siyasal gelişmeler işığında 31 mart olayı - muhittin selçuk uçar

278
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Muhittin Selçuk UÇAR SİYASAL GELİŞMELER IŞIĞINDA 31 MART OLAYI Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Antalya, 2007

Upload: turkmenoglu

Post on 09-Aug-2015

336 views

Category:

Documents


9 download

TRANSCRIPT

Page 1: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Muhittin Selçuk UÇAR

SİYASAL GELİŞMELER IŞIĞINDA 31 MART OLAYI

Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Antalya, 2007

Page 2: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Muhittin Selçuk UÇAR

SİYASAL GELİŞMELER IŞIĞINDA 31 MART OLAYI

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Salih TUNÇ

Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Antalya, 2007

Page 3: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar
Page 4: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

i

İ Ç İ N D E K İ L E R

KISALTMALAR LİSTESİ …………………………………………………………..iv

ÖZET…...……………………………………………………………………………….v

ABSTRACT ………………………………………………………………………...…vi

ÖNSÖZ ………………………………………………………...…………………...…vii

GİRİŞ …………………………………………………………...………………………1

I. BÖLÜM

1. 31 MART OLAYI’NIN ZEMİNİNİ HAZIRLAYAN GELİŞMELER…………14

1.1. I. Meşrutiyet’in İlgası ve II. Abdülhamid’in Mutlak Monarşi Dönemi………….14

1.1.1. İlk Hal’ Girişimi: Çırağan Baskını ve Sonrası……………………………..18

1.2. Jön Türk Devriminin Gerçekleşmesi ve İttihatçıların İzledikleri Siyaset ……....21

1.2.1. II.Meşrutiyet’in İlânına Kadar Jön Türk Muhalefeti…….…….……...........22

1.2.2. II. Meşrutiyet Sonrasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyaseti ……….40

1.3. II. Abdülhamid ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Karşı Ortaya Çıkan

Muhalefet ……….………………………………...…………………………....52

1.3.1. Etkin Muhalif Şahsiyetlerin Hayatı ve Fikirleri …….….………………….52

1.3.1.1. Prens Sabahaddin Bey (1877-1948) .....….……….………………...53

1.3.1.2. Derviş Vahdeti (1869-1909) ...……………..…….……….………....62

1.3.1.3. Rıza Nur (1879-1942) ...………………….……….………………...67

1.3.1.4. Abdullah Cevdet (1869-1932) ...…………………….……………...69

1.3.1.5. Mehmed Murad (1853-1917)……….………………..….….…….....73

1.3.1.6. Ali Kemal (1868-1922) ...………….…………..…………...…….…79

1.3.2. Etkin Muhalif Partiler ve İzledikleri Siyaset …………….…….……….......82

1.3.2.1. Ahrar Fırkası …………….…………………….………...……...…...82

1.3.2.2. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ………………....85

1.3.2.3. İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ……………………………….…….85

1.3.3. Etkin Muhalif Basının Tutumu ….……….…………………….……..…….87

Page 5: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

ii

II. BÖLÜM

2. 31 MART OLAYI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI …………………….………..…...…..95

2.1. Hükümet, Merkez-i Umumî ve Muhalefet Sürtüşmesi …………………………95

2.2. 31 Mart Olayı’nın Provası: Kör Ali Olayı ……………………..…...………....102

2.3. Ordu İçinde Ortaya Çıkan Siyasal Çekişmeler …………………….……….….105

2.3.1. Alaylı-Mektepli Siyasi Çekişmesi ……………………...……….………..105

2.3.2. Avcı Taburları’nın İstanbul’a Gelişi ………………………….....….……107

2.3.3. Ordu İçindeki İlk Kıvılcım: Taşkışla Olayı ….………………....…...……109

2.3.4. Yıldız Baskını ……………………………………………..……………...111

2.4. Faili Meçhul Cinayetler ve Hasan Fehmi Bey’in Öldürülmesi ………...……...113

2.5. 13 Nisan 1909 Günü (31 Mart 1325) ve Sonrası Yaşanan Gelişmeler ….…….124

2.5.1. İsyanın Ortaya Çıkışı …………………………………..…..…….…….…124

2.5.1.1. Ali Kabuli Bey’in Linç Edilmesi …………………………………..135

2.5.2. Padişahın ve Bâb-ı Âli’nin İsyana Tepkisi …………….….…..….….…...138

2.5.3. İsyanın Ortaya Çıkardığı Tepkiler ………………………….……..……...144

2.6. 31 Mart Olayı’nın Anadolu’daki Yansımaları …………….……….………….148

2.6.1. Adana Olayları …………………………………………..…………......…148

2.6.2. Erzurum ve Erzincan Olayları …………………..….….…………………157

III. BÖLÜM

3. İSYANIN BASTIRILMASI ……………………………………………………...160

3.1. Hareket Ordusu’nun İsyanı Bastırması ……….…….……………….…….…....160

3.1.1. Hareket Ordusu’nun Hazırlanarak Ayastefanos’a Gelmesi …..……...……160

3.1.2. Meclis-i Umumî-i Milli Kararları …………………………………………171

3.1.3. Hareket Ordusunun İstanbul’a Girişi ve İsyanın Bastırılması ……….……174

3.2. İsyanın Sorumlularının Belirlenmesi ……………………………….….………180

3.2.1. Muhalefetin Yargılanması …………………………….….……….....…...183

3.2.2. II. Abdülhamid’in Hal’i …………………………….……….……...….…187

3.2.2.1. Hal’ Kararının Alınması …………..……………………….….…..187

3.2.2.2. Hal’ Kararının Tebliği …………………………………………….189

3.2.2.3. Yıldız Sarayı Yağması ……………………................................….191

3.2.2.4. II. Abdülhamid’in Sürgün Dönemi ……………………….……….195

3.2.2.5. II. Abdülhamid Hakkında Bazı Mülâhazalar …………..….……....198

Page 6: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

iii

3.3. 31 Mart Olayı’nda Dış Güçlerin Politikaları .....…………………….……..….204

3.3.1. İngiltere’nin İzlediği Siyaset …………..…………………..……....……..205

3.3.2. Almanya ve Rusya’nın İzlediği Siyaset ……………..……………..…….208

3.4. Bâb-ı Âli’de 31 Mart Ertesinde Ortaya Çıkan Siyasal Atmosfer................…….210

3.4.1. Hürriyet-i Ebediye Şehitliği ve Abide-i Hürriyet Anıtı ……..………..….216

3.5. 31 Mart Olayı Hakkında Bazı Mülâhazalar …………………..…….…….…....218

SONUÇ ………………………………………………………………………………228

KAYNAKÇA ………………………………………………………………….……..235

EKLER ………………………………………………………………………………250

ÖZGEÇMİŞ ………………………………………………………………………....267

Page 7: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

iv

KISALTMALAR LİSTESİ

AAMD : Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi

AKMY : Atatürk Kültür Merkezi Yayınları

AÜSBF : Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi

Bkz: : Bakınız

c. : Cilt

Çev. : Çeviren

D. : Devre

DVİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

GTT : Genel Türk Tarihi

Haz. : Hazırlayan

İç. : İçtima Senesi

MMZC : Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi

Nr: : Numara

s. : Sayfa

S. : Sayı

TCTA : Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi

TTK : Türk Tarih Kurumu

Yay. : Yayınları

Page 8: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

v

ÖZET

XIX. y.yılda Osmanlı Devleti’nde meydana gelen siyasal-sosyal ve ekonomik

gelişmeler, imparatorluğun geleneksel yapısında meydana gelecek büyük dönüşümlerin

kapısını açmıştır. Gerçek anlamda Tanzimat Fermanı ile başlayan batılaşma ve dönüşüm

macerası çok uluslu bir yapıdaki Osmanlı toplumunun ufkunu genişletmiş, elde edinilen

kazanımlar sonucu yetişen yeni kuşak aydınların (Genç Osmanlılar) girişimi ile 1876 yılında

I. Meşrutiyet ilân edilmiştir. Ne var ki ilk Meşrutiyet girişimi II. Abdülhamid’in müdahalesi

sonucu 1878 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. II. Meşrutiyetin 1908 yılında ilân edilmesine

kadar sürecek olan II. Abdülhamid’in istibdat dönemi, ilk meşrutiyet sürecinde

olgunlaşmamış olan siyasi ideolojilerin ve partileşmelerin gerçekleşmesi için uygun bir ortam

sağlayacaktır. II. Abdülhamid’in mutlak monarşisine karşı ortaya çıkan muhalefet içinde en

etkini olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin subayları tarafından gerçekleştirilen başkaldırı ile

tekrar yürürlüğe giren II. Meşrutiyet dönemiyle başlayan yeni dönemde izlenen siyaset aynı

zamanda II. Meşrutiyet yönetiminin kaderini belirleyecektir.

II. Abdülhamid’e karşı muhalefet konusunda uzlaşan fakat meşrutiyetin nasıl

getirileceği ve sonrasında ülkenin nasıl yönetileceği konusunda ayrılaşan Jön Türkler

arasındaki siyasal kutuplaşma, II. Meşrutiyet sonrası uygulanan politikalar nedeniyle siyasal

bir çatışmaya dönüşmüştür. II. Meşrutiyet sonrası gerek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

izlediği siyaset gerek bu cemiyetle kutuplaşan muhalefetin tutumu gerekse II. Abdülhamid’in

belirsiz politik duruşu tarihimizde 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) olarak bilinen

ayaklanmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. İsyan sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti

tarafından hazırlanan Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelerek kontrolü eline almasından sonra

muhalefet cezalandırılmış, İttihat ve Terakki etkinliği arttırılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin yakın tarihine damgasını vuran en önemli siyasal olaylardan birisi

olan 31 Mart Olayı nedenleri, isyan sırasında yaşanan gelişmeler ve sonuçları itibariyle

günümüze kadar süren tartışmalara kaynak olmaktadır. Bu konuda ortaya sürülen tezler

genellikle tek bir bakış açısı etrafında açıklama yapmaya çalışmaktadır. Bu ise olayın

mahiyetinin tam olarak anlaşılamamasına neden olmakta ve olaya bir muamma havası

katmaktadır. Olay çok boyutlu bir perspektiften tahlil edildiğinde görülecektir ki basit bir izah

ile açıklanamayacak kadar komplike bir yapıdadır.

31 Mart Olayı, II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan siyasi kutuplaşmaların tetiklemesi

sonucu dış güçlerin de teşvikiyle ortaya çıkmış, askerler ve sonradan dahil olan cahil halk

kitlelerinin başlattığı şeriat eksenine oturmuş bir ayaklanmadır.

Page 9: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

vi

ABSTRACT

Political, social and economic developments in the Ottoman Empire in the XIX. century

paved the way for great transformations in the traditional structure of the Empire. The

westernization and transformation adventure, which actually began with the Set of Reforms

(Tanzimat Fermanı), widened the horizon of the multinational Ottoman society, and in 1876

the First Constitutional Era was proclaimed with the enterprise of the new generation

intellectuals (Young Ottomans) However, the First Constitutional Era attempt was annihilated

by the efforts of Abdülhamid II. The Absolute Monarchy period of Abdülhamid II which

lasted until 1908, when the Second Constitutional Era was proclaimed, provided a suitable

medium for political ideologies, not mature enough during the First Constitutional Era, and

establishment of political parties. The policy followed during the new period that began with

the Second Constitutional Era, which started with the revolt of the officers in the Committee

of Union and Progress, the most effective of the opposition to the Absolute Monarchy of

Abdulhamid II, also determined the fate of the Second Constitutional Era.

The political polarization among the ‘Young Turks’, who were in harmony regarding

the opposition to Abdulhamid II, but disagreed as to how the country should be ruled, led to

political conflicts due to policies practiced after the Second Constitutional Era. The policies

followed by The Committee of Union and Progress after the Second Constitutional Era and

the attitude of the opposition to this Committee and Abdülhamid II’s uncertain political

position caused the revolt known as The 31 March Incident in our history. After the Army of

Action, organized by the Committee of Union and Progress, had come to İstanbul and

controlled the city, the opposition was punished, increasing the influence of The Committee

of Union and Progress.

One of the most important political events that mark the recent history of the Ottoman

Empire, The 31 March Incident has been a source of argument regarding its causes, events

during the rebellion and its results. Theories regarding this incident all focus on the same

angle of view. This has led to obscurity of events and caused the issue to become a dilemma.

If the incidents are examined considering many dimensions, it will be seen that the incidents

are too complex to be explained depending on a single angle of view.

Promoted by external powers, and triggered by the political polarization that surfaced after the

Second Constitutional Era, The 31 March Incident was a revolt of a religious nature started by

soldiers, later joined by illiterate citizens.

Page 10: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

vii

ÖNSÖZ

31 Mart Olayı ortaya çıkışından günümüze kadar gelen süreçte nedenleri, isyanın

gelişimi ve sonuçları itibariyle tartışmalara konu olan bir darbe girişimidir. Osmanlı

Devleti’nde 20. yüzyılın hemen başında II. Meşrutiyet’in ilânının ardından 13 Nisan 1909 (31

Mart 1325) tarihinde ortaya çıkan bu girişim üzerine birçok spekülasyonlar üretilmektedir. Bu

bir irtica hareketi midir? Yoksa İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı başarısız bir darbe

girişimi midir? Ya da İttihatçıların yönetimi el altından ele geçirme planları sonrası ortaya

çıkan bir komplo hareketi midir? II. Abdülhamid bu girişimde ne rol oynamıştır? 20. yüzyılda

amansız bir rekabete giren İngiltere ve Almanya tarafından izlenen politikaların bu olayın

ortaya çıkında bir rolü var mıdır? II. Meşrutiyet ve devrim ideolojilerinin Osmanlı

toplumundaki yansımaları ne olmuştur? Bu tarz sorular ve bakış açılarını çoğaltmamız

mümkündür.

31 Mart olayı genellikle çok boyutlu bir hareket olmasına ve birçok nedenin

tetiklemesi sonucu ortaya çıkmasına rağmen günümüzde olay ile ilgili ileri sürülen tezlere

baktığımızda genellikle olayın bir boyutu üzerinde değerlendirme yapıldığını görmekteyiz. Bu

tarz bir açıklama girişimi de doğal olarak olayla ilgili kutuplaşmış tezlerin ortaya çıkmasına

yol açmaktadır. Bu nedenle de olay hakkında günümüze kadar süren çeşitli spekülasyonlar

üretilmeye devam edilmekte ve 31 Mart Olayı’na bir muamma havası katılmaktadır. Oysa

Olay irdelenirken, şimdiye kadar öne sürülen tezler karşılaştırıldığı ve sentez yapılmaya

çalışıldığında, bu tarz yorumların 31 Martta yaşanan gelişmeleri basite indirgediğini

görmekteyiz. Bu nedenle, yaptığım araştırmalarda daha komplike bir yapıda olduğu sonucuna

ulaştığım 31 Mart Olayı ile ilgili öne süreceğim tezimde mümkün olduğunca çok boyutlu ve

irdeleyen bir bakış açısı ile değerlendirme yapmaya çalıştım.

Günümüzde bu konu ile ilgili yazılan kaynaklara baktığımız zaman belirlediğim

sıkıntılardan diğeri de Olayda yer aldığı iddia edilen kişiler ile olay öncesi yaşanan gelişmeler

arasında bağlantıların pek irdelenmediğidir. 31 Mart Olayı basit bir adlî olay gibi veya bir

neden üzerine şekillendirilerek bir komplo girimi gibi anlatıldığında ve olayın olumlu-

olumsuz tüm şahsiyetlerinin bakış açıları verilmediğinde objektif bir bakış açısı ile sentez

yapmak mümkün olmamaktadır.

Bu nedenle, tezimi yazarken mümkün olduğu kadar olayın tüm faillerinin

değerlendirmelerini ve izledikleri siyasi çizgiyi vermeye çalıştım. Bu kişilerin bakış açılarını

verirken de onların siyasi kimliklerinin şekillenmesin de önemli bir rol oynayan hayat

hikâyelerini de vermeyi uygun buldum. Ayrıca günümüzde yapılan belli başlı yorumları da

Page 11: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

viii

vererek ve bunları karşılaştırarak olayların akışı ile ilgili çok boyutlu bir bakış açısı sunmaya

çalıştım.

31 Mart Olayı ile ilgili süreci I. Meşrutiyet öncesinden başlatmayı uygun buldum. Zira

bu Olay çeşitli tezlerde Meşrutiyete karşı, İttihatçılara karşı, muhalefete karşı ve II.

Abdülhamid’e karşı bir girişim olarak değerlendirildiğine göre; 31 Mart Olayı ile ilgili bu dört

unsurun ortaya nasıl çıktığı ve nasıl bir siyasi gelişim gösterdiklerini göstermek, yaşanılan

gelişmelerin nedenlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

31 Mart Olayı ile ilgili olarak dönemin etkin şahsiyetlerinin ve gazetelerinin bakış

açılarını irdelemek için, anı ve biyografiler ile olayların akışı sırasında etki rol oynayan

Volkan, Serbesti, İkdam, Tanin, Mizan ve Sabah gazetelerinin yorumlarını vermeye çalıştım.

Ayrıca mecliste yaşanan gelişmeleri Meclisi Mebusan Zabıt Cerideleri aracılığıyla irdeledim.

Günümüzde 31 Mart Olayı ile ilgili yapılan birbirine muhalif görüşleri içeren kitapları kaynak

olarak kullanmayı ve bunlar arasındaki ortak-zıt görüşleri alıntı yaparak gösterme metodunu

tercih ettim. Kaynakları değerlendirirken mümkün olduğunca objektif davranma ve farklı

söylemleri olanları tercih etme yöntemi izledim. Bu şekilde yaptığım çalışma sonucu

komplike yapıdaki 31 Mart Olayı’nı çok boyutlu bir bakış açısı ile değerlendirdikten sonra

sentez yaparak tezimi yazdım.

Tez konumu seçmeme yardımcı olan, uzmanı olduğu bu konudaki bilgilerini benimle

paylaşmaktan usanmayan, Danışmanlığımı üslenerek tezimin içeriği ve metodolojisi

konusunda yardımcı olan Sayın Yrd. Doç. Dr. Salih TUNÇ hocama teşekkürlerimi borç

bilirim. Gerek yüksek lisans öğrenimin boyunca bana karşı her zaman gösterdiği anlayıştan

ötürü gerekse tezimle ilgili yardımlarından dolayı Sayın Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE

hocama teşekkür ederim. Yüksek lisans öğrenimim boyunca benden yardımlarını esirgemeyen

Sayın Yrd. Doç Dr. S. Haluk KORTEL hocama ve Tez Jürime katılmayı kabul edip tezimle

ilgili yapıcı eleştirilerde bulunan Sayın Prof. Dr. Fahrettin TIZLAK hocama da ayrıca

teşekkür ederim.

M. Selçuk UÇAR

Antalya, 2007

Page 12: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

1

G İ R İ Ş

Bizans Devleti’ne komşu küçük bir Türk Beyliği olan Osmanlı Devleti bulunduğu

coğrafyadaki koşullarının elverişli olması neticesinde büyük bir devlet olmak yolunda koşar

adımlarla ilerlemiştir. Kökeni Anadolu Türkmenlerine dayanan Osmanlı Devleti’nin reayasına

genişleyen sınırlar içerisinde kalan çeşitli etnik kimliklerin katılarak kaynaşmasıyla, devlet

çok uluslu ve kültürlü bir imparatorluğa dönüşmüştür. İmparatorluk reayası Müslim-Gayri

Müslim şeklinde iki gruba ayrılmasına rağmen Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan ve geniş

bir kültür mozaiği oluşturan halklar arasında dinsel ve kültürel bir baskı oluşturulmamış,

aksine imparatorluğa sonradan dahil olan Hıristiyan reaya arasından seçilen yetenekli kişiler

devşirilerek Sadrazamlığa kadar uzanan yönetici sınıfında yer alarak devleti bizzat yönetme

fırsatı verilmiştir.

XVI. yüzyılda Avrupa coğrafyasında yer alan devletlerde büyük değişimler meydana

gelmiştir. Rönesans ve Reform hareketleri ile kültürel ve düşünsel bir evrim geçiren

Avrupa’da skolâstik düşünce yerini pozitif düşünceye bırakmış, Ortaçağ boyunca Avrupa

halklarının düşünsel ve manevi hürriyetlerine ket vuran kilise otoritesi kırılarak laikleşme

sürecinin temeli atılmıştır. Merkezi krallıkların kurulmasına paralel olarak geçekleşen coğrafi

keşifler sonucunda ise Yaşlı Kıta, Yeni Dünya’dan gelen sömürge ganimetleriyle hızla

zenginleyerek güçlenmiştir.

XVI. yüzyılda gücünün zirvesine ulaşan Osmanlı Devleti Avrupa’daki bu gelişmelere

kayıtsız kalıp içine kapanınca uzun bir duraklama sürecinin sonucunda gerileme sürecine

girmiştir. Bu süreci önleyebilmek için yapılan ıslahatlar Avrupa’daki gibi köklü dönüşümler

mahiyetinde olmayıp, geçici askeri ve mali düzenlemeler şeklinde gerçekleştirilmiştir.

1789 yılında Fransa’da patlak veren Fransız İhtilali, sonuçları itibariyle önce Avrupa

coğrafyasında daha sonrada Dünyada XVI. yüzyıldaki gelişmelerine benzer köklü

değişikliklerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Uzun ve sancılı bir süreç sonrası mutlakiyete

başkaldıran devrimciler 1789 Fransız İhtilali sonrası fikirlerini yaymaya başladılar.

Cumhuriyet, Milliyetçilik, Laiklik, Ulusal Devlet, İnsan Hakları gibi yeni kavramlar Çok

Uluslu Devletler için sonun başlangıcı anlamını taşımaktaydı. Çok uluslu bir devlet

yapısındaki Osmanlı İmparatorluğu için bu devrim ideolojileri parçalanmaya giden süreci

hızlandırıcı etkiler yaratmıştır.

Avrupa devletleri 1815 Viyana Kongresi ile Fransız Devrimi ideolojilerini kontrol altına

almak için mutlakiyetin tekrar tesisini sağlayarak mevcut statükoyu korumaya çalışırken

Osmanlı Devleti yöneticileri kendilerini çemberin dışında tutabileceği yanılgısına düştü. Fakat

Page 13: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

2

kısa bir süre sonra önce Yunanistan elden çıktı daha sonra ise dış güçlerin desteğiyle

azınlıklar organize olarak ayaklanmaya başladılar.

Artık köklü reformların kaçınılmazlığını fark eden Osmanlı Devleti yöneticileri 1839

Tanzimat Fermanı ile yeni bir dönemin kapısını geç kalmış bir şekilde araladılar. Tanzimat

dönemi siyasetten edebiyata kadar birçok alanda yeni bir rüzgâr estirmeye başladı. Avrupa’da

yetişen Tanzimat’ın genç aydınları için artık rota Avrupa’ydı ve düzen de Avrupalılaşmalıydı.

Bu amaçla başlatılan girişimler sonucunda Sultan Abdülaziz’in mutlak otoritesine karşı bir

özgürlük ve çağdaşlaşma savaşı başlatıldı. Bu süreç sonucunda önce I. Meşrutiyet ilân

edilecek ama kısa soluklu bir deneyim olarak kalacaktır ve bu kez daha güçlü bir statükocu

olan II. Abdülhamid’in mutlak monarşisi kurulacaktır. 30 yıllık bir mücadele sonrası II.

Abdülhamid’e karşı savaş bayrağı açan muhalif Jön Türkler içinde an etkini olan İttihat ve

Terakki’nin girişimiyle 1908 yılında Meşrutiyet ikinci kez ilân edilecektir. Bu süreçte karşı

bir darbe girişimi olan 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909) ile kesintiye uğratılmaya çalışılacaktır.

Fakat Meşrutiyet için uzun bir süreçte büyük savaş vermiş devrimcilerin mutlakiyete tekrar

razı olabilmeleri artık mümkün değildir.

Osmanlı tarihinin son dönemine damgasını vuran en önemli olaylardan birisi olan 31

Mart Olayı, ortaya çıktığı günden itibaren nedenleri ve sonuçları hususunda birçok

spekülasyona neden olmuştur. Üzerinde çok yazılıp konuşulan günümüzde de tartışılmaya

devam eden hadise basit görünen bir ayaklanma girişiminden daha komplike bir yapıdadır.

Genel olarak irticai bir ayaklanma şeklinde kabul gören bu girişim, nedenleri ve sonuçları

açısından döneminde büyük bir buhrana sebep olmuştur.

Sadece 31 Mart Olayı ile ilgili süreçte yaşanılanlara bakmak ve sonuçlarını

değerlendirmek Olayın mahiyetini tam olarak görmemizi engelleyecektir. Bu şeklinde bir

yaklaşım, genel olarak kabul gören üç yaklaşımdan birinin gözüyle olaya bakmamıza neden

olacaktır. Günümüzde Olayın ortaya çıkışı ile ilgili pek çok neden arasından üçü ön plana

çıkmaktadır. Bunlardan en çok kabul görenine göre: Olay, şeriat isteyen Meşrutiyet aleyhtarı

zihniyet tarafından çıkarılmıştır. Bu görüşe karşı öne sürülen diğer tezlerden birine göre:

Olay, istibdata tekrar dönmek isteyen ve Meşrutiyet’e inanmayan statükocu II. Abdülhamid’in

düzenlediği bir karşı darbe girişimidir. Diğer varsayıma göre ise: Olay, kendi otokrasilerini

kurmak isteyen İttihatçılar tarafından düzenlenen fakat kontrolden çıkan bir komplodur.

31 Mart Olayı’nı daha iyi tahlil edebilmek için süreç öncesinde yaşanan siyasi

gelişmelerinin bağlantılarını görmemiz, 31 Mart Olayı’nda etkin rol oynayan şahısların hayat

hikâyelerini ve politik duruşlarını bilmemiz gerekmektedir. Bu şekilde, siyasal gelişmeler

ışığında 31 Mart Olayı’nın nedenlerini ve sonuçlarını daha objektif değerlendirebiliriz.

Page 14: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

3

31 Mart Olayı’nda etkisi bulunan en önemli şahsiyeti şüphesiz dönemim padişahı olan

Sultan II. Abdülhamid’dir. II. Abdülhamid tahta çıkışından itibaren izlediği siyaset nedeniyle

Meşrutiyet düşmanı addedilecek ve 31 Mart Olayı’nda parmağı olduğu gerekçesiyle de tahtan

indirilip, sürgüne yollanacaktır. Bu nedenle II. Abdülhamid’in izlediği siyaset olayın

anlaşılmasında kilit rol oynayacaktır. II. Abdülhamid’in hayat hikâyesine bakıldığı zaman

saltanatı sırasında takınacağı dünya görüşünün nasıl şekillenmeye başladığı ve kişiliğinin

tavırlarına nasıl yansıdığı daha iyi anlaşılmaktadır.

Annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi olan Şehzade Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in

ikinci oğlu olarak 21 Eylül 1842 tarihinde Çırağan Sarayı’nda doğmuştur. II. Abdülhamid,

Sultan Abdülmecid’in peş peşe Osmanlı tahtına çıkan dört oğlundan ikincisidir. Diğerleri

1840 yılında doğan V. Murad, 1884 yılında doğan V. Mehmed Reşad ve 1861 yılında doğan

VI. Mehmed Vahdettin’dir. 11 yaşında annesini verem hastalığından dolayı kaybetmiş bu

hastalık esnasında da hastalığın kendisine sirayet etmesinden korkarak annesinin yanına

yaklaşamamıştır. Abdülhamid’e babası tarafından yakıştırılan “içli çocuk” sıfatı büyük

ihtimalle annesinin oğlunu karşısına oturtup öpmeye bile kıyamadan durmadan yüzüne

bakmasından ileri gelmiştir. Annesinin erken ölümü Abdülhamid’i şefkatten mahrum

kalmasına neden oldu. Öksüz kalması II. Abdülhamid’in içine kapanık, sessiz ve ketum bir

çocuk olarak büyümesine ve bu hanedanın diğer üyelerinden uzaklaşmasına neden oldu.

Abdülhamid’in annesi öldüğünde saray geleneklerine göre mutlaka bir üvey anneye

sahip olması icap ediyordu, Sultan Abdülmecid, çocuğu olmayan ve fakat kendisini çok sevip

beğendiği dördüncü karısı Perestu’yu Abdülhamid’e üvey anne olarak seçti1. Anne

sevgisinden mahrum oluşuna ilaveten babasının kendisine karşı soğuk davranması onu çocuk

yaşından itibaren yalnızlığa mahkûm etmiştir. Babasının belirgin ilgisizliği kişilik gelişimini

olumsuz etkilemiştir. Bu durumu kendisi şöyle açıklamaktadır: “Benim ne şartlar içinde

yetiştiğim her zaman unutuluyor. Kız ve erkek kardeşlerim sevilip şımartılırken, bilmediğim

bir sebeple babam bana iyi muamele etmezdi. Beni yalnız zavallı kardeşim Murad anlardı.

Çocukluğumdan beri ciddi bir tabiatım vardı, oyun oynamayı sevmezdim. Daha pek küçük

yaşımda beşeriyetin mevcudiyetine dair ciddi mevzular üzerinde düşünmeye başladım.

Hayalperesttim. Bu halimden dolayı, hocalarım beni azarlar babama şikâyet ederler,

muhitimdekiler beni anlamadıkları için içime kapanmıştım2“. Abdülhamid 19 yaşında iken

babası Sultan Abdülmecid’i kaybetti. Esas itibariyle içine kapalı bir çocuk olmakla birlikte,

1 Joan Haslip, Bilinmeyen Tarafları ile Abdülhamit, (Çev. Nusret Kuruoğlu), Simurg Kitabevi, İstanbul, 1964,

s.23. 2 Sultan Abdülhamit, Siyasi Hatıratım, (Haz. Ali Vehbi), Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999, s.l55.

Page 15: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

4

anne ve baba desteğinden mahrum olmasının, ona kendine yeterlilik ve hadiseleri metanetle

karşılama yeteneği kazandırmıştır.

Taht için uzak bir aday oluşu dolayısıyla saray çevresi de kendisine pek ilgi

göstermemiştir. Gençliği boyunca onunla az ilgilenildiğinden, normalde bir veliahdın sahip

olduğu özgürlüklerden daha fazlasına sahip olmuştur. Saray ortamını doğal bir şekilde

gözlemleme fırsatı bulmuştur. Şayet kendisi tahta aday bir kişi olsaydı çevresindeki birçok

kişi gelecek için çıkar beklediklerinden dolayı daha farklı davranabilirlerdi3.

Hocaları, genç Abdülhamid’in imparatorluğa ait her şeye karşı garip bir alaka

gösterdiğini pratik bir zekâya sahip olduğundan bahsederlerdi. Abdülhamid fevkalade zekiydi,

olağanüstü bir hafızası vardı bir okuduğunu, bir gördüğünü unutmazdı; bir söylediğini seneler

sonra hatırlardı. Bu yüzdendir ki senelerce İstanbul’da bulunmuş, saray ve padişah ile çok

münasebetleri geçmiş olan Fransız elçisi Konstant ta Abdülhamid’i “çok delikli büyük bir

zekâ” diye tasvir etmiştir4. Genç yaşından beri aktüel hadiselere karşı canlı bir alaka duyar,

hesap ve riyaziyeye de hissedilir bir şekilde temayül ve heves beslerdi. Haremde para işlerine

bakan haremağaları, küçük şehzadeyi sık sık hesap defterini karıştırarak içindekileri büyük bir

zevkle okuyup tetkik ettiğini görürlerdi5. Yine Şehzade Abdülhamid bu serbest yetişme

sayesinde bürokrasinin ve saray personelinin amansız iktidar mücadelesi tanık oldu ve tahta

çıktığında çevresindekilere kolaylıkla güvenemeyeceğini öğrendi.

Babasını 19 yaşında kaybetmesinden sonra amcası Sultan Abdülaziz’in taht törenine

katılmış ve bu törenden sonra zamanının büyük bir kısmım Dolmabahçe Sarayı dışında

Tarabya’daki bir yazlık köşkte, Kâğıthane’deki bir kasırda, annesinin Maçka’daki bir evinde

ve kız kardeşinin sarayında geçirmiştir. Bu fırsattan yararlanarak çeşitli mevkilerden Genç

Osmanlılar ve yabancılarla ilişki kurar, kendileriyle imparatorluğun sonullarını ve bunların

nasıl çözüme kavuşturulabileceğini konuşurdu6. Burada üvey annesinden kalan ve kendine

ayrılan parayla geçimini sağlamak için çeşitli işlerle uğraşmıştır. Bu sayede kendisine ayrılan

parayla kimseye muhtaç olmadan ve borçlanmadan kendisini geçindirmeyi başarmıştır.

Şehzade Abdülhamid’e çok tutumlu olmasından dolayı da Pinti Hamid lakabını takmışlardır.

Bunun yanında çok dindar olduğu ve çeşitli tarikatlarla özellikle Şazeliye tarikatıyla

ilişki içinde olduğu bilinmekteydi. İslam dinine karşı duyduğu güçlü inanç tahta çıktığında

3 François Georgeon, “II. Abdülhamid”, Osmanlı, c.II. Ankara, 1999, s.266–267. 4 Süleyman Kani İrtem, Bilinmeyen Abdülhamid-Hususi ve Siyasi Hayatı, (Haz. Osman Selim Kocahanoğlu),

Temel Yayınları, İstanbul, 2003, s.57. 5 Haslip, a.g.e., s.24. 6 Stanford J. Shaw -Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, (Çev. Mehmet Harmancı),

c.II, E Yayınları, İstanbul, 1982, s.217.

Page 16: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

5

uygulayacağı devlet politikasında etkili olmuştur. Abdülhamid çevresindeki konuşulanları

anlamak için Çerkezceyi ve daha sonra da Arnavutçayı öğrenmiştir. Sağlığını korumak ve

enerjisini başka bir noktaya verebilmek için sporla uğraşmış, istenmeyen insan yerine

konmamak ve sarayda ki entrikaları gördüğü için fazla açık vermemek için az konuşur çok

dinler bir yapıya kavuşmuş bu dunun ilerde hükümdarlığında da devam etmiştir7.

Abdülhamid İstanbul dışına ilk gezisini 1864’de kardeşleri Murad ve M. Reşat’la

birlikte, amcası Sultan Abdülaziz’in yanında Mısır’a yaptı. 3 yıl sonra ise yine Sultan

Abdülaziz, oğlu Yusuf İzzettin ile yeğenleri Murad ve Abdülhamid’i alarak Fransa

İmparatoru Napolyon’un açmış olduğu uluslararası Paris sergisine katılmak amacıyla Avrupa

seyahatine çıkmıştır. Bu seyahatte Avrupa’nın en önemli ülkelerinden olan Fransa, Belçika,

İngiltere, Almanya, Avusturya-Macaristan’ı gezip görme fırsatını yakalamıştır.8 21 Haziran

ile 7 Ağustos 1867 arasında amcası Abdülaziz ile birlikte bir buçuk ay boyunca Avrupa’nın

en ileri ülkelerinde çağın en modern ulaştırma araçları olan buharlı gemi ve tren ile yaptığı bu

gezi onun ıslahatların zaruretini ve batılaşmanın önemini anlamasını sağlamıştır. Abdülhamid

gezi boyunca çeşitli ülkeleri karşılaştırma fırsatı bulmuştur. Avrupa’nın teknik ve örgüt

üstünlüğü karşısında Osmanlı Devleti’nin geriliğinin nedenlerini kavramaya çalışmıştır9. Çok

süratli bir tren olan Douvres ile Londra arasını iki saatte kat edilmesi Abdülhamid’i çok

etkilemişti. Bu seyahat, imparatorluktaki girişilmiş modernleştirme reformlarına yeni bir hız

kazandırmaya vesile olmuştur10. Abdülhamid gezi sonucunda, Fransa’yı bir eğlence ve

debdebe, İngiltere’yi servet, ziraat ve sanayi ülkesi olarak beğenmiştir. Almanya’nın ise

yönetimi, askeri ve disiplini hoşuna gitmişti11. On sene sonra tahta çıkan Abdülhamid,

İngiltere’de geçirdiği bir haftalık seyahatten sık sık bahsederdi. Britanya sefiri Henry Layard,

onun askeri merasimlerden ve garden partilerden vakit ayırarak İngiltere’de birçok şeyler

görüp öğrenmiş olmasına hayret etmiştir. Sefir Layard, genç Türk padişahınım İngiltere’de

yaşanan ayaklanmayı bütün teferruatlarıyla bildiğini, bu suretle meşruti kralların dahi devamlı

bir öldürülme ve darbe korkusu içinde yaşadığını görmekten az çok memnuniyet hissettiğini

anlamıştı12.

Abdülhamid şehzadeliği sırasında Beyoğlu’ndaki kahvehanelere gitmek yerine

Galata’daki bankalara gitmeyi tercih ediyordu. Bu suretle Abdülhamid Rum bankacı Zarifi ve

7 Orhan Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987, s.27. 8 Vahdettin Engin, II. Abdülhamid ve Dış Politika, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s.17. 9 Engin Akarlı, “II. Abdülhamid: Hayatı ve İktidarı”, Osmanlı, c.II, Ankara, 1999, s.254. 10 François Georgeon, Sultan Abdülhamid, (Çev. Ali Berktay), Homer Kitabevi, İstanbul, 2006, s.37. 11 Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, s.52–54. 12 Haslip, a.g.e., s.62.

Page 17: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

6

Ermeni borsa simsarı Assani ile bu devrede sıkı bir dostluk kurmuştur. Banka muhasebe

servislerinin havasız ve loş odalarında meşgul olmayı çok severdi. Önce çekinerek- sonra da

yavaş yavaş cesaret göstererek Galata borsasında oynamaya başladı. İlk defa bankacı

Zarifı’nin tavsiyelerine uyarak borsada yaptığı yatırımlardan çok memnun olmuştu. Bu sayede

tahta çıktığı sırada yetmiş bin lira değerinde bir servet toplamıştır13.

Ali Paşa’nın ölümünün ardından yeni sadrazamın genel af çıkarmasından yararlanan

bazı cemiyet üyeleri ülkeye geri döndüler, ancak kısa sürede iktidarın basına karşı tutumunda

çok da fazla bir şeyin değişmediğini gördüler. Dönenlerin arasında Namık Kemal14 1872’de

İbret gazetesini kurdu, ancak gazete 3 kez tatil edildiği gibi Namık Kemal’de defalarca sürgün

yedi. Bu kapatmalardan birinin sebebi Namık Kemal’in başyapıtı olan “Vatan yahut Silistre”

adındaki oyundu. Basit şekilde vatanseverlik temasını işleyen oyun, sergilendiği daha ilk

gecede seyircilerde büyük bir duygu hezeyanına yol açmış ve hem tiyatro içinde hem de

sokaklardaki insanlar Namık Kemal lehinde gösteriler yaptı. İktidarın tepkisine yol açan oyun

sonrası yazar, yine sürgüne gönderildi15.

Namık Kemal’in ideolojik ereği, Fransızların Aydınlanması geleneğinin demokratik-

liberal görüşlerini İslam’a harmanlayarak bir sentez yaratmaktı. Bu çabasında özellikle

Kuran’da geçen ”meşveret” yani danışma kavramına başvurarak parlamenter yönetimin İslam

ile çelişmediğini göstererek, parlamentoyu meşrulaştırmaya çalışıyordu. O da diğer Genç

Osmanlıların çoğu gibi amaçları ve çıkarları açısından devleti tüm toplumsal yapıyla bir

tutarken, model aldıkları batı dünyasında devlet-toplum ilişkisinin asıl ilişki tarzını

kavrayabilmiş değildi. Aydınlar, Avrupa medeniyetinin yetenek ve yaratıcılık sayesinde

yaratıldığını düşünürken toplumsal güçlerin etkisini gözden kaçırıyorlardı. Batı kurumlarını

kendi bürokratik geçmişlerinin ışığında algılamaya çalışmaları da Jön Türklerin diğer bir

yanılgılarını oluşturmaktaydı. Yeni Osmanlıların Osmanlı politik kültürüne en büyük katkıları

13 Haslip, a.g.e., s.52. 14 1840 yılında Tekirdağ’da doğan Namık Kemal Jön Türklerin öncülerinden Türk edebiyatının önde gelen şair

ve yazarlarından birisidir. Asıl adı Mehmet Kemal olan Namık Kemal Jön Türk ideologlarından ve Türk

milliyetçiliğinin önderlerinden birisidir. I. Meşrutiyet öncesinde Tasvir-i Efkâr ile yönetimi eleştirdi. Mustafa

Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Paris’e kaçtı. Ali Suavi’nin Muhbir gazetesi ile yönetimi eleştiren yazılar yazdı.

Hürriyet gazetesini çıkardı. 1870 tarihinde İstanbul’a dönüp 1872 tarihinde İbret gazetesini çıkardı. Vatan Yahut

Silistre oyunuyla tekrar sürgüne gönderildi. 1876 yılında İstanbul’a dönüp Kânun-ı Esasî’yi hazırlayan kurulda

yer aldı. II. Meşrutiyet’in II. Abdülhamid tarafından tatil edilmesinden sonra tutuklanıp Midilli Adası’na sürgüne

gönderildi. 1888 yılında sürgünde bulunduğu Sakız Adası’nda öldü. Namık Kemal’in hayatı ile ilgili bilgi için

bkz: Hikmet Dizdaroğlu, Namık Kemal, Varlık Yayınları, İstanbul, 1995; http://tr.wikipedia.org. 15 Esra Atalı, 1905 Rus Devrimi ile 1908 Jön Türk Devrimi’nin Karşılaştırılmalı İncelenmesi, (Ankara

Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2002, s.129.

Page 18: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

7

“Vatan” kavramı ile tüm dini, etnik ve yerel aidiyetlerin önüne geçen tüm ulusu bir noktada

birleştiren üst kimlik yaratma çabalarıydı. Daha önce etnik ya da dinsel çerçevede kendine

sadakat ve aidiyet şekilleri geliştirmiş olan Osmanlı toplumunda tüm alt kimlikleri kendinde

toplayan “vatan bağlılık” ve “vatan sevgisi” kavramları ile formüle edilen bu üst kimlik,

Osmanlıcılık düşüncesinin de pratiğe geçirilmesini amaçlayan dev bir adımdı. Yeni

Osmanlıların öne çıkan isimlerinden biri olan Ali Suavi de Türklerin yüksek niteliklere sahip

bir ırk olduğunu ve İslam uygarlığına en büyük katkıların Türkler tarafından yapıldığını ileri

sürdü. Suavi, Namık Kemal gibi hukukun temelinin ilahi olduğunu kabul ederek demokrasi

düşüncesini İslam’la temellendirmeye çalıştı, ancak Namık Kemal’den ileri giderek zorba

iktidara isyan etme fikrini İslami bir takım gerekçelerle meşrulaştırarak savunabilmiştir16.

Böylece Namık Kemal’in İdeolojisinden ilerleyen Jön Türkler, Abdülaziz’in (daha sonra da

II. Abdülhamid’in) mutlak monarşiye dayalı iktidarına karşı meşru olduğunu düşündükleri

savaşlarını hızlandırdılar.

Şehzadeliği sırasında Genç Osmanlılar Cemiyeti üyeleri ile bir araya gelmeye başlamış

ve bunların tertipledikleri toplantılara katılmıştır. Genç Osmanlılardan Namık Kemal; V.

Murad, II. Abdülhamid ve Reşad ile ilişki içerisinde idi. Abisi veliaht V. Murad bu örgüte üye

iken II. Abdülhamid her zaman mesafeli kalmış fakat alakasını da kesmemiştir. Bu mesafe

ihtiyattan kaynaklandığı gibi abisi veliaht V. Murad’ı geçmeme düşüncesinden ileri gelmiş

olabilir. Genç Osmanlılar Cemiyeti üyeleri de şehzade Abdülhamid’e hep ihtiyatlı

davranmışlardır17. Bu nedenle İttihatçılar Meşrutiyeti kabul etmeyen Abdülaziz yerine

kendilerine daha yakın gördükleri V. Murad’ı tahta geçireceklerdir. Abdülhamid’in Genç

Osmanlıların eylemlerine tanık olması ve amcası Sultan Abdülaziz’in ise bu durumlardan

haberdar olmadığını görmesi ileride herkese karşı paranoyaya yaklaşan şüpheli tavırlar

takınmasına neden olacaktır. Sultan Abdülhamid’in en belirgin özelliklerinden biri de

kendisine anlatılanları uzun bir müddet sabırla dinlemesi ve iyice düşünüp karar vermesiydi.

Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzettin’i tahta çıkarmak istemesi ve Osmanlı veraset

sistemine göre kendisinden büyük abisi V.Murad veliaht olması nedeniyle II. Abdülhamid

tahta aday olarak bile görülmemiş, bu nedenle pek önemsenmemişti. Üstelik V. Murad ile

Genç Osmanlılar arasında daha yakın bir siyasal birliktelik vardı. Genç Osmanlılara göre

ülkeye Meşruti düzen getirilirse ülke çökmekten kurtulabilirdi. Bu yüzden mutlakiyetin

temsilcisi Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmek için siyasal ortam aramışlardır. Bekledikleri

siyasal güç dengesi 1875’de dış borçların faizlerinin yarısı kadarının ödenmesinin

16 Atalı, a.g.e., s.129-130. 17 Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, s.48.

Page 19: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

8

durdurulacağının devletlere bildirilmesi ve Balkanlarda Müslüman-Hıristiyan halk

çatışmalarının Avrupa’da Hıristiyan katliamı şeklinde yankı bulması ile ortaya çıkmıştır.

Mithat Paşa, Rüştü Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Süleyman Paşa ve şeyhülislam arasında kurulan

beraberlikle Mayıs 1876’da başarılı bir darbe sonucu Genç Osmanlılar Cemiyeti üyeleri

Sultan Abdülaziz’i tahtan indirmişlerdir. Yerine ise Meşrutiyet’i ilân etmesi şartıyla veliaht

Murad’ı, V.Murad sanıyla tahta çıkarmışlardır. Sultan V. Murad tahta çıktıktan sonra Genç

Osmanlılar tarafından önceden planlandığı üzere Meşrutiyet hazırlıklarına başlanmıştır.

Sultan Abdülaziz’in şüpheli intiharı ve bu olaya tepki olarak Çerkez Hasan’ın 14

Haziran’da toplanan hükümet toplantısını basarak Hüseyin Paşa’yı öldürdüğü için idam edilip

dört gün boyunca asılı tutulması V. Murad’ın akli dengesinin bozulmasına neden oldu.

Hükümranlığının ilk iki haftası boyunca Sultan Murad’ın davranışları öyle garipleşmiştir ki,

Eyüp’te yapılacak geleneksel kılıç kuşanma töreninin ertelenmesi zorunlu hale geldi.

Bizans’ın yıkılmasından bu yana kılıç kuşanmadan padişah olan tek kişi de V. Murad oldu.

Tahta çıkışından dokuz hafta sonra, usta bir İngiliz gazetecisi 35 yaşındaki sultanı şöyle tarif

ediyordu: “Hipnotize olmuş gibi kanepede hareketsiz ve sessiz oturuyor, uzun gün boyunca

bıyıklarını ve sakalsız çenesini sıvazlayıp tahttan çekileceği günü düşünüyor ve kendi

omuzlarına çok ağır gelen bu yükü kardeşlerinden hangisinin omuzlayabileceğini hesaplıyor.”

Günler geçip kriz daha da geliştikçe bu yükü taşımak gerçekten pek zorlaşıyordu. 17

Ağustos’ta Sir Henry Eliot, tanınmış bir Avusturyalı sinir hekiminin18 Dolmabahçe’ye yaptığı

ziyareti şöyle tarif etmektedir: “Söylendiğine göre ‘sultan zaten kronik alkolizmden

muzdaripken’, bir de son geçirdiği duygusal fırtınadan etkilenmiş durumdaydı. İçki içmemesi

sağlanırsa, tam bir dinlenmeyle iyileşebilirdi.” Ama anayasa bekleyenlerin de çok acelesi

vardı. Sultanın deliliği nedeniyle üç ay sonra tahttan indirileceğine dair bir fetva hazırlandı.

Şiddet kullanılmadı. V. Murad’ın küçük kardeşi Abdülhamid zaten Mithat Paşa’ya reformları

destekleme sözü vermişti. 31 Ağustos 1876’da II. Abdülhamid padişah ilân edildi. Tahttan

indirilen Murad, Çırağan’a gönderildi ve orada ‘modernleştirilmiş bir kafes’e girdi. Ölümüne

dek 28 yıl bu kafeste yaşadı19.

II. Abdülhamid 34 yaşında, 34. Osmanlı padişahı olarak tahta çıktı. Bu sırada

Balkanlardaki karışıklıklar artmış İngiltere ve Rusya Osmanlı Devleti’nin iç işlerine

karışmaya başlamıştır.

18 Genç Osmanlılar Viyana’dan uluslararası ünlü Dr. Leidersdorf’u getirterek Sultanı tedavi ettirmek

istemişlerdir. Gelen Doktor Sultanı iyileştirmek için 3 aylık bir süre istemiştir. 19 Alan Palmer, Son Üç Yüz Yıl Osmanlı İmparatorluğu, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2003, s.150–151.

Page 20: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

9

Bulgaristan’da yaşanan karışıklıklar ile Osmanlının Hıristiyan katliamı yaptığı izlenimi

doğdu ve Bosna-Hersek isyanını sonrası çıkan Sırp Savaşı sonrası Rusya’nın başını çektiği

büyük devletlerin müdahalesi gündeme gelince İngiltere’nin girişimi ile 23 Aralık 1876

tarihinde İstanbul’da Tersane Konferansı açıldı. Konferans öncesi Sırbistan’ın özerkliğinin

genişletilmesi ve Bulgaristan’ın yarı özerk haline getirilmesi istekleri gündeme gelince, II.

Abdülhamid, İstanbul’da Balkan sorununu çözmek için büyük devletler tarafından düzenlenen

Tersane Konferansı’nın doğuracağı olumsuz sonuçları önlemek maksadıyla Genç

Osmanlılarla beraber acele bir anayasa hazırlığına girişti. Osmanlı yönetimi bu hedeflerin

önüne geçebilmek için İstanbul Konferansının açılış günü olan 23 Aralık 1876 tarihinde I.

Meşrutiyeti ilân etti. Hazırlanan Kânun-u Esasî’nin birinci taslağı Namık Kemal tarafından

padişaha sunulmuştur. II. Abdülhamid, Said Paşa’ya Fransız anayasalarını (1814-1830-1875)

çevirttirmiş, nazırlarına Osmanlıya uyarlatarak ikinci taslağı oluşturtmuştur. Taslaklar

üzerinden hazırlanacak Kânun-u Esasî için bir komisyon toplanmıştır.

Cemiyet-i Mahsusa adındaki bu kurul 2 asker 16 sivil bürokrat (üçü Hıristiyan) ve

ulemadan 10 kişi olmak üzere toplam 28 üyeden meydana geliyordu. Komisyon, önceki

taslaklardan ve bazı yabancı anayasalardan (Belçika, Polonya. Prusya vb.) da yararlanarak asıl

anayasa tasarısı hazırlanmıştır. Mithat Paşa’nın başkanlığındaki Heyet-i Vükelâ’dan geçen

metin II. Abdülhamid tarafından onaylandıktan sonra 23 Aralık 1876 yılında top atışları ile

halka ve konferansı düzenleyen devletlere ilân edilmiştir.20 Kânun-u Esasî’nin ilânından sonra

mebus seçimleri yapılmış ve Sultan II. Abdülhamid 19 Mart 1877’de Meclis-i Mebusan’ı

açmıştır.

Bülent Tanör ilk anayasadaki özgürlüklerin önündeki engelleri şu şekilde

yorumlamaktadır: “Padişah, ‘hükümetin ehemmiyetini ihlal ettikleri’ bir polis soruşturması

sonucu anlaşılanları sürgüne yollama yetkisi veren 113. Madde, kişi güvenliğini derinden

sarsmaktadır. Din ve düşünce özgürlüklerine gelince; Kanun-ı Esasî, din ve ibadet

özgürlüğünü tanımakta, düşünce özgürlüğünden söz etmediği gibi, basın ‘kanun dairesinde

serbesttir’ şeklinde kaypak bir hüküm de getirmektedir. Kanun-ı Esasî yalnız içeriği

20 23 Aralık 1876 (7 Zilhicce 1293) tarihinde kabul edilen Kanun-u Esasî’nin önemli maddeleri şunlardır:

“Devleti Osmaniye memalik ve kıtaatı hazırayı ve eyalatı mümtazeyi muhtevi ve yek vücud olmakla hiçbir

zamanda hiç bir sebeple tefrik kabul etmez(m.1). Devleti Osmaniye’nin payı-tahtı İstanbul şehridir ve şehri

mezkurun sair biladı Osmaniye’den ayru olarak bir güne imtiyaz ve muafiyeti yoktur(m.2). Saltanatı Seniyei

Osmaniye hilâfeti kübrayı İslâmiyeyi haiz olarak Sülalei Âli Osmandan usulü kadimesi veçhile ekber evlada

aittir(m.3). Zatı Hazreti Padişahi hasbel hilâfe dini İslâmın hâmisi ve bilcümle tebeai Osmaniyenin hükümdar ve

padişahıdır(m.4). Zatı Hazreti Padişahinin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür(m.5).” Düstur, Birinci

Tertip, c.IV, Matbaa-i Âmire, Dersaadet, 1329, s.1-40.

Page 21: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

10

bakımından değil, güvence ve yaptırımlar bakımından da gerçekten meşruti(anayasal) bir

sistem getirmiyordu. Uygulama da bunu ortaya koymuştur 21.”

Fakat Meşrutiyet’in ilânı istenilen sonucu doğurmamış, büyük devletler emperyalist

amaçları doğrultusunda yapılan köklü rejim reformuna kayıtsız kalmayı uygun bulmuşlardır.

Tersane Konferansı’nın kararları Meclis-i Mebusan tarafından reddedilmesi üzerine İngiltere

önderliğinde toplanan Londra Konferansı’nda kabul edilen Osmanlı Devleti’nden Balkanları

koparmaya yönelik 12 Nisan 1877 yılında hazırlanan Londra Protokolü de Mithat Paşa ve

meclisçe kabul edilmedi. Bunun üzerine Rusya Londra Protokolü kararlarını kabul ettirmek

için 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmiştir. Böylece 93 harbi olarak

tarihe geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başladı ve savaş sonucunda Osmanlı Devleti ağır

bir yenilgi aldı.

Mithat Paşa’nın fiilen diktatör konumuna yükselmesi ve Rusya’ya karşı denetimsiz bir

savaş politikası izlemesi, II. Abdülhamid ile kısa sürede çatışmasına yol açtı. II. Abdülhamid,

daha Meclis açılmadan önce Mithat Paşa’yı 15 Şubat 1877’de görevinden aldı ve onu aynı

gün (evine dahi uğramasına izin verilmeden) bir gemiyle İtalya’daki Brindisi’ye sürdü. II.

Abdülhamid bu şekilde en büyük düşmanından kurtulmuş oldu. Mithat Paşa’nın yerine II.

Abdülhamid en güvendiği adamlardan biri olan İbrahim Ethem Paşa sadrazam olarak

atandı22. Bir süre Avrupa’da kalan ve ertesi yıl Girit’e dönmesine izin verilen Mithat Paşa,

Aralık 1878’de affedilerek Suriye valiliğine atandı, ancak İstanbul’a gelmesi kesinlikle

yasaklandı. Siyasi faaliyetlerine Suriye’de de devam ettiğine dair kuşkular üzerine 1880’de

Aydın (İzmir) valiliğine gönderildi. 5 Mayıs 1881’de konağının bir askeri birlikçe sarılması

üzerine Fransız konsolosluğuna sığındı. Üç gün sonra hükümetin güvence vermesi üzerine

teslim oldu. İstanbul’a getirilerek sarayda kurulan Yıldız Mahkemesi tarafından yargılandı. 93

Harbi’ne engel olamadığı ve devrik Sultan Abdülaziz’in öldürülmesiyle suçlanarak idama

mahkûm edildi. Mithat Paşa’nın cezası II. Abdülhamid tarafından cezası ömür boyu

kalebentliğe çevrilerek, Arabistan’daki Taif Kalesi’ne sürgüne göndermiştir. Üç yıl kadar

burada yaşadı ve işkence gördü. İngilizler tarafından kaçırılacağını haber alan Hicaz Valisi

Osman Nuri Paşanın emriyle, 8 Mayıs 1884 gecesi, kaldığı odayı basan Berber İsmail

adındaki bir asker tarafından boğularak öldürüldü. Fakat Mithat Paşa’nın Taif’te zindanda 8

Mayıs 1884 tarihinde muhafızlar tarafından boğularak öldürülmesi, olayda padişahın parmağı

olduğu kuşkusu doğurmuştur. Bu iddialara rağmen 1909 Yıldız baskınından sonra araştırılan

21 Bülent Tanör, “Anayasal Gelişmelere Toplu Bir Bakış”, TCTA, c.1, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.20. 22 Kemal H. Karpat, “I. Meşrutiyet Dönemi ve Sultan II. Abdülhamid’in Saltanatı (1876-1909)”, Türkler, c.XII,

Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.875.

Page 22: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

11

Yıldız Sarayı evrakı arasında dahi kanıt bulunamamıştır. Başı daha sonra II. Abdülhamit'in

isteği ile kesilerek İstanbul'a getirildi. Kemikleri Demokrat Parti yönetiminin kararıyla 26

Haziran 1951 tarihinde İstanbul’da Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ndeki Abide-i Hürriyet Anıtı

yanına defnedildi.23.

Mithat Paşa gibi Osmanlı tarihinde önemli bir yer teşkil etmiş olan siyasetçinin ve Jön

Türklerin ideolojik liderinin öldürülmesi konusunda II. Abdülhamit kendini savunma ihtiyacı

duymuştur. II. Abdülhamid, Mithat Paşa’nın sadrazamlıktan azline ilişkin şu yorumu

yapmaktadır: “şunu temin ederim ki Mithat Paşa idareli ve tedbirli bir sadrazam olsaydı hiç

olmazsa Rus muharebesinin sonuna kadar sadarette kalırdı. Hâlbuki ilk günden başlayarak

bana bir amir, bir vasi kesildi. Üstelik tutumu da Meşrutiyetten çok, despotluğa yakındı24.” II.

Abdülhamid, Mithat Paşa’nın öldürülmesinde parmağı olmadığını şu şekilde iddia

etmektedir: “Mithat Paşa’nın amcam sultan Abdülaziz’ in ölümünde suç ortağı olmasını

bağışlarım da, bir Osmanlı veziri ve sadrazam olarak yabancı bir devletin hizmetinde

bulunmasını asla bağışlayamam! Çünkü tutuklanacağı sıradaki tutumu ve İngiliz

Konsolosluğu’na sığınmak istemesi, kime güvendiği ve kimin hizmetinde olduğunu açıkça

ortaya koymuştur! Böyleyken, valilikleri sırasında, devlete ettiği hizmetleri hatırlayarak idam

cezasını hapse çevirdim. Onun ölümünden beni sorumlu tutmak istiyorlar, tutsunlar. Yarın

huzuru Rabbi-ül Alümin’e vardığımızda yüzüm ak, alnım açıktır. Olsa olsa Tanrım, devletine

ihanet eden bir sadrazamı bağışladığım için bana hesap sorabilir. Ben, Rabbim’ in bu yoldaki

cezasına razıyım25.” Ayrıca II. Abdülhamid hürriyet kahramanının katlinden sorumlu

olmadığını şu şekilde açıklamaya çalışmaktadır: “Mithat paşanın ölümünden aşağı yukarı on

yıl sonra, Avrupa da basılmış Türkçe bir kitapta nasıl öldürüldüğü konusunda ayrıntılı bir

bilgi var ve bazı isimler açıklanıyor. Bu kitabın yazdıkları doğru ise, suçu işleyenler arasında

bana nispeti olan kişilerin bulunmaması da gösterir ki, o meselede benim ilgim yoktur. Bu bir

gerçektir ki, Mithat Paşa’dan her zaman çekindim. Fakat o kadar ünlü bir insanı hatta

mahkemeden idamına hüküm olunduğu bir zamanda bile mahkeme kararını icra ettirmeyecek

kadar korumaya layık görmüşken, sonra niçin ve ne menfaat umarak öldürteyim? Düşmanımı

şehitler sırasına çıkarmak benim menfaatime elbette aykırı olurdu. Haydi, beni karalayan bu

iftirayı olmuş sayarak olduğu gibi ve tamamen kabul edelim. Size kaç halife göstereyim ki,

çekindiği veya çekiştiği kimseleri bir anda yok etmişlerdir. İslam halifelerinin en

23 Mithat Paşa’nın hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Hıfzı Topuz, Taif’te Ölüm, Remzi Kitapevi, İstanbul,

2000 ; Bekir Sıtkı Baykal, Mithat Paşa-Siyasi ve İdari Şahsiyeti, Ziraat Bankası Yay., İstanbul, 1964 ;

http://tr.wikipedia.org. 24 İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005, s.20. 25 Bozdağ, a.g.e., s.46.

Page 23: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

12

büyüklerinden biri olan halife Abbas, Mansur’a, Devaniki hanedanının velinimeti olan Ebu

Müslim Horasani’yi idam ettirmedi mi? Harun Reşit, o kadar sevdiği Cafer-i Bermeki’yi idam

etmekle kalmayıp akrabasına ettiği zulüm, benim Mithat Paşa’ya davranışlarımdan daha mı

hafiftir? Özellikle ben, Mithat Paşa’nın umulabilecek saldırısına yalnız ihtiyat tedbiri almakla

yetindim. Adamlarına hiç dokunmadım ve ailesine müstafi maaşlar verdirdim. Yetiştirdiği

vezirlerden Abdurrahman ve Halil Rıfat Paşalar gibi işe yarayanları, taa sadaret makamına

kadar çıkardım26.”

II. Abdülhamid Mithat Paşa’nın devrimci fikirlerinin yanlışlığını ise kendince şu şekilde

açıklamaktadır: “Mithat Paşa temelde Al-i Osman’a karşı, Kemal Bey (Namık Kemal) Al-i

Osman’dan yana idi. Hanedan’a büyük saygısı vardı. Bütün ıslahat düşüncelerini bu

hanedanın iradesi içinde gerçekleştirmek istiyordu. Buna karşılık Mithat Paşa, bir fırsatını

bulup Hanedan’ı devirmek ve yerine kendisi geçmek fikrindeydi. Tuhaftır, Mithat Paşa’nın

bir akşam ‘Al-i Osman’ın yerine Al-i Mithat gelse ne lazım gelir?’ dediğini ertesi günü gelip

bana haber veren Kemal (Namık) Bey’dir27.”

Sonuç olarak denilebilir ki Mithat Paşa bazı siyasi yanlışlıklar yapmış olsa bile,

Osmanlı Devleti için yeni ufuklar açmış, mutlak monarşi ile savaşan devrimci bir kişidir.

Onun açtığı yoldan ilerleyecek olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başını çektiği Meşrutiyet

taraftarı ve mutlak monarşi aleyhtarı olan muhalefet, ikinci bir devrim gerçekleştirerek,

Meşrutiyeti ikinci kez getireceklerdir. Anayasanın mimarı Mithat Paşa, Jön Türklerin

ideolojik lideri olmuştur. Jön Türk devrimini hazırlayanlar için bir özgürlük savaşçısı olan

Mithat Paşa’nın itibarı II. Meşrutiyet’in ilânı ile iade edilmiş ve kahramanlaştırılmıştır.

Mithat Paşa’nın görevden alınarak sürgüne yollanması Meşrutiyetçi-mutlakiyetçi

kutuplaşmasının tekrar alevlenmesine yol açacak gelişmelerin başlangıcını oluşturmaktaydı. I.

Meşrutiyet’in sembolü olmuş bir siyasetçinin bu şekilde etkisizleştirilmek istenmesi

beraberinde büyük tepkileri getirecektir. Artık II. Abdülhamid ile Meşrutiyet taraftarları siyasi

çatışmaya girmeye başlıyor ve 93 Harbi sırasında alınan büyük yenilginin faturasının rejime

mi yoksa iktidara mı çıkartılacağı tartışması başlıyordu.

II. Abdülhamid ardından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek Haziran

1877’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını durdurdu. Ocak 1878’de meclisi yeniden

topladıysa da kendisine mecliste ağır eleştiriler yöneltildi. Mecliste azınlıkların kendi ayrımcı

propagandalarını savunacakları bir kürsü elde ederek siyasal açıdan güçlenmeleri, mebusların

önce savaşa girilmesi için sultana baskı yapması ve ardından da yenilginin faturasını II.

26 Bozdağ, a.g.e, s.22-23. 27 Bozdağ, a.g.e., s.47-48.

Page 24: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

13

Abdülhamid’e çıkarmaları, Yıldız yönetiminin Meşrutiyet’e tepki almasına neden olmuştur.

Abdülaziz gibi komployla tahtan indirileceğini düşünen II. Abdülhamid, 14 Şubat 1878’de

Meşrutiyet’in ülkeyi uçununa sürüklediği ve ülkenin meşruti monarşiye hazır olmadığı

gerekçesi anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak meclisi süresiz tatil etmiştir. Ama

yönetimsel açıdan etkin bir rolü olamayan Âyan Meclisi’ni kapatmadı. I. Meşrutiyet’in

kaldırılması ile birlikte Saray merkezli bir yönetime geçmiş ve II. Abdülhamid’in muhalifleri

tarafından istibdat rejimi olarak adlandırılacak otuz yıllık bir mutlak monarşi dönemi

başlamıştır. Böylece Kısa soluklu Meşrutiyet rejiminin kapanmasıyla bilindik ve alışık oluna

yeni bir dönem açılıyordu. Fakat bu yeni dönem artık kolayca kabullenilemeyecektir. Çünkü

devir değişmiş Osmanlı toplumunun beklentileri değişmiştir.

Page 25: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

14

I. BÖLÜM

1. 31 MART OLAYI’NIN ZEMİNİNİ HAZIRLAYAN GELİŞMELER

Osmanlı tarihinde 31 Mart Olayı olarak bilinen 13 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen

iktidara ayaklanma hareketinin zemini, II. Meşrutiyet’in ilânından önce II. Abdülhamid’in

mutlak monarşi rejimine karşı muhalefet eden cemiyetler ve kişiler arasında ortaya çıkan

görüş ayrılığı ile hazırlanmaya başlanmıştır. Muhalif cemiyetlerin ve şahısların ortak hedefi

olan meşruti monarşinin 1908’de tekrar yürürlüğe girmesinden sonra ortaya çıkan siyasal

atmosferde, II. Abdülhamid’in köşeye çekilmesiyle, devrimi gerçekleştiren İttihat ve Terakki

Cemiyeti ile diğer muhalifler arasında yeni bir iktidar savaşı başlamıştır. İttihatçıların

izledikleri siyaset ile muhaliflerin tutumu 31 Mart Olayı’nın tetiklemesini yapmıştır. İttihat ve

Terakki Cemiyeti ile muhaliflerin II. Meşrutiyet mücadelesi sırasında izledikleri siyaset, Jön

Türk Devrimi sonrası ortaya çıkan siyasi atmosfer ve 31 Mart Olayı’na karışan etkin

muhaliflerin politik duruşları 31 Mart Olayı’nı doğuran başlıca nedenler olmuştur. Jön Türk

Devrimi mutlak monarşiye karşı Meşrutiyet’in getirilmesi için yapılmışken, 31 Mart

Olayı’nda meşruti monarşiye karşı mutlak monarşiye dönme yönünde bir eğilim de baş

göstermiştir.

1.1. I. Meşrutiyet’in İlgası ve II. Abdülhamid’in Mutlak Monarşi Dönemi

Devletin başında bulunan ve yönetim erkini elinde tutmaya çalışan II. Abdülhamid ile

yeni düzeni savunan Meşrutiyetçiler arasında başlayan 93 Harbi yenilgisinin sorumluluğu

suçlamaları faturanın Meşrutiyet rejimine kesilmesi ile sonuçlanacaktır. Kısa soluklu

tecrübesinde Meşrutiyet rejimi anlaşılamamış, siyasi yanlışlıkların ve ayrılıkçı faaliyetlerin

istismarına uğrayarak tekrar tek hedef konumuna gelmiştir. Jön Türklere göre Meşrutiyet’in

uygulanması devletin parçalanmasını önleyecek tek kurtuluş yoluyken II. Abdülhamid’e göre

de mutlak monarşinin uygulanması imparatorluğun unsurlarını bir arada tutabilecek tek

çareydi. Bu anlayış farkının yeni bir Meşrutiyet savaşının başlatması kaçınılmaz olacaktır.

93 harbi öncesi ve sonrası yaşayan siyasal gelişmeler neticesinde Sultan II.

Abdülhamid’in Meşrutiyet yönetimi hakkındaki görüşleri değişmiştir. Hatıra defterinde

Meşrutiyet ile ilgili düşüncelerini şu sözlerle açıklamıştır: “Meşrutiyet yönetiminin her

millete, her ulusal bünyeye yaramayacağım sanırım. O vakit, faydalı olamayacağım sanırdım,

şimdi ise, zararlı olduğu kanısındayım.” “Meşrutiyetle idare edilebilmek için, memleketimiz

Page 26: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

15

kâfi derecede olgun değildir. Bu bizim için bir felaket olur; çünkü bu idare bütün fertler

arasında eşitliği icap ettirir. Biz de ise böyle bir şey düşünülemez. İmparatorluğumuz,

Türklerden, Araplardan, Rumlardan, Ermenilerden vs. teşkil etmiştir. Bu unsurlar kazai

istiklallerinden ve kiliselerini kendi idare temel hakkından vazgeçmek istemezler. Bundan

başka müşterek bir dilimiz olmadığı da malumdur. Gene bu unsurlardan hiçbirisinin

anadilinden vazgeçip Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmeyeceği de aşikârdır. Bu şartlar

altında Osmanlılarda milli his nasıl köklenebilir? Zaten Hıristiyan tebaamız büyük devletlerle

işbirliği yapmaktadır. … Bizim Jön Türkler hayalperesttirler, çünkü bizde Kânun-u Esasî’yi

ve meşruti hükümeti ilân etmek, umumi bir karışıklığı davet etmek ve herkesi birbirine

düşürmek demektir28.” Sultan II. Abdülhamid merkeziyetçiliği benimsemiştir. II.

Abdülhamid’e göre Merkeziyetçilik, mutlakıyetin doğal bir sonucu ve yönetimine karşı iç ve

dış odaklı meydan okuyuşlara karşı koyacak zorunlu bir araçtı.

II. Abdülhamid Meşrutiyet meclisinin azınlık haklarını savunan çok uluslu yapısının

zararlı olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Söyledim yine söyleyeceğim, anlattım, yine

anlatacağım, düşünmüyorlar mıydı ki Osmanlı ülkesi birçok milletlerin bir araya meydana

gelmesinden meydana gelmiştir. Böyle bir ülkede Meşrutiyet, ülkenin unsuru aslisi için

ölümdür, İngiliz parlamentosunda bir Hintli, Afrikalı, Mısırlı, Fransız parlamentosunda bir

Cezayirli mebus var mıydı ki, Osmanlı Parlamentosu’nda Rum, Ermeni, Bulgar, Sırp, Arap

mebusu bulunmasını istemeye kalkıyorlar! Hayır, bunca okumuş, düşünmüş, kendisini

davasına vermiş vatan evladının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem! Sadece aldanırlar,

derim. Aldanırlar ama cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan

evladı çekti; hem öldüler, hem vatandan oldular!29”

II. Abdülhamid’e göre ülke Meşrutiyet için hazır değildi, ülkeyi kurtaracak tek yol çok

kafadan çıkan muhalif sesler yerine kararlı bir yönetimi sağlayan mutlak monarşi tesis

edilmeliydi. Bu nedenle Sultan şu sözü söylemiştir: “Artık liberal kurumlarla ıslahat yapmak

isteyen babam Abdülmecid’i örnek almakla yanılgıya düştüğümü arıladım. Büyükbabam

Sultan Mahmut’un izinden yürüyeceğim. Ben de şimdi onun gibi Tanrı’nın konuna görevini

bana verdiği insanları ancak zor kullanarak harekete geçireceğimi anladım30.”

I. Meşrutiyet askıya alınması konusunda günümüzde de kabul edilen genel yargının

aksine Nihal Atsız yazdığı Türk Ülküsü adlı kitabında oldukça farklı bir yorum yaparak, II.

Abdülhamid istemeyerek de olsa ilân ettiği Meşrutiyet’in Osmanlı Devleti’nde neden

28 Abdülhamit, a.g.e., s.86. 29 Bozdağ, a.g.e., s.61. 30 S. J. Shaw – E. K. Shaw, a.g.e., s.265.

Page 27: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

16

yaşayamayacağını şu farklı yorumla açıklamakta: “İlk Meşrutiyet Meclisi’nin Hıristiyan

mebusları Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslarla savaşa şiddetle taraftar

olmuşlardı. Ve hakikaten de imparatorluğun dağılmasına ramak kalmıştı. Sultan Hamid, bunu

gördükten sonra, zaten Meşrutiyet’i devam ettirseydi, hata etmiş olurdu. Gayr-ı Müslim

mebuslarla birlikte dışarıdan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçilerine de set çekmek

üzere Meclis’in kapatılması Sultan Hamid’in en büyük başarı ve hizmetidir31.”

II. Abdülhamid, 93 Harbi ile Hıristiyan reayasını elinde tutamayacağını görünce, dindar

yanını sultan olduğu zaman elde ettiği halifelikle birleştirerek “ümmetçilik” politikası

izlemeye başladı. Böylece tüm Müslümanları halifelik şemsiyesi altında toplayabileceğini

düşünüyordu. Fakat bu politikası Osmanlı aydınları tarafından benimsenen Batıcılık ve

Türkçülük siyasetleri ile bağdaşmıyordu. Sultan ise Batıcılık politikası savunanlara şu sebeple

karşı çıkmaktaydı. Ona göre batının “fikri” ve “teknik” olmak üzere iki temel ayağı vardı.

Osmanlı Devleti’nin batıdan teknik anlamda geri olduğunu kabul ediyor ve batıdan tekniğin

alınarak Osmanlıya uyarlanmasını istiyordu. Batının fikri yönü ise Osmanlı toplumu için bir

zehirdi ve kesinlikle uzak durulması gerekliydi.

II. Abdülhamid bu suretle ıslahat yapılırsa gelecek nesiller için yeni bir medeniyet

zemini hazırlanmış olarak, bu yeni medeniyetin Batı Medeniyeti’nden Doğu Medeniyetine

Osmanlı Devleti’nin ve İslam’ın bünyesine uygun şeylerin alınmasıyla ortaya çıkacağını

belirtmektedir. Sultan Abdülhamid’in yanılgılarından biri de burada olmuştur. Çünkü

medeniyet kavramı bir bütündür. Bunun yalnız tekniği alınıp fikriyatının alınmaması zordur.

Neticede teknik, düşünce tarzının sonucudur32.

Sultan Abdülhamid bu süreçten sonra görüldüğü üzere Batı’da “aydın despotizmi” adı

verilen siyasal görüşün siyasal teorisini oluşturan “kameralizm” yolunu seçerek tekelinde

toplamak istediği gücü parçalayan kurumlan ortadan kaldırmıştır. Abdülhamid’in bu yolla

elde etmek istediği, merkezden idare edilen, bütün birimleri birbirinin eşi bir devlet yapısı

kurmaktı. Abdülhamid böylece devleti güçlendirebileceğini düşünüyordu. Fakat devletin

tamamen güçlendirmesi için güçlü ve problemsiz bir orta sınıfa ihtiyaç vardı. Abdülhamid, bu

bakımdan öncelikle devletin görevinin tebaaya eğitim ve ticareti kolaylaştırıp, onları koruyup

birer üretici haline getirmek olduğunu düşünüyordu. Bu yolla elde edilen vergilerden de yeni

tipte bir ordu kurarak, bürokrasiyi ve genel olarak devlet kurumlarını güçlendirmek

istiyordu33. 31 Hüseyin Nihal Atsız, Türk Ülküsü, İstanbul, 1956, s.141–142. 32 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.VIII, TTK Yayınları, Ankara, 1996, s.254-255. 33 Şerif Mardin, “19.yy’da Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, TCTA, c.II, İletişim Yayınları, İstanbul,

1985, s.342.

Page 28: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

17

Tarık Zafer Tunaya, Osmanlı bürokrasisinde ve devlet kurumlarında yaşanan süreci şu

şekilde yorumlamaktadır: “Anayasal çizgi dışında, olumsuz ve fiili olarak, kurulmuştur. Bu

oluşumun adına “Yıldız Rejimi” denilebilir. Özelliği garip bir ikilemi yansıtmaktadır. Gerçi

sadrazam ile vükela yasal varlığa sahiptirler. Hukuksal açıdan, padişah ile heyet-i vükela

yürütme organıdır. Fakat asıl ve gerçek yürütme Yıldız Kararilla’sıdır(saray takımı). Padişah

ikinci ve etkin gücü sarayda kurmuştur. Heyet-i vükela’dan istediklerini elde edemeyen

elçiler, Yıldız’a başvurmayı adet etmişlerdir34.”

Sultan II. Abdülhamid tarafından tekrar başlatılan mutlak monarşi devri, istibdat taraftarı

Abdülaziz yerine Meşrutiyeti kabul edecek bir padişahı başa geçirmek için mücadele eden

hürriyetçi cephede büyük bir şok yaratmıştır. Oysaki gençliğinde tahta aday bile gözükmeyen,

kimsenin önemsemediği bir şehzade olan II. Abdülhamid’in Abdülaziz yerine tahta

oturmasının yegâne sebebi Meşruti Monarşiyi kabul etmiş olmasıydı. Bu oluşum Genç

Osmanlıların devriminin yıkılması ve statükoculuğun devamı anlamına gelmekteydi.

Fransız İmparatorluğu ve doğurduğu sonuçlar en çok zayıflamış imparatorlukları etkisi

altına almıştır. Milliyetçilik ulusal devletlere giden yolu açarken, cumhuriyetçilik Meşrutiyet

fikirlerini yaymış, laiklik ise teokrasilere darbe vurmuştur. Napolyon’un başlattığı Fransız

Devrimi esaslarını da içeren Roma-Germen İmparatorluğu’nu kurma projesi Avrupalı

devletlerin dayanışması sonucu başarısızlığa uğramıştır. Muzaffer devletler Napolyon’un

yenilgiye uğratılmasından sonra 1814–1815 tarihleri arasında Viyana’da, Fransız İhtilâli ve

Napolyon savaşları ile bozulan Avrupa’daki güçler dengesini yeniden kurmak için bir kongre

topladılar. Avusturya başbakanı Metternich önderliğinde Viyana Kongresinde aristokrasi ve

mutlakıyet Avrupa’da yeniden tesis edildi. Bu olay Fransız Devrimi ideolojileri karşısında

statükonun korunabileceğini göstermiştir. İşte II. Abdülhamid’in yaptığı da budur. Yani Genç

Osmanlılar tarafından yapılan devrimle değiştirilen Osmanlı rejimini baskıyla tekrar devrim

öncesine döndürerek egemenliğini pekiştirmek ve imparatorluğa yönelik zararlı ideolojilerden

kaçınmaya çalışmak… II. Abdülhamid kendince haklı sebeplerle otoritesinin tekrar tesis

etmiştir. Artık hızla ulusal devletlerini kurma yolunda ilerleyen imparatorluğun unsurları

arasında baskıya dayalı bir merkeziyetçilik anlayışı ne kadar etkili olabilecekti? Ayrıca 1815

Viyana Kongresi ile tesis olunan mutlakıyetçi statü, devrim ideolojileri karşısında Avrupa’da

ne kadar direnebilmişti? İttihat-ı Anasır ve Ümmetçilik bir erek olmaktan öteye geçebilecek

miydi? Bu soruların cevapları Jön Türk direnişi sonucunda II. Meşrutiyet’in ilânı ve sonrasında

yaşanan gelişmeler ile kısmen açığa kavuşacaktır.

34 Tarık Zafer Tunaya, “1876 Kanun-ı Esasisi ve Türkiye’de Anayasa Geleneği”, c.I, TCTA, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1985, s.35.

Page 29: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

18

1.1.1. İlk Hal’ Girişimi: Çırağan Baskını ve Sonrası

II. Abdülhamid’in Meşrutiyeti kaldırarak tekrar mutlak monarşiyi getirmesi Osmanlı

aydınları tarafından büyük tepkiyle karşılandı. II. Abdülhamid’i tahtan indirerek devlet

rejimini değiştirmeye yönelik ilk girişim, Jön Türklerden Ali Suavi tarafından düzenlenen ve

başarısızlıkla sonuçlanan, İngiltere tarafından desteklendiği de iddia edilen “Çırağan Baskını”

ile olmuştur. Mithat Paşa’nın keyfi bir şekilde görevden alınmasını ve sürgüne gönderilmesini

ve Sultanın hem Bosna’daki Habsburglar’a karşı ortaya çıkan Müslüman direnişine hem de

Rodop dağlarındaki Bulgar ve Rus karşıtı Müslüman ayaklanmasına destek vermeyi

reddetmesini açıktan eleştiren Ali Suavi, Çırağan Baskını’nı gerçekleştirdi. Böylece Osmanlı

tarihindeki ilk sivil darbe girişimi başarısız olmuş oldu35. Bu ilk girişimden sonra muhalefet

hızla güçlenerek Meşrutiyet mücadelesine başlayacaktır.

Jön Türklerden Ali Suavi, 1866’da Muhbir36 gazetesini çıkararak Osmanlı yönetimi

aleyhinde şiir ve yazılar yazmıştır. Muhbir kapatılarak Kastamonu’ya sürülmüştür. Yeni

Osmanlıların hamisi Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı ve yardımıyla 1869’da sürgünde

bulunduğu Kastamonu’dan kaçarak Paris’e giden Ali Suavi, burada bulunan Yeni

Osmanlıların diğer önde gelen kişileriyle, özellikle Namık Kemal ve Ziya Paşa ile

anlaşmazlığa düştü. Londra’ya giderek bir süre orada yaşayan Ali Suavi tanıştığı İngiliz Marie

Stewar Lugh ile evlendi, bundan dolayı da pek çok saldırıya uğradı ve Jön Türkler içinde

tecrit edildi. Ali Suavi, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri

döndü. Muhaliflere çeşitli mevkiler dağıtarak onları kontrol altında tutma politikası izleyen

Sultan II. Abdülhamid, Ali Suavi’yi Mekteb-i Sultani’nin (Galatasaray Lisesi) müdürü yaptı.

Fakat kısa zaman sonra bu görevden azl edildi. II. Abdülhamid ve idaresine muhalif olan Ali

Suavi, mutlak monarşiye son vermek için, II. Abdülhamid tahttan indirmeye ve yerine V.

Murad’ı padişah yapmaya karar verdi. 93 Harbi ile İstanbul ve Civarına yığılan Rumeli

göçmenlerini örgütlemeye başladı. Silahlandırdığı 150 Rumeli göçmeni ile 20 Mayıs 1878’de

teknelere binen Ali Suavi ve adamları Üsküdar tarafından yola çıkarak Boğazı geçtiler ve

35 Karpat, “I. Meşrutiyet Dönemi ve Sultan II. Abdülhamid’in Saltanatı (1876-1909)”, s.877. 36 Ali Suavi 9 Mart 1867 tarihli nüshasında “Hürriyet” başlığıyla yer alan bir yazısında; Osmanlı devlet

adamlarının bir danışma meclisi karşısında sorumlu tutulduğu takdirde ülkenin pek çok ‘hastalığının’

iyileştirilebileceğine değinildiği yazısından ötürü matbuat nizamnamesinin 27. maddesi gereğince Muhbir

kapatılır. Ali Suavi’nin kapatılan gazetesi Londra’da Jön Türkler tarafından yeniden yayımlamaya başlanır. Yeni

Osmanlılar Cemiyeti’nin yayın organı olarak 31 Ağustos 1867’de yayımlanmaya başlanan Muhbir, yurtdışında

yayınlanan ilk Türk gazetesi olma özelliğini taşımaktadır. Bkz: Orhan Koloğlu, Osmanlı’dan Günümüze

Türkiye’de Basın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.35.

Page 30: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

19

Çırağan Sarayı’na çıkartma yaptılar. Böyle bir şeyi hiçbir şekilde beklemeyen saray

görevlilerini etkisizleştiren Ali Suavi ve adamları, V. Murad’ın kapalı olduğu bölüme de

girerek eski padişahı kendileriyle birlikte gelmeye ikna etmeye çalıştılar. Ancak ortaya çıkan

kargaşadan büyük bir korkuya kapılan ve ne olduğunu anlayamayan akli dengesi bozuk V.

Murad asilerle işbirliği yapmayınca bütün plan suya düştü. Ali Suavi ve adamları V. Murad’ı

ikna edebilselerdi geldikleri teknelerle tekrar Anadolu yakasına dönecekler ve orada yeni

padişahı ilân edeceklerdi. Tam o sırada Çırağan’a baskın yapan II. Abdülhamid’in Beşiktaş

Muhafızı Hasan Paşa, Ali Suavi ve adamlarına karşı zaptiyeler ve askerlerle saldırıya geçti.

Çıkan çatışma esnasında Ali Suavi’nin kafasına elindeki kalın sopayla vuran Paşa, Ali

Suavi’yi öldürmüştür. Hasan Paşa, Suavi’nin adamlarından da 60 kadarını öldürerek II.

Abdülhamid’e yapılan darbe girişimini bastırmıştır. Ali Suavi, Yıldız Sarayı civarında bir

yere gömüldü. II. Abdülhamid, Ali Suavi’nin darbesini önleyen Hasan Paşa’ya müşir rütbesi

verilerek onu ödüllendirmiştir37.

Çırağan Baskını ile İngiltere’nin Ali Suavi arcılığıyla II. Abdülhamid’i devirme

girişiminde bulunduğu yaygın bir kanattır. Çırağan Hadisesi’nin düzenlenmesinde

İngiltere’nin bizzat elçiliği ve ajanları vasıtasıyla rolü bulunmadığını kendi gizli belgeleri

göstermektedir38. Cevdet Küçük, Çırağan Baskınında İngiliz parmağı olduğu iddiasından

farklı bir yorumla bu olaydan masonların sorumlu olduğu tezini şu şekilde açıklamaktadır:

“20 Mayıs 1878’de Mason olan V. Murad’ı yeniden tahta getirmek isteyen Masonlar, sadece

bu işi gerçekleştirmek için bir komite kurdu. Prodos Mason Locasının Üstad-ı Azam olan

Rum asıllı tacir K. Skaliyeri, Ali Suavi’yi kullanarak o sırada Çırağan sarayında tutuklu (aklı

yerinde değildir gerekçesiyle) bulunan V. Murad’ı kaçırma teşebbüsünde bulundu. Padişahın

Masonlara ve onlarla işbirliği içinde olan İttihatçılara karşı güvensizlik içinde olmasının belki

de en önemli sebeplerinden biri bu hadise olmalıdır39.”

Ali Suavi, Sultan II. Abdülhamid taraftarları için ne kadar kötü bir anlam taşımaktaysa,

aleyhtarları için de “Pir-i Can-ı Feda-yı Hürriyet” demekti. Sultan II. Abdülhamid idaresine

karşı özellikle yurt dışında faaliyet gösteren Jön Türkler, Suavi’yi bir manada bayrak haline

getirdiler. Ali Suavi bu insanların yayınlarında kendisi olmaktan çıkıp, bir destan kahramanı

oldu. Jön Türkler Suavi’nin şahsiyetlerinden ve fikirlerinden çok, Sultan Abdülhamid’e

başkaldırırken can vermiş bir “şehit” olması ile ilgileniyorlardı. Jön Türklere göre Sultan II.

37 Hüseyin Çelik, Ali Suavi ve Dönemi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.381-389. 38 Çelik, a.g.e., s.446. 39 Cevdet Küçük, “Çırağan Vakası”, DVİA, c.VII. İstanbul 1994, s.306–307.

Page 31: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

20

Abdülhamid, hürriyet ve Meşrutiyet düşmanıydı. Dolaysıyla ona başkaldırmış olan Suavi

hürriyet uğruna can verenlerin piri idi40.

93 Harbi sonucunda Rusya büyük zafer kazanınca önce Ayastefanos(Yeşilköy)

anlaşması imzalanmış fakat başta İngiltere olmak üzere büyük devletler anlaşma şartlarını

çıkarları aleyhinde görünce Rusya’ya baskı yaparak 13 Haziran 1878’de Berlin Anlaşması’nın

imzalanmasını sağlamışlardır. Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti, Avrupa’daki topraklarının

yarısı kadar olan 212.450 km2 alanı; nüfusundan da 5.500.000 kişiyi kaybetmiştir. Rusya’ya

karşı Osmanlı Devleti’ne yardımı Kıbrıs adasının verilmesine ve Hıristiyanlar lehine ıslahat

yapılmasına bağlayan İngiltere 93 Harbi’nden sonra istediğini elde edecek ve 15 Temmuz

1878’de Kıbrıs’ı ele geçirecektir.

Berlin Kongresi’ne katılan devletler, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Rus himayesine

yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı Devleti’nden bu bölgedeki Ermenilerin

durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. II. Abdülhamid

yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni

isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi

örgütler güç kazandı. 1887’de Maraş’a bağlı 1891’de ise Siirt’e yakın Zeytun’da, Sason’da

Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895’te bu olayların

ülke çapında bir ihtilâle dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul’da Ermeni örgütlerinin

Kumkapı’da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil

Paşa hükümeti tarafından Anadolu’da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri

alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi.

Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde

örgütlendi. 1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda

genellikle “Ermeni katliamı” olarak değerlendirildi; liberal Avrupa basınında Abdülhamid

aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu. Fransız Akademisi üyesi tarihçi

Albert Vandal, ilk defa Abdülhamid hakkında “Le Sultan Rouge” lakabını kullandı. Bu tanım

Türkçeye “Kızıl Sultan” olarak çevrildi. II. Abdülhamid’e takılan bu lakap uç bir ifadeyi

içermektedir ve müstebid olduğu yönündeki düşüncelere dayanak oluşturmaktadır. Mutlak

monarşinin egemenliğinin hükmü için baskı uygulanması zaten yönetimin devamı için

zorunludur. II. Abdülhamid yönetimini devam ettirebilmek için muhalif eylem ve düşüncelere

karşı baskı, yasak, sansür ve jurnalleme girişimlerinde bulunmuştur. Burada eleştirilmesi

gereken nokta II. Abdülhamid’in mutlak monarşi sırasındaki uygulamalarından ziyade

Meşrutiyeti seçmemesi olmalıdır.

40 Çelik, a.g.e., s.452-453.

Page 32: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

21

II. Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı.

Abdülhamid’in 2 ile 5 bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu

vardı ve bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kaybolmuştur. Sherlock

Holmes’un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmiştir41. II.

Abdülhamid okuduğu Sherlock Holmes dedektif hikâyelerinden de etkilenerek, kendisine

muhalefet eden ittihatçılar ve daha sonra da Ermeniler komitacıların faaliyetlerini daha

yakından takip edebilmek için 1880 yılında Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir

polis ve istihbarat örgütü olan “Yıldız İstihbarat Teşkilatı”nı kurdu. Çok sayıda hafiyeden

oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid’in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve

Abdülhamid’e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler

sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş

bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid

yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, zaman zaman sıradan insanların veya

aydınların hapse atılmalarına veya sürgüne gönderilmelerine neden oluyorlardı. Bu şekilde

statüko devam ettirilmek, muhalifler dizginlenmek isteniyordu.

Ama artık muhalefet ve ayrılıkçı hareketler dizginlenemez bir boyuta ulaşmıştı. II.

Abdülhamid tarafından tek kurtuluş olarak sahiplenilen mutlak monarşinin sonu hızla

yaklaşmaktadır ve İttihat ve Terakki Cemiyeti önderliğindeki Jön Türkler Meşrutiyet için 30

yıl sürecek büyük bir mücadelenin fitilini ateşlemişlerdir.

1.2. Jön Türk Devriminin Gerçekleşmesi ve İttihatçıların İzledikleri Siyaset

Osmanlı Devleti’nde kısa süren bir meşruti monarşi sonrası mutlak monarşinin gelmesi

Jön Türkler açısından tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Kısa bir süreliğine de Meşrutiyet’in

getirdiği kısmi özgürlüklerin tadına varan aydın Osmanlı toplumu için artık II. Abdülhamid’in

mutlak monarşi rejimi kabul edilemez bir olguydu. Avrupa devletlerinde olduğu gibi Osmanlı

Devleti de anayasal meşruti bir monarşi ile yönetilmeliydi. Bu nedenle 1876 devrimini

gerçekleştiren Genç Osmanlılar gibi devrimle de olsa Meşrutiyet mutlaka getirilmelidir.

Bunun için iyi eğitim görmüş entelektüel Osmanlılar çalışmaya başlayacak ve bir süre sonra

Jön Türk hareketi başlanacaktır.

41 Erol Üyepazarcı, “II. Abdülhamit’in Çevirttiği Polisiye Romanlar”, Müteferrika Kitabiyet Dergisi, S.28,

İstanbul, 2005, s.25.

Page 33: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

22

1.2.1. II. Meşrutiyet’in İlânına Kadar Jön Türk Muhalefeti

1867 yılında Paris’te sürgün olan Mustafa Fazıl Paşa, ülkesindeki Meşrutiyetçi akımı

desteklediğini göstermek için Fransızca yazdığı bazı mektupları yayınladı. Bunlardan birinde

Mustafa Fazıl Paşa’nın “Genç Türkiye Partisi”nin temsilcisi olduğu yolunda bir ibare

bulunmaktaydı. Genç Türkiye Partisi tanımı Avrupa'da tutulunca, I. Meşrutiyet öncesi Genç

Osmanlıların kurmuş olduğu örgütü Paris’te tekrar dirilten Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali

Suavi yeni örgüt için “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ismini benimsediler. Bu tarihten sonra

Osmanlı’daki Özgürlükçü ve Meşrutiyetçi akımlar, Fransızcadan adaptasyonla “Jeune Turc

(Genç Türk)” olarak adlandırılmaya başlandı42. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne genel olarak

Avrupa'da bilinen isimleri nedeniyle Jön Türkler veya çalışmalarından dolayı I. Jön Türk

Hareketi denilmekteydi. Bundan dolayı II. Abdülhamit döneminde oluşan ve yönetime

muhalefet ederek tekrar meşruti yönetime dönmek için çalışanlara da II. Jön Türk Hareketi

denilmiştir43.

Feroz Ahmad, Jön Türklerin çıkış şeklini şu şekilde açıklamaktadır: “II. Abdülhamid

toplumsal piramidin zirvesindeki gelişmeleri dondurmayı başarmıştır fakat bu arada Osmanlı

toplumundaki ve ekonomisindeki bozulma hızla gelişmiş ve ifadesini, 1889’da İttihat ve

Terakki komitesi olarak bilinen gizli bir siyasal örgütün kurulmasında bulmuştur44.”

II. Abdülhamid’in mutlak monarşi rejimini yıkmaya ve Meşrutiyeti getirmeye çalışacak

Jön Türk Hareketi 1889 yılında muhalif düşünenlerin organize olmaya başlamaları ile ortaya

çıkmıştır. 1889 Mayıs’ında Askeri Tıbbiye öğrencilerinden Arnavut İbrahim Temo, kendisi

gibi Askerî Tıp Mektebi talebesi olan İshak Sükûtî, Mehmet Reşit ve Abdullah Cevdet’le

birlikte, kısa zamanda aynı çevrede genişleyen gizli bir siyasi teşkilat kurmuşlardır.

Cemiyetinde kurucuları arasında yer alan İbrahim Temo, yazdığı anılarında cemiyetin

kuruluşunu şu şekilde anlatmaktadır: “Sarayburnu’nda, şimdi İmarat-ı Askeriye’ye tahsis

olunan Gülhane mektebi adını alan eski Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye’de bir teneffüs saati

esnasında o vakitlerde mevcut olan Hilali Ahmer barakları karşısındaki ağaçlar altında elinde

kitap dolaşırken, İshak Sükûti’nin yanıma sokulup, yeni bir şeyler olup olmadığını sordu.”

İbrahim Temo, arkadaşı İshak Sükûti’ye aziz vatanın içinde bulunduğu durumunun ancak bir

cemiyet halinde çalışmakla yenilebileceğini söyler. İbrahim Temo, İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin kuruluşunu şu şekilde açıklamaktadır: “İshak – Güzel ama, sen kime itimat

42 Atalı, a.g.e., s.128-129. 43 İsrafil Kurtcephe-Aydın Beden, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Alp Yayınevi, Ankara, 2007, s.58-59. 44 Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu (Çev: Yavuz Alogan), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.42.

Page 34: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

23

edipte böyle tehlikeli bir işe teşebbüs etmemizi düşünüyorsun?! Ben – Evvela sen, bir;

(koğuştan çıkıp bize doğru gelmekte olan yamalı suratlı) Mehmed Reşid’i göstererek, bu da

iki, olduk üç. İşte cemiyet başladı demektir. Mehmed Reşid’e işaret ederek yanımıza çağırdık.

Fikrimizi açtık. Bu sıra, o zaman çok sofu olan Abdullah Cevdet ikindi namazını kılarak

mektebin camisinden çıkıp yanımıza gelince; alınız bir de dördüncü dedim. (…) Dört el

birbirlerine kavuştu. Bu ilk ahdi misak 1305 ( 1889 ) senesi bir Mayıs gününe tesadüf etmiş

ve cemiyet kurulmuştur45.” 188946 tarihinde kurulan Cemiyetin adını “Hatab Kiraathanesi

İçtimai” olarak koydular. Cemiyetin kuruluş tarihinin 1789 Fransız Devrimi’nin 100. Yılına

denk gelmesi kurucuların ilham kaynağını ve savunacakları ideolojiyi açığa çıkarmaktadır.

Edirnekapı’nın dışındaki bir bağda on iki kişinin katıldığı daha geniş bir toplantı

yapıldı. Piknik görüntüsü altında yapılan ilk İnciraltı Toplantısı’nda gizli olan bu milli

cemiyete kimlerin üye olacağı tartışması yapıldı. Sonuçta güvenilir ve iş yapabilecek her

Osmanlı vatandaşının dikkatli bir şekilde belli denemelerden geçirildikten sonra üye

olabilmesi, her hafta düzenli bir şekilde çeşitli yerlerde toplanılması, yardımların titizlikle

alınması, üyelerin ait oldukları şube ile sıra numarasının deftere kaydedilmesi ve her üyeye

bir numara verilmesi kararlaştırıldı. Örgüt olarak şekillenen İttihat-ı Osmanî Cemiyeti’nde

hiyerarşik bir yapı kuruldu. Daha sonraki faaliyetlerde bu ilk toplantının adı İnciraltı

Toplantısı veya On İkiler Toplantısı olarak anıldı47. Bu toplantıda, İbrahim Temo Bey bu

cemiyetin başkanlığına seçilemedi, en yaşlı üye Ali Rüşdi Bey reis oldu.

Örgüt, İtalyan genç ihtilâlcılarının Carbonari(Kömürcüler) adlı gizli teşkilatından

etkilenerek kurulmuştu. İbrahim Temo ailesiyle Romanya Ohri’ye giderken, İtalya’ya uğrar.

Napoli’deki bir mason locasını ziyaret ettiği sırada Carbonari Cemiyeti hakkında bilgi alır.

İttihatçılar, İtalyan Carbonari Cemiyeti’nden aldıkları ilhamla genç tıp talebeleri üyelere isim

yerine numara verdiler ve gizlilik prensibine sıkı sıkıya uydular. Terakki ve İttihat adını

taşıyan teşkilatlarına gizemli ve romantik hava katmışlardır. Neredeyse tamamı öğrencilerden

oluşan gizli cemiyet üyeleri, kurdukları cemiyetleri açık bir programa sahip olmamasına

rağmen kendilerine örnek aldıkları I. Meşrutiyet’in kurulucuları olan Genç Osmanlılar gibi

45 İbrahim Temo, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Kurucusu ve 1/1 No’lu Üyesi İbrahim Temo’nun İttihad

ve Terakki Anıları, Arba Yayınları, İstanbul, 1987, s.13-15. 46 Cemiyetin kurucusu İbrahim Temo kuruluş tarihi olarak 1889 tarihini işaret ederken, döneme tanıklık eden

Ahmet Bedevi Kuran ve Kazım Nami Duru 1892 yılını belirtmektedir. Bkz.: Temo, a.g.e., s.15; Ahmet Bedevi

Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Tan Matbaası, İstanbul 1948, s.30; Kazım Nami Duru, İttihat ve

Terakki Hatıralarım, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul 1957, s.5. 47 Ahmet Eyicil, “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,

s.228.

Page 35: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

24

“Hürriyet ve Vatan” sloganları ile Meşrutiyet mücadelesine girişiyorlardı. Bu hareket kısa

zamanda İstanbul’da bulunan Darü-l Fünun ve Harbiyelerde yayılmıştır. Cemiyetin ilk adı, II.

Abdülhamid yönetimine karşı bütün Osmanlıların birlikte hareket ettiğini göstermek amacıyla

İttihat-ı Osmanî olarak belirlenmiştir48.

Örgütün merkezi bir başkan ve dört üyeden oluşuyordu. Hücre örgütlenmesi esas

alınmıştı. Her üye yalnızca üç kişiyi tanıyacaktı. Her üyenin hem hücre, hem de hücreyi

oluşturan numarası vardı. Örneğin Ohrili İbrahim Temo’nun numarası “1/1” di. Paydaki

numara hücreyi paydadaki ise üye numarasını gösteriyordu. Yani Temo, 1 numaralı hücrenin

1 numaralı üyesiydi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin hamam önündeki odun yığınları üzerinde

öğrencilerin toplanarak kurdukları İttihat-ı Osmanî Cemiyeti’nin ilk nizamnamesi 1895

baharında mülkiye 2. sınıf talebesinden Ali Münif tarafından sınıf arkadaşı Leskovikli

Mehmet Rauf’un da yardımıyla yazılmış ve bu esnada tıbbiyelilerin de görüşleri alınmıştır.

İşte bu yüzden bazı tarihçiler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin resmen kuruluşunu 1895 olarak

kabul ederler49.

Cemiyetin kurulmasından kısa bir süre sonra, kesin bir tarih vermek güç olmakla

birlikte 1892 içinde, Abdülhamid kendisine ulaşan jurnaller neticesinde cemiyetin varlığından

haberdar olmuştu50. Okul kumandanı Ali Saip Paşa görevinden alınmış, bu komployu

önlemekle görevlendirilen askeri okullar müdürü Zeki Paşa iş başına getirilmiştir. Birçok

öğrenci sorguya çekilmiş, aralarında Abdullah Cevdet’in de bulunduğu bir kaçı tevkif edilmiş

ve bu olayları protesto eden on dört öğrenci daha tutuklanmıştı. Komplocuların bu ilk

dönemde fazla ciddiye alınmadıkları, Abdullah Cevdet’in bir süre sonra okula devam

etmesine izin verilmesinden ve padişah aleyhine çalışmalarını sürdürmesinden

anlaşılmaktadır51. Üç ay sonra tutuklananlar padişah tarafından affedildi. Affın çıkmasından

sonraki dönemlerde bir ermeni örgütünün Osmanlı Bankasını basmasının ardından İbrahim

Temo ve arkadaşları Ermenileri kınayan bir bildiri yayınlamışlar altına Osmanlı İttihat ve

Terakki adıyla imza atmışlardı. Bu imza o güne kadar görülmemişti. Yayınlanan bu bildiriyi

II. Abdülhamid pek hoş karşılamamış ve bu örgüt adına tutulmama kararı çıkarmıştı. 1894'de

yeni bir tutuklama hareketi başlamıştır. İttihatçılara yapılan kovuşturmalar, sürgün cezaları ya

48 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat,

İstanbul, 1981, s.25. 49 Ali Birinci, “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Kuruluşu ve İlk Nizamnamesi (1895)”, Osmanlı, c.II, Yeni

Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s.405. 50 Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896-1909), Emre Yay., İstanbul, 1993, s.466-467. 51 Ernest Edmondson Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 İhtilali, (Çev. Nuran Ülken), Sander Yayınları, İstanbul,

1972, s.35-36.

Page 36: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

25

da disiplin cezaları cemiyetin güçlenmesini önleyememiştir. II. Abdülhamid’in baskıları

muhalefetin 1884–1895 yıllarında ülke dışına kaymasına sebep olmuştur. Bundan sonra

muhalifler Paris ve Cenevre gibi merkezlerde, küçük gruplar ve basın yoluyla seslerini

duyurmaya çalışmıştır. Bu durumun yarattığı etki, daha önce yurt dışına kaçan gençlerin

artmasına neden olmuş ve gerek yurt içinde kalan cemiyet üyeleri gerekse yurt dışına kaçan

üyeler faaliyetlerini hızlandırmışlardır. Özellikle Paris ve Kahire’ye giden bu üyeler,

buralardaki II. Abdülhamid muhalifleriyle görüşme imkânı bulmuşlardır52.

Bazı araştırmacılar İttihatçıların masonlarla olan ilişkisi üzerinde gereğinden fazla

yoğunlaşmakta ve masonların ittihatçılarla II. Abdülhamid’i devirmek için ortak hareket

ettiklerini savunmaktadırlar. II. Abdülhamid’e muhalefet eden İttihatçıların bu şekilde

desteklenmelerinin nedenini Yahudilerin kurmak istedikleri ulusal devletleri olacak İsrail’in

II. Abdülhamid’in engeline takıldığı şeklinde açıklayan bir tezle savunmaktadırlar.

Roma imparatorluğu, Kudüs’te isyan çıkaran Yahudileri Filistin’den çıkararak Akdeniz

çevresine sürmüştür. Daha sonra da Hıristiyanlar tarafından dünyanın çeşitli yerlerine sürülen

Yahudilerin bir ülkesi bulunmamaktaydı. Bu dönemde ulusal devletlerin hızla kurulmaya

başlanması üzerine Yahudiler de harekete geçtiler. Basel’de yapılan ilk Siyonist kongrede

Tevrat’ta belirtilen vaat edilmiş topraklara göre çizilen İsrail sınırları Osmanlı

İmparatorluğu’nun egemenliği altında bulunuyordu. Theodor Herzl bu toprakları ele geçirmek

için birçok kez İstanbul’a geldi. Bu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik olarak zor

durumda olduğu biliniyordu. Herzl, Sultan II. Abdülhamid’in bu zor durumundan

yararlanarak Filistin’inde kendi ulusal devletleri olacak İsrail’i tekrar diriltmek istiyordu.

Fakat II. Abdülhamid’in tepkisi Theodor Herzl’in tahmin ettiği gibi olmadı. Çırağan Olayı

nedeniyle Sultan II. Abdülhamid, Yahudilere şüphe ile bakmaktaydı. Filistin’de ulusal

devletlerini kurmak isteyen Yahudilerin Sultan II. Abdülhamid’den olumsuz cevap almaları,

hatta saraydan kovulmaları Siyonistlerin II. Abdülhamid’e olan düşmanlıklarını başlatmıştır53.

Olaya tanık olan Mustafa Turan Bey, hatıralarında Siyonistlerin Abdülhamid’le olan

diyaloglarını ve daha sonraki gelişmeleri şu şekilde aktarmaktadır: “1893 baharında Siyonist

cemiyetin kurucusu Theodor Herzl, bu konuda görüşmeler yapmak için İstanbul’a gelmiş,

Hahambaşı Moşe Levi ile beraber Yıldız Sarayı’nda Abdülhamid’in karşısına çıkmışlardı:

‘Padişahımız hazretlerine, Yahudi kullarından bir istirham sunmaya geldik. Bu sadık

kullarınız Mukaddes Filistin’e yerleştirilmeleri için emirlerinizi bekliyorlar. Ve bir şükran

armağanı olarak beş milyon altın kabul buyurmanızı arz ediyorlar.’ Hâlbuki Sultan

52 Karabekir, a.g.e., s. 467. 53 Mustafa Armağan, Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2006, s.159-176.

Page 37: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

26

Abdülhamid, onların planlarını çoktan haber almış ve cevabını çoktan hazırlamıştı. Sonuç;

gelen heyetin saraydan hemen kovulması oluyor, çıkarılan bir fermanla Yahudilerin Filistin’e

yerleşmeleri yasaklanıyordu. İşte masonlar ve Siyonistler bunlardan dolayı Abdülhamid’e

düşmandılar. Abdülhamid’e karşı mücadele de böyle başlamış oluyordu… Önce Balkanlar

karıştırılıverdi… Sırp ve Bulgar çeteleri desteklendi, kışkırtıldı. Sonra, Taşnak komitesince

plan kudurtulup Yıldız’da Cuma selamlığında Abdülhamid’e karşı suikast planlandı. Suikastte

Abdülhamid kurtulmuş ama birçok asker şehit olmuştu. Bu suikastte başarısız olan Masonlar-

Yahudiler çalışma alanlarını Paris’e kaydırdılar. Çünkü Paris’te birçok Jön Türk vardı.

Siyonistler Jön Türklere her türlü desteği vermeye başladılar. Yayın ve diğer faaliyetleri

oluşturulup Abdülhamid aleyhine kampanyalar başlattılar54.” İttihat Terakki Cemiyeti’nde

önemli bir etkiye sahip olan grupların birini de Selanikli Yahudi kökenliler oluşturmaktaydı.

Bu isimler II. Abdülhamid’i devirmek için uluslararası finans çevrelerinden yardım

sağlamaktaydılar. Cemiyetin diğer bir yardım kaynağı ise Mısır Cemiye-i İsrailiyesi’ydi.

Mısır’da bulunan Yahudilerden oluşan bu cemiyet, Jön Türklerin çıkarmış olduğu yayınların

Mısır’da kolayca dağıtılmasına yardımcı oluyordu.

Paris’teki muhalif cemiyet 1892 yılında Ahmed Rıza Bey’le ilişki kurulmuşsa da Ahmet

Rıza Bey önce bu oluşumla ilgilenmemiştir. 1894 tarihinde Doktor Nâzım Bey55 cemiyetin

merkez komitesi adına Ahmed Rıza Bey’e kendilerine katılmasını teklif etti. Ahmed Rıza Bey

bu teklifi kabul ettiği gibi, cemiyetin adı konusunda, İstanbul merkezi ile bir pazarlığa girişti

ve sonuçta cemiyetin adı olarak İttihad ve Terakki Cemiyeti kabul edildi56. Ahmet Rıza

Avrupa’daki teşkilatın adını Auguste Comte’un pozitivist felsefesinin iki ilkesi olan Nizam

(order) ve ilerleme (progress) kelimelerinden alarak “Nizam ve Terakki” koymak istedi.

Ancak Jön Türkler bu ismi kabul etmeyip, İstanbul’daki İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin İttihad

kelimesinin de teşkilatın oluşum ve amacını gösterdiği için cemiyetin isminde yer almasını

istediler. Böylece İttihatçıların İttihad’ı ile Ahmed Rıza’nın Terakki’si bir araya getirilerek,

54 Mustafa Yalçın, Jön Türkler’in Serüveni, İlke Yayınları, İstanbul, 1994, s.186–187. 55 Dr. Nazım Bey, 1872 yılında Selanik'te doğmuş ve Askeri Tıbbiye'de eğitim görmüştür. İttihat ve Terakki

Cemiyeti'ne katıldığının Öğrenilmesi üzerine Paris'e kaçmak zorunda kalan Dr. Nazım, Paris’te Ahmet Rıza ile

tanışmış ve Meşverette yazılar yazmaya başlamıştır. Dr. Nazım Bey. Paris grubu ile Selanik grubunun

birleştirilmesinde oldukça önemli rol oynamıştır. Dr. Nazım Bey’in hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Ahmet

Eyicil, Dr. Nazım Bey, (A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi). Ankara, 1988; Mustafa Ragıp Esatlı,

İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?, Hür Yay., İstanbul, 1944. 56 M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve “Jön Türklük”,

c.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986, s.179-180.

Page 38: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

27

cemiyetin yeni adı “Osmanlı İttihad ve Terakki” Cemiyeti haline geldi57. İttihat ve Terakki

Cemiyeti üyeleri ve diğer Osmanlı Devlet adamları ilerlemenin Batı’nın ilkeleri

gerçekleşebileceğine inandıkları için Avrupa düşünürlerinin savunduğu pozitivizmin58

“ilerleme” ideolojisini benimsemişlerdi. Başta Ahmet Rıza Bey olmak üzere devlet

adamlarının ve cemiyet üyelerinin hepsi, Osmanlı Devleti’nin bu ilerleme sayesinde

modemleşip yıkılmaktan kurtulacağını düşünüyordu. Çünkü gerek Tanzimat gerekse

Meşrutiyet aydınlarının gayesi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını durdurup tekrar diriltmekti.

Cemiyetin adlandırıcısı Ahmed Rıza Bey, Auguste Comte pozitivizmi ile Namık

Kemal’in “Osmanlı Milliyetçiliğini” birleştirmişti. Cemiyetin Paris başkanı Ahmed Rıza

Bey’di. Doktor Nâzım’a, cemiyetin hesap işleri sorumluluğu düşmüştü.

Cemiyet, Paris, Cenevre ve Kahire olmak üzere üç merkezde faaliyetlerini

yoğunlaştırarak, çalışmalarını buralarda açtıkları üç ana şubede sürdürmüşlerdir. Bunlardan

adeta merkez görevi yapan Paris şubesi Ahmet Rıza Bey, Kahire şubesi Hoca Kadri ve

Cenevre şubesi İshak Sükuti ve Abdullah Cevdet yönetiminde idi. Bunlar dışında cemiyetin

kurucularından olan İbrahim Temo’nun Balkanlarda açtığı şubeler ile Kafkasya'daki şubeler

de cemiyet için önemli vazifeler gerçekleştirmekteydi. Cemiyetin İstanbul kanadı ise 1895 yılı

geldiğinde, siyasi alanda kendini göstermeye başlamıştır. Ekim 1895'te cemiyetin kuruluş

nizamnamesi hazırlanarak, İstanbul'un pek çok köşesinde dağıtılmıştır. Böylece İttihat ve

Terakki Cemiyeti, ilk kez varlığını açıkça ortaya koymuş ve sesini duyurmaya başlamıştır59.

57 İttihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşu ve adlandırılması ile ilgili olarak ayrıca bkz: Sina Aksin, Jön Türkler

ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1987; Hanioğlu, a.g.e., 1986. 58 Auguste Comte’ un 19. yy. da ortaya attığı düşüncedir. Teoloji ve metafizik içermeyen, sadece fiziksel veya

maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışıdır. Comte bu tezini üç hal kanununa dayandırır. Bu temel

kanuna göre, insanlık tarihinde düşünce kaçınılmaz bir zorunlulukla üç evreden geçerek ilerlemiştir. Bu evreler

sırasıyla teolojik hal, metafizik hal ve pozitif (müsbet) haldir. Comte:”Hepimiz, çocukluğumuzda ilahiyatçı,

gençliğimizde metafizikçi ve olgunluk devremizde fizikçi (felsefeci) olduğumuzu hatırlamaz mıyız?” Türkiye’de

pozitivizm, II. Meşrutiyet’in öncesindeki yıllarla, sonrasında etkili olmuştur. Türkiye’deki pozitivizmin en büyük

savunucusu ve yöneticisi Ahmet Rıza Bey’dir. 1884’te merkezi Paris’te olan Societe des Positivistes’e

(Pozitivistler Birliğine) üye olarak, onların fikir ve görüşlerini yeni Türk fikir hareketinin parolası haline

getirmeye çalıştı. Auguste Comte’un Paris’te şimdi müze ve kütüphane haline getirilmiş olan evinin (Monsieur

le Prince sokak, no:10) salonunda pozitivizmin 40 kadar önemli simasının portreleri arasında Ahmet Rıza Bey’in

portresi de yer almaktadır. Devrim öngörmemesi ve ilerleme fikrine sarılması nedeniyle pozitivizm, Osmanlı

ülkesini parçalanmadan birlik içinde ilerletme ülküsüne bağlı Osmanlı aydınlarına cazip bir ideoloji olarak

görünmüştür. Bkz: Ekrem Işın, “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm”, TCTA, c.II, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1985, s.352-412; Şerif Mardin, “19.y.yılda Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, TCTA, c.II,

İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.342-351; http://tr.wikipedia.org. 59 Birinci, “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Kuruluşu ve İlk Nizamnamesi (1895)”, s.404.

Page 39: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

28

Cemiyetin yayın organını belirlenmeye başlandı. İstanbul’daki merkezi örgüt, gazetenin

adının “İttihad-ı İslam” olmasını istiyordu. Ahmed Rıza ise gazetenin sadece Müslümanların

değil, Yahudi, Rum, Ermeni yani tüm Osmanlı’nın çıkarlarını gözeteceğinden, adının İttihat

ve Terakki olmasında ısrar ediyordu. Doktor Nâzım’ın girişimi sonucu orta yol bulunarak

gazetenin adı Meşveret olmasına karar verildi ve ayda iki defa altı sayfa olarak çıkacak olan

gazete 3 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Türkçe ve Fransızca nüshalarla yayın hayatına başladı.

Bursa Maarif Nezareti’nden 1887 yılında istifa ederek yurt Avrupa’ya kaçan Ahmed Rıza

Bey’in 1895’te kurduğu Meşveret gazetesi, bu dönemde muhaliflerin hükümetten isteklerini

düzen ve ilerleme ile beraber imparatorluğun bütün tebaasını içine alan geniş kapsamlı bir

ıslahat programı olarak ortaya koyuyordu. Ahmed Rıza Bey, Fransızca Meşveret gazetesinin

ilk sayısında İttihat ve Terakki’nin programları olarak şu esasları ortaya koyuyordu: Önce

bazı yüksek düzeydeki kişilerin işbirliğinin sağlandığı belirtilerek, Batı’ya güven

verilmekteydi. İkinci olarak, düzenin korunması açısından hanedanın yıkılması değil de,

ilerleme anlayışının yayılması istenmekte, “ Düzen ve ilerleme” düsturuna bağlı bulunulduğu

ve şiddet yoluyla elde edilecek ödünlerden nefret edildiği söylenmekteydi. Üçüncü olarak,

belirli vilayet ya da milletler için değil, fakat tüm Osmanlılar için ıslahatın gerekli olduğu

vurgulanmaktaydı. Dördüncü olarak, ilerlemenin gerekli olduğu savunulmakta, ama Osmanlı

varlık koşullarının ve Doğu uygarlığının da özgünlüğünün korunması ve Batı’dan ancak

bilimsel evriminin genel sonuçlarının özümsenerek alınması istenmekteydi. Beşinci olarak da,

Osmanlı iktidarına karşı yapılan yabancı müdahalelere karşı olunduğu belirtilmekteydi60.

Çeşitli yollardan yurda gizlice sokulan bu gazeteyi bir ara Osmanlı idaresinin Fransa

hükümetiyle olan diplomatik görüşmeleri neticesinde Paris’te çıkaramaz olunca, Cenevre’de

neşretmeye başladı. Orada da takibata uğrayınca Brüksel’de çıkarmaya devam etti. Fakat

Belçika hükümeti de Osmanlı Devleti’yle olan münasebetleri sebebiyle gazetenin çıkmasına

mani oldu. Ancak Belçika parlamenterlerinden M.Georges Lorand, gazetenin mesul

müdürlüğünü üzerine aldı. Osmanlı yönetimine karşı yıkıcı ve bölücü fikirleri yaymaya

devam etmesi sebebiyle Ahmed Rıza Belçika’dan 1897 senesinde sınır dışı edildi. Diğer

yandan, 1886’da Mizan gazetesini çıkararak yönetimi ılımlı biçimde eleştirmeye başlayan

Mizancı Murad Bey, yönetimden ve muhalefetten gereken yakın ilgiyi bulamaması ve nihayet

gazetesinin de kapatılması üzerine, 1895’te yurt dışına kaçtıktan sonra, Ahmed Rıza’nın

yerine 1896-1897 yıllarında İttihat ve Terakki Paris Şubesi başkanlığına getirildi. Bu yer

değişikliğinde Ahmed Rıza’nın İttihat ve Terakki ile olan görüş ayrılıklarının önemli rolü

olmuştu. Öte yandan, Ahmed Rıza’nın ödünsüz kişiliğinin ve sert tutumunun da bu

60 Sina Akşin, “Jön Türkler”, TCTA, c.III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.83.

Page 40: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

29

anlaşmazlıkta önemli etkisi vardı. Mizancı Murad’ın başkan yapılmasından bir süre sonra

Ahmed Rıza, İttihat ve Terakki’den atılacaktır. Yeni durumun bir başka belirtisi de İttihat ve

Terakki’nin faaliyet merkezinin Paris’ten 1897’de Cenevre’ye taşınması ve Mizan’ın artık

burada çıkarılması olmuştur61.

Mahmut Paşa ve oğullarının Paris’e gelmeleriyle Jön Türk olayı büyük canlılık

kazanmış ve bir kongre toplanması hazırlıklarına başlanmıştı. İlk iş olarak genel bir çağrı

yayımlandı. Bu çağrıda, “Ülkenin içinde bulunduğu genel durumun sergilenmesinden ve

despotizmin yerilmesinden sonra tüm Osmanlıların bu saltçı düzene karşı savaşımları

isteniyordu62.”

Genel çağrının ardından Abdülhamid’in baskı düzenine karşı ve Meşrutiyet isteyen

herkesin bu kongreye katılması için Prens Sabahaddin ve Prens Lütfullah gerekli girişimlerde

bulundular. Kongrenin yapılacağını duyan Abdülhamid, yabancı devletlere notalar göndererek

kongreyi engellemeye çalışsa da başarılı olamamıştır. Kongre, Fransız ayan üyesi olan Mr. Le

Tirere Pantalis’in evinde 4 Şubat 1902’de başlayıp, 9 Şubat 1902’ye kadar sürmüştür. Devrin

basınına Jön Türk Kongresi, “Osmanlı Hürriyetperveran Kongresi” adıyla yansıdı. Kongre

düzenlenirken başkanlık için Damat Mahmut Paşa düşünülmüştü. Hastalığı ilerlemiş

bulunduğundan bir saygı gösterisi olmak üzere Mahmut Paşa fahri başkanlığa, oğlu

Sabahaddin Bey ise kongreyi yönetmek üzere başkanlığa seçildi. Kongre sonunda iki görüş

ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki, “Yalnız propaganda ve yayın yoluyla inkılâp yapılamaz.

Buna uygar askeri kuvvetlerin de devrim harekâtına katılmalarını sağlamalı.” görüşüydü.

İkinci görüş ise, “Yabancı hükümetlerin müdahalesini davet ederek, ülkede ıslahatın

uygulanmasına girişilmesi” düşüncesiydi. Kongre sonunda ortaya çıkan bu iki görüş, iki

cemiyetin kurulmasına yol açmıştır: Müdahaleciler ve Adem-i Müdahaleciler.

Müdahaleciler, yabancı devletlerin müdahalesinin gerekli olduğu görüşünü savunmuşlar ve

Prens Sabahaddin’in önderliğinde Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet cemiyetlerini

kurmuş, Ademi Müdahaleciler ise yabancı devletlerin desteği görüşüne katılmamışlar ve Ali

Rıza’nın başkanlığında “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında toplanmışlardır.

Prens Sabahaddin yabancı devletlerin desteğini alma konusunda bir açıklama yapıp şunları

söylemiştir : “Biz memleketimizde bir ihtilâl yapmak maksadıyla toplanmış bulunuyoruz.

Lakin dahilde ihtilâl çıkardığımız takdirde bu hareketin hüsnü suretle neticeleneceği

muhakkak değildir. Kargaşalık esnasında herhangi bir ecnebi hükümetin kendi menfaati

namına, işlerimize müdahale etmesi muhtemeldir. İşte biz bu müdahaleyi önlemek için

61 Akşin, “Jön Türkler”, s.83. 62 Emre Kongar, Toplum Bilimcileri, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1997, s.92.

Page 41: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

30

menfaati menfaatimize uygun bir hükümetle daha evvelden anlaşmış olmalıyız. Yani dahilde

bir hareket vücuda getirdiğimiz vakit bundan istifade etmek emeline düşecek hükümetlerin

müdahalesini bertaraf eyleyecek hür ve demokrat hükümetlerle şimdiden uyuşmalıyız ve

bundan sonra ihtilâl hareketine geçmeliyiz63.”

Muhalifler meşruti rejimin yeniden kurulması konusunda görüş birliği olmasına

rağmen, öngördükleri kurtuluş yöntemi konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Özellikle 1902

Paris Kongresinde bu görüş ayrılığı açıkça ortaya çıkmıştır. Özellikle gayri Müslim delegeler

yabancı müdahalesini savunmaktaydılar. Fakat Prens Sabahaddin Bey bu noktaya bir açıklık

getirerek, yabancı müdahalesinin Osmanlı Devleti’ne daima zarar verdiğini, fakat içeride

yapılacak bir ihtilâlin de, başarılı olabilmesi için menfaati menfaatimize uygun, yani bir dost

devlet tarafından desteklenmesi gerektiğini belirtti. Bunla beraber, yabancı müdahalesine

kesin olarak karşı olanlar bu görüşü benimsediler ve sonunda Kongre “Müdahaleciler” ve

“Ademi Müdahaleciler” diye iki gruba ayrılarak dağıldı. İngiliz modelini esas alan adem-i

merkeziyetçi kanadın lideri Prens Sabahaddin Bey’in yanında yer alan “Müdahaleciler”

çoğunluğu oluşturmuştu. Azınlık olan “Adem-i Müdahaleciler”in lideri ise Fransız modelini

esas alan Ahmet Rıza Bey’di. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyetini meydana getiren bu grup,

giderek çoğunluğu kazanacak ve duruma egemen olacaktır64.

Ermeni, Arnavut ve Arap aydınları genellikle adem-i merkeziyetçi grubun içinde yer

almayı tercih etmişlerdir. Böylece kongreye katılanların çoğunluğu adem-i merkeziyetçi

olmuştu. Azınlıklar iktidara geldikleri takdirde kendi yaşadıkları bölgelerde özerk bir

yönetimin kurulmasını sağlamayı planlamaktaydılar. Özerklik, bağımsızlık yolundaki ilk

hedefti. Prens Sabahaddin’in, daha sonra Ahrar Fırkasına dönüşen, Teşebbüs-i Şahsi ve

Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin 1906 yılında yayınlanan programı şu esasları içermektedir:

Siyasî ıslahat yapılarak yerinden yönetim sağlanacaktır. Vilayet meclisi üyeleri halk

tarafından seçilecektir. Merkezde halk tarafından seçilecek bir meclis teşkil edilecektir.

Osmanlı halkının hak eşitliği sağlanacaktır. Yerel yöneticiler halkın nüfus dağılımına uygun

olarak, farklı etnik ve dinî oranlara göre seçilecektir. Yerel yönetim yerine güçlü bir

merkeziyetçi yönetimi savunan İttihatçılar, Cemiyet içinde etkin görevlere genellikle

merkeziyetçileri getirerek izleyecekleri politikayı netleştirdiler. II. Abdülhamid’e muhalefet

yapan gruplar arasında en etkini konumuna yükselen İttihat ve Terakki Cemiyeti de 1895

yılında yayınladıkları ilk nizamname ile resmi olarak açığa çıkmıştır65. 63 Kongar, a.g.e., s.95. 64 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789 – 1914), TTK Yayınları, Anakara, 1999, s.598. 65 Cemiyetin 1895 Nizamnamesinin tam metni için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c.I,

İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s.70-75.

Page 42: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

31

Yeni Osmanlıların ulusçu ve Meşrutiyetçi fikirleri ve Fransız Aydınlanmasını Osmanlı

koşullarına adapte etme çabaları, ülkenin 1876-77 arasındaki meşruti rejim de etkili oldu. Bu

kişilerin devrimci, ulusçu ve liberal eksende oluşturmaya çalıştıkları ideoloji, 1908 devrimini

örgütleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup genç kuşağın ideolojik gelişiminde etkisi

büyük oldu. Ancak, ülkeye “pozitivist” düşünceyi ithal eden Ahmet Rıza, “bireycilik”

kavramına vurgu ile toplumsal dönüşümü öne çıkaran Prens Sabahattin ikinci Jön Türk

dalgasını harekete geçiren kişiler olarak hem ideolojik hizmetleri hem de örgütsel

faaliyetleriyle İttihatçılığın gerçek fikir adamları oldular66.

II. Abdülhamid, ittihatçıların Sultan Abdülaziz’i darbeyle indirmelerinden ve sonrasında

da Sultan Abdülaziz’in şüpheli intiharından oldukça etkilenmiştir. Sultan II. Abdülhamid

mutlak monarşi dönemi boyunca kendisine muhaliflerin ve ayrılıkçı azınlıkların

düzenleyeceği olası suikastlardan korumak için çeşitli güvenlik önlemleri almıştı. Ali Suavi

tarafından girişilen Çırağan Baskını’ndan sonra paranoyaya varan şüpheci tavrı nedeniyle

kendini Yıldız’a hapsetmiş, sadece Cuma namazları için dışarı çıkmaktaydı. Sultan II.

Abdülhamid, her hafta Cuma selamlığına Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ve serasker Rıza

Paşa ile birlikte çıkardı. 21 Temmuz 1905 Cuma günü Ermeniler Yıldız Camii önüne bir

saatli bomba yerleştirerek Sultan II. Abdülhamid’e suikast tertiplediler. Charles Edward Jorris

ve Ermeni yandaşları sırf bu suikast için özel olarak üretilmiş bir at arabası Viyana’dan

İstanbul’a getirilir. Gizli bölümüne 120 kilo patlayıcı koymuşlar ve sonunda bu arabayı Yıldız

camisinin avlusuna kadar sokmayı başarmışlardır. Arabaya yerleştirilen bomba normal

şartlarda camiiden hemen çıkması gereken Abdülhamid’in çıkış saatine göre ayarlanmıştı.

Ancak II. Abdülhamid, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile camii çıkışında sohbete başladı.

Bu gecikme sırasında yerleştirilen bomba patladı. Böylece Sultan II. Abdülhamid suikastten

kurtuldu. Cemaleddin Efendi, II. Abdülhamid’in suikastten kurtulmasını sağlamıştı. Bu olay

II. Abdülhamid’i devirtmek isteyen İttihatçılar üzerinde de çeşitli duygulara vesile olmuştur.

Vatansever ve Meşrutiyet taraftarı Tevfik Fikret kaleme aldığı “Bir darbe... bir duman... ve

bütün bir gürûh-ı sûr” diye başlayan “Bir Lahza-i Teehhür” adlı şiirinde düzenlenen

suikastten övgüyle bahsederken eylemin sonuçsuz kalmasından teessüf etmektedir. Zira

eylemin başarısız kalması ile mutlak monarşi rejime son verilememiştir ve mücadele edilen

Meşrutiyet için daha çok beklenmesi gerekmektedir. II. Abdülhamid, 1917 tarihinde kaleme

aldığı anılarında bu şiire şu şekilde gönderme yapmaktadır: “Bütün İmparatorluğu, bir daha

ele geçmez şekilde kaybediyoruz. Bu mağlubiyetin müsebbibleri var, hainleri var, suçluları

var, yardakçıları var... Bunlar kendilerini tarihin adaletinden, milletin husumetinden

66 Atalı, a.g.e., s.131.

Page 43: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

32

kurtarmak için beni suçluyorlar. ‘Bu yangını Abdülhamid bıraktı’ diyorlar. Koskoca bir ülke

kaybetmenin acısı içinde çırpınan vatan evlatlarına, her şeyi doğru görmeleri, doğru

değerlendirmeleri için yazıyorum. Kimi suçlayacaklarını bilsinler, kimin yakasına yapışmak

gerektiğinde şaşırmasınlar diye.. Tarihin hükmünü beklemeden, dosdoğru düşünebilsinler, bir

daha ne yapmaları gerektiğini idrak etsinler diye.. Bir Osmanlı Padişahı ve Halifesine bomba

ile kast eden Ermeni kundakçılarını alkışlamayı vatanperverlik sayan münevverleri görünce,

kim olduklarım tanısınlar diye... Hiçbir namuslu Ermeni, padişahına kast eden eli bombalı

ırkdaşına ‘şanlı avcı’ diyecek kadar hayâsız olmamıştır!67”

İttihatçı kadroları Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Harp Okulu) ve Erkan-ı Harbiye

Mektebi’nde (Harp Akademisi) okuyan subaylar beslemekteydi. Mektepli subayların

neredeyse tamamı mutlak monarşi karşıtı ve İttihatçı çizgideydi. Mustafa Kemal de

İttihatçıların fikirlerinden etkilenerek okulda mutlak monarşi karşıtı faaliyetlerde bulununca

fişlenmişti. Mustafa Kemal ve arkadaşları 1904 Aralık ayında Harbiye’den mezun olduktan

sonra Sirkeci’de kiraladıkları bir pansiyonda rejim aleyhtarı faaliyetlerde bulunarak gizli bir

teşkilat kurmaya karar verdiler. Jurnallenince Harp Okulundaki Zabitan Tevkifhanesine

gönderirler. Burada bir süre tutsak kaldıktan sonra, eylemcilerin tayinleri gitmeyi

arzuladıkları İttihatçıların merkezi ve Mustafa Kemal’in memleketi olan Selanik yerine

mutlak monarşinin daha kuvvetli olduğu imparatorluğun doğu bölgelerine yapılır.

O dönemde yeni mezun olmuş subaylar genellikle Rumeli’deki ordulara gönderilirdi.

Fişlenen Mustafa Kemal ve arkadaşları I. ve II. Orduya atanma hususunda aralarında

anlaşmalarına rağmen Erzurum’daki IV. Ordu ve Şam’daki V. Ordu’ya tayin edilmişlerdir.

Mustafa Kemal, Ali Fuat (Cebesoy) ve Müfit (Özdeş) 5 Şubat 1905’de Şam’a tayin edildi.

Mustafa Kemal rejim aleyhtarı tutumu nedeniyle yakın takipte bulundurulacak şekilde Şam’a

gönderilmiştir. Bu zamana kadar hiçbir cemiyete üye olmayan Mustafa Kemal’in mevcut

rejime karşı çalışmaları Şam’da daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır68.

1906 Eylül ayı başlarında Selanik’te Mithat Şükrü'nün evinde on kişilik arkadaş grubu

tarafından yapılmış olan toplantıda, üyelerinin çoğunluğunu askerlerin teşkil ettiği Osmanlı

Hürriyet Cemiyeti’nin kuruluşuna karar verilmiştir. Bu cemiyet, yurt içinde ve yurt dışında

kurulmuş olan Jön Türk cemiyetlerinin bir devamı değildir69. Aynı günlerde, 1906 Ekim’inde

Şam’da “Vatan ve Hürriyet” adlı gizli bir cemiyet kurmuş olan Mustafa Kemal Selanik’e

67 Bozdağ, a.g.e., s.87. 68 E. Semih Yalçın, “Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçılığı”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2002, s.247. 69 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s.53-54; Kazım Nami

Duru, İttihat ve Terakki Hatıralarım, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul, 1957, s.13.

Page 44: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

33

gelmiştir. Burada, kurduğu cemiyetin Selanik Şubesi’ni oluşturan Mustafa Kemal daha sonra

Suriye’ye geri dönmüştür. Ancak, bir süre sonra Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı

Hürriyet Cemiyeti’yle birleşmiştir. Böylece Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ortadan kalkmıştır.

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kısa zamanda Rumeli’nin her tarafına yayılmıştır. Makedonya’nın

bütün şehir ve kasabalarında ve özellikle Türk Alayları’nın bulunduğu yerlerde genç subaylar

arasında taraftar bulmuştur. Böylece, Makedonya’da bulunan Osmanlı III. Ordusu’nun

teğmen, yüzbaşı, binbaşı rütbesindeki subayları bu cemiyete katılmışlardır.

Mustafa Kemal, İttihatçılarla Meşrutiyet’in kurulması konusunda birlik içinde olmasına

rağmen Meşrutiyet sonrası uygulanacak politikalar konusunda görüş ayrılığı içindeydi. Prens

Sabahaddin Bey’in başını çektiği muhalefetin diğer kolunun aksine İttihatçılar merkeziyetçi

yönetimle Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılacağını düşünüyordu. Daha büyük bir vizyona

sahip olan Mustafa Kemal parçalanmanın kaçınılmaz olduğunu görmüştür. Ona göre

Köhneleşen ve hayatiyetini kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet

oturtulamazdı. Ancak, Türk çoğunluğu bulunduğu toprağın üzerine oturtulabilirdi. Düvel-i

Muazzama’nın imparatorluğu tasfiyesinden önce ihtilâl idaresi ulusal bir devlet kurmalıydı.

Mustafa Kemal’in bu radikal fikirleri İttihatçıların tepkisine neden olmuş, sonuçta Mustafa

Kemal dışlanmaya başlanmıştır.

1905 yılındaki Rus devrimi sonrasında Çar’ın halkına bir parlamento bahşederek sınırlı

olsa da anayasal monarşi rejimine geçilmesi, Osmanlı’daki muhalif kesimi derinden etkiledi.

Rusya gibi Avrupa’da mutlakiyetçiliğin kalesi olarak görülen bir imparatorlukta bile halkın

Çar’ı dize getirmesi, bu kesimleri oldukça umutlandırdı. 1906’da meydana gelen İran

Devrimi’nin parlamento ve anayasanın kabulüyle sonuçlanması, Osmanlı İmparatorluğu’nda

Rusya’dakine benzer bir etki yarattı. İran Devrimi, geri bir ülkede dahi anayasal rejime

geçilmiş olmasına örnek teşkil etmesi itibariyle oldukça kayda değerdi. Osmanlı’daki eğitimli

kesim arasında Rusya ve İran’da meydana gelmiş olaylar tartışılmaktaydı70.

İttihatçılar, Meşrutiyet’in ilânı için faaliyetlerini 1907’den sonra daha da

yoğunlaştırmışlardı. Avrupa’daki Jön Türkler bir grup Ahmed Rıza’nın diğerini Prens

Sabahaddin Bey’in çektiği iki ana gruba ayrılmıştı. Ancak, Saray’ı Meşrutiyet’in ilânına

zorlayanlar bu gruplar değildi. Bu görevi, yurt içinde, Manastır-Selanik (Makedonya)

bölgesinde örgütlenen ve ağırlıklı olarak askerlerin oluşturduğu diğer bir grup üstlenecekti71.

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin faaliyetlerini yakından takip eden II. Abdülhamid’in

baskıları üzerine Ömer Naci ve Hüsrev Sami Paris’e kaçmışlar ve Paris'te Ahmet Rıza ve

70 Atalı, a.g.e., s.142. 71 Karabekir, a.g.e., 35–82.

Page 45: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

34

Prens Sabahattin gruplarının programlarını inceledikten sonra Ahmet Rıza grubunu

kendilerine daha yakın görmüşlerdir. Ahmet Rıza, Dr. Nazım aracılığıyla Osmanlı Hürriyet

Cemiyetine birleşme teklifinde bulunmuştur. Söz konusu teklif, Paris grubunun hürriyetin

ilânı konusunda ihtilâl fikrinden uzak durması nedeniyle, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin

Selanik’teki Heyet-i Ali’sinde yoğun tartışmalara neden olmuştur. Ancak, daha sonra yapılan

gizli oylamayla Ahmet Rıza’nın teklifi kabul edilmiş ve 27 Eylül 1907’de yedi maddelik bir

sözleşmeyle birleşme resmen gerçekleştirilmiştir72. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin ismi

Terakki ve İttihat olarak değiştirilmiş, birkaç ay soma da İttihat ve Terakki’ye

dönüştürülmüştür. Birleşmenin ardından Paris şube olarak kalmış, Selanik Heyet-i Âli’yesi

ise, Merkez-i Umumî adını almıştır73. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik'te bulunan

şubesi yeni oluşturulan cemiyetin iç genel merkezi, Paris'te bulunan Terakki ve İttihat

Cemiyeti’nin şubesi ise dış genel merkez olarak kabul edilmiş ve faaliyetler bu iki merkezden

kontrol edilmeye başlanmıştır74. Bu iki cemiyet birleşerek güçlenmiş ve İttihat ve Terakki

Cemiyeti adı altında etkili bir muhalefete girişmiştir.

Birleşme sonrası İttihatçı Jön Türklerin merkezi Paris’ten Selanik’e kaymış, Paris şubesi

ve İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucuları giderek arka plana düşmeye başlamıştır. Selanik

Şubesi etkinliğini artırırken, Paris Şubesi’nden Ahmet Rıza, Dr. Nazım ve Dr. Bahattin Şakir

gibi isimler dışındakiler giderek etkinsizleşmeye başlamıştır. Abdullah Cevdet, İshak Sükuti

ve İbrahim Temo İttihat ve Terakkinin kurucuları olmalarına rağmen giderek dışlananlar

grubunda yer alacaktır ve II. Meşrutiyet sonrası Merkez-i Umumî Yönetici kadrosu dışında

kalarak Makedonyalılara yerlerini kaptıracaklardır. İbrahim Temo’nun bu sürece gidişle ilgili

Selanik Şubesi önderlerinden Cemal Bey ile arasında konuşma Paris ayağının düşüşünü göz

önüne sermektedir: “ Cemal Bey- Doktor hangi cemiyetten bahsediyorsunuz? Bizim bu

cemiyet, sizin vatan haricinde çalıştığınız cemiyet değildir. Bu cemiyet, Manastır ve Selanik

mahsulüdür...75”

Bu birleşme İttihat ve Terakki’nin Rumeli’de yayılmasında önemli bir faktör olmuştur.

Ayrıca bu birleşme yoluyla İttihat ve Terakki askerleri de bünyesine almış bulunuyordu ki, bu

gelişme cemiyetin tarihinde önemli bir aşama teşkil etmiştir. Bu yolla yeni kurulan cemiyete

subayların katılması II. Meşrutiyet’in İttihat ve Terakki tarafından II. Abdülhamid’e kabul

ettirilmesinde büyük rol oynamıştır. Çünkü bu birleşmeden güçlenerek çıkan cemiyet, Sultan

72 Ernest Edmonson Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 İhtilali, (Çev. Nuran Ülken), Sander Yayınları İstanbul,

1972, s.142-143. 73 Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, s.39-40. 74 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi (II. Meşrutiyet ve I. Dünya Savaşı), c.IX, TTK Yay., Ankara, 1999, s.14. 75 Temo, a.g.e., s.185.

Page 46: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

35

II. Abdülhamid yönetimine karşı yaptığı mücadeleyi siyasî olmaktan çıkararak askeri bir

temele de dayandırmıştır. Birleşme olayından üç ay gibi kısa bir süre sonra 27, 28 ve 29

Aralık 1907’te Paris’te II. Jön Türk Kongresi toplanmıştır. Prens Sabahaddin başkanlığında

toplanan Jön Türk kongresini İttihat Terakki Cemiyeti’nden Ahmet Rıza Bey ile Ermeni

temsilci Malumyan Efendi yönetir. Kongreye, Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Paris merkezi,

Prens Sabahattin grubu milliyetçi Yahudiler ve milliyetçi Arap örgütlerinin temsilcileri ve

Ermeni Taşnak Cemiyeti temsilcileri katılmıştır76. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından

kısa vadede gerçekleştirilecek eylem planına göre II. Abdülhamit’in devrilmesi ve Meşrutiyet

idaresinin yeniden tesis edilmesi için grevler, halk hareketleri düzenlenmesi, ordu içinde gizli

propaganda yapılarak yüksek rütbeli subayların İttihatçı saflarına çekilmesi ve en son askeri

darbe gibi uygulamalara geçilmesi kararlaştırılır. Bu amaçları gerçekleştirme doğrultusunda

Tüm katılımcı örgütler arasında eşgüdümü sağlayacak, ortak eylemleri tek merkezden

yönetecek ve eylemlerin etkin bir şekilde tam zamanında yapılmasını sağlayacak bir de “İcra

Komitesi” oluşturulur. Ancak karşıt gruplar arasında bir anlaşma arayışı sonuç vermez. Prens

taraftarlarınca bir yandan dış devletlerin müdahalenin diğer yandan adem-i merkeziyetin

kabul edilmesi İttihat ve Terakki’nin tepkisini çekmiştir.

Rumeli’deki özellikle Makedonya’daki Türk varlığı için tehlike çanları çalmaya

başlamıştı. Bu durum Türkleri, Jön Türkleri, İttihat ve Terakki’nin yönetici kadrolarını ve 3.

Ordu subaylarını endişelendiriyordu. Tam bu sırada, 9–10 Haziran 1908’de İngiliz Kralı III.

Edward ile Rus Çarı II. Nikola’nın, Reval görüşmeleri gerçekleşti. Reval görüşmesinin hemen

arkasından, Rusya ile İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğunu paylaşma ve parçalama

konusunda anlaştıkları, dolayısıyla Rumeli’de Osmanlı’nın sonun geldiği şeklinde yorumlar

ortaya çıktı. İşte bu tehlike ve çözümsüz durum İttihat ve Terakki yöneticilerini ve Türk

subaylarını harekete geçirdi. Onlara göre en hızlı ve kestirme çözüm II. Abdülhamid rejimine

son vermek, Meşrutiyeti ilân etmek ve Kânun-u Esasî’yi uygulamaktı. Ancak bu çözüm

Avrupa kamuoyunu Osmanlı Devleti’nin lehine çevirebilirdi77.

Reval Görüşmeleri, İttihatçıları Meşrutiyet için harekete geçiren ve devrimin zamanını

belirleyen en önemli etken değil, tetikleyen bir gelişme olmuştur. Zira ittihatçılar uzun

zamandan beri hazırlıklarını yapmakta ve uygun siyasal zeminin oluşmasını

beklemekteydiler. Osmanlının parçalanacağı izlenimi kurtuluş reçetesi olarak sadece Meşruti

yönetimi gören İttihatçıları harekete geçirmiştir.

76 Ahmed Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yay., İstanbul, 1945, s.243-245. 77 Bayram Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2002, s.170.

Page 47: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

36

II. Meşrutiyet’in ilânından kısa bir süre önce, 23 Haziran 1908’de Osmanlı İttihat ve

Terakki Heyet-i İctimaiyesi tarafından bir beyanname yayımlanmıştır. Bu beyanname

Manastır şehrinde sokaklara asılmış ve çeşitli devletlerin konsolosluklarına da gönderilmiştir.

Manastır valisine bir muhtıra mahiyetinde olan bu vesikada günün hükümetinin gayr-i meşru

olduğu, İttihat ve Terakki Cemiyetinin tek arzusunun milletin açık ve meşru haklarını geri

almak ve idare mekanizmasının başında olanların ihtiraslarına son vermekten başka bir şey

olmadığı, kurulmak istenen rejim sayesinde milletle padişah doğrudan temas halinde olacağı

bildirilmekteydi. Üçüncü Ordu’nun Manastır’daki karargâhında bulunan askeri müftü,

gerçekte Yıldız Sarayı’nın yolladığı bir casustu. Haziran ayı başlarında rastlantı eseri, Binbaşı

Ahmet Niyazi Bey’in de karşılaştığı bir İttihat ve Terakki komplosunu öğrendi. Ahmet

Niyazi, Manastır’la Ohri arasındaki Resne’ye atanan ve sadakatinden kuşku duyulan bir

subaydı. Durumu başkente bildirmemesi için müftü vurularak öldürüldü. Niyazi bir

ayaklanma başlatmaya karar vermişti78.

Kolağası Ahmet Niyazi Bey kendi girişimleri sonucunda bölgede yaşayan

Müslümanlardan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimin altında bulunacak sekiz yüz

kişilik silahlı sivil halk gurubunu oluşturmuştu. Kolağası Ahmet Niyazi Bey, 3 Temmuz

1908’de eşkıya izlemek bahanesiyle bir grup yerel yöneticiyle beraber 160 kişilik birliği, kışla

cephaneliğinden aldığı adam başına iki tüfek ve hayli bol cephane ile daha önce oluşturulan

bu birlikle buluşmaları için dağlara gönderdi. 3 Temmuz 1908 Cuma günü herkes cuma

namazındayken, Resneli Kolağası Niyazi Bey’in bir miktar silah ve cephane alarak kendisine

bağlı karma bir kuvvetle Resne’de Ohri gölü çevresindeki dağlara çıkması ile isyan başlamış

oldu. 3 Temmuz 1908 tarihinde Yıldız Sarayı’na, Padişah’ın başmabeyincisine II.

Abdülhamid’in çekilmesine dair telgraf çeker. Niyazi’nin başlattığı bu girişim hızla yayılmış,

kısa sürede tüm ittihatçıların II. Abdülhamid rejimine karşı ayaklanması ile sonuçlanmıştır79.

78 Palmer, a.g.e., s.206. 79 Manastır’ın Resne Kasabası’ndan olduğu için Resneli Niyazı olarak ta bilinen Ahmet Niyazi Bey, II.

Meşrutiyet’in ilânından sonra hürriyet kahramanı olarak anılmaya başlamıştır. Devrimi sırasında edindiği geyiği

mücadelenin sembolü yapmış, kendisi Kahraman-ı Hürriyet geyiği ise Rehber-i Hürriyet olarak meşhur

olacaktır. İstanbul’a getirdiği geyik o kadar meşhur olur ki, her yerde herkes Rehber-İ Hürriyet’in

muhabbetini(böylece literatürümüze ‘Geyik Muhabbeti’ kavramı girer) yapılmaya başlar. Hareket ordusu ile 31

Mart ayaklanmasını bastırmak için İstanbul’a gelen Niyazi Bey, ittihatçılarla anlaşamayınca memleketi Resne’ye

geri dönmüştür. Balkan Savaşlarında da kahramanlıkları ile tekrar gündeme gelmiştir. Ahmet Niyazi Bey, 17

Nisan 1913’te İstanbul’a gelmek için Arnavutluk’un Avlonya limanında vapur beklerken İtalyan istihbaratı veya

İttihatçılarında dâhil olduğu siyasi düşmanları tarafından tetikçi yapılan koruması tarafından öldürülmüştür. Bkz:

Ahmet Celalettin Saraçoğlu, Resneli Niyazi, Şema Yayınevi, İstanbul, 2006; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Resneli

Page 48: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

37

II. Abdülhamid, Resne’deki birliklerin başında bulunan Ahmet Niyazi Bey’in

önderliğindeki grubu etkisiz hale getirmek ve ayaklanmayı bastırmak için Kosova vilayeti

komutanı Şemsi Paşa’yı görevlendirdi. İki taburla Mitroviçe’den Manastır’a gönderilen I.

Ferik Şemsi Paşa 7 Temmuz’da Manastır’a geldiğini bildiren raporu verdikten sonra Manastır

Postanesi’nden çıkarken, İttihatçı bir subay olan Bigalı Teğmen Atıf (Kamçıl) tarafından

öldürüldü. II. Abdülhamid önce durumun vahametini pek kavrayamadı, bu olayları va’ka-yı

adiye olarak gördü. II. Abdülhamid, Şemsi Paşa’nın öldürülmesi üzerine yerine Müşir Tatar

Osman Paşa’yı görevlendirdi. Fakat askerler silah arkadaşlarına ateş açmadıkları için Müşir

Tatar Osman Paşa etkisiz kalmıştır. Bölgenin içerisine düştüğü askeri ve siyasi durumdan

sonra II. Abdülhamid’ in bu ayaklanmayı bastırabilmesi için Makedonya’daki III. Ordu ve

Edirne’deki II. Ordu’dan faydalanma fırsatı kalmamıştı. Abdülhamid bu durumu ortadan

kaldırmak için Anadolu’dan 47 taburdan oluşan 1800 kişilik bir birlik gönderdi. Ayrıca

Makedonya’daki Rum çetelerinden faydalanacaktı. Tatar Osman Paşa Manastır’a geldiği

sırada İzmir’den Selanik’e asker sevkine başlanmıştı. Cemiyet, Anadolu’dan gelecek

askerlerin Niyazi Bey üzerine gitmesini önlemek için Doktor Nâzım Bey’i İzmir’e yolladı80.

İzmir’de silâhaltına alınan sekiz taburluk redif livası Makedonya’daki çeteci zabitleri takip

etmek üzere vapurla Selanik’e gönderildi81. İzmir’deki Cemiyet üyeleri olan Doktor Nâzım,

Bursalı Tahir ve arkadaşlar da vapurda bulunmaktaydı. İttihatçıların propagandası üzerine bir

kısım asker daha Selanik’e varmadan, diğerleri ise Manastır yolunda İttihat ve Terakki

Cemiyetine katılmayı kabul ettiler.

Makedonya’daki bu olaylar gittikçe büyüyerek halkın ve III. Ordu’nun katıldığı genel

bir isyan halini aldı. İsyan yayılmaya başladı. Bundan sonrada Makedonya’da 20 Temmuz

1908’de Firzovik olayı ortaya çıktı. 1908 yılında Avusturya-Macaristan Manastır’da

demiryolu yapımı için çalışmalara başlamıştı. Bu demiryolu eski plana göre. Bosna’dan

Mitroviçe’ye kadar uzatılacaktı. Bu amaçla daha Mart 1908’de Avusturya hükümeti

Kosova’ya bir mühendis komisyonu göndermiştir. Bu gelişme Kosova’nın Avusturya

tarafından işgal tehlikesi halk arasında çeşitli söylentilere yol açmıştı. Olay, Üsküp’teki

Avusturya- Alman okulunun doğal güzellikleriyle ünlü saray içi köyüne yapmaya hazırlandığı

gezi Arnavutların tepkisini çekmiş ve birçok silahlı Arnavut Firzovik’te toplanmaya

başlamıştı. Bu haber dallanıp budaklanarak yayılmış ve topluluğa katılanların sayısı ertesi ay

30 bine kadar yükselmiştir. Kır gezisinin yapılacağı alanı hazırlamak için önden gönderilen Niyazi Hatıratı, Örgün Yay. İstanbul, 2003; Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.V, Ötüken Yayınları, İstanbul,

1994; http://tr.wikipedia.org. 80 Uzunçarşılı, “1908 Yılında II. Meşrutiyet’in Ne Suretle İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, s.18. 81 Duru, a.g.e., s.27-28.

Page 49: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

38

işçilere karşı yapılan gösteriler, Osmanlı idarecilerine karşı bir harekete dönüşünce Kosova

Valisi Mahmut Şevket Paşa, cemiyet üyesi olduğunu bildiği Jandarma Komutanı Ali Galip

beyi bilgi almak için buraya yollamıştır. Ali Galip bu olayı cemiyete bildirmiş ve Meşrutiyet

için bundan faydalanılmasını söylemiştir. İttihatçılar tarafından bölge halkı, II. Abdülhamid’i

protesto etmeye yönlendirilmiş, hürriyet ve Meşrutiyet isteğiyle gösteri yapılmaya

başlanmıştır. Ayaklanma içindeki cemiyet üyesi Hacı Şaban Efendi de düzensiz olan

protestoyu Meşrutiyet lehine çevirmiştir.

Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır da ardından da Ohri’de faaliyetlerini

arttırmıştı. Ohri’deki Sınıf-ı Sani Redif Alayı kumandan vekili Eyüp Sabri Bey, asker ve

ahaliden teşkil ettiği Ohri Milli Alayı birinci tabur kumandanlığını ele alarak 20 Temmuz

1908’de askeri depoyu açtırıp, dokuz yüz mavzerle, doksan beş sandık cephaneyi yanlarına

alarak dağa çıkmıştır. Daha sonra Eyüp Sabri Bey kuvvetlerine Manastır’da bulunan

rediflerle, Mitroviçe’den gelen nizamiye taburlarından bazı zabitlerde iltihak etmişlerdir. Bu

gelişmeler karşısında Müşir Tatar Osman Paşa cemiyet aleyhine sinsice hareketi sebebiyle

cemiyet tarafından tutuklanmasına karar verilmiş, bu iş. Ohri teşkilatına havale edilmişti.

Yani bu görevi Eyüp Sabri Bey ve Resneli Niyazi Bey yerine getirecekti82. Bunun üzerine her

iki tabur gizlice tertibat alarak hazırlıklarım tamamladıktan sonra Manastır üzerine hareket etti

ve 22 Temmuzda 1908’de, Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Beyler cemiyetin emri üzerine

Manastır’daki ordu komutanı Tatar Osman Paşa’yı dağa kaldırdılar.

Enver Bey Tikveş’te, Selahattin ve Hasan Tosun Bey’ler Arnavutluk’ta aynı şekilde

“Hürriyet Taburları” kurarak dağa çıkmışları ile ülkede ayaklanma ortamı ortaya çıktı. Cemal

Bey’in evinde 21 Temmuz 1908 gecesinde yapılan görüşmelerde, Padişah kabul etsin veya

etmesin iki gün sonra II. Meşrutiyet’in ilân edilmesine karar verilmiştir. Merkez-i Umumî

azasından Mithat Şükrü Bey, alınan kararı Manastır dışında Serez’deki cemiyet üyelerine de

tebliğ etmiştir. 22 Temmuz da İttihatçılar Makedonya’da yönetime el koydular. İttihatçılar 22

Temmuz 1908’de padişaha bir telgraf çekerek, Kânun-u Esasî’nin derhal yürürlüğe

konulmasını ve meclisin açılmasını, bu yapılmadığı takdirde daha vahim olayların meydana

gelebileceği bildirildi. Firizovik’te toplanan halk da çektikleri telgrafın cevabını heyecanla

bekliyordu. “Yıldız Sarayı’nda moral bozulurken, Sultan Abdülhamid siyasal inisiyatifi

yeniden ele geçirmek için son bir çaba daha gösterdi. Muhalefeti oyalamaya kalkışmak onun

ilk kez yaptığı bir şey değildi. Beş buçuk yıldır sadrazamlık yapan Mehmet Ferit Paşa’yı

azletti ve Küçük Mehmet Said Paşa’yı yedinci kez sadrazam yaptı. Küçük Mehmet Said Paşa

otuz bir yıl önce, Osmanlı Anayasası’nın sahte şafağı sökerken, padişahın nutkunu Meclis-i

82 Uzunçarşılı, “1908 Yılında II. Meşrutiyet’in Ne Suretle İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, s.22–27.

Page 50: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

39

Mebusan’da okuyan adamdı. Kırk sekiz saat içinde Mehmet Said’le efendisi, Makedonya

asilerinin ilk isteğini kabul etmeye karar verdiler. Sultanın beş ay sonra kendi ağzıyla yaptığı

açıklamaya göre, artık imparatorluğun halkı bir parlamenter hükümete hazır sayılacak kadar

eğitimli duruma gelmişti83.”

Padişahın cevabı gecikince İttihat ve Terakki’nin Manastır şubesi, Merkez-i

Umumîsi’nin bilgisi dâhilinde askerlerle anlaşarak hürriyeti ilân etmeye karar verdi.

İttihatçılar 23 Temmuz 1908 sabahı Selanik hükümet konağını işgal ettiler. İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin Miralay Sadık Bey başkanlığındaki Manastır şubesi 23 Temmuz’da Manastır’da

top atışlarıyla törenle anayasal rejimi ilân edildi. Siroz, Resne, Debre ve Makedonya ile

Arnavutluk’taki diğer kasabalarda Manastır’dakiyle aynı saatlerde Meşrutiyet ilân edildi84.

Selanik Şubesi de Enver Bey aracılığıyla Meşrutiyet topları attırdı. İttihat ve Terakki,

Selanik’teki tüm yabancı konsolosluklara ve Makedonya’nın diğer belli başlı kentlerine

ajanlar yollayarak, 1876 Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girdiğini duyurdu.

II. Abdülhamid, beş yılı aşkın bir süredir sadrazamlık yapmakta olan Mehmet Ferit

Paşa’yı azledip yerine 23 Temmuz 1908’de Sadrazam yaptığı Said Paşa’nın da fikrini

aldıktan sonra Meşrutiyet’in ilânına şu sözlerle razı olmuştur: “Kânun-u Esasî’yi ben tesis

etmiştim; Meclis-i Mebusan’ın (1878) ikinci dönem toplantısında bir müddet yürürlükten

kaldırılması lüzum etmişti. Öyle yapıldı. Mademki milletim bu kanun yine yürürlüğe girmesi

arz ediyor, ben dahi verdim85.” Meşrutiyet, 23 Temmuz 1908 tarihinde86 sessizce ilân edildi

ve askıya alınmış olan 1876 Anayasası’nın derhal yürürlüğe gireceğini duyurdu. Birkaç gün

sonra da siyasal mahkûmlar ve sürgünler için genel af ilân edildi. 1 Ağustos’ta çıkarılan bir

hatt-ı hümayun da hafiyelik teşkilatının kaldırıldığını, keyfi tutuklamalara son verildiğini, dış

seyahatlerin bırakıldığı, ırk ve din eşitliğini ve mevcut hükümetlerin yeniden

yapılandırılacağını ilân etti87. Osmanlı topraklarında artık “Yaşasın Meşrutiyet, Hürriyet,

Uhuvvet ve Müsavat” sloganları yankılanmaktaydı. 1908 yılında Meşrutiyet’in tekrar

yürürlüğe konması ile I. Meşrutiyet’ten beri süre gelen II. Abdülhamid’in mutlak monarşi

devri de son bulmuş oluyordu.

83 Palmer, a.g.e., s.206. 84 Kansu, a.g.e., s.134. 85 Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, s.171. 86 23 Temmuz günü Türkiye’de 1935 yılına kadar Hürriyet Bayramı olarak kutlanmıştır. 87 Palmer, a.g.e., s.206.

Page 51: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

40

1.2.2. II. Meşrutiyet Sonrasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Siyaseti

Muhalefetin 30 yıllık mücadelesi sonunda zaferle sonuçlanmış, İttihat ve Terakki

Cemiyeti önderliğinde Meşruti Monarşi ikinci kez yürürlüğe girmiştir. Bundan sonra sıra

seçimlerin yapılarak meşruti kurumların oluşturulması ile yeni rejimin taçlandırılmasına

gelmiştir. İlk iş olarak hükümetin kurulması ile başlanan meşruti monarşi dönemi sonra

seçimlerin yapılarak meclisin açılması ve anayasanın yenilenmesi ile işlevselleşmiştir.

4 Ağustos’ta kurulan Meşrutiyet’in ilk kabinesi Said Paşa hükümeti bir iki isim dışında

kendisinden önceki hükümetin aynıydı. Bu nedenle de ancak bir haftadan biraz fazla

dayanabildi ve 13 Ağustos’ta çekilmek zorunda kaldı. Said Paşa Hükümeti’nden sonra II.

Abdülhamid’in saltanatı boyunca kurulan hükümetler ise sırayla şu şekilde oluşturulmuştur88:

1 – Said Paşa hükümeti 1 Ağustos – 5 Ağustos 1908

2 – Kâmil Paşa hükümeti 6 Ağustos 1908 – 14 Şubat 1909

3 – Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti 14 Şubat – 13 Nisan 1909

4 – Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti 13 Nisan – 1 Mayıs 1909

Sultan II. Abdülhamid’in Meşrutiyet’in ilk günlerinde yanından uzaklaştırılması

istenilen Şamlı İzzet Paşa’ya, müsaade emrini verirken şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

“Ben artık ihtiyarladım; fakat yaşadığım müddetçe harb-i dâhiliye sebebiyet verdiğim asla

söylenmeyecektir; sen gençsin, dünyanın kapıları sana açıktır; eğer tekrar İstanbul’a

gelirseniz, eski günlerin çok değişmiş olduğunu göreceksiniz. Türkiye artık sadece küçük bir

memleket olacak... Hürriyet bir mezhep mücadelesi hâline gelecek. Zannetmem ki, milletim

bugünkünden daha mesut olsun89.”

II. Meşrutiyet ilân edilirken doğal olarak mutlakiyete karşı mücadele verenlere yönelik

af çıkarılmak istenmiştir. Başlangıçta sadece Makedonya’daki İttihatçıları kapsayan af kararı

içeriden ve dışarıdan tepkiler gelince 29–30 Temmuz tarihlerinde genel affa dönüştü90. Önce

Rumeli’deki siyasî suçlular, sonra cezasının üçte ikisini çekmiş olan suçlular, daha sonra

bütün suçlular kademeli olarak af kapsamına alındı. Aslında devlet otoritesi çok zayıflamış ve

hükümet talepler karşısında durumu kontrol edemeyeceğini anlayınca yasayı genel affa

çevirdi91. 31 Temmuz’da II. Abdülhamid’in İttihatçılara karşı kullandığı hafiye örgütünün

kaldırıldığı ilân edildi.

88 II. Abdülhamid dönemi kurulan hükümetlerle ilgili olarak bkz: Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–

1914)”, s.172. 89 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.V, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994, s.89. 90 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, c.I, TTK Yay., Ankara, 1964, s.68. 91 S. J. Shaw – E. K. Shaw, a.g.e., s.333.

Page 52: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

41

Meşrutiyet ilân edilir edilmez adem-i merkeziyetçiler, Türkiye’ye gelerek propaganda

yapmaya başlamışsalar da bazı zorluk ve baskılara uğradılar. Celâlettin Arif Fazlı Beyler

İzmir’e gelip kendilerini karşılayan halka söylev vermek isteyince, bu girişimi başta Dr.

Nazım ve bazı İttihat ve Terakkicilerce kötü karşılandı. Fazlı Bey, Meşrutiyetten önce bir

Adem-i Merkeziyetçi bazı gençlerin yeni düzende dışlanmış olduklarını öğrendi. Yine Adem-i

Merkeziyetçilerden Mahir Said, Tevfik, Avni Kemal Beyler de Anadolu gezisine çıkarlarken

tutuklandılar92.

İttihat ve Terakki, “Merkez-i Umumî” aracılığıyla hareket ediyordu. Bu heyet Selanik’te

kalıp gizliliğini sürdürerek siyaseti yönlendiriyordu. Hürriyetin ilânından birkaç gün sonra

Talat, Cemal ve Cavid beylerin de içinde bulunduğu yedi kişilik bir grup, yeni rejimin

yerleşmesine göz kulak olmak üzere başkente gelmişti93.

İttihat ve Terakki Cemiyeti Meşrutiyet’in getirilmesi hedefine kilitlenmişti ama

Meşrutiyet sonrası ne yapılacağına dair belirli bir siyasi programları bulunmamaktaydı. Bu

nedenle siyasete girip yönetimi ele almak yerine asker olarak cemiyette kalıp hükümeti

denetlemeyi ve baskı yaparak otorite kurmayı tercih ettiler. İttihatçıların Meşrutiyet sonrasına

dair net bir planları olmadığı için ana hedefleri gerçekleştikten sonra hükümete girme riskini

alamamışlardır. Bu durumu cemiyetin kurucularından İbrahim Temo yazdığı anılarında şu

şekilde itiraf etmektedir: “Yahu biz toplanıp hasbıhâl ediyoruz ve dertleniyoruz, Osmanlı

idaresini tenkit edip duruyoruz. Ya bir gün Abdülhamid insafa gelir, tuttuğu yolun çıkmaz bir

sokak olduğunu anlar ve etrafındaki muzır mikroplan temizleyerek ‘buyurun efendiler bu

idare arabasının dizginlerini elinize vereyim. Geliniz ıslahata başlayınız, vatanı kurtarınız’

derse. Biz yalnız kuru bir tenkitle vaktimizi geçirdiğimiz için hazırladığımız ciddî bir

programımız yoktur. Vatana dönüşümüzde iş başına geçersek ne yapabiliriz?94”

Genel kabul gören görüşün aksine Aykut Kansu İttihatçıların Meşrutiyet sonrasına

ilişkin belirli bir programları olmadığı tezine şu şekilde karşı çıkmaktadır: “…‘Devrimi

yapanlar, bunu gerçekleştirip mutlakiyetçi yönetimi devirdikten sonra ne yapacaklarını

bilmiyorlardı’ tarzı iddialar Türk tarihçileri arasında nedense 1908 Devrimi’ni kötülemek için

çok sık başvurulan yollardan birisidir. Hâlbuki hem olayların akışına hem de devrimden önce

ve sonra söylenenlere yeterince kulak verilirse görülür ki amaç yalnızca Meşrutiyet’ini

toplumdaki farklı sınıflar katında yitirmiş olan devletin yıkılması değildi. Yıkılanın yerine ne

konulacağı da düşünülmüştü. Toplumdaki adaletsizliklerin ve haksızlıkların konağı olarak var 92 Akşin, İttihat ve Terakki, s.100. 93 Paul Dumont, François Georgeon, Bir İmparatorluğun Ölümü 1908–1923, (Çev. Server Tanilli) Cumhuriyet

Gazetesi Kitapları, İstanbul, 1997, s.10. 94 Temo, a.g.e., s.157.

Page 53: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

42

olan mutlakiyetçi rejim eleştirilmekte ve bunun özgürlükçü temsil mekanizmalarına dayanan

“modern” bir yapıyla değiştirilmesi öngörülmekteydi95.”

Her şeyden önce henüz örgüt tam anlamıyla açığa çıkmamıştı. Açığa çıkmamasının

nedeni de temkinli davranılması ve Abdülhamid’e yeterince güvenilmemesiydi. İkinci neden

İttihat ve Terakki’nin henüz “partileşmemiş” olması, bu nedenle de yeterince siyasi

tecrübelere sahip bir kadrosu bulunmamasıydı. Bu nedenle siyasi faaliyette bulunmadan önce,

gerektiği biçimde açığa çıkması, parti olarak örgütlenmesi, kadrolarını oluşturması

gerekiyordu. Üçüncü neden ise Meşrutiyet’in ilânı sırasında henüz, örgütün ağırlık

merkezinin Selanik’te bulunmasıydı.

Falih Rıfkı Atay yazdığı Çankaya adlı kitabında ülkenin içinde bulunduğu durumu şu

şekilde anlatmaktadır: “Meşrutiyet ilân olunduktan sonra, Mustafa Kemal’in bütün

korktukları çıktı. İttihat ve Terakki Orduya dayanan bir gizli komite niteliğinde kalıp devlet

idaresini Said ve Kâmil Paşalar gibi eski Osmanlı ihtiyarlarına bıraktı. Sanki seçimler olup

Millet Meclisi toplanınca her şey, hemen yoluna girecekti. Aslında ise Adriyatik kıyılarından

Fars Körfezine doğru bütün İmparatorluğun şeriatçı cahil Müslüman halkı halifeye bağlı idi.

Uyanık Hıristiyan azınlıkların da İmparatorluğu parçalayarak kendilerinin saydıkları

bölgelerle anavatanlarına katılmaktan başka düşündükleri yoktu. İttihatçıların fedaileri

İstanbul’da ilk muhalifleri, polis korurluğu altında, öldürme yolunu tutmuşlardı. Mustafa

Kemal’in düşündüğünün tam aksine ihtilâlciler halkı kazanmak için, çoktan kaybettiğimiz

Girit’i Yunanistan’a vermemek; Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan

geri almak, Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanımak gibi bir kurtarımcılık edebiyatı

tutturmuşlardı. Ben okulda iken sokak gösterilerinde Budin, Budapeşte türküleri bile

okuduğumuzu hatırlarım. Hürriyet türkülerinden birinin mısrası şu idi: ‘Alalım düşmandan

eski yerleri!’ Ordu politika batağı içindeydi. Teğmen yarbaya selâm vermez olmuştu96.”

İttihat ve Terakki Fırkası’nın otoriter bir politika izlemesi sonucunda karşısında en

büyük kuvvet olarak basın ve muhalefet partilerini görmüştü. Meşrutiyet Dönemi muhalefet

partilerinin çoğu ekonomik açıdan Liberal, Garpçı, İttihad-ı Anasırcı ve Adem-i

Merkeziyetçiydiler. Bunlar İslamcılık ve Türkçülük alanında İttihat ve Terakki Fırkası’nı

eleştirmişler fakat gerektiğinde dini propagandalardan faydalanmışlardır. Milliyetçiliği

prensip olarak benimsemek istememişlerdir97.

95 Kansu, a.g.e., s.363. 96 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaası, İstanbul,1969; Bekir Tunay,

“Mustafa Kemal ve ‘İttihat ve Terakki’, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.I, c.I, Ankara, 1984, s.236–276. 97 Tarık Zafer Tunaya, Hürriyetin İlanı II Meşrutiyet Hayatına Bakışlar, Baha Yay., İstanbul, 1959, s.41.

Page 54: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

43

İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefetin başlıca eleştirisi, İttihat ve Terakki’nin tekelciliği

ve gizliliğinin ikinci bir istibdata yol açabileceği kaygısıydı. Daha somut olarak, İttihat ve

Terakki’nin devlet işlerine karışmasını ve idareye tahakküm etmesini, orduyu siyasete

karıştırıp bir baskı aracı olarak kullanmasını, olumsuz tavırlarıyla Müslüman olmayanları

Osmanlılıktan soğutmasını, eski devir adamlarıyla uzlaşıp, eski devri eleştirenleri ihanetle

suçlamasını zikrediyorlardı98.

II. Meşrutiyet öncesi İttihatçıların etkin isimlerinden birisi olan Mehmed Murad’ın,

Meşrutiyet’in ilânından üç ay kadar sonra gerekçe gösterilmeden ve tevkif müzekkeresi bile

çıkartılmadan tutuklanarak Harbiye Nezareti’nde tutulması, tutukluğu sırasındaki ve serbest

bırakıldıktan sonra gördüğü muamele, Mehmed Murad gibi hürriyet mücadelesi veren birçok

ekin muhalif şahsın bu kez İttihatçılara karşı muhalefete başlamasına neden olmuştur. Çünkü

daha yeni yürürlüğe konan Kanun-ı Esasi şahsi hürriyetleri ve basın özgürlüğünü güvence

altına almasına rağmen, İttihatçıların farklı düşüncelere uyguladıkları baskı yeni bir istibdat

döneminin kapısını aralıyordu.

İttihat ve Terakki’nin, Kâmil Paşa hükümeti üzerinde şiddetli baskı kurmak istemesi

yüzünden, Kâmil Paşa ile İttihat ve Terakki’nin arası açıldı. 18 Ekim–8 Kasım 1908 tarihleri

arasında İttihat ve Terakkinin kongresi gizli olarak toplandı ve cemiyet için yeni bir siyasi

program hazırlandı. Kongre sonunda yayınlanan 13 maddelik bildiride, cemiyetin siyasi fırka

haline geldiği ilân edildi.

İttihat ve Terakki içinde çatışma yaratan önemli bir sorun da Cemiyet ve Fırka çatışması

olmuştur. İttihat ve Terakki’de, başka siyasal partilerde görülmeyen bir Cemiyet-Fırka

bölünmesi görülmektedir. Kuruluşundan beri gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki’nin bu

yapısı II. Meşrutiyet’ten sonra da devam etmiştir. Üyelerinin çoğunu genç subayların

oluşturduğu teşkilatlanma, sivil ve askerî kanatlar olarak ikiye bölünmüştü. Cemiyet her yerde

üyeleri, kulüpleri olan, yerel ve merkezi kongreleri yapılan örgüttü. Görünüş olarak bir kültür

ve toplumsal dayanışma örgütü gibiydi. Oysa İttihat ve Terakki’nin ana unsurunu Cemiyet

oluşturmuştur. Gerçekte İttihat ve Terakki Cemiyeti, İttihat ve Terakki Partisi’ne egemendi ve

Cemiyet her zaman için Fırkayı denetliyor, ona yön veriyordu. İttihat ve Terakki Partisi göz

önünde Meclis-i Mebusan’daki mebuslar aracılığıyla faaliyet gösteriyordu. Ama Cemiyet

siyasete karışmak yerine gizli faaliyet sürdürmeye devam etmekteydi. Fırka “parti” demek

olduğu halde, yalnızca Mebusan meclisindeki İttihat ve Terakki mebuslarından ibaretti, yani

İttihat ve Terakki’nin parti grubuydu. Mebusların çoğu etiket İttihatçıları olduğu için (1912’ye

değin), İttihat ve Terakki Cemiyeti, İttihat ve Terakki Fırkası’na mesafeli duruyordu. Örneğin

98 Akşin, İttihat ve Terakki, s.101.

Page 55: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

44

Cemiyetin Umumi Kongresi’ne Fırka ancak 3 temsilci ile katılabiliyordu. Dikkati çeken başka

bir özellik İttihat ve Terakki’deki ortaklaşa önderlik (kolektif liderlik) anlayışıydı. Sivil

kanatta Talat, asker kanadında Enver liderliği paylaşıyordu. Ama “tek adam” hiç olmadı. I.

Dünya Savaşı’nda Talat’la Enver ne denli sivrilseler de, karar alma organı olarak Merkez-i

Umumî hep ağırlığını korumuştur. İttihat ve Terakkililer “tek adam” olmasın diye İttihat ve

Terakki’de 1913 yılma değin bir başkanlık mevkii yaratmamışlardır. İster 1913’e değin Kâtib-

i Umumîler, ister 1913’ten sonra reis-i umumîler, bunların bugün Türkiye’deki siyasal

partilerin genel başkanlarıyla gibi partiye egemen tek adam iktidarları olmamıştır99.

İttihat ve Terakki önce iktidarı almayıp Merkez-i Umumî aracılığı ile sorumsuz bir

durumda kalmaya ve perde arkasından hükümeti kontrol etmek istemesi Mustafa Kemal’in

görüşlerine aykırıydı. Mustafa Kemal İttihatçılara ordunun siyasetten çekilmesini ve Partinin

hükümet sorumluluğunu almasını tavsiye etmişti100. Mustafa Kemal, Kongrede şu tezi ileri

sürer: “Ordu mensupları Cemiyet içinde kaldıkça hem parti kuramayacağız, hem de ordumuz

olmayacaktır. Mensuplarının pek çoğu Cemiyet azası olan 3 üncü Ordu, bu günün manası ile

modern bir ordu sayılamaz. Orduya dayanan Cemiyet de, millet bünyesinde kök

salamamaktadır. Bunun için bir an evvel, Cemiyetin muhtaç olduğu zabitleri veyahut

Cemiyette kalmak isteyen ordu mensuplarını, istifa suretiyle ordudan çıkaralım. Bundan sonra

zabitlerin ve ordu mensuplarının herhangi bir siyasi cemiyete girmelerine mani olmak için

kanunî hükümler koyalım101.”

Mustafa Kemal cemiyetin Meşrutiyet sonrası uyguladığı politikaların yanlış olduğunu

düşünmekte ve bunları tenkit etmekten çekinmemektedir. Bu durum İttihatçıları rahatsız

etmeye başlayacaktır ve Mustafa Kemal’e karşı cephe almalarına yol açacaktır. “Bir gün

Enver Bey, Hafız Hakkı Bey’e: ‘Mustafa Kemal fazla ileri gidiyor’ diyecek, arkasından da

‘Bir Çare düşünülmesini..’ teklif edecektir. Ali Fethi, Nuri Conker, Ali Fuat Cebesoy beraber

bulundukları zaman Ali Fethi Okyar: Mustafa Kemal’in fikirlerini kabul etme ve ona hak

vermekle beraber, şiddetli tenkitlerinden, şimdilik vazgeçmesini söyledi. Mustafa Kemal,

üzgün olarak, ‘Bunu senden beklemiyordum’ cevabını verdi. Sonra da, ‘Fuat! Memleket

meçhul bir akıbete doğru sürükleniyor’ dedi102.” İttihat ve Terakki’nin ilk ve en uzun süreli

genel sekreteri olan M. Şükrü Bleda, Mustafa Kemal ile İttihatçıların arasındaki gerginliğin

giderilmesi için Talat Paşa’nın da katıldığı bir yemekli toplantı düzenlendiğini belirtmektedir.

99 Sina Akşin, “Siyasal Tarih (1908-1923), Yakınçağ Türkiye Tarihi, c.I, Milliyet Kitaplığı, İstanbul, 2007,

s.34. 100 Sadi Irmak, Atatürk ve Türkiye’de Çağdaşlaşma Atılımları, Hisarbank Kültür Yay., Ankara, 1981, s.39. 101 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, c.I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000, s.160–161. 102 Bekir Tunay, “Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki”, AAMD, S.I, C.I, Ankara, 1984, s.236–276.

Page 56: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

45

M. Şükrü Bleda, İttihatçılar ile Mustafa Kemal arasındaki gerginliğin nedenini şu şekilde

yorumlamaktadır: “ Enver, Mustafa Kemal’in şahsında kendisi için bir rakip mi görürdü

bilinmez, ona karşı daima soğuk ve çekimser davranırdı103.”

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin siyasi programında en esaslı unsur, onun Türkçü ve

Milliyetçi olması, ikinci mühim esası devletin fevkinde fırkanın umumi merkezini bir otorite

olarak kabul etmesi, hükümeti murakabe etmek ve icabında direktif vermek maksadıyla bu

umumi merkezin salahiyetlerini geniş tutmak, zabitanın bundan böyle siyasetle işgaline mani

olmak, devlet idaresinde kuvvetli bir merkeziyet esasına müdafaa eylemek, iki dereceli seçim

esasıyla, 1876 Kânun-u Esasî’nin ana hatlarına sadık kalmak, bütün memurların partiye

bağlılığını sağlamak, gayri Müslim anasıra bu Kânun-u Esasî ile kabul edilmiş olan hakları

tanımak, ahlak ve adab-ı umumiyenin dini ve milli esaslar dahilinde muhafazayla beraber

garbın terakki ve tekamülat-ı medeniyesinin memalik-i osmaniyede inkişafına hizmet etmek,

hukuk-ı mudaddese-i hilafet ve saltanatın muhafazası için lazım gelen tedbirleri olmak, bütün

gizli ve gayri meşru cemiyetlerin teşekkülüne ve faaliyetlerine kat’i surette mani olmak

şeklinde hulasa olunabilirdi104.

Seçimler, Osmanlı toplumu açısından en önemli dönüm noktalarından biri idi.

İttihatçıların seçimlerden beklentisi, mümkün mertebe Türk-Müslüman vekillerinin çıkmasını

sağlamaktı. Bunun bir refleks haline geldiği de düşünülebilir. Zira gayrimüslim camia,

cemaati faaliyetlerinden dolayı, kazandıkları tecrübeyle bu tür organizasyonları

Müslümanlardan daha aktif bir şekilde yürüteceği belliydi. Rumlar oylarını bölmeden seçime

katılıyorlardı. Böyle bir siyasî zeminde İttihatçılar Türk-İslam unsurlarını örgütleme görevi

üstleniyorlardı. Böylece İttihat ve Terakki’nin tekelci bir duruma gelmesi için kendine göre

haklı ve önemli bir sebebi oluyordu. Buna uymayanlar, karşı tarafın menfaatleri

doğrultusunda hareket ettikleri düşünülüyor ve suçlanıyorlardı105.

11 Aralık 1908 yapılan ilk genel seçimde, Osmanlının Rum, Ermeni, Bulgar menşeli

vatandaşları (azınlıklar), Müslüman çoğunluğun aleyhinde ittifak ederek İttihat ve Terakki

Cemiyetine karşı bir cephe oluşturmuşlardır. Oldukça hareketli geçen seçimler İttihat ve

Terakki Cemiyeti listelerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.

Ahrar Fırkası, Prens Sabahaddin’in Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet

Cemiyeti’nin partileşmiş şekliydi. Fırka yalnız İstanbul’da Merkez-i Umumî teşkilatını

kurabilmiş, bunun dışında 31 Mart’a kadarki yedi aylık sürede teşkilatlanamamış, ancak

103 Mehmet Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1979, s.102. 104 Samih Nafız Tansu, İttihad ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003, s. 86–87. 105 Sina Akşin, 31 Mart Olayı, AÜSBF Yay.No:305, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s.10–11.

Page 57: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

46

Anadolu’nun bazı yerlerinde şube açma hazırlıkları yapmıştı. Seçimlere yalnız İstanbul’da

katılmıştır. Seçim kampanyasının sonlarına doğru İttihat Terakki Fırkası ile Ahrar Fırkası

arasındaki rekabet beklenmeyen boyutlara ulaşmıştır. 11 Aralık 1908 tarihinde yapılan

seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası adayları 340–503 arasındaki oylarla mebus seçilmişlerdi.

Muhalefette ise en fazla oyu alanlar Mithat Paşazade Ali Haydar, Ali Kemal, Sadrazam Kâmil

Paşa, Mizancı Murad, Prens Sabahaddin’dir. Mithat Paşazade Ali Haydar 67 oy, Ali Kemal

64 oy, Sadrazam Kâmil Paşa 18 oy, Mizancı Murad 16 oy, Prens Sabahaddin 18 oy

almıştır106.

Hürriyetin ilânından sonra, Makedonya’da, önceleri çetecilik faaliyetleri azalmıştı. Bu

bakımdan ıslahat gereksiz kaldığından büyük devletler jandarmalarını geri çekmeye başladılar

ve Kapitülasyonların kaldırılması gündeme geldi. Ancak, bu tablo kısa sürdü ve dış

politikadaki bu iyi hava tersine dönmeye başladı107. Seçim atmosferi içinde meydana gelen

iktidar boşluğundan yararlanan dış devletler ve bağımsız olmak isteyen azınlıklar

faaliyetlerini artırdılar. 5 Ekim 1908 Pazartesi günü, o güne kadar makam adı Bulgaristan

Prensi ve Şarki Rumeli Valisi olan Prens Ferdinand, Tırnova’da Bulgaristan Çarı ünvanıyla

istiklalini ilân etti. 6 Ekim 1908 Salı günü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna-

Hersek’i topraklarına kattı ve kararı bir nota ile Bab-ı Ali’ye bildirdi.12 Ekim 1908 Pazartesi

günü Girit halkı Yunanistan ile enosis (birleşme) kararı aldı. Etnik-i Eterya (kutsal ortaklık)

megalo idea’sı (büyük ülkü) gerçekleşiyordu108.

Prens Sabahaddin’e yakın Ahrar Fırkası ve Temo’nun Fırka-i İbad’ı, İttihatçıların

baskıları yüzünden mebus çıkaramamışlardı. Bu partiler, İttihatçı baskılardan oldukça

etkilenmişti. Bunun yanında Fedakaran-ı Millet Cemiyeti de dağıtılmıştı. Bu tür davranışlar

basın hayatında yoğun muhalefete ve gerilimli ortamlara sebebiyet veriyordu. İşbaşına

geçenler veya siyasete yön verenler eski programlarından sapmışlar ve Türklerin dışındaki

bazı gayrimüslim unsurları kendilerinden uzaklaştırmakta idiler. İbrahim Temo, bu dağılmayı

önlemek ve ülkenin birliğini sağlamak gayesiyle Demokrat Fırkası’nı kurduğunu

belirtmektedir. Ancak, bu çalışmaları İttihatçıların en üst düzeyindeki bazı şahıslar tarafından

iyi karşılanmamış, hatta bu kadim arkadaşlarını tehdit etmekten de çekinmemişlerdir. Ayrıca,

İbrahim Temo’nun görevlendirdiği Muhlis Sabahaddin Bey, Selanik’te teşkilatlanmak

isteyince öldürülmesi için harekete geçilmiş ve yaralı olarak canını zor kurtarmıştır. Hükümet

106 S. J. Shaw –E. K. Shaw, a.g.e., s.334. 107 Akşin, 31 Mart Olayı, s.9. 108 Cemal Kutay, Laik Cumhuriyet Karşısında Derviş Vahdetiler Cephesi- 31 Mart’ın 90. Yılında, Aksoy

Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.29.

Page 58: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

47

kanalıyla pekiştirilen bu baskılar o kadar şiddetli idi ki, “müntehib-i saniler” bu fırka

namzetlerine oy vermekten çekinmişlerdi109.

Osmanlılık birliğini saylayacak olan ilk tedbir olarak anasırlar arası bütünlük demek

olan “Osmanlı olma” kavramını güçlendirme, bir çözüm yolu olarak düşünülmüştür. Fakat

seçim hazırlıklar ilerledikçe ve kampanya başlayınca bütün etnik grupların kendi ulusal

çıkarları doğrultusunda olaya baktığı ortaya çıkmıştır. Ulusal sorunu sağlıklı bir biçimde

çözümleyemeyen İttihat ve Terakki kısa süre içerisinde kendi ulusal sorununu, yani

Türkçülük eğilimlerini arkalamıştır. Bilhassa Rumeli ve Anadolu’nun bazı yörelerinde

Rumların seçimlerdeki aşırı ulusalcı tutumu bu eğilimi daha da güçlendirmiştir. Nitekim

İttihat ve Terakki’nin tavrındaki bu değişikliği, cemiyetin İstanbul milletvekili adayı olan

Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’in Tanin’deki “Millet-i Hâkime” başlıklı yazısında görüyoruz.

Hüseyin Cahit bu yazısında Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran ve onu bugüne kadar yaşatan,

savaş meydanlarında kan dökerek savunan ulusun Türkler olduğunu, bunun için Türklerin

imparatorluk içerisinde bir “Millet-i Hâkime” olarak tanınmasının yadsınamaz bir gerçek

olarak tanınmasının yadsınamaz bir gerçek olarak kabul edilmesi gerektiğini

vurgulamaktaydı. Bu durum ise Karşıt görüşlerin ve bunların yuvarlandığı muhalefet

örgütlerinin işine yaradı. Bunlar bir yandan azınlıklardan yandaş bulurken, bir yandan da

İslamcı akımın ileri gelenlerini kapsıyordu110.

Sonuç olarak, seçimleri İttihat ve Terakki’nin listeleri kazanacaktı ama Türk mebusların

dahi birçoğu gerçekten İttihat ve Terakkili sayılamayacak kimseler olacaktı. Bu gibiler, en

ufak bir nedenle İttihat ve Terakki saflarını terk edip muhalefete başlayabilecek kimselerdi.

Buna, Türk ve Müslüman olmayanlar da eklenince, İttihat ve Terakki’nin neden Mebusan’a

egemen olmakta zorluk çekeceği anlaşılır. Ahrar adaylarından bir tek Ahrar ile İttihat ve

Terakki’nin ortak adayı olan Ankara’dan Mahir Said seçildi. İstanbul Ahrar listesinde

Sadrazam Kâmil Paşa ve Ali Kemal gibi çok tanınmış kişiler mebus olarak seçilmeyi

başaramamıştır. Seçimler her yerde bittikten sonra, meclis 17 Aralık 1908’de II.

Abdülhamid’in nutkuyla açıldı. Bir gün önce II. Abdülhamid yeni atanan 39 ayan üyesinin

adlarını açıkladı. I. Meşrutiyet ayanlarından sağ kalan üç kişinin atanan yeni ayanlara

katılmasıyla iki Meşrutiyet arasındaki devamlılık sağlanmış oluyordu. Açılış büyük bir

bayram şeklinde yapıldı. Törende bulunanlar, günün coşkunluğu içinde birçok kadınların

peçesiz geldiklerini bildiriyorlardı. Kâmil Paşa, II. Abdülhamid’i Meclise gelmeye zorlukla

ikna edebilmişti. II. Abdülhamid büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Padişah adına okunan

109 Temo, a.g.e., s.208-212. 110 Tevfik Çavdar, Talat Paşa, TTK Yay., Ankara, 1995, s.104.

Page 59: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

48

açılış söylevinde, eğitimin yayılması sayesinde Kânun-u Esasî’nin yeniden ilânına engel

kalmadığı belirtiliyordu111.

II. Meşrutiyet ile ikinci kez açılan Osmanlı Mebusan Meclisi, 4 seçim ve 24 hükümet

değişikliğinin olacağı anayasal süreci başlatmış oldu. Kozmopolit bir yapıya sahip olan

meclisin en olumlu tarafı mebusların görüşlerini hür ve serbestçe tartışabilmeleridir. Seçim

sonuçlarına göre açılan meclisteki mebus dağılımına baktığımızda; 288 mebustan 147'si Türk,

60'ı Arap ve 27'si Arnavut'tur. Bunların Müslüman mebuslar olarak meclise girdiğini

görmekteyiz. Gayrimüslim mebuslar ise 26 Rum, 14 Ermeni, 4 Musevi, 10 Slav şeklinde

dağılım göstermektedir112.

İttihad-ı Anasır temelinde kurulan Osmanlıcılık ideolojisinin çökmesi üzerine İttihat ve

Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devleti’nin kurtuluş reçetesi olarak gördüğü Türkçülüğe doğru

ideolojik bir dönüşüm gerçekleştirmeye başlamıştır113.

Osmanlıcılığın yanı sıra Garpçılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları da siyasi fırkalar

ile etkinlik kazanmaya başlamıştır. İslamcılar, Sebilürreşad ile Beyanü’l-Hak ile Türkçüler

“Türk Yurdu” ile ve Garpçılar da Dr. Abdullah Cevdet’in İctihad dergisi ile görüşlerini

yayarlar. İttihat ve Terakki’ye karşı bir Hürriyet ve İtilaf ana muhalefeti yanında kurulan

kulüp ve cemiyetler de etkin rol oynamaktaydı. Bunlardan bazıları şunlardır: Osmanlı

Meşrutiyet Kulübü, Nesl-i Cedit Kulübü, Türk Ocakları, Mason Teşkilâtı, Alıva (Osmanlı

İmparatorluğu Yahudileri Birliği), Kürt Yardımlaşma Cemiyeti, Ermeni Taşnaksutyan

Cemiyeti, Arnavut Baskım Merkez Cemiyeti, Çerkez Birlik ve Yardımlaşma Cemiyeti v.s.

Rum, Bulgar, Ermeni komiteleri, Arnavut Baskım kulüpleri, Osmanlı Arap Birlik Cemiyeti

geniş bir uhuvvet(kardeşlik), adalet ve müsavat(eşitlik) sloganları altında propaganda

yapmaktaydılar.

111 Akşin, İttihat ve Terakki, s.108. 112 İkinci Meşrutiyet Meclisi 1908–1920 arasında 4,5 yılı biraz aşan bir süre çalışmıştır. Çalışma dönemlerinin

hepsi de fesihle sona ermiştir. Birinci dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, ikinci dönem Gazi Ahmed Muhtar

Hükümeti’nin (bu dönem meclisle hükümetin en çatışmalı dönemidir ve meclis çoğunluğunu elinde bulunduran

İttihat ve Terakki Cemiyeti muhalefet konumundadır), üçüncü dönem (Mütarekede) Tevfik Paşa’nın, dördüncü

dönem (Mütarekede) Damat Ferit Paşa’nın padişahla anlaşmaları sonunda fesihle son bulmuştur. Meclisteki

mebusların dağılımına ilişkin olarak bkz: Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, s.37. 113 Osmanlıcılığın önemli düşün adamlarından Tunalı Hilmi, Osmanlı devletinin tek kurtuluşunun Amerikalıların

yaptığı gibi bütün ulusal değerleri aşacak bir Osmanlı kimliğinin yaratılmasında görmektedir. Cenevre

Üniversitesi’nde pedagoji eğitimi gören Tunalı Hilmi, bir ara İttihat ve Terakki Genel sekreterliği de yaptı.

Yayınlanmış olduğu “hutbe” adlı broşürde görüşlerini açıklayan Tunalı Hilmi, daha sonra Türkçülüğü

benimsemiştir. Bkz: M. Şükrü Hanioğlu, “Osmanlıcılık”, TCTA, C.V, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.391.

Page 60: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

49

Sultan II. Abdülhamid, bu cemiyet ve kulüplerin faaliyetlerinden kaygılanmaktadır ve

son mabeyn başkâtibi Ali Cevat Bey’e endişelerini şöyle açıklamaktadır: “Bu kulüpler ve

cemiyetler nedir? Her millet kendisine bir kulüp kurmuş, bunlar iyi olmayan şeyler. Bu devlet

çok çeşitli milletlerden oluşmuştur. Bunların hepsinin birleşmesi gerekirken, her kavim ayrı

ayrı yaşamaya çalışıyor. Benim işlere karışmamı istemiyorlar, aslında bende karışmak

istemiyorum ama işler bozulursa bir daha hiçbir şey düzelmez114.”

Meclisin açılmasına 15 gün kala 2 Aralık 1908 günü, Harbiye Nazırı adına yazılmış

sahte bir davetle, Abdülhamid’in eski yaver ve hafiyesi olan İsmail Mahir Paşa, Harbiye’ye

çağrıldı ve yolda asker kılıklı biri onu öldürdü. Bu olay Hürriyetin ilânından sonra İttihat ve

Terakki’ye mal edilebilecek ilk siyasal cinayetti. Sina Akşin’e göre cinayetin işleniş nedenini

İsmail Mahir Paşa’nın mutlak monarşi dönemindeki faaliyetleri açıklamak anlamsız olacaktır.

Akşin’e göre İttihat ve Terakki, Paşanın birtakım faaliyetlerini saptamış olmalıydı. Bu yolla

hem Paşayı cezalandırmak, hem de İttihat ve Terakki dışındaki herkese ve özellikle

istibdatçılara gözdağı vermek istemiş olmalıydı. İttihat ve Terakki’nin bundan sonraki üç

“faili meçhul” siyasal cinayetinin kurbanları istibdat döneminin adamları değil, muhalifler

olacaktı115.

İttihatçıların sözcülüğünü ve tetikçiliğini yapan basın da bu olayların yayılmasında

etkili oluyordu. Neyyir-i Hakikat, Süngü, Bomba gibi gazeteler Cemiyet namına sağa-sola

saldırmaktaydılar. Muhalifler için şüphe uyandırıcı ve kışkırtıcı yayınlar yapılmaktan geri

durmuyorlardı. Böylece tahakküm ve tehdit yoğunlaştı; muhalifler susturuluyordu veya

susmayanlar da faili meçhule kurban gidiyorlardı. Yani Sultan II. Abdülhamid’in istibdatı

yerine mahdut bir hizbin terörü baş göstermişti116.

Bunun yanında içerde de siyasi çalkantılara zemin hazırlayacak gelişmeler oluyordu.

Abdülhamid’e muhalif olanlar arasında da tartışmalar başlamıştı. Tanınmış Mülkiye hocası

Murad Bey’le İttihatçılar arasında tartışmalar derinleşiyordu. Bu kesimlere yakın olan

kalemler de birbirlerine karşı muhalefete başlamıştı. Böylece, Jön Türklerin arasında meydana

gelen parçalanma ve zıtlaşma Meşrutiyet’ten sonra yeniden su yüzüne çıkıyordu.117

Ahmet Bedevi Kuran, İttihatçıların yaklaşımını şu şekilde yermektedir: “Tek bir şehir

camiasının düşüncesiyle kurulan bir idare usulünü Osmanlı toprakları gibi muhtelif ırklarla

meskûn geniş bir ülkede aynen tatbikata kalkışmak, bir hayalden başka bir şey değildi. Bunun

114 Kutay, a.g.e., s.364. 115 Akşin, İttihat ve Terakki, s.110. 116 Kuran, İttihat ve Terakki, s.252–253. 117 Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet Bir Devrin İçyüzü 1908–1918, Arba Araştırma Basım Yayın, İstanbul,

1989, s.57–58.

Page 61: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

50

yanında, eğitim kurumlarında okuyan gençlerin özgürlük düşüncesini geliştirmek gerekirken,

aksine bütün yüksek mektepler İttihat ve Terakki namına tahlif (ant içirme) ve Cemiyet’e

sadakat yeminine zorlanmıştı. Bu da gençleri muti bir alet haline sokmakta, bir yönüyle

militanlaştırmaktaydı118.” Cemiyet, Meşrutiyet’in ilânından sonra ülke çapında kendilerine

ters düşen memurları “tard ve tebdil” ederek işe başladılar. Bu, Halep Valiliği görevinde

bulunan Ahmet Reşit Rey’in gözlemlerinden de anlaşılmaktadır: “Hemen her gün, filan

kaymakamın azli, filanın şu memuriyete tayini gibi metalibi muhtevi ve yalnız ‘İttihad ve

Terakki Kulübü’ mühründen başka imzadan âri kâğıtlar getirmekten usanmadılar119.” Ahmet

Bedevi Kuran’a göre Merkez-i Umumî nazarında, Osmanlı topraklarında yaşayan

gayrimüslimler ve Türk olmayan unsurlar olan Bulgarlar, Sırplar, Rum ve Ermeniler

memleket düşmanı, Arap, Arnavut ve Kürtler vatan haini idiler. Muhalefet eden Türkler ise

para ile satılmış birer metadan başka bir şey değillerdi. Diğer taraftan, Meclisteki İttihat ve

Terakki mensubu vekiller, halkın nazarında, vicdanının sesini dinleyen şahıslar değil, Merkez-

i Umumî emrine girmiş, “minnet ve şükran borçlusu elemanlar” olarak görülüyordu120. Şerif

Paşa’ya121 göre İttihatçıların yönetime el koymasından sonra devlet bütün güçleri, adliyesi ve

118 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yay., İstanbul, 2000, s.260–261. 119 Ahmet Reşit Rey, Gördüklerim-Yaptıklarım (1890–1922), Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1945, s.103-104. 120 Kuran, Jön Türkler, s. 261-262. 121 II. Meşrutiyet döneminin ünlü simalarından biri olan Şerif Paşa, 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası

bir dönem hariciye nazırlığı ve Şura-yı Devlet reisliği de yapmış olan Kürt Said Paşa’dır. Bir süre Brüksel ve

Paris'te askeri ateşe olarak görev yapmış. 1893'te Stockholm elçiliğine atanmıştır. Şerif Paşa, elçiliği döneminde

İttihat ve Terakki saflarında II. Abdülhamit rejimine karşı muhalefete katılmış, 1909 yılı başlarında İttihat ve

Terakki'ye cephe alarak, partiden istifa etmiş ve Paris'e gitmiştir. 1918 yılına değin Osmanlıcılık savunucusu

olmuş, ülkenin parçalanma ve paylaşılma tablosu içinde, önce sadrazamlığı düşünmüş sonra da Kürt davasının

liderliğini ve savunuculuğunu yapmıştır. İsviçre'de bulunan hemen bütün Türk ve Kürt aydınlar, 16 Ocak 1919

günü Cenevre'de bir kongre toplayarak, Paris Barış Konferansında İtilaf Devletleri nezdinde Osmanlı Devleti'nin

haklarını savunması için Şerif Paşa'yı delege seçmişlerdi. 16 Nisan 1919 tarihinde ise Şerif Paşa Osmanlı

temsilciliğinden çekilerek, görevini yalnızca Kürt temsilcisi sıfatıyla sürdüreceğini duyurdu. Şerif Paşa, Kürt

Teali Cemiyeti’ni temsilen 22 Mart 1919 ve 1 Mart 1920'de Paris Barış Konferanslarına katılıp, iki muhtıra ve

Kurdistan haritası sundu. Konferans'ta Ermeniler adına Bogos Nubar ile Kürtleri temsilen Şerif Paşa, Doğu

Vilayetlerinin Ermeni ve Kürt bölgelerine bölünmesi konusunda anlaştılar ve 20 Kasım 1919 tarihinde Bogos

Nubar ile Şerif Paşa, Kürt-Ermeni antlaşmasını imzaladılar. Şerif Paşa’nın sunduğu harita ve özellikle Cemiyetin

istediği özerklik taleplerini aşan “bağımsızlık anlaşması” Kürtler arasında tartışma yaratmış; Şerif Paşa milli

istekleri yanlış yorumlamakla suçlanmış ve dışlanmıştır. Şerif Paşa’nın 5 Mayıs 1920’de konferanstan ve Kürt

temsilciliğinden çekilmesi üzerine Kürt Teali Cemiyeti 17 Mayıs 1920’de Kürtlerin bundan böyle konferansta

temsil edilmediğini, bu nedenle konferansın alacağı kararların da Kürt ulusunu bağlamayacağını ve geçersiz

sayılacağını duyurdu. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Şerif Paşa, Bir Muhalifin Hatıraları-İttihat ve Terakkiye

Page 62: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

51

teşkilatıyla atıl hale gelmiştir. Ülke İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisî’nin talimatları

doğrultusunda idare edilmeye çalışılıyordu. Ancak bütün talimat ve temennileri dinleyecek alt

rütbeden silahlı ve sivil bürokrasi mensupları bulunamıyordu.122

Arif Hikmet Pamukoğlu, İttihat ve Terakki ile ilgili şu yorumu yapmaktadır: “II.

Meşrutiyet devri milletçe umulan amacı sağlayamamakla beraber fikirlerde büyük bir

değişiklik yaratmış, hak ve hürriyet teminatına kavuşmak arzusunu alevlendirmiş ve milli

egemenlik duygusunu kuvvetlendirmiştir. Bununla beraber iktidar partisi olan İttihat ve

Terakki genel merkezini teşkil eden 12 kişilik bir heyetin zulüm ve idaresine karşı önceden

yönelttiği ve sonradan geri tepen bir silah gibi elinden bırakmadığı istibdat, başlayan yenilik

hareketlerinin aksamasına ve gittikçe duraklamasına sebep olmuştur123.”

İttihatçı olamayan Paşalar istikbalini karanlık gördüklerinden küçük İttihatçı subayların

etkisi altında kalıyorlardı ve “küçük subaylardan oluşan heyetler, huzurlarına mancınıkla

çıkılamayan paşalara, sadakat yemini yaptırıyorlardı124.” Askeri disiplin ve hiyerarşi, ihtilâl

düşüncesinin ve siyasi taraftarlığının etkisiyle bozulmuştu ve en yüksek rütbe ittihatçıların

çoğunlukta olduğu teğmen ve yüzbaşı durumuna gelmişti. Bu durumda İttihatçı olmayan

binbaşı, yarbay, albay ve paşalar uygulamada düşük rütbe durumuna dönmüştü. Askeri

hiyerarşinin tersine dönmesi ordunun emir-komuta zincirini işleyemez hale getirip atıl duruma

düşmesine neden olmaktaydı. Ordudaki işleyişe mektepli İttihatçılarca başlatılan “alaylı”

dışlaması da eklenince sonuçta orduda büyük bir huzursuzluğun çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Diğer taraftan Cemiyet için toplanan paraların akıbeti ve toplanma şekli konusunda da

şaibeler, şüpheler bulunmakta idi. İttihatçılar yurt çapında geliştirdikleri mekanizmalar

vasıtasıyla varlıklı kişilerden zorla bağış alması memnuniyetsizliklere sebep oluyordu. Ayrıca,

Abdülhamid döneminde İttihatçılara muhalif devlet ricali, hürriyetin ilânından sonra suçlu

duruma düşmeleri sebebiyle, bir kısmı Avrupa’ya kaçmış, bir kısmı da hapse düşmüştü.

Bunlar bu durumdan kurtulmak için İttihat ve Terakki fırkasına büyük paralar bağışlamak

zorunda kaldılar. İttihatçılar kendilerinden başka örgütlenmiş ve güçlenmiş bir siyasî

teşekküle tahammül edemiyorlardı. Örneğin, Merkez-i Umumî’den Halep Valisi Reşit Rey’e

gelen bir telgrafta, İttihatçıların lehine seçimlere müdahale edilmesi tavsiye ediliyordu.

Muhalefet, Nehir Yayınları, İstanbul, 1990; Taner Timur, “Bir İttihatçı Düşmanı Şerif Paşa ve Meşrutiyet

Gazetesi”, Tarih ve Toplum, c.XII, S.72, İstanbul, 1989, s.17-20. 122 Şerif Paşa, a.g.e., s.14. 123 Arif Hikmet Pamukoğlu, Türkiye’de Demokrasi, Tuncer Kitapevi, İstanbul, 1961, 12. 124 Amca, a.g.e., s.42.

Page 63: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

52

Oysaki bu tarz hareketlerin Meşrutiyetçi bir anlayışla uzaktan yakından bir ilişkisi

bulunamazdı125.

1.3. II. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne Karşı Ortaya Çıkan Muhalefet

İttihat ve Terakki Partisi’nin II. Meşrutiyet sonrası uygulamaya koyduğu yanlış

politikalar, İttihatçılara karşı muhalif bir cephenin hızla büyümesine neden olmuştur. Muhalif

cepheye, eski ittihatçıların ve II. Abdülhamid karşıtlarının da eklenmesi ülkede yeni bir

kutuplaşmaya yol açmıştır. Böylece, II. Abdülhamid ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasındaki

sürtüşmeye iktidarda olmayan ama her ikisine de karşı çıkan, halk içinde hızla güçlenen bir

muhalefet de katılmıştır. Muhalefet alternatif partiler kurmuş, basının sağladığı destekle

mücadeleye başlamıştır. 31 Mart Olayı’na giden süreçte baş sorumlu olarak görülen

muhalefeti oluşturan etkin muhalif şahsiyetlere, başlıca muhalif partilere ve muhalefetin sesini

duyurduğu basının tutumuna bakmamız, isyanın nedenlerini daha iyi görmemizi

sağlayacaktır.

1.3.1. Etkin Muhalif Şahsiyetlerin Hayatı ve Fikirleri

II. Abdülhamid’in mutlak monarşi döneminde ortaya çıkan ve önce Meşrutiyet için

etkin bir muhalefet yaparken II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki Partisi’ne de cephe alan

başlıca muhalifler Prens Sabahaddin Bey, Derviş Vahdeti, Rıza Nur, Abdullah Cevdet,

Mehmed Murad ve Ali Kemal tarafından oluşmaktaydı. Bu etkin şahısların 1909 öncesi

yaşadıklarına bakmamız onların siyasi tavırlarının nasıl şekillendiğini daha iyi anlamamızı

sağlayacaktır. Ayrıca 31 Mart Olayı sonrası hayat hikâyelerine bakmamız olay sonrası siyasi

duruşlarındaki değişiklikleri görmemizi sağlayacaktır. Böylece 31 Mart Olayı sürecini

derinden etkileyen etkin şahsiyetlerin olaylarla ilgili izledikleri siyaset bir bütün olarak daha

sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilir.

125 Akşin, İttihat ve Terakki, s. 85.

Page 64: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

53

1.3.1.1. Prens Sabahaddin Bey (1877-1948)

Sarayın damadı olan Mahmut Paşa ile Sultan Abdülmecit’in kızı, II. Abdülhamid’in kız

kardeşi olan Seniha Sultan’ın oğludur. Mehmed Sabahaddin, 1877 yılında İstanbul’da

doğmuştur. Osmanlı saray hiyerarşisinde şecerede baba tarafı belirleyici olduğundan, gerçek

anlamda bir Prens değil, Sultan-zade’dir. Prens Sabahaddin olarak tanınan Mehmed

Sabahaddin Bey, yazılarında “Prens” tabirini hiç kullanmamış, yalnız Sabahaddin diye

imzalamıştır. Damat Celalettin Paşa, Adliye Nezaretindeki görevinde sergilemiş olduğu

hareketleriyle büyük takdir toplamıştı. Fakat bu sıralarda Sultan Murad’ı tekrar tahta

çıkarmak için kurulan bir komitenin, Mahmut Celalettin Paşa’nın kâhyasıyla olan ilişkisi,

Sultan II. Abdülhamid’i endişeye düşürmüş ve Mahmut Celalettin görevden alınmıştı. Bu

nedenle Mahmut Paşa, saraydan uzak bir yaşam sürmeye başlamıştır. Yalısında inzivaya

çekildikten sonra ise oğullarının tahsilleri için birçok ünlü eğitimciyi tutmuştur. Mahmut

Paşa’nın çocukları bir taraftan Avrupa’dan gelen hocaları ile Fransızca öğrenirken, diğer

taraftan da ünlü Osmanlı, Arabî ve Farsi edebiyat hocalarından dersler alıyorlardı. Prenslerin

Fransızcadaki hâkimiyetleri dönemin Le Temps, Le Monde gibi ünlü gazetelerini

okumalarından da anlaşılabilir126.

Prens’in düşüncelerinin ve yaşamının şekillenmesinde babası Mahmut Celalettin

Paşa’nın çok büyük rolü vardı. Mahmut Paşa’nın İstanbul’da yaşadığı birçok olay şüphesiz

oğullarını da etkiliyordu. Saraydan uzak olduğu dönemlerde Mahmut Paşa Avrupa basınını

yakından izlediğinden, batının Osmanlı ile ilgili düşüncelerini ve uygulamak istediği

politikaları biliyordu. Mahmut Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumu,

Abdülhamid’in yanlış politikalarını ve bunlara karşı bütün teşebbüslerin sonuçsuz kalacağını

anlamış ve Avrupa’ya giderek orada hükümet ve bizzat padişah ile mücadele ederek ülkesine

yararlı olabileceğini düşünmeye başlamıştır. Çocuklarının eğitimlerini Avrupa’da devam

ettirmeleri Paşa’nın kafasında sürekli yer eden bir düşünceydi. Bunun yanı sıra evinin sürekli

olarak denetim altında bulunması Paşa’yı oldukça rahatsız ediyordu. Damat Celaleddin Paşa,

Abdülhamid ile geçinemeyerek oğulları Prens Sabahaddin ve Lütfullah Beyleri yanına alarak

14 Aralık 1899’da deniz yoluyla Fransız gemisiyle Fransa’ya kaçmıştır.

Padişah Abdülhamid, Mahmut Paşa’yla akrabalık bağlarının yanı sıra çok sıkı arkadaştı.

Abdülhamid, eniştesi ve oğullarını geri döndürmek amacıyla birçok yola başvurduysa da

başarılı olamamıştır. Mahmut Celalettin Paşa hakkında öne sürdüğü pek çok iddia ile birlikte

Paşa’nın idam kararını çıkarmıştır. Bunun üzerine Mahmut Paşa şu yanıtı vermiştir : “Vatanın

126 Kongar, a.g.e., s.85.

Page 65: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

54

sebebi felaketi, bunca denaet ve cinayetlerin sebeb-i hakikisi sizsiniz. Döktüğünüz kanlar,

söndürdüğünüz hanümanlar ve uydurduğunuz yalanlar herkesçe malumdur. İslam ve

Hıristiyan binlerce nev’i beşer mahvoldu... Hayatınıza suikast ve zevcenizin mücevheratını

sirkat eylediğimi, henüz sabi addettiğiniz oğlumu kandırıp kaçtığımı vesile ederek

şehbenderlere süferaya tevkifimi emrettiğiniz zaman nefsinizde hiçbir hacalet hissettiniz

mi?”127 Mahmut Paşa, Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan’ı açmasını, hazineden muayyen para

almasını, bunları yapmadığı takdirde padişahlıktan istifa etmesini, Avrupa’ya çekilmesini,

oradaki paralardan ayda en az 50,000 altın gelir sağlayacağı için sıkıntı çekmeyeceğini

belirterek mektubuna son veriyordu. Bu mektubun tarihi 2 Mayıs 1900’dür. Mahmut Paşa o

sırada altı buçuk aydan beri İstanbul’dadır128.

Prens Sabahaddin Bey Avrupa’da dünya görüşünü şekillendirmeye başlar. “Science

Social müntesipleriyle temaslar kurar ve mektebin diğer neşriyatını kıraat eder. Bunlardan

istifade ile bir takım fikirlere vasıl olur. Bu fikirleri Paris’te iken çıkardığı Terakki

gazetesinde neşreder. “Adem-i Merkeziyet” ve “Teşebbüs-i Şahsî” bunlardan yalnız ikisidir

ve kanaatine göre, birbirini tamamlamaktadır129.”

Prens, bazen İngiltere’den, bazen Fransa’dan para talep etmekte, birçok Jön Türkler gibi

bir devlete sırtını dayamaktan çekinmemekteydi. Prens’in “Adem-i Merkeziyet” tezi, çeşitli

kavimlerden oluşan Osmanlı halkında birleştirici bir ideoloji olmak yerine ulusal devletlerin

kuruluşuna giden ilk basamak olarak algılanarak ayrılığı körükleyici etkiler yapar. Müslüman

ve Hıristiyan reaya bağımsızlıkları için verdikleri mücadelede bu tezi savunmaya başlarlar.

Mahmut paşa ve oğullarının Paris’e gelmeleriyle Jön Türk olayı büyük canlılık

kazanmış ve bir kongre toplanması hazırlıklarına başlanmıştı. İlk iş olarak genel bir çağrı

yayımlandı. Bu çağrıda, “ Ülkenin içinde bulunduğu genel durumun sergilenmesinden ve

despotizmin yerilmesinden sonra tüm Osmanlıların bu saltçı düzene karşı savaşımları

isteniyordu130.”

Prens tüm muhalif kuvvetleri Abdülhamid despotizmine karşı tek cephe halinde

birleştirmek amacıyla 4–9 Şubat 1902’de Paris’te bir kongre düzenler. I. Osmanlı Liberalleri

Kongresi, Prens Sabahaddin’in siyasal bir ideolojiyle ortaya çıkmasını sağlamıştır. “istisnasız

bütün Osmanlı İmparatorluğu adına ıslahat etme” isteğinin belirtildiği bu kongrede

benimsenen program ilkeleri şunlardı:

127 Kongar, a.g.e., s.87. 128 Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa (1908–1914), C.I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1976, s.260. 129 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.VI, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994, s.369. 130 Kongar, a.g.e., s.92.

Page 66: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

55

1 - Şahsi teşebbüsü geliştirmek ve netice itibarı ile idari sistemde “Adem-i Merkeziyet”

yolunu tutmak için Türk halkı arasında içtimai eserler okumak zevkini uyandırmak.

2 - Osmanlı İmparatorluğu’nu teşkil eden muhtelif kavimler arasında bir “anlaşma

zemini” uyandırmak.

3 - Daha ileri medeniyete sahip ülkelerde “Osmanlılar hakkını korumak” ve bu

memleketlerde “umumi efkârı Osmanlı lehine çevirmek”

4 - Memleket dâhilinde cemiyet ve komiteler kurmak sureti ile bu “programın tatbikine

çalışmak, muhtelif kuvvetlere cephe almak131.

Kongre sonucu olarak genel bir başarı sağlanamamıştır. Birleşme düşüncesiyle bir

araya gelen topluluk, düşünce farklılıklarıyla birbirinden ayrılmıştır. Ahmet Rıza grubu

Meşrutiyet düzenini getirmek isterken, Prens Sabahaddin olaya daha farklı yaklaşıyordu. O,

önce imparatorluğun kurtarılmasını ve bunun hangi bilimsel yollarla yapılabileceğini

düşünüyordu. Bunun için de iki ilke ileri sürer: Zamanın yeni siyasi koşullarına uyarak

imparatorluğa çağdaş bir şekil vermek ve bu sayede ömrünü olası olduğu kadar uzatmak ve

İmparatorluğun temel öğesini oluşturan Türk toplumunun yapısında bir inkılâp yaratmak.

Kongrenin sonunda Prens Sabahaddin hazırladığı beyannamede şunlara değiniyordu:

“Vatandaşların hepsi totaliter idarenin altında eziliyor ve bu duruma belli bir kesim dışında

kimse karşı çıkmıyor. İşte bu durumun bilincinde olan entelektüel kesim, cahil halkı

bilinçlendirmeli ve bunu uygun bir yolla gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Topraklarımızda

yaşayan insanların maddi ve manevi güçlerini birleştirmeli ve bunun için de önce Türkiye’de

hürriyet ve adaleti kurabilecek yeni nesil yetiştirilmelidir. Tüm bunları yapmamıza engel olan

tek şey, Yıldız Sarayında bu ülkeyi yönetenlerdir. Bunlara karşı bir şeyler yapmak her Türk

vatandaşının hakkıdır132.”

Jön Türklerin II. Abdülhamid’e karşı yaptıkları mücadelede izleyecekleri yöntem

konusunda anlaşamamaları sonucunda, bu birleşik cephe muhalefeti bölündü. Kongredeki

tartışmalar iki merkezi tema etrafında yoğunlaşır: devrimde askeri güçlerin kullanılması ve

yabancı devletlerin müdahalesi… Prens Sabahaddin Bey devrimci bir hareketle silahlı gücün

gereğini savunur. “Osmanlı liberalizmi” ile “Türk milliyetçiliği” karşı karşıya gelmiştir.

Prens, dış güçlerin müdahalesi fikrini desteklemektedir. Ancak başını Ahmet Rıza’nın çektiği

ve ileride “İttihatçılar” olarak anılacak grup, böyle bir müdahalenin Osmanlı hükümranlık

haklarının ihlali olacağını söyleyerek, şiddetle itiraz eder. Kongrenin muhalefetin birliğini

131 Cenk Reyhan, “Prens Sabahaddin”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c.I, İletişim Yayınları, İstanbul,

2003, s.147. 132 Taha Toros, “Prens Sabahattin” , Milliyet Gazetesi, 18 Şubat 1978.

Page 67: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

56

sağlama yolundaki başarısızlığı kesinleştikten sonra Sabahaddin Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i

Merkeziyet Cemiyeti’ni kurar, rakipleri de Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti çatısı altında

örgütlenir. Sabahaddin’in önderliğindeki kanat, anılan kongreden hemen sonra Teşebbüs-i

Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kurdu. Merkezi Fransa’da bulunan bu cemiyet,

küçük tüccar ve ayanların yanında, azınlıkları da bünyesinde barındırmaktaydı. Cemiyetin

yayın organı, Terakki dergisiydi. Cemiyetin amaçları bu derginin ilk sayısında “Fenn-i içtimaî

ve Adem-i Merkeziyet taraflarının müverric-i efkârıdır” diye ifade edilirken, aynı yıl

“Anadolu Kıyımları” başlığı ile yayımlanan 9. sayıda “Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i

Merkeziyet taraflarının müverrih efkârıdır” şekline dönüşür. Kânun-u Esasî’nin yürürlüğe

girmesinden sonra Sadrazam Said Paşa Paris’te bulunan Sabahaddin Bey’e özel bir mektup

göndererek İstanbul’a dönmesini rica etti. Prens Sabahaddin bir an evvel Türkiye’ye gelip

burada konferanslar vermek istiyordu. 2 Eylül 1908’de Prens Sabahaddin Bey memlekete

döndüğünde İstanbul’a halk tarafından bir hürriyet kahramanı olarak karşılanır. 2 Eylül 1908

günü Sabahaddin Bey, yanında babasının cenazesi ile İstanbul’a geldi. Kendisine büyük bir

karşılama yapıldı. Ertesi gün yapılan cenaze töreniyle Damat Mahmut Paşa, Eyüp’e gömüldü.

Törene katılan cemaat temsilcilerini Sabahaddin’in sonradan ziyaret etmesi ve bu sırada Rum

patriğine yaptığı reverans, bazı İttihat ve Terakkili gazetelerde patriğin elini öptü diye

yansıtıldı. Oysa Sabahaddin, Şehzade Burhanettin ve diğer Saray temsilcilerinin ziyaretlerini

iade etmemişti133.

Başkanlığını Ahmet Rıza Bey’in yaptığı İttihat ve Terakki Cemiyeti, ihtilâlin askeri

kuvvetlerin de katılmasıyla yapılması gerektiğini savunuyor ve dış müdahaleye karşı

çıkıyordu. Bu grup, Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu durumun II. Abdülhamid’in

baskı düzeninden kaynaklandığını savunuyordu. Meşrutiyet’in ilânıyla her şeyin tekrar yoluna

gireceğini düşünerek olayın yalnızca siyasi boyutuyla ilgileniyorlardı134.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, bir taraftan Prens Sabahaddin’in konferanslarını sabote

etmeye çalışırken, diğer taraftan da Prens Sabahaddin’in düşüncelerinin tehlikeli olduğunu

yaymaya çalışıyordu. İki taraf arasında düşünce farklılıkları söz konusuydu. Prens

Sabahaddin’e göre; İmparatorluğun içinde bulunduğu durumun bir yapı sorunu vardı. Bu da

“Teşebbüs-i Şahsi” ve “Adem-i Merkeziyet” sisteminin uygulanmasıyla düzelebilirdi.

Merkezden yönetim kabul edilemezdi. Ahmet Rıza grubu ise; Osmanlı’nın bürokrasisinden

şikâyetçi değildi. Çünkü kendi varlığı da bürokrasiye dayanmaktaydı. Oysaki Prens

133 Akşin, İttihat ve Terakki, s.100. 134 Kongar, a.g.e., s.99.

Page 68: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

57

Sabahaddin şikâyet edilen saltçılığın bürokrasi ve merkeziyetçi yapıdan ileri geldiğini

söyleyerek bütün Osmanlı bürokrasisini suçluyordu135.

Sabahaddin, İttihat ve Terakki toplantılarına çağırıldığı halde, ona Meşrutiyetçilere para

yardımı yapan Mısır prensleri gibi, ancak “protokoler” bir yer verildi, üstelik Ahmet Rıza’nın

‘terbiye harici tacizlerine’ uğradı. O da Cemiyet merkezine gitmez oldu ve karşı tavır almakta

gecikmedi. İstanbul’a gelmesinden 12 gün sonra, 14 Eylül’de, yakın arkadaşları Ahmet Fazlı

(Prensin sütkardeşi, Paris’teki Adem-i Merkeziyet derneğinin genel kâtibi, Terakki ve

Osmanlı gazetelerinin yöneticisi), Mahir Said, Celâlettin Arifin Nurettin Ferruh’la birlikte

Ahrar Fırkası’nı kurmalarını sağladı136.

Fırkanın yayın organı olan Terakki gazetesinin Prens Sabahaddin tarafından yönetilmesi

kendisinin de fırkanın kurucularından olduğu izlenimini vermiştir. Hatta prensin fırkanın gizi

başkanı olduğu söylentisi de o günlerde çok yaygınlaşmıştı. Parti programının ana yaklaşımı

liberal ekonomik politika doğrultusundaydı. Ahrar Fırkasına göre artık ekonomide “kışla ve

memurluk” zihniyetine son verilmesi gerekiyordu. Böylece ülkede özel mülkiyetin pekişeceği

liberal bir ortamı ve ona bağlı olarak da demokrasinin ana kurumları kurulabilecek ve işlerlik

kazanacaktı. Ahrar Fırkası ile İttihat ve Terakki’nin kamuoyu önündeki ilk ve açık çatışması

seçimler dolayısı ile oldu. Ne var ki o dönemde cemiyetin hem kamuoyundaki prestiji çok

yüksek, hem de örgütü yaygın ve etkin olduğu için Ahrar Fırkası’nın kazanma şansı hemen

hiç yoktu. Bu arada sadece Ankara’dan Mahir Said Bey, o da kişisel çabalarıyla Meclis-i

Mebusan’a girebildi. 1909 Martında Refik Bey’in ölmesi üzerine açılan İstanbul

Milletvekilliği seçiminde partinin adayı olan Ali Kemal Bey, İttihat ve Terakki adayı Rıfat

Paşa’ya karşı ağır bir yenilgiye uğradı137.

Başkanlığı kabul etmeyen Prens Sabahaddin’in halk gözündeki popülaritesi ve perde

arkasında etkili olduğu Ahrar Fırkası’nın faaliyetleri İttihat ve Terakki partisini rahatsız

edince ittihatçılar Prens’i sıkıştırmaya başlar, konuşmalarını engellerler. Hatta bir ara

Manastır’a kadar gittiği halde, sonra baskılar başlar. Bunlara ancak 9 ay dayanabilir. Hüseyin

Cahil gibi İttihat ve Terakki’ye yakın basın mensupları, halkı kışkırtır ve nihayet, 31 Mart

Olayı’nın destekçilerinden olmakla suçlanır. Sistemsiz bir muhalefete dayanan 31 Mart 1325

(13 Nisan 1909) isyanının ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidarını

sağlamlaştırmasıyla, 31 Mart Vakası’nda payı olmakla suçlanan Sabahaddin ve onun hareketi

135 Kongar, a.g.e., s.104. 136 Akşin, İttihat ve Terakki, s.101. 137 Çavdar, a.g.e., s.124.

Page 69: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

58

üzerindeki baskı yoğunlaşacaktır. Prens Sabahaddin’in yazıları sansüre uğramış, kendisi de

gözaltına alınmıştır.138

Prens 2–3 gün tutuklu kaldıktan sonra özür dilenerek serbest bırakılır ve Paris’e döner.

Bu arada İstanbul’da Prens Sabahaddin’in temsil ettiği Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i

Merkeziyet fikirleri etrafında toplanan gençler, “Nesl-i Cedîd kulübü” adı altında bir topluluk

oluşturarak, yayın, konferans gibi faaliyetlerde bulunurlar. 1911’de İttihat ve Terakki

tarafından bu kulüp kapatılır. Bu ikinci Paris döneminde İttihat ve Terakki’nin ileri

gelenleriyle anlaşmazlığa düşen Prens, bu teşekkülü ve devlet idarecilerini ikaz eder ve yol

gösterir mahiyette mektup ve makaleler kaleme alır. 9 Aralık 1919’da mütareke devrinde

Türkiye’ye dönen Sabahaddin Bey, çevresini kaybedince inzivaya çekilir. 1920’de tekrar yurt

dışına çıkar. Millet Meclisi tarafından alınan halifeliğin kaldırılmasına ilişkin kararla hanedan

mensupları 5 Mart 1924’de sınır dışı edilir. Bu sebeple Prens yeniden Türkiye’ye dönme

şansını kaybeder. İsviçre’nin Neuchatel adlı köyünde yıllarca sefalet içinde yaşamış ve 30

Haziran 1948’de bir daha Türkiye’ye dönemeden ölmüştür. 1952’de kemikleri Türkiye’ye

getirilerek babası ve dedesinin de medfun bulunduğu Eyüpsultan’daki aile kabristanına

defnedilmiştir139.

Daha ziyade bürokratlara dayanan İttihat ve Terakki Partisi idarî ve siyasî

merkeziyetçiliği, hürriyetin ilân edilmesinde izlenecek evrimci yöntemde yabancı müdahalesi

aleyhtarlığını ve toplumcu bir sosyal organizasyonu temsil etmektedir. Tesebbüs-ü Şahsi ve

Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, saray çevresine karşı hareket Serbestîsi kısıtlanmış ticari alanda

pazar arayan yabancı sermaye, iltizam alan mültezimler ve gelişen burjuvazi, azınlıklar ve

eşrafa dayanır, idari adem-i merkeziyetçilik, hürriyetin ilân edilmesinde izlenecek devrimci

yöntemde yabancı müdahalesi taraftarlığı ve bireyci bir sosyal organizasyonu savunmaktadır.

Birçok bakımdan zıtlaşan bu iki grubun kesiştikleri ortak amaç milli burjuvazi yaratmak

düşüncesidir. Ayrıca her iki örgüt de toplumu bir makine gibi görüp, onu partilerinin

modernleşme programlan ile düzenlemeye ve karmaşık toplumsal ilişkileri bu programlara

dayanarak çözmeye çalışmaları ve bu yönleri ile ‘mühendis zihniyetine’ sahip olmaları

(Sabahaddin’in deyişiyle “fennî isbatlar”a dayanmak) bakımından benzeşmektedirler.

Ayrıldıkları nokta, esasen “devleti kurtarma” fikrini yorumlayış tarzlarıdır. İttihat ve Terakki

Cemiyeti ve liderleri imparatorluk bünyesinde bazı modernist dönüşümler yapmak suretiyle

138 Kaan Durukan, “Türk Liberalizminin Kökenleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c.I, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2002, s.147. 139 Prens Sabahaddin Bey’in hayat hikâyesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Nezahet Nurettin Ege, Prens

Sabahaddin-Hayatı ve İlmi Müdafaaları, Güneş Matbaası, İstanbul, 1977; Cenk Reyhan, “Prens Sabahaddin”,

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.

Page 70: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

59

devleti kurtarmayı hedeflerken, Prens Sabahaddin eski düzenin “esaslı bir tenkidi” ile bir yeni

düzen tasarlamaktadır140.

Mehmed Sabahaddin, Türkiye’de sosyoloji alanının kurucularından biridir. Prens

Sabahaddin Bey, Fransız sosyologlarından Edmond Demolins’in İngiliz mekteplerini inceden

inceye inceleyerek ve İngiliz milletinin hayatındaki başarı nedenlerini araştırarak yazdığı ünlü

kitabındaki141 Prensiplerin memleketimizde uygulanması ve bu sayede yeni neslin girişimci

yetişmesi meselesi üzerinde ısrarla duruyordu. Sabahaddin Bey’in memleketin idaresi

hakkında da ayrıca düşünceleri ve prensipleri vardı. “Ademi Merkeziyet” denilen “tevsii

mezuniyet” ve “taksimi vazaif” meselesi bu düşünceler arasındadır.142 Sabahaddin’in düşünce

sisteminin temeli, Le Play tarafından kurulmuş olan science sociale’dir. Prens Sabahaddin

Bey, insan cemiyetlerinin toplumsal sınıflandırma usulüne dayanarak ve bu konuda Fransız

sosyoloji okulunun (science sociale) ilkesini göz önüne alarak, milletleri “formation

communautaire: toplumsal biçimlendirme” ve “formation particulariste: bireysel

biçimlendirme” adları altında iki ana bloğa ayırır. Fransız okulunun sınıflandırma usulune

göre bu ana bloklar da gene bünyeleri içinde daha birçok bölüme ayrılmaktadır. Prens

Sabahaddin Bey, Türkleri bu tasnif kadrosu içinde genel hayatı özel hayata hâkim kılan

“teşekkülü tecemmüi” bloğuna ithal etmektedir. Hâlbuki özel hayatı genel hayata hâkim kılan

ve şahsi bağımsızlığı yaratan bireysel biçimlendirmedir143.

Prens Sabahaddin Bey’in görüşüne göre milletlerin ahlakları da bu oluşumların türüne

göre ya olgunlaşmaya ya da gerilemeye eğilimlidir. Prens Sabahaddin Bey, bu şekilde

istibdatın doğrudan doğruya toplumsal hayattaki zaaftan ileri geldiğini, memleketin maruz

kaldığı felaketlerin bir veya birkaç kişiye yüklemenin tamamen doğru olmadığını, bilimsel

tahlillere ve toplumsal kanunlara dayanmayan genel teoriler ve kişisel fikirlerle bir

memleketin ıslahının mümkün olmadığını iddia etmiştir. “Toplumsal kanunları bilmenin

kendi kendimizi idare etmek, bilinmemesinin ise körü körüne idare olunmak” sonucunu

doğurduğunu ileri sürmüştür. Bir oluşumdan diğerine geçmek mümkün olduğu için de,

memleketimizin temel bir terbiye yaratan toplumsal biçimlendirmeden ayırarak aktif bir

140 Reyhan, “Prens Sabahaddin”, s.148. 141 Prens Sabahaddin Bey’in Terakki gazetesindeki birçok yazı incelemesi, Mehmed Ali Bey tarafından çıkarılan

Mesleki İçtima adlı ufak bir risalesi ve üç nüsha İzah’ları basılmıştır. Bu son yazılar İttihat ve Terakki

Cemiyeti’ne açık mektup şeklindedir. 142 Kuran, İttihat ve Terakki, s.354. 143 Kuran, İttihat ve Terakki, s.355.

Page 71: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

60

terbiye kaynağı olan bireysel biçimlendirmeye geçilmesini ister ve okullarımızın bu

doğrultuda yürütülmesi gerektiğini savunur144.

Ona göre, geri kalmışlığın temelinde yatan sebep, kamusal hayat ile özel hayat

alanlarının iktidar sınırlarının belirsizliğidir. Yani, siyasi iktidar tebaa üzerinde egemenlik

kurup onların özgürlüklerini sınırlarken, tebaa da buna karşı kendisini koruyabilecek siyasi

mekanizmaları geliştiremediği için üzerinde egemenlik kurulmasına katkıda bulunmuştur.

Bunu sebebi bireyi toplum ve devlet karşısında özgürleştirebilecek bir eğitim sisteminin

olmamasıdır. Bu zaafları gidermek için yapılacakların en önemlisi özel hayatın kamusal

hayata üstün kılınmasını sağlamak ve Batılı anlamda bir vatandaş tipi yaratmaktır. Kısaca

amaç, toplumu kökten değiştirmektir. Bunu sağlayacak olan araç ise eğitimdir. Prens

Sabahaddin’e göre; oluşturulacak yeni toplum tipinde, özel hayatımızda Anglosakson

bireyciliğine dayanan bir eğitim sistemi geliştirmek suretiyle “cemiyeti teşkil eden efrattan

her birinin o yahut herhangi cemiyette olursa olsun yaşamak için ailesine, akrabasına,

hükümetine dayanacağı yerde, doğrudan doğruya kendine güvenmesi, muvakiyetini kendi

teşebbüsünde aramasını” gerçekleştirebilecekleri bir kabiliyet verilmesi gerekir. Teşebbüs-i

Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin programı, Osmanlı siyasî kültürünün ve siyasî

ideolojisinin topyekûn yeniden tanımlanmasını gerektiren iki ilkesel temele dayanır:

1. İdarî bakımdan: Siyasî iktidarın toplum üzerindeki tahakkümünü, belli hukuk kaidesi

dâhilinde kısıtlamak yönündeki “Adem-i Merkeziyet”, “tefrik-i vezaif”, “tevsi-i mezuniyet”

prensiplerine dayalı idari anlayış.

2. Ekonomik bakımdan: Muhafazakâr karakterli memurların oluşturduğu durağan

yapının yerine, girişimci karakterle burjuvazinin temel alındığı aktif bir iktisadi yapının

kurulmasını öngören “şahsî teşebbüse” dayalı ekonomi prensibi145.

Prens Sabahaddin de özellikle Demolins’in düşüncelerini Türkiye’ye uyarlayarak,

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin yayın organı olarak Fransa’da

yayımlanan Terakki dergisindeki makalelerinde işlemiştir. Bu makalelerinden 10 Kasım 1906

tarihinde yayımlanan biri; “Hıristiyanlar Vatanımızda Adem-i Merkeziyetten Müstefit

Olageldikleri Halde Müslümanlar Merkeziyetin Mahkumu Oluyorlar?” başlığını taşımaktadır.

Bu makalesinde “Adem-i Merkeziyet” hakkında yeterli bilgisi olmayanların, Hıristiyanlar ile

Avrupa’ya karşı yaranmak için bu düşünceyi işlediğini iddia ettiklerini; aslında Osmanlı

Hıristiyanlarının “Adem-i Merkeziyet”(yerel yönetim) ve “teşebbüs-i şahsi”(bireysel girişim)

haklarına fazlasıyla sahip olduklarını, bu haklardan uygun şartlar içerisinde bütün Müslüman

144 Kuran, İttihat ve Terakki, s.356. 145 Reyhan, “Prens Sabahaddin”, s.150.

Page 72: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

61

vatandaşların da yararlanmaları sayesinde, bozulmuş olan sosyal dengenin düzeleceğini ve

Osmanlı Devleti’nin geleceğinin güvence altına alınabileceğini söylemekteydi146.

Adından da anlaşılacağı üzere, bu cemiyet liberal bir felsefeye sahip olup, “Adem-i

Merkeziyet” ve “tevsii mezuniyet” dediği, yerel yönetimlere ağırlık vermekteydi. Vilayet

merkezindeki vali, mali ve adli amirler hükümet tarafından tayin edilecek, fakat vilayetin

yönetimi, vali başkanlığında, yerel halkın seçtiği bir meclis tarafından yürütülecekti. Yerel

memurlar vali tarafından ve “ırk nispeti” gözetilerek tayin edilecekti147.

Jön Türkler, II. Abdülhamid aleyhindeki çalışmalarına hürriyeti kurtarmakta olduklarını

söyleyerek başlamışlardı. Oysa İttihat ve Terakki’nin 1876 Anayasasını yeniden yürürlüğe

koymanın ötesinde bir “hürriyet” kavramı yoktu. II. Abdülhamid aleyhinde girişimlerde bir

“hürriyet” teorisine sahip olan, bir dereceye kadar Prens Sabahaddin’dir. Prens Sabahaddin,

İttihat ve Terakki’nin kurucuları gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarma noktasında hareket

ediyordu. Fakat ona göre imparatorluk zaafını meydana getiren, bir tür hürriyetsizlikti. Her

şeyin devlete bağlı olarak, devletin izniyle ya da devletin baskısıyla yapıldığı bir ülkede

kişilerin kişisel yeteneklerini göstermesi mümkün değildi. Hatta o ülkedeki çeşitli birimlerin,

grupların da ülkeye bağlanması mümkün değildi. Yapılması gereken, Türkleri memnuniyet

tutkusundan kurtarmak, kabiliyetlerinin gelişmesini sağlamak ve imparatorluk içinde alt din

ve kültür gruplarına kendi kimliklerini değiştirecek siyasi imkânlar tanımaktı148.

Osmanlı toplumunun muhafazakâr olması ve dinin belirgin rolü nedeniyle Prens

Sabahaddin de Namık Kemal’in izinden giden İttihatçılar gibi savunacağı ideolojiye dayanak

olarak İslamı gösteriyor ve fikirlerinin-eylemlerinim dinsel değerlerle çelişmediği izlenimi

vermeye çalışıyordu. İslamiyet’teki cemaat ve mutlakiyet anlayışının tersini savunan Prens

Sabahaddin dayanak olarak Kuran’a göndermeler yapmaktadır.

Farklı bir ideolojiyle çıkış yapan Prens Sabahaddin’in şu yorumu onu diğer Osmanlı

aydınlarıyla aynı kategoriye indirmektedir: “Kur’an-ı Kerim’de ‘Ey iman edenler! Sizler

kendinizi düzeltmeye bakın! (Maide/105)’ ve İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur.

(Necm/39)’ mübarek ayetleriyle kesin olarak varlığına işaret edilen ‘Teşebbüs-i Şahsi’ye

gelince, bu ‘bir toplumu meydana getiren fertlerden her birinin hangi cemiyette olursa olsun

yaşamak için ailesi, akrabası ve hükümetine dayanacak yerde doğrudan doğruya kendine

güvenmesi, başarısını kendi teşebbüsünde aramasıdır.’149”

146 Nezahet Nurettin Ege, Prens Sabahaddin-Hayatı ve İlmi Müdafaaları, Güneş Matbaası, İstanbul, 1977,

s.79-89. 147 Armaoğlu, a.g.e., s.599. 148 Mardin, a.g.m., s.35. 149 Prens Sabahattin, Görüşlerim, (Haz. Ahmet Zeki İzgöer), İstanbul, Buruç Yayınları, 1999, s.41.

Page 73: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

62

Prens Sabahaddin II. Abdülhamid’e ve II. Meşrutiyet sonrasında İttihat ve Terakki

Cemiyeti’ne muhalefet eden en önemli şahsiyettir. II. Abdülhamid’in mutlak monarşi

döneminde Osmanlı Devleti’nin parçalanmaktan kurtuluşu ile ilgili muhalefet tarafından

izlenecek iki siyasetten birisi olan adem-i merkeziyet ideolojisinin savunuculuğunu yapmıştır.

Tam tersine güçlü bir merkezi yönetimi savunan İttihatçılarla görüş ayrılığına düşünce ve II.

Meşrutiyet sonrasında dışlanmıştır. Bu kez İttihat ve Terakki yönetimine muhalefet bayrağı

açınca 31 Mart Olayı sorumlularından sayılmış, ama suçlu olmadığı hükmüne varılınca özür

dilenerek serbest bırakılmıştır. Prens Sabahaddin ve savunduğu ideoloji günümüzde bile

çeşitli çevreler tarafından tartışma konusu olmaktadır.

1.3.1.2. Derviş Vahdeti (1869-1909)

Asıl adı Derviş’tir. “Vahdeti” mahlâsını daha sonra almıştır. Önceleri Hafız Derviş diye

tanınırken, gazeteciliğe başladıktan sonra Derviş Vahdeti imzasını kullanmıştır. 1869 yılında

Kıbrıs’ta Lefkoşa’da doğdu150. Babası ayakkabıcı esnafından Kıbrıslı Mahmut Ağa’dır. Ailesi

çok fakirdi. Dört yaşında okula gitti. On dört yaşında hafız oldu. On altı yaşında annesinin

intiharı ve yirmi bir yaşında iken babasının ölümü onu derinden etkiler. Medreseye girdi.

Arapça ve fıkıh okudu. Nakşibendî tarikatına girdi. Ayasofya Camiine müezzin oldu.

İstanbul’a gelerek iki ay kaldı. Kıbrıs’a dönünce Larnaka’daki bir misyoner okulunda

İngilizce öğrenmeye başladı. Fakat bir zaman sonra, ders bahanesiyle kilisedeki vaaza devama

mecbur edilmesi üzerine, dersleri terk etti. Yeteri kadar İngilizce öğrendikten sonra ilmiye

kıyafetini çıkararak, İngiliz idaresinde memur oldu. Kıbrıs’ta İstanbul seyahati sırasında

tanıdığı Hürriyet, Meşveret ve Mizan gazetelerini izledi. II. Abdülhamid’e muhalefet ettikleri

için İstanbul’dan kaçarak Paris’e gitmek üzere Kıbrıs’a gelen muhaliflere yardım etti.

Avrupa’da çıkan hürriyetçi gazeteleri gizlice dağıttığı için adı Jön Türk’e çıktı.

1902 yılında Kıbrıs’tan ayrılıp İstanbul’a geldi. İş bulamayıp, parası tükenince Dâhiliye

Nazırına hitaben yazdığı şiddetli bir dilekçe neticesinde, yalısında bir müddet imamlık yaptığı

Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa sayesinde İskân-ı Muhacirin Komisyonu’nda 400 kuruş maaşla

mübeyyiz memuru oldu. Ancak tecrübesizliğine ve yaşına rağmen, evrakı temize çekmekle

görevlendirilince memnun olmadı. Yeniden yazdığı bir dilekçe, yanlış yorumlanıp

Diyarbakır’a sürülmesine sebep oldu. Sina Akşin bu sürülme olayını uzunca bir süre zam

150 Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.5.

Page 74: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

63

görmemiş olması, yükselmek amacıyla, velinimeti Memduh Paşa’yı jurnal etmiş olması

olasılığına bağlamaktadır151.

İstanbul’da, sürülmek üzere tevkif edildi. Otuz dört gün ailesinden habersiz

Mehterhane’de hapsedildi ve burada işkence gördü152. Hasta eşiyle birlikte “Mekke” vapuruna

bindirilerek, Samsun’a ve oradan da Diyarbakır’a sürüldü. Diyarbakır’da üç buçuk sene kaldı.

Diyarbakır’daki sürgün hayatı sırasında “ahrâr-ı ümmetin serefrâzı, harika-i fıtrat, üstat-ı

hürriyet” dediği Ziya Gökalp ile üç sene boyunca görüşüp, sohbetinden istifade etti.

Diyarbakır’daki gizli hürriyetçi harekete katılan Vahdeti, Meşrutiyet’in ilânından önce

yapılan “Telgrafhane İşgali”ne de katıldı. Diyarbakır’da ayrıca Şeyh Hacı Ahmed’le tanışan

Vahdeti, ondan aldığı tasavvufî tesiri Ziya Gökalp’tan edindiği felsefî kültürle birleştirdi.

“Vahdeti” mahlâsını da bu yeni ruh hâli ile benimsedi. Sürgünün son aylarında, Meşrutiyet’in

ilânına az bir zaman kala, ailesinin itirazını dinlemeden ve eşini yalnız bırakarak başına sarık

sarıp Bektaşi Babası kılığına girerek sürgün mahallinden kaçtı. Fırat’tan geçerken Birecik’te

yakalandı. Üç gün zindanda yattıktan sonra, kendisini “din ve vatan haini” olarak bilen siyahî

bir jandarmanın baskısı altında, kelepçeli olarak, on iki günde yaya olarak Diyarbakır’a

getirildi. Diyarbakır’da da on gün hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Bir buçuk ay sonra

ise Meşrutiyet ve umumî af ilân edildi. Diyarbakır’dan ayrıldıktan ve Kıbrıs’ı ziyaret ettikten

ve mallarını sattıktan sonra İstanbul’a gelen Vahdeti, eski memurlardan olduğu ve sürüldüğü

için tekrar vazifeye alınması maksadıyla Dâhiliye Nezaretine başvurursa da ilgi görmedi153.

İttihatçılardan da ilgi görmeyince sürgünden dönenlerle İttihat ve Terakki’den

ayrılanların kurduğu, “Fedakaran-ı Millet Cemiyeti”ne girdi fakat kendi ifadesine göre onların

fesatçılık yaptığını görünce üç gün sonra ayrıldı.154 Kendisine verilen dört yüz kuruşu da iade

etti. Ondan sonra bir daha uğramadığı bu cemiyetin Aralık ayı başında bazı ithamlarla

cemiyetin basılıp kapatılmasını bu sebeple tasvip ettiyse de, daha sonra ithamların asılsız

olduğu ortaya çıkınca bu yapılanı hürriyet adına tenkit etti. Derviş Vahdeti, 11 Aralık 1908’de

Volkan’ı çıkarmaya başladı. Eski memurluğu için müracaatını gazetesini çıkardıktan sonra da

tekrarladı, fakat yine reddedildi.

Gazete’nin muhtevası “İslamcı, hürriyetçi ve insaniyetçi” olarak belirlenmişti.

Vahdeti’nin düşüncesi, bu gazetenin yayın organı olacağı bir de “Hadim-i İnsaniyet” derneği

kurmaktı. Nitekim gazetenin ilk sayılarında başlık altındaki yazı bunu açıkça

151Akşin, İttihat ve Terakki, s.116. 152 Zekeriya Kurşun - Kemal Kahraman, “Derviş Vahdeti”, DVİA, c.IX, İstanbul, 1994, s.198. 153 Kocahanoğlu, a.g.e., s.5-31. 154 Kurşun - Kahraman, a.g.m., s.198.

Page 75: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

64

göstermektedir155. Gazetenin abone defterlerini de “Hâdim-i İnsaniyet Cemiyeti’nin Vasıta-i

Neşr-i Efkârıdır” diye bastırdı. Fakat Şubat ayı başlarında, gazetelerde İstanbul’da bir Mason

locasının açılması hazırlıklarının yapıldığı haberi çıktı ve aynı günlerde Vahdeti’yi gazetede

ziyaret eden ve toplantılarına davet eden birkaç kişi, İstanbul’da kurulacak olan mason

locasına karşı söz konusu Cemiyetin geliştirilmesini teklif ettiler. Eskiden kurmuş oldukları

İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yayın organı olmasını ve dinsiz faaliyetlere karşı İslam

birliğini savunacaklarını söylediler. Vahdeti, Volkan’ın 5 Şubat 1909 tarihli 36. sayısında bu

haberi okuyucularına duyurdu.

Önce bu teklifi kabul eden Vahdeti, Volkan’ın 17 Şubat 1909 tarihli 48. sayısından

itibaren başlığının altına “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Mürevvici Efkârıdır156“

ibaresini koyup cemiyet nizamnamesinin ilk on maddesini yayımladıysa da kurucularla

yaptığı sonraki görüşmelerde, farklı fikirleri olduğunu görerek onlardan ayrıldı. Derviş pek

kısa bir süre sonra kendi başına bir İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurdu ve açıklamalarıyla

diğer cemiyeti eleştirdi.

Padişah II Abdülhamid kendisine muhalefet etmediği, Ümmetçilik yaptığı, Masonluk

aleyhtarlığı yaptığı için Volkan gazetesini maddi yardım ile desteklemiştir. Volkan’ın

yapmakta olduğu İslâmî neşriyat, dindar zümre arasında itimat kazanmasına sebep olduğu

için, Vahdeti’nin kendi idaresindeki yeni İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’ne zamanın tanınmış

âlim ve şeyhlerinden katılanlar oldu. 17 Mart tarihli gazetede cemiyetin nizamnamesi ile

Merkez İdare Meclis azalarının isimleri yayınlandı157. 3 Nisan 1909’da, yani 31 Mart (13

Nisan 1909) vakasından on gün önce, Ayasofya Camiinde çok kalabalık bir cemaatin

iştirakiyle okunan mevlidden sonra İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti resmen açıldı. Gazete

yazıları ile İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yayın organı olmadan önce ve sonra, daima

itidal ve itaat tavsiye eden yazılarla çıkmış olmasına rağmen, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni

ağır bir dille eleştirmiş, İttihatçıları dinsizlikle suçlamıştır.

31 Mart Olayı’nı başlatan askerlerin, İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin açıldığı gün

dağıtılan küçük bayrakları taşıması dikkatleri Vahdeti’nin üzerine çekti. Volkan’da yayınlanan

yazılar ve özellikle Vahdeti’nin 14 Nisan 1909’da II. Abdülhamid’e yazdığı açık mektup,

halkı ve askerleri tahrik edici nitelikte bulundu. Ayrıca Meşrutiyet anlayışı ve adem-i

merkeziyetçi fikirleriyle İngilizlere ve Prens Sabahaddin’in başında bulunduğu Ahrar

155 Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyet’inde Ordu-Siyaset Çatışması, İrfan Yay., İstanbul, 1993, s.142. 156 Volkan, 17 Şubat 1909, Nr: 48. 157 Derviş Vahdeti, “İttihad-i Muhammedi Cemiyeti Nizamnamesi”, Volkan, 17 Mart 1909, Nr: 76.

Page 76: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

65

Fırkası’na yakın olan Kâmil Paşa ile oğlu Said Paşa’ya yakınlığı ile tanınmaktaydı158. Vahdeti

bu nedenlerle İttihatçılar tarafından 31 Mart Olayı’nın bir numaralı suçlusu sayıldı.

Hareket Ordusu’nun gelmesiyle, Vahdeti’nin Anadolu’ya kaçmadan önce sığınmak

üzere başvurduğu hemşerisi Kâmil Paşa’nın oğlu Said Paşa da İttihat-ı Muhammedi üyesi

Şehzade Vahdettin de Derviş’i korumayı kabul etmemiştir159.

Derviş Vahdeti 17 Nisan’da sorgulanmak üzere mahkemeye çağrıldı. Önce İngilizlerin

yandaşı Said Paşa’ya gitti ve onun tavsiyesiyle Şehzade Vahdettin’in sarayına sığınmak istedi.

Vahdettin Derviş’i kabul etmeyince 18 Nisan’da İstanbul’dan kaçtı. Kılık değiştirerek Gebze

ve Sapanca da gizlendi. Trende yolculuk yaparken iki subayın kendisinden şüphelenmesi

üzerine Hereke’de indi ve Hereke civarında gizlendi. Sonra konaklayarak Bergama’ya, oradan

da İzmir’e geçti. İzmir’e gitmek üzere kiraladığı arabanın parasını borç istediği hemşerisi

Abdullah Nadiri’nin ihbarı üzerine 25 Mayıs’ta İzmir’de yakalandı ve İstanbul’a gönderildi.

Derviş Vahdeti’nin yanında Çerkez Salih’le, medrese öğrencilerinden Ahmet Hilmi’de vardı.

İstanbul’a getirildiği vapurdan çıkarılıp önce Sarayburnu’ndaki Askerlik Dairesi’ne, oradan

da Harbiye Nezaretine götürüldü160. “Abdülhamid’e Açık Mektup” adlı makalesinden dolayı

hakkında dava açıldı.

Derviş Vahdeti kendini kurtarmak için çok çaba sarf etmiş, sonunda Hareket Ordusu

Kumandanlığına verdiği bir dilekçe ile deli olduğunu, dolayısıyla bu durumunun göz önünde

bulundurulmasını istemiştir161. Yargılanırken Meşrutiyet taraftarı ve Abdülhamid’in düşmanı

olduğunu iddia etti. Sonra da deli numarası yaptı. Ancak üzerinde ve evinde bulunan yüzlerce

İngiliz altının hesabını veremedi. Divan-ı Harb’te muhakeme edilen Vahdeti’nin 31 Mart

Olayı’nın müsebbibi olarak 25 Haziran günü idamına karar verildi ve Vahdeti 19 Temmuz

1909 günü Sultanahmet Meydanı’nda asıldı. Volkan’daki yazılarından başka bir eseri yoktur.

Derviş Vahdeti padişaha yazdığı mektupta kendisini şu şekilde tanımlamaktadır:

“Padişahım! Ben nasıl doğdum? Nasıl büyüdüm? Pederim pabuççu esnafından Kıbrıslı

Mehmet Ağa idi. Babam bütün gün çalışır, bir lokma ekmek parası kazanır, ufak bir evcikte

hepimiz bir yorgan altında, kışın soğuktan titreyerek, bir sıcak çorba bile içemezdik. Gördün

mü hayat nedir? Dört yaşımda mektebe girdim. Beş yaşında Kur’an’ı okuyup bitirdim. On

dört yaşında hafız oldum. Biraz Arapça, biraz şeriat kaideleri öğrendim. Nakşibendî tarikatına

girdim. Yaşım yirmiyi buldu. Biraz yabancı dil öğrenmek lazım geldiğini hissettim Ama

başımda sarıkla ve Kur’an okumakla meşgulken din düşmanı bir kavimin dilini nasıl 158 Kocahanoğlu, a.g.e., s.145 159 Akşin, İttihat ve Terakki, s.132. 160 Ecvet Güresin, 31 Mart İsyanı, Yenigün Haber Ajansı Yayınları, İstanbul, 1998, s.78–79. 161 Süleyman Kani İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu, Temel Yayınları, İstanbul, 2003, s.312.

Page 77: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

66

öğrenebilirdim? O sırada İstanbul’a geldim. İki ay sonra Kıbrıs’a döndüm. Gözüm açıldı.

Ötekinden berikinden biraz İngilizce öğrendim. Kıyafet değiştirip hükümete memurluğa

girdim. Yapılan toplantılarda eldivenli bir adam olarak göründüm. Yirmi beş yaşıma kadar

hoca kıyafetinde, medrese köşelerinde vakit geçirmiş bir Müslümandım.” Divan-ı Harb’in

Derviş Vahdeti hakkındaki karakter değerlendirmeleri, onun kendisi hakkında padişaha

yazdığı şeyleri tamamlayıcı olacaktır: “Kıbrıslı Mahmut oğlu Derviş adındaki şahıs, hiçbir

ilmi ve içtimai terbiye görmemiş olup, şimdiye kadar içki ve şarkıcılıkla serseri bir hayat

geçirmiş olduğu, sorguları sırasında kendi ifadeleri ile meydana çıkmıştır162.”

Derviş Vahdeti’nin hayat hikâyesine baktığımız zaman 31 Mart Olayı’nda Derviş

Vahdeti’yi irticacıların başı olarak görenlerden bazılarının onun hakkındaki cahil, aptal ve

meczup şeklinde yaptıkları yorumların pek doğru olmadığını görüyoruz. Zira Derviş Vahdeti

ile bu tanımlamalarla anılan Kör Ali’nin ne entelektüel birikimleri aynıdır ne de Derviş

Vahdeti, Kör Ali gibi olayların akışı ile birden tarih sahnesine çıkarak basit halk kitlelerini

galeyana getirmiştir. Vahdeti daha Kıbrıs’ta iken II. Abdülhamid’in mutlak monarşisine karşı

mücadeleye girişmiş, döneminin aydınları ile kendini yetiştirmeye başlamış, İstanbul’a

geldikten sonra temas ettiği entelektüel ortam ile kendi deyimiyle “gözleri açılmış” ve

sürgünde olduğu Diyarbakır’da Ziya Gökalp’in fikirleri ile Şeyh Hacı Ahmed’in tasavvufî

tesiri altında dünya görüşünü birleştirerek şekillendirmiştir. Bu nedenle de kendisine Vahdeti

lakabını takmıştır. II. Abdülhamid’in mutlak monarşi rejimi tarafından uğratıldığı işkence,

sürgün ve hapisler onda bazı kaynakların iddia ettiği gibi istibdat hayranlığı yaratması

mantıken pek gerçekçi görünmemektedir. Derviş Vahdeti ittihatçılarla anlaşamayınca II.

Abdülhamid’e muhalefet eden adem-i merkeziyetçilerin içinde yer almıştır. II. Meşrutiyet’in

uygulanışında da ittihatçılarla ters düşünce Meşrutiyet’e kadar şekillendirdiği adem-i

merkeziyetçi muhafazakâr dünya görüşü çerçevesinde İttihat ve Terakkiye ağır bir muhalefete

girişmiştir. II. Abdülhamid’in mutlak monarşisinin ihtilâl ile bitirilebildiğini gören Vahdeti’ye

göre (kendisi de Meşrutiyet’in ilânından önce yapılan Telgrafhane işgaline katılmıştır) II.

Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurduğu İstibdadı da yine karşı devrimle

yıkılacaktı. Bu amaçla etrafına topladığı İttihat ve Terakki karşıtı aşırı muhafazakâr kesimler

ile 31 Mart ayaklanmasına siyasi destek vermiştir.

Vahdeti gerçekten irticacı mıydı? Şeriat söylemiyle halkı galeyana getiren bir İngiliz

işbirlikçisi miydi? İnandığı siyasi görüş çerçevesinde sadece İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

iktidardan inmesini isteyen, bunu da bazı çevreler tarafından adalet ve kanunların uygulaması

162 Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa (1908–1914), c.II, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1995, s.144.

Page 78: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

67

anlamına geldiği iddia edilen “şeriat” istemekle163 gerçekleşeceğine inanan bir devrimci

miydi? Yoksa bunların hepsinin birlikteliğinin doğurduğu bir sonuç muydu? Araştırmacılar

bu soruları sorgularken genellikle biri üzerinde yoğunlaşarak Derviş Vahdeti’yi ve ortaya

çıkan durumu yorumlamaktadır. Ve yapılan yorumlara bakıldığında her bakış açısında haklı

bir taraf görülmektedir. Günümüzde genel yargı, Vahdeti’nin ve 31 Mart Olayı’nın şeriat

ağırlıklı bir yapıda olduğu şeklindedir.164 Yaptığım araştırmalar sonucu vardığım yargı,

mutaassıp bir yapıdaki Derviş Vahdeti’nin yukarıda saydığım yorumlardan -ağırlık merkezi

şeriatçı zihniyette olmak üzere- hepsini içerdiği şeklindedir.

1.3.1.3. Rıza Nur (1879-1942)

Türk milliyetçiliği fikrinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Dr. Rıza Nur önemli bir

devlet adamı ve yazardır. 30 Ağustos 1879 tarihinde Sinop’ta doğmuş, 1942 yılında

İstanbul’da ölmüştür. 1901 yılında yükseköğrenimini Askeri Tıbbiye’de bitirerek, 1905

yılında Gülhane Askeri hastanesinde operatör oldu. 1907 yılında Askeri Tıbbiye’de öğretim

görevlisi olarak görev yaptı. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine politikaya atılarak Sinop

Milletvekili seçildi. 2. Meşrutiyet döneminde Sinop milletvekili olarak girdiği Meclis’te

İttihatçılara yönelik ağır muhalefeti sebebiyle profesörlük yaptığı Askeri Tıbbiye’deki

görevinden alındı. İttihat ve Terakki yönetimiyle uyuşmazlığa onlara muhalefete başladı. Hürriyet

ve İtilaf Partisi kurucuları arasında yer aldı. Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi sonrası rütbeleri

sökülerek yurtdışına sürüldü ve 8 yıllık sürgünden sonra ancak mütareke zamanı İstanbul’a

dönebildi. I. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’ye döndü ve yeniden milletvekili seçildi. Mütarekede

bir süre tutuklu kaldıktan sonra Anadolu’ya geçti. Milli Mücadele’ye katıldı. Birinci ve İkinci

Meclis’e Sinop milletvekili olarak girdi ve Ankara hükümetlerinde bakanlık da dâhil olmak

üzere birçok görevler üstlendi. Sakarya meydan savaşında doktor olarak katıldı. Temsil

heyetleriyle gittiği Lozan da dâhil olmak üzere birçok ülkede Türkiye’yi temsil etti. Milli

Eğitim ve Sağlık Bakanlığı görevlerinde bulundu. Lozan Konferansı’na ikinci delege olarak

katıldı. İzmir’de Atatürk’e suikast girişimi sonrası ülke dışına çıktı. 1926 yılında Fransa’ya gitti

ve Paris’e yerleşti. Daha sonra oradan Mısır’a geçti. 12 yıl yurt dışında kaldı. Bu arada

“Türkbilik Revüsü” adlı yıllık bir Türkoloji dergisi yayınladı. 1938 yılında ülkeye dönüşünden

163 Şerif Paşa, a.g.e., s.45-49. 164 Örneğin Tarık Zafer Tuna’ya; İttihat-ı Muhammedi’nin Türkiye’de kurulmuş ilk irtica partisi ve liderini de 31

Mart irtica olayının belli başlı kahramanı telakki etmektedir. Sina Akşin de benzer düşünceleri ileri sürmektedir.

Page 79: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

68

sonra aşırı milliyetçi yazarlarla birlikte Tanrıdağ dergisini çıkardı. Dr. Rıza Nur, vefat edene

kadar İstanbul, Taksim’de kiraladığı 3 odalı bir apartman dairesinde yaşamıştır. Burası aynı

zamanda Tanrıdağ Dergisi’nin de idare hanesidir. Yapıtları arasında en ünlüsü 12 cildi

yayınlanan Türk Tarihi’dir. Ölümünden çok sonra yayınlanan Hayat ve Hatıratım (1968) adlı anı

kitabında Atatürk aleyhtarı görüşlerde bulunmuştur165.

Dr. Rıza Nur’un 31 Mart Olayı’ndan sonra yurt dışına çıkışı ile ilgili sert eleştiriler

yapılmıştır. Bu eleştirilerden birisi Sevket Süreyya Aydemir’in Enver Paşa kitabında şu şekilde yer

almaktadır: “Kendilerini suçlu gören aydınların bir kısmı ortadan kaybolur. Mesela bütün hayatı

boyunca hasta ruhlu, menfi ve bir sürede morfinman bir adam olan Dr. Rıza Nur bunlardan biridir.

Ama o Derviş Vahdeti veya Said-i Kürdi gibi köşede bucakta saklı kalmakla yetinmez. Avrupa’ya

kaçar. Yani her nedense kendini, kaçıp kurtulmak zorunda görür. Ama daha ileride ve kendi

mektuplarından göreceğiz ki bu her zaman kaypak siyasetçi, gittiği dış ülkelerde aylığını el

altından, İttihat ve Terakki iktidarından sızdırmasını bilecektir166.”

Dr. Rıza Nur Türkiye’de Milliyetçilik ve Türkçülük fikrinin canlanmasına katkıda

bulunan, Türk Tarihi adlı bir eserinde milliyetçilik ile ilgili görüşlerini şu şekilde açıklar:

“Dünyada en büyük iftiharım Türk yaratıldığımdır. Türk kadar kahraman, mert, iyi yürekli,

zeki ve akl-ı selim sahibi insan, Türk kadar büyük ve yüksek bir tarihe malik bir millet

görmedim. Bugünkü medeniyet âleminde en yüksek mevkiye çıkmak için gereken

kabiliyetleri bugünkü kadar kendinde ve yurdunda toplamış olanını görmedim.” Bazı

çevrelere göre Dr. Rıza Nur’un Hatıraları, “hezeyan”; bazı çevrelere göre de, “yakın

tarihimizin bakir gerçekleri üzerine ışık tutan müthiş ifşaat”, “Türk tarihine kıymetli bir

vesika”, “Cumhuriyet dönemine ilişkin sivil belge”, “çok kıymetli, zengin ve ibret dolu tarihi

vesikalar yığını”, “alternatif tarih için çok önemli bir kaynak”tır167.

Rıza Nur ırkçı bir yaklaşımla milliyetçiliği harmanlamıştır. Cumhuriyet döneminde

Atatürk’e suikast girişiminde bulunması nedeniyle milli mücadele aleyhinde yazılar yazan Ali

Kemal gibi dışlanmıştır. Etnik milliyetçilik yapması ile din karşıtı söylevlerde bulunan

Abdullah Cevdet gibi bazı kesilmeden büyük tepkiler almıştır. Dr. Rıza Nur günümüzde bile

çok tartışılan 31 Mart sürecinin başlıca muhalif şahsiyetlerden birisidir.

165 Rıza Nur’un hayat hikâyesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Turgut Özakman, Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilge

Yayınevi, Ankara, 1995; Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c.I, İşaret-Ferşat Ortak Yayınları, İstanbul, 1991. 166 Aydemir, Enver Paşa, s.170. 167 Özakman, a.g.e., Önsöz.

Page 80: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

69

1.3.1.4. Abdullah Cevdet (1869-1932)

Abdullah Cevdet, Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde yaşamış siyaset adamı ve

yazardır. Jön Türkler hareketlerini başlatanlardan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

kurucularındandır. Babası, Diyarbakır Birinci Tabur Kâtibi Ömer Vasfi Efendi’dir. Abdullah

Cevdet 1869’da Arapkir’de doğmuş,1932’de İstanbul’da ölmüştür. İlk tahsilini Arapkir’de ve

Hozat’ta yaptıktan sonra Mamüretü’l-Aziz (Elazığ) Askeri Rüşdiyesi’ni bitirdi. Kuleli Askeri

Tıbbiye İdadisi’nden de mezun olduktan sonra Mekteb-i Tıbbiyeye girdi. Biyolojik

materyalist fikirlerden etkilendi. Materyalist görüşlere yer veren yazılar yazdı. 1889’da

tıbbiyeli arkadaşları ile sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı

Osmanî adlı gizli cemiyeti kurdu. 1893-1894’te Abdullah Cevdet yönetimi aşağılayan bir şiir

yazdığı için tutuklandı, fakat sonra affedildi. Siyasi faaliyetleri sebebiyle birçok defa

tutuklandı. 1894’te Mekteb-i Tıbbiyeden mezun oldu. Haydarpaşa Hastanesinde vazife aldı.

Geçici olarak Diyarbakır’a vazifeli gönderildi. Orada İttihad-ı Osmanî Cemiyetine Ziya

Gökalp gibi pek çok kimseyi üye kaydetti. İstanbul’a döndükten sonra siyasi faaliyetlere

devam ettiği ve devlete karşı olan faaliyetleri sebebiyle arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı.

1896’da Bakanlar Kurulu kararıyla Trablusgarp’a sürüldü. Burada da siyasi faaliyetlere

devam etti. Mizan ve Meşveret adlı dergilere imzasız ve “Bir Kürt” takma adıyla yazılar

gönderdi. Fizan’a sürüldü ise de oradan doktorluk yaparak kazandığı parayla Tunus’a kaçtı.

Paris’e geçerek II. Abdülhamid’in mutlak monarşisini yıkmak için faaliyet gösteren Jön

Türklere katıldı. Paris’e gelişinde istasyonda Mehmed Murad Bey’i rastlantı sonucu gördü.

Abdullah Cevdet’e göre Murad Bey ile bu buluşma birbirlerini ilk ve son görüşleri olmuştu.

1897’de Cenevre’ye giderek İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkez komitesinde yer aldı.

Çeşitli gazete ve dergilerde takma adla yazılar yazdı. 1899’da Viyana sefareti tabipliğine tayin

edildi. 1903’te Viyana Sefiri, Abdullah Cevdet’in tekrar muhalefet yapmaya başlayacağını

anlayınca ona hakaret etti. Bunun üzerine Abdullah Cevdet de Sefiri düelloya davet etti.

İmparatorluk polisi Abdullah Cevdet’i sınır dışı etti168.

1903’te tekrar Cenevre’ye giderek bir matbaa kurdu ve İctihad Mecmuası’nı çıkarmaya

başladı. 1904’te Osmanlı İttihad ve İnkılâp Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı.

Cenevre'de Osmanlı İttihad ve İnkılâb Cemiyeti'ni kurdu ve Osmanlı gazetesini yayınlamaya

başladı. Gazetedeki yazılarını imzasız yayınladı. Gazetede; İslamiyet'in etkisini koruduğu

168 Abdullah Cevdet’in hayatı ile ilgili bkz: M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah

Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1981; Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908,

İletişim Yayımları, İstanbul, 1992.

Page 81: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

70

yerlerde duraklamanın olduğu, İslam medeniyetinin uyuşturucu bir rol oynadığı şeklindeki

iddialar, dolaylı olarak yayınlanmaya başlandı169. Abdullah Cevdet İctihad’ta geriye kalan Jön

Türk yayınlarının siyasi görüşlerinin yüzeyselliğinden şikâyet ediyor ve siyasete daha derin

giden temeller bulmaya çalışıyordu. Bu bakımdan İctihad’ı çıkarmaya başladığı andan

itibaren Abdullah Cevdet'le, politikayı gün geçtikçe daha yüzeysel ve komiteci bir anlamda

kabul eden Ahmet Rıza-Bahaettin Şakir Bey grubu arasındaki uzaklık büyüyordu. Öte

yandan, İctihad’ın radikal olmaya karar verdiği saltanat sorunu gibi konular, ikinci grubun, o

zaman Şura-yı Ümmet'i çıkaranların, oldukça muhafazakâr davrandıkları bir konuydu. Bu

anlaşmazlık, İctihad’ın Jön Türkleri hafiflikle itham etmesinin yanı sıra, Abdullah Cevdet

Bey'in 1908'den hemen sonra Türkiye'ye dönmeyişinin başlıca nedenidir170.

Çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda Sultan II. Abdülhamid ve diğer hükümet

erkânı hakkında ağır ifadeler kullandı. Kendi basımevinde Padişah aleyhindeki bir eseri

basması ve Osmanlı Devleti’nin şikâyeti üzerine 20 Ekim 1904’te İsviçre’den sınır dışı

edilince, İctihad dergisi ve kütüphanesini Mısır’a naklederek sert muhalefetine burada devam

etti. Şura-yı Osmanî Cemiyeti’nin idaresinde görev aldı. Bu sırada İslam düşmanı ve

oryantalist Reinhard Dozy’nin eseri “Essai Sur l’histoire de l’islamisme” adlı kitabını Tarih-i

İslamiyet adıyla tercüme etti. Bu kitapta Muhammed’e karşı saygısız ifadeler kullandığı için

sofuların tepkilerini çekti. Bu yüzden pek çok kimse tarafından, kendi yanlış fikirlerinden

başkasını kabul etmeyen, Allah düşmanı manasında “Adüvvullah Cevdet” diye anıldı. II.

Meşrutiyet’in ilânından ve II. Abdülhamid tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a dönen

Abdullah Cevdet, İttihat ve Terakki ileri gelenleriyle arası açık olduğundan Cağaloğlu’nda

“İctihad Evi” adını verdiği binaya yerleşerek İctihad dergisini çıkarmaya devam etti. Kurulan

Osmanlı Demokrat Fırkasının ikinci başkanı oldu. Bu fırka, Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyla

birleşince de, siyasi faaliyetlerini Kürt Teali Cemiyetine girerek devam ettirdi. Çıkardığı

İctihad dergisi, din ve devlet aleyhinde yazılar yazdığı için birçok defa kapatıldı. Bir ara

İsviçre’ye giderek Osmanlı Devleti aleyhinde çalışan muhaliflere katılmak istediyse de isteği

İsviçre hükümeti tarafından reddedildi. Daha sonra İttihatçıların desteğiyle çıkan Hak

Gazetesinin yazarlarından oldu. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden siyaset ve yayın

faaliyetlerine başladı. 1 Kasım 1918’den itibaren İctihad dergisini yeniden çıkardı. Tekrar

İttihatçıların aleyhinde yazılar yazdı. İngiliz Muhipler Cemiyetini kurdu. Ayrıca İngilizlerle

işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyeti’nde de önemli roller aldı. İctihad dergisinde dini

tezyif edici yazılar neşr etmeye devam etti. Bir ara Sıhhiye Müdürü olduysa da bu vazifeden

169 Mardin, a.g.e., s.161. 170 Mardin, a.g.e., s.227.

Page 82: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

71

alındı. 25 Mayıs 1920’de bu vazifeye yeniden tayin edildi. Fakat yedi ay sonra tekrar alındı.

Yeniden neşr etmeye başladığı İctihad dergisinin 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında

Bahaîliğin yeni bir din olarak kabul edilmesini tavsiye etti. İstiklal Harbinden sonra İctihad

dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak istedi. Bu mecmuada

Türkiye’nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; “Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için

Avrupa’dan ve Amerika’dan damızlık erkek getirmek gerekir” şeklindeki iddiasının yer aldığı

bir yazıyı kendi imzasıyla yayımladı. Bu yazısı bütün yurtta büyük ve derin bir nefrete sebep

oldu. Abdullah Cevdet, her ne kadar milletvekili olamadıysa da, önceki döneme oranla

Cumhuriyet döneminde, materyalist fikirlerini çok daha rahat bir biçimde sergilemeye devam

etti. Bir taraftan din büyüklerine hakaretin suç olmaktan çıkarılması, diğer taraftan

yayınlarından bir kısmının devlet tarafından desteklenmesi, cesaretini daha da arttırdı. Bundan

sonra, dinin toplumsal gelişmeye engel teşkil ettiğini açık bir şekilde yazmaya başladı. O,

İslam dünyasının geri kalmasının diğer sebeplerini bildiğini ileri sürdükten sonra, ama

bunlardan hiç birinin dini sebepler kadar, gerileme ve tahripte etkili olmadıklarını iddia etti171.

Ömrünün sonuna doğru tamamen yalnız kalan Abdullah Cevdet 29 Kasım 1932’de öldü.

Abdullah Cevdet'in de okumuş olduğu Tıbbiye Mektebi, derslerin içeriğinin de etkisiyle

büyük oranda materyalist felsefenin etkili olduğu okullar olarak Osmanlının son dönemine

damgasını vurmuş ve buradan yetişenler söz konusu fikirleri daha geniş alanlara yaymışlardır.

Bu okullardan yetişenler bir taraftan pozitivizmi ön plana çıkarırken, diğer taraftan, biyolojik

materyalizmi dinin yerine monte etmeye çalışmışlardır172. Osmanlı toplumunda ahlâkın temel

dayanağını oluşturan din, materyalist felsefeyle geçerliliğini kaybetmiştir. Bu nedenle yeni

aydınlar ile ulemanın çatışması kaçınılmaz olmuştur.

İttihat ve Terakki’nin kurucularından olan Dr. Abdullah Cevdet’e göre modern

uygarlığın temeli din ve geleneğin dışında laik bir kültüre dayanır. Savunduğu materyalizme

dinsel bir temel arayan Abdullah Cevdet, dinin dinamik yönünün toplumda itici bir güç

olabileceğini öne sürer. Beşir Fuad’ın dinin toplumsal yanını hiç dikkate almamasına karşılık

Abdullah Cevdet biraz da siyasal kişiliğinden dolayı bu yöne ağırlık verir173.

Abdullah Cevdet, Osmanlı toplumunun geri kalmışlığının nedenlerini çağdaşları gibi

sorgulamıştır. Ona göre sorun sadece devletin rejiminden kaynaklanmıyor, toplumsal bir

dönüşüm gerekiyordu. Materyalist olduğu için de dinin gelişimi önlediğini, bu nedenle de dini

otokrasiye dayalı yapının değiştirilmesi gerektiğini savunuyordu. 1904’te Cenevre’de

171 Hanioğlu, Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, s.401. 172 Hanioğlu, Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, s.401. 173 Ekrem Işın, “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm”, TCTA, c.II, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.368.

Page 83: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

72

yayınlarını başlatan Abdullah Cevdet, kurduğu İctihat dergisinin ilk sayısını şu anketle

başlatmıştır: “1- Müslümanların düşkünlüğünün nedenleri nelerdir? 2- Müslümanları bu

durumdan kurtaracak en etkili önlemler nelerdir? Batıcılığın en aşırı temsilcisi Abdullah

Cevdet bunu kısaca söyle cevaplandırır: Geri kalmışlığımızın nedeni Asyalı kafamız; dejenere

geleneklerimizdir. Bizi yenen güç bizim görmek istemeyen gözlerimiz, düşünmek istemeyen

kafalarımızdır. Bizi geride bırakan, bırakmaya devam edecek, gelecekte de bırakacak güç,

dünya işlerini hükmü altına alan bir din-devlet bileşimi sistemidir174”

Şerif Mardin, Abdullah Cevdet'in İttihatçıların çoğuyla anlaşamamasının nedenini şu

şekilde açıklamaktadır: “Dr. Abdullah Cevdet, Müslümanların Batı medeniyetinden

yararlanamayışlarından Ahmet Rıza Bey’den çok daha şikâyetçiydi ve onları mazur görme

eğilimi asgariye iniyordu. Bu tutumun bir örneğini Rusya Müslümanlarına verdiği şu

öğütlerde görmek mümkündür: ‘Müslümanların Rusya'da zulüm ve hakaret gördüğünü

söylüyor ve bunu yalnız söylemekle bir fayda ümit ediyorsunuz. Müslümanların zulüm ve

hakaret görmesi Müslüman olduklarından değil cahil ve tembel olmalarındandır. Sizin kemal-

i ihlâs ile Darül-Hilafe dediğiniz İstanbul’daki Müslümanlar yine sözde Müslüman

hükümetlerinden daha az mı cebir ve hakaret görüyorlar zannediyorsunuz? Rusya hükümeti

ammeye ve size Rusça Öğretmek istiyormuş. Fena mı? O zaman hiç olmazsa bilmediğiniz bir

varakayı imzalamaktan kurtulursunuz. Rusya hükümeti sizden asker alıyor ve din

kardeşlerimiz üzerine kılıç çekiyorlarmış. Bunu sizin Halife dediğiniz Abdülhamit yapmıyor

mu?’ demektedir175.”

Abdullah Cevdet Osmanlı toplumunun cahillik nedenlerinden birisi olarak Türkçeye

uygun olmayan Osmanlı alfabesini görmektedir. Toplumdaki okuma-yazma oranının düşük

olmasından Mustafa Kemal gibi rahatsız olmuştur. II. Meşrutiyet döneminde dilde

sadeleşmeyi savunan Osmanlı aydınlarından bazıları, harflerimizin ıslahı yerine Latin

harflerinin kabul edilmesini ve dolayısıyla yeni bir Türk alfabesinin meydana getirilmesini

savunuyor ve konu ile ilgili cesaretli yazılar yazıyordu. Latin harflerinin alınması

taraftarlarından olan ve bu arzusunun gerçekleşmesi için çeşitli yazılar yazan Abdullah

Cevdet, Celâl Nuri’nin Mukadderât-ı Tarihiyesi’ne yazmış olduğu takdim yazısında, bu konu

hakkındaki görüşünü şu cümle ile ifade etmektedir: “Harflerimiz berbattır. Bu harflerle, hiçbir

işimizi göremeyiz176.”

174 Niyazi Berkes, Türkiyede Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, 1978, s.406. 175 Mardin, a.g.e., s.233-234. 176 Celâl Nuri İleri, Tarih-i Tedenniyât-ı Osmaniye ve Mukadderât-ı Tarihiye, Yeni Osmanlı Matbaa ve

Kütüphanesi, İstanbul, 1331, s.27.

Page 84: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

73

31 Mart Olayı’ndaki temel slogan olan “şeriat isteriz”, İttihat ve Terakki karşıtlarından

Abdullah Cevdet benzeri aydınlar tarafından savunulan materyalizme yönelik bir tepki olarak

ortaya çıkacaktır. Zira cahil halk kitleleri için materyalizm din karşıtlığı olarak algılanacaktır.

Önceleri kuruculuğunu yaptığı İttihat ve Terakki safındayken II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve

Terakki Cemiyeti’ne muhalefet eden etkin şahsiyetler arasında yer alan Abdullah Cevdet,

biyolojik materyalizmi (Sosyal Darwinizm) savunduğu için dışlanmış ve savunduğu fikirler

kendisine ateist etiketinin yapıştırılmasına neden olmuştur.

1.3.1.5. Mehmed Murad (1853-1917)

Mehmed Murad, 1853 yılında Dağıstan’da Haraki kasabasında doğdu. Murad ismi,

ailesi tarafından Dağıstan’ın özgürlük savaşçısı Hacı Murad’a atfen verilmiştir. Murad Bey’in

çocukluğu doğum yerinin Ruslar tarafından işgal edildiği yıllara rastlar. İşgal kuvvetleriyle

ailesi arasındaki ilişkiler iyi değildi. Babası, köpeğine askerî garnizon kumandanının adını

taktığı için üç yıl Rusya’nın içine sürülmüştü. Dönüşünden sonra, Rusların izledikleri

yumuşak politika uzun zamandan beri tasarladığı, aile bireyleriyle İstanbul’a göç etme

fikrinden kendisini vazgeçirdi. Murad Bey Sivastopol Gimnasium’una kabul edildi. Buradan

mezun olduktan sonra kendisi önce Rusya’da üniversiteye devam etmek istemiş, fakat

bilinmeyen bir nedenden dolayı bundan vazgeçmiş ve İstanbul’a hareket etmişti. Murat Bey,

Şubat 1873'te payitahta vardı. Adliye Nazırı olan Mithat Paşa’nın evine gitti. Durumunu

anlatması üzerine Sadrazam Esat Paşa aracılığıyla Maliye Vekili Şirvanizade Rüştü Paşa’nın

yanında bir iş buldu177.

Murad Bey, Şubat 1873’te payitahta vardı. Adliye Nazırı olan Mithat Paşa’nın evine

gitti. Murad’ın Paşa’nın hizmetine geçmesinin ertesi günü Şirvanizade Sadrazam tayin

olundu. Murad Bey, Hariciye Matbuat Kalemi’ne tayin ettirildi. Rüştü Paşa, bir yıl kadar

Sadrazamlıkta kaldıktan sonra Padişah’ı tahttan indirmeye yönelen entrikalara ismi karıştığı

gerekçesiyle azledildi ve Suriye Valiliğine tayin olundu. Rüştü Paşa, Murad’ı Suriye’ye

beraberinde götürdü. Yolda Yeni Osmanlılardan Ebüzziya Tevfik’i sürgünde bulunduğu

Rodos’ta ziyaret ettiler. Bir süre sonra Şirvanizade Hicaz’a tayin edildi. Murad Bey, Rüştü

Paşa’nın ailesini İstanbul’dan getirmeye memur edildi. Yoldayken Rüştü Paşa öldü (1874).

Murad böylece İstanbul’da kaldı. Murad’a göre, devlet memuriyetinde bulunduğu kısa süre

içinde bile gördüğü bazı olaylar kendini devlet hizmetinde soğutmuştu. 1878 yılında Mülkiye

177 Mardin, a.g.e., s.79.

Page 85: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

74

hocalığına atandı. Murad, 1876 yıllarında Mithat Paşa’nın çevresinde toplanan Yeni Osmanlı

grubuna dâhil olur 1878 yılında Mülkiye hocalığına atandı. Murad Bey’in okul dışındaki

prestiji Tarih-i Umumî’sinin taşıdığı yeni görüşlerden geliyordu. Murat Bey'in Tarih’i

sayesinde Osmanlı aydınları ilk defa kuru bir hadiseler silsilesi olmayan bir tarih kitabıyla

karşılaşmışlardı. Murad Bey tarihi, salt hadiseler silsilesi şeklindeki geleneksel

metodolojisinden farklı anlatmıştır. Avrupa tarihini, hürriyet’in doğuşunu hazırlamış olan bir

gelişme olarak ele alıyordu. Mehmed Murad adeta adı ile özdeşleşmiş olan “Mizan”

gazetesini 1886 yılından itibaren yayınlamaya başladı. Gazetesinde yayımladığı yazılarında

hürriyet ve Meşrutiyet fikirleri üzerinde durmuştur. Ilımlı ve yapıcı bir biçimde yönetimi

eleştirirken yönetim ve muhalefetten destek bulamamış, takibe alınmış ve şiddetli bir şekilde

baskı görmüştür. Mizancı Murad, ılımlı ve yapıcı bir muhalefette bulunmasına rağmen

sansüre uğramıştır. Savunduğu fikirlerden ve mevcut hükümetle anlaşamamasından dolayı

gazetesi sık sık kapatıldı. Fakat ne Mi-zan’da izlenen taktik ve ne de Murat’ın samimi

padişahçılığı gazetenin 1890 yılında kapatılmasına engel olabildi. Murat Bey, duyduğu hayal

kırıklığını 1890'da yazıp 1891'de yayımladığı “Turfanda mı, Turfa mı?” ismindeki romanına

aktardı. Bir süre maruz kaldığı baskı ve saldırılara dayanıp direndi. Mizancı Murad, II.

Abdülhamid’e bir memorandum sundu. Böylece hayalleri gerçek oluyordu. Murad,

Abdülhamid’in ‘eminence grise’i olmak hülyalarına dalıyordu178. Daha sonra Padişah’la

yaptığı bir konuşmada Padişah’ın herkesin anlattığı kuşkucu, dar görüşlü tiran olmadığı hissi

onu daha da heyecanlandırdı. Fakat Abdülhamid’in kendisiyle istişare etme vaadi

gerçekleşmedi. Murad Bey büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Padişah’a vekilliğe atamasını

salık verdiği kişilerden yeni kabine listesinde hiçbirinin gözükmemesi planlarını alt-üst etti.

Artık Yıldız’a her gidişinde Padişah’ın meşguliyeti bahanesiyle saraydan uzaklaştırılıyordu.

Baskıların giderek artması, gazetesinin sık sık kapatılması sebebiyle, İstanbul’da özgür bir

gazeteyi çıkarmanın imkânsız hale geldiğini görerek ayrılmaya karar verdi. Nihayet

gazetesinin de kapatılması üzerine, 1895’te yurt dışına kaçtı179. Mülkiye Mektebi’nde,

Abdurrahman Şeref’in “Osmanlı Tarihi”, Mizancı Mehmet Murad’ın “Umumî Tarih”

derslerinde Fransız İhtilali’nin devrimci ve aydınlanmacı düşüncelerini yaydıkları savıyla

Tarih dersleri, 1895’te Mizancı Mehmet Murad’ın Avrupa’ya kaçtığı yıl öğretimden

kaldırıldı. Kendisi Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmakla elde etmek istediği sonuçları şöyle

sıralıyor: “Birincisi: Avrupa Erbab-ı iktidarıyle efkâr-ı umumiyesi-ne Türkiye’nin ahval-i

178 Papaz François Joseph, XVII. Yüzyıl Fransa’sının iç ve dış politikasında etkili olmuş olan ve “Eminence

Grise” lâkabıyla anılan akıl hocasıdır. 179 Mardin, a.g.e., s.81-83.

Page 86: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

75

hazıra-ı dahiliyesi hakkında malûmat-ı sahihe vermek, yani çürük ve kaybolmaya mahkûm

olan tabakanın idare-i resmiyeden ibaret bir dış kabuktan başka olmadığını iddia etmek,

Devlet ve millet-i Osmaniye-nin pek ziyade ıslâh ve ikmale müsaid olduklarını ispat etmek,

bu ıslâhat sayesinde husule gelecek kavi ve muntazam Türkiye’nin gerek asayiş ve gerek

medeniyet-i âlem itibariyle pek faydası olacağını göstermek. Bu sayede Avrupa efkâr-ı

umumiyesini Türkiye’nin ıslahına mukaddes bir vazife-i beşeriye nazarıyla baktırarak er geç

hükümetlerini Avusturya ve Rusya politikasını akim bırakacak bir meslek-i muttarid ittihazına

mecbur edecek nümayişlere sevk eylemek. İkincisi: Ermeni meselesinin illet-ü hikmetini yâr

ve ağyara iyice bildirmek... Zamanın ruhuna muvafık ve icabına mutabık olarak Memalik-i

Mahrusede icra olunacak ıslâhat-ı unıumiyenin haricinde ayrıca bir Ermeni meselesine ve

Ermeniler hakkında icraat ihtiyarına kat’iyyen ve külliyen imkân mutasavver olamayacağını

âleme ilân etmek...”O suretle hall-i mesele edinilmesinin fiilen kabiliyeti olmadığını Avrupa

öğrenince Ermeni gayreti ‘Türkiye’de ıslâhat icrası lüzumuna tebdil edilebilirdi. Bu sayede

‘miting’ler ile sair nümayişler bizim hissiyat-ı kalbiyemizi cerh edecek tecavüzler şeklinden

çıkar...(di). Üçüncüsü: Müddet-i medîde cehalet deryasına garkolan, en vahşi bir istibdat

yükü altında ezilmiş bulunan bir cemiyetin içinde ilk uyanan fikirlerin birden ifrata gittikleri

emsalleri geçmiş ahvaldendir. Bu gibi ifratçılığın mazarratları çoktur. Ezcümle davalarından

ilk önce istifade edecek olan halka fikri ve iddiaları pek vahşice ve mizaca gayrı muvafık

gelir... Uyanmanın netice-i tabiiyesinden bulunan fırkaların bazı nümayişler icrasına kıyam

etmelerinden hareket zamanı gelmiş olduğu anlaşılıyordu. Hâlbuki bizde öteden beri hürriyet-

i matbuat mevcut değildi. Amal ve ittihadat-ı milliye hakkında teati-i efkâr edilmesine imkân

yoktu. Bunun için herkes icra-yı nümayişte kendi bildiğine tabi olacaktı ki neticesi hükümeti

şiddet icrasında haklı, halkı daha adem-i iştirake mazur gösterecek bir kargaşalıktan ibaret

kalabilirdi. Şu mütalaalardan dahi ‘gençler’in ilân ve terviçlerine lâyık ve ‘ihtiyar’ların

mizaçlarına muvafık ve makul bir ıslahat programı tanzimi... (icabediyordu). Bu iş için dahi

benim başkalara müreccah olduğum müsellem idi. Dördüncüsü: Altı yüz seneden beri bizde

devam eden istibdad efrad-ı ahaliye şöyle dursun, rical ve Ulemanın ekâbi-rine vazife ve

mes’uliyet adabını unutturmuştu. Bu sebepten olarak maiyet-i müstakile-i Şahaneden bed ile

makam-ı sadaratten ve nezaretlerden geçerek kaza kaymakamlığına varıncaya kadar bilcümle

bendegân ve memurin-i devlet... ‘ifayı vazife’ etmek yolunu bulmayı akıl edemiyordu180.”

Murad Bey İstanbul’dan Sivastopol’e giden bir gemiyle kaçmıştır. Sivastopol’de

kendisini arkadaşı Gaspıralı İsmail Bey karşıladı. İsmail Bey’in o zamanlar bile Rusya

Türklerinin kültür birliğini sağlamak için çalıştığını hatırlarsak bu arkadaşlığın muhtemel

180 Mardin, a.g.e., s.89-90.

Page 87: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

76

etkilerini tahmin edebiliriz. Mizancı akrabalarını ziyarete hazırlanırken Avrupa basınında

okuduğu Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili iki haber Paris’e yönelmesine neden oldu.

Bunlardan biri Avusturya Hariciye Nazırı Kont Goluchowsky’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun

tasfiyesini görüşmek için bir konferans düzenlemeyi düşündüğüydü. İkincisi de Lord

Salisbury’nin Brighton’da verdiği bir söylevde Abdülhamid’in Ermeni sorunundan söz

etmemesini rica eden özel bir mektubunu okumuş olmasıydı. Sivastopol ve Viyana üzerinden

Paris’e giden Mehmed Murad, sürgün veya çeşitli vesilelerle yurt dışında bulunan Jön

Türklerin içinde yer aldı. 1896–97 tarihleri arasında kısa bir süre Ahmed Rıza’nın yerine

İttihat ve Terakki’nin başına geçti. Gazetesini burada da neşretti. İttihat ve Terakki’nin

faaliyet merkezinin Paris’ten 1897’de Cenevre’ye taşınması ile Mizan Gazetesi artık burada

çıkarılmaya başlandı. Mısır’da yayımladığı bir makalesinde Sultan Abdülhamid’i tahttan

ayrılmaya davet ettiğinden dolayı gıyabında idama mahkûm edildi. Mehmed Murad, 1899-

1908 yılları arasında Şurayı Devlet Maliye Dairesi azalığında bulundu. İstanbul’a döndükten

sonra devlet ile uzlaşma yollarını araması mensubu bulunduğu Jön Türkler tarafından tepkiyle

karşılandı. 1908 yılında Meşrutiyet’in ikinci kez ilân edilmesinden sonra görevinden ayrılarak

tekrar Mizan gazetesini çıkarmaya başladı. Bu tarihten itibaren İttihat ve Terakki’nin muhalifi

olan Ahrarlar içinde yer alması, muhafazakâr bir durumda görünmesi, İslami çizgiye kayması

dışlanmasına neden olmuştur. Yönetime ve İttihat Terakkiye muhalefetinden dolayı gördüğü

baskılar artmıştır. Meşrutiyet’in ilânından üç ay kadar sonra gerekçe gösterilmeden ve tevkif

müzekkeresi bile çıkartılmadan tutuklanarak Harbiye Nezareti’nde tutulması, tutukluğu

sırasındaki ve serbest bırakıldıktan sonra gördüğü muamele Mehmed Murad’ın İttihatçılarla

bağlarının tamamen kopmasına ve muhalefetin etkin şahsiyetlerinden birisi olmasına neden

olmuştur. Mehmed Murad daha sonra yazdığı “Hürriyet Vadisinde Bir Pençe-i İstibdad”

isimli hatıratında bu süreçte yaşadıklarını anlatmaktadır. Hürriyet savaşı veren Murad Bey, II.

Meşrutiyet ile gelen özgürlük ortamında kendisine yapılan muameleyi Hürriyet Vadisinde Bir

Pençe-i İstibdada benzeterek ittihatçıları ağır bir şekilde eleştirmektedir. Çünkü daha yeni

yürürlüğe konan Kanun-ı Esasi şahsi hürriyetleri ve basın özgürlüğünü güvence altına aldığı

için; eserini milletvekillerine ithaf eden yazar açısından bu yapılan uygulamaların istibdattan

bir farkı yoktur181. Daha önceki dönemde olduğu gibi, bu yeni dönemde de muhalif gazetesi

kapatıldı. 31 Mart Olayı’ndan sonra yargılandığı Divan-ı Harb-i Örfi tarafından müebbet

kalebentliğe mahkûm edildi. Önce Rodos adasına ve daha sonra da Midilli adasına sürgüne

gönderildi ve 1917 yılında öldü.

181 Ayrıntılı bilgi için bkz: Mizancı Mehmed Murad, Hürriyet Vadisinde Bir Pençe-i İstibdad (Haz. Ahmed

Nezih Galitekin), Nehir Yayınları, İstanbul, 1997.

Page 88: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

77

Murad Bey, Rus basınını okumaya devam ediyordu ve muhtemelen “halka doğru”

sloganının 1870’lerden beri Rusya’da kazandığı önemin farkındaydı. Kesin olarak bildiğimiz

bir şey varsa o da Türk köylüsünün Murad’ın yazılarında, o zamana kadar görülmeyen bir ilgi

gördüğüdür. Mizan’ın ilk sayısında görülen ikinci tema, Avrupalıların Türkler hakkında

kullandıkları “barbar” deyiminin yersizliğinin tahliliydi. Murad Bey’e göre bu deyimin

Avrupa basınında sık sık kullanılması Osmanlılarda bir Haçlı seferinin devamıyla karşı

karşıya bulundukları izlenimini yaratıyor ve böylece Batı’yla bağların kurulmasına engel

oluyordu182.

Bundan sonraki sayılarda dokunulan konulardan biri “Avrupa’nın bir köşesinde bir

eşkıya çetesinin zuhuru üzerine Avrupa asayişini muhafaza feryadiyle” Osmanlı

İmparatorluğu’nun işlerine karışmaya davet eden Avrupa basınının eleştirisiydi. Buna,

kapitülasyonlar aleyhinde, yabancılara verilen ayrıcalıklara itiraz eden, Mülkiye memurlarının

yabancıların müdahalelerine maruz kalmalarından şikâyet eden, Osmanlı İmparatorluğunda

Osmanlıları sömüren yabancı tüccarlar aleyhinde, yazdığı yazıları eklersek Jön Türklerin

kendisine niçin müracaat ettiklerini anlarız. Avrupa’ya kaçtıktan sonra yazdığı yazılarda bu

tema’nın azalmasını ve aksine Batı’nın yardım etmesini isteyen yazıların gözükmesini

açıklamak zordur. Belki de Murad Bey gerçekten Batı devletlerinin yardımını sağlamak için

onlardan şikâyet etmekten vazgeçmişti183.

Yazılarında, Jön Türklerin yazılarında görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün

sorunlarının Meşrutiyet’in tekrar ilânı ile hallolabileceği düşüncesi yoktur. Bu savın yerini

imparatorluğun hastalığının neden ibaret olduğunu araştıran bir tanıma eylemi almıştır.

Murad tarihçi kimliği o zamana kadar kimsenin yapamadığı tarihi teşhisleri koyabileceğine

inanıyordu. Osmanlı reayasının 1876’da Anayasa’yla çok yakından ilgilenmemiş olması da

Meşrutiyet’in yegâne kurtuluş reçetesi olmadığını idrak etmesine neden olmuştur. Murad bir

yandan II. Abdülhamid’i öteki gazeteler gibi överken diğer yandan hükümeti eleştirmiştir.

Murad’ın bu politikası 1908’den sonra, Osmanlı devlet adamlarının kendisine karşı

gösterdikleri onur kırıcı tutumları aydınlatmaktadır. 1880’lerde eleştirdiği kimseler 1908’den

sonra da politikada yer almışlardı. Özellikle 1890’da Mizan’ın hücumlarına uğrayan Kâmil

Paşa 1908’den sonra hükümeti kurunca muhalefet grubundan Murad’a doğal olarak hiçbir

yardımda bulunmamıştır.

Mehmed Murat, liberal ve Meşrutiyetçi bir profesör olmakla birlikte onu asıl

ilgilendiren konu, Abdülhamit’in halifeliği etrafında tüm İslam dünyasının birleştirilmesi ve

182 Mardin, a.g.e., s.110. 183 Mardin, a.g.e., s.111.

Page 89: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

78

meşveret usulünün uygulanmasıyla birlikte tüm Müslümanların ortak kanunu olan şeriat

altında büyük bir Müslüman Meşrutiyet rejiminin kurulmasıydı. Murat, şeriatı uygulayacak

bir Pan-İslam devletinin kurulmasını amaçlamaktaydı. Bu iki kişinin temsil ettiği gruplar

çatışmaya girince Ahmet Rıza grubu onun İslamcılığıyla alay etmeye o da bu grubu

dinsizlikle suçlamaya başladı184.

Mizancı Murat’ın savunduğu ideoloji yine muhalifler grubunda yer alan Abdullah

Cevdet’ten tamamen zıt bir noktada yer almaktadır. Abdullah Cevdet için toplumun

batılaşmasıyla, yani zihni evrim (dinsel tabanın materyalistleşmesi ile) geçirmesi ile Osmanlı

devleti kurtulabilecektir. Mehmed Murad Bey ise manevi değerlerin birleştirici bir güç

olduğunu, İttihatçıların topluma dayatmaya çalıştıkları materyalist fikirlerinse toplumsal

dejenerasyona yol açtığını savunmaktadır. Şerif Mardin Mizancı Murad’ın savunduğu

ideolojiyi şu şekilde açıklamaktadır: “Milli kültür kavramını Türkiye’de ilk ele alan Murad

Bey değildi. Bir kültürün özelliklerinin ortadan kalkmasıyla beraber bir milletin çürüyeceği

fikri bundan önce de gene Yeni Osmanlılar tarafından ele alınmıştı. Fakat o zamanlar kültürel

bütünlüğün bozulmasından İslâmi unsurun kaybolması, şeriattan vazgeçilmesi kastediliyordu.

Murad ta fikir, Herder’in görüşlerini hatırlatan yarı mistik bir renge bürünüyordu. Artık

korunması istenen şeriat gibi somut bir unsur değil, milletin ‘ruhu’, “maneviyatı”, ‘özü’ gibi

soyut unsurlardı. Bu milli ‘öz’ün korunmasını mümkün kılacak olan önlemlerin, başında

‘yöneltilmiş’ bir edebiyat geliyordu. Daha önce görüldüğü üzere, edebiyatın pratik bir amacı

olması gerektiği, Osmanlıları işe sevk eden bir araç olarak kullanılması gerektiği Ahmet

Mithat Efendi tarafından da kabul edilmişti. Murad Bey’in getirdiği yenilik, bu sonucun

yalnızca edebiyat öğrenimi aracılığıyla elde edileceği ve fen öğreniminin ahlâk bozucu

olduğuydu. Günümüzde ‘maddi’ bir görüşe karşı koyan ve toplumun ‘manevi’ değerlerinin

korunması gerektiği şeklindeki iddianın ilk köklerini böylece Murad Bey’de bulmak

mümkündür. Türk dilinin Arap gramerinin kurallarına uymaması gerektiği şeklinde

gazetesine koyduğu makalelere rağmen, Murad İslâmî, Türklükle beraber gelen bir unsur

sayıyordu185.” Mehmed Murad Türkçe için Arap alfabesinin kullanımını savunurken Abdullah

Cevdet ise Mustafa Kemal gibi Türkçeye uygun olmayan Arap alfabesi yerine Latin

alfabesinin kullanımını savunmaktadır. 31 Mart Olayı sonrası Mizancı Murad’ın şeriat

taraftarları arasında gösterilmesinde en büyük etkenlerden birisi İslâmî söylemler ile yazdığı

yazılar olmuştur.

184 Atalı, a.g.e., s.133. 185 Mardin, a.g.e., s.116.

Page 90: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

79

1.3.1.6. Ali Kemal (1868-1922)

25 Ekim 1868 (7 Receb 1285)’de İstanbul’da doğan Ali Kemal, Balmumcu Kethudası

Çankırılı Hacı Ahmet Efendi’nin oğludur. Asıl adı Ali Rıza olan Ali Kemal, sırasıyla

Hacıkadın Mahalle Mektebi’ne, Kaptanpaşa Mekteb-i Rüşdiyesi ve Gülhane Rüşdiye-i

Askeriye’ye gitti. Bu okuldan devamsızlık sebebiyle atılınca Mekteb-i Mülkiye’ye yatılı

olarak kaydoldu. Ali Rıza’nın matbuat âlemine girip arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Gülşen

Mecmuası’nda Ali Kemal müstearıyla yazdıklarıyla meşhur olması bu döneme rastladı.

Mülkiye Mektebi dördüncü sınıfındayken batılılaşma maceramızın mihver noktası olan

Paris’e giden Ali Kemal, oradan Cenevre’ye geçer. Okulunun bitirme sınavlarına girmek ve

babasından kalan mirası yönetmek için İstanbul’a dönünce “muhalifliğinin” ilk ceremesini

çeker ve Halep’e sürgün edilir. Oradaki idadide beş yıl dil ve edebiyat öğretmenliği ile

Meclis-i İdare-i Vilayet Müstankitliği186 yaptıktan sonra ufukta yeni bir sürgün olduğunu

öğrenen Ali Kemal çareyi Paris’e kaçmakta buldu. Paris’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde

okurken kaleme aldığı ve İkdam gazetesinde yayınlanan yazıları daha sonra Paris

Musahabeleri adıyla kitaplaştı. Bu dönemde Jön Türklere katılan Ali Kemal, Brüksel elçiliği

ikinci kâtipliğine atandı. 1900’de Mısır’a giderek orada kimi prenslere “çiftlik nazırı” olan Ali

Kemal, İkinci Meşrutiyet’in ilânıyla İstanbul’a döndü. “Hürriyet” ilânıyla İstanbul’a dönen

Ali Kemal’in II. Abdülhamid ile görüşüp ondan para alması İttihat ve Terakki’nin tepkisine

sebep oldu. Ali Kemal’in padişaha bir jurnal verdiği iddia edildi. Bütün bu olaylardan sonra

“Jön Türk” Ali Kemal, İkdam gazetesindeki yazılarında şiddetli bir İttihat ve Terakki muhalifi

oldu. 31 Mart Vakası’ndan sonra yurtdışına kaçan Ali Kemal, İttihat ve Terakki’nin güç

kaybettiği 1912’de Ahmed Muhtar Paşa hükümeti esnasında geri dönse de Bâb-ı Âli

baskınıyla birlikte tekrar yurtdışına kaçtı ve ülkesine, mütareke döneminde Damat Ferid Paşa

hükümetinin başa geçmesiyle dönebildi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na giren Ali Kemal, Maarif

ve Dâhiliye Nazırlığı yaptı. Nazırlıktan ayrılınca Peyam-ı Sabah Gazetesi’nde İttihatçıların

devamı olarak gördüğü Kuvayı Milliye aleyhine yazılar yazmaya başladı187. Bu yazıları Ali

Kemal’in vatan haini olarak görülmesine neden olmuştur188.

186 Müstankitler, ceza mahkemesi faaliyetlerinin bir bölümünü oluşturan ilk soruşturma safhasının

uygulayıcılarıdır. Bu görevi yapan kişiler hâkim olmadıkları gibi, hukukçu olmaları da gerekli değildi. Ceza

Mahkemeleri Usullü Kanunu yürürlüğe girince müstankitlik görevi kaldırıldı. 187 Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah Gazetesi’nde yazdığı muhalif yazılardan bazıları şu şekildedir: “Milli Hareketin

foyası nasıl meydana çıktı. Bize teselli veren Anadolu halkının bunlara (Mustafa Kemal ve arkadaşları) arka

çıkmamasıdır.( Peyam-ı Sabah, 13 Eylül 1919)”; “Düveli muazzama ile eski dostluğumuzu devam ettirseydik,

değil İzmir’den hiçbir taraftan mahrum kalmayacaktık. İtilaf devletlerinin itibarını mütarekeden beri cidden

Page 91: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

80

Ali Kemal’e göre İşgale uğrayan Türkiye’yi bu korkunç durumdan asgari zararla

kurtarabilecek bir devlet varsa, bu da ancak İngiltere olabilirdi. İngilizlerin himayesi ona göre

bir fedakârlıktı ve İngilizlerin bu fedakârlıkta bulunabilmeleri için İttihatçılara bu topraklarda

bir daha yer kalmadığına inanmaları gerekmekteydi189. Ali Kemal, 31 Mart sürecindeki sert

muhalif tavrını bu kez İttihatçılarla yollarını çok önce ayırmış bulunan Mustafa Kemal’e

yöneltmiştir. Gerek Mustafa Kemal’e karşı üslubu gerekse Milli Mücadeleye karşı tavrı

nedeniyle yine provokatör damgası yiyecektir. 31 Mart sürecinde yurt dışına kaçarak Derviş

Vahdeti gibi idam edilmekten kurtulan Ali Kemal, yaptığı kışkırtıcı muhalefet nedeniyle yine

tevkif edilme durumuna düşünce bu defa kaçamamış, yakalanınca cezasının infazı linç

olmuştur.

Ankara Hükümeti, İstanbul Polis Müdürlüğü’ne bir telgraf çekerek Ali Kemal’in

yargılanmak üzere tutuklanıp Ankara’ya gönderilmesini istedi. Bir süre takip edilen Ali

Kemal, berberde tıraş olurken tevkif olunduğu kendisine bildirildi. Kaçmaya çalışması

üzerine silah zoruyla arabaya bindirilen Ali Kemal, o dönem İstanbul’da bulunan İngiliz

polisinden kaçırılarak Samatya kıyısından İzmit’e bir motorla götürüldü. Başarılı

olunamayacağını ve vatanın daha çok mahvolacağını düşündüğü için Milli Mücadele aleyhine

çalışan Ali Kemal’in 6 Kasım 1922 tarihindeki ölümü ile ilgili kaynaklar onu galeyana gelen

kazansaydık, artık bu topraklarda ittihatçı olmadığını ispat edebilseydik, daha uygun sulh şartları elde

edecektik(Peyam-ı Sabah, 19 Şubat 1920)”; “Teşkilatı Milliye sergerdeleri, bu mahlûklar kadar başları ezilmek

ister yılanlar tasavvur edilemez. Düşmanlar onlardan bin kere iyidir (Peyam-ı Sabah, 23 Nisan 1920).” Peyam-ı

Sabah Gazetesi’ndeki Ali Kemal’in yazılarının kronolojik sıralanışı ve yorumları ile ilgili bakınız: Doğan

Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi-1. Kitap, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1996. Ayrıca bkz: Salih Tunç, İşgal

Döneminde İstanbul Basını 1918-1922, (İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü

Doktora Tezi), İstanbul, 1999. 188 Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah Gazetesi’nde yaptığı sert muhalefet ile keskin kaleminden Milli Mücadele

aleyhinde şu yazıları neşredilmiştir: ‘Mustafa Kemal’in maskaralıkları.. (Peyam-ı Sabah, 7 Mayıs 1920,

Nr:10949, s.1)’, ‘Büyük Millet Meclisi Küçük Heriflerin Eseridir. (Peyam-ı Sabah, 28 Mayıs 1920, Nr:10968,

s.1)’, 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşu üzerine ‘Türk’ün Bayramı (Peyam-ı Sabah, 9 Eylül 1922,

Nr:1351/11781, s.1)’ başlıklı yazısı ile görüşlerinde keskin bir dönüş yaptı. Ali Kemal, 10 Eylül 1922 tarihli

‘Gayeler bir idi ve birdir (Peyam-ı Sabah, 10 Eylül 1922, Nr:1352/11782, s.1)’ şeklindeki yazısı ile

gazeteciliğine noktayı koydu. Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah Gazetesi aracılığıyla yaptığı muhalefet ile ilgili bkz:

Salih Tunç, İşgal Döneminde İstanbul Basını 1918-1922, (İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp

Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi), İstanbul, 1999; Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi-1. Kitap, Tekin

Yayınevi, İstanbul, 1996. 189 Tunç, a.g.e., s.232.

Page 92: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

81

halkın linç ettiği veya İzmit’te İstanbul’a hareket etmek üzere bekleyen Nurettin Paşa’nın

askerlerinin bu linçe sebep olduğu ile ilgili değişik bilgiler verilmektedir190.

Ali Kemal de İttihatçılar gibi mutlak monarşi aleyhtarı bir çizgide olduğu için

Meşrutiyet’in tekrar tesisini büyük bir sevinçle karşılamış ama ertesinde İttihat ve Terakki

Cemiyeti ile izlenecek politikada ters düşmeye başlıyordu. “İkdam’da Ali Kemal, Mebusan’ın

açılışını Osmanlı tarihi içinde eşsiz bir adım olarak alkışlıyor, mebuslara doğruluktan, haktan

ayrılmamayı, 1877–1878 mebusları gibi “korkak” olmamayı, Fransız İhtilâli tarihini

incelemelerini öğütlüyordu. Osmanlı ordusu ve İttihat ve Terakki’ye bir teşekkür vardı

(17.12.1908). Fakat yazarın İttihat ve Terakki’ye uyarmaları da vardı. Artık Meclis açıldığına

göre, İttihat ve Terakki’nin kanun çerçevesine girmesi isteniyordu. Hükümet, Meclis ve İttihat

ve Terakki olmak üzere üç siyasal gücün birlikte yürüyemeyeceğine işaret olunuyordu. Times

da nazırların artık yalnız Meclise karşı sorumlu olmaları gerektiğini, Cemiyetin gizliliği ve

dolayısıyla sorumsuzluğu ile Meşrutiyet düzeninin bağdaşamayacağını ileri sürüyordu.

Ayrıca, İttihat ve Terakki’nin Osmanlı milletlerini birbirleriyle kaynaştırmak düşüncesinin

tehlikesine işaret olunuyor ve Mecliste muhalefetin zayıf olmasından ve derin siyasal

ayrılıkların bulunmamasından yakınılıyordu. Görüldüğü gibi, İkdam ile Times, İttihat ve

Terakki’ye karşı tavır almaktaydılar. Bu itirazlara karşı, Hüseyin Cahit, Meclisin 1876

Kânun-u Esasî’sine göre yetkileri sınırlı olduğu için, İttihat ve Terakki’nin vücudunun gerekli

olduğu savunmasını yapıyordu. Seçimler yapıldıktan sonra İkdam yazarı Ali Kemal, artık

İttihat ve Terakki kanun ve nizam dairesinde hareket etmesi gerektiğini yazmakta idi. Devlet

yönetimi için Hükümet, Meclis ve İttihat ve Terakki gibi üç ayrı siyasî gücün doğru

olmayacağı üzerinde duran yazılar yazıyordu. Bu İttihatçılar için kabul edilemez bir

muhalefetti191.” Ali Kemal ile İttihatçıların arası açılınca II. Abdülhamid’e yönelik muhalefeti

bu kez İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yönelmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yönelik sert

muhalefeti nedeniyle özellikle İkdam’da yazdığı yazılarındaki üslubuyla 31 Mart Olayı’nın

baş sorumluları arasında görülmüştür.

Özellikle Milli Mücadele döneminde Peyam-ı Sabah gazetesindeki tutumundan ötürü

kendisine herif-i naşerif lakabı da takılan Ali Kemal günümüzde dahi yazılarından ötürü çok

tartışılan bir şahsiyettir.

190 Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, TTK Yayınları, Ankara, 1988, s.87. 191 Akşin, İttihat ve Terakki, s.109.

Page 93: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

82

1.3.2. Etkin Muhalif Partiler ve İzledikleri Siyaset

1.3.2.1. Ahrar Fırkası

Kuruluş Tarihi ve Yeri: 14 Eylül 1908, İstanbul

Kurucuları: Nureddin Ferruh, Ahmet Samim, Ahmet Fazlı, Kıbrıslı Tevfik, Nâzım Bey,

Şevket Bey, Celalettin Arif, Mahir Said.

Her ne kadar bazı çevrelerce Ahrar Fırkası’nın kuruluşu Prens Sabahaddin’e

dayandırılsa da partinin gerçek kurucuları Fazlı, Mahir Said, Celâleddin Arif ve Nureddin

Ferruh Bey’dir. İttihat ve Terakki partisi ile arası açılan ve dışlanan Prens Sabahaddin Bey

İstanbul’a gelmesinden 12 gün sonra, 14 Eylül 1908’de, yakın arkadaşları Ahmet Fazlı, Mahir

Said, Celâleddin Arif ve Nurettin Ferruh’la birlikte Ahrar Fırkası’nı kurar192.

Sabahaddin Bey’den Fırkanın başkanlığını yapması istendiyse de, o, buna yanaşmadı,

ihtimal bunu prensliği ve mürşitliği ile pek bağdaştıramıyordu. Fakat ilginçtir ki, Dâhili

Nizamname’ye göre (madde: 19) idare Heyetinde bir reis öngörüldüğü ve İdare Heyeti üyeleri

gizli olmadığı halde, hiçbir zaman bir reis gösterilmedi. Kamuoyu, başkanlığı Kâmil Paşa’ya,

İsmail Kemal ve Sabahaddin Bey’e yakıştırmaya çalıştıysa da, işin aslı belli olmadı.

Muhtemeldir ki, açık başkanlığı reddeden Prens, fahri (ve gizli) başkanlığı kabul etmiş, ya da

başkanlığın -kendisine bir cemile olarak- açık kalmasına razı edilmişti.193

Osmanlı Ahrar Fırkası, Prens Sabahaddin Bey’in temsil ettiği siyasi düşüncelerin

Osmanlı siyasi hayatına girişi anlamına da gelir. Sabahaddin Bey, fırka başkanlığını kabul

etmemekle birlikte fırkaya her türlü maddi ve manevi desteğini de esirgememiştir.194

Parti kuruluş görüşmeleri ve tüzüğü Kandilli’deki Kıbrıslı Yalısı’nda gerçekleşmiştir.

Fırka kurucularından Fazlı Bey, Süleyman Nazıf Bey’in başyazarlığı altında Osmanlı

gazetesini yayınlamaya başlamışsa da bu Fırkanın resmi yayın organı değildi. Partinin

kurulması ve ardından 17 Mart 1909’da Prens Sabahaddin’in maddi desteğiyle Osmanlı

gazetesinin yayınlanmaya başlaması İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerince tepkiyle

karşılanmış ve faaliyetleri engellenmeye çalışılmıştır. Osmanlı Ahrar Fırkası’na İkdam,

Sabah, Yeni Gazete, Servet-i Fünun Mecmuası, Sada-yı Millet ve Serbestî gazeteleri destek

vermiştir.

192 Parti ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2000. 193 Akşin, İttihat ve Terakki, s.101. 194 Bayram, Kodaman, “1876–1920 Arası Osmanlı Siyasi Tarihi”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,

Zafer Matbaası, İstanbul, 1989, s.78.

Page 94: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

83

İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefetin başlıca eleştirisi, İttihat ve Terakki’nin tekelciliği

ve gizliliğinin ikinci bir istibdata yol açabileceği kaygısıydı. Daha somut olarak, İttihat ve

Terakki’nin devlet işlerine karışmasını ve idareye tahakküm etmesini, orduyu siyasete

karıştırıp bir baskı aracı olarak kullanmasını, olumsuz tavırlarıyla Müslüman olmayanları

Osmanlılıktan soğutmasını, eski devir adamlarıyla uzlaşıp, eski devri eleştirenleri ihanetle

suçlamasını zikrediyorlardı. Nurettin Ferruh’un, hükümetin Fransız hukuk müşaviri Kont

Ostrorog’un (ve herhalde Sabahaddin’in de) yardımlarıyla hazırladığı program, insan

haklarını savunmakta, mahkemelerde jüri usulünü istemekteydi. Kânun-u Esasî’nin açıkça ve

yalnız Padişaha tanıdığı Ayan üyelerini atama yetkisi, Meclis-i Umumî, Belediye üyeleri ve

hükümete bırakılmaktaydı (madde:8). Zaten, Padişahın adı bütün programda hiç

geçmemekteydi. Başka dikkate değer maddelerinde, Kânun-u Esasî’nin 108-110.

maddelerinde yer alan tevsi-i mezuniyet ve tefrik-i vezaif kuralının uygulanmasını sağlayacak

kanunların hazırlanması (madde:9), seçimlerin tek dereceli olup, 20 yaşındaki her erkeğin,

vergi versin vermesin oy sahibi olması (madde:2), adayların yerlilerden olmasının

aranmaması (herhalde İstanbulluları kayırabilmek için) ve mebus sayısının arttırılması

(madde:5, 6), ilmiye öğrencilerine refah içinde okumalarını sağlayacak tedbirlerin alınması

(madde:21) öngörülmekteydi195.

Ahrar fırkasının programı bir deneme niteliğinde olup, Osmanlı İmparatorluğu’nu

oluşturan çeşitli milletlerin istek ve eğilimleri göz önünde tutularak hazırlanmıştı. Üye

kabulünde oldukça titiz davranılıyor, herhangi bir Osmanlının Fırkaya katılmasına izin

verilmiyordu. Fakat İsmail Kemal Bey ile Ali Kemal Bey’in fırkaya kabulü ve fırka adına

mebus adayı gösterilmeleri bazı üyelerde tepkiye neden olmuş ve Doktor Ali Rıza Nur, Fazlı,

Mahir Said ve Celâleddin Arif Bey’lerin birlikte istifa etmelerine neden olmuş, bu nedenle

Fırka zor bir duruma düşmüştür196.

İttihat ve Terakki Cemiyeti Mebus seçimlerinde Ahrar Fırkası’nın adaylarının

kazanması engellenmeye çalışılmış ve bunda da kısmen başarılı olunmuştur. Osmanlı

Mebusan Meclisi açıldıktan sonra Ahrar Fırkası mecliste etkin bir muhalefet yapmaya

başlamıştır. Fırka, İttihat ve Terakki Cemiyetine muhalefet edecek 60–70 üyeli bir grubu

mecliste kurarak hükümet üstünde baskı yapmıştır. Zaten İttihat ve Terakki Cemiyeti ile

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti arasında sorun bulunurken buna bir de

Ahrar Fırkası eklenmiştir. II. Abdülhamid dönemindeki duyulan güvensizlik İttihat ve Terakki

tarafından bu defa partilere beslenmiştir. 1908 seçimine katılan fırkadan yalnızca Ankara’dan

195 Akşin, İttihat ve Terakki, s.101. 196 Kuran, İttihat ve Terakki, s.331.

Page 95: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

84

Mahir Said meclise girebilmiştir. Meclis içinde, çok az üyesi bulunan Ahrar Fırkası, Meclis

dışında Serbestî gazetesi ile muhalefet çalışmalarını sürdürdü. Bu gazete, eski memurlardan

şantaj yoluyla para alındığını gösteren belgeler ve makaleler yayınladı.

Ahrar Fırkası Osmanlı siyasi hayatına etnik unsurlara eşitlik tanınması ve adem-i

merkeziyete dayalı bir yönetim kurulması taleplerini dile getirerek girdi. İttihatçılar ise bu

tezleri bölücülük olarak kabul edip, buna karşı propaganda yaptılar. 31 Mart Olayı’ndan

birkaç gün önce Serbestî gazetesi yazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesiyle iki fırkanın arası

iyice açıldı197.

Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki adlı kitabında 31 Mart olayı ile Ahrar’ın

ilişkisini şu şekilde açıklamaktadır: “Ahrar’ın ayaklanmayı düzenlediğinin kanıtları birçok

kaynaklarda vardır. Fakat bunların başlıcaları şunlardır: 1) Mevlânzade Rıfat’ın “İnkılâb-ı

Osmanî’den Bir Yaprak Yahut 31 Mart 1325 Kıyamı” Bu kitap, ayaklanmanın Prens

Sabahaddin’in ve kendisi dâhil, diğer muhaliflerin işi olduğunu açık seçik anlatmaktadır. 2)

Hayatında beş kez hükümet darbesi ya da ayaklanmaya girişmiş veya bunu tasarlamış olan

Prens Sabahaddin’in “Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah”ı. Bunda Sabahaddin,

Neyyir-i Hakikat gazetesinin kendisini 31 Mart’tan sorumlu tutan yayınlarına karşılık,

ayaklanmayı ben düzenlemedim, demez, yalnızca ayaklanmanın Abdülhamitçi bir yöne

kaymasını önlemek için donanma içinde gösterdiği çabaları anlatır. 3) Harbiye Mektebi’nde o

sırada Ahrarcı bir öğrenci ve elebaşı olarak daha önce okulda bazı başkaldırma hareketlerine

önderlik etmiş olan Ahmet Bedevi Kuran’ın “Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi”

kitabı ve “31 Mart Hâdisesi Nasıl Oldu?” (Tarih Dünyası, sayı 13) yazısı. Bunlardan, Ahrarcı

Harbiyelilerin Mahmut Muhtar Paşa’nın ayaklanmayı bastırma teklifine aldırmadıkları,

Hamdi Çavuş’un ayaklanmaya katılma teklifini de ancak imtihanları vesile ederek

reddettiklerini, ilk günü ayaklanmanın Abdülhamitçi bir yön alır gibi olması yüzünden Derviş

Vahdeti’nin ikinci gün yayımladığı ve Abdülhamid’e yaranmak isteyen açık mektup üzerine

Harbiyelilerin nasıl Mevlânzade’ye, Mizancıya, Said-i Kürdî’ye birer heyet gönderdiklerini,

bunların Meşrutiyet’in tehlikede olmadığı konusunda dostları Vahdeti hesabına teminat

verdiklerini öğreniyoruz. 31 Mart günü asker içinde faaliyet gösterdiği tespit olunan

Vahdeti’nin Harp Divanı önündeki şu sözü işi iyi özetlemektedir: “Hâdisenin bir irtica

olduğunu bugünkü hal ispat ettiği için kabul ederim. Fakat 31 Mart’taki iğtişaşın (karışıklığın)

irtica değil, bir fırka kavgasından ibaret olduğunu zannederim198.”

197 Karal, a.g.e., s.62. 198 Akşin, İttihat ve Terakki, s.128–129.

Page 96: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

85

Ahrar Fırkası 31 Mart vakasından sonra varlık gösteremeyerek 30 Ocak 1910’da

kendini feshetmiştir. Bu fırkanın görüşleri ve azınlıklar konusundaki tutumu miras kalmış ve

başta Mahir Said olmak üzere bazı Ahrar fırkası mensupları Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na

katılmıştır199.

1.3.2.2. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti

Kuruluş Tarihi ve Yeri:1902, Paris

Genel Başkan: Prens Sabahaddin Bey

Kurucu ve Üyeler: Ahmet Fazlı (Genel Sekreter), İsmail Kemal, Dr. Nihat Reşat, Dr.

Rıfat, Miralay Zeki, Dr. Sabri, Hüseyin Tosun, Milaslı Asker Murad, Şair Hüseyin Siret.

İzmir’de Prens Sabahaddin Bey tarafından savunulan ideolojiye dayanarak kurulmuş

olan bir partidir. Bireyselliği ve yerel yönetimi savunduğu için oldukça tepki çekmiştir. İttihat

ve Terakki Partisi karşıtı sert muhalefet yapmıştır. 31 Mart ayaklanmasında destekçi olduğu

savıyla kapatılmış, parti yöneticileri ya tutuklatılmış ya da faili meçhul cinayetlere kurban

gitmiştir. Partinin belirleyici politikası ve etkinliği Prens Sabahaddin Bey tarafından

belirlenmiştir200.

1.3.2.3. İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti

Kuruluş Tarihi ve Yeri: 16 Mart 1909, İstanbul

Kurucu ve Yöneticileri: Derviş Vahdeti, Süheyl Paşa, Mehmet Sadık, Mehmet Emin

Hayreti, Ahmet Esat, Mehmet Emin, Hafız Mehmet Sabri, Şevket Efendi, Bediüzzaman Said

Nursi, Hacı Hayri, Raşit, Ferik Rıza Paşa, Faruki Ömer, Şevki Efendi, Seyyid Müslim Penah,

Refik, Muhammed Efgani, Ahmet Nazir, Ferik Hacı İzzet Paşa, Seyyid Abdullah El Haşimi

El Mekki, İhsan, Hayri Abdullah Ziyaeddin, Şeyh Ali, Hacı Kazım, Hacı Mehmed.

1909 Şubat ayı başında, gazetelerde İstanbul’da bir Mason locasının açılması

hazırlıklarının yapıldığı haberi çıktı. Vahdeti’yi gazetede ziyaret eden ve toplantılarına davet

eden muhalifler, Volkan’ın İstanbul’da kurulacak olan mason locasına karşı eskiden kurmuş

oldukları İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’nin yayın organı olmasını ve dinsiz faaliyetlere karşı

199 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990, s.36. 200 Parti ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2000.

Page 97: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

86

İslam birliğini savunmasını istediler. Bunun üzerine Vahdeti, Volkan’ın 5 Şubat 1909 tarihli

36. sayısında201, İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’nin yayın organı olduklarını okuyucularına

duyurdu. Vahdeti, Volkan’ın 17 Şubat 1909 tarihli 48. sayısından itibaren başlığının altına

“İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Mürevvici Efkârıdır202“ ibaresini koyup cemiyet

nizamnamesinin ilk on maddesini yayınladıysa da kurucularla yaptığı sonraki görüşmelerde,

farklı fikirleri olduğunu görerek onlardan ayrıldı. Bu davranışında, cemiyetin başkanı olarak

görülen İsmail Hakkı Bey’in güven vermeyen kişiliğinin de önemli rolü olmuştur203.

Cemiyetin başında Ömer Lütfi ve Kayserili Ahmet Paşa’nın damadı, Hacı İsmail Hakkı

Bey vardı. Derviş’e göre İsmail Hakkı hafiyelik etmiş, hatta bu yüzden İttihat ve Terakki

Partisi tarafından idam hükmü giydirilmiş biriydi. Ömer Lütfi’nin ise eski Şeyhülislam

Cemalettin Efendi’yle teması olduğunu ve yalancı olduğunu düşünüyordu. Bu adamların

mutlakıyetçi olmalarından şüphelendiği için ya da başa kendisi geçmek istediği için, Derviş

pek kısa bir süre sonra kendi başına bir İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’ni kurdu ve

açıklamalarıyla diğer cemiyeti eleştirdi.

Volkan’ın yapmakta olduğu İslâmî neşriyat, dindar zümre arasında itimat kazanmasına

sebep olduğu için, Vahdeti’nin kendi idaresindeki yeni İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti’ne

zamanın tanınmış âlim ve şeyhlerinden katılanlar oldu. 17 Mart tarihli gazetede cemiyetin

nizamnamesi ile Merkez İdare Meclis azalarının isimleri yayınlandı204. 3 Nisan 1909’da, yani

31 Mart (13 Nisan 1909) vakasından on gün önce, Ayasofya Camiinde çok kalabalık bir

cemaatin iştirakiyle okunan mevlidden sonra İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti resmen açıldı.

Ertesi günü Vahdetî’ye, kendisini ölümle tehdit eden ve onu adamakıllı korkutan “Bir

Subay” imzalı bir mektup yazıldı205. 31 Mart hadisesinde rol oynayan İttihad-ı Muhammedi

Cemiyeti de Meşrutiyet dönemi önemli fırkalarındandır. 3 Nisan 1909’da kurulan parti,

parlamento dışında teşkil etmiş, ihtilâlci bir yapıya sahip bir partidir. Mecliste mebusu

bulunmamasına rağmen mebuslarca yakın ilişkide bulunulmuş, ilmiye mebuslarınca

desteklenmiştir. Yayın organı Volkan gazetesidir. Her ne kadar Volkan gazetesi II.

Abdülhamid’in İslamcı çizgisinde yayın yapsa da gazetesinin çıkarılması için II.

Abdülhamid’den destek bulamamış, Derviş Vahdeti cemiyetin ideolojisini İslam

Enternasyonu biçiminde ifade etmiştir. Askerlerin siyasetin dışında kalması gerektiğini

söylemiştir. Dış politikadaki başarısızlıklar ve toprak kayıpları muhalefeti güçlendirmiştir.

201 Derviş Vahdeti, “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti”, Volkan, 5 Şubat 1909, Nr: 36. 202 Volkan, 17 Şubat 1909, Nr: 48. 203 Ayfer Özçelik, Sahibini Arayan Meşrutiyet, Tez Yayınları, İstanbul, 2001, s.171. 204 Derviş Vahdeti, “İttihad-i Muhammedi Cemiyeti Nizamnamesi”, Volkan, 17 Mart 1909, Nr: 76. 205 Akşin, İttihat ve Terakki, s.126.

Page 98: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

87

Partinin din ağırlıklı izlediği politikaya rağmen İttihad-ı İslam Gazetesi, İttihad-ı Muhammedi

Cemiyeti’ni peygamberin adını siyasete alet etmekle suçlamıştır. İttihad-ı Muhammedi

Cemiyeti 31 Mart Olayı sonrası, Meşrutiyet aleyhtarlarının toplandığı zararlı bir cemiyet

olarak görülüp kapatılmıştır206.

1.3.3. Etkin Muhalif Basının Tutumu

Sultan Abdülaziz’in padişahlığı sırasında birçok aydının sürgüne gönderilmiş, gazeteler

üzerinde baskıcı bir rejim uygulanmıştır. 23 Aralık 1876’da ilân edilen Kanun- Esasi’nin 12.

maddesine göre “basın kanun dairesinde serbesttir.” Hükmünü getirmiştir. Oysa 1864 tarihli

Basın Tüzüğü yürürlükten kaldırılmış değildir. Bu durumda basın serbestliğinin söz konusu

değildir.

II. Abdülhamit henüz tahta çıkmadan önce V. Murad döneminde bir tebliğ

yayınlanmıştır. Bu tebliğde: Hayal, Basiret ve Vakit gazetelerinin tezyif edici makaleler

yayınladığından gazetedeki imtiyaz sahiplerinin idareye getirilip uyarıldığından

bahsedilmiştir. Daha sonra Hayal gazetesinin bu tutumunu sürdürmesi üzerine Hayal

gazetesinin süresiz kapatıldığı bildirilmektedir. Bundan böyle latife mizaha dair varakpare

yayınlanmasına izin verilmeyeceği ilân edilmiştir. Basının kısa sürede olsa özgürlüğe

kavuşması ve rahatça dilediğini yazması yönetimin sabrını taşırmaya başlamıştı. II.

Abdülhamit tahta çıktıktan dört ay sonra başka bir tebliğ yayınlanmıştır. Bu tebliğde : “Bir

süreden beri Türkçe gazetelerin çoğunda, zihinlerin ve düşüncelerin zaten tasavvur edilmeyen

bazı teşebbüslere olan eğilimlerini teşvik edecek birçok yazı görüldüğü için bu gibi havadis

yayınlara karşı tedbirler alınmasına mecburiyet duyulacağı bildirilir” denilmiştir. Mithat

Paşa’nın sadrazamlığı sırasında yeni bir Basın Kanunu tasarısı hazırlamak üzere bir komisyon

kurulmuştur. Kısa zamanda hazırlanan tasarı 1877 Nisanında Mebusan Meclisi’ne

getirilmiştir. II. Abdülhamit döneminde yerli basını susturmak ve gazetelerin muhalefetini

bertaraf etmek için gazetelere çeşitli ödenekler sağlanmış ve gazetecilere nişanlar verilmesi

yoluna gidilmiştir. Örneğin, Tercüman-ı Hakikat, Saadet, Levand Herald, Moniteur Oriental,

Byzantis La Turquie, İstanbul ve Tarik gazetelerine padişahın iradesiyle hazineden 30.000 -

100.000 kuruş arasında yardım yapılmıştır. Buna rağmen bu gazeteler hükümetten daha fazla 206 Cemiyet ile ilgili bilgi için ayrıca bkz: Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı,

Temel Yayınları, İstanbul, 2001; Bayram Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, c.XIII,

Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.

Page 99: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

88

para koparmak için şantajlar yapmışlardır207. Özellikle II. Meşrutiyet sonrası gazeteler bu yola

sıkça başvurmuşlardır.

II. Abdülhamid’in basın rejimi, iç basının tam kontrolü ve dışarıdan yayın gelmesinin

engellenmesiyle tam bir karantina uygulaması esasına dayanır. II. Abdülhamid’in uyguladığı

sansür ve baskıcı basın kontrolü toplumda şu tepkilerin oluşmasına neden olmuştur:

A-Hafiyeliğe özel pirim verilmesi sonucu Osmanlı toplumunda bu işi meslek haline getiren

kişiler belirdi. Toplum eskisinden çok daha kapalı bir yapıya girdi.

B-Dürüst aydınlar, inandığı düşünceleri açıklamaktan kaçınmayanlar devlet yönetiminden

uzaklaşmayı yeğlediler; namuslu kadrolar işi bıraktı.

C-”Murad” , “yıldız” vb. sözcüklerden korkmak gibi garip bir psikoz topluma hâkim oldu.

D-Özellikle yurtdışı temsilcilikleri Avrupa gazetelerindeki en basit haberleri izleyen “Jön

Türk”leri koruyan kurumlar haline geldi.

E-Kitaplarının ve gazetelerin hatta özel kitaplıkların yakılması bir çok esere bugün tam olarak

ulaşılamamasına yol açtı.

F-İstanbul 1860-1878 tarihleri arasında üstlendiği İslam dünyasının basın ve fikir merkezi

olma niteliğini kaybetmiştir.

G-Çok yoğun bir sürgün basınının oluşmasına sebep olmuştur208.

II. Abdülhamid döneminde basının büyük kısıntılar altına sokulmasına karşılık,

meslekleşme yolunda önemli adımların atılmıştır. Evvelki dönemde olduğu gibi bu dönemde

de Hükümet ve çoğu kez II. Abdülhamid kendi politikalarını destekleyen yayınlara para

yardımı yapmıştır.Bu dönemde Matbuat müdürlüğüne Tahsin imzasıyla gönderilen aşağıdaki

9 maddelik talimatname sansürün nasıl uygulandığını göstermektedir. Buna göre: Padişahın

sağlığına, ürünlerin durumuna, ticaret ve sanayinin gelişmesine ait haberlere öncelik

verilmesi; Milli Eğitim Bakanlığı’nın ahlak açısından onaylamadığı hiç bir yazı ve yayının

yayınlanmaması; Bir sayıya sığmayacak kadar uzun edebi ve bilimsel yazılara yer

verilmemesi ve devamı var devamı yarına deyimlerinin kullanılmaması, Yazılarda kafaları

karıştırmaya yol açacak boşlukların bırakılmaması; Kişilere sataşılmaması bir Vali veya

Mutasarrıf’ın hırsızlık yaptığı, para yediği, adam öldürdüğü gibi ayıplanacak şeylerin

yazılmaması; Kişilerin bazı yolsuzlukları bildirmek için hükümdara verdikleri dilekçelerin hiç

bir suretle yayınlanmaması; Tarihte ve coğrafyada özelliği olan, Ermenistan gibi bazı adların

kullanılmaması; Yabancı hükümdarlara karşı tertiplenen suikastların veya gösterilerin hiçbir

suretle yazılmaması; Kötü niyetli kişilerin yersiz yorumlarına sebep olacağından, bu talimatın

207 M. Nuri İnuğur,, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982, s.267. 208 Orhan Koloğlu, “II. Abdülhamid’in Basın Karşısındaki Çıkmazı”, TCTA, İletişim Yay., İstanbul, 1985, s.82.

Page 100: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

89

gazetelerde yayınlanmaması. 1906 sonlarında ise Paris’te Sabahaddin Bey ve arkadaşları

tarafından teşebbüs-i şahsi ve adem-i merkeziyet fikirlerinin yayıcısı olarak Terakki adında bir

gazetenin çıkarıldığını görüyoruz. Bu, Jön Türk yayın organları arasında, 1904 yılında

İsviçre’de yayınlanmaya başlanan Abdullah Cevdet Bey’in İçtihat dergisi bir kenara

bırakılırsa, siyasal muhalefeti ikinci planda tutan tek dergidir. Yayın tarihi belirtilmeden

düzensiz, bazen numarasız olarak çıkan bu yayın organı daha ziyade Edmond Demolis’in

görüşleri çerçevesinde Osmanlı toplumunun problemlerini çözmeye çalışmış ve ihtilâlci

fikirlere oldukça az yer vermiştir209.

1908 Anayasasının tekrar yürürlüğe girmesi ile kişisel özgürlükler ve basın kanunu

düzenlenmiş, basın üstündeki baskılar azalmıştır. 25 Temmuz 1908 tarihinde, gazeteler yıllar

sonra ilk kez sansürsüz yayınlandı. Böylece mutlak monarşi devri kısıtlamaları sona ermiş ve

basın hürriyeti getirilmiştir. Bu dönemde artık olgunlaşmaya başlayan basın camiasına Tanin,

Serbestî, İkdam, Volkan ve Mizan gibi yayınlandıkları dönemin siyasi ortamına derin etkiler

yaratacak gazeteler eklenmiştir210. II. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne

muhalefet yapan kişiler seslerini basın yoluyla duyurmayı yeğleyeceklerdir. II. Meşrutiyet

sonrası ortaya çıkan basın özgürlüğü ortamında sürdürülen sert muhalif yayınların 31 Mart

Olayı’nı tetiklediği muhakkaktır211.

Tanin212 gazetesi, Meşrutiyet’in ilk günlerinde Servet-i Fünun başyazarı olan Hüseyin

Cahit, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım tarafından 2 Ağustos 1908’de yayınlanmıştır.

Türkçülük ideolojisini savunan gazete İttihatçıların çizgisinde yayın yaparak cemiyete açık

destek vermiştir. Bu nedenle Tanin gazetesi ile muhalif gazeteler arasında bir rekabet ortaya

çıkmıştır. İttihatçı çizgide yayınlarını sürdüren Tanin gazetesi 31 Mart Olayı’nda

ayaklananların saldırısına uğramış ve yağma edilmiştir.

İttihat Terakkiye Cemiyeti’nin yönetimi eline almadan otokrasi kurmak istemesi,

muhaliflere dönük islenen faali meçhul cinayetler ardında İttihatçıların olduğu şüphesi,

209 M. Şükrü Hanioğlu, “Jön Türk Basını”, TCTA, c.III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.850. 210 Yapılan araştırmalara göre II. Meşrutiyet döneminde yayın hayatını sürdüren otuz dört önemli gazete

şunlardır: Tanin, Hak, Şura-yı Ümmet, Milliyet, Hürriyet, İttifak, İttihat, Hak Yolu, Servet-i Fünun, Tasfir-i

Efrkar, Mizan, Tanzimat, Serbesti, Hukuk-ı Umumuyye, Sada-yı Millet, Hilâl, Peyam, Alemdar, Yeni Gazete,

İkdam, Volkan, Sırad-ı Müstakim, Beyanü’l-Hak, Hikmet, Sabah, Tercüman-ı Hakikat, Takvim-i Vekai, Saadet,

Osmanlı, Tüfek, Siper Saika, Silah, Top, Süngü ve Kurşun. 211 Osmanlıda basının gelişmesiyle ve çıkartılan yasalarla ilgili olarak bkz: M. Nuri İnuğur,, Basın ve Yayın

Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982; Orhan Koloğlu, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın,

İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 212 Sözlük Anlamları:1-Sinek Vızıltısı, 2-Kaz Sesi, 3-Avaz ve Gürültü, 4-Çınlamak, Tınlamak Bkz: Şemseddin

Sami, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992; http://www.osmanlicaturkce.com.

Page 101: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

90

İttihatçıların İngiliz çizgisindeki Kâmil Paşa Hükümeti ile sürtüşüp sonunda Hükümeti

yıkarak kendi kabinelerini kurdurtmaları tüm muhalif gazetelerde büyük bir tepkiye yol

açmıştır. 31 Mart Olayı’na doğru giden süreçte muhalif basın bu nedenlerle giderek daha

keskin bir kalem kullanmaya başlamıştır. Özellikle İttihatçılara sert muhalefet yapan Serbestî

gazetesi muharriri Hasan Fehmi Bey’in Galata Köprüsü’nde öldürülmesi ve katillerinin

bulunamaması basını ayağa kaldırmıştır. Bu olaydan sonra İttihatçılara açık bir savaş açan

basın gelirimin artmasına neden olmuştur. 31 Mart Olayı’nı izleyen günlerde İkdam, Serbestî,

Volkan ve Mizan gibi başlıca muhalif gazetelerde ayaklanmaya yönelik destek yayınları

yazılırken, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmeye başlaması ile basının tutumu değişmeye

başlamıştır. Muhalif yazarlar ayaklanmanın fiyaskoyla sonuçlanacağının anlaşılmasıyla

İttihatçılara yakın bir çizgide yayın yapmaya başlasalar da; 31 Mart Olayı’ndaki rolleri

nedeniyle muharrirler yargılanmaktan, muhalif gazetelerin yayınları da durdurulmaktan

kurtulamamıştır. Etkin muhalif basının önde gelenleri İkdam, Mizan, Serbestî ve Volkan

gazeteleridir.

Muhalif gazeteler içinde II. Abdülhamid’le ve İttihatçılarla şiddetle uğraşan gazete,

Serbestî213 gazetesiydi. 12 Kasım 1908’de yayına başlayan Serbestî gazetesinin sahibi ve yazı

işleri müdürü yine Mevlânzade Rıfat’tır. Mevlânzade Rıfat’tın sürgünden döndükten sonra

yayınlamaya başladığı Serbestî gazetesinin sermuharriri Hasan Fehmi Bey olmuştur. Hasan

Fehmi Bey gerek Hukuk-u Umumiye Gazetesi’nde gerekse Serbestî gazetesinde yazdığı

yazılar ile İttihat ve Terakki yönetimi ile birlikte Yıldız yönetimine karşı sert bir muhalif çizgi

izlemiştir. Hasan Fehmi Bey, İttihat ve Terakki ve Yıldız’a karşı hakarete varan çok ağır

ifadeler içeren yazılar yazmıştır. Bu nedenle de İttihatçıların düşmanı olmuş, faali meçhul bir

cinayet sonrası öldürülmüştür. Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi İttihatçılar ve Muhalefet

arasındaki iplerin kopmasına ve 31 Mart Olayı’nın patlak vermesine neden olan önemli bir

gelişme olmuştur. Bu olay üzerine Serbestî gazetesi İttihatçılara açık bir savaş açmış, diğer

muhalifler de aynı tutumu izlemiştir. 31 Mart Olayı’nda suçlananların başında Serbestî

Gazetesi yayınları ve muharrirleri gelmektedir214.

Mizan215 gazetesi 21 Ağustos 1886 tarihinde haftalık sayılarla çıkarılmaya başlanmıştır.

Bu gazeteyi çıkaran Mehmet Murad Bey daha sonra gazetenin ismiyle özdeşleştirilerek

213 Sözlük Anlamları: Farsça – Serbestlik Bkz: Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992; http://www.osmanlicaturkce.com. 214 Ayrıntılı bilgi için bkz: M. Nuri İnuğur,, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982; Orhan

Koloğlu, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 215 Sözlük Anlamları: 1-Terazi, Ölçü, Tartı 2-Akıl, İdrak, Muhakeme 3-Sağlama yapma Bkz: Şemseddin Sami,

Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992; http://www.osmanlicaturkce.com.

Page 102: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

91

“Mizancı Murad” anılmaya başlanmıştır. Gazetede iç ve dış politika konularına, ekonomi,

eğitim, maliye ile ilgili çeşitli problemlerin çözümüne yer verilmiştir. Gazetesinde

yayımladığı yazılarında hürriyet ve Meşrutiyet fikirleri üzerinde durmuştur. Ilımlı ve yapıcı

bir biçimde yönetimi eleştirirken yönetim ve muhalefetten destek bulamamış, takibe alınmış

ve şiddetli bir şekilde baskı görmüştür. Mizan, ılımlı ve yapıcı bir muhalefette bulunmasına

rağmen II. Abdülhamid döneminde tüm basınında olduğu gibi yayınları sansüre uğramıştır.

Mizancı Murad Bey’in savunduğu fikirlerden ve mevcut hükümetle anlaşamamasından dolayı

gazetesi Mizan sık sık kapatıldı. Nihayet gazetesinin de kapatılması üzerine, Murad Bey

1895’te yurt dışına kaçtı. Londra’da Lord Salisbery ile görüşüp Mizan gazetesini Mısır’da

çıkarmak müsaadesi alabildi. Gazetesini burada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sesi şeklinde

neşretti. Mısır’da yayımladığı bir makalesinde Sultan II. Abdülhamid’i tahttan ayrılmaya

davet ettiğinden dolayı idama mahkûm edildi. Mehmed Murad 1908 yılında Meşrutiyet’in

ikinci kez ilân edilmesinden sonra, İstanbul’da 30 Temmuz 1908 tarihinde Mizan gazetesini

tekrar çıkarmaya başladı. Mizan gazetesi meşruti fikirleri savunduğu için önce İttihat ve

Terakki lehinde yayınlar neşrederken daha sonra II. Abdülhamid’e yaklaşmış, İttihatçılara

karşı amansız bir basın muhalefetine girişmiştir. İttihat ve Terakki’nin muhalifi olan Ahrarlar

içinde yer alması, muhafazakâr bir durumda görünmesi, İslami çizgiye kayması Mizancı

Murat Bey’in dışlanmasına neden olmuştur. İttihat Terakkiye Cemiyeti’nin yönetimi eline

almadan otokrasi kurmak istemesi tüm muhalif gazetelerde olduğu gibi Mizan gazetesinde de

büyük bir tepkiye yol açmıştır. Mizan’ın yaptığı muhalefet gazeteye istibdat dönemindeki gibi

baskıların artmasına neden oldu216.

Kendisi bir Rum olan Papadopulos tarafından 1875 yılında yayın hayatına geçirilen

Sabah gazetesinin başyazarı Şemseddin Sami’dir. Bu gazete halka ulaşmak için sade bir dil

kullanmış ve fiyatını da düşük tutmuştur. Sabah gazetesi 1882’de Mihran Efendi tarafından

satın alınmış ve bu gazetede ilk kez miladi takvim kullanılmıştır. İstibdat döneminde bu

gazetenin rakibi İkdam gazetesi olmuş ve iki gazete arasında hakarete varan sert tartışmalar

yaşanmıştır. Daha sonra bu gazetede Hüseyin Cahit, Adnan Adıvar, Cavit Bey, Ahmet Emin

Yalman gibi yazarlar yer almıştır.

II. Abdülhamid’in mutlak monarşi döneminde yayın hayatına giren, daha sonraları II.

Meşrutiyet döneminin en önemli yayın organlarından biri olan İkdam217 gazetesi Ahmet

Cevdet tarafından çıkarılmıştır. O dönemde mevcut diğer gazetelere nazaran İkdam 216 Ayrıntılı bilgi için bkz: M. Nuri İnuğur,, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982; Orhan

Koloğlu, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 217 Sözlük Anlamları: 1-Gayret ve Sebat ile çalışmak, 2-İlerlemeye Gayret etmek, 3-Devamlı çalışmak, İlerlemek

Bkz: Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992; http://www.osmanlicaturkce.com.

Page 103: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

92

gazetesinin en önemli üstünlüğü haber ve yazı zenginliğinden ziyade, imtiyaz sahibi ve

başyazarının gazetecilikten yetişmiş, iyi bir gazeteci olmasıdır. Ahmed Cevdet, Mülkiye ve

Hukuk mezunudur. Sabah gazetesine mütercim olarak girmiş, Ahmet Mithat Efendi ile

Tercüman-ı Hakikat’te çalışmış, sonra üç yüz lira sermaye ile Ahmed Mithat Efendi’nin

yardımıyla İkdam gazetesini tesis etmiştir. İkdam, döneminin şartlarına göre büyük bir tiraj

yaptı. Devrin en güçlü yazarlarını bünyesine aldı. II. Abdülhamid’in mutlak monarşisinin en

koyu olduğu yıllarda İkdam’ın çevresinde şu muharrirler toplanmıştır: Mahmud Sadık,

Abdullah Zühdü, Hüseyin Rahmi, Hüseyin Cahid, Ali Reşad, Mahmud Ata, Necip Asım,

Veled Çelebi. Ahmed Cevdet, İkdam gazetesini çıkardığı ve büyük bir başarıyla yayınını

sürdürdüğü için ‘‘İkdamcı Cevdet” unvanıyla anılmaya başlandı218.

İkdam’da muhalif yazılar yazan en ünlü muharrirlerin başında Ali Kemal gelmektedir.

Önceleri II. Abdülhamid’e karşı muhalefet veren Ali Kemal daha sonra II. Meşrutiyet’in

kazanılmasında önemli mücadele verdiğini düşündüğü İttihat ve Terakki Partisi’ne karşı etkin

bir muhalefete başlayacaktır. Ali Kemal İkdam’daki yazısında, Meclis-i Mebusan’ın açılışını

Osmanlı tarihi içinde eşsiz bir adım olarak alkışlamaktadır. Mebuslara ise doğruluktan, haktan

ayrılmamayı, 1877-1878 mebusları gibi “korkak” olmamayı, Fransız İhtilâli tarihini

incelemelerini öğütlüyordu. Yazdığı makalede ayrıca Osmanlı ordusu ve İttihat ve Terakki’ye

teşekkür etmektedir.219 Ali Kemal, İttihat ve Terakki’yi kanun çerçevesine girmesi konusunda

uyarmaktadır. Ali Kemal yazısında Hükümet, Meclis ve İttihat ve Terakki olmak üzere üç

siyasal gücün birlikte yürüyemeyeceğine işaret etmektedir. II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve

Terakki Partisi iktidara geçmeden otorite kurmayı yeğleyince ve baskıyla muhalifleri

sindirmeye kalkınca Ali Kemal’in tutumu tamamen değişerek bu kez İttihatçılara sert

muhalefete başladı. Ali Kemal tarafından yazılan muhalif yazılar İttihatçıların tepkisini çekti.

İttihatçılara ve II. Abdülhamid’e sert muhalefet yapan gazete diğer etkin muhalif gazetelerin

yaptığı gibi önceleri 31 Mart Olayı’nı desteklerken, durumun ayaklananların aleyhine

dönmesiyle taraf değiştirmiştir. Fakat gazetenin bu yeni stratejisi olayın sorumluluğundan

kurtulmasını sağlayamamıştır.

Muhalif basının en önemli kollarından birisi olan Volkan220 gazetesi 11 Aralık 1908’de

Derviş Vahdeti tarafından çıkarılmaya başlandı. Vahdeti, Volkan gazetesinin çıkış tarihini 17

Aralık 1908’deki Meclis-i Mebusan’ın açılış gününe denk getirmeyi planladığı halde, bir

218 Ayrıntılı bilgi için bkz: M. Nuri İnuğur,, Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982; Orhan

Koloğlu, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994. 219 Ali Kemal, İkdam, 17 Aralık 1908, Nr:5232. 220 Sözlük Anlamları: Farsça – Yanardağ Bkz: Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992; http://www.osmanlicaturkce.com.

Page 104: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

93

hafta önce yani 11 Aralık 1908’de çıkarmak zorunda kalmıştır. Derviş Vahdeti bu öne alışını

gazetesinin ilk sayısında şu şekilde açıklamaktadır: “Volkan, milletin en büyük bayramı olan

Meclisin açılış günü yayına girmesi düşünülmüşken, bugün İstanbul mebuslarının seçim günü

olması yüzünden birçok siyasi çalkantıların meydana gelmesi, çevrilen dolapların ortaya

çıkarılması için bu gün yayına başlamıştır.” Gazetenin ilk satırı, besmele, Allah’a hamd ve

Peygamber’e salât ve selam ile başlamaktadır221. Derviş Vahdeti gazetesinin daha ilk

sayısında oldukça iddialı bir giriş yaparak izleyeceği siyaseti göstermektedir. Derviş Vahdeti

ilk sayıda Volkan’ın pek küçük fakat faal olduğunu ve faal oldukça da matbuat dağlarının

zirvesine yükseleceğini, Rebab’ın(Arap kabilelerinden Zubeh, Sevr, Akl, Teym ve Ady

denilen beş kabilenin adı) avazı kadar da ortalığı inleteceğini iddia ederek basına hızlı bir giriş

yapmaktadır222.

Gazete “İslamcı, hürriyetçi ve insaniyetçi” olarak tanımlanmaktaydı. Derviş

Vahdeti’nin düşüncesi, bu gazetenin yayın organı olacağı bir de “Hadim-i İnsaniyet” derneği

kurmaktı. Gazetenin abone defterlerini “Hâdim-i İnsaniyet Cemiyeti’nin Vasıta-i Neşr-i

Efkârıdır” diye bastırdı. Vahdeti, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin kuruluşunu 23

Kânunusani 1324 (5 Şubat 1909) tarihindeki gazete ilânı ile duyurmuştur223. Vahdeti,

Volkan’ın 17 Şubat 1909 tarihli 48. sayısından itibaren başlığının altına “İttihad-ı

Muhammedi Cemiyeti’nin mürevvici efkârıdır” ibaresini koyup Volkan gazetesinin 17 Mart

1909 tarihli nüshasında İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin nizamnamesi yayınlanmıştır.

Nizamnamede Cemiyetin başkanı, Hz. Muhammed olarak gösterilmiştir224.

Padişaha muhalefet etmediği, İslamiyetçilik ve Masonluk aleyhtarlığı yaptığı için II

Abdülhamid Volkan gazetesini maddi yardım ile desteklemiştir. Sina Akşin, Derviş

Vahdeti’nin II. Abdülhamid ile ilişkisini şu şekilde açıklamaktadır: “Para için Abdülhamid’e

başvurmak, mutlakıyet devrinden, hatta daha öncelerden kalmış sayılması gereken âdet

ölçüleri içinde bir dereceye kadar olağandı. Nitekim Fedakâran-ı Millet Cemiyeti de,

Abdülhamid’e düşman olanlarla dolu olması gerektiği halde, Abdülhamid’ ten para elde

etmeye çalışmaktan kaçınmamıştı. Vahdeti, Saraya başvurmasını mazur göstermek için

mahkemede Ali Kemal Beyin, Yeni Gazete’nin Yıldız’dan para aldıkları, “herkesin müracaat

ettiği” söylentilerine işaret etmişti. Fakat bütün bunların yanında, Abdülhamid tarafından

221 Volkan, 11 Aralık 1908, Nr: 1. 222 “Volkan pek küçüktür lâkin faaldir. Faal oldukça şahika-i cibâl-i matbuata kadar yükselecek, oradan lavlar

saçacaktır. İkdam-ı insan kadar metin, sabah-ı kadar müşa’şa olacak, tanin-i rebab kadar inleyecektir. Zaman

zaman da gürültüler koparacaktır.” Bkz: Volkan, 11 Aralık 1908, Nr: 1. 223 Derviş Vahdeti, “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti”, Volkan, 5 Şubat 1909, Nr: 36. 224 Derviş Vahdeti, “İttihad-i Muhammedi Cemiyeti Nizamnamesi”, Volkan, 17 Mart 1909, Nr: 76.

Page 105: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

94

re’sen beğenilerek Yıldız’a para vermek için çağırılmak bambaşka bir şeydi: Bunda âdeta

Abdülhamid tarafından yapılmış bir “hafiyelik” teklifi söz konusuydu. Onun için, kabul

ettiğimiz faraziyeye uygun olarak, Vahdeti, Yıldız’a kendisi gitmemiş, Vahdeti diye 3 defa

Lütfü’yü göndermiştir ve mahkeme önünde de Lütfü’nün Yıldız’a gidişinden haberi

olmadığını söylemiştir. Burada sorulması gereken bir soru şudur: Abdülhamid, Volkan’ın

yayınlarından neden hoşlanmıştı? Herhalde Volkan’ın İslâmiyetçi yazılarım, halife olduğu

için, kendi durumunu sağlamlaştırıyor diye kabul etmiş olmalıydı225.”

Volkan’ın yapmakta olduğu İslâmî neşriyat, dindar zümre arasında itimat kazanmasına

sebep oldu. 16 Mart tarihli gazetede cemiyetin nizamnamesi ile Merkez İdare Meclis

azalarının isimleri yayınlandı. Gazete bütün yazıları ile İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin

yayın organı olmadan önce ve sonra, hiç aşırı olmayan, daima itidal ve itaat tavsiye eden

yazılarla çıkmış olmasına rağmen, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni ağır bir dille eleştirmiş,

İttihatçıları dinsizlikle suçlamıştır.

Gazetenin zamanla yazar kadrosunun genişletildiği görülmektedir. Son sayılarında

özellikle, başta dersiamlar ve din adamları kadrosunun, Arapça yazıları Türkçeye çevrilen

yurt dışı dini şahsiyetlerin de yazılarını görüyoruz. Gazete askerlerin şikâyet ağırlıklı

mektuplarını yayınlamaya başlamış, bu yolla ordu içindeki huzursuzlukları göstermiştir.

Askerlerin şikâyetlerinin genellikle rütbelerin indirilmesi ve kısaca “alaylı” denen ve erlikten

en üst derecelere yükselen subayların ordudan çıkarılmaları konusundadır. Askerler arasında,

gerek açık ve gerekse dolaylı olarak, İttihat ve Terakkili subayların partizanca tutumlarından

şikâyet edilir. Bu arada gazetenin temel fikri özelliği zamanla, ülke-toplum-kişi yaşantılarında

olan bitenlerin şeriat hükümleri çerçevesinde karar verilmesi noktasında odaklaşır. Bu özelliği

ağır bastıkça, Vahdeti’nin yazılarında bahsettiği kişiler arasında Şeyhülislam öne çıkar226.

Volkan’da yayımlanan yazılar ve özellikle Vahdeti’nin 14 Nisan 1909’da II.

Abdülhamid’e yazdığı açık mektup, halkı ve askerleri tahrik edici nitelikte bulundu. Ayrıca

Meşrutiyet anlayışı ve adem-i merkeziyetçi fikirleri nedeniyle İttihatçılar tarafından 31 Mart

Olayı’nın bir numaralı suçlusu sayılarak idam edildi. Volkan gazetesi 11 Aralık 1908’de

başladığı yayın hayatını, gazetenin kapatıldığı gün olan 20 Nisan 1909’a kadar 110 gün

sürdürmüştür. Vahdeti, Volkan’ın ilk nüshasında siyasi kararlılığını şu şekilde ifade etmiştir:

“Volkan halktan ayrılmaz, vicdana karşı hareket etmez. Bu yolda ölmek canına minnettir227.”

225 Akşin, İttihat ve Terakki, s.118. 226 Kutay, a.g.e., s. 369. 227 Volkan, 11 Aralık 1908, Nr:1.

Page 106: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

95

II. BÖLÜM

2. 31 MART OLAYI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI

31 Mart Olayı’nın siyasi zemini her ne kadar II. Meşrutiyet öncesi yaşanan cemiyetler

ve muhalif şahsiyetler arası sürtüşmelere dayansa da isyan öncesi yaşanan bazı önemli

gelişmeler neticesinde ayaklanma gerçekleşecektir. II. Meşrutiyet’in hemen ardından İttihat

ve Terakki Cemiyeti’nin lider kadrosu tarafından oluşturulan İstanbul’daki Merkez-i Umumî

ile Meşrutiyet rejiminin yasal hükümetleri ve kökeni Meşrutiyet öncesine dayanan fakat artık

İttihatçıların karşısında cephe alan muhalefet arasında siyasi bir gelirim ve kutuplaşma ortaya

çıkacaktır. İsyanı fiilen başlatan askerler arasında da ortaya çıkan huzursuzluklar

ayaklanmanın tetiklemesini yapmıştır. İttihatçı kadrolara karşı etkin muhalefet yapan kişilerin

susturulmak istenmesiyle ve işlenen siyasi cinayetlerin faili meçhul kalmasıyla zirveye

tırmanan siyasi gelirim, 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) tarihinde asker ağırlıklı bir darbe

girişiminin patlak vermesine neden olmuştur.

2.1. Hükümet, Merkez-i Umumî ve Muhalefet Sürtüşmesi

II. Meşrutiyet’in ilânından birkaç gün sonra Talat, Cemal ve Cavit Bey, Ziya Gökalp,

İttihat ve Terakki Cemiyeti Kâtib-i Umumi Mithat Şükrü Bleda’nın da içinde bulunduğu yedi

kişilik bir grup İstanbul’a gelerek, yeni rejimin yerleşmesine göz kulak olmak üzere ‘Yedili

Komite’ adı verilen bir grup oluşturmuştu228. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından

İstanbul’da oluşturulan Merkez-i Umumî, İttihatçıların öne çıkan isimlerinden oluşmaktaydı.

İttihat ve Terakki İstanbul’daki Merkez-i Umumî teşkilatlanmasını tamamladıktan sonra

başkentte bulunmanın avantajlarından faydalanarak Meşrutiyet ortamında kurulan

hükümetlere baskı ve kontrol misyonu üstlendi. Ne var ki İttihatçılar Meşrutiyet sonrası

doğrudan siyasete girmek yerine, askeri güçlerini de kullanarak, hükümet üzerinde bir baskı

ortamı oluşturmayı tercih etmişlerdir. Böylece genellikle genç subaylardan oluşan ittihatçı

çekirdek, II. Abdülhamid’in rolünü üstlenmiştir. İstanbul’da tesis edilen Merkez-i Umumî

vasıtasıyla hükümet üzerinde otorite kurmaya çalışan ve siyasete girmek yerine asker olarak

228 Paul Dumont, François Georgeon, Bir İmparatorluğun Ölümü 1908–1923, (Çev. Server Tanilli),

Cumhuriyet Gazetesi Kitapları, İstanbul, 1997, s.10.

Page 107: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

96

kalıp siyasete müdahale etmeyi tercih eden Merkezdeki çekirdek kadroyu oluşturan

İttihatçılar ile Said Paşa arasında gerginliğin çıkması kaçınılmaz olmuştur.

Abdülhamid ve Sadrazam Said Paşa düzeni sağlamak için silahlı kuvvetler üzerinde

sivil denetimi sağlayacak özel tüzükler hazırladılar. Ancak bunu İttihatçıların kabul etmesi

mümkün değildi ve bunu önlemek için girdikleri mücadeleden galip çıktılar. Said Paşa’nın

yerine daha uysal olan Kâmil Paşa Sadarete getirildi. “Yedili Komite” yine perde arkasına

çekildi ve yönetimi hükümete bırakarak parti, anayasayı korumanın dışında hiçbir şey

yapmayacağını bildirdi229.

II. Meşrutiyet’in ilk Hükümeti olarak sayılan Said Paşa Hükümeti 1 Ağustos’ta resmen

göreve başlamıştır. Ancak 4 gün Hükümette kalabilmiştir. Said Paşa Kabinesinin 5 Ağustos’ta

çöküşünün nedeni İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Said Paşa üzerindeki baskısıyla beraber

basının ve halkın yoğun tepkisiydi.

Said Paşa’nın istifası üzerine, Kâmil Paşa 6 Ağustos 1908’de yeni Hükümeti kurarak 3.

kez Sadaret makamına getirilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Kâmil Paşa arasında

yapılan antlaşmaya göre Heyet-i Mahsusa İstanbul’da bulunacak ve kendisine yardım

edecekti. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 7 Ağustos 1908’de yayınladığı bildiride yeni

kabineden duyulan memnuniyet belirtiliyor, artık padişaha ve hükümete itimat edilip ahalinin

iş ve güçleriyle meşgul olması ve hükümetin çalışmasına kolaylık sağlanması isteniyordu.

Bildiride artık padişah ile millet arasında hiçbir hain ayrılığın kalmadığı ve milletin muhtaç

olduğu namuslu bir kabinenin işbaşına geçtiği ifade ediliyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne

göre yeni kabinede sicili kötü tek bir üye bile yoktu230.

II. Abdülhamid, mutlak monarşi döneminde esas itibariyle Almanya’ya eğilimli bir

siyaset gütmüştü. Bu, onun için zorunluydu, çünkü İngiltere, II. Abdülhamid’in muhalifleri

olan Mithat Paşa’yı, Ali Suavi’yi, V. Murad’ı, Ermenileri, Jön Türkler’i destekliyordu.

Almanya’nın Abdülhamid siyasetine sağladığı destek, iktisadî imtiyazlarla

mükâfatlandırılıyordu. Meşrutiyet ilân edilince, istibdatın dış siyasetine de tepki gösterilmiş

ve İngiltere’ye karşı bir yakınlık başlamıştı. Mebusan’da İttihat ve Terakki’nin ileri

gelenlerinden Babanzade İsmail Hakkı, Bağdat demiryolunun yapımında Almanlara tanınmış

olan hakları eleştiriyordu. Yeni İngiliz Elçisi Sir Gerard Lowther, İstanbul’a vardığında,

çılgınca sayılabilecek bir sevinç ve sevgi gösterisiyle karşılanmış, halk arabasını elçiliğe

kadar çekmişti. Buna karşılık, gördüğümüz üzere, İngiltere hükümeti de yeni düzeni 229Stanford J. Shaw -Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, (Çev. Mehmet

Harmancı), c.II, E Yayınları, İstanbul, 1982, s.332. 230 Aykut Kansu, 1908 Devrimi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.176; Hilmi Kamil Bayur, Sadrazam Kâmil

Paşa - Siyasi Hayatı -, Sanat Basımevi, Ankara, 1954, s.241–242.

Page 108: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

97

desteklemiş, 27 Temmuz 1908’de Sadrazam ve Padişaha kutlama telgrafları göndermiş ve

Osmanlı hükümetine destek olacağını bildirmişti. Said Paşa’dan sonra Kıbrıslı Kâmil

Paşa’nın Sadaret’e gelmesi, İngiltere ile olan yakınlığın artacağına işaret sayıldı, zira Kâmil

Paşa, İngiliz siyasetinin en önde gelen şampiyonuydu. Paşa, en güçlü devletin İngiltere

olduğuna inandığı gibi, âdeta kendi siyasal yazgısını bu ülkeye bağlamıştı. İngiltere de bu

durumun farkında olduğu için, VII. Edward, Kâmil’in Sadaret’e getirilmesi üzerine,

Abdülhamid’i bu davranışından ötürü kutlamak gibi uluslararası usullere aykırı bir davranışta

bulunmuştu. Ayrıca, İngiltere Elçiliği tercümanı Fitzmaurice’ in Paşa’nın düşürülmesinden

bir ay önce yazdığı özel bir mektuptan öğreniyoruz ki, Kâmil’e Grand Cross of Bath nişanının

verilmesi düşünülmekteydi. Bu takdirde Kâmil Paşa, 40 yıl içinde bu nişanı alan ikinci

Osmanlı olacaktı. Fitzmaurice, Paşa’yı, ‘Çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarı’ diye tarif

ediyordu231.

Said Paşa’dan sonra 6 Ağustos 1908’de Sadrazam olan Kâmil Paşa, uzun süre devlet

adamlığı etmiş olmanın gururu içinde bir vezirdi. Paşa, İttihat ve Terakkilileri çoluk çocuk

olarak görmek eğilimindeydi ve onları daha çok Abdülhamid’e karşı bir silâh olarak yararlı

buluyordu. Oysa İttihat ve Terakki, iktidarı eline almamakla birlikte, “denetleme iktidarını”

ciddî olarak benimsemişti.

Bu durumda Kâmil Paşa, Cemiyet’le iyi ilişkiler kurmak istediği ve Cemiyet’in de

onunla işbirliği yapması sonucunda Sadaret’te kalabilmişti. Seçimler sona erdikten ve Meclis

toplandıktan sonra, Meşrutiyet idaresinin kurallarına göre hareket etmek gerekmekte idi.

Cemiyet gizli bir teşkilat olarak kalıp, ülke içinde ve hükümet üzerinde etkisini ve baskısını

sürdürmek istiyor, bu şekilde öneminin korunacağına inanılıyordu. Bâb-ı Âli tarafından

bakıldığında, Parti legalleşirse esrarengiz etkisi ortadan kalkabileceğinden ve Meclisin reyini

hürriyet şartları içinde kullanabileceğinden dolayı çareler aranmalıydı. Kâmil Paşa, ordudan

başlamak üzere disiplini sağlamayı düşünüyordu. Böylece, ordunun siyasetle olan bağı

kesildiğinde İttihat ve Terakki, normal bir siyasi parti olarak halkın önünde duracaktı. İşte, iki

tarafın arasının açılmasının gerçek sebebi bu yöntem ve yönetim anlayışındaki çelişkilerdir232.

Kâmil Paşa ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin arasının açılmasının en önemli nedeni

ittihatçıların Hükümetin işlerine karışmaya kalkışmak istemesi olmuştur. İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin, üzerinde hükümet sorumluluğu bulunmamasına rağmen, daha ilk günden

itibaren hükümet işlerine karışması, hükümet üyelerinin ve memurların atamalarında sık sık

231 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1987, s.135-136. 232 Şerif Paşa, Bir Muhalifin Hatıraları-İttihat ve Terakkiye Muhalefet, Nehir Yayınları, İstanbul, 1990,

s.28–29.

Page 109: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

98

telkinlerde bulunması Kâmil Paşa’yı rahatsız etmiştir. Fakat Kâmil Paşa buna rağmen,

Cemiyete karşı sabır göstermeye çalışmıştır233.

Servet-i Fünun, Yeni Gazete, İkdam gazeteleri gibi Kâmil Paşa taraftarlarına göre Kâmil

Paşa, İngiliz dostluğu siyasetinin baş savunucusu olduğuna göre, ona karşı olmak, İngiliz

dostluğuna karşı çıkmak, hatta Alman dostluğunu tercih etmek demekti. Buna karşı İttihat ve

Terakkililer, Kâmil Paşa’ya İngiliz siyaseti yüzünden muhalefet etmediklerini, Alman

dostluğunu savunmanın da İngiliz düşmanlığını gerektirmediğini ileri sürüyorlardı. Belki bu

saldırılar karşısındadır ki, İttihat ve Terakkililer, yine İngiliz dostu sayılan ve Kâmil Paşa’nın

rakibi olan Said Paşa’ya yanaştılar. Said Paşa’nın siyaset anıları Tanin’de yayımlanmaya

başladı. Times’da, 3 Aralık günlü bir haberinde, İttihat ve Terakkinin Sadaret’e Hilmi Paşa’yı

istediğini bildiriyordu. Muhaliflerin, İttihat ve Terakki’yi İngiliz düşmanlığı ile suçlamaktan

başka bir silâhları daha vardı. Buna göre İttihat ve Terakkililer, Kâmil Paşa’nın yerine,

kendileri hükümet olmak istiyorlardı. Oysa devlet işleri çocuk oyuncağı değildi. Bu tez, yaşlı

ve orta yaşlı devlet adamlarından başka, İttihat ve Terakki saflarında da kıskançlık ve haset

duygularım ayaklandırdığı için, etkili bir tezdi234. Derviş Vahdeti, Kıbrıslı olması sebebiyle

Kâmil Paşayı daha 2. sayısından itibaren övmeye, yükseltmeye ve onun hakkında yazı

yazmaya başlamıştır. Vahdeti, “Kâmil Paşa” isimli yazısında; Kâmil Paşa’nın Kıbrıslıların

gururu olduğu gibi bütün Osmanlıların da onunla ne kadar övünseler az olduğunu

belirtmektedir. Bunlara ilaveten gazetede Kâmil Paşa’nın hayatı ve siyasi fikri hakkında

kendince bilgiler vermekte ve Kâmil Paşa’yı göklere çıkarmaktadır235.

Kâmil Paşa’nın Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa vasıtasıyla orduyu normalleştirme

gayretleri, birçok subayın siyasetin içinde olması sebebiyle istenen neticeleri vermeyecekti.

Ancak, ordu içinde ve bazı kurumlarda zaaf emareleri görülmekteydi. Subayların siyasete

karışmalarına karşı çıkan İkinci Ordu kumandanı Nâzım Paşa Harbiye Nezareti’ne getirildi;

istifa halinde olan Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa’nın yerine vekil olarak Hüsnü Paşa tayin

edildi. Sadrazam böylece askeri disiplinin ve hiyerarşinin sağlanabileceğine inanıyordu. Yani,

ordu hükümetin emri altında, askeri hiyerarşi içinde şekillenecek ve Cemiyet’in etkisinden

kurtulacaktı. “İktidar ve otoritenin kimde olduğunu bilen yoktu. İktidar hâlâ padişahın elinde

miydi? Padişah adına devleti sadrazam mı yönetecekti? Yoksa toplandığında Meclis mi önde

gelen role sahip olacaktı?” Böylece hükümet, kendi durumunu ve İttihatçıların amaçlarını

233 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789–1914), TTK Yay., Anakara, 1999, s. 605. 234 Akşin, İttihat ve Terakki, s.111. 235 “Kâmil Paşa”,Volkan, 13 Aralık 1908, Nr: 3.

Page 110: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

99

kavrayamadığı için kendi politikalarını oluşturamadan ülkeyi İttihatçıların etkisine göre

yönetiyordu236.

Ayrıca ortaya çıkan bir başka sorun da: Avcı Taburlarının İstanbul’dan geri yollanmak

istenmesidir. 29 Ocak 1909 tarihinde Yanya eşrafı, Rum çetelerinin geniş bir faaliyete geçtik-

lerini iddia ederek, buna karşı oradaki kumandanların değiştirilmesini ve askerin arttırılmasını

istemişlerdi. Kâmil Paşa, bunun üzerine 8 Şubat 1909’da Harbiye Nazırına yazdığı 8/2

yazısıyla “Yanya’da Etnik-i Eterya’nın fesadını durdurmak için asker göndermek lazımsa ve

bu yapıldığı takdirde üçüncü ordunun zaafa uğramasından korkuluyorsa, esasen o orduya

mensup olup İstanbul’da bulunan Avcı Taburlarının gönderilebileceğine” dair bir tezkere

göndermiştir237. Bu tezkere bazı kimselerin şüphelerini arttırmış ve Sadrazam’ın, İttihat ve

Terakki Cemiyeti’nin en büyük dayanağı olan Avcı Taburlarından mahrum bırakarak, onu

yok etmek istediği, hatta bununla da kalınmayarak, Meşrutiyet’i dahi kaldırmak istediği

düşüncesini ortaya çıkarmış ve Harbiye Nazırının değiştirmesinin de Avcı Taburları ile ilgili

olduğu söylentilerinin dolaşmasını neden olmuştur238.

10 Şubat 1909’da Kâmil Paşa, İttihat ve Terakki’nin siyasal nüfuzunu kaldırmak, ya da

hiç olmazsa azaltmak için teşebbüse geçti ve böylece Paşa ile Cemiyet arasında kıyasıya bir

iktidar mücadelesi başladı. O gün, Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşanın çok daha önce vermiş

olduğu istifası kabul olunarak, Nezaret’in vekâletine 1. Ferik Hüsnü Paşa getirildi. Boş olan

Maarif Nezareti’ne de Defter-i Hakanı Nazırı Ziya Paşa atandı. Fakat asıl önemlisi, Harbiye

Nazırı Ali Rıza Paşa’nın Mısır Komiserliğine atanarak, yerine, 2. Ferikliğe yükseltilen 2.

Ordu Kumandam Nâzım Paşa’nın getirilmesiydi. Bu en önemli atamada, İttihat ve Terakki’ye

danışılmaması, üstelik Ali Rıza Paşa’nın azlindeki parlamenter usule aykırılık, değişiklikten

ve olayla ilgili gelişmelerden kabinenin haberli kılınmaması yüzünden büyük bir tepki doğdu.

Ne gariptir ki, II. Meşrutiyet’in ilk Sadrazamı olan Said Paşa’nın istifası da yine

Harbiye ve Bahriye Nazırları sorunundan kaynaklanmıştır. Said Paşa, bu iki Nazırlığa

önerilen şahısların Padişah tarafından yapılmasını kabul etmemesi sonucu istifa etmiştir239.

Ancak Kâmil Paşa, Padişahlık makamına dahi tanınmayan bir hakkı, doğrudan kendi üzerine

almak istemiştir. Böylece Kâmil Paşa, II. Abdülhamid’in yapmayı isteyip de yapmadığı bir

uygulamayı yapmıştır240. Mc Cullagh’a göre Kâmil Paşa, az rastlanır derecede akıllı bir

insandır. Kâmil Paşa’nın kişiliğinin en baskın özelliği, kişisel yükselme hırsıdır. II.

236 S. J. Shaw-E. K. Shaw, a.g.e., s.331–332. 237 Volkan, 14 Şubat 1909, Nr: 45. 238 Hilmi Kamil Bayur, Sadrazam Kâmil Paşa - Siyasi Hayatı -, Sanat Basımevi, Ankara, 1954, s.293. 239 Hüseyin Cahit Yalçın, “Meşrutiyet Hatıraları”, Fikir Hareketleri, S.96, İstanbul, 1935, s.277. 240 Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896–1909), Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s.420.

Page 111: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

100

Abdülhamid ile Harbiye ve Bahriye Nazırlarının değiştirilmesinde yaptığı kavga, kendi

yetkilerini Yıldız’a karşı arttırmak istemesinden kaynaklanmaktaydı. Yaptığı bu

değişikliğin sebebi de. Harbiye ve Bahriye Nazırlarını değiştirmesi, kendi yetkilerini

Meclis’e karşı artırmak istemesidir241. Kâmil Paşa’nın Harbiye Nezaretine atanmasını istediği

Nazım Paşa’nın, Cemiyet’e yakın olmasa bile en azından mutlak monarşi aleyhtarlığıyla

tanınmış olması, Volkan gazetesi tarafından da “vatanın en değerli, en namuslu bir askeri”

olarak nitelendirilmesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni güç durumda bırakmıştır242. Kabinenin

iki Müslüman olmayan nazırı ile Hariciye ve Evkaf Nazırları Tevfik ve Şemsettin Paşalar

dışındaki, Adliye, Dâhiliye, Maliye Nazırları ve Şûrâ-yı Devlet Reisi ile Şeyhülislâm istifa

ettiler. 11 Şubat günü Urfa Mebusu Şeyh Saffet Efendi bir istizah takriri verdi. Kâmil Paşa

istizaha cevap vermeye hazır olduğunu bildirirken, durumunu sağlamlaştırmak amacıyla,

İttihat ve Terakki hakkında ortaya atılan iddialardan yararlanmaya kalkıştı. İttihat ve

Terakki’nin Abdülhamid’i tahttan indirmeye ve Reşat Efendiyi atlayarak, tahta Yusuf İzzettin

Efendiyi getirmeye hazırlandığı yolunda basında iddialar ortaya çıktı. İddialara göre, Rıza ve

Arif Paşalar da bu işe yardımcı olacaklardı. Kâmil Paşa, kabine arkadaşlarına Nazırları

bundan dolayı değiştirdiğini açıklamıştı. Böylece Kâmil Paşa, bu sefer de Abdülhamid’le

İttihat ve Terakki’ye karşı ittifak kurabileceğini umuyor olmalıydı. Kâmil Paşa’nın 15 gündür

durumdan haberli olduğunu söylemesi, Nazırları kızdırmıştı. İttihat ve Terakki Cemiyeti

iddiayı kesinlikle reddetti. Kâmil Paşa da, 13 Şubat’ta çıkan resmî bir ilânla tahttan indirme

iddiasının yalan olduğunu kabullendi.

Bu olaylar neticesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Kâmil Paşa arasındaki ipler

tamamen koptu. İttihatçılar Kâmil Paşa’yı artık otoritelerinin ve Meşrutiyet’in önündeki en

büyük engel olarak görmekteydiler. Bu nedenle Kâmil Paşa’nın bir an önce gitmesi

gerekmekteydi. Bu kez de Kâmil Paşa Hükümeti’nin düşürülmesi için girişimlere başladılar.

Kendi politikalarının önünde engel teşkil ettiğini düşündükleri Said Paşa Hükümeti nasıl

baskıyla düşürülmüşse, Kâmil Paşa hükümeti de aynı yolla İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

önünden çekilmeliydi. Bu amaçla Kâmil Paşa Hükümeti’nin mecliste güvenoyu ile

düşürülmesi teşebbüsü başlatıldı. Kâmil Paşa, buna mukabil Çarşamba günü Meclis’te

bulunabileceğini bildirmiş. Meclis ise Cumartesi günü gelmesinde ısrar ederek Kâmil Paşa’yı

gece yarısına kadar beklemeye karar vermiştir. Kâmil Paşa, gene ortalarda gözükmeyince,

Meclisin yaptığı oylama ile Kâmil Paşa Hükümetine 207 oydan 8 kişi itimat oyu vermiş, 196

241 Francis Mc Culagh, Abdülhamid’in Düşüşü, (Çev:Nihal Önol), İstanbul Kitaplığı, İstanbul, 1990, s.43. 242 “Harbiye Nâzır-ı Sabık Nazım Paşa”, Volkan, 16 Şubat 1909, Nr: 47, s.1.

Page 112: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

101

kişi itimatsızlık oyu vermiş ve Kâmil Paşa Hükümeti resmen düşmüştür243. “Sadrazam'ın

vatan ve milleti zulüm ve istibdada doğru sürüklediği, Mebusan Meclisince Paşa hakkındaki

itimadın münselib olduğu ve Paşa'ya Mecliste itimad reyi verilmediği” zikredilmiş ve “Kâmil

Paşa artık Sadrazam değildir” denilmişti. Ahmed Rıza Bey oylama sonucunu bir tezkere ile

Kâmil Paşa’ya bildirmiştir. Kâmil Paşa bunun üzerine istifaya mecbur kaldı244. Böylece

Kâmil Paşa’nın istifasından önce Meclis, Hükümeti düşürmüş ve aynı gece saat 22.20’de II.

Abdülhamid’in huzuruna çıkan Meclis Başkanı Ali Rıza Bey ve Meclis İkinci Başkanı Talat

Bey, Kâmil Paşa’ya Meclis tarafından 198 oyla itimatsızlık oyu verilmiş olduğunu

belirtmişlerdir. Padişahtan Kâmil Paşa’nın yerine, “ehemmiyet-i ahaliye ve hariciyeye

adamaya müsaid” birinin Sadarete atanmasını talep ve rica etmişlerdir. Bunun üzerine II.

Abdülhamid, düşen kabinede Dâhiliye Nazırı olan Hüseyin Hilmi Paşa’yı Sadarete, kendisine

istifasını veren Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin yerine de, Rumeli Kazaskeri olan

Ziyaeddin Efendi’yi atamıştır. Böylece 5 Ağustos’ta Hükümete gelen Kâmil Paşa, 14 Şubat

1909’da Meclisin vermiş olduğu “Adem-i İtimad” oyları ile düşürülmüş oluyordu. Kâmil

Paşa’nın yerine sadarete atanan Hüseyin Hilmi Paşa, Rumeli Umumi Müfettişliğinde

bulunmuş, Kâmil Paşa Hükümetinde Dâhiliye Nazırlığı yapmış bir devlet adamıdır. 17 Şubat

günü Hilmi Paşa, kabinesinin programını Mecliste okudu ve güvenoyu aldı.

Muhalif Dr. Rıza Nur, Kâmil Paşa’yı ve düşürülüşünü şöyle anlatmaktadır: “Kâmil

Paşa büyük bir şöhrete mâlikti... İngiliz dostu olmakla meşhurdu. Halkta bu sayede, İngilizleri

Türkiye’ye hizmet ettirir kanaati vardı. Hey gaflet! Meselâ ben bu fikirle, safderun bir çocuk

gibi, İngiliz sefarethanesine gitmiş; Meşrutiyet’e yardım dilemiştim. İlk günlerde bir kısım

halk da İngiliz sefirinin arabasını, atları çözüp, Sirkeci’den sefarethaneye kadar çekmişti. Bir

devletin siyaseti böyle şeylerle döner mi dönmez mi, bilen bir kimse yoktu. Kâmil Paşanın

İngilizlerle münasebetinin ne olduğunu ve derecesini bilen de yoktu. Birçok zaman sonra hâsıl

edebildiğim fikre göre, İngiliz sefirinin sersemce âleti olmaktan, onun tarafından

aldatılmaktan başka bir şey yapamıyordu. Kâmil, İngilizlerle işi halledebileceğine

güveniyordu. Cemiyet ayrı fikirdeydi. Kâmil Cemiyet’i dinlemedi. Cemiyet mecliste onun

düşmesini hazırladı. Bir perşembeydi, Kâmil Paşa’ya gittim. ‘Seni düşürüyorlar, cumartesi

gideceksin; başka tedbir mümkündür, yaparsan yerinde kalırsın.’ dedim. Bu adamı

görüyordum, ihtiyar; yokmuş denecek derecede seyrek bir aksakal. Gözü, yüzü şayan-ı hayret

bir surette en koyu bir Yahudi siması. Yanağında ve gözünde tik var, bir düzüye oynuyor. Sağ 243 MMZC, c.I, D.I, İç. I, Elliikinci İntikat, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.616-617. 244 Mehmet Tevfik Biren, II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, (Haz. F. Rezan

Hürmen), Arma Yayınları, 1993, s.9.

Page 113: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

102

şehâdet parmağını kaldırdı, tikini yaptı, çenesini tıpkı acuze karılar tarzında oynattı, ‘Korkma,

bir şey olmaz.’ dedi. Şaştım, ben görüyorum, herkes görüyor, bu koca tecrübeli siyasî

görmüyor. Bir aralık ‘Bu adam sakalı değirmende ağartmamış ya, elbet bir bildiği var, biz

çocuğuz.’ dedim. Dedim ama yine kanaat etmedim. Cumartesi günü Meclis onu çağırdı,

gelmedi. Galiba gelmemek tedbiri imiş! Gelmeyince gıyabında adem-i itimat verdiler,

devrildi gitti... Sonra evine gittim. ‘Bakınız.’ dedim. Hiç lâf yok. Artık beni severdi. Arada

haber yollar çağırırdı... Çok konuşmaz, söz söylediği nadirdi, insan onu bu haliyle bir kapalı

kutu zanneder, ‘içinde acaba ne cevherler var.’ der. Zamanla öğrendim, maatteessüf içi

bomboştu. Boş bir küp. Hatta onun gibi sesi de yok... Zavallı millet, böyleleriyle ne kadar

idare edilmiş; daha da edilecek... 245”

İttihatçı olmasa bile, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne yakın olan Hüseyin Hilmi Paşa’nın

sadarete getirilmesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hükümeti resmen ele geçirmiş olduğu

söylenebilir. Bu siyasal manevra, İslam Cemiyeti’nin “Makedonyalılar kendi otokrasilerini

kuruyor” feryadına güç kazandırdı246. Muhafazakâr kesimde Makedonya Cuntasının İslam’ı

tasfiye ederek memleketi gâvurlara teslim etmeye hazırlandığı anlayışı hızla yayılmaya

başladı.

Mehmet Tevfik Bey (Biren) Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi ile ilgili olarak şu yorumda

bulunmaktadır: “Benim kanaatime göre Hüseyin Hilmi Paşa’ya sadaretten ziyade Dâhiliye

Nazırlığı daha münasipti. Hususiyle Paşa, böyle kritik bir zamanda, idarenin en yüksek

noktası olan makamda bulunarak devletin iç ve dış siyasetini usulü ile idare etmek için elzem

olan vasıfları pek de haiz görünmüyordu. Esasen malumatı da oldukça mahdudtu. Vakıa

bulunduğu mevki için sadece malumatın el vermeyeceği muhakkaktı. Hakkı Paşa gibi bir

insanla mukayese edildiğinde Hüseyin Hilmi Paşa, vukuf kesbettiği sahaların sınırlılığına

rağmen Dâhiliye Nazırlığında kalsaydı bu nezareti Hakkı Paşa çok daha iyi idare edebilir ve

zaten bu kadarı da kâfi görülebilirdi247.”

2.2. 31 Mart Olayı’nın Provası: Kör Ali Olayı

Kör Ali, Halıcılar Camii’nin müezzinidir. Kör Ali, bir ara Fatih Camii’nde vaaza çıkmış

ve etrafında toplanan bazı kişilere Meşrutiyet aleyhtarı görüşlerini aşılamaya çalışmıştır. Hatta

Kör Ali, bu nedenle tutuklanmış, fakat “aklı başında değildir” gerekçesiyle tahliye edilmiştir.

245 Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, c.V, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994, s.142–143. 246 Alan Palmer, Son Üç Yüz Yıl Osmanlı İmparatorluğu, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2003, s.213. 247 Biren, a.g.e., s.10.

Page 114: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

103

Kör Ali, 7 Ekim 1908248 günü Fatih Camii’nde vaaz kürsüsüne çıkmış, burada içindeki

Meşrutiyet aleyhtarı fikirlerini açıklayarak, camide bulunanlara Kânun-u Esasî ve Mebusan

Meclisi aleyhinde sözler sarf etmiş, hürriyet ve eşitlik gibi kavramların anlamsız şeyler

olduğunu anlatmıştır. Kör Ali orada toplanan halka, kendisinde bir takım manevî hallerin

meydana çıktığını ve görünmeye başladığını da ifade ederek, orada bulunanlara kendisini bir

veli ve aziz gibi göstermeye çalışmıştır. Yanında arkadaşı Hersekli İsmail Hakkı olduğu

halde, camide vaazını dinleyenlere, kendisini yalnız bırakmayacaklarına, ayılmayıp birlikte

hareket edeceklerine dair yeminler ettirmiştir. Kör Ali önceden plan yaparak ve sistemli bir

şekilde işe başlamıştır. Yanında getirdiği tülbentleri, kendilerini ulema cemiyetinden

göstermek için, cemaate feslerinin üzerine takılmak için dağıtmış ve kendisi silahlı olduğu

halde Fatih Camii’nden çıkmıştır249.

Kör Ali, Fatih Camii’den çıktıdan sonra meydanda bulunan bir musalla taşına çıkarak:

“Eyvah ümmet-i Muhammed uyanın! Toplanın ey müminler! Vakit, saat geldi. Tecelliyât var!

Düşün peşime! Bu sürüye bir çoban lazım. Çobanımızı bulalım250” diyerek milleti galeyana

getirmiştir. Halkla birlikte Yıldız Saray’ına doğru yürümeye başlamıştır. Kör Ali’nin peşine

takılan, sarıklı-sarıksız insanlardan meydana gelen topluluk Yıldız’a kadar çoğalarak

ilerlemiştir. Aynı kalabalık Harbiye Nezareti önünden köprü yoluyla Beşiktaş’a, oradan da

Yıldız Sarayına gitmiştir. Her geçen saate artan bu kalabalık, 16.00 sıralarında Yıldız Sarayı

önüne gelmiştir. Böyle bir kalabalığın Yıldız Sarayı önüne geldiğini haber alan II.

Abdülhamid, Başkâtibi Ali Cevat Bey’i yanına çağırarak bu kalabalıkla görüşmesini

emretmiştir. Ali Cevat Bey, Saray’ın kapısı önüne çıktığında; “arakiyyenin(külah) üzerine bir

sarık sarmış, göğsü-bağrı açık, pejmurde kıyafetli, şaşı gözlü, meczub tavırlı bir adamın

koltuğuna iki kişi girmiş ve etrafına da ellerinde bayraklar 40-50 kadar adamın toplanmış”

olduğunu belirterek, bu olayı izlemek için halktan birçok kişinin de Yıldız’a geldiğini ifade

etmiştir. Hoca Ali Efendi adında bir adam: “Meyhaneler kapanmalı, resim çıkarmak men

olunmalı, İslâm kadınları sokaklara çıkmamalı” diye bağırdığını ifade ettikten sonra, Kör

Ali’ni koltuğunda bulunan kırmızı yüzlü, seyrek sakallı ve genç - muhtemeldir ki Hersekli

İsmail Hakkı - hocadan ne istediğini sormuştur. Genç adam da: “Kânun-u Esasî’yi

istemiyoruz” demesi üzerine, Padişah’ın yanına gitmiş ve II. Abdülhamid’e olayı şöyle

248 Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı; İkinci Meşrutiyet’in Siyasî Hayatı Boyunca Gelişmesi ve

Bugüne Bıraktığı Meseleler, Baha Matbaası, İstanbul, 1962, s.130. 249 Süleyman Kani İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu; Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, (Haz.

Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul, 2003, s. 37. 250 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa (1908–1914), c.I, Remzi Kitapevi,

İstanbul, 1972, s.113–114.

Page 115: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

104

anlatmıştır: “Efendimiz bu gelen adam Ali isminde bir meczup imiş. İçlerinde Fatih

dersiamlarına benzer hiç kimse yoktur. Nuri Paşa kulunuzun da ifade ettiği gibi çok fazla

kalabalıklarsa da, bunlar ulemadan ve talebeden olmayıp, Ramazan-ı şerif ve bilhassa

akşamüstü olması sebebiyle sokaklarda bulunan işsiz-güçsüz bir takım adamlardır.

Beşiktaş’taki aşçı ve tablakârlar10 da bu herifin arkasına takılarak buraya gelmişlerdir.

Zabtiye Nazırı Sami Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti azasından Talat Bey kullarınız da

buradadırlar. Bu kullarınız mülâyemet (yumuşaklık) ve suhuletle (kolaylık) bu kalabalığı

sessizce dağıtırlar. Efendimiz zahmet buyurmayınız. Yine tekrar ederim. İçlerinde ulemadan,

hocalardan kimse yoktur, rica ederim, zahmet buyurumlasın” demiştir. Ali Cevat Bey bu olayı

II. Abdülhamid’e anlattığı sırada, Mabeynci Nuri Paşa içeriye girmesi üzerine, II.

Abdülhamid’in usulen Nuri Paşa’ya dışarıda neler olduğunu sorması üzerine; Nuri Paşa’nın

“dışarıda bine yakın sarıklı adamların bulunduğunu” söylemedi etmesi üzerine, Padişah,

Mabeyin penceresinden kalabalığa görünmüştür. II. Abdülhamid’i pencerede gören Kör Ali,

yüksek bir sesle, “Padişahım, çoban isteriz. Çobansız sürü olmaz. Şeriat emrediyor.

Meyhaneler kapanmalı. İslâm kadınları açık-saçık sokaklarda gezmemeli. Resim

çıkarılmamalı. Tiyatrolar kapatılmalı. Korkma, tecelliyat var. Evliya perde altında tecelli

ediyor.” demiştir. Bu sözler üzerine II. Abdülhamid de, “İcap eden emir verilir. Mukteza-yı

şeriat icra olunur, müsterih olun hoca efendi” demekle birlikte, Kör Ali’nin aklının başında

olmadığını anlatmak istercesine Ali Cevat Bey’e bakarak gülümsemiştir251. Bundan sonra

kalabalık dağılmaya başlamıştır.

Kör Ali ve yanındaki kalabalık Yıldız dönüşünde rastladıkları Sadrazam ve

Şeyhülislama hakaret ve taarruzda bulunmuşlar, Şeyhülislamın arabasının camlarını

kırmışlardır. Bu olaydan kısa bir süre sonra Kör Ali, kayınpederi Urfalı Mehmet ile İsmail

Hakkı, Abdullah ve birkaç arkadaşı zabtiye tarafından tutuklanarak adliyeye götürülmüşlerdir.

Kalabalık bir halk kitlesi, Kör Ali’yi ve onunla beraber tutuklananların haklarını savunmak ve

onları kurtarmak amacıyla Meşihat Dairesine gitmişlerdir. Kör Ali ve arkadaşları 29 Ekim

1908’de yapılan yargılama sonucunda idama mahkûm edilerek asılmışlardır252.

Kör Ali olayı daha sonra patlak verecek olan 31 Mart Olayı’nın bir çeşit provası

olmuştur. Bu olay muhalefet gibi toplumda da İttihatçılara karşı öfkenin hızla yaygınlaştığını

göstermektedir. Tarık Zafer Tunaya’ya göre Kör Ali olayı katı bir irtica hareket olarak

değerlendirilebilinir253. 251 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi; II. Abdülhamid’in Son Mabeyn

Başkâtibi Ali Cevat Beyin Fezlekesi, (Haz.: Faik Reşit Unat), TTK Yayınları, Ankara, 1991. s. 15-16. 252 Cemal Kutay, 31 Mart İhtilalinde Abdülhamid, Cemal Kutay Kitaplığı:1, İstanbul, 1977. 253 Tunaya, İslamcılık Cereyanı, s.130.

Page 116: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

105

2.3. Ordu İçinde Ortaya Çıkan Siyasal Çekişmeler

2.3.1. Alaylı-Mektepli Siyasi Çekişmesi

31 Mart Olayı’nın ortamını hazırlayan diğer bir etken de, ordudaki hoşnutsuzluktu. Bu

hoşnutsuzluk her şeyden önce, Hürriyetin ilânı ile birlikte orduya hâkim olan Harbiye

Mektebi mezunu subayların kurmaya kalkıştıkları yeni düzenden ileri geliyordu. Bunlar,

Harbiye mezunu olmayan, alaylı denilen subayların ordudaki sayı ve rollerini azaltmak için

teşebbüse geçtiler. Böylece, I. Ordudan 1400 alaylı subay kadro dışına çıkarıldı. Sonradan

Harp Divanı’nın idama mahkûm ettiği subaylardan 6 tanesinin büyük ihtimalle alaylı

oldukları anlaşılmaktadır. Söz konusu tasfiye hareketi yalnız alaylı subaylar arasında

hoşnutsuzluk doğurmakla kalmadı, ayrıca orduda kalıp subay olmak isteyen erbaşları da

tedirgin etti. Er ve erbaşların diğer bir şikâyetleri de, yeni düzende talimlerin çok sıkı

tutulması ve kışlalarda Harbiyeli subayların beğendikleri sert Prusya disiplininin

uygulanmasıydı. Oysa Hürriyetin ilânından önce orduda disiplin ve talimler çok daha gevşek

tutulurdu. Asker bu bakımdan şikâyetlerine dinî bir biçim verebilmişti: Askere göre, yeni

düzenin sıkılığı yüzünden namaz ve hamam gibi dinî ihtiyaçları da görülemez olmuştu254.

Mizancı Mehmed Murad ordu içindeki yozlaşmayı şu şekilde açıklamaktadır: “İnkılâba

vücut veren “Cemiyet-i İttihadiyye”, belli bir düzeyin üzerine çıkmış siyasetçilerin ve fikir

insanlarının hizmet ettiği cemiyet olmayıp Bulgaristan sınırında küçük subay ve müfrezeler

içinde örgütlenmiş bir teşkilattı. Dolayısıyla cemiyetin ilk yöneticileri küçük rütbeli subaylar

olmaktadır. Daha sonra gelenler, mürşitlik ve müritlik mantığıyla, rütbesi ne olursa olsun

bunlara tabi olmak durumunda idi. Bu tür yapılaşmalar ise askeri düzene aykırı düşmekteydi.

Rütbelere bakılmaksızın subaylar birbirleriyle senli-benli olmaktaydılar. Bu durum

Meşrutiyet’in ilânıyla kışlalara kadar yaygınlık kazandı. Bu hal Mehmetçiklerin gözünden

kaçmadı. Ordu içinde İttihat ve Terakki’ye sadakat yeminleri ettirildiğinden kardeşlik ve

eşitlik temaları işlenmekte idi ve Mehmetçik bunu “binbaşı ne ise ben de oyum” şeklinde

algılamaya başladı ki, bu da askerî düzene aykırı, onu sarsacak bir durumdu. Askerlerin böyle

bir ortamda isyana kalkışması, olayın süratle genişlemesine sebep oldu255.”

Bazı Harbiyeli subaylar ve bu arada avcı taburlarının bazı subayları kendilerini siyasete,

sefahate kaptırmaları veya ihmalleri yüzünden askerle temas kurmamışlar, askerlerin

254 Akşin, İttihat ve Terakki, s.121. 255 Mizancı Murad, Mizancı Murad Bey’in II. Meşrutiyet Dönemi Hatıraları (Haz.:Celile Eren Argıt),

Marifet Yayınları, İstanbul, 1977, s.185.

Page 117: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

106

psikolojisinden habersiz bir hale gelmişlerdi. Bu durumda mağdur olan bazı alaylıların veya

askerle hemşeri olan bazı medrese talebelerinin askerleri, İttihat ve Terakki aleyhinde

kışkırtmaları kolaylaşmış oluyordu. Üstelik genç ve küçük rütbeli subayların Hürriyetin

ilânından hemen önce kıdemli kumandanlara karşı ayaklanarak orduya hâkim olmaları,

ordudaki hiyerarşi anlayışını sarstığı için, askere disiplin bakımından kötü bir örnek olmuştur.

Döneme tanıklık edenler, Meşrutiyet öncesinde, askerin eğitiminin yetersiz olduğunu

belirtmektedirler. Tembelliğe meyilli olan asker böyle bir ortamda daha da tembelleşiyordu.

Ancak bu vahim durumun aşılması gerekiyordu. Zira Osmanlı devletinin geldiği siyasî

ortamın yeni savaşları gündeme getirmekteydi. Askerlik kurallarının gerektirdiği sıkı disiplin

ve talimler hemen uygulanmaya konulması gerekiyordu. Bunun sonucunda çeşitli bahanelerle

talimden kaçmanın yolları aranıyordu. Dinî ve ananevî zaruretler sebebiyle itiraz

edilemeyecek bahaneler bulunmakta idi. Sabahları “hamamcı” olduklarını ileri sürerek ve bu

mazeretin arkasına sığınarak yoklamalara katılmayanların sayısı artmakta idi. Ayrıca

talimlerden kaçmak için de ibadet bahane edilmekte idi. Bunu önlemek ve talimi sevdirmek

için bazı motivasyonlar geliştirilmeliydi. Ancak mazeret kabul edilmeden herkes yoklamalara

ve talimlere katılmaya zorlandı. Fakat bunların içinde gerçekten mazereti olanlar için bu

durum kabul edilemezdi. Dolayısıyla bu hassasiyete karşı geliştirilen tavırlar, hatta bir kısım

subaylar tarafından askerlere küfürlü konuşmalar güveni sarsmıştı. Dini vecibelerini yerine

getirmek isteyenlerle bunu bahane ederek görevini aksatanların birbirine karıştırılması,

olaylara dini bir renk verilmesinde rol oynamıştı. Mehmed Murad Bey bu konuda şu yorumu

yapmaktadır: “Meşrutiyetle beraber büyük talimlere yol açıldı. Şu emr-i makbul, nef eratı çok

yoruyordu. Bu sebeple sabah yoklamalarında hamamcı yüzdesi yükseldi... Hamam talihleri

bazen tekdir en talime sevk olundu. On talibin sekizi tembel ise bile, ikisi cidden hamamcı idi.

Kuruların yanında yaslar dahi yanıyordu. Yanıyordu ama iş âdâb-ı dînîyeye dokunuyordu.

Mehmedciklerimizin ise topu iki adet mâlikâne-i fikrîsi vardır: Biri dîn, diğeri devlettir.

Onlara dokunmağa gelmez... Onlara vaki olan cüz’î temastan Mehmedciklerin bütün varlığı

lerzenâk olur... Mehmedcik tefekküre koyulunca, o güne kadar görmediği bir takım şeyleri

görmeğe başlar. Meselâ, geçen gün abdesthanede bir parça kâğıt görmüş idi; filân zabit şunu

yapmış, bunu söylemiş idi. Bunları birer birer zihninde büyütmeğe başlar.” diyerek bu

“hamam ve abdesthane muhâkemâtının” meseledeki dahlini ortaya koymaktadır. Rıza Nur da:

“Asker ve millet çok dindardı. Genç zabitler dinde ihmal ediyorlardı. Bazıları kışladaki

abdesthanede, kâğıt ile temizlenirmiş; su iktizâ eden askere sabahleyin hamama izin

vermezlermiş. Hâlbuki kıç su ile yıkanırdı; neferler gusûl etmeyince o günü ekmeğe elini bile

Page 118: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

107

süremez, aç kalır. Keza bazı zabitler nöbetçi oldukları zaman kışlada fuhuş yaparlarmış.”

diyerek aynı noktaya temas etmektedir256.

Abdülhamid devrinde askerlere çok yüz verilmiş, askerler talim ve inzibata riayet

etmiyordu. Hatta müracaatları üzerine neferler onbaşı, onbaşılar çavuş, çavuşlar teğmen

yapılmıştı. Tezkere alanların hepsine çavuş rütbesi verilmişti. İstanbul’daki ikinci fırkada hiç

mektepli zabit yoktu, hepside alaylıydı. Abdülhamid’e bağlıydılar257.

31 Mart Olayının çıkışından on beş gün evvel bir teftiş hadisesi de bu taburların

gücendirilmesine neden olmuştu. Hassa Ordusu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa, Avcı

Taburlarını teftiş etmiş, talim ve terbiyelerini beğenmeyip, taburların kumandanı Binbaşı

Şükrü Bey’i “On beş gün süre veriyorum. On beş gün sonra taburları yeniden teftiş edeceğim.

Aynı hali görürsem subayları açığa alırım” diye tehdit etmişti258. Derviş Vahdeti’nin

Volkan’da yayınladığı asker mektuplar da askerler arasındaki gerginliğin yayılmasına neden

olmaktaydı. Volkan’ın yayınları alaylı askerlerin sesi olmakla kalmamış, mekteplilere karşı

bir cephenin oluşmasında büyük etki yapmıştır.

2.3.2. Avcı Taburları’nın İstanbul’a Gelişi

İttihat ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamid’e ve onun temsil ettiği güçlere karşı

iktidarlarını ve can güvenliklerini korumak için ve İstanbul’da bulunan askerlere

güvenilemediğinden, Meşrutiyeti korumak maksadıyla Eylül ayı sonlarında 3. Ordudan üç

Avcı Taburu, Mecidiyeköy’deki Taşkışla’ya yerleştirmiştir. Selanik’ten getirilen bu

taburlara, o günlerde “Meşrutiyet’in sadık bekçileri” ve dolayısıyla da cemiyetin destekçisi

olarak bakılıyordu. Avcı taburlarının Selanik’ten İstanbul’a sevk edilmeleri sırasında, 3. Ordu

Komutanı Mahmut Şevket Paşa, avcı taburlarına hitaben yaptığı konuşmada bunların

üslendiği misyonun önemini şu şekilde ifade etmektedir: “İstanbul’daki vazifeniz çok

mühimdir. Bunu şimdiden düşünmelisiniz ve ona göre vatanın maruz kalacağı tehlikeleri göz

önünde tutmalısınız. Siz sadece asker değil, aynı zamanda hürriyetin de nigahbanısınız259.”

İttihatçıların “Nigehbân-ı hürriyet”, “Nigehbân-ı meşrûtiyet” dedikleri ve Cemiyet’e mensup

subaylar emrinde bulunan 4 Avcı taburu, Selanik’ten vapura bindirilip merasimle Taşkışla’ya

yerleştirilmiştir. 256 Aksun, a.g.e., c.V, s.160. 257 Sina Akşin, 31 Mart Olayı, Yay. No:305, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s.16. 258 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, Emel Yayınları, Ankara, 1977, s.364. 259 Ahmet Turan Alkan, İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2001, s. 107.

Page 119: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

108

19 Ekim 1908’de İstanbul’a gönderilen avcı taburlarının tamamen iç politikaya yönelik

bir amaçla, İstanbul içindeki kuvvet dengelerini değiştirmek için gönderilmiş olmaları

hususunda, muhalif-muvafık tüm gözlemcilerin fikir birliğine varmış olmaları son derecede

önemlidir260. Mizancı Murad, avcı taburlarının Meşrutiyet’e bağlılıklarını şöyle ifade

etmektedir: “Avcı taburları bütün mevcudiyetiyle Cemiyete merbut idiler. Esasen bütün

Üçüncü Ordu erkânı inkılâba, kendi eserleri gözüyle bakıyorlardı. Bunun için, hepsinde kendi

malını koruma gayreti vardır261.”

Avcı Taburlarının Meşrutiyet’in bekçileri olarak Selanik’ten İstanbul’a getirilmesi,

Kâmil Paşa Kabinesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında güven sorununa yol açmıştır.

Kâmil Paşa, getirilmek istenen avcı taburlarının İstanbul’daki siyasi dengeyi İttihat ve Terakki

lehinde değiştirerek Kâmil Paşa Hükümeti’nin nüfuzunu büyük ölçüde sarsılacağını

öngörmüştür. Kâmil Paşa, bu taburları en kısa sürede ve derhal İstanbul’dan uzaklaştırmak

istemektedir262. Kâmil Paşa, İttihat ve Terakki’nin bu avcı taburlarını, hükümete karşı bir

ihtilâl aracı olarak kullanılabileceğini ileri sürerek, avcı taburlarının gelmesine bu nedenle

şiddetle karşı çıkmıştır. Kâmil Paşa, İttihatçıların İstanbul’da kendi saltanatlarını kurmak için

Mahmut Şevket Paşa komutasında getirecekleri Rumeli kuvvetlerine İstanbul’da yerleştirilen

Avcı Taburları’nın destek vereceğini düşünmektedir. Olayları ilerleyen safhalarında

görülebileceği gibi Avcı Taburları, Mahmut Şevket Paşa komutasında orduya destek vermek

görevinin aksine Paşa’nın İstanbul’a geliş nedeni olan ayaklanmayı başlatacaktır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu taburları İstanbul’a getirmek istemesinin görünürdeki

sebebi, Bulgar tehdidini öne sürerek, başkentteki Avcı Taburları’nın sayısını artırmaktır263.

İttihat ve Terakki Cemiyeti önderleri II. Meşrutiyet sonrası aktif siyasete girmedikleri ve

rejimin tehdit altında olduğunu düşündükleri için cemiyetin nüfuzunu güçlendirecek olan

Avcı Taburları’nın İstanbul’da olası darbelere karşı bulunmasını zaruri görmekteydiler.

Gerçektende Avcı Taburları, Taşkışla ve Yıldız Olayları’nda üzerlerine düşen savunma

görevlerini yerine getirmişlerdir.

260 Alkan, a.g.e., s. 109. 261Mizancı Murad, Mizancı Murad Bey'in II. Meşrutiyet Dönemi Hatıraları, s.284. 262 Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969, s.47. 263 Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, s.47.

Page 120: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

109

2.3.3. Ordu İçindeki İlk Kıvılcım: Taşkışla Olayı

Avcı Taburların İstanbul’a gelişi, İstanbul’daki Arnavut ve Arap taburlarına mensup

askerler arasında da şüphe ve korku yaratmıştır. Askerler Avcı Taburları’nın kendilerine karşı

getirildiğini düşünmüşlerdir. II. Mahmut’un Yeniçerileri dize getirmek için İstanbul dışındaki

kuvvetleri getirip İstanbul’daki kışlaları topa tutarak ocağı kaldırmasındaki izlediği yöntemin

bu kez Avcı Taburları’nca tekerrür edeceği endişesine kapıldılar.

Kâmil Paşa’nın sadareti sırasında vukua gelen hâdiselerden biri de Taşkışla’da bulunan

ve Cidde’ye sevkleri kararlaştırılan, beş senedir askerlik yapan iki piyade taburu erlerinin,

âdet haline gelmiş bir usulle silah çatıp, terhislerini istemeleridir. Devr-i Hamîdî’de netice

verir bir âdet haline gelmiş bulunan şu basit itaatsizlik, bir takım İttihatçı zabitan tarafından

pek fazla büyütülmüş ve genişletilmiştir264. 1321 (1905) senesinde orduya alınmış, İkinci

Fırka-i Hümayun’a mensup olan ve Taşkışla’da bulunan bazı alaylardan, 87 asker Cidde’ye

sevk edilmek üzere seçilmiştir. Taşkışla Olayı, seçilen bu askerlerin Cidde’ye sevk

edilmelerine karşı çıkmaları, tezkerelerinin verilerek askerlikten ayrılmak istemeleri ve kendi

yerlerine de yeni askerlerin alınmasını istemeleri üzerine 31 Ekim 1908 Cumartesi günü

çıkmıştır. Çıkan bu olay iki gün kadar sürmüş ve ayaklanan askerler iki gece kışla bahçesinde

silah çatarak beklemişlerdir. O Döneme kadar görülebilen bu tarz protestolar genellikle

askerlerin isteklerinin anlayışla karşılanması ile sonuçlanmaktaydı. İttihat ve Terakki

subaylarının orduda Alman ekolünü benimsemesiyle beraber iyi eğitim görmüş mektepli

subaylar hızla alaylıların yerine geçmeye başlamıştır. Disipline önem veren mektepli subaylar

çavuşluktan gelen alaylı subaylar gibi bu protesto girişimine yumuşak bir tepki vermemiş,

aksine bu olayı bir başkaldırı olarak değerlendirmişlerdir.

Hassa Ordusu Kumandanı Mahmud Muhtar Paşa, Taşkışla Kumandanı Mirliva Şükrü

Bey’den aldığı telgraf üzerine bu olayı öğrenmiş, Ordunun Kurmay Başkanı olan Halil Sedes

Bey’i yanına çağırarak Şükrü Bey’den aldığı telgrafı Halil Sedes Bey’e okutmuştur.

Taşkışla’dan alınan telgrafta şunlar yazılmaktadır: “Bu sabah 6. alayın eski erlerinden

birçoğunun karavana almayıp, talimhanenin Yıldız Sarayı tarafına bakan cephesinde

toplandıkları ve ‘Padişahım Çok Yaşa’ âvazeleriyle tezkere istemekte oldukları ve talime de

iştirak etmeyerek isyan alaimi göstermekte oldukları maruzdur.” Mahmud Muhtar Paşa almış

olduğu bu telgrafı Halil Sedes Bey’e okuttuktan sonra, Harbiye Nâzın Ali Rıza Paşa’dan

almış olduğu şu emri Halil Sedes Bey’e iletmiştir. Alınan emir şöyledir: “Otuz civarındaki asi

askerlerin pişman olup itaat etmeyecek olurlarsa üzerlerine ateş açılması”. Harbiye

264 Aksun, a.g.e., c.V, s.134.

Page 121: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

110

Nazırından alınan bu emir kesindir ve son derece açıktır ve emrin aksine davranıp

direnenlerin vurularak öldürüleceklerini kapsamaktadır265.

Mahmut Muhtar Paşa’dan emri alan Halil Sedes Bey, Taşkışla’ya doğru hareket

etmiştir. Halil Bey Taşkışla’ya geldiğinde, Makedonya’dan henüz 12 gün evvel Taşkışla’ya

yerleştirilmiş olan avcı taburuna mensup erlerin, başlarında Tabur Kumandanı Remzi Bey -

sonraları Remzi Paşa - olduğu halde isyan eden askerleri kuşattığını görmüştür. İlk ateş

kuşatılan askerlerden gelmiş, atılan bir kurşunla avcı taburlarına mensup askerlerden birisi

yaralanmıştır266. Makedonya dağlarında komitacılarla çatışmaya alışkın olan bu askerler,

isyancı askerlere hemen karşılık vermiş, çıkan çatışmada asi askerlerden dördü öldürülmüş,

üçü ise yaralanmıştır. Böylece olay, Halil Sedes’in müdahalesine gerek kalmadan bitmiştir267.

Birinci Ordu kumandanı Mahmud Muhtar Paşa, üç çavuşun naaşlarını Yıldız

civarındaki taburlara ibret için saray etrafında sergilemek istemiştir. Padişah: “Muvâfık-ı akl-

ü hikmet olmayan böyle bir şeyin men’ini” istemiştir. Ali Cevad Bey, bu sebeple Sadrazam,

Harbiye Nazırı ve Birinci Ordu Kumandanının mabeyne çağrıldığını yazmakta ve: “Her

ikisinden evvel gelen Paşa’nın, kendisinin verdiği kararı kimsenin tağyir ve te’hîre selâhiyeti

olmıyacağını kemal-i şiddet ile beyan etmesi üzerine, ‘Sadrazam ve Harbiye Nazırı Paşaların

bu bâbda ne diyeceklerini bilmem, ancak adamlar, muhâlif-i kaanun hareket etmişler, siz de

bunların hakkında nizâm-ı askerîyi ifa ettiniz. Askerlik vazifesi burada tamam oldu. Bunların

naaşlarını köpek ölüsü gibi sürütemezsiniz; bu naaşlar artık mübarektir, mukaddestir.

Haklarında vazîfe-i diniye îfâ edilecektir. Bundan başka, bu naaşları darağacında görecek olan

neferât düşman askeri değil, onların ya hemşehrileridir ya akrabasıdır. Ders verelim der iken

hiss-i intikam ve nefret uyandırırsınız. O vakit mesele, bütün bütün başka bir şekil alır.’

dedim. Mahmud Paşa: ‘Her ne olursa olsun, ben bunları sürüye sürüye buraya getireceğim ve

asacağım.’ dedi. Bu esnada Sadrazam ve Harbiye Nazırı geldi ve müzakere için odaya gidildi.

Mahmud Paşa, bu bâbda reyinde musir olup, aksi halde istifa edeceğini kemâl-i tehevvürle

ifâde eyledi. Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa buna hacet olmadığını biraz telâşla beyan edince,

Kâmil Paşa ‘Bırak Paşa, varsın istifa etsin, bırak.’ dedikte, Mahmud Paşa hemen yerine

oturdu ve naaşların seibinden sarf-ı nazar olundu.” demektedir268.

Olaydan bir gün sonra Taşkışla olayı ile ilgili İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından

yayınlanan bir beyannamede; Taşkışla Olayından bahisle, “Mesele, devr-i sabıkta şımarıklığa

265 Halil Sedes, “İhtilalin Mukadderatı ve Canlı Bir Hatıra”, Tarih Hazinesi, S.15, İstanbul, 1952, s.765. 266 Ali Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, GTT, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.392. 267 Sedes, a.g.m., s.766. 268 Aksun, a.g.e., c.V, s.133–134.

Page 122: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

111

alışan birkaç neferin tedibinden ibarettir. Bundan başka memleketin ahval-i umumiyesinde

ahaliyi heyecan ve telaşa düşürecek bir şey yoktur269” şeklinde bir açıklama yapılmıştır.

2.3.4. Yıldız Baskını

İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kontrolü elde tutabilmek amacıyla İstanbul’a

yerleştirilen Avcı Taburları’nın dahil olduğu ikinci olay ‘Yıldız Olayı’dır. Avcı Taburları bu

olayda da İstanbul’daki askerlerin tepkisini çekmiştir ve isyanın bastırılmasında yine etkin bir

rol oynamıştır. Bu iki olay İttihatçıların İstanbul’daki ordulara neden güvenmediklerini ve

Avcı Taburları’nın yerleştirilmesindeki ısrarlarını açıklamaktadır.

II. Abdülhamid’in ‘Özel Muhafız Alayı’ arasında Söğüt yöresinden getirilmiş olan,

Kayı Boyuna mensup yaklaşık iki yüz Türk askeri yanında birkaç bin Arnavut ve Arap

askerleri yer almaktadır. Arnavut askerlere “tüfekçi” ve Arap askerlere de “sarıklı zuhaf”

denilmektedir. Bu Arap ve Arnavut asıllı, Padişahı korumakla görevli askerler, ayrı birlikler

halinde bulunurlar ve aralarına Türk askerini katmazlardı. II. Abdülhamid’in bu askerleri

seçmesindeki amacı, İstanbul halkının düşünce ve duygularına yabancı kalan ve hatta az veya

hiç Türkçe bilmeyen erlerden kurulu böyle bir birlik tarafından korunmakla; başkentteki

memnuniyetsizlik akımlarıyla ilgilenmeyerek, yalnız padişaha bağlı ve Padişah’ı korumakla

ilgilenen bir kuvvete sahip olmak istemesinden kaynaklanmıştır270.

Arap ve Arnavut asıllı birlikler arasında da giderek artan bir gelirim doğmuş; sonunda

basit bir olay neticesinde silahlı çatışma çıkmıştır. Süleyman Kani İrtem bu olayı şu şekilde

aktarmaktadır: “1305 (1888 Haziran)senesinin Ramazan Bayramı geldi. Yıldız askerlerine

Bayram Maaşı verildi. Askerler meydanda küme küme olmuşlar, milli oyunlarını

oynuyorlardı. Üç çalgıcı, Arnavut Zuhaf Alayı kışlası önünde sanatlarını icra ederken birkaç

Arap Zühaf efradı geldi. Çalgıcıları para vermek vadiyle, kendi kışlalarına davet ettiler.

Arnavutlar ise gitmelerine müsaade etmediler. Laftan lafa derken küfürlere vuruşmalara

varıldı. Araplara da, Arnavutlara da imdat geldi. El peşrevinden sonra iki tarafça da sopa ve

taş kullanılması yüzünden kan akmaya başladı. İş muharebe şeklini aldı. Miktarı az olan

Araplar çekilecek gibi göründüğü sırada nasıl olduğu anlaşılmadan iki kışlada da şiddetle

borular çalındı. Silah sesleri duyuldu. Muharipler kışlalarına çekildiler. Silahlandılar ve

muharebe meydanına döndüler. Kendi kendilerine ortaya çıkan elebaşılar kumandasında tüfek

269 İkdam, 1 Kasım 1908, Nr: 5185. 270 M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi, (Çev:Mehmet Morali), Alkım Yayınevi, İstanbul, 2005, s.188.

Page 123: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

112

atışmaya koyuldular. Zabitleri dinlemediler. Bir buçuk saat kadar süren bu muharebede yedi

maktul, elliden fazla yaralı oldu. Yaralıların birçoğu sonraki günler öldü271.” Bu olaydan

sonra iki grup arasındaki mesafe artmıştır.

Yıldız Saray’ını korumakla görevli Arnavut taburundan bir takım askerin terhis

edilmesi, Anadolu birliklerinden bir miktar Türk askerinin görevlendirilmesi üzerine ordu

içinde gerilim artmıştır. Arnavut Taburuna mensup askerler, Anadolu’dan gelen bu Türk

askerlerini aralarına kabul etmeyerek ve bu askerleri zor kullanarak kışladan dışarıya

çıkarmışlardır. Bunun üzerine Birinci Ordu-yu Hümayun Kumandanı (Hassa Ordusu) Ferik

Mahmud Muhtar Paşa tarafından verilen bir emir ile Arnavut askerlerinin bulunduğu kışlaya

Birinci Nişancı Taburuyla, Rumeli’den gelen ve Taşkışla’da ikamet ettirilen Avcı Taburu ile

beraber birkaç adet mitralyöz gönderilmiş ve Arnavut ve Arap Taburları, bu askerler

tarafından kuşatma altına alınmıştır. Mahmud Muhtar Paşa tarafından İkinci Fırka Kumandanı

Cevad Paşa’ya da, küçük bir fırsat bulunduğu takdirde Arap ve Arnavut askerlerin üzerlerine

ateş edilmesi için kesin emir verilmiştir. Bu arada Harem-i Hümayun’da bulunan saray

kadınlarının, kışlada bulunan askerin savaş vaziyeti almış olduğunu görmeleri ve bağrışmaları

üzerine, kışlada meydana gelen bu olayı anlamak için Sadrazam ile Harbiye Nazırı Saray-ı

Hümayun’a davet edilmiştir. Bunlara yapılan uyarılar soncunda, Saray-ı Hümayun’un hemen

iç tarafı olan böyle bir yerde kan dökülmesi272, Sadrazam Hüseyin Hilmi ve Harbiye Nazırı

Ali Rıza Paşaların müdahaleleriyle engellenmiştir. Padişahtan izin alınması üzerine, kışlada

bulunan Arap ve Arnavut taburları Taşkışla’ya nakledilmiştir Daha sonra Arap Taburuna

mensup bu askerler, Şam’a, Arnavut Taburuna mensup askerler de Selanik’e gönderilmiştir.

Birliklerin devir teslimi esnasında Birinci Ordu Kumandanı Mahmud Muhtar Paşa yine

Avcı Taburlarını kullanarak mitralyözlerle çevreyi kuşatmış ve en ufak direnişte ateş açılması

için emir vermekten de çekinmemiştir273. İstanbul askerlerinin alışık olmadıkları sert tutum ve

Mahmut Muhtar Paşa’nın tavizsiz ve sert tavrı, bu tavrın askerler arasında yaratmış olduğu

korku ile birleşince 31 Mart İsyanında İstanbul’da bulunan askerlerin Mahmut Muhtar Paşa’yı

istememelerinin en önemli nedeni olacaktır.

271 Süleyman Kani İrtem, Bilinmeyen Abdülhamid-Hususi ve Siyasi Hayatı, (Haz. Osman Selim

Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul, 2003, s.307. 272 Ali Cevat, İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi; II. Abdülhamid’in Son Mabeyn

Başkâtibi Ali Cevat Beyin Fezlekesi, (Haz. Faik Reşit Unat), TTK Yay., Ankara, 1991, s.44. 273 Ahmet Turan Alkan, “Ordu Siyaset İlişkisinin Tarihine Bir Derkenar: 31 Mart Vakası ve Sonuçları”,

Osmanlı, c.II, Türkiye Yayınevi, Ankara, 1999, s.423.

Page 124: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

113

2.4. Faili Meçhul Cinayetler ve Hasan Fehmi Bey’in Öldürülmesi

İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı öne sürülen en ağır eleştirilerden birisi cemiyetin

muhaliflere karşı suikastlar düzenlediği iddialarıdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 31 Mart

Olayı öncesinde meydana gelen cemiyete muhalif kişilere düzenlenen suikastlardan sorumlu

tutulmuştur ve işlenen siyasi cinayetlerin faili meçhul kalması da İttihatçılara yapılan

muhalefeti şiddetlendirmiştir. İşlenen cinayetlerden en çok yankı uyandıran Serbestî gazetesi

sermuharriri Hasan Fehmi Bey’inki olmuştur.

Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi gibi yankı uyandıran diğer bir faili meçhul olay da

Zeki Bey’e yapılan suikast olmuştur. Mizancı Murad Bey’in taraftarlarından Ahrarcı Zeki

Bey de Hasan Fehmi Bey gibi sokak ortasında öldürülmüştür. Bakırköylü Zeki Bey, Mekteb-i

Mülkiye mezunuydu ve Düyun-ı Umumiye’de memurluk yapmaktaydı. Hasan Fehmi Bey

olayındaki gibi katilleri bulunamamış olay faili meçhul kalmıştır. Süleyman Şefik Paşa

katillerin bilerek yakalanmadığı tezini ileri sürmektedir274.

Mehmet Samim Bey’in öldürülmesi de muhalefeti tedirgin eden bir gelişme olmuştur.

Şefik Paşa yazdığı anılarında olayı şu şekilde aktarmaktadır: “Yine Mart (Rumi) ayı içerisinde

İttihatçıların muhalifi olan Mehmet Samim Bey köprü üzerinde tabanca kurşunuyla alenen

öldürülmüş, vuranların zabit olduğu bilindiği halde hükümet hiçbir harekette bulunmamış

oluğundan. Samimin cenaze alayına iştirak eden yüz binlerce halk dalgaları, cenazeyi

Ayasofya Camii yanında bulunan Millet Meclisi önüne götürüp orada Millet Meclisine

hitaben bu cinayetin failini isteriz. (Yani Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, Hüseyin Cahid, Talat,

Cavid, Ahmed Rıza) diye bağırdılar. Hükümet bu nümayişe karşı da suskun kalmıştır. Özetle

anlaşılıyordu ki memlekette bir galeyan vardır. İttihat hükümeti halkı memnun edememiş ve

etmek kabiliyetinden de mahrumdu275.”

Atila Doğan Meşrutiyet sonrası İttihatçıların eylem ve yargılarıyla savundukları

materyalist ideoloji arasında şu şekilde bir bağ kurmaktadır: “19. yüzyılın ortalarında tıbbiye

aracılığıyla materyalist düşüncenin etki alanına giren Osmanlı Aydını, yüzyılın ikinci

yarısında biyolojik materyalizmle birlikte geleneksel ve dini düşünceden radikal bir kırılmayı

yaşamıştır. II. Abdülhamit döneminde çok fazla açığa vurulamayan söz konusu düşünceler, -

II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte görece özgürlük ortamında yaşanan yoğun yayın

faaliyetlerle- kaleme alınan makale ve kitaplara bakıldığında dinin ve geleneksel düşüncenin

274 Süleyman Şefik Paşa, Hatıratım; Başıma Gelenler ve Gördüklerim; 31 Mart Vakası, (Çev: Hümeyra

Zerdeci), Arma Yayınları, İstanbul, 2004. s. 163. 275 Süleyman Şefik Paşa, a.g.e., s.165.

Page 125: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

114

ahlâka referans olma özelliğini kaybettiği açık bir şekilde görülmektedir. Her alanda olduğu

gibi ahlâk üzerine kaleme alınan yazılara bakıldığında bundan böyle temel referans

kaynağının biyolojik materyalizm -Sosyal Darwinizm- olduğu açıkça gözükmektedir.

Geleneksel ahlâki referanslarını kaybeden Osmanlı Aydını kişisel menfaat, veraset ve buna

bağlı sürekli değişim düşüncesi -ki bunu gerçekleştirecek olan o günün fen bilimleriyle

donanmış kişilerdir- bağlamında ahlâkla ilgili ileri sürdüğü düşünceler topluma yeni bir ahlâk

anlayışı sunmaktan çok uzaktı. Belki de söz konusu durumun Osmanlı Aydını, mevcut ahlâki

değer yargılarının dayandığı temel referansları ve dolayısıyla ahlâkı yıkmaktaki gösterdiği

başarıyı, yeni referanslara dayanarak yeniden kurmaya çalıştığı ahlâki anlayışta

gösterememiştir. Osmanlı Aydınının sürekli değişim/gelişme adına toplumu dönüştürme ile

kendini sorumlu hisseden elit kesimi/yönetici sınıfı, mutlak anlamda hiçbir ahlâki değerin

olmadığı düşüncesinden yola çıkarak, kendisini her türlü eylem ve harekette yetkili/ serbest

görmüştür. Bu da süreç içerisinde toplumun geneline yayılarak, bir kuralsızlığa zemin

hazırlamıştır276.”

Dr. Rıza Nur, İttihatçıların muhaliflere karşı tahammülsüzlüğünü ve cemiyetin

düzenlediği iddia edilen cinayetleri şu şekilde anlatmaktadır: “Artık ittihatçıların

yolsuzluklarına, Yahudilerin meydan almasına pek kızıyordum. Meclis şöyle idi: Kimsede bir

kuvvet ve rey yok; Cavid, Talat, Karasu, Cahid gibi üç beş kişi emrediyor, eller kalkıyor.

Açık bir mücadeleye karar verdim. Bu tehlikeli bir işti. Düşündüm. Vazife hissi galip geldi.

Bir makale yazıp Yeni Gazete’ye neşrettim. Bu makalemin ruhu, Meclisin istibdat altında

olduğunu, rey ve hürriyetine sahip bulunmadığını göstermekti. Makalede dedim ki: ‘Bu

meclis değil, adi cansız bir makine. Manivelası da Talat, Cavid, Cahid gibi bir kaç adamın

elinde. Onlar işletirse işliyor, işletmezse işlemiyor, ipleri ileri isterlerse ileri, geri isterlerse

tornistan... Bu adamlar bir şirket-i inhisariye tesis etmişler, böyle yapıyorlar, ilah.’ Bu makale

bomba gibi patladı... O gün Meclis’e geldim. Talat beni gördü. Suratı çamur gibiydi. Kızınca

öyle olurdu. Kulağıma doğru eğilip ‘Kefenini hazırla.’ dedi. Bu tehdid müdhişti. Yaparlar mı

yaparlar. Mukaddes Cemiyet boyuna adam öldürüp duruyor. Korkmadım değil, korktum...

Ertesi gün, Mizancı Murad Bey Mecliste ziyarete geldi. ‘Makaleniz çok güzeldir, bundan ve

bilhassa cesaretinizden sizi tebrik ederim, hele şirket-i inhisariye tâbirinize bayıldım.’ dedi.

İttihatçıların ölüm tehdidi yüzünden artık yıllarca, elim, emniyet tetiği açılmış cebimdeki

tabanca kabzasında olduğu halde dolaştım; bir yaya kaldırımında ancak 50 metre kadar gider,

birden öteki kaldırıma geçerdim; her on adımda bir arkama bakardım, bir adamı iki defa

276 Atila Doğan, “Son Dönem Osmanlı Düşüncesinde Yeni Etik Arayışları”, 2. Siyasette ve Yönetimde Etik

Sempozyumu Bildirileri, Sakarya, 2005, s.405.

Page 126: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

115

arkamızda görürsem diğer kaldırıma geçer yahut geri dönüp geldiğim istikamete yürürdüm.

Bu bende bir sevk-i tabii olmuştu. Bu yaşanacak hayat değil, fakat yaşadık. Bu sayede beni

vuracaklara pek az fırsat veriyordum. Bir iki günde ittihatçıların arkama koydukları hafiyeyi

keşfederdim... Bir müddet sonra ‘Görüyorum ki işler fena gidiyor.’ serlevhalı bir makale daha

yazdım. İkdam bunu baş makale olarak neşretti. Bu makale ötekinden müthiş akis çıkardı;

sanki kıyamet kopardı. Ertesi gün gazetelerden biri Times muhabirinin bunu gazetesine

yolladığı, telgraf parasının 360 İngiliz lirası tuttuğunu yazdı. Prens Sabahaddin ‘Majistral bir

makale, sizi tebrik ederim.’ dedi... Selanikli Rahmi beni mecliste ölümle tehdit etti... Bu

esnada Serez’de mahkeme azasından Sinoplu Cevad Bey İstanbul’a geldi. Bana dedi ki:

‘Serez’de bir fedaî komitası var. Senin katline karar verdiler. Başları Maarif Müdürü Şükrü

Bey (bilâhare Maarif Nâzırı oldu. İzmir suikastı davasında asıldı.) bunu alenen söylüyor.’

Serez’de Maârif Müdürü Şükrü’nün riyaseti altında İttihat Cemiyeti’nin bir fedaî komitesi

vardı. O vakte kadar Rumeli’de çok adam öldürmüşlerdi, İstanbul’da yalnız bir paşanın katli

meselesi vardı. Bunlar ekseriyetle mülâzımlardı: Mülâzım Halil (Enver’in amcası), Mülâzım

Edip (Sarı Efe, İzmir suikastı ithamıyla maslup), Mülâzım Canbolat (keza), Mülâzım

Abdülkadir; Mülâzım Mustafa Fevzi (Bâb-ı Âli baskınında Kâmil Paşa’nın yaverinin

kurşunuyla vuruldu.), Mülâzım Kâzım (Özalp; paşa, Millet Meclisi reisliği yaptı.) gibileri

belli başlıları idi. Talat, Dr. Nâzım, Bahaeddin Şakir, Enver ile daha bir takımları bu katilleri

düşünen, karar veren, tertip edenlerden idi... Gariptir ki bunların hepsi su testisi suyolunda

kırılır cinsinden öldüler... Muhalefet her gün artıyordu. Mebuslardan ve hariçten her gün bir

iki kişi İttihat ve Terakki’den istifa ettiklerini ilân ediyorlardı. Gazetelerde her gün bunlar

vardı. Buna mukabil ittihatçılar, Selanik ve Manastır’da Silâh, Top, Bomba mümasili adlar ile

bir sürü gazete çıkardılar. Bunlar da bize olmaz küfürler yapıyorlardı. Ağızları pek pisti.

Bunları mülâzımlar çıkarıyorlardı. Bu gazeteler pek büyükten de atıyorlardı. Bir tanesi Sırp

Kralına küfrediyor, Belgrad’ı gidip zapt edeceklerini yazıyor, yedi düvele, yetmiş iki buçuk

millete meydan okuyor. Bu da devlete müşkilât oluyordu. İttihad reisleri de bunlara söz

geçiremiyorlardı. Bunlardan biri Silâhçı Tahsin idi ki, gazetesinin adı Silâh idi. Tam bir

tulumbacıydı. Neler yazmadı. Sonra onu Talat, bir gece Makriköyü civarında kestirip çuvala

koydurmuştur. Bunlar muhalifleri kestikleri gibi, bazen da kendi adamlarını keserlerdi... Artık

matbuat, millet, herkes Cemiyet’in aleyhindeydi, bu vaziyet iki üç ay gibi kısa bir zamanda

olmuş, mukaddes bir cemiyet yapılan İttihat ve Terakki, artık çirkef olmuştu. İttihatçılar,

mevkilerini pek fena görüp, Rumeli’den üç güzide tabur getirdiler. Bunlar Avcı taburlarıdır.

Bunlara imtiyaz verdikçe şımarttılar277.”

277 Aksun, a.g.e., c.V, s.155-156.

Page 127: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

116

M. Şükrü Hanioğlu ittihatçıların muhalefete dönük siyasetlerini şu şekilde

açıklamaktadır: “İttihat ve Terakki Cemiyeti, her türlü içtimai ve siyasi gelişmeye müdahale

etmeyi kendinde hak bilmekteydi. Cemiyetin fedai kadrosunun da bu yapıyı pekiştirdiği

bilinmektedir. Zira legal hale geldikten sonra da fedailik bir hizip olarak cemiyet içinde

devam etti. Ayrıca cemiyet kendisini “cemiyyet-i mukaddese” olarak ilân etmişti278.” Bu

oluşum ise İttihatçıların muhalefeti sindirmek için düzenleyecekleri siyasi cinayetlere zemin

hazırlayacaktır. Kurtuluş Kayalı’ya göre siyasal kutuplaşmanın ortaya çıkış nedeni dönemin

etkin kesimlerinin devleti kurtarma anlayışı ile ilgilidir. Dış olayların tehdit edici bir biçimde

gündeme gelmesi, İttihatçılarca muhalefeti bertaraf etmenin mazereti olarak kullanılmıştır279.

Enver Paşa’nın amcası olan Halil Paşa’nın anılarının anlatıldığı “İttihat ve Terakkiden

Cumhuriyete Bitmeyen Savaş” adlı kitapta, Halil Paşa İttihatçıların Fedaileri ile ilgili şu bilgi

nakledilmektedir: “Meşrutiyet’in ilânından sonra Merkez-i Umumî, İstanbul Heyeti

Merkeziyesi ve Devlet Merkezi ile temaslarda bulunmak üzere Binbaşı Cemal Bey

idaresindeki birkaç arkadaşı İstanbul’a göndermiş. Bu heyeti takviye ve icabında silahlı

müdahalede bulunmak üzere idaremde olmak üzere Fedai Mürfezesi’nin de İstanbul’a

gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunun üzerine sevdiğim ve ölünceye kadar güvenebileceğim tek

başına bir bölüğe karşı koyabilecek şu arkadaşları yanıma alarak İstanbul’a gittim: Mülazım

Hilmi, Yakup Cemil, Mustafa Necip, Emirekberim Arnavut Ali280.”

İşlenen cinayetlerin faili meçhul kalması muhalefetin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne

karşı tavrının sertleşmesine yol açmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’nin, cemiyete yönelik

muhalefeti ve saldırıları önlemek için bir fedailerden oluşan gizli teşkilatlanmaya gittiği

Yakup Cemil gibi silahşorlar vasıtasıyla siyasi cinayetler işlediği söylentileri hızla yayılmaya

başlandı. Yakup Cemil ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ilişkisine baktığımız zaman bu

iddiaların gerçek payı olduğunu görmekteyiz. Yakup Cemil, Enver Paşa’nın en yakın

adamlarından İttihatçıların en meşhur fedailerindendir. 1903’te Harbokulu’nu bitirdikten

sonra Rumeli taraflarına tayin edildi ve dağlarda senelerce eşkiya kovaladı. Sertliği ve

acımasızlığı daha o günlerde bile dillere destan olmuştu. Meşrutiyet’in tesisi için yer altı

faaliyetlerinde bulunan Yakup Cemil, II. Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

fedailiğini yapmıştır. 31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasında ve aynı dönemde Adana’da

ortaya çıkan Olayların araştırılmasında Müfettiş-i Umumi olarak görevlendirildi. Yakup

Cemil, Binbaşı Mustafa Kemal ile Trablusgarp cephesinde Balkanlardaki çetelerle mücadelesi

278 M. Şükrü Hanioğlu, “İttihat ve Terakki Cemiyeti”, DVİA, c.XXIII, İstanbul, 2001, s.481-482. 279 Kurtuluş Kayalı, “Hürriyet ve İtilaf”, TCTA, c.V, İletişim Yayınları. İstanbul, 1985, s.1436. 280 Taylan Sorgun, Halil Paşa-Bitmeyen Savaş, Kamer Yayınları, İstanbul, 1997, s.56.

Page 128: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

117

sırasında öğrendiği gayri nizami savaş teknikleri ile başarılı örgütlenmelerde bulundu. Yakup

Cemil, bir zenci Türk subayı olan Teğmen Şükrü Efendi’yi nedensiz yere öldürmüştür. Resmi

savunmasında teğmeni ‘‘Nöbet tuttuğu sırada uyuduğunu gördüğü için kendisine hâkim

olamayarak vurduğunu’’ söylemiş ama kendisinden hesap soran Enver Paşa’ya Bir siyah

adamın bana emir vermesini kabul edemeyeceğini siyah olmasının yeterli olduğu cevabını

vermiştir. Bâb-ı Âli Baskını ile yine siyasi bir cinayete karıştı. Yakup Cemil, baskın esnasında

karşılarına çıkan ve “Siyasete karışmayacağınıza söz vermiştiniz sözünüz bu muydu?” diyen

Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa’yı şakağından vurarak öldürmüştür. ‘‘Ne halt ettin?’’ diye

soran Enver Paşa’ya, ‘‘Bu adamlara laf anlatılmaz, onları böyle susturmak lazımdır’’ dedi ve

tabancasında kalan öteki kurşunları da yerde kanlar içinde can çekişen Nazım Paşa’nın

yeniden boşalttı. Parti’nin ortadan kaldırılmasını ama sessizce yok edilmesini istediği kişilerin

isimleri Yakup Cemil’e veriliyor, adamlarıyla beraber işi hemen hallediyordu. Fakat gittikçe

gemi azıya aldı; emir ve kural dinlemez oldu. Yakup Cemil bu olayın etkisiyle kısa bir süre

sonra, yüzbaşı rütbesinde iken ordudan atıldı281. 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın resmen

kurulmasıyla ajan olarak Doğu Anadolu’da Ermenilerle mücadele etti. 1915 Ermeni Tehcir’i

sırasında yaptığı infazlarla tartışma konusu olunca önce Bitlis’e ve oradan da Bağdat’a sürgün

edildi. Orada başarısızlıkla sonuçlanana saldırılar düzenleyince acilen İstanbul’a çağrıldı.

Rütbesinin çok üstünde bir birlik yönetmek istiyordu. Enver Paşa kendini reddedince de

savaştan tek başına çıkıp, Almanları bırakıp İtilaf Devletleri ile barış yapmak için ısrar etti.

Bunun için, Müttefiklerle kendi başına temasa geçmeyi denedi ama Enver Paşa iktidarda iken

bu işin olamayacağını anladı ve bu defa hükümeti devirme planları yaptı. “Enver’i devirip,

yerine Sarı Paşa’yı (Mustafa Kemal’in böyle bir darbe planında isteyerek yer aldığına dair

herhangi bir kanıt yoktur) geçirelim” diyerek darbe planladı. Darbe hazırlıklarına başladı ama

parti içindeki grupların birbirlerine karşı mücadele vasıtası oldu. Dâhiliye Nazırı, yani İçişleri

Bakanı olan Talat Paşa, yerini sağlamlaştırmak için Yakup Cemil’i ortadan kaldırmak

zorundaydı. Yakup Cemil sonradan darbeden vazgeçmesine rağmen, zamanında

gerçekleştirdiği Bâb-ı Âli Baskını’nın tekerrürü korkusu, Cemil’in sorunları silahla çözme

alışkanlığı ve İttihatçılar arasındaki rekabet yüzünden Talat Paşa tarafından katli elzem

listesine ilk sıradan girmişti. Talat Paşa bir kısmı gerçek, bir kısmı düzmece belgelerle Enver

Paşa’yı suikast girişimlerine inandırdı. Yakup Cemil, tutuklanarak, askeri mahkemeye verildi.

Mahkeme, Yakup Cemil’i Vatana İhanet Kanunu’nun 14. maddesinin 6. fıkrası gereğince

idama mahkûm etti. Enver Paşa, kararı tasdik etmeye niyetli değildi ama birkaç gün sonra

281 Murat Bardakçı, “Yakup Cemil Tetikçi Olsa Ailesi Sefalet mi Çekerdi?”, Hürriyet Gazetesi, 7 Nisan 2002,

s. 22; Soner Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, Doğan Kitap, İstanbul, 2001, s.314.

Page 129: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

118

Berlin’e gitmek zorunda kaldı. Enver Paşa’ya vekâlet eden Talat Paşa kararı hemen tasdik

etti. Yakup Cemil, 11 Eylül 1916 sabahı güneş doğarken, Kâğıthane’deki tepelerden birinde

alelacele idam mangasının karşısına çıkartıldı. Son sözü ‘‘Yaşasın İttihad ve Terakki!’’ oldu.

Devlet, ‘‘vatana ihanet’’ suçlamasıyla kurşuna dizilen Yakup Cemil’in ailesine ‘‘vatani

hizmet’’ aylığı bağlanması ise bir çelişki olmuştur. Adamlarını azılı mahkûmlardan seçen ve

gözüpekliğiyle meşhur olan Yakup Cemil Silahşor ve keskin nişancı olmasıyla da nam

salmıştı. İdamı esnasında vücuduna 14 mermi saplanmasına rağmen yarım saat boyunca can

vermediği ve vücudundan sızan kanlardan toprağa “önce vatan” yazdığı gibi çeşitli Yakup

Cemil efsaneleri türetilmiştir282.

İşlenen cinayetlerin faili meçhul kalması, Yakup Cemil türevi fedailerin ortalıkta

dolaşmaya başlaması, muhalefetin İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı tavrının daha da

sertleşmesine ve gazetelerde hükümetin giderek daha sert bir dille eleştirilmeye başlanmasına

neden oldu. Yazdığı yazılarla en sert eleştirileri yapan muhalif şahıslardan birisi ise Serbestî

Gazetesi başmuharriri Hasan Fehmi Bey’dir. Hasan Fehmi Bey Teselya Yenişehir’den zengin

bir Arnavut aileye mensuptur. Abdülhamid devrinde Avrupa’ya kaçmış, daha sonra Mısır’a

geçmiş, orada Mahmut Paşa’nın çiftliğinde hizmet görmüş ve bu arada “Emel” isimli bir

gazete çıkarmıştır283. Hasan Fehmi Bey, mülkiye mezunu, aydın ve sevilen bir kişidir. II.

Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul’a gelmiş ve o da muhalefet saflarına katılmıştır284. II.

Meşrutiyet’ten sonra yurda dönen Hasan Fehmi Bey’in çalıştığı ilk gazete Hukuku Umumiye

gazetesi olmuştur. Gazetenin yazı işleri müdürü de Mevlânzade Rıfat’tır. Hukuku Umumiye

gazetesi, İttihat ve Terakki yönetimine karşı çıkan gazetelerin başında yer almıştır. Hasan

Fehmi Bey daha sonra Serbestî gazetesinin başyazarı olmuştur. 12 Kasım 1908’de yayına

başlayan Serbestî gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü yine Mevlânzade Rıfat’tır.

Hasan Fehmi Bey gerek Hukuku Umumiye Gazetesi’nde gerekse Serbestî gazetesinde

yazdığı yazılar ile İttihat ve Terakki yönetimi ile birlikte Yıldız yönetimine karşı sert bir

muhalif çizgi izlemiştir. Hasan Fehmi Bey yazılarını muhalefet gazetesinin de üzerinde, İttihat

ve Terakki ve Yıldız’a karşı çok ağır ifadeler ile doldurmuştur285. Enver Ziya Karal, Hasan

Fehmi Bey’in bu tutumunu Derviş Vahdeti’nin yaptığı gibi onun da Padişahtan ve

282 Yakup Cemil’in hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde

Esrar Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?, Hür Yayınevi, İstanbul, 1944 ; Soner Yalçın, Teşkilat’ın

İki Silahşoru, Doğan Kitap, İstanbul, 2001 ; Murat Bardakçı, “Yakup Cemil Tetikçi Olsa Ailesi Sefalet mi

Çekerdi?”, Hürriyet Gazetesi, 7 Nisan 2002. 283 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. IX, TTK Yayınları, Ankara, 1999. s.83. 284 Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.135. 285 Karal, a.g.e., c.IX, s.83.

Page 130: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

119

İttihatçıların düşmanlarından para sızdırmak için yaptığını iddia etmektedir. Hasan Fehmi

Bey, İttihatçılara karşı sert yazılar yazmakla da yetinmeyerek, İkdam gazetesi yazarlarından

ve Ahrar Partisi üyelerinden Ali Kemal ile birlikte İttihatçılar aleyhine konferanslar vererek

ve çirkin bir dil ile onlara hakaretler savurmakta idi286. Serbestî gazetesi küfürbazlığa varan

üslubu ile birçok düşman edinmiştir. Ancak, özellikle Ahmed Rıza’ya pek amansız

saldırılarda bulunduğu içindir ki, genel olarak bir muhalefet gazetesi gözüyle bakılmıştır287.

Hasan Fehmi, yazılarında İttihatçılar aleyhinde tahrik edici bir lisan kullanmaktadır.

Ölümünden üç gün evvel çıkan makalesindeki şu satırlar, onun tahrikkar üslûbuna ışık

tutmaktadır: “Millet bugün kan ağlarken, milletin damarlarında eskimiş kalmış olan bir kaç

damla kanı da emmeğe uğraşan rüesâ-yı mârtıynet kat’iyyen merhametten, insaftan bir şey

anlamıyorlar. Bu cemiyet daha ne vakte kadar böyle mazarrat tohumları saçmakta devam

edecektir? Zira cemiyetin fenalığı açlıktan da, kıtlıktan da, koleradan da ziyade tahribatı

mûcib oluyor288.”

Her ne kadar İttihatçılara karşı aşırı sert bir üslupla muhalefet yapan bir çizgi izlemişse

de Hasan Fehmi Bey’in kaleminin 6 Nisan 1909’da silahla susturulması muhalefete sarsmış,

basında ve kamuoyunda büyük bir infiale neden olmuştur.

Olay gecesi Şakir Bey, ezani saatle 12 sıralarında Serbestî gazetesi idare binasına

gelmiştir. Hasan Fehmi Bey de Şakir Beyle beraber Hadi Paşa’ya gideceklerini gazete sahibi

Mevlânzade Rıfat Bey’e ifade emiştir. Rıfat Bey de Hasan Fehmi Bey’e, “eğer geç kalırsanız

Beyoğlu’nda bir otelde yatınız” diyerek, Hasan Fehmi Bey’e bir miktar da para vermiştir.

Hasan Fehmi Bey ile Şakir Bey, saat 1.30 sıralarında gazeteden çıkmışlar, Karaköy

köprüsünden Galata’ya geçerek tramvay vasıtasıyla Tepebaşı’na gitmişlerdir. Hadi Paşa,

Tepebaşı’nda bir otelde kaldığı için Hasan Fehmi ve Şakir Beyler orada inmişlerdir. Hasan

Fehmi Bey ve Şakir Bey otele gittiklerinde garsondan “Hadi Paşa’nın rahatsız olduğunu ve

aşağı inemeyeceğini. Müfit Bey’in ise yattığını” öğrenmeleri üzerine; ertesi sabah erkenden

otele tekrar gelmek üzere otelden ayrılmışlardır. Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsüne

yürüdükleri sırada Şakir Bey’e, Serbestî gazetesini daha güzel bir yere taşıyacaklarını ve bu

konuda açıklama yaptığı bir sırada köprü ücreti olan 20 parayı verip köprü üzerinde yürümeye

başlamışlardır. Tam köprünün orta yerine, köprünün büyük ayaklarının bulunduğu yere

geldikleri zaman Hasan Fehmi Bey, Şakir Bey’in sağ tarafında olduğu halde, bir anda sol

taraftan silah sesleri işitilmiş ve Şakir Bey, silahın sesiyle birden bire sendelemiş ve arkasına

286 Karal, a.g.e., c.IX, s.83. 287 Mc Culagh, a.g.e., s.71. 288 Aksun, a.g.e., c.V, s.157-158.

Page 131: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

120

baktığı sırada siyah kaput giymiş, yakasında kırmızı işaret bulunan289, az kara bıyıklı bir

şahsın silah atmakta olduğunu ve aynı zamanda “Mevlan! Mevlan!290” diye bağırdığını

duymuşsa da, düğmelerinin parlamasından bu kişinin bir zabit olmasının mümkün olduğunu

ifade etmiştir291.

Şakir Bey, Hasan Fehmi Bey’in vurulmasının ardından İstanbul yönüne doğru koşmuş,

orada bulunan polis noktasına giderek olayı anlatmaya çalışmıştır. Ancak isminin Hakkı

olduğu öğrenilen polis memuru, Şakir Bey’i tutuklayarak karakola götürmüştür. Karakolda

polislere arkadaşının yaralı olarak yatmakta olduğunu anlatmaya çalışan Şakir Bey, yanında

polis memurları olduğu halde köprüye gelmişler ve polisler, köprüde Hasan Fehmi Bey’in

yaralı olduğunu görmelerine rağmen Hasan Fehmi Bey ve Şakir Bey’i getirilen bir arabaya

bindirerek Zabtiye Nezaretine götürürken292 Hasan Fehmi Bey Mekteb-i Hukuk karşısındaki

Molla Ferani Camii Şerifi önüne geldiği sırada yaralarının da tesiriyle araba içinde ölmüştür.

Hasan Fehmi Bey’in ölümü üzerine düzenlenen adli tıp raporu sonuncunda, Hasan Fehmi

Bey’e atılan üçüncü kurşunun Hasan Fehmi Bey’in ölümüne sebep olduğu bildirilmiştir.

Hasan Fehmi Bey’in ölüm raporunda bildirildiğine göre; “...kurşunlardan biri Hasan Fehmi

Bey’in sağ kulağının altından girerek sol kulağı memesi üzerinden ve ikincisi sağ yanağından

girip sol yanağından çıkmış ve üçüncüsü de yan tarafına değdikle dâhilde kalmıştır293.”

Kurşunlardan biri Hasan Fehmi Bey’in ciğerlerini parçalayarak kanın içeri akmasına sebep

olarak iç kanama sonucu ölümüne neden olmuştur.

Şakir Bey, Zabtiye Nezareti’nde iken, Serbestî gazetesi sahibi Mevlânzade Rıfat Bey de

nezarete gelmişti. O sırada nezarette bulunan Mebusan Meclisi Başkanı Ahmed Rıza Bey’le

karşılaşan Rıfat Bey, olayı Ahmed Rıza Bey’e anlatmış ve Ahmed Rıza Bey’den şu cevabı

almıştır: “Şahsiyat ile uğraşanların akıbeti böyle olur294.” Bu cevap Rıfat Bey’de, Hasan

Fehmi Bey’in öldürülmesinde bir İttihatçı parmağı olduğunu düşündürmüştür. Hasan

Fehmi’yi Galata Köprüsü’nde öldüren kişinin bir subay pelerini bulundurduğu iddia

ediliyordu. Köprünün iki tarafında da karakolların bulunması, buna rağmen kimsenin

yakalanamaması, bu olayın İttihat ve Terakkiye mal edilmesine neden olmuştur.

Şevket Süreyya Aydemir’e göre bu suikast çok çirkin, hem de yersiz ve ayrıca bu

cinayetin zamanı da çok kötü seçilmiştir. Olaydan sonra yakalanamayan katili herkes, tam bir

289 İkdam, 8 Nisan 1909, Nr: 534. 290 Volkan, 8 Nisan 1909, Nr: 98. 291 “Mecruh Şakir Beyin İfadesi”, Sabah, 26 Mart 1325/8 Nisan 1909, Nr: 7017. 292 İkdam, 8 Nisan 1909, Nr: 5341. 293 İkdam, 8 Nisan 1909, Nr: 5341. 294 Volkan, 8 Nisan 1909, Nr: 98.

Page 132: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

121

hüküm birliği ile İttihat ve Terakki’nin bir ajanı olarak kabul etmiştir. Bu kanaat daha ilk

günden, bilhassa aydınlar, basın ve yüksek öğretim gençliği arasına yerleşmiştir295.

Francis Mc Cullahg, Hasan Fehmi Bey’in ölümünün etkisini şu şekilde tasvir

etmektedir: “...Hasan Fehmi, öylesine nefret ettiği cemiyet için ancak gömüldükten sonra

gerçekten ürkütücü bir düşman oldu çıktı. Bedeninden kurtulan ruh sanki insanları,

bedenindeyken etkilemediği kadar etkiler olmuştur296.”

Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi olayı ertesi gün meclis gündemine getirilerek sert

tartışmalara neden olmuştur. 25 Mart 1325 tarihli Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesine

baktığımız zaman muhalif mebusların yaptıkları konuşmalar ile olayı çok sert bir şekilde

protesto ettiklerini ve olayın faali meçhul kalmamasını istediklerini görmekteyiz. Ahmet Rıza

başkanlığında 25 Mart 1325 tarihinde toplanan 53. oturumda İttihatçılara yöneltilen asayişi

sağlamak için yeterli bir hükümetin iktidarda bulunmadığı yargısı sonradan

sloganlaştırılacaktır. İstanbul Mebusu Zehrap Efendi tarafından Hasan Fehmi Bey’in

katillerinin nasıl olup ta yakalanamadığının dâhiliye nezaretinin açıklanması için bir istizah

(gensoru) verilmiştir. İstizahta şu ifadeler kullanılmıştır: “ Dün gece Serbestî gazetesinin

Başmuharriri olup, ömrünün kısmı küllisini vatan uğrunda menfalarda imrar eden Hasan

Fehmi Efendinin köprü üzerinde kati ve refiki Şakir Bey’in ayrıca cerh edildiğini ve katilin

derdest olunamadığım bu sabah gazeteler yazıyor. Bugünkü tahkikatımızdan anlaşıldığı

veçhile, katilin tutulmaması, silâh sedaları üzerine mahalli vakaya gelen polisin katili tutacak

yerde, mecruh Şakir Beyi derdest ve karakolhaneye izam etmesinden neşet etmiştir. Serbestî

gazetesinin yevmi neşrinden beri takip eylediği mesleki siyasî ile şu katli feci arasında bir

münasebet olduğunu aksi sabit oluncaya kadar kabul etmek zaruridir. Mücahedei siyasiyeden

dolayı adam öldürmek kadar şanı Meşrutiyeti muhil ve cihanı medeniyette mevki ve haysiyeti

milliyemizi sektedar edecek bir hareket olamaz. Dün gece atılan kurşunlar Serbestî

gazetesinin başmuharririne atılmadı, bütün matbuata, bütün hürriyeti fikriye ve vicdaniyeye,

bütün Osmanlı Milletine atıldı. Bugün İstanbul’da asayişi cidden muhafazaya kâfi bir

Hükümet bulunmadığı, katilin derdest edilememesiyle büsbütün zahir oldu. Herkes

tabancasını koynunda taşımalı mıdır? Fikren yekdiğeriyle muarız bulunan Osmanlıların

mübârezei fikriyeyi terk ile gece vakti hırsız gibi birbirinin yolunu bekleyip yekdiğerini

katletmek düsturunu kabul edecek miyiz? Bütün mebuslarımızın bu vahim nazariyeyi redde

müsâraat (girişme) ve bizimle ittihad edeceklerini kaviyyen memul (güçlü bir şekilde umut)

ederiz. İki taraf da asker ve zabit ve ortasında bahriye nöbetçileri bulunan Galata Köprüsünün

295 Aydemir, Enver Paşa, c.I, s.130. 296 Francis Mc Culagh, Abdülhamid’in Düşüşü, (Çev. Nihal Önol), İstanbul Kitaplığı, İstanbul, 1990, s.71.

Page 133: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

122

üzerinde ika edilmiş bu cinayetin faili, nasıl olup da derdest edemediğinin ve bu ihafe

(korkutma-baskı) rejimine karşı ne gibi tedabir ittihaz edeceğinin Dahiliye Nazaretinden

istizahını talep ederiz. 25 Mart 1325 297.”

İstanbul Mebusu Zehrap Efendi oturumda söz alarak: “vahşeti, medeniyetten ayıran

şeyin yazıyla ve sözle yapılan kavganın yerine, silahlı kavgayı ve muhalefeti koymaktır.”

dedikten sonra katilin Şakir Bey’e ateş etmeden önce “Al Mevlan!” şeklinde bağırmasının,

olayın şahsa değil gazeteye karşı işlendiğini ve bu olayın sıradan bir cinayet olarak

görülemeyeceğini belirtmiştir. Söz alan Arif İsmet Bey, gazetelerin işleyiş usulünden bahisle

yazılan yazılar nedeniyle diğer muharrirlere değil sadece Hasan Fehmi Bey’e taarruz

yapılmasının cinayetin siyasi olmadığını gösterdiğini belirtmiştir. Daha sonra bu olayın siyasi

değil adli bir olay olduğu yargısına varılmış ve cinayetin üzerinden bir gün bile geçmeden

olayla ilgili bu şekilde yorum yapmak için henüz çok erken olduğu vurgulanmıştır. Verilen

gensorunun 4 Nisan Cumartesi günü görüşülmesi karara bağlanarak konu kapatılmaya

çalışılmıştır 298. Mecliste yapılan bu sert tartışmalar ve muhalefetin suçlamaları daha sonra

basın aracılığıyla İttihatçılara karşı topyekün bir saldırıya dönüşerek 31 Mart gecesine kadar

devam edecektir.

Muhalefet ve halk, cinayetin siyasi amaçla işlendiğine ve bundan da İttihat ve

Terakki’nin sorumlu olduğu sonucuna vardı. Hasan Fehmi Bey’in cinayet haberi İstanbul’da

duyulunca, Darülfünun öğrencilerinde büyük bir tepki yaratmıştır. Öğrenciler arasında gelişen

bu tepkinin nedeni ise; İkdam Başyazarı ve Darülfünün’da tarih öğretmeni olan Ali Kemal

Bey olmuştur. Ali Kemal Bey, Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin ertesi günü

Darülfünün’da derste son derece ateşli bir konuşma yaparak öğrencileri galeyana

getirmiştir299. Ali Kemal Darülfünun’da, Hasan Fehmi Bey’e atılan kurşunun kelam

hürriyetine ve hukuk-ı beşere tevcih edilmiş olduğunu söylemiştir.

Henüz yeni fakülte haline gelen Hukuk Fakültesi öğrencileri, hocaları Celaleddin Arif

Bey’in teşvikiyle harekete geçmişler ve mülkiye öğrencileriyle birlikte yolda onlara katılan

halk kitlesi, Bâb-ı Âli önüne gelerek, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’dan Hasan Fehmi Bey’in

katillerinin yakalanmasını istemişlerdir. Öğrenciler, Hüseyin Hilmi Paşa’dan ‘Hükümetin

başı” olması nedeniyle Zabtiye Nazırına talimat vermesini, şayet katil bulunamazsa görevden

almasını ve yerine bu olayı çözecek birinin atanmasını istemişlerdir. Hüseyin Hilmi Paşa da

burada toplanan öğrencilere gerekenin yapılacağı konusunda güvence vermiştir. Bu küçük

297 MMZC, c.II, D.I, İç. I, Elliüçüncü İntikat, 25 Mart 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s. 651. 298 MMZC, c.II, D.I, İç. I, Elliüçüncü İntikat, 25 Mart 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s. 652. 299 Yücel Aktar, II. Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), İletişim Yayı., İstanbul, 1990, s. 75-76.

Page 134: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

123

topluluk Bâb-ı Âli’den ayrılırken halkın iştirakiyle 5–10 bin kişiyi bulmuş, bazı gazete

müdürlüklerine gidilmiş ve son olarak Mebusan Meclisine gidinceye kadar kalabalık belki elli

bini geçmiştir. Cenaze’nin defin törenine, yüz bin kişi katılmış ve yolla hükümet protesto

edilmiştir300. Topluluk burada Meclisi Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey’le görüşmüştür. 31

Mart öncesi çıkan bu son halk protesto yürüyüşü muhalefetin İttihatçılara karşı daha sert

tutum içine girmesine ve ortamdaki gerginliğin en üst düzeye çıkmasına neden olmuştur. 6

Nisan 1909’da öldürülen gazeteci Hasan Fehmi Bey’in cenazesi 8 Nisan’da defnedildi. 8

Nisan günü yapılan cenaze töreni büyük bir gövde gösterisi olarak düzenlendi. İkdam 30–

40.000 kişilik bir kalabalıktan söz ediyordu301 ve özellikle ilmiye öğrencilerinin hazır

bulunmalarına dikkati çekiyordu. Cenazeye katılmak için askerî kulübe yapılan davet geri

çevrildiği halde, Kaymakam Asim adında bir subay, Harbiye Nazırı’na kafa tutuyor ve

subayların hürriyet maskesi taşıyan müstebitlere hizmet etmek için kılıç kuşanmadıklarını

bildiriyordu302.

Muhalif Dr. Rıza Nur cenaze merasimini şu şekilde tarif etmektedir: “Alan müthiş

kalabalıktı. Murad Bey, ben, bazı ileri gelen muhalifler tabutun hemen arkasında idik.

Babıâli’nin önünden geçerken Murad Bey, oradakilere ‘Görüyor musunuz? Bu cenaze ve Rıza

Nur’un İkdam’daki makalesi ihtilâl yapacak, İttihatçıları devirecektir.’ dedi. Sanki keramet

sahibiydi.” demektedir303.

Cenazenin ertesinde Serbestî’de ağır ithamlarla dolu bir makale çıkmış ve bu makalede

İttihatçılar şu şekilde eleştirilmiştir: “Siz bu ehliyetsizlik, bu kabiliyetsizlikle makamınızda

bulundukça milletin hâlini ve istikbalini de mahvedeceksiniz. …Sizin müvekkilleriniz

açlıktan ölür, sefaletten mahvolurken siz hâlâ milletin paralarını ceplerine yerleştirmekten

başka bir şey yapmayan kabineyi bütün kuvvetinizle müdafaa ediyorsunuz.” Aynı makalede

“Vatan bu hainlerin pençe-i istibdadından kurtarılmalıdır. İstibdat bir merkezden kalktı,

merkez-i müteaddideye geçti... Ey tercüman-ı efide-i millet olan matbuat, çalışınız; vatanı

pençe-i istibdadın kuvve-i muharibesinden kurtarınız.” şeklinde ittihatçılara yönelik çok ağır

ifadeler de yer almıştır304. Fakat bundan çok daha ağır hücumlar İttihatçı matbuat tarafından

yapıldığı gibi, Ahmed Rıza, Talat ve benzerleri muhaliflerin “hain” olduklarını ifade eden

beyanlarda da bulunmuşlardır.

300 Ahmet Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki, Tan Matbaası, İstanbul, 1948, s.276–277. 301 İkdam, 9 Nisan 1909, Nr: 1542. 302 Akşin, İttihat ve Terakki, s.122–123. 303 Aksun, a.g.e., c.V, s.158. 304 Serbestî, 26 Mart 1325/8 Nisan 1909, Nr: 142.

Page 135: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

124

9 Nisan’da Serbestî gazetesinin ilk sayfası beyaz olarak çıkmıştır. Sayfanın ortasında

yalnız “Serbestî-i matbuatın ilk kurbanı, ömrünü menfalarda geçirmiş olan evlâd-ı hürriyetten

Hasan Fehmi Bey’in ruhuna Fatiha.” diye bir cümle yer almıştır. Serbestî “Basın hürriyeti

şehidi” şeklinde tanımladığı Hasan Fehmi’nin ölümü olayıyla ilgili olarak padişahı, hükümeti

ve Meclis-i Mebusan’ı suçluyor; cenazeye katılanlara teşekkür ediyordu305.

Bu arada İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti örgütlenmesini bitirmek üzeredir. “Yurdun her

yerinden, İstanbul’un çevresinden Orta Anadolu’dan Hz. Muhammed’in başkanı bulunduğu

bu cemiyete elbette bütün softalar katılmış, olayları tanı olarak kavrayamayan cahil halkta

cemiyeti desteklemiştir. Ayrıca muhalif basın Volkan gazetesinin izinden gidiyor. Buna

karşılık, Ahrar Fırkası da İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin yanında yer almaktadır. Fırka,

Muhammedicilerin yapacağı şahlanışla kendisine iktidarın kapılarının açılacağını

düşünmektedir306.”

2.5. 13 Nisan 1909 Günü (31 Mart 1325) ve Sonrası Yaşanan Gelişmeler

13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) tarihinde II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan padişah,

hükümet, cemiyet ve muhalefet kutuplaşmaların şekillendirdiği siyasi gelirimin sonucunda

askeri bir darbe girişimi meydana gelmiştir. Yakınçağ Osmanlı Tarihinin en önemli siyasi

olayları arasında yer alan bu ayaklanma nedenleri kadar sonuçlarıyla da çok tartışılan

gelişmeleri ortaya çıkarmıştır.

2.5.1. İsyanın Ortaya Çıkışı

13 Şubat 1909’da Kâmil Paşa kabinesi güvensizlik oyu almasından sonraki iki ay içinde

kutuplaşmaların neden olduğu gittikçe artan siyasi gerginlik sonucunda 31 Mart Olayı ortaya

çıkmıştır. 31 Mart Olayı öncesinde ortaya çıkan gerginliğin artmasındaki nedenlerden birisi,

muhalefetin Kâmil Paşa’nın yerine İttihatçılar tarafından getirilen Hilmi Paşa’nın Sadaretine

bir türlü razı olmamasıdır. Muhalefet, İttihatçı Hilmi Paşa’nın Sadaretinin düşürülerek yerine

Kâmil Paşa’nın getirilmesi ve İttihat ve Terakki’yi Cemiyeti’nin etkinliğini kırmak için

harekete geçti. Bu amaçla ordu içindeki alaylı-mektepli çatışmalarıyla tırmanan gerilimden

305 Serbestî, 28 Mart 1325/10 Nisan 1909, Nr: 144. 306 Ecvet Güresin, 31 Mart İsyanı, Yenigün Haber Ajansı Yayınları, İstanbul, 1998, s.46-47.

Page 136: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

125

faydalanarak bir karşı devrim hazırlığına girişti. Bu doğrultuda elerindeki en etkin silah olan

basını kullanmaya başladılar.

Prens Sabahaddin Bey’in başını çektiği muhalif grup ile kendi amaçları doğrultusunda

ikiyüzlü siyaset yapan Ermeni, Rum, Arnavut ve Araplar yanında bir de belirli siyasi bir

gayesi olmayan, “şeriat isteriz”, “din elden gidiyor” gibi sloganlarla yönlendirilen oldukça

kalabalık bir cahil-kandırılmış muhalefet cephesi bulunmaktaydı. Bu cahil-kandırılmış cephe

İttihatçıları Mason Teşkilatlarıyla işbirliği yapmakla, materyalistlikle, pozitivistlikle kısacası

dinsizlikle suçlamaktaydı307.

26 Şubat 1909’da Kâmil Paşa’nın konağı ve İngiliz Elçiliği önünde protesto gösterileri

yapıldı. Muhalefet tarafından ulema ve muhafazakâr kesimler, Sadrazam Hilmi Paşa ile İttihat

ve Terakki Cemiyeti’ne karşı harekete geçirilmeye çalışıldı. Bu amaçla muhalefet askerlik ve

sınıf geçme konularında ortaya çıkan tartışmalardan faydalanarak medrese öğrencilerinin

desteklerini sağlamaya çalışmıştır. Daha önce ilmiye öğrencileri bütün İstanbullularla birlikte

askerlikten muaf iken bu hakları ellerinden alınmıştır. 29 Ocak 1908 tarihinde İdadî

mekteplerindeki talebelerin cemiyet kurarak siyasetle meşgul oldukları, memlekette hürriyet

devri başladığını söyleyerek, imtihansız sınıf geçmek istedikleri ileri sürülmüş ve bunu men’e

dair bir Maarif Nezareti tebliği yayınlanmıştır. İstanbullular ile ilmiye öğrencileri arasında

eşitsizlik yaratıldığı ileri sürüldü ve İdadi mektebi ve medrese öğrencileri durumu 27 Şubat

1908’de Bayezid Camii’nde toplanarak düzenlenen mitinglerle ve gazetelere yazılan

mektuplarla protesto ettiler. Ayrıca, ilmiye öğrencileri bir cemiyet halinde teşkilâtlandılar ve

muhalefet saflarına katıldılar. Daha önce de Şeyhülislâm’ı istemedikleri yönünde imza

toplamışlar; Ayasofya, Süleymaniye ve Bayezid camileri duvarlarına Şeyhülislâm aleyhinde

beyannameler asmışlardır.

Sina Akşin, ilmiye öğrencilerinin hareketlerini şu şekilde nitelendirmektedir: “Yalnız bu

gibi dinci hareketleri Kör Ali ve Karagöz olaylarından ayırt etmek gerekir, zira onlar

başıbozuk istibdatça hareketlerdi. Bunlar ise, tamamen mutlak monarşiye karşı ve Kânun-u

Esasî düzeninden yana olduklarını iddia ediyorlardı. Şuna da işaret etmek gerekir ki,

ulemadan birçokları dahi, İttihat ve Terakki’nin laiklik veya Masonluk yönündeki bazı

eğilimleri dolayısıyla Cemiyete kuşku ile bakıyorlardı308. 12 Mart 1909 günü İkdam’da Sinop

Mebusu Ahrarcı Rıza Nur’un, “Görüyorum ki, İş Fena Gidiyor” yazısı çıktı. Rıza Nur’un

kastettiği fenalıklar, bazı gazetecilerin sövüp sayma âdetine kapılmaları, istibdatçı tutumlar,

307 Bayram Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2002, s.177. 308 Akşin, İttihat ve Terakki, s.119.

Page 137: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

126

yolsuzluklar, Matbuat Nizamnamesi, toplantıların yasaklanması ve İttihat ve Terakki’nin

Hükümet içinde hükümet oluşuydu. Bu fenalıkların baş sorumlusu İttihat ve Terakki idi. Rıza

Nur, Meşrutiyet’in korunması için İttihat ve Terakki’nin varlığını gerekli görmekle birlikte,

bu görevin Selanik ve Manastır’dan yapılabileceğini, onun için de İstanbul ve Anadolu

örgütünün kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Rıza Nur’a göre, Mebusan’daki fırkalar da

kendisinden olmalı, yani dışarıdaki fırkalarla ilişkili olmamalıydı.309.

Muhalif gazeteler içindeki en muhalif ses olan Volkan’da Martın sonundan itibaren bazı

erlerin, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nden yana ve İttihat ve Terakki’ ye karşı mektupları

yayınlanmaya başlandı. Kâmil Paşa gibi İngiliz taraftarı politika izleyen muhalefeti perde

arkasından İngiltere desteklemekteydi. Bu arada muhalefetin iltica grubu dedikodu yayarak

halkın zihnini bulandırıyordu. “Bir mektep çocuğu hocasını beğenmiyor, bir Yüzbaşı

Seraskere karşı geliyor, padişah emir veremiyor, verse itaat olunmuyor. Bu böyle gider mi?

Din ve devletini seven her Müslüman için bunun çaresini düşünmek farzdır. Din ve devlet

hala ayaklar altında kalacak mı? El birliğiyle bir düzen verilmelidir. Din kardeşlerimiz uykuda

olmamalıdırlar” vs. gibi sözlerle askeri kışlalardaki er ve erbaşlara da nüfuz etmeyi

başarmışlardı310.

II. Abdülhamid 31 Mart İsyanından önce hükümete, askerler arasında büyük bir fitne

salındığını haber aldığı ve bir ihtilâlin kopmasının hem devlet için çok tehlikeli gördüğü

uyarısında bulunmuştur. II. Abdülhamid yazdığı anılarında bu konuda şu açıklamayı

yapmaktadır: “Asker arasına büyük bir fitne salındığını haber aldım. Bir ihtilâlin kopmasını,

hususiyle askerin bu işlere karışmasını, hem şahsım için, hem Devletim hesabına çok tehlikeli

görüyordum. Hüseyin Hilmi Paşa’ya keyfiyeti bildirdim. Hattâ bir gece, Harbiye Nazırı ile

Hassa Ordusu Kumandanı Gazi Muhtar Paşazade Mahmut Paşa’yı Saray’a çağırdım;

Sadrazamla birlikte vaziyeti uzun uzun müzakere ettik. Ahvalin vahametini takdir ettiklerini

ve gerekli tedbirleri hemen alacaklarını söylediler. Fakat tedbirler alındıkça durum büsbütün

karışıyordu. Ortada aciz vardı311.”

Bazı ittihatçılar, muhalefetin giderek tırmandığı gerginliğin neticesinde bir isyan

havasına girildiğini fark etti. Ethem Paşa ve Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa,

Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ve kabinesini çıkabilecek olayların önünün alınması yönünde

uyardı. Hassa Ordusu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa’nın, Volkan ve Serbestî gazeteleri

hakkında yapmış olduğu uyarı Şefik Paşa’nın yayınlanan anılarında şu şekilde

309 Akşin, İttihat ve Terakki, s.121–122. 310 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.75. 311 İsmet Bozdağ, Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Kervan Yayınları, İstanbul, 1975. s.110.

Page 138: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

127

anlatılmaktadır: “İstanbul’da bazı garazkârane, bazı uydurma sözler neşrediliyor ve muhalif

gazeteler de halkın fikrini bozuyor. Binaenaleyh kışlaya, Volkan ve Serbestî gazetelerinin

girmesini men etmek lüzumu ortaya çıkıyor. Bu gibi gazeteler cahil askerlerin fikirlerini

bozabilir.312” 31 Mart Olayı öncesinde askerler arasındaki ittihatçılık düşmanlığı hızla

yayılmış; İttihatçıların din düşmanı oldukları, şeriatı kaldırarak orduyu dinsizleştirmek

istedikleri inancı yaygınlaşmıştır. Gazetelerde de İttihatçıların askerlerin inancına müdahale

ettikleri yazılarak askerler kışkırtılmaktaydı. 31 Mart Olayı’nın ertesi günü çıkan İkdam

gazetesinde bu doğrultuda bir yazı çıkmış ve şunlar yazılmıştır: “Cumartesi günü bütün askere

zabitan tarafından: ‘Hocalarla katiyen görüşmeyeceksiniz. Askerlikte diyanet meselesi

aranmaz. Allah’tan başka kimse tanınmaz. Padişah ve efrad-ı ahali İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin elindedir.’ diye emir vermişler, bu emri haber alan bazı zevat Bâb-ı Âli’ye

gelerek Sadrazam Paşa’ya müracaat etmişler, bu tebligatın doğru olup olmadığını, şayet doğru

ise bunun - asker arasında - fena bir tesir yaratacağını ve bu emrin geri alınmasını teklif

etmişlerdir. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşa, Zabtiye Nazırı Sami Paşa da hazır olduğu

halde, şunları söylemiştir: ‘Meşrutiyet dilmek içindir. Dilim düşünce Meşrutiyet de düşer.’

demek suretiyle bu durumu reddetmiştir.313”

Sina Akşin’e göre, Kâmil Paşa hükümetinin devrilmesinde İttihat ve Terakki’nin askeri

baskısını ve Hasan Fehmi’nin vurulmasında İttihat ve Terakki’nin silâhını gören muhalefet,

alaylı subaylara ve softalara, askerî isyanı başlatmak üzere gerekli komutu vermiştir. Hasan

Fehmi’nin öldürülmesinin doğurduğu heyecan, bunun için elverişli bir ortam teşkil

ediyordu314.

İsyan, 12 Nisan Pazartesi’yi 13 Nisan Salı’ya bağlayan gece yarısında315 İttihatçıların

“nigehbân-ı hürriyet” diye vasıflandırdıkları Taşkışla’da bulunan 4. Avcı taburunun

askerlerinin ayaklanmasıyla başladı. Bu askerler, kışlada bulunan subayların bir kısmını

ağaçlara bağlamış, bir kısmını da hapsetmişlerdir. Kışladaki tüfekli nöbetçilere, subayların

yerlerinden kalktıkları takdirde tereddüt etmeden vurmalarını emretmişlerdir. İsyan askerlerin

subaylarını etkisizleştirdikten sonra saat 2.45’de316 kışlalarından silahlı olarak çıkmalarıyla

başladı. Askerlerin ellerinde bir beyaz, bir kırmızı ve birçok yeşil bayraklar vardı. Bu yeşil

312 Süleyman Şefik Paşa, a.g.e., s.164. 313 İkdam, 14 Nisan 1909, Nr: 5347. 314 Akşin, İttihat ve Terakki, s.126. 315 Rumi: 31 Mart 1325, Miladi: 13 Nisan 1909, Hicri: 22 Rebîülevvel 1327, Salı Günü 316 İkdam, 14 Nisan 1909, Nr: 5347.

Page 139: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

128

bayraklar İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin açılışında kullanılan bayraklardı317. Askerler

3.45’de Sultanahmet’e gelmeye başladılar. 4. Avcı taburunun askerleri diğer kışlalara da

giderek oralarda bulunan askerleri ayaklanmaya çağırdılar. Bu çağrı üzerine, saat 5.45’de

Beşiktaş’taki Kılıç Ali ile Taşkışla kışlalarının askerleri ve Beyoğlu numune topçu alayları,

Yıldızdaki 5., 6. ve 7. alayların askerleri Sultanahmet’te toplanarak isyancı askerlere

katıldılar. 2. avcı taburu isyana henüz katılmadığı gibi, mümtaz Kolağası Aziz Bey’in

kumandasında bulunan 3. avcı taburu da Ayasofya’ya gitmemiştir. Ayaklananların sayısı üç

bini aşmaktaydı.

Bu sırada isyancı askerler, köprüden geçerken kedilerini teskine ve kışlalarına geri

göndermeye çalışan zabit İlyas Efendiyi köprü üzerinde öldürmüşlerdir318. Zabit İlyas

Efendi’nin linçi, 31 Mart Olayı’nın ilk öldürme vakası olacaktır. İkdam gazetesinde İlyas

Efendi’nin öldürülmesini şu şekilde anlatılmaktadır: “Sabahleyin mumaileyh köprübaşında

bir araba üzerine çıkarak askere karşı nutuk irad etmekte iken avcı taburuna mensup iki asker

mumaileyhin beyanatını dinlemişler, daha sonra zabite hitaben: ‘Zabit Efendi, siz yanlış

söylüyorsunuz. Bizim maksadımız Kanun-ı Esasi dairesinde şeriatın tatbikidir.’ demeleri

üzerine İlyas Efendi belinden revolverini çıkarıp askere ateş etmiştir. İlyas Efendi’nin

silahından çıkan mermiler konuşan askerin alnına ve orada bulunan bir hamalın dizine isabet

etmiştir. Bunun üzerine orada bulunan diğer askerler son derece sinirlenerek ve galeyan içinde

İlyas Efendiyi bir mermi ile göğsünden ve kasatura ile de başından yaralamış ve sonrada

öldürmüşlerdir319.”

Ayaklananlar saat 05.45’te Meclis-i Mebusan’ı kuşatarak giriş ve çıkışları yasakladılar.

Gürültü üzerine halk, büyük kalabalıklar halinde meydanda toplandı. Bu sırada askerler

havaya birkaç el ateş ettiler ve birkaç defa “Yaşasın Asker” diye bağırdılar. Olaylar belirli bir

plan çerçevesinde gerçekleşmekteydi. Ayasofya Meydanında, hocalardan ve isyancı

askerlerden bir takım kişiler, etrafta bulduklar sandalye ve taburelerin üzerinde çıkarak,

etraflarında bulunan asker ve halka konuşmalar yapmaya başladılar. Yapılan bu konuşmalar

genellikle dinin elden gittiği, şeriatın hâkim olması gerektiği şeklinde olmuştur. Bu arada

mektepli subayların orduyu Frenkleştirmeye çalıştıkları ve bütün bunların İttihat ve Terakki

Cemiyetinin başı altından çıkmış olduğu, din hükümlerinin ayaklar altına alındığı gibi sözler

317 Vahdeti, 4 Nisan 1909 günü yayımlanan Volkan’da Cemiyet Üyelerinin yeşil sancaklar (bayraklar) ile

sokaklarda dolaştıklarını yazmaktadır. Derviş Vahdeti, “Menkabe-i Celile-i Cenâb-ı Peygamberi”, Volkan, 4

Nisan 1909, Nr: 94. 318 Kocahanoğlu, a.g.e., s.146. 319 İkdam, 14 Nisan 1909, Nr: 5347.

Page 140: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

129

durmadan orada bulunan halka ve askerlere karşı tekrar tekrar söylenmiştir320. Bu arada

yabancı elçiliklerin önüne, birer ikişer asker yerleştirilmiş ve isyancılar ahaliye hitaben:

“Korkmayın, telaş etmeyin, askerlerin size bir ziyanı dokunmaz. Asker namus, can ve mal

muhafızıdır” diyerek isyanın halka zarar vermeyeceğini ifade etmeğe çalışmışlardır321.

Askerler birbirlerine, özellikle azınlıkların ve yabancıların olmak üzere, kimsenin malına,

canına dokunulmamasını sürekli olarak telkin ediyorlardı. Sultanahmet Meydanında toplanan

isyancı askerlerin lideri, 4. Avcı Taburunun 3. Bölüğünün 1.Çavuşu Erzurumlu Yaşar oğlu

Hamdi Çavuş’tur. Hamdi Çavuş’un başyardımcısı görevini ise Tophane Sanayi Alayı

Onbaşılarından Halis(Özçelik) yürütmekteydi. Hamdi Çavuş’un diğer yardımcıları ise 4. Avcı

Taburu Tüfekçi ustalarından Çavuş Arif ve oğlu Çavuş Mehmed’dir.

İsyan hareketi daha başlamadan evvel 30 Mart’ta, akşam vakti, Avcı Taburu

çavuşlarından biri, Mekteb-i Harbiye’nin süvari bölüğüne gelmiş ve çavuşlardan biriyle

görüşerek “Siz yarın sabah silahlı olarak şeriat isteyeceğiz, siz de geliniz, fakat zabitlerinize

hiçbir şey söylemeyiniz diyerek planladıkları isyana katılmaları teklifinde bulunmuştur.

Çavuş, bu durumu bölük zabitine, o da daha üst makamlara bildirmiştir. Bu durum, ancak

yatsı vaktinde Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’ya rapor edilmiştir. Nazırın emri üzerine nöbetçi

yaver Mustafa Bey, Yıldız’daki II. Fırka Kumandanı Cevat Paşa’ya gönderilir. Tezkereyi alan

Cevat Paşa, bir hayli görüşüldükten sonra “Nazır Paşa hazretlerine hürmetler ederim, böyle

bir şey olmaz” cevabını bildirmiştir. Gece yarısını geçtikten sonra tekrar yola koyulan

Mustafa Bey, Kabataş’a yaklaştığında çavuşların idaresinde, süngü takmış askerlerin Galata

istikametine doğru ilerlediklerini görür. İkaz üzerine geri dönerek Gümüşsüyü ve Beyoğlu

üzerinden ve asilerden önce köprüyü geçip ortalık ağarırken Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’yı

uyandırır. Harbiye Nazırı saat 5’de, 1. Ordu Kumandanı Mahmut Paşa’yı işbaşına çağıran bir

telgraf çekmiştir. Mahmud Muhtar Paşa kendisine yollanan telgrafı ancak saat 7’de

alabilmiştir. Gönderilen telgrafın içeriği şu şekildedir: “Derhal görevinizin başına gitmenizi

tavsiye ederim.” Bu telgrafın hemen arkasından, Zabtiye Nazırı ve Birinci Ordu İkinci Fırka

Komutanı Cevad Paşa’dan gelen telgraflarla, 4. Avcı Taburu’nun, iki piyade kıtasının da

katılmasıyla sabah erkenden ayaklandığı, başlarında subayların olmaksızın Galata köprüsünü

geçtiklerini ve Ayasofya Meydanında, Meclis binasının önünde toplandıklarını haber almıştır.

Mahmut Muhtar Paşa derhal Kadıköy’den 7.30’da (ezani 01.00) kalkan vapura binip Galata

Köprüsü’ne ulaştığında yakındaki Aziziye Karakolu’na giderek orada görevli nöbetçi

subayıyla alay kumandanını yanına çağırır ve onlara “askerlerini sıkı gözetim altında”

320 Güresin, a.g.e., s.44. 321 Yunus Nadi, İhtilâl ve İnkılâb-i Osmanî, Dersaadet, İstanbul, 1325, s.34.

Page 141: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

130

bulundurmalarını emreder. Aynı zamanda da bir makineli tüfek bölüğünün ve bir top

bataryasının Seraskeriye’ye doğru yola çıkarılması ve oraya gitmek için de Haliç’i, eski

Köprüden (Unkapanı Köprüsü) geçmeleri emrini vermiş ve saat 8.30’a (ezani 03.00) doğru

Harbiye Nezareti’ne ulaşmıştır322.

Bu sırada Mahmud Muhtar Paşa, hükümete telefon ederek, müsaade edildiği takdirde,

bir saat içerisinde olayları bastırabileceğini belirtmiştir. Ancak toplanan vekiller heyeti,

Mahmud Muhtar Paşa’nın göstereceği saldırı ve şiddetin sıkıştırılan ve savunmasız bir halde

bulunan mebusların telefine sebebiyet vereceği endişesiyle, bunu kabul etmemiştir. Hassa

Ordusu Kumandanı Mahmud Muhtar Paşa ne yapacağına karar verememiştir. Erkan-ı Harbiye

Reisi İzzet Paşa ile birlikte hükümetten istedikleri ve sabırsızlıkla bekledikleri silah kullanma

emri bir türlü verilmemiştir. Hükümet Muhtar Paşa’ya istediği emir yerine, “Şeyhülislam

Efendinin Bâb-ı askeriye gittiği” şeklinde oyalayıcı bir cevap vermiştir323. İsyanı bastırmakla

resmen mükellef olan Sadrazam ve Dâhiliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa, Harbiye Nâzırı Ali

Rıza Paşa, Bâb-ı Âli’ye kapanıp kalmışlar ve kararlı bir tavır göstermemişlerdir. Harbiye

Nazırı Ali Rıza Paşa’nın ve onun nezdinde hükümetin çekingen hareketinin, belki padişahtan

ve saraydan çekinerek Mahmud Muhtar Paşa’ya vakit varken istediği emri vermemesi

kıyamın büyümesine meydan bıraktığı gelişen olaylardan anlaşılmaktadır324.

Başkaldıranlardan bir takımı Harbiye Nezareti’ne gelerek, Harbiye’deki askerleri

kendilerine katmaya çalışmışlar ama başarılı olamamışlardır. Bazıları içeriye “Volkan”

gazetesi atmışlardır. Mahmud Muhtar Paşa, Harbiye parmaklıklarına tırmanmaya çalışan asi

askerlerin üzerine tulumbacılara su sıktırarak hadiseleri önlemeye çalışmıştır325.

Parmaklıkların kırılmak istenmesi üzerine Mahmud Muhtar Paşa asi askerler üzerine içeriden

ateş açma emri vermiş, ama askerler havaya ateş açarak emre bir bakıma itaatsizlik

yapmışlardır.

Mahmut Muhtar Paşa, Nezarete gelmeden önce, sabah 9.15’te (03.30) Harbiye

Nezareti’nden Davut Paşa Kışlasına bir telgrafname çekilerek süvari askerlerinin hemen

yetiştirilmesi emredilmiş ve süvari askerleri Harbiye Nezareti’ne saat 10.25’de (ezani saatle

04.00) gelmiştir. Gelenlerden yirmi süvari Gedikpaşa’da bulunan ayaklanmış askerlerin

üzerine gönderildi, gelen süvari tugayının Beyazıt Meydanı’nda dolaşması ile bütün insan

kalabalığı çil yavrusu gibi dağılmıştır326. Öğle saatlerine doğru Vefa yönünde bulunan

322 Mc Cullagh, a.g.e., s.75. 323 Alkan, a.g.e., s.128. 324 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.147. 325 Ahmed İzzet Paşa, Feryadım (Haz. Süheyl İzzet Furgaç-Yüksel Kanar), c.I, Nehir Yay., İstanbul, 1992, s.64. 326 Celal Bayar, Ben de Yazdım - Milli Mücadeleye Gidiş, Baha Matbaası, İstanbul, 1966, s.401.

Page 142: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

131

kapıdan bir top bataryası ve Beyoğlu’ndan gelen bir maksim tüfeği kıtası da Harbiye Nezareti

bünyesine dâhil olmuştur. Mahmud Muhtar Paşa, bu son gelen kuvvetleri, nezaretin Beyazıt

kapısı önüne, kalabalığa karşı yerleştirmiştir. Mahmud Muhtar Paşa’nın bilgi edinmek

amacıyla gönderdiği süvari askerlerinden seçilen 20 kadar askerin başlarında bulunan 1.

Hassa Alayı 4. Kıta yüzbaşısı Romilus Spathari Efendi, Gedikpaşa’daki Çarşı Kapısı

yakınlarında ayaklanmış Avcı taburlarından askerlerle karşılaşmış, ayaklananları disipline

uymaya, boyun eğmeye çağırmıştır. Süvari kıtası Harbiye Nezareti’nin Bayezid Kapısından

çıkarak isyancıların üzerine ilerledi. Bölük komutanının Rum asıllı Romilus Spathari olması

kötü bir rastlantı olmuş, saldırılara karşı gelmek için önceden belirlenen yerlere yerleşmiş

asiler Romilus Spathari Efendiyi vurmadan önce, “İslamcın üzerine gâvur sürüyorlar”

demişler ve mavzerlerinden çıkan kurşunlar kıta komutanı Yüzbaşı Romilus Spathari

Efendi’nin vurularak ölmesine neden olmuştur.327 Bölüğü de çaresiz olarak isyancılara

katılmıştır.

Ayaklanan askerler bütün feryat ve çabalarına rağmen Lazkiye Mebusu Emin Arslan

Bey’i, Tanin gazetesinin İttihatçı başyazarı ve İstanbul mebusu Hüseyin Cahit zannederek

Sultanahmet Meydanı’nda süngü darbeleri ile öldürmüşlerdir. Ayaklanmanın ilk günü ölenler

arasında Adliye Nazırı Nâzım Paşa da vardı. Öğleden sonra Hilmi Paşa tarafından Bâb-ı

Âli’den Saraya çağrılan Adliye Nazırı Nâzım Paşa ile Bahriye Nazırı Rıza Paşa, aynı arabayla

yola çıkmıştır. Eminönü’nde Galata Köprüsü’ne geldiklerinde askerler arabayı çevirip

Meclise götürdü. Ayasofya Meydanı’nda Meclisin dış kapısından girerlerken Gürcü Rıza

Paşa’yı, meclis başkanı Ahmet Rıza Paşa ile karıştıran askerler silaha davrandı. Rıza Paşa

buna karşı çizmesindeki tabancayı çıkarmak isteyince kendisi ayağından, Nâzım Paşa da

kalbinden vuruldu.

Mahmud Muhtar Paşa olayları sertlikle önlemek için 12.30’a doğru hükümetten

Haliç’in iki yakasını ulaşıma kesilmesi, başlatılacak saldırı konusunda karar verilmesi gibi

konularda bilgi istemişse de hükümetin istifa ettiğini öğrenmiş, hiçbir suretle kuvvet

kullanamayacağı kendine bildirilmiştir. Hükümetin istifası ve şeyhülislamın öğütleri ile

327 Mevlanzade Rıfat, bu hadiseyi Mahmud Muhtar Paşa’nın bir başarısızlığı ve sorumsuzluğu olarak

değerlendirerek, şeriat isteriz diyerek ayaklandırılan, tam anlamıyla dinî taassupları tahrik edilmiş olan bir askere

karşı itaat altına almak için gönderilen askerî birliği Hıristiyan bir komutana teslim etmenin uygun olmadığını,

bu durumun şeriatın kaldırılacağına inandırılmış, dinî bir tutuculukla kandırılmış olan askerin duygularını bütün

bütün bozulmuş olduğunu ve hatta yeniden yayılan teşvikçilere etkili bir sermaye olduğunu ve Harbiye

Nezareti’ndeki askerin de asilere katılmasında -yegâne değilse de- başlıca nedenlerden biri olduğunu

belirtmektedir. Bkz: Mevlanzade Rifat, 31 Mart Bir İhtilalin Hikâyesi, (Haz. Berire Ülgenci), Pınar Yay.,

İstanbul, 1996, s.44-52-53.

Page 143: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

132

isyanın biteceği düşünülüyordu. Aynı gün saat 14.00-15.00 civarında, sarıkları ucuna Kur’an-ı

Kerim sarmış, ellerinde siyah ve yeşil bayraklar taşıyan Fatih Medresesi hocaları, birkaç yüz

kişilik kalabalık bir küme halinde askerlerle birlikte Divanyolu’ndan geliyordu. Kafileye

yolda rastlayan birçok ilmiye öğrencisi de katılmıştı. Ayasofya Meydanı’na gelen bu

kalabalığa askerler selam dururken ulema da tekbir getirerek alana girmiş, “Ahmet Rıza’yı,

Hüseyin Cahit’i görüp de vurmayan kâfirdir! Dinsiz mektepli zabitleri, Kur’an-ı azimüşşanı

inkâr edenleri görüp de vurmaya kâfirdir! Dini-i Mübin-i İslam’ı yere seren, gâvur icadı usul

ve kanunları vatanımıza sokmak isteyen mürtedleri görüp de vurmayan kâfirdir!” şeklinde

slogan atmaya başlamıştır. Saat 16.30’a doğru Sadrazam ve Harbiye Nazırımdan Mahmud

Muhtar Paşa’ya gönderilen telgrafta kabinenin vermiş olduğu kesin emirler yineleniyor; ne

olursa olsun zor kullanmaması ve Şeyhülislamla birlikte saraya gitmiş olan mebus heyetinin

yaptığı görüşmelerin sonucunun beklenmesi emir olunuyordu328.

Bu sırada Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey ve Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi, askerin

talep ve istekleri doğrultusunda hazırlanan ve kabinenin istifa ettiğini, isyan eden askerin ve

bunlarla beraber olanların affedildiğini, şeriatın daha dikkatli bir şekilde uygulanacağını ve

padişahın askerin kışlalarına halkın da işine gücüne bakması isteğinde bulunduğunu içeren

tezkereyi, Meclis-i Mebusan’da ve Ayasofya Meydanında okuyarak halka nasihat etmişlerdir.

Bu olayla ilgili olarak Volkan muharriri Lütfi gazetede şunları yazmıştır: “Mebusan

dairesinin önü bembeyaz kesildi. Herkeste hissiyat-ı diniye galeyana geldi329.” İsyan eden

askerler, “Harbiye Nazırını ve Birinci Ordu Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa’yı istemeyiz!”

diye bağırıyordu. Daha önce yaşanan Taşkışla ve Yıldız olayları nedeniyle askerler

korktukları ve nefret ettikleri Mahmut Muhtar Paşa’yı hedef seçmişlerdi. Bunun üzerine Ali

Cevat Bey, Harbiye Nazırı Ali Paşa’nın azledildiğini ve yerine başkasının tayin edildiğini ve

Mahmud Muhtar Paşanın da azlolunarak yerine Yaver Paşa’nın vekâleten tayin kılındığını

beyan eder330. Burada ilgi çekici olan nokta, bu sırada Mahmud Muhtar Paşa’nın hâlâ

görevinin başında bulunması ve azledildiğinden haberinin olmamasıdır.

Zaman geçtikçe durum kötüleşiyor, Beyoğlu tarafında bulunan asker, isyancılarla

birleşmek üzere peyderpey İstanbul tarafına geçmekte olduğu gibi, köprüleri tutmak için

Harbiye Nezareti’nden gönderilen tabur ve mitralyöz bölüğü, tesadüf ettikleri asî askerlere

katılıyordu331. Mahmud Muhtar Paşa, emrinde bulanan askerlerin isyancılara katılmasını

328 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.147. 329 Lutfi, “Dünkü Hal”, Volkan, 14 Nisan 1909, Nr:104 için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan Gazetesi,

s.505. 330 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi., s.52. 331 Ahmed İzzet Paşa, Feryadım, s.64.

Page 144: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

133

önlemek için elinden geleni yapıyor askerle bizzat ilgileniyordu. Bununla birlikte asker

arasında huzursuzluk iyiden iyiye artıyor ve süvarilerin ayaklananlardan yana çıkarak

kışlalarına dönmek istedikleri bildiriliyordu. Mahmud Muhtar Paşa, subaylardan aldığı

bilgilerden, askerin homurdanmaya başladığını, artık hiçbir yerden ve kimseden emir

almayacaklarını ve eve gitmek istediklerini ifade etmeye başladıklarını öğrenmiştir. Bu durum

karşısında Mahmud Muhtar Paşa, süvarileri daha fazla alıkoyamayacağına kanaat getirerek,

küçük küçük kıtalar halinde kışlalarına göndermeye başlamıştır.

Yine olayın ilk günü bazı askerler kendi başlarına gizli araştırmalar yapmış, Ahmet Rıza

ve Hüseyin Cahit Bey’in peşine düşmüşlerdir. İttihat ve Terakki Merkezi basıldı. Evleri,

Tanin Matbaası ve eşleri ve dostları aranmış; ancak Hüseyin Cahit ve Ahmet Rıza Beyler

bulunamamıştır. Şura-yı Ümmet ve Tanin gazete idarehaneleri de ayaklananlarca yıkılıp

yağmalandı. Mektepli subayları da öldürmeye başlamışlardır. Bunlar ya askere engel olmak

istedikleri için, ya da askere tecavüz etmeye kalkıştıkları için öldürülmüşler. Hükümet

cephesinde gün boyu bunlar yaşanırken asıl karar merciinin Saray olduğunu anlayan ve

bağışlanmak isteyen askerler, Saraya döndü. Nitekim af da, yeni Sadrazam ve Harbiye

Nazırı’nın atanmaları da Saraydan geldi. Muhalefetin ayaklandırdığı askeri, muhalefetin can

düşmanı Abdülhamid kazanmıştı. O gün akşamüstü başlamak üzere, İstanbul’daki birtakım

askerî birlikler Yıldız’a gelip bağlılıklarını sundular. Sina Akşin’e göre II. Abdülhamid’in

askerden bir kötülük gelmesin diye, onları okşaması, hem İttihat ve Terakkili hem de Ahrarcı

Meşrutiyetçilerin bu yakınlığı ileri sürerek kendisini ayaklanmayı çıkartmakla suçlamalarına

ve tahttan indirilmesine vesile verdi, ya da en azından bunu kolaylaştırdı332.

Mahmud Muhtar Paşa yayınlanan irade ile isyancı askerlere af çıkarılmasını

kabullenememiştir. İsmail Kemal Bey tarafından verilen emirde hükümet emrindeki

askerlerin Sultanahmet’teki askerlerle kaynaştırılmasının ve onları selamlamasının istemesi de

bardağı taşıran olur. Bunun üzerine Mahmud Muhtar Paşa 19.30’da artık anlamını yitiren

görevinden istifa ederek Beyazıt’tan ayrılmıştır. Muhtar Paşa’nın yerine Yaver Paşa

atanmıştır. Mahmud Muhtar Paşa’nın Harbiye Nezareti’nden ayrılmasından sonra iyice başsız

ve subaysız kalan maiyetindeki askerler kısa bir süre asi askerlerle birleşmiştir. Geceye kadar

isyana katılmayan ve Harbiye Nezareti’nde bulunan I. Nişancı Taburu da asilerle birleşmiş ve

bu suretle Hassa birlikleri hemen tamamen isyana dâhil olmuş ve gece sabaha kadar eğlence

için yaylım ateşi yapmışlardır. Mektepli subay avına çıkan isyancı askerler, Mahmud Muhtar

Paşa’nın Moda’da bulunan Mermer Konak’ını kuşatmışlar, Hassa Ordusu Kumandanlığımdan

332 Akşin, İttihat ve Terakki, s.126-127.

Page 145: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

134

istifa etmiş olan Mahmud Muhtar Paşa’nın hapsedilmek üzere teslim olmasını istemişlerdir333.

Bu olay üzerine Mahmud Muhtar Paşa can güvenliği kalmadığı için yurtdışına kaçmıştır334.

İkdam, Volkan, Mizan, Serbestî gibi gazeteler ayaklananlardan yana tavır almışlardı.

İkdam askerlerin düzenliliğini göstermek için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Buna göre,

zorbalıklar, karşı yanın kışkırtmasıyla ya da meşru savunma durumunda olmuştu. Her polisin

yanına iki asker verilmiş, bunlar İstanbul sokaklarında güvenliği sağlamışlar, birbirlerini

yatıştırıp frenlemek için öğütler vermişlerdi. Askerler Adliye Nazırını öldürdükleri için pek

üzgündüler. Cenazesi “ihtifalat-ı lazime” ile kaldırılacaktı. Yabancılar ve müslüman

olmayanların haklarına “fevkalade riayet edilmişti.” Askerler ikişer, üçer elçiliklere giderek

can, mal, ırza dokunulmayacağını açıklamışlardı. Ayaklanmayı fırsat bilen Zaptiye

tevfikhanesindeki tutuklular binayı ateşe vererek kaçmaya yeltenmişler, asker gelerek onların

ayaklanmasını bastırmıştı. O gün çıkan Volkan’da Vahdeti’nin “Halife-i İslam Abdülhamid

Han Hazretlerine Açık Mektup” başlığını taşıyan yazısı vardı. Buna göre, Vahdeti’nin içinde

bulunduğu hal ve mevkii Abdülhamid’e hitabetmeyi gerekli kılmıştır. “Şu dakikada” aldığı

bilgiye göre bütün asakir-i şahaneleri subayların mektepli olanlarını tutukladıktan sonra 0.45–

1.45 sıralarında Mebusan Meclisini kuşatmışlar, “fakat asakir-i mumaileyhimin makasıd-ı

hakikiyeleri ne olduğu bizce anlaşılamamıştır”. Ortada resmi otorite olarak bir tek

Abdülhamid kalmıştır. Meşrutiyet’in korunması artık önemli ölçüde II. Abdülhamid’in

mutlakıyeti kurmaya kalkışmamasına, ya da Vahdeti’nin dediği biçimde, onun

mutlakıyetçilere kulak vermemesi ile mümkündür. Vahdeti, düştüğü umutsuzluk yüzünden,

Ahrarcı bir hükümeti gözünden çıkarmış, Meşrutiyetçi olmak şartıyla, tarafsız hükümete bile

razı olmuştur. İsyanın ikinci günü asilerin sayısı 30–35 bin’e çıkmış bu kuvvet o günlerde

333 İsmail Hami Danişmend, 31 Mart Vakası, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1986, s.254. 334 Mahmud Muhtar Paşa’nın kaçışı şu şekilde gerçekleşmiştir: Konağın etrafında bin beş yüze yakın Selimiye

Kışlası askerleri toplanmıştır. Birkaç kez kapıyı kırarak içeri girmeyi ve Mahmud Muhtar Paşa’yı yakalamaya

teşebbüs etmişse de, Paşa’nın ailesi Mısır Hidiv ailesine mensup olduğu için bu teşebbüs engellenmiştir. Paşa

durumun tehlike arz ettiğini görerek kaçmaya karar verir, bahçe kapısından çıkması mümkün olmadığı için

bahçe duvarından bitişikteki evin bahçesine atlar. Buranın sahibi olan bir Fransız’ın yardımıyla da komşusu

İngiliz asıllı William Whittall’in evine saklanmıştır. Bu durumu bilmeyen bazı kişiler Paşa’nın hayatı hakkında

şüpheye düşmüşlerdir. Mahmud Muhtar Paşa’nın babası Gazi Ahmet Muhtar Paşa, telgraf ile direk olarak II.

Abdülhamid’e müracaat ederek, “oğlunun tahlisi çaresine serian bakılmasını” talep etmiş ve sarayın teşebbüsleri

ile çıkarılan bir ferman ile Mahmud Muhtar Paşa’nın evi önündeki askerler dağılmaya başlanmıştır. 14 Nisan

günü Mahmud Muhtar Paşa Whittall’lere ait bir yat vasıtasıyla Avrupa’ya kaçarak kendisini arayan asi askerlerin

elinden kurtulur. Muhtar Paşa, Hareket Ordusunun İstanbul’a gelmesinden sonra tekrar İstanbul’a dönecektir.

Mahmut Muhtar Paşa ile ilgili bkz: Said Olgun, Mahmud Muhtar Paşa (1867-1935) Hayatı, Askerî ve Siyasi

Faaliyetleri, Eserleri, (Gazi Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006.

Page 146: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

135

İttihatçı gazeteler susturulduğu için, yayınlanmaya devam eden Volkan gazetesi tarafından da:

“Kim derdi ki bize Köprü ortasında silindir şapka giydirecekler, kim derdi ki, bize çarşaf

giymek zamanı değildir, diyecekler. Ve bunların büyük vatansever Ahmed Rıza müdafaa

edecek.” gibi sözlerle tahrik etmekte, ittihatçılık düşmanlığını körüklemeye çalışmaktaydı335.

Askerler başıboş gruplar halinde bütün İstanbul’a yayılmışlar, birçok İstanbullu kaza

kurşunuyla yaralanmıştı. Bazı askerler de bu arada rastladıkları Harbiyeli subayları öldürmeye

çalışıyordu. Hatta bu o kadar genişledi ki, mektepli olanlar asker olup olmadıkları ayırt

edilmeksizin rahatsız edilmeye başlanmıştı. Asi askerler mektepli avına çıkmıştı.

2.5.1.1. Ali Kabuli Bey’in Linç Edilmesi

İkinci gün İstanbul’da fazla bir şey cereyan etmemiş ve kıyam sükûnet kazanmıştır.

Bunda Padişah’ın, isyan erbabının suçlarını affetmesi ve gayet yatıştırıcı bir tavır takınması,

büyük rol oynamış görünmektedir. Bu arada yer yer Padişah II. Abdülhamid’in lehine

sloganlar atıldığı da oluyordu. Bu durumlarda Padişah pencereden göstericileri selamlıyordu.

Bu durum, İttihatçıların muhalifleri üzerinde de endişe verici bir manzara olarak görünmüştür.

Daha ilk günden ayaklanmanın aldığı renkten hoşlanmayan Prens Sabahaddin Bey, Beşiktaş

önündeki Hamidiye kruvazöründe donanma süvarileriyle bir toplantı yaparak, ayaklanma

daha Abdülhamid taraftarı bir yöne kayarsa, Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için gemilerde

bir meşveret meclisinin toplanmasını ve kararını top tehdidiyle Saraya kabul ettirmesini

kararlaştırdı. İkinci gün Prens, olayların korkulan yönde geliştiğini ileri sürerek, donanmanın

sözünü tutmasını istedi. Hamidiye süvarisi, ertesi sabah diğer süvarilerle görüştükten sonra

harekete geçileceğini bildirdi. Fakat 3. gün süvariler bu işe yanaşmadılar. Asar-ı Tevfik

firkateyni süvari vekilliği yapan Binbaşı Ali Kabuli Bey, işe girişmek üzere gemicileri

hazırlayıcı konuşmalar yaptı. Ali Kabuli Bey, Prens Sabahaddin’in deniz subaylarıyla yaptığı

toplantıya katılmış ve toplantıda, İsyan Meşrutiyet aleyhine bir cereyan halini aldığı takdirde,

Yıldız Sarayı’nın topa tutulması yolunda alınan kararı benimsemiş, bu karar gereğince de

isyanın neticesine bakarak zırhlısındaki askerlerin asiler arasına katılmasını önlemiştir. Ali

Kabuli Bey, bu amaçla askerlere: “Padişah milletle kaimdir, milleti mahvetmek isteyen kim

olursa olsun bu toplarla onu kahretmek boynumuzun borcudur” sözlerini söylemiş, işte bu

sözler Ali Kabuli Bey’in linç edilme nedeni olmuştur. Tahrikçi askerler bu sözleri çarpıtmış

ve binbaşının sözlerini, sarayı topa tutacağı şekline sokmuşlardır. Çeşitli yollarla Asar-ı

335 Zekeriya Kurşun – Kemal Karaman, “Derviş Vahdeti”, DVİA, c.IX, İstanbul, 1994, s.201.

Page 147: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

136

Tevfik’e sızabilen 31 Mart’ın elebaşları emrindeki bir grup tahrikçi, deniz subayları

toplantısında alınan kararı, Ali Kabuli’nin, Yıldız Sarayı’nı yani, II. Abdülhamid’i topa

tutacağı şekline sokarak, askeri tahrik etmişlerdir. Ali Kabuli Bey’in öldürülmesine kadar

gidecek olayı, Yıldız Sarayı’na giden askerler şöyle anlatmaktadır: “Prens Sabahattin Beyin

Hamidiye zırhlısı kumandanı Vasfi Bey ile anlaşmasına göre, Yıldız Sarayı topa tutulacak,

Ali Kabuli Bey de bu bombardımana katılacaktı. Vasfi Bey, bunu yapmak için isyanın

Meşrutiyet aleyhine bir durum alması gerektiğini ileri sürmüştür. Bahriye neferi, Ali Kabuli

Bey’in kamarasında geçen konuşmaları dinlemişler, ertesi gün kaptan uyuduğu sırada,

odasına girip elini kolunu bağlayıp, geminin ambarına hapsetmişlerdir. Askeri bunu yapmaya

tahrik edenin, Asar-ı Tevfik neferlerinden Rizeli Enes olduğu ileri sürülmektedir336.

Ali Kabuli Bey önce, Bahriye Şurasına getirilmiş, burada serbest bırakılmasına karar

verilmesine karşın, isyancı askerler Ali Kabuli Bey’i, Yıldız Sarayına, Padişahın huzuruna

çıkarmaya karar vermişlerdir. Ali Kabuli Bey tekme dipçik sürüklenmiş, Yıldıza gelinceye

kadar, bahriye askerleri tarafından öldürülürcesine dövülmüş ve çeşitli hakaretlere uğramış,

Kabuli Beyin Yıldız’a sürüklenerek götürülmüştür. Yıldız bahçesinde bunlar olurken,

Abdülhamid, Ali Kabuli Bey’in asker tarafından Yıldız Saray’ına getirildiğini öğrenmiş ve

sarayın bahçeye bakan penceresine doğru yürümeye başlamış; pencerede ilk önce

Abdülhamid’in Başkâtibi Ali Cevad Bey görünmüş, hemen arkasından Abdülhamid

görülmüştür. Pencere önüne gelen Abdülhamid, Sarayının topa tutulmak istendiği iddiasını

ciddiye alarak, binbaşının kendisine teslim edilmesini istedi. II. Abdülhamid, Ali Kabuli Bey

ile konuştuktan sonra askerlere binbaşıyı himayesine aldığını ve onu karakola götürmelerini

emreder. Fakat askerler Ali Kabuli Bey’i götürürken süngüleyerek yolda öldürürler.

Abdülhamid bu işe üzüldüğünü söylemekle birlikte, katil erlere karşı -ayıplama yollu da olsa-

bir şey yapılmasını yolunda bir emir vermedi337. 2 Nisan 1325 (15 Nisan 1909) yılında

336 Mustafa Müftüoğlu, İstanbul’a Yürüyen Ordu- 31 Mart’ın Perde Arkası, Başak Yay., İstanbul, 2005,

s.78-80. 337 Ali Cevad Bey olayı şu şekilde anlatmaktadır: “Bir takım askerlerin Yıldız Kasrı önünde bağrışmakta

olduğunu işiterek, teşrîf-i şahane vukuu tabiî olduğundan kasr-ı âlîye gittim. Zât-ı hümâyûnları da merdivenden

çıkıyorlardı. Bana dediler ki ‘Askerler bir binbaşıyı getirmişler. Yıldızı topa tutacak imiş.’ Zât-ı şahaneleri

doğruca mûtâd veçhile pencerenin önüne gittiler. Ben de pencereyi açtım ve karşılarında dîvân durdum. Meydan

birçok bahriyeli askerler ve ahâli ile dolmuş idi. Zât-ı şahaneleri Şâkir Paşa’ya hitaben ‘Ne istiyorlar?’ dedi.

Şâkir Paşa da galiba anlamamış olmalı ki, pencerenin karşısında selam duran biri tüfekli, diğeri tüfeksiz iki

askeri öne getirdi. Zât-ı şahaneleri ne istediklerini sordu, İstanbul’u topa tutacağından ve gayet fena bir adam

olduğundan bahisle, Binbaşı Ali Kabûlî Bey’i getirmiş olduklarından ve kendilerinin terfi-i rütbeden ve maaştan

mahrum bırakılmış ediklerinden bahsettiler. Zât-ı şahaneleri Binbaşının bu emri kimden almış olduğunu suâl

buyurmaları üzerine, bir kaç asker birden bir şeyler söylediler. İntizamsızlık ve karışıklık görünmeğe başlaması

Page 148: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

137

isyanın üçüncü gününde yaşanan bu cinayet İttihatçıları derinden etkilemiş, hareket

ordusunun gelişinden sonra kurulan Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında suçlular ağır bir

şekilde cezalandırılmıştır.

Derviş Vahdeti Volkan’da askerlere hitaben yazdığı 15 Nisan tarihli makalesinde

isyancıları şu şekilde nitelendirmektedir: “Arslanlar! Herbirinizin namı, nam-ı mübecceli

tevarih-i ümemi (yüce İslam tarihinin adını) tezyin etti. Sizin gibi bir ordu dünyanın hiçbir

köşesinde yoktur. Evet, yoktur, bunu iftihar, gururla söyleyebiliriz. Çünkü böyle bir hareket-i

askeriyye, dünyanın hangi bir noktasında vukua gelseydi, vatanları baştan başa herc ü merc

olmak içten bile değildi338.”

Ahrarcı bir Harbiye öğrencisi olan Ahmet Bedevi Kuran, bazı arkadaşlarını Mizancı

Murad’a gönderdi. Kendisi de Mevlânzade Rıfat’a gitti. Bu bilgilerden Mevlânzade Rıfat,

Mizancı Murad, Ahmed Bedevi Kuran ile Derviş Vahdeti ve Said-i Nursi arasında tanışıklık

ve temas bulunduğu anlaşılmaktadır.

Serbestî de o gün yapılacak basın mitinginin, şimdilik gerekli görülmediği için

yapılmayacağını bildiriyordu, zira nasıl olsa şeriat “hürriyet-i kelamı” buyuruyordu. Günün

Volkan’ında Vahdeti’nin “İnkikab-ı Şerri” başyazısı dikkati çekiyor. Bunda “Açık Mektup”

taki kötümserlikten hiçbir iz yoktur. Yalnız üç yerde “halife” adı saygıyla anılarak, ihtiyat

elden bırakılmak istenmiyordu. Son olarak da askerler uzun uzun övülüyordu. Volkan’ın son

üzerine, şu hâle netice vermiş olmak üzere, dâire-i hümâyûnlarına avdet buyrulması lüzumunu îmâen temenna

ettim. Görmediler. Yine temenna ederek biraz hızlıca ses ile ‘Efendim istirahat buyrun.’ dedim. Ol vakit zât-ı

hümâyûnları, pencereden başlarını çıkararak ve elini göğüslerine koyarak, askere hitaben ‘O adamı bana teslîm

edin. Ben tahkîk ederim.’ dedi. Ve orada bulunan paşalara da Kabûlî Bey’in mahfazan karakola götürülmesini

ferman buyurarak pencerenin önünden çekildiler. Odalarına girerler iken ‘Efendim yoruldunuz.’ demekliğim

üzerine, ‘Ma’şâlah Bizi topa tutacak diyorlar, sormayalım mı?’ buyurdular... Zât-ı hümâyûnları ile beraber

salonun yanında meydana nazır odaya girdiğim esnada, bir karışıklık tesadüfen gözüme ilişti. ‘Efendimiz galiba

bir şeyler oldu.’ dedim. ‘Gitsinler baksınlar, bir fenalık olmasın.’ dediler. Hemen salona fırladım (ve oradaki

yaverlere Sultan’ın emrini tekrarladım.). Tekrar odaya girerek pencereden dışarıya baktığım sırada, askerin

birinin elinde kanlı bir kasatura ile gitmekte olduğunu gördüm ve ‘Aman efendim, galiba Binbaşı’yı

öldürmüşler; fakat çok fena oldu.’ dedim. Zât-ı hümâyûnları da ‘Artık bu asker değil, âsî olmuşlar.’ buyurdular...

Bu esnada ser-yaver Şâkir Paşa göründü... Efendimiz Paşadan ne olduğunu suâl buyurdular; önüne baktı,

yavaşça bir şeyler söylenildi... (Sonra da) Irâde-i seni-ye veçhile Ali Kabûlî’yi taht-ı muhafazada olarak karakola

götürürlerken, askerin bağteten hücum ederek katleylediklerini söyledi. Bu hâl zât-ı şahanelerinin hakîkaten ve

cidden teessüfünü mûcib oldu ve müsebbib ve katillerini tel’în eyledi.” demektedir. Bkz: Aksun, a.g.e., c.V,

s.178–179. 338 Derviş Vahdeti, “İnkılab-ı Şer’i”, Volkan, 15 Nisan 1909, Nr:105 için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan

Gazetesi, s.510.

Page 149: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

138

sayfasında ise İttihat ve Terakki önderlerinin nerede bulunduklarının bilinmediği söyleniyor

ve alay ediliyordu339.

İsyancılar isteklerinin bir kısmını elde etmiş, Tevfik Paşa başkanlığında yeni kabinenin

kurulmasını sağlamışlardı. Kabine şu kişilerden oluşuyordu. Meşihat Ziyaeddin Efendi,

Dahiliye Adil Bey (vekaleten), Rauf Paşa (asaleten, 16 Nisan), Hariciye Rifat Paşa, Harbiye

Ethem Paşa, Bahriye Emin Paşa (vekaleten asaleten 20 Nisanda diğer bir Emin Paşa), Adliye

Hasan Fehmi Paşa (15 Nisanda istifa) Şuray-ı Devlet Riyaseti Zihni Paşa (15 Nisanda istifa)

Raif Paşa (16 Nisan), Ticaret ve Nafia Gabriyel Norodonkyan Efendi, Maliye Nuri Bey,

Maarif Abdurrahman Şeref Bey, Orman ve Maadin ve Ziraat Mavro Kordato Efendi, Evkaf

Halil Hammade Paşa340.

2.5.2. Padişahın ve Bâb-ı Âli’nin İsyana Tepkisi

31 Mart Olayı ortaya çıktığı ilk saatlerden itibaren, II. Abdülhamid ve Bâb-ı Ali’nin

izlediği siyaset isyanın hemen bastırılamamasında ve giderek daha vahim bir hal almasında

etkili olmuştur. Hassa ordusu Mahmud Muhtar Paşa’ya tam yetki verilmemesi, Padişah II.

Abdülhamid’in sağlam bir duruş göstermeyip isyancılara sempatik yaklaşan yanlış siyaseti ve

hükümetin istifa etmesinden sonra kurulan yeni kabinenin izlediği sinik politika

ayaklanmanın bastırılamamasına neden olmuştur.

Askerin “Şeriat isteriz!” sloganıyla Meclis’e yaklaştığı 04.45’te öğrenen Hüseyin Hilmi

Paşa, saat 06.30 civarında saraya telgraf çekerek isyanı saraya bildirmiştir. Böylece Sultan

II. Abdülhamid’in isyandan haberi olmuştur. Sadrazam Hilmi Paşa, Zabtiye Nazırı Sami’nin

bir ihbarını da şu şekilde arz etmiştir: “Sabaha karşı Taşkışla taburlarının silahlı fakat zabitsiz

olarak, kısmen Beşiktaş ve Yıldız cihetlerine hareket ettikleri gibi, bir kaç yüz nefer

raddesindeki miktarının da Galata köprüsünden geçerek, Sultanahmet Meydanına geldikleri,

meydana müntehi caddeleri tutarak ve ‘Şeriat isteyen meydana toplansın, istemeyenler

dışarıda kalsın.’ diyerek, ahaliyi toplamakta bulundukları, sual olundukda ‘Biz şeriat isteriz,

başka bir fena fikrimiz yoktur.’ cevabını verdikleri, gelen askerin yalnız 4. Avcı Taburu

efradından bulunduğu…341”

339 Volkan, 15 Nisan 1909, Nr: 105. 340 Sina Akşin, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge Kitabevi, İstanbul, 1994, s.33-34. 341 Aksun, a.g.e., c.V, s.162.

Page 150: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

139

Hilmi Paşa, İsyancıların ne istediklerini öğrenmek için Şeyhülislam Ziyaeddin

Efendi’yi göndermiş, kendisi de milletvekilleriyle beraber kalmıştır342. Meclis-i Mebusan’a

doğru yürüyen askerleri Şeyhülislam Ziyaettin Efendi karşılamış, ne yaptıklarını, dertlerinin

ne olduğunu sormuştur. Sabah gazetesine göre, askerlerle Şeyhülislam arasında şu konuşma

geçmiştir: “Efendi Hazretleri! Siz şeriatın icra ve ifasına memur ve hepimizin büyüğüsünüz.

Size evvelce şeriat ve hakkaniyet dairesinde idare olunacağımızdan bahseylerlerdi. Hayli

müddetten beri yapılan muamelata bakarak aldandığımızı hiss eyledik. Bazı zabitlerimiz

namaz kılmamıza vesair umur-ı diyanetimize hakkıyla riayet ettirmiyorlar. Anladığımız bu

yoldaki hal ve hareketleriyle bizim meşhur cihan olan selametiğ diniyemize zaaf vererek

menfaatlerine hizmet etmektir. Bunun için böyle zabitanı istemeyiz. Bil’fikir şu efendi dahi

zabitimizdir. (yanlarında bulunan bir mülazım efendiyi irase eyleyerek) lakin anlattığımız gibi

değil. Biz milletle beraber milletli uğrunda ölmeye bile hazır ve amadedir.343” isyanlarının

nedenlerini bu şekilde ileten askerler; Hüseyin Hilmi Paşa ile Bahriye Nazırı Rıza Paşa’nın

çekilmesini, Meclis Reisi Ahmed Rıza, müfritlerden Hüseyin Cahit ile Talat Bey’in ve Şura-

yı Ümmet Gazetesi’nin başmuharriri Bahaettin Şakir Bey’in mebusluktan kovulmasını,

mektepli zabitler atılmasını ve kendilerinin affedilmelerini istemişlerdir. Şeyhülislam

Ziyaeddin Efendi bu istekleri Bâb-ı Âli’de toplantı halinde bulunan hükümete bildirmiştir.

İsyanı bastırmakla resmen mükellef olan Sadrazam ve Dâhiliye Nazırı Hüseyin Hilmi

Paşa, Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, Bâb- ı Âli’ye kapanıp kalmışlar ve kararlı bir tavır

göstermemişlerdir344. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, “tedabir-i hakimane” ile düzeni yeniden

sağlamaktan başka yola gitmenin “müşkül ve gayr-i caiz” olmasından bahsederek

ayaklanmanın başında, bunu zorla bastırmaya niyetli olmadığını gösteriyordu. Mahmud

Muhtar Paşa’nın ayaklanmayı işin en başında bastırmak istemesinin engellenmesindeki

sebeplerden biri de gelişmelerden haberdar olan II. Abdülhamid’in “katiyen tebaam arasında

kan dökülmesini istemem, hadise sulh yoluyla halledilmelidir.” şeklindeki telkinlerinin

tesiridir. Kendilerine hiç bir şey yapılmadığını gören asi asker, gittikçe cesaretlenerek Meclis-

i Mebusan’ı sarmış, o sabah Meclis’e gelen mebusları tutuklamıştır. Meclise silahla girerek

mebuslara baskı yapmaya başlamışlardır.

342 İsyancı askerlerin Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi’yi gece yarısı saat 2.30’a doğru konağından kaldırdıkları ve

Ayasofya Meydanına götürdükleri şeklinde bazı kaynaklarda bilgiler olsa da genelde hâkim olan düşünce şeriat

sloganlarıyla meclise yürüyen askerlere aracılık etmek için Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi’nin sadrazam

tarafından gönderildiği şeklindedir. 343 Sabah, 1 Nisan 1325/14 Nisan 1909, Nr: 7023; İkdam, 14 Nisan 1909, Nr:5347. 344 Alkan, a.g.e., s.128.

Page 151: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

140

Hükümet, dışarıda ne olup bittiğini ancak dışarıdan gelen kişilerden öğrenebiliyorlardı.

Ezanî saatle 6.30 (13.15) sıralarında Arif Efendi isminde bir polis memuru Babıâli’ye gelerek,

Ayasofya Meydanı’nın adeta mahşer yerine döndüğünü ve her ne kadar önemli bir olay

olmamışsa da heyecan ve galeyanın pek ziyade arttığını ve Şeyhülislam Efendi’nin Meclis-i

Mebusan’da bulunup çıkmak ihtimalinin olmadığını ve isyancıların Sadrazam ve Harbiye

Nazırı ve Meclis-i Mebusan Reisi ve Hassa Kumandanı’nın (Taşkışla Kumandanı Miralay

Esad Bey) istemediklerini haber vermiştir345. Kabine, Şeyhülislamdan isyancıların ne

istediklerini öğrendikten sonra istifaya karar verdi. Bu arada mecliste mebuslar arasında

Hükümete güvensizlik oyu verip vermeme tartışması başlamıştır. Bu bağlamda Kastamonu

Mebusu Yusuf Kemal Bey, kabinenin bu eyleme yol açan önemsizliğinin kabineye

güvensizlik oyu vermek için yeterli neden olabileceğini ifade etmiş, bu görüş üzerine Ankara

Mebusu Talat Bey: ‘Boş yere acele etmeyin. Aslında şimdi haber aldım ki Hilmi Paşa

istifasını vermek üzere saraya gitti’ demiş ve oy itibariyle karar sayısı olmayan bir meclisin

güvensizlik bildiremeyeceğini ifade etmiştir. Lütfi Bey uzlaşma aranmasını ifade etmiştir.

Babanzade İsmail Hakkı güvensizlik oyunu karışıklıkları arttıracağı için önlemeye çalışmıştır.

Yeter sayı bulunmamasına rağmen İsmail Kemal’in ısrarıyla hükümet hakkında yapılan

oylamayla güvensizlik kararı alındı.

Kararın bildirilmesi için seçilen heyet meclise gelen Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi ile

karşılaşmış, Ziyaeddin Efendi sadrazamın sarayda olabileceğini bildirmiştir. Hükümetin

istifası telgraf yoluyla Yıldız’a bildirilmiştir. Hükümetçe, Sadrazam, Harbiye Nazırı ve Maarif

Nazırı’nın Saraya giderek Hükümetin istifasını ve olaylar hakkında Padişaha bilgi verilmesi;

diğer Nazırların ise Babıâli’de kalarak, daha önce alınan karar üzerine Harbiye Nazırlığı ve

Meclis-i Mebusan ile haberleşmeleri ve Saraydan kendilerine gereken talimatın telgrafla

verilmesi kararlaştırılmıştır. Sadrazam, Harbiye Nazırı ve Maarif Nazırı saat 7.00(13.45)

sıralarında Bâb-ı Âli’den çıkarak araba ile Sirkeciye ve oradan da Bahriye Nazırı’nın

İstimbotuyla Beşiktaş’a ve Beşiktaş’tan araba ile Saray-ı Hümayuna gitmişlerdir346. Sadrazam

Hüseyin Hilmi Paşa yanında Harbiye Ali Rıza Paşa ve Maarif Nazırı Abdurrahman Şeref

Efendi ile Yıldız Sarayı’na gelmişler ve “Kabinenin bizzarure ve bilmecburiyye istifa

eylediğini” belirten istifalarını sözlü olarak II. Abdülhamid’e sunmuşlardır. Ancak Mabeyn

Başkâtibi Ali Cevat Bey, II. Abdülhamid’in istifayı yazılı olarak istediğini belirtmiş, bunun

üzerine Sadrazam ve iki Nazır tarafından istifa metni yazılarak imzalanmış ve Ali Cevat

345 Son Vak’anuvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi -II. Meşrutiyet Olayları, (Haz. Bayram Kodaman-

Mehmet Ali Ünal), TTK Yay., Ankara, 1996, s.154. 346 Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s.155.

Page 152: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

141

Bey’e verilmiştir. Diğer kabine üyeleri de Saraya geldikleri için yeni bir istifa mazbatası

hazırlanıp onlar tarafından da imzalanarak Padişaha takdim edilmiştir.”

II. Abdülhamid, Kâmil Paşa’ya yakın sayılabilecek Ahmet Tevfik Paşa’ya Sadrazamlık

teklif etti. Tevfik Paşa’nın Sadareti kabul etmesinin ardından, Harbiye Nazırı Ali Rıza

Paşa’nın yerine askerlerin saygı duyduğu bir isim olan Osmanlı-Yunan Savaşı’nın kahramanı

yaşlı Gazi Ehtem Paşa atanmıştır. Fakat İsmail Kemal’in çabaları sayesinde İstanbul’daki 1.

Ordunun komutanlığına muhalefetin kahramanı Nâzım Paşa geldi. İttihat ve Terakki önderleri

ve mektepli subaylar ya gizlendiler, ya da İstanbul dışına kaçtılar. Bir anda İstanbul’da İttihat

ve Terakki’nin otoritesi kayboldu. Böylece İttihatçı kabine gitmiş, 14 Nisan 1909’da yeni

kabine kurulmuş oldu347.

Süleyman Tevfik Bey’de Mecliste olanları Ali Cevat Bey’e anlatmış, bunun üzerine Ali

Cevat Bey II. Abdülhamid’in yanına giderek duyduklarını anlatmıştır. II. Abdülhamid, yeni

istifa eden Hüseyin Hilmi Paşa’nın da onayı ile askerlere hitaben yazdığı bir fermanı Başkâtip

Ali Cevat Bey ile asker arasında bulunan Şeyhülislâm’a göndermiştir. II. Abdülhamid’in

yolladığı heyet saat 14.00 da başkaldıran askerlerin bulunduğu Meclisin önüne ulaşmıştır. Ali

Cevat Bey, Meclis Binası önündeki isyancı askerler elindeki fermanı okumak için kürsü

haline getirilmiş bir arabanın yıkıntıları üzerine çıkmak zorunda kalmıştır. Ali Cevat Beyin

yanında bulunan Halis Efendi isminde bir ders hocası, “askerlerin, Padişahın buyruğunun

manasını tam olarak anlayamadığı” şeklindeki uyarısı üzerine, ferman askerlerin anlayacağı

bir şekilde Süleyman Tevfik Bey tarafından sadeleştirilmiş ve Ali Cevat Bey tarafından

askerlere okunmuştur. II. Abdülhamid yayınladığı fermanda, Hükümetin istifasının kabul

edilmiş olduğunu ve yeni kabinenin teşekkül etmiş olduğunu, Harbiye Nazırlığına Yunan

Savaşı komutanı Gazi Ethem Paşa’nın atandığını, askerlerin yaptıkları bu gösteriden dolayı

hiçbir şekilde cezalandırılmayacağı ve af çıkarıldığı; devletin zaten İslâm devleti olup bundan

sonra şeriata bir derece daha dikkat edileceği ve askerlere iç rahatlığı ile kışlalarına dönmesini

ve halkında ilerine güçlerine dönmelerini, bunu açıklamaya da Ali Cevat Bey’i tayin ettiğini

ve iş bu fermanın Meclis-i Mebusan’da basılarak ilân edileceğini beyan etmiştir348. II.

347 Tevfik Paşa Kabinesi şu kişilerden oluşmuştur: Harbiye Nezaretine Yaver-i Ekrem Hazret-i Şehriyari

Ayandan Müşir Edhem Paşa. Hariciye Nezaretine İbkaen (tekrar) Rıfat Paşa, Maliye Nezaretine Mülkiye Tekaüd

Sandığı Nazırı Nuri Bey, Adliye Nezaretine Şuray-ı Devlet Reisi Sabık Hasan Fehmi Paşa, Maarif Nezaretine

İbkaen Abdurrahman Şeref Bey, Ticaret ve Nafia Nezaretine İbkaen Gabriyel Noradunkyan Efendi. Orman ve

Maden ve Ziraat Nezaretine İbkaen Mavrokordato Efendi, Evkaf-ı hümayun Nezaretine İbkaen Hamade Paşa,

Dâhiliye Nezareti Vekâletine Vekâlet Müsteşarı Adil Bey ve Bahriye Nezaretine de Şuray-ı Bahriye Reisi Hacı

Emin Paşa atanmışlardır. Bkz: Mizan, 2 Nisan 1325/ 15 Nisan 1909, Nr: 126. 348 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi, s.49.

Page 153: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

142

Abdülhamid’in isyancı askerleri yatıştırmak için Meclis-i Mebusan’a gönderdiği Başyaveri

Ali Cevat Bey ile nasihat ettiği askerler arasında şu konuşma geçmiştir: “Hemen asiler

etrafımı aldı. Lisanından Anadolulu olduğu anlaşılan arslan suratlı bir babayiğit asker,

“Babalığa söyle. Bizim ırzımıza, dinimize sövüyorlar, dövüyorlar. Vallahi günahtır, bize

acısın” demesi üzerine, “kim dövüyor, kim sövüyor?” dedim. Daire-i kitabet kahvecilerinden

olup o gün beraberimde bulunan Hasan Ağa’yı göstererek “Oğlum bak, ben de şu adamı

dövdüm. İnsan büyüğünden, zabitinden bazı kere dayakta yer. Bahusus ne zararı var”

demekliğim üzerine kafasını öne uzatarak “sana kurban olayım ağam, sen gözümün üstüne

vur. Zararı yok. Bizi dövenler küçük küçük çocuklardır. Hem de ağızları küfürle doludur.

Dinimize, imanımıza küfrediyorlar. Günah değil mi?” demiştir349.

Tevfik Paşa hükümete geldikten sonra Mabeyin Başkâtipliğinden Osmanlı

imparatorluğunun bütün vali ve kumandanlarına hitaben bir telgraf gönderilmiştir. Telgrafta

İstanbul’a bulunan bilcümle askerin “avcı taburları ile beraber” çıkardıkları bir umumi

galeyan üzerine “Hüseyin Hilmi Paşa’nın tahtı riyaseti altında bulunan heyet-i vükelânın” hep

birlikte istifa ettiğini ve bunun üzerine kendisinin Sadaret Makamına atandığını ve kurulan bu

Kabinenin gayet tarafsız kişilerden oluşan bir Kabine olduğunu; bununla beraber Kanunu

Esasi’nin kısmen de olsa hükümlerinin değiştirilmesi yolunda bir teşebbüsün olmadığını ve

olması ihtimalinin dahi bulunmadığı; Mebusan Meclisinin toplantı halinde olduğu

belirtildikten sonra, “Bu arada avcı taburları ile beraber bilumum asâkir tarafından vukua

getirilen bu hadisenin taşraya başka suretle aksettirilmesi” hususu belirtilmiş ve daha sonra,

kurulan yeni kabinenin “suret-i teşekkülüne dair yanlış neşriyat ve işaatta bulunulması

muhtemel olduğu” gibi yanlışlara düşülmemesi konusunda taşradaki vilayetler uyarılmış ve

Kanunu Esasinin bir harfine dahi dokunulmadığı ve şeriat hükümlerinin halen yürürlükte

olduğu ve uygulanmasına azami dikkatin gösterildiği ve bu hususun muhafaza edilmesi

görevini Tevfik Paşa’ya verildiği belirtilmiştir350.

Ali Rıza Paşa, askerlerin öldürmek için aradığı kişilerin başında gelmektedir. Ali Rıza

Paşa’yı saklamak için, Saray önüne getirilen üstü kapalı sivil bir araba ile Mabeyn Başkâtibi

Ali Cevat Bey’in Bebek’te bulunan yalısına gönderilmiştir. Bir gece orda kaldıktan sonra

ertesi akşam yine araba ile Bebek’ten evine gönderilmiş ve evi güvenlik altına alınmıştır.

Hüseyin Hilmi Paşa ise koruma altında Yıldız Sarayı’ndan çıkartılarak Şişli’deki evine

gönderilmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa ertesi gün kendini güvende hissetmemiş, Bahriye

Mirlivası Said Paşa tarafından evinin önünde bir gösteri yapılması ihtimalini de göz önüne

349 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyetin İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi, s.52. 350 İsmail Hami Danişmend, 31 Mart Vakası, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1986, s.55-56.

Page 154: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

143

alarak komşusunun evine gitmeyi uygun bulmuş ve bir hafta boyunca yerini sürekli

değiştirmiştir. İbrahim Temo, Ali Rıza Bey ile karşılaşmalarını ve isyancıların Merkez-i

Umumîye’yi yağmalamalarını anılarında şu şekilde anlatmaktadır: “Yine o uğursuz irticanın

sabahında İstanbul tarafına geçip Kürt, Tatar, Arnavut kulüplerinin ne durum aldıklarını

öğrenmek istedim. Cağaloğlun’dan, Soğukçeşmeye inen sokakta şimdiki ‘Son Posta’ gazetesi

idarehanesinin yakınında Meclisi Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey’i acele acele Ayasofya

tarafına gider gördüm. Nereye gidiyorsunuz? Mürteciler ellerinde silâhlar Ayasofya Camii

Şerifi yanında toplanmışlardır, bir şeyden haberi olmayan zavallı Adliye Nazırını öldürdüler,

seni de belki öldürürler, dönünüz, geliniz bir yerde sizi saklıyayım dedim. Teşekkür ederek

süratle geri döndü. Saklanacak yerim vardır dedi. Sakın Şeref sokağındaki Merkez-i

Umumî’ye gitmeyiniz, isyancılar mutlak orasını da basarlar, ben şimdi oraya gidiyorum,

kulübün idare memuru Arnavut Recep Efendi’yi bulur gereken uyarıyı yaparım dedim. Ben

oraya gidip Recep Efendi’yi pek şaşkın olarak sokakta buldum. Recep içeri gir, Cemiyetin

mühürlerini ve mühim evrak varsa onları karşıdaki konakta oturan Acem Mirza Hüseyin

Efendi’nin validesine teslim et ve Doktor İbrahim Efendi’nindir dersin, hem merkezin

kapısını da açık bırak. Mürteciler gelirse buyur et, karşı durma diye uyardım. Baskıncılar

gelmişler, merkez-i umumide bir şeyler bulamadıklarından ellerine geçen ufak tefek şeylere

zarar vererek gitmişler.351”

Ayaklanmayı destekleyen muhalefet, İttihat ve Terakki’ye karşı darbe başarıya

ulaştığında hükümetin destekledikleri Kâmil ve Nâzım Paşa’ya kalacağını düşünmekteydi.

Ayaklanmanın kötü plânlanmış olması, ayaklananların muhalefet safından II. Abdülhamid’e

kaymasına yol açacaktır. Yeni kabine derhal sıkıyönetim ilân etmek yerine tavizci bir politika

izlemeye başlamış, bu yanlış politika neticesinde olayların yatışması biryana isyan iyice

yayılmıştır. Mahmud Muhtar Paşa’nın da pasifleştirilmesiyle İstanbul’daki ordunun kontrolü

tamamen isyancıların eline geçmiş, İttihat ve Terakki Cemiyetinin etkisi tamamen kaybolmuş,

kaos ortamı doğmuştur.

351 İbrahim Temo, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Kurucusu ve 1/1 No’lu Üyesi İbrahim Temo’nun İttihad

ve Terakki Anıları, Arba Yayınları, İstanbul, 1987, s.196.

Page 155: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

144

2.5.3. İsyanın Ortaya Çıkardığı Tepkiler

İbrahim Temo, 31 Mart Olayı sonrası duyduğu tepkiyi anılarında şu şekilde

yazmaktadır: “Bu vahşiyane askeri irticaından fevkalâde üzüntülü olarak çatana ile dönerken

köprübaşında yeni çıkan o günkü ‘Mizan’ gazetesini alıp baş makalesinde Murad Bey’in

(İnkılâb-ı Sahih) makalesini okur okumaz, doğruca ‘Mizan’ idaresine koştum. Murad Bey’i

Kayserili Zeki Bey ve bir de binbaşı ile konuşur buldum. Kapıdan girer girmez, Murad Bey:

Ha, işte doktor geldi, bakalım bu sabahki makalem üzerine ne fikir yürütecek? dedi ve:

gördün mü doktor, seninkileri tuttukları yolu nereye vardırdı? Bağırdık, çağırdık, bir türlü

dinletemedik. Şimdi aradıklarını buldular diye benden tasdik cevabını bekledi. Ben: evet

beyefendi, siz tarihçisiniz, her inkılâpta bu gibi olaylar ve hatta daha üzücüleri görülmüştür.

Fakat sizin bugünkü makaleniz yolsuzca, hatta pek mantıksız yazılmıştır. Vatanda henüz

Meşrutiyeti idare hakkıyla yerleşmemiştir. Cühela kısmı ve daha kötüsü, vatanda her türlü

kötülükleri düzeltecek, isyanları bastıracak en önemli icra kuvveti olan askerler;

mekteplileri, ilim adamlarını tepelemeğe kalkarsa, buna gerçek inkılâp denebilir mi? İşte ben

şimdi kurşunlanan iki mektepli subayı muayene için gittiğim Arnavutköy’den geliyorum.

Orada az kaldı beni de vuracaklardı. Bereket versin kurnaz bir Rum delikanlısına Başka türlü,

sizin bu eski fikirdaşınızın salasını, gazetenizde dostlarımız okuyacak ve işitecekti dedim.

Murad, Bey binbaşıya dönerek: Beyefendi, siz Doktor Temo’yu tanımazsınız. Doğurduğu

İttihad ve Terakkiyi, hırsız ve yaramaz çocuğunu öven ve koruyan bir koca karıya benzer.

Kendisine bunca fenalıklar yaptıkları halde, kimsenin eline vermez ve müdafaa eder, dedi.

Ben: Beyefendi, şahsiyattan bahsetmeyelim, bu fena isyan, bu irtica, vatanı tehlikeye

koyabilir. Sizi çok severim, hürmetim de çoktur. Gazetenizin, mesleğinizin ve şahsınızın

ileride korunabilmesi için, yarından itibaren diğer bir makale ile bu hatanızı düzeltemezsen

bile, değiştirin. İstanbul’daki bu harekât, aksi tesir yapacak ve ben eminim ki; Rumeli’deki

ordular harekete geçecek ve maazallah Anadolu’dakiler de henüz sönmemiş, zihinlerinden

silinmemiş istibdat kuvvetinin teşvikleriyle İstanbul’a yürüyüş ederler, millet birbirine girer,

yabancıların müdahalesine, Türkiye’nin parçalanmasına, dağılmasına sebebiyet verir deyip

idarehaneden çıktım. Dağıstanlı Murad Bey bundan sonra kalemini biraz düzeltmiş, fikrini

değiştirmişse de, iş işten geçmişti.352”

Ahmet Bedevi Kuran 31 Mart Olayı sonrası gazetelerin başmuharrirleri izlenecek

politikayı belirlemek ve Meşrutiyeti savunmak için bir araya geldiklerini belirtmektedir.

Mizancı Murad, Serbestî sahibi Mevlânzade Rıfat, Sabah gazetesinden Ali Kemal beylerle

352 Temo, a.g.e., s.192-194.

Page 156: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

145

Volkancı Vahdeti Beyoğlu’nda, Kroker otelinde toplanarak, asilere karşı hareket tarzı ve

Meşrutiyet’in korunması için ne tür tedbirler gerektiği konusunda cemiyet mümessilleri ile

toplamışlardır. Tokatlıyan’da toplanan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı

Fırkası, Ermeni Taşnaksuyon, Rum Cemiyet-i Siyasiyesi, Fırka-ı İbad Demokrat, Arnavut

Başkım Kulübü, Kürt Teavün Kulübü, Çerkes Teavün Kulübü, Bulgar Kulübü, Mülkiye

Mezunları Kulübü, Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye gibi kulüp ve cemiyetler ile Osmanlı

gazeteleri mümessilleri tarafından 17.04. 1909 tarihinde aşağıdaki esaslar karar altına

alınmıştır: “Evvela, idare-i meşrutanın bekasını müdafaaya sai olmak, Saniyen, Gazetelerin

neşriyatını bu emele göre tevhid eylemek, Salisen, Meclis-i Mebusan’ın hiçbir taraftan

tehdidine meydan bırakmamak, Rabian, Bu maksadı temin için yukarıda isimleri geçen

‘Heyet-i Müttefika-i Osmaniye’ arasından muhtelit bir encümen teşkil eylemek.” Bütün

topluluklar memleketin istikrarı ve Meşrutiyet’in muhafazasında birleşiyorlardı353.

Derviş Vahdeti’nin Abdülhamid’e hitaben 14 Nisan 1909 tarihli Volkan’da yazdığı

“Halife-i İslam Abdülhamid Han Hazretlerine Açık Mektup”ta hem isyancılara hem de

Meşrutiyetçilere yönelik sayılabilecek maksadı belirsiz ifadeler kullanmıştır. “Bugün,

Meşrutiyetimizi ref’ etmek, Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyi kapatmak yed-i kudret-i

şahanenizdedir. Zat-ı hilafetpenahileri ‘hürriyet verilmez, alınır’ diyenlere karşı işte almakta,

vermek de, kudret-i şahanem dâhilinde olduğunu görünüz!” diyerek padişahın otoritesini

gösterip Meşrutiyeti kaldırmaya davet edebilecek bir ifade kullanırken, aynı yazının

devamındaki “Zat-ı emirü’l-mü’minleri için en büyük bir şeref varsa, o da Meşrutiyet-i

Osmaniyyemizin himaye buyurulması kaziyesidir. ...Meclis-i Mebusan’ı bir dakika bile

kapatmak fikrini, şayet zat-ı âlî-i cenâb-ı cihanbânilerine telkin edecekler bulunursa, o gibilere

hain-i din ü vatan nazarıyla bakınız.354” görüşüyle de Meşrutiyet taraftarlığı yapıyor

gözükmektedir. İleride kullandığı ilk ifadeden dolayı isyan tahrikçisi olarak suçlanırken,

günümüzde de devam eden diğer bir görüşe göre ise aslında Vahdeti bu yazısı ile Meşrutiyeti

savunmuştur. Vahdeti askerleri aşırılığa kaçmamaları konusunda şu şekilde uyarmıştır: “Biz

askeriz. Askerin manası itaat ve zabt ü rabt demektir. Bizce mektebli, alaylı, bunların tefriki

yoktur. ...maazallah Meşrutiyet-i meşruamıza bir tarafından tecavüz edildiği zaman, millet o

vakit askerlere muhtaç olur ve onlardan imdat ister. Hamd olsun 1 Nisan 1325 gazanızla dine,

millete, millet-i Osmaniye’ye, vatana, biliniz ki, büyük hizmetler ettiniz. ...Fakat bundan

ziyade bir şeye teşebbüs ederseniz, yani matbuatın, milletvekilleri olan mebusanın vükelanın

353 Kuran, İttihat ve Terakki, s.254–255. 354 Derviş Vahdeti, “Halife-i İslam Abdülhamid Han Hazretlerine Açık Mektup”, Volkan, 14 Nisan 1909,

Nr:104, için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan Gazetesi, s.505.

Page 157: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

146

yapacağı işleri siz yapmağı hasbe’l-hamiyye, isterseniz, emin olunuz ki, din de millet de vatan

da muhataraya düşer o vakit son pişmanlık para etmez. ...Maazallahu teâla, bir kere itaat-i

askeriyyeden mahrum bir hale gelirseniz, ayniyle yeniçerilerin son zamanlarındaki hareketleri

gibi hareket eder bir asker olursunuz. Ve o vakit devletimizi tam seksen senelik geriye atmış

olursunuz...355”

31 Mart 1325 tarihinde çıkan isyan, başta İttihatçıların merkezi olan Selanik olmak

üzere ülke geneline, çeşitli yollardan çekilen telgraflarla bildirilmeye başlandı. Haberin

duyulması büyük bir şok yaratmış İstanbul’a sayısız protesto ve tehdit telgrafları çekilmeye

başlanmıştır.

İttihatçı Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinin düşürülerek 14 Nisan 1909 tarihinde Tevfik

Paşa kabinesinin resmen göreve başlatılması üzerine, Anadolu ve Rumeli vilayetlerinden

Padişaha ve yeni Hükümete protesto telgrafları çekilmeye başlamışlardır. İttihatçılarca çekilen

telgraflarda hem Padişah, hem de Kabine çeşitli şekillerde tehdit edilmektedir. Çekilen

telgraflarda II. Abdülhamid’in Meşrutiyeti ilga edip mutlakıyet ve istibdatı geri getirdiği,

Meclisi Mebusan’ın fesih olunduğu, Hüseyin Hilmi Paşa’nın meşru kabinesinin Padişah

tarafından görevden alındığı ve yerine Tevfik Paşa Kabinesinin Meşrutiyet’e aykırı olarak

atandığı iddia edilmektedir. Telgraflardaki üslup oldukça sert olup, Tevfik Paşa Kabinesinin

cani olduğu, bütün mebusların öldürüldüğü iddia edilmiştir356.

Poliniz mahreçli ve “Umum Ahali ve İttihat ve Terakki Cemiyeti” imzasıyla Selanik

üzerinden sevk edilerek Sadarete gönderilen bir telgrafta Kabineye ve Padişaha “müstebit”

gözüyle bakılacağını ve milletin “hain-i vatan-ı millet olanların kanlarını bila-ifade-i vakt

dökmeğe yemin etmiştir” denilmektedir357. 2 Nisan 1325 tarihinde “Bulgar Müttahid Milli

Fırkası Merkez-i Umumîsi” imzasıyla Selanik’ten Padişaha çekilen telgrafta, Kanunu

Esasi’ye yapılan taarruzun istibdatın iadesi ve idamesini gösterdiğini ve bunu protesto

ettiklerini belirtmekle birlikte, ilân edilen hürriyetin yani Meşrutiyet’in canları pahasına geri

alınması uğrunda canlarını bile vermeye hazır olduklarını belirtmişlerdir358.

3 ve 4 Nisan 1325 tarihlerinde İttihatçılar tarafından Sadaret Makamına çekilen iki

telgraf, Tevfik Paşa’ya ve Sadaret çalışanlarına karşı ağır hakaret ve tehditler içermektedir:

“Makam-i Sadarette Bulunan Alçağa! Size 2 Nisan 1325 tarihli telgrafımıza yirmi dört saat

mühlet verilmişti. Henüz vücud-i rezilanenize telvis ettiğiniz makamlardan çekildiğinize dair

355 Derviş Vahdeti, “Asker Kardeşlerimizden Selamet-i Vatan namına Rica”, Volkan, 18 Nisan 1909, Nr: 108

için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan Gazetesi, s.525. 356 Danişmend, a.g.e., s.53. 357 Danişmend, a.g.e., s.51. 358 Danişmend, a.g.e., s.41.

Page 158: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

147

iş’ar vuku’bulmadı. Bundan çok memnun olduk: Bari tertib edeceğimiz cezaya bu suretle

istihkakınızı kendiniz tasdik etmiş oldunuz. İhtimal ki orada bulunan bir takım kerhaneci

evlatları ilk telgrafımızı vermediler; onları alınız, okuyunuz, ta ki vebal bizde kalmasın!

Okumadığınız takdirde Allah’ın laneti, ananızın donu başınıza geçsin! Okumayanlar,

telgrafları vermeyenlerin kâffesi kerhaneden yetişmiş deyyus-i a’zamdırlar. Telgrafları

vermeyen alçaklar er-geç kendilerini yok bilsinler! Sizi açlıktan öldürmekte elimizde, ateş,

kurşun ve bıçakla icray-ı mücazatmız da yedimizdedir ey namussuzlar! 4 Nisan 1325

Onsekizinci Fırka Kahramanları ve İpek Fedaileri359” İttihatçılar tarafından çekilen bu telgraf

yeni kabinenin kesinlikle tanınmayacağını göstermektedir.

3 Nisan 1325 Cuma günü akşamı Manastır’dan numarasız ve tarihsiz olarak on imzalı

bir telgraf çekildi. Bütün Anadolu Vilâyetlerine de tamim şeklinde gönderilen bu telgrafta şu

ifadeler ile İstanbul’daki durum protesto edilmekteydi: “Bil-umum Anadolu Vilayatına,

İstanbul'da Kanûn-u Esâsiye ve Hâkimiyet-i Milliye ye karşı irtikab olunan harekât-ı

tecavüzkârane Meşrutîyet-i idare aleyhinde bir cinayet-i a’zime olduğundan bi’l-cümle

Osmanlılar müttefikan ve müttehiden temin-i hukuk-ı milliyet ve tahkim-i esas-ı Meşrutiyet

için kanlarımızı ve çatılarımızı fedaya ve din ve namus üzerine ahd ü misak ederek

İstanbul’da ika olunan ve haysiyet-i milliyemize büyük bir leke olan cinayet ve rezaleti

kanlarımızla temizlemek azmile İstanbul'a doğru harekete müheyya olduğumuzu arz

eyleriz360.”

İbrahim Temo, 31 Mart Olayı’nın sonrası durumu Selanik’e telgrafla bildirişini yazdığı

anılarında şu şekilde aktarmaktadır: “İstanbul’da mebusan meclisi açıldı. Fikirdaşlarımdan,

haktanıyanlardan mektuplar alıyordum: Yeter artık be Temo, vatana dön, aramızda bulun diye

yazıyorlardı. Memuriyetimden istifamı verdim, Anadolköyün’deki evimi hiç bahasına sattım,

çoluk çocuğumu toplayıp İstanbul’a döndüm. Beni sevenler, Beyoğlu Mutasarrıflığı

dairesinde sıhhiye müfettişliği gibi bir memuriyet hazırlamışlardı. Yerleştim, işime

bakıyordum ve Beyoğlu civarında, tam Alman Hastahanesi karşısında, Hocazade sokağında

bir ev kiraladım. Çocuklarım ve kayınbiraderimi (şimdi Romanya ordusunda yüzbaşı bulunan

Ahmed Menkşi) okutmağa, istikbalde vatana hizmet için adam etmeğe çalışırken, irtica baş

gösterdi. Evimin karşısında oturan bir Rum eczacı; Tophane, Taşkışla ve diğer yerlerden

atılan kurşunlardan uyandığında, pencereden işaret ederek, kapıma işaret konulduğunu anlattı.

İnip baktım, renkli tebeşirle bir ‘c’ harfi yazılmış, yani cemiyetçi olduğum işaret olunmuş.

Biraz daha aşağıda oturan Dezenfekte Müdürü Dr. Baha’nın kapısına ve diğer bazı evlere de

359 Danişmend, a.g.e., s.63-64. 360 Biren, a.g.e., s. 19-20.

Page 159: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

148

aynı işaret konmuştu. Ertesi gün, elinde mavzer olarak, ben Romanya’da iken paytonumu

koşan Zülfikar’ın çocuğu Bahaaddin Çavuş, isyancı kumandanı olması dolayısıyla, evimize

gelmiş, bu vatanı dinsizlerin ellerinden kurtaracaklarından söz ederek, evden çıkmayınız,

çünkü bütün padişah ve şeriat aleyhtarlarını vurup keseceğiz demiş. Refikam(eşim) onu

azarlayarak: git arkadaşlarını böyle hareketlerden men et, iyi değildir öğüdüyle yollamıştır.

Bu üzücü vak’a üzerine, Selanik’teki tanıdıklarıma, özellikle Köstence’de taraftarımız Kırımlı

Ali Rıza’ya isyan çıktığından sözden birer telgraf çekmek üzere, Galata Rıhtımında bulunan

Romen vapuru telsiz telgrafına müracaat etmem için bana izin vermeleri için Beyoğlu’ndaki

Romanya Elçisi Türk dostu Mösyö Papino’ya rica ederek izin aldım ve bu mühim hizmette

bulundum. Çünkü isyancılar telgraf muhaberatını elde etmişlerdi. Dört gün sonra gelen

Romen vapuru ile hamiyetli Ali Rıza yetişti. Aynı zamanda hareket ordusu da Çatalca’ya

dayanmış bulunuyordu361.”

2.6. 31 Mart Olayı’nın Anadolu’daki Yansımaları

31 Mart Olayı, İstanbul ile münferit kalmayıp, Anadolu’ya da çeşitli şekillerde

aksetmiştir. Anadolu’nun birkaç illerinde İstanbul’daki isyancılara destek vermek için benzer

eylemler yapılmaya başlanmıştır. İstanbul’daki gibi dini sloganlarla çıkan bu olayları

niteliğine göre iki ayrı grupta toplayabiliriz: daha çok etnik bir çatışma şeklinde cereyan eden

Adana Olayları ve dinsel yönü ağır basan Erzurum-Erzincan Olayları.

2.6.1. Adana Olayları

Adana’da yaşanan olaylar da din ekseninde çıkmış olmasına rağmen, Adana’da yaşanan

olayların kökeninde daha çok etnik bir çatışma yatmaktaydı. Adana’daki olayların gerçek

nedeni doğrudan doğruya dini duygular ile Osmanlı yönetimine ayaklanmak yerine bölgede

hüküm süren Müslüman-Hıristiyan gerginliğinin patlamasıydı. Ermeniler II. Meşrutiyet

sonrası, II. Abdülhamid’in karşısında yer alan İttihatçılarla siyaseten yakınlaşmışlardı.

Bölgedeki Ermeniler hızla silahlanmaya başlamış, Müslümanlar ile aralarındaki gelirim

artmıştır. Bölgede yaşayan Müslüman halk ise daha da muhafazakârlaşmıştır. 31 Mart

Olayı’ndan önce patlak veren Ermeni-Türk çatışmaları, 31 Mart Olayı sonrasında daha da

361 Temo, a.g.e., s.189–190.

Page 160: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

149

yayılmıştır. Bölgedeki halk Adana’da yaşanan olaylar neticesinde İstanbul Olaylarında

ayaklananlara sempati duymuştur.

Olay sırasında Adana Valisi Cevat Bey ve Adana’da bulunan askerî kuvvetlerin

kumandanı Ferik Remzi Paşa idi. Adana Olayları’nın başlangıcı Ermenilerle Müslümanlar

arasındaki adli birkaç olaydan kaynaklanmıştır362. İki Müslüman’ın bir Ermeni tarafından

öldürülmesi üzerine katilin yakalanamaması, buna karşılık olarak daha önce bir Ermeni’yi

öldüren Müslüman’ın da yine aynı biçimde adalete teslim edilmemesi ve benzeri adli vakalar,

gerginliğin görünen sebepleridir. Adana’da Ermeni Piskoposu Muşeg’in (Moucheg) teşvikleri

ile 14 Nisan 1909 tarihinde meydana gelen Ermeni isyanı, Avrupa devletlerinin dikkatlerini

çekerek müdahalelerini sağlamak ve Adana, Maraş, Mersin ve İskenderun’da Hınçakların da

yardımları ile bir Ermeni Devleti kurmak amacı ile yapılmıştır363. 13 gün süren Adana

olaylarında yedi ile yirmi bin arası Türk ve Ermeni ölmüş, ayaklanmayı başlatan Piskopos

Muşeg ise ihtilâlin daha ikinci günü İskenderiye’ye, sonra Kıbrıs’a, oradan da Mısır’a kaçtı.

Adana olaylarında Museg Efendi etkin bir rol oynamıştır364.

Dörtyol, bu isyan olaylarının merkezi durumuna getirilmiştir. O sıralar, Osmaniye

Cebel-i Bereket Mutasarrıfı ve Dörtyol’da Ermeni murahhası (delegesi) olan Episkopos

Muşeg (Moucheg), isyan hareketlerini başlatmak üzere, maiyetine aldığı 15-20 kadar Ermeni

komitecisi ile Osmaniye ve Dörtyol’dan başlayarak, Adana Vilâyeti’nin bütün sancaklarını

dolaşmıştır.

Muşeg Efendi Meşrutiyet’in ilânından sonra 3 ay kadar İstanbul’da kalmış ve daha sora

Adana’ya dönmüştür. Muşeg Efendi Adana’ya geldikten sonra Murahhasahanede (Ermenilere

ait imtiyazlı bina) Adana çevresinden gelmiş birçok mektuplar bulup hepsinde Ermeniler

hakkında bir büyük felaket hazırlanmakta olduğunu söyleyerek telaşlanmış ve yabancı ülke

temsilciliklerinden medet ummaya başlamıştır. Muşeg Efendi bu nasıl bir ruh hali ile olduğu

anlaşılmaz bir halde Ermenilere karşı bir hareket çıkacağını düşünmüştür. Ayrıca bu

düşüncelerini İstanbul’da bulunduğu günlerde Babıâli’ye ve Adana’ya dönüşünden sonrada

Adana Valiliğine bildirmiştir. Başvurularına cevap alamayınca da bir çeşit paranoyaya

kapılarak Ermenilerin Müslümanları katledeceği şeklinde söylemlerde bulunmaya başlamıştır.

362 Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s.86-93. 363Ayrıntılı bilgi için bkz: Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, (Haz. İsmet

Parmaksızoğlu), TTK Yay., Ankara, 2002 ; Salahi R. Sonyel, İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da Vuku

Bulan Türk Ermeni Olayları (Temmuz 1908-Aralık 1909), (Belleten, c. 51, S.201’den ayrı basım), TTK

Yay., Ankara, 1987. 364 Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s. 72–79.

Page 161: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

150

Mehmet Asaf ise Museg’in eylemlerinin kasti olduğunu iddia etmektedir ve tezini şu

şekilde açıklamaktadır: “O dönemde, Ermenilerin en kalabalık olduğu Ermenilerle meskûn

hale getirilmiş olan Dörtyol’da, Osmanlı Hükümetine bağlı kalmaya çalışan bir kısım

Ermenilere nutuklar çekerek, onları da kışkırtmış ve ayaklanmaya teşvik etmiştir. Epikopos

Muşeg, Avrupa devletleriyle de işbirliği yaparak, Kıbrıs Adası’nın kuzeyinde ve tam karşı

kıyısında yer alan Dörtyol’un iskelesine binlerce silâh ile çok miktarda cephane çıkarmış,

Müslümanların kendilerini keseceğine inandırdığı Ermenileri, silâh satın almaları konusunda

zorlamıştı365. At üzerinde, ellerinde Ermenistan bayrağı taşıyan maiyeti ile dolaşan Muşeg,

Kafkas Ermenilerinin sembolüne benzer şekilde, üç köşeli belirgin işaret taşıyan, kalpaklı,

ayaklan dizlikli, tek tip elbise giyinmiş “postallı” adı verilen 300’den fazla milis askerini,

Amerika ve Rusya’da eğitim almış Ermeni fedaisi subaylar eliyle, dağlarda talimler

verdirerek yetiştirmişti. Muşeg, köylerdeki Dörtyol’daki “beylik” araziyi Ermeni halkı

arasında taksim etmiş, her bahçeye hudut işaretleri konuyormuş gibi göstererek, kademe

kademe “piyade istihkâmları” kazdırmış, bazı yerlere kilisenin ortasından tüneller açtırmıştı.

Dörtyol iskelesinde inşa ettirdiği 400-500 metre uzunluk ve aynı endeki kışlaların etrafını da

istihkâmlarla çevirtmişti. Adana Vilâyeti’ne bağlı diğer bazı yerlerde de Ermenistan’ın

bağımsızlığını temsil eden piyesler oynatılıyordu. Ermeni tarihini anlatan tiyatrolardan başka

üzerinde Ermenistan arması taşıyan sigara kâğıtları görülmeye başlandı. Böylece, Kilikya’da

başlatacağı isyanın hazırlıklarını yapan Muşeg, Adana’ya giderek, Ermenilerle Türklerin

arasını açmaya yönelik kışkırtıcı hareketlere başladı.

O sıralarda, bu kez Adana’da, Taşnak liderlerden olup, şiddet hareketlerini kışkırtmakla

ün kazanan Gökdereliyan Karabet ve Çallıyan Karabet ortaya çıkarak köyleri ve kazaları

dolaşmaya başladılar. Dörtyol’un, Dersak adındaki papazı, daha sonra I. Dünya Savaşı’nda

Dörtyol İskelesi’nde Fransızlara casusluk yaptığı için idam edilmiş olan Hınçak Karabet

İskender ve Bedros Paşa da bu çalışmalara katıldılar. Ermenilerle Meskûn hemen her köyde,

evlerin altından birbirine bağlı tüneller açıldı. Gizlenmek için kuyular kazıldı. Her kilisede

çeşitli silâhlar yapıldı. Su borularından toplar döküldü. Birçok yer silâh deposu ve cephane

fabrikası haline getirildi. Adana’nın merkezinde ve havalisinde düzenlenen mitinglerde, İslam

Uleması’nın sarıkları başlarından zorla çıkarılarak kirletildi, İskenderun’daki İngiliz

Konsolosu Ermeni bozması olan Mösyö Katoni de, Ermenileri kışkırtmakta idi366.

365 Asaf, a.g.e., s.6-9 ; Sonyel, a.g.e., s. 28-30; Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918),

Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 2001, s. 23-24. 366 Asaf, a.g.e., s.9-10.

Page 162: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

151

Adana’da iki Müslüman’ın Ermeniler tarafından öldürülmesi Adana olaylarını

ateşlemiştir. Başka bir iddiaya göre de karısını kaçırdıkları iddiası ile Müslümanlar bir Ermeni

tarafından vuruldular. Bu olayın Gökdereliyan adlı Ermeni çetecisi ve arkadaşlarının yapmış

olduğu sonradan anlaşılmış, ancak zanlılar Adana’dan kaçmayı başarmışlardır.

14 Nisan 1909 sabahında dükkânlarını açmaya başlayan Ermeni esnafın, Kiliseden

geldiği yayılan haberler üzerine dükkânlarını kapatmaya başlamasıyla tedirgin olan

Müslüman esnafta hızla dükkânlarını kapatmaya başlamıştır. Aynı gün öğleden sonra

sokaklarda silahlı olarak dolaşan Müslüman topluluklar gerginliğin biraz daha tırmanmasına

neden olurken, İmamzâde Nuri adında önde gelen bir din adamının, bir Ermeni tarafından

öldürülmesiyle olaylar kitlesel çatışmalara dönüşmeye başlamıştır. Hocanın tenasül uzvu

kesilip, üzerine kendi kanıyla bir haç çizilmiş olduğu şeklinde İslam inancını ve Türkleri

rencide edici iddialar atılmaya başlandı. Gelişmeleri öğrenen yerel yönetim, Müslüman ve

Ermeni cemaatlerin seçkinlerini vilayet merkezine çağırarak, durumun normalleştirilmesi için

her kesimin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesini istemiştir, fakat uyarılar olayların

büyümesini engelleyememiştir. Aynı gün öğleden sonra sokaklarda silahlı olarak dolaşan

Müslüman topluluklar gerginliğin biraz daha tırmanmasına neden olurken, İmamzâde Nuri

adında önde gelen bir din adamının, bir Ermeni tarafından öldürülmesiyle olaylar kitlesel

çatışmalara dönüşmeye başlamıştır367. Yerel yöneticilerin olaylara hâkim olamaması ise

ortamın daha da gerginleşmesine yol açmış, olaylar Bâb-ı Âli’ye bildirilene kadar

çatışmalarda ölenlerin sayısı yüzleri çoktan aşmıştır.

Adana’da çıkan olaylarla ilgili olarak Adana Valisi Cevat tarafından 1 Nisan 1325(14

Nisan 1909) tarihinde Dâhiliye Nezareti Celilesine yollanan telgrafla hükümete şu şekilde

bilgi verilmiştir: “Dün geceden beri nizamiye ve polis ve jandarma kolları aleddevam şehrin

cihâtı muhtelifesinde geştü güzar ettirilmekte bulunmuş ise de, henüz heyecan bertaraf

olmayarak alessabah dükkânlarını açmış olan Ermeniler, kiliseden gelen haber üzerine

kapadıkları ve bunu gören İslamlar dahi kapamağa başladıkları anlaşılmış ve İslam eşraf ve

müteberanından ica’b edenler, Fırka Kumandanı Paşa dahi hazır olduğu halde celb ile,

nesayih ve vesâyâyı lâzime ifa olunduğu gibi, şimdi Hıristiyan muteberanma dahi haber

gönderilmiş olduğundan, vürudlarında onlara da vesâyâyı muktaziye icrasıyla te’minleri

hususuna çalışmakta bulunmuş olduğu maruzdur.” Yollanan ikinci telgrafta ise Vali Cevat şu

bilgileri vermektedir: “Burada bulunan mevcudu 400 raddesinde olan Nizamiye Taburu

efradı, mevcut jandarma ve polis ile ihtilâlin teskini mümkün olamadığından, Mersin ve

Tarsus ve Karaisalı, Sis Redif Taburlarından hemen elde edilecek efradın bitteslih A’dana’ya

367 Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi, s.111.

Page 163: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

152

yetiştirilmesi mahalleri memurini askeriye ve mülkiyesine tebliğ kılınmış ve sabahtan beri

devam eden ve henüz teskini mümkün olamayan ihtilâl esnasında vuku hülan telefat miktarı

ile yağma gerliğin neticesini anlamak mümkün olamadığı maruzdur. 368”

İngiltere’nin Mersin Konsolosu Binbaşı Dought Wylie, yetkilerini aşarak kendi

inisiyatifi ile olaylarla ilgili müdahalelerde bulunacaktır. 1 Nisan 1325 (14 Nisan 1909)

akşamı Adana’ya trenle gelen İngiltere’nin Adana konsolosu şehir dâhilinde dolamak

istediğini belirtmiştir. Şehirde ihtilâl hali olduğu söylenerek şehirde dolaşmanın tehlikeli

olacağı kendisine bildirilmiş olmasına rağmen Konsolos yanına 10 asker ve bir subay

verilerek şehirde dolaşmıştır. Konsolos 2 Nisan günü de yanında Jandarma Kumandanı

olduğu halde Adana içinde gezmeye çıkmış, Ermenilerin bulunduğu mahalleye gelindiği

zaman buradan asker üzerine ateş açılmış, konsolos elini kaldırarak Ermenilerin ateş etmesine

engel olmak istemişse de ateş devam etmiş ve konsolos dahi atılan kurşunlardan birinin

koluna isabet etmesiyle yaralanmıştır369.

Öte yandan mevsimin tarım etkinliklerinin yoğunlaştığı bir dönem olması, mevsimlik

işçi olarak Adana’ya gelenlerinde olaylara karışmalarına yol açacaktır. Olayların çıktığı bölge

yöneticileri çatışmalarla baş edemeyince hükümetten acil asker desteği istemişlerdir.

Cebelibereket Mutasarrıfı Âsaf Bey tarafından 3 Nisan 1325(16 Nisan 1909) tarihinde

Dâhiliye Nezareti Celilesine yollanan telgrafta bu durum şu şekilde arz edilmektedir:

“Fevkalâde müstaceldir. Şimdi, fena halde silah sesleri, memlekete doğru işitiliyor.

Memleketi muhafaza edecek ahali ve asker nihayet 200 kişiden başka kimse olmadığı ve hatta

hücum başlarsa ailei câkerânemi ve ahaliyi alıp Osmaniye’ye rıhlete mecbur olacağım. Liva

ateş içindedir. Mutlaka 3 - 4 tabur asker yetiştirilmesi maruzdur.”; “ Fevkalâde müstaceldir.

Hâlâ silah sesleri dehşetli devam ediyor. Mademki İskenderun’dan asker gelmeyecek, hiç

olmazsa efradı Redifeye, buradaki İskenderun Taburu Yüzbaşısı ve Hükümet marifetiyle tevzi

edilmek üzere 400 Martinin, cephanenin ya Misis veyahut İskenderun’dan muhafazai kâfiye

ile veyahut muhafaza bulunamazsa, buradan gönderilecek jandarmalarla isalı ve çünkü,

mazallah, bir de buraya hücum vuku bulursa ve ahali ve memurini dağıtırlarsa, bir daha bu

havalide önlerine duramayıp kimse kalmayacağından, Hasan Beyli 400 fedaileriyle birleşerek

tekmil Livayı mahv ile Adana’ya kadar gelmeleri kaviyyan me’mûl olduğu ve maahâzâ ve her

halde ne yapılırsa yapılıp Nizamda askeri yetiştirilmesi ehem ve elzem ve dakika, fevtetmek

368 MMZC, c. III, D.I, İç. I, Altmışüçüncü İntikat, 18 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.120. 369 MMZC, c. III, D.I, İç. I, Altmışüçüncü İntikat, 18 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s. 121-122.

Page 164: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

153

fevkalâde muhataralıdır. Zira 5000’i mütecaviz Ermeni ve pek çok mavzer ve martin ve

bombalar mevcuttur370.”

Olayların baş müsebbibi durumundaki Gökdereliyan Karabet ve çetesi, Hükümet

kuvvetlerinin elinden kaçmayı başardılar. Ermeni isyancılar, Vilâyet tarafından gönderilen

kuvvetlere, mahallelerinde kurdukları barikatlardan, aynı anda ve topluca ateş açtılar. Çok

sayıda jandarma ve polis öldürüldü. Bunun üzerine, silâhlarını kapan Türkler de Ermeni

Mahallesi’ne yürüdüler. Bu arada, Süleymanlı (Zeytûn) ve Saimbeyli (Haçin) ile Vilâyetin

diğer yerlerinden gelmiş olan Ermeniler, Dörtyol’da toplanmaya ve karşılaştıkları

Müslümanları öldürmeye başladılar. Adana’da başlayan olaylar, Bahçe, Maraş, Tarsus, Payas,

Saimbeyli, Erzin, Dörtyol ve bütün bölgeye süratle yayıldı. Bu olaylar, 14-27 Nisan 1909 (1-

13 Nisan 1325) tarihleri arasında on üç gün devam etti.

İstanbul’da 31 Mart İsyanının çıkmasından sonra, Tanin gibi İttihat ve Terakki

Cemiyeti’ni destekleyen gazeteler yakılıp yıkılırken, etrafta kan gövdeyi götürürken Rum ve

Ermeni gazeteleri isyanı övmeye başladılar. O tarihteki ‘Neogolas’ gazetesi: “31 Mart şanlı

bir gündür” başlığını atmıştı371.

Sina Akşin’e göre Adana Olayları ile İstanbul’daki olaylar arasında bir bağlantı vardır

ve yakın bölgelerden ve Rumeli’den getirtilen askeri birliklerin Adana’ya ulaşmalarıyla

Olayların durulduğu bir dönemde, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinin ardından,

Adana’daki olaylar yeniden alevlenmiştir372. Kent yangınlar içinde kalmış, silahlı çatışmalar

sonucunda yüzlerce insan yaşamını kaybederken, ölenler arasında iki yüz kadar Rum’un da

bulunduğu bildirilmiştir.

15 Nisan’da Adana’daki olaylar büyümeye ve genişlemeye başlamıştır. Adana

Vilayeti’nden Dâhiliye Nezareti’ne çekilen bir telgrafta Adana’da buluna kuvvetlerin olayları

yatıştırma ve bastırmaya yeterli olmadığı ve 2. Ordu’ya mensup olan Silifke Redif Alayı’nın

derhal silâhaltına alınarak Mersin üzerinden seri bir şekilde Adana’ya yetiştirilmesi

istenmiştir.

Adana’daki olayların Hükümete bildirilmesinden sonra Patrikhane ve Meclis-i

Mebusan’da ciddi bir tepki ortaya çıkmıştır. 18 Nisan 1325(1 Mayıs 1909) tarihinde toplanan

Meclis-i Mebusan’da bölgeden 1 Nisan 1325(14 Nisan 1909) tarihinden itibaren yollanan

telgraflar okunuş, mebuslar olaya büyük bir tepki göstermişlerdir. Meclis oturumunda

mebuslar olaylarla ilgili yargılama için merkezden atanacak, tarafsız bir Divan-ı Harp

370 MMZC, c. III, D.I, İç. I, Altmışüçüncü İntikat, 18 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.122-123. 371 İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu, s.227. 372 Akşin, 31 Mart Olayı, s.111.

Page 165: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

154

oluşturulması düşüncesi ısrarla savunmuşlardır373. Hüseyin Cahit, Tanin gazetesinde olayla

ilgili olarak şu yorumu yapmaktadır: “...Adana katliamı hakkında bütün gerçekleri hiçbir

noktayı saklamadan, değiştirmeden, meydana çıkarmak ve adalet neyi gerektiriyorsa, ödün

vermeden onu uygulamaktan ibarettir ....Vaka’nın .içeriği ve sebepleri, failleri hakkında

efkâr-ı umumiye-i medeniye de zerre kadar şüphe kalmamalı ve herkes, bütün dünya görmeli

ki; artık Osmanlılar adalet ve insaniyete bütün kalpleriyle bağlıdırlar, taraflarının hareket ve

suçlarını gizleme düşüncesinden uzaktırlar... 374”

Adana’daki olayların Hıristiyan katliamı şeklinde aksettirilmesiyle Düvel-i Muazzama

harekete geçmiştir. İngiltere, Fransa ve Rusya donanmalarının Mersin limanında boy

göstererek gözdağı vermişlerdir. 27 Nisan 1909’da, Osmanlı Hükümetinin gönderdiği birkaç

gemi ile İskenderun ve Mersin’e asker çıkarılarak olaylar bastırılmıştır375.

Adana’daki olayların ardından, Ermeni Patrik Kaymakamı Ohannes Arşuruni Efendi

ise, refakatinde Piskopos Hamayak ve Karayan İstipen Efendiler olduğu halde, Sadrazamın

evine giderek, olayların ardından dükkânlarının yanmasıyla Ermenilerin uğradığı maddi

kayıpların telafisini, muhtaç durumda bulunanlara en seri biçimde çadır ve gerekli yardım

malzemelerinin sağlanmasını, yaralılar için gerekli personel ve malzemenin gönderilmesini,

yanan evlerin onarımını ve yağma edilen mülklerin sahiplerine iadesini, olaylarda

sorumluluğu bulunanların bir Divan-ı Harp huzurunda yargılanarak sert biçimde

cezalandırılmalarını istemiştir. Bu isteklerinin yanı sıra oluşturulacak olan Divan-ı Harp

üyelerinin tarafsız olabilmesi için, İstanbul’dan seçilecek kişilerden meydana gelmesi gereği,

yerel hükümetin tarafgirlik sergilediği anımsatılarak istenmiştir376.

Adana olaylarıyla ilgili soruşturma ve yargılama süreci İttihatçıların, olay sırasında

donanmaları ile boy gösteren devletlerin müdahalelerini önlemek izledikleri siyasi tavrın

etkisinde kalmıştır. Sultan II. Abdülhamid dönemindeki Ermeni başkaldırılarında olduğu gibi,

olaylar içinde suçları sabit olan bazı Ermenilerin ya af edilmeleri ya da cezalarının

hafifletilmesi, İttihatçıların dış siyasal dengeleri gözettikleri izlenimi vermektedir. Adana

Olayları’nın sebeplerini ve faillerini araştırmak ve cezalandırmak üzere, adliye, mülkiye ve

askeri memurlardan, İstanbul’da oluşturulan Divan-ı Harp Heyeti 7 Mayıs 1909 Cuma günü

Adana’da faaliyetine başlamıştır. Farklı tarihlerde olayların yaşandığı bölgelere gönderilen bu

mahkemeler zaman zaman taraflı davrandıkları gerekçesiyle eleştirilmişler, hatta bu yüzden

görevlerinden istifa edenler olduysa da Dâhiliye Nezareti’nin devreye girmesi ile istifalar geri 373 MMZC, c. III, D.I, İç. I, Altmışüçüncü İntikat, 18 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.108-118. 374 Tanin, 10 Mayıs 1325/23 Mayıs 1909, Nr:259. 375 Asaf, a.g.e., s.9-16. 376 İkdam, 1 Mayıs 1909, Nr: 5362.

Page 166: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

155

alınmıştır377. 13 Mayıs 1909’da Sadrazam Adana Olaylarını soruşturmak üzere bir komisyon

kurulduğunu açıkladı. Divan-ı Harp ve Soruşturma Heyeti’nin Adana’ya ulaşmalarından

sonra İstanbul’a olay ve soruşturma-yargılamalarla ilgili ilk bilgiler ulaşmaya başlamıştır.

Tanin gazetesine göre; Adana’da kurulu bulunan Divan-ı Harbi Örfi tarafından 2 Haziran

1909 tarihinde, Adana Olayları’na karıştıkları belirlenen 9’u Müslüman 6’sı gayrimüslim on

beş kişi idam, altı kişide on beş yıl süreyle kürek cezasına çarptırıldılar. Bu cezalar seri

biçimde 10 Haziran 1909 tarihinde yerine getirilmiş, idam cezaları şehrin çeşitli yerlerinde ifa

edilmiştir, asılanların cesetleri bir süre idamların gerçekleştirildiği mahallerde kalmıştır378.

Adana olayları esnasında vali olarak görev yapan ve 14 Nisan 1909’dan itibaren çektiği

telgraflarla hükümete bilgi veren eski Adana Valisi Cevad Bey, olaylar esnasında garnizon

kumandanı olan, sabık Ferik Mustafa Remzi Paşa ile birlikte 21 Temmuz 1909 tarihinde Ferik

İsmail Fazıl Paşa’nın başkanlığındaki III. Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmak üzere Adana’ya

getirildi. Adana eski valisi Cevad Bey ile eski garnizon kumandanı Ferik Mustafa Remzi Paşa

ve diğer idari ve askeri yetkililerin, Adana III. Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmaları, 7 Eylül

1909 tamamlanarak şu kararlar alınmıştır: Adana eski valisi Cevad Bey olaylar esnasındaki

aczi nedeniyle, olayların bastırılmasında başarılı olamadığı anlaşıldığından altı yıl süreyle

devlet hizmetinden uzaklaştırılmasına, bundan sonra idari görevlerde bulunmamasına,

Kumandan Mustafa Remzi Paşa’nın üç ay süreyle Adana’da ikamet ettirilmesine, İtidal

Gazetesi sahibi İhsan Fikri Efendi’nin iki sene süreyle Adana’da gazete yayınlamamasına,

merkez kumandanı Binbaşı Osman ve Kolağası Abdullah Efendilerin üçer, Yüzbaşı Beşir

Ağa’nın iki ay hapislerine, vilayet maiyet memurlarından olup ayaklanma sırasında İtidal

Gazetesi’nde makale yayımlayan İsmail Safa Efendi’nin hapsine, eşraftan Bağdadi zade

Abdülkadir Efendi’nin beraatına ve Adana’da bulunması gerginliğe yol açabileceğinden

dolayı iki sene süreyle Hicaz’da ikametine, Cebel-i bereket Mutasarrıfı Asaf Bey’in beraatına

karar verilmiştir. Bu kararlar Meclis-i Vükela ve padişah tarafından da onanmıştır. Yusuf

Hallaçoğlu’na göre 47 Türk ve sadece bir Ermeni idama mahkûm edilmiştir. Avrupa basını

Adana Olaylarını “Türkler, Ermenileri imha ediyor”, şeklinde duyurunca, telaşa kapılan

İttihatçılar tarafından, Adana Valisi olarak atanan Cemal Paşa, isyanı çıkaran Ermeni

çetecilere dokunamadı379.

Meşrutiyet’in getirmiş olduğu yasal silah edinme özgürlüğünden yararlanan Ermenilerin

ciddi biçimde silahlandıkları görülmekteydi. İttihatçılar olayların bastırılmasından sonra

377 Özçelik, a.g.e., s.354. 378 Tanin, 21 Mayıs 1325/3 Haziran 1909, Nr:270. 379 Halaçoğlu, a.g.e., s.24.

Page 167: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

156

Ermenilere her türlü desteği verse de Meşrutiyet sürecinde beraber hareket eden Ermeniler ile

İttihatçılar arasındaki güven duygusu, Adana’da yaşanan olaylardan sonra önemli ölçüde

zedelendi. Adana Olayları’nın yaratmış olduğu gerginlik bir süre sonra görece olarak yatıştı,

bu sayede İttihatçılar Ermeniler ile olan ilişkilerini, I. Dünya Savaşı öncesine kadar, iyi

sayılabilecek bir düzeyde sürdürmeyi başarabildiler. Özellikle Taşnaksutyun örgütü ile İttihat

ve Terakki arasındaki ilişkiler daha da gelişti ve her iki siyasal örgüt, “ilerleme, anayasa ve

birlik uğrunda ortak çalışmada bulunma, gericilere karşı mücadele etme ve eski istibdat rejimi

zamanında yayılan Ermenilerin bağımsızlık için çalıştıkları yolundaki yanlış düşünceleri

silme” yönünde aralarında anlaştılar380.

Kemal Beydilli Adana’daki Olayların sebebine ilişkin şu yorumda bulunmaktadır:

“İttihatçıların, imparatorluk bünyesindeki çeşitli din ve ırktaki değişik unsurları, “Türklük”

düşüncesi etrafında birleştirmek ve merkezi otoriteye bağlamak hedefinde takip ettikleri

politikalar, bu doğrultuda gerek mecliste ve gerekse mahallî idarelerde görülen uygulamalar,

mevcut genel huzursuzluğu daha da arttırdı. Ülkede pek çok yerde isyanlar çıktı381.”

İstanbul ve Adana’da olayların çıkması azınlıklara da kendi amaçları doğrultusunda

hareket etme fırsatı verdi. Adana’da Haçin Ermenileri, Kayseri civarındaki Hınçak Gizli

Cemiyeti bu karışık durumdan yararlanmak istemişlerdi. Prens Sabahaddin’in ortaya

koyduğu, İngiltere’nin başı çektiği Avrupa Devletleri tarafından da desteklenen adem-i

merkeziyetçilik fikri Rumlar, Ermeniler, Taşnak komiteleri tarafından benimsenmişti382.

Olayların sonucunda Cemiyetin hem İstanbul’da hem de Adana’da bu şekilde kontrolü

elinden kaybetmesi İttihat ve Terakki Partisi’nin büyük prestij kaybetmesine yol açtı. Olaylar

geçici süreyle bastırılmış olsa da bölgedeki Müslim- gayri Müslim kutuplaşmasını

körüklemiştir. Olaylar I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin tekrar başkaldırmalarına ve 30

Mayıs 1915 tarihinde bakanlar kurulunca Ermeni Tehcir Yasası’nın kabul edilmesine zemin

hazırlayacaktır.

Adana Olayları, 31 Mart Olayından farklı olarak etnik-dini eksende bir çatışma şeklinde

cereyan etmiştir. Fakat Olayların 31 Mart Olayı’na paralel gelişmesi, bir süre sonra

Müslümanların İstanbul’daki gibi dinsel içerikli söylemlere girmesi iki olay arasında

günümüzde bile paralellik kurulmasına neden olmaktadır. Ama 31 olayı dinsel söylemde

siyasi kökenli bir ayaklanmayken Adana Olayları ayrılıkçı etnik çatışmalar şeklinde cereyan

etmiştir. Adana Olaylarında yabancı müdahalesinin gündeme gelmesi, yabancıların Osmanlı 380 Kansu, a.g.e., s.131. 381 Kemal Beydilli, “Osmanlı Siyasî Tarihi, Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti Tarihi (Osmanlı

Devleti’nin Kuruluşu’nun 700. Yılı Armağanı), c.I, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.121. 382 Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki-Devlet Kavgası, Beyaz Balina Yayınları, İstanbul, 2001, s.260-261.

Page 168: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

157

içişlerine müdahale etme ve sonrasında ise askeri harekata girişme olasılığını doğurması

açısından da dikkat çekmektedir. Bu yönüyle de 31 Mart Olayı’ndaki dış kuvvetlerin rolü ile

benzerlik göstermektedir.

2.6.2. Erzurum ve Erzincan Olayları

İstanbul’daki 31 Mart ayaklanması yayılırken Erzurum ve Erzincan’da da benzer

ayaklanmalar çıktı. İsyancılar, Erzincan’da bulunan dördüncü ordudaki askerlerin arasına da

kendi adamlarını sokmuşlardı. Diğer isyancılarla birlikte ‘Şeriat isteriz’ diye ayaklandılar383.

4. Ordunun mevcut birlikleri Erzurum ve Erzincan’da bulunmaktadır. 4. Ordunun merkezi ise

Erzincan’dır. 4.Ordu Kumandanlığı’nı Müşir İbrahim Paşa yürütmektedir384 Erzincan’da 17.

Tümen, bir süvari alayı, iki topçu alayı ve ordu birlikleri bulunmaktadır. Erzurum’da ise 7.

Tümen, süvari ve topçu birlikleri ile bunlara bağlı birlikler bulunmaktadır. Şubat ayında

Erzurum’a atanan 7.tümen kumandanı Yusuf Paşa mahiyetindeki çavuşları, erleri ve buyruğu

altındaki bazı subayları kışkırtmıştı. Erzurum’da 13 Nisan 1909 tarihinde üç nizamiye taburu

ayaklanmıştır. Ancak iki nizamiye taburu ile istihkâm taburu bu ayaklanmaya iştirak

etmemişlerdir. Ayaklanmaya katılan birlikler 25. Alayın 1. Taburu, 26. Alayın 2. Taburu ve

28. Alayın 1. Taburu’dur385.

Enver Paşa’nın amcası İttihatçı Halil Paşa, Erzurum’da çıkan olayların sorumlusunun

Yusuf Paşa’nın olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Yanıma aldığım on altı atlı ile Kale

Kumandanı Yusuf Paşa ile görüşmek üzere Erzurum’a yürüdüm. Kalenin açık kapısında

başıboş otuz kırk asker vardı. Bir ara soru sorup dikilmeye kalktılar. Kendilerine aldırmadan

süratle içeri girdim. Ana cadde üzerinde bir müddet ilerlemiştim ki öteberi Erzurum’un

Tanınmış İnkılâpçılarından Akif Dadaş’ı karşımda gördüm… Akif Dadaş kalın sesi ile tam bir

inkılâpçı gibi konuşuyordu. ‘Dışarıdan gelen bazı Sivaslı askerler Erzurum’un adını

kötülüyorlar. Fitnenin başı fırka kumandanı Kara Yusuf Paşa’dır. Şehirde zabit kalmadı,

askerleri yalnız o idare ediyor386.”

Ayaklanan askerler silahlı olarak vali konağının önünde toplandılar. Ayaklananlara

karşı bir şey yapılmadığı gibi, bunların isteği üzerine mektepli elli üç tane İttihat ve Terakkili

383 Sorgun, İttihat ve Terakki, s.258. 384 Taylan Sorgun, Halil Paşa-İmparatorluktan Cumhuriyete Bitmeyen Savaş, Kamer Yayınları, İstanbul,

1998, s.39-40. 385 Alparslan Orhon, “Erzurum ve Erzincan’da ‘31 Mart Olayı’ ile ilgili Ayaklanmalar ve Bastırılmaları”,

İkinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 1985. s. 95. 386 Sorgun, Bitmeyen Savaş, s.68.

Page 169: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

158

subayları Erzurum’dan sürüldüler. Erzurum’da çıkan olayı telgraf memurlarının haber

vermesi üzerine Mahmut Şevket Paşa 4. Ordu kumandanı Müşir İbrahim Paşa’dan, Yusuf

Paşa’nın tevkif edilmesini istedi. II. Abdülhamit’in tahttan indirildiği haberi duyulunca

olaylar hemen sona ermiş ve Yusuf Paşa İstanbul’daki Divan-ı Harb-ı Örfi’ye

gönderilmiştir387. İsyan-ı askeri mürettep ve muharrik olmasından dolayı idam cezasına

çarptırılmıştır. Erzurum’da çıkan bu ayaklama fazla bir taraftar bulamamıştır.

Olaylardan önce Erzincan’da: “İsyan olacak, askerî okul öğrencileri ve mektepli

subaylar öldürülecek, Ermeniler ortadan kaldırılacak ve nihayet şeriat istenecek” şeklindeki

söylentiler çıkmıştır388. Erzincan’da bulunan askerler de İstanbul’da yaşanan 31 Mart

Olayı’nda görüldüğü gibi “şeriat isteriz” sloganıyla ayaklanmıştır.

İsyanın başlangıcı Fahrettin Altay Paşa tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: “Bir Cuma

gecesi Basri Bey’in hizmet eri kendisine gelerek şunları şöylüyor: ‘Kumandanım asker

ayaklandı. ŞERİAT istiyorlar… Subayları kovdular. Bizim bölükte istemeyerek isyana

katılıyor. Atınızı hazırladım Şehre girseniz iyi edersiniz.’ Basri Bey hiç vakit kaybetmeden

cephane sandığını indiriyor, tabancalarını doldurarak kapının önünde sipere yatıyor, isyan

eden askerlere diyor ki: ‘Ben buradan ayrılmam ölüm çıkar. Git bölüğünle gel, ne isterseniz

yapayım…’ Bu sırada bir er aynı şekilde Kemalettin Sami’ye haber ulaştırıyor. Kemalettin

Sami’nin ise buna verdiği cevap şu oluyor: ‘Hay Allah sizden razı olsun. Ben de çoktan beri

şeriat isterdim. Bu günü gördüğüm için şükürler olsun. Bende aranızda bir er olarak

çalışacağım’ arkasından apoletlerini söküp atıyor389.” Sami Bey askerler arasına karışıyor.

Sonradan da anlaşılacağı üzere Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey, 4. Ordu Komutanı Müşir

İbrahim Paşa’nın direktifleri doğrultusunda isyancı askerlerin arasına karışmıştır.

Erzincan’daki isyana karışanlar arasında yer alan Yüzbaşı Kemalettin Sami, daha sonra

Kurtuluş Savaşı komutanları arasında yer almıştır.

4. Ordu Kumandanı Müşir İbrahim Paşa, askerlerin koşu alanında toplandığı sırada

oraya giderek duruma el koymuştur. İsyancı askerlerin başı durumundaki çavuş İbrahim

Paşa’nın karşısına geçerek konuşmaya başlaması üzerine Müşir İbrahim Paşa isyancı

askerlere halkın önünde konuşmanın doğru olmayacağını söylemiş, Cuma Namazından sonra

asi askerler ile konuşmuş ve asi askerler ile ertesi gün Piyade Kışlası önünde toplamak üzere

ayrılmışlardır. O gece yarısı Müşir İbrahim Paşa’dan bir emir yayınlanmıştır. Yayınlana

emirde: “Erzincan’daki bütün subaylar ve hükümet, belediye erkânı, şehrin ileri gelenleri,

387 Akşin, 31 Mart Olayı, s.177. 388 Bayar, Ben de Yazdım, s.173-175. 389 Sorgun, Bitmeyen Savaş, s.40-41.

Page 170: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

159

müftü ve imamlar, öğretmenler yarın sabah piyade kışlasında toplanacaktır. Gelmeyenlere

ağır ceza verilecektir” denilmiştir. Müşir İbrahim Paşa meydanda toplanan halka hitaben:

“Askerler şeriat istiyorlar. Eğer şeriata muhalif bir iş yapıldığını söyleye varsa ortaya

çıkarılsın, vereceğiniz fetva ile cezasını verelim” demiş, bu soruya karşılık meydandan bir

imam çıkarak: “bizim mahallede Kurmay Yüzbaşı Filibeli İsmail Bey vardır. Minarede ezan

okuyan müezzine ne bağırıyorsun gibi sözler söyleyerek İslamiyet’e hakaret etmiştir.

Herkesin ibret alması için bunun kafası kesilmelidir” diyerek, İsmail Bey’i suçlamıştır. Bu

suçlama üzerine Filibeli İsmail Bey meydana çağırılmıştır. İsmail Bey’den kendisine

yöneltilen suçlar hakkında cevap vermesi istenmiş, İsmail Bey bunun üzerine şu cevabı

vermiştir: “Ben böyle bir harekette bulunmadım. Ben İslam oğlu İslamım. Ben ezanın

okunmasında güzel makamlar olduğunu, müezzinin ezanı hiçbir makama uymadan

okuduğunu ve makam öğrenmesi lazım olduğunu söyledim” şeklinde bir savunma yapmıştır.

Bunun üzerine Müftü Efendi İsmail Bey’den şahadet getirmesini istemiş ve İsmail Bey

şahadet getirmiştir. Bunun üzerine Müftü Efendi orada bulunan ahali ve askere de 3 kere

şahadet getirtmiş ve tövbe ettirmiştir. Müftü Efendi’nin bu hareketi asker ve ahali üzerinde

büyük bir tesir yaratmıştır. Bunun üzerine Müşir İbrahim Paşa meydanda bulunan asi

askerleri hitaben: “İşte gördünüz. Müftü ve ulema hazretleri karşısında subaylar tövbe ettiler.

İmanlarını yenilediler, onları tekrar kumandanlığa kabul ediyorsunuz değil mi?” sorusuna,

askerler hep bir ağızdan: “Ediyoruz” diyerek cevap vermişlerdir. İbrahim Paşa, subaylara

kıtalarının başına geçmesini emretmiş ve askerler subaylarını kucaklayarak karşılamış ve

yapılan bir resmigeçitle olay sona ermiştir. Müşir İbrahim Paşa daha sonra akşam askere kuzu

ve helva ziyafeti verilmesini emretmiş ve askerler kışlalarına dönmüştür. Bu arada Yüzbaşı

Kemalettin Sami Bey, isyancıların elebaşlarının bir listesini İbrahim Paşa’ya vermiş ve

isimleri tespit edilen elebaşılar tutuklanmıştır390.

Erzincan ve Erzurum’daki ayaklanma 2. ve 3. Ordulara bildirilmişti. Erzincan’daki

ayaklanmayı hazırlayanların amacı 4. Ordu’nun içine sızmalarındaki amaç, Rumeli’den

İstanbul’a gelerek isyanı bastırmak isteyecek kuvvetlere karşı 4. Ordu’yu hareketsiz bırakmak

ve isyan sonucu ordudan ayrılacak kuvvetlerle İstanbul’daki isyancılara yardım etmekti. Ama

İstanbul’daki isyan Mustafa Kemal, İsmet Enver ile aynı yıllarda Harbiye’de bulunan

Ordudaki genç kurmaylardan Fahrettin Yakup Şevki, Kemalettin Sami ve bazı komutanlar

tarafından bastırılmıştı. İstanbul’daki isyan iller arasındaki haberleşmede “irticai isyan” olarak

tarif edildi391.

390 Sorgun, Bitmeyen Savaş, s.42-44. 391 Kuran, İttihat ve Terakki, s.289.

Page 171: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

160

III. BÖLÜM

3. İSYANIN BASTIRILMASI

31 Mart Olayı’nın patlak vermesinden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti yapılmak

istenen darbe girişimini hem Meşrutiyet’e hem de kendi mevcudiyetlerine yönelik bir saldırı

olarak algılayıp, misliyle karşılık vermek ve zorlukla sağlanan statükonun eskisiyle

değiştirilmesini önlemek için harekete geçti. Önce ayaklanan askerler hazırlanan Hareket

Ordusu ile dağıtıldı. Daha sonra ise olayda parmağı olanlar cezalandırıldı. II. Meşrutiyet’in

tesisinden sonra tahtından indirilmeyen II. Abdülhamid ise; her ne kadar olayda görünür bir

parmağı tespit edilememişse de, eski statünün temsilcisi olduğu ve devrimin önünde gölge

oluşturduğu için Hal’ edildi. Sonrasındaysa Meşrutiyet’in yerleşmesi ve devrim ideolojilerinin

topluma yaygınlaştırılması çabasına girildi.

3.1. Hareket Ordusu’nun İsyanı Bastırması

İttihat ve Terakki Partisi, tüm otoritesini 31 Mart Olayı’yla İstanbul’da kaybetmiştir.

Bunun üzerine, İttihat ve Terakki Cemiyeti sahip olduğu askeri gücü kullanarak duruma

müdahale edecektir. Hazırlanacak olan Hareket Ordusu 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmakla

kalmayıp, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin silinen otoritesini tekrar inşa edecektir.

3.1.1. Hareket Ordusu’nun Hazırlanarak Ayastefanos’a Gelmesi

14 Nisan günü sabaha karşı Selanik’e gelen garip telgraflar üzerine İstanbul’da çıkan bir

olaydan şüphelenilmiş ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik Heyet-i Merkeziye

üyelerinden Topçu Kolağası Rasim Bey ile Süvari Yüzbaşılarından Süleyman Fehmi Bey

Suray-ı Ümmet gazetesi merkezine bir telgraf çekmiş ve herhangi bir cevap alamamıştır.

Bunun üzerine Süleyman Fehmi Bey, İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla Edirne’ye bir telgraf

çekmiş, 2 saat beklemesine karşın telgrafına bir cevap gelmemesi üzerine, İstanbul’da mühim

bir olay olduğundan şüphesi kalmamış ve Manastır, Üsküp, Yanya, İşkodra Vilayet

merkezlerine, “İstanbul’da mahiyeti anlaşılamayan büyük bir hadise vakii olduğuna, alınacak

malumatın bildirileceğine dair” Selanik Vilayet Heyet-i Merkeziyesi imzası ile bir telgraf

göndermiştir. 31 Mart İsyanı Selanik’te kesin olarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli

Page 172: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

161

isimlerinden olan, İsmail Canbolat Bey tarafından Selanik’e çekilen, “Meşrutiyet mahvoldu”

şeklindeki telgrafı ile öğrenilmiştir392.

İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri Mithat Şükrü Bleda ise 31 Mart Olayı’nı

öğrenişini şu şekilde açıklamaktadır: “Selanik’te Müftüzade İbrahim Bey’in konağında

bulunduğum sırada 31 Mart hadisesini öğrendim. Bir sabah beni erken uyandırarak sizi telgraf

memuru görmek istiyorlar dediler. …Aşağı indim. Telgraf memuru tanıdığım bir gençti.

Vakitsiz geldiği için özür diledikten sonra akşamdan beri İstanbul’dan tek bir telgraf

alamadıklarını, yani İstanbul ile Selanik arasında hatların işlemediğini söyleyip, “herhalde

olağanüstü bir şeyler oluyor ki bu kadar uzun süre hatlar çalışmıyor dedi393.” Mithat Paşa

bunun üzerine Serez Mutasarrıflığı’ndan tanıdığı ve güvendiği Edirne valisi Reşat Paşa ile

telgraf teması kuruyor. Vali Reşat Paşa durumu öğreniyor ve Selanik’e bildiriyor: “Paşa

makine başına geldiğinde şu haberi verdi: ‘-İstanbul’da askeri isyan var. Mektepli zabitleri ve

birtakım masum kişileri sokakta öldürüyorlar. Şeriat istiyorlarmış394.” Mithat Şükrü Bleda

olayın vahametini idrak edince hemen Askeri kulübe giderek o sırada burada bulunan 3. Ordu

komutanı Mahmut Şevket Paşa’ya durumu bildirmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik Heyet-i Merkeziyesi, “İstanbul’da başlayan

hareketin istibdatı iade etmek için müstebitler tarafından hazırlanan bir plan neticesi

olduğunu” şeklinde bir telgrafı Selanik kazaları ve diğer vilayetlere göndermiştir. Selanik

Heyet-i Umumiyesi, 5 Eylül 1324’te yapılan İttihat ve Terakki genel kongresinde yer alan

“şayet İstanbul’daki Merkez-i Umumî bir kazaya uğrarsa Selanik’te derhal yeni bir Merkez-i

Umumî kurulacaktır” kararına uyarak, İstanbul’da bulunan Merkez-i Umumî’yi yok sayarak

yeni bir merkez-i umumi kurma kararı almışlardır. Alınan bu karar neticesinde Selanik Heyet-

i Merkeziyesi’nin, Merkez-i Umumî’ye görevini üstlenmesine karar verilmiştir. Yeni bir

merkez-i umumî oluşturmak için, Manastır, Usküp, Yanya, Işkodra ve Edirne’den birer üye

yollanması istenmiştir. Bu arada halk arasında iyi tesir uyandıracağı düşünülerek ateşemiliter

Enver ve Fethi Beylere Selanik’e gelmeleri için telgraf yazılmıştır395. Ayrıca Rumeli’den bir

kuvvetin İstanbul’a yürümesi, bu kuvvetin kumandasını üzerine alması için Üçüncü ordu

Kumandanı ve Müfettiş-i Umumi Vekili Mahmut Şevket Paşa’ya teklif edilmesi, eğer o kabul

etmezse Metroviçe Kumandanı Cavit Paşa’ya müracaat edilerek Selanik’e davet edilmesi

düşünülmüştür. Selanik Heyet-i Merkeziyesi ve Mustafa Kemal’in çabasıyla Mahmut Şevket

Paşa’da kurulacak ordunun başına geçmesi konusunda ikna edilmiştir. Mahmut Şevket Paşa 392 Mustafa Müftüoğlu, 31 Mart'ın Perde Arkası, Başak Yay., İstanbul, 2005, s.101. 393 Mehmet Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1979, s.66. 394 Bleda, a.g.e., s.66. 395 İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu, s.200-201.

Page 173: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

162

14 Nisan 1909 tarihinde ordunun başına geçmeyi kabul etmiş ve İstanbul’a bir telgraf çekerek

olayların boyutları hakkında malumat istemiştir.

İsyan haberi, Selanik’te bulunan 9. Redif Fırkası Kumandanı olan Hüseyin Hüsnü Paşa

bir telgrafla ulaştırılmıştır. İstanbul’da meydana gelen olayları kayınpederi Hüseyin Hüsnü

Paşa’ya, İstanbul’da bulunan damadı Mustafa Rahmi (Evrenos) Bey, 14 Nisan 1909 sabahı

İstanbul Büyükada’dan “Ailece sıhhatta” olduklarını bildiren bir telgraf çekerek bildirmiştir.

Gece yarısından sonra gelen telgrafı, Hüseyin Hüsnü Paşa manidar bulmuştur. Hemen

mahiyetinde bulunan Erkan-ı Harp Kolağası Mustafa Kemal Bey’e gösterip fikrini sormuştur.

Erkan-ı Harp kolağası Mustafa Kemal Bey aldığı bu telgrafı ve o gece İstanbul’dan

gelen bütün telgrafları inceledikten sonra, Hüseyin Hüsnü Paşa’ya şu kararlı cevabı vermiştir:

“İstanbul’da mühim hadiseler cereyan etmektedir. Yalnız Hürriyetin ilânımı temin eden İttihat

ve Terakki Cemiyeti değil, Meşrutiyet Rejimi de tehlikeye girmiştir. Vakit kaybetmeden,

isyan ateşi etrafı sarmadan hemen İstanbul üzerine yürümeliyiz. Üçüncü Ordu bu işi

başarmaya muktedirdir.” Hüsnü Paşa, Mustafa Kemal ile aynı görüştedir. Mustafa Kemal

ordudaki genç arkadaşları ile istişare ettikten sonra hepsinden şeref sözü almıştır. Mustafa

Kemal’in hazırladığı harekât planı şu şekildedir:

1 — Kıtaatı şimendiferle Hadımköyü’ne naklederek, Hadımköy Halkalı mıntıkasında

toplamak,

2 — Vaziyete göre İstanbul’a işgal etmek üzere ileri harekâta başlamak,

3 — Nakliyatın temini için Şark Şimendifer Kumpanyası’nın yardımını temin etmek,

4 — Silahlı, silahsız her türlü mukavemeti şiddetle yok etmek,

5 — Asi kıtaları silahtan tecrit etmek,

6 — Bütün elebaşı mürtecileri tevkif etmek,

7 — Sefarethanelerin, ecnebilerle bankaların ve azınlıkların hiçbir zarara uğramaması

için en lüzumlu tedbirleri almak.

Rumeli’den trenlerle naklolunarak Hadımköy doğusunda toplanacak olan Hareket

Ordusunun ileri harekât ve İstanbul’un işgal planı bu şekilde tanzim edilmişti. Abdülhamid’in

nezaret altına alınması hazırlanan planının başında geliyordu396.

14 Nisan’da Selanik’te 31 Mart aleyhine büyük bir miting tertiplendi. 11 Temmuz

Meydanı’nda yapılacak toplantı için sokaklara tellallar çıkarıldı. Böylece toplanan 20-30 bin

kişilik bir kalabalık önünde Yeni Asır gazetesi başyazarı Fazlı Necip Bey tarafından mitingin

toplanma sebebini içine alan bir konuşma yapılarak sonra da ulema adına müderris Recep

396 Sadi Borak, “31 Mart Vakasının Çıkış Nedenleri Üzerine Çeşitli Yorumlar Ve Atatürk Ve Hareket Ordusu

Üzerine Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın Bir Makalesi”, AAMD, c.VIII, Ankara, 1992, s.362.

Page 174: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

163

Efendi ve Avdül (Arnavutça), Tomak (Bulgarca), Emanuel Karasu (Türkçe ve Yahudice),

Nikola (Sırpça), Kurki Apono (Ulahça) Efendiler tarafından ateşli konuşmalar yapıldı.

Nutuklar “silah başına arş İstanbul’a” sloganıyla bitmiştir. İhtiyat ve redif askerleri silahlarını

almaya giderken, pek çok gönüllü de Hürriyet ve Meşrutiyeti savunmak için redif askerlerine

gönüllü yazıldı397.

14 Nisan günü Selanik’te genel seferberlik ilân edilmiş ve Selanik Redif Tümeninin

bütün taburları silâhaltına alınmıştır. Derhal yeni bir askeri teşkilat yapıldı. Atatürk bu sırada,

Selanik’te 17. Redif Tümeni Kurmay Başkanıdır. Mustafa Kemal, alınan kararlarda, planlarda

ve askeri örgütlenmelerde düşüncelerini kabul ettirmeyi başararak harekâtın taktik ve stratejik

planını hazırlamıştır. Hareket Ordusu, iki bölüme ayrıldı. Üsküdar mıntıkalarına verilen

gayrimuntazam gönüllü müfrezeler de başka bir kumandaya bağlandı. Birinci Tümen

Kumandanı Miralay Hasan İzzet ve İkinci Tümen Kumandanı da Miriliva Şevket Turgut Paşa

oldu. Toplanan bütün kuvvetlerin başına ise Selanik IX. Redif Fırkası (tümeni) Kumandanı

Hüsnü Paşa getirilmiş, Kurmay Başkanlığına da Kolağası Mustafa Kemal Bey atanmıştır.

İstanbul’da bulunan Birinci Ordu Kıtaları’nın irtica olayına karışmayan askerlerinin tekrar

nizama koyulması ve Birinci Ordu’nun yeni baştan teşkili vazifesi, Birinci Ordu Kumandanı

Mahmut Muhtar Paşa’ya verildi.

Hemen hazırlanan ordu yola çıkmış ve Halkalı Ziraat Okulu’nda kurulan karargâha

yerleştirilmiştir. Hareket Ordusuna ismini veren Mustafa Kemal hazırlanan kuvvetlere neden

hareket ordusu denildiğini şu şekilde açıklamaktadır: “İstanbul’a hitaben bir beyanname

yazmak lazım geldi. Bunu ben yazdım; sonra sefirlere hitaben ikinci bir beyanname yazdık.

Buna imza konulmasının münasip olduğunu düşündük. Bazı arkadaşlar Hürriyet Ordusu

dediler. Hâlbuki bütün ordu Hürriyet Ordusu vaziyetinde idi. İrticayı bastırmayı üzerine

alacak askerî kuvvetimiz için bir isim düşünmüştüm. Öyle bir isim olmasını istedim ki,

çarpışan tarafların duygularına dokunmasın... Herkes bu ismi benimseyebilsin... Fransızca

‘Mouvemet’ manasına gelen hareket kelimesi aklıma geldi. Zaten yürüyüş halindeydik.

Kuvvetlerimizin adı ‘Hareket ordusu’ oldu.” Atatürk Cumhurbaşkanlığı sırasında ise orduya

nasıl isim verildiğini şöyle açıklamıştır: “Bu olay üzerine Makedonya’dan giden kıtaların ve

ilk dönemde Edirne’den bunlara katılan kuvvetlerin Kurmay Başkanı olarak İstanbul’a gittim.

İlk komutan Hüsnü Paşa’ydı. Hareket Ordusu adını ben buldum. O zaman bunun anlamını

kimse anlayamamıştı. Mesele şundan ibaretti. İstanbul’a hitaben bir bildiri yazmak gerekti.

Bunu ben yazdım. Sonra sefirler için bir bildirge yazdık. Buna ne imza konulacağını

düşündük. Bazı arkadaşlar hürriyet ordusu dediler. Hâlbuki bütün ordu hürriyet ordusu

397 Akşin, 31 Mart Olayı, s.75.

Page 175: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

164

durumundaydı. Hareket halinde bulunan kuvvetlerin durumunu göstermek için, hürriyet

ordusunun operasyon kuvvetleri denildi. Ben bu operasyon kelimesinin Türkçeye çevrilmesini

uygun görerek ‘Hareket Ordusu’ ifadesini kullandım398.”

Fransızlar, “Hürriyet Ordusu’nun İleri Hareketi” (L’avant marche de l’armee liberation)

ve Almanlar “Genç Türklerin İleri Hareketi” (Die vormarsch der jurgen Türken) adını

verdikleri bu teşebbüsü alkışladılar399. Redif bölüğünün seferberliğini ve kıtaların nakliyesini

idare için Hareket Ordusu Karargâhı iki üç gün Selanik’te çalıştıktan sonra hususi bir trenle

Hadımköyü’ne hareket etmişti.

Olayların Edirne’de duyulması üzerine Edirne’de de miting düzenlenerek hürriyet

taraftarı subaylarca 31 Mart protesto edilmiştir. Selanik’teki gibi Edirne’deki askerlerde

Meşrutiyet’in devamı için İstanbul’a yürümek için hazırlıklara başladılar. Hazırlanan bir

trenle 12. Alayın iki taburu yanlarında Erkânıharp Yüzbaşısı Kazım (Karabekir) Bey olduğu

halde Çatalca’ya gelmişlerdir (16 Nisan 1909 Cuma günü). 15 Nisan 1909 Perşembe günü

gecesi 3. Ordu’dan da Binbaşı Muhtar Bey kumandasındaki ilk Hareket ordusu birliği 1700

askerî hamil iki trenle Selanik’ten yola çıkmıştır. 16 Nisan 1909 Cuma günü Muhtar Bey

kumandasında askerler Çatalca’ya ulaşmışlardır. 2. Ordu askerlerinin başında gelen Kazım

(Karabekir) Bey ile 3. Ordu askerlerinin başında gelen Muhtar Bey, İstanbul’a girecek

ordunun cephelerini taksim etmişlerdir400.

2. ve 3. Ordulardan Çatalca’ya gelen askerlerden önce, Çatalca Topçu askerlerinden 200

kişi İstanbul’a gitmiştir. Çatalca’dan gelen bu askerler Babıâli yoluyla Harbiye Nezaretine

gitmişlerdir. Bu sırada Meclis-i Mebusan toplantı halindedir. Çatalca’dan gelen bu askerler

Meclisle görüştükten sonra Çatalca’ya geri dönmek istemişlerdir. Ama kışlarlındaki yerleri

hareket ordusu tarafından işgal edildiği için bu askerin Çatalca’ya dönmelerine izin

verilmemiş, İplikhane kışlasına yerleştirilmişlerdir. Çatalca’ya hareket ordusu gelirken,

Meclisi Mebusan’da da gelen bu askerlere nasihat etmek için bir heyet oluşturulmuş ve

Çatalca’ya gitmek üzere yola çıkmıştır. Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey ile 30’a yakın

Mebus Çatalca’ya gelmiştir401.

Meclisi Mebusan 3 Nisan 1325 (16 Nisan1909) tarihinde en yaşlı üye sıfatı ile Ali Naki

Bey başkanlığında toplanmıştır. Yapılan birinci celse görüşmeleri gizli olmuş ve Meclisi

398 Hareket Ordusu’nun ismine verilişine ve Mustafa Kemal’in görüşlerine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz: Bayar,

Ben de Yazdım, s.213–214; Bekir Tünay, “Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki”, AAMD, c.I, Ankara, 1984,

s.236-276; Sadi Borak, “31 Mart Vakasının …”, s.364. 399 Borak, a.g.m., s.351. 400 Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyet’inde Ordu-Siyaset Çatışması, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1993, s.43. 401 MMZC, c.III, D.I, İç.I, Elliyedinci İntikat, 4 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.41.

Page 176: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

165

Mebusan tarafından yayınlanacak beyanname üzerine görüşmeler yapılmıştır. Birinci celsenin

gizli görüşmesinin sonunda Meclisi Mebusan tarafından “Mebusan Beyannamesi” adıyla bir

beyanname yayımlanmıştır. Mebusan Beyannamesi askeri ve halkı yatıştırmak amacı ile

hazırlanmıştır. Okunan beyannamenin okunmasının ardından, Karesi Mebusu ve Meclis

Kâtibi Abdülaziz Mercidi Efendi Meclise, “Yeni Kabinenin teşekkül etmiştir” şeklinde ek

bilgi vermesinin ardından, beyanname oya sunulmuş ve oybirliği ile kabul edilmiştir402.

Beyannamenin okunmasının ardından İkinci celsede, yeni teşkil olunan Kabine namına

Maarif Nazırı Abdurrahman Efendi mecliste mebuslara karşı şu konuşmayı yapmıştır:

“Efendim, Heyeti Cedide’i Vükela, Meşrutiyet dairesinde teşekkül etmiştir. Eseri nezaket

olarak bu gün Babıalide fevkalade olarak içtima ettik. Mühim işlerimizi müzakere etmek için,

pazartesi günü gelip beyannamemizi huzurunuzda okuyacağız. Ve itimadınızı alelusul

isteyeceğiz. Yalnız heyecanlı vakitler olduğu için birtakım havadisler çıkmış. Usulü

Meşrutiyet’e darbe vuruluyormuş. Bunların kat’iyyen asıl ve esası yoktur. Zaten

Meşrutiyet’in muhafazasına kaffemiz ahd ve kasem etmişiz. Ömrümüzün son gününe kadar

bunu muhafaza edeceğiz. Onun için Hükümetinizden korkunuz olmasın. Size teminat

veriyoruz.” Abdurrahman Şeref Efendi “Heyet-i Cedide-i Vükela” yani yeni kurulan

kabinenin “Meşrutiyet dairesinde teşekkül ettiğinin” ifade etmektedir. Meclisi Mebusan

toplantısının üçüncü celsesinde, “31 Mart hadiselerinde Cebeli Lübnan eşrafından Lazkiye

Mebusu Mehmet Arslan Bey’in şehadeti” konusu görüşülmeye başlanmıştır. Lazistan Mebusu

Ahmet Bey, Meclis tarafından Lazkiye Mebusu Mehmet Arslan Bey’in ailesine bir

“taziyename” yazılmasını teklif etmiş. Beyrut Mebusu Rıza Es-Sulh Bey bu teklife karşı

çıkmış ve taziyenamenin Babıâli tarafından yazılmasının uygun olacağını belirtmiştir. Daha

sonra Meclise verilen bir teklifte, Mehmet Arslan Bey’in cenazesinin memleketine

gönderilmesi sırasında bir Mebus Heyetinin hazır bulunması teklif edilmiş; yapılan

konuşmalarda Cumartesi günü saat 4.00 (10.25)’da Gülhane Hastanesinde tüm Mebusların

iştirak etmesi kararı verilmiştir. Meclisin bu üçüncü ve son celsesinde, önce Ahmet Rıza

Bey’in Meclis Başkanlığından istifası ve yerine yeni başkanın seçilmesi konusu gündeme

gelmiştir. İstifanamenin okunmasının ardından yeni Meclis Başkanı seçimine geçilmiştir.

Seçim “her rey pusulasına üç isim yazılması” usulü ile yapılmıştır. Ancak yapılan oylamada

oy çoğunluğu sağlanamadığı için olacak, seçimlerin Cumartesi günü tekrar yapılacağı

bildirilmiş, bazı mebuslar buna karşı çıkmışsalar da oylama Cumartesi gününe kalmıştır403.

402 MMZC, c.III, D.I, İç. I, Ellialtıncı İntikat, 3 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s. 20-21. 403 MMZC, c.III, D.I, İç. I, Ellialtıncı İntikat, 3 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s. 22-23.

Page 177: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

166

16 Nisan 1909 tarihinde Volkan gazetesinde, Hassa Ordusu kumandanı Mahmut Muhtar

Paşa’nın “Umum Ordu Emri” başlıklı emrine yer verilir. Paşa, burada İttihad-ı Muhammedi

Cemiyeti ile irticayı ilişkilendirerek, askerlerin ilişkilerini mesafeli tutmaları gerektiği

üzerinde durur404. Derviş Vahdeti de devamında yazdığı cevapta, “Sizin mürteci zannettiğiniz

İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti mukaddesesi uğrunda canlarını bir paraya bile saymak

küçüklüğünde bulunmayan arslan yavrularıdır.” demektedir405.

Hareket Ordusunun iki taburunun Çatalca’ya geldiği haberi İstanbul’a yayıldığında

ortalığı heyecan kaplamış, dükkânlar kapatılmış Beyoğlu tenhalaşmıştır. 16 Nisan 1909

tarihinde Hareket Ordusu Çatalca’ya varmıştır. 17 Nisan’da Derviş Vahdeti Volkan

gazetesindeki başyazısında askerlere seslenerek, alaylı-mektepli ayırımını bırakmaları

tavsiyesinde bulunur406. Serbestî, İkdam gibi diğer muhalif basında da benzer bir şekilde

isyancılardan uzaklaşan bir yaklaşım görülmeye başlanır. Önceleri isyanı teşvik eden muhalif

sesler askerlerin gelmesiyle yavaş yavaş tavır değiştirmeye başlarlar. Bu dönüşüm süreci

isyanı destekleyen muhalefetin ve basının sürecin istedikleri gibi gitmediğini görmelerinden

ve askerlerin kontrolünün kendilerinden çıktığını, meydanın II. Abdülhamid’e kaldığını

anlamalarından ileri gelmektedir.

Muhalif düşünen Ziya Nur Aksun, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinin hükümetçe

istenmemesinin sebebini şu şekilde açıklamaktadır: “Hükümet Hareket Ordusu’nun şehre

girmesinin muhakkak surette fena neticeler doğuracağına kaani bulunduğu için, buna mâni

olmak istemektedir. Fakat bu hususta fiilî bir harekette bulunmaktan ziyade, ikna yolunu

tercih etmektedir. Hâlbuki Hareket Ordusu’nda Balkan milletlerinden her çeşit insan vardır.

Makedonyalı Bulgar ve Rum çeteleri, keçe külâhlı Arnavut sergerdeleri, hatta Selanik Yahudi

gönüllüleri karmakarışık kitleler teşkil etmekte ve bunlar için de en cazip fikri, ‘sefil Bizans’

dedikleri İstanbul’un yağması teşkil etmektedir. İttihatçılar ise, İstanbul’da muhakkak surette

hâkim-i mutlak kesilmek istemekte, fırsattan istifade ederek muhaliflerini temizlemek yahut

zararsız hale getirmek arzusunu göstermektedirler407.”

Derviş Vahdeti, başyazıda askerlerin sınırlarını aşmamaları istiyor, matbuatın ya da

Mebusan’ın görevlerine de heveslenmemeleri gerektiğini belirtiyordu. Dördüncü Avcı

404 Mahmut Muhtar, “Umum Ordu Emri”, Volkan, 16 Nisan 1909, Nr:106 için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ,

Volkan Gazetesi (1908-1909)-Aynen Metin Neşri, İz Yayıncılık, İstanbul, 1992, s.515. 405 Derviş Vahdeti, “Mahmut Muhtar Paşa Hazretleri”, Volkan, 16 Nisan 1909, Nr:106 için bakınız: M. Ertuğrul

Düzdağ, Volkan Gazetesi, s.515. 406 Derviş Vahdeti, “Öte, beri”, Volkan, 17 Nisan 1909, Nr:107 için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan

Gazetesi, s.520. 407 Aksun, a.g.e., c.V, s.192.

Page 178: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

167

Taburu, Altıncı Alayı askerlerinin kadınların Beyoğlu’na açık-saçık gitmemelerine şeriata

uygun giyinmeleri taleplerine katıldığını belirtiyor ancak; zamanının uygun olmadığını, bu

tür problemlerin zaman içerisinde çözüleceğini yazıyordu. Alaylılara askerlerin kadro haricine

çıkarılmalarının nedeninin mektepli subaylar olmadığını yazıyordu. Alaylı-mektepli ayrımının

ne kadar zararlı olduğunu yazıyordu.408

31 Mart’ta, Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katılan Rauf Orbay, Mustafa Kemal’i,

ordu İstanbul kapılarına ulaştığı vakit, Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında tanımıştır. Bu

tanışmada Mustafa Kemal, 31 Mart Ayaklanmasını şu şekilde açıklamaktadır: “İttihat ve

Terakki Reisleri, Hükümet kuvvetini meşruluk prensiplerine aykırı olarak şahıslarında

toplamışlar ve serbest seçimle gelen bir millet meclisi yerine asker kuvvetine dayanarak zor

ve şiddet kullanmışlardır. Bu fikrimi ittihatçı arkadaşlarıma söyledim, durdum, fakat

anlatamadım409.”

Hareket Ordusu komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa, tarihinde Dedeağaç’tan İstanbul’daki

elçiliklere telgraflar çekerek Ordunun Meşrutiyeti güçlendirmek için geldiğini, elçilerin ve

bütün yabancıların can ve mallarının saldırıdan korunacağını ve İstanbul’da asayişin

bozulmasına “mahal ve imkân” bırakılmayacağını temin ediyordu. Bu telgraf Avusturya elçisi

tarafından Hükümete bildirildi. 19 Nisan 1909(6 Nisan 1325) tarihinde Hüseyin Hüsnü Paşa,

Tevfik Paşa kabinesini tanımadığı için Harbiye Nazırını protesto ederek doğrudan Erkan-i

Harbiye Riyasetine telgraf çekerek şu hususlar üzerinde durmuştur: “Mart’ın otuz birinci

günüden önce İstanbul’daki kara ve deniz kıtaları ve gemilere memur olan bütün generaller ve

ümera(yarbay ve albay) ve subayların tekrardan kıtalarına gönderilmesine katiyen engel

olunmayarak bunların bütün işlerine körü körüne itaat edeceklerine ve boyun eğeceklerine ve

siyasi işlere bundan sonra hiçbir şekilde müdahale etmeyerek yalnız askeri kutsal vazifeleriyle

meşgul olacaklarına dair şeyhülislam ve Fetva Emini ve Ders Vekili Efendiler Hazretleri’yle

kendi kumandanları huzurunda ve Kur’an üzerine el basmış oldukları halde bir gün içinde

İstanbul’da bulunan erler ve küçük subaylar yemin edeceklerdir. Kendilerini şeriat isteriz diye

kandırarak vatanı tehlikeye düşürmüş olan alçakların cezalandırılması için ordumuz

tarafından ele alınacak ihtilâli bastıracak ve inzibatı kuracak tedbirlere katiyen müdahale

etmeyerek ve ordumuz erlerine dahi yan gözle bakmayarak onları öz kardeşleri gibi bilecekler

408 Vahdeti, “Asker Kardeşlerimizden Selamet-i Vatan İçin Rica”, Volkan, 18 Nisan 1909, Nr:108 için bakınız:

M. Ertuğrul Düzdağ, Volkan Gazetesi, s.525. 409 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaası, İstanbul,1969, s.66.

Page 179: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

168

ve kendilerini aldatmış olan hafiyelerle alçakları yine kendi subaylarına haber

vereceklerdir410.”

31 Mart Olayı üzerine Selanik’ten harekete geçirilen Hareket Ordusu’nun İstanbul’a

ulaşması üzerine, 19 Nisan 1909 tarihinde Mustafa Kemal tarafından kaleme alındığı ve H.

Hüsnü Paşa tarafından imza edildiği kabul edilen “Tamim Telgraf Genelge” külliyatında yer

alan bildirinin içeriği şu şekildedir:

“ İstanbul Ahâlisine!

1. Millet senelerden beri zulüm yapan istibdat kuvvetini parçalayarak meşru, Meşrutiyet

hükümetini kurdu. Bu kan dökülmeden yapılan, mutlu inkılâptan zarar gören aşağılıklar

meşru olmayan bir şekilde menfaat elde etmeye hizmet eden geçmiş idarenin iadesi için bin

türlü hile oyunlarına ve alçaklıklara müracaat ederek meşru Meşrutiyet hükümetini zarara

uğratmak istedi ve bütün insanlık âleminin lanetlediği İstanbul faciasının meydana gelmesine

sebebiyet vererek masum kanlar döktü.

2. Ulus; hayat ve isteklerinin yegâne kefili olan Meşrutiyet’in zarara uğratılmak ve

şeriat hükümlerinin ve ulusun genelinin saadet ve huzurunu kuvvetlendiren anayasamızın

ayaklar altına alınmak istendiğini gördü ve bu alçakça hareketin gerçek sorumlularını

kesinlikle cezalandırmak lüzumunu takdir ederek genel heyeti ile İstanbul üzerine yürümeye

karar verdi. Bizi İstanbul surlarının karşısında gördüğünüz ve ilk bir icra kuvveti olmak üzere

işte bu Hareket Ordusunu buraya gönderdi.

3. Hareket Ordusunun amacı, meşru Meşrutiyet hükümetini hiçbir kuvvetin

sarsamayacağı surette kuvvetlendirmek, anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet

olmadığını ve olamayacağını ispat etmek ve meşru Meşrutiyet’in kararlılığından memnun

olmayan vatan ve ulus hainlerine son ve kesin bir uyanış dersi vermektir.

4. Zulüm gören halk, tarafsız kişiler tamamıyla himaye edilecek teşvikçiler,

bozguncular ve ortakları mutlaka lâyık oldukları kanunî cezadan kurtulamayacaklardır.

5. Fazilet heyeti olan ulema övünç kaynağımız, baş tacımızdır. Fakat hainlikle adî ve

şahsî menfaat elde etmek maksadıyla yalandan ilmiye kisvesine bürünerek ve şerefli İslâm

dinini küçümseyip alay konusu haline getirmekten çekinmeyerek fesat yaymaya kalkışan

birtakım gizli örgüt üyeleri, menfaatperestler elbette kanun ve şeriat hükümlerine göre

muamele görmekten kurtulamayacaklardır.

410 Mizan, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909, Nr: 132; Sabah, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909, Nr: 7030; İkdam, 21

Nisan 1909, Nr: 5354.

Page 180: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

169

6. Ulus milletvekillerinin ve bu muhterem milletvekillerinin güvenilir görüp seçtikleri

hükümet üyelerinin hayatları ve anayasanın kendilerine verdiği haklar ve yetkiler olduğu gibi

korunacak genel olarak huzur ve güven kesinlikle sağlanacaktır.

7. Vatanın kurtuluşu ve ulusal saadetimizin lüzum gösterdiği bu askerî harekatımız

esnasında İstanbul’da bulunan bütün saygıdeğer elçiler ve yabancı misafirlerin huzursuz

olmalarına meydan verilmeyecektir. Memleketin iç güvenliği ve huzurunu ve herkesin mal ve

canının korunmasını sağlamak için her türlü tedbirin alınması kararlaştırılmıştır.

8. İstanbul faciası olayında kanları dökülen şehitlerin ruhları karşısında hesap vermeye

korkanlar, ancak bu kanlı facianın failleri ve tahrikçileri ve ortaklarıdır. Bu hakikati herkes

bilmeli, (telâş ve heyecana kapılmayıp) rahat olmalıdır.

9. Hareket Ordusu Komutanı Elçiler ve yabancı misafirler. Milletvekilleriyle hükümet

ve subaylar ile diğer ileri gelen kişilerin haksız yere akıtılan masum kanlarını sürüyüp

getirmesiyle iktidarda oturan, bu meşru olmayan kanlı Bakanlar Kurulu tamamen ortadan

kaldırılacak ve bütün ulusun ve bundan dolayı muhterem milletvekillerinin tam güvenini

kazanmış olanlar başa getirilecektir.

10. Milletvekillerinin hayatı, devletin nüfuzu korunacaktır.

6 Nisan 1325 (19 Nisan 1909)” 411

19 Nisan 1909 tarihinde Volkan gazetesinde eski üslup tamamen terk edilmiş durumun

gazetenin aleyhine döndüğünün sinyalleri algılanmaya başlanmıştı. Derviş Vahdeti içinde

bulundukları süreci gazetesinde “buhranlı” olarak tanımlamaktadır412. İsyan sonucu kurulan

sözde hükümet ise henüz güvenoyu almamıştı. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmek üzere

olması nedeniyle Meclis’te yeni hükümete güvenoyu vermemenin en doğru yol olduğu

tartışılmaya başlandı. Çünkü yeni hükümete güvenoyu verilmesiyle İttihat ve Terakki

Cemiyeti ile zıtlaşılması kaçınılmaz olacaktı. Hareket Ordusu İstanbul’a hâkim olmadan

güvensizlik oyu verilmesi durumunda ise belirsizliğin ve kaosun artmasına neden olacaktı. Bu

nedenle Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almadan göreve devam etmesi hem Meclisin, hem

de İttihatçıların çıkarlarına uygun oluyordu.

Tevfik, Edhem, Nâzım ve Memduh Paşalar Hareket Ordusu’nun etkisini üzerlerinde

hissettiklerinden istifa ettiler, ama istifaları kabul olunmadı. Bu arada Miralay Hasan İzzet,

Kaymakam Selahaddin ve Cemal Beyler 3. Ordu kumandanlığına bir telgraf rapor çektiler. Bu

raporla isyancı askerlerin Hareket Ordusuna katılan askerlere karşı koymaması 411 Erdoğan Karakuş, Atatürk’ün Not Defterleri-I, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay

Basım Evi, Ankara, 2004, s.18-20. 412 Derviş Vahdeti, “Enzar-ı Umumiyeye”, Volkan, 19 Nisan 1909, Nr:109 için bakınız: M. Ertuğrul Düzdağ,

Volkan Gazetesi, s.530.

Page 181: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

170

amaçlanıyordu. Raporda II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesine veya doğrudan doğruya

suçlanmasına ilişkin ifadeler yer almamaktadır.

19 Nisan’da hareket ordusu Yeşilköy tren istasyonunu işgal etmiştir. İsyanın sekizinci

gününde (20 Nisan 1909) Hareket ordusu on beş bin kişilik bir kuvvetle Hadımköy’e gelerek

karargâhını buraya kurmuştur. Mahmut Şevket Paşa hükümete bir telgraf gönderdi. Paşa bu

telgrafında amaçlarını şöyle açıklıyordu: Meşrutiyet aleyhindeki ayaklanmadan ötürü

İstanbul’un bozulmuş olan asayişini sağlamak, fesat ve hainlerin aldattığı askeri itaat altına

almak, ayaklanmaya sebep olanları, düzenleyenleri ve olayda rol oynamış olanları ortaya

çıkarıp kanuna göre cezalandırmak, Meşrutiyet’in bir daha böyle tehlikelere girmemesini

sağlayacak tedbirler almak. O gün Volkan gazetesinin en son sayısı çıktı. Vahdeti’nin yazısı

veda üslubuyla yazılmıştı. Hükümetin aleyhe döndüğü Volkan’ın çıkması halinde kendilerine

yapılan suçlamaları cevaplandıracaklarını ancak, gazete kapanırsa, hukukunu müdafaa

edemeyeceğini belirtiyordu. Gazetenin kapatılması halinde yapılacakları da yazıyor. İttihad-ı

Muhammedi’nin her yerde gelişerek büyümesi gerektiğini yazıyor; ayrıca hükümeti ve Ahmet

Rıza’yı tehdit ediyordu. Eğer hayatta kalırsa onlarla hesaplaşacağını belirtiyordu413.

İsyanın dokuzuncu gününde (21 Nisan 1909) Hareket Ordusu çoğalarak İstanbul’a

yaklaşmaktaydı. Rami ve Davutpaşa kışlalarının askerleri de Hareket Ordusuna katıldı. O gün

kabine Nâzım Paşa ve Genel Kurmay Başkanı İzzet Paşa ile birlikte Mahmut Şevket Paşa’nın

bir gün önceki telgraflarına kesin cevabını hazırladı. Mahmud Şevket Paşa’nın istekleri kabul

edilmekle birlikte İstanbul’daki askerler kontrol altında olmadığı için şunlar önerilmekteydi:

gelen askerin İstanbul’a yaklaştırılması, İstanbul askerinden müfrezeler gönderilerek

gelenlerle barıştırılmaları, gelen askerden lüzumu kadarının İstanbul’a alınması teklif

ediliyordu. İlk tedbirlerin nasıl alınacağının kararlaştırılması içinde, Hassa ve Hareket

Orduları kumandanlarının, aralarında yapılacak haberleşme sonucunda “tayin olunacak

mevkide buluşmaları” öne sürülüyordu. 21 Nisan 1909 Çarşamba günü Selanik’ten hareket

eden Mahmut Şevket Paşa414 beraberinde Erkan-ı Harbiye Reisi Mirliva Pertev ve Ali Rıza

Paşalar ile Topçu Kumandanı Mirliva Hasan Rıza Paşa, II. Ordu Kumandanı Salih Paşa;

birçok asker, erzak ve askeri mühimmat ile 22 Nisan günü Ayastafenos’a gelmiştir415.

Mahmut Şevket Paşa, daha yoldayken, Serez’den Hükümete bir telgraf çekmiştir. Bu

telgrafta, çatışma yapacak asker kalmaması için İstanbul’daki ihtiyat askerinin terhis

413 Volkan, 20 Nisan 1909, Nr:110. 414 Sabah, 13 Nisan 1325/26 Nisan 1909, Nr: 7035. 415 İkdam, 23 Nisan 1909, Nr: 5356.

Page 182: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

171

edilmesini istenmekteydi. Mahmut Şevket Paşa’dan bir gün önce de, Ahmet Rıza Bey, Enver

Bey, Hafız Hakkı ve Fethi Beyler Ayastafenos’a gelmişlerdir416.

Mahmut Şevket Paşa’nın ordu komutasını eline almasından sonra, ordudaki komuta

değişikliği de şu şekilde olmuştur: Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Hareket

Ordusu Erkan-ı Harbiye Reisi Mirliva Ali Rıza Paşa, Birinci Mürettep Fırka Komutanı

Hüseyin Hüsnü Paşa, bu Fırkanın Erkan-ı Harbiye Reisi Mustafa Kemal Bey; İkinci Mürettep

Fırka Kumandanı Erkan-ı Harp Mirlivası Şevket (Turgut) Paşa, bu Fırkanın Erkan-ı Harbiye

Reisi de Kolağası Kazım (Karabekir) Bey olmuştur. Binbaşı Enver Bey, İkinci Mürettep

Fırka’ya bağlı Mürettep 5. Alay, Fethi Bey ise Birinci Fırka’ya bağlı Mürettep 3. Alay, Hafız

Hakkı Bey ise Birinci Fırka’ya bağlı 2. Alay Komutanlığı görevlerini üstlenmişlerdir417.

Serbestî gazetesi, “Hükümet ne duruyor” başlıklı yazıda hükümetin “gelen bu kahraman

fedailerin karşısında hükümet nasıl bir vaziyet aldığını ne için bir beyanname ile ilân

etmiyor?” diye soruyordu418.

İsyanın onuncu gününden(22 Nisan 1909) itibaren Volkan gazetesi artık çıkmamaya

başlar ve Derviş Vahdeti ortadan kaybolur. Bu durumda Derviş Vahdeti İsyanın provokatörü

olarak suçlanır ve basında Derviş Vahdeti’nin ne kadar kötü bir insan olduğu anlatılmaya

başlanır. Basında II. Abdülhamid aleyhtarlığı da artmaya başlar. 22 Nisan’da İkdam, Ali

Kemal’in ortalığı yatıştırmaya yönelik yazısı “Telaş Fenadır” başlığı ile yayınlanmıştır419.

3.1.2. Meclis-i Umumî-i Milli Kararları

Hareket Ordusu’nun büyük bölümünün Ayastefanos’a gelmesinin ardından hükümet

isyancı askerlere ve öğrencilere beyannameler hazırlayıp göndermişti. Meclis-i Mebusan son

toplantısını 6 Nisan 1325 günü yaptı. Meclisin İkinci Celse’sinde Hareket Ordusu’nun

Selanik’ten Çatalca’ya inmesi münasebetiyle gelen telgrafların okunmasına ve bunlara cevap

verilmesine karar verildi. Okunan telgraflar şunlardır: “Yozgat’tan; Ey Ümidi Yegânesi Vatan

Olan Meclisi Âlî! Mevcudiyetini gösterecek bir halde değil misin? Yaralı vatanı alkanlara

boyamakla da müteselli olmayacağı anlaşılan Yıldız’ın hiyel ve desaisine bir nihayet

vermesini bekler ve hâkimiyeti milliyeye mübayin olan yeni Kabineyi bütün

mevcudiyetimizle protesto ve aksi takdirde bu lekeyi kanımızla sileceğimizi teminen 416 Türkmen, a.g.e., s.67. 417 Erdoğan Karakuş, Atatürk’ün Not Defterleri-I, s.270. 418 “Hükümet ne duruyor”, Serbestî, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909, Nr: 155. 419 İkdam, 22 Nisan 1909, Nr: 5355.

Page 183: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

172

arzederiz. Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” ; “Meclisi Mebusan Riyaseti Celilesine.

Meşrutiyetimize vurulan darbenin tamiriyle eski Kabinenin ve Meclisi Mebusan Reisinin

yerlerine getirilmesini bütün mevcudiyetimizle ve hayatımızı her şeye feda ederek talep eder

ve bu harekâtı Meşrutiyet - şikenâmeyi şiddetle protesto eyleriz. 5 Nisan 1325 Osmanlı İttihat

ve Terakki Yenişehir Merkezi.” ; “Hayfa’dan. Meclisi Mebusan Riyasetine istibdat ve namusu

milleti esasından sarsacak veçhile Kanunu Esasi hilâfında teşekkül eden Kabineyi ebediyen

tanımayız. Bu harekâtı irticakârâne ve kanun-şikenâmeyi bütün kuvvetimizle protesto ederek,

hamiyeti milliyemizin idamesi uğrunda muhallef olduğumuzdan, her türlü fedakârlığa

müheyya olunduğumuzu kat’iyyen arz ederiz. 4 Nisan 1325” ; “An Maydos: Meclisi

Mebusana. Vilâyetimiz mülhakatına vilayetten verilen emir üzerine serbestli matbuattan

mahrum kaldığımızı protesto ederiz. Kanunu Esasinin muhafazasına canımızı feda

edeceğimize müttehidiz. 5 Nisan 1325420.”

O gün yüz kadar milletvekilleri Hareket Ordusu’nun toplandığı Ayestefanos’a gitti.

Meclis 22 Nisan 1909 günü Ayastefanos’taki Yat Kulübünde Meclis-i Milli halinde meclis

ikinci başkanı Talat Bey’in başkanlığında toplandı421. 9 Nisan 1325(22 Nisan 1909) günü

Ayan ve Mubusan Meclisleri saat 08.30’da Ayastefanos’da “Meclis-i Umumi-i Milli” yani

“Genel Ulusal Meclis” adıyla toplanmıştır. Kanun-u Esasî’ye göre Ayan ve Mebusan

Meclisleri Meclis-i Umumî’yi oluşturuyorlardı. Meclis-i Umumî ise yalnızca her toplantı

yılının başında Padişahın açış söylevini dinlemek üzere toplanan, tabir caizse, törensel bir

kuruluştu. Ayastefanos’ta mebuslar ve gelen birkaç ayan üyesi ise birlikte toplanarak “Meclis-

i Umumî-i Milli” diye Kanun-u Esasi’de yeri olmayan, sırf oradaki toplantılara özgü bir kurul

oluşturdular. Siana Akşin’e göre Ayastefanos’taki iki meclisi birleştirme işi, ilhamını çok

muhtemelen Fransız İhtilâli’nden almaktaydı. Fransız İhtilâli’nin ilk adımı 3 meclisli Etats

Généraux (Etajenero) denilen Fransız parlamentosunun, krala rağmen Ulusal Meclis adı

altında birleşik bir meclis oluşturması olmuştur422.

Ayastefanos’ta Meclis Başkanlığını Ayan Meclisi Başkanı Said Paşa, Meclis-i Mebusan

eski Başkanı Ahmet Rıza Bey ve 31 Mart isyanından sonra Meclis-i Mebusan Başkanlığına

seçilen Mustafa Efendi ortaklaşa yürütmüşlerdir. Daha sonra Mustafa Efendi, Ahmet Rıza

Bey’in zorla istifa ettiği kati ile Meclis Başkanlığını Ahmet Rıza Bey’e devretmiş, orada hazır

bulunan Mebuslar da bu hususu onaylamışlardır. Said Paşa Ayan Meclisine, Ahmet Rıza

Bey’de Mebusan Meclisine başkanlık etmeye başlamışlardır. Daha sonra Kâtip Nesim 420 MMZC, c.III, D.I, İç. I, Ellidokuzuncu İntikat, 6 Nisan 1325, TBMM Basımevi, Ankara, 1982, s.89. 421 Sabah, 9 Nisan 1325/22 Nisan 1909, Nr: 7031. 422 Sina Akşin, “Siyasal Tarih (1908-1923)”, Yakınçağ Türkiye Tarihi, c.I, Milliyet Kitaplığı, İstanbul, 2007,

s.31

Page 184: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

173

Mazliyah Efendi gizli toplantı ya geçileceğini beyan etmiştir. Bu toplantı saat 07.30’da

başlamış be 09.00’a kadar sürmüştür423. Bu toplantıda yaklaşık 200 kadar Mebus ve 30 kadar

Ayan da hazır bulunmuştur. Bu toplantıda II. Abdülhamid’in hal’ edilmesi meselesi de

görüşülmüştür. Böylece vekiller, 31 Mart olayına karşı olduklarını gösterdiler. Meclisin

yaptığı ilk çalışmalardan birisi, Hareket Ordusu’nun beyannamesini tasvip ettiğini bildiren bir

tebliğ yayımlaması olmuştu.

Meclis yapılan gizli toplantı sonunda bir bildiri hazırladı. Buna göre, 31 Marttaki

“hadise-i müellime-i istibdadiye” ile Meşrutiyet’e bir “darbe” vurulmuştu. Baş gösteren

istibdatın kökünden kaldırılması, Meşrutiyet ve asayişin sağlanması ve olaya sebep olanların

şeriat ve kanunlar çerçevesinde cezalandırılmaları konusunda Hareket Ordusu Kumandan

vekili Hüseyin Hüsnü Paşa’nın 6 Nisan’da İstanbul’da bulunan halka yapmış olduğu

beyannameyi424 destekliyor ve milletin isteklerine uygun buluyordu. Bundan ötürü de

ordunun yapacaklarına karşı çıkmak, sorumluluk ve ceza konusu olacaktı. Böylece Hareket

Ordusunun şimdiye kadarki ve bundan sonraki davranışları meşruiyet kazanmış oluyordu.

Hareket Ordusu meşru yönetimi hiçe sayan uygulamaları bu olayla ortadan kaldırılıyor,

askerlere meclisin verdiği sivil destek, onları görünürde “meşru” hale getiriyordu.

Hüseyin Hüsnü Paşa’nın elinde 543 kişilik “İrticaiyyun” listesi vardı. İçlerinde saray

memurlarından on bir kişi, musahip Nadir Ağa, eski Hassa Hazinesi müsteşarı Halis Efendi

(bu ikisi askere ve hocalara para dağıtmışlardı) dört gazete sahibi, on yedi yazar vardı. Bunlar

adi mahkemelerde yargılanacaklardı.

31 Mart Olayı’nın on birinci gününde(23 Nisan 1909) İkdam gazetesi Abdülhamid’in 33

yıllık mutlak monarşisine vurgu yaparak Hareket Ordusu taraftarı bir çizgide yayın

yapmaktadır. Serbestî de o günkü yazıları ile taraf değiştirmiştir. Gazetede Hareket Ordusuna

şu şekilde sesleniliyordu: “Ey pençe-i tiz istibdaddan halas eden ordu, Ey İstanbul’u daire-i

mader-i muhasara edip hürriyetperveranı memnun ve müstebitleri dilhun eden gazanferler,

artık hışm-ı intizar-ı millet size teveccüh etmiş şu bahid ikbali mübeşşir toplarınızın sadalarını

işitmek istiyoruz425.”

423 İkdam, 23 Nisan 1909, Nr: 5356. 424 İkdam, 21 Nisan 1909, Nr: 5354. 425 Serbestî, , 10 Nisan 1325/23 Nisan 1909, Nr: 157.

Page 185: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

174

3.1.3. Hareket Ordusunun İstanbul’a Girişi ve İsyanın Bastırılması

23 Nisan günü İstanbul’u işgal etmeğe hazırlanan Hareket Ordusunun yirmi beş tabur,

on iki bölük, sekiz batarya ve gönüllü kıtalar, 935 subay, 3312 at, 48 top ve 8 makineli

tüfekten oluşan bir savaş gücünden meydana gelmiştir. 24 Nisan’da Edirne’den dört batarya

ve dörtte araba gelip Hareket Ordusuna katılmıştır. Ayrıca Hareket Ordusunda 29 bin er

bulunmaktadır426. 23 Nisanı 24 Nisan’a bağlayan Cuma günü gecesi Mahmut Şevket Paşa

Hareket Ordusuna İstanbul içlerine ilerleme emri vermiştir. Bu emre göre Hareket Ordusu

dört koldan ilerleyecektir. Ordunun bir kolu Davutpaşa kışlasını işgal etmiştir. İlk çatışma

Davutpaşa kışlasında olmuştur.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın son şefi ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ilk başkanı Hüsamettin

Ertürk, yazdığı “İki Devrin Perde Arkası” adlı anılarında Hareket Ordusu ile İstanbul’a

girenleri şu şekilde listelemektedir: “Hareket Ordusu’nun 10 Nisan Cuma günü İstanbul’a

resmen girmesi takarrür etmiş ve Hareket Ordusu ile hürriyet taraftarları şehrin sokaklarından

geçmişti. Bu ordu ile gelenlerin içinde şu meşhur kimseler vardı: Erkânıharb Feriki Mahmud

Şevket Paşa, Erkânıharb Kolağasısı Selânikli Mustafa Kemal Bey, Erkânıharb Binbaşısı

Pirlepeli Fethi Bey (Okyar) (Paris ateşemiliterliğinden geliyordu), Erkânıharb Kolağasısı

İzmirli İsmet Bey (İnönü), Erkânıharb Yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey (Paşa) (Viyana

ateşemiliterliğinden geliyordu). Erkânıharb Kaymakamı Üsküdarlı Cemal Bey (Paşa),

Erkânıharb Binbaşısı Faik Bey (Üsküdar Mutasarrıfı), Erkânıharb Binbaşısı Selânikli Remzi

Bey (Birinci Cihan Harbi’nde Miralay), Erkânıharb Kolağası Vehbi Paşazade Süleyman

Askerî Bey (daha sonra Teşkilât-ı Mahsusa Başkanı), Piyade Kolağası Ohrili Eyüb Sabri Bey

(İttihat ve Terakkinin bir numaralı kurucusu, Merkez-İ Umumi Üyesi), Piyade Kolağası

Resneli Niyazi Bey (Hürriyet kahramanı), Erkânıharb Yüzbaşısı Giritli Ruşeni Bey (Teşkilât-ı

Mahsusa’da çalışmış, Millî Mücadelede Ankara’da mebus olmuş), Erkânıharb Yüzbaşısı

Seyfi Bey (Kâzım Karabekir Paşa ile Şark cephesinde çalışmış, Ankara’da mebus olmuş),

Süvari zabiti Nidâi Bey (İstanbul’da gizli teşkilâtta çalışmış, süvari generalliğine kadar

yükselmiştir), süvari Mülâzimievveli Yakup Cemil Bey (Babıali baskınında Nâzım Paşa’yı

vurmuş, Almanya’ya taraftar olması yüzünden Enver Paşa ile arası açılarak isyan etmiş,

bilmuhakeme kurşuna dizilmiştir), Piyade zabiti Filibeli Hilmi Bey, (Meşrutiyet’ten sonra

İttihat ve Terakki müfettişi olmuş, Teşkilât-ı Mahsusa’da çalışmış, Millî Mücadele’ye iştirak

etmiş, Ankara’da mebus olmuş, Mustafa Kemal aleyhindeki suikaste iştirak ettiğinden idam

edilmiştir), Süvari Yüzbaşısı İzmitli Mümtaz Bey (Enver Paşa’nın meşhur yaveri), Süvari

426 Mc Cullagh, a.g.e., s. 169.

Page 186: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

175

Mülâzimievveli Selânikli Saffet Bey, Mülâzimievvel Ömer Naci Bey (İttihat ve Terakki

Fırkası’nın konferansçısı, Babıâli baskınına iştirak eylemiş, Teşkilât-ı Mahsusa’ya girmiş,

Birinci Cihan Harbi’nde İran hududundaki Bahtiyarı Aşiretleri’ni savaşa sokmağa çalışırken

tifüsten vefat etmiştir), Baytar Yüzbaşısı Rasim Bey (Millî Mücadeleye iştirak etmiş, miralay

olmuş, İzmir Sûikasti’ne iştirak ettiğinden idam olunmuştur), Piyade Mülazimievveli Sarı Efe

Edib Bey (İttihatçı, Mondros’tan sonra Jandarma Yüzbaşılığına yükselmiş, İstiklâl Savaşı’nda

yararlık göstermiş, İzmir suikast üzerine idam edilmiştir.), Kastamonulu Şükrü Bey (İttihat ve

Terakki merkezinin meşhur suikastine katıldığından idam edilmiştir.), Piyade Mülâzimievveli

Yenibahçeli Nâil Bey (İttihat ve Terakki teşkilâtına dahil olmuştur.), Abdülkadir Bey (Ankara

Valisi, pontusçularla çarpışmış, İstiklâl Savaşına katılmış, İzmir suikastine girmemiş olmakla

beraber doktor Nâzım ve Cavid Beylerle beraber asılmıştır), Topçu Mülâzimievveli Kızanlıklı

Cevat Bey (İttihat ve Terakki güzidelerindendir. Babıali baskınında bulunmuş, hükümeti

devirmiş, İstanbul Merkez Kumandanlığı yapmış, Miralaylığa yükselmiş, Millî Mücadelede

Anadolu’ya geçerek Millî Müdafaa Vekâleti Mahâkim Şubesi Müdürü olmuş, hastalanarak

vefat etmiştir), Piyade Mülâzimievveli Erzurumlu Necati Bey, ve Piyade Mülâzimievveli

Edremitli sağır Necati Bey (her ikisi İttihat ve Terakki teşkilâtında bulunmuş güzidelerdendir.

Birinci Cihan Harbinde Teşkilâtı Mahsusa’da çalışmışlar, Mondros’ta Anadolu’ya

geçmişlerdir. Edremitli Necati Bey ( Mustafa Kemal tarafından sonradan Millet Meclisi’ne

mebus seçilmiştir), Piyade Yüzbaşısı Afyonkarahisarlı Ali Bey (Millî Mücadelede mebus,

İstiklâl Mahkemesi reisi, sonra Nâfia Vekili olmuştur), Mülâzimievvel Japon Rıza Bey (İttihat

ve Terakkinin güzidelerindendir. Millî Mücadelede Millî Müdafaa Vekâletinde Levazım

Şubesinde, Hesabat Kornisyonu’nda istihdam edilmiş, hastalanarak vefat etmiştir), Mümtaz

Erkânıharb Yüzbaşısı Köprülü Kâzım Bey (Meclis Reisi Kâzım Paşa), Doktor Abidin Bey

(İttihat ve Terakkide gizli hizmetler ifa etmiş, Millî Mücadelede Büyük Millet Meclisi’ne âza

olmuştur. İzmir sûikastinde idam edilmiştir), Mülâzimievvel İsmail Canbolat Bey (İttihat ve

Terakki kurucularından ve güzidelerindendir. İzmir sûikastine karıştığı için idam olunmuştur).

Erkânıharp Kolağalarından Ali İhsan Bey (General Ali İhsan Sabis)427.” Hareket Ordusu ile

İstanbul’a giren bu isimlere baktığımız zaman, bunlardan bir kısmının daha sonra İttihatçı

kadrolar ile anlaşmazlığa düştüklerini görüyoruz. Mustafa Kemal’in başını çektiği bu etkin

şahsiyetler daha sonra Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde karşımıza çıkacaktır.

Hareket Ordusu İstanbul’a girdikten sonra şu olaylar meydana gelmiştir: “Saat 17’de

Hareket Ordusu öncüleri Maslak ve Kâğıthane taraflarında görülmüş olduklarından, II.

427 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası (Haz: Samih Nafiz Tansu), Sebil Yayınevi, İstanbul, 1996,

s.38-39

Page 187: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

176

Abdülhamid başkâtibi Ali Cevat’ı evinden çağırttı. Daha önce saraya gelmiş bulunan

Sadrazam, Harbiye Nazırı ve sarayı koruyan 2. fırkanın kumandanı Ferik Memduh Paşa, ters

bir olayın çıkmaması için Hassa kumandanı Nâzım Paşa’yı Ayastefanos’tan çağırmaya karar

verdiler. Harbiye Nazırı telgraf çektiyse de ses seda çıkmadı. Sayıları dört bini bulan ve

Yıldız etrafındaki kışlalarda barınan ikinci fırka askerleri, Hareket Ordusunun haberini alınca

telaşa kapılıp cephane istemeye başladılar. Subayların durumu haber vermesi üzerine,

kendilerine zinhar cephane verilmemesi buyruldu. Ama gece saat bir ve iki sıralarında bazı

askerler başkâtibin Sadrazam ve Harbiye Nazırı ile oturduğu odaya gelerek “Askeri

vuracaklar, bizim ne günahımız vardır? Cephane isteriz. Karı gibi ölmek istemeyiz. Onlar

asker ise biz de askeriz.” dediler. Cephanelik kapıları kırılarak cephane alınmaya başlanınca

Padişah binek taşına çıkarak: “Asker zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa, ilk önce

beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar” der. Fırka kumandanı yardımcısı Mirliva

Veli Paşa, subaylar, elde edilebilen çavuşlar ve yaverlerden kaymakam Mehmet Ali Bey,

askerlere padişahın buyruklarını bildirdiler428.”

İstanbul içlerinde ilerlemesine devam eden Hareket Ordusu birlikleri Fatih yoluyla

Beyazıt’a yönelmiş ve Harbiye Nezaretini işgale başlamışlardır. Mustafa Kemal’in kumanda

ettiği Birinci Hareket Ordusu tarafından başlarında Nazif Sururi ve Cevher Ağa’nın olduğu

isyancılar ile başlarında Hamdi Çavuş’un asi bulunduğu Avcı taburlarının oluşturduğu

kalabalık Harbiye Nezareti meydanını doldurmuştu. Mahmut Şevket Paşa Avcı Taburları’na

hitaben yüksek sesle şunları söylemiştir: “Ben sizi mükemmel bir talim ve terbiye ile ve

Meşrutiyeti korumak için Üçüncü Ordu’dan İstanbul’a yolladım. Siz birer canavar kesildiniz

ve asi oldunuz. Şimdi hepinizin ve sizi teşvik edenlerin kafasını kırmak için buraya geldim.”

dedi429. Ancak Harbiye Nezaretinde bulunan askerler, Hareket Ordusu askerlerini gördükleri

zaman derhal silahlarına sarılmışlar ve amirlerinin de amirlerini dinlemeyerek Edirnekapı

tarafına doğru koşmaya başlamışlardır. Bu askerler bütün ahalinin hayretli bakışları altında

şehirden kaçmışlardır. Ancak Edirnekapı tarafına doğru kaçan bu askerlerin kuvvetleri az

olduğu için, önlerinde bulunan büyük hareket ordusu önünde tutunamamışlar ve teslim

olmaya mecbur olmuşlardır. Harbiye Nezareti’nde bulunan askerler kısa bir direniş

göstermişlerse de gece onlar da Hareket Ordusu tarafından esir alındılar.

24 Nisan günü Hareket Ordusu askerleri Babıâli ve Topkapı yönüne doğru ilerlemeye

başlamış ve burada bulunan askerler, Hareket Ordusuna karşı çok direnmişlerdir. Gece

428 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi; II. Abdülhamid’in Son Mabeyn

Başkâtibi Ali Cevat Beyin Fezlekesi, (Haz. Faik Reşit Unat), TTK Yay., Ankara, 1991, s.71. 429 Borak, a.g.m., s.351-371.

Page 188: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

177

Topkapı’da Hareket Ordusu askerleri ile Topkapı’da bulunan askerler arasında çatışma

çıkmıştır. Çatışmalar o kadar şiddetli olmuştur ki, Hareket Ordusu bu iki bölgede top kullanmak zorunda kalmıştır. Rahmi Apak yazdığı anılarında Hareket ordusu ile isyancılar

arasında çıkan çatışmalardan şu şekilde bahsetmektedir: “31 Mart vakasında asıl mukavemete

uğrayan Kâğıthane, Şişli, Harbiye üzerinden ilerleyen kolumuzdur. Taksim ve Taşkışla’daki

askerler hayli direndiler. Hassa ordusunun buradan ilerleyen kolu topçu ateşleri ile bu kışlaları

düşürmek zorunda kalmıştır. Burada her iki taraf kayıp vermiştir430.”

Hareket Ordusu Beyoğlu’nu ele geçirdikten sonra Erkan-ı Harb Binbaşısı Enver Bey

kumandasında Taksim Kışlası ve Taşkışla’ya giderek buraları kuşatmaya başlamıştır. Taşkışla

isyanı başlatan avcı taburlarının bulunduğu kışladır. Taşkışla’nın birinci katında avcı taburları

ile numune ve istihkâm bölükleri, ikinci katında ise Hassa Ordusu askerleri yerleştirilmiştir.

Taşkışla, avcı taburlarının karşı saldırıya geçmesi nedeniyle Hareket Ordusu’na en çok

direnen kışla olmuştur. Bu sert direnişin kırılamaması üzerine Hareket Ordusu askerleri,

Harbiye Mektebi talimhanesine kurdukları seri atışlı toplarla Taşkışla’yı top ateşine

tutmuşlardır. Taşkışla’daki askerler bu top atışlarına karşılık veremeyeceklerini anlamışlar ve

Hareket Ordusu askerlerine teslim olacaklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Hareket

Ordusundan bir miktar asker kışlayı işgal için ilerlermişler, bu askerlerin ilerlediğini gören

avcı askerleri tekrar şiddetli bir ateş açmışlar ve Hareket Ordusu askerlerine büyük zayiat

verdirmişlerdir431.

Taşkışla direnişi sırasında Taşkışla’da bulunan Mustafa Turan Bey’e göre olaylar şu

şekilde gerçekleşmiştir: Taşkışla askerlerinin bir gece önce, Hareket Ordusu geldiği takdirde

mukavemet göstermeyecekleri ve kumandanlarının emirlerini dinleyeceklerine dair yemin

etmişler, ancak 10 Nisan akşamı ne olduğunu anlamadan bu yeminlerinden vazgeçerek,

cephanelik kapısını kırmışlar ve buradaki mühimmatı koğuşlara götürmüşlerdir. Taşkışla

Komutanı İsmail Hakkı Bey askere mani olmak istemiş ancak başarılı olamamıştır. Taşkışla’da öldürülen askerler Sürp Agop Ermeni mezarlığında açılan bir çukura atılmıştır.

Ölen askerlerin gömüldüğünü iddia edilen Sürp Agop Ermeni Mezarlığı, bugün Hilton

Oteli’nin bulunduğu yerde bulunmaktaydı432.

On ikinci gün asayiş sorununa el atan Hareket Ordusu, Dersaadet Jandarma Polis Genel

Müfettişliğine tayin ettiği Miralay Galib’in imzasını taşıyan bir resmi ilân yayımladı. Buna

göre, mürtecilerin yenildiği şu sırada sükûnet şarttı ve fesatçı yazılar yazmak,

430 Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, TTK Yay., Ankara, 1988, s.41. 431 Sabah, 13 Nisan 1325/26 Nisan 1909, Nr: 7035; İkdam, 26 Nisan 1909, Nr: 5358. 432 Mustafa Turan, Taşkışla’da 31 Mart Faciası, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1966, s. 56-59.

Page 189: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

178

heyecanlandırıcı sözler söylemek, sokaklarda koşmak gibi halkı heyecana verecek

davranışlarda bulunulmaması isteniyordu. Ayrıca, yayınlanan bildiri ile(11 Nisan 1325/24

Nisan 1909) güneşin batmasından bir saat sonra başlayan sokağa çıkma yasağı konuldu. Silah

taşımak da yasaklandı.

24 Nisan 1909 tarihinde Hareket Ordusu İstanbul’u işgal altına aldığı gün, Yıldız

Sarayı’nın da büyük kısmı çetecilerden oluşan birlikler tarafından cumartesi akşamı muhasara

edilmiştir. Muhafız askerinin bir kısmı Padişah’ın ısrarı karşısında teslim olmuş, bir kısmı da

Anadolu yakasına geçerek kaçmışlardır. Sarayda zabitlerle birlikte 30 askerden fazla kimse

kalmamıştı ve bunlar da bekçilik vazifesiyle mükellef bulunmaktaydı.

İsyanın on ikinci günü gerçekleşen çarpışmalar yüzünden gazete idare haneleri

çalışmadığı için 24 Nisan’da İstanbul’da gazete çıkmadı. On iki ve on üçüncü günün

olaylarını on dördüncü günün (25 Nisan 1909) gazetelerinden öğrenebiliyoruz. 25 Nisan 1909

günü çıkan İkdam, başyazı olarak Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişini İstanbul’un ikinci

fethi olarak tanımlıyordu. Bu fetih ülkeyi istibdattan kurtarmayı sağladığı için Hareket Ordusu

önemli bir görev yapıyordu. İkdam’a göre bu fethin ülkeyi istibdattan kurtarmak gibi birinci

fetihte bulunmayan önemli bir yanı da vardı. “Ufk-u Siyasi” 433 yazısında Hareket Ordusunun

gelmesi, yurdunu seven herkes için sevinilmemesi imkânsız bir olay olarak gösteriliyordu.

25 Nisan 1909’dan itibaren yönetim fiilen Hareket Ordusuna geçmiştir. Çeşitli bildiriler

yayınlanarak ve sıkıyönetim uygulanarak İstanbul’da sükûnet sağlanmaya çalışılmıştır.

Mahmut Şevket Paşa imzalı, 24 Nisan 1325 tarihli resmi ilânda Mahmut Şevket Paşa

Çarşamba günü (21 Nisan 1909) emr-i kumandayı teslim almak için Selanik’ten hareket

ederek Ayastafenos’a geldiğini; Cuma günü Hareket Ordusu kuvvetlerine pay-i tahta giriş

emrini verdiğini ifade etmiştir. Ayrıca güzel bir tesadüf olarak 11 Nisan 1325 günü, 11

Temmuz 1324 tarihine nazire olarak İstanbul’a girildiğini ifade etmiştir. Mahmut Şevket

Paşa’nın 12 Nisan 1325 (25 Nisan 1909) tarihli zafer bildirisi çoğu yerli ve yabancı

gazetelerin, Hareket Ordusunun İttihat ve Terakki ile ilgisi olduğu konusunda ileri sürdükleri

iddiaları yalanlıyordu. Paşa böyle bir şeyin aslı ve esası olmadığını, ordu subay, erbaş ve

erlerinden hiçbirinin bir dernek ya da fıkraya üye olmadıklarını, zaten askerlerin devlet

siyasetine karışmalarının caiz olmadığını ve kumandanların buyruklarından başka bir etkiye

kapılanların kanunca cezalandırılacaklarını “ilân ve ihtar” ediyordu. Hareket Ordusunun

subayları mektepli subaylardı ve bunların gençleri İttihat ve Terakki’yi kurmuş ve onun

belkemiğini meydana getiren bir zümreydi. Kendisi de İttihat ve Terakki üyesi olmamasına

rağmen bunun farkındaydı. Bu bildirinin amacı Hareket Ordusunun İttihat ve Terakki organı

433 Ali Kemal, “Ufk-u Siyasi”, İkdam, 25 Nisan 1909, Nr:5358.

Page 190: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

179

olduğu yolundaki yayımları durdurmak ve aynı zamanda Hareket Ordusundaki İttihatçı

subayların da uyarmaktı. Bir hafta sonra çıkartılan ikinci bildiri ile Hareket Ordusunun hiçbir

fırkanın aleti olmadığı ve yalnız Meşrutiyeti kurtarmak için harekete geçtiği yeniden

belirtilmekteydi. Ordunun Meşrutiyet’in başında, İttihat ve Terakki ile işbirliği yaptığı kabul

edilmekle birlikte, Meşrutiyet’in kurulmasıyla onunla her türlü ilgiyi kestiği açıklanıyordu.

Artık ordu milletin ordusuydu ve hangi fırkadan olursa olsun, Meşrutiyet’e uyan ve

milletvekillerinin güvenine sahip olan hükümet yürütme gücüydü434.

Mahmut Şevket Paşa’nın yayınlandığı bildiri ve Mustafa Kemal yerine kendisinin

Hareket Ordusu kumandanı olması çeşitli eleştirilere konu olmaktadır. Olayın bu şekilde

seyrediş nedeni Mustafa Ragıp Esatlı tarafından yazılan “İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar

Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?” adlı kitapta şu şekilde izah edilmektedir:

“Mahmut Şevket Paşa, İstanbul üzerine yürümek, Abdülhamid’i devirmek şerefini zekâ ve

kudret itibariyle ne kadar yüksek olursa olsun Mustafa Kemal Bey’e bırakmak istemiyordu.

Mustafa Kemal Bey’in planı ile ikmal edildikten sonra İstanbul’a girmenin muvaffakiyet vaat

ettiğini anlayan III. Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Pasa, bu hareketin başında gözükmek

hevesinden kendini kurtaramadı. Ve Hareket Ordusu Kumandanlığını kendisi üstlendi. Oysa

22 Nisan’da Mustafa Kemal Bey’in planı tatbik edilmiş, harekât başlamış, âsi kuvvetlere ilk

mühim darbeler indirilmiş, ordu Yeşilköy’e kadar uzanmıştı. Mahmut Şevket Paşa bu hazır

muvaffakiyetlerden sonra bir beyanname yayımlayarak kumandayı üzerine almıştır... İşin

içyüzünü bilenler, Mahmut Şevket Paşa’yı bir hürriyet kahramanı olmaktan uzak

görüyorlardı435.”

12 Nisan 1325 tarihinde Mahmut Şevket Paşa çekilen telgrafta olayların son durumu ile

ilgili şu bilgi verilmektedir: “Dünkü gün efrad-ı asiyeden İstanbul ve Beyoğlu cihetlerinden

bilcümle kışla ve karakollarda bulunan asker teslim-i silah etmiş ve yalnız Selimiye

kışlasındaki asker teslim-i silah etmemiş idi. Bu gün Selimiye kışlasında bulunan asker dahî

istimal-i silaha meydan vermeksizin teslim olmuş ve binaenaleyh İstanbul’un her tarafı mutî'

ve Meşrutiyetperver ikinci ve Üçüncü Ordu askerile taht-ı işgale alınmış ve İstanbul ve Bilad-

ı Sela-se'de' idare-i örfiye ilân olunarak inzibat ü asayişin ve emniyet-i mal ü canın layıkı

veçhile temin ü tesisine muvaffakiyet hasıl bulunduğu ve elyevm Ayastefanos' ta içtima

etmekte olan Meclis-i Umûmî-i Millî riyasetinin de mahall-i mahsusalarmda içtimalarına bir

434

İkdam, 26 Nisan 1909, Nr:5358. 435 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?,

Hür Yayınevi, 1944, s.25.

Page 191: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

180

mâni kalmadığı tebliğ kılınarak anların da yarından itibaren mahallerinde içtima edecekleri

bera-yı malumat arz olunur436.”

12 Nisan 1325 (25 Nisan 1909) tarihinde “İdare-i Örfiye İlanı” adıyla Mahmut Şevket

Paşa’nın imzasını taşıyan bir beyanname yayınlanarak İdare-i Örfi (Sıkı Yönetim) yürürlüğe

konmuştur. Mahmut Şevket Paşa’nın hükümete danışmadan sıkıyönetim ilân etmesi ve çeşitli

bildirilerle yönetimi ele alması hükümeti boşluğa düşürmüştü. Tevfik Paşa, Kanuni Esasi’nin

113. maddesine göre Sıkıyönetim ilânı kumandanların yetkisinde olmayıp hükümetin

sorumluluğunda olduğunu bildiği için, İdare-i Örfiye ilânını meşru bir şekil vermek üzere

telgraf içeriğini Mahmut Şevket Paşa’nın bir teklifi şeklinde Padişaha arz edip iradesini

almaya karar vermiştir. Yarım saat içinde beklenen irade çıkmıştır. Bunun üzerine Tevfik

Paşa meseleyi Mahmut Şevket Paşa ile Ayastefenos’daki Meclis-i Mebusan’a tebliğ etmiştir.

Hareket Ordusu kumandanlığı tarafından İdare-i Örfi ilân edildiği Meclisi-i Milliye

bildirilmiş, aynı gün İdare-i Örfi ilânı Meclis-i Milli tarafından uzun tartışmalardan sonra

kabul edilmiştir. Yine, Şevket Paşa’nın isteği ile hükümet, kurulacak Harp Divanı’nın başına

Tophane Nazırı Ferik Hurşit Paşa’yı atadı. İstanbul’da sanki iki başlı bir yönetim başlamıştı.

Hükümet bu duruma bir son vermek için ertesi gün güvenoyu verilmezse, hükümetin istifa

etmiş sayılması gerektiğini meclise bildirdi437.

25 Nisan 1909’da Tevfik Paşa istifa zabtını padişaha göndermiştir. Ancak bir süre sonra

Sait Paşa ve Ahmet Rıza’nın bir tezkeresi geldi. Bu tezkerede Meclis-i Umumi kararıyla

güven konusunda bir karara varılıncaya kadar görevden ayrılmaması rica ediliyordu. Tevfik

Paşa bu ricayı kabul etti ve işgal altındaki Saraya giderek durumu II. Abdülhamid’e bildirdi.

Tevfik Paşa göreve devam edileceğini diğer nazırlara da bildirdi

3.2. İsyanın Sorumlularının Belirlenmesi

31 Mart Olayı’nın hemen sonrasında isyanı hazırlayan ve başlatan muhalefet olarak

görülmektedir. Ahrar Fırkası, Fırka-ı Muhammediye, Fedakaran-ı Millet, Taşnak Cemiyeti,

Arnavut, Kürt, Rum, Arap ve Ermeni Kulüpleri, Kâmil Paşa, Oğlu Said Paşa, Prens

Sabahaddin, Mizancı Murad, Derviş Vahdeti, Said-i Kürdi, medrese öğrencileri ve ulema,

436 Mehmet Tevfik Biren, II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, (Haz. F. Rezan

Hürmen), Arma Yayınları, 1993, s.28. 437 İsmail Hami Danişmend, 31 Mart Vakası, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1986, s.134-138.

Page 192: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

181

Volkan gazetesi, Serbestî gazetesi, İkdam gazetesi gibi çeşitli cemiyetler, partiler, kulüpler,

kişiler, gazeteler muhalefeti oluşturmaktadır438.

31 Mart Olayı’ndan sonra İttihatçıların önünde büyük ölçüde engel kalmamış ve Bâb-ı

Âli bürokrasisi de partinin hâkimiyetine girmiştir. Artık İttihat ve Terakki kendini vatanı

kurtaran bir parti olarak görüyordu ve kendisine karşı çıkanları daha rahat bir şekilde hain

olarak vasıflandırıyordu439. İsyanın bastırılmasından sonra sıra suçluların belirlenerek

yargılanmasına gelmişti.

28 Nisan 1909 tarihinde Şevket Paşa’nın imzasını taşıyan resmi bir bildiri çıktı.

Bildiride “hain ve canilerin”, “masum kanların müsebbiplerinin” kanun pençesinde Şeriata

göre cezalandırılacakları ilân oluyordu. “Fesatlık” ve “nifakçılığa” meydan verilmeyeceği

belirtiliyordu. Ama fesatlı ve nifakçılık kavramlarının kapsamı açık olmadığı için bu ucu açık

geniş yorumlanabilecek kavramlar muhalefette derin bir korkunun doğmasına neden oldu. Bu

nedenle aralarında Ahmet Cevdet, Ali Kemal, Rıza Nur, İsmail Kemal, Mısırlı Prens Aziz

Paşa, Serbestî gazetesi başyazarı Mevlânzade Rifat, Ahmet Celaleddin Paşa, Ergiri Mebusu

Müfit, Kâmil Paşazade Said Paşa’nın da bulunduğu muhalif kişiler yurt dışına kaçmayı tercih

ettiler. Volkan gazetesinin sahibi Derviş Vahdeti, Abdullah Zühtü, Berat milletvekili İsmail

Kemal, Ahrar Fırkası Genel Sekreteri Nurettin Ferruh Alkent de yurt dışına kaçmaya

çalışacaktır.

Bu yeni durumda muhalefet sinmiş, taraf değiştirmeye başlamış ve birbirlerini

suçlamaya başlamıştır. Bu olay en iyi Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yaklaşmaya başlaması

ile birlikte taraf değiştirmeye başlayan basında izlenebilmektedir. Hareket Ordusu’nun

İstanbul’a gelişine kadar muhalif olan gazeteler de ittihatçılar gibi suçlu arayışına girerek

sorumluluktan kaçınmaya çalışmışlardır.

Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişiyle olaylar karşısında siyasi dönüşün en belirgin

örneği İkdam’dı. İkdam’ın “En Büyük Tehlike Nedir?” başlığını taşıyan imzasız başyazısı,

Şeriata bağlılığı ve “asker kardeşlerimizin” o yoldaki meşru emellerini “takdir ve tecbil”

ettikten sonra, dört gündür memleketin büyük tehlikeler geçirdiğini ve geçirmekte olduğunu

“itiraf” ediyordu. Zira Avrupalılar, hatta Anadolu bile, Meşrutiyet’in varlığını şüpheli

görüyordu. Benzer bir değişiklik askerlere karşı tutumda göze çarpıyordu. İkdam, “asker

kardeşlerimize” yazısında subaylar hakkında yazılmış şikâyet mektuplarını basmayacağını

açıklıyor ve bu mektupların temsil ettiği tutumun ele güne ayıp olduğunu anlatıyordu. Öte

438 Bayram Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2002, s.178. 439 M. Şükrü Hanioğlu, “İttihat ve Terakki Cemiyeti”, DVİA, c.XXIII, İstanbul, 2001, s.483.

Page 193: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

182

yandan, Harbiyeli subaylara karşı yakınlık ve sevgi gösteren, askerlerce yazılmış iki mektup

yayımlanıyordu. İkdam’da “Sultanzade Sabahaddin Beyefendinin”, “Asker Kardeşler!” diye

başlayan açık mektubu yer alıyordu. Prens, “Yaşasın Şeriat” diyordu. Bu yazısı Prensin daha

sonra irticacılıkla suçlanmasına neden olacaktır. 16 Nisan 1909 günlük İkdam’da başlığı

“Ahalimize, Muazzez Asker Kardeşlerimize Bir Nasihat-ı Dini’ye” olan yazıda, hem

Meşrutiyeti tehlikeye atan bir ihtilâl ve fitne olayı olarak, hem askeri disiplin açısından, hem

de İttihatçı gazetelerin yıkılması gibi davranışlar bakımından ayaklanma iyice yeriliyordu440.

İkdam’a göre 31 Mart ayaklanmasına ve birçok genç subayın masum kanlarının dökülmesine

sebep olan Derviş Vahdeti’dir.

Mizan’da, Murad Bey savunma haline geçer. Kendisinin hiçbir heyet, kimse, makamla

hiçbir “münasebet ve muamelesi” olmadığını yazar. 31 Mart günü saat 8.15’de köprü üzerine

çıkmadan önce, olaydan “zerre kadar” bilgisi olmadığını iddia eder. Mizan’da ise askerin

mektepli subay istemediği iddiasının “bühtan” olduğu gibi garip bir görüş ileri sürülüyordu.

Bundan başka bir de not göze çarpıyor. Mebusan, Babıâli, Matbuat Cemiyeti, ya da Takvim-i

Vekayi ile ilân olunmayan haberlere kulak asılmaması isteniyordu. Mizan’ın 16 Nisan 1909

tarihli sayısında Murad Bey, Meşrutiyet ve Millet Meclisi olmazsa hiçbir şeyin elimizde

kalmayacağını yazmaktadır. Murad Bey’e göre istibdat geri gelirse din elden gider, zulüm

yapılır, memleket ilerleyemezdi441. Mizan’a göre bundan sonra izlenecek siyaset, bütün

devletlerle iyi ilişkiler içinde bulunmak, bütün sermayeleri eşit tutmak ve İngiltere ile ilişkileri

güçlendirmek olmalıydı. Murad Bey, yenenin, yenilene kanun dışı muameleler yapmaması

gerektiği savunuluyordu.

Olayları bastıran İttihatçıların padişahı olaylardan sorumlu tuttuğu bilinmektedir.

Abdülhamid’le yakın temasta bulunan yerli ve yabancı diplomat ve siyasetçilerin onun son

derece etkileyici bir kişiliğe sahip olduğunu belirtmektedirler. Güçlü bir hafızaya sahip

olması, olayları uzun zaman geçse de ayrıntılı bir şekilde hatırlamasını sağlamakta idi. Ancak,

şüpheci tutumu en küçük bir ihbarı bile tahkik etmeye kendini sevk etmekte idi. İnsanlara

müşfik olmasının yanında, belki de günlük siyasetin gereği olarak ayak oyunlarına da

girebilmekte idi442.

Muhalefet olayların sorumluluğunu birbirlerine atarak, İttihatçılardan yana görünmeye

çalışarak içine düştükleri kötü durumdan sıyrılmaya çalışmışsa da İttihat ve Terakki Partisi

tarafından oluşturulacak mahkemede sanık olmaktan kurtulamamıştır. II. Abdülhamid ise 440 İkdam, 16 Nisan 1909, Nr: 5349. 441 Mizan, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909, Nr: 132. 442 İ. Hakkı Uzunçarşılı, “II. Sultan Abdülhamid’in Hal’i ve Ölümüne dair Bazı Vesikalar”, Belleten, c.X, TTK

Yayınları, Ankara, 1946, 705-706.

Page 194: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

183

İttihatçıların da muhalefetin de hasımı olduğu için, olaylar karşısındaki tavizci politikası

nedeniyle hadisenin mimarlarından biri olarak suçlanacaktır.

3.2.1. Muhalefetin Yargılanması

Yeni Kabinenin 1 Mayıs 1909’da kurulmasından sonra İttihatçılar 31 Mart Olayı’nın

suçlularının cezalandırılması için Divan-ı Harb-i Örfi443 Yargılamalarına başlamışlardır.

Topçu Feriki Hurşit Paşa başkanlığında 28 Nisan 1909’da kurulan Divan-ı Harb-i Örfi’de

tutuklananlar444 sırayla yargılanmaya başlandı.

Sıkıyönetim mahkemelerinden ilk karar 3 Mayıs’ta çıkmış ve on üç kişi asılmıştı.

Bunlar askerin basma geçip kumandayı ellerine alan çavuşlardı. Ayrıca. Nâzım Paşa ile Aslan

Bey’i öldüren beş kişi Ayasofya’da yine askeri yönlendiren beş çavuş ve onbaşı Beyazıt’ta.

Mülazım İlyas’ı öldüren üç er köprüde idam edildiler. 12 Mayıs’ta Ali Kabuli Bey’i öldüren

on altı kişinin sekizi Kasımpaşa’da diğerleri ise Beşiktaş ve Beyazıt’ta asıldılar ki bunlar

deniz askerleriydiler445.

İsyancılarla işbirliği yaptıkları için 17 Mayıs’ta asılan beş kişinin dışında, Saraydan

Başmuhasip Cevher Ağa, Tütün kıyıcısı Mustafa Ağa, Tüfekçi Albay Halil, Danıştay

üyelerinden Tayyar, Protesto gazetesi yazarı Nadiri Fevzi, Rüsumat Kalemi Müdür

Yardımcısı Tevfik ve Derviş Vahdeti’nin arkadaşlarından Enderunlu Lütfü 27 Mayıs’ta idam

edildiler446.

443 İkdam gazetesi, 27 Nisan 1909 tarihli sayısının 2. sayfasında Divan-ı Harb-i Örfi’nin işleyişi hakkında şu

bilgiler verilmektedir: “Hûne-i melunenin (Kana bulaşmış melunların) Divan-ı Harb-i Örfi huzurunda

muhakemelerinin icra ve cezay-ı sezalarının (layık olan cezalarının) tertib ve itasında takarrur eylemekle, divan-ı

mezkur Harbiye dairesinde resmen ve katiyen teşkil ederek evvelki günden itibaren ifay-ı vezaifeyi ibtidar

eylemiştir. Heyet-i müşarünileyh zevat-ı atiden mürekkebtir:Reis: Topçu ferik saadetlü Hurşit Paşa hazretleri,

Aza: Hareket Ordusu Birinci Fırkası Kumandanı Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa hazretleri, Aza: Üçüncü Topçu

Fırkası Kumandanı Mirliva Hasan Rıza Paşa, Aza: Erkan-ı Harbiye Mirlivalarından Nazif Paşa, Aza: Erkan-ı

Harbiye Kaymakamlarından Cemal Bey, Aza: Bahriye Kaymakamlarından Vasıf Bey, Aza: Bahriye

Kolağalarından Rauf Bey, Divan-ı Harb-i Örfi maiyetinde olmak üzere ayrıca üç heyet-i tahkikiye teşkil etmiştir.

Bu heyetler müsebbeb-i isyan ihtilal olanların hin-ı tevkiflerinde tahkikat-ı ibtidaiyelerini ifa edecek ve neticey-i

tahkikatını mübeyyen, tanzim edecekleri raporları Divan-ı müşarünileyhe takdim eyleyecektir. 444 31 Mart Olayı’ndaki rolü nedeniyle tutuklananlar, bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü’nün

içerisinde bulunan “Bekir Ağa Bölüğü” denilen yerde tutuluyordu. 445 Ecvet Güresin, 31 Mart İsyanı, Yenigün Haber Ajansı Yayınları, İstanbul, 1998, s.76. 446 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.306.

Page 195: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

184

Yüzden fazla isyancı yargılamaları sonucunda tümü Sultanahmet Meydanı’nda

asıldılar. Padişahın adamlarından Said ve Tüfekçibaşı Tahir paşalar, askerlikten atıldılar.

Prens Ahrar Fırkası lideri sıfatıyla Sabahaddin Bey, Mizancı Murad, Rıza Nur, Said Nursi,

Osmanlı Gazetesi sahibi Ahmet Fazlı’da tutuklanmışlardı. Prens Sabahaddin Pendik’te daha

önce yakalanmış ve tutuklanmıştı. İstanbul gazetesine göre Prens, Pendik’ten istimbotla

Karaköy köprüsü karakoluna, sonra da arabayla İstanbul’a götürülmüştü. Sabahaddin Bey’in

sonradan yazdığına göre Manastır’da çıkan İttihatçı Neyyir-i Hakikat gazetesi kendisinin

ayaklanmayı düzenlediğini, sonra da Mısır’a kaçtığını ileri sürmüş. Sabahaddin Bey Harbiye

Nezaretinde bir odaya hapsolunmuş, yapılan soruşturmanın sonunda Mahmut Şevket Paşa ile

harp divanı başkanı Hurşit Paşa odasına gelerek tevkif edilmesinin “sebepsizliğinden” dolayı

özür dilemişler ve Sabahaddin Bey’in tevkifini gerektirecek hiç bir delil mevcut olmadığından

serbest bırakılmıştır447. O da yurtdışına çıkmıştı. Ahmet Fazlı da serbest bırakıldı. Murad Bey

ölünceye kadar Rodos adasında hapsedildi. Mevlânzade Rıfat on yıl sürgün cezası aldı.

Gazeteler tevkif edilenleri yazıyordu. Bunların içerisinde en önemlisi Prens Sabahaddin

Bey idi448. Hareket Ordusu İstanbul’a geldikten sonra arkadaşlarının birçoğu gibi kaçmak

yolunu seçmemiş olan Prens Sabahaddin, Pendik’te yakalanarak tutuklandı. 2–3 gün Harbiye

Nezareti’nde tutuklu kaldıktan sonra, Mahmut Şevket Paşa ile Harp Divanı Başkanı Hurşit

Paşa odasına gelerek özür dileyip, kendisini serbest bıraktılar. Bir de alenî “itizarname”

yayımlandı. Bunun üzerine Prens yurtdışına çıktı. İkdam’da İstanbul Merkez Kumandanı

Erkan-ı Harbiye Binbaşısı Remzi imzalı şu ilân çıkar: “Sultanzade Sabahaddin Bey’in

tevkifini icabettirecek hiçbir delil mevcut olmadığından hürriyetleri maalitizar iade edildiği

ilân edilir449.”

Sina Akşin’e göre Prens Sabahaddin’in salınıvermesinde destekçisi olduğu İngiltere’nin

baskısı etkili olmuştur. Sina Akşin’e göre İttihat ve Terakki, kurdurduğu Meşrutiyet düzeninin

Avrupa’da sağladığı ve sağlayacağı itibara adamakıllı bel bağlamıştı. Haklı nedenlerle de

olsa, Meşrutiyet’in kurulmasından bu yana daha bir yıl bile geçmeden muhalefetin tamamen

ezilmesi ve önderinin idama mahkûm edilmesi Avrupa’da iyi karşılanmayacaktı. Zaten

muhalefetin önderlerinden kimi kaçmış ya da Prens gibi gitmek zorunda bırakılmış, kimi

ayaklanmadan önce yaptıkları kışkırtıcı yayınlardan dolayı hapis ve sürgün cezalarına

447 “Sultanzade Mehmed Sabahaddin Bey’in tevkifini icap ettirecek hiçbir delil mevcut olmadığından hürriyetleri

maalitizar iade edildiği ilân edilir. 15 Nisan 1325. İstanbul Merkez Kumandanı, Erkan-ı Harp Binbaşısı Remzi.

Bkz: Ahmed Bedevi Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yay., İstanbul, 2000, s.345. 448 İkdam, 28 Nisan 1909, Nr:5359. 449 İkdam, 29 Nisan 1909, Nr:5360.

Page 196: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

185

mahkûm edilecekti. Yalnız Vahdeti gibi çok sivri ve “ayak takımından” bir önder idam

edilecekti450.

Bundan sonra iktidarı eleştirmek 31 Martçı damgasını yemekle yüz yüze gelmek

demekti. Dr. İbrahim Temo ve Dr. Abdullah Cevdet gibi İttihat ve Terakki’nin kurucuları ve

isim babaları bile bundan nasibini alacaklardı451.

Muhalefetin keskin sözcülerinden Murad Bey de tutuklanarak yargılananlar arasında yer

alır. İbrahim Temo yazdığı anılarında tutuklama sonrasını şu şekilde anlatmaktadır: “Fakat

mimlenmiş Murad Bey, İttihatçıların eline geçer geçmez, pek aşağılayıcı bir biçimde

tutuklanarak, o vaktin Serasker Kapısına götürülüp pis ve boş bir odaya kapatılmıştı. Onu

tanıyanlar ve makalelerini alkışlayanların hiç biri gidip ne halde olduğunu sormamıştı. Yine

ben, onun ittihatçıların koca ninesi diye, Kayseriliye ve binbaşıya tarif eden bu fakir dostu, hiç

bir kimseden korkmayarak gidip kendisini görmüştüm. Ama ne görüş?! Talim meydanına

bakan açık ve tek pencereli hücrenin demir parmaklıkları, döşemesi, Murad Beyin sakalı ve

yüzü bile tükürük ve balgam içinde. Silecek bir mendili de yok. Beni görünce şaşırdı ve

‘halime bak doktor’ diyerek gözyaşlarını tutamadı. Kendisine silinecek bir mendil ve bir paket

sigara verdim ve ‘bu da geçer yahu’, diye dervişanca bir sabır ve sebat tavsiye ettim. Meğerki

o, benim de onun yüzüne tükürmek için getirildiğimi sanmış ve yüreği yanmış. ‘Ah doktor!

Ben seni çok fena bellemişim’ dedi452.”

Said Nursi 1 Mayıs 1909’da yakalanarak tutuklanır. Said Nursi bir süre tutuklu

kaldıktan sonra, Divan-ı Harb kuruluşunda yer alan İkinci Heyet-i Tahkikiye tarafından

sorgulanır. Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanırken mahkeme başkanı Hurşit Paşa

tarafından yapılan soruşturmada şeriat istediği yönündeki iddiaları kesinlikle yalanlamıştır.

Mahkeme sonunda Said Nursi yirmi üç gün hapis yattıktan sonra berat ederek serbest

bırakılmıştır453.

İsyanın baş kışkırtıcısı olduğu savıyla Derviş Vahdeti yakalanarak yargılanmıştır.

Derviş Vahdeti, üzerinden çıkan İngiliz altınları için mantıklı bir açıklama getirememiş,

450 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, , Remzi Kitapevi, İstanbul, 1987, s.130. 451 Akşin, İttihat ve Terakki, s.178. 452 İbrahim Temo, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Kurucusu ve 1/1 No’lu Üyesi İbrahim Temo’nun İttihad

ve Terakki Anıları, Arba Yayınları, İstanbul, 1987, s.195. 453 “Bediüzzaman Said-i Kürdi Efendi mukaddemen vaki olan ihbarat-ı saniadan ibaret olduğu ve bilakis

mumaileyhin tesis-i Meşrutiyette hidemat-ı ber güzidesi sebk eylediği tahakkuk eylemekle, tahliye edilmiştir.”

Bkz: Tanin, 11 Mayıs 1325/24 Mayıs 1909, Nr: 260.

Page 197: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

186

kurduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve Volkan Gazetesi aracılığıyla askerleri ve halkı

kışkırttığı sonucuna varılmıştır454.

Divan-ı Harb-i Örfi yargılamaları sonucu suçu sabit görülenler idam cezalarına

çarptırılmıştır. İdam cezalarının gerekçesi “Tarz-ı hükümete Tağyir ve Tebdile Teşebbüs”

olmuştur. İdamlar Kasımpaşa, Beşiktaş ve Beyazıd’da gerçekleştirilmiştir. Bir günde on yedi

kişinin idamının infaz edildiği dahi görülmüştür455.

Derviş Vahdeti, Hakkı Bey, sabık Birinci Ferik Mehmet Paşa, sabık Erzurum Fırkası ve

mevkii kumandanı Yusuf Paşa, sabık Miralay Nuri Bey, Sabık Miralay İsmail Bey, Nefer

Süleyman, Nefer Saim, Kâmil Ağa, Hasan Ağa darağacına çekilecek olan mahkûmlardı456.

İdam edilenler arasında Derviş Vahdeti ile birlikte, yaver ve hafiye Kabasakal Mehmet Paşa,

Erzurum’da isyancılara destek veren Yusuf Paşa, İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinden

Yüzbaşı Hakkı ve İspatari’yi öldüren İzmirli Saim gibi kişiler bulunuyordu457.

Meclis’te isyancılar adına konuşan Hoca Rasim müebbet, Tüfekçibaşı Tahir ile İkinci

Küçük Tahir altışar yıl küreğe mahkûm edildi. Abdülhamid’in yakınlarından Serasker Rıza,

Memduh Zeki, Rami Paşalar daha sonra Büyükada’ya sürgüne gönderilmişlerdir.

Ali Kabuli Beyin katiline karışan bahriye askerleri ve onları dualarıyla teşvik eden tabur

imamıyla birlikte 23 kişi Divan-ı Örfi Kararıyla idam edilmiş, Enderun-ı Hümayun

müezzinlerinden Ali Efendi ise, Ali Kabuli Bey’in ölümü ile ilgili olarak şüpheli bulunduğu

için Sakız Adasına sürülmüştür. 11 Temmuz 1910 tarihinde Durmuş Çavuş, Ali Kabuli

Bey’in katillerinden biri olduğu iddiasıyla Rize’nin Hamallar Karyesinde saklanırken

yakalanmış, hakkındaki idam kararının tatbiki için genel hapishaneye sevk edilmiştir.

Divan-ı Harb’in vardığı sonuçlardan biri de, II. Abdülhamid’in Tüfenkçilerinden

Miralay Halil’i Serbestî gazetesinin sahibi Mevlânzade Rıfat’ı öldürtmeye memur etmiş

olduğu ve bu uğurda görüşmeler yapıldığı merkezindeydi. Yalnız, Hasan Fehmi Bey’in

öldürülmesinde Saraydan geldiği iddia edilen bu teşebbüslerin etkili olup olmadığı kesinlikle

belli değildir458.

454 Osman Selim Kocahanoğlu, Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Temel Yay., İstanbul, 2001, s. 194-195. 455 Divan-ı Harb-i Örfi yargılamaları sonucunda idam ve hapis cezasına mahkûm olanların listesi için bkz: Son

Vak’anuvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi -II. Meşrutiyet Olayları, (Haz. Bayram Kodaman-Mehmet

Ali Ünal), TTK Yay., Ankara, 1996, s.209-257. 456 Sadık Albayrak, 31 Mart Gerici Bir Hareket mi?, Bilim-Araştırma Yayınları, İstanbul, 1987, s. 351 457 Güresin, a.g.e., s.77. 458 Akşin, İttihat ve Terakki, s.118.

Page 198: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

187

3.2.2. II. Abdülhamid’in Hal’i

Her ne kadar II. Abdülhamid’in 31 Mart Olayı’nın ortaya çıkması ile doğrudan bir

bağlantısı görünmese de İstanbul’a girerek Meşrutiyeti muhafaza etmeye çalışan Hareket

Ordusu kurmayları ve İttihatçılar yaptıkları bu ikinci askeri müdahalenin ana hedefine yine

padişahı yerleştireceklerdir. II. Abdülhamid’in isyan sırasında izlediği çizgisi belirli olmayan

ama isyankârlara da göz kırpan siyasi duruşu, hükümetle birlikte padişahında gitmesinin

zaruri olduğu inancının doğmasına neden olmuştur. İttihat ve Terakki kurmaylarınca artık II.

Abdülhamid’in hal’ zamanı gelmiştir.

3.2.2.1. Hal’ Kararının Alınması

27 Nisan 1909 Salı günü Meclis-i Umumi-i Millet saat 08.00’de toplandı. Meclis, II.

Abdülhamid’in yıllarca sadaret makamına getirdiği ve II. Abdülhamid’in yetiştirmesi olarak

bilinen Ayan Reisi Küçük Said Paşa başkanlığında toplanmıştır. Milli Meclis, 240 Mebus ve

34 Ayan olmak üzere 274 kişi ile toplanmıştır. Meclis-i Umumi-i Millet kararının ne yönde

olacağı daha meclis Ayastefanos toplantısında kararlaştırılmıştı. Önce Rumeli’den gelen bazı

telgraflar okundu. Bunlar Abdülhamid’in davranışlarından dolayı tahttan indirildiğini ve

hutbelerde adının anılmayacağını haber veriyordu. Alışkanlıkla karşılanan bu telgraflardan

sonra Mahmut Şevket Paşa’nın Yıldız’daki memur, hademe, ağa ve tüfenkçilerin teslim alınıp

vapurlara bindirildiklerini ve böylece askeri harekâtın sona erdiğini bildiren 12 Nisan 1325

günlü telgrafı okundu.

Mecliste hal’ işleminin tamamlanması sırasında halkın işin şeriata uygun yapıldığına

inanması için bir fetvanın alınması gereği ortaya kondu. Şeyhülislam Mehmet Ziyaeddin

Efendi ve Fetha Emini Hacı Nuri Efendi meclise gelmiştir. Bunlar gelmeden önce Hal’

fetvasının ilk müsveddesini sarıklı mebuslardan olan Elmalı Hamdi Efendi hazırlamıştır.

Ancak Fetva Emini Hacı Nuri Efendi, Elmalı Hamdi Efendi’nin kaleme aldığı fetva metnini

imzalamak istememiştir. Fetva Emini Hacı Nuri Efendi, Padişaha isnat edilen üç suçu

işlediğine inanmadığı için fetvayı imzalamak istememiştir. Bu üç isnat şunlardır: 31 Mart

İsyanına sebep olmak, dini kitapları yaktırmak ve devlet malını israf etmek459. Bu metinde

özetle, Abdülhamid’in dini kitapları yakıp yırttırdığı, devlet hazinesini israf ettirdiği, kanuni

sebepler olmadan şahısları hapsettirip öldürdüğü, memleketin pek çok yeri onu hal’ edilmiş

459 Danişmend, a.g.e., s.155-156.

Page 199: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

188

tanıdığına dair haberler geldiği, yerinde kalması zarara, gitmesi faydaya ve iyimserliğe sebep

olacağından sultanlık ve halifelikten vazgeçmesi ya da tahttan indirilmesi lüzumu

belirtilmiştir. Fetha Emini Hacı Nuri Efendi: “Fetvayı onaylamak bana değil, Şeyhülislam’a

aittir. Ben yalnız örneğini hazırlarım Şeyhülislam onaylar” demiştir. Sonra da: “Size bunu

yapmayın derim. Eğer ki saltanat değişikliği isteniyorsa, Meclisçe teklif edilsin ve

Abdülhamit kendisi istifa etsin” diyerek kendi görüşünü belirtmiştir460. Fetva Emini Hacı Nuri

Bey aksi yönde görüş belirtmiş, ancak İstanbul Mebusu Mustafa Asım Beyin iknaları ile bu

fetvayı onaylamıştır.

II. Abdülhamid gibi ümmetçilik politikası izleyen bir padişahın dini kitapları yaktırdığı

ve hazineyi israf ettiği iddiaları komik kaçmaktadır. 31 isyanından sorumlu tuttukları

muhalefet ve padişahın kendi amaçları doğrultusunda dini kullandıkları hükmüne varan

ittihatçılar, böyle bir ferman dayatarak kendileri ile çelişmektedirler. Zira İttihatçıların çoğu

pozitivist oldukları için Osmanlının “Teokratik” yapısına ve padişahın izlediği ümmetçilik

siyasetine karşı çıkmışlardır. Ama Tahtan indirmeyi maruz gösterecek sebepler içine etkili

olacaklarını düşündükleri dini gerekçeler koymaları ile dini siyasete alet etmişlerdir.

İtirazlar üzerine Ahmet Hamdi fetvayı Hal’ ve istifa olmak üzere iki seçenekte hazırladı.

Bundan sonra oturum yeniden başladı. Bazıları tahttan indirme, bazıları da istifa teklifini

savundu. Fetvalar uzun tartışmalara neden oldu. Talat Bey, halkın egemenliği ilkesinden taviz

vermek istemeyen bir tavırla Kürsüye çıkarak fetvadan evvel hal’e karar verildiğini hatırlattı.

Tahttan indirme kararını savunanlar ağır bastı. Bunun üzerine Said Paşa ayağa kalkarak önce

tahtan indirmeyi, sonra da “Beşinci Mehmet unvanıyla” Reşat efendinin tahta çıkışını oya

koydu. Meclis’e başkanlık eden Said Paşa: “Efendiler, okunan fetva ve milletin istekleri

çerçevesinde, II. Abdülhamit’in hilafet ve saltanat makamından indirilmesine karar veriyor

musunuz?” diye sorunca milletvekilleri: “Karar veriyoruz” diye bağırdılar. Her yerden Hal’

sesleri yükseldi. Üyeler bu öneriyi ayakta oy birliği ile kabul ettiler461.

Meclis-i Mebusan Reisi: “Abdülhamit tahttan indirildi. Yegâne meşru veliaht Mehmet

Reşat Efendi’nin tahta geçmesine karar veriyor musunuz?” diye sordu. Meclis üyeleri

“Veriyoruz Yaşasın V.Mehmet” diye bağırdılar462. Meclisin kararıyla veliaht Reşat Efendi,

“V. Mehmed Reşat” unvanı ile tahta çıkmıştır. Böylece II. Abdülhamid’i tahttan indirilmiş ve

yerine V. Mehmet Reşat padişah olmuş oldu463.

460 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.274. 461 Tevfik Çavdar, Talat Paşa, TTK Yay., Ankara, 1995, s.138. 462 Borak, a.g.m., s.359. 463 I. Ahmet, Fatih Sultan Mehmet zamanında çıkartılarak yasallaştırılan kardeş katlini vacip kılan fermanı

kaldırarak Osmanlı veraset usulünü düzenleyip, “ekber” ve “erşid” olanının başa geçmesi kuralını getirdi. Bu

Page 200: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

189

Sultan Abdülhamid, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyüşünde herhangi bir mani

çıkarmamıştır. Mahmut Şevket Paşa’nın Yeşilköy’den Padişah’a gönderdiği telgrafta belirttiği

teminata inanmayan II. Abdülhamid, saltanattan feragat ettiğini “Meclis-i Milliye” Sadrazam

Tevfik Paşa ile resmen bildirmesine rağmen, iş bir güç gösterisine dökülmüş ve feragat etmesi

değil hal’ edilmesi gerektiğinde ısrar edilmiştir. Bunun üzerine, İttihatçıların ve ordunun

vesayetindeki Meclis, 31 Mart isyanının çıkışından II. Abdülhamid’i sorumlu tutarak hal’

etme yolunu tutmuştur464.

V. Mehmed Reşat, Harbiye Nezareti’ne geldi. Ayan ve Mebusan başkanlarının, ikinci

başkanlarının, kabinenin bazı kumandanların huzurunda, Meclis başkanlarının “ihtarı”

üzerine, Şeriatı, Kânun-u Esasî hükümlerini Meşrutiyet usulünü, milletin haklarını

koruyacağına dair and içti ve kendisine biat edildi. Reşat padişah olduktan sonra, Tevfik

Paşa’yı Dolmabahçe’ye çağırıp Sadarete atadı.

3.2.2.2. Hal’ Kararının Tebliği

Bundan sonra kararın tebliğ edilmesi için kimin gönderileceği konuşuldu ve en sonunda

Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa, Dıraç milletvekili Esat Paşa (Arnavut), Selanik Milletvekili

Emanüel Karasu Efendi (Yahudi) ve Ayan Aram Efendi’den (Ermeni) mevcut olan grup

tahttan indirme kararını tebliğ etmek için görevlendirildi.465 Böylece II. Abdülhamid’e

düşman olan Ermeni’den, Yahudi’den, Arnavut’tan ve İttihatçı Arif Hikmet Paşa’dan oluşan

bir tebliğ kadrosu seçilmiştir. Seçilen kadronun etnik kimliklerine bakıldığında II.

Abdülhamid’e hasım unsurlar arasından seçildiği görülmektedir. İttihat ve Terakki Cemiyeti

bu seçimi İttihat-ı Anasır’a bağlamaktadır.

II. Abdülhamid’in Başkâtibi Ali Cevat Bey saat 16.30’da top sesleriyle Sultanın hal’

edildiğini anlamıştır. Daha sonra Enver Paşa Ali Cevat Bey’e bir telgraf vermiştir. Ali Cevat

Bey’e verilen telgrafta, “Yıldız Sarayına Ayan ve Mebusandan mürekkeb bir heyet geliyor.

Hüsn-ü Muhafazasına İtana ediniz” denilmektedir466. Muhafız ve hizmetkârları tutuklanmış

ya da kaçmış olduğu için, boşalmış ve mutfak hizmetleri yapılmadığından açlık sıkıntısı

düzenleme ile padişah olma hakkı sadece padişah çocuklarına ait olmaktan çıkmış, hanedan ailesine mensup olan

yakın akrabalara da tanınmış oldu. Bu nedenle Abdülmecit’in oğlu ve II. Abdülhamid’in kardeşi Sultan Reşat, 64

yaşında padişah olabildi. 1918’e kadar 9 yıl padişahlık yaptı. 464 Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, Selçuk Yayınları, Ankara, 1984, s.142. 465 İrtem, Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.282. 466 Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlânı, s.80.

Page 201: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

190

çekilen Yıldız Sarayı’nda, II. Abdülhamid tahtan indirildiği haberini aldı. II. Abdülhamid,

kararı tebliğe gelenlerin kimler olduğunu öğrenince: “Bir Türk padişahına, bir İslam

Halifesine kararı bildirmek için bir Arnavut, bir Yahudi, bir Ermeni’den ve bir nankörden

başkasını bulamamışlar mı?” demiştir. Heyete de: “Ne yapalım, Feman-ı İlahi böyle imiş.

Rıza göstermekten başka çare yoktur.” demiştir467. II. Abdülhamid görevlendirilen heyete

kardeşi Sultan V.Murad’ın da ikamet ettiği Çırağan Sarayında son günlerini geçirmek

istediğini rica etmişse de Arif Hikmet Paşa bu konuda yetkili olmadıklarını ve ricayı meclise

ileteceklerini söylemiştir. Ordu, II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması sakıncalı olacağını,

Selanik’te ikamet ettirilmesi uygun olacağını meclise bildirdi. Meclis bu isteği de oybirliğiyle

kabul etti. Hareket Ordusu kurmayları da İttihatçılar da II. Abdülhamid’in kontrolün kendi

ellerinde olduğu Selanik’e sürgününün daha uygun olacağını düşünüyorlardı. Böylece çıkacak

olası bir darbede ellerinde bulunan II. Abdülhamid’in yeniden tahta çıkarılması söz konusu

olmayacaktı. Daha sonra Divan-ı Harb-i Örfî, II. Abdülhamid’i isyana katılmış olduğu

gerekçesiyle muhakeme etmek istediyse de, Hüseyin Hilmi kabinesi, bunu oybirliğiyle

reddetti. Böylece II. Abdülhamid’in, 31 Ağustos 1876 yılında başlayan ve 27 Nisan 1909’a

kadar süren yaklaşık otuz üç yıllık saltanatı son bulmuş oluyordu.

II. Abdülhamid Hal’ edilmesi ile ilgili şu görüşte bulunmuştur: “10 Temmuz’dan 31

Mart’a kadar oluşan olaylar, milletin kabiliyet ve istidadını, ne derece olgunlaşıp, ne derece

adaletten yana olduğunu göstermişti. Ben isteseydim, hal’ kararı verilmeden, o kararın

çıkmasını imkânsız kılacak bir durum yaratabilirdim. Buna tenezzül etmedim. Canımı

korumak kaygısı ile kararsız ve perişan olduğum sanılırken, ben, sağlam ve yürekli Tanrıma

sığınmış, olup bitenlerin bana ne getireceğini bekliyordum. Son saate kadar kaçabilirdim de…

Ben bir süre Avrupa’ya çekilseydim, aradan çok geçmez, yine dönerdim. Bunu bildiğim halde

kaçmaya tenezzül etmedim. Hâlbuki 31 Mart günlerinde düşmanlarım, saklanacak, kaçacak

şehirler ve evler aradılar. Demek ki, o böbürlendikleri yiğitlik de yalanmış.” II. Abdülhamid

Hal’ ediliş şeklinin ise şu şekilde olduğunu iddia etmektedir: “Beni hal’ den çok, hal’in bana

ulaştırılma biçimi üzdü. Ayandan, mebuslardan bir heyet seçmişler. Paldır küldür odama

kadar geldiler. Bunların içinde bulunan Tiranlı Esat Paşa, gayet kaba, küstah bir tavırla

yüzüme karşı: Seni Millet Azl Etti dedi. ‘Hal’ kelimesini bile bana karşı ‘Azl’ şekline koyarak

aşağıladılar. Zavallı Millet! Kendisini bekleyen acı sonu bilseydi!468” II. Abdülhamid: “Azl

olunandan çok, azl eden utansın!” demektedir.

467 Borak, a.g.m., s.359. 468 İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005, 115-116.

Page 202: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

191

3.2.2.3. Yıldız Sarayı Yağması

İttihat ve terakki Cemiyeti İstanbul’a girdikten sonra hedef olarak kendilerine Yıldız

Sarayı’nı seçmişlerdir. Çünkü II. Abdülhamid’in mutlak monarşi döneminden kalan tüm gizli

metinler ile toplanan jurnallere el konulmak istenmektedir. Böylece İttihat ve Terakki

Cemiyeti olaylardan haberdar olarak gerekli önlem ve eylemlerde bulunabilecekti. Bu arada

II. Abdülhamid tarafından biriktirilen değerli emlaka da el konulması düşünülmektedir. Bu

amaçla 31 Mart Olayı’ndan Sonra Yıldız Evrakı Tetkik Komisyonunun Kurulmuştur. Fakat

Saraya giren askerlerin kontrolden çıkarak işi yağmacı bir girişime dökmesi olayın mahiyetini

değiştirmiş, mutlakiyetin kalesine yapılmak istenilen bu fetih girişimi bir anda Yıldız Sarayı

Yağması niteliğine bürünmüştür.

Yıldız Sarayı ilk kez Sultan III. Selim’in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için

yaptırılmıştır. Özellikle II. Abdülhamid (1876-1909) zamanında Osmanlı Devleti’nin ana

sarayı olarak kullanılmış olan Yıldız, günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alır. Sultan

Abdülaziz, 1866 yılında mimar Serkis Balyan’a Yıldız Sarayı ve buna bağlı olan köşkleri inşa

ettirmiş ve bunları bir köprü ile Çırağan Sarayı’na bağlamıştır. Sultan II. Abdülhamid, amcası

Sultan Abdülaziz’in ve ağabeyi Sultan V. Murat’ın birbirini takip eden ikametlerine sahne

olan Dolmabahçe Sarayı’nın deniz kıyısında bulunması ve bu sarayın denizden kuşatılması

ihtimalini göz önünde bulundurarak, 7 Nisan 1877’de Yıldız’a taşınmıştır. II. Abdülhamid,

Nisan 1877’de Dolmabahçe’den Yıldız’daki saraya taşınınca, buraya bundan böyle Yıldız

Saray-ı Hümâyûnu ismi verildi. Bu durumuyla saray, bahçeleriyle beraber 80 dönümlük bir

araziye yayılmıştır. Sarayda, sultanlar ve şehzadeler tarafından ikametgâh olarak kullanılan ve

resmi görevlilere tahsis olunan köşklerden başka, tiyatro, müze, kitaplık, eczane, hayvanat

bahçesi, mescit, hamam, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli binaları

da kapsamaktadır. Sarayın hemen dışında 1. Ordu’ya bağlı hassa tümeninin askerleri

bulunmaktaydı. Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı süresince Yıldız Sarayı’nın çeşitli

yıkımlar, yeniden yapılanmalar ve eklemelerle son derece genişlediği ve giderek Topkapı

Sarayı gibi büyük bir yapılar topluluğuna dönüştüğü görülmektedir. Yıldız Sarayı özellikle

Sultan II. Abdülhamid döneminde kazandığı bu görünümüyle, Osmanlı saray mimarlığının

19. yüzyılda oluşan özelliklerinin dışında kalmaktadır469.

469 Zekeriya Türkmen, “31 Mart Olayından Sonra Yıldız Evrakı Tetkik Komisyonunun Kuruluşu, Faaliyetleri ve

Yıldız Sarayının Araştırılması”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999, s.430-439 ;

http://www.istanbul.gov.tr ; http://tr.wikipedia.org ; http://www.kultur.gov.tr.

Page 203: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

192

Hareket Ordusu öncülerin maslak civarında oldukları haberi ulaşınca, Sadrazam Tevfik

Paşa, Harbiye Nazırı Edhem Paşa ve II. Fırka kumandanı Memduh Paşalar Mabeynde

toplanarak bir dutum değerlendirmesi yaptılar. Bu sırada Yıldız Hamidiye kışlasında bulunan

askerler arasında ise korku ve heyecan had safhaya ulaşmıştı. Bu kargaşa ortamında saray

halkının heyecanlı tavır ve hareketlerine karşı II. Abdülhamid asla kurşun atılmamasını

öğütlemekte idi. Öte yandan, Mahmut Şevket Paşa 23 Nisan 1909 akşamı ertesi günkü

harekat için bir emir yayınladı. Bu emre göre, I. Fırkanın bir gurubu sabah 9.00’da Balmumcu

sırtlarından Zincirlikuyu’ya; diğer bir gurubu Eminönü’nden hareketle Beşiktaş Ortaköy

civarına gelip mevzi alacak, Ihlamur Köşkü’nden hareketle Yıldız’a taarruz edilecekti.

Hareket Ordusu bu plan dairesinde 24 Nisan I909 sabahı Yıldız Sarayı’nı kuşattı. Dışarıda bu

gelişmeler olurken Abdülhamid, yaverlerinden Kaymakam Çerkeş Mehmed Ali Bey’i

defalarca sarayda bulunan askere göndererek gelenlere karşı silah kullanılmaması yolunda

nasihatte bulundu. Yıldız Sarayı’nı kuşatan Hareket Ordusu kuvvetlerinin başında ise Mirliva

Şevket Turgut Paşa bulunmakta idi. Saraydan Şevket Turgut Paşa’ya elçi olarak gönderilen

Mehmet Ali Bey vasıtasıyla görüşmelerde bulunuldu. Varılan anlaşma gereği, 25 Nisan

sabahı Hareket Ordusu birlikleri Yıldız Sarayı’na girerek kontrolü ele geçirdiler470.

Hareket Ordusu hazırlanırken İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Meşrutiyet’in ilânından

bu yana sloganlaştırdığı “İttihad-ı Anasır” fikrine büyük önem verilmiş ve Balkanların çeşitli

etnik unsurlarından olan Makedon, Arnavut, Sırp, Bulgar, Ulah, Rum, Yahudi, Ermeni ve

Çingenelerden müteşekkil gönüllü birlikler de orduya dâhil edilmişlerdi. Hareket Ordusu’nun

çoğunluğunu oluşturan gönüllüler derme çatma, disiplinden uzak bir haldeydi. Bu karma

ordunun Meşrutiyet’in devamı için mi yoksa hizmetleri karşılığı ücret almak ya da yağmada

bulunmak için mi orduya dâhil oldukları muğlâk gözükmektedir. Mahmut Şevket Paşa da

emrindeki bu askeri disiplinden yoksun karma birliklerden çekinmektedir. Mahmut Şevket

Paşa’ya göre, bu karışık efrat her türden kötü olaylara sebep olabilir, çapulculuğa girişebilirdi.

Mahmut Şevket Paşa İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından orduya katılan bu askeri

disiplinden yoksun karma birliklerden rahatsızlık duymaktadır. Sadrazam Tevfik Paşa’nın

kâtibi Ali Şevki Bey’in ifadelerine bakılırsa, Hareket Ordusu’nda bulunan gönüllüler gözleri

kanlı, tavırları korkunç, vahşi tiplerdi ve komutanları sorulduğunda ise Enver ve Niyazi’den

başka kimseyi tanımadıklarını belirtiyorlardı471.

Yıldız Sarayı hiçbir çatışmaya meydan bırakılmadan Hareket Ordusu’nun II. Fırka

komutanı Mirliva Şevket Turgut Paşa’ya teslim olmuştu. Bu sırada Yıldız’a gelen Binbaşı

470 Zekeriya Türkmen, Osmanlı Meşrutiyet’inde Ordu-Siyaset Çatışması, İrfan Yay., İstanbul, 1993, s.85-86 471 Danişmend, a.g.e., s.124-125.

Page 204: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

193

Enver (Paşa) Bey de işgal kuvvetlerinin içinde yer alıyordu. Enver Bey Yıldız Sarayı’na

girerken maiyetinde meşhur Bulgar komitecisi Yane Sandanski’yi de getirmişti. II.

Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ardından tarihe “Yıldız Yağması” olarak geçen 27

Nisan 1909 tarihinde gerçekleşen hadise, askeri disiplini kaybeden çete nevi karma birliklerin

sarayda bulunan değerli emlaki gasp etmesidir.

Teslim olan saray muhafızlarının silahları toplanıp Hareket Ordusu’na teslim edildi.

Sarayı besleyen büyük mutfakların ateşleri söndürüldüğü ve tüm hizmetliler sarayı terk ettiği

için, II. Abdülhamid ile maiyeti aç ve yalnız kaldı. Sarayın kadife ipek perdeleri, göz

kamaştırıcı avizeleri, Hereke’de özel olarak imal edilmiş halıları, sedef tabloları, oyma

işlemeli kapıları, gümüş şamdan ve mangalları, ceviz ve maun ağacından imal edilmiş

koltuklarıyla kanepeleri, yatak, yorgan ve yastıkları, gümüş mutfak takımları, kaşık ve çatal

koleksiyonlarının memlekete yeni bir devir getirdiklerini iddia eden Hareket Ordusu

haricindeki gönüllü askerler (fedai çeteler) tarafından yağmalandı.

Sarayın tesliminden sonra, II. Abdülhamid’in 33 yıllık saltanatı boyunca biriktirmiş

olduğu şahsî para, senet, mücevher, nişan vs. gayr-ı menkul ve evrakları ele geçirilmek için

harekete geçildi. Özellikle II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca toplanan jurnaller ele

geçirilmek istenen evraklar içerisinde önemli yer tutuyordu. Bu arada ele geçen jurnallerin

sahiplilerinin de ilân edilmesi gerekiyordu472.

Yıldız’ı araştırmakla görevlendirilen heyetler, Abdülhamid’in musahipleri ve çok yakın

adamlarından aldıkları bilgilerden hareketle kısa sürede bütün gizli bölüm ve koridorları tesbit

edip buldukları evrakı sayım komisyonuna göndermişlerdi. Öte yandan paraların ve kıymetli

eşyaların sayılması ile görevli olan heyet, Abdülhamit’in Yıldız’daki hususi odasının

aranmasını bitirerek, sabık padişaha ait Almanya Deutschebank ve Bank-ı Osmanî’de bulunan

şirket hisse senetleri ve paraların hesabına ait defterleri de ele geçirdi. Bundan başka, odadaki

valizler araştırılmış birinde 136.000 lira kıymetinde Bank-ı Osmanî senetleri, marangoz

odasındaki iki sandık içerisinde 300.000 lira tahmin edilen banknot, Taşoda denilen bölümde

bir sandıkta altın ve gümüş paralarla bazı mücevherler ve üç adet kasa ele geçirilmişti.

Nitekim bulunan bu para, senet mücevherler Harbiye Nezareti’ne teslim edilmiştir. Bu arada

devam eden meclis görüşmelerinde Yıldız’da bulunan mal ve eşyanın sayımı ve kontrolü için

görevlendirilen heyet yetersiz kaldığından bunlara birkaç kişinin daha ilavesi kararlaştırıldı.

Meclis-i Mebusan, sabık padişaha veya çocuklarına ait para ve senetlerin, bankalardaki

esham, tahvilât ve paraların hiçbir kişiye ödenmeyerek meclisin kontrolünde haciz tutulmasını

472 Türkmen, a.g.m., s.433.

Page 205: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

194

ve bu durumun yabancı bankalara tebliğ edilmesini kararlaştırdı473. II. Abdülhamid’in

Yıldız’daki eşyasını incelemeye memur heyet tarafından sarayın çeşitli yerlerinde ve gizli

bölümlerinde saklanan II. Abdülhamid’in malları sarayı işgal edenler tarafından zimmete

geçirilmiştir. Daha sonra da yağma devam etmiş, Evrak Komisyonu’nun çalışmalarının

devam ettiği sırada meçhul kişilerce kırılarak içeri girilmiş ve içeride bulunan nadide eserlerin

büyük bir kısmı talan edilmiştir.

Bu olayla birlikte Yıldız Sarayı’ndan çeşitli nedenlerle dışarı çıkarılan bu paha biçilmez

eserlerin bir kısmı yurt içinde bir kısmı da yurt dışında alıcı buldu. Bugün dahi dünyanın

büyük müzayede salonlarında büyük rakamlarla telaffuz edilen, el değiştiren nadide Osmanlı

eserlerinin çoğunluğu işte bu dönemde elden çıkartılan eserlerdir474.

Çok sayıda değerli eşyanın tahrip edildiği, paylaşıldığı, yağmadan hemen hemen

bütünüyle kurtulan tek bölüm, kütüphane olmuştur. Kütüphanede bulunan ve Osmanlı

İmparatorluğu’nun 33 yıllık bir dönemini belgeleyen fotoğraf albümleriyle zengin yazma

eserler, İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’na aktarılmıştır. Yıldız yağmasından fazla nasibini

almayan kütüphanenin kurtuluşu şu şekilde cereyan etmiştir: “Sonunda korkulan oldu ve

yağmacı askerler Yıldız Kütüphanesi’nin kapısına dayandı. 33 yıllık bir hükümdarın tüm

koleksiyonu, birkaç adım mesafedeydi. Kütüphanenin müdürü Sabri Bey işte tam o sırada

ortaya çıktı. Kapıya geldi; askerlere içeri giremeyeceklerini söyledi. Sözünü dinletemeyince

de ‘Beni çiğnemeden geçemezsiniz’ diye kapı önünde boylu boyunca yere yattı. Sabri Bey,

Kalkandelenli’ydi. Şans eseri, yağmacıların çoğuyla hemşeriydi. Sözünü biraz da bu sayede

dinletebildi ve kütüphane kurtuldu475.” Sultan Abdülhamid, apar topar Selanik’e gönderilirken

kendisine para ve iaşesini sağlayacak bir şey verilmemişti. Ayrıca daha Yıldız Sarayı’nda

iken, kendisinin ve saray mensuplarının para ve değerli eşyaları büyük bir yağmaya maruz

kalmıştı. Halkın da katıldığı bu yağma hareketinde en küçük eşyaya kadar her şey talan

edilirken, Sultan’ın Kütüphanesi Sabri Kardelen tarafından yağmadan kurtarılmıştır476.

Yıldız yağması sorunu, 31 Mart Olayı’ndan yani II. Abdülhamid’in hal’inden beri

fazlaca araştırılmamış sadece iddialar bazında söylenegelmiş bir konudur. Yıldız yağmasının

sarayın hazinelerine el koymak isteyen İttihatçılar tarafından düzenlendiği iddiaları olayın

basit bir adli olay olmadığı izlenimi vermektedir. Ünlü Bulgar Komitesi Sandanski’nin de

473 Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c. III, D.I, İç. I, Altmışaltıncı İntikat, 21 Nisan 1325, TBMM Basımevi,

Ankara, 1982, s.206-208. 474 Türkmen, a.g.m., s.437. 475 Sedat Kumbaracılar, “31 Mart Vakıası ve Yıldız Sarayı Yağması”, Hayat Tarih Mecmuası, c.I, S.4, Sıra No:

88, İstanbul, 1972, s.26. 476 Apak, a.g.e., s.198.

Page 206: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

195

yağmadan hissedar olduğuna inanılmaktadır. Sultan’ın hal’ini takiben satışa çıkarılan saray

eşyaları çok nispetsiz fiyatlarla satılmıştır. Bu müzayededen ziyade yağmaya benziyordu.

Satışta yolsuzluk yapanlar Hurşit Paşa tarafından tespit edilmiştir477.

1909 yılında gerçekleşen Yıldız Yağması, ancak 11 yıl aradan sonra 1920 yılında

hukuka intikal ettirilmiş, bu olaya sebep olanlar yargılanmaya başlanmıştır. 1920 yılı Ağustos

ayında I. Divan-ı Harb-i Örfi tarafından Yıldız Yağması’na karışanlar veya rolleri olanlar

hakkında soruşturma açılmış ve suçu sabit görülenler hakkında cezaî müeyyide uygulanması

konusu gündeme getirilmiştir. Vahdettin dönemindeki Divan-ı Harplerde Yıldız

Yağması’ndan dolayı suçlu bulunanların yargılanması konusuna gidilmişse de bu konu

Mütareke Dönemi’nin o kargaşa devrinde pek ciddiye alınmamıştır. Bütün bu tartışmalardan

sonra Yıldız Yağması konusunda Divan-ı Harp tarafından tespit edilen yağmacılara verilen

çeşitli cezalar ve çıkartılan kararlar bozulmuştur478.

3.2.2.4. II. Abdülhamid’in Sürgün Dönemi

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne göre yarım kalan devrim II. Abdülhamid’in hal’ edilmesi

ile tamamlanmış oluyordu. II. Abdülhamid’in bir daha Meşrutiyet’in önünde engel teşkil

etmemesi, yeniden 31 Mart’a benzer bir olaya vesile olmaması, İstanbul’daki siyasi ortamdan

uzak kalması ve tekrar tahta çıkmasının engellenmesi için göz önünde bulundurulmasına karar

verilmiştir. Bu maksatla İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en güçlü olduğu yer olan Selanik’e

sürgüne yollanması kararı alınmış ve Hal’ işleminin tebliğinden hemen sonra gönderilmiştir.

Hal’ işleminin tamamlanmasından sonra meclisin sabık sultanı Selanik’e sürgüne

gönderme kararı hemen uygulamaya konmuştur. Mahmut Şevket Paşa vakit kaybetmeden

Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey’e, II. Abdülhamid’in Selanik’te ikametinin kararlaştırıldığı ve

korunması ile işlerin yürütülmesine tam yetkili atandığı bildirilmiştir. Selanik’e giden kafilede

38 kişi olduğu kaydedilmiştir. II. Abdülhamid’i Yıldız’dan uğurlayanlar arasında Başkâtibi

Ali Cevat Bey de bulunmuştur. 27 Nisan gecesi II. Abdülhamid, ailesi ve koruma kafilesi

Yıldız’ Sarayından çıkmış, saat 07.00’de hususi bir trenle Selanik’e doğru hareket etmiştir.

İstanbul’da cülus şenlikleri yapılırken II. Abdülhamid gece saat 2’de (20.30) Selanik’e gitmiş

ve kendisine tahsis edilen Alâtini Köşküne yerleşmiştir. Ayrıca II. Abdülhamid’e aylık

100.000 kuruş maaş bağlanmıştır. Selanik’te zengin bir Yahudi aile olan Alâtîn-i Biraderler’in

477 Ali Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, GTT, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.404. 478 Türkmen, a.g.m., s.437.

Page 207: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

196

Alâtini Köşkü, geniş bir bahçe içinde kırmızı tuğlalarla üç katlı olarak deniz gören güzel bir

mevkide inşa edilmiştir. II. Abdülhamid Selanik’e giderken yanında eşlerinden, Müşfika

Hanım, Sazkâr Hanım, Peyveste Hanım, Fatma Hanım ile Saliha Naciye Hanım; oğullarından

Abdürrahim Hayri ile Mehmed Abid; kızlarından da Şadiye, Ayşe ve Refia Sultanlar vardı.

Alatini Köşkü’ndeki ilk günlerinde su, sabun, yatacak yatak, yemeklerini yiyecek çatal-kaşık

gibi eşyalar verilmemişti. Köşkün önceki sahibinden kalma birkaç parça eşya vardı. II.

Abdülhamid Selanik’teki ilk gecesini şu şekilde açıklamaktadır: “Bize ilk gece yemek olarak

Allah eksikliğini göstermesin bir kuru pilavla biraz yoğurt çıkardılar. Selanik Valisi şahsım

için bir tabla yemek göndermişti, geri çevirdim. Çatal kaşık, bardak olmadığı için çocuklar ve

büyükler elleri ile yiyebildiklerini yediler ve yattılar. Ben, eski püskü iki koltuğu birbirine

yaklaştırarak uykuya çekildim. Kapılar üstümüzden kilitlendi. Yalnız benim odamda küçük

bir mum yanıyordu. Mithat ve Mahmut Paşaları Taife gönderdiğim zaman, oradaki

ihtiyaçlarının neler olabileceğini düşünüp icabını yapmak için tehalük (heyecan) gösterdiğimi

hazin, hazin hatırladım. Beni tahttan indiren Askerler de benim kanımı taşıyorlardı. Hiç

vakitleri olsa, akılları başlarında olsa, padişahlarına acımasalar bile, masum çoluk çocuğa

böyle davranırlar mıydı?..479” II. Abdülhamid kendisi ve ailesini korumaya memur edilen

askerlerin düşmanca duygular beslediklerini belirtmiştir.“Bizi muhafazaya memur müfrezenin

kumandanı Fethi Bey (Fethi Okyar) söz anlar, aklı başında bir subaydı. Benimle ve

çocuklarımla münasebeti daima gereken nezaket içinde olmuştur. Zaman, zaman hepimizin

ihtiyaçlarını soruyor, elinden gelenleri hemen yapıyor, gelmeyenleri de İstanbul’a yazıyordu.

Fakat emrine verilmiş bazı subay ve erler vardı ki, bunların sebebsiz düşmanlıklarını anlamak

mümkün değildi. Tehdidkâr (ürkütücü) tavırlarla bahçede gezinirler ve kapalı pancurlara

gazap dolu bakışlarla bakarlardı. Oğlum Abdürrahim Efendi, Kumandan Fethi Bey’in

müsaadesile ara sıra bahçeye, çıkar, bu subaylarla ahbablık ederdi. İçlerinde çok iyileri olduğu

gibi, bize düşman olanları da bulunduğu için, oğlumun ara sıra ağlayarak köşke döndüğünü

görürdüm. Tahkik ederek öğrenirdim ki, ekmeğimle büyümüş, açtığım mekteplerde okumuş,

memleketi batırmak isteyenlerin tesirinde kalarak bana düşman olmuş bu subaylar, bana

sövüp sayabiliyorlardı... Ellerine fırsat geçse, vazifeleri bizi korumak olan bu subayların

hepimizi öldürebileceklerini anladım480.” II. Abdülhamid saltanatı boyunca kurduğu jurnal

teşkilatıyla ülkenin her yerinde olup bitenleri takip edebiliyorken Selanik’teki köşkte gazete

ve dergilerden yasaklı olarak mahallesinde olup bitenlerden bile bi-haber yaşamak zorunda

kalması onun için büyük sıkıntı olmuştur. II. Abdülhamid Selanik’e sürgüne gönderildikten

479 Bozdağ, a.g.e., s.121-122. 480 Bozdağ, a.g.e., s.122-123.

Page 208: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

197

sonra Yıldız Sarayı’nın hazinesi ve eşyaları yağma edilmişti. II. Abdülhamid Selanik’e

gittiğinde, beraberinde birkaç parça mücevherle, İsviçre ve Berlin Bankalarındaki nukût,

esham ve tahvilattan başka hiçbir serveti bulunmamaktaydı. Bu servet II. Abdülhamid tahta

çıkmadan önce şehzadeliği sırasında yaptığı yatırımlarla elde ettiği kişisel servetin yarısını

oluşturuyordu. Kendisi ve ailesinin giderleri için aylık 100.000 kuruş (1000 Lira) maaş

bağlanmıştır. Ülke ekonomik sıkıntıya girince Fethi Bey kendisinden 2. ve 3. Ordunun

ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kişisel servetini orduya bağışlamasını istemiştir. Alınan

hükümet kararı ile müstebit diye tanımladıkları vekâletname alma yoluyla II. Abdülhamid’in

kişisel servetine el kondu. Oysa müsadere usulü Tanzimat Fermanı ile kaldırılmış bir usul

olması gerekiyorken yaptırım olarak uygulana gelmektedir. II. Abdülhamid kendisi ve

ailesinin geçimi için bazı şartlarla servetini devretmeyi kabul ettiyse de Birinci Ferikliğe

yükselen Mahmud Şevket Paşa’nın ölümle tehdit eden 25 Haziran 1325 tarihli telgrafı üzerine

vekâletnameyi imzalamıştır481. II. Abdülhamid, Kâtip Ali Muhsin Bey’e gizlice hatırlarını

yazdırır fakat durum öğrenilince Muhsin bey önce hapsedilir sonra II. Abdülhamid’in girişimi

ile aile ile görüşmemesi şartıyla serbest bırakılır.

II. Abdülhamid, Selanik’te üç yıldan fazla kaldı. Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne

savaş ilân etmesi üzerine I. Balkan Savaşı başlayınca, büyük kabine denilen Gazi Ahmed

Muhtar Paşa kabinesi, II. Abdülhamid’in Selanik’te muhafazası zorlaşacağından, İstanbul’a

nakledilmesini kararlaştırdı. Sultan Reşad da bu kararı tasdik etti. 1 Kasım 1912 günü Loreley

vapuru ile İstanbul’a getirilen II. Abdülhamid, ikametine tahsis olunan Beylerbeyi Sarayı’na

yerleştirildi.

II. Abdülhamid, Beylerbeyi Sarayı’nda beş buçuk yıl yaşadı. İngilizler ile Fransızların

Çanakkale Boğazı’nı zorlamasıyla başlayan Çanakkale Cephesi savaşları sırasında Boğaz

istihkâmlarının dayanamayacağından ve düşman donanmasının Marmara Denizine

geçebileceğinden endişe edildiği için bir tedbir olarak padişahın ve hükümetin Eskişehir’e

nakli kararlaştırılmıştı. Durum II. Abdülhamid’e bildirilmiş fakat o İstanbul’dan ayrılmayı

481 II Abdülhamid şartlarını şu şekilde sıralamıştır: “Evvela, kızlarımın evlenmeleri ve oğullarımın tahsili temin

olunacaktı, Saniyen, ikamet etmekte olduğum Alâtini köşkü namıma satın alınacak ve tamiratı lâzimesi

yapılacaktı. Salisen, Evlâd-ü îyalimin refah ve maişetleri temin olunacaktı. Rabian, bendegânımın (yakınları)

hürriyeti şah-siyeleri iade olunacaktı. Hâmisen, Eyyamı mahdudemi (sayılı günlerimi) kimseye muhtaç olmadan

geçireceğim bir meblâğ tahsis olunacak ve hayat emniyetim kefalet altına alınacaktı.” Fethi Bey’e gelen telgrafta

ise Mahmud Şevket Paşa su cevabı yazmıştır: “Bu hâlin, ordu subaylarınca duyulması takdirinde yaratacağı kötü

tesirlerin dereceleri iyice düşünülmelidir. Burası da böylece bilinmelidir ki kendilerinin vefatı halinde, Bankalar

mevduatının hükümetçe elde edilmesi kendiliğinden doğacaktır.” Bkz: Bozdağ, a.g.e., 139-140.

Page 209: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

198

reddetmiştir. II. Abdülhamid, Harb-ı Umuminin sonuna yaklaşıldığı 1918 yılının Şubat ayı

başında hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı ve şiddetli bir nezleye tutulmuş, yaşlılığından

dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü akşamı öldü ve Çemberlitaş’taki Sultan

Mahmud türbesine defnedildi.

3.2.2.5. II. Abdülhamid Hakkında Bazı Mülâhazalar

II. Abdülhamid, çok sesli ve başlı bir meşruti yönetim yerine muhalifleri sindirebileceği

mutlakiyetçi bir rejimi tesis etmesi nedeniyle çok fazla tepki almaktadır. Her ne kadar çok

uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’nde yaşayan milletler ulusal devletlerini kurmak

için uygun zemin arayışında Meşrutiyet’e yönelmiş olsalar da; Genç Osmanlılar’ın getirdiği

Meşruti Monarşi için Osmanlı siyasi yapısı henüz olgunlaşmamış olsa da; II. Abdülhamid’in

döneminin sorunlarını Meşrutiyet’in üzerine yıkarak, çağdaşlaşma ve özgürlükleri yayma

vasıtası olacak Meşrutiyeti cezalandırma tutumuna gitmesi tarihsel bir hata olmuştur. II.

Abdülhamid, Meşrutiyeti komple kaldırmak gibi kolaycı bir yol tutmak yerine aksaklıklarını

törpüleyerek ve topluma adapte ettirerek yavaşça entegrasyonu sağlayabilirdi. Bu nedenle II.

Abdülhamid’in I. Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e kadar geçen saltanatı, çağında ve

günümüzde uç bir tanım olan “istibdat dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Hatta bazen II.

Abdülhamid’in tüm saltanat süresi istibdat dönemi olarak adlandırılmaktadır. II.

Abdülhamid’in kendi otoritesini sağlayabilmek ve merkezi yönetimi güçlendirebilmek için

mutlak monarşiye sarılması sonucunda, tüm mutlak monarşilerde olduğu gibi, doğal olarak

özgürlüklerin ve çok sesliliğin kısıtlandığı, kontrole dayalı bir rejim ortaya çıkmıştır. İşte bu

nedenle hem kendisi hem de rejimi Osmanlı Devleti’nde hürriyet, adalet ve kardeşlik

ilkelerini savunan ve meşruti bir monarşi isteyen ‘Jön Türkler’in hedefi konumuna gelmiştir.

Meşruti monarşinin önünde engel teşkil eden mutlak monarşi istibdat, Sultan II. Abdülhamid

ise müstebid addedilmiştir.

II. Abdülhamid döneminin istibdat, padişahın da müstebid olarak nitelendirilmesi

konusunda İlber Ortaylı şu yorumu yapmaktadır: “Kanuna uyan ama hukuka uymayan bu

dönem gerçek meşruti rejime karşı duyulan ilgiyi özleme çevirdi ve hükümdar müstebit

olarak görüldü. II. Abdülhamid, II. Mahmud’dan daha yumuşak bir hükümdardı. II.

Aleksandır kadar kanlı değildi. Ama yönetilenlerin özlem ve anlayışı değişmişti. II.

Abdülhamid 1909’da hal’ edildiğinde hal’ fetvasını yazan Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin

Efendi gerekçe olarak istibdat ve müstebid deyimlerini kullanmaz. Çünkü İslam cemaatinin

Page 210: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

199

yöneticisi zaten ‘müstebit’ olacaktır. Ama yarım asırki zihniyetin tersine, müstebit Osmanlı

cemiyetinde artık itham eden bir deyim olmuştur482.”

II. Abdülhamid’in ümmetçilik ve güçlü merkezi yönetim politikası izlemesinin doğal

sonucu olarak ortaya çıkan istibdat yönetimi ile ilgili olarak İlber Ortaylı şu yorumu

yapmaktadır: “I.Meşrutiyetten sonra II. Abdülhamid imparatorluğun tarihinde görülmeyen bir

biçimde bütün erki elinde toplamış ve bunun modern bir bürokratik aygıt ve asıl önemlisi bir

ideolojiyi kullanarak yapmıştır. Abdülhamid döneminde devletin topluma, o zamana kadar

görülmemiş bir derecede nüfuz etmeye başladığını gömlekteyiz. Kuşkusuz Fatih, Yavuz

Selim, IV. Murad, II. Mahmud da güçlü hükümdarlardı; ama Abdülhamid otoritenin

parçalanmaya başladığı ve bu parçalanmanın kurumsallaştığı bir ortamda her şeye

hükmetmekteydi. Yönetimin şubeleri kadar, toplumda ideoloji üreten kaynaklan da kısmen

kontrolü altına almıştı483.”

İsrafil Kurtcephe, II. Abdülhamid döneminin tamamen istibdat devrinden ibaret olduğu

görüşüne şu şekilde karşı çıkmaktadır: “Ulusal tarih yazımında Abdülhamid’in ve idaresinin

‘müstebit’ şeklinde tavsif edilmesi âdeta bir gelenek halini almıştır. Bazı tarih yazarları, onun

yönetimini ‘otuz üç yıllık bir istibdat’ şeklinde tanımlar. Abdülhamid’in bu kadar vakit

saltanat sürdüğü bilinir, fakat bütün saltanatının bir ‘müstebitin idaresi’ olduğu söylemi de

tarihsel hakikate mugayirdir. Çünkü onun saltanatının ilk bir buçuk senesi tarihimizde ‘Birinci

Meşrutiyet İdaresi’ olarak bilinen dönemdir. Son bir yılı ise, ‘Otuzbir Mart Vakası’ diye

bilinen hareket kontrol altına alınana kadar yine ‘Meşrutiyet idaresi’ ile geçmiştir.

Dolayısıyla, Abdülhamid’in bütün saltanatını ‘müstebit’ olarak nitelemek, biçimsel de olsa,

doğru değildir. Yine de, onun bundan artakalan otuz senelik zaman dilimini ‘müstebit’ diye

tavsif etmemiz mümkün görünmüyor. Bunun etraflı bir tahlili yapılmalı veya kendi içinde

dönemlere ayrılıp incelenmeli yahut onun şahsının ve idaresinin gerçekten bu sıfata layık olup

olmadığı, layıksa bunun niteliği ortaya konulup irdelenmelidir484.”

II. Abdülhamid’in 31 Mart Olayı ile ilgili sorumluğu olup olmadığı konusu ve tahtan

indirilişi günümüze kadar süren tartışmalara neden olmaktadır. Bu konuda ortaya atılan çeşitli

görüşler genellikle II. Abdülhamid’in olayın başlatılması ile ilgisi olmadığı ama olayın

çıkışından sonra izlediği siyasetin yanlış olduğu konusunda birleşmektedir.

İttihatçılara göre olayın sorumlusu tutulan II. Abdülhamid Meşrutiyeti yıkarak istibdat

dönemini geri getirmek için ayaklanan askerleri kullanmıştır. İttihatçı çizgideki Tanin 482 İlber Ortaylı, “Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet”, TCTA, c.IV, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.960. 483 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.89–90. 484 İsrafil Kurtcephe , “Bilim Dışı Tarihçilik: Popüler Tarihçilik” V. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri

(Tarih, Tarihçilik, Tarih Yazımı), c.III, AKMY, Ankara, 2005.

Page 211: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

200

gazetesinde “Divan-ı Harbin Nazar-ı Dikkatine” başlıklı bir yazıda isyanı Abdülhamid’in

tertiplettiğine dair belgeler bulunduğunu yazılmıştır485.

Bağdat Valisi olduğu sıralarda Mithat Paşa’nın, öksüz kalınca sahip çıkıp ilk eğitimini

bir Yahudi okulunda (Alliance Universal Israelit: Evrensel Yahudi Birliği) yaptırttığı Mahmut

Şevket, yıllar sonra Mahmut Şevket Paşa olarak Hareket Ordusunun başında İstanbul’a

girecek ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinde en önemli rollerden birini oynayacaktır

ki, Galante bunu, Mithat Paşa’nın öcünün alınması olarak değerlendirmektedir486.

Ali Birinci’ye göre: “İlk anda İttihat ve Terakki gücünü gösteremeyip muhalifler de

başarı sağlayamayınca meydan padişaha kalmış, sonradan da bu nedenle sorumluluk onun

üstüne yıkılmıştır. Bu yorumlar ancak bir sene sonra yavaş yavaş yumuşamış, ‘yalnız Sultan

Hamid’in parmağıyla’ meydana gelmediği iyi ve kötü niyetli birçok vatandaşın katkıda

bulunduğu kabul edilmiştir487.”

Tevfik Çavdar, II. Abdülhamid’in 31 Mart Olayı’ndaki sorumluluğunu şu şekilde

açıklamaktadır: “Abdülhamid gibi müdebbir ve politikayı iyi bilen bir padişahın işin sonunun

kendisine gelip dayanacağını bilmemesine imkân yoktur. Ne var ki hareket ordusunun başkent

kapılarına dayandığı sıralarda elindeki seçenekler pek azdır. İstanbul’daki kışlalar ve diğer

garnizonlardaki kuvvetlerle dayanması, hatta hareket ordusunun başarısını engellemesi bazı

yazarlara göre mümkündü. Biz bu kanıya pek katılmıyoruz. Eğer böle bir olasılık güçlü

olsaydı, padişah iktidarının sürmesi açısından bunu denerdi. Ama dış ve iç dinamiklerin

bütünüyle aleyhine döndüğü ve örgütsüz yığınlara dayandığı bir ortamda başvuracağı bir

direnme boşuna kan dökülmesi ile sonuçlanacaktı. ‘Müdebbir’ bir politikacı da böylesine bir

kumarı oynamak istemez, bir yerde de oynanmasına izin vermez488.”

Mevlânzade Rifat, İtiraf mahiyetinde yazdığı ve Mısır’da bastırdığı “31 Mart 1325

Kıyamı” namındaki eserinde, Abdülhamid’in 31 Mart Olayı’nda rolünün kesinlikle olmadığı

şu şekilde ifade etmektedir: “Kıyamın mürettip ve amilleri ve dolayısıyla başlıca müsebbibleri

Sabahaddin Bey, Kâmil Pasa ve mahdumu Said Paşa, Nâzım Paşa, Hüsnü Paşa ve mahdumu

Kemal Bey, Ayan reisi Said Paşa, Cemaleddin Efendi ve mahdumu Muhtar Bey, Stokholm

sefir-i esbakı Şerif Paşa (Kürtçüdür); İsmail ve Ali Kemal Beyler, Fazlı, Nihat Reşad, Ahmed

Cevdet, Zühdü, Murad, Rıza Beyler, Vahdeti Efendi, Kasideci-zade Ziya Molla, ben ve

şâiredir... Bugün hizhâdisede oynanmak istenen feci drama şahit olduk; melek gibi görünen

insanlarda (Sabahaddin’i kastediyor) bu derece ihtirâsâtın nema bulmasından müteacci-biz... 485 “Divan-ı Harbin Nazar-ı Dikkatine”, Tanin, 4 Mayıs1325/17 Mayıs 1909, Nr:253. 486 Çetin Yetkin, Türkiye’nin Devlet Yaşamında Yahudiler, Afa Yayınları, İstanbul, 1992, s.137. 487 Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, s.395. 488 Çavdar, a.g.m., s.138.

Page 212: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

201

Kıyam yalnız Abdülhamid’i hal’, rüesa-yı inkılap-ı kati, İttihat ve Terakki Cemiyetini mahv

ile neticelenmiş olmayacaktı. Eskiden beri beslenen bir emel, bir hayal-i azimim tatbikatına

devam edilecekti... Daha açık söyleyeyim, bu kıyam hacâletle değil, muvaffakiyetle

neticelenmiş olsa idi, Sultan Abdülhamid hal’ edilip, Sultan Reşad iclâs, rüesâ-yı inkılâb kati

ve İttihat Cemiyeti mahvedilse idi, bu suretle nufûz-ı hükümet Prens Sabahaddin’in eline

geçmiş olsa idi, o da anka-yı emel, tâc-ü taht aramaya koyulacaktı... Bu hayal-i azim, başka

bir kisve ile büyük bir zatın (Mithat Paşa’yı kastediyor) dahi dimağını bir vakitler işgal

eylemişti. Şeameti bu zavallı milleti 33 sene bir istibdata müptelâ etmiş, kendisinin de başım

yemişti489.”

İsmail Hami Danişmend, Sultan II. Abdülhamid’in 31 Mart Olayı ile ilgisinin

bulunmadığı görüşünü kesin olarak gördüğü şu delillere dayandırarak savunmaktır490:

1- Sultan Resad ve Sultan Vahdettin devirlerinde uzun zaman Mabeyn başkâtipliğinde

bulunmuş olan Ali Fuad Bey’in “Görüp İşittiklerim” ismiyle 1949’da “Türk Tarih Kurum”

tarafından neşredilen hatıratının 49. sabitesinde şu cümleden bahsedilir: “Zaten Talat Paşa da

Abdulhamit’in 31 Mart olayında bir rolü olmadığını birçok defa söylemişti.” Bundan

anlaşıldığına göre, İttihat ve Terakki Ceıniyeti’nin en önemli adamı bile Sultan’ın suçsuz

olduğuna kanidir491.

2- Sultan Reşat devrinde Van, Suriye vs. valiliklerinde ve Cumhuriyet devrinde de

Üçüncü Umumi Müfettişliği’nde bulunmuş olan Tahsin Üzer 31 Mart Olayı esnasında

Selanik merkez kaymakamlığında ve aynı zamanda Polis Müdür vekilliğinde bulunmuşun.

Sultan Abdülhamid’e: “Baykuş” ve “Heykel-i zulmü i’tisaf’ sibi asır tabirler kullanacak kadar

düşman olan bu eski İttihatçı, üç ciltlik gayr-i münteşir hatıratının birinci cildinin 38. ve ikinci

cildinin 28. sahifesinde padişahın 31 Mart Olayı çıktıktan sonra bile “Akilâne hareket” edip

“Kan dökülmesine meydan vermediğinden” bahsetmekte ve hayranlığını belirtmektedir492.

3- İbn’ül Emin Mahmut Kemal’in “Son Sadrazamlar” ismindeki eserinin 1709.

sahifesinde. Osmanlı’nın son sadrazamı, Tevfık Paşa’nın bir açıklamasına rastlanır; Hareket

ordusu İstanbul Önlerine seklisi sırada Sadaret makamında bulunan Tevfik Pasa’ya Sultan

Abdülhamid söyle bir teklifte bulunmuştur: “—Mademki beni istemiyorlar, saltanatı

biraderime bırakırım: devleti o yönetsin. Fakat bir komisyon veya meclis kurulup benim bu

olayda sorumluluğum olup olmadığı açığa çıkarılmalıdır!” diyerek açıkça mahkeme

489 Aksun, a.g.e., c.V, s.215. 490 Danişmend, a.g.e., s.20. 491 Süleyman Kani İrtem, 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu; Abdülhamid’in Selanik Sürgünü, s.98. 492 Ayfer Özçelik, Sahibini Arayan Meşrutiyet, Tez Yayınları, İstanbul, 2001, s.233.

Page 213: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

202

olunmasını teklif etmiş ancak bu teklifi reddedilmiştir. Bu da Sultan’ın suçsuz oklusunun

kesin delillerinden birisidir493.

4- Sultan Reşat devrinde Van, Suriye vs. valiliklerinde ve Cumhuriyet devrinde de

Üçüncü Umumi Müfettişliği’nde bulunmuş olan Tahsin Üzer 31 Mart Olayı esnasında

Selanik merkez kaymakamlığında ve aynı zamanda Polis Müdür vekilliğinde bulunmuşun.

Sultan Abdülhamid’e: “Baykuş” ve “Heykel-i zulmü i’tisaf’ sibi asır tabirler kullanacak kadar

düşman olan bu eski İttihatçı, üç ciltlik gayr-i münteşir hatıratının birinci cildinin 38. ve ikinci

cildinin 28. sahifesinde padişahın 31 Mart Olayı çıktıktan sonra bile “Akilane hareket” edip

“Kan dökülmesine meydan vermediğinden” bahsetmekte ve hayranlığını belirtmektedir494.

Fransız Akademisi üyesi tarihçi Albert Vandal, ilk defa Abdülhamid hakkında “Le

Sultan Rouge” lakabını kullandı. Bu tanım Türkçeye “Kızıl Sultan” olarak çevrildi. Müstebid

ilân edilen II. Abdülhamid ile ilgili bu Kızıl Sultan söylemi padişahın rejiminin istibdat

olduğu tezini sürenler tarafından hemen benimsendi. François Georgeon, II. Abdülhamid ile

ilgili yaygın önyargıların gerçeği saptırabileceğini şu şekilde açıklamaktadır: “Abdülhamid,

tarih önünde aklanmalı mı? Kendisinin tarihsel imajı çok menfidir. Tahta çıktığı andan

itibaren Murat’ın taraftarları, liberaller ve Farmasonlar, yolsuzluk ve zorbalık suçlamaları

üzerine kurulu hararetli bir karalama kampanyası başlatmışlardır. Öte yanda Abdülhamid

tahta çıktığı sırada Batı’da Türk karşıtı görüşlerin en yoğun ve fazla yaygın olduğu bir

dönemde yaşamaktaydı. Ve böylece Abdülhamid de olumsuz Türk imajının bir parçası

oluverdi. Daha sonraları Ermeniler ve Jön Türkler, Abdülhamid döneminin ilk yıllarında

başlayan bu suçlama kampanyasını yoğunlaştırarak sürdürmüşlerdir. Bu karalama kampanyası

sırasında “Kan Kızılı Sultan” ve “Büyük Kan Akıtıcı Sultan” biçiminde ve padişahın fiziki

çirkinliği ile zorbalığını yeren karikatürler lanse etmişlerdir. Çağdaş vakanüvisler hâlâ

tartışılmakta olan bu imajın etkisi altındadırlar. Yeni yayınlanan bir Fransız üniversitesi tarih

kitabı yazarı, Abdülhamid’i “ahlaksız” ve “acımasız” olarak tarif eder ve “padişahın tek

amacının, Osmanlı Devleti’nin ömrünü mümkün olduğunca uzatmak” olduğunu iddia

eder495.” Bayram Kodaman ise II. Abdülhamid ile ilgili şu yorumu yapmaktadır: “Evvela şu

gerçeği ifade etmeliyiz ki, son Osmanlı padişahları arasında sadece saltanat sürmekle

yetinmeyip, aynı zamanda gerçek anlamda hükmeden, dizginleri elinde tutan ve nihayeti

493 Danişmend, a.g.e., s.23. 494 Özçelik, a.g.e., s.233. 495 François Georgeon, “II. Abdülhamid”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999, s.272.

Page 214: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

203

inisiyatif sahibi olarak devrine icraatlarıyla damgasını vuran II. Abdülhamid’dir. Kısaca

Osmanlı tarihinde iz bırakan padişahlardan birisidir496.”

II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra yazdığı hatıra defterinde şunları

söylemektedir: “Düşenin dostu olmaz demişler. Ben zaten kimseden beklemiyorum. Ama

fisebilillah düşmanlığı bir türlü kavrayamıyorum. Farz edelim ben Padişahken benden

korkuyorlardı, onun için aleyhimde yazıyorlardı. Peki, şimdi neyimden korkuyorlar da

aleyhimde yazıyorlar? İşte bir köşedeyim, benden istedikleri nedir? Acaba nankör tabiatları,

gördükleri iyilikten vicdan azabı mı çekiyor?497”

II. Abdülhamid kendini gericilik ve ilim düşmanlığı ile suçlayanlara ise şu yanıtı

vermektedir: “Hiç akla ve bilgiye düşman olsaydım, Darülfünun, Mülkiye-i Şahane gibi

devlete ve millete bilgili insan yetiştiren mektepler kurar mıydım? Ya da, horozdan kaçan

genç kızlarımızın okuması için Dar’ül-Muallimatlar kurar mıydım? Hiç akla ve bilime

düşman olsam, Galatasaray Sultanisinin Avrupa’nın Üniversiteleri ayarına çıkarıp orada

Hukuk dersleri okutur muydum? Ben, Mülkiye-i Şahane’ye felsefe dersini koydurduğum

zaman, bütün talebe ‘Bizi gâvur yapmak istiyorlar’ diye ayaklanmıştı. Ama ben gâvurluğun

bilgide değil, cehalette olduğunu biliyordum. Israr ettim, okudular, adını sadece Hikmete

tebdil ettik. Darülfünun’da da bu dersi Fizik diye okuttuğum gibi... Ben yalnız mektepler

açarak okumuş insan yetişmesine çalışmakla kalmadım, kendi kendilerini yetiştirmek yolunda

olanları da teşvik ettim. Cevdet Paşa’yı Ahmet Mithat Efendi’yi, Şemsettin Sami Efendi’yi,

hatta kendisini büyük tarihçi sanan Murad Efendi’yi ve daha nicelerini maddeten ve manen

destekledim ve eser vermelerini sağladım. Diğer edebiyatçıları nasıl himaye ettiğimi daha

önce söylemiştim. Darüşşefaka, benden önce kurulmuştu. Ama bir türlü yürümüyordu.

Devletimin yetimlerine hizmet etmek için kurulmuş bir mektebi, bugünkü hale getiren

benim.|Fakat ne kadar gariptir ki, bugün bana düşmanlık edenlerin hemen hepsi, benim

açtırdığım mekteplerde okumuş oldukları halde, bana ‘Akla ve bilgiye düşmandı’ demekten

maalesef utanmıyorlar. Okumuş Adamdan Korkmadım498.

496 Bayram Kodaman, “II. Abdülhamid Hakkında Bazı Düşünceler”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay., Ankara,

1999, s.275-285. 497 Bozdağ, a.g.e., s.83-84. 498 Bozdağ, a.g.e., s.84-85.

Page 215: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

204

3.3. 31 Mart Olayı’nda Dış Güçlerin Politikaları

İlber Ortaylı’nın da tanımladığı gibi Osmanlı Devleti, “imparatorluğun en uzun

yüzyılı”nı 19. Yüzyılda yaşamıştır. Bu dönemde emperyalist devletlerin çıkar çatışmalarının

odağında kaldığı için coğrafyası savaş alanına dönen Osmanlı Devleti, her birinin ayrı bir

emeli bulunduğu batılı devletler karşısında topraklarını koruyabilmek için mecburi bir denge

politikası izlemek zorunda kalmıştır. Ayrıca Fransız devrimi sonrası ortaya çıkan milliyetçi

anlayışa dayalı ulusal devletlerin kurulması girişimlerinden Osmanlı çok uluslu bir

imparatorluk olduğu için fazlasıyla etkilenecektir. Rakip büyük devletler içerideki milliyetçi

ayaklanmalara kendi çıkarları doğrultusunda her türlü desteği sağlayacaktır. Osmanlı

Devleti’nde yaşanan büyük siyasal gelişmeler de 19. Yüzyılda gerçekleşecektir. Tanzimat

Fermanı ile başlayan dönem I. ve II. Meşrutiyet Dönemleri ile devam edecektir.

20. Yüzyılın başlarında tekrar tesis edilen II. Meşrutiyet sonrası yaşanan 31 Mart

Olayı’nda rakip büyük devletlerin parmağının olduğu tezi günümüzde bile tartışma konusu

olmaya devam etmektedir. Zira İstanbul’da elçilikler arası bir rekabet bulunmaktaydı ve her

devlet kendisine yakın bir iktidarı desteklediği, muhalifleri ise bertaraf etmeye çalıştığı için

Osmanlı rejimine yönelen bu ayaklanmayı uzaktan izlediklerini varsaymak mantıklı

görünmemektedir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu dış güçlere karşı bir denge politikası

izlerken, II. Abdülhamid’e muhalefet eden Meşrutiyetçilerin de Avrupa kıtasındaki Almanya -

İngiltere rekabetinden etkilendiğini görmekteyiz. Paris’te düzenlenen Jön Türk Kongresi’nde

Muhalefetin, Ahmed Rıza Bey’in başı çektiği Almanya çizgisine yakın duran ve her türlü dış

müdahaleyi reddeden merkeziyetçi İttihatçılar ile Prens Sabahaddin’in başı çektiği İngiltere

taraftarı bir politika izleyen ve dış müdahalelere ışık yakan adem-i merkeziyetçiler olarak

ikiye bölündüğünü görmekteyiz. Yani Alman siyaseti ve İngiliz siyaseti güdecek gruplar

ayrışmıştır. İttihat ve Terakki’nin başa geçmesi ile siyasi rekabet içte ve dışta kızışmıştır.

İttihatçıların İngiltere çizgisindeki Kâmil Paşa hükümetini devirmesi bu bakımdan karşı

cephede büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Muhalefetin desteklediği 31 Mart Olayı ile İttihatçı

kadroların tasfiye edilmesi girişimi, Selanik’teki İttihatçıların önderliğinde oluşturulan

Hareket Ordusu’nun İstanbul’daki ayaklanmaya müdahale etmesine neden olacaktır.

İçerideki bu gelişmeleri dışarıda büyük bir rekabet eden İngiltere ve Almanya da takip

etmekteydi499. Görünürde Almanya önde gitmekteydi ve bu durum İngiltere’nin izleyeceği

siyasete yön vermekteydi. İttihatçılara karşı muhalefete yakın duran İngiltere’nin tekrar siyasi

hegemonyasını tesis etmek için 31 Mart Olayı’na destek verdiği savı yadsınmaması gereken

499 Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, s.188.

Page 216: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

205

bir olgudur. 31 Mart elebaşları arasında her zaman zikredilen Derviş Vahdeti’nin de İngiltere

Politikasını desteklediği bilinmekte ve Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında bulunan İngiliz

altınlarının hesabını verememiş olması bu gizli desteğe işaret etmektedir.

Asilerin kellesini istedikleri belli başlı kişilerden olan Hüseyin Cahit, hatıratında 31

Mart’ta yabancıların ön planda olduklarını belirtmektedir. 31 Mart irticaında en büyük rolü

yabancıların oynadığına inanan Hüseyin Cahit, bu kadarla yetinmektedir. Fakat o tarihlerde

Avrupa, biri Almanya, öteki de İngiltere liderliğinde iki gruba bölündüğüne göre, yabancı

parmağını esas itibariyle, Berlin ve Londra’da aramak gereklidir500.

31 Mart öncesi ortaya çıkan ve İstanbul’daki olaylar sonrası şiddetini artıran Adana’da

çıkan olaylarda taraf olarak gemilerini yollayan büyük devletler Adana olaylarını Osmanlı

Devleti’ne müdahale için bir fırsat olarak kullanmak istemişlerdir. İstanbul olaylarında gizli

bir siyasi müdahale yürüten devletler Adana’da ortaya çıkan olaylarda doğrudan müdahil

olmayı uygun bulmuşlardır.

Bayram Kodaman’a göre 31 Mart Olayı’nın çıkmasında muhalefet kadar Türk olmayan

Müslümanlar da önemli ölçüde rol oynamıştır. Bunları ise gayr-i müslimler ile İngiltere,

Rusya, Yunanistan gibi dış güçler desteklemiştir. Kodaman bunun nedeni olarak İttihat ve

Terakki’nin merkeziyetçi ve Türkçü ağırlıklı bir Osmanlılaştırma tutumu izlemesinin Türk

olmayanların talep ve arzularıyla taban tabana zıt olmasını göstermektedir. Bu yapısı

nedeniyle İttihat ve Terakkinin iktidardan uzaklaştırılması gerekmektedir501.

3.3.1. İngiltere’nin İzlediği Siyaset

II. Abdülhamid ile mesafeli bir çizgide duran İngiltere, Jön Türk devriminde muhalefete

destek vermiştir. Muhalefetinde adem-i merkeziyetçi kanadı İngiltere’den ideolojik ve siyasi

destek almaktaydılar. İngiltere II. Meşrutiyet’i diplomasi gereği veya “bekle gör” politikası

gereği memnuniyetle karşıladı. İngiltere gelişmekte olan Osmanlı-Almanya ilişkilerinden

rahatsızlık duyuyordu ve İttihat ve Terakki yerine İngiltere sempatizanı bir iktidar istiyordu.

Ayrıca Demokratikleşen Osmanlı’nın, İngiliz sömürgelerinde örnek alınabileceğinden de

korkuyordu. Ancak Rusya ve özellikle İngiltere’nin, 1908 devriminden memnun olmadıkları

belgelerden kesinlikle anlaşılmaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinin durumu da İngiltere’den pek

farklı değildi. Çünkü dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey, Meşrutiyet’in

500 Doğan Avcıoğlu, Yabancı Parmağı, Bilgi Yayınevi, Anakara, 1969, s.51-52. 501 Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, s.178.

Page 217: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

206

ilânından bir hafta sonra, yani 31 Temmuz 1908 tarihinde konuyla ilgili düşüncesini

İstanbul’daki Büyükelçisine şu şekilde yazacaktı: “Eğer Türkiye Meşrutiyeti kurar, bunu

ayakları üstünde tutmayı başarır ve kendisi güçlenirse, bunun sonuçları şu an hiçbirimizin

göremeyeceği noktalara ulaşacaktır. Mısır’daki etkisi müthiş olacağı gibi, Hindistan’da da

etkileri hissedilecektir… Eğer Türkiye şimdi bir parlamento kurar ve hükümetini etkilerse,

Mısır’da anayasa ve Meşrutiyet talebi çok güçlenecektir ve bizim bu talebe karşı direnme

gücümüz çok azalacaktır502.” Bu ifadeden yola çıkıldığı zaman İngiltere’nin Meşrutiyet karşıtı

bir darbe girişimine destek vermesi olası görülmektedir. Zaten 31 Mart darbecileri ile İngiltere

sürekli birlikte zikredilmektedir.

İsyan çıktığında, İngiliz basını ve İngiliz Elçiliği, ayaklanmayı ellerinden geldiğince

desteklediler. İngiliz Elçisi, kendisine bağlı konsolosluklara bir genelge göndererek, olayın

‘yanlış’ anlaşılmaması için çalıştı. Öte yandan ayaklanma süresince Elçi ile Hariciye Nazırı

Rıfat Paşa yakın bir ilişki içinde bulunmuşlardı. Hem Paşa, hem de İsmail Kemal için elçilik,

sanki teklifsizce akıl danışılacak, yardım istenecek bir komşu kapısı durumundaydı. Elçinin

konsolosluklara yolladığı genelgenin İsmail Kemal’in isteği üzerine hazırlandığı yolundaki

ikincisinin iddiası da doğru kabul edilebilir. Yine İsmail Kemal, Hareket Ordusu’nun

İstanbul’a girmesini önlemek üzere İngiltere’nin duruma müdahalesini istediğinde Elçi

Lowther, bu öneriyi olumlu karşılamıştı. Yüzbaşı Bettelheim’in, ayaklanma günü, şüpheli

şartlar altında Ayasofya’da ne aradığı da sorulmaya değer. Son olarak, Alman Elçisinin bir

raporuna göre, Selanik’teki İngiliz Konsolosu Lamb, Mahmut Şevket’i iki kez ziyaret edip,

birincisinde dostça, ikincisinde resmen, İstanbul üzerine yürümenin Devletin parçalanmasına

yol açacağı uyarısı ya da tehdidinde bulunmuştu. Öte yandan, donanma, 31 Mart’tan bir gün

önce ve olaydan sonra, ‘şüpheli’ sayılabilecek bir tutum içindeydi. Bununla ilgili olarak,

donanmada İngiliz etkisinin ne denli güçlü olduğunu, donanmanın başında İngiliz Amirali

Gamble’ın bulunduğunu hatırlatmak gerekir. Hareket Ordusu, Ayastefanos’a geldiği zaman,

donanmanın Gamble Paşa kumandasında denize açılacağı ilân edilmişken, Ayastefanos

açıklarında demirleyen filoya Miralay Rüstem Beyin kumanda etmesi ve durumun bir bildiri

(daha doğrusu, yalanlama) ile açıklanması belki fazla dikkati çekmez. Fakat Hareket

Ordusu’nun İstanbul’a egemen olmasından sonra zamansız olarak ve şüpheli şartlar altında

Gamble Paşa’nın işine son verilmesi, olağandışı bir durum olduğuna işaret sayılabilir. Ayrıca,

Sabahaddin ve Fazlı Beylerin, tutuklandıkları halde haklarında kovuşturmadan vazgeçilmesi,

bir İngiliz müdahalesinin sonucu sayılabilir. İngiliz Elçisi, arkeolog Ramsay’e, 27 Nisan 1909

502 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, c.I, TTK Yay., Ankara, 1964, s. 97-100; Avcıoğlu, a.g.e., s.35-

36.

Page 218: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

207

günü Sabahaddin Bey’e bir şey yapılmayacağını kesin olarak söyleyebildiğine göre, herhalde

bir bildiği vardı503.

31 Mart Olayı’nda İngiltere’nin rolüne ilişkin olarak Hareket Ordusu’nun şehre

girişinde elçilikleri bombalayacağına ilişkin İngiliz iddiası ilginçtir. “Hariciye Nazırı Rıfat

Paşa, Sir G. Lowther’i ziyaret ederek, imzasız bir mektup aldığını bildirdi: buna göre, Hareket

Ordusu şehre girerken, limandaki savaş gemilerinden biri, Boğaza bakan Alman, Rus,

Avusturya, Fransız elçiliklerini bombardıman edecekti. Paşa hükümetin çaresiz bir durumda

olduğunu, elçiler bu tehdidi ciddi buluyorlarsa, Padişaha başvurmaktan başka bir çareleri

bulunmadığını anlattı. Ama diğer elçiler Lowther’in verdiği bu haberi ciddiye almadılar.

İngiliz elçiliğinin tehdit edilmemesine ve İngiliz elçisi de İstanbul’da kıdemli elçi olmaktan

uzak olmasına rağmen Rıfat Paşa’nın durumu bu elçiliğe bildirmesi arada ‘hayli’ yakınlık

bulunduğunu göstermektedir504.”

İşin ilginç yanı, aradan uzun zaman geçtikten sonra yayınlanan İngiliz resmi

belgelerinde, 31 Mart’la ilgili çok az belge bulunmasıdır. Foreign Office ile İstanbul’daki

temsilcileri arasındaki yazışmalar, 31 Mart isyan günlerinde ciddi bir azalma göstermektedir.

Sina Akşin, İngilizlerin 31 Mart Olayı’nda taraftarlık yapmış olabileceklerini şu şekilde

açıklamaktadır: “İngiliz Elçiliğinin ve genel olarak İngiltere’nin tutumunu biraz da Alman

kaynaklarına göre incelemek faydalı olabilir. Alman elçisinin 29 Nisan günlü bir şifresine

göre İngiliz elçiliğinde derin bir hayal kırıklığı hüküm sürmekteydi. Zira Hareket Ordusu’nun

İstanbul’a gelmesi üzerine kaçmış bulunan İsmail Kemal ve Ali Kemal İngiliz elçiliğinin pek

yakınları idiler. Kâmil Paşa da işin içindeydi. Marschälle göre İngiliz elçisi, İngiltere’ye karşı

başta gösterilen büyük yakınlığın etkisi altında Türkiye’nin içişlerine karışmak ve Kâmil Paşa

zamanında nerdeyse hükümet işlerini söz konusu Paşa ile yürütmek hatasını işlemişti. Bu

yüzden,, bütün siyasî yatırımını muhalefetten yana yaptığı için,,İngilizler ister istemez 31

Martçı ve Hareket Ordusu’na karşı bir tutum almağa sürüklenmişlerdi. Nitekim Marschällen

10 Mayıs günlü bir şifresi bilinen bir olayı haber veriyordu: Selanik’teki İngiliz Konsolosu

Mr. Lamb, Hareket Ordusu’nun hazırlıklarıyla meşgul bulunan Mahmut Şevket’i iki kez

ziyaret ederek, birincisinde dostça, ikincisinde resmen, İstanbul üzerine yapılacak bir

yürüyüşün Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yol açacağını bildirmişti. Bu ikazlar, 3. gün

İngiliz elçisinin Osmanlı ülkesindeki konsolosluklara yaptığı tamimle birlikte ele alınırsa,

503 Akşin, İttihat ve Terakki, s.138. 504 Sina Akşin, Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge Kitapevi, İstanbul,1994, s.169.

Page 219: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

208

İngilizlerin ne derecede 31 Martçı bir tutumla Osmanlı iç siyasetine karışmış oldukları

anlaşılır505.”

Peki İngilizler neden adem-i merkeziyetçilere destek vermişti? Çünkü İngiltere,

Osmanlı’nın adem-i merkeziyetçi bir politikayı benimsemesini kendi çıkarlarına daha uygun

bulmaktaydı. Osmanlı’nın federasyon benzeri bir örgütlenmeye gitmesi, İngiltere’nin

Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki çıkarlarının savunulmasını kolaylaştıracaktı.

Balkanlarda Arnavutlar, Doğu Anadolu’da ve Doğu Karadeniz’de Ermeni ve Rumlar,

Ortadoğu’da da Araplar ve Kürtlerin İngilizlerin ileri karakolları yapılması planlanmaktaydı.

Ancak Almanya’nın desteklediği İttihatçılar, bu darbeyi Rumeli’deki etkinliği aracılığı ile

başarısızlığa uğratmışlardı. Sonuç aslında İngilizler açısından da bir hezimetti.

Ali Birinci ise 31 Mart Olayı’nda İngiltere’nin kışkırtıcı ve muhalefeti destekleyici rol

oynadığı tezlerine şu şekilde karşı çıkmaktadır: “İngiltere’nin iç siyasette hele İT aleyhine

müdahalede bulunmaları için herhangi bir ihtiyaçları yoktu. İT, İngiltere’ye karşı değil,

bilhassa İngiltere taraftarıydı. Zaten İngiltere’nin dostluğunu ve tabii desteğini kazanmak

Meşrutiyet talebinin en büyük gerekçesiydi. Böylece Meşrutiyet sayesinde İngiliz dostluğu

kazanılacak, devlet yok olmaktan kurtulacaktı. Kısacası asıl talep İngiliz desteğiydi.

Meşrutiyet bunu temine yarayacağı için isteniliyordu. Ama üniter gerçeklerin katılığında

parça parça ezilmiştir506.”

3.3.2. Almanya ve Rusya’nın İzlediği Siyaset

31 Olayı ile Almanya ve Rusya’nın ilişkisi belgelerle kanıtlanamamış olsa da bu konuda

tıpkı İngiltere’nin rolü olduğu savı gibi çeşitli varsayımlar süregelmektedir. Devletlerarası

kutuplaşmaların etkisiyle İngiltere’nin ideolojik ve siyasal açıdan yakınlık duyduğu muhalefet

karşısında rakibi Almanya da İttihat ve Terakki’ye yakın bir politika izlemekteydi.

İttihatçıların çizgisi ile Almanya’nınkinin kesişmesi nedeniyle 31 Mart Olayı’nda

Almanya’nın muhalefeti veya ayaklanan asker-ulema takımını desteklemesinin mantıksal bir

açıklaması mümkün görünmemektedir. Zaten olayların akışına bakıldığı zaman da Hareket

Ordusu yanında yer aldığı görülmektedir. İngiltere ile Almanya arasında kıta Avrupa’sında

yaşanan rekabet ve siyasi çekişme bu olayda da az çok görülmüştür. Bu süreçte yaşanan kısmı

dayanışma daha sonra Almanya ile İttihatçıların giderek yakınlaşması sonucunu doğurmuştur.

505 Akşin, 31 Mart Olayı, s.217-218. 506 Birinci, “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, s.400.

Page 220: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

209

Almanlar, İngiltere’ye karşı İttihatçıları desteklemeyi çıkarlarına daha uygun

bulmaktadırlar507. Ramsay’ye göre, Hareket Ordusu’nun masraflarını Almanlar ya da

Almanlar ile Avusturyalılar yüklenmişti. Para sıkıntısı içinde bulunan ve demiryolları kendine

ait olmayan Osmanlı Devleti’nde, binlerce askeri Rumeli’den İstanbul’a getirmenin ağır bir

mali bedeli vardı. Herhalde bu nedenle Mahmut Şevket Paşa’nın kendi ya da karısının

servetini bu işe ayırdığı söylentileri basına yansımıştı. Yine Ramsay’e göre, İstanbul’da

hemen herkes Hareket Ordusu’nun başarısını bir Alman zaferi ve bir İngiliz yenilgisi olarak

değerlendirmişti508.

Ahmed İzzet Paşa, Almanların olaya el koymaları ve yönetimi tamamen ele almalarında

İttihatçılardan yana hareket ettiklerini buna karşılık İngilizlerin de karşı taraftan yana hareket

ettiklerini, bu durumu döneme tanıklık eden bazı siyasetçilerin de dile getirdiğini

vurgulamaktadır509.

Rusya da, tıpkı bu dönemde ezeli birer rakip haline gelmiş olan İngiltere ve Almanya

gibi, Meşrutiyet’e geçerek taze bir kan bulmaya çalışan Osmanlı Devleti’nin başkentindeki

rejime karşı yapılmak istenen darbe girişiminden yararlanmanın yolları aramaktadır. 31 Mart

sürecinde Rusya ezeli düşman olarak görüldüğü Osmanlı yönetiminde İttihatçıların ve onların

gölgesinde Almanya’nın etkinlik kazanmasından İngiltere gibi rahatsızlık duymaktadır.

Bağımsızlık yolunda Bulgaristan’ın en büyük destekçisi Rusya’ya göre Osmanlı’nın

Balkanlardaki egemenlik alanının tamamen bitmesi gerekmekteydi. Bu amaçla Rusya

güdümünde olacak bir Büyük Bulgaristan’ın kurulması zaruriydi. 31 Mart Olayı, Rusya’nın

verdiği destekle uzun süredir ulusal devletlerini kurma mücadelesi veren Bulgar halkı

üzerindeki büyük etki yaratmıştır. 31 Mart Olayı duyulunca Bulgar Meclisi Başkanı, bu konu

hakkında görüşmeler yapmak üzere Meclisi olağan üstü toplantıya davet etmiştir. 17 Nisan

tarihli İkdam gazetesinde yapılan yoruma göre, Bulgar Hükümeti İstanbul’da patlak veren 31

Mart Olayı’ndan yararlanmaya çalışacaktır. Bulgaristan, isyanın Osmanlı Devleti’nde

yarattığı siyasi karışıklıktan yararlanarak, istiklalinin tasdiki meselesine hemen bakılması

talebinde bulunacak ve hatta gerekirse askeri tedbir alma yoluna dahi gidecektir510.

Ayşe Osmanoğlu yazığı kitapta Rusya’nın babası II. Abdülhamid’e yaptığı teklifi şu

şekilde aktarmaktadır: “Nihayet Asiler Taşkışla’ya dövmeye başladılar. Saray muhasara altına

alındı. Her an ölümle burun buruna. Asilerin ne yapacağı belli değildi. Amcası Sultan Azize

yaptıklarını kendisine de yapabilirlerdi. Bu muhasaradan biraz önce Rusya Büyükelçisi 507 Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, s.188. 508 Akşin, İttihat ve Terakki, s.138. 509 Ahmed İzzet Paşa, Feryadım, s.75. 510 İkdam, 17 Nisan 1909, Nr: 5350.

Page 221: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

210

Mabeyn-i Humayun’a giderek Çar’ın Selamını Padişaha iletir ve: ‘Kendileri hasta diye

işittim. Arzuları neyse bildirsinler. Kıllarına zarar gelmeden her arzuları yerine getirilecektir.

Emirlerine muntazırım’ Bunu duyan Padişah; ‘Allah bana böyle bir şey yapmayı kısmet

etmesin. Başıma gelecek her felakete razıyım. Ecdadımın mezarı neredeyse benimki de orada

olmalıdır. Bu ihaneti yapmaktansa ölümü tercih ederim’ diyerek elçiye şu emri verir ‘Çar

hazretlerinin selamına teşekkür ettiğimi, işittikleri gibi hasta olmadığımı, gösterdikleri

dostluktan dolayı da teşekkür ettiğimi söyleyiniz.’ demiştir511.”

Sina Akşin Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişiyle elçilikler arası II. Abdülhamid’i

kaçırma girişimleri ile ilgili iddiaları şu şekilde değerlendirmektedir: “Muhtemelen Rusya

olan, bir devletin elçisi, Hareket Ordusu kente girdikten sonra, 25 Nisan’da bir kapıoğlanı

göndererek, Abdülhamid’in bir arzusu olup olmadığını sordurmuştur. Teklif ciddî

sayılabilirse, ancak bir kaçırma teklifi olarak yorumlanabilir. Tabii bunun için hayli geç

kalınmış olunduğu ortadadır ve ihtimal kapıoğlanı da, bu işi dikkat çekmeden yapabilmek için

kullanılmıştı. Öte yandan ciddî sayılamayacak bir rivayete göre İngiltere, Fitzmaurice

aracılığıyla, Abdülhamid isterse Akdeniz donanmasını İstanbul’a göndermeye hazır olduğunu

bildirmiş. Abdülhamid, gelenlerin (Hareket Ordusu) evlatları olduğunu söyleyerek nazikâne

reddetmiş. Bu rivayet pek ciddî sayılamaz, çünkü Kızıl Sultan’ı kurtarmak için son harekete

geçecek devlet, herhalde İngiltere olduğu gibi, bu uğurda üstelik donanma göndermesi iyice

abes bir ihtimaldir512.”

3.4. Bâb-ı Âli’de 31 Mart Ertesinde Ortaya Çıkan Siyasal Atmosfer

31 Mart Olayı ertesinde ilân edilen sıkıyönetim altında İttihat ve Terakki hâkimiyeti

başladı. Divan-ı Harb-i Örfi yargılamaları sonrası muhalefet tamamen sindirildi. İttihat ve

Terakki, Meşrutiyet yönetimini güvence altına almak ve 31 Mart benzeri bir ayaklanmanın

tekerrürünü önlemek için tedbirler almaya başladı. İlk yapılan çalışma hükümetin yenilenmesi

ve Kânun-u Esasî’deki boşluklar ile zaafların giderilmesi olmuştur. Meşrutiyet rejimlerinde

olması gerekli yasalar birer birer çıkartılarak Osmanlı rejimi döneminin meşruti monarşileri

ile aynı seviyeye getirilmeye çalışıldı.

Yeni kabine 1 Mayıs 1909 günü kuruldu. Şeyhülislam, Hariciye Nazırı, Ticaret ve

Nafia, Maarif, Orman ve Ziraat, Evkaf Nazırlarıyla, Şura-yı Devlet Reisi değişmedi.

511 Osmanoğlu, a.g.e., s.145. 512 Akşin, İttihat ve Terakki, s.138.

Page 222: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

211

Dâhiliye’ye Ferit Paşa, Harbiye’ye 2. Ordu Komutanı Salih Paşa, Bahriye’ye Topçu Rıza

Paşa, Maliye’ye Rıfat Bey getirildiler. Adliye boş kaldı. Ancak bu kabine İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin istediği bir kabine değildi. Bundan dolayı 5 Mayıs 1909 günü kabine istifa etti.

Yerine Hüseyin Hilmi Paşa Sadarete atandı. Böylece İttihat ve Terakki Cemiyeti, 31 Mart’tan

önceki siyasi durumu geri getirebilecek güçte olduğunu göstermiştir.

Ayaklanmanın bastırılması ve Padişahın değiştirilmesinden sonra Meclis-i Umumi

yoğun bir çalışma içine girdi. 1876 Kânun-u Esasî’si, kendi öngördüğü usule uyularak 8

Ağustos 1909 tarihli kanunla büyük ölçüde değiştirildi. Toplam olarak 21 maddede değişiklik

yapıldı. Bir madde yürürlükten kaldırılmış üç yeni madde eklenmiştir513. Temel hak ve

hürriyetler alanında şu yenilikler yapılmıştır: Kanun dışı tutuklama yasağı(m.10), sansür

yasağı(m.12) getirilmiştir. Haberleşme gizliliği esası(m.119) benimsenmiş, toplanma(m. 120)

ve dernek kurma hakları(m.120) tanınmış, padişahın sürgün yetkisi(m.l13) kaldırılmıştır.

Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Ayanın kuruluşlarında bir değişiklik olmamıştır. Ancak yasama

yetkisinin kullanılmasında önemli değişiklikler yapılmıştır. Kanun teklif etmek için Padişahın

iznini alma şartı kaldırılmıştır. İkinci olarak kanun tekliflerinin ilk önce Şura-ı Devlette

görüşülmeleri usulü ilga edilmiştir. Üçüncü olarak Kânun-u Esasî’nin ilk şeklinde olan

Padişahın mutlak veto yetkisi, 1909 değişikliği ile “geciktirici ve zorlaştırıcı veto yetkisine

dönüştürülmüştür. Meclis-i Umumî Padişahın veto ettiği kanunları üçte iki çoğunluğuyla

kabul ederse Padişah kanunu tasdik etmek zorunda kalmaktadır. Bu şu anlama gelmektedir ki,

artık Padişah “egemen” değildir. Artık Meclis bir kanunu Padişaha rağmen çıkarabilmektedir.

1876 Kânun-u Esasî’sinin ilk şeklindeki Padişahın görev ve yetkileri, 1909 değişikliğinde de

esas itibarıyla korunmuştur(m.7). Ancak artık Padişah, bu yetkilerini sadrazam ve ilgili

vekilin karşı imzasıyla kullanabilir. 1909 değişiklikleriyle Padişahın 113’üncü maddede

öngörülen “sürgüne gönderme” yetkisi kaldırılmış, 35’inci maddede öngörülen “fesih hakkı”

da kullanılamaz hale getirilmiştir. Diğer yandan Padişahın milletlerarası antlaşma “akdetme”

yetkisi Meclis-i Umumînin tasdiki şartına bağlanmıştır(m.7). Heyet-ı Vükelâ’nın(Bakanlar

Kurulunun) kuruluş tarzı tamamen değiştirilmiştir. 1909 değişikliğine göre, sadrazam,

Padişah tarafından atanacak, diğer vekiller ise sadrazam tarafından seçilecektir(m.29).

Hükümetin kuruluş şemasının parlamenter sisteme tam anlamıyla uygun olduğunu

söyleyebiliriz. 1909 değişiklikleri ile Heyet-i Vükelâ’nın Padişaha karşı değil, Meclis-i

Mebusan’a karşı sorumlu olduğu esası kabul edilmiştir(m.30). 1909 değişikliği bakanların

kolektif ve bireysel sorumluluklarını açıkça kabul etmektedir(m.30). Meclis-i Mebusan,

Heyet-i Vükelâ’yı güvensizlik oyuyla düşürebilecektir(m.35). 1909 değişikliğinden sonra

513 Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İÜHF Yay., İstanbul, 1982, s.70.

Page 223: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

212

yürütme organının asli unsuru artık Heyet-i Vükelâ’dır. Yürütme yetkisinin Padişahtan Heyet-

i Vükelâ’ya doğru kaydığını söyleyebiliriz. 1909 değişikliklerinde yargıya ilişkin bir

değişiklik yapılması ihtiyacı hissedilmemiştir514.

Padişah emlakinin devlete mal edilmesi önlenip, Saray personelinin ödemeleri

kısıtlandı. Sadrazam ile ulemanın da yüksek maaş ve ödenekler kısıtlandı. Böylece, saray ve

paşalar için devlet kapısı ile zenginleşme yolu kapatılmış oluyordu. İttihatçılar, Bâb-ı Âli’nin

elindeki gücü de en az Saray’ınki kadar kısıtlamaya niyetliydiler. Kabine ile Meclis arasında

baş gösterecek bir anlaşmazlıkta kabine, ya meclisin çoğunluğunun kararını kabul edecek ya

da istifa edecekti. Eğer kabine istifa eder ve kurulan yeni kabine bir öncekinin tavrını

benimser ve eğer Meclis bu kabineye güvenoyu vermezse, Padişah Meclisi dağıtıp,

Anayasaya uygun olarak yeniden seçimlere gidilmesini emredecekti. Eğer yeni kurulan

Meclis, kendisinden önceki Meclisin aldığı kararda ısrar ederse, kabine tezinden vazgeçip,

çoğunluğun kararına uyacaktı. Kısacası son sözü söyleyen Meclis olacaktı515.

1876 Anayasasının kısıtlayıcı hükümlerini 1909’da kaldırarak, köklü değişiklikler

yapmışlardır. Meclis-i Mebusan’ın gücünü artırmışlar, padişahın yetkilerini daraltmışlardır.

Hükümetin oluşumunu Sadrazama bırakarak kendi içinde uyumlu bir hükümetin kurulması

geleneğini başlatmışlardır. Mebusan üyelerine başkanları seçme, yasa önerme, hükümeti

denetleme gibi haklar vermişlerdir. Temel hak ve özgürlükleri yok eden 113. maddeyi

kaldırarak anayasayı gerçek niteliğine kavuşturmuşlardır. Ülke yönetiminde sorumluluk

taşıyan hükümetin uygulamalarını denetim altına almışlar ve Meclis-i Mebusan’dan güvenoyu

alamayacak bir hükümetin iktidarda kalamayacağını göstermişlerdir. Hükümetlerin iktidarda

kaldıkları sürece izleyecekleri politikayı belirleyen hükümet programı hazırlamaları ve bunu

Meclis-i Mebusan’a sunmaları geleneğini de başlatmışlardır. Ayrıca bir yandan

imparatorluğun hızla parçalanmaya doğru gidişini durduracak önlemlerin alınmasına

çalışılırken, öbür yandan da ulusal devlete gidecek yolu açacak tartışmaların başladığı ve

bunların Meclis-i Mebusan’a yansımış olmasıyla birlikte demokratik kültürümüzün

tohumlarının atıldığı bir dönem olmuştur516.

Bu dönemde çıkartılan İçtimaat-ı Umumiye (Toplantı), Matbuat (Basın), Matbaalar,

Taatil-i Eşgal (Grev), Cemiyetler yasaları Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde de

yürürlükte kalmıştır. Sarayın harcamaları kısıldı, yüksek görevlilerin maaşları azaltıldı,

514 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri: 1789-1980, Der Yay., İstanbul, 1995, s.161. 515 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908–1914), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1986, s.107–109. 516 İhsan Güneş, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyete Geçiş Süreci I ve II. Meşrutiyet, c.I, TBMM Vakfı

Yayını, Ankara, 1997, s.4.

Page 224: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

213

memurlar arasında büyük bir tasfiye yürütüldü. Beyaz esirlerin de, zenci esirler gibi, alım ve

satımı yasaklandı 517.

İttihat ve Terakki tam iktidar olmak için, siyasi müsteşarlık tasarısı gibi, bazı

hazırlıklara başladı. Bilindiği üzere, ülkemizde bakanlık müsteşarlığı idari bir mevkidir. İttihat

ve Terakki, mebuslarına siyasi müsteşarlıklar verme yoluyla, mebuslarının yönetime ve

kabine toplantılarına katılarak hükümet katında tecrübe kazanmalarını sağlayacaktı. Bu

tasarıya önce Mahmut Şevket Paşa karşı çıktı. Sonra Mahmut Şevket Paşa’dan cesaret alan

hükümet, ardından da bizzat mebuslar karşı çıktılar. İttihat ve Terakki’nin tam iktidar olması

sakıncalı buluyorlardı. Mahmut Şevket Paşa ağırlığını duyurabildiği sürece ve kendisine

yakın olan meclisteki ‘etiket’ İttihatçılarından güç alarak (1912’ye değin) mebusların nazır

olmalarını, dolayısıyla İttihat ve Terakki’nin tam iktidar olmasını engelledi. İttihat ve Terakki

kabineye ancak birkaç nazır sokabiliyor, bu da ona tam iktidar olmasını sağlayamıyordu518.

Paşa’nın bu tutumu İttihatçılarla arasının açılma nedenlerinden biri olmuş ve ileride Şevket

Paşa’ya yapılacak suikastte İttihatçıların parmağı olduğu kuşkusu doğurmuştur.

31 Mart sonrası kurulan sıkıyönetim rejimi muhalefet ortamını kaldırmıştı. Ilımlı

muhafazakârları da bu baskı ortamından etkilenmişti. Buna rağmen oluşturulan yeni

anayasanın da etkisiyle meclis içinde ve dışında muhalefet yavaş yavaş toparlanmaya

başlamıştır. Yeni siyasal partilerin kurulması ile etkin muhalefet tekrar başlamıştır. Yeni

Fırkaların kurulmasıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti denetimindeki Fırkadan yeni kurulan

Fırkalara mebus kaymasıyla sonuçlanmıştır.

31 Mart sonrası kurulan Osmanlı Demokrat Fırkası’nın kurucuları daha önce İttihat ve

Terakki’yi kurmuş olan Dr. İbrahim Temo ve Abdullah Cevdet’tir. Temo’nun niyeti uygar,

sadık bir muhalefet oluşturmaktı. Oysa Fırkanın gazeteleri sıkıyönetim tarafından sürekli

kapatılıyordu. Temo’nun iddiasına göre Mahmut Şevket, Fırkanın Kâtib-i Umumîsi Fuat

Şükrü’ye baston sallayarak “Sizi sopa altında gebertirim” demiştir. Fırkanın sosyal demokrat

eğilimleri olduğu söylenebilir. 14 Kasım 1909’da Meclis’i Mebusan’da Arnavut ve Arap

mebuslarının kurdukları “Mutedil Hürriyetperver Fırkası” faaliyete geçti. Bu fırkanın feodal

eğilimleri olduğu söylenebilir. Programına göre toplum ve uygarlıkça geri kalmış yöreler

“tedricen” uygarlığa sokulacaktı. Ayrıca vilayet meclis-i umumileri (il genel meclisleri) bu

amaçla yöresel yasalar hazırlayabileceklerdi. Fırkanın başkanlığını önce İsmail Kemal, sonra

da İsmail Hakkı Paşa yapmışlardır. Sıkıyönetim yüzünden bu Fırka da Meclis dışında

gelişememiştir. Mecliste İttihat ve Terakki’ye karşı 1910 yılında “Ahali Fırkası” kuruldu.

517 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.32. 518 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.33-34.

Page 225: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

214

Bunu 20-30 kadar Türk ulema mebusları kurdular. Önde gelen isimler Konya Mebusu

Zeynelabidin, Karesi (Balıkesir) Mebusu Vasfi, Tokat Mebusu Mustafa Sabri idi. Dinci bir

parti sayılabilir. Programında medreselerde günümüze uygun fenlerin okutulması, işçi hakları

gibi çağdaş talepler yanında, alaylıların işe alınmasının kolaylaştırılması, medreselerde

Arapçaya özen gösterilmesi gibi tutucu talepler alıyordu519.

Miralay Sadık Beyin öncülüğünde 1911 yılı başlarında ortaya çıkan Hizb-i Cedid

hareketi, önce İttihat ve Terakki içerisinde bölünmelere sebep olmuş, ardından Hürriyet ve

İtilaf Fırkası gibi dönemin en büyük muhalefet partisinin kumlusuna olanak sağlamıştır. Bu

talihten itibaren İttihat ve Terakki'ye karsı olan bütün unsurlar, Hürriyet ve İtilaf çatısı altında

toplanmaya başlamıştır. 21 Kasım 1911 tarihinde en etkin partilerden birisi olan Hürriyet ve

İtilaf Fırkası’nın kurulması ile Osmanlı yönetimi baskı ortamından tekrar demokratik bir

alana doğru kaymıştır. Fırkanın başkanı Damat Ferit Paşa, 2. Başkan Sadık Bey’di. Partinin

kurucuları arasında 31 Mart Olayı’nın etkin muhalif isimlerinden Dr. Rıza Nur da yer

almaktaydı. Damat Ferit’in kayın biraderi Şehzade Vahdettin’in de Fırkayla yakından ilgili,

hatta fahri başkan olduğu söyleniyordu520. Yaşanan siyasi gerginliğin doruğa çıkması üzerine

Padişah Mehmet Reşad, 18 Ocak 1912'de Meclis'i fesh etmiştir. “Sopalı Seçimler” diye de

bilinen 1912 seçimleri, muhalefetin daha da öfkelenmesine yol açmış ve İttihat ve

Terakkinin devrilmesi meselesini gündeme getirmişti. Arnavutluk'ta 6 Mayıs 1912'de

başlayan isyan hareketi muhalefete aradığı fırsatı vermiştir. Kendilerini “Halaskar Zâbitan521”

olarak adlandıran muhalif subaylar, söz konusu isyanı bahane ederek hükümete ültimatom

vermişlerdir. İttihat ve Terakkisini muhalifleri ikna çabaları fayda sağlamamış, sonuçta

cemiyetin desteklediği İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştır. Gazi

Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında kurulan yeni hükümet, İttihatçı kadrolara yönelik büyük

bir tasfiye hareketi başlatmıştır. Böylece İttihat ve Terakki’nin 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânı

ile başlayan denetleme iktidarı sona ermiş oldu.

Bu kurulan partilerin de ortak noktası 31 Mart Olayı öncesi kurulan siyasi partiler gibi

İttihat ve Terakki Partisine muhalefet yapmaktı. Bu da İttihatçıların 31 Mart sonrası

muhalefeti sindirme girişimlerinin pek başarılı olamadığını göstermektedir. 1909 Kânun-u

519 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.36-37. 520 Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin kuruluşu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası,

Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, c.I, İletişim Yayınları,

İstanbul, 2000. 521 Halaskar Zabıtan Grubu İttihat ve Terakki’ye karşı gizli bir ihtilal komitesi olarak kurmuştur ancak bir demek

boyutuna bile ulaşamamış ve 1913 yılı yok olmuştur. Halaskar Zabıtan Grubu'nun beyannamesi ve programı için

bkz: Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, s.367-373.

Page 226: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

215

Esasî değişikliği ile birlikte Osmanlı Devleti’nin rejimi gerçek anlamda bir Meşruti Monarşi

şeklini almıştır. Böylece Osmanlı Devleti, Bâb-ı Âli Baskını’na kadar geçen süreçte

Meşrutiyetle gerçek anlamda yönetilmiştir.

Hareket Ordusu Kumandanı olarak 31 Mart Ayaklanmasını bastıran Sadrazam

Mahmut Şevket Paşa, 11 Haziran 1913 tarihinde otomobili ile Beyazıt Meydanı’na geldiği

esnada düzenlenen suikast ile öldürüldü. Suikastı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni iktidardan

indirmek isteyen muhalefetin yaptığı düşünülerek sorumlular cezalandırılmıştır. Fakat

İttihatçıların, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile görüş ayrılıklarına düşen Mahmut Şevket Paşa’yı

ortadan kaldırmak için bu suikastte giriştiği ve cinayeti siyasi rakiplerinin üzerine yıkarak

konumlarını pekiştirmek istedikleri oldukça yaygın bir görüştür. Suikastten sonra yeni

hükümet kurma görevi ilk kez bir İttihat ve Terakki üyesine, Sait Halim Paşa’ya verildi. Sait

Halim Paşa’nın sadrazamlığı ile İttihat ve Terakki denetleme iktidarı son buluyor ve tam

iktidar dönemi başlıyordu.

İttihatçılar tarafından 23 Ocak 1913’te gerçekleştirilen Bâb-ı Âli Baskını, Balkan

Savaşı‘nın yenilgiyle sonuçlanacağının anlaşılması ve Bulgar ordularının Edirne-Çatalca

önlerine kadar ilerlemesi üzerine yönetimi devralmak için yapıldı. İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden Binbaşı Enver, yanında çalıştığı Başkumandan Vekili

Nâzım Paşa’nın makamını, yanında fırkanın silahşorlarından Yakup Cemil ve adamları

olduğu halde bastı. Yakup Cemil, Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa’yı şakağından vurarak

öldürmüştür522. Daha sonra Sadrazam Kâmil Paşa’nın makamına giden baskıncılar, sadrazamı

silah zoruyla istifaya zorladılar. Böylece İttihat ve Terakki hâkimiyeti başladı. İttihatçılar

yönetimi ele geçirip muhalefeti tamamen sindirdikten sonra izledikleri siyasetle İttihat ve

Terakki cuntasını başlattılar.

Kuruluşlarından itibaren izledikleri Alman taraftarı siyasetleri sonucunda ise Osmanlı

Devleti Almanya’nın başı çektiği İttifak devletleri yanında I. Dünya Savaşı’na girmiştir. I.

Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros

Ateşkes Antlaşması hükümleri doğrultusunda ülke işgal edilmeye başlanmıştır. Mondros

Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İttihat ve Terakki Partisi fesih edilmiş;

İttihatçılar yurt dışına kaçmıştır. Bağımsızlığa kavuşmak için Mustafa Kemal önderliğinde

yapılacak Kurtuluş Savaşı’nda, Osmanlı döneminde yerleşen meclis yönetimi ile savaşta

başarı sağlanmış; Meşrutiyet’e kavuşmak için Jön Türklerden beri verilen sancılı mücadele

522 Murat Bardakçı, “Yakup Cemil Tetikçi Olsa Ailesi Sefalet mi Çekerdi?”, Hürriyet Gazetesi, 7 Nisan 2002,

s. 22; Soner Yalçın, Teşkilat’ın İki Silahşoru, Doğan Kitap, İstanbul, 2001, s.314; Osman Selim Kocahanoğlu,

Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.149.

Page 227: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

216

sonucunda, Türk halkı yeni kurdukları devletin yönetim rejimi için “Parlamenter

Demokrasi”yi seçmişlerdir.

3.4.1. Hürriyet-i Ebediye Şehitliği ve Abide-i Hürriyet Anıtı

31 Mart Olayı’nda ölenler, 26 Nisan’da İstanbul’da büyük bir cenaze töreni yapılarak

toprağa verildi. Ancak tören yeterli görülmediği için Hürriyet Şehitleri’nin içinde bulunduğu

şehitliğe bir anıtın yapılmasına karar verildi. Anıt için düzenlenen yarışmayı I.Ulusal

Mimarlık Üslubu’nun tanınmış mimarlarından Mimar Muzaffer Bey(1881–1920) kazandı.

Abide-i Hürriyet Anıtı, Şişli’nin en yüksek tepesi olan Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nin(130

rakım) kuzeybatı kesiminde birinci çevre yolu ile Şişli-Kâğıthane Caddesi arasında yer

almaktadır. Yapımına 1909’da başlanan ve 1911’de bitirilen anıt, havaya atış yapan bir top

şeklindedir. Örme taştan yapılan bu anıtın alt zemininde şehit olan askerler gömülüdür. Mezar

odasına giren kapının üzerinde ise, yakın bir zamana kadar “Makber-i Şüheda-i Hürriyet”

yazılı bir kitabe bulunmaktaydı. 31 Mart şehitlerinin isimleri anıta işlenmiştir. “Temmuz

Devrimi”nin üçüncü yılında “Abide-i Hürriyet Anıtı”, 23 Temmuz 1911 tarihinde büyük bir

halk katılımıyla açıldı. Anıt Osmanlı’daki özgürlük hareketlerinin sembolü olmuştur ve 1935

yılına kadar her 23 Temmuz’da kutlanan Hürriyet Bayramı’nda anıta gitmek bir gelenek

halini almıştı. Hürriyet-i Ebediye Tepesi’nde yer alan Abide-i Hürriyet Anıtı’nın yer aldığı

şehitlikte 31 Mart Olayı’nda ölen Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar, Deniz Binbaşı Salih,

Üsteğmen Bekir ve 68 er defnedilmiştir. Hürriyet-i Ebediye Şehitliği’ne sonradan defnedilen

başlıca İttihatçılar şunlardır:

1- Mithat Paşa: Kânun-u Esasî’nin ve 1876 yılında ilân edilen I. Meşrutiyet’in mimarı

Jön Türklerin liderlerinden olan Sadrazam Mithat Paşa, Sultan II. Abdülhamid’le görüş

ayrılığına düşünce kurulan mahkemece, Sultan Abdülaziz’in şüpheli intiharından sorumlu

tutularak idama çarptırılmış, 8 Mayıs 1884 tarihinde cezaevinde boğularak öldürülmüştür. II.

Abdülhamid, Mithat Paşa’nın öldüğünden emin olmak için başını kestirip Yıldız Sarayı’na

getirtmiştir. Mithat Paşa’nın gövdesi, Taif’e gömüldü. Mithat Paşa’nın kemikleri, 24 Haziran

1951’de Türkiye’ye getirildi. Tabutu, idam cezası aldığı mahkemenin bulunduğu Çadır

Köşkü’nde katafalka konuldu. İki gün sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da katıldığı bir

törenle Abide-i Hürriyet Anıtı’nın tam karşısına defnedildi. Mithat Paşa’nın mezarı üzerine,

anayasa kitapçığı şeklinde büyük bir anıt yapıldı. 31 Mart Olayı’ndan çok önce vefat eden

Mithat Paşa İttihatçı liderlerin Meşrutiyet kurbanı olarak görülen ideolojik liderlerinden

birisidir.

Page 228: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

217

2- Mahmut Şevket Paşa: Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Babıâli’ye gitmek için

Beyazıt’taki Harbiye Nezareti’nden çıkıp otomobiline bindi. Otomobil, Beyazıt Meydanı’na

geldikten sonra Çarşıkapı’ya sapacağı sırada, karşıdan ellerinde tabut taşıyan bir cenaze

alayıyla karşılaştı. Cenaze alayına yol vermek için durduğu sırada tabutu yere atanlar,

ellerindeki silahlarla otomobile ateş açtılar. 11 Haziran 1913 tarihinde Sadrazam Mahmut

Şevket Paşa, koruması Kazım Ağa ve Bahriye Yaveri İbrahim düzenlenen bu suikastle

öldürüldü. Mahmut Şevket Paşa, iki korumasıyla birlikte, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın 20 metre

soluna yapılan bir anıta defnedildi.

3- Enver Paşa: Niyazi Bey ile dağa çıkarak II. Meşrutiyet devrimini başlatan Enver

Paşa, Niyazi Bey’le beraber “Vatanı Darbe-i İstibdattan Kurtaran Kahraman” olarak anılmaya

başlandı. İttihat ve Terakki Partisinin önde gelen liderlerinden olan Enver Paşa, I. Dünya

Savaşı’nın hezimeti sonrası İttihat ve Terakki Partisinin feshinden sonra yurt dışına çıkmıştır.

Avrupa’da birkaç ülkede kaldıktan sonra Orta Asya Türkleri yanında Bolşeviklere karşı

çarpışmak için Rusya’ya gitti. 4 Ağustos 1922’de Belçivan yakınlarında Kızılordu ile

çarpışırken, idealizmi uğrunda şehit olmak için mitralyözlerin üzerine elinde kılıç atıyla

saldırırken öldürüldü. Yıllar sonra ölüm yıldönümü olan 4 Ağustos 1996 tarihinde naaşı

Tacikistan’ın Çeğen Köyü’ndeki mezarından alınıp İstanbul’a getirildi. Devlet töreniyle Talat

Paşa’nın mezarının yanına defnedildi.

4- Talat Paşa: I. Dünya Savaşı’nın yenilgisinden sonra İttihat ve Terakki Partisinin feshi

üzerine Almanya’ya gitmek zorunda kalan İttihatçıların liderlerinden Talat Paşa, tütün almak

için sabah saatlerinde evinden çıktı. Hardenberg Caddesi’nde 100 metre yürümüştü ki,

İran’dan gelen 24 yaşındaki Ermeni terörist Sogomon Tayleryan tarafından Ermeni Tehcir’i

mimarlarından olduğu gerekçesi ile 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de vurularak öldürüldü.

Üzerinden “Mehmed Sai” adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı. Talat Paşa’nın cenazesi uzun

yıllar Türkiye’ye getirilemedi. Yıllarca bir kilise mezarlığında kaldı. Adolf Hitler, Türk-

Alman ilişkilerini kuvvetlendirmek için özel bir jest yapıp Talat Paşa’nın naaşını 25 Şubat

1943 tarihinde Türkiye’ye gönderdi. Talat Paşa’nın cenazesi askeri törenle, Abide-i Hürriyet

Anıtı’nın sağ yanındaki 50 metre uzaklığa defnedildi.

5- Silahşor Mülazım Atıf Kamçıl: Meşrutiyet’in ilânı için Resne’de İttihatçı Niyazi

önderliğinde dağa çıkan mektepli subayları ve ihtilâlci askerleri cezalandırmak için

Manastır’a gelen Müşir Şemsi Paşa, Yıldız Sarayı’na görev yerine geldiğini rapor etmek için

postaneden telgraf çekmişti. 7 Temmuz 1908 tarihinde Müşir Şemsi Paşa ve yanındaki

yaverleri (biri Fevzi Çakmak Paşa) Manastır Postanesi’nden çıkarken Bigalı Teğmen Atıf

(Kamçıl), Şemsi Paşa’ya birkaç el ateş ederek öldürdü. Bigalı Teğmen Atıf kargaşadan

yararlanıp kayıplara karıştı. Atıf Kamçıl, Cumhuriyet’ten sonra 6. ve 7. dönem Çanakkale

Page 229: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

218

milletvekili olarak TBMM’de bulundu. İttihat ve Terakki’nin kurucularından biri olarak Atıf

Kamçıl’ın cenazesi, Abide-i Hürriyet Anıtı’nın 50 metre arkasındaki ağaçlıklı bölüme

defnedildi.

6- Mithat Şükrü Bleda: 1872 yılında Selanik‘te doğmuş ve Mülkiye Mektebi‘ni

bitirdikten sonra İttihat ve Terakki Fırkası’nın kuruluşunda vazife almıştır. II. Meşrutiyet

döneminin önde gelen siyasetçilerindendir. İttihat ve Terakki’nin kurucuları arasında yer

almış ve genel sekreterliğini yapmış, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın 3. döneminde Serez,

Dırama ve Burdur mebusluğu yapmış, Malta sürgünleri arasında yer almıştır. 1935 - 1950

yılları arasında Sivas milletvekilliği yapmıştır. İttihat ve Terakki’nin uzun müddet Kâtibi

Umumi’liğini yapan Mithat Şükrü Bleda 1950 seçimlerine kadar sırasıyla, Serez, Dırama,

Burdur ve Sivas mebusu olarak Meclisi Mebusan ve TBMM’ye girmiş ve 1950 yılında siyasî

hayattan ayrılmıştır. 19 Şubat 1956’da İstanbul‘da vefat etmiş, vasiyeti üzerine Hürriyet-i

Ebediye Tepesi’ne yaptırılan şehitliğe gömülmüştür.

Osmanlının son dönemine damgasını vuran İttihatçıları ve 31 Mart Olayı’nın

kurbanlarını bünyesinde barındıran bu tarihi mekân ne yazık ki günümüzde kaderine terk

edilmiş atıl durumdadır ve korunmaya alınmaz ise yakında anıt ile şehitlik tarihin tozlu

sayfalarına karışıp yitilecektir523.

3.5. 31 Mart Olayı Hakkında Bazı Mülâhazalar

31 Mart Olayı günümüze kadar süren tartışmalara konu olmaya devam etmektedir ve

kısmen de belirsizliğini korumaktadır. 31 Mart Olayı’nın ortaya çıkışı ile ilgili olarak

tartışmalar başlıca üç görüş etrafında toplanmaktadır. Tartışmaların odağına oturan bu üç

temel görüşten en ağır basanı, 31 Mart Olayı’nın İttihatçılara ve Meşrutiyet’e yönelik bir

ayaklanma olduğu, muhalefet tarafından düzenlendiği şeklindedir. Ağırlık basan diğer görüşe

göre Olay Meşrutiyet’e ve İttihatçılara karşı II. Abdülhamid tarafından düzenlenen bir

komplodur. Maksadıysa “şeriat” şemsiyesi altında istibdatı getirmektir. Üzerinde ısrarla

durulan üçüncü görüşe göre ise 31 Mart Olayı, Meşrutiyet sonrası yönetimi ellerine almayarak

otokrasi kurmak isteyen İttihatçıların kendilerine dönük hızla çoğalan muhalefeti sindirmek

ve yönetime tümüyle egemen olmak için düzenledikleri güdümlü bir askeri darbedir.

523 Abide-i Hürriyet Anıtı ve burada medfun bulunan İttihatçılarla ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz:

http://www.sislibelediyesi.com; http://www.sisli.gov.tr; http://tr.wikipedia.org.

Page 230: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

219

Bu konuda olayın tanıklarından günümüz araştırmacılarına kadar birçok yorum

yapılmaktadır. Devam eden bu yorumlar olayın tam aydınlığa kavuşmamış muğlâk kalmış

olduğu izlenimi vermektedir. Bu muhalif tezlere baktığımız zaman olayın boyutlarını daha net

kestirebilmekteyiz. 31 Mart Olayı’na fiilen karışan şahısların yorumu ile bu alanda otorite

sayılabilecek günümüz araştırmacılarının görüşlerini kısaca şu şekillerde toplanabilir: Ahmet

Bedevi Kuran, isyanın çıkışındaki en önemli etkeni “hükümetin idaresizliği ve hürriyeti kendi

görüşüne göre tahdide kalkışması” olarak görmektedir524.

Muhalefetin İslamcı kanadında yer alan Volkan gazetesinde yazılar yazan İttihad-ı

Muhammediye Cemiyeti kurucusu Derviş Vahdeti, Divan-ı Harb-i Örfi’deki savunmaları

sırasında isyanın aylar öncesinden hazırlanmış planlı bir hareket olduğunu, bunu da Kâmil ve

Said Paşa’ların yapmış olabileceğini söylemiştir. 31 Mart İsyanı üzerinde duran Şeyhülislâm

Cemalettin Efendi şu yorumu yapmaktadır: “Geçici bile olsa, Hükümet idaresinin memlekette

bir huzur ve asayiş sağlayacağı ümit edilmekte ise de, her sahada alabildiğine artan hırs ve

yeni fikirleri Osmanlı askerinin alışılagelmiş olan inanışları dışında verilen emirler, yapılan

telkinler, aradan iki ay geçmeden 31 Mart Hadisesi’ni meydana getirdi. Hareket Ordusu’nun

da İstanbul’a gelmesi ve saltanatta meydana gelen değişiklik neticesi devletin idaresini İttihat

ve Terakki, tamamen eline almış oldu525.”

31 Mart Olayı ile ilgili öne sürülen diğer bir görüş ise ayaklanmanın masonlar

tarafından çıkarıldığı tezidir. İttihat ve Terakki’nin Masonlukla ilişkilendirilmesi, İttihat ve

Terakki’ye karşı gayr-ı memnun kitlenin artmasına yol açmıştır526. Cevat Rıfat Atilhan

yazdığı 31 Mart Faciası kitabında 31 Mart Olayı’nı muhafazakâr ve muhalif bir bakış açısıyla

değerlendiriyor ve kendilerine Filistin’de toprak vermeyen II. Abdülhamid’i tahttan indirmek

için Siyonistlerin 31 Mart Olayı’nı tertiplendiği şeklinde marjinal bir tez öne sürüyor: “31

Mart kanlı vak’ası; Türk milletini topyekûn dize getirmek ve muazzam vatanımızı

parçalamak, bir kısmı üzerinde de kendi saltanatlarını kurmak için Siyonizm ve Farmason

işbirliğinin yarattığı sistemli ve plânlı bir suikastın ta kendisidir527.” İstanbul’da Taşkışla’da

bando teğmeni olan Mustafa Turan da 31 Mart Olayı’nı tertipleyenlerden birinin Yahudiler

olduğu kanaatindedir528.

524 Kuran, İttihat ve Terakki, s.276. 525 Şeyhülislâm Cemalettin Efendi, Siyasi Hatıratım (Haz.:Ertuğrul Düzdağ), Tercüman 1001 Temel Eser,

İstanbul, 1978, s.49. 526 Özçelik, a.g.e., s.170. 527 Cevat Rıfat Atilhan, 31 Mart Faciası, Bahar Yayınevi, İstanbul, 1972, s.4. 528 Turan, a.g.e., s.10.

Page 231: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

220

31 Mart Olayı ile ilgili diğer bir görüş, olayın İttihat ve Terakki tarafından tertip edildiği

şeklindedir. Bu da çoğunlukla İttihatçıların muhalifleri tarafından ortaya atılmıştır. Bu görüşü

ileri sürenlerin başında “Mizancı” namıyla anılan Murad Bey gelmektedir. “Tatlı Emeller ve

Acı Hakikatler” namındaki eserinde uzun uzadıya bu husustaki görüşlerini açıklamaktadır.

Murad Bey’e göre İttihat ve Terakki Cemiyeti mevcut bir siyasi şekli yıkmak için teşekkül

etmiştir. Böyle bir maksatla kurulan teşekküllerin yapıcı olması mümkün olamaz. Burada

Murad Bey, İttihatçıların Selanik valisi olan Hüseyin Kazım’ın, yine Cemiyet’in sadrazamı

Said Halim Paşa’dan naklettiği kanaate sahip görünmektedir. Nitekim Said Halim de

“Yıkıcılardan yapıcılık, komitacılardan idarecilik beklenemeyeceğini, memleketin felâkete

gitmesinin mukadder olduğunu” söylemiştir. Ne gariptir ki, bunu ifade eden Paşa, bir müddet

sonra onların teklif ettiği sadaret vazifesini kabul etmiştir. Bundan sonra Murad Bey, umumi

sebepleri saymakta, abdesthane ve hamam davasını, alaylı meselesini, Nâzım’ın İzmir’deki

kışlada bir ferike yaptığı feci hakaretleri ve bunların tekerrür ettiğini, masonluk ve

cemiyetçilik sebebiyle askerî hiyerarşinin bozuluşunu, İstanbul’daki cinayetleri, kendisine

bile tehditler yapıldığını, hatta bir gece vereceği konferansta 300 zabitin rovelver çektiğini,

nakletmektedir529. Mizancı Murad, bu olayları tertip edenlerin İttihatçılar olduğu hükmüne

varmıştır.530

Sultan II. Abdülhamid 31 Mart Olayı ile ilgili şu yorumu yapmaktadır: “Gazeteler,

Cemiyetler, kulüpler, körükleye, körükleye ‘31 Mart’ yangınını ilân ettiler. Vak’anın

mesuliyetini paylaşmamak için ben karışmadım. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti yürekten

isteseydi, ayaklanmayı iki saat içinde bastırırdı. Çünkü adamlarımın tahkik ve teminlerine

göre, ilk hareket üç-beş askerden çıkmış... Bunları kandıran, Hamdi Çavuş adlı bir Arnavud’u

bulan ve para veren de Kâmil Paşa zade Sait Paşa idi!..531”

İstanbul’da Taşkışla’da bando teğmeni olan ve 31 Mart Olayı’nın İttihatçılar tarafından

çıkarıldığı tezini ileri süren Mustafa Turan, Taşkışla’da 31 Mart Faciası adlı kitapta muğlâk

olan şu olayı görüşüne dayanak almaktadır: “31 Mart, İttihatçıların düzenlediği uydurma bir

ayaklanmadır. O gün sahte bir paşa, bazı subaylarla birlikte Taşkışla’ya gelip, padişahın sahte

bir fermanını okudular. Fermanda askerin şapka giyeceği yazılıydı. Düzmece şapka fermanı,

askeri tahrik ve ayaklanma için kullanılmıştır. Meğer fermanı okuyan paşa ve maiyetindeki

zabitler, isyanı hazırlayan ve tertipleyenler, sahte üniforma giymiş mühim şahsiyetlerdi.

İçlerinde İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden tanıdığım Bahuddin Şakir, Mithat Şükrü ve Ömer

529 Aksun, a.g.e., c.V, s.211. 530 Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c.I, İşaret-Ferşat Ortak Yayınları, İstanbul, 1991, s.296–297. 531 Bozdağ, a.g.e., s.110.

Page 232: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

221

Naci beyler de vardı. Taşkışla’dan ayrılan heyet, Beyoğlu Topçu Kışlası’na gidip, fermanı

orada da okumuş, askerin dini duygularını kamçılamışlar. Sahte heyet gerek Taşkışla’da,

gerekse Beyoğlu Topçu Kışlası’nda fermanı okuduktan sonra, çavuş, başçavuş kılığında

casusları kışlaya sokarak, askeri harekete geçirdiler. İttihad ve Terakkicilerden Ömer Naci

Bey de kışla avlusundaki istihkâm arabasının üzerine çıkarak: ‘Hey asker kardeşler, geliniz,

toplanınız sizlere diyeceklerim var. Sizler Müslüman değil misiniz? Şapka giymek ne demek?

Din-i mubin-i İslam’ın evlatlarını düpedüz gavur yapacaklar, ne duruyorsunuz? Bütün

ecdadımız bu uğurda kanlarını, canlarını verdiler. Müslümanlık elden gidiyor.’Sonra dönüp

avcı taburlarına: ‘Sizlere söylüyorum, gavur olmak için mi hürriyeti yaptınız? Sizin vazifeniz

hem hürriyeti, hem de dininiz olan Müslümanlığı muhafaza etmek değil mi? Ne

duruyorsunuz, haydi hep beraber Mebusan-i Meclis’e gidelim, derdimizi anlatalım.’ 532”

31 Mart Olayı’nın İttihatçılar tarafından yaptırıldığını ileri sürenlerden biri de Sadaret

Şifre Kalemi hulefasından olduğu halde İttihatçılara muhalif bulunduğu için Mısır’a giden

Selahaddin Bey’dir. Selahaddin Bey, isyanın önce İttihatçılar tarafından çıkarıldığını, fakat

kısa müddet içinde bunların aleyhine döndüğünü ileri sürmektedir. Selahaddin Bey

“Bildiklerim” adlı eserinde, 31 Mart’ın İttihat ve Terakki Cemiyetince bir şer aleti makamında

istihdam edilen Avcı Taburları’ndan çıktığını, bu taburların kumandanlarının Selanikli Avdeti

Remzi Bey gibilerinden ve İstanbul ile Rumeli sokaklarında adam öldüren katil ve namdar

Cemiyet fedaîlerinden oluştuğunu, taburların efradının da aynı his ve fikre tâbi olmalarının

yanında bunların çoğunluğunun Rumeli halkından, Rum ve Bulgar eşkıya çetelerinden

oluştuğunu yazmakta ve “İşte ezher-cihet şâyân-ı i’timâd ve emniyet olan bu taburların îfâ

edecekleri hizmeti diğer taburlar zâbitân ve efradının icra edemeyecekleri Cemiyet’çe malûm

idüğünden, 31 Mart hâdisesinin ordu-yı hümâyûn içinde ihdası vazifesini bunlara tahmil ile

İstanbul’da bulunan asâkir-i Osmaniye’nin efkârını tahrik ve tahdîşe başlattığı ve Cemiyet

vesâit-i şâire ile de bâzı sebükmegazân-ı ahâliyi teşvîk ve iğfal ve ordu-yı hümâyun ile

beraber bir isyan ve ihtilâl çıkartmayı te’mîn eylediği cihetle, 31 Mart 1325’ târihinde bir

vak’a-i müessife zuhur etmiştir. Bu vak’a-i fecîayı tehyie ve ihzâf eden Avcı Taburları

zâbitanı yevm-i hâdisede nefer elbisesi ile sokaklarda dolaştıktan sonra, Selanik’ten hareket

eden Hareket Ordusu’na iltihak etmek üzere Hadımköy cihetlerine firar etmişlerdir. Bu

hareket ve isyana, yedi sekiz ay zarfında Cemiyet’in akıl ve hikmete gayr-i muvafık icra

eylediği harekâtını gören ve neticenin vahametini takdir etmeğe başlayan bazı kesân iltihak

etmiş, kadro haricine çıkarılan eski zâbitan dahi kendilerine kumanda etmek için efrâd-ı

532 Turan, a.g.e., s.49-51.

Page 233: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

222

isyaniye tarafından hanelerinden cebren celbedildiğinden, iş, İttihad aleyhine dönmeğe

başlamıştır.” demektedir533.

Ali Birinci, 31 Mart Olayı’nın çıkışında İttihatçıların bir rolü olmamasına rağmen

sonradan iktidarlarını sağlamlaştırmak için isyandan faydalandıklarını şu şekilde

açıklamaktadır: “31 Mart Vakasının mühim bir tarafı, hâlâ çok abartılı bir şekilde ortaya

konulması ve ancak Hareket Ordusu ile söndürülebilmiş gibi büyük bir isyan olarak takdim

edilmesidir. Hâlbuki Hareket Ordusu İstanbul’a yürüdüğü zaman askerler çoktan kışlalarına

dönmüş ve Meclis-i Mebusan mesaisine başlamıştı. IT bu isyanı, iktidarını tam ve rakipsiz bir

şekilde kurmak için kullanmıştır. Bu kullanma günümüzde de devam etmektedir534.”

Sina Akşin, “Jön Türkler ve İttihat ve Terakki” adlı kitabında, 31 Mart Olaylarının

sloganının “şeriat isteriz” olmasından dolayı olayın dini içerikli gerici bir ayaklanma olarak

nitelendirildiğini yazmaktadır. Sina Akşin gerçekte olayın mahiyetinin muhalefetin İttihat ve

Terakki’yi devirmek istemesi olduğunu iddia etmektedir. Sina Akşin’e göre ayaklanma kötü

düzenlediği için başarıya ulaşamamış bir askerî darbedir. Sina Akşin, olaylardan önce

muhalefetin isyan eden askerlerin disiplinli bir güç gösterisi yapacağını umduğunu ama olayın

mahiyetinin düzenli bir güç gösterisinden kanlı bir isyan hareketi dönüşmesi nedeniyle

muhalefetin ayaklanmayı sahiplenmediğini iddia etmektedir. İsyan bayrağının Şeriat oluşu,

bir dini sömürme olayından ibarettir535. Sina Akşin kitabında şu tezi ileri sürmektedir: “işin

kanlı bir biçim alması dolayısıyla onu başlatanların ona sahip çıkmaktan çekinmeleri, askerin

sonradan II. Abdülhamid’e yönelmesi, Harp Divanı’nın da siyasal nedenlerle ayaklanmanın

derinine gitmekten kaçınması (cezalandırılanların çoğu, askerler gibi fiilen ayaklanmaya

katılmış olanlardı), olaya bir muamma havası vermiştir. Bu yüzden üç türlü açıklama yapıla

gelmiştir. Birincisine göre, olayı diktatörlük kurmasına vesile olsun diye İttihat ve Terakki

düzenlemiş, fakat ipin ucunu kaçırmıştır. Askerî kuvveti elinde tutan, iktidarda sayılabilecek

bir siyasal kuruluşun kendi aleyhinde kendi askerlerini -yapmacık da olsa- ayaklandırması

görülmüş şey değildir. Zaten olayların da yalanladığı bu açıklamanın üzerinde durmaya bile

değmez. II. Abdülhamid ise olayı düzenlememiştir. Öyle olmasaydı, onu ayaklanmadan

sorumlu tutarak tahttan indirten Ordu ve bu arada suçu esas itibarıyla istibdatçı özlemler

taşımaktan ibaret olanları bile idama mahkûm eden o Ordunun Harp Divanı, bunun açık

kanıtlarını ortaya koyarak, tahttan indirmeyi haklı göstermeyi herhalde isterdi. Tabii II.

Abdülhamid’in Hürriyetin ilânından sonra (el altından gizli istibdatçılarla ilişki kurup, jurnal

533 Aksun, a.g.e., c.V, s.213. 534 Birinci; “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, s.407. 535 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.30.

Page 234: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

223

almaya devam etmesi) ve hele ayaklanmadan sonra (ayaklananları kınamaktan kaçınması,

üstelik onları okşayacak bir tutum benimsemesi) tam Meşrutiyetçi bir Padişah gibi davrandığı

söylenemez. Fakat bu, ayaklanmanın sorumluluğu ile ilgili bir konu değildir. Ayrıca, II.

Abdülhamid’in ayaklanmadan, kendine bir zarar gelir diye haklı olarak korktuğu ve telâşa

düştüğü bilinmektedir. Üstelik zaten kendisiyle uzlaşmış durumda bulunan İttihat ve

Terakki’ye karşı II. Abdülhamid’in bir harekette bulunması mantıksızlık olurdu. Kalıyor

üçüncü açıklama: Ayaklanmayı muhalefet düzenlemiş ve başlatmıştır. Muhalefet denince,

başta Prens Sabahaddin olmak üzere, Kâmil Paşa ve oğlu Said Paşa, İsmail Kemal ve Müfit

Beyler, Mizancı Murad, Mevlânzade Rıfat, Said-i Nursi, Derviş Vahdeti gibileri ve bunların

buyruğu ve etkisi altındaki siyasal örgütler, yani Ahrar Fırkası ve onun dinsel kolu olan

İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti anlaşılır536.”

Sina Akşin 31 Mart Olayı’nda muhalefete en büyük desteği Arnavutların verdiğini iddia

etmektedir. Akşin’e göre: “İsmail Kemal, Ergiri Mebusu Müfit Bey, askerin elebaşısı Hamdi

Çavuş ve başkaları Arnavut oldukları gibi, Arnavutluk’taki Arnavut ve Baskım kulüpleri,

İsmail Kemal ve Müfit Beyden aldıkları telgraflar üzerine ayaklanmayı açıkça Ahrar’a mal

ederek, 31 Mart’tan yana bir tutum takındılar. Bunun nedeni şuydu: Osmanlı Devleti’nin

Rumeli’de gidici olduğunu sezen Arnavutlar, Hürriyetin ilânından sonra, ulusal kongre, okul,

dernek ve yayınlarla büyük bir kültür hamlesi yapmışlardı. Ama bu çalışmaların İttihat ve

Terakki’nin Türkleştirici ve merkeziyetçi tutumuyla bağdaşması zordu. Oysa Ahrar’ın adem-i

merkeziyetçiliği, Arnavutlara çok uygun geldiği gibi, Ahrar’ın arkasındaki İngiliz gölgesi de

ilerdeki bağımsız ya da özerk Arnavutluk için bir teminat olarak görülüyordu537.” Sina Akşin

31 Mart Olayı’nın belirsizliğinin sürmesini şu şekilde açıklamaktadır: “Sonuç olarak

ayaklanmanın kim tarafından başlatıldığı resmen belirlenmedi. Muhtemelen bu, İttihat ve

Terakki’nin işine geldi. Ayaklanmadan Abdülhamid sorumlu tutulsa, muhalefet aleyhindeki

kovuşturma ve baskılar haksız görünecekti. Muhalefet sorumlu tutulsa, bu sefer

Abdülhamid’in tahttan indirilmesi haksız görünecekti. Yani bu belirsizlik sayesinde İT ‘bir

taşla iki kuş vurmuş’ oluyordu538.”

Feroz Ahmad ise görünürdeki nedeni şeriat olan 31 Mart Olayı’nın perde arkasına

bakılması gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır: “...Bu olayın kaynağı tamamen dinsel olarak

nitelenmiş, siyasal önemi, hemen hemen kaybolmuştur. İlham kaynağı gerçekten yalın katı

dinsel tutuculuk olan bir isyanın böylesine dizginlenmiş olması ve kolayca bastırılması kuşku

536 Akşin, İttihat ve Terakki, s.127. 537 Akşin, İttihat ve Terakki, s.129. 538 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.31.

Page 235: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

224

vericidir. İsyancılar yalnızca Cemiyet üyelerinin peşine düşmüşler ve aynı dikkatle yalnız

ittihatçı basının gazetelerini yağma etmişlerdi. …Din, 1908 Temmuzundan beri süregelen

siyasal mücadelede bir araç olarak kullanılmıştır. Osmanlı toplumunda her zaman için önemli

bir rol oynamış olan din, bu kez de Cemiyete karşı bir silâh olarak kullanılmıştır539.”

31 Mart Olayı’na farklı bir açıdan bakan bazı çevreler, bu dönemde hukuk tanımının

şeriat ile karşılanması (şer-i hukuk) nedeniyle, şeriat isteriz slogandan aslında hukuk isteriz

sonucu da çıkartılabileceği tezini savunmaktadırlar. 31 Mart Olayı’nı başlatanların amacının

“irtica” olmadığı tezini savunanlar genellikle görüşlerini şu şekilde açıklamaktadırlar: “Tanin

ve Rumeli gazetelerinin yaydığı ve kabul ettirdiği, hatta resmileştirdiği 31 Mart’ın bir irtica

olayı olduğuna dair görüş, adeta ‘kaziye-i mahkeme’ hükmüne geçmiştir. Bu tezi savunanlara

göre irtica, o dönemde mutlakıyet yönetimini geri getirmek amacı gütmeliydi; mürteciler

yalnız dört beş kişiye değil, hiç ayrım yapmadan bütün mebuslara karşı olmaları gerekirdi.

Taleplerini de Meclisten değil, padişahtan istemeleri gerekirdi. Bunun yanında, Askerler

meclisi talan etmiyordu veya Yıldız’dan beklentisi yoktu. Ayaklanan askerlerin istediği diğer

şeyler kabinenin düşmesi, bazı kişilerin mebusluktan istifa etmeleri, isyanlardan dolayı

affedilmeleriydi. Ancak, “dini ayaklanmaya alet etmek irticadır” tespitini yapanlar ‘şeriat

isteriz’ sloganına takılmaktadır. Önceleri İttihatçıyken sonradan muhalifler arasına geçen ve

daha sonrada Kürt milliyetçisi olan Şerif Paşa’ya göre, ayaklananların kültürel seviyesi ve

durumları nazarı itibara alınmalıdır. Yani, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin icraatlarından

sonra, ayaklanma, aydınların ve üst düzey elitlerin yönetiminde olsaydı böyle bir tabir söz

konusu olmayacaktı. Zira cahil olan isyancı askerlerin gözünde adalet, hürriyet, Meşrutiyet,

kısaca her hürriyetçi amaç şeriatta toplanmaktadır540.”

31 Mart Olayı patlak verdiği günün sabahı Meclis-i Mebusan’da toplanan mebuslarla

ayaklanan askerler arasında isyanın nedenleri ile ilgili diyaloglar geçmiştir. Askerlerin şeriat

ile ilgili istekleri, meclisteki mebuslarca irtibat memuru olarak seçilen Kastamonu Mebusu

Yusuf Kemal Bey’in yazdığı anılarında şu şekilde nakledilmektedir: “Askerin neden

ayaklanmış olduğunu, ne istediklerini birbirimize soruyorduk. Nihayet her türlü sorumluluğu

üzerimize alarak iş görmeğe karar verdik. Evvela içimizden Halep Mebusu Mustafa Efendi’yi

o gün için başkan seçtik. İçimizde meclis başkanlarından kimse olmadığı gibi İttihat ve

Terakki liderlerinden de kimse yoktu. Kayseri Mebusu pek saygıdeğer bir zat olan Hoca

Kasım Efendi’yi ne istediklerini öğrenmek için aşağıya askerlere gönderdik. Gitti, biraz sonra

geri döndü: ‘Ne istediklerini onlarda bilmiyorlar’ haberini getirdi. Bir ara askerlerden

539 Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki (1908–1914), s.82-83. 540 Şerif Paşa, a.g.e., s.45-49.

Page 236: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

225

‘ifademiz var’ diye birkaç kişi geldi. Onları meclis salonuna almamak için birinci şube

odasına gittik. Mebuslar oturdular. Asker namına geldiklerini söyleyen murahhas çavuşlar

ayakta sıra ile dizildiler. Ben mahsus çavuşlara yakın bir yerde oturdum. Başkan: ‘ne

istiyorsunuz?’ diye sordu. Çavuşlar: ‘Şeriat istiyoruz’ dediler. O sırada kanunu esasi

değiştirme layihası basılmıştı. Esbab-ı mucibesini de Elmalı Hamdi Efendi yazmıştı. Mevcut

mebuslardan Kosovalı Süleyman Efendi besmele ile başlayan bu layihayı göstererek: ‘bizde

şeriat ahkâmını tatbikten başka bir şey yapmıyoruz. Bakın yazdığımız kanun layihası

bismillah ile başlıyor’ dedi. Çavuşlardan biri: ‘bizim askeri nizamnamede besmele ile başlar

ama Almancadan tercüme edilmiştir’ dedi. Bir çavuşun bu bilgisine şaşırdım. Sonradan bu

gencin çavuş kıyafetine girmiş bir yüzbaşı - hem de Almanya’da tahsil etmiş bir yüzbaşı -

olduğunu öğrendik. Asılanlar arasında idi. Mebuslar konuşurken ‘sarıklılardan bir heyet içeri

girmek istiyor’ dediler. Çavuşlar: ‘biz hoca, sarıklı falan tanımayız. Onların bir sıfatı yoktur.’

dediler541.” Nakledilen anıda askerlerin tutumu oldukça ilginçtir. 31 Mart Olayı’nda isyan

eden askerlerin şeriat istekleri ile kanunların uygulanmasını hedeflediklerini savunanların

tezleri nakledilen anı doğruysa çelişmektedir. Zira askerler şeklen değil içerik olarak da

anayasanın şeriata uygun olmasını talep etmektedirler. Ayrıca ulema ile birlik içinde

olmadıklarını belirtmeleri olayın ana amacının şeriat eksenli başlamadığı sonucunu

doğurmaktadır.

Sina Akşin ise 31 Mart Olayı ile şeriat ilişkisini şu şekilde değerlendirmektedir:

“Günümüzde 31 Mart Olayı, yıldönümlerinde tipik bir gericilik olayı olarak anılır - Menemen

olayı, Sivas olayı gibi. 31 Mart Olayı’nın gerici bir olay olduğu kuşkusuzdur. İsyancıların

şeriat isteriz diye bağırmaları, bir ortaçağ hukuk düzeninden yana olmaları, başlı başına bir

gericilikti. Yalnız şunu belirtelim, şeriatın en önemli hükümleri -kişilik, evlenme, miras,

borçlar hukuku gibi hükümler- zaten yürürlükteydi ve 1926’ya değin (Medenî Kanunun kabul

edilmesi) yürürlükte kalacaktı, Muhtemelen askerin şeriat isteriz derken istediği, biraz da eski

ordunun gevşekliği, dinsel gerekleri yerine getirmek gerekçesiyle talimden kaçma

olanaklarıydı. Ama yeni ordu disiplinine karşı çıkmak da bir gericilikti. Yine askerin şeriat

derken istediği bir şey de, herhalde, mekteplilik ilkesinden alaylılık ilkesine dönülmesi,

böylece kendilerine subaylık yolunun yeniden açılmasıydı ki, bu da üçüncü bir gericilikti.

Daha genel ve kapsayıcı bir anlamda denebilir ki, o sırada çağdaşlığın, son çağın en güçlü

devrimci örgütü olan İttihat ve Terakki’nin iktidarına karşı çıkmak dahi, başlı başına bir

gericilik sayılabilir. Çünkü gördüğümüz üzere, kusurları ne olursa olsun, İttihat ve

541 Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, Bahar Matbaası, İstanbul, 1967, s.111.

Page 237: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

226

Terakki’nin ortadan kalkması durumunda, oluşan boşluğu, eski düzenin kurumları

dolduruyordu542.”

Cemal Kutay 31 Mart Olayı’nın çıkış nedeninin şeriat olduğu tezini ileri sürmekte ve şu

yorumu yapmaktadır: “31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) ayaklanması Osmanlıda ve

Cumhuriyette Gericilik Hareketi olarak adlandırılacak olayların ne ilkidir, ne de sonu543.”

Murat Çulcu’nun yazdığı “Osmanlı’da Çağdaşlaşma-Taassup Çatışması” adlı eserinde,

31 Mart Olayı’nın temelinde yatan problemin İslami toplum zemininde çağdaş anayasal

hukuk düzeni tesis edilme gayreti olduğunu belirtmektedir. Murat Çulcu’ya göre, 31 Mart

Ayaklanması şekil olarak Yeniçerilerin geleneksel isyanlarını anımsatmaktadır. Nasıl ki

Patrona Halil, Kabakçı Mustafa v.s. isyan bayrağını açarak Et Meydanı’na (Aksaray’daki)

koşup, devleti meydandan yönetmeye başladılarsa, Hamdi Çavuş ve Ananesi de aynı şeyi

yapmıştır. Çulcu’ya göre aralarındaki fark, Asilerin bu kez Et Meydanı’nı değil de At

Meydanı’nın (Sultanahmed) yanındaki Ayasofya Camii’nin önünü tercih etmeleriydi544. Bir

tarafta şeriat, saltanat/hilafet, ulü’l-emr, ulema, uhrevi tercihler, İslami özgürlükler, lanetlenen

pozitivizm, tebliğ ve cihad... Diğer tarafta; şüphe, felsefe, pozitif akıl, dünyevi özgürlükler,

çağdaş hukuk, liberal ahlak, yüceltilen tüketim, yaptırımcı laiklik ve üstün kitap anayasa... Üç

yüz yıldır ana soru hep şu oldu: İslami toplum zemininde, anayasal hukuk düzeni tesis

edilebilir mi? Murat Çulcu’ya göre, aydınlar Meşruti Monarşiyi ileri bir adım olarak kabul

ediyorlardı. Oysa İslami zemin üzerine Meşruti Monarşinin yaşama şansı yoktur. Sadece

İslami zemin değil, padişahın siyasi kişiliğinin yanı sıra hilafet kimliğine sahip olması da

sistemin yaşamasına olanak bırakmıyordu. Hilafet teokratik devlet yapısını zorunlu

kılıyordu545.

Çeşitli yorumlara göre 31 Mart Vakası’nın ortaya çıkışının nedenleri şu şekilde

sıralanabilir:

a- Ayaklananlar Meclisi dağıtmak ve meşruti monarşi yerine mutlak monarşiyi getirmek

istemiştir.

b- İttihat ve Terakki yöneticilerinin halk üzerinde büyük etkisi olan II. Abdülhamid’i

düşürebilmeleri haklı bir gerekçeleri olması gerektiği için 31 Mart Olayı’nı ittihatçılar tertip

etmişlerdir.

542 Akşin, “Siyasal Tarih”, s.33. 543 Cemal Kutay, Laik Cumhuriyet Karşısında Derviş Vahdetiler Cephesi- 31 Mart’ın 90. Yılında, Aksoy

Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.11. 544 Murat Çulcu, Osmanlı’da Çağdaşlaşma-Taassup Çatışması, Erciyaş Yay., İstanbul, 2004, s.536. 545 Çulcu, a.g.e., s.644.

Page 238: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

227

c- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hükümet üzerinde otorite kurmaya çalışması ve sık

sık birbirini izleyen siyasi cinayetlerin faili meçhul kalmasının halkın hükümete karşı güven

duygusunu yitirmesine yol açmıştır.

d- Mektepli Subayların erler üzerinde yaptığı din konusundaki telkinleri, askerleri

hocalarla temastan ve eğitim sırasında ibadetten men’e kalkmaları, İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin kendileri üzerinde kuvvet bulunmadığı kanaatini aşılamaya çalışmaları askerleri

kışkırtmıştır.

e- Ordu içerisinde mektepli-alaylı sürtüşmesinin başlaması ve alaylıların dışlanarak

ordudan uzaklaştırılmak istenmesi orduda huzursuzluğa yol açmıştır. Ordudan çıkarılan alaylı

subaylar, İttihat ve Terakkiye düşman kesilmişlerdir ve halk ile asker arasında mektepli

subayların kâfir olduğu şeklinde yaygın bir propagandaya başlamışlardır.

f- Derviş Vahdeti, Volkan gazetesiyle yaptığı sert muhalefetle halkı asiliğe ve isyana

teşvik etmiştir.

g- Hürriyetten önce İstanbullu erkeklerle medrese öğrencilerinin askerlik yapmaması

nedeniyle Taşralılar için askerden kaçmanın yolu olarak ilmiyeye giriş görülmüş ve sırf bunun

için medreseye birçok kişinin girmiştir. İttihat ve Terakki’nin bu yolu tıkamak için

medreselere sınavla giriş sisteminin getirilmesini ve sınavda başarısız olanların askere

alınmasını içeren kanun teklifinin verilmesi, medrese öğrencileri arasında hoşnutsuzluk

yaratmıştır.

h- Devlet dairelerinden açığa çıkarılan memurlar muhalefete katılması muhalifleri

güçlendirmiştir.

i- İttihatçılar, İstanbul’daki Hassa askerlerine güvenmedikleri için kendilerine bağlı

‘Kahraman-ı Hürriyet’ (Avcı) taburlarından üçünü İstanbul’a getirmişlerdir. Bunlar arasında

isyan kışkırtmacılığı yapılmıştır. Bu taburlar Taşkışla’ya yerleştirildikten sonra subaylar erleri

çavuşların yönetimine terk etmiş, kendilerinin de siyasetle meşgul olmaya başlamışlardır.

Page 239: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

228

SONUÇ

Gerçek anlamda Tanzimat Fermanı ile başlayan batılaşma anlayışı ve mücadelesi

Meşruti yönetimin kazanılması ile sonuçlanmıştır. Ne var ki mutlak monarşiyi elinde tutan

erklerin meşruti monarşiye razı olması ve hürriyetleri genişletmesi kolay olmamıştır. Uzun ve

sancılı bir süreç sonunda I. Meşrutiyet 1876 yılında Genç Osmanlıların gerçekleştirdikleri

girişimiyle kazanılmıştır. İlk Meşrutiyet deneyimi, dönemin koşullarının olgunlaşmaması

nedeniyle, mutlakiyete alışık Osmanlı hanedanından gelen II. Abdülhamid’in müdahalesiyle

sona ermiştir. Osmanlı toplumundaki siyasal ve kültürel olgunlaşmaya paralel olarak

Meşrutiyet isteklerinin de artmasıyla, I. Meşrutiyet dönemindeki bireysel örgütlenmeler ve

şahsi teşebbüslerle yapılan mücadele yerini aynı görüşe mensup muhaliflerin etrafında

toplandıkları cemiyet örgütlenmelerine bırakmıştır. Bu cemiyet örgütlenmelerinin en başarılısı

İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuş, bu cemiyetin önderliğinde II. Abdülhamid’in mutlak

monarşisine karşı etkin bir muhalefet yapılmıştır. 23 Temmuz 1909 tarihinde İttihatçılar

tarafından Jön Türk Devrimi gerçekleştirilerek tekrar Meşruti Monarşiye geçilmiştir. İttihat ve

Terakki Cemiyeti’nin II. Meşrutiyet döneminin başında izledikleri bazı hatalı politikalar, II.

Abdülhamid’e karşı birlikte mücadele verdikleri diğer cemiyetlerin ve muhaliflerin bu kez

İttihatçılara cephe almalarına yol açmıştır. Bu kez kısmi bir İttihat ve Terakki istibdatı söz

konusu olmuştur. Yeni oluşan anti-ittihatçı cepheye aşırı muhafazakâr kesimin de

eklenmesiyle, 13 Nisan 1909 tarihinde başarısızlıkla sonuçlanan ve 31 Mart Olayı olarak

adlandırılacak bir ayaklanma ortaya çıkmıştır.

31 Mart Olayı birçok etmenin tetiklemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Olayın ortaya

çıkışındaki nedenlerin özünü, toplumun henüz Meşrutiyet ile yönetilmeye hazır olmaması

oluşturmaktadır. Ne hükümet ve padişah, ne İttihat ve Terakki Cemiyeti ve muhalefet, ne de

askerler ve halk II. Meşrutiyet’in ne olduğunu tam olarak algılayıp ona uygun

davranabilmiştir. Bahsi geçen bu tüm aktörler kötü bir demokrasi sınavı verince 31 Mart

Olayı resmen geliyorum demiştir. Her ne kadar Osmanlının batılaşma süreci 1839 Tanzimat

Fermanı ile başlamış ve bu süreçte önemli adımlar atılmış olsa da; başarısızlıkla sonuçlanan I.

Meşrutiyet dönemi sonrasında yaşanan 30 yıllık bir mücadele sonrası kurulan II. Meşrutiyet

döneminin başlarında yaşanan bu olay bize Hürriyet kavramının ve çok sesliliğin

benimsenemediğini göstermektedir. Zira 1908 devrimi fikirleri olan hürriyet, müsavat (adalet-

eşitlik) ve uhuvvet (kardeşlik) kavramları ne Meşrutiyetçiler tarafından tam anlamıyla

anlaşılabilmiş ne de Osmanlı toplumuna benimsetilebilmiştir. Toplumun benimsemediği

yaşam tarzlarının ne kadar pozitif getirileri olsa da bu değerler kazandırılamaz, ancak

Page 240: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

229

dayattırılabilinir. Bu anlayışa dayalı olan mutlak monarşi dönemi nasıl muhaliflerin direnişine

dayanamamışsa yerine inşa edilmeye çalışılan Meşrutiyet rejiminin de getirileri ve önemi

Osmanlı halkına iyi anlatılamadığı için kısa bir süre sonra benzer bir tepkiyle karşılaşacaktır.

Meşrutiyet döneminin Osmanlı aydınlarının ve siyasetçilerinin en büyük yanlışları bu noktada

ortaya çıkmaktadır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ve bazı aydınların savunduğu Meşrutiyet’in tekrar tesisi,

tüm kurumları ile çökmekte olan imparatorluğun tek kurtuluş reçetesi olamazdı. Zaten II.

Meşrutiyet sürecinde parçalanma daha da hızlanmıştır. Hatta Bâb-ı Âli Baskını sonrasında

denetleme iktidarından tam iktidar dönemine geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti Meşruti

yönetime hâkimken, Osmanlı İmparatorluğu parçalanarak işgale uğramıştır. Meşrutiyet’in

zaruretini İttihatçıların doğru algılamasına rağmen atılması gereken diğer adımları atmamaları

hata olmuştur. Ayrıca ulusal devletlerin kurularak hızla imparatorlukları parçalamaya

başladığı ve etnik kimliklerinin ön plana çıkarak halkların kendi kaderini kendilerinin tayin

etmesi gerektiği anlayışının egemen olmaya başladığı bir devirde, güçlü merkeziyetçi

yönetime dayalı devlet anlayışının imparatorlukları ayakta tutmakta başarılı olamayacağı bir

gerçektir. Meşrutiyet öncesi II. Abdülhamid’e muhalifler merkeziyetçiler ve adem-i

merkeziyetçiler (İngiltere, A.B.D. gibi devletlerin federatif yapısını örnek almaktaydılar)

olarak ikiye ayrılmıştı. Ne var ki en güçlü muhalefet olan İttihat ve Terakki Cemiyeti,

imparatorluğun bütünlüğünün ancak güçlü bir merkezi yönetimle korunabileceği yanılgısına

düştü. Oysa kurtuluşun tek formülü olarak tesis ettikleri Meşrutiyet ortamından en çok

ayrılıkçı hareketler yararlanacak ve meclis çatısı altındaki özgür ortamda milli devlet istekleri

yankılanacaktır. Mustafa Kemal gibi farklı vizyona sahip diğer aydınlar ise imparatorluğa

bağlı unsurların dağılacağını, bu nedenle ulusal temele oturan bir devletin kurulmasının

gerekliliğini öngörmüşlerdir. Türklerin egemen olduğu bir coğrafyada kurulacak olan meşruti

sisteme dayalı milli bir devlet ancak kurtuluşun ve yeniden dirilişin formülü olabilirdi. Zaten

Osmanlı toprakları işgale uğrayınca İttihatçıların görüşlerinden ve güçlenmesinden

çekindikleri Mustafa Kemal bu formülü hayata geçirerek tam bir devrim yapacaktır. XV. ve

XVIII. yüzyıllar merkezi devletler ve imparatorlukların parlak dönemiyken XIX. yüzyıldan

itibaren ulusal devletler dönemi başlamıştır. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması

kaçınılmaz bir olguyken İttihatçılar merkezi yönetim ile bu durumdan kurtulabilecekleri

yanılgısını I. Dünya Savaşı’na kadar sürdürdüler. 31 Mart süreciyle paralel yaşanan Adana

Olayları ve Meşrutiyet’in ilânı sırasında kaybedilen Balkan toprakları, Hıristiyan reayanın

merkeziyetçi siyasetle elde tutulamayacağını kanıtlamıştır. Zaten İttihatçılar da bu olguyu bir

süre sonra anlamışlar, İttihat-ı Anasır fikriyatından milliyetçi bir çizgiye kaymışlardır.

Page 241: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

230

İttihat ve Terakki Cemiyeti işleyişindeki sorunlar ve siyasi çekişmeler de 31 Mart

sürecine gidişi tetiklemiştir. Başlangıçta İttihat ve Terakki Cemiyeti ülke dışında Paris

merkezinde toplanmış bir yapıdaydı. Fakat Ali Rıza Bey ve Nazım Bey dışındaki diğer

İttihatçılar Selanik Merkezli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle birleştikten sonra dışlanmışlar,

yönetim merkezi Paris’ten Manastır ve Selanik’e kaymıştır. Dışlanan isimler arasında

Cemiyetin kurucularından olan İbrahim Temo ve Abdullah Cevdet dışında Mehmed Murad

gibi önce İttihatçı olup sonradan muhalefete katılan etkin şahsiyetler bulunmaktaydı. Ayrıca

Selanik Heyet-i Merkeziyesi liderleri ile diğer İttihat ve Terakki liderleri arasında meydana

gelen rekabette Cemiyetin kan kaybetmesine ve muhalefetin güçlenmesine yol açmıştır.

Mustafa Kemal gibi vizyon sahibi kişiler böylece etkinsizleştirilmeye çalışılmıştır. Manastır

ile Selanik arasında da rekabet çıkmıştır. Resneli Niyazi dağa çıkarak isyan bayrağını açınca

Meşrutiyet’in ilânı fırsatını kaybetmek istemeyen Selanik harekete geçip Enver Bey’le isyana

iştirak etmiştir. II. Meşrutiyet sonrası İstanbul Merkez-i Umumîsi’ni oluşturan kadro

genellikle Selanik kökenlidir. Bir süre sonra İttihatçılar arasındaki siyasi rekabet nedeniyle

Meşrutiyet’in Kahraman-ı Hürriyeti Resneli Niyazi Bey de dışlananlar grubunda yer alacaktır.

Dışlanan kadrolar ya 31 Mart sürecinde etkin muhalefet yaparak İttihat ve Terakki

Cemiyetine savaş açacaklar ya da cemiyetten uzak durdukları için İttihat ve Terakki’nin

giderek diktatörleşmesine zemin hazırlayacaktır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin

partileşmemesi ve Partiyle Cemiyetin ayrı yapıda devam etmesi de yapılan hatalardan birisi

olmuştur. Cemiyetin hep Partiden önce gelmesi ve Partiye hâkim olması muhalefet kadar

Mustafa Kemal gibi İttihatçılara belirli mesafede duran şahısların da tepkisini çekmektedir.

İttihatçıların Meşrutiyet öncesi jurnalcilere ve zabitlere karşı kurdukları fedai

kadrosunun karıştığı iddia edilen faili meçhul cinayetler de büyük tepkilerin doğmasına neden

olmuş, 31 Mart sürecini hızlandırmıştır. Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi ve ardında İttihat ve

Terakki Cemiyeti’nin fedailerinin parmağı olduğu söylentileri İttihatçılara karşı nefretin

yayılmasına neden olmuş ve siyasal gerilimin kırılma noktasını oluşturmuştur. 31 Mart

Olayı’nda ayaklanan kesimlerin İttihat ve Terakki’ye duyduğu nefretin nedenlerinden birisi de

bu ve benzeri faili meçhul cinayetlere duyulan tepki olmuştur.

31 Mart sürecine gidişte yapılan diğer bir siyasi yanlış Meşrutiyet’in işleyişine yapılan

müdahaleler olmuştur. Meşruti yönetimdeki esas unsur, halk iradesinin yansıtıldığı meclis

tarafından seçilen hükümetin yürütme görevini yerine getirmesidir. Oysa ne yetkileri

kısıtlanan II. Abdülhamid bu durumdan hoşnut olmuştur ne de II. Abdülhamid’in mutlak

monarşi rejimini çetin bir mücadele sonrası yıkarak yerine Meşrutiyeti getiren İttihatçılar

hükümeti kontrolleri dışında serbest bırakmak istemişlerdir. Bir süre sonra siyasi çekişme

arenasına dönen Meşrutiyet ortamının çatırdaması kaçınılmaz olmuştur. İttihatçıların

Page 242: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

231

izledikleri yanlış ve baskıcı siyasete cephe alan dışlanmış muhaliflere bir süre sonra

Meşrutiyet’in önemini idrakten yoksun halk kitleleri ve sözde Meşrutiyet’in bekçileri olan

avcı taburları da katılmıştır. Farklı siyasal kulvarlarda yer alan grupların tepkileri ise meşruti

yönetim sistematiği çerçevesinde görevlendirilen hükümetlere yönelik olmuştur. Tüm

kutuplar kendi siyasi yaklaşımlarına uygun olanı, yani adamları olarak gördükleri kişilere

hükümet kurdurmak gayretine düştü. Muhalefetin desteklediği Kâmil Paşa ile İttihatçıların

sürtüşmesi ve Kâmil Paşa hükümetinin düşürülerek Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinin

kurulması siyasete müdahale anlamı taşımaktaydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dışarıdan

yaptığı bu müdahale doğal olarak muhalefetin tepkisini çekmiş ve kutuplaşmaları daha

sonrada rövanş için hazırlıkları ortaya çıkarmıştır. Böylece sadaret makamı siyasal

hesaplaşmaların odağına oturtulmuştur.

Bu süreçte yapılan diğer bir yanlış ise geleneksel anlayıştaki ordunun modernleştirilme

sürecinde izlenen politika olmuştur. Askeri hiyerarşinin ideoloji temelinde yeniden

şekillendirilmeye çalışılması ve dogmatik düşüncelerin yerini bir anda rasyonel anlayışa

bırakacağının zannedilmesi ordu içindeki uygulamalara dinsel tepkilerin doğarak

yaygınlaşmasına neden olmuştur. İsyanı başlatan Avcı Taburlarının Meşrutiyeti savunma

misyonuyla İstanbul’da bulunması daha sonra girişecekleri ayaklanma ile tam bir tezat

oluşturmuştur. Oysaki bu taburlar, II. Abdülhamid’in mutlak monarşi rejimine karşı

İttihatçılarla dağa çıkarak Jön Türk devrimini ateşlemişlerdi. Ayaklanmaya giden süreçte

isyanın başlatan askerlerin tepkilerinin sağlıklı bir şekilde analiz edilememesi patlak veren

olayların dinsel bir zemine oturmasına neden olmuştur. Meşruti yönetimi sindirememiş ve

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yanlış siyasetine cephe almış halkın, askerlere destek verirken,

tepeden inme bir ideoloji olarak gördükleri Meşrutiyet rejimi karşısına bir savunma

mekanizması olarak özümsedikleri dinsel kimliklerini çıkarmışlardır. Zira ya Meşrutiyeti

savunacaklar ya da karşısında yer aldığını düşündükleri şeriatı isteyeceklerdir. Asker de

isyana destek veren halk ta şeriat söylemiyle ayaklanmanca, İttihat ve Terakki Partisi isyanın

altında yatan nedenleri irdelemek yerine olayı doğrudan Meşruti yönetime karşı şeriatı

getirmek için yapılan bir ayaklanma şeklinde değerlendirmiştir. Oysa 31 Mart sürecine

giderken yaşanan siyasal gelişmelerde İttihat ve Terakki Partisi’nin de yaptığı yanlış

uygulamalar önemli bir etken olmuştur. Askerlerin ayaklanma nedenlerine baktığımız zaman

Meşrutiyet’in sonuçlarından değil İttihatçıların uygulamalarından şikâyetçi olduklarını

görmekteyiz. Dolaysıyla hedefte yer alan Meşrutiyet kurumları değil İttihat ve Terakki

Cemiyeti olmuştur. 31 Mart Olayı’nda askerlere önderlik eden Hamdi Çavuş, Resneli Niyazi

ile Meşrutiyet için dağa çıkarak başkaldırmışken şimdi Meşrutiyet’e karşı ayaklanması soru

Page 243: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

232

işareti yaratmaktadır. Bu noktadan yola çıktığımızda askerlerin Meşrutiyetten ziyade daha çok

İttihatçılara karşı başkaldırdığı sonucuna varmaktayız.

İttihat ve Terakki Cemiyeti önderlerinin ideolojilerinin halk ile çelişmesi de sorunun

diğer kaynağını oluşturmaktaydı. Materyalist ideoloji, Meşrutiyet’in ilânı sonrası

muhafazakâr dindar Osmanlı toplumunun laikleşmesini ve batılılaşmasını sağlayacak bir

dönüşümü hemen gerçekleştiremezdi. Çağdaşlaşma ve batılı değerleri almak için daha uzun

bir süreç ve köklü reformlar yapılması gerekliydi. İttihat ve Terakki mensuplarının

başaramadığı bu dönüşümü Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki sonrası kurulacak Türkiye

Cumhuriyeti’nde gerçekleştirecektir. Oysa Meşrutiyet sonrası toplum henüz hazır değildi ve

dinsizlik-gâvurlaşma şeklinde yorumladıkları bu fikirler karşısında dinsel kimliklerine daha

fazla sarılacaklardır. Ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Mason teşkilatlarının ilişkileri,

İttihatçıların bir bölümünün mason olması, İttihatçılar arasında Yahudi kökenlilerin etkin rol

oynaması ve Yahudi Devleti’nin Filistin’de kurulmasına izin vermeyen II. Abdülhamid’e

cephe alan Yahudi Lobilerinin İttihatçılara destek vermeleri muhafazakâr halk arasında büyük

tepki doğurmuştur. Hem pozitivist düşüncelerinden ötürü hem de bir kısmının mason

olmasından dolayı İttihatçılar gâvurluk ve dinsizlikle suçlanmışlardır. Sonuçta ortaya çıkacak

31 Mart Olayı’nda ayaklananların ana sloganı “şeriat isteriz”, bu tepkinin dışa vurum şeklidir.

Derviş Vahdeti, Mehmed Murad gibi etkin muhalif simalar dinsel kimlik üzerinde gereğinden

fazla yoğunlaşarak geniş kitlelere yön verirken, Abdullah Cevdet ise biyolojik materyalizmi

savunarak daha ferdi bir mücadele vermiştir. Padişah II. Abdülhamid’in Osmanlı Devleti’ni

dağılmaktan kurtarma vasıtası olarak izlediği ümmetçilik politikası halka daha yakın

gelmekteydi. İsyan sırasında muhalefetin kontrolünden çıkarak gayri nizami bir hal alan

askerlerin sahipsiz kalınca sığınacakları liman II. Abdülhamid olmuştur. Özellikle Volkan

gazetesi yayınları ile halkın ve askerlerin muhafazakâr dindar duygularına yön vermekteydi.

Bu nedenle de “şeriat isteriz” sloganıyla ayaklanan cahil halkın ideologluğunu Derviş Vahdeti

üstlenmiştir ve irticai faaliyetlerde bulunmak suçundan idam edilmiştir. 31 Mart Olayı’nın

görünen yüzü olan şeriat söyleminin yerleşmesine neden olduğu için Derviş Vahdeti’nin

olaydaki rolü açıkça görünmektedir. Bu gelişmeler isyanın dinsel eksene oturan ayağının

ortaya çıkmasına neden olmuştur.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin izlediği yanlış siyasete paralel olarak muhalefette yanlış

politikalar üretiyordu ve ortamın kutuplaşarak gerilmesine neden olacak davranışlarda

bulunuyordu. Dönemim en etkin propaganda aracı olan basın aracılığıyla siyasal atışmaların

dozu 31 Mart Olayı’nın patlak vermesine kadar sistemli bir şekilde arttırılmıştır. İttihat ve

Terakki cephesinde yer alan Tanin ile muhalefet cephesinde yer alan Volkan, İkdam, Serbestî

Mizan gibi dönemin başlıca gazeteleri adeta 31 Mart ayaklanmasına davete çıkarıyorlardı.

Page 244: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

233

Oysa yapıcı eleştiriler ile iktidara rehberlik etmesi gereken gazeteler yıkıcı eleştiriler ile

toplumu geren bir misyonu üstlenmişlerdi.

31 Mart Olayı’nda rolü olanlara baktığımız zaman, İttihatçılarla beraber II.

Abdülhamid’e de karşı olan basından güç alan muhalefeti, II. Abdülhamid çizgisine yakın

duran asker-halk karmasının ittifak ettiği bir grubu ve iktidarlarının devirmesine çalışılan

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni görmekteyiz. Genellikle yaptıkları ayaklanmanın şuurunda

olmayan ve Sultanı destekleyen asker-halk karışımı topluluğu çıkardığımız zaman geriye

kalan Muhalefet-İttihat ve Terakki Cemiyeti kutuplaşması, görünürdeki nedeni şeriat içerikli

asker ayaklanması olan isyanın farklı bir boyutunu göz önüne sermektedir. II. Abdülhamid’in

mutlak monarşi rejimine karşı birlikte mücadele eden bu gruplar Paris’te düzenlenen Jön Türk

Kongresi ile yollarını ayırarak kutuplaşmışlardır. İttihatçıların dış müdahaleleri reddeden

merkeziyetçi çizgisi Alman siyasetine yakındı. İngiliz siyasi çizgisinde ilerleyen Prens

Sabahaddin’in başı çektiği muhalif grup ise II. Abdülhamid’in devrilmesinde dış müdahaleyi

destekliyor ve adem-i merkeziyetçi bir yapılanmayı öngörüyordu. Avrupa’ da 19. yüzyılın

sonlarından itibaren başlayan İngiltere-Almanya rekabeti Osmanlı siyasetine de bu şekilde aks

etmiştir. İngiltere, Almanya ve Rusya’nın siyasi çıkar çatışmaları odağında kalmış çok uluslu

bir imparatorluğun siyasetine dış güçlerin müdahale etmesi kaçınılmazdır. II. Meşrutiyet

sonrası kurulan İngiltere çizgisindeki Kâmil Paşa hükümetini deviren İttihat ve Terakki

Cemiyeti’ne karşı genellikle İngiliz politikasın yatkın olan muhalefetin İngiltere tarafından

desteklendiğini görmekteyiz. İttihatçıların asker ve halkı yanlış siyaset izleyerek kışkırttığını,

ayaklanan askerler ile ona katılan halkı ise olayların öncesinde ve isyan sırasında muhalefetin

kışkırttığını, muhalefeti de İngiltere’nin destekleyip kışkırttığını görmekteyiz. II. Abdülhamid,

İngiltere’nin desteklediği muhalefet ve Almanya’nın desteklediği İttihatçılar karşısında

tarafsız kalması gerekirken, siyasi bir yanılgıya düşerek, savunma mekanizması gereği

kendisine yakın duran ve bir bakıma sığınan isyankârlara yaklaşmıştır. Oysa II. Abdülhamid

daha kararlı davranarak muhalefete de, hedef durumundaki İttihatçılara da, kendisini

desteklemelerine rağmen böyle bir isyana girişen askerlere de mesafeli durmalı ve olayların

sebep olacağı sonuçları iyi hesaplayarak uygun olan önlemleri almalıydı. Padişahın inisiyatifi

ele alarak hükümet-muhalefet sürtüşmesine şeklinde cereyan eden ayaklanmaya el koyup

gerekli önlemleri almaması, 31 Mart Olayı’nın sorumluluğunun muhalefet ile II. Abdülhamid

arasında bölüştürülmesine yol açacaktır.

Görüldüğü gibi genellikle basit bir şeriatçı ayaklanma olarak nitelendirilen 31 Mart

olayı göründüğünden çok daha komplike bir yapıdadır. Bu nedenle yaşanan olayları tek bir

bakış açısıyla değerlendirmek bizleri yanılgıya götürecektir. Olaya çok farklı pencerelerden

baktıktan sonra 31 Mart Olayı bütün olarak değerlendirildiğinde şu genelleme yapılabilir: 31

Page 245: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

234

Mart Olayı, özümsenememiş ve dönemi için bir gömlek fazla gelmiş Meşrutiyet’e karşı,

isyana giden süreçte yaşanan siyasi yanlışlıkların tetiklemesiyle, dış güçlerin de iştirak ettiği

siyasi hesaplaşmaların sonucu ortaya çıkmış dinsel eksene oturtulmuş bir ayaklanmadır. 31

Mart Olayı bu sıralanan nedenlerin bütününün tetiklemesiyle ortaya çıkmış bir olayken

sonradan mahiyet değiştirerek amacından sapmış ve dinsel eksene oturtularak Meşrutiyet

rejimine yönelen bir ayaklanmaya dönüşmüştür. Süreçte yaşanan siyasi yanlışlıklarda

kimlerin ne ölçüde rolü olduğu günümüze kadar süren tartışmaların eksenine oturmaktaysa da

sonuçta tepkilerin yöneldiği adres Meşruti Yönetim olmuştur. Daha önceki isyanlardan farklı

olarak ayaklananlar eylemlerinde kişileri değil -birçok nedeni olmasına rağmen- büyük ölçüde

devlet rejimini değiştirmeyi hedef almışlardır. Çünkü ayaklanmayı teşvik edenlerin siyasi

hedefleri, ayaklananların kontrolden çıkması ile hüsrana uğramıştır ve arzulanan bu hedefler

de siyasetle pek alakadar olmayan ayaklanan cahil güruh tarafından anlaşılmamıştır.

Ayaklananlar için 30 yıllık mevcut statükonun değiştirilmesi ve yerine getirilen Meşruti

yönetimin uygulamaları Osmanlı Devleti’nde yaşanan yanlışlıkların gerçek nedeniydi. Bu

nedenle ayaklananlar Meşrutiyet yerine şeriat isteyeceklerdir ve isyanın perde arkasındaki

aktörlerin siyasi çekişmeleri ve hedeflerinin üzeri bu şeriat sloganıyla örtülecek ve arada

kaynayacaktır. Sonuçta 31 Mart Olayı ayaklanmayı gerçekleştirenlerin söylem ve amaçları ile

değerlendirilecek ve günümüzde bile irticai başkaldırı olarak adlandırılacaktır. Ayaklananların

hedeflerine ulaşması durumunda ise batılaşma ve çağdaşlaşma yönünde verilen mücadeleye

ve Meşrutiyet’e büyük bir darbe indirilecek, Osmanlı Devleti tekrar teokratik-mutlakiyetçi

yapısına dönecektir. Bu yapısı nedeniyle 31 Mart Olayı, günümüze kadar gizemini koruyan ve

bu karakteristik özellikleri dolaysıyla da Osmanlı İmparatorluğu’nda 20. yüzyıla damgasını

vuran en önemli siyasal gelişmelerden birisi olmuştur.

Page 246: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

235

KAYNAKÇA

I- Yayınlanmış Arşiv Belgeleri:

KARAKUŞ, Erdoğan; Atatürk'ün Not Defterleri-I, Genelkurmay ATASE Başkanlığı

Yayınları, Genelkurmay Basım Evi, Ankara, 2004.

Düstur, Birinci Tertip, c.IV, Matbaa-i Âmire, Dersaadet, 1329.

II- Meclisi Mebusan Zabıt Cerideleri:

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.II, D.I, İç. I, Elliüçüncü İntikat, 25 Mart 1325, TBMM

Basımevi, Ankara, 1982.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.III, D.I, İç.I, Ellialtıncı İntikat, 3 Nisan 1325, TBMM

Basımevi, Ankara, 1982.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.III, D.I, İç.I, Elliyedinci İntikat, 4 Nisan 1325, TBMM

Basımevi, Ankara, 1982.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.III, D.I, İç.I, Ellidokuzuncu İntikat, 6 Nisan 1325,

TBMM Basımevi, Ankara, 1982.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.III, D.I, İç.I, Altmışüçüncü İntikat, 18 Nisan 1325,

TBMM Basımevi, Ankara, 1982.

Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, c.III, D.I, İç.I, Altmışaltıncı İntikat, 21 Nisan 1325,

TBMM Basımevi, Ankara, 1982.

III- Gazeteler:

İkdam: Nr: 5185, 1 Kasım 1908; Nr: 5232, 17 Aralık 1908; Nr: 5341, 8 Nisan 1909; Nr:

1542, 9 Nisan 1909; Nr: 5347, 14 Nisan 1909; Nr: 5349, 16 Nisan 1909; Nr: 5350,17 Nisan

1909; Nr: 5354, 21 Nisan 1909; Nr: 5355, 22 Nisan 1909; Nr: 5356, 23 Nisan 1909; Nr:5358,

26 Nisan 1909; Nr: 5361, 28 Nisan 1909; Nr: 5364, 1 Mayıs 1909

Mizan: Nr: 126, 2 Nisan 1325/ 15 Nisan 1909; Nr: 132, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909; Nr:

140, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909

Page 247: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

236

Sabah: Nr: 7017, 26 Mart 1325/8 Nisan 1909; Nr: 7023, 1 Nisan 1325/14 Nisan 1909; Nr:

7030, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909; Nr: 7031, 9 Nisan 1325/22 Nisan 1909; Nr: 7035, 13

Nisan 1325/26 Nisan 1909

Serbestî: Nr: 142, 26 Mart 1325/8 Nisan 1909; Nr: 144, 5 Nisan 1325/18 Nisan 1909; Nr:

155, 8 Nisan 1325/21 Nisan 1909; Nr: 157, 10 Nisan 1325/23 Nisan 1909

Tanin: Nr:253, 4 Mayıs1325/17 Mayıs 1909; Nr:256, 7 Mayıs 1325/20 Mayıs 1909; Nr:259,

10 Mayıs 1325/23 Mayıs 1909; Nr: 260, 11 Mayıs 1325/24 Mayıs 1909; Nr:270, 21 Mayıs

1325/3 Haziran 1909

Volkan: Nr: 1, 11 Aralık 1908; Nr: 3, 13 Aralık 1908; Nr: 36, 5 Şubat 1909; Nr: 45, 14 Şubat

1909; Nr: 47, 16 Şubat 1909; Nr: 48, 17 Şubat 1909; Nr: 76, 17 Mart 1909; Nr: 94, 4 Nisan

1909; Nr: 98, 8 Nisan 1909; Nr: 104, 14 Nisan 1909; Nr: 105, 15 Nisan 1909; Nr: 106, 16

Nisan 1909; Nr: 107, 17 Nisan 1909; Nr: 108, 18 Nisan 1909; Nr: 109, 19 Nisan 1909; Nr:

110, 20 Nisan 1909

IV- Biyografi ve Anılar:

AHMED İZZET PAŞA; Feryadım, (Haz. Süheyl İzzet Furgaç-Yüksel Kanar), c.I, Nehir

Yayınları, İstanbul, 1992.

ALİ CEVAT BEY; İkinci Meşrutiyet’in İlânı ve Otuzbir Mart Hadisesi; II.

Abdülhamid’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Beyin Fezlekesi, (Haz. Faik Reşit Unat),

TTK Yay., Ankara, 1991.

AMCA, Hasan; Doğmayan Hürriyet Bir Devrin İçyüzü 1908–1918, Arba Araştırma Basım

Yayın, İstanbul, 1989.

APAK, Hüseyin Rahmi; Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, TTK Yay., Ankara, 1988.

ASAF, Mehmed; 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, (Haz. İsmet Parmaksızoğlu),

TTK Yay., Ankara, 2002.

Page 248: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

237

ATAY, Falih Rıfkı; Çankaya, Doğan Kardeş Matbaası, İstanbul,1969.

ATİLHAN, Cevat Rıfat; 31 Mart Faciası, Bahar Yayınevi, İstanbul, 1972.

AYDEMİR, Şevket Süreyya; Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa (1908–1914), c.I,

Remzi Kitabevi, İstanbul, 1976.

_________; Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa (1908–1914), c.II, Remzi Kitapevi,

İstanbul, 1972.

_________; Tek Adam, c.I, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000.

BAYAR, Celal; Ben de Yazdım - Milli Mücadeleye Gidiş, Baha Matbaası, İstanbul, 1966.

BAYUR, Hilmi Kamil; Sadrazam Kâmil Paşa - Siyasi Hayatı, Sanat Basımevi, Ankara,

1954.

BİREN, Mehmet Tevfik; II. Abdülhamid, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları,

(Haz. F. Rezan Hürmen), Arma Yayınları, 1993.

BORAK, Sadi; Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve

Söyleşileri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997.

BOZDAĞ, İsmet; Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

ÇAVDAR, Tevfik; Talat Paşa, TTK Yay., Ankara, 1995.

DURU, Kazım Nami; İttihat ve Terakki Hatıralarım, Sucuoğlu Matbaası, İstanbul, 1957.

EGE, Nezahet Nurettin; Prens Sebahaddin-Hayatı ve İlmi Müdafaaları, Güneş Matbaası,

İstanbul, 1977.

ERTÜRK, Hüsamettin; İki Devrin Perde Arkası, (Haz. Samih Nafiz Tansu), Sebil Yayınevi,

İstanbul, 1996.

Page 249: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

238

ESATLI, Mustafa Ragıp; İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve Yakup Cemil

Niçin Öldürüldü?, Hür Yayınevi, İstanbul, 1944.

KARABEKİR, Kazım; İttihat ve Terakki Cemiyeti (1896–1909), Emre Yayınları, İstanbul,

1993.

KURAN, Ahmed Bedevi; İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki, Tan Matbaası, İstanbul,

1948.

_________; İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yay., İstanbul, 2000.

MİZANCI MEHMED MURAD; Hürriyet Vadisinde Bir Pençe-i İstibdad, (Haz. Ahmed

Nezih Galitekin), Nehir Yayınları, İstanbul, 1997.

_________; Mizancı Murad Bey'in II. Meşrutiyet Dönemi Hatıraları,

(Haz. Celile Eren Argıt), Marifet Yayınları, İstanbul, 1977.

NUR, Rıza; Hayat ve Hatıratım, c.I, İşaret-Ferşat Ortak Yayınları, İstanbul, 1991.

OSMANOĞLU, Ayşe; Babam Sultan Abdülhamid, Selis Kitaplar, İstanbul, 2007.

ÖZAKMAN, Turgut; Dr. Rıza Nur Dosyası, Bilge Yayınevi, Ankara, 1995.

ÖZÇELİK, Halis; 31 Mart Vak'asını Biz Çıkardık, (Haz. İlhan Tarsus), Tercüman,

İstanbul, 1955.

PRENS SABAHATTİN, Görüşlerim, (Haz. Ahmet Zeki İzgöer), İstanbul, Buruç Yay., 1999

REY, Ahmet Reşit; Gördüklerim-Yaptıklarım (1890–1922), Türkiye Yayınevi, İstanbul,

1945.

RIFAT, Mevlânzade; 31 Mart-Bir İhtilalin Hikâyesi, (Haz. Berire Ülgenci), Pınar Yayınları,

İstanbul, 1996.

Page 250: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

239

SORGUN, Taylan; İttihat ve Terakki-Devlet Kavgası, Beyaz Balina Yayınları, İstanbul,

2001.

_________; Halil Paşa-İttihat ve Terakkiden Cumhuriyete Bitmeyen Savaş, Kamer

Yayınları, İstanbul, 1997.

_________; İmparatorluktan Cumhuriyete, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998.

SULTAN ABDÜLHAMİT; Siyasî Hatıratım, (Haz. Ali Vehbi), Dergâh Yayınları, İstanbul,

1999.

SÜLEYMAN ŞEFİK PAŞA; Hatıratım; Başıma Gelenler ve Gördüklerim; 31 Mart

Vak'ası, (Çev. Hümeyra Zerdeci), Arma Yayınları, İstanbul, 2004.

ŞERİF PAŞA; Bir Muhalifin Hatıraları-İttihat ve Terakkiye Muhalefet, Nehir Yayınları,

İstanbul, 1990.

ŞEYHÜLİSLÂM CEMALETTİN EFENDİ; Siyasi Hatıratım, (Haz. Ertuğrul Düzdağ),

Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, 1978.

TANSU, Samih Nafız; İttihad ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları,

İstanbul, 2003.

TEMO, İbrahim; İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Kurucusu ve 1/1 No’lu Üyesi İbrahim

Temo’nun İttihad ve Terakki Anıları, (Haz. Bülent Demirbaş), Arba Yayınları,

İstanbul, 1987.

TENGİRŞENK, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, Bahar Matbaası, İstanbul, 1967.

TURAN, Mustafa; Taşkışla'da 31 Mart Faciası, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1966.

YALÇIN, Soner; Teşkilat'ın İki Silahşoru, Doğan Kitap, İstanbul, 2001.

Page 251: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

240

V- Kitap ve Makaleler:

AHMAD, Feroz; İttihat ve Terakki (1908–1914), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1986.

_________; Modern Türkiye'nin Oluşumu, (Çev. Yavuz Alogan), Kaynak Yayınları,

İstanbul, 1999.

AKARLI, Engin; “II. Abdülhamid: Hayatı ve İktidarı”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay.,

Ankara, 1999, s.253-265.

AKTAR, Yücel; İkinci Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), İletişim

Yayınları, İstanbul, 1990.

AKSUN, Ziya Nur; Osmanlı Tarihi, c.V, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994.

_________; Osmanlı Tarihi, c.VI, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994.

AKŞİN, Sina; 31 Mart Olayı, AÜSBF Yay. No:305, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970.

_________; Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1987.

_________; “Jön Türkler”, TCTA, c.III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.832-843.

_________; “Siyasal Tarih (1908-1923), Yakınçağ Türkiye Tarihi, c.I, Milliyet Kitaplığı,

İstanbul, 2007, s.27-122.

_________; Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı, İmge kitapevi, İstanbul, 1994.

AKTAR, Yücel; İkinci Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), İletişim

Yayınları, İstanbul, 1990.

ALBAYRAK, Sadık; 31 Mart Gerici Bir Hareket mi?, Bilim-Araştırma Yayınları, İstanbul,

1987.

Page 252: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

241

ALDIKAÇTI, Orhan; Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İÜHF Yay.,

İstanbul, 1982

ALKAN, Ahmet Turan; İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Ufuk Kitapları,

İstanbul, 2001.

_________; “Ordu Siyaset İlişkisinin Tarihine Bir Derkenar: 31 Mart Vakası ve Sonuçları”,

Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999, s.420-429

ARMAOĞLU, Fahir; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789–1914), TTK Yay., Anakara, 1999.

ARMAĞAN, Mustafa; Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2006.

ATALI, Esra; 1905 Rus Devrimi ile 1908 Jön Türk Devrimi’nin Karşılaştırılmalı

İncelenmesi, (Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Yüksek Lisans

Tezi), Ankara, 2002.

ATSIZ, Hüseyin Nihal; Türk Ülküsü, İstanbul, 1956.

AVCIOĞLU, Doğan; 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Bilgi Yayınevi, Anakara, 1969.

_________ ; Milli Kurtuluş Tarihi-1. Kitap, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1996.

BARDAKÇI, Murat; “Yakup Cemil Tetikçi Olsa Ailesi Sefalet mi Çekerdi?”, Hürriyet

Gazetesi, 7 Nisan 2002.

BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılâbı Tarihi, c.I, TTK Yay., Ankara, 1964.

BERKES, Niyazi; Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul, 1978.

BEYDİLLİ, Kemal; “Osmanlı Siyasî Tarihi, Küçük Kaynarca’dan Yıkılışa”, Osmanlı Devleti

Tarihi, c.I, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1999.

BİRİNCİ, Ali; “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu”, GTT, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,

2002, s.381-414.

Page 253: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

242

_________; Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990.

_________; “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Kuruluşu ve İlk Nizamnamesi (1895)”,

Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s.401-409.

BLEDA, Mehmet Şükrü; İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1979.

BORAK, Sadi; “31 Mart Vakasının Çıkış Nedenleri Üzerine Çeşitli Yorumlar ve Atatürk ve

Hareket Ordusu Üzerine Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın Bir Makalesi”, AAMD, c.VIII,

S.23, Ankara, 1992, s.357-371.

ÇELİK, Hüseyin; Ali Suavi ve Dönemi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994.

ÇULCU, Murat; Osmanlı’da Çağdaşlaşma-Taassup Çatışması, Erciyaş Yayınları, İstanbul,

2004.

DANİŞMEND, İsmail Hami; 31 Mart Vakası, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1986.

DİZDAROĞLU, Hikmet Namık Kemal, Varlık Yayınları, İstanbul, 1995.

DOĞAN, Atila; “Son Dönem Osmanlı Düşüncesinde Yeni Etik Arayışları”, 2. Siyasette ve

Yönetimde Etik Sempozyumu Bildirileri, Sakarya, 2005, s.397-406.

DUMONT Paul, GEORGEON François; Bir İmparatorluğun Ölümü 1908–1923, ( Çev.

Server Tanilli), Cumhuriyet Gazetesi Kitapları, İstanbul, 1997.

DURUKAN, Kaan; “Türk Liberalizminin Kökenleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce,

c.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.143-155.

DÜZDAĞ, M. Ertuğrul; Volkan Gazetesi (1908-1909)-Aynen Metin Neşri, İz Yayıncılık,

İstanbul, 1992

ENGİN, Vahdettin; II. Abdülhamid ve Dış Politika, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005.

EYİCİL, Ahmet; Dr. Nazım Bey, (A.Ü. Doktora Tezi), Ankara, 1988.

Page 254: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

243

_________; “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları,

Ankara, 2002, s.228-144.

GEORGEON, François; “II. Abdülhamid”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999,

s.266-277.

_________; Sultan Abdülhamid, (Çev. Ali BERKTAY), Homer Kitabevi, İstanbul, 2006.

GÜNEŞ; İhsan, Türk Parlamento Tarihi Meşrutiyet’e Geçiş Süreci I ve II. Meşrutiyet,

c.I,

TBMM Vakfı Yayını, Ankara, 1997.

GÜRESİN, Ecvet; 31 Mart İsyanı, Yenigün Haber Ajansı Yayınları, İstanbul, 1998.

HALAÇOĞLU, Yusuf; Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), TTK Yay., Ankara,

2001.

HANİOĞLU, M. Şükrü; Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve

Dönemi, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1981.

_________; Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti

ve “Jön Türklük”, c.I, İletişim Yayınları, İstanbul, 1986.

_________; “İttihat ve Terakki Cemiyeti”, DVİA, c.XXIII, İstanbul, 2001.

_________; “Jön Türk Basını”, TCTA, c.III, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.844-856.

_________; “Osmanlıcılık”, TCTA, c.V, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.1389-1393.

HASLİP, Joan; Bilinmeyen Tarafları ile Abdülhamit, (Çev. Nusret Kuruoğlu), Simurg

Kitabevi, İstanbul, 1964.

IRMAK, Sadi; Atatürk ve Türkiye’de Çağdaşlaşma Atılımları, Hisarbank Kültür

Yayınları, Ankara, 1981.

Page 255: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

244

IŞIN, Ekrem; “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm”, TCTA, c.II, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1985, s.352-362.

İNUĞUR, M. Nuri Basın ve Yayın Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1982.

İRTEM, Süleyman Kani; 31 Mart İsyanı ve Hareket Ordusu; Abdülhamid’in Selanik

Sürgünü, (Haz. Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul, 2003.

_________; Bilinmeyen Abdülhamid-Hususi ve Siyasi Hayatı, (Haz. Osman Selim

Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul, 2003.

KANSU, Aykut; 1908 Devrimi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.

KARAL, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi (I. Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri), c.VIII, TTK

Yay., Ankara, 1996.

_________; Osmanlı Tarihi (II. Meşrutiyet ve I. Dünya Savaşı), c.IX, TTK

Yay., Ankara, 1999.

KARPAT, Kemal H.; “I. Meşrutiyet Dönemi ve Sultan II. Abdülhamid’in Saltanatı (1876-

1909)”, Türkler, c.XII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.873-884.

KAYALI, Kurtuluş, “Hürriyet ve İtilaf”; TCTA, c.V, İletişim Yayınları. İstanbul, 1985,

s.1436-1440.

KOCAHANOĞLU, Osman Selim; Derviş Vahdeti ve Çavuşların İsyanı, Temel Yayınları,

İstanbul, 2001.

KODAMAN, Bayram; “II. Abdülhamid Hakkında Bazı Düşünceler”, Osmanlı, c.II, Yeni

Türkiye Yay., Ankara, 1999, s.275-285.

_________; “II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1914)”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye Yayınları,

Ankara, 2002, s.165-192.

Page 256: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

245

_________; “1876–1920 Arası Osmanlı Siyasi Tarihi”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam

Tarihi, c.XII, Zafer Matbaası, İstanbul, 1989, s.19-197.

KOLOĞLU, Orhan; Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987.

_________; “II. Abdülhamid’in Basın Karşısındaki Çıkmazı”, TCTA, c.I, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1985, s.82-85.

_________; Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994.

KUMBARACILAR, Sedat; “31 Mart Vakıası ve Yıldız Sarayı Yağması”, Hayat Tarih

Mecmuası, c.I, S.4, Sıra No: 88, İstanbul, 1972.

KONGAR, Emre; Toplum Bilimcileri, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1997.

KURŞUN, Zekeriya – KAHRAMAN, Kemal; “Derviş Vahdeti”, DVİA, c.IX, İstanbul, 1994.

KURTCEPHE İsrafil - BEDEN Aydın; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Alp Yayınevi, Ankara,

2007.

KURTCEPHE, İsrafil; “Bilim Dışı Tarihçilik: Popüler Tarihçilik” V. Türk Kültürü

Kongresi Bildirileri (Tarih, Tarihçilik, Tarih Yazımı), c.III, AKMY, Ankara, 2005.

KUTAY, Cemal; Laik Cumhuriyet Karşısında Derviş Vahdetiler Cephesi- 31 Mart’ın 90.

Yılında, Aksoy Yayıncılık, İstanbul, 1999.

KÜÇÜK, Cevdet; “Çırağan Vakası”, DVİA, c.VII. İstanbul, 1994.

MARDİN, Şerif; “19.yy’da Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, TCTA, c.II, İletişim

Yayınları, İstanbul, 1985, s.342-351.

_________; Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İletişim Yayımları, İstanbul,

1992.

Page 257: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

246

MCCULAGH, Francis; Abdülhamid’in Düşüşü, (Çev. Nihal Önol), İstanbul Kitaplığı,

İstanbul, 1990.

MÜFTÜOĞLU, Mustafa; İstanbul'a Yürüyen Ordu- 31 Mart'ın Perde Arkası, Başak

Yay., İstanbul, 2005

OLGUN, Said; Mahmud Muhtar Paşa (1867-1935) Hayatı, Askerî ve Siyasi Faaliyetleri,

Eserleri, (Gazi Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2006.

ORHON, Alparslan; “Erzurum ve Erzincan'da ‘31 Mart Olayı’ ile ilgili Ayaklanmalar ve

Bastırılmaları”, İkinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Genelkurmay Basım Evi,

Ankara, 1985.

ORTAYLI, İlber; İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.

_________; “Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet”, TCTA, İletişim Yayınları, İstanbul,

1985, s.953-960.

ÖZÇELİK, Ayfer; Sahibini Arayan Meşrutiyet, Tez Yayınları, İstanbul, 2001.

PALMER, Alan; Son Üç Yüz Yıl Osmanlı İmparatorluğu, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul,

2003.

PAMUKOĞLU, Arif Hikmet; Türkiye’de Demokrasi, Tuncer Kitapevi, İstanbul, 1961.

RAMSAUR, Ernest Edmondson; Jön Türkler ve 1908 İhtilali, (Çev. Nuran Ülken), Sander

Yayınları, İstanbul, 1972.

REYHAN, Cenk; “Prens Sabahaddin”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c.I, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2003.

SAMİ, Şemseddin; Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.

Page 258: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

247

SEDES, Halil; “İhtilalin Mukadderatı ve Canlı Bir Hatıra”, Tarih Hazinesi, S.15, İstanbul,

1952.

SHAW, Stanford J. – SHAW, Ezel Kural; Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,

(Çev. Mehmet Harmancı), c.II, E Yayınları, İstanbul, 1982.

Son Vak’anuvis Abdurrahman Şeref Efendi Tarihi-II. Meşrutiyet Olayları,

(Haz. Bayram Kodaman-Mehmet Ali Ünal), TTK Yay., Ankara, 1996.

SONYEL, Salahi R., İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da Vuku Bulan Türk Ermeni

Olayları (Temmuz 1908-Aralık 1909), (Belleten, c. 51, S.201’den ayrı basım), TTK

Yay., Ankara, 1987.

TANÖR, Bülent; “Anayasal Gelişmelere Toplu Bir Bakış”, TCTA, c.I, İletişim Yayınları,

İstanbul, 1985, s.10-26.

_________; Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri: 1789-1980, Der Yay., İstanbul, 1995.

TOPUZ, Hıfzı; Taif’te Ölüm, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000.

TOROS, Taha; “Prens Sabahattin” , Milliyet Gazetesi, 18 Şubat 1978.

TUNAYA, Tarık Zafer; “1876 Kanun-ı Esasisi ve Türkiye’de Anayasa Geleneği”, c.I, TCTA,

İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, s.27-39.

_________; Hürriyetin İlanı II Meşrutiyet Hayatına Bakışlar, Baha Yayınları, İstanbul,

1959.

_________; İslamcılık Cereyanı; İkinci Meşrutiyet’in Siyasî Hayatı Boyunca Gelişmesi

ve

Bugüne Bıraktığı Meseleler, Baha Matbaası, İstanbul, 1962.

_________; Türkiye'de Siyasal Partiler, c.I-II-III, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.

Page 259: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

248

TUNÇ, Salih; İşgal Döneminde İstanbul Basını 1918-1922, (İstanbul Üniversitesi Atatürk

İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi), İstanbul, 1999.

TURFAN, M. Naim; Jön Türklerin Yükselişi, (Çev. Mehmet Morali), Alkım Yayınevi,

İstanbul, 2005.

TÜNAY, Bekir; “Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki”, AKMD, c.I, Ankara, 1984.

TÜRKMEN, Zekeriya; Osmanlı Meşrutiyet’inde Ordu-Siyaset Çatışması, İrfan Yayınevi,

İstanbul, 1993.

_________; “31 Mart Olayından Sonra Yıldız Evrakı Tetkik Komisyonunun Kuruluşu,

Faaliyetleri ve Yıldız Sarayının Araştırılması”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yay.,

Ankara, 1999, s.430-439.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı; “II. Sultan Abdülhamid'in Hal'i ve Ölümüne dair Bazı

Vesikalar”, Belleten, c. X, sayı: 40, TTK Yay., Ankara, 1946.

_________; “1908 Yılında II. Meşrutiyet’in Ne Suretle İlan Edildiğine Dair Vesikalar”,

Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Hatıratı, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003.

ÜNAL, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi, Emel Yayınları, Ankara, 1977.

ÜYEPAZARCI, Erol; “II. Abdülhamit'in Çevirttiği Polisiye Romanlar”, Müteferrika

Kitabiyet Dergisi, S.28, İstanbul, 2005.

YALÇIN, E. Semih; “Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçılığı”, Türkler, c.XIII, Yeni Türkiye

Yayınları, Ankara, 2002, s.245-262.

YALÇIN, Hüseyin Cahit; “Meşrutiyet Hatıraları”, Fikir Hareketleri, S.96, İstanbul, 1935.

YALÇIN, Mustafa; Jön Türkler’in Serüveni, İlke Yayınları, İstanbul, 1994.

Page 260: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

249

VI- İnternet Siteleri:

http://tr.wikipedia.org

http://www.kultur.gov.tr

http://www.istanbul.gov.tr

http://www.osmanlicaturkce.com

http://www.sisli.gov.tr

http://www.sislibelediyesi.com

Page 261: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

250

E K L E R

Page 262: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

251

Ek-1

31 Mart Olayı sürecinde etkin gazetelerinden biri olan Volkan’ın I. sayısının sureti

Page 263: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

252

Ek-2

31 Mart Olayı sürecinde etkin muhalif gazetelerinden biri olan İkdam

Page 264: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

253

Ek-3

31 Mart Olayı sürecinde etkin muhalif gazetelerinden biri olan Mizan

Page 265: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

254

Ek-4

31 Mart Olayı sürecinde önemli gazetelerinden biri olan Sabah

Page 266: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

255

Ek-5

31 Mart Olayı sürecinde İttihat ve Terakki’nin basındaki temsilcisi Tanin

Page 267: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

256

Ek-6

Avrupa Devletlerinin liderlerini birarada gösteren kartpostal

Türkiye Avrupa’da! Afiş, yeni “Dünya Şampiyonu” olan boksör James J. Corbett’i

birkaç Avrupa ülkesinin politik liderleri ve diğer seçkinleri ile buluşurken göstermekte.

Corbett, İngiltere başbakanı William E. Gladstone ile tokalaşırken görünmekte. Liderler;

Büyük Britanya Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı II. Leopold, Kaiser II. Wilhelm(Almanya),

Fransa Cumhurbaşkanı Emile Loubet, İtalya Kralı I.Umberto, Avusturya İmparatoru I. Franz

Joseph, Rus İmparatoru III. Alexander ve II. Abdülhamid. Afişin üst köşelerinde Avrupa

ülkelerinin amblemleri yer almaktadır.

İngiltere Karikatür Koleksiyonu (Kongre Kütüphanesi)

Page 268: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

257

Ek-7

Osmanlı Devleti’nde gerçekleşen en önemli siyasal gelişme olan meşrutiyetin ilânı

Meşrutiyet Kutlamaları

Meşrutiyet anısına basılan bir kartpostal

Page 269: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

258

Ek-8

31 Mart Olayı sürecinde mevcut yönetime müdahalelerin tartışıldığı toplantılar

4 Şubat 1902 Tarihinde Paris’te Toplanan I. Jön Türk Kongresi

Ayastefanos Kulübü’nde Meclis-i Ayan Reisi Said Paşa’nın Mülakatı

Page 270: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

259

Ek-9

Şehid-i Hürriyet Olarak Anılan Jön Türklerin Meşhur Önderleri

Ahmet Mithat Paşa Ali Suavi

Jön Türklerin Meşhur İdeologları

Namık Kemal Ziya Gökalp

Page 271: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

260

Ek-10

31 Mart Olayı Sürecinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Başlıca Liderleri

Hüseyin Hilmi Paşa Ahmet Rıza Bey Mahmut Şevket Paşa

Resneli Niyazi Bey Enver Paşa Talat Paşa

Page 272: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

261

Ek-11

31 Mart Olayı sürecine damgasını vuran etkin muhalif şahsiyetler

Prens Sebahaddin Bey Derviş Vahdeti Rıza Nur

Abdullah Cevdet Mehmed Murad Ali Kemal

Page 273: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

262

Ek-12

31 Mart Olayları

24 Nisan 1909 Taksim Meydanı

Divan-ı Harb-i Örfi yargılamaları sonucu asılanlar

Adana’da meydana gelen Ermeni mezaliminden kaçanlar

Page 274: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

263

Ek-13

Hareket Ordusu Subayları

Page 275: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

264

Ek-14

Hareket Ordusu Askerleri

Page 276: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

265

Ek-15

Sultan II. Abdülhamid

II. Abdülhamid’i tahttan indiren fetvayı vermek için seçilen heyet, sultana Meclis-i

Mebusan kararını bildiriyor. Sol baştan Emanuel Karaso(Yahudi), Aram Efendi(Ermeni), Esat

Toptani Paşa(Arnavut), Arif Hikmet Paşa(Gürcü). Aram Efendi’nin tehditkâr bir biçimde

beline giden elinin, kararı kabul etmemesi durumunda hal’ edilen Sultan II. Abdülhamid’i

öldürmek için silahına davranmak maksadı taşıdığı düşünülmektedir.

Page 277: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

266

Ek-16

Abide-i Hürriyet Anıtı

Page 278: Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı - Muhittin Selçuk Uçar

267

Ö Z G E Ç M İ Ş

Adı ve SOYADI : Muhittin Selçuk UÇAR

Doğum Tarihi ve Yeri : 19.08.1976 / Erzurum

Eğitim Durumu

Mezun Olduğu Lise : Ankara Sincan Lisesi

Lisans Diploması : Ankara Üniversitesi D.T.C.F. Tarih Bölümü

Yüksek Lisans Diploması:

Tez Konusu : Siyasal Gelişmeler Işığında 31 Mart Olayı

Yabancı Dil / Diller : İngilizce

Bilimsel Faaliyetler

İş Deneyimi

Stajlar : Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Pedagojik Formasyonu

Projeler :

Çalıştığı Kurumlar : Bingöl Ardıçdibi İlköğretim Okulu (Sosyal Bilgiler Öğretmeni)

Ankara Haymana Çok Programlı Lisesi (Tarih Öğretmeni)

Burdur Anadolu Meslek Lisesi (Tarih Öğretmeni)

Antalya Metin Çiviler Lisesi (Tarih Öğretmeni)

Adres : Ulus Mah. 2113. Sok. 11/3 Antalya

Telefon Numarası : 0 242 3353315 / 0 505 384 69 04