sİ kızıl bayrak 11-43

32

Upload: kizilbayrak

Post on 21-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-43 / Kasım

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-43
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER Gerici savaş ve saldırganlıkta sınırtanımıyorlar... … . . . . . . . . . . . . . . . . 3-4Kürt hareketini ezmek için topyekünsaldırganlık devam ediyor........… . . . . . 5Mensur Güzel infaz edildi . . . . . . . . . . . 6“19 Kasım’da Alaattin’in vurulduğu yerdeyiz”. . . . . . . . . . . . . . . . 7Yapı denetimi ve kapitalizm - TMMŞP . . . . . . . . . . . . . . 8 Arsızlığa doymuyorlar! . . . . . . . . . . . . . 9Esnek çalışma yoluyla İşsizlik Sigorta Fonu peşkeşi! . . . . . . . 10Esnek Uzmanlaşma ve Toyotaizm - V. Yaraşır . . . . . . . . . . . . . 11Türk-İş Genel Kurulu’na giderken Güç Birliği toplantıları...… . . . . . . . . . 12Bursa’da koltuk pazarlıkları…. . . . . . . 13Birleşik Metal genel kurulları vederinleşen bürokratik yozlaşma . . . 14-15Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması.... . . . . . . . . . . . . 16-18

“Ekim Devrimi ve parti” etkinlikleri . . 19

Avrupa’da siyasal gelişmeler ve

sınıf mücadelesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20

Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı

Üzerine - V. İ. Lenin..…... . . . . . . . . . . 21

Wall Street eylemcileri pes etmiyor….. 22

Novartis’te işçi kıyımına tepki... . . . . . 23

Kürecikliler Kültür ve Dayanışma

Derneği MYK Üyesi İbrahim Duman’la

füze kalkanı projesi ve

mücadele üzerine...... . . . . . . . . . . . . . . 24

Tüm Bel-Sen’den İBB’de toplu

sözleşme… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

Mustafa Suphi önderliğinde 10 Eylül

1920’de kurulan TKP’nin 91. yılı. . . . . 26

Kamu emekçilerine

güvencesizlik dayatması!..… . . . . . . . 27

Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt

İlhan’la Tam Gün, sağlıkta dönüşüm ve

mücadele üzerine. ..... . . . . . . . . . . . 28-29

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı

Uluslararası Mücadele Günü . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/48 * 18 Kasım 2011

ABD ile ilişkilerde tarihinin en iyi dönemindeolmakla övünen AKP iktidarı, bugünlerde Suriye’ye dişgösteriyor. Sistemli ve bilinçli hamlelerle Suriye’demaşalığın siyasal, toplumsal ve askeri koşullarıoluşturuluyor. Şovenizm bunun için kullanılan en etkilisilahlardan biri olurken yakılmış bir bayrak neredeysesavaş gerekçesi haline getirildi. Diğer taraftan iseemperyalist şef bu uğurda maşasını silahlandırıyor.Füze kalkanından sonra, insansız hava araçları, süperkobralar ve daha nice ağır silah yine şovenizmin tozudumanı içerisinde ülke topraklarında konuşlandırılıyor.Birçok olgu hedefte sadece Suriye’nin değil İran’ın daolduğunu gösteriyor. Dahası basına yansıyan bazısenaryolara göre İsrail’in İran’a saldırısıyla eş zamanlıolarak Türk devletinin de Suriye’ye saldırması olası.Hiç kuşku duyulmasın ki bu senaryolar emperyalistmerkezlerden üretiliyor ve şu durumda AKP iktidarıcephesinden herhangi bir yalanlama gelmediğine göreüzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor.

İşte dışarıda bu saldırganlığa paralel olarak içeridede baskı ve terör tırmandırılmaya devam ediyor.Efendileri için ateşin üzerine atılanlar, içeride degözlerini karartmışcasına bir terör uyguluyorlar. Bukapsamdaki gelişmeler şu durumda en naifinden liberaldemokratı dahi isyan ettirecek bir düzeyde. Gözaltılar,tutuklamalar, infazlar, yasaklar vb. biçimindeuygulanan devlet terörü sınır tanımıyor. Polis rejimipekiştiriliyor. Sermaye iktidarı içeride ve dışarıda birsavaş yürütüyor ve bunda da herhangi bir ahlak ya dakural tanımıyor.

İşte bu koşullarda devlete ve saldırganlığına karşımücadele hayati bir önem kazanıyor. Böyle birmücadele ise kuşkusuz ki bedeller ödemedenverilmiyor. Baskı ve eşitsizliklere karşı sesini yükseltenaydınların dahi yaka paça gözaltına alınıp tutuklandığıbir ülkede, daha fazlasını yapmak ateşten gömlekgiymekle eş değer.

Bu ülkenin devrimcileri ise sadece bugün değil,tarihin her döneminde bu gömleği giymekte tereddütetmemişlerdir. Dolayısıyla bu dönemde de mücadelebayrağını yine en kararlı ve soluklu taşıyacak olanlaronlardır. En önde yürüme sorumluluğu bir kez daha

onların üzerine düşmektedir. 19 Kasım günü en önde yürüyenlerimizden olan

Alaattin Karadağ yoldaşımızı anacağız. Devletin elikanlı çeteleri tarafından infaz edilen Alaattin yoldaş,devrim ve sosyalizm bayrağını onurla ve inançlataşımanın bedelini canıyla ödedi. Tarihimize adlarınıaltın harflerle yazdıran nice büyük devrimcinin izindengitti. Katledilişinin ikinci yılında yoldaşımızı saygıylaanarken, bir kez daha onun mirasını yaşatacağımıza vedevrim davasını zafere ulaştıracağımıza söz veriyoruz.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Savaş aygıtı NATO bombardımanıyla Libya’yıyakıp yıkan emperyalistlerle suç ortakları, Kaddafiyönetimini devirip kendi uşaklarını işbaşına getirince,namluları Suriye’ye çevirdiler. Ancak Libyasenaryosunun Suriye’ye uymaması, yani emperyalistorduların bu ülkeye doğrudan saldırmasının, en azındanşu ana kadar mümkün olamaması, bölgenin “etkintetikçisi” olan Türk devleti ile dinci gericilik odağıAKP’ye özel roller biçilmesini gerektirdi. Bu nedenleemperyalist güçlerin Suriye üzerindeki baskılarıartarken, Türkiye-Suriye arasındaki gerginliğintırmandırılması tesadüf değil.

Şam’da Amerikan kuklası/gerici dinci bir yönetimiişbaşına getirmek için rejim karşıtlarını silahlandırıpeğiten Türk devleti, emperyalist müdahale için zeminhazırlarken, son günlerde tavır değiştirerek Suriye’ninüyeliğini donduran Arap Birliği de bu suça ortak olmaeğilimine girmiş görünüyor. Bu uğursuz plan, gericiiktidar çatışmaları uğruna halkları birbirine kırdırmanınyanısıra, emperyalist güçlerin Ortadoğu’nun merkezineyerleşmesinin zeminini de düzlemeyi amaçlıyor.Böylece, kapitalizmin neo liberal yıkım saldırılarına vezorba rejimlere karşı başlayan halk isyanları dalgasına,Libya’dan sonra ikinci darbe Suriye’den vurulmakisteniyor.

Önderlik boşluğu hareketin yozlaştırılmasını kolaylaştırdı

İşsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, rüşvete vezorbalığa karşı Mart ayında eylemlere başlayan Suriyeliişçi, emekçi ve gençler sosyal adalet ve siyasal özgürlüktaleplerini yükseltmişlerdi. Baas yönetiminin hareketişiddetle ezme politikası ve liderleri tutuklanansol/sosyalist güçlerin harekete önderlik etme noktasındayetersiz kalmaları, Müslüman Kardeşler başta olmaküzere dinci gericiliğe alan düzlemiştir.

Müslüman Kardeşler ile ABD ve Avrupa’dakonumlanmış bazı liberallerin etkili olması, kitlehareketini gerici iktidar çatışmasının aracı durumunadüşürdü. Bu ise emekçi dinamiklerin iki burjuva güç,Baas yönetimi ile dinci gericilik arasında sıkışmasınayol açtı. Baas yönetimi, kökten dincilerin silahlısaldırılarını bahane ederek kitle hareketini bastırmayaçalışırken, dinci gericilik ise kitle eylemlerini sıçramatahtası olarak kullanma fırsatı yakaladı. Baskı vetutuklamaların ilk önce sol/sosyalist hareketin liderlerinihedef alması, (sonrasında af çıkarılmış olsa da)emekçileri sınıf çıkarlarını savunacak siyasal güçlerinyeterli desteğinden yoksun bırakınca, olayların farklı birmecraya sürüklenebilmesi mümkün oldu.

Hareket başladığında net olan işçi emekçilerintalepleri giderek geri plana düştü. Son aylarda sadeceyönetim karşıtı sloganların veya emperyalistlerlebölgedeki işbirlikçilerinin sürece müdahale çağrılarınınyükseltilmesi, durumun vahametine işaret ediyor.

Baas yönetimi veya Beşar Esad düşmanlığınadaraltılmış şiarlar ve “sivilleri koruma” gerekçesiyleemperyalist güçlere Suriye’ye müdahale çağrılarınınyükseltilmesi, gerici güçlerin eylemlerde inisiyatifitamamen ele geçirdiğini gösteriyor. Yurtdışındaki Baaskarşıtlarının ABD-AB emperyalistleri ile bölgeningericilik odakları olan Türkiye-Suudi Arabistanikilisiyle işbirliği yapması, yazık ki, kitle hareketini

Ortadoğu halklarının düşmanlarının elinde bir maşayadönüştürmüş oldu.

Kitle desteği artınca emperyalist baskılar da arttı

Suriye’deki olayları yerinde inceleyen İngilizgazeteci Robert Fisk, halkın yüzde 60’ının Baasyönetiminden yana, yüzde 40’ının ise muhalif olduğunubelirtiyor. Farklı çevreler de Fisk’in gözlemini teyitediyor. Bu tablo, Müslüman Kardeşlerle selefi güçlerinşiddet eylemlerinin yaygınlaşması sonucunda, yönetimedestek verenlerin oranında kayda değer bir artışolduğuna işaret ediyor. Dinci akımlarınmezhepçi/şeriatçı çizgileri, etnik, dinsel, mezhepselmozaik olan Suriye’de haklı olarak tedirginlik yaratıyor.Bu tedirginlik, kerhen de olsa toplumun bir kesimininyeniden Baas yönetimine yakınlaşmasını sağlamışgörünüyor. Zira Baas’tan da gerici, mezhepçi,Amerikancı bir yönetim geleceğine, kısmen de olsa laikolan şimdiki yönetim tercih ediliyor. Yüzbinlercekişinin yönetim lehine gösteriler düzenlemesi, dincigerici/Amerikancı bir yönetimin işbaşına gelmesindenduyulan kaygının boyutuna işaret ediyor.

Bu tablo, Baas yönetiminin masum olduğu anlamınagelmediği gibi, Suriye’de içinden çıkılması kolayolmayan, karmaşık olaylar yaşandığı gerçeğini deortadan kaldırmıyor. “Suriye halkının haklımücadelesinin yanındayız” demagojisine sarılanemperyalistlerle Ankara’daki etkin tetikçileri, BeşarEsad’ı devirip, kukla bir yönetimi işbaşına getirmeplanını uygulamaya koymuş bulunuyorlar. Ülkenüfusunun yüzde 60’ını yok sayan emperyalistlerleAnkara’daki taşeronları, silahlandırıp eğittikleri yönetimkarşıtı çeteler eliyle, Suriye’ye dolaysız bir şekildemüdahale ediyorlar. Bu müdahale, çözüme katkı biryana, silahlı çatışmalarda her gün onlarca kişininkatledilmesine hizmet ediyor.

Baas yönetimi üzerindeki baskıları arttıranemperyalistlerle bölgedeki işbirlikçilerinin, Suriyeli işçi,emekçi ve gençlerin demokratik, sosyal, siyasaltalepleriyle uzaktan yakından bir alakaları yoktur elbet.Amaç, Şam’da “AKP modeli”ne uyan ‘dinci gerici,neoliberal, Amerikancı’ bir kukla yönetimi işbaşınagetirmektir. Planın özü özeti budur. Yönetime verilendestek artarken, ABD-AB merkezli emperyalistbaskıların artması ve Ankara’daki tetikçilerin seferberedilmesi de kirli niyetleri gözler önüne seriyor.

Koçbaşı Ankara’daki tetikçiler...

Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesinikimyasal silahlarla bastırmaya çalışan Türk devleti,güya Suriye halkının haklı mücadelesini destekliyor. Budemagojiye kargalar bile güler. Zira kendisi zorba olanbir rejimin, haklı mücadeleleri desteklemesi eşyanıntabiatına aykırıdır. Ezilen halklara karşı ırkçı-inkârcıpolitika izleyen, işçi emekçilerin en sıradan demokratiktaleplerini bile kolluk kuvvetlerinin azgınsaldırganlığıyla bastırmaya çalışan AKP hükümetininşeflerinin, başka bir halkın haklı mücadelesinidesteklemekten söz etmeleri, riyakârlığın kabatezahüründen başka bir şey değildir.

Esad yönetimine destek veren göstericilerin Türkiye,Suudi Arabistan, Katar ve Fransa büyükelçiliklerinesaldırması üzerine Suriye’ye tehditler savuran DışişleriBakanı Ahmet Davutoğlu, aynı akşam, Baas yönetimimuhalifleriyle kapalı kapılar ardında görüşmeler yaptı.Suriyeli muhaliflerle saatler süren bir görüşmegerçekleştiren AKP’li bakan, Suriye Ulusal Konseyi adıaltında faaliyet gösteren bu güçlerin önümüzdekigünlerde Türkiye’de temsilcilik açmalarına yeşil ışıkyaktı. Öte yandan Esad karşıtı silahlı güçlerin şefleriniAntakya’da ağırlayan Türk devletinin,emperyalistlerden medet uman bu çeteleri silahlandırıpyönlendirdiğine dair çok sayıda haber çeşitli ülkeleringazetelerinde yer almaktadır. Bu haberleri yalanlayanherhangi bir resmi açıklama bulunmuyor.

Baas yönetiminin yıkılması için pervasızca çalışanTürk sermaye devletinin, Suriye’yi, “etkin taşeronluk”döneminin ilk halkası olarak gördüğü anlaşılıyor. AncakKürt sorunu karşısında açmaza saplanan Ankara’dakiAmerikancıların Suriye’de başarılı olmaları olasıgörünmüyor.

ABD emperyalizminin çizdiği sınırlar çerçevesindeSuriye’ye müdahale eden sermaye devleti, Suriye’ninİslam Konferans Örgütü’ne üyeliğinin dondurulması,büyükelçilerin geri çağrılması, ekonomik yaptırımlaruygulanması ve Suriyeli sivillere uluslararası korumasağlanması için çaba harcayacağını ilan etti. Yönetimisıkıştırmak ve emperyalist saldırıya zemin hazırlamakiçin çırpınan Ahmet Davutoğlu, Arap devletlerinin de busuça aktif şekilde ortak olmalarını sağlamaya çalışıyor.

Bu uğursuz gelişmelerin tam da, “Türkiye-ABDilişkileri tarihinin en iyi aşamasındadır” türünden utançverici açıklamaların yapıldığı günlerin ardındanyaşanması, tesadüf olmasa gerek. Bölgedeki kanlı

Suriye’yi “Libyalaştırma” kirli planı devrede...

Emperyalist saldırganlığa karşı bölge halklarıyla dayanışmaya!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Emperyalistler ve uşakları Suriye’ye yönelikkapsamlı bir müdahale planını uygulamayasokarken, bu kapsamda maşalığa soyunan Türkdevleti de sahnedeki yerini daha belirgin biçimdealıyor.

Libya’da emellerine ulaşan emperyalistler bukez gözlerini Suriye’ye diktiler. Öyle ki, baştaABD olmak üzere emperyalist aktörler Suriye’yemüdahalenin koşullarını oluşturmak için çabalarınıyoğunlaştırdılar. Olayların büyük ölçüde durulduğubir sırada ABD yönetiminin, “muhalifleri” rejimekanmayarak isyanı yükseltmeye çağırması dikkatçekiciydi. Zaten hemen arkasından da olaylarbelirgin bir biçimde yeniden tırmanışa geçti.

Bu olaylar sırasında kolluk güçlerinin kullandığışiddet Arap Birliği’nin Suriye’nin üyeliğini askıyaalmasına bahane yapılırken, yeni ekonomik ve siyasiyaptırımlar için de hazırlıklara başlandı.

Bu arada Suriye’deki Esad muhaliflerinin silahlıeylemlerinde de ciddi bir artış olduğu görülüyor.

Emperyalistler bugün için doğrudan bir NATOmüdahalesinin tek başına işe yaramayacağını gördükleriölçüde Türk sermaye devletini daha etkin biçimdekullanmayı hesap ediyorlar. Zaten AKP şeflerince deövünülen ABD-Türkiye arasındaki ilişkilerdekiısınmanın gerisinde stratejik bir işbirliği yatıyor. Mısırve Tunus gibi ülkelerde halk isyanlarının bastırılarakdüzenin yeniden kurulması bu işbirliğinin hedeflerindenbiri. Bir diğer hedef İran iken, en yakın hedef ise Suriye.

Zaten Suriye “muhalefetinin” Türkiye’deörgütlendiği, Türk devleti tarafından silahlandırılıpeğitildiği kimse için artık bir sır değil. Fakat göründüğükadarıyla daha fazlası için de hazırlık yapılıyor.

Suriye’deki maşalık rolünü yerine getirmek üzeresiyasal ve toplumsal şartları oluşturmaya çalışan AKPyönetimi bunun için özellikle şovenizmi kullanmayoluna gidiyor.

Bilindiği üzere, daha önce bu amaçla PKKeylemlerini Suriye yönetimiyle ilişkilendirmeyeçalışmışlardı. Şimdi ise Suriye’deki emperyalistmüdahalelere tepki göstererek elçilikleri basan halkınTürk bayrağını yakması olayını kullanmaya çalışıyorlar.

Partisinin grup toplantısında konuşan TayyipErdoğan, “Ayyıldızlı bayrağa dokunanlar gereken cezayıalırlar” diyerek Suriye’ye yönelik tehditler savurdu.Esad rejimini hedef alan Erdoğan, “Zulüm ile abatolunmaz. Mazlumun kanı üzerine gelecek inşa edilmez,aksi takdirde tarih kanla beslenen liderler olarak anar.Sen de Esad, şu anda o sayfayı açamaya doğrugidiyorsun” ifadelerini kullandı.

Suriye’ye yönelik savaş ve saldırganlığı tırmandıranAKP’nin önümüzdeki günlerde yeni hamleler yapmasıbekleniyor. Erdoğan’ın Hatay’a gitmesi ise buhamlelerden biri olacak.

Libya’dan sonra yeni hedefSuriye! 

Türk devleti ile ABD arasındaki ilişkiler “hiçolmadığı kadar sağlıklı” ilerlerken, iki ülke halklaradüşmanlıkta işbirliğini güçlendiriyor. ABD’nin birdediğini iki etmediği Türk devleti etkin uşaklığınınmeyvesini de topluyor. 4 Predator’un İncirlikÜssü’nde olduğu belirtiliyor.

AKP hükümeti yıllardır ABD’den insansız havauçakları talep ediyordu. Türk devleti NATO’nunLibya saldırısına katılarak, füze kalkanınınTürkiye’ye kurulmasına izin vererek ve dahasıSuriye’ye emperyalistler adına tehditler yağdırarakPredatorları almaya hak kazandı.

16 Ekim 2011’de iki adet MQ Predator, İncirlikHava Üssü’ne ulaştı. 23 Ekim’de ise diğer ikiPredator İncirlik’e geldi. Türk devletinin talebiüzerine ABD, İncirlik’ten Predatorları uçuracak ancak

Türkiye’ye anlık (Real Time) görüntü vermeyecek.Türk personelin kontrol ünitesinde görev yapmasınaizin vermeyecek. İncirlik’ten kalkacak predatorlar,Suriye sınırı boyunca uçarak Irak’a giriş yapacak.Irak’taki uçuşunu takiben aynı rotadan İncirlik’e geridönecek.

İncirlik’teki Yer Kontrol Ünitesi’nde görevliABD’li personel Predatorun kalkış işleminigerçekleştirecek, kumanda ise ABD’den yapılacak.Yapılan bilgilendirmeye göre Predator’un elde ettiğigörüntüler önce ABD’ye, ardından Ankara’daki ABDkarargahına (ODS), oradan da görüntülerfiltrelendikten sonra Genelkurmay BaşkanlığıKarargahı’na iletilecek.

Ayrıca Predatorun, üçüncü ülkelere karşıkullanılmayacağına yönelik bir garanti de getirilmedi.

4 Predator İncirlik’te

çatışmaların yeni boyutlar kazanmasına yol açabilecekbu saldırganlığı teşhir etmek ve buna karşı mücadeleyiyükseltmek büyük bir önem taşıyor.

Özgürleşmenin yolu emperyalistlere veişbirlikçilerine karşı mücadeleden geçiyor

Her ülkede olduğu gibi, Suriye’de de işçi sınıfının,emekçilerin ve sistemin geleceksizliğe mahkûm ettiğigenç kuşakların demokratik, sosyal, siyasal haklaruğruna mücadelesi haklı ve meşrudur. Kitleeylemlerinin son aylarda amacından sapmış olması, bugerçeği değiştirmez. Sömürü, kölelik ve zorbalığa karşımücadeleye hiçbir koşulda kayıt konulamaz.

Bölgesel olayların seyri, mücadelenin net sınıfsaltaleplerle örülmesinin hayati önem taşıdığına işaretediyor. Emperyalistlerle işbirlikçilerinin müdahalesi,sınıfsal vurgunun önemini bir kat daha arttırmaktadır.Zira bu vurgunun belirgin olmadığı yerde hareket,emperyalistlerle Türk devleti, Suudi Arabistan ve Katargibi gerici zorbaların maşası durumuna düşebiliyor.Libya’dan sonra Suriye’de de benzer bir durumunortaya çıkması, sınıfsal taleplerini net bir şekildeformüle edemeyen kitle hareketlerinin kayda değerkazanımlar yaratması bir yana, gerici iktidar savaşlarınınaleti olmaktan kurtulamadığını göstermektedir.

Baas yönetimini devirip iktidara yerleşmek isteyenmuhalifler, Suriye işçi sınıfının, emekçilerinin ve gençkuşaklarının sorunları veya talepleriyle hiçbir şekildeilgili değiller. Tersine, emperyalistler, Türk devleti,Şeriatçı Suudi rejiminden medet ummaları, bu güçlerinemekçilere yabancı çizgilerini gözler önüne seriyor.

Diğer ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de dincigerici, neoliberal, Amerikancı güçlerden işçilere,emekçilere ve genç kuşaklara hayır gelmez. Verilikoşullarda sömürü ve baskıya karşı tutarlı mücadele,Baas yönetiminin yanısıra emperyalistlere ve bölgeselsuç ortaklarına karşı da net bir tutum almayı zorunlukılıyor. Belirtmeliyiz ki, mücadele sınıfsal zemindegelişseydi, emperyalistlerle Türkiye gibi işbirlikçileriBaas yönetimine tam destek verirlerdi.

Haklı taleplerle başlayan kitle hareketiemperyalistlerle bölgedeki gerici güçlerin denetiminegirerek, lekelenmiş, yozlaşmış, amacından sapmış vegelinen yerde, en azından önderlik bazında zıddınadönmüş bulunuyor. Suriyeli işçi ve emekçileringeleceğini tehdit eder noktaya doğru evrilen süreci,ancak harekete geçen kitlelerle birleşmeyi başaransol/sosyalist güçler tersine çevirebilir. Türkiyeli ilericidevrimci güçler ise, rejimin efendisi haline gelen AKPhükümetinin uğursuz girişimleri başta olmak üzere hertürlü gerici müdahaleye karşı mücadeleyi yükselterek bukomşu ülke halklarıyla enternasyonal dayanışmayıyükseltmelidirler.

uSuriye’ye elektrik tehdidi

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Suriye’yi elektriği kesmekle

tehdit etti.

Yıldız, Suriye ile ilişkiler konusunda, ‘’Şu anda oraya

elektrik veriyoruz. Bu seyir devam ederse tüm bu kararları

gözden geçirmek zorunda kalabiliriz’’ dedi.

Yıldız, özelleştirmeler konusuna da değindi. Özel sektörün

üretimdeki payını yüzde 75 düzeyine çıkarmak istediklerini

belirterek, enerji borsasıyla ilgili çalışmaların da olgunlaştığını

bildirdi.

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Özelde Kürt hareketini genelde Kürt halkını hedefalan saldırıların dozu arttırılırken, sermaye iktidarı veAKP hükümetinin açmazı da derinleşiyor. “Kürt açılımı”,“demokratik açılım” söylemi ile Kürt halkını aldatmahesapları yapan AKP hükümeti, bu taktikle Kürthareketini zayıflatıp tasfiye edebileceğini varsayıyordu.‘Ulusal’ sorunu ‘dinsel’ temelde çözeceğini iddia edendinci gericiliğin şefleri, kısa sürede “parlak hesaplar”ınKürt sorununun gerçekliğine uymadığını gördüler.

Kirli hesapları tutmayınca, “açılım”,“demokratikleşme” söylemlerini bir kenara atan AKPhükümeti, savaşı tırmandırarak ırkçı-inkarcı zihniyetini,tüm çirkinliğiyle gözler önüne serdi. Emperyalistler adınaOrtadoğu’da oynadıkları etkin taşeronluk rolükarşılığında Pentagon’daki savaş baronlarının desteği ilemükâfatlandırılan AKP şefleri, Sri Lanka rejiminin Tamilhalkı ve Tamil Kaplanlarına karşı uyguladığı “topyekünimha” politikasının Kürt halkına uygulanabileceğindensöz etmeye başladılar. Bu gözü dönmüşlük, dincigericiliğin ulusal sorun karşısındaki tutumunu tümçıplaklığıyla gözler önüne sermiştir.

Gözü dönmüş saldırganlığına rağmen, kirli emellerineulaşamayan Amerikancı rejim, bölgenin gerici güçlerinide Kürt halkına karşı saldırıya ortak etmeye çalıştı.Ancak bu girişimden de umduğu sonucu elde edemeyenAKP hükümeti, işi cemaat/tarikat şeflerinden Kürthareketi karşıtı fetvalar isteme noktasına kadar vardırdı.Öyle ki, dinci gericilik odağı AKP, Kürt halkına vehareketine karşı tam bir sürek avına girişti. Herhangi birinsani veya ahlaki değerden yoksun olan gerici iktidar,yasa/kural tanımayan bir gözü dönmüşlükle saldırılarısürdürüyor.

Irkçı-inkârcı politikanın zıvanadan çıkması, devletinderin katlarında alınmış kararların hayata geçirilmesindenbaşka bir şey değildir. Burjuva düzenin “kuvvetlerayrılığı” söylemini bir kenara bırakan AKP yasama,yürütme, yargı, kolluk kuvvetleri, istihbarat, medya gibirejimin temel kuvvetlerini tek merkezden yönetmeyebaşladı. Aynı anda dört koldan saldırıya geçen zorbarejimin efendileri, ne pahasına olursa olsun Kürthareketine ve Kürt halkına diz çöktürmeye, diğer birifadeyle ulusal eşitlik ve özgürlük özlemlerini boğmayaodaklandılar. Gerillaların kimyasal silahlarla yok edilmesinoktasına vardırılan yasa/kural tanımaz saldırganlık, Kürthareketinin mevzilerinden atılacağı, kitle desteğindenyoksun bırakılacağı ve ABD desteğiyle etkisizleştirileceğihesabı üzerine kurulu. “Oksijensiz bırakacağız”benzetmesi yapan Tayyip Erdoğan, Kürt hareketiniboğmak için nasıl da çırpındıklarını fütursuzca itirafetmiştir.

“Zulmün olduğu yerde isyan kaçınılmazdır” kuralınagözlerini kapatan dinci gerici zihniyet, katlederek veyazindana kapatarak Kürt halkını teslimiyete zorlasa da, bukonuda kirli emellerine ulaşmaktan uzaktır. Teslim olmakbir yana direnme kararlılığı artan Kürt halkı, gericizorbaların önünde boyun eğmeyeceğini, döne döne dostadüşmana göstermektedir.

Irkçı-inkarcı zorbalara karşı direnme kararlılığınıgösteren Kürt halkı, sistemle uzlaşmacı çizgi izlemesinerağmen Kürt siyasal hareketi üzerinde de etkiliolmaktadır. Taleplerinin çıtasını yüksek tutarken, rejimleuzlaşmanın yollarını arayan Kürt hareketi, bu gücü tamda Kürt halkının direnme kararlılığından almaktadır.Sistemle uzlaşma arayışlarının yarattığı açmazlararağmen, Kürt halkının mücadele dinamiklerinin diri

kalması, ulusal eşitlik ve özgürlük özlemlerini boğmanınkolay olmadığına işaret ediyor.

Kürt halkının mücadele kararlılığı ve Kürt hareketinintasfiyeye karşı direnmesi, rejimin efendilerinin çiledençıkmasına yol açmış görünüyor. Devlet erkânı ve AKPşeflerinin etrafa tehditler savurması, ırkçı-inkarcıpolitikaya karşı çıkan yazar ve akademisyenlerin biletutuklanması, bu histerik ruh halinin vardığı boyuta işaretediyor. Zira Ortadoğu’da emperyalist planlara “modellik”yapabilmek için Kürt sorununu “ayak bağı” olmaktançıkarmaya çalışan AKP şefleri, bunu başaramayınca,histerik halleri daha da derinleşiyor.

Irkçı-inkârcı politikada ısrar eden rejim açmazdankurtulamazken, talepleri düzenin sınırlarını aştığı haldesistemle anlaşmaya odaklanan Kürt hareketi de belliaçmazlarla karşı karşıya kalıyor. Açmazın farkında olansermaye devleti de, Kürt hareketine bu noktadanyüklenemeye çalışıyor. “Mademki benimle anlaşmakistiyorsun, taleplerini kabul edebileceğim noktayaçekeceksin” dayatmasında bulunan devletin heryüklenmesi, Kürt halkının direnme kararlılığına çarpıpgeri tepiyor.

Amerikancı rejimin özlediği şey toplu imhadır. Dincigerici medyadaki “organik gazeteci” takımı, devletinböyle bir güce ulaştığını, istese gerillayı imhaedebileceğini, ancak bunun sonuçlarından çekindiği içinhenüz toplu bir kıyıma başvurmadığını vaaz etmeyebaşladılar. Bu söylemin bir yönü propaganda olsa bile,rejimin niyeti hakkında da fikir veriyor.

Kirli savaşı tırmandıran Amerikancı rejimin şeflerinin“Sri Lanka modeli”ne özendiklerinden kuşku duyulamaz.Gerillaya karşı kimyasal silahların kullanılması bununsomut kanıtıdır. Bundan geri durmalarının nedeni toplukıyımdan değil, böyle bir çılgınlığın yaratabileceği olasısonuçlardan çekinmeleridir. Washington’dan alacaklarıonay ve destekle toplu kıyıma teşebbüs etseler bile, Kürtsorunu yerli yerinde kalacaktır.

Kürt halkının haklı ve meşru taleplerine destekvermek, ırkçı-inkarcı politika ve kirli savaşa karşımücadele etmek güncel görevlerin başında gelmektedir.Ancak bu tablonun ezilen Kürt halkı lehine değişmesinisağlayacak olan şey, işçi sınıfının mücadele sahnesineinmesidir.

Sömürü ve köleliğe karşı mücadeleyi ırkçı-inkârcıpolitikaya karşı mücadeleyle birleştiren, işçilerin birliğihalkların kardeşliği şiarını temel alan bir sınıf hareketiningeliştirilmesi için harcanacak çaba, Kürt halkıyladayanışmanın en anlamlısı olacaktır.

Kürt hareketini ezmek için topyekün saldırganlık devam ediyor...

Göğüslemek için işçilerinbirliği, halkların kardeşliği!

BDP’liler kendilerini‘ihbar’ etti

Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP), “KCKoperasyonları” adı altında dizginsizcesürdürülen gözaltı ve tutuklama terörünüprotesto etmek için başlattığı “Kendimi ihbarediyorum” kampanyası çerçevesinde EşGenel Başkan ve Hakkari MilletvekiliSelahattin Demirtaş 16 Kasım günüBeşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne gelerekkendini ihbar etti. Demirtaş ve beraberindekiBDP’liler, avukatları aracılığıyla İstanbul ÖzelYetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak“KCK adı altında tutuklananlarla aynı suçuişlediklerini” belirttiler.

Kampanyanın devamının geleceğinisöyleyen Demirtaş, “Halkımız da aynıdilekçeleri vermeye hazırlanıyor. Bundansonraki süreç binlerce kişinin aynı kampanyaçerçevesinde kendini ihbar etmesiylesürecek” şeklinde konuştu.

Tuncel’i hedefgösterdiler

KCK operasyonlarıyla yüzlerce BDPyöneticisini zindanlara kapatan düzen güçlerişimdi de milletvekillerinin peşinde. Öyle kiAKP tarafından ayar çekilen medyamilletvekilleriyle ilgili polis kaynaklı haberleryapıyor. Bu haberlerden birisi de BDPİstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel’e yönelikservis edildi.

Seçimlerden önce halka terör estiren polisşefine tokat attığı için polisin özel hedefihaline gelen Tuncel, bu kez de MensurGüzel’le ilişkili olarak gündeme getiriliyor.Burjuva medyaya servis edilen haberlerdeTuncel’in bundan 7 ay önce Güzel’in kızkardeşi Şeyma Güzel’in yakalanmasına engelolmak isterken tespit edildiği söyleniyor.Tuncel’in makam arabasıyla Şeyma Güzel’iuçağa bindirmek istediği, ancak polisinfırsatını bulup kendisini yakaladığı, bunarağmen Tuncel’in polise engel olmak istediğiiddia ediliyor.

Aylar önceki bir durumu, “Türkiye’de burezalet de yaşandı”, “Dokunulmazlık kalkanı”gibi başlıklarla yayınlayan medya böylelikleTuncel’i hedef göstermiş oldu. Yapılanhaberlerde Tuncel’in geçmişte molotofkokteyli atan eylemcilerin arasındagörüntülendiği ve polise tokat attığı daözellikle vurgulanıyor.

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Kürt sorunu6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Hakkari’nin Çukurca ilçesinde yaşamlarını yitirenHPG gerillaları Mizbah Ezer ile Ömer Erdoğan için12 Kasım günü Diyarbakır’da görkemli bir törenyapıldı.

Cenaze töreni için halk sabah saatlerinden itibarentoplanmaya başladı. Ancak polisler YeniköyMezarlığı’nı ablukaya alarak, cenazelerin camiyegötürülmesini engelledi. Polisin YeniköyMezarlığı’nda bulunan cenazelerin camiyegetirilmesine izin vermediğinin belirtilmesi üzerine,kitle mezarlığa doğru yürüyüşe geçti. Ancakyürüyüşün başlamasıyla polis barikat kurdu.

Sert müdahalenin ardından kitle ara sokaklardatekrar biraraya gelerek Yeniköy Mezarlığı’na doğruyürüyüşe geçti. Bütün cadde başlarını zırhlı araçlarlatutan polis ve atılan gaz bombalarına rağmen yürüyenkitlenin bir bölümü Bağlar İlçesi 5 NisanMahallesi’nde birleşirken diğer bölümü ise arasokaklardan Yeniköy Mezarlığı’na ulaşmaya çalıştı.Kitle geçtiği caddelerde polis araçlarının geçmemesiiçin ateş yakarak barikat kurdu.

Müdahalenin ardından mahalle aralarına dağılanpolislerin apartmanların kapılarını kırarak zorla içeri

girmek istediği belirtildi. Halk polislere tepkigösterirken, bazı evlere rastgele gaz bombası atıldı.

Onbinlerce kişi Özgür Yurttaş Derneği önündengeçtiği sırada Hizbullahçı olduğu ileri sürülen vemarket işleten eli silahlı ve satırlı 4 kişi, kitleninüzerine ateş ederken, bazıları da ellerinde satırlarlakitlenin üzerine yürüdü. Bunun üzerine gençlersözkonusu kişileri linç etmek isterken BDP’liler arayagirdi.

Havaalanı Caddesi üzerinden yürüyüşe devameden kitle Yeniköy Mezarlığı’nda bekleyen onbinlercekişi tarafından karşılandı. Mezarlıkta kitlenin sayısı50 bini buldu.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş,Diyarbakır milletvekilleri Emine Ayna ile Leyla Zana,BDP’li bölge belediye başkanlarının da aralarındabulunduğu kitle saygı duruşuna geçti. Saygıduruşunun ardından Erdoğan ile Ezer’in PKKbayrağına sarılı tabutlarını omuzlayan onbinlerYeniköy Mezarlığı etrafında tekrar yürüyüşe geçti.

Yürüyüşün ardından 2 HPG’linin cenazesisloganlar ve gerilla annelerinin Kürtçe ağıtlarıeşliğinde toprağa verildi.

Mensur Güzel (Sinan Azad) isimli HPG militanı 11Kasım günü Kartepe adlı deniz otobüsünü kaçırdı.Eylem, Abdullan Öcalan’ın 3 aydır tecrit altındatutulmasına dikkat çekmek için gerçekleştirilirken, 12Kasım günü sabah saatlerinde yapılan operasyondaMensur Güzel infaz edildi.

Konuyla ilgili açıklama yapan İstanbul ValisiHüseyin Avni Mutlu, “Çatışma olmadı, etkisiz halegetirildi” derken, Kocaeli Valisi Ercan Topaca da,“Deniz otobüsünü kaçıran kişinin üzerinden bombaçıkmadı. Öldürülen kişinin üzerinde şişe ve kablolarlabomba süsü verilmiş düzenek bulundu” dedi. HPGtarafından ilerleyen günlerde yapılan açıklamada daGüzel’in üstünde silah ya da patlayıcı olmadığıvurgulanarak, sivillere zarar verilmemesi için tümönlemlerin alındığı söylendi.

Bakandan çelişkili açıklamalar

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise eylemigerçekleştiren Mensur Güzel’in üzerinde patlayıcıbulunduğunu savundu. Şahin, Güzel’in üzerinden 3 adet450 gram A4 patlayıcı çıktığını öne sürdü.

Medya iş başında!

Devlet yetkilileri ile medya ise “terör edebiyatı” ileinfazı haklı göstermeye çalıştı. Vali Mutluaçıklamasında “etkisiz hale getirildi” dediği Güzel’i“İstekleri örgüt talepleri doğrultusundaydı” şeklindesuçladı. Medya ise uzun süre görmezden geldiği eylemi“Marmara’da çapulcu avı”, “Korsan şov”, “PKK denize

indi” gibi başlıklarla manşetlerine taşıdı.

“Yaşam hakkı ihlal edildi”

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, Güzel’insağ olarak ele geçirilmesi için hiçbir şey yapılmadığınıvurguladı. “Güzel, Ankara’da askeri görevini yaparkengördüğü baskılar yüzünden oradan ayrıldı ve HPG’yekatıldı. Bu ülkede artık kan dökülmemeli. Asimilasyonpolitikası artık son bulmalı” dedi. Güzel’in iknaedilebileceğini belirterek, İstanbul ve Kocaeli Valisi’ninaçıklamalarının farklı olduğuna dikkat çekti.

Mensur Güzel’in cesedini morgda teşhis eden annesiŞiti Güzel, akrabalarına “12 saat gemideymiş. Keşkebana haber verselerdi. Hem oğlumu görürdüm. Belki deikna ederdim” dedi.

Mensur Güzel infaz edildi

Tutuklama terörü hızkesmiyor

Sermaye devletinin Kürt hareketine dönükdevreye soktuğu gözaltı ve tutuklama terörü hızkesmiyor. Bayramın birinci ve ikinci günlerindeİstanbul ve Hakkari’de gerçekleştirilen polisbaskınlarının ardından yaşanan gözaltılar datutuklama terörüne dönüştü.

6 Kasım günü gözaltına alınan İHD HakkariŞube Başkanı İsmail Akbulut 10 Kasım günü“örgüt üyeliği” de dahil birden fazla suçlamaylatutuklandı.

İstanbul’da Terörle Mücadele Müdürlüğü’nebağlı polisler 7 Kasım günü birçok eve eş zamanlıbaskınlar düzenlemişti. Baskınları sonucu“Dolapdere’de bir eylemde molotofkokteyliatmak” iddiasıyla 21 kişi gözaltına alınmıştı.

12 kişi, “AKP Zeytinburnu ilçe binaları ile CHPseçim aracına molotofkokteyli atmak”suçlamalarıyla 10 Kasım günü tutuklandı.

Mensur Güzel’ibinler uğurladı

Mensur Güzel’in cenazesi için 15 Kasım günüDiyarbakır’da binler toplandı. Güzel’in kardeşlerive annesi ellerinde karanfil ve kına ile camiönüne geldi. Cenaze törenine BDP’li belediyebaşkanları, BDP il ve ilçe yöneticileri iledemokratik kitle örgütü temsilcileri de katıldı.

Şehitlik Cami’nde toplanan kitle, sloganlar vemarşlar eşliğinde Yeniköy Mezarlığı’na doğruyürüyüşe hazırlandığı sırada polis kalabalığasaldırdı. Kitlenin toplanması sırasında polisaracından yapılan “Dağılın aksi takdirdemüdahale ederiz” anonsuna kitle tepkigöstererek, taş ve ses bombası ile karşılık verdi.Cenazenin bulunduğu camiye gaz bombasıatılması sonucu çok sayıda kişi fenalık geçirirken,çatışmalar yaşandı.

Polis saldırısı sırasında kimi kadınlarbayılırken, bir kişi de atılan gaz bombasınınisabet etmesi sonucu hafif yaralandı. Bir süredevam eden çatışmaların ardından kitle tekrarcami önünde toplanırken, polisin ablukası dadevam etti. Cenazeye kararlı biçimde sahip çıkanhalk, polis engellemesine rağmen Güzel’incenazesini Yeniköy Mezarlığı’na götürdü.Mezarlıkta da binlerce kişi tarafından karşılananGüzel’in naaşı, BDP Eş Genel Başkanı GültanKışanak’ın katılımıyla defnedildi.

Güzel’in defnedilmesinin ardından yürüyüşgerçekleştiren binlerce kişiye polis yenidensaldırdı.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Parti şehitleri Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Alaattin Karadağ: Devrime adanmış hayat

Alaattin Karadağ yoldaş yaşamını çalışarak sağlayan yoksul bir ailenin çocuğuydu. Kuşkusuz onun da hayallerivardı. Fakat yaşamın katı gerçekleri onu çok erken bir zamanda ailesinin diğer üyeleri gibi çalışmak zorundabıraktı. İşçi oldu, üretti, yarattı. Her şeyini ailesiyle paylaştı. Deyim yerindeyse üretmeyi ve paylaşmayı ilk kezailesiyle birlikteyken öğrendi.

Çukurova, her dönem devrimci çalışmanın verimli bir alanı olagelmiştir. İsimli-isimsiz pek çok devrimciye vedevrimci örgüte bağrını açmış, anlamlı pek çok işçi direnişine ve militan devrimci eyleme sahne olmuştur. Birçokdevrimci militan ilk eğitimini buralarda almıştır. Bu coğrafya komünist hareket içinse çok daha özel bir önemesahiptir. Komünist hareket başından itibaren bu alana yönelmiş, burayı en temel çalışma alanlarından biri olarakgörmüştür. Habip ve Hatice yoldaş gibi partimizin en seçkin üyelerinin bir dönem bu bölgedekonumlandırılmaları da bunun ifadesidir.

Proleter sınıf kimliği ve aynı zamanda komünist hareketin yereldeki devrimci çalışması sayesinde, AlaattinKaradağ mücadeleye atılır. Mütevazi kimliği çalışkanlığı ve gözüpekliği ile kısa sürede dikkati çeker. Haticeyoldaşın yol göstericiliğinde anlamlı pek çok çalışmada belirgin emeği vardır. Her komünist militan gibi, bir süresonra o da düşmanın dikkatini çeker, izlenir gözaltına alınır. Bölgede kalma imkanları giderek azalmaktadır.Bunun üzerine bir başka kente, Habip ve Hatice yoldaşların devrimci militanlar olarak yetiştikleri İzmir’egönderilir. Partimize yaraşır devrimci militan kimliği ve çalışkanlığı ile burada da kısa sürede dikkati çeker. Birsüre sonra yakalanır, gözaltına alınır. Poliste tam bir direniş sergiler. Tutuklanıp cezaevine konur. Yoldaşcezaevinde de bir direnişçidir. Bu tarihte yaşanmakta olan büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin mütevazi birkahramanıyken tahliye olur.

Alaattin Karadağ yoldaş sonraki yaşamına, her sınıf devrimcisi militan için apayrı duygulara yol açan işçi kentiİstanbul’da devam eder. O bir işçidir ve sınıf devrimciliği onun kimliği olmuştur. Son derece mütevazidir ve büyükiş-küçük iş ayrımı yapmaksızın geceli gündüzlü faaliyet yürütür. Artık çıraklık dönemini tamamlamış, daha ilerigörevlere hazır hale gelmiştir. Parti tarafından önemli bir başka bölgeye gitmesi kararlaştırılır. Fakat o herzamanki gibi işini yarım bırakmaz. Gitmeden önce Esenyurt’ta III. Kongre duyurusu çerçevesinde yürütülençalışmalarda aktif görev üstlenir. Çalışma sırasında polisin saldırısıyla karşılaşır, saldırı sırasında komünist birmilitanın yapması gerekeni yapar, yoldaşlarının güvenliğini sağlayana kadar polisle çatışır, fakat bu sıradavurulur. Ağır yaralı olduğu halde saatlerce bekletilerek alçakça infaz edilir. Alaattin Yoldaş’ın komünist haraketinsaflarına katılmasından, ölümsüzlüğe ulaştığı ana kadarki tüm yaşamı devrime adanmış bir yaşamdır

Alaattin Karadağ yoldaşın devrimci anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. TKİP Yurtdışı Örgütü

Türkiye Komünist İşçi Partisi’nin seçkin üyesiAlaaddin Karadağı yoldaş, 19 Kasım 2009 tarihindedevrimci bir faaliyet sırasında, Avcılar/Esenyurtpolisi tarafından alçakça katledildi. Polis onu vepartimizi çok iyi tanıyordu. Partimizin yıllardırAvcılar/Esenyurt bölgesinde yürüttüğü bilinçli,ısrarlı, inatçı ve istikrarlı faaliyet, İstanbul polisinifazlasıyla rahatsız ediyordu. DolayısıylaAvcılar/Esenyurt polisinin Alaattin yoldaşı, sokakortasında ve herkesin gözleri önündeacımasızca katletmesi rastlantı değildir. Tamtersine bu bilinçli bir cinayettir.

Avcılar/Esenyurt polisi bu cinayeti tam dakendi katil kimliğine özgü bir soğukkanlılıklagerçekleştirmişti. Bu bir sınıfın, sermaye

sınıfının işçi sınıfına duyduğu sınırsız kininifadesiydi. Şüphesiz ki İstanbul polisinin sergilediğibu acımasızlığın tek hedefi Alaattin yoldaş değildi.Bu cinayet partimize ve militanlarına, devrimcilereve dahası tüm işçilere, emekçilere gözdağıydı. Öteyandan, Alaattin Karadağ yoldaşın katliamındansadece Avcılar-Esenyurt polisi sorumlu değildir.Başta yargısız infazlarıyla ünlü İstanbul polisiolmak üzere tüm polis teşkilatı suçludur. Suçlu, tümkurumlarını bu açık cinayeti örtbas etmek vekatillerini korumak için seferber eden sermayedevlettir.

İşçiler, emekçiler!Sermaye devleti zor üzerine kurulmuştur ve

ancak baskı ve zora dayanarak yaşamaktadır.Milyarlar harcayarak sürekli kendisini tahkimetmektedir. Ordu yetmezmiş gibi, şimdi de it vekopuktan bir polis ordusu oluşturmuşbulunmaktadır. O kadar ki, sermaye devletigünümüzde tam bir polis devletine dönüşmüştür.İşbaşındaki Amerikancı AKP hükümeti aracılığıylabu katiller sürüsüne sınırsız yetkiler verilmiş,milyarlar akıtarak en ileri teknoloji ile donatılmıştır.Bu devlet tam bir pervasızlıkla hakkını arayanişçileri ve parasız eğitim hakkı isteyen öğrencilericopluyor, özgürlük ve eşitlik isteyen kardeş Kürthalkına dönük kanlı operasyonlar düzenliyor, keyfibiçimde gözaltına alıyor, işkence ediyor, kurşunadiziyor.

Türkiye’de, fakat özellikle Kürdistan’dayargısız infazlar yeniden günlük yaşamın bir parçasıhaline gelmiştir. Fakat tüm bunlar boşunadır!Paranın gücü işçi sınıfının ve milyonlarcaemekçinin haklı davasını engeleyemeyecektir.Sermaye devleti ve polisi kendisini ne denli tahkimederse etsin yıkılmaya mahkumdur ve enindesonunda yıkılacaktır. Bir kez daha, işçi sınıfısavaşacak, sosyalizm kazanacaktır! Sermayedevletinden tüm katliamların hesabı sorulacaktır.

Kardeşler!Alaattin Karadağı geleceğin temsilcisi bir sınıfın,

işçi sınıfının bir mensubuydu. Miyonlarca işçi veemekçinin haklı davasını savunuyordu, bu davauğruna mücadele ederken katledildi. Tam da bunedenledir ki, Alaattin’e sahip çıkmak geleceğimizesahip çıkmaktır. Tüm işçileri, emekçileri, ilerici ve

devrimcileri Alaattin’e sahip çıkmaya, katillerinyakasına yapışmaya çağırıyoruz.

Alaattin Karadağ yoldaş ölümsüzdür! Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez! Yaşasın devrim ve sosyalizm!

TKİP Yurtdışı Örgütü

Komünist işçi AlaattinKaradağ ölümsüzdür!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), iki yılönce Esenyurt-Avcılar polisi tarafından katledilen TürkiyeKomünist İşçi Partisi militanı devrimci işçi AlaattinKaradağ için İHD İstanbul Şubesi’nde bir basın toplantısıdüzenledi.

ÇHD ve İHD’den temsilcilerin de katıldığı basıntoplantısında ikinci yılında cinayetin gerçekleştiği yerdeolma çağrısı yapıldı.

Basın toplantısında ilk sözü İHD Şube Sekreteri ÜmitEfe aldı. “İktidar karşıtı görüşe sahip ve bunu yaşam biçimihaline getiren insanların ortak kaderi ya hapis, ya işkence yada ölümdür” diyerek sözlerine başlayan Efe, “Alaattin’iölüme gitmesinin nedeni onun davasındaki inatçılığı veısrarıdır” dedi. “Ölümünden sonra yaşananlar tam bir hukukskandalıdır. Cinayet cilalanarak haklı çıkarılmayaçalışılıyor. Geleceğe dair umutları olanlar muhakkak hesapsoracaktır. Alaattin’i saygıyla anıyoruz” diyen Efe sözlerini19 Kasım günü yapılacak olan anmaya katılma çağrısıylanoktaladı.

Efe’nin ardından sözü alan BDSP temsilcisi ise,Karadağ’ın TKİP militanı bir devrimci işçi olduğunu ve bunedenle hedef alındığını belirterek sözlerine başladı.“Hayatını emekçilerin kurtuluşuna adayan bir devrimcininöldürülmesi, emekçileri hedef alan bir saldırıdır. TMY vePVSK ile polise öldürme yetkisi veren devlet, böylelikleemekçileri öldürmekle tehdit ediyor” dedi. Devletin aynızamanda Kürt halkı başta olmak üzere tüm emekçilereyönelik kapsamlı bir terör uyguladığını, son günlerde bukapsamda bir dizi örneğin yaşandığını belirtti. Vandepreminde halka karşı uygulanan polis terörünü ve NÇdavasını örnek veren temsilci bu örneklerin sermayedevletinin emekçilere ve halka düşmanlığını gösterdiğinianlattı.

Alaattin’in sokak ortasında polis tarafından infazedildiğini, ardından ise katil polislerden birinin yargılandığıbir dava açıldığını, ancak bu davanın tam bir aklamaoyununa dönüştürüldüğünü belirtti.

Son olarak ÇHD Alaattin Karadağ Dava TakipKomisyonu ve müdahil avukatlar adına Avukat CerenUysal konuştu. Karadağ davasıyla yargının bağımsızlığı vetarafsızlığı yalanının bir kez daha ortaya çıktığınıvurgulayan Uysal, soruşturma sürecinde yapılanlardüşünülürse kasten adam öldürmekten dava açılmasınındahi başarı olduğunu anlattı. “Ancak bu yeterli değildir.Tetiği çeken polisin değil, asıl olarak tetiği çektirenmekanizmanın yargılanması gerekir” diyen Uysal, davasürecinde yaşananların da “burjuva hukuk budur”dedirtecek boyutlarda olduğunu belirtti.

Polisin davanın ilerleyen aşamalarında ilgisinin arttığını,bunun da süreç içerisinde yarattıkları basınçtan dolayıolduğunu belirtti. “Yaşananlardan davaya katılan avukatlarolarak burjuva hukuku budur sonucuna vardık” diyerektecavüze uğradıktan sonra mahkemeler tarafından suçlugörülen NÇ davasına değindi. Asıl olanın sokak mücadelesiolduğunu belirten Uysal, ÇHD olarak Karadağ’ınkatledildiği tarihte yapılacak anmanın çağrıcısı olacaklarını,çünkü Alaattin’a sahip çıkmanın aynı zamanda verdiklerimücadele için anlamlı bir adım olacağını vurguladı.Anmaya çağrı yaparak konuşmasını sonlandırdı.

“19 Kasım’da Alaattin’in vurulduğuyerdeyiz”

12 Kasim 2011 / Taksim

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Güncel8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Van Erciş’te meydana gelen 7,2 büyüklüğündekidepremin ardından neredeyse 1 ay geçti. Bu sürezarfında yazılı ve görsel medya öncelikli gündem olarakdepremi işledi. Konunun uzmanları görüşlerini bildirdi,değerlendirmeler yapıldı. Siyasiler incelemelerdebulunmak ve depremden siyasi rant elde etmek üzereanında Van’a koştu. Yardım kampanyaları,koordinesizlik, kaos, zemheri ayazı, bolca biber gazı,şovenist histeri ve siyasilerin “pes” dedirtecekyüzsüzlüğü yıllar sonra bu depremden aklımızdakalanlar olacak. Bu başlıkların her biri adına onlarca şeysöylenebilir ancak biz burada sadece tek bir konuyayoğunlaşacağız.

7,2 ve ondan günler sonra gelen 5,6 büyüklüğündekidepremler ile Van merkezi, ilçe ve köylerinde binlercebina hasar gördü. Tuzla buz olan beton bloklar,yamulmuş demir kalıplar depremin faturasının neden bukadar ağır olduğunun en büyük kanıtı oldu. Van’dakiyapı stokunun önemli bir bölümünün kaçak yapılardanoluştuğu bilinen bir gerçek. Aslında bu sadece Van’aözgü bir şey de değil. Bugün doğusundan batısına,kuzeyinden güneyine Türkiye’deki mevcut yapılarınyarısından çoğunun kaçak olarak inşa edildiğini hemvatandaş hem de yetkililer biliyor. Standartlar ve bellibaşlı kuralları dikkate almadan, denetimden yoksunolarak inşa edilen bu yapıların olası bir depremde veyabaşka bir fiziki etkenle hasar görmesi ve de yıkılmasıbelirli sınırlar dâhilinde açıklanabilir bir durum. Ancakdevletin ilgili kurumlarının denetiminden geçerek yapıruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alan yapıların yerlebir olmasını kim nasıl izah edecek?

Van’daki kamu binalarının neredeyse tamamınayakını ya yıkıldı ya da depremden ağır hasar gördü.Okullar, sağlık ocakları, hastaneler, yurt binaları,lojmanlar, kuran kursları, karakollar yerle bir oldu.Kamu binaları patır patır dökülürken özel mülkiyetekonu olan ruhsat ve iskânlı yapılar da yıkıldı. Van’ıikinci kez vuran 5,6’lık depremde ruhsatlı Bayram Oteliikisi gazeteci olmak üzere onlarca kişiye mezar oldu.Daha birçok binanın akıbeti de Bayram Otel gibi oldu.Üstelik Van’da yıkılan binaların çoğu son on yılda, yanideprem yönetmelikleri dikkate alınarak AKP dönemindeyapılan binalar.

“İktidarı kaybetmek uğruna”

Erzincan, Körfez ve son olarak Van depremi bizeaçıkça gösteriyor ki yapı stokumuzun hali içler acısıdurumdadır. Bunu bugün hükümet de kabul ediyor hattameseleyi lehine çevirerek “iktidarı kaybetmek uğruna”birçok yeni düzenlemeye gideceğini söylüyor. Budüzenleme alanlarından biri de yapı denetim alanı oldu.Depremden sonra açıklama yapan Çevre ve ŞehircilikBakanı Erdoğan Bayraktar, yapı denetiminin çıkarılacakkanunla teknik müşavirliğe dönüştürüleceğini,müşavirlerin yetkilerinin genişletileceğini, teknikmüşavirlerin mükellefi oldukları projelerin vekendilerine, ortaklarına, denetçi mimarlar ilemühendislerine ait yapıların denetiminiüstlenemeyeceğini belirtiyor. Tıpkı Başbakan Erdoğangibi o da kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını,cezaların ağırlaştırılacağını, sadece şirkete değilçalışanlara da ağır para cezası uygulanacağını belirtiyorve ruhsata aykırı uygulamalarda, yapı güvenliğinietkileyen ve gereğini yapmayana 3 aydan bir yıla kadar,yeni iş almaktan men cezası verileceğini ekliyor. Bütünbu vaatler size güven veriyor mu? Bunları söyleyen kişieski TOKİ (Toplu Konut İdaresi Başkanlığı) BaşkanıErdoğan Bayraktar. Afet için yaptırdığı konutları afettehasar gören, inşaat bitiminden bir ay sonra sıvaları

parçalanan, boyaları dökülen, tesisatları bozulanyapıların sorumlusu.

Yasal süreç

Yapı denetim konusu uzun yıllardan beri gündemimeşgul eden meselelerden biridir. 1999 Körfezdepreminin ardından 13 Temmuz 2001 tarihinde 24461sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile 19 ildepilot uygulamalara başlanıldığı söylendi ancak bugünekadar bu konuda bir arpa boyu yol alamadığımız da güngibi aşikârdır. Geçmişte uygulanan Teknik UygulamaSorumluluğu sisteminin yerine getirilen bu uygulamanınbirçok eksikliği, yetersizliği ve olumsuzluklarıbilirkişiler tarafından defalarca dile getirilmiş ancakhükümet tarafından hiçbir olumlu adım atılmamıştır. Busüreçte bir sürü yapı denetim firması peydah olmuş,yapılarımız ve can güvenliğimiz bu gözünü para hırsıbürümüş denetçilerin insafına bırakılmıştır. Dahasıinşaat şirketleri yapı denetim şirketleri açarak, kendiyaptıkları yapıları, kendileri denetleme yolunagitmişlerdir. Bozacının şahidinin şıracı olduğu bir yerdene güvenlikten ne de sağlamlıktan söz edilebilir.

Körfez Depremi’nin 12 yıldönümünde ResmiGazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılıKanun Hükmündeki Kararname ile hükümet yapıdenetimi konusunda aldığı kararlarla depremde hayatınıkaybedenlerin mezarlarında kemiklerini sızlatmıştır. Bukararname ile birçok alan yapı denetim alanı dışınaçıkarılmıştır. Kırsal kesimde kamusal binalar, alışverişmerkezleri, hatta küçük sanayi yapıları yapı denetimikapsamından çıkarıldı. Yapılan düzenleme ile tümköyler ve nüfusu 5 bin kişinin altındaki belediyelerinsınırları ve mücavir alanlarındaki yapılar yapı denetimsistemi dışına çıkarıldı. Depremin yıldönümünde böylebir kararnameye imza atanlar bundan sonra yaşanılacakbütün yıkımların vebalini boyunlarında taşıyacaklar.Yapılan bu düzenleme ile denetimsizlik adetadayatılmakta ve insanların can güvenliği riskeatılmaktadır.

TMMOB yine hedef tahtasında

Kararnamenin diğer bir maddesi de TMMOB’yihedef almaktadır. Kararname kapsamında TMMOB vebağlı odaların yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nadevredilmiştir. Böylece hükümet her türlü rantprojesinde ayağına takılan TMMOB’yi bu şekilde safdışı bırakarak, bütün yetkileri kendilerinin istediği gibiyönetebildikleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na

vermiştir. TMMOB’ye yönelik DDK raporu ile başlayansaldırılar hız kesmeden devam etmekte, hükümetTMMOB’yi işlevsizleştirmek adına peşisıra kanunçıkarmaktadır.

Güvenli yapılar inşa etmek için bütünlüklü birdenetim sisteminin hız kesmeden oluşturulmasıgerekmektedir. Öncelikli olarak bu konuda yeterlideneyimi bulunan TMMOB başta olmak üzeretoplumun ilgili diğer kesimlerinin bu meseleye yönelikyapacakları katkılar dikkate alınmalıdır. Yapı denetimialanı özel şirketlerin boyunduruğundan kurtarılarakkamu denetimi esas alınmalıdır.

Deprem ve bu sistemin “yapı denetimi”

Ne dedilerse tersi çıktı. TOKİ kontenjanındantransfer bakan, 7,2 depremin ardından “Ön hasartespitlerinin %95’i yapıldı, artık burası en güvenliyerdir. Evlerinize gidebilirsiniz” dedi. 5,6’lık bir depremonlarca canı aldı götürdü. Hem de bu bakan bırakınistifa etmeyi “özür” bile dilemedi. “Her şey tamamsıkıntı yok çadır değil saray kurduk” dediler depremdenkurtulanlar, karla kışla, tüten sobalarla baş etmekzorunda kaldılar, yakında salgın hastalık ve açlık dakapılarında olacak.

Şimdi de yapı denetimi diyorlar. Yalan söylüyorlar.Televizyonlarda ellerini ovuşturan leş kargalarınıgörüyoruz. Nalburluktan müteahhitliğe iktidarınüflemesiyle terfi eden bu akbabaların uzman edasıyla“racon” kestiği bir ortamda depremi ve buna karşıkorunmayı tartışıyoruz. Burası sözün bittiği yerdir.

Devlet bir kez daha dökülen kanı ranta çevirmeninpeşine düşerken Gölcük depreminde yaşananlarkatlanarak bir kez daha tekrar ediyor. Vergisindenvahşetine, rantından ahkâm kesenlere kadar hiçbir şeydeğişmiyor. Hatta yeniden gündeme gelen “bedelliaskerlik” bile önceki depremi hatırlatıyor. Özetledeprem konusunda devletin bir planı olmadığınısöylemek aslında tam doğru değil. Devletin depremkonusunda yaşatacak değil öldürecek ve rant getirecekçok özel planları var ve bunu her büyük depremdestandart olarak uyguluyor. Bunun adı kapitalizmdir.Yalanıyla, gözyaşıyla, sefaletiyle, açlığıyla, yıkımıyla verantıyla kapitalizmin ta kendisidir. Bizim gördüklerimizkapitalizmin çürümüşlüğünden başka bir şey değildir.Bu yapının denetimi de bu depremle bir kez dahayapılmış oldu. Yapıdaki çatlağın ve yarılmanınbüyüklüğü ilk depremde çökeceğini açıkçagöstermektedir. Altında kalmamak için yıkıp yenidenyapmak tek yoldur.

Toplumcu Mühendis Mimar & Şehir Plancıları

Yapı denetimi ve kapitalizm

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Van’daki ilk depremin ardından “Artık engüvenilir yerler Van ve Erciş’tir” diyerek halkınevlerine girebileceğini söyleyen Çevre veŞehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, felaketedavetiye çıkaran sözlerini savundu. “Devletinihmali söz konusu değil. Sözleriminarkasındayım” diyen Bayraktar, türlü yalan vedemagojiye başvurarak kendini ve sermayedevletini aklamaya çalıştı. İstifayı düşünmediğinisöyleyen Bayraktar, devletin ihmalinin söz konusuolmadığını iddia etti. Deprem konusunu “Allah’ınişine” bağlamayı ise ihmal etmedi.

Deprem yeni rant kapısı olacak

“En geç 1 ay içinde ihtiyaç sahibi tümvatandaşlarımızı çadırdan kurtarmayı amaçlıyoruz”diyerek Van halkını ve emekçileri aldatmaya çalışanBayraktar, depremi bahane ederek yeni rantkapılarını aralayacaklarının da “müjdesini” verdi.

Bayraktar, hazırlıkları süren yasal düzenlemelereilişkin şunları söyledi:

“Dört yasamız var. Yabancılara gayrimenkulsatışında mütekabiliyet şartını kaldırıyoruz. Gelişmişülkelerdeki gibi satış serbestisi getiriyoruz amaülkenin menfaatlerini kollayarak yapacağız bunu.İkinci yasa, Deprem dönüşüm-Kentsel dönüşümyasası. Yapı Denetimleri Kanunu var. Yani teknikmüşavirlik yasası. Bir de 2B’yi getiriyoruz. Orman ve

Su İşleri Bakanlığı ile ortak hazırladık. Hepsi yüzde70 bitti, taslak halinde”

Böylece Bayraktar, “kentsel dönüşüm” adıaltındaki kentsel yağma ve talan projelerine hızvereceklerini ve “yapı denetimi” alanındakirantlaşmayı da derinleştiriceklerini bir kez daha dilegetirmiş oldu.

Ne demişti?

29 Ekim günü yaptığı konuşmada,“Büyükdepremin olduğu yerde bir daha deprem olmaz.Bugün itibariyle diyebilirim ki; deprem açısında engüvenilir Van ve Erciş’tir. Çünkü buradaki faykırılmış ve enerjisini boşaltmıştır. 3 aya kadarhissedilen ve hissedilmeyen çok sayıda artçılardevam edecektir” diyen Bayraktar, ön hasarçalışmalarının yüzde 95 seviyesinde tamamlandığınıbelirterek az hasarlı evlere girilebileceğinibelirtmişti.

Van’da yine polis terörüİkinci depremin ardından geceyi soğuk

havada geçiren çok sayıda kişi valilik ve Afet veAcil Yardım Merkezi (AFAD) önünde toplanarakçadır talebinde bulundu. “Vali istifa!” sloganıatan depremzedelere polis tazyikli su ilemüdahale etti.

Müdahalenin ardından kurtarmaçalışmalarının sürdüğü Bayram Oteli’ninenkazına gelen depremzedeler, burada tepkileridile getirmeye devam ederken, olay yerineBaşbakan Yardımcısı Beşir Atalay geldi.

Atalay, tepkilerin artması üzerine “Benidinleyecek misiniz?” diye sorduktan sonra elinisallayarak, olay yerinden ayrıldı. Hemenardından ise polis gaz bombaları ile saldırıdabulundu. Çıkan olaylarda, 2 kişi hafif şekildeyaralanırken, 3 kişi de gözaltına alındı. Saldırısebebiyle arama-kurtarma çalışmalarına araverildi.

Polisin sert müdahalesine tepki gösteren birdepremzede, “Sizde hiç vicdan yok mu?Çocuğumu, evimi kaybettim” diyerek durumatepki gösterdi.

Asıl afet devlet! Van’da yaşanan ‘doğal afetin’ katliama

dönüşmesinin arkasında yatan gerçekler hergeçen gün daha net ortaya çıkıyor. Yüzlercekişinin yaşamını yitirdiği Van’da, İl EmniyetMüdürlüğü’nün ek hizmet binası olarak ÇevikKuvvet tarafından kullanılan bina da kullanılamazdurumda. Binanın bir diğer özelliği ise, birzamanlar Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlıAfet Müdürlüğü olarak kullanılmış olması.

Sadece bu durum bile, ilk depremde 604,ikinci depremde ise 40’a yakın kişinin yaşamınıyitirmesini açıklamaya yetiyor.

1980’lerin başında Afet Müdürlüğü içinyapılan Çevik Kuvvet binasının duvarları 23Ekim’de meydana gelen depremde dışarı doğrudöküldü. Binanın kolonları paramparça oldu.

Van Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 40 kişininöldüğü 30 kişinin yaralandığı Bayram ve Aslanotelleriyle ilgili soruşturması da Van’daki devletkatliamına işaret ediyor.

Savcılık, Bayram Otel ile Aslan Otel enkazınıincelemeye alırken, teknik heyet de yaptığı önincelemede, Bayram Otel’in taşıyıcı kolonlarınınkesildiğini tespit etti.

Van’da meydana gelen 7,2’lik depremin ardındanbölgeye gelen yardımları halka ulaştırmayan veBDP’li belediyeyi tecrit etmeyen çalışan Van ValisiMünir Karaloğlu’nun, 9 Kasım günü meydana gelendepremde tamamen yıkılan Bayram Otel’i, yapılantadilat sonrası yeniden hizmete açtırdığı ortaya çıktı.Karaloğlu, Bayram Otel’i hizmete açtıktan sonra,“Duvarlara kentin resimlerini de asın” önerisindebulunmuş.

Van Valiliği’nin resmi internet sayfasında ise,Vali Karaloğlu’nun Bayram Otel’e yaptığı ziyareteilişkin fotoğrafların bulunduğu da ortaya çıktı. ValiKaraloğlu, Bayram Otel’i ziyaret ettikten sonra, hemkişisel internet sitesine, hem de valiliğin resmisitesine fotoğraflarını koydurdu. Vali Karaloğlu’nunyakın ilişki içinde olduğu Bayram Otel’in sahipleri,yaşanan ilk deprem sonrası binayı denetlemekisteyen yetkililere izin vermedi. Bayram Otel’insahiplerinin “Denetim için dekorasyonları sökmemiz

gerek. Dekorasyonlar bozulur izin vermeyiz” dediğiöğrenildi.

Vali yardım istediVan’daki katliam bilançosunun ağırlaşmasında

büyük payı olan Karaloğlu 11 Kasım günü yüzsüzaçıklamalarda bulundu. İkinci Van depremininyıkıcılığının tam anlaşılamadığını söyleyenKaraloğlu şöyle konuştu:

“Van’da meydana gelen 5.6 büyüklüğündekideprem, 7.2 büyüklüğündeki birinci depremden dahabüyük hasar meydana getirdi. Van’da iki kamubinasının haricinde hiçbir kamu binasıkullanılamıyor. Şehir adeta hayalet bir kentedönüşmüş durumda. Halen yardıma büyükihtiyacımız var. Kamuoyunda duyarlılık düştü. İkinciVan depremininyıkıcılığı tam anlaşılamadı. Van’dagıda ve giyim takviyesine de ihtiyacımız var.Kamuoyundan yardım bekliyoruz.”

Oteli vali açtırmış

uÇirkeflik vakti

Van’da gerçekleşen ikinci depremin tam bir katliam olduğu

ortaya çıkarken, dinci basın gerçeğin üstünü örtmek için

çirkeflikte tüm sınırları zorluyor. Çirkeflik ve çarpıtmada ise

Vakit gazetesi başı çekiyor. Öyle ki dinci gericiliğin borazanı bu

gazete, Van depremini “Tedbirler Van’da faciayı önledi”

başlığıyla verebildi.

Haberinde yıkılan 25 binadan 22’sinin boşaltıldığını iddia

eden gazete, hasar raporlarının göz kararı yapılması ve sıvalarla

çatlakların örtülmesi gibi bariz gerçeklere ise tek kelimeyle

olsun değinmedi. Gazete birinci sayfasından haberini kısa bir

girişle vermekle yetindi.

Genel-İş’ten protestoDİSK/Genel-İş Sendikası Genel Yönetim

Kurulu, Van’da ikinci kez yaşanan deprem sonrasıdepremzedelere yönelik polis saldırısına ilişkinbasın açıklaması yaptı.

Hükümet yetkililerini Van halkının acılarınıgörmezden gelen tutumlarını bırakarak, bir anönce göreve çağıran Genel-İş, Van’da ilkdepremin ardından uzun bir süre geçmesinekarşın binalarda depreme dayanıklılık testi ileilgili bir çalışmanın yapılmamasının yeni birfelakete yol açtığını belirtti. Depremzedelerinçadır taleplerine karşı polisin tazyikli su ve gazbombası sıktığını ve birçok kişiyi gözaltına aldığınıifade eden sendika hükümetin tutumunu kınadı.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

İşkur’un 2011–2015 tarihlerinikapsayan “Stratejik Planı” basına yansıdı.Bu plana göre, zaten önemli bir kısmısermayeye peşkeş çekilen İşsizlikFonu’ndan, işçilere yapılan ödemeleriniyice kısılması hedefleniyor. Bunun içinşu anda iş bulamaması halinde 10 ayboyunca ödenen işsizlik maaşının 2015yılında 5 aya düşürülmesi planlanıyor.Böylelikle İşsizlik Sigortası Fonu’nuntümüyle sermayeye peşkeş çekilmesihedefleniyor.

“Stratejik Plan”da işsizlik maaşındakisüre kısaltması hedefi, fiilen ulaşılacak birhedef olarak formüle ediliyor. Bu hedefeulaşmak içinse Ulusal İstindam Stratejisiiçerisinde planlanan “özel istihdambürolarıyla işbirliğinin arttırılması gibi”yöntemler izleneceği belirtiliyor. Ayrıca500 bin işsizin iş sahibi olacağı, okullarınve sağlık kuruluşlarının bakım veonarımları, ağaçlandırma ve çevredüzenlemesi gibi işlerde yaklaşık 120 binişsize 6 ay süreyle istihdam sağlanacağıanlatılıyor. Açılacak kurslar vasıtasıyla200 bin işsize mesleki becerilerkazandırıp meslek edinme imkânısağlanacağı, 10 bin işsize girişimcilik veeğitim danışmanlığı verilerek kendi işinikurma yolunda destek olunacağı iddiaediliyor.

Geçtiğimiz yıl yürürlüğe konanİstihdam Paketi, genç işçilerin ve kadınişçilerin işveren primlerinin ilk yıl tamamıolmak üzere 5 yıl boyunca belli oranlardaİşsizlik Sigortası Fonu’ndankarşılanmasını getirmiş ve fon patronlarınhizmetine sunulmuştu. Yeni paket de açılan buyoldan ilerliyor. Mesleki eğitim kurslarınınmaliyeti, geçici ve stajyer işçilerin sigorta veücretleri İşsizlik Sigortası Fonunun sırtınayükleniyor. Bu arada AKP hükümeti, işçilerinparasıyla işçi çalıştırmayı büyük bir lütuf olarakgösteriyor.

Görülüyor ki AKP hükümeti işsizlik maaşıödeme süresini azaltmak için hesabını güvencesizve kısa çalışma uygulamalarına bağlıyor. Yaniaslında İşkur’un “Stratejik Planı” esas olarak“Ulusal İstihdam Stratejisi” saldırısınınuygulanmasına bağlanıyor.

AKP hükümeti böylelikle bir yandan geçici vekısa çalışmayı kural haline getirmeye çalışırken,aynı zamanda fonu tümden kapitalistlere peşkeşçekmek istiyor. Sigortasız çalışan işçiler işsizliksigortasından yararlanamadığı, sigortalı çalışanişçilerin ise işsizlik sigortasından yararlanmalarıson derece zor olduğu için fonda toplanan kaynakdevasa ölçüde büyümüştür. 2010 yılı sonuitibarıyla İşsizlik Sigortası Fonu’nda toplam 60,6Milyar lira birikmiştir. Bu miktarın sadece 3Milyar 750 Milyon TL’lik kısmı işsizlik sigortasıödemesinde kullanılmışken, 2008-2009-2010yıllarında toplam 9 Milyar 105 milyon 395 bin TLhazineye aktarılmıştır.

Sermaye devleti fonun amaçları doğrultusundakullanılması, kapitalistlere peşkeş çekilmemesi,fondan yararlanma koşullarının azaltılması, fondan

daha fazla işçinin yararlanması, işsizliködeneğinin artırılması, işsizlik ödeneği ödemesüresinin artırılması taleplerine kulaklarınıtıkamakta, kapitalistler içinse hizmette sınırtanımamaktadır.

İşsiz kalan işçiye yeni bir iş bulana kadardestek olmak üzere oluşturulduğu iddia edilenİşsizlik Fonu, sermaye devleti ve kapitalistlertarafından yağmalanıyor. İşsizler ordusunamilyonlar eklenmişken, şu anda bu fondan sadece346 bin işçi maaş alabiliyor.

İşsizlik sigortasının yağmalanmaması için…

12 Haziran seçimlerinden önce İşsizlikSigortası Fonu’na yönelik yeni planları açıklayanÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer,İşsizlik Sigortası Fonundan yararlanma şartlarınınhafifletilip hafifletilmeyeceğine ilişkin bir soruyaşu yanıtı veriyordu: “Popülist yaklaşımlarla haksahibi olmanın ölçüsünü kaçırırsak 2 yıl sonrabizi suçlarsınız” Böylece Ömer Dinçer AKPhükümetinin İşsizlik Sigorta Fonu’nu sermayeninhizmetine sunacağını ilan ediyordu.

Ömer Dinçer, “hükümet bu fonu sermayeyepeşkeş çekerken kendisinden hesapsorulmasından ve suçlanmaktan hiç mikorkmuyor” sorusuyla karşılaşmamanın verdiğirahatlıkla konuşmaktadır. Karşısında bu sesiyükseltecek örgütlü bir işçi sınıfının olmadığısürece pervasızca konuşmaya devam edecektir.

Güncel10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

Esnek çalışma yoluyla İşsizlik Sigorta Fonu peşkeşi!

Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Yeşil kart hakkı gaspediliyor...Parasız ve niteliklisağlık hizmeti için

mücadeleye!Sermaye sınıfının uzun bir süredir aşama aşama yaşama

geçirdiği Sağlıkta Dönüşüm Projesi, yılbaşından itibaren yeşilkartlıları da içine alarak geçiş dönemini tamamlamış olacak.Artık 2012’den itibaren milyonlarca yeşil kartlı bu haktanyararlanamayacak.

Yeni sistemde asgari ücretin üçte birinden az geliriolanların primleri devlet tarafından ödenecek. Ancak devletkimin primini ödeyeceğini tespit etmek için mevcut yeşilkart sahiplerinin gerçek gelirlerini tek tek inceleyecek. Yeşilkart sahipleri, harcamaları, taşınır ve taşınmazları ilebunlardan doğan hakları da dikkate alınarak, banka kredikartı harcamalarından kira ödemelerine, kira gelirlerindenelektrik, su, telefon kullanımlarına kadar birçok ayrıntıyıiçerecek biçimde ‘Gelir Testi’ne tabi tutulacak. Ayrıca her aydüzenli olarak gelir durumları kontrol edilecek.

Sanki asgari ücret, asgari geçim için yeterliymiş gibi geliriasgari ücretin üçte birinden az olanın, yani sadece aylık geliri279 TL’nin altında olanların primini devlet ödeyecek. Sağlıkhizmetine kolay ulaşmanın önüne getirilen böylesi bir engelile pek çok emekçi, parası olduğu ve yettiği kadar sağlıkhizmetine ulaşabilecek. Parası olmayanlar kaderine ve aynıanlama gelmek üzere ölüme terk edilmiş olacak.

Bu yeni uygulamaya göre aylık geliri 279 TL’nin üzerindeolanlar kademeli olarak prim ödemek zorunda olacak.Örneğin şu anki asgari ücret üzerinden düşünülürse, aylıkgeliri 279 lira ile brüt asgari ücret tutarı olan 887 liraarasında olanlar 34 lira kadar Genel Sağlık Sigortası primiödeyecek. Asgari ücretin iki katı, yani şu anda bin 674 lirayakadar geliri olanlar ise 100 lira tutarında prim ödeyecek.Brüt asgari ücretin iki katından fazla geliri olanlar ise 201 liratutarında Genel Sağlık Sigortası primi ödeyecek.

Sağlığın paralı ve pahalı hale getirilmesi demek olan buyeni uygulamasıyla devlet 4,4 milyar TL kazanmayı umuyor.Bunun adı onların söylemiyle tasarruf oluyor!

Hâlihazırda 9,5 milyon kişinin yeşil kartlı olduğubelirtilirken bu yeni düzenlemeyle bu sayının yarıyayakınının yeşil kartı elinden alınacak. Devlet tamamenkarşılıksız sağlık hizmeti verme yükünden kendini kurtarmışolacak.

AKP hükümeti yeşil karttan “hak etmeyen defaydalanıyor” söylemiyle bu yeni hak gaspına kılıf hazırlıyor.Oysa 1992’den beri var olan yeşil kart uygulaması sürecindehangi hükümet gelirse gelsin kendi yandaşları üzerindenböylesi durumların önü açılmıştır. Sermaye uşağı AKPhaksızlıkları gidermek bahanesiyle yeşil kartı hak etmek içinölüm sınırında bir ücret almayı şart koşuyor! Bu sermayeuşakları zaten asgari ücretin açlık sınırının çok altındaolmasında ise hiçbir sorun görmüyorlar.

Sermaye için önemli bir kar alanı olan sağlığınözelleştirilmesi, IMF-DB direktifleri doğrultusunda aşamaaşama uygulamaya geçirilmiştir. İşçi ve emekçilerin sağlıkhakkına ilişkin kazanımlarını bir bir elden alan sermaye,kendisi için yeni kar alanları yaratmaktadır. Artık hastanelerbir ticarethane gibi işlemekte, adım başı katkı payı adıaltında para alınmaktadır. Sağlık hizmeti “Sağlıkta DönüşümProjesi” adı altında, bir hak olmaktan çıkıp parası olanınedinebildiği lüks bir harcama kalemi haline getirilmiştir.

Görülmektedir ki, sermaye ve devleti insanca yaşamhakkımızı elimizden almaktadır. Sağlık hakkımızgaspedilmektedir. Milyonlarca işsizin bulunduğu,yoksulluğun had safhada olduğu bu ülkede nitelikli sağlıkhizmetinden yararlanan kesim giderek azaltılmaktadır.Sağlık hakkının parasız, nitelikli ve kolay ulaşılabilir olmasıiçin örgütlü mücadeleyi yükseltmekten başka seçenekyoktur.

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Yorum Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Kapitalist sistem 1970’lerden sonra yenidenyapılanma sürecine girdi. Bu sürece bağlı olarak işinörgütlenmesinde önemli değişiklikler gündeme geldi.Yeni üretim ve emek rejimleri inşa edildi.

Kapitalizmin yeniden yapılanma süreci kar oranlarınıartırma stratejisine uygun olarak biçimlendi. Bu yöndedeğişken ve çeşitlenmiş pazara yönelik, farklı tüketicitercihlerini gözeten, stok sorununu çözen, verimkayıplarını önleyen, sıfır hatayı ve zamandan tasarrufuamaçlayan, iş akışkanlığını ve emek yoğunluğunu artırandüzenlemelere girişildi.

Post-fordist esnek üretim sistemleri diye tanımlananbu uygulamalarla, maksimum sömürü gerçekleştirilmekistendi.

Sermaye, önündeki her türlü engeli kaldırmayıamaçlayan stratejisiyle ikili bir hedef güttü: Sömürüyüartırmak ve yoğunlaştırmak ve itaatkâr bir işçi sınıfıyaratmak…

Post-fordist esnek üretim sistemi kendini asıl olarakiki model üzerinden kurdu. Birincisi esnek uzmanlık,ikincisi ise Japon üretim tekniği/ Toyotaizm adı daverilen yalın üretim.

Bu iki model sınıfın kolektif kimliği ve kolektifvaroluşuna yönelik açık bir saldırı olarak biçimlendi.Sermayenin dizginsiz ve vahşi bir şekilde artı-değeryaratma stratejisine hizmet etti.

Esnek üretim modelleriyle işçi sınıfı hem makinenindişlisi, hem de makinenin “organik” parçasınadönüştürülmek istendi.

Esnek uzmanlık

Esnek uzmanlık ilk olarak İtalya’da ortaya çıktı.1968’de İtalya, radikal işçi eylemlerine sahne oldu.Yaygın genel grevlerin yanında etkili işçi konseyleripratikleri yaşandı. İşçi hareketinin yükselişi sermayeninacil önlemler almasına yol açtı.

Fordist sistemde makine kullanımının ve emeküretkenliğinin sınırına varılması, sermayeyi hareketegeçiren bir başka faktördü.

Sermaye büyük ölçekli fabrikaları “parçalayarak”,küçük ölçekli üretim birimleri kurmaya başladı. En baştabüyük ölçekli fabrikalarda üretimin desantralizasyonuyönünde düzenlemelere girişti.

Üretimin çeşitli birimleri “alt işverene”, taşeronadevredildi. Fason üretim yaygınlaştırıldı.

Yeni teknolojilerin uygulanması, küçük ölçekli üretimbirimlerinde daha ekonomik üretim yapılmasınıberaberinde getirdi. Böylece kazanılan “esneklikle”dünya pazarlarının değişen taleplerine daha çabuk uyumsağlandı. Yine dünya pazarlarının dalgalı talep yapısınauygun üretim gerçekleştirildi. Fason üretim vetaşeronlaşma sınıfın birliğini bölücü bir işlev gördü.“Esneklik” sermayenin karşı-devrimci saldırılarınahizmet etti. Çok boyutlu karşı-devrimci taktiklerle işçisınıfının örğütlülüğü sistematik olarak dağıtıldı veparçaladı.

Küçük üretim birimleri sermayeye her alanda hızlaadapte olma olanağı sağladı. Üretim birimlerindeteknolojik değişiklikler hızla gerçekleştirilebildi ve hızlıbir şekilde teknolojik yenilemeye gidilebildi. Küçüküretim birimlerinde kompleks özellikleri olan işçilerçalışmaya başladı. Üretim bilgisine sahip, hem tasarımgücü, hem de bunu pratiğe geçirme yeteneği olan buişçiler sınıfın profil değişikliğini işaretledi. Ve çekirdekişçi olarak tanımlandı*. İtalya’da ayakkabı, deri ve tekstilsektöründe esnek uzmanlık yönünde önemli adımlaratıldı.

Küçük üretim birimlerinde talep dalgalanmalarınahızlı uyum ve “esneklik kabiliyetinin” esası işçilerin işekolayca alınıp, işten kolayca atılması sayesinde oluştu.Ayrıca sosyal güvenlikten yoksun bu işçilerin kaderi,çalışma koşulları, çalışma süreleri ve ücretleri talepdalgalanmalarına koşut olarak biçimlendi.

Üretimin çeşitli aşamalarının taşeronlar tarafındanyürütülmesi sermayeye büyük kolaylık ve hareketkabiliyeti sağladı. Aynı faktör sınıfı heterojenleştirdi veatomize etti.

Japon üretim tekniği/ Toyotaizm

Toyotaizm sisteminin kurucusu Taiichi Ohno’dur.Toyotaizm/Japon üretim tekniği özünde Fordist kitleüretiminin sürekli değişen pazar taleplerine uygunmodifiye edilmesi ve daha esnek, daha dakik, daha küçükkümeler şeklinde üretimin dönüştürülmesiyle ortayaçıktı.

Fordist montaj hattı daha verimli, dakik ve denetimidaha yoğunlaştırılacak biçimde yeniden kurgulandı.İşgücünün daha fazla yoğunlaştırılması yönündedüzenlemelere gidildi.

Bu yönde sıfır hatalı üretim hedeflenerek, maliyetleraşağı çekildi. Hatanın en aza indirilmesi maliyetlerdeönemli düşüşler yarattı. Hem ana, hem de tampon stoklarkaldırıldı.

Toyotaizmle işçilerin tam kapasite çalışmalarıamaçlandı. İşçilerin bütün üretim deneyimlerinin işeaktarılması istendi ve iş sürecindeki sorunlara pratikçözümler getirmelerinin önü açıldı. Böylece verimlilik veemek üretkenliği maksimize edildi.

İşçilerin kalifikasyonları artırıldı. Bu amaçla işçilere,teknik ve üretimin tüm aşamaları hakkında bilgi verildi.Bu yönde düzenli eğitimler gerçekleştirildi. Hatalı üretimve makinelerin arızalanması halinde işçiler devreyesokuldu. İşçiler, sıfır hatalı üretim gerçekleştirmekamacıyla yetkilendirildi ve işçilere sorumluluk verildi.

İşgününün yoğunlaşması, sermayeye kaliteçemberlerinin, takım çalışması adıyla üretim sürecinesokulmasını sağladı. Üretimin bütün evrelerinde tekdüzebir işletim standardının tutturulması, işçilere aynı dönüşsüreci içerisinde art arda çok sayıda işlemlegörevlendirilmesinin önünü açtı. Böylece işçi sınıfıüzerinde bütünsel ve son derece ayrıntılandırılmıştahakküm ilişkileri inşa edildi. Bu uygulamanın bir başkayönü ise emekle emek arasındaki çelişkiyikeskinleştirmesi oldu. Kapitalist sistemde emeğin, ücretliemek haline dönüşmesiyle var olan bu çelişki,Toyotaizm’de maksimum noktaya ulaştırıldı.

Ücret sistemi yanında grup içi rekabeti kalıcılaştıranpratikler olağanlaştı. Üretim bilgisinin süreklirasyonalizasyonu üzerine kurulu performansölçümleriyle, rekabeti “doğallaştıran” uygulamalardevreye sokuldu.

Üretimin akışını bozan, aksatan her davranış belirliyaptırımlara tabi tutuldu. Grubun bütününün sorumluolduğu disiplin cezası ve prim kesintisi gibi uygulamalargündeme getirildi. Kısaca, işçinin fiziksel, ruhsal,zihinsel dayanma sınırları zorlandı. Böylece üretimdesistemli, hatasız ve büyük bir akış sağlandı. Bu akışınsağlanması ve sürekli kılınması için işçilerin eforusonuna kadar kullanıldı. İş yoğunluğuyla emeküretkenliği önemli oranda artırıldı.

İşçi sınıfı için bu iş yoğunluğu ölüm anlamına geldi.Japonya’da çok çalışmaktan dolayı yılda onbinlereulaşan ölümler yaşandı. Toyotaizm böylece literatüreJaponca bir kelime olan ‘karoshi’yi soktu. Karoshi, ‘aşırı

çalışmaktan ölme’ anlamına geliyor.Kısaca esnek üretim sistemleriyle sermaye, sınıfa bir

yandan mutlak ve kölece çalışmayı dayattı, öte yandanise maksimum sömürünün zeminlerini oluşturdu.Böylece Nazi çalışma rejimi teknikleriyle işçi sınıfı içselbir kuşatılmışlık içinde enkaz haline getirildi.

Bu süreç hem emeğin kendi içinde bölünmesini, hemde sınıf içi farklılaşmaları tetikledi. Üretim ve emeksürecinin parçalanması sınıf bilincinde aşınmalara yolaçtı. Sınıfın kolektif aksiyon yeteneğini deforme etti.Kolektif davranma ve hareket etme özellikleri dejenereoldu. Sınıf içi rekabet arttı. İşçinin firmayla bütünleşmesi,özdeşleşmesi yönünde uygulamalar devreye sokuldu.Son derece rafine saldırılarla sınıfın nesneleşmesi veşeyleşmesi yönünde adımlar atıldı. Bu çok yönlü ve çokboyutlu stratejiyle işçi sınıfının mutlak sömürüsü vemutlak itaati hedeflendi.

“Aşil’in topuğu”

Sermayenin esnek uzmanlaşma ve Toyotaizm gibi,modern barbarlığı içeren, yıkıcı saldırıları çok önemli birzaafı içinde taşıyor.

Esnek üretim modellerinin “başarısının” birici etkeniişçilerin kronik örgütsüzlüğüne dayanmasıdır. İşçisınıfının örgütsüz, atipik ve güvencesiz çalıştırılmasısermayeye esnek üretim modellerini hayata geçirmeolanağı sağlıyor.

Üretim ve emek sürecinin parçalanması sonucu,emeğin toplumsallaşma zeminlerine ket vuran esneküretim modelleri sınıfı güçsüz bırakıyor, atomize veamorfe ediyor. Sermaye bu atomizasyon üzerindenhegemonyasını kuruyor.

Bu sistematik saldırı stratejisine işçi sınıfının vereceğicevap yeni, yaratıcı ve yıkıcı örgütlenmeler ortayaçıkarmasıdır. İşçi sınıfı böylece “Aşil’in topuğuna”vurduğunda, sermaye bloke olacaktır.

Kapitalist sistemin mikro kozmosu fabrikadır.Fabrikalar üretimin rasyonel örgütlenmesi adı altındasınıfı disipline edici mekanlardır. Ayrıca bu mekandakapitalist tahakkümün temeli oluşur. Sermayenin artı-değer elde etme güdüsü bu alanda realize olur. Mikrokozmos aynı zamanda kapitalist zincirin üretildiği yeriişaretler. Ve kapitalist sistemin tüm işleyişini bünyesindeyansıtır. Mikro kozmosa vurma ve bu mikro kozmostasınıfın kolektif aksiyonunu açığa çıkarma anti-kapitalistmücadelelerin esasıdır. Rosa Luxemburg’un ifadesiyle“Kapitalist zincir, üretildiği yerde kırılır”.

Emekle sermaye arasındaki çelişkinin en yoğun, enkeskin ve en çıplak yaşandığı alan, yani fabrikalar, post-fordist fabrikalar, organize sanayi bölgeleri, bu yeni,yaratıcı ve yıkıcı örgütlenmenin mayalanacağı yerlerdir.Yine bu alan sınıfın kolektif iradesi, gücü ve enerjisinikonsantre eden taban örgütlenmelerinin rahminioluşturur. Her işçinin öfkesi, kini ve arayışı tabanörgütlenmelerinin oluşma ve kurulma zeminidir. Buradanşekillenecek örgütlenmeler (İtalya’da deri, ayakkabı vetekstil sektöründe, Japonya’da otomotiv ve yan sanayideyaratıldığı gibi) sermayenin esnek üretim modelleri gibistratejik saldırılarını etkisizleştirecektir.

* Yazının kapsamı itibariyle esnek üretimsistemlerinin işçi sınıfının profilinde yarattığıdeğişiklikler (çekirdek işgücü ve çevre işgücü gibi) elealınmadı. Ayrıca çekirdek işgücünün vasıflı özelliklerininsınıf mücadelesine etkileri üzerinde durulmadı.

Esnek Uzmanlaşma ve Toyotaizm

Esnek üretim modelleri: Mutlak sömürü, mutlak itaatVolkan Yaraşır

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Önümüzdeki ay Ankara’da yapılacak Türk-İş GenelKurulu’na kısa bir süre kala, Türk-İş’e bağlı onsendika tarafından oluşturulan Sendikal GüçbirliğiPlatformu’nun bölge toplantıları devam ediyor.Temmuz ayının başında kuruluşunu ilan etmesininardından İstanbul, Lüleburgaz, Bursa, İzmir, Adana,Diyarbakır ve Ordu olmak üzere toplam 7 bölgedetoplantılar gerçekleştiren platform son kez İstanbul’daişçilerle buluşacak. Türk-İş yönetiminin mücadeledenuzak işbirlikçi çizgisine karşı “Demokratik Mücadelecive Güçlü Yeni Bir Sendikal Hareket İçin Bir ArayaGeldik, Yola Çıkıyoruz” şiarıyla hareket edenplatformun şimdiye kadarki toplantılarındanyansıyanlar ise, platfomun pratiğine ilişkin önemliaçıklıklar sağladı.

Tartışmalar tabana yayılmadı

Her şeyden önce, Türkiye kapitalizminin kalbi olançeşitli sanayi havzalarında yüzlerce işçiyi birarayagetirmesi açısından bölge toplantıları önemli bir işlevgördü. Kıdem tazminatının gaspının gündemde olduğu,torba yasanın hayata geçirildiği, işsizlik ödeneğininazaltılması ve bölgesel asgari ücretin tartışıldığı birsüreçte farklı illerde binlerce işçiyi buluşturantoplantılarda sendikal hareketin tablosu vemücadelenin ihtiyaçlarının belli ölçülerde tartışılmasıanlamlı bir hava yarattı. Ancak Güç Birliği içerisindekisendikaların pratiklerine yakından bakıldığında buhavanın platformun kuruluş hedefleri içerisinde yeraldığı biçimiyle tabana yani işyerlerine yayılamadığıortaya çıktı.

Bir kısmının başında şaibeli isimlerin yer aldığısendika genel merkezleri üzerinden örgütlenen busürecin altının boş olduğu, yüzlerce işçinin buluştuğubu toplantılarda daha net biçimde görüldü. Görüş,öneri ve taleplerini dile getiren işçilerin mevcutsendika yönetimlerine karşı güvensizlikleri açıkbiçimde görüldü. Birçok toplantıda, Güç Birliği’nioluşturan sendika başkanlarına yöneltilen “Sizkendinizde hiç suç görmüyor musunuz?” sorusununaltı doldurulamadı. Bazıları kitlesel ve coşkulu birkatılımla geçse de sembolik kalan bu toplantılarplatformun hedefleri ile mevcut tablosu arasındakiaçıyı daha net gözler önüne serdi. Divandan söz alanbazı sendika başkanları tarafından kullanılan “İşçilerisürecin dışında tutmaya başladık ve kaybettik!”türünden vurgular özeleştiri niteliğinde olsa da busendika yönetimlerinin geride kalan süreç içerisindekipratikleri ise işçilerin sürecin içerisine çekilemediğini,mevcut çizgide herhangi bir değişim olmadığına işaretetti.

Hainler ahkam kesti

Son Türk-İş genel kurulunda Türk-İş yönetimiiçerisinde yer alan, ancak gerici çıkar çatışmalarınedeniyle görevlerinden istifa eden Tek Gıda-İşBaşkanı Mustafa Türkel ile Belediye-İş Genel BaşkanıNihat Yurdakul’un devrimci pozlarına büründüğütoplantılarda bu hainlerin Türk-İş Genel Kurulu’nayönelik “iyi niyetli” ve “mücadeleci” söylemleri iseinandırıcılıktan uzaktı. Bazı toplantılarda işçilertarafından yöneltilen “işçilerin önündeki bürokratikengelleri aşacak yol- yöntemler üzerine güç birliğininneler yapacağına” dair sorular ise bu “hainler”tarafından ‘ustaca’ geçiştirildi.

Asıl hedef Türk-İş

Diğer yandan, bölge toplantılarından yansıyan enönemli sonuç ise Güç Birliği Platformu’nun önündekien temel hedefin Türk-İş Genel Kurulu olduğugerçeğiydi. Bir kısım sendika yöneticileri tarafındansürekli olarak reddedilen bu gerçek genel kurul süreciyaklaştıkça daha net ortaya çıktı.Öyle ki, bazı toplantılarda tek somut iş olarak önceTürk-İş Genel Kurulu işaret edildi. Alternatif olarakaday olduklarını belirten sendika başkanları, “bu genelkurulu Türk-İş’in kaderini değiştirecek bir dönümnoktası olarak” değerlendirdiler. Platformunkuruluşundan bugüne kadar ortaya koyduğu çalışmalarise Taksim’de kıdem tazminatı karşıtı yürüyüş ileçeşitli direnişlere yapılan dayanışma ziyaretleriylesınırlı kaldı. Yeni dönemdeki saldırılara karşı etkili birmücadele hattı örülemedi.Kıdem tazminatının gaspına yönelik başlatılan imzakampanyası anlamlı bir yerde durmakla beraberşimdiye kadar etkisini hissettiremedi.

Barış ve kardeşlik vurgusu

Baskı ve terörün tırmandırıldığı, Kürt sorunundainkar ve imha politikalarının yoğunlaştığı bir dönemdeyapılan Diyarbakır toplantısının barış ve kardeşlikmesajının yanısıra Türk-İş yönetimine Kürt sorununçözümünde katkı yapma çağrısı yapılması anlamlıydı. Bu toplantıda “hükümetin tüm şiddet yanlısıpolitikalarına karşı sınıfın tavrını ortaya koyma vebarışı savunma” vurgusu ise birçoğu “teröre lanet”açıklamaları yapan platform bileşeni sendikayönetimlerinden farklı bir tablo ortaya koyuyordu.Tabiki bu vurguların, Kürt sorunu açısından önemli birmerkez olan Diyarbakır’da yapılması ve ağırlıklıolarak bölgedeki Kürt kökenli işçilerin katılımıylagerçekleştirilen bir toplantıda yapılması yakın süreçte“teröre lanet” yağdıran bu bürokratlar açısından çarpıcıbir tutarsızlık anlamına geliyordu.

Şubeler hazırlıklara başladı

Bölge toplantıları süresince platformun hedeflerininişyerlerine ve şubelere yayılması ve somut adımlara

dönüşmesi açısından belki de en önemli buluşma Türk-İş’e bağlı çeşitli sendika şubelerinin İstanbul’dakitoplantısı olacak. Geçmiş yıllarda ilerici sendikaşubelerinin bileşeni olduğu Türk-İş İstanbul ŞubelerPlatformu deneyiminin etkisinin hissedildiği toplantıdaGüç Birliği içerisinde yer almayan sendika şubelerininkatılacak olması dikkat çekiyor. Platform bileşenisendika merkezlerinin imzacı olmasının da etkisiyle,daha önce ilerici şubelerle yan yana durmaya soğukbakan şubeler de bu toplantıya katılarak alınankararların altına imza attı. Bu şubeler içerisindeOntex’teki ihanetinden bildiğimiz Selüloz-İş İstanbulŞube yönetimi gibi hareket yeteneğini kaybetmiş,saldırılar karşısında güç kaybetmiş ve bürokratlaşmışolanları da bulunuyor.

Türk-İş Genel Kurulu’na giderken...

Platformun bölge toplantılarından yansıyanlartoplam olarak değerlendirildiğinde ise tüm hesaplarınTürk-İş Genel Kurulu’na yönelik olduğu görülüyor.Önemli bir kısmı bürokratlaşmış olan sendikayönetimleri, yeri geldiğinde türlü baskı ve ayakoyunlarıyla susturdukları tabanlarını ikna etmeyeçalışıyorlar. Sermayenin kapsamlı saldırı hazırlığıiçerisinde olduğu bir evrede sendikaların tabanları iseyönetimlere güvensiz oldukları ölçüde bu iknaçabalarına güven duymuyor.

“Sınıf ve kitle sendikacılığı yapmayı kendilerinebirinci hedef olarak koyduklarını” söyleyenler şimdiyekadarki pratikleriyle bu hedefin yanından bilegeçemediler.

Bölge toplantıları sırasında bazı sendika başkanlarıise Güç Birliği bileşeni sendikaların yönetimlerinin detabanla olan bağının koptuğu ve bu sürecin artık böylegitmeyeceğinin fark edildiği eleştirisini getirdiler. GüçBirliği Platformu’nu mücadeleci yönde bir araç olarakkullanmayı hesap eden birkaç sendika yönetimitarafından dile getirilen bu vurgular gerçeklik taşısa damevcut bürokratik yönetimlerin ve çizgininmücadelenin önünde bir engel olduğu düşünüldüğündeiyi niyetli yaklaşımlar da platformun kuruluş sürecininhemen başında ifade ettiğimiz karanlık tabloyudeğiştirmeye yetmiyor.

Türk-İş Genel Kurulu’na giderken Güç Birliği toplantıları...

Bürokratik çıkmaz içerisinde sonuçsuztoplantılar

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Birleşik Metal-İş Sendikası Bursa Şubesi 5. OlağanGenel Kurulu 13 Kasım günü Armoni DüğünSalonu’nda gerçekleştirildi. Mevcut Şube BaşkanıAyhan Ekinci ile Asil Çelik Baştemsilcisi Hüseyin Kurtbaşkanlığında iki listenin yarıştığı genel kurula koltukpazarlıkları ve bu pazarlıkların ürünü olan kavgalardamgasını vurdu. Metal İşçileri Birliği ise toplantıöncesinde şube genel kuruluna ilişkin hazırladığı birbildiri ile delegelere seslendi.

“Sermaye kendi mezar kazıcılarını yarattı”

Sinevizyon gösterimi ile başlayan genel kurulunaçılış konuşmasını yapan Şube Başkanı Ayhan Ekinci“şehitlere ve Van depreminde hayatını yitirenlererahmet diledi”. Dünya çapında emeğin karşı karşıyabulunduğu saldırılara değindi.

Türkiye’deki gelişmelere değinen Ekinci, iddiaedildiği gibi demokratikleşen bir düzen olmadığını,işçilerin yaşamındaki değişikliklerin olumsuz bir yöndedevam ettiğini söyledi. Sendikalar ve TİS yasalarındakideğişiklik girişimlerine de değinen Ekinci Türk-İş’e veözellikle Türk Metal’e yüklendi. Genel kurulun ilkdakikalarında ise iki listenin varlığının yol açtığıgerilim salonda kendisini hissettirdi.

Serdaroğlu şoven zehrini kustu

Genel kurulda divan başkanlığına seçilen GenelBaşkan Adnan Serdaroğlu, salondaki gerilimidindirmeyi amaçladığı açık olan manevralarla başladı.Salonun sabah saatlerinde buz gibi olduğundanbahseden Serdaroğlu, metal işçilerinin ateşi ile salonunısındığını söyledi. Asil Çelik, Prysmian ve SCMişçilerinden övgü ile söz etti.

Bu kısa girişten sonra şoven zehrini kusmayabaşlayan Serdaroğlu’nun ilk vurgusu ülkede 30 yıldırvarolan “terör illeti” üzerineydi. Binlerce insanınhayatını kaybettiği bu sürece hala kan taşındığınısöyleyen Serdaroğlu siyasi iktidara ise çözümkonusunda adım atamaması nedeniyle yüklendi.Sendikanın bu soruna hümanist bir anlayışlayaklaşması gerektiğini söylese de siyasal iktidarayüklenirken “Sınır ötesi operasyon yapacakmış,yıllardır niye yapmadın!” diyerek gerçekte çözümünerede algıladığını da ortaya sermiş oldu.

Konuk konuşmaları bölümünde ise KESK BursaŞubeler Platformu, HKP, Emekli-Sen, Halkevleri veDev Sağlık-İş adına konuşmalar yapıldı.

Delege konuşmalarında ortaya saçılanlar

Delege konuşmalarında ilk olarak söz alan Çimtaş2. Temsilcisi şubenin 4 yıllık pratiğinde iyi niyetolduğunu ancak sonucun başarısızlık olduğunuvurgulayarak konuşmasına başladı.

Asil Çelik’ten İsmail Kazan, Tayfun Şahin, Salimİşçi, Prysmian’dan Cemal Semiz, Fuat Durmaz,Gökhan Aydın, Çimtaş’tan Ümit Fidancı ve SCM’denFerdi Bayram delege konuşmaları bölümünde sözalırken bu konuşmaların önemli bir bölümüne karşılıklısuçlamalar damgasını vurdu. Konuşmaların önemli birbölümü de karşıt grupların müdahaleleri ile kesilirkengerilim yer yer bu iki grubun birbirinin üzerineyürümesine kadar vardı.

Asil Çelik işçileri daha yoğun olarak kendiyaşadıkları süreçlerden ve bu süreçlerde sendikayöneticileri tarafından yalnız bırakıldıklarındanyakınırken diğer delegelerin konuşmaları dayoğunlukla yine Asil Çelik’te yaşananlarla ilgili

düşünceler ile sınırlı kaldı. Başka bir tartışma konusuise Çimtaş işçilerinin MESS sürecinde greve hayırdemeleri nedeniyle hainlikle suçlandıkları iddialarıüzerineydi.

Muhalefetin yaptığı konuşmaların içeriği mevcutyönetime ve daha çok da şube başkanı Ayhan Ekinci’yeyönelik bel altı vuruşlar ve yolsuzluk iddialarındanoluştu. Asil Çelik’te greve yanlış zamanda çıkıldığıüzerine duruldu. Bu konuşmalarda krizi yönetmegerekliliği vurgulanırken bunun için patronlarlauzlaşmanın önerilmesi dikkat çekiciydi. Sınıfmücadelesi ve metal işçileri payına yapılan bu gerivurguların yönetim ya da Ekinci listesini destekleyendelegeler tarafından sınıf mücadelesinin gereklilikleriaçısından yanıtlanamaması ise dikkat çekici bir başkanokta oldu.

Asemat, Gramer gibi yenilgi ile sonuçlanan süreçlerde tartışılırken, buralardaki eksiklikleri anlayarakaşmak üzerinden değil, kişilerin bu süreçte neleryaptıkları üzerinden tartışmalar yürütüldü.

Tamamıyla olmasa da bu gerici kapışmanın dışınaçıkan konuşmalar ise SCM delegesi ve baştemsilcisiFerdi Bayram ve Prysmian delegesi ve baştemsilcisiGökhan Aydın tarafından yapıldı. Ferdi Bayram’ınSCM’de yaşanan mücadele süreci açısından yaptığıvurgular oldukça anlamlıydı. Genel kurula da sadecedelegelerin ötesinde hep beraber katılan SCMişçilerinin coşkusu ise bu vurguları teyid edernitelikteydi. Bayram’ın konuşması “İşte mücadele, işteSCM!” vurgusu ile sona ererken bu konuşma SCMişçileri tarafından büyük bir coşku ile karşılandı.

Prysmian baştemsilcisi Gökhan Aydın ise genelolarak işçi sınıfının durumu ve yapması gerekenlerüzerinde durdu. Aydın “Buraya kadar söylediklerimbugün konuşmamız gerekenlerdi, ama ben de sizlerinistediğiniz yerden devam edeyim!” diyerek genelkuruldaki gerici tartışmalara dahil oldu.

Tüm kirli çamaşırlar, ikili görüşmelerde yapılankoltuk pazarlıkları salonla yapılan karşılıklı atışmalarlabirlikte bir kez daha ortaya çıktı. Kimlerin kimlerenerede hangi koltukları önerdiği, kimlerin bugün yanyana durdukları insanlara ilişkin neler söylediği buradayapılan gergin tartışmaların arasında ortaya çıktı.

Sonuç olarak delege konuşmalarında ne geçmişsüreci anlamaya ve aşmaya yönelik tartışmalar ne degeleceğe yönelik hedefler yer aldı. Delege konuşmalarıbütünüyle kamplaştıran ve koltuk kavgalarının esiriolan bir biçimde başladı ve bitti.

Başkan adaylarından atışmalar

Sekreter adaylarının kendilerine yönelik eleştirilereverdikleri yanıtların ardından başkan adayları Hüseyin

Kurt ve Ayhan Ekinci söz aldı. Hüseyin Kurt Asil Çelik’te neleri değiştirdiğine dair

yaptığı uzun anlatımdan sonra şube başkanı AyhanEkinci’ye yönelik eleştirilere geçti. Bu eleştirileri dedaha çok Asil Çelik’te yaşananlar üzerinden ele alanKurt aynı zamanda Ayhan Ekinci’ye ilişkin kimiyolsuzluk iddialarını da dile getirdi. Ekinci ise Hüseyin Kurt’u hedef alan bir içeriktekonuştu. Bu konuşmanın en dikkat çekici yanlarındanbiri ise daha önceki konuşmalarda da dile getirilen vemuhalif liste tarafından yanıtlanmayan Mehmet Kılıç,Erol Bektaş, Mesut Gezer gibi Türk Metal çetesi ileişbirliği içindeki hainlerle girilen ilişkiler üzerineydi.Bu hainlerin hangi amaçlarla ve nasıl genel kurulsürecine müdahale etmeye çalıştığı böylece bir kezdaha tartışıldı.

Önümüzdeki dönem hedeflerinin ortaya konulmasıbeklenilen bu bölümde de karşılıklı atışmaların vekişilere dönük sınıf mücadelesinin gereklerinden uzaktartışmaların yürütülmesi genel kurula rengini verentablonun başkan adayları şahsında da devam ettiğinigösterdi. Ayhan Ekinci’nin konuşması sırasındasalondaki gerilim bir kez daha tırmanırken bukonuşmanın da sona ermesi ile birlikte seçimleregeçildi. Genel kurul seçimlerini 73 oya karşılık 78 oylaAyhan Ekinci başkanlığındaki liste kazandı.

Kaybeden metal işçileri oldu

Gün boyu yaşananlar genel kurulda işçi sınıfı adınakaybedilmiş bir tablo olduğunu ortaya çıkardı. TürkMetal çetesinin hüküm sürdüğü Bursa’da bu çeteyekarşı bir odak olması beklenen Birleşik Metal üyesimetal işçileri de mevcut anlayışları ile metal işçilerininihtiyaç duyduğu önderlik pratiğini sergilemektenuzakta olduklarını göstermiş oldular. Gün boyunca negeçmiş pratiğin eleştirel ve ileriye çıkartan birmuhasebesi yapılabildi, ne de koltuk pazarlıkları dışınaçıkan ilkeli ve tutarlı mücadele sürecinin önü açılabildi.

Muhalefet geçmiş yönetime yönelik gerçekleştirdiğieleştirilerde daha ileri bir pratik sergilemekten ne kadaruzak olduğunu ortaya sererken, Ayhan Ekinci listesi isekoltuk pazarlıklarında nasıl bir taraf olduğunugöstererek önümüzdeki döneme ilişkin umut kırıcı birtablo ortaya çıkardı.

Ekinci kapanış konuşmasında Bursa’da 77’ninMaden-İş ruhunu canlandırma iddiasından bahsetse debu iddianın ancak seçimlerden sonra dile getirilmesi vegenel kurul sürecinde ortaya konan pratikle birlikte buiddianın nasıl hayat bulacağı metal işçilerinin geleceğipayına endişe ve sorumluluk duyan öncü metalişçilerinde soru işaretleri ve tedirginlikler yarattı.

Kızıl Bayrak / Bursa

Bursa’da koltuk pazarlıkları

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nda halen devametmekte olan genel kurullar süreci sendikal hareketiçindeki bürokratik kastlaşma ve yozlaşmanın vardığıaşamayı gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Sözkonusuolan Türkiye kapitalizminin bel kemiği metal sektörüve Türk Metal ile Çelik-İş gibi işbirlikçi sendikalarınyanında sektörün elle tutulur tek sendikası olanBirleşik Metal olduğu ölçüde ise bu özellikle böyle.

Durum bu olunca sendikanın genel merkezyöneticileri başta olmak üzere sendikayı kendi tekkesisanan zihniyetleri devrimci sınıf mücadelesiningerekleri açısından değerlendirmek ve bu anlayışınsektördeki devrimci sınıf çalışmasına karşı gösterdiğitahammülsüzlüğü ele alarak kara çalmalarına yanıtvermek özel bir ihtiyaç haline geliyor.

İhanete karşı mücadele iddiası

Bu yazının öncelikli amacının genel merkezyöneticileri başta olmak üzere sendika içindebürokratik-uzlaşmacı sendikacılığın bayraktarlığınıyapanların devrimci sınıf çalışmasına yönelik karaçalmalarına yanıt vermek amacını taşıdığını belirtelim.Ancak buna geçmeden önce biz yine de bu anlayışınsendikada tuttuğu mevzileri kazanma sürecine dairkısa bir hatırlatma ile başlayalım.

Bilindiği gibi mevcut genel merkez yönetimi, 8 yılönce Ziya Yılmaz-Ali Rıza İkisivri ihanetçi çizgisinekarşı “Demokratik Sınıf Sendikacılığı” adını verdiklerioldukça iddialı bir programla yönetime gelmişti. ZiyaYılmaz’la temsil edilen ihanet çizgisine karşı açılan bumücadele bayrağı, elindeki son hak kırıntılarını enufak bir mücadele bile gösteremeden kaybeden metalişçileri açısından ileri bir adımdı. Sınıf devrimcilerininde o dönem gelişmeler hakkında yazdıklarınıhatırlayan okurlar, bu çıkışın anlam ve önemineyapılan vurguları hatırlayacaklardır. Ancak o dönem buçıkışın anlamı ve önemi ile birlikte ortaya konulanprogramın güçlülüğüne dair yaptığımız vurgularınyanında, esas belirleyici olanın bu programı hayatageçirme iradesi, yani pratiğin kendisi olacağını ifadeetmiştik. Keza bu süreçten dört yıl sonra yeni bir genelkurul sürecinde ortaya çıkan tabloyu da “Metal işçilerimücadele programına bir ‘şans’ daha verdi” başlığı iledeğerlendirmiştik.

Ancak geride kalan bu 8 yılın eleştirilerimizi haklıçıkarttığını belirtmeliyiz. Kuşkusuz ortaya konulanpratik her şeye rağmen ihanetçi Ziya Yılmaz çizgisininoldukça ötesinde bir mücadele düzeyini ifade ediyor.Ancak biz hangisinin daha iyi olduğu ile değil nasılolması gerektiği ile ilgileniyoruz ve bu pratiğin ortayakonulan “Demokratik Sınıf Sendikacılığı” programınınkıyısından bile geçmediğini söyleyebiliriz.

Burada bu tablonun pratik sonuçlarını enine boyunadeğerlendirmeyi önümüzdeki ay gerçekleşecek olanMerkez Genel Kurul sürecine bırakarak sendika içindeoluşturulan bürokratik tahakküme ve devrimcimuhalefet düşmanlığına yoğunlaşacağız. Daha doğrubir ifade ile mevcut anlayışın sendikayı nasıl birbürokratik tahakküm altına soktuğunu, bu konudakarşısında bayrak açtığı Ziya Yılmaz çizgisi ile nasılyarışır hale geldiğini belli başlı örnekleri ile ortayasereceğiz. Bunu yaparken ise daha çok sektördekidevrimci sınıf çalışması karşısındaki tahammülsüztutumlarını ve yaptıkları gericilikleri ele alacağız.

Genel kurul süreci aynasında ayrılıktan aynılığa

Az önce söylediğimiz gibi bugün Birleşik Metalİşçileri Sendikası’nın içine sürüklendiği tablo,özellikle bürokratik tahakküm açısından ZiyaYılmaz gericiliği ile yarışır bir düzeye ulaşmışdurumdadır. Bunda ise, aynı Ziya Yılmaz’da olduğugibi “Ben bilirim, ben yaparımcı” anlayış özel birrol oynamaktadır. Bundan 8 yıl önce Ziya Yılmazgenel kurul kürsüsüne çıkarak sınıf devrimcilerininhazırladığı genel kurul broşürünü elinde sallamış,bunlar “kızıl sendikacılığı” savunuyorlar diyereksaldırıya geçmişti. Bugün, Gebze Şubesi’nin genelkurulunda Adnan Serdaroğlu’nun benzer birtutumla “Bu broşürleri hazırlayanlar bu salonlaragiremez!” hezeyanına düşmesi açık ki aynı türden birkastlaşmanın yeni bir tezahüründen başka bir şeydeğildir.

Söz Gebze Şube Genel Kurulu’na gelmişkenburadan devam edelim. Bu beylerin orada yaşananlaradair kendilerini haklı çıkarmak adına kimi söylemleriolduğunu biliyoruz. Ancak bu söylemlerin aralarındasendika üyelerinin de olduğu ilerici ve devrimci işçilerigenel kurul salonuna sokmama tutumunu haklıçıkartamayacağını baştan söyleyelim. En nihayetindeorada yaşananlar, bırakalım DİSK’i ya da onun en ilerisendikalarından biri olan Birleşik Metal’i, Türkiyesendikal hareketi tarihinde eşine az rastlanır bir olay,sınıf mücadelesi tarihine sürülmüş bir kara lekedir.

Bu beyler, bu tutumun esas olarak şubeyönetiminin aldığı bir karar olduğundan ve genelkurulun sağlıklı bir şekilde devam etmesi amacınıtaşıdığından dem vuruyorlar. Öncelikle bizler çok iyibiliyoruz ki böylesine bir karar bu sendikada genelmerkez yöneticilerinin onayı ve yönlendirmesiolmadan ne alınabilir ne de uygulanabilir.

Dahası genel kurulun “sağlıklı” bir şekildeilerlemesi gerekçesini öne sürenlere hatırlatacağımız

deneyimler var. Öncelikle birkaç yıl önce kriz dolayısıyla

Kadıköy’de gerçekleştirilen mitingde Türk Metalçetesi ile yaşanan gerilimi ele alalım. Hatırlanacağıüzere bu gerilime neden olan olay, miting sırasında birgrup metal işçisinin Türk Metal kortejinin önündeaçtığı “Mustafa Özbek hesap verecek” pankartı idi. Bumeşru eyleme karar verip direnişçi işçilerin elineüzerinde ne yazdığını bile söylemeden bu pankartıverenler ise “eylem ve etkinliklerin sağlıklı biratmosferde geçmesini dert edinen” bu beylerdenbaşkası değildi. Keza 4 yıl önce İstanbul 1 No’luŞube’nin genel kurulunda Ali Rıza İkisivri’ninihanetine uğrayan Yasan işçilerinin, bu ihanetçikürsüde konuştuğu sırada pankart açarakgerçekleştirdiği protesto hakkında da önceden bilgisahibi olduklarını ekleyelim.

Biz bu iki eylemin de haklılığına ve meşruluğunasonuna kadar inanıyoruz. Bu nedenle de bu eylemlergerçekleştirilirken eylemlerin amaçlarına ulaşabilmesiiçin en etkin şekilde destek verdiğimizi hatırlatmaklayetiniyoruz. Ancak bugün bu anlayış karşımıza çıkarak“etkinliğin sağlıklı bir atmosferde geçmesinden” dem

Birleşik Metal genel kurulları ve derinleşen bürokratik yozlaşma

Birleşik Metal-İş’in içine sürüklendiği tablo, özellikle bürokratik tahakkümaçısından Ziya Yılmaz gericiliği ile yarışır bir düzeye ulaşmış durumdadır. Bunda

ise, “Ben bilirim, ben yaparımcı” anlayış özel bir rol oynamaktadır.

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sınıf hareketiSayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

vuruyorsa, bunun ancak kendilerine yönelecekeleştirilere karşı tahammülsüzlüğün bir ürünü olduğuda açıktır.

İşte bu tahammülsüzlük bugün Birleşik Metal’iniçine düştüğü tablonun da temel nedenini oluşturuyor.Her şeyi en iyi kendisinin bildiğini, en iyi kendisininyaptığını sanan bu anlayış, işçilerin sınıf bilincinin vekimliğinin gelişiminin sağlanabilmesi için mümkünolan en demokratik işleyişe sahip olması gerekensendikayı babalarının çiftliği gibi yönetmeye kalkıyor.

Gebze Şube Genel Kurulu’na ilişkinsöyleyeceklerimizi kapatmadan önce son bir noktanındaha altını çizmemiz gerekiyor. O gün orada, ne kapıönünde bırakılarak içeri girişlerine engel olunan bizdevrimci işçilerin, ne de güç bela salona girdiklerihalde söz hakkı bulamayan Çel-Mer işçilerinin onlarıniddia ettiği ve günler öncesinden fabrikalarda yaymayaçalıştığı gibi “Genel kurul salonunu karıştırmak” gibibir amacı yoktu. Evet, Çel-Mer işçileri de bizler de 4yıllık olumsuz pratiğin, ödedikleri birçok bedelerağmen ortada bırakılan direnişçi işçilerin hesabınısormaya gittik. Bunu inkar edecek değiliz. Ancakbizler için hesap sormak demek, sendikanındemokratik mücadele kanallarını sonuna kadarzorlamak demektir. Bunun o gün için karşılığı isegenel kurul kürsüsünü etkin bir şekilde kullanmak,oradan eleştiri ve önerilerimizi dile getirmekti. Eğerherhangi bir kimsenin bu eleştirileri susturmak içinfiziki güç kullanmaya niyeti varsa da bu koşullardaherhalde hiç kimse, ortalığı karıştırma ya da kavgaçıkarma niyetinde olanın bizler olduğunu iddiaedemeyecektir. Kaldı ki niyeti kavga çıkartmak olanlariçin önlerine kurulan etten barikatın bulunmaz birfırsat olduğunu da buradan hatırlatalım.

Devrimcilik dersi vermek sendika bürokratlarının harcı değildir

Buraya kadar Gebze Şube Genel Kurulu üzerindenyaşananları hatırlatarak sendikal bürokrasinin buradayaşananlar üzerinden bizlere dönük kara çalmalarınakısmi bir yanıt vermiş olduk. Şimdi ise kısa bir geridönüş yaparak yaz başında gerçekleşen İstanbul 1No’lu Şube Genel Kurulu’na gideceğiz. Ancaküzerinden belli bir zaman geçtiği için buradayaşananların ayrıntılarına girmeyecek, sadece kritik veönemli gördüğümüz bir noktanın altını çizmekleyetineceğiz.

Genel kurullar sürecini yakından takip edenlerhatırlayacaktır ki İstanbul 1 No’lu Şube GenelKurulu’na sınıf devrimcileri olarak etkin bir müdahaleçabamız olmuştu. Bu müdahalenin genel kurul gününükapsayan ayağının bir bölümü ise kendi siyasalkimliğimizi temsilen yaptığımız konuşmanın yanı sırageride kalan 4 yılda ortada bırakılan direnişçi işçilerinsesini genel kurul salonuna taşımak olmuştu. Bunundışında ise politik olarak ortaklaşabildiğimizdelegelerle birlikte ortak bir mücadele eksenini dehayata geçirmeye çalışmıştık.

Burada daha konuk konuşmalarından başlayarakbaşta Adnan Serdaroğlu olmak üzere sendikabürokrasisinin ciddi bir hazımsızlığı ortaya çıkmıştı.Divan başkanlığı sıfatını kullanarak söz kesmeler vekonuşmalara engel olmalar biçiminde başlayan buhazımsızlık daha sonrasında bizzat Adnan Serdaroğlutarafından verilen devrimcilik dersleri ile devametmişti. Orada Adnan Serdaroğlu, yaşanan olaylarıeleştiren işçilerin yaşları üzerinden devrimciliklerinieleştirme cüretinde bulunurken, kimi delegelerinyaptıkları konuşmaları ise “Sağolasın, bize devrimcilikdersi verdin” diyerek küçümseme yoluna gitmişti.

Bu açıdan sözü uzatma niyetinde değiliz. Sadece vesadece nice bedeli göze alarak yaşamını devrimcimücadele için feda etmeyi göze alan devrimci işçilerebu şekilde dil uzatmanın hiçbir sendikacının harcıolmadığını hatırlatmakla yetineceğiz. Bunun dışında

ise kendisine devrimciliğini sorguladığı oinsanların kendisinin şube başkanlarındandaha fazla örgütlenme ve direniş deneyimiyaşadığını hatırlatacağız. Kaldı ki,Serdaroğlu’nun eleştirdiği insanlar kendindenmenkul devrimciler değil, bir programı bayrakedinen örgütlü devrimcilerdir. O programın veanlayışın ise Birleşik Metal’in örgütlendiğibirçok fabrikadaki emeğini inkar etmeyekimsenin gücü yetmeyecektir. Eğer inkar etmeyolunu tutarlarsa da, Sinter’den Çel-Mer’e,Yasan’dan G-U’ya, Güven Elektrik’ten Ünifil’e,Alkom’a, Has Alüminyum’a kadar ayrıntıları ilekendilerini hatırlatacağımızdan kuşkularıolmasın.

İçerden mi dışarıdan mı?

Bu ifade ettiğimiz son nokta aslında bu beylerinbizlere dönük başka bir kara çalmasının da yanıtıdır.Bu beylere göre bizler (en azından bir kısmımız) busendikanın aidat ödeyen üyeleri olmadığımız içineleştirme ve söz söyleme hakkına sahip değiliz.

Öncelikle şunu hatırlatalım ki bizler, yanisosyalizm bayrağını metal sektöründe dalgalandırmaçabasında olan komünist metal işçileri, çeşitlisendikaların yetkili olduğu metal fabrikalarında olduğukadar örgütsüz, yani sendikasız fabrikalarda daçalışıyoruz. Dahası bir kısmımız fabrikalardaçalışmasa da gününün 24 saatini metal işçilerininhakları ve geleceği için verdiği mücadeleyi büyütmekiçin harcıyor. Yukarıda saydığımız sınırlı örnekler isebu çabanın Birleşik Metal içinde karşılığını bulansınırlı sonuçlarını ifade ediyor. Ve bu sınırlı sonuçlarbile bizlerin aslında bu sendikanın dışında değil içindeolduğumuzu göstermeye yetiyor.

Kaldı ki bizler, kendimizi çok daha büyük biridealin taşıyıcıları olarak görüyoruz. İnsanlığın eşit veözgür yarınları için verilen mücadelede bu bayrağımetal işçileri arasında dalgalandırmaya çalışıyoruz.İşte bu bilinç ve iradenin kendisi bile Birleşik Metalüyesi ya da delegesi olalım ya da olmayalım bize metalişçilerinin geleceği hakkında söz söyleme hakkınıfazlası ile veriyor. Bu hakkımızı sonuna kadarkullanmaya devam edeceğiz.

Bizler gerçeğin farkındayız, peki ya onlar?

Tabii ki bu haklılığımız sözümüzü daha etkili birşekilde söyleyebilmek için daha da çok Birleşik Metalüyesi işçi ve tabii ki daha çok delege ile bir arayagelmeye ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

İşte bizler de zaten Birleşik Metal’in süreçlerinin birparçası olurken yürüttüğümüz çalışmalara böyle birbilinçle yaklaşıyoruz. Onları asıl korkutanın da bubilinç olduğunu, yarın öbür gün “içeriden” bu sesindaha gür çıkması endişesi olduğunu da görebiliyoruz.

Tam da burada bir soru zorunlu olarak gündemegeliyor. Biz kendi gerçeğimizi görebiliyoruz. Peki yaonlar kendi gerçeklerinin farkındalar mı? Eleştirileretahammülsüzlükleri, devrimcilere yönelik gitgide artandüşmanlıkları ve yine gittikçe depreşen koltuk hırslarıile metal işçilerinin çıkarlarına ihanet ettiklerinibilmiyorlar mı?

“DGM’yi ezdik, sıra MESS’te” diyen metalişçilerinin mücadele geleneğini ortada bırakarakişçileri “Onları dinlerseniz DGM’ye düşerseniz”diyerek korkutmanın metal işçilerini nereyegötüreceğinin gerçekten farkında değiller mi?

Eğer bilmiyorlarsa biz hatırlatmakla yükümlüyüz.Yok bile bile böyle davranıyorlarsa, bugün istediklerigibi yönettikleri işçileri yarın bu şekilde yönetmeyibaşaramayacaklarını, bu işçinin bir gün mutlaka bupratiğin hesabını soracağını unutmasınlar. Çünküdevrimci metal işçileri sadece sermayeye karşı değil,ona hizmet eden bürokratik ve uzlaşmacı sendikacılıkpratiklerine karşı da mücadeleyi kararlılıklaörgütlemeye devam edecek. Bunun için ise ne onlardanne de hiç kimseden icazet almaya ihtiyaç duymayacak.

Son söz olarak ise bu beylere bizleri başkaları ilekarıştırmamalarını hatırlatalım. Bizlerden başkalarıgibi, kendilerine övgüler düzmemizi beklemesinler.Bizler, politik mücadelenin mümkün olan en açık veilkelere dayalı biçimde yapılması gerektiğine inananbir gelenekten geliyoruz. Bu geleneği ise her alandaolduğu gibi burada da en kararlı şekilde yaşatmayadevam edeceğiz.

Komünist Metal İşçileri

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Dünyada yeni dönem ve gençlik hareketleri

Dünya ölçüsünde gelişen yeni kitle hareketlerindegençlik temel bir dinamik olarak önemli bir roloynuyor. Tunus ve Mısır’daki büyük patlamalardagençliğin oynadığı rol daha başından tartışmasız birolguydu. Bu sarsıcı çıkışlardan ilham alan diğerhalkların gençliği de gelişen hareketliliklerde etkin birşekilde yer aldı, yer almayı sürdürüyor.

Gençliğin kitlesel olarak mücadele sahnesine çıkışıOrtadoğu’da gelişen halk hareketleriyle sınırlı değil.İspanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalistmetropoller başta olmak üzere Şili, Arjantin,Yunanistan vb. gibi dünyanın bir dizi ülkesigünleri/haftaları bulan gençlik eylemlerine sahne oldu.Dönemsel duraklamalar yaşasalar da, buhareketliliklerin anlık olarak parlayan gelip geçiciçıkışlar olmadığını geçtiğimiz bir-iki yılın eylembilançosu yeterli açıklıkta yansıtmaktadır. Aynızamanda bu hareketlerin, dünyadaki genel kitlemücadelesinin etkisine açık olduğunu, dolayısıylayayılarak süreceğini de göstermektedir.

Böyle olması bir dizi etkendenkaynaklanmakla birlikte, burada

öne çıkan iki temel nedeninaltını çizebiliriz. Birincisi,

emperyalistkapitalizmin dünya

ölçeğindeyaşadığı çokboyutlu krizleilgilidir.Kapitalistsistemin

‘70’lerdenbugüne sürüp

gelen çok yönlübunalımının, 2000’lerinsonlarında şiddetlibir finansal-mali

çöküşolarak dışa

vurduğu biliniyor.Bunun kısa dönemli

bir dalgalanmaolmadığı, giderek

derinleşen bir hegemonya

krizi eşliğinde yaşanan iktisadi, sosyal, siyasalboyutlarıyla bütünsel bir sistem krizi olduğu gitgidedaha açık bir biçimde görülmektedir.

2000’lerin sonlarına kadar bunalımın yükünüfazlasıyla sırtlamış olan işçi ve emekçilerin önüne bukez emperyalist ülkelerdeki emekçi kitleleri dekapsayacak şekilde daha kabarık bir fatura konuldu.Bunun anlamı daha çok yoksullaşma, daha fazlaişsizlik, daha katlanılmaz yaşam ve çalışmakoşullarıdır. Zira burjuvazinin, kamu kaynaklarınıeğitim, sağlık, sosyal ihtiyaçlar, belediye hizmetleri,

çevre vb. gibi alanlardan çekerektekellerin ve devlet maliyelerinin

kurtarılmasınaaktarmasından, kamusalhizmet alanlarının sürekliözelleştirilmesinden başkabir reçetesi yoktur. Dahasıgiderek şiddetlenen

emperyalist saldırganlık,militarizm, baskı-teröraygıtları olarak devletlerintahkimi ve savaş ihtiyaçlarıfaturayı süreklişişirmektedir.

Bu tablodan en çoketkilenen kesimlerinbaşında işçi ve emekçisınıfların gençliğigelmektedir. İşsizlik ençok onları vurmakta,gelecek güvensizliğinien çok onlaryaşamaktadır. Dünyaçapında yaşanan budurum gençlikhareketlerininmayalanmasını,etkileşimini veyayılmasını koşullayantemel neden

durumundadır. Öne çıkan ikinci

etkense, gençliğin doğasıitibariyle taşıdığı dinamizm,

toplumun en atak, en gözüpek, encüretkar kesimi olmasıdır. Bu onu

çeşitli sorunlar karşısında hızla tepki veren,yer yer dünyada yaşanan gelişmeler karşısında

daha duyarlı davranan bir kesim haline getirmektedir.Bu olguyu günümüz dünyasının iletişim bakımından“küresel köy”e dönüşmesi olgusuyla birlikte ele almakgerekir. Zira internet başta olmak üzere iletişimkanallarından en ileri düzeyde yararlanan kesim doğalolarak gençlik kitleleri olmaktadır. Bu, gençliğedünyanın en uzak noktalarındaki hareketlenmelerdendahi esinlenme olanağı sunmakta, onu yakıcı sorunlarıüzerinden harekete geçmeye teşvik etmektedir.

Türkiye’de gençliğin karşı karşıyabulunduğu sorun ve gündemler

Yaşanan sorunlar itibariyle Türkiye’deki gençlikaçısından da durum farklı değildir. Hatta bir dizibakımdan daha ağır bir tablo söz konusudur. Eğitimolanakları her geçen gün daralmakta, eğitiminniteliğinde sürekli bir düşüş yaşanmaktadır. Benzerdüzeydeki ülkelerde olduğu gibi işsizlik oranının enyüksek olduğu kesim gençliktir. En ağır çalışmakoşulları bu kesime dayatılmaktadır. Çocuk işçilikolağan bir uygulama durumundadır. Gelecekkaramsarlığı en çok gençler içinde yaygındır. Toplumuçürütmenin araçları özellikle gençliğe yönelikkullanılmaktadır, vb...

Eğitim alanındaki gençliği ele aldığımızda, alanaözgü sorunların da ağırlaşarak sürdüğünü görüyoruz.Eğitimde özelleştirmeler ve bu alanın tümüyle paralıhale getirilmesi adımları hızlandırılıyor. Neo-liberalsaldırı dalgasının bir ayağı olarak gündeme gelenBologna süreci, Uluslararası YükseköğrenimKongresi’nde daha somut bir çerçeveye kavuşturulmuşdurumda. Burada gençliğe yönelik saldırıların politikçerçevesi oluşturulmuş, saldırılar topyekun karakterebüründürülmüştür. Geçtiğimiz dönem eylemlerlepüskürtülen harç zamlarının bu kez “Torba Yasa”içinde gizli olarak arttırılması girişimi, rektörlereharçları belirleme yetkisi veren düzenleme vb., de busürecin bir ürünüdür.

Öte yandan, bu saldırılara paralel olarak öğrencigençlik yoğun bir baskı ve devlet terörü ile karşıkarşıyadır. Bunun en temel boyutu soruşturma-uzaklaştırma uygulamasıdır. 2000’lerin başlarındanitibaren tırmandırılan bu saldırı, lise ve üniversitelerdesiyasal faaliyeti alabildiğine daraltmış bulunuyor.Yalnızca öğrencileri değil, öğretmen veakademisyenleri de kapsıyor. Başta devrimci öznelerolmak üzere hareketli ileri kesim bir yandanokullardan atılırken, diğer yandan olduğu kadarıylagençlik yığınlarından yalıtılıyor. Son 10 yıllık deneyimbu etkili saldırının salt gençliğin kendi dinamikleriüzerinden püskürtülemediğini, halihazırda gençlikiçinde bunun potansiyelleri olsa bile hareketin geneldurumundan kaynaklı bunun kısa vadede mümkünolmadığını tescil etmiş bulunuyor. Mesele toplumsalmücadeleyi doğrudan ilgilendirmekte, dolayısıylatoplumsal mücadele dinamiklerine maledilmesinigerektirmektedir. Elbette bunun gerçekleşmesi en baştagençlik hareketinin soruna yaklaşımıyla, kendi özgücüüzerinden bir direnç örgütlemesiyle ve sorunu diğerkesimlerin gündemine taşıma başarısı göstermesiylemümkündür.

Soruşturma-uzaklaştırma saldırısı lise veüniversitelerde polis ve ÖGB terörünün olağan biruygulama olarak sürmesiyle, okul yönetimlerininkışlacı dayatmalarıyla, yargı ve medya başta olmaküzere diğer düzen aygıtlarının bu konudaki aktifkatkılarıyla paralel yürütülmektedir. Okullarında

Yeni bir dönemin başın 16 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması...

Olanaklar, sorunla

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

yaşamları ve gelecekleri üzerine söz söyleyenöğrenciler, polisin ve ÖGB’nin şiddetiyle,yönetimlerin soruşturma saldırılarıyla, düzenmedyasının karalama kampanyalarıyla ve burjuvamahkemelerin terörüyle karşı karşıya kalıyorlar. Sırfpankart-afiş asmak, gösteri yapmak vb.’nden yolaçıkılarak öğrencilere “terör örgütü üyesi” muamelesiyapılıyor. Duyarlı politik kesimler soruşturmayauğramakla kalmıyor, mahkemelere gönderiliyor,okuldan uzaklaştırılıyor. Yer yer tutuklamalar veokuldan atılmalar yaşanıyor.

Bu saldırıların son halkalarından biri, reformistlerindenetiminde bürokratik bir örgütlenme olmanın ötesinepek geçemeyen Genç-Sen’in dahi kapatılmasıolmuştur. Amaç üniversitelerin en ufak bir muhalefetindahi olmadığı kışlalara dönüştürülmesidir. Zira eğitimalanına yönelik iktisadi-sosyal saldırıların kapsamıbunu gerektirmektedir.

Düzenin gençliği zapturapt altında tutma çabasıbunlarla da sınırlı değil. Geçmişten bugünekullanılagelen sivil görünümlü faşist saldırılar, yenidönemde de gerektiği ölçüde gündemde olacaktır.Fakat bundan daha etkili olanı, dinsel gericiliğin etkialanının giderek yayılması ve yarattığı basınçtır.AKP’nin son seçim başarısı, değişik kılıklardaki dincifaşist yapılanmaların etkinliğine büyük bir yoğunlukkazandırmış bulunuyor. Açıktır ki gençlik bu gericiyapılanma ve faaliyetlerin başlıca hedeflerindenbiridir. Hatta dinci akımın bugünkü başarısınıngerisinde, bir dizi etkenin yanısıra, geçmişten bugüneözellikle eğitim alanındaki gençliğe yönelik çok yönlükuşatması yatmaktadır. Okulların açılış evresi bununyoğunlaşarak süreceğini göstermekle kalmıyor,“imamın gençliği”nin milliyetçi-ırkçı faşistleriaratmayacak bir pervasızlıkla hareket edeceğininişaretlerini de veriyor.

Gençlik hareketinin genel durumu

Gençliğin karşı karşıya bulunduğu sayısız sorunarağmen gençlik hareketindeki parçalı ve dağınık tablosürüyor. Yazık ki girişte örneklediğimiz ülkelerdekitürden bir kitlesel hareketlenmenin belirtileri henüzortaya çıkmış değil. Dolayısıyla gençlik hareketiningenel durumundan söz ederken dar bir politik kesimitemel almış oluyoruz.

Hareketin taşıyıcısı olan bu kesimin son iki-üçyıldaki nispi hareketliliği/dönemsel eylemli çıkışlarıbu tabloyu değiştirmekten uzak kaldı. Dolayısıylapartimizin gençlik hareketinin durumuyla ilgili temeldeğerlendirmeleri güncelliğini korumaktadır. Örneğinhareketin temel dinamiği olan politik kesimler ilegeniş gençlik yığınları arasındaki kopukluğun bir parçagiderilebildiğini gösteren hiçbir veri yoktur.Geçtiğimiz eğitim yılının başlıca eylem gündemleri (6Kasım, 4 Aralık Dolmabahçe, 5 Ocak ODTÜ, Martgündemleri vb.) politik öznelerin gençlik yığınlarındankopukluğunu ve yaşadığı dağınıklığı yeniden teyitetmiştir.

Geçtiğimiz dönem aynı zamanda gençlikhareketinin ileri kitlesi içinde tasfiyeci reformizminyozlaştırıcı etkinliğinin iyiden iyiye belirginleştiğinede tanıklık etmiştir. İleri kesimler içinde tuttukları yerbakımından öne çıkan ve blok halinde davrananÖğrenci Kolektifleri, TKP’li Öğrenciler, GençlikMuhalefeti, Emek Gençliği gibireformist sol çevreler gelinenyerde birleşik-devrimci birgençlik hareketinin gelişmesininkarşısına birleşik reformist birodak olarak dikilmişbulunuyorlar. Böylece gençlikiçinde devrimci özlem veduyarlılığın istismarı üzerindenmilitan devrimci mücadelenin,devrimci kimliğin, devrimci ilkeve değerlerin erozyonu ivmekazanmış durumda.

Buna set çekebilecek birdevrimci odaklaşmanın güç veolanakları ise giderek eriyor.Elbette bu yalnızca gençlik içindedevrimci faaliyet alanınındaralmasından kaynaklanmıyor.Geleneksel devrimci-demokratharekette 2000’lerin başından buyana yaşanan tasfiyecisürüklenme ve dağılma, özellikleson yıllardaki belli siyasal gelişmeler üzerindenkuyrukçuluğu, iddiasızlığı, devrimci araç, yol veyöntemleri bir yana itmeyi giderek netleşen bir kimlikhaline getirdi. Bütün bunların tasfiyeci reformistatmosferin fazlasıyla etkilediği gençliğe yansıması iseyazık ki daha da ağır oluyor.

Gençlik alanında potansiyeller, birikimler...

Tüm sorunlarına rağmen burada tartışma konusuolan, canlı, değişken, sürekli sirkülasyon yaşayan,bünyesinde harekete geçme dinamizmini barındıran birtoplumsal kesimdir. Kendine özgü bir alan olmaklabirlikte liseli gençlikte süregiden canlanma ayrıca yenibirikimler üretmektedir. Liseli gençlik çalışmasınayüklenmeyi her geçen yıl daha da önemli hale getirenbu olgu, genelde gençlik hareketinin gidişatını dadeğiştirebilecek önemli bir olanaktır.

Türkiye’nin genel hatlarıyla değindiğimizçözümsüz sorunlar yumağı ileri kitlesi üzerindengençliği dönemsel de olsa eyleme itmektedir. Yanısıraileri gençlik kitlesinin politik sorunlara ilgisi degözönünde bulundurulmalıdır. AKP iktidarının bölgedesaldırgan bir uşaklık misyonunu yüklendiği, Kürthalkına karşı topyekun bir saldırı yürüttüğü koşullardabu ilginin ister istemez pratik yansımaları olacaktır.

Burada ileri kitlenin özellikle Kürt sorunundakigelişmelere, örneğin anadilde eğitim, Kürt hareketineyönelik artan saldırı ve şoven kudurganlık vb. gibiyakıcı sorunlara dair tutumu başka açıdan da

önemlidir. Bilindiği gibi, gençlik hareketinin çıkışıaçısından önemli bir olanak olan politize Kürt gençliği,geçmişten bugüne ulusal sorun eksenli gelişmelerdışında genelde edilgen bir tavır içindedir. Ancak, biryanıyla Kürt hareketindeki gidişata bağlı olsa da, Kürtgençliğinin dünyadaki ve ülkedeki siyasal süreçlerden

etkilenmeyeceğinidüşünmek için bir nedenyoktur. Gençlikhareketimizdeki devrimcibir canlanmanın Kürtgençliğinin ufkunugenişleterek militansıçramaların dinamiğinibüyütmesi, en azındanpotansiyel olarak ortadadurmaktadır.

Öte yandan dünyadave yerel ölçekteyaşanan/yaşanacakgelişmelerden bağımsızdüşünülmemesi kaydıyla,onyılların saldırıbirikimlerinin kitlesel birgençlik hareketinimayaladığından kuşkuduymuyoruz. Zira artıkdünya burjuvazisi dahidenizin bittiğini itiraf

etmektedir. Egemenlerin ellerinde gençliğidizginleyebilecek hiçbir olanak kalmamıştır. Bu dagençlik hareketinin gelişmesinin nesnel koşullarınıolgunlaştırmaktadır.

Komünist gençliğin misyonu

Bu koşullarda gençlik hareketi tablosundakidevrimci önderlik boşluğu hayati bir sorunadönüşüyor. Zira, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi,gençlik içindeki güç ve imkanları devrimci militan birçıkışa kanalize edebilecek politik öznelerden sözedebilecek durumda değiliz. Reformist blok olarakhareket edenlerin oynadığı rol yeterince açık.Karşılarında devrimci bir odak olmadığı ve kendilerinigüç olarak gördükleri yerlerde ayrışmayı, dolayısıylabirleşik eylem olanağını sekteye uğratmayı çizgi halinegetirmiş olan bu çevreler, gençliği medya oyuncağınaçevirmeyi marifet sayıyorlar. Etkileri altınaalabildikleri ileri gençlik kitlesindeki devrimciduyarlılığın militan bir devrim iradesine dönüşmesidaha baştan tahrip ediliyor. Son bir yılda solun birkesimi daha bu odağın kuyruğuna takılmış bulunuyor.Bu sonuncular içinde “Bağımsız siyasal varoluşlarınıbir kitle örgütü olma iddiasıyla ortaya çıkmış Genç-Sen’de varolmaya tahvil eden grup ve çevreler ise,gençlik hareketi açısından belirleyici üniversiteler dedahil çoğu alanda zaten ciddiye alınabilir olmaktançıkmış durumdadır.”(Ekim, sayı: 268, Ekim 2010)

Gençlik içinde devrimci muhatap kabul

CMYK

nda gençlik çalışması... Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 17

Öte yandan dünyada veyerel ölçekte

yaşanan/yaşanacakgelişmelerden bağımsız

düşünülmemesi kaydıyla,onyılların saldırı

birikimlerinin kitlesel birgençlik hareketini

mayaladığından kuşkuduymuyoruz. Zira artıkdünya burjuvazisi dahidenizin bittiğini itiraf

etmektedir.

““

ar ve sorumluluklar

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması...18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

edebileceğimiz çevrelerin durumunda da esasa ilişkinbir değişim yoktur. Geçmiş değerlendirmelerimizdede vurgulandığı gibi; “gençlik hareketinin devrimcipolitik güçleri alana özgün müdahale planında hergeçen yıl daha derin bir iddiasızlığa sürükleniyorlar.Kendi tarzlarında bir militan çalışmayı örgütsel birliberalizmle bütünleyen bir-iki reformist çevreninfaaliyetleri dışında, sistemli ve sürekli faaliyet ancakgenç komünistlerin bulundukları alanlarda onlartarafından yürütülüyor.” (Ekim, sayı: 259, Ekim2009) Söz konusu gruplar gençlik çalışmasını artıkkampüs ve okullardan çok etkin olabildiklerisemtlerde sürdürebiliyorlar. Üniversitelerde isesaflarındaki güçleri gençliğin somut gündemlerindenuzak tutan, sistemli ve sürekli bir faaliyetten alıkoyanbir iradeci apolitizmin temsilciliğini yapıyorlar.

Dolayısıyla, halihazırda reformist odaklaşmanınkarşısına dikilebilecek, devrimci odak boşluğunudoldurabilecek koşullar yazık ki yoktur. Bir kez dahavurgulamak istiyoruz ki; “Bu tablo içinde partimizingençlik çalışması özel bir önem kazanıyor. Çünkütasfiyeci reformizm karşısında devrimci örgüt iddia veiradesini komünist gençlik temsil ediyor. Gençliğindevrimci enerjisinin işçi sınıfı ve emekçi kitlehareketiyle devrimci temellerde birleşmesini deyalnızca komünistlerin gençlik çalışması sağlayabilir.Ne kadar kitlesel görünürse görünsünler, devrimciiktidar perspektifleri, bunu yaşama geçirecek devrimcibir örgütsel varlıkları olmayanların, gençliğindinamizmini devrim mecrasına akıtmak gibi birniyetleri ve sorunları yoktur. Tüm tarihsel deneyime vegünümüz dünyasının açık gerçeklerine rağmendevrimci örgüt/parti fikrine dudak bükerek, geçiciolmaya mahkum eylemsellik üzerinden ‘pekala partisizde olabiliyor’ diyenlerin, devrimle tek alakaları düzenbataklığında oyalanarak devrimi istismar etmekolabilir. Gençliğin devrimci dinamizmi ise devrimcimücadele için paha biçilmezdir. Bu enerjinin kabuledilemez bir ikiyüzlülükle düzeniçi saflarda heba olupgitmesini önleyecek yegane güç, gençlik alanında işçisınıfının devrimci iktidar perspektifini temsil edenlerinyürütecekleri siyasal faaliyet ve devrimciörgütlenmedir.” (Ekim, sayı: 268, Ekim 2010)

Elbette bu, yine aynı değerlendirmede işaretedildiği gibi, hiçbir şekilde “ilkesel yaklaşımlar vemücadele birliği temelinde en geniş eylem birliklerinioluşturmak çabasını” sürdürmeyi dışlamıyor. Tersine,ortaya koyduğumuz iddia, bu alandakisorumluluğumuzu arttırıyor. Zira, hem gençlikhareketindeki parçalı yapı “sola eğilimli kitlede süreklibir kırılma, umutsuzluk ve inançsızlık kaynağı” olmayısürdürüyor, hem de “birleşik-kitlesel-devrimci birgençlik hareketinin geliştirilebilmesi, büyük ölçüdealandaki ileri kitleninin eylem birliğini gerektiriyor.”

Yeni dönemde gençlik çalışmamızınyüklenme alanları

Gerek dünyada yaşanan süreçler, gerek gençliğinkarşı karşıya bulunduğu sorun ve gündemler, gereksegençlik hareketi ile özelde gençlik içinde solundurumu, komünist gençliğin sorumluluklarınınçerçevesini yeterli açıklıkta çiziyor. Omuzlarınayüklenen sorumluluklar gençlik çalışmasına herzamankinden daha güçlü bir devrimci irade ve ısrarlayüklenmemizi zorunlu kılıyor. Bu yüklenmenin güncelplandaki esasları Ekim’in aktarmalar yaptığımız yakındönem değerlendirmelerinde mevcuttur. Ziraçalışmamızın sorunları sözkonusu olduğunda temellibir ilerleme kaydedilebilmiş değildir.

Bu sorunların ve dolayısıyla sorumluluklarıngüncel olarak öne çıkanlarını şöyle sıralayabiliriz:

1) Kadro niteliği ve niceliği planında yaşananzayıflık nedeniyle örgütsel yapımız hala ciddi birdarlık içindedir. Partimizin genel planda da karşı

karşıya bulunduğu bu sorun, parti kongrelerinde vetemel örgütsel değerlendirmelerde ifade edildiği üzerekadrolaşmayı, saflarımızdaki insanlarla çok yönlüolarak ilgilenmeyi, ideolojik-politik donanım baştaolmak üzere onları her yönüyle eğitmeyi özel bir uğraşhaline getirmeyi gerektirmektedir. Partimiz bu alandaesaslı bir yüklenme içindedir. Genç komünistlerinizleyeceği yol, bunu gençlik çalışmasına taşımakolmalıdır.

2) Mevcut koşullardaözellikle liseli gençlikçalışmamız büyük bir önemtaşımaktadır. Liseli gençlikçalışması bir dönemdirdoğrudan parti yerel örgütleriüzerinden yürütülmektedir.Fakat partinin bu alana yönelikçubuk bükmelerine (bkz. III.Kongre tutanakları, Ekim’in264 ve 269. sayılarındakideğerlendirmeler, partiorganlarında yürütülentartışmalar) rağmençalışmamız hala istenendüzeyin oldukça gerisindedir.

Oysa, gerek siyasal sınıf çalışmamız gereksegençlik hareketi ve örgütlenmesi açısından liseligençlik alanı muazzam potansiyeller taşıyor. Son biryılın verileri, özellikle 1 Mayıs gibi eylemler, liseligençliğin devrimci duyarlılığının reformist odaklar veşekilsiz çevrelerce ikiyüzlü bir devrimci söylemleistismar edildiğini ve bunun sonuç verdiğinigösteriyor. Bunun gerisinde liseli gençliğin devrimciajitasyon ve propagandaya açıklığı var. Sorun, sayısızkez yinelendiği üzere, yerel örgütlerimizin partininperspektiflerine uygun bir pratik yoğunlaşmasergileyememesinde düğümleniyor. Yeni dönemdebunu geride bırakmak, gençlik alanında örgüt ve kadroyapımızı daha ileri düzeyde tartışabilmemizisağlayacaktır.

3) Örgüt ve kadro yapımızdaki darlıkla dabağlantılı olarak kitle ilişki ağımız mevcut sınırlarınıaşabilmiş değil. Bunun kitle çalışması pratiğinden ayrıtartışılamayacağı açık. Özelde gençlik açısındanvurgulanabilecek zayıflıklardan biri, güçlerimizin yeryer siyasal çalışmayı ajitasyon-propagandamateryallerinin kullanımına indirgemesidir. Bir diğeriise politik faaliyet hattı çerçevesinde gündemegetirilen eylem, etkinlik vb.’ni örgütlerken, mevcutilişki ağının ötesine sıçratma bakışıyla hareketedilmemesidir. Oysa siyasal faaliyet hattı kitlelerlegündelik olarak somut bağlar kurmayı, ilişkilerigeliştirmeyi sağlayan araç, yol ve yöntemleri

içermiyorsa daha baştan temelli bir zaaf taşıyordemektir. Özünde kitle çalışması, dolayısıyla kitleilişkileri alanını geliştirmek, insanlarla her türlüsorun ve gelişme üzerinden birebir bağ kurabilmeksorunudur. Bu ise alışkanlıklıklarımızı kırmayı,gençliğin nefes aldığı her alana, yaşadıkları yerlere,sosyal çevrelerine vb.’ne uzanmayı gerektirir.

4) Bütün bunları dolaysız bir şekilde kesen birsorumuz da gençlik yığınlarının örgütlenmesindetemel bir yer tutan esnek araç ve biçimlereyaklaşımdır. Bu konuda kalıplara takılmak için hiçbirsebep bulunmuyor. Eğer kitle örgütleri parti ilekitleler arasındaki volan kayışları ise, kitleleridevrime kanalize etmeyi ivmelendirecek şekilde elealmak kaydıyla, her tür esnek araç ve örgütlenme(örneğin eğitim grupları, ilgi alanlarına göretanımlanabilecek tartışma çevreleri, platformlar,kulüpler, kollar, inisiyatifler, kültür-sanat kurumları,öğrenci gençlik sendikası vb.) kitle çalışmasınıntemel alanlarıdır. Hep belirtildiği üzere bu tür araçlar,genel olarak etkin bir siyasal çalışma için olduğukadar, çevre-çeper güçlerimizi aktifleştirip kazanmakiçin de benzersiz önemdedir.

Yeri gelmişken, Genç-Sen konusunda yeni birdeğerlendirmeye ihtiyaç duymadığımızı, konunungençlik değerlendirmelerinde fazlasıyla irdelendiğinive güncelliğini koruduğunu belirtelim. Genç-Sen’denöteye bu tür araçları devrimin ihtiyaçları temelindedeğerlendirebilmek tümüyle bir bakış ve somutdeneyim sorunudur. Gerek devrimci mücadeleninevrensel deneyimi, gerek partimizin 23 yılı aşan pratiğiyeterli birikimi sunmaktadır. Devrimci bakışın

kazanılması ve gereklipratiğin örgütlenmesi bubirikimin döne döneincelenmesini,zenginleştirilmesini,kolektife maledilmesinigerektirmektedir.

5) Son olarak gençliğinyayınlar alanındakisorumluluklarına değinmekistiyoruz. Merkezi gençlikyayınlarımız kendialanlarında düzenliçıkarılabilen belli başlıörnekler durumundadır.Tümüyle gençlik güçlerimize

yaslanmaları, her şeye karşın gençlik çalışmamızıniddia ve düzeyine önemli bir göstergedir. Elbette yerelkatkıların çoğaltılması, niteliğinin güçlendirilmesi veyaygın kullanımı açısından yaşanabilen yetersizlikleringiderilmesi gerekiyor. Yeni dönemde özellikle liseligençlik yayının yerellerden beslenebilmesi ve etkinkullanımı çalışmamızın alacağı mesafeyi doğrudanbelirleyecektir. Yanısıra hayli işlevsel oldukları sayısızdeneyimle sabit olan yerel yayınlar/bültenlerkonusundaki zayıflamanın aşılması gerekmektedir. Öteyandan uzun bir süredir gündemde olduğu haldehayata geçirilemeyen site adımı da artık bir çözümekavuşturulabilmelidir. Bu vesileyle bir kez dahaMYO’ya kendi alanları ve sorunları üzerinden düzenlikatkının bir diğer sorumluluk olarak gençlikgüçlerimizin karşısında durmaya devam ettiğini devurgulamak istiyoruz.

Gerek içinden geçmekte olduğumuz dönem, gerekgençlik alanındaki sorun ve sorumluluklar gençkomünistleri çok daha güçlü bir devrimci irade, ısrar,moral ve özgüveni kuşanmaya çağırıyor. Gençkomünistler mevcut sınırlara takılmaksızın partinindönem kavrayışıyla donandıklarında, güne yüklenerekgeleceğin devrimci patlamalarına gereğincehazırlanmalarının önünde bir engel kalmayacaktır.

(Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) MerkezYayın Organı Ekim'in Kasım 2011 tarihli 276.

sayısından alınmıştır)

Gerek içinden geçmekteolduğumuz dönem, gerek

gençlik alanındaki sorun vesorumluluklar genç

komünistleri çok daha güçlübir devrimci irade, ısrar,

moral ve özgüvenikuşanmaya çağırıyor.

““

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Şanlı Ekim Devrimi’nin 94., Yeni EkimlerinPartisi’nin 13. yılı vesilesiyle BDSP tarafından seminerve etkinlikler gerçekleştirildi. Etkinliklerde 19 Kasım2009’da katledilen TKİP militanı Alaattin Karadağ daanıldı.

AdanaEtkinlik, devrim ve sosyalizm yolunda

ölümsüzleşenler anısına yapılan saygı duruşuylabaşladı. Ardından yapılan sunumda emperyalist-kapitalist düzenin yaşadığı çöküntü ve insanlığayaşattığı yıkım nedeniyle tam bir iflas yaşadığına veemekçi milyonların kapitalizmi sorgulayarak yeniarayışlar içerisine girdiğine değinildi. Ekim Devrimi’nintarihsel anlamına ve bu devrimden öğrenmenin güncelönemine vurgu yapıldı. “Yeni Ekimler için ileri!”şiarıyla bin bir emek ve bedel pahasına var edilen yeniEkimler’in Partisi’nin önemine dikkat çekildi. YeniEkimler’e ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, YeniEkimler’in Partisi selamlandı.

Etkinlik programı şiir dinletisi ile devam etti. EkimDevrimi’nin yol göstericiliği ve güncelliğini anlatan vebu uğurda ölümsüzleşenlere ithaf edilen sinevizyongösterimi izlendi.

Etkinlik Ekim Devrimi’nin kazanımları vedeneyimleri üzerine yapılan söyleşi ile devametti. Sonrasında hep birlikte söylenen devrimci ezgilerleetkinlik son buldu.

EsenyurtSaygı duruşuyla başlayan etkinlikte BDSP tarafından

“Ekim Devrimi ve parti” başlıklı sunum gerçekleştirildi. BDSP temsilcisi konuşmasında Ortadoğu ve

Avrupa’da yaşanan ayaklanmalara vurgu yaparakkapitalist sistemin tüm dünyada sorgulanmayabaşlandığını ifade etti. Dünyada bir buhranlar sürecininyaşandığını, savaşların var olduğunu, bu süreçlerindevrimlerin habercisi olduğuna değinen temsilci, tümgelişmelerin dünyada devrimci partilerin ihtiyacına ışıktuttuğuna dikkat çekerek 94. yılında Büyük EkimDevrimi’nin tarihine ve deneyimlerine işaret etti. EkimDevrimi’nin, Ekim Devrimi’nin yaratıcısı işçi sınıfı veonun Bolşevik Partisi’nin hala aşılamayan bir pratiğiolduğunu dile getirdi. Devrimci ideoloji, devrimci sınıfve devrimci örgütün bütünleşmesinde ancak sınıfdevrimlerinin yaşandığını, Almanya işçi sınıfınıntarihini de aktararak anlattı.

Bolşevik partisini devrimin partisi yapan olgunun,Marksizm’in kılavuzluğunda onun devrimci eyleminde,tüm gerici süreçlere rağmen sınıfın içindeörgütlenmesinde, devrimci ihtilalci parti konumundaısrarında olduğunu ifade etti. Ardından süreci Türkiyecephesinden değerlendiren BDSP temsilcisi 13. yılındaYeni Ekimlerin Partisi’ni yaratan koşulları, gelişimsüreçlerini, sol hareketin tarihi içerisinde anlattı.

Bugün sosyal yıkım saldırılarının arttığı, Kürthalkına yönelik saldırıların arttığı bir süreçte gösterilendirenişe en büyük katkının partilerin birbirineyedeklenmesinde değil sınıfın birleşmesinde olacağınısöyledi.

Sonraki bölümde ise, etkinliğe katılan işçi veemekçiler başlıklara ilişkin düşüncelerini ifade etti vesorular sordu. Etkinliğe faklı sektörlerden 60 işçi veemekçi katıldı.

SefaköySefaköy BDSP tarafından gerçekleştirilen etkinliğe

canlı ve coşkulu bir atmosfer hakimdi. Sahnenin

arkasında “Parti, Sınıf, Devrim” pankartı asıldı.Etkinlikte işçi sınıfının öncü partisinin gerekliliği ve butopraklardaki Yeni Ekimlerin Partisi’nin sınıflabütünleşmesinin acil bir ihtiyaç olduğu dile getirildi.

Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte “Ekim DevrimiYolumuzu Aydınlatıyor” sinevizyonu izlendi. ArdındanSefaköy İşçi Kültür Evi’nin hazırlamış olduğu NazımHikmet’in “Tanya” adlı şiiri sunuldu.

BDSP adına gerçekleştirilen konuşma ile EkimDevrimi’nin önemi bir kez daha vurgulandı. EkimDevrimi’nin tarihin gördüğü ikinci işçi iktidarı olduğu,işçi sınıfına kurtuluşun yolunu gösterdiği, anayasal veyadüzen içi çözümlerin yerine özel mülkiyete dayalıkapitalist düzenin yıkılması gerektiğini gösterdiğisöylendi. Devrimde işçi sınıfının rolüne vurgu yapılankonuşmada Ekim Devrimi’nde Bolşevik Parti’ninönemi öne çıkartıldı. Ekim Devrimi’nin derslerindenbirisinin de tek ülkede sosyalizmin tüm sonuçlarıylagerçekleştirilemeyeceğinin, sosyalizmin bir dünyasistemi olduğunun görülmesi olduğu ifade edildi. Ayrıcaulusal kurtuluş mücadelelerine de değinildi. Ulusalkurtuluşun günümüz emperyalist-kapitalist dünyasındasınıfsal kurtuluşa bağlı olduğu Ekim Devrimi’nin bunungöstergesi olduğu söylendi.

Etkinliğin ilk bölümü Ekim Devrimi’nin tarihselanlamı üzerine şekillenirken ikinci bölümde ise işçisınıfının öncü partisi ve rolü üzerinde duruldu. BDSPadına gerçekleştirilen konuşma ile etkinliğin ikincibölümünde yapılmak istenen vurgu tamamlandı.Konuşmada bu topraklardaki Yeni Ekimlermücadelesinden bahsedildi. Güncel sorumluluklardan,kadrolaşma sorunundan ve fabrikalar temelindeörgütlenmenin gerekliliğinden bahsedildi.

Devrimci türküler ve bir sanatçının bağlamaeşliğinde sunduğu dinletiyle devam eden etkinlikte birliseli de tulum çaldı. Birçok yöreden halk ezgilerieşliğinde halaylar çekildi, horonlar tepildi.

Ankara Ankara’da sınıf devrimcileri tarafından “Ekim

Devriminin 94. Yılında Sosyalizm Kazanacak!” şiarıylaPir Sultan Abdal Kültür ve Dayanışma Derneği AnkaraŞubesi’nde bir etkinlik düzenlendi.

Etkinlik kısa bir açılış konuşmasının ardından saygıduruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından 1917Ekim Devrimi’nin tarihsel olarak kapitalizme,ayrıcalıklı sınıflara inen bir tokat olduğu ve gerçekleşendevrimin halen etkilerinin sürdürdüğü ve tarihteki yerinikoruduğuna dair kısa bir sunum yapıldı. ArdındanMamak İşçi Kültür Evi Şiir Topluluğu Ekim Devrimi’nianlatan bir şiir dinletisi sundu.

Şiir dinletisinden sonra BDSP temsilcisi bir sunumgerçekleştirdi. Öncelikle Ekim Devrimi’nin tarihselönemine değinilen sunumda; Tunus-Mısır dersleriışığında o bölgede işçi sınıfı ve emekçilerinhareketlenmelerine öncülük edecek bir sınıf partisi

olmadığınadeğinerek, devrimci sınıf partisinin öneminevurgu yaptı. Bu topraklarda devrimci-sol yapıların sınıfıeksen alarak mücadele etmedikleri sürece nihai hedefeulaşılamayacağını aktararak Parti-sınıf-devrim çizgisinedikkat çekti. Ardından söyleşi bölümüne geçildi.

Söyleşide Ekim Devrimi’nin kazanımlarınadeğinilerek, ulusal soruna bakıştan, kadın sorununa,demokrasi sorunundan çevre-doğa sorunlarına, kültür-sanat sorununa kadar güncel örneklemeler vedeğerlendirmeler yapıldı. Sınıf mücadelesinedayanmayan hiçbir hareketin nihai hedef olansosyalizme ulaşamayacağı ve Ekim Devrimi’nin 94.yılında mücadeleye yol gösterdiği vurgulanarak etkinlikbitirildi.

Ümraniye Ümraniye BDSP OSİM-DER’de seminer

gerçekleştirdi. Seminerin yapıldığı salonda “Ekim Devrimi 94, Yeni

Ekimlerin Partisi 13. yılında, parti, sınıf, devrim! /BDSP” ozaliti asıldı. Ayrıca parti şehitlerininresimlerinin yer aldığı bir köşe yapıldı. Seminerbaşlamadan önce “Ekim devrimi ve parti davası” isimlisinevizyon gösterime sunuldu. Sonrasında EkimDevrimi’nin tarihsel önemini ve süreçlerini ele alan birsunum gerçekleştirildi. Devrimci sınıf partisinin güncelönemi üzerinde duruldu. Türkiye ve dünyada gelişenkoşullara vurgu yapılırken devrimin aciliyeti ve sınıfpartisinin devrime soluksuz hazırlanması gerekliliğiüzerine bir anlatım yapıldı.

Aranın ardından “Ya barbarlık ya sosyalizm” isimlisinevizyon gösterildi. Sinevizyondan sonra tekrartartışma ortamı yaratıldı. Bu bölümde özelliklesosyalizmin aciliyetinden bahsedildi. Kar üzerine kurulukapitalist düzenin insanlığa aykırı bir düzen olduğunadeğinildi.

Kızıl Bayrak / Adana - Esenyurt – Küçükçekmece -Ankara - Ümraniye

Parti ve devrim haftası Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

“Ekim Devrimi ve parti” etkinlikleri

Ankara Üniversitesi DTCF ve CebeciKampüsü’nde Ekim Gençliği çalışmaları yaygın birşekilde devam ediyor. Bu kapsamda “Özgürlük,devrim ve sosyalizm için parti davasına omuz ver”üst başlıklı Ekim Gençliği imzalı bildiri ve ozalitlerokulun önemli noktalarına asıldı.

Bunun yanısıra “Deprem değil kapitalizmöldürür”,”Ekim Devrimi’nin 94., Yeni Ekimler’in

Partisi 13. yılında! Sosyalizm için parti sınıfdevrim”, “Ekim Devrimi 94 yıldır işçi sınıfı veezilenlere yol gösteriyor! Yeni Ekimlerin Partisi 13.mücadele yılında!”, “Kirli savaşa son - Kürt halkınaözgürlük! Yaşasın işçilerin birliği halklarınkardeşliği!” şiarlı afişler de yaygın bir şekildekullanıldı.

Ekim Gençliği / Ankara Üniversitesi

AÜ’de Ekim Gençliği faaliyeti

13 Kasım 2011 / Ankara

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Büyük bir mali kriz içerisinde bulunan Yunanistanve İtalya’da geçtiğimiz günlerde çarpıcı gelişmeleryaşandı. Yunanistan’da mevcut hükümet istifasınısunarken, yerini mali tekellerde üst düzey görev yapmışbir AB bürokratının yönetiminde bir kabine aldı. Hemensonra ise İtalya’da benzer gelişmeler görüldü. Arsız birsermaye baronu olan başbakan Berlusconu istifaederken onun koltuğuna da yine mali sermayeninkıdemli bir yöneticisi olan bir başka AB bürokratıoturdu. Böylelikle de her iki ülkede de seçim yoluylagelen hükümetler düşerken yerlerini seçme bürokratlaraldı. Zincirleme olarak yaşanan bu değişimin gidereksıradaki bir dizi AB üyesi ülkede de yaşanması genel birbeklenti durumunda.

Yunanistan ve İtalya’daki gelişmeler, işlerin olağanbiçimlerde yürütülemediğinin açık bir itirafıdır.Ekonomik ve mali kriz siyasi bir krizle birleşince,egemenler parlamento gibi göstermelik burjuva temsilmekanizmalarını da bir ayak bağı olarak gördüler.Bundan dolayı da her iki ülkede de idare, dolaysızbiçimde emperyalistlerin ve mali sermayeninmemurlarına bırakıldı. Tıpkı 2001 ekonomik ve malikrizinin ardından Türkiye’de idarenin DB memuruDerviş’in ellerine bırakılması gibi...

Şu durumda açıktır ki bu her iki ülkenin yönetiminedolaysız biçimde tekelci burjuvazi ve gerçekte deAlman ve Fransız emperyalizmi egemendir. Elbette buyeni bir durum değildir, fakat gelinen yerde bu güçlerinartık bu egemenliği saklamak için paravan kullanmayagerek duymadıkları görülmektedir. Son gelişmelerinkanıtladığı temel gerçeklerden birisi kuşkusuz ki budur.Öyle ki bu iki ülkedeki siyasal gelişmelerde, bu ikiemperyalist güç tayin edici bir rol oynamıştır. ABkurumları aracılığıyla bu ülkelerde uygulanmak üzereağır ekonomik ve sosyal yıkım programları dikteedilmiştir. Yürürlüğe sokulan programlar fayda etmediğiölçüde ise giderek daha ağırlarıyla değiştirilmiştir.Sonuçta yıkım programlarının uygulanması işçi sınıfı veemekçilerin mücadelesiyle zorlaştığı ölçüde, olağanüstüyönetim biçimleri de kaçınılmaz olmuştur.

Yunanistan’da mali kriz patlak verdikten sonrakurulan Papandreu hükümetinin akıbeti tam olarakböyle olmuştur. AB tarafından dikte edilen sayısızsosyal kesinti ve yıkım planını uyguladıktan sonrayıpranan bu hükümet, krizin daha da ağırlaşmasıüzerine gündeme getirilen daha kapsamlı ve acımasızyıkım programını uygulama gücü gösteremeyinceAB’nin emperyalist şefleri tarafından kaba ve onurkırıcı biçimde ipi çekilmiştir. İtalya’da ise yarattığıskandallarla yıpranmış ve İtalyan halkının nefretinikazanmış olan Berlusconi’nin varlığı da fırsataçevrilmiş ve ağrısız biçimde bir teknokratlar hükümetikurulmuştur.

Bu gelişmeler kuşkusuz ki bu ülkelerdekiemperyalist egemenliğin pekiştirilmesi demektir aynızamanda. Kapitalist kriz, emperyalist-kapitalist sistemiçerisindeki eşitsizlikleri büyütürken, öne çıkan büyükgüç merkezlerinin egemenliklerinin genişlemesi ve aynızamanda derinleşmesi anlamına gelmektedir.Yunanistan ve İtalya’da yaşanan da budur. Bu nedenlebu süreç, Alman ve Fransız emperyalizminin, asıl olarakda Alman emperyalizminin artan büyük gücüne veegemenliğine dolaysız bir kanıt olmuştur.

Diğer taraftan bu gelişmeler yıllardır bir “Uygarlıkve demokrasi projesi” olarak cilalanan AB’nin gerçekniteliğine de ışık tutmuştur. AB gerçekte bir emperyalist

egemenlik projesidir. Bugüne kadar sahip olunanekonomik avantajlar kullanılarak bu projenin üstü birölçüde örtülmüştür. Fakat kapitalist krizin derinleşmesi,mali spekülasyonlarla şişirilmiş kredi balonununpatlaması ve artan emperyalist rekabet bu avantajlarınsonunu getirdi. Bu ölçüde de zayıf halkalarındanbaşlayarak sistem çöküşe geçerken, faturanın da buülkelerin emekçilerine çıkarılması gündeme geldi. Buda haliyle sınıf mücadelelerini şiddetlendirirkenberaberinde siyasal bir krizi de ortaya çıkardı. Bu ölçüdeAB’nin üzerine geçirilmiş tüm cilalar dökülürken, bubirliğin gerisindeki tüm gerici öz tüm hatlarıyla açığaçıkmış oldu.

Kuşkusuz ki emperyalistlerin bu olağanüstü yönetimbiçimlerine başvurmalarının en önemli nedeni büyüyensınıf mücadelesidir. Mevcut hükümetler, emekçilereyönelik saldırı planlarını uygulayarak büyük biryıpranmışlık içerisindeydiler ve düzen partileriiçerisinde onların yerini dolduracak işlevsel biralternatifleri de yoktu. Zaten hangi burjuva hükümetiolursa olsun şu durumda uygulayacakları programları datektir. Bu programlar emperyalist şefler ve malitekellerin yöneticilerince hazırlanmış ağır yıkımprogramlarıdır. Bu haliyle de bu programlarıuygulama iradesi vegücü bugünküburjuva parlamentersistemininkoşullarında ortayaçıkarılamamaktadır.Bu durumda daemekçi düşmanıacımasız yıkımprogramlarını zamankaybetmedensakınmasız birbiçimdeuygulamak üzereolağanüstü

rejimler ortaya çıkmaktadır.

Bunun sonucu sınıf mücadelesini bastırmak üzereacımasız bir baskı ve zorbalık demektir. Kuşkusuz kibugünkü olağanüstü rejimler bu yolda atılmış adımlardırve sınıf mücadelesinin şiddetlenmesine bağlı olarakdaha koyu bir gericilik ve daha azgın polis rejimleriolarak yüzlerini göstereceklerdir.

Elbette gelişmeler bu iki ülkeyle sınırlı değildir vekalmayacaktır da. İki ülkede yaşananlar sistemölçeğinde bir genelliğe sahip. Dahası sadece AB ilesınırlı da değildir. Ekonomik kriz, derinleşen siyasi birkrizle birleşiyor, beraberinde de sınıf mücadelesisertleşiyor ve genelleşiyor. Egemenler de bu ölçüdeönlemlerini alıyor, olağünüstü rejimleri gündemegetiriyor, gericiliği ve saldırganlığı tırmandırıyorlar.Böylelikle de bugüne kadar paravan olarak kullanılanparlamenter biçimleri bir yana atarak faşist özleriniortaya seriyorlar.

Bu gelişmeler yaşadığımız çağın, “Bunalımlar,savaşlar ve devrimler çağı” olduğunu bir kez dahakanıtlıyor sadece. Kapitalist bunalım derinleşiyor,emperyalist-kapitalist rekabet keskinleşiyor,emperyalist-kapitalist sistem içerisinde hegemonyamücadeleleri büyüyor, gerici savaş ve saldırganlıkpolitikaları tırmanıyor, sınıf mücadelesi şiddetlenirken,faşist baskı, terör ve gericilik gemi azıya alıyor... İşte

çevre sadece bağımlı ülkelerde değil kapitalistmetropollerde de tüm bu olgular baş

döndürücü bir biçimde ortaya çıkıyor veher bakımdanolgunlaşıyor.

Bu koşullar dakuşkusuz ki devrim

ve devrimcipartileri tarih

sahnesineçağırıyor.Onların

varlığını zorunlu veacil bir ihtiyaç

haline getiriyor.

Kriz içinde debelenen İtalya’da AB’nin istediğidoğrultusunda hazırlanan “reform paketinin”Senato’dan sonra 12 Kasım günü TemsilcilerMeclisi’nde de onaylanmasının ardından BaşbakanBerlusconi istifasını sundu.

Oylama sonrasında Cumhurbaşkanlığı sarayıönünde toplanan yaklaşık 2 bin kişi saldırı paketininonaylanmasını ve krizin baş aktörü olarak gördükleriBerlusconi’yi protesto ettiler. Eylemciler Berlusconi’ye“Soytarı” ve “Mafyasın sen” şeklinde bağıraraktepkilerini dile getirdiler.

Saldırılar Monti’yle sürecek

Berlusconi’nin yerine, CumhurbaşkanıNapolitano’nun kısa süre önce hayat boyu senatör ilanettiği Mario Monti getirildi. 1994-2004 yılları arasındaAvrupa Birliği Komisyonu İç piyasalar, Gümrük veVergilendirme Komiserliği yapan Mario Monti, halenTrilateral Komisyon’da Avrupa’yı temsil ediyor.Trilateral Komisyon, ABD, Avrupa ve Asya

sermayesinin, küreselleşmeyi ve uluslararasıkapitalizmin çıkarlarını savunacak liderler yetiştiren birkurum.

Krizin faturasının “kemer sıkma” adı altındakapsamlı sosyal yıkım saldırısılarıyla emekçilerekesilmek istendiği ülkede, 2012’nin Şubat ayı için deerken seçim öngörüsünde bulunuluyor.

AB’nin talebi üzerine hazırlanan “ reform paketi”toplam 45 milyar Euro tutarında bütçe kesintisiöngörüyor.

Yerel ve bölgesel yönetimler için ayrılan bütçelerde2012’de 6 milyar euro, 2013’te 3.5 milyar euro kesintidüşünülüyor. Ayrıca emekliye ayrılan kamuemekçilerinin, emeklilik tazminatları da iki yılgecikmeyle ödenecek. Yine kadın kamu emekçilerinin2015’ten itibaren emeklilik yaşı 65’e çıkarılıyor.

Ayrıca pakette sendikaları işlevsizleştirecekmaddeler de var. İşten çıkarmalar için de kapitalistlerekolaylık sağlayacak düzenlemeler yer alıyor. Konut,ikinci ev, taşıt vb. için ödenen vergilerde de artış talepedilirken eğitim alanında da kısıntılara gidiliyor.

Dünya20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Avrupa’da siyasal gelişmeler ve sınıf mücadelesi

İtalya’da kriz derinleşiyor

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sotsıal-demokrat’ın 40. sayısında, yurt dışındakiParti gruplarımızın konferansının “Avrupa BirleşikDevletleri” sloganı sorununu, sorunun ekonomikyanının basında tartışılmasından sonra ertelemeyikararlaştırdığını haber verdik.

Konferansımızda bu sorun üzerindeki tartışma, tekyanlı siyasal bir niteliğe bürünmüştü. Belki de bu,kısmen, Merkez Komitesi Bildirisinin doğrudan busloganı siyasal bir slogan olarak formüle etmesi(“ivedi siyasal slogan...” deniyor orda) ve bunuyalnızca cumhuriyetçi bir Avrupa Birleşik Devletlerisloganı olarak ileri sürmekle kalmayıp, bu sloganın“Alman, Avusturya ve Rus monarşilerinin devrimlealaşağı edilmesi olmaksızın” anlamsız ve yanlışolduğu konusunu özellikle vurgulaması yüzündendi.

Sorunun böyle, bu özel sloganın siyasal birdeğerlendirilmesi terimleri içinde konulmasına -örneğin bunun sosyalist devrim sloganınıgölgeleyeceği ya da zayıflatacağı gerekçesinedayanarak- karşı çıkmak kesenkes yanlıştır. Gerçektendemokratik bir doğrultudaki siyasal değişmeler ve helede siyasal devrimler, hiç bir zaman ve hiç bir koşulaltında bir sosyalist devrim sloganını gölgeleyemez yada zayıflatamaz. Tersine sosyalist devrimi yakınlaştırır,tabanını genişletir, küçük-burjuvazinin yenikesimlerini ve yarı-proleter yığınları sosyalistsavaşıma çeker. Öte yandan, siyasal devrimler, tek biredim olarak değil de, en keskin sınıf savaşımının,içsavaşın, devrimlerin ve karşı-devrimlerin çalkantılısiyasal ve iktisadi altüst oluşları bir dönemi olarakdeğerlendirilmesi gereken sosyalist devrimin seyriiçinde kaçınılmazdır.

Ama, Rusya’nın başı çektiği, Avrupa’nın en gericiüç monarşisinin devrimle alaşağı edilmesine bağlıolarak konan cumhuriyetçi bir Avrupa BirleşikDevletleri sloganı, siyasal bir slogan olarak oldukçasağlam bir slogan olmakla birlikte, gene de bununekonomik anlam ve önemi şeklindeki son dereceönemli soru ortada durmaktadır. Emperyalizminekonomik koşulları -yani sermaye ihracı ve dünyanın“ileri” ve “uygar” sömürgeci güçler arasındapaylaşılmış olması- açısından, kapitalizm altında birBirleşik Avrupa Devletleri ya olanaksızdır ya dagericidir.

Sermaye, uluslararası ve tekelci hale gelmiştir.Dünya, bir avuç Büyük Güç, yani ulusların büyükyağmasında ve ezilmesinde başarılı olan güçlerarasında bölünmüştür. Avrupa’nın dört büyük gücü-İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya, 250.000.000’dan300.000.000’a değişen nüfusları ve 7.000.000kilometre karelik alanlarıyla- hemen hemen500.000.000’luk (494.500.000) bir nüfusa ve64.600.000 kilometrekarelik bir alana, yani yeryüzeyinin (kutup bölgelerini katmazsak 133.000.000kilometrekare) hemen hemen yarısına sahip olansömürgeleri ellerinde tutmaktadırlar. Buna, bir“kurtuluş” savaşı vermekte olan yağmacılar tarafından,yani Japonya, Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından şusırada parça parça edilmekte olan üç Asya devletini,Çin, Türkiye ve İran’ı ekleyin. Yarı-sömürge (gerçektebunlar şimdi onda-dokuz sömürgelerdir) denebilecekbu üç Asya ülkesinde 360.000.000 insan vardır vealanları 14.500.000 kilometrekaredir (hemen hemenbütün Avrupa’nın alanının bir-buçuk katı).

Ayrıca, İngiltere, Fransa ve Almanya 70.000milyon rubleye varan bir sermayeyi dışarıyatırmışlardır. Bu küçücük miktardan “meşru” bir kârı,yılda 3.000 milyon rubleyi aşan bir kârı güvenceyealma işlevi, ordularla ve donanmalarla donatılmış ve

“Bay Milyon”un oğulları ve biraderlerini sömürgelerdeve yarı-sömürgelerde genel vali, konsolos, elçi, hertürden resmi memur, papaz ve öteki asalaklar olarak“yerleştiren” hükümet adı verilmiş milyonerlerinulusal komiteleri tarafından yürütülür.

İşte yeryüzünün 1.000 milyon kadar insanının biravuç Büyük Güç tarafından soyulması, kapitalizmin enyüksek gelişme döneminde böyle örgütlenmiştir.Kapitalizm altında başka örgütlenme olanağı yoktur.Sömürgelere, “etki alanlarına”, sermaye ihracına sonvermek mi? Bunun olanaklı olduğunu düşünmek, herpazar zenginlere hıristiyanlığın yüce ilkelerinivaazeden ve onlara, yoksullara yılda birkaç bin milyondeğilse de, hiç olmazsa birkaç yüz ruble vermeleriniöğütleyen sıradan papazın düzeyine düşmek demektir.

Kapitalizm altındaki bir Avrupa Birleşik Devletleri,sömürgeleri paylaşma anlaşmasıyla birdir. Oysakapitalizm ortamında kuvvetten başka paylaşmatemeli, paylaşma ilkesi yoktur. Bir mülti milyoner,kapitalist bir ülkenin “ulusal gelirini”, “yatırılansermayeye orantılı olarak” paylaşmak dışında(fazladan bir primle birlikte, ki böylece en büyüksermaye, payı olandan fazlasını alır), başkasıylapaylaşamaz. Kapitalizm, üretim araçlarında özelmülkiyet ve üretimde anarşidir. Bu temele dayanan“adil” bir gelir bölüşümünü vaazetmekprudonculuktur, ahmakça darkafalılıktır. Bölüşüm“kuvvet oranının” dışında olamaz. Ve kuvvet,ekonomik gelişmenin ilerlemesiyle değişir. 1871’densonra Almanya, Fransa ve İngiltere’den üç ya da dörtkat daha hızlı güçlenmiş; Japonya ise, Rusya’danhemen hemen on kat daha hızlı güçlenmiştir. Kapitalistbir devletin gerçek gücünün sınanmasında savaştan

daha başka bir yol yoktur ve olamaz da. Savaş, özelmülkiyet ilkeleriyle çelişmez — tersine, bu ilkelerindoğrudan ve kaçınılmaz bir sonucudur. Kapitalizminkoşullarında tek tek girişimlerin, ya da tek tekdevletlerin eşit ekonomik büyümesi olanak dışıdır.Kapitalizm koşullarında dönemsel olarak bozulandengenin yeniden kurulmasında, sanayide bunalımdanve siyasette de savaştan başka bir araç yoktur.

Kuşkusuz, kapitalistler arasında ve güçler arasındageçici olarak anlaşmalar olabilir. Bu anlamda, Avrupakapitalistleri arasında bir anlaşma olarak, bir BirleşikAvrupa Devletleri olanağı vardır. ... ama ne için biranlaşma? Yalnızca Avrupa’daki sosyalizmi ortaklaşaezmek, sömürgelerin bugünkü bölüşülmesindehaklarının yendiğini düşünen ve son yarım yüzyılda,yaşlılıktan çürümeye başlayan geri ve monarşistAvrupa’dan çok daha büyük bir hızla güçlenenJaponya ve Amerika’ya karşı sömürge yağmasınıortaklaşa korumak amacıyla. Amerika BirleşikDevletleri’yle kıyaslandığında, Avrupa, tüm olarakekonomik durgunluğu simgeler. Bugünkü ekonomiktemel üzerinde, yani kapitalizm koşullarında, birAvrupa Birleşik Devletleri, Amerika’nın daha hızlıgelişmesini geciktirmek için gericiliğin örgütlenmesianlamını taşır. Demokrasi ve sosyalizm davası deninceyalnızca Avrupa’nın akla geldiği dönemler bir dahageri dönmemek üzere geçip gitmiştir.

(Yalnız Avrupa değil), bir Dünya BirleşikDevletleri, -komünizmin tam zaferi, demokratik devletde dahil olmak üzere, devletin toptan yokolmasınısağlayana dek- bizim sosyalizme bağladığımızulusların birliğinin ve özgürlüğünün devlet biçimidir.Ne var ki, ayrı bir slogan olarak bir Dünya BirleşikDevletleri sloganı pek doğru sayılmaz, birincisi,sosyalizmle içiçe geçtiğinden ötürü; ikincisi de, tek birülkede sosyalizmin zaferinin olanaksız olduğuanlamında yanlış yorumlara yolaçabileceği ve aynızamanda da, böyle bir ülkenin öteki ülkelerle ilişkileriaçısından da yanlış anlamalara neden olabileceğindenötürü doğru sayılamaz.

Eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme, kapitalizminmutlak yasasıdır. Böylece, sosyalizmin zaferi, öncebirkaç, ya da hatta yalnızca bir tek kapitalist ülkedeolanaklıdır. Bu ülkenin başarılı proletaryası,kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve kendi sosyalistüretimini örgütledikten sonra, öteki ülkelerin ezilensınıflarını kendi davasına çekerek, bu ülkelerdekapitalistlere karşı ayaklanmalara yolaçarak, vesömürücü sınıflara ve onların devletine, gerektiğindesilahlı kuvvetlere bile karşı koyarak, dünyanın gerikalanının, kapitalist dünyanın karşısına çıkacaktır.Proletaryanın, burjuvaziyi alaşağı ederek zaferekavuşacağı toplumun siyasal biçimi bir demokratikcumhuriyet olacaktır, ki bu, o ulusun ya da uluslarınproletaryasının, daha sosyalizme geçmemiş bulunandevletlere karşı savaşımında güçlerini giderek dahaçok merkezileştirecektir. Ezilen sınıfın, proletaryanındiktatörlüğü olmaksızın sınıfların ortadan kaldırılmasıolanaksızdır. Ulusların sosyalizmde özgürce birleşimi,sosyalist cumhuriyetlerin geri kalmış devletlere karşıazçok uzun ve kararlı bir savaşımı olmaksızın olanaklıdeğildir.

İşte bu nedenlerden ötürü ve RSDİP’nin yurtdışıbölümlerinin konferansında yinelenen tartışmalarındansonra ve konferanstan sonra, Merkez Organınyazıkurulu, Avrupa Birleşik Devletleri sloganınındoğru olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Ağustos, 1915 (“Marx-Engels-Marksizm”, Sol Yayınları)

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011 Teori

Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine V. İ. Lenin

Kapitalizm altındaki birAvrupa Birleşik Devletleri,

sömürgeleri paylaşmaanlaşmasıyla birdir. Oysa

kapitalizm ortamındakuvvetten başka paylaşma

temeli, paylaşma ilkesiyoktur.

““

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Frankfurt’ta kitlesel anti-kapitalist yürüyüş

“İşgal et” eylemleri çerçevesinde Almanya’nınFrankfurt şehrindeki Avrupa Merkez Bankası önündesüren eylemler, 12 Kasım günü merkezi olarak Frankfurtve Berlin’de gerçekleştirilen protestolarla daha güçlü birnoktaya taşındı.

Demokratik kitle örgütlerinden Attac, Occupy veNaturfreunde’nın “Bankalar Dolaplara” şiarıyladüzenlediği eyleme çok sayıda kitle örgütü ve sendikadestek verdi.

Frankfurt Kaisersack’ta başlayan eylemde, çadırlardakalan bir gösterici konuşma yaptı. Çadır eylemlerineherkesin destek vermesini isteyen eylemci deneyimleriniaktardı. Bu sistemin insanları hasta yaptığına değineneylemci, “Beraber çadırda kaldığımız bir arkadaşımızgünde 2-3 adet anti-depresyon ilacı alıyordu. Fakat bueylemlere katıldıktan sonra artık buna gerek duymuyor.Buradaki dayanışma en büyük ilaç” şeklinde konuştu.Başka bir dünyanın mümkün olduğunu söyleyerekkonuşmasını noktaladı.

Anarşist yazar Michael Wilk ise bir kapitalistin “Eğerinsanlar kapalı kapılar ardında yapılan konuşmalarıbilseler, yarın hemen devrim olur” sözlerini hatırlattı.Wilk’in sistemi sert bir dille eleştiren konuşması kitletarafından sürekli alkışlarla kesildi. Konuşmanın ardındanyürüyüş başladı.

Bankaların bulunduğu bölgeye geldikten sonrayürüyüş ikiye ayrıldı. Amaç bankaların bulunduğu bölgeyiinsan zinciri oluşturarak bloke etmekti. Miting alanınagelene kadar bankalar insan zinciriyle bloke edildi.

Miting alanında yapılan konuşmalar ise enternasyonalniteliği açısından oldukça anlamlıydı. Öncelikle Mısır’dankatılan bir eylemci yaşadıkları süreci anlattı. Halacezaevinde 150 bin kadar politik tutsağın olduğunuvurgulayan eylemci, Amerika’nın Ortadoğu’yudemokratikleştirme için başlattığı işgalin koca bir yalanolduğunu söyledi.

Ardından Yunanistanlı bir konuşmacı söz aldı.“Konuşmama Türkiyeli komünist bir şair olan NazımHikmet’ten alıntı yaparak başlamak istiyorum” diyenkonuşmacı, düzenlenen eylemlerden dolayı artıksınırlardan söz etmenin imkansız olduğunu ve bueylemlerin insanları bir bütün haline getirdiğini vurguladı.

İspanyalı bir konuşmacı ise insanların birleşerekeylemler yaptıklarında yenemeyecekleri hiçbir gücünolmadığını vurgulayarak ülkesindeki gelişmeleri aktardı.

Almanya’da tanınan bir kabaret olan Georg Schrammise konuşmasında üncel gelişmeleri ince bir alayla ele alıpeleştiriye konu etti.

IGMetall adına da bir konuşmanın yapıldığı eylem birrock müzik grubunun sahne almasının ardından soneerdi.

10 bin kişinin katıldığı eylemde büyük bir gençlikkitlesi vardı. Diğer bütün gösterilerde olduğu gibi,kapitalizm eleştirisi ve başka bir dünyanın mümkünolduğuna dair vurgular güçlüydü. Çok sayıda göstericiMarx’ın resimlerinin ve sözlerinin olduğu dövizler taşıdı.

Aynı gün Berlin’de de düzenlenen mitingle beraber,Almanya’da yaklaşık 18 bin kişi alanlara çıktı.

Kızıl Bayrak / Frankfurt

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011Dünya

İspanya’nın Katalonya Bölgesi’nde bulunanBarcelona kentinde sağlıkta “tasarruf” uygulamalarıprotesto edildi. Doktorlar sağlık sisteminde yapılankesintilere karşı iki günlük genel grev kararıalırken, Katalonya bölgesinde 16 binden fazlakamu çalışanının katıldığı gösteriler düzenlendi.

Yer olmadığı gerekçesiyle dört hastaneden geriçevrilen Maria del Carmen’in hayatını kaybetmesiüzerine öfke büyüdü. Maria del Carmen’in kızıNatalia, anevrizma geçiren annesinin tedavigörmeden 65 saatten fazla beklediğini söyleyereksistemi suçladı. Natalia, “Bu şimdiye kadar çalışan

ameliyathaneleri kapatanların suçu. Kesintiyegitmek için servisleri kapattılar, şimdi de bununacısını halk çekiyor” dedi.

İspanya’daki otonom eyaletler merkez Madridhükümetinden kriz gerekçesiyle kısıntıya gitmelerikonusunda baskı görürken, Katalonya’nın sağlıkbütçesinde yüzde 10’luk kesinti yapıldığı bildirildi.

Doktorlar da bu gidişle birçok hastaneninkapısına kilit vurulacağını belirtti.

Eylemlere, eğitim sezonu başladığından bu yanasekizinci kez gösteri düzenleyen orta öğretimöğretmenleri de katıldı.

Wall Street eylemcileri pes etmiyor

Wall Street’i İşgal Et” eylemcileri Zucotti Park’takurdukları kampa 15 Kasım sabahı gerçekleştirilenpolis saldırısının ardından eylem alanlarına geridönmeye başladılar.

Polis terörüne maruz kalan eylemcilerin geridönüşü, saldırıdan bir gün sonra açıklanan ve“eylemcilerin parka dönmeleri mümkün ancak parktakamp kurmaları yasaya aykırı” ifadelerine yer verilenmahkeme kararının ardından gerçekleşti.

Polis terörünü yargı terörü izledi

New York Yüksek Mahkemesi’nde görülenZucotti Parkı’nın boşaltılma kararı duruşmasındaeylemcilerin avukatları “kampın anayasa tarafındangaranti altına alınmış olan protesto hakkına uygunolarak gerçekleştiğini” belirttiler.

Ancak mahkeme heyeti, “parka yerleştirilen çadırve jeneratörler parkın sahiplerince tanımlanankullanım amacına uygun olmadığına” karar vererekavukatların talebini reddetti. Böylece mahkeme, NewYork Belediyesi ve polis işbirliğinde gerçekleştirilenparkı boşaltma kararını onaylamış oldu.

Kararın ardından Zucotti Parkı çevresindekurulmuş polis barikatları kaldırıldı ve eylemcilerintek sıra halinde parka girmelerine izin verildi.

Parka yeniden akın eden eylemcilerden biri,“Mahkeme kararı ne olursa olsun eylemlere devam

etmekte kararlıyız” açıklamasında bulundu.

Şafak operasyonu yapılmıştı

New York Belediye Başkanı Michael Bloombergtarafından “güvenlik ve kamu düzenini tehdit etme”bahanesiyle polis tarafından boşaltılan Zucotti Park,dünya geneline yayılan eylemlerin merkezikonumundaydı. Polis tarafından gerçekleştirilenşafak operasyonu sonucu 200’den fazla göstericigözaltına alınmıştı.

Boşaltılan parkı görevliler tarafındantemizlenirken, protestocuların eşyaları polis vetemizlik görevlileri tarafından çöpe atılmıştı.

Saldırılar birbirini izledi

Eylül ayında başlayan ve giderek dünya çapınayayılan eylemler son zamanlarda sistematik birbiçimde devlet terörünün hedefi oldu.

Oakland, Denver, Colorado, Salt Lake City veUtah’daki eylem alanları geçtiğimiz günlerde polistarafından boşaltılmıştı.

California’daki Berkeley Üniversitesikampüsünde öğrenciler tarafından kurulmayaçalışılan kampa da çevik kuvvet polisleri engelolmuşlardı. Yaşanan çatışmada 40 öğrenci gözaltınaalınmıştı.

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011 Dünya

Novartis’te işçi kıyımına tepki

Yemen’de göstericilere top ateşi

Uluslararası ilaç tekeli Novartis’in İsviçre’de birfabrikayı kapatmak istemesi eylemlerle karşılandı.

Novartis İsviçre’de Basel ve Niyon’daki (KantonVodusin) iki fabrikada üretim gerçekleştirirken ikibinin üzerinde işçi çalıştırıyor. İsviçre’nin en köklüfabrikalarından biri olan Novartis, her sene kar ettiğiniaçıklayan bir firma. Her yıl bir öncekine göre karınıkatlayarak büyüten Novartis’in 2010 yılı net karı 10milyar dolarken, 2011 yılının ilk 9 ayını 8 milyar netkarla kapattı. Bu tekelin genel müdürüne yıllık 20 ile40 milyon FR arasında ücret ödeniyor.

Rakamlar böyle olmasına rağmen, “yenidenyapılanma” adı altında 2020 yılına kadar 20 milyon FRtassarruf sağlamak için Niyon’daki fabrikayı kapatmakistiyorlar. Bu fabrikada çalışan 600 işçinin tamamınıve İsviçre çapında bin yüz işçiyi kapı dışarı etmek

istiyorlar. Niyon’daki bu fabrika için yan ve ek üretimgerçekleştiren 2500 kişinin çalıştığı küçük sanayibölümlerindeki işçilerin de iş güvenceleri tehlikeyedüşmüş bulunuyor.

Bu durumu kabul etmeyen Novartis işçileri vesendika, çeşitli eylem ve etkinliklerle seslerinikamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar. İlk eylemlerini ikihafta önce Basel’de gerçekleştiren Novartis işçileri, 12Kasım günü de Niyon’daydılar. Eyleme 2500 kişikatılım sağladı.

Ayrıca işçiler ve sendikanın arkasında KantonVodusin’in tümünde önemli bir kamuoyu desteği var.Geniş bir kamuoyu, Novartis’in bu girişimini meşrubulmadığını ve fabrikanın kapanmasını gerektirenhiçbir neden olmadığını belirtiyor.

Kızıl Bayrak / Lozan

Dünyada her gün binlerce insan ilaç bulamadığıiçin yaşamını yitirken, ilaç tekelleri patent hakkınıelinde bulundurduğu ilaçları fahiş fiyatlara satıyor.Bunun yanısıra insan sağlığı için çalıştığını iddiaeden bu firmalar, kobay olarak kulandığı binlerceinsanın ölümüne yol açıyor.

Bütün ilaç geliştiricisi tekeller, insan sağlığına negibi etkilerinin olduğu henüz kesinlik kazanmamışilaçları insanlar üzerinde de deniyorlar. Bunuyaparken de özellikle Afrika ülkelerini tercihediyorlar. Yoksulluk ve sefaleti kullanarak insanlarıbuna razı edebiliyorlar.

ABD’deki birçok ilaç şirketinin yasalardankaçınmak ve araştırma maliyetini düşürmek içininsanlarla yapılan deneyleri fakir ülkelere taşıdığı vebunlar arasında bulunan Türkiye’nin 6’ncı sırada yeraldığı Independent gazetesi tarafından gündemetaşındı.

İlaç şirketleri, Amerika’da yapılan araştırmalar

sonucunda ürettikleri ilacın yararlı olduğuna dairherhangi bir onay alamazlarsa, araştırmalarınıTürkiye, Hindistan, Fas, Romanya, Çin gibiülkelerde yapılan klinik deneylerle yürütüyorlar.Çünkü burada denekler hem daha ucuz hem de hakarama bilinci gelişmemiş. Böylece tehlike olasılığıyüksek ilaçlar bile rahatlıkla test ediliyor, olumsuzsonuçlar alınması halinde daha az sorun yaşanıyor.

Habere göre, Türkiye’de Ocak 2007-Aralık 2010tarihleri arasında yapılan deneylerde kobay olanbinlerce kişiden 893’ü hayatını kaybetti. Ölüm sayısıHindistan’da 1700’ü aşarken, Meksika’da da 1500’eyakın kobayın öldüğü belirtildi.

ABD’deki sıkı denetimler nedeniyle deneylerinive insanlar üzerindeki klinik testlerini söz konusuülkelere kaydıran batılı ilaç tekelleri şöyle: Pfizer,Bristol Myers, PPD, Squibb, Amgen, Bayer, EliLilly, Quintiles, Merck, KGaA, Sanofi-Aventis,Wyeth

Yemen’de 11 Kasım günü gerçekleştirilen rejim karşıtı gösterilerde yine kan döküldü. Devlet Başkanı Abdullah Salih’e bağlı güçlerin top ateşi açması sonucu en az beş sivil ölürken, onlarca

kişinin de yaralandığı belirtildi. Taez’in merkezinde onbinlerce kişinin gösteri yaptığı sırada top ateşi açan birliklerin, Salih’in oğlu

Ahmed’in komuta ettiği Cumhuriyet Muhafızları olduğu bilgisi verildi. Bununla beraber, Özgürlük Meydanı’ndagece yarısından itibaren operasyonlara başlandı. Eylemlerin odak noktaları El Ravda ve Zeyd- el Muşkimahalleleri top atışlarının hedefi oldu.

Onbinlerce öğrenciyürüdü

Kolombiya’da on binlerce öğrenci hükümetineğitimi özelleştirme planlarını protesto etti.

10 Kasım günü 12 ayrı noktadan yürüyüşlergerçekleştiren öğrenciler başkent Bogota’nınmerkezinde birleştiler. Öğrenciler Bogota dışındada birçok kentte alanlara çıktılar.

Devlet Başkanı Juan Manuel Santos’unöğrencilerin eylemlerine son vererek sınıflaradönmeleri karşılığında mevcut önerileri geriçekeceği açıklamalarına rağmen öğrenciler geriadım atmadı.

Kolombiya hükümeti saldırılarını “devletüniversitelerinin ihtiyaç duyduğu fonları sağlama”yalanıyla hayata geçirmeye çalışırken, öğrencilerbunun halkın büyük çoğunluğu için eğitimin paralıhale gelmesi anlamına geldiğini söyleyerek reformplanlarına karşı çıkıyor.

Geçen ay yapılan eylemlerde polis öğrencileregöz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla saldırmıştı. Calişehrinde ise 19 yaşında bir öğrenci hayatınıkaybetmişti.

FARC yeni lideriniseçti

Kolimbiya’da faaliyet gösteren Kolombiya SilahlıDevrimci Güçleri (FARC) yeni liderini seçti. 52yaşındaki Timoleon Jimenez’in, 4 Kasım’da askerioperasyon sırasında öldürülen Alfonso Cano’nunyerini aldığı belirtildi.

Halk arasında takma adı ‘’Timochenko’’ iletanınan Jimenez, 1990’lardan bu yana örgütün yedikişilik yönetici kadrosunda bulunuyor. ABDhükümeti, Jimenez’in yakalanmasına yardımcıolanlara 5 milyon dolar ödül koydu.

FARC, 1964’te Manuel Marulanda tarafındanKolombiya Komünist Partisi’nin askeri kanadıolarak kurulmuştu. Marulanda’nın ölümününardından 2008’te liderliği devralan Cano, yaklaşık 8bin üyesi bulunan FARC’ı yeniden örgütlemişti.

Çin’de madencikatliamı

9 Kasım günü Çin’in güneybatısındaki Yunnaneyaletinin Şizong kentinde bir madende meydanagelen grizu patlamasında 19 işçi hayatını kaybetti,24 işçi ise mahsur kaldı.

Yetkililer göçük altında kalan 24 işçiyi kurtarmaçalışmaları sürdürülürken madende gaz kaçağınınolduğunu belirtti.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Röportaj24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

- Kürecik’te kurulacak füze kalkanı sistemine karşıçıkma nedenlerinizi anlatır mısınız?

Füze kalkanı sisteminin Kürecik’te kurulmasındanziyade, “Niye böyle bir sisteme gerek duyuldu? Türkiyeneden bu sistemin kurulması için seçildi? NedenKürecik seçildi?” sorularının cevaplarını aramalıyız.

Kürecik’te daha önce bir radar sistemi vardı.Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ‘90’lı yıllardakaldırıldı. Şimdi aynı yere tekrar kuruluyor. Bu kararlaralınırken tamamen kamuoyundan gizlendi. Bölgehalkıyla, bölgedeki örgütlü kurumlarla ne bu bilgipaylaşıldı ne de bunun gerekçeleri anlatıldı. BasındaABD Büyükelçiliği ve Dışişleri Müşteşarlığı tarafındanimzalanan bir protokolle sistemin Kürecik’e kurulacağıduyuruldu.

Biz yöre derneğiyiz ve orada yaşıyoruz. Bu kararkesinleşince, doğrudan bizi ilgilendirdiği için konuyuaraştırdık. Bu sistem NATO şemsiyesi altında “savunmaamaçlı” olduğu söylenerek kuruluyor. Ama biz biliyoruzki, bu tamamen Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarınıkorumaya yönelik. ABD’nin işbirlikçisi olan İsrail’in degüvenliğini sağlayacak. Sonuç itibariyle savaşa hizmetedecek bir sistem. Dolayısıyla hem Kürecikliolduğumuz hem de insani sorumluluğumuzun bilincindeolduğumuz için buna kesinlikle karşı çıkılmasınoktasında hemfikir olduk ve bu konuda bir çalışmabaşlattık.

“Karşı çıkmamızın siyasi, ekonomik, sosyal boyutları var”

Karşı çıkmamızın iki boyutu var. Birincisi siyasiboyutu, ikincisi ise ekonomik-sosyal boyutu.

Bizim için öncelikle siyasi boyutu geliyor. Hiçbirşekilde tarafı olmadığımız bir savaşın tarafı halinegeleceğiz. Orada konuşlandırılacak bir sistem, obölgenin hedef haline gelmesi anlamına geliyor. Buemperyalist savaşlara hizmet eden bir sistem. YaniAmerika’nın bölgedeki çıkarlarını ve İsrail’i koruyacakve biz de hedef haline gelceğiz. Bu konuda İran’ın“Füze kalkanı İsrail’i koruma amaçlı ve bize yönelik”şeklinde açıklamaları var. Dolayısıyla, “Bizi hedefalacak bir sistem bizim de hedefimizdir” diyor.

Sen hangi amaçla, kimin çıkarlarını korumak içinTürkiye’yi hedef haline getiriyorsun? Kürecik’i geçtik.Biz bölge halkı olarak bunu Kürecik’in sorunu olarakgörmüyoruz. Türkiye’nin ve dünyanın hiçbir yerinde busavaş sisteminin kurulmasını istemiyoruz. Biz savaşakarşıyız. Bunun amacı insan öldürmektir. Dolayısıylainsan öldürecek bir sistemin dünyanın hiçbir yerindekurulmasını istemiyoruz. Bunun için uzman olmaya,akademik araştırmalar yapmaya da gerek yok. Busavaşa hizmet edecek. Burası bir yardım merkeziolmayacak, istihdam sağlayacak bir iş merkezi de.NATO’nun, Amerika’nın ve işbirlikçilerinin çıkarlarınıkoruyacak bir sistem.

Diğer yanı ekonomik-sosyal boyutu. Buradayaşadığımız deneyimler var. Daha önce burada 1960’lıyıllarda Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan bir radarsistemi vardı. Onun yaydığı radyasyon ve radyoaktifmaddeler sonucu bölgede gözle görülen zararlar oluştu.Mesela kanser vakaları çoğaldı. Yüzde 65 dolaylarındakanser vakası var. Bölgede üç insandan biri ya kanserhastası ya da kanserden ölmüş. Bölgeye özgü bazıbitkilerin meyveleri yok oldu. Örneğin bu bölgedeyetişen bal armudu yok olmakla yüz yüze kaldı. Bunlar

o zamanın teknolojisiyle kurulan sistemin yarattığısonuçlar. Bugün kurulacak sistem -akademik çevrelerinbasından takip ettiğimiz demeçlerine göre- çok dahagelişmiş, ileri bir teknolojiye sahip olacak. Bu 4 binmetre mesafedeki futbol topunun üzerindeki çizgileridahi tespit edebilecek bir sistem. Bir düşünün böyle birenerji ile çalışan sistemin yayacağı kimyasalları...Bunun yaratacağı zararlar daha büyük olacaktır. Bir ceptelefonunun dahi yaydığı radyosyonun zararlarınıbiliyoruz ki, burada devasa bir radar sistemindenbahsediyoruz.

Düşünün ki, burada erken uyarı radar sistemikuruluyor. Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesindeABD’ye, İsrail’e ya da bunların işbirlikçilerine yönelikataşlenecek bir füze orada uyarılacak, sonraRomanya’da kurulu olan füze rampaları ile etkisiz halegetirilecek. Bu konuda Radikal gazetesinde de bir yazıçıkmıştı. Radar sistemine yönelik bir saldırıyı uzunmenzilli füzelerin en erken nerede karşılayacağına dairbir araştırma yapılmış. En erken Yozgat ve civarındakarşılayabiliyor. Başbakana bu soruldu. Gerekirseburayı koruyacak sistemin yapılacağını belirtti. Bunedir? Burada açık bırakılan bir yan var. Bu, yapılanlarradar sistemiyle sınırlı kalmayacak demektir. İleride oradar sistemini koruyacak, oranın güvenliğinisağlayacak “avcı füzeleri” dedikleri füzeler dekonuşlandırılacak. Dolayısıyla bu sisteme bölgeninhalkının karşı çıkmakta haklı olduğu ikinci bir noktadaha çıkıyor: “Radar sistemi kuruldu, buranıngüvenliğini sağlamak için avcı füzeleri de kurulacak.Burası güvenlik bölgesi olacak, hadi kendinize bir yurtarayın”

- Sistemin Kürecik’te kurulacağınınaçıklanmasının ardından halk hızla örgütlendi. Füzekalkanı karşıtı mücadelenin gündeme yerleşmesindede etkili oldu. Eylemlerde dikkat çeken bir nokta dadevrimci önderlerin fotoğraflarının pankart olaraktaşınması. Malatya’nın ve bölgenin mücadelegeçmişinden bahseder misiniz?

Burası ağırlıklı olarak Kürt-Alevi, sol-sosyalistgelenekten gelen bir bölge. Devrimci geleneği, direnişçigeleneği olan bir bölge. Bu sorumluluğun bilincindeolan da bir bölge. Biz, geri adım atılana kadarmücadelemizden geri adım atmayacağız. Örgütlümücadelenin güçlü olduğu ölçüde ses getireceğibilinciyle, bu sistemi kuranlara geri adım attırmahedefiyle hareket ediyoruz.

- Eylem takvimi hakkında bilgi verir misiniz?Derneğimiz öncülüğünde diğer bölge dernekleriyle

beraber, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütlerive demokratik kitle örgütleri ile neler yapabileceğimizi

tartıştık. Yöre dernekleri ve Malatya bölgesinde faaliyetgösteren kurum ve kuruluşlarla toplantılarımız oldu. Bukapsamda en geniş katılımlı mitingimizi Kürecik’tegerçekleştirdik. 2 Ekim günü yaklaşık 10 bin kişiyleradar sisteminin kurulacağı yere kadar 3 km ‘lik biryürüyüş gerçekleştirdik. Onun öncesinde Taksim’deyaklaşık bin kişiyle bir basın açıklaması gerçekleştirdik.Adana, Antalya, Malatya merkez, İzmir ve İstanbul’dabasın açıklamaları ve protesto gösterileri de yapıldı.

Bizim bu konuyla ilgili İstanbul’daki platformumuz19 Kasım’da Malatya’da gerçekleştirilecek miting içinneler yapılacağını tartışıyor. Bölgede bulunan kurumlar19 Kasım’daki mitinge hazırlanıyor.

“Mücadelemizi ülke geneline yaymak istiyoruz”

Bunu daha geniş kitlelere mal etmek içinçalışmalarımız olacak. Yöre dernekleri ve kurumlarınındışındaki savaş karşıtı örgütler, sendikalar ve bu konudaduyarlı kesimlere çağrılarımız olacak. Bu Türkiyesorunu. Dolayısıyla, “Savaşa karşıyım ve barıştanyanayım” diyen tüm kesimlerin de “Kürecik’tekuruluyor bize ne!” dememeleri lazım. Bu konudaKürecik halkıyla birlikte olmaları ve onlara destekvermeleri için çağrılarımız oldu, olacak. Tüm örgütlükesimlere çağrı yapmayı düşünüyoruz. Gerekirse bizzatgideceğiz. Meslek örgütlerine, sendikalara, siyasipartilere, aydınlara, yazarlara, sanatçılara...

Kürecik’te sistemin yapılacağı tepenin hemengirişinde direniş çadırı kurulu. Kürecik 24 köydenoluşan bir belde. Arkadaşlar tüm köylülerin katılımıyladireniş çadırında gece gündüz nöbetleşerek kalıyorlar.

Yerelde kurduğumuz bir komite var. Kürecik’te tümköylerin katıldığı bir dernek şubemiz var. Malatya’dakisendikaların, siyasi partilerin, sivil toplumkuruluşlarının kurduğu bir komite de var. İstanbul’da birkomitemiz var. Bütün bu komiteleri Türkiye genelinemaledip tek bir yürütme altında toplamayı ve diğerkurumları da buna katarak onlarla birlikte hareketetmeyi düşünüyoruz.

- Sesinizi yeterince duyurabiliyor musunuz?Görsel ve yazılı medya bu sesin dünyanın her

tarafına duyurulması için çok önemli. Fakat biz sisteme,düzene muhalif olan kesimin sesini düzenden beslenenbir medyanın duyurmasını beklemedik. Ama dünyanınbirçok yerine sesimizi duyurduğumuzun da farkındayız.Birçok ülkeden bize destek mesajları geliyor.Kürecikliler Derneği öncülüğünde Avrupa’da örgütlenenbir platform var şu anda. Bir parlamenterin bunu AvrupaParlamentosu’na taşıyacağına dair bilgimiz var. Bizdüzen medyasından fazla bir şey beklemiyorduk. Amailk başlarda sesimizi kısık da olsa duyurdular. Sonrauyarılar aldılar ki bu konuda geri adım attılar. Çokönemli değil. Bizim için önemli olan halkın gücü.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?Bizim sesimizi duyurmaya çalışan sizin gibi

kurumlara teşükkür ediyoruz. Kürecik halkının bunu tekbaşına sonuca götüremeyeceğinin bilincindeyiz. Amabizim etrafımızda biraraya gelecek örgütlü güçönemlidir. Bu potansiyel de var. Önemli olan bunuörgütleyebilmek. 19 Kasım’da herkesi Malatya’yabekliyoruz.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kürecikliler Kültür ve Dayanışma Derneği MYK Üyesi İbrahim Duman’la füze kalkanı projesive mücadele üzerine:

“Mücadelemizden geri adım atmayacağız!”

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011..

Dev Sağlık-İş’in “İnsanca yaşayacak bir asgariücret” kampanyası 16 Kasım günü 14 şehirdegerçekleştirilen eylemlerle başladı.

İstanbul Dev Sağlık-İş İstanbul Avrupa Yakası’nda

Taksim Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, İstanbulAnadolu Yakası’nda Koşuyolu Kalp ve DamarHastalıkları Hastanesi, Süreyyapaşa GöğüsHastanesi, Fatih Sultan Mehmet Hastanesi’ndeeylemler gerçekleştirdi. Taksim Eğitim veAraştırma Hastanesi Başhekimlik önünde yapılaneylemde konuşan Dev Sağlık-İş Genel BaşkanıArzu Çerkezoğlu, KHK’ler ile işçilerin sözleşmelistatüye geçirilmesinin önünün açıldığını söyledi.

Depremin ardından Van’daki taşeron sağlıkişçilerinin maaşlarının 200 lira düşürüldüğübilgisini veren Çerkezoğlu, işçilerden gizli birşekilde kapalı kapılar arkasında yapılan asgari ücretbelirleme görüşmelerine taşeron işçilerin müdahilolması gerektiğini ifade etti. Hükümet masayaçağırmasa da bu sürece sokaktan müdahilolacaklarını söyledi.

Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Personel

Yemekhanesi önünde yapılan eyleme SES AnkaraŞube Başkanı İbrahim Kara da destek verdi.Taşınan dövizlerle doğalgaz ve elektrik zamlarınadikkat çekildi.

Dev Sağlık-İş İşyeri Temsilcisi Ayşegül Birertarafından yapılan açıklamada, Asgari Ücret TespitKomisyonu’nun askeri ücret belirleme şeklieleştirildi. Birer asgari ücretin herkesiilgilendirdiğini vurguladı.

SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara iseKHK’leri eleştirdi. Başbakan’ın “Taşeron işçiler azücretle çalışıyorlar” sözlerini hatırlatarak “Asgariücreti belirlerken niye aynı şeyi düşün

müyorsunuz?” diye sordu.

Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı

Hastanesi’nin Poliklinikleri önünde yapılan eylemiSES Adana Şubesi ve Dev Sağlık-İş ÇukurovaŞubesi gerçekleştirdi.

Açıklamayı okuyan Dev Sağlık-İş ÇukurovaŞubesi Başkanı Mustafa Hotlar, emeklerininkarşılığı olan ücretin devletin kendi kurumlarınınaçıkladığı açlık sınırının altında olduğunu söyledi.

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde yapılan

eylemde, açıklamayı Dev Sağlık-İş DiyarbakırŞube Başkanı Vedat Kaya gerçekleştirdi.

Kaya şunları söyledi: “Ailelerimizle birlikteyaklaşık 40 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren,aslında tüm çalışanların ücretleri açısından temelkriter oluşturan asgari ücret insanca yaşayabilecekbir ücret olmalıdır.” Taşeron çalıştırmanınyasaklanmasını ve tüm güvencesiz çalıştırmabiçimlerine son verilmesini istedi.

Dersim Tunceli Devlet Hastanesi Poliklinikler önünde

yapılan açıklamada AKP’nin işçi ve emekçileriaçlık sınırının altında belirlediği asgari ücretleyaşamaya mahkum ettiği söylendi.

Samsun’da Gazi Devlet Hastanesi, Bursa’daUludağ Üniversitesi Hastanesi, Kocaeli’ndeKocaeli Üniversitesi Hastanesi, Diyarbakır’daDicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,Çanakkale’de Çanakkale Devlet Hastanesi,Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Hastanesi,Ağrı’da Devlet Hastanesi, Ağrı Patnos ilçesindeDevlet Hastanesi, Hakkari Yüksekova ilçesindeDevlet Hastanesi, Mardin Kızıltepe ilçesindeDevlet Hastanesi önünde eylemler yapıldı.

Tüm Bel-Sen’den İBB’detoplu sözleşme

Tüm Bel-Sen İzmir 1 Nolu Şube, İzmir BüyükşehirBelediyesi (İBB) ile 3500 kamu emekçisini ilgilendiren topluiş sözleşmesini imzaladı.

TİS’in kamu emekçilerinin güvencesi olduğunu ifadeeden Tüm Bel-Sen İzmir 1 Nolu Şube Başkanı Yaşar Gül,“Yaptığımız toplu iş sözleşmesinin her ne kadarüyelerimizin beklentisinin altında bir toplu iş sözleşmesiolduğunu bilsek de, AKP hükümetinin verdiği rakamlarınüstünde ve üyelerimize nefes aldıracak bir kazanımolduğunu görmemiz gerekir” dedi.

Tüm Bel-Sen’in 500’e yakın belediyede toplu işsözleşmesi imzalayarak Türkiye’ye örnek olduğunu belirtenGül, İBB ile imzaladıkları TİS’e ilişkin ayrıntılara da değindi.Gül, tüm çalışanların ulaşım hakkını elde ettiklerini ve artıkyemek kartı yerine nakdi olarak yemek yardımı alacaklarınıvurguladı. Belediyede çalışan sözleşmeli memurların dahaönce yemek yardımından faydalanamadıklarını ama TİS’lebu hakkı elde ettiklerini söyledi.

3 aydan bu yana Büyükşehir Belediyesi ile Tüm Bel-Senarasında sürdürülen görüşmeler neticesinde emekçiler,halen almakta oldukları 100 TL aylık iyileştirme zammınailaveten 150 TL ek ödeme alacaklar. Yanısıra “yemek kartı”şeklinde verilen yemek yardımları, yapılan sözleşme gereğinakdi olarak ödenecek. Buna göre, belediyede çalışankamu emekçilerine 300 TL, zabıta memurlarına 350 TL,itfaiye memurlarına ise 400 TL yemek yardımı yapılacak.Kurum tarafından, ESHOT Genel Müdürlüğü’ne ödenecekservis ücreti karşılığında tüm çalışanlar, ücretsiz işe gidiş-gelişi sağlayan seyahat imkanına kavuşacak. Ulaşımdaatılacak bu adım, ilçe belediyesinde çalışan emekçilere deörnek teşkil edecek ve ilçe belediyelerinde sözleşmelerekatılacak ek protokolle ESHOT’a ödenecek servis ücretikarşılığında ulaşım hakkı bu belediyelerde çalışan kamuemekçilerine de tanınabilecek.

“Hak verilmez alınır şiarıyla hareket ettik “

Tüm Bel-Sen 1 Nolu Şube Eğitim-Basın Yayın Sekreteri

Bilal Altıner ise TİS’i şöyle değerlendirdi: “İBB ile imzaladığımız bu 2. TİS 30 aylığına yapıldı. Her

yıl ek madde ile düzenlemeye gidilecek. Yeni bir sözleşmeyapılmayacak. Sözleşme üzerine düzenlemeye gidilecek.TİS Eshot, İzsu, İBB’de çalışan 3500 memuru kapsıyor.Geçen yıl imzaladığımız TİS bizim için ilk adımı teşkilediyordu. Bu yıl yapılan sözleşme ile artık belediyeçalışanları biraz daha rahat nefes alacaklar.

Yaptığımız basın açıklaması sonucunda görüşmelerimizsonuç verdi. İlk teklifinde belediye ulaşım hakkını daelimizden almak istiyordu. Oysa şimdi tüm çalışanlar,sözleşmeliler de içinde olmak üzere serbest dolaşımkartıyla ulaşım imkanına kavuştu ve bu teminat altınaalındı. Sözleşmeli personel daha önce yemek yardımıalamıyordu, şimdiki sözleşmeyle alacaklar. Tümçalışanların almış oldukları 100 TL iyileştirme zammı 250TL oldu.

Her zaman olduğu gibi hak verilmez alınır şiarıylahareket ettik ve sonuçta kazanan biz kamu emekçileriolduk. Mücadelemiz neticesinde bizi dikkate almakistemeyen İBB bürokratları haklı taleplerimizi kabul etmekzorunda kaldılar. Bundan böyle de emek ve demokrasimücadelesinde kararlılığımızı yılmadan sürdüreceğiz. TümBel-Sen Sendikası ülkemizde ilk TİS’i imzalamış sendikadır.Ve görüyoruz ki, o yılarda atılan adımlar bugün İzmir’deyeşeriyor. Emekçiler, İzmir’de demokrasi ormanınıntohumlarını ekiyor. Öte yandan görüşmelerde kimi zamananlaşmazlıklar çıksa da, dik durmayı ve eğilmediğimizigösterdik. Bunun neticesinde işveren, emekçilerin haklıtaleplerini görmezden gelmedi ve nihayet karşılıklı iyi niyetçerçevesinde bu sözleşmeyi imzaladık.”

Kızıl Bayrak / İzmir

Koltuk pazarlıklarının damga vurduğu Harb-İş 14. Olağan Genel Kurulu’nda yapılan seçimlerdeAnkara Şube eski başkanı Bayram Bozal’ın “Sağ Oluşum” listesi kazandı.

Gerilimli geçen genel kurulda Mevcut Genel Başkan Ahmet Kalfa aday olmazken, seçimlerde,Eskişehir Şube Başkanı Hasan Atak’ın listesiyle, Bayram Bozal’ın başkan adaylığındaki “Sağ oluşum”listesi yarıştı.

Genel kurulun delege konuşmaları bölümünde ise iki listenin birbirine ve sendika yönetimine yöneliksuçlamaları gerginliğe yol açtı. Genel kurulda konuşan İstanbul Anadolu Yakası Şube Başkanı HüseyinÖver, Ankara’da yaşanan mahkeme ve şube kapatma sürecini eleştirdi.

Ayrımcılığın işçilerin birliğine zarar verdiğini belirten Över, “Buraya hırslarla değil, sendikacılıkyapmak için aday olmak lazım. Kurtuluşumuz seçimimizi misyonlara, siyasi partiye, memlekete göredeğil, işverenin karşısında dik duruşuna göre yaparsak mümkün olacak” diye konuştu.

Harb-İş’te 'Sağ Oluşum' kazandı

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Gündemdeki grevsiz sendika tasarısı üzerineKESK’e bağlı sendika yöneticileriyle konuştuk.Yasanın kapsamı hakkında bilgi veren yöneticiler,KESK yönetiminin sonuç alıcı bir eylem takviminihayata geçirmediğini dile getirdiler.

- 4688’de yapılacak değişikliklerin kapsamıhakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Tüm Bel-Senİzmir 2 Nolu ŞubeBaşkanı AygünÖğrendi: Anayasanın90. maddesine göreuluslararasıanlaşmalar kanunlarınüstünde. DolayısıylaİLO anlaşmasınadayanarak fiili olaraksözleşme yapıyorduk.

Üstelikte AİHM’den bu konuyla ilgili açtığımız davayıkazanmıştık. Şimdi yeni yasa tasarısıyla bu hakkımızelimizden alınıyor. İşveren isterse sözleşme yapıyoristemezse yapmıyor. Bu konuda mahkemeye davaaçma hakkımız elimizden alınıyor. Ama asıl olarakgrev yapma hakkımız elimizden alınıyor. Grev hakkıolmayan bir sendikanın elinde silah yok demektir.

Eğitim Sen İzmir 1 Nolu Şube Sekreteri KamilDoğan: Bu yasanın içeriğindeki en önemli madde grevhakkının olmamasıdır. Birçok iş kolunda örgütlülüğüyasaklıyor. Yandaş sendikaların görüşmeci olmasınınönünü açıyor, grev yerine hakem kurulunu getiriyor.Hakem kurulunun çoğunluğunu hükümetin seçtiğitemsilciler oluşturuyor. Kazanılıp fiilen kullanılanhakları yasaklıyor, ortadan kaldırıyor. Genel anlamdaanti-demokratik, ihtiyacı gözetmeyen sahte bir toplusözleşme yasasıdır.

BTS İzmir Şube Başkanı Bülent Çuhadar: 4688sayılı yasada yapılan değişiklikler meclis genelkuruluna getirilecek.

Eğer taslak mevcut haliyle yasalaşırsa, eski haliniaratacağa benziyor. Toplu sözleşmede imza atmayayetkili konfederasyon, Kamu Görevlileri HakemKurulu’na itiraz yetkisinin hangi taraflarda olacağı veKamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun yapısının nasılolacağı, konfederasyonumuzla hükümet arasındaanlaşma sağlanamayan konular olarak duruyor.

Taslakta, kamu çalışanlarının grev hakkı yoksayılıyor. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nunkararlarına kesinlik kazandırılarak grev hakkı zımnenyasaklanıyor. Bunun yanında, Hakem Kurulugörevlileri (KGHK), hükümet ağırlıklı olarakoluşturuluyor. Eskisinde son sözü bakanlar kurulusöylüyordu, şimdi KGHK aracılığıyla yine son sözühükümet söyleyecek biçime getiriliyor. Değişen tekşey, toplu görüşme sözü yerine “toplu sözleşme”ifadelerinin kullanılarak kamu çalışanlarınınaldatılması.

Bir de şunu belirtmek gerekir ki, KGHKoluşturulurken hükümet yanlısı Memur-Sen korunuyorve adeta hükümetle Memur-Sen arasında bir “toplusözleşme” yapılması hedeflenerek, anlaşmasağlanamaması durumunda itiraz hakkı sadece Memur-Sen’e veriliyor.

- KESK konuyla ilgili olarak neler yapmayıplanlıyor?

Aygün Öğrendi: 8 Ekim’de Ankara’da 30 binkişilik miting yaptık. Yerellerde eylemlikler, yürüyüşleryaptık, imza kampanyaları yaptık. Yasa taslağıMeclis’e geldiği gün eylemler yapmayı tasarlıyoruz.Ankara’da oturma eylemi düşünüyoruz. Bu eylemliliktemsili düzeyde olacak. Yerellerde de bu eylemliliğedestek ayağını kuracağız. Meydanlarda oturmaeylemleri yapacağız. Hükümetin tutumu eylemçeşitlerini belirleyecek. KESK Meclisi bu hafta sonutoplanacak ve bu eylemlilik süreci konuşulacak.

Kamil Doğan:KESK bu konuda bireylem programınasahip değil. Kararıalınan, yaklaşık 2 binkadronun yasanınmeclise geldiği günAnkara’yaçağrılması veprotesto edilmesidir.Kadro eylemiemekçileri mücadelenin dışında bırakma, onlarınduyarlılığına ve gücüne inanmama anlayışıdır.Protestoyu geçmeyen bir eylem tarzı, sonrası belirsizve planlanmamış. Yasayı engellemek için işyerlerindekonfederasyon ayrımı gözetmemeksizin bütünemekçileri birleştiren toplumun diğer örgütlükesimlerini de içeren birleşik bir eylem programı şart.Görünen o ki KESK emekçilere güvenmeyen vemücadelenin dışında bırakan eylem tarzında ısrarediyor. Sağlıkçıların ve Sendikal Güç BirliğiPlatformu’nun ve Türk Kamu-Sen’in başkanının birlikçağrıları ciddiye alınıp bütün emekçileri birleştiren bireylem programı oluşturulmalıdır. Protestonun yerinehak almaya hedeflenmiş bir eylem programıbekliyoruz.

Bülent Çuhadar: Bu yasayı püskürtebilecekyegane güç olarak görünen KESK ne yapacak? İşteburası problemli görünüyor. Fiili-meşru mücadeleşiarıyla sokakta kurduğumuz, işyerlerindebüyüttüğümüz KESK, bu yasaya karşı “sınırlı” birmücadele öngörüyor. KESK merkez yönetimi, yasameclise geldiğinde, illerden sınırlı sayıda kadroyuAnkara’ya çağırarak -bu arada bu kadroların Ankara’dane yapacağı bilinmiyor-, yasayı geri püskürtmeyihedefliyor.

Toplumsal muhalefetin, en dinamik, en siyasal ve

en örgütlü gücü olan KESK’in, sendikal hareketisabote eden, örgütlenmenin önünü kapatan bu yasayakarşı yapabileceği şey bu olamaz. Karşı duruşuişyerlerinden başlatmayı hedeflemeyen, sadece sınırlısayıda kadroyla Ankara’da basın açıklaması vs.yapmayı düşünen, düşünebilen KESK Meclisi’nin bututumu en hafif deyimiyle süreci kavramadığınıgöstermektedir.

- KESK’in bu kapsamlı saldırıya karşı “greveçıkarız” söylemi hakkında neler söyleyeceksiniz?

Aygün Öğrendi: Bizim, 21 yıllık mücadeletarihimiz var. KESK’in kendini kanıtlamış birmücadele birikimi var. Fiili bir grevi tekrarörgütleyebiliriz. Son olarak şöyle bitirmek istiyorum;KESK’in yeri kongre salonları değil sokaklar olmalı.Tabanıyla birlikte sokaklarda mücadeleyi büyütmelidir.Kaybettiği mücadele alanını tekrar kazanacağınainanıyorum.

Kamil Doğan: Sadece söylemde böyle birdüşüncelerinin olduğunu belirtiyorlar. Pratikte bununhiçbir hazırlığı yok. Hazırlıksız grev ne kadar başarılıolur oturup düşünsünler. Emekçilerin birliktemücadelesinin bu yasayı çöpe atacağına önceyönetenlerin ve karar alıcı organların inanması gerekir.Bürokratik mücadele ve eylem tarzı terk edilmelidir.Birleşen emekçiler her zaman kazanır.

Bülent Çuhadar:Son olarak şunubelirtmek gerekir ki,sendika vekonfederasyon genelkurullarında, yönetimorganlarınınbelirlenmeaşamasında, grevörgütleyecek kadroları

tasfiye etmeye çalışanların, bugün grevdenbahsetmelerinin hiçbir karşılığı yoktur.

Bizler, örgütsel duruşumuz gereği alınacak herkararın arkasında olacağız. Grev kararı alınırsa da bunutüm enerjimizi ortaya koyarak hayata geçirmeyeçalışacağız. Ancak mesele bizlerin buna inanmasıdeğil, bizler zaten mücadelenin içinden hiç çıkmadık.Mesele bu kararı alacak olanların buna inanması ve bukonuda gerekenleri yapmalarıdır.

Kızıl Bayrak / İzmir

Röportaj26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

“Yasanın çöpe atılacağına önceyöneticiler inanmalı”

12 Haziran seçimleri öncesinde Hopa’da mitinggerçekleştirmek isteyen Erdoğan’ın protestoedilmesinin ardından başlayan gözaltı ve tutuklamaterörü hız kesmeden devam ediyor. 31 Mayıs akşamıAnkara’daki Hopa protestosuna katılanlar hakkında daadli soruşturma ve disiplin soruşturması başlatıldı.

Ankara Adliyesi’nde zabit katibi olarak görevyapan Büro Emekçileri Sendikası (BES) üyeleri FatmaEkin Narin ve Turgay Akçay, 31 Mayıs 2011 akşamıAKP Ankara İl Başkanlığı önünde düzenlenen Hopaprotestosuna katıldı. Polisin saldırdığı eylemde, Akçayve Narin de gözaltına alındı, 4 gün sonra serbestbırakıldı. Özel yetkili savcılık sürdürdüğü soruşturmakapsamında aralarında Akçay ve Narin’in debulunduğu 48 kişinin faaliyetinin terör suçuoluşturmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek

dosyalarını basın savcılığına gönderdi.İki kamu emekçisi hakkında bir yandan adli

soruşturma sürerken, diğer yandan Ankara AdaletKomisyonu disiplin soruşturması başlattı. Kamuemekçileri için “bir daha atanmamak üzere devletmemurluğundan çıkarma” cezası istendi.

Savunması alınan Narin, eyleme üyesi olduğuBES’in duyurusu üzerine katıldığına dikkat çekerek,“Açıkça hukuka aykırı olan bu soruşturma sendikalhaklarımın kullanılmasını engelleyici ve ve kişilikhaklarımı ihlal edici niteliktedir” dedi.

Akçay da eyleme sendikasından gelen cep mesajıüzerine mesai saati bitiminde katıldığını vurguladı.Gözaltına alındığında “şiddet, hakaret ve küfürle”karşılaştığını, sert darbeler sonucu diş tellerininçenesine battığını anlattı.

Kamu emekçilerine Hopa soruşturması

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

AKP hükümeti 2002 yılından bu yana, çalışmailişkileri alanında yaptığı bütün fiili uygulamalar veyasal düzenlemelerle, işçi ve emekçilerin hakları vegüvencelerini adım adım ellerinden almayı hedefledi.2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunu’nun çıkarılmasındanbu yana yapılan yasal değişikliklere baktığımızda,özellikle esneklik, taşeronlaştırma, performansdeğerlendirmesi vb. uygulamalarla güvencesizliğinyaygınlaştırıldığını görüyoruz.

Güvencesiz çalışma çerçevesinde kamu emekçilerineyönelik olarak da kapsamlı tasfiye hazırlıkları yapıldı.Emeklilik sonrası yeni personel almama,taşeronlaştırma, sözleşmeli-ücretli personel uygulaması,geçici ya da mevsimlik çalıştırma vb. uygulamalarlakamuda istihdam son yıllarda önemli ölçüde daraltıldı.Sıra kamu emekçilerinin iş güvencesinin yok edilmesinegeldi.

AKP hükümetinin bu amaçla hazırladığı “YeniMemur Yasası” hazırlığı iki temel nokta üzerindeyükseliyor. Birincisi işin, işyerinin, mesai saatinin,ücretin, çalışma süresinin belirsizleştirilmesi, başka birifade ile kuralsızlığın kural haline getirilmesidir. İkincisiise güvencesizleştirmedir. Böylece tüm kamuemekçilerine, tıpkı işçilerde olduğu gibi kuralsız, geçici,güvencesiz çalışma dayatılıyor. Kamu emekçilerininçalışma koşulları esnekleştirilirken iş güvencesiperformansa bağlanıyor. Böylelikle de kamuemekçilerinin istenildiğinde kapı önüne konulabileceğibir yasal zemin oluşturulmaya çalışılıyor.

Yapılacak değişikliklerle kamu emekçilerinincezalara itiraz hakkı ortadan kaldırılıyor. 657 sayılıyasada kamu emekçilerinin aleyhine olan belirsiz vetemel insan haklarına aykırı disiplin hükümleri daha dakötüleştiriliyor.

657 Sayılı yasanın kaldırılacağına dair basında yeralan haberler üzerine KESK ve Kamu-Sen ayrı ayrıaçıklamalar yaptı. Memurların iş güvencesini ortadankaldıracak olan düzenlemeye tepki gösterenkonfederasyonlar, Türkiye’nin dört bir yanında eylemegeçme uyarısında bulundular.

KESK, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in 657 SayılıYasa’nın değiştirilmesi gerektiği yönündeki sözleriüzerine yaptığı açıklamada, bu haberleri basındanöğrenmekten duyulan rahatsızlığı dile getirdikten sonra,“KESK olarak yıllardır kamu emekçileri ile işçilerinarasındaki ayrımın ortadan kaldırılarak ortak çalışanlaryasası düzenlenmesi gerektiğini savunuyor, bununmücadelesini veriyoruz. Bu konuda biz kamu emekçileriiçin vazgeçilmez olan iş güvencemizin korunmasıdır”dedi.

Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk ise, Türkmemurunun güvencelerini yok etmek isteyenlerin 2milyon 600 bin kamu çalışanının çelikleşmiş iradelerinikarşılarında bulacağına dikkat çekerek, “Memurun işgüvencesine göz dikenler bilsin ki; böyle bir durumdaTürkiye’yi eylem alanına çeviririz” dedi.

Memur-Sen ise açıklamasında yeni yasal düzenlemehazırlıkları ile ilgili olarak kendisine bilgi verilmesiniistedi.

Hem alanda hizmet üreten hem de bu hizmetlerdenfaydalanan geniş işçi ve emekçi kesimlerdüşünüldüğünde, 657’nin kaldırılmasında ifadesinibulan saldırılara karşı ortak mücadelenin zeminifazlasıyla geniştir. Fakat konuyla ilgili olarak kamuemekçilerinin örgütlerinin, saldırının kapsam veniteliğini yorumlamanın dışında yaptıkları hiçbirmücadele hazırlığı bulunmuyor.

“Grevli toplu sözleşmeli sendika yoksa grev var”diyerek iş bırakma eyleminden bahseden KESK ve TürkKamu-Sen yöneticileri grevi örgütlemekten, grevin önhazırlık sürecini planlamaktan kamu emekçilerinintemel taleplerinin belirlenmesi ve bu taleplerin kamuoyuile paylaşılması sürecinin nasıl ele alınacağını net olarakortaya koymaktan özenle kaçınıyorlar. Oysa grev çiftyönlü bir silahtır. İyi ve etkili kullanılamazsa dönersahibini vurur.

Devrimci, sosyalist kamu emekçileri, yeni memuryasası saldırısına karşı, “Güvenceli çalışma, insancayaşam” talebiyle iş güvencesinin ortadan kaldırılmasınayönelik saldırılara güçlü bir yanıt vermek için seferberolmalıdır. Herkese iş tüm çalışanlara iş güvencesi, esnekçalışma ve istihdama son verilmesi, güvencesizçalışanların kadroya alınması, örgütlenmenin önündekitüm engellerin kaldırılması, insanca yaşamaya yetenücret, grevli-TİS’li sendika hakkı talepleridoğrultusunda mücadeleyi büyütmelidirler.

Hekimlerden süresizg(ö)rev uyarısı

“Sağlık Bakanlığı ve Bağlı KuruluşlarınınTeşkilat ve Görevleri Hakkında KHK”, Ankara’datoplanan Türkiye Hekim Meclisi’nde oybirliğiylereddedildi. Sağlıkta KHK darbesine karşı TürkTabipleri Birliği’nin çağrısıyla gerçekleştirilentoplantıda, sağlık alanının tüm bileşenlerininbirlikte mücadele etme kararlılığında olduğuvurgulandı.

Türkiye Hekim Meclisi, TTB Merkez KonseyiBaşkanı Dr. Eriş Bilaloğlu’nun konuşmasıylabaşladı. Bilaloğlu, 2 Kasım tarihinde yayımlananKHK ile TTB yasasının birinci maddesinden“tabipliğin kamu ve kişi yararına yapılması”ifadelerinin çıkartıldığını belirterek, bu kavramıntedavülden kaldırıldığını, hekimlerden de bundanböyle kamu yararına hizmet vermesininbeklenmediğini aktardı. Bunun bugün başlamış birdurum olmadığını belirten Bilaloğlu, Türkiye’dekihekimlerin hep birlikte mücadeleye devamedeceğini söyledi.

TTB Merkez Konseyi üyesi Prof. Dr. MehmetZencir, söz konusu KHK’nin sağlık alanında nelereyol açtığını anlatan bir sunum yaptı.

Türk Eczacıları Birliği adına MukaddesHarmancı, Türk Dişhekimleri Birliği YönetimKurulu üyesi Süha Alpay, SES Başkanı Dr. ÇetinErdolu ve Dev-Sağlık İş Başkanı ArzuÇerkezoğlu’nun da söz aldığı toplantıda, KHK’yekarşı sağlık alanının tüm bileşenlerinin birliktemücadele etme kararlılığında olduğu vurgulandı.Türkiye Hekim Meclisi’nin oyuna sunulan KHK,oybirliğiyle reddedildi.

Grev talebi dile getirildi

Türkiye Hekim Meclisi toplantısının ikincibölümde ise tabip odalarının, uzmanlıkderneklerinin temsilcileri, salonda bulunanhekimler, asistanlar, tıp fakültesi öğrencileri sözaldı. AKP Hükümeti’nin hukuksuz, hiç kimseyi,hiçbir kurumu tanımayan bu antidemokratiksaldırısı karşısında, sağlık alanında topyekünmücadele edilmesi gerektiğinin vurgulandığıkonuşmalarda, grev talebi de ağırlıklı olarak dilegetirildi.

Süresiz g(ö)rev çağrısı

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, basıntoplantısı düzenleyerek bilgilendirmede bulundu.TTB Merkez Konsey Başkanı Bilaloğlu, TürkiyeHekim Meclisi’nin ortak görüşünü ise şöyleaçıkladı:

“Bütün hekimlere ve bütün sağlıkçalışanlarına, önümüzdeki günlerden başlamaküzere, 663 Sayılı KHK’ya karşı gerektiğindeSÜRESİZ G(ö)REV de dahil olmak üzere üretimdengelen gücümüzün sonuç alıncaya kadarkullanılması için vakit geçirilmeksizin hazırlıklarabaşlanması çağrısının yapılması oldu.”

Kamu emekçilerinegüvencesizlik dayatması!

İkinci muayeneye ek katkıSermaye devleti, sağlık harcamalarını minumuma

indirmeye çalışırken, sineğin bile yağını alma derdinde.Zaten muayene için hastadan belli bir ücret alan devlet,hastanın ikinci kez aynı branştan başka bir doktora muayeneolması durumunda katkı payını yükseltti.

Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişiklik 5 Kasım2011 tarihli Resmi Gazete’te yayımlanarak yürürlüğe girdi.10 gün içinde aynı branşta farklı hastanelerde muayene olanbir kişi muayene ücretine ilaveten 5 lira fazla ödeyecek.Yani Devlet Hastaneleri ve üniversite hastanelerinde 5 liraolan muayene ücreti 10 liraya çıkacak. İkinci muayeneninözel hastanede olması durumunda ise muayene ücreti 12liradan 17 liraya yükselecek.

Kamu hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

“Sağlıkta emeğin ucuzlaştırılması projesinin bir parçası”

- Tam gün yasası nasıl bir sonuç doğurdu?Hastanelerde nasıl bir tablo var?

- Tam Gün Yasası sağlık alanında son 2-3 yıldır enfazla tartışılan konulardan birisi. Sağlık Bakanlığıbilinçli olarak bu konuyu bir muayenehane meselesi gibikamuoyuna sundu. Kimi zaman toplumun hoşunagidecek birtakım ifadelerle bunu götürdü. Nelerdibunlar? Örneğin, “artık sağlık hizmeti almak içinyurttaşlarımız muayenehaneye gitmek zorundakalmayacaklar” denildi. Yurttaşlarımız bunu tartışırkengenellikle böyle algıladılar. Oysa ki Tam Gün konususağlık alanında sadece hekimler değil bütün sağlıkçalışanlarının emeğinin ucuzlatılmasına yönelikbütünlüklü bir projenin bir parçasıdır.

Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının emekleriniucuzlatabilmek için böyle bir hamleye ihtiyaçları vardı.Geçtiğimiz yıl bir yasa olarak çıkmıştı Tam Gün. Amadaha sona birtakım hukuki süreçler işledi. CHP AnayasaMahkemesi’ne başvurdu Tam Gün Yasası’nın mevcuthalinin iptali için. Anayasa Mahkemesi de Tam GünYasası’nın birçok maddesini iptal etti. Bazı maddeleriuygulamalar nedeniyle Danıştay’a götürüldü. AncakAnayasa Mahkemesi’nin iptal etmesine rağmen SağlıkBakanlığı kararı kendince yorumlayarak fiili bazıuygulamalara geçmişti. Danıştay o uygulamaları da iptaletti.

Dolayısıyla hukuki süreç aslında belli bir noktayaulaşmıştı. Yüksek mahkemeler bazı kararlarıönermişlerdi. Ancak ne yazık ki hukukun verdiğikararlara aykırı bir biçimde hükümet bu sefer konuyubir Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) getirdi.Şimdi mevcut haliyle Tam Gün Yasası, SağlıkBakanlığı’na bağlı hastanelerde çalışan hekimlerinikinci bir işte çalışmalarını yasaklıyor. Üniversiteöğretim üyelerinin ise dışarıda ikinci bir işte çalışacakolurlarsa (bu muayenehane, özel bir hastane, tıpmerkezi, başka bir sağlık kurumu olabilir) üniversitedegelir getirici bir faaliyette bulunamayacaklarınahükmediyor. “Gelir getirici bir faaliyette bulunamaz”

demek öğretim üyelerinin hastanede hastabakamayacakları, ameliyat yapamayacakları anlamınageliyor. Nitekim bu böyle yorumlandı ve neredeyse birbuçuk iki aydır üniversite hastanelerinde ciddiproblemler yaşanmaya başladı. Şimdi öğretim üyeleri,dışarıda bir faaliyet yürütüyorlarsa hastanelerdeameliyat yapamıyorlar ve hasta bakamıyorlar.

Hâlbuki üniversite hastaneleri sadece sağlık hizmetiüreten yerler değil. Aynı zamanda tıp eğitimi veren,mezuniyet sonrası da tıp eğitimi veren (asistanyetiştiren) kuruluşlar. Bir anlamda tıp eğitimi hocaylaberaber hasta görerek, ameliyat yaparak yapılan, pratikyönü de çok ağırlıklı bir eğitimdir. Bu yönüyle ciddiaksamalar yaşıyoruz. Hem hastalar mağdur, hemasistanlar mağdur, hem çok fazla yük bindiği içindışarıda çalışmayan öğretim üyeleri mağdur. Dışarıdaçalışan öğretim üyelerinin yapamadıkları işler de,hastanede tam gün çalışan öğretim üyelerinin üzerinebindi. Şu anda böyle bir süreç yaşıyoruz, üniversitehastaneleri kilitlenmiş durumda. Ameliyat sayılarıbirçok hastanede dörtte bire kadar indi. Ankara’da dadurum böyle. Bu öğretim üyelerinin takip ettiği hastalarmağdur durumda. Öğretim üyelerine ulaşamıyorlar,hekimlerine ulaşamıyorlar. Böyle ciddi bir tıkanıklıkyaşanıyor.

Peki, biz hekim örgütü olarak tam gün konusunanasıl baktık? Öteden beri biz hekimlerin tek bir işteçalışarak güvenceli ücret almalarını, emekliliklerineyansıyan ücret almalarını savunuyoruz. Bizim,“Hekimler gitsinler de iki tane üç tane dört tane işteçalışsınlar” diye bir prensibimiz hiçbir zaman olmadı.Ama bunu konuşabilmemiz için, öncelikle hekimlere vesağlık çalışanlarına şu anda olduğu gibi performansadayalı bir ücretlendirme değil, güvenceli birücretlendirme olması gerekiyor. Bu çok kritik!Güvenceli bir ücretlendirme ve emekliliklerineyansıyacak bir ücretlendirme olması gerekiyor. Bu,bizim bütünlüklü bir sağlık hizmeti anlayışımızınparçası. Hem hekimler hem diğer sağlık çalışanları(hemşireler, ebeler, teknisyenler) güvenceli ücretlerleçalışmalılar. Bir nevi parça başı ücret anlamına gelenperformans sistemini biz reddediyoruz. Performans

sistemi yurttaşlarımızın sağlığına iyi gelmiyor. Sağlıkhizmetinde uygulanmaması gereken bir yöntem. Oysa kiTam Gün Yasası tamamen performans sistemi üzerineücretlendirmeyi öngörüyor. Dolayısıyla hem hekimlerihem sağlık çalışanlarını mağdur ediyor.Taşeronlaştırmanın önünü açan bir sistem. Sağlık alanıtaşeronlaşmanın sonuna kadar açıldığı bir alan. Şu andakamuda en fazla taşeronlaşma sağlık alanında yaşanıyor.Sadece Sağlık Bakanlığı bünyesinde yaklaşık 120 binişçi çalışıyor. Üniversite hastanelerini sayarsak 150binin üzerinde çalışanın olduğu bir sektördenbahsediyoruz. Dolayısıyla bizim kafamızdakibütünlüklü sağlık hizmet sunumu anlayışının bir parçası,güvenceli ücretlendirme, performansın reddedilmesi vetaşeronlaşmanın kaldırılması. Biz bunların hepsini birbütün olarak görüyoruz. Ve mevcut haliyle bu Tam Gündayatmasının hukuka aykırı bir şekildegerçekleştirildiğini, dayatmanın ne hekimlere ne deyurttaşlarımıza iyi geldiğini, vatandaşın sağlığına iyigelmediğini anlatmaya çalışıyoruz.

“Hastaneleri şirketleştiriyorlar”

- Sağlık Bakanlığı, Tam Gün Yasası’nı eleştirençevreler “rantın ve ticaretin devam etmesiniisteyenler” olarak nitelendirdi. Bununla ilgiliyorumunuz nedir?

- İşte biz bu Tam Güne karşı çıktığımız zaman,bakanlık “Mevcut muayene hane sistemi sürsünvatandaştan gittikçe daha çok ceplerinden paraödesinler sistemini savunuyor bunlar” diyor. Ya da“Hastaneleri üniversite hastanelerini ticarethaneyedönüştürmek istiyor bunlar” diyor. Bunlar gerçektengerçekle ilgisi olmayan suçlamalar. Şu andamuayenehaneler kapatılınca, topu topu iki bin tanemuayenehane olduğu söyleniyor. Türkiye sağlıksisteminde problemler varsa sadece bu iki bin tanemuayenehaneden kaynaklanıyor olabilir mi? 120 binhekim var Türkiye’de, düşünebiliyor musunuz? Amabakan getirip tartışmaları sadece iki bin hekimüzerinden yürütmeye çalışıyor, bir grup hoca üzerindenyürütmeye çalışıyor. Bunun gerçekle Türkiye’deki

Röportaj28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt İlhan’la Tam Gün, sağlıkta dönüşüm vemücadele üzerine:

“Saldırılara karşı direnmekte kararlıyız”

Performans sistemiyurttaşlarımızın sağlığına iyigelmiyor. Sağlık hizmetindeuygulanmaması gereken biryöntem. Oysa ki Tam Gün

Yasası tamamen performanssistemi üzerine

ücretlendirmeyi öngörüyor.Dolayısıyla hem hekimleri

hem sağlık çalışanlarınımağdur ediyor.

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

gerçek sağlık sorunlarıyla hiçbir ilişkisi yok.Bunu söyleyen bakanlık getirdiği uygulamalarla

muayeneden katkı payları alıyor, eskiye göre kat katdaha fazla, reçete yazıldığı zaman katkı payları alıyor.Şimdi aile hekimliği sisteminde de katkı paylarıalınması gündemde, ilaçtan katkı payı alıyorlar. Özelhastanelere gitseniz 15 lira, devlet hastanelerine gitseniz8 lira muayeneye katkı payı ödüyorsunuz. Özelhastanelerde ayrıca aldığınız hizmetin her birisi için%70’e varan oranlarda katkı payları alınıyor. SağlıkBakanlığı’nın kendi rakamıdır; şu anda yurttaşlarımız2002’ye göre ceplerinden üç kat daha fazla paraharcıyorlar sağlık hizmeti alabilmek için. Sağlığıticarileştiren aslında kendileri, AKP hükümeti sağlığıticarileştirmeye çalışıyor.

Bu Tam Gün kararnamesinden sonra bayramarifesinde bir kararname daha çıktı. Bu sağlık bakanlığıve bağlı kurum ve kuruluşların teşkilatını düzenleyen birkararname. Artık sağlıkta ticarileştirmenin sonaşamasını bu kararnamede görüyoruz. Devlethastanelerini ticarethaneye çevirmeye çalışan biriktidarla karşı karşıyayız! Düşünebiliyor musunuz TamGün Yasası’na itiraz edenleri ‘rantın ve ticaretintemsilcisi’ olarak gösteriyorlar ama kendileribakıyorsunuz bir kararname çıkartarak devlethastanelerini ticarileştirmeye çalışıyorlar! Devlethastanelerini A,B,C,D,E diye sınıflandırıyorlar. Aslındadevlet hastanelerini sınıflandırmak demek yurttaşlarısınıflandırmak demektir. Oradan sağlık hizmeti alanlarısınıflandırmak demektir. Aynı şeyi aile sağlığımerkezleri için yaptılar. Aile hekimleri de sınıflandırıldı.Hâlbuki biz her zaman ne söylüyoruz; yurttaşlarımızeğer bir sınıfsa her zaman A sınıfısağlık hizmeti almaya layıktır.Bunu, aile hekimliğinde dehastanelerde de yapmanız gerekir.Şimdi devlet hastanelerinin başınabir anlamda ‘CEO’ getiriyorlar.Başhekimin üzerine hastaneyöneticisi sıfatıyla bir yöneticigetiriyorlar. Bu yöneticide 4 yıllıkbir okul mezunu ve 5 yıllık bir işdeneyimi aranıyor. 5 yıllık işdeneyiminin de hastaneyöneticiliği olması gerekmiyor.Kamuda çalışması da gerekmiyor.Özel sektörde de çalışmış olabilir,bir market de işletmiş olabilir.Düşünebiliyor musunuzhastaneleri bunlara emanetediyorlar. Hastaneleri debirleştiriyorlar, kamu hastane birliği diye bir yapıyadönüştürüyorlar. Oraya da 8 yıllık bir iş deneyimi olan,bir anlamda CEO koyuyorlar. Şirket yöneticisi gibi.

Devlet hastanelerini “kamu hastane birliği” adındabir yapıya dönüştürüyorlar, başına da genel sekretersıfatıyla bir şirket yöneticisi atıyorlar. Eğer şirketi deyeterli verimlilikte yönetemezse sözleşmeli olduğu içinişten atılıyor bu CEO. Şimdi bu bakanın bir samimiyetivar mı? Biz mi istiyoruz sağlığın ticarileştirilmesiniyoksa kendileri mi? Çok açık bu! Zaten biliyorsunuzsağlıkta dönüşüm programı adı altında bütünlüklü birprojeyi yürütüyor bunlar. Sağlıkta dönüşüm programı daDünya Bankası’nın bir projesi. Sadece Türkiye’de deuygulanmıyor bu; Balkanlar’da, Güney Amerikaülkelerinde birçok ülkede benzer bir şekilde sağlığınticarileştirilmesi programı bu. Ama burada vatandaşaşirin göstermek için, böyle muayenehaneydi, başka birşeydi, gerçekle ilgisi olmayan tartışmalar yürütülüyor.Ne yazık ki gerçek bu. Bir kez daha vurgulamış olayımsağlıkta dönüşüm programı zaten sağlığınticarileştirilmesinin ta kendisi. Bir yandan özel sektöreçok fazla kaynak aktarılırken, Sosyal GüvenlikKurumu’nun kaynakları bir yandan özel sektöre sonunakadar aktarılırken, bir yandan da kamu hastanesi adıaltında kalmış hastanelerimizi de ticarethaneye

dönüştürmeye çalışıyorlar. Devlet hastanesi diye birkavram bırakmıyorlar. Yurttaşlara ücretsiz sağlıkhizmeti vermekle yükümlü bir yapı da bırakmıyorlar.Her tarafı bir ticarethaneye dönüştürüyorlar.

- Hükümetin ithal doktor ve hemşire

kararnamesini nasıl değerlendiriyorsunuz?- Bu da aynı kararnamenin içerisinde geçiyor,

bayram arifesinde gelen kararnamenin içerisinde.Sağlıkta dönüşüm programı nedir? Bir ticarileştirmeprogramıdır, ucuz emek programıdır. Bu hem hekimlerhem de sağlık çalışanları için geçerli, tüm yurttaşlarımıziçin geçerli. Yurttaşlarımıza kaliteli bir hizmet vermekgibi bir hedefi de yok. Bunlar sağlığın ticarileştirilmesive özelleştirme programıdır. Bu özelleştirme programıyürürken, sağlıkta serbest bölgeler oluşturulması, sağlıkturizmi gibi kavramlar ortaya atıldı. Türkiye’ye çok

büyük yatırım yapılmasıbekleniyor, sağlık sermayesiyatırımı bekleniyor. Sağlıkalanı kar getirici bir alanolarak görülüyor. Buradaucuz emek gücüne ihtiyaçvar. Bunun için hem hekimemeğini hem diğer sağlıkçalışanlarının emekmaliyetini düşürmekgerekiyor. Yurt dışından ithalhekim getirme operasyonu daböyle bir operasyon. Ama neyazık ki burada hiçbir kalitearanmıyor. Normalde ciddiülkeler, gelişmiş ülkeler yurtdışında eğitim almış kişilerekendi ülkelerinde hekimlikyapma hakkı verirken ciddi

sınavlar yaparlar. Hem kendi dillerini bilmelerini isterlerhem de ciddi denklik sınavları yaparlar. Türkiye’de öyledenklik sınavları yapıldı ki evlere şenlik. Aslındadenkliği tümden kaldırmaya çalıştılar, yani belliülkelerden diplomasını almış herkesin diplomasıTürkiye’de de geçerlidir gibi bir uygulama çıkardılaraslında. Yüksek Öğretim Kurumu böyle bir denklikyönetmeliği çıkardı. TTB bunu yargıya götürdü, iptalettirdi. Bir sınav yapmak zorunda kaldılar. Yaptıklarısınavda ne oldu biliyor musunuz? Kamuoyuna buyansıdı. 100 soru soruluyor bu denklik sınavında, 75’ibir yıl önce sorulanların aynısı. Düşünebiliyor musunuz,şıkları da dahil. Hiçbir ciddi ülke böyle denklik vermez.Hiçbir ciddi ülke halkının sağlığını bu kadar hafifealmaz. Şimdi siz yurttaşlarınızı teslim edeceğinizhekimleri böyle mi alırsınız! Türkiye’deki tıp eğitiminede zaten çok fazla darbe indirildi. İyi yetişmiş doktortarafından iyi bir sağlık hizmeti verilir değil mi? ‘Bir anevvel hekim sayısını yükselteceğim’ diye, niteliksiz tıpfakülteleri açıyorsunuz, öğretim üyesi olmayan,kütüphanesi olmayan tıp fakülteleri açıyorsunuz,kontenjanları yükseltiyorsunuz, tıp eğitimini çok kötünoktalara getiriyorsunuz, bu da yetmezmiş gibi bir de‘yurt dışından hekim getireceğim’ diyorsunuz. Bu hiçbirciddi ülkenin yapacağı uygulama değil. Düşünebiliyor

musunuz sanki ‘bu yıl yeterince pirinç üretemedik,kırmızı et üretimimiz yeterli değil yurt dışından ithaledeceğiz’ der gibi ‘Türkiye’de yeterli doktor yokdışarıdan getireceğiz’ diyorlar. Hangi ciddi ülke bunuyapar? Hekim yetiştirmek gibi uygulamalar ciddiuygulamalardır ve planlama gerektirir. Yıllar içerisindesiz kaç tane hekime ihtiyacınız olduğunu, hangiuzmanlık alanlarında hekime ihtiyacınız olduğunuplanlarsınız, önünüzdeki on yıl, yirmi yıl ona görehekim yetiştirirsiniz. Yurt dışından gelecek hekime göresağlık planlaması olur mu?

“Türkiye’de büyük sağlıkçı ve hekim eylemleri izleyeceğiz”

- Peki, hekim örgütleri bu saldırılara karşı geçmiştenasıl bir mücadele verdi. Ve ilerleyen süreçte nasıl birmücadele planlanıyor. Bir eylem programı var mı?

- Geçtiğimiz Mart ve Nisan ayları Türkiye’de hekimhareketinin, genel olarak sağlıkçı hareketinin yükseldiğiaylardı. 12 Mart’ta cumhuriyet tarihinin en büyükmitingini gerçekleştirdi sağlıkçılar Ankara’da. Yaklaşık30 bin sağlık çalışanının katıldığı dev bir mitingdi. 19-20 Nisan’da 2 gün iş bırakma eylemi yaptık. Bunlaroldukça başarılı eylemlerdi. Bu arada tabi hükümetinsaldırıları bitmiyor. Dolayısıyla biz de hekimler olarak,sağlık çalışanları olarak saldırılara karşı direnmektekararlıyız. Geçtiğimiz cumartesi Türkiye’de büyük birhekim meclisi topladık. Burada masanın üstünde her türeylemler var. Üretimden gelen gücümüzü kullanmak davar, yurttaşlarımıza sağlık hizmetinin nasıl daha iyiverilebileceğini anlatmak da var. Hekimler çok büyükeylemler yapmaya kararlılar. Önümüzdeki dönemTürkiye’de büyük sağlıkçı ve hekim eylemleriniizleyeceğiz.

“Sağlıkçılarla birlikte mücadeleye çağırıyoruz”

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?- Türkiye’de genel olarak emeğe bir saldırı var.

Emeğiyle geçinen insanlara genel olarak bir saldırı var.Hekimler de tabii ki bundan nasibini alıyor, diğer sağlıkçalışanları da bundan nasibini alıyor. AKP iktidarınınprogramında insanları ucuza çalıştırmak, güvencesizçalıştırmak var. Örgütsüz hale getirmek var. Ama bizsağlıkçılar olarak, hekimler olarak buna direnmeyedevam edeceğiz. Bunun Türkiye’de emeğiyle geçineninsanların topyekûn mücadelesinin bir parçası olmasınıistiyoruz. O nedenle eylemlerimizi TMMOB, BARO,KESK, DİSK ve diğer örgütlerle birlikte yapmayaçalışıyoruz. İşçilerle, memurlarla, kamu çalışanlarıylaberaber yapmaya çalışıyoruz. Burada sizin aracılığınızlatüm yurttaşlarımızı bize destek olmaya çağırıyoruz.Türkiye’de sağlığın çökertilmesine, kamusal sağlıksisteminin çökertilmesine itiraz etmeye çağırıyoruz.Bütün emeğiyle geçinenleri de emeklerine sahipçıkmaya, haklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.Sağlıkçılarla beraber alanlarda mücadele etmeyeçağırıyoruz.

Kızıl Bayrak / Ankara

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29RöportajSayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Düşünebiliyor musunuzsanki ‘bu yıl yeterince

pirinç üretemedik, kırmızıet üretimimiz yeterli değil

yurt dışından ithaledeceğiz’ der gibi

‘Türkiye’de yeterli doktoryok dışarıdan getireceğiz’diyorlar. Hangi ciddi ülke

bunu yapar?

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Emekçi kadın30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/43 * 18 Kasım 2011

Bundan 51 yıl önce, 25 Kasım 1960’ta LatinAmerika’nın küçük bir ada ülkesi olan DominikCumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde, bir uçurumun dibindeüç kadın cesedi bulunur. Cesetler Mirabel kardeşlere(Patria, Minerva ve Maria) aittir. Ülkeye egemen Trujillodiktatörlüğü bu ölümler için “trafik kazası” açıklamasınıyapmıştır, ancak kısa süre içinde üç kız kardeşin tecavüzedilerek katledildiği anlaşılır.

Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele edenClandestina Hareketi’nin öncülerinden olan Mirabelkardeşler, bu mücadele içinde semboldürler ve“Kelebekler” diye anılmaktadırlar. Verdiklerimücadeleden ötürü zindanlara da atılan Mirabelkardeşler, 1960 yılının Kasım ayında diktatörlüktarafından ölümle tehdit edilmişlerdir. Bu tehditlerinardından katledilmeleri, hiç kuşkusuz, onların siyasalkimlikleri, diktatörlüğe kafa tutmaları ve özgürlükistemini yükseltmelerinden dolayıdır.

Ama bir kez daha katiller yanıldı. Kelebeklerölümleriyle, Dominik’in, Latin Amerika halklarının vedünyanın her köşesinden emekçi kadınların sembolühaline geldi. Ölümleri, mücadelenin büyütülmesiçağrısına dönüştü. 1981 yılında Kolombiya’da toplananLatin Amerika Kadın Kurultayı’nda 25 Kasım tarihi,Mirabel Kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik ŞiddeteKarşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan edildi. BirleşmişMilletler de, 1999 yılında 25 Kasım’ı “Kadına YönelikŞiddetin Ortadan Kaldırılması İçin UluslararasıMücadele Günü” olarak kararlaştırdı.

25 Kasım egemenlere, gerici, baskıcı rejimlere karşıverilen mücadelenin sonucu olarak kazanılmıştır. Mirabelkardeşler şahsında kadınlara yönelik şiddeti önlememücadelesinin gerisinde halkların ve emekçi kadınlarınegemen sisteme karşı verdiği mücadelenin kendisiyatmaktadır.

Kapitalist düzende kadınlar, çifte ezilmişlik vesömürü koşullarında, şiddeti en ağır şekildeyaşamaktadır. Psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetle karşıkarşıya kalmaktadır. Kadına yönelik şiddet evde, sokakta,fabrikada, gözaltında ve cezaevlerinde devam etmektedir.Gün geçtikçe de örnekleri artmaktadır.

Kadına yönelik şiddet Türkiye’de ve dünyada çokkorkunç boyutlardadır. Bugün dünyada her üç kadındanbiri şiddete maruz kalmaktadır. Dünyada her 6 dakikadabir kadına tecavüz edilmektedir. ABD’de her yıl 4 milyonkadın şiddete maruz kalmaktadır. Çin’de yılda 1 milyonkız çocuğu, cinsiyetinden dolayı doğar doğmazöldürülmektedir. Irak’ta savaşın ilk aylarında tam 20milyon kadına tecavüz edildi. Her yıl 2 milyon kadınsınır ötesi ticarette kullanılmaktadır. Bu örnekler

dünyada kadına yönelik şiddetin bilançosunu az çokgözler önüne sermektedir.

Türkiye’deki kadınların maruz kaldığı şiddetdünyadaki kadınların durumlarından farklı değildir.Rakamlara göre, Türkiye’de kadınların %79’u fizikselşiddete, %52’si sözsel şiddete, %29 duygusal şiddete,%18’i ekonomik şiddete maruz kalıyor.

Bugün şiddetin en yaygın biçimini aile içi şiddetoluşturmaktadır. Bugün ev kadınları “kocaları”tarafından dövülmekte, hakarete uğramakta, cinselbaskıya maruz kalmaktadır. Aile içi şiddette karşı sözdemücadeleden bahseden devlet, çeşitli kampanyalarla gözboyamaktadır. Kocası tarafından şiddete uğrayan kadınlardevletin kurumlarına ya da polise sığınmakta, amagerisin geriye tekrar şiddet gördükleri yere nasihatlerverilerek geri gönderilmektedir. Kadına yönelik şiddetesözde karşı olduğunu söyleyen devlet, 8 Martlar’dakadınlara azgınca saldırmaktadır. Newrozlar’da kadın,çocuk, erkek demeden kurşun yağdırmakta ve yerlerdesürüklemektedir. “Haydi, Kızlar Okula” kampanyasıylakız çocuklarını sözde eğitime yönlendiren devlet,devletin kendi kurumlarında ilkokul çağındaki çocuklarıncinsel taciz ve tecavüze uğramasına göz yummaktadır.

Kadına yönelik şiddetin en önemli ayağını devletinuyguladığı şiddet oluşturmaktadır. Gözaltına alınankadınlar cinsel taciz ve tecavüz işkencesine maruzkalmaktadır.

Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaştan en çokKürt kadınları etkilenmektedir. Kürt ve kadın olmak,toplumsal hayatta katmerli ayrımcılıkta kendinigöstermektedir. Kürt kadınlarının çifte ezilmişliğine birde ulusal sömürü eklenmektedir.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı UluslararasıMücadele Günü ve 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’nde feminist çevreler ve kimi çevreler kadınauygulanan şiddetin kaynağı olarak salt erkeklerigöstermektedir. Fakat kadına yönelik şiddetin ve hertürlü şiddetin kaynağı bizzat kapitalist sisteminkendisidir. Bu nedenle kadının özgürleşmesimücadelesinden koparılmış bir şiddete karşı mücadelesorunu sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Kadına yönelikşiddete karşı mücadelenin tutarlı olabilmesi, ancaksorunun kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyleolanaklıdır.

Sonuç olarak kadına yönelik şiddet temelde sınıfsalbir sorundur. Ezen-ezilen ilişkisi varoldukça kadınınmaruz kaldığı şiddet son bulmayacaktır. Kadına yönelikşiddet, şiddetin kaynağı olan kapitalist sisteme karşıkadın ve erkeğin omuz omuza vereceği mücadeleyle sonbulacaktır. Ve kadın ancak sosyalizmle kurtulacaktır.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Kadına yönelik şiddetinkaynağı kapitalizmdir!

KESK’li kadınlarıneylem takvimi

KESK’li kadınlar, 25 Kasım Kadına YönelikŞiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü içinhazırladıkları eylem takvimini KESK GenelMerkezi’nde düzenlenen basın toplantısıylakamuoyuna duyurdu.

KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağankadına yönelik şiddetin yüzde bin 400arttığına dikkat çekti. Her gün yaklaşık 5kadının öldürüldüğünü belirtti. Türkiye’ninher yerinde kadınların çalışma yaşamınındışına itildiğini belirterek kadın istihdamoranının 1990’larda yüzde 34 iken, son 10yılda yüzde 24’lere gerilediğini ve Türkiye’deher 3 kadından 2’sinin işsiz olduğunusözlerine ekledi.

‘’Van’lı kadınların yanındayız’’

Açıklamada ele alınan başlıklarından biride Van depremiydi. Toplumsal cinsiyetrollerinin deprem dinlemediğini belirtenÇalağan şunları söyledi: ‘’Kadının üstlenmesibeklenen ısınma, barınma, temizlik ve çocukbakımı gibi işler çadırlarda ve zor depremkoşullarında yine kadınlardan beklenmektedir.Bu vesileyle KESK’li kadınlar olarak ilk gündenitibaren Van’lı kadınların yanındaolduğumuzu, bundan sonra da üzerimizedüşeni yapacağımızı, dayanışma ağınıyaygınlaştıracağımızı ifade etmek istiyorum.’’

Eylem takvimi açıklandı

Duyurulan eylem takvimi şöyle:22 Kasım Salı günü işyerlerinde ‘’Kadına

Yönelik Şiddete Karşı, Yaşasın KadınDayanışması’’ temalı kokartlar takılacak, aynıgün iş yerlerinde basın açıklamalarıgerçekleştirilecek.

23 Kasım Çarşamba günü dayanışmaamacıyla tutuklu 8 KESK’li kadın yönetici veüyeye kart gönderilecek.

24 Kasım Perşembe günü, ‘’Emeğimize,Bedenimize, Kimliğimize sahip çıkıyoruz,Kadına Yönelik Her Türlü Şiddete KarşıYürüyoruz’’ temalı meşaleli yürüyüşler,yürüyüş sonunda şiddetin farklı biçimleriniifade eden sokak tiyatrosu, söz korosu,canlandırma gibi etkinlikler yapılacak.

24-25 Kasım tarihlerinde de Ankara’daaçık alanda kadına yönelik şiddet konuluresim sergisi düzenlenecek.

25 Kasım Cuma günü illerde kadınplatformları ve demokratik kitle örgütleriylebirlikte eylemler yapılacak.

26 Kasım Cumartesi günü Siirt’te debölgesel bir miting düzenlenecek.

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-43

Merhaba,Halen tutuklu olan 200’e yakın hasta tutsaktan

biri de Suzan Zengin’di. O artık aramızda yok. 12Ekim 2011 tarihinde geçirdiği kalp ameliyatısonrasında yaşamını yitirdi.

Tutuklu olduğu sırada basına, demokratikkurum ve kuruluşlara kendisinin de içinde olduğuhasta tutsakların durumunu anlatmak için çokuğraştı Suzan Zengin. Hasta olmalarına rağmenelleri kelepçeli bir şekilde havasız ring araçlarıiçerisinde saatlerce yolculuk yapmanınzorluklarını, binbir güçlükle hastaneye sevkalındığını, sevk alınsa bile Üçlü Protokolgerekçesiyle ya askerin odadan çıkmadığı ya damuayene sırasında kelepçelerin açılmadığı içinmuayene edilemeyip tekrar hapishaneye gerigelmek zorunda kalındığını anlattı sizlere vebizlere.

Bu uygulamaların sonucunda Suzan Zenginyaşamını yitirdi. Dün Güler Zere’yi, SuzanZengin’i katledenler bugün Fatma Tokmak’ı,Hediye Aksoy’u, Yasemin Komdağ’ı katletmekistiyorlar.

Biz engel olmazsak herkesin gözleri önündeyaşanan bu cinayetler devam edecek.

Konunun takipçisi olacağınızı umuyor,çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Sevgilerimizle Sinan Gülüm

Coşkun AkdenizTekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishane

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

“Biz engel olmazsakcinayetler sürecek”

“TKİP’nin 13. mücadele yılını kutluyoruz”

Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların sorunları

Sevgili yürek dostlarım,Sınıf mücadelesinin ateşiyle Ekim, harmanlaşarak

kendi kızıllığında küllendi. Sınıf mücadelesinin en ihtiyaçduyulduğu bir süreçte TKİP, 7 Kasım’da sınıfmücadelesini yükseltmek için Ekim’in külünden kendiniyeniden yaratarak işçilere, emekçilere ve ezilen halklarabir ışık gibi doğmuştur. TKİP kuruluşundan günümüzekadar her zaman devrimci enternasyonal dayanışmanınilkelerine bağlı kalarak, ilkeli ve tutarlı politikalarıntakipçisi olmuştur.

Sömürüsüz bir yeryüzü yaratana dek bu mücadelemizyürek yüreğe sürecektir. Bu inançla devrimci sosyalisttutsaklar olarak kardeş partimiz TKİP’nin 13. mücadeleyılını en içten devrimci duygularla kutluyoruz. Kahrolsunemperyalist-kapitalist, sömürgeci faşist diktatörlük!

Yaşasın devrimci enternasyonal dayanışma veproletarya kardeşliği!

Yaşasın devrim ve sosyalizm! Yüreğimizin olanca sıcaklığıyla, umutla, dirençle ve

sevgiyle o direngen yüreğinizi selamlıyoruz. Sevgi ileumut ve dirençle kalın...

Serkeftin...(Azad) Mehmet Yamaç

E Tipi Hapishane Erzurum

Merhaba,Hapishanelerde en ağır tecrit ve tretmanın muhatabı olan

ağırlaştırılmış müebbetlik tutsakların koşulları başkauygulamalarla daha da ağırlaştırılmaktadır.

1 ile 3 saat arasında olan havalandırma saatininarttırılması, 3 kişinin beraber havalandırmaya çıkabilmek veyaşam koşullarının iyileştirilmesi yönlü hak ve talepleri dilegetirdikleri için yılları bulan ziyaret, iletişim vb. cezalarverildi.

Ağırlaştırılmış müebbetlik tutsaklar her türlü hak vesosyal faaliyetten sınırlı (Zaman faaliyet çeşitliliği, grupsayısı bakımından) yararlandırılmaktadırlar. Bütün bunlaryetmiyormuş gibi bırakalım bu koşulları iyileştirmeyi dahada ağırlaştırmak için çeşitli uygulamalar hayatageçirilmektedir.

Yılları bulan kapalı ziyaret, iletişim vb. disiplin cezalarınaek olarak tutsakların açık görüş hakları ellerinden alınmakta.

Bu da yeterli görünmüyor olmalı ki havalandırma süreleride kısaltılmaktadır. Havalandırma süresi iki veya üç saat olantutsakların bu hakkı 1 saate düşürülmektedir.

Bir tutsak hakkını aradığı, talepte bulunduğu için kapalıziyaretle beraber açık ziyaret ve havalandırma hakkı daelinden alınmakta, yani üç ceza ile cezalandırılmaktadır.

Bu uygulamalar karşısında ağırlaştırılmış müebbetliktutsakların yaşam koşullarının iyileşterilmesi için duyarlılıkgöstermeniz dileğiyle.

TKP/ML dava tutsağı Sinan Gülüm

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-43