sacayak, sayı11

48
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Burcu Sok. No: 6/1, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı Türü: Yerel - Süreli sacayak Bİ LİMLE Gİ Dİ LMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR ISSN 1308-7967 Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Mart - Nisan 2010 / Sayı: 11 BU SAYIDA: Evrim Alataş ve Aşık Kul Hasan Hakk’a Yürüdüler Aydın Şafak - Veliyettin Ulusoy Avusturya’da İsmail Kantekin - Çorum’da Birlik Cemi ve Halk Konseri Nusayri Şeyhlere Dava Açıldı - Yargılamaya Büyük Tepki Esen Uslu - Demokratik Alevi Bektaşi Hareketi ve Anayasa Değişikliği İsmail Kaygusuz - Nasîrüddin Tûsî - Bölüm I Ergin Doğru - Gazi Katliamı Davit Durak Arslan - Dikkat!.. Aynur Haşhaş - Âşıklar ve Ozanlar Haşim Kutlu - Hızır Günleri Yüksel Işık - Din Dersleri İki Katına mı Çıkıyor Ahmet Koçak - Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm II Alevi Gençlerin Söylediklerinden Bölümler: Atilla Münüklü, Sercan Sağlam, Ayhan Arslan, Ali Kartal, Çağlar Akar Doğan Bermek - şünceler İnanç İzmirli - Gençlik Toplumun Bugünüdür Demir Küçükaydın -Din Nedir? - Bölüm II Besim Can Zırh - Almanya’da Yaşayan Aleviler - Bölüm II Nedim Kanoğlu - Chicago’dan Tekel’a Onurlu Kadınlar Sizin aşıkınız garip Kul Hasan Gerçekler ortada gün gibi ayan Yeter uyuttular gözün aç, uyan! Ezilenden miyiz, ezenden miyiz? Ermeni Tehcirinin ve Kırımının Yıldönümü Meds Yeghern - 1915 İstanbul’da Anıldı 24 Nisan 2010, Taksim Şaban Dayanan Baskımız Gecikti, Özür Dileriz

Upload: esen-uslu

Post on 16-Mar-2016

245 views

Category:

Documents


11 download

DESCRIPTION

Sacayak dergisinin, Mart-Nisan 2020 tarihili 11. sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Sacayak, Sayı11

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Burcu Sok. No: 6/1, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı Türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Mart - Nisan 2010 / Sayı:11

BU SAYIDA:Evrim Alataş ve Aşık Kul Hasan Hakk’a Yürüdüler

Aydın Şafak - Veliyettin Ulusoy Avusturya’da

İsmail Kantekin - Çorum’da Birlik Cemi ve Halk Konseri

Nusayri Şeyhlere Dava Açıldı - Yargılamaya Büyük Tepki

Esen Uslu - Demokratik Alevi Bektaşi Hareketi ve Anayasa Değişikliği

İsmail Kaygusuz - Nasîrüddin Tûsî - Bölüm I

Ergin Doğru - Gazi Katliamı

Davit Durak Arslan - Dikkat!..

Aynur Haşhaş - Âşıklar ve Ozanlar

Haşim Kutlu - Hızır Günleri

Yüksel Işık - Din Dersleri İki Katına mı Çıkıyor

Ahmet Koçak - Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm II

Alevi Gençlerin Söylediklerinden Bölümler: Atilla Münüklü, Sercan Sağlam, Ayhan Arslan, Ali Kartal, Çağlar Akar

Doğan Bermek - Düşünceler

İnanç İzmirli - Gençlik Toplumun Bugünüdür

Demir Küçükaydın -Din Nedir? - Bölüm II

Besim Can Zırh - Almanya’da Yaşayan Aleviler - Bölüm II

Nedim Kanoğlu - Chicago’dan Tekel’a Onurlu Kadınlar

Sizin aşıkınız garip Kul HasanGerçekler ortada gün gibi ayanYeter uyuttular gözün aç, uyan!Ezilenden miyiz, ezenden miyiz?

Ermeni Tehcirinin ve Kırımının Yıldönümü Meds Yeghern - 1915İstanbul’da Anıldı

24 N

isan

201

0, T

aksi

mŞa

ban

Day

anan

Bas

kımız

Gec

ikti

, Özü

r D

ileri

z

Page 2: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

2

4KEVRİM ALATAŞ1 Nisan 1976 - 12 Nisan 2010

KÜRTKIZILBAŞKOMÜNİSTKADIN

EVRİM ALATAŞ 1976 yılında Malatya, Akçadağ, Gölpınar kö-yünde doğdu. 68 kuşağı devrimcilerinden Teslim Töre’nin ya-

kın akrabası olan bir Kızılbaş Kürt kızıydı. Devrimci olduktan son-ra ömrü boyunca devletçi-milliyetçi-ırkçı-cins ayrımcısı gericiliğin hedefi olan “4K”yı kendinde cisimlendirmiş bir candı. Genç yaşta Hakk’a yürümesi yeri zor dolacak büyük bir kayıp oldu.

Evrim can 1994 yılında gazeteciliğe başladı. Yıllarca Kürt öz-gür basınında muhabir ve editör olarak çalıştı. Evrensel, Birgün ve Özgür Politika gazeteleri ile Esmer Dergisi’nde köşe yazarıları yaz-dı. Birikim, Siyahi, Amargi, Tiroj dergilerine ve Radikal İki’ye uzun makaleler yazdı. Taraf gazetesinde Kürtler Vadisi köşesini yazdı.

İlk kitabı Mayoz Bölünme Hikayeleri 2003 yılında Aram Ya yın-ları’ndan çıktı. Masalarına koyduğu tuzluklar Abdullah Öcalan’a benzediği için gözaltına alınan Karadenizli lokantacının hikayesi gibi Kürtlerin, Alevilerin ve ülkemizin trajik halini komik bir dille anlatan bu kitabı çok beğenildi.

Bugün tükenmiş olan bu kitap, Aram Yayınlarının ve Kürtçe Hawar gazetesinin sahibi yazar Bedri Adanır da Ocak ayından beri tutuklu olduğu için kim bilir bir daha ne zaman yayınlabilir.

Evrim can, bir çok hikaye derlemesine de katkıda bulundu. Ev-rim canın, Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer adlı ikinci kitabı 2009 Ağustos ayında yayınlandı. Her Alevi gencin mutlaka okuması ge-reken bu kitap, Evrim’in kendi köyünde, bir Kızılbaş-Kürt köyünde, yaşanan devlet baskılarını içten bir şiirsellikle anlatır.

Evrim can, savaş mağduru Kürt çocukların dramını işlediği bir hikayesini, sinema yönetmeni Miraz Bezar ile beraber senaryo-ya dönüştürdü. Min Dît adıyla çekilen uzun metrajlı fi lmin galası 2009 baharında Diyarbakır’da yapıldı. Min Dit bu yıl Antalya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan ilk Kürtçe fi lm oldu.

Genç yaştan beri kanser hastası olan Evrim can ağır tedaviye-karşın dirençle yazmaya devam etti. Taraf’ta son yazısı ölümünden bir kaç gün önce yayınlandı. Bir yazısında bize şöyle sesleniyordu:

“Demem o ki Alevi Türk ve Kürt-Alevi kardeşlerim; kork-mamız ve çekinmemiz gereken ‘Sünniler’ değil, bu sistemin ta kendisidir. Ordusuyla, derin devletiyle, cinayet şebekele-riyle bu sistem ve bu sistemi savunanlardır. CHP gibi... Vaz-geçin CHP’den. Onur Öymen’in gitmesini beklemeyin, siz terk edin orayı. Bundan daha açık faşizm var mı? Ki siz ben-den iyi bilirsiniz faşizmin ne olduğunu...”

Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer4 Basım: Şubat 2010

İletişim YayınlarıTel: 0212.516 22 60

Evrim Alataş, Antalya FilmFestivalinde Min Dit fi lminin jüri özel ödülünü aldıktan sonra teşekkür konuşması yaparken

Page 3: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

3

Âşık Kul Hasan Hakk’a YürüdüAhmet Koçak

ÂŞIK KUL HASAN, (Hasan Gören) üç ay önce akciğer kanse-ri nedeni ile hastaneye kaldırıldı. Tedavi sonuç vermedi. Âşık

Kul Hasan 12 Mart Cuma günü akşamı saat 8’de Hakk’a yürüdü.Âşık Kul Hasan, 14 Mart Pazar günü Ankara’da Hacı Bektaş

Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezinde yapılan törenden son-ra Karşıyaka Mezarlığında sırlandı. Töreni ve sırlama hizmetlerini Dertli Divani Baba yürüttü. Törende ozanın dostları ve ozan arka-daşları hazır bulundu. Törende sanatçı Tolga Çandar, Ozan Gönüllü Coşkun ve ben kısa birer konuşma yaptık.

Âşık Kul Hasan Kimdir?

Âşık Kul Hasan Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Emir İlyas kö-yünde 1933 yılında doğdu. Köyün tek Alevi kabilesindendir. Babası yoksuldur. Kul Hasan aileye üç kızdan sonra dâhil olur. Ailenin baş tacı edilir. Tek erkek evlat olduğundan ayrıcalıklıdır. Kendi deyimi ile “haylaz” bir çocuktur. Şiir ve müzikle, köye gelen dede ve ozan-ların muhabbetlerinde tanışır. Pir Sultan’dan, Şah Hatayi’den, Seyit Nesimi’den şiirler öğrenir. Bu muhabbetlerde Enel Hak felsefesiyle, insan sevgisiyle yoğrulur.

7 Ekim 1947 yılında evlenen ozanın, dört kız, dört erkek çocuğu vardır. 1960 yılı köyden ayrılır; Mersin’e, oradan Silifke’ye göçer. Ardından, ömrünü noktalayacağı Ankara’ya yerleşir.

Türkiye İşçi Parti’lilerin yardımıyla Ankara Devlet Tiyatrosu’nda gece bekçisi olur. Şiirlerinden dolayı dava açılır, yargılanır. Beraat eder, ama işyerinden tazminatısız atılır. Ankara Belediyesi’nde işe

Page 4: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

4

Âşık Kul Hasan’ın cenazesini Dertli Divani Baba ile canlar sırladı.

alınır. Emekli olana kadar burada çalışır. İki kaseti yayınlanmış-tır. “Bana Bana” 1994 yılında Can Dost Müzik tarafından, “Yana Yana” ise 1995 yılında Ada Müzik tarafından yayınlandı. Âşık Kul Hasan, 2000 yılında Danimarkalı sine ma yönetmeni Elisabeth Rygard’ın yönettiği “Gönlümdeki Köşk Olmasa” adlı fi lmde rol aldı. Âşık Veysel rolünü oynadı.

Binin üzerinde şiiri bulunan ozanın tek şiir kitabı “Yirminci Yüzyılın İnsanlarıyız” 2004 yılında Alev Yayınlarınca yayınlandı. Şiirleri ceşitli dergi ve gazetlerde yayınlandı.

2004 yılında yayına hazırladığım kitabına yazdığım sunuş yazı-sında şunları dile getirmiştim:

“Âşık Kul Hasan çağdaş toplumcu halk ozanlarımızdan biri-dir. Ozanlık geleneğinin usta-çırak ilişkisi içinde pişmiş, ge-lişmiş, olgunlaşmıştır. Öte yandan 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nden başlayarak günümüze dek nice sosyalist örgüt-lerin, devrimcilerin içinden bulunmuş, siyasi görüş ve bilgi-sini pekiştirmiştir.

Kul Hasan yaşadığı çağı iyi kavramış, gündemi iyi takip et-miş, meselelerin özünü iyi yakalamıştır. Zaten ozan olabil-menin başlıca kıstasları arasında bunlar yok mudur? [...]

Kul Hasan’ın arzusu, insanların kardeşçe, özgürce, eşitçe yaşamasıdır. Zorbalık ve yobazlık en çok eleştirdiği ve kar-şı çıktığı konulardır. Ezilenden yanadır Kul Hasan. [...] Ma-alesef Kul Hasan, birçok halk ozanımız gibi hak ettiği yer-de değildir.”

Güle Güle Git Seni Unutmayacağız

Ne yazık ki, Kul Hasan da yeterince kadir, kıymet görmedi. Kul Ha-san toplumun, özellikle de Alevi-Bektaşi dernek yöneticilerinin il-gisizliğinden yakınırdı. Halkın ozanına halkın sahip çıkmaması en büyük yarası idi! Bir şiirinde vefasızlara şöyle seslenmekte:

Kul Hasan’ım ahım yerde kalmasınİkrarsız pirsizin yüzü gülmesinVefasız yar mezarıma gelmesinBoşa ağlamasın öldükten sonra

Yetmiş yedi yaşında aramızdan ayrılan sevgili Hasan Babamız, güle güle git, seni unutmayacağız.

Page 5: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

5

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini

Veliyettin Ulusoy Avusturya’da…

Aydın Şafak, Viyana, 17 Şubat 2010

AVUSTURYA Alevi Birlikleri Federasyonu’nun (AABF) 13-14 Şubat tarihinde düzenlediği Birlik Cemi’ne Hacı Bektaş

Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy da katıldı. Ulusoy, yaptığı ko-nuşmada Alevi Çalıştaylarını eleştirerek, “Çalıştaylar, gösteriden başka bir şey değil. Asimilasyona dönük çalışmalar” dedi.

Viyana ve St. Pölten’de düzenlenen Birlik Cemleri, Veliyettin Ulusoy’un huzurunda, Dertli Divani’nin yönetiminde ve Celal Ab-bas ile Murtaza Salper’in zakirlikleri eşliğinde gerçekleştirildi. Viyana’da Mozaik Salonu’nda yapılan ve yaklaşık 700 kişinin ka-tılımı ile gerçekleşen cemden önce AABF Genel Başkanı Mehmet Ali Çankaya ve Merkez İnanç Kurumu Başkanı Kazım Akbaba da birer konuşma yaptılar. Cem bağlanmadan önce, ev sahibi ve or-ganizatör kurum olan AABF’nin Genel Başkanı M. Ali Çankaya yaptığı kısa açıklamada, “AABF olarak, Avusturya’da bir ilki ger-çekleştirdik. Pirimiz Veliyettin Ulusoy’un, Hünkârımızı temsilen aramızda olması, burada bulunan herkesi sevindirdi. AABF olarak, Aleviliğin Avusturya’da tanınması için hazırladığımız başvuru di-lekçe ve tüzüğümüzü içeri vermeden önce, Sayın Pirimizin görüş-lerine sunduk. Aldığımız cevap, ‘Başvurunuzu doğru buluyor, tas-lağınızın altına imzamı atıyorum’ oldu. Pirimiz, kendisine Alevi-yim diyen ya da demeyen herkesin imza atması gerektiğini de biz-lere iletmişti” dedi.

Aranızda Olmak Büyük Mutluluk

Dertli Divani, Celal Abbas ve Murtaza Salper’in eşliğinde, deyişle-rin okunmasının ardından, Pir Veliyettin Ulusoy, Pir Makamı’ndaki yerini alması için davet edildi. Pir Makamına çıkan Ulusoy, şunla-rı söyledi:

Page 6: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

6

“Alevi toplumu, tarihler boyu süren baskılar, zulümler yaşa-ya yaşaya günümüze kadar gelmiştir. Osmanlılardan Yavuz Sultan Selim’e, ardından Cumhuriyet tarihi boyunca aynı sı-kıntıları ve baskıları görmektedir.

Daha önce Sayın Başkanıma verdiğim sözü yerine getire-memiştim. Bugün Avusturya’da olmamla, bu vesile ile bu sözü yerine getirdim. Aranızda olmamın mutluluğunu bir-likte paylaşmaktayım.

Hükümet’in düzenlediği Alevi Çalıştayları gösteriden baş-ka hiçbir şeye yaramıyor. Çalıştaylar, asimilasyona yönelik maddelerle dolu. Aleviliği Alevilerden başka hiç kimse ne anlatabilir, ne de yaşatabilir. Dayatılan bir asimilasyon poli-tikasıdır. Asıl muhataplar, bu çalıştayların dışında kalmıştır.

Cemevlerinin yasal statüye alınması, Madımak’ın müze ya-pılması, eşit yurttaşlık, Diyanet’in kaldırılması, zorunlu din derslerinin kaldırılması... Peki, bunlardan hangisi üze-rinde yoğunlaşabildiler? Çalıştay süreci boyunca, kendisi-ne ‘Alevi önderi’ diyenlerin bunları öne sürmesi gerekirken, Diyanet’in bütçesinden dedelere maaş konusu üzerinde yo-ğunlaşmışlardır. Hayır, efendim, Aleviler ve Alevi dedele-ri, ibadet yerlerinin resmiyetini almadan nasıl kendi benli-ğini düşünebilir. İbadetin tanınmıyor ama ibadet adı altında dedelere nasıl maaş bağlanabilir! Aleviler ilk önce yukarı-da sıraladığımız maddeler üzerinde yoğunluk kazanmalıydı.

Bilindiği üzere Avusturya Federasyonumuzun, Aleviliğin tanınması için Avusturya makamlarına bir taslakla müraca-atları olmuştur. Bu taslak içeri verilmeden önce bana da gön-derildi. Görüşlerim ve bu taslakla ilgili düşüncemin ne oldu-ğu sorulmuştu. Hazırlanan rapor bana Almanca olarak gön-derilmişti. Bu taslağı inceledim ve her Alevinin altına im-zasını atması gereken o taslağın altına ben de imzamı ata-rak, kendilerine hayırlı ve uğurlu olsun dileklerimle gön-derdim. Bu taslakta Alevilik doğru bir biçimde ele almış. Avusturya’da yaşayan örgütlü Aleviler, bu taslak etrafında birleşmelidir. Öyle söylendiği gibi, Alevilik başka yörünge-lere de sürülmemiştir. Böyle bir taslağın yanında ikinci bir K

ayna

k: w

ww.

alev

iten.

or.a

t

Page 7: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

7

Ecdadı hünkârdan evliya soyuViyana’ya eren canlar uğradıBirlik beraberlik sağlansın deyiViyana’ya eren canlar uğradı

Ulu sular gibi engin akarsınDerman olur derdimize bakarsın Anadolu toprağından kokarsın Viyana’ya eren canlar uğradı

Bu yolun aşığı Dertli DivaniCem olduk beraber unutmam seniMuhabbetin hoştur biz olduk kâniViyana’ya eren canlar uğradı

Hünkâr Hacı Bektaş bir büyük ulu Süre geldin bize erkânı yolu Yardımcımız olsun Şah Merdan AliViyana’ya eren canlar uğradı

Cemalini gördüm Pir VeliyettinGurbet elde bizi ziyaret ettinYol erkân bir dedin yolunu güttün Viyana’ya eren canlar uğradı

Deyiş duazimam Divani Baba Yol erkân yürüsün gösterdin çabaKırkların yoluna canımız feda Viyana’ya eren canlar uğradı

Sefa geldin Veliyettin EfendiKamber kılavuzu mihmandı kendiPostnişanı ulu dergâhtan dendiViyana’ya eren canlar uğradı

Hasbıhal eyledik durumu haliEzeli ervahtan demişiz beliEvveli Ali’dir ahiri VeliViyana’ya eren canlar uğradı

Konuştukça bal akıyor sözünden Hünkârdan nişan var kendi özündenYolun sürer ehlibeyt izindenViyana’ya eren canlar uğradı

Şükür olsun gördüm pirin yüzünüYeni buldum mürşidimin iziniNe sitem eyledi ne de nazınıViyana’ya eren canlar uğradı

Federasyon başkanımız ÇankayaKimi telaşlandı düştü hay hayâFırsat vermeyelim kötü bir huyaViyana’ya eren canlar uğradı

Dedem tatlı derviş ikrar bağladıCemalettin dergâhında eğlediÜçüncü post Hubyar’ın söylediViyana’ya eren canlar uğradı

Âşık Mehmet aslım ecdadım HubyarYolunu bırakmaz erkâna uyarMuhabbetin baldır sözünden doyarViyana’ya eren canlar uğradı

Viyana, Avusturya, 16 Şubat 2010

Hubyarlı Âşık Mehmet Çulhacı

Viyana’ya Eren Canlar Uğradı

başvurunun yapılmasını onaylamıyorum ve doğru yapma-dıklarını huzurunuzda söylemek isterim.”

Dertli Divani, cemlerin içeriği ve türleri hakkında kısa bilgi-ler sundu. “Bugünkü cemimiz, Abdal Musa Cemi. Yediden yetmi-şe, nasıl inanıyorsa herkesin katılacağı bir cem” dedi ve ardından on iki hizmet görevlisinin tek tek isimleri söylenerek ceme başlandı.

Ulusoy’a İlgi Büyüktü

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy, Viyana’ya geldiği gün AABF yöneticileri ve kalabalık halk topluluğu tarafın-dan karşılandı. Kaldığı iki günlük süre içerisinde medyanın da ilgi odağı haline geldi. Bilgisi, becerisi, inanç önderi vasıfl arıyla birçok konuyla ilgili aydınlatıcı açıklamalarda bulunan Ulusoy, 14 Şubat akşamı yine kalabalık bir topluluk eşliğinde Türkiye’ye uğurlandı.

Page 8: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

8

Gencecik kızların başını bağlatıp, tektip kıyafetle samah donduren dernek yöneticlerine ders olsun:Âşık Sıdkı Baba’nın deyişiyle:Başım açık yalınayak yürüttün...Yırtık gömlek ile eski şal ile

5 ŞUBAT akşamı Çorum’un Alaca İlçesi Kargın Köyü’nde Abdal Musa

Birlik Cemi yapıldı. Cemi Merkezi Ankara’da olan Kargın Köyü Derneği organize etti. Dertli Divani Baba’nın yürüttüğü cemde, zakirlik hizmetini Sanatçı Erdal Erzincan, Celal Abbas Ürer ve Can Kalaycıoğlu yaptı. Erdal Erzincan cemde ayrıca deyiş ve nefesler seslendirdi.

Kardeş dernek, Antalya Abdal Musa Derneği Başkanı Gülçin Akça ve yönetimden Süleyman Demir olmak üzere canlar da cemde hazır bulundular.

Çorum Alevi Kültür Merkezi’nin organize ettiği konser, 6 Şubat Cumartesi akşamı Atatürk Spor Salonu’nda yapıldı.

Konserin sunuculuğunu Çorum’da yayın yapan Radyo Umut’tan Uğur Çınar ve Meltem Çınar ikilisi yaptı. Siyasi parti temsilcileri, demokratik kitle örgüt temsilcilerinin de katıldığı konseri yaklaşık üç bin kişi izledi. Gecenin açılış konuşmasını Alevi Kültür Merkezi Başkanı Nurettin Aksoy yaptı. Aksoy, konsere katılanları selamlayıp hoş geldin dedikten sonra birlik olmanın önemine değinerek bundan sonra neler yapacaklarını, hedefl erini anlattı.

Daha sonra Dertli Divani, Erdal Erzincan, Grup Vadi, Âşık Hasan Yavuz, Alevi Kültür Merkezi Derneği Halk Müziği Korosu ve Semah Ekibi katılımcılara coşkulu bir gece yaşattılar.

Çorum’da Birlik Cemi ve Halk Konseriİsmail Kantekin

Page 9: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

9

Bizim Alevi İslam inancını öğrenmemize

Muaviye ve Yavuz’un kılıcı

engel olamadı. Geçmişte

olduğu gibi bugün de

yarın da Alevi inancını

öğreneceğiz ve çocuklarımıza

öğreteceğiz.

Aleviliği Öğretten Alevi Şeyhlerine Dava Açıldı

Yargılamaya Büyük Tepki

SAMANDAĞ adliyesinde yapılan duruşma saatinden önce ad-liye önünde toplanan halk duruşmaya gelen şeyhleri alkışlar-

la karşılayarak destekte bulundu. Duruşmaya, çeşitli Alevi-Bektaşi kurumlarının yöneticileri ve Samandağ’da bulunan yerel dernekler, muhtarlar ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katıldı.

Duruşmanın ardından adliye bahçesinde destek için toplanan halka konuşmalar yapıldı. Hasan Atıcı konuşmasında şöyle dedi:

“Kendi inançlarımızı çocuklarımıza öğretmek için bir yer-den izin almamız mı gerekiyor? Bizim Alevi İslam inancı-nı öğrenmemize Muaviye ve Yavuz’un kılıcı engel olamadı. Geçmişte olduğu gibi bugün de yarın da Alevi inancını öğ-reneceğiz ve çocuklarımıza öğreteceğiz.”

“Türkiye’nin her tarafında Aleviler ayırımcılığa uğruyor.” diyen Av. Kemal Derin konuşmasına şöyle devam etti.:

“Alevi çocukları okullardaki zorunlu din dersleriyle Sün-nileştirilmeye çalışılıyor. Buna iktidar ve muhalefet susu-yor. Buradan hem iktidara hem de muhalefete sesleniyorum: Yeni Anayasa paketinde zorunlu din dersleri zulmüne son verilsin diyorum.”

“Biz bu yargılamayı anlayamadık. Bu yanlış hesap Bağdat’a git-meden Samandağ adliyesinden geri döner,” diyen Ali Yeral’ın ar-dından Samandağ Ulvi Değerler Derneği Başkanı Zülfi kar Çiftçi şöyle konuştu:

“İnsan hakları ile temel hak ve özgürlükler kapsamında ve inanç özgürlüğü çerçevesinde Alevi inançlarının sürdürül-mesine olan katkıları dışında hiçbir suça konu eylemde bu-lunmamış olan din adamlarımızın rencide edici bu sürece sokulmaları kabul edilmez bir tutumdur. Bu süreç bütün Alevi toplumunu yaralamış ve üzmüştür. (...)

Bu münasebetle din adamlarımızı ve Alevi toplumunu inci-ten bu yargılama sürecinin adil bir biçimde son bulması dile-ğimizi kamuoyu ile saygıyla paylaşırız” dedi.

Duruşma Mayıs ayına ertelendi.

Page 10: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

10

Anayasa’daki demokrasi-laiklik sözleri, halkın tepesine gerektiğinde inecek “tunç eli”, demir yumruğu gizleyen kadife bir eldivendir.

Demokrat Olmayan AKP’nin Anayasa Değişikliği Demokrasi ve Laikliği Hedefl emiyor

Demokratik Alevi Bektaşi Hareketi ve Anayasa DeğişikliğiEsen Uslu

ARTIK açıkça görülüyor ki Türkiye toplumu üzerinde asker-sivil bürokrasinin vesayetine dayanan siyaset çerçevesi bugü-

nün ihtiyaçlarına yanıt vermiyor. Bu siyasi çerçeveyi bugün 12 Ey-lül faşist cuntasının çizdiği ’82 Anayasası belirliyor. Ama hiç akıl-dan çıkarılmaması gereken nokta, bu siyasi çerçevenin cumhuri-yetin kuruluşundan beri orası-burası yamanarak süregeldiğidir. ’82 Anayasa’sı bu çerçevenin sadece günümüzdeki biçimdir

Anayasa’da “laik-demokratik-sosyal-hukuk devleti” diye tarif edilen bu devlet, hiçbir zaman laik, demokrat, sosyal ya da hukuk devleti olmamıştır. Bizim demokrasimiz göstermelik sözlerle giz-lenmiş otoriter-halk düşmanı bir yapıdır. Anayasa’daki demokrasi-laiklik sözleri, halkın tepesine gerektiğinde inecek “tunç eli”, demir yumruğu gizleyen kadife bir eldivendir.

Anayasal “Demokrasi”nin Sınırları

Demokrasi bu anayasal sistemde ara sıra yapılan seçimlerle sınırlı-dır. Seçim bile binbir çeşit kayda-kuyda bağlanmıştır. Konulan ba-rajlarla halkın muhalefetini dile getiren partilerin Meclis’e girmesi olanaksız kılınmıştır. Siyasi partilerin kendisi, demokrasi dışı işle-yen bir örgüt garabetine dönüştürülmüştür. Milletvekilinin temsil ettiği halka hiçbir bağı kalmamıştır. Milletvekili, mahkemeye çıksa adi suçtan hüküm giyecek durumda bile olabilir, ama dokunulmaz-dır. Milletvekilleri yasa çıkarabilir, ama uygulatma güçleri yoktur, devlet bildiğini okur. Milletvekilleri bütçe yapıp yandaşlarına ayrı-calık ve avanta dağıtabilir, ama demokrasinin bu sınırlarını değişti-recek bir Anayasa değişikliği yapamaz.

Tüm devlet işleri merkezi bir bürokrasi eliyle yürütülür. Asker ve sivil memurlardan oluşan bu merkezi bürokrasi ayrıcalıklı ve do-kunulmazdır. Üstelik Meclisteki siyasetçilerin önemli konularda neye karar verip veremeyeceğini belirleme hak ve yetkisine sahip-tir. Kendine has usulleri vardır. “Salla başını; al maaşını!” usulüy-le, “Bugün git, yarın gel” dalgacılığıyla çalışır. En küçük devlet da-iresinde bile çarklar yasa dışı ödeme yağlaması olmazsa dönmez.

Bürokrasinin üst tabakası ise siyasi vesayetini, “Atatürk devrim ve ilkeleri” denilen, ne olduğu ya da bugünle ne ilgisi olduğu pek belli olmayan, “sözü ayağa, halka düşürmeme” despotluğu ile işler.

Adalet mekanizması ve kolluk kuvvetleri, devletin halka en çok değen, her değdiğinde de halkın canını yakan keskin ucudur. Hal-ka polis copu, jandarma dayağı, karakolda işkence, polisin uyduruk

Page 11: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

11

Türkiye’nin egemen

sınıfl arı bu “demokrasi”nin

dışına çıkmaktan ölesiye korkar.

Bu korkularının nedeni

Türkiye’nin toplumsal yapısının,

resmi devlet düşüncesi olan

“ülkesi ve milletiyle bölünmez

Türk devleti” anlayışına

uymamasıdır. Asker-sivil

bürokrasinin, “Uymuyorsa halkı

değiştirelim!” mantığı,

ülkemizi kana boyayan bir

zorbalıklar tarihi doğurmuştur.

Hâlâ bu tarihle bile

yüzleşemediler.

suçlamasına dayanan savcının yalap-şap iddianamesi, işini bilip de bilmezden gelen bilirkişi görüşü ve mahkeme kararı ile bir türlü bit-mek bilmez duruşmalar boyunca mahpuslarda beklemek en sıradan uygulamadır. Halka böyle işleyen adalet, eşraf ve zengin söz konusu oldu mu “otomobil uçar gider” hızıyla işler. En ağır suç işleyen bile ya bulunamaz ya da bir yolunu bulup beraat ettirilir.

İş siyasi yargıya geldi mi, bir emirle yüce yargımız “Hazır ol”a geçip mevzuat kırkambarından bulunup çıkarılmış akla hayale gel-mez, hiçbiri uymazsa yenisi icat edilen yöntemlerle nice partiler ka-patılır. Hukuksuzluğun hesabını soran olmaz.

Bu Anayasa’ya göre “laik” olan devletin devasa bir Diyanet İşle-ri Başkanlığı vardır ve bu kurum eliyle devletin resmi-sünni İslam dini tüm camiler ve okullar eliyle halka dayatılır.

Bu devletin Milli Eğitim Bakanlığı vardır ve burada tüm komşu ülkelerin halklarını ve bu arada ülkemizde yaşayan azınlıkları aşa-ğılayan, onlara karşı genç beyinlerde nefret oluşturan, uydurma bir Türklüğü yücelten, ırkçı-milliyetçi-faşist kırması bir düşünce tarzı öğretilir. Kürtçe ana dilde eğitim yapma hakkı tanınmaz.

Bu Anayasa’ya göre yerel yönetimler seçimle işbaşına gelir, ama yetkileri sınırlıdır. Asıl yetki onların üzerinde duran merkezi devle-tin atanmış ve ayrıcalıklı yöneticilerindedir.

Halkı Devlete Uydurma Zorbalığını Demokrasi Diye Yutturma

Türkiye’nin egemen sınıfl arı bu Anayasal kıskacı alınmış “demok-rasi”nin dışına çıkmaktan ölesiye korkar. Bu korkularının nedeni Türkiye’de yaşayan insanların toplumsal yapısının, resmi devlet dü-şüncesinin temelini oluşturan “ülkesi ve milletiyle bölünmez Türk devleti” anlayışına uymamasıdır. Asker-sivil bürokrasinin, “Uymu-yorsa halkı değiştirelim!” mantığı, ülkemizi kana boyayan bir zor-balıklar tarihi doğurmuştur. Hâlâ bu tarihle bile yüzleşemediler.

Bugün Türkiye’de yaşayanlar Osmanlı toplumunun kılıç artığı-dır. Bu topraklarda yaşamış kadîm Rum, Ermeni, Süryani ve Hıris-tiyan Türk halkları devlet zoruyla bu topraklardan kovulmuştur. On dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başı dünyasının göçle-ri sonucu adına topluca “Çerkez” denivermiş olan birbirinden fark-lı Kafkas halkları, “Göçmen” denmiş çeşitli Balkan-Rumeli halk-ları bu ülkeye gelmiştir. Bu topraklar içinde Kürt ulusunun önemli bir bölümü yaşar, ama daha düne kadar varlığı yok sayılır. “Varım, dilimi konuşurum” diyenin anası ağlatılır. Ülkenin sınırları değişir-ken Arap ve Roman halkları bu topraklarda kalmıştır.

Asker-sivil bürokrasinin resmi düşüncesine göre ülkemizde yaşayanların “yüzde 99’u Müslüman’dır.” Böylece Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlar, Caferiler, Ezidiler, Süryaniler ya yok sayılır ya da faşist kafalardaki, “Türk-İslam Sentezi” fi krine ve devlet zorbalığı kenefi -ne jandarma yazılmak üzere kendine yabancılaşmaya zorlanır. Lo-zan Anlaşması ile “azınlık” hakkı tanınmış Rum ve Ermenilere bile Vakıfl ar eliyle binbir türlü ayrımcılık ve baskı uygulanır.

Page 12: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

12

Ne zaman siyaseten uygun olursa, kadife eldivende gizli “tunç el” ortaya çıkıverir: Başbakan punduna getirdi mi, “Bize soykırımını tanı diye baskı yapmayın. Kızarsak ülkemizdeki kaçak Ermeni işçileri sınır dışı ederiz!” diye tehdit savurur. Bu şantajcılığa, zorbalık tehdidine siyaset önde gelenlerinden bir itiraz yükselmez.

Bir zamanlar ileri kapitalist ülkelere göçmen gönderen Türkiye bugün göç alan bir ülkedir. Ama devlet 1951 Cenevre Anlaşması’na çekince koyduğu için Avrupa dışından gelenlere uluslararası “mül-teci” statüsü tanımaz. Ülkemize gelenleri kapı dışarı etmeyi, işsiz-parasız bırakıp kamplara tıkmayı marifet bilir.

Bugün ülkemizde “kaçak işçi” olarak çalışan nice göçmen var-dır. Asker-sivil bürokrasinin güdümündeki siyasetçiler onları yok sayar. Ama ne zaman siyaseten uygun olursa, kadife eldivende gizli “tunç el” ortaya çıkıverir: Başbakan punduna getirdi mi, “Bize soy-kırımını tanı diye baskı yapmayın. Kızarsak ülkemizdeki kaçak Er-meni işçileri sınır dışı ederiz!” diye tehdit savurur. Bu şantajcılığa-zorbalık tehdidine siyaset önde gelenlerinden bir itiraz yükselmez.

Anayasa Değişikliğinin Demokrasisi

Eski solcu, günümüzde özgürlükçü (liberal bu demektir) yazarla-ra bakılırsa, AKP Hükümeti bu anayasa değişikliği ile demokrasi-mizi değiştirip, düzeltecekmiş. Bu nedenle dün faşizmin copunu-dipçiğini-kurşununu yediler diye solcular; bütün belediye başkanla-rı hapse tıkılan, partileri kapatılıveren, polise taş atti diye çocukları hapislerde süründürülen, son çeyrek yüzyılda her ailesinden en az bir şehit vermiş Kürtler; ağızlarına “açılım” balı çalınan, ama hiç-bir temel istemi ciddiye bile alınmamış Aleviler; Bir Mayıs bayram ilan edildi diye, hak mücadelesine çıktı mı sokaklarda coplanan-gazlanan-kış ortasında suya dökülen, sendika dedi mi işyerinin ka-pısına konulan işçiler AKP’nin arkasında sıraya dizilip referandum-da bu değişikliği onaylamalıymış. BDP de Mecliste Anayasayı de-ğiştirmek için gerekli sayısı olmayan AKP’ye takviye olmalıymış.

Peki, neymiş bu Anayasa’da değiştirilecekler? Taslağa bakılırsa, yüksek yargı kurumlarının yapısında tadilatlar, askeri yargının yet-kilerinin sınırlanması, çocuk hakları, kişisel bilgilerin gizliliği, 12 Eylül cuntacılarının suçları üzerindeki Anayasal korumanın kaldı-rılması gibi maddeler var.

Siyasi parti kapatma zorlaştırılacak deniyor, ama taslak bunu Meclis’te grubu bulunan partilerin eşit temsille kuracağı bir komis-yonun iznine bağlıyor. Bir sol parti ya da Kürt partisi kapatılacağın-da Mecliste her zaman hazır bir çoğunluk bulunduğu akılda tutulur-sa bu değişiklik halk muhalefeti açısından hiçbir anlam taşımıyor.

Kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı vereceğiz diyorlar, ama taslağa bakılınca kamu işçilerine grev hakkının tanınmadığı görülüyor. Kararları bağlayıcı olan ve işçi düşmanlarının otomatik çoğunluğunu bulunan bir uzlaştırma kurulu yoluyla dayatılan ko-şullara “toplu sözleşme” adı verileceği sırıtıyor.

Taslak AKP’nin seçim kampanyasında ağzından düşürmediği “dokunulmazlıkları kaldırma” konusunu gündeme bile getiremiyor.

Taslakta askeri yargının sınırlandırılması ve sivil yargının üst kurumlarında yuvalanmış “değişmez ve değiştirilmez” Devletçi-cuntacı kastın yetkilerinin kısılmasına yönelik öneriler bile sınırlı.

Page 13: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

13

Her Alevi-Bektaşi örgütlerinden

Anayasa konusunda fi kir,

öneri ve mücadele hedefi bekliyordu.

Bu ortamın doğacağı aylar

önceden belliydi, ama demokratik

Alevi-Bektaşi hareketinin

üst yöneticileri gözlerini önce

bir Alevi partisi kurma çabasına

dikti, ardından kongre “kazanma”

işine gömüldü. Anayasa

tartışmalarına katılma

konusunda tek bir olumlu

adım atılmadı. Bu, geçen yıl

yapılan hatanın bedelinin

ağır olduğunu gösterdi.

Tabii görmek isteyene.

Bugünün Türkiye’sinde halka güvenmeyen, halkı tüm siyasi sü-reçlerin dışında tutmaya çabalayan, “Ayaklar baş olmaz!” diyen bir siyasi partinin kurduğu hükümetin demokrasiyi geliştirmesi müm-kün değildir. Attığı “açılım” adımlarının çıkardığı gürültüden bile korkan ve asker-sivil bürokrasinin “Geriye çark!” komutuna uya-rak, attığı utangaç adımları geri devşirmeye çalışan AKP demok-rat, hatta özgürlükçü (liberal) bile değildir.

AKP’nin hali böyleyken, hangi eski solcu-yeni liberal akıldane bizi AKP demokratik bir anayasa yapacağına inandırabilir?

Suskun Kalan Alevi-Bektaşi Demokratik Dernekleri

Ne var ki toplumda asker-sivil bürokrasi ile siyasetin kemikleşmiş kastları Anayasa tartışmaları adı altında birbirine daldı mı ortada halk muhalefeti için hem fırsat, hem de tehdit var demektir.

Alevi-Bektaşiler açısından bugünkü tehdit iki yanı keskin bir kılıçtır. Bir yanda ruhunu devlete ve CHP’ye satmış, Kemalist-ırkçı-milliyetçi-Türkçü-Kürt düşmanı fi kirlere kapılmış olanlar, asker si-vil bürokrasinin sultası zarar görmesin diye çabalıyor.

Alevi-Bektaşileri AKP’nin temsil ettiğini öne sürdükleri “Şeri-atçı tehdide karşı” bir koçbaşı olarak kullanmaya çalışıyorlar. “Yük-sek yargı da giderse laiklik elden gider” diye höyküren nice Alevi “yazar” ortada. “Haydin Aleviler, koçbaşımız, kösemeniz olun!”; AKP’nin asker-sivil bürokrasinin sultasını azaltmasını önlemek adına, “laiklik ve demokrasiyi korumak için göreve” diyorlar.

Kılıcın öteki yüzünde, CEM Vakfı gibi devlete yaranmaya ve AKP’li siyasetçilerle iyi geçinerek bu işlerden nemalanmaya ça-lışanlar var. Onlar, Alevi-Bektaşileri ılımlı İslam’a uygun, mu-halefet etmeyen, direnmeyen, “cici Aleviler” olmaya ve AKP’nin ardında sıraya girmeye yönlendirmeye çalışıyorlar. Eski solcu-özgürlükçülerin bir kısmının son dönemde, Alevi-Bektaşilerin önde gelen inanç önderlerini, ozanlarını, âşıklarını, sadıklarını AKP ile en azından bir yemekte olsun bir araya getirmek için çevirdikleri dolaplar, söyledikleri çocuk aldatmaz yalanlar, eğilip bükülmeler hâlâ akıllarda. Gözü milletvekilliğine odaklı, düşüncesiz ve kişilik-siz nice ünlü Alevi bu yoldan yürümeye devam ediyor.

Peki, bu tehdit ve fırsat ortamında demokratik Alevi-Bektaşi ha-reketinin görevi nedir? Bu görev, halkın ilgisi anayasa-demokrasi-laiklik gibi önemli siyasi konulara yoğunlaşmışken, işin doğrusunu anlatma, Alevi-Bektaşi halkı aydınlatmaktır.

Her demokrat Alevi-Bektaşi örgütlerinden Anayasa konusunda fi kir, öneri ve mücadele hedefi bekliyordu. Bu ortamın doğacağı ay-lar önceden belliydi, ama demokratik Alevi-Bektaşi hareketinin üst yöneticileri gözlerini önce Alevi partisi kurma çabasına dikti, ar-dından kongre “kazanma” işine gömüldü.

Alevilerin ilgisi yoğunlaşmışken Anayasa tartışmalarına katıl-ma konusunda tek bir olumlu adım atılmadı. Bu, geçen yıl yapılan hatanın bedelinin ağır olduğunu gösterdi. Tabii görmek isteyene.

Page 14: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

14

Nasîrüddin Tûsî - Bölüm II

Nasîrüddin Tûsî’nin Oniki İmamcı Şiiliği ve Siyaset Anlayışı

İsmail Kaygusuz

Nasîrüddin Tûsî’nin üstün zekâ ve us evre-ni için sadece bu eserler yeterli kanıt ola-

maz. Nasîrüddin Tûsî, Fahreddin Razi’ye kar-şı İbni Sina’yı savunur. Ayrıca son döneminde On İki İmamcı Şiiliğin düşünce ve inanç konu-larını Aristocu bir anlayışla sistemleştirdi. Yapıl-mış yorumları, incelemeleri içine alan iki bölümlük yetmiş kısım-da (Fûsul) toplamıştır; bu bir çeşit tarih, analiz ve envanter oluş-turuyor. Bilmeliyizki Nasîrüddin Tûsî, Şii düşüncesinin de “tanıt-layıcı kişiliği” olabilir.1 İbni Sina Aristoculuğunun On İki İmam-cı inançla bütünleşmesi, Moğolların Irak’ı yakıp yıktıkları dönem-de Nasîrüddin Tûsî ile başladı ve yüzyıllar boyunca sürdü. 16 ve 17. yüzyıllarda Safevi yönetimindeki İran’da özel çiçeklenmeye ta-nıklık edildi.2

Nasîrüddin Tûsî üç on yılını Nizarilerle geçirdi. Alamut’un Hülâgü tarafından yıkılmasından sonra, onun danışmanı olmuş ve Şiilerin gönüllü elçisi durumuna girmiştir. Yaşamının bu son döne-mi On İki İmamcı Şii olarak geçmiştir. Ancak bazı Şii yazarlar onun bir zamanlar İsmaili olduğunu yadsırlar.3 Bu yadsıma, Nasîrüddin Tûsî’nin Hülâgü Han’ın (ö. 1265) hizmetine girdikten yeraltına gir-mek zorunda kalmış İsmaililikten uzaklaşarak Şiiliğe dönüşünden kaynaklanıyor denilebilir. Tûsî’nin tavsiyesi üzerine, son Alamut İmamı Hurşah’ın, kalenin yağmadan korunması için Moğollara tes-lim olduğu bilinmektedir. Bu yüzden bazı çağdaş İsmaili yazarlar onu, Moğol istilacılara yol gösteren ve Alamut İmamı’nı teslim ol-ması için kandıran “şerefsiz ve ikiyüzlü” olmakla suçlamaktadırlar:

Nasîrüddin Tûsî’nin odaklandığı felsefî ve bilimsel incelemele-rin sürekliliğini sağlayabilecek yaşam koşullarına sahip olma tut-kusunu, içinde yaşadığı toplumun inançsal, siyasal ve ahlâkî değer-lerinin üzerinde tuttuğu ve fırsatçı olduğu ortadadır. Bu tür davra-nış biçimi o dönemlerde yaygın görülen, yadırganmayan, daha doğ-rusu ayıplanmayan bir durum gibi görünüyor. Astronomi, felsefe, edebiyat, matematik, tarih ve din alanında bilgin olarak tanınan ki-şilerin çalışmalarını ve emeklerini, karşılık olarak, korumalığı al-tında kendilerine rahat yaşam koşulları sunan yöneticilerin emrine verdikleri, onların adına kitaplar yazarak övgücülüğünü yaparlar-ken oldukça önemli yapıtlar bıraktıkları da çok iyi bilinir.

Page 15: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

15

Tûsî galibin yanında saray bilgini rolü oynadı, ama öte yan-dan bozkırdan gelmiş köylüleri terbiye etmeye-eğitmeye uğraştı. Yaşamının sonuna doğru Tûsî, yeniden çocukluğunun dini On İki İmamcı Şiiliğe bağlandı. Buna rağmen Tûsî 1274 yılında ölürken arkasında, İsmaililer ve tüm bâtınîler için “Teslimiyetin Bahçesi” Revdet-ül teslîm gibi bir yapıt bıraktı.

Tûsî’nin 1259’da, yani Alamut’un yakılıp yıkılmasından iki yıl sonra, Hülâgü’yü ikna ederek Meraga’da kurduğu gözlemevinin, kısa bir zamanda 400 bin ciltlik kitaplığa sahip olur. Alamut’un dille-re destan kütüphanesinin talanından, Moğol Hanı’nın başmabeyin-cisi ve tarihçi Cuveyni kadar Tusî’nin sorumludur. Bağdad’ın düşü-şünden sonra kütüphanesinin kitaplarının buraya taşıttıdığı bilin-mektedir.

Ancak İmam’ı teslim olmaya ikna ederken, Hülâgü’yü işgalden vazgeçirmek için çaba harcamaması da düşündürücüdür. Ertesi yıl Hülâgü’nün danışman veziri olması onun işbirlikçiliğini ortaya ko-yuyor. Nasîrüddin Tûsî’nin işbirlikçiliği Mevlânâ Celâ led din’e ben-zerse de Moğol Hanları, komutanları ve valilerine övgüler düzme-miştir.4

Yıldızları gözleyerek gelecekten haber almaya çok önem veren Şaman inançlı Hülâgü’nün, müneccim olduğunu öğrendiği Nasîrüd-din Tûsî’yi koruması altına alır.

Tûsî, Konya ile ilişki içindeydi; Mevlânâ’nın çağdaşı ve dos-tu, Muhiddini Arabi’nin üvey oğlu Sadreddin Konevî (ö. 1275) ile mek tuplaşmaktaydı. Ortak dostları İranlı astronom Kutbeddin Şi-razi (ö. 1311) aracılığıyla mektuplaşmalarının konusu vahdet-i vü-cut (varlık birliği) düşüncesiydi. Konevî, Tûsî’nin karşıtı olarak, Tanrı’nın akıl yoluyla bilineceği düşüncesini reddetmekte, Tanrı’nın hakikatinin yalnızca kendisi tarafından bilineceğini öne sürerek fi -lo zofl arın tezlerini yadsımaktadır.

Batıniliği döneminde İsmaili Aleviliğine yaptığı katkılarla bili-nen Tusî, Şii inancına dönünce ömrünün son on beş yılında bu inan-cına da yapıtları ve yorumlarıyla “taze kan” vermiştir.

Bu aşamada Nasirüddin Tûsî, felsefe konusunda Aristoteles’in etkisi altında gelişen İslâm felsefesi çığırına bağlıydı. Akıl ilkele-riyle Şii inançlarını bağdaştırmağa çalıştı. Ona göre, bir akıl varlığı olan insan, bütün davranış ve eylemlerinde akla uymalı, aklı kendi-ne kılavuz edinmelidir. İnsanın uyması gereken bütün ahlâk ve eği-tim kuralları akla dayanmalıdır.

Onun ahlâk felsefesinin bir bölümünü eğitim konusundaki dü-şünceleri oluşturmaktadır. Ona göre çocuğun doğumundan itibaren ona uygun bir ad verilmeli, iyi bir sütanneye sahip olmalı ve yetiş-me döneminde kötü huy edineceği ortamlardan korunmalıdır. Bu süreçte ona aklını kullanmasını ve akıl yoluyla elde edilen erdem-leri sevmesini öğretmeli. Arzularına hâkim olmanın ve kendini tut-manın bir erdem olarak öğretilmesi gerekir. Bundan sonra da çocuk hangi sanata ya da konuya karşı yetenekli ise ona yönlendirilmeli ve özendirilmelidir..

Page 16: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

16

Nasirüddin Tûsî’nin üstünde durduğu meseleler arasında Tan-rı’nın birliği (tevhid), din ahlâkı, insanın insana karşı doğrulukla davranması, adalet, imamlık ve peygamberlik, âhiret, ölümden son-ra dirilme gibi konular vardır; Tûsî, ölümden sonra dirilmeye ina-nır.

Tûsî’nin dinsel, toplumsal ve siyasal görüşü konusunda Erciyes Üniversitesi İlahiyat Doçentlerinden Dr. A. Vahap Taştan’ın “Nas-reddin Tûsî: Hayatı, Eserleri, Din ve Toplum Görüşü” isimli maka-lesinde özellikle Azeri yazarlardan yararlanarak derlediği bilgileri kendi yorumlarıyla aşağıdaki şekilde sunmaktadır:

“Şüphesiz ki Tûsî, İmamlık kurumunu ve masum imamın vasıfl arını felsefi açıdan ele alan eserler yazmış. … Bununla birlikte yeniden canlandırıcı ve uzlaştırıcı tavrı onu Sünni-Şii çekişmesinin bir bakıma dışında tutmuştur denilebilir.5 Örneğin, felsefe ve kelâma dair Tecrid adlı eseri Sünni med-reselerin de klâsik kitapları arasında yer almıştır. Metafi zik problemlerle de yakından ilgilenen Tûsî, Allah’ın varlığı hu-susunda rasyonel ispat usullerinin yetersiz kaldığını ileri sü-rer. Ona göre, Allah kozmik mantığın a priori, temel, zorun-lu ve apaçık ilkesidir ve O’nun varlığı ispat edilmekten çok zorunlu olarak kabul edilir. Ahlâki hayatın tetkikinden de benzer bir sonuca ulaşır ve mo-dern çağda Kant’ın yaptığı gibi, Allah’ın varlığını ahlâkın te-mel bir önermesi olarak görür. Yoktan yaratma ile ilgili ola-rak, İsmaililer döneminde yazmış olduğu Tasavvurat’ında âlemin, onu ikmal eden Allah’ın kudretiyle birlikte ezeli, fa-kat kendi hakikati ve kudreti bakımından yaratılmış olduğu-na işaret eder. Daha sonra yazılmış olan metafi zikle ilgili meşhur eseri Fusul’de yukarıdaki görüşünü bütünüyle terkeder ve hiçbir itiraz kaydı koymaksızın Ehli Sünnet akaidinin yoktan ya-ratma öğretisini destekler. Ölümden sonra dirilme proble-miyle ilgili olarak cismani haşri kabul etmekle Meşşai fi lo-zofl arından tamamen farklı düşünen Tûsî, irade hürriyetine büyük önem verir, peygamberlik ve manevi liderliğin (İma-met) gerekliliğini savunur.6

Tûsî, dini toplumlar için gerekli bir kurum olarak görür. O, insanı yaratıcısıyla, kendisiyle, toplumsal ve ekolojik çevre-siyle ve hatta tüm evrenle bir uyum süreci içinde olgunluğa eriştirmek çabasındadır. … Tûsî, Ahlâk-ı Nasiri’nin üçüncü makalesini sosyo-ekonomik ve siyasi problemlere ayırmış-tır. Makale hayatta karşılaşılan değişmeleri ele alarak başlar ve bu değişikliklerin gelişmeye sebep olması için işbölümü-ne ihtiyaç olduğunu vurgular.

İşbölümünün toplumsal yaşam için gerekliliğini temellen-dirdikten sonra Tûsî, şöyle yazar:

Page 17: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

17

‘İnsan cinsi ise çalışmadan yaşayamayacağından çalış-ma yardımsız, yardım ise birleşmeksizin olmaz.’

İşbirliği ve yardımlaşmayı temin, üretim sürecinde ferdiyet-çilik ve keşmekeşliğe yol açmamak için belli tedbirler alma-ya ihtiyaç doğar ki, Tûsî’nin ifadesi ile bu tedbirlere siya-set adı verilir. ... Tûsî, Aristoteles’e dayanarak siyaseti dört şekil de ele alır: ‘Ülke, zafer, şeref ve toplum siyaseti.’ Ülke siya setini, ‘siyasetlerin siyaseti’ olarak adlandırır...”

İnsan davranışının genel kriterleri üzerinde yoğunlaşan Tûsî’nin Ahlâk-ı Nasîri’de … teori (nazari hikmet) ve pra-tik (ameli hikmet) birlikte gider. Nazari hikmete, felsefe ve ilâhiyat; ameli hikmete ise ahlâkın olgunlaştırılması, ev yö-netimi kuralları ve şehir yönetimi siyasetini dâhil eder. … Tûsî’nin dünya görüşünde insan merkezi bir yer tutar. Ça-lışmalarında insani davranışın temel kriterlerini belirleme-ye çalışır. ... İdeal insan, aile ve toplum problemlerini ele alır ve toplumların birey, aile, devlet gibi unsurlarını ve diğer toplumsal alt birimlerin temel yapılarını çözümleme yolu-na gider. Tûsî’nin dünya görüşünün temel dayanağı bilimdir. Onun fi kirlerini günümüze taşıyan en önemli yanı da olay-lar karşısındaki bu bilimsel tutum ve yaklaşımı olmuştur.”7

NOTLAR:1 Henry Corbin, Histoire de la Philosophie Islamique, Paris, 1986,

s. 437-39.2 Henry Corbin, En Islam Iranien, Vol. 4-7, Paris, Gallimard, 1971-2;

Aktaran Dimitri Gutas, Greek Thought Arabic Culture, London-New York, 1998, s. 172-173.

3 F. Daftary, Agy, s.4094 Mevlânâ’nın bu bağlamda bazı mektupları için bkz. İ. Kaygusuz,

Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, s. 95-112.5 Bizce ‘Şii kelâmında önemli bir yer tutan görüşleriyle’ ve bu

tartışmaların galibi olarak bu çekişmenin tam içindeydi. 6 Makale yazarının “İmamlığı zorunlu kılan” inancın ehli Sünnet

kurallarıyla çelişkisinin farkında olarak, Bahtiyar Hüseyin Sıddıki’nin “Nasûriddin Tûsî” adlı eserinden aldığı bu görüşlere eleştirel yaklaşması gerekirdi.

7 Dr. A. Vahap Taştan, “Nasreddin Tûsî: Hayatı, Eserleri, Din ve Toplum Görüşü” makalesinde <sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_11> ileri sürdüğü bu görüşlerin büyük çoğunluğunu aşağıdaki eserlerden alıntılamıştır: Rızayev, Ağababa, Nasreddin Tûsî: Hayatı, İlmi, Dünya Görüşü, Bakü 1996; Nasireddin-i Tûsî, Ahlâk-ı Nasiri, Çev. Rahmi Sultanov, Bakü 1980; G. M. Wickens, The Nasiren Ethics by Nasir ad-Din Tûsî, London 1964; Bahtiyar Hüseyin Sıddıki, Nasîrüddin Tûsî, Çev. Kasım Turhan; İslam Düşüncesi Tarihi (Ed. M. M. Şerif), c. 2, İstanbul 1990; Hilmi Z. Ülken, İslam Felsefesi, İstanbul 1983. Ayrıca Dr. Taştan, Ahlâk-ı Nasîri’nin Türkçeye çevrilmemiş olmasından haklı olarak yakınırken, bu boşluğu doldurmak için H. Nazlıgül ile birlikte, Rahim Sultanov’un Farsça’dan Azerbaycan diline çevirmiş olduğu bu eseri notlarla birlikte Türkçeye aktardıklarını ve basılmakta olduğuna dair güzel bir haber vermektedir.

Page 18: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

18

Özgür Demokratik Alevi Hareketi’nden Ergin Doğru canın bu yazısını kısaltarak yayınlıyoruz..

Toplumu Sindirme Politikasının Adı:

Gazi Katliamı

Ergin Doğru

GAZİ KATLİAMI, tarihteki diğer katliamlar gibi bilinçli bir po-litikanın ürünüdür. [...] 90’lı yıllarda Kürt özgürlük hareketi-

nin önlenemez yükselişi ve kitleselleşmesi, egemenleri ürkütmeye yetmiştir. Kürt hareketinin giderek halklaşması ve büyümesi batı metropollerinde de karşılığını bulmaya başlamıştı. 89 baharındaki maden işçileriyle başlayan süreç, kitlesel bir işçi hareketlenmesine sahip olmuştu. Sadece işçi hareketi değil, öğrenciler de ayağa kalk-mış ve var olan statükoculuğu kabul etmeyeceğini söylüyorlardı.

Kürt hareketinin batı metropollerinde özellikle varoşlarda halk-la buluşması egemenlerin dikkatinden kaçmamıştı. Kürtler, Alevi-ler, işçiler, öğrenciler devleti kökünden sarsmaya ve kutsal devlet anlayışını sorgulamaya başlamışlardı. Devletin tüm şiddet ve katli-am politikalarına rağmen kitle kabarışının önüne geçmek mümkün olamamıştı. Bölgedeki şiddet politikaları, cezaevlerindeki vahşetler ve Sivas Katliamı, halktaki mücadele azmini önlemeye yetmemişti.

Tüm bu uygulamalara rağmen sonuç alınamayınca devlet katın-da yeni bir konsept geliştirilmeye başlandı. Demirel, Çiller, Güreş ve Ağarlarla beraber gelişen yeni konseptin adı “topyekun savaş”tı. Başbakan elindeki listelerden bahsedip infazlara başlarken, Ağar “bin operasyondan” bahsediyordu. Çok kanlı geçen bu süreçte dev-let içerisindeki çeteleşme en üst düzeye çıkmıştı. Toplumun de-mokratik direnişini, karşı kirli savaş yöntemleriyle önlemeye çalı-şan egemenler, Sivas Katliamı’yla Kızılbaş-Alevilerle Kürt özgür-lük hareketinin buluşmasını önlemeye çalışmıştır. 1995 yılına ge-lindiğinde bu katliam tutmamış, Kürt hareketi daha da kitleselleşe-rek Türkiye’nin yoksul varoşlarında her geçen gün varlığını büyüt-müş, egemenlerin kirli savaş politikalarını teşhir etmişti. [...]

Topyekûn savaş konsepti içerisinde sokak infazları ile başlayan katliamlar daha büyük operasyonların işaretini veriyordu. Kürt öz-gürlük hareketinin Türkiyeli devrimci dinamiklerle buluştuğu alan-larda yapılacak bir katliam çok yönlü çıkar sağlıyordu. Bunun için de Susurluk’ta açığa çıkan çete tüm gücüyle devreye konuldu.

Katliam İçin Seçilen Hedef: Gazi Mahallesi

Gazi Mahallesi Kürtlerin ve Anadolu yoksullarının iç içe yaşadığı bir semtti. Köyleri yakıldığı için veya yargısız infazlardan kaçarak buraya gelen Kürtlerin ve devletin her dönem tehdit ve tehlike gör-düğü Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi, bu planlar için uy-gun bir yerdi. Gazi Mahallesi’nin diğer bir özelliği ise devrimci po-tansiyeliydi. Mahallenin yapısından kaynaklı olarak devrimci yapı-ların rahat örgütlendiği Gazi, uzun süredir devletin hedefi ndeydi.

Toplumun demokratik direnişini, karşı kirli savaş yöntemleriyle önlemeye çalışan egemenler, Sivas Katliamı’yla Kızılbaş-Alevilerle Kürt özgürlük hareketinin buluşmasını önlemeye çalışmıştır.

Page 19: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

19

Bugün toplum, Gazi Katliamı’yla

yüzleşmek için her

zamankinden daha istekli

ve bilinçlidir. Yapılması gereken,

bir yüzleşme ve vicdan hareketi oluşturmak için

harekete geçmektir.

Yoksa yüreğimizin

bir yanı her zamanki gibi

kanamaya devam edecek;

ama hiçbir zaman bu yara

kapanmayacak.

Çeşitli provokasyon ve baskılarla Gazi halkı yıldırılmaya çalışılsa da halk baskılara karşı direnmişti.

Topyekûn savaş konseptinin bir parçası olarak başlatılan çalış-malarda ilk etapta Susurlukçuların Gazi Mahallesi çevresinde cirit attıkları daha sonra tespit edilecekti.

Katliam Başlıyor

Gazi’de Alevilerin gittiği üç kahvehane, 12 Mart 1995 gecesi oto-ma tik silahlarla tarandı. Kahvehanelerden birinde Alevi dedesi Ha-lil Kaya öldü ve yirmi kişi yaralandı. Saldırganlar olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü boğazını ke-se rek öldürdü, taksiyi yaktı ve kaçtı. Olayların ardından çok sayı-da Alevi toplandı ve polis karakoluna yürüdü. Polis ile halk arasın-da çatışmalar sabaha kadar devam etti. Çatışmalarda polisin açtığı ateşle bir kişi öldü, çok kişi de yaralandı.

13 Mart toplanan ve karakoluna yürüyüşe geçen halka polisin ateş açması sonucu 15 kişi öldü, birçok kişi yaralandı. Yaşanan vah-şete rağmen halk baskılara boyun eğmiyor ve direniyordu. Bölgeye asker çağrıldı, üç mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bari-katlar kurarak direnen halk, katliamın sorumlularının yargılanaca-ğının garantisini istiyordu.

14 Mart günü olaylar Ankara’ya sıçradı. Gazi Mahallesi, polis ve asker işgali altında önceki günlere nispeten sakin bir gün geçirir-ken, Ankara Kızılay Meydanı’nda çıkan olaylarda 36 kişi yaralandı.

15 Mart’ta ise Ümraniye Mustafa Kemal (1 Mayıs) Mahallesi’nde protesto için toplananlara polisin açtığı ateş sonucu dört kişi öldü, 20’den fazla kişi yaralandı.

Yapılan otopside, ölen 17 kişiden yedisinin polis mermisiyle ha-yatını kaybettiği belirlendi. Savcılığın yirmi polis hakkında “mü-dafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde öldür-mek” iddiasıyla dava açıldı.

Skandal Yargı

İstanbul’da açılan dava, “güvenlik” gerekçesiyle Trabzon’da görül-dü. 11 Eylül 1995’te başlayan dava süreci, 3 Mart 2000 tarihinde ka-rara bağlandı. Bir polis dört kişiyi öldürmekten 6 yıl 8 ay, bir baş-kası iki kişiyi öldürmekten 3 yıl 9 ay hapse mahkum edildi ve ce-zaları ertelendi. Diğer sanık polisler beraat etti. Yargıtay mahkûm edilen polisler hakkındaki kararı “suçun net olmaması” gerekçe-siyle bozdu. Dava Trabzon’da tekrar görülmeye başladığında, ölen vatandaşların yakınları davadan çekildi. Mahkeme, Albayrak ve Gündoğdu’ya bu kez toplam 4 yıl 3 ay hapse mahkûm etti.

Kararın Yargıtay tarafından 2002’de onaylanması üzerine ölen-lerin yakınlarından 22’si davayı Avrupa İnsan Hakları Mah ke me-si’ne taşıdı. 2005’te açıklanan AİHM kararıyla Türkiye, mahkum edildi. Mahkeme Gazi Mahallesi’nde hayatını kaybeden on iki kişi ile Ümraniye’de ölen beş vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesi-

Page 20: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

20

Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde, Gazi ve Sivas olaylarının Ergenekon’la bağlantılı olduğu iddiasına yer verilmesi katliamları yaşayanların iddiası olan “planlı bilinçli bir şekilde devlet tarafından” yapıldığı iddiasının hiç de yabana atılır olmadığı gerçeğini bir kez daha açığa çıkarmıştı.

ne karar verdi. Olaylarda yaşamını yitiren on yedi kişi için ayrı ayrı otuz bin avro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, Türkiye’yi 510 bin avro tazminat ödemeye mahkûm etti.

Gazi Katliamı ve Ergenekon

Gazi olaylarının üzerinden 15 yıl geçti. Olayların sorumluları “sır” değildi; ama bir türlü açığa çıkarılmadı… Gazi Mahallesi’nde kat-liam yapmak isteyenlerin amacı, sadece üç güne yayılan bir olaylar zinciri yaratmak değildi.

Emniyet yetkililerinin tutumu, katliamcı provokatörlerin yap-mak istediklerini tamamlarcasına, ateşi daha da harlandırmak tutu-muydu. Bir yandan sükûnet çağrıları yapılırken bir yandan katliam sürdürüldü. Katliamın sonucunda ise sorumlular yerine katliamın mağdurları ve devrimciler yargılanarak hedef saptırılmaya çalışıl-dı. Yargı süreci, adaletin ötesinde egemenlerin, yalanlarına kılıf uy-durmalarının bir aracıydı. Hukuk ve adalet yok edilmişti, yargı sü-reci hayatını kaybedenlerin yakınlarının ve kamuoyunun vicdanını tatmin etmekten çok uzaktı. Dahası, rencide edici bir “yargı” hük-mü ortaya çıkmıştı. Türkiye AİHM’de mahkûm oldu. Ama olayın sorumlularını açığa çıkarmak, yargılamak, mahkûm etmek yönün-de bugüne kadar herhangi bir irade halen sergilenmedi.

Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde, Gazi ve Sivas olay-larının Ergenekon’la bağlantılı olduğu iddiasına yer verilmesi ise katliamları yaşayanların iddiası olan “planlı bilinçli bir şekilde dev-let tarafından” yapıldığı iddiasının hiç de yabana atılır olmadığı gerçeğini bir kez daha açığa çıkarmıştı. Sadece Ergenekon dava-sında değil, Susurluk yargılamaları sırasında yargılanan sanıkların katliam günü Gazi Mahallesi civarında görüldüklerine dair güçlü kanıtlar hep görmezden gelindi. Tıpkı Sivas’ta ve diğer katliamlar-daki devlet görevlileri ile ilişkilerinde olduğu gibi. Kim bilir belki de hiç bitmeyen “devlet sırları” ya da Ağar’ın “bin operasyonundan” birinin adıydı Gazi Katliamı.

Gazi Katliamı’nın bütün yönleriyle aydınlatılması, sadece bu olayın aydınlatılması anlamına gelmeyecektir. Bu, diğer katliamla-rın da aydınlatılması ve yüzleşme sağlanması için bir fırsat yarata-bilir. Egemenlerin halka yaşattıkları ile yüzleşmek, demokratik bir gelecek ve toplum yaratabilmenin önkoşuludur.

Geçmişi karanlık, katliamlarla dolu olan bir ülke gerçekliğin-den kurtulmak için Gazi Katliamı’nın on beşinci yıl dönümü vesile olabilir. Toplumsal barışı sağlamanın yolu ancak bu karanlıklardan kurtulmakla mümkündür. O yüzden katliamların üstünün örtülme-sine izin vermeden, yeniden yargılanmalarını sağlamak gerekiyor.

Bugün toplum, Gazi Katliamı’yla yüzleşmek için her zamankin-den daha istekli ve bilinçlidir. Yapılması gereken, bir yüzleşme ve vicdan hareketi oluşturmak için harekete geçmektir. Bunu sağlaya-madığımız müddetçe yüreğimizin bir yanı her zamanki gibi kana-maya devam edecek; ama hiçbir zaman bu yara kapanmayacak.

Page 21: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

21

Dikkat! Bu çalıştaylar Alevi talepleri

üzerinden, Sünni hükümetin

adaletsizlik uçurumunu

derinleştirmesine yarayabilir. Bu açılımın

çalıştay sonuçları,

Aleviler için çıkışı imkânsız

bir yeni kapan’ın açılımı olabilir.

Dikkat!…Davit Durak Arslan

DEVLET Bakanı Sayın Faruk Çelik, Alevi çalıştayları çerçeve-sinde Avrupa’da misafi rimiz olacak. Bizler elbetteki hem Ana-

dolulu Alevilere, hem de Avrupalı Alevilere yakışır bir ev sahipli-ğiyle kendisini ağırlayacağız.

Otomobiliniz ile seyrederken önünüze çıkan, üzerinde “Dik-kat!” yazılı levhaların en uyarıcısı, tren geçitleri öncesi ikaz levha-sıdır. Avrupa ülkelerindeki tren geçitlerinde, “Dikkat” levhasının hemen altında şu ek açıklama bulunur; “Bir tren, bir başka treni gizleyebilir” Bu ek uyarı ile görünen tren geçip gitse bile, ikincisi-nin henüz geçmekte olduğu bilinciyle hareket ederek, öbür trenin altında ezilmekten kurtulursunuz. Doğal olarak refl eksiniz de buna göre şekillenir.

Alevi açılımı çerçevesinde, bir seri Alevi çalıştayları yapıldı. Şimdiyse sıra, Devlet Bakanı Sayın Faruk Çelik’in, Avrupalı Ale-vi kurumlarını, başka kişi ve kurumları ziyaret turunda. Bu tur da tamamlandıktan sonra, dağ doğuracak! Doğacak yavrunun cinsiye-ti, boyu, kilosu şimdiden belli. Doğacak çocuk ne olursa olsun, ye-ter ki sağlıklı olsun. Hayırlı bir evlat olsun temennisi hepimizin or-tak duygusudur.

Aleviler ile Hükümet Aynı Duyguları Paylaşıyor mu?

Bu çalıştayı yürüten siyasi partinin çoğunlukta olduğu TC Millet Meclisinde, evrensel hak çerçevesine giren Alevi haklarının veril-mesi için sunulan yasa tasarılarını, oy birliğiyle reddeden bir hükü-metin duygu birliğinden söz ediyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, Türkiye’deki zorunlu din dersi uygulamasını mahkûm etmesine rağmen, Alevi öğrencilere haksızlığın davam etmesinde, ısrarcı bir hükümetin bırakın duygu-yu, adaletsizliğinden söz ediyorum.

Aynı hükümet, Alevilerin haklarını vermek üzere bir çalışma yürütüyor ve bu hakların neler olduğunu anlamaya çalışıyor!

Hükümetin Alevileri anlaması için, aynı dili konuşması yetme-eez… Aynı duyguları paylaşması gerekir. Duygudaşlık yoksa o za-man bu işin içinde bir başka iş var demektir!

O zaman, Dikkat! Bir tren başka bir treni gizleyebilir!Dikkat! Bu çalıştaylar Alevi talepleri üzerinden, Sünni hükü-

metin adaletsizlik uçurumunu derinleştirmesine yarayabilir. Bu açılımın çalıştay sonuçları, Aleviler için çıkışı imkânsız bir yeni kapan’ın açılımı olabilir.

Kim hangi duyguyu taşırsa taşısın, hangi hedefe yürürse yürü-sün, hangi hesap ve tuzak içinde olursa olsun, o onların sorunudur. Onları duygularıyla, hedefl eriyle, hesap ve tuzaklarıyla başbaşa bı-rakmak ise, Alevilerin sorumluluğudur. Bu da, tamamen Alevi ku-rum ve önde gidenlerinin duruşuna bağlıdır.

Page 22: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

22

Bizim hükümete tavsiyemiz, acilen Sünni çalıştaylarını başlatmalıdır. Üzerinde yükseldiği zemini merkez seçerek sorunları tersten çözme girişimi yerine, evrensel değerleri merkez seçerek, Sünni tabanını analiz etmeli, eğitmeli ve çağdaş normlara yükseltmelidir.

Aynur Haşhaş ve Dertli Divani Kısas Lisesi Konserinde, 2009

İnsanlığın Güzel Emektarları

Âşıklar ve OzanlarAynur Haşhaş

KISACA âşık ve ozan kime denir, hangi vasıfl ara sahip olmalıdır diye başlamakta

fayda var. Âşık; ilk önce usta malı dediğimiz, kendi döneminden önceki âşıklara, ozanlara ait eserleri bilen, kendi eserleriyle birlikte bu-lunduğu döneme ve sonrasına taşıyan, toplu-mun maneviyatına ışık olan (sevgi, ölüm, do-ğum, afet, vs. gibi) çalıp söyleyen kişidir.

Ozan; ustalardan el alan, çalıp söyleyen, yazan, toplumun bütün sorunlarına tercüman olan, insanlığı bilgilendiren, toplumun önün-de düşünen karanlık bütün noktaları sorgulayan, güzellikleri top-lumla kurmaya çalışan, eylem insanı olma özelliğine sahip kişidir.

Âşıklık geleneği Anadolu’da güçlü temsilcileriyle günümüze kadar yaşamıştır. Karacaoğlan’dan Köroğlu’na, Âşık Ali İzzet’e, Âşık Veysel’e, Davut Sulari’ye, Âşık Daimi’ye, Güzide Analara, Şehriban Bacılara…

Ozanlık geleneği ise bulundukları bölgelerden misyoner-likle Anadolu’da güçlü temsilcilerle günümüze kadar yürüme-

Bu duruşun yolu ise, Alevilerin Serçeşme’de toplanıp kendi ça-lıştaylarını kendileri yaparak, kendi içinde rızalık alarak, çalıştay sonuç raporunu hükümete, muhalefete, Meclise, basına, kamuoyu-na ve Avrupa Parlamentosuna deklare etmesinden geçer.

Bu vesileyle, hükümet içindeki iyi niyetli Milletvekili ve Bakan-lara da bir gerçeği göstermek ve bir görevi hatırlatmak yerinde olur.

Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, çiçeği burnunda seçildik-ten hemen sonra, Strasbourg’da verdiği resepsiyonda yaptığı ko-nuşmayı alkışlayan kişilerle, insani taleplerimizi kendisine sırala-dığımız bir anda, bize sözlü ve fi ziki saldırıda bulunanlar aynı ki-şilerdi. Mevcut hükümetin nasıl bir zemin üzerinde yükseldiğini ve durduğunu orada da gördük ve biliyoruz. Bizim hükümete tavsiye-miz, Alevi çalıştayını Alevilerin kendilerine bırakarak, çıkacak so-nuca göre gereğini yerine getirmenin koşullarını yaratmaktır. Ter-sine, acilen Sünni çalıştaylarını başlatmalıdır. Üzerinde yükseldiği zemini merkez seçerek sorunları tersten çözme girişimi yerine, ev-rensel değerleri merkez seçerek, Sünni tabanını analiz etmeli, eğit-meli ve çağdaş normlara yükseltmelidir.

Sayın Bakan Faruk Çelik’in niyeti iyi de olsa, bu gerçeği görme-li, ona göre hareket etmeli.

Dikkat!… etmemizi gerektiren konunun özü budur.Dikkat’inize.

Strasbourg, 17 Şubat 2010

Page 23: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

23

yi başarmıştır. Seyit Nesimi’den Şah Hatayi’ye, Yunus Emre’ye, Pir Sultan Abdal’a, Dadaloğlu’na, Melûli’ye, Âşık Mahzuni’ye…

Âşıklar ve ozanlar; her daim, zama-nın hangi diliminde dünyaya misafi r olurlarsa olsunlar, insanca yaşamı kendi-lerine ilke edinmişler ve insanlığı da bu noktada aydınlatmak için bir nefer gibi yılmadan dolaşmışlardır. Onlar yeryüzü-nün gezgin dervişleridir.

Dünyanın hangi coğrafyasında ya-şarlarsa yaşasınlar, hangi ırka, inanca ait olurlarsa olsunlar, hiçbir ayrım gözet-meksizin sadece insanlığa adanmış ya-şamlar sürerler.

Âşıkların, ozanların dili, dini, ırkı yoktur. Tek inandıkları insan, doğa, sev-gi üçlemesidir. Çünkü bütün gönül gözü açık, akılla hareket eden insanlar yaşama dair tek yolun sevgi Kâbe’sini tavaf et-mekten geçtiğini bilirler.

Âşık Hüdai’nin dediği gibi; “Sevgi bi-zim dinimizdir, başka dine inanmayız” ve “Benim Kâbe’m insandır” ilkesiyle hare-ket ederler.

Âşıklar ve ozanlar her daim beraber yürürler. Toplumun her ikisine de ihtiya-cı vardır.

Aşığı ve ozanı olmayan toplumlar ka-ranlıkta kalmaya mahkûmdur; âşık ve ozan “ışık”tır. Her karanlıktan sızan kü-çük bir ışık bile aydınlıklara gebedir. Ve insanoğlu aydınlıkta insan olmanın kut-sallığını yaşar. Karanlıklar insanı insan-lıktan çıkartır.

Dünyanın neresinde olursa olsun o topluma ait söylenen her türkü, her şiir “insanı insan” yapar.

Türküleri, şiirleri yazanlar, söyleyen-ler, taşıyanlar, kaynak olanlar her dönem devinimlerini sürdürür ve asla ölmezler.

Âşıklar ve ozanlar hiçbir dönem sis-teme ait olamazlar. O sistemde zulüm var ise zalimin yanında duramazlar. Daima ezilenden, horlanandan yana olmalıdırlar. Halkın sözcüsü, gözü, kulağı, dilidirler. Özgür ve bağımsız ruhuyla hareket etme-

lidirler. Çünkü onları âşık, ozan yapan bu ruhlarıdır.

Ve ozanlara ve âşıklara bireyci benlik egolarla sahiplenilemez. Belden gelen varislerle temsil edilemez. Çünkü âşıklar ve ozanlar arı duru, dünyevi ego-lardan yoksun insan-ı kâmil mertebesin-dedirler. Dolayısıyla kişilikleri ve eser-leriyle halka mal olmuşlardır. Yani ano-nimlerdir.

Günümüze gelindiğinde ise; insanın ve insana dair her şeyin içinin boşaltıldı-ğı gibi âşıklık ve ozanlık geleneği de sek-teye uğramıştır.

Âşıklık ve ozanlık geleneğinde o mertebeye ulaşan kişiler kendilerinden önceki dönemlerde yaşamış ustalara saygı duymalıdırlar, tanımalıdırlar, bilmelidirler. Çağdaş âşık ve ozanlarla yoldaş olmalıdırlar ki geleneğin halkalarından biri olup geçmişi güne, günü günde doğru yaşayıp gelecekte de güçlü halkalar oluşmasında katkısı olsun.

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki gü-nümüzde âşıklık ve ozanlık ruhuna sa-hip, geleneği sürdüren kişiler yok dene-cek kadar azlardır. Günümüzde artık bir-kaç söz müzik yazan, çalıp söyleyen, kendi adının önüne âşık, ozan sıfatı ve-rerek tüccarlığın boyutlarını bir hayli aş-mışlar, yüzyıllar önce yaşamış âşıkların ozanların söz ve müziklerini ya da ano-nimleşmiş söz ve müzikleri kendilerine mal etmekten kaçınmıyorlar. Yani emek hırsızlığı yapıyorlar.

Lakin bir gerçek var ki kalıcı olan yo-lun gerçek yolcularıdır. Yoldan sapanlar zaten yol düşkünüdürler. Geçici var olan-lar, onlara geçmiş olsun. Âşık ve ozan olamazlar.

Halk kendi rehberlerini bilir ve itika-dı tamdır. Yoksa ikrar verdiğimiz ozan-lar, âşıklar günümüze kadar nasıl yaşa-tılırdı?

Güçlü ışık yayanları halk asla unut-maz. Kuşaktan kuşağa aktarmanın asil göreviyle kutsanmış aşığı ve ozanıyla yü-rüyen aydınlık halka da aşk olsun…

Page 24: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

24

Mansur, üç temel konu için şeriat mahkemesinde, yargılanmış ve idam edilmiştir. Birincisi, Abbasi Halifeliği’ne başkaldırı halindeki Batıni örgütlenmelerine akıl hocalığı yapması; ikincisi, “Toplumsal Ortaklığı” savunması; üçüncüsü ise, İblis’i yüceltme ve övmesidir. “Enel Hak” demesi ise, onun düşünsel evriminin zirvesidir.

Kutsal Üretim ve Doğuş:

Hızır GünleriHaşim Kutlu

HALLAC-I MANSUR’un Dar-ı Mansur meydanına alınması, kutsal Newroz’dan (Nevruz=Nuroj) sadece üç gün sonradır.

Üç gün önce Newroz şenlikleri henüz başladığında, kimi rivayet-lere göre dostu Şıblî’ye, “Bizim Newrozumuz ne zaman?” diye sor-muştu. Her yıl yinelenen bir yeniden kutsal doğuş anlamının mey-dan tutması ise Newroz, doğaldır ki, Mansur böylece, bir yeniden doğuş hali içinde, Hak ve Hakikate yolculuğu için doğuşun kapısı-na ne zaman geleceklerini sormuş oluyordu dostuna.

Nesimi’nin kaç kuşak sonra aynı meydanda saf tutarken dillen-dirdiği üzere; “Mansur enel hak söyledi / Haktır sözü hak söyledi” sözündeki bilgi süreği, bizde hep “Enel Hak” dediği için Mansur dar’ edildi anlayışı hâkim olageldi. “Enel Hak” ve Mansur adeta kaç asırlık belleğimizde hep aynı şeydir, aynı isimdir. Bilmem kaç asır-lık belleğimizde böylece yer etmesi makâmın yüceliğindendir, ger-çekliğin böyle oluşundan değil.

Mansur, savunusunu üstlendiği üç temel konu için Abbasi şeriat mahkemesinde, sekiz yıllık zindan süreci boyunca yargılanmış ve sonunda idam edilmiştir. Bunlardan birincisi, Abbasi Halifeliği’ne başkaldırı halindeki (Daylem ve Karmati) Batıni örgütlenmeleri-ne akıl hocalığı yaptığı, yani güncel deyimle “teröristlerle işbirli-ği” yaptığı; ikincisi, “Toplumsal Ortaklığı” savunduğu; üçüncüsü, en netameli bir düşünce, bu ölçüde de açıktan anlaşılması, bir başka deyimle herkesin kolayca anlaması mümkün gözükmeyen bir dü-şünceyi açıktan ve alenen savunuyor olmasıdır ki bu düşünce ise, herkesin her vesileyle “lanetlemesine” neden olan İblis’i yüceltmesi ve övmesi düşüncesidir. “Enel Hak” demesi ise, onun düşünsel evri-minin zirvesidir. Kemâlatının doruğudur “Enel Hak” ve bir sonuç-tur. Araştırmacılar, Mansur’un bilinen 49 eserinden söz ederler; bu eserlerin hiçbirinde, düşünsel akışın yönü, belki bu evrim kapısına doğrudur, ama henüz bu kapıda değildir. O bu evrimini, zindan sü-recinde geçirmiştir kanımca ve biz buna vakıf değiliz, hiç kimse de olamamıştır zaten.

Bu yazımda konum Hızır Meydanı idi, ama konuya uzun bir Mansur anlatımıyla başladım. Aslında yazmağa başlarken her ne-dense Mansur’un bir anlatımı aklıma geldi. Doğrudan onu belirte-bilir ve asıl konuma girerdim ne ki, Mansur ile ilgili belirtecekle-rimi de ören kimi bilgileri de aktarmak geldi içimden, ben de öyle yaptım.

Mansur’un her nasılsa günümüze kalabilmiş tek bir eseri var. Tavasin adını taşıyan manzum eserinin bir yerinde İblis’ten söz eder. “Ezel ve İltibas Tâsîni” başlığını koyduğu bölümün bir yerin-de İblis ile Musa’yı karşılaştırır ve konuşturur:

Page 25: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

25

Halifelik fermanıyla

üç asır boyunca ne adından,

ne eserlerinden ne de

düşüncelerinden söz edilmesinin

yasaklanmasına karşın,

Kızılbaşların ve Ezidilerin meydanında

Mansur’un makam sahibi olması boşuna

değildir, tesadüf de

değildir.

“Mûsa sordu: ‘Onu hâlâ hatırlar, anar mısın?’ Şöyle cevap verdi İblis:

‘Ey Mûsa, oluşturduğu olayla birlikte yaratılan düşünce, ha-tırlanamaz. Aynı anda hem ben anılıyorum, hem O.

‘Zikri zikrim, zikrim zikri, aynıyızBirbirini anan beraberleriz’”

Evrensel dişil kuvvetin, cismani olarak tekmil dişilerin ve bu arada tabii ki kadınların, erkek hükümranlığının, onun devlet ola-rak örgütlü bir düzey kazanmasının, erkekleşen, eşsiz ve benzersiz-liğiyle sürece damga vuran, asla ortak kabul etmez Rab Allah kar-şısında, eril ve dişilin birlikteliğini, uyum ve ahengini, toplumsallı-ğın bu zeminde olmasını dileyen Mansur’un, günün anlayış ve anla-tım tekniğine uygun olarak dillendirişidir bu. İblis, evrensel olum-lu ile olumsuz, pozitif ile negatif öğelerin karşılıklı duruşunda ne-gatif öğenin temsili dışında, bu tarihsel ve toplumsal düşüşün sim-gesel metaforudur.

Bu bağlamda, halifelik fermanıyla üç asır boyunca ne adından, ne eserlerinden ne de düşüncelerinden söz edilmesinin yasaklan-masına karşın, Kızılbaşların ve Ezidilerin meydanında Mansur’un makam sahibi olması boşuna değildir, tesadüf de değildir. Daha-sı, Şeriatın dilinde bunların “Şeytanın çocukları” olarak anılmala-rının da tesadüfl e ilgisi yoktur, ama Mansur ile ilgili anlatımımızı bu yönden devam ettirmemizin yeri de bu yazı değildir diyor ve asıl konumuza dönüyorum.

“Bir Gönlümden Bir Dersim’den Geçersin”

“Aşk ile” diyerek başlanan Alevi Gülbanklarının (arınmış söz, ne-fes, çağrı) çoğunun sonu “yuf münkire, yuf münafığa” diye bitter. Yola giren bir Yol Evladı’na Görgün Meydanı’nda, meydanı birle-meden önce verdiği on iki öğütten birinin “ne yalan söyle ne yemin et” olduğu bir ahlak kavrayışının doğal sonucu olarak görmek gere-kir, hem ikiyüzlülüğe hem inkârcılığa “yuf” etmeyi.

İnkâr, eğer ırkçılıkla birleşerek yürürlüğe girmişse, yürürlüğe giren toprakta acı hiç dinmemiş demektir. Dersim alanı “Tunç El”in hışmına hem ırkçı hem de inkârcı bir zeminde girdi en son olarak. Son günlerde bu yönüyle acılar yeniden kanatılsa ve güncellenip aktüelleştirilse de, Dersimlinin bilmem kaç nesildir yüreğinde hiç dinmedi.

Dersim genelde Aleviliğin özelde ise Kızılbaş Aleviliğin, tekmil tahribatlara karşın az ya da çok günümüze gelebilmiş kalıntılarının gizlendiği bir sanduka gibidir. Elinizi attığınız hiç bir yerden boş dönmezsiniz, otantik özelliklere dair mutlaka bir şeyler bulursunuz.

Bu bağlamdan olsa gerek buraya neden Dersim adı verildiğini hep merak etmişimdir. Araştıranlar, bir tek değil birçok yanıt bul-muşlar, neden Dersim dendiğine ilişkin. Dersimlinin aynı konuda

Page 26: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

26

“Aşk ile” diyerek başlanan Alevi gülbanklarının çoğunun sonu “yuf münkire, yuf münafığa” diye bitter. Yola giren bir Yol Evladı’na Görgün Meydanı’nda, meydanı birlemeden önce verdiği on iki öğütten birinin “ne yalan söyle ne yemin et” olduğu bir ahlak kavrayışının doğal sonucu olarak görmek gerekir, hem ikiyüzlülüğe hem inkârcılığa “yuf” etmeyi.

ürettiği söylenceler de dâhil bulduğum yanıtların hiç birisi beni tat-min etmedi doğrusu. Sanırım, Dersim anlamı da “bilmeyen bilmez, bilen de demez” şeklinde dillendirilen Yol sırrının kurbanı oldu. Anlamı bilen beraberinde götürdü!

Tarihte Dersim adına son Osmanlı kayıtlarında rastlanılıyor, Osmanlı’da bölge bu Dersim Sancağı olarak anılıyor. Oysa Anadolu otantik Aleviliği ile Daylem (İranî) Aleviliğin tam buluşma yerin-de konuşlanmış ve yüzlerce yıl bu özelliğini koruya gelmiş bir yer-dir. Üstelik her ayağın kolayca girmediği ve basmadığı bir yer. İster doğunun ister batının olsun birçok yağmacı-fetihçinin hükümranlık sahası içine girse de Dersim, hiç kimsenin hükmedemediği bir mey-dan olagelmiştir. Koruması gerekeni de bu özelliği nedeniyle koru-muş olmalı diye düşünürüm.

Kızılbaş anılmasının en önemli kaynağı ana atası ile otantik adı Mananalis (Mamiki, Anamisi, Anahiti) diye anıldı. Kutsal Ma Ana’nın halkı ve toprağı olarak bilindi.

İlk ortaklık mekânı olarak Semitlerin yaşamında Eden (Aden) diye geçen, İranîlerde “Airyana Veyah” (İranîlerin kutsal ülkesi) olarak bilinen, Sümerlerde (Dilmon), Alevilerin hem geçmişine hem de gelecek ütopyalarına yollama olarak kadim Rıza Şehri’nin ortaklık geleneğini, Komala ya da Komana olarak sürdürmüştür Dersim.

Bunca araştırma sonunda, bu özelliklerinin açıktan dillendirilip sürdürülemediği bir tarih uğrağında, bu özellikleri ve ilişkileri giz-leyen bir şifre olarak bu adı kullandığı sonucuna vardım. Başka da hiç bir anlam ifade etmedi benim için. Hem kadın atasını hem Ana-sının toplumsal yaşamında öndeliğini ve önceliğini gizledi hem de ortaklığa dayanan yaşamını gizledi bu sözcüğe. Mananalis’ten söz edeceği yerde Mananalis demedi Dersim dedi. Bütün Alevi Ocakla-rı da Dersimi böylece bildi, Ma demedi… Cümle kadın Ata ve onun ortaklık süreğinin gizlendiği toprağın kapısıydı ve tabii ki bu kapı gümüşten olacaktı!..

Daylem Ocaklarıyla Anadolu Ocakları birbirleriyle ilişkile-rini Dersim köprüsü üzerinden yürüttüler. Hem Daylem’in hem Anadolu’nun sırlarını gizledi. Başları dara düştüğünde onlara sığı-nak oldu. Bir biçimde hâlâ varlıklarını sürdüren çok etnili özellik buradan geliyor olsa gerek. Sadece doğunun ve batının değil aynı zamanda güneyin ve kuzeyin de sığınağıdır Dersim.

Hızır ile Hınzır Hep Birlikte Anıldılar(*)

“Bereketli Hilâl”, Zagros-Toros-Kafkas üçgeni asırlar var ki bu adla anıldı hep. Kadınlı erkekli insan ilk kez bu topraklarda kurdu oca-ğını. Kurduğu ocak etrafında derlendi, bir konup göçer sürü iken ilk kez topluluk oldu. Ocak ilk çekirdek topluluk örneğidir. Kom, Ko-mal, Mir, Oba, vb. kavramlar hep ilk çekirdek ocağa işaret olarak dillendirildi. İlk ev, ilk çobanlık, ilk çiftçilik, bu ilk çekirdek top-luluk, kandaş ocaklarla, birbirlerini örerek Bereketli Hilal’in kut-

Page 27: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

27

Bütün Alevi Ocakları

için Dersim, kadın ata

ve onun ortaklık süreğinin gizlendiği

toprağın kapısıydı ve

tabii ki bu kapı gümüşten

olacaktı.

sal kadın atası tarafından armağan edildi güncel insanlığa. Böyle-ce, insan neslinde sürek başladı, sadece kendisiyle sınırlı kalmadı yaşam süreği, onunla ilişkide bulunan evcilleştirdiği ya da evcilleş-tiremediği hayvan ve bitki türlerinde de görüldü. Kadın atalar ço-cuklarıyla birlikte kendilerinin kaldıkları mekânlara Hane (Xini ya da Xane), Erkek mekânlarına ise Han (Xan=Khan) dediler ve kut-sadılar.

Beslenme, barınma ve kendini üretme üçlüsü, kandaş Ocak Top-lumunun üzerinde yükseldiği ilk kutsallıktır ve sonraki bir tekmil kutsallıkların da temelidir. İlk şölenler, giderek bayramlar, gül-banklar ve gülbanklara eşlik eden saygı törenleri, ritüeller bu üçlü kutsallık zeminine yerleştirilerek yürütüldü. Hep belirtegeldim; aç karnını doyurmak ve donup kalmadan sığınacak bir ağaç ya da kaya koyuğu aranıp durulduğu bir yaşam süreğinde, yaşamı gerektiren hiç bir şey için güvence olmaz. Güvencenin olmadığı bir yerde ne bayram, ne seyran olur. Ne soyda sürek ne düşüncede bir tohum bu-lunur.

Bolluk berekettir bayram ve ancak bollukla anlam kazanır. İn-san kadın atasının doğurgan yaratıcılığında ilk bayramları da Bere-ketli Hilal’de gerçekleştirdi. Bolluğun ve bereketin süreği için, bay-ramlarda da sürek hep olageldi. Unutmamamız gereken bir gerçek, bugün özellikle bölgemizde varlık sürdüren hangi din olursa olsun, hangi dinin hangi bayramı söz konusu olursa olsun ve bugüne han-gi değişmiş dönüşmüş anlam ile gelirse gelsin, cümlesine kaynaklık eden, Bereketli Hilal’in kutsal bereket bayramları bulunmaktadır.

Yazıya aktarılmış olarak sonraki nesillere aktarılan Bereket bayramlarının en eskilerinden Kibele, Atta (Ata) çifti ile İştar, Ço-ban Dumuzi çifti adına sürdürülen kutsal bolluk bereket bayram-larıydı.

(Devam edecek)

NOTLAR:

(*) Türkçedeki söylenişi olarak Hızır diyoruz. Tabii ki Bozatlı Hızır diyoruz. Günümüzde Hıdır ya da Alihıdır demelerine bakmayın, Dersim’in bugünkü erkek sakinlerinin yarısının adı Hızır diğer yarısının adı da Hıdır’dır ve tabii ki Hıdırlar çoğunluktadır. Adlandırmada kutsalların değerlendirilmesi son derece doğal bir süreçtir, ama Hıdır ya da Hızır’ın seçilmesi nedensiz değildir. Kadim “Rıza Şehri” süreğinin en azından bu boyutta hala devam ettiğinin tipik örneğidir bu. Orijinal söylenişinin, Xo Azer veya Xo Adır olduğu yönündedir kanaatim. Ho, art ya da ön damakların birleştirilmeden çıkarılan sestir. Tersine arka damağın birleştirilerek çıkarılan sestir Xo. Bizim süreğimizde kendinde kutsallığın ifadesi olarak isimlerin önüne konulur. Latincede aynı bağlamda kullanılan Snt. Simon gibi, tam karşılığı olmasa da Hz. Ali gibi. Xo da aynı işlevle kullanılır. Xo Azer zamanla birleşerek Xızır’ı, Xo Adar da birleşerek zamanla Xıdır’ı oluşturmuştur ve cismanileştirilmiş ateş timsalidir. Xızır ya da Xıdır’ın temsil ettiği kutsallık Araplara Khadir olarak geçmiştir. İslamiyet’in kutsal Kadir Gecesi, Xızır gecesidir.

Page 28: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

28

Din Dersleri İki Katına mı Çıkıyor?Yüksel Işık, [email protected]

BAKAN Faruk Çelik’in koordinasyo-nuyla yürütülen “Alevi Çalıştayları” di-zisi, bir Ön Rapor ile sondan bir önceki aşamaya getirilmiş bulunuluyor. Bakanın Çalıştaylara dâhil edilmeyen Madımak şehitlerinin aileleriyle Ön Rapor sonra-sı görüşmesi ve Sivaslıların görüşü doğ-rultusunda Madımak’a ilişkin karar vere-ceklerini söylemesi, Alevi Çalıştaylarının yapılma gerekçesini de açıklıyor gibi.

Bu sürecin “bonusu” ise din dersleri-nin temel ve gönüllü biçiminde iki ayrı format üzerinden sürdürülme önerisinin Ön Rapor üzerinden öğreniyor olmamız.

Ergenekon tutukluları üzerinden “de-rin devlet” tartışmasını cevval bir biçim-de yürüten Hükümetin Madımak konu-sunu, “sayısal çoğunluk” ikilemine sığ-dırması, sorunların algılayış biçimine de işaret ediyor. Solingen’de yakılanların anısına anıt dikilirken Solingenlilere “Bu sizi katil gösterir mi?” diye sormak ne kadar anlamlıysa Sivaslılara da, “Madı-mak müze olsun mu?” diye sormak o ka-dar anlamlıdır! Evrensel demokrasi, ço-ğunluğa rağmen “az olanın” haklarının güvence altına almasını öngörüyor.

Madımak’ın simgesel önemi var ama Ön Rapor’a bakıldığında, Alevi Çalıştay-larının hayati öneme sahip temel konu-larında olduğu gibi süreceği anlaşılıyor. Cemevlerinden Diyanet’e, kimliklerde-ki din hanesinden, zorunlu din dersleri-ne kadar birbiriyle ilintili ve esasen temel hak ve özgürlüklerle doğrudan ilişkili so-runların din dersi örneğinde olduğu gibi katmerleşerek süreceği görülüyor.

Katılımcı bir tartışma modelinin be-nimsenmiş olması, Ön Raporun içeriğini meşrulaştırmaya yetmez. Bilindiği üzere, Rapor, kurgusu itibariyle laikliğe aykı-rı bir duruşa sahip olan Diyanet’in varlı-

ğının olduğu gibi devamından yana; Ce-mevlerineyse ibadethane statüsü verilme-den ibadethaneymiş gibi kullanılması-nı öneriyor. Son günlerin moda ifadesiyle “çakma ibadethane” olması öngörülüyor. Bu durum, Çalıştaylar dizisinin başlama-sından önceki halin varlığını koruyacağı-nı gösteriyor.

Bu kadarla kalsa iyi! Tam da ilk kez uygulanmaya konulduğu 16 Şubat 1949’un 61. yıldönümünde, zorunlu din derslerinin yanına bir de gönüllü din der-si eğitimi konulması öngörülüyor. DP’nin din üzerinden siyaset yapmasının önünü kesmek amacıyla dönemin CHP’sinin 16 Şubat 1949’da başlattığı zorunlu din ders-leri uygulamasının en önemli mağdurla-rı Alevilere yönelik olarak yapılan Çalış-taylarda temel din eğitiminin yanında gö-nüllü din eğitiminin konulması, tam da Türkiye’ye özgü sorun çözme yöntemi-ne benziyor. İşte bu, dini kontrol etmek amacıyla laikliğe aykırı bir biçimde oluş-turulan Diyanet üzerinden devletin dinin kontrolü altına girdiğini çarpıcı bir bi-çimde gözler önüne seriyor.

“Türk gibi başla İngiliz gibi bitir” diye bir söz vardır. Bu söz, “açılım”, “ça-lıştay” gibi son dönemlerin en sıcak gün-dem maddelerinin seyrini çok güzel ifade ediyor. Kürt sorunu, Alevilerin talepleri gibi kangrenleşmiş sorunların çözümüne ilişkin büyük bir heves ve heyecanla baş-lanan sürecin gelip takıldığı nokta, ilkin-de “milli birlik ve beraberlik” söylemi; ikincisinde din dersi eğitiminin iki katına çıkması biçimine dönüşmüş bulunuyor.

Sorun, biraz da, neyi, nasıl tartışa-cağımızı ve çözüm için yol göstericimi-zin ne olması gerektiğini bilmememiz-de yatıyor. İnanç özgürlüğü gibi hem te-mel insan hak ve özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren hem de hassas bir alanı tartı-şırken, bu alanla ilgili bütün dünyada öl-çüt olarak ele alınan evrensel laiklik il-kesinin dışarıda tutulması, tartışılan ala-nı, tartışmacıların ufku kadar tanımlaya-biliyor.

Page 29: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

29

Osmanlıdan bu yana bizce

devlet sabıkalı. Ama bugün

bazı kurumlar devletle barışık

bir politika yürütmeye

çalışıyor. Buna kızıyoruz

Genç Aleviler Konuşuyor - Bölüm II

Ahmet Koçak

Ülkede Alevileri en çok ilgilendiren olaylardan biri de Alevilerin demokratik hakları ve eşit yurttaşlık talepleri;

bu konuda iktidarın yürütüğü açılım ve çalıştaylar. Bu konudaki fi kirleriniz nelerdir? AKP’nin Alevi açılımı,

Alevi çalıştayları zinciri hakkında neler düşünüyoruz?.

Atilla Münüklü

ALEVİ GENÇLERİ olarak iğneyi biraz kendimize batırmak istiyo-rum. Hükümet Alevileri tanımaya yönelik bir proje geliştirdi. Adı-na açılım dendi, bir “iftar” yemeğiyle başladı. Ardından çalıştaylar zinciri başladı. İçinden ne çıkacağını bilmiyoruz.

Osmanlıdan bu yana bizce devlet sabıkalı. Ama bugün bazı ku-rumlar devletle barışık bir politika yürütmeye çalışıyor. Buna kızı-yoruz, “Niye devletle barışık politika yapmaya çalışıyorsunuz?” di-ye soruyoruz. Ama bizim de devletle bir barışma politikamız olması lazım. Gerçek bir açılım istiyorsak ve taviz vermeden devletle, hü-kümetle barışık politika yapabilirsek belki sonuç alabiliriz.

Bir kurum sahip çıkarken diğeri karşı çıkarsa nasıl olacak bu? Biz kendi aramızda bölüneceğiz. Hatırlarsınız, “iftar” açılımında hükümetin verdiği yemeğe giden Abdal Musa Vakfı’nın yöneticile-rini diğer kurumlar düşkün ilan ettilerdi. Bu ne getirir ki?

Bir Sünni kardeşimle dedelere maaş konusunu konuştum. Dedi ki, “Biz imamlarımızı devletin maaşından kurtarmaya çalışıyoruz; siz ise dedelerinizi maaşa bağlatmaya çalışıyorsunuz. Dede Diya-net’ten para alırsa emir de alacaktır.” dedi.

Ben de böyle düşünüyorum. Tabii dedelerimizin bir geliri olma-sı lazım, ama nasıl çözülecek bu sorun?

Sercan Sağlam

ALEVİ GENÇLER siyasi alanda neden yetersiz veya neden düşün-celerini beyan edemiyorlar? Ben bir Alevi genci olarak önce kar-şımdakine güvenmem lazım. Ama CHP’li Onur Öymen çıkıp öyle konuşursa ben bu CHP’ye nasıl güvenebilirim? En önemli konu gü-ven sorunu. Siyasete girmem sağımdaki solumdaki insanların beni desteklemesi lazım.

Geçmişte insanlarımızda kimliğini gizleme çabası vardı, bazı korkuları nedeniyle kendini saklama çabası vardı. Bizim bunu aş-mamız uzun bir süre aldı. Ama bu süre boyunca bizden bazı taviz-ler de alındı. Sadece canımız, malımız alınmadı, yok sayılmadık, yakılmadık, kesilmedik, asılmadık. Bir de bizden tavizler alındı.

Geçmişini görmek lazım. Böyle bir geçmişi gördükten sonra bir Alevi genci siyasete nasıl girebilir? Neye güvenerek girebilir?

Geçmişte insanlarımızda

kimliğini gizleme, kendini saklama

çabası vardı. Bunu aşmamız

uzun bir süre aldı. Ama bu süre

boyunca bizden bazı tavizler

de alındı.

Page 30: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

30

Alevi gençlerde geri durma eğilimi var. Geçmişimizde dedeme bu yapılmışsa bana hayli yapılır düşüncesi var. Ayrıca dedemin ça-ğında Aleviler birlik içindeymiş. Kimse birbirinin arkasından ko-nuşmuyormuş. Birbirine uyarak örgütlü ve birlik içinde hareket edi-yorlarmış. Şimdi öyle bir durum var mı ortada?

Ülkü Ocakları’na doğru bir çekilme var, AKP yandaşlığına çe-kilme var. Ayrıca, Aleviler içinde bile “Sen Kürtsün, ben Türküm” ayrımı başladı. Başka şey kalmamış gibi Kürt Alevi-Türk Alevi ay-rımı yapılmaya başlandı.

Çalıştaylar sağlıklı bir şey olsaydı Alevilikle alakası olmayan vakıfl arı, kurumları çağırmazlardı.

Ayhan Arslan

ÇALIŞTAYIN BAŞINDA verilen iftar yemeğinde Başbakan, belki hayatında ilk defa etsiz bir iftar yemeği yedi. Bunu dikkate almak lazım. Orada ben Alevilere bu kadar önem veriyorum diye kendi-ni gösterdi. Ama arkasından da bizi Kahramanmaraş’ta yakan, vu-ran, kıran adamlardan biri olan Ökkeş Şendiller’i de davete çağırı-yorum, gelin onunla da sohbet edin deyiverdi. Demek ki Aleviliğe o yalnız bu kadar önem veriyormuş.

İlk etapta sadece Abdal Musa Vakfı’yla yapılan başlangıç daha sonra gelişti, şimdi Aleviliğin lideri(!) İzzettin Doğan oldu. Bugüne kadar yaptığı çalışmalarına çok saygı duyduğumuz büyüğümüz, sa-natçı Arif Sağ da onların içlerinde bulundu. Ökkeş Şendiller’in ora-ya gelmesinden rahatsız olanların sesini Kürt kimlikli kişiler, örne-ğin Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, duyurdu. Onların yükselt-tiği itiraz sonucu Ökkeş Şendiller geri çekildi.

Fethullah Gülen’e, o da bir inanç lideri, o da düşünceli bir in-san, ülkeye gelsin tekrar ülkede vatandaşlık alsın diyen, gelsin ben yanındayım, sonuna kadar yanında oturacağım bunu diyen İzzettin Doğan ise Ökkeş Şendiller’e hiç itiraz etmedi. Ve İzzettin Doğan Türkiye’nin en önde gelen, Avrupa’da bile en önde gözüken Alevi kurumunun, CEM Vakfı’nın başkanı!

Alevi gençleri olarak biz bununla ne kadar mücadele edebili-riz? Bu kişilerle, bu kurumlarla, bu düşüncelerle ne kadar mücade-le edebiliriz?

Kısacası Alevi çalıştayları, çok güzel çalışıyor, işlevini yerine getiriyor!

Ali Kartal

YAKIN GEÇMİŞİMİZDE Maraş, Çorum ve daha yakında bir Si-vas Katliamı yaşandı. Gazi olayları, Ümraniye olayları… bunların hepsi Aleviliğe, demokratlara, devrimcilere yönelik yapılan, derin devlet eliyle yapıldığı ve diğer kurumlarla desteklendiği bizce ma-lum olaylardı. Şimdi bunları yapan devlet, sistem, anlayış ortaday-ken üzerinden on beş yirmi yıl geçtikten sonra Alevilerin eşit yurt-taşlık talepleri üzerine açılıma gidilmesini artık devlet açısından bir

Alevi çalıştayları, çok güzel çalışıyor, işlevini yerine getiriyor!

Page 31: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

31

zorunluluk olmasaydı gerçekleşmezdi. Devletin zorunlu olarak açı-lıma gitmesi gerekiyordu. Ama bu açılımın, Alevi toplumunun çı-karları için yapıldığı kanaatinde değilim.

Bu da aynen Kürt açılımı olarak başlayıp, demokratikleşme pro-jesi diye sürdürülüp, daha sonra milli birlik projesine dönüşen sü-recin bir parçasıdır. Ben burada bir samimiyetsizlik görüyorum. Bu açılımlar, sorunların tasfi yesini amaçlamaktadır. Alevi açılımı için de aynı şey geçerlidir.

Cemevlerinin önünün açılması aynı zamanda Aleviliğin geliş-mesi anlamına gelmiyor. Cemevlerinin açılması aynı zamanda dev-letin otokontrol mekanizmasının oluşmasına neden oluyor. Önce-den Alevi toplumundan devrimci-demokrat-solcu gençlerin, önder-leri çıkması olanaklıydı. Cemevlerinin önünün açılması bunu bir çeşit dinsel kontrol altına alma çabasıdır devletin. İçimizde buna ön ayak olan, devletin bu anlayışına hizmet edenler var.

Bu gidişin içine çomağı biraz sokarsak bazı şeyleri fark edebili-riz. Buradaki amaç devletin resmi anlayışına hizmet ediyorsa, Ale-vileri kim daha rahat pazarlayabiliyorsa bu görev onlara verilmiştir.

Çağlar Akar

ŞAHKULU SULTAN Vakfı gençlik komisyonundanım. Bu Alevi çalıştayının samimiyetine inanmıyorum. Kadıköy’de yaklaşık 350-400 bin Alevi miting yaptı. Talepler zaten belliydi. Oraya gelen Ale-viler de bunu bilerek geldi. Orada yapılan konuşmalar da ortadaydı.

Ve Başbakan Tayyip Erdoğan, bunu insanlara, “İşte bunlar, Ale-vi çalıştayına taş koyanlar, baltalayanlar” diye yansıttı. Oraya ne-redeyse Alevilerin yüzde ikisi gidiyor ve Başbakan da bu insanların taleplerine gözlerini kapatarak “baltalıyorlar” diyor.

Hâlbuki bizim taleplerimiz net ve açık. Bunları halka açık şekil-de anlatmaya devam ediyoruz. Mitinglerde, toplantılarda veya baş-ka etkinliklerde bu talepleri dile getiriyoruz.

AİHM’ye zorunlu din dersinin kaldırılması için dava açılıyor, kazanılıyor. Ama bu kararlara karşın zorunlu din dersleri hâlâ de-vam ediyor. Alevi açılımının ne kadar samimi olduğunu zaten bu gösteriyor.

Ali Kartal

BİR DİĞER KONU, Aleviliğin Diyanet’te temsil edilmesi. Bu doğ-ru bir şey değil. Bunu CEM Vakfı da çok istiyor. Cumhuriyetçi Eği-tim Vakfı adıyla kurulmuş bir vakfın Diyanet’e otomatik olarak karşı olması gerekir, değil mi? “Cumhuriyetçi” bir vakfın Diyaneti kabul etmesi söz konusu olamaz, bu başlı başına bir çelişkidir. Laik-lik anlayışıyla, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ilkesiyle çeliştiği için otomatik olarak reddetmesi gerekirken İzzettin Doğan hükümete, başbakanlığa başvuruda bulunabiliyor.

Dedelere maaş bağlanmasını da çok sakıncalı olarak görüyo-rum. Günümüzde herkesin bildiği bir şeydir: Parayı veren düdüğü

Devletin zorunlu

olarak açılıma gitmesi

gerekiyordu. Ama bu açılımın,

Alevi toplumun çıkarları

için yapıldığı kanaatinde

değilim.

AİHM’ye zorunlu din dersinin

kaldırılması için dava açılıyor,

kazanılıyor. Ama zorunlu

din dersleri hâlâ devam ediyor.

Alevi açılımının ne kadar samimi

olduğunu zaten bu gösteriyor

Dedelere maaş bağlanmasını

sakıncalı görüyorum.

Parayı veren düdüğü çalar!

Size para veriyorsam benim

istediklerimi siz söylersiniz,

söylettiririm.

Page 32: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

32

çalar! Size para veriyorsam benim istediklerimi siz söylersiniz, söy-lettiririm. Bu hep böyledir! Bu, yoz bir ilişkidir. Parayı verenin söy-lediklerini yapma anlayışı.

Bugün, Diyanet’in belirlediği tektip hutbe camilerde okunur. Parayı aldın mı yarın bu Alevilik için de geçerli olacak. Diyanet belirleyecek dedenin ne söyleyeceğini, cemevlerinde o gün neyin konuşulacağını devlet belirleyecek. Bu Aleviliğin otomatik olarak devletin tahakkümü altına girmesidir.

Biz Diyanet’in kaldırılmasına tarafız. Kesinlikle Diyanet kaldı-rılmalı; Alevilik Alevilerin kendi işleyişine bırakılmalıdır. Alevile-ri, Aleviler yönetmelidir, devlet yönetmemelidir. Devletin dini de-ğil, insanların, halkın dini vardır. Halk kendi dinini özgürce yaşa-sın. Devlet sadece bunu desteklemeli.

Ayhan Arslan

DİYANET İŞLERİ kaldırılsın diyoruz. Yalnız sohbet ettiğimiz bir-çok Alevi gencinin içinde Diyanet İşleri kaldırılsın değil de Sün-ni düşünceye hitap eden Diyanet kaldırılsın fi krinin olduğunu gö-rüyoruz.

Diyanet İşleri kaldırılsın diyoruz, ama en önemli kurumlarımız-dan biri kalkıp Alevi İslam Din Hizmetleri diye bir şey kurabiliyor.

Şimdi arkadaşlar, çıkıyoruz alanlara Diyanet İşleri kaldırılsın diyor muyuz? Diyoruz! Peki, burada burnumuzun dibindeki Ale-vi İslam Din Hizmetlerini neden kaldırmıyoruz? Onla neden uğraş-mıyoruz? Başımıza bir de Alevi Diyaneti sarılmış. Onunla ilgili bir şey yapıyor muyuz?

Sercan Sağlam

ÇALIŞTAYA GELİRSEK çıkacak her sonuç Alevilere karşı bir so-nuç olacak. Alevilerin istemediği sonuç olacak. Bu garanti. Çünkü orada Alevileri kaile almıyorlar. Orada kaile alınacaklar hükümetin insanları ve onların yandaşları. Arif Sağ benim gözümde, oraya hiç gitmemesi gereken bir insandı, ama o da gidecekmiş oraya.

Ali Kartal

DİYANET’İN KALDIRILMASI durumunda Sünni güruhun başı-boş kalmasından bahsediliyor. “Başıboş kaldığı zaman nasıl kontrol edilecek?” diye soruluyor. Ama Maraş Katliamı bu güruhun başın-da Diyanet varken yapıldı. Sivas Katliamı, Çorum Katliamı da aynı şekilde. Demek asıl olan katliamların olmasında Diyanet’in rolünü tartışmaktır. Katliamın nedenlerini irdelemektir.

Ahmet Koçak

ORALARA GİTMEYELİM, çünkü konuyu dağıtırsak, tekrar kat-liamlara gidersek işin içinden çıkamayız. Devam edelim.

(Söyleşinin son bölümü gelecek sayımızda)

Diyanet’in kaldırılmasına tarafız. Diyanet kaldırılmalı; Alevileri, Aleviler yönetmelidir, devlet yönetmemelidir.

Diyanet İşleri kaldırılsın diyoruz, ama en önemli kurumlarımızdan biri kalkıp Alevi İslam Din Hizmetleri diye bir şey kurabiliyor.

Çalıştay’dan çıkacak her sonuç Alevilere karşı bir sonuç olacak. Bu garanti.

Page 33: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

33

DüşüncelerDoğan Bermek, Alevi Vakıfl arı Federasyonu

Genel Başkanı

Sn. Ahmet Koçak,Gençlerle yaptığınız çalışmaya memnun oldum, bu tür çalışmaların sürdürülmesini ve yaygınlaş-tırılmasını dilerim.

Bir Alevi üst örgüt yöneticisi olarak benim de kurumlarımızın yönetim sorunları ile ilgili çok ve ciddi sorunlarım var. Bunları aşağıdaki üç ana di-limde ele alabiliriz: Yönetimde yeterlilik ve yetkinlik, Yönetime kadınların katılımı, Yönetime gençlerin katılımı,

Siz çalışmanızda gençlerin katılımını incelemişsiniz, ancak bu konudaki sorunlar da ister istemez diğer iki konudaki sorunlarla ka-rışıyor ve zaman zaman da örtüşüyor.

Önce Alevi örgütlerinde yönetim sorunları konusunda bir kaç söz etmek istiyorum:

Alevi örgütlenmesi genç bir örgütlenmedir, örgütlerin en kök-lülerinin yaşları daha 20–25 civarındadır. İlk dönemlerde yönetici-lik yapmak bir arsa bulmak, bir bina yapmak gibi amaçlara yöne-lik gayretler gerektirirken, binalar yapılıp, tesisler kuruldukça o te-sislerde yapılacak işlerin salt inşaat yapmak, cem yürütmek ve kur-ban kesmek olmadığı, toplumun daha farklı ve çeşitli ihtiyaçları da olduğu ortaya çıktı.

Alevi Gençlerle yapılan söyleşi

üzerine Alevi Vakıfl arı Federasyonu

Başkanı Doğan Bermek

bir e-posta yolladı. Bu e-postayı ve kendisinin konu ile ilgili yazısını

sunuyoruz.

Ahmet Bey, Gençler ile konuşmak akıllıca bir şey olmuş, kutluyorum. Ben-de bu konudaki görüşlerimi Düşünceler adlı ekte özetlemeye ça-lıştım.

Geçtiğimiz yıl Avusturya’dan gelen yirmi beş kadar genç ar-kadaşımız İstanbul’da bir hafta misafi r oldular cemevlerimizi gezdiler, buralardaki gençler ile tanıştılar. O arada Avusturya’dan gelen Alevi gençlerimiz, CEM Vakfı Yenibosna, Gazi ve Eren-ler Cemevi Vakıfl arının gençleri ile yaptığımız bir toplantıdaki sunumumu da ekledim. Orada da aslında sizin incelediğiniz so-runlara yoğunlukla değinmiştim. Belki yararı olur diye gönde-riyorum.

İyi çalışmalar dileklerimle, Doğan Bermek

Not: Siyasallaşma gayretlerine de başka bir yer ve zamanda değiniriz artık.

Kurumlarımızın çok ciddi

yönetim sorunları var:

● Yeterlilik ve yetkinlik,

● Kadınların katılımı,

● Gençlerin katılımı.

Page 34: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

34

Ancak bu kurumları oluşturan yönetici kadroların önemli bir kısmı bu gereksinmeleri fark edemeyecek kadar kırsal ve kapalı toplum alışkanlıklarını sürdüren, kent Cemevi gibi çok farklı amaç-lara hizmet vermek durumundaki karmaşık bir yapıyı yönetecek bilgi ve birikimi olmayan, profesyonel yönetim (Halk Eğitim Mer-kezler, Belediyeler ve yerel Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ile iş-birlikleri kurmak, vb., gibi) usullerini ve kavramlarını pek de iyi bilmeyen arkadaşlarımızdan oluşmakta. Diğer yandan genç arka-daşlarımız da karşılarında yapılanmış kurumsal kimlikler olmadı-ğı için bir Cemevi’nden neler beklenebileceğinin ayırtında değiller.

Henüz Cemevlerimizde tüm toplumumuzun kabul edeceği, ku-rumsal alışkanlıklar oluşmamıştır. Bazılarında oluşmakta, bazıla-rında da Sn. Koçak’ın da değindiği gibi sol cehalet, sağ cehalet eği-limleri görülmekte, bazıları ise Alevilere ve Aleviliğe epeyi uzak odaklarca yönlendirilmek istenmektedir.

Yönetimlerde süreklilik kavramı, henüz toplumsal bilince yer-leşmemiş olduğu için yönetimler değiştikçe birçok alışkanlığın, uy-gulamanın kökten değişmesi söz konusu olmaktadır. Oysa Cemevi fonksiyonları itibarı ile süreklilik sunmalı, yeni yönetimler bu sü-rekliliğe daha çağdaş, günün gerçeklerine daha uygun, daha görü-nür öğeler katmaya çalışmalıdırlar.

Yönetimde kurumsal süreklilik ve kararlılığı yönetimlere ka-dınlar ve gençlerin belirli oranlarda karışılmasını sağlamadıkça ba-şarmamız zor olacaktır. Adı “Ev” olan “Cemevi’ni” erkekler yönet-meye çalışmakta, çocuklar, gençler ve kadınların beklentileri ya yö-netenlerce algılandığı kadar göz önüne alınmakta, ya da göz ardı edilmektedir. Yönetimlerin kadın ve gençlerin katılımı ile zengin-leşmesi sağlanmak zorundadır.

Ben bir üst kurum yöneticisi olarak Alevi Vakıfl arı Fede ras-yonu’nda (AVF) görevi aldığım günden bu yana tüm üye kurumla-ra, Cemevi’nde bir odanın bir köşesini ya da tamamını çocuk oyun odası yapsak, Perşembe akşamları gönüllü iki gencimiz Cem’e ge-len ailelerin çocukları ile o odalarda oyun oynasa, çizgi fi lm göster-se, kitap okusa falan diye sürekli öneri götürüyorum. Ne güzel olur diyorlar, ama bir türlü bu odaları da kurmuyorlar. Sonuçta da, bu-gün çocuk sahibi birçok aile Cem’e gelemiyor, çocuğu ile gelen ise çocuğu oyalamakla uğraştığı için Cem’den bir şey anlayamıyor, Ce-mevi bir çekim merkezi olamıyor. Kanımca yönetimlerde yeteri ka-dar kadın üye olsa bu fi kir çoktan hayata geçmiş olurdu.

Üye vakıfl arımızdan birisinin gençleri ile düzenli sohbet toplan-tısı yapıyordum. Seçim oldu, yönetim değişti, programlı bir toplan-tımız vardı, yine gittik gençlerle söyleştik. O günlerde vakfın yeni göreve başlamış olan yönetimi “Başkanım, gençlere ne söylenecek-se bize söyle, biz gençlere söyleriz.” dediler. Oysa bizim gençlerle paylaştıklarımızı gelip dinleyebilirlerdi. Bir önceki yönetimin, “Fe-derasyon Başkanımız gençlerimizle bir araya geliyor” diye sevine-rek ve öğünerek düzenlediği bu toplantıları, bir sonraki yönetim, “bize anlat, biz anlatalım” diyecek kadar farklı bir tutum içinde idi.

Vakıfl arımızdan birisinin gençleri ile düzenli sohbet toplantısı yapıyordum. Seçim oldu, yönetim değişti, vakfın yeni göreve başlamış olan yönetimi, “Başkanım, gençlere ne söylenecekse bize söyle, biz gençlere söyleriz.” dedi.

Page 35: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

35

Benzer birçok olay gençlik etkinlikleri konusunda da yaşanıyor. Gençlerin heyecan duyacağı ve zevkle gerçekleştirebilecekleri pro-jeler göz ardı ediliyor, hiç irdelenmiyor ya da eğilip bükülerek an-lamsızlaştırılıyor.

Bu sorunları kuşak sorunu, yaşama tutucu bakış, erkek egemen bakış sorunu ya da yönetimde katılımcılık eksiği ve eğitimsizliğin sonucu olarak değil, tüm bu sorunların bir karışımı, girişimi olarak algılamamız ve çözümleri de o doğrultuda aramamız gerektiği ka-nısındayım.

Bu aşamada bizler bir yandan yönetimleri yetkinleştirmek, daha bilgili daha yetenekli kişilerin yönetimlerde yer almasını sağlamak, kadınların ve gençlerin yönetime katılımını teşvik etmek ile uğra-şıyoruz. Bir yandan da gençlerimizin ve çocuklarımızın çağdaş bi-rey olma ve Alevi inancına bilinçle sahip olma yolunda, inancı bir tabular bütünlemesi olarak değil de, bilimsel ve felsefi gerçekleri ile kavramaları, tasavvuf felsefesinin biçimlendirdiği insan modelini ve kültürünü iyi algılamaları, metafi zik öğeleri (menkıbeler – des-tanlar vb.,) bağnazlaştırıcı değil, zenginleştirici öğeler olarak kulla-nan zengin halk bilimi kaynaklarını belgeseller, çizgi fi lmler, tiyat-ro oyunları, öyküler, şiirler ile görünür hale getirebilecek fırsatları Cemevi’nde bulabilecekleri ortamları oluşturmak için uğraşıyoruz.

Sonuç olarak, bir yandan gençlerin bulundukları kurumlarda heyecanlarını ve tepkilerini kurumsal yapılanmalar ile büyük çe-lişkilere düşmeden ürün vermeye yönelmeleri, bir yandan da yöne-timlerin ve üyelerin artık fark etmeye başladıkları, kendilerini yeni-leme gereksinmesini hazmetmeleri sürecine girmiş olduğumuz ka-nısındayım.

Sorunları kuşak sorunu,

yaşama tutucu bakış,

erkek egemen bakış sorunu

ya da yönetimde

katılımcılık eksiği ve

eğitimsizliğin sonucu olarak

değil, tüm bu sorunların

bir karışımı, girişimi olarak algılamamız ve

çözümleri de o doğrultuda

aramamız gerektiği

kanısındayım.

1915 Ermeni Kırımı Anıldı

ERMENİ Kırımı, ilk kez İstanlbul’da sokakta anıldı. İnsan Hakları Derneği

İstanbul Şubesi, 1915 yılında İstanbul’dan sürülen Ermeni aydınların trene bindiril-diği Haydarpaşa Garı önünde bir etkin-lik yaptı. Sonra Taksim Meydanı’nda da bir etkinliği yapıldı. Yapılmış bu kırımla yüzleşme, bugün yapılması olası kırımla-rı önlemek için gereklidir.

Her süreç gibi bu süreçte de hayal kı-rıklıkları, gerilimler, dışlamalar ve sür-tüşmeler olacaktır. Bu süreçlerde, geri-limlere paydaş olmadan çözüm ürete-cek yaklaşımlar geliştirmek, Alevi der-nek ve vakıfl arını çağdaş kurumlaşma anlayışlarına ve uygulamalarına özen-dirmek, yönetimlerin kadın ve gençlerin katılımı ile zenginleşmelerini sağlamak temel hedefl erimiz olmalıdır. Bu süreç-te de her zaman olduğu gibi zorlama, kin, nefret ve şiddet’ten kaçın malı, sağ-cı–solcu, Arap–Türk–Çerkes–Kürt, zen-gin–yok sul demeden, ayrımcı söylemle-re geçit vermeden Cem evi’n de tüm ina-nanların, hatta inanmasalar dahi ilgi du-yanların bir arada olacağı, öğreneceği, paylaşacağı, zenginleşeceği, bilgi ve be-cerilerini arttırabileceği ortamları oluş-turmalıyız.

Saygılarımla.

Page 36: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

36

Gençlerin İstemleri Demokratik Örgütlenme ve Militan Mücadele Gerektirir

Gençler Toplumun Bugünüdürİnanç İzmirli

UMARIZ Sacayak dergisinin başlattığı gençlik dosyası Alevi-Bektaşi toplumu içinde bir başlangıç olması açısından faydalı

olur. İlk olarak söylemek gerekir ki dile getirilen sorun, demokratik Alevi-Bektaşi der neklerinde gençliğin nasıl olması gerektiği değil-dir. Ortaya konulan sorun, Alevi-Bektaşi toplumunun gençlerinin nasıl olması gerektiğidir.

Örgütler zaman ve koşullara göre değişebilen, yok olabilen top-lumsal oluşumlardır. Asıl, öz olan insan, yolunu ve duruşunu orta-ya doğru koyarsa, sorun çözülme yoluna girer. Yoksa girdiği kaba göre şekil almaya çalışan bir gençlik, tökezlemekten ayağa kalkma-ya fırsat bulamaz.

Söyleşiye baktığımızda Alevi-Bektaşi gençler sorun olarak şun-ları ortaya koymaktadır: (a) Gençliğin ve kadınların cemevleri ve derneklerde söz ve yetki kademesinden uzaklaştırılması; (b) Gençlik ve kadın çalışmalarının sürekliliğinin bozulması, her değişen yönetim tarafından tasfi ye edilmesi ve yeniden kurulması; (c) Kültürüne ve inancına yönelik doğru bir temel alamayan gençli-ğin, Alevi-Bektaşi toplumuna çok ters yerlere yönlendirilmesi.

Muhalif Kimlik

Tarih boyunca Alevi-Bektaşi toplumunun sistem içinde kenara itil-mesi, iktidardan uzak tutulması ve yok sayılması onun günümüz-de de süren muhalif kimliğinin temelinde yatan etmenlerden biridir.

Alevi-Bektaşi toplumu anti-demokratik uygulamalarına, katli-amlarına ve haksızlıklarına karşı söz söylemeyi, örgütlenmeyi ve gidişi değiştirmeye çabalamayı bir insanlık vazifesi görür. İnanç te-melinde insan olan Alevi-Bektaşilik, insanca faaliyete ve yaşama aykırı olan her türlü eyleme karşıdır.

Bu sebeple demokratik Alevi derneklerinin ve cemevlerinin Alevi-Bektaşi gençlere reva gördüğü muamele, onların bu haksızlı-ğa karşı direnişini güçlendirecektir. Gençleri yok saymayı marifet sayan dernek yöneticileri, düşünen, eleştiren, kafalarının yatmadı-ğı şeylere karşı çıkan ve yeniyi örgütleyen Alevi-Bektaşi gençlerin gözünde birer “Hızır Paşa”dan farksızdır.

Alevi-Bektaşi gençler, geleneklerinden gelen haksızlığa karşı durma eğilimi ve yaşadıkları toplumsal-ekonomik koşullar nede-niyle toplumsal muhalefetinde önemli yer tutarlar. Ne var ki demok-ratik derneklerin içinde olduğu durum bu gençleri sıkıştırmaktadır. Ya Alevi-Bektaşiliği, Sünni İslam gibi dogmatik biçimde kabul ede-

Demokratik Alevi derneklerinin ve cemevlerinin Alevi-Bektaşi gençlere reva gördüğü muamele, onların bu haksızlığa karşı direnişini güçlendirecektir.

Page 37: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

37

cekler ya da yok saydıkları için toplumsal muhalefetlerini demok-ratik Alevi örgütleri daşında yürütmeye yöneleceklerdir. Önlerin-de duran güçlü perspektifi , yani toplumsal muhalefeti Hacı Bek-taş Veli Dergâhı çevresinde, Alevi-Bektaşi inanç örgütlenmesi te-melinde yükseltme olanağını göremez hale gelmeye itilmek tedirler.

Gelenek de Gelecek de Gençlerindir

Anlaşmazlıklarını cemde halk mahkemesiyle çözen bir toplumun devletle ne alakası olabilir? Kendi dedesi bile rızalık almadan cem birlemeyen bu toplumun sistem için örgütlenmiş dinle ne alakası olabilir? Alevi-Bektaşi gençliğin yaşamın çelişkileri içinde şekil-lenen kimliğinin, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş geleneğinin, felsefesinin, inancının bu günkü kuşağı olan gençlerin, yaşamdan kopuk bir ör-gütlenme olması mümkün değildir.

Gençlere geleneğin, felsefenin, tarihsel kültürün aktarılmaması ya da çarpıtılarak aktarılması Alevi-Bektaşi toplumundaki sınıfl ara bölünmenin bir sonucudur. Kendi çıkarını, Alevi-Bektaşi toplumun çıkarlarının üstünde gören bireyler, yani geleneğe göre düşkün ki-şiler, derneklerde yöneticiliğe soyunmaktadır. Bunlar, kendilerine uygun bir genç grubu yaratmaya çalışmaktadır. Alevi-Bektaşi genç-liğin milliyetçi, dinci görüşlerle kirletilmesi, uydurma tarih bilgile-riyle donatılması, bu çabanın bir parçasıdır.

İnsanı merkeze koyan 72 milleti bir bilen Alevi-Bektaşi inan-cını, Araplık, Türklük ya da Kürtlükle açıklayan görüşler tarihsel olarak temelsizdir, ama bugün bu görüşler geçer akçedir. Alevi-Bektaşiliği, “Asıl İslam” içine hapsetmeye çalışan görüşler temel-sizdir, ama çok sayıda inananı vardır. Bu nedenle gençler, Alevi-Bektaşi toplumunun yanlış yönlendirilmesine karşı çıkacaktır.

Gençler, Alevi-Bektaşi toplumunun yaşadığı tüm sorunları ya-şadıklarını ve yaşayacaklarını unutmaz. Gençler, Alevilik-Bek ta-şilik geleneğine, felsefesine sahip çıkacaktır. Davranışta, eylemde, örgüt içi demokrasiyi geliştirmek için anti-demokratik uygulamala-ra karşı çıkacaktır. Bu muhalefetin ve müdahalenin sadece kendile-ri için değil, tüm toplum için gerektiğini biliyorlar.

Gençler, demokratik Alevi örgtlerini kişisel çıkarları için kulla-nanlara karşı seslerini yükseltirken kendi girişimlerini, çalışmala-rın yaygınlaştırma ve farklı derneklerdeki çalışmayı ortaklaştırma adımları atacaktır. Tüm gençleri ortak hedefl er etrafında derlemeyi ve eşgüdümlü-örgütlü çalışmayı mutlaka başaracaklardır. Gençler, Alevi-Bektaşilik üzerine oynanan oyunlara karşı çıkarken, yaşamı yeniden kurmayı, her türlü toplumsal haksızlığa karşı çıkacaktır.

Alevi-Bektaşi gençler, kirlenmiş ilişkilerinden sıyrılacak; felse-lerine sahip çıkacak; birlik olmayı başaracak ve özgür bireylerin gönüllü birliği temelli bir örgütlenme modelini, serbestçe söz söy-leme hakkını, örgüt içi demokrasiyi rehber edineceklerdir. Bu yol-la onların mücadeleleri Alevi-Bektaşi toplumunun genel çıkarlarını savunacak ve tüm toplumsal muhalefetle bir potaya girecektir.

Gençler, Alevilik-Bek ta-

şilik geleneğine, felsefesine

sahip çıkacaktır. Davranışta,

eylemde, örgüt içi

demokrasiyi geliştirmek için

anti-demokratik uygulamalara

karşı çıkacaktır. Bu muhalefetin ve müdahalenin

sadece kendileri için değil

tüm toplum için gerektiğini

biliyorlar.

Page 38: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

38

Bizim yaptığımız dinin ne olduğu sorusuna sosyolojik bir cevap vermektir. Din bir toplumun tüm üst yapısıdır; üstyapının somut görümüdür diyoruz.

Bölüm - II

Din Nedirİkinci bölümünü yayınladığımız bu yazının tümünü okumak için

lütfen internet sitesine bakınız: <www.koxuz.org>

Demir Küçükaydın, 7 Ocak 2010, Perşembe

Bizim yaptığımız dinin ne olduğu sorusuna sosyolojik bir cevap vermektir. Ve bu cevap öylesine alt üst edici bir keşiftir ki, bil-

diğimiz her şeyi yeni baştan tanımlamayı ve düzenlemeyi gerektir-mektedir. Ve sadece sosyoloji alanında değil, bizzat devrim müca-delesi alanında da.

Nedir bizim keşfi miz?Biz din bir toplumun tüm üst yapısıdır; üstyapının somut görü-

müdür diyoruz. Keşfi n ve her şeyi alt üst eden devrimin en kısa ve özlü ifadesi budur.

Ama burada Marksizm’i bilmeyenler için, üstyapının ne oldu-ğunu, bu kavramı kısaca açıklayalım.

Marksizm toplumu ve onun yapısını ve hareketi bir takım ana-litik kavramlarla açıklar. Bu kavramlar bütün toplumları anlamaya sağlayacak analitik araçlar sunarlar.

Toplumu veya tüm toplumsal görüngüleri, “altyapı” ve “üstya-pı” diye iki bölüme ayırır Marksizm. Bunun da temelinde çok basit ve sade bir düşünce vardır: insanların yaşayabilmek için önce ye-mesi, içmesi, barınması ve giyinmesi gerekir.

Bunları sağlama yöntem ve ilişkileri (yani üretim ilişkileri) top-lumun alt yapısıdır. Buna, çok kabaca ekonomi temeli, iktisadi alt-yapı; ekonomik ilişkiler; üretim ilişkileri vs. denmektedir.

Marksizm’in bu yeme, içme, barınma ve giyinmeyi sağlamak için toplumun kurduğu ilişkiler, yani üretim ilişkileri, bir toplumun nasıl bir toplum olduğunu belirlemektedir demektedir. Bir toplumu anlamak için bu ilişkilere bakmamız lazımdır demektedir.

Marks’ın kendisi, tam da bu kabulden hareketle, kapitalizmi an-lamak için, temel eseri Kapital’de bu toplumun üretim ilişkilerini anlamaya çalışmıştır.

Ama toplum denen şey, sadece yemek, içmek barınmak, giyin-mekten ve bunlar için çalışmaktan ibaret değildir. Sanat, bilim, hu-kuk, ahlak, ideoloji, vs., gibi daha birçok görüngüler vardır. Bütün bunlara da “üstyapı” demektedir Marksizm.

Marksizm, bir toplumun üstyapısının, örneğin ahlakının, huku-kunun vs., neden öyle olduğunu anlamak istiyorsan alt yapıya bak-mak gerekir der. Ve bütün bu üstyapı o altyapının işlev görebilme-si içindir aynı zamanda.

Bir örnek verirsek, ortada ideoloji diye bir şey varsa, orada sı-nıfl ar denen toplumsal bölünmeler var demektir. Çünkü ideolojiler belli çıkarları savunmanın aracıdırlar. Sınıfsız toplumlarda ideoloji yoktur, çünkü sınıfl ar ve sınıf çatışmaları yoktur. Emek üretkenliği-

Page 39: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

39

Din bir ideoloji olsaydı, sınıfl arın

ve dolayısıyla ideolojilerin

olmadığı toplumlarda

din olmaması gerekirdi.

Sınıfl arın ve ideolojilerin

olmadığı toplumlarda da

din vardır. Dinsiz toplum

yoktur. Toplum nerede varsa

orada din vardır.

nin çok az olduğu, yani insanların çalışarak ancak kendi yaşayacak-ları kadar üretebildikleri bir toplumda, ortada bir artı ürün olmadı-ğından sınıfl ar olamaz, sınıfl ar olamayınca ideolojiler de olamaz.

Bu örnek bize, dini bir ideoloji olarak tanımlamanın da yanlış-lığını gösterir. Eğer din bir ideoloji olsaydı, sınıfl arın ve dolayısıyla ideolojilerin olmadığı toplumlarda din olmaması gerekirdi. Sınıfl a-rın ve ideolojilerin olmadığı toplumlarda da din vardır. Dinsiz top-lum yoktur. Toplum nerede varsa orada din vardır.

Nerede toplum varsa orada altyapı ve üstyapı vardır. Hepsinde din olmasının nedeni, din denen şeyin tamı tamına üstyapının so-mut bir görünümünden başka bir şey olmamasıdır. Yaptığımız bü-yük keşif bundan ibarettir.

Bunun görülememesinin nedeni de, modern toplumdaki din an-layışının veya dinin modern toplumdaki işlevinin bütün tarihe ya-yılmasıdır. Yani modern toplumda din, akıl dışı ve özele ilişkin ola-rak görüldüğünden, bütün tarihte de böyle imiş gibi ele alınmakta-dır. Bu nedenle dinin ne olduğu sorusu cevaplanamamış hatta bu soru sorulmamıştır. Çünkü modern toplumda dinin ne olduğunun bilinmediği bilinmemektedir. Bir şeyi bilmediğini bilmemek en kor kunç fasit daireleri yaratır.

Hâlbuki tarihte ya da kapitalizm öncesinde apaçık görülen bir durum vardır: Dinin dışında hiç bir şey; ne ahlak, ne sanat, ne bilim vs. olamaz. Her şey dinseldir.

İnsanların yaşamı bile en küçük ayrıntısına kadar din ile ya da din tarafından belirlenir. Doğum öncesinde ana ve babanın kimler olabileceğinden ve bunların nasıl çiftleşebileceğine ilişkin kural ve ritüellerden; doğum ritüellerine ve isme; yenecek yemeğe, nelerin yeneceğine veya yenmeyeceğine, neyin ne zaman ve nasıl giyilece-ğine; kimin nerede nasıl barınacağına; ölünce nerede ve nasıl gömü-leceğine veya gömülüp gömülmeyeceğine kadar her şey dinseldir.

Dinin üstyapının kendisi, somut ifadesi olduğu önermesi ile bü-tün bunlar açıklığa kavuşmaktadır. Sadece bu değil, böylece altyapı ve üstyapı ilişkisi de açıklığa kavuşmaktadır. Dinlerin böylece ay-dınlanmanın din anlayışına göre saçma olan o muazzam önemi de anlaşılır olmaktadır. Çünkü Üstyapı altyapının üzerinde yükseldiği ve altyapıyı düzenlediği için, din böylesine önemlidir; çünkü altya-pının işlemesini sağlamaktadır.

Böylece dinin bütün toplumlarda görülmesi, dinin o muazzam önemi, örneğin tarihi kalıntılardaki her şeyin dinsel olması vs. bir-den bire o anlaşılmaz ve saçma görünümünü kaybetmekte son dere-ce anlaşılır ve açık bir hale gelmektedir.

Bütün dinlerin özellikleri bile bu yaklaşım içinde kolayca açık-lanabilir hale gelir. Örneğin Çin’in hece yazısının sağladığı birlik nedeniyle bir tek tanrı fi krine ihtiyaç bırakmaması; Hindistan’da Hinduizmin binlerce tanrıya dayanması ve kast sistemi; Orta Doğu ve Akdeniz’de kıvrak deniz ticareti ve tek tanrı fi kri; Budizmin niye Hindistan’da doğmuş olmasına rağmen, Çin ve Hindistan dışı yete-rince uygarlaşmamış bölgelerde yayıldığı gibi yüzlerce ve binlerce

Tarihte ya da kapitalizm öncesinde

apaçık görülen bir durum vardır:

Dinin dışında hiç bir şey;

ne ahlak, ne sanat,

ne bilim vs. olamaz.

Her şey dinseldir.

Page 40: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

40

soru kolaylıkla açıklanabilir hale gelmektedir. Tarih anlaşılmaz ol-maktan çıkmakta son derece anlaşılır olmaktadır.

Ancak bu keşfi n, yani dinin tümüyle üstyapı onun somut görü-nümü olduğu önermesinin esas büyük, alt üst edici, devrimci, bizi bile buluşumuzun sonuçları karşısında hayrette bıraktırıcı sonucu, modern topluma ilişkin sonuçlarıdır.

Üstyapı analitik bir kavramdır, yani tüm toplumlarda var olan görüngüleri ifade eder. Bu durumda elbet modern (kapitalist) toplu-mun da bir üst yapısı vardır. Peki, o halde, din üstyapı ise, onun so-mut görünümü ise, kapitalist ve modern toplumun üstyapısının so-mut görünümü veya biçimi, yani dini nedir?

Biz buna, dine inanç demenin; inanç diye özele atabilmek için de; bir özel ve politik ayrımı yapmanın kendisi modern toplumun di-nidir cevabını verdik. Böylece dinin ne olduğunun keşfi bizzat mo-dern toplumun dinin de analizinin ve deşifresinin başlaması anla-mına geliyordu.

Burada din kavramının farklı kullanım ve içeriklerini de ayrış-tırdık. Bu günkü kapitalist ya da modern toplumda din denen şeyin din olmadığı; bu dinin basit bir bileşeni olduğu sonucuna ulaştık.

Böylece aynı din kavramıyla karşılanan ve dinin ne olduğunu anlamayı zorlaştırıp karışıklıklara yol açan üç farklı olguyu birbi-rinden ayırdık.

1) Tüm toplumlarda var olan, tüm toplumun üstyapısı olan din. Hukuk, ahlak, sanat, bilim vs. hiçbir şeyin onun dışında olamadığı din. (Bu modern toplumda ve onun dininde de böyledir. Bu din kavramının en zor kavranan anlamı ve içeriğidir.)

2) Modern toplumunun dininin din olarak tanımladığı, aslında kendisinin basit bir bileşeni olan inanç olarak din. (Maalesef din hep bu anlamda ele alınmakta ve bütün yanlış anlamalar ve kafa karışıklığı buradan çıkmaktadır. Bu anlamıyla din, sadece modern toplumda vardır ve modern toplumun dininin bir bileşenidir.)

3) Bir sosyal hareketin veya toplumsal gücün bayrağı olarak din. (Marksizm bu anlamıyla ve işleviyle dini epeyce ele almıştır. Bu anlamda din, sadece sınıfl ı toplumlarda vardır.)

* * *Şimdi bu kısa özetten sonra, Din bir toplumun üst yapısının somut görünümüdür, biçimidir; Modern toplumun dini de özel politik ayrımı ile eski dinleri top-

lumsal hayatı düzenlemekten uzaklaştırmakta ve onları kendi eksiğini tamamlayan basit bir bileşenine döndürmektedir;önermelerinin nasıl alt üst edici sonuçlara yol açtığını birkaç ör-

nekle gözlere batırmaya çalışalım.

(Son bölümü gelecek sayıda)

Din üstyapı ise, onun somut görünümü ise, kapitalist ve modern toplumun üstyapısının somut görünümü veya biçimi, yani dini nedir?Biz buna, dine inanç demenin; inanç diye özele atabilmek için de bir özel ve politik ayrımı yapmanın kendisi modern toplumun dinidir cevabını verdik.

Page 41: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

41

Besim Can Zırh’ın Makalesinin İkinci ve Son Bölümü

Bir Rapor Çerçevesinden Almanya’da Yaşayan Aleviler

Besim Can Zırh, Doktora Öğrencisi, Antropoloji Bölümü, UCL [email protected]

Genel Olarak “Uyum” Meselesi

RAPOR mezhepler arasında doğrudan uyuma ilişkin bir ayrıma gitmezken mezhepler bazında değerlendirilmeye alınan kimi

veriler konuya vakıf kimseler için bu konuda bazı beklentiler oldu-ğuna işaret ediyor.

Söz gelimi, öğrencilerin okul gezilerine ve yüzme derslerine ka-tılımıyla ilgili olarak mezhepsel bir ayrım gözetilmemiş ve karşılaş-tırma “Müslüman” ve “Diğer İnançlar” olarak yapılmış. Fakat hatır-latmak gerekir ki, özellikle kız çocukların okul gezilerine ve yüz-me derslerine katılımına ilişkin tutum konusunda Alevilerin diğer Müslümanlara göre daha az tutucu davrandığı gerek Aleviler ge-rekse de Sünniler tarafından sıkça dile getirilen iddialardan biridir. Rapor kapsamında bu konuya ilişkin bilimsel bir veriye, en azından bize yansıyan biçimiyle, ulaşılmamıştır (s. 180).

Kadın ve Başörtüsü

Diğer yandan, uyum meselesine ilişkin veriler kadınla ilgili başlık-larda başörtüsü ayrımıyla birlikte kaçınılmaz olarak mezhepsel bir renk kazanıyor.

Zira kadın ve başörtüsüyle ilgili olan kısımda Müslüman toplu-luklarda başörtüsü kullanmayan kadınlar olabileceği ve Alevi ka-dınların genel bir tutum olarak başörtüsü kullanmadığı özellikle belirtilmiş (s. 185). Mezhepler bazında baktığımızda ise kadınların Ahmedîlerde %50,8, Sünnilerde %34,8, Diğer gruplarda %25,5, Şi-ilerde %21,4 ve Alevilerde %0,0 oranında başörtüsü kullandığı gö-rülüyor (s. 188).

On altı yaş ve üzeri başörtüsü kullanan ve kullanmayan Alevi ya da diğer inançtan kadınlar özelinde elde edilen bazı önemli so-nuçları aşağıdaki tablodaki gibi sıralamak mümkündür.

Görüldüğü üzere Alevi kadınlar göç koşullarında diğer Müslü-man kadınlara oranla çok daha başarılı bir gelişme kaydetmiştir. Diğer bir deyişle, Türkiye’de doğan ve büyüyen Alevi kadını için eğitimsizlik anavatandaki koşulların kaçınılmaz bir sonucuyken bu koşulların farklılaştığı Almanya’da hızlı bir değişim gözlenmek-tedir. Rapor çerçevesinden baktığımızda bugün Almanya’da Ale-vi kadını eğitim sistemi, emek piyasası ve içinde yaşadığı toplumun sosyal ve kültürel yaşamına katılım ve uyum gibi konularda diğer göçmen kökenli Müslüman kadınlardan oldukça farklı bir kompo-sizyon çizmektedir.

Bugün Almanya’da Alevi kadını

eğitim sistemi, emek piyasası ve

içinde yaşadığı toplumun sosyal

ve kültürel yaşamına katılım

ve uyum gibi konularda

diğer göçmen kökenli

Müslüman kadınlardan

oldukça farklı bir komposizyon

çizmektedir.

Page 42: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

42

Baş

örtü

Kul

lanm

ayan

Ale

vi

Baş

örtü

Kul

lana

n

Almanca dil bilgisi iyi ya da üstü 72,1 68,8 49,2

Almanya’ya gelmeden önceki orta ya da yüksek eğitim 36,3 21,3 24,3

Almanya’da orta ya da yüksek eğitim 59,3 57,5 49,2

Bir ya da birden fazla Alman kurum ya da derneğine üyelik 44,5 58,9 33,5

Kazanç getiren bir işte çalışma 43,1 30,7 44,1

Almanya’ya ilişkin aidiyet hissi 66,1 66,1 63,6

Alman vatandaşlığına sahiplik 39,6 67,9 32,8

Kendi kişisel deneyimlerim ışığında bu verilerin oldukça önem-li olduğunu eklemek isterim. Bugüne değin Avrupa’da katıldığım akademik konferans, çalıştay ve toplantılarda araştırma konumun Alevilik olması nedeniyle tanıştığım birçok ikinci kuşak Alevi ka-dını gerek Almanya’da göçmen gerekse de göçmenler arasında Ale-vi olma konumlarına ilişkin oldukça donanımlıydılar.

Diğer yandan açıkça belirtmek gerekir ki son yıllarda karşılaştı-ğımız bir kaç olumlu, ama münferit örneğe karşın bu eğitimsel ba-şarının Alevi Hareketi’ne yeterince yansıdığını söylemek mümkün değildir.

Farklı İnançlardan Eşlerle Evlilik

Katılımcıların kendi ya da çocuklarının eşlerinin dini sorulduğun-da ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır. Kendini Müslüman kategori-sinde ifade edenlerin %81’i Müslüman kategorisinden eşleri oldu-ğunu ifade etmiştir. Hıristiyanlarda ise bu oran %73’e gerilemekte-dir. Araştırmaya katılan Alevilerin %56’sı eşlerinin Alevi olduğu-nu belirtirken %25’i ise eşlerinin inancını tanımlamada Müslüman kategorisini tercih etmiştir. Müslümanların %13,8’i Alevilerin ise %16’sı ise eşlerinin hiç bir dini aidiyeti olmadığını belirtmiştir. Fa-kat evlilikle ilgili verilerde Müslüman kategorisinde Alevilerle evli-liğe yer verilmemişken Alevilerdeki Müslüman ve Alevi olarak iki kategorinin olması bu verilerin yorumlanmasını zorlaştırmaktadır.

Türkiyeli Müslümanlar

Türkiye’den gelen Müslüman göçmenler diğer ülkelerden gelenle-re karşın en farklı komposizyona sahip grup olarak tanımlanıyor.

Alevilerin 1960’larda Türkiye’den Avrupa’ya yaşanan işgücü göçüne Sünnilerden daha yoğun bir şekilde katılmış oldukları ve Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik, dolayısıyla eğitimsel, olarak mahzurlu kesimini oluşturduklarına ilişkin iddiayı destekler olmasıdır.

Page 43: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

43

Bu farklılık Sünni, Alevi, Şii, Ahmedî, Sufî ve Mistik, Ebadî ola-rak sınıfl andırılmış (s. 130). Türkiye’den gelen Müslümanların sayı-sı 2,5 ila 2,7 milyon arasında tahmin edilirken bu nüfusun %76’sı-nın Sünni %17’sinin ise Alevi olduğu saptanmış. Böylece, Aleviler Almanya’da yaşayan en büyük ikinci göçmen inanç grubunu oluş-turuyor (en. faith group, de. die Glaubensgruppe) (s. 294).

Müslüman göçmenlerin Almanya’ya geliş nedenlerine mezhep-ler bazında incelemeye alınmış. Rapor’a göre; göç eden aile bireyi ile beraber gelme, aile birleşimi ve iltica gibi nedenler %50-60 ara-lığında tüm mezheplerde benzeşirken özellikle Alevi ve Sünnileri birbirinden ayıran iki temel fark açığa çıkıyor. Almanya’ya geliş ne-deninde istihdam Alevilerde %43,9 iken Sünnilerde %28,2, eğitim ise Sünnilerde %16,9 iken Aleviler de %4,6 gibi bir oranda karşı-lık bulmuş. Bu verinin bizim açımızdan önemi Alevilerin 1960’lar-da Türkiye’den Avrupa’ya yaşanan işgücü göçüne Sünnilerden daha yoğun bir şekilde katılmış oldukları ve Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik, dolayısıyla eğitimsel, olarak mahzurlu kesimini oluştur-duklarına ilişkin iddiayı destekler olmasıdır (s. 120).

Müslüman Toplumun Bileşeni Olarak Aleviler

Raporun 20. ve 21. sayfalarında Alevilerin nasıl değerlendirildiği açık bir biçimde ifade buluyor: “Almanya’da yaşayan Müslüman-ların sayısı tahmini olarak hesaplanırken Aleviler ayrı bir katego-ri olarak ele alınmıştır.” Bu ayrım ise üç temel neden ekseninde bir zorunluluk olarak ifade edilmiştir. Öncelikle, AİK’nin talebi doğ-rultusunda Almanya’da yaşayan Müslüman topluluklara ilişkin sağlıklı bilgi derlemek adına her inanç grubunun ayrı ele alınma-sının daha doğru olacağı belirtiliyor. Diğer yandan, Alevi toplumu-nun Almanya’nın dört eyaletinde Alman Anayasası’nın 7. Maddesi 3. Fıkrasına göre dini bir cemaat olarak tanındığına (die Religions-

gemeinschaft)1 işaret ediliyor. Son olarak ise, Alevi-liğin açık bir biçimde Sünni ve Şiilikten inanç, iti-kat ve ibadet olarak farklı olduğunun altı çiziliyor ve bu ayrıma gidilmemesinin araştırmanın sonuçla-rı açısından yanıltıcı olacağı özellikle vurgulanıyor.

Elbette ki bu nokta birçok açıdan doğrudur. 1980’lerde Alevilik Avrupalı araştırmacılar için bir bilinmez iken Türkiye’den gelen göçmen kadınların önemli bir kısmının başörtüsü kullanmıyor olması İslam’ın Türkiye’deki biçime ilişkin yanlış yorum-lamalara yol açıyordu. Bu farkı takip eden birçok araştırmacı Türkiyeli Müslüman göçmenler arasın-da “Şiilikle” benzerlikler taşıyan farklı bir grup keş-fetmiş ve Alevilik böylece 1990’ların başında hem akademik araştırmalar hem de yerel yönetimlerce hazırlanan raporlarda kendi kimliğiyle yer bulma-ya başlamıştı.

Raporun İngilizce

çevirisinin kapağı

Page 44: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

44

Aleviler Rapor’un 6.9. kısmında Aleviler (der Aleviten) şu şekil-de tanımlanıyor:

“Türkiye’den göç eden Aleviler Müslümanlar arasında özel bir konuma sahiptir. İnançları ortodoks İslam’dan belirgin bir şekilde farklıdır. Aleviliğin İslam ile olan ilişkisi Alevi-ler arasında tartışmalı olmasına rağmen bu araştırma gös-termektedir ki Alevilerin büyük bir çoğunluğu kendini Müs-lüman olarak kabul etmektedir.”

“Almanya’da yaşayan 480 ile 552 bin arasındaki Alevinin %95’ten fazla bir kısmı Türkiye’den gelmiştir.”

“Alevilerin %75’i doğrudan göç deneyimi yaşamış ya da ‘yurtdışı’nda doğmuştur. Alevilerin yarıdan fazlası Alman vatandaşlığına sahiptir... Bu oran Almanya’da yaşayan Tür-kiyeli ya da diğer Müslümanlardan yüksektir.”

“Görüşülen Alevilerin %10’u Almanya’ya zulüm ve baskıdan kaçarak geldiklerini belirtmiştir.”

“Aleviler göreceli olarak düşük bir eğitim düzeyine sahiptir. Yarıdan fazlası ya düşük eğitimli ya da hiç bir okullu eğiti-mi görmemiştir..., cinsiyetler arasındaki farklar diğer Müs-lüman mezheplerden daha az dile getirilmiştir.”

Alevilere ilişkin bir diğer bulgu ise diğer Müslümanlardan daha az “tutucu” (en. religious, de. gläubige) olmalarıdır. Araştırmaya katılan Alevilerin %20’si ya hiç ya da özellikle “dini bütün” olma-dıkları belirtiyorlar (en. Devout, de. Glaubensrichtungen religiöse Regeln und Vorschriften). Aleviler ayrıca beslenme ve oruç kural-larına uyma konusunda diğer Müslüman gruplardan önemli farklı-lıklar göstermektedir. Raporda Alevilerin daha az dua ettiği ve dini hizmetlere daha az katıldığı belirtiliyor. (en. Prayer and religious service, de. Gebete und Gottesdienste). Alevi kadınların başörtüsü kullanmadığı ise bu kapsamda tekrar belirtiliyor.

Rapor, eldeki verilerden hareket ile Almanya’da yaşayan Müs-lüman toplumun farklılıklarının uyuma ilişkin tartışmalarda göz önünde bulundurulması gerektiğini belirterek noktalanıyor.

Sonuç

Raporda Aleviler, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu tarafın-dan temsil edilen müstakil bir inanç kimliği olarak kabul edilmiş-tir. Hatırlatmak gerekir ki bir göç ülkesi olduğunu ancak 2000’li yıl-ların başında kabul eden Almanya’da anavatandan sakınarak geti-rilen bir inanç-kültürün müstakil bir kimlik olarak onaylatılabilin-miş olması önemli bir başarıdır. Diğer yandan, rapordaki veriler ışı-ğında Alevilerin, İran’dan siyasi nedenlerle gelen Şii toplumla bir-likte, Almanya’da yaşayan diğer tüm Müslüman topluluklara göre “uyuma” daha açık olduğunu söylemek mümkündür. Bu kuşkusuz Avrupa’daki Alevi Hareketi açısından önemli bir veridir.

Raporda Aleviler, Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu tarafından temsil edilen müstakil bir inanç kimliği olarak kabul edilmiştir. Almanya’da anavatandan sakınarak getirilen bir inanç-kültürün müstakil bir kimlik olarak onaylatılmış olması önemli bir başarıdır.

Page 45: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

45

Rapor’da adı sıkça geçen Martin Sökefeld 1990’ların ortasın-dan bu yana Alevilik konusunda araştırma ve yayınlar yapmış bir antropologdur. Görülmektedir ki, Alevilik konusunda üretilen bi-limsel bilgiler hareketin yolunu açmakta ve hızla değişebilen siya-sal zeminde hareket kabiliyetini artırmaktadır. Bu nedenle benzeri verilerin diğer Avrupa ülkelerinde ve dolayısıyla Avrupa düzeyin-de üretilebilinmesi yönünde emek harcanması bir gerekliliktir. İşin Türkiye boyutu ise başlı başına ayrı bir yazı konusu.

Bu rapor yalnızca Almanya’daki Alevi Hareketinin başarısına işaret etmekle kalmıyor aynı zamanda Avrupa’nın diğer ülkelerinde bulunan federasyonlar için de önemli bir yol haritası çiziyor. Dani-marka ve Avusturya’daki federasyonlar Almanya’daki strateji uya-rınca Aleviliğin yaşadıkları ülkelerde müstakil bir “inanç” olarak tanınması yönünde son yıllarda yoğunlaşan bir mücadele içinde-ler. Danimarka’daki çalışmaların önemli bir ivme kazandığı bu ül-kedeki federasyonun belki de Almanya’dan önce Protestan ve Ka-tolik mezheplerinin sahip olduğu kilise vergisi benzeri hakları da beraberinde getiren tüzel kişiliğine (körperschaft des öffentlichen rechts) kavuşacağı düşünülüyor.

Bu strateji Avrupa düzeyine taşınırken göz önünde bulundurul-ması gereken bir diğer önemli değişken ise her ulusal düzlemin ken-dine özgü bir tanımlama sistemi olduğudur. Söz gelimi Norveç gibi Avrupa’nın hemen tek laik olmayan ülkesindeki Norveç Aleviler Birliği hali hazırda bir inanç kurumu olarak tanınıyorken kamusal sınıfl andırmalarda farklılıkları ifade etmenin Almanca konuşan ül-kelere göre çok daha kolay olduğu İngiltere gibi bir ülkede henüz bu konuda bir adım atılmış değil.

Son olarak belirtmek gerekiyor ki, Türkiye Avrupa Birliği’ne yak laştıkça Avrupa’da edinilen kazanımlar ve deneyimler Tür ki ye Alevi Hareketi açısından da önem kazanacaktır. Kişisel düşün cem odur ki, son yıllarda Avrupa’dan Türkiye’ye kadro transfer lerinin hızlanmış olmasına karşın bahsi geçen stratejilerin Tür ki ye’de uy-gulama alanı bulup bulamayacağı ilerleyen yıllarda hem Türkiye si-yasetine hem de Alevilerin bu alandaki konumlarına ilişkin önemli bir inceleme konusu olacaktır.

NOTLAR:1 Alman Anayasası 7. Madde:

(1) Tüm okul sistemi devletin kontrolü altındadır. (2) Ebeveyn ve veliler çocuklarının din dersi alması ya da almaması konusunda karar verme hakkına sahiptir. (3) Din dersleri mezheplere göre ayrılmamış okullar dışında olağan müfredatın bir parçasını oluşturur. Devletin gözetimci olacağına ilişkin hakkı saklı olarak, din dersleri dini cemaatlerin ilkeleri doğrultusunda verilir. Öğretmenler kendi rızaları dışında din dersi vermeye mecbur edilemez.

Bu yazının daha geniş bir versiyonu Almanya Federasyonu’nun yayın organı olan Alevilerin Sesi dergisine de gönderilmiştir.

Bu rapor yalnızca

Almanya’daki Alevi hareketinin başarısına işaret

etmekle kalmıyor aynı zamanda

Avrupa’nın diğer ülkelerinde

bulunan federasyonlar

için de önemli bir

yol haritası çiziyor.

Page 46: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11

46

Chicago’dan Tekel’e Onurlu KadınlarNedim Kanoğlu

ÇOK mu ütopik? Bir dünya düşlüyoruz; eşit, özgür, demokratik bir ortamda, kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler, yaşlılar, engelliler ve din ayırımı yok ve dil ayırımı yok ve kimse çok zengin kimse çok fakir değil. Cahit Sıtkı Tarancı’nın söylediği gibi “tek şikâyet ölüm-den olsun…” Kadın erkek ayırımı yapılmaksızın herkesin söz sahi-bi olduğu bir hayatı örgütleyemezsek gerçekten ütopya olabilir söy-lediklerimiz… Kadın emeğinin de var olduğu ve verilen mücadele-nin, sınıf savaşının altından hep birlikte zaferle çıkılacağının kanıt-landığı bir gezegende ise zoru başarır, yaşamayı herkes için mutlu bir paylaşıma dönüştürebiliriz.

8 Mart 1857’de Amerika Chicago’da dokuma işçisi kadınlar, ça-lışma saatlerinin düşürülmesi ve ücretlerinin arttırılması için grev başlattılar, fabrikalarını işgal ettiler. Kadınlar işyerlerinden çıkma-makta kararlıydılar ancak vahşi kapitalist sistemin emriyle güven-lik güçleri, fabrikayı ateşe verdi ve onlarca kadın yakılarak katledil-di. Bu acı, kadın mücadelesini ateşledi ve 8 Martı ölümsüzleştirdi.

1910 yılında İkinci Enternasyonal’de (Uluslararası İşçi Birliği) Clara Zetkin, 8 Mart’ın “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” ola-rak ilan edilmesini önerdiğinde, önerisi hemen kabul edildi. Bu ta-rihten itibaren 8 Mart günü uluslararası bir gün olarak özel bir an-lam taşımaktadır. Kadınların özgürleşme mücadelesinde bir basa-mak olan 8 Mart, kadını eve ya da fabrikaya hapsetmeye çalışan burjuva sınıfı için çok tehlikeli bir hâl aldı. 8 Martlar kadının işçi sı-nıfı içindeki ve mücadeledeki yerinin yüksek sesle vurgulandığı ve grevlerin, ayaklanmaların üst seviyeye çıktığı günlere dönüştüğün-den, sermaye sınıfı rahatsız olmaya başladı. 8 Mart kutlamalarını yasakladı; olmadı, saldırdı; başarı elde edemedi, anlamından uzak-laştırmaya, içini boşaltmaya çalıştı.

1977’de Birleşmiş Milletler 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olduğunu ilan ettiğinde burjuva kadınlar, milyarlık kürkler, takılar ve emperyalistlere özgü sahte gülüşlerle bir araya geldiler. 8 Mar-tı sınıfsal kimliğinden sıyırmak için bağırıp, bizim sesimizi kısma-ya bastırmaya çalıştılar… Amaçlarına ulaşamadılar çünkü halk, ka-dının özgürleşmesinin sınıf mücadelesi verilerek kadın erkek yan yana, omuz omuza direnmekten geçtiğini çok iyi biliyordu… Dün-yanın neresinde olursa olsun, insanlığa karşı her hareketin, faşiz-min, ırkçılığın, ulusal baskının karşısında oluşan mücadelede ka-dınlar daima ön sıralarda yerlerini aldılar. Naziler tarafından idam edilen Sovyet partizanları, Amerikan emperyalizmine karşı sava-şarak ölen Vietnamlı kadınlar, Pinoşet diktasına karşı direnen Şilili kadınlar, Arjantin’in Mayo Meydanı anaları, Güney Afrika’da ırkçı-lığa meydan okuyan siyah kadınlar ve ülkemizde 12 Eylül faşist as-

Page 47: Sacayak, Sayı11

Mart-Nisan 2010 SACAYAK

47

SACAYAKDerginize Abone Olun

Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın:

Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve

ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35

keri darbesinin ardından halka estirilen ağır terör ortamında gözal-tına alınıp en ağır işkencelere maruz kalanlar, gözaltında tecavüze uğrayanlar; polis baskınlarında katledilen kadınlar.

İnsanın insan tarafından sömürülmesinin son bulacağı, insan-lar ve cinsler arasında her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılaca-ğı bir gelecek uğruna mücadele eden kadınlar ve tüm emekçi sınıfı için 8 Mart böyle değerli bir gerçeğin simgesidir. Bu yönüyle mutla-ka hatırlanmalı ve hak ettiği anma etkinlikleri kalıcı bir etki ve ba-şarı sağlaması şeklinde çalışmalarla güçlendirilerek hayata geçiril-melidir. 8 Martlar tüm hayata yayılabildiğinde, karşılığını, kadın direnişinin başarısı olarak değil emekçi sınıf mücadelesinin zaferle sonuçlanması ve hedefl enen dünyaya ulaşılması olarak bulacaktır.

Devrimci kadınlar, kırda, şehirde, hapishanelerde, gecekondu-larda süren direnişin ayrılmaz bir parçası olarak “bu kavgada biz de varız” diye bağırmışlar, devrimci mücadelenin her anında yer al-mış, emperyalizme, oligarşiye karşı sürdürülen savaşın önderleri, militanları olmuşlardır.

Bir yanda giyim kuşamı, makyajı, takıp takıştırdıklarıyla; düze-nin yozlaşmış oyuncularının moda diye dayattığı paçavralara sarı-nıp, kadın kimliğini basitleştiren sermayenin uşağı kadınlar… Öte yanda F-tipi hapishanelerde feda eylemleri ile sürdürülen direni-şin kahramanları, işçi sınıfı mücadelesinin vazgeçilmezleri ve Te-kel eyleminin en parlak yıldızları; erkek yoldaşları gibi “ölmek var, dönmek yok” diyen emekçi, inançlı ve güçlü kadınlar…

8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak lanse eden sistem, töre cinayetleri, aile içi şiddet, ücret adaletsizliği, istismar, taciz ve daha çok sayıda önemli problemin görünmez hale gelmesi ya da ufa-cık gösterilmesi amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Bir güne hapse-dilmeyecek kadar önemli olan kadın sorununun çözümüne ilişkin ilk adım, ortak sınıf mücadelesi ile atılmalıdır. 8 Mart, yüz yıldır Emekçi Kadınların günüdür ve öyle kalacaktır. Emekçi Kadınlar, kadın mücadelesinin 100. yılında gelecek kuşaklara örnek bir tari-hin yaratıcısı olmuşlardır.

Kapitalizm canavarı, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi kölesi haline getirmektedir. Düşman ortaktır mücadele de ortaktır. Kadın-lar ve erkekler, düzenin adaletsizliği ile yan yana, birlikte savaştık-larında zafer kazanılacak, sorunlar çözülecektir. “tek şikâyet ölüm-den” olacaktır.

Kapitalizm canavarı,

cinsiyet ayrımı yapmadan

herkesi kölesi haline

getirmektedir. Düşman ortaktır

mücadele de ortaktır.

Page 48: Sacayak, Sayı11

SACAYAK Sayı 11, Mart - Nisan 2010

Âşık Kul Hasan(Hasan Gören)

1933 - 2010

Kul Hasan’ım gerçeklere erenlerHakk’ı eynel yakîn hazır görenlerÖzü sözü gerçek hiç ölmeyenlerGönüllerde yaşar sultandır sultan

Kul Hasan’ım der ki hırsız olsaydıkHalk sırtından milyarları çalsaydıkParalı kodaman zengin olsaydıkÖlüm gelip bizi seçer mi böyle

Pir Sultan AbdalGelin canlar dostlar birlik olalımDiye çağırıyor Pir Sultan AbdalBirleşip mazlumun hakkın alalımDiye çağırıyor Pir Sultan AbdalÖzümüzü bire bağlamak gerekIrmak gibi coşup çağlamak gerekHaksızın bağrını dağlamak gerekDiye çağırıyor Pir Sultan AbdalPir Sultan Abdalım Banaz köyündenKoca Haydar pirim Ali soyundanPadişah el çeksin alın terindenDiye çağırıyor Pir Sultan AbdalHıdır Paşa padişahın uşağıHaram yemez Pir Sultan’ın köpeğiHaram yiyip şişen kadı göbeğiDiye çağırıyor Pir Sultan AbdalKul Hasan’ım gerçeklere ol talipİşçi köylü birbirine müsahipBirleşirse haksıza olur galipDiye çağırıyor Pir Sultan Abdal

Ozanİki bin yılının uygar çağındaUygarca düşünüp yazmalı ozanBoğulmasın fi kir suçu ağındaÖzgürce sazını çalmalı ozanOzan halkın gözü kulağı diliAtomdan güçlüdür sazının teliIrmak olmuş halkın akan göz seliHalk ile ağlayıp gülmeli ozanİletişimi yok ozanlar garipYarasın sarmaya bulmalı tabipTüm dünya halkına mesaj gönderipBarış güvercini salmalı ozanFüze atom tüm silahlar kalkmalıİnsanca bir yaşamaya bakmalıVize yasak duvarını yıkmalıHalklar ile dostluk kurmalı ozanKul Hasan’ım bağnazlıktan geçerekGerçekleri anlayarak seçerekBütün insanlığa kucak açarakKucaklayıp öpüp sarmalı ozan