term-sga ve aga yenİdoĞanlarda kord kanindakİ
TRANSCRIPT
T. C. Sağlık Bakanlığı
Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Şef: Doç. Dr. Abdülkadir BOZAYKUT
TERM-SGA ve AGA YENİDOĞANLARDA
KORD KANINDAKİ
SERUM FERRİTİN DÜZEYLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Berat YÜCEL
İSTANBUL 2009
ÖNSÖZ
Hastanemizde gerekli olan eğitim ve uygun çalışma ortamını sağlayan
Başhekimimiz Sayın Op. Dr.Ayşenur Celayir’ e,
Uzmanlık eğitimimiz süresi içerisinde her zaman teorik ve pratik bilgi ve
deneyimlerini aktararak iyi bir hekim olmamız için üstün gayretler sarf eden kıymetli
hocam Sn. Şef Doç. Dr. Abdülkadir BOZAYKUT’ a, tüm bilgi ve deneyimlerinden
faydalanma imkanı s ağlayan Sn. Şef Doç . Dr. Ays u SAY’ a, Sn. Şef Dr. Feyza
YILDIZ’ a, Sn. Şef Prof. Dr. Fahri OVALI’ ya ve asistanlık eğitimimin ilk yıllarındaki
katkılarından dolayı emekli şefimiz Sayın Uzm. Dr. Savaş İNAN’ a,
Asistanlığım boyunca yakın destek ve ilgilerini esirgemeyen şef muavinlerimiz
Dr. Feray GÜVEN’ e, Dr. Meral İNALHAN’ a,
Eğitimimiz süresince bilgi ve deneyimlerini paylaştığımız başta Uzm. Dr. İlke
ÖZAHİ İPEK ve Uzm. Dr. Lale PULAT SEREN olmak üzere kliniğimizin tüm değerli
başasistanları ve uzmanlarına,
Özellikle bu çalışmada yardımlarını esirgemeyen asistan arkadaşlarım
Dr. Sevil DORUM’ a, Dr. Ebru AYDIN’ a, Dr. Cem PAKETÇİ’ ye, Dr. Deniz
ÇAĞATAY’ a, Dr. Selma GÜMRÜKÇÜ’ ye ve uzmanlık eğitimim boyunca dostluk ve
arkadaşlıklarını esirgemeyen diğer asistan doktorlara,
Hastanemizin özveri ile çalışan tüm hemşire, laborant, teknisyen ve diğer
personeline teşekkürlerimi sunuyorum.
Dr. Berat Yücel
İstanbul 2009
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ.........................................................................................1
GENEL BİLGİLER.....................................................................4
YÖNTEM VE GEREÇLER.......................................................54
BULGULAR..............................................................................56
TARTIŞMA ..............................................................................73
SONUÇ....................................................................................84
ÖZET.......................................................................................86
KAYNAKLAR...........................................................................88
KISALTMALAR
ABD- Amerika Birleşik Devletleri
AGA- Doğum ağırlığı gebelik yaşına uygun
DBK- Serum demir bağlama kapasitesi
DE- Demir eksikliği
DEA- Demir eksikliği anemisi
DSÖ- Dünya Sağlık Örgütü
FEP- Serbest eritrosit protoporfirini
Hb- Hemoglobin
Htc- Hematokrit
IUGR- İntrauterin büyüme ve gelişme geriliği
LGA- Gebelik yaşına göre büyük
MCH- Ortalama eritrosit hemoglobini
MCHC- Ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu
MCV- Ortalama eritrosit hacmi
RBC- Eritrosit sayısı
RDW- Eritrosit dağılım genişliği
SGA- Gebelik yaşına göre küçük
sTfR- Solubl transferrin reseptörü
Tf- Transferrin
Tsat-Transferrin saturasyonu
1
GİRİŞ ve AMAÇ
Anemi, eritrosit kitlesin azalması veya hemoglobin (Hb) konsantrasyonunun
sağlıklı kişilerde olan normal değerler aralığının altında olması şeklinde
tanımlanabilir. Demir eksikliği anemisi (DEA), vücuda giren demirin hemoglobin
yapımı için yetersiz kalması nedeni ile gelişen anemi şeklidir. DEA, dünyada en sık
görülen anemi tipidir (1,2).
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ nün verilerine göre; tüm dünyada DEA,
dünya nüfusunun % 24,8’ ine tekabül eden 1,62 milyar insanı etkilemektedir. Gebe
kadınların % 41,8’ i, okul öncesi çocukların % 47,4’ ü ve okul çağı çocukların
% 25,4’ ü anemiktir. Kadınların % 50’ sinde ve gebelerin % 90’ ında henüz anemi
başlamamış olmakla beraber demir depolarının ileri derecede azaldığı (demir
eksikliği) saptanmıştır. Gebelikte demir ihtiyacı arttığından dolayı kolaylıkla anemi
gelişebilir ve demir depoları yetersiz kalabilir. DEA erişkinde iş performansında
azalma, gebelerde düşük doğum ağırlığı, prematürelik ve perinatal mortalitede
artışa neden olmaktadır (1,3).
Düşük doğum ağırlığı, kronik hipoksiye maruz kalma, doğumda düşük
hemoglobin seviyesi, süt çocukluğu dönemi gibi büyümenin hızlı olduğu dönem,
inek sütü ve katı gıdalarla beslenmeye erken geçiş, düşük et ve vitamin C alımı,
altı aydan fazla demir desteksiz anne sütü alımı ve düşük sosyoekonomik düzey
demir eksikliği açısından yüksek risk oluşturmaktadır (4,5). Demirden fakir diyete
bağlı nutrisyonel eksiklik ise, DEA’ nin en sık nedenidir (6).
DEA hematolojik ve hematolojik olmayan birçok sisteme etkisi olan bir
hastalıktır. Hücresel fonksiyonlar, büyüme, psikomotor gelişme, davranış, zihinsel
gelişme, immün sistem, fiziksel kapasite, gastrointestinal sistem, termoregülasyon
üzerine etkileri vardır (7).
Nörofizyolojik çalışmalar, erken demir eksikliğinin infantın kognitif
fonksiyonlarını kötü etkilediğini ve bu etkilenmenin sonuçlarının uzun zaman sonra
ortaya çıkabileceğini belirtmektedir (8).
2
Genel olarak, Lubchenco intrauterin büyüme eğrisinde doğum ağırlığı,
gebelik haftasına uyan 10. persantil değerinin altındakiler Small for Gestationel
Age (SGA) bebek olarak tanımlanmaktadır (9).
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)' nde SGA bebek sıklığı %5-8 ve bazı
gelişmekte olan ülkelerde ise %8-50 olarak saptanmıştır (10,11).
Ülkemizde, SGA bebek sıklığını belirlemeye yönelik çalışmalarda %8,9 ile
%14,7 arasında değişen oranlar bildirilmiştir (10).
SGA etiyolojisinde anneye ait (uteroplasental kan akımında yetersizlik,
toksemi, hipertansiyon, sigara kullanımı, hipoksi, kötü alışkanlıklar, otoimmün h
astalıklar, ağır malnütrisyon, siyanotik kalp hastalığı), plasentaya ait (yapısal
bozukluklar, geniş infarktlar, tümör, plasental ayrılma, ikiz gebelik), fetusa ait
(yapısal nedenler, kromozom anomalileri, intrauterin infeksiyonlar, toksik-
teratojenik etmenler) patolojiler yer almaktadır. Nedenlere ve etkilenim zamanına
bağlı olarak SGA bebekler simetrik veya asimetrik olabilirler (12).
SGA perinatal mortalite ve morbidite hızında artışa neden olan önemli bir
sağlık sorunudur (13). Bu grup bebekler yenidoğan döneminde gelişebilen
hipoksik-iskemik-ensefalopati, mekonyum aspirasyonu, hipoglisemi, polistemi ve
hipotermi gibi komplikasyonlardan daha fazla etkilenme riski taşırlar (14). Ayrıca
nörolojik hastalıklar, izlem ve hastaneye yatış gerektiren morbiditeler SGA
bebeklerde gestasyon haftasına göre normal ağırlığa sahip bebeklerden 5-10 kat
daha fazladır. SGA olarak doğan bebeklerin erişkin yaşamlarında nörolojik ve
gelişimsel sorunlar, kısa boy gibi problemlerin görülme riski artmıştır. Ayrıca
hipertansiyon, kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalık, insüline bağımlı
olmayan diabetes mellitus ve Sendrom X gibi erişkin başlangıçlı hastalıklar ile
SGA’ nın birlikteliği tanımlanmıştır (15).
Gebelik sırasında demir transportunun bozulması ya da fetusta demir
kullanımın artması fetal demir depolarında azalmaya neden olabilir. Demir
transportunun bozulması uteroplasental vasküler yetmezlik nedeni ile oluşurken
demir kullanımın artması kronik fetal hipoksi sonucundaki eritropoez artışına bağlı
3
olarak gelişir. SGA etiyolojisi düşünüldüğünde SGA yenidoğanlarda demir
depolarının azalmış olması beklenebilir.
Bu çalışmada, Term-SGA yenidoğanların kord kanında, demir depolarını
gösteren ferritin düzeylerinin düşük olduğunu görmeyi amaçladık.
Bu amaçla doğum yapmak üzere olan gebelerin ve bu annelerin yeni doğan
bebeklerinin kordon kanında Hb, hematokrit (Htc), eritrosit sayısı (RBC), ortalama
eritrosit hacmi (MCV), serum demiri, demir bağlama kapasitesi (DBK), serum
ferritini ve transferrin saturasyonu (Tsat) değerlerini araştırdık ve bu değerler
arasındaki ilişkiyi inceledik.
4
GENEL BİLGİLER
ANEMİ
Anemi milimetre küpte Hb yoğunluğu, Htc ya da RBC’ nin azalması olarak
tanımlanır. Eritrositler ile ilgili hemen tüm değerler yaşla birlikte değişim gösterir.
Her yaş için normalin alt sınırını belirlemek gerektiği için, çocuklarda anemi
tanısını koymak daha zordur. Anemi sınırı o yaş için ortalama değerin 2 standart
sapma altıdır (16,17). Çoğu kez Hb’ deki azalma RBC’ deki azalma ile birlikte ise
de, bazen demir eksikliği anemisinde olduğu gibi Hb azaldığı halde RBC normal
kalabilir (18).
Tanım ve tarihçe
DEA’ nin klinik belirtilerinin çok eski zamanlarda tanımlandığı anlaşılmıştır.
Günümüze kadar gelmiş en eski el yazması olan Mısır tedavi el kitabı Papirus
Ebers’ de M.Ö. 1500’ lerde solukluk, dispne ve ödemle karakterize bir hastalık tarif
edilmiştir. Ortaçağ tarihçileri bu eski zamanlardan kalma “ancylostomal anemi” yi
demir eksikliğinin bir formu olarak tanımlamışlardır. 16. yüzyılın ortalarından sonra
“chlorosis” ya da “yeşil hastalık” olarak Avrupalı bilim adamları tarafından çok iyi
biliniyordu. Fransa’da 17. yüzyılının ortalarında bu hastalığın tedavisinde demir
tuzları kullanılmaya başlandı. Çok geçmeden demir, Sydenham tarafından
chlorosisin spesifik tedavisi olarak önerildi. 1830–1930 yılları arasında 100 yıl
boyunca chlorosis tedavisinde etkili olmayan dozlarda demir kullanıldı. 20. yüzyılın
başında chlorosisin kandaki demir miktarının düşmesi ve hipokromik eritrositlerin
ortaya çıkması ile karakterize olduğu saptandı. Demir eksikliği ve demir
metabolizması ile ilgili esas çalışmalar 20. yüzyılda yapılmıştır (19).
5
DEMİR EKSİKLİĞİ ve DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ
Demir eksikliği, vücutta Hb yapımı ve birçok enzimatik reaksiyon için yeterli
miktarda demir bulunmaması durumudur. DEA ise, bu eksikliğin yaş ile ilişkili Hb
değerlerinin 5. persantilinin altına inmesiyle birlikte olan daha ağır şeklidir (17,20).
Dünyada en sık görülen anemi DEA’ dir. Hastalık yaşamın her döneminde
görülmekle birlikte küçük çocuklarda ve kadınlarda daha sıktır. Çocuklarda hızlı
büyüme, gebelikte artan demir gereksinimi, kadınlarda mensturasyon demir
eksikliğini ortaya çıkaran fizyolojik nedenlerdir (6).
Demir kaybı sırasıyla yaptığı etkilerle belli evrelere yol açar (21).
Evre I: Demir kaybı, alımını aşarsa bu negatif demir dengesi ile demir deposu
(kemik iliği demir içeriği ile temsil edilir) giderek boşalır. Hb ve serum demiri
normal kalmasına karşın serum ferritin yoğunluğu düşer. Demir deposu azalırken,
diyetle alınan demirin emiliminde ve demir bağlama kapasitesinde kompansatuvar
artış olur.
Evre II: Harcanan demir depoları eritroid ilik tarafından karşılanamaz. Plazma
transferrin düzeyi artarken serum demir yoğunluğu düşer, eritrosit yapımı için
gerekli hazır demir giderek azalır. Serum demiri < 50 μg/dl ve Tsat < % 16
olduğunda eritropoez bozulmuştur. Serum ferritin reseptör yoğunluğu yükselir.
Evre III: Eritrositleri ve eritrosit indeksleri normal görünümlü bir anemi tarif edilir.
Evre IV: Mikrositoz ve sonra hipokromi bulunur.
Evre V: Demir eksikliği dokuları etkileyerek semptom ve belirtilere yol açar.
Tablo 1’ de demir eksikliğinin gelişim evrelerine göre serum değerlerindeki
değişiklikler özetlenmiştir (22).
6
Tablo 1: Demir eksikliğinin gelişim evreleri (22)
Normal dönem
Prelatent dönem
Latent dönem
DEA erken dönem
DEA geç dönem
İlik demiri N ↓ tükenmiş tükenmiş tükenmiş
Serum ferritini N ↓ <12 <12 <12
Tsat N N <16 <16 <16
FEP N N ↑ ↑↑ ↑↑
Hb N N N 8-14 <8
MCV N N N N, ↓ ↓
RDW ↑ ↑ ↑ ↑ ↑
(FEP: Serbest eritrosit protoporfirini, RDW: Eritrosit dağılım genişliği, N: Normal)
İnsidans
DEA’ nin en sık görüldüğü yaş grubu 6 ay ile 2 yaş arasındadır. Ülkemizde
çocukluk yaşlarında DEA oranı dikkati çekecek kadar yüksektir. DEA erişkin
erkeklerde ve postmenstrüel dönemdeki kadınlarda çok daha az görülür (6). DSÖ
verilerine göre dünya nüfusunun %24,8’ ini etkileyen DEA okul öncesi çocukların
%47,4’ ünü ve gebe kadınların %41,8’ ini etkilemektedir (1).
Kadınların %50’ sinde ve gebelerin %90’ ında henüz anemi başlamamış
olmakla beraber demir depolarının ileri derecede azaldığı (demir eksikliği)
saptanmıştır (18).
Yurdumuzda İzmir’ de 1000 olgu üzerinde yapılan bir çalışmada 6 ay-15
yaş arası çocuklarda DEA prevalansı % 30,1 olarak bulunmuştur. İstanbul’ da 5-36
7
ay arası 166 olgu ile yapılan bir çalışmada ise olguların % 72,3’ ünde demir
eksikliği ve bunların %47,6’ sında DEA saptanmıştır (4).
DEA en sık 13-24 ay yaş grubunda ve % 44,4 olarak tespit edilmiş olup bu
grubun içinde de % 60 oranıyla 13 aylık çocuklarda pik yaptığı belirlenmiştir. DEA
saptanan olguların % 55,2’ si orta (Hb = 8-10 g/dl), % 15,6’ sı ise ağır (Hb<8 g/dl)
anemi olarak saptanmıştır (23).
DEA prevalansı sosyoekonomik düzey, anne sütü ile beslenme süresi, inek
sütünün beslenmeye katıldığı yaş ve demirden zengin formül sütlerin kullanım
sıklığı gibi nedenlere bağlı olarak, ülkeler arasında ve ülke içinde bölgeler
arasında değişik olarak saptanabilir (24).
Etiyoloji
Demir eksikliğinin en önemli nedeni, diyetle alınan demir ile büyüme ve
metabolik fonksiyonlar için gerekli demir ihtiyacı arasındaki dengesizliktir.
Erişkinlerde eritrosit yapımı için gereken demirin %95’ i yaşlı eritrositlerden
sağlanırken, çocuklarda hızlı büyüme nedeniyle yıkılan eritrositlerden sağlanan
demir oranı sadece %70 kadardır. Bu dönemde eritropoez ve diğer yaşamsal
fonksiyonlar için gereken demirin %30 ’ unun diyetle alınması gerektiğinden, diyet
eksiklikleri daha kolay demir eksikliğine neden olmaktadır. Çocuklarda demir
eksikliğine yol açan en sık üç neden hızlı büyüme nedeniyle demir gereksiniminin
artması, yetersiz demir alımı ve kan kaybı olarak sıralanabilir (25).
Gebeliğin 3.trimesterinde fetus plasenta yolu ile anneden aldığı demiri
depolar ve doğumdan sonraki birkaç ay içinde bu depoları kullanır (25). Bilindiği
gibi erken doğanlarda (35. gestasyon haftasından önce) ve doğum ağırlığı 2500
gramın altında olan bebeklerde demir ihtiyacı çok fazladır. Anne sütü veya
demirden zengin mamalar alıyor olsalar da bu bebeklere oral demir preparatları
verilmesi gereklidir. Bu çocuklarda demir takviyesi ihtiyacına, yaşamlarının ilk
yılındaki çabuk büyüme ve buna paralel oranda artan kan hacmi neden
olmaktadır. Bu yüzden erken doğan bebeklerde demir takviyesine en geç ikinci
aydan itibaren başlanmalıdır (26).
8
Normal doğum ağırlıklı bebeklerde görülen demir eksikliğinin düzeyi,
belirgin olarak beslenme ile ilişkilidir. Özellikle 6-36. aylar yeterli demirin
sağlanması açısından bebekler için kritik bir dönemdir (27).
Yenidoğan ve süt çocuğunun temel besini süttür. Gerek anne sütü ve
gerekse inek sütünün içerdikleri demir miktarı yetersizdir (0,5-1,5 mg/L). Anne sütü
ve inek sütü her 1000 kalorisinde 5 mg’ dan daha az demir içerir. Anne sütünün
önemli bir üstünlüğü içerdiği demirin % 49’ unun emilmesidir. İnek sütündeki
demirin ise yalnızca %10’ u emilir (28). Çocuklarda inek sütü verilmesi veya demir
içermeyen inek sütlü mamalar ile beslenmeyi takiben sıklıkla demir eksikliği
gelişmektedir. Süt çocukluğu çağında diyetteki inek sütünün demir eksikliğine yol
açmasının sebebi yalnızca gastrointestinal kanamaya yol açması değil, aynı
zamanda demir içeriğinin az olmasıdır ve demir emiliminin düşük olmasıdır (25).
Çocuklarda 4. aydan sonra son trimesterda depolanan neonatal demir
stokları yarıya iner ve dışarıdan demir alımı ihtiyacı doğar. Bu, 4-12. aylar
arasındaki hızlı büyüme için gereklidir. Günlük ortalama 0,8 mg demir alımı
olmalıdır. 0,6 mg demir büyümenin devamını sağlamak, 0,2 mg ise kayıpların
yerine konması için kullanılır. Diyetle alınması önerilen günlük demir miktarı 4-6
aylık çocuklar için 4,3 mg/gün, 7-12 aylık çocuklar için 7,8 mg/gün’ dür (29).
Düşük doğum ağrılığı, artmış büyüme hızı, kronik hipoksi, siyanotik kalp
hastalıkları, doğumda düşük Hb (perinatal kanamalar), DEA için yüksek risk
faktörleridir (25). Altı aydan önce görülen demir eksikliği ise daha çok prematürite,
düşük doğum ağırlığı, neonatal anemi, perinatal kan kaybı gibi doğumda demir
depolarının azalması durumlarında olur (30). Tablo 2’de çocuklarda DEA nedenleri
gösterilmektedir (28).
9
Tablo 2: Çocuklarda DEA nedenleri (28)
Diyete bağlı alım azlığı
Azalmış absorbsiyon Malabsorbsiyon sendromları
Uzun süreli diyareler
Gastrektomi sonrası
İnflamatuar barsak hastalıkları
Artmış demir ihtiyacı Düşük doğum ağırlıklı bebekler
Prematürelik
Adolesan dönemi
Hızlı büyümenin olduğu süt çocukluğu dönemi
Siyanotik konjenital kalp hastalığı
Kan kaybı Prenatal-perinatal dönem Fetomaternal kanama
Plasenta previa
İkizden ikize kanama
Transplasental, retroplasental, intraplasental kanama
Umbilikal kord rüptürü
Postnatal dönem Gastrointestinal sistem
• Gastrointestinal kanama
♦ İnek sütü allerjisi
♦ İntestinal parazitler (N. amerikanus, A. duedonale vb.)
♦ İlaçlara bağlı gastrik kanama (asetil salisilik asit, steroidler, indometazin,...)
♦ Anatomik lezyonlar (varis, hiatal herni, ülser, ileit, meckel divertikülü,...) • Safra kesesi
♦ Hemokolesistit, kolelitiazis
10
Akciğerler
• Pulmoner hemosiderozis
• Good Pasture sendromu
• Ig A eksikliğinin eşlik ettiği defektif demir mobilizasyonu
Burun (Burun kanamaları)
Uterus (Menstruel kayıplar)
Kalp (İntrakardiyak miksoma, valvüler protez ve yamalar)
Böbrekler
• Hematüri
• Travmatik hemolitik anemi
• Nefrotik sendrom (üriner transferrin kaybı)
• Hemosiderinüri
• Kronik intravaskuler hemoliz (paroksismal nokturnal hemoglobinüri, paroksismal
soğuk hemoglobinürisi)
Ekstrakorporyal • Hemodiyaliz
• Travma
• Sık kan donörlüğü
11
Demir metabolizması
Demir oksijen taşınması ve depolanması, elektron taşınması, oksidatif
metabolizma, hücre büyümesi ve çoğalmasında, esansiyel reaksiyonların
katalizinde kullanılan, yaşam için vazgeçilmez bir elementtir. Az ama önemli
miktarda demir de enzimler ve proteinler tarafından kullanılır (31). En önemli
görevi Hb aracılığı ile oksijen taşımaktır. Demir; ferröz (Fe+2) ve ferrik (Fe+3)
şekiller arasında birbirine dönüşme özelliği nedeni ile oksijenasyon, hidroksilasyon
ve benzeri birçok metabolik olayı katalize eder. Hb’ deki demirin fonksiyonu
dokulara oksijen taşımaktır. Hb dört globin zincirinden oluşan tetramerdir. Her
globin zinciri bir demir atomu içeren hem grubuna bağlıdır. Hb’ nin molekül ağırlığı
66000 daltondur. Eritrosit proteininin %95’ ini Hb oluşturur. Miyoglobin ise kasta
bulunan kırmızı renkli bir pigmenttir ve kas kontraksiyonu sırasında
oksijenizasyonu sağlar.
İnsan vücudunda Hb ve miyoglobin dışında Fe içeren başlıca proteinler
sitokromlar, sitokrom oksidaz, homogentisik asit oksidaz, peroksidaz ve
katalazlardır. Sitokrom c redüktaz, süksinat dehidrogenaz, NADH dehidrogenaz,
asetil koenzim A dehidrogenaz ve ksantin oksidaz da demir flavoproteinleridir.
Krebs siklusu enzim ve kofaktörlerinin çoğu demir içerir veya fonksiyonları için
ortamda demir bulunması gereklidir (32).
Vücuttaki total demir miktarı 4-5 gramdır. Bunun yaklaşık %65’ i Hb’ de,
%4 kadarı miyoglobinde, %1’ i de intrasellüler oksidasyonu kolaylaştıran çeşitli
hem bileşiklerinde bulunur. Total demirin ancak %0,1 kadarı kan plazmasında
transferrin (Tf) proteinine bağlı biçimdedir. %15-30 kadarı da esas olarak ferritin
halinde retiküloendotelyal sistemde ve karaciğer parankim hücrelerinde depolanır
(33). Erkeklerde toplam demir içeriği yaklaşık 3800 mg, kadınlarda ise 2300 mg
kadardır (34). Miadında yenidoğanda 75 mg/kg demir mevcutken, bir yaşındaki bir
süt çocuğunda vücut demiri erişkindeki gibi 40-50 mg/kg’ a kadar düşer (35-37).
Kimyasal karakteristikleri ve fonksiyonları esas alınarak tanımlanan üç ana
demir kompartmanı bulunmaktadır. Bunlar fonksiyonel demir, transport demiri,
12
depo demiri olarak adlandırılır (32). Tablo 3’te erişkinde demir kompartman
dağılımı görülmektedir.
Tablo 3: Erişkinde demir kompartman dağılımı (32)
Kompartmanlar Erkeklerde demir konsantrasyonu
Kadınlarda demir konsantrasyonu
1. Fonksiyonel demir
Hb 31 mg/kg 28 mg/kg
Miyoglobin 5 mg/kg 4 mg/kg
Hem enzimleri 1 mg/kg 1 mg/kg
Non-hem enzimleri 1 mg/kg 1 mg/kg
2. Transport demiri
Transferrin <1 (0,2) mg/kg <1 (0,2) mg/kg
3. Depo demiri
Ferritin 8 mg/kg 4 mg/kg
Hemosiderin 8 mg/kg 2 mg/kg
Demir Dengesi ve Demir Emilimi
Total vücut demiri, diyetle alınan ve barsaktan emilen demir ile deri veya
mukoza hücrelerinin dökülmesi, kanama gibi çeşitli yollarla kaybedilen demir
arasındaki denge sağlanarak korunur. Demir itrahı ile ilgili fizyolojik bir kontrol
mekanizması saptanamamış olması nedeniyle absorbsiyonun vücut demir
havuzunu tek başına kontrol ettiği düşünülmektedir. Normalde 120 gün olan
yaşam süresini tamamlamış eritrositlerin yıkılması ile hergün yaklaşık 20-25 mg
kadar demir açığa çıkar ve 2,5 mg kadarı da tekrar Hb yapısına girer.
13
Hb yapısına giren bu demir eritrosit yıkımı, vücut depoları, demir içeren
proteinlerin parçalanması yoluyla sağlanır. Gastrointestinal ve genitoüriner
sistemden hücrelerin dökülmesiyle her gün yaklaşık 1 mg demir kaybı olur (24, 32,
38).
Demir fizyolojik olaylarda kullanılmak üzere hergün belli miktarlarda
alınması zorunlu bir mineraldir. Normal günlük bir diyette 10–20 mg demir bulunur.
Diyetle alınan bu demirin ancak %5–10’ u barsaklardan emilir (18, 19, 37, 39).
Tablo 4’ te günlük demir gereksinimleri gösterilmektedir (39).
Tablo 4: Günlük besinsel demir gereksinimi (39)
Erkek 1 mg
Adolesan 2-3 mg
Reprodüktif yaştaki kadın 2-3 mg
Gebeler 3-4 mg
Demir emilimi, sınırlı olarak intestinal kanalın bütün bölümlerinden
gerçekleşse de, başlıca emilim yeri duodenumdur (40). Demir ferro (Fe+2) halinde
kolaylıkla emilir. Ancak besinlerle alınan demirin yaklaşık %90’ ı ferri (Fe+3)
şeklindedir. Fe+3, pH’ ın 2’ den büyük olduğu ortamlarda çözünemez ve
biyoyararlanımı sözkonusu olmaz. Midede demir emilimi çok az düzeydedir, ancak
mide sekresyonları demiri çözündürür ve Fe+2 şekline indirgenmesini sağlayan
askorbik asit ve diğer maddelerle çözülebilen kompleksler haline gelmesini sağlar
(37, 41).
Demir emilimini birçok faktör etkilemektedir. Oksalatlar, fitatlar, fosfatlar,
alkol, antiasitler ve indirgeyici ajanlar demir emilimini azaltırken, askorbat (C
vitamini), laktat, piruvat, süksinat, früktoz, sistein, sorbitol, kalsiyum ve asit pH
artırmaktadır. Hızlanmış eritropoez de demir emilimini kuvvetli bir şekilde
artırmaktadır. Hayvansal besinlerdeki demir (hem demiri), bitkisel
besinlerdekinden daha kolay emilir (32). Ayrıca kobalt, kurşun, stronsiyum,
14
manganez, çinko gibi metaller absorbe edilirken demir ile yarışırlar ve demir
emilimini azaltırlar (38). Pankreatik sıvılar ise demir emilimini inhibe ederler. (42)
Tablo 5’te demir emilimini etkileyen faktörler ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
Tablo 5: Demir emilimini etkileyen faktörler (42)
Emilimi Artıranlar Emilimi Azaltanlar
Demir içeriği
Demir Formu
Hem demiri Uygun demir tuzu Demir eksikliği
Enterik kaplı kapsüller
İntralüminal faktörler
İntestinal sekresyon
Mide içeriği İntestinal motilite
Şelatörler
Safra, intrinsik faktör, Hidroklorik asit Askorbik asit ve diğer asitler
Sistein ve atropin
Aklorhidri Oksalat, fitat, fosfat, bikarbonat
Katartikler EDTA Desferoksamin
Mukozal faktörler
Hastalık durumu
Hücresel
İntermitant çıkış darlığı
Azalmış mukozal demir
Gastrektomi Lipom Kronik diyare
Artmış mukozal demir
Sistemik faktörler
Eritropoez Demir ihtiyacı
Akut kan kaybı Hemolitik anemi Hipoksi Gebelik Büyüme Demir eksikliği
Aplastik anemi Transfüzyon
Kronik enfeksiyon Kilo kaybı Talasemi Hemokromatosiz
İntestinal kanaldaki emici hücrelerin fırçamsı kenarında, ferrik demir ferrik
redüktaz tarafından ferröz forma çevrilir. Membran boyunca transportu ise genel
bir katyon taşıyıcı olan divalent metal transporter-1 sağlar. Benzer şekilde başka
bir ferrooksidaz olan hefaestin burada diğer bir taşıyıcı ile hareket eder.
15
Hefaestinin yapısı bakır taşıyan bir protein olan seruloplazmine benzemektedir
(43).
İntestinal hücre içine alınan demirin bir kısmı taşıyıcıdan mitokondrilere
verilirken kalan kısım mukoza hücrelerindeki apoferritin ile plazmadaki demir
taşıyan bir polipeptit olan Tf arasında paylaştırılır. Apoferritin, molekül ağırlığı
yaklaşık 440 kilodalton olan globüler bir proteindir. Molekül ağırlığı 18 kilodalton
olan 24 eş subünitten oluşmuştur. Demir bir ferrihidroksifosfat miçeli oluşturur ve
ferritindeki bu alt birimler oluşan miçeli çevreler. Bir ferritin molekülü 4500 adet
demir atomu içerebilir (41,44, 45). Diğer birçok dokuda bulunan apoferritin demir ile
birleşerek ferritini yapar. İnce barsak hücrelerinde ferritine bağlı demir bu
hücrelerin yaşamları sona erdiğinde barsağa dökülmesi ile kaybedilir ve dışkı ile
atılır (41).
Tf 80 kilodalton ağırlığında, 678 aminoasitten oluşan bir glikoproteindir.
Elektroforetik olarak β-globulinler gibi hareket eder. Yarılanma ömrü 8 gündür.
Demirle bağlı Tf’ in yarılanma zamanı 60-90 dakikadır ve oldukça hızlıdır
(20, 32, 41).
Tf sentezi primer olarak karaciğerde hepatositlerdedir ve depo demiri
miktarına bağlı olarak düzeyi ayarlanır. Depo demiri azaldığında Tf sentezi artar.
Ferrik haldeki demir atomu Tf molekülüne yaklaşık 330 aminoasitten oluşan ve N-
terminal ve C-terminal olarak adlandırılan bölgelerden bağlanır. Yapısal olarak
birbirlerine çok benzeyen bu terminaller demir ve anyon (genellikle bikarbonat)
bağlayan iki adet alt bölge içerirler. Yapılan çalışmalar, Tf molekülüne demirden
önce bikarbonatın bağlandığını ve bu anyonunun demiri TF molekülü içinde
tutarak demir ile protein arasında bağlayıcı köprü işlevi gördüğünü
göstermiştir (32, 33).
Tf molekülleri üzerindeki tüm demir bağlama bölgelerinin toplamı vücudun
total demir bağlama kapasitesi olarak adlandırılır. Tf’ in yaklaşık 1/3’ ü demire
bağlı durumdadır. Demirin Tf’ e bağlanma oranı (satürasyon yüzdesi) fizyolojik ve
patolojik durumlara göre değişiklik gösterir. Vücut demir depoları boşaldığında
veya eritropoez arttığında demir emilimi artar. Tersi durumlarda demir emilimi
16
azalır. Demir eksikliğinde plazma Tf miktarı artar ve bunun demirle satürasyonu
azalır. Böylece hücre içi demir taşıyıcısından Tf’ e daha fazla demir geçer ve daha
az demir apoferritine bağlanmış olur. Mukozadaki ferritin depoları azalır ve böylece
mukoza hücreleri barsak lümenine döküldüklerinde daha az miktarda demir
kaybedilmiş olur. Bunun tersine demir yüklendiği zaman dolaşımdaki Tsat artar,
böylece daha fazla demir apoferritine yönelir. Ferritin depoları artar ve mukoza
hücreleri barsak lümenine döküldüklerinden daha fazla demir kaybedilmiş olur (37).
Demirin plazmadan hücrelere geçişi
Tf’ in fonksiyonu retiküloendotelyal sistem (RES)’ den ve barsaklardan
kemik iliğine Hb sentezi için demir taşımasıdır. Demir hücre içine reseptör aracılı
endositoz ile alınır. Demir ihtiyacı arttığında reseptör sayısı artar, depolar
dolduğunda azalır. Tüm hücreler gelişimlerinin bir döneminde transferrin reseptörü
içerirler. Transferrin reseptörü eritroid öncü hücreler, plasenta ve karaciğerde çok
sayıda olmak üzere bütün çekirdekli hücrelerde bulunur. En çok transferrin
reseptörüne sahip hücreler (hücre başına 300.000-400.000) gelişen
eritroblastlardır (32).
Demirin Tf’ e bağlanması pH ile ilişkilidir. pH’ ın 4,5’ ten büyük olması
durumunda bağlanma olmamaktadır. Tf’ de iki demir bağlama alanı vardır; tek
demir bağlanırsa monoferrik, iki demir bağlanırsa diferrik Tf’ den bahsedilir. Diferrik
Tf’ in transferrin reseptörüne ilgisi monoferrik Tf’ den daha fazladır. Transferrin
reseptörü sayısı bölünmeyen hücrelerde sabit iken, çoğalan hücrelerde
artabilmektedir. Reseptör sayısındaki artış hücrenin demir gereksinimindeki artışı
yansıtmaktadır. Bir reseptör iki Tf bağlamaktadır. Reseptörün Tf’ e afinitesi ortamın
pH’ sı ve Tf’ in demir yükü ile ilişkilidir. Tf kendi reseptörüne bağlanınca klatrin
kaplı membran içerisinde hücre içine alınır, burada ortam asidifiye edilir. Asit
ortamda demir serbestleşir (37).
Günde yaklaşık 20 ml kırmızı kan hücresi yıkılır. Bunun sonucu 20-25 mg
demir açığa çıkar. Serbest demir toksiktir, fakat Tf’ e bağlanması toksisitesini
azaltır (45).
17
Demirin eritroid öncü hücreye girişi
Tf seçici olarak kemik iliğine gider. Eritroblast yüzeyinde reseptörle
birleşince demir ayrılır, hücre içine girer. Mitokondride protoporfirin halkasına
bağlanır, hem oluşur. Hb yapımında kullanılır. Hem dışında demir apoferritinle
birleşerek ferritin şeklinde depolanır (36, 37).
Depo demiri
Depo demiri miktarı vücuda demir alımı ve vücuttan demir kaybı ile değişen
bir denge içindedir. Depo demiri ferritin ve hemosiderinden oluşur (36,37).
Ferritin
Ferrik hidroksifosfat şeklinde depolanmış demir ve bunu çevreleyen
apoferritin kılıfının oluşturduğu, moleküler ağırlığı 440 kilodalton olan ve yirmidört
subünitesi bulunan ferritin, vücudun ana depo demiridir. Her bir ferritin molekülü,
ağırlığının yaklaşık % 20’ sini oluşturan iki bin demir atomu içerir. Vücuttaki tüm
hücrelerde ve doku sıvılarında bulunur. En fazla bulunduğu yer demir bileşiklerinin
sentezlendiği eritroid ana hücreler ile demir metabolizması ve depolanmasında rol
oynayan makrofaj ve hepatositlerdir. Hücre içindeki ferritin düz endoplazmik
retikulumda, intrasellüler demir düzeyine göre miktarı ayarlanarak sentezlenir.
Ferritin mRNA’ sı içinde “Iron Responsive Elements” (IRE) adı verilen mRNA’ nın
beşinci kısmında yer alan yirmialtı nükleotidlik bir kısım, ferritin molekülünün
sentezinin düzenlenmesini demire bağımlı olarak kontrol eder. IRE’ e bağlanarak
ferritin translasyonunu inhibe eden “Iron Responsive Element Binding Protein
(IRE-BP) adı verilen bir protein tanımlanmıştır. Sellüler demir konsantrasyonu
düşük olduğunda IRE –BP aktive olur ve ferritin sentezi azalır.
Ferritin demir depo proteini olmak için bütün özelliklere sahiptir. Öncelikle
apoferritin Fe+2’ yi alır ve oksitler, böylece Fe+3 çekirdekte depolanır. İkinci olarak
Fe+3’ ün Fe+2’ ye indirgenmesi ile demir salınır. Üçüncü olarak demir apoferritin
sentezini stimüle eder.
18
Normalde plazmadaki ferritin düzeyi sellüler ferritin miktarı ile orantılıdır,
plazma ferritin konsantrasyonu vücut demir depolarını yansıtır. 1 mg/L serum
ferritininin 8-10 mg depo demirine karşılık geldiği çalışmalarla gösterilmiştir (41,
46). Ancak ferritin aynı zamanda bir akut faz reaktanıdır ve sentezi demirden
bağımsız olarak inflamatuar sitokin ve oksidatif stres ile de ilişkilidir. Plazma
ferritini hücre içi ferritinin aksine glikozillenmiştir (37).
Ferritin elektron mikroskobunda kolayca görülebilir. Suda eriyebilir.
Fagositoz ve bununla ilgili olaylarda izlenici (tracer) olarak kullanılır (41). H ve L alt
tipleri vardır. H (ağır) alt tipi başlıca demir metabolizması aktif dokularda (kalp,
beyin, plasenta, eritrositler, lenfositler, monositler vs) bulunur, L (hafif) alt tipi daha
stabil olduğundan demirin uzun süreli depolanmasında görevli bir moleküldür.
Başlıca karaciğer ve dalakta bulunur. Ferritin katabolizması sonucu açığa çıkan
demir vücut tarafından yeniden kullanılır veya amorf, suda erimeyen ve ferritinden
daha fazla miktarlarda demir içeren hemosiderine dönüşür. Hemosiderinin kısmen
denatüre olmuş ferritin olduğu düşünülmektedir. Hemosiderin genellikle demir
alımının aşırı olduğu durumlarda sentezlenir ve içerdiği demir Hb yapımında
kullanılabilirse de, mobilizasyonu ferritin demirine göre çok yavaştır. Normalde
monosit ve makrofajlar içerisinde oluşturulur. Ama patolojik durumlarda her
dokuda fazla miktarda birikir (37, 46).
Demirin vücuttan atılımı
Vücudun demir dengesini sağlayan iki komponentten biri olan atılımın
(fizyolojik kayıp) daha sabit ve sınırlı olduğu düşünülür. İnsanlarda her gün
yaklaşık 1 miligram demir başlıca feçes ile atılır. Demirin diğer atılım yolları safra,
dışkı, tırnaklar, saç ve idrardır. Sağlıklı erişkin bir erkekte demir kaybı 1 mg/gün
iken, kadınlarda mensturasyonla kaybedilen demirin eklenmesi ile demir kaybının
günde yaklaşık 2 mg’ a kadar çıktığı saptanmıştır (33, 35). Bununla beraber
normalde 1mg/gün olan kaybın DEA’ nde 0,5 mg/gün’ e düştüğü, demirin vücutta
fazla olduğu durumlarda kaybın 2mg/gün’ e kadar çıktığı bildirilmiştir (47).
19
Klinik Bulgular
DEA’ nde tüm anemilerde görülen anemiye sekonder genel klinik bulgular
olabileceği gibi hiçbir klinik bulgu olmaksızın rutin laboratuvar incelemeleri
sırasında da tanı konulabilir (25).
Klinik bulgular genelde aneminin hangi hızla geliştiğine ve aneminin
derecesine bağlı olarak çok çeşitlilik göstermektedir. Demir depolarının boşalmaya
başladığı dönemde hiç bir klinik bulgu olmayabilir. Demir eksikliği yalnızca
anemiyle belirlenen hematolojik bir hastalık değil, birçok fonksiyonu etkileyen
sistemik bir bozukluktur. Huzursuzluk, anoreksi, gastrointestinal belirtiler, sık
tekrarlayan infeksiyonlar dikkati çeker. Solukluk göze çarpan en önemli
bulgulardandır. Mavi sklera, baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, kulakta
dolgunluk, uğultu da görülebilir. Aneminin derin olduğu vakalarda çabuk yorulma,
taşikardi, sistolik üfürüm ve kalp yetmezliği gibi kalp ve dolaşım sistemi bulguları
eklenir. Bu durum acil tetkik ve tedaviyi gerektirir. Hastalarda genelde anemi
derecesine bağlı olmaksızın psikomotor gelişim ve kognitif fonksiyonlar
bozulmuştur. Bu bozukluklar aneminin tedavisi ile genelde düzelmemektedir (6,
20, 25, 32).
Kronik, ağır demir eksikliği olan hastalar çamur, boya, toprak (pika) veya
buz (pagofaji) gibi değişik maddeler yiyebilirler (21). Pikalı çocuklarla ilgili yapılan
bir çalışmada, en sık yenilen maddeler, toprak (% 85,9), duvar sıvaları (% 15,9),
kömür (% 9,3), taş parçaları - kum (% 7,5) ve kül (% 5,6) olarak bulunmuştur.
Vakaların % 21’ inin, birden fazla madde yediği tespit edilmiştir. Aynı çalışmada
pikalı çocukların % 57’ sinde anemi, % 76,6’ sında demir eksikliği bulunurken,
demir eksikliği ve aneminin ağırlığı ile pika süresi arasında önemli bir ilişki tespit
edilmiştir (48).
Koilonişi, tırnak bombeliğinin kaybolması, zamanla içe çökmesidir ve demir
eksikliğine özgüdür (37). Özellikle yaşlılarda olmak üzere, dil papillarında ve yanak
mukozasında atrofi, glossitis ve angular stomatit görülebilr. Gastrik mukoza atrofisi
bazen kendisi demir eksikliğine yol açar, bazen de demir eksikliğinde gözlenir (49).
20
DEA vakalarında hücresel bağışıklık bozuklukları bildirilmiştir. Araya giren
infeksiyonlar sonucu splenomegali ve yaygın lenfadenopati olabilir (6).
Katılma nöbetleri, çocukluk çağında oldukca sık karşılaşılan, dramatik ve
korkutucu bir hal alabilen tablolardır. Katılma nöbetleri ile DEA arasındaki ilişki ve
oral demir tedavisi ile nöbetlerin düzeldiği bilinmektedir. Katılma nöbetlerinde, altta
yatan fizyopatolojik mekanizma, otonomik sinir sistemi disregülasyonudur. Ciddi
nöbetlerde ortaya çıkan bilinç değişikliklerinden ise serebral anoksinin sorumlu
olduğu düşünülmektedir (50).
Demir eksikliğinin anemi dışı bulguları arasında özellikle üzerinde durulan
psikomotor gelişim, davranış ve kognitif işlev üzerine etkisidir. Demir eksikliğinde
eritrosit yapımının etkilenmesinden çok önce, merkezi sinir sistemindeki demir
azalır. Bu azalma dopamin, serotonin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin
sentezi, fonksiyonu, degradasyonu için gerekli demire bağımlı enzimlerin
aktivitesini bozar. Süt çocuklarında görülen çabuk ağlama, korku, çekingenlik,
anneye aşırı düşkünlük gibi davranış bozuklukları demir tedavisi ile kısa sürede
düzelirken, kognitif fonksiyon bozukluğunun anemi düzelmiş olmasına karşın yıllar
sonra da devam ettiği bildirilmiştir (6). Apati, irritabilite, konsantrasyon zayıflığı,
mental skorlarda gerilik demir eksikliğine bağlanmıştır ve bu durum muhtemelen
demir içeren enzimlerdeki (monoamin oksidaz) ve sitokromlardaki değişikliklerin
sonucudur. Bebeklik döneminde hafif demir eksikliğinin daha sonraki kognitif
yetersizliklerle ilişkili olabileceği hakkında artan miktarda kanıt bulunmaktadır (51).
Demir eksikliği süt çocuklarında kognitif fonksiyonları etkilerken, daha
büyüklerde ise okul başarısında azalmaya neden olur (52). Sinir sisteminin gelişimi
için önemli olan postnatal ilk iki yılda, DEA’ li çocuklarda uyarılmış potansiyel
incelemelerinde merkezi ileti zamanının uzamış olduğu gösterilmiştir (53). Demir
eksikliği görsel ve işitsel fonksiyonları etkileyebilir ve çocuklar arasında zayıf
kognitif gelişim ile ilişkilendirilir (54). Çocukların gelişimsel test performanslarını
olumsuz yönde etkilediği, mental ve motor testlerin en azından birinde düşük
skorlara yol açtığı bildirilmiştir (55). Ayrıca fareler üzerinde yapılan bir araştırmada
demir eksikliğinin kalıcı dopamin reseptör eksilmesine neden olabileceği de
gösterilmiştir (56).
21
Beyin serotonini de demir eksikliğinden etkilenmektedir. Yapılan bir
çalışmada demir eksikliği olan sıçanlarda 5-hidroksitriptamin seviyelerinin geri
dönüşümsüz olarak azaldığı gösterilmiştir. Beyin serotoninindeki artışın öğrenme
ve işe dikkatini verme yeteneğinde azalmaya yol açtığı sanılmaktadır. Ancak
enzim ve serotonin seviyeleri demir tedavisi ile düzelmektedir (57).
Bu sonuçlar DEA olan çocuklarda, sinir sistemi fonksiyonlarında tedavi ile
beklenilen düzeyde iyileşmenin oluşmadığını ve koruyucu tedavinin önemsenmesi
gerektiğine işaret etmektedir (53). Tablo 6’ da DEA’ nin dokulara olan etkileri
gösterilmektedir.
Tablo 6: DEA’ nin dokulara olan etkileri (28)
1) Gastrointestinal sistem a) Anoreksi (Yaygın ve ilk görülen bulgulardandır.)
b) Pika, pagofaji
c) Atrofik glossit, angüler stomatit
d) Disfaji, özofageal webler, gastrik asiditede azalma
e) Eksüdatif enteropati (Protein, albumin, immünglobulin, bakır, kalsiyum ve eritrosit
kaybı)
f) Malabsorbsiyon
g) Sitokrom oksidaz ve süksinik dehidrogenaz aktivitesinde azalma
h) Disakkaridazlarda (özellikle laktazda) azalma (anormal laktaz tolerans testi)
i) Kurşun ve kadmiyum emiliminde artış
j) İntestinal permeabilite indeksinde artış
2) Merkezi sinir sistemi a) Psikomotor ve zihinsel fonksiyon bozuklukları
b) Algılamada azalma
c) Yorgunluk ve aktivite azalışı
d) İrritabilite ve iletişim bozuklukları
e) Uzun dönemde mental ve motor test skorlarında gerilik
f) Dikkat azalması, dikkat dağılması
g) Skolastik performansta düşüklük
h) Katılma nöbetleri
i) Papil ödemi
22
3) Kardiyovasküler sistem a) Taşikardi ve kardiyak output’da artış
b) Miyokardiyal hipertrofi
c) Kalp yetmezliği
d) Sistolik üfürüm
e) Dijital’ e tolerans da artış
f) Dakika ventilasyon değerlerinde artış
4) Kas-İskelet sistemi a) Miyoglobin ve sitokrom C’ de azalma
b) Egzersiz performansında azalma (kısa süreli yoğun çalışmada)
c) Fiziksel performansta azalma (uzun süreli çalışmada)
d) Mitokondrial alfa-gliserofosfat oksidaz aktivitesinde azalma ve egzersizde hızlıca
doku laktik asidozu gelişmesi
e) Kemiklerde radyolojik değişiklikler (diploik aralıkta genişleme)
f) Kırık iyileşmesine olumsuz etki
5) İmmun sistem
a) İnfeksiyonu artıran kanıtlar i) Demir tedavisi almış çocuklarda hastalıklarda azalma
ii) Demir eksikliği olanlarda solunum sistemi infeksiyonlarında artış
iii) Lökosit transformasyonunda yetmezlik
iv) Granülositlerde Nitroblue tetrazolium (NBT) testinde bozukluk
v) Lökositlerde ve ince barsakta myeloperoksidaz aktivitesinde azalma
vi) Deri hipersensitivitesinde azalma
vii) Demir eksikliği olan hayvanlarda infeksiyona duyarlılıkta artış
b) İnfeksiyonu azaltan kanıtlar i) Bakteriyel infeksiyon sıklığında azalma
ii) Mikroorganizmaların çoğalmaları için ortamda serbest demire ihtiyaç duymaları
iii) Demir tarafından non-patojenik bakterilerin çoğalması artırılması
23
6) Eritrositlerde meydana gelen değişiklikler a) İnefektif eritropoez
i) Eritrosit ömrünün kısalması
ii) Otohemoliz
iii) Hücre rijiditesinde artış
iv) Sülfidril inhibitörlerine duyarlılıkta artış
b) Hem üretiminde azalma
i) Globin ve alfa zincir sentezinde azalma
ii) Alfa globin monomerlerinin hücre membranına presipitasyonu
c) Glutatyon peroksidaz ve katalaz aktivitesinde azalma
i) H2O2’ nin detoksifikasyonunda yetersizlik
ii) H2O2 hemolizine duyarlılıkta artış
iii) Hücre membranında oksidatif hasar
iv) Hücresel rijidite artışı
d) Glikoliz hızında artış (Glukoz-6-fosfat dehidrogenaz, 6-fosfoglukonat dehidrogenaz
aktivitelerinde artma)
e) Nikotinamid adenin dinukleotid-methemoglobin redüktaz artışı
f) Eritrosit glutamik okzaloasetik transaminaz artışı
g) Serbest eritrosit protoporfirininde artış
h) Kemik iliğinde DNA ve RNA sentezinde bozukluk
7) Diğer dokularda meydana gelen değişiklikler a) Hem içeren enzimlerde azalma (Sitokrom C, sitokrom oksidaz)
b) Demir bağımlı enzimlerde azalma (Süksinik dehidrogenaz, akonitaz)
c) Monoamin oksidazda azalma
d) Üriner norepinefrin atılımında artış
e) DNA, RNA, protein ve hücre büyümesinde değişiklikler
f) Tirozin hidroksilazda azalma
g) Kısa süreli demir eksikliğini takiben beyin demir eksikliğinin devam etmesi
h) Plazma çinko düzeyinde azalma
24
Demir eksikliği anemisinde tanı ve laboratuvar bulguları
Anemi, insanlardaki Hb, Htc veya RBC değerinin, yaşa ve cinse göre
normal ortalama değerlerin 2 standart sapma altında olması olarak tanımlanır.
Progresif demir eksikliğinde sırasıyla hematolojik ve biyokimyasal olaylar
gelişir. Öncelikle demir depolarını yansıtan kemik iliği hemosiderini kaybolur. Depo
demir proteini olan ferritinin serum seviyeleri inflamatuar bir hastalık olmadığında
vücut demir depolarını rölatif bir şekilde doğru olarak gösterir. Ferritinin normal
değerleri yaşa göre değişir ve azalmış seviyeleri demir eksikliğine eşlik eder. Daha
sonra yine yaşa göre değişen serum demir seviyesi azalır, DBK artar ve Tsat
normalin altına iner. Eksiklik ilerledikçe eritrosit boyutu normale göre küçülür ve Hb
içeriği düşer. Eritrositlerdeki morfolojik özellikler en iyi MCV ve ortalama eritrosit
hemoglobini (MCH) ile değerlendirilirken en erken morfolojik değişiklik
anizositozdur.
MCV, DEA’ nde yaşa göre ortalama değerin altındadır. Mikrositozun
göstergesidir. MCH eritrosit içi ortalama Hb miktarını gösterir ve DEA’ nde
27 pg’ ın altındadır. Anizositoz tipik olarak hafif ovalositoz ile birliktedir. Hipokromi
ve mikrositoz şiddeti, aneminin ağırlığı ile ilişkilidir. Artan eksiklik ile birlikte
eritrositler değişik derecelerde deforme olur ve karakteristik olarak hipokromi,
mikrositoz, poikilositoz ve anizositoz görülür.
RDW eritrosit hacmi dağılımının ölçülmesidir, otomatik cihazlarda “Red cell
Distribution Width” olarak tanımlanan bu veri eritrosit hacminde değişimin
koeffisiantı olarak % halinde verilmektedir. Anizositozun kantitatif göstergesidir.
Normal değeri % 13,4±1,2’ dir. DEA’ nde, megaloblastik anemilerde ve kronik
hastalık anemilerinde artmıştır. Talasemi minörde normal olması ile demir
eksikliğinin ayırıcı tanısında değer taşımaktadır. Düşük MCV’ nin eşlik ettiği artmış
RDW demir eksikliği için iyi bir tarama testi olmaktadır.
Ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu (MCHC) büyüme sırasında
ve çoğu hastalık seyrinde sabit kalır. 35 gr/dl’ nin üstündeki yüksek değerler
sferositoz için karakteristik iken, düşük düzeyler en çok DEA’ nde görülür.
25
Retikülosit sayısı genellikle normaldir, ancak kanamanın neden olduğu ciddi
DEA’ nde %3-4’ e kadar artabilir. Mutlak retikülosit sayısı anemiye verilen cevabın
yetersiz olduğunu gösterir. Retikülosit hemoglobin içeriği (CHr) fonksiyonel demir
eksikliğinin en erken göstergesidir. Retikülositler 1-2 gün içerisinde periferik
dolaşıma salınan erken eritrositlerken “Retikülosit hemoglobin içeriği” de kemik
iliğinde üretilen en yeni kırmızı hücrelerin demir içeriğinin ölçümünü sağlar. CHr,
periferik kan testleri içinde kemik iliği demir depolarının eksikliğini gösteren
spesifite ve sensitivitesi en yüksek olan testtir. Anemi gelişmeden demir
eksikliğinin erken tanısını koymak, hastalığın sistemik komplikasyonlarını
önleyebilir. Bu nedenle özellikle çocuklarda CHr erken tanıda ümit verici bir testtir.
Ayrıca retikülosit sayısı tedaviye cevabı değerlendirmede de yararlıdır.
Anemi şiddetli ise bazen periferik kanda çekirdekli eritrositler görülebilir.
Beyaz küre sayıları genelde normaldir. %20 hastada lökopeniye rastlanabilir.
Şaşırtıcı düzeyde trombositoz (600,000-1 milyon/mm3) gözükebilir.
Trombositoz muhtemelen artmış eritropoetin cevabına bağlı olarak gelişir.
Eritropoetin ile trombopoetin arasında yapısal benzerlik bulunduğu bilinmektedir.
Ancak çok şiddetli DEA’ nde bazen trombositopeni de görülebilir ve bu da tanıyı
kemik iliği yetersizlik hastalıkları ile karıştırabilir.
Sağlıklı kişilerde, serum ferritin düzeyleri genel olarak demir depolarının
azalması ile birlikte düşer ve demir depolarının birikimi ile artar. Eğer serum ferritin
düzeyleri 12 ng/dl’ den az ise, demir eksikliği tanısı hemen hemen kesinleşir. Buna
karşın normal ya da artmış serum ferritin değerleri DEA tanısını ekarte ettirmez.
Serum ferritin konsantrasyonunda azalmaya yol açan başlıca üç durum vardır.
Bunlar demir eksikliği, hipotiroidi ve askorbik asit eksikliğidir. Bu nedenle ferritin
düzeyinde azalma kesinlikle anlamlıdır. Serum ferritini önemli bir akut faz
reaktanıdır ve serum ferritin düzeyleri infeksiyon, enflamasyon, akut ve kronik
karaciğer hastalığı ve malignitelerde artar. Ancak demir eksikliği durumunda
ferritin düzeyleri strese cevaben 50-100 ng/ml’ den yukarı çıkmaz, bu nedenle
ferritin düzeylerinin 100 ng/ml üzerinde olması demir eksikliği tanısını dışlar.
Serum ferritin düzeyleri hemoliz ve inefektif eritropoez ile de artar. Bu nedenle
26
hastanede yatan hastaların çoğunda yaygın olan bu durumların herhangi birinin
varlığında serum ferritin düzeylerine güvenilmemelidir.
Serum demir seviyelerin 50 μg/dl’ nin altında olması genelde demir
eksikliğini gösterir. DEA’ de ise 30 μg/dl’ nin altında olması beklenir. Serum demiri
değerleri yaş, cins, laboratuvar metodu, alınan besinler, infeksiyonlar ile
etkilendiğinden ve diurnal varyasyon gösterdiğinden tek başına DEA
değerlendirmesinde kullanılmaz. Oysa DBK başka varyasyonlardan etkilenmez.
360 μg/dl üzeri demir eksikliğini, 400 μg/dl’nin üzeri DEA’ ni destekler. DBK
gebelik, oral kontraseptif kullanımı ve demir eksikliğinde artmaktadır.
Serum demirinin total demir bağlama kapasitesine bölünmesi ile elde edilen
parametreye Tsat denir. (serum demiri/DBK x 100). Demir eksikliğinde %30’ un
altına düşer, %16’ nın altında mutlak demir eksikliğini düşündürür ve %10’ un
altında olması DEA için tipiktir.
Serbest eritrosit protoporfirini (FEP) demir eksikliğinde 40 mg/dl’ nin üzerine
çıkar. FEP anemi gelişmeden demir eksikliğini göstermesi nedeniyle önem
kazanmaktadır. Ayrıca mikrositer-hipokromik anemilerin ayırıcı tanısında önemli
parametredir. FEP düzeyi gün içi değişiklikler göstermez ve α talasemilerde ve β
talasemi taşıyıcılarında artmaz. Demir tedavisi alan hastalarda diğer parametreler
düzelirken tedavi tamamlanana kadar FEP düzeyi yüksek kalmaktadır. FEP, demir
eksikliğinin dışında kurşun zehirlenmesi, kronik infeksiyon, eritropoetik protoporfiri,
akut miyeloid lösemi, sideroblastik anemi gibi hem sentezinin aksadığı durumlarda
da artabilir.
Serum transferrin reseptör seviyesi (sTfR) ve sTfR indeksi (sTfR/log ferritin)
demir eksikliğinde sıklıkla artmaktadır ve diğer parametrelerle korelasyon
göstermektedir. sTfR hücrelerden dökülen dimerik hücresel transferrin
reseptörünün ucu kesik bir formudur. Serum konsantrasyonu tüm vücuttaki doku
transferrin reseptör miktarını yansıtır. Eğer eritroid hiperplazi ekarte edilirse
dolaşımdaki sTfR konsantrasyonundaki artış dokulardaki demir eksikliği için
oldukça önemli bir göstergedir. Dolaşımdaki sTfR konsantrasyonu demir
eksikliğinin ve demir deplesyonunun kesin ve sensitif göstergesiyken DEA’ nde
27
sensitivitesi %92 ve spesifitesi %84’ tür. Ancak beta talasemi, otoimmün hemolitik
anemi gibi diğer bazı durumlarda da eritroid hiperplazi görülür. Bundan dolayı
yüksek sTfR düzeyi her zaman demir eksikliğini göstermez. Dolaşımdaki sTfR
konsantrasyonu kronik ve inflamatuar hastalıklarda yükselebilmekte ancak bu
yükselme anlamlı olmamaktadır. DEA ve kronik veya inflamatuar hastalık
anemilerinin birlikteliğinde ayırıcı tanıda sorun oluşmaktadır. sTfR indeksi kronik
enflamasyon ve infeksiyon varlığında demir eksikliğinin tanısı için en kesin bilgiyi
verir.
Kemik iliği eritroid hiperplazi nedeni ile hiperselülerdir. Normoblastlar
fragmante, Hb’ den fakir ve yetersiz sitoplazmaya sahip olabilirler. Lökositler ve
megakaryositler normaldir. İlik retikulumlarında boyanabilir demir yoktur.
Kemik iliği aspirasyonunda demir boyası en güvenilir yöntemdir. Normal
ilikte eritroblast sitoplazmasında her aşamada siderotik granül gösterilebilir. Kemik
iliğindeki eritroid öncü hücrelerin %30-50’ si siderotik eritroblasttır. Demir
eksikliğinde bu granül sayısı ve sideroblast yüzdesi azalmaktadır.
Kemik iliği biyopsi preparatında ferritin fiksasyon sırasında eriyip
kaybolduğundan histolojik incelemelerde boyanan demirin çoğu hemosiderindir.
Hemosiderin ışık mikroskobunda boyanmış preparatlarda altın sarısı granül olarak
izlenirken prusya mavisi ile boyandıktan sonra histiyositler içinde düzensiz mavi
granüller halinde seçilir. Demir eksikliğinde karakteristik olarak hemosiderin
azalmış ya da yoktur.
Uygun demir tedavisine cevap alınması, demir kullanımından sonra
aneminin düzelmesi DEA tanısında en güvenilir kriterlerinden biridir. Tedaviye
başlanmasından sonra retikülosit sayısı 5-10 gün içerisinde artar ve retikülosit
krizinden sonra Hb’ de ortalama 0,25-0,4 g/dl/gün, Htc’ te %1/gün artış gözlenir.
(25, 28, 36, 37, 45, 58, 59, 60, 61).
Tablo 7’ de DEA tanısı için gerekli testler ve Tablo 8’ de DEA’ de hastalığın
dönemlerine göre laboratuvar bulguları özetlenmiştir.
28
Tablo 7: DEA’ nde tanı için gerekli testler (25)
1) Periferik yayma: Eritrosit morfolojisi (hipokromi, anizositoz, poikilositoz)
2) Hipokromi ve mikrositozun eritrosit indeksleri ile desteklenmesi
a) MCV’ de azalma (12-24 ay <70 fl, 24-48 ay <73 fl, 2-12 yaş <76 fl)
b) MCH’ nin 27 pg’ ın altında olması
c) MCHC’ nin 30 gr/dl’ nin altına düşmesi
d) RDW’ nin 17’ nin üzerinde olması
3) FEP düzeyinde artma
4) Serum ferritininde azalma
5) Serum demirinde azalma
a) DBK’ nde artma
b) Tsat düzeyinde azalma (%16’ nın altında)
6) Uygun demir tedavisine cevap
a) Tedaviyi takiben 5-10 gün arasında retikülositoz
b) Retikülositozu takiben Hb’ de 0,25-0,4 gr/dl/gün ve Htc’ de % 1/gün artış
c) Mikrositozda 3-4 ayda tam düzelme
d) Serum transferrin reseptör düzeyinde artış
7) Kemik iliği
a) Eritroblastlarda sitoplazmik maturasyonda gecikme
b) Demir içeren eritroblast sayısının demir boyama ile incelenmesi, bu
hücrelerde azalma veya yokluk
29
Tablo 8: DEA’ de hastalığın dönemlerine göre laboratuvar bulguları (25)
Ferritin Serum demiri DBK Tsat Hb MCV RDW
Evre 1 ↓ N N N N N ↑
Evre 2 ↓ ↓ ↑ ↓ N N ↑
Evre 3 ↓ ↓ ↑ ↓ ↓ ↓ ↑
1. Prelatent dönem: Anemi görülmez, demir depoları azalır, ferritin düşer.
2. Latent dönem: Eritropoez etkilenir. Ferritin düşük, demir depoları
tükenmiştir. Eritrosit protoporfirini, RDW ve serbest Tf düzeyi artar.
3. Demir eksikliği: Erken ve geç döneme göre MCV ve Hb değerlerinde
hafiften ağıra kadar düşme görülür.
Ayırıcı Tanı
DEA’ nin ayırıcı tanısında hemoglobinopatiler, sideroblastik anemiler,
kurşun zehirlenmesi, kronik infeksiyonlar ve inflamatuar durumlarda görülen
anemiler gibi hipokromi yapan hastalıklar başta gelmektedir. Tablo 9’ da hipokromi
yapan hastalıklar özetlenmektedir. Bu hastalıkların bir çoğunda FEP yükselmekle
birlikte, FEP kurşun zehirlenmesinde demir eksikliğine göre daha fazla
yükselmektedir. FEP, alfa ve beta talasemi minor’ da normal seviyededir. Kurşun
zehirlenmesinde serum kurşun seviyeleri yüksektir ve periferik yaymada bazofilik
noktalanma saptanır. Hemoglobin elektroforezi hemoglobinopatilerin ayırıcı
tanısında önemlidir. Kronik infeksiyon ve inflamatuar hastalıklarda ferritin ve DBK,
sideroblastik anemilerde ise serum demir düzeyleri ayırıcı tanıda değerlidir. Tablo
10’ da hipokrom anemilerin ayırıcı tanısı özetlenmektedir (28).
30
Tablo 9: Hipokromi yapan hastalıklar (28)
1) Demir eksikliği
2) Hemoglobinopatiler a) Alfa ve beta talasemi
b) Hb Köln
c) Hb Lepore
d) Hb H
e) Hb E
3) Hem sentezinin kimyasal maddelerle bozulması
a) Kurşun
b) Pirazinamid
c) İzoniazid
d) Sideroblastik anemiler
4) İdiopatik
5) X’ e bağlı kalıtsal
6) Familyal hipokromik anemi
7) Piridoksine cevap veren anemi
8) Sekonder a) İlaçlar
b) İzoniazid
c) Sikloserin
d) Kurşun
9) Sistemik hastalıklar a) Romatoid artrit
b) Periarteritis nodosa
c) Karsinom
10) Malign hematolojik hastalıklar a) Lösemi
b) Myeloproliferatif hastalıklar
11) Kronik infeksiyonlar ve diğer inflamatuar durumlar
12) Malignansiler
13) Herediter orotik asidüri
14) Hipo veya atransferrinemi
15) Konjenital
16) Akkiz (Hepatik hastalıklar, malign hastalıklar, protein malnütrisyonu, nefrotik sendrom)
17) Bakır eksikliği
18) Demir metabolizması bozukluğu - Demirin eritrositlere transportunda bozukluk
31
Tablo 10: Hipokrom anemilerin ayırıcı tanısı (39)
Demir eksikliği Kronik hastalık Talasemi Sideroblastik anemi
MCV ↓ N, ↓ ↓↓ N, ↓,↑
DBK ↑ ↓ N N
Serum demiri ↓ ↓ N ↑
Tsat ↓ N, ↓ N N, ↑
Kemik iliği demiri yok mevcut mevcut mevcut
FEP ↑ ↑ N N
Serum ferritini ↓ N, ↑ N ↑
Hb A2, HbF N N N, ↑ (beta) N
Tedavi
DEA’ nde tedavinin amacı, hem Hb’ deki eksikliği düzeltmek hem de demir
depolarını doldurmaktır. Demir eksikliği teşhisi konduğunda tedavinin seçimi
hastanın klinik durumu ile yakından ilişkilidir. Hemodinamik bozukluğu olmayan
hastada anemiyi düzeltmek için tercih edilen yol demir preparatları ile tedavidir.
DEA tedavisinde kullanılan demir peraparatları oral veya parenteral yollarla
verilebilmektedir. Oral demir tedavisi etkili, güvenli ve ucuzdur. Ayrıca parenteral
uygulamada görülen sistemik ve lokal reaksiyonlar nedeniyle hemen hemen tüm
yaş gruplarında oral tedavi tercih edilmektedir. Bununla birlikte oral ve parenteral
tedavi benzer sonuçlar verir. Anemiye bağlı hemodinamik bozukluk varsa acil
olarak eritrosit transfüzyonu yapılır ve sonrasında demir tedavisine başlanır. Kalp
yetmezliği, serebral iskemi gibi durumlar haricinde kan transfüzyonu
önerilmemektedir.
32
Tedavide oral kullanılan demir, ferroz (sulfat, glukonat ve fumarat tuzları) ve
ferrik (polimaltoz tuzu) demirdir. En sık ferroz sulfat ve ferrik polimaltoz kullanılır.
Ferroz sulfat sık kullanılmasına karşın yan etkileri (%10-20) fazladır. Hastalarda
bulantı, epigastrik rahatsızlık, ishal ve kabızlık görülebilmektedir. Yan etki
görülenlerde doz azaltılması, doz sayısının artırılması ve yemeklerle verilmesi yan
etkileri azaltabilir. Likit demir preparatları dişlerde kalıcı olmayan boyamalara
neden olabilir. İlaç dil üstüne verilmekle dişlerdeki boyama azaltılabilir.
Demir preparatlarının aç karına verilmesi yan etkileri artırsa da emilim daha
iyi olduğundan tolere eden hastalarda tercih edilmelidir. İki değerli demirlerin
kullanımı daha etkili olduğunu bildiren çalışmalar yanında, iki ve üç değerli demirin
etki açısından fark göstermediği bildiren çalışmalarda mevcuttur.
Demir tedavisine cevap ilk 24 saat içerisinde kemik iliğinde izlenebilir. Hücre
içi demir bağımlı enzimler aktive olur. Klinik olarak ilk gün irritabilitede azalma ve
iştah artışı izlenebilir. Tedavinin 2. günü kemik iliğinde eritroid hiperplazi başlar.
Tedavinin 5-10. günleri arasında retikülosit yükselir. Hb 0,25-0,4 g/dl/gün veya
Htc % 1/gün artar. Bu artış çocuklarda daha fazla olabilir. Sonrasında Hb artışı
azalarak 0,1-0,15 g/dl/gün’ e iner. Mikrositoz, hipokromi ve FEP geç düzeldiğinden
tedaviye cevabın izlenmesinde kullanılmaz. Demir dozu için önerilen
3-6 mg/kg/gündür. İlk 6-8 haftada anemi düzelir ve depoların dolması için 3-5 ay
tedavi gereklidir.
Oral demir tedavisi iyi tolere edilemediğinde, total parenteral beslenme
durumunda, akut diyarelerde, demir depolarının hızla doldurulması gerektiğinde
veya sindirim sisteminden demir emiliminin bozulduğu durumlarda
(malabsorpsiyon sendromları) ya da sosyal nedenlerle (oral tedaviye uyumsuzluk)
parenteral yoldan demir kullanılabilir. Sık olarak kullanılan ve önerilen parenteral
demir preparatı demir dekstrandır. Mililitresinde 50 mg elementer demir içeren bu
demir preparatı intravenöz veya intramüsküler olarak uygulanabilir. Hb’ de 1 g
kadar artış için gerekli parenteral Fe miktarı 2,5 mg/kg kadardır. Hesaplanan bu
miktara, depo demiri için 10 mg/kg kadar eklenerek toplam yapılacak parenteral
demir miktarı bulunmaktadır.
33
Aşağıdaki formüle göre demir defisiti hesaplanabilir:
Normal Hb-Hasta Hb
100
x KV x 3.4 x 1.5
Hb - Hemoglobin (yaşa göre)
KV - Kan volümu = 80 ml/kg x vücut ağırlığı
3,4: Gram hemoglobini miligram demire çeviren sabite
1,5: Demir depolarını doldurmak için gerekli miktar
Parenteral demir uygulamasına cevap, oral demir uygulamasına olan
cevaptan daha hızlı değildir. Hastaların % 0,5-1’ inde anafilaktik reaksiyon olabilir.
İntramüsküler uygulanımdaki kas nekrozu, deride renk değişikliği, flebit ve
persistan ağrı gibi lokal reaksiyonlar Z plasti tekniği ile azaltılabilir. Enjeksiyon
yerindeki renk değişikliği geçici olup birkaç hafta veya aylar içinde kaybolur. Ateş,
ürtiker, başağrısı, lenfadenopati ve artralji sık görülen yan etkilerdir. Günlük
maksimum intravenöz veya intramüsküler total dozun 100 mg’ ı aşmaması
önerilmektedir.
DEA tedavisinde önemli noktalardan birisi de tedaviye cevabı izlemektir.
Tedaviye cevap yeterli değilse, tedaviye uyum ve demirin düzenli kullanılıp
kullanılmadığı sorgulanmalıdır. Doz yetersizliği, kullanılan demir preparatının
uygunsuzluğu, demir kaybının veya kanamanın devam etmesi tedaviye yanıtı
olumsuz yönde etkiler. Ayrıca demirin emilimini ve vücutta kullanımını etkileyen
hastalıkların varlığı (infeksiyon, malign hastalık, karaciğer hastalığı, böbrek
hastalığı, tiroid yetmezliği, kurşun intoksikasyonu), demir eksikliğine ek olarak
vitamin B12 ve folik asit eksikliğinin bulunması, antiasit gibi intestinal demir
emilimini azaltan maddelerin kullanımı da tedavide başarısızlığa neden olabilir.
Tedaviye yanıtsız vakalarda tanının doğruluğu tekrar değerlendirilmelidir.
34
Profilaksi
Demir eksikliğinin birçok sistemi ilgilendiren sonuçlarının yanı sıra mental ve
motor fonksiyonlar üzerine olan etkileri ile ilgili olarak son yıllarda yapılan çok
sayıda bilimsel çalışma, DEA’ nin önlenmesinin tedavisinden daha fazla önem
taşıdığı sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Günümüzde Amerikan Pediatri Akademisinin demir eksikliğinin önlenmesi
için önerileri şöyle özetlenebilir:
1- Anne sütü ile beslenmenin 6 ay sürdürülmesi, yalnız anne sütü alan
bebeklerde diyete 4. veya 5. aydan sonra 1 mg/kg/gün demirin eklenmesi,
2- İlk 12 ayda anne sütü alamayan süt çocuklarının litresinde 6-12 mg demir
içeren mamalar ile beslenmesi,
3- Katı gıdaların diyete eklendiğinde ilk olarak demirden zengin gıda veya
hazır mamaların kullanılması,
4- Yaşamın ilk bir yılında inek sütünden kaçınılması,
5- Düşük doğum ağırlıklı yenidoğanların 1-12. aylar arasında ek demire
ihtiyaçları olduğundan,
1500-2000 gram arasındakilere 2 mg/kg/gün
1000-1500 gram arasındakilere 3 mg/kg/gün
<1000 gram olanlara 4 mg/kg/gün ek demir verilmesi gerekmektedir.
(6, 20, 32, 62,63)
IUGR VE SGA
Büyüme ve gelişmesini tamamlamadan doğan bebeklere ait literatürler
1940’ lara kadar uzanırken, “küçük yenidoğan” ın tanınması ve tanımlanması
1919’ da olmuştur. Ylppo, birçok “küçük yenidoğan”ın normal uzunlukta gebeliğin
ürünü olarak tanımlandığı dönemde, doğum ağırlığı 2500 gramın altında doğan
35
tüm çocuklara “prematüre” denilmesini önermiş ve 1919-1962 yılları arasında 2500
gramın altında doğan tüm bebekler “prematüre” olarak tanımlanmıştır (11, 64).
1947’ de McBurney bu bebekler için “küçük term bebek” tanımını kullanmıştır.
1963’ te Denver’ dan Lubchenko ve ark. büyümenin normal değerlerini ortaya
koyma çabası içerisinde, belirli bir gebelik haftası için beklenen fetal boyutun ve
gebelik yaşı ile doğum ağırlıklarının ayrıntılı karşılaştırmalarını yayınlamışlardır
(65). Ancak intrauterin büyüme ve gelişmenin, bireysel farklılıklar gösterdiği ve
gestasyon yaşına uygun seyretmediğinde fetal ölüme dahi neden olabileceği
görüşü, 1967 yılında Battaglia ve Lubchenko’ nun yapmış olduğu diğer bir
yayından sonra, yaygın olarak kabul görmüştür. Bu yayında gebelik yaşı için küçük
bebekleri, gebelik yaşına göre ağırlıkları 10. persantilin altında olarak
tanımlamışlardır (66,67).
Gestasyon yaşına uygun büyüme ve gelişme göstermemiş bebekler için
fetal malnütre bebek, intrauterin gelişme geriliği (IUGR) olan bebek, gestasyon
yaşına göre küçük bebek gibi birçok isim verilmiştir. Günümüzde bunların farklı
veya benzer etiyolojik faktörlerle oluşabileceği ve aslında farklı durumları ifade
ettikleri gösterilmiştir (68).
Tam 37. gebelik haftasından önce canlı doğan her yenidoğan, preterm
olarak tanımlanır. Gebelik haftasına bakılmaksızın 2500 gr altında olan tüm
yenidoğanlar ise düşük doğum ağırlıklı (LBW) kabul edilirler (69).
SGA tanımı konusunda çeşitli yayınlar olmakla birlikte henüz tam bir fikir
birliği sağlanmış değildir. Çünkü ideal SGA tanımlaması genetik büyüme
potansiyeline erişmemiş, artmış mortalite ve morbidite riskine sahip bebekleri
saptarken, genetik büyüme potansiyelini yakalamasına karşın küçük olan,
herhangi bir mortalite ve morbidite riski taşımayan bebekleri kapsamamalıdır (70).
IUGR ve SGA terimleri genelde eşanlamlı olarak kullanılmakla birlikte içerik
olarak farklı durumları ifade ederler. Sağlıklı bir fetus, genetik olarak belirlenen
somatik büyüme potansiyeline ve fonksiyonel olgunlaşmasına tam olarak
ulaşırken, herhangi bir risk faktörünün varlığında fetusun normal büyüme ve
gelişmesi etkilenir. Anormal maternal, fetal ve plasental faktörler tek tek veya hep
36
birlikte fetal büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkileyebilirler. Bu bebekler IUGR
olarak tanımlanırlar. SGA ise, intrauterin büyüme eğrilerine göre gebelik yaşına
uygun doğum ağırlığının 10. persantilin altında olmasıdır. ABD’ de IUGR hem
LBW hem de SGA bebekleri tanımlamakta kullanılır. Doğum tartısı beklenenin
altında olan term bir yenidoğanda beraberinde IUGR olabilirken, SGA olmayabilir.
SGA yenidoğanda neden, IUGR' lı yenidoğanda olduğu gibi patolojik olabilir, ya da
sağlıklı ve ufak bebekte olduğu gibi nonpatolojik olabilir (71, 72).
Gebelik haftasına göre 10. persantilin altında doğan canlı yenidoğan SGA,
10. ve 90. persantiller arasında doğan canlı yenidoğan gebelik haftasına göre
tartısı uygun (AGA) ve 90. persantilin üstünde doğan canlı yenidoğan gebelik
haftasına göre iri (LGA) yenidoğan olarak belirtilir. 40. gebelik haftasında 1800 gr
doğan bir yenidoğan SGA bebek olarak tanımlanırken, 32. gebelik haftasında
1800 gr doğan yenidoğan preterm ve AGA olarak tanımlanır. İki bebeğin de
doğum kiloları aynı olmalasına rağmen, sorunları ve bakımları bir çok farklılık
gösterir (73).
Sonuç olarak IUGR, fetusun büyüme potansiyelini olumsuz yönde etkileyen
faktörler nedeni ile fetal büyüme paterninin olması gerekenden düşük olması
olarak tanımlanabilir (68). SGA ise bebeğin kilosunun gestasyon yaşına uygun
olarak saptanmış toplum normallerinin altında (-2SD, <10. persantil ) olmasıdır
(11, 65,67). Bununla birlikte genel olarak Lubchenco intrauterin büyüme eğrisinde
doğum ağırlığı, gebelik haftasına uyan 10. persantil ağırlık değeri altındakiler SGA
bebek olarak tanımlanmaktadır (9,67).
İnsidans
Toplumdaki SGA insidansı, SGA’ yı tanımlamada kullanılan kriterlere göre
değişir.
Tüm dünyada 20 milyondan fazla 2500 gr' dan düşük bebek doğmaktadır.
Bunların %30 ila %40' ı term olarak (37-42 gebelik haftası arası) doğarlar ve iyi
gelişim gösterememişlerdir, yani SGA' dırlar (65, 69, 71). Hollanda’ da yapılan bir
çalışmada 37. gestasyon haftasını tamamlamış 2991 canlı doğan bebekten
374’ ünün (%12,5), Amsterdam gelişme eğrilerine göre 10. persantilin altında
37
olduğu saptanmıştır (74). İngiltere’ de tüm canlı doğumların %7’ si LBW iken 1/3
SGA’ dır. Malnütrisyonun yaygın olduğu az gelişmiş ülkelerde tüm canlı
doğumların %50’ si LBW, bunların da 2/3’ ünün SGA olduğu tahmin edilir (75).
Ülkemizde, SGA bebek sıklığını belirlemeye yönelik çalışmalarda %8,9 ile
%14,7 arasında değişen oranlar bildirilmiştir (10). Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’ nde 1 Temmuz 1993 – 30 Nisan 1994 tarihleri arasında olan canlı
doğumlar değerlendirilmiş ve SGA insidansı %7,63 olarak bildirilmiştir (76).
Preterm bebeklerde neonatal mortalite hızı yüksek olmasına rağmen SGA
bebeklerde prenatal mortalite hızı artmıştır. Neonatal ölüm riski ise aynı ağırlıktaki
bir AGA bebeğe göre SGA bebekte daha azdır. Ölümlerin en sık sebebi ise asfiksi
olup yaşayan SGA bebeklerde gerek yenidoğan döneminde, gerekse daha sonra
pek çok problem oluşmaktadır. SGA bebeklerin ekstrauterin büyüme hızları yavaş
ve büyümeyi yakalama oranları düşüktür. Nörolojik ve fiziki gelişimleri geri
kalabilmektedir (67).
Etiyoloji
SGA nedenleri fetal, maternal, plasental olarak sınıflandırılabilir. Fetal
nedenler intrensek, plasental ve maternal nedenler ekstrensek nedenler olarak da
adlandırılır (77).
Prematür doğum veya IUGR’ ne yol açan maternal faktörler düşük
sosyoekonomik düzey, düşük eğitim düzeyi, antenatal bakımın olmaması, anne
yaşının 16’ dan küçük ya da 35’ ten büyük olması, önceki gebelik ile arasındaki
sürenin kısa olması, sigara, alkol veya bağımlılık yapan ilaç kullanımı, fiziksel ve
psikolojik stresler, evlilik dışı gebelik, gebelik öncesi ağırlığın (45 kg altında) düşük
olması, gebelikte kilo alımının az (4,5 kg den az) olması şeklinde sıralanabilir (60).
Bunun yanında düşük doğum ağırlığıyla ilgili sosyodemografik değişkenlere ek
olarak, preterm doğumun özgül tıbbi nedenleri de bulunur.
Uteroplasental kan akımı azalması sonucu, fetusa giden besleyici madde
miktarının azalması, SGA’ nın en önemli sebebidir. Eklampsi, preeklampsi, diabet
38
nedenli vaskülopati gibi maternal vasküler nedenler, bozulmuş fetal büyüme ile
birliktelik göstermektedir (78).
Annede kronik hastalık hikayesi, kronik akciğer hastalığı, orak hücreli
anemi, maternal hemoglobinopatiler, ciddi kronik anemi, siyanotik kalp hastalığı
SGA riskini artırır. Pre-gestasyonel diabet, vasküler bozulma ve anomali riskinin
artışı ile karakterizedir. Kollajen doku hastalıkları ve özellikle sistemik lupus
eritematozus (SLE), SGA olgularında en sık rastlanan gebelik grubunu
oluşturmaktadır. Risk 8 kat artmıştır. Gebeliğin aktif dönemi için SGA görülme
sıklığı %65 iken, latent dönem için % 23 olarak tespit edilmiştir (11, 79).
Maternal yetersiz beslenmenin fetal gelişmeyi etkileyebileceği konusu
henüz netlik kazanmamıştır. Günlük 1500 kalorinin altında beslenen gebeliklerde
bile doğum ağırlığının anlamlı etkilenmediği görülmüştür. Uzun süreli maternal
açlık, demir ve çinko yetersizliği ile SGA arasında da ilişki olduğunu düşündüren
çalışmalar mevcuttur.
Gebe ratlarda demir eksikliğinin plasental sitokin salınımı ve fetal gelişim
üzerine olan etkilerinin incelendiği çalışmada fetuslar daha küçük ve plasental
ağırlık oranları daha yüksek bulunmuştur (80).
SGA’ nın fizyolojik nedenleri arasında anne ve babanın boyları, etnik grup
ve ırk özellikleri, anne gebelik yaşı büyümeye ve büyüme hızına etki eden faktörler
olarak en başta gelen etkenlerdir. Anne ve babadan gelen iki grup gen
birbirlerinden bağımsız olarak büyümeyi etkiler. Bir grup gen büyüme potansiyelini
belirlerken, ikinci grup gen ise büyüme hızını belirler. Bu genetik faktörler çevresel
faktörlerle ayrılmaz bir ilişki içerisindedir (81).
Gebelik için ideal anne yaşı 21-29 yaş arasıdır. Özellikle 18 yaşından küçük
veya 35 yaşından büyük anneler daha küçük bebek sahibi olma riski taşırlar (81).
Toksik madde ve ilaç kullanımı, annenin alkol, sigara ve uyuşturucu gibi
alışkanlıkları prenatal büyüme ve gelişmeyi etkilediği gibi postnatal büyüme ve
gelişmeyi de olumsuz etkilemektedir. Alkol ile SGA arasında doza bağımlı bir ilişki
39
vardır. SGA riskindeki artış, alkole bağlı fetal anomali riskinin artmasına bağlıdır.
Etanol, hücre replikasyonu ve büyümesini etkiler (82).
Tütün büyüme geriliğinin en sık görülen ve en korunulabilir olan nedenidir.
Doza bağımlı bir ilişki söz konusudur. Fazla içenlerde içmeyenlere oranla ortalama
458 gr daha düşük doğum kilosu, pasif içicilerde ortalama 192 g daha düşük
doğum kilosu saptanmıştır (83).
Gebelikte fetus sayısı arttıkça ortalama gestasyon yaşı azalmaktadır ve
çoğul gebelikler özellikle preterm doğum için risk faktörü olmaktadır. Uterustaki
volüm artışı ve artış hızı erken doğuma sebep olmaktadır (84).
Anomalisi olmayan fetusta SGA’ nın en sık nedeni plasentanın bozulmuş
yapısı ya da perfüzyonudur. Çoğul gebeliklerde de rölatif olarak her bir fetusa
düşen plasental volüm azaldığından, sıklıkla SGA gelişimi söz konusu olmaktadır.
Buna göre ikiz gebeliklerin SGA gelişme riski % 17,5 olarak bildirilmiştir. Plasenta
previa olgularında, plasentanın alt yerleşimi nedeni ile fetoplasental beslenmede
yetersizliğe bağlı olarak kanama olmaksızın SGA gelişebileceği bilinmektedir (86).
SGA olgularının % 10’ dan azında neden kromozomal anomaliler, konjenital
anomaliler ve genetik sendromlar olarak tespit edilmektedir. Fetal büyümede
duraklaması olan bebeklerin %2’ sinde trizomi 8, 13, 18, 21 ve Turner sendromu
gibi kromozomal anomalilere rastlanır (79).
Anensefali, iskelet displazileri, Vater sendromu, Cornelia de Lange
sendromu, Prader Willi Sendromu, Osteogenesis İmperfekta, Akondroplazi gibi
durumlarda oluşan fetal büyüme ve gelişme geriliği konjenital anomalili bebeklerde
uterin kan akımının düşük bulunması ile açıklanabilir. Ayrıca bu gözlem
plasentanın gelişmesinde fetusun da etkisi olduğunu düşündürür (75, 79).
Fetal büyüme ve gelişmenin azaldığı tüm olgular değerlendirildiğinde
infeksiyonlar ancak % 5-10’ da etken olarak görülmektedir. İnfeksiyöz ajanlar,
fetal gelişmenin erken safhasındaki hiperplazi evresini bozarak fetusta büyüme
gelişme geriliğine neden olurlar ve bu, fetus açısından daha kötü bir prognozu
işaret eder (79).
40
İlk trimesterde geçirilen infeksiyonlar simetrik SGA gelişimine ve yapısal
malformasyonlara neden olurlar. Bu infeksiyonlardan en sık rastlanılan TORCH
grubu infeksiyonlardır. 3. trimesterde geçirilen fetal infeksiyonlarda ise
malformasyon ve SGA gelişimi beklenmemektedir (85).
Rubella ve sitomegalovirus, herpes simpleks, toksoplazmozis, konjenital
sifilis, malarya, chagas hastalığı ve diğer bakteriyel infeksiyonlar fetal büyüme ve
gelişmeyi etkileyen infeksiyonların başında gelirler. Konjenital rubella infeksiyonlu
fetusların % 60’ ında 10. persantilin altında gelişme tespit edilmektedir.
Sitomegalovirüs direkt sitoliz ve fonksiyonel hücrelerin kaybı ile ilişkilidir.
Listeriosis, tüberküloz ve sifilisin de fetal büyüme kısıtlılığına neden olduğu
bildirilmiştir. Paradoks bir şekilde sifilis vakalarında ödem ve perivasküler
enflamasyondan dolayı plasenta hemen daima ağırlık ve boyut olarak artmıştır.
Toksoplazmozis fetal büyümenin tehlikeye girdiği en sık görülen protozoa
infeksiyonudur, fakat konjenital malarya da aynı sonucu oluşturabilir (79).
SGA bebeklerin ağırlık, boy ve baş çevreleri ölçümlerinin birlikte
değerlendirilmesi, büyüme gelişme geriliğinin zamanlaması hakkında fikir verebilir.
Buna göre iki ayrı tip intrauterin büyüme gelişme geriliği tanımlanabilir. Simetrik tip
SGA ağırlık, baş çevresi, boy orantılı olarak küçük kalmıştır ve fetal büyüme
gelişme hücresel hiperplazinin hakim olduğu gebeliğin erken dönemlerinde
etkilenmiştir.
Başka bir neden olmaksızın yapısal etiyolojiye bağlı olanlarda vücudun
orantılı olarak küçük olması dışında özellik yoktur. Tüm SGA bebeklerin %20-30’ u
bu gruba girer.
Asimetrik tipte ise boy ve baş çevresi korunurken ağırlık, gestasyonel yaşa
göre düşüktür. Gebeliğin son trimesteri hücre hipertrofisi, ağırlık artışı ve somatik
organ büyümesinin gerçekleştiği dönemdir. Bu dönemde, özellikle uteroplasental
nedenlerle fetusun beslenmesinin bozulması asimetrik büyüme gelişme geriliğine
neden olur. 32. gebelik haftasından sonra ortaya çıkan SGA’ nın en sık sebebi,
hafif veya orta derecede uteroplasental yetmezlik gelişimidir. Beyin büyümesi
korunurken adrenal, deri altı yağ dokusu, retiküloendotelyal sistem, karaciğer
41
büyümesi ve glikojen depolanması geri kalır. SGA’ ların % 70-80’ i bu grupta yer
alır (67, 77).
Anormal büyümeyi tanımlamada persantil eğrileri dışında kullanılan bir diğer
parametre de ponderal indekstir (PI). Bu indeks, vücut ağırlığı/boy3 (g/cm3) olarak
hesaplanır ve boya göre ağrılığı değerlendirerek büyümenin orantılı ya da
orantısız olduğunu belirler. Term sağlıklı yenidoğanlarda PI değeri 2.32 veya
üstündedir, asimetrik büyüme geriliğinde PI değeri 2.32’ nin altındadır (67, 77).
Tablo 11’ de SGA’ nın belirlenebilir nedenleri bulunmaktadır (60). Tablo 12’ de ise
SGA bebeklerin sorunları sunulmuştur (60,67).
42
Tablo 11: SGA ile ilişkili olan etmenler (60)
1) Fetal
a) Kromozomal hastalıklar (otozomal trizomiler)
b) Kronik fetal infeksiyonlar
c) Konjenital anomaliler ve sendromlar
d) Radyasyon, pankreatik hipoplazi, insulin yetmezliği
e) Çoğul gebelik
2) Plasental
a) Plasental ağırlık ve/veya hücre sayısında azalma
b) Plasental yüzey alanında azalma
c) Plasental villus infeksiyonu (bakteriyel, viral, parazitik)
d) İnfarkt
e) Tümör
f) Plasentada ayrılma
3) Maternal
a) Toksemi, hipertansiyon ve/veya renal hastalık
b) Hipoksemi
c) Malnütrisyon, kronik hastalıklar, orak hücreli anemi
d) İlaçlar (narkotikler, alkol, tütün, kokain, antimetabolitler)
43
Tablo 12- SGA yenidoğanların problemleri (60,67)
PROBLEM PATOGENEZ
İntrauterin fetal ölüm Hipoksi, asidoz, infeksiyon, ölümcül anomali
Perinatal asfiksi Uteroplasental perfüzyonda azalma, kronik fetal hipoksi ve asidoz, mekonyum aspirasyon sendromu
Hipoglisemi Yetersiz glikojen deposu, yetersiz glukoneogenez, hiperinsülinizm, hipoksi, hipotermi nedeniyle artmış glukoz gereksinimi
Polisitemi-Hiperviskozite Fetal hipoksi ile eritropoetin üretiminde artış
Azalmış oksijen kapasitesi ve Hipotermi
Hipoksi, hipoglisemi, azalmış deri altı yağ dokusu, ısı regülasyonunda yetersizlik
Dismorfoloji Sendromik, kromozomal-genetik hastalıklar, oligohidramniyozun tetiklediği deformasyon, TORCH infeksiyonları
İmmün yetersizlik (Hücresel ve humoral olarak) Malnutrisyon, TORCH
Nörolojik ve kognitif sorunlar
Kromozomal-genetik hastalıklar, infeksiyon, teratojen etmenler, hipoglisemi, hipotermi, polisitemi, perinatal asfiksi, mekonyum aspirasyonu
GEBELİKTE HEMATOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER
Gebelik sırasında oluşan hematolojik değişikliklerin en göze çarpanı kan
hacmi ve koagulasyon mekanizmasındaki değişikliklerdir. Gebelikte plazma
volümü %40 artış gösterirken, eritrosit volümü %17-25 arasında artmaktadır.
Eritrosit volümündeki artışın plazma volümüne oranla rölatif olarak daha az olması
gebelerde hemodilüsyona neden olur. Plazma volümü ve eritrosit sayılarındaki bu
artış ilk trimesterde başlar, en fazla artış ikinci trimesterde olur, 3. trimesterde
yavaşlar ve gebeliğin son haftalarında plato çizer. Hemodilüsyon 22-34. haftalarda
44
maksimum düzeye ulaşır. Bu dilüsyonel anemi gebeliğin fizyolojik anemisi olarak
kabul edilir. Terme yakın normal gebelerde kan hacminin gebelik öncesine göre
%40-45 oranında arttığı gözlenir. Kan hacmindeki artış her gebede farklılık
gösterebilir. Bazı gebelerde orta derecede artış olurken, bazı gebelerde önceki
kan hacminin iki katı kadar bir artış söz konusu olabilir. Plazma hacmindeki bu
artış fetus ağırlığı ile orantılıdır ve çoğul gebelikte daha fazladır (19, 87).
Gebelikte ortaya çıkan kan volümündeki artış vasküler yapıları ile birlikte
hipertrofiye uğramış gebe uterusun artmış kan ihtiyacını karşılar, supin pozisyonda
ve ayakta anneyi ve fetusu yetersiz venöz dönüşün etkilerine karşı korur ve anneyi
doğum sırasında meydana gelen kan kaybının yan etkilerinden korur (88, 89).
Hb, Htc ve RBC azalırken MCV ve MCHC’ nda değişiklik gözlenmez. MCV
ve MCHC gebelikte fizyolojik aneminin nedeni olan dilüsyonel anemi ile DEA’ nin
ayırımı için kullanılır. Gebelerde eritropoetinin son iki trimesterde idrar ve
plazmada % 30-35 arttığı ve doğumdan sonra hemen düştüğü saptanmıştır (19,
89).
Demir desteği yapılmayan gebelerde termde eritrosit kütlesindeki toplam
artış ortalama (250-450 ml) %18’ dir. Yeterli demir desteği yapılan gebelerde
eritrosit kütlesindeki artış ise %30’ dur (87).
Normal bir gebelikte artmış maternal eritropoetin miktarı nedeni ile kemik
iliğinde orta derecede eritroid hiperplazi ve periferik kanda retikülosit miktarı ile
genç eritrosit oranında artış söz konusudur. Eritrosit ömrü değişmemiştir. Maternal
fizyolojik alkaloza rağmen fetusa oksijen geçişini kolaylaştırmak için maternal
eritrosit difosfogliserat aktivitesi artmıştır (87).
Gebelik sırasındaki kan volümü değişikliklerinin regülasyonunda renin-
anjiyotensin-aldosteron sistemi ile kompetitif olarak çalışan atrial natriüretik peptit
adı verilen ve atrial miyositlerden salınan alfa, beta ve delta olmak üzere üç ayrı
formu izole edilmiş olan bir peptidin önemli rol oynadığı ortaya çıkmıştır. Normal
gebelerde termde atrial natriüretik peptit ortalama %40 artmaktadır. Doğumu
izleyen ilk haftada artış %150 olmaktadır. Bu postpartum diürez artışını
açıklamaktadır (87).
45
Gebelikte demir metabolizması
Gebeliğin ilk yarısında eritrosit kitlesindeki artışın henüz başlamamış olması
ve menstürasyon ile kaybın ortadan kalkması nedeniyle demir gereksinimi henüz
artmamıştır. Fetoplasental gereksinimin artması ve eritrosit yapımındaki artış
nedeniyle 20. haftadan sonra maternal demir depoları azalmaya başlar. Gebelikte
artan bu demir gereksiniminin sağlanması için gastrointestinal sistemden demirin
emilim yüzdesi de artmaktadır. Absorbsiyon hızı 1. trimesterde % 30’ a çıkar. Buna
rağmen, gebeliğin ikinci yarısında demir gereksinimi 3-7 mg/gün arasında
olmasına karşın, dengeli beslenen gebe bir kadın diyetten ortalama 2-3 mg demir
alabilmektedir. Bu nedenle, gebelik öncesi normal demir düzeylerine sahip
kadınlarda bile gebelik sırasında DEA gelişebilmektedir (90, 91).
Normal tek fetuslu bir gebelikte, gebeliğe bağlı kümülatif demir ihtiyacı 1000
mg civarındadır. Bunun 500 mg' ı maternal hücre kitlesinin artışında, 300 mg'ı
fetus ve plasentaya aktarımda, 200 mg'ı da günlük kayıpları karşılamada kullanılır
(92). Özellikle demir depoları yetersizken gebe kalanlarda DEA’ nin ortaya çıkması
kaçınılmazdır. Gebeliğin 20-24. haftalarında Hb değerleri 11gr/dl altında ve ferritin
düzeyleri düşük olanlara rutin olarak destek demir tedavisi verilmektedir.
Tablo 13’ te gebelikte demir ihtiyacı özetlenmektedir (38).
Tablo 13: Gebelikte demir ihtiyacı (38) Gebelikte total ihtiyaç
Fetus 300 mg
Plasenta ve umbilikal kord 90 mg
Kırmızı kan hücrelerinin artması 470 mg
Zorunlu bazal kayıplar 230 mg
Doğum sırasında maternal kan kaybı 150 mg
Total ihtiyaç 1240 mg
Gebelikteki kazanç
Maternal kırmızı kan hücresinin
kontraksiyonu -270 mg
Diyetle alınan miktar -490 mg
Subtotal -760 mg
Net ihtiyaç 480 mg
46
DSÖ gebeliğin son 6 ayında rutin destek olarak 60 mg/gün demir
kullanımını önermiştir (93). The Centers for Disease Control and Prevention ve
American College of Obstetricians gebelik boyunca demir eksikliği proflaksisi için
günlük 30 mg demir önermektedir (88). Yapılan çalışmalarda, günlük 65 mg ferro
demir ile takviye yapılan gebelerin %80-90’ ında demir eksikliğinin, tümünde DEA’
nin önlendiği gösterilmiştir. Günlük 40 mg ferro demir ile benzer sonuçlar
bildirilmiştir. Ancak demir eksikliğini önleyen minimum efektif doz henüz
netleşmemiştir (94).
Günlük demir kullanımında hasta uyumu zordur ve yüksek doz günlük demir
kullanımında yan etkiler fazladır. Optimum emilim için demir tabletleri iki öğün
arasında alınmalıdır. Son yıllardaki tedavi yaklaşımı haftada bir veya iki kez
uygulanan intermittan demir takviyesi yönündedir. Alternatif olarak geç salınımlı
preparatlar ve intermittan oral demir takviyesi hasta uyumu ve yan etkileri
azaltmak açısından daha iyidir. Günlük ve haftalık demir takviyesinin her ikisinin
de etkili olduğu, ancak günlük demir takviyesinin daha etkili olduğu ve depo demiri
havuzunu da doldurduğu bildirilen çalışmalar da vardır (94 - 96).
1. trimesterde serum demir ve ferritin değerlerinin arttığı görülmüş ve bu, 1.
trimesterdeki gereksinim azlığı ve amenoreye bağlı olarak ortaya çıkan pozitif
demir balansı ile açıklanmıştır. Oysa 2. trimesterden başlayarak demir ihtiyacının
artmasından dolayı serum demir ve ferritin düzeyleri düşer. Bu, artan demir
gereksinimi ve depo demirinin kullanıldığını gösterir. Serum demir düzeylerinin
postpartum 1. hafta sonunda normale döndüğü belirtilmektedir (90).
Serum ferritin değerlerinin normal sınırları gebelik boyunca 55-70 µg/L
olarak kabul edilmektedir (97). Tf düzeyleri ise 12. haftadan itibaren artar ve bu
artış 34-36. haftalara dek sürer. Terme doğru hafifçe azalırken postpartum ilk 7
günde yeniden artar ve 10. günde normale döner. Gebelikte aneminin plasentaya
etkisi yeterince aydınlatılamamıştır. Hb 6-10 g/dl olduğunda genellikle plasental
hipertrofi vardır (90).
Doğumda umbilikal korddaki demir konsantrasyonu, maternal serum demir
konsantrasyonun iki katıdır. Fetal dolaşımdaki demir, maternal kompartmana göre
47
daha yüksek konsantrasyonda olduğundan plasentadan demirin aktif transport ile
alındığı düşünülmektedir. Kord kanındaki ferritin düzeyi ise maternal kandakinden
yaklaşık on kat kadar yüksek bulunmuştur ve gestasyonel yaş ile doğru orantılı
olarak arttığı düşünülmektedir (91, 98). Tf düzeyi ise maternal kanda kord
kanından daha yüksek bulunmuştur (2).
Anneden fetusa demir geçişi konsantrasyon gradyentinin tersine
gerçekleşir. Annenin ve fetusun demir metabolizmasının kontrolü birbirinden
bağımsız sistemler tarafından yapılır. Fetusun demir kaynağı regülasyonunda
plasenta anahtar rol oynar. Ferritin tüm trofoblast ve sinsisyotrofoblast
tabakasında gösterilmiştir (98). Ayrıca plasental villus membranında transferrin
reseptörleri saptanmıştır (99). Transferrin-demir kompleksinin bu reseptörlere
bağlandıktan sonra endositoz ile sinsisyotrofoblast sitoplazmasına geçtiği
gösterilmiştir (98).
Sinsisyotrofoblast sitoplazmasına demir, transferrin-demir kompleksi
tarafından taşınmasına rağmen anneden fetusa geçen Tf miktarı demire oranla
çok düşüktür. Transferrinin sinsisyotrofoblast içine alındıktan sonra fetal dolaşıma
geçişi demire oranla daha az miktarda olmaktadır, dolayısıyla demirin plasentadan
fetal kana geçişini sağlayan başka bir mediatör olmalıdır (98). Demirin trofoblast
sitoplazmasından fetal dolaşıma geçişi hala net değildir. Bununla birlikte
sinsisyotrofoblastın bazal membranında yerleşen bir ferroportin “membrana bağlı
demir taşıyıcı” bu görevi yapıyor olabilir (100). Bunun yanında taşıyıcının ferritin
olduğu görüşü de mevcuttur (98).
Sonuç olarak insan plasental ferritini, demirin anne ve fetus arasındaki
transportunun regülasyonunda bir valv gibi görev yapmaktadır. Fetal demir
yetersiz ise demiri geçirmekte, aşırı miktarda ise demiri depolamaktadır (98).
Transport olayında fetal feedback kontrolün varlığı gösterilememiştir. Ayrıca
şiddetli demir eksikliği olan gebelerde görülen fetal demir depolarındaki orta
derecede azalma uzun dönemli plasental kontrol varlığının göstergesidir.
Tüm bunların yanında yenidoğanın demir deposu annenin demir durumuna
bağlı olabilir (94). Birçok çalışmada annenin hafif ya da orta derecede anemisi
48
olması durumunda fetusun demir ihtiyacını anneden karşılayabildiği görülmüştür.
Buna karşın diğer birçok çalışmada ise gebelikte maternal demir eksikliğinin fetal
demir depolarını etkilediği bulunmuştur (101).
İntrauterin Hematopoez
Fetusta, yaklaşık olarak dördüncü gebelik haftasında eritropoez başlamıştır.
Çoğunlukla yolk kesesinde ekstravaskülerdir. Beşinci gebelik haftasıyla birlikte,
eritropoez karaciğerde görülmeye başlar. Eritropoez sadece son trimesterde kemik
iliğinde gerçekleşir. Eş zamanlı olarak Hb yapısında da major değişiklikler olur. İlk
olarak embriyonik hemoglobinler oluşur, sonra bunlar fetal hemoglobinlere
dönüşür, sonunda erişkin hemoglobin baskın hale gelir.
Gelişen ilk zincirler, yapıları β zincirine benzeyen ε zincirleridir. Başlangıçta
ε zincirleri simetrik tetramerleri oluşturur. Ardından diğer embriyonik hemoglobinler
gelişir. ζ zincirleri ile birlikte ε zincirleri tetramer ζ2ε2 oluşturur. Bu primitif
hemoglobinler Gower-1 olarak adlandırılır. Yavaş yavaş α zincirleri gelişir.
Başlangıçta, ε zincirleri ile birleşir ve kompleks α 2ε2 tetramerleri oluşur. Bu
hemoglobin tipine Gower-2 hemoglobin denir. Son olarak gama zinciri belirir. İlk
olarak ζ zinciri ile birleşerek Portland hemoglobin adı verilen ζ 2γ2 tetramerini
oluşturur. Son olarak α2γ2 tetrameri (hemoglobin F) oluşur. Üçüncü trimesterde, β
zinciri ortaya çıkar ve erişkin tipi hemoglobin olan Hemoglobin A α 2β2 tetrameri
giderek Hemoglobin F’ nin yerini almaya başlar. Doğumda Hb’ nin %40-60’ ı
Hemoglobin A’ dır. Fetal hemoglobin doğumdan sonra azalmaya devam eder ve
yaşamın 4-5. aylarında en düşük seviyesi olan erişkin seviyesine (%1-2) ulaşır
(20).
HbF’ nin oksijen afinitesi invivo olarak HbA’ ya göre daha fazladır. Bunun
nedeni HbF’ nin 2-3 difosfogliserat konsantrasyonundan etkilenmemesidir. HbF
içeren fetal eritrositler, HbA içeren maternal eritrositlerden daha yüksek oksijen
afinitesi göstererek anne kanından plasenta yoluyla daha fazla oksijen
ekstraksiyonu yapabilirler (8).
Fetal eritropoez üzerine maternal faktörlerin etkisi azdır. Eritropoez fetusun
kontrolü altındadır. Fetal eritropoez fetus tarafından üretilen büyüme faktörleri
49
tarafından kontrol edilir. Eritropoetin, eritrosit yapımının fizyolojik düzenleyicisi olup
glikoprotein yapısında ve 30-39 kD ağırlığındadır. Etkisini CFU-E (Colony forming
units-Erytroid)ve BFU-E (Burst forming units- Erytroid) üzerinden gösterir.
Eritropoetin, 1. ve 2. trimesterde fetal karaciğerde monosit-makrofaj orjinli
hücrelerden salınır. 3. trimesterde yapım karaciğerden böbreğe geçer. Bu
değişimde arteriyel oksijen basınç değişikliği etkilidir. Hipoksi ve anemi, oksijen
duyarlılık yolakları ile eritropoetin salınımını stimüle eder. Hepatik Nüklear Faktör 4
(HNF-4) ve Hipoksik İndüklenebilir Faktör (HIF) eritropoetin için spesifik
transkripsiyonel aktivasyona neden olur. Erken gebelik dönemlerinde, mezoblastik
evrede, eritropoetin kan yapımı üzerine etkili değil iken, hepatik ve miyeloid
evrelerde hematopoeze etkisi belirgin olarak ortaya çıkar.
Gebeliğin son günlerinde fetusta kan yapımı erişkine kıyasla üç veya beş
kat daha hızlıdır ve kemik iliği tümüyle kırmızı ilik ile doludur. Postnatal ilk birkaç
gün içinde artmış doku oksijenizasyonuna bağlı olarak eritropoetin üretimi azalır,
Hb ve eritrosit yapım hızı süratle düşer. Yapım hızının düşük ve eritrosit yaşam
süresinin nispeten kısa olması sonucu yaklaşık ikinci ayda Hb değerleri en düşük
seviyeye ulaşır (ortalama 11g/dl). Böbrek veya hepatik oksijen sensörleri hipoksiyi
algıladıklarında eritropoetin üretimi artar ve eritropoez yeniden başlar. Bu olay süt
çocuğunun fizyolojik anemisi olarak adlandırılır ve ekstrauterin hayata fizyolojik bir
adaptasyon olarak görülür (6, 60).
Kemik iliğinde myeloid ve eritroid seri hücrelerinin oranı da doğumdan
sonraki günlerde ayrıcalık gösterir. Doğumda 1,2/1 olan myeloid/eritroid seri oranı
7. günde 2,1/1, 6 ay-2 yaş arasında 2/1’ dir. 6 yaşta 2,7/1’ e yükselir. Erişkinde ise
bu oran 3,4/1’ dir (3).
Gebelik yaşı, doğum şekli, göbek kordonunun klampe edilme zamanı, kanın
alındığı yer ve kanın alınma zamanı doğum sırasında bildirilen kan değerleri ile
yakın ilişki gösterir. Doğumu izleyen kısa süre içinde kanın plasenta
damarlarından yenidoğan damarına geçmesi ile yenidoğan kan volümü %60
oranında artırılabilir. Plasentada 75-125 ml kan bulunur. Doğum sırasında ilk 15 sn
içerisinde bu kanın %25’i, 60. saniyede %50’si yenidoğan tarafına geçer. 3. günde
50
göbek kordonunun erken veya geç bağlanmasına bağlı olmaksızın değerler
birbirine yakın bulunur (6).
2002 yılında Hindistan’da yapılan 102 anemik anne ve infantın dahil edildiği
bir çalışmada gruplar göbek kordonunun erken ve geç klampe edilmesine göre
belirlenmiş; doğumda ve doğumdan 3 ay sonra serum ferritin ve Hb seviyelerine
bakılmış; anemik annelerden doğan infantların demir depoları ve Hb
konsantrasyonlarının doğumda göbek kordonlarının geç kesilmesi ile
düzeltilebileceği sonucuna varılmıştır (102).
Doğumdan 2-6 saat sonra yenidoğan kan volümü ortalama 85ml/kg olarak
bildirilmiştir. Miadında doğmuş bir yenidoğanda 1. ayın sonunda kan volümü 73-
77ml/kg’ dır (6). Miadında sağlıklı bir yenidoğanda kordon kanındaki normal
değerler Tablo 14’ de gösterilmiştir (103).
Tablo 14: Miadında sağlıklı bir yenidoğanda kordon kanı normal hematolojik
değerleri (103)
Hb 14-20 g/dl
Htc %43-63
RBC 4,2-5,8 milyon/ml
Retikülosit %3-7
Normoblast 200-6000/ml
MCV 100-120 µ/ml
MCH 32-40 pgr
MCHC %30-34
Serum demiri 125-225 µg/dl
TDBK 150-350 µg/dl
Ferritin 25-250 µg/l
51
Anneden fetusa demir geçişi konsantrasyon gradyentinin tersine
gerçekleşir. Annenin ve fetusun demir metabolizmasının kontrolu birbirinden
bağımsız sistemler tarafından yapılır. Fetusun demir kaynağı regülasyonunda
plasenta anahtar rol oynar. Ferritin tüm trofoblast ve sinsisyotrofoblast
tabakasında gösterilmiştir (98). Demir anneden fetusa sito ve sinsisyotrofoblast
hücre tabakasından birçok demir taşıyıcı aracılığı ile aktif transportla geçer. Fetal
dolaşıma geçen demir hemen kullanılır ya da depo edilir (100).
Yenidoğanda serum demir konsantrasyonu erişkine kıyasla daha yüksek, Tf
seviyesi ise daha düşüktür. Erişkine göre yenidoğanın serum ferritin seviyesi 5
kez, eritrosit ferritin seviyesi ise 20 kez daha yüksektir. Yenidoğanın total eritrosit
kütlesi, ağırlığına oranla daha fazladır. Doğumdaki rezervin çoğunu eritrosit içi
ferritin oluştururken gelişimin erken evrelerinde bu rezervler kullanılır. Normal
sağlıklı yenidoğanlarda depo demiri, diyet ile hiç demir alınmasa bile bebek 20
haftalık olana kadar hemoglobin sentezi için yeterlidir (60, 104).
3. trimesterin herhangi bir zamanında doğan infantın toplam vücut demiri
yaklaşık 75mg/kg’dır. Term bir infantta toplam vücut demirinin üçte ikisi üçüncü
trimesterde alınır. Toplam vücut demirinin %65-80’ i kırmızı hücrelerdeki Hb’ de
bulunur. Kalanı demir içeren proteinler (miyoglobin, sitokrom vb) ve depo demiri
arasına paylaştırılır (100, 105).
Demir eksikliği gelişim sırasında ortaya çıktığında eritrositler, kalp, iskelet
kasları ve gastrointestinal sistem gibi multipl organ sistemine etki ederek büyümeyi
engeller. Belki de demir eksikliğinden en çok etkilenen, gelişmekte olan beyindir.
Nörofizyolojik çalışmalar, hayatın ilk aylarında gelişen erken demir eksikliğinin
infantın kognitif fonksiyonlarını kötü yönde etkilediğini ve bu etkinin sonuçlarının
uzun zaman sonra ortaya çıkabileceğini belirtmektedir (100, 105).
Birçok çalışma DEA ile zayıf kavrama yeteneği, zayıf motor gelişim ve
davranış problemlerinin ilişkili olduğunu göstermiştir. Uzun süreli çalışmalar
bebeklik döneminde anemisi olan çocukların kavrama yeteneğinin zayıf olarak
devam ettiğini, okul başarılarının zayıf olduğunu ve davranış problemlerinin
çocukluk döneminin ortalarına kadar devam ettiğini belirtmektedir (106, 107).
52
Okuma, yazma, matematik ve görsel-uzaysal zeka, dikkat toplamadaki
eksiklik yenidoğan dönemindeki demir eksikliği ile ilişkili görünmektedir. Yeni
yapılan bir çalışmada doğumda kordon serum ferritini düşük olan 5 yaşındaki
çocuklar, doğumda yeterli demir depoları olan yaşıtları ile karşılaştırılmış ve düşük
dil yeteneği, motor beceri ve davranış problemlerine sahip oldukları gösterilmiştir
(100).
Sharriff ve ark.’ nın yaptığı bir çalışmada postnatal 8. ayında hemoglobin
konsantrasyonu düşük olan infantların 18. ayda mental ve motor gelişimlerinin
zayıf olduğu tespit edilmiştir (108). Yapılan başka bir çalışmada bebeklik
döneminde anemisi olan çocuklar 5 yaşında değerlendirilmiş, mental ve motor
fonksiyon test skorlarının anemik olmayan yaşıtlarından daha geri olduğu tespit
edilmiştir (109).
Birçok çalışmada, bebeklik döneminde uzun süreli ya da ciddi demir
eksikliği olan durumlarda demir tedavisinin bulguları düzeltmede yeterli olmadığı
ve demir eksikliği anemisinin uzun süreli etkilerinin kalıcı olduğu belirtilmiştir (107).
Özellikle yaşamın ilk 2 yılında, beyin gelişiminin ve hızlı sinir miyelinizasyonunun
devam ettiği dönemde ciddi demir eksikliği kalıcı nörolojik hasara neden olabilir
(107, 110). Tablo 15’ te neonatal demir durumunu etkileyen faktörler gösterilmiştir.
53
Tablo 15: Yenidoğanda demir durumunu etkileyen faktörler (105)
Negatif etkili faktörler
Annede ciddi demir eksikliği
Maternal hipertansiyona bağlı plasental yetersizlik
Maternal diabet
Antenatal veya intranatal hemoraji
Feto-maternal transfüzyon
İkizden ikize transfüzyon (verici ikiz)
Plasenta previa veya abruptio plasenta
Umbilikal kord yaralanmaları (velamentöz insersiyon, oklüzyon)
Prematürite
Umbilikal kordun erken klemplenmesi
Postnatal hemoraji
Flebotomi kayıpları
GİS kanamaları (Meckel divertikülü)
Exchange transfüzyon
Pozitif etkili faktörler
İkizden ikize kanama (alıcı ikiz)
Umbilikal kordun klemplemeden önce sıvazlanması
Umbilikal kordun geç klemplenmesi
Eritrosit transfüzyonları
Erken demir desteği
54
YÖNTEM VE GEREÇLER
Nisan 2009 – Temmuz 2009 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın ve
Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde doğum yapan 81 gebe
kadın ve onların yenidoğan bebekleri çalışmaya alındı. Bu olgular iki ana gruba
ayrılarak incelendi.
Gruplar doğum kilosu esas alınarak, gebeliği süresince komplikasyonu
olmayan anneler ile onların Term-AGA olarak doğan yenidoğanları Grup 1, doğum
ağırlığı gebelik haftasına göre 10. persantil altında olan miadında doğan
yenidoğanlar ile onların anneleri Grup 2 olmak üzere belirlendi.
Birinci gruba önceki gebeliklerinde ve son gebeliği boyunca komplikasyon
görülmeyen, sistemik hastalığı olmayan, Hb değerleri 11 g/dl’ nin üzerinde olan ve
100 mg/gün elementer demir tedavisi dışında herhangi bir tedavi kullanmayan 37-
42. haftalar arasında olan gebeler ve onların getasyonel haftasına göre doğum
kiloları normal olan yenidoğanları, ikinci gruba ise Hb değerleri 11 g/dl’ nin
üzerinde olan ve yenidoğanları Term-SGA olarak doğan gebeler alındı.
Gestasyonel haftasına göre doğum ağırlığı 10. persantil altında olan yenidoğanlar
SGA olarak kabul edildi. Çalışmamıza anemisi olan gebeler ile preterm olarak
doğan yenidoğanlar dahil edilmedi.
Her hastanın yaşı, kilosu, gravidası, paritesi, gestasyonel haftası kaydedildi.
Gebelerin ön kol venlerinden doğumdan önceki bir saat içinde rutin laboratuvar
tekniğine uygun olarak serum ferritin, serum demir düzeyleri ve demir bağlama
kapasitesi için demirden arındırılmış tüplere 6-8 ml venöz kan ve tam kan sayımı
için EDTA’ lı tüplere 2 ml venöz kan örnekleri alındı. Aynı olgularda doğum sonrası
kordon klemplenmesinden hemen sonra plasenta tarafında kordon kanı alındı.
Anneler ve onların yenidoğanlarının kordon kanında Hb, Htc, RBC, MCV, serum
demiri, DBK, serum ferritin ve Tsat değerlerine bakıldı.
55
Her yenidoğanın cinsiyeti, doğum ağırlığı, doğum şekli kaydedildi. Hb, Htc,
RBC, MCV değerleri anne ve yenidoğan için ayrı ayrı kaydedildi. Serum demiri,
DBK ve serum ferritini ölçümü için anne ve kordondan alınan kanların serumları
ayrılarak her anne ve yenidoğan için serum Tsat hesaplandı.
İstatistiksel İncelemeler İstatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for
Windows 13.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı
istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma, Medyan) yanısıra niceliksel
verilerin gruplar arası karşılaştırmalarında student t testi, Mann Whitney U test
kullanıldı. Parametreler arası ilişkiler Pearson korelasyon analizi ile değerlendirildi.
Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Çoklu grup
ortalamaların karşılaştırılmasında tek yönlü varyans analizi kullanıldı. Sonuçlar
% 95’ lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
56
BULGULAR
Çalışma Nisan 2009 – Temmuz 2009 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın
ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde doğum yapan toplam 81
anne ve onların yenidoğanları üzerinde yapıldı. 24 olgu Term-SGA iken 57 olgu
Term-AGA olarak tespit edildi. Çalışmamıza dahil edilen parametrelerin dağılımı
ve ortalama değerleri Tablo 1’ de verilmiştir.
Tablo 1: Çalışmaya dahil edilen parametrelerin dağılımı
Min – Max Ort ± SD
Anne Yaşı 17 – 37 27,22 ± 4,9
Gravida 1 – 5 2 (Medyan)
Parite 0 – 3 0 (Medyan)
Doğum Kilosu (gr) 2270 – 4070 3232± 500
Anne Hb (gr/dl) 11,0 – 13,90 12,06 ± 0,75
Bebek Hb (gr/dl) 13,2 – 19,4 15,84 ± 1,31
Anne Htc (%) 25,6 – 42,7 35,41 ± 3,51
Bebek Htc (%) 36,2 – 56,8 46,32 ±5,03
Anne RBC (10 6/ mm³) 3,39 –5,38 4,04 ± 0,39
Bebek RBC (10 6/ mm³) 3,20 – 5,20 4,37 ± 0,46
Anne MCV (µ/ml) 69,4 – 96,6 87,98 ± 6,48
Bebek MCV (µ/ml) 99,2 – 113,2 105,96 ± 3,84
Anne Demir (µg/dl) 16 – 178 52 (Medyan)
Bebek Demir (µg/dl) 32 – 228 138,44 ± 49,02
Anne DBK (µg/dl) 260-668 422,03 ± 88,97
Bebek DBK (µg/dl) 173 – 512 111(Medyan)
Anne Ferritin (µg/l) 5,62 –96,15 2,3 (Medyan)
Bebek Ferritin (µg/l) 19,17-628 181 (Median)
Anne Tsat (%) 3,31 – 68,46 11,8 (Median)
Bebek Tsat (%) 13,62 – 63,66 38,8 ± 11,86
57
Grupların yaş, doğum sayısı, doğum şekli, cinsiyet ve parite açısından
değerlendirilmesi Tablo 2’de görülmektedir.
Tablo 2: Yaş, doğum sayısı, doğum şekli, cinsiyet ve parite açısından grupların değerlendirilmesi
Grup 1 (n=57) Grup 2 (n=24)
Yaş (yıl) 27,68±4,64 22,12±5,62 t: 2,395
p: 0,027
Gravida 2 1 t: 3,070
(Medyan) p: 0,003
Parite 1 0 t: 2,299
(Medyan) p: 0,024
Cinsiyet Kız n (%) 33 (%57,8) 12 (% 50) X2: 0,426
Erkek n (%) 24 (% 42,2) 12 (% 50) p: 0,514
Doğum Şekli NSD n (%) 27 (%47,3) 9 (% 37,5) X2: 0,666
Sezaryen n (%) 30 (% 52,7) 15 (% 62,5) p: 0,414
Yapılan t testi sonucuna göre; Grup 1’ deki olguların yaş ortalamaları,
gravida ve pariteleri ile Grup 2’ dekilerin yaş ortalamaları, gravida ve pariteleri
arasında %5 anlamlılık düzeyine göre anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0,05). Bir
başka deyişle Grup 1’ deki olguların yaş ortalaması, gravida ve parite sayısı Grup
2’ dekilerin yaş ortalaması, gravida ve parite sayısına göre anlamlı bir şekilde
yüksektir.
Yapılan Ki kare testi sonucuna göre ise cinsiyet ve doğum şekli açısından
gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05).
58
ANNE HEMOGLOBİN
Şekil 1: Anne Hb düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Anne Hb ortalamaları karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı fark
bulunmamıştır (p>0,05). (Şekil 1)
0
2,5
5
7,5
10
12,5
15
Grup 1 Grup 2
Hb
59
ANNE HEMATOKRİT
Şekil 2: Anne Htc düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Anne Htc açısından gruplar değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmamıştır (p>0,05). (Şekil 2)
0
5
10
15
20
25
30
35
40
Grup 1 Grup 2
Hct
60
ANNE DBK
Şekil 3: Anne DBK düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Anne DBK karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı düzeyde fark
bulunmamıştır (p>0,05). (Şekil 3)
0
100
200
300
400
500
Grup 1 Grup 2
DBK
61
ANNE Tsat
Şekil 4: Anne Tsat düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Her iki grup arasında anne Tsat değerlendirildiğinde istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). (Şekil 4)
0%
5%
10%
15%
20%
Grup 1 Grup 2
Tsat%
62
ANNE RBC
Şekil 5: Anne RBC düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
BEBEK RBC
Şekil 6: Bebek RBC düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Anne ve bebek RBC düzeylerine göre iki grup arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). (Şekil 5-6)
0,00
1,00
2,00
3,00
4,00
5,00
Grup 1 Grup 2
RBC(106/mm3)
0,00
1,00
2,00
3,00
4,00
5,00
Grup 1 Grup 2
RBC(106/mm3)
63
ANNE FERRİTİN
Şekil 7: Anne ferritin düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Anne ferritin düzeyi açısından bir karşılaştırma yapıldığında iki grup
arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür (p>0,05). ( Şekil 7)
0
10
20
30
40
Grup 1 Grup 2
Ferritin
64
Tablo 3: Bebek Hb için t testi sonucu
Grup 2 (n=24) Grup 1 (n=57)
Bebek Hb 16,30±0,74 15,64±1,45 t: -2,659
p: 0,010
BEBEK HEMOGLOBİN
Şekil 8: Bebek Hb düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Bebek Hb ortalamaları karşılaştırıldığında, Grup 1’ deki Hb ortalamalarının
Grup 2’ deki Hb ortalamalarından istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde daha düşük
olduğu bulunmuştur (p<0,01). (Şekil 8, Tablo 3)
0
3
6
9
12
15
18
Grup 1 Grup 2
Hb
65
Tablo 4: Bebek DBK için t testi sonucu
Grup 2 (n=24) Grup 1 (n=57)
Bebek DBK 210,12±158,3 113,57±70,05 t: -2,872
p: 0,008
BEBEK DBK
Şekil 9: Bebek DBK düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Bebek DBK karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak çok
anlamlı düzeyde fark bulunmuştur (p<0,01). (Şekil 9, Tablo 4)
0
50
100
150
200
250
Grup 1 Grup 2
DBK
66
Tablo 5: Bebek Tsat için t testi sonucu
Grup 2 (n=24) Grup 1 (n=57)
Bebek Tsat 11,4±1,8 50,3±18,5 t: 2,088
p: 0,041
BEBEK Tsat
Şekil 10: Bebek Tsat düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Bebek Tsat karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde fark bulunmuştur (p<0,05). (Şekil 10, Tablo 5)
0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
Grup 1 Grup 2
Tsat%
67
Tablo 6: Bebek Htc için t testi sonucu
Grup 2 (n=24) Grup 1 (n=57)
Bebek Htc 48,42±0,79 45,43±0,69 t: 2,088
p: 0,041
BEBEK HEMATOKRİT
Şekil 11: Bebek Htc düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Bebek Htc düzeylerinin karşılaştırılması için yapılan t testi sonuçlarına göre
Grup 2 Htc düzeyleri Grup 1’ e göre istatistiksel olarak anlamlı olarak yüksek
bulunmuştur (p<0,05). (Şekil 11, Tablo 6)
30
35
40
45
50
Grup 1 Grup 2
Htc
68
Tablo 7: Bebek ferritin düzeyleri için t testi sonucu
Grup 2(n=24) Grup 1(n=57)
Bebek Ferritin 169,5±26,2 267,2±19,9 t: 2,777
p: 0,007*
BEBEK FERRİTİN
Şekil 12: Bebek ferritin düzeylerinin gruplar arasında karşılaştırılması
Bebek ferritin düzeyi için yapılan karşılaştırmada ise iki grup arasında
istatistiksel olarak çok anlamlı bir farklılık olduğu saptanmış, Grup 2 ferritin
değerleri Grup 1 ferritin değerlerine göre daha düşük bulunmuştur (p<0,01).
(Şekil 12, Tablo 7)
0
50
100
150
200
250
300
Grup 1 Grup 2
Ferritin
69
Bebek Ferritin Düzeylerinin Kartillere göre Ki Kare ile Karşılaştırması
Bu kısımda bebek ferritin değerleri için hesaplamış olduğumuz kartillerden
yola çıkarak bebek ferritin değerleri için eşik değerler elde edip bu değerler ile iki
grup arasındaki farklılık, çapraz tablo ve Pearson ki-kare istatistiği ile
araştırılmıştır. Bulunan sonuçlar Tablo 8 ve Tablo 9 gösterilmektedir. Bulunan
sonuçlara göre iki gruba ait bebek feritin düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık
vardır.
Tablo 8: Bebek Ferritin düzeylerinin kartillere göre çapraz tablo
Tablo 9: Bebek ferritin düzeylerinin Pearson Ki-kare istatistiği
Ki-kare testi
sd p
Pearson Ki Kare 13,170(a) 3 0,004
Grup * Kartil Grup Çapraz Tablosu
9 12 18 18 57 15,8% 21,1% 31,6% 31,6% 100,0% 50,0% 57,1% 100,0% 75,0% 70,4% 11,1% 14,8% 22,2% 22,2% 70,4%
9 9 0 6 24 37,5% 37,5% ,0% 25,0% 100,0% 50,0% 42,9% ,0% 25,0% 29,6% 11,1% 11,1% ,0% 7,4% 29,6%
18 21 18 24 81 22,2% 25,9% 22,2% 29,6% 100,0%
100,0% 100,0% 100,0% 100,0% 100,0% 22,2% 25,9% 22,2% 29,6% 100,0%
% gruplar arası % kartil grupları arası % Toplam % gruplar arası % kartil grupları arası % Toplam % gruplar arası % kartil grupları arası % Toplam
1
2
Grup
Toplam
1,00 2,00 3,00 4,00 Kartil Grup
Toplam
70
Grup 2’ yi oluşturan SGA bebeklerin etiyolojisi araştırıldığında nedenlerin
annede kronik diabet varlığı, preeklampsi, anne yaşının 18 yaşından küçük ya da
35 yaşından büyük olması ve çoğul gebelik olduğu görülmüştür. Bir kısım olguda
ise herhangi bir etiyolojik faktör bulunamamıştır.
Çalışmamızda ayrıca Grup 2’de yer alan Term-SGA yenidoğanlar etiyolojik
faktörlerine göre de kategorize edilmiş ve Term-AGA olan bebek ferritin
ortalamaları ile bu farklı nedenlerden kaynaklanan düşük doğum kilolu bebeklerin
ferritin ortalamaları arasındaki farklılığı araştırmak amacıyla tek yönlü varyans
analizi yapılmıştır. Yapılan analiz sonucunda bu iki grup arasında bebek ferritin
ortalamaları açısından anlamlı bir farklılık olduğu bulunmuştur (Tablo 10). Daha
sonra ise bu farklılığın hangi nedenlerden kaynaklandığını ortaya koymak
amacıyla çoklu karşılaştırma testleri yapılmıştır. Çoklu karşılaştırma testi
sonuçlarına göre ise iki grup arasındaki bebek ferritin ortalamaları arasındaki
farklılığın kronik diabet ve preeklampsiden kaynaklandığı bulunmuştur (Tablo 11).
Tablo 10: Bebek ferritin değerleri arasında tek yönlü varyans analizi
Varyans Analizi Tablosu
Kareler toplamı
Serbestlik
derecesi
Kareler
ortalaması F p
Gruplar arası 536348,182 6 89391,364 5,178 ,000
Gruplar içi 1277547,138 74 17264,151
Toplam 1813895,319 80
71
Tablo 11: Bebek ferritin değerleri için çoklu karşılaştırma testi sonuçları
ÇOKLU KARSILAŞTIRMALAR Dependent Variable: Bebek ferritin Tukey HSD
248,08316 * ,033 188,36816 * ,021 141,85316 ,537 133,95316 ,604
92,45316 ,897 -105,59684 ,505 -248,08316 * ,033
-59,71500 ,995 -106,23000 ,955 -114,13000 ,937 -155,63000 ,772 -353,68000 * ,005 -188,36816 * ,021
59,71500 ,995 -46,51500 ,999 -54,41500 ,997 -95,91500 ,945
-293,96500 * ,004 -141,85316 ,537 106,23000 ,955
46,51500 ,999 -7,90000 1,000
-49,40000 ,999 -247,45000 ,122 -133,95316 ,604 114,13000 ,937
54,41500 ,997 7,90000 1,000
-41,50000 1,000 -239,55000 ,148
-92,45316 ,897 155,63000 ,772
95,91500 ,945 49,40000 ,999 41,50000 1,000
-198,05000 ,345 105,59684 ,505 353,68000 * ,005 293,96500 * ,004 247,45000 ,122 239,55000 ,148 198,05000 ,345
(J) Grup2 Diabet Preeklampsi Büyük anne yaşı Çoğul Gebelik Küçük anne yaşıı
Neden Yok Normal Preeklampsi
Büyük anne yaşı
Çoğul Gebelik Küçük anne yaşı Neden Yok Normal Diabet Büyük anne yaşı
Çoğul
Gebelik Küçük anne yaşı
Neden Yok Normal Diabet Preeklampsi
Çoğul
Gebelik Küçük anne yaşı
Neden Yok Normal Diabet Preeklampsi
Büyük anne yaşı
Küçük anne yaşı
Neden Yok Normal Diabet Preeklampsi
Büyük anne yaşı
Çoğul
Gebelik Neden Yok
Normal Diabet Preeklampsi
Büyük anne yaşı
Çoğul
Gebelik Küçük anne yaşı
(I) Grup2 Normal
Diabet
Preeklampsi
Büyük Anne Yaşı
Çoğul
Gebelik
Küçük Anne Yaşı
Neden Yok
Ortalama Fark p
Ortalama farklar %5` te anlamli *.
72
Çalışmamızda Grup 2’ de yer alan Term-SGA bebeklerin etiyolojik faktörleri
sorgulandığında, annede kronik diyabet varlığı, preeklampsi, 18 yaşından küçük
ya da 35 yaşından büyük anne olma, çoğul gebelik gibi nedenlerin olduğunu
gördük. Bu nedenler esas alınarak Grup 2’ yi oluşturan Term-SGA bebekler
“Neden yok”, “Çoğul gebelik”, “Büyük anne yaşı”, “Küçük anne yaşı”, “Kronik
diabet”, “Preeklampsi” adları altında 6 yeni gruba ayrıldı. Bu 6 yeni grup ile Grup 1,
çoklu karşılaştırma tablosu oluşturularak tek tek karşılaştırıldı ve bebek ferritin
ortalamaları arasındaki ilişki incelendi (Tablo 11). Çoklu karşılaştırma tablosunda
görüleceği gibi, “Neden yok”, “Çoğul gebelik”, “Küçük anne yaşı”, “Büyük anne
yaşı” grupları ile Grup 1 arasında bebek ferritin değerleri için istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmazken (p>0.05), “Preeklampsi” ve “Kronik diabet” grupları ile
Grup 1 arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05). Bu bulgular
ışığında, Grup 1 ile Grup 2 bebek ferritin değerleri arasındaki anlamlı farkın
oluşmasında, Grup 2’ de bulunan “Preeklampsi” ve “Kronik diabet” alt grublarının
daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.
73
TARTIŞMA
DSÖ verilerine göre DEA, dünyada en sık görülen anemi şeklidir. Her yaşta
ve bütün sosyoekonomik düzeylerde görülmekle birlikte çocuklarda, gençlerde,
yetersiz beslenenlerde ve doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sıktır. Dünya
nüfusunun %24,8’ ini etkileyen DEA, okul öncesi çocukların %47,4’ ünde ve gebe
kadınların %41,8’ inde gözükmektedir (1).
DEA dünyanın her yerinde, her sosyoekonomik grupta gözükse de
ekonomik koşulların bozulması ile insidansıda artar. Özellikle gelişmekte olan
ülkelerde anemi hem daha yaygın hem de derecesi çok daha ciddidir. Malhotra ve
ark.’ nın (111) 2002’ de Hindistan’ da yaptıkları çalışmada gebelikte anemi sıklığı
% 72,5 olarak tespit edilmiştir. Choi ve ark. (112), 2000 ’de Kore’ de yaptıkları
çalışmada gebe kadınlarda demir eksikliği prevalansını % 35,3, Karimi ve ark.
(113) İran’ da yaptıkları çalışmada %28,5 bulmuşlardır. Bu rakamlar diğer
gelişmekte olan ülkelerdeki gebe kadınların DEA prevalansı ile paralellik gösterir
(%25-35). Gelişmiş ülkelerdeki oran ise %5-8’ dir (113).
Demir eksikliği, yalnızca anemiyle belirlenen hematolojik bir hastalık değil,
birçok fonksiyonu etkileyen sistemik bir bozukluktur. İnfant, çocuk ve
adolesanlarda motor gelişim, mental gelişim ve iş gücünü negatif yönde etkiler
(106). Belki de çocuklarda demir eksikliğinden en çok etkilenen organ, gelişmekte
olan beyindir. Nörofizyolojik çalışmalar, hayatın ilk aylarında gelişen erken demir
eksikliğinin, infantın kognitif fonksiyonlarını kötü yönde etkilediğini ve bu etkinin
sonuçlarının uzun zaman sonra ortaya çıkabileceğini belirtmektedir (100, 105).
Birçok çalışmada, bebeklik döneminde uzun süren ya da ciddi demir eksikliği
olması durumunda, demir tedavisinin bulguları düzeltmede yeterli olmadığı ve
74
demir eksikliği anemisinin uzun süreli etkilerinin kalıcı olduğu belirtilmiştir (107).
Özellikle yaşamın ilk 2 yılında, beyin gelişiminin ve hızlı sinir miyelinizasyonunun
devam ettiği dönemde, ciddi demir eksikliği kalıcı nörolojik hasara neden olabilir
(107, 110,114).
SGA perinatal mortalite ve morbidite hızında artışa neden olan önemli bir
sağlık sorunudur (13). Bu grup bebekler yenidoğan döneminde gelişebilen
hipoksik-iskemik-ensefalopati, mekonyum aspirasyonu, hipoglisemi, polistemi ve
hipotermi gibi komplikasyonlardan daha fazla etkilenme riski taşırlar (14). Ayrıca
nörolojik hastalıklar, izlem ve hastaneye yatış gerektiren morbiditeler SGA
bebeklerde gestasyon haftasına göre normal ağırlığa sahip bebeklerden 5-10 kat
daha fazladır. SGA olarak doğan bebeklerin erişkin yaşamlarında nörolojik ve
gelişimsel sorunlar, kısa boy gibi problemlerin görülme riski de artmıştır (15).
Uteroplasental kan akımı azalması sonucu, fetusa giden besleyici madde
miktarının azalması, SGA’ nın en önemli sebebidir. Eklampsi, preeklampsi, diabet
nedenli vaskülopati gibi maternal vasküler nedenler, bozulmuş fetal büyüme ile
birliktelik göstermektedir (78). Anneden fetusa demir geçişinin konsantrasyon
gradyentinin tersine doğru aktif transport ile gerçekleştiği düşünülmektedir (98).
SGA bebeklerde azalmış uteroplasental kan akımı nedeni ile bu aktif transport
bozulmuş olabilir.
Bu çalışmada, 37. hafta ve üstünde doğum yapan gebelerin doğum öncesi
alınan venöz kanlarında ve bu annelerin yenidoğan bebeklerinin kordon kanında
Hb, RBC, Htc, MCV, MCHC, DBK, Tsat ve serum ferritin değerleri araştırılarak,
Term-SGA yenidoğanlarda demir depolarının, erken dönemde gelişebilecek
DEA’ ni önlemek için yeterli düzeyde olup olmadığını bulmayı amaçladık.
Annelerde ortalama Hb konsantrasyonunu Karimi ve ark. (113) 12 ±1,5 g/dl,
Tekinalp ve ark. (115) 12,2±3,7, Milman ve ark. (116) 13,2±1,1 g/dl olarak
bulmuşlardır. Bizim çalışmamızda annelerde ortalama Hb konsanrasyonu
12,06±0,75 g/dl olarak bulunmuştur.
Annelerde ortalama serum demiri Japonya, Kore ve Danimarka’ da yapılan
çalışmalarda sırası ile 58,8±26,2 μg/dl, 76,76±32 μg/dl, 128,4±67 μg/dl olarak
bulunmuştur (98, 112, 116). Ortalama DBK ise, Japonya’ da yapılan çalışmada
75
495±100,3 μg/dl ve Kore’ de yapılan çalışmada 473,86±74,15 μg/dl olarak
bildirilmiştir (98, 112). Bizim çalışmamızda, anne serum demiri değerleri
ortalaması 56,48±29,57 μg/dl, total demir bağlama kapasitesi değerleri ortalaması
422±88,9 μg/dl olarak bulundu.
Annelerde ortalama serum ferritin düzeyini Choi ve ark. (112) 19±8,4 μg/L,
Tekinalp ve ark. (115) 26,7±3,7 μg/L olarak bildirmişlerdir. Bu çalışmada annelerde
serum ferritin değerleri ortalaması 31,40±25,75 μg/L olarak tespit edildi.
Çalışmamızda bulunan anne grubuna ait bulgular ile bu literatür değerleri
karşılaştırıldığında aralarında uyumluluk olduğu gözlenmektedir, Tablo 1’ de
literatürdeki değerler ile çalışmamızda bulduğumuz değerler birlikte görülmektedir.
Tablo 1: Literatürdeki değerler ile çalışmadaki değerlerin karşılaştırılması
Choi Okuyama Milman Tekinalp Karimi ZKH
Hb
13,2±1,1 12,2±3,7 12±1,5 12,6±0,7 Demir 76,7±32 58,8±26,2 128,4±67
56,48±29
DBK 473,8±74,1 495±100
422±89 Ferritin 19,1±8,4
26,7±3,7
31,4±25,7
Yenidoğanların kordon kanında ortalama Hb konsantrasyonunu Tekinalp
ve ark. (115) 19,6±4,0 gr/dl, Kilbride ve ark. (117) 15,2±1,5 g/dl bulmuşlardır. Bu
çalışmada ise yenidoğan kordon kanında ortalama Hb konsantrasyonu
15,84±1,31 g/dl olarak bulunmuştur.
Kilbride ve ark. (117) anemik olmayan annelerin yenidoğanlarında kordon
kanı Htc değerlerini %46,1±4,4, MCV değerlerini 106,1±3,9 fl olarak bulmuşlardır.
Çalışmamızda yenidoğan kordon kanı Htc değerleri %46,32±5,03 ve MCV
değerleri 105,96±3,84 fl olarak bulunmuştur.
Okuyama ve ark. (98) kordon kanında ortalama serum demir ve DBK
değerlerini sırasıyla 161,5±42,5 μg/dl ve 177,7±33,9 μg/dl, Choi ve ark. (112)
196,9±44 μg/dl ve 307,7±71 μg/dl bulmuşlardır. Bu çalışmada sırasıyla bu değerler
138,4±49 μg/dl ve 142,1±112,2 μg/dl olarak saptandı.
76
Yenidoğan serum ferritin düzeylerini, Okuyama ve ark. (98)
160,5±67,2 μg/dl, Choi ve ark. (112) 183,27±54 μg/L, Tekinalp ve ark. (115)
303,8±60,8 μg/L bulurken, Altınkaynak ve ark. (118) 103,0±54,1 μg/l olarak
belirtmişlerdir. Bizim çalışmamızda yeni doğan ortalama serum ferritin düzeyi
238,2±150,5 μg/L olarak bulundu.
Çalışmamızda elde edilen yenidoğan hemotolojik değerleri, literatürdeki
değerler ile karşılaştırıldığında literatürdeki değerler ile paralel olduğu görüldü.
Tablo 2’ de literatürdeki değerler ile bizim çalışmamızdaki değerler birlikte
görülmektedir.
Tablo 2: Literatürdeki değerler ile çalışmadaki değerlerin karşılaştırılması
Tekinalp Kilbride Choi Okuyama Altınkaynak ZKH
Hb 19,6±4,0 15,2±1,5
15,8±1,3 Htc
46,1±4,4
46,3±5,03
Demir
196,9±44,7 161,5±42,5
138,4±49 DBK
307,7±71 177,7±33,9
142,1±112
Ferritin 303,8±60,8
183,2±54 160,5±67,2 103±54,1 238,2±50,5
Literatürdeki birçok çalışmada anemik annelerin yenidoğanlarında serum
ferritin değerlerinin düşük olabileceği gösterilmiştir(115, 118).
Demir transportunun bozulmuş olması ya da artmış demir ihtiyacı, fetal
demir depolarının azalmasına neden olabilir. SGA’ nın nedenleri ve
komplikasyonları dikkate alındığında, bu iki neden ile SGA arasında ilişkiden
bahsedilebilir.
Biz bu çalışmada annelerinde anemi olmayan ve miadında doğan ancak
doğum haftasına göre düşük doğum ağırlığı olan yenidoğanların demir depolarının
yeterli olup olmadığını görmeyi amaçladık.
Yaptığımız çalışmada iki grup arasındaki değerledirmelere baktığımızda;
Grup 2’ deki annelerin yaş ortalamaları Grup 1’ e göre anlamlı düzeyde
düşük olarak saptandı (p<0,05). SGA ile anne yaşı ilişkisine bakıldığında,
adolesan gebeliklerde (18 yaş ve altı ) erken preterm eylem, anemi ve SGA riski
77
artarken, ileri yaştaki (35 yaş ve üstü) gebeliklerde ise düşük doğum ağırlığı,
4000 gr üzeri bebek, ölü doğum hızı ve perinatal mortalitede artış olduğu
bilinmektedir (119). 35 yaş üzeri ve 18 yaş altındaki gebelikler, SGA için riskli
gebelikler olarak değerlendirildiğinde Grup 2 ile Grup 1 arasında yaş ortalamaları
açısından anlamlı fark beklenmekte idi.
Grup 1’ de yer alan gebelerin gravida ve parite sayısı, Grup 2’ de yer alan
gebelerin gravida ve parite sayısına göre anlamlı bir şekilde yüksek bulundu.
Yapılan bazı çalışmalarda, parite ile doğum ağırlığı arasında doğrudan bir ilişki
olduğu ve parite arttıkça doğum kilosunun arttığı, ancak doğum sayısı beşin
üstüne çıktıktan sonra bebek doğum ağırlığının aksine düşme gösterdiği
belirlenmiştir (120). Yaşar ve ark.’ nın Fırat Üniversitesi Yenidoğan Ünitesi' nde
izlenen 444 prematüre bebekte SGA sıklığı ve nedenleri araştırılması açısından
yaptıkları araştırmada, SGA' ya yol açan ana nedenler olarak primiparlık, anne
yaşının 18 yaşın altında ve 35 yaşın üzerinde olması, preeklampsi ve multiparlık
saptanmıştır (121). SGA etiyolojisinde primipar doğumun maternal nedenler
arasında olduğu düşünüldüğünde, Grup 1 ve Grup 2 arasında gravida ve parite
açısından anlamlı farklılık olması beklenen bir sonuçtu.
Yapılan Ki kare testi sonucuna göre ise cinsiyet ve doğum şekli açısından
gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Çalışmamıza alınan
olguların, miadında doğan yenidoğanlar olduğu düşünüldüğünde, normal doğum
oranı ile sezaryen ile doğum oranı arasında anlamlı düzeyde bir farklılık
beklenmemekte idi.
Gruplar arasında anne Hb, Htc, RBC, demir, DBK, Tsat açısından
değerlendirildiğinde ise istatistiksel açıdan anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05).
Literatürde anemisi olan gebeler ile anemisi olmayan gebeler arasında yapılan
çalışmalarda Hb, demir, DBK, Tsat ve ferritin açısından anlamlı farklılık bulunan
çalışmalar mevcuttur (98, 117). Ayrıca gebelerdeki aneminin SGA nedeni
olabileceğini gösteren çalışmalar da vardır (94, 111). Ancak bu çalışmada, anemisi
olan gebelerin çalışmamıza alınmamış olması nedeni ile, her iki grupta yer alan
annelerin anemilerinin olmaması, çalışmamızdaki bu sonuçları doğurmuş olabilir.
78
Bununla birlikte Grup 2’ deki annelerin ferritin değerleri non-parametrik
Mann-Whitney U Test ile karşılaştırıldığında ise preeklamsi ve kronik diabetes
mellitus tanısı olan annelerin ferritin değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı yüksek
olduğu saptanmıştır (p<0,05). Literatürde yer alan çalışmalarda, preeklampsili
gebeler ve diabetik gebelerde serum ferritin düzeyleri yüksek saptanmış ve erken
doğum tehdidinde akut faz reaktanı olarak kullanılabileceği öne sürülmüştür (122).
Bebek Hb ve Htc değerlerine bakıldığında iki grup arasında istatistiksel
olarak çok anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,01). Grup 2’ de bulunan bebeklerin
kord kanı Hb değerleri Grup 1’ de yer alan bebeklerin kord kanı Hb değerlerine
göre anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,01). SGA bebeklerde Hb
konsantrasyonundaki yükseklik, artmış intrauterin eritropoez ile açıklanabilir.
Ayrıca çoğul gebelik, bir SGA nedeni iken, çoğul gebeliklerde görülen ikizden ikize
transfüzyon ise aynı zamanda bir polisitemi nedenidir (123).
Narang ve ark. (124) ile Merchant ve ark. (125) serilerinde SGA bebeklerde
polisitemi insidansının sırasıyla %24,3, %40 bulmuşlardır. Drew ve ark. ise
hiperviskozite sıklığının %16,5 ile SGA bebeklerde yüksek olduğunu
göstermişlerdir (126). Bununla birlikte artmış intrauterin eritropoezin fetal demir
ihtiyacını artırdığı da bilinmektedir (127).
Bebek DBK ve Tsat değerlerine bakıldığında ise iki grup arasında DBK için
istatistiksel olarak çok anlamlı (p<0,01), Tsat için anlamlı (p<0,05) farklılık
saptanmıştır.
Yapılan çalışmalarda, anne demir desteği alsın ya da almasın, yenidoğanın
kordon kanı serum demir düzeyinin yüksek, DBK’ nin ise düşük olduğu
bildirilmiştir. Yenidoğanların Tsat düzeyleri, annelerine göre yüksek değerler
göstermektedir (116).
Grup 2, Grup 1 ile karşılaştırıldığında DBK’ nin artmış, Tsat’ nun ise düşmüş
olduğu gözlenir. Bu, DEA’ nin 2. evresine uymaktadır. DEA’ nin 2. evresinde DBK
artmışken Tsat düşmüştür.
79
Bebek ferritin değerlerine bakıldığında, iki grup arasında istatistiksel açıdan
çok anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0,01). Grup 2’ de yer alan Term-SGA
bebeklerin kordon kanı ferritin değerleri Grup 1’ de yer alan Term-AGA bebeklerin
kordon kanı ferritin değerlerinden oldukça düşüktür.
Yenidoğan için ferritin normal değerleri çok geniş bir aralıkta yer almaktadır.
Bu nedenle bu çalışmada kendi kartil gruplarımızı oluşturarak olguların bu kartiller
arasında dağılımını çapraz tablo ve Ki-kare testi ile değerlendirdik. Sonuç olarak
Grup 2’ de yer alan Term-SGA bebeklerin kartiller arasında dağılımı, t testi ile
bulunan anlamlı ilişkiyi desteklemekteydi. Bir başka deyişle Grup 2’ de yer alan
Term-SGA bebeklerin kord kanı ferritin değerleri kendi çalışmamıza ait normal
ferritin değerlerine göre anlamlı derecede düşük bulundu.
Grup 2’ de yer alan Term-SGA bebeklerde bulunan, düşük ferritin değerleri,
artmış DBK ve azalmış Tsat düzeyleri, demir depolarının yetersiz olduğunu
gösterebilir. Artmış intrauterin eritropoez ve buna bağlı artmış demir ihtiyacı
yanında, bozulmuş uteroplasental kan akımına bağlı demirin aktif transportundaki
yetersizlik nedeni ile SGA bebeklerde demir depolarının yetersiz olacağı sonucuna
varabiliriz.
Literatürde kord kanı ferritin düzeylerine ilişkin birçok yayın bulunmaktadır.
Bu yayınlar daha çok anemik anneler, preeklampsi ve diabeti olan gebelere
yoğunlaşmıştır.
Annede bulunan DEA’ nin fetusa olan etkileri konusunda tam olarak bir fikir
birliğine varılamamıştır.
Aqrawal ve ark.’ nın (128) maternal anemide kordon kanı Hb, demir, ferritin
düzeylerini değerlendirdikleri çalışmada, maternal anemiye rağmen kordon
kanında ferritin değerleri düşük bulunmamıştır. Erdem ve ark. (129) annelerde ve
yenidoğanlarında serum eritropoetin, Hb ve serum ferritin değerlerini
karşılaştırarak maternal aneminin ve demir eksikliğinin fetal eritropoeze etkisini
araştırdıkları çalışmada, maternal ferritin düzeylerinin fetal ferritin düzeyleri ile
korele olduğunu tespit etmişlerdir. Karasalihoğlu ve ark.’ nın yapmış olduğu bir
çalışmada, demir depoları yeterli olan anneler ile yetersiz olan anneler ve bunların
80
yenidoğanları arasında Hb, Htc, MCV, MCH, MCHC, demir, DBK, Tsat ve serum
ferritin değerleri açısından anlamlı fark bulunamamıştır (130).
Literatürde yer alan bazı çalışmalarda fetusun demir depolarının, annede
bulunan DEA’ nden etkilendiğini gösterirken, bazı çalışmalarda da etkilenmediği
bildirilmiştir.
Literatürde, bozulmuş uteroplasental kan akımı ya da artmış intrauterin
eritropoezin fetusa olan etkilerini inceleyen çalışmalarda mevcuttur.
Chockalingam ve ark.’ nın (131) yaptığı çalışmada 16 SGA, 21
preeklampsili anne bebeği, 13 diabetik anne bebeğinden oluşan grup, gebeliğinde
herhangi bir sorun yaşamayan grupla karşılaştırıldığında, sorunlu olan annelerin
yenidoğanlarının kordon kanında Tf düzeyi yüksek ve serum ferritin düzeyi düşük
saptanmıştır.
Abbas ve ark.’ nın (132) 20 intrauterin gelişme geriliği olan yenidoğanla
yaptığı çalışmada intrauterin gelişme geriliği olan yenidoğanlarda
fetal kordon kanı /maternal ferritin oranı normal gebeliklere göre belirgin derecede
düşük saptanmıştır.
Görüldüğü gibi, bu konuda yapılmış olan çalışmaların bir kısmında gebelikte
DEA’ nin fetustaki demir depolarının düzeyini etkilediği ileri sürülmekteyken, bu
görüşe karşı olarak, demirin plasentadan aktif transportu nedeniyle fetusun demir
depolarının, annenin anemisi ile ilişkili olmadığını savunan görüşler de vardır. Bu
ikinci sava göre, demirin aktif transportunun bozulduğu durumlar (bozulmuş
uteroplasental kan akımı gibi) ya da fetal demir ihtiyacını artıran durumlar (artmış
intrauterin eritropoez gibi) olmadığı sürece, her miadında yenidoğan normal
düzeylerde demir depolarıyla dünyaya gelmektedir. Oysa SGA’ nın nedenleri
arasında bozulmuş uteroplasental kan akımının önemli bir yeri vardır ve SGA
bebeklerde artmış intrauterin hematopoez söz konusu olabilir. Bu sav, bizim
çalışmamızda annesinde anemi olmayan Term-SGA yenidoğanların kordon
kanında bulduğumuz düşük ferritin değerleri ile paralellik göstermektedir. Sonuç
olarak annesinde yeterince demir deposu olsun ya da olmasın SGA olan bir fetus
zamanında doğmuş olsa bile, artmış demir ihtiyacı ya da azalmış demir transportu
81
nedeni ile yetersiz demir depolarına sahip olabilir ve bu bebekler demir eksikliği ve
demir eksikliğine bağlı kalıcı problemler için risk taşıyabilirler.
Literatürde, erken gelişen ya da ciddi derecede olan DEA’ nin uzun süreli ve
kalıcı etkilerini inceleyen çalışmalar mevcuttur. Ayrıca, düşük demir depoları ile
doğan yenidoğanları inceleyen çalışmalar da bulunur.
Georgieff ve ark.’ nın yaptıkları bir çalışmada, doğum sırasında kordon
kanında ferritin düzeyi düşük olan yenidoğanlar ile ferritin düzeyi normal olan
yenidoğanlar, 9 ay sonra tekrar incelenmiştir. Düşük ferritin düzeyi ile doğan
bebeklerin 9. ayda da serum ferritin düzeylerinin hala düşük olduğu tespit edilmiştir
(133).
Lozoff ve ark.’ nın yapmış olduğu bir kohort çalışması, demir durumunu
incelemek için hematolojik testleri yapılmış 12-23 aylık 191 sağlıklı bebeği
kapsamaktadır. Plasebolu bir kontrol grubu ile beraber çalışma grubuna,
çalışmanın başlangıcında, intramüsküler veya oral demir tedavisinin 1. haftasında
ve 3. ayında olmak üzere üç defa Bayley Bebek Gelişim Skalası uygulanmıştır.
Orta dercede (Hb= 8-10 g/dl) ve ciddi (Hb< 8 g/dl) DEA olan bebeklerin
başlangıçtaki mental ve motor skorları kontrol grubuna göre daha düşük
bulunmuştur. İlk hafta sonunda, oral veya intramüsküler demir tedavisi alan
grupların hiçbirinde test skorlarında değişiklik saptanmamıştır. Üçüncü ayın
sonunda, tedavi gören tüm bebeklerde anemi düzelirken, %64’ ünde hala devam
eden demir eksikliğinin olduğu saptanmıştır. İnatçı demir eksikliği olan bu
bebeklerin test skorları, kontrol grubunun test skorlarına kıyasla belirgin derecede
düşükken, demir eksikliği düzelen çocukların (%36) test skorları ise kontrol
grubuna göre farklılık göstermemiştir. Üç aylık tedavi sonrasında demir
eksikliğinde düzelme olmayan çocuklarda, tedavi başlamadan önce, çok ciddi
kronik bir demir eksikliğinin olduğu düşünülmüştür. Anemiyi düzeltmek için verilen
demir tedavisi nörodavranışsal değişiklileri geri döndürmeye yetmemiştir. Bunun
sebebi belki de kronik demir eksikliğinin bu çocuklarda geri dönüşsüz değişiklikler
yapmış olmasıdır (134). Daha sonra yapılan bir çalışmada, altı ay süre ile oral
demir tedavisi verilen çocuklarda da kognitif defektlerin geridönüşsüz olduğu
saptanmıştır (135).
82
Aynı kohort grubunu kapsayan ikinci ve üçüncü çalışmalar, uzun süreli ağır
DEA olan çocukların demir eksikliği olmayanlara kıyasla bir çok alanda mental ve
motor gelişim bakımından geri kaldığını ve 11-14 yaşları arasında IQ skorlarının
düşük olduğunu bildirmiştir. Ayrıca bu çocuklarda konuşma, yazma ve
matematikte spesifik problemlerle karşılaşıldığını, sınıf tekrarlarının yaşandığını ve
ayrıca davranış problemlerinin de olduğunu ortaya koymuştur (134).
Walter ve ark. (136) 196 Şili’ li bebeği bebeklikten beş yaşa kadar
incelemişler ve yine aynı şekilde demir eksikliği olanların başlangıçtaki düşük
mental ve psikomotor test skorlarının üç aylık demir tedavisiyle düzelmediğini
saptamışlardır. Daha ileri incelemelerde de demir eksikliğinin düzeltilmesine
rağmen bebeklikte uzun süreli demir eksikliği ve ciddi anemi yaşayanlarda geri
dönüşsüz gelişimsel bozukluklar oluştuğunu görmüşlerdir.
Tamura ve ark.’ nın (137) 5 yaşındaki çocuklar ile yaptığı başka bir
çalışmada, doğumda kordon kanında serum ferritini düşük olan çocuklar,
doğumda yeterli demir depoları olan yaşıtları ile karşılaştırılmış ve düşük dil
yeteneği, motor becerilerde gerilik ve davranış problemlerine sahip oldukları
gösterilmiştir.
Karabiber ve ark.’ nın (53) yaptığı bir çalışmada, 6-12 yaş arasında DEA
tespit edilen 30 vaka değerlendirilmiş ve DEA olgularında total IQ sonucu, kontrol
grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0,01).
Demir tedavisi sonrasında IQ puanında artış olmasına rağmen, tedavi edilen
grubun IQ puanı, kontrol grubu ile kıyaslandığında, hala kontrol grubunun
düzeyine ulaşamadığı görülmüştür.
Yine Karabiber ve ark.’ nın (53) yapmış olduğu çalışmada, yaşları 3-15
arasında değişen 30 DEA olan çocuk incelenmiş ve demir tedavisinin mental
skorlar ile uyarılmış potansiyeller üzerine olan etkisi araştırılmıştır. Tedavi
sonrasında mental skorlarda anlamlı artış görülmesine rağmen, görsel uyarılmış
potansiyeller (VEP) ve beyin sapı işitsel uyarılmış potansiyel (BAEP) değerlerinde
anlamlı düzelme gözlenmemiştir.
83
Görülüyor ki uzun süreli demir eksikliği olan çocuklarda daha sonra demir
tedavisine rağmen kalıcı problemler yaşanabilmektedir. Demir eksikliği
gelişebilecek potansiyele sahip bebekleri, demir eksikliği bulguları ortaya
çıkmadan tedavi edebilmek ya da demir eksikliğinin bu çocuklarda gelişimini
önlemek, bu problemlerin önüne geçebilir.
Sonuç olarak çalışmamızda, zamanında doğmuş SGA bebeklerde, demir
depolarını yansıtan kordon kanı ferritin değerleri düşük bulunmuştur. Demir
eksikliğinin, özelikle uzun vadede, düzeltilmediği takdirde kalıcı problemler
oluşturabilmesi mümkündür. Bu nedenle, zamanında doğmuş SGA bebeklerin
yakın izleminin gerektiğini ve demir eksikliği gelişmeden erken dönemde profilaktik
demir tedavisi verilmesi ile geri dönüşümsüz kognitif fonksiyon bozukluklarının
önüne geçilebileceğini düşünmekteyiz.
84
SONUÇ
Çalışmamıza Nisan 2009-Temmuz 2009 tarihleri arasında Zeynep Kamil
Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde doğum yapan
toplam 81 anne ve onların yenidoğan bebekleri alındı. Olguların 54’ ü zamanında
doğmuş normal doğum ağırlıklı yenidoğanlar ve onların anneleri iken (Grup 1);
27’ si, zamanında doğmuş ancak doğum kilosu haftasına göre 10. persantil altında
olan yenidoğanlar ve onların anneleriydi (Grup 2).
1. Grup 2’ de yer alan annelerin yaş ortalamaları anlamlı düzeyde düşük bulundu
(p<0,05).
2. Grup 2’ de yer alan annelerin gravida ve parite ortalamaları anlamlı olarak
düşük bulundu (p<0,05).
3. İki grup arasında cinsiyet dağılımları ve doğum şekli açısından istatistiksel
olarak anlamlı farklılık görülmedi (p>0,05).
4. İki grup anneleri arasında Hb, Htc, RBC, demir, DBK, Tsat ve ferritin düzeyleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05).
5. İki grup yenidoğan RBC düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (p>0,05).
6. Grup 2’ de yer alan yenidoğanlarda Hb ve DBK düzeyi istatistiksel olarak çok
anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p<0,01).
7. Grup 2’ de yer alan yenidoğanlarda Htc düzeyi istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde yüksek saptandı (p<0,05).
85
8. Grup 2’ de yer alan yenidoğanlarda Tsat düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde düşük saptandı (p<0,05).
9. Grup 2’ de yer alan yenidoğanların ferritin düzeyleri istatistiksel olarak çok
anlamlı düzeyde düşük saptandı (p<0,01).
Bu verilerin sonucunda zamanında doğmuş ancak doğum ağırlıkları
10. persantil altında olan yenidoğanların depo demirini yansıtan serum ferritin
değerlerinin düşük olduğunu belirledik.
86
ÖZET
DEA dünyada en sık görülen anemi şeklidir. Her yaşta ve bütün
sosyoekonomik düzeylerde görülmekle birlikte, çocuklarda ve gençlerde, fakir
diyetle beslenenlerde ve doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sıktır.
DSÖ verilerine göre dünya nüfusunun %24,8’ ini etkileyen DEA okul öncesi
çocukların %47,4’ ünü ve gebe kadınların %41,8’ ini etkilemektedir.
Bu çalışmanın amacı zamanında doğan normal doğum ağırlıklı ve düşük
doğum ağırlıklı bebeklerin kordon kanı hematolojik değerlerini karşılaştırarak,
Term-SGA bebeklerde zamanında doğmalarına rağmen demir depolarının yetersiz
olduğunu göstermektir.
Çalışmamıza, Nisan 2009-Temmuz 2009 tarihleri arasında Zeynep Kamil
Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde doğum yapan
toplam 81 anne ve onların yenidoğan bebekleri alındı. Olgular, doğum kiloları esas
alınarak, 54’ ü zamanında doğmuş normal doğum ağırlıklı yenidoğanlar ve onların
anneleri (Grup 1); 27’ si zamanında doğmuş ancak doğum kilosu doğum haftasına
göre 10. persantil altında olan yenidoğanlar ve onların anneleri (Grup 2) olmak
üzere iki gruba ayrıldı. Gebeliği süresince anemisi olan gebeler ve onların
yenidoğanları ile zamanından önce doğmuş yenidoğanlar ve onların anneleri
çalışmaya alınmadı.
Anneler ve onların yenidoğanlarının kordon kanında Hb, Htc, RBC, MCV,
serum demiri, DBK, Tsat, serum ferritin değerlerine bakıldı.
Zamanında doğmuş ancak doğum kilosu doğum haftasına göre 10.
persantil altında olan Term-SGA yenidoğanlarda kordon kanı ferritin ve Tsat
87
düzeyleri anlamlı düzeyde düşük, DBK, Hb ve Htc değerleri anlamlı düzeyde
yüksek bulundu.
Yüksek Hb, kronik intrauterin hipoksiye ikincil olarak artmış eritropoeze
bağlı olabilir. Depo demiri yansıtan serum ferritin değerlerinin düşük olmasının
nedeni ise artmış eritropoeze bağlı demir ihtiyacının artması ya da uteroplasental
yetersizlik sonucu demir transportunun yetersiz kalması olabilir.
Sonuç olarak çalışmamızda, zamanında doğmuş SGA bebeklerde, demir
depolarını yansıtan kordon kanı ferritin değerleri düşük bulunmuştur. Demir
eksikliğinin, özelikle uzun vadede, düzeltilmediği takdirde kalıcı problemler
oluşturabilmesi mümkündür. Bu nedenle, zamanında doğmuş SGA bebeklerin
yakın izleminin gerektiğini ve demir eksikliği gelişmeden erken dönemde profilaktik
demir tedavisi verilmesi ile geri dönüşümsüz kognitif fonksiyon bozukluklarının
önüne geçilebileceğini düşünmekteyiz.
88
KAYNAKLAR
1. World Health Organisation. Benoist B, McLean E, Egli I, Cogswell M.
Worldwide prevalence of anaemia 1993-2005.
2. Glader B. The Anemias In: Behrman, Kliegman, Jenson editors. Nelson
Textbook of Pediatrics 18th edition, WB Saunders, 2007;
3. Çoban A. Yenidoğan ve Hastalıkları-Perinatoloji. Pediatri 1993. Cilt 1,
Bölüm 6: 177–85.
4. Soylu H, Özgen Ü, Babalıoğlu M, Aras Ş, Sazak S. Iron deficiency and iron
deficiency anemia in infants and young children at different socioeconomic
groups in İstanbul. Turkish Journal of Haematology 2001; 18(1): 19-25.
5. Viteri F. A new concept in the control of iron deficiency: community-based
preventive supplementation of at-risk groups by the weekly intake of iron
supplements. Biomed Environ Sci, 1998; 11(1): 49-60.
6. Ağaoğlu L. Kan hastalıkları. Neyzi O, Ertuğrul T. Pediatri. İstanbul Nobel
Tıp Kitapevleri. 2002; Cilt 2, Bölüm 3: 1051-4.
7. Prasad AN, Prasad C. Iron deficiency; non-hematological manifestations.
Prog Food Nutr Sci 1991; 15: 255-83.
8. Toppare FM. Genel Obstetrik-Fetal fizyoloji, erken neonatal fizyoloji. Temel
Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi 1996; 2: 233–7.
9. Lubchenco LO, Sealis DT. Neonatal mortality rate. Relationship to birth
weight and gestational age. J Pediatri 1972; 81(4): 814-22.
10. Özalp İ, Erdem G, Ciliv G et al. The incidence of fetal malnutrition in Turkey.
Turk J Pediatri 1981; 23(2): 75-83.
11. Crouse DT, Cassady G. The small for gestational age infant In: Avery GB,
Fletcher MA, Macdonald MG (Eds). Neonatolgy pathophysiology and
management of the newborn (4th ed). Philadelphia: J B Lippincott
Company, 1994: 369-98.
12. Avery ME: Placental function and disease; The placenta, fetal membranes
and umbilical cord. İn Taeusch HW, Ballard RA. Avery ME (eds): Disease of
the newborn. Philedelphia: W. B. Saunders Co. 1991, 51-7.
13. Erdem G. Prematüre bebeklerde fetal malnütrisyonun görülme sıklığı ve
nedenleri. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 1982; 25(2): 91-7.
89
14. Lieberman E, Lang JM, Ryan KJ, Monson RR, Schoenbaum SC. The
association of inter-pregnancy interval with small for gestational age births.
Obstet Gynecol, 1989; 74(1): 1-5.
15. Köksal N, Özkan H, Gider C, Kılıçbay İ, Kılıçbay F, Can S, Öcal M. Long
term Follow-up of Babies with SGA according to Gestational Age – Review.
The Journal of current pediatrics 2004; 2(2): 273-9.
16. Lanzkowsky P. Classification and diagnosis of anemia during childhood. In:
Lanzkowsky P (ed). Manual of Pediatric Hematology and Oncology. 4th ed.
San Diego: CA, Academic Press, 2005: 1-11.
17. A diagnostic approach to the anemic patient. In Nathan and Oski’s
Hematology of infancy and childhood. Orkin S, Nathan D, et al. 7th ed.
Philadelphia: Saunders, 2009: 455-7.
18. Tunalı A. Kan Hastalıkları. İç Hastalıkları Kitabı. Bursa1990; 7: 699–716.
19. Kaleli B, Yıldırım B. Gebelik ve Hemotolojik Hastalıklar Obstetrik; Maternal-
Fetal tıp ve perinatoloji. Ankara Medikal Network. 2001; 682–96.
20. Iron deficiency and related nutritional anemias in Nathan and Oski’ s
Hematology of infancy and childhood. Orkin S, Nathan D, et al. 7th ed.
Philadelphia: Saunders, 2009: 459-71.
21. Berkow R, Fletcher AJ, editors. The merck manual tanı-tedavi el kitabı, çev.
ed. Keklikoğlu M, Tuzcu M. İstanbul Nobel Tıp Kitapevleri. 1995;1(16):
1147-52.
22. Lee RG. Anemia: General aspects. Anemia a diagnostic strategy. Iron
deficiency and iron deficiency anemia. In: Wintrobe M, editor. Wintrobe’s
clinical hematology. Vol. 2. 10th ed. Baltimore: Mass Publ Co; 1999: 908-
79.
23. Sakru A, Genel F, Atlıhan F, Serdaroğlu E. 6 ay – 15 yas arası çocuklarda
demir eksikliği anemisi sıklığı. Ege Pediatri Bülteni 2000; 7(4): 175-80.
24. Oski FA. Iron deficiency in infancy and childhood. N Engl J Med 1993;
329(3): 190-3.
25. Ünal S, Yetgin S. Demir eksikliği anemisi. Sosyal pediatri. Katkı dergisi
2003; 25(3); 327- 45.
26. Iwai Y, Takanashi T, Nakao Y, Mikawa H. Iron status in low birth weight
infants on breast and formula feding. Eur J. Pediatr. 1986; 145(1-2): 63-5.
90
27. Arija V, Salas J, Fernandez-Ballart J, Marti-Henneberg C. Iron deficiency
risk in children: discrepancy between dietary and biochemical assessments.
Internat. J. Vit. Nutr Res 1990; 60(2): 150-5.
28. Lanzkowsky P. Iron-Deficiency Anemia. In: Lanzkowsky Manuel of Pediatric
Hematology and Oncology. New York. Churchill Livingstone.2000: 33-49.
29. Booth IW, Aukett MA. Iron deficiency anaemia in infancy and early
childhood. Arch Dis Child 1997 June; 76: 549- 54.
30. Friel JK, Andrews WL, Matthew JD, et al. Iron status of very-low-birth-
weight infants during the first 15 months of infancy. CMAJ 1990;143: 733-7.
31. Bülbül SH. Çocuk beslenmesinde demirin yeri ve önemi. Sürekli Tıp Eğitimi
Dergisi 2004; 13(12): 446-50.
32. Gümrük F, Altay Ç. Demir metabolizması ve demir eksikliği anemisi. Özalp İ
(ed.) Katkı Pediatri Dergisi 1995;16(3): 265-87.
33. Guyton AC, Hall JE editors. Alyuvarlar, anemi ve polistemi. In Textbook of
Medical Physiology çev. ed. Çavusoğlu H. 9B. İstanbul: Nobel Tıp
Kitapevleri. 1996: 425-33.
34. Beşışık SK. Demir eksikliği anemisi. Türkiye Klinikleri Hematoloji Dergisi
2004; 2(2): 96-102.
35. Soner G. Kurdoğlu G. Beslenme ve Beslenme Bozuklukları-Mineraller.
Pediatri Cilt 1. Nobel Tıp Kitabevi. 1993;7: 369–76.
36. Eritrositlerin Bozuklukları. Cecil Essentials of Medicine (Türkçe baskı). 5.
Edisyon. Nobel Tıp Kitabevleri. 2002;48: 421–2.
37. Beşışık SK. Demir eksikliği anemisi. Klinik Hematoloji Nobel Tıp Kitabevleri.
2003; 4: 47–62.
38. World Health Organisation: Preventing and Controlling Iron Deficiency
Anemia Through Primary Health Care. Geneva 1989
39. Ülkü B. Anemiler. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi
Etkinlikleri; Anemiler Sempozyumu 2001; 25: 23–32.
40. Fairbanks VF. Iron deficiency anemies. Mazza JJ, editor: Manual of Clinical
Hematology 2nd edition, 1995; 17-38.
41. Ganong WF. Digestion and Abserption. Review of Medical Phyorology. 15th
Edition. Applelen And Lange 1991; 25: 437–47.
91
42. Gookin K, Morrison JC. Anemia Assciated with prepnancy Gynecology and
Obstetries: Vol.3 Philadelphia: J.B. Lippincott Company. 1985; 16: 1–41.
43. Adamson JW. çev. Nevruz O, Güvenç B. Demir eksikliği ve diğer
hipoproliferatif anemiler. In: Brunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL,
Longo DL, Jameson JL, editors. Harrison iç hastalıkları prensipleri, çev. ed.
Sağlıker Y. İstanbul Nobel Tıp Kitapevleri. 2004; 1(15): 660-6.
44. Büyükyazı C. Annelerde ve bebeklerde ferritin ve Hemoglobin düzeyleri.
Uzmanlık Tezi 1997; 1–10.
45. Plazma Proteins. Imminoglobulins and Clotting factors. Horper’ s
Biochemistry. 22th Edition 1991; 58: 613-4.
46. Walters G O, Thompson W, Jacobs A, Wood C S. Iron stores and iron
absorption. Lancet, 1973; 2(7839): 1216.
47. Finch C. Regulators of iron balance in humans. Blood. vol 84. no 6 (sep
15). 1994: 1697–702.
48. Koç A, Erel O, Kosecik M, Ataş A, Haspolat K. Pikalı çocuklarda demir
eksikliği anemi ve paraziter barsak infeksiyonu. Turkiye Klinikleri Medical
Research 1999;17(2): 65-9.
49. Atamer T. Anemik hastaya yaklaşım. Türkiye Klinikleri Hematoloji Dergisi
2004; 2(2): 89-95.
50. Kazancı E, Kavaklı T, Altınöz S, Aydoğan A. Katılma nöbetli çocuklarda
demir tedavisinin önemi. Ege Pediatri Bült. 2003;10(2): 61-5.
51. Scott JP. Hematoloji. In: Behrman RE, Kliegmen RM, editors. Nelson
essentials of pediatrics, cev. Tuzcu S. 3.B. İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri.
2001: 545-56.
52. Karakaş Z, Ünüvar A. Anemik Hastaya Yaklaşım. Çocuk Dergisi 2001;1:
159-63.
53. Karabiber H, Özgen U, Özcan C, Soylu H, Kutlu O, Sarıbaş S ve ark. Demir
eksikliği anemili çocuklarda tedavinin mental skor ve uyarılmış
potansiyellere etkisi. Türk Hematoloji Onkoloji Dergisi 2000;10(4): 194-8.
54. Verdon F, Burnand B, Stubi CL, Bonard C, Graff M, Michaud A, et al. Iron
supplementation for unexplained fatigue in non anemic women: double
blind randomised placebo controlled trial. BMJ 2003; 326: 1124.
92
55. Berrak SG, Türkan E, Canbolat C, Kahveci S. Çocuklarda demir eksikliğinin
tedavisi ve düşük gelişim test skorlarına etkisi. İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dergisi 2002; 65(3): 188-93.
56. Ben-Shachar D, Ashkenazi R, Youdim MB. Longterm consequences of
early iron deficiency on dopaminergic neurotransmission in rats. Int J
DevNeurosci 1986;4: 81-8.
57. Shukla A, Agarwal KN, Chansuria JPN, and Taneja V. Effect of latent iron
deficiency on 5-hydroxytryptamine metabolism in rat brain. J Neurochem
1989; 52: 730–5.
58. Foirbanks VF, Beutler E. Iron Defiency. Williams Hematology 5th edition
USA Mc Grow-Hill. 1995; 46: 490–506.
59. Hermiston ML, Mentzer WC. A practical approach to the evaluation of the
anemic child. In: Vichinsky E, Walters M, Feusner J, editors. The Pediatric
Clinics of North America, Philadelphia: WB Saunders. 2002; 49(5): 877-91.
60. Glader B. Iron deficiency anemia. In: Behrman, Kliegman, Jenson editors.
Nelson Textbook of Pediatrics 17th edition, WB Saunders, 2004; 1614-6.
61. Olivares M, Walter T, Cook JD, Hertramf E, Pizarro F. Usefulness of serum
transferrin receptor and serum ferritin in diagnosis of iron deficiency in
infancy. American Journal of Clinical Nutrition 2000; 72: 1191-5.
62. Çetin M, Eser B, Güven M, Ünal A, Altınbaş M. Oral Demir Tedavisinde
Ferro Sulfat ve Ferrik Polimaltozun Etkinliğinin Karşılaştırılması. Türk
Hematoloji Onkoloji Dergisi 1999;9(2): 96-100
63. Karaman S. Demir Eksikliği Anemisi tedavisinde Fe+2 ve Fe+3
preparatlarının etkinliklerinin değerlendirilmesi. Uzmanlık tezi. İstanbul
2000.
64. Bernstein I, Gabbe SG, Reed KL: Intrauterin Growth Restriction. In: Gabbe
SG, Niebyl JR, Simpson JL, eds. Obstetrics: Normal and Problem
Pregnancies, 4th Edition. Philadelphia: Churchill Livingstone. 2002; 322-30.
65. Lubchenco LO, Hansman C, Dressler M, Boyd E: Intrauterine growth as
estimated from liveborn birth-weight data at 24 to 42 weeks of gestation.
Pediatrics. 1963; 32: 793-800.
66. Battaglia FC, Lubchenco LO. A Practical Classification of Newborn Infants
by Weight and Gestational Age. J Pediatrics 1967; 71: 159-63.
93
67. Samancı N. Küçük doğan bebekler. Dağoğlu T, Ovalı F, Samancı N (Ed.),
Neonataloji, Nobel Kitapevleri LTD. 2000: 181-8.
68. Kliegman R, King K. Intrauterine Growth Retardation: Determinants of
aberrant fetal growth. In: Fanaroff AA, Martin RJ, eds. Behrman’s Neonatal
Perinatal Medicine: Diseases of the Fetus and Infant. 5th Edition. St. Louis:
Mosby Year Book. 1992:149.
69. Behrman RE, Shiono PH: Neonatal Risk Factors: Preterm, Low Birth
Weight, and small for Gestational Age. in Fanaroff AA, Martin RJ (eds):
Behrman's Neonatal Perinatal Medicine, 6th. ed. 1997: 3-12.
70. Çetinkaya O, Samancı N, Ovalı F ve ark. SGA bebeklerde takipteki
sorunlar. İstanbul Tıp Fakültesi Mecmuası 1996; 59: 54-9.
71. Fanaroff AA: Neonatal Perinatal Medicine. 6th ed. 1997; 12: 203-37.
72. Sanderson DA: The individualised birthweight ratio: a new method of
identifying intrauterine growth retardation. Br. J. Obstet Gynecol 1993; 81:
1029.
73. Reece EA: The relation between human fetal growth and fetal blood levels
of insulin-like growth factors I and II, their binding proteins, and receptors,
Obstet Gynecol 1994; 84: 88.
74. Dijxhoorn MJ, Visser GH, Touwen BC, Huisjes HJ. Apgar score, meconium
and acidemia at birth in small for gestational age infants born at term and
their relation to neonatal neurological morbidity. Br J Obs Gynaecol 1987;
94: 873-9.
75. Wallis MS, Harvey D. Fetal growth, intrauterine growh retardation and small
for gestational age babies. In: Roberton N.R.C ed. Textbook of
Neonatology, 2nd Edition. London: Churchill Livingstone. 1992: 317.
76. Karatekin G, Çetinkaya O, Akmansoy A ve ark. Hastanemizde gebelik
yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebeklerin insidansı. Mocan H, Okten A,
ed. 38. Milli Pediatri Kongresi özet Kitabı 1994: 90.
77. Neyzi O, Ertuğrul T. Pediatri Cilt 1: Yenidoğan Hastalıkları. İntrauterin
büyüme geriliği. 3. Baskı. İstanbul Nobel Tıp Kitabevleri. 2002;7(4): 338-40.
78. Özkınay E, Kazandı M. Preeklampsi. İçerisinden: Beksaç M.S, Demir N,
Koç A, Yüksel A. Obstetrik maternal fetal tıp ve perinatoloji. Medikal nobel
Ankara. 2001: 625-52.
94
79. Cunningham FG, Gant NF, Leveno KJ, Gilstrap III LC, Hauth JC, Wenstrom
KD (eds). Fetal Büyüme Bozuklukları. In: Williams Doğum Bilgisi Cilt 1.
Akman AC (Çeviren). 21. Baskı. İstanbul Nobel Tıp Kitabevleri. 2005; 29:
744 -64.
80. Gambling L, Charania Z, Hannah L, Antipatis C, Lea RG, McArdle HJ.
Effect of iron deficiency on placental cytokine expression and fetal growth in
the pregnant rat. Biol Reprod. 2002;66(2):516-23.
81. Albertsson-Wikland K, Karlberg J. Postnatal growth of childern born small
for gestational age. Acta Paediatr Supp 1997;423: 193-5.
82. Rosett HL, Weiner L, Lee A, et al. Patterns of alcohol consumption and fetal
development. Obstet Gynecol 1983; 61: 539-46. 83. Castro LC, Azen C, Hobel CJ, Platt LD. Maternal tobacco use and
substance abuse: reported prevalance rates and associations with the
delivery of small for gestational age neonates. Obstet Gynecol 1993; 81(3):
396-401. 84. H. William Toeusch, Roberta A. Ballard, Christine A. Gleason, Avery’s
diseases of the newborn. 8 th edition, Elselvier sounders, 2005; 4: 139- 46. 85. Cebeci DS, Kalaycı G, Çalı Ş, Kalaça S, Hayran O. Prematürite ve
gestasyonel yaşa göre düşük doğum ağırlıklığını etkileyen faktörler. PTT
Hastanesi Tıp Dergisi 1997; 19: 58.
86. Kaufmann P, Castellucci M: Obstetrical and Gynecological pathology. Fox
H (ed) Vol: 2, 4th ed. Chapter 46, 1995.
87. Kimya Y, Cengiz C. Gebeliğe Bağlı Annedeki Sistemik Değişiklikler.
Obstetrik-Maternal-Fetal Tıp ve Perinatoloji, Ankara, Medikal Network,
2001:676–81.
88. Cogswell ME, Parvanta I, Ickes L, Yip R, Brittenham GM. Iron
supplementation during pregnancy, anemia and birth weight: a randomized
controlled trial. Am J Clin Nutr. 2003; 78(4): 773-81.
89. Yenicesu İ. Gebelik ve Anemi. Obstetrik-Maternal-Fetal Tıp ve Perinatoloji,
Ankara, Medikal Network, 2001:697–701.
90. Gookin K, Morrison JC. Anemia associated with pregnancy. In: Sciarra JJ.
Eschhenbach DA. Depp R (eds); Gynecology and Obstetrics. Vol 3. Ch 16.
Revised Ed. Harper& Row Publishers. Philadelpia.1987:1-9.
95
91. Kaneshige E. Serum ferritin as an assesment of iron stores and other
hematologic parameters during pregnancy. Obstetr Gynecol 1981, 57(2):
238-41.
92. Cruikshank DP. Gebelikte kardiovasküler, pulmoner, renal ve hematolojik
hastalıklar. Erez S, çev. Danforth obstetrik ve jinekoloji. İstanbul: Alemdar
Ofset, 1992: 515-49.
93. Catherine Nelson- Piercy. Sistemik Hastalıklar ve Gebelik. 2. Baskı, Nobel
Tıp. 2003: 250- 68.
94. Milman N, Bergholt T, Byg KE, Eriken L, Gnaudal N. Iron status and iron
balance during pregnancy. A critical reappraisal of iron supplementation.
Acta Obstet Gynecol Scand. 1999; 78(9): 749-57.
95. Beard LJ. Effectiveness and strategies of iron supplementation during
pregnancy. Am J Clin Nutr. 2000; 71(5 Suppl): 1288-94.
96. Muslimatun S, Schmidt MK, West CE, Schultink W. Weekly
supplementation with iron and during pregnancy increases hemoglobin
concentration but decreases serum ferritin concentration in Indonesian
pregnant women. J Nutr 2001; 131(10): 2664–9.
97. Palmer SM, Sherill J, Morrison JC. Diseases of the blood. In: Danfort DN,
Scott JR: Obstetrics and gynecology, Ch 30 5 th ed, J.B. Lipincott Comp.
Philadelpia, 1986
98. Okuyama T, Tawada T, Furuya H, Villee CA. The role of transferrin and
ferritin in the fetal-maternal-placental unit. Am J Obstet Gynecol 1985;
152(3): 344–50.
99. Choi WJ, Pai SH, Im MW, Kim SK. Change in transferrin receptor
concentrations with age. Clinical Chemistry 1999; 45(9): 1562-3.
100. Rao R, Georgieff MK. Perinatal aspects of iron metabolism. Acta Pediatr
Suppl. 2002; 91(438): 124–9.
101. Souminen P, Punnonen K, Rajamaki A, Irjala K. Evaluation of new
immünoenzymometric assay for measuring solubl transferin receptor to
detect iron deficiency in anemic patients. Clinical Chemistry 1997; 43(9):
1641–6.
96
102. Gupta R, Ramfi S. Effect of delayed cord clamping on iron stores in infants
born to anemic mothers: a randomised controlled trial. Indian Pediatr. 2002;
39(2): 130–35.
103. Neonatal Erythrocyte and its disorders in Nathan and Oski’ s Hematology
of infancy and childhood. Orkin S, Nathan D, et al. 7th ed. Philadelphia:
Saunders. 2009: 21-67.
104. Blot I, Diallo D, TcherniaG. Iron deficiency in pregnancy: effects on the
newborn. Curr Opin Hematol 1999; 6(2): 65-70.
105. Rao R, Georgieff MK. Neonatal iron nutrition. Semin Neonatal 2001; 6(5):
425–35.
106. Grantham-Mc Gregor S, Ani C. A Review of studies on the effect of iron
deficiency on cognitive development in children. J Nutr 2001; 131: 649-68.
107. Hurtado EK, Claussen AH. Scott KG. Early childhood anemia and mild or
moderate mental retardation. Am J Clin Nutr 1999; 69(1): 115–9.
108. Sherriff A, Emond A, Bell JC, Golding J. Should infants be screened for
anemia? A prospective study investigating the relation between
haemoglobin at 8, 12 and 18 months and development at 18 months. Arch
Dis Child 2001; 84(6): 480–5.
109. Lozoff B, Jimenez E, Wolf AW. Long-term developmental outcome of
infants with iron deficiency. N Engl J Med 1991; 325(10) 687–94.
110. Roncagliolo M, Garrido M, Walter T, Peirano P, Lozoff B. Evidence of
altered central nervous system development in infants with iron deficiency
anemia at 6 mo: delayed maturation of auditory brainstem responses. Am J
Clin Nutr 1998; 68(3): 683–90.
111. Malhotra M, Sharma JB, Batra S, Sharma S, Murthy NS, Arora R.
Maternal and perinatal outcome in varying degress of anemia. International
Journal of Gynecology and Obstetrics 2002 Nov; 79(2): 93–100.
112. Choi JW, Kim CS, Pai SH. Erythropoietic activity and soluble transferrin
receptor level in neonates and maternal blood. Acta Pediatr. 2000 Jun;
89(6): 675–9.
113. Karimi M, Kadivar R, Yarmohammadi H. Assessment of the prevalence of
iron deficiency anemia, by serum ferritin, in pregnant women of Southern
Iran. Med Sci. Monit, 2002 Jul; 8(7): 488-92.
97
114. Fleming RE. Cord serum ferritin levels, fetal iron status, and
neurodevelopmental outcomes: Correlations and confounding variables. J
Pediatr 2002 Feb;140(2): 145-8.
115. Tekinalp G, Oran O, Gürakan B, Saraçel M. Relationship between
maternal and neonatal iron stores. The Turkish Journal of pediatrics 1996;
38: 439–45.
116. Milman N, Ibsen KK, Christensen JM, Serum ferrritin and iron status
mothers and newborn. Acta Obstet Gynetal Scand 1987; 66(3): 205-11.
117. Kilbride J, Baker TG, Parapia LA, Khoury SA Anaemia during pregnancy
as a risk factor for iron deficiency anaemia in infancy: a case-control study
in Jordon. International Journal of Epidemiology 1999; 28(3): 461- 8.
118. Altınkaynak S, Alp H, Bastem H, Selimoğlu M, Energin M, Serum ferritin
and hemoglobin levels of mothers and their newborns. Turk J Pediatr 1994;
Oct-Dec 36(4): 289-93.
119. Demir SC, Evrüke C, Kadayıfçı O. Perinatal mortalite ve morbidite.
içinden: Obstetrik maternal fetal tıp ve perinatoloji Ç.G.(Ed)/ Beksaç MS,
Demir N, Koç A. Obstetrik maternal fetal tıp ve perinatoloji. Medical Network
& Nobel Ankara. 2001: 1194-121.
120. Ko YL, Wu YC, Chang PC. Physical and social predictors for preterm
births and low birth weight infants in Taiwan. J Nurs Res 2002; 10(2): 83-9.
121. Yasar F, Denizmen A, Soylu F, Kocabay K, Güven H. Prematüre
Bebeklerde intrauterin Büyüme Geriliği ve Sıklığı. Türkiye Klinikleri Dergisi
1997; 6 : 9-12.
122. Bozdağ H, Ertekin K, Kutlu T, Öztürk G, Eren S. Akut faz reaktanı olarak
ferritin ve erken doğum doğum tehdidinde kullanımı. Zeynep Kamil Tıp
Bülteni. 2003; 1: 13–8.
123. Çetin H. Yenidoğan bebeklerde önemli bir hematolojik sorun: Polisitemi.
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Derg. 2006; 13(3): 36-42.
124. Narang A, Chaudhuri MK, Kumar P. Small for gestational age babies:
Indian scene. Indian J Pediatr. 1997; 64 (2): 221-4.
125. Merchant RH, Phadke SD, Sakhalkar VS, Agashe VS, Puniyani RR.
Hematocrit and whole blood viscosity in newborns: analysis of 100 cases.
Indian Pediatr. 1992; 29 (5): 555-61.
98
126. Drew JH; Guaran RL, Grauer S, Hobbs JB. Cord whole blood
hyperviscosity: measurement, definition, incidence and clinical features. J
Peadiatr Child Health 1991; 27 (6): 363-5.
127. Verner AM, Manderson J, Lappin TR, McCance DR, Halliday HL, Sweet
DG. Influence of maternal diabetes mellitus on fetal iron status. Arch Dis
Child Fetal Neonatal Ed. 2007 Sep; 92(5): 399-401.
128. Aqrawal RM, Tripathi AM, Aqarwal KN, Cord blood haemoglobin, iron and
ferritin status in maternal anaemia. Acta Paediatr Scand 1983; 72(4): 545-8.
129. Erdem A, Erden M, Arslan M, Yazıcı G, Eskanderi R, Himmetoğlu D. The
effect maternal anemia and iron deficiency on fetal erythropoiesis:
comparison between serum erythropoietin, hemoglobin and ferritin levels in
mothers and newborn. Maternal Fetal Neonatal Med 2002; 11(5): 329–32.
130. Karasalihoğlu S, Orhaner B, Özaydın E, Kirimi E, Karaca M, Kitapçıoğlu F.
The comparison of the hematologic parameters newborns of mothers with
sufficient and unsufficient iron stores. T Klinikleri Pediatr. 1996; 5: 10-13.
131. Chockalingam UM, Murphy E, Ophoven JC, Weisdorf SA, Georgieff MK.
Cord transferrin and ferritin values in newborn infants at risk for prenatal
uteroplacental insufficiency and chronic hypoxia. J Pediatr 1987; 111(2):
283-6.
132. Abbas A, Nicolaides K. Fetal serum ferritin and cobalamin in red blood cell
isoimmünisation. Fetal Diagn Ther. 1995; 10(5): 297-300.
133. Georgieff MK, Wewerka SW, Nelson CA, Dereqnier RA. Iron Status at 9
months of infants with low iron stores at birth. J Pediatr. 2002; 141: 405–9.
134. Lozoff B, Brittenham GM, Wolf AW, McClish DK, Kuhnert PM. Iron
deficiency anemia and iron therapy effects on infant developmental test
performance. Pediatrics 1987: 79(6): 981–95.
135. Lozoff B, Wolf AW, Jimenez E. Iron-deficiency anemia and infant
development: Effects of extended oral iron therapy. J Pediatr 1996; 129(3):
382–9.
136. Walter T, De Andraca I, Chadud P, Perales CG. Iron deficiency anemia:
Adverse effects on infant psychomotor development. Pediatrics 1989;
84(1): 7–17.
99
137. Tamura T, Goldenberg RL, Hou J, Cliver SP, Ramey SL. Cord serum
ferritin concentrations and mental and psychomotor development of
children at five years of age. J Pediatr 2002; 140(2): 165-70.