turkish studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d03262/2016_5/2016_5_kayacansg.pdf · ebu’l...

12
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016, p. 285-296 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9145 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Article Info/Makale Bilgisi Received/Geliş: 14.01.2016 Accepted/Kabul: 07.03.2016 Referees/Hakemler: Prof. Dr. Muhsine BÖREKÇİ – Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK - Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN This article was checked by iThenticate. EBU’L HASAN HARAKÂNÎ HAZRETLERİ’NDE MÜRİT, MÜRŞİT ANLAYIŞI * Sinem GÖNEN KAYACAN ** ÖZET İslamiyet’te, müritlik ve mürşitlik önemli bir yer tutmaktadır. Mürit, mürşide uyan, mürşidinin yolundan giden, ona tam bir teslimiyet gösterendir. Mürşit ise müridinin yol göstericisi, şeyhidir. Onu aydınlatır; müridin tasavvuf yolunda ilerlemesine, Allah’a kavuşma kapılarını aralamasına yardımcı olmaya çalışır. Doğum tarihi bilinmeyen, 1033 yılında vefat eden Harakânî, müritlik ve mürşitlik yapmıştır. Harakânî, kendisinin yetiştirdiği müridi Hace Abdullah-ı Ensari’nin de mürşididir. Ebû’l Abbas Kassab’la bire bir görüşerek ona mürit olup feyz almış, aynı zamanda kendisinden yaklaşık iki asır önce yaşamış olan Bâyezid-i Bistâmî’nin manevi müridi olmuştur. Harakânî ilhamını bu büyük zattan almıştır. Harakânî’nin sözlerinin yer aldığı Nûru’l- Ulûm adlı eseri ölümünden iki yüz altmış altı yıl sonra Muhammed bin Ali bin Seleme adlı biri tarafından kaleme alınmıştır. Eserde Harakânî’nin tasavvuf ve tarikat hakkındaki görüşleri yer almaktadır. Çalışmada tasavvufun en önemli ögelerinden mürit, mürşit kavramları, adı geçen eserde yer alan “Soru ve Cevap”, “Şeyh Ebü’l-Hasan-ı Harakânî Menkıbeleri” bölümlerinden yola çıkılarak ele alınmıştır. Harakânî’nin mürit, mürşit sözcüklerine yüklediği değerler, tasavvuf anlayışı, müritlik ve mürşitliğin tasavvuftaki yeri üzerinde durulmuştur. Harakânî’nin bu iki kavrama yüklediği değer içerisinde en büyük yeri tutan fikrin, “mürşit ve mürit olarak, Allah’tan başkasına ihtiyaç duymamak” olduğu görülmüştür. Hayatında hem mürit hem de mürşit safhaları olan Harakânî’nin bu iki kavramı, Allah ile arasına engel olabilir düşüncesiyle reddettiği tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Ebu’l Hasan Harakânî, mürit, mürşit, derviş, şeyh. * Bu çalışma, Ekim 2012’de 1. Uluslararası Harakânî Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur. ** Okt. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi, El -mek: [email protected]

Upload: others

Post on 05-Nov-2019

28 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Turkish Studies

International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016, p. 285-296

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9145

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

Article Info/Makale Bilgisi

Received/Geliş: 14.01.2016 Accepted/Kabul: 07.03.2016

Referees/Hakemler: Prof. Dr. Muhsine BÖREKÇİ –

Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK - Yrd. Doç. Dr. Tuğrul BALABAN

This article was checked by iThenticate.

EBU’L HASAN HARAKÂNÎ HAZRETLERİ’NDE MÜRİT, MÜRŞİT ANLAYIŞI*

Sinem GÖNEN KAYACAN**

ÖZET

İslamiyet’te, müritlik ve mürşitlik önemli bir yer tutmaktadır.

Mürit, mürşide uyan, mürşidinin yolundan giden, ona tam bir teslimiyet gösterendir. Mürşit ise müridinin yol göstericisi, şeyhidir. Onu aydınlatır;

müridin tasavvuf yolunda ilerlemesine, Allah’a kavuşma kapılarını

aralamasına yardımcı olmaya çalışır. Doğum tarihi bilinmeyen, 1033

yılında vefat eden Harakânî, müritlik ve mürşitlik yapmıştır. Harakânî,

kendisinin yetiştirdiği müridi Hace Abdullah-ı Ensari’nin de mürşididir. Ebû’l Abbas Kassab’la bire bir görüşerek ona mürit olup feyz almış, aynı

zamanda kendisinden yaklaşık iki asır önce yaşamış olan Bâyezid-i

Bistâmî’nin manevi müridi olmuştur. Harakânî ilhamını bu büyük zattan

almıştır. Harakânî’nin sözlerinin yer aldığı Nûru’l- Ulûm adlı eseri

ölümünden iki yüz altmış altı yıl sonra Muhammed bin Ali bin Seleme

adlı biri tarafından kaleme alınmıştır. Eserde Harakânî’nin tasavvuf ve tarikat hakkındaki görüşleri yer almaktadır. Çalışmada tasavvufun en

önemli ögelerinden mürit, mürşit kavramları, adı geçen eserde yer alan

“Soru ve Cevap”, “Şeyh Ebü’l-Hasan-ı Harakânî Menkıbeleri”

bölümlerinden yola çıkılarak ele alınmıştır. Harakânî’nin mürit, mürşit

sözcüklerine yüklediği değerler, tasavvuf anlayışı, müritlik ve mürşitliğin tasavvuftaki yeri üzerinde durulmuştur. Harakânî’nin bu iki kavrama

yüklediği değer içerisinde en büyük yeri tutan fikrin, “mürşit ve mürit

olarak, Allah’tan başkasına ihtiyaç duymamak” olduğu görülmüştür.

Hayatında hem mürit hem de mürşit safhaları olan Harakânî’nin bu iki

kavramı, Allah ile arasına engel olabilir düşüncesiyle reddettiği tespit

edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Ebu’l Hasan Harakânî, mürit, mürşit, derviş,

şeyh.

* Bu çalışma, Ekim 2012’de 1. Uluslararası Harakânî Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur. ** Okt. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi, El-mek: [email protected]

286 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

DISCIPLE AND MENTOR UNDERSTANDING OF EBU’L HASAN HARAKÂNI, HIS NIBS

ABSTRACT

Discipleship and mentorship both have important places in İslam.

Disciple is the one who adapts mentor, follows his way and shows a real

devotion to him. Mentor is the advisor, sheikh of disciple. He brightens

disciple; helps disciple proceed in mysticism and open out the doors to reach Allah. Harakânî, whose date of birth is unknown but died in the

year 1033, did both discipleship and mentorship. He is the disciple of

Hace Abdullah-ı Ensari. He negotiated with Ebu’l Abbas Kassab one to

one and was enlightened by him; he was the spiritual disciple of Bâyezid-

i Bistâmî, who had lived about two centuries ago. Harakânî, who got inspired from this important entity, expressed his opinions about

mysticism and religion in the work, Nûru’l- Ulûm, which was written by

Muhammed bin Ali bin Seleme about 266 years after his death. In this

paper, the concepts of disciple and mentor, which are among the most

important elements of sufism, are examined based on the questions and

answers in Nûru’l- Ulûm and the studies titled anecdotes of sheikh Ebü’l-Hasan-i Harakânî. Emphasis has been put on the values attributed by

Harakânî to the words of disciple and mentor and his understanding of

sufism and the place of disciples and mentors in sufism. It is seen that

the idea which is central to the value attributed by Harakânî to these

concepts is that neither disciple not mentor needs anyone other than God himself.

STRUCTURED ABSTRACT

Disciple is a person who decides to follow sufism or enter a religion

or who is attached to a sheik, also is a dervish (İ. A.1, 2006: c. 9: 188); as

for the mentor, it is someone who guides in the path of God and the one

who is a guardian, private, saint, pir also a sheik (İ. A., 2006: c. 32: 58).

Disciple and mentor both are the essential elements of sufism. Disciple

is the one who adopts mentor, follows his way and shows an exact devotion to him and mentor is the sheik of disciple. He enlightens him

and guides him while helping disciple proceeding the way of fanaafillah

and open out the doors to reach Allah. Before anything else, real disciple

and mentor are the ones who set their hearts on this way, the ones who

never abuse the situations they are in. Both of them seek to be a perfect human being and reach to Allah. While trying to make all these real,

disciple and mentor adapt commandments and prohibitions of Allah in

the frame of the Islamic rules. They stay connected to tradition of the

Prophet Muhammad, stay away from the situations which are doubtful

in the way of Allah and they wish to reach Allah while coping with their

desire.

The meaning that Harakâni attributed to the word dervish

(Kırkkılıç, 1996: 221), which is used in the same meaning as disciple and

1 İ. A.: Abbreviation of Islamic Encyclopedia.

Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı 287

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

mentor, is situated in the first section of the paper “Questions and Answers”. Harakâni compares being a dervish to the sea and one of the

fount the sea is fed by, is taqva, meaning to follow orders of Allah SWT

and avoid from the sins even to keep away from the matters allowed and

from the suspicious (Kırkkılıç, 2004: 246), also a dervish needs to control

his will as a pious and not even gets close to the doubtful situations, he

emphasizes.

To Harakâni, disciple is who devote himself entirely to his mentor.

He is supposed to always be thankful and not question the place that his

sheik considers appropriate for him. In this way, he would neither takes

nor wastes his sheik’s time. It is seen that Harakâni uses the word pir

the same meaning as mentor.

As a mentor Harakâni, is an uwaysi who is raised with the moral

education by Bâyezid-i Bistâmî. He is also negotiated with Abu’l Abbas

Kassab one to one and was enlightened by him. In a manner of speaking,

Harakâni became mature from watching Bâyezid.

He went from Harakan to Bestam for 12 years to visit his master’s

grave and on this way he finished a complete reading of the Quran. On his arrivals, after he was done with his missions about the visit, he always

begged “Dear God! For the sake of your greatness, may you give me from

your wisdom which you gifted Bâyezid.” and never turned his back to

Bâyezid’s shrine (Dedeoğlu, n.d., 19, 117).

It has been known that Harakâni and his friend Sheik Ebu Abdullah Dastani also consulted the sheik of that day Ebu’l Abbas

Kassab to solve the sufism problems which they had a disagreement

about. Disciple pf Harakâni Hace Abdullah-ı Ensâri says that in the

matter of progress in the sufistic phase, Harakâni goes beyond the

Kassab and “he is master and gavs2 of time.”

As a mentor, Harakâni: Abdullah el- Ensâri el Herevi(d. 481/1089) who gained reputation in sufism history telling sufistic conditions and

positions in his work Menazilü’s Sairin, is one of the disciple of Harakâni.

As a matter of fact he says “I read Hadith, fiqh and other Islamic discipline

from many masters and my master in sufism is Ebu’lHasan el-Harakâni.

If I hadn’t seen him, i wouldn’t have been dexterous.” (Çelik, 2014).

Negotiation with the Harakâni of Abdullah el-Ensari el-Herevi, left

a huge impact of his idea life. As a matter of fact sheik Abdullah el-Ensâri

says about this so “Abdullah was a desert man. While searching for water

of life, suddenly he reached Ebu’lHasan-ı Harakâni. He drank so much

water of life from him that there was neither Abdullah nor Harakâni

(Kasım-ı Ensarî, 2007: 126). Remained anymore such words was said by other disciple of Ebu Said: I was just a fired brick and when i arrived to

the Harakâni, I became ore (Attar, 2007: 597). Thanks to Harakâni,

Ensâri reached unity and also Ebu Said reached maturity, it is

2 Gavs: It means succor, help and salvation in Arabic. In sufism it is used for a great person who helps people and saint

who is in the high special position. According to statement of Molla Cami, for coming to the help of people, the great saint

person called gavs is given that with the allowance of Allah. To the Muhyddin Ibni Arabi, gavs is the kutb-i medar. (Also

called Kutb-ül aktab, Kutb-ül ebdal, it is use for the ones, who are related with the earthly affairs and material thing, among

great people who helps people to find the right way and set the things right.

288 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

understood. Consequently, it can be said that he left a lasting and important impression in both disciple’s lives.

The story that took place between Harakâni and his disciple shows

that, he was a mentor always protected his disciple, even after his death,

whenever the disciple needed him he was always be there for him.

Disciple of sheik, one day asks sheik if sheik is still alive while he is

passing away, will he be there for him? And sheik says even if it has been 30 years after his death, he will be ready for his disciple in there. And

sheik passes away and 30 years after that, the time of death comes for

his disciple, while a group of disciple crying around, suddenly a light

brightens the room; calling out the disciples, patient says “be quiet! Sheik

just came, now, it’s easier.” (Kantarcı, 2001: 84).

The anecdotes of Harakâni who adapts both Bistâmi and Kassab

as sheiks leads to think. “I defy the very idea of those disciples who

searches for a sheik to follow. Do you know that even I show respect to

all sheiks, I have never been in need of such person’s guidance. Because

my only mentor is Allah.” (Gündüz, 2007: 30). It can be thought that

Harakâni said this when reached into the position of fanaa and got everyone staying between Allah and him out of his way, even his moral

mentor Bistâmi. Situated in the answer that Harakâni gives to the

question of “What is being a dervish?” words “It is no in need of anyone

but Allah himself” (Çiftçi, 2004: 220) and “my mentor is Allah” are in the

same direction. This called “fakr”3 in sufism. Although Harakâni says these words and takes fakr as a goal but still having mentors in reality,

is considered as a contradiction but it can be thought that this

contradiction disappears when it is considered these words is said in

ecstatically and in fanaa.

“I never had a disciple, i always said just ’Allah’ and ‘Enough', that’s

it” (Attar, 2007: 629), said by Harakâni who raised so many students and these words are the expression which rejects the world, and the one

who doesn’t want anyone but Allah himself while in fanaa, mentioned

below. These kind of expression there are so many in him. While being a

mentor, it is not anymore a contradiction to say these but it could be

thought as a token of consistency.

As a result, having looked at Islamic sources generally it is seem

that the word of disciple comes the same meaning with dervish. Harakâni

draw a sharp line between these two words. To him, disciple is the one

who is new in the sufism, begin to proceed in the spiritual journey and is

a passenger who is attach to a mentor. It is essential for disciple to be

tied to his sheik’s apron strings and stay connected to him in every way. Just like Bistâmi, who was never even raise his head and become aware

of a book that stayed on the top shelf in his sheik Câfer-i Sadık’s convent

or like Harakâni who respects to his moral mentor Bistâmi for twelve

years insistently. In the same time for Harakâni, disciple is the one who

doesn't need to be worried or cared about so much by his mentor.

In Harakâni’s dervish concept, unlike the passengers who just

began to the religion, it is seen a type of saint having processed in

3 Fakr: Not be in need of anyone else but Allah himself.

Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı 289

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

spiritual journey, reached maturity, pious and in need of anyone else but Allah himself. It is emphasized that disciple needs sheik but dervish

shouldn’t be in need of anyone else but Allah himself. The word of dervish

is between mentor which has the same meanings with sheik, pir, and

disciple which means that the one just entered the way of the religion.

Although the meaning of sheik and pir includes instructiveness, contents

of the dervish which is used as greathearted is deprived of instructiveness.

In this paper, it is defined that, in the anecdotes, which are stated

in the Nuru’l- Ulum and the other different sources, of Harakâni, who is

not only a mentor but also a disciple, following his mentor and getting

on with his disciples, he accepts only Allah, rejects all the things except him and also refusing the discipleship and mentorship.

Keywords: Ebu’l Hasan Harakânî, disciple, mentor, dervish,

shiekh.

1. Giriş

Mürit, tasavvuf yolunu tutmaya veya tarikata girmeye karar veren yahut bir şeyhe bağlı

bulunan kişi, derviş (İ. A.24, 2006: c. 9: 188); mürşit ise Hak yolunda rehberlik yapan kimse, veli, er,

eren, pir, şeyhtir (İ. A., 2006: c. 32: 58). Müritlik ve mürşitlik tasavvufun temel kavramlarındandır.

Mürit, mürşide uyandır. Onun yolundan giden, ona tam bir teslimiyet gösterendir. Mürşit ise müridin

şeyhidir. Onu aydınlatır; müridin fenafillah yolunda ilerlemesine, Allah’a kavuşma kapılarını

aralamasına yardımcı olarak ona kılavuzluk eder. Gerçek mürit ve mürşit her şeyden evvel bu yolda

samimi olan, içinde bulunduğu koşulları kötüye kullanmayandır. Her ikisinin de gayesi insan-ı kâmil

olmak ve Allah’a kavuşmaktır. Mürit ve mürşit bunları gerçekleştirmeye çalışırken İslami kurallar

çerçevesinde Allah’ın emir ve yasaklarına uyar, Hz. Peygamber’in sünnetine bağlı kalır, Allah

yolunda şüpheli durumlardan uzak durur, nefsiyle mücadele ederek Allah’a kavuşmayı diler.

Mutasavvıflara göre kâinatta tek varlık Allah’tır. Diğer varlıklar onun tecellîsinden ibarettir.

Tasavvufta buna vahdet-i vücûd denir. Allah “Kenzi-i Mahfî” yani gizli bir hazinedir. Bilinmek

istediği için kâinatı yaratmıştır. Yaratılmış insanın seyr-i urûc’a yani “şeriat”, “tarîkat”, “mârifet” ve

“hakîkat” mertebelerine ulaşması için bir nefis terbiyesine ihtiyacı vardır. Kişi nefis terbiyesi

yaparken –tıpkı hastanın doktora ihtiyacı olması gibi- bir yol göstericiye ihtiyaç duyar. Bu kişiye

“mürşit”; edep, erkân öğrenen kişiye ise “mürit“ denir. Müridin terbiye edilmek amacıyla girdiği bu

zorlu eğitime “seyr ü sülûk” denir. Sâlik yani mürit bu eğitimi tamamlarsa “fenâfillâh” mertebesinde

kendini bulur. Yani Allah’ın varlığında yok olur. Onun bir tecellîsi olduğunu bütün ruhuyla hisseder.

Ona kavuşma özlemiyle yaşar. Sâlik, artık “bekâbillâh” yolcusu olur. Yani devamlı Allah’la

birliktedir (Cankurt, 2014).

İslam felsefesinde tarikatlar önemli bir yer tutar (Engin, 2014; Hammond, 2014). Şeyh

tarafından tavsiye ve mürit tarafından takip edilen usul, metot ve dini uygulamalar tarikatı

oluşturmaktadır (Nicholson, 2004: 87). Tarikatların yaygınlaşması ve tekke kurumunun önem

kazanması şeyh-mürit ilişkisinin daha düzenli ve disiplinli hale gelmesine vesile olmuş, bunun

sonucunda şeyhin mürit üzerindeki gözetimi artarken mürit şeyhine daha bağımlı hale gelmiştir.

Kuşeyri’nin, bir üstattan edep öğrenmeyen bir müridin, artık bir daha iflah olmayacağı sözüyle,

Bâyezid-i Bistâmî’nin, “Üstadı olmayanın kılavuzu şeytandır.” şeklindeki tartışmalı ifadesi üstatsız

sülukun tehlikesine dikkat çekermektedir. Aynı anlayışın Gazali’de de devam ettiği görülmektedir.

2 İ. A.: İslam Ansiklopedisi’nin kısaltmasıdır.

290 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

Ona göre ahireti düşünen bir müridin mal, makam gibi günah engellerini önünden kaldırması; bir

âmâ gibi şeyhini izlemesi, onun hiçbir önerisine hayır dememesi ve yanlışını kendi doğrusuna tercih

etmesi gerekir. Buna müridin şeyhinde fani olması denir ve bu, Allah’ta fani olmanın mukaddimesi

sayılır (İ. A., 2006: c. 32: 48). Tarikatın teferruatı şeyhin kişiliğine bağlıdır. Hatta Zunnun, müridin

şeyhine itaatinin Rabb’ine olan itaatinden daha üstün olduğunu (Nicholson, 2004: 87) söyleyerek

mürşitlik makamına daha da bir önem atfetmiştir. Kübreviye tarikatı kurucusu Şeyh Necmüddin

Kübra; şeyhin, velilik suyu ile müridin vücudundaki kirleri ve ona sonradan bulaşacak pislikleri

temizlediğini söylemiştir (Kara, 1996: 54). Mürşit-mürit ilişkisi, anne çocuk ilişkisinin bir başka

halini temsil etmektedir (Kıpçak, 2014).

Bir mürşide bağlanmış her dervişin gerçek mürit olduğu söylenemez. Müritler de bu anlamda

sınıflandırılmışlardır. Böyle bir sınıflandırmayı Mahmut Esat Coşan, Başmakaleler adlı eserinde

mürid-i mutlak, mürid-i mecazi, mürid-i mürtet olmak üzere üçe ayırmıştır. “Mürid-i mutlak”ı bir

şeyhin terbiyesine tam bağlanmış, iyi niyetli, temiz kalpli olan, maksada ulaşan gerçek mürit olarak

nitelendirmiştir. “Mürid-i mecazi”yi ise, gerçekte kendi aklının doğrultusunda ve nefsinin hevesi

peşinde giden ama zahirde şeyhe tabi imiş gibi görünen; işi sadece lafta olduğu için “kal dervişi”

veya yeme, içme ve menfaat olduğu için “yal dervişi” diye de adlandırılan, yıllarca tekkede bekleyen,

fakat ilerleyemeyen, hatta gittikçe daha fazla ziyana ve hüsrana uğrayan mürit olarak dile getirmiştir.

“Mürid-i mürtet”i ise, dönek derviş olarak nitelendirmiştir. Önce gelip mürşide bağlanan ama sonra

üstadından hoşuna gitmeyen bir muamele görünce veya canını sıkan bir söz işitince ya da kendisine

ağır gelen bir görev veya hikmetini anlayamadığı bir emir yüklenince sebatsızlık ve vefasızlık

gösterip, hatta ileri geri konuşup, küstahlık edip giden mürit olarak dile getirmiştir. Böyle birine de

bütün maneviyat kapılarının kapandığını, her nereye gitse dergâh-ı ilahîde yol bulamayacağını ifade

etmiştir (Coşan, 2007: 235).

Çalışmanın ikinci bölümünde, Harakânî’nin dervişlik anlayışında yukarıda bahsi geçen

olumsuzluklardan ziyade, bir dervişte olması gereken özellikler üzerinde durulmaktadır.

2. Harakânî’nin Nûru’l-’Ulûm Adlı Eserinde Yer Alan Dervişlik, Müritlik

Kavramının Şerhi

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Harakânî 1033 yılında vefat etmiş, sözlerinin yer

aldığı Nûru’l-’Ulûm adlı eseri ise ölümünden iki yüz altmışaltı yıl sonra 1299 senesinde Muhammed

bin Ali bin Seleme adında biri tarafından kaleme alınmıştır (Kantarcı, 2001: 96). Eser, şu

bölümlerden oluşmuştur: Soru ve Cevap, Vaaz ve Nasihat, Hadisler, Allah'ın Kendisine Verdiği

Lütuf, Allah'a Yaptığı Münacat, Onun Duyduğu Heyecan, Kalplere Gelen Vahiy, Mücahedeler,

Hikâyeler, Menkıbeleleri.

‘Sufi’ ve ‘mürit’ ile aynı anlamda kullanılan derviş (Kırkkılıç, 1996: 221) sözcüğüne

Harakânî’nin yüklediği mana eserin birinci babı olan “Soru ve Cevap” ta yer almaktadır. Çalışmada

bu “Soru ve Cevap” babındaki söz konusu kavramla ilgili soruların hangileri olduğu belirlenmiş ve

cevaplarının analizleri yapılmaya çalışılmıştır.

2.1. Harakânî’ye Göre Dervişlik

“Sordular:

- Dervişlik nedir?

Dedi:

- Üç pınardan beslenen bir denizdir: Birincisi ‘perhiz [takva]’, ikincisi ‘cömertlik’,

üçüncüsü ‘Aziz ve Ulu Allah’ın mahlûkatına ihtiyaç duymamaktır.’” (Çiftçi, 2004: 220).

Harakânî, dervişliği denize benzetirken denizin beslendiği pınarlardan birinin Allahü Teâla

(cc.)’nın emirlerini yerine getirip, günahlarından sakınmak, hatta cevaz verilen bazı hususlardan ve

Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı 291

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

şüphelilerden dahi uzak durmak (Kırkkılıç, 2004: 246) anlamına gelen takva olduğunu, bir dervişin

de takva sahibi biri olarak iradesine hâkim olması ve şüpheli durumlara bile yaklaşmaması

gerektiğini vurgulamaktadır.

Harakânî’nin manevi mürşidi Bâyezid-i Bistâmî, bedenin şerefi olan on kavram arasında

(tevazu, edep, ilim, Allah’tan korkma, güzel ahlak, sabır, halk ile iyi geçinme, öfkeye mani olma,

dilenmeme) takvayı dördüncü sırada saymaktadır (Dedeoğlu, t.y.: 96).

Harakânî’nin dervişlik kavramına getirdiği açıklamada ikinci sırada yer alan cömertlik

kavramı Gazneli Sultan Mahmut’un kendisinden öğüt istemesi üzerine ona verdiği öğütlerde şöyle

görülmektedir: “Günahlardan sakın, namazı cemaatle kıl, cömert ol, Allah’ın yarattıklarına şefkat

göster.” (Attar, 2007: 599). Harakânî’ye göre cömertlik hem bir dervişte hem de memleketi yöneten

bir sultanda olması gereken bir vasıftır. Bu konu bir hadis-i şerifte de şöyle yer almaktadır:

“Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalpleri, İbrahim (Aleyhisselam)´in kalbi

gibidir. Allah (cc), onlar sebebi ile kullarından belaları giderir. Bunlara ebdâl denir. Onlar bu

dereceye namaz ve oruç ile yetişmediler.” Abdullah ibni Mes’ûd; “Ya Resûlullah! Ne ile bu dereceye

ulaştılar?” diye sorunca; Hz. Peygamber “Cömertlikle ve Müslümanlara nasihat etmekle yetiştiler.”

der (Evliyalar Ansiklopedisi, 1992: 8). Cömertliğin kırklardan biri olmanın iki koşulundan biri ve

İslamiyet’te önemli bir yeri olduğu açıkça görülmektedir. Harakânî’nin hem Sultan Mahmut’a bu

konuda öğüt vermesi hem de bir dervişte olması gereken özellikler arasında bunu sayması onun da

cömertlik konusuna hadisle aynı ölçüde önem gösterdiğini açıkça gözler önüne sermektedir.

Dervişliğin üçüncü pınarı olan Allah’tan başkasına ihtiyaç duymamak meselesi Harakânî’nin

şu sözüyle açıklığa kavuşmaktadır: “Kendilerine uyulacak bir şeyh arayan müritlere şaşarım. Biliyor

musunuz ki ben, aslında bütün şeyhlere saygı duyduğum hâlde, böyle birinin irşadına asla muhtaç

olmadım. Zira benim mürşidim Allah’tır.” (Gündüz, 2007: 30). Burada Harakânî, sıradan hayat

şartları bir yana, Allah yolunda dahi kendisine yardım edecek kimseyi istemediğini, ilahi yolda bile

sadece Allah’tan medet umduğunu bir dervişin de kimseye muhtaç olmadan yaşaması gerektiğini

vurgulamaktadır.

Dervişlik, Attar’ın eserinde civanmertlik olarak yer almaktadır: “Civanmertlik üç çeşmeli bir

deryadır: Biri cömertlik, ikincisi şefkat ve üçüncüsü de halktan doymuş olup Hakk’a muhtaç

olmaktır.” (Attar, 2007: 622). Yani Attar’a göre cömertlik, civanmertliği besleyen üç koldan biridir.

Civanmert ise fütüvvet ile ilgili bir sözcüktür. Fütüvvet; genç, yiğit, civanmert, delikanlı ve cömert

anlamlarına gelen fetâdan türetilmiş Arapça bir kelimedir. Fetâ kelimesinin terimleşmesinden sonra

müfessirlerin; put kıran, heva ve heveslerine karşı gelen veya gördükleri baskıya rağmen inançlarını

koruyan ve bu uğurda ülkelerini terk eden, mevcudu karşılıksız veren, eziyeti önleyen, şikâyeti terk

eden kişiler karşılığı kullanımı ile öne çıkmıştır. Bundan dolayı da sufîler tarafından bir tasavvuf

terimi olarak kültüre kazandırılmıştır (Harmancı, 2011: 118). Burada Harakânî’nin dervişi,

civanmertle aynı manada kullandığı görülmektedir.

Harakânî, kendisine sorulan başka bir sorunun cevabında da bu konuya değinir:

“Şeyh -Allah ondan razı olsun- bir sufîye sordu:

—Siz kime derviş dersiniz?

—Dünyadan haberi [yararı] olmayan kişiye deriz, dedi.

Şeyh:

—Öyle değil, aksine derviş, içinde [kendisine ait] düşüncesi olmayan, konuştuğu hâlde

konuşmayan, söylediği hâlde söylemeyen, duyduğu hâlde duymayan, yediği hâlde yediğinden lezzet

292 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

almayan, sükûneti ve hareketi olmayan, sıkıntısı ve neşesi bulunmayan kişidir; işte derviş budur,

dedi.” (Çiftçi, 2004: 220).

Burada fena ve beka makamlarına değinilmektedir. Bu makamlar şöyle tanımlanabilir:

Tasavvufta bir müridin mürşit gözetiminde tasavvufi eğitimini tamamlamasının ardından ulaştığı

noktaya fena ve beka adı verilir. Bu iki isim, avam derecesinden havas derecesine doğru yükselen

tevhit ehli kulun sıfatıdır. İlk dönemde fena deyince cehaletin ve günahın yok olması, gafletin ortadan

kalkması ve sufinin kendi hareketlerini görmekten fani olması; beka deyince de ilim, taat ve zikrin

ortaya çıkması anlaşılmaktadır. Fena hali, kulun benliğinin kaybolması ve tevhidin gerçekleşmesidir

ve bu halde mürit beşeri kötü ahlak ve sıfatları terk ederek ilahi sıfatlara bürünmektedir (Bardakçı,

2005: 135). Kısaca fena, kulun dünya isteklerine karşı fani olması; beka ise Allah’a yaklaşması,

onunla bütünleşip onda bâkî olmasıdır. Harakânî’nin “Tadıyorum ama kendim ortada yok,

işitiyorum, ama kendim ortada yok, konuşuyorum, ama kendim ortada yok.” (Attar, 2007: 604), sözü

de beka haliyle ilgili olduğu söylenebilir.

Harakânî’ye göre derviş, dünya ve onun heveslerinden çoktan vazgeçen, fenaya ulaşan, sonra

bekaya varıp Allah’la bütünleşen artık kendinden haberi olmayandır. Böylece kendini dünyadan

arındırmış bir derviş, benliğiyle yaptığı mücadeleyi de aştıktan sonra tevhide ulaşmışsa yani fena ve

bekaya ermişse o zaman dervişin sadece kendi varlığından bahsedilmez, vahdetten de bahsedilir. Bu

konuda “Kulum nafileler ile bana yaklaşır, böylece ben de onu severim ve sevdiğim vakitte de, onun

işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” (Kırkkılıç, 1996: 198) hadisi akıllara

gelmektedir.

2.2. Harakânî’ye Göre Mürit:

“Sordular ki:

-Mürit kimdir?

Dedi:

-Kapıdan girdiğinde pirin kendisiyle ilgilenmesi gerekmeyen kişidir. Mürit o kimsedir ki,

Pir’in meclisinde, ayakkabıların konduğu yerde olsa dahi, oturduğu her yerde halinden memnun

kişidir. Annenin kurabiyeye yağ sürerek çocuğu kandırdığı gibi, kandırılması gereken kişi mürit

olamaz.” (Kantarcı, 2001: 36).

Harakânî’ye göre mürit mürşidine tam manasıyla teslim olan kişidir. Şeyhinin ona uygun

gördüğü yerden her daim memnun olması ve yerini sorgulamaması gerekir. Böylelikle şeyhinin

zamanını almayacak ve onu oyalamayacaktır. Ayrıca burada yer alan “pir” sözcüğünün mürşitle aynı

anlamda kullanıldığı görülmektedir.

Müridin özellikleri hakkında Aziz Nesefi’nin düşünceleri şöyledir: Lügate göre mürit, irade

sahibi kimse demektir. Mutasavvıflara göre ise mürit, iradesini mürşidine teslim eden, yani iradesi,

mürşidinin irade ve isteği olan kimsedir. Müritliğin şartları hakkında söylenen bütün sözleri dört

prensipte birleştirmek mümkündür. Bunlar: müridin hem zahir ve hem batını yönüyle maddi

nesnelerden mücerret olması, kendisine emrolunan şeyleri gerek dış gerekse içten yerine getirmesi,

hem dış hem de içten itirazdan sakınması, sabitkadem olmasıdır. Yani müridin mürşidinin emri

karşısında çobanın elindeki asaya benzemesi gerekmektedir (Düzen, 2000: 171).

Bu durumla ilgili, Harakânî’nin manevi mürşidi Bâyezid-i Bistâmî’nin hizmet ettiği ve

kendisinden faydalandığı piri Cafer-i Sadık’la olan bir menkıbesi şöyledir: Bir gün Cafer-i Sadık’ın

huzurundaydı. Cafer-i Sadık dedi ki: “Şu kitabı raftan indir.” “Hangi raftan?” “Hayli zamandır

burada olduğun halde şu rafı görmedin mi?” “Hayır benim rafla işim ne? Önüne baş koydum,

Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı 293

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

başkaldırmak ne haddime! Zaten etrafı seyretmeye gelmedim ki? “Madem hâl budur, bu takdirde

işin tamam olmuştur, var yine Bistam’a git.” (Attar, 2007: 172).

Birçok kaynakta (İ. A., 2006: c. 9: 188; Uludağ, 1996: 136), dervişle mürit aynı anlama

gelmekteyken Harakânî’de bunlar farklı kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. O, müridi bir şeyhe

teslim olan, ona uyması gereken, şeyhinin de aklının kendisinde kalmaması gerektiği, henüz yolun

başında kişi olarak yorumlamaktadır (Kantarcı, 2001: 36). Dervişi ise seyr ü süluk mertebelerini

tamamlamış, kemale ermiş, masiva (Allah’tan başka her şey) ile olan ilgisini kesmiş, Allah’a

yönelmiş veya bahsi geçenleri yapması gereken olarak ele almaktadır. Yani Harakânî’de derviş, çoğu

kaynakta (İ. A., 2006: c. 9: 188; Kırkkılıç, 1996: 221) yer alan mürşit kavramında geçen eren, pir

gibi anlamlarıyla eş değer manada karşımıza çıkmaktadır. Yalnız mürşitliğin barındırdığı, yol

gösterici olmak, müridi eğitmek gibi anlamlar Harakânî’nin dervişlik açıklaması içinde

bulunmamaktadır. Harakânî’de dervişliğin, müritlikle aynı manada değil, müritliğin aşılmasından

sonra kemale eren hatta fenafillah makamına ulaşan sufi anlamında kullanıldığı görülmektedir.

3. Mürit ve Mürşit Olarak Harakânî

Harakânî, Bâyezid-i Bistâmî’den aldığı manevi ilimle yetişen bir üveysidir. Ebu’l Abbas

Kassab’la da bire bir görüşerek feyz almıştır.

Harakânî, Bayezid’i manada görerek olgunlaşmıştır. On iki sene Harakan’dan Bestam’a

hocasının kabrini ziyaret için gider, yolda Kur’an-ı Kerim’i hatmeder. Her gittiğinde ziyaretle ilgili

vazifelerini yaptıktan sonra, “Ya Rabbi! Bayezid’e ihsan ettiğin sana ait ilimlerden, büyüklüğünün

hakkı için, Ebu’l-Hasan kuluna da ihsan eyle!” diye yalvarır, geri dönerken hiçbir zaman Bayezid’in

türbesine arkasını dönmez (Dedeoğlu, t.y., 19, 117).

Harakânî ile arkadaşı Şeyh Ebu Abdullah Dastani’nin, ihtilafa düştükleri tasavvufi

meseleleri çözmek için de dönemin şeyhi Ebu’l Abbas Kassab’a gidip danıştıkları bilinmektedir.

Harakânî’nin müridi Hace Abdullah-ı Ensari, tasavvufi merhalelerde yol alma konusunda

Harakânî’nin Kassab’ı aştığını ve “zamanın efendisi ve gavsı35” olduğunu söyler. Kassab’ın

Harakânî’yi kendine halife tayin ettiğine dair Ensari’nin ve diğerlerinin naklettiği bazı bilgiler

şöyledir: “Ebu’l Abbas Kassab demiştir ki: ‘Bu küçük pazarımız Harakan’a taşınacak.’ Manevi

yolculuk ve ziyaret, onun dediği gibi kendisinden sonra Harakânî’ye yapılmaya başlanır. Kassab

vefat etmeden on gün önce hizmetçisine şöyle der: “Harakan’a git, orada zikirle süslü fakat gözden

ırak bir adam vardır, kendisine Ebu’l-Hasan Harakânî derler. Ona selamımı söyle, de ki: Bu bavulu

ve bayrağı, Yüce Allah’ın izni ve yardımıyla senin dergâhına gönderdim, yeryüzü ehlini sana teslim

ettim ve gittim.” (Mertkanlı, 2011).

Hem Bistâmî’yi hem de Kassab’ı şeyh edinen Harakânî’nin şu sözü düşündürücüdür:

“Kendilerine uyulacak bir şeyh arayan müritlere şaşarım. Biliyor musunuz ki ben, aslında bütün

şeyhlere saygı duyduğum halde, böyle birinin irşadına asla muhtaç olmadım. Zira benim mürşidim

Allah’tır.” (Gündüz, 2007: 30). Harakânî’nin bu sözü, fena makamına ulaşıp Allah ile arasında olan

herkesi hatta manevi mürşidi Bistâmî’yi de kaldırdığı ve o hal içinde söylediği düşünülebilir. Zaten

Harakânî’nin, çalışmanın ikinci kısmında belirtilen, dervişlik nedir, sorusuna verdiği cevap içinde

yer alan “Allah’tan başkasına ihtiyaç duymamaktır.” (Çiftçi, 2004: 220) sözüyle “Benim mürşidim

3 Gavs: Arapçada imdat etmek, yardım etmek ve kurtuluş manalarına gelmektedir. Tasavvufta, yüksek hususi bir mertebede

bulunan veli, insanlara yardıma yetişen büyük zat hakkında kullanılır. Molla Cami’nin belirttiğine göre gavs denilen büyük

veli zata, Allah’ın izni ile insanların imdadına yetişmesi sebebiyle bu lakap verilmiştir. Gavs, Muhyiddîn İbni Arabî’ye

göre medar kutbu (Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denilen kutb-î medâr, işlerin görülmesine veya insanların doğru yolu

bulmalarına vasıta kılınan ulu kişilerden dünya işleri ve madde âlemindeki olaylarla alakalı olanlara denir.) dur (Evliyalar

Ansiklopedisi, 1992: 8-10).

294 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

Allah’tır.” sözü aynı doğrultudadır. Buna tasavvufta fakr46 adı verilmektedir. Bu sözleri söyleyen ve

fakrı amaç edinen Harakânî’nin gerçekte mürşitlerinin olması bir çelişki arz etmektedir ancak bu

sözlerin cezbe veya fena halinde söylenmiş olduğu düşüldüğünde bu çelişkinin ortadan kalktığı

düşünülebilir.

Harakânî’nin masivayla ilgisini kestiğini kanıtlar nitelikteki kıssalarından biri de şöyledir:

“‘Her kim iki rekât namaz kılar namaz boyunca da dünya düşüncesi hiç aklından geçmezse bütün

günahları dökülür ve anasından doğduğu gün gibi günahsız kalır.’ hadisinin hükmünü

gerçekleştirmek isteyen İmam Ahmet, o namazı eda edip selam verince oğluna, dünya düşüncesinin

aklımdan geçmediği o namazı kıldım, diye müjde verdikten sonra bu hikâye Harakânî’ye nakledilir.

Bunun üzerine Harakânî: ‘Şu kulübede oturmuş bu Ebu’l-Hasan var ya otuz yıldır Hak dışında

aklından bir tek düşünce geçmemiştir!’ der.” (Attar, 2007: 600).

Menazilü’s-Sâirin adlı eserinde tasavvufî hal ve makamları anlatarak tasavvuf tarihinde

şöhret kazanan Abdullâh el-Ensârî el-Herevî (ö. 481/1089) Harakânî’nin müritlerindendir. Nitekim

o şöyle der: “Hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde pek çok üstaddan okudum. Tasavvuftaki üstadım

ise Ebu’lHasan el-Harakânî’dir. O’nu görmeseydim marifete eremezdim.” (Çelik, 2014).

Abdullâh el-Ensârî el-Herevî’nin Harakânî ile görüşmesi, fikir hayatında çok büyük bir etki

bırakmıştır. Nitekim bu konuda Şeyh Abdullah el-Ensârî şöyle demektedir: "Abdullah bir çöl adamı

idi. Hayat suyunu ararken aniden Ebu'l-Hasan-ı Harakânî 'ye ulaştı. Ondan o kadar hayat suyu içti ki

ne Abdullah kaldı, ne Harakânî (Kasım-ı Ensarî, 2007: 126). Buna benzer bir söz de yine

Harakânî’nin diğer bir müridi olan Ebu Said tarafından söylenmiştir: Ben pişmiş bir tuğlaydım,

Harakan’a varınca cevher oldum (Attar, 2007: 597). Ensârî’nin Harakânî sayesinde vahdete eriştiği

görülürken, Ebu Said’in de yine onun sayesinde kemale erdiği anlaşılmaktadır. Sonuçta her iki

müridin hayatında önemli, derin iz bıraktığı söylenebilir.

Harakânî’nin müridiyle aralarında geçen şu kıssa onun her ne olursa olsun müridini koruyan,

öldükten sonra bile müridin ihtiyaç duyduğunda onun yardımına yetişen bir mürşit olduğunu

göstermektedir: Şeyhin müridi, bir gün şeyhe kendisinin vefat edeceği sırada şeyh sağ olduğu

takdirde, yanında bulunup bulunmayacağını sorar. Şeyh de ölmüş olsa bile hatta ölümünden otuz yıl

geçse dahi müridinin yanında hazır bulunacağını söyler. Şeyh vefat eder ve tam otuz yıl sonra

müridin ölüm zamanı gelir, bir grup mürit etrafta oturup ağlarken, birden oda aydınlanır; hasta,

müritlere seslenerek, sessiz olun, zira şeyh geldi, işim kolaylaştı, der (Kantarcı, 2001: 84).

Birçok talebe yetiştiren Harakânî’nin, benim müridim olmamıştır. Ben, “Allah!” ve “Yeter!”

derim, işte o kadar (Attar, 2007: 629), sözü yukarıda bahsedilen fena makamındayken Allah’tan

başka hiçbir şey ve hiç kimseyi istemeyen yani masivayı reddeden ifadedir. Onda bu tarz ifadeler

fazlaca yer almaktadır. Onun bir mürşitken böyle bir söz söylemesi artık bir çelişki değil, kendi

manevi azameti içerisinde bir tutarlık göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Bir keresinde el-Harakânî, Emmî Ebu’l-Abbâsân adında kendisi de kerametler gösteren

büyük bir zatın ona mürit olma isteğine; “İkimiz de gidip ibadet edelim, kim bu iddiada (şeyh olma,

müritlerinin sayısını çoğaltma ve dünyevî makamlar elde etme derdinde) bulunursa (o kişi) Allah’ı

unutur” diyerek güzel bir cevap vermiştir (Seyhan, 2015).

Harakânî’nin müritliğin Allah ile arasında bir engel olarak görmesine Nûru’l- Ulûm’un Şeyh

Ebü’l-Hasan-i Harakânî’nin Menkıbeleri başlıklı “Onuncu Bab”ındaki şu bölümde de

rastlanmaktadır:

4 Fakr: Allah (cc.)’tan gayriye muhtaç olmamak (Kırkkılıç, 2004: 223).

Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı 295

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

“Ammî (Ebu’l Hasan’a):

— Bana bir mürit bul, dedi. (Şeyh Ebu’l Hasan)

—Gel ikimiz de tevbe edelim. Zira böyle bir iddiaya kalkışan kişi, Allah’ı unutmuş olur.

Ammî:

— Gel el ele tutuşup şu ağacın üstünden atlayalım, deyince;

(Şeyh)

— Gel her iki âlemin üstünden atlayalım, dedi.” (Kantarcı, 2001: 76).

Burada Ammî olarak anılan şahsın Harakânî’nin hocası Ebu’l Abbas olduğu düşünülebilir

çünkü bu olayın benzeri Attar’ın eserinde Ebu’l Abbas’la geçmektedir. Eserde Ebu’l Abbas,

Harakânî’ye gel ikimiz ele ele verip şu ağacı kökünden söküp atalım der. Harakânî ise, gel ikimiz el

ele verip şu iki âlemin üzerine çıkalım, böylece de cennete de cehenneme de iltifat etmiş olmayalım,

der (Attar, 2007: 593). Harakânî, burada mürşitlik iddiasının dahi Allah’a ulaşmaya mani

olacağından endişelenmekte, kendisi ile Allah arasına hiç kimsenin ve hiçbir konunun girmesini

istememektedir. Harakânî, mürşitlik gibi tasavvufi bir mevzunun dahi kendisini Allah’tan

uzaklaştıracağı endişesine kapılmaktadır.

SONUÇ

İslam kaynakları genel olarak incelendiğinde mürit ile derviş sözcüklerinin aynı anlama

geldiği görülmektedir. Harakânî bu iki kavram arasına derin bir çizgi çizmektedir. Ona göre mürit,

tarikata yeni giren, seyr ü sülukta yol almaya başlayan, bir mürşide bağlı kalan saliktir. Müridin,

şeyhinin sözünden çıkmaması, ona tam manasıyla bağlı kalması gerekmektedir. Tıpkı Bistâmî’nin

şeyhi Cafer-i Sadık’ın dergâhında hiçbir zaman başını kaldırıp üst rafta duran bir kitabı dahi fark

etmemesi veya Harakânî’nin manevi mürşidi Bistâmî’ye on iki yıl boyunca bıkıp usanmadan hürmet

etmesi gibi. Aynı zamanda Harakânî’ye göre mürit, mürşidin aklının onda kalmaması ve kendisiyle

fazla ilgilenilmesini gerektirmeyen kişidir.

Harakânî’nin derviş kavramında tarikata yeni başlayan salikten farklı olarak, sülukta

ilerlemiş, kemale ermiş, cömert, takva sahibi, Allah’tan başkasına ihtiyaç duymayan bir ermiş tipi

görülmektedir. Müridin bir şeyhe ihtiyacı olduğu ancak dervişin tasavvuf yolunda Allah’tan

başkasına ihtiyacı olmaması gerektiği vurgulanmıştır. Dervişlik Harakânî’de şeyh ve pir ile aynı

anlama gelen mürşitlikle; tasavvuf yoluna yeni girmiş manasına gelen müritlik arasında yer alan bir

kavramdır. Şeyh, pir, sözcükleri öğreticilik anlamı içerdiği halde, civanmertle aynı anlamda

kullanılan “derviş”in muhtevası öğreticilikten yoksundur.

Çalışmada, mürşitlerinin sözlerine uyan, müritleriyle iyi geçinen hem bir mürit hem de bir

mürşit olan âlemin kutbu Harakânî’nin, gerek Nûru’l- Ulûm’da gerekse farklı kaynaklarda yer alan

sözlerinde mürşit ve müritliği reddedip yalnızca Allah’ı kabul ettiği, onun dışında ne var ise hepsini

bir kenara koyduğu belirlenmiştir. Hatta Harakânî, hayatında mürit ve mürşitlik olgularını bire bir

yaşamış olmasına rağmen, onun bunları Allah’a ulaşmada bir engel olarak gördüğü ve teoride hepsini

reddettiği tespit edilmiştir.

KAYNAKÇA

Attar, F. (2007). Evliya Tezkireleri, Çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Bardakçı, M. N. (2005). Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, İstanbul: Rağbet Yayınları.

Cankurt, H. (2014). Şeyhî’nin Gazellerine Tasavvufî Bakış, Turkish Studies – International

Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 p.

321-349, Ankara-Turkey

296 Sinem GÖNEN KAYACAN

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 11/5 Winter 2016

Coşan, M. E. (2007). Başmakaleler 1 İslam Dergisi Makaleleri, İstanbul: Server İletişim.

Çelik, İ. (2014). Tasavvufî Düşünce Tarihinde Ebu’l-Hasan El-Harakânî, Harakani. 1, 75-90.

Çiftçi, H. (2004). Şeyh Ebü’l-Hasan Harakânî Hayatı, Eserleri, Kars: Şehit Ebü’l-Hasan Harakânî

Derneği Yayınları.

Dedeoğlu, A. (t.y.) Altun Silsile Silsile-i Sadat-ı Nakşibendiyye-i Aliyye, (2. Baskı), İstanbul:

Osmanlı Yayınevi.

Düzen, İ. (2000). Aziz Nesefi’ye Göre Allah, Kâinat ve İnsan, İstanbul: Furkan Yayınları.

Engin, A. O. (2014). Türk İslâm Tasavvufunda Farkındalık. Kafkas Üniversitesi Harakani Dergisi,

1(2).

Evliyalar Ansiklopedisi (1992). İstanbul: Türkiye Gazetesi Yayınları, 1. Cilt.

Gündüz, İ. (2007). Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma

Dergisi, yıl: 8, sayı: 19, s. 23-53.

Hammond, T. (2014). And Then We Work for God: Rural Sunni Islam in Western Turkey. Arab

Studies Journal, 22(1), 285.

Harmancı, M. E. (2011). Fütüvvet-Melâmet İlişkisi, Alevilik Araştırmaları Dergisi, Sayı 2. s. 117-

124.

İslam Ansiklopedisi (2006). Türkiye Diyanet Vakfı., İstanbul, C. 9, 32.

Kantarcı, Ş. (2001). Nûru’l-’Ulûm Ebu’l Hasan Harakanî, Ankara: Özel Matbaası, 2. Baskı.

Kara, M. (1996). Tasavvufi Hayat Necmüddin Kübra Usûlu Aşere/Risale İlel-Haim/Fevaihu’l-

Cemal, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2. Baskı.

Kasım-ı Ensarî. (2007). Abdullah-ı Ensarî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşü, Çev. Ali

Güzelyüz, Şarkiyat Mecmuası, sayı: IX, İstanbul.

Kıpçak N. (2014). Kadın Evliyaların Erkek Olarak Anılması Üzerinde Tevhit Ve Mücerretliğin

Etkisi Rabia Adeviye Örneği. Turkish Studies - International Periodical For The Languages,

Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 9/3 p. 879-891, Ankara-Turkey

Kırkkılıç, A. (2004). Tasavvuf, İstanbul: Timaş Yayınları.

Mertkanlı, N. (2011). Ebu’l -Hasan El Harakanî Hazretleri’nin Mürşitleri ve Dostları, Yeni Dünya

Dergisi, http://www.yenidunyadergisi.com/yazi.php?bolum=1&id=390 adresinden

06.10.2012 tarihinde alınmıştır.

Nicholson, R. (2004). Tasavvufun Menşei Problemi, Çev. Abdullah Kartal, İstanbul: İz Yayıncılık.

Seyhan, A.E. (2015). Ebu’l-Hasan El-Harakânî’nin Emr-İ Bi’l-Ma’ruf Ve’nnehyi ‘Ani’l-Münker

Anlayışı. Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and

History of Turkish or Turkic. Volume 10/6 p. 815-832

Uludağ, S. (1991). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yayınları.

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

Gönen Kayacan, S., (2016). “Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri’nde Mürit, Mürşit Anlayışı / Disciple

and Mentor Understanding of Ebu’l Hasan Harakâni, His Nibs”, TURKISH STUDIES -

International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-,

ISSN: 1308-2140, Volume 11/5 Winter 2016, ANKARA/TURKEY,

www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9145, p.

285-296.