uç nokta fanzin ekim 2013 sayısı

24

Upload: uc-nokta-fanzin

Post on 10-Mar-2016

243 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı
Page 2: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

1 |U ç N . k t a

İÇİNDEKİLER

BİZ, KISACA

BENİM GURURUM UTANCIMIN KIPKIRMIZI RENGİNE

BOYANDI.

GENET

Page 3: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

2 |U ç N . k t a

İletişim

[email protected]

Blogger

ucnoktafanzin.blogspot.com

Page 4: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

3 |U ç N . k t a

Seyirci

Yürürken, evleri izlerim bir yandan. Ne var ne yok, hangi kadın ne giymiş,

neresi açılmış… Adam çocuğuyla ilgileniyor mu ya da, ne bileyim, o evde

yemek pişiyor mu bilmek isterim sanki. Otomobillerin içini, bir dükkânın

çalışanlarını, masalardaki çatal-bıçak takımlarını, yemek yiyen aileleri,

sahilde bir kayalığa kucak kucağa oturup öpüşen çiftleri izlerim ben.

Onları, oraları, olan o şeylerin her birini izlerken hiç badire atlatmadım mı,

neler geçti başımdan neler! Seviyorum o hayatları izlemeyi. O kadının

kıvrımlarını seyretmeyi seviyorum; adamın kol kaslarını, çocuğun

saçlarını ya da seke seke yürümesini, öpüşmesini çiftlerin, seviyorum.

Sokağın lâmbasını seviyorum. Islanan bir ışık huzmesini seyre-

diyorum. Ellerimi cebime sokup yürüyemem, dengem bozulur. Elimi

kolumu sallaya sallaya dolaşıyorum. Peşimden gelen bir köpek irkilmeme

neden oluyor o an, dengem bozuluyor. Kapaklandığım yerden kalkı-

yorum. Toza bulanmış gömleğimi temizlemiyorum. Defterime bir şey

olmasın yeter. Bir de çantamla geziyorum. Sağa sola, ne varsa, yazıyorum.

Arkamdan iki adamın ayak sesleri takip ediyor beni. O ayaklara sahip

adamlar takip ediyor beni. O adamlara sahip hırs, aç gözlülük takip

ediyor. Ben de diğer tüm insanlar gibi aç gözlülüğün takibindeyim,

hissediyorum. Hissediyorum, çünkü şu dünyada bana bir tek hissetmek

kalıyor.

Adımlar yaklaşıyor bana, sesler yaklaşıyor. O adamların içini izlemek

istiyorum ama arkamdalar. İnsan arkasını izleyebilir mi, hızlanıyorum.

Korkudan değil –neyim var kaybedecek, çaldıracak- refleks gibi,

uzaklaşmak istiyorum. Evin içi değilim ki, güzel bir kadın değilim, kaslı

bir vücut, seke seke yürüyen çocuk değilim ki. Hayatım roman değil, öyle

olsa yazar mıyım, düşünür müyüm, kıskanır mıyım onları hiç.

Adamlardan iyice sokuluyor yanıma. Ekşi ekşi kokuyor, şişmanca.

“Terletmişim adamı,” diye düşünüyorum; hüzün çöküyor, anlık bir

hüzün. Yerini tedirginlik alıyor. Oduncu gömleğinin etekleri, doğru

düzgün sıkıştıramadığı pantolonuna diretmiş de fırlamış dışarı; belli ki

yürümek ona göre değil, takip onun işi değil. Tüm hayatı boyunca, belki

Page 5: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

4 |U ç N . k t a

de ilk kez birini takip ediyor. Yüzünden izlediğim umarsızlığı daha önce,

bir yerlerden öyle iyi hatırlıyorum ki, babam geliyor aklıma. Öldürdüğüm

adam geliyor. Ben babamı, her gün öldürüyorum. Öldüğü günden bu

yana, belki her rüyam onu öldürerek sonlanıyor. Tam anlamıyla ölmemiş

babam, bu beni bir üzüyor, bir üzüyor ki şiir yazamıyorum.

Adam yol kenarına doğru itiveriyor beni, beklemediğim bir anda

olduğundan gene tökezliyorum. Sokağın lâmbasına tutunarak ayakta

kalabiliyorum. Gözlerim adamın kara gözlerine dik dik bakıyor. Kara, ya

da karanlığın oynadığı bir oyun olmalı ki kapkara gözler görüyorum. Öyle

ya, karanlık ne oyunlar oynuyor bize. Bakışlarının içinde, kendini salmaya

hazır, öfkeli mi sitemkâr mı belirsiz bir gözyaşı kendine yol arıyor.

İzliyorum kan çanağına dönmüş; yalnızca çok acı çekmiş ve utanmış-

utandırılmış bir insanın gözlerinden fışkırabilecek o parlamayı, gözle-

rinden. Yüzüm kızarıyor çünkü ben onun mahremine sürükleniyorum.

Dudakları titreye titreye, kendine aitmiş gibi, ondan çalmışım gibi,

sanki tüm dünya ondan işte şu hak ettiği tonla parayı, maddiyatı çalmış

gibi çemkiriyor bana, “para ver” diye. Tüm o hırsızların, hortumcuların,

kaçakçıların, pezevenklerin sözcüsü değilim ki ben. “Param yok, şairim

ben,” diyorum. “Sikerim şiirini” diyor, “olsun” diyorum. Elden ne gelir.

Yakama yapışıyor, “Oğlum ver cebinde ne varsa deli etme beni!” diyor.

Elimi atıyorum cebime, içlerini gösteriyorum, cüzdanımı çıkarıp akbilimi

gösteriyorum, “dört lira var içinde karşıda oturuyorsan vereyim,” derken

tokadı yiyorum avurdumun kemiğine. Zonklarken yanağım, “dalga mı

geçiyorsun lan orospunun evladı?” diye bir ses duyuyorum arkadan. Evlat

sözcüğündeki tüm o sıcaklık, bu kadar çabuk, nasıl da uçuveriyor değil

mi? Ve böylece ikinci adam devreye sokuyor kendini. “Çıkar şu çantayı,”

diyor. Sırtımdan aşağı akışını hissediyorum çantanın, yanağımın zonk-

lamasını da hissediyorum. Şişman, bana bakmıyor ayak ucunu izliyor,

ayağının ucunda delindi-delinecek bir nokta. O ayakkabıyı ne zaman

almıştır? Hangi parayla –kimin?-. Para dediğimiz kime aittir? Şişmanın

bunları düşünmediğine eminim. Ayağının ucunda bir sokak lâmbasının

aksi, bir de gözlerinin o utandırılmışlık parıltısı dikkatimi çekiyor.

Dikkatle izliyorum hareketlerini. “Küfür mü ettin içinden,” diyor

Page 6: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

5 |U ç N . k t a

arkadaki. “Nerden bildin,” diye soruyorum. “Anasını siktiğimin” diye

başladığı cümleyi sırtıma indirdiği yumrukla tamamlıyor. Böyle ağrı

olamaz. Karıncalanıyor belime kadar tüm gövdem. Eli çok ağır adamın,

ağır işlerde çalışmış belli.

Şişman hiç bakmıyor yüzüme. Gocunuyorum. Çakmak ister gibi para

istedi benden, tecrübesizliğinden utanmış da olabilir, diye düşünüyorum.

Çantamı allak bullak edip hiçbir şey elde edemeyince, telefon, saat falan

arıyor üzerimde. Bulamıyor. “Biz bu orospu çocuğunu buraya kadar ne

sikime takip ettik ulan!” diye çıkışıyor şişmana. Evlat demiyor bu defa,

çocuk oluveriyorum birden. Suçlu ise şişman oluyor ve artık ben aradan

çekiliyorum. Şişman arkasını dönüp bir cevap vermeye çabalıyor,

beceremiyor. Yere yığıldığı gibi ağzından köpükler, gözyaşlarına karışıp

asfaltı ıslatıyor. Dilini yuttu-yutacak. “Sikerim böyle işi,” deyip

uzaklaşıyor diğeri. Ben şişmana yöneliyorum. Eylemden gelmişim,

çantamdan çıkardığım eldiveni takıverip, adamın ağzına soktuğum işaret

parmağımda dilini eski haline getiriyorum. Başını hafifçe kaldırıp

gözyaşlarını siliyorum. Konuşabilse o an, özür diler miydi bilmiyorum

açıkçası. Ben olsam dilemezdim, biliyorum.

Adamı orada bırakıyorum. Talan olmuş çantamı toparlayıp yürümeye devam ediyorum. Hıçkırık sesleri beni takip ediyor. Adam ağlıyorsa da görmemiş gibi duymamış gibi yapıyorum. Ne çok isterdim uzaktan uzağa izlemeyi. Yolun sonundan bir başka sokağa sapıyorum. Bir florasan ışığına doğru ilerliyorum. Karşısına dikildiğim evin içinde bir kadın yemek pişiriyor. Mutfağın kapısının dibinde bir çocuk oynuyor. Baba da evde, telefonda konuşarak mutfağın önünden geçtiğini görüyorum. Kadın güzel. Anne güzelliği var kadında. Annemin güzelliği var. Üst kattan bir adam bana bağırıyor. Sıçrıyorum, tüm sessizliği yaran adamın beni korkutmasıyla. Kadın aniden bana dönüyor. Gözleri bakışlarımda; beni izliyor. Üstünü çekiyor, memelerini benden gizliyor öncelikle. Sonra perdeyi çekiyor, saadetini de gizliyor. Ben de gizleniyorum sokaklarda. Yürümeye devam ediyorum. Eve az kaldı.

Ali C. Yoksuz

Page 7: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

6 |U ç N . k t a

Page 8: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

7 |U ç N . k t a

Hüsn-ü A.’ya Mektuplar

1

Bu mektup tarih taşımıyor, taşıyamaz da, çünkü

içeriğinin özünü bende her an var olan

bir duygunun bilinci oluşturuyor.

Kierkegaard.

Yakındaki yakınlığın yakıcılığından olsa gerek, uzaktaki yakınlıkları

yazmaya gidiyor el. Öyle bir yabancılık ki, tüm tanımlar varoluşları iti-

bariyle sarsılıp yıkılıyor ve kum taneleri olarak seriliyorlar öylece yere.

Çöl, evet.

Her an var olan bir duygunun bilinci, tarihlendirilemez. Bu noktada

‘çöl’ bir duygu mu, bir bilinç mi yoksa bir tanım mı? Çölü tarihlen-

direbilir miyiz? Sorma hali tanım arama halidir ve bir şeyin tanım olup

olmadığına karar vermek için onu önce (yine) tanımlamak gerekir. Sizin

de gözünüzün önüne matruşkalar geldi değil mi sayın Hüsn-ü A.?

Ne çok tanım tutkumuz var. Ne çok isim koyma, bilinmezliğin ürkü-

tücülüğünden kurtarıp, varlıkları tehlikesiz hale getirmek maksatlı

adlandırma merakımız var. Ne çok “çöl”.

Doğada serbestçe gezinen herhangi bir şeye tahammülümüz yok. Ve

bana kalırsa bunun sebebi yenilme korkusu. Yenilmeden kastım mağlup

olma değil, bilmediğimiz bir şeylerin bizi yemek yer gibi yemesi. Burada

Page 9: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

8 |U ç N . k t a

olsaydınız bana birçok noktada itiraz eder ve yine haksız çıkarırdınız. Ah

Hüsn-ü A., ne güzel adınız var, keşke benim olsanız.

Bir defasında sizinle kadınların isimlerinden ve tanımlarından konuş-

muştuk. Konuşmuştuk değil mi? Doğada serbestçe dolaşan “kadın”

varlığının, tüm tehlikesinden, toplumun onu tanımlar içine hapsederek

nasıl korunduğundan. “Eş” deyip, “anne” deyip, onu dizginlemesi ve vah-

şiliğini bu güdülerle bastırmaya çalışmasından. Konuşmamış mıydık?

Keşke konuşsaymışız. Kadının doğal vahşeti, çizilmeye değer bir resimdir

ve resim sizin işinizdir.

Bu mektubu size Normandiya Kıyıları’ndan yazmıyorum.

Çocuklara neden isim koyuyoruz dersiniz sevgili Hüsn-ü A.? Onları

karıştırmayıp birbirinden ayırabilmek için mi? Sanmıyorum. Ben bunu

onları yememek için yaptığımızı düşünüyorum. Bu düşüncemin nedenini

yüzünüze bakarak anlatmak isterdim aslında. Ama yüzünüz… Yüzü-

nüzde gözleriniz var ve ben buna dayanamıyorum.

Bunca tanım varken, uydurmuşken ve hala uyduruyor ve varedi-

yorken; peki bu yabancılaşma neyin nesi sevgilim Hüsn-ü A.? Ah sanırım

size sevgilim dedim. Tam olarak da öyle demek istedim. Afedersiniz.

Page 10: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

9 |U ç N . k t a

Benim de gözümün önüne matruşkalar geliyor. Bir çöl boyu matruşka.

Kuma dair bir boğulma hali tanımlayasım var ama matruşkalardan kor-

kuyorum. Onları sayıyla ölçmek mümkün değil. Bu tanımlanamayan

boğulma ve sayılamayan ölçüsüzlük sonum olabilir. Beni yiyebilir.

Sanırım bu mektubu size Solomon Adaları’ndan da yazmıyorum.

Hüsn-ü A. Ötekileşiyorum. İçerde ve dışarıda. Anlamda ve tanımda.

İsimde ve cisimde.

An içinde fotoğraf taklidi yapmak üzerine düşündünüz mü hiç? An

tarafından ele geçirilmiş ve dondurulmuş numarası yapmak yani. Verilen

poz, insanın kendisini hatırlamak istediği hâli midir yoksa insanların onu

hatırlamasını istediği hâli mi dersiniz? İnsanlar -özellikle denize ba-

karken-, birileri tarafından fotoğrafları çekiliyormuş taklidi yaparak poz

verirler. Kime mi? Kendilerine tabii ki. Kendini hatırlamak istediği gibi

kaydederler. O an felakete uğramışçasına üzgün ve kederli olsalar da

bunu yaparlar. Çünkü öyle yabancı ki geçmiş, bunu bilmese de

Page 11: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

10 |U ç N . k t a

hissederler. Mektubumun bu kısmı başlangıçtaki arayışım olan uzaktaki

yakınlık noktasından saparak, yakındaki uzaklık noktasına meyletti. O

yüzden devam etmiyorum. Bu hususu başka bir mektupta değer-

lendirmeyi tercih ederim.

Ve bu mektubu size kesinlikle Semerkant’tan yazmıyorum.

Artık şiir yazamıyorum sayın ve sevgili Hüsn-ü A. Çünkü şiiri

tanımlandıramıyor ve tarihlendiremiyorum. Şiirin tek karşılığı çöl.

Parçalanmış ve dağılmış manalardan oluşan kum yığması. Çölden şiir

çıkar mı dersiniz? Zaman zaman o çölde arkanız dönük halde, görüş

açıma bir hayli uzak bir mesafede sizi görüyorum. Her zamanki dik

duruşunuz mesafeleri anlamsız kılıp retinamı delik deşik ediyor. O zaman

bir şiir başlıyor sanki. Sonra siluet kayboluyor ve nazım başlangıç kötü bir

nesir sona mahkûm oluyor.

Bu mektubu size, bu mektubu nereden yazdığımı bana söylemeniz için

yazıyorum.

Hüsn-ü A. Matruşkalarla dolu bir çöl geliyor aklıma. Apansız bir sıtma

gibi. Sanırım aşkınızla başa çıkmaya yetemiyorum…

Nur An

Page 12: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

11 |U ç N . k t a

Kanama

Usulca yüzüne uzandım, gözlerine.

-Alt mı üst mü? dedim.

Bekledi birkaç saniye…

-Alt. dedi.

Üstteydi, kirpik.

Öptüm, uzun uzun.

Öptü…

Burada hiçbir şey yok şimdi; içime baksan yani, girebilsen, görebilsen.

Hiçbir şey yok. Boşluk bile kendi hiçliğini terk edip gitti. Bir zamanlar sa-

rıydı her yer; bütün duvarlar gecenin karasından, hastalığın sarısına

dönmüştü. Sonra astı kendini. Tek yapabileceği şey buydu, bileklerini

kesemezdi, niye diye sormayın yapamazdı, bir kutu hap alıp intihar

etmeyi fazla naif bulurdu. Ve yüksek bir yerden aşağı da bırakamazdı

kendini. Ne mecali vardı onca yükseğe çıkmaya ne de heyecan kalmıştı

içinde. Ölmek bile heyecansız olmalıydı, bir anda değil can çekişerek. Öyle

de oldu. Sonra çok uzun bir süre, kendini astıktan sonra sallanıp durdu,

dağılıp durdu. Öldü ama gidemedi, terk edemedi. Parçalarına ayrıldı, toz

oldu, çölün tozu oldu. Döndü durdu içimde derviş gibi. Boşa döndü

durdu. Döndü durdu boşluğa dönüşene dek. Ancak öyle olunca çekip

gidebildi içimden. Şimdi işte, böyle, karşında. Görebilsen, imkânsız ama

hissetsen. Böyleydi eskiden. O gitti benden…

Kabuktan ibaretim şimdi yalnız. Kalbimin kapakçıkları yok, kalbim

kendine küs. Kızamık olmuş çocuk gibi ateşli ve donuk. Mızıkçılık yapar

gibi kendi oyununu kendi bozuyor. Aşkı bulup kendinden saklıyor.

Benim içimde boşluk bile bargınmıyor, boşluk bile! Sen bana hâlâ hangi

acıdan bahsediyorsun? Koyu karanlıklar iniyor gözlerime bir kirpik par-

çasının peşi sıra, sen hangi unutulmuş türküyü dinliyorsun? Gidiyor

çocuklar, kendileriyle savaşarak, ağlamaya bile utanıyorlar. Sen kime

Page 13: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

12 |U ç N . k t a

masal anlatıyorsun? Bak diyorum dünya dönüyor, şuranda sol yanında bir

acı hissettiğin sürece de dönecek. Sonrasını boş ver. Sonrası kıyametten de

beter!..

Kendi yuvanda barınamıyorsun diyor kulağıma. O ses benimle hep

konuşuyor. Kediler bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyor, köpekler

dönüp duruyor, martılar yeryüzüne iniyor, su kuşları uyuyamıyor. Sal-

lanarak yürüyorum, düşer gibi ama düşmeden, sarhoşluktan belki, kim

bilir belki hüzünden.

Yeterince geç mi vakit? Yeterince vakit geçirdik mi? Sana bir şey itiraf

etmeliyim. Dilimde büyüyen bu yarayı sesimle ihya etmeliyim. Çünkü

kanıyor. Üzerini kapadıkça toprakla, altından sızıyor, yara bandı kâr

etmiyor. Bir girdap gibi dönüyor, görüyorsun, okuyorsun. Bir anafora

dönüşüyor sonra içindeki kanla. Ruhun tanık ama gözleri görmüyor, bu

haliyle nasıl tanıyor? Çok soru soruyorsun diyor bana, ben yalnızca

akıtıyorum içimdeki irini, çünkü kanıyor, bazen kendine bile kanıyor.

Çünkü kalbim kızamık, belki çocuk değil ama öyle işte. Mızıkçılık yap-

mayı çok seviyor. Çalgıları dinliyor, çünkü suskunsun. En iyi yaptığı şeyi

yapıyor, bekliyor. Bazen yazıyor, keşke yazmayı beklemekten daha iyi

yapabilseydim, keşke bu kadar beklemek zorunda kalmasaydım diyor

ama âh etmiyor. Çünkü alışkın, alışkanlığın en büyük hastalık oldu-

ğundan habersiz. Ben onun çocuğuyum, o hiçbir bok bilmiyor. Yaralarını

ben kapatıyorum, aklını ben saklıyorum. Bazen inadında çalıp kaybediyor,

bir köşede buluyorum. Çocuklar böyledir, düşünmek zorundadırlar her

şeyi, korumak zorundadırlar. Ona kalsa o anı koleksiyonculuğundan

başka bir şey bilmiyor. Ben gidiyorum, şimdi o geliyor…

Bir kirpik var yüzünde, gözünün tam altında düştü düşecek.

Uzanıyorum, yetişemiyorum.

Usulca yere düşüyor.

Dudaklarını görüyorum kenetlenmiş.

Açılmıyor…

Burak Albayrak

Page 14: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

13 |U ç N . k t a

Sızı

‘Sahip olmak’ bir fiilden çok bir sonucu, yer yerse bir zaman dilimini

temsil ediyor. Süregelim sonucu oluşan durum, sahip olduğun şeyleri

koruma içgüdüsünü ortaya çıkarıyor. Korumaya değer şeyler korunuyor

ve diğerleri tarihin içinde ‘hatıra’ olmaya terkediliyor.

Yıkanan çamaşırların kurusunlar diye iplere asıldığı sokakların

birinden geçiyordum. Böyle yerlerin hâlâ var olduğunu gördükçe, daha

bir rahatlıyordu içim; samimiyeti hâlâ yok olmamış geçmişimin. Ve aynı

‘geçmişimin’ bir yerlerde birileri tarafından sürdürüldüğünü gösteriyordu

buralar. Akşam ezanıyla eve girmenin zorunlu olduğu yıllarıma götürü-

yordu beni. Sonuçta gazozuna yaptığımız mahalle maçları da çok eskide

kalmış sayılmazdı.

Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin

Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat

Durma kendini hatırlat

Durma göğe bakalım

dizeleri hayat buluyor zihnimde şimdi. Bencildim bu konuda. Sadece

kendime ayırırdım ve sadece bana hatırlatmasını isterdim kendini.

Ama hayat bu kadar toz pembe değildi ve ben üçüncü sigaramı

yakmıştım çoktan. Geçmişe mi dönüyordum yoksa gelecekten mi kaçıyor-

dum, birhayli belirsizdi kafamda. Artık sadece kurtulmak istiyordum. Baş-

larda sorunlarımı çözmeme yardımcı olduğu için benimsemiş olsam da,

artık, bana özel bir lanetmiş gibi geliyor. Somutu soyuta indirgeyen bir

lanet gibi adeta. Kurtulmanın imkânsız olduğu, bu şekilde yaşamaya

mecbur eden bir lanet..

Mücadele etmenin anlamsızlaştığı durumlardan biriydi aslında. Ne

kadar çabalasam da sıyrılamıyordum. Göğüs kafesimde dışarıya çıkmaya

çalışan bir şey varmış hissi ölümü arzulatır seviyeye kadar çekmişti beni.

Korkusuzca yaklaştığım her şeye rağmen buna yaklaşımım hayli ürkek

Page 15: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

14 |U ç N . k t a

oluyordu. Canımın tatlı olmasından değil; daha fazla yanmasını göze

alamadığımdandı belki de.

Durumu özetleyemiyordum kendime. Uzun uzun yaşıyordum sancı-

larını. Bir çare olmalıydı. Bir hamle yapmalıydım. Çok geç değildi bir

şeyler için. Rakı sofralarında tokuşturduğum kadehten, küçükken bakması

için bırakıldığım Sevinç teyzeye kadar, yaşadığım her kare gözümün

önünden geçti bir anda. Son nefesimle son hamlemi belki kurtulurum diye

yapmış bulundum:

-Sen de hoşça kal..

Ufkum Ç.

Page 16: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

15 |U ç N . k t a

Page 17: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

16 |U ç N . k t a

Page 18: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

17 |U ç N . k t a

Yaradılış BAB 2

zamanın rahmini zehirli şiirlerimizle çürütebilseydik

bu kadar acıya mahruz kalmayacaktık hiçbirimiz

sessizlik böylesine yapışmayacaktı derimize

ölüm bu denli yakışmayacaktı bize

lanetlendik tüm kapılar kapandı üzerimize

gece uzadıkça uzadı

gözlerimiz kanla ıslandı

dokunulması yasak olana dokunduk

dokunmasaydık bilemezdik

dokunduk

bir boşluk geldi oturdu içimize nefesimize

Page 19: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

18 |U ç N . k t a

...

gözlerinde bir şey var kahve fallarındaki yollar gibi

gözlerinde bir şey var ölüm gibi yaşam gibi

gözlerinde unuttukların unutamadıkların

uykusuzluklların yorgunlukların

gözlerinde gözlerimiz var gözlerinin üzerinde kirpiklerin

kirpiklerin nöbet tutuyor gecenin içinde

yavaşça ölen bir kirpi gibi sessizce

Bay Pisuvar

Page 20: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

19 |U ç N . k t a

● çok boyutlu evrenlerin içinde, kendi halinde bir cep evren

eski zamanlara dair değil,

iyimserlik de içermez

keskin kokulu, yüksek kontrastlı hislere gebe hep

monokronik dünya

tekil şahısların diktatoryası en çok da

ben’lerin

oraya düşmek için bir tavşanı kovaladığını sanırsın

düşünce fark edersin kovaladığının kendin olduğunu

Erdem Akdoğan

Page 21: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

20 |U ç N . k t a

Page 22: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

21 |U ç N . k t a

Son Damla da Düşer

göz kapaklarından ölüm akıyor

ilmik ilmik urgana bulanıyor

kansız acı kokuyor

dilini boğazından tavana asıyor.

kör topala çelme attı

bir çınar köklerini tarıyor

İstanbul'un boğazında intihar manifestosu

Müridler kuyularını kazıyor

"HÜKÜMSÜZDÜR"

Page 23: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

22 |U ç N . k t a

diren çakıl taşı

dur yerinde

dikil çakıl taşı

letheye karşı

"SODOMUN ÇOCUKLARI"

Gabriel

Page 24: Uç nokta Fanzin Ekim 2013 sayısı

23 |U ç N . k t a