyoruz ve genellikle bu

mevzuatın yeniden ele alınmasından, konuya ilişkin kamu açıklarından, hani “kara delik” denilen birtakım açıklardan, özellikle de SSK açıklarından bahsediyoruz. Bu açığın kapatılması için Đzmir’de sayın Prof. Dr. Ali Nazım Sözer arkadaşımızla da geliştirdiğimiz bir model vardı. Kayıt dışılığın önüne geçecek, geniş ölçüdeki kayıt dışılığı kayıt içine alacak birtakım önlemlerin alınması konusunda. Ama, Kanunda bu konuda hemen hemen hiçbir şey yok. Zaman zaman Çalışma Bakanlığından da açıklamalarda bulunuluyor, biliyorsunuz. “Kayıt dışı, kayıtlı işçi sayısını geçti” gibi. Bugünkü tahminlerle, 5-5.5 milyon civarında bir kayıt dışı işi çalışanı olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Sistemde, serbest piyasada, kapitalist sistemde mutlaka kayıt dışı çalışanlar olur. Bunları tamamıyla yok etmek mümkün değildir. Bunu açıkça söyleyeyim. Ama, en azından 3-3.5 milyonluk bir kitlenin kayıt içine alınabileceğini düşünüyoruz. Bu 3-3.5 milyonun kayıt içine alınmasının da yaklaşık devlete katkısı, geliri 5-6 milyar dolar civarında. Zamanında hesaplamasını asgari ücret üzerinden yapmıştık. Bu da, yaklaşık 9-10 katrilyona yakın, ki bugünkü açıkların yarısına falan tekabül ediyor. Bunun üzerinde hiç durulmuyor. Neden? O çok önemli. Son zamanlarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının “KDM projesi” (kayıt dışıyla mücadele projesi) diye bir şeyler var biliyorsunuz. Orada da, doğrusu, bu sorunu çözüme bağlayacak bir formülün üretilemediğini görüyorum. Gazetelerde ayrıntılı olarak yayınlanan o projeyi okudum ben. Ama şu anda, beklide kendi modelimizi çok beğendiğimden olacak, projede açıklanan önlemlerden hiçbirisi aklımda kalmadı. “Modeliniz nedir ?” denirse; cevabımız, “bu kayıt dışını kayıt içine alma yetkisini sendikalara vermek” diyebiliriz.

Şöyle ki, bu kayıt dışı çalışanlar hiçbir zaman gidip de SSK’ya

veya Çalışma Bakanlığı Bölge Müdürlüklerine, “biz kayıt dışı çalışıyoruz, primlerimiz yatmıyor” veya “eksik yatıyor” şeklinde şikâyette bulunmuyorlar, bulunamıyorlar. Çünkü, şikayette bulundukları takdirde kendilerini kapının önünde bulacaklarını biliyorlar. Đnanır mısınız; hangi işletmede, hangi işyerinde kim, kaç tane, ne kadar kayıt dışı çalışan olduğunu, bunları tek tek bizim sendikaların şubeleri çok iyi biliyor. Bu insanlar sendika şubelerine giderek başkanlara diyorlar ki, “ben şu kadar yıldır çalışıyorum, ama, baktırdım, sigortaya şu kadar primim yatmamış” veya “şu kadar eksik yatmış.” Yalnız, biliyorsunuz, kayıt dışı işçiyi de,

Page 233: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yani sigorta numarası olmayan işçiyi de sendikalarımız üye kaydedemiyor; sendika üyeliğini Bakanlığımız saymıyor. Sayın Đsmail BAYER oradan tebessüm ediyor. Onun Genel Müdürlüğü zamanında yayınlanan bir genelgeyle, haklı olarak, isabetli olarak, yetki tespitinde, sigorta numarası olmayan işçilerin üyeliklerinin sayılmayacağına dair karar verdiler. Doğru; çünkü, yetki almak için dışarıdan bir sürü adamı toplarsınız, sendikaya üye kaydedersiniz, zaten işyeri numarası da var, o zaman yetkiyi çok kolay alırsınız. O doğru. Ama, burada, sendikaya kayıt dışı olanların haklarının korunmasıyla ilgili yetki verilebilir. En azından, üyelik kaydını kabul edip, işçilerin sendikaya verdiği dilekçe (vekalet) ile mahkemeler huzurunda haklarının aranmasını, bu konuda muhatap kabul edilmesini isteyebilmeliler. Yetki tespitinde sigorta numarası olmadığı için işçinin üyeliğini kabul etmeyebilirsiniz; ama, o kişi tek başına, SSK’nın 79’una göre ne kadar zamandır işyerinde çalıştığına dair tespit yaptıracağı zaman, arkasında sendikayı görmesi ona bir güvence sağlar. Bu tespitin yapılmasından sonra, sendika üyeliğinin sabitlenme-sinden sonra, orada yetki alınması da söz konusu olabilir.

Bugün ne oldu? Biliyorsunuz; işyerlerindeki taşeronlaşmanın yaygınlaşması sonucunda, baktığınızda, 40-50 kişi çalıştırıyorsa, 5-10 kişi, bilemediniz 15 kişi sigortalıdır, ama onun dışındakiler sigortasıdır. Bunların, taşeronlaşmanın bu derece yaygınlaşmasının, sendikaların işyerlerinde yetki almasının da önünde bir engel olduğu düşünülecek olursa, iki problemi birden, bir taşla iki kuşu birden vurmak mümkündür diye düşünüyoruz ve bunu yıllardan beri sayın dostum Ali Nazım Sözer’le birlikte yazıyoruz. Ama sesimizi duyuramıyoruz. Bu yasanın gidişatıyla da, -ki birçok mağduriyetlere yol açacak diyoruz- ama SSK’lılara, ama BAĞ-KUR’lulara, ama Emekli Sandığı mensuplarına- hiç kimse, onlara çok daha iyi imkânlar sağlanacağı yolunda kolay kolay bir şeyler söylemiyor. En azından, geleceğe bakalım diyoruz. Kesin bir şey söyleyemiyoruz. Yine, bu açıkların bu şekilde devamından kurtulamayacağız demektir. Kaldı ki, Đstanbul Üniversitesinden, -adını da anmakta bir beis görmüyorum- Prof. Dr.Veysi SEVĐĞ Hoca, -kendisini tanımadım, ama bir makalesini okudum- diyor ki, “bir işyerinde sendikalı çalışıyorsa”, biliyorsunuz, sendikalı çalışan işyerlerinde artık kayıt dışı diye bir şey olmuyor, “oralarda da bu sigorta primlerini yarı yarıya indirebiliriz, işçi sendikalı çalışıyorsa prim oranlarını yüzde 50 oranında indirebiliriz” diyor. O, kurumların, yani kurumsal çalışan müesseselerin, fabrikaların, işletmelerin hiç olmazsa rekabet gücünü de piyasada bu suretle artırmış oluruz ve kayıt dışını da bu şekilde yok etmek suretiyle, iş kolları düzeyindeki haksız rekabeti de önlemiş olacağız demektir.

Bana öyle geliyor ki, bunun üzerinde düşünmek, özellikle kayıt dışı işçilerin sendika üyesi yapılması konusunda sendikalara yetki

Page 234: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

verilmesi, bu konuda bir mevzuat değişikliğine gidilmesi ve sendikalar aracılığıyla bu kayıt dışını yok etmemiz mümkündür. Çünkü, Bakanlığın denetimlerine bakın. Çalışma Bakanlığı yılda yüzde 10-12 civarında işyerini denetleyebiliyor. Bu demektir ki, bir iş müfettişi bir işyerine gittikten sonra, bir daha 10 sene sonra o işyerine uğrayacak demektir. Sigorta müfettişleri ise işyerlerinin yüzde 2’sini denetliyebiliyorlarmış. Bana çok enteresan geldi. Onlar da, demek ki 50 senede bir işyerine uğrayabilecekler demektir. Dolayısıyla da, sorunu, devletin kamu denetçileri aracılığıyla çözmemiz ve dolayısıyla finansman açığını bu anlamda kapatmamız, aktüeryal hesapları bu şekilde denkleyebilmemiz mümkün değil. 3-3.5 milyon veya 4 milyon kişinin kayıt altına alınması devlet denetçileriyle mümkün olamayacağına göre, mutlaka, “asıl müfettiş” olan sendikalara yetki verilmesi çok daha etkili sonuç doğuracaktır. Ben onlara “işyerlerinin müfettişi” diyorum. Batı’da sendikalar, birer yarı kamu kuruluşu olarak adlandırılıyor, devletin yarı kamu kuruluşu gibi. Đşyerlerinde asıl müfettiş sendikalardır. Şayet o işyerinde sendika varsa, yasaya aykırı işçi çalıştırılması mümkün değildir. Bu suretle hem yasaların uygulanmasını da sağlamış olacağız diye düşünüyorum.

Bu küçük naçizane fikrimizden sonra soru ve cevaba geçmek

istiyorum. Teşekkür ediyorum.

Buyurun Fatma Başterzi Hanım.

Dr. Fatma BAŞTERZĐ : Sunumları için Hocama çok teşekkür

ediyorum. Benim, özellikle sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmayla

ilgili bir katkım olacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 15-16 Eylül 2004 tarihlerinde 9. Çalışma Meclisi’ne hazırlamış olduğu “Kayıt dışı Đstihdam ve Yabancı Kaçak Đşçi Đstihdamı” isimli raporda 2003 yılı itibariyle yaklaşık 1.5 milyon civarında kişinin adına sosyal güvenlik destek primi ödenmesi ya da kendisinin ödemesi gerekirken, bu sayının 350 bin olduğu belirtilmektedir. Şu halde yaklaşık 1 milyon 150 ya da 200 bin civarında kişinin adına sosyal güvenlik destek primi ödenmemekte ya da bunlardan bazıları kendisinin ödemekle yükümlü olduğu primleri ödememektedir. Bu bağlamda sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma olgusunun ve karşılığında alınan primin gerçekten sorgulanması gerekmektedir. Prim oranları 5510 sayılı yasaya da, mevcut yasalardakinden daha ağır bir şekilde yansıtılmamalıdır.

Page 235: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bağımsız çalışanlarla ilgili olarak Hocam dediler ki, “4/1, b ’dekiler çok tartışma konusu olmadı”. Esas olan, emeklilikten sonra çalışmayı; istihdama katılacak yeni kişilerin yerine aylık alarak çalışmayı tercih edenlerin geçmesini önlemektir. Az önce verdiğim rakamlar, sosyal güvenlik destek primi ödemesinin bu sonuca ulaşmada katkı sağlamadığını gösteriyor. Bir şekilde yine emekli olduktan sonra insanlar çalışmaya başlıyorlar ve primleri de ödenmiyor. Bağımsız çalışanlar bakımından ise şöyle bir durum var: Onların istihdam politikası bakımından da bir sorun yaratması söz konusu değil. Aksine, bağımsız çalışan, emekli aylığı alarak çalışmaya devam ettiğinde, yanında belki başkalarını istihdam etme şansı olacak. Bu nedenle 5510 sayılı yasadaki iş kazası ve meslek hastalığının arz ettiği tehlike derecesine göre yüzde 33 ya da 39 arasında öngörülen sosyal güvenlik destekli prim oranı çok yüksek.

Hocamız, “fiyatlandırma”dan söz etti. O konuda da endişelerim var. Kişi çalışmaya başladığı dönemde, sadece Kurum ona iş kazası ve meslek hastalığından yardım yapacak. Uzun vadeli sigorta kolları primi de ödediği halde bu süreler prim ödeme gün sayısına eklenmeyecek. Üstüne üstlük genel sağlık sigortasından da kendisine ek bir yardım yapılmayacak. Genel sağlık sigortası bağlamında 60.maddenin 1.fıkrası uyarınca 4/1,a,b,c bentlerine göre sigortalı olanlar ile 60.maddenin 1.fıkrasının f bendine göre aylık almaya hak kazananlar aynı sağlık hizmetlerinden yararlanacaklar. Burada tek fark aylık alanların geçici iş göremezlik ödeneğinden yararlanamayacak olmasında yatmaktadır. Sonuç olarak aylık alarak çalışmaya devam edenlerin sadece kısa vadeli sigorta kolları primi ödemesi yeterli olmalıdır.

4956 sayılı Yasayla değişik 1479 Sayılı Yasa’nın sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmayı düzenleyen ek 20. maddesinin gerekçesine baktığımızda, düzenlemenin Sosyal Sigortalar Kanun’unun 63’üncü maddesindeki hükümle paralellik sağlamak üzere önerilmiş olduğunu görüyoruz. Böyle bir gerekçenin haklı bir gerekçe olduğunu düşünmüyorum.

Aylık alırken iş sözleşmesiyle çalışmaya başlayanların ödediği sosyal güvenlik destek primi de yüzde 7’den yüzde 14’e çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak sigortalılar yeni dönemde prim ödeyerek kayıtlı sistemin içinde yer almak istemeyeceklerdir diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum. Oturum Başkanı : Biz teşekkür ediyoruz Sayın Başterzi.

Page 236: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Başterzi’nin konuya ilişkin çok iyi bir çalışması var. Herhâlde Müjdat Şakar’ın çalışmasından sonra en iyi çalışmalardan biri.

Buyurun.

Prof. Dr. Yusuf ALPER : Buradan bir sonuç çıkarmak lazım.

Sosyal güvenlik destek primi (SGDP) ödeyerek çalışma, -bir başka ülkede uygulaması var mı bilmiyorum- ancak bu şekilde çalışmanın sosyal güvenlik literatüründe yeri de yok. Sosyal güvenlik açısından özetlemek gerekirse; kişi ya tehlikeye uğramıştır, geliri kesilmiştir ve sosyal güvenlik sistemi bunu telafi eder, ya da kişinin çalışma gücü vardır çalışıyordur ve buna bağlı olarak da gelir sahibidir. Sosyal güvenlik destek primi bu iki duruma bir üçüncüsünü daha ekliyor. Kişi tehlikeye uğramıştır, geliri kesilmiştir, sosyal güvenlik sistemi bu kişinin gelir kesilmesini telafi etmektedir, ancak aynı zamanda bu kişi çalışmaya devam etmekte ve ilave bir gelir sahibi daha olmaktadır. Đşte bu sonuncu durum sosyal güvenlik literatüründe yok.

Pekala bu konu Türkiye’de nasıl gündeme geldi. 1969 yılında

Sayın Süleyman Demiler, “gençlere iş imkanı olsun” düşüncesiyle yaşa bağlı olmadan emekli olma hakkını getirdi. Ancak Türkiye’de sigortalılık süresinin başlangıcı bakımından bir yaş düzenlemesi olmayınca insanlar ve özellikle kadınlar 30’lu yaşlarda emekli olma hakkını kazandılar. Đşte tam bu noktada, Sayın Demirel’in beklentisinin aksine emekli aylığı alanlar çalışma hayatının dışına çıkmak yerine yeniden çalışma hayatına döndüler ve yine beklentinin aksine vergisiz ve primsiz çalıştıkları için gençlerin iş hayatına girmesini engellemiş oldular. Yapılması gereken emekli aylığı almadan çalışma imkanının olmaması idi. Ancak denetim yetersizliği ile bu sağlanamayınca, bir anlamda vatandaşla devlet bir mutabakata vardı. Bu mutabakatın özünde denildi ki, “ emekli vatandaş, senin hem aylık alman hem de çalışman yasak, ancak bunu da önleyemiyorum, gel seninle bir anlaşma yapalım. Sen hem aylığını al, hem de çalışmaya devam et, ancak sen de bunun karşılığında biraz sosyal güvenlik sistemine destek ol, yani sigortacılık açısından karşılığı olmadan prim öde”. Đşte bu primin adı sosyal güvenlik destek primi oldu. Önce SSK’lılar için olan bu uygulama sonra Bağ-Kur’lular için getirildi.

Şimdi gelinen noktada durumu biraz daha karmaşıklaştıran bir gelişme var. O da 5510 sayılı Kanunda SGDP’nin çalışan aktif sigortalıların ödediği primlere eşitlenmesi ve ilgili sigorta kolları için atıf yapılması. Yani, SGDP kısa ve uzun vadeli sigorta kolları ile GSS primlerinden oluşmaktadır. Yasanın hazırlanma sürecinde, bu tür bir

Page 237: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

ilişkilendirme yapılmasının kişiye ikinci bir emekli aylığı talep imkanı verir mi? Diye endişelerimizi dile getirdik, hayır dediler. Bununla ilgili özel bir hüküm de koydular.

Aslında yasayı hazırlayanlar, “insanlar ya emekli olsun emekli aylığı alsın, yada çalışsınlar, hem aylık alıp hem de çalışmasınlar” demek istediler. Ancak, SGDP’yi kaldırmak da son derecede radikal bir çözüm olurdu. Bu durumda yukarıda belirtilen sonucu yaratmak için prim oranını yükselttiler. Tabi bu arada Bağ-Kurlular için maaşın yarısını ve hatta daha fazlasını prim olarak ödeme gibi bir sonuç ta ortaya çıktı.

Bu konuyla ilgili olmak üzere birkaç husustan daha bahsedelim. 5510 sayılı Kanunda dolaylı olarak kayıt dışı çalışmayı önleyici bazı düzenlemeler var. Mesela, 4/b kapsamındaki sigortalıları artık vergi daireleri ve meslek odaları bildirecek. Bunun yanında tanımı yapılacak bankacılık işlemlerinde kişinin sigortalılığı sorgulanacak. Muhtemelen kredi başvurularında ve belirli miktarı aşan transferlerde bu işlem yapılacak. Vatandaşlık numarasının sosyal güvenlik numarası olarak uygulanmasının sağlayacağı bir kolaylık da bekleniyor. Yani Kanun, dolaylı olarak kayıtdışı çalışmayı, önceki yıllardaki ifadesi ile “informal sektörü” dolaylı olarak önlemeye çalışıyor. Ancak, buradaki temel açmaz şu; yalnızca Türkiye’de değil bütün dünyada zamanla ortadan kalkacağı beklenen bu sektörün bütün ülkelerde ve hatta gelişmiş ülkelerde dahi yaygınlaşması.

Prof. Dr. Müjdat ŞAKAR : Benim, SGDP hakkındaki görüşlerim

bir nebze farklı. Özal, pratik zekasıyla baktı ki, bu kadar emekliyi besleyemiyoruz. Sistem öyle bir kurulmuş ki, ortadaki ekmeği büyütmeden çok kişiye dağıtıyorsun; erken yaşta herkese zar zor yetecek kadar bir dilim düşüyor ve kimsenin karnı doymuyor. Bu adam genç yaşta emekli, gidip emeklilik kahvesinde oturacak hâli de yok. Zaten o parayla geçinmesi de mümkün değil. Çalışıyor. Nasıl çalışıyor? Emekli aylığım kesilir korkusuyla kayıt dışı çalışıyor. Ne yapalım? O zaman, bunlar rahat rahat çalışsınlar, ama -affedersiniz, deyim biraz şey olacak- “bir avanta versinler, bunun adı da sosyal güvenlik destek primi olsun”. Kurumun ihtiyacı da var. Bu, gönül rahatlığıyla çalışma parası; başka hiçbir karşılığı yok. Zaten emekli, hastalık sigortası çerçevesinde sağlık yardımı alıyor. Bunun karşılığı bu. Neye benziyor? O dönemde yine Amerikan sigaraları vardı; kaçaktı bunlar. Hatırlarsanız o günleri, böyle kenarda, köşede, birtakım karanlık suratlı adamlar, “Marlboro var, Kent var” diye satarlardı. Bunlar kazanırdı. Özal o zaman da ne dedi? “Yahu, madem bu millet bu zıkkımı içiyor, bunlar kazanacağına devlet kazansın.” Hadi, Amerikan sigarasını TEKEL getirmeye başladı. Oradan

Page 238: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

bir yol açıldı. Amerikan sigara fabrikaları da geldi. “Türk tütüncülüğünün hâli ne olur” diye düşünen olmadı. Pratik çözüm; yani, fiili durumu hukuki hâle getirmek. Sosyal güvenlik destek priminde de yapılan da bu; “bu adamlar zaten çalışıyorlar, biz bunu da engelleyemiyoruz, engellememiz de mümkün değil, buna hukuki bir kılıf bulalım.” Đsmi oldu, sosyal güvenlik destek primi. Prim açısından da cazipti. Siz işveren olsanız, 30’lu, 40’lı yaşlarında emekli olmuş, tecrübeli bir eleman size başvuruyor, bir de, yeni mezun, genç işsiz başvuruyor, hangisini alırsınız acaba? Üstelik, o emekli aylığı olan daha ucuza çalışmaya da razı. “Benim iyi kötü bir emekli aylığım da var” diyor. Bu iş, genç işsizliğini artıran bir problem olmuştur. Genç işsizliği önemli bir sorundur; büyük bir sosyal faciadır. O bakımdan, sosyal güvenlik destek primi belki fiili bir durumu hukuki hâle getirdi, bir pratik çözüm gibi oldu, aradan da, ne güzel, Kuruma da gelir oldu falan gibi düşünülüyor; ama bunun sonuçları vahim olmuştur. O bakımdan, meseleye bir de bu açıdan bakmak lazım. Birinci söyleyeceğim husus bu.

Đkincisi, Yusuf Hocam, bu primlerdeki üst düzey yöneticilerin sorumluluğunu sanki yeni bir hüküm gibi sundu. Yanılıyor muyum?.. Bu zaten Sosyal Sigortalar Kanununda vardı. Üst düzey yönetici primlerden sorumludur ve SSK, üst düzey yöneticinin kim olduğu konusunu da genelgeyle hallediyordu. Saymış; “genel müdür, muhasebe müdürü, murahhas üye, yönetim kurulu üyesi, üst düzey yöneticidir” diyen SSK genelgesi var. Yıllar önce, Allah rahmet eylesin, meşhur ceza hukuku Hocamız Dönmezer Hoca, bir akşam bana telefon etti; “Şakar, başım belada” dedi. Ne oldu? “Vallahi, SSK, milyarlarca liralık prim alacağını benden tahsil etmeye çalışıyor.” Allah Allah, nasıl oldu Hocam? Hadisenin özü şu. Hocayı bir eğitim kurumunda, bir özel lisede yönetim kurulu üyesi yapmışlar. Demişler ki, “Hocam, burada sizin adınız olsun yeter.” “Ben hiçbir şeyle ilgilenmedim” diyor. Daha sonra, o şirketin ödenmeyen prim borçları için Hocanın evine haciz gitti. Bunu hatırladım. Bu, eskiden beri olan bir şey; yeni gelen bir şey değil. Üst düzey yöneticilerin sorumluluğu var. Belediye başkanlarının, belediyelerin prim borçları için, yine bu maddeye dayanarak geçmişte evlerine haciz gitmiştir. 80’inci maddede olan bir hüküm; onu hatırlatmak istedim.

Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Yusuf ALPER : Müjdat hocam, hazır mikrofon elinizde

iken, hem 506, hem de 5510’da yer alan, işverenin prim borçlarından müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulan “işven vekili” bu kavramı karşılamıyor mu? Böyle bir düzenleme varken, neden ayrıca “üst düzey yöneticiler” ifadesi kullanıldı.

Page 239: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof. Dr. Müjdat ŞAKAR : Bu, 506 Sayılı Kanunda, 80’inci maddede zaten vardı; onu söylemek istiyorum. Yeni gelmiş bir şey değil, 5510’la gelmiş yeni bir düzenleme değil. Đşveren vekili, işverenin hukuki borçlarından sorumlu mudur değil midir; o ayrı bir konu ve sorumlu değildir. Şöyle değildir: Eğer bunu sorumlu yaparsanız hiç kimseyi işveren vekili yapamazsınız; iş hukuku açısından da öyledir. Ödenmeyen kıdem tazminatını muhasebe müdüründen alabilir misiniz? Mümkün değil. Ama, bir cezai yükümlülük varsa, onu uygulayabilirsiniz, işveren için öngörülmüş bir idari para cezasını işveren vekilini uygulayabilirsiniz; ama, hukuki sorumluluk açısından işveren vekilini işveren gibi değerlendiremezsiniz. Burada ayrık bir hüküm var. Eski Sosyal Sigortalar Kanununun 80’inci maddesinde üst düzey yöneticilerin sorumluluğu zaten vardı.

Teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Biz teşekkür ediyoruz. Söyleyeceğin bir şey var

mı Sayın Alper?

Prof.Dr. Yusuf ALPER : Hayır, yok Hocam, sayın meslektaşıma

açıklaması için teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Zannediyorum 2’nci madde de, işveren

vekillerinin yaptığı işlemlerden asıl işverenin sorumlu olduğuna dair bir madde de var; yani o, Đş Kanununda da var.

Sayın Metin Yılmaz, buyurun. Ben de çok merak ediyordum; iki

gündür hiç söz almadınız.

Av. Metin YILMAZ (Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikası

Eski Genel Sekreteri/Yüksek Hakem Kurulu Üyesi) : Sayın Başkanım, önce, 30 yılımı geçirdiğim bu çok değerli Kuruluşu, KAMU-ĐŞ’i bu kadar güzel bir zamanlama yaparak bu kadar güncel bir konuyu gündeme getirip bu kadar değerli hocalarımızı buraya topladığı için yürekten kutluyorum. Yusuf Hocamı da, bu kadar kapsamlı bir tebliğ hazırlayıp sunduğu için ayrıca tebrik ediyorum.

Ben, Kadir Arıcı Hocamın akabinde bu konuşmayı yapmak

istiyordum. Müsaade ederseniz birkaç dakikada çok önemli bir-iki bilgiyi sunmak istiyorum. Fakat, Yusuf Hocam da konuşsun, ikisinin tebliğine birden bu küçük ilaveyi yapayım diye bekledim.

Page 240: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Muhterem Hocam, o kendine has çok nazik tavrıyla, “bu Hükümet bu işi şu şu sebeplerle yaptı, gerekçesi de bu” diye ifade ettiler. Müsaade ederseniz, bu konunun önce bir geçmişine bakalım. Ben uzun bir konuşma yapmayacağım Fevzi Hocam; çok önemli bir-iki konuyu açıklayacağım.

70’li yılların ortalarına kadar sosyal güvenlik kuruluşlarında

hiçbir ciddi sorun yoktu. 70’li yılların ortalarına doğru, -ben 1969 yılında Sosyal Sigortalar Genel Kuruluna delege olarak seçilim, 96 yılına kadar da hiç o sıfatı kaybetmeden devam ettim. Bu süre içerisinde de hep Genel Kurul Başkanlık Divanında Başkan Vekili olarak görev yaptım. Bu bilgileri oradan biliyorum- o zamanki Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu, 11 kişiydi, içinde işveren temsilcisi, işçi temsilcisi, emeklilerin temsilcisi, çalışanların temsilcisi ve Hükümet temsilcileri vardı. Gidişattan herhâlde tedirgin olunacakki Yönetim; “bizim bu Sosyal Güvenlik Kuruluşumuz nereye doğru gidiyor” diye bir karar alıp, “Antuan Zelenka’da” isminde bir aktüerya uzmanını, Birleşmiş Milletlerden talep etmiş, Antuan Zelenka’da Türkiye’ye gelerek, 6 ayı aşkın bir süre çalıştıktan sonra, fevkalâde enteresan ve son derece dikkat çekici bir rapor vererek gitmiştir. Oldukça uzun olan bu raporda bu işin kompedanı olan sayın uzman, özetle, “bu gidiş son derece tehlikelidir, uçak, başını aşağıya doğru indirmiştir, derhâl tedbirleri almanız lazım, 5 yıllık süre içerisinde teknik bilançoyu çıkartmanız lazım, aksi takdirde bu milli kuruluşu kurtaramazsınız” demiştir. Sosyal Sigorta yönetimi paniklemiştir; o tarihteki siyasi iktidarla bu işi paylaşmaya çalışmıştır. Onun üzerine Almanya’dan “Doktor Löve” isminde ikinci bir uzman talep edilmiş. O da gelip bir 4 ay kadar çalışmıştır. O da diyor ki, “Antuan Zelenka’nın verdiği rapor doğrudur, benim buna ilave edecek bir şeyim yoktur, gidişat fevkalâde tehlikelidir.” Bunun üzerine yönetim iyice panikliyor. O sırada, sanıyorum işçi temsilcilerinden rahmetli Hasan Bey, “yahu, bunu bir de Türk hocaya inceletelim, bizim bu hocalarımızın içerisinde bu uzmanı olan, sosyal sigortayı bilen birisi yok mu” diyor. O sırada bu konuda çok popüler olan, değerli dostumuz, kıymetli Hocamız Profesör Doktor Turan Yazgan, -ki kendisi o zaman Doçentti- Hocaya bu görev veriliyor. Turan Yazgan Hocayı buradaki bütün hocalarımız yakından tanıyor. Onun mizacına uygun tarzla, gayet kısa bir süre içerisinde gayet kısa bir raporla diyor ki, “sadece Sosyal Sigorta değil (burası çok önemli) Türk sosyal güvenlik sistemi bu tarzıyla çökmüştür. Derhâl bu üç güvenlik kurumu lağvedilmeli ve milli sigorta sistemine dönerek gerekli tedbirler alınmalıdır.” Yani hem T.C. Emekli Sandığını, hem BAĞ-KUR’u ilk defa Turan Yazgan Hocamız gündeme getiriyor. Ondan sonra, o dönemde Asistan Doktordu, sonradan Profesör oldu, değerli dostumuz Profesör Doktor Taner Karahasanoğlu da, bu gelişmeleri

Page 241: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

dikkate alarak, “Sosyal Güvenlik Çıkmazı” adı altında bir de kitap yayınladı. O arada ne olduysa, bir rehavete kapılındı, bu önemli raporlar, kitaplar hiç kaale alınmadan konu kendi haline bırakıldı. 12 Eylül 1980 ihtilali olduğunda bu, o zamanki siyasi otoritenin kucağına bir ciddi ateşten gömlek olarak gelmiştir. Değerli Hocamız, kıymetli ağabeyimiz, Profesör Dr. Sait Dilik Hocamız bu konuyu çok yakından biliyorlar. O ihtilal yönetiminin Hükümeti ve ihtilal yönetiminin yetkili organları buna eğilmek istediler; fakat, konunun büyüklüğü karşısında onlarda çekindiler. Bu, 1991 yılına kadar, bu şekildi geldi. Ringde iki boksör var. 15 rauntluk boks. 14’üncü rauntta boksörlerden biri fevkalâde takatsiz, fevkalâde bitkin durumda. O sırada, 1991 seçimleriyle yeni bir siyasi parti sahneye çıktı. Çok değerli ve tecrübeli bir lider, O tarihte Başbakan oldu. Bu konuları, Türkiye’nin şartlarını, her şeyi çok iyi bilmesine, -çok saygı duyduğum da bir insan- rağmen, “ben halkıma söz verdim” dedi ve mevcut 50-55 yaş limitini de hiç dikkate almayarak, sosyal sigortalar Kurumunda emeklilik yaşını tüm uyarılara rağmen acayip şekilde düşürdü. Đşte, son raunt ve son yumruğu, sosyal sigortalar Kurumu yedi ve can çekişme dönemine maalesef girdi.

Oturum Başkanı : Lütfen toparlayın Sayın Yılmaz.

Av. Metin YILMAZ : Bu Hükümet değil de, kim gelirse gelsin, bu

sosyal güvenlik kurumlarını bir araya toplayıp, bu büyük çıkmaza bir çare bulmak zorundadır. Aksi takdirde, 20 milyonu aşkın Sigortalı, Emekli Sandık ve BAĞ-KUR mensubu insanların geleceğini ve kaderini bağladığı bir sisteme başka türlü de çare bulunamaz.

Kadir Hocam buna hafif değinip geçti; ama detaya girmek

istemedi. Bunların hepsini biliyor arkadaşlarımız. Yusuf Hocam da biliyorlar. Ben bunları bir dile getirmek istedim. Bu, bir kitap hâline gelecek; hiç değilse bunlar da bilinsin istedim.

Oturum Başkanı : Tabii, çok iyi oldu. Av. Metin YILMAZ : 57’nci Hükümet de bir şeyler yapmak istedi.

Ben o dönemde 57’nci Hükümetin emrinde görev yapmış bir brokratım. Ama onlar da bir çare bulamadılar. Bu milli müesseselerin bir an önce kurtulması lazım. T.C. Emekli Sandığı, Maliye Bakanlığının kanatları altına saklanmış. Sanki onun açığı yokmuş gibi görünüyor. Onun da çok açığı var. Sosyal Sigorta sistemi adeta çökmüş durumda. Đki kişi çalışıyor, bir emekliye bakıyor. BAĞ-KUR ise, dün bir değerli Hocam söyledi, 1 kişi

Page 242: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

prim yatırıyor, 2 kişi yatırmıyor. Böyle vahim bir durumla Türk Sosyal Güvenlik Sistemi karşı karşıya.

Değerli başkanım; bana bu kadar hoşgörü gösterdiğiniz için çok

teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.

Oturum Başkanı : Biz teşekkür ediyoruz. Metin bey, tarihi gelişim

sürecini de dikkate alan bir takım açıklamalar yaptı. Kendisine teşekkür ederek son iki soruyu alıyorum. Buyurun Mehmet Bey. Mümkün olduğu kadar soru şeklinde ve kısa olsun.

Prof.Dr.Mehmet KOCAOĞLU (Kırıkkale Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Kurucu Dekanı) : Sayın başkan, bana verilen süreyi istismar etmeyeceğim. Efendim, bu kanun çıktıktan sonra kanun üzerindeki en kapsamlı görüşmeler burada oldu. Kurumun yeni seçilen üyelerinden burada olan birisi var mıydı bilmiyorum. Aslında, biz konuşuyoruz; ama, kendimiz çalıp kendimiz oynuyor duruma düşmemek için, -özür dileyerek bu kelimeyi kullanıyorum- yetkili ve etkili kişilere, bu semineri düzenleyen KAMU-ĐŞ, bunu bir an önce kitap hâline getirip yayınlamasında yarar olduğu kanaatindeyim.

Teşekkür ediyorum.

Oturum Başkanı : Ben teşekkür ediyorum. Buyurun. Yalnız, mümkün olduğu kadar kısa olsun.

Arkadaşlarımız uçağa yetişecek.

Reşat NAS (TEKEL Genel Müdürlüğü) : Hocam, bilgilendirdiğiniz

için teşekkür ederim. Tereddüt ettiğim bazı hususları belirtmek istiyorum. Mevcut

Sosyal Sigortalar Kanunu’nda, harp malulleri, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık alanlar ve ilgili kanunlarına göre görev malulü aylığı alanlar sosyal güvenlik destek primi ödedikleri takdirde aldıkları aylıkları kesilmemekteydi. Ancak, bu yasayla artık, bu durumda çalışanların almakta oldukları yaşlılık aylıklarının kesilmeyeceği, bunların sadece kısa vadeli sigorta kollarına tâbi olacağı belirtilmiş bulunmakta. Bu durumda, bu kimseler artık sosyal güvenlik destek primine tâbi olmayacaklar mı? eğer olacaklarsa, sadece kısa vadeli sigorta kollarıyla genel sağlık

Page 243: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

sigortası kapsamında oldukları için, işçi-işveren hissesi toplamı olarak genel sağlık sigortası primi mi ödenecek?

Primlerle ilgili 80’inci maddede, istisna tutulan muafiyetler ve bir

prime esas kazanca dahil edilecek olan ödemeler tek tek sayıldıktan sonra, bu kanunun dışındaki kanunlardaki istisna ve muafiyetlerin artık hüküm arz etmediği yönünde bir düzenleme yapılmış oluyor. Bu düzenlemeden sonra, artık, 6772 Sayılı Yasa kapsamında olup, ilave tediye altında yapılan ödemenin, iş sözleşmesi feshinin geçersizliğine karar verilmesi hâlinde, işveren işçisini işe başlatmadığı takdirde 4 aydan 8 aya kadar ödenecek olan tazminatın, keza, Đş Kanununun 17’nci maddesinde, iş sözleşmesi feshinin kötü niyetle yapılması hâlinde yine ödenecek olan bildirim süresinin üç katı tutarındaki tazminatın, 4969 Sayılı Yasanın 2’nci maddesi uyarınca, emeklilere ödenen 500 liralık tazminat var, bu tazminatın prime esas kazançlara dahil edilip edilmeyeceği, bir de, yıllık ücretli izin kullanan işçiye izin ücreti olarak yine iş kazası ve meslek hastalığı primi dahil şekilde mi ödeneceği hususunda tereddütlerim var. Aydınlatırsanız teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Evet. Diğer soruyu da alalım ve sorular bitmiş

olsun. Lütfen, katkı ve yorumdan ziyade soru istirham edelim.

Şevket TEZEL (TEKEL Genel Müdürlüğü Sosyal Đşler Müdürü):

Hocam, bir noktanın tavzihe muhtaç olduğunu düşünüyorum. Çok kısa söyleyeceğim.

Hocama sunmuş olduğu slayt için teşekkür ederim. O slaytın bir

sayfasında prim oranlarını belirtmişti. O prim oranlarında, sanırım, 4/a ve 4/c sigortalılarının tek sütunda gösterilmiş olmasından kaynaklanan bir noktanın açıklanmaya muhtaç olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz, işsizlik sigortası primi 5510 Sayılı Kanunla ilgili bir prim değil. O tablodan sanki, 4/c sigortalılarından, yani memurlardan da işsizlik sigortası primi kesilecek gibi bir intiba oluşuyordu. Ben sadece bu noktayı görüşlerinize arz etmek istedim.

Teşekkür ederim.

Oturum Başkanı : Teşekkür ederiz. Sağ olun. Buyurun sayın

Alper.

Prof.Dr.Yusuf ALPER : Teşekkür ederim.

Page 244: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Öncelikle son sorudan, Şevket beyin sorusundan başlayarak cevap vereyim.

Aslında işsizlik sigortasını ve primlerini tabloya ilave etmemek

lazımdı; ama, toplam prim yükünü gösterme bakımından, prim yükünün ağırlığını vurgulamak üzere tabloya ilave ettim. Yine haklısınız, 4/c kapsamındakiler işsizlik sigortasına dahil değiller, ancak tablo düzeninden dolayı böyle bir sonuç çıkmış görünüyor. Şekli bir düzenleme ile giderilecek.

Harp malulleri, vazife malulleri ile ilgili olarak, dünkü tebliği

hatırlayalım. Bu durumda olanlar zorunlu olarak kısa vadeli sigorta kolları primi ödeyecekler. Ancak isterlerse uzun vadeli sigorta kolları primlerini de ödeyerek ikinci bir aylığa hak kazanabilecekler. Bir başka ifade ile bu durumda olanların SGDP ödemeleri söz konusu değil.

Vakit darlığı dolayısıyla biraz hızlı geçtik, ancak prime esas

kazançlar konusunda genel düzenleme şu şekilde. Kanun, öncelikle prime esas kazançlara dahil olmayan kazançları belirtiyor ve genel ilke olarak diyor ki, “bu sayılanların dışındaki her türlü ödeme prime esas kazançlara dahildir” diyor ve hatta, “diğer kanunlarda bunun aksine hükümler varsa onlar da geçersizdir” diyor. Hatırlarsanız, 506 Sayılı Kanun döneminde de, 77’nci maddede prime esas kazançlar detaylı şekilde açıklandığı hâlde, hep bir tereddüt söz konusu olurdu ve Sosyal Sigortalar Kurumu zaman zaman, genelgelerle, hangi tür kazançların prime esas kazançlara dahil edileceği, hangisinin edilmeyeceği konusunda listeler yayınlardı. En son listede muhtemelen 60’a yakın ayrı ödeme vardı, yani “bunun 20’si dahil değil, 40’ı dahil” gibi bazen içinden çıkılması zor bir durum ortaya çıkıyordu. Şimdi 4/c kapsamındakiler için de benzer bir problem ortaya çıkacak gibi görünüyor. Prime esas kazançlarla ilgili düzenlemeleri hatırlamak gerekirse;

1) Ne şekilde olursa olsun her türlü ücretten prim alınır.

2) Ücrete bağlı, onun eki, katı veya yüzdesi şeklinde olan bütün ödemelerden prim alınır, ( fazla mesai ve ikramiyeler gibi) gibi.

3) Sosyal yardım niteliğinde olmakla birlikte süreklilik arz eden ve ücretin bir parçası haline gelen yakacak yardımı gibi kazançlardan prim alınır. Ama, bunun dışında, çocuk yardımı, doğum yardımı gibi her sigortalının mutlak şekilde faydalanmadığı ödemeler bunun dışında tutulurdu. Zannederim, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girdiği zaman eğer çıkarılacak olan yönetmelikte yeterli bilgi olmaz ise prime esas olan ve olmayan kazançlarla ilgili bir liste yayınlanacak.

Page 245: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Son açıklamalardan sonra 6772 sayılı Kanun kapsamında verilen ikramiyeler kesinlikle prime esas kazançlara dahil olacaktır. Doğru yanlış, ayrı mesele ancak bana göre şu anda alınmaması için de bir sebep yok, diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim. Oturum Başkanı : Efendim, sabırlarınıza çok çok teşekkür

ediyoruz; arkadaşımıza da çok çok teşekkür ediyoruz. Şimdi 15 dakikalık bir çay molası verdikten sonra semineri

sonuçlandıracağız.

Page 246: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

GENEL DEĞERLENDĐRMELER Panel Başkanı : Prof.Dr.Nüvit GEREK Panelistler : Celal TOZAN

Resul ASLANKÖYLÜ

Đhsan DEMĐRCĐ

Cafer Tufan YAZICIOĞLU

Mahmut ARSLAN

Dr. Fatma BAŞTERZĐ

Prof.Dr. Kadir ARICI

Page 247: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof. Dr. Nüvit GEREK (Panel Başkanı) : Değerli KAMU-ĐŞ yöneticileri, değerli tebliğ sunucuları, değerli hocalarım, değerli katılımcılar; panelimizde genel bir değerlendirme yapacağız.

Ben izninizle, sonradan unutabileceğim düşüncesiyle bir genel

değerlendirme yapmaya çalışacağım. Daha sonra, -ayrılmak zorunda olan arkadaşlarımız, uçağa yetişmek zorunda olan arkadaşlarımız var- önce TÜRK-ĐŞ Temsilcisine söz vereceğim. En son olarak da, değerli meslektaşım Profesör Arıcı son konuşmayı yapacak.

Bir ay sonra çok kapsamlı bir kanun yürürlüğe girecek. Öyle bir

kanun ki, ilgilendirmediği hiç kimse yok, en azından, bu salonda bulunan, ben de dahil olmak üzere hepimizi ilgilendiren son derece önemli bir kanun.

Đki gündür çok güzel tebliğler izledik. Bazı tereddütlerimiz azaldı,

bazı tereddütlerimiz pekişti ve kafalarımızda yeni bazı tereddütler oluşmaya başladı. Bu arada, Sayın Onursal Başkanımız Resul Beye, diğer 10’uncu Daire üyelerimize özellikle teşekkür etmek istiyorum; çünkü, sosyal güvenlik alanında, iş hukukundan biraz farklı olarak doktrinin katkısı daha az ve sigorta uygulamalarında istikrar, tabii, Yüksek Mahkemenin kararlarıyla sağlanmıştır. Bundan sonra da yargının, belirsizliklerde istikrar sağlayacağı inancımı bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Tebliğlerde aşağı yukarı görüş birliğine varılan konular var: Bir

tanesi, bunun bir reform niteliği taşıyıp taşımadığı. Sayın Arıcı, bunun bir sigorta reformu olduğunu, bir sosyal güvenlik reformu olmadığını belirtti. Sayın Müjdat Şakar buna ilaveler yaptı. Gerçekten bütünü değerlendiril-diğinde, öncelikle, gelir-gider açığının kapatılması düşüncesinin ön planda olduğu anlaşılıyor. Hukuk tekniği açısından eleştirilebilecek noktalar var, sosyal koruma açısından eleştirilebilecek noktalar var. Standart sağlama ve kazanılmış hakları korumak gibi, gerçekten, bağdaştırılması son derece zor iki konunun gerçekleştirilmesine çalışılmış olduğunu görüyoruz. Bazı başarılar var; ama istenilen ölçüde, şikâyet konusu olan bütün standart farklılıklarının ortadan kaldırıldığını söyleyemiyoruz.

Sigortalılık açısından, sosyal sigortalılık hakları açısından bir

genel değerlendirme yaptığımızda; daha uzun süre prim ödemek gerekeceği, daha uzun süre sigortalılık sürelerinin geçmesi gerekeceği açık. Emekli aylıklarının da hemen, ilk üç-dört yıl içerisinde olmasa bile,

Page 248: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

daha sonra oran olarak, miktar olarak belki değil, ama oran olarak düşeceğini söylemek durumundayız.

Genel gerekçeler konusunu değerli meslektaşım Yusuf Alper

açıkladı. Orada, “amaçlar”a değindi. Gerçekten, amaçlar güzel. Amaçlar güzel; ama, bu amaçlara nasıl ulaşılacağı konusu biraz ortada. Yani, bu değirmenin suyu nereden gelecek? Ortada büyük bir değirmen görünüyor, ama bu büyük değirmeni çevirecek, şöyle gürül gürül akan bir su kaynağı ortada yok, özellikle primsiz ödemeler açısından bunun kapsamının da genişleyeceği düşünüldüğünde.

Bu arada, tabii, olumlu yönlerden örnekler vermek lazım. Ölüm

aylığı bağlanması konusunda gerçekten kuruluşlar arasında önemli bir fark vardı: Bir tarafta 1800 gün prim ödemek yeterken, Emekli Sandığın-da 10 yıl iştirakçilik, teknik anlamda sigortalılık süresi gerekiyordu. Oysa, ölüm riskinin iş kazası riskinden daha az önemli bir risk olduğu herhâlde ileri sürülemez ve ölüm riskinin 5 yıl, 10 yıl süreyle gerçekleşmeyeceğinin garantisini de kimse veremez. Bu aradaki eşitsizlik çok önemli bir eksiklikti, bunun düzeldiğini görüyoruz.

Diğer taraftan, belki dolaylı olarak Emekli Sandığıyla ilgili olarak

içine düştüğüm bir garip durumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira, Müjdat Hoca çok haklı olarak, Emekli Sandığının biraz perde arkasında bile olsa, çok açıkça görünmese bile, mevcut kuruluşlar içerisinde durumu en kötü olan Kuruluş olduğunu söyledi. Bu, hakikaten üzücü ve şaşırtıcı; ama bir gerçek.

Benim annem isteğe bağlı BAĞ-KUR sigortalısı ve Emekli Sandığı

iştirakçisi olan rahmetli babamdan da kendisine dul aylığı bağlanmış vaziyette. Teyzem ise, SSK emeklisi; rahmetli eniştem de SSK emeklisiydi. Dolayısıyla, eşinden de maaş alıyor. Anne ve teyzemin babası rahmetli dedem de Emekli Sandığı iştirakçisiydi. Teyzem, Emekli Sandığından, rahmetli dedem üzerinden de kendisine aylık bağlatmış vaziyette. Kardeşler arası rekabetten olsa gerek ki, annem durumu öğrendiğinde, kendisine de aylık bağlanması için benim ilgilenmemi istedi. Bunun mümkün olamayacağını söylediğimde, “sen de nasıl Hocasın anlamadım gitti, aynı anne-babanın evlatlarıyız, aynı memlekette yaşıyoruz, bana rahmetli babacığımdan aylık bağlatamıyorsun” dedi. Đnşallah, öğrencile-rim ve genç meslektaşlarım benimle ilgili olarak annem gibi düşünmüyorlardır.

Tek çatı altında birleşme ne getirir ne götürür? Eğer bunun ön

çalışmaları yapılmış olsaydı, bir geçiş dönemi öngörülmüş olsaydı ve

Page 249: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

kanunun yürürlüğe girmesinden önce bu düzenlenmiş olsaydı, standartlar, insanların sisteme olan katkıları birbirine yaklaştırılsaydı ve ondan sonra sağlanan hizmetlerde yakınlık, eşitlik aransaydı belki daha doğru olurdu. Çünkü, çabukluk, ucuzluk, nitelikli ve etkin hizmet sağlanamadığı ölçüde, arkadaşlarımın da, meslektaşlarımın da ifade ettikleri gibi, bir tasarruf değil, belki harcamalarda, -belki değil, kuşkusuz öyle görünüyor- harcamalarda artış söz konusu olacak.

Değerli arkadaşlarım, genel sağlık sigortası ile ilgili olarak da,

öğrencisi olmaktan onur duyduğum sevgili Hocam Profesör Sait Dilik, çok haklı ve yerinde olarak, kamu sağlık hizmetlerinin, hizmet satın alarak sürdürülmesinin tercih edilmesi durumunda, bunun hem pahalı bir sistem olacağını, hem de başta fatura şişkinlikleri olmak üzere birtakım ciddi istismarlara yol açacağını söyledi, ki son derece haklıdır. Peki, bu durumda ne yapılması lazım? Şu anda maalesef tasarılar üzerinde görüşüyor olabilseydik çok iyiydi; ama artık bu mümkün değil. Kısa bir süre sonra yürürlüğe girecek.

Burada, tabii, eleştirilecek noktaların, eleştirilmesi, düzeltilmesi

gereken noktaların gündeme getirilmesi ve bunların iyi niyetle yapılması son derece önemli. Ben buradan herkese, hepinize, öncelikle bu salondan başlamak üzere şu çağrıyı yapmak istiyorum: Bu ülke bizim ülkemiz. Bu sistem bizim sistemimiz. Aksak da olsa, yetersiz de olsa, hep birlikte sahip çıkacağız, hep birlikte düzeltilmesi için uğraşacağız; çünkü, bunun görünürde daha makul bir başka yolu yok.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Şimdi, müsaadenizle ilk sözü, vaktinin sınırlı olduğunu belirtmesi

nedeniyle 5 dakikayı geçmemek üzere TÜRK-ĐŞ Temsilcisine bırakıyorum. Buyurun efendim. Celal TOZAN (TÜRK-ĐŞ Temsilcisi) : Teşekkür ederim Sayın

Hocam. Verdiğiniz beş dakikalık sürede,sosyal güvenlik sistemimizin

sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin söylenmesi gerekenleri söylemek olanaksızdır. Ancak olabildiğince başlıklar halinde ifade etmeye çalışayım.

Sayın Fevzi Hocam, sendikaların bu yasal düzenlemeler içerisinde

çok etkin olmadıklarını söyledi. Sayın Hocam, aksine, sendika

Page 250: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

konfederasyonları “Emek Platformu” adı altında oluşturdukları birliktelikte, Sosyal Güvenlik Sistemimizde Reform adı altında yapılan yasal düzenlemeler ile ilgili olarak, çalışanların hak ve çıkarlarını koruma konusunda uzlaştıkları metin çerçevesinde mücadelesini sürdürmektedir. Platformdan ayrık olarak ta her bir sendika konfederasyonu kendi yapısı içerisinde, özelliklede Türk-Đş reform gündeme geldiğinden bugüne kadar tüm çalışmaların içerisinde yer alarak, gereken tepkileri göstererek, görüşmelerini sürdürerek çalışanların mevcut hak ve yükümlülüklerini koruma konusunda önerilerini yapmıştır. Yapmaya da devam ediyor.

Değerli konuklar, gerçekten, sistemimizin sorunları var. Đki gündür, bu sistemimizin sorunlarını çözmeye yönelik olarak yapılan yasal düzenlemelerin bu sorunları ne ölçüde ortadan kaldıracağı konusu tartışılıyor ve bu sorunlarla ilgili yapılan düzenlemelerin getirdiği eksiklikler, teknik hatalar söyleniyor. Bu kadar teknik sorunları olan ve eksiklikleri bulunan yasal düzenlemeler gerçekten sistemin sorunlarını çözecek mi? Bize göre çözmeyecektir; belki de, sorunları daha da ağırlaştıracaktır. Bundan da endişe duyduğumuzu ifade etmek isterim. Niye? Çünkü, sistemin sorunlarını çözmek, sistemin sorunlarını doğru saptanmasına ve o sorunları ortadan kaldıracak doğru çözümler üretilmesine bağlıdır. Yapılan yasal düzenlemeler bu sorunları ortadan kaldıracak düzenlemeleri getiriyorsa, sisteme ilişkin sorunlar çözülmüş demektir; ama getirmiyorsa, sistemin sorunlarının çözüldüğünü söylemek olanaklı değildir. Đşte, bu açıdan baktığınızda, sistemimizin finansman, kapsam, hak ve yükümlülüklerde birliktelik ve kurumsal yapıya ilişkin sorunları vardır. Ve bu sorunlar konusunda siyasiler, bilim adamları, sendikalar ve meslek örgütleri dahil tüm kesimler mutabıktır. Ancak çözüme ilişkin yasal düzenlemeler konusunda hükümet ayrılmaktadır. Đşte yasal düzenlemelere ve uygulamalara baktığımızda düzenlemelerin sistemin finansman sorununu çözmeyeceğini görmekteyiz. çünkü, sistemin finansman sorununun sürdürülebilir bir yapıya kavuşturul-masının temel dayanağı, aktüeryal dengeyi sağlamaktır, yani aktif-pasif dengesini sağlamaktır. 4447 Sayılı Yasa’nın mantığı ile hareket ederek Salt çalışanların, yükümlülüklerini ağırlaştırıp, haklarını daraltama yolu ile gelir gider dengesini sağlamaya çalışan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, kayıt dışı istihdamı artıracağı aktüeryal dengeyi daha da bozacağı kanısındayız. . 4447 sayılı Kanun’un uygulanması ile birlikte kayıt dışı istihdam yüzde 10’lardan bugünkü seviyesine, yüzde 51’lere ulaştığını ve sistemin aktif pasif dengesinin daha da bozarak 3 den 1,68 e düşürdüğünü unutmamak gerek. Aynı mantıkla hazırlanan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun uygulanması halinde kayıt dışının daha da büyüyeceğinden, sistemin aktif-pasif dengesi daha da bozulacağından kuşku duyduğumuzu ifade etmek

Page 251: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

isterim. Bu sistemden, geleceğe yönelik umudu kalmayan insanlar prim ödemek istemeyecektir. Yükümlülüğü ağır olan işveren de prim ödemekten kaçındığından iki tarafın da uzlaşısı ile kayıt dışı istihdam daha da artacaktır.

Sistemin aktüeryal dengesinin sağlanması için çözüme

kavuşturulması gereken diğer bir sorun ise işsizliktir. Đşsizlik oranı eksik istihdam dahil resmi kayıtlara göre %15’lere ulaşmıştır. Aslında bu oranın % 20 yi dahi aştığı tahmin edilmektedir. Fırsat penceresi olarak genç nüfusumuzun sistemin sorununun çözüme kavuşturulmasında merhem olması için işsizlik sorununun kabul edilebilir seviyeye indirilmesi gereklidir. Ancak yapılan düzenlemelerde buna ilişkin bir çözüm yok. Aksine işsizlik artıyor. Genç işsizler sisteme girip prim ödemeye başlamadıkça genç nüfus sistemin sorunlarının çözümünde nasıl fırsat penceresi oluşturacak.

Đstihdam dayanağından yoksun özelleştirilmeler ile işten

çıkartılan, emeklilik şartlarını yerine getirmeleri nedeniyle kamu ve özel kesimlerce işten çıkartılan, prim ödemekte iken pasif duruma getirilip kurumdan emekli aylığı almaya zorlanan işçilerin sayıları artırıldıkça sistemin aktif ve pasif dengesi sağlanamaz.

Sistemin diğer bir sorunu “kapsam”. Yapılan düzenlemelerin

iddiası tüm nüfusu “kapsayacak” bir sistem oluşturmak. Oysaki, bakıyorsunuz, yapılan yasal düzenlemelerle mevcut emeklilik sistemi içinde olanlar kapsam dışına çıkartılıyor. Ama öbür taraftan, nüfusumuzun en yoksul kemsini oluşturan bu insanları koruyacak sosyal koruma programı oluşturulmuyor. Sayın Kadir Hocamın da belirttiği gibi, düzenlemeler sosyal güvenliğin belli bir alanı ile sınırlı kalıyor. Kayıt dışında istihdamın önüne geçmeden Yoksul kesimleri çağdaş hizmet sunan sosyal koruma programları kapsamına alacak düzenlemeleri yapmadan sistemin kapsama ilişkin sorunlarını çözmek imkansızdır. Bu gerçek ortada iken yoksul kesimler için çağdaş sosyal koruma programını oluşturacak sosyal yardım ve ödemeler sistemi ısrarla bugüne kadar oluşturulmaktan kaçınılmıştır. Oysaki, asıl tek çatı burada gerekli; asıl, yoksulun, yasalarla düzenlenip, somut olarak tanımları yapılıp, somut olarak, kolaylıkla erişebilecekleri ve çağdaş hizmet alacakları bir yapı bu kesim için ivedi gerekli; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu dahil tüm kamu kaynaklarını, kurumlarını tek çatı altında toplamak bu yapı için gereklidir. Oysaki, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu kaynakları ile seçim dönemlerinde kömür veya gıda dağıtılarak bu amaçla kullanılmaktadır.

Page 252: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Kanunla Norm ve standart birliği sağlandı mı? Hayır. Gerek işçi açısından, gerek işveren açısından, yasayı değerlendirdiğinizde, gerçekten arzu edilen, amaçlanan, hedeflenen norm ve standart birliğini, yani hak ve yükümlülüklerde birliktelik sağlandığını da göremiyorsunuz. Niye göremiyorsunuz? Siz bu sistemin içine tüm sigortalıları aldınız mı, aynı statüde topladınız demektir. Farklı statüdeki sigortalılara ilişkin farklı düzenlemeler yapabilirsiniz, bu, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olmayabilir; ama, insanları aynı statüye topluyorsanız, statü hakları bakımından herkese eşit uygulama yapacaksınız. Bakıyoruz ki, hâlâ kamu görevlileriyle işçiler ve esnaflar, memurlar, çiftçiler arasındaki bir sürü farklılıklar devam ediyor, örneğin sürekli işgörememezlik gelirinde bunu daha somut görüyorsunuz, prime esas kazancın üst sınırı konusunda bunu somut olarak görüyorsunuz. Demek ki, burada, amaçlanan, arzu edilen şekilde norm ve standart birliği de yok. Kamu işvereniyle özel işvereni arasında yine sorumluluk bakımından getirilen farklılıklarda, o alanda da norm ve standart birliği sağlanmadığını somut olarak görüyoruz. Demek ki, o açıdan da tam hedeflenen amaca ulaşmış değil.

Kurumsal yapı açısından; kurumsal yapı açısından da, -sistemin,

herkes tarafından kabul edilen, sorunu çözecek temel yapı, özerk yapı- oysa, oluşturulan kurumsal yapıya bakıyorsunuz, özerk olarak tanımlanmış, ama başkanı atama yoluyla gelecek, üçlü kararnameyle atanacak. Bütün genel müdürler atama yoluyla gelecek. Genel kurulunun, ne ibra, ne denetleme, ne kadroları, bütçeleri, yatırımları onaylama yetkisi olmayacak Böyle oluşturulmuş kurumsal yapının adı “özerk” olmaz. Siyasi tercihlerle atanan niteliksiz yöneticilere, kurumun ihtiyacı yerine siyasi tercihlerle yatırımlarının yönlendirilmesine ve kurumsal işleyişin etkinliğine ilişkin sorunlar daha da büyüyerek devam edecektir.

Dolayısıyla, biz, sistemin sorunlarının bu yasal düzenlemeler ile

çözülebileceği kanaatinde değiliz. Bu düzenlemelerden endişe duyuyoruz korkuyoruz. Niye korkuyoruz? Çünkü ülke gerçekleri ile bağdaşmayan düzenlemeler nedeniyle sistemin duraksayacağı endişesini taşıyoruz. Oysaki bu sistemin geleceğinin çok güçlü olması, çok güçlü bir yapı oluşturması zorunlu. Biz bunu beklemek zorundayız. Çünkü, sistemle biz geleceğimizi güvence altına alacak .

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Panel Başkanı : Biz teşekkür ederiz efendim.

Page 253: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Şimdi, ikinci olarak, Sosyal Güvenlik Kurumu Temsilcisine söz vermek istiyorum.

Buyurun efendim. Đhsan DEMĐRCĐ (Sosyal Güvenlik Kurumu Temsilcisi) : Bütün

katılımcıları saygıyla selamlıyorum. Malumunuz, konuşmacılarımız da ifade etti, 1970’li yıllardan beri

Türkiye’deki sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilir olmaktan çıktığı konusunda ilgili çevrelerde görüş birliği var. Pek çok uluslararası uzmanlar tarafından ve yerli uzmanlar tarafından da, sistemin düzeltilmesi için neler yapılması gerektiği hususunda pek çok rapor da düzenlendi. Ortada bir sorun olduğu kesin; çözüm yolları konusunda da öneriler var. Eksik olan tek şey, siyasi iradeydi. Pek çok kez hükümetlere, ilgili bakanlara, yapılması gerekenler bürokrasi tarafından sunulmuştu. Ancak, sosyal güvenlik reformları, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, sosyal maliyeti olan çalışmalar ve bunları siyasi iradenin sahiplenmesi çok zor. Birçok hükümet bu soruna el atmaktan bu nedenle imtina etti.

Reform konusunda bu Hükümet döneminde Bakanlığımız

çalışmalara başladı. Çok kapsamlı bir reform ihtiyacı vardır. 1999 yılında bir reform denemesi vardı. Fakat, giderek büyüyen Emekli Sandığı sorununu 1999 yılında yapılan reform halledememişti. Bence, bu reformun en önemli ayağı, Emekli Sandığını da sisteme dahil etmek suretiyle birleşik bir reform çalışmasının yürütülmesidir. Gene, reform kapsamı içerisinde önemli bir ayak da, sosyal yardımlar ve hizmetler sisteminin de, sosyal koruma sisteminin entegre edici bir parçası olarak bu reformda mutlaka yer alması konusunda bir fikir birliğinin oluşmasıdır. Henüz bu çalışmalarda netice alamadık. Fakat, biz mutlaka, sosyal yardımlar ve hizmetler sistemini de, sosyal güvenlik reformunun başarısı açısından tamamlayıcı bir unsur olarak görüyoruz; en kısa sürede bu yasanın da çıkartılması gerektiğine inanıyoruz ve çalışmalarımızı da bu doğrultuda yürütüyoruz.

Sendikalar olsun, ilgili sosyal taraflar olsun, açıkçası, benim

bulunmadığım bir bölümde, üzerlerine düşen görevi yapamadıkları konusunda sanıyorum bir tenkit vardı. Biz, bu çalışmalar süresince ilgili bütün sosyal taraflarımızla çalıştık. Bize pek çok önerileri oldu. Bu önerileri, belki daha önceki yıllardan farklı olmak üzere, kendileri açısından bilimsel temellerini de ortaya koymak suretiyle, arkasında akademik desteği de sağlamak suretiyle önümüze koydular. Açıkçası, biz,

Page 254: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

pek çok tasarıda onların dile getirdiği bu görüşler ve akademik olarak da haklılığını ortaya koydukları görüşler bakımından pek çok değişiklik yaptık. O açıdan, sendikaların da üzerine düşen rolü en iyi şekilde üstlendiğini, haklarını teslim etmek gerektiğini düşünüyorum.

Sistemin sürdürülebilir olup olmayacağı konusunda görüşler var.

Bu reformda bir şeyi garanti ediyoruz; yani, sosyal güvenlik sistemi, sürdürülebilir bir sistem olacak. Eğer kanunda öngördüklerimiz hayata geçirilir ve devam edilirse, Türkiye, 70-80 yıllık bir projeksiyonla, sosyal güvenlik sistemini sürdürebilen bir ülke olacak.

Çeşitli eleştiriler var. Bu sistem; sosyal güvenlik sistemini

çökertecektir, başka alternatiflere hazırlık olması için bu tür düzenleme-ler yapılıyor, Şili modeli gibi, acaba, özel sigortaların, emeklilik şirketleri-nin hâkim olacağı bir sistemin önkurgusu mu? Kesinlikle mümkün değil. Sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemini kurabiliyorsanız ve bunu yürütebiliyorsanız, başka hiçbir alternatif arayamazsınız.

Biz burada, açıkçası, devleti yükümlü kılıyoruz. Burada, devlet,

primlere tam katkı verecek. Nereden yapacak? Bütçeden yapacak. Sosyal yardımlar sisteminin sisteme entegrasyonunun önemi burada. Aslında Türkiye, sosyal yardımlar ve hizmetlerde çok parçalı olarak, birkaç milyar doları aşan bir bütçeye sahip. Fakat, ülkemizde, bu kaynakların etkin kullanılıp kullanılmadığı, amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı sorunu var. Genel sağlık sigortası, en azından, sağlık yardımları bakımından devletin bu yükümlülüğünü tam yerine getirmesini garanti eden bir sistem.

Zamanımız kısıtlı. Bir de, norm ve standart birliğinin tam

sağlanamadığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirilerin ana kaynağı da, kanunun değişik maddelerinde kamu görevlilerine ilişkin düzenlemelere yer verilmesi. Bizim kanaatimizce, bu eleştirilerde şu yön göz önüne alınmıyor: Anayasamızdan kaynaklanan ve mevcut yasalarla devam eden bir şekilde, kamu görevlilerinin anayasal bazı güvenceleri var. Onlar, tam sağlık yardımı alırlar; onlar, iş göremezlikleri süresince ücretlerini tam alırlar; onların, iş göremez oldukları sürede sosyal sigorta hakları da devam ettirilir. Bunlar, veri koşullar. Biz, bu veri koşulları göz önüne almak durumundaydık. Bizim burada tek yaptığımız, bizim üzerimizde, bizim sağlayamadığımız hakları kamu işverenlerinin sürdürmesi konusunda yasaya hüküm yazmak oldu. Bunu, ilgili Personel kanunlarındaki düzenlemelerle yapmak da mümkündü. Takdir edersiniz ki, örneğin ikramiyelerde oldu, bu tür düzenleme yaptığımız durumlarda ya da matrahın yükselmesinden dolayı prim farkının ödenip ödenmemesi

Page 255: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

gibi konularda yaptığımız düzenlemelerde de, kamu görevlileri, “acaba bu haklarımız elden gidiyor mu, bunları vermeyecekler mi” gibi bir tereddüde kapılacaklardı. Biz, eğer bu 5510 Sayılı Kanunda sadece deseydik ki, “biz, iş göremezlik ödenekleri, ücretlerinin 3’te 2’sini kapsar, iş göremedikleri hâllerde sigorta primleri konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır”, bu, kamu çalışanları üzerinde çok büyük tereddüt yaratacaktı. Biz, bu nedenle, bu kanunda gereksiz tereddütler yaratılmasın diye bu tür yükümlülükleri düzenledik; ama, sosyal sigorta sisteminin yükümlülüğü değil bunlar. Kamu işvereni karşılayacak. Örneğin, biz diyoruz ki, “iş göremezlik ödenekleri üçüncü günden başlar”; ama, kamu görevlileri ilk 2 günde ücretini almak durumunda. Burada kafalarda bir tereddüt kalmaması için kanunda dedik ki, “bizim ödemediğimiz sürelerde kamu işvereni bunu öder.” Bugünkü sistemin devamı. Đstirahatlı oldukları sürede de bunların primlerini kamu öder; bugün de ödüyor. Onu kanunda açıkça belirttik. Bu belirttiğimiz yükümlülüklerin hiçbirisi, primlere dayalı olarak sosyal güvenlik sisteminin yaptığı yardımlar değil. Keza, bugün hizmet akdiyle çalışanlar, toplusözleşmeler yoluyla tüm bu kazanımlarını elde edebiliyor. Đstirahatlıyken, işverenlerle anlaşma yaptılarsa, Sosyal Sigortalar Kurumuna primleri tam ödenebiliyor. Đşveren, istirahatlı olduğu o 2 gün için, hizmet akdiyle çalışan birisine ücretini ödeyebilir. Bizim getirdiğimiz sadece, kamu işvereni bakımından bunu kanuna koymak. O nedenle, bu kanunda norm ve standart birliğinin en geniş ölçüde sağlandığı konusunda bir tereddüdümüzün olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Başkan, süreyi çok aşmamak adına, eğer daha sonra tekrar

söz verilirse ekleyeceklerim olabilir. Sağ olun.

Panel Başkanı : Açıklamalarınız için teşekkür ederim. Başarılı olmanızı hepimiz diliyoruz tabii ki.

Efendim, şimdi, emekliler temsilcisine söz vermek istiyorum. Siz de lütfen görüşlerinizi birkaç dakika içerisinde, özet olarak arz ederseniz seviniriz.

Cafer Tufan YAZICIOĞLU (Emekliler Derneği Temsilcisi) : Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bu yasa çıkarken, Bakanlığın çalışması sırasında, her safhasında

Derneğimiz de bulundu ve fikirlerini beyan etme olanağı buldu.

Page 256: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bu yasa, bir kere, kalkınma planının olmadığı bir senede çıkartıldı. Türkiye, kalkınma plansız bir yıl geçirdi ve bu yasa da bu arada çıktı. Niye böyle oldu? Bu yasa, artık planlı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçişte ve serbest piyasanın önündeki engelleri kaldırışta ve serbest piyasaya bu sektörün açılmasının önünü açan ve bu sahadaki pürüzleri ortadan kaldırmayı amaçlıyordu; bu nedenle böyle bir yönü oldu. Biz, kalkınma planının olmadığı dönemde böyle çok ciddi bir yasanın, yani tüm toplumu ilgilendiren bir yasanın çıkmaması lazım geldiğini her safhada ısrarla savunduk ve bizce de bu konu Anayasaya aykırıdır. Tabii, Anayasa Mahkemesinde zaten dava devam ediyor.

IMF ne diyordu? “Emeklilerin maaşlarını vergilendirin.” Dünya

Bankası ne diyor? Aynı şeyi söylüyor. Peki, bu yasanın 55’inci maddesi ne diyor? “Gelir ve Aylıkların Yükseltilmesi” maddesi, bu bugünkü emeklileri ilgilendiriyor, ama ileride bu, yeni sisteme girenleri de ilgilendirecek. Diyor ki, “Ocak ve Temmuz ödeme tarihlerinden geçerli olmak üzere bir önceki 6 aylık döneme göre Türkiye Đstatistik Kurumu tarafından açıklanan en son tüketici fiyatları genel indeksindeki değişim oranı kadar aylıkları artıracaksın” diyor. Bugünkü sistem nedir? Bir kere, bu sistemi neyin üzerine kuruyorsunuz? Bugün Sigortadan işçi emeklilerine beş ayrı grupta, kendi içlerinde gruplanmayla 11 çeşit ayrı maaş var. SSK emeklisiyle BAĞ-KUR emeklisinin, BAĞ-KUR emeklisiyle Emekli Sandığı emeklisinin taban aylıkları eşit değil. Neyin üzerine kuruyorsunuz? Bu maddeyi uyguladığınız zaman zaten IMF’nin dediğini yerine getiriyorsunuz; vergiyi peşinen alıyorsunuz. Bu yıl oran açıklandı; yüzde 4,8 artacak. Bu sisteme girdiği zaman ileride emekli olacak da, bir yıl oldu, birinci yıl sonunda bu sisteme göre artacak. Ondan bir yıl sonra emekli olan yine... Bugün SSK emeklisinin yüzde 80’i açlık sınırında maaş alıyor. Tamamı yoksulluk sınırındı. Ne yapıyor? Bu yasa, memur emeklilerini de bizim yanımıza getiriyor. Yani, eşitleme, “aşağıda.” Bu çok önemli bir madde. Bu maddenin değişmesi için verdiğimiz mücadele olmadı. Neden? Çünkü IMF’nin direttiği maddelerden bir tanesiydi.

Emekli, büyümeden pay almayacak mı? Ülkenin büyüdüğü iddia

ediliyor. Bakın, Đstatistik Kurumu enflasyon tesbit oranlarını dahi değiştirdi. Enflasyon düşük çıksın diye rakam tespitinde bazı grupların ağırlığını yükseltti. Enflasyon düşük çıkacak ki, emekliye düşük maaş versin. Bu nedenle, bu, bence yasanın en can alıcı noktası ve herkesi ilgilendiren bir madde. Emekli, büyümeden pay alamayacak ve emeklinin, emekli olduğu andan itibaren, birinci yıldan itibaren aylığı düşecek. Ben şunu iddia ediyorum: Fazla değil, üç yıl sonra işçi emeklisinin bugün açlık sınırındaki maaşı “hiç” sınırına inecektir. Bu mümkün değil, hele bu 6 aylık enflasyon farklarıyla bunun bu şekilde gitmesi mümkün değil.

Page 257: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Dolayısıyla, siz, mevcut insanları, şu anda bu toplumda yaşayan insanları mutlu etmeden, bu insanların eşitsizliğini düzeltmeden, “ben eşit norm ve standart birliğini sağlıyorum” diyemezsiniz. Böyle bir hakkınız yok. Böyle bir şey yapmıyorsunuz zaten. “Bundan sonra ben norm ve standart birliği sağlıyorum.” Nerede? Norm ve standart birliğini 2040 yılında sağlıyorsunuz. Bugünkü emeklinin cebindekini, hakkını elinden alıyorsun, IMF’nin talimatı gibi vergilendiriyorsun.

Şimdi sosyal güvenlik destek primi geliyor. Bir sürü insan ayakta. Bizi hakikaten rahatsız ediliyoruz. Çünkü, Derneğimiz, ülke genelinde 83 şubesiyle, oradaki kongreleriyle, oradaki insanlarla alt kademede çok sıkı bir ilişki içindedir. Şimdi BAĞ-KUR’lu, yüzde 10, çok cüzi bir şey öderken, tabii, çok fazla ödeyecek. Bu da bir sistem. Onlardan, emekli çalışandan genel sağlık primi alacaksınız. Zaten emekliden de genel sağlık sigortası primi alıyorlardı. Mücadeleler neticesinde bundan vazgeçildi. Şu anda emekli, böyle bir sistemin içine giriyor. Mevcut emeklinin kendi arasındaki eşitsizliği gidermeden... 4447’yle, biliyorsunuz, katsayı ve göstergeden çıktı, özellikle sigorta emeklisi. Çıkınca, bu duruma düştü. SSK emeklisi düştü. Dediğim gibi, yarın tüm emekliler, özellikle memurlar da, -bu kanunun amacı, kamunun tasfiyesidir bence- aynı sisteme gelecek. Onlar da açlık sınırına inecek. Bu nedenle, bu yasada bu maddelere dikkat çekmek istedim.

Şu anda kamu harcamaları fazla mı? bakalım. Kamu harcamalarının gayri safi milli hasılaya ortalama oranı, OECD ortalaması 41,3; AB ortalaması bunun çok üstünde; biz, yüzde 32,4, ki bundan asker harcamalarını ve faiz harcamalarını indiğiniz zaman bu rakam yüzde 21’lere iniyor. Demek ki, bizim harcadığımız oran fazla değil. Emekliye verdiğiniz, yani içeride dönen para, senin ekonomini canlandırır. Kamuda bugüne kadar yaptıklarımızı özelleştiriyoruz. Yerli sermaye alıyor, çalıştıramıyor; o da yabancıya satıyor. Đç piyasa gelişmesin diye; çünkü, emekliye verilen para, kuruşu kuruşuna iç piyasaya gider. Bugün eğer esnaf hakikaten mağdursa, emekli, açlık sınırında, evinden dışarı çıkamadığı içindir. Bugün kahvehaneye gidemiyor, çünkü emekli bir bardak çay içemiyor; bu sistemde içmesi de mümkün değil.

Bu önemli hususlara dikkatinizi çekmek istedim.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Panel Başkanı : Biz de teşekkür ederiz.

Şimdi izninizle HAK-ĐŞ Temsilcimiz Mahmut Beye söz vermek istiyorum.

Page 258: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Buyurun.

Mahmut ARSLAN (HAK-ĐŞ Konfederasyonu Temsilcisi) : Hak-Đş Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı ve Hizmet-Đş

Sendikası Genel Başkanı Sayın Başkan, bize bu imkanı sağladığınız ve görüşlerimizi değerli

katılımcılarla paylaşma fırsatı sağladığınız için teşekkür ediyorum. KAMU-ĐŞ’i kutlarken, Sayın Genel Sekreter ve ekibine HAK-ĐŞ

Konfederasyonu adına gerçekten teşekkür ediyorum. Güzel bir planlama ile iyi bir zamanda bu başarılı çalışmaya imza attılar. Hem katılımcıların, hem de ülkemizin bu sempozyumdan ve çıkacak sonuçlardan geniş şekilde yararlanacağını umuyorum ve bekliyorum.

Sayın Prof. Dr. Fevzi DEMĐR’e bir teşekkür borcum var; Hocama

teşekkür ediyorum. Kayıt dışılık konusundaki önerilerini yürekten destekliyoruz. Biz de HAK-ĐŞ camiası olarak, örgütlülüğün önünün açılması, örgütlenmenin oranlarının yükseltilmesi oranında kayıt dışılığın azalacağını düşünüyoruz. Hocama, katkılarından dolayı bir defa daha teşekkür ediyorum.

Bir empati ve özeleştiri yapma gereği duyuyorum: Türkiye

sendikal hareketi bu sosyal güvenlik reform paketinin neresindedir? Özellikle de, bu reformlar çıkarken acaba sendikal hareket ve işçi hareketi bu konuda neler yaptı, neler yapamadı? Kuşkusuz, Türk sendikal hareketi olarak, işçi konfederasyonları ve sendikaları olarak çok şeyler yapmaya çalıştık.

Đstatistikleri bir kenara koyup şu gerçek rakamları dikkatlerinize

sunmak istiyorum: Öncelikle kayıt dışı istihdamı bir kenara koyuyorum. Kayıt içinde olan, yani sigortalı çalışanların sadece yüzde 15’inin toplu sözleşme kapsamında olduğunu, bir başka ifadeyle çalışan kesimin sadece yüzde 15’inin sendika üyesi olduğunu hatırlatıyorum. Buradan hareketle, ülkemiz çalışanları bakımından yüzde 85’lik dilimin sendikalaşmanın dışında, örgütlülüğün dışında olduğu bir ülkede sendikal hareketin trajik halini daha net görmenizi sağlamaya çalışıyorum. Dolayısıyla, sendikal sesin yeterince güçlü yankılanmaması ve meydanların yeterince doldurulamamasının nedenlerinden bir tanesi de, çok ciddi anlamda bir örgütlenme zaafiyeti olduğunu ifade etmek istiyorum.

Page 259: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Bu olumsuz tablonun nedenleri tartışılabilir: Noterdeki uzun ve mali yükü ağır prosedür, Türkiye’deki sosyo-ekonomik yapı bu nedenler arasında sayılabilir. Ancak gerçek budur.

Maalesef, şu anda Türkiye’de toplu sözleşme kapsamında işçi

sayısı yaklaşık 600 bin civarındadır. Dolayısıyla, bu rakamlar, Türkiye sendikal hareketinin içinde bulunduğu durum ile kamuoyunda ve meydanlarda yeteri kadar olmadığının bir ifadesidir diye düşünüyorum. Buna rağmen, panelistler de ifade ettiler, Emek Platformu olarak bu konuda, belki Türkiye’de ilk defa olarak, bir reform çalışmasına birlikte katıldık ve katkı verdik. 17 örgütün birlikte oluşturduğu Emek Platformu çatısı altında Emek Platformu Bilimsel Kurulu, sosyal güvenlik reformu paketindeki yasa taslaklarına dair itirazlarını ortaya koydu. Akabinde de, bu birliktelik ve tek seslilik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili komisyonlarında ve Meclis Genel Kurulu’nda sürdü. Son derece verimli bir çalışma oldu.

Hatırlayabildiğim kadarıyla, Emek Platformu olarak görüş, öneri

ve eleştirilerimizi 28 maddede topladık. Bu görüş birlikteliğini de yüzde 70 oranında bir uzlaşmayla sağladık. Bu da Türkiye emek hareketinin olgunluk düzeyini ve birlikte iş yapma yeteneğinin ne kadar geliştiğini gösteren önemli bir göstergeydi. Tabii ki, biz, talep ettiklerimizin bütününün karşılanmasını isterdik. Ancak, bu bir sosyal diyalogdur. Siyasi iktidarı ve siyasi gücü de çalışan kesimler olarak biz temsil etmiyoruz. Çalışan kesimin bütün taleplerinin kabul edildiği bir siyasi yapı da, ne yazık ki, mümkün değildir. Bu şartlar altında, mümkün olduğu oranda, taleplerimizi gerçekleştirmeye çalıştık. Önemli nemli mesafeler alındığı kanaati taşıyorum.

Bir defa, Anayasa’nın 2’nci maddesini bütün bu tartışmaların

dışında tutmamak gerekiyor. Cumhuriyetin Nitelikleri’nin sayıldığı Anayasamızın 2’nci maddesinin temel unsurlarından bir tanesi “sosyal devlet” ilkesidir. Bu sosyal devlet olmanın sorumluluğuyla hareket eden bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve O’nun sorumlularının sosyal güvenliğe ayırdığı paralar, kaynaklar asla “kara delik” olarak ifade edilemez. Bu, Cumhuriyetimizin temel niteliklerine karşı bir tutumdur, bir duruştur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal devlettir; bütün vatandaşları-na, insanca yaşayabileceği, sağlıktan eğitime kadar pek çok alanda insanca yaşayabileceği bir standardı sağlamak zorundadır. Bu, devletin bir zorunluluğudur. Dolayısıyla, burada yapılabilecek her türlü fedakârlığı, devletin bir sorumluluğunun yerine getirilmesi olarak tanımlamak yerine, bunu “kara delik” şeklinde nitelendirmeyi son derece

Page 260: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yanlış buluyoruz. Bu sebeple, devlet, sosyal güvenlik alanında daha çok inisiyatif, daha çok sorumluluk almalı ve bu alana daha çok kaynak aktarmalıdır.

Bununla birlikte, sosyal güvenlik reformu çalışmalarında şansız

olduğumuz alanlar da söz konusudur. Ne yazık ki, biz bu reformu kendi dinamiklerimizle yapamadık. Neden? Ortada bir “IMF” gerçeği var. IMF gerçeğinden hareketle bu reform çalışmaları başlatıldı ve maalesef kendi dinamiklerimizi yeterince harekete geçiremedik. Aslında siyasi iktidar ve özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu süreci gönülsüz bir şekilde tamamladı. Đçtenlikle inanıyorum ki, siyasi iktidarın ve Sayın Bakanın da içine sinmeyen pek çok alan oldu ve Sayın Bakan bu tutumunu zaman zaman yaptığı açıklamalarıyla hissettirdi. Şahit olduğumuz gerçek şudur: Sosyal güvenlik reform paketi içeriğinde yer alan yasal düzenlemeler tam bir toplumsal mutabakatla hazırlanmamış ve çıkartılmamıştır. Böyle olduğu için de sistem tartışmalarla uygulan-maya devam edilecektir. Dolayısıyla gelecekte kendi dinamiklerimizle bir sosyal güvenlik reformunu gerçekleştirebilme özlemimiz var olmaya devam edecektir.

Bu süreçte HAK-ĐŞ olarak tespitlerimizi şu şekilde sıralayabiliriz: Birincisi; sosyal güvenlik sisteminin dört tane ayak üzerine

oluşturulmasını olumlu buluyoruz. Özellikle genel sağlık sigortasını, primsiz ödemelerle ilgili bölümü ve tek çatıyı önemli görüyoruz. Ancak, bunların içeriğinin doldurulması konusunda problemlerimiz vardır.

Đkincisi; Genel sağlık sigortasına cepheden karşı çıkmıyoruz.

Çünkü dünya genelinde de tartışmalar sıkıntıların yaşandığı genel sağlık sigortası (GSS) üzerinde sürmektedir. Bir kısım örgütler de bu alandaki çalışmalara değişik gerekçelerle itiraz etmektedir. Peki, GSS yerine gelecek neyi koyacağız, şu anda neyi koyabiliyoruz? Şu anda yerine başka bir sistem konulamadığı için, en azından kısa vadede GSS’nın reddedilmemesi gerekmektedir.

Tek çatıyı olumlu görüyoruz; ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun

yapısına itirazımız var. Demokratik bir yapı inşa edilmedi. Çünkü Sosyal Güvenlik Kurumu organlarında belli kesimler temsil edildi ve çoğunluğu yine devlet elinde tuttu.

Primlerin 9000 iş günü olması konusu, bu sempozyumun sabahki

oturumunda da gündeme getirildiği üzere, uygulamada ciddi sıkıntılara yol açacaktır. Gerçekten, 4857 sayılı Đş Kanunu ile çalışma mevzuatımıza

Page 261: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

giren esnek çalışma uygulamaları ve bu uygulamalardan doğan belirli süreli hizmet akitlerinin ve esnek çalışmanın biçimlerinin yaygınlaştığı bir Türkiye’de 9000 iş günlük primi ödeyip de emekli olma şansı, özellikle de özel sektörde çalışanlar bakımından imkan dahilinde gözükmemektedir. Eğer bir yasal düzenleme çalışanlar bakımından sıkıntı doğuracaksa, ki doğuracaktır, o zaman buna karşı mutlaka çözümler bulunmalıdır.

Panel Başkanı : Lütfen toparlayın efendim.

Mahmut ARSLAN : Son olarak, bu reforma, ilgili tarafların iyi

niyetle, ciddi çalışmalar yaparak katkı verdiğine, bu alanda emek ve mesai sarf ettiğine şahit oluyor ve bundan mutluluk duyduğumu ifade etmek istiyorum. Sosyal güvenlik reformu çalışmaları sürecinde siyasi iktidar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ilgili sivil toplum örgütleri ve sendikalar uzun mesai harcadı. Kanaatimce, bütün taleplerimiz karşılanmamış olmasına rağmen, Türkiye bu reformu yapmaya mecburdu. Türkiye olarak, çağdaş bir devlet olmak ve çağdaş devletin gereklerini yerine getirmek istiyorsak, bir yandan tüm yurttaşlarımızı kapsamına alan, toplumun tüm bireylerine sağlık güvencesi sağlayan bir sosyal güvenlik sistemini kurmak; öte yandan da bir şekilde insanımızı aşağılayan “yeşil kart” gibi uygulamaları terk etmek durumundayız. Sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplayarak norm ve standart birliğini sağlanmasını da önemli görüyoruz. Bununla birlikte, sosyal güvenlik ile ilgili yasalarda eksik kalan hususların giderilmesini, içeriklerinin doldurulmasını talep ediyoruz.

Bu sempozyumda, farklı kesimlerin görüşlerini öğrendik.

Konuşmamı tamamlarken, bizlere bu imkanına sunan KAMU-ĐŞ yöneticilerine, akademisyenlere ve bu salonu dolduran katılımcılara, HAK-ĐŞ Konfederasyonu adına teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Panel Başkanı : Biz de size teşekkür ediyoruz. Onursal Başkanım, buyurun efendim; söz sizin.

Resul ASLANKÖYLÜ (Yargıtay 10’uncu Hukuk Dairesi Onursal

Başkanı) : Sayın katılımcılar, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun amacı, Kanunun genel gerekçesinde çok açık bir biçimde ifade edilmiş bulunmaktadır. Buna göre Kanunun amacı, hangi kesime ait olursa olsun çalışanlar ve aylık alanlar arasında norm ve

Page 262: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

standart birliğini sağlamak ayrıca da Sosyal Güvenlik Kurumlarının çöküşünü önlemeye yöneliktir.

Hal böyle olunca da yasa koyucu, demek istemektedir ki, kim

fazla prim ödemiş ise ona bağlanacak aylığın miktarı, daha az prim ödeyene nazaran daha fazla olacaktır. Hatta, özellikle kamu kesiminde çalışanlara farklı aylık ödenebilir; ne ki bunlar, ister milletvekili, ister müsteşar isterse Yüksek Mahkeme Başkanı olsunlar emeklilik dönemle-rinde prim ödeme ve aylık bağlama açısından aralarında herhangi bir fark yaratılamaz. Đşçinin ödediği prim miktarı en üst düzeyde maaş alan kamu görevlisinin ödediği primlerden daha fazla ise işçinin emekli aylığı daha çok olmalıdır. Böyle bir sosyal sigorta sisteminin insana adil geldiği tartışmasızdır. Ne ki bu sistem, taviz verilmeden herkese uygulanabilirse başarıya ulaşır. Şayet anılan yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki evrede farklı yasal düzenlemelere gidildiği taktirde amacına ulaşamaz ve giderek halen uygulanmakta olan sosyal güvenlik sistemi geri gelmiş olur.

Đşbu 5510 sayılı Kanunda bir çok hata, çelişik hükümler, kanun

tekniğine uymayan düzenlemeler, özellikle de sosyal güvenlik hukukunun temel ilkeleri ile Anayasamızda anlamını bulan Sosyal Devlet kavramını gözardı eden hususlar tarafımızdan tespit edilmiştir. Örneğin genelde esasen yetersiz düzeyde kalan emekli aylıkları giderek azalacaktır.

Şayet bu yasa, Anayasamızın emrettiği Sosyal Devlet Đlkeleri

doğrultusunda düzeltilir ve gereken değişiklikler gerçekleştirilirse topluma yararlı olacaktır.

Sosyal Güvenlik Kanunları ile Kurumlarının tek çatı altına

alınması Yargı açısından dahi faydalı olacaktır. Aramızda Yargıtay üyeleri ve Daire Başkanları da bulunmaktadır. Kendilerinin de bildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile Sosyal Sigortalar Kurumunun daha fazla Sosyal Sigorta Yardımı sağlamaları nedeniyle Bağ-Kur Sigortalılığından Sosyal Sigortalar Kurumuna ve az da olsa Emekli Sandığına hızlı ve çok büyük oranda kaçış yaşanmaktadır. Zira Bağ-Kur Sigortalıları yerine göre gerçekten Bağ-Kur Sigortalısı olmalarına karşın SSK sigortalısı sayılmaları için tespit davası açmaktadırlar. Öyle ki bu tür davaların sayısı yılda çok büyük yekün tutmaktadır. Sosyal güvenlik kurumları ve kanunları aynı çatı altında toplanacağına göre bu tür davaların kaynağı kesilecek ve mahkemelerle Yargıtayın iş yükü kısmen de olsa azalacaktır.

Ne ki burada bir kuşkumu dile getirmek istiyorum. 5510 sayılı

Kanuna göre yaşlılık aylıkları, ödenmiş olan tüm primlerin ortalaması

Page 263: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

alınarak hesaplanmaktadır. Genel nitelikteki bu aylık hesaplama yönteminden sadece Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet başkanı ve Başbakana istisna getirilmiştir. Bunlara, Cumhurbaşkanının en son almakta olduğu maaşının yasada belirtilen oran dahilinde yaşlılık aylığı bağlanacaktır. Yaşlılık aylığının en son maaş üzerinden hesaplanması, primlerin ortalamasına bakılmak suretiyle hesaplanacak yaşlılık aylığı miktarından daha fazla avantajlıdır. Bu konudaki asıl kuşkum şudur; elbette tüm çalışanların gördükleri işler kutsaldır ve bunların yaptıkları işler küçümsenemez. Diyelim ki Genel Kurmay Başkanı, Yüksek Mahkemelerin Başkanları, Profesörler, hakimler ve generaller gibi kamu kesimindeki üst düzey yöneticilerinin tümünün yaşlılık aylıklarının aynı yöntemle hesaplanacaktır. Đşçilerle bağımsız çalışanların yaşlılık aylıkları da aynı yöntemle hesap edilecektir. Đşçi kesimi, gördüğüm kadarıyla eşitlik ilkesinin uygulanmasından dolayı memnun gözükmektedirler. Ancak işçiler ve işçi sendikaları da 5510 sayılı Kanunu eleştirmektedirler.

Diğer kesim için yaşlılık aylığının hesaplanmasında eşitlik

ilkesinin uygulanmasında şu sakıncaların ortaya çıkabileceği endişesindeyim: Örneğin ödemiş bulundukları prim miktarları itibariyle işçiye bağlanan yaşlılık aylığı, Genel Kurmay başkanına bağlanan aylıktan fazla ve Başkan, almış olduğu aylıkla geçinemiyorsa bu durum Devletin onurunu zedelenemez mi? Diğer taraftan Devletin tepesinde bulunan kamu görevlileri, emekliye ayrılmadan önce alışmış oldukları yaşam standardına, emekliye ayrıldıktan sonra ulaşamamışlarsa ruhsal çöküntüye düşmüş olmazlar mı? Hazırlanmış bulunan 5510 sayılı Kanunda az önce değinilen faktörlerin dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.

Bu Kanun Meclis Genel Kurulunda görüşülmekte iken bazı

Milletvekillerinin söz alıp, kendilerinin de Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Başbakan gibi istisna kapsamına alınmalarını istedikleri, Sayın Bakan ve ilgililerin, Milletvekillerine sizin durumunuzu ileride düşüneceğiz diye cevap verdiklerini televizyondan duymuş bulunuyorum.

Öyle zannediyorum ki Emekli Sandığına tabi olan kamu görevlileri hakkında ileride ayrı ve yasal değişiklikler yapılacaktır. Örneğin 01.01.2007 tarihinden sonra emekliye ayrılacak olan hakimlerin aylıkları kademeli olarak gittikçe düşecektir. O nedenle Yargıtayın emekli aylıklarının düşürülmemesi için şimdiden kanun taslağı hazırladığı bilinmektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumu temsilcisinin aramızda bulunmasına sevindim. 5510 sayılı Kanunla Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu arasında şöyle bir çelişki mevcuttur: 5510 sayılı Kanunun 106.

Page 264: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

maddesinin birinci fıkrasına göre T.C. Emekli Sandığı ile Bağ-Kur’un tüzel kişilikleri halen devam etmektedir. Oysa 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununa göre hem Sosyal Sigortalar Kurumu, hem Bağ-Kur hem de T.C. Emekli sandığı Sosyal Güvenlik Kurumuna devredilmiştir. 5510 sayılı Kanun 5502 sayılı Kanundan sonra yürürlüğe girdiğine göre, her iki kanun hükmü birbiriyle çeliştiği için en son kanun hükmüne itibar edilmesi hukuksal zorunluluktur. Bu durumda az önce değinildiği gibi T.C. Emekli sandığı ile Bağ-Kur tüzel kişilikleri ayaktadır. Ayrıca hukuken Sosyal Güvenlik Kurumu da kurulmuş bulunmaktadır. Böyle bir çelişki Yargıyı da güç durumda bırakacaktır.

Örneğin, 5510 sayılı Kanun 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe

gireceğine göre açılacak davalarda husumet Sosyal Güvenlik Kurumuna mı, Bağ-Kur’a mı yoksa ilgisi yönünden T.C. Emekli Sandığı Başkanlığına mı yöneltilecektir? Bu nedenlerle kurum temsilcisinin gereken cevapları vermesini temenni ediyoruz.

5502 sayılı Kanunun Geçici 2. maddesinde, Sosyal Güvenlik

Kurumu Yönetim Kurulu toplanma nisabına erişince eski Sosyal Güvenlik kurumlarının tüzel kişiliklerinin sona ereceği hükmü yer almaktadır. Oysa anılan yönetim kurulları tüzel kişiliğe sahip değildirler. Tüzel kişilik, yönetim kurullarının bağlı oldukları Sosyal Güvenlik Kurumlarına aittir. Böyle bir yasal düzenlemeye göre de önceki kurumların tüzel kişilikleri açıkça sona erdirilmemiştir. Önceki Sosyal Güvenlik kurumlarının tüzel kişiliklerinin sona ereceği belirtilmiş olsaydı böyle bir belirsizlik yaşanmamış olurdu.

Son olarak ifade etmek gerekirse, 5502 sayılı Kanunun Geçici

ikinci maddesine göre, yeni kurumların yönetim kurulu, yetkisini, mülga kanun hükümleri uyarınca kullanabilecektir. Hal böyle olunca kurum yönetim kurulu, yetkisini kendisine vücut veren 5502 sayılı kanundan değil mülga kanunlardan almış olacaktır ki böyle bir düzenleme biçimi de hatalı olup belirsizliğe ve kavram kargaşasına neden olacaktır.

Saygılar sunuyorum. Sayın Başterzi, buyurun. Dr. Fatma BAŞTERZĐ (TĐSK Müşavir Avukatı) : Teşekkür

ediyorum Hocam. Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu adına hepinizi

selamlıyorum.

Page 265: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Dünyada sosyal güvenlik sistemlerinin reformu konusunda çalışmalar devam ediyor. Son olarak, Đngiltere’de, emeklilik yaşanın yükseltilmesine ilişkin bir çalışma yapıldı. Reform bir süreç ve ülkemizde de bu süreç 2003 yılında başladı ve sonunda “reform yasası” olarak adlandırılan yasalardan birisi Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu yürürlüğe girdi. 24 Kasım’da olağanüstü Genel Kurulu yapıldı. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası 1.1.2007’de yürürlüğe girecek.

Biz, Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu olarak, reform çalışmalarını başından bu yana desteklemiş “sosyal güvenlik reformu”nun zorunlu olduğunu ifade etmiştik. Ancak mevcut yasa halen işveren kesimi bakımından birçok sorunlu maddeyi barındırmaktadır. Bu nedenle de, Konfederasyonun çeşitli kurullarında oluşan kararlar doğrultusunda, bu yasanın değiştirilmesini düşündüğümüz maddelerine ilişkin görüşleri, Sosyal Güvenlik Kurumu ile paylaştık. Öncelikle bunu ifade etmek istiyorum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız çeşitli toplantılarda yasanın sorunlu maddelerinin tartışmaya açık olduğunu belirterek, sunulacak önerilerin değerlendirileceğini belirtmişlerdir. Biz de Konfederasyon olarak Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve Sayın Bakanımızla görüşlerimizi paylaştık.

Bu bağlamda ikinci olarak söylemek istediğim şudur: Anayasa Mahkemesinin, 5510 sayılı yasanın iptali istenen maddelerini görüştüğünü biliyoruz. Yasanın iptali durumunda, 4447 sayılı Yasanın ilgili maddelerinin iptalinde olduğu gibi, yasal boşluk doğacaktır. Bunu da, Bakanlığımızın ve Kurumun görmesi gerekmektedir. Bu nedenle, yasanın yürürlüğünün ileri bir tarihe ertelenmesi bu açıdan önem kazanmaktadır.

5510 sayılı Yasa’nın uygulama esaslarının belirleneceği ikincil mevzuat çalışmaları da devam etmektedir. Sosyal Sigorta Đşlemleri Yönetmeliği Taslağı sosyal tarafların görüşlerine sunulmuştur. Bu yönetmelik taslağı geçici maddeleri ile birlikte 187 maddeden oluşmaktadır. Yönetmeliği anlayabilmek için kanunu tekrar okumaya gerek duyduk. Đşverenlere yasal dayanağı olmayan bazı yükümlülükler getirildiğini gördük. Zamanım olsaydı onları size aktarmak isterdim; fakat, bunlar Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na iletilmiştir. Onu da bir not olarak belirtmek istiyorum.

Konfederasyonumuz 9 ana başlık altında değişiklik yapılmasını istemektedir.

Bu arada hemen bu başlıkların bazılarına değinmek istiyorum: Bu kanun, işverenlere yeni idari ve mali yükler getiriyor. Sayın Hocam dile

Page 266: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

getirdiler; bu yasanın 80’inci maddesindeki düzenlemeler ile prime esas kazanç kavramı genişletiliyor. Asgari işçilik konusundaki yeni düzenleme ile inşaat sektörü bakımından uygulanan mevcut sistem tüm sektörlere yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Mevcut sistemde yaşanan sorunların yeni sisteme de aktarılmış olduğunu görüyoruz. Örneğin, hazırlanan yönet-melik taslağında sadece Komisyonun çalışma yöntemleri belirlenmiştir. Fakat, asgari işçiliğin temel esaslarının da bu yönetmelikte belirtilmesi gerekirdi.

Bir diğer önemli konu, sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmayan

ülkelere işçi gönderen işverenlerimizin karşılaştığı sorunlardır. Yurt dışında çalıştırılacak olan işçilerin geçici görevli sayılacağının belirtildiği Yasanın 10.maddesi ile işverenlerin sorumluluğu genişletilmektedir.

Burada hemen şunu dile getirmek istiyorum: “Geçici görevli”

kavramının bir tanımı var mıdır? Sosyal güvenlik antlaşması imzalama-yan herhangi bir ülkede çalışacak bir işçinin geçici görevli sayılıp sayılmayacağına Kurum nasıl karar verecektir; birinci soru budur. Diyelim ki, işçi orada 7 yıl çalışacak; ama Kurum işçiyi 5 yıl geçici görevli saydı. Bu süreden sonra bu kişi sigortalı sayılmayacak mıdır, yani bu durum, sosyal sigorta ilkesiyle bağdaşır mı sorusunu sormak istiyorum.

Yönetmelikte karşımıza çıkan bir başka konu ise, işverenlerin, iş

kazasına uğrayan bir işçi için, Kurumca olaya el konuluncaya kadar bazı yükümlülüklerini yerine getirecek olmasıdır. Kurumca Libya’daki işe nasıl el konulacak; bu sorunun da yanıtını bulabilmiş değiliz.

Yönetmelik Taslağı ile işverene, yasal dayanağı olmayan bir

yükümlülük getiriliyor; işveren esasen Kurumun ödemekle yükümlü olduğu geçici iş göremezlik ödeneğini ödemekle yükümlü kılınıyor.

Yasanın 10. maddesindeki düzenleme ile ilgili olarak

Konfederasyonumuzun bazı önerileri Kurum ile paylaşılmıştır. Onları da umuyorum dikkate alacaklardır. Bir öneri “isteğe bağlı sigortalılığın devamı” şeklinde olmuştur. Đsteğe bağlı sigortalı koşullarına baktığımızda, Türkiye’de ikamet etme koşulu aranıyor. O zaman, belki, 50’nci maddedeki “ikamet etme” koşulu kaldırılabilir ya da işverenler için 5 yıl boyunca muafiyet getirilebilir. Bu ve buna benzer fikirlerin tartışılması gerektiğini düşünüyoruz.

Yasanın 80’inci maddesinde, prime esas kazanca tâbi olacak ayni

yardımlar bakımından bir ayırım yapılmış: Kısmen tâbi olacaklar; tamamı tâbi olacak ayni yardımlar. Mesela görev nedeniyle yapılan ayni

Page 267: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

yardımların tamamı prime esas kazanca tâbi olmayacak. Bunların dışında, tutarları Bakanlıkça belirlenecek olan ve Bakanlıkça belirlenmeyen ayni yardımlar bakımından da bir ayrım söz konusu. Bu hususların yönetmelikle ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aksi halde uygulamada ortaya çıkacak sorunlar idari para cezası olarak işverene olumsuz bir biçimde yansıyacaktır.

Yine 80’inci maddede, ücret dışındaki diğer ödemelerin, üst sınırı

aşan kısmının ödemenin yapıldığı aydan başlanarak sonraki ayların prime esas kazançlarına dahil edilmesi konusunda da önemli sorunlar yaşanacağını düşünüyoruz. Bu durum aynı zamanda “üst sınırın kaldırılması” şeklinde de değerlendirilebilir. Bu konuda işverenlere getirilen yükümlülüğün de haklı bir gerekçesi olmadığı gibi, bunun ayrıca eşitlik ilkesi bağlamında da değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Son olarak ifade etmeliyim ki, iş kazası ve meslek hastalığında

işverenin sorumluluğunu düzenleyen 21’inci maddede, işverene rücu konusunda önemli bir ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Ancak, biz halen, işverenin sorumluluğunun burada “kasıt” hâliyle sınırlanması gerektiğini düşünüyoruz. Đşverenin, iş sağlığı ve güvenliği kurallarını en küçük ihmalinde dahi yine sorumlu olmasını mümkün kılan bu düzenlemenin mevcut sorunların giderilmesinde etkisinin sınırlı olacağı kanaatindeyiz. 5510 sayılı Yasada, mevcut sistemde çözümlenmeye çalışılan, fakat çözümünde zorlanılan sorunlara yeni sorunların eklenmemesi gerektiğini düşünüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

Panel Başkanı : Biz de size teşekkür ediyoruz. Son değerlendirme konuşmasını Profesör Arıcı yapacak. Kendisine

söz vermeden önce, Celal Bey hemen ayrılmak zorunda olduğu için ve onun konuşması, daha doğrusu, süresi tam istediği gibi olmadığı için, lütfen bir 3 dakika içerisinde sonuçlandırması ricasıyla ona söz veriyorum.

Celal TOZAN (Türk-Đş Temsilcisi) : Teşekkür ederim Sayın

Başkan. Değerli katılımcılar, gerçekten tüm çalışanları doğrudan

ilgilendiren bu yeni düzenlemeler konusunda tüm çalışanlar kaygılıdır ve bu kaygılarında da haklıdırlar. Kaygılarının nedenlerini biraz önce

Page 268: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

başlıklar hâlinde sizlere sunmaya çalıştım. Başlıklar hâlinde sunduğum kaygılarımızdan, düşüncelerimizden, özellikle, “hak ve yükümlülüklerde birliktelik sağlanmamıştır” konusundaki görüşümüze Kurumu temsilen aramızda bulunan Đhsan Bey verdiği yanıtında, “kamu görevlilerinin mevcut yasalarla korunan haklarını biz buraya taşıdık, çünkü bunları bize soruyorlardı.” Aynı mantıkla olaya yaklaşırsanız, Sosyal Sigortalar Yasasında işçilere ilişkin korunan hakların da aynen bu tarafa taşınması gerekmezmiydi, örneğin alt sınır gelir ve aylık uygulamasının bu tarafa taşınması gerekirdi. Yaşlılık aylığını hakketme koşullarının taşınması gerekirdi. Aylıkların hesaplama yöntemlerinin buraya taşınması gerekirdi.

Değerli katılımcılar bu kanunda, 1 milyar lira aylık alan herhangi

bir işçiyle memurun aynı kazada aynı %20 oranda sakatlanmış olduklarını varsayarsak, kaza nedeniyle iş akitlerine son verilmesi hâlinde, ikisi de malullük, yaşlılık aylığına hak kazanmıyorlarsa, aralarında, alacakları gelirde uçurum öngörmektedir. Đşçiye 140 milyon lira gelir bağlanmasını öngörürken, memurun 700 milyon lira gelir almasına imkan sağlamaktadır. Böylesine adaletsiz ve eşitliğe uygun düşmeyecek şekilde “haklarda ayrıcalık öngörecek” düzenlemeler yapıp memurun haklarını koruyarak taşımak zorunda kaldık onun için oldu diyemezsiniz. Memurun hakkını koruyacaksınız ama işçinin de, esnafında, çiftçinin de hakkını koruyacaksınız. Taşımayı bu şekilde yaparak yasayı yapacaksınız.

Değerli katılımcılar, gerçekten sorun çok büyük. Gerçekten,

ülkemizdeki çalışma hayatının koşulları bu yasada olması gerektiği kadar dikkate alınmamıştır. Çalışma Yasasına, çalışma hayatımıza ilişkin koşullar göz ardı edilmiştir. Đş Kanununda esnek çalışma usulleri hukukumuza girmiştir. Buna karşın Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile oluşturulan sosyal güvenlik sisteminde, esnek usullerle çalıştırılacak insanların emeklilik haklarını elde etmesine ilişkin gerekli düzenlemeler yapılmamıştır.

Sosyal koruma programlarına ilişkin yasal düzenlemeler yapıl-

madığına göre, bu sistemin dışında kalacak, çalışarak 9000 gün prim ödediği halde yaşını tamamlamadığı yada “kısmi aylık” diye tanımladıkları emekli aylığını dahi hakketmek için 5400 gün primi ödeyemediği için yaşlılık aylığından yararlanamayacak insanlar nasıl korunacak? 65/68 yaşlarına kadar çalışmaları mümkün olmayan bu insanlar nasıl geçinecekler? kim tarafından korunacaklar? Bunları oluşturacak sosyal yardım ve ödemeler sistemi henüz ortada yok. Oysaki öncelikle yoksullara sosyal koruma sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmış olsaydı uzlaşmamız daha kolaylaşacaktı.

Page 269: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Genel sağlık sigortası son derece tehlikeli düzenlemeleri içermektedir. Genel sağlık sigortası, az önce de belirttik, tamamen satın alma esasları üzerine kurulmuştur. Satın alma esaslarına göre oluşturulan bu sistemin bizim çalışanlar açısından bir başka önemli tarafı, satın alınacak sağlık hizmetlerinin maliyetleri arttıkça, bu yasayla getirilen komisyonlar tarafından verilen sağlık hizmetlerinin miktar ve sürelerinin kısılabilecek olmasıdır. Kanunda, Komisyon aracılığı ile kuruma, verilecek sağlık hizmetinin yöntemini, kan ve kan ürünlerinin, ilaçların, protez, ortez, tıbbi araç ve gereçlerin miktar ve sürelerini belirleme yetkisi verilmiştir. Bu düzenleme gelecekte sağlık hakkımızı ne ölçüde kullanacağımız konusunda kuşku yaratmaktadır.

Kanunda teknik hatalar olduğu gibi uygulamaya yönelik

eksiklilerde bulunmaktadır. Yasal düzenlemelerdeki teknik hatalar ve eksiklerin yönetmeliklerle giderilmeye çalışılması önemli sorunlar yaratacaktır. Belirtilen teknik eksiklik ve hatalar hem işçiler bakımından hem de Fatma hanımında ifade ettiği gibi işverenler açısından da büyük önem arz etmektedir. Örneğin topluluk sigortasının kaldırılmasına karşın avukatlarla ilgili olarak geçiş düzenlemesi yapılmadığından kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, topluluk sigortasına tabi avukatlar, 25 fiili hizmet yıllarını doldurmadıkça emekli olamayabileceklerdir. Çünkü topluluk sigortası kaldırıldığı için avukatlar BAĞKUR sigortalısı oldular. BAĞKUR lu sigortalıların tabi olduğu hükümlere tabi olacaklardır. Tabii, kanunda bu amaç yok; fakat, ortaya böyle bir sonuç da çıkabilecek.

Fiili hizmet süresinden yararlanacak sigortalılar arasında çok

ayrımlı, eşit olmayan uygulamalar öngörmektedir. Sigortalılık süresine ilişkin yaşın düzenlenmesi, yaşı düşürecek düzenlemeler ortadan kaldırılmıştır.Bu hususta teknik hatalardan biridir.

Teşekkür ediyorum. Bu çalışmaları düzenleyen KAMU-ĐŞ’e, TÜRK-ĐŞ Genel Başkanı

Salih Kılıç ve yönetim kurulu üyeleri ile şahsım adına tekrar teşekkürlerimi bildiriyor, Sizleri TÜRK-ĐŞ adına saygılarla selamlıyorum.

Uçağa yetişmek üzere müsaadelerinizi istiyorum. Panel Başkanı : Biz de size teşekkür ediyoruz. Đyi yolculuklar

diliyoruz.

Sayın Arıcı, son değerlendirme konuşması için söz sizin.

Buyurun efendim.

Page 270: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Prof.Dr.Kadir ARICI (Gazi Üniversitesi Đ.Đ.B.F. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri Đlişkileri Bölüm Başkanı) : Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bütün bu konuşmaları dinledikten sonra bir-iki tespiti çok hızlı

bir şekilde yapmak istiyorum. Öncelikle ifade etmeliyim ki sosyal güvenlik reformu şu hâliyle

sosyal sigorta reformu olarak doğmuştur.Reformun tamamlanması ve sosyal güvenlik reformu karakterinin kazandırılması gerekir. Reformda eksik bırakılan sosyal yardım ve sosyal hizmetlerle ilgili bütün kamu idarelerinin kurulan tek çatı altında toplanması bir an önce gerçekleştirilmelidir. Sosyal güvenlik sistemi bir bütün halinde tek çatıya yahut ta sosyal sigorta ,genel sağlık sigortası ve sosyal yardım ve sosyal hizmetler üç ayrı kurum halinde tek bir bakanlığa bağlı bir şekilde örgütlendirilmediği sürece bizim bu reforma yönelik tenkitlerimiz sürecektir .

Sosyal yardım ve sosyal hizmetler mutlaka bir hak olacak şekilde

düzenlenmeli ve örgütlendirilmesi de bu çerçevede gerçekleştirilmelidir. Şu anda sağlanan sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler bir hak olmaktan ziyade bir lütuf niteliğindedir.Hizmetlerde keyfiliğe imkan sağlayan bir yapı hakimdir.

Sosyal yardım sistemi kurgulanırken “işsizlik yardımı sistemi”ne

süratle geçilmeli. Şu anda bir eve üç-beş aylık giriyor; ama diğerinde, üç tane çocuğu işsiz, baba işsiz, ana işsiz. “Neyle geçiniyorsun” sorusuna sosyal devlet cevap vermek zorunda. Aile yardımlarına geçilmeli. Aile yardımlarına geçilmezse, buraya harcamadığımız parayı güvenlik sektörüne, güvenlik şirketlerine, kilit sektörüne daha da fazlasıyla vermek zorunda kalırız.

Mevcut reformla ilgili tespitlerimi de kısa kısa sıralamak

istiyorum:Norm ve standart birliği asgari ölçüde sağlanmıştır. Norm ve standart birliğinin yüzde yüz sağlanması mevcut şartlarda mümkün gözükmemektedir. Bu kadarı ile yetinmemek reformu çıkmaza sokar.Farkında olmadan bugünkü Emekli Sandığının yeniden “kıyak emekli kurumu” olarak devam etmesine destek olmuş oluruz. Asgari olarak ancak bu kadar sağlanırdı ve fazlası ileride sağlanabilir diye düşünüyorum .

Mevcut sistem, sosyal güvenlik tekniği temelinde yeniden

yapılandırılmıştır. Tek Bakanlık ve tek Kurum, uzun dönemde bu yapı

Page 271: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Türkiye’nin lehinedir. Şu husus bir gerçektir ki, bu reformu yapanlar da bunu çok açıkça o “Beyaz Kitap”ta açıklamışlardır, Bonkör olmayan, daha fazla fedakârlık gerektiren , daha az aylık ödenmesini öngören yeni bir sistem devreye girmektedir .

Bu reformla ilgili benim birtakım endişelerim var. Bu endişelerimi

de belirtmeden geçmek istemiyorum: Dev bir sosyal güvenlik teşkilatı kuruldu. Bu teşkilatın çok büyük

yatırım isteyen bir teknoloji altyapısına ihtiyacı olacaktır .Öte yandan bu teknolojik altyapının gereği olarak, çok iyi eğitilmiş, hem sosyal güvenlik sistemi bilgisine sahip hem de iyi bilgisayar kullanma bilgisine sahip bir personel kadrosuna ihtiyaç vardır.

Buradaki konuşmalardan anladığım bir hususa da işaret etmek

isterim. Bu reformla ilgili toplumun farkındalılığı sağlanmış değildir. Toplum reformla ilgili olarak ne gibi değişikliklerin olduğunu anlamak yerine “Cumhurbaşkanı iptal eder, bu gerçekleşmez “ şeklinde bir duygu içerisinde meseleye yaklaşımını sürdürmektedir. Biz, bir şeylerin farkında değiliz. Sistem çöktü. Bugünkü ekonomiyle siz, eğer tedbir almazsanız, yarın bunu da ararsınız.

Size şunu söyleyeyim: Gerçekten, şu anda dünyadaki bütün

büyük şirketler Türkiye’ye pazarlamacı olarak geliyor. Zengin bir milletiz ancak fukara bir devletimiz var. Devlet bütçesi mali bakımdan dibe vurmuş; ama vatandaş zengin. Büyüyen pazar, büyüyen Türkiye, dünyanın en büyük 16 ekonomisinden bir tanesi. Millet bu kadar zengin olmasına rağmen herkes her şeyi fukara devletten bekliyor. Bütçesinin 3’te 1 açık veren bir devlet. Biz, bu farkındalığın farkına varmak zorundayız diye düşünüyorum. Farkında olmaz isek yarınlarda bugünleri çok ararız.

Şimdi, genel sağlık sigortasıyla ilgili bir şey söyleyeceğim. Genel

sağlık sigortasında hizmet alımında, ilaçta kontrol sistemleri çok iyi kurulmalı. Kontrol sistemi iyi kurulmazsa, çok büyük bir kaynak, Hazine kaynağı, özel sektöre haksızca transfer edilmiş olur. Zaman olmadığı için bu kadarını söyleyeyim.

Bir başka endişem daha var. Burada yeterli dile getirilmedi. Prime

esas asgari kazancın altında geliri olanlar için isteğe bağlı sigortalılık getiriliyor ;yani zorunlu sigortalılıktan bu kesim çıkarılıyor. Bu uygulama o kadar tehlikeli bir düzenleme ki, bunları şu anda zorunlu sigortalılığın kapsamından dışarı çıkarırsak ve keyfine bırakırsak,yarın bunların hepsi,

Page 272: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

“muhtacız” diye ya kanunları değiştireceklerdir, ya sosyal yardım sistemi yolu ile yine faturayı bu topluma ödettireceklerdir. Dolayısı ile bu açık kapının kapatılması için konunun mutlaka yeniden değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Bir başka husus ise aylıklarda asgari bir aylık tabanın

uygulanmasından vazgeçilmesi hususudur .Eğer prime esas asgari bir gelir/ kazanç varsa, ödenecek aylıklarda da asgari bir miktar mutlaka olmalıdır.Aksi takdirde emekli aylıkları, fukaralık aylığının, yani yoksulluk aylığının çok çok altına düşer; bunu da engelleyemeyiz. Eğer prime esas kazançta asgari bir çizgi çekiyorsak, aylıkların da mutlaka asgari bir miktarı konulmalıdır diye düşünüyorum. Bu sosyal sigorta tekniğinin de bir gereğidir.

Üzerinde durulmayan bir başka husus daha var. Yeni sistemde

Devlet yüzde 8’e yakın bir katkıda bulunuyor; yüzde 1 de işsizlik sigortası var. Yüzde 9’a yakın (finansman açısından.) Devlet bu kadar katkıda bulunacak, ne işçinin, ne işverenin prim yükü azalmayacak. Ondan sonra da diyeceğiz ki, “biz kayıt dışılıkla mücadele edeceğiz.” Burada bir çelişki var. Devlet bu kadar katkıda bulunuyorsa, işverenin ve işçinin prim yükü de azaltılmalı ki böyle bir düzenleme ücretler üzerindeki yüklerin azaltılması ,sonuçta da kayıt dışılığın önlenmesi bakımından da önemlidir diye düşünüyorum.

Bu reform yapılırken üzerinde yeterince durulmayan bir husus

bulunmaktadır. Mevcut sistemde emekliler arasında korkunç adaletsizlikler var. Geçmişteki üç farklı kurum olarak örgütlenmeden kaynaklanan bir sonuç . Ancak mevcut emekliler arasındaki farklılıkların giderilmesi de bu reformun bir parçası olmaydı. Emekliler arasındaki korkunç farklılıkları azaltıp ve o farklılıkları hiç olmazsa yeni bir sistemle gidermek için bir çare bulmamız lazımdı. Mesela prime esas kazançların asgari ve azami sınırları varsa, hiç olmazsa, geçmişte emekli olmuş insanların asgari emeklilik geliriyle azami emeklilik geliri arasında da ancak o kadar bir fark olmalı değil midir. Adaletsizlikleri giderecek ve standart sağlayacak bir düzenleme mevcut emekliler için de düşünülmelidir.

Sosyal güvenlik destek primiyle çalışmak kaldırılmalıdır. Öyle,

yüzde 10’a indir, yüzde 5’e indir, yüzde 33’e çık; bunların hiç birinin mantığı yok. Bunun için de “60” yaş kriter alınmalı. 60 yaşından sonrakiler çalışıyorsa, sosyal güvenlik destek primi vesaire ödemeden, aylıklarını alarak sistem içinde çalışabilmeli. 60 yaşının öncesindekiler çalışıyorsa, emekli aylığı kesilmeli, çalıştığı süre hesaba dahil edilmelidir.

Page 273: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

Altmış yaş öncesindekiler bakımından kademeli bir sistem yaşlı işçileri koruyacak şekilde düşünülebilir .

Đşçi için prim günü gerçekten hiç olmazsa 7000’de bırakılmalıydı .

9000 güne çıkarılması gerçekten çok büyük bir sıkıntı. Özellikle kısmi statüde çalışanlar bakımından .Buna paralel olarak ben, “Yaşlı Đşçilerin Korunması” diye bir makale yazmıştım. Gelecekte böyle bir ihtiyaç ortaya çıkıyor. Adam 45 yaşında emekliliğe hak kazanıyor; ama aylık almak için 58/60 yaşı beklemek zorunda. Bundan sonra böyle problemlerle karşılaşacağız. Onun için, diyorum ki, eğer imkân varsa, hiç olmazsa, emeklilik hakkını kazanmış olup da, işsiz durumda olanlar isterlerse kısmi emekli aylığı ödemesi sistemine geçebilmeli. 58/60 yaşa varıncaya kadar aylığı tam almamalı, kesinlikle almamalı; ama bir ara çözüm olarak bu yapılmalı. Şu anda sosyal yardım sistemini kurmadınız. Bu adam işsiz; yaşlı işçi diye iş de bulamıyor. 50 yaşında adam. 58 yaşına kadar bu insan ne yapacak? Đş Kanunumuz da ilk defa, “yaşlı işçi” kavramını kabul etti. 50 yaşını geçmiş olanlara yıllık izin hakkı için asgari miktar getirildi. Demek ki, Đş Kanunumuza “yaşlı işçi” kavramı bir şekilde girdi. Bu da mutlaka düşünülmelidir diyorum.

Sonuç olarak, vatandaş, sosyal güvenlik sisteminin iflas etmiş

olduğunun idraki içerisinde olmak zorundadır ; özellikle de bu farkındalık sosyal taraflar da olmalıdır. Ancak, sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemini biz bundan sonra kurabiliriz. Yoksa, eski o güzel günleri hovardaca harcadık . Bugün, o günlerin faturasını ödüyoruz. Dolayısıyla, o günleri ancak hayal edebiliriz. O günlerin, bizim hatalarımızın bir faturasıdır. Ben bunu uzun uzun saatlerce anlatırım; ama özü budur.

Başkanım, son olarak bir şey söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti

Devleti sosyal bir devlettir. Son 20 yılda bütün dünyada bu neo- liberal politikalar bütün dünyayı “globalleşme” adı altında ve ciddi bir şekilde hükmü altına almaya gelmeye başladı. Türkiye olarak, ekonomisindeki çökme sebebiyle de bu politikaların önünde duramıyoruz. Bir şey var: Ya bu “sosyal devlet” lafını Anayasadan çıkaracağız ya da eğer neo- liberal politikaları uygulamak zorundaysak , Türkiye’nin sosyal devlet olma yükümlülüğünü kulağımızın bir tarafında küpe olarak tutacağız. Bunun başka yolu yok. Onun için de, ben, bütün bu reformlarda ilk önceliğin, sosyal yardım ve sosyal hizmet sisteminin kurulmasına verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Buna önem vermezsek, iyi niyetlerle kurduğumuz, kurmaya çalıştığımız bu reform temelden şu almaya başlayacak ve sistem çürüyecektir; çünkü, sosyal güvenliğin temeli, sosyal yardım ve sosyal hizmettir. Muhtacına, kimsesizine, açına, yoksuluna sahip çıkmayan bir ülkenin; emekli aylıklarının azlığını

Page 274: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

tartışması ya da daha çok emekli aylığının peşinde koşması kadar komik bir şey olamaz diye düşünüyorum.

Bu toplantı gerçekten çok iyi bir zamanlamada oldu ve bütün

arkadaşlarımız da canla başla katıldı. Katılımcıların da son dakikaya kadar bu şekilde salonda kalması da bunun göstergesidir. Başta KAMU-ĐŞ’ yöneticilerine ve bütün katılımcılara ben de teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.

Panel Başkanı : Teşekkür ederiz Sayın Arıcı. Bütün panelistlere ben de çok teşekkür ediyorum. Zamanımızı doldurduk ve sıra kapanış konuşmalarına geldi. Onun

için, kürsüyü kendilerine devrediyoruz.

KAPANI Ş KONUŞMASI Erhan POLAT (Kamu-Đş Genel Sekreteri) : Saygıdeğer hocalarım,

kıymetli katılımcılar; iki gündür burada yeni sosyal güvenlik mevzuatımızla ilgili, açabildiğimiz kadar veya değerlendirebildiğimiz kadar yeni sistemi değerlendirmeye aldık.

Đki gündür burada herkesin üzerinde mutabakata vardığı tek bir

olay var: “Bu sosyal güvenlik sistemimiz bu şekliyle devam edemez.” Sait Dilik Hocamız açıkladılar; 1963’lü yıllardan beri bu ülkede sosyal güvenlik sisteminin bu şekliyle gidemeyeceği yönünde raporlar olduğu ve çalışmalar olduğu, hatta ve hatta “tek çatı” lafının o tarihten itibaren konuşulmaya başlandığını izah ettiler. Demek ki, bu iş yılarca ertelendi, Kadir Hocamın da belirttiği gibi. Sosyal Güvenlik sistemimiz tıkanmış aktüeryal dengeleri alt üst olmuş Finansman krizine girmiştir. Hazine katkısı olmasa iştirakçilerine karşı yükümlülüklerini yerine getiremeyecek hale gelmiştir. Bunun yanında hazine katkısı ile yaşayan üç kuruluş iştirakçileri arasında insanların hak ve adalet duygularını inciten uygulamalar mevcuttur.

Üç kuruluşumuz iştirakçilerinin kendi sosyal güvenlik

kuruluşlarına yaptığı katkı ile aldıkları hizmetler karşılaştırıldığı zaman

Page 275: Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Sosyal Güvenlik Mevzuatı

en az katkıda bulunan T.C. Emekli Sandığı iştirakçilerinin katkıları ile orantısız en fazla ve ayrıcalıklı hizmeti aldıkları görülmektedir.

Bu kanun ile tüm emeklilerin ödedikleri prim ve katkıları ile

orantılı hizmet almalarının yolu açılmaktadır.

Đşin bir diğer tarafı ise, bugüne kadar tüm siyasi partiler, tüm hükümetler, programlarına sosyal güvenlik sisteminde değişiklik yapılması gerektiğini alıyorlar, ifade ediyorlar, “tek çatı”yı ifade ediyorlardı; fakat bugüne kadar maalesef hiçbirisi bu işi gerçekleştirme şansına sahip olmadı.

Bugün konu gündeme gelmiş, bir kanun değişikliği yapılmıştır. Muhakkak ki, aksayacak tarafları olacaktır. Dün, açılışımıza katılan iki sayın bakanımız, bu konuda ne kadar samimi ve ne kadar açık yürekli olduklarını ortaya koydular. Açık açık, “evet, bu sistem değişti, ama ‘bu mükemmeldir’ demiyoruz, aksayan yönleri var ise, bu platformlarda veya başka platformlarda dile getirilsin, memnuniyetle aksayan yönlerini değiştirelim” dediler. Ben, Hükümet yetkililerimizin bu taahhüdünü de göz önüne alarak, tüm kamuoyundan ve bu konuda söyleyecek sözü olan herkesten şunu istirham ediyorum: Biz, hep beraber, el birliğiyle bu kanuna sahip çıkalım; bu kanunun yürüyebilmesi için destek olalım; aksayan yönlerini yetkililere, ilgililere iletelim ve düzeltilmesi yönünde çaba sarf edelim.

Ben, iki gündür burada hocalarımızı ve bizleri dinlediğiniz için hepinize tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Sizlerin konuya göstermiş olduğunuz ilgi ve yakınlık, Kamu Đşletmeleri Đşverenleri Sendikasını, bu veya başka konularda gene böyle seminerler ve paneller düzenlemeye mecbur etmiştir. Bu şekliyle hizmetinizde olmaya devam edeceğiz. Ayrıca, hocalarıma, bu kadar yoğun işleri arasında, bu kadar işlerini bırakıp bizimle oldukları için, bu bilgilerini, engin bilgilerini; bizimle paylaştıkları için şükranlarımı arz ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.