normallik anormalliktir
DESCRIPTION
Onur Bayrakçeken'in, içinde ne var ne yoksa RTÜK engeline takılmadan döktüğü bu 64 sayfalık ‘kısmen politik, yer yer komik, zaman zaman apolitik’ eserTRANSCRIPT
NORMALLĐK
ANORMALLĐKTĐR
______________________
Onur Bayrakçeken
YAZAR
Onur Bayrakçeken
EDĐTÖR
Ozancan Demirışık
KAPAK TASARIMI
Arif Kubaş
YAYIN TARĐHĐ
Şubat 2010
Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com
adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan
kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.
ÖNSÖZ
Sevgili okur, okuyucu, okuyan, şöyle bi’ göz atan yahut herhangi
bir insan...
Bu denemeleri yazmaya başladığım sırada kitap fikri falan yoktu
ortada. Aslında denemeleri yazma sebebim blog’umu doldurmaktı.
Zavallım öyle bomboş takılıyordu internet adlı uçsuz bucaksız denizin
ortasında...
Yazdığım ilk denememsi şey rezaletti. Bu kitapta yer almıyor.
Zaten o faciadan sonra üç-beş ay kadar deneme yazmadım. Neden
sonra, dinle alakalı bir şey yazayım dedim. Oturdum yazdım. Ortaya
“Tanrı Adil Midir?” çıktı böylece.
Şöyle bir baktım, “Ulan fena olmadı ha...” dedim kendi kendime ve
internette yayınladım. Olumlu yorumlar alınca şevklendim. Tekrar bir
deneme yazdım. Derken tekrar, tekrar, tekrar... Sonra bir baktım, böyle
bir tarz oturtmaya başlamışım. Bu tarza bir ad bile verdim: AKUT. Yani
“Argolu Kinayeli Ukalaca Tarz”.
Bunun kötü, pislik, öcü bir şey gibi gözüktüğün farkındayım.
Ancak yanılıyorsunuz! Bu tamamen temiz, tamamen iyi bir şey. Elbette
iyilik kavramı göreceli olabilir. Benim iyilikten ve temizlikten anladığım,
bazı şeyleri “biraz açık” söylemek. Ancak çok açık değil. “Biraz” açık. Çok
açık söylersek, edebi bir değeri olmaz sonuçta. Azıcık dolandırmak,
düşündürmek lazım yani.
Ben de öyle yaptım. Yer yer üstü kapalı, göndermelerle dolu
denemeler okuyacaksınız. Şunu da söyleyeyim, Sunay Akın dışında pek
deneme okuduğum söylenemez. Oturup yazdım yani. Montaigne’i bile
okumadım. Kimse sorsam, “Çok sıkıcı hacı,” diyor. Okumak da lazım ama,
Montaigne sonuçta. Adam neredeyse Dostoyevski kadar isim yapmış.
Umarım sıkıcı falan değildir. Bizim Edward-Bella jenerasyonu Steinbeck'e
de sıkıcı diyebiliyor sonuçta.
Her neyse, sonuç olarak, öyle çok fazla deneme okumuşluğu
olmayan bir yazarımsının kafasını meşgul eden kakaları sıçışıdır bu kitap!
Zevkli okumalar!
Onur Bayrakçeken
ĐÇĐNDEKĐLER
Tanrı Adil Midir? –– Sayfa 7
"Her Şey Bok Gibi... Ama Hayat Güzel!” –– Sayfa 9
"We Don't Need No Education!" –– Sayfa 12
"Sanat Güneştir! Güneşi Söndüremezsiniz!" –– Sayfa 14
Müzik Ruhun Gıdası, Hatta Daha Fazlasıdır! –– Sayfa 16
Düzen –– Sayfa 19
Normallik Anormalliktir! –– Sayfa 21
Nasıl Matematik Çalışayım Yahu Ben? –– Sayfa 24
Yaşasın Müzik! –– Sayfa 26
En Güzel Dünyaya Adım Atalım –– Sayfa 30
Taşmak –– Sayfa 32
Korkuyor'uz –– Sayfa 34
Dostluklar Bütün, Bölünemez –– Sayfa 36
Öğretmenim, Canım Benim Canım Benim (!) –– Sayfa 39
Şey Olmak ya da Her Şey Olmak –– Sayfa 42
Đnsa(n)fsız Dünya –– Sayfa 44
Kâbus –– Sayfa 46
Sen, Ben, Biz –– Sayfa 48
Politikler-Apolitikler –– Sayfa 50
Devrim Eteğin Altında –– Sayfa 52
Tırsmasam Gerçekleştireceğim Diyalog –– Sayfa 54
Kısmen Gerçekleştirdiğim Diyalog –– Sayfa 56
Neden Sorusu ve Sıçmak –– Sayfa 58
Cennet –– Sayfa 60
Bir Ergenden Aforizmamsılar –– Sayfa 62
Onur Bayrakçeken
7
TANRI ADĐL MĐDĐR?
Tanrı adil midir gerçekten? Düşünelim bakalım: Afrika’da açlıktan
sürünen çocukla benim yaşam şartlarım eşit midir? Ya da en azından kendi
yaşam şartlarını benim yaşam şartımla aynı seviyeye getirme şansı var
mıdır? Varsa ne kadardır? Ben söyleyeyim, % 2 (böyle yüzde verme
olaylarına da kıl oluyorum aslında ama daha rahat açıklanıyor böyle)
falandır sanırım. Bu çocuk kendisi belirlemiştir değil mi nerede doğacağını,
nasıl yaşayacağını? Evet evet, bu çocuk kendi istemiş olmalı böyle berbat
bir yaşam geçirmeyi!
Bir şey daha var! Benim oğlum olunca muhtemelen kendine
“gemicik” alamayacak... Çok çalışacak ama gene de hak edemeyecek (!) o
gemiCĐKleri. Kim mi hak edecek? Biliyorsunuz siz kimin hak edeceğini...
Sonracığıııımaaa... Velev ki, biri var bir kızı seviyor. Hem de her
şeyden daha fazla seviyor. Ama kız onu değil başkasını seviyor, o da çok
seviyor o başkasını. Fakat kızın sevdiği kişinin de sevdiği başka birisi var...
Daha doğrusu, istediği başka bir şey var. Yani, X Y’yi, Y Z’yi seviyor; Z ise
H’yi istiyor. Şimdi madem X kişisi dokunamayacak, sarılamayacak, el ele
tutuşamayacak; neden Y’yi seviyor? Madem Y sürekli üzülecek neden Z’yi
seviyor? Ya Y ile Z birbirini sevsin, ya da X ile Y birbirini sevsin? Hiçbiri
olmuyorsa hiçbiri birbirini sevmesin Hani buradaki adaletsizlikten de öte,
mantıksızlık değil mi?
Normallik Anormalliktir
8
Son olarak, Filistin’e bir yolculuk yapalım mı? Farkında mısınız, orada
ölü doğuyor çocuklar. Kimse bana onların cennete gideceğini söylemesin.
Đnsanlar cennete gitmek için dünyaya gelmezler. Đnsanlar yaşamak için
dünyaya gelirler. Adalet, günahsız bebelerin başlı başına günah olan
onursuz bir savaş sonucu can vermesi midir?
Şimdi soruyorum tekrar: Tanrı adil midir gerçekten?
Kendi sorumu kendim cevaplasam çok iyi olacak esasında. Tanrı
“adil bir seyircidir”. Tanrı dünyada değildir! Dünyada olan ve herkesin Tanrı
zannettiği şey adaletsizliğin kaynağıdır. Bombaların kaynağıdır. Aşkı ruhtan
koparan, tene hapseden yozlaşmışlığın ve gerilemişliğin kaynağıdır.
Gerçek Tanrı şu anda dünyadan çok çok uzaklarda bize bakıyor ve
gülüyor. O çok zeki. Hepinizi kandırdı! Taptığınız şey adaletsizlikten
başka bir şey değil!
9 Eylül 2009
Onur Bayrakçeken
9
“HER ŞEY BOK GĐBĐ... AMA
HAYAT GÜZEL!”
Bu cümlenin pek bir ironik olduğunu biliyorum. Fakat gerçekten de,
hemen her şey berbat olsa da yaşamaktan zevk alıyorum!
Đşin ilginç yanı, sahiden hemen hemen her şeyin bok gibi oluşu.
Bunu yalnızca Afrika’da açlıktan ölen çocuklar; emeğinin karşılığını
alamayan işçiler; cebinde ‘para’ diye tabir ettiğimiz iğrenç şey var diye
kendini köylüden daha ‘önemli’ zanneden götler ve ten rengi açık diye
zencilerden üstün olduğunu düşünen salaklar olduğu için söylemiyorum.
Her şeyin boktan oluşu kişinin özelinde de böyle. Çocukken oyuncağın
olmadığı için dünya bok gibidir; ergenliğe girince sivilcelerin yüzünden
dünya bok gibidir; biraz daha büyüyünce ise sevdiğin kişinin elini
tutamamak ve onu sürekli üzülürken görmek sana “Ne boktan dünya
amına koyim!” dedirtir. Bu böyle ölünceye dek gider. Ne bileyim, orta yaşlı
bir erkek ev geçindirir; dede olunca da emekli maaşlarından yakınmaya
başlarsın. Sonuç olarak hayatın her dönemi iğrençliklerle doludur.
Bir yandan insanlığın gittiği yönü düşünüyorum. Herkes yanlış yolda
gidiyor. Đnsanlar insan olduklarını unutmuş durumdalar. Politik görüşün mü
Normallik Anormalliktir
10
farklı? Arkadaş olamazsın! Farklı takımı mı tutuyor? Y****ımıyesin! Bu
saçmalıklar dünyayı pisletiyor!
Bir yandan da kendi özel hayatımı düşünüyorum. Sevgilim yok, pek
yakışıklı da sayılmam. Çok iyi ve anlayışlı bir insanı seviyorum ama yine de
o konuda da epey şanssızım. Bu yazdığımı yayınlamayacak olsam bu
konuda anlatacak çok şeyim var esasında ama anlatmayacağım. Her
neyse... Bir yandan roman yazmakla uğraşıyorum, iki tane müzik grubum
var. Aptal dersler de var tabii... Epey meşgulüm yani. Tabii müzik ve
edebiyat benim her şeyim ve zevk alarak yapıyorum bunları. Ancak kafamı
da meşgul ediyorlar, bu da yorucu oluyor bazen...
Gerçekten de her şey -görünürde- berbat gibi değil mi? Öyle ama
gene de yaşamak güzel. Çünkü yaşadığın dünyanın pis kokusunu
unutturmak için bazı insanlar da çabalamış. Sabahtan beri Rolling Stones
dinliyorum mesela ve inanın sabahtan beri gülümsüyorum (Tanrı Keith
Richards’ı korusun diye de ekleyeyim). Çok basit bir şey bu. Müziği
açıyorsun ve mutlu oluyorsun!
Bu dünyadan kendini soyutladığında da mutlu olabiliyorsun ya da
arkadaşlarınla beraber olduğunda... Neden? Sorunun cevabı basit, iş üş
kutsal şeyde bitiyor: umut, hayal ve sevgi! Müzik umuttur. Bu dünyadan
kendini soyutlamak için hayal âlemine dalmalısın. Dostluk da sevgidir.
Sevildiğini bilmek güzeldir, sevmek de öyle. Sevgi bazen insana acı verir,
ama birçok zaman mutlu eder...
Umut edin! Hayal kurun! Sevin!
(Ayrıca bknz: Love, Peace, Happiness!)
Her şey bok gibi:
Onur Bayrakçeken
11
Dünya, başımdan geçenler, başkalarının başından geçenler...
Ama hayat güzel!
Mutlu olun!
6 Ekim 2009
Normallik Anormalliktir
12
“WE DON’T NEED NO
EDUCATION!”
Gürdü saçlarım! Kıvır kıvırlardı! Favorilerim de uzundu. Hafiften
Joliet Jake’i andırıyordum esasında. Daha çok da That 70s Show’dan Steven
Hyde’a benzemiştim – ki en sevdiğim dizi karakteridir! Ancak ‘mal’
heriflerin koyduğu saçma kurallar sebebiyle gür, kıvır kıvır saçlarım ve uzun
mu uzun favorilerim berberin vahşi, acımasız makasının kurbanı oldu!
Yahu kimse farkında değil mi? Saç, türban gibi bir şey değil ki
yasaklansın! Saç insanların sosyal hayatına direkt etki eden bir ‘varlık’.
Mesela bana kısa saç yakışmazken bir başkasına da uzun saç
yakışmayabilir. Ben niye bana yakışmayan bir saç tipiyle dolaşıp sosyal
hayatımın içine sıçmak zorunda kalıyorum? “Bana bunun mantıklı bir
açıklamasını yapın!” diyeceğim ama biliyorum ki yapamazsınız. YA-PA-
MAZ-SI-NIZ! Olmayan açıklamayı nasıl yapacaksınız?! Hayır, belki o
saçlarım sayesinde sevgilim olacaktı. Öküz herifler, hiç mi vicdan azabı
çekmiyorsunuz?
Ben bu kısa ve hiç beğenmediğim saçla konsere de çıkacağım
mesela. Sahnede müzisyenin bir ‘tarzı’ olur. Beatles’ın saç şekli o döneme
göre çok farklıydı ve bir anda moda oldu! O saç tipi onların popüler
Onur Bayrakçeken
13
oluşlarına büyük katkı sağladı esasında... Ya da Jim Morrison’a bakalım.
Kızlar hastaydı herife. Saçlarını sıfıra vurduğunu düşünsenize... Bu kadar
popüler olabilir miydi? O bu kadar popüler olamasaydı, Doors bu kadar
popüler olabilir miydi? Ya biz? Biz saçımızı kestirdik şimdi... Hâlbuki neler
planlamıştım ben sahne için ulan! Yahu siz Türk Rock Müziğinin gelişiminin
içine etmeye yeminli misiniz?!
Đnsanlar tek tip değildir. Biz, aynı duvarın tuğlalarıyız. Ancak bu
duvar renkli beyler, farkına varın! Hepimiz kendi içimizde özeliz.
Renklerimiz farklı bizim! Ben kırmızıysam, Kaan sarı! Berk lacivertse, Can
siyah! Đmge beyazsa, Gaye mor! Gizem yeşilse, Ceren pembe! Yeter yahu,
renk körü müsünüz?!
Aptal, gereksiz, hiçbir mantıklı temele dayanmayan kurallarınızı alın
ve yüz yıl öncesine gidin! Çünkü siz o zamanların insanısınız!
Son olarak, sizin “eğitim”den anladığınız gençlerin özgürlüklerini
kısıtlamaksa Pink Floyd size oldukça güzel bir cevap vermiş, duymadıysanız
duyurayım:
“WE DON’T NEED NO EDUCATION”*
(Son ve Küçük Not:
Erkin Baba kovalasın sizi emi!)
8 Ekim 2009
*: “Eğitimsizliğe ihtiyacımız yok!”
Another Brick In The Wall Part 2’den bir söz. Eğitimdeki yanlışlara
gönderme yapılıyor.
Normallik Anormalliktir
14
SANAT GÜNEŞTĐR! GÜNEŞĐ
SÖNDÜREMEZSĐNĐZ!
Okulda teneffüslerde bile gitar çalınmasına tahammül edemeyen,
‘müzik’i gürültü olarak addeden sanat düşmanı zihniyet çok feci sinirlerimi
bozuyor. Bugün okulda şahsen tanımadığım ama her gün üzerinde John
Lennon tişörtüyle gördüğüm ve kendisine karşı yalnızca o tişört sebebiyle
güzel hisler beslediğim bir çocuğun (çocuk dediğime bakmayın, benden
bir-iki yaş büyüktü sanırım) gitarını aldılar, üstüne bir de azarladılar.
Neden? Çünkü teneffüste gitar çalıp insanları rahatsız ediyormuş! Böehey!
Klasik gitarla ‘death metal’, ‘black metal’ falan mı yapıyordu bu çocuk da
insanlar rahatsız oluyordu?!
Sizin rahatsız olduğunuz şey, sanatın aydınlığı... Bilmediğimizi mi
sanıyorsunuz? Siz gürültüden falan rahatsız olmuyorsunuz. Zira kendi
odanızda çalışırken pop müzik dinliyorsunuz Bay Adıgüzel! Siz Beatles’tan,
Rolling Stones’tan, Elvis’ten, Doors’tan, Erkin Koray’dan, Cem Karaca’dan,
John Lennon’dan rahatsız oluyorsunuz. Siz kaliteli müzikten, sanattan
rahatsız oluyorsunuz. Öğrencilerin bağrış çağırışlarına ses çıkarmazken;
kendi odanızda çalan müziği kapatmazken, “Imagine there’s no heaven...”
diyen sanatsever gençleri azarlıyorsunuz! Kendinize aykırı gelen her şeyden
Onur Bayrakçeken
15
rahatsız olduğunuz gibi bizlerin dinlediği müzikten de rahatsızlık
duyuyorsunuz. Saçımızı uzattığımız, Beatles dinlediğimiz, gitar çaldığımız
için bizi ahlaki erozyona uğramış; kendi medeniyetini unutup Batılılaşmış
gençler ilan ediyorsunuz!
Ne yaparsanız yapın ve ne dersiniz deyin beyler, ama şunu bilin:
Sanat güneştir! Güneşi söndüremezsiniz!
(Ayrıca Yazarın Notu: Güneş’in batısı-doğusu yoktur. Güneş her
yerdedir!)
13 Ekim 2009
Normallik Anormalliktir
16
MÜZĐK RUHUN GIDASI,
HATTA DAHA FAZLASIDIR!
Müziğin ruhun gıdası olduğuna dair bir önerme var, biliyorsunuz.
Şunu söyleyeyim; müzik gerçekten de insanı doyuruyor (elbette öyle
boktan ‘Bebek’te üç-beş tur atarım’lar falan hiçbir yeri doyuramaz!). Fakat
ondan da öte, bazen müzik insanı başka dünyalara uçuruyor. Bir nevi
uyuşturucu etkisi yapıyor. Tabii uyuşturucudan farklı olarak sağlığa bir
zararı olmuyor... Doğal olarak müzik dinleyerek uçmak, kendini öldürerek
uçmak gibi aptalca bir davranış olmaktan çıkıyor.
Mesela ben şuanda Pink Floyd’un Set The Controls For The Heart Of
The Sun adlı aşmış ve uçmuş şarkısını açtım. Ancak dinlemiyorum...
Dinlemekten de öte bir şey yapıyorum. Adını koyamadığım bir şey. Sanırım
bir yolculuk. Bu yolculuk da, gerçekte var olmayan ancak insanın var
olmasını istediği bir dünyaya gerçekleşiyor. Şarkı da bu yolculuk esnasında
araç görevi görüyor. Sanki tüm gezegende tek başımaymışım gibi
hissediyorum. Yalnızlık duygusu... Genelde güzel bir duygu değildir ama
bazen çok iyi gelir.
Bazı müzikler sizi uçururken, bazıları da moralinizi düzeltebilir.
Band’den Shape I’m In’i dinlerken hayatın boktan yönünü bir kenara
Onur Bayrakçeken
17
bırakıyorum mesela... Tamamen olumlu şeylere odaklanıyorum. Neşe
doluyorum. Hatta hayal kuruyorum. Đşte bir karavana dört beş arkadaş
doluşmuşuz; yanımızda gitarlarımız, mızıkalarımız, Türkiye’yi dolaşıyoruz.
Hem de nereye gittiğimizi bilmeden! Sadece dolaşıyoruz! Hatta yolculuk
için kadro bile kurdum kendi kafamda. Mesela birkaç örnek vereyim:
Yamaç-Deniz-Su; Đmge-Gaye-Mehmet; Kaan-Gizem-Funda; Cansu-Ece-
Berk falan filan... Bu arada arkadaşların sevgilileri varsa, “Bizi niye
koymadın lan listeye?! Çakaaal. Kızları kapcan di mi?” ya da “Ay ben niye
yokum listede? Aşkımla beraber kötü kötü şeyler mi yapacaksınız
yoksaaa?!” demesinler hiç. Zira bir Yoko Ono faciası yaşamak istemiyorum
karavanımda. Tek sebebi bu!
Her neyse... Bir de müziğin anarşik yanı var. Sex Pistols’tan God Save
The Queen’i dinleyip de aptal düzenlere küfretmeyen adam yoktur
herhalde... Ya da ne bileyim, Ramones’tan Rock’N’Roll High School’u
dinlerken okul basasım (okul basmak. Evet, müdürü okuldan kovup ben
başa geçeceğim ve herkesi uzun saçlı da olsa, kravatsız da olsa, sakallı da
olsa okula alacağım!) geliyor mesela... Bu yalnız punk rock tarafından
insanın ruhuna işletilen bir his de değil... John Lennon’ınImagine şarkısı da
böyle, yahut Pink Floyd’un Another Brick In The Wall’u... Olay tamamen
müziğin ruhuyla alakalı! Müzik asi ise, müziği dinleyen de asileşiyor!
Bakın, müzik sizi var olmayan ancak var olmasını isteyeceğiniz bir
âleme götürerek ‘Dünya’ adını verdiğimiz bu bok çukurundan kısa bir
süreliğine de olsa çekip alıyor; ya da sizin ruhunuzu neşeyle dolduruyor;
isterseniz de sizi anarşikleştirebiliyor! Müziğin ne kadar yüce, ne kadar
Normallik Anormalliktir
18
inanılmaz bir ‘güç’ olduğunu görüyor musunuz? Bir din arayışında olan
arkadaşlara çağrım şu: Müziğin tanrı olduğu bir dine inanalım!
Düşünsenize böyle bir din olduğunu… Hatta bu dinin Đslam kadar,
Hıristiyanlık kadar, Musevilik kadar yaygın olduğunu... Biliyorum yalandan
ibaret olacaktı bu din, ancak bana sorarsanız günümüzde kutsal olarak
addettiğimiz dinler de yalandan ibaret zaten. Yalnızca manevi doygunluk
sağlıyorlar, o da herkese değil. Bana sağlamıyorlar mesela. Bu yüzden de
inanmamayı tercih ediyorum. Eğer bir şeye inanacaksam, beni
mutsuzken güzel bir yolculuğa çıkaran, insanları birbirine
küstürmeyen, aksine dünya barışının sağlanmasında kullanılabilecek
en önemli araçlardan biri olan ve ruhumu hiç aç kalmayacak şekilde
karşılıksız olarak doyuran müziğe inanmayı tercih ederim.
Ayrıca müzik, meleklere ihtiyaç duyacak kadar aciz de değil. Hoş,
gerçek Tanrı da değil. Gerçek Tanrı’nın da müzisyen olma olasılığı ne kadar
yüksek aslında! Veya müzik de Tanrı’nın elçisi olabilir! Đlginç, harbiden
ilginç...
17 Ekim 2009
Onur Bayrakçeken
19
DÜZEN?
Dağınıklık ve düzen... Bu kavramlar çok göreceli kavramlar aslında.
Anneme sorarsak, odadaki her eşyanın belirli bir yerinin oluşu o odayı
düzenli kılar. Babama göre de ‘düzen’in tanımı budur.
Bense düzenin bu (bu ne? Đşte böyle bir soru gelebilir sizlerden. ‘bu’
anamın düzen tanımı oluyor yavrularım) olmadığını söylüyorum. Bugün
dağınıklık denen ve aslında hiçbir eşyanın sabit bir yere sahip
olmamasından ibaret olan, bize öcüymüş gibi anlatılan kavramın da bir
düzen olabileceği hiç aklınıza geldi mi?
Öncelikle kendim bir düzen tanımı yapayım. Düzen bir yerin, kişinin
ya da cismin prensibi ya da sistemidir (aslında başka bir şeydir ama aklıma
bir tek ‘sistem’ kelimesi geldi, kusura bakmayın artık). Dağınıklık da bu
tanıma göre bir düzendir. Çünkü bir önceki paragrafta yaptığımız dağınıklık
tanımına göre, dağınıklığın da belli prensipleri ve sistemi vardır. Hiçbir
eşyanın sabit durmaması odayı dağınık kılarken; kişinin rutin bir yaşamının
olmaması da kişiyi dağınık kılar. Fakat bunlar kişinin seçimidir. Bir odanın
düzeni ‘dağınıklık’ olabilirken, kişi de kendine düzen olarak dağınık bir
yaşamı benimseyebilir.
Bu yüzden de birçok zaman bir evi toplamak aslında o evin düzenini
bozmak, dağıtmak anlamına gelebilir. Aynı şey kişi için de geçerlidir.
Maceracı, rutin bir yaşamı olmayan, dağınık yaşayan bir adamı takım
Normallik Anormalliktir
20
elbiseye sokup bankada çalışmaya yollarsanız o adamı düzene sokmuş
olmazsınız. Keza, dağınık saçlı bir çocuğun saçlarını kestirirseniz o çocuk
daha düzenli olmaz!
Bu konu aslında normallik ve anormallik konusuna benziyor.
Anormallik ve normallik konusunda da bir yazı yazdım. O yazıdan da alıntı
yapayım iyisi mi (bu iki yazıyı aynı anda yazdığımı da belirtmek isterim
efenim. Zaten ilişkili konular esasında...): “Birçok kişiye göre anormallik
kötüdür, öcüdür, boktur, kakadır, görüldüğü yerde kaçılması farzdır... Hâlbuki
aksine, kaçmamız gereken şey bugün normallik diye tanımlanan; tüm
insanların tek tip olması, insanların sıradan ve sıkıcı bir yaşama sahip olması
durumudur. Bu durumda, normal ve hayatın gereği olan şey ‘anormallik’
olmaktadır. Yani esasında normal olan günümüz dünyasında, anormal biri
olarak yaşamaktır. Asıl anormallik, normalliktir! ...”
Tüm bunları yazdıktan sonra varmak istediğim nokta, dünyanın
kaderini değiştirecek bir nokta değil. Fakat benim için önemli. Yani dünya
için küçük ama benim için oldukça büyük bir nokta! Temizlikçi teyze ve
anne... Size sesleniyorum! Ne olur artık düzenimi bozmayın, odamı
“toplama” adı altında dağıtmayın!
22 Ekim 2009
Onur Bayrakçeken
21
NORMALLĐK
ANORMALLĐKTĐR!
Birçok kişiye göre anormallik kötüdür, öcüdür, boktur, kakadır,
görüldüğü yerde kaçılması farzdır... Hâlbuki aksine, kaçmamız gereken şey
bugün normallik diye tanımlanan; tüm insanların tek tip olması,
bireylerin sıradan ve sıkıcı bir yaşama sahip olması durumudur. Bu
durumda, normal ve hayatın gereği olan şey ‘anormallik’ olmaktadır. Yani
esasında normal olan günümüz dünyasında, anormal biri olarak yaşamaktır.
Asıl normallik, anormalliktir! Peki öyleyse neden biz anormalliğe
normallik, normalliğe anormallik diyoruz? Çünkü insanların çoğu, bugün
farklı olmaktan korkuyor.
Herkes aynı şekilde yaşamak zorunda değildir, yaşamamalıdır da.
Hayata takım elbise giydirmeye çalışırsanız, hayatı bunaltırsınız. Ben
bunaldığım zaman tuvaletim gelir. Sanırım hayatın da tuvaleti gelir. Hayatı
sıçtırtmayın! Đnsanlara normal olmaları gerektiğini söyleyip durmayın.
Günümüz normlarına göre normal bir yaşamı olan hangi insan mutlu
ölmüştür, söyleyin bana? Hiçbiri. Belki hepsi mutlu bir yaşam geçirdiklerini
zannetmişlerdi ama hiçbiri farklı olmayı denemediği için gerçek mutluluğu
Normallik Anormalliktir
22
bulamamışlardı. Sahte mutluluklarla oyalanmış, her sabah aynı elbiseyle eve
gitmiş, her akşam aynı saatte eve dönmüş, aynı haberleri okumuşlardı.
Demek istediğim yanlış anlaşılmasın. Bazı insanlar da sabahın
köründe kalkıp, bir üniforma giyip işyerine gitmekten falan hoşlanabilir.
Yaptıkları işten zevk alabilirler. Ona lafım yok. Ancak birçok insan anormal
görünmekten ve ‘anormal’ damgası yemekten korktuğu için sevdiği işi
yapmıyor. Birçok insan, anormalliği kötü sandığı için zevk alabileceği bir
yaşamdan kaçıyor. Farklı fikirler öne sürmekten korkuyor insanlar... Belli
sistemlerin, kalıpların içinde kayboluyorlar. Đşte demek istediğim bu.
Normallik sandığımız şey bireylerin zevklerinin ve kalıplara uymayan
fikirlerinin para hırsı altında ezilmesinden ibaret.
Đnsan toplumun bir parçası olduğunu unutmamalı. Ama bu ona
kendini de unutturmamalı. Anormal olan nedir biliyor musunuz? Her
bireyin günümüz kavramlarına göre normal olduğu toplumlardır. Bu
toplumlar renksiz toplumlardır. Bireyler renkli oldukça toplumlar
renklenecektir. Renkli toplumlar, insanlığı yüceltir! Đnsanlık yücelmelidir!
Bu arada, dünyanın bence gelmiş geçmiş en sözde anormal;
gerçekte normal kişilerinden biri olan manyaklığın kitabını yazmış Keith
Richards’ı da saygıyla anmak istiyorum. Đstediği gibi yaşadı, yaşıyor. En
önemlisi, mutlu! Yaptığı her şey doğru mu? Değil. Fakat farklı. Farklı ve
renkli! Hiçbir kalıba da girmeyen birisi. Kalıpların, sistemlerin üstünde
yaşıyor. Yani o, gerçek bir insan. Unutmayın, insanların sistemlerin ve
kalıpların esiri olduğu bir dünya gerçek ve ideal bir dünya değildir.
Sistemleri insanlar yaratır. Ortak nokta insandır, canlıdır! Fakat bugün
insanları birleştiren etken insan olma özelliği değil; sadece aynı düşünceyi
Onur Bayrakçeken
23
savunma özelliğidir. Bu, farklı düşüncelere sahip insanların kavga
etmelerine sebep oluyor. Hâlbuki belli bir sisteme inanmış insanlar,
sistemlerden öte insan olmanın ve kardeşliğin güzelliğine de inansalar
dünya daha yaşanabilir bir yer olurdu! Keşke herkes Keith Richards, John
Lennon gibi olsa! Keşke herkes farklı düşünse! Keşke herkes kalıpların
dışına çıksa! Keşke herkes tam anlamıyla insan olsa!
22 Ekim 2009
Normallik Anormalliktir
24
NASIL MATEMATĐK
ÇALIŞAYIM YAHU BEN?!
Emeğinin karşılığını isteyen emekçi, sigarasının dumanı yerine
biber gazını içine çekerken; bir öğrenci ‘işkenceci’ eğitim sistemimizin
kurbanı olup zayıf notları nedeniyle intihar ederken; Kürt olduğu için
arkadaşlarımla dalga geçilirken; barış söylemlerinin arkasına saklanılıp
beyaz güvercinlerin kanatları altından silahlar çekilirken; “Ordu ateşi
kessin ama terörist ateşe devam etsin.” “Niye?” “E, barış, demokrasi,
özgürlük,” saçmalığı sürerken; zorunlu din dersleriyle dinsizlik fikri
baskı altına alınmışken; 301. maddeyle Türklük savunuluyor bahanesi
kullanılarak düşünce hürriyeti kısıtlanırken; “amele”, “Kürt”, “Laz”,
“dinsiz”, “imsansız”, “komünist” kelimeleri hakaret olarak
kullanılıyorken; “faşist” kelimesi ise Türk Bayrağı taşıdığı için
insanların suratına, değişik (!) bir kesim tarafından adeta ‘sıçılırken’;
Rijkaard gibi bir adama “hoca değil” denilebiliyorken; Taraftarlık,
şiddet ve küfürden ibaret sanılıyorken; Johan Cruyff’un, Jock Stein’ın,
Dalglish’in (vb.) adını duymamış kişiler futbol bilginliği taslıyorken;
güzel ülkemde Metallica Beatles’tan daha ünlüyken; anarşizm hâlen
terörizmin eş anlamlısı olarak kullanılıyorken; Che Guevera’yı
Onur Bayrakçeken
25
Ermenistan devlet başkanı zannedenler var olmakta iken; okullarda
saç uzatmak -21. yüzyılda bulunmamıza rağmen- yasakken ve politik
görüşler, etnik kökenler, dini farklılıklar dostlukları bitirebiliyorken
nasıl matematik çalışayım yahu ben?!
Đnsanım.
Đnsansın.
Đnsan.
Đnsanız.
Đnsansınız.
Đnsanlar.
17 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
26
YAŞASIN MÜZĐK!
En sıkkın anınızda müzik dinlemek pek bir iyi gelebilir. Ya da en
mutlu anınızda açacağınız bir şarkı en mutlu anınızı boka batırabilir. Hiç bir
etki etmeye de bilir tabii ki etkisiz müzikler genelde gereksiz müziklerdir.
Şöyle bir düşünürsek:
Syd Barrett/Pink Floyd: Ruhunuzda saklı duran uzak âlemlere
‘uçurur’. Hayallerinizin dünyasına yolculuk yaparsınız. Hatta daha ötesine
bile gidersiniz...
The Doors: Zaman zaman garip bir neşe hissi verir. ‘Garip neşe’
hissinin ne olduğunu çözemiyorum bir türlü. Hüzünlü bir neşe... Ancak
neşenin hüzünlü oluşu yada hüznün neşeli oluşu bir çelişki. Kafam pek
almıyor açıkçası. Bu yüzden de bu hissi açıklamam çok zor. Love Street’i
dinlerseniz, ne demek isteyeceğimi anlayacaksınızdır. Ha mesela People Are
Strange, katıksız bir biçimde hüzünlüdür. Neşeli olduğu kesinlikle
söylenemez. Depresif bir havaya büründürür. Ancak hoşunuza gider
(Cidden, hüzünlenmek insanın nasıl hoşuna gidebiliyor onu da
anlayamıyorum. Hepimizin içinde bir mazoşistlik var sanırım). Ayrıca The
Doors, bazı zamanlar anarşik tutumlar göstermenize neden olabilir. Zaten
Jim Morrison hayranı bir insansanız asi hareketlerde bulunma potansiyeline
de sahipsinizdir. E, üzerine bir de Five To Onefalan dinleyince ister istemez
Onur Bayrakçeken
27
isyan ediyorsunuz... Ayrıca My Wild Love, Strange Days, Riders On The
Storm gibi Doors parçaları Syd Barret etkisi yaratır bünyede. Şarkının içine
girersiniz. Hem de her şeyinizle. Kendinizi, şarkının yarattığı bir dünyada
bulursunuz...
Rolling Stones: Doors kadar uzun yazmayacağım. Yalnız, Tanrı bu
adamlara zeval vermesin (aaaaaamiiiin!)! En mutsuz anınızda gülümsemek
için Rolling Stones dinleyin!
Joy Division: Celtic Rangers’a yine 7 atmış olabilir, yıl başı gelmiştir
belki, sevdiğiniz kişinin de sizi sevdiğini öğrenmişsinizdir, meclisi bir sürü
insan basmış ve -Kamer Genç hariç- bütün milletvekillerini bir güzel
pataklamış olabilir, John Lennon’ın Imagine şarkısı gerçekleşebilir,
polisimizin gaz fetişizminden kurtulduğu gün de olabilir bugün! Ancak
Joy Division dinlediğiniz anda tüm bu güzel haberleri unutabilirsiniz. Birden
bire etrafın karardığını hissedersiniz. Kararmaz. Ancak siz öyle
duyumsarsınız. Kalbinizin güneşini kara bulutlar kapatır... Đyi bir şey değildir
bu ancak bazı zamanlar gereklidir. Sebebini bilmiyorum zaten pek de
önemli değil. Sebebini bilseniz de gerekli olacaktır, bilmeseniz de. Ayrıca
Joy Division -ve çeşitleri- da kendinizi dış dünyadan soyutlamanıza yol açar.
Aslında bir nevi alkol gibidir bu tür gruplar. Bağımlılık da yapıyorlar ayrıca,
belirteyim.
The Stooges: Đsyan etmek istiyorsanız oturup dinleyebilirsiniz. Sex
Pistols, Clash, MC5, The Hives, Ramones falan da buna benzer. Raw Power’ı
dinlemeye başlarsınız. Şarkının ortalarına doğru odanızda bir kaç eşyayı
duvara fırlatmış, ya da durup dururken duvara yumruk atmış bulabilirsiniz
kendinizi! Ne işe mi yarar? E stres atarsınız...
Normallik Anormalliktir
28
Dinar Bandosu: En Güzel Kadın Đstanbul’da göbek atar;
Saykodelikzade Mahmut Paşa’da saykodelik diyarlara uçar; Terzi Fikri’de
hayalleriniz kadar var olduğunuzu anlarsınız. Eğlendirir, isyan ettirir,
düşündürür. Üçü bir arada anlayacağınız!
Erkin Koray: Doğu ile Batı’nın, kısacası ‘dünya’nın aslında ne kadar
‘bir’ olduğunu fark etmenizi sağlar erken dönem Erkin Koray müziği. Çok
önemlidir, gerçekten önemli bir şeydir bu.
Daha saymadığım bir torba dolusu (torba dolusu?) grup var. Ancak
şimdi son bir sanatçı (!) yazacağım. Bu yazının amacını o zaman
anlayacaksınız...
Demet Akalın: Serviste giderken, arabada giderken falan dinlediniz
muhtemelen. Đsyan etmenize sebep olmadı. Sizi başka âlemlere götürmedi.
Bebek’te üç beş tur attığını söyleyip durdu. O, (sevenleri kusura bakabilir
umurumda bile değil) yaptığı kalitesiz müzikle zengin olup Bebek’te turlar
atarken; babası, e(k)meğini savunduğu için polisin ‘gaz sıkma fetişizmi’nin
kurbanı olan çocuğun bu hanımefendinin ya da nicelerinin şarkılarını bağıra
bağıra söylemesi ancak Terzi Fikri’den bihaber olması ironik değil mi? Keza,
Working Class Hero’yu hiç duymamış olması da çelişkili bir durum.
Buradan şuraya gelmek istiyorum: Günümüz popüler müziği -
istisnalar hariç- gereksiz, amaçsız, aslında sıkıcı ve tüketim hastalığının aracı
olan bir ‘gürültü’den ibarettir. Gürültü, gereksiz seslerin toplamıyla oluşur.
Rock’n’Roll’a gürültü diyenler için söyleyeyim: Rock’n’Roll gürültü
değildir çünkü gereksiz değildir! Fakat sürekli tüketmemizi isteyen bazıları,
Onur Bayrakçeken
29
bizlere tüketilebilecek kişileri sanatçı olarak sunmuşlardır. Bu kişiler, müzik
dünyasındaki grev kırıcılardır! Kapitalizmin müziği de ele geçirmesine karşı
direnen/direnmeye çalışan grevcilere karşı halkın önüne sunulmuşlardır.
Çok çabuk tüketilirler. Bu yüzden de çok çabuk tüketilen her şey gibi (bknz:
Mc Donald’s, Burger King vb.) büyük rağbet görmüşlerdir.
Gençlik yeni bir dünya istiyorsa önce müzikte değişim yapmalı.
Yalnızca Rock’N’Roll’u kast etmiyorum/savunmuyorum. Bir Zülfü Livaneli’yi
de, Fikret Kızılok’u da kastediyor ve savunuyorum. Keith Richards, John
Lennon, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Syd Barrett... Bunlar Che gibi, Mustafa
Kemal gibi kişilerdir benim gözümde. Müzikal devrimcilerdir!
Bu müzikal devrimcilerin birçoğu için darağacı kurulmuştur. Piyasa
müziğinin kurbanı olmuşlardır. O dünyaya ayak uydurmayı becerememiş,
karşı durmuş, plak şirketleriyle restleşmişlerdir ve en sonunda ‘idam
edilmişlerdir’. Đdam hükmünü verense paradır! Sıra umarım genç müzikal
devrimcilere gelmez. Gelmemesi için var gücümüzle haykırmalıyız:
Popüler kültürün bize dayattığı Demet Akalınlara, Serdar Ortaçlara,
Gökhan Özenlere karşı YAŞASIN MÜZĐK!
20 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
30
EN GÜZEL DÜNYAYA
ADIM ATALIM
Tüm zamanların en çok hamburger yiyen adamı olmak; en uzun
lahmacununu, sosisini, pastırmasını vb. yapmak; en uzağa işeyen kişisi
olmak; en büyük bokunu sıçmak gibi saçma salak rekor denemelerine
girişmek yerine tüm zamanların en güzel cümlesini yazmaya
çalışmadığımız sürece boşuna yaşamaya devam edeceğiz.
Boşuna yaşamaya devam etmek, yaşamaya devam etmemekle eş
anlamlı olduğuna göre, dünyanın en güzel cümlesini yazmaya
çalışmadığımız sürece ölüyüz.
Hayata dönmek için dünyanın en güzel cümlesini yazın, en azından
yazmaya çalışın. Neyle yazmaya çalışacağınız önemi yok. Bir fırça, birkaç
nota, bir kalem, klavye...
Bunları kullanamıyor da olabilirsiniz.
Belki de bir annesinizdir: “Đnsan” ile “sözde insanın” arasındaki
farkın farkında olan bireyler yetiştirin.
Đşçisinizdir: Kendiniz ve sizden sonra gelecekler için direnin.
Onur Bayrakçeken
31
Öğretmensinizdir: Öğrenciler (biz oluyoruz bunlar) olmadan
olamayacağınızı aklınızdan çıkarmadan ve öğrenci haklarını (bizim
haklarımızı yani) unutmadan en doğru sözleri söyleyin.
Serseri olduğu söylenen bir hippisinizdir: En pahalı caddelerde en
boktan botlara (bknz: ugg) bilmem kaç yüz lira para bayılan sözde insanlara
-ki bunlar gerçek serserilerdir- şarkılarınızı söyleyin ve en güzel caddelerde
dolaşan gerçek insanlar yapın onları.
Milletvekilisinizdir: Koltuklarda uyuklayan arkadaşlarınızı uyandırıp,
orada uyumak için bulunmadıklarını ve sizin maaşlarınızı ödeyen insanların
para sıçmadığını hatırlatın onlara (Yazarın Notu: Allah aşkına biriniz yapsın
bunu!).
Doktorsunuzdur: Hipokrat yemininize bağlı kalın...
...Ve insansınızdır: En güzel ve en doğru şekilde yaşayın. Her güzel
yaşam, en güzel dünyaya atılacak birer adım değil midir sonuçta?
En güzel kitabı yazmak bizim elimizde:
Herkes en iyi cümlesini yazsın.
20 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
32
TAŞMAK
Bir kişiyi çok sevmektense, yüz kişiyi biraz sevmek daha kolay gibi.
Ha, daha mı iyi, daha mı doğru orası tartışılır.
Biraz sevdiğin kişiye güvenmen zor olur. Sırrını açman, sevincini ya
da üzüntünü paylaşman pek mümkün olmaz. Ancak biraz sevdiğin bir kişi
de seni üzdü mü çok değil biraz üzer. Hâlbuki çok sevdiğin bir kişinin
üzüşü, biraz sevdiğin yüz kişinin üzüşüne bedeldir (hele bu çok sevdiğin kişi
sadece çok sevdiğin bir dostun değil, çok sevdiğin bir dostundan öteyse
senin için...).
Burada bir ikilem yaşıyor insan. Ya üzüldün mü tam üzüleceksin ama
içini dökmek için güvenebileceğin bir dostun olacak; ya da üzüldün mü az
üzüleceksin ama içini kendi içine dökmek zorunda kalacaksın...
Bir kovaya su doldurmaya başlayın. En sonunda su, taşma noktasına
gelir. Bu aşamada ikinci bir kovaya ihtiyaç duyarsınız. Bu durum da bunun
gibidir. Hüznü ve sevinci paylaşmak lazım. Yoksa dolarsın, dolarsın, dolarsın
ve sonunda taşarsın. Taşmak güzel değildir. Kendini israf etmene gerek
yok. Fazla geliyorsa gözyaşların ve taşıyamayacak duruma geldiysen
dostuna aktarabilmelisin. “Sevinç” için de aynı şey geçerli. Mutluluktan
delirip ne yapacağını şaşırmayı ve en sonunda çırıl çıplak sokağa atlamayı
istemezsin sanırım (ben istemem en azından. Teşhircilikten içeri atarlar
maazallah!).
Onur Bayrakçeken
33
Bu yüzden de suyu taşırmamak için, zaman zaman çok üzülmeyi
göze alıp gerçek bir dost edinmek daha mantıklı gibi geliyor bana. Şu da
var, seni zaman zaman çok üzecek arkadaşın zaman zaman da çok mutlu
edecektir. “Ee,” diyeceksiniz, “O zaman taşmaz mı gene su?”. Taşmaz,
taşmaz. Çünkü bu gibi bir durumda seni üzen de sevindiren de o çok
güvendiğin kişi olacaktır. Bu yüzden de işte, taşacak gibi oldu mu ona
aktarabilirsin gene... Sana fazla gelecek su zaten onundur çünkü. Pay
etmiştir sana bir nevi.
Son olarak, taşan suyun her yanı berbat ettiğini unutmayın. Salona
koyduğunuz bir kovaya su dökmeye başlarsınız. Derken onu öylece unutur
gidersiniz. Anneniz geldiğinde, parkelerin sırılsıklam olduğunu görür. O
anda evde bulunmak istemeyeceğinize eminim. Ben istemem şahsen. Böyle
düşünün. Güvenilir bir dost ikinci bir kovadır ve ikinci bir kova, annenin
terliğinden kaçmanın tek yoludur!
21 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
34
KORKUYOR’UZ
Her şeyden korkuyoruz.
Kork-u Yor’uz.
Evet, biz Korkuyor’uz. “Biz Galatasaraylıyız” gibi bir şey bu.
Kelimelerden korkuyoruz -ve kaçıyoruz- bu yüzden de biz
Korkuyor’uz -ve Kaçıyor’uz- (Yazarın notu: Galatasarayı seviyoruz bu yüzden
de Galatasaraylıyız).
Kelimelerden korkmak düşüncelerden korkmaktır. Düşüncelerden
korkanlar düşünemeyenlerdir. Düşünemiyor’uz. Çünkü düşünmekten de
korkuyoruz. Korkutulduk. Hâlbuki insan olmanın en önemli getirisi ve en
büyük sorumluluğu “düşünmek”tir.
Ne düşündüğünüz önemli değil.
Sadece mantıki düşünceler üretin ve bu düşünceleri tartışmaktan
korkmayın.
Korkmuyor olabilmek için yeni kelimeler üretmeliyiz. Güçlü ve cesur
olmalı kelimelerimiz. Korkuyorların cesur cümleleri! Korkularımızın üzerine
gittikçe onları yeneceğiz. Korkularımızla savaşmak için onlarla taban tabana
zıt kelimeler kullanmak şart. Onlarla alay etmek şart.
Bir ressam var mesela. 1980’den beri birçok korkunun kaynağı. O
insan(!)a kelimelerinizle giydirin. O insan(!)la kelimeleriniz vasıtasıyla
Onur Bayrakçeken
35
savaşın. O insan(!) korkularımızın yansıması. Onunla yapacağımız savaş,
korkularımızla yapacağımız savaş olacaktır.
Düşünebilmek için bir kelime yazın.
Yazdıkça düşünür, düşündükçe yazar insan.
22 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
36
DOSTLUKLAR BÜTÜN,
BÖLÜNEMEZ
Birine ‘faşist’ demek çok kolay. Elinde bayrak, “Şehitler ölmez!” diye
bağırıyorsa ‘faşist’! Bu kadar basit işte. Aslında Mustafa Kemal Paşa’yı
sevmesi bile bazılarınca “faşist” olarak adlandırılmasına sebep olabilir.
Kimin? Đnsanın. Peki faşistse (!) nedir? Köpektir, piçtir, gebermelidir!
Birine ‘vatan haini’ demek de çok kolay. Komünistse ‘vatan haini’!
301’e karşıysa ‘vatan haini’! Hatta bunlara bile gerek yok. Baksanıza, Can
Dündar bir film yaptı vatan haini oldu. Bu kadar basit, bu kadar basit. Bazen
barış istemesi bile bazılarınca ‘vatan haini’ olarak adlandırılmasına sebep
olabilir. Kimin? Đnsanın. Peki vatan hainiyse (!) nedir? Köpektir, piçtir,
gebermelidir!
“Đnsanlar farklı düşünebilir beyim.”
“Đnsanlar ‘aynı’ yaratılmamıştır hocam.”
“Hacı barış gelsin, demokrasi olsun be!”
“Hepimiz kardeşiz yahu!”
“Üç günlük dünya siktir et...”
Onur Bayrakçeken
37
Ya bu cümleler? Bunlar kimin? Aynı insanların...
Đnsanlar farklı düşünebilir. O yüzden mi senden farklı düşündüğü
için bir insan ‘gebermelidir’?
Đnsanlar aynı yaratılmamıştır. O yüzden mi herkes “vatan millet
Sakarya” ya da herkes “yaşasın Marksizm!” sloganları atmak zorunda?
Demokrasi olsun. Sen sana ters gelen düşünceye ‘faşist’ veya ‘vatan
haini’ derken, kavga etmekten başka bir şey yapmazken nasıl gelecek bu
demokrasi?
Hepimiz kardeşiz. Öyleyse niye kardeşliğimizi siyasi görüşlerimizin
bir adım önüne çıkarmıyoruz?
Üç günlük dünya. Bu yüzden doğru dürüst tartışmak yerine,
birbirimize öldüresiye saldırıyoruz değil mi? Bu yüzden Molotof kokteylleri
uçuyor havalarda... Yağmur damlalarının düşmesi gereken sokaklar
mermilerin akıttığı kan ile ıslanıyor.
Önerdiğim şey apolitik olmak falan değil kesinlikle. Đdeolojin olabilir,
hatta belki de olmalıdır (ideoloji karşıtlığı da bir ideoloji olarak
değerlendirilebilir bu arada, sanırım). Fakat ideolojiler insan, dostluk,
kardeşlik gibi kavramları “dövmeye” başlarsa bir sorun var demektir.
Türkiye’nin en ünlü komünistlerinden Nâzım Hikmet bile hasta
yatağında yatan yaşlı bir milliyetçiyi ziyaret ediyor, kendisine, “O milliyetçi
değil mi? Niçin yanına gittiniz?” diye sorana ise, “Adam davasına inanmış,
saygı duymak lazım,” diye yanıt veriyorken; on-beş yirmi yaşlarındaki
dostların, politik görüşleri sebebiyle birbirlerine girmeleri anlamsız geliyor
bana.
Normallik Anormalliktir
38
Ahmet Kaya dinleyen ülkücülerin ve Arif Sağ dinleyen komünistlerin
daha da artması dileğiyle haykıralım:
DOSTLUKLAR BÜTÜNDÜR, BÖLÜNEMEZ!
24 Aralık 2009
Onur Bayrakçeken
39
ÖĞRETMENĐM, CANIM
BENĐM CANIM BENĐM (!)
“Evladım,” diye başlar her cümleleri. Sonra sırayla okul tuvaletlerinde
içilen sigaradan, çıkan kavgalardan, dersin düzenin bozulmasından,
duvarlara ve sıralara yazılar yazılmasından dem vururlar.
“Terbiyesizler. Burada ailenizin de terbiyesini yansıtıyorsunuz. Çok
mu şey istiyoruz sizden? Azıcık saygı, ahlaksızlar!” diye devam eder her
cümleleri. Sonra bir çocuk hakaretlere dayanamaz. Ağzını açmaya kalkar.
Artık o çocuk bütün öfkenin hedefidir. O pek çok zaman bir “Hayvan!”,
zaman zaman “Oynak!”, arada bir de “Geri zekâlı!” olmuştur. Birkaç dakika
sonra ise, tek “Hayvan!”ın ‘o’ olmadığı söylenir çocuğa – ve tüm sınıfa.
“Bundan sonra görürsem disipline gidersiniz ha!” diye biter her
cümleleri. Bundan sonra görürler de... Hemencecik bir disiplin dilekçesi
yazılır. Sorun çözülmüştür! Mişyın kompleyt!
Öyle mi gerçekten?
“Evlat”, sigara içtiği için serseri; öğretmenlerle tartıştığı için aptal;
duvara kurşun kalemle yazı yazdığı için terbiyesiz; kırk beş dakikalık
işkenceden biraz olsun kurtulabilmek adına arkadaşıyla birkaç kelime
etmek istediği için ahlaksız ve saçını uzattığı için bilinçsizdir. Serseriler,
Normallik Anormalliktir
40
aptallar, terbiyesizler, ahlaksızlar ve bilinçsizler disipline gidip uzaklaştırma
cezası alırlar. Üç gün sonra yine serseri, yine aptal, yine terbiyesiz, yine
ahlaksız ve yine bilinçsiz olarak okula dönerler.
“Onlar”, kırk beşer dakikadan günde yedi ya da sekiz ders
işkencesine karşın öğrencilerin teneffüslerinden de ikişer üçer dakika
çaldıkları için adaletli; öğrencilere haklarını ve okul kurallarını okumadan
onları cezalandırdıkları için pek bir zeki; derste dinsizlere ‘geri zekâlı’ ya da
‘aptal’ dedikleri için baya bir terbiyeli ve öğrencilerin neden sigara içtiğini
sorgulamayıp sorunu çözmeye çalışmak yerine, salt cezalandırmayı
düşündükleri için mükemmel idarecilerdir. Her zaman haklı olandır onlar.
Yanılmazlar, haksız olamazlar. Doğanın kanununa aykırıdır bu!
Ne yaman çelişki... Kafası saçma sapan bilgilerle doldurulan, aşırı
ders saatleriyle işkence görenler stres atmak için sağlıksız yollara
başvurdukları zaman suçludur; işkence gördürtenler suçsuzdur. Dinsizlere
edilen hakaretlere dayanamayıp da ‘konuşanlar’ suçludur; hakaret eden
suçsuzdur. Okul kurallarını bilmeyenler suçludur; öğretmeyenler suçsuzdur.
Derse geç girenler suçludur amma beş-on dakika teneffüsten çalanlar
suçsuzdur (Derse girerken zaman kaybı yaşanıyor ama çıkarken nasılsa
önemli değil, di mi?!).
Oh, ne âlâ memleket!
Suçlu baştan belli. Suçu ya da disiplinsiz davranışı yaratan nedenler
önemli değil. Kellesi alınacak kişi: Öğrenci. Şaşmıyor hiç... Sorun çözülüyor
mu peki? Yanıt vermeye gerek bile duymuyorum. Siz kendi kendinize
verirsiniz doğru cevabı...
Onur Bayrakçeken
41
Son olarak: “Öğretmeniiiiim... Canım benim canım benim seni beeen
peeeek çok peek çok severiiim!” (!)
Mühim Not: Đstisnaları kalbime alıyorum. Öğrencisinin her zaman
arkasında olan öğretmenler de tanıdım. Bizim haklarımıza saygı gösteren
öğretmenlerim de oldu. Mesela altı, yedi ve sekizinci sınıftaki sınıf
öğretmenim -ki aynı zamanda Đngilizce öğretmenimdi- Sayın Nesrin Poslu...
Önce insan, sonra öğretmendi. Şüphesiz, bu yazının muhatabı olabilecek en
son kişidir kendisi. Nesrin hocam dışında Selda (Yerlikaya) hocam, Dilara
(Sungur) hocam, Ali (Baydar) hocam, Şükrü (Solmaz) hocam falan... Daha
çok öğretmenim oldu böyle. Adlarını anamadığım için kusura bakmasın
onlar da. Sevgiler hepsine...
26 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
42
ŞEY OLMAK
ya da
HER ŞEY OLMAK
Bizi şey sanıyorlar...
Şey...
“Ney?” Şey işte yahu... “Şey” sanıyorlar bizi, bir küçük “şey”!
Nedir bu “şey”? Hiçtir aslında. Tanımlanamayan varlıklardır şeyler.
Tanımlayamadığımız, belki tanımlamak istemediğimiz varlıklardır.
Bize insan demişler. Sonra bakmışlar toplanıyoruz, olmuşuz halk. Đçi
yalanlarla dolu (ki bu esasında boş olduğu anlamına gelir) kelimeleriyle
bizleri tanımlamışlar. Daha doğrusu, tanımsızlaştırmışlar. Bizler, halk
olarak adlandırılan, oy vererek kendini temsil edenleri seçen, yönetimi
elinde bulunduran (!) şeyler olmuşuz. Biz onları seçeriz, onlar da bizim
oylarımızla ağzımıza sıçarlar...
Kısacası halk, bir kesimin gözünde, kerizlerden farkı olmayan bir
grup şeyin eş anlamlısıdır.
Onur Bayrakçeken
43
Yalan mı? Ülkemiz için pek değil maalesef. Fakat düzelebilir. Ne
zaman ki halk kelimesinin içini doğrularla doldurursak, o zaman şey
olmaktan çıkıp her şey oluruz.
Bu 1919’da yaşandı. Halk, her şey oldu.
Günümüzden örnek verirsek, Venezüela’da şimdilerde şey olanlar
bilmem kaç sene önce halkı kandıranlar!
Bu gün Türkiye’de halk hiçtir. Çünkü kendi gücümüzü bilmiyoruz.
Bize inandırılanlara inanıyoruz ve kendimizi, onların bizi gördüğü gibi
görüyoruz: ŞEY olarak yani... Basit bir ŞEY... Bu yüzden de onca şikâyetin
ardından gelen değişilmez cümle şu oluyor:
“...Ama n’apalım? Böyle gelmiş, böyle gider...”
Bok gider.
27 Aralık 2009
Normallik Anormalliktir
44
ĐNSA(N)FSIZ DÜNYA
Çok insa(n)fsız bir dünya.
O kadar ki, okuma şansı bile verilmiyor insanlara. Çünkü fakirler:
Paraları yok. Sonra eşitlik ve adaletten bahsettiklerinde birileri çıkıp: “E,
okusalardı... Ben okudum o kadar, daha çok maaş alacağım tabii,” diyor.
Hem insafsız, hem insansız bir dünya. Đnsansız olduğu için
insafsız... Daha doğrusu, az insanlı bir dünya... Sindirilmiş, az sayıda insan...
Maalesef ki dünyada insanlar bir azınlık. Bu gerçeği görmek lazım.
Çoğunluk olansa insanımsılar. Bunlar da iki gruba ayrılıyor: Benciller (ki
bunlara şerefsiz, adi, hırsız gibi isimler verilebilir) ve yalakalar.
Şimdi, bu benciller dünyayı yöneten küçük bir grup. Onlarda para
bok ve paradan başka amaçları, değerleri yok! Đnsanlık falan bilmezler. Barış
ve demokrasi çığırtkanlığı yaparlar. Hâlbuki gökyüzüne saldıkları o kuş,
beyaz güvercin maskesi takmış bir akbabadan başka bir şey değildir.
Gözünü ezilmiş uluslara ve ezilmiş ülkelere, özgür ve bağımsız insanlara
dikmiş bir akbaba!
Yalakalar ise çoğunluktur ve çoğu kötü niyetli değildir. Saflardır.
Aslında çarkı döndüren de bunlardır. Sistemin değişemeyeceğine o kadar
inan(dırıl)mışlardır ki, mücadele etmeyi ya da konuşmayı gereksiz
görürler. Çoğunluk olduklarının farkında değillerdir! Azınlık olduklarını, hiç
bir şeyi değiştiremeyeceklerini sanırlar... Bazıları ise çoğunluk olduklarını
Onur Bayrakçeken
45
bilirler ancak bir gün o bencillerin arasına girebileceklerini umut ederler.
Bunlar biraz adidir, biraz da aptaldır esasında. Olay şudur: Benciller onlara
bir havuç uzatmıştır, onlar da bu havucun peşinden koşmaktadırlar. Her
adımda yaklaştıklarını düşünürler havuca... Hâlbuki havuç, bir sopaya
bağlıdır ve sopa da bencillerin elindedir. Đstedikleri zaman çekerler sopayı,
istedikleri zaman burnunun dibine getirirler, istedikleri zamansa ağzına
verirler! Sonuç olarak, benciller ne isterse o olur...
Ancak, elbet bir gün yalakaların sayısı azalacaktır. Elbet insanlar
daha güçlü olacaklardır bir gün. Elbet bütün insanların eşit doğacakları bir
dünya gelecektir. Ne zaman mı gelecektir? Umutsuzlar emin adımlarla
yürümeye başladıklarında gelecektir... Bir gece, tüm dünyada bayraklar
yükselip hayırlısıyla o bencillerin münasip bir yerlerine girecek ve gecenin
sonunda güneş her zamankinden güzel, her zamankinden büyük olacaktır!
Ben istiyorum o günü. Siz de isteyin! Đsteyin ki gün gelsin, devran
dönsün!
3 Ocak 2010
Normallik Anormalliktir
46
KÂBUS
Bir gün, tüm zamanların en güzel, en heybetli, en şöhretli, en
popüler, en güzel ve en çekici çiçekleri bile kendi kırlarında gezinmekten
korkacak.
Kâbus olmayacak bu. Böyle giderse, yani duyarsızlık (ki bu birçok
zaman para ile eş anlamlı olabiliyor) tüm insanlığa hâkim olursa, gerçek
olacak.
Hem de nasıl bir gerçek... Yağmur yağmayacak. Çiçekler bir yudum
su için Allah’a yalvaracak. Ağlayacağız, gözyaşlarımızla beslemek için onları
(geç de olsa farkına varmışızdır, onlarsız olamayacağımızın)... Onlar ise
toplu intihara yeltenecekler. Çünkü bizim gibi onursuz değiller.
Engelleyemeyeceğiz, bırakacaklar kendilerini bu dünyadan boşluğa
doğru... Onlar öldükçe, biz de öleceğiz. Biz acı çekeceğiz hem de.
Kuruyacağız, kanımız buharlaşacak, damarlarımız birbirine yapışacak, bir
deri bir kemik kalacağız...
Çiçeklerin suçu yok. Biz onların yavaş yavaş öldüğünü sanırken,
onlar Cennette çiftetelli oynuyor olacaklar. Solan biz olacağız. Ruhen ölmüş
olan çiçekler, ağaçlar ve diğer bilumum bitki türleri acı çekmeyecek fakat
yavaş fiziki ölümleriyle bize işkence edecekler. Etmeliler belki de...
Düşünsenize etmediklerini: Dünyanın içine sıçmanın vermiş olduğu yoğun
vicdan azabıyla ölebilir misiniz gerçekten?
Onur Bayrakçeken
47
Sanırım “evet” beyefendi, hanımefendi, topefendi... Vicdanın(m)ız
olsa bu kâbusu görme ihtimalinden bile söz etmeyiz zaten. Vicdansızlığımız
sebebiyle kâbuslarla uyanıyoruz her sabah. Vicdansızlığımız sebebiyle
kâbuslarla uyuyacağız her gece...
8 Ocak 2010
Normallik Anormalliktir
48
SEN, BEN, BĐZ
“‘Bu maskenin altında etten fazlası var.
Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirler kurşun geçirmez!”
V
Ermeni soykırımı yoktur. Lakin, “Vardır,” diyen de olacaktır. “Vardır,”
dediği için kimseyi zank diye vatan haini ilan edemezsin. Ondan da öte,
öldüremezsin.
Đnsanlar farklı düşünür, farklı görür. Herkes aynı düşünse, aynı
şekilde görse, aynı şeye inansa sen’in ne anlamın kalır ki? Sen, ‘o’ ya da
‘ben’ değilsin. Sen, sen’sin. Ben, ben’im. Ben ve sen, biz’iz. Biz Mila Kunis’in
gözleri gibiyiz: Đkimiz de ‘göz’üz, renklerimiz farklı. Birimiz olmadan,
diğeri yalnız ve anlamsız kalır.
Biz, ‘ben ve ben’ olmadığımız için aynı düşünmek zorunda değiliz.
Biz, ‘sen ve ben’iz. Sen, ben olmadığına göre senden benimle aynı
düşünceleri paylaşmanı bekleyemem.
Sana sıkılan kurşun, biz’e sıkılan kurşundur.
Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bombayla, Hrant Dink’in
ensesine adice saplanan o kurşun arasında fark yoktur. Đkisi de bir
düşünceye, inanca kastetmiştir. Đnanç ve düşünceye kastedenler, insanlığa
kastedenlerdir.
Onur Bayrakçeken
49
Hrant Dink adice öldürülmüştür. Ermeni Soykırımı’nı savunur.
Uğur Mumcu adice öldürülmüştür. Atatürkçüdür.
Yaşasalardı ve Ahmet Taner Kışlalı bugün öldürülmüş olsaydı, ikisi
kol kola girip Kışlalı’nın katillerine karşı yürürlerdi. Đkisi de farklı
düşüncelerde. Đkisi de insan. Đkisi de ‘biz’. ‘Biz’e sıkılan kurşunu, yani
insanlığa sıkılan kurşunu nasıl olur da “vatanseverlik” adı altında
meşrulaştırmaya çalışabilirsiniz? Đnsansız vatanın anlamı yoktur; Đki karşıt
düşüncenin beraber yaşayamadığı bir demokrasinin anlamı olmadığı gibi...
Hrant Dink, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu,
Sabahattin Ali, Abdi Đpekçi, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok,
Sivas’ta yakılan otuz üç canımız ve daha niceleri. Hepsi aynı düşünmüyordu
ancak sonlarını getiren piç kurusunun adı aynıydı: Faşizm.
Faşizme sesleniyorum: Fikirler kurşun geçirmez, patlamaz,
yanmaz!
Biz kazanacağız. Biz insanız...
16 Ocak 2010
Normallik Anormalliktir
50
POLĐTĐKLER - APOLĐTĐKLER
Sözde meclis, gerçekte ring olan sevgili TBMM’mizde birbirine giren
adamlar; kırk yıldır ağız değiştirememiş, aynı ağızla muhalefete mahkûm
kalmış solcumsular; kafatası, soy, sop meraklıları; ameleleri aşağılayanlar;
örgütsüzleri apolitiklikle suçlayanlar; hippileri boş yaşayan asalaklar olmakla
itham edenler; farklı düşünmeye kafası yetmeyenler; kalıbına sığanlar;
Nişantaşı’nda yemek yiyip, Bağdat Caddesi’nin kaldırımlarını ayağındaki
UGG’larla ezen ve Nişantaşı-Bağdat Caddesi ikilisini kendine mekân
belle(ye)memiş insanlara (mesela işçilere, çingenelere) ‘düşük insan’
gözüyle bakıp Deniz Gezmiş’in ölüm yıldönümünde devrimci olan (!)
insanımsılar; bilmeden konuşmak suretiyle siyaset yapanlar; “Beni o işçiler
değil, millet seçti uleeeeen!” şeklinde saçmalayıp işçiyi milletten
saymayanlar; aykırı düşüncelerin üzerinden tanklar geçirenler... Hayatın
renklerinden bihaberler... Bunlar, özgür düşünenleri apolitikle suçlayıp
politik geçinenler. O kadar politikler ki, bir düşünceyi mantıklı da bulsalar
ideolojilerine ters diye reddederler. O kadar politik ki bu herifler,
saçmalamakta, kavga etmekte ve halkı söğüşlemekte üstlerine yoktur.
Bunlar o kadar politiklerdir ki, farklıları aşağılamak konusunda mastır
yapmışlardır. O kadar politiktir bunlar!
Kalıplara girmek istemeyenler; özgür düşünebilenler; kafatası, soy,
sop merakıyla yanıp tutuşmayanlar; örgütsüz düşünürler; Deniz’le Nişantaşı
Onur Bayrakçeken
51
arasındaki çelişkiyi çözebilenler; karşıt düşünceleri saygı gösterenler yani
‘gizli faşist’ olmayanlar; savaş karşıtı, müzisyen hippiler; beyaz zenciler;
çingeneler... Hayatın renklerini oluşturan kişiler. Bunlar, politik
geçinenlerin apolitiklikle, üretmemekle suçladıkları o apolitikler. Savaş
karşıtları, ırkçılık karşıtları, müzikle yaşayanlar... O kadar apolitikleşmişler ki,
“Amerika Vietnam’dan Defol!” falan diyorlardı zamanında. O kadar
apolitikleşmişler ki, “Ucuz koltuklarda oturanlar el çırpsın, pahalı
koltuklarda oturanlar mücevherlerini şıngırdatsalar da olur,”* diye kraliçeyi
ti’ye almışlar. O kadar apolitik bunlar…
Ah bunlar var ya, bunlar!..
*: John Lennon’ın bir konserde, Twist And Shout’u çalmaya
başlamadan önce konseri izleyen Đngiltere Kraliçesine dönerek söylediği söz.
9 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
52
DEVRĐM ETEĞĐN ALTINDA
Dinar Bandosu’nun “Aya Da Gidelim Osman” albümünden “Mini
Etek” adlı bir şarkı var. Şarkıda, “Devrim eteğin altında” deniyor. Diyorlar da,
ne diyor bunlar?
Şimdi şöyle bir düşünüverdim. Devrim nedir? Bana sorarsanız, basit
bir şeydir devrim. Đnsanın, insan olmasıdır bir kere. Zaten bu kavramı
oturttuğumuzda gerisi gelecektir. Sonuçta, insanın insan olabilmesi için
fırsat eşitliğinde ntutun, kardeşliğe, sömürüsüzlüğe kadar birçok gerek
vardır.
Peki biz devrime nasıl ulaşacağız? Evet, tanklarla, tüfeklerle devrim
yapabiliriz. Bir adam gelir ve hop: DEVRĐM OLDU! Fakat unutmamamız
gereken çok önemli bir nokta var: Başın seçtiği ayakkabı, ayaklara uymazsa
o vücut yürümez! Yani devrimi sadece siyasal olarak düşünürsek yanılırız.
Đnsanların kendi benliklerinde de devrim yapmaları gerekli. Hatta ilk orada
yapmaları gerekir sanırım. Azıcık manyaklaşmalı, günümüz normlarında
‘anormal’leşmeliyiz belki...
Her neyse... Şu söze dönelim tekrar. “Devrim eteğin altında.” Grup
bu sözlerle neyi kast etmeye çalıştı bilmiyorum. Ancak benim çıkardığım
şey şu: Devrim yeniden doğuştur. Devrim, bir diriliştir. Eteğin altını
kaldırırsanız, bir bebeğe varacak yola ilk adımınızı atarsınız. Derken doğar o
bebek. Sonra bir bakmışsınız: “Güne bakıyor bebek, büyüyen yumruğuyla!..”
Onur Bayrakçeken
53
Evet, devrim eteğin altında. Tabular yıkıldığında, herkes kendini
yıkıp tekrar dirilttiğinde gelecek asıl devrim. Bağnaz ya da isteksiz bireylerle
nasıl devrim gerçekleşebilir sonuçta?
Eteği kaldırın! Herkes kaldırsın etekleri! Siz de kızlar. Haydi, açın
eteklerinizi. Şimdi devrim zamanı! Bu ne troçkist, ne stalinist, ne anarşist bir
devrim. Bu insani, hayvani, tabii ve hakiki bir devrim!
14 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
54
TIRSMASAM
GERÇEKLEŞTĐRECEĞĐM
DĐYALOG
“Oğlum, derste niye kitap okuyorsun evladım?!”
Đşte başlıyoruz...
“Bana kattığı şey daha fazla hocam. Polinom sıkıcı ayrıca.”
“Ne biçim söz o evladım?! Okuduğun kıytırıktan kitap mı
polinomdan daha yararlı?”
“Beyaz Zenciler? Kıytırık?”
“Beyaz Zenci mi olur zaten? Saçma sapan şeyler okuyorsunuz!”
Đşte bunu kastediyordum.
“O öyle değil ama hocam... Neyse. Evet, hem daha yararlı hem de
daha zevkli.”
“Oğlum niye sıkılıyorsun?! Zevk almaya çalış!”
Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak.
“Neden Fenerbahçelisiniz hocam?”
“Saçma sapan sorular sorma da bana cevap ver!”
Lâ havle...
Onur Bayrakçeken
55
“Bilmem hocam. Sıkıcı olduğu içindir belki?”
“Madem bu ders yararsız, sıkıcı… Girme derse!”
He oldu, devamsızlıktan kalalım di mi ciğerim?
“Tamam hocam. Kapatıyorum kitabı. Yalnız bi’ şey soracağım. Beyaz
Zenciler’i okudunuz mu?”
“Okumadım. Lazım da değil.”
“Belli oluyor hocam.”
“Nereden?”
“Son cümlenizden. Daha doğrusu, hemen hemen tüm
cümlelerinizden. Hocam bir anlaşma yapalım mı?”
“Ne anlaşması?”
“Ben kitabımı okumaya devam edeyim. Siz de geleceğin
memurlarını, mühendislerini yetiştirin. Onlar da büyüsünler, bulabilirlerse
bir iş bulsunlar. Sonra da monoton ve sıkıcı hayatlarını yaşayıp, yaşlansınlar.
Aldıkları üç kuruş emekli maaşıyla da ölsünler. Bu sırada ne isyan etmek
akıllarına gelsin, ne hak aramak.”
“...”
Bir gün böyle bir diyalog yaşayacağım herhangi bir öğretmenimle.
Ama ne zaman bakalım? Bence herkesin, tüm öğrencilerin bu diyalogu
yaşadığı gün eğitim sistemimiz, daha doğrusu ülkemiz, daha daha doğrusu
dünyamız daha güzel olacak.
15 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
56
KISMEN
GERÇEKLEŞTĐRDĐĞĐM
DĐYALOG
“Evren mükemmel yaratılmıştır evlâdım. Bu kadar mükemmel bir
evren, böyle bir düzen, böyle harikulade bir sistem tesadüfen var olamaz.
Onu yaratan müthiş bir varlık olmalıdır. O da Allah’tır!”
“Allah’ı yaratan kimdir hocam o zaman?”
“Tövbe yarappi! Allah yaratıcıdır yavrum.”
Bayağı iyi bir cevap oldu yani. Çok açıklayıcı.
“E hocam evreni yaratan varsa, Allah’ı da yaratanın olması gerekmez
mi?”
Hah, çatıldı kaşlar.
“Ne münasebet! Yaratıcıyla yaradılanı bir mi tutuyorsun?”
Kavram karmaşası yaşıyoruz esasında.
“Ya hocam, şimdi, evren mükemmel bir biçimde yaratılmıştır di mi?
Hiçbir aksaklık yoktur evrende.”
“Evet.”
“Ve siz diyorsunuz ki, böyle bir sistem tesadüfen var olmuş olamaz.”
Onur Bayrakçeken
57
“Öyle. Bilimsel olarak mümkün değil yani.”
Bilim mi? Oh my god! Was ist das?
“Peki bu durumda Tanrı mükemmel bir varlık değil. Öyle mi?”
“Hâşâ! Ne alakası var?”
“E, hani mükemmel varlıklar tesadüfen oluşamıyordu? Evren de
mükemmel Tanrı da. Ama evren kendiliğinden oluşamıyor, Tanrı oluşuyor.
Nasıl oluyor?”
Şimdi konu değişmezse ne olayım!
“Evladım bunlar akıl üstü şeyler. Đnsan aklı almaz bunları.”
“Hocam o zaman bayağı geri zekâlıymışız biz. Đnanmamız gereken
şeyi bile aklımız almıyor.”
Mükemmel Tanrı’nın en mükemmel işi evrense, dünyanın hali ortada!
Đnsan da her şeyiyle mükemmel yaratıldıysa, onun mükemmelliği (!) daha da
ortada. Şimdi gene değişecek konu sanırım...
“Dinde özgürlük var. Senin bileceğin iş tabii.”
“Cehennemde yanma özgürlüğü mü?”
Düşünce suçundan hapis yatmak gibi aynı...
“Ee, sen bir robot yapsan da robot dediklerini yapmasa ne
yapardın?”
Evet, işte bu! Tanrı’nın bizi robot gibi gördüğünü biliyordum. Var olan
dinlerde en azından.
“Cehennemde sonsuza dek yakmazdım!..”
15 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
58
NEDEN SORUSU VE SIÇMAK
“Neden” sorusunun cevabını bulmadan çözüme ulaşmaya çalışmak,
sıçmadan yaşamak kadar olanaksızdır. Ayrıca bu sorunun yanıtını aramadan
bir hayat geçirmek de gene sıçmadan yaşamak kadar zevksizdir, sıkıcıdır.
Dünyada bilmediğimiz milyonlarca bilgi var. Bu müthiş bir şey
aslında. Sürekli bir arayış, bir “ha buldum, ha bulacağım” heyecanı içine
olmak çok hoş bir duygu. Merak güzel şey. Mesela şu an bunları yazarken
bile merak ediyorum: Acaba bir gün gelecek ve tüm bilinmeyenler bilinecek
mi?
Belki evet. Belki öyle bir gün gelecek. Ancak insan, doğası gereği
daha iyisini bulmak için çalışacak. Sürekli bir arayış içinde olacak. Bir bilim
adamını ele alalım mesela. Kendi alanında uzman bir bilim adamı... Bildiği
birçok şeye rağmen, daha fazlasını öğrenmek için araştırmalar yapar. Ya da
bir gezgin: Tüm dünyayı gezer. Ülkesi yetmez ona. Sonra, bir müzisyeni
düşünelim. Yeni, özgün bir şeyler yapabilmek için çabalar. “Oldum” diyenler
kaybeder her zaman...
Peki böyle bir arayış içinde olmayan, çaba göstermeyen kimse mi
yok? Olmaz olur mu? ‘Ot’ dediğimiz tipler var. Bunların çoğu baba parası
yiyen zengin aile çocukları. “Neden” aramaya ihtiyaçları olmaz; çünkü
onların ruhları acıkmak, acıkmadığı için de doyma ihtiyacı hissetmez.
Onların ruhları paradır. Parasız kaldıklarında, yani ruhsuz kaldıklarındaysa
Onur Bayrakçeken
59
tek bir şey yaparlar: Ağlarlar, zırlarlar. Çünkü onlara kimse her şeyin bir
nedeni olduğunu öğretmemiştir. Tıpkı çalışmayı ve “aramayı”
öğretmedikleri gibi. Bu dünyada var olmak için her şeye sahiptirler. Ancak
sıçmayı bilmezler. Altın kaplı klozetlerine oturur, ıkınırlar. Onların yaptığı
şey boşaltım yapmaktır. Sıçmak ise apayrı bir şeydir. Onlarsa bunu
bilmezler. Sıçmayı bilmeyen insan, yaşamayı bilmeyen insandır!..
16 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
60
CENNET
Tüm yollar iki kapıya çıkacak: Ya var olacağız, ya yok! Kıyamet falan
diyorlar ya hani. Yok öyle bir şey. Biz kendi kendimizin kıyameti ya da
yaşamı olacağız. Biz kendi cennetimizi ya da cehennemimizi yaratacağız.
Her şey insanın elinde. Bunu görmek zor değil. Savaşları bitirmek
zor mu? Hayır değil. Đnanmak lazım ama... Fırsat eşitliğini sağlamak da zor
değil. Sömürüyü bitirmek de kolay. Zebanilere karşı direnmekte olay.
Zebaniler ve şeytanın yandaşları az kişiler. Lakin şu anda direnişçiler
(insanlar) de az. Arada kalmışlar var. Korkaklar ve yavşaklar. Bunları
insanlaştırırsak kazanırız.
Tüm arada kalmışlar insanlaşacak bir gün. Tüm insanlar, kendi
topraklarındaki zebanileri kovacaklar bir gün. Cehennem cennet olacak bir
gün. Bunun için tüm insanların aynı ideolojide birleşmeleri gerekmez.
Bakın, TEKEL Đşçilerinin hepsi aynı görüşte miydi? Değillerdi. Fakat ortak
noktalarını fark etmişlerdi: Hepsi eziliyordu.
Bir gün insanlar da ortak noktalarını fark edecek. Đnsanlar, yani biz,
eziliyoruz. Bu bizim ortak noktamız. Ondan da öte hepimiz insanız. Bir gün,
herhangi bir teori ışığında değil, pratikte vücut bulan insanlık onuru
ışığında tüm halklar ayaklanacak.
Onur Bayrakçeken
61
O günü mal gibi oturarak beklemeyeceğiz elbette. O günü iple
çekeceğiz kendimize doğru. O ipe ne kadar çok insan asılırsa, o kadar hızlı
gelecek cennet.
Elbet bir gün, ölmeden cennette yaşayacağız.
17 Şubat 2010
Normallik Anormalliktir
62
BĐR ERGENDEN
AFORĐZMAMSILAR
Normallik anormalliktir!
Sebebini öğrenmeden kavgaya atılanlar aptaldır. Sebebini
öğrenmeden Pisagor Kanunu’nu kabul edenlerse daha aptaldır.
En güzel kitabı yazmak bizim elimizde: Herkes en güzel cümlesini
yazsın.
Müzik, zararsız tek uyuşturucudur.
Sanat Güneş’tir ve Güneş’in batısı-doğusu yoktur. Güneş her
yerdedir, her göktedir.
Tanrı diye taptığınız şey, adaletsizlikten başka bir şey değil. Gerçek
Tanrı çok, çok uzaklarda size bakıyor ve gülüyor. O hepinizi kandırdı!
Tüfekler insanlığın can düşmanıdır.
Onur Bayrakçeken
63
2010 yılı itibariyle Türkiye’de -halen- “zengin diktatörlüğü” var ve
buna -halen- “demokrasi” deniyor.
Göte göt diyemeyen adam, en iyi ihtimalle, Can Yücel’in göt dediği
adamın şakşakçısı; en kötü ihtimalle de o götün kendisi olur.
Ben bilimsel sosyalizm, troçkist sosyalizm, anarşist sosyalizm,
özgürlükçü sosyalizm falan bilmem. Tek bildiğim, kapitalizmin vahşetin
diğer adı olduğu!
Vicdansızlığımız sebebiyle kâbuslarla uyanıyoruz her sabah.
Vicdansızlığımız sebebiyle kâbuslarla uyuyacağız her gece...
Normallik Anormalliktir
64
YAZARYAZARYAZARYAZAR HAK HAK HAK HAKKINDAKINDAKINDAKINDA
Onur Bayrakçeken, 3 Şubat 1994'te Đstanbul'da doğdu. Beş-altı yaşlarında
kafasından uydurduğu hikâyelerle edebiyata adım attı denebilir. Ancak asıl aşama
kaydettiği dönem, dokuz-on yaşlarına denk düşer. Bu dönemde şiir yazmaya başladı
ve ortaokula geçtikten sonra da hikâyelere girişti.
Lisede bu ikilinin arasına denemeler de dâhil oldu. Şu ana dek iki hikâyesi
(“Hayran” ve “Tanrılar Da Sever”) Yüxexes
KaraKalem dergisinde yayınlandı. Ayrıca
çeşitli e-dergilerde de öykü, inceleme,
röportaj ve denemeleri yer aldı. Arthur
Conan Doyle’a saygı duruşu niteliğinde
Ozancan Demirışık’la beraber kaleme
aldığı Holmes, 2010 Şubat’ında Buzul
Dünya’dan yayına sunuldu.