prof. dr. erol gÜngÖr töre, t. c. millî eğitim bakanlığı...

48
AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Cumhuriyet Devrinde Türkiye'nin Kültür Politikası 2 TÖRE'den ... 12 Doç. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ Milliyetçi Eğitim Felsefesine Doğru Prof. Dr. HİKMET TANYU Türk Töresi Üzerine Yenj Bir Araştırma RIZÂ AKDEMİR Televizyon Bülbülleri 14 22 31 HÜSEYİN MÜMTAZ Millî Hedefe Giden Yolda Cephenin Teşekkülü İLHAN GEÇER Güneşler Temmuz YAĞMUR TUNALI Anlatamadığım Buhran ABDURRAHİM KARAKOÇ Çaresizlik ... Doç. Dr. SAÎM SAKAOGLU « Turgutcuğum»un Ardından EMİNE IŞINSÜ Çiçekler Büyür Hakkında YIL : 8 33 37 38 39 40 .. .. , ... 45 SAYI : 94 Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı 'nca Tebliğler Der gisi'nin 8 Kasım 1976 târih ve 1906 numaralı sayısının 408 sayfasında tavsiye edilmiştir. Her türlü haberleşme adresi : PK. 211, Kızılay . ANKARA Abone şartları : Yurt içi yıllık : 120 TL. Yurt dışı yıllık : 240 TL. Yurt içi havaleler 71978 nu maralı posta çekine; yurt dışı havaleler Türkiye İş Bankası, Ankara Gaziosmanpaşa Şube si 72 numaralı hesaba yapıl malıdır. Kurucusu : HALİDE NUSRET ZORLUTUNA Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : EMİNE IŞINSU ÖKSÜZ Basıldığı ver : BİMAŞ Matbaacılık Ltd. Şrt. Tel : 29 24 08 . ANKARA İlân Şartlan : Tam sayfa : 5.000 TL. Yarım sayfa : 3.000 TL. 1/4 sayfa : 1.500 TL. Her hakkı mahfuzdur. TÖRE de yayımlanan yazılar, TÖRE Dergisi 'nden yazılı izin alın- madıkça hiçbir surette ikti bas edilemez. MART : 1979

Upload: others

Post on 03-Sep-2019

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ

Prof. Dr. EROL GÜNGÖR

Cumhuriyet Devrinde Türkiye'nin Kültür Politikası 2

TÖRE'den ... 12

Doç. Dr. İSKENDER ÖKSÜZ

Milliyetçi Eğitim Felsefesine Doğru

Prof. Dr. HİKMET TANYU

Türk Töresi Üzerine Yenj Bir Araştırma

RIZÂ AKDEMİR

Televizyon Bülbülleri

14

22

31

HÜSEYİN MÜMTAZ

Millî Hedefe Giden Yolda Cephenin Teşekkülü

İLHAN GEÇER

Güneşler Temmuz

YAĞMUR TUNALI

Anlatamadığım Buhran

ABDURRAHİM KARAKOÇ

Çaresizlik ...

Doç. Dr. SAÎM SAKAOGLU

« Turgutcuğum»un Ardından

EMİNE IŞINSÜ

Çiçekler Büyür Hakkında

YIL : 8

33

37

38

39

40

.. .., ... 45

SAYI : 94

Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı 'nca Tebliğler Der gisi'nin 8 Kasım 1976 târih ve 1906 numaralı sayısının 408 sayfasında tavsiye edilmiştir.

Her türlü haberleşme adresi : PK. 211, Kızılay . ANKARA

Abone şartları : Yurt içi yıllık : 120 TL. Yurt dışı yıllık : 240 TL. Yurt içi havaleler 71978 nu maralı posta çekine; yurt dışı havaleler Türkiye İş Bankası, Ankara Gaziosmanpaşa Şube si 72 numaralı hesaba yapıl malıdır.

Kurucusu : HALİDE NUSRET ZORLUTUNA

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : EMİNE IŞINSU ÖKSÜZ

Basıldığı ver : BİMAŞ Matbaacılık Ltd. Şrt. Tel : 29 24 08 . ANKARA

İlân Şar t lan : Tam sayfa : 5.000 TL. Yarım sayfa : 3.000 TL. 1/4 sayfa : 1.500 TL.

Her hakkı mahfuzdur. TÖRE de yayımlanan yazılar, TÖRE Dergisi 'nden yazılı izin alın­madıkça hiçbir surette ikti bas edilemez.

MART : 1979

Page 2: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

CUMHURİYET

DEVRİNDE

TÜRKİYE'NİN

KÜLTÜR

POLİTİKASI

PROF. DR. EROL

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde kül­tür politikasının, kuruluşundan bugüne kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar­dan birincisi Cumhuriyetten önce başla­yan ve onunla birlikte devam eden «Mil­liyetçilik», ikincisi ise yine Cumhuriyet­ten önce başlayan ve onunla birlikte de­vam eden «Batılılaşma» politikasıdır. Bi­raz sonra bu kaynakların kültür hayatı­mızda ne gibi değişmeler yaptığını açık­layacağız. Bu arada Cumhuriyetin her­hangi özel bir tesiri olup olmadığı soru­labilir. Batılılaşma da milliyetçilik de da­ha önceden başladığına göre, Cumhuriyet bunların sadece bir devamından mı iba­rettir. Benim kanaatimce Cumhuriyet bu iki değişme yönüne teorik bakımdan bir-şey katmamış, sadece Cumhuriyet devrin, deki siyasî rejimin kaçınılmaz bir sonucu olarak, yani uygulama bakımından, bazı özellikler ortaya çıkmıştır. Bu özellikle­rin dolaylı bir şekilde teorik sonuçlara da yol açtığını aşağıda göreceğiz.

Türkiye'ye Batı kültürünün Cumhuri­yetten önceki girişi de esas itibariyle bir resmî politikanın eseri olmuş, yani

GÜNGÖR

Page 3: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

bu değişmeyi devlet gerçekleştirmeye ça­lışmıştı. Batılılaşma siyasetinin temelin­de Türk devletinin Batı karşınında yenil, mesj ve devamlı gerilemesi vakıası yatar. Başka bir deyişle, Batı medeniyetinin bi zi yenmesi devletin siyasî ve askerî ye­nilgisi şeklinde görülmüştür. Devletin ge­rilemesi süratini artırdığı ölçüde batılı­laşmanın sürati de artmıştıı. Bu itibarla Cumhuriyet devrinin başlarında Batı kültürüne o zamana kadar rastlanma­yan bir açılmanın görülmesi yadırgana-maz. Çünkü Cumhuriyet, Batı karşısında o zamana kadar görülmemiş bir büyük yenilginin hemen arkasından kurulmuş­tur.

Cumhuriyetçiler, başka bir deyişle inkilâpçılar; İkinci Meşrutiyet inkılâbını yapan neslin harpten sonra ayakta kal­mış olanlarıydı. Bunlar ayni çevre içinde yetişmiş, ayni umumî fikirleri benimse­miş ve büyük çoğunluğu ile İkinci Meş­rutiyet idaresi içinde mevki almış kimse­lerdi. Meşrutiyet devrinin üç büyük fikir cereyanından önemli ölçüde etki­lenmişlerdi. Ziya Gökalp'm 'Türkleşmek

İslamlaşmak ve Muasırlaşmak' adlarını verdiği bu milliyetçilik, İslamcılık, ve Batıcılık cereyanları içinden bir tanesi, siyasî bir realitesi kalmadığı için Cumhu­riyetle birlikte gücünü tamamiyle kay­betti. Türkiye artık İslâm dünyasının li­deri değildi; o dünyayı yıkan Batılılar karşısında bağımsız bir devlet hüviyeti ile ortada kalabilmesi de İslamcılık fik­rini tamamen bırakmasına bağlı görünü­yordu. Kaldı ki, Cumhuriyetin hilâfet ve saltanat rejimine bir antitez gibi ortaya çıkmış olması, onun kendinden önceki rejimi ve o rejimle bir tutulan siyaset tarzını reddetmesini gerektiriyordu. Böy­lece, İkinci Meşrutiyet İnkılâpçılarının birbiriyle uzlaştırarak yürütmek istedik­leri üç görüşten Cumhuriyetçilere sadece ikisi kalmıştı : Batıcılık ve milliyetçilik.

Milliyetçilik yirminci yüzyılın en bü­yük siyasî realitesi idi. Ayrıca Türkiye'nin hususi durumu onu milliyet prensibine daha sıkı sarılmaya itecek şekilde geliş­mişti. İmparatorluğun sadece dıştan de ğil, içten de yabancı milliyet hareketle­riyle yıkılmış olması, Türk Milleti'nin

KÜLTÜR POLİTİKASI

Page 4: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ister - istemez kendi kaderiyle başbaşa kalması, modern bir millet olmak için sağlam bir millî kültüre dayanmak zaru reti o devirde milliyetçiliği kamçılayan başlıca faktörler olmuştur. Fakat milli­yetçiliğimizin en büyük objektif temeli, yeni Türk devletini kurarken doğrudan doğruya millete dayanmış olmamızdır. Bu milliyetçiliğin hangi fikir temellerine oturtulacağı, hangi uygulamalarla yürü­tüleceği meselesine gelince, işte Cumhu­riyet inkılâpçılarının kültür politikası bu­rada çok belirgin çizgiler halinde ortaya çıkmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükü­meti devrinde hükümetin bütün sahalar­da olduğu gibi kültürde de politikasının mihrakı milliyetçilikti. Ancak bu milli­yetçilik İslâmi unsurlarla içice idi. Ziya Gökalp'm üç cereyan arasında aradığı uzlaşma bu devirde, özellikle milliyetçi­likle İslamcılık arasında, fiilen gerçekleş­mişti. Bu arada Rıza Nur'un Maarif ve­kili, Ziya Gökalp'ın telif ve tercüman dai­resi başkanı oırnaiarı kültür politikasın­da Türkçülük ve Batıcılık noktalarına ağırlık vermeye başladı. Gökalp bir ta­raftan Avrupa'nın temel kültür eserlerini Türkçeye çevirtmek, bir taraftan Türki­ye'de millî kültürü geliştirecek eserler yazdırmak suretiyle kendisinin eskiden-beri savunduğu fikirleri gerçekleştirmek istiyordu. Hilâfetin kaldırılmasına kadar onun formülü her üç unsuruyla birlikte kabule şayan göründü. Diğer taraftan Rıza Nur Türk Tarihinin eskiliği ve de­vamlılığı fikrini yerleştirerek yeni bir millet anlayışının doğmasına çalışıyordu. İslâm asıllı adların dışında Türk adları toplayarak onları yeni nesillere verdirmek üzere yayınlaması yeni bir millî hüviyet fikrinin başlıca göstergeleri arasındadır.

Milliyetimizin esasları nelerdi ve dev­let Türk Milleti'nin nasıl bir kültür için­de yetşmesini istiyordu ? Bu sorunun cevabı elbette ki tarihte aranacaktı. Şu halde Türkün millî hüviyetini ortaya çı­karmak üzere tarihe yeniden bakmak, onu yeniden yorumlamak gerekiyordu.

Yirminci yüzyıl başlarına kadar Türk

4

tarihçileri Osmanlı tarihinin gerisinde sadece Selçuklular'dan kısaca bahseder, lerdi. O zamanın tarih anlayışında Türk-ler'in ayrı bir milliyet ifade ettikleri ka­bul edilmekle birlikte Türk tarihi Anado­lu'daki müslüman Türkler'in başlangıcı­na kadar gider, oradan İslâm Tarihine bağlanırdı. Türkler'in Anadolu'dan önce­ki tarihleri Osmanoğullarmın ataları an­latılırken zikredilen ve çoğu efsanevî olup Oğuz Han'a kadar dayanan bir şecere­den ibaret kalıyordu. Ondokuzuncu yüz­yıl sonunda bir taraftan Türkoloji saha­sında Avrupa'da yapılan yeni ve çok ay­dınlatıcı araştırmalar, bir taraftan milli­yetçilik cereyanının Türkiye' ye de gir­meye başlaması, Osmanlı aydınlarını eski Türk tarihi konusunda uyandırdı. Bu ara­da Rusya'dan Türkiye'ye gelmiş birtakım Türk aydınlarının, özellikle kendilerini kabul ettirmek gayreti içinde, Türkler'in Osmanlı tarih ve coğrafyası içinde de bir varlık olduklarını anlatmaya çalışmaları yeni tarih anlayışının doğuşunda etkili oldu. Bu görüşler, milliyetçilik cereyanının genişlemesiyle gitgide kuvvet kazanıyor­du. İkinci Meşrutiyet devrinde «Turan» fikrinin, genç aydınlar arasında çok yay­gın olduğunu görüyoruz. Artık Türkler uzak atalarını İslâm büyükleri arasında değil de Asya steplerinin cihangirleri ara­sında aramaya başladılar.

Cumhuriyet bu değişmeyi son haddi-ne kadar götürdü ve bir devlet politikası haline getirdi. Türk Tarihi Tetkik Cemi­yeti (Daha sonra Türk Tarih Kurumu) kurulduktan sonra ilk büyük iş Türk ta­rihini cihan tarihi içinde belli bir yere oturtmak ve bunu bütün yeni nesillere öğretmek oldu. Cemiyetin çıkardığı ve bazı bölümlerinin bizzat Atatürk tarafın­dan yazıldığı ısöylenen dört ciltlik 'Tarih' sadece Türkler'in değil insanlığın geçmişini de anlatıyordu. Burada belir­tilen ve resmiyet taşıyan anlayışa göre, Türkler insan tarihinin en eski toplulu. ğunu teşkil etmiş, medeniyetin ilk ve en büyük örneklerini vermişlerdir. Ziraat ilk defa Türkler tarafından bulunmuş ve ya­yılmış, at Türkler tarafından ehlîleştiril-

GÜNGÖR

Page 5: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

miş, başlıca madenler Türkler tarafından işlenilmiş, kısacası yerleşik medeniyet ilk defa Türklerde görülmüştür. Türkler da­ha sonra Orta Asya'daki kuraklık sebebiy" le dünyanın her tarafına göç etmişler, gittikleri yerlerde değişik adlarla yeni yeni medeniyetler ve devletler kurmuş­lardır.

Türkler böyle medeniyetler ve impa­ratorluklar kuran bir millet iken sonra­dan Anadolu yarımadasına sıkışıp kal­mış, fakir ve ilkel bir hayat yaşamaya başlamışlardır. Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki bu manzarayı nasıl açıklaya­cağız. Tarih kitabına veya Cumhuriyet inkilâpçlarının kanaatine göre, bunun sebebi Türkler'in Osmanlılar zamanında ilim ve fen yolunu bırakıp dinle uğraş­maları, softaların ve cahil padişahların elinde esir olmalarıdır Şimdi Türk Mil­leti onların elinden kurtulduğuna göre, artık medeniyet ve irfan yolunda büyük adımlar atmanın zamanı gelmiştir. Bu adımlar neler olmalıdır ?

1 — Herşeyden önce din devlet haya­tından ve sosyal hayatımızdan çekilmeli­dir. Din bir vicdan işidir, dolayısiyle fer­din kendine ait bir meseledir.

2 — Dinin bu şekilde ele alınması, herşeyden önce, dinle ilgili kurumların ve kişilerin millet hayatında etkili olma­sını önlemek demektir. Özellikle bu ko­nuda milletimizi uyandırmak üzere, geç­mişteki kötülüklerin hep din adaflarmın din namına yaptıkları hareketlerden ileri geldiği anlatılmalıdır.

3 — Geçmişte softaların ve padişah­ların idaresi Türk milletini gerilik yoluna sokmakla kalmamış, onun hâkimiyet hak­kını da elinden almıştır Halbuki Türk Mületi'nin karakterinde Cumhuriyet re. jimi vardır.

4 — Eğitimin mutlak surette lâik, yani dinî unsurlardan temizlenmiş, olma. sı lâzımdır. Bunun başlıca yolu da her seviyedeki öğretmenleri Cumhuriyet inkı-lâbma inanan kimseler arasından almak, devletin mutlak idare ve kontrolü dışın­da hiçbir eğitim müessesesine izin ver­memek gerekir.

Bütün bu tedbirlerin belli - başlı iki hareket noktasının bulunduğu, bunlardan birinin Batıcılık öbürünün de milliyetçilik olduğunu yukarıda söylemiştik. Batıcılık adına o zamian Türk aydınlan arasında hayli yaygın olan pozitivist anlayışa bü­yük yer veriliyor ve Pozitivizm daha çok vülger bir materyalizm şeklinde anlaşı­lıyordu. Meselâ Devlet okullarında öğ­rencilere dinin bir vicdan işi olduğu, dev­letin buna müdahale etmeyeceği söyle­nirken hürriyetçi ve laik bir tavır göste­riliyor, buna karşılık maddî tabiatm dı­şında insan zihninin tasavvur ettiği her-şeyin -tabiatiyle bunların başında Allah fikri gelir- uydurma olduğu söyleniyordu. Yine ayni şekilde, bu türlü telkâkkilerin halkı sömürmek isteyenler tarafından hususî surette düzülmüş birer yalandan ibaret olduğu bildiriliyordu

Batıyı tam mânâsiyle model edinmek isteyen bir zihniyetin Batı Dünyasında din kurucularına ve din adamlarına sö­mürücü sahtekâr gözüyle bakmadığını bilmemesi imkânsızdı. O halde bizim Cumhuriyet inkılâpçıları din inancına ve din müessesesine neden bu kadar karşı çıkıyorlardı ? Bu çıkışta bilgisizliğin el­bette büyük bir yeri vardır. O devrinde inkılâpçılar arasında pozitivizmi kaynak­lardan okuyarak anlayabilmiş tek kişinin bulunmadığını biliyoruz. Bir doktrine sonradan intisab edenlerin taassubu, da bu yanlış aşırılıkta etkili olmuştur dene­bilir. Fakat kanaatimizce en büyük sebep Cumhuriyet ile Hilâfet ve Saltanat zıt I aş masında yatmaktadır. Cumhuriyet Os­manlı siyasî ve sosyal rejimine karşı bir hareket olarak ortaya çıktı bu yeni hare­ketin yendini yerleştirmesi ve kabul et­tirmesi herşeyden önec kendi zıddı veya rakibi olanı tamamen safdışı etmesine bağlı görünüyordu Tıpkı iktidarda birbi­rini takip eden siyasî partiler örneğinde görüldüğü gibi, Cumhuriyetçiler de ken. dilerinden öncekilerin dayandığı veya öyle zannedilen müesseselere karşı şid­detle cephe almayı, eski rejimin daya­naklarını ortadan kaldırmayı denediler. Din bunlardan biri ve belki başlıcası idi.

KÜLTÜR POLİTİKASI 5

Page 6: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Eski rejimin devlet başkanı ayni za­manda hah'fe olarak din müessesesinden kuvvet alıyordu; kendi iktidarının Tanrı tarafından teyid edildiğini iddia ediyordu. Ayrıca, Cumhuriyeti benimsememiş olan kimselerin iddialarının dayanağı da ge­nellikle dinde aranıyordu (2).

Türk kültürünün dün olduğu gibj bu­gün de çok kuvvetli bir yapıcısı olan dine karşı alman tavır, inkilâp günlerinin ha­rareti geçtikten sonra yavaş yavaş yu­muşadı. İnkılâpçı Halk Partisi memlekette gitgide yaygınlaşan ve kuv­vetlenen hürriyet isteklerinin yanısıra bir de Batılı güçler tarafından çok partili demokrasiyi kabul etmeye zorlandığı za­man, din eğitimine ve dinî yayınlara kıs­men de olsa müsaade etti. Daha sonra Demokrat Parti zamanında vicdan hürri* yetinin Batı demokrasilerinde olduğu şe­kilde anlaşılması yolunda önemli adımlar atıldı. 1950 - 60 arasında başbakanın «Türk milleti müslümandır, müslüman kalacaktır» demiş olması, demokrasi dönemindeki kültür politikasının inkılâp yıllarından ne kadar farklı olduğunu gösterecek bir işarettir (3).

Yeni bir Türkiye kurmak arzusu, es­ki olan ve yerleşmiş bulunan pekçok şe­ye karşı çıkmayı ve onların yerine yeni­lerini benimsetmeyi gerektiriyordu. Bu yüzden, efsaneler devrine kadar götürü­len Türk tarihinin içinden Osmanlı tarihi ve medeniyeti adetâ atıldı. Bu karanlık

devri en iyisi unutmak gerekiyordu. Bu­na karşı Türk tarihi ve dolayısiyle Türk kültürü içine Anadolu Selçuklularından, hattâ Bizanstan önceki kavimler ve kül­türler de dahil edildi. O günün tarih ve kültür anlayışından bugün bize rmras kalan şey Etibank, Sümerbank gibi bazı isimler ve Ankara'nın ortasındaki Hitit abidesinden ibarettir. Bir zamanlar dev­letin resmî doktrini haline gelmiş olan bu tarih görücünü ilmî gerçekleri anlat­maktan ziyade birtakım pratik ve geçi­ci endişelerden doğduğu söylenir. Buna göre, yeni Türk hükümeti Türkleri Ana­dolu'dan da çıkarıp Orta Asya'ya atmak isteyen Batı kamuoyu karşısında bu top­rakların ezeldenberi bizim olduğunu, da­ha evvel Hitit, Sümer vs. atalarımız ta­rafından iskan edildiğini, kısacası Türk­lerin de tıpkı Avrupalılar gibi en eski ta-rihtenberi medenî olduğunu göstermek istemişlerdir.

Kültürümüzün en büyük yapıcı un­suru olan dil konusunda da bu türlü en­dişelerle hareket edildiği söylenir. Bilin­diği gibi, inkılâpçılar bütün medeniyetle­rin Orta Asya - Türk kaynaklı olması ya­nında bütün dillerin de ayni kökten, Türk kökünden geldiğini iddia ediyorlardı. Bu iddianın yeni kültür politikası ile çok ya­kından ilgili olduğu kolayca görülür. İn­kılâpçılar milliyetçiliğin ve modernizmin bir gereği olarak, Cumhuriyetten önce kullanılan Türkçenin değiştirilmesini, çünkü bu dilin bizim ayrılmak istediği-

(1) Cumhuriyet inkılâpçıları dini kaldırmak yerine onu kafalarındaki yeni Türki­ye şemasına uydurmak üzere bazı değişiklikler yapmayı düşünmüşlerdir. Bu cümleden olarak ezanı Türkçe okutmuşlar, resmî sayılabilecek bir Kuran ter-siri yaptırmışlardı. Böylece hiç değilse din vasıtasiyle eski medeniyete bağlılı­ğımızı asgariye indirmek istiyorlardı.

(2) İmparatorluk Türkiyesinde din sadece bugün anladığımız mânâda bir inanç ve ibadetler bütününde ibaret değildi. Sosyal ve hattâ siyasî hfayatm bugün din -dışı saydığımız pekçok unsuru dinle içice girmiş durumdaydı. O devirde her-

şeyin dinî bir temele dayandırılması, sosyal ve siyasü değişmelerin dinî de de­ğiştirmeye yöneldiğinin zannedilmesi hep bu yüzdendir.

(3) 1931 Tarihli Tarih kitabındaki şu ifadeyi hatırlatmakta fayda görüyoruz: «Türkler Orta - Asyada muhtelif asırlarda Budizm, Hristiybnlık, Maniheizm, Mazdeizm ve İslâmlık gibi hariçten gelen bazı dinlerin tesiri altında kalmış­lardır».

6 GÜNGÖR

Page 7: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

miz Ortadoğu . islâm medeniyeti içinde geliştiğini düşünüyorlardı. Türk kültürü çağdaş Batının ilim, teknik ve sanatına yabancı olduğu için, bunları ifade eden kelime ve kavramlara da sahip değildi. Üstelik Türk dilinden kökü Arapça ve Farsça'da bulunan kelimeler atıldığı za­man ortada ancak kabile hayatını idare edebilecek bir dil kalacaktı. Bu durumda inkılâpçılar Batı kültürünün kavramlarını Batıdan almayı, ancak bunu tıpkı Latin harflerini alırken yaptıkları gibi bir çe­şit adaptasyon haline getirmeyi düşün­düler. Esas itibariyle Fransızca'dan olmak üzere üç büyük Batı dilinden -ve bu ara­da arkaik Türkçeden- kelimeler ufak de­ğişmelerle Türkçeye aktarılmaya başlan­dı. Fransızcadaki «image» ve «sembole» kelimelerinin imge ve simge şekh'nde adapte edilmesi bu hareketin halâ ısrarla yaşatılan örnekleridir. (4) İşte yeni dil anlayışı milliyetçi bir idarenin bu uygula­masını milliyetçiliğe uygun düşürme gay­retiyle ortaya atılmış, hiç değilse bu ga­yeye hizmet etmek üzere kullanılmıştır, inkılâpçılara göre Batı dillerinin aslı za­ten Türkçe idi, biz onlardan kelime al­dığımız taktirde kendi malımızı almış oluyorduk.

Batlılaşmaya çok büyük bir ağırlık veren kültür politikasının bu yolda attığı en büyük adım alfabenin değiştirilmesi ve eski alfabenin yasaklanması olmuştur. İnkilâpçılar bu değişikliğin Türkiyede birdenbire büyük bir ilim ve sanat hare­keti yaratacağmı, engeç beş - on yıl için­de bütün vatandaşların okuma - yazma öğreneceklerini ümit ediyorlardı (3) . Bu büyük teşebbüste Batıya daha çok yak­laşma gayreti yanında inkılâpçılığın vaz­geçilmez birtakım gerekleri de bulun­maktadır. Bütün inkılâp hareketleri kitle­

lerin okuma yazma öğrenmesine büyük önem verir, çünkü inkılâbın kendini ta­nıtması, kendini yerleştirmeye yarayacak bilgilerin kitlelere ulaşabilmesi için acil tedbirler almak gerekir. Günümüzde bu maksat her eve televizyon girmesini sağ­lamakla gerçekleştiriliyor. Cumhuriyet inkılâpçıları I atin harflerinin çok çabuk öğrenileceğini, böylelikle bizi Doğuya bağ­layan ve eski harflerle yazılı bulunan kültür kaynaklarının artık tesirli olama­yacağı düşünülyordu.

Cumhuriyet inkılâpçılarının kültür politikası içinde halkçılık kavramının da büyük yer tuttuğu görülmektedir. Aslın­da Milliyetçi ve Cumhuriyetçi bir politi­kanın ayni zamanda halkçı olması kaçı­nılmaz bir sonuçtur. Fakat Cumhuriyet­çiler halkçılık prensibini kültürün çeşitli sahaları -edebiyat gibi, sanat gibi- üzerin­de olmaktan ziyade başka sahalarda ve başka maksatlarla kullandılar. Cumhuri­yetten önce başlayan, milliyetçilik cere­yanı sanat ve edebiyatta 'halka doğru' prensibine uygun olarak hem dilde, hem formda bir sadeleşme ve halka yaklaşma yolunu tutmuştu. Bu gidiş Cumhuriyet devrinde de, devletin herhangibir müda-helesi olmaksızın, devam etti. Bu halkçı­lık hareketinin öncülüğünü imparatorluk devrinde kurulmuş olan Türk ocakları yürütüyordu. Cumhuriyetçiler inkılâpçı partinin dışında herhangibir kuvvet te­merküzüne engel olmak üzere diğer bazı kuruluşlar yanında Türkocaklarını da feshettirdiler ve yeni bir halkçı kültür politikası uygulamaya giriştiler. Halkev­leri buradan doğmuştur.

Halkevleri okullar dışında kalan hal­ka inkılâbı anlatmak ve benimsetmek, ayni zamanda inkilâp hükümetinin Batı-

(4) İngilizcenin okay kelimesi bile alınarak yiazıldığı gibi okunmuş ve Mecliste milletvekilleri bir konuşmayı tasvib ettikleri zaman «Okay» diye bağırmaya başlamışlardı.

(5) Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere başbakan ve öbür bakanlar Ankara'yı ter-kederek vilayet viÜayet okuma yazma kurslarında öğretmenlik etmişlerdir. Bununla birlikte, Falih Rıfkı Atay'ın anlattığına göre, yeni harflerin kabulün, de Maarif Vekili olan Necatı bey bu harfleri ölünceye kadar öğrenemenıişti.

KÜLTÜR POLİTİKASI 7

Page 8: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

. lı kültür politikasını halka yaymak mak­sadıyla kurulmuştu. Buralarda hitap edi­len kitlelerle temas sağlayan başlıca vasi. talar okuma salonlarındaki kitap ve der­giler, müsamereler ve piyes temsilleri, ve nihayet esas itibariyle memur zümresi için tertiplenen balo gibi özel eğlenceler­di. Halkevlerinde temsil edilen piyeslerin milliyetçi ve halkçı karakteri çok belir­gin olmakla birlikte, Cumhuriyetten ön­ceki Türk hayatının karalanmasına bü­yük ağırlık verilmiştir. Dikkat edilirse. Halkevlerinde bir taraftan Türkocakla-rından devralman Halkçılık ve milliyet­çilik temaları işlenirken bir taraftan da inkılâbın siyasî ve kültürel ideolojisini propaganda etmek gibi iki fonksiyon gö­rülür.

Halkevleri Türk Halk kültürünün gerek araştırılması gerekse bunların teş­viki konusunda hayli etkili olmuştur. Si­yasî teşekkül olarak sadece Halk Partisi­nin ,kültür ocağı olarak sadece Halkevle­rinin ortada bırakıldığı bir devirde Türk kültürüyle uğraşanlardan hiç değilse bir kısmının Halkevlerinde toplanması ve oranın imkanlarından faydalanması kaçı­nılmazdı. Bu kimseler vasıtasiyle, Türk aydınına halk kültürünün değerini tanıta­cak önemli çalışmalar yapılmıştır. El sa­natları, halk şiiri, halk müziği bu sayede himaye ve teşvik görmüştür. Ancak Halk­evlerinin belli bir siyasî partinin damga­sını taşıması ve oradan gelen bazı tek yön­lü tesirler dolayısiyle bu kuruluşlar ge­rektiği kadar toplayıcı olamamış, çok partili siyasî hayat geliştikçe iyice itibar­dan düşmüş, dernek kurma ve yayın hür­riyeti verilince herkes istediği yerde ça. Iışmak üzere Halkevlerine bir bakıma mecburi olan eski bağlılığını koparmış, nihayet Halkevleri iktidardan düşmüş bir partinin ölü bir yan kuruluşu haline düşünce de kapatılmıştır.

Halk kültürü konusunda Ziya Gökalp-ın ve arkadaş I arının da yoğun tesirleriy­

le, Türk aydınlarının bir kısmı halka ait herşeyin millî, buna karşılık seçkinle. rin meydana getirdiği kültürün baştan­başa kozmopolit ve yabancı olduğu kana. atine vamışlardı. Altı telli bağlama Türk, tanbur Bizanslı idi; Aşık Kerem Türk Şair Baki Araptı; Yunus Türk Mevlâna Acemdi. înkilâpçı aydma göre bizim dünkü toplumumuzda Türk halkı kendi başına yaşarken, onun yanında bulunan üst tabaka apayrı bir hayat yaşıyor, hal­ka düşman veya köle muamelesi yapıyor kendini ondan ayrı sayıyor, ve bütün zevkleriyle ondan ayrılıyordu. îşte bizim şimdi klâsik Türk müziği dediğimiz mü­zik de bu zümrenin Arap ve Acemden al­dığı, Arap ve Acemlerin ise Bizanstan al­dıkları yani hiçbir şekilde Türk'e ait ol­mayan bir müzikti. İşte bu müzik Ziya Gökalp'm tabiriyle «Bizim kül tülümüze değil medeniyetimize dahil» olduğu için, medeniyet değiştirirken onu bırakıp yeni benimsediğimiz medeniyetin müziğini al­mak gerekti. Böylece klasik Türk müziği devletin kültür politikası içinden çıkarıl­dı ve radyolardan, eğitimden kaldırıldı. Onun yerine hem radyo da hem okullar­da hem de resmî eğlencelerde Batı mü­ziği geldi. Buna rağmen klâsik Türk mü­ziğinin özel olarak öğretilmesi ve icra edilmesi yasaklanmadı (6). Devlet Kon­servatuarı, Devlet Opera ve Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gi­bi kuruluşlar vasıtasiyle Batı müziği dev­let himayesi ve teşviki ile resmileştirildi.

Müzik dışındaki diğer sanatlar konu-sunde Cumhuriyetten Önceki gelişmeler bazı değişikliklerle devam ettirildi. Batı resmi daha önce Türkiyeye girmiş ve oldukça başarılı ressamlar yetişmişti. Bu­na bir le heykel ve mimarî katılarak Güzel Sanatlar Okulu geliştirildi. Her üç dalda da Batı formları esas tutuldu. Ge­leneksel Türk sanatları bu okulda bir-iki kişi ile temsil edilen bir hatıra olarak bı­rakıldı.

(6) Türk müziğinin kısa bir zaman sonra radyoya tekrar konulması Atatürk'ün şahsî zevki dolayısiyle verdiği bir emirle mümkün olmuştur.

8 GÜNGÖR

Page 9: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Cumhuriyet devrinin kültür politika­sında ikinci dönem Atatürk'ün ölümüyle başlar. 1938 - 1946 yılları arasında Ata­türk devrinin en belirgin vasfı olan milli­yetçilik eski hararetini kaybetmiş ve Batıcılık ön plana geçmiştir. 1923 - 38 yıl­larının milliyetçiliği büyük ölçüde o dev­rin siyasî ve sosyal şartlarının ve imkân­larının etkisiyle şekillenmişti. îlmi ba­kımdan yanlışlarla doluydu; heyecana ve propagandaya, slogancılığa fazla yer veri­yordu. Atatürk ve inkılâpları etrafında yaratılan his ve heyecan atmosferi Türk kültürünü fazla içe kapalı bir hale getir­miş, yeni nesillerin gözünü dış dünyanın gerçeklerine kapamıştı Atatürk'ün ölü münden sonra bir taraftan milliyetçilik­ten hümanizme doğru açılma bir taraf, tan da millî kültürün» ihmal edilmiş veya reddedilmiş taraflarının işlenmesine im­kân verme yönünde iki ayrı baskı gö­rüldü. Bu baskılardan birincisi inkılâpçı aydınlardan, ikincisi memlekette yeni başlayan siyasî muhalefetten geliyordu. Böylece Cumhuriyet hükümetleri bir yan­dan batı klasiklerini çok sayıda ve sü­ratle Türkçeye çevirtirken öbür yandan Türk - îslâm kültürünün bazı temel eser­lerini ve müesseselerini yeniden ortaya çıkarmaya başladılar.

Klâsikler hareketi Batı medeniyeti hakkında yeni bir anlayış getiriyordu. Bu yeni anlayış Atatürk devrindeki tarih ve medeniyet tezine açıkça karşı çıkmamak­la birlikte, onun yerine geçmek üzere ortaya atıldı. Batı medeniyetinin kökü Orta Asyadan iç deniz denilen şeyin ku-rumasıyla göç eden eski atalarımızın dünyanın çeşitli yerlerinde, bu arada Me-zepotamya ve Anadolu'da kurdukları me­deniyetler değildi. Bugünkü Avrupa mede­niyeti Yunan . teatin kaynak! arma daya­nıyordu. Onu öğrenebilmek ve oa katıla­bilmek için bu kaynakları Sofokles'den îbsen'e, Eflatundan Bergson'a kadar oku­mak gerekiyordu.

Klasikler hareketi Türkiye'ye Batı kültürünü yerleştirme yolunda Atatürk inkılâpçıları kadar radikal bir tavrın

eseriydi. Atatürk zamanında Türkler'in Batı medeniyeti içinde bağımsız bir hüviyet taşımaları, hattâ çağdaş medeni­yetin üstüne çıkmaları öngörülüyor ve Batılılaşma milliyetçilikten ayrılmıyordu. 1938 - 46 devrinin hümanizması devletin bütün kültür ve eğitimi müesse­seleriyle desteklenerek yayıldı. Bu dö­nemde bütün okul kitapları da yenj anla­yışa göre değiştirildi. Hakikatte bu faa­liyet daha Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanında Ziya Gökalp tara­fından «Telif ve Tercüme Encümeni» va-sıtasiyle gerçekleştirilmek üzere planlan­mıştı. Doğu ve Batının temel eserleri Türkçeye kazandırılarak devlet taraf ni­dan basılacak ve geniş okuyucu kitleleri­ne yayılacaktı Fakat Ziya Gökalp'm ve Atatürk'ün görüşleri bu türlü bir Yunan-Latin hümanizmasmdan hayli farklı ol­duğu için, onların daha değişik bir liste ve daha farklı bir gerekçe ile çıkmaları beklenirdi.

Bu seri içine, dışarıdan yapılan iti­razları karşılamak üzere, Şark - îslâm klasiklerinden tercümeler de kondu. Fa­kat bunlar Arapça ve Farsça yazılı eser­lerden yapılan tercümelerdi, yanı içlerin­de Türk - îslâm kültürünün klasikleri yoktu.

Daha sonraları Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti, îslâm Ansiklopedisinin Türkçe baskısının yapılmasına karar vermiş, vaktiyle kapatılan îmam - Hatip okulları, açılmış, ilahiyat Fakültesi açıl­mıştır. 1950 seçimlerinden, yani demokra­sinin girişinden sonra ise inkılâpçı hükü­metlerin millî kültüre karşı Batı kültürü politikası inkılâpçı karakterini kaybet­miştir. Bunun başlıca sebeplerinden biri de, demokrasinin girişiyle birlikte o za­mana kadar devlet inhisarında kültür faaliyetlerinin büyük ölçüde serbest ku­ruluşlar eline gezmesi, demokrasi ile in­kılâpçılığın bir arada gitmeyişidir. Dev­let 1950'den sonra kültür işlerini bırak­mamakla birlikte bunlardaki tekelini kal­dırmış, kültürle uğraşanlara gerekli hür­riyeti vermekle yetinmiştir. Ancak vak-

KÜLTÜR POLİTİKASI 9

Page 10: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

tiyle CHP zamanında yapıldığı gibi, çok partili dönemde de hükümetler kendi iktidarları için zararlı olabileceğini dü­şündükleri kültür kuruluşlarını kapatma-ya gidebilmişlerdir.

Her iktidar kendinden öncekinin po­litikasına bir alternatif getirir, eski ikti­dara karşı olan kuvvetleri kendi yanına toplamaya çalışır. Demokrat Parti iktida­rı da Halk Partisinin devlet eliyle yürüt­tüğü hümanizma politikasını büyük öl­çüde sınırladı. Biati klâsiklerinin yayınını çok azalttı. Bunların yanmda yerli kültür eserlerine yer verilmeye başlandı. Dilde­ki keyfî uydurmacılık cereyanı artık dev­let politikası olmaktan çıkarıldı. Fakat bu on yıllık dönemin esas karakteri genel bir kargaşalıktan ibaretti denebilir. Geç­mişin yanlışları ve aşırılıklarından bir kısmı düzeltilmişti. Ama Demokrat Par­ti yöneticileri kendilerine göre bir kültür politikası tesbit edip sistemli olarak bunu uygulayacakları yerde gelişigüzel müda­halelerle kaldılar. Bu dönemde inkılâpçı­ların millî kültür anlayışı ile miliyetçile-rin görüşleri devlet kuruluşlarımda yan-yana temsil edildi.

Demokrat partinin silahlı bir hareket sonunda iktidardan düşürülmesi, o za* manlar iktidar için tek alternatif görü­nen Cumhuriyet Halk Partisinin kültür politikasını yeniden ön plana geçirdi. Fakat kısa bir zaman sonra seçimlerin yapılması ve CHP'nin yeni hükümetlerde ancak koalisyon ortağı olarak bulunması inkilâpçıların kendilerine göre bir politika uygulamasına kısmen engel oldu Bu ara­da askerî idarenin ilk aylarında bazı mil­liyetçi subayların gayretiyle «Türk Kül­türünü Araştırma Enstitüsünün» kurul­ması ve yaptığı ilmî çalışmalar için dev­letten bir müddet destek görmesi büyük bir adım olmuştur.

Koalisyonlar sırasındaki siyasî çal­kantılar devletin kültür işleri üzerinde durmasına engel oluyordu. Ancak 1965'te Adalet Partisinin tekbaşma iktidara gel­mesiyle birlikte oldukça tutarlı ve de­vamlı bir kültür faaliyetine girişilmiştir.

1964 - 71 arasındaki Adalet Partisi hükümetlerinin kültür politikası başlıca şu esaslardan hareket edilerek düzenlen­miştir.

1. Türkler Batı medeniyetine girme yolundan hiçbir şekilde ayrılmayacaklar­dır. Ancak, batılılaşma hareketimiz hiç-birzaman millî bir hüviyet taşımamıza engel olmamalıdır.

2. Bu millî hüviyet millî tarihin mahsulüdür. Millî birliğin ve dayanışma­nın kuvvetlendirilmesi herşeyden önce bu ortak geçmişin kesiksz devam etmesine ve yeni nesillere aktarılmasına bağlıdır.

3. Millî şuur, millî kültür eserlerinin tanıtılması yolu ile verilmelidir. Şu halde yapılacak işlerin en önemlisi, Türk Mil-leti'nin yaratmış olduğu kültür eserlerini bugünkü nesle onların anlayabileceği bir şekilde sunmaktır.

4. Bir taraftan Türk kültürünün kaynak eserlerini yayınlarken bir taraf­tan da Batı medeniyetinin Türkiye'deki modernleşmeye yardımı olacak temel ilim ve fikir eserlerini Türk okuyucusuna sun­mak gerekir.

5. Böyle bir kültür hareketini büyük kitlelere mal edebilmek için devlet kâr gayesi gütmeyecek, yayınlanan eserler asgarî fiyatla okuyucuya intikâl ettirile­cektir. Bu arada kitapların Türk halkının konuştuğu ve benimsediği «Yaşayan Türkçe» ile kaleme alınması ,arkaik ke­limeler ile dilimizde mevcut olanların ye­rine uydurulanlar kullanılmıyacak, Türk-çenin gramer yapısı bozulmayacaktır.

Bu maksatla 1965'te hazırlıklarına başlanan ve 1968'ten itibaren yayınlan­maya başlanan «Bin Temel Eser» serisi ortaya çıktı. (7) Bu çalışma ikinci beş yıllık kalkınma planı içine alındı. Çoğun­luğu üniversite öğretim üyelerinden te­şekkül eden yayın komisyonları kuruldu. Bu kurullar işin yürütücüsü olan Millî Eğitim Bakanlığı -daha sonra Kültür Bakanlığı - nezdinde ihtisas ve danışma hizmeti yapıyorlardı.

10 GÜNGÖR

Page 11: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Adalet Partisi zamanında atılan bu adım şekil olarak onu takip eden hükü­metler tarafından da benimsenmiş, ancak muhtevası her iktidarm kendi görüşünce değiştirilmiştir.

Bütün bu anlattıklarımızdan sonra, baş tarafta söylediklerimize dönersek, diyebiliriz ki Cumhuriyet devrinde kültür politikası daha önce başlayan iki büyük cereyan istika/metinde devam etmiş, baz­en bunlardan biri öbürüne ağır basmış ama kültür politikasının milliyetçi ve Batıcı karakteri değişmemiştir. Son bir yıl içinde devletin kültür politikasına ve­rilmek istene/ı Marksist çeşninin ne dere­ce yaygın ve başarılı olacağım şimdiden bilemiyoruz. Pek muhtemeldir ki milli­yetçilik ve Batıcılık Marksizıne de iağır basacaktır.

Cumhuriyet devrinin kendinden evvel başlayıp gelen bu akış üzerindeki asıl et­kisi, rejimin karakterine göre bu cere­yanların yayılma hızının değişmesidir. Cumhuriyetin kuruluşundan 1946'ya kadar tek parti ve tek şefin mutlak iktidarı söz konusu olduğu için, çok radikal ka­rarlar almıyor ve uygulanabiliyordu. Bu karar ve uygulamalarda demokratik pro­sesin işlemeyişi onları daha çok göze çar­pıcı, daha kesin ve etkili göstermektedir. Hakikatte demokratik devirde meydana gelen bazı değişmeler Türk kültürü üzer­inde çok daha büyük tesirler meydana getirmiş bulunuyor. Mesela Tek Parti iktidarında büyük gayretlerle Türkçe'ye

aktarılıp bastırılan Batı klasikleri ancak devlet kuruluşlarında boy gösteren ölü birer kütüphane halinde kalmışken, Dem­okrasi döneminde bunlar gerçekten oku­yucu bulmuş, hattâ kısa zamanda nadir bulunan eserler sırasına girmiştir.

Çok partili dönemde batıcılık ve mil­liyetçilik yine esas tema olmakla beraber

her iki kavramın muhtırası büyük ölçüde değişmiş bulunuyor. Türkiye artık işgal­den yeni kurtulmuş, aydmlarnm çoğunu cephede şehit vermiş, yoksul ve içine kapalı bir ülke değildir. Herşeyden önce bundan elli yıl öncenin rejimle ilgili kor­kuları kaybolmuştur. Türkiye'de saltanat ve hilâfet rejiminin geri geleceğine hiç kimse ihtimal vermiyor. Bu yüzden milli­yetçiliğimizin millî kültür köklerinin orta­ya çıkarılması ve işlenmesi siyasî iktidar­ların umacısı olmaktan çıkmıştır. Kırk yıl önce İngiltere'den, «Dünya Millî Kıya­fetleri» için Türk Millî Kıyafeti örneği is­tendiği zaman fötr şapkalı, kıravatlı, ütü-lü pantolonlu bir kalem efendisi fotoğrafı gönderiliyordu. Bugün biz sokaklarda mektep kıyafeti ile geçenleri görünce bun­lardan korkmuyoruz. Çünkü eski hayatı olduğu gibi yaşamayı, bugün kimsenin düşünmediğini biliyoruz.

Milliyetçiliğimiz artık «Yaşasın» ve «Kahrolsun» sloganları etrafında toplan­an bir duygu yığını değildir. Bu yüzden yabancı kültürlere sırtımızı çevirmediği­miz gibi, kendi kültürümüzü onlara gös­termekten de çekinmiyoruz. Sanatçıları­mız, folklorcularımız dış ülkelerde göste­riler yapıyorlar, oralardan gelenler bize

kendi kültürlerini tanıtıyorlar.

Batılaşma anlayışımız oldukça makul sınırlar içine girmiş bulunuyor. Ş'mdi hiç bir siyasî iktidar kendi istediği ve be­ğendiği şeyleri sırf batıda böyle olduğu için kabul ettirmeğe kalkmıyor, artık «ba­tı» ile «medeniyet» kavramları birbirinin ayni değildir.

Son olarak şunu belirtmeliyiz ^i, kül­tür politikamızın eski hatalardan önemli derecede arınmasında olduğu gibi, bundan sonra daha rasyonel ve ilmî bir plâna sokulması da demokratik rejim sayesinde mümkün görülmektedir.

(7) Bin Temel Eserin baş tarafına, İsmet İnönü devrindeki klasiklerin şekline uyularak, devrin Başbakanı ve Milli Eğitim Bakanı tarafından birer takdim yazısı yazılmıştır. Başbakanın yazısında bu yayınların teme! prensipleri açık­ça görülebilir.

KÜLTÜR POLİTİKASI İ t

Page 12: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

"ÖRE, Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU

Töre ailesinin değerli yazarlarından Doç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, bir gazetede çıkan yazısın­da suç unsuru bulunduğu iddiasıyla, İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi'ne sevkedilmiştir. Halen Selimi­ye Sıkı Yönetim Ceza Evi'nde tutuklu bulunan sayın Hacıeminoğlu'na gerek ailemiz, gerek okuyucularımız adına geçmiş olsun derken; 2188 yıldan beri, Türk'ün ve Türk'ün değerlerinin koruyucusu sıfatıyla, milleti­mizin kalbinde en kutsal yeri muhafaza eden Türk Ordusu'nun adaletine olan güvenimizi bir kere daha tekrarlarız.

DOÇ.DR. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU DERGİ­MİZ DİZGİDEYKEN 26 ŞUBAT 1979 TARİHİNDE TAHLİ­YE OLMUŞTUR.

TEŞEKKÜR

Bir yıldan beri titiz bir dikkat ve fedakârâne bir çalışma ile Töre'nin yayın hayatını devam ettirerek, pek kıymetli yardımlarını bizden esirgememiş bulu nan dostlarımıza kalbi şükranlarımızı sunmayı bir borç telâkki ediyor; kendilerine bundan sonraki çalışma* larında, hayırlı başarılar temenni ediyoruz.

Tanrı Türk'ü Korusun.

Page 13: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

TÖRE-DEVLET YAYINEVİ

Doç. DR Necmettin Hacıemİnogiu m* ESERLERİNİ TAKDİM EDER.

mammmmtâ

.dcx*tm.i#-^ ANKARA CAD. 46, StRKECt. İSTANBUL BUTUM RTTAPCHAROJİ

MEHMET ÇINARLININ İKİ YENİ ESERİ ÇIKTI

SANATÇI DOSTLARIM

Sanatçı Dostlarım; Töre'de tefrika edilen, zevkle okudu­ğumuz yazılardan derlendi.

SÖYLEMEK YARAŞIR

Hisar'da neşredilen yazılar­dan derlenmiş ve okuyucula­ra sunulmuştur.

Her iki eser de Ötüken Ya­yınevi tarafından yayınlandı. Dağıtım ANDA.

<

5

DÜNDAR TAÇER P O M A N ARnAAÖAMI

KUTLU TÖRE ALPER AKSOY

Page 14: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

DOC. DR. İSKENDER ÖKSÜZ

MİLLİYETÇİ EĞİLİM FELSEFESİNE DOĞRU

I — UMUMÎ BAKIŞ AÇISI

Türk Devleti, Türk Milleti'nin teşkilâ­tıdır. Bu teşkilât, Türk Milleti'nin bekası­nı temin gayesiyle kurulmuştur. Yaşama, yürütme ve yargı hep bu gaye için dev­lete verilmiş kuvvetlerdir.

Türk Milliyetçiliği'nin anlayışına göre aslolan devlet değil millettir. * Rejim, anayasa dâhil bütün kanunlar, bütün ku­rumlar ve rejimin, anayasanın ve kurum­ların savunduğu, «hukukun «üstünlüğü», «demokrasi», «hürriyet» ve benzeri bütün kavramlar Türk Milleti'ne hizmet için te­sis ve tebcil edilmiştir. Bunun tersi doğru değildir. Türk Milleti, rejime anayasaya, kurumlara, hukukun üstünlüğüne, demok­rasice , hürriyete hizmet için tesis ve tebcil edilmemiştir. Türk Milliyetçisi de­mokratik rejimi, anayasayı, devletin mü­esseselerini, hukukun üstünlüğünü, de­mokratik hak ve hürriyetleri ve bunların fertlere yüklediği mesuliyet ve vazifeleri mücerret bir aşk ile değil, bunları Türk Milleti'ne en uygun, en faydalı bulduğu için müdafaa eder. Türk Milleti'ne fayda-lılık vasfını kaybeden hüküm ve kurum­lar, yine anayasa ve kanunların gösterdi­ği yollarla, tereddüt edilmeden değiştiri­lir veya lâğvedilir. Çünkü Türk Milliyetçi­si tutucu değildir. Türk Milliyetçisi mu­hafazakârdır. Ve muhafaza edeceklerinin başında Türk Milleti'nin mukaddesleri ve menfaatleri yer alır. Özetle şöyle ifade edebiliriz. Rejim için Türk Milleti değil, Türk Milleti için rejim. Anayasa için Türk Milletj değil, Türk Milleti için anayasa. Demokrasi, hürriyet, hukuk için Türk Mil­leti değil, Türk Milleti için demokrasi, hürriyet, hukuk...

Buraya kadarki istidlale, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin özünü reddetme­yen aklı başında hiçkimse itiraz edemez. Ancak, bu bakış açısından herkesçe kav­randığını maalesef söyleyemeyiz. Ve bu bakış açısı kaybolduğu anda akıl da

Faşizmde aslolan millet değil devlettir. Komünizmde, sosyalist ihtilâlden sonra kurulan devlet teşkilâtı proleteryanm diktatörlüğünü tesis ile görevlidir ve mil­letin devlete önceliği sözkonusu olamaz.

14 ÖKSÜZ

Page 15: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

baştan çıkmakta ve bugün hep birlikte geldiğimiz uçurumun kıyısına kadar yürü-nebilmektedir.

I I — MİLLÎ EĞİTİM FELSEFESİ VE FELSEFESİZLİĞİ

Devletin millî eğitimdeki rolü, yukar­da «Umumî Bakış Açısı» başlığı altında verdiğimiz tabiî ve temel çerçevenin için­de bir parçadan ibarettir. Devlet milletin hizmetkârı, millî eğitim ise devletin en önemli hizmetlerinden biri olduğuna gö­re, millî eğitimde Türk Milleti'ne hizmet içindir. O halde Türk Millî Eğitimi, Türk Milleti'nin bekasını teminat altına alan bir felsefenin taşıyıcısı olmağa mecbur­dur. Millî Eğitim tarafsız olamaz. Türk Millî Eğitimi Türk Milleti'nden tarafsa ol­mak mecburiyetindedir. Türk Devleti, Türk Milleti'nin hizmetkârı olduğuna göre Türk Millî Eğitimi de Türk Mil­leti'nden Türk millî menfaatlerinden muhtar olamaz. Türk menfaatlerinin emrinde olmak mecburiyetindedir. O halde millî eğitim, bu çizgilerdeki bir felsefenin yayıcısı, öğreticisi, eğiticisi olma zorundadır.

Peki, nedir bu felsefe ? Milliyetçiler için sorunun cevabı çok

kolay ve tabiîdir. Ama şimdi yalnız milli­yetçilere, yani sapıtmamışlara değil, sa-pıtmışlara da hitab edelim ve ciddî ce­vap arayalım : Nedir bu felsefe ? Hattâ daha da geriye çekilip soralım : Bir millî eğitim felsefesine lüzum var mıdır ? Fel-sefeli millî eğitim nasıl olur ? Ne getirir?

İncelemeye mefhumu muhaliften baş­lamak, düşünceleri berraklaştırmak için iyi bir yoldur. O halde önce sorunun ter­sini soralım : Felsefesiz millî eğitim ne­dir ? Felsefesiz millî eğitim ne getirir ? İşte çok kolay bir soru. Cevabı da pek kısa : Felsefesiz millî eğitim 1979 Türki-yesi'ni getirir. Zaten felsefesiz millî eğitim eğitim değildir. Öğretimden ibarettir. İki kere ikinin dört ettiği, dünyanın dörtte üçünün deniz olduğu, civcivin yumurta­dan yirmibir günde çıktığının öğretimi. Bu bilgiler ne millîdir, ne Türk'tür, ne de komünist veya kapitalist. İki kere iki

Rusya'da da, A.B.D.'de de, Çin'de de Yu nanistan'da da dört eder. Ve millî eğitim­den bunu ve yalnız bunu anlayanlar bir-gün bakarlar ki kendi gençleri eğitimi böyle anlamayan milletlerin propoganda ettikleri felsefelere tutsak olmuştur. Ba­karlar ki iki kere iki tabanca dört taban­ca edip göğüslerine çevrilmiştir. İki kere iki dinamit lokumu dört dinamit lokumu edip evlerine yerleştirilmiştir. Ve iki kere kere iki kızıl bayrak dört kızıl bayrak etmiş; İstanbul'da Beyazıt'a, Ankara'da Tandoğan'a, Kars' ta kaleye, Diyarbakır'da burca çekilmiştir. Bakarlar ki bir başba­kan devletin mülkî ve idarî kadrolarını yetiştiren bir fakültenin talebelerine «Türk gençleri !» dediği için iki gözü iki çeşme, kürsüden indirilmiştir. Bakarlar ki devletin en kaliteli teknik okullarında İstiklâl Marşı susmuş, enternasyonal ça­lınmaktadır. Bakarlar ki yurt haritasını bayrağımızın çekilemediği ,millî marşımı­zın söylenemediği «hassas bölge»ier kap­lamıştır. Ve bakarlar ki bir adam, karşı­sına Lenin'in resmi asılır endişesiyle mi­dir, yoksa Lenin'in resmine yer açmak endişesiyle midir bilinmez, Atatürk'ün gençliğe hitabesini, Fatih'in resmini, Mo~ haç tablosunu duvarlardan indirmekte­dir. Bakarlar ki bir başka adam futbol takımlarını burjuva ve proleter diye tas­nif etmekte, izci teşkilâtını burjuva bulup yavrukurtların faşistliğinden dem vurmak, tadır. Ve milletlerarası ideolojik savaşta müdafaasız bıraktıkları milletin içinden millî felsefeyi millî insiyakla öğrenmiş bir avuç ülkücü çıkıp göğüslerini siper etmese bir sabah iki kere iki dört mili­tanın devleti iptal ettiğini görür.

Bu satırların muhatabı komünistler değildir. Onlar doğru bildikleri yanlış yolda yürüyen yeni savaş ölüleridir. Onlar, ideolojik taarruzun milletimize verdirttiği zayiattır. Onlar, üniformasız düşman as­kerleridir artık... Bu satırların muhatabı falan veya filân sol parti de değildir. Bu satırların muhatabı, kırk küsur senedir millî eğitimi felsefesiz bırakan iktidarlar silsilesinin hepsidir. Hâinler, dünkü yağ­murla Türkiye'ye inmedi. Bu hâinlerin

MİLLİYETÇİ EĞİTİM 15

Page 16: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

yeşermesini sağlayan vasat bir yılda te­şekkül etmedi. 1950'lerde bir iktidarın devraldığı ilkokul öğrencileri 1960'da onu meydanlarda yıktılar. 1960'larda bir ikti­darın devraldığı ilkokul öğrencileri bugün TİKKO'nun, THKP-C'nin birliklerini teş­kil ediyor. Öğretim dilinin bölgelere göre ayrı olmasını savunan, içinde Rusçu -Cinci kavgası verilen öğretmen teşkilâtı­nın üyeleri 1978 yılında yetişmedi. Hulâ­sa olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün öğretmenlere hakkettikleri bir hakaretini burada tekrarlayayım :

«Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.»

Bu söz bidayette, herhalde, övgü maksadıyla sarf edilmiş tir. Ama öğretme­niyle ve öğrencisiyle yeni nesle bakarsak bu vecizeden bugün hakaretten başka bir mânâ çıkarmamız mümkün değildir. Ve otuz „ kırk senenin en yüksek idarecisin­den en basit millî eğitimcisine sesleniyo­rum : Bu muallimler sizin eserinizdir. Bu nesiller sizin eserinizdir. Bu batak sizin eserinizdir. Sizin felsefesiz millî eğitiminizin, millî olmayan eğitimini­zin eseridir. Ve eserinizin hesabını er geç vereceksiniz. Duam, sizin gafleti­nizin faturasını milletin artık ödememe-sidir. Çünkü ilk taksitler, binlerce şehit olarak tahsil edilmiştir bile... Bu sözleri­min tek istisnası ülkücü öğretmenler ve ülkücü öğrencilerdir; ülkücü nesillerdir.

Bugün seçim zamanı, kongre, genel kurul zamanı gelmediği için veya tesa­düfen hâlâ koltuğunu, sandalyesini koru­yan bitaraf zevatı muhterem bu fikre katılmazlar. Bazıları hâlâ ne komünist ne de ülkücü bir orta gençliğin varlığını hayal ederler. Hattâ bir kısmı bu mu­hayyel gençliği ve öğretmeni yüceltmek için ona «Atatürkçü» sıfatını lâyık gör­müştür. Peki, nerededir bu gençlik ? Ne­rededir bu öğretmen ? Maksadımız siya­set değildir ama, son ay içinde bir siyasî­nin Millî istihbarat Teşkilâtı hakkında söylediklerini burada misal olarak kul­lanmak isterim: «MİT'in yarısı MHP'li diyorsunuz. Peki öbür yarısı da TİKKO'­nun elinde midir ki hiç istihbarat alamı­

yoruz ? Biz de soralım : Komünistler ve ülkücüler azınlıktadır diyorsunuz. Peki o çoğunluk budist midir, brahman mıdır ki Türkiye'de dirhem ağırlığı yoktur ? Efendiler, komünistleri beğenmiyorsunuz, bizi beğenmiyorsunuz. Peki, nerededir sizin genciniz, sizin öğretmeniniz ? Siz ki kırk yıldır bu devlete hâkimdiniz...

Son sığmak, son canhıraş müdafaa şudur : Sessiz çoğunluk ! Öyle bir çoğun­luk ki Atatürkçü'dür. Yani, bugünkü an­layışın ötesinde sert ve tavizsiz milliyet­çi; zaman zaman «ırkçı» denilebilecek sertlikte milliyetçi ve devrimcilerin ağız­larından düşürmedikleri Bursa nutkunda­ki gibi polise, jandarmaya, hapishaneye kafa tutan bir dinamizme sahip bir ço­ğunluk. Ve bu çoğunluk, Türkiye 1979'u yaşarken sessiz !... Efendiler, Türkiye bu durumda iken sizin genciniz sizin öğret­meniniz sessiz durabiliyorsa onları mek­teplerde, sıralarda aramakla hatâ ediyor, sunuz. Belki Ankara'da Yenimahalle öte­lerine, İstanbul'da Karacaahmet'e ve yur­dun diğer yerlerinde mümasil mahallere bakarsanız isabet buyurursunuz. (Ve ne hazindir ki oraya baktıklarında görecek­leri yine bizim şehitlerimizin cesetleri­dir...)

Yaşlı oligarşi işte böyledir. Aynı dü­şüncenin taze idarecileri, 30 ilâ 50 yaş arasındaki aydml arımız bir adım daha ilerdedirler. Onlar kendilerini millî değil evrensel kültüre daha yakın hissederler. Millî Eğitim Felsefesi mefhumuna temel­den karşı çıkarlar, Genç, hangi felsefeyi seçeceğini hür iradesiyle kendi tâyin et­melidir. Yaşı ne olursa olsun ferdin dü­şüncesine müdahale edilmemelidir. Gerçi bu zevâtm hiçbiri okul çağma kadar ken­di çocuklarına müdahale etmemeye ya­naşmaz. Devrimci okullarda çocuklarının zorla devrimci eğitim ve hatta eylemden geçirilmesine de pek fazla itirazları yok­tur. Hattâ sosyalisttirler. Ferdin menfaat­lerini, ferdin fikirlerini, toplum adına hi­çe sayıp ezmeğe, yok etmeğe hazırdırlar. Fakat sıra millî eğitim felsefesine geldiği zaman koyu ferdiyetçi kesilirler. Hürri­yetçidirler. Namık Kemal'in,

16 ÖKSÜZ

Page 17: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Ne efsunkâr imişsin ah ey dîdarı hürriyet

Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten

beytinde kötü bir kasti olmadan ve bil­meden tarif ettiği hürriyet esiridirler. Şuursuz hürriyet esareti de herh^ngibir şuursuzluktan ve herhangibir esaretten daha az zararlı değildir. İnsanı saçmaya, cemiyeti de bugün yaşadığımız buhrana götürür, içtimaî mikropları hür bırakıp cemiyetin tabiî müdafaa mekanizmasını bağlayan hürriyetçilik esiri, sonunda mik­ropların esiri olacak ve bütün hürriyet­lerini hürriyet uğrumda kaybedecektir F Milletlerin ideolojilerle mücadele ettikleri çağımızda felsefesiz millî eğitim ancak bugünümüzü doğurabilirdi. Ve bugünü­müzü doğurdu. Aynı gidişin ufukta görü­nen yarını, Türk Milleti'nin ve son bağım­sız Türk Devleti'nin tahribinden ibarettir. Fikir sistemleri savaşı çağında hiçbir fik­ri telkin etmemek, genci hür seçime de ğil, seçme hakkını kaybetmeye götürür. Çünkü yabancı ideoloji gazetede, dergide okulda, kitapta her an karşısmdadır. Her an taarruzdadır. Buna karşı millî felsefe­yi ,millî fikir sistemini vermemek, genci ambalajlayıp yabancı ideolojinin kolları­na teslim etmeğe eşdeğerdir.

ihtiyar ve genç oligarşiye tekrar so­ruyorum : Sizin devlet felsefeniz neydi ? Sizin millî eğitim felsefeniz neydi? Aşırı sola da aşırı sağa da karşıydınız. Komü­nizme de, hilâfete de, bolsevişme de, fa­şizme de, budizme de karşıydınız. «Ner-den ,hangj taraftan ve kimden gelirse gelsin...» klişesiyle başlayan cümlelerinizle karşı olduklarınızı sayıp döktünüz. Peki Allahaşkma siz neye taraftarsınız. Kar­şıların felsefesi yoktur. Menfilerin felse­fesi olmaz. Müsbetlerin felsefesi, taraftar­lıkların felsefesi olur. «Türk'üm, doğru­yum, çalışkanım...»dan ibaret miydi fel­sefeniz ? (Nitekim bu çok büyük lâfın bir kelimesi değiştirilince ortaya Türk Devleti'ni yıkmağa yönelmiş bir , ifade çıkmaktadır.) Böyle felsefe mi olur ? Milyonları bu felsefeyle mi şuuriandıra-caktmız ? Soldan bir romancı, Fürüzan,

«Kırkyedililer» adlı kitabında, komünist militan olan kahramanlarına sık sık sor. durur : «Bu koca adamlar, bu bebek fi­kirleriyle nasıl düşünür ? Nasıl yaşar­lar ?» Ve bu sorular, 47 doğumluların THKO'ya katılma gerekçelerinin dibace, sidir. Aynı günleri . 12 Mart öncesini - ele alan bizim yazarımız, «Sancı» romanında, poker masası etrafına toplanmış tarafsız, ilerici, biraz da solcu üniversite hocaları-nm konuşmalarını şöyle veriyor :

«—Rest ! «—Rölans. «—Gençleri anlamak demek onların

dünyalarını kavramak demek efendim, on­lar aydın ve ilerici, biz ise...

«—Ben Atatürkçüyüm... «—Kabul neyiniz var ? «—Üç rua.» Felsefesizlik müdafilerinin gençleri de

ihtiyarları da kendilerine umumiyetle «Atatürkçü» derler. Hele ordunun icraya yaklaştığı sıkıyönetim ve benzeri devre­lerde Atatürkçülüklerinin piyasası birden yükselir. Romandaki gibi biz de soralım, «Kabul, neyiniz var ?». Şaşırtıcı bir so­rudur, bu onlar için. Çünkü Atatürk kati­yen onların tavrında değildir. Millî Eğitim felsefesi olmalı mıdır ve millî eğitim fel. sefesi ne olmalıdır ? Biz Türk Milliyetçi­leri, bu sorulara cevabımızı rahatlıkla Atatürk'ün ağzından verebiliriz :

«Çocuklarımız ve gençlerimiz yetişti­rilirken, onlara, bilhassa mevcudiyetiyle, hakkıyle, birliğiyle tearuz eden bilumum yabancı anasırla mücadele lüzumu ve efkârı milliyeyi kemali istiğrakSe her mu. kabil fikre şiddetle ve fedâkârane müda­faa zarureti telkin edilmelidir. Yeni nes­lin bütün kuvayı ruhiyesine bu evsaf ve kaabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müdhiş bir cidal şeklinde tebarüz eden hayatı akvamın felsefesi, müstakil ve me. sut kalmak isteyen her millet için bu ef-safı kemali şiddetle taleb etmektedir.» *

«Yetişecek çocuklarımıza ve gençleri­mize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve herşeyden evvel, Tür­kiye'nin istiklâline, kendi benliğine ve ananatı milîiyesine düşman olan bütün

MİLLİYETÇİ EĞÎTİM 17

Page 18: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

anasırla mücadele etmek lüzumu öğretil­melidir. Beynelmilel vaziyeti cihana göre, böye bir cidalin istilzam eylediği anasırı ruhiye ile mücehhez olmayan fertlere ve bu mâhiyette fertlerden mürekkep cemi­yetlere hayat ve istiklâl yoktur.» ** , *** III — HANGİ FELSEFE ?

Buraya kadar ki münakaşa ve Ata­türk'ün yukarıya aldığımız sözleri aslın­da «Hangi Felsefe ?» sorusuna da kâfi cevaptır. Fakat, «Atatürk şöyle dedi, o halde...» şeklinde başlayan skolastik akıl yürütmeden sarfınazar edelim ve soruy­la ilk defa karşı!aşıyormuşçasına dikkat ve ciddiyetle cevap arayalım. Hangi fel­sefe ?

Aslolan Türk Milleti'dir dedik. Devlet, yani Türkiye Cumhuriyeti milletin teşki­lâtıdır. Bu esas üzeredir ki Cumhuriyet, millî bir devlet olarak kurulmuştur. Sınıf, zümre veya insanlık devleti olarak değil. Anayasa'nm başlangıcında, devletin nite­liklerinin tadad edildiği ikinci maddesin­de, devletin bütünlüğü, dili ve başkentine ait üçüncü maddesinde bu husus açıkça belirtilmektedir. Burada «millî» ve «milli­yetç i l ik ten kastedilen de herhalde Türk Milliyeti ve Tüık Milliyetçiliği'nden baş­kası olmasa gerektir. O halde Türk Millî Eğitimi'nin benimseyeceği ve benimsete­ceği felsefe de Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'nden gayrisi değildir.

Milliyetçilik nedir ? Kim milliyetçidir? Milliyetçi, mensub olduğu birçok ce­

miyet birimi içinden millet birimini di­ğerlerine tercih eden insandır. Biz buna temel tercih diyoruz. Bir insan hem koz­mopolit hem milliyetçi olamaz. Hem si­yasî ümmetçi hem miliyetçi olamaz.

Hem smıfçı hem milliyetçi olamaz. İn­sanlığa, ümmetine, soyuna hattâ, gerçek­ten bir mensubiyet hissediyorsa, sınıfına sevgi duyabilir. Ama eğer milliyetçi ise milletini bütün bunların üstünde tutar, bunlardan önce düşünür. Aslında milliyet­çi, milletini yalnız insanlık, ümmet, sınıf, soy gibi büyük içtimaî birimlerden değil, aynı zamanda şahsın, ailesinden, sülâle­sinden de aziz sayar. Fakat bu ikinci grup fedekârlığı herkes yapamaz. Biz bunu da yapabilene özel bir sıfat veriyor, böyle, lerine ülkücü diyoruz. (Bu «ülkücü» keli­mesinin birinci mânâsıdır. İkinci anlamı biraz sonra göreceğiz.)

Peki milliyetçinin gayesi nedir ? Türk Milliyetçiliği'nin gayesi ile Türk

Devletinin gayesi ve dolayısıyle Türk Millî Eğitimi'nin gayesi özdeştir, tektir :

Türk Milleti'nîn Bekası > Bizim milliyetçiliğimizin hedefi bu

üç kelimeyle özetlenir. Türk Milliyetçi­liği'nin gayesi budur ve bundan başka bir. şey değildir. Ancak bu üç kelime, bütün bir millî eğitim felsefesini taşıdığı gibi millî devletin bütün kurumlarını, bütün faaliyetlerini ve hedeflerini tayin eden felsefenin tamamını ihata eder.

İfadenin ilk kısmındaki «Türk Mil­leti» ibaresi, «Türk'üm !» diyen herkesi içine alır. Ancak dünyadaki bütün insan­lar «Türk'üm !» demez. «Türk'üm !» di­yenler, Türk'ü Türk yapan değerlere, on­lara «Türk'üm -» dedirten müştereklere sahip, o müştereklere beraberce mensub olmanın şuurunu taşıyan insanlardır. Türklük, bir neseb meselesinden ,nüfus kâğıdmdaki bir damgadan ibaret değil­dir. Türk'ü Türk yapan, Türk Milleti'ni

* 15 Temmuz 1921'de, Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'nde Atatürk'ün yap­tığı konuşmadan. Atatürk'ün Maarife Ait Direktifleri», İstanbul Maarif Matbaası 1939. s. : 4.

** 1 Mart 1922, Meclis'i açış nutkundan. A. g. e. s. : 7. *** Atatürk'ün bu sözleri bize hemen millî eğitimin gayesini «milliyetçi, örf ve

âdetlerine bağlı...» gençler yetiştirmek şeklinde veren kanunu hatırlatıyor. Bi­lindiği gibi bu ifade mahkemeye verilmiş, «milliyetçilik» beraat etmekle birlik­te millî örf ve âdetler Anayasa Mahkemesi'nce metinden çıkartılmıştır. Ata­türk'ün nutuklarında «ananatı millîye» ve «efkârı milliye» ifadelerine bakıp dava, davacı, davalı ve yargı hakkında düşünmek faydalı olacaktır.

18 ÖKSÜZ

Page 19: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ırif eden değerlerdir. Bu değerler yoksa rtada Türk de yoktur. O halde, bekasını imin edeceğimiz içtimaî varlık bir in­anlar yığmı ve onların sulbünden gele-*k nesiller değil, Türklüğü tarif eden eğerleri taşıyan nesillerdir. eDmek ki ba-[ kılınacak şey bu değerlerin tâ kendi­dir. O halde «Türk Milleti'nin bekası», eşeyden önce Türk'ü tarif eden değer-ırin muhafazasıdır. Bu değerler, «Türk-m !» diyenlerin ortak özellikleridir ve aslıca, din, kültür, dil, soy, vatan, tabi­at ,ülkü, tarih, menfaat müşterekleridir, ğer yüz yıl sonra Almanca . ingilizce -^durukça kırması bir dil konuşan, Bav-*ra tipi deri pantolon ve tüylü şapka gi-m, Fransız şiirini, İngiliz tiyatrosunu, İman müziğini benimseyen ortodoks veya mdist bir yığın . velev ki mesut, demok-ıtik ve müreffeh olsun - bu toprakları gal edecekse biz bunu beka saymayız. * u takdirde Türk Milleti yok olmuş de-tektir. Diğer taraftan içtimaî değerlerin ışayan unsurlar olduğu da unutulmama­l ın Yaşayan bir unsurun muhafazası lun dondurulması değil, tabiî gelişme­nin teminidir. Bize bir fidan teslim edi-: ve onu «muhafaza» etmemiz istenirse, ı yıl sonra emaneti yine fidan halinde deyi düşünmek, onu öldürmek demek-r. Fidan, on yıl sonra ağaç olacaktır, uhafazakârlık, fidanın tabiî gelişme yrini ve bu seyrin gereklerini temin lerek güçlü bir ağaç elde etmektir. (Dev-mcilik ise, meselâ çınar ağacı beş yıl-cken gövdesini ortadan kesip üzerine ir ağacı monte etmeye benzer.) Şu halde 'ürk Milleti'nin bekası»nm birinci neti-si, Türk Milliyetçiliği'nin ve Türk Millî *itim Felsefesi'nin ilk şartı şudur :

1) Muhafazakârlık ve Gelişmecilik Amansızca sürüp giden milletler mü-

delesi içinde, hele bu mücadelenin çağ-ş tarzı olan ideolojik taarruzlar karşı­

sında «beka», «güçlülük»le eş manâlıdır Bekanın teminatı ise en güçlü olmaktır. Şu halde «Türk Milleti»nin bekası»nm ikinci neticesi, Millî Eğitim'den tekniğe, askerî güçten iktisada kadar.

2) Güçlüfük'tür. «Türk Milleti», sadece siyasî sınırla-

rın değil, bütün bir değerler sisteminin tarif ettiğj içtimaî bir varlıktır. Şu halde yalnız sınırlarımız içinde yaşayanlar de­ğil, «Türküm !» diyen herkes, yani müş­terek değerlerimize sahip bütün insanlar Türk Milleti'ne mensuptur. Bakû'lu ile Kars'lı, Urfa'lı ile Kerkük'lü,, Edirne'li ile Batı Trakya'Iı arasındaki fark, meselâ Edirneli ile Kars'lı arasındakinden az olduğu müddetçe Türkiye sınırları dışın, daki Türkleri Türk kabul etmeyenler kendilerine yeni bir millet aramak zorun­dadırlar. Dünyanın neresinde bir Türk yaşıyorsa bizim kalbimizde ona da bir yer vardır. Bu hükmümüz ne misak-ı millî­ye, ne Atataürkçülük'e ne de Kıbrıs poli­tikasına aykırıdır. O halde bekasını hedef aldığımız millet, Türkiye sınırları içinde yaşayanlardan ibaret değildir ve gayemi­zin üçüncü sonucu şudur :

3) Turancılık Nihayet, bizim anlayışımızdaki Türk

Milleti, sadece bugün dünya üzerinde ya­şayanlardan ibaret değildir. Bu milletin yaşayanlarından fazla geçmiş nesilleri, şehidleri vardır ve Allah'ın izniyle geç­mişlerinden ve yaşayanlarından fazla ge­lecek nesilleri olacaktır. Bugün yaşayan­lar, ezelden ebede akan Türk Milleti'nin bir ianlık kesitinden ibarettir. Şu halde Türk Milleti'nin bekasını düşünen, yalnız yaşayanları değil, gelecek nesilleri; gelecek yüzyılların, hat tâ bin yılların Türk Mille-ti'nf de düşünür. Türk Milliyetçisi'nin kı­sa vadeli taktik plânları vardır ama as­lında ömürler, nesiller ötesinde uzanan stratejik hedeflere yönelmiştir. O halde

Hazindir ki, çok kritik bir devrede başbakanlık yapmış bir zât, bizim bu tarif ettiğimiz melez cemiyetin ilk belirtilerini sevinç ve heyecanla karşılamış, bir yabancı gazeteye verdiği beyanatta, «Kendi seçim bölgemde Bavyera tipi deri pantolonlar giyen ve Almanca'dan başka lisan bilmeyen Türk çocuklarıyla kar­şılaştım. Türkiye büyük bir değişikliğin içinde. Fevkalâde birşey bu...» demişti.

LLÎYETÇÎ EĞİTİM

Page 20: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

dördüncü ve son netice; ülkülerin fertle, rin ömür I eriyle siniri anamayacağmı ifade eden sonuç (ülkücülüğün ikinci mânâsı) ^öyle ifade edilebilir :

4) Milletin zaman boyutu ve ülkü. cülük.

IV — TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ İLKELE. RİNİN MİLLÎ EĞİTİME TATBİKİ:

Temel tercihi, gayeyi ve gayenin tabiî neticelerini tesbit ettikten sonra tatbikat esaslarını bulmak çok kolaylaşır. Milliyet. çi, mensub olduğu cemiyet birimleri için. de «millet'i ilk tercihe yerleştiren insan olduğuna göre Millî Eğitim de herşeyden önce böyle hisseden insanların çoğalması-nı sağlamakla yükümlüdür. Her canlı nasıl önce kendi neslinin idamesine çalı. şırsa millî devletin eğitimi de herşeyden önce kendi tercihine sahip insanların ye. üşmesini, genç nesillerin de ilk tercihle* rini «millet» doğrultusunda yapmalarını temin edecektir. Türk Millî Eğitimi'nin ilk hedefi milliyetçi nesiller yetiştirmek­tir. (Ülkücülük üzerinde aynı ısrarla dur­mayacağım. Çünkü şahsî ve ailevî men­faatlerini millet menfaatlerine feda et. mek herkesin başarabileceği bir iş değil­dir. Millî eğitim, ülkücülük, yolunda da telkinde bulunacak, fakat bunun herke-sin ulaşamayacağı bir paye olduğunu akıl­da tutup gençlerin onda birini ülkücü ya­pabilirse başardım diyecek ve onda do­kuzun sadece milliyetçi olarak kalmasın­dan hayal sükutuna düşmeyecektir.)

Temel tercihin verdiği bu esastan son­ra gayenin ortaya koyduğu dört ilkenin uygulaması başlar.

1) Muhafazakârlık ve Gelişmecilik : Türk Millî Eğitimi nesillere Türk'ü

Türk yapan değerleri hakkıyla öğretmek, öğretmekle de kalmayıp hissettirmek, kavratmak zorundadır. Aksi, milletin in­kârıdır ve millî devlet anlayışıyla bağ­daşmaz.

Şu halde millî eiğtim, musîkisiyle, lisanıyla, edebiyatıyla, mimarisi ve her türlü sanatıyla Türk kültürünü, İslâmiye. ti, devir farkı gözetmeksizin ve devirler arasında taraf tutmaksızm bir bütün ola­

rak Türk tarihini yalnız öğretmek değil, hissettirmek, kavratmak mecburiyetinde, dir. Diğer milletlerin kültürleri ve tarih­leriyle ilgili bahisler ancak bundan sonra ve yine bu gayeye hizmet için müfredata alınabilir.

Bu birinci kademedir. «Muhafaza» merhalesidir. İkinci kademe, muhafaza edilenin en güçlü bir tarzda zamanın şartlarına dökülmesi ve geliştirilmesidir. Fidanların ağaç, ağaçların dev çınarlar olması, aynı tohumdan yeni fidanların boy atmasıdır. Bu, Türk kültürünün ro-nesansı, yeniden doğuşu, muasır medeni­yet ufkunda bir güneş gibi parlamasıdır.

2) Güçlülük : Türk Millî Eğitimi, mükemmeliyetçi,

vasıfçı olmak zorundadır. Günümüz dün­yasında birinci sınıf kalitenin altı boş gi­bidir. İkinci sınıf kalite lüzumsuzdur. Bu düşünce «seçkincilik» (=elitizm) olarak anlaşılmamalıdır. Sadece birinci sınıf ilim adamı değil aynı zamanda birinci sınıf laborant istiyoruz. Birinci sınıf doktor kadar birinci sınıf hastabakıcı da istiyo­ruz. Birinci sınıf general kadar birinci sınıf onbaşı da yetişecektir. Milliyetçi eğitim he r ferde yükselebileceği sahanın zirvesine çıkma yolunu açacak, fakat as­kerliğini yedek subay olarak yaptırtmak veya üniversite kapısındaki birikmeyi ön­lemek gibi sun'î ölçülerle eğitim planlan­masına gidilmeyecektir. Milliyetçi eğitim­de her sahada kaç kişinin yetişeceği anfi kapasiteleriyle değil, millî menfaatlerce tayin edilecektir. Bu plânlamada muhtar olan tek müessese, milletin teşkilâtı olan devlettir.

Bu hedeflere varabilmek için herşey­den önce öğretmenin zirve vasıflara sahip olması gerekmektedir. Yukarıda saydığı­mız ilim ve teknik dallarında bu ne ka. dar doğruysa, milletin değerlerini ele alan tarih, din, edebiyat ve diğer kültür dalla rmda da o derece doğrudur. Aslında bı; ikincilerde zirve kalite birincilerdekinder daha hayatîdir. Bir süre birinci sınıf fi. zikçimiz olmadan da idare edebilirz. İkin ci sınıf bir doktor birkaç kişinin hayatı na mal olabilir. Fakat kalitesiz kültür, ta

20 ÖKSÜ;

Page 21: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

rih, din, dil hocaları ve bu eğitimin plân-fayıcıları nesillerin ve sonunda milletin hayatına mal olur.

3) Turancılık : Milliyetçi eğitim nesillere Türk dün­

yasının tamammı tanıtacak ve kavrata-caktır. Türk milletinin tarihinde hiçbir kopukluğa yer verilmeyeceği gibi coğraf­yasında ve bu coğrafya üzerindeki kültü rünün, dilinin, sanatının, siyasî durumu­nun öğrenilmesinde ve kavranmasında da hiçbir kopukluk bulunmayacaktır. Türk genci Kıbrıs'ta Türk yaşadığını yalnız harp zamanı öğrenmiyecektir. Bu bilgi, bir gazetenin neşriyatının lûtfu ile de el­de edilmeyecektir. Millî Eğitim'den geç­miş genç, Kerküklü'den Batı Trakyalı'ya, Azerî'den Özbek'e kadar bütün dünya Türklüğü'nün müşterek değerleriyle ve mahallî vasıflarıyla tanıyacak, bilecek, hissedecektir.

4) Milletin zaman boyutu ve ülkü­cülük :

Millî Eğitim, her Türk gencine, ezel­den ebede akan Türklük nehrinin bir damlası olduğu şuurunu verecektir. Ka­falar yalnız yarını, yalnız öbür yılı, öbür seçimi değil, öbür nesilleri, öbür bin yıl­ları kavrayabilecek bir görüş zaviyesine çıkarılacaktır. Kafalar yalnız cemiyette, yalnız coğrafya üzerinde değil, zaman içinde de yalnız olmadıklarının şuuruna ereceklerdir. Ve bu kafaların plânları, projeleri insan ve nesil ömürlerinin öte­lerine uzanacak, mazimizin haşmetini âti­mize taşıyacaklardır. Bu kafalar, yıldızla­ra ömürleri içinde ulaşamayacaklarını bilseler bile yönlerini, o ulaşılmaz yıldız­lara bakarak tayin edeceklerdir. Ve ken­dilerinin, çocuklarının, hattâ torunlarının o yıldızlara varamayacaklarını kabul et­seler bile belki beşyüz, belki binbeşyüz sene sonra Türk Milleti denilen akışın yüce ülküye, kızıl elmaya mutlaka ulaşa­cağını hissedeceklerdir. V — SONUÇ:

Bir şeyi gösterdik; bir şeyi isbat ettik : Bu devlet Türk Devleti ise, Türkiye Cumhuriyeti ise, aklen, hukuken, ruhen, «ülkücü» adı verilen insanların felsefesi di.

şmda bir millî eğitim felsefesini savun mak mümkün değildir. Bu felsefe de Türk Miliyetçiliği'nin tâ kendisidir. Cemi­yet birimler arasında «millet» temel ter­cihiyle, Türk Milliyetçiliği'nin gayesinin tabiî neticeleri olan muhafazakârlık ve gelişmeciliğiyle, güçlülüğüyle, turancılığıy-la, milletin zaman boyucu ve ülkücülü-ğüyle Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi'n-den ibarettir.

Bu tesbitten hemen sonra bir ikinci­si gelmektedir : Millî Eğitimimizi kaybet­miş bulunuyoruz. Yenisi kuruluncaya ka­dar eskisinin hükmü yoktur.

Nihayet, sadece esasların tesbitiyle yetinemeyeceğimizi söyleyelim. Esasların tesbiti, işe başlamamızı temin eder. Bundan sonra yapılacak, bu esasların işaret ettiği doğrultuda hızlı, fakat sağlam icraattır. Ham maddemiz insandır ve bu ham madde yalnız mantıkla, yalnız mate­matikle yoğrulmaz. Bu yüzden daha ilke­lerin tesbitinde zaman zaman . tabiî bu satırların yazarının kapasitesi dahilinde -şiire kaçmak zaruret oldu. «Öğrenmek», «eğitmek» fiillerinin yanında sık sık «şu urunu vermek», «hissettirmek», «kavrat mak» ifadelerini kullanmak zorunda kal­dık. Şu anda icraatın tefreruatmı bu kür. süden anlatmanın bir anlamı olmayacak­tır. Zaten bu bir kişinin, hattâ birkaç düzine insanın başarabileceği bir iş değil­dir. Fakat yeterli sayıda elemanımızı toplasak ve teferruata girsek bile, Selçuk tarihinin nasıl öğretileceğinden mimarî dersinin hangi sınıfta verileceğine kadar, ki icra teferruatı burada kopuk sesler, ahenksiz notalar gibi gelirdi herkese. Fa kat milliyetçi eğitim işte bu notaların, bu seslerin birleşmesinden teşekkül eden bir şah-beste olacaktır. Şimdi tekrar edelim: Ülkücü, öğretmenler ve öğretim üyeleri. Bu şaheserin bestekârları ve icracıları sizler olacaksınız. Ve inanıyorum ki bu söz bugün ne kadar övgü ise yüzyıl son­ra da aynı derecede övgü olacaktır. Za­man geçip bestenin nağmeleri idrakleri doldurdukça daha iyi anlaşılan, daha iyi kavranan bir övgü.

Alah yardımcımız olsun.

MİLLİYETÇİ EĞİTİM 21

Page 22: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

TÜRK TÖRESİ ÜZERİNDE YENİ BİR ARAŞTIRMA - I I -

PROF. DR. HİKMET TANYU

7 — Töre, Türe ve Türk Adı :

Türk adının, Türmek (çekmek, cezbetmek) ten çıktığını ileri sürenler vardır 4(). Türk'ün bir zamanlar Türük şeklinde söylendiği iddiası da mevcuttur. Türk'­

ün, Türük olduğuna dair araştırmalar da vardır. «Vambery Armin, Türk - Tatar Kavimlerinin İptidaî Kültürü, adlı inceleme­

sinde (Sf. 51), Türk sözünü törümek, türemek fiilinden çıkarmaktadır. Gerçekten yürümek sözünden türük, has ismi çıktığı gibi, türümek fiilinden de Türk sözü çıkabilir.» diyen Hüseyin Namık Orkun, bu telâffuzun önce Türük şeklinde olduğu­nu ileri sürüyor ve bu sözün «Türemiş, mahlûk, yani insan anlamına geldiğine göre, Ural . Al tay kavimlerinde» bu tarzda ad verilişine çok tesadüf edildiğini be­lirtiyor4!. Macar bilginlerinden Nemeth'm buna itiraz ettiğini, bunların faraziye olduğunu söylediğini bilhassa kaydediyor 42.

Hüseyin Namık Orkun, yürümekten yürük çıktığı gibi, pekâlâ türmekten de Türük sözü çıkmış olabilir, diyor43 . Fakat Türk adının aynı zamanda güç, kud­ret anlamını da taşıdığını açıklıyor.

«Töre» kelimesinin «Türk» kelimesi ile aynı kökten çıktığı, «Türk» adının, «Töreli» (Töresi olan -töre sahibi) gibi bir anlam taşıdığı da bir faraziye (varsayım)

4<> Hüseyin Namık Orkun, Türk Sözünün aslı, îst. 1940, Sf. 22. Prof. Dr. Cevdet Türükoğlunun (Töre) dergisindeki seri makaleleri.

41 Hüseyin Namık Orkun, Y.K. Sf. 22, 23. 42 Y.K. Sf. 23. 4* Y.K. Sf. 23, 24.

22 TANYU

Page 23: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

olarak ileri sürülmüştür. Türk kelimesinin, töreli demek olduğunu ve töre'nin «tea­mül ve âdet. La Coutume» anlamına geldiğini Ziya Gökalp diğer bir kitabında tekrarlıyor 44.

Türk adı Tanrı'nm has yaratığı veya töresi olan anlamına geldiği görüşü de henüz bir kesinlik kazanmış değildir. Türk admm günümüzde ki ilmi açıklamalara göre, kuvvetli, güçlü anlamı kabul edilmektedir*.

8 — Töre'ye Bağlılık:

Eski Türk Yazıtları'nda Türk Töresi ve kanunlarının halka örnekle anlatıldığın^ deneme ve inanışlarına uygun olarak, devlet kurucusu Türk büyükleri "Töre" kurar, lar ve sonra gelen Gök Türk hakanları, " ilk atalardan olan Bumin ve İstemi Kağan­ların, «töresince» yönetirler, sonraki kağanlarda kendi bilgi ve denemelerini, öğüt. lerini buna katarlardı. Gördüğümüz gibi «Zaten Türklerde kanun ve törelerin diğer bir adı da «yol idi. Herkes bu yoldan gitmek zorunda idi. Bu yoldan çıkanlar «ya­nılmış» olur ve yanılanm da sonu ölüm idi 45.»

Görülüyor ki devletin düzeni; işleyişi bu töreyle olurdu. Kağanın buyrukları o çağlarda «birer töre ve kanun» idiler46.

Bilge Kağan'm emrinde çalışan kardeşi, ünlü ve başarılı bir komutan olan Kül - Tegin, «alplığı, cesareti ile şöhret kazanmış ve «büyüklerine karşı gösterdi­ği saygı ve bağlılıktan» dolayı öğülmüş, Türk töresini bozmadığı ve büyük karde­şine saygılı davrandığı için değerlendirilmiştir47.

Uygurlar döneminde de «Kanun ve nizamları» (yani töreyi) bozmak isteyenler, hangi mevkide olursa olsun derhal cezalandırılır, manevî inanç, yardımlaşma, top­lumsal dayanış ve millî davranış, asayiş ve düzen sağlanırdı48. v

Eski Türklerde hangi mevkide olursa olsun töreye bağlılığı gösteren sözler var­dır : «Ben yasa ve töre kuluyum. İtaat lâzımdır.» sözü tanınmıştır.

(Oğuz Destanları Hakkında Notlar) da kendilerinden ayrılmak isteyene karşı : Töremizle büyüdün, yuğruldun mayasından I

Gel gitme, ayrılma ! Ananın yuvasından ! denilmektedir49. Törenin Türkler arasında çok yüksek ve önemli mevkiine dair bir belge de

(Mete'nin Gençlik Efsânesinde) görülmektedir : «Töreyi bozan Tuman, tam bir divâne idi!» denilmekte, Töreyi bozma, millete, vatana karşı bir ihanet sayılmak­taydı. Hatta «Töre'yi Baba bile Bozsa, Ölmeliydi.» denilirdi50.

Bütün hedef herşeye rağmen «Türk Töresi korunsun» idi5ı .

44 Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, I. Kısmı, Matbaai Âmire 1341, S. 26 * Yılmaz Öztuna, Türkiye tarihi, İst. 1963 1. cilt Sf. 91 - 92, Prof. Dr. İbrahim Ka. fesoğlu, Tarihte «Türk» adı, Rahmeti Arat için Ankara, 1966, T.K. Araştırma Enst. yayınları, Sf. 306 . 319 Bilhassa Sh. : 317, Prof. Dr. Saadet Çağatay'da aynı görüştedir.

45 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları-I, 1000 Temel Eser, Devlet Kitapları İst. 1971, Sf. 24.

46 Yukardaki Kaynak, Sf. 25. *ı Y.K. Sf. 44, 45. 4* Y.K. Sf. 88. fa Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi-C-I-, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enst. Yay.

Ankara 1971, Sf. 307. 50 Y.K. Sf. 7, 8. sı Y.K. Sf. 9.

TÜRK TÖRESİ 23

Page 24: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Eski Türklerde : «Oğul ile babanın, araşma girilmez, Mayasıdır Hakanın, Türk Töresi geçilmez!52»

sözleri kesin bir yargı halindeydi. 9 — Törenin Çeşitleri ve Muhtevası (Kapsamı) : Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, «Bir Devlet Töresi» ve bir de «Halk Töresi» diye

iki içtimaî düzen ortaya çıktığını, halk töresine göre küçük oğulun, devlet töresine göre büyük oğulun önemi olduğunu belirtiyor53.

Bu gibi ayrılıklar umumiyetle pek az görülmekte, daha çok milletçe tek töre­nin hakimiyeti göze çarpmaktadır. Bilhassa günümüze kadar gelen birçok ahlâkî kurallar, tutum ve davranışlar, yardımlaşma ve dayanışma esasları bir birlik ve beraberlik göstermektedir.

a) Şifahî (Sözlü) Gelenekler54: 1 — Şifahî (Sözlü) bediiyat, şarkılar, destanlar, masallar, atasözleri, bilmece­

ler, efsâneler, millî oyunlar, sözlü musikî. 2 — Sözlü Dîniyat : İnançlar, itikadlar, âyinler, törenler, dîni örgütler, ilâhi

ler, yakarışlar, dualar, menkibeler, ustûreler (mitolojiler), kozmogoniler. 3 — Şifahî ahlâk, ahlâkî kurallar, ahlâkî değer yargılan, ahlâkî ülküler. 4 — Şifahî hukuk : Örfler ve âdetler. 5 — Şifahî iktisat : Carî bulunan (geçerli) iktisadî kurallar ve işlemler. 6 — Şifahî fenniyat (teknikler) : Sihirle karışık tababet ve diğer fenler teknik

ler, bilgiler), Ocaklılar, çıkıkçılar, kırıkçılar, 7 — Şifahî (Sözlü) mantık : İlkel tasnifler ve makuîeler - kategori. 8 — Şifahî lisan (Sözlü Dil) : Dilin halkça kullanılan bütün sesleri kelimeleri

ve kurallarıdır. Yazılı edebiyattan önce böyleydi. Türkler Orhun Yazıları, Uygur yazılarıyle

bu sözlü geleneği olgunlaştırıp yazıya geçirdiler. Türk Töresi yukarda sunulan birçok maddeleri kapsayarak, sözlü gelenek, yol, âdet, inanç ve ahlâk kurallarını benimseyerek, yazılı temellere yöneldi ve yazılı yasalara ulaştı. Töreye ait birçoft nokta sözlü ve yazılı da olsa, halkın, görerek, yaparak, yaşayarak benimsediği te. mel ilkeler ve kurallar durumunda yüksek bir değer ve öneme sahiptir.

10 — Töre'ye Uygun Ant - içme Töreni: «Ant» keimesi bütün İslâm - Türk kabilelerinde müşterektir55 .» ta milâttan

önce I. yüzyıla ait Hun (H'yung^nu) Hakanının Çin elçileriyle yaptığı anlaşma, bi­rini aldatmamak, saldırmamak, hırsızlığı karşılıklı bildirmek, hırsızları cezalan­dırmak, zararları ödemek, düşman saldırısında yardımlaşma andı, töreni şöyle sonuçlanırdı: «Bu andı kim bozarsa Tanrı'nın cezasına çarpılsın, nesiller boyunca bu andın cezası altında inlesin56.» Ve topluca No-Şuy ırmağının dağına çıkıp bir beyaz at kurban kesiyorlar.

Bu gibi ant törenleri, töreye uygun yapılır ve tarih boyunca Eski Türklerin folkloru içinde geniş yer almaktaydı. Şölenler, törenler, ağıtlar yuğlar daima tö­reye göre olurdu.

11 — Türk Töresinde Toplumsal Yardımlaşma, Dayanışma : Türklerin göçebe ve yerleşik zamanlarında hukukî yargılardan önce, örf ve

52 Y.K. Sf. 10. ss Y.K. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C, I., Ankara 1971, Sf. 29. M Ziya Gökalp, Tarih ve Kavmiyat (Etnografya)h. 55 Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, (Eski Türklerde Ve Folklorda «Ant»,

Ankara 1968, Sf. 317. s« Y.K. Sf. 318.

24 TANYU

Page 25: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

gelenek kurallarına dayanan yardımlaşma ve dayanışma hareketleri daima görül­müştür.

Eski Türk örfüne dayanan yardımlaşmalar çok değerlidir. Bugün de ortak bir Türk örfünün kurallarına göre bütün Türklerin yaşadığı yerlerde, birbirine benzeyen konukseverlik duygu ve düşüncesi önemli bir mevkie sahiptir. Bir ko­nuk o aile içinde diğer bireyler gibi düşünülmekte, ona yakınlık gösterilmektedir. Yakutlarda, Kırgızlarda ve bütün Ortaasya Türklerinde Azerbeycan ve Türkiye Türkleri arasında bir konuğu maddeten ve manen korumak, ona gereken iyiliği ye yardımı yapmak günümüzde de yaygındır. Keza komşulara elbirliğiyle yar­dımda bu eski Türk töresinin gereğindendir. Coğrafî saha ve iklim ayrılığına rağmen aynı davranış törenin gücünü göstermektedir : «Yakut Türklerinde takır düşen herhangi bir aile sahibine hayvan sağlamakla gösterilen yardım şekli ve tarzı, (aşağı yukarı bukünkü Azerbeycan Türklerinde «damızlık» yani damızlık hayvana muhtaç birisine verilmek üzere ücretsiz hayvan verilmesi şeklinde mev­cuttur 5r.»

Şamania ilişkili sayılan Yakutlar ve îslâm Anadolu ve Azerî Türkleri arasın­da din, coğrafya, zaman farkına, rağmen birçok dayanışma, yardımlaşma, konuğu komşuyu, köydeşlerini koruma arasında benzerlik bulunmaktadır. Felâkete uğra­yanlara, (akraba, komşu, köydeş b.v.) yardım bunların tipik örneğidir. Onlara ye­

mek eşya verilmesi, hertürlü maddî manevî yardım yapılması bunu gösterir. Kim­se zorlamadan bu yardımlaşma töreye göre istekle olur. Hatta hazan yeni bir işe girene, askere gidene yardım etme usuldendir. Evlenecek fakır kıza, para, eşya he­diye ile türlü şekilde yardım etmekte bilnassa görülen âdetlerdendir.

Savaş, istilâ, sel, yangın zamanları derhal yardımlaşmalar olduğu gibi bir ölüm vukuunda da yardımlaşma ve dayanışma görülür.

Türkiye'de bilhassa, Türk töresine göre kurulmuş (imece) şeklindeki topluca yardımlaşma şekli, Yakutlar arasında da görülmektedir. Köylülerin ücretsiz olarak elbirliğiyle ve topluca yardımını belirten (imece) Türklerin yaşadığı bütün yerler­de (Kırgızlar, Taşkentliler, Kazanlılar v.b.) binlerce yıldanberi varolan bir töredir. Bir köv topumu topuca diğer köylülerin yardımına, ekim, hasat, ev yapma v.b. ko. şar. Ortak işler topluca bir emekle ve elbirliğiyle yapılır. Bu usulün ayrıntılarına girmeyeceğiz. Hatta okullar ve köy odaları için odun toplamalar, getirmeler günü-müzde Anadolu da sürmektedir, buna yalnız işaretle yetineceğiz.

Bazan bu tür yardımlaşmalarda ziyafetler de verilir. Bu imeceden kaçmak çok ayıp sayılır, esasen böyle bir davranış hemen hemen imkânsızdır.

Ortasya Türk toplumları avcılıkta da töreye göre yardımlaşırlar. Kara ve de­niz avcılığında destekleme ve yardımlaşma, uygun sözlerle kolaylık sağlama iste­ği halen aynen Anadolu'da da süren eski Türk töresi gereğindendir. Bahk ağının çekilişini seyredenlere eğer balık tutulmuşsa, o balıktan vermek usuldendir. Bu itibarla sahilde ağın çekilmesini bekleyen seyirciler çok zaman ellerinde birer, kap, birer tabak tutarlar. Bol bir av ele geçmişse, yolda konu komşuya dağıtım devam eder. Hattâ yeni pişen ekmek veya aşure, lokma, helva konu komşuya dağıtılır.

Eski Türkler arasında kesilen kurban etinden konu komşuya dağıtılır veya top­luca ziyafet verilirdi. Bu gibi törelerde «şahs" mülkiyet hakkına» sataşılmaz, yal­nız «muhtaç veya yardım» isteyenlere yönelinirdi.

57 Prof. Ahmet Caferoğlu, Türk Töresine Göre «Sosyal Yardımlaşma» Müessesesi, (Vakıflar Dergisi, II). C, 1942'den dili sadeleştirilerek, Töre (dergisi), Y. 6. Sa. 33 . 34, Sf. 24. Mart 1974. (Sf. 22 . 34).

TÜRK TÖRESİ 25

Page 26: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

«Türklerde yardım örgütü çok erken çağlarda gelişmiş ve Türk Töre'si kanun­ları tarafından genişletilmiştir58.»

Türk töresi Türk ailesiyle kaynaşmıştı: «Türk Tarihinin kökü ve dinamik çe­kirdeği, Türk taile düzeni idi. Devlet teşkilâtının küçük örneği de, bu bitip tüken­meyen enerji kaynağı idi59.»

Sağlam bir aile düzenine dayanan Türk toplumu, töresine saygı ve bağlılık gösterirdi. Yukarda sunduğumuz yardımlaşma ve dayanışma örneği de onlardan birisi olmaktadır.

12 — Töreye, Yola Dair Günümüzdeki yakın gözlemler : Dr. Mehmet Eröz : «Gezdiğimiz, gördüğümüz Yörük ve Türkmen oymaklarının «Töre» kelimesini bildiğini müşahade ettik. Hemen hepsi: «El âdeti, Türkmen töresi» ifadesiyle mefhumu dile getiriyor. Bozüyük - Söğüt çevresi Karakeçili Yö­rükleri (Sünni olanlan da, Alevî olanları da) huysuz, nizacı insana «Töresiz» isim ve sıfatını veriyorlar. Adapazarı, Karasu'ya bağlı Melen köyünde «Töreli» inatçı, dirayetli kimse demektir. Törelenmek, inat etmek, demek oluyor» sözleriyle göz­lemlerini sunmaktadır.

Prof. Abdülkadir inan, Türkler arasında ahlâksız kimselere Töresiz, ahlâklı, edepli, terbiyeli anlamına töreli denildiğini yaptığımız soruşturmada ifade etmiştir.

Vamberi Ortaasyadaki gezilerinde, Türk töresini yakından tanımış, konukse­verlikler ve cömertlik, birbirine güven duyma hakkında övgülerini belirtmiştir. Ticarette birbirine güven veren senetlerin ters verilişine ilişmiş, senedi alacaklı değil, borçlu olan alıp cebine koyuyor, alacaklı Türkmen'in hatırlatması için se­nedin borçluda kalması gerektiğini söyleyecek kadar birbirlerine saygı ve güven duymalarından hayrete düştüğünü anlatmıştır60.

Bu örneklerin «Türk Töresi üzerine kurulmuş muhteşem Türk ahlâkını gös­terdiğini» söyleyen Doç. Dr. Mehmet Eröz ilmî olarak tamamen haklıdır ve o za­mana özgü bir gerçeği belirtmiştir.

Yol kelimesinin Töre terimi ile ilgisi üzerinde durmuştuk. Gerçekten de, Yolsuz, erkânsız sözleri Anadolu'da hâlen yaşamaktadır. Yola girmek, yola gelmek sözü düzene, sağduyuya uymak, ahlâklı davranmak, töreye dönmek anlamına kul­lanılmaktadır.

(Yol, yordam bilmemek) hâlâ söylenilir. Bunun aksi olan (yol, yordam) bili­yor, sözü övgü yerine geçer. Yodan çıkmak, sapıtmak, ahlâkî yoldan ayrılmak yol­suz, kötü iş yapmış anlamında Anadolu da günümüzde de kullanılmaktadır. Bu­nun gibi, Töre, töreli, töresiz gibi kelimeler de bilinmekte, yeri gelince söylen­mektedir.

13 — Türkler Arasında Yayılan Dînlerin Tarihçesi *1 a) Eski İnanç : Eski Türklere özgü inançları batılı Samanlık - Şamanizm Doğulu bilginler Sü-

meniye, Şemeniye terimiyle tanıtmak istemişlerdir. Eski Türklerde din görevlile-

5» Y.K. Sf. 34. 59 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme çağları II. 1000 Temel

Eser, İst, 1971, Sf. 18. 60 Doç. Dr. Mehmet Eröz, Y.K. Sf. 10, Kaynakları: A. Vambery, Travels in Cant-

ral Asia, Lpndon, 1864, Sf. 69, 74, 101, 172. ve gene A. Vambery, History of Bok-hara, London 1873, Sf. 151, 195.

•i Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türkler arasındaki Dinlerin Tarihçesi, Töre, 1975, Sh : 45. Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi, ist. 1978, Hikmet Tanyu, İslâmlık­tan önce Türklerde Tek Tanrı inancı, Ankara, 1978

26 TANYU

Page 27: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

rine (Kam) denildiği gibi, «Oyun» teriminin de bazı yerlerde kullanıldığı görülmek­tedir. Kaşgarlı Mahmut, bunu arapçaya «kâhin» şeklinde çevirmiştir. Türkler, Şaman adı bilmez ve kullanmaz. Umay, ana tanrıça değil koruyucu ruhtur, melektir.

Kam veya Şaman, Tanrı veya i I anlaştın imiş varlıkların seçtiği, ilâhî bir kudrete sahip, Tanrı veya ilâhlaştırılmış varlıklarla insanlar arasında aracılık ya­pabilecek bir gücü olan kimse demektir. Tanrı için ve (melekler)e ve kötü ruhlar için âyin yapmak, kurban sunmak görevleridir. Aynı zamanda tabiblik, üfürük­çülük, sihirbazlıkta yaparlardı. Soya çekimle kamlık geçerdi. Şuhalde samanlık veya Şamanizm, (Sümeniye, Şemeniye) diye bir din yoktur. Yalnız itibarî olarak kullanılan şamanizm, sümeniye, şemeniye terimi vardır. Böylece Eski Türklere öz­ge ve günümüzde pekaz kimsenin sürdürdüğü inancın adı, müritleri tarafmdan samanlık veya şamanizm, sümeniye, şemeniye olarak benimsenmiş olmayıp bu ad takılarak ilmî bir terim halinde, bir yakıştırma olarak kullanılmaktadır. Ayrıca muhtelif üstün güç ve kudrete ve göreve sahip varlıkların, bir kısmı Tanrının sı­fatı, ve bir kısmı birer üstün vasıflı melekler olarak benimsenip kullanıldığını ifade etmek gerekiyor. Bazı gözlem ve soruşturmalar sonucu umumîleştirilmiş ve Tanrı gibi) takılmış sıfat ıhalinde adlar olması kesindir (Bayat, Ülgen gibi). Zira Türk Dîni hakkında henüz bütün etrafıyle, derinlemesine yazılmış çok eskiden kalma bir din kitabı ortada mevcut değildir. Bazı seyyahlar ve araştırmacı I a n n şahsî gözlemleri ve bazı yazıtlar, mezar taşları, ölü gömme âdetlerinden bazı dua ve ilâhilerden, bazı destan ve masallardan birtakım sonuçlar çıkarılmaya çalışılmıştır. Kadın kamların da bulunuşu dikkate şayandır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, ilk, orjinal inancın tesbitindeki zorluktur. Eski inançlarda, Eski Türkler arasmda Tengri (Sümerlerde Dingir), Tenri, (mübarek, kutsal, semavî), kutlu, Yüce, Ulu, Tengri, Gök Tanrı, Yüce... Tanrı gibi adlarla herşeye kaadir bir Allah inancı, gö­rülmekte, kâinatı onun yaratıp yönettiğine inanılmaktadır. Türklerde Tann, gök demek değildir, bu tamamen yanlıştır. (İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı kita­bımıza bakınız). Türkler, göğü 7, 9 veya 14 tabakaya ayırıyorlardı. Tann, Yüce Tanrı inancı günümüzde Altaylılar ve Yakutlar arasında görülmektedir. Ruhun bekası­nı, kıyamet, kıl köprü, cennet ve cehennemi (yeraltı cehennemi) andıran, animis-tik, ruhçu bir hayat anlayışı içinde, ölümden sonra bir yaşamı gösteren inanç mevcuttur. İyi ruh, kötü ruh inancına sahiptiler. Koruyucu ruhlara inanıyorlardı. Bir nevi şeytanı andıran bir inançta görülmektedir. Bazı tabiat kuvvetlerine say­gı gösterilmiştir, onlarla aralarında türlü ilişkiler kurmak istenilmiştir : Güneş, ay, yer-su ruhları, atalar (Ceddi âlâ) ve ölüler kültü, kurban sunma, ateş (ocak) orman-ağaç, kaya (taş), dağ, adak, su ve ırmağa, gölge saygı, demir ile ilgili inanç, bazı kuş ve hayvanları (kartal-Tanrı Kuşu), bozkurt, at v.b. ilgili inanç ve kültler vardı. Bir nevi zekât bile vardı.

Bazı semboller, put (idol) gibi samlırsa da bunlar Tanrı'nm tasviri değildir. Hâtıra veya birer uğurlu eşya (belki fetiş gibi değeri olan bir hatırlatma, anma eş­yası) hat ta bir muska gibidir sayılır. Tanrıyı bir ve üstün, yüce kudret ve kuvvet olarak bilmek ve bütün kâjnatı onun yarattığı varlıklar olarak görmek veya ona mavi, engin göğün derinliğine yönelerek yakarmak, ve bazan onun göğüs ötesindeki enginliğin içinde bulunduğuna jnanmak gibi Özellikler göstermektedir. Tanrıya ve­ya yaratan iyi ruh Ülgen (Ülke) atalara, yer-su ruhlarına (tabiat kültü), çoğu zaman dağlarda (at ve koyun) kurbanı sunulurdu. Gündüz güneşe ve gece aya saygı gös­terilirdi. Çok önceleri güneşe ve aya kurban sunulduğu görüşü de vardır. Batılılar tarafından yapılan bir ilmî incelemede binlerce yıl önceki İnsanlar arasında ilk yü­ce Tanrıya inananların Türkler olduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de türlü ilâh­lara tapanlar, hayvanlara tapanlar, ilâhları insana benzeten, onun heykellerini

TÜRK TÖRESİ 27

Page 28: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

yapıp tapanlar, güneşe ve imparatora ilâh, veya onun oğlu nazariyle bakan muhte­lif djn ve inançların (Yunan, Roma, Avrupa, Amerika dinleri, Şintoizm v.b.) ya­dında Türklerin inançları onlardan çok üstünlük göstermektedir6 2 .

b) Türklerin Dînî Tarihçesi: Türklerin (Samanlık) adı yanlış olarak takılan ve Tanrı Dini diyebileceğimiz

djni çerçevesi dışında, Türklerin etkilendiği dînî tarihçesi şöyle bir gelişim göster­miştir 63.

M.S. III . - IV. yüzyıllarda, Ortaasyanm muhtelif bölgelerinde Zerdüştlük, Bud distlik ve Hıristiyanlık görülmüştür. Hıristiyanlık piskoposluk ve metrepolitlerinjn Herat, Meru ve Semerkant şehirlerinde kurulduğunu görüyoruz.

Tanrı inancına sahip To-Ba'lann yönetici, üst tabakadaki I erin V. yüzyılda bud­distligi kabul ettikleri anlaşılıyor. Toplumun çoğunun gene eski Türk dînî inanç ve adetlerini sürdürdükleri biliniyor. Toba Han (572-581) yıllarında Çinli buddistlerin telkiniyle, Gök-Türk'ler arasına buddistligi (buddizm) yerleştirmeğe çalışıyor. Bu Toba Han'ın ölümünden sonra Gök_Türk Hakanlığı felâkete uğruyor. Çini il eşme başlıyor. Bunun yankılan Gök-Türk (Orhun) yazıtlarında görülmektedir. Bu yazıt­lardan artık buddacılıktan (buddizm), Laotse'nin Taoculuğundan (Taoizm), Bilge Han'ın gayretiyle hiçbir iz kalmadığı anlaşılmaktadır. Bilhassa Devlet adamı Ton-yukuk, millî dîni, Tanrı dinini ve töreyi savunmuş, yabancı kültür ve inançları red-dettirmiştir.

Türklerin müslüman Arap ordularıyle Halife Hz. Ömer zamanında temasta bulundukan anlaşılıyor. Bazı Türk beyleri, Hz. Osman zamanında (T. 650) müslü-manlığı kabul etmişlerdi. «Haccac ve onun kumandanfarndan Kuteybe b. Muslini el-Bâhîlî'nin sert ve merhametsiz tedbirleri neticesinde Horasan'da güven sağlandı, islâm ordusu Mâverâün-Nehr'e girdi. Buhara ve Semerkand» zaptedildi. «Kutey-be'nin muzaffer islâm ordusu H. 95 (M. 713) yılında Fergana ve Taşkent üzerine yürüdü 64.»

62 Daha geniş bilgi için bak : Abdülkadir İnan, Makaleler ve incelemeler, Ank 1968. A. Kadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizmf Ank. 1972. Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ank. 1967, Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla ilgili inançlar, Ank. 1968, H. Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ank. 1973, P. YV.Schmidt, Der Ursprrung der Gottesidee, 9. cilt, (Türklere dair), P. W. Schmidt Tukuelerin Dinî, çeviren, Sadettin Buluç, İst. Üniv. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Dergisi, cilt 14. Temmuz 1966 Sh : 63 - 80, Der Ursprung der Gottesidee 9. 3. Bölüm, Freiburg, 1949, Sh : 21 - 39. Prof Dr. Hikmet Tanyu, Türkler Arasmda ki Dinlerin Tarihçesi f Töre, Şubat 1975. s. 45. Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, Türk Kültürü Yay. İst. 1978. Hikmet Tanyu İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Emel Yayını, Ankara 1978 (Henüz basımevinde)

63 Eski Türklerin Dini : Tanrı Dini, başlığı ile tarafımızdan hazırlanan incelemeler de geniş ölçüde belirtilmiştir. Bu inceleme de Türk Yazıtları üzerinde bilhassa durulmaktadır. Namık Orkun, eski Türk yazıtları, 4 cilt, Ali Öztürk, Ötüken Ki­tabeleri, Porf. Dr. Muharrem Erginin t Orhun Abideleri, üzerindeki eserleri önem. le dikkate alındığında ve diğer kaynaklarla, Samanlık adı ile değil (Tanrı Dini) adı ile gereken açıklamalar sunulmuşutr.

64 Abdülkadir inan, Kur'an-i Kerimin Türkçe Tercümeleri üzerinde bir inceleme, Diyanet İşleri Bşk. yayınları, Ankara, 1961, sh, 5.

28 i TANYU

Page 29: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Bu arada Gök-Türk hakanlığının kurulduğu VI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan, Ateşperest (Zerdüştîler), Manihajst cemaatlerin görüldüğü hatırlanacak olursa kar maşık inançların etkileme çabaları dikkate alınmağı gerektirebilir.

717 yılında Cürcan Beyi Sul-Türk müslüman olmuş, böylece Cürcan ülkesi is. lamlaşmıştı. Arapların baskısı karşısında Türkler savaşıyorlardı. 7 ve 8. yüzyıllarda müslüman Araplarla Türklerin temas, görüşüp konuşması arttı. Kuteybe, 712-713 yılında Buhara iç kalesinde bulunan Budda tapınağını Cami hâline getirtti. Kılıç sonu ve savaşlar sonucu olmayarak, islâm dîninin esaslarını öğrenen Türkler ara* smda artık islâmiyet büyük bir yakınlıkla benimsenmeğe başlamıştı.

Bir yandan Türkler başka dinlerin de tanıtılması ve propagandası karşısm-daydılıar. VIII. yüzyılda Manihaizm Türk yurduna gelmişti, iranlı Mani (216-276) tarafından, Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve mahallî dinlerle (Mitra v.b.) karıştırılarak vücuda getirilen bu dinin müritleri Iran ve Roma hükümetleri ve halkı tarafından ağır baskıya mâruz kalınca, Roma ve iran'dan kaçanlar Türkistan'a sığındılar. Buralardaki Türkler, diğer din yayıcılara hoşgörü gösteriyorlar ve bir taraftan da kendi millî inançlarına sürdürüyorlardı. Manikejstler Türk dîni inancıyle kendi inançları arasında bir ilişki kurmağa çalışarak propagandalarında başarıya gitmek istiyorlardı. Gök-Türk'leri hakimiyetleri altana alan Uygur'arm hakanı Bökü Han (Bügü Han) (750- 780), 763 yılında Uygur Türkleri arasında esasen Ortaasya'nm batı bölgelerinde 3. yüzyıldanberi izleri görülen, Maniciliği (Manihaizm) yerleştirdi. Do­ğu Türkistan'a yerleşen Uygurlar arasında 840 yılını müteakip, o çevrelerde mani. haizm, hıristiyanlık, buddizm ve Tanrı Dini ile bağlantılı millî din yan yana bulu­nuyordu. Uygurlar manihaizmi kabul edince, savaşçılıklarını ve bazı geleneklerini de bozarak, kaybederek perişan oldular.

Nesturi Hıristiyan misyonerleri Mâverâü'n..Nehr islâmlar eline geçtiği halde ça­lışmalarını sürdürüyorlar ve Nesturi Patriği Tematheus (780-819) da Ortaasya'da hı-ristiyanlığı yayma gayretiyle, Türk Hakanını kandırmağa uğraşıyor, ona mektup­lar gönderiyordu.

Bir ara bazı Oğuzlar arasına da Hıristiyanlık girmişti. Gagauzlar. Ortodoks Hıristiyan Türklerdir.

Nihayet Yenisey-Kırgız'laro, Manihaist Uygurların başkenti Karabalgasun'u 840 yılında zaptedince sonuç belli oldu. Böylece Kırgızlar, 840 yılında Uygurları Moğo­listan'dan sürerek, Kırgız devletini kurarlarken, çoğu Mani dîninde görünen Uy­gurlar, Doğu Türkistan'a göçmüşlerdi. Kırgızlar arasında da Mani dîninin yayıldığı görülmekte ise de, 9-10. yüzyıllardaki kaynaklara göre onların bir yandan atalardan kalan din ve inançları sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Önce batılılarca Samancı denilen veya Tanrı dîninden olan ve 732'de hemen ilk müslüman Hazarfar arasında 800 yıllarında Yahudiler de çalışmaktaydı. Hazarlardan büyük kitle müslüman ve daha az miktarda ise Hıristiyan dininde idiler. Yönetici tabaka ise musevîliğin Tevrat kitabına bağlı kalmış, hatta ibranî adlan almışlardır. Fakat Hazar Kağan'ı Yusuf zamanında 965 yıllarında islâmiyet buralarda da hemen hemen tamamen kabul edilmiştir. Günümüzde en çok 50 bin kadar kalan Musevî dininden, Tevratı kendilerine göre benimseyen Türklere Karaim (Karai) denilir. Yahudi geleneğini, Talmud ve bazı dîni kitap ve yorumları kabul etmeyen Karaim'i Yahudiler kendi­leriyle bir saymazlar. Hazarların bazılarının Tevratı da Türkçe idi. Yahudi şeriatın­da Tevrat ve dîni kitaplar Ibranicedir. istanbul'da Hasköy'de halen bir Karai mâbe. di vardır. Polonya ve israil'de de Karailer bulunuyor.

TÜRK TÖRESİ 29

Page 30: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

TÖRE-DEVLET YAYINEVİ

PeyamîSafa veDilndarTaşerRoman Armağanlarısahibi

İmam kaytan ESERLERİNİ T A K D İ M EDER.

in

HASAN KAYIHAN'IN

YENİ ESERİ

ACI SU

ÇIKTI

MUTLAKA OKUYUNUZ BÜTÜN KİTAPÇILARDA

DAĞITIM ANDA ANKARA CAD. Nu: 46 SİRKECİ, İSTANBUL

30

Page 31: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ÎIZÂ

TELEVİZYON

BÜLBÜLLERİ

Zaman zaman televizyon ekranında Karagöz - Hacivat oyununa benzeyen açık oturumlara şahit olmaktayız. Ömrünü kitaplar arasında tüketmiş, fakat HAK adına tek kelime öğrenememiş, unvanları ispanya şövalyelerine ben­zeyen bir takım zevatın, mantık seviyeleri itibariyle hâlâ Prof. Nimbus'u aşamamış olmalan Türk milletini acı acı düşündürmektedir. Halbuki bunlar yıllar yılı cübbelerini savura savura ilim adına ahkâm kesmişlerdir.

Halbuki bunlar Türk milletinin almterini yanm asır boyunca istismar etmiş, üniversiteleri dukalıklar haline ge­tirmiş, bir elleri yağda bir elleri balda yaşamışlardır. Yö-netim kurulu üyelikleri onlann inhisarmdadır. Avrupa'da bol harcırâhlı geziler yalnız onlara aittir. Yan İngilizce, yarı uydurukça sözümona, bazı ilmî «yapıtlarla» devlet hazine-sinden avuç dolusu para alanlar yine onlardır. Bu alabildi­ğine sömürülen mansıplar, rütbeler, harcırahlar, unvanlar karşısında bir gün bile bir vicdan muhasebesine eğilmemiş, hep suçu başkalarının üzerine atmak suretiyle «Hân-ı yağ­ma» dan nasiplenmenin yolunu bulmuşlardır.

Benim anlatmak istediğim o değil aslında... İlmî kud­retleri hakkında çuval çuval şayialar uydurulan bu kitaplar altında ezilmiş adamların, zamanın akışı içinde semender­ler gibi nasıl renk ve şekil değiştirdiğine temas etmek is­tiyorum.

Bütün kıymet hükümleri altüst edilmiş, bütün kültür AKDEMİR

pınarları zehirlenmiş «devrimci» gençliğin kelimeleri bu 31

Page 32: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

yaşlı başlı, pir-i fânilerin de ağızlarında... Hava-eıva kabi linden kaypak, belirsiz, müphem bir kaç cümle ile anar. siyi tartışırken bile anarşinin ürettiği kelimelerle konuşu­yorlar. Muhteva olarak hiç bir fikir çilesi, hiç bir zekâ kı­vılcımı, hiç bir şahsiyet çizgisi taşımayan cümleleri, «dev. rim» sıtması içinde bir takım uyuz kelimelere sfararlarsa takma dişlerine, çökmüş avurtlarına, fosilleşmiş beyinlerine rağmen ilerici sayılacaklardır güya...

Barış şarkıları söyleyen levanten sosyetede «saygınlık­ları» artacaktır. «însansal» diyeceklerdir ki porsumuş ka-buklarmm içinde «gençlik ruhu» taşıdıklarının ispatını ya­pabilsinler... Cümlelerine «tinsel, bilimsel, ulusal, duygusal, toplumsal, yaşamsal ,düşünsel, ekcnomsal» gibi eksik doğ­muş kelimeleri yer yer serpeceklerdir ki var olduklarını duyurabi! sinler.

Sonra, cümlelerine akademik bir ağırbaşlılık vermeK için iki de bir de «ee...» «eeee...» «eeeee...» diye kumda kelime ararcasma yutkunmaları fikrî kabızlığı örten cidden nefîs bir numaradır.

Bu kelime gayretkeşliğine şahit oldukça, hep zamanın akışına karşı koymak ve tabîatm ilâhî kanunlarından kaç­mak isteyen ihtiyarlar gelir gözümün önüne...

Ak saçlarını siyaha boyatır, ceplerine bir mendil, yaka. larına karanfil takar, yüzlerini pudralar, ruhlarındaki yı­kıma bir teselli bulmak gayesiyle Kızılay'da saatler boyu volta vururlar.

Güya zamanı aldatacaklardır. Güya cemiyeti kandıracaklardır. Psikolojik olarak bu, zamanın ayak seslerinden kaçıştır. Kendini inkâr ediştir. Daim meyvâsma dudak büküşüdür. Gülünç olurlar. Acırım böylelerine. Halbuki tecrübenin, irfânm, kültürün gümüşten çizgi­

leriyle ağarmış saçlar, boyanın boz renkli tilki derisine benzettiği tüylerden bin defa daha güzel ve asildir.

Acırım böylelerine... Genç kahkahalar, rimelli gözler de tanır bu yetmişlik

gençleri (!)... Saç diplerinde zaman beyaz çizgileriyle sırrı­nı açıkça anlatır...

Ama onlar gözlerdeki istihzadan, dudaklardaki alaydan bihaber, ikide bir renkli papyonlarını düzelterek, zamanı aldatmanın aptalca tesellisi içinde dolaşır dururlar cadde­ler boyu...

Televizyonda, «ermeni kokonası» aksanıyle kelimeleri takırdatıp duran bu adamları gördükçe aklıma hep Kızı­lay'da gölgelerini zorla sürükleyen makyajlı, pudralı, yakası karanfilli pinponlar gelir nedense...

Acırım böylelerine...

AKDEMİR

Page 33: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

;

MİLLÎ HEDEFE GİDEN YOLDA

CEPHELERİN TEŞEKKÜLÜ

Geçen yazımızın (1) sonunu şöyle bağlamıştık : «Doğuş ve gelişme sebebi ne olursa olsun Soğuk Harbin üçbaşlı amacı vardır. Soğuk Harb; Düşmanın otoritesini bozmayı, parçalayıp yıkmayı ve onun yerine bölgeye hâkim olmayı amaçladığı gibi, Kendi Halkımda dâva etrafında birlik ve beraberlik içinde bu­lundurmayı, gittikçe daha çok yığınların dâva etrafında birleşmelerini sağlar, ni­hayet Dünya Oyunda dâva lehmde bir sempati kuşağı yaratarak manevî ve bil­hassa maddî destek bulmayı hedef ola-rak alır. Bu üç hedeften biri diğerine fe­da edilemez, Üçü aynı anda ve mümkün­se tek bir merkezden yönetilmelidir.

Bu yazımızda ise, DÂVA'nm yanında karşısında yer alan ve kararsız kalan

I gurupların, içte ve dışta, teşekkül sebep­leri üzerinde duracağız,

Meseleye fertten balşayalım. Fert; kendisine yöneltilen bir etki karşısında üç türlü tepki gösterebilir.

1. Menfaatlerine uyuyorsa, etkinin istediği yönde hareket eder.

HÜSEYİN 2. Menfaatlerine aykırı ise etkiyi MÜMTAZ reddeder, karşı çıkar.

33

Page 34: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

3. Çeşitli sebeplerden, olaydan etki-lenmemeye, olumlu ya da olumsuz bir davranış göstermeyip pasif, hareketsiz, tarafsız kalmaya çalışır.

Her insanın bir «motif»i vardır. » «Motifim yoktur» diyen insan olamaz ve uygun motifini bulduğunuz uygun şekilde tahrik ettiğinizde de her insana istediği­niz her şeyi yaptırabilirsiniz.

Motif; kaynağını tatmin olmamış insan ruhunda bulur. İnsan; Ego - Ben demek olduğuna göre, insanda doğuştan «mülkiyet» hissi de vardır. Emzik, be­beğindir .Başka bir bebekte başka bir emzik görse ağlar, ona da sahib olmak ister. Demek ki, yine insanda doğuştan «tatmin olıamama» hissi de vardır. Arzu edilen bir şeye sahib olduğunda «ihtiyaç hissi» giderilmiş, fakat o «şey»in daha iyisine malik olana kadar yeni bir tat­minsizlik belirmiş olur. Marx ve Engels'-in «Manifesto»yu, «Proleterlerin, zincirle­rinden başka kaybedecek birşeyleri yok­tur. Oysa kazanacakları bir dünya var» diye bitirişlerinin altında yatan temel tahrik de bu tatminsizlikten kaynaklan­maktadır. (2)

tşte bu yüzden şu kadar milyarlık dünyada tatmin olmuş, «bütün istedikle­rime sahibim» diyen insana rastlıyamaz-sınız. TV nin yabancı dizilerinin bize öğ­rettiğine göre; bütün problemlerini hallet­tiğine inandığımız, herşeyin en iyisine sahip olduklarını zannettiğimiz toplumlar yepyeni tatmin olma yolları aramakta­dırlar. (Amerikan, İngiliz dizilerinde aile­lerin yakın fertleri arasındaki gayri ahlâ­ki ilişkiler, küçük Alman kasabalarının birbirleri ile acaip yarışmaları gibi.)

Kiminin «kin»dir motifi, kiminin pa­radır, kiminin makam ve memuriyettir, şan ve şöhrettir, kiminin kumardır, ka­dındır. İşte her insan bu motiflerden en az birinin tesri ile herhangi bir etkiye olumlu ya da olumsuz tepki gösterir, ya­hut tarafsız kalır.

Millet de; başka birtakım şartları sağlama mecburiyeti bir yana, temel dav­

ranışları bu şekilde olan fertlerden mey­dana gelmiştir. O halde fertler, milletin bütününü ilgilendiren, elde edilmeleri ha­linde millî refah ve millî güvenlik sağla­yacak olan Millî Hedeflere yönelirken kendi motiflerine göre üç bölümden bi­rinde yer alacaklardır. Ya o millî hedefe gidilmesine karşı çıkacaklardır ya des­tekleyeceklerdir veya tarafsız kalacaklar­dır. (A) şahsının dedesini düşman veya işgalci (kültürel, politik, ekonomik, veya askerî işgalci) bilmem kaç yıl önceki sa­vaşlarda öldürmüştür. Kin motifi ile (A) şahsı düşmana karşı çıkacaktır. (B) şah­sına düşman makam ve memuriyet va-detmiştir, bu motifle (B) şahsı düşmanın ülkeye girmesi için onunla işbirliği yapar. (Karmaşık motiflerin etkisi ile düşmanla işbirliği içinde bulunanlara, aktüel bir örneği hemen verebiliriz. Yunanistan Ko­münist Partisinin Atina'daki 10 ncu Kong. resine katılan illegal Türkiye Komünist Partisi delegesi «Biz Türk Komünistleri YKP nin 10 ncu Kongresi huzurunda, Yunan halkına karşı herhangi bir saldı­rıda çarpışmıyacağımızı açıklıyoruz. Böyle bir savaşın içinde yer atayacağız» de­miştir. (3) Ki bunlar, Mustafa Kemal'in deyişiyle «vatansız alçaklardır.» (4) (Her çağda, her ülkede, her zaman ortaya çı­kabildiği gibi bizde de sinirleri zayıf, an­layışı kıt insanlarla birlikte geçimini ve mutluluğunu yurdun ve milletin zararın­da arayan vatansız alçaklar da vardır.)

(C) şahsının ise bu dünyada işi iştir. Düzenini kurmuştur. Tutucudur. Düzenin olduğu gibi devam etmesini ister, çünkü o düzen onun yararına çalışmaktadır. Otorite'de meydana gelebilecek değişikli­ğin, sahib olduğu şeyleri kaybettirebile-ceği endişesi içindedir. Fakat ya düşman otorite, hâkimiyetini ilelebet devam etti­rirse ? O zaman eski düzenin devamından yana olduğu için (C) şahsma cephe almı-yacak mıdır ? İşte (C) şahsı da bunun gi­bi olumlu, olumsuz çeşitli düşüncelerin her saat değişen tesiri ile kararsız kala­caktır. İşin burasmda belli bir millî he­defe yönelen kendi halkımızı şu şeküde şematize edebiliriz :

34 MÜMTAZ

Page 35: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

J K E N D İ H A L K I M I Z I

İv H

K

A T A

A t

A R A

N S

N

R S

E

L

I

V E R

E R

Z L A

L

R

E R

ister ülke sınırları dışında bir millî hedefe yönelinmiş olsun, ister vatanı bir işgalden kurtarmak için olsun, her çağda her ülkede halk; bu guruba bölünmüş olarak yeralır. Şemadan da kolaylıkla görülebileceği gibi Kararsızlar, başlangıç­ta çoğunluğu teşkil etmektedirler. İşte sessiz çoğunluk denen budur. Komünist veya milliyetçi bütün teorisyenler bu ses­siz çoğunluğun mümkün olduğu kadar fazla bölümünü çeşitli metotlarla tarafla­rına çekmek isterler. Çekirdek halde olan vatanseverlerden veya hainlerden hangisi bu çabada başarılı olursa nihâi zafere o yaklaşmış olacaktır. Yığınların sempati ve desteğinin kazanılması konu­suna verilen önemi aksettirmesi bakımın­dan çeşitli yönlerden çeşitli düşüncelere göz atmakta fayda mülâhaza ediyoruz.

«Türk'üm diyen her insan, yalnız düş. man karşısında bulunanlar değil, köyün­de, evinde, tarlasında bulunanlar da si­lâhla vuruşan savaşı gibi kendini ödevli bilerek bütün varlığını bu savaşa bağla-malıydı.» (5) — Atatürk.

Lenin fanatiktir. Hedefe ula­şana kadar herkesin, hattâ düşmanın bi­le desteğinin kazanılması gereğine inanır.

«Tüm işçi sınıfının ve geniş kitlelerin, bazı koşullarda, sınıf düşmanlarının par­ti için doğrudan desteği ya da en azından dostça tarafsızlığı sağlanmadan kesin sa­vaşa başlamanm yalnız budalalık değil aynı zamanda bir cinayet...» (6) olduğu­nu söyler.

MÎLLÎ HEDEF

Mao'nun ise «Komünist ayaklanan»ı balığa, halkı suya benzeterek halk deste­ğinin önemini vurgulayan sözleri oldukça harcı âlemdir.

Aynı şekildeki bir guruplanma; söz konusu edilen belli millî hedefe ulaşma yolumuzda karşımıza çıkan düşman da da teşekkül edecektir :

D Ü Ş M A N

|T H

[K

A T

A

A R

A

î A

N S

N

R S

E

L

I

V E R L

E R

Z L A R,

E R

Olaya; taraflar kadar belki ondan da fazla tesir edecek üçüncü faktör, olayın görünüşte dışmda fakat çağın gelişen şartlan ile küçülen dünyamızda aslında çok fazla içinde olan Dünya Kamu Oyu'. dur. Bu ikinci derecede ilgili ülkeler, si­yasi tercihlerine ve kendi aralarındaki komplikasyonlara göre olayda ya tarafı­mızı tutacaktır, ya da düşmanı destekle­yecektir. Bunun yanında büyük bir ço­ğunluğu da kararsız kalmayı tercih ede­cektir. Onu da şu şekilde gösterebiliriz.

D Ü N Y A K A M U O Y U

[D"

|D

K

0

ü A R

S

Ş

A

T

M

R S

A

I

N

Z L A R

QR

Page 36: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Bu üç faktörün birbirleri ile ilişkisi ise şöyle olmaktadır :

K E N D İ H A L K I M I Z V A T A N S E V E R L E R H A t N L E R K A R A R S I Z L A R

D ti Ş M A £ V A T A N S E V E R L E R

H A İ N L E R

K A R A R S I Z L A R

D Ü N Y A KA'M'U O H ) O S T

) ü Ş M A N

: A R A R S I Z L A R

T A R A F L A R

TARAFLARIN FİKİR VE FİİLLERİNİN KAYNAŞMASINDAN MEYDANA GELEN CEPHELER

Şekilde açıkça görüldüğü gibi üç fak-törün kendi içinde meydana gelen gurup­lar, nihayette sağda görülen cepheleşmeyi oluşturur. Enteresan olan düşman içinde" ki hainlerin bize dost bölümde, bizim için hain olanların ise düşmana dost bölümde yer almış olmasıdır.

Sonuç olarak Psikolojik Harb ve Pro-poganda'nm bahşettiği en son teknik ge­lişmelerle Düşmanı ve Dünya Kamu Oyu'-nu etkileyerek nihâi cepheleşmede dost bölümünün fazlalık göstermesi, hem ken­di içimizdeki ve hem de milletlerarası problemlerimizin halline en fazla yardımı dokunacak «güç» olacaktır diyebiliriz.

DİP NOTLARI İLE İLGİLİ KAYNAKLAR :

(1) TÖRE. Sayı 93 Şubat 1979. «Millî Hedefler ve Ulaşma Yolları» (2) MANİFESTO. Mayıs 1770. Öncü Kitabevi. Slayfa 87 (3) TERCÜMAN gazetesi. 20 Mayıs 1978 (4) ATATÜRK'ÜN SÖYLEVLERİ. 1968. Sayfa 4 (5) Aym eser. Sayfa 8i (6) LENİNİST STRATEJİ VE TAKTİKLER. Kızılırmak Yay. 1978. Sayfa 19 - 25

o c MÜMTAZ

Page 37: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

GÜNEŞLER TEMMUZ

Evin üstündeki bulut Güler maviden maviden Gül bahçelerinde eski şenlikler Yeniden başlamış yeniden Örtük kapılarda altın anahtar Umutlara vuruyor gölgen

Aşkı tohumluyor eski bahçıvan Mahzun dudağına gecelerin İndi tozlu raflardan Eski şarkılar serin

Şimdi avuçlarında gülen yıldızlar Rahat ikindiler gibisin çam dallarında Cöm.ert aydınlığını soyunuyorsun Ömrün alaca karanlığına

Kirpiklerinde bir ak güvercin Türküsü sıcak Yakın öpüşlerle tüttü yeniden Soğuyan gönlümüzde o eski ocak

Saçlarının denizinde güneşler Temmuz Üzüntünün fenerleri söndüler bir bir Ayrılığın çarkından birlikte kurtulmuşuz Artık bütün mevsimler bahar gibidir

İLHAN GEÇER

Page 38: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ANLATAMADIĞIM BUHRAN

Mavilerin rengi soluk Karalarla savaşıyor deniz. Matemle bilenmiş bir ölgün bakış, Vücut belirsiz bir korkuluk; Sisli bir havadır içimizde kış... Baharlarım, yazlarım nerdesiniz ?

Köpük, köpükken güzel... Başlangıçta bir damla su. Denizin saçını tarar tel tel Kıskanç fırtınalar gönül dolusu. Ufkun güneşinde gezinir bir el, Düşüncenin saatine kuruyor pusu; Hayallerle sevişecek yerdesiniz.

Mantık sertliğidir içimizde kin Biz kayaların bekçisi miyiz ? Sesinizi benim dünyamdan çekin, Okşamıyor eliniz ! Zaman aşarken kendini sakin sakin Hırıltı çıkarıyor nefesiniz. Doymuş sinirlerle serin serin Rüşgâr manasında dolu dolu esiniz !

Sarhoşluk çukolata tadında. Bilerek yaşamak» bilinmiyen dünya. Sahte adımıyla şu kadında Kanmak istenecek ne var Doya doya ? «Yapmacık» yüzünden nefret ettim «yapmak»tan. Nerde o güzel, güzellik adında ! Halâ benim ufkumda ağarmaktan tan : Dünyanızla ilişkimi kesiniz !

Hortlak yaşayışın tedirgin yüzü Deliler pazarında satılık. Ne dağımız belli, ne bildik düzü, Ne insanlar insan, ne kılıklar kılık: Gecelere gömdük tatlı gündüzü. Bir taze yel esmeli üstümüze ılık ılık, Avuçlarımızda tutmalıyız baharı, güzü : Önümüzde sonsuza uzanan deniz, Yaşadığımızı bilmeliyiz !

YAĞMUR TUNALI

38

Page 39: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Ç A R E S İ Z L İ K

Yetik Ozan'm aziz ruhuna rahmet dileklerimle

Zaman bir sapan lastiği Taş oldum, kurtulamadım. Kaderim hava boşluğu Kuş oldum, kurtulamadım.

Sevdiklerim gider tek tek Sıra bize de gelecek, Can emanet, ölüm gerçek Düş oldum, kurtulamadım.

Kin atları şaha kalktı Aklım durdu, kanım aktı... Gelen zulüm beni yaktı Kış oldum, kurtulamadım.

Sevgim pınar, sabrım kuyu Kovdum rahatı uykuyu... Ayaklar bulattı suyu Baş oldum, kurtulamadım.

Bir yara ki büyür «öz»de Yüreğim kavrulur közde Yetim gözde, yoksul gözde Yaş oldum, kurtulamadım.

ABDURRAHİM KARAKOÇ 12.1.1979

Page 40: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

«TURGUTCUGUM»un ARDINDAN...

DOÇ. DR. SAİM SAKAOĞLU

14 Aralık 1978 günü kaybettiğimiz dostum Dr. Turgut Günay hakkında yaz­mak bana çok zor geliyor. 11 yıllık dostlu­ğumuz müddetince acı tatlı pek çok hatı­ralarımız oldu. Dostluğumuz elbette onun aramızdan ayrılmasıyla bitmeyecektir. Onun şiirleri, heı okuyuşumda bu dostlu­ğu bir daha tazeliyecektir. Birlikte hazır­ladığımız bir antolojinin kapağında yan-yana yer alan adlarımız, onu, benim için unutulmazlar arasına katacaktır. Bu dostluk, arkasından yazacağım şu birkaç satırla boynu büküklükten belki biraz ol­sun kurtulacaktır..

O, bana daima şu iki hitaptan biriyle seslenirdi: «Saimciğim», «Sakaoğlu». Ben de ona ya «Turgutcuğum» veya, umumu-yetle sabahları «Günay-dın» diye hitap ederdim. Onun için yazımın başlığına hi­taplarımdan birini aldım.

Geçen yılın başlarında Dergâh yayın­evi sahibi dostlarım, Türk Dili ve Edebi­yatı Ansiklopedisi'nin 3. cildinde yer ala­cak olan G harfi ile ilgili maddelerin lis­tesini getirdikleri zaman «Günay, Turgut» maddesini hemen işaretlemiş ve bu mad­deyi yazmaya talip olmuştum. Hattâ daha da ileri giderek, İstanbul'da bu maddeyi yazmaya talip olan varsa bildirmelerini de istemiştim. Günay'a bir mektup yaza­rak bu ansiklopedi için bana hayatı hak­kında bilgi göndermesini rica etmiştim. Herkesin hayran olduğu o gözalıcı titizli­ği ile hayatını ve eserlerini bir ansiklope­di maddesi gibi yazıp bana göndermişti. Ben bir iki küçük değişiklik yapıp fotoğ­rafıyla birlikte Dergâhçılara göndermiş­tim. Merhum dostum, hayatmı yazdığı beyaz kağıdın boş kalan alt tarafına kır­mızı şeritle şu cümleyi eklemişti : Gel, seninle ilgili maddeyi ben yazayım !... Keşke sağ olsaydın da S harfine gelince beni de sen yazaydm Turgutcuğum. Onun hayat hikâyesini kendi kaleminden çıkan şekliyle aynen aşağıya alıyorum. Bu bir otobiyografidir.

GÜNAY, Turgut : 1942 yılında Mani­sa'nın Soma ilçesinde doğdu. İlkokulu Aydın'da, ortaokulu ve liseyi Rize'de bi­tiren Turgut Günay, 1965 - 66 döneminde A. Ü.DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölü-

40

Page 41: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

mü'nden mezun oldu. Bir buçuk yıl ka­dar Kütahya Lisesi"nde edebiyat öğret­menliği yaptıktan sonra Erzurum Ata­türk Üniversitesi'ne Türk Dili asistanı olan Turgut Günay, doktorasını burada tamamladı. Halen, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve îdâri Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim gö­revlisi olan Günay 'm Türk kültürüne yö­nelen değişik dergilerde dil ve halk edebi­yatı ile ilgili makaleleri, çeşitli tarihlerde çeşiti illerde düzenlenen seminer ve kong­relere sunulmuş bildirileri vardır. Aynı zamanda bir şâir olan Günay, TÖRE Hİ­SAR, TÜRK EDEBİYATI gibi dergilere «Yetik Ozan» takma adıyla çıkarken, bil­hassa Doğu Anadolu'da yaşayan âşıklarla «Firkati» mahlası ile sazlı, sözlü olarak atış­makta ve bu alandaki şiirlerini yorumlu olarak yayınlamak üzere biriktirmektedir.

Bir ara, TRT Türk Halk Müziği De­netim Kurulu üyeliğinde bulunan Gü-nay'ın yayınlanmış kitapları şunlardır :

1) Atmaca Uçurumu (Şiirler), Anka­ra 1973, Töre - Devlet yay. 64 s.

2) Halk şiirinde Atatürk (Dr. Saim Sakaoğlu ile birlikte), Erzurum 1974, Atatürk Üniversitesi yay. VII . 119 s.

3) Balıkçıl ile Yengeç (Kelîle ve Dim-ne'den Seçilmiş Hikâyeler), An­kara 1977, Kültür Bakanlığı yay. VI - 158 s.

4) Rize İli Ağızları (İnceleme . Me­tinler ,. Sözlük), Ankara 1978, Kül­tür Bakanlığı yay. 340. s.

Yukarıda onunla ortak bir antolojimi­zin olduğundan bahsetmiştim. Bu çalış­malarımızın hikâyesine evvelce TFA'da kısaca yer vermiştim. Orada şöyle diyor­dum :

«1972 yılının sonunda terhis olup da Atatürk Üniversitesi'ndeki eski vazifeme başladığım ilk gün, arkadaşım Dr. Tur. gut Günay'ın şu teklifi ile karşılaştım : «Sakaoğlu, «Halk Şiirinde Atatürk» ko­nulu bir antoloji hazırlayalım. Cumhur i yet'in 50. yılı için güzel bir eser clur.» Ne yalan söyliyeyim, birdenbire şaşırdım ve hemen «Evet» diyemedim. Kitaplarımı bile yeni daireme taşıyamamıştım; bir.

kaç arkadaşımın evinde taşınacakları gü­nü bekliyorlardı. Bu taşınma ve yerleş­me işi fazla vaktimi alacaktı. Ayrıca, Atatürk Üniversitesi'nin kütüphanesi de fazla zengin değildi. Bütün bunlara rağ­men beni asıl teşvik eden husus arkada­şımın kendisini böyle bir çalışmaya hazır hissetmesi idi. Bir de, Atatürk hakkında pek çok antoloji çıktığı halde, böyle bir kitap henüz yayınlanmamıştı. Tam iki hafta hem düşündüm, hem de kitap ka­rıştırdım. Ortaya umduğumdan fazla şiir çıktı. Hattâ, bâzı şiirleri antolojiye ala­madığımızı da belirtmek isterim.»

«...Pek çok güzel imkâna sahip Ata­türk Üniversitesi Matbaasından, bir ka­saba matbaasının ancak basabileceği bir kitap çıkabildi. Halbuki metinleri dakti­lo eden Dr. Günay, şiirleri ilk sayfalarına 3, eğer şiir uzunsa takip eden her sayfaya 7 hane olarak yerleştirmişti. Şiirlerin baş­lıkları daima sayfaların aynı bölgesine konulmuştu. Bir sayfada 2 şiir gibi acaip-likler yoktu. Halk şiirinde Atatürk, gali­ba 50 yılda neşredilen en zevksiz anto­loji olmuştur. Ben dostlarıma bu kitabı değil, matbaaya verdiğimiz örneğin 3. kop. yesini gösteriyorum.» (C. 16, nr. 300, Ocak 1976, s. 7535)

Bu kitabımız çıktığı zaman ben Los Angeles'ta bulunuyordum. O da vatanî vazifesini yapıyordu. Dönüşümde, o Ha­cettepe Üniversitesi'ne naklettiği için, ancak bir ay sonra Galatasaray Lisesi'nde, I. Uluslararası Türk Folkloru Kongresi'n-de görüşebildik. Hoşbeşten sonraki ilk sözlerimiz bu kitaba dair idi. Olan olmuş­tu artık, elden hiç bir şey gelmezdi. Ona Amerika'da iken şöyle demiştim, «Üzül­me, yakında Atatürk'ün 100. doğum yılı var. Burada pek çok yeni şiir buldum. Onların ilâvesiyle genişletilmiş 2. baskıyı yaparken gönlümüzün istediği gibi bas­tırırız !». Artık bu işi yapmak, verilen sözü tutmak benim için bir mecburiyet olmuştur.

Sümmanî Şenlikleri için 1973 yılının 21 Mayıs günü o, ortak dostumuz ve hem-şerim Harun Tolasa ve ben, Fakültemiz­den bir heyetle birlikte Narman'a gitmiş­tik. O akşam Narman Bölge Yatılı Oku-

TURGUTCUĞUM 41

Page 42: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

lu'nda verilen akşam yemeğinde çok tatlı sohbet edilmişti. Hele ilerleyen saatlerde Tolasa ile Günay'm giriştiği bir iddia biz­leri bir hayli uğraştırmış, işi gecenin o geç saatinde Narman'da Osmanlıca sözlük aramaya kadar götürmüştü, tddia şu idi: Sümmanî, mahlasını «Sağırlar» mânâsına gelen bir kelimeden almıştı. Günay'm bu iddiasını Tolasa kabul etmiyordu. Benim çıkardığım bir kağıda bu iddia yazılmış ve ortaya mükellef bir ziyafet konulmuş­tu. 22 Mayıs 1973 günü Oltu - Tortum yo­luyla Erzurum'a dönünce ilk işimiz bu işi halletmek olmuştu.

11 Ocak 1974 tarihinde Tolas'larda bir akşam yemeğinde birlikte idik. 2 Hafta sonra ben ABD'ye gidecektim. O gece «Turgutcuğum» benim için bir şiir söyle­di. O söyledikçe ben yazdım. İleride baş­ka bir vesileyle neşretmek istediğim bu şiirinde o, şairlik gücünü bir kere daha ortaya koymuştu.

Ben Los Angeles'ta iken gönderdiği bir mektupla Gunnar Jarring'in An Eas-tern Turki - English Dialect Dictionary adlı eserini istiyordu. Bulmam oldukça güç olacaktı. Devam ettiğim üniversite­nin kütüphanesine gidip adı geçen kita­bın fotokopisini çıkardım. Yurda dön­dükten bir müddet sonra Hacettepe Üni­versitesindeki odasında görüşürken ma­sasındaki bir kitap dikkatimi çekmişti. Kendisi hemen kitabı açarak benimle ta­nıştırdı - Bu benim gönderdiğim fotokopi, ninciltlenmiş şekli idi. Cildi kendisi yap­mıştı. Cildin, "sırt dışında kalan 3 tarafı­nı, ışığı geçirmemesi için mor bir boya ile boyamıştı. O, evinde cilt de yapardı. Bundan büyük bir zevk duyardı.

Son mektubunu «9.XI.1978» tarihinde yazmıştı. Aynı gün postalanan mektubu 16 Kasım günü almış ve 20 Kasım günü de cevap yazmıştım. Evvelce mektup yaz­mada o gecikirdi. Ancak son aylarda ben gecikir olmuştum. Bunu ona da yazmış­tım. Son mektubu 3 Kasım tarihli ıııeıtnıbumun cevabı idi. Bu mektup şöyiv başlıyordu :

«Saim'ciğim, Demek ki ihmalkârlık benden sana

da bulaştı... Fakat, göıdüğün gibi iartık

42

bu huyumdan vaz geçtim; sana da tavsi­ye ederim.

...Yurdanur hanımın basma gelenle­re üzüldüm... Ama bunların da bir sonu gelecek elbet...

Ben çalışamıyorum, hiç bir şey ya­pamıyorum. Çünkü, korkunç bir bunalım içerisindeyim. Şu mektubu bir otel köşe­sinde yazıyorum...

...Önümüzdeki ayın başlarında Maca­ristan'a hareket edeceğimi sanıyorum; tabii iki hafta sonra yapılacak asistanlık im t inanını kazanab i I irs em...»

Böyle diyordu. ... İmtihanı kazanmış­tı. Ama kurullarda takılıp kalmıştı. Klik­ler, çekişmeler derken onu hayata bağla­yan Macaristan ümidi de uçup gitmişti. Ölüm haberini bir akşam karanlığında gazetelerde okuduğum zaman Taşlıcalı Yahya'nın Kanunî'nin oğlu Mustafa için yazdığı o ünlü mersiyenin ilk beytini ha­tır I adım.

Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yânı Ecel celâlîleri aldı Mustafâ Hân'ı O akşam karanlığında 3 eski dostuy­

la birlikte yakmlarma çekeceğimiz taziyet telgrafları ile Tercüman Gazetesine vere­ceğimiz başsağlığı ilânı için Üniversite kampüsünden ayrılırken 11 yılın ötesin­deki ilk günlerimizi hatırladım. Aynı gün yapılan imtihanı kazanarak asistan ol­muştuk. Muameleleri birlikte takip etmiş, pek çok müracaati birlikte yapmıştık.

Allah rahmet eylesin. Günay'm eserleri ile ilgili bir bibliyog­

rafyayı da burada vermeyi faydalı bulu­yoruz. Onun kitaplarını yukarıda kendi kalemi ile tanıttığımız için buraya onlar­dan bazıları için yazılan tanıtma yazılan ile başlıyoruz.

Kitaplarının tanıtmaları: 1 — Atmaca uçurumu, İlhan Geçer, Töıe

36, Mayıs 1974, S. 51 - 53 2 — Halk şiirinde Atatürk, Dr. Ahmet

B. Ercilasun, Türk Kültürü Yıl : XIV, nr. 157, Kasım 1975, S. 56 - 57 (56 . 57)

Makaleler : A) TÖRE dergisinde 1 — Kıbrıs'sız Anadolu, nr. 39 - 40, Ağus-

SAKAOĞLU

Page 43: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

tos - Eylül 1974, S. 26 m 29. 2 — Kıbrıs'ın Sesi, nr. 41, Ekim 1974, S.

16 • 21. 3 — Bir Çift Kızıl Göz ve Bozkurt Ger­

çeği, nr. 72, Mayıs 78 S. 14 . 18. B) TÜRK KÜLTÜRÜ dergisinde 1 — Yazılışının 900. Yıldönümüne doğru

Divan-ü Lûgat-it- Türk, yıl : IX, nr. 100, Şubat 1971, S. 298 . 302 (50 - 54).

2 — Doğu Anadolu Bölgesinde Âşık Tarzı Yedekli Koşmalar, yıl : XI, nr. 127, Mayıs 1973, S. 571 . 583 (35 - 47).

3 — Türk Halk Şiirinde Gerçekçilik, Yıl : XVI. nr. 184, Şubat 1978, S. 205 - 208 (13 - 16).

C) TÜRK FOLKLOR ARAŞTIRMALARI Dergisinde

1 — Rize . Trabzon Yöresinde Enişteyi Tavana Asma Geleneği, c. 14, nr. 283 Şubat 1973, s. 65 - 60 Konuşmaları

1 — Dokuz Işık'da Sanat : Yetik Ozanla bir konuşma.

Konuşan : Gökçen Günay, Töre 25, Haziran 73, s. 48 - 53.

2 — Nida Tüfekçi ile Bir Konuşma, Töre 26„ Temmuz 73, s. 46 . 51.

3 — Halide Nusret Zorlutuna ile Bir Ko­nuşma, Töre 29 - 30, Ekim _ Kasım 73, s. 55 - 58. Tebliğler :

1 — Türk Halk Şiirinde İlk «Deyişme» (Müşâare) örnekleri. Uluslararası Folklor ve Halk Edebi­yatı Semineri Bildirileri, 27 _ 29 Eki ml975, Konya, Ankara 1976, s. 253 - 257.

2 — Doğu Karadeniz Bölgesinde ATMA TÜRKÜ Geleneği, I. Uluslararası Türk Folklor Kong­resi Bildirileri, I I . cilt, Halk Edebi­yatı. Ankara 1976, s. 73 . 83'ten ayrı-basım.

3 — Eski Türkçedeki Yama / yime Eda­tının Anadolu Ağızlarındaki Kalıntı­ları. II . Milletlerarası Türkoloji Kongresi, 4 - 9 Ekim 1976 İstanbul. 5 Ekim 1976 Salı sabahı okunmuştur. (Basılı değildir).

4 — Türkçedeki «bre / bire» Sözünün

TURGUTCUĞUM

Kaynağı üzerine. I. Millî Türkoloji Kongresi, 6 , 9 Şu­bat 1978 İstanbul. 7 ubat 1978 Salı sabahı okunmuştur (Basılı değildir). Tanıtma Yazıları :

A) Töre Dergisinde 1 — «Tutsak» üzerine, nr. 28, Eylül 1973,

S. 51 - 53. B) TÜRK KÜLTÜRÜ Dergisinde 1 — Osman Yavuz Saral, Kaybettiğimiz

Rumeli (ist. 1975). Yıl : XIV, nr. 157, Kasım 1975. s. 58 m 60 (58 - 60).

2 — Altan Deliorman, Yugoslavya'da Müs­lüman Türklere Büyük Darbe (2. B. İst. 1975). Yıl : XIV. nr. 160. Şubat 1976, s. 248 - 250 (56 . 58)

3 — M. Engin - F. Angi. N. Devlet, Kazak ve Tatar Türkleri (İst. 19 - 76) Yıl : XIV, nr . 167, Eylül 1976, s. 715 . 717 (s, 75 - 77)

4 — Nabi Nazri, Seçilmiş şiirler (İst. 1976). Yıl : XV, nr. 169, Kasım 1976, s. 61 -63 (s. 61 . 63)

5 — Atsız Armağanı (tst. 1976). Yıl : XV, nr. 170, Aralık 1976, s. 123 -124 (59 - 60).

6 — Tahmiscizâde Mehmed Mâcid, Girit Hatıraları (ist. 1977). Yıl : XVI, nr. 182, Aralık 1977, s 122 - 125 (58 - 61).

Onun Firkati mahlasıyle şiirler yazdı­ğını yukarıda kendisinden öğrenmiştik. Onun âşıklarla atışmaları da vardır. Bun­lardan Yaşar Reyhanı ile olan ikisi şu kaynakta yer almaktadır.

Muhan Bali, Âşık Karşılaşmaları -Atışmalar ve Bugünkü Durumu. TFA, c. 16 nr. 315, Ekim 1975, s. 7457 - 60

Onun, yakın dostu Ercilasun ile olan bir atışması da (Yetik Ozan adı ile) Tö-re'nin 90. sayısında (Ekim 1978, s. 12) yer almıştır.

Görebildiğimiz kadarıyla Yetik Ozan adıyla yazdığı ilk şiiri Baht Otağı'dır. (Töre 9, Şubat 72, s. 31). Daha sonra Tö-re'de pek çok şiir ve bazı atışmaları yer almıştır.

43

Page 44: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ÇİÇEKLER BÜYÜR HAKKINDA

EMİNE IŞINSU

44

Page 45: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

Yiazarİar Birliğinin «romancılar ve romanlar» üzerine tertiplediği serî toplan­tıların biri; Emine Işınsu'mm son eseri «Çiçekler Büyür» hakkında düzenlendi. Bu toplantıda Emine Işınsu'ntın yaptığı konuşmayı aşağıya alıyoruz. Kitap ve yazlar hakkında yapılan konuşmaları gelecek sayımızda yayınlayacağız.

Önce biyografimi veren ve kitabın özetini yapan Beşir Ayvazoğlu kardeşim? ve benim için böyle bir toplantıyı düzen­leyen Yazarlar Birliği'ne teşekkür ederim.

Efendim, iki haftadır burada konu­şulanları büyük bir dikkat ve biraz da hayretle takip ettim. Şunu itiraf etmek mecburiyetindeyim, bir roman yazarı ola­rak, benim o tür düşüncelerim, endişele­rim hiç olmadı. Cemiyetimizde bir roman geleneği var mıdır. Türk-îslâm romanı nasıl, ne şekilde olmalıdır, yahut roman yazılmalı mıdır, batı ne yapmıştır. Batının bize etkisi., gibi fikir veya hükümleri, bana tesir etmedi. Hattâ bu meseleler aklımdan dahi geçmedi. Bunlar edebiyat­la uğraşanların, münekkitlerin görevidir. Benim edebiyat tahsilim yek, ayrıca ede­biyat bilgisine hususî bir merak da duy­madım.

Ben sadece roman yazıyorum ve di­yorum ki, yazdıklarımı benden soyutla­mak benden ayrı düşünmek mümkün değildir. Onun için sizlere daha ziyade kendimden bahsedeceğim. Şu dünyada 938'de doğmuş ve 79'da halâ hayatını sürdüren bir Emine Işınsu vakıası var­dır. Herkes gibi ben de gerek doğuştan getirdiğim mizacımla, gerek ailemden ve çevremden aldığım tesirlerle, fiziki ve biyolojik varlığımla bir canlı ahenk bü­tünü teşkil ediyorum. Bu bütünün, çok samimi bir inancını hemen söyleyelim. Yüce Allah beni bir müslüman kul olma ile şereflendirirken, şu dünyadaki haya­tımda bana roman yazma vazifesi veril, mistir. Böylece roman yazmayı, içtenlik­le, var oluş sebeplerinden biri olarak gö­rüyorum. Bu yolda çile çekiyorum ve bu yolda belirli bir olgunluğa ve derinliğe ulaşmaya çalışıyorum.

Bende, karşımdaki insanla çok çabuk özdeşleşme yeteneği vardır. Meselâ biri, kolunun ağrıdığından şikâyet etse, sami­miyetle sızlansa, biraz sonra benim de kolum ağrır. O ağrıyı yaşarım. Mizacım gereği, daha ziyade hüznü ve hüzünlü olayları yaşamaya meylim var. Yine miza­cım gereği sanıyorum, «Tutsaklık» ve «Hürriyet» kavramları beni son derece ilgilendiriyor, düşündürüyor. Çeşitli esa­retleri yaşıyor ve hepsinde bir çözüm yo­lu aramayı, hürriyete nasıl erişilebileceği­nin cevabını bulmfaya çalışıyorum.

O halde diyebilirim ki, yazdığım olay­lar ve ruh halleri başımdan geçmiş ol­sun veya olmasın, ben hep yaşa­dıklarımı, yaşayabildiklerimi yazdım. Hissettiklerimi demiyorum, çünkü bu yaşama hali, hissetmekten çok daha öte­ye bir şey. Romanlarımdaki bütün baş karakterler, mizaçları ve davranışlarıyla ister benzesinler bana, ister benzemesin-ler; hepsi için «benim»dir... diyebilirim. İkinci, üçüncü derecedeki tipler, şudur budur, bazen hayâlidir. Bazen, tanıdık bi­ridir. Meselâ «Küçük Dünya»daki valinin hanımı Emel Hanım, annemdir. Çiçekler Büyür'deki dede; biraz benim babamdır, biraz eşimin dedesidir. Çiçekler Büyür'de­ki Mahmut Necmettin, şu anda Boğaziçi Yayınlarının sahibi Al tan Deliorman Bey' in pederidir. Romanlarımda fazla rolü olmayan bu ikinci üçüncü derecedeki tip­leri zaman zaman kendi isimleriyle geçi­riyorum. Bilhassa «Sancı» da bunu yap­tım. Bu yüzden bazı tenkitler aldım, me­selâ Ergun Göze Bey, bunun hiç doğru olmadığını söylemişti. Fakat o romanda yazdıklarımı ben, o kişilerle beraber, o-kadar iç içe yaşadım ki; bir Sadi Somun. cuoğlu'na, bir Galip Erdem'e, bir İbra­him Metin'e, bir Muhittin'e başka isimler

rîCRKLF.R ttÜYÜR 45

Page 46: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

vermek, bana son derece ters geldi. Bah­settiğim dergi yazıhanesinin kendine has havasını, onların varlıkları oluşturuyordu.

Ayrıca şunu ilâve edeyim, romanım-daki karakterler kendi isimleriyle doğar-

Ilar, o isimlerle gelişirler. Çiçekler Büyür' de dedenin adı Hasan'di, Arifinde başka bir şeydi, iki karakter de isimlerini yadır­gadı. Romanı yazıyorum fakat onlar be­lirsizlikten bir türlü kurtulamıyorlar; ni-yayet benim Bulgaristan'lı dedemin ismi Hüseyin ve Arif Nihat Hocam'dan Arif

•adı, içime doğdu ve çok şükür kahra­manlar bu adlarla şahsiyet kazandılar. Kitapta bir yerde Hüseyin Pehlivan'ın ismi Hasan olarak kalmış, düzeltirken gözden kaçmış... Yine aynı romanda, halklarına ihanet içinde bulunan Türkle­ri, kendi adları ile geçirdim. Bilalof, Sü­leyman Gavazor, Tatarlief falan şu anda Bulgaristan'da yaşamaktalar. Rodoplar-daki katliamm baş sorumlularından biri gerçekten Karanfil of'tur. Nazım Hikmet'in aydınlatma gezisi bir gerçek.

Zaten Çiçekler Büyür'de ve dahi bü­tün romanlarında, hayâlden çok daha faz­la gerçek olaylara dayandım. Yazacağım konular hakkında araşt ırma yapıyor, bir kaç defter dol duruyorum. Elde ettiğim ye. ni bilgiler karşısında, karakterlerin ala­cakları tavrı, söyleyecekleri sözleri de, ba­zen o notun yanma kaydederim. Böylece bigilerle yanyana roman da, yavaş yavaş gelişir. ,

Sancı'da Dündar Taşer Bey geçer. Vefat ettiği zaman, onun hayatını roman­laştırmaya söz vermiştim. Ancak Taşer merhumun kafa kapasitesi beni aştığı ve pisikolojik karmaşıklığı çok derin olduğu için, onunla özdeşleşme mümkün olmadı. E söz konusu konusu kuru bir biyografik eser değil, romandı. Yazmaktan vaz geç­tim. Galip Erdem Bey'e de yirmi yıla dayanan bir arkadaşlığımız vardır. Ken­disi aslında bir romanda çok ilgi çekici bir baş karakter olabilir, fakat yine aynı sebebi eri e onu bir kahraman olarak ala­madım, ikinci hatta üçüncü tiplerde kaldı!

Yâni, beni aşanı yazamıyorum. 33 ya­şındayken, 40 yaşında Yunus'u yazabile-

ceğimi düşündüm ve eşe dosta da ilân ettim, sanıyorumdum ki 40 yaşında artık o denli bir manevî derinliğe ve olgunluğa kavuşacağım ki, Yunus'a ermem müm­kün olacak. «Bir ben vardır, bender içe­ni» derken, bu mısrayı hissetmekten öte, içerdeki «Ben» i yaşayacağım. Fakat 39 -40 yaşlarında ancak «Çiçekler Büyür» ü yazabildim. Biraz önce dedim ki roman yazma yolunda çile çekiyorum ve belirli bir olgunluğa kavuşuyorum, fakat bu çok ağır ve sancılı oluyor. Beklediğim 40 yaş beni Yunus a kavuşturmadı. Şimdi 50 di­yorum, tabii Allah bilir belki çok daha önce yazarım, belki hiç yazamam.

Evet, önce karekterler beliriyor, ka­rakterler güçleniyor ve benim hayatım siliniyor; onlarınki ön plâna geçiyor. Kahramanlarımı, rüyada görmeye baş­ladıktan sonra, tamam artık bu roman oluyor, hükmüne varırım. Kitap bittikten sonra, daha bir süre, karakterler bana hâkim olmaya devam ederler. Çiçekler Büyür'ü Ağustos'ta bitirdim. îlay ancak şu günlerde bıraktı beni. Hoş birşey; Kü­çük Dünya mükâfat kazandı, hadiseye benimle birlikte sevinecek herkese ha­ber verdim. Fakat içimde bir boşluk, asıl duyurulması lâzım gelene haber verme­mişim gibi bir his, tedirginim. Nihayet yakaladım; Nur 'un haberi yok ! Nur, Kü­çük Dünya'daki kahramanım.

Yeni bir kitap, mutlak kaşlarımın ara. sında veya alnımda yeni bir çizgi demek­tir. Şu şundandır, bu bundandır diye gösterilebilirim size. insanlar bilhassa hanımlar, yüzlerinin kırışmasından hoş­lanmazlar, fakat ben romanlarımın çizdi­ği çizgileri seviyorum, Çiçekler Büyür'de îlay, annesinin işten çirkini eşmiş ellerin­den rahatsız olmaktadır. Ancak tek başı­na çalıştığı tarlayı temizledikten sonra, kendi ellerinin nasır bağlamasından zevk duyar. Tıpkı öyle. Sizin olan bir eser mey. dana gelmiştir ve taşıdığınız o eserin çok canlı bir izidir.

Son olarak şunu söylemek isterim; romanlarım benim dışımda değüdir, be­nim için birer vasıta değildir. Romanla­rım Emine Işınsu'nun ta kendisidir.

46 EMÎNE IŞINSU

Page 47: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

ı n;\\ Dağıtım : ANDA Ankara Cad Nu.: 46 Sirkeci İSTANBUL

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA

Kendisine «Aşk ve Zafer»î yazdıran hakikatleri, TÖRE'nin gelecek sayısında açıklayacak.

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA

Kızı EMİNE IŞINSU'nun kaleminden TÖRE'nin ge* lecek sayısında.

47

Page 48: Prof. Dr. EROL GÜNGÖR Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığı ...ulkunet.com/UcuncuSayfa/tore_94_yeni_7420.pdf · kadar, iki ana kaynağı olmuştur. Bunlar dan birincisi Cumhuriyetten

* Millî kültürümüze hte-met eden eserleri dağıtan öncü kuruluştum * ANDA yurdun her yerîn» deki kitapçıya ve okuyucu­ya hizmeti götüren yegâne

v müessesedir

MERKEZ

Ankara Cad. Nu : 46 Basın î ş Hanı Sirkeci — İSTANBUL

Tel : 27 6511 PK. 1065 — İSTANBUL

Posta Çeki : 87513 BÜROLAR

İÇ ANADOLU BÜROSU : Ziya Gökalp Caddesi 37/B Kızılay —

ANKARA Tel : 180542— 251150 Posta Çeki : 87620 EGE BÜROSU : Kestelli Cad. Başdurak Han Nu : 7/129 Tel : 146695 Kemeraltı — İZMİR AKDENİZ ve GÜNEY - DOĞU ANADOLU BÜROSU : Adliye Arkası Eski Sigorta Hastahanesi Tel : 23356 Nu : 69 — ADANA KARADENİZ BÜROSU . 19 Mayıs Man. Talimhane Cad. Nu : 23 Tel : 2105 SAMSUN DOĞU ANADOLU BÜROSU : Orduevi Karşısı Belediye Dükkânları Tel : 3257 Nu : 19 — ERZURUM KIBRIS TEMSİLCİLİĞİ : Türk Kültür Kooperatifi LTD. 35, Mahmutpaşa Sk* Lefkoşa — KIBRIS AVRUPA DAĞITIM MERKEZİ : Türkischer Kültür Verein (Türk Kültür Ocağı) 5Köln 1 Christoph Str. 14 Tel : 022/2133 36 W. DEUTSCHLAND

FETİH CEMİYETİ YAYINLARI

Yahya Kemal'in Eserleri:

Nesirler:

MEKTUPLAR—MAKALELER AZİZ İSTANBUL (3. baskı) EĞİL DAĞLAR (3. baskı) (tstikâl Harbi Yazıları) SİYASI HİKAYELER (2. baskı) SİYASİ VE EDEBİ PORTRELER (2. baskı) EDEBİYATA DAİR Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi HATIRALARIM TARİH MUSAHABELERİ

Diğer Eserler:

EVSAF.I İSTANBUL, Lâtifi Haz.: Nermin Suner (Pekin) TARİH-İ EBÜL- FETH, Tursun bey . Haz.: Metron Tulum İSTANBUL VAKIFLAR TAHRİR DEFTERİ, Ömer Lütfi Barkan . Ekrem Hakkı Ayverdi KONSTANTİNİYYE MUHASARASI RUZNAMESİ, Barbara Nicola (2. baskı) ŞAİR TABİBLER, Dr. Behçet Kurdoğlu YAHYA KEMAL'İN HATIRALARI, Nihat Sami Banarlı KAYSERİLİ MEHMED AĞA, Muzaffer Erdoğan 18. Asırda İSTANBUL, P. Ğ. İnciciyan, (2. baskı) FATİH'İN HAYATI VE FETİH TAKVİMİ, FETİHTEN SONRA İSTANBUL, İstanbul Fâtih, Fetih ve Fatih Devri hakkında Yazılmış Kitaplar BİBLİYOGRAFYASI İsmet Binark _ Nejat Sefercioğiu