t.c Çukurova Ün vers tes sosyal b l mler enst tÜsÜ … · görgü kuralları belirtilmi ştir....
TRANSCRIPT
T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
el-BUHÂRÎ’NİN el-EDEBÜ’L-MÜFRED’İ BAĞLAMINDA HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİ’NDE GÖRGÜ KURALLARI
Nilüfer ÜNSAL
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2006
T.C ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
el-BUHÂRÎ ’NİN el-EDEBÜ’L-MÜFRED’İ BAĞLAMINDA HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİ’NDE GÖRGÜ KURALLARI
Nilüfer ÜNSAL
Danışman : Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2006
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne, Bu çalışma, jürimiz tarafından Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Başkan : Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ ( Danışman ) Üye : Yard. Doç. Dr. Muhammet YILMAZ Üye : Yard. Doç. Dr.Nebahat GÖÇERİ
ONAY Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım. …/…/ 2006 Prof. Dr. Nihat KÜÇÜKSAVAŞ
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunundaki hükümlere tabidir.
i
ÖZET
el-BUHÂRÎ ’NİN el-EDEBÜ’L-MÜFRED’İ BAĞLAMINDA
HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİ’NDE GÖRGÜ KURALLARI
Nilüfer ÜNSAL
Yüksek Lisans Tezi, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
Haziran 2006, 99 Sayfa
İnsan toplumsal bir varlıktır. Bu yüzden içinde yaşadığı toplum tarafından kabul
edilen kurallara uymak zorundadır. Kısacası insan görgülü-edepli olmalıdır. Bu çalışmada
el-Buhârî’nin el-Edebü’l Müfred’i bağlamında Hz. Peygamber’in Sünneti’nde görgü
kuralları araştırılmıştır.
Çalışmamız giriş ve üç bölümden oluşmaktadır:
Birinci bölümde; Hz. Peygamber’in duâlarında ve insanlarla ilişkilerinde gözettikleri
görgü kuralları incelenmiştir. Duâ, kulun Allah’a yalvarmasıdır. İnsan Rabbi ile
konuşurken bu konudaki edep kurallarına uymalıdır.
İkinci bölümde; insanların aile hayatında uyması gereken görgü kurallarından
bahsedilmiştir.
Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise; insanların toplumsal hayatta uyması gereken
görgü kuralları belirtilmiştir.
Çalışmamızda konuyla ilgili Kur’an âyetlerine, hadislere yer verilmiş ve bu konuda
yazılmış diğer kitaplardan da yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler : Edeb, Ahlâk, Görgü, Aile, Toplum, Kur’ân, Hadis, Din,
Peygamber.
ii
ABSTRACT
THE EXPERIENCED RULES IN PROPHET MUHAMMED’S SUNNAH
ACCORDING TO el–ADABU’L-MUFRAD WRITTEN BY el-BUKHARI
Nilüfer ÜNSAL
Master Thesis, Basic İslâmic Sciences
Supervisor: Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ
June 2006, 99 Pages
The human beings are social, there fore they must obey the rules which
have been accepted by the society where they have been living in. That is,they
should have good behaviors. In this work, the experıenced rules in Prophet
Muhammed’s Sunnah accordıng to el-Adabu’l Mufrad wrıtten by el-Bukhari are
studied.
This study is formed of enter and three divisions:
In the first division; the prags and relations the people of the Prophet
and the accepted rules are studied. The pray is a beg to God by His slaves. The
people should obey the accepted rules in this topic when they speak with God.
In the second division; the accepted rules have been mentioned that the
people have to obey in family life.
In the third and last division; it has been expressed that the people should
obey the accepted rules in social life.
In our study it has been given place to verses of the Qoran and Hadiths.
And it has been advantaged other books that written on this topic.
Key Words : Moral, Accepted Rules, Family, Society, Qoran, Hadith,
Religion, Prophet.
iii
ÖNSÖZ
İnsan sosyal bir varlıktır ve bunun tabii sonucu olarak da diğer insanlarla iletişim
kurmak durumundadır. İletişim insan hayatında, yemek, içmek, barınmak v.b. kadar
vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bireyin çevresiyle sağlıklı iletişim kurabilmesi ve kendini ifade
edebilmesi, içinde yaşadığı toplum tarafından sözlü ya da yazılı olarak kabul edilen âdab-ı
muâşerete yani nezâket ve görgü kurallarına riâyet etmesiyle mümkündür. Müslümanlar
için hemen her konuda Hz. Peygamber’i model almak vazgeçilmez bir prensiptir. Çünkü
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Ahzâb Sûresinde: “Andolsun ki Allah’ın Elçisi’nde sizin
için güzel bir örnek vardır.” buyurmaktadır. Hattâ, bu âyetten de anlaşılacağı üzere, bir
Müslüman için Hz. Peygamber’i örnek almak bir prensip olmaktan öte bir zorunluluktur.
Hz. Peygamber her konuda olduğu gibi insanlarla ilişkilerindeki nezâket ve görgüleri
hususunda da Müslümanlar için ideâl incelik örneği sergilemişler ve bunu sahâbîlerine de
çeşitli vesîlelerle ısrarla tavsiye etmişlerdir.
Bir Müslüman-Türk âlimi olan el-Buhârî, el-Edebü’l-Müfred adlı eserinde, Hz.
Peygamber’in, fiilî, kavlî ve takrîrî sünnetlerini ifade eden edep ve ahlâk hadislerini bir
araya toplamıştır. el-Edebü’l-Müfred temel olmakla birlikte çalışmamıza, Kur’ân
âyetlerini, hadisleri ve görgü kurallarına dâir yazılmış kitapları da dâhil etmeye çalıştık.
Tezimiz giriş ve üç bölümden oluşmaktadır: Giriş, adı geçen müellif, eseri ve edep
kavramı hakkındadır. Birinci bölüm, Hz. Peygamber’in duâlarında ve insanlarla
ilişkilerinde gözettikleri görgü kurallarına dâirdir. İkinci bölümde, bireyin aile hayatında
riâyet etmesi gereken âdâb üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde ise, insanların
toplumsal hayatta uymaları gereken görgü kurallarına yer verilmiştir.
Bu çalışma Ç. Ü. Araştırma Fonu’ndan İF2004YL12 nolu proje ile desteklenmiştir.
Katkılarından dolayı çok teşekkür ederim. Burada bu konuyu araştırmamı tavsiye eden,
çalışmalarım sırasında bana vakit ayırarak tezimin olgunlaşmasında büyük katkıları olan
hocam Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ’e en içten şükranlarımı sunarım. Ayrıca
çalışmalarım sırasında yardımlarını esirgemeyen değerli hocalarım Doç. Dr. Mustafa
ÖZTÜRK ve Yard. Doç. Dr. Muhammet YILMAZ’a teşekkürü bir borç bilirim.
Nilüfer ÜNSAL 2006 - ADANA
iv
İÇİNDEKİLER
ÖZET …………………………………………………………………………………. i
ABSTRACT ..................................................................................................................... ii
ÖNSÖZ ……………………………………………………………………………… iii
İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………..…… iv
KISALTMALAR …………………………………………………………...………… vii
GİRİŞ
1.1.Tezin Konusu, Sınırı, Amacı ve Yöntemi………………………………………….. 1
1.1.1. Tezin Konusu ve Sınırı ……………………………………………………….. 1
1.1.2. Tezin Amacı ve Yöntemi……………………………………………………… 1
1.2. el-Edebü’l-Müfred’in Müellifi el-Buhârî’nin Hayatı ve İlmî Yeri……………..… 2
1.3. el-Edebü’l-Müfred Hakkında Temel Bilgiler …………………………………. 4
1.3.1. “el-Edebü’l-Müfred ” Adlı Eserin Tanıtılması……………………................... 4
1.3.2. “Edeb” Kavramı ……………………………………………………………….. 6
1.3.3. Edeb-Ahlâk İlişkisi……………………………………………………………. 7
1.4. Sosyal Hayatın Gerekliliği……………………………………………………….. 11
1.5. İnsânî İlişkilerde Edeb’in (Görgü Kuralları’nın) Önemi ve Gerekliliği………….. 12
1.6. Edeb’in İbâdetler Açısından Önemi…………………………...………………….. 14
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBER’İN DUÂLARINDA VE İNSANLARLA İLİŞKİLERİNDE
GÖZETTİĞİ ÂDÂB
2.1. Duâ’da Âdâb…………...……………………………………………………….…… 15
2.1.1. Duâ’da Âdâb’ın Önemi ve Gerekliliği………...………….………………… 15
2.1.2. Hz Peygamber’in Duâlarında Gözettiği Âdâb................................................... 17
2.1.2.1. Hz. Peygamber’in Allah’a Sıkça Ettiği Duâlar………………………… 17
2.1.2.2. Hz.Peygamber’in Duâlarında Sık Sık Allah’a Sığındığı Haller…………. 20
2.2. Hz. Peygamber’in İnsanlarla İlişkilerinde Gözettiği Âdâb ……………………… 22
2.2.1. Hz. Peygamber’in Eşleriyle İlişkilerinde Gözettiği Âdâb……………………… 22
2.2.2. Hz.Peygamber’in Ashâbıyla ve Hizmetlileriyle İlişkilerinde Gözettiği Âdâb … 25
2.2.3.Hz. Peygamber’in Müslüman Olmayanlarla İlişkilerinde Gözettiği Adâb…… 28
2.3. Ashâb’ın Hz. Peygamber’le İlişkilerinde Gözettiği Âdâb ……………...……… 31
v
2.3.1. Hiçbir Konuda Hz. Peygamber’in Önüne Geçmemek…………..….……….….... 31
2.3.2. Hz. Peygamber’ in Huzûrunda Yüksek Sesle Konuşmamak………….…..……... 31
2.3.3. Ashâb’ın Hz. Peygamber’e Hitâb Şekli ……………………….……………… 32
İKİNCİ BÖLÜM
AİLE HAYATINDA GÖZETİLMESİ GEREKEN ÂDÂB
3.1. Karı – Koca İlişkilerinde Gözetilecek Âdâb……………………….……………… 33
3.1.1. Kadının Kocasına Karşı Gözeteceği Âdâb…………………….……………… 33
3.1.1.1. Kadın Kocasına Saygı Göstermeli………………………..………………… 33
3.1.1.2. Kadın Aile Mahremiyetlerini Muhafaza Etmeli………………………….. 34
3.1.2. Kocanın Karısına Karşı Gözeteceği Âdâb………………………...……...…. … 35
3.2. Çocuğun Anne-Babasıyla İlişkilerinde Gözetmesi Gereken Âdâb……………… 36
3.2.1. Anne-Babaya İyilikle Muâmele Etmek…………...…………………………… 36
3.2.2. Anne-Babaya İsyan-Saygısızlık Etmemek……………...…………………….. 39
3.2.3.Anne-Babanın Vefâtından Sonra da Yakınlarıyla İlgilenmek…………..…..... 41
3.3.Anne-Babanın Çocuklarıyla İlişkilerinde Gözeteceği Âdâb……………………..... 41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TOPLUMSAL HAYATTA GÖZETİLMESİ GEREKEN GÖRGÜ
KURALLARI
4.1. Selâmlaşma Âdâbı…………………..……………………………………….……. 46
4.2. Konuşma Âdâbı…………………………………………………………………..…. 48
4.3. Kardeşlik, Sevgi ve Saygıya Özen Göstermek …………………………………...... 52
4.4. Dargınlıktan Kaçınmak ……………...………………………………………......... 56
4.5. Komşuluk Âdâbı …..………………………………………………………………… 56
4.6. Herhangi Bir Yere İzinsiz Girmemek……………………...………………………… 58
4.7. Oturum Âdâbı …………………………………………………...…………………. 59
4.8. Dâvete İcâbet Etmek ………………………………………………………………… 60
4.9. Misâfirlik Âdâbı …………………………………………………………………… 61
4.10. Yeme-içmede Âdâb ………………………………………………………………. 64
4.11. İyilik Etmek ve İyiliği Tavsiye Etmek …………………………..……………… 68
4.12. Teşekkür Etmek…………………………………………………..……………… 70
4.13. Bir Kişiye Hayır Ya Da Yok Demede Nezâketli Davranmak…………………… 70
vi
4.14. Hediyeleşmek………………………………..…………………………………… 71
4.15. Akrabalarla Bağları Koparmamak…………………..………………………… 71
4.16. Yetim ve Kimsesizleri Kollayıp, Gözetmek…………………….…………………. 72
4.17. Hastaları Ziyaret Etmek………………………………………...……...………… 73
4.18. Merhametli Olmak……………………………………………..………………..…. 74
4.19. Temiz Olmak……………………………………………………………………... 74
4.20 Kılık-Kıyafetine Özen Göstermek…………………......………………………… 75
4.21. Yumuşak Huylu ve Hoşgörülü Olmak…………………………………………… 77
4.22. Öfkesine Hâkim Olmak…………………..……………………………………….. 79
4.23. Kibirden Kaçınıp, Alçakgönüllü Olmak……………………..……………….…… 80
4.24. Güleryüzlü Olmak……………………………………………………..………..….. 82
4.25. Diline Sahip Olmak ve Gıybetten Kaçınmak…………………….……………..... 82
4.26. Sözünde Durmak ve Güvenilir Olmak…………………………………………… 85
4.27. Vefâkâr Olmak……………………………………………..…………………….. 87
4.28. Kanaatkâr Olmak……………………………………….………………………... 87
4.29. Hayâlı Olmak………………………….………………………………………..….. 88
4.30. Ölçülü Olmak……………………………….………………………………...… 89
4.31. Sövüşmemek ve Lânetleşmemek………………….………………………..…….... 90
4.32. İnsanlara Eziyet-Zulüm Etmemek………………………………………..……..….. 91
4.33. İnsanları Yüzlerine Karşı Övmemek…………………………….……..…………... 91
4.34. Kendini İlgilendirmeyen Şeylerle Oyalanmamak……...………………………… 92
4.35. Lâkâp Takmamak……………………………………………………..………….… 92
4.36. Özrü Kabul Etmek…………………………………….……………..………..…… 92
4.37. Hapşıran Kimseye Esenlik Dilemek…………………….…………..…………… 92
4.38. Esnerken Ağzı Kapamak………………………….……………………………….. 93
SONUÇ…………………………………………….…………………………………… 94
KAYNAKÇA………………………………………………………………………….. 96
ÖZGEÇMİŞ……………………....…………………………………..……………….. 99
vii
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser.
a.y : Aynı yer.
b. : bin
c. : Cilt.
Çev. : Çeviren.
Dağt. : Dağıtım.
D.İ.B. : Diyânet İşleri Başkanlığı.
D.İ.D. : Diyânet İlmî Dergi.
Hz. : Hazreti.
mad. : Maddesi.
n.ş.r. : Neşreden.
s. : Sayfa.
T.D.V. : Türkiye Diyânet Vakfı.
T.D.V.İ.A. : Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.
Terc. : Tercüme eden.
t.s. : Tarihsiz.
v. : Vefâtı.
v.b. : Ve benzeri.
v.d. : Ve diğer.
v.s. : Ve sâir.
1
GİRİŞ
1.1. Tezin Konusu, Sınırı, Amacı ve Yöntemi
1.1.1. Tezin Konusu ve Sınırı
Bu çalışmamız Hz. Peygamber’in Sünneti’nde görgü kurallarının yeri ve önemini, el-
Buhârî’nin bu konuya dâir kaleme aldığı müstakil eseri “el-Edebü’l-Müfred” bağlamında
tespit ederek incelemekten ibârettir.
Müslüman-Türk âlimi el-Buhârî, bu eserinde 1329 ahlâk hadisini 644 bab altında bir
araya toplamıştır. Yarıya yakın kısmını, el-Câmiu’s-Sahih’inin “Kitâbü’l-Et’ıme”,
“Kitâbü’l-Eşribe” ve “Kitâbü’l-Libas” gibi edep (görgü) ve ahlâk konularıyla ilgili
bölümlerinde de zikrettiği bu hadislerin altmış üçü dışında hepsinin Kütüb-i Sitte’de
bulunması, müellifin el-Edebü’l-Müfred’deki hadisleri titizlikle seçtiğini göstermesi
bakımından önemlidir. Nitekim İbn Hacer el-Askalânî, bu esere alınan hadislerin
güvenirlik bakımından Müslim’in el-Câmiu’s-Sahih’i kadar olmasa bile diğer Kütüb-i Sitte
mecmualarındaki rivayetlerden daha güvenilir olduğunu belirtmektedir.
Çalışmamızda konu başlıklarını ve hadisleri belirlemede el-Buhârî’nin el-Edebü’l-
Müfred’i eksen olmakla birlikte, temel kaynağımız; Kur’an, Tefsir kitapları ve seçkin
Hadis kitaplarının -başta Kütüb-i Sitte olmak üzere- “Kitâbü’l-Edeb”, “Kitâbü’l-Âdâb”,
“Kitâbü’l Birr ve’s-Sıla”, “Kitâbü’l Eşribe”, “Kitâbü’l-Et’ime”, “Kitâbü’l-Libas” gibi
bireysel ve toplumsal hayatta gözetilmesi gereken görgü kurallarıyla alâkalı bölümleri
oldu. Aynı zamanda evrensel ve toplumumuzca da kabul görmüş genel-geçer görgü
kurallarına dâir kitaplara da ulaşmaya ve onları da çalışmamıza dâhil etmeye çalıştık.
İslâm Literatürü’nde, “görgü kuralları” yerine daha çok “edeb” ve aynı kelimenin
çoğulu olan “âdab” kelimelerinin kullanıldığı gözlemlenmektedir. Biz de çalışmamızda
daha çok “edeb” ve “âdâb” kelimelerini kullanmayı tercih ettik.
1.1.2. Tezin Amacı ve Yöntemi
Yaptığımız ön araştırmadan elde ettiğimiz sonuca göre eser üzerinde ülkemizde her
hangi bir çalışma yapılmamıştır. Aslında bizim bu çalışmayı yapmak istememizdeki
sebeplerin en önemlisi de budur. Yani eseri tanıtarak hem bir boşluğu doldurmak hem de
2
Müslümanlar için ideâl görgü kurallarını tayin ve tespit ederek ilim dünyasına katkıda
bulunmak istiyoruz.
Bilindiği gibi bilimsel bir çalışmada ilmî sonuçlara ulaşabilmek için iki temel süre söz
konusudur. Bunlar:
1. Bireysel güvenirlik ve geçerlilik ölçülerine uygun olarak verilerin toplanması.
2. Toplanan verilerin yine aynı kriterlere uygun olan metod ve teknikler vasıtasıyla
yorumlanmasıdır.
Buna göre biz de çalışmamızda ilgili verileri toplarken “el-Edebü’l-Müfred” de geçen
nezâket ve görgü kurallarına dâir hadislere yer verdik. Ayrıca bu konuyla ilgili Kur’an-ı
Kerim âyetlerini ve yine seçkin hadis kitaplarındaki hadisleri de çalışmamıza dâhil ettik.
1.2. el-Edebü’l-Müfred’in Müellifi el-Buhârî’nin Hayatı ve İlmî Yeri
Tam ismi Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Cûfî el-Buhârî olan müellif 13
Şevval 194 (20 Temmuz 810) tarihinde Buhâra’ da doğmuştur. Daha küçüklüğünde
babası İsmail vefât ettiğinden yetim olarak büyümüştür. Buhârî on yaşlarında iken,
Muhammed b. Selâm el-Bikendî ve Abdullah b. Muhammed b. el- Müsnedî gibi Buhâralı
âlimlerden hadis öğrenmeye başlamıştır. On beş yaşındayken hocası Muhaddis
Dâhilî’nin derslerine devam etmiş; zekâsının keskinliği ve hafızasının kuvvetiyle
etrafındakilerin hayret ve takdirlerini kazanmıştır. “Tabakatu’ş-Şafiiyye” adlı eserin
sahibi Subkî’nin rivayetine göre, hocası Dâhilî’nin rivayet esnasında yaptığı bazı hataları
düzeltmesiyle dikkatleri üzerine çeken Buhârî, on altı yaşına geldiği zaman İbnu’l-
Mübarek ve Veki’ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Buhârî memleketinin
tüm âlimlerinin derslerinde bulunduktan sonra Mekke’ye hacca gitmiş ve burada Hallâd
b. Yahya, Humeydî gibi âlimlerden hadis öğrenmiştir. Daha sonra hadis tahsil etmek için
ilim merkezlerini dolaşmaya başlamıştır. Bağdat’a sekiz defa gittiği ve orada Ahmed b.
Hanbel ile konuşup ondan faydalandığı rivayet edilmektedir. Dört beş defa Basra’ya,
birkaç defa Belh’e gitmiştir. Dimaşk’da Ebû Müshir’den hadis öğrenmiştir. Hicaz’da altı
yıl kalmış, Humus’a gitmiş, Kûfe’ye birçok defa seyahat etmiş, iki kere Mısır’a gitmiştir.
Mısır’da Mâverau’n-nehr’e kadar tanınmış ilim merkezlerinde hadis okuttuktan sonra
tekrar Buhâra’ya dönmüştür. Son olarak 250/864 yılında gittiği Nişabur’da beş yıl hadis
okutmuş, bu arada Yahya b. el-Minkarî adlı hadis hafızından da faydalanmıştır.
3
Buhârî’nin kendilerinden faydalanıp hadis yazdığı muhaddislerin sayısının 1080 kişi
olduğu rivayet edilmektedir.1
Bütün Doğu ve Batı ilim adamları, el-Buhârî’nin tarihin kaydettiği en büyük hadis
âlimlerinden biri olduğunda hemfikirdir. Gerçekten O yalnız devrinin değil, devirlerin
âlimidir. O, yaygın şöhretine Hadis ilmindeki otoritesiyle birlikte İslâm Hukûku’ndaki ayrı
yeriyle de ulaşmıştır. el-Buhârî olağanüstü bir hafızaya sahipti. O, öğrenimini yaparken
öğrendiklerini tek yönlü değil, daha iyi anlamasına yardımcı olacak şekilde detaylarıyla
öğrenmiştir. Daha küçük yaşlardan itibaren hadisleri râvileri hakkındaki bilgilerin yanı sıra
sahih olup olmadıklarıyla birlikte öğrenmesi bunun göstergesidir. Bu yan bilgilerin daha
iyi öğrenmeye yol açarak işini kolaylaştırdığına ve öğrendiklerini unutmamasına geniş
ölçüde yardımcı olduğuna şüphe yoktur. Şu sözleri hadisler üzerinde gösterdiği titizlik
kadar onları sağlam bir şekilde ve etraflıca öğrendiğinin ayrı bir belgesidir: “Öğrendiğim
nice hadisler vardır ki, Basra’da işittiğim halde Şam’da yazdım. Öyle hadisler de var ki,
Şam’da işittim; ancak Mısır’da yazdım.” Hafıza yönünden eşine rastlanmayan bir kimse
olan Buhârî, bilgi yönünden de benzersizdir. Buhârî’nin Hadis ilmindeki otoritesini açıkça
ortaya koyan pek çok olay vardır. Birini kaydedecek olursak: Bir gün Abdullah b.
Abdirrahman ed-Dârimî’ye “Yalancı, nefsi kendisine ihânet ettiği için yalan söyler.”
hadisini sordular ve Buhârî’nin bu hadise sahih dediğini söylediler. Dârimî şöyle dedi:
“Buhârî benden daha derin görüşlüdür; çünkü O’nun işi gücü hadistir. Bense hastayım.
Başka işlerim de var. O, Allah’tan (gelen kâbiliyetle) Kur’an’daki emir ve yasakları iyi
anlamıştır. Allah’ın Peygamberi’nin dilinden emredip yasakladıklarını da çok iyi bilir.”
Amr b. Ali el-Fellâs’ın talebelerinden biri Buhârî’ye bir gün bir hadis sorar. Buhârî
“Bilmiyorum” cevabını verir. el-Fellâs’ın adamları bunu duyunca “Demek Buhârî’nin
bilmediği hadis de varmış!” diyerek çok sevinirler. el-Fellâs’a giderek durumu haber
verirler. Onun söylediği şu sözler Buhârî’nin hadis ilmindeki otoritesinin en özlü
ifadesidir: “Buhârî’nin bilmediği hadise hadis denilmez!”2
Bilindiği üzere hadis âlimleri, küçükten büyüğe doğru, râvi (müsnid), muhaddis,
hâfız, şeyhu’l-hadis, imam, huccet, hâkim şeklinde derecelendirilir. Büyük âlim
Muhammed b. İsmâil b. İbrahim b. Muğire b. Berdizbe el-Cûfî el- Buhârî, bu mertebelerin
hepsini geçmiş, mezkûr, anılan ilmî lâkapların hepsinin ihrâz etmiş ve hadis ilminde en
yüksek makama ulaşmıştır. Buhârî’den hadis işitip rivayet edenlerin sayısının 1 Tunç, “ Büyük Türk Âlimi İmam Buhârî’nin Hayatı ve Eserleri”,Büyük Türk- İslâm Bilgini Buhârî, s. 1. 2 Uğur, Buhâri, s. 43-45.
4
doksanbinden fazla olduğu gittiği her yerde etrafının hadis almak ve öğrenmek isteyenlerle
dolup taştığı, meselâ Nişabur’a gittiğinde kendisini dörtbin kişinin karşıladığı kaynaklarda
kayıtlıdır. 3
el-Buhârî’nin “el-Câmiu’s-Sahih” başta olmak üzere şu eserleri vardır:
1. el-Câmiu’s-Sahih
2. el-Edebü’l-Müfred
3. Kitâbü’l-Hibe
4. el-Kırâatü Halfel-İmâm
5. Ref’ul-Yedeyn Fi’s-Salât
6. Halku Ef’alî’l-İbâd
7. Tarihu’l-Kebîr
8. Tarihu’l-Evsat
9. Tarihu’s-Sağîr
10. el-Câmiu’l-Kebîr
11. el-Müsnedü’l-Kebîr
12. et-Tefsiru’l-Kebîr
13. Kitâbü’l-Eşribe
14. Kitâbü’l-İlel
15. Esmâu’s-Sahâbe
16. Kitâbü’l-Vicdan
17. Kitâbü’l-Mebsut
18. Kitâbü’l-Künâ
19. Kitâbü’l-Fevâid
20. Birru’l-Vâlideyn”4
1.3. el - Edebü’l-Müfred Hakkında Temel Bilgiler
1.3.1. “el-Edebü’l-Müfred” Adlı Eserin Tanıtılması
el-Câmiu’s-Sahih’teki “Kitâbü’l-Edeb” bölümündeki güzel ahlâka ve görgü
kurallarına dâir hadislerden 249’unu 128 babta toplayan el-Buhârî, el-Edebü’l-Müfred’de
1329 (veya 1322) ahlâk hadisini 644 bab altında bir araya getirmiştir. Yarıya yakın kısmını
3 Ayvallı, “Büyük Türk Âlimi Buhârî’nin İlmî Şahsiyeti”, Büyük Türk-İslâm Bilgini Buhârî, s. 101-104. 4 Yavuz, Buhârî’nin Derlediği Ahlâk Hadisleri.
5
el-Câmiu’s-Sahih’inin “Kitâbü’l-Et’ıme”, “Kitâbü’l-Eşribe” ve “ Kitâbü’l-Libas” gibi edep
ve ahlâk konularıyla ilgili bölümlerinde de zikrettiği bu hadislerin 63’ü dışında hepsinin
Kütüb-i Sitte’de mevcut olması, müellifin el-Edebü’l-Müfred’deki hadisleri dikkatle
seçtiğini göstermektedir. Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahih’te muallak olarak zikrettiği bazı
hadislerin senedlerini bu eserde vermesi, bazı muhaddislerce müphem bırakılmış isim ve
kelimeleri belirgin hâle getirmesi ve başka kitaplarda bulunmayan bazı bilgileri nakletmesi
el-Edebü’l-Müfred’in hadis ilmi bakımından önemini arttırmaktadır. El-Edebü’l-Müfred
Buhârî’nin diğer eseri El-Câmiu’s-Sahih kadar ilgi görmemiş, bu yüzyılın başlarına kadar
metin ve senedleri üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Eser Hindistan’da (
Şahâbâd / 1304/1887), Agra’da (1306/ 1889), kenarında Muhammed b. Hasan eş-
Şeybânî’nin el-Câmiu’s-Sağîr’i olduğu halde İstanbul’da (ts. Muhammed Efendi el-
Bosnevî Matbaası) kenarında Ebû Hanife’ nin el-Müsned’i olduğu halde yine İstanbul’da (
1306/1889,1309/1892) yayımlanmıştır. Daha sonra Kahire’de (1346/1927, 1349/1930) ve
Muhammed Fuad Abdülbaki’nin tahkîkiyle yine Kahire’de (1375/1955, 1378/1958)
Ebûzabi’de (nşr. Muhammed Hişam el-Burhânî, 1402/1981) ve Beyrut’ta (nşr. Kemal
Yusuf el-Hût, 1404/1984) yeni baskıları yapılmıştır. Ayrıca Haydarâbâd el-Câmiatü’l
Osmâniye hocalarından Fazlullah el-Cîlânî tarafından matbu ve yazma nüshaları
karşılaştırılıp hadislerin metin ve sened tenkidi yapılarak Fazlullahi’s-Samed fî Tavzîhi’l-
Edebi’l-Müfred adıyla şerhedilmiştir (Kahire 1364/1945, 1378/1958). Eser üzerinde Taybe
bint Yahyâ’nın Kurratü ayni’l–Müs’ad bi Tertîbi Etrâfi’l-Edebi’l-Müfred (Kuveyt 1986)
Muhammed Hüseynî Afîfî’nin hadislerin senedlerini ve mükerrer olan rivayetleri çıkarmak
sûretiyle hazırladığı Sahihu’l- Edebi’l-Müfred (Riyad 1409/1988) adlı çalışmaları vardır.
Hassân Ali eserden seçtiği 300 hadisi The Priceless Gemsor the Three Hundred Sayings of
the Great Arabian Prophet adıyla İngilizce’ye çevirmiş (Madras 1895), Ali Fikri Yavuz da
kitabı Ahlâk Hadisleri adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir (İstanbul 1974).5 Biz de
çalışmalarımız sırasında Yavuz’un Türkçemize kazandırdığı el-Edebü’l-Müfred tercümesi,
iki ciltlik “Buhârî’nin Derlediği Ahlâk Hadisleri” adlı eserin 1981 İstanbul baskısından
yararlanmaya çalıştık. Yavuz, 644 bab başlığını önce bölümler şeklinde düzenlemiş ve bu
düzenlemeyi fihristte sıralamış, sonra da konu başlıklarını alfabetik olarak düzenlemekle
eserden istifadeyi daha da kolaylaştırmıştır.
5 Canan, el-Edebü’l-Müfred mad. ,T.D.V.İ.A, X, 411-412.
6
1.3.2. “Edeb” Kavramı
Edep: Bir toplumda örf, âdet ve kural hâlini almış iyi tutum ve davranışlar veya
bunları kazandıran bilgi anlamında kullanılan terimdir. Edep (edeb) kelimesinin etimolojisi
ve en eski anlamları hakkında farklı görüşler vardır. İbn Manzûr edep kelimesinin kökünün
‘edb’ olduğunu söyler ve bunun ‘dâvet etme’ anlamına geldiğini belirtir. Nitekim aynı
kökten gelen ‘üdbe’ , ‘me’debe’ ‘(me’dübe)’ kelimeleri ‘ziyafet yemeği, düğün yemeği’
anlamında sıkça kullanılmıştır.6 Kur’ân-ı Kerim’de ‘edep’ veya bundan türetilmiş herhangi
bir kelime geçmez. Ancak dört âyette7 ‘âdet, alışkanlık, eskilerin uygulamaları’ anlamında
‘de’b’, bir âyette8 aynı anlamda ‘deeb’, başka bir âyette9 de ‘sürekli’ anlamında ‘dâibeyn’
kelimeleri yer almaktadır. Hadislerde ise hem edep hem de çoğulu âdâb ile aynı kökten fiil
ve isimler kullanılmıştır. Abdullah b. Mesud’un rivayet ettiği ve sözlük yazarlarının edebin
kökündeki ‘dâvet’ anlamı ile sonradan kazandığı ‘iyi alışkanlıklar’ anlamı arasında
münâsebet kurmak için faydalandıkları bir hadiste; “Gerçekten bu Kur’an Allah’ın bir
sofrasıdır (me’dibetullâh). O’nun sofrasından gücünüz yettiğince bilgi toplamaya çalışın.” 10 denilmektedir. Başka bir hadiste ise yine Kur’an’dan ‘Allah’ın edebi’11 diye söz edilmesi
ilgi çekicidir. Bu şekilde etimolojik bakımdan ortak bir kökten gelen ‘me’debe’ ve ‘edep’
kelimelerinin, her iki hadiste aynı şeye (Kur’an’a) nisbet edilmek suretiyle anlam olarak da
ortak oldukları, böylece hadis dilinde edebin hayırlı ve yararlı bilgilerle davranış
alışkanlıklarını ifade ettiği, Kur’an’ın bu bilgi ve davranışları sergileyen bir ilâhi edep
kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Câhiliye devriyle İslâmî dönemin başlangıcında edep ve
aynı kökten türetilen diğer kelimelerin -pek seyrek olarak- ‘dâvet, incelik, kibarlık,
beğenme, alışkanlık, âdet’ gibi daha çok dindışı alanda ve bir ölçüde ahlakî muhtevâda
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hicrî II. (Milâdî VIII.) y.y. dan itibaren yazılmaya başlanan
edep kitapların da bu terimin ‘iyi bir eğitimle kazanılmış karakter disiplini, takdire değer
hareketler, toplum içinde çeşitli kesimlerin birbirlerine karşı takınmaları gereken ve daha
sonra ‘âdâb-ı muâşeret’ denilecek olan medenî ve ahlâkî davranış tarzları ve bu hususlarda
gerekli olan pratik bilgiler hakkında kullanıldığı görülür. Edep terimi ‘gelenek, görenek,
ahlâk’ gibi ilk anlamları yanında İslâm kültürünün tarihi gelişimi içinde çeşitli mevkiler,
6 İbn Manzûr, Lisânü’l–Arab, Edeb mad. 7 bkz. Âli İmran, 3/11; Enfal, 8/52, 54; Gâfir, 40/31. 8 bkz. Yusuf 12/47. 9 bkz. İbrâhim 14/33. 10 Dârimî, Fezâiliü’l-Kur’ân, 1. 11 Dârimî, Fezâiliü’l-Kur’ân, 1.
7
meslek ve sanatlar; eğitim ve öğretim; tasavvuf ve tarîkat; ilmî araştırma ve tartışmalar;
ibâdet, duâ ve Kur’an okuma gibi dînî faaliyetler; yeme, içme, giyim, kuşam, temizlik v.b.
günlük meşguliyetler; her türlü sosyal ilişki ve hayatın diğer bütün alanlarına dâir bilgiler
ve en uygun davranış tarzları için kullanılan son derece geniş kapsamlı bir terim hâline
gelmiştir. Şüphesiz bütün bu konularda en ideâl örnek Hz.Muhammed kabul edildiği için
İslâm ahlâk ve edep literatürüne giren eserlerin çoğunda ‘Âdâbü’n-Nebî’ veya benzer
başlıklar altında Hz.Peygamber’in ahlâkî kişiliği ilk örnek olarak sunulmuştur.12
1.3.3. Edeb–Ahlâk İlişkisi
Ahlâk; din, tabiat, seciye demek olup, insanın iç yapısıyla ilgili bir kelimedir ki o
‘nefs’ ve ‘nefsin sıfatlarıdır’. İnsanın iç dünyasını ifade için kullanılan ahlâk, güzel ve
çirkin anlamlarının her ikisini de içerir. 13 ‘Ahlâk kelimesi’ gönül ile idrâk edilen, hislerle
duyulan ve ruhla temsil edilen bir öz ve muhtevâyı ifade eder. Ahlâk iyi ya da kötü sıfatları
ile kullanılmakta olup iyi ahlâk ; nefsin kuvvet ve vasıflarında îtidalli olması, orta yolu
tercih etmesi demektir. Diğer bir ifadeyle insanın, bir gâyeye yönelik olarak kendi
arzusuyla iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak durmasıdır. Bunun aksi ise kötü
ahlâktır.’14
Hemcinsleriyle bir arada yaşamaya mecbur olan insan, en tabii ihtiyaçlarını
gidermek, müşterek düşmanlarına karşı elbirliğiyle karşı koymak ve içinde yaşadığı hayat
şartlarını daha iyiye ve mükemmele götürmek için işbirliği yapmak zorundadır. Bunun için
de, toplumu meydana getiren bireylerin birbirlerine inanması, güvenmesi ve bağlanması
gerekir. Demek oluyor ki, insanlar arasında sosyal münasebetlerin başlamasından önce, bu
münasebetlerini düzenleyen kaidelere ihtiyaç vardır. Bütün toplumlarda mevcut olduğu
halde varlığı gözle görülmeyen bu kaideler ahlâk prensipleridir. Bir başka ifade ile âdâb-ı
muâşeret yani görgü kurallarıdır. Fertlerin karakter yapılarının farklı oluşu, bir ahlâki
otoritenin zaruretini hissettirmektedir. Bütün toplumlar, sosyal hayatlarının âhenkli bir
şekilde devamı için ahlâk disiplinine dayanmak mecburiyetini hissetmişlerdir.15
Dolayısıyla Müslümanlar da toplumsal birlikteliklerini barış ve huzur içinde sürdürebilmek
için İslâm Ahlâkı’nı kendilerine düstur edinmişlerdir.
12 Canan, el-Edebül-Müfred mad., a.g.e., X, 412-414. 13 İbn. Manzur a.g.e., Hulk mad. 14 Çelik, Öztürk, Kaya, Üsve-i Hasene, s. 259. 15 Muhammed Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 132.
8
İnsanın çevresindeki her şeyle münâsebeti ahlâk çemberinin içine girer. Buna göre
Allah’a îman ve ibâdet de bir ahlâk esası; kadere rıza gösterip başa gelenlere katlanmak da
bir ahlâk esası; aile fertlerinin rızkını helâlinden tedârik etmeye çalışmak da bir ahlâk esası;
insanlara, hayvanlara ve hatta bitki türüne giren canlılara yapılacak iyilik, şefkât, yardım ve
bakım da bir ahlâk esası olmaktadır. İslâm Dini insanı terbiye ederken, onun hem
davranışlarını hem de davranışlarına yön veren duygularını ve iç dünyasını eğitmeyi hedef
alır. Yaratılmışların en mükemmeli ve en güzeli olan insanın hayatında kaba ve çirkin
davranışların yeri yoktur. Bu sebeple ahlâk kaideleri yiyip içmemize, oturup kalkmamıza,
giyinip kuşanmamıza, sözümüze sohbetimize müdâhale eder. “Allah’ın güzel olduğunu ve
güzel olanı sevdiğini”16 belirterek kendimize çeki-düzen vermemizi ister.”17
Müslümanların dînî-dünyevî bütün vazifelerini şevkle ve kusursuz bir şekilde
yapabilmeleri, birbirleriyle ilişkilerinin uyumuna bağlıdır. Çoluğu çocuğuyla, yakın
komşusuyla, arkadaş ve dostuyla iyi ilişkiler kuramayan, davranışlarını ayarlayamayan
kimseler sevilmedikleri gibi hor görülüp yadırganırlar. Müslümanların Âhiret saâdeti
dünyadaki başarılarına bağlı olduğu için, Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdeki düsturlar,
insanların karşılıklı münâsebetlerini düzenlemeyi hedef almış, bu münâsebetlerin, sevgi ve
nezâket çerçevesinde yürümesi de İslâm ahlâkındaki görgü kurallarıyla temin edilmiştir.”18
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Andolsun ki biz insanı en güzel bir şekilde
yarattık. Sonra da, îman edenler ve sâlih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en
aşağısına ittik. Îman edip sâlih amel işleyenlere ise, arkası kesilmeyen bir mükâfaat
vardır.”19 buyurmaktadır. Müslümanların Yüce Allah’ın bu ‘en güzel şekilde’ yaratışını
lâyıkıyla taşıyabilmesi ve muhafaza edebilmesi ise âlemlere rahmet olarak gönderdiği,
İslâm dininin tebliğcisi ve en güzel temsilcisi, güzel ahlâk ve edep âbidesi
Hz.Muhammed’e uymalarıyla mümkündür. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’ de müslümanlara
hayatlarının her safhasında Hz. Peygamber’i örnek almaları emir ve tavsiye
buyrulmaktadır:
“ (Ey Muhammed! Onlara) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olunuz ki
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.”20
“Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki rahmet olunasınız.”21
16 Müslim, Îman, 147. 17 Kandemir, Örneklerle İslâm Ahlâkı, s. 14-16. 18 Kandemir , a.g.e., s. 306. 19 Tîn, 95/4, 5, 6. 20 Âl-i İmrân, 3/31.
9
“Biz, gönderdiğimiz her bir peygamberi, ancak Allah’ın izniyle itaat olunması için
gönderdik.”22
“ Her kim o Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de yüz
çevirirse, biz seni onlara bekçi göndermedik.” 23
Hz. Peygamber’e itaat etmek O’na uymak demektir. O’na uyanlar da Kur’ân-ı
Kerim’de şu şekilde müjdelenmektedir:
“Her kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte böyleleri (kıyamet gününde),
Allah’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle
beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar.” 24
Hz. Peygamber’e uymayı bir yaşam felsefesi hâline getiren Müslümanların öncelikle
ahlâkî yapılarını güzelleştirmeleri gerekir. Çünkü Hz. Peygamber: “Ben güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildim.”25 buyurmuştur. Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet olarak
gönderiliş esprisinin “güzel ahlâkı tamamlamak” oluşu konunun önemini açıkça ifade
etmektedir.
Güzel ahlâk; îmanı tamamlayan, iyiliği kemâle erdiren, hayatı güzelleştiren, insanı
Allah’ın rızasına yaklaştıran ve herkesi kendisine meftûn eden bir iksirdir. Yüce Allah’ın
sıfatlarının insan üzerindeki gölgesi ve bu sıfatlardan kula yansıyan ilâhî akislerdir. Hz.
Peygamber: “ Mü’minlerin îman yönünden en mükemmel olanları ahlâk yönünden en güzel
olanlarıdır.”26 ve “Sizin en seçkinleriniz (hayırlılarınız) ahlâk bakımından en güzel
olanlarınızdır.”27 buyurmuştur. Bu sebeple güzel ahlâkla bezenmek, Allah’a yakınlığın,
bunun aksi de ilâhî sıfatlardan uzaklaşmanın açık bir alâmetidir. Bu önemine binâen ahlâk,
ibâdetlerin gâyelerinden bir hâline gelmiştir. Meselâ namaz ve orucun bir gâyesi de insana
güzel ahlâk kazandırmaktır. Hatta güzel ahlâk, bazen nâfile namaz ve orucun derecesine
yükselir ve onlarla elde edilen sevap, güzel ahlâkla da elde edilebilir.28 Bu konuda Hz.
Peygamber: “Mü’min güzel ahlâkı ile oruç tutan ve geceleri namaz kılanların derecesine
yetişebilir.” 29 buyurmuştur.
21 Âl-i İmrân, 3/132. 22 Nisâ, 4/64. 23 Nisâ, 4/80. 24 Nisâ, 4/69. 25 Buhârî, el-Edebü’l-Müfred (Ahlâk Hadisleri), I, 288; İbn Hanbel, Müsned, II, 131; İmam Mâlik, Muvattâ, Hüsnü’l-Hulk, 8. 26 Buhârî, a.g.e., I, 300; Ebû Dâvud, Sünnet, 16; Tirmizî, Îman, 6, Radâ, 11. 27 Buhârî, a.g.e., I, 287; Buhârî, Edeb, 38; Müslim, Fezâil, 68. 28 Çelik, v.d., a.g.e., s. 260 29 Buhârî, a.g..e, I, 299; Ebû Dâvud, Edeb, 8; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk, 6.
10
Güzel ahlâkın önemine dâir hadislerden bir kaçını daha nakledecek olursak:
“Kıyamet günü mü’minin mîzanında (terazisinde ) hiçbir şey güzel ahlâktan daha
ağır değildir. Yüce Allâh kaba ve ağzı bozuk kişiyi kesinlikle sevmez.”30
Hz. Peygamber’e insanları cennete en çok girdiren amel sorulduğunda: “Allah’a karşı
saygı ve güzel ahlâktır.” buyurdu. Sonra kendisine, insanları cehenneme en çok girdiren
amel soruldu ve O “Ağız ve ferc (cinsiyet uzvu).” buyurdu.31
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Haklı dahi olsa münâkaşayı terk eden kimseye
cennetin kenarında bir makam, şaka da olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir
makam, ahlâkını güzelleştirene cennetin en yüksek katında bir makam (şefaat ederek) söz
veriyorum.”32
Adamın biri Hz. Peygamber’e sevap ve günahın mahiyetini sordu. Bunun üzerine O
“Bütün sevap güzel ahlâktadır. Günah ise vicdanında salınan ve insanların ondan
haberdar olmalarını istemediğin şeydir.”33 buyurdu.
“Her ne hâlde olursan ol, Allah’tan sakın! Günahın arkasından sevabı ulaştır ki,
günahı silesin! İnsanlara güzel ahlâkla muâmele et !”34
“Dürüst gidişât (güzel ahlâkla muâmele), dürüst bir davranış ve bütün işlerde ölçülü
hareket, peygamberliğin yirmi beş cüz’ünden bir cüzdür.”35
Bir Arâbî “Yâ Rasûlallah! İnsanların en iyisi kimdir?”diye sorduğunda . O: “Ömrü
uzun olup, ameli güzel olandır.”36 buyurmuştur.
Yukarda naklettiğimiz hadislerde önemle üzerinde durulan “güzel ahlâk” şüphesiz ki
İslâm ahlâkıdır. Dünyada çeşitli dinler ve birçok ahlâk anlayışları mevcuttur. Dinin ve
ahlâkın hiçe sayıldığı toplumlar hiçbir millî ve manevî karaktere sahip olmayan, dejenere
toplumlardır ve böyle toplumlar insanlık tarihinin istisnâlarıdır. 37 Din, insanlığın hiçbir
zaman hiçbir şekilde ilgisiz kalamayacağı bir müessesedir. İnsan nefsânî ihtiraslarına
hâkim olmadıkça medenî olamaz. İnsandaki hodgamlığı ölçülü bir şekle sokacak tek zabıta
da dindir.38 İnsan din duygusundan, îman ve itikaddan soyutlandığı an kalp, insânî
meziyetlerin her türlüsünden soyulur. Fazilet yıkılır. Vazifeşinaslık, iffet, muhabbet, insan 30 Buhârî, a.g.e., I, 286; Ebu Dâvud, Edeb, 8; Tirmizî, Birr ve Sılâ , 61. 31 Buhârî, a.g.e., I, 303; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 61. 32 Ebû Dâvud, Edeb, 8; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 57. 33 Buhârî, a.g.e., I, 310; Müslim, Birr, 15; Tirmizî, Zühd, 40. 34 Tirmizî, Birr ve Sılâ, 54. 35 Buhârî, a.g.e., I, 478, II ,148; Ebû Dâvud, Edeb, 2. 36 Tirmizî, Zühd, 15. 37 Yazgan, Semâvî Dinlerde Ahlâk, s. 28. 38 Akseki, İslâm, s. 135.
11
kardeşliği, yardımlaşma, adâlet, insaf, şefkât ve merhamet gibi yüce duygular adına
kalbinde, beyninde ne varsa hepsi birer birer çekilir. Kalp sahası bomboş kalır. 39 İslâm’a
göre ahlâkın kaynağı dindir. Din, kendisinden önemli bir bölüm olarak ahlâkî kaideler ve
değerler koymuş, inananlarından bunlara uymalarını istemiştir. Bu kaideleri dinin dışında
saymak ve küçümsemek doğru değildir. 40 Kaynağını dinden alan İslâm ahlâkının inanların
mutlaka uymalarını istediği ve bununla da toplumsal yaşamı güzelleştirmeyi hedeflediği bu
kaideler görgü kurallarıdır. Çünkü görgüsüz, edepsiz insanlardan oluşan bir toplumun
huzurlu bir şekilde varlığını devam ettirebilmesi mümkün değildir. İslâm ahlâkı, Kur’ân’ın
koyduğu evrensel değerler manzûmesi içerisinde doğmuş, sünnet ile şekillenmiş ve nihayet
Hz. Peygamber’in örnek kişiliğinde en mükemmel şekliyle yaşanmıştır. Hz. Peygamber,
Yüce Allah tarafından terbiye edilmiş, ümmetine öğrettiği ahlâkî kaideleri de vahiy yoluyla
yine O’ndan almıştır.41 Bu, Sa’d b. Hişam’ın şu rivayetinden açıkça anlaşılmaktadır: Sa’d
b. Hişam, Hz.Âişe’ye: ‘Ey mü’minlerin annesi! Bana Rasûlullah’ın ahlâkını anlat.’
dediğinde O: ‘Sen Kur’ân’ı okumuyor musun ?’ diye sordu. Sa’d: ‘Evet, okuyorum.’
cevabını verince Hz. Âişe: ‘O’nun (Rasûlullah’ın) ahlâkı Kur’ân idi.’ dedi.42
Ahlâklı insan öncelikle edepli-görgülü olmak durumundadır. Bu da ancak ve ancak
“Ahlâkı Kur’ân” olan Hz. Peygamber’in bireysel ve toplumsal hayatta gözettiği edep-
görgü kurallarının öğrenilmesi ve hayata geçirilmesi ile mümkündür. Güzel ahlâktan
yoksun, talihsiz kimselerin edebinden ya da görgülülüğünden bahsedilemez. Büyük
mutasavvıf Hz. Mevlânâ edebin önemini şöyle dile getirmiştir:
“Gözünü aç da Allâh’ın kelâmına baştan başa bir bak!
Âyet âyet bütün Kur’ân bir edep tâliminden ibârettir.”43
1.4. Sosyal Hayatın Gerekliliği
İnsan toplumsal bir varlık olması dolayısıyla hayatını devam ettirebilmek için başka
insanlara muhtaçtır. İnsan doğasının neticesi olan bu özellik hiçbir varlıkta bu derece
mükemmel değildir. Çevremize bir göz atacak olursak, Yüce Allah’ın kudretinin göstergesi
olan varlıklardan birçoğunun, hayatlarını sürdürebilmek için, birbirlerinden ayrı bir
mücâdele ve gayret içerisinde olduklarını, kimilerinin tek başına toplumdan uzak olarak 39 Akseki, a.g.e., s. 65. 40 Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Dâvet Metodu, s. 17. 41 Çelik, v.d., a.g.e., s. 260. 42 Buhârî, a.g.e, I, 326; Müslim, Müsafirîn, 139. 43 Mevlânâ, Fîhî Mâ Fîh, s. 34.
12
yaşadıklarını (bazı kuşlar ve böcekler gibi), kimilerinin de gıdalarını temin etmek,
barınaklarını kurmak ve düşmanlarına karşı savunmak amacıyla bir toplum hayatı
içerisinde olduklarını görürüz: Arılar, karıncalar ve parçalayıcı olmayan birtakım sürüler
bunun tipik örnekleridir. İnsanlar da canlılar içerisinde sosyal hayat yaşayan bir cinstir.
Evlenmek, çoğalmak, geçimini temin etmek ve düşmanlarına karşı birlikte savunmak gibi
amaçlarla, bilinçli bir toplum hayatı yaşarlar. Çünkü hayat şartları onları buna
zorlamaktadır. Yalnız başlarına yaşamaları mümkün değildir. İnsanları yaratan, sır ve
hikmetlerini bilen Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’inde: “Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek, bir
dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp anlaşmanız için sizi milletlere ve kabilelere
ayırdık.”44 buyurmuş, insanların kısmen zoraki, kısmen de kendi tercihleriyle birbirleriyle
münasebetlerinin olması gerektiğini beyan etmiştir. Fıtraten birbirlerine muhtaç yaratılan
insanların, birçok arzularına, tek başlarına ulaşmaları mümkün olmadığı gibi, biri diğerine
yardım etmeden yaşamaları da mümkün değildir. Dünyanın hiçbir yerinde insanlar, kendi
tercihleriyle de olsa diğer insanlardan tamamen kopuk yaşayamazlar. İnsanlar, özellikle
Müslümanlar, İslâm’ın emir ve yasakları bakımından da toplumsal hayat yaşamak zorun
dadırlar. Şöyle ki: Her mü’minin Allah’a karşı, ailesine karşı ve diğer insanlara karşı vazife
ve sorumlulukları vardır. Bunları yerine getirebilmek için toplum içerisinde yaşamak
zorundadır ve ibâdet etmek kastıyla da olsa toplumdan ayrı, tek başına yaşamak, İslâm
nazarında asla hoş karşılanmaz.45 Çünkü Hz. Peygamber kendisine gelen ve: ‘Yâ
Rasûlallah, hangi insan daha hayırlıdır?’ diye soran bir sahâbîye: “Nefsi ve malı ile cihad
eden kimse, insanların şerlerinden emin olmak için vadilerden bir vadiye sığınıp, Rabbine
ibâdet etmekle meşgul olandan daha hayırlıdır.” 46 şeklinde cevap vermiştir. Yine Hz.
Peygamber: “ Halkın arasına karışıp onların sıkıntılarına sabreden bir müslüma , halktan
uzak yaşayan onların cefâlarına sabretmeyen müslümandan daha hayırlıdır.”47
buyurmakla, insanlardan uzakta yaşamayı tasvip etmemiştir.
1.5. İnsanî İlişkilerde Edeb’ in (Görgü Kurallarının) Önemi ve Gerekliliği
İslâm âdâbının gâyesi, Müslümanları, Yüce Allah’ın beğendiği bir edeple süsleyerek
,başka insanlarla ilişkilerinde ölçülü hareket etmelerini sağlamak; hem şahsın hem de 44 Hucurât, 49/13. 45 Duman, Kur’an-ı Kerim’de Âdâb-ı Muâşere t (Görgü Kuralları) s. 24-26. 46 Buhârî , Rikaâk , 34. 47 Buhârî, a.g.e., I, 401; İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye bî Zevâîdi Mesânidi’s-Semâniye, Birr ve Sılâ, III, 8-9.
13
toplumun huzur içerisinde yaşamasını temin etmektir. Şurası bir gerçektir ki, yaşayan her
fert, insan olarak aynı derecede saygıya layıktır. Ancak insanlar arasında sınıf farkı değil
terbiye ve tahsil farkı geçerli olacağından; herkesin aynı derecede terbiyeli olması
istenebilir .48 Ashâbına her konuda örnek olan Hz. Peygamber, onlara bir öğütlerinde
ölçülü davranmayı tavsiye ederken şöyle buyurmuştur: “Hüsn-ü hâl, düşünerek hareket
etmek ve ölçülü davranmak peygamberliğin kırkta biridir.”49 Görülüyor ki, insanlarla iyi
geçinmek, konuşurken düşünerek konuşmak ve her hâliyle güzel görünmek kişiye
peygamberlik vasıflarından birisini kazandırıyor.50 Ölçülü olmak; insanın gerek
duygularında gerekse eylemlerinde haddi aşmaması demektir. Bu sebepten ahlâkî
faziletlerin esasıdır. Çünkü fazilet; biri aşırılık, öteki eksiklik olan iki kötülüğün ortasıdır.
Aşırılık ve eksiklik ise, ifrat ve tefrittir. Ahlâken kötü olan aşırılık ve eksiklik, hem
duygusal yaşantı ile hem de eylemlerle ilgilidir. Meselâ ahlâki bir fazilet olan hoşgörünün
eksikliği ‘kin ve nefret’, aşırılığı ise ‘aşırı duygusallık’ tır. Bunların ikisinden de insan
kaçınmak zorundadır. Yine insanın servetini harcaması eyleminde bir fazilet olan
cömertliğin aşırılığı ‘israf’, eksikliği ‘cimrilik’tir. İsraf gibi cimrilik de ahlâken kötüdür.
Görüldüğü gibi ölçülü olmak; eylem ve duygularımızla ilgili ahlâkî faziletleri belirleyen
temel bir ölçüt durumundadır. İşlerinde ve duygularında aşırılığa giden insanlar, iletişim
kurulması zor, başkalarına güven telkin etmeyen kimselerdir.51 Dinin ortaya koyduğu
ilkeler incelendiğinde neredeyse tamamının bir tek hedefe yöneldiği görülür, o da insandır.
İnsana yönelik önerilerinin gâyesi ise; insanın kendi iç dünyasından mutlu ve insanların
meydana getirdiği en küçüğü olan aileden en büyüğü olan dünya milletler topluluğuna
kadar, tüm insanlığın huzurlu yaşamalarına katkıda bulunmaktır. Bu yaklaşımın izleri hem
inananlardan istenen ibâdetlerde hem de insanlara tavsiye edilen insanî ilişkilerin temel
kurallarında yani âdâb-ı muâşerette-görgü kurallarında görülebilmektedir.52 Toplum içinde
yaşayan bireylerin şeref ve haysiyet sahibi olabilmeleri, insanî olgunluğa ve İlâhî Aşk’a
varabilmeleri için edep ve muâşereti öğrenip bunlara riâyet etmeleri şarttır. Çünkü toplum
düzeni ve bireyin aklî dengesinin normalliği, sosyal ilişkilerin sağlıklı olmasına bağlıdır.
48 Saffetî, Âdâb-ı Muâşeret, s. 7. 49 Tirmizî, Birr ve Sılâ, 65. 50 Duman, a.g.e., s. 27. 51 Kılıç, Âyet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlâk, s. 56, 57. 52 Karacabey, “Hz. Peygamber’in İnsan İlişkilerine Verdiği Önem”, D. İ. D., Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Özel Sayı, s. 95-99.
14
Toplumsal düzenin olmadığı yerde bireysel hayatın sıhhatinden bahsetmek imkansızdır.53
‘Mübalâğasızca denilebilir ki, ordularda askerin sevk ve idâresi ne ise toplumsal hayatta
görgü kuralları da odur.’54
1.6. Edeb’in İbâdetler Açısından Önemi
Şer’î hükümlerden, mükelleflerin fiilleri ile alâkalı mâlî ve bedenî ibâdetler; farz,
vâcip, sünnet, müstehab ve âdâb olmak üzere beş kısma ayrılır. Bunlardan her biri bir
öncekinin tamamlayıcısı durumundadır. Şöyle ki: Âdâba riâyet etmeden yapılan amellerin
tam olduğunu söylemek imkansızdır. İbâdetlerde edebe riayet ne kadar fazla olursa
kabulüne ümit de o derece fazla olur. Meselâ zekât ve sadaka-i fıtrı ele alacak olursak
görürüz ki, yapılan ihsan ve yardımlar esnasında tatbik edilen İslâmî âdâb sayesinde ne
veren verdiği için kuruntuya kapılıp alanı rencide eder, ne de alan, alma durumundan
dolayı ezilip, mahcup olur. Çünkü Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Eğer sadakaları
açıktan verirseniz o ne güzel, onları gizler, onları (bu şekilde) verirseniz, işte bu sizin
için daha hayırlıdır. Allah (gizli olarak vermeniz sebebiyle) günahlarınızdan bir kısmını
örter. Allah ne yaparsanız ondan hakkıyla haberdardır.”55 buyururken, iyiliğin nasıl
yapılması gerektiğini öğretmiş: “(Kendinize verilse tenezzül etmeyeceğiniz şekilde)
Malların kötüsünden değil de bizim sizin için yerden çıkarttıklarımızdan ve
kazandıklarınızın en iyilerinden veriniz.”56 emriyle de verilecek şeyin kaliteli olmasını
Müslümanlara emretmiştir. Daha bunun gibi birçok âyette ibâdet kastıyla yapılacak işlerin
âdâbını öğreten Yüce Allah: “ Sadakalarınızı başa kakma ve eziyetle iptal (hiç verilmemiş
gibi) etmeyiniz.”57 ilâhi uyarısıyla da âdâb ve erkânına riâyet edilmeden yapılan iyilikleri
kabul etmeyeceğini beyan etmiştir.58
53 Duman, a.g.e., s. 29. 54 Saffetî, a.g.e., s. 4. 55 Bakara, 2/271. 56 Bakara, 2/267. 57 Bakara, 2/270. 58 Duman, a.g.e., s. 31-32.
15
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBER’İN DUÂLARINDA VE İNSANLARLA İLİŞKİLERİNDE
GÖZETTİĞİ ÂDÂB
2.1. Duâ’da Âdâb
2.1.1. Duâ’da Âdâb’ın Önemi Ve Gerekliliği
Duâ: ibâdet, Allah’a yönelmek, kişinin Allah’ı birleyerek duâsına cevap vereceği
ümidiyle O’na yalvarması59 demektir.
Duâ; kulun Allah’la yani “Yüce Yaradanı” ile iletişimidir. Duâ; kulun her hangi
konuda olursa olsun elindeki tüm maddî ve manevî olanaklara rağmen aczini ve
sınırlılığını farkedip, haddini bilmesi ve bunu da Yaradan’ına itiraf etmesidir. Özellikle
tüm çarelerin çaresizleştiği ve umutların tükendiği anlarda insanın sığındığı en son ve en
emniyetli liman duâdır. Duâ sayesinde insan Yüce Allah ile buluşur. Bu sebeple diğer
insanlarla ilişkilerinde bile birtakım âdâba riâyet etmesi gereken insanın, Yaratanı ile
buluşup-konuşmasında gözeteceği âdâb çok daha büyük bir önem arzeder.
Duâ deyince, sadece dil ile yapılan duâ anlaşılmamalıdır. Bir de fiilî duâ vardır.
Mü’min kişi arzularını Yüce Allah’tan diliyle talep ettiği gibi fiilen de teşebbüs etmeli, dili
ile talep ettiği şeyin gerçekleşmesi için aklın gösterdiği sebeplere başvurmalıdır.60
Duâ etmenin önemi ve gerekliliğine dâir hadisleri inceleyecek olursak:
Hz. Peygamber: “Allah’tan istemeyene Allah gazab eder.” 61 buyurmuştur. Bu hadis-i
şerif delâlet ediyor ki, kulun Allah’a duâ etmesi, kul için vacip derecesinde önemli bir
vâzife ve ibâdettir. Çünkü bunu terk etmek Allah’ın gazabını ve buğzunu gerektirir. Böyle
gazabı gerektiren şeylerden kaçınmak ise vâciptir. Yüce Allah’ın kudret ve büyüklüğünü
bilip de O’ndan istememek nîmeti inkâr ve aczi kabul etmemek olur. Bu duruma düşeni de
Allah sevmez ve ona gazab eder. Allah’tan yalvarıp istemek kulluk vazifesidir.62
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Kullarım sana benden
sorarlarsa, ben, şüphesiz onlara yakınım. Bana duâ edenin, duâ ettiği zaman, duâsını
59 İbn. Manzûr, a.g.e., Duâ mad. 60 Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, VI, 510. 61 Buhârî, a.g.e, I , 23; Tirmizî, Daavât, 3; İbn Mâce, Duâ, 1. 62 Yavuz, a.g.e., II, 23.
16
kabul ederim; o halde onlar da benim dâvetimi kabul etsinler ve bana inan sınlar. Ola ki
doğru yolu bulurlar.”63 buyurmaktadır.
Hz. Peygamber “Allah’a duâdan daha üstün bir şey olmadığını64, kazayı ancak
duânın önlediğini65, Allah’ın kerîm olduğunu, kulu elini kaldırarak kendisine duâ edecek
olursa, kulunun ellerini boş çevirmekten hayâ edeceğini.66” İfade etmiştir.
İnsan hayatında bu kadar önemli bir yere sahip olan duâ, âdâbına mutlaka riâyet
edilmesi gereken bir ibâdettir. Duâ, Yüce Allah’ın kullarına dâvet ve ikramıdır. Bu dâvetin
üstünde bir dâvet de düşünülemez. Öyleyse, oldukça sıradan toplantı ve dâvetlerde bile
birçok nezâket ve görgü kuralına uymaya özen gösteren insanın, duâlarında da mutlaka
gözetmesi gereken edep kâideleri vardır:
Bunlar; ‘Allah’ın edilen duâya mutlaka cevap vereceğine inanmak67, duâm kabul
edilmiyor düşüncesine kapılmadan duâ etmeye devam etmek 68, Allah’ın insana duâsında
istediği şeyi ya aynen vereceğine ya da bunun bir günaha keffâret sayılacağına inanmak69 ,
akrabalık bağlarını koparıcı ve günah içerikli duâ etmekten sakınmaktır.’70 Kulun duâsının
günah içerikli ya da isyana götürücü nitelikte olmaması gerektiği, böyle olacak olursa
duâsının cevap görmeyeceğine dâir Hz. Nuh’un kıssası dikkat çekicidir: “Nuh Rabbine
duâ edip dedi ki: ‘Yâ Rabbi, benim oğlum da şüphesiz benim ailemdendir. Senin va’din
elbette haktır. Ve sen, hâkimlerin hâkimisin.’ Allah da şöyle buyurdu: ‘Ey Nuh! O
katiyyen senin ailenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir iştir. O halde bilgin
olmayan bir şeyi benden isteme. Seni cahillerden olmaktan kesinlikle men ederim.’ Nuh
da şöyle dedi: ‘Yâ Rabbi, ben hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.
Eğer beni bağışlamaz ve affetmezsen, hüsrana düşmüşlerden olurum.”71
Âyette geçen innehû kelimesindeki “hû” zamiri, Hz.Nuh’un isteğine râcîdir. Yani
‘Bu istek uygun olmayan bir istektir.’ anlamındadır. Yani ‘Benim oğlum da şüphesiz
benim ailemdendir. Senin va’din elbette haktır.” sözü uygun değildir. Çünkü Yüce Allah
onlar hakkında daha önce, onlardan hiçbirini kurtarmayacağına hükmedip bunu takdir
63 Bakara, 2/186. 64 Buhârî, a.g.e., II, 68; Tirmizî, Daavât, 1. 65 Tirmizî, Kader, 6. 66 Ebû Dâvud, Salât, 358; Tirmizî, Daavât, 118. 67 Buhârî, a.g.e., II, 69; Ebû Dâvud, Salât, 358; Tirmizî, Duâ, 2. 68 Buhârî, a.g.e., I, 613; Buhârî, Daavât, 20; Müslim, Zikir, 7; Ebû Dâvud, Salât, 358, Tirmizî, Daavât, 66, 79; İbn Mâce, Duâ, 8. 69 Tirmizî, Daavât, 126. 70 Tirmizî, Daavât, 126. 71 Hûd, 11/45-47.
17
ettikten sonra, kâfirin kurtulmasını istemek, uygun olmayan bir istektir.” demektir. Bu
zamir (innehû’daki hû), ibn (oğul) kelimesine âit olabilir. O zaman da onun, sâlih olmayan
bir iş olarak vasfedilmesi birkaç yönden izah edilebilir: Yüce Allah’ın “Benden isteme”
buyruğu, O’nu böyle bir istekte bulunmaktan nehyetmektir. Böylece bu Yüce Allah’ın, Hz.
Nuh’u böyle bir istekte bulunmaktan nehyettiğine delâlet etmiş olur. Bu sebeple bu da, bir
günah ve mâsiyet olmuş olur. Yüce Allah’ın “Bilgin olmayan bir şeyi benden isteme”
buyruğu, bu isteğin ilme dayanmadan sâdır olduğuna işaret eder. Halbuki, bir şey hakkında
bilmeden hüküm vermek günahtır. Yüce Allah’ın “Seni cahillerden olmaktan kesinlikle
men ederim.” buyruğu, bu isteğin cehâlet olduğuna işâret eder. Hz. Nuh, bu makamda
(yani bu istekte bulunmakla) günah ve mâsiyete yönelmiş olduğunu itiraf etti. Çünkü O:
“Yâ Rabbi, ben bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve
affetmezsen hüsrana düşmüşlerden olurum.” demiştir. Onun bunu itiraf etmesi kendisinin
günah işlemiş olduğuna işaret eder. Bu sözün anlamı şudur: Yüce Allah O’na “Bilgin
olmayan şeyi benden isteme” deyince Hz. Nuh da: “Yâ Rabbi, bunu kabul ettim. Bunu bir
daha yapmayacağım. Fakat ben bundan, ancak senin yardımın ve hidâyetin sayesinde
kaçınabilirim.” dedi.72
Duânın kabulü için; duâya başlarken ve duâyı bitirirken Hz. Peygamber’e salâvât
getirmek de duâ âdâbındandır.
2.1.2. Hz. Peygamber’in Duâlarında Gözettiği Âdâb
2.1.2.1. Hz. Peygamber’in Allah’a Sıkça Ettiği Duâlar
Hz. Peygamber’in duâlarının tamamı konumuzun sınırlarını aşacağı için, sadece
günlük hayatlarında; uyurken ya da uyanırken, kendisine bir musibet isabet ettiği vakit v.b.
ettikleri duâlarını ve ashâbına ‘Allah’a nasıl duâ edilebileceği’ konusundaki tavsiyelerini
nakletmekle yetiniyoruz:
Hz. Peygamber uyumak istediği zaman: “Senin adınla Allah’ım ölürüm ve dirilirim
(uyur-uyanırım).”, uykusundan uyandığı zaman : “Bizi (uyku gibi bir ölümle) öldürdükten
sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Dönüş de ancak O’nadır.” 73, yatağına girdiği zaman:
“Bize yediren, bize içiren, bizim ihtiyacımızı gideren ve bizi barındıran Allah’a hamd
72 Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XIII, 36-39. 73 Buhârî, a.g.e., II, 570; Buhârî, Tevhîd, 13; Tirmizî, Daavât, 29; Ebu Dâvud, Edeb, 177.
18
olsun. Çok kimse vardır ki, onun ihtiyacını karşılayan yok ve barındırıcısı da yok.”74, diye
duâ ederdi.
Hz. Peygamber geceyarısı namaza kalktığı zaman: “Allah’ım! Hamd sana mahsustur,
sen göklerle yerin ve bunlarda bulunanların nûrusun. Hamd sana mahsustur, sen göklerle
yeri ayakta tutup idâre edensin. Sen varsın, haksın. Va’din de haktır, sana kavuşmak da
haktır. Cennet haktır, cehennem haktır, kıyamet haktır, peygamberler haktır, Muhammed
de haktır.”75, şeklinde duâ ederdi.
Hz. Peygamber sabahları uyandığı vakit “Allah’ım, ancak senin kudretinle
sabahladık ve senin kudretinle geceledik. Yine senin kudretinle yaşarız ve senin kudretinle
ölürüz. Dönüş de yalnız sanadır.” Gecelediği zaman da şöyle buyururdu: “Allah’ım, ancak
senin kudretinle geceledik ve senin kudretinle sabahladık. Yine senin kudretinle yaşarız ve
senin kudretinle ölürüz. Dönüş de yalnız sanadır.”76. “Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk
de Allah için sabaha erdi.”77, sabahladığı ve akşamladığında: “Allah’ım, dünyada ve
âhirette senden âfiyet isterim. Allah’ım! Dinimde ve dünyamda, ehlimde ve malımda,
senden afv ve afiyet isterim. Allah’ım! Benim ayıplarımı ört ve korkularımdan emin kıl.
Allah’ım! Önümden ve arkamdan, sağımdan ve solumdan ve üstümden (gelecek
felaketlerden) beni koru. Altımdan (yerin dibin den bir musibetle) helâk edilmemden senin
azâmetine sığınırım.”78 diye duâ ederdi.
Hz. Peygamber sık sık: “Allah’ım! Bize dünyada güzellik ver, âhirette de güzellik ver
ve bizi Cehennem azabından koru.”79 , “Allah’ım! Bana işimin ismeti olan dinimi ıslah et.
Merciim içinde olan âhiretimi de ıslah et. Benim için hayatı her hayır hususunda ziyâde kıl
ve bana ölümü her şeyden rahat kıl!” 80 ,“Allah’ım! Ben senden hidâyet, takvâ, iffet ve
gönül zenginliği dilerim.” 81 , “Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Benim kalbimi dinin üzere
sabit kıl.”82 diye duâ ederdi.
74 Buhârî, a.g.e., II, 571; Müslim, Zikir, 64; Tirmizî, Daavât, 16; Ebû Dâvud, Edeb, 107. 75 Buhârî, a.g.e., II, 53; Buhârî, Daavât, 10, Tevhîd, 8, 24; Müslim, Salâtü’l-Müsafirin, 199; Ebû Dâvud,
Salât, 121; Tirmizî, Daavât, 29; Nesâi, Kıyâmü’l–Leyl, 9; İmam Mâlik, a.g.e., Kur’an, 34. 76 Buhârî, a.g.e., I, 608; Ebû Dâvud, Edeb, 110. 77 Müslim, Zikir, 75; Ebû Dâvud, Edeb, 110; Tirmizî, Daavât, 13. 78 Buhârî, a.g.e., II, 54, II, 566; Ebû Dâvud, Edeb, 110. 79 Buhârî, a.g.e., II, 38; Buhârî, Daavât, 55; Müslim, Zikir, 26; Ebû Dâvud, Salât, 381. 80 Müslim, Zikir, 71. 81 Müslim, Zikir, 72. 82 Buhârî, a.g.e., II, 41; Tirmizî, Kader, 7.
19
Hz. Peygamber tuvalete girmek istediği zaman: “Allah’ım! Erkek ve dişi
şeytanlardan ve günahlardan ben sana sığınırım.”83 tuvaletten çıktığı zaman da:
“Allah’ım! Senin mağfiret etmeni dilerim.”84 diye duâ ederdi.
Abbas İbn Abdülmuttalib anlatmıştır: Dedim ki “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana bir şey
öğret ki, onunla Allah’tan dileyeyim.” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Yâ Abbas, Allah’tan
âfiyet iste.” Sonra az bekleyip arkasından geldim ve dedim ki: “Bana bir şey öğret ki,
onunla Allah’tan isteyeyim Ey Allah’ın Rasûlü!” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ey Abbas,
ey Allah’ın Rasûlü’nün amcası! Allah’tan dünyada ve âhirette âfiyet iste.” 85
Allah’tan istenenler arasında Allah’ın en fazla sıhhati sevmesi, insan için sağlığın
önemini te’yid eder. Ancak sıhhat ve âfiyet âbid mü’minde kıymet ve değer kazanır.
Çünkü mü’min sıhhatli geçen ömrünü faydalı ve hayırlı faaliyetlerle, ibâdetlerle anlamlı
kılar. Sıhhat, kâfirin küfrünü, fâsığın fıskını artırabilir. Bu ise kişi için hayır değil şerdir.
Öyleyse mü’min sıhhat isteyecek fakat bu ömrü hayırlı işlerde geçirme gayretini eksik
etmeyecektir.86
Hz. Peygamber şöyle duâ eden bir adama tesadüf etti: “Allah’ım, senden nîmetin
tamamını isterim.” Hz. Peygamber sordu: “Nîmetin tamamı nedir, bilir misin?” Sonra:
“Nîmetin tamamı Cennet’e girmektir ve Cehennem’den kurtulmaktır.” buyurdu. Sonra:
“Allah’ım senden sabır isterim” diyen bir adama rastladı. Hz. Peygamber ona: “Sen
Rabbinden belâ istedin, ondan âfiyet iste!” buyurdu. Bir de bir adama uğradı ki: “Ey Celâl
ve İkram Sahibi olan Allah’ım!” diyordu. Ona da “İste! ” buyurdu.87
Yukardaki hadiste Hz. Peygamber’in Allah’tan sabır isteyen kimseye bunun yerine
Allah’tan âfiyet isteyerek duâsını düzelttirdiğini görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’de de Yüce
Allah “mü’minlerden birbirlerine sabrı tavsiye edenlerin kurtuluşa ereceği”88 ni
müjdelemektedir. Buradan anlaşılan odur ki; insan duâsında Allah’tan sabır dilememelidir.
Çünkü Ehl-i Sünnet anlayışına göre Allah mü’minleri dünyada ya sabırla ya da şükürle
imtihan eder. İnsan Allah’tan sabır dilediğinde farkında olmadan kendisi için bela istemiş
olmaktadır. Çünkü insan başına gelen musîbetlere sabreder. Bunun yerine, Müslümanların
başına herhangi bir bela gelen kardeşlerine, bunun zor da olsa geçici bir imtihan olduğunu
83 Buhârî, Vudû, 9; Müslim, Hayz, 122; Ebû Dâvud, Tahâret, 3; Tirmizî, Tahâret, 4; Nesâi, Tahâret, 18. 84 Ebû Dâvud, Tahâret, 17; Tirmizî, Tahâret, 5; İbn Mâce, Tahâret, 10. 85 Buhârî, a.g.e., II, 78; Ebû Dâvud, Salât, 35; Tirmizî, Duâ, 88. 86 Canan, a.g.e.., VI, 516. 87 Buhârî, a.g.e,. II, 77; Tirmizî, Duâ, 98. 88 Asr,103/3.
20
söyleyerek ‘İsyan etmek yerine sabretmeye çalışın.’, ‘Allah yardımcınız olsun!’, ‘Allah
kolaylıklar versin!’ gibi sözlerle sabrı tavsiye etmeleri gerekir. Aksi takdirde ‘Allah size
sabır versin!’ gibi sözlerle bilmeden ve istemeyerek belaya uğrayan kimsenin sıkıntısının
artması için duâ edilmiş olacaktır.
Hz. Peygamber musibet zamanında da şöyle duâ ederdi: “İbâdete lâyık hiçbir ilâh
yoktur ancak Azîz ve Halîm olan Allah vardır. İbâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur, ancak
göklerin ve yerin Rabbi olan Allah vardır. O, büyük Arşın Rabbi’dir.”89
2.1.2.2. Hz. Peygamber’in Duâlarında Sık Sık Allah’a Sığındığı Hâller
Hz. Peygamber de her insan kadar, hatta bazen herkesten daha fazla dünya ve âhiret
hayatına dâir kaygılar taşımış, bu sebeple de kendisine isâbet edebilecek bazı şeylerden
Yüce Allah’a sığınmışlardır. Bu konudaki rivayetleri inceleyecek olursak:
Hz. Peygamber ashâbına, Kur’an’ dan bir sûre öğretir gibi şu duâyı öğretirdi:
“Allah’ım! Cehennem azâbından ve kabir azâbından sana sığınırım! Deccal fitnesinden
sana sığınırım! Hayat ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım.”90
Hz. Peygamber: “Allah’ım! Fakirlikten, kısırlıktan, zilletten sana sığınırım. Yine
zulüm etmemden veya zulme uğramamdan sana sığınırım.”91, “Allah’ım, şikâk ve nifaktan
ve kötü ahlâktan sana sığınırım.”92, “Allah’ım! Acziyetten, tembellikten, korkaklıktan,
ihtiyarlıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Yine hayatın ve ölümün fitnesinden sana
sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım.”93, “Allah’ım! Keder ve üzüntüden, âcizlik
ve tembellikten korkaklık ve cimrilikten, borcun ağırlığından ve câhil anarşistlerin üstün
gelmesinden ben sana sığınırım.”94 diye duâ ederdi.
Hz. Peygamber şunlardan Allah’a sığınırdı: “Korkaklıktan, cimrilikten, ömrün en
rezil dönemi olan yaşlılığın bunaklık derecesinden ve kalp fitnesinden (fena ahlâktan)95,
def’ine ve çekmeye güç yetmeyen belâ şiddetinden, zorluk ve meşakkatten, kazânın
kötüsünden, düşmanın sevinciyle meydana gelecek hüzün ve kederden .”96
89 Buhârî, Daavât, 26; Müslim, Zikir, 83. 90 Ebû Dâvud, Salât, 184; Tirmizî, Duâ, 76. 91 Buhârî, a.g.e., II, 38; İbn Mâce, Duâ, 3. 92 Ebû Dâvud, Salât, 367; Nesâi, İstiâze, 21. 93 Buhârî, a.g.e., II, 33; Buhârî, Daavât, 38; Müslim, Zikir, 50; Ebû Dâvud, Salât, 367; Nesâi, İstiâze, 6. 94 Buhârî, a.g.e., II, 34, II, 157; Tirmizî, Duâ, 71. 95 Buhârî, a.g.e., II, 32; İbn Mâce, Duâ, 3. 96 Buhârî, a.g.e., II, 31; Buhârî, Kader, 12; Müslim, Zikir, 53.
21
Hz. Peygamber: “Rabbim! Benim günahımı ve bilgisizliğimden çıkan hatamı, bütün
işlerimdeki israfımı ve benden daha iyi bildiğin bendeki kusurları bağışla. Allah’ım! Bütün
hatalarımı bağışla; kasten, bilmeyerek, lâtife yollu işlediklerimi de. Bütün bunlar bende
vardır. Allah’ım! Bundan önce işlediğim ve geriye bıraktığım, gizlediğim ve âşikâr kıldığım
günahlarımı bağışla. Sen, öne geçirip yükselten ve geri bırakıp düşürensin ve sen her şeye
kâdirsin.”97 diye duâ ederdi.
Peygamberler, âlimlerin ittifakı ile günah işlemekten korunmuş olmalarına rağmen,
Hz. Peygamber’in günahlardan arınmak için Allah’a duâ edişlerindeki hikmetler: Her insan
gibi Allah’ın bir kulu olmaları itibariyle Yüce Allah’a karşı kulluk görevini yerine
getirmek ve O’na karşı en büyük tevâzuu, saygıyı göstermek, ayrıca bu konuda
Müslümanlara yol göstermek olsa gerektir.
Hz. Peygamber’in Yüce Allah’a ettiği duâlarının tamamını içerir mahiyetteki şu
rivayeti de naklederek konumuzu sonlandırmak istiyoruz: Ebû Umâme’den rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir: “Hz. Peygamber’in yanında idik de, ezberleyemediğimiz çok
duâlar etmişti. Biz dedik ki , öyle bir duâ ettiniz ki, biz onu ezberleyemiyoruz.” Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Size bir şeyi bildireceğim ki, bu duâların hepsini
size toplayacaktır: “Ey Rabbimiz! Senin Peygamberin Muhammed , senden neyi istedi ise,
biz de onu senden isteriz. Ve senin Peygamberin Muhammed hangi şeyden ki sana
sığındıysa, biz de ondan sana sığınırız. Allah’ım! Sen yardım dilenilensin, kifâyet sanadır.
Korunma ve başarı için kuvvet ve kudret ancak Allah iledir.”98
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) De ki; duânız olmasa Allah size
neden değer versin ki (Duânız olmasaydı Allah yanında hiçbir kıymetiniz olmazdı.)”99
buyurmaktadır.
Âyetten; kulluğun ancak duâ ile bir değer ifade ettiği, anlam kazandığı
anlaşılmaktadır. O halde insan “kendisine duâ edildiğinde icâbet edeceğini” va’deden
Allah’ın bu eşsiz dâvetini, bu lütfunu, ikramını ve kullarına sunduğu bu fırsatı elinden
geldiğince, dili döndüğünce, Allah’ın Elçisi’nden öğrenilerek nakledilmiş duâlarla en iyi
şekilde değerlendirmelidir.
97 Buhârî, a.g.e., II, 45; Buhârî, Duâ, 60; Müslim, Zikir, 70. 98 Buhârî, a.g.e., II, 39; Tirmizî, Duâ, 93. 99 Furkan, 25/77.
22
2.2. Hz. Peygamber’in İnsanlarla İlişkilerinde Gözettiği Âdab
2.2.1. Hz. Peygamber’in Eşleriyle İlişkilerinde Gözettiği Âdâb
Hz. Peygamber hayatta iken, kadınlara (ataerkil toplum ve topluluklardaki ) kalıp
yargılarda telkin edilen hususların aksi yönde muâmele etmiş, onları aşağılayıp incitecek,
toplumdan dışlayacak herhangi bir davranışa izin vermemiştir.100 “Bana dünyanızdan
kadın ve güzel koku sevdirildi ”101 diyen ve “saliha kadını dünyanın en değerli
varlıklarından sayan”102 Hz. Peygamber’in kadınlara bakışını ve onlarla ilişkililerini buna
göre ele almak gerekir. Hz. Peygamber toplumda kadının ezilmesine, horlanmasına ve
haklarının elinden alınmasına kesinlikle karşı çıkmıştır.103
Hz. Peygamber’in kadınlara karşı tutumunun nasıl olduğu, en iyi şekilde, eşleriyle
ilişkilerinde görülebilir. Hz. Peygamber’in aile bağları, sevgi, saygı ve anlayış esası üzerine
kurulmuştu. Eşlerine karşı büyük bir sevgi ve yakınlık gösteren Hz. Peygamber, zaman
zaman onlarla şakalaşır, onların hoşuna gidecek hitap tarzlarıyla kendilerine hitâbeder ve
sevgisini gösterirdi. Hz. Âişe’ye, Ayşe Uveyş (Ayşecik) Aîş ve Humeyra gibi O’nun
hoşuna gidecek hitaplarda bulunduğu, kendisiyle koşu yarışı yaptığı ve Hz. Âişe’nin
başını omzuna dayayarak birlikte savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettikleri
bilinmektedir.104 Hz. Peygamber’in aile reisi olarak en fazla önem verdiği husus, aile
fertleriyle olan sohbetidir. Bunun ihmâl edilmemesi için özel bir gayret gösterdiği, tedbir
bile aldığı söylenebilir. Rivayetler, Hz. Peygamber’in ailevî sohbeti iki istikamette telâkki
ettiğini göstermektedir:
1.Aile fertlerinin her biri ile şahsen temâsı ve başbaşa sohbeti.
1.Aile fertlerinin tamamının birbiriyle temâs ve sohbeti.
Bu her iki sohbetin, günlük siyasî ve irşadi faaliyet ve diğer meşguliyetler içerisinde
ihmâle uğramaması için Hz. Peygamber birkaç tane kesin prensibe yer vermiştir:
Hanımlarıyla geçireceği gece belli bir esasa bağlanmış, kura ile tespit edilen bir sıra ile her
gece birinin yanında kalmak prensip yapılmıştır. Ayrıca her sabah mescitten çıktıktan
sonra 105 ve her ikindi vakti namaz kıldıktan sonra106 kadınların her birine teker teker
100 Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 385. 101 İbn Sad, Tabakâtü’l-Kübrâ, I, 398 ; İbn Hanbel, a.g.e., III, 128, 199. 102 Müslim, Radâ, 17. 103 Savaş, Hz. Muhammed (s.a.v) Devrinde Kadın, s. 53. 104 Fayda, Âişe mad., T.D.V.İ.A., II, 202. 105 Heysemî, Mecmâu’z Zevâid ve Menbâu’l–Fevâid, IV, 316. 106 İbn Sa’d a.g.e., VIII, 85,170.
23
ziyaretler yapar, alışılan belirli bir müddet boyunca onlarla sohbet ederdi. Özellikle aile
fertlerinin topluca bir araya gelmesini sağlamak amacıyla da her akşam, bütün hanımlar,
Hz. Peygamber o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelirler, sohbet
ederlerdi.107 Bu toplantılarda Hz. Peygamber’in eşlerine “hurâfa” denilen ibretli kıssalar
anlattığı, hepsinin güldürücü şakalar yaptığı rivayet edilmiştir.108 Rivayetler, günlük sabah
ve ikindi ziyaretlerine Hz. Peygamber’in izinsiz girip109 selâm vererek başladığını110
hanımlarına yaklaşıp elini (omuzlarına, başlarına) koyduğunu, öptüğünü111 hâl–hatır sorup,
sorunlarıyla ilgilendiğini göstermektedir.112
Hz. Peygamber her konuda olduğu gibi kadın ve aile konusunda da son derece
gerçekçidir. O, her şeyi kendi kapasitesine, bünye ve yaratılışındaki ruh ve beden yapısına
göre değerlendirmiştir. Hz. Peygamber kadınların ruh ve beden yapılarındaki hassasiyet
dolayısıyla, onlara karşı daha dikkatli davranılmasını, kaba ve kırıcı tavırlardan
sakınılmasını tenbih etmiştir.113 Bu aşağıdaki rivayetlerden de açıkça anlaşılmaktadır:
Muâviye b. Hayde anlatıyor: “Yâ Rasûlallah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki
hakkı nedir?” Diye sordum. O şöyle buyurdu: “Yediğiniz gibi yedirmek, giydiğiniz gibi
giydirmek, yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu
söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmamak, yalnız bırakmak icâb ederse bu işi
yalnız ev içinde yapmaktır.”114
Hz. Peygamber: “Mü’minlerin îman bakımından en olgun olanları, en güzel ahlâklı
olanlarıdır. Sizin en hayırlınız, en iyiniz ise, hanımlarınıza karşı en iyi
davrananlarınızdır.”115 buyurmuştur.
Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre: “Rasûlullah seferlerinin birinde
bulunuyordu da deve sürücüsü Enceşe nağmeleriyle develeri hızlı bir şekilde sürdü.
Develerin üzerinde hanımlar bulunuyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:“Yavaş ol, ey
Enceşe; camları (cam gibi nâzik-kırılgan olan kadınları incitmekten sakın) hızlı yürütme.” 116buyurdu.
107 Müslim, Nikah, 46. 108 Heysemî, a.g.e., IV, 315. 109 İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 104. 110 Heysemî , a.g.e., IV, 316. 111 İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 170. 112 Canan, Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber, s. 25. 113 Yardım, Peygamberimizin Şemâili, s. 325. 114 İbn Mâce, Nikah, 3. 115 Tirmizî, Radâ, 11. 116 Buhârî, a.g.e., I, 280, II, 236, 624; Buhârî, Edeb, 116; Müslim, Fezâil, 70, 73.
24
Hz. Peygamber’in eşleri tarafından çok üzüldüğü meşhur bal hadisesi117 üzerine, bir
daha asla bal yememeye yemin etmesi dolayısıyla Tahrim sûresi nâzil olur: “Ey
Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi kendine niçin haram kılıyorsun? Bununla,
eşlerini hoşnûd mu etmek istiyorsun? Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Allah
yeminlerinizin keffâretle çözülmesini size meşrû kılmıştır.”118 Hz. Peygamber bu olay
üzerine eşleriyle bir ay ayrı kalmaya karar vererek meşrûbe denen ve hurma kütüğünden
yapılmış bir merdivenle çıkılan odasına çekilir. Burada dikkatimizi çeken ve vur-
gulanması gereken şey; Hz. Peygamber’ in hanımlarına bir aylık “uzak kalma” cezası
vermiş olmasına rağmen, kendisini bu cezaî karara sevk eden nahoş davranışları sebebiyle,
onlara karşı, kalplerini kırıcı söz sarf etmemesidir. Bu olayı anlatan rivayetlerin hiçbirinde
Hz. Peygamber’in hanımlarına sarf ettiği kırıcı, rencide edici bir söz ve davranışa
rastlanmaz.119
Hz. Peygamber’in eşlerine karşı sadâkât ve vefâkârlığı da ne kadar kuvvetli olmalı
ki, vefatlarından sonra bile onları sevgiyle, hatıralarını da hürmetle yâd etmiş, vefânın en
güzel örneğini sergilemiştir. Hz. Peygamber , Hz. Hatice’ nin yakınlarına olan bağlılığı ve
Hz. Hatice’ye vefâsı sebebi ile, Hz. Hatice’nin vefâtından sonra her koyun kesişte onun
arkadaşlarına mutlaka bir pay göndermiştir.120
Çeşitli zamanlarda Hz.Âişe’ye Hz. Peygamber’in evde ne işle meşgul olduğu
sorulduğunda: “Rasûlullah da bir insandı. Elbisesini diker, koyunlarını sağar, kendi
işlerini yapardı.”121, “O evinde sizler gibi ayakkabısını tamir eder, elbisesini dikip
yamardı.”122, “Allah Rasûlü evinde ailesinin işleriyle meşgul olurdu. Ezanı duyunca da
hemen namaza çıkardı.”123 buyurmuştur.
Hz. Âişe’den rivayet edilen hadislerden Hz. Peygamber’in sıradan bir insan gibi, ev
hayatında kendi işlerini gördüğü ve bugün kimi çevrelerce ‘ev işlerinin sadece kadın işi
olduğu’ düşünce ve yargısına asla prim vermediği anlaşılmaktadır.
Aile hayatında eşlerin birbirleriyle ilişkilerinin olabildiğince sevgi-saygı çerçevesinde
yürütülmesi gerekirken, aile dışında, sokakta, çarşı-pazarda, işyerinde v.b. kadın–erkek
117 Buhârî, Talâk, 8, Nikah, 103, Et’ime, 32, Eşribe, 10, 15, Tıb, 4, Hiyel, 5; Müslim, Talâk, 20; Ebû Dâvud, Eşribe, 11; Nesâi, Talâk, 16. 118 Tahrim , 65/1-2. 119 Canan, a.g.e., s. 59-60. 120 Tirmizî, Birr, 70. 121 İbn Hanbel, a.g.e., VI, 256. 122 İbn Hanbel, a.g.e., VI, 106. 123 Buhârî, Nafakât, 8.
25
ilişkilerinde bazı şeylere dikkat edilmesi gerekmektedir: Kadın- erkek ilişkilerinde ciddî ve
mesafeli olmalı, yakın temas ve münâsebetlerden sakınmalıdır. Ancak karşı cinsle temas
ve münâsebetlerde mesafeli ve ihtiyatlı olmak bu konuda sert ve kaba olmak anlamına asla
gelmez. Tam tersine bu hususta nazik, kibar, zarif, müşfik, yumuşak ve hoşgörülü olmak,
kadınlık gururunu okşamak, izzeti nefislerini rencide edecek hâl ve hareketlerden
sakınmak, onları mahcup etmemek, gönüllerini almak, saygılı davranmak hem İslâm’ın
istediği hususlardır, hem de İslâm’a dâvet konusunda olumlu sonuç almanın yollarıdır. Bu
hususta küçük günah işlememek için kadınların kalplerini kıran bir tavır alarak daha büyük
günah işleme gibi bir duruma düşmekten sakınmalıdır. İslâm’da kadın, erkek kadar önemli,
değerli ve onurlu bir varlıktır. Bu sebeple Hz. Peygamber bu husus üzerinde önemle
durmuştur.124
Hz. Peygamber, kadınlarla yakından ilgilenmiş, onların problemlerine çözümler
getirmiş ve bu konuda kadınlar arasında ayrım yapmayarak hepsine iyi davranmış, kadının
‘cahiliye toplumu’ diye adlandırılan barbar bedevîlerden müteşekkil bir toplumda
ezilmemesi haklarının ihlâl edilmemesi ve psikolojik de olsa hiçbir şekilde baskı altına
alınmaması için gerekli tedbirleri almıştır. Hz. Peygamber, kadın-erkek ayrımı yapmadan,
insan cinsinin yarısını teşkil eden kadınlarla da erkekler gibi ilgilenmiştir.125
2.2.2. Hz. Peygamber’in Ashâbıyla ve Hizmetlileriyle İlişkilerinde Gözettiği Âdâb
Hz. Peygamber çevresindeki insanlarla ilişkilerinde dâima edepli, görgülü ve samîmi
davranmaya özen göstermişlerdir.
Hz. Peygamber’i en iyi tanıyan, onunla en uzun süre beraber kalan, tarif ve tavsîfte
halkın en kabiliyetlisi olan Ali b. Ebî Tâlib, O’nu şöyle tavsîf eder: “Hz. Peygamber,
sözlerinde ve davranışlarında hep mutedil olmuş, hiçbir zaman haddi aşmamış, çirkin bir
söz ve davranışta bulunmamıştır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder ve
bağışlardı. Allah yolunda cihad ederken müstesnâ, hiçbir şeye eliyle vurmamıştır. O
lüzumsuz yere konuşmazdı. Müslümanları birbirine ısındıracak ve birbirlerinden nefret
ettirmeyecek tarzda konuşurdu. Güleryüzünü ve güzel ahlâkını hiç kimseden esirgemezdi.
Ashâbını dâima arar, halka aralarında olup biten hâdiseleri sorardı. Müslümanların gaflete
düşmelerinden korkar, onları îkaz etmeyi ihmal etmezdi. Her hâlinde ibâdet ve iyiliğe
124 Uludağ, İslâm’da İrşad, s. 124-125. 125 Savaş, a.g.e., s. 60-61.
26
hazırdı. Hz. Peygamber oturan bir cemaatin yanına gittiğinde üst tarafa geçmez ve hemen
meclisin sonuna otururdu. Sahâbelere de böyle yapmalarını emrederdi. Kendisiyle birlikte
oturan herkese değer verirdi. Öyle ki mecliste bulunan herkes kendisinden daha itibarlı kişi
olmadığını zannederdi. Kendisiyle oturan ya da bir ihtiyacı için yanına gelen şahsa, dönüp
gidinceye kadar sabrederdi. Biri bir istekte bulunursa onu hemen yerine getirir, şayet elinde
böyle bir imkanı olmazsa o zaman da bunu tatlı bir dille anlatırdı. Gönlü ve hoşgörüsü
bütün insanlığı içine alacak kadar genişti. Onlara şefkatli ve merhametli bir baba olmuştu.
Hak konusunda herkes O’nun katında eşit idi. Rasûlullah’ ın meclisi bir ilim, hayâ, sabır ve
emânet meclisiydi. Orada yüksek sesle konuşulmaz, hiç kimse ayıplanmaz ve hiçbir şahsın
kusur ve ayıbı açığa vurulup yayılmazdı. Bu mecliste bulunan herkes birbiriyle eşitti.
Ancak takvâları sayesinde birbirlerinden üstün olabilirlerdi. Büyüklere herkes saygı
gösterir, küçüklere şefkat ve merhametle muâmele ederdi. Fakir ve muhtaç olanları herkes
kendisine tercih eder, garibi koruyup gözetirdi.”126
Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, ilk inananlardan, O’nun en sıkıntılı zamanlarında
hep yanıbaşında bulunan, hattâ ölmek üzere O’nun yatağına uzanacak kadar Hz.
Peygamber’e düşkün olan Hz. Ali, Hz. Peygamber’in ashâbıyla ilişkilerinde gözettikleri
âdâbı en açık şekilde ifade etmiştir. Hz. Peygamber insanlar arasında hiçbir sınıf ayrımı
gözetmeksizin, hayatlarının her safhasında, insânî ilişkilerinde dâima nezâketle, büyük bir
incelikle davranmaya özen göstermiştir. İnsanları sosyal statülerinin-kariyerlerinin
olmaması ya da düşüklüğü dolayısıyla da hiçbir zaman küçümsememiş ve böyle kimselerle
ilişkilerinde de aynı incelik örneğini sergilemiştir. Buna verilebilecek örneklerden bazıları
şunlardır:
Hz. Enes anlatıyor: “Rasûlullah ahlâk yönünden insanların en güzel huylusu idi.
(Çocukluğumda) Beni bir gün bir hizmete gönderdi. “Vallahi gitmeyeceğim.” dedim. Ama
Rasûlullah’ın emrettiği yere gitmek niyetindeydim. Evden çıktım, çocukların çarşıda
oynadıkları yere uğradım. Birden Rasûlullah kafamı eli ile arkadan tuttu. Döndüm, baktım,
gülüyordu, şöyle buyurdu: “Ey Enescik, haydi emrettiğim yere git.” Ben de “Evet hemen
gidiyorum.” dedim, gittim. Enes dedi ki, yemin olsun Rasûlullah’a yedi veya dokuz sene
hizmet ettim. Yaptığım hiçbir şey için “Bunu neden şöyle , şöyle yaptın!” ve yapmadığım
hiçbir şey için de “Şöyle yapman gerekmez miydi?” diye azarladığını bilmiyorum.”127
126 en-Nedvî, Rahmet Peygamberi, s. 33. 127 Buhârî, a.g.e, I ,180; Ebû Dâvud, Edeb, 1.
27
Hz. Peygamber kendi aile efradına, ashâbına ve hizmetinde bulunanlara son derece
müşfik davrandığı gibi , ashâbına da aynı şeyi tavsiye etmiştir:
Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre: “Hz. Peygamber’in son sözü şu olmuştu:
“Namaza dikkat edin, namaza! Sahip olduğunuz kölelerinizin hukukunda Allah’tan korkun,
onlara iyi muâmele edin.”128
Hz. Peygamber: “Sizden birinize hizmetçisi, yemeğini getirdiği zaman, hizmetçisini
beraberinde yemeğe oturtsun. Hizmetçi oturmayı kabul etmezse; o yemekten ona versin.
Çünkü o yemeğin yapılıp hazırlanması işini bu hizmetçi üzerine almıştır.”129 buyurmuştur.
Bu konudaki benzer bir rivayet de şöyledir: Ma’rur İbn Süveyd anlatıyor: “Ebû Zerr’i
gördüm, üzerinde bir takım elbise, kölesinin üzerinde de bir takım elbise vardı.
Kendisindeki eski elbiseyi kölesine verip, kölenin yeni elbisesini alıp giysin diye ondan
bunu istedik. O şu cevabı verdi: “Ben Rasûlullah’tan şöyle dediğini işittim: “Onlar sizin
kardeşleriniz, sizin yardımcılarınızdır. Allah onları idâreniz altına emâneten verdi. Kimin
kardeşi, eli altında bulunuyorsa, yediğinden ona yedirsin ve giydiğinden ona giydirsin.
Güç yetiremeyecekleri şeyi onlara yüklemeyiniz. Eğer onları güçlerinin üstünde
görevlendirirseniz, onlara yardım ediniz.” 130
İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre: “Peygamber’den işittim, diyordu ki: “Kim
kölesini tokatlarsa, yahut işlemediği bir suç için onu cezalandırıp döverse, dövenin işlemiş
olduğu günaha karşılık keffareti, onu azad etmektir.”131
Ebû Mesud’dan rivayet edildiğine göre: “Kendi kölemi dövüyordum. Arkamdan
şöyle bir ses duydum: “Ey Ebû Mesud! Bil ki, senin köleye güç yetirmenden çok, Allah’ın
gücü sana yeter.” Döndüm , bir de ne göreyim O, Rasûlullah! Dedim ki: “Yâ Rasûlallah!
Artık bu köle, Allah rızası için hürdür.” Bunun üzerine: “Eğer sen böyle yapmamış
olsaydın, sana Cehennem ateşi dokunurdu.” Yahut “Seni ateşin alevi yalardı.” buyurdu.132
Hz. Peygamber bir yandan insanlara, hizmetlilerine iyi davranmalarını emir ve
tavsiye buyururken, öte yandan itaatkâr hizmetlileri de şöyle müjdelemektedir:“Köle
efendisine itaatkâr olursa ve Rabbine de güzel ibâdet ederse, onun iki kat sevâbı olur.”133
128 Buhârî, a.g.e., I, 174; İbn Mâce, Vesaya, 1. 129 Buhârî, a.g.e., I, 213, Buhârî, Et’ıme, 18; Müslim, Eyman, 10; Ebû Dâvud, Et’ıme, 51; Tirmizî, Et’ıme, 44. 130 Buhârî, a.g.e., I, 205; Buhârî, İman, 22, Itk, 15, Edeb, 44; Müslim, Eyman, 40; Ebû Dâvud, Edeb, 133; Tirmizî, Birr, 29 131 Buhârî, a.g.e., I, 194; Ebû Dâvud, Edeb, 134. 132 Buhârî, a.g.e., I, 189; Müslim, Eyman, 34-35; Ebû Dâvud, Edeb, 134. 133 Buhârî, a.g.e., I, 215; Buhârî, Itk, 16; Müslim, Eyman, 43.
28
2.2.3. Hz. Peygamber’in Müslüman Olmayanlarla İlişkilerinde Gözettiği Âdâb
İslâm Dini’ne göre, müslüman olmayanları İslâm’a girmeleri için dâvet etme görevi
Müslümanlara verilmiş, dâvet şekli de Kur’ân-ı Kerim’de açıklanmıştır. Hiç kimse
insanları istediği şekilde İslâm’a dâvet etme hakkına sahip değildir. Yüce Allah:“Rabbinin
yoluna insanları hikmet ve tatlı öğütlerle dâvet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele
et!” 134 buyurmuş ve bununla da İslâm’a dâvetin ancak sevindirici ve insanların isteyerek
girmesini sağlayacak bir metodla olması gerektiğini beyan etmiştir. Zorla îmana dâvet
etmek, özellikle Müslümanların hâkimiyeti altında olan yerlerde “Mutlaka İslam’a
gireceksin!” diye zorlamak ve mecburen müslüman etmek bizzat Yüce Allah tarafından: “
Dinde zorlama yoktur.” 135 âyetiyle yasaklanmıştır.
Hz. Peygamber şefkat ve müsamahaları ile insanları İslâmiyet’e çekiyor ve onlara
İslâmiyet’i benimsetmiş oluyordu. Bütün Peygamberler gönderildikleri insanlara karşı hep
böyle merhametli ve müsamahakâr davranmıştır. Tüm Müslümanların da muhataplarına ve
bütün insanlara karşı bu derece şefkatli ve merhametli olması gerekir.136
İslâm Dini zorbalığı kesinlikle reddederken bunun yerine engin hoşgörüyü tavsiye
eder. Günümüzde zaman zaman, insanlığın acı tecrübelerinin temelinde dînî dogmatizm ve
hoşgörüsüzlüğün yattığı ileri sürülür. Hatta bu şartlanmalardan dolayı bir dine inanmanın
kusurlu ve yetersiz bir kişiliğe yol açtığı da iddia edilir. Dogmatik, otoriteye bağımlı, ön
yargılı veya fanatik tipteki kişilerin mizaçlarında yatan ana unsurun din olduğu söylense
de, tarihî tecrübe ortaya koymuştur ki sözü edilen dindarlık, daha çok dış güdümlü bir dînî
inanç ve eğilime sahip, cahilce kabullenme veya reddetme anormalliği içinde bulunan
kişilerde yoğunlaşmıştır. Halbuki yüksek seviyede inanca sahip, düşünen insanların;
Mevlânaların, Yunusların, İmam-ı Âzamların isimleri, değil fanatizm, en küçük bir
taassupla yan yana gelmemiştir. Çünkü yaşanan sözkonusu dînî tecrübenin kaynağını “el-
Hanifiyyetü’s-Semha” diniyle (yani zorluk ve meşakkatın bulumadığı müsâmahakâr İslâm
Dini) gönderilen Hz. Peygamber’in “Müsâmahakâr ol ki, sana da müsâmahakâr
davranılsın! ”137 tarzındaki emir ve tâlimatı oluşturmuştur. Dînî hoşgörünün temeli din
tercihi konusundaki tam hürriyettir. İslâm’ın dînî tercih konusundaki ufku da emsalsizdir.
134 Nahl, 16/125. 135 Bakara, 2/256. 136 Soysaldı, Dînî Hitabet, s. 62-63. 137 İbn Hanbel, a.g.e., I, 248.
29
Zira, insanlara inanç konusunda kesin ve açık bir dille tam hürriyet tanımıştır. Bu muhkem
kaide geçici veya belli bir zamana da mahsus değildir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:
“Sen mi insanları mü’min oluncaya kadar zorlayacaksın?”138 ilâhî uyarısıyla Hz.
Peygamber dahil kimseye baskı ve zorlama yetkisi vermemiştir.139
Müslüman olmayanlara “Sulh halinde” nezâketle muâmele etme konusunda Yüce
Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah sizi, sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi
yurtlarınızdan da çıkartmamış olanlara iyilik ve adâletle muâmele etmenizden men
etmez. Çünkü Allah, adâletle iş görenleri sever.” 140 buyurmaktadır. Hâl böyle olunca;
gayr-i müslimlerle ilişkilerin, “uzak komşu” anlayışı içerisinde ve sahip olduğu komşuluk
haklarına riayet edilerek sürdürülmesi, onlara zulmedilmeyip mal ve canlarına kast
edilmemesi, emniyet ve güvenliklerine halel getirilmemesi, onları tedirgin edecek her türlü
davranıştan sakınılması müslümanların “uzak komşularına” karşı uymaları emredilen
muâşeret esasları olmuş oluyor. Fakirlerine yardım etmek, hastalarını ziyaret etmek onlara
yapılabilecek iyiliklerden sayılabilir. Çünkü Hz. Ömer gayr-i müslimlerin muhtaç, hasta,
sakat ve ihtiyarlarına da devlet hazinesinden yardımda bulunmuş, onlara verilmek üzere
zekât olarak alınan mallardan pay dahi ayırmıştır.141
Enes’ten rivayet edildiğine göre Yahudilerden bir erkek çocuk Hz. Peygamber’e
hizmet ederdi. Sonra çocuk hasta oldu ve Hz. Peygamber onun ziyaretine gitti. Başucunda
oturarak (çocuğa ): “Müslüman ol!” dedi. Çocuk başucunda olan babasına baktı. Bunun
üzerine babası çocuğa: “Kâsım’ın babasına, Hz. Peygamber’e itaat et” dedi. Çocuk da
müslüman oldu. Sonra Peygamber çıktı, şöyle buyurdu : “Çocuğu benim vesîlemle ateşten
kurtaran Allah’a hamd olsun.”142
Yukarıdaki hadisten de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber beşerî münasebetlerinde -
sulh halinde- insanlar arasında hiçbir şekilde din, dil, ırk gibi konularda ayrım gözetmemiş
ve onların da ihtiyaçlarını gözetip-gidermiş hastalıklarında onları da ziyaret etmeyi ihmâl
etmemiştir.
Onlarla alış-veriş yapmak, konuşurken sakin olmak, ölçüsüz davranışlarına bile
yumuşaklıkla karşılık vermek v.s. Hz. Peygamber’in tatbik ve tavsiye ettiği görgü
138 Şuarâ, 26/ 3, 4. 139 Sakallı, “Hz. Peygamber ve Dînî Hoşgörü” , D.İ.D. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Özel Sayı, s. 395. 140 Mümtehine, 60/8. 141 Uludağ , a.g.e., s. 215. 142 Buhârî, a.g.e., I, 533; Buhârî, Cenâiz, 80; Ebû Dâvud, Cenâiz, 79.
30
kurallarındandır. Hz. Âişe’nin bir rivayetinde: “Yahudiler Hz. Peygamber’e gelip:
“Essâmü Aleyküm=Ölüm üzerinize olsun.” dediler. Hz. Âişe (cevap olarak): “Sizin
üzerinize olsun. Allah size lânet etsin. Allah size gazap etsin” dedi. Hz. Peygamber “Yavaş
ol, Yâ Âişe! Yumuşak hareket et. Sert hareketten ve çirkin sözden sakın.” dedi. Hz. Âişe:
“Yahudilerin söylediklerini işitmediniz mi?” dedi. Hz. Peygamber : “ Sen de benim onlara
dediğimi işitmedin mi? Sözlerini kendilerine çevirdim. Benim onlar hakkındaki sözüm
(duâm) kabul olunur, fakat onların benim hakkındaki sözleri (dilekleri) kabul olunmaz.”
buyurdu.143
Bu rivayetten anlıyoruz ki, müslüman olmayan kimselerin sözden öteye geçmeyen
davranışlarına yumuşaklıkla karşılık vermek, kızıp öfkelenmemek de İslâm âdâbındandır.
Hz. Peygamber: “Gerçekten Yahudilerden biri size selâm verdiği zaman, muhakkak:
Essâmu Aleyk (ölüm senin üzerine olsun) der. Siz de Ve aleyk! (senin üzerine olsun!)
deyin”144 buyurmuştur.
Yukarda geçen hadislerden Hz. Peygamber’in Yahudi ya da Hıristiyanların “Ölüm
senin üzerine olsun!” gibi küstahça bedduâlarına karşılık bile sadece misliyle cevap
verdiği, işi daha ileriye götürmeyip, onlarla yüz-göz olmadığı ve bu taşkınlıklarını da
olgunlukla karşıladığı anlaşılmaktadır.
Gayr-i Müslimlerle alay etmemek özellikle kızdırmamak için inançlarına ve
mabudlarına hakarette bulunmamak Yüce Allah tarafından emrolunmuş bir ilâhi edeptir:
“İçlerinden zâlim olanlar dışında, kitap ehline karşı en güzel bir şekilde mücâdele edin
ve deyin ki: “Bize indirilene de, size indirilene de îman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin
ilâhınız da birdir ve biz O’na teslim olan kimseleriz.”145, “Allah’tan başkasına tapanların
taptıkları şeylere sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” (Buna siz
sebep olmuş olursunuz)146 buyuran Yüce Allah, kafirlerin saygı duydukları şeyleri
kastederek “kahrolsun taptığınız” veya “dîni şöyle böyle” şeklinde söverseniz onların
vicdan ve hissiyatlarına dokunmuş olursunuz diye, hem asıl itibariyle çirkin oluşu, hem de
küfürlerinin artmasına sebep olabileceği ihtimâliyle Müslümanları kafirlerin taptıkları
şeylere sövmekten men etmiştir.147 İnsanî ilişkilerde müsamahakâr davranış, sadece
143 Buhârî, a.g.e., I, 329; Buhârî, Edeb, 38; Müslim, Selâm, 10. 144 Buhârî, a.g.e., II, 466; Buhârî, İsti’zan, 22; Müslim, Selâm, 6, 8, Ebû Dâvud, Edeb, 149; Tirmizî, Siyer, 40; İmam Mâlik, a.g.e., Selâm, 3. 145 Ankebut, 29/46. 146 En’am, 6/108. 147 Uludağ, a.g.e., s. 215-217.
31
Müslümanlara karşı gösterilmesi gereken bir vazife bir vecibe olmayıp, her müslümanın
kâfir, müslim, herkese karşı davranışlarında benimseyip takip etmesi gereken bir prensiptir.
Kur’ân-ı Kerim’deki Firavun’la ilgili şu âyet çok dikkat çekicidir: “Varın da ona yumuşak
söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yahut korkar.” 148 Firavun gibi tanrılığını îlan ederek
küfrün zirvesinde yer alan birisine bile hitapta “yumuşak sözlü” olmak emredilirse, ne
kadar kusurlu olsa da müslümanlara karşı nasıl davranmak gerektiği kendiliğinden
anlaşılır.149
2.3. Ashâbın Hz. Peygamber’le İlişkilerinde Gözettiği Âdâb
2.3.1. Hiçbir Konuda Hz. Peygamber’in Önüne Geçmemek
Ashâbın Hz. Peygamber’in yanındayken uymaları gereken görgü kurallarını
düzenleyen Yüce Allah, öncelikle takaddüme (öne geçme ve geçirme) dikkatleri çekmiş:
“Ey îman edenler, Allah ve Rasûlü’nün huzurunda öne geçmeyin. Allah’ tan korkun,
çünkü Allah (her şeyi) hakkıyla işiten ve bilendir.” 150 buyurmuş ve bununla da üstün
ahlâk ve görgü kurallarına riâyeti emrettiği gibi Hz. Peygamber ile olan ilişkilerinde
saygılı, hürmetli, edepli olmaları, Hz. Peygamber’in kouşması ve karar vermesi gereken bir
konuda, O’ndan evvel konuşup karar vermemeleri, din ve dünya işlerinde Allah ve
Elçisi’nin rızasına aykırı bir şey yapmamaları konusunda Müslümanları îkaz etmiştir.
2.3.2. Hz. Peygamber’in Huzûrunda Yüksek Sesle Konuşmamak
Yüce Allah, mü’minlere, Hz. Peygamber’e, takaddüm etmeme edebini öğrettikten
sonra, O’nun yanında nasıl konuşmak gerektiğini de: “Ey îman edenler, seslerinizi
Peygamber’in sesi üzerine çıkarmayınız. Farkına varmadan amellerinizin boşa
gitmemesi için, birbirinize karşı bağırarak konuştuğunuz gibi Peygamber’e karşı da
bağırarak konuşmayın.”151 âyetiyle belirtmiştir.
Yani Hz. Peygamber’in, Rabbinin terbiyesi neticesinde belli bir konuşma güzelliği
vardır. Siz O’nunla konuşurken, O’nu örnek alınız ve “O’na saygı ve hürmete dikkat
ederek seslerinizi O’nun sesi üzerine çıkarmayınız.” Çünkü bir kimsenin yanında yüksek
148 Tâhâ, 20/44. 149 Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, VII, 297. 150 Hucurât , 49/1. 151 Hucurât, 49/2.
32
sesle konuşmak ondan ihtişam (saygıdeğerlik) ve ihtiramı (saygıyı) nefyeder. Bu sebeple
sesinizin, özellikle Nebî’nin ses tonu altında olmasına dikkat ediniz. Yanında bağıra çağıra
konuşmak sebebiyle saygısızlıkta bulunmayınız. Bu âyetle verilmek istenilen mesajın
ikincisi de “Hz. Peygamber’in yanında fazla konuşmamaktır.” Çünkü bir mecliste kim çok
konuşursa orada hâtip o olur, başkaları da susmak mecburiyetinde kalır. Hiç kimsenin sesi
çıkmayınca da konuşanın sesi yükselmiş olacağından Hz. Peygamber’in olduğu yerde
başkalarının fazla konuşmaması gerekir.152
2.3.3. Ashâb’ın Hz. Peygamber’e Hitâb Şekli
Hz. Peygamber’in yanındayken gözetilmesi gereken görgü kurallarından biri de O’nu
herhangi bir kimseye hitâb edercesine adıyla çağırmamaktır. Yüce Allah bu konuda şöyle
buyurmuştur: “Birbirinize yüksek sesle çağırdığınız gibi O’na da yüksek sesle
çağırmayınız. Sonra amelleriniz boşa gider de farkında da olmazsınız.”153
Bu âyetten anlaşıldığı üzere; nerde olursa olsun, birine uzaktan veya arkasından
çağırmamalı, normal bir mesâfeye kadar yaklaştıktan sonra seslenmelidir. Saygıdeğer bir
insana arkasından yüksek sesle çağırmak yakışıksız bir davranıştır. Âyette söz konusu bu
saygıdeğer insanın Allah’ın Elçisi olduğu düşünüldüğünde ise durumun ciddiyeti daha da
başkalaşır.
Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de öğretmiş olduğu esasları Hz. Peygamber’den sonra
Sahâbe-i Kiram, Tâbiin ve daha sonra gelen ve Hz. Peygamber’in yaşayışını ve
öğrettiklerini kendilerine düstûr edinenler, özellikle ecdâdımız aynı âdâba riâyet etmişler;
yolda yürürken, yemeğe başlarken, söz ve sohbette v.s. büyüğe öncelik vermişlerdir. Hiçbir
mecliste küçükler, sorulmadıkça kendiliklerinden söze karışmamış, büyüklerinin yanında
yüksek sesle ve el-kol hareketleriyle asla konuşmamış, kendilerinden büyüklere, sâdece
adıyla seslenmek şöyle dursun, ismin sonuna bir de bey veya efendi ekleyerek; Ahmet Bey
Amca, Halil Efendi Dayı,…gibi saygının en âlâsını tatbik etmişlerdir.154
152 Uludağ, a.g.e., s. 43-44. 153 Hucurât, 49/2. 154 Uludağ, a.g.e., s. 44-58.
33
İKİNCİ BÖLÜM
AİLE HAYATINDA GÖZETİLMESİ GEREKEN ÂDÂB
3.1. Karı-Koca İlişkilerinde Gözetilecek Âdâb
3.1.1. Kadının Kocasına Karşı Gözeteceği Âdâb
3.1.1.1. Kadın Kocasına Saygı Göstermeli
İnsanoğlunun âciz bir varlık olarak doğması, kendini koruyup, besleyip-büyütecek
kimselere muhtaç olması, gelecekte topluma faydalı bir birey olarak yetişip, toplumsal
görevlerini yerine getirebilmesi v.s. için iyi bir eğitim-öğretim ocağı olarak aile yuvası
bütün toplumlar açısından çok kutsal ve gerekli bir müessesedir. Her nerede olursa olsun,
birlikte yaşamanın beraberinde getirdiği iş bölümü ve farklılıklara rağmen mutlu bir
birlikteliğin devamına katkıda bulunma gerek ve zorunluluğu aile ocağı için de geçerlidir.
Ailede pek çok konuda karı-koca aynı konumda iken bazı hususlarda, sadece yaratılışları
icâbı yani fizyolojik donanımları dolayısıyla durumları farklılaşır: Kur’an’da; kadının
yaratılışta erkek gibi olduğu, ikisininde aynı şeyden yaratıldığı155, kadın erkek diye bir
ayrımın ya da üstünlüğün olmadığı, üstünlüğün ancak takvâyla olabileceği156 vurgulanır.
Bununla birlikte, kutsal bir müessese olan ailede baba daha önce de ifade edildiği gibi
sadece yaratılış icâbı, ailenin diğer bireylerine göre güç, kuvvet, azim, dayanıklılık,
geçimin temini gibi konularda daha ehildir. Bu durum Kur’ân-ı Kerim’de şöyle
zikredilmektedir: “Çünkü Allah, onların bir kısmını (erkekleri) bir kısmından
(kadınlardan) üstün kılmıştır.”157
Anne ise: Ailenin geçiminin temini, tehlikelere karşı korunması ve yönetimi gibi
konularda; Yüce Allah’ın buyurduğu gibi, fiziksel güç bakımından, babaya nazaran
fıtraten daha zayıftır. Yönetim olan her yerde, adâlet ve karşılıklı olarak haklara saygı
göstermek, orada nizam ve sükûneti, dolayısıyla refahı temin eder. Aile ise yönetilen yerler
içerisinde, huzur ve mutluluğa en fazla ihtiyacın duyulacağı yerdir. Bunun temin
edilebilmesi için babanın, aile fertlerinin haklarına saygılı olması ve onlara karşı
görevlerini tam olarak yerine getirmeye çalışması ne kadar önemli ise, kadının da
155 A’raf, 7/189; En’am, 6/2, Fâtır, 35/11, Nisâ, 4/1; Rûm, 30/20. 156 Hucurât, 49/13. 157 Nisâ, 4/34.
34
kocasının mâkul ve meşrû isteklerini yerine getirmek için gayret sarfetmesi, aile içinde ve
dışında onun itibarını koruması, kocasının onuru ve namusunu lekeleyecek davranışlardan
sakınması, malını, evini ve çocuklarını en iyi şekilde koruyup kollaması, yoksulluğu veya
kusur olarak gördüğü başka herhangi bir sebebten dolayı kocasını küçümsemekten
kaçınması ve içten gelen bir bağlılıkla kocasına saygı göstermesi de o derece önemlidir.
Yüce Allah, kadına kocasına saygılı olma görevini vermiş ve: “İyi kadınlar, (kocalarına)
itaat eden, Allah’ın korunmasını emretmesi dolayısıyla da (karı-koca arasındaki evliliğe
ait) gizlilikleri koruyan kadınlardır.”158 buyurmuştur. er-Râzi der ki: “Âyetle (Allah’ın
emri dolayısıyla kocaya itaat gerekliliği ve burada) Allah’a itaatten sonra kocaya saygı
zikredilmiş ve kocanın, Allah’tan sonra saygıya en lâyık kişi olduğuna işaret edilmiştir.”159
3.1.1.2. Kadın Aile Mahremiyetlerini Muhafaza Etmeli
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “İyi kadınlar, Allah’ın korunmasını emretmesi
dolayısıyla (karı-koca arasındaki evliliğe ait) gizlilikleri koruyan kadınlardır.”160
buyurmaktadır. Gizliliği korumak iki şekilde olabilir: Birincisi, nefsini zinâ tehlikelerinden
koruyarak, bu konuda kocasını utandırmamasıdır. İkincisi de, kocası olmadığı zaman, onun
evini ve malını muhafaza edip, telef olmaktan korumaktır.161 Her müslümanın malı, canı ve
namusu korunmaya lâyıktır. Evin hanımı bu konuda oldukça titiz davranmalı, korumakla
görevli olduğu şeylere riâyet etmelidir. Kocasının eve girmesinden hoşlanmayacağı erkeği
eve almamalıdır.162 Hz. Peygamber: “Kişinin, elde ettiği hazinenin en güzelini size haber
vereyim mi? O, baktığın zaman seni mesrûr eden, emredince itâat eyleyen, sen olmadığın
zaman malını ve namusunu koruyan sâliha bir kadındır.”163 buyurmuştur.
Yukarda geçen âyet ve hadisten de anlaşılacağı üzere aileiçi mahremiyetleri korumak
Yüce Allah’ın emri ve Elçisi’nin de tavsiyesidir. Aile mahremiyetini korumak sadece
kadınlara özel bir emir ve tavsiye olmayıp aynı şey erkekler için de geçerlidir. Aileye özel
durumları ifşa etmemeye erkek de kadın kadar özen göstermelidir.
158 Nisâ, 4/34. 159 er-Râzi, a.g.e., X, 88. 160 Nisâ, 4/34. 161 er-Razî, a.g.e., X, 89. 162 Duman, a.g.e., s. 100. 163 İbn Hanbel, a.g.e., II, 241.
35
3.1.2. Kocanın Karısına Karşı Gözeteceği Âdâb
Bu konu Hz. Peygamber’in Eşleriyle İlişkilerinde Gözettiği Âdâb başlığı altında izah
edildiği için, üzerinde kısaca durmak istiyoruz:
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “ Kocalarının onlar üzerinde hakları olduğu gibi,
onların da kocaları üzerinde belli hakları vardır; fakat erkekler, onlar üzerinde bir
üstünlük derecesine sahiptirler. Allah, Azîzdir, Hakîmdir.”164 ve “Anaların bilinen
usûlde (örfe göre) yiyecekleri ve giyecekleri çocuk babalarına aittir.”165 buyurmaktadır.
Âyete göre; evlilikte kadının nafakası -örfe göre yiyeceği, giyeceği v.b.giderleri- kocasına
âittir.Yani evin geçimini temin öncelikle erkeğin vazifesidir. Bununla birlikte, bugün
yaşam koşullarının başkalaşması ve her gün daha da zor, karmaşık bir hâl alıyor olması
dolayısıyla meşrû şartlarda, kadının kocasının yükünü hafifletmek adına evin geçimine
katkıda bulunmasında bir sakınca olmasa gerektir.
Karı-koca hayatı -denge yönüyle- bir sandalla enginlere açılan iki kişinin hayatına
benzer. Her ikisi de dengeyi sağlayacak şekilde sandalda yerlerini alırlarsa, yolculuk
kazâsız belâsız atlatılabilir. İçlerinden biri denge unsurunu dikkate almaz, devamlı ağır
basacak olursa, sandal da dengesini kaybedecek; belki de yolculuklarını bitirmeyi
başaramayacaklardır.166
İslâm Dini’nde karı-kocanın birbirlerine karşı hak ve vazifelerinin son derece adâletli
bir şekilde belirlendiği gözlemlenmektedir. Yüce Allah bir taraftan “iyi kadınların,
kocalarına saygı duyan, Allah’ın korunmasını emretmesi dolayısıyla da (evlilikteki)
gizlilikleri koruyan kadınlar olduğunu” ve böylece kocanın karısı üzerindeki haklarını
ifade buyuruyorken, diğer yandan da “kocanın, kendisine saygılı ve aileye özel durumları
muhafaza eden karısının örfe uygun bir şekilde giderlerini karşılamasını”
emretmektedir.
Hiç şüphe yok ki, sevgi olmadan karı koca hayatının normal olarak devam etmesi
mümkün değildir. Harçsız yapılan duvar gibi küçük bir sarsıntı ile yıkılabilir. Bu sebeple
ailevî bağların temelini oluşturan sevgi esasının mevcudiyeti için karı ile kocanın
müştereken bu konuya önem vermeleri, birbirlerini sevmenin yollarını birlikte araştırmaları
gerekmektedir. Bu da ancak istişâreyle ve hüsn-ü muâşeretle mümkündür. Koca hangi 164 Bakara, 2/228. 165 Bakara, 2/233. 166 Duman, a.g.e., s. 102.
36
konuda olursa olsun hanımıyla istişâre kapısını açık bulundurmalıdır. Bir diğer önemli
husus da kocanın karısına karşı hoşgörülü olmasıdır: Her insan gibi, kadınların da her
yönleriyle mükemmel olmaları mümkün değildir. Onların da insan olarak, hoşa gitmeyen
davranışları olabilir. Bu davranışları “fuhuş derecesine varmadıkça ve aşırı geçimsizliğe
neden olmadıkça” affetmek kocanın, şuurlu olarak yapacağı vazifesidir. Kur’ân-ı Kerim’de
Yüce Allah: “Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki Allah sizin
hoşlanmadığınız bir şeyde, bir çok hayır takdir etmiştir.”167 buyurmaktadır. Yani; ondan
bir sâlih evlat vermek sûretiyle sizi rızıklandırabileceği gibi, hoşunuza gidecek yönleri de
vardır. Bunları da göz önüne alınız ve hemen kızıp hoşnutsuzluk çıkartmayınız. Özellikle
affedilmesi mümkün olan kusurları varsa onları hemen başa kakmayıp görmezlikten
gelmek de Yüce Allah’ın tavsiyelerindendir. İnsanlar yaratılış ve kabiliyetleri icâbı
birbirlerinden farklı olabilirler. Bu sebeple hepsinden aynı olgunluk ve anlayışı beklemek
doğru olmaz. Toplum içerisinde olduğu gibi, aile içerisinde de yersiz ve anormal
hareketlere rastlamak mümkündür. Gerek kadın olsun gerek koca, her ikisinde de benzeri
ayıplar görülebilir. Bu sebeple, zaman zaman ve gayri ihtiyari meydana gelen durumlarına
bakıp da, karı kocanın birbirleriyle alay etmeleri asla doğru olmaz. Kocanın hanımıyla alay
etmemesi de âdâbtantır. Kocanın en fazla dikkat etmesi gereken konulardan birisi de,
hanımı hakkında yersiz şüphe ve sû-i zandan kaçınmaktır.168 Erkek karısına karşı iyi
davranmalı, haklarına riayet etmelidir. Evin yönetimine onu da ortak etmeli, evin iç
işlerini, varsa hizmetçilerin yönetimini ona bırakmalıdır. Kadının aile ve akrabalarına da
saygı duyup, ikramda bulunmalıdır. Erkek, eşiyle yetinip üzerine evlenmemelidir. Çünkü
çok evlilik kıskançlık ve geçimsizlik doğurur; bir erkek bir eve ve bir kadına ait
olmalıdır.169
3.2. Çocuğun Anne-Babasıyla İlişkilerinde Gözetmesi Gereken Âdâb
3.2.1. Anne-Baba’ya İyilikle Muâmele Etmek
İnsanın doğduğu andan itibaren, iyi günde-kötü günde hep yanında yer alan ve bunu
da hiçbir karşılık beklemeden, koşulsuz sevgileri dolayısıyla yapan anne-babasına
hürmette kusur etmemesi de İslâm âdâbındandır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’ de: “Biz
167 Nisâ, 4/19. 168 Duman, a.g.e., s. 102-107. 169 Kınalızâde, Devlet ve Aile Ahlâkı, s. 47-48.
37
insana, ana ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Anası onu karnında,
giderek artan bir güçlükle taşımıştır. Memeden ayrılması iki yılda olur. Bu itibarla
insana , “Bana ve ana-babana şükret. Dönüş banadır.” diye tavsiye etmişizdir.”170
buyurmaktadır. Âyetin ilk kelimelerinde: “Biz insana ana-babasına iyi davranmasını
tavsiye ettik” ifadesi yer almaktadır. “İnsan” kavramıyla tüm insanlık kastedilmektedir.
Sâdece Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler değil, yeryüzündeki tüm insanlar muhatap
alınmaktadır. Bu yüzden, ana-babalık müessesesi evrenseldir, inançüstü bir mevkiye
sahiptir. Çocuğu müslüman olan kafir babalar da, ayetin kapsamına girmektedir.
Müslüman, kafir olan ebeveynine saygısızlık yapamaz, horlayamaz ve ihmâl edemez. Din
farkı ana-babalık müessesesinin değerini azaltmaz. Ana-babası kafir olan müslümanın
onlara sahip olması, ilgilenmesi bir tercih değil, Allah’ın emridir. Aynı sûrenin bir sonraki
ayetinde: “Eğer ana-baba, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni
zorlarlarsa onlara itâat etme. Dünya işlerinde onlara iyilik üzere muâmele et.”171
geçmektedir. Âyette, anne-baba kendi farklı inançlarını eylem hâline getirerek çocuğunu
şirke zorlarsa, onların dediğinin yerine getirilemeyeceğini, buna karşılık onlarla yine de iyi
geçinilmesi gerektiği ilkesini görülmektedir. Anne-babanın müşrik olması, ana-babalık
haklarını düşürmemektedir. Yine Kur’ân-ı Kerim’ de Yüce Allah: “Biz insana anasına,
babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Anası onu güçlükle taşımış ve güçlükle
doğurmuştur. Onun taşınması ile memeden kesilmesi otuz ay sürer”172 buyurmaktadır.
Lokman sûresinde de, Ahkâf sûresinde de annenin sarf ettiği emek öncelenmektedir.
Babaya olan saygı da, annenin emeğinden kaynaklanmaktadır. Baba bu kutsal emeği
sarfeden annenin kocası olması nedeniyle çocukların göstereceği ihtimama, saygıya ve
bakıma lâyık görülmektedir. Onun içindir ki, her iki âyette de doğum ve emzirme olgusu
hatırlatılarak, bunların anneye verdiği zahmetler anılmakta ve böylece annenin emeği
kutsanmaktadır.173
Annenin, evlâdına sarf ettiği emeğin fazlalığı dolayısıyla hürmet ve saygıda babaya
öncelendiği Hz. Peygamber’in hadislerinde de görülmektedir: “Biri sordu: “Ey Allah’ın
Rasûlü! İyi davranıp hoş sohbette bulunmama en çok kim hak sahibidir?” “Annendir.”
Dedi. “ Sonra kimdir ?” dedi. Hz. Peygamber: “Annendir.” Dedi. “ Sonra kimdir ?” dedi.
170 Lokman, 31/14. 171 Lokman, 31/15. 172 Ahkâf, 46/15. 173 Bayraklı, Kadın Sevgi ve Temel Haklar, s. 46-48.
38
Hz. Peygamber yine: “Annendir.” Dedi. “ Sonra kimdir ?” dedi. Hz. Peygamber bu kez:
“Babandır.” Dedi.174
Hâkim’in babası Behz’den, O da dedesinden rivayet ettiğine göre: “Dedim ki: ‘ Yâ
Rasûlallah , kime iyilik edeyim ?’ ‘Annene’ dedi. ‘Kime iyilik edeyim ?’ ‘Annene’ dedi.
‘Kime iyilik edeyim ?’ ‘Annene’ dedi. ‘Kime iyilik edeyim ?’ dedim. ‘Babana, sonra en
yakına, ondan sonra en yakına dedi.” 175
Anneler insanlığa kanlarıyla, canlarıyla büyük emek vermektedirler. Bu emeğin
üstünde tek bir emek vardır, o da Allah’ın yaratmasıdır. Allah yaratır ve rızık verir, ana da
doğurur ve besler. Bu nedenle Lokman Sûresi ayet 14’te Allah’a şükürden sonra ana-
babaya şükredilmesi emri yer almaktadır. Annenin, çocuğunu karnında saklayıp doğurması
ve emzirmesi, sonra da onu besleyip büyütmesi, Allah’ın yaratması ve rızıklandırmasının
yanında ikincil bir değer taşımaktadır. İşte bu emek, inançüstü bir değer taşımaktadır. Ana-
babanın, îmanlısı, îmansızı, dinlisi, dinsizi olmaz. Ana-baba hangi inançta olursa olsun
ana-babadır. Ana-babanın bakımını Yüce Allah ibâdet olarak kabul etmektedir. Fakire
yapılan infak, verilen zekât bir ibâdet olduğu gibi, ana-babanın bakımı da, bir ibâdet
olmaktadır. Ana-baba rızasını kazanamayan insanın, Allah’ın rızasını kazanması ve
cennete girmesi imkânsız denecek kadar zordur.176
Babanın çocukları üzerindeki emeği de küçümsenemez. Her ne kadar anne gibi
çocuklarla birebir ve sürekli meşgul olmasa da, evin geçimini temin, dışarı işlerini idâre
gibi sorumluluklar altında yorulan babanın hukuku da en az anne kadar gözetilmelidir. Bu
konudaki hadisleri inceleyecek olursak: “Rabbin rızası, babanın rızasında ve Rabbin hışmı,
babanın hışmın dadır.”177 “Baba cennetin orta kapısıdır. Artık dilersen (baba hakkını
ihmâl etmekle) o kapıyı terk et veya (onun hakkına riayetle) o kapıyı muhafaza et.”178
Babanın ‘Cennetin orta kapısı oluşu’ ve ‘Allah’ın rızasının babanın rızasına-
memnuniyetine bağlı bulunuşu’ ndan anlıyoruz ki ‘babalık hakkı’ da asla ihmâl
edilmemelidir. Daha önce geçen âyet ve hadislerde annenin hakkının babaya öncelenmesi;
annenin çocuğun zahmetlerine daha o dünyaya gelmezden önce katlanmaya başlaması ve
babaya göre -yaratılışı itibariyle- daha duygusal, zayıf ve ilgiye muhtaç oluşu
dolayısıyladır. Çünkü âyetlerde “ana-baba” birlikte zikredilmektedir.
174 Buhârî, a.g.e., I, 7; Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr ve Sılâ, 1, 2. 175 Buhârî, a.g.e., I, 6; Ebû Dâvud, Edeb, 129; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 1. 176 Bayraklı, a.g.e., s. 48-49. 177 Buhârî, a.g.e, I, 4; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 3. 178 Tirmizî, Birr ve Sılâ, 3; İbn Mâce, Edeb, 1.
39
Kur’ân-ı Kerim’de Ankebût Sûresi’nde de: “Biz insana, ana-babasına iyilik
etmesini emrettik.”179 buyrulmaktadır.
Abdullah İbn Mes’ud anlatmış ve şöyle demiştir: “Peygamber’e sordum ki amellerin
hangisi şânı Azîz ve Yüce olan Allah’a daha sevgilidir?” Buyurdu ki : “(Müstehab olan)
Vaktinde namaz kılmak.” ‘Sonra hangisidir?’ dedim. ‘Sonra ana-babaya iyilik etmek.’
dedi. ‘Sonra hangisidir?’ dedim. ‘Sonra Allah yolunda cihad etmektir.’ dedi. 180
Anne-baba hakkının önemi ve büyüklüğü konusundaki diğer rivayetler de şöyledir:
“Çocuk, hiçbir iyilikle ana-babanın hakkını ödeyemez, ancak onu köle bulup da onu satın
alarak hürriyetine kavuşturursa öder.” 181 Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “ Burnu yerde
sürtülsün, burnu yerde sürtülsün, burnu yerde sürtülsün!” Ashâb: “Yâ Rasûlallah, kimin?!”
dediler. Hz. Peygamber: “İhtiyarlığı ânında annesi ile babasından birine yahut her ikisine
yetişip de, onlar sebebiyle cennete giremeyenin.”182 Abdullah b. Amr b. el-As’tan rivayet
edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’in yanına gelerek: “Yâ Rasûlallah! Ben Allah’ın
rızasını ve Âhiret mutluluğunu dileyerek seninle cihada gitmek niyetiyle geldim. Ve
(Andolsun ki) babam ve annem (gelişim nedeniyle) ağlamakta oldukları halde ben
geldim.”dedi. Hz. Peygamber: “O halde sen onların yanına geri git de onları ağlattığın
gibi güldür.” (Onlara hizmet de cihad sayılır, sen onlara hizmet ederek cihad yap!)
buyurdu.183
3.2.2. Anne-Baba’ya İsyan-Saygısızlık Etmemek
Anne-babaya afra-tafra yaparak isyankâr davranmak büyük günahlardandır. Hz.
Peygamber büyük günahlar hakkında: “Allah’a şirk koşmak, anne-babaya âsi olmak, insan
öldürmek ve yalan söylemek..”184, “Adamın ana-babasına sövmesi.” Ashâb: ‘Nasıl söver?!’
dediler. Hz. Peygamber: “Bir kimse bir adama kötü söz söyler (söver) de tutar bu adam, o
kimsenin ana ve babasına söver.” buyurmuştur.”185
179 Ankebût , 29/8. 180 Buhârî, a.g.e., I, 1; Buhârî, Mevakıtu’s-Salât, 5, Edeb, 2; Müslim, Îman, 138, 139, 140. 181 Buhârî, a.g.e., I, 14; Müslim, Itk, 25, 26; Ebû Dâvud, Edeb, 129; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 8; İbn Mâce, Edeb, 1. 182 Buhârî, a.g.e., I, 29; Müslim, Birr, 9, 10; Tirmizî, Daavât, 110. 183 Buhârî, a.g.e., I, 17; Buhârî, Cihad, 138 , Edeb, 3; Müslim, Birr, 5; Ebû Dâvud, Cihad, 33; Tirmizî, Cihad, 2; İbn Mâce, Cihad, 11; Nesâi, Cihad, 5. 184 Müslim, Îman, 144. 185 Buhârî, a.g.e., I, 38; Buhârî, Edeb, 4; Müslim, Îman, 146; Tirmizî, Birr, 4.
40
Anne-babaya karşı isyankâr tavırlar sergilemek, onlara sövülmesine sebebiyet
verebilecek durumlara düşmek, onlara lânet etmek ya da ettirmek şöyle dursun, onlara
herhangi bir sebeple “üf” bile dememek gerekir. Çünkü Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de:
“Rabbin kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi ve anaya babaya iyilik etmenizi
emretmiştir. Eğer onlardan biri, yahut her ikisi de senin yanında ihtiyarlarsa onlara
“üf” bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel söz söyle. Onlara merhametten ileri gelen
tevâzu kanadını indir ve “Rabbim! Onların küçükken bana bakıp terbiye ettikleri gibi,
sen de onlara merhamet et.” de.” 186 buyurmaktadır.
Bayraklı âyeti şöyle tefsir eder:
“Onlara “üf” bile deme!” Değil kavga etmek, yüksek sesle konuşmak ve incitmek
gibi davranışlar, Yüce Allah “üf” bile denmesini yasaklamaktadır. Ana-baba hakkı , öyle
yüce bir haktır ki “üf, aman, bıktım” gibi sözcükleri bile kaldırmaz. “Onları azarlama!”
İhtiyarladı diye azarlanan ana-babaların hakkı çiğneniyor demektir. Yüce Allah, ana-
babaların itilmesini, horlanmasını, aşağılanmasını yasaklamaktadır. Bu durum bir kültür
meselesiolmayıp, bir ilâhi yasaktır. Ana-babaların itildiği, azarlandığı ve horlandığı bir
toplum mutluluğu yakalayamaz. Asâletini, erdemini ve mânevî yerini kaybetmekle karşı
karşıya kalır. “Onlara güzel söz söyle!” ‘Üf deme’ , ‘azarlama’ gibi iki olumsuz emirden
sonra ‘güzel söz söyle’ emrinin gelmesi düşündürücüdür. Âyette ‘güzel’ diye tercüme
edilen “kerîm” kelimesi Allah’ın isimlerinden biridir. Ana-baba hakkına riayet eden insan,
ana-babasına karşı daimâ kibar davranıp güzel söz söylemelidir. Gönül kırıcı değil, gönül
yapıcı ve gönül alıcı sözler söylemenin önemini vurgulayan bu âyet, ana-baba hakkının
gönülde yattığına işaret etmektedir. “ Onlara merhametten ileri gelen tevâzu kanadını
indir.” Ana-babalarımız, bizleri, yavrularını kanatlarının altına alan kuşlar gibi kanatlarının
altına alarak büyütmüşlerdir. Onların bizleri bağırlarına basmaları, sarılıp kucaklamaları ve
ihtimam göstermeleri zamanla yer değiştirerek, bizim onlara aynı şeyleri yapmamızı
zorunlu kılmaktadır. Yüce Allah, bizden merhametten oluşan alçakgönüllülük
kanatlarımızı takmamızı istemektedir. Şu iyi bilinmelidir ki, ana-baba üzerine gerilen bu
merhamet kanatları, aynı zamanda çocukları Allah’a uçuracaktır. “Ve de ki: Rabbim!
Onlar beni küçükken nasıl büyütüp terbiye ettilerse, sen de onlara merhamet et .” Kendi
çocukluğunda nasıl merhamet içinde büyütüldüğünü hatırlamak, bir kadirşinaslıktır. Bunu
bilen ve hatırlayan insanın, aynı muâmeleyi Yüce Allah tarafından anne-babasına
186 İsrâ, 17/23-24.
41
göstermesinin istenmesi ilâhi bir emirdir. İnsanoğlu, ebeveynine bakarken, onların
haklarını yerine getirirken inançlarına bakmamalıdır. Dünya hayatında daimâ onlara iyi
davranmalı, onları inançüstü tutmalıdır.
Allah bizi yarattığı, ana-baba da doğurup büyüttükleri için şükredilmeyi hak
etmişlerdir. Şükretmek bize yapılanların kıymetini bilmek demektir. Yapılanların kıymetini
bilen insanlar, şükrederler. Çocuklar (Yüce Allah tarafından) önerilen bu ahlâki eylemlere
titizlikle uyarak, aile hayatını cennete çevirmelidirler. Cennetin aranacağı ilk yer, anne ve
babaların gönülleridir. Allah’ın rızasının ana-babaların gönül rızası ile ilişkili olduğu
unutulmamalıdır.187
3.2.3. Anne-Baba’nınVefâtından Sonra da Yakınlarıyla İlgilenmek
Anne-baba hayattayken onların hakkının gözetilmesi gerektiği gibi, vefâtlarından
sonra da çocuklarının, onların yakınlarıyla ilgiyi kesmeyip, dostluklarını devam ettirmeleri
İslâm âdâbındandır. Bu konudaki rivayetler şöyledir: Hz. Peygamber’e:“ Yâ Rasûlallah,
babam ve anama karşı yükümlü olduğum ödevlerden ölümlerinden sonra yapacağım bir
şey kaldı mı?” diye sorulduğunda Hz. Peygamber: “ Evet. Onlara rahmet dilemek, onlar
için istiğfar (yani günahlarının bağışlanması için duâ) etmek, ahidlerini (vasiyetlerini
) ölümlerinden sonra yerine getirmek, dos larına ikram-hürmet etmek ve yakınlığı ancak
onlar vasıtasıyla olan akrabalarla ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak,.”188
Buyurdu. “İyiliklerin en güzeli, kişinin babasının ölümünden sonra, babasının samimiyetini
kazananlara sılâ-i rahimde bulunmasıdır.”189 buyurmuştur.
3.3. Anne-Baba’nın Çocuklarıyla İlişkilerinde Gözeteceği Âdâb
Çocukların anne-babalarıyla ilişkilerinde gözetmeleri gereken birtakım görgü
kuralları olduğu gibi, anne-babaların da çocuklarıyla ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken
bazı hususlar vardır:
a) Çocuğun Hayatını Korumak: Tarihin belli dönemlerinde, çocukların yaşam
hakkı ellerinden alınmıştır. Bu dönemler Kur’ân ’da cahiliye dönemi olarak anılmaktadır.
Onun içindir ki Yüce Allah, iki âyetle çocukların öldürülmemesini emretmiş ve onların
187 Bayraklı, a.g.e., s. 153-155. 188 Buhârî, a.g.e., I, 47; Ebû Dâvud, Edeb, 129; İbn Mâce, Edeb, 2. 189 Buhârî, a.g.e., I, 51; Müslim, Birr, 11, 12, 13; Ebû Dâvud, Edeb, 129; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 5.
42
hayat hakkına îtina gösterilmesini istemiştir. Cahiliye döneminde ilk çocuğu kız olan bir
babaya, doğan kız çocuğu müjdelenince şu kötü tavrı gösterirdi: “Kendisine verilen
müjdenin kötülüğünden dolayı gizlenirdi. Kız çocuğunu aşağılık duygusu içinde yanında
mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Verdikleri hüküm ne kadar kötüdür !” 190 Demek
ki insanlık, kendi öz çocuğuna kıyacak kadar zâlim dönemleri yaşamış ve bu, insanlık
tarihi için kara lekeler oluşturmuştur. Çocuklarına hayat hakkı tanımayan bu insanları Yüce
Allah şöyle tehdit etmektedir: “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle
öldürüldüğü sorulduğunda !..”191 Allah’ın yarattığı farklı cinsiyetteki çocuklar arsında
ayırım yaparak, onlardan birine hayat hakkı tanımayan zâlimler, iki günahı birlikte
işlemişlerdir. Birisi ilahi kaderi beğenmemek, ikincisi de çocuğu aşağılayıp hayatına
kıymaktır. Topluma, doğan ya da doğacak çocuğun hayatına kıymak yerine çocuk
yaratılmadan önce alınacak tedbirlerin, bilgisi ve bilinci aşılanmalıdır. Aksi takdirde,
yaratılan çocuğun hayatına kıymak, günümüz insanlığını cahiliye dönemine geri götürür.192
b) Çocuğu Yetiştirmek: Anne-babalar, çocuğun gelişimindeki kritik dönemleri
düşünerek, asla ihmal etmeden terbiyesini gerçekleştirmelidir. Çünkü atalarımızın
ifadesiyle ‘Ağaç yaşken eğilir.’ Genellikle anne-babalar, kötü niyet taşımaksızın, sadece
sevgilerinden kaynaklanan bir gevşeklik ve ihmalkârlıkla çocuğun davranış bozukluklarını
görmezden gelerek, terbiyesinin ertelerler. Oysa İslâm çocuğun terbiyesi üzerinde ısrarla
durur: ‘Hiçbir baba çocuğuna güzel edepten daha üstün bir hediye veremez.’193 ‘Bir
kimsenin çocuğunu terbiye etmesi bir ölçek sadaka vermesinden daha hayırlıdır.’194
‘Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onların edebini güzelleştirin.’195 Anne-babalar
çocuğun fizyolojik (açlık, susuzluk, giyim-kuşam, barınma v.b.) ihtiyaçlarını karşılamada
gösterdiği çaba ve titizliği çocuğun din ve ahlâk eğitiminde de göstermelidir.
Çocuğun içinde küçük yaşlardan itibaren dine karşı bir ilgi ve istek uyanmaya başlar.
Başlagıçta dînî kavramların anlamlarını anlayamasa bile büyüklerin duâlarını, namazlarını
seyrettikçe ilgisi artar, giderek onlardan hoşlanır ve onları taklit etme denemelerine girişir.
Bu, ibadetlerin onda değer kazanmaya başladığının bir ifadesidir. Bununla birlikte
çocuktaki sınırsız öğrenme arzusu ve merakı dînî alana kayınca, din ile ilgili meşgul
190 Nahl, 16/59. 191 Tekvir, 81/8-9. 192 Bayraklı, a.g.e., s. 155-163. 193 Tirmizî, Birr ve Sıla, 33. 194 Tirmizî, Birr ve Sıla, 33. 195 İbn Mâce, Edeb, 3.
43
olduğu konular da çoğalacaktır. Kendisi için çok yeni ve sırlarla örtülü olan dînî konular
onun ilgisini çektikçe çocuk çekinmeden onların üzerine gidecektir. Bunun çocukta açıkca
görülmesine ailenin dînî bakımdan uyumlu ve tutarlı bir atmosfere sahip olması ve bunun
orada onu tarafından teneffüs edilmesinin önemli bir katkısı vardır.196 Anne-babanın
çocuğun kalbinde ve dimağında Allah’a kulluk, O’ndan gerektiği şekilde korkmak ve O’na
saygı duyup ürperme duygusunu ekip dikmeleri gerekmektedir. Bu da ancak çocukların
kalp gözünü, mucizevî kudrete ve her şeyin küçüğünde büyüğünde muhteşem
görünümünü yansıtan melekûtî saltanatına; cansızında, canlısında, bitkisinde, ağacında,
renk renk çicek ve güllerinde, milyonlarca sanat hârikası sayılan canlılarda ilâhî kudret ve
sanata açmalarıyla gerçekleşebilir. Çocuğun dînî eğitimi kadar önemli bir diğer husus da
ahlâkî eğitimidir. Nasıl ki beden, eğitim ve beslenme ile gelişir ve mükemmelleşirse, ruh
da ahlâk güzelliği ile mükemmelliğe ulaşır. Daha küçük yaşlardan itibaren, doğruluk,
emânet, istikâmet, başkasını kendi nefsine öncelemek, ihtiyacı olanların yardımına
koşmak, büyüklere saygı, misafire ikram, komşuya iyilik ve diğer insanlara sevgi gibi
ahlâkî vasıflar üzere çocuğun yetiştirilmesi hususunda dikak edilmelidir. Anne-babalar
çocuğu âdî, bayağı işlerden alıkoyup, kötü, saptırıcı âdetlerden ilgisini, kötü ahlâktan
alâkasını kesip kişiliğini, şeref ve itibarını zedeleyebilecek her türlü temâyülden uzak
tutmaya çalışmalıdır.197
c) Çocuğu Sevmek: Anne-babalar çocuğun sevilme ve âit olma ihtiyaçlarını da ihmâl
etmemelidir. Çünkü çocukluğunu sevgisiz ortamlarda geçiren kimseler, içlerindeki sevgi
boşluğu dolayısıyla tüm yaşamları boyunca, problemli birer birey olabilmektedirler.
Çocuklara karşı gösterilen sevgi için çocuk psikolojisi uzmanları “büyüme vitamini”
nitelemesinde bulunmaktadırlar. Çünkü onlar yaptıkları araştırma ve incelemeler
sonucunda, çocuk için sağlanan her türlü fiziksel ortamın, gösterilen özenin, hiçbir zaman
sevginin yerini tutmadığını anlamışlardır. İnsanların birbirleriyle etkileşimi konusunda son
zamanlarda yapılan araştırmalar, fiziksel temasın, son derece etkileyici olduğunu ortaya
koymuştur.198 İnsanların karşılıklı etkileşiminde sevgi göstergesi kabul edilen
kucaklaşmayı, anne-babalar çocuklarından esirgememelidir. Aşağıda nakleceğimiz
rivayetlerden, Hz.Peygamber’in çocuklarla ilişkilerinde bunu hiç ihmâl etmediği
anlaşılmaktadır:
196 Yavuz, 99 Soruda Çocuk ve Din, s. 127-128. 197 Ulvan, İslâm’ da Aile Eğitimi, s. 179-198. 198 Ay, “Hz. Peygamber (s.a.v..) ve Çocuklar”, D. İ. D. Hz.Muhammed (s.a.v.) Özel Sayı, s. 165-166.
44
Hz. Enes anlatıyor: “Ailesine karşı Hz. Peygamber’den daha şefkâtli bir kimseyi
görmedim. Oğlu İbrâhim’in Medine’nin kenar mahallelerinden birinde oturan bir
sütannesi vardı. Bu sütannenin kocası demircilik yapardı. Her gün çocuğu görmek için
oraya giden Hz. Peygamber varınca duman dolu eve girer, çocuğunu kucaklayarak
bağrına basar, koklar ve öperdi.”199
Üsame b. Zeyd anlatıyor: “Hz. Peygamber bir dizine beni, bir dizine de torunu
Hasan’ı oturtur ve ikimizi birden bağrına basarak: “Ey Rabbim! Bunlara rahmetinle
muâmele eyle. Çünkü ben de bunlara karşı merhametliyim.” derdi.”200
Yine, Hz. Peygamber’in, torunları Hasan ve Hüseyin’i bağrına basarak öptüğü,
birçok sahâbe tarafından rivayet edilmiştir. 201
Hz. Âişe şöyle demiştir: “Konuşmak, söz söylemek ve oturmak bakımından
Peygamber’e Hz. Fatıma’ dan daha çok benzer bir kimse görmedim.(Âişe devamla) der ki:
Peygamber O’nun geldiğini gördüğü zaman O’na “Merhaba! Hoşgeldin!” derdi. Sonra
ona doğru kalkıp onu öperdi; sonra onun elinden tutarak onu götürüp kendi yerine
oturturdu. Peygamber ona gittiği zaman, Fatıma Peygamber’e “Merhaba! Hoşgeldiniz!”
derdi. Sonra Peygamber’e doğru kalkıp O’nu öperdi.” 202
Ebû Hureyre şöyle demiştir: “ Rasûlullah, Ali’nin oğlu Hasan’ı öptü. Yanında da
Temim kabilesinden Akra b. Habis oturuyordu. Akra dedi ki: “Benim on çocuğum var,
onlardan hiçbirini öpmedim.” Rasûlullah, ona baktı, sonra şöyle dedi: “Merhamet
etmeyene, merhamet olunmaz!” 203
Hz. Âişe şöyle demiştir: “Bir Arâbi, Peygamber’e gelip dedi ki: “Çocuklarınızı öper
misiniz? Biz onları öpmeyiz.” Peygamber şöyle buyurdu: “Allah senin kalbinden
merhameti çıkarınca ben sana ne yapabilirim?!”204
Ana-babanın çocuklarına karşı duydukları fıtrî sevgi Allah’ın kullarına lütfettiği
nimetlerdendir. Bunun için Allah Kur’ân-ı Kerim’de ana-babaya iyiliği çocuklarına tavsiye
etmiş, ana-babaya çocuklarına iyiliği değil. Ana-baba yaratılışları gereği çocukları için
dâima hayır isterler ve onların dünyaya geldikleri andan itibaren onlara iyi muâmele etmek
199 Buhârî, a.g.e., I, 389; Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 63. 200 Buhârî, Edeb, 21. 201 Buhârî, a.g.e., I, 378; Buhârî, Fedâilu’s -Sahâbe, 22; Tirmizi, Birr, 11; İbn Mâce, Edeb, 3. 202 Buhârî, a.g.e., II, 316, 349; Ebû Dâvud, Edeb, 155. 203 Buhârî, a.g.e., I, 106; Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65; Ebû Dâvud, Edeb, 156; Tirmizî, Birr, 12. 204 Buhârî, a.g.e., I, 106; Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 64.
45
yolunda gayret ederler. Ancak bu fıtrî ve tabii sevgiye rağmen ana-babanın, bu oğul ya da
kızın, Allah’ın kendilerine verdiği bir emânet olduğunu bilmeleri gerekir.205
d) Çouklara Adâletli Davranmak: Ana-babanın, Allah’ın bu kutlu emânetleri “göz
nuru” çocukları arasında adâletle muâmele etmeleri de, çocuklarıyla ilişkilerinde
gözetmeleri gereken âdâbtandır.Numan İbn Beşir, râvî Âmir’e anlattığına göre: Babası
(Beşir) kendisini yüklenerek Hz. Peygamber’e götürüp dedi ki: “Yâ Rasûlallah! Ben seni
şâhit tutuyorum, (oğlum) Numan’a şunu ve şunu bağışladım.” Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: “ Her çocuğuna bağışladın mı ?” Babam: “Hayır” dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber Beşir’e: “Allah’tan korkunuz da çocuklarınız arasında adâlet ediniz!”
buyurdu. Numan şöyle dedi : “ Artık babam, Hz. Peygamber’in yanından dönüp geldi de
Numan’a verdiği hediyesini geri aldı.”206
Ana-babanın çocukları arasında adâletle muâmelesinde dikkat etmesi gereken bir
diğer önemli husus da, çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapmamasıdır. Daha önce de
ifade edildiği gibi çocuklar arasında kız-erkek ayrımı yapılması, erkek çocuğun doğumuyla
sevinilirken, kız çocuğun doğumuyla utanılması “cahiliye âdeti” dir. Cahiliye devrinin bu
anlamsız alışkanlığının Müslümanlar arasında süregideceği endişesiyle olsa gerek, Hz.
Peygamber kız çocuğunun sâdece kız doğmuş olması dolayısıyla yerilmesi bir yana kızı
olan aileleri, onlara iyi muâmele edecek olurlarsa cennetle müjdelemektedir: “Kim, üç kız
veya üç kız kardeş veya iki kız kardeş veya iki kız yetiştirir, terbiye eder ve eğitimlerini
eksik yapmazsa, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiş olur.”207
205 Abdû Gâlib, İslâm’da Âdâb-ı Muâşeret, s. 96. 206 Buhârî, a.g.e., I, 108; Buhârî, Hibe, 10; Müslim, Hibât, 17. 207 Buhârî, a.g.e., I, 90; Ebû Dâvud, Edeb, 130; Tirmizî, Birr, 13.
46
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TOPLUMSAL HAYATTA GÖZETİLMESİ GEREKEN GÖRGÜ KURALLARI
4.1. Selâmlaşma Âdâbı
Selâm; esenlik, selâmet, duâ anlamlarına gelip, Allah’ın isimlerinden biridir.208
Selâm, emandır, emniyettir. Selâm veren kişinin, karşısındakine kendinden zarar
gelmeyeceğinin îlânı olup, insanlar arasında kaynaşmayı sağlayan önemli bir vesîledir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Ey îman edenler! Evlerinizden başka evlere izin
almadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin. Eğer düşünecek olursanız, bu sizin
için daha hayırlıdır.”209 “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman ondan daha güzeli ile
selâm verin, yahut aynıyla mukâbele edin. Şüphe yoktur ki Allah, her şeyin hesabını
hakkıyla görendir.”210 “ Evlere girdiğiniz zaman, kendinizden olan içeridekilere, Allah
katından esenlik, bereket ve iyilik dileyerek selâm verin.”211 buyurmaktadır.
Müslümanlar arasında selâmlaşmanın önemi ve gerekliliğini Hz. Peygamber de şöyle
ifade etmiştir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mü’min
olamazsınız. Kendisiyle birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size göstereyim mi? Ashâb dediler
ki : “Evet, Yâ Rasûlallah!” Hz. Peygamber: “Aranızda selâmı yayınız.” 212 buyurdu.
Yine Hz. Peygamber: “Rahman=Rahmeti bol olan Allah’a ibâdet edin, yemek
yedirin, selâmı yayın; cennetlere girersiniz.” 213 buyurmuştur. İnsanın cennetlere girmesine
vesile olacak kadar faziletli, önemli ve belki de “en kolay ibadet şekli olmalı” diye
düşündüğümüz selâmlaşmada uyulması gereken görgü kurallarına gelince:
1. İnsan herhangi bir yere girerken selâm vermeyi ihmâl etmemelidir. Kelede İbn
Hanbel anlatıyor: “Safvân İbn Ümeyye benimle, Rasûlullah’a süt, ağız, bir miktar da
salatalık gönderdi. Rasûlullah o sırada Mekke’nin yukarısında idi. İzin istemeden, selâm
vermeden huzuruna girdim. Bana: “Dön, esselâmü aleyküm, gireyim mi? de!” buyurdu.
Ben de öyle yaptım.”214 Girişte olduğu gibi bir yerden çıkışta da selâm verilmelidir:
208 İbn Manzûr, a.g.e., Selâm mad. 209 Nûr, 24/27. 210 Nisa, 4/86. 211 Nûr, 24/61 212 Buhârî, a.g.e., I, 276, II, 358; Müslim, Îman, 93. 213 Buhârî, a.g.e., II, 359; Tirmizî, Et’ıme, 43. 214 Buhârî, a.g.e., II, 445; Ebû Dâvud, Edeb, 137; Tirmizî, İsti’zan, 18.
47
“ Biriniz bir meclise gelince selâm versin. Kalkmak isteyince de selâm versin. Birinci selâm
sonuncudan evlâ değildir. (İkisi de aynı ölçüde önemlidir.)”215
2. İnsânî ilişkilerde selâmlaşma kadar önemli bir diğer dostluk göstergesi de
tokalaşmadır. Selâmlaşmayla birlikte tokalaşıldığı vakit karşıdaki elini çekmeden
ayrılmamalı ve karşıdakine sırt çevirmemelidir. Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Peygamber
yolda bir adama rastlayıp da onunla konuştuğu zaman, adam gidinceye kadar yüzünü
ondan çevirmezdi ve adamla tokalaştığı zaman, adam elini çekinceye kadar O, mübârek
elini adamın elinden çekmezdi. Hiçbir zaman O’nun mübârek dizleri de yanında oturan
adamın dizlerinden ileri görülmemiştir.”216
Ebû Ümâme‘den rivayetle Hz. Peygamber: “Hasta ziyaretinin tamamlayıcı
unsurlarından bazıları; sizden biriniz elini hastanın alnı veya eli üzerine koyması ve ona
nasıl olduğunu sormasıdır. Birbirinizle selâmlaşmanızın tamamı da tokalaşmaktır.”217
buyurmuştur.
3. Kimin önce selâm vermesi gerektiği de şu hadislerde belirtilmektedir: “Küçük-
büyüğe, yürüyen-oturana ve azlık-çokluğa selâm verir.”218 “Atlı yaya yürüyene, yürüyen–
oturana, azlık-çokluğa selâm verir.”219
İnsan, selâmlaşmada yukarıdaki sıralamayı dikkate almakla birlikte, önce selâm
vermeye gayret etmelidir. Çünkü Hz. Peygamber: “Allah’a en makbul insan, karşılaşmada
selâma önce davranandır.”220 buyurmuştur.
4. Selâmlaşma sadece erkeklerin gözetmesi gereken bir nezâket ve görgü kuralı
olmayıp, kadın ve çocukların da ihmâl etmemesi gereken bir husustur. Ayrıca kadın-erkek,
çocuk ayrımı yapmadan selâmı yaymaya çalışmak da âdâbtandır. Enes b. Mâlik’ten rivayet
edildiğine göre, Enes çocuklara rast gelip, onlara selâm verdi ve şöyle dedi: “ Peygamber
çocuklara böyle selâm verirdi.”221 Esmâ Hanım’dan şöyle işitilmiştir: “Peygamber mescide
215 Buhârî, a.g.e., II, 378; Ebû Dâvud, Edeb, 150; Tirmizî, İsti’zan, 15. 216 İbn Mâce, Edeb, 21. 217 Tirmizî, İsti’zan ve Âdâb, 31. 218 Buhârî, a.g.e., II, 373; Buhârî, İsti’zan, 7; Tirmizî, İsti’zan, 14. 219 Buhârî, İsti’zan, 4, 5, 6; Müslim, Selâm, 1; Ebû Dâvud, Edeb, 145. 220 Ebû Dâvud, Edeb, 144; Tirmizî, İsti’zan, 6. 221 Buhârî, a.g.e., II, 410; Buhârî, İsti’zan, 15; Müslim, Selâm, 14, 15; Ebû Dâvud, Edeb, 147; Tirmizî, İsti’zan, 8.
48
uğradı. Hanımlardan bir topluluk da oturmakta idi. Peygamber onlara eliyle selâm
verdi.”222
5. Selâmlaşmada, verilen selâmı daha güzeli ile cevaplamak da İslâm âdâbındandır:
Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre, bir adam, bir mecliste oturmakta olan Hz.
Peygamber’e uğrayıp; “Esselâmü aleyküm” dedi. Bunun üzerine Peygamber: “Bu selâm
karşılığı olarak on sevap vardır.” buyurdu. Sonra başka bir adam gelip: “Esselâmü
aleyküm ve rahmetullahi” dedi. Peygamber buna: “Yirmi sevap vardır.” buyurdu. Daha
sonra başka bir adam gelip: “Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühü” dedi.
Buna da : “ Otuz sevap vardır.” buyurdu. 223
Konumuzu selâmlaşmanın faziletine dâir şu hadisle tamamlamak istiyoruz: Hz.
Peygamber’e “İslâm’ın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye sorulmuş, O da “Yemek
yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.”.”224 diye cevap vermiştir.
4.2. Konuşma Âdâbı
Konuşma tabii bir olgudur; insanlar birbirleriyle konuşarak anlaşır. Hiçbir insan bu
olgunun dışında kalamaz. Konuşmaya kişilik kazandıran ise ifadelerdir; insanlar
düşüncelerini söz ve davranışlarla ifade ederler. Bu bakımdan doğumdan îtibâren
konuşmayı geliştiren aile terbiyesi, eğitim, toplumun dili, kültür düzeyi, örf ve âdetler gibi
etkenlerin yanısıra ifade; kişinin kendi karakteri, kişisel yetenekleri, dünya görüşü, nezâket
ve görgü kurallarına bağlılığı ölçüsünde zenginleşir. Konuşmanın sürdürülmesi,
muhatabına saygılı olmaya, onun düşüncesine ve duygusuna saygı duymaya bağlıdır.
Dolayısıyla dinlemesini bilmeyi, söz kesmemeyi gerektirir. Böyle bir yeteneğe sahip
bulunmayan kişiler arasında konuşma ve iletişimin sürdürülmesi imkânsızlaşır. Gerek
konuşma, gerek ifade insanların eğitim düzeyine, sosyal durumlarına, nezâket ve görgü ku-
rallarına verdikleri değere ve kişiler arasındaki ilişkilerin niteliğine, konuya ve mekâna
göre değişir, şekillenir.225
Şüphesiz ki bir müslüman için güzel, anlaşılır, basit, açık-seçik, tesirli ve nezâketli
konuşmanın önemi büyüktür. Peygamberlerle ümmetleri arasında veya Allah’la
Peygamberleri arasında tebliğ vasıtası olarak söz kullanılmıştır. Mukaddes kitapların
222 Buhârî, a.g.e., II, 375; Buhârî, İsti’zan, 15. 223 Buhârî, a.g.e., II, 362; Ebû Dâvud, Edeb, 143. 224 Ebû Dâvud, Edeb, 142. 225 Kurtbay, Nezâket ve Görgü Kuralları, s. 8-9.
49
önemi ortadadır. O halde hatip ile muhatap arasında en emîn ve en tesirli tebliğ ve talim
vasıtası olarak yine söz kullanılacaktır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Rabbinin yoluna
hikmetle, güzel öğütle davet et.” 226 buyurmaktır.
İkili ilişkilerde nezâketli konuşmanın etkisini atalarımız “ Tatlı dil yılanı deliğinden
çıkarır.” sözüyle ifade etmişlerken, Yunus Emre de yerinde ve zamanında söylenecek bir
sözün yaptırım gücünü:
Söz kılar kayguyu şâd, söz var eder bilişi yâd.
Eğer horluk eğer izzet her kişiye sözden gelir.227
Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz,
Sözü bişirip diyenin işini sağ ede bir söz,
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı yağ ile bal ede bir söz,
Kişi bile söz demini demeye sözün kemini,
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz.228
mısralarında dile getirmiştir.
Konuşmak insanlar arasındaki iletişimi, muhabbeti ve anlaşıp-kaynaşmayı sağlayan
büyük bir ilâhi lütuftur. Yani insanlar duygu ve düşüncelerini, arzu ve taleplerini çoğu kez
konuşarak ifade ederler. Bir kimsenin kullandığı dil ve üslûp, onu hayatta başarılı
kılabildiği gibi hüsrana da uğratabilir. İnsan iki dinleyip, bir söylemeyi bilmelidir. Olur-
olmaz yerli-yersiz hemen her konuda ağzına geleni söylememelidir. Kişinin dilini
muhafaza etmesi cenneti elde etme vesileleri arasında zikredilmiştir. Hz. Peygamber: “Kim
bana iki çenesi arasındaki dili ile iffet ve namusunu koruma sözü verirse, ben de ona
cenneti söz veririm.” 229 buyurmuştur.
Hz. Peygamber konuşma âdâbıyla alâkalı bir kısım kaideler koymuştur ki bunlar:
1. Açık ve anlaşılır bir şekilde, muhatabın seviyesine göre konuşulmalı, gerektiğinde
önemli görülen ifadeler tekrar edilmelidir. Nitekim ashâbın, açık ve net bir üslûp ile
konuşan Hz. Peygamber hakkındaki ifadeleri şöyledir: “ Rasûlulah’ın konuşması, her
dinleyenin rahatlıkla anlayabileceği şekilde açıktı.”230 “ Konuştuğunda O’nun kelimelerini
226 Nahl, 16/123. 227 Yunus Emre, Divan, s. 81. 228 Yunus Emre, a.g.e., s. 159. 229 Buhârî, Rikak, 23. 230 Ebû Dâvud, Edeb, 18.
50
saymak isteyen sayabilirdi.”231 “ O, iyice anlaşılmasını istediği kelime ve cümleleri, üç kere
tekrar ederdi.”232
2. Ukalâlık taslamak ve kendini başkalarına üstün göstermek niyetiyle yapmacık
konuşmalarda bulunmak veya insanların anlayamadıkları kelimelerle onlara hitâbetmek
şiddetle yasaklanmıştır: “Şüphesiz ki Yüce Allah, sığırın otu yerken ağzında evirip-
çevirdiği gibi, sözü ağzında evirip-çevirerek lügât paralayan kimselere buğz eder.” 233
3. Bağırıp-çağırmak sûretiyle yüksek sesle konuşulmamalıdır. Kişinin karşısında
sağır varmışçasına bağırarak ya da kavga ediyormuş gibi öfkeli bir ses tonuyla konuşması
doğru değildir. Kibar ve nâzik bir üslûbun benimsenmesi, her zaman için en isâbetli
yoldur. Ayrıca insanların kusurlarını dile getirirken, direkt olarak onları muhatap almadan
sözü ortaya söylemek de Hz. Peygamber’in sünnetindendir. Hz. Âişe ’den rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah’a bir kişinin kötü davranışı ve sözü ulaştığında
“Falanın hâline ne oldu ki, şöyle söylüyor.” demezdi. Lâkin “ Falan kavmin haline ne oldu
ki, şöyle şöyle söylüyorlar.” buyururdu. 234 Enes şöyle demiştir: “ Hz. Peygamber insanda
hoşlanmadıkları bir şeyi görünce onu karşılarına almazlardı (ona hitâbederek mahcup
etmezlerdi). Bir gün bir adam Hz. Peygamber’in yanına girdi, üzerinde zaferân sarılığı izi
vardı. Adam kalkınca (işine gidince) Hz. Peygamber ashâbına şöyle dedi : “Keşke bu
sarılığı ve kokusunu gidereydi, yahut izini çıkaraydı.”235
4. İki kişinin yanlarında bulunan üçüncü kişiyi dışlayarak aralarında fısıldaşmaları
doğru değildir: Hz. Peygamber: “Üç kişi olduğunuz zaman, bunlardan ikisi üçüncüyü
kederlendirmemek için ondan ayrı, gizli konuşmasın! Tâ ki bu üç kişi insanlara karışıncaya
kadar.”236 buyurmuştur.
5. Bir yerde herhangi bir konu görüşülüyorsa veya cevaplandırılmak üzere bir soru
sorulmuşsa, ilk söz hakkı meclisin büyüğüne aittir. Bununla birlikte diğer kişiler de yeri
geldiğinde, edebe uygun bir şekilde fikirlerini beyan edebilirler: Rivayete göre, Abdullah
İbn Sehl ve Muhayyisa İbn Mes’ud Hayber’e geldiler. Sonra (işlerini görmek için) hurma
bahçesinde birbirlerinden ayrıldılar. Sonra (kimlikleri bilinmeyen kişiler tarafından)
Abdullah İbn Sehl öldürüldü. Haberin duyulması üzerine İbn Mesud’un iki oğlu Huveyyisa
231 Buhârî, Menâkıb, 23. 232 Tirmizî, Menâkıb, 9. 233 Ebû Dâvud, Edeb, 94. 234 Ebû Dâvud, Edeb, 6. 235 Buhârî, a.g.e., I, 447; Ebû Dâvud, Tereccül, 8. 236 Buhârî, a.g.e., II, 534; Buhârî, İsti’zan, 47; Müslim, Selâm, 38; Ebû Dâvud, Edeb, 29; İmam Mâlik, Kelâm, 13.
51
ve Muhayyisa ile (maktülün kardeşi) Abdurrahman İbn Sehl , Hz. Peygamber’e gelip
(maktül) arkadaşlarının işi hakkında konuştular. Topluluğun en küçüğü olan Abdurrahman
söze başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Senden büyük olanlara, konuşmak için
öncelik ver.”237 buyurdu.
İbn Ömer demiştir ki: “ Rasûlullah şöyle buyurdu: “ Bana bir ağaç gösterin ki onun
hâli müslümanın hâli gibi olsun. Bu öyle bir ağaçtır ki, her vakit rabbinin izniyle m
eyvesini verir, yapraklarını da düşürmez.” Benim kalbime hurma ağacı doğdu, (kendi
kendime bu hurma ağacıdır dedim) konuşmayı hoş görmedim. Orada Ebû Bekir ve babam
Ömer vardı, Allah her ikisinden razı olsun bu ikisi yani babam ve Ebû Bekir
konuşmayınca, Hz. Peygamber buyurdu ki: “ Bu, hurma ağacıdır.” Ben babamla beraber
dışarı çıktığım zaman dedim ki: ‘Ey babacığım! Benim de kalbime hurma ağacı doğdu.’
Babam bana şöyle dedi: ‘Bunu söylemekten seni engelleyen ne oldu? Eğer bunu söylemiş
olsaydın, bana şundan ve şundan daha sevgili olurdu.’ Hz.Ömer’in oğlu şu cevabı verdi: ‘
Beni konuşmaktan alıkoyan, seni ve Ebû Bekir’i konuşmuyor görmüş olmamdır. Bunun için
konuşmayı hoş görmedim.’ 238
6. Az ve öz konuşmalı, lüzumsuz tafsilâttan kaçınmalıdır. Diğer bir ifadeyle çok
konuşmamayı, yerinde ve ölçülü konuşmayı âdet edinmek gerekir.
7. Maddî veya mânevî hiçbir faydası olmayan, aksine zararı bulunan konuşmalardan
kaçınılmalıdır. Hz.. Peygamber “ Allah’a ve âhiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da
sussun!”239 buyurmuştur.
8. İkili ilişkilerde insanı zor duruma sokacak anlamsız sözlerden kaçınmak,
dostlukların devamı açısından son derece önemlidir.
9. İnsan her hâlükârda doğruyu konuşmalı, yalan söz ve yalan haberden
sakınmalıdır.
10. Gelecekle ilgili konuşurken “ İnşallah!” demek, konuşmayla alâkalı bir diğer
edeb kâidesidir. Kulun cüz’i irâdesi herhangi bir şeyin olması için yeterli değildir. Önemli
olan Allah’ın dilemesidir. Çünkü geleceğe âit bir şey dilerken “İnşallah!” demek Allah’ın
irâdesinin farkında olmak ve O’nun irâdesinin üstünde bir irade tanımamak demektir.240
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “Hiçbir şey için “Yarın ben bunu yapacağım.” deme!
237 Buhârî, a.g.e., I, 369; Buhârî, Edeb, 89; Müslim, Kasâme, 2. 238 Buhârî, a.g.e., I, 372; Buhârî, Tefsir (Sûretü İbrâhim), 172; Müslim, Sıfâtü’l–Münâfıkîn, 63-64. 239 Buhârî, Edeb, 3, 85. 240 Çelik, v.d., a.g.e., s. 411-416.
52
Ancak ‘Allah dilerse-inşâallah!’ de” 241 buyurmakla, insanın ilâhi iradeyi düşünerek
konuşmasını emretmektedir.
4.3. Kardeşlik, Sevgi ve Saygıya Özen Göstermek
Kanaatimizce günümüz Müslüman’ının en önemli eksikliklerinden biri Hz.
Peygamber’in hayat ve ahlâkını yeterince bilmemektir. Genelde Hz. Peygamber’in ibâdet
hayatı üzerinde durulur, fakat günlük hayatı, insanlarla olan ilişkileri o derece
önemsenmez. Oysa Hz. Peygamber, Müslümanların ibâdete olduğu kadar ahlâkî değerlere
de önem vermesini ister. Müslümanlar arasında kardeşlik, sevgi, saygı ve hoşgörünün
yerleşmesini, Müslümanların birbirlerine zararlı değil, yararlı olmalarını birbirlerine
yardımcı olmalarını ister. Bu ahlâkî kurallara uyulduğu takdirde Müslümanlar arasında
güven sağlanır. Bireysel ve toplumsal hayatta başarı elde edilmiş olur.242
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “ Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en
yalanıdır. Lüzumsuz meraka kapılıp insanların açığını arayarak gizlisini araştırmayın,
haber koklamayın, rekâbet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize
sırt çevirmeyin, ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun! ”243 Hz.
Peygamber, Allah’ın dinini tebliğ ederken, önce O’na inananları kardeş îlan etti. Kardeşlik
de, siyah-beyaz, zengin-fakir, kadın-erkek ve asil-asil olmayanı ayırt etmeksizin bir eşitlik
ruhunu meydana getirdi. İslâm’dan evvel böyle bir nimetten mahrum olan, eşitlik nedir
bilmeyen bu insanlar Hz. Peygamber’in rehberliğinde birbirlerini sevmeye, saymaya ve
birbirlerine yardımcı olmaya başladılar. Böylece, kardeşlik ve eşitlik temeli üzerine
kurulan bir yeni toplum gerçekleşti. Hadiste Hz. Peygamber insanları, kötü-fesat
düşünmekten, lüzumsuz meraktan ve insanların açığını arayıp-gizlisini araştırmaktan,
kıskançlıktan kaynaklanan yersiz rekâbetten, bir tür hastalık sayılabilecek kıskançlıktan,
kin ve nefretten ve küskünlükten uzak durmaları konusunda uyarmaktadır. Bunlardan:
Kötü düşünce; Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de : “Ey îman edenler! Zannın
çoğundan sakınınız; çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin gizlisini araştırmayın.” 244 buyurmaktadır. Gerek âyette gerekse hadiste müminin diğer îman kardeşi hakkında kötü
zanda bulunmaması gerektiği belirtilmektedir. Kardeş, diğer kardeşi hakkında daimâ iyi 241 Kehf, 18/23-24. 242 Eraslan, Keleş, En Güzel Örnek Hz. Peygamber , s. 5-6. 243 Buhârî, a.g.e., I, 423, II, 640; Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 28; Ebû Dâvud, Edeb, 40-56; Tirmizî, Birr, 18. 244 Hucurât, 49/12.
53
düşünmelidir. Çünkü kötülüğünü ispatlayamadığımız Müslümanlar hakkında daimâ “hüsn-
ü zan” (iyi düşünmek) esastır. Bugün medenî toplumlarda da aksi görülmediği müddetçe
“güven” esas olduğu gibi. O’nun için Hz. Peygamber kötü düşünceyi yasaklamaktadır.
Çünkü, kötü düşünce; aslı astarı olmayan, insanın zihnine şeytanın attığı bir kuruntudan
ibârettir. 245
Hz. Peygamber: “Hüsn-ü zan ibâdetin güzelliğindendir.”246 buyurmuştur. Hz.
Peygamber dâima hüsn-ü zan beslemenin lüzumundan bahsetmekle birlikte, Müslümanları
uyanık olmaları ve zarar gördükleri bir konuda yeniden zarara uğramamaları konusunda da
uyarmaktadır: “(Akıllı ve kâmil) Mü’min bir yılan deliğinden iki kere ısırılıp sokulmaz.”247
İnsanların açığını arayıp gizlisini araştırmak: Âdeta havadan nem kaparcasına
insanların girdisini-çıktısını, kusurunu, ayıbını, dedikodusunu toplamaya çalışmaktır ve
müslümanlar arasındaki kardeşlik esasına aykırı olup, Hz. Peygamber tarafından
yasaklanan davranışlardan biridir. Hz. Peygamber, bunların hiçbirini müslümana
yakıştırmamaktadır. Çünkü kardeş, kardeşinin ayıbını, kusurunu araştırmak yerine onu
örtmeye çalışır.
Kıskançlıktan kaynaklanan rekâbet: Hadiste geçen rekâbet de Müslümanlar
arasında haksız bir şekilde meydana gelebilecek rekâbeti ifade etmektedir. Hz. Peygamber
bunun Müslümanlar arasında yaşanmaması gerektiğini ifade etmektedir.
Hasetleşmek: İnsanların birbirlerini çekememesi, kıskanması anlamına gelir. Dînî
literatürde tek taraflı olunca buna “haset etme” denir. Haset söz konusu hadiste olduğu gibi
İslâm’da şiddetle yasaklanan çok kötü bir duygu hatta hastalıktır.
Karşılıklı küsüşmek: İki kişinin karşılıklı olarak birbirlerine kin beslemeleri ve
düşman gibi davranmalarıdır. Bu da Hz. Peygamber’in müslümanlara yasakladığı ve
önemle üzerinde durduğu kötü davranışlardandır.248 Bu konuya, ilerde “Dargınlıktan
Kaçınmak” başlığı altında yeniden değinilecektir.
Hz. Peygamber Müslümanları yukarda bahsi geçen kötü huylardan, alışkanlıklardan
sakındırmakta, bunun yerine Müslümanların birbirlerini sevmelerini, kollayıp-
gözetmelerini tavsiye buyurmaktadır: “ Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki,
siz îman edip müslüman olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe kâmil
245 Eraslan, Keleş, a.g.e., s. 15. 246 Ebû Dâvud, Edeb, 89. 247 Buhârî, a.g..e., II, 633; Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63; Ebû Dâvud, Edeb, 34. 248 Eraslan, Keleş, a.g.e., s. 17-21.
54
mü’min olamazsınız. İşlediğinizde sizi sevgiye sevkedecek bir ibâdeti size haber vereyim
mi? Aranızda selâmı yayın.”249
Dikkat edilecek olursa hadiste îman âdetâ sevgiye bağlanmıştır. Yani bir mü’min
gerçekten Allah’a ve O’nun emirlerine inanıyorsa, diğer mü’min kardeşlerini sevmek
zorundadır. Yunus Emre de Allah rızâsı için sevip-sevilmenin güzelliğini şu mısralarda
dillendirmektedir:
“ Gelin tanışık edelim, işin kolayın tutalım,
Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.
Ben gelmedim dâvâ için, benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.”250
Hz. Peygamber: “ Sizden biriniz kardeşini (Allah için) sevdiği zaman, onu sevdiğini
ona bildirsin.”251 buyurmakla, sevginin ifade edilmesinin, insanlar arasındaki kaynaşmayı-
dostluğu pekiştirmedeki yeri ve önemini vurgulamıştır.
Sevginin insanlar arasında farklı yansımaları vardır: İnsanları anlamaya çalışmak,
insanlarla iletişimde nezâketi elden bırakmamak, hizmet davranışları sergilemek, tebessüm
etmek, küçüklere şefkât besleyip, büyüklere hürmet etmek, saygı duymak v.b. Hz.
Peygamber bu sevgi göstergelerinden küçüklere şefkâtle, büyüklere karşı da saygıyla-
hürmetle muâmele etmek üzerinde önemle durmuştur: “Küçüğümüze şefkât, büyüğümüze
saygı göstermeyen bizden değildir!”252, “Küçüğümüze şefkât ve büyüğümüze saygı
göstermeyen, iyiyi emretmeyen ve kötüden sakındırmayan bizden değildir.”253
Sevgi, saygı ve kardeşlik iç içe olan ve birbirini tamamlayan hususlardır. Hz.
Peygamber’in Müslümanları kardeş îlân edişini, Kur’an-ı Kerim îman kardeşliğini
vurgulayarak : “Mü’minler kardeştirler; kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan
sakının ki merhamet olunasınız.”254 teyit eder. Böylece Müslümanların birbirlerine sevgi
ve saygı göstermeleri gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Çünkü her müslüman
diğer müslüman kardeşlerine karşı saygılı olmak durumundadır. Saygı, isteğe bağlı ve bir
insanlık görevidir. Bununla birlikte bazen insanın içinden gelmese de nezâketen insanlara
saygı göstermek gerekir. Ahlâkî vasıfların en güzel ve en üstününü kendisinde toplayan
249 Buhârî, a.g.e., I, 358; Müslim, Îman, 93; Tirmizî, İsti’zan, 1. 250 Yunus Emre, Divan, s. 161, 243. 251 Ebû Dâvud, Edeb, 122; Tirmizî, Zühd, 54. 252 Buhârî, a.g.e., I, 365; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 15. 253 Tirmizî, Birr ve Sılâ, 15. 254 Hucurât, 49/10.
55
örnek insan Hz. Muhammed, saygı ve tevâzu yönünden de insanların en mükemmeli idi.
Hz. Peygamber insanlara saygıda sınıf, mevki, makam ve servet farkı gözetmemekle
birlikte toplum içerisinde özel bir yeri olan yönetici ve önder durumunda olan kişilere
özellikle kendi halkının saygılı olmasını tavsiye ederdi: “Size bir kavmin büyüğü geldiği
zaman ona ikram ediniz.”255, “Efendinize ayağa kalkınız veya hayırlınıza ayağa kalkınız.”. 256, “Ak saçlı (ihtiyar) müslümana ve ezberlediği Kur’an’ın mânâsıyla lafzında taşkınlık
etmeyen ve ezberlediğini unutmayıp anlamı ile amel etmeyi bırakmayan hâfıza saygı
göstermek, Allah’a saygıdan sayılır. Adâlet sahibi sultana saygı da böyledir. (Allah’a
saygıdan sayılır.)”257
Ancak saygı konusunda aşırıya gidilmemelidir. Özel durumlar dışında Hz.
Peygamber kendisi dâhil hiçbir insana aşırı derecede saygı gösterilmesini ve özellikle
ayağa kalkılmasını istemezdi.258: “Kim Allah’ın kullarının kendisi için ayakta dikilmesine
sevinirse ateşten bir eve hazırlansın.”259
Türk toplumunda, geleneksel bir saygı ifadesi olarak büyüklerin elinin öpülmesi
âdettendir. Âlimler el öpmek meselesi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Mâlik el öpmeye karşı
çıkarak, bunun meşrûluğu yolunda rivayet olunan hadisleri sahih görmemiştir. Diğer
âlimler el öpmeyi câiz saymışlardır. Ebherî demiştir ki: Mâlik gurura sebebiyet veren el
öpme ve kibirden dolayı el öptürme işine karşı çıkmıştır. Şâyet bir kimsenin dindarlığı,
ilmi veya şerefi gibi bir faziletinden dolayı eli Allah rızası için öpülürse Mâlik bunu câiz
görmüştür. Nevevî de: Bir kimsenin, zühd veya takvâsı veya din bilgini oluşu, ya da
faziletli eşraftan oluşu gibi dînî meziyetlerinden dolayı elinin öpülmesi mekruh değildir,
hatta müstehaptır. Fakat zenginliği, nüfuzu veya dünya etiketi için elinin öpülmesi şiddetle
mekruhtur. Ebû Said el-Mütevellî bunun câiz olmadığını söylemiştir, der.260
İbn Ömer demiştir ki: “Biz Peygamber’in elini öptük.”261 Safvan b. Assâl da: “
Yahudilerden bir grup, Peygamber’in elini ve ayaklarını öptüler.”262 demiştir.
255 İbn Mâce, Edeb, 19. 256 Buhârî, a.g.e., I, 313; Buhârî, Cihad ve Siyer, 167; Müslim, Cihad ve Siyer, 64; Ebû Dâvud, Edeb, 155. 257 Buhârî, a.g.e., I, 367; Ebû Dâvud, Edeb, 23. 258 Eraslan, Keleş, a.g.e., s. 40-41. 259 Buhârî, a.g.e., II, 354; Ebû Dâvud, Edeb, 165; Tirmizî, İsti’zan ve Âdâb, 47. 260 Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, IX, 494-495. 261 Buhârî, a.g.e., II, 350; İbn Mâce, Edeb, 16. 262 İbn Mâce, Edeb, 16.
56
4.4. Dargınlıktan Kaçınmak
Müslümanları kardeş îlân eden Hz. Peygamber birbirlerine karşı darılmamaları ve
dargınlığa sebebiyet verecek davranışlardan da kaçınmaları gerektiği konusunda onları
uyarmaktadır: “Birbirinize karşı kin doğuracak hareketlerde bulunmayın, birbirinize hased
etmeyin, birbirinize darılıp arka çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Bir
müslümana, üç günden fazla kardeşiyle küs kalması helâl olmaz.” 263, “Hiç kimseye din
kardeşine üç günden fazla küs durması helâl olmaz. Öyle bir küslük ki karşılaşınca biri
öteye döner, biri beriye döner. Bunların hayırlısı selâm ile ilk söze başlayandır.”264
Hasbel-kader, herhangi bir sebepten iki müslümanın birbirine darılması durumunda
bu dargınlığın nasıl giderileceğini de bize yine Hz. Peygamber haber vermektedir: “Bir
mü’mine üç günden fazla bir mü’minle dargın durması helâl olmaz. Üç gün geçince
mü’min kardeşine gidip onunla karşılaşarak selâm versin. Eğer (ikinci şahıs) selâmı alıp
karşılık verirse her ikisi de sevapta ortak olurlar. Eğer selâmı almazsa selâm veren
dargınlık günahından kurtulur. (Beriki günahı yüklenir).” 265
Hz. Peygamber dargın bulunan Müslümanları barıştırmanın sevabını da şöyle ifade
eder: “ Size namazdan, oruçtan ve sadakadan daha faziletli bir dereceyi haber vereyim
mi?” Ashâb: “ Evet! Dediler. “Dargınların arasını düzeltmektir. İnsanların arasını bozmak
ise, o kökü kazıtandır.”266
4.5. Komşuluk Âdâbı
İslâm Dini’nde komşuluk ilişkileri üzerinde önemle durulmakta ve komşunun diline,
dinine , ırkına, rengine v.b. bakmaksızın iyilik ve güzel geçim hâlinde bulunulması tavsiye
edilmektedir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’a ibâdet edin ve hiçbir şeyi O’na
ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak
komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındakilere (köle, cariye,
hizmetçi işçi v.b.) iyilik edin.”267 buyurmaktadır. Hz. Peygamber de komşuluk hakkında:
263 Buhârî, a.g.e., I, 414; Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 23. 264 Buhârî, a.g.e., I, 416; Buhârî, Edeb, 62, İsti’zan, 9; Müslim, Birr, 25; Ebû Dâvud, Edeb, 55; Tirmizî, Birr, 21; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l–Hulk, 13. 265 Buhârî, a.g.e., I, 427; Ebû Dâvud, Edeb, 55. 266 Buhârî, a.g.e., I, 405; Ebû Dâvud, Edeb, 58; Tirmizî, Kıyâmet, 57. 267 Nisa, 4/36.
57
“Cibril devamlı olarak bana komşuyu tavsiye ediyordu, hatta zannettim ki, Cibril, komşuyu
komşuya vâris kılacak.” 268 buyurmuştur.
Hadisten “komşuluk” kelimesinin mutlak mânâda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Yani
komşu Müslüman, Hıristiyan, Yahudi v.s. olsa da komşudur ve komşuluk hukukunun
gözetilmesi gerekir. Komşuya iyiliğe dâir diğer hadis ler de şöyledir: “Allah katında
arkadaşların en iyisi, arkadaşına en iyi olanı ve Allah katında komşuların en iyisi,
komşusuna en iyi olanıdır.”269, “Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse komşusuna
iyilik etsin. Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve
âhiret gününe îman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun!”270 Ebû Zerr: “Dostum (
Rasûlullah) bana: ‘Çorba pişirdiğin zaman suyunu çoğalt, sonra komşularından ev
sahiplerine bak da onlara iyilik olacak kadar (bir miktar) ver.’diye tavsiyede bulundu.”271
demiştir.
Komşunun komşuya iyiliği her ne olursa olsun küçümsenmemelidir. Çünkü Hz.
Peygamber: “Ey mü’min hanımlar! Sizden hiçbir hanım yanmış koyun paçasını bile
komşusuna asla küçümseyip azımsamasın.”272 buyurmuştur.
Hadisin Buharî’deki rivayetinde “hor görmesin!” ifadesi de mevcuttur.
İyilik konusunda iki komşudan hangisinin diğerine tercih edileceğini de bize yine Hz.
Peygamber haber vermektedir: Hz. Âişe demiştir ki: “Yâ Rasûlallah, dedim. Benim iki
komşum var. Bunlardan hangisine hediye edeyim?” Hz. Peygamber: “Sana kapısı en yakın
olana” buyurdu. 273
Hz. Peygamber komşusuyla iyi geçinemeyen kimselerin cennete giremeyeceğini
belirtmiştir: “Kimin kötülüklerinden komşusu emin olmaz ise, o cennete giremez !”274
Müslüman, komşusuna eziyet etmemeye ve güzel geçinmeye özen gösterse bile,
komşusu kendisine eziyet edecek olursa ne yapmalıdır? Bunu da yine Hz. Peygamber’ den
öğreniyoruz: Bir adam: “Ey Allah ’ın Rasûlü! Benim bir komşum var, bana eziyet ediyor.”
dediğinde Hz. Peygamber: “Git eşyanı yola çıkar .” buyurdu. Adam gidip eşyasını çıkardı.
Bundan ötürü ahâli çevresine toplandı. Onlar: “Senin bu hâlin nedir?”dediler. O da: “
268 Buhârî, a.g.e., I, 116; Buhârî, Edeb, 28, Müslim, Birr, 140, 141; Ebû Dâvud, Edeb, 132; Tirmizî, Birr, 28. 269 Buhârî, a.g.e., I, 129; Tirmizî, Birr, 28. 270 Buhârî, a.g.e., I, 117; Buhârî, Edeb, 31, 85, Nikah, 80, Rikak, 23; Müslim, Îman, 74; Ebû Dâvud, Edeb, 132. 271 Buhârî, a.g.e., I, 126; Müslim, Birr, 142, 143. 272 Buhârî, a.g.e., I, 139; Buhârî, Edeb, 30, Hibe, 1; Müslim, Zekât, 90; Tirmizî, Velâ, 6. 273 Buhârî, a.g.e., I, 122; Buhârî, Edeb, 32, Şüf’a, 3, Hibe, 16; Ebû Dâvud, Edeb, 132. 274 Buhârî, a.g.e., I, 137; Buhârî, Edeb, 29; Müslim, İman, 73.
58
Benim bir komşum var, bana eziyet ediyor.(Durumu) Peygamber’e anlattım. (Bunun
üzerine ) Bana “Git de eşyanı yola çıkar.” Dedi. Orada bulunanlar şöyle demeye
başladılar: “Allah’ım! Ona lânet et. Allah’ım onu perişan et!”. Bu (olup bitenler) ona (kötü
komşuya) ulaştı. Tuttu bu ( zavallı) adama geldi ve şöyle dedi: “Evine dön, Allah’a yemin
ederim ki sana eziyet etmeyeceğim.” 275
4.6. Herhangi Bir Yere İzinsiz Girmemek
Toplumsal hayatta dikkat edilmesi gereken görgü kurallarından birisi de herhangi bir
yere -bu bir ev olabilir, okul olabilir, resmî bir kurum ya da kuruluş olabilir- girmeden önce
içerde bulunan kişi ya da kişilerden izin istemeyi ihmâl etmemektir: Kelde İbn Hanbel
haber verdiğine göre, Safvan İbn Ümeyye kendisini Mekke’nin fethi zamanında Hz.
Peygamber’e bir geyik sütü ve sebze getirmek üzere gönderdi. Hz. Peygamber de vadinin
üst tarafında idi. (Kelde İbn Hanbel anlatıp) dedi ki: “Ben selâm vermedim ve içeri girmek
için izin istemedim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Geri dön de es-Selâmü aleyküm,
gireyim mi?, diye söyle.”276
İnsan, herhangi bir yere girmek için en fazla üç kez izin istemeli (kapı ya da zili
çalmalı), cevap verilmediği ya da kapı açılmadığı takdirde geri dönmelidir. Çünkü bu
durum ya orada kimsenin olmadığı veyahut girmek istenilen yerin misafir kabulüne uygun
bulunmadığı anlamına gelir. Hz. Peygamber: “Sizden biriniz üç kere izin istediği zaman
kendisine izin verilmezse, hemen geri dönsün!”277 buyurmuştur.
Bir yere girmek için izin istenilir de, içerden, gelene kim olduğu sorulursa, izin
isteyen kişi ismen kendini takdim etmelidir. Câbir’in şöyle dediği işitilmiştir: “Babamın
üzerinde olan bir borç için Hz. Peygamber‘e gittim. Kapıyı çaldım da, Hz. Peygamber:
“Kim o?” dedi. Ben de: “Ben!” dedim. Hz. Peygamber bundan hoşlanmamış gibi : “ Ben,
ben!?” dedi. (diye azarladı). 278
Sadece toplumsal hayatta, toplumsal mekânlarda değil, aile hayatında da izin
almaksızın bir yere dalıvermemek gerekir: Müslim İbn Nâzır şöyle demiştir: “Bir adam
Huzeyfe’ye sorup, dedi ki: “Annemin yanına (odasına) varmak için izin isteyeyim mi? O
275 Buhârî, a.g.e., I, 140; Ebû Dâvud, Edeb, 123, Salât, 51. 276 Buhârî, a.g.e., II, 445; Ebû Dâvud, Edeb, 137. 277 Buhârî, a.g.e., II, 437; Buhârî, İsti’zan, 13; Müslim, Âdâb, 33, 37; İmam Mâlik, a.g.e., İsti’zan, 3. 278 Buhârî, a.g.e., II, 450; Buhârî, İsti’zan, 17; Müslim, Âdâb, 38, 39; Ebû Dâvud, Edeb, 139; Tirmizî, İsti’zan, 18.
59
şöyle cevap verdi: “Eğer annenin odasına izinsiz girecek olursan, anneni çıplak görmek
ister misin ?”279
İzin almadan bir eve girmek ya da bakmanın çirkinliğini de şu rivayetlerden
anlıyoruz:
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Eğer bir adam (izinsiz olarak) yukarıdan aşağı evine
bakar da, sen ona bir taş atıp gözünü çıkarırsan sana bir günah yoktur.”280 Sehl İbn S’ad
haber verdiğine göre; bir adam Hz. Peygamber’in evindeki pencerelerin birinden içeriye
baktı. O sırada Peygamber beraberindeki “mıdrâ” denilen bir tarakla başını (tarayıp)
kaşıyordu. O kişiye Hz. Peygamber: ”Eğer senin böyle mahrem yere bakar olduğunu daha
önce bilseydim, muhakkak şu demir tarağı gözünün içine saplardım, izin isteme, ancak
gözün görmesinden dolayı vazife kılınmıştır!” dedi.281
4.7. Oturum Âdâbı
İnsanların farklı vesîlelerle bir araya geldikleri yerlerde de gözetmeleri gereken bir
takım görgü kuralları vardır: Bir topluma-topluluğa karşı konuşurken bunlar arasından
herhangi bir şahsı muhatap edinip, sadece ona dönerek söz söyle mek edebe aykırıdır. Bu
diğer insanlara kıymet vermemek veya onları hiçe saymak kanaatini uyandırır. Güven ve
sevgi bağlarını zedeler. Nezâket kaidelerine aykırı düşer. Oturum âdâbına dâir hadislerin
çoğu mescidlerde dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgilidir: “Sizden biriniz (arkadaşının)
yerine oturmak için asla o adamı oturduğu yerinden kaldırmasın. Ancak sıkışınız ve yer
açınız. Allah da size genişlik versin.”282, “ Sizden biriniz oturduğu yerden kalktığı zaman
sonra oraya dönerse, kendisi o yere (oturmaya) daha lâyıktır.”283, “İzinleri olmadan iki kişi
arasını ayırmak (aralarına oturmak) bir kimseye helâl olmaz.”284
Yukarıdaki hadisler mescidlerde oturma âdâbına dâir hadislerdir. Hz. Peygamber’in
mescidlerde yatma âdâbına dâir hadisleri de şöyledir: Tıhfe el-Gıfarî ‘nin oğlundan rivayet
edildiğine göre Tıhfe kendisine şöyle demiştir: “Gecenin son kısmında ben mescidde
uyurken bana bir kimse geldi, ben yüzükoyun uyuyordum. Adam beni dürtüp: “ Kalk! Bu
279 Buhârî, a.g.e., II, 428; İmam Mâlik, a.g.e., İsti’zan, 1. 280 Buhârî, a.g.e., II, 434; Buhârî, Diyat, 14; Müslim, Âdâb, 44. 281 Buhârî, a.g.e., II, 436; Buhârî, İsti’zan,11; Müslim, Âdâb, 41. 282 Buhârî, a.g.e., II, 503; Buhârî, İsti’zan, 31; Müslim, Selâm, 27; Ebû Dâvud, Edeb, 18; Tirmizî, Edeb, 9. 283 Buhârî, a.g.e., II, 500; Ebû Dâvud, Edeb, 30;Tirmizî, Edeb, 10. 284 Ebû Dâvud, Edeb, 24; Tirmizî, Edeb, 11.
60
bir yatıştır ki, Allah ona buğzeder!”dedi. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki, beni ikaz eden
zat Allah’ın Rasûlü idi.”285
İnsanların ibâdet için gittikleri toplumsal mekânlardan olan camiler ya da
mescidlerde dikkat etmeleri gereken şeylerden bazıları da; buraları temiz kullanmak,
kirletmemek, kirletenleri uyarmak ve insanlara tiksinti verecek hâl ve hareketlerden
kaçınmaktır: Hz. Peygamber mescidin kıblesinde bir balgam görmüş ve cemaate dönerek:
“Sizin birinize ne oluyor ki rabbinin kıblesine dönüyor da önüne tükürüyor?! Hiç sizden
biriniz kendisine doğru dönülüp de yüzüne tükürülmesini ister mi? O hâlde biriniz tükü-
receği zaman sol tarafına ayağının altına tükürsün! Buna imkân bulamazsa şöyle yapsın!”
buyurmuş, elbisesinin kenarına tükürmüş sonra elbisenin iki tarafını birbiri üzerine
oğuşturmuştur. 286, “Biriniz namazda bulunursa muhakkak rabbiyle münâcaât eder. O
hâlde sakın önüne ve sağ tarafına tükürmesin! Lâkin sol tarafına ayağının altına
tükürsün!”287, “Mescide tükürmek günahtır. Keffareti de onu gömmektir.”288, “Ümmetimin
bütün amelleri iyisi, kötüsü bana arz olundu. İyi amellerinin içinde yoldan atılan eziyet
verici şeyleri gördüm. Kötü amellerinin içinde ise mescide tükürülüp de gömülmeyen
balgamı gördüm.”289
4.8. Dâvete İcâbet Etmek
İnsanî ilişkilerde, bir mahzur olmadıkça ve ciddî bir mâzeret bulunmadıkça dâvet
edilen yere gitmek ve dâvet eden insanların gönlünü almak gerekir. İnsanların başkalarının
yakın ilgisine muhtaç oldukları ve o günlerde yanında olanları unutmadıkları zamanlar
vardır. Bunlar öncelikle en sıkıntılı olunan vakitler olmakla beraber bazen de mutlu olunup
bu mutlulukların paylaşılmak istenildiği zamanlardır. Hz. Peygamber bu konuda: “Sizden
biriniz kardeşinizin ister düğününe, ister buna benzer bir şeye dâvet edilirse dâveti kabul
etsin.”290, “Sizden kim düğüne dâvet olunursa kabul etsin, isterse düğün yemeğinden yer,
isterse terk eder.”291 buyurmuştur.
285 Buhârî, a.g.e., II, 550; Ebû Dâvud, Edeb, 103; Tirmizî, Edeb, 21; İbn Mâce, Edeb, 27. 286 Müslim, Mesâcid ve Mevâzi’i-s-Salât, 550. 287 Buhârî, Salât, 33, 35, 36, 39, Mevâkitu’s-Salât, 8; Müslim, Mesâcid ve Mevâzi’i-s-Salât, 551; Nesâi, Tahâret, 193, Mesâcid, 35. 288 Buhârî, Salât, 37; Müslim , Mesâcid ve Mevâzi’i-s-Salât, 552, Ebû Dâvud, Salât, 22; Tirmizî, Salât, 401. 289 Buhârî, a.g.e., I, 244; Müslim, Mesâcid ve Mevâzi’i-s-Salât, 553. 290 Ebû Dâvud, Et’ıme, 1. 291 Ebû Dâvud, Et’ıme, 1.
61
İnsan aynı anda iki farklı yere dâvet edilecek olursa bunlardan yakın olanını tercih
etmelidir. Hz. Peygamber: “İki dâvetçi bir araya geldiğinde kapısı sana daha yakın olanın
dâvetini kabul et. Çünkü ikisinden kapısı daha yakın olan, komşuluk yönünden daha yakın
olandır. Eğer ikisinden birisi daha önce çağırmışsa önce çağıranın dâvetini kabul
et.”292buyurmuştur.
İnsanların, düğün ve benzeri özel davetlere davet edilmemişlerse katılmamaları da
âdâptandır: “Kim düğüne dâvet olunur da kabul etmezse Allah ve Rasûlüne âsi olmuş olur.
Kim dâvet edilmeden girerse hırsız olarak girmiş yağma ve soygun yaparak çıkmış
olur.”293
4.9. Misâfirlik Âdâbı
Bayramlar, düğün, sünnet, ölüm gibi olaylar tebrik ve tâziye ziyaretleri için özel ve
önemli sebeplerdir. Hiç kimse akraba ve komşularının iyi ve kötü günlerinde onları yalnız
bırakmamalıdır.
Hz. Peygamber, hasta olsun olmasın komşu ve tanıdıklarının ziyaretine gitmeyi ihmâl
etmemiştir. Herhangi birini ziyarete giden kişi ya da kişilerin, gittikleri yerde uymaları
gereken birtakım görgü kuralları vardır:
Haberli Gitmek: Bir kimse, çok samîmi de olsa başkasının evine izinsiz, yani buyur
edilmeden gitmemeye özen göstermelidir. Artık haberleşmenin iyice kolaylaştığı
günümüzde, özellikle uzaktan gelecek olanların, ev sahibinin daha rahat hareket edebilmesi
için geleceğini bildirmesi gerekir.
Evlere İzinsiz Girmemek: Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Ey îman edenler!
Evlerinizden başka evlere izin almadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin. Eğer
düşünecek olursanız, bu, sizin için daha hayırlıdır.” 294 buyurmaktadır.
Bu konudaki hadisler daha önce “Herhangi Bir Yere İzinsiz Girmemek” başlığı
altında nakledilmiştir. Bu hadislere bakıldığında Hz. Peygamber’in ashâbına; bir yere izin
almadan, selâm vermeden, kim olduğunu bildirmeden girilmemesini ve üç kez izin istenip,
kapı/zil çalınmasına rağmen açılmayacak olursa daha fazla ısrar edilmeden dönülmesini
tavsiye ettiği görülür.
292 Ebû Dâvud, Et’ıme, 9. 293 Buhârî, Nikah, 71, 74; Müslim, Nikah, 103; Ebû Dâvud, Et’ıme, 1; Tirmizî, Nikah, 11. 294 Nûr, 24/27.
62
Misâfirin Zamanı Plânlaması: Yatılı misâfirler için Hz. Peygamber süre sınırlaması
getirmiştir: “Misâfirlik üç gündür. Gelip geçici misâfirlik ise bir gün ve bir gecedir. Hiçbir
müslümanın, müslüman kardeşini günaha sokacak kadar üç günden sonra onun yanında
ikâmet etmesi helâl olmaz.”buyurmuş, orada bulunanlar: “Yâ Rasûlallah! Misâfir ev
sahibini nasıl günaha sokar?” diye sormuşlar, O da “Ev sahibinin kendisine
hazırlayabileceği hiçbir yiyeceği yokken, hâlâ onun yanında ikâmet eder.” buyurmuştur.295
Şu âyet ziyaret ve dâvette zamana uymak gerektiğini açık olarak ifade etmektedir: “Ey
inananlar! Peygamberin evlerine, yemeğe çağırılmaksızın, vakitli-vakitsiz girmeyin;
fakat dâvet edilirseniz, girin ve yemeği yiyince dağılın. Sohbet etmek için de gidip
oturmayın. Bu hâliniz, Peygamberi üzüyor, O da, size bir şey söylemeye çekiniyor.”296
Az-çok yemek vakitleri bellidir. Ziyaretleri o anlara getirmemek gerekir. Yemeğe dâvetli
olanlar ise vaktinde gidip işi bitince çıkmalıdır. Herkes için olmasa da, bazı kimseler için
vaktin büyük değeri vardır. Âyette söz konusu olan Allah’ ın Elçisi olunca vakit çok daha
büyük değer kazanır.
Sağa-Sola Dalmamak: Bir başkasının evine giden kimse sağa-sola dalmadan
gösterilen yere oturmalıdır. Merakla ev sahibinin eşyasını, dolaplarını karıştırmak çirkin
bir harekettir.
Yukarda bahsi geçen konular misâfirin tutumuyla ilgiliyken, ev sahibinin gözeteceği
görgü kuralları da şunlardır:
Misâfire İlgi: Ev sahibi misafirine bir ihtiyacı olup-olmadığını sormalı, duruma göre
fedâkârlık yaparak varsa ihtiyacını gidermeye çalışmalı, elinden geldiğince onunla
ilgilenerek, ikramda bulunmaya çalışmalıdır. Yemek saati olmasa bile, elinde bulunanlarla
misafirini ağırlaması mümkündür. 297
Misâfire İkram: Ev sahibi mümkün mertebe elinde olanların en iyisini ikram etmeye
çalışmalıdır. Misâfirler yemeğe buyur edilirken kullanılacak ifadeler de özenle
şeçilmelidir. Misâfire ikrâmın önemine dâir hadisler şöyledir. “Kim Allah’a ve âhiret
gününe îman ediyorsa, komşusuna ikram etsin. Kim Allah’a ve âhiret gününe îman
ediyorsa misâfirine bahşişini versin.” Ashâbdan biri dedi ki: “Onun bahşişi nedir, ey
Allah’ın Rasûlü?” Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bir gün ve bir gecedir (bu zaman
içinde misâfire mevcutlardan âdet üzere yedirilir, fazla iltifat ve ikram edilmez), bundan
295 Müslim, Lügâta, 15. 296 Ahzâb, 33/53. 297 Ünal, Kur’an ve Sünnet Işığında Görgü, s. 162-168.
63
öte olan ikram misâfire sadakadır. Kim Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsa, hayırlı
söz söylesin, yahut sussun.”298 Ebû Hureyre demiştir ki: “ Hz. Peygamber’e bir adam geldi.
(açlığından şikayet ediyordu). Hz. Peygamber, hanımlarına haber gönderdi. Onlar dediler
ki: “Bizde sudan başka bir şey yoktur. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Bu adamı kim
alıkoyacak, yahut misafir edecek?” buyurdu. Ensar ’dan bir adam: “Ben!” dedi. Hemen
onu evine götürüp hanımına dedi ki: “Peygamber’in misafirine ikram et.” Hanım şöyle
dedi: “Çocuklar için olan azıktan başka yiyecek bir şeyimiz yoktur.” Efendisi hanımına: “(
Mevcut ) Yemeğini hazırla, lambanı yak ve çocukların akşam yemeği istedikleri zaman
onları uyut.” dedi. Hanım yemeğini hazırladı, lambasını yaktı ve çocuklarını uyuttu. Sonra
kadıncağız kalkıp lambasını düzeltir gibi yaparak onu söndürdü; ve karı-koca her ikisi
misafirine kendilerini yemek yiyorlarmış gibi göstermeye başladılar. Böylece her ikisi
geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca, konuk Hz. Peygamber’e gitti. Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: “Andolsun ki Aziz ve Celil olan Allah bu gece falan erkek ve falanca kadının
işlerine hayret etti-yahut güldü, yani çok hoşnut oldu.” dedi, ve Allah şu âyeti indirdi:
“Kendileri (Ensar) ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendilerinden önce tutarlar.
(Kardeşlerini nefisleri üzerine tercih ederler.) Kim nefsinin mal hırsından korunursa,
işte asıl kurtuluşa erenler bunlardır.”299 âyetini okudu. ” 300
Misâfiri Güler Yüzle Karşılamak: Çoğu kez ev sahibinin karşılayışı, yapacağı tüm
ikramın başlangıçtaki özeti sayılır. Bu münâsebetle misâfiri karşılarken de güleryüz
gösterip, geldiklerine sevinildiği izlenimini verdirecek bir şekilde tatlı ve yumuşak sesle
selâmlamak (karşılamak) lâzımdır.
Misâfiri Bir Süre Yalnız Bırakmak: Misâfirleri güzel bir şekilde karşılayıp
dinlenecekleri yere aldıktan sonra uygun bir şekilde yanlarından ayrılıp bir müddet onları
yalnız bırakmak da âdâbtan kabul edilmektedir. Misâfirin dinlenmesine ve gerekli
ihtiyacını gidermesine fırsat tanımadan oturup sohbete dalmak veya derhal yemeklerini
önlerine getirmek, yorgunluklarının dikkate alınmaması olur ki, bu, misafire ikramda
önemli bir hata sayılabilir. Bununla beraber misâfiri bekletecek kadar uzun süre yanından
ayrılmak da pek hoş sayılmaz. Oldukça ölçülü olmak lâzımdır.
298 Buhârî, a.g.e., II, 97; Buhârî, Edeb, 31; Müslim, İman, 77; Ebû Dâvud, Et’ıme, 5; Tirmizî, Birr, 43; İmâm Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n-Nebiyy, 22. 299 Haşr, 59/9. 300 Buhârî, a.g.e., II, 95; Buhârî, Tefsir (Haşr Sûresi), 306; Müslim, Eşribe, 172.
64
Yemek Hazırlamak İçin Telâşlanmamak: Misâfire sunulacak yemek, geleceği belli
ise önceden hazırlanmış olmalıdır. Yoksa yemek hazırlayacağım diye telâşa kapılıp
gürültü-patırtı yapmak uygun olmaz. Ne kadar gizli ve gürültüsüz hazırlanırsa o kadar hoş
olur.
Yemekte Misâfirle İlgilenmek: Misâfirleri, yemek esnasında farkına vardırmadan
kontrol edip varsa ihtiyaçlarını karşılamak, yeyip-yemediklerine bakmak, yemeleri için
teşvikte bulunmak da yine ev sahipliğinin âdâbındandır.
Misâfire Ev Sahibinin Hizmet Etmesi: Misâfirlere, bizzat ev sahibi hizmet edip
ikramda bulunabileceği gibi hizmetçisi v.s. de hizmet edebilir. Ancak devamlı
hizmetçilerin hizmet etmesi yerine, ev sahibinin de hizmete zaman zaman iştirak etmesi
misâfirlerine ikramda aşırılık olarak anlaşılabileceği gibi, diğer taraftan misâfirleri
memnun edeceği de muhakkaktır.
Misâfiri Uğurlamak: Şurası muhakkak ki, ziyarete gelen kimse, geliş gâyesi ve
yolun uzaklığına göre bir günden fazla da kalabilir. Bu durumda ev sahibi ikram ve izzetin
büyüğünü birinci gün yaptıktan sonra diğer günlerde ziyafet bakımından aynı uygulamada
bulunmak zorunda değildir. Hz.Peygamber: “Misâfiri bir gece barındırmak, her müslüman
üzerine düşen bir vacib haktır. Hangi misâfir, bir adamın evi civarında bulunursa, bu
misâfiri konuklamak o ev sahibi üzerine borç olur. Misâfir bu alacağını isterse talep eder,
isterse terk eder.”301, “Konuklama üç gündür, bundan sonrası sadakadır.”302 buyurmuştur.
Yukardaki hadislerden; misâfirin “Burası bizim evden rahatmış!” mantığıyla hareket
etmemesi ve ev sahibini bıktıracak kadar misâfirliği uzatmaması gerektiği anlaşılmaktadır.
Misâfiri ağırladıktan sonra ev sahibinin görevi, karşılarken gösterdiği tatlı dil ve güler
yüzü, uğurlarken de göstermek ve dış kapıya kadar misâfiri yolcu etmektir.303
Ev sahibinin, misâfir ya da misâfirlerin hiçbirinin de ihmâl etmemesi gereken bir
husus da güzel giyinmektir. Güzel giyinmekten maksat illâ da pahalı giyinmek olmayıp,
temiz, uyumlu ve düzenli bir giyimi tercih etmektir.
4.10. Yeme-İçmede Âdâb
Yemeğe başlamadan önce elleri yıkamak, yemek yemede gözetilecek görgü
kurallarının ilkidir: Selman anlatıyor: “Tevrat’ta okudum: “Yemeğin bereketi, yemekten 301 Ebû Dâvud, Et’ıme, 5. 302 Buhârî, a.g.e., II, 98; Ebû Dâvud, Et’ıme, 5. 303 Duman, a.g.e., s. 299-307.
65
sonra el ve ağız yıkamadadır.” diyordu. Bunu Rasûlullah’a söyledim: “Yemeğin bereketi
yemekten önce ve sonraki yıkamalardadır!” buyurdu.304
Bundan sonra yemeğe başlarken “besmele” çekmek de âdâbtandır. Hz.
Peygamber’in bu konudaki hadisleri şöyledir: “Sizden biriniz yemek yediği vakit, Allah’ın
adını zikretsin, (besmele çeksin) eğer yemeğin evvelinde besmele çekmeyi unutursa
hatırladığı vakit evveline de sonuna da Allah’ın adı ile başlarım, desin”305 Hz. Peygamber
oturuyordu, bir kişi de yemek yiyordu, yemeğin son lokmasına kadar besmele çekmedi.
Son lokmayı ağzına almak üzere kaldırdığında “Yemeğin evveline de sonuna da Allah’ın
adıyla başlarım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber güldü ve şöyle buyurdu: “Şeytan
onunla beraber yiyordu, o besmele çekince şeytan karnında olanın hepsini istifrâ sûretiyle
çıkardı.” 306
Yemeği sağ elle yemek de İslâm âdâbındandır: “Sizden biriniz yemek yediği vakit sağ
eliyle yemek yesin. Çünkü şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer.”307
Yemek yerken dikkat edilmesi gereken önemli bir görgü kuralı da, kendi önünden
yemektir. Ömer b. Ebû Seleme demiştir ki: “Rasülullah’ın terbiyesinde bir
çocuktum.Yemekte elim, tabağın her tarafında dolaşıyordu. Rasülullah bana îkazda
bulundu: “ Oğulcuğum! Yaklaş, besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!” buyurdu.” 308
“Sizden biriniz yemek yediği vakit kabın üstünden yemesin. Yemeğin aşağısından, kendi
önünden yesin. Gerçekten bereket yemeğin üstünden aşağı iner .”309
Yukardaki hadisler toplu halde yemek yerken gözetilecek âdâba dâirdir. Günümüzde
hemen herkesin ayrı tabaklardan yemek yemesi yaygınlaşmış olsa da, sofraya birlikte
oturularak yenilen durumlarda bu âdâba uyulabilir.
Yemek yerken hastalık hâli dışında herhangi bir yere yaslanmadan yemek de
âdâbtandır: “Dayanarak yemek yemem.” 310
İnsan her zaman her yemeği aynı iştahla yemeyebilir. Ancak böylesi durumlarda
yemeğe bahâne bulmamalı, nîmeti küçümsememelidir. İştahı çekmediği takdirde
304 Ebû Dâvud, Et’ıme,12; Tirmizî, Et’ıme, 39. 305 Ebû Dâvud, Et’ıme, 16. 306 Ebû Dâvud, Et’ıme, 16. 307 Buhârî, a.g.e., II, 551; Müslim, Eşribe, 106; Ebû Dâvud, Et’ıme, 20; Tirmizî, Et’ıme, 9; İmâm Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n -Nebiyy, 5. 308 Buhâri, Et’ıme, 2, 3; Müslim, Eşribe, 108; Ebû Dâvud, Et’ıme, 19; Tirmizi, Et’ıme, 47; İmâm Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n-Nebiyy, 32. 309 Ebu Dâvud , Et’ıme, 19; Tirmizi, Et’ıme, 12. 310 Buhâri, Et’ıme, 13; Ebu Dâvud, Et’ıme, 17; Tirmizi, Et’ıme, 28 ; İbn Mâce, Et’ıme, 6.
66
vazgeçmelidir: “Rasülullah katiyyen hiçbir yemeği ayıplamazdı. Eğer onu iştahı çekerse
yer, hoşlanmazsa onu yemez bırakırdı.”311
Yemeğe toplu hâlde oturup, birlikte yemek de Hz. Peygamber’in tavsiyeleri
arasındadır: Hz. Peygamber’e ashâbı: “Ey Allah’ ın Rasülü, biz yemek yiyoruz doy
muyoruz.” dediler. Hz. Peygamber “Herhalde siz ayrı ayrı yiyorsunuzdur.”dedi. Ashab
“Evet öyle” dediler. Hz. Peygamber “Yemeğinizin etrafına toplanın ona besmele ile
başlayın. Böyle yaparsanız yemeğiniz sizin için bereketli olur.” buyurdu.312
Kişinin önündeki yemeğin tamamını bitirmesi ya da yiyebileceği kadar alması da
âdâbtandır. “Sizden biriniz lokması sofraya düştüğü vakit, lokmaya bulaşan ezâ verecek
şeyi temizlesin ve lokmayı yesin, o lokmayı şeytana bırakmasın ,sizden biriniz yemeğinin
hangi parçasında bereket olduğunu bilemez.”313
Yeme-içmede ölçülü olmak, sağlığa zarar verecek boyutta abartılı yememek de Hz.
Peygamber’in tavsiyelerindendir: “İnsanoğlu, karından daha zararlı bir kap
doldurmamıştır. İnsanoğluna kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet (bu
miktarın aşılması) kaçınılmaz ise bu durumda üçte biri yemeğe, üçte biri içmeye, üçte biri
de nefes için ayrılmalıdır.”314
Yemekten sonra ellerini yıkamak da ihmâl edilmemesi gereken şeylerdendir: “Kim
elinde (et ve yemekten kalma) yağ olduğu halde onu yıkamadan yatıp uyursa ve böylece
ona bir zarar dokunursa, kendinden başkasına dil uzatmasın. (ancak kendini ayıplasın.)”
315
Yemekten sonra Allah’a şükretmek ve yemeği hazırlayanlara da teşekkürü ihmâl
etmemek önemli bir husustur. Hz. Peygamber sofra kaldırıldığında şöyle derdi: “Allah’a,
en güzel şekilde, bol, mübarek ve karşılığı ödenemez, ardı arkası kesilmeyecek, kendisine
daima muhtaç olduğumuz nîmetlerine hamd olsun, Ya Rabbi!”316 Ebu’l Heysen b. Teyhan
yemek yaptı. Hz. Peygamber ve ashâbını davet etti. Yemekten ayrıldıkları vakit: Hz.
Peygamber: “Kardeşinizin yemeğine karşılık verin.” buyurdu. Ashâb: “Bu yemeğin
karşılığı nedir Ey Allah’ın Rasûlü? ”dediler. “Bir kimsenin evine girilip, yemeği yenip ,
311 Buhâri, Et’ıme, 21, Menâkıb, 23; Müslim, Eşribe, 187; Ebû Dâvud , Et’ıme, 14; Tirmizi, Birr, 84. 312 Ebu Dâvud, Et’ıme, 15; İbn Mâce, Et’ıme, 17. 313 Müslim, Eşribe, 136; Ebû Dâvud, Et’ıme, 50; Tirmizi, Et’ıme, 11. 314 Tirmizi, Zühd, 34; İbn Mace, Et’ıme, 50. 315 Buhârî, a.g.e, II, 585; Ebû Dâvud, Et’ıme, 54 ; Tirmizi, Et’ıme, 48. 316 Ebu Dâvud, Et’ıme, 53.
67
içeceği içilip de yiyenler ona duâ ettiklerinde işte bu duâ yenen yemeğin karşılığıdır.”
buyurdu.317
Yemekte çiğ sarımsak ve soğan yiyen kimselerin, çevrelerindeki insanlara rahatsızlık
vermeme adına, ağızlarındaki kokuyu gidermeksizin topluma karışmamaları da âdâbtandır:
“Kim sarımsak ve soğan yerse bizden ayrı ve uzak dursun veya mescitlerimizden uzak
dursun ve evinde otursun.”318 Hz. Peygamber’in yanında soğan ve sarmısaktan
bahsedilerek “Ey Allah’ın Rasûlü, bunların en şiddetlisi sarmısaktır, onu haram kılıyor
musun?” denildi. O “Sarmısağı yeyin. Kim onu yerse, yiyenden sarımsağın kokusu
gidinceye kadar şu mescide yaklaşmasın .” buyurdu319
Yukarda geçen rivayetler yemek yemede gözetilecek âdâba dâirdir. Meşrubat ikram
ederken ya da içerken de uyulması gereken bir takım görgü kuralları mevcuttur. Bunlardan
biri içecek ikramına sağdan başlamaktır: Bir koyundan süt sağılıp, süte su katıldı ve Hz.
Peygamber içti . Hz. Ömer O’na, Hz. Ebû Bekr solunda olduğu halde: “Ya Rasulallah! Ebû
Bekr’e ver!” dedi. Fakat O onu sağındaki bedeviye verdi . Ve: “Evvelâ sağ, sonra onun
sağı!” buyurdu.320
İçilecek su ya da meşrubatın içine solumamak da Hz. Peygamber’ in
tavsiyelerindendir.321 “Biriniz su içerken su kabına nefes etmesin.”322 İçilecek su ya da
meşrubatın ayakta içilip-içilmemesiyle ilgili hadisler de şöyledir: “Sakın biriniz ayakta su
içmesin!” 323 Hz. Peygamber ayakta su içmekten men edince “Ya yemek ne olacak
?”denildi.O da “O daha beter yâhut daha kötüdür.” cevabını verdi . 324
Yukardaki hadislerden Hz. Peygamber’in ayakta yeme-içmeden nehyettiği
anlaşılırken, bir rivayet de şöyledir: “Rasûlullah’ a zemzem sundum; ayakta olduğu halde
içti.”325 Hz. Ali bir su istedi ayakta olduğu halde içti, sonra şöyle dedi: “Bir takım insanlar
var ki onlar ayaküstü su içmeyi mekruh sayar, halbuki ben Rasûlullah’ı sizin beni
gördüğünüz gibi ayakta su içerken gördüm.”326
317 Ebu Dâvud, Et’ıme, 55. 318 Ebu Dâvud, Et’ıme, 41. 319 Ebu Dâvud, Et’ıme, 41. 320 Buhârî, Hibe, 4, Eşribe, 14, 18; Müslim, Eşribe, 125; Ebû Dâvud, Eşribe, 19; Tirmizî, Eşribe, 19; İmâm Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n-Nebiyy, 17. 321 Ebû Dâvud, Eşribe, 20. 322 Buhârî, Eşribe, 25, Vudû, 18,19; Müslim, Tahâret, 64, Eşribe, 121; Tirmizi, Eşribe, 16; Nesâî, Tahâret, 42. 323 Müslim, Eşribe, 116. 324 Müslim, Eşribe, 112, 113. 325 Buhârî, Eşribe, 16, Hacc, 76; Müslim, Eşribe, 117, 118; Tirmizi, Eşribe, 12; Nesâî, Hacc, 165. 326 Ebû Dâvud, Eşribe, 13.
68
Hadisler arasında çelişki varmış gibi görülmekle birlikte, Hz. Peygamber’ in ayakta
içtiği suyun zemzem olması ve bunun dışında ayakta yiyip-içmeyi hoş görmemiş olması
kuvvetle muhtemeldir.
4.11. İyilik Etmek Ve İyiliği Tavsiye Etmek
İslâm Dini’nde iyiliksever olmak ve insanlara iyiliği tavsiye edip, onları kötülükten
sakındırmak da âdâbtandır: Hz. Peygamber: “Yüce Allah: ‘Kulum bir iyilik yapmaya niyet
eder de yapamazsa onu kendisine bir iyilik olarak yazarım. Yaparsa onu on kattan yedi yüz
kata kadar iyilik olarak yazarım. Ama bir kötülük yapmayı tasarlar da yapmazsa bunu ona
hiç yazmam. Şayet yaparsa onu bir tek kötülük olarak yazarım.’buyurdu.”327 “Sizin iyiniz
iyiliği umulan ve kötülüğünden emin olunan kişidir. Kötünüz de iyiliği umulmayan ve
kötülüğünden emin olunmayan kişidir.”328 buyurmuştur.
İnsanın her zaman iyilik yapmaya imkânı olmayabilir. Bununla birlikte bir iyiliğin
yapılmasına vesîle olacak olursa da, o iyiliği yapan kimse kadar sevap kazanacağı
müjdelenmektedir: “Bir hayırlı işe delâlet eden kimse için o hayırlı işi işleyenin sevabı gibi
mükâfat vardır.”329
İyilik etmekten, ille de büyük fedakârlıklar yapmak anlaşılmamalıdır. Hz.
Peygamber: “Her iyilik bir sadakadır. Senin tatlı bir yüzle kardeşini karşılaman ve senin
(varlık) kabından onun çanağına boşaltman da maruf’tandır iyiliktendir.” 330, “Kovandan
din kardeşinin kovasına boşaltman bir sadakadır. İyilikle emretmen ve kötülükten
alıkoyman bir sadakadır. Kardeşinin yüzüne karşı güler yüzlü olman bir sadakadır.
İnsanların yolundan taş, diken ve kemik gibi engel teşkil eden şeyleri gidermen senin için
bir sadakadır. Yolu belli olmayan bir yerde insanlara yol göstermen bir sadakadır.”331
buyurmuştur.
İnsan yaptığı iyiliği sadece Allah rızası için yapmalı ve buna karşılık iyilik yaptığı
kişiden de herhangi bir beklenti içerisine girmemelidir. Hele hele yaptığı iyiliği asla başa
kakmamalıdır: “Üç kişi vardır ki, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak, onları aklamayacaktır. Hem onlar için acıklı bir azab vardır; elbisesini
kibirden yerde sürükleyen, verdiğini başa kakan ve ticaret malına yalan yere yeminle revac 327 Müslim, İman, 204. 328 Tirmizî, Fitne, 62. 329 Buhârî, a.g.e., I, 256; Ebû Dâvud, Edeb, 124. 330 Buhârî, a.g.e., I, 321; Buhârî, Edeb, 33; Müslim, Zekât, 52; Ebû Dâvud, Edeb, 68, Tirmizî, Birr, 45. 331 Buhârî, a.g.e., II, 245; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 36.
69
veren.”332, “Üç kişi vardır ki cennete giremeyeceklerdir; anne babasının hukukuna riayet
etmeyen kimse, içki düşkünü olan kimse, verdiğini başa kakan kimse.”333
İyilik yapan kimsenin bunu herhangi bir karşılık beklemeksizin, sırf Allah rızası için
yapması gerekirken, kendisine iyilik yapılan kişinin de sadece duâ ederek bile olsa bu
iyiliğe karşılık vermesi de İslam âdâbındandır: “Çektiği eziyetten dolayı Allah’a sığınanı
koruyun, ona yardım edin, Allah adını anarak dilenene veriniz. Kim sizi dâvet ederse ona
icâbet edin. Size herhangi bir iyilikte bulunana karşılık verin. Verecek bir şey
bulamazsanız ona duâ ediniz ki kendisine bir karşılık verdiğiniz bilinsin.”334
İnsanlara iyilik yapmaya fırsatı ya da imkânı olmayan kişilerin en azından
çevrelerindeki kimselere iyiliği tavsiye edip, onları kötülükten sakındırması da âdâbtandır:
Hz. Peygamber: “Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir.” Deyince, ashâb dediler ki:
‘Verecek bir şey bulamazsa ?’ Hz. Peygamber: “Elleri ile (sanatta veya işte) çalışır.
Böylece kendisi faydalanır ve (kazandığından) sadaka verir.” Dedi. Ashâb: ‘Gücü
yetmezse veya çalışmazsa?’ Hz. Peygamber: “Yardım isteyen ihtiyaç sahibine (sözle veya
işle) yardım eder.” Buyurdu. Ashâb : ‘Bunu da yapamazsa?’ diye sordu. Hz. Peygamber:
“İyiliği emreder, yahut hayırlı şeyi emreder.” buyurdu. Ashâb: ‘Bunu da yapamazsa?’
deyince, Hz. Peygamber: “ Kötülük işlemekten kendini alıkor. Çünkü bu onun için bir
sadakadır.” dedi. 335 İnsanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmayla olarak Hz.
Peygamber: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki dînen doğru (iyi)
bilineni kuvvetle emredecek ve kötü bilineni şiddetle men edeceksiniz veya Allah’ın kendi
katından size bir ceza göndermesi muhtemeldir. Bu durumda siz O’na duâ edeceksiniz ve
O, sizin duânızı kabul etmeyecektir .”336, “Zâlim ya da mazlum da olsa (din) kardeşine
yardım et!”. Bunun üzerine: ‘Ya Rasûlullah! Mazlum iken ona tabii ki yardım ederim, fakat
zalim olduğu halde ona nasıl yardım edebilirim?’ denildi. Buyurdu ki: “Ona zulümden el
çektirirsin. Ona yapacağın yardım da işte budur.”337
Sonuç olarak diyebiliriz ki; insan birilerine yardımcı olup, iyilik yapabilmeyi
Allah’ın rızasını kazanabilmek adına, yine Allah tarafından kendisine sunulmuş bir fırsat-
332 Müslim, Îman, 171. 333 Nesâî, Zekât, 69. 334 Buhârî, a.g.e., I, 229; Ebû Dâvud, Zekât, 38; Nesâî, Zekât, 72. 335 Buhârî, Edeb, 33; Müslim, Zekât, 16. 336 Tirmizî, Fitne, 9. 337 Tirmizî, Fitne, 58.
70
bir imkân olarak görmeli, bunu yaparken de asla karşılık beklemeden “İyilik yap denize at,
balık bilmezse Hâlık bilir!” düşüncesiyle hareket etmelidir.
4.12. Teşekkür Etmek
İnsanların kendilerine yapılan iyiliklere karşılık teşekkür etmeyi bilmesi en önemli
nezâket ve görgü kurallarından birisidir. Verilen bir bahşişi alanın “teşekkür etmesi” asgarî
bir insanlık kuralıdır. Bu teşekkürün Allah’a karşı edilenine İslâm Dini’ nde “şükür” denir.
Şükür en dar anlamıyla; iyiliğin kadir ve kıymetini kavrayıp, bu iyilik karşısında
hissettiklerini, iyiliği yapana karşı “dil ile açığa vurmak”tır. Bunun zıddı ise örtmek ve
gizlemek anlamına gelen “küfran”dır yani nankörlüktür. Bizim mayası şükürlü
medeniyetimiz, dilimize iki deyim hediye etmiştir: Tahdis-i nîmet ve küfran-ı nîmet!
Nîmet, nîmettir; azı çoğu olmaz. Yapılan her iyiliğe karşılık Allah’a şükür, insanlara da
teşekkür edilmelidir. Şükrün ölçüsü, nîmetin azlığında ya da çokluğunda değil elde
edilenin kendisi için bir nîmet olduğunu kabul edip etmemekte gizlidir. Şükür hâli
mutluluğa, nankörlük hâli ise mutsuzluğa açılan bir yoldur. Teşekkür ve şükür kavramı,
çocuğa eğitim çağında iken verilmelidir. Çocuk kendisine iyilik yapan yakın çevresine
teşekkür etmeye alışmamışsa, Allah‘a şükür noktasında sıkıntıya düşer. Şükür ve teşekkürü
aynı ölçüler içinde değerlendiren Hz. Peygamber: “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a
şükretmiş olmaz.”338 buyurmuştur.339
4.13. Bir Kişiye Hayır Ya da Yok Demede Nezâketli Davranmak
Bir kimseden birileri yardım etmesini ister ya da buna benzer başka bir talepte
bulunursa, ideal olanı o kimsenin elinden geldiğince yardımda bulunmasıdır. Ancak bu her
zaman mümkün olmayabilir. Böyle durumlarda, bir insana ihtiyaç duyduğu konuda
yardımcı olunamayacaksa bile bunu uygun bir dille ifade etmek de bir nezâket kuralıdır.
İnsanları geri çevirmek geçerli bir mazeret ve tatlı sözle olmalıdır. Bu konuda asla kırıcı
olunmamalıdır. Çünkü Yüce Allah bu konudaki gerekli âdâbı: “ Mâruf bir söz ve mağfiret,
hemen arkasından eziyet verecek sadakadan daha hayırlıdır.” 340 âyetiyle beyan etmiştir.
Bu âdâba uymamak Allah’a itaatsizlik olur. Yüce Allah bu âyeti ile Müslümanları en
338 Buhârî, a.g.e., I, 231; Ebû Dâvud, Edeb, 12; Tirmizî, Birr, 35. 339 Yardım, a.g.e., s. 239. 340 Bakara, 2/263.
71
güzele dâvet etmiş ve yardım isteyene aklın ve insan tabiatının hoş karşılayıp çirkin
saymayacağı bir şekilde “Allah versin”, “İnşallah bize de size de versin” gibi güzel söz ve
duâ ile yardım isteyeni geri çevirmenin, istemesini başkalarına yaymadan, söz ve davranışı
ile incitmeksizin, gönlünü alarak hoş bir tarzda göndermenin hem verip hem de
homurdanmaktan daha iyi olacağını işaret etmiştir.341
4.14. Hediyeleşmek
İnsanlar arasındaki sevgi bağlarının sağlıklı ve sürekli bir şekilde devam edebilmesi
için bu ilişkilerin imkân dahilinde maddî ve manevî anlamda beslenmesi, desteklenmesi
gerekir. Bunun da en basit ve açık şekli hediyeleşmektir. Hz. Peygamber: “Birbirinize
hediye takdim ediniz. Çünkü hediyeleşmek kalplerden kini giderir ve kardeşler arasında
sevgi ve yakınlık doğurur .” 342 buyurmuştur.
Hediyenin dilimizdeki karşılığı armağandır. Hediyede her ne kadar karşılık
beklenmemesi esas ise de hediye alan taraf da elinden geldiği kadar bir karşılıkta veya en
azından teşekkür eder. Hz. Aişe anlatıyor: “Rasûlullah hediyeyi kabul eder, ona karşılıkta
bulunurdu.”343
4.15. Akrabalarla Bağları Koparmamak
Kişinin akrabalarıyla iletişimini-ilgisini koparmadan canlı ve sıcak bir şekilde devam
ettirmesi de İslâm âdâbındandır. Bu konudaki hadis metinleri şöyledir: “Aziz ve Celil olan
Allah insanların ruhlarını yarattı. Yaratma işi tamam olunca, Rahim=Akrabalık bağı
ayağa kalktı. Yüce Allah ona: ‘Dur, ne söylüyorsun?’ dedi. Rahim şöyle dedi: ‘Bu benim
kalkışım, akrabalık bağlarını kesmekten sana sığınanın kalkışıdır. Akrabalık bağlarını
kesmek çok büyük bir iştir.’ Yüce Allah buyurdu ki: ‘Sana ilgi gösterip iyilik edene, iyilik
etmeme ve senden ilgiyi kesenden iyiliğimi kesme me razı olmaz mısın?’ Rahim: ‘ Razı
olurum ey Rabbim.’ dedi. Yüce Allah : ‘Bu hüküm senindir.’344 buyurdu.”, “Kim rızkının
bollaştırılmasını ve ecelinin geciktirilmesini isterse Sıla-i Rahim yapsın .”345, “Rahim
341 Duman, a.g.e., s. 241-242. 342 Buhârî, a.g.e., I, 598; Tirmizî, Velâ, 6. 343 Buhârî, Hibe, 11; Ebû Dâvud, Buyû, 87; Tirmizî, Birr, 34. 344 Buhârî, a.g.e., I, 60; Buhârî, Tefsir( Muhammed Sûresi), 47; Müslim, Birr, 16. 345 Buhârî, a.g.e., I, 67; Buhârî, Edeb, 12; Müslim, Birr, 20.
72
arş’a asılıdır: Beni sıla edeni Allah sıla eylesin! Benim ile alâkayı kesenle de Allah
alâkasını kessin! der.”346
Akrabalık bağlarını koparmak günahının büyüklüğüne dâir hadisler de şöyledir:
“Sılâ-i Rahmi terk eden cennete giremez.”347, “Kardeşi ile bir yıl konuşmayan, onun kanını
akıtmış (onu öldürmüş) gibidir.”348, “Adil ve Müslüman idâreciye karşı çıkmak,
akrabalarla ilgiyi kesmek günahından daha çok, dünyada cezâsı peşin verilmeye lâyık
hiçbir günah yoktur; âhirette bu günah sahibi için hazırlanmış olan azab olmakla
beraber.”349, “Pazartesi ve Perşembe günleri cennetin kapıları açılır ve Allah’a hiçbir
şeyi ortak koşmayan her kul bağışlanır, ancak kardeşi ile arasında düşmanlık olan kimse
bağışlanmaz. Onlar için şöyle denilir: “Birbirleriyle barışıncaya kadar bu ikisini
bekletin.”350
Bir adam, Hz. Peygamber’e gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlu! Benim akrabam
var, onlara varıyorum; onlar ise ilgiyi kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana
kötülük ediyorlar ve bana kötü söyleyip cefâ ediyorlar. Ben bu yaptıklarına tahammül
ediyorum ve onları bağışlıyorum.” Hz. Peygamber: “Eğer durum, anlattığın gibi ise sen
onlara ateşli kül serpiyor gibisin. Sen bu vaziyette (ihsanına) devam ettikçe, onlara karşı,
Allah’tan bir yardımcı dâima seninle bulunur.”351, “Yapılan sılaya, aynı şekilde karşılık
veren, sıla-i rahim eden değildir. Fakat sıla yapan o kimsedir ki, akrabalık bağları
kesildiği zaman, rahim sılasını yerine getirmiştir.” 352
4.16. Yetim Ve Kimsesizleri Kollayıp, Gözetmek
Öksüz, yetim, dul kadın ve kimsesizlerin korunup-gözetilmesi de Müslümanlar
üzerine bir vecibedir. Çünkü, özellikle ahlâki çöküntünün yaygınlaştığı toplumlarda bu
insanların yaşamlarını insanca sürdürebilmeleri bazen imkânsızlaşabilmektedir. Hz.
Peygamber: “Allah’ım sen şahid ol! Ben şu iki zayıfın haklarının çiğnenmesinden insanları
şiddetle sakındırırım, men ederim: Yetim ve kadın .”353, “Müslümanlar hakkında evlerin en
346 Buhârî, a.g.e., I, 66; Müslim, Birr, 17. 347 Buhârî, a.g.e., I, 74; Buhârî, Edeb, 11; Müslim, Birr, 18, 19. 348 Buhârî, a.g.e., I, 420; Ebû Dâvud, Edeb, 55. 349 Buhârî, a.g.e., I, 39; Ebû Dâvud, Edeb, 51. 350 Buhârî, a.g.e., I, 425; Müslim, Birr, 35; Ebû Dâvud, Edeb, 55; Tirmizî, Birr, 76; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk, 17. 351 Müslim, Birr, 22. 352 Buhârî, Edeb, 15. 353 İbn Mâce, Edeb, 6.
73
hayırlısı, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar hakkında
evlerin en kötüsü ise içinde kendisine kötülük edilen bir yetimin bulunduğu evdir.” 354,
“Ben, yetimin işine bakan kimse ile cennette şöyle beraber bulunacağım.” Buyurmuş da
şehâdet parmağı ve orta parmağı ile işâret edip göstermiştir.”355, yine “Dul kadınların ve
fakirlerin ihtiyacına koşan, Allah yolunda cihad edenlerle, gündüzün oruç tutup, geceyi
ibâdetle geçiren gibidir.” 356 buyurmuştur.
4.17. Hastaları Ziyaret Etmek
Hasta ve düşkün kimseleri ziyaret ederek, hâl-hatırlarını sormak varsa ihtiyaçlarını
gidermek, onları bu zor ve sıkıntılı günlerinde tesellî ederek yalnız bırakmamak da İslâm
âdâbındandır. Bu konuda Hz. Peygamber : “Her kim bir hastayı ziyaret ederse dönünceye
kadar cennetin hurmalıklarındadır .” 357, “Aç olanı doyurun, hastayı ziyaret edin, esiri
azad edin.”358, “Hasta ziyaretçisi olarak Müslüman kardeşinin yanına varan bir kimse,
hastanın yanında oturuncaya kadar Cennet meyvelerini kopara kopara yürümüş olur.
Oturduğu zaman rahmet onu kaplar. Eğer ziyareti sabahleyin olursa geceleyinceye kadar
yetmiş bin melek ona duâ ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa sabahlayıncaya kadar
yetmiş bin melek ona duâ ve istiğfar eder.”359 buyurmuştur.
Hasta ziyaretinde hastayı şifâ bulabileceği yönünde tesellîlerle umutlandırmak
lâzımdır. Hz. Peygamber: “Hastanın yanına girdiğiniz zaman ömrünün uzunluğu
hususunda onu umutlandırıp kederini dağıtınız. Çünkü bu umut hiçbir şeyi geri çevirmez.
Ve hastanın gönlünü hoş eder.” 360, “Bir kimse hastayı ziyarete geldiği vakit şöyle
söylesin: “Allah’ım kuluna şifâ ver.Olur ki senin rızan için düşmanı yaralar veya senin
rızan için bir cenâzenin teşyiinde yürür.” 361 buyurmuştur.
Enes b. Malik şöyle demiştir: “Hz. Peygamber hastalık üzerinden üç gün geçmeden
hiçbir hastayı ziyaret etmezdi.”362 Hz. Peygamber’ in hastayı üç günden sonra ziyaret
354 Buhârî, a.g.e., I, 153; İbn Mâce, Edeb, 6. 355 Buhârî, a.g.e., I, 152; Buhârî, Edeb, 24; Ebû Dâvud, Edeb, 131; Tirmizî, Birr, 14. 356 Buhârî, a.g.e., I, 148; Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41; Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78. 357 Buhârî, a.g.e., I, 530; Müslim, Birr ve Sılâ, 40; Tirmizî, Cenâiz, 2. 358 Ebû Dâvud, Cenâiz, 12. 359 Ebû Dâvud, Cenâiz, 7; Tirmizî, Cenâiz, 2; İbn Mâce, Cenâiz, 2. 360 Tirmizî, Tıbb, 35; İbn Mâce, Cenâiz, 1. 361 Ebû Dâvud, Cenâiz, 12. 362 İbn Mâce, Cenâiz, 1.
74
sebebinin, hastanın üzerindeki kırgınlığı atarak birazcık kendisini toparlamasını beklemek
olması muhtemeldir.
Hastayı ziyarette, canının ne çektiğini sorarak, mümkünse bu isteğini yerine getirmek
de âdâbtadır. Hz. Peygamber: “Birinizin hastasının canı bir şey çektiği zaman, hastasına
onu yedirsin” 363 buyurmuştur.
4.18. Merhametli Olmak
İnsanlara ve diğer tüm canlılara merhametli davranmak da âdâbtandır. Hz.
Peygamber: “Aziz ve Yüce olan Allah merhameti yüz parça etti de doksan dokuzunu
kendine alıkoydu ve yeryüzüne bir tek parça indirdi; bu bir parçadan yaratıklar
birbirleriyle merhametleşirler, hattâ at yavrusuna isâbet ettirmek korkusundan ayağını
yavrusundan kaldırır onu korur.” 364, “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah merhamet
etmez.” 365,buyurmuştur. “Bir adam yolda yürüdüğü sırada ona şiddetle bir susuzluk ârız
oldu. Nihayet bir kuyu buldu ve oraya indi. Su içtikten sonra kuyudan çıktı. Bir de gördü
ki, susuzluktan dilini çıkararak soluyan bir köpek rutubetli toprak yalıyordu. Bunu gören
adam kendi kendine dedi ki: ‘Bana isâbet eden susuzluğun benzeri bu köpeğe de isâbet
etti.’ Sonra kuyuya inip ayakkabısını su doldurdu. Sonra ağzı ile onu tuttu ve elleri ile kuyu
duvarlarına tutunarak yukarı çıktı. Köpeği suladı. Bundan dolayı Allah o kulunu övdü ve
onu mağfiret buyurdu. Ashab dediler ki: ‘Ey Allah ‘ın Rasûlü! Hayvanlara iyilik etmekte
bize mükâfat var mı?’ Hz. Peygamber: “Her yaş ciğerde sevab, mükâfat vardır.”366
buyurdu.
4.19. Temiz Olmak
İbâdetlerin kabul edilmesinin ilk şartı, maddî ve manevî temizlik olduğu gibi, îmanda
olgunluğun şartı da temizliktir. Hz. Peygamber: “Temizlik, îmanın yarısıdır.” 367
buyurmuştur. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de: “Orada, günahlardan ve pisliklerden
temizlen meyi seven adamlar vardır. Allah çok temizlenenleri sever .” 368 buyurmaktadır.
363 İbn Mâce, Cenâiz, 1. 364 Buhârî, a.g.e., I, 115; Buhârî, Edeb, Rikak, 19; Müslim, Tevbe, 17; Tirmizî, Daavât, 107, 108. 365 Buhârî, a.g.e., I, 113; Buhârî, Tevhid, 2; Müslim, Fezâil, 66; Tirmizî, Birr, 16. 366 Buhârî, a.g.e., I, 391; Buhârî, Müsakât, 10; Müslim, Selâm, 153; Ebû Dâvud, Cihad, 47;İmam Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n-Nebiyy, 23. 367 Müslim, Tahâret, 1. 368 Tevbe, 9/108.
75
Her Müslüman, kalp, beden, yiyecek,giyecek ve çevre temizliğine dikkat etmelidir.
Fesat düşüncelerle paslanmış bir kalp, kirli ve dağınık bir kıyafet tarzı hiçbir Müslümana
yakışmaz. Onun evi, çevresi, içi, dışı tertemiz olmalıdır. İslâm Dini daha uykudan
kalkıldığı an, temizliği başlatır. Hz. Peygamber ilk iş olarak ellerin yıkanması gerektiğine
dikkat çeker: “El nerede geceledi bilemezsiniz .” 369 Yemeklerden önce ve sonra elleri
yıkamak da önemli bir görgü kuralıdır. Hz. Peygamber süt içtiği vakit bile ağzını
çalkalamıştır.370
İslâm Dini çevre temizliğine de büyük önem verir. Hz. Peygamber: “İnsanları
rahatsız eden her şeyin melekleri de rahatsız ettiğini” belirtmiştir.371 Yol kenarlarında,
köprü altlarında bazen pis kokularla karşılaşırız. Çünkü bazı dikkatsiz kimseler buralarda
küçük abdestlerini bozmaktadırlar. Hz. Peygamber: “Lânete uğramışlardan olmaktan
sakının!”, buyurunca Ashâb: “Bunlar da kim Ey Allah’ın Rasûlü?” diye sormuş, O da şu
cevabı vermiştir: “Halkın gelip geçtiği yolla, gölgelendikleri kuytu yerlerde abdest
bozanlardır.” 372 Hz.Peygamber’in çevreyle ilgili temizlik konusunda da çok ısrarcı olduğu
görülmektedir.373
İnsanların aslâ ihmâl etmemeleri gereken beden temizliği ile ilgili bir hadiste Hz.
Peygamber: “Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları tıraş etmek, koltuk altlarını
yolmak, tırnakları kesmek, bıyıkları kısaltmak.”374 buyurmuştur.
4.20. Kılık-Kıyafetine Özen Göstermek
Toplumsal hayatta insanların kılık-kıyafetlerine özen göstermesinin gerekliliğine dâir
atalarımızın “ İnsanlar giyim-kuşamına göre karşılanır, konuşmasına göre uğurlanır.”
ifadesi ne kadar da yerinde bir sözdür. Müslüman her konuda olduğu gibi giyim-kuşamında
da son derece dikkatli olmak durumundadır. Çünkü sosyal hayatta insanlar üzerinde
bırakılacak ilk izlenim çok önemlidir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Ey Âdemoğulları,
mescide gittiğiniz her zaman ziynetinizi alınız.”375 buyurmaktadır. Hz. Peygamber de: “
369 Buhârî, Vudû, 26. 370 Buhârî, Vudû, 26. 371 Müslim, Mesâcid, 72. 372 Ebû Dâvud, Tahâret, 14. 373 Ünal, a.g.e. s. 23-25. 374 Buhârî, Libâs, 63; Müslim, Tahâret, 39; Ebû Dâvud, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14; Nesâî, Tahâret, 10, 11; İmam Mâlik, a.g.e., Sıfatu’n-Nebiyy, 3. 375 Âraf, 7/31.
76
Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz, buna israf veya kibir karıştırmadıkça.” 376
buyurmuştur. Hz. Peygamber güzel giyinmeye imkânı olduğu halde, giyimini ihmâl eden
kimseyi hoşgörmemiştir: Ebu’l Ahvas’ın babasından: “Ben çok basit bir elbise ile
Rasûlullah’ın huzuruna gelmiştim. Rasûlullah: “Senin malın var mı?” buyurdu. Ben de:
“Evet.” Dedim. Rasûlullah: “Hangi cins mallardan ?” dedi. Ben de: “Allah bana deve,
koyun, at ve köle verdi .”dedim. Rasûlullah: “Allah sana mal verdiğinde Allah’ın verdiği
nîmet ve ikramın eseri üzerinde görünsün!” buyurdu. 377
Hz.Peygamber saçına-sakalına, giyim-kuşamına özen göstermeyen kimseleri de hoş
karşılamamıştır: Câbir anlatıyor: “Rasûlullah bir adam gördü, saçları darmadağınıktı: “Bu
adam saçlarını düzeltip tertibe sokacak bir şey bulamadı mı?” diye memnuniyetsizliğini
ifade etti. Derken o sırada başka bir adam gördü, bunun da üstü başı kirliydi. Bunun
hakkında da: “Şu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamıyor mu?”diye söylendi.378
Bir kimsenin yeni bir elbise giyindiği vakit, bunu nasib eden Yüce Allah’a şükrü yani
teşekkürü de ihmâl etmemesi gerekir. Hz. Peygamber elbisesini yenilediği vakit: “Yâ
Rabbi, Hamd sanadır. Bunu bana sen giydirdin. Bunun hayrından ve bunun kullanıldığı
iyi işin hayrından senden isterim. Bunun şerrinden ve kullanılacağı kötü işin şerrinden de
sana sığınırım.” derdi.379, ayrıca O: “Kim yeni bir elbise giyinir ve “Benim hiçbir güç ve
kuvvetim olmaksızın bunu bana giyindiren Allah’a hamd olsun!” derse onun geçmiş ve
gelecek günahları bağışlanır.”380 buyurmuştur.
Bir kimsenin yeni bir elbise giyinen kardeşine, arkadaşına v.b. bunun kendisi için
hayırlı olmasını dilemesi de âdâbtandır. As’ın oğlu Sa’d’ın kızı Ümmü Hâlid anlatıyor:
“Rasûlullah’ a üzerinde çizgi desenleri olan bir elbise getirildi. Rasûlullah: “Bu elbise
kime lâyık?” diye sordu. Cemaat sustu. Rasûlullah: “Bana Ümmü Hâlid’i çağırın.”
buyurdu. Ümmü Hâlid çağrıldı. O elbiseyi Ümmü Hâlid’e giydirdi. Sonra da iki defa şöyle
dedi: “ Onu sırtında eskidesin, Allah onun yerine sana, yenisini versin.” dedi. Rasûlullah
elbisedeki kırmızı ve sarı desenlere bakıyor ve “Ey Ümmü Hâlid güzel yakıştı, güzel
yakıştı.”diyordu.”381
376 İbn Mâce, Libâs, 23. 377 Ebû Dâvud, Libâs, 17; Nesâî, Zînet, 83. 378 Ebû Dâvud, Libâs, 17. 379 Tirmizî, Libâs, 29; Ebû Dâvud, Libâs, 1. 380 Ebû Dâvud, Libâs, 1. 381 Buhârî, Libâs, 22, 32, Edeb, 17; Menâkıbu’l-Ensar, 37; Ebû Dâvud, Libâs, 2.
77
4.21. Yumuşak Huylu ve Hoşgörülü Olmak
Yumuşak huylu olmak; insanın olur-olmaz şeylere öfkelenmemesi, diğer insanlar
arasında fark gözetmeksizin herkese nâzik ve kibar davranması demektir. Yumuşak huylu
olmanın yaşantı halindeki örneği de Hz. Peygamber’dir. Bu konuda Enes’ in anlattığı şu
olay oldukça anlamlıdır: “Rasûlullah ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran
kumaşından yapılmış sert ve kalın yakalı bir elbise (cübbe) vardı. Çölde yaşayan bir arab
yaklaşarak, Hz.Peygamber’ in elbisesinden kuvvetlice çekti. O kadar sert çekti ki elbisenin
yakası ensesinde iz bıraktı. Sonra da şöyle dedi : “Ey Muhammed; sende olan Allah
malından bana verilmesi için emret!” Bunun üzerine Rasûlullah o adama döndü,
gülümsedi ve kendisine bir şey verilmesini emretti.”382
Bu olayda dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar vardır: Çölde yaşayan bir
insanın rahatça hattâ patavatsızca gelip de elbisesinden tutup çekebildiği şahıs Allah’ın
insanlık için seçip gönderdiği bir “Peygamber” dir. Bu dînî kişiliği yanında O’nun siyasî
kimliği de vardır. Siyasi kimliği ile de O, uğrunda seve seve can vermeye hazır binlerce
gönüllünün bulunduğu bir devlet başkanıdır. Buna rağmen nezâket ve ahlâk kurallarına
aykırı bir şekilde kendisinden istekte bulunan kimseye karşı sergilediği bu tavırda,
kızgınlık ve güceniklik yoktur. Tatlı bir tebessümle karşıladığı insanın isteğini de yerine
getirmiştir.383
Hz. Peygamber bu kadar yumuşak huylu ve derin bir hoşgörü sahibi olduğu gibi,
farklı vesilelerle yumuşak huyluluğu ashâbına da tavsiye etmiştir.: “Kendisi cehennem
ateşine, cehennem ateşi de ona haram olan kişiyi size bildireyim mi? Her cana yakın
vakarlı ve yumuşak huylu kişi.” 384
Hz. Âişe demiştir ki: “Bir deve üzerinde idim ki, onda serkeşlik vardı. Bundan dolayı
onu dövüyordum. Bunun üzerine Hz. Peygamber bana şöyle buyurdu: “Yumuşaklıkla
hareket et, çünkü yumuşaklık bulunduğu her şeyi güzelleştirir. Bir şeyden de çıkarılınca
muhakkak onu çirkinleştirir.”385 Bu konudaki benzer rivayetler de şöyledir: “Kime,
yumuşak huyluluktan nasibi verilmişse ona hayırdan nasibi verilmiştir. Kim de yumuşak
huyluluk nasibinden mahrum kılınmışsa, hayır nasibinden mahrum olmuştur.” 386, “
382 Buhârî, Libâs, 18. 383 Kılıç, a.g.e., s. 62-63. 384 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâmet, 15. 385 Buhârî, a.g.e., I, 479; Müslim, Birr ve Sılâ, 79; Ebû Dâvud, Cihad,1. 386 Buhârî, a.g.e., I, 476; Tirmizî, Birr, 66.
78
Muhakkak ki Allah, lütuf sahibidir. Kullarına kolaylık diler, güçlük dilemez. Yumuşak
hareket etmeyi sever ve sertlikten dolayı vermediği kazancı, yumuşaklık sebebiyle verir.”387
Dilimizde yumuşak huylulukla hemen hemen aynı anlamda kullanılan bir başka
kavram da “hoşgörü” dür. Yunus’un: “Yaratılanı hoş gördük Yaratan’dan ötürü” deyişinde
anlatıldığı gibi, hoşgörü; başta insanlar olmak üzere, bütün yaratıklara gösterilmesi gereken
geniş ve yüksek bir hoşgörme anlayışıdır. Bir güzel ahlâk ilkesi olarak hoşgörü; pasif
anlamı ile başkalarına katlanmak, aktif anlamıyla da başkaları ile kaynaşmaktır.
Başkalarına katlanmak anlamındaki pasif anlamıyla hoşgörü, insan hayatının olmazsa
olmaz şartıdır. Aynı gezegeni aynı coğrafyayı ortak kullanan insanlar birbirlerine
katlanmak zorundadır. Değilse o coğrafya, o gezegen yaşanmaz olur. Çünkü insan, öyle bir
varlıktır ki her insan, genel çizgileri ile diğerinin benzeridir ancak her insan özelde
öbüründen başkadır. Bu çerçeve içinde ana-baba çocuğuna, çocuklar ana-babalarına,
kardeş-kardeşe, komşu-komşuya katlanmak durumundadır. Hele küçülen dünyamızda
olduğu gibi farklı kültür grupları bir arada yaşıyorsa, bu katlanma daha da büyük
fedakârlıklar gerektirir.388
Hz. Peygamber’ in en önemli özelliklerinden biri de affediciliği ve hoşgörülülüğüdür.
O kin gütmez ve özellikle şahsına karşı yapılanlardan dolayı hiç kimseden intikam almaya
kalkışmazdı. Azılı düşmanlarını bile affederdi. Hiçbir zaman hoş olmayan, yakışıksız,
hakâret içerikli veya müstehcen sözleri ağzına almaz, sokakta yüksek sesle konuşmaz,
kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Bunun yerine karşısındakini bağışlar, hatasını affeder
ve hoşgörü ile karşılardı. Kureyşli müşrikler O’ nu sürekli tehdit eder, kendisiyle alay eder,
O’ nu hakir görür, sataşırlar, söverler ve kendisine saldırırlardı. Medine’ye hicret ettiğinde
evini kuşatarak kendisini hunharca öldürmeye çalıştılar. O’ na karşı birçok kere savaştılar.
O’nu yaraladılar, ashâbından bazılarını şehîd ettiler, fakat bütün bunlara rağmen Hz.
Peygamber o günkü şartlara göre çok kuvvetli bir ordu ile Mekke’yi fethettiğinde hiç
kimseden intikam almaya kalkışmadı. Aksine onları affetti. Düşman ordusunun başında
kendisine karşı birçok savaşta yer alan can düşmanı Ebû Süfyan ve evinde bulunanları dahi
bağışladı. Hz. Peygamber’in İslâm Dini’ne, Allah’ ın birliğine dâvet gâyesiyle şehirlerini
ziyaret ettiğinde O’nu taşlatan Tâif’in önderleri dahi affedilmiştir. Medine’deki
münâfıkların lideri Abdullah b. Ubey de bağışlandı. Saymakla bitmez kötülüklere sebep
olan bu insanı da Hz. Peygamber o engin hoşgörüsü ile affetmiş ve ona gayet nezâketle 387 Buhârî, a.g.e., I, 482; Ebû Dâvud, Edeb, 11. 388 Demir, İslâm Ahlâkı, s. 72-73.
79
muâmelede bulunmuştur. Hz. Peygamber düşmanlarına bedduâ bile etmemiştir. Uhud
Savaşı’nda dört dişi kırılıp, baş ve yüzünden yaralandığında ashâbı üzüntü ve keder
içerisinde kendisinden düşmana bedduâ etmesini istediğinde Hz. Peygamber onlara,
insanlara bedduâ etmek için değil, Allah’ın yoluna dâvet ve O’nun dinini tebliğ için
gönderildiğini ifade buyurdu. Aksine onları cehâletlerinden dolayı mâzur kabul etti ve ıslah
olmaları için duâ etti. Çünkü O, affedicilik, bağışlayıcılık, merhamet ve hoşgörü
sembolüydü.389
Konumuzu “Ne olursan ol gene de gel!” diyen, Büyük Mutasavvıf, Hoşgörü
Temsilcisi Mevlânâ’ nın yedi altın öğüdüyle tamamlamak istiyoruz:
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol .
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevâzû ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! 390
4.22. Öfkesine Hâkim Olmak
İnsan, herhangi bir şeye sinirlendiği vakit öfkesini yenebilmelidir. Yüce Allah
Kur’an-ı Kerim’de: “Cennete girecek takvâ sahipleri bollukta ve darlıkta harcayıp
yedirenler, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır.” 391
buyurmaktadır. Hz. Peygamber de: “Çok kuvvetli pehlivan, birçok güreşçiyi yere serip
gâlip olan değildir. Asıl kuvvetli pehlivan öfkelendiği sırada nefsine mâlik ve irâdesine
hâkim olan kimsedir.”392 buyurmuştur. Gerçekten de öfkeyi yenmek pehlivanlıktan daha
zordur. İnsan öfkelendiği zaman bu hâlini gidermek için ya susmalı ya da bulunduğu
ortamı değiştirip başka bir işle uğraşmalı, abdest alıp bir ibâdete koyulmalıdır. Şeytanın
şerrinden Allah’a sığınmalıdır Hz. Peygamber: “Sizden biriniz ayakta iken öfkelenirse
otursun. Eğer öfkesi giderse ne âlâ değilse sırt üstü yatsın.” 393, “Öfke şeytandandır. Şeytan
389 Eraslan, Keleş, a.g.e., s. 51-55. 390 Elitez, Mevlânâ’dan Altın Öğütler, s. 27. 391 Âl-i İmran, 3/134. 392 Buhârî, a.g.e., II, 661; Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk, 12. 393 Ebû Dâvud, Edeb, 3.
80
ise ateşten yaratıldı. Ateş ancak su ile söndürülür. Sizden biriniz öfkelendiği vakit abdest
alsın.”394 buyurmuştur.
Süleyman İbn Surad şöyle anlatmıştır: Hz. Peygamber’ in yanında iki adam sövüştü.
Bunlardan biri hiddetlendi. Öfkesi o kadar taştı ki yüzü şişti ve şekli değişti. Bunun üzerine
Hz. Peygamber: “Ben bir söz biliyorum ki, eğer onu bu adam söyleseydi, içinde bulunduğu
hâl kendisinden giderdi: “Eûzü Billâhi Mine’ş-Şeytani’r-Racîm (Allah’ın rahmetinden
kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım). ” buyurdu. 395
Öfke hâlinin, insanın ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bugün bilimsel olarak
da ispat edilerek, ortaya konmuş durumdadır. Ebû Hureyre’ den rivayetle, bir adam: “Ey
Allah’ın Rasûlü! Bana bir nasihatte bulun, uzun yapma! Ta ki nasihatini unutmamayım.”
demişti ve bunu bir kaç kere tekrar etmişti. Hz. Peygamber bir kelimeyle : “Öfkelenme!”
cevabını verdi.396 Hadisten de anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber öfkenin insan
sağlığındaki tahribatını gözlemlemiş olması dolayısıyla, kendisinden nasihat isteyen kim
seye sadece “Öfkelenme!” demekle yetinmiştir.
4.23. Kibirden Kaçınıp , Alçakgönüllü Olmak
Kibir: Büyüklük taslamak demek olup, Yüce Allah ve Elçisi’nce şiddetle
yasaklanmış çirkin huylardandır. Hz. Peygamber bu konuda: “Allah şöyle buyurdu:
Büyüklenmek benim cübbem, büyüklük gömleğim durumundadır. Kim bunlardan birinde
bana ortak olmaya çalışırsa onu ateşe atarım.”397, “Gönlünde hardal tanesi kadar kibir
bulunan kimse Cennet’e giremez, gönlünde hardal tanesi kadar îmanı olan kimse de ateşe
girmez.” 398 buyurmuştur.
İslâm Dini’nde kibir şiddetle yasaklanırken bunun zıddı olan alçakgönüllük (tevâzu)
inananlara önemle tavsiye edilir: “Kim Yüce Allah’ın rızası için bir derece tevâzu
gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir. Kim de Allah’a karşı bir derece kibir
gösterirse, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, neticede onu esfel-i sâfilîne
(aşağıların aşağısına) atar.” 399. Yüce Allah tevâzuyu ilkönce en sevgili kulu olan Hz.
394 Ebû Dâvud, Edeb, 4. 395 Buhârî, a.g.e., II, 444, 662, 663; Buhârî, Edeb, 44; Müslim, Birr, 109. 396 Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk, 11. 397 Buhârî, a.g.e., I, 558; Müslim, Birr, 136; Ebû Dâvud, Libâs, 29. 398 Müslim, İman, 147; Ebû Dâvud, Edeb, 29;Tirmizî, Birr, 61. 399 İbn Mâce, Zühd, 16.
81
Peygamber’e emretmiştir: “Sana tâbi olan mü’minlere alçakgönüllü davran!” 400 Bu ilâhi
emri alan Hz. Peygamber: “Yüce Allah bana “O kadar mütevâzi olun ki kimse kimseye
karşı böbürlenmesin, kimse kimseye zulmetmesin!” diye emretti.” 401 buyurmuş ve hayatını
tevâzuun zirvesinde yaşayarak Müslümanlar için sayısız örnekler sunmuştur. Yüce Allah’a
kul olmayı kendisi için en büyük şeref bilerek ne krallığa ne de melikliğe meyleden Hz.
Peygamber’in bu tercihini anlatan rivayet şöyledir:“Bir gün Hz. Peygamber Cebrâil ile
oturmuş sohbet ediyordu. O anda gökyüzünden bir melek indi. Cebrâil bu meleğin dünyaya
ilk defa indiğini söyledi. Melek: “Yâ Muhammed! Beni sana Rabb’ in gönderdi. Melik bir
Peygamber mi yoksa kul bir Peygamber mi olmak istediğini soruyor.” dedi. Hz.
Peygamber Cebrâil’ e baktı. O da mütevâzi olmasını işaret ederek: “Ey Allah’ın Rasûlü
Rabb’ine karşı mütevâzi ol!” dedi. Hz. Peygamber: “Kul bir Peygamber olmayı isterim,
dedi.”402 Hz. Peygamber böylece benzersiz bir alçakgönüllük örneği sergilemiş ve bu
tercihten sonra kulluk, insanlığın ulaşabileceği en şerefli makam olmuştur.
Hz. Peygamber Yüce Allah’ın Sevgilisi ve insanların en şereflisi olmasına rağmen
hiç kimsenin yapamayacağı kadar tevâzu göstermiş, insanların arasında onlardan biri gibi
yaşamıştır. Hz. Peygamber, Yüce Allah katındaki izzeti bilindiği ve sonsuz lütf-u İlâhi’ ye
mazhar olduğu halde Sahâbelerinden duâ isteyecek kadar mütevâzi davranabilmiştir. Hz.
Ömer şöyle anlatır: “Hz. Peygamber’den umre yapmak için izin istedim. İzin verdi ve:
“Bizi duânda unutma, sevgili kardeşim!” buyurdu. Rasûlullah’ın bu sözüne karşılık bana
dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim.”403 Peygamber Mescidi inşa edilirken herkes
gibi kerpiç taşıyan, hendek kazımında herkes açlıktan karnına bir taş bağlarken, kendisi iki
taş bağlayan 404, devlet başkanlığı, ordu kumandanlığı gibi pâyeleri şahsında toplayan Hz.
Peygamber, hiçbir zaman alçakgönüllülüğü elden bırakmamıştır.405 Konumuzu Hz.
Peygamber’in müslümanlara tavsiyesi niteliğindeki şu hadisi ile sonlandırmak istiyoruz:
“Allah birbirinize karşı alçakgönüllü davranmanızı, hiç kimsenin, hiç kimseye tecavüz
etmemesini, hiç kimsenin, hiç kimseye övünmemesini bana vahyetti.” 406
400 Şuarâ, 26/215. 401 Müslim, Cennet, 64. 402 İbn Hanbel, a.g.e., II, 231. 403 Ebû Dâvud, Vitir, 23. 404 İbn Hanbel, a.g.e., II, 381. 405 Çelik, v.d., a.g.e., s. 265-270. 406 Müslim, Cennet, 51; Ebû Dâvud, Edeb, 48.
82
4.24. Güleryüzlü Olmak
Toplumsal hayatta bir insanda en çok aranan nitelikler; nezâket, saygı, güleryüzlülük,
tatlı dilliliktir. Kur’an-ı Kerim’ in çeşitli âyetlerinde müslümanlara tatlı dilli, yumuşak
sözlü olmaları tavsiye edilmektedir. Tâhâ Sûresi’nde çok belirgin bir örnek vardır. Yüce
Allah iki Peygamberi Hz. Musa ve Hz. Hârun’ u ilâhlık dâvasında bulunan Firavun’a
gönderirken: “ Firavun’a gidin. Çünkü o iyiden iyiye azdı. O’ na tatlı dilli konuşun.
Belki aklı başına gelir veya korkar.”407 buyurmuştur.
Hz. Peygamber hiçbir insanın dayanamayacağı güçlüklerle karşılaştığı halde bu
hâlini belli etmeden çok kere güleryüzlü bulunmaya özen göstermiştir. Özellikle O’na her
hâlükârda yardımcı olan sahâbilerinden birisini gördüğü zaman tebessüm eder, gönüllerini
alırdı. Cerir b. Abdullah: “Rasûlullah ben müslüman olalıberi, beni her gördüğünde
yüzüme karşı tebessüm etmiştir.”408 demiştir. Hz. Peygamber, Müslümanları güleryüzlü
olmaya teşvik etmiş olmakla birlikte “Kardeşine karşı güleryüz göstermen, senin için bir
sadakadır.”409, kendisi her konuda olduğu gibi gülmede de ölçülü olmuştur. Bu konuda
Hz.Âişe şöyle demiştir: “Rasûlullah’ ı hiçbir zaman küçük dili görünür şekilde güler
görmedim. O ancak gülümserdi.”410
4.25. Diline Sahip Olmak ve Gıybetten Kaçınmak
İnsanların sosyal ilişkilerinin yolunda gitmesi için dikkat etmeleri gereken bir husus
da diline sahip olup, olur-olmaz yerde patavatsızca konuşmaktan, insanların arasını bozup,
nifaka sebebiyet verebilecek gıybetten kaçınmaktır. Hz. Peygamber: “Müslüman, diğer
Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.”411, “Kim bana çeneleri ile
bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse, ben de ona cennet hususunda
garanti veririm.”412 Buyurmuştur. Hz. Peygamber’ in, insanların ne dediklerini bilerek
konuşmaları ve dillerine sahip olabilmelerinin önemi ve gerekliliğiyle ilgili diğer hadisleri
de şöyledir: “Yâ Rasûlallah! Kurtuluş nededir?” diye soruldu. Buyurdu ki: “Diline hâkim
ol, evin sana dar gelmesin ve hataların için ağla!”413, “İnsanoğlu sabaha vardığı zaman
407 Tâhâ, 20/43-44. 408 Buhârî, Edeb, 68; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 135. 409 Tirmizî, Birr ve Sılâ, 36. 410 Buhârî, Edeb, 68; Müslim, İstiskâ, 16. 411 Buhârî, a.g.e., II, 507. 412 Buhârî, Rikak, 23, Hudud, 19; Tirmizî, Zühd, 61. 413 Tirmizî, Zühd, 47.
83
bütün organları dile yalvararak şöyle derler: Bizim hakkımızda Allah’ tan kork , çünkü biz
ancak seninle kâimiz, sen doğru olursan, doğru oluruz, eğri olursan, eğri oluruz.”414
İnsan normal durumlardan çok, öfke hallerinde ne dediğini bilmeyecek kadar ileri
gidebilir. Ancak bunun da zararı en çok -atalarımızın deyimiyle “Öfkeyle kalkan zararla
oturur. ”- yine öfkelenen kimsenin kendisinedir. Hz. Ali’ nin ifadesiyle “ İnsan sözünün
esiridir.” Dolayısıyla öfke halindeyken bu konuda çok daha dikkatli olunmalıdır. Enes
demiştir ki: “Rasûlullah kötü söz söylemezdi, lânet okumazdı ve sövücü de değildi. Öfkeli
zamanında şöyle derdi : “Ona ne oluyor? Alnı toprak olası!”415, “Mü’min dil uzatmaz,
lânet etmez, kötü iş yapmaz, kötü söz söylemez.” 416 Hz. Peygamber kendisi kötü söz
sarfetmediği gibi, Müslümanları da çirkin ve kaba sözlerden, lânetleşmekten ve
sövüşmekten şiddetle men etmiştir: “Müslümana sövmek fasıklıktır ve onu öldürmek -
onunla çarpışmak- küfürdür.”417, “Hiç kimse başka bir kimseye fâsıklık sıfatı atamaz.
(buna hakkı yoktur) Yine böyle diğer bir kimseye küfür sıfatı da atamaz. Şâyet atar da
attığı kimse atılan fâsıklık veya kâfirliğin sahibi değilse, bu sıfatlar muhakkak atan kimseye
döner.” 418
Müslümanların dillerine sahip olmak adına dikkat edecekleri hususlardan biri de söz
taşımamak ve gıybet yapmadığı gibi gıybete sebep olmamaya da dikkat etmektir.
Gıybet; bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, kaş-göz
hareketleriyle de olsa insanlarla alay etmek olup, İslâm Dini’nce şiddetle yasaklanmış
çirkinlikte bir eylemdir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Müslümanların ayıp ve
kusurlarını araştırmayın. Bir kısmınız bir kısmınızı (arkasından hoşlanmayacağı sözle)
çekiştirmesin. Hiç, sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan
tiksindiniz değil mi? Allah’tan sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir. Çok
merhametlidir.” 419 buyurmaktadır. Dikkat edilecek olursa, âyette Yüce Allah gıybetin
çirkinliğini, ölü eti yemeğe benzetmektedir. Hümeze Sûresi’nde de: “Mal toplayıp onu
tekrar tekrar sayan, insanları arkalarından çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay
edenlerin vay haline!”420 buyrulmaktadır. Gıybetin çirkinliği ve günahının büyüklüğü ile
ilgili hadisler şöyledir: “Mîraca çıkarıldığım vakit bakırdan tırnakları bulunan , onlarla
414 Tirmizî, Zühd, 47. 415 Buhârî, Edeb, 38. 416 Buhârî, a.g.e., I, 330; Tirmizî, Birr, 48. 417 Buhârî, a.g.e., I, 441; Buhârî, Edeb, 44, Îman, 36; Müslim, Îman,116. 418 Buhârî, a.g.e., I, 442; Buhârî, Edeb, 44; Müslim, Îman, 111. 419 Hucurât, 49/12. 420 Hümeze, 104/1-2.
84
yüzlerini ve göğüslerini yırtan bir kavme uğradım. Bunlar kimlerdir? Ey Cibril? diye
sordum. Cibril: ‘(Bunlar gıybet ederek) insanların etini yiyen ve onların hatalarına kapılıp
konuşup duranlardır.’ buyurdu. ”421, “Müslümanları gıybet etmeyiniz. Onların ayıplarını
araştırmayınız. Kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da onların ayıplarını araştırır.
Allah kimin ayıbını araştırırsa onun evinin içinde dahi ayıbını açar, perişan eder.”422 Hz.
Âişe şöyle anlatmıştır: “Rasûlullah’ a ‘ Safiye’nin şöyle şöyle sıfatları (kusur olarak) sana
yeter.’ dedim. (Müseddet’ ten başka raviler Âişe Safiye’nin kısa boyluluğunu kastetti,
dediler.) Rasûlullah ‘Ey Âişe sen öyle bir kelime konuştun ki, eğer deniz suyu ile
karıştırılsa, denizin suyuna galebe çalar, onu berbat ederdi.’423 Dedi. Mâiz b. Mâlik el-
Eslemî işlediği zina günahını dördüncü defa gelip itiraf edince recmedilmişti. Daha sonra
Hz. Peygamber beraberinde ashâbından bir toplulukla onun kabrine uğradığında bunlardan
bir adam şöyle dedi: ‘Şu ahmak (adam) defalarca Hz. Peygamber’e geldi. Hz.Peygamber
her gelişini reddediyordu. Nihayet köpek öldürüldüğü gibi öldürüldü.’ Hz. Peygamber bu
söze karşı sükût etti. Nihayet bir eşek leşine tesadüf etti ki leşin şişmesinden ayağı yukarı
kalkmıştı. Hz. Peygamber şöyle buyurdu :“Bundan yiyin!” Onlar dediler ki: “Eşek leşinden
mi Ey Allah’ın Rasûlü?!” Hz. Peygamber buyurdu ki: “Az önce kardeşinize hakaretten
kazandığınız günah daha çoktur. Muhammed’in nefsi kudret elinde olana yemin ederim ki,
O (Mâiz), cennet nehirlerinden bir nehre dalıp duruyor.”424 Hz. Peygamber gıybetçi,
ikiyüzlü kimselerin günahının büyüklüğünü şöyle ifade eder: “Koğucu Cennet’e
giremez!”425 “Dünyada iki yüzlü olanın kıyamette ateşten iki dili olur.” 426
Hz. Peygamber Müslümanların birbirlerinin kusurlarını araştırıp, birbirlerini
çekiştirmeleri yerine, tam tersine, birbirlerinin kusur ve ayıplarını mümkün mertebe
örtmelerini ve görmezlikten gelmelerini tavsiye etmiştir: “Kim bir ayıp görür de onu
örterse (cahiliye devrinde) toprağa diri diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur.”427 “
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikeye atmaz, kim kardeşinin
hâcetini bitirirse, Allah da onun hâcetini bitirir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı
421 Ebû Dâvud, Edeb, 40. 422 Ebû Dâvud, Edeb, 40. 423 Ebû Dâvud, Edeb, 40; Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâmet, 52. 424 Buhârî, a.g.e., II, 90; Ebû Dâvud, Hudud, 24. 425 Buhârî, a.g.e., II, 336; Buhârî, Edeb, 50; Müslim, Îman, 168; Ebû Dâvud, Edeb, 38; Tirmizî, Birr, 79. 426 Buhârî, a.g.e., II, 656; Ebû Dâvud, Edeb, 39. 427 Buhârî, a.g.e., II, 118; Ebû Dâvud, Edeb, 45.
85
giderirse, Allah da onun sebebi ile ondan kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderir. Kim
bir müslümanın hatasını örterse kıyamet gününde de Allah onun kusurlarını örter.”428
4.26. Sözünde Durmak ve Güvenilir Olmak
Güvenilir olmak, bir müslüman için en öncelikli ahlakî vasıflardan birisidir. Hz.
Peygamber çocukluğundan itibaren ahlâkî yücelik, doğruluk ve güvenilirlik gibi
özelliklerle tanınmıştı. Bu sebeple “ Muhammedü’l-Emin=Güvenilir Muhammed ”
lâkabıyla anılırdı. Bu ifade her bakımdan kendisine güven duyulduğunu anlatan bir
kavramdır. Mekkeliler birbirlerine güvenemedikleri için kendi aralarında çözemedikleri bir
takım önemli meselelerin çözümünde hep birlikte O’ na güvenmişlerdir.429 Ahlâklı ve
dürüst kişinin sözüne de işine de güvenilir. Ahlâki değer olarak her çeşidi ile doğruluk o
kadar önemlidir ki, dürüst olanlar Allah katında da insanlar arasında da sevilen
kimselerdir.430
Doğruluk, dürüstlük, yalandan ve hilekârlıktan, kaypaklıktan uzak durmak
güvenilirliğin koşullarındandır. Hz. Peygamber’ in doğruluk ve güvenilirliğin önemine dâir
hadisleri şöyledir. “Doğruluktan ayrılmayınız, çünkü doğruluk insanı hâlis iyiliğe götürür.
Hâlis iyilik de Cennet’e iletir. Gerçekten insan doğrulukla hareket eder de Allah katında
“sıddîk” en doğru kimse yazılır.Yalandan sakınınız, çünkü yalancılık insanı şerre-fenâlığa
götürür. Fenâlık ise Cehennem’e iletir. Gerçekten insan yalancılık ede ede Allah katında
çok yalancı yazılır.” 431
Hz. Peygamber yalan söylemenin münafıklık olduğunu ifade etmiştir: “Münafığın
alâmeti üçtür; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, ona bir şey
emanet edildiğinde korumaz, ona hıyanet eder.”432 Nifak, toplumsal barış ve huzur
ortamını tehdit edebilecek en tehlikeli durumlardan biridir. Nifak ve fitnenin hüküm
sürdüğü yerlerde insanlar ciddî anlamda güven bunalımı yaşarlar. İnsanların birbirine
şüpheyle yaklaştığı toplumlarda ise huzur ortamından bahsedilemez. Hz. Peygamber’ in
hadislerinden de anlaşılacağı üzere nifakın ilk alâmeti yalan söylemektir. Yalan
söylemenin günahına dâir hadisler şöyledir: “Kebire (büyük günahlar) nin en büyüğünü
size bildireyim mi?” Ashâb: “Evet, Yâ Rasûlallah!” dediler. Buyurdu ki: “Allah’a şirk 428 Ebû Dâvud, Edeb, 46. 429 Köksal, İslâm Tarihi, II, 189. 430 Demir, a.g.e., s. 57. 431 Buhârî, a.g.e., I, 399; Buhârî, Edeb, 69, Birr, 105; Müslim, Birr, 103, 104, 105. 432 Buhârî, Şehâdet, 28; Müslim, Îman, 107.
86
koşmak, ana-babaya asi olmak, yalan yere şehâdet etmek veya yalan söylemek.” Ebû Bekre
demiştir ki: “ Rasûlullah bunu o kadar tekrarladı ki, biz, “Keşke sükût etse!” dedik.”433
Hz. Peygamber müslümanlara herhangi bir konuda kendilerine danışıldığında da
güvenilir olmalarını, lâfı eğip-bükmeden, eveleyip-gevelemeden, samîmi bir şekilde o
konudaki düşünceleri neyse onu uygun bir dille söylemelerini tavsiye etmiştir: “Biriniz
(din) kardeşine danıştığı zaman danışılan adam ona (yararlı gördüğü) görüşünü
belirtsin.”434, “Kendisiyle istişâre edilen kişi, güvenilen bir kimsedir.”435
Güvenilir insanlar hileden, kaypaklıktan ve verdikleri sözü yerine getirememekten
kaçınırlar. Hilekâr ve sözünden cayan insanlara güvenilemeyeceği âşikardır. Enes b. Mâlik
demiştir ki: “Rasûlullah bana şöyle buyurdu:” “Evlâdcığım! Hiç kimseye karşı kalbinde bir
hile bulunmaksızın sabaha çıkmağa veya akşama varmağa gücün yeterse (bunu) yap!
Evlâdcığım! İşte benim sünnetim budur. Kim sünnetimi ihyâ ederse beni ihyâ etmiş ve kim
beni ihyâ ederse cennette benimle olmuş olur.” 436
İnsan herhangi bir konuda başkaları için yerine getiremeyeceği bir şeyi söz
vermemelidir. İbn Abbas demiştir ki : Rasûlullah şöyle buyurdu: “Kardeşinle mücadele
etme, onunla (aşırı) şaka etme ve yerine getiremeyeceğin bir şeyi ona vaâd etme.”437
Kamu düzeninin oluşumu ve devamında sözünde durmanın önemli bir yeri vardır.
İnsanların şikayetlerinin önemli bir kısmı ve işlerin aksamasının temel sebebi genellikle
ahde vefâsızlıktır. Yapılan ahde uymayı istemek kazanılmış bir hak onu yerine getirmek de
kabul edilmiş bir vazifedir. Verdiği sözü tutmayan kimse karşı tarafın hakkını ödememiş
ve kendi vazifesini de yerine getirmemiş olur. Yüce Allah: “Verdiğiniz sözü yerine getirin.
Çünkü ahdini bozan (bozduğu ahid yüzünden) sorguya çekilecektir. ”438 buyurarak
kullarını bu hususta dikkatli olmaya çağırmaktadır. 439 Yüce Allah sözünde duranlara
büyük lütuflarda bulunacağını şöyle ifade eder: “Kim ahdini bozarsa, ancak kendi
aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allah ona büyük bir
mükâfat verecektir.”440
433 Buhârî, a.g.e., I, 19; Tirmizî, Şehâdet, 1. 434 İbn Mâce, Edeb, 37. 435 Tirmizî, Zühd, 39, Edeb, 57; İbn Mâce, Edeb, 37. 436 Tirmizî, İlim, 16. 437 Tirmizî, Birr ve Sıla, 57. 438 İsrâ, 17/34. 439 Çelik, v.d., a.g.e., s. 278-279. 440 Fetih, 48/10.
87
4.27. Vefâkâr Olmak
Vefâ; görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara benzeriyle veya daha
güzeliyle karşılık vermeye çalışmak devam etmektir. Bu ahlâka sahip kimselere “vefâkâr”
denir. Vefâkârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrini bilmemek veya ona kötülükle
karşılık vermektir. Güzel ahlâk ve vefâ âbidesi Hz. Peygamber, insanlara hayattayken vefâ
gösterdikleri gibi ölümlerinden sonra da buna devam etmiştir: Hz.Âişe anlatıyor: “
Rasûlullah her koyun kesişte Hz. Hatice’ nin yakınlarına ve arkadaşlarına, O’na olan
bağlılığı sebebiyle, mutlaka bir pay gönderirdi.” 441 Yine Hz.Âişe anlatıyor: “İhtiyar bir
kadın Hz. Peygamber’e geldi ve Hz. Peygamber ona: ‘Nasılsınız, hâliniz nasıl, bizden
sonra durumunuz nedir?’diye sordu. Kadıncağız: ‘Hayır üzereyiz, anam-babam sana fedâ
olsun Ey Allah’ın Rasûlü!’ dedi. Kadıncağız evden gidince dedim ki: ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
Bu ihtiyar kadına bu kadar iltifat da niye?’ Hz. Peygamber: “Ey Âişe! Bu kadın Haticenin
zamanında bize gelirdi. Muhakkak ki kıymet gözetmek (kadirşinaslık-vefâkârlık)
imandandır, buyurdu.”442 Ebu’t-Tufeyl anlatıyor: ‘Cir’ane mevkiinde Hz. Peygamber’ i
gördüm ki, et taksim ediyordu. Ben de o gün çocuktum, devenin kesilen et parçasını taşıyor
dum. Bu sırada Hz. Peygamber’e bir hanım geldi de O’na Hz. Peygamber hırkasını döşedi.
(Onun üzerine oturttu.) Ben sordum: ‘Bu hanım kimdir?’ Denildi ki: “Hz. Peygamber’ i
emziren süt annesidir.”443
4.28. Kanaatkâr Olmak
Kanaat; elde olana razı olmaktır. Azla yetinmek, ihtiyaçları asgarî ölçüde
karşılayabilecek maddî imkânlarla idare edebilmek, başkalarının elindeki şeylere göz dik
memek ve fazla kazanma hırsından kurtulmak, kanaatin insandaki işaretlerindendir.
İnsanları yaratan Yüce Allah, onların rızıklarını da üstlenerek: “Yeryüzündeki bütün
canlıların rızkı sadece Allah’a aittir.”444 buyurmakla kullarının bu konuda
endişelenmemelerini istemiştir. Ancak bir çok hikmete binâen rızkı, kulları arasında farklı
farklı taksim etmiş, kimine az kimine de çok vermiştir. İşte kanaat burada ortaya
çıkmaktadır. Kendisine az verilen buna razı olacak, mal çokluğuna tamah ederek haksız
kazanç yollarına sapmayacaktır. Zengin de cimrilik ve açgözlülükten kaçınarak malının
441 Tirmizî, Birr, 70. 442 Buhârî, a.g.e., II, 645. 443 Buhârî, a.g.e., II, 645; Ebû Dâvud, Edeb, 129. 444 Hûd, 11/6.
88
hakkını verecektir. Kanaat sadece fakirlere mahsus bir haslet değildir. Bu hususta zenginler
çoğu kez fakirlerden daha muhtaç duruma düşmektedir. Çünkü mal arttıkça beraberinde
mal sevgisi, hırs ve tamah da artmaktadır.445 Bu konuda Hz. Peygamber: “Zenginlik mal ve
metânın çokluğunda değildir, asıl zenginlik, gönül zenginliğidir.” 446 buyurmuştur. Büyük
Mutasavvıf Mevlânâ da kanaatin gerekliliğini şöyle ifade eder: “Kanaate ermekle hiç kimse
canından olmadı. Hırs ile de hiç kimse sultan olmadı. Allah ekmeği domuzlardan,
köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur insanların kazancı değildir. Sen nasıl
rızka düşkün, rızkı arayan bir âşık isen rızık da sana âşıktır. Sen rızkın peşinde koşmasan
da o senin kapına gelir. Fakat sen onun peşinde koşarsan, başına belâ olur, sana ızdırap
verir.”447
4.29. Hayâlı Olmak
Hayâ; utanma, ayıplanan bir şeyin korkusuyla insanda meydana gelen mahcubiyet
duygusu gibi anlamlara gelir. Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleri şöyledir: “Îman
altmış küsûr şubedir. Hayâ da îmandan bir şûbedir.” 448, “Her dinin kendine has bir ahlâkı
vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” 449
Hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın, hayâ duygusu tamamen hayırdan ibaret
olup insana ancak güzellikler bahşeden bir fazilettir. Bu asil duygunun, insanın hakkını
elde etmesine engel olan, çekingenlik, medenî cesaretten mahrumiyet, korkaklık ve
beceriksizlik gibi olumsuz sıfatlarla hiçbir alâkası yoktur. Nitekim Ensar kadınları Hz.
Peygamber’in huzuruna gelerek kendilerine has en mahrem meseleleri bile sorarlardı. Hz
Âişe demiştir ki: “Ensar hanımları ne iyi kadınlardır. Hayâları, onları dinî meseleleri
derinlemesine öğrenmekten alıkoymamıştır.”450
Yüce Allah, Hz. Peygamber’in hayâ abidesi olduğunu âyette şöyle beyan eder: “Ey
îman edenler! Peygamberin evlerine rastgele girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir
de girecek olursanız (erkenden gelip) yemeğin hazırlanmasını beklemeyin. Dâvet
edildiğiniz zaman girin, yemeği yer yemez dağılın da lafa dalmayın. Çünkü bu
hareketiniz Peygamber’ e sıkıntı veriyor , fakat o size bunu söylemekten hayâ ediyor.
445 Çelik, v.d., a.g.e., s. 285. 446 Buhârî, a.g.e., I, 291; Buhârî, Rikak, 15; Müslim, Zekât, 120; Tirmizî, Zühd, 27. 447 Mevlânâ, a.g.e., Beyit: 2398-2401. 448 Buhârî, a.g.e., I, 602; Buhârî, İman, 2; Müslim, İman, 57-58. 449 İbn Mâce, Zühd, 17; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk, 9. 450 Müslim, Hayz, 61.
89
Halbuki Allah hakkı söylemekten asla çekinmez.”451 Hz. Enes, bu âyetin iniş sebebini
şöyle anlatıyor: “Rasûlullah, Zeynep ile evlendikleri zaman annem Ümmü Süleym bana: ‘
Rasûlullah’a bir hediye takdim etsek’ dedi. Ben: ‘Bir şeyler hazırla götüreyim.’ dedim.
Bunun üzerine hurma, yağ ve keş getirdi. Bir tencereye koyarak, bunlarla yemek yaptı ve
benimle gönderdi. Rasûlullah’a götürdüğümde : “Yemeği bırak bana falancaları çağır.”
diyerek teker teker isimlerini söyledi. Ayrıca: “Kime rastlarsan çağır.” diye emretti. Emri
yerine getirdim, sonra döndüm. Ev insanlarla dolmuştu. Rasûlullah elini yemeğin üzerine
koydu ve Allah’tan başka kimsenin bilmediği (duyulmayacak şekilde) bir şeyler söyledi.
Sonra cemaati onar onar çağırdı. Herkes o yemekten yiyordu. Allah Rasûlü yiyenlere: “
Yemeğe Allah’ ın ismini anarak başlayın ve önünüzden yiyin!” buyurdu. Bu hâl herkesin
yemeğini yiyip dağılmasına kadar devam etti. Sonunda bir kısmı çıktı, bazıları da kalıp
sohbete devam etti. Rasûlullah aslında onların çıkmalarını bekliyordu. Biraz daha
bekledikten sonra çıkıp diğer bir hücre-i saadetine doğru yürümeye başladı. Az sonra
sohbete dalanlar da gitti. Hemen çıktım ve Allah Rasûlü’ ne: “Dâvetliler gitti artık.” dedim.
Rasûlullah evine geri döndü. Bundan sonra bu âyet nazil oldu.” 452 Enes’ in ifadesinden de
anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber evlendiği ilk günün gecesinde, düşüncesizlik ederek,
lüzumsuz yere misafirliğini uzatan kimselere karşı dahi hayâsından sesini çıkarmamış,
ancak Yüce Allah, Elçisi’nin yüreğindeki sıkıntıyı gidermek üzere, tüm inananlara uyarı
niteliğindeki bu âyeti indirmiştir.
4.30. Ölçülü Olmak
Ölçülü olmak; insanın gerek duygularında gerekse eylemlerinde haddi aşmaması
demektir. Bu sebepten de ahlâki faziletlerin esasıdır. Çünkü fazilet; biri aşırılık, öteki
eksiklik olan iki kötülüğün ortasıdır. Aşırılık ve eksiklik ise ifrat ve tefrittir. Ahlâken kötü
olan aşırılık ve eksiklik hem duygusal yaşantı ile hem de eylemlerle ilgilidir. Meselâ
ahlâki bir fazilet olan hoşgörünün eksikliği “kin ve nefret”, aşırılığı ise “ aşırı duygusallık”
tır. Bunların ikisinden de insan kaçınmak zorundadır. İşlerinde ve duygularında aşırılığa
giden insanlar, iletişim kurulması zor, başkalarına güven telkin etmeyen kimselerdir. Her
insanın hata yapabileceğini düşünerek, insanlara ne bütünüyle güvenmeli ne de ilişkileri
451 Ahzâb, 33/53. 452 Buhârî, Tefsir (Ahzâb Sûresi), 33; Müslim, Nikâh, 89.
90
tamamen koparacak seviyeye getirmelidir.453 Bu konuda Hz. Peygamber: “Sevdiğin kişiyi
sevme de aşırılığa kaçma, bakarsın o kimse bir gün düşmanın oluverir. Düşmanlık ettiğine
de aşırı kin besleme bakarsın o bir gün dostun oluverir.”454 buyurmuştur.
İnsan, ikili ilişkilerini sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için şakalaşmaya varıncaya
kadar hemen her konuda ölçüyü elden bırakmamalıdır. Hz. Peygamber de zaman zaman
ashâbıyla şakalaşmıştır. Ancak O’nun şakaları bile bir gerçeği ifade edecek ve asla
taşkınlığa varmayacak şekilde ölçülü olmuştur: Enes anlatıyor: “Rasûlullah ahlâkça
insanların en güzeli idi. Benim bir kardeşim vardı ki, ona Ebû Umeyr denilirdi. Rasûlullah
bize gelip de onu gördüğü zaman: “Ey Ebâ Umeyr! Ne yaptı Nugayr! (serçecik ne oldu ?)”
derdi. Ebû Umeyr bu kuşla oynardı .” 455 Yine Enes Hz. Peygamber’ in kendisine “Ey Zü’l
Üzüneyn (iki kulaklı)” diye hitâbederek şaka yaptığını rivayet etmiştir.456 Bir diğer Enes
rivayeti de şöyledir: “Safça bir adam Hz. Peygamber’in yanına gelip kendisini bir yük
hayvanına bindirmesini istedi. Hz. Peygamber ona: “Seni bir dişi deve yavrusuna
yükleyeceğiz.” dedi. Saf adam: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben dişi devenin yavrusunu ne
yapayım?” dedi.Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Develeri, dişi develerden
başkası mı doğurur?!” 457 Ashâb: “Yâ Rasûlallah! Sen bizimle şakalaşıyorsun!” dediğinde
Hz.Peygamber de: “Ben gerçekten başka bir şey söylemem.” 458 buyurmuştur.
4.31. Sövüşmemek ve Lânetleşmemek
Edepli, görgülü bir müslüman cahil insanlar gibi sövüşmek ve lânetleşmekten uzak
durmalıdır. Çünkü böylesi çirkin sözler sarfetmek Müslümanlık vakarıyla
bağdaştırılamayacak kadar bayağılıktır. Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleri şöyledir:
“Müslümana sövmek fasıklıktır.” 459, “Sövüşen iki kimsenin söyledikleri sözün günahı,
sövülen haddi aşmadıkça, ilk söze başlayan üzerinedir.” 460 Hz.Peygamber’e “Ey Allah’ ın
Rasûlü! Müşriklere bedduâ et.” denildiğinde Hz. Peygamber “Ben, lânet edici olarak
gönderilmedim, ancak rahmet olarak gönderildim.” buyurdu.461
453 Kılıç, a.g.e, s. 56-57. 454 Buhârî, a.g.e., II, 664; Tirmizî, Birr ve Sılâ, 60. 455 Buhârî, a.g.e., I, 284, II, 206; Buhârî, Edeb, 81; Müslim, Âdâb, 30. 456 Ebû Dâvud, Edeb, 92; Tirmizî, Birr, 57. 457 Ebû Dâvud, Edeb, 92; Tirmizî, Birr, 57. 458 Buhârî, a.g.e., I, 281; Tirmizî, Birr ve Sıla, 56. 459 Buhârî, a.g.e., I, 440; İbn Mâce, Fiten, 4. 460 Buhârî, a.g.e., I, 436; Müslim, Birr, 68; Ebû Dâvud, Edeb, 47; Tirmizî, Birr, 51. 461 Buhârî, a.g.e., I, 336; Müslim, Birr, 87.
91
4.32. İnsanlara Eziyet-Zulüm Etmemek
Zulüm; insanları ya da hayvanları madden-mânen yıpratmak, lisanen veya fiziken
incitmek, canlarını yakmak v.b. eylemlerde bulunmaktır. İslâm Dini zulmün her türlüsünü
şiddetle yasaklar. Hz. Peygamber Yüce Allah’tan ilham aldığına göre, Allah şöyle
buyurdu: “Ey Kullarım! Ben zulmü kendimden kaldırdım ve sizin aranızda da onu
haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz”462 Hz. Peygamber: “Zulümden sakınınız.
Çünkü zulüm kıyamet günü karanlıklardır.(Felâketlere sebep olur) Cimrilikten sakınınız.
Çünkü cimrilik sizden öncekileri helâk etmiş ve onları, birbirlerinin kanlarını akıtmaya
götürmüş ve haram şeylerini helâl kabul etmişlerdir.”463, “Bir kediden dolayı bir kadın
cehenneme girdi ve ona azab edildi. Kediyi açlıktan ölünceye kadar hapsetmişti. Allah en
iyi bilir ki ona şöyle denir: “Sen o kediyi hapsettiğin zaman ona yemek vermedin, su
içirmedin, bir de yeryüzünün haşeratından yesin diye onu salıvermedin.” 464 Hadisten de
anlaşılacağı üzere İslâm Dini öyle ince ruhlu insanlar yetiştirmeyi hedeflemiştir ki değil bir
insanı, bir kediyi incitmek bile kişinin cehenneme girmesine yeterli sebep sayılmıştır.
4.33. İnsanları Yüzlerine Karşı Övmemek
İnsan, tabiatı itibariyle zaman zaman kendisine iltifat edilmesinden hoşlanır.
Bununla birlikte bazen de sevilen kimselere iltifat etmede, onları övmede aşırıya kaçıldığı
olur. Oysa hemen her şeyin aşırısı zarardır. Her insanın yapısı aynı olgunlukta olmayıp,
herkes aldığı yoğun iltifatı lâyıkıyla taşıyamayabilir. Hz. Peygamber ashâbını ve onların
şahsında tüm Müslümanları bu durumlarda abartılı davranmaktan sakındırmıştır. Hz.
Peygamber’in yanında bir adamdan bahsedilip, bir kişi o adamı hayırlarla çok övünce Hz.
Peygamber: “Yazık ettin, arkadaşının boynunu kestin, O’nun gurura kapılarak helâk
olmasına sebep oldun.” buyurarak bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra da devamla: “Eğer
sizden biriniz muhakkak arkadaşını övecekse desin ki, ben onu şöyle ve böyle
zannediyorum. Eğer onu, dediği gibi biliyorsa. Allah o kişinin hesabını görmede
yeterlidir. Sizden biriniz kesinlikle Allah katında hiç kimseyi temize çıkarmasın.” 465
buyurdu. Hz. Peygamber’in insanları, birbirlerini yüz yüze övmeleri durumunda, kibre
kapılıp, günaha girecekleri endişesiyle bu durumdan sakındırmış olduğu anlaşılmaktadır.
462 Buhârî, a.g.e., I, 498; Müslim, Birr, 55; Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâmet, 49. 463 Buhârî, a.g.e., I, 492; Müslim, Birr ve Sıla, 56. 464 Buhârî, a.g.e., I, 392; Buhârî, Müsâkât, 10; Müslim, Selâm, 151. 465 Buhârî, a.g.e., I, 392; Buhârî, Şehâdet , 16, Edeb, 54, 95; Müslim, Zühd, 65; Ebû Dâvud, Edeb, 10.
92
4.34. Kendini İlgilendirmeyen Şeylerle Oyalanmamak
İnsanların kendilerini ilgilendirmeyen konuların peşine düşmemeleri, boş şeylerle
vakit geçirmemeleri de âdâbtandır. Hz. Peygamber: “Kişinin malâyâniyi (kendini
ilgilendirmeyeni) terk etmesi Müslümanlığının iyiliğindendir-güzelliğindendir.” 466
buyurmuştur.
4.35. Lâkap Takmamak
İslâm Dini’nde Müslümanlar, birbirlerine işittiklerinde hoşlanmayacakları lâkapları
takmaktan men edilmişlerdir. Ebû Cübeyre İbn Dahhak demiştir ki: “Hucurât Sûresi’nin “
Birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın.”467 âyeti biz Selemeoğulları hakkında indirildi.
Rasûlullah bize geldi. Bizden bir adamın iki veya üç ismi olurdu ve bu isimlerden biri ile
çağrılınca bundan hoşlanmayabilirdi. Bunun üzerine bu âyet indirildi.”468
4.36. Özrü Kabul Etmek
İnsanlar zaman zaman farkında olarak ya da olmadan hatâ yapabilirler. Bu, birer
melek değil de “kul” olmaları dolayısıyla son derece normal karşılanabilecek bir
durumdur. Ancak hatâ yapan kimsenin bunu fark eder etmez büyük bir erdemlilikle özür
dilemeyi de bilmesi gerekir. Karşı taraf da buna karşılık nezâketen bu özrü kabul etmelidir.
Hz. Peygamber bu konuda: “Kim bir mâzeretinin kabulünü din kardeşinden ister de
kardeşi o özrü kabul etmezse onun üzerinde, meks sahibinin günahı kadar vebâl olur.” 469buyurmuştur.
4.37. Hapşıran Kimseye Esenlik Dilemek
İnsanın yanında hapşıran birine “Allah’tan esenlik dilemesi” de âdâbtandır. Hz.
Peygamber: “Müslümanın müslümanda dört hakkı vardır: Hapşırdığı zaman şükrünün
sonunda ona yanındaki kimse Allah’tan esenlik diler, dâvet ettiğinde icâbet eder,
öldüğünde cenâzesinde bulunur, hastalandığında onu ziyaret eder.” 470, “Kardeşine bir
defa, iki defa ve üç defa Allah’tan esenlik dile. Bundan sonra olan hapşırma nezle icâbıdır. 466 Tirmizî, Zühd, 9; İbn Mâce, Fiten, 12; İmam Mâlik, a.g.e., Hüsnü’l-Hulk , 3. 467 Hucurât, 49/11. 468 Tirmizî, Kur’an Tefsiri, 49. 469 İbnMâce, Edeb, 23. 470 Buhârî, a.g.e., II, 288; İbn Mâce, Cenâiz, 1.
93
Ona sen nezlesin!de.” 471 buyurmuştur. Bizim kültürümüzdeki birinin yanında hapşıran
kimseye “Çok yaşa!” ve buna karşılık hapşıran kimsenin de “ Sen de gör!” sözleri de bu
anlayışın yansıması olsa gerektir.
4.38. Esnerken Ağzı Kapamak
İnsanın esnerken ağzını kapatması da âdâptandır. Hz. Peygamber: “Muhakkak ki
Allah kulları hakkında hapşırmayı sever, esnemeyi ise hoş görmez. Bir kimse hapşırıp da
Allah’a hamd ederse, ona “Yerhamükellah” demek, onu işiten her müslümana gerekir.
Esnemeye gelince, o ancak şeytandandır. İnsan gücü yettiği kadar onu geri çevirmelidir.
Çünkü biriniz esnediği zaman, şeytan ona bundan dolayı güler.”472
Özellikle bir topluluk içerisindeyken ağzı açık bir şekilde esneyen kimseye şeytandan
çok etrafındaki insanlar güler. Bu yüzden esneyecek kimsenin ağzını kapatması tavsiye
edilmiştir. Müslümanların bu durumlarda da yine Hz. Peygamber’ in tavsiyesine uymaları
ve ona göre davranmaları gerekir.
471 Buhârî, a.g.e., II, 299; Tirmizî, Edeb, 5; İbn Mâce, Edeb, 20; İmam Mâlik, a.g.e., İsti’zan, 4. 472 Buhârî, a.g.e., II, 292; Buhârî, Edeb, 128; Müslim, Zühd, 56; Ebû Dâvud, Edeb, 97; Tirmizî, Salât, 273.
94
SONUÇ
İnsanı yaratan Yüce Allah onu başıboş, sahipsiz ve rehbersiz bırakmamıştır. Ona
dünya ve âhiret mutluluğunun reçetesini sunmak üzere Peygamberler göndermiştir. Ne
zaman ki insanlık ahlâkî dejenerasyona uğramışsa Cenâb-ı Hak duruma müdahale ederek
seçkin kulları olan peygamberlerini birer tebliğci olarak görevlendirmiştir.
Yüce Allah’ın sapıtarak yoldan çıkan insanlığı hidâyete getirmek üzere
görevlendirdiği son elçisi Hz. Muhammed olmuştur. Hz. Muhammed, kendisinin gönderiliş
esprisinin “güzel ahlâkı tamamlamak” olduğunu ifade etmiştir. Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de Hz. Peygamber’in yüce bir ahlâk üzere bulunduğunu bildirerek, Elçisi’nin ahlâ
kını methetmektedir. Yine “Allâh’ın Rasûlü’nde sizler için, Allâh’a ve âhiret gününe
kavuşmayı bekleyenler ve Allâh’ı çok ananlar için en mükemmel bir örnek vardır. ”
buyurarak, Müslümanları Hz. Peygamber’i örnek alarak yaşamaları konusunda
uyarmaktadır. “Ey Rasûlüm! De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ” buyuran Yüce Allah, kendi sevgisini Elçisi’nin
sevilmesine, O’na uyulmasına bağlı kılmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar Allah’ın
rızasını ve sevgisini kazanabilmek için, Hz. Peygamber’i sevmek ve O’na uymak
durumundadır.
Güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş bir Peygamber’in ümmeti olan
Müslümanların da insan-ı kâmil olabilme çabası vermesi, bunun için de öncelikle güzel
ahlâkla bezenmesi gerekir. Güzel ahlâkın bireyin hayatına yansıması ise, içinde yaşanılan
toplum tarafından kabul edilmiş bulunan birtakım görgü kurallarına uymak ve buna göre
davranış geliştirmek şeklinde ortaya çıkar. Müslümanlar da güzel ahlâklı olabilmek için
öncelikle edepli-görgülü, nezaketli birer birey olmak durumundadırlar. Görgü kuralları
insanların doğruya ve iyiye yönelmesini sağlamak, birey ve toplum için kötü ve zararlı
olanı, yapılmaması gerekeni belirlemek için vardır. Bunlar, toplumun kültürünün tarihi
içerisinde gelişmiş anonim davranış kurallarıdır.
Çalışmamızda; Güzel Ahlâk Âbidesi Hz. Muhammed’in bireysel hayatında, aile
hayatında ve toplumsal hayatta uyduğu ve Müslümanlara da uymalarını tavsiye ettiği
görgü kurallarını, el-Buhâri’ nin el-Edebü’l-Müfred’i bağlamında, ortaya koymaya çalıştık.
Dünyanın neresine gidilirse gidilsin uyulması gereken bir takım evrensel etik kuralları
vardır: Büyüklere saygı, küçüklerin şefkâtle korunması, herhangi bir yere girmeden izin
istenmesi, yapılan herhangi bir iyiliğe karşılık teşekkür edilmesi, hatâdan dolayı özür
95
dilenmesi, kılık-kıyafetin temiz ve düzenli olmasına dikkat edilmesi v.b. hususlar
bunlardandır. Saydığımız bütün bu hususlar, hemen her yerde geçerli olmakla beraber, bazı
alt düzenlemelerde, toplumdan-topluma farklılıklar gözlemlenebilir. Hz. Peygamber’in
tebliğle görevlendirildiği Cahiliye Toplumunu’nda da insanların bir kısmının uymaya
çalıştığı birtakım görgü kuralları vardı. Ancak toplum yapısının bozularak, kokuşmuş bir
hâl almış olması dolayısıyla bu görgü kuralları ihmâl edilmişti. İşte bu sebeple Yüce Allah
insanların ıslâhı ve toplumsal huzurun temini için, tamamen yeni ya da bazı eski âdetleri
de içeren görgü kurallarını Hz. Peygamber’in şahsında yeniden düzenlemiştir.
Hemen her konuda Hz. Peygamber’i örnek alan Müslümanların “görgü kuralları”
konusunda da aynı şekilde hareket etmeleri gerekir. Müslümanlar üst ahlâki
düzenlemelerde yani Hz. Peygamber’in büyüklerine saygı-küçüklerine sevgiyle
yaklaşmasını, hoşgörüsünü, izin istemeden bir yere girmemesini v.b. davranışlarını örnek
almakla beraber, bu hususların alt düzenlemelerinde içinde yaşadıkları toplumun örf ve
âdetlerine göre de hareket edebilirler. Ancak bu düzenlemelerde de, “Kur’an ve Sünnet’in
rûhuna aykırı düşmemek” genel ilkesinden hareket edilmelidir. Çünkü Müslümanlar için
biricik kurtuluş yolu budur.
Çalışmalarımız neticesinde görülen odur ki: Müslümanların aile hayatından-
toplumsal birlikteliklerine, konuşmalarından-şakalaşmalarına, dûa etmelerinden,
selâmlaşmalarına, giyim-kuşamlarından, yiyip-içmelerine kadar yaşam alanlarına dâir tüm
durumlarını düzenleyen İslâm Dini’nin hedefi; duyarlı, sağduyulu, dâima toplumsal barış
ve huzur yanlısı, başkalarına eliyle zarar vermek şöyle dursun, diliyle bile insanları
incitmekten sakınan, son derece ince ruhlu, insanlarla iletişimi sıcak, samîmi, herhangi bir
konuda hayır derken bile nezâketi elden bırakmayacak kadar kibar, hoşgörülü ve
güleryüzlü yani görgülü, güzel insanlar yetiştirmektir.
96
KAYNAKÇA
Abdu Gâlib (1991), Ahmed İsa, İslâm’da Âdâb-ı Muâşeret, Çev: İsmail Kaya, Konya.
Akseki, A. Hamdi ( t.s.), İslâm, D.İ.B. Yayınları, Ankara. Ateş, A. Osman (2000), Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, Beyan Yayınları, İstanbul. Ay, M. Emin (2003), “Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Çocuklar”, D.İ.D., Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.) Özel Sayı, D. İ. B. Yayınları, Ankara. Ayvallı, Ramazan (1996), “Büyük Türk Âlimi Buhârî’nin İlmî Şahsiyeti”, Büyük Türk-
İslâm Bilgini Buhârî,Kayseri. Bayraklı, Bayraktar (2000), Kadın, Sevgi ve Temel Haklar, İşaret Yayınları, İstanbul.
el-Buhârî, Ebû Abdullâh Muhammed b. İsmail (1982), v: 256/870, el-Câmiu’s- Sahîh, I-VIII, Çağrı Yayınları, İstanbul.
- (1979), el-Edebü’l-Müfred, (Çev: A. Fikri Yavuz), İstanbul. Canan, İbrahim (2005), - Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber, Rağbet Yayınları,
İstanbul. - (1994), el-Edebü’l-Müfred Mad., T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I-XXX, İstanbul. - (1989), Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, I-XVIII,
Akçağ Yayınları, Ankara. Çelik, Ömer, Öztürk, Mustafa, Kaya, Murat (2003), Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları,
İstanbul.
ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullâh b. Abdirrahmân, (1982 ), v:255 / 869, Sünen, I-II,
Çağrı Yayınları, İstanbul.
Davudoğlu, Ahmed (1973), Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-XI, Sönmez Neşriyat, İstanbul.
Demir, Fahri (1999), İslâm Ahlâkı, D. İ. B.Yayınları, Ankara. Duman, M. Zeki (2003), Kur’an-ı Kerim’de Âdâb-ı Muâşeret (Görgü Kuralları ), İpek
Yayın Dağıtım, İstanbul. Ebû Dâvud, Süleymân b. Eş’âs es-Sicistânî (1990), v:275/888, Sünen, I-II, Beyrut. Elitez, Ziya (2006), Mevlâna’dan Altın Öğütler, Kozmik Kitaplar, İstanbul.
97
Eraslan, Sadık, Keleş, Ekrem (2003), En Güzel Örnek Hz. Peygamber, T.D.V. Yayınları, Ankara.
Fayda, Mustafa (1994), “Âişe” Mad., T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I-XXX , İstanbul.
el-Heysemî, Nûru’d-dîn Ali b. Ebî Bekr (1967), v: 807/1404, Mecmâu’z-Zevâid ve Menbâu’l-Fevâid, I-X, Beyrut.
İbn Hanbel, (1992), Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed, v: 241/855, el-Müsned, I-X,
Çağrı Yayınları, İstanbul. İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (1982), Sünen, I-II, Çağrı
Yayınları, İstanbul. İbn Manzûr (1994), Lisânü’l-Arab, I-XV, Beyrut. İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d (1960), v: 30/844, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-IX, Beyrut. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî (1973), el-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâidi Mesânidi’s
Semâniye, I-IV, Tahkik: Habiburrahman el-Âzâmî, Kuveyt. İmâm Mâlik, Mâlik b. Enes (1982), el- Muvattâ, I-II, Al-Tuğ Yayınları, İstanbul. Kandemir, M. Yaşar (1984), Örneklerle İslâm Ahlâkı, Nesil Yayınları, İstanbul.
Karacabey, Salih (2003), “Hz. Peygamber’in İnsan İlişkilerine Verdiği Önem”, D.İ.D., Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Özel Sayı, D.İ.B. Yayınları, Ankara.
Kılıç, Recep (1995), Âyet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlâk, T.D.V. Yayınları,
İstanbul. Kınalızâde Ali Efendi (1248), Devlet ve Aile Ahlâkı (Ahlâk-ı Âlâi), Bulak. Koçaşlı, İbrahim (1985), Sünen-i Ebî Dâvud ve Tercemesi, I-V, İstanbul. Köksal, M. Asım (1987), İslâm Tarihi, Şâmil Yayınları, İstanbul.
Kurtbay, Yalçın (1991), Nezâket ve Görgü Kuralları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Mevlânâ, Celâleddîn er-Rûmî (1994), Fîhi Mâ Fîh, (Terc: A. Avni Konuk), İstanbul. Mollamehmetoğlu, Osman Zeki (ts.), Sünen-i Tirmizî Tercemesi, I-VI, Yunus Emre
Yayınları, İstanbul. Muhammed Hamidullah, (2001), İslâm’a Giriş, (Terc: Cemal Aydın), T.D.V.Yayınları,
Ankara.
98
en-Nedvî, Ebu’l-Hasen Ali (2004), Rahmet Peygamberi (es-Sîretü’n-Nebeviyye) (Terc: Abdülkerim Özaydın), İz Yayıncılık, İstanbul.
en-Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali b. Bahr b. Sinan b. Dinar (1981), v:
303/915, Sünen, I-IV, İstanbul. Önkal, Ahmet (1987), Rasûlullah’ın İslâm’a Dâvet Metodu, Konya.
er-Râzî, Fahruddîn (1992), Tefsîr-i Kebîr, I-XXIII, (Terc: Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci), Akçağ Yayınları, Ankara.
Saffeti, Ziya (1927), Âdâb-ı Muâşeret, Ankara.
Sakallı, Talat (2000), “Hz. Peygamber ve Dînî Hoşgörü”, D.İ.D., Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Özel Sayı, D.İ.B. Yayınları, Ankara.
Soysaldı, Mehmet (2002), Dînî Hitâbet, Ankara.
et-Tirmizî, Ebû Îsa Muhammed b. Îsa (1981), Sünen, I-V, Çağrı Yayınları, İstanbul.
Tunç, Cihat (1996), “Büyük Türk Âlimi İmam Buhârî’nin Hayatı ve Eserleri”, Büyük Türk- İslâm Bilgini Buhârî,Kayseri.
Uğur, Müctebâ (1989), Buhârî, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Uludağ, Süleyman (1997) , İslâm’da İrşad, Marifet Yayınları, İstanbul.
Ulvan, Andullah Nasih (ts.), İslâm’da Aile Eğitimi (Çev:Celal Yıldırım), I-II, İstanbul. Ünal, İbrahim (1994), Kur’an ve Sünnet Işığında Görgü, Ankara. Yardım, Ali (2002), Peygamberimiz’in Şemâili, Damla Yayınevi, İstanbul.
Yavuz, A. Fikri (1981), Buhârî’nin Derlediği Ahlâk Hadisleri, I-II, Sönmez Neşriyat, İstanbul.
Yavuz, Kerim (1994), 99 Soruda Çocuk ve Din, Çocuk Vakfı Yayınları, İstanbul. Yazgan, Mustafa (1976), Semavî Dinlerde Ahlâk, Ankara.
Yunus Emre (1981), Divan, Dergah Yayınları, İstanbul.
Yörükan, Ayda (1994), Erdem ve Mutluluk (Erich Fromm’dan Çeviri), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
99
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı, Soyadı :Nilüfer ÜNSAL Telefon :Ev : 0 322 5160342 Cep : 05354378810 Doğum Tarihi :26.12.1976 Medenî Durumu :Bekâr E-Posta :[email protected]
EĞİTİM DURUMU
2002-2006 Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı-Adana. 1994-1999 Lisans, Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, Şanlıurfa.
İŞ DENEYİMİ 2003-2005 Adana Kozan Lütfiye Ali Şadi Çelik İlköğretim Okulu, İngilizce Öğretmenliği 2006- … Antalya Alanya Avsallar Ayhan Şahenk İlköğretim Okulu, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği YABANCI DİL : İngilizce, Arapça.
BİLGİSAYAR BİLGİSİ : Word, Excel.