mustafa kemal atatÜrk - baki Şekerci · mustafa kemal sizsiniz, hepinizsiniz. geçici olmayan...
TRANSCRIPT
1
Herkes ulusal görevini ve sorumluluğunu
bilmeli, memleket meseleleri üzerinde o
düşünceyle, düşünüp çalışmayı görev
edinmelidir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
GİRİŞ
Gelişmiş ülkelerde dâhil her ülkenin sorunları vardır. Herkesi memnun etmek imkânsızdır.
Önemli olan sorunları en az seviyeye indirmek, o ülkede yaşayan insanların refah düzeyini
artırmak, ülkeyi zenginleştirmektir. İşsiz sayısını azaltmak, işsizlere işsizlik fonundan gelir
sağlamak, fakir halkın eğitim, sağlık gibi hizmetlerden en iyi şekilde faydalanmalarını sağlamaktır.
Yönetim olarak aç, açıkta, eğitimsiz, sağlıksız insanlar olmaması için çalışmaktır.
Öncelikle belirtmek isterim ki kitaptaki bölümlerin sıralaması tesadüf değildir. Lütfen
Ekonomi bölümünü okumadan diğer bölümlere geçmeyiniz. Çünkü kitabımız ekonomi
ağırlıklı bir kitaptır ve Ekonomi bölümünü okumadan diğer bölümleri okur isek bazı
anlatmak istediklerim anlaşılamayabilir veya yanlış anlaşılabilir.
Aç, açıkta, eğitimsiz, sağlıksız insanlar için dinin, vatan sevgisinin, Atatürk’ün bir önemi
yoktur. Onlar kışı nasıl geçireceklerini, ne yakacaklarını ve ne yiyeceklerini düşünürler. Onların
öncelikli sorunları bunlardır. Bu ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar mecbur kalınca hırsız, katil
veya örgüt üyesi olurlar. Bu da ülkedeki suç oranını yükseltir.
Fakat ekonomisi güçlü, fakir halkına sahip çıkan, onları iş sahibi yapan, gelecek
endişesinden kurtaran ülkelerde suç oranı düşer. Ekonomi iyiye gittikçe daha iyi eğitim ve sağlık
hizmeti verilir. Aç olmayan, açıkta olmayan, iyi bir eğitim alan sağlıklı nesiller ülkelerine daha
bağlı olur. Hayatta kaybedecek şeyleri olan insanlar; işleri, aileleri, mülkleri gibi ülkelerini daha çok
sever.
İyi eğitim alırlarsa Atatürk’ü daha iyi öğrenirler. Ülkemiz için neler yaptığını daha iyi
bilirler. Dini öğrenirler Allah korkusunu bilirler. Böylece suç oranı düşer.
2
Bu söylediklerimiz de ancak ekonomisi güçlü zengin bir ülke olursak mümkündür. Bu
nedenle her şeyden önce ekonomimizi güçlendirmeli ve zengin bir ülke olmalıyız. Buradan da şu
sonuca varabiliriz. Bir ülkenin en önemli sorunu ekonomidir. Bu kitapta ekonomi ağırlıklı olarak
ülkenin sorunlarına çözüm önerileri bulacaksınız. Unutmayalım ki I. ve II. Dünya Savaşı da
dâhilolmak üzere bütün savaşların nedeni aslında ekonomik çıkarlar ve toplumların daha rahat
yaşama isteğidir.
Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve
sürdürecek sizsiniz.
Mustafa Kemal ATATÜRK
ATATÜRK
Herkes Atatürk gibi bir lider çıksa da ülkeyi düzeltse diye düşünür. İkinci kez Atatürk gibi
bir lider beklememiz gereksizdir. Bizim örnek alacağımız bir liderimiz vardır. Herkes işini iyi yapsa
birer Atatürk olur. Atatürk işini mükemmel yapan bir insandır. Atatürk’ün kıymetini bilmiyoruz ki
ikinci Atatürk’ün kıymetini bilelim.
Atatürk’ü siyasete sokmayalım. Bugün uygulanan iyi yönetimde de kötü yönetimde de
Atatürk’ün bir payı yoktur. Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan önce Meclisi kurmuştur. Bu da
demokrasiye verdiği önemi göstermektedir. Atatürk çok partili demokrasi olsun istemiştir. Bu gün
yaşadığımız sorunlar Atatürk’ün suçu değildir. Atatürk iyi bir askerdi ülkeyi kurtardı, iyi bir devlet
adamıydı Cumhuriyeti kurdu ve devrimleri yaptı.
İki Mustafa Kemal vardır biri ben et ve kemik geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal
onu ben kelimesiyle ifade edemem o ben değil bizdir. O memleketin her köşesinde yeni fikir
yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını
temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O
Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan yaşaması ve başarılı olması gereken
Mustafa Kemal odur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Atatürk üzerinden siyaset yapmayarak onu saygıyla şükranla ülkemize yaptıklarından dolayı
anmalıyız. Atatürk’ü siyasete çekmek ve onun üzerinden siyaset yapmak ona yapılacak en büyük
haksızlıktır. Çünkü Atatürkçü geçinen ve Atatürkçülükten geçinen her insanın yanlışının faturası
Atatürk’e çıkartılır.
Atatürk istese bir diktatör, kral, padişah olurdu. Fakat ülkesinin çok partili parlamenter
demokrasi ile yönetilmesini istedi. Birkaç kez çok partili hayata geçmek için girişimde bulundu.
3
Fakat o günün koşulları buna izin vermedi. Ama Atatürk gelecekte ülkesinin çok partili
demokrasiye geçeceğini biliyordu ve bunun için o günlerde bugün kullandığımız Türkiye
Büyük Millet Meclisi binasının yapılmasını istedi.
Kurduğu ülke yeni bir cumhuriyet olduğu, halkın eğitim seviyesinin düşüklüğü, yetişmiş
insan gücü eksikliği ve haberleşme araçlarının bugünkü kadar gelişmiş ve yaygınlaşmış olmadığı
için her istediğini gerçekleştiremedi.
Bir milletin başarısı mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşmasıyla mümkündür.
Bu nedenle bilelim ki elde ettiğimiz başarı milletin güç birliği etmesinden ortak hareket
etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı vezaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak
aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Aslına bakarsanız Atatürk sadece kendi halkının değil dünyanın kaderini değiştirmiş bir
liderdir. Çanakkale Savaşından önce dünyanın en güçlü devleti İngiltere idi. Çanakkale Savaşından
sonra Amerika Birleşik Devletleri oldu. Ayrıca Kurtuluş Savaşı sonucu İngiltere’nin doğu politikası
iflas etti ve birçok ülke İngiltere’den bağımsızlığını almaya başladı.
Atatürk son dönemlerinde ülkenin durumunu sorduğunda her şeyin yolunda olduğu
kendisine anlatılıyordu. Sonra bir yurt gezisine çıktı ve anlatılanların doğru olmadığını gördü. İsmet
İnönü’yü Başbakanlıktan aldı ve yerine Celal Bayar’ı getirdi. Celal Bayar Atatürk’ün son
Başbakanıidi. Atatürk yakın çalışma arkadaşlarına (İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü Aras, Başbakan Celal Bayar, Salih Bozok, Hasan Rıza Soyak) kendisinden sonra
Cumhurbaşkanı olması için Fevzi Çakmak’a yardım etmelerini istemiştir. Bunun için bir erken
seçim bile düşünmüştür. Çünkü o tarihteki yasalar uyarınca milletvekili olmadığı için Fevzi
Çakmak cumhurbaşkanı adayı olamıyordu. İsmet İnönü eski arkadaşı Atatürk’ü ölüm yatağında hiç
ziyaret etmemiştir.(Bu konuyu daha detaylı olarak Celal Bayar’ın anılarını anlatan kitaplarda
bulabilirsiniz.)
Atatürk vasiyetinde İsmet İnönü’nün çocukları için para bırakmıştır. Çünkü kendisi öldüğü
takdirde İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasını istemeyen Atatürk, bir iç karışıklık çıkarsa
İnönü’nün çocuklarının ortada kalmasını istememiştir. Bize de ders kitaplarında İnönü’nün
çocuklarını sevdiği için mirasından pay bıraktığı anlatılır.Peki, Atatürk diğer yakın çalışma
arkadaşlarının çocuklarını sevmemekte midir?
Bir diğer konu ise İnönü’nün ölene kadar aktif siyaset yapmasıdır. Atatürk ülkesinde çok
partili parlamenter demokrasi istemiştir. İsmet İnönü’nün mezarının Anıtkabir’de olması Atatürk’ü
ister istemez taraf yapmaktadır. Atatürk herkesin lideridir. Neden sadece İsmet İnönü’nün mezarı
Anıtkabir’dedir. Cumhurbaşkanı olduğu için ise birçok cumhurbaşkanımız vardır. Kurtuluş Savaşı
komutanlarından olduğu için ise, dönemin Genel Kurmay Başkanı aynı zamanda Başbakanı Fevzi
Çakmak’ın mezarı Anıtkabir’de değildir. Başbakan olduğu için ise neden Atatürk’ün son başbakanı
aynı zamanda 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın mezarı Anıtkabir’de değildir.
4
İsmet İnönü’nün mezarı Anıtkabir’den çıkartılmalı, Atatürk üzerinden siyaset yapılmasından
vazgeçilmelidir. İsmet İnönü’ye isterlerse farklı bir yerde birçok devlet adamına yapıldığı gibi Anıt
Mezar yapılabilir. Unutmayalım ki Atatürk öldükten sonra kamu binalarındaki Atatürk resmini
indirtip kendi resmini astıran İsmet İnönü’dür. Ayrıca Türk Lirasının üstüne resmini bastıran yine
İnönü’dür. Bu nasıl Atatürkçülüktür? Bu nasıl Atatürk sevgisidir?
Gerçek Atatürkçü insanlar bu söylediğime hak vereceklerdir. Rozetini taşımakla, resimlerini
asmakla ve kendi görüşlerini Onun görüşleriymiş gibi anlatmakla Atatürkçü olunmaz. Atatürk’ü iç
siyasette taraf yapmayalım. Atatürk dünyada eşine az rastlanacak çok değerli bir komutan ve devlet
adamıdır.
Ülkemizdeki siyasi partiler ve siyasetçiler iktidara geldiklerinde yapmayı düşündükleri
yenilikleri anlatarak halktan oy istesinler. Atatürk’ü kullanarak değil.
Atatürk’ü hangi siyasi görüşte olursa olsun vizyon sahibi olmayan, dünyanın nereye gittiğini
görmeyen, dar kafalı birkaç insanın eline bırakmayalım. Bu nedenle Atatürk’ü iç siyasete alet
etmeyelim. Onu ve devrimlerini şükranla ve saygıyla hatırlayalım ve koruyalım.
EKONOMİ
Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisadi zaferlerle desteklenmezse
payidar olamaz, az zamanda söner.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Tarih boyunca toplumlar ekonomik ve siyasi krizlerle karşı karşıya kaldılar. Aslında siyasi
krizlerinde altında yatan nedenlerin büyük bölümü toplumların daha rahat yaşama isteğiydi. Bunun
en güzel örnekleri 1. ve 2. Dünya Savaşıdır. Bundan sonrada dünya ekonomik ve siyasi krizlerle
karşı karşıya kalacaktır. Türkiye olarak bundan en az etkilenmek için ülkemize özgü fakat dünya ile
barışık bir kalkınma modeli geliştirmeli, daha zengin dünya ekonomisine yön verebilen bir ülke
olmalıyız. Böylece eğitime, sağlığa, iç ve dış güvenliğe daha çok kaynak aktarabiliriz. Dünya
sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçerken bizim gibi sanayileşme sürecini tamamlayamamış
ülkeler bir taraftansa bilgi toplumuna geçmenin adımlarını atıyorlar. Ülke olarak bir taraftan
sanayileşme sürecini tamamlarken diğer taraftan bilgi toplumuna geçebilmek için kamu sektöründe,
eğitimde, sağlıkta ve üretimde gerekli adımların atılması gerekmektedir.
Unutmamamız gereken bir başka sorun ise dünya nüfusu hızla artarken doğal kaynakların
sınırsız olmadığıdır. Fosil kaynaklar yerine çevreye dost yenilenebilir enerji kaynaklarına
yönelmemiz gerekir. Ayrıca tarım alanlarının amacı dışında kullanılması engellenmeli, tarım ve
hayvancılık desteklenmelidir.
5
ÇEVREYE DUYARLI KALKINMA İLKELERİ
1)Hiçbir şey bedava değil, her şeyin bir bedeli var. Hizmeti almayanlar, hizmet alanların
yapmış olduğu masrafa ortak olmamalıdır.
2)Her ülke kendi çıkarı için çalışır. Bundan dolayı kimseyi suçlayamayız.
3)Ürettiğimiz, tükettiğimizden çok olmalıdır.
4)Liberal ol ama tüketim toplumu olma. Dünya kaynaklarını daha akılcı kullan. Kaynakların
sınırlı olduğunu unutma.
5)Sermayeyi ülkeyi zenginleştirecek projelere yönlendiren bir mekanizma geliştir.
6)Kırtasiyeciliği bırak üretime bak. Bürokrasiyi azalt, böylece personel sayısı ve devlet
gideri azalacaktır. Dolayısıyla devletin masrafları karşılamak için toplayacağı vergi azalacaktır.
7)Mümkün olduğunca vergi alma. Halkın cebinde ne kadar çok para kalırsa ekonomi o
kadar canlı olur. Vergi devletin yapmak zorunda olduğu harcamalar içindir.
8)Bir mal bir kere alınır, bir iş bir kere yapılır. Günü kurtaran harcamalar yapma.
9)Devlet bankaları başta olmak üzere özelleştirmeye hız ver.
10)Dış ticarette mümkünse mübadele yolunu dene. Özellikle enerji aldığımız ülkelerle
anlaşma yaparak karşılığını mal ve hizmet ile öde.
11)Yenilenebilir enerji kaynakları, tarım ve hayvancılığı teşvik et.
12)Hiçbir şeyi atma. Katı atık ayrıştırma tesislerinin her ile yapılmasını sağla. Sanayi
atıklarının arıtılmasını, kanalizasyonun gübre veya enerjiye dönüştürülmesini sağla. Atık yağların
toplanmasını teşvik et.
13)İhtiyacın olmayan malları ucuz olduğu için alma ki, ihtiyacın olan malları almaya paran
kalsın.
14)Ucuz ve kalitesiz mal alacak kadar zengin değiliz.
15)Taşıdığınız her yapancı para, o ülkeye verilmiş faizsiz kredi gibidir.
Başlangıç kısmında da belirttiğimiz gibi bir ülkenin en büyük sorunu ekonomidir.
Ekonomimiz güçlü olursa dış politikada masaya daha rahat oturur ve istediğimiz alarak kalkarız.
Yapacağımız ekonomik yardımlarla başka ülkeleri yönlendirebiliriz. Güçlü bir ordu kurmak yine
güçlü ekonomi gerektirir. Ekonomimiz iyi ise sağlık ve eğitime daha fazla para ayırabiliriz.
Araştırma ve geliştirmeye kaynak aktarır ve çağın gerisinde kalmayız. Fakir insanlara yardım eder
toplumun daha rahat yaşamasını sağlarız. Kimsenin aç açıkta kalmadığı bir ülkede suç oranı düşük
olur. Böylece daha iyi yaşanır bir ülke sahibi oluruz.
6
Peki, böyle bir ülkeye sahip olabilmek için neler yapabiliriz.Öncelikle bilmemiz gerekir ki
hayatta bedava bir şey yoktur. Kestiğimiz ağaçların yerine yenisini dikmek için fide yetiştirmezsek,
orman işçisi ayarlayıp bunları dikmez ve sulamazsak gün gelir nefes bile alamayız. Buradan da şu
sonuca çıkıyoruz ”Hayatta her şeyin bir bedeli vardır ve bedava bir şey yoktur.”
Bazı politikacılar ve bilim adamları sağlık, eğitim gibi hizmetlerin bedava olması gerektiğini
söyler. Çok merak ediyorum hastanelerde doktorlar maaş almadan mı çalışmaktadır? Tıbbi cihazlar
bedava mı alınmaktadır? Her hastanede yüzlerce personel maaş almadan mı çalışmaktadır? Bu
hastaneler neyle ısınmaktadır? Eğitim için konuşacak olursak bina giderleri, öğretmenlerin maaşları,
ısınma, elektrik ve su nasıl karşılanmaktadır? Hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Sizin hayatta
bedava olmasını istediğiniz hizmetleri devlet genel bütçeden öder. Diğer bir ifade ile bütün
halkın cebinden çıkar. Çünkü devlet dediğiniz zaten sizsiniz. Devlet bütçesi dediğimiz şey
sizin ödediğiniz vergilerdir. Bu günlerde ülkemizde onlarca yeni devlet üniversitesi açılmıştır. Bu
ne demektir? Halktan daha fazla vergi toplanacak demektir.
Sizlere birkaç örnekle devletin hizmetleri bedava vermesinin ne kadar yanlış olduğunu
anlatmaya çalışayım. İki lise öğrencisi düşünelim. Birincisinin ailesi iyi kazanan, çocuğunu
dershanelere gönderen, özel ders aldıran bir aile olsun. İkincisinin ailesi ise bir kasabada kıt kanaat
yaşayan bir aile olduğunu var sayalım. Birinci ailenin çocuğu iyi bir devlet üniversitesini kazanır ve
bedava okur. İkinci ailenin çocuğu ise bir üniversite kazanamaz ve 18 yaşında çalışmaya başlar. Bu
fakir ailenin çocuğunun ödediği vergilerle zengin ailenin çocuğu devlet üniversitesinde bedava
okur. Şimdi sormak istiyorum. Bedava eğitim kime verilmektedir? Bir taraftan gerçekten fakir olup
üniversite kazanan gençlerde vardır. Bunlar mağdur edilmemelidir. Kitabımızın ilerleyen
sayfalarında çözüm önerilerimi göreceksiniz.
Bir diğer örnek ise amacım kimseyi kırmak olmadı için isim vermeden anlatacağım.
Ülkemizdeyaşanan bir olay;Bir ilçe belediyemiz her haneden 13 metreküpe kadar su parası
almamaktadır. İlçe halkına soracak olursanız çok iyi bir hizmettir. Fakat bu işin de bir maliyeti
vardır. Peki, bu maliyet kimin cebinden çıkmaktadır. Tabi ki yine busu parası vermeyen ilçe halkı
başka hizmetleri daha pahalıya almaktadır. Çünkü gerek devletin genel bütçesi gerekse
belediyelerin bütçesi halktan toplanan vergi ve benzeri paralardan oluşmaktadır.
Bir başka örnek ise sahil kenarında bulunan belediyelerimizin yapmış olduğu bir
uygulamadır. Bedava halk plajları yaparlar. Buraları düzeltirler. Şemsiyeler ve şezlonglar koyarlar.
Duş alma yerleri yaparlar. Durumu iyi olan halkımız gelir yılda bir iki hafta buranın nimetlerinden
yararlanır ve gider. Peki, buraya yapılan masraf kimin cebinden çıkar. Tabi ki bu kasabanın halkının
cebinden çıkar. Dahası birkaç kez şahit oldum bu plajlardaki duş yerlerinin musluğu sabaha kadar
açık kalır yada bozuktur. Görüldüğü gibi devlet hizmetlerinin de bir bedeli vardır. Durumu iyi olan
insanlar yararlanır fakat bedelini bütün halk öder.
Şehirlerarası yapılan duble yolları düşünelim. Fakir insanlar kasabalarından, şehirlerinden
çok nadir ayrılırlar. Zenginler ise bu yolları daha sık kullanır. Herkesin parasıyla yapılan bu yolları
zengin daha fazla kullanmış olur.
7
Her yeni fikir başlangıçta diğerleri arasında azınlıkta kalır.
Thomas CARLYLE
Ben diyorum ki herkes aldığı hizmetin bedelini ödesin. Bunu en son örneğimizle
anlatmaya çalışalım. Şehirlerarası yapılan duble yollarında bir bedeli vardır. Bu yolları devlet
yaptırmasın. Yap-işlet-devret modeli ile yaptıralım ve işletme süresi bitince yeniden şirketlere
kiralayalım.Fakir insanlar örneğin Ankara’dan Adana’ya gideceklerse otobüs ile gider. Ankara-
Adana arası paralı yol olursa otobüs başına yaklaşık 50 lira olur ve bu bedel yolcu başına 1 lira
eder. Otobüs firması biletlere 1 lira zam yapar. Fakirin cebinden 1 lira fazla para çıkar. Zengin ise
arabasıyla gider ve yaklaşık 30 lira cebinden çıkar. (Otobüs 50 lira olur ise özel araba yaklaşık 30
lira olur) Herkes aldığı hizmetin bedelini ödediği için devlet eskisi kadar çok vergi toplamayacaktır.
Şimdi ise devlet Ankara-Adana arasına duble yol yapar ve zengin fakir ayırt etmeden vergilere zam
yapar. Herkesin cebinden 5 lira para çıkar. Şimdi sormak istiyorum. Bedava denilen hizmetler
fakire daha pahalıya mal olmamakta mıdır? Fakir insanlar zenginlere oranla daha az sosyal
yaşamdan faydalandıkları için daha az bedel ödeyeceklerdir. Şimdi ise fakir zengin herkes eşit
ödemekte fakat zengin daha fazla yararlanmaktadır.
Herkes aldığı hizmetin bedelini ödediği bir düzende devlet daha az vergi toplayacaktır.
Devletin asli görevi diplomasi, iç güvenlik, dış güvenlik ve adalet olmalıdır. Tabi ki kitabın
ilerleyen sayfalarında okuyacağınız gibi fakir insanlar unutulmayacak ve onların yaşamlarını devam
ettirecek kaynak aktarılacaktır. Eğitim ve sağlık giderleri karşılanacaktır. Bu yapılırken de göstere
göstere oy avcılığı yapılarak ve fakir insanlar rencide edilerek yapılmayacaktır.
Daha zengin bir ülke olmak için yapmamız gerekenlerden bir diğeri bürokrasiyi azaltmak,
bununla beraber devletteki personel sayısını ve cari harcamaları aşağı çekmek gerekmektedir.
Bunun için vergi sistemini sigortacılık işleri, bankacılık, adalet, sağlık, eğitim ve idari yapıyı
kısacası devlet organlarını yeniden yapılandırmak ve kırtasiyeciliği azaltmak gerekir. Bazı vergileri
kaldırmak bazı harçlar, pul ve damga vergisi gibi kesintilerden vazgeçmek gerekir.
Saçma sapan kesintiler icat edip bunların toplanması için memur çalıştırmak bir ülkeyi
zenginleştirmez. Bu iş düpe düz halkın sırtından birilerini iş sahibi yapmaktır. Bürokrasinin çok
olduğu bir ülke zengin kalkınmış bir ülke demek değildir. Her ülke ürettiği değer kadar
vardır. Önemli olan çok memur çalıştırmak değil tarımda, hayvancılıkta, madencilikte, sanayi ve
teknolojide daha çok üretmektir. Üretmekte yetmez bazı durumlarda, katma değeri yüksek mallar
üretmek gerekir. Örneğin bilgisayarın klavyesini üretmek yerine yazılımını üretin, cep telefonunun
bataryasını üretmek yerine kamerasını üretin. Kısacası katma değeri yüksek mal üretin. Herkes
Çin’den korkar ve her şeyin Çin malı olduğunu söyler. Çin, katma değeri düşük mallar üretmektedir
ve halkı karın tokluğuna çalışmaktadır. Ayrıca iç piyasası yok denecek kadar azdır. İhracat yapamaz
ise biter. Binlerce Çinli on binlerce oyuncak üretir. Siz birkaç saatte ürettiğiniz bir otomobili satarak
binlerce Çinlinin ürettiği oyuncakları bir seferde alabilirsiniz. Unutmayalım ki herkes ürettiği değer
kadar vardır.
8
Zenginlik gurbeti vatan, fakirlik vatanı gurbet haline getirir.
Hz ALİ
Gelelim daha zengin güçlü bir ekonomiyi nasıl hayata geçirebiliriz konusuna. Herşeyi tek
tek inceleyeceğiz. Öncelikle toplumun en küçük parçası olan aileden başlayalım. Her aileye bir
vergi numarası verelim. Her bireye verilen vergi numarası(kimlik numarası) kalmak şartıyla. Ayrıca
her şirkete bir vergi numarası verelim. Maliye Bakanlığı’nın bir web sayfası olsun. Bilirsiniz
üniversitelerimizde öğrencilerin okul numaralarını ve şifrelerini girince karşılarına çıkan sayfa gibi.
Burada aile bilgileri aldıkları dersler ve notları yazar. Buna benzer fakat daha kapsamlı bir web
sayfası olsun. Aile için ayrı şirketler için ayrı web sayfaları hazırlansın.
Çekirdek ailelerinki A ile başlayacak ve 11 rakamla devam edecek.
Şirketlerinki ise B, L, veya C ile başlayıp 11 rakamla devam edecek
B ile başlayan en fazla 2 ortağı olan işletmeler için kullanılacak,
L ile başlayan limitet şirketler için kullanılacak,
C ile başlayan anonim şirketler için kullanılacak.
Adi, komandit, kolektif şirketler ve ticarethaneler yukarıdaki 3 şirket tarzından birini
seçecek. Vakıflar ve spor kulüplerinin vergi numarası olmayacak ve vergi ödemeyecek. Vakıflar ve
spor kulüpleri bağışlar için vergi ödemeyecek fakat direk gelir elde eden ticari faaliyetler de
yapamayacak. Gelir elde edebilmek için ticari faaliyet yapmak isterse vakıflar ve spor kulüpleri de
şirketler kurabilecek ve yukarıda belirttiğimiz diğer şirketlerle aynı yasalara ve vergi mevzuatına
tabi olacak.
Aileler ve şirketler bu verilen 12 haneli kimlik numarası ve şifre ile girecekleri kendi
sayfalarında sahip oldukları ev, arsa, araba, dükkân gibi malları görebilecekler. Ayrıca hangi malın
aile bireylerinden kimin üstüne olduğu görülecektir. Ödeyecekleri vergileri bu sayfadan görebilirler.
Aileler sigorta primlerinin yatırılıp yatırılmadığını, hizmet dökümünü görebilecekler, öğrencilerin
ödeyecekleri harçları gördüğü gibi. Aile ve şirket sayfalarında farklılıklar olacak. Aile sayfalarında
aile bireylerin kişisel bilgileri, şirketlerde ise ortakları ve yöneticileri hakkında kişisel bilgiler
olacak. Bu sayfada kişilerin gelirleri de gösterilecek. Böylece gösterdiği gelir ile yaptığı yatırımı
birbirini tutmayanın vergi kaçırdığı ortaya çıkar.
Bu sistemin bir başka amacı da hangi aile gerçekten fakir ise bu aileye devlet tarafından bir
kredi kartı verilmeli ve yaşadığı yer çocuk sayısı gibi kriterlere bakılarak bu kartlara para
yüklenmelidir. Böylece fakir insanlara göstere göstere yardım yapılmaz. Fakir insanlarımız rencide
edilmez. Dinimiz bir elin verdiği yardımı diğer elin görmemesi gerektiğini söyler. Bu sistemin
elektronik posta bölümü de olmalıdır. Gerek devletin bilgilendirilmeleri gerekse bankaların, elektrik
dağıtım şirketlerinin, su dağıtım şirketlerinin veya GSM operatörlerinin göndereceği elektronik
faturalar da bu sistemden takip edilebilir. Ayrıca devlet kurumlarına aileleri adına öneri, istek ve
şikâyetlerini gönderebilirler ve bu işlem kâğıda yazılan dilekçeyi ortadan kaldırır.Şirketlerimiz için
de benzer bir sistem oluşturulur. Sahip oldukları mallar ve ödemeleri gereken vergiler belirtilir.
Fakir olup çalışamayacak durumda olan insanlarımıza bu yardımlar karşılıksız yapılır.
Çalışabilecek durumda olan fakir insanlarımız ise iş bulana kadar yardım yapılır. İş buluncaya
kadar boş oturtulmaz. Çünkü yaşadığı yer çocuk sayısı gibi kriterlere tabi olan buyardım
neredeyse asgari ücret kadar olacaktır. Böyle bir durumda hiçbir insanı çalıştıramazsınız. Bu
9
yardıma tabi çalışabilir durumdaki insanlarımız illerde vali, ilçelerde ise kaymakamın kuracağı
çalışma gurupları ile kışın kaldırımdaki karları temizleyebilirler, yazın ise tarladaki taşları toplayıp
boş arazilere ağaç dikebilirler ve benzeri işlerde çalıştırılmalıdır. Bu sayede insanlar bir an önce
düzenli bir işe girmek için uğraşacaklardır. Bu gün yapılan kömür ve gıda paketi yardımları fakir
insanları rencide etmektedir.
Yoksulluğu bitirmek hayır işi değildir, bir adalet eylemidir.
Nelson MANDELA
Şöyle düşünüyor olabilirsiniz. Biz bu fakir insanları devlet kurumlarına yerleştirelim herkes
iş sahibi olsun. Bu çok yanlış bir yaklaşım olur. Bu düşünceyi Sovyetler Birliği denemiş ve
ekonomisi çökmüştür. Önemli olan herkesi iş sahibi yapmak değildir. Herkesi iş sahibi olduğu bir
ülkeyi zengin bir ülkedir diye düşünmeyin. İşte Sovyetlerde işsiz yoktu fakat insanlar fakirdi.
Bunun nedenini bir örnekle açıklayayım. Nüfusu 100 kişi olan bir hayali ülke düşünelim. Bu
ülkenin tarım, sanayi, hayvancılık, madencilik ve turizm gibi işlerden yarattığı değer 1000 lira
olsun. Herkesi iş sahibi yapalım ve aylık 10 lira maaş verelim. Bu maaş ile bu insanlar ancak
geçinirler. Sovyetlerin yaptığı buydu. Hâlbuki 1000 lira değeri yaratan işleri en az kaç
kişiyleyaptırabiliriz. Diyelim ki 60 kişiyle. 40 kişiyi işten çıkartalım. Böylece 1000 lirayı 60 kişi
arasında paylaştıralımve her birine 16,7 lira verelim. 10 lira ile geçinen bu insanlar yeni
kazandıkları aylık 6,7 lira ile taksitle ev alabilirler, taksitle araba veya eşya yenileyebilirler. Böylece
ekonomi canlanır. Arabaya, eve ve eşyaya talep artınca bunların üretimi de artacaktır. Bunlar
üretimi artırabilmek için işten çıkartılan 40 kişi talep gören malların üretimi ve pazarlanması için işe
alınacaktır. Böylece üretim artacak ve yaratılacak değer 1000 liranın çok üstünde olacaktır hem de
işsiz sayısı gün geçtikçe azalacaktır.
Bir ülkenin kişi başına düşen geliri ile toplam üretimi arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Herkesin iş sahibi olması o toplumu zenginleştirmez. Önemli olan ürettiğiniz değerdir. Örneğin 100
kişilik 2 ülke düşünelim. 1. Ülkede 90 kişi çalışmakta ve 900 liralık değer yaratmaktadır. 2. Ülkede
ise 60 kişi çalışmakta ve 1200 liralık değer yaratmaktadır. Yarattığınız değer önemlidir. Önemli
olan çok insan çalışması değil katma değeri yüksek, halk tarafından talep edilen malları üretmek
önemlidir. Çünkü daha fazla istihdam toplam hâsılayı artırmadığı sürece iktisadi kalkınmaya hiçbir
katkıda bulunamaz. Bir ülkenin zenginleşebilmesi için kişi başına üretimin artması gerekir.
Her insan, sürekli olarak, sahip olduğu sermayesine en yüksek kazanç sağlayacak alanları
araştırır. Ferdin peşinde koştuğu kazanç toplumun değil kendisinin kazancıdır. Kendi
çıkarlarını kollayarak işe koyulan insan, farkında olmayarak toplumun da çıkarına en uygun
düşen alana yatırım yapar. O halde kendi çıkarı peşinde koşan insan, görünmez bir el
yardımıyla, başlangıçta hiç düşünmediği toplumsal bir amaca hizmet eder.
Adam SMITH
10
Ayrıca gereksiz tüketim azaltılmalıdır. Köylerde kullanılan traktörler için 25 yaş, diğer
motorlu araçlar için 20 yaş sınırı getirilmelidir. Modeli daha eski araçların kullanılması
yasaklanmalıdır. Günümüzde sıfır model araçların alımı çok kolaylaşmıştır. Buna rağmen 4-5 bin
liralık arabalara binen insanlarımız vardır. Evde içecek ayranları yoktur fakat altlarında arabaları
vardır. Bu insanların çoğu az kazanmaktadır. Fakat düşüncesizce davranmaktadırlar. Benim
tanıdığım birçok insan var böyle yaşayan. Asgari ücretle çalışmakta fakat düğünde takılan altınlarla
kendilerine birkaç bin liralık araba almaktadırlar. İşe çoğu zaman arabayla gitmektedirler. Bu
yaklaşım onların hayat standardını düşürmektedir. Daha rahat yaşamak varken gelirinin birçoğunu
yakıta ve tamire vermektedirler. Devlet 20 yaş kuralı koyarak aslında düşüncesiz fakir insanların
hayat standardını yükseltmiş olacaktır.
Araba almak ile yaşam standardı yükselmez ve bu bir zenginlik belirtisi değildir.
Türkiye’nin çok büyük bir salça ve konserve fabrikası nakliye için kamyon almamaktadır. Bu
kamyonları alacak parası vardır. Fakat fabrika kamyon kiralama yöntemini seçer ve sadece nakliye
ücreti verir. Diğer türlü kamyonlar alsaydı kamyon parası, benzin parası, şoför parası, yıpranma
payı gideri, tamiri, bakımı, sigortası derken çok büyük masraflarla karşı karşıya kalacaktı. Şimdi ise
bufabrikanın bulunduğu ile gelen kamyonlar kendi illerine dönebilmek için mazot parasına bu
fabrikadan farklı illere yük taşımaktadırlar. Çünkü bu kamyonlar kendi ilerinden bu konserve
fabrikasının olduğu ile gelirken zaten kar etmektedirler. Onlar için önemli olan bir an önce nakliye
şirketlerinin bulunduğu illere dönmektir. Bu nedenle bu konserve fabrikasından yakıt masrafı kadar
ücretle yük almaktadırlar. Görüldüğü gibi motorlu taşıt sahibi olmak önemli değildir. Şimdi sormak
istiyorum 3-4bin liraya araba alan insanlarımız konserve fabrikasının sahibinden daha mı
zenginlerdir? İş adamları, fabrikalar, bankalar artık taşıt kiralama dönemine gitmektedirler. Araba
sahibi olmak zenginlik göstergesi değildir. Araba gerçekten durumu iyi olan yiyeceğinden
giyeceğinden yakacağından fedakârlık etmeden arabanın masraflarını karşılayacak insanlar için
geçerli olabilir.
Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde ne utanma kalır, ne masumiyet, ne namus, ne de ruh.
Honore de BALZAC
Zengin bir ülke olmak için gereksiz harcamalardan kurtulmakla beraber ülkemizin gelirini
de arttırmalıyız. Bunun için sanayi, tarım, hayvancılık, madencilik üretimini arttırmalı ve ülkemize
gelen turist sayısını çoğaltmalıyız. Turizm gelirinin nasıl attıracağımızı kitabımızın Kültür ve
Turizm bölümünde okuyabilirsiniz.
Öncelikle vergi sistemine değinmek istiyorum. Çünkü vergi devletin yapmak zorunda
olduğu harcamalar için toplanan paradır. Mümkün olsa da hiç vergi toplamasak.Vergiyi aslında
her zaman halk öder. Bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir market 1 liraya aldığı malakira,
elektrik,telefon ve su giderleri için 1 lira kar koyar. Ayrıca evini geçindirmek için 1 lira daha kar
koyar ve 1 liraya mal ettiği malı 3 liraya satar. Devlet vergi vermesini isterse 1 lira da vergi için
koyar ve 4 liraya satar. Şimdi sormak istiyorum. Vergiyi kim ödemiştir?
11
Vergi oranı sabit olmalıdır. Gelir arttıkça vergi oranı artmamalıdır. Çok çalışan çok kazanır.
İnsan ne kadar çok kazanıyorsa o derece yüksek vergi dilimine girer koşulundan bir an önce vaz
geçilmelidir.
Vergi mevzuatı değiştikten sonra vergiler bankalara yatırılmalı, vergi daireleri zaman içinde
kapatılmalıdır.
Yazar, oyuncu, sporcu, sanatçıların bir banka hesabı olmalıdır. Bütün anlaşmalarından elde
ettikleri gelirler burada toplanmalıdır. Devlet bu hesaptan %10 gelir vergisi almalıdır. Hesapta yatan
paradan fazla harcıyorsa vergi kaçırdığı ortaya çıkacaktır.
Dizi, film, belgesel, çizgi film ve benzeri televizyon ve sinema programları da birer
üretimdir. Vergi alınmamalıdır. Fakat bu sektörde çalışanların sigorta ve gelir vergilerini yatırılıp
yatırılmadığını denetlenmelidir.
Emlak vergisini hesaplarken 130 metre kareden küçük evlerden tek vergi alınmalıdır. 130
metre kareden büyüklerden 2 kat vergi alınmalıdır. Ayrıca bir ailenin sahip olduğu ikinci ve daha
fazla evden 2 kat vergi alınmalıdır.
Hangi devlet ihraç ettiğimiz mallara ne zorluk çıkartıyorsa, ne vergi uyguluyorsa aynısını
hayati mallar dışında uygulanmalıdır.
Üretimden vergi almayarak tekstil sektörünü kurtarabiliriz.
Devletin harcamalarını azaltırsak ve vergi dışında devletin gelirlerini arttırırsak, devlet
şimdiki kadar vergi toplamayacaktır. Böylece halkın cebinden daha az para çıkacaktır. Halkın refah
düzeyi artacaktır. Halk vergiye aktardığı kaynaklarla başka alışverişler yapacaktır. Dolayısıyla
ticaret canlanacaktır.
Peki, hem devletin harcamalarını hem de toplanan vergileri nasıl azaltabiliriz? Öncelikle
şunu belirtmek isterim vergiyi azaltarak tabana yayarsak vergi gelirinde artma olacaktır. Ayrıca
halkın az vergi vermesi sonucu yapacağı alışveriş artacaktır. Böylece ticaret canlanacaktır.
Dolayısıyla dükkân sayısı ve çalışan sayısı artacaktır. Böylece devlet gelirleri de artacaktır.
Katma Değer Vergisi kaldırılmalıdır. Devlet bu vergiyi toplayabilmek için 10 binlerce insan
çalıştırmakta, ayrıca toplanan vergilerin bir kısmını yeniden vergi verenlere aktarmaktadır. Bu iş
kırtasiyecilikten başka bir şey değildir.
İhtisaslaşmış marketler dönemini başlatmalıyız. Ticaret ile uğraşanlar yaptıkları iş veya
sattıkları malın cinsi dükkânlarının büyüklüğü ve bulundukları il ve ilçeye göre belirlenecek ölçüde
götürü usulü vergi vermelidirler. Bu vergiler dükkân sahiplerini zorlamayacak vergiler olmalıdır.
Örneklerle anlatmak gerekirse bir bakkal bulunduğu ilçe dükkânının büyüklüğü ile doğru orantılı
olarak vergi verecektir. Fakat meyve sebze satmak isterse market vergisi verecektir. Bunun yanında
et ve mamullerini satmak isterse süpermarket vergisi verecektir. Bir tüccar sadece temizlik
malzemelerin satan bir dükkân açabilir. Bunun vergisi yukarıda belirttiğimiz gibi dükkânını
büyüklüğü satılan malın cinsi ve bulunduğu ilçeye göre alınacaktır.
12
Sahip olduğunuz koşulları değiştirmek için, önce farklı düşünmeye başlayın.
Norman Vincent PEALE
Konu dükkânlardan açılmışken son yıllarda bakkalların kapanmaya başladığı ve
süpermarketlerin sayısının arttığı dikkat çekmektedir. Bazı siyasilerimiz bakkalların kurtarılması
gerektiğini savunur. Bu çok gereksiz bir müdahale olur. Bir bakkal bir evi geçindirmekte ayrıca
tarihi geçmiş malları satmakta ve az mal sattığı için yüksek fiyatlar istemektedir. Bu da halkın
cebinden daha fazla para çıkması demektir. Hâlbuki süpermarketler çok mal sattığı için hem daha
ucuza mal satmakta hem de çeşit çok fazla bulundurmaktadır. Bir süpermarket yaklaşık 10-15
dükkânın işini yapmaktadır. Dolayısıyla 10-15 dükkân kapanmaktadır. 10-15 kişi işsiz kalmaktadır.
Fakat bir süpermarket aynı zamanda 10-15 kişi çalıştırmaktadır. İşsizlik açısından bakılacak olursa
ülkemizdeki işsiz sayısında bir değişim olmaz. Ama halkımız daha taze daha bol çeşit bulabileceği
daha ucuza ürünler alabilir. Böylece toplumun refah düzeyi yükselir.
Bazı vergileri de KDV ile birlikte kaldırmalıyız. Tarımdan, hayvancılıktan, balıkçılıktan,
sanayi üretiminden hiç vergi almamalıyız. Bunu bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir çikolata
fabrikası yaptığı üretimden dolayı vergivermemeli fakat fabrikanın önüne bir dükkân açıp çikolatayı
direk halka satar ise dükkânın büyüklüğü malın cinsi ve bulunduğu ilçeye bakarak belirlenen
vergiyi ödemelidir.
Ayrıca damga vergisi, pul parası, bankacılık, sigortacılık, eğitim kurumlarından, sağlık
kurumlarından ve eczanelerden hiç vergi alınmamalıdır. Eczaneler ilaç ve medikal malzemeler
dışında kozmetik malzeme, terlik ve benzeri mallar satarsa vergiye tabi olmalıdır. Bankalar sadece
yıllık karları üzerinden %10 gelir vergisi ödemelidirler.
Medya, kültür, sanat, sergi, konferans, kitap, CD, DVD gelirlerinden vergi alınmamalı
sadece Kültür Bakanlığı çok ucuz olmak şartıyla, yani yapılan masrafları karşılayacak kadar
bandrol ücreti almalıdır.Bütün Devlet Tiyatroları özelleştirilmelidir. Devletin sanatçısı olmaz.
Devlet sanat ve sanatsal faaliyetlerden dolayısıyla tiyatrolardan vergi almayarak destek olmalıdır.
Devlet Tiyatroları 7-8 Lira, Özel Tiyatrolar 20-30 Lira, halkımız tiyatrolara gidemez diye
düşünüyor olabilirsiniz. Fakat unutmayınız ki Devlet Tiyatrolarının masraflarını,tiyatrocuların ve
çalışanların maaşlarını halkımız vergi adı altında ödediği için tiyatrolar ucuzdur. Anlayacağınız
Devlet Tiyatroları da halkımıza özel tiyatro biletleri kadar fiyatlara mal olmaktadır. Bir kısım
insanımız hiç yararlanmadığı halde bu masrafa ortak olmaktadır. Ayrıca özel şirketler sanatsal
faaliyetleri destekleyebilir, sponsor olabilir, reklamlarını yapabilirler. Böylece özel tiyatro biletleri
devletin de vergi almaması sayesinde şimdiki kadar pahallı olmayacaktır. Tiyatroların masrafını
bütün halk değil oyunu izleyen ödeyecektir. Bir başka husus ise artık devlet sanatçısı olmayan
bu tiyatrocular gerektiğinde iktidar sahiplerini daha rahat eleştirebileceklerdir.
Çözümde görev almayanlar problemin bir parçası olurlar.
Johann Wolfgang GOETHE
13
Yüksek vergiler bir ülkeyi fakirleştirir. Çünkü devlet topladığı vergilerle yapacağı
yatırımlarla hem pahalı hem de kalitesiz iş yapar. Devlet ekonomiden elini çekmelidir. Sadece
diplomasi, dış güvenlik, iç güvenlik ve adaletten sorumlu olmalıdır. Bakıma muhtaç insanlarımıza
sosyal devlet ilkesi çerçevesinde yardım etmelidir. Devletin yaptığı yatırımlara bir örnek vermemiz
gerekirse İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’dır. Fenerbahçe ve Galatasaray statlarını neredeyse
bedavaya yaptırmışlardır. Atatürk Olimpiyat Stadı çok pahalıya mal olmuştur. Ayrıca rüzgâr çıktığı
zaman maç yapılamamaktadır. Gelir vergisi oranları %10 olmalıdır. Fakat tabana yayılmalıdır.
Vergi çeşitliliğinden vazgeçilmelidir. Vergiler azalırsa insanların gelirleri artar daha çok mal alırlar.
Böylece hem ticaret artar hem de üretim. İşsizlik azalır çalışan sayısı çoğalır. Devlet çalışandan
gelir vergisi alır ve ticaretten daha çok vergi almış olur. Dolayısıyla zenginleşir. Komşu ülkelerde
sınır ticareti canlandırılmalı, komşularla sıfır sorun politikası desteklenmelidir. Gümrükler silah,
uyuşturucu, zehirli atık, tarihi eser kaçakçılığı için etkin çalışmalı fakat mal ve hizmet akışına engel
olmamalıdır. Gümrük vergileri karşılıklı sıfırlanmalıdır. İhracata teşvik kaldırılmalıdır. Çünkü
üretimden vergi almayacağımız ve KDV kalkacağı için ihracat yapana ödediği vergiyi geri vermek
gibi bir kırtasiyecilik işinden kurtulmuş olacağız. Bürokrasi azalmış olacaktır.
KDV kalkınca akaryakıt tüketim vergisi(ATV) biraz arttırılmalıdır. Çünkü üretimden vergi
almayacağız. Bir fırın, bir fabrika ürettiği mal için vergi ödemeyecektir. Bunun yanında bankacılık
ve sigortacılık sektöründen de vergi almayacağız. Böylece sanayici daha ucuza kredi bulabilecek ve
Türkiye yatırım cenneti olacaktır.Şimdiki yüksek akaryakıt fiyatları devam edecektir. Çünkü hem
ithal hem de yerli mallar bu fiyatla taşınacaktır. Dolayısıyla ülkemize yatırım yapan,ülkemizde
üreten daha fazla kazanacaktır. Ayrıca gereksiz taşıt kullanımı engellenmiş olacaktır. Mazot
fiyatlarının yüksek olması köylüyü olumsuz etkileyecektir. Fakat köylü dönüm başına değil
ürettiği ürün başına desteklenecektir.Ülkemiz yüksek faiz ile dışarıya borçlanıp yatırım
yapmaktadır. Yabancı sermayenin önünü açmalı,yabancı sermayeyi bürokratik engellerden
kurtaracak gerekli yasaları çıkartılmalıdır. Devletin çok pahalıya yaptığı yatırımları gerek yabancı
sermaye gerekse yerli sermaye çok daha ucuza ve iyisini yapacaktır.
Bankacılık sektöründen vergi almayarak ülkemiz para cenneti olur. Yatırımcı çok ucuza
kredi kullanır ve fabrikalar açar. Binlerce insanımız iş sahibi olur. Ticaret artar. Devlet bankacılık
sektöründen almadığı verginin fazlasını çalışanlardan ve ticaretten alır. Hem devletin bir kaybı
olmaz hem de binlerce insan iş sahibi olur. Ülkenin refah düzeyi yükselir daha zengin bir ülke olur.
Türkiye de illerin nüfusları ile orantılı olarak İş ve işçi bulma kurumu ofisleri açılacaktır. Bu
kurumun iş yükü artacaktır. İşsizler bu kuruma müracaat etmek zorunda olacaktır. Bu kurum bir
işsizi 5 yıl içinde en fazla 3 kere işe yerleştirecektir. 3 den sonra yerleştirme yapılmayacaktır. Bu
işsize sosyal yardımlar kesilecektir. İşkur’un işe yerleştirdiği kişi o ay sağlık sigortasından
yararlanmaya başlayacaktır. İşkur’a başvuran fakat İşkur’dan önce kendi iş bulan bunu İşkur’a
bildirmek zorunda olacaktır. Böylece SGK bu kişinin sigortasını yatırılıp yatırılmadığını takibe
başlayacaktır. İşkur’a başvurmayan işsizlere sosyal yardım yapılmayacaktır. İşkur’a başvurmadan iş
sahibi olanların sağlık sigortası 3 ay, ameliyat ve doğum için 6 ay sonra kullanılmaya başlayacaktır.
Böylece sigortasız çalışan veya ameliyat ve doğum gibi sağlık sorunlarından önce göstermelik
sigorta primi yatırılması engellenecektir. Ayrıca devlet hem bu yolla hem de yapacağı
denetlemelerle sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçecektir. Çalışandan alınan gelir vergisi %10
14
olacaktır. Sağlık sigortası primi herkesten eşit kesilecek fakat emeklilik aylığı primini çalışanlar
istedikleri düzeyden ödeyebilecektir. 4 farklı düzey olacaktır.
Devleti zenginleştirirken gereksiz işlerden kurtarmamız gerekir. Bunların başında
kırtasiyecilik gelmektedir. Çok sayıda memur çalıştırmak zengin bir ülke olmak değil hantal bir
ülke olmak demektir. Çalışanların bordrosunda değişiklikler yapmak gerekir.
Benim savunduğum bordro,
TAHAKKUK BİLGİLERİ GELİRLER KESİNTİLER
Sıra No Aylık Maaşı Gelir Vergisi
Sicil No Dil tazminatı İlk Giriş
Adı Soyadı Çocuk Yardımı Sağlık Sigortası Primi
Unvanı Eş Yardımı Emeklilik Sigortası Primi
Birimi İş Riski Tazminatı İcra
Yabancı Dil Derecesi Görev Tazminatı Emeklilik Borçlanma
T.C. Numarası Nafaka
Emeklilik Sigorta Derecesi Yemek
Kefalet
Sendika
TOPLAM GELİR
TOPLAM KESİNTİ
ÖDENECEK TUTAR
Emeklilik Sigorta Derecesinin ne anlama geldiğini ilerleyen sayfalarda sigortacılık kısmını
anlatırken değineceğiz. Maaşlar artık unvana göre ödenecektir. Aynı unvana sahip insanlar aynı
maaşı alacaklardır. Dil tazminatı, eş yardımı gibi ödenekler üzerine eklenecektir. Derece ve kademe
kaldırılacaktır. Kısacası kırtasiyecilik azaltılacaktır. Bazı gelirler koymuşlar ( Emekli kurum, GSS
Kurum gibi) fakat kesintilere de aynısını koyarak verdikleri paraları geri almışlar. Resmen
çalışanlarla dalga geçmişler. Bordro yukarıdaki gibi basit ve anlaşılır olmalıdır. Kıdem aylığı
koyulmuş 5-10 lira. Ek ödeme ve özel hizmet zamları direk aylık maaşın içinde olacaktır. Pul
kesintisi kalkacaktır. Dil tazminatları derecesine göre şimdikine oranla yükseltilecektir. Dil
bilmeyenlerin yabancı dil derecesi “E” olacaktır. Hiç bilmiyor anlamında. Bilenler ise azdan çok
iyiye doğdu D,C,B, A diye sıralanacaktır. Sağlık Sigortası primi herkesten aynı oranda kesilecektir.
Fakat Emeklilik Sigorta primlerini çalışanlar kendileri belirleyecektir. Hangi düzeyden
yatırıyorlarsa ileride o düzeyde maaş alacaklardır. Detaylı bilgiyi ilerleyen sayfalarda
bulabileceksiniz.
15
İnsanların hayatını düzenleyen akıl değil zenginliktir.
Marcus Tullius CICERO
Şimdi içinizden şöyle diyor olabilirsiniz. “Devletimiz bu kadar vergi topladığı halde
borçlanıyor. Tarım, hayvancılık, balıkçılık, sanayi üretimi, enerji üretimi, bankacılık,
sigortacılık, eğitim, sağlık gibi birçok alanda vergi toplamayarak ve KDV’yi kaldırarak bu
ülkeyi nasıl ayakta tutacaksınız?”.Çok basit. Öncelikle bankacılık, sigortacılık ve üretimden vergi
almayarak ülkemiz yatırım cenneti olacaktır. Böylece çalışan sayısı artacak ve çalışan sayısı arttıkça
devletin toplayacağı gelir vergisi artacaktır. Eğitimde okul giderleri veliler tarafından
karşılanacaktır. Hastanenin giderlerinden devlet kurtulmuş olacaktır. Çünkü hepsi özelleşecektir.
SGK özel sigorta şirketi gibi çalıştırılacaktır. Ayrıca kitabımızın Kültür Turizm ve Sağlık
bölümlerinde ülkemizin çalışan sayısını arttıran ve ülkemize döviz kazandıran yatırımları devlet bir
kuruş harcamadan nasıl yapılacağını göreceksiniz. Bütün devlet üniversiteleri özelleşecektir.
Böylece hem hastanelerin hem de üniversitelerin harcamalarından devlet kurtulmuş olacaktır.
Dolayısıyla devlet yüz binlerce memur maaşını ödemekten kurtulmuş olacaktır.Bugün
devletimizin bütçesinin neredeyse yarısı borç ve faiz ödemelerine gitmektedir.Eğer iç ve dış
borcu kapatırsak topladığımız vergiler ile bütçe fazlası bile verebiliriz. Peki, iç ve dış borcu
nasıl ödeyeceğiz.
Dış borcu öderken bir Amerikan dolarına eşit bir Süper Türk lirası basacağız. Bugün
kullandığımız Türk lirasının tedavülde kalması şartıyla. Basacağımız Süper Türk Lirası ülkemizde
bulunan döviz miktarı kadar olacak.(Bu görüşü 1990’lı yılların ortalarında dönemin LDP Genel
Başkanı Besim Tibuk gündeme getirmişti). Merkez Bankası Süper Türk lirasına, ABD dolarına
verdiği faizin bir puan üstünde faiz verecek ve ABD Dolarını ve Euro’yu piyasadan toplayacak.
Dışborcu günü gelmeden faiz indiriminden yararlanarak ödeyebilecek. Ayrıca döviz büroları
kapatılacak. Paralar bankalarda toplanacak. Döviz almak veya bozdurmak isteyenler bu işlemlerini
bankalardan yapabilecek. Unutmayalım ki cebimizde taşıdığımız her yabancı para o ülkeye verilmiş
faizsiz borçtur.
İç borcu ise üniversitelerin, hastanelerin, hazine arazilerinin, devlete ait lojmanların, makam
arabalarının, turistik tesisleri, elektrik santrallerinin, fabrikaların satılmasıyla elde edilecek gelir iç
borcu ödemeye yetecektir. Ayrıca devlet artık eskisi gibi liman, havaalanı, şehirlerarası yol, köprü
yaptırmayacaktır. Yap-işlet-devret ve devredilen yerlerin kiralanması ile çok büyük miktarlarda
gelir elde edilecektir. Bir düşünelim onlarca havaalanı ve liman, binlerce kilometre otoyol ve
köprülerin kira gelirleri devletimizi zenginleştirecektir. Ayrıca devlete ait tesislerin özelleştirilmesi
sayesinde devletin maaş ödeyeceği insan sayısı azalacaktır. Devlette çalışan eleman sayısı fazlası
emekli edilinceye kadar eleman alınmayacaktır. Bürokrasi azalacaktır. Dolayısıyla devlet bütçesi
fazla bile vermeye başlayacaktır.
Eğer girişim ilerliyorsa, bolluk ekonomi ile birlikte artar; ama girişim yoksa bolluk ekonomi
ile birlikte çürür.
John Maynard KEYNES
16
İşsizlere verilecek kredi kartlarına aile durumlarına göre aylık para yüklenecektir. Her aileye
verilecek vergi numarası sayesinde yoksul işsiz ailelerin durumuna göre buyardım yapılacaktır.
Yapılan yardımların yarısı o ilin belediyesi yarısı ise devlet tarafından karşılanacaktır. Kömür ve
gıda yardımları yapılmayacaktır. TÜİK her yıl kaç aileye yardım yapıldığını açıklayacaktır. Ben
buna üçlü açmaz diyorum. Yardım yapılan aile sayısı azaltılırsa hükümet bir daha ki seçimde
oy alamaz. Çok aileye yardım yapılırsa bir önceki yıla oranla ülkede fakir sayısı artmış
demektir. Bu da ülkenin ekonomisinin kötüye gittiğini gösterir. Kamuda çalışan eleman
sayısını arttırarak bu işe çözüm bulamazlar. Çünkü TÜİK her yıl devlette çalışan personel
sayısını da açıklayacaktır. Ayrıca yapılacak özelleştirmelerle devlet iyice küçültülecek, devlet
kontrol mekanizması haline getirilecektir. Devlet ekonomiden elini çekecektir. Bu üçlü açmaz
sayesinde geriye tek bir çıkış yolu kalacaktır. Bürokrasiyi azaltmak, yatırımları teşvik etmek,
yabancı sermayenin gelmesi için güven ortamını oluşturmak ve yabancı sermayenin
karşılaştığı bürokratik ve diğer sorunları enaz seviyeye indirmek. Bunların yanı sıra vergi
mevzuatını basitleştirmek gerekir.
Devletin ekonomiden elini çekmesini gerektiğini söylemişken özelleştirmeye biraz daha
değinmek istiyorum. İç borcu nasıl kapatmamız gerektiğini belirtirken özelleştireceğimiz yerleri
yazmıştık. Bunlardan başka TRT’yi de özelleştirmeliyiz. TRT’den daha az kanalı olan daha az
personel çalıştıran özel kanalların seyredilme oranları çok daha iyi. Televizyon programları da arz
talep meselesidir. Hangi kanal daha iyi program yapıyorsa halk onu izler. Halkın basit programları
izlediğini düşünüyorsanız sorun eğitim sistemindedir. Medya sektöründe değil.
PTT’de bir an önce özelleştirilmelidir. PTT’nin banka hizmeti vermesi çok güzeldir. Bu
hizmet özelleştirilirken onun değerini arttıracaktır. Artık kimse posta hizmetlerini
kullanmamaktadır. Ayrıca özel kargo şirketleri bu işi devletten daha hızlı ve güzel yapmaktadır. Bu
nedenlerden dolayı PTT bir an önce özelleştirilmelidir. Devletin ekonomiden elini çekebilmesi için
devlete ait bankalar Vakıfbank, Halkbank, Ziraat Bankası bir an önce özelleştirilmelidir. Bunlarla
beraber PETKİM, Türk Hava Yolları unutulmamalıdır. Devlete ait bütün fabrikalar
özelleştirilmelidir. Enerji üretim ve dağıtım tesisleri özelleştirilmeli özel teşebbüs elinde olan ve
devletin hissedar olduğu şirketler borsada satılmalıdır. Borsa sayısı arttırılmalıdır. Sosyal tesisler,
öğretmen evleri, polis evleri, ordu evleri ve OYAK özelleştirilmelidir.
Yer altı kaynaklarının çıkartılması yetmez. Hammadde olarak değil, işlenerek satılması için
gerekli yatırımlar teşvik edilmelidir. Böylece ülkemiz çok büyük katma değer yaratacak ve
insanlarımız iş sahibi olacaktır.
Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim,
teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
17
Hazine arazileri özel okullara, hastanelere ve üniversitelere daha ucuza vermek şartıyla
özelleştirilebilir. Fakat bir koşul getirilmeli, bu kurumlar aldıkları arazilerin %80 ini
ağaçlandırmalıdır. Deniz kenarındaki hazine arazileri için de aynı kolaylık ve şart oteller, tatil
köyleri ve eğlence merkezleri için getirilmelidir.
Devlet ekonomiden elini çekerken değinmek istediğim bir başka konu da bankacılık
sistemidir. Bankacılık sektöründen vergi almamamız gerektiğini belirtmiştik. Bununla beraber
BDDK kaldırılmalıdır. Devlet bankadaki mevduata kefil olmamalıdır. Banka batarsa mevduatı
devlet ödememelidir. BDDK yerine Bankacılık Koordinasyon ve İşbirliği Kurulu kurulmalıdır.
Kredi kartı almak isteyenlerin en fazla aylık gelirlerinin iki katı kadar limiti olmalıdır. Bu
limiti isteyen bir bankadan aldığı karttan kullanır, isteyen bu limiti birkaç kartta toplayabilir. Az ve
öz maddelerden oluşan bir bankacılık yasası çıkartılmalıdır. Kredi kullanmak isteyenler de sayfalar
dolusu sözleşme imzalamak zorunda kalmamamıdır. Banka boşaltan, usulsüz kredi veren hırsızlıkla
suçlanmalıdır. Devlet bankaları yaptıkları yanlışlıkları görev zararı olarak kapatmaktadır. Bundan
dolayı yukarıda belirttiğimiz gibi devlet bankaları bir an önce özelleştirilmelidir.
Devlet mevduatı bankalar batınca ödememelidir. Her banka bir sigorta şirketiyle
anlaşmalıdır. Banka batınca anlaşmalı sigortalı şirketi mevduatları ödemelidir. Burada bir
koşul getirilmelidir. Bankanın sahibi ile o bankanın mevduatını sigortalayan şirketin sahibi aynı
ailenin mensubu olmamalıdır. Her banka bütün şubelerinde görünen yerlere mevduatın hangi
sigorta şirketi tarafından sigortalandığını gösteren tabelalar asmalıdır. Böylece özel sigorta şirketleri
mevduatını sigortaladığı bankayı denetleyecektir. Bu sistem bankaları BDDK’ den daha iyi
denetleyecektir. Çünkü batan bankanın parası devletin değil sigorta şirketinin kasasından çıkacaktır.
Ayrıca bankacılık sektöründen vergi almayacağımızı söylemiştik. Böylece girişimci daha
ucuza kredi bulacak ve yatırım yapacaktır. Türkiye yatırım cenneti olacaktır. Bankacılık
sektöründen vergi alınmayınca ve güçlü bankacılık sektörümüz sayesinde Avrasya’nın yeni
İsviçre’si olacağız. Ortadoğu parasını Türk bankalarına yatıracaktır. Böylece dünyanın en büyük
bankaları ve sigorta şirketleri Türkiye’de ki yatırımlarını arttıracaktır.
Kredi kartı, ek kartlar, hesap açma kapama, dosya masrafı ve benzeri ad altında vatandaştan
para alınmayacak. Bankalar bu masrafları hesaplayarak mevduata ve kredilere uygulayacakları faiz
oranlarını açıklayacaklar. Vatandaş bir sürpriz ile karşılaşmayacak. Vatandaşın sahip olduğu kredi
kartlarının toplamı aylık maaşının 2 katını geçmeyecek.
Ziraat Bankası’nın, Halkbankası’nın ve Vakıflar Bankası’nın %60’ı blok geri kalanı borsada
özelleştirilecek. Kamubank açılacaktır. Bu bankanın her ilde bir şubesi olacaktır. Devletin
kurumları, belediyeler, kitler, bitler sadece mevduatlarını burada tutacak ve sadece buradan kredi
kullanabilecektir. Bu bankanın vatandaşlarla işi olmayacaktır. Devletin parası tek bir yerde
toplanmış olacaktır. Bu bankanın amacı devlet kurumlarına ucuz kredi vermek ve zarar etmemek
olacaktır. Bilindiği üzere artık yatırımlar özel teşebbüse yaptırılacaktır.
Bankaların açmış olduğu altın hesaplarda zorunlu karşılık arttırılmalı ayrıca Merkez Bankası
rezervinin de arttırılması için çalışılmalıdır.
Para çok değerli olunca ihracat zorlanır ve ithalat canlanır. Ekonomi ithal mallarla büyür,
işsizlik artar. Taşıdığınız her döviz o ülkeye verilmiş faizsiz kredidir. Bir de dünyada ekonomik kriz
18
çıkar ise bu kâğıt paraların hiçbir anlamı yoktur. Ayrıca doların uzun süre sabit kalması bankaların
yapısını bozar. Dış borcun çok olması riski arttırır.
Bütçe açıkları ve borçlar sorununun bir diğer boyutu da aşırı ve verimsiz kaynak kullanımı.
Bu nedenle mümkün olduğunca yatırımları özel sektöre yap işlet veya yap işlet devret modeli ile
yaptırılmalıdır.
Borçla tüketim aynı zamanda daha fazla tüketim anlamına gelir çünkü faiz ödüyoruz.
Bireysel kredilere bu yüzden yeni bir standart getirilmelidir.
Ülkelerle ticaret yaparken karşılıklı mal ve hizmet almaya dayanan anlaşmalar yapılmalıdır.
Mesela petrol alıyorsak karşılığında o ülke bizim serbest piyasamızdan istediği malı anlaştığı
değerden alabileceği anlaşmalar yapılmaya çalışılmalıdır.
Yurt dışında Türkiye’nin tanıtılmasına ağırlık verilmeli ve seyahat şirketleri çoğaltılmalıdır.
Sadece deniz turizm değil, kültür ve sağlık turizmi için gerekli yatırımlar yapılmalıdır.
Önümüzdeki yıllarda Merkez Bankası desteğiyle pilot bölgede herkes kredi kartı kullansın,
kâğıt ve madeni parayı kaldıralım. Başarılı olunca zaman içinde tüm Türkiye de uygulayalım.
İç borcu öderken bütçe açık veriyorsa para basalım, borcu borç ile ödemeyelim. Türk lirası
aşırı değerli olmasın.
İsteyen banka altın hesabı açabilecektir. Böylece ekonomide sızıntı olarak tabir edilen yastık
altındaki altınlar ekonomiye kazandırılacaktır. Dünyada kişi başına ençok altın düşen üçüncü
ülkeyiz. Buradan bir konuya da değinmek istiyorum. Ülkemiz her yıl 8 milyar dolar tutarında altın
ithal etmektedir. Bunun kesilmesini istemeyen dış güçler ülkemizde altın çıkarılmaması için lobi
faaliyetlerinde bulunmaktadır ve çevreci örgütler aracılığıyla halkı etkilemeye çalışmaktadırlar. Bu
oyuna gelmemeliyiz.
Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Birazda sosyal güvenlik sistemiz ile sigorta işlerine değinmek istiyorum. Sosyal güvenlik
sistemi ve sigorta işlerinden hiç vergi almayacağımız belirtmiştik. SSK, BAĞ-KUR ve Emekli
Sandığı’nın birleştirilerek SGK adı altında toplanması ve bu ayrımcı yaklaşımdan devletin
kurtulması gerçekten güzel bir uygulamadır.
SGK yapılandırılırken sağlık sigortası ve emeklilik sigortası olarak ikiye ayrılmalıdır.
Sigorta primlerini çalışanlar yatırırken sağlık sigortası primini ayrı emeklilik sigorta primini ayrı
yatırılmalıdır. Sağlık sigortası primi ailedeki sigorta kapsamına giren birey sayısıyla orantılı herkes
için eşit olmalıdır. Fakat emeklilik sigorta priminde derece uygulanmalıdır. Emekli maaşları
dereceye göre ödenmelidir. Emeklilik sigortasını yatıranlar hangi dereceden prim ödemek
istiyorlarsa tercihe bırakılmalıdır. Hangi dereceden prim ödediyse o dereceden emekli maaşı
almalıdır. Çalışırken ki unvanın hiçbir önemi olmamalıdır. Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, üst
19
düzey bürokratlar ve milletvekilleri kapsam dışı kalmalıdır. Emeklilik sigorta derecesini 4’e
ayrılmalıdır. Her derecenin bir emekli maaşı olmalıdır. Emekli maaşı otuza bölünerek ve bir kişinin
o derecede çalıştığı yıl ile çarpılmalıdır. Böylece bir insan ne kadar çok yıl çalışırsa o kadar çok
maaş almalıdır. Örneğin Bir çalışan 30 yıl hizmet vermiş olsun. 10 yıl 2. dereceden 20 yıl 3.
dereceden prim yatırmış olsun. İsterse aradaki farkı yatırır isterse emekli maaşının hesaplanması
ona göre yapılır. Emekli maaşının üçte birini 2. dereceye göre üçte ikisini 3. dereceye göre alır.
Emeklilik yaşı bugünkü koşullarda erkeklerde 65, kadınlarda ise 60 olmalıdır. Bu yaş
mortalite tablolarına bakılarak yıllar içinde değişkenlik gösterebilir. Kadınlar emekli olabilmek için
en az 360 ay prim yatırmış olmalıdır. Erkekler ise emekli olabilmek için en az 420 ay prim yatırmış
olmalıdır. Gün hesabından vazgeçilmelidir. Emekli sigorta primleri çalışırken günlük
kesilmemelidir. Primler aylık kesilmeli yukarıdaki toplam ayları tutturulması şartı aranmalıdır.
Emniyet istihbarat teşkilatı içinde ekonomik istihbarat birimi kurulacak ve kaçak yabancı
işçi çalıştıranlar, kara para aklayanlar, çalışanın sigortasını yatırmayanlar, sanayi bölgesi arazilerini
gereği gibi kullanmayanlar (sanayi bölgelerinde devlet araziyi bedava verecek karşılığında üretime
dayalı yatırım yapmasını isteyecek. Ayrıca verdiği her 1000 metre kare için çalıştırmak zorunda
olduğu işçi kotası koyacak. Böylece bu arazilere talip olanlar boş tutamayacak.) tespit edilecek ve
yüksek miktarda para veya hapis cezaları verilecek.
Yabancıların kaçak çalışması engellenmeli, vasıfsız iş gücüne çalışma izni verilmemeli ve
sınır dışı edilmelidir.
İşsizlik sigortası bugünkü gibi devam edecek. İşsizlik sigortasından yararlananlar sosyal
yardım alamayacak. İşsizlik sigortası bitince sosyal yardımlar başlayacak.
Sigortacılıkta emeklilik derecesi uygulamaya başlayınca geriye dönük ödemede olsun.
Emekli olanları da düşünelim. Bugün ki emeklilik maaşlarından düşük olmamak şartıyla aylıkları
yeniden düzenleyelim. Emekli Sandığı, Bağkur, SSK’dan emekli olanlar farklı maaş almasın. Prim
yatırdığı ay sayısı baz alınarak yeni düzenleme yapılsın.
Halkımız isterse SGK’ ya prim yatırırken ayrıca özel sigorta şirketlerine de prim yatırarak
ikinci, üçüncü emekliliklerine hak kazanabilirler. Bu tamamen halkımız ile özel sigorta
şirketlerinin anlaşması doğrultusunda olacaktır. İsteyen toplu para alabilir isteyen emekli maaşı.
Türkiye ekonomisi hakkında konuşurken özellikle belirtmek istediğim bir konu var. TÜİK
siyasetten arınmış bir kurum olmalı ve Cumhurbaşkanı’na bağlı olmalıdır. TÜİK Başkanı dört
yıllığına Cumhurbaşkanı tarafından atanmalıdır. Ayrıca enflasyon sepeti yeniden düzenlenmelidir.
Ülkemizin ithalat-ihracat dengesinde aleyhimize bir durum söz konusudur. Bu da gösteriyor
ki biz kendi kendimize yetemiyoruz demektir. Bankacılık sektöründen vergiyi kaldırarak daha
ucuza kredi kullanılmasını sağlamamız gerektiğini söylemiştim. Devlet ithal edilen malları üretmek
isteyenleri teşvik etmelidir. Özellikle ithal ettiğimiz katma değeri yüksek malların üretilmesi için
gerek yerli gerekse yabancı sermaye teşvik edilmelidir. Tabi ki yinede hiçbir işi olmayanlar devletin
yapacağı birkaç liralık yardımdansa katma değeri düşük malı üreterek devletin vereceğinden daha
fazlasını kazanabilir. Devlet enerji dışında (Petrol, doğal gaz) en çok ithal ettiğimiz malları
üretmek isteyenleri desteklemelidir. Böylece çalışmayan insanlara aktaracağı fonları ithal
ettiğimiz malları üretenlere aktarır. Böylece paramız cebimizde kalır.
20
Bazıları Türkiye üzerinde oyunlar oynandığını bu yüzden 2. Dünya savaşında yerle bir olan
Almanya ve Japonya’nın kalkındığı halde savaşa girmeyen Türkiye’nin kalkınamadığını söyler.
Hâlbuki bize Osmanlı’dan hiçbir sanayi yatırımı kalmamıştır. O ülkeler ise sanayi devrimini bizden
100 yıl önce yapmışlardı. Yetişmiş mühendisleri, teknikerleri vardı. Savaştan sonra sadece yıkılan
binalarını tekrar yapmışlardı. Biz de ise bilgi birikimi, eleman hiç bir şey yoktu.
Bir başka yanlış bilinen ise cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan uçak fabrikasının neden
kapatıldığıdır. Asıl gerçek bizim hiçbir zaman uçak üretememiş olmamızdır. Önce Almanlar ile bir
anlaşma yapılmış ve Almanlar fabrikadaki çalışanların çoğunu kendi ülkesinden getirmiştir. Uçak
parçaları Almanya’dan gelmiştir ve Türklere bu işin teknoloji transferi yapılmamıştır. Bu
yetmiyormuş gibi Almanlar yapılan anlaşma gereği ülkemiz yer altı kaynaklarında hak iddia
etmeleri üzerine uçak üretimi durdurulmuştur. Daha sonra aynı sorunları İngilizlerle yaşayan
ülkemiz uçak üretiminden vazgeçmiştir.
Sanayinin ülkemizde canlandırılması için komşu ülkelerle gümrükleri kaldırmalı ve sınır
ticaretini geliştirmeliyiz. Böylece sınır illerimizde çok hızlı bir kalkınma olacaktır. Zaten üretimden,
bankacılıktan, hammaddeden (tarım, hayvancılık) vergi almayarak sanayi desteklenecektir. Böylece
Türkiye yatırım cenneti olacaktır çünkü iş gücü Avrupa’ya oranla daha ucuzdur. Bunun yanında
doğumuzdaki ülkelere oranla hem teknolojik hem de kalifiye elaman konusunda çok daha iyiyiz.
Ayrıca hammadde ve ara üründe sıfır gümrük sayesinde ülkemize ucuza gelecektir. Unutmamamız
gereken bir başka husus ise üç kıtanın ortasında olmamız sebebiyle pazarlamak daha ucuz olacaktır.
Ticarete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir.
Hz. MUHAMMED (S.A.V.)
Üç kıtanın ortasındaki ülkemiz vizyonunu sadece Avrupa ile sınırlamamalıdır. Doymuş bir
pazar olan Avrupa’dan ise doymamış pazar olan Asya ve Afrika yanı başımızdadır. Ayrıca Avrupa
Birliğine girmek ülkemize çok şey kazandırmayacaktır. Zaten ekonomik açıdan gümrük
birliğindeyiz. Avrupa Birliği yakın gelecekte dağılacaktır. Özellikle ortak paraya geçerek Euro
kullanmak düpe düz kendi bağımsızlığımızı vermektir. Buradan bir konuya değinmek istiyorum.
Önceki sayfalarda anlattığım gibi Süper Türk lirası basarak piyasadan toplayacağımız döviz ile dış
borcu ödeyeceğiz. Unutmayalım ki cebimizde taşıdığımız her döviz dış ülkelere verilmiş faizsiz
borç gibidir.
Paralı yollar, tüp geçitler, köprüler için her arabanın camında bir etiket olma mecburiyeti
getirilmelidir. Etiket olmayan arabalar trafiğe çıkamamalıdır. Bu etiket her araç sahibinin kredi
kartına tanımlı olmalı ve bir ayda yapmış olduğu toplam geçiş bir seferde kredi kartı hesap özetine
yansıtılmalıdır. İsteyen araç sahibi hangi yollardan geçtiğinin detaylı dökümünü aylık e-posta
olarak Ulaştırma Bakanlığından alabilir. Araçların ödemiş olduğu ücret geçmiş olduğu yolu hangi
şirket işletiyorsa o şirketin hesabına aktarılır.
21
Su, elektrik, telefon gibi faturalı hizmetlerin bir kredi kartına tanımlanması mecbur
olmalıdır. Böylece kimsenin ödememe lüksü olmaz. Her ay düzenli olarak hesaplarından kesilir.
Ödemeyen abonelerin borçları düzenli ödeyenlere ödetilmiş olmaz.
Ülkemize özgü bir ulaşım kartı tasarlanmalı, ülkenin her yerinde geçerli olacak bu kart şehir
içi toplu taşımacılıkta kullanılmalı. Metro, otobüs, dolmuş fark etmemeli. Kart sahibi hangi araçta
bu kartı kullandıysa o aracın sahibinin hesabına taşıma ücreti geçmeli. Bu kartlar bir kredi kartına
tanımlanmış olmalı ve kredi kartından otomatik olarak ödenmeli. Çocukların veya geliri olmayan ev
halkının kartları da ev halkından birinin kredi kartına tanımlanmalı. Şehir içi ulaşım ücreti bir ayda
yapmış olduğu toplam kullanım ücreti bir seferde kredi kartı hesap özetine yansıtılmalıdır. İsteyen
insanların e-posta adreslerine kullandıkları yerleri ve ücretleri gösteren bir döküm Ulaştırma
Bakanlığı tarafından gönderilmelidir.
Yeni yerleşim yerleri veya kentsel dönüşüm yapılıyorsa özellikle konut bölgeleri site
şeklinde olması ve güvenlik görevlisi mecburiyeti getirilmelidir.
İl sayısı 60’a indirilmeli ve her ilin en az 4 organize sanayi bölgesi olmalıdır. Demir çelik
fabrikası, petrol rafinerisi, otomotiv sanayi gibi büyük yatırımlar bunlara dâhil olmamalıdır.
Çevreyi kirleten ve arıtma tesisi gereken aynı malı üreten (deri ve kimya sanayi gibi) fabrikalar
mümkün olduğunca birkaç bölgede toplanmalı ve ortak arıtma tesisi kurulmalıdır. Böylece
fabrikaların harcamaları azalmış olacaktır. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük illere mümkün
olduğunca sanayi yatırımı yasaklanmalıdır.
Yurtdışı çıkış harcı herkes için 350 ABD Doları olmalıdır.
Şehir merkezlerinde bazı eski binalar yıkılıp yerine çok katlı otoparklar yapılmalıdır. Bu
binaların caddeye veya sokağa bakan duvarları dışarıdan bakınca konut veya İşhanı için kullanılan
bina görünümünde olmalıdır.
Kurum içi bütçeler ayrı ayrı hesaplanmamalıdır; inşaat, ısınma, kırtasiye masrafı, demirbaş
giderleri, temizlik şirketi anlaşması, arabaların kiralanması, güvenlik hizmeti giderleri, su faturası,
elektrik faturası, internet, telefon gibi giderler için kuruma tek bütçe ayrılmalıdır. Kurum istediği
yere istediği kadar harcama yapmalıdır. Kurumun bir yıllık bütçesinden kalan para o yıl çalışanlara
eşit olarak paylaştırılmalıdır. Böylece kurum personeli daha tasarruflu davranacaktır. Devlet parası
boşa harcanmayacak memur ne kadar tasarruflu olursa o derece zenginleşecektir. Kurum mümkün
olduğunca az personel çalıştıracak böylece daha az masa, sandalye, bilgisayar gideri olacak ve
kurum personelinin cebine daha fazla para kalacak. Devlet daha az memur ile aynı işi görecek
dolayısıyla daha az memura maaş ödeyecek.
Arge Birimi olmayan fabrikalar veya işletmeler çalıştırdığı eleman başına yıllık 12 ABD
Doları Arge Fonuna destek primi yatırmalıdır. Bu fonda biriken para buluş yapan kişi, okul, şirket
veya kurumlara dağıtılmalıdır.
Üretim yapan kuruluşlar çalıştırdığı işçi başına yıllık 12 ABD Doları, depolar ise 100
metrekareye 1 ABD Doları Savunma Sanayi Fonuna destek vermelidir. Savunma Sanayi Fonu da
askeri alanda buluşlar yapan kişi, okul, şirket veya kurumlara dağıtılacaktır.
22
Her bankaya bir sigorta şirketi, her şirkete ( en ufağından en büyüğüne) bir banka kefil
olacaktır. Kefil olmaktan kastım; her şirketin bir kredi kartı olmalı ve devletin alacağı vergiler, su,
elektrik, yakıt gibi ödemeler otomatik kesilecektir. Hesap demiyorum dikkat ederseniz çünkü
hesapta para olmayabilir.
Erzincan’a bir petrol rafinerisi yapılması için teşvik uygulanmalıdır. Ayrıca ithal ettiğimiz
demir, çelik çeşitlerini üreten bir fabrikanın kurulması da bir o kadar önemlidir.
Bor, toryum ve uranyum üretimi kamulaştırılsın ve ham madde olarak satılmasın. Bu
madenlerin türevlerini satmak için gerekli yatırımları özel teşebbüslere yaptıralım, özel teşebbüsün
girmediği yatırımları devlet yapsın.
Sanayi bölgeleri belirlensin ve yatırım yapacaklara arsa bedava verilsin. Üretim durursa ya
başkasına devretsin ya da devlet arsayı iş adamından alsın. İş adamının başkasına devretmesi daha
iyi olacaktır çünkü kurmuş olduğu tesisin bir maliyeti olmuştur. Sanayi bölgelerinin alt yapısını
belediyeler oluştursun. Sanayi bölgesindeki arsaların büyüklüğü ile orantılı sayıda işçi çalışması
için bir kota konulsun. İşçilerin sigortaları ve gelir vergileri takip edilsin.
Otomotiv, demir çelik, seramik, çimento, Petrokimya, telekomünikasyon, enerji, beyaz eşya,
tekstil, ilaç, kozmetik, savunma sanayi alanlarda yatırıma öncelik verilmeli. En azından
tükettiğimizden fazlasını üretmeliyiz. Bilgisayar, yazılım, robot, cep telefonu, nano teknolojisi, tıbbi
cihazlar üreten ve satanların desteklemeliyiz. Arge çalışmalarına önem verilmeli ve dışarıdan
konunun uzmanı hocaların getirilmesi kolaylaştırmalı ve desteklemeliyiz.
Kişiye özel ürün üreten esnek yapılı küçük ve orta ölçekli profesyonel şirketlerin sayısı
arttırılmalı. Örneğin kişiye özel tasarımlı otomobil, mobilya, ev ve benzeri.
Arıtma tesisi gereken fabrikaları bir araya toplamaya çalış. Böylece ortak bir arıtma tesisi ile
sorun çözülmüş olur ya da bu arıtma tesislerini belediyeler kursun ve fabrikalar atık bedeli ödesin.
Lokomotif sektörlerimizden seramik üretimini artıracak yatırımlar teşvik edilmeli.
Dünyadaki üretim payımızı %7 dolaylarına çıkarılmalı. Ayrıca derz dolgu ve yapıştırıcı üretimini
de seramik üretimi ile orantılı şekilde artmasını sağlanmalı.
Sanayi de kullanılan elektrik, su, doğalgaz; konutlarda kullanılandan daha ucuz olmalı.
Ayrıca teşvikler iller bazında değil sektörelbazda verilmeli.
Demir çelik üretiminde çeşitliliğin artırılması için çalışılmalı. Çünkü her yıl dış ticarette bu
alanda 10 milyar dolar açık veriyoruz.
Çok uluslu şirketler yatırım yaparken en çok mal satacakları ülkelerin nerde olduğuna
bakıyor. Türkiye’nin çevresi doymamış pazarlarla dolu dolayısıyla ülkemiz bu konuda çok şanslı
durumda. Ayrıca kalifiye işçi bulmak kolay ve alt yapısı hazır bir ülkeyiz.
Kırsala o yörenin tarımına dayalı fabrikalar kurulması teşvik edilmeli. Başarılı kooperatif
modelleri incelenmeli.
23
Hediyelik eşya satışına düzenleme getir. Kalitesiz eşyaların üretimini de ithal edilmesini de
yasakla. Ayrıca çalar saat ve kol saatlerine de düzenleme getir. Satılan bazı saatler bir ay bile
dayanmıyor. Bu ve benzer kalitesiz ürünler sadece bizi fakirleştirir.
Gıda sanayi önemli, tarım ürünlerini mümkün olduğunca işleyerek satalım.
Yabancı ülkelerde inşaat işleri almayı destekle. İşçileri ve olabildiğince malzemeleri
Türkiye’den götür. Türkiye’ye özgü markalar yarat. Gelişmekte olan, petrol zengini veya Afrika
ülkelerinde alışveriş merkezleri veya o ülkeye özgü alışveriş sokakları inşa edilmeli ve Türk
markaları satan mağazalar ve hipermarketler açılmalı.
Isı yalıtımı yapılması binalara mecbur olsun fakat 35 yaşından büyük binalara isteğe
bırakılsın.
Deniz, hava, kara ve demiryolu taşımacılığını destekleyecek kanunlar çıkarılmalı.
İl sayısı 60’a indirilmeli, her ilin bir Tarım Kooperatifi olmalıdır. Bunlar birleşerek Türkiye
Tarım Kooperatifleri Birliğini oluşturmalıdır. Kooperatifler çiftçilerin olmalı, devlet elini
çekmelidir. Havanın durumu, ülkenin ihtiyaçları, neleri fazla üretiyoruz, neleri ithal ediyoruz,
bunlara göre köylüler yönlendirilmelidir. Kooperatifler bir mal çok fazla üretiliyorsa ve dış
piyasalara satıldığı halde fazla miktarda elde kalıyorsa, bu bölgelere alternatif ekilebilir ürünler
önermelidir. Köylüler ülke ihtiyaçlarına göre yönlendirilmelidir. Toprak Mahsulleri Ofisi,
Fiskobirlik ve benzeri yerler kapatılmalıdır. Devletin elindeki tarıma dayalı sanayi tesisleri
köylülerin sahibi olduğu bu kooperatiflere sembolik fiyatlarla devredilmelidir. Bilindiği gibi devlet
birçok malı çürütmüş veya yakmıştır. Bu ve benzeri yanlışlar toplumu fakirleştirir.
Ayrıca bu kooperatiflere üyelik mecburi olmamalıdır. Kooperatiflerin yanında özel
teşebbüste köylü ile anlaşarak ürünleri satın alabilir, işleyebilir veya dışarıya ihraç edebilir. Böylece
köylü hangi malı kaça satabileceğini, hangisini üretmesi gerektiğini bilir ve daha iyi kazanır. Bunun
en güzel örneği bazı tavuk üreticisi şirketler köylülerle ortak çalışmakta, tavukları köylülerle
üretmekte ve onlara tavuk başına vereceği ücreti önceden söylemektedir. Böylece köylü önünü
görebilmekte ve iyi kazanmaktadır.
Dönüm başına değil üretilen ürün miktarına göre destekleme primi verilmelidir.
Benzin ve mazot fiyatları düşürülmeyecektir. Çünkü gereksiz tüketim bu sayede engellenecektir.
Tarımsal üretimde ne kadar çok traktör ve motorlu taşıt kullanılıyor ise o derece destekleme
fiyatları değişecektir. Ayrıca gübre için yine üretilen miktar başına ayrı bir destekleme
uygulanacaktır. Böylece köylü korunacaktır.
Tarım kredi bankası kurulacak. Bu bankaya gerekli kaynak aktarılacak. Daha sonra bu
banka Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğine sembolik fiyatla devredilecek. Ayrıca devletin
elindeki tarıma dayalı kuruluşlar da bu kooperatife devredilecek. İsteyen köylü bu kooperatife üye
olacak. Bu kooperatife üyeler bankadan uygun kredi kullanabilecekleri gibi hava koşulları ve üretim
fazlasından dolayı çiftçiyi yönlendirecek. Yönetim seçimle olacak devlet sadece denetleyecek.
İsteyen köylü ürünlerini anlaşma yaptıkları iş adamlarına da satabilecek. Tarımı ayağa kaldırmamız
gerekir çünkü tarımda her yıl 2 milyar dolar dış ticaret açığı veriyoruz. En azından dış ticareti
dengelemeliyiz.
24
Tarım Bakanlığı, ihtiyaç duyulan hayvanlar dışında (hayvanat bahçeleri ve damızlık gibi)
her türlü kedi, köpek, kaplumbağa, timsah ve benzeri hayvanların ithalatı yasaklanmalıdır. Evlerde
sadece kuş ve süs balıklar yetiştirilmesine izin verilmelidir. Bahçeli evlerde kedi ve köpek ithal
olmamak şartıyla yetiştirile bilinir. Hayvanat bahçelerinde kafes sisteminden vazgeçilmeli ve
yüzlerce dönüm arazi üzerinde birbirine zarar vermeyen hayvanlar bir arada durmalıdır.
Köylerde çiftçilik yapanlar ev yerlerini tarlaları ile beraber satılmalı böylece tarım alanları
bölünmemiş olacaktır. Bir örnekle açıklayalım. 30000 dönüm arazisi olan iç bölgelerde bir köy
düşünelim. Bu köyde 50 veya 60 çiftlik olsun ve her bir çiftliğin 500-600 dönüm arazisi olsun. Kıyı
kesimlerde bu arazi miktarı biraz düşebilir. Bu tarlalar miras yoluyla dahi olsa bölünmesin. Ayrıca
köylerde 2-3 dönüm arsası olan büyük bahçeli evler olmalı. Bu ev sahipleri çiftçi değil sadece
emekli olanlar veya toprakla uğraşmak isteyenler için olsun. Bu evlerin sayısı her köyde 50-60
geçmesin.
Tarımsal ve hayvansal üretim yönetmeliği değiştirilmelidir. Gezen tavuk ve gezen tavuk
yumurtası iç piyasa için mecbur olmalı. Olduğu yerde yem yiyerek beslenen tavuk eti ve yumurtası
üreten tesisler serbest bölgelere taşınmalı ve sadece yurt dışına ihraç edilmeli. Olduğu yerde
büyütülen tavuk 10 liraya satılıyor ve 1 lira kar elde ediliyorsa, gezen tavuk 30 liraya satılsın. Halk
10 liradan 3 tavuk yiyeceğine 30 liradan 1 tavuk yesin. Böylece daha sağlıklı olacaktır. Tavuk
üreticileri 10 liralık tavuktan 1 lira kar elde edip 300 tavuk satarak 300 lira kazanacaklarına, gezen
tavuğu 30 liradan satıp tavuk başına 3 lira kar elde ederek 100 tavuktan aynı kazancı elde
edebilirler. Böylece karlarında hem düşüş olmaz hem de daha az tavukla uğraşmış olurlar.
Petrolü kontrol edersen, ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen, insanları kontrol
edersin.
Henry KISSINGER(ABD Dışişleri Eski Bakanı)
Kuzey Afrika sanayi ile kirlenmemiş topraklardır. Buradan toprak kiralayarak organik tarım
yapabilir ve dünyaya pazarlayabiliriz. Bu işi yapmak isteyen şirketlerimize düşük faizli krediler
verebiliriz. Bu kıtada işçilikte çok ucuz olduğundan dünya piyasalarında rahatlıkla organik
ürünlerde söz sahibi olabiliriz. Bu ülkelerin insanları da iş sahibi olmuş olur. Gelecekte en önemli 2
ürün temiz içilebilir su ve gıda olacaktır. Bunları kontrol eden dünyayı kontrol eder.
EĞİTİM
25
Ülkemizin en büyük sorunlarından biri eğitim sistemidir. Maalesef ülkemizde eğitici öğretici
değil, ezberci bir öğretim sistemi vardır. İlköğretimdeki öğrencilere verilen araştırma ödevlerinin
birçoğunu aileleri yapmaktadır.
Ayrıca eğitim yedi yaşında başlamaz. Çocuklarımızı daha küçük yaşlarda eğitmeye
başlamalıyız. Böylece çocuklarımız daha girişken, kendine güvenen bireyler olarak yetişirler.
Devlet eğitim sisteminden vergi almamalıdır. Kreşler, ilköğretim, lise, üniversite hatta
dershanelerden, yabancı dil kurslarından, müzik kurslarından, dans kurslarından hiçbir ad altında
vergi alınmamalıdır. Toplumun eğitilmesine köstek değil devlet böylelikle destek olmalıdır.
Çocuğunu özel okula gönderen bir veli devletin üstünden bir yükü almaktadır. Devlet birde vergi
alarak onu cezalandırmaktadır.
İlköğretime başlayana kadar çocuklarımız kreşlere gitmelidir. Bu kreşler devletin koyduğu
kriterlere uygun olarak inşa edilen bahçeli yerler olmalıdır. Ekonomi bölümünde anlatıldığı gibi
parası olmayan fakir halka kredi kartına benzer bir kart vereceğiz. Bu karta ailenin ekonomik
durumuna ve çocuk sayısına göre para yükleyeceğiz. Böylelikle fakir ailelerin de çocukları kreşlere
gidebilecekler.
Zorunlu eğitim toplam 12 yıl değil 11 yıl olmalıdır. Öğrencilerin 1 yılını fazladan tahta
sıralar üstünde harcamaları anlamsızdır. Eğitim sadece dört duvar arasında fazla vakit geçirmek
değildir. Toplam 11 yılı kaç parçaya ayırırlar onu bilemem ben eğitimci değilim. Eğitim sisteminin
nereye doğru gideceği siyasilerin değil eğitimcilerle birlikte sosyologların, psikologların,
fütüristlerin çalışmalarını gerektiren bir konudur. Eğitimin yeniden yapılandırılması anayasadan
daha önemlidir.
Ayrıca zorunlu eğitimde açık öğretimin kaldırmalı ve okullaşmayı artırmalıyız.Ekonomi
bölümünde anlatıldığı gibi fakir ailelere vereceğimiz kredi kartı ile zaten çocukların eğitim masrafı
devlet tarafından karşılanacaktır. Böylece aileler maddi imkânları bahane edemeyeceklerdir.
İlköğretim 6,7 ve 8. Sınıfılar için seçmeli dersler arasında 2. Yabancı dil, folklor, salon
dansları, satranç ve okul takımındaki öğrenciler için spor olmalıdır.
İngilizce küçük yaşlarda tüm okullarımızda öğretilmelidir. Çünkü yabancı dilin belirli bir
yaştan sonra öğretilmesi çok zor olmaktadır. Bilindiği gibi dünyadakiakademik dil İngilizcedir. Bir
dil bir insandır. Çocuklarımız iyi derecede Türkçe bilmelidirler. Ama bunun yanında ana dilleri gibi
İngilizce de bilmelidirler.
Öğretmenler! Cumhuriyet fikren ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli
muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Yukarıda belirtildiği gibi isteyen okul seçmeli ders olarak İngilizcenin yanında 2. Yabancı
dili okutabilir. Ben kolej mezunuyum. Biz anadilimiz gibi İngilizce öğrenirken yanı sıra seçmeli
ders olarak Almanca almıştık. Birçok gelişmiş ülkenin çocukları birden fazla yabancı dil
26
bilmektedirler. 2. Yabancı dil Rusça, Çince, Japonca, Arapça, İspanyolca, Almanca, Fransızca
olabilir. Eğitim süresinin kaç yıl olduğu değil kaliteli olup olmadığı önemlidir. Yeni nesil çabuk
öğrenen meraklı bir gençliktir.
Ülkemiz bilindiği gibi farklı kültürlere sahip insanlardan oluşmaktadır. Bu aynı zamanda
bizim ülkemizde dil zenginliğini de beraberinde getirmektedir. Okulu bitiren bir insanın gerek
devlet dairelerinde gerekse ülkenin farklı bölgelerine çalışmaya, üniversite okumaya veya askere
gittiğinde sıkıntı çekmemesi için resmi dilimiz Türkçeyi çok iyi derecede bilmelidir. Bunun yanında
küçük yaşta İngilizce öğreteceğimizi söylemiştik. İsteyen İngilizce yerine isteyen ise seçmeli ders
yerine yerel dilini öğrenebilir. Hangi yerel dillerin öğretileceğini okullarımıza bırakıyoruz. Sınıf
açacak kadar aynı dili öğrenmek için talep gelirse o dilde öğretmen ayarlamalı ve sınıf açmalıdır.
İlerleyen bölümlerde göreceğiniz gibi okul idarelerini zaten velilere bırakıyoruz. Bu imkânı
çocuklarına rahatlıkla sunabilirler.
İlkokulubitirenler Meslek Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri, İmam Hatip Liseleri, Fen
Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Yabancı Dil Liseleri veTürkçe Matematik Liseleriolarak
ayrılabilirler. 9. Sınıfta ortak dersler verilebilir. Bu derslerden biri muhakkak kompozisyon
olmalıdır. Çünkü üniversiteyi bitirip dilekçe yazmayı bilmeyen CV hazırlamayı bilmeyen çok
sayıda gençlerimiz vardır. Özel okullar ve devlet okulları yukarıda belirtilen liseleri kendi içlerinde
ayırabilirler.
Bir özel okul düşünelim. X Koleji;
Özel X Fen Lisesi,
Özel X Sosyal Lisesi,
Özel X Türkçe Matematik Lisesi,
Özel X Yabancı Dil Lisesi,
Bir kolej veya devlet okulu istediği liseyi açıp açmaması kendi elindedir. Yukarıda belirtilen
bütün liseleri açmak zorunda değildir. İmkânı ölçüsünde istediği liseleri açabilir. Anadolu
Öğretmen Liseleri, İmam Hatip Liseleri ve Meslek Liseleri çok programlı liseler dışında her biri
için ayrı bir okul yapılmalıdır. Meslek lisesi mezunlarının Meslek Yüksekokullarına girişi
sınavsız olmamalıdır fakat ek puan verilerek kolaylaştırılmalıdır. Sınavsız olması devlet ve özel
okul öğrencilerinin diploma notu konusunda eşitsizliğe neden olabilmektedir.
Liselerde eğitim kredili sistem olmalıdır. Öğrenci dersten kalmalıdır. Bulunduğu lise türünü
bitirebilmesi için zorunlu dersleri almış olmalı, ayrıca toplam krediyi seçmeli derslerle tamamlamış
olmalıdır.
Bilginin mürekkebi şehidin kanından kutsaldır.
Hz. MUHAMMED (S.A.V)
27
Üniversiteye giriş sınavı iki aşamalı olmalıdır. Şimdiki sistem gerçekten çok güzel
düşünülmüştür. (LYS, YGS) Meslek yüksekokullarına giriş özendirilmelidir. Unutmayalım ki bir
fabrikanın bir mühendise ihtiyacı varsa beş de teknikere ihtiyacı vardır.
İlköğretim okulları ve liseler yeniden inşa edilmeli 1000-1500 kişilik, sınıfları 24 kişilik,
spor salonları, müzik odaları, konferans salonu, öğrenci toplulukları için odalar ve resim
atölyelerinin olduğu kantinlerinde sağlıklı besinlerin satıldığı okullar olmalıdır.
Şehrin ortasında kalmış bahçesi küçük okullar satılmalı yukarıda belirttiğimiz büyük bahçe
içinde okullar inşa edilmelidir. Köy okulları kapatılmalı 15-20 köyün öğrencilerin toplandığı ilçe
veya bucaklarda büyük okullar inşa edilmelidir. Taşımalı eğitim en güzelidir. Böylece
çocuklarımızın daha geniş bir çevresi olur, daha sosyal çocuklar olarak yetişirler. Doğu Anadolu
Bölgemizde kışın uzun sürmesi nedeniyle 3-5 köyün öğrencilerini bir okulda toplamak ve kış için
bu köylerin yollarını birbirine bağlamak unutulmamalıdır.
Özel okullardan vergi almayacağımızı belirtmiştik. Bunun yerine bir önceki yıl kayıt
yaptıran öğrenci sayısının %10’u kadar öğrenciyi ÖSYM’nin yapacağı bir sınav ile bedava
okutacaklardır.Bu sınavlara geliri çok iyi olan aile başvuramayacaktır. (Her aileye verilen vergi
numarası sayesinde)
Babam iki tür insan bulunduğunu söylerdi. İşi yapanlar ve yapılan işten kendine kredi
çıkartanlar. O, benden birinci grupta yer almam için çalışmamı istedi. Zira bu grupta
diğerinden daha az rekabet vardı.
Indra GANDHI
Devlet okulları yeniden yapılırken camlar çift cam duvarlar ısı yalıtımlı olacaktır. Sınıfların
yerleri ağaç olmalıdır. Her türlü sosyal faaliyetin bulunabileceği tarzda okullar inşa edilmelidir.
Okullarda yeni bir dönemi başlatalım. Öğretmen maaşları hariç okulun giderlerini veliler
karşılasın. Su, telefon, elektrik, ısınma, boya, çatı aktarma, çalışan memurların maaşları, hizmetli
maaşları tabi bunlar artık devlet memuru olmayacak okulda çalışan kişiler olacaklardır. Kantinler
kiraya verilir. Okul duvarlarına ve çatısına reklam alınabilir. Böylece her veli aylık ortalama 50 TL
okul ücreti öder. Veliler arasında okul aile birliği kurulur. Hesapları onlar denetler. Nereye ne kadar
para harcanacağına karar verirler.
Yukarıda belirttiğimiz gibi fakir ailelere devlet tarafından yardım yapılacaktır. Fakir
çocuklarda hiç belli etmeden her ay 50 TL ödeyeceklerdir. Zaten bu okul giderleri de çeşitli vergiler
adı altında halkın cebinden çıkmaktadır.
Üç tip okul olacaktır;
1-Özel okullar,
2-Binası devlet tarafından yapılan idaresi tamamen velilere ait olan, öğretmenleri devlet
memuru olmayan, öğretmenleri sözleşmeli çalışan ve maaşları dâhil bütün giderleri veliler
tarafından karşılanan okullar, Bu okullar okuyan öğrencinin olacaktır. Mezun olunca okulla
28
ilişiği kalmayacakvelisi okul yönetiminden çekilecektir. Biz buna ne özel okul ne de devlet okulu
diyebiliyoruz. Halkın okulu diyebiliriz.
3-Devlet okulları. Öğretmen atamaları devlet tarafından yapılan, öğretmen maaşları devlet
tarafından verilen geriye kalan giderleri veliler tarafından karşılanan şimdiki devlet okulları.
Fakir ailelere vereceğimiz çocuk sayısı ve çeşitli kriterlere göre para yükleyebileceğimiz
kredi kartları sayesinde fakir çocuklarda okulda toplanan paraları vereceklerdir.
Özel okullardan vergi almayınca okul ücretleri düşecektir. Daha çok aile çocuğunu özel
okula gönderecek ve devletin sırtından yükü alacaktır.
Ayrıca büyük şirketler ve maddi durumu iyi olan insanlar kendi adlarını veya şirketlerin
adlarını vermek üzere okullar yaptırabilirler.Fakat bu durumda vergi muafiyeti
uygulanmamalıdır. İnsanlar iyilik yapıyorlarsa vergiden düşülmemelidir. İnsanlar gerçekten
okul yaptırmak istiyorsa yaptırmalıdır.
Devlet okullarında çalışan öğretmenler isterlerse özel dershanelerde, özel okullarda
çalışabileceklerdir. Hatta üniversitelerden öğretim üyeleri de isterlerse saat ücreti karşılığında
okullarda çalışabileceklerdir.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler muhasebeci çalıştırmayınca çok büyük oranda muhasebeci
işsiz kalacak. Bu sorunu da temel eğitim veren devlet okulları ile çözeceğiz. Okul müdürleri bundan
sonra öğretmenler olmayacak. Hastanelerde, hastane müdürü ve başhekim olduğu gibi okullarda da
okul müdürü ve başöğretmen olacak. Ekonomik işlere müdür bakacak, eğitimle ilgili işlere ve
izinlere başöğretmen karar verecek. Başöğretmende derslere isterse girebilecek.
Temel eğitimde okullaşma şart olmalı fakat yükseköğretimde şart olmamalı ve ek dersler
alarak öğrenciler farklı diplomalar alabilmelidirler. Bu özellik bilgi toplumuna geçişimizi
hızlandıracaktır.
Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak
zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bildiğiniz gibi ülkemizde üniversitelerin büyük bir bölümü devletin elindedir. Devlet malı
kimsenin malıdır. Bu yüzden üniversitelerimizde akademik çalışmalardan çok başka işlerle
uğraşılır. Birçok öğretim görevlisi YÖK’e birbirini şikâyet eder. Rektörler akademik kariyerlerine
göre değil siyasi görüşlerine göre desteklenir.
Ayrıca birçok küçük şehirde üniversitemiz bulunmaktadır. Küçük şehirlere açılan
üniversitelerde kazanan sadece o yörenin esnafı olur. Devlet yaptığı yatırımdan dolayı ekonomik
kayba uğrar. Bu üniversitelerde okuyan çocuklar yıllarını kaybederler. Aileleri de ekonomik kayba
uğrarlar. Küçük şehirlere üniversite yapmak için harcanan para ile o illerin organize sanayisi
29
desteklenebilir. Böylece tüketime dayalı değil üretime dayalı istihdam sağlamış oluruz. Bununla
beraber o yörenin esnafı da kazanmış olur.
Küçük şehirlerdeki üniversiteleri bitirenler mezun oldukları için her işi beğenmezler. KPSS
ve şirketlerin sınavlarında da başarı gösteremedikleri için işsiz kalmaktadırlar. Bu ülkenin
üniversite okumayan insanlara da ihtiyacı vardır.
Ayrıca küçük illerdeki üniversitelere tıp fakülteleri açılması düşünülmektedir. Doktorlar
sosyal, vizyon sahibi, çok okuyan, çok hasta gören insanlar olmalıdırlar. Bunlar küçük illerde
imkânsızdır.
Üniversitelerimizi özelleştirmeliyiz. İl sayısını 60’a indirirken birleştirmiş olduğumuz illerin
alıcısı çıkmayan üniversitelerini de birleştirmeliyiz.Ayrıca devlet eğitimden sıfır vergi almalıdır.
İnsanlar para verip eğitim görüyorlar ve devlet onları cezalandırıyor. Eğitime para harcıyorsun
birazda devlete vergi ver diyor. Çok yanlış bir düşüncedir.
Ormanlar %5 imara açılması şartıyla üniversitelere devredilebilir. Ayrıca şehirlerimizin
yanındaki hazine arsaları %80 ağaçlandırmak şartıyla üniversitelerimize tahsis edilebilir. Böylece
sahibi özel üniversiteler olan dolayısı ile öğrenciler olan ormanlarımız olur. Arsanın sahibi olduğu
için arazi mafyası buraları yakarak uzun vadede imara açamaz. Ayrıca ormanları en güzel
öğrenciler korurlar. Kısacası ormanların sahibi öğrenciler olurlar.
ÖSYM tercih kılavuzunda 2 tip tercih yapılabilir.
a) Paralı
b) Üniversite bursu
Bu uygulama her bölüm için geçerli olmaz. Bazı bölümlerde paralı bazı bölümlerde
üniversite bursu olmaz.
Devlet her yıl belirli sayıda öğrenciye burs verir. Kaç kişiye burs verileceği YÖK
bünyesinde, Kalkınma Bakanlığı, TÜİK, Devlet Personel Başkanlığı gibi kurumların ortak
çalışması ile belli olur. Devlette devamlılık esastır. Örneğin bu yıl 80 bin öğrenciye burs verileceği,
bunun 30bini ön lisans eğitimine 50 bini ise lisans eğitimine ayrılır. Bir öğrenci tercihlerini
yaparken şimdi olduğu gibi tercihlerde üniversitenin burslu bölümlerini de işaretleyebilir. Bunun
yanında paralı bölümleri de işaretler. Üniversite bursları karşılıksız olacaktır. Bu uygulama
günümüzde zaten vardır.
Devlet bursu ise paralı bölümler için geçerli olacaktır. Tercih kılavuzunda devlet
bursundan yararlanmak istiyorum butonu işaretlenecektir. Böylece bu burstan yararlanmak
isteyen ve puanı en yüksekten başlayarak aşağıya doğru o yıl kaç kişiye burs verildiyse o
sayıda öğrenci devlet burslusu olarak üniversiteye yerleştirilecektir.
Devlet bursu ile okuyan öğrenciler ise işe başladıktan sonra 25 yıl vade ile bu borcu öder.
Böylece bu sistem 25 yılda kendi kendini finanse etmeye başlar. Devlet burs verirken üniversite
ayırmaz. Bu bir arz talep meselesidir. Tamamen öğrencilerin tercihlerine bırakılmalıdır. Zaten iyi
üniversitelere talep daha çok olacaktır. Böylece üniversiteler arasında daha iyi imkânlar sunmak
için bir rekabet olacaktır. Her halükarda üniversite ücreti ödeneceği için zengin ailelerin çocukları
30
nede olsa okul parası veriyoruz diyerek istediğimiz üniversitenin istediğimiz bölümünde okuyalım
diye düşüneceklerdir.Bu nedenle kendi imkânları ile okuyacaklardır. Devlet bursu ve üniversite
bursu fakir öğrencilerimize kalacaktır.
Her yıl üniversite bursu ve devlet bursuyla yaklaşık 100 binyeni kayıt yaptıran öğrencimiz
bedava okuyacaktır. İlk 100 bin öğrenci arasına giremeyen ailelerin çocukları parası varsa okumalı
parası yoksa ve ilk 100 bin kişi arasına giremiyorsa ailesine hiç yük olmamalıdır. Bu ülkenin
üniversite okumayan insana da ihtiyacı vardır. Ayrıca hem çalışıp hemde Açık Öğretim
Üniversitesinde okuyabilir.
Bundan başka özel şirketler burs verebilir. Örneğin bir bilgisayar şirketi, X üniversitesinin
yazılım mühendisliğini kazanan öğrencilere burs verebilir. Böyle şirket bursları sayesinde daha çok
öğrenci bedava okuyabilecektir.
Günümüzde uygulanan üniversite bursuna biraz değinmek istiyorum. Üniversitelerimizden
sıfır vergi almalıyız. Bunun yerine üniversitelerimizin bir önceki yıl yeni kayıt yaptığı öğrenci
sayısının %10’u kadar öğrenciyi üniversite bursu ile okutma mecburiyeti getireceğiz.
Hangi bölümlere üniversite bursu ile öğrenci alınacağı üniversite inisiyatifinebırakılmalıdır.
Fakat lisans-ön lisans oranı korunmalıdır. 100 lisans 60ön lisan yeni kayıt yaptıran bir üniversite bir
sonraki yıl 10 lisans ve 6 ön lisans öğrencisini üniversite bursu ile okutmalıdır.
Bugün uygulanan 2 basamaklı üniversiteye giriş sınavı en güzelidir. Çünkü kimseye
ayrıcalık tanınmayan ülkemizin her köşesindeki öğrencimize eşit şans tanıyan bu sistemden vaz
geçilmemelidir. Köylü kentli, zengin fakir ayırt etmeden kim daha başarılı, çalışkan ise üniversiteye
girmeye hak kazanmaktadır. Benim savunduğum bütün üniversitelerin özelleştirilmesi, öğrenciye
devlet bursu verilmesi ve bu bursun 25 yıl da geri ödenmesi sayesinde zaten zengin ailelerin
çocukları burslu bölümleri tercih etmeyecektir. Bu sayede üniversiteye giriş sınavında yarış orta ve
alt gelir grubu ailelerin çocukları arasında olacaktır.
Bu günlerde üniversiteye giriş sınavının kalkması ile dershanelerin kapanacağı
savunulmaktadır. Dershaneler eğitim sistemindeki açıkları kapatmaktadır. İnternet üzerinden eğitim
ve CD’ler vermektedirler. Kendimden biliyorum dershaneler çok kısa bir sürede okullardan daha iyi
öğretmektedirler. Liselerde 3-4 yılda alınan eğitimin daha kalitelisini 1 yılda verebilmektedirler.
Sınavları kaldırırsanız o zaman dershanelere akın daha fazla olur.Çünkü orta öğretim başarı
puanını artırmak isteyen ve yapılacak olgunluk sınavlarında daha iyi notlar almak isteyen öğrenciler
3-4 sene dershaneye gideceklerdir. Kolejlerde orta öğretim başarı puanı yüksek tutulacaktır.
Hâlbuki şimdi sadece lise son sınıfta dershaneye gitmek yeterli olmaktadır. Sınavlar kaldırılırsa
zenginlerin çocukları üniversiteye daha rahat giriş yapar.
Ülkemizde her öğrencinin okumak istediği üniversite sayısı birkaç tanedir. Milyonlarca
öğrenciyi, sınavları kaldırırsanız, hangi kriterlere göre bu üniversitelere yerleştireceksiniz. Kusura
bakmayın ama ÖSYM’nin yaptığı sınavları kaldırırsanız üniversiteye giriş sistemini çökertirsiniz.
Bugün ki düzende insanlar torpil arayacaktır. Üniversiteye giriş sınavları kaldırılırsa benim
savunduğum sistemde de devlet bursu ile okuyacak öğrencilerin seçiminde haksızlık yapılacaktır.
31
Ayrıca dershaneye giden öğrencilerin sayısında son yıllarda birkaç kat artış olduğu
savunulmaktadır. Bunun nedeni orta öğretimden kaynaklanmamaktadır. Son yıllarda KPSS kursuna
gitmeye başlayan mezunlarımızdır. Eskiden KPSS kursları yoktu. Ayrıca bundan 10 yıl önce
1300000 öğrenci üniversiteye giriş sınavına başvururken bugün 1800000 öğrenci başvurmaktadır.
Dershaneye gidenlerin sayısının artması bu iki nedenden dolayıdır. Bazı politikacılarımız
dershanelerin kapatılmasını savunmaktadır. Çok merak ediyorum devlet okullarında çok iyi eğitim
verdiklerini mi düşünmektedirler. Dershaneler olmaz ise fakir halkın çocukları eğitim sistemindeki
eksiklikleri nasıl giderecekler ve üniversite giriş sınavlarına nasıl hazırlanacaklar. Bu gün her
ekonomik düzeyden öğrencimize hizmet veren dershaneler vardır ve Türkiye’nin dört bir yanından
en iyi üniversitelerimizi öğrenciler kazanmaktadır. ÖSYM’nin açıkladığı verilere bakarsak
10000’lerce öğrencimiz üniversite giriş sınavından sıfır almaktadır. Bir de dershaneler kapatılırsa
bu gün ki devlet okulları ile bu sayı birkaç kat artar. Dershaneler eğitim sisteminin yetersizliği
sonucu oluşmuş bu gün ki şartlarda gerekli kurumlardır.
YÖK’e yeni bir kampüs yapılır. YÖK, ÖSYM, Kredi ve Yurtlar Kurumu (YURTKUR) ve
Açık Öğretim Üniversitesi bu kampüste toplanır. Açık Öğretim Üniversitesi Anadolu
Üniversitesinden ayrılır. Bilindiği gibi Anadolu Üniversitesi özelleşecektir.
Gerek ÖSYM’nin yaptığı sınavlar gerek Açık Öğretim Üniversitesinin yaptığı sınavlar
sonucu çok büyük meblağda para toplanacaktır. Bu para yapılan bilimsel çalışmalarla orantılı bir
şekilde üniversitelere dağıtılır. Böylece üniversiteler bilimsel çalışmalara teşvik edilmiş olur.
Meslek yüksekokulları özendirilmelidir. Üniversiteler küçük şehirlere meslek
yüksekokulları açmalı, devlet teşvik etmelidir. Meslek lisesi mezunlarının meslek
yüksekokullarına girişleri kolaylaştırılmalıdır.
Ülkemizde lisans veya yüksek lisans eğitimi alan öğrenciler daha üst eğitim almak için
yabancı ülkelere gittiklerinde karşılarına Türkiye de almış oldukları eğitimin devletimiz tarafından
tanınıp tanınmadığı konusunda yazı almak zorunda kalmaktadırlar. Bu yazı için YÖK Başkanlığına
posta ile ya da bizzat başvuruda bulunmaktadırlar. Her ülkenin eğitim sistemi farklı olduğu için bu
istenilen yazıyı en iyi şekilde hangi ülke istiyorsa o ülkedeki büyükelçiliğimizin vermesi en doğrusu
olacaktır. Bu sayede posta veya ulaşım sorunu ortadan kalkacaktır.
Ayrıca üniversitelerde araştırma görevlisi olacak kişiler TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) gibi
merkezi bir sınavla belirlenmelidir. Üniversitelerimizin özelleştirilmesi ve rekabet koşullarının
oluşturulması sayesinde her üniversite en iyi akademik kadroyu oluşturmaya çalışacaktır.
Üniversitelerimiz Yardımcı Doçentlik ve Profesörlük unvanlarını kendisi verirken neden
Doçentlik unvanını verememektedir. YÖK, akademik kadrolara atana bilmek için kriterleri
belirler, bu kriterlere uyan akademisyenler üniversiteleri uygun görürse bu kadroları verir.
Üniversitesi uygun görürse diyorum çünkü üniversiteler özel olacağı için istedikleri
akademisyenlerle çalışmak en doğal haklarıdır.
Aynı iş ile ilgili 2 üst kurul olması anlamsızdır. YÖK ve ÜAK birleştirilmeli ve YÖK’e yeni
bir ad verilmelidir. YÖK, 1980 darbesi sonrası kurulduğu için akademik çevrelerde pek iyi
karşılanmamaktadır. Kurulacak yeni üst kurul şimdiki gibi her işe karışmamalıdır. Zaten
üniversitelerin hepsinin özelleşmesi gerektiğini söylemiştim. Yeni kurul üniversitelerarası
32
koordinasyon sağlayan bir kurul olmalıdır. Adı ise Üniversitelerarası Koordinasyon ve İşbirliği
Kurulu Başkanlığı olabilir.
Adı değişen YÖK’ün yapısı da değişmelidir. Çünkü artık devlet üniversitesi
olmayacağından YÖK’ün işlerinde de azalma olacaktır. Bir öğretim görevlisi derslerini
aksatmamak kaydıyla birden fazla üniversitede de çalışabilir. YÖK’te artık akademik kadrolar
bölümü olmayacaktır.
Vakıf üniversiteleri ve devlet üniversiteleri diye bir ayrım olmayacaktır. Çünkü devlet
üniversitesi olmayacaktır. Bu nedenle Vakıf Üniversiteleri Koordinasyon Birimine gerek
kalmayacaktır. Bu birimin geriye kalan işlerini Eğitim Dairesi üstlenebilir.
Bütün üniversitelerin internete bağlı bulunduğu bir program olacaktır. Bu programa öğretim
elamanları, öğrenciler ve bölümler hakkında bilgiler girilecektir. Öğrenci yabancı uyruklu ise
ülkesine kadar detaylı bilgiler. Zaten bu programın bir benzeri yapılmıştır. Bu programı
geliştirilmesi ve üniversitelerin doğru bilgiler girmesi sağlanacaktır. Böylece YÖK’ün elinin altında
yükseköğretim hakkında sağlıklı bilgiler (istatistikler) olacaktır. Bu bilgilere herhangi bir kurum
ihtiyaç duyduğunda birkaç saat içinde hazır olacaktır.
Adı değişen YÖK’ün yapısının da değişmesi gerektiğini söylemiştim. Öğrenci İşleri Daire
Başkanlığı kurulmalıdır. Burslu Öğrenciler Merkezi (Yabancı uyruklu öğrenciler ile ilgileniyor),
Eğitim Dairesinin ilgilendiği kendi imkânı ile okuyan yabancı uyruklu öğrenciler, Türk öğrencilerin
sorunları ve yurt dışına gitmek isteyen Türk öğrenciler ile kurulacak Öğrenci İşleri Dairesi ilgilenir.
Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Birimi, Dış İlişkiler Birimi, Orta Doğu ve Orta Asya
Ülkeleri ile İlişkiler Birimi birleştirilerek Dış İlişkiler Daire Başkanlığı kurulmalıdır. Kitabımızın
Dış Politika bölümünde de Avrupa Birliğine girmeye neden karşı olduğumuz anlatılmaktadır.
Bundan dolayı sadece YÖK de değil hiçbir kurumda Avrupa Birliği Birimi açılması doğru değildir.
Denklik Daire Başkanlığı kurulmalıdır. YÖK’ de ki Denklik Birimi ile ÜAK’ da ki Denklik
Birimi birleştirilmeli, bu birimlerdeki kırtasiyecilik azaltılmalıdır. İnsan faktörü en aza indirilmeli
akademik çalışmalara bakılmalıdır.
Konu yükseköğrenimden açılmışken bilindiği gibi ülkemiz yabancı uyruklu öğrencilere
Büyük Öğrenci Projesi adı altında burs vermektedir. Ülkelerin eğitimleri birbirinden çok farklı
olduğu için bu öğrenciler büyük sıkıntılar çekmektedirler. Yapılması gereken burs şartlarında
değişikliktir. Sayısal bölümler için ön lisans ve lisans programlarına öğrenci alınmalıdır. Sayısal
bölümlerde lisansüstü programlar için burs verilmemelidir. 1 yıl Türkçe hazırlıktan sonra, 1
yılda akademik hazırlık adı altında sayısal dersler verilmelidir. Sözel bölümler için ön lisans, lisans,
yüksek lisans, doktora programlarına öğrenci yerleştirilebilir. Fakat sözel bölümler için de 1 yıl
Türkçe hazırlıktan sonra, 1 yıl akademik hazırlık eğitimi verilmelidir. Ülkelerden eğitim görmeye
gelecek öğrencilerin seçimi o ülkenin ilgili kurumlarına bırakılmalıdır. Sadece Azerbaycan da
ÖSYM, ülkemizde olduğu gibi bir sınav yapmalı ve bu ülkenin kontenjanı daha fazla olmalıdır.
Zaten Azerbaycan da ÖSYM sınavına uygun bir tesis bulunmaktadır. Türkiye hangi ülkeye kaç
kontenjan vereceğini açıklamalıdır.
33
SAĞLIK
Ülkemizin en önemli sorunlarından bir diğeri de sağlık sektörüdür. Nüfusumuzun hızla
artması ister istemez hastanelerin ve doktorların sayısında yetersizliklere yol açmıştır. Ayrıca sağlık
sektörü gerek eğitimde gerek donanımda pahallı bir sektördür. Buradan yine aynı konuya değinmek
zorunda kalacağım ama her şeyin başı güçlü ekonomidir.
Sigortacılık ve sağlık sektöründen vergi alınmamalıdır. Böylece devlet örtülü bir şekilde
sağlık sektörünü desteklemiş olur. Bu gün devlet hastanesinden yararlanmayıp kendi imkânı ile
dişini özel doktorda yaptıran bir SGK’lı devletin üzerinden bir yükü aldığı gibi bir de devlete vergi
vermektedir. Bu yanlışlık eğitim sisteminde çocuğunu devlet okuluna göndermeyerek, devletin
üzerinden bir yükü aldığı halde özel okula gönderdiği için bir de vergi vererek cezalandırılmasının
aynısıdır. Bu nedenle devlet sağlık ve sigortacılık sektöründen sıfır vergi almalıdır. Böylece hastane
ve muayene ücretleri ucuzlayacaktır. Bunun yanında ilaçlar üzerinden de vergi alınmamalıdır. Fakat
bu iyi düşünülerek yapılmalıdır. Kremler ve kozmetiğe giren ürünler tabi ki vergilendirilecektir.
Ayrıca Avrupa ülkelerinde kaplıca tedavisi sağlık sigortası kapsamındadır. Bu sektörden
daha fazla pay almak için 5 yıldızlı termal tesisler desteklenmeli ve bunların Avrupa’da reklamları
yapılmalıdır. Sağlık turizmi, deniz turizminden daha fazla kar bırakmaktadır. Ülkemizde çok fazla
sayıda kaplıca bulunmaktadır. Bu işin alt yapısına sahibiz ve geriye sadece lüks termal tesislerin
sayısını artırıp reklamını yapmak kalıyor. Kaplıca tedavisi için gelen turistler yaklaşık 15 gün
kalırlar. Günde birkaç saat kür tedavisi gören turistlere tesislerin çevresindeki turistik bölgeleri
gezdirerek hem bu çevrede alışveriş yapmaları sağlanır hem de ülkemiz daha iyi tanıtılır. Böylece
kaplıca için gelen turistler bir başka sefere kış turizmi, deniz turizmi veya kültür turizmi için de
gelebilir.
Hastaneler özelleştirilmelidir. Uluslararası büyük sağlık kurumlarının ülkemizde hastane
alması veya yeni hastane açması teşvik edilmelidir. Acil hastalar dışında vatandaşlar önce
polikliniklere gitmelidir. Hastaneler gerek hastane içinde gerekse istedikleri yerlere poliklinik
açabilirler. Polikliniklerin Sağlık Bakanlığı tarafından konacak kriterlere uygun olması
gerekecektir. Bundan apartman altı küçük polikliniklerden kurtulup Tıp merkezi diyebileceğimiz
laboratuarları olan tam kan, tam idrar tetkiki bakabilen tıp merkezleri olmalıdır. Sağlık Bakanlığı bu
kriterleri iyi belirlemelidir. Polikliniklerin çare bulamadığı veya ameliyat gereken hastalar
hastanelere sevk edilir.
Aile hekimliği kaldırılmalıdır. Buralarda doktorlar neye dayanarak teşhis
koymaktadır.Başka sağlık kurumlarına sevk işleminden başka bir şey değildir. Bu doktorların
yaptıklarını poliklinikler daha iyi yapar.
Bütün hastanelerin ve eczanelerin bağlı bulunduğu bir sistem olmalıdır. Bir insan hastaneye
veya polikliniğe başvurduğunda TC kimlik numarasından o güne kadar yapılan tetkikler, o insana
konan teşhisler, olduğu ameliyatlar, görünmelidir. Böylece hastaların anlattığı yalan yanlış hasta
hikâyesine gerek kalmayarak daha doğru teşhis konacaktır. Böylece ülkemizde hangi hastalıkların
34
daha çok görüldüğü hangi bölgelerde hangi hastalıkların yaygın olduğu teşhisi çok rahat yapılır.
Sağlık alanında doğru istatistikler yapılır. Buna göre önlemler alınır. Daha sağlıklı toplumolmamız
sağlanmış olur. İlaç kullanmaktan daha önemlisi o hastalığa hiç yakalanmamak, koruyucu
hekimliktir.
Devlete ait 3 sigorta kurumunun birleştirilmesi güzel bir uygulamadır. SGK prim ödeyenlere
kredi kartına benzer bir kart verir. Hastanelerde polikliniklerde ve eczanelerde para ödenmez bu
kart geçerli olur. Aldığımız hizmetin %10 kadar bir ücret kredi kartı dökümü gibi evimize
gönderilir.
Tabiki büyük ameliyatlar, sağlık raporu olup düzenli ilaç kullanmak zorunda olanlar şimdiki
gibi %100 sigorta kapsamında olur. Yeşil kart uygulaması devam etmelidir. Fakat kimlere yeşil kart
verileceği çok iyi araştırılmalıdır. Ekonomi bölümünde de anlattığımız gibi her aileye vergi
numarası verilmesi ve her ailenin mal varlığını bu numara altında toplamamız sayesinde kimlerin ne
kadar zengin olduğu ortaya çıkacak ve kimse devletin sırtından geçinemeyecektir. Şu anda geliri
gözükmeyen fakat zengin insanlar bulunmaktadır.
Hastanelerin ve polikliniklerin çalışma saatlerinde özgür olmaları gerekmektedir. İsteyen
hastane ve poliklinik 24 saat açık olabilir. Hafta sonları hizmet verebilir. Hafta içi çalışan insanlar
bu sayede işlerinden izin almak zorunda kalmaz veya bunu bahane ederek işlerini aksatmazlar.
Benim oturduğum semtte bir tıp merkezi hafta sonları da uzman doktorlarla poliklinik hizmeti
vermektedir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken doktor ve sağlık çalışanlarının haftalık çalışma
saatleri çok olmamalı, Sağlık Bakanlığı kriterleri olmalı ve sağlık çalışanlarıda ailelerine vakit
ayırabilmelidir. Ülkemizde bazı özel sağlık kuruluşları haftanın 7 günü bazı sağlık çalışanlarını
hastaneye çağırmaktadır. Aile Hekimliği kırtasiyecilikten başka bir şey değildir çünkü doğru dürüst
tetkik yapacak laboratuarları yoktur. Aile hekimliğini kaldırarak çok sayıda doktor açıkta olacaktır
böylece hastanelerde doktorların çalışma saatleri iyileştirilirken doktor sıkıntısı çekilmeyecek,
hastaneler doktor takviyesini aile hekimliği yapmış kişilerden tedarik edeceklerdir.
Ayrıca bir fon kurulur. Bu fonda biriken paralarla organ bağışında bulunanlara organ
başına 5000 TL gibi bir ödeme yapılır. Bu ödeme organdan organa değişir. Böylece organ bağışı
yapanların sayısı artar. Bu kişi ölmeden önce organlarını bağışladığını gösteren bir belge imzalar ve
kendisinden sonra ödemenin kime yapılacağını belirtir ya da öldükten sonra ailesiorgan nakline izin
verir. İntihar edenin organları alınmaz. İntihar kapsam dışı kalır. Çünkü para için intihar etmiş
olabilir. Ailesi daha rahat yaşasın diye ekonomik zorluk çeken bir kişi bunalıma girer ve ailesinin
eline toplu para geçmesi için intihar edebilir. Bu nedenle intihar kapsam dışı kalmalıdır. Çünkü
organları sağlam bir şekilde ölen insanın ailesine yaklaşık 30000-60000 TL gibi bir ödeme
yapılacaktır. Bildiğiniz gibi artık kol, bacak, yüz nakli bile yapılmaktadır.
Böylece Türkiye sağlık sektöründe dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olur. Organ nakli
yabancılara da yapılır. Bir doku bankası kurulur. Organ bekleyen gerek Türk gerekse
yabancılar bu bankaya başvurur. Ölen kişinin organları kime daha çok uyuyorsa ister Türk olsun
ister yabancı o kişiye nakil yapılır.
Dolayısıyla sağlıksız koşullarda yapılan ameliyatlar ve organ mafyasının sonu olur.
Yabancılara yapılan organ nakillerinde gerek organ parası gereksehastane masrafı 50000 ile 100000
$ arası ücret alınır. Zaten yabancılar bu paraları sağlıksız koşullarda ameliyat olabilmek için organ
35
mafyasına vermektedir.Bu sefer 5 yıldızlı hastanelerde bu işin uzmanı doktorlar tarafından
yapılacak ameliyatlar için seve seve verirler. Bu yapılanma sayesinde herkes kendi dokusuna uygun
organı rahatlıkla bulur. Yabancılardan alınan ücretler sayesinde bu organ nakli fonu kendi kendini
finanse etmeye başlar.
Uluslararası büyük hastanelerin ülkemizde yatırım yapması teşvik edilir. Bununla birlikte
organ nakli konusunda uzmanlaşmış dünyaca ünlü doktorlar bu kadar fazla organ naklinin yapıldığı
ve kaliteli hastanelerin olduğu ülkemizde çalışmak isteyeceklerdir. Bu sayede Türkiye’nin sağlık
sektöründe adı daha çok duyulacak farklı branşlardaki ünlü doktorlar da ülkemizde çalışmak
isteyeceklerdir. Ülkemiz sağlık sektöründe de dünyanın sayılı merkezlerinden olacaktır.
Organ nakli artarsa hastane sayısı artar. Sağlık sektörü pahalı bir sektördür. Ülkemiz bu
sektörden çok gelir elde edebilir. Ayrıca binlerce insanımız doktorundan, teknisyenine
sekreterinden laborantına, temizlik işçisine kadar iş bulur.
Dünyaca ünlü doktorların gelmesi Türk doktorlarında kendilerini geliştirmesine yardımcı
olacaktır. Ülkemiz zenginleştikçe ve daha modern sağlık hizmeti aldıkça daha sağlıklı, kendine
güvenen, ülkesine güvenen, gelecek endişesi taşımayan nesiller yetiştirecektir.
Son olarak sağlık sektörü için söylemek istediğim doktor maaşlarıdır. Doktorların maaşı çok
azdır. Maaşları arttırılmalı ve döner sermayeden aldıkları pay azaltılmalıdır. Böylece bir doktor
emekli olunca daha iyi toplu ikramiye ve emekli maaşı alacaktır.
DIŞ POLİTİKA
Abdullah Gül 2003 yılında Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturunca bürokratları çağırmış ve
“Bana ülkelerin dış politika anlayışları hakkında bir rapor hazırlayın” demiş. İki gün sonra bir dosya
getirmişler önüne. Bakmış içinde tek bir sayfa ve üzerinde 10-15 satır yazı. Şaşırmış önce bune?
Der gibi dudaklarını büzmüş sonra okumuş.
Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde farklı ülkelerden gelen bir turist grubu bir dinlenme
yerine giderek buz gibi kola ısmarlamışlar. Kolalar gelince bardaklarında birer karasinek olduğunu
fark etmişler.
İngiliz başka bir bardakta yeni bir kola istemiş,
İsveçli aynı bardakta yeni bir kola istemiş.
Finlandiyalı sineği bardaktan çıkardıktan sonra kolayı içmiş.
Rus kolayı sinekle birlikte içmiş.
36
Çinli sineği yemiş kolayı içmemiş.
Yahudi sineği yakalayıp Çinliye satmış.
Japon sineği değerlendirmek üzere Tokyo’ya göndermiş.
Yunanlı kolanın yarısını içtikten sonra itiraz ederek yeni bir kola istemiş.
Norveçli kolayı içtikten sonra sineği balık yemi olarak kullanmış.
İrlandalı sineği ezip kola ile karıştırdıktan sonra İngiliz’e içirmiş.
Amerikalı 5 milyon dolarlık tazminat davası açmış.
Abdullah Gül bıyık altından gülerek rapordan hoşlandığını belirtmiş. “İyi güzelde bu turist
grubunun içinde bizden biri yok muymuş” diye sormadan edememiş. Varmış efendim diye
cevaplamışlar. Bakan devam etmiş.“Peki o zaman bizim Türk ne yapmış?” Bürokratlar birbirinin
yüzlerine bakmışlar ve içlerinden en tecrübelisi bir adım öne çıkıp, “ Türk bu olayı şiddetle kınamış
efendim “ demiş.
Tabi bu bir fıkra fakat her fıkrada bir gerçek payı vardır. Biz ülke olarak bütün işleri son
anda yapıyoruz ya da başımıza geldikten sonra anlıyoruz. Fırsatları yeterince değerlendirmiyoruz.
Günü kurtaran politikalar üretiyoruz. Rüzgârda sürüklenen yaprak değil o rüzgâra yön veren
olmalıyız. Biz bunu yapacak birikime sahibiz.
Bir örnek ile yukarıdaki fıkraya benzeyen son günlerde yaşadığımız olaya değinmek
istiyorum. Fransa meclisinde kabul edilen 1915 olayları. Bu olayın başımıza geleceğe belliydi. Biz
konu meclise geldikten sonra sert tepkiler koyuyoruz ama somut adımlar atmıyoruz. Doğru dürüst
lobi faaliyetlerinde bulunmayı beceremiyoruz.
1915 olayları hakkında uluslararası bir komisyon kuralım. Dünyaca tanınmış tarihçi ve
araştırmacıları davet edelim. İsteyen ülke uzman veya gözlemci göndersin. Bu komisyona
arşivlerimizi açalım. Rusya’danda arşivlerini açmasını isteyelim. Böyle bir durumda uluslararası
baskıyla karşı karşıya kalacak Ermenistan da arşivlerini açmak zorunda kalacaktır.
Böylece ülkemiz yabancı ülkelerin meclislerinde konu hakkında bilgi sahibi olmayan
milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen Ermeni tasarılarından kurtulacaktır. Soykırım uygulansa
bütün Osmanlı topraklarında uygulanır. Sadece bir bölgede değil. Ben Kafkasya’dan göç eden bir
ailenin çocuğuyum. Ailem göç ederken önce Doğu Anadolu’da bir köye yerleşmiş. Fakat Ermeni
çeteler köyü basmışlar ve bulabildikleri canlıyı sağ bırakmamışlar. Atalarımız canlarını zor
kurtarmış. Sonra da Ankara’ya yerleşmişler.
Ermenilerin nasıl bir millet olduğunu anlamak için çok eskiye gitmeye gerek yok. 1990’lı
yılların ortalarında Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde yaptıklarını hatırlamak yeterli olacaktır.
Hocalı kentinde canlı bırakmadılar. Bir çocuğun kafasına gövdesinden ayırdılar. Hamile kadının
karnını deşip çocuğun cinsiyetine baktılar. Türkiye her defasında arşivleri açmayı öneriyor fakat
Ermenistan kabul etmiyor. Yapmamız gereken yukarıda belirttiğimiz gibi uluslararası bir komisyon
kurmak bu sayede Ermenistan’da arşivleri açmaya mecbur kalacaktır.
37
Ayrıca Ermenistan devlet başkanı gençlere bir vasiyet bırakıyor “Karabağ’ı biz aldık Ağrı
ve Kars’ı almak size düşer “ diyor. Bu sözler bile Ermenilerin asıl amacını ortaya koymaktadır.
Konu Ermeni meselesinden açılmışken ülkemiz bir olay olduktan sonra tepki koyuyor. 1960
yılına kadar arşivlerimizi açalım. Hem biz hem de bütün dünya tarihimizi öğrenelim. Okullarımızda
yalan yanlış tarih öğretmeyelim. Tarihte yaptığımız doğrularla yanlışlarla gerçek tarihimizi
öğrenelim. Biz tarih derslerini ders çıkarmak ve aynı yanlışları yapmamak doğruları ise tekrarlamak
için öğrenmiyor muyuz?
Uluslararası alanda açık oynayalım. Birçok ülke son 50 yıla kadar olan arşivlerini açıyor.
Biz neden açmıyoruz?
Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük bir amacı elde etmek için
belli başlı bir vasıtadır.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ülkelerin dostları veya düşmanları olmaz. Ülkelerin çıkarları vardır. Çevremizdeki ülkelere
kötü olmamızı gerektirecek bir durum söz konusu değildir. İkili anlaşmalarla gümrükleri
sıfırlayarak sınır ticaretini geliştirebiliriz.Böylece komşu ülkelerle ilişkilerimiz de kuvvetlenmiş
olur. Daha çağdaş, kalkınmış, demokratik bir ülke olabilmek için AB üyesi olmak gerekmez. Biz
halkımıza yakışır yasaları çıkarmalı ve kendimiz için daha güzel bir ülkemiz olsun diyerek
çalışmalıyız. Unutmayalım ki Atatürk kadınlarımıza seçimlere katılma hakkını verdiğinde birçok
Avrupa ülkesinde kadınlar oy kullanmıyordu. Biz çok çalışarak zengin, güçlü bir ülke olursak
ayakları daha sağlam yere basarız. Jeopolitik konumumuzla birlikte dünyada vazgeçilmez
ülkelerinden biri oluruz. Böylece ülkemizin uluslararası alanlarda karşısına çıkan sorunları daha
kolay hallederiz.
Ülkemizin uluslararası alanda karşısına çıkan sorunlardan bir diğeri de Kıbrıs meselesidir.
Unutmayalım biz 1960 yılında Kıbrıs’ta bir ülke kurulmasına garantör devlet olarak katıldık.
Cumhurbaşkanı Rumlardan, başbakanı Türklerden seçildi. Fakat bu kurulan ülkenin birliğini
Rumlar kurdukları terör örgütleri ile (EOKA gibi) bozdular. Türklere yaşama şansı vermediler ve
Türkleri öldürmeye başladılar. Bizim 1974 yılında yaptığımız barış harekâtından bu yana kimsenin
burnu kanamadı. 2 farklı toplumu zorla bir arada yaşatmanın ne anlamı var. Kıbrıs’a örnek
gösterdikleri Çekoslovakya devleti ikiye bölündü. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum YönetimiAB’ye
girerken Türklere neden sorulmadı. Burada adayı resmen ikiye bölmüş oldular. Kıbrıs meselesi
Türklerle Rumları eşit statüde kabul etmeyen hiçbir devlet veya uluslararası kuruluşla
görüşülmemelidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile TBMM birleşme kararı almalı Hatay
meselesinde olduğu gibi KKTC Türkiye’nin bir ili olmalıdır. Unutmamalıdır ki Kıbrıs’ı bugünkü
durumuna Türkler değil Rumlar sürüklemiştir.
Kıbrıs, Akdeniz’in ortasında batmayan bir uçak gemisidir. Bu öneminden dolayı Rumlar
adanın tek hâkimi olmaya çalışmakta, Doğu Akdeniz’i ve Ege’yi kontrol altına almak
istemektedirler.
38
Osmanlı 500 yıl farklı milletleri yönetmiştir. Hiçbirinin diline, dinine, adet ve geleneklerine
karışmamıştır. Asimilasyon politikaları uygulasaydı Osmanlı tarafından yönetilen hiçbir millet
kalmazdı. 500 yıl Türkler tarafından yönetilmelerine rağmen Osmanlı devleti zayıflayınca hepsi
bağımsızlıklarını almışlardır.
Türkiye bir devlet olmanın çok daha ötesinde büyük bir fikirdir. Bu fikir bizim kalbimizde
zihinlerimizde yerleşiktir. Kişilerle yönetimlerle, nesillerle kaim değildir. Mezhebi sevgidir;
birliktir. Bu nedenle Türkiye yalnızca üzerinde yaşanan bir vatan ya da kurallarına uyulan
bir devlet değil, atalarımızdan devraldığımız, içimizde yaşattığımız ve çocuklarımıza miras
bırakacağımız bir ümittir.
Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN
Ermenilere ve Rumlara verilecek en güzel cevap Avrupa’da zor duruma düşen Yahudilerin
1492 yılında Osmanlıya sığınmalarıdır. Ayrıca 1800’lü yıllarda gelenleri Selanik’e yerleştirmiştir.
1947 yılında İsrail kurulduktan sonra bu ülkeye göç eden birçok Yahudi geri Türkiye’ye dönmüştür.
Görüldüğü üzere ülkemizin azınlıklarla bir sorunu yoktur.
Konu Yahudilerden açılmışken bu günlerde çok konuşulan Büyük Ortadoğu Projesine
değinelim. Fakat daha önce Türkiye ve dünya tarihine bir göz atalım. (BOP hakkında daha geniş
bilgiyi Prof. Dr. Sayın Mahir Kaynak’ın köşe yazıları, kitapları ve söyleşilerinde
bulabilirsiniz.)
Bildiğimiz gibi 1979 yılında İran’da bir İslam devrimi olmuştur. İran yönetimi devrime
kadar Amerika’ya yakın durmaktadır. İran İslam devriminin lideri Humeyni ise Avrupada
yaşamaktadır. Bakarsanız Avrupa ve Amerika müttefiktir. Fakat görünen hiç de öyle değildir.
Avrupa’nın lideri Almanya, Amerika yüzünden II. Dünya savaşını kaybetmiştir. Her ülke kendi
çıkarları için mücadele eder.
Avrupa 1979 İslam devriminden sonra İran ile ilişkileri sürdürmüştür. İran’da kaybeden
Amerika olmuştur. Ülkemizde 1980 öncesi olayları hatırlayacak olursak buradaki amaç Türkiye’yi
ikiye bölmektir. Böylece batısını Avrupa Birliğine o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik
Topluluğuna (AET) almaktır.
Dikkat ederseniz 1980 ihtilalinden sonra Türkiye’nin liberal olmasından rahatsız olanlar
Türkiye’nin bağımsız olmadığını iddia edenler Avrupa’ya kaçmışlardır.Mademki liberal olmaktan
rahatsız oluyorlardı Türkiye’den daha liberal olan Avrupa’ya gideceklerine Sovyetlere sığınsalardı
daha doğru olmaz mıydı? Yıllar sonra ülkeye geri döndüler şimdi Türkiye daha liberal neden tam
bağımsız ülke isteriz demiyorlar. Ama unutmayalım şimdide bazıları bilmeden Avrupa’nın
sözcülüğünü yapmaya devam ediyorlar. Şunun farkında olmalıyız. Dünyada Amerika-Avrupa
savaşı yaşanmaktadır. Avrupa kazanamayacağının farkındadır. Bu yüzden dengede
kalmaparçalanmama mücadelesi vermektedir. Büyük Orta Doğuyu kim kazanırsa önümüzdeki 50
yılı o kazanacaktır.
Avrupa Türkiye’nin bölünmesini ve batısının Avrupa ile birleşmesini istemektedir. Bunun
birkaç nedeni vardır. Öncelikle bölünmez ise Amerika Türkiye’yi bırakmaz ve mücadele eder.
39
Ayrıca Türkiye tek parça halinde Avrupa Birliği’ne girerse Almanya’dan sonra 2.büyük güç olur ki
buda Avrupa Birliğini oluşturan devletlerin işine gelmez.Çünkü Avrupa parlamentosunda ülkeler
nüfusları ile orantılı sayıda parlamentoda sandalye sahibi oluyor. Türkiye Avrupa Birliğine girerse
Almanya’dan sonra nüfusu en fazla ülke olarak parlamentoda ikinci en çok sandalyesi olan ülke
olacaktır.
Avrupa ayrıca Türkiye’nin doğusunu birlik toprakları olarak görmek istememektedir.
Türkiye’nin batısı daha gelişmiş, eğitim seviyesi yüksek, daha modern bir ülke görünümündedir.
Ayrıca yukarıda belirttiğim gibi Amerika’ya da Ortadoğudabir müttefik yaratılmış olur. Türkiye’nin
doğusunda kurulacak bir devlet Amerikan müttefiki olur. O zaman Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyesi olmasına Amerika da ses çıkarmaz diye düşünülmektedir.Bu nedenle Avrupa1980 ihtilalinden
sonra bu sefer PKK’yı desteklemeye başlamıştır. Türkiye’yi sağ-sol diye ikiye bölemeyen Avrupa
bu sefer Türk-Kürt diyerek ikiye bölmeye çalışmaktadır. Kürtleri sevdiği için değil bilakis
Avrupa’da istemediği için PKK’yı desteklemektedir.
Yukarıda belirttiğim gibi dünyada Amerika-Avrupa savaşı yaşanmaktadır. İki taraf da
liberaldir. Artık dünyada sağ-sol kalmamıştır. Dünya da 3 senaryo yazılmaktadır.
Birincisi Avrupa kazanır ve Amerika kıtasına çekilir. Bu senaryo biraz imkânsız
görünmektedir. Avrupa’nın ordusu bile yoktur. Amerika istediği yere asker indirebilmektedir.
Ortalığı Avrupa’ya bırakacak gibi gözükmemektedir.
İkinci senaryo ise Avrupa ve Amerika dengede kalır. Bu senaryoya göre Türkiye ikiye
bölünür. Batısı Avrupa Birliği üyesi olur. Doğuya kurulacak Kürdistan, Amerika müttefiki olur.
Üçüncü senaryo da ise Amerika kazanır ve Avrupa Birliği dağılır. Bu senaryo bizim için en
güzel olanıdır.Çünkü 1. ve 2. Senaryoda da Türkiye bölünür. 3. Senaryoda ise Türkiye genişler.
Bilinen bir gerçek vardır ki ülkemiz bugünkü sınırları içinde kalmayacaktır. Bu nedenle Türkiye
Avrupa Birliği üyeliğinden vazgeçmelidir. Türkiye 2 yanlışı yapmadığı sürece bölünmez ve Avrupa
Birliği hiçbir zaman kazanamaz.
Öncelikle Avrupa Birliği üyesi olmaktan vazgeçmeli ve üyelik başvurusunu da geri
çekmelidir. Bunu yaparken kırarak dökerek değil diplomatik bir dil ile yapılmalı ve ticari
ilişkilerimiz mümkün olduğunca bozulmamalıdır. Aksi istenmediği sürece gümrük birliğinde
kalınmalıdır. İkincisi ise provokasyonlara gelmemeli 1980 öncesinde yaşanan sağ-sol çatışmasına
benzer bir Kürt-Türk çatışmasından kaçınmalıdır. Devlet kurumları görevlerinin başındadır. Ne
yapılması gerekiyorsa devlet kurumları yasalar çerçevesinde gerekeni yapar. Çünkü Avrupa
ülkemizde bir çatışma çıkartarak sonrada bunu bahane ederek uluslararası müdahale isteyebilir.
Başka hiçbir şart altında bu ülkeyi bölemeyeceklerini bilmektedirler.
Yukarıda anlattığım nedenlerden dolayı Türkiye Amerika’nın yanında durmalıdır. Bilindiği
gibi aslında Amerika ve Rusya ne kadar farklı kutuplarmış gibi görünseler de aslında bu davranışlar
taraftarlarını bir arada tutabilmek içindir. Asıl savaş Amerika ile Avrupa arasındadır. Kuzey
Irakhalkı eğer isterse tamamı veya bir kısmı Türkiye’nin bir parçası olabilir. Unutulmamalıdır ki
Musul Atatürk’ün Misak-ı Milli sınırları içerisindedir.
Ülkemizin doğusunda yaşayan insanlara halkım hemen sınırın dışında yaşayanlara
düşmanım diyemezsiniz. Kuzey Irak’ta yaşayan insanlarda Kürt’ü Türkmen’i ile bizim
40
insanımızdır. Bunun dünyada en güzel örneği Osetya’dır. Osetya, Gürcistan’dan bağımsızlığını aldı
ve Rusya ile güvenlik anlaşmasıyaptı. Rusya’da da Osetler yaşamaktadır. Osetya’yı ilk tanıyan
devlet Rusya oldu ve şimdi Osetya bağımsız bir devlet ise Rusya korumasında olduğu içindir.
Osmanlı 500 yıl Büyük Ortadoğu dediğimiz bölgeye hükmetmiştir. Osmanlıdan önce
kargaşa içinde olan bu topraklar Osmanlı çekildikten sonra tekrar kargaşa içine girmiştir. Bugün bu
topraklarda yaşayan insanlar ülkemizin ekonomisini, demokrasisini örnek almaktadır.Batılı
devletler Türkiye olmadan büyük Ortadoğu’yu yönetmenin çok zor olduğunun farkındadır. Bu
nedenle Amerika ve Avrupa arasındaki savaşın en büyük bölümü Türkiye’de olmaktadır. Kazananın
ödülü ise büyük Ortadoğudur. Türkiye, hem genişleyecek hem de büyük Ortadoğuda söz sahibi bir
ülke olacaktır. Yeter ki Avrupa’nın yanında yer almasın.
Büyük Ortadoğu neden bu kadar önemlidir. Japonya’nın ordusu yoktur. Dünyanın en
gelişmiş ekonomilerinden birine sahiptir ve çok büyük miktarlarda enerji ihtiyacı vardır.
Japonya’da enerjisiz kalmamaktadır. Parasıyla enerji ithalatı yapmaktadır. Aslında Ortadoğu’ya
hâkim olmak isteyen devletlerde buradaki enerjiyi parasını vererek almaktadırlar. Peki, o zaman bu
savaş nedendir?
Amaç dünyadaki en önemli iki şeyi kontrol etmektir. Enerji ve gıda. Ortadoğu dünyanın
enerji merkezidir. Afrika’da ise bakir topraklar vardır, sanayi ile kirlenmemiş. Bu topraklarda
organik tarım yapmak istemektedirler. Bundan dolayı büyük topraklar kiralamak istemektedirler.
Ayrıca bu coğrafya da ki ülkelerin sattıkları petrol ve doğalgazın parası ile ne yapacakları
önemlidir. Hangi ülkeler buralarda alt yapı işlerini alacak, hangi ülkelerden silah alınacak ve hangi
ülkelerin devlet tahvilleri satın alınacak. Her devlet bu fonların peşindedir. Asıl neden budur.
Bundan dolayı da Büyük Ortadoğudaki devletler üzerinde operasyonlar yapılmakta ve liderleri
değişmektedir. Davos’daki One Minute (Van Minit) olayı bunun en güzel göstergesidir. Başbakan,
İsrail Cumhurbaşkanını azarlayarak Büyük Ortadoğuda Türkiye’nin önem kazanmasını sağlamıştır.
Aslında bu olay İsrail’in de işine gelmiştir. Büyük Ortadoğu’ya İran veya başka devletlerin hâkim
olmasındansa Türkiye’nin ve Amerika’nın söz sahibi olması İsrail’in de en büyük dileğidir.
Unutmayalım ki İsrail kurulduğunda ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye’dir. Aslında Ortadoğu
Araplara da, Yahudilere de yetecek kadar büyüktür. Araplarda, Yahudilerde buranın yerli
halklarıdır. Allah tarafından şu anki toprakları Yahudilere vaat edilen topraklardır. Türkiye ve
Amerika gerek Arap devletleri ile olan iyi ilişkileri gerekse İsrail’le olan iyi ilişkileri sayesinde
Arap-İsrail barışını sağlayabilir. Bu ülkeler savaşa ayıracakları ekonomik ve insan kaynağını
kalkınmaya ve gelişmeye ayırsa toplumları daha zengin ve mutlu yaşar.
Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet
elbette büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Söz dış politikadan açılmışken bir konuya daha değinmek istiyorum. Taş üstünde taş
koymayan, tek işleri eleştirmek olan insanlarımız var. Aydın insan sürekli eleştirmek değil, ailesi
41
çevresi, ülkesi bir adım daha ilerlesin diye uğraşan insandır. Bazı insanlarımız vardır ki taşa
takılıp düşse suçu dış güçlere atar. Bu düşünce kendine güveni olmayan aciz, zavallı insan
modelidir. Her ülke kendi çıkarları için çalışır. Bundan daha tabii hiçbir şey olamaz.
Yazımızın başındada belirttiğimiz gibi olayışiddetle kınayacağına sende politikalar üret ve bunları
uygulamaya çalış. Rüzgârdasavrularak dış güçlere kızacağına sende rüzgâra yön vermeye çalış.
İÇ VE DIŞ GÜVENLİK
Her devletin 4 asli görevinden ikisi de iç ve dış güvenliktir. Ülkemiz bu konuda gerçekten
çok şanslıdır. Dünyada beğeni toplayan bir orduya sahibiz. İnsanımız bu konuda gerçekten çok
fedakârdır. Çocuklarını düğünlerle askere göndermektedir. İç güvenlikte ise polisimiz zor şartlarda
fedakârca çalışmaktadır.
Devletimizde çağın gerisinde kalmayan daha modern bir ordu kurabilmek için çaba
göstermelidir. Bilindiği gibi güçlü ordular dosta güven, düşmana korku verir.
Sizin gibi kumandanları, subayları ve erleri olan bir millet için yâd elleri altında köle olmak
mümkün değildi.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Halkımız söz konusu ordu olunca gerçekten çok fedakârdır. Dünyanın birçok yerinde evladı
askerde ölen aile vatan sağ olsun ve bir evladım daha olsa asker olsun isterdim demez. Askerlik
süresi kısaltılabilir.Askerlik süresince iç ve dış güvenlik, dış politika, silah eğitimi, tarih ve çağın
gerektirdiği modern silahların nasıl kullanılacağı öğretilir. Geri hizmetler sivil personele yaptırılır.
Gerekirse astsubayların sayısı arttırılabilir. Zorunlu askerlikten vazgeçilmemelidir. Fakat
uluslararası anlaşmalar gereği vicdani ret konusunda bir şey uygulanıyorsa, bu kişileri askerlik
süresini 2-3 katıbir süre için devlet dairelerinde maaş almadançalıştırabilir.
Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmamalıdır. Genel Kurmay
şimdiki gibi Başbakana bağlı kalmalıdır. Sadece 30 Ağustos Zafer Bayramında Başkomutan
sıfatıyla tebrikleri Cumhurbaşkanının kabul etmesi ve YAŞ toplantısında masa başında Başbakanın
tek oturması sivilleşme adına çok güzel bir uygulamadır. Bir ülke ne asker devleti ne polis devleti
olmalıdır. Bir ülke hukuk devleti olmalıdır. Subaylarda devlet memurudur. Görevleri ülkeyi
korumaktır. Hiçbir devlet memuru diğerinden üstün olmamalıdır.
42
Silahlar modernize edilmeli, ateş gücü yüksek modern silahlarla ordumuz donatılmalıdır. Bu
silahlar mümkün olduğunca yerli sanayiden karşılanmalı, bunun içinde ARGE çalışmaları
desteklenmelidir. Son 20 yılda bu konudaki çalışmalar umut vericidir. Yerli malı tüfek, tank,
helikopter, torpido ve gemi üretmemiz sevindiricidir. İnşallah yakın zamanda da yerli malı savaş
uçağımızı üretiriz. Tabi bunları yaparken uluslararası projeleri de göz ardı etmemeli, bunlara da
katılmalıyız. Böyle modern güçlü bir orduya sahip olurken askeri harcamalarda şeffaflaşmalı ve
tutumlu davranmalıyız. Bu harcanan parada dulun yetimin herkesin payı bulunmaktadır.İç
güvenlikte ise polis sayısı arttırılarak çalışma saatleri azaltılmalıdır. Polisimizde insandır ve
onlarında vakit ayırmak istedikleri aileleri vardır. Polis sayısını artırırken jandarmakaldırılır. Her
yere polis bakmalıdır. Sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinde olağanüstü haller, büyük gösteriler,
deprem gibi durumlar için bir komutanlık kurulur ve o ilin valisinin isteği üzerine askerin bu birimi
emniyet veya afet durumlarında sivil birimlere yardımcı olur.
Şu anda ülkemizde yaşanan terör faaliyetleri gibi olaylarda emniyet gerek şehirde
gereksekırsalda gerekli tedbirleri alma hakkına sahip olmalı ve isterse kırsalda ordudan yardım
almalıdır.
MİT ülkenin en büyük istihbarat kuruluşudur. Askeri İstihbarat, Emniyet İstihbarat ile MİT
bilgi paylaşımı yapmalıdır. Ülke çıkarları her şeyin üstünde olmalıdır. Devlet içinde rekabet ve
küslük olmaz. Bu benzeri olaylar ülkenin çıkarlarını zedeler. İstihbarat teşkilatları arasında kavga
(varsa eğer) engellenmelidir.
Ayrıca gerek askerimizin gerekse polisimizin ekipman ve maaş açısından hak ettiklerini
almalıdırlar.
Bedelli askerliğe karşı olduğumu söylemiştim. 18000-20000 Liraya bedelli askerlik
çıkarılması yanlıştır. Halkımız bedellinin çıkmasını beklemektedir. Diğer taraftan zengin aileler
eğer çocuklarına askerlik yaptırmak istemiyorlarsa yurt dışında çalışıyor gösterir yine askerlik
yaptırmazlar. Bu nedenle bedelli askerlik olması fakat çok yüksek bedelde sürekli olması doğru
olabilir. Mesela en az 35000-40000 ABD Doları gibi. Böylece bedelli askerlik yapan bir zengin
çocuğunun ödeyeceği para ile 2 tane astsubay veya paralı askerin maaşını karşılamış oluruz ki bu da
daha eğitimli, daha güçlü bir ordu demektir.
Jandarma teşkilatı kaldırılmalı ve iç güvenliğe polis bakmalıdır. Şehir kırsal fark etmemeli,
iç güvenlikten polis sorumlu olmalıdır. Jandarma Genel Komutanlığı kaldırılmalıdır. TSK’nın
yapısı yeniden ele alınmalı ve Sınır Güvenliği ve Özel Birlikler Komutanlığı Kurulmalıdır. Bu
komutanlığa:
1)Sahil Güvenlik Komutanlığı
2)Sınır Güvenlik Komutanlığı
3)Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı
4)Afetlerden Sorumlu Birlikler Komutanlığı
5)Toplumsal Olaylara Müdahale Komutanlığı
43
bağlanmalıdır. 1. ve 2. Komutanlıklarla, 4. ve 5. Komutanlıklar istenirse tek çatı altında toplana
bilir. Askeri Tıp Akademileri tekrar açılmalı ve gemi, denizaltı, ele geçirilen bölge, savaş alanları,
yurtdışı görevleri için her konudan anlayan uzman doktorlar yetiştirilmelidir. Bulundukları gemi,
denizaltı veya bölgede acil yardım, koruyucu hekim ve halk sağlığından sorumlu olmalıdır. Askeri
hastaneler yani sadece hastane hizmeti veren yerler açılmamalıdır. Özel Kuvvetler Komutanlığı,
halk arasında ki adıyla Bordo Bereliler, şimdi olduğu gibi direk Genel Kurmay Başkanlığına bağlı
olmalıdır. Toplumsal Olaylara Müdahale Komutanlığı, polisin isteği üzerine yardım etmeli ve
afetlerde güvenliği sağlamalıdır. Ayrıca ceza evlerinin dış güvenliğini jandarma kaldırılacağı için
Toplumsal Olaylara Müdahale Komutanlığı üstlenmelidir.
MGK’nın yapısı değiştirilmelidir. Üyeleri:
Cumhurbaşkanı
Başbakan Genel Kurmay Başkanı
Dışişleri Bakanı Kara Kuvvetleri Komutanı
İçişleri Bakanı Hava Kuvvetleri Komutanı
Savunma Bakanı Deniz Kuvvetleri Komutanı
Adalet Bakanı Sınır Güvenliği ve Özel Birlikler Komutanı
ENERJİ
Ülkemizin en önemli ithalat kalemlerinden biri enerjidir. Her yıl yaklaşık 40 milyar dolar
enerji ithalatı için harcamaktayız. Bundan da anlaşılacağı üzere enerji konusunda zengin bir ülke
değiliz. Bu nedenle mümkün olduğunca tasarruflu davranmalıyız.
Ev ve iş yerlerimizin duvarlarına mantolama yapma mecburiyeti getirelim, dış duvarlarda
beyaz tuğla kullanalım ve yalıtım malzemeleri ile kaplayalım. Böylece %40’a varan enerji tasarrufu
sağlamış oluruz. Bilindiği üzere ülkemizde artık ev ve işyerlerimizin büyük bir kısmını doğal gaz
ile ısıtıyoruz ve bu gazı ithal ediyoruz. Camların çift cam olmasını ve mutfak ve banyo hariç
odaların yerlerinin ahşap olması mecbur olsun. İnşaatlara başka türlü ruhsat vermeyelim. Şu anda
oturulmakta olan ev ve işyerlerine ise belirli bir yıla kadar süre tanıyalım. Böylece çok büyük
miktarlarda enerji tasarruf etmiş olacağız.
44
Ayrıca yer altından sıcak su çıkan il ve ilçelerimizi bu su ile ısıtalım. Ülkemizde bunun
örnekleri mevcuttur. Bu yöntemi yaygınlaştıralım.
Belirli büyüklükteki binaların çatısında güneşten elektrik üreten sistemleri kurma
mecburiyeti getirelim ve çatı yalıtımına dikkat edelim. Bu sistemleri rahatlıkla büyük devlet binaları
ve şirketlerin çatısına yerleştirebiliriz. Güneş enerjisi ile su ısıtan ve enerji üreten cihazları yapan,
satan ve kuran şirketlere vergi kolaylığı veya muafiyeti getirelim.
Enerji üretimi için yapılan yatırımlarda ise ekonomi kısmında söylediğimiz gibi üretimden
vergi almayalım. Güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisi konusunda yatırım yapmak isteyenlere arsa tahsis
edelim. Enerjide bir değerdir.Bırakalım yap işlet modeli ile enerji üretimini özel sektör
yapsın. Devlet sadece denetleyen ve yönlendiren olsun. Enerji Bakanlığı ihtiyaçları açıklasın ve
gerekli izinleri versin.
Ömrünü tamamlamış Termik (Kömür) santralleri kapatalım. Bu santraller çevre kirliliğinden
başka bir şey değildir. Bunların yerine rüzgâr, güneş, nükleer ve termik santrallerin özel sektör eli
ile kurulması için gerekli alt yapıyı hazırlayalım.
Baraj kurmadan da su gücünden elektrik elde edebiliriz. Akarsularımız üzerine
yerleştireceğimiz türübünler ile suyun akış hızından yararlanabiliriz. Su değirmenlerine benzer bir
yöntem. Suyun akış hızı ile dönecek türübünlerdenenerji elde edebiliriz. Bir akarsu üzerine onlarca
türübün yerleştirebiliriz ve kuracağımız bir barajdan hem daha ucuza mal olur hem de daha çok
elektrik enerjisi üretmiş oluruz. Ayrıca baraj kurmadığımız için o çevrenin doğal yapısını da
bozmamış oluruz. Tabiki sulama ve elektrik amaçlı barajlar yine yaparız ama sırfenerji amaçlı baraj
(HES) yapmak zorunda kalmayız.
Çevreyi kirleten 20 yaşını doldurmuş araçların trafiğe çıkmasını yasaklayalım ve plakalarını
iptal edelim. Bununla beraber elektrikle çalışan arabalarda vergi indirimi uygulayalım. Böylece
havası daha temiz bir çevrede yaşamış oluruz.
Enerji konusunda son söylemek istediğim enerji üretiminin ve dağıtımının
özelleştirilmesinin önemi. Böylece daha az kayıp ve kaçak sorunumuz olacaktır. Özel şirketler
kaçak kullanıma göz yummayacak, kayıp ile aktif mücadele edecek yeni yöntemler
geliştireceklerdir.
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK
Ülkemizin aslında en büyük sorunlarından biri inşaat sektöründe yaşanmaktadır. Halkımızın
neredeyse yarısı depreme dayanıksız evlerde oturmaktadır. Bu da depremlerde çok fazla insan
kaybetmemize neden olmaktadır. Ayrıca uluslararası alanda Türk inşaat firmalarının güvenilirliğini
zedelemektedir. Çok başarılı uluslararası piyasada isim yapmış inşaat firmalarımızın olmasına
45
rağmen kendi ülkemizde deprem yönetmeliğine uymayan çakma yüklenici firmalar yüzünden bir
depremde hem birlerce insanımızı kaybediyoruz hem de firmalarımızın itibarını. Bundan dolayı
inşaat firmalarının uyması gereken deprem yönetmeliği güncellenmeli ve inşaatlar özel yapı
denetim şirketlerince denetlenmelidir. Belediyeler denetleyince rüşvet çarkı dönmektedir. İnşaat
usule aykırı yapılmışsa hem yüklenici firma hem de yapı denetim şirketi cezalandırılmalıdır.
Ayrıca şehirlerimizde halkımızın nefes alabileceği geniş meydanlar olmalıdır. Trafik derdi
olmadan rahatça hareket edebilecekleri geniş meydanlar. Bu meydanlar özellikle büyük
şehirlerimize gerekmektedir. İstanbul’da Taksim meydanının yeniden düzenlenmesi ve trafiğin alta
alınması güzel bir uygulamadır. Bir benzerini Ankara’da Ulus Meydanı için yapabiliriz. Trafik
akışını yer altına alarak ve 100. Yıl çarşısını yıkarak büyük bir meydan yaratabiliriz. İzmir içinde
bir benzerini Kordona yakın bir bölgede yapabiliriz.
Ancak büyük şehirlerimizde stratejik yerler dışında askeri bölgelerin şehir dışına
çıkartılması gerekir. Bununla beraber İstanbul’daki tersaneler Karadeniz bölgesinde 5-6 yere
taşınabilir. Böylece İstanbul’un nüfusu 500 bin kişi kadar azalacak ve Karadeniz bölgesinin nüfus
yoğunluğu artacaktır. Hem İstanbul biraz nefes alır hem de şehrin ortasında çirkin sanayileşmiş
görüntüden kurtulur. Burada Karadeniz bölgesinin seçilmiş olmasının birkaç nedeni vardır.
Karadeniz bölgesi hem en çok göç veren bölgelerden biridir hem de deniz turizmi pek
yapılmamaktadır. Bu yeni tersaneleri Türkiye’nin kuzeyine uzanan binlerce kilometrelik alanın
sadece 5-6 bölgesine kuracağız. Bu bölgeler şehir merkezlerine yakın olmadıkları sürece gürültü
kirliliği olmayacaktır. Şuanda bu tersaneler İstanbul’un ortasında kalmış ve kötü bir görüntü
vermektedir.
Devletimizin, Kültür Bakanlığı aracılığı ile şehir merkezlerindeki kültürel dokuyu ortaya
çıkararak şehrin eski havasını tarihi kent merkezini yeniden canlandırmak isteyen belediyeleri
desteklemelidir. Birçok şehrimizde bu alt yapı mevcuttur. Özellikle İstanbul’da sarayların ve tarihi
camilerin olduğu bölge yeniden restore edilmeli ve tarihi dokuyu bozan binalar yıkılmalı bu çevrede
cumbalı evler yapılmalı bu evler restoran, hediyelik eşya dükkânları, butik oteller olarak
kullanılmalıdır. Sokak başlarına kesme taştan veya mermerden çeşmeler yapılmalıdır. Eski tarz
hamamlar inşa edilmeli yollar 17. veya 18. Yüzyıl mimarisiyle yapılmalıdır. Eski İstanbul olarak
bilinen tarihi bölge eski dokusuna kavuşturulmalıdır. Bizim ülkemize yılda 20 milyon turist gelince
seviniyoruz. Fakat Avrupa’da sadece bir şehri yılda 20 milyon turist ziyaret etmektedir.
Ankara’da Ulus MeydanıBentderesi ve çevresinin yıkılarak tarihi dokunun ortayaçıkarılması
güzel bir çalışma olur.İzmir’in özellikle Kordon ve çevresinin tarihi dokunun yeniden yaşatılması
çok güzel olur.
Şüphesiz ki namaz insanı çirkin işlerden ve haramlardan alı koyar
Hz. MUHAMMED (S.A.V)
Şehirlerimizi tasarlarken yaptığımız yanlışlardan biride camilerimizdir. Atalarımız bundan
400-500 yıl önce bile bizim yaptığımız camilerden daha güzel ve sağlamını yapmışlardır.
46
Oturmakta olduğum semtte görüyorum 150-200 metrede bir gece kondu tarzı küçük camiler var. Bu
camiler yerine o şehrin mimari yapısına uygun 4 dönüm arazi üzerine altında otoparkı olan cadde
tarafındaki giriş katında dükkânların olduğu, arka bahçesinde yaşlılarımızın sohbet edebileceği
çardakların bulunduğu yeşil, bahçeli büyük camiler yapmalıyız. Bu dükkânların kira gelirleri o
mahallenin muhtarları tarafından toplanır ve camilerin masrafları karşılanması için kullanılır. Cuma
namazı çıkışı makbuzsuz ortaya açılan kutuya para atılarak camiye bağış toplanmaz. Bu paraların
denetimi yoktur. Ayrıca camilerin altında yapılacak otoparklar sayesinde mahallenin park
sorunu kalmaz. Halkımızı derme çatmayapılan küçük camilerden kurtaralım. Birkaç tane küçük
cami yapacağımıza bir tane büyük cami yapalım. Müslümanlığın amaçlarından biri beraber olmak
namazları beraber kılmak değil midir? 50-60 metrekarelik camiler bize yakışmamaktadır. Ayrıca
Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı yerlere de camilerimize olduğu gibi altında otoparklı 4 dönüm
üzerine kurulu yeşil bahçesinin olduğu Cem evleri yapılmalıdır. Camilerimiz de olduğu gibi Cem
evlerinin de caddeye bakan alt katlarında dükkânlar yapılabilir ve ısınma, elektrik, tadilat gibi
masraflar bu kira gelirleri ile karşılanmalıdır. Bu işi en iyi o mahallenin muhtarları yapacaktır.
Bizim dinimiz en makul ve en tabi dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir
dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara
tamamen uygundur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Şehirleri güzelleştirirken ülkemizin bir şehrine gelen turistin bir başka şehre geçmesini
kolaylaştıracak alt yapı çalışmaları da yapılmalıdır. Bunlardan biri hızlı tren projeleridir ve
çoğaltılmalıdır. Birçok şehir hızlı tren ile birbirine bağlanmalıdır. Şehirlerarası yollar
özelleştirilmeli, yap-işlet-devret modeli ile otoyollar yapılmalı, işletme süresi bitenyollar bakımları
yapılmak şartıyla yeniden kiralanmalıdır.
Bütün limanlar, havaalanları yap-işlet-devret modeliyle yapılmalı ve sözleşme süresi bitince
yeniden kiralanmalıdır. Alıcısı çıkarsa Devlet Demir Yolları özelleştirilmelidir.
İstanbul’a ikinci boğaz yap-işlet-devret modeliyle açılabilir. Marmara denizinden
Karadeniz’e geçmek isteyen gemiler şimdiki boğazdan geçer. Karadeniz’den Marmara’ya geçmek
isteyenler ise yeni boğazı kullanır. Böylece çok rahat bir şekilde kendini finanse eder. Dikkat edin
ben kanal demiyorum boğaz açalım diyorum. Ayrıca bu boğazın çevresindeki hazine arazilerinin
devlet otel, eğlence merkezi, yalı ve rezidance yapmak isteyenlere çok büyük meblağlara satabilir
ve çok büyük gelir elde edebilir.
Ayrıca yabancıların özellikle Kuzey Avrupa’nın soğuğundan kaçmak isteyen Avrupalıların
yaz-kış yaşayabilecekleri siteler deniz kenarlarına yapılabilir. Böylece ülkemize döviz girişi
olacaktır. Avrupalı emekliler yılın büyük bölümünü sitelerdeki evlerinde geçirirler. Kira, mutfak
masrafı, yakıt, tamir ve aldıkları giysiler ve benzeri harcamalardan bütün gelirlerini ülkemizde
harcarlar. Avrupa’dan aldıkları emekli maaşlarını ülkemizde harcamış olurlar. Buda 12 ay turist
geliri demektir. Bununla beraber yazlık evlere çeki düzen verilmelidir. Tatil yörelerimiz beton
binalarla dolmuştur. Deniz kenarındaki il, ilçe, belde ve köylerin yerleşim haritaları çıkartılır. Bu
sınırlar dışına ev yapılması yasaklanır. Deniz kenarlarında sadece otel, motel, tatil köyleri, golf
47
sahaları, meyve bahçeleri, eğlence merkezleri yapılmasına izin verilir. Belirlenen imar alanlarının
dışına ev yapılmaz. Ülkemizin tatil yöreleri beton binalarla dolmuş durumdadır. Bunlar yıkılır ve
yeniden yeşil alan ve tarım alanı olarak kullanılır. Golf sahaları, oteller yapılır. İnsanların yılda
birkaç hafta geçirmek için 100 binlerce lira vererek ev alması mantıklı değildir. İsterseniz bir
örnekle açıklayalım.
Ortalama bir yazlık ev alınmış olsun. Her ay bekçisi için aidat ödenir. Yazları su, elektrik
parası ödenir. Her yıl iyikötü ev elden geçirilir. Ayrıca kaldığın süre içerisinde yiyecekiçecek
masrafı yapılır.Bir evin ömrü en fazla 50 yıldır.Evi alırken harcadığımız parayı ve her yıl
yaptığımız masrafı, aidatları, mutfak masrafını 50 yıl boyunca toplayın. Topladığınız parayı 50’ye
bölün ve bir yılda bu eve harcadığınız parayı bulun. Bu para ile her yıl ülkemizin farklı bir
bölgesinde istediğiniz otelde hiç bir ev işi olmadan evin sorunları ile uğraşmadan aynı süre
dinlenebilirsiniz.
Mantıklı düşünürsek yazlık ev atıl yatırımdır. Yılda birkaç hafta kullanmak için yüzbinlerce
lira para verilmez. Bunun yerine otel, motel ve tatil köylerinin sayısını artırmalıyız. Otel sayısı artar
ise rekabet artar dolayısıyla hem yazın yer bulma sorunu kalmaz hem de fiyatlar daha makul olur.
Deniz kenarlarındaki illerde imar düzenlemesi yapılınca ister istemez ilçe, belde ve
köylerdeki ev fiyatı artar. Çok parası olan ve yinede burada ev sahibi olmak isteyen alır. Bu onun
kendi bileceği iştir. Ben burada 100-150 bin lirayı bulan herkesin deniz kenarlarımızı beton
binalarla doldurmaması için bu çözümü buldum. Çok parası olanlar deniz kenarlarındaki yerlerden
imara aykırı olmamak şartıyla ev alabilir. Bunu engelleyemeyiz. Yeter ki köyler, beldeler
betonyapılarla doldurulmasın. Belirlenen imar alanlarının dışına ev yaparak dağı taşı ev
yapmayalım.
Konu köylerden açılmışken köyleri yeniden yapılandıralım. Bazılarının yerlerini yeniden
belirleyelim. Fay hattı üzerinde olanları kaldıralım. 8-10 haneli mezraları birleştirelim. 25-30 bin
dönüm arazi üzerine enfazla 60-70 hanenin yaşadığı büyük topraklara sahip köyler kuralım. Köy
evlerinin yapımına koşul getirelim. En fazla iki katlı çelik direkli depreme dayanıklı ısı yalıtımı
yapılmış evler yapılması karşılığında ruhsat verelim.
Bilindiği üzere deprem anında köylere ulaşmak çok zor oluyor. En azından deprem
sonrası birde köylerdeki enkazın altındakilerle uğraşılmaz. Çünkü böyle bir sorun olmaz.
Çevre sorunlarından bir diğeri de çöplerdir. Çöpler kaynağında ayrıştırılmalıdır. Ayrıca
çöpler toprağa gömülmemeli yeniden değerlendirilmelidir. Çöpler aslında geri dönüşümü sağlanırsa
ülkemizi çok büyük bir israftan kurtarır ve katma değer yaratır.
Bir başka çevre sorunu da enerji bölümünde belirttiğimiz gibi termik santrallerdir.
Teknolojisi eski termik santraller kapatılmalıdır.
Ayrıca yeni yapılan inşaatlarda pencereler ağaçtan yapılmamalı, PVC veya alüminyum
doğramadan yapılmalıdır. Çift cam olmalıdır.
Ev hayvanları apartmanlarda yasaklanmalıdır. Gerek ev içinde sağlıksız koşullar oluşmakta
gerekse çevreyi kirletmektedirler. Bu konu detaylı olarak Sosyal Yaşam bölümünde anlatılacaktır.
Hayvanlar bahçeli evlerde ve köylerde bakılmalıdır.
48
Her ilin toplam arazisinin en az %20 ağaçlandırma mecburiyeti getirelim. Ormanlarımızın
en fazla %5 imara açılmak şartıyla özelleştirelim veya şehrin yakınlarındaki hazine arazilerini %80
ağaçlandırmak suretiyle satalım. Üniversiteler ve hastaneler için fiyat kolaylığı sağlayalım.
Deniz kenarlarındaki arazileri %80 ağaçlandırmak şartıyla (bu ağaçlar meyve ağacı olup
buradan da gelir elde edebilirler) otel, tatil köyleri eğlence merkezlerine satalım.
Deniz kenarlarında çoğalan hayvanların yaşamasını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalı.
Örneğin deniz kaplumbağalarının üreme alanları koruma altına alınmalı ve gereken önem
göstermelidir.
Bir de uluslararası büyük bir proje aklıma geldi. Afrika’daki Sahra Çölüne Birleşmiş
Milletlerin yardımıyla büyük bir göl yapabiliriz. Doğudan batıyauzanan büyük bir göl. Buradaki
amaçbu bölgenin iklimini değiştirmektir. Nem miktarı artarsa yağış oranları artacaktır. Ayrıca
denizden borularla göle getirilen suyun tuzu ayrıştırılır. Ve tuz elde edilmiş olur. Çok pahalıya mal
olmaz. Çünkü burada denizden içme suyu elde etmeyeceğiz. Sadece tuzunu ayrıştıracağız.
Amacımız Sahra Çölünü yapacağımız gölün etrafında yağış miktarını arttırmak ve organik tarım
yapabilmektir.
KÜLTÜR VE TURİZM
Politika ve sanat dünyanın düzensizlikleri karşısında başkaldırmanın iki ayrı yüzüdür.
Albert CAMUS
Çevre ve şehircilik bölümünde de bahsettiğimiz gibi Avrupa da bir şehre gelen kadar turist
bizim ülkemize geliyor ve biz buna seviniyoruz. Tarihi kent merkezlerini ortaya çıkartmalı, buraları
restore etmeli ve kültürümüzü yansıtan eserleri satan dükkânların sayısını arttırmalıyız. Türk
mutfağını dünyaya tanıtmalıyız. İnsanlar sadece denize girmek için ülkemize gelmez. İsteyen
Fransa, İtalya, İspanya’da da denize girebilir. Kültür turizmini, kaplıca turizmini ön plana
çıkarmalıyız. Anadolu’da binlerce yıllık yaşanmışlık var, bunları tanıtmalıyız. Her ile en az bir tane
şehrin mimari dokusuna uygun büyük müzeler yapmalıyız. Arkeolojiye daha çok kaynak aktarmalı
ve eserleri toprak altından çıkarmalıyız. Özel müzeler, sergi salonları, tiyatrolar teşvik edilmeli,
yabancılara ait koleksiyonların ülkemizde sergilenmesi kolaylaştırılmalıdır.Ayrıca sinema, sanat
merkezi, tiyatro, bale, sergi salonu, müze ve kültürel etkinliklerde bulunan mekânlardan gelir
vergisi alınmamalıdır.
Bununla beraber kitap, CD, VCD, DVD, gibi yapıtlarda bandrolücreti,yapılan bandrol
masrafı karşılayacakkadar olmalı, kar amacı güdülmemelidir. Bandrol sadece kaçağı fark etmek için
49
olmalıdır. Yapıtların sahibinden gelir vergisi alınmalıdır. Korsan yayınlarla aktif olarak mücadele
edilmelidir. Bu konuya değinmişken medya sektöründen de vergi alınmamalıdır. Bunun yerine bazı
kültürel veya belgesel programları yayınlama mecburiyeti getirilebilir. Gelin kaynana ve
evlendirme programları toplumun ahlak anlayışını bozmaktadır.
Ayrıca ailelerin özel hayatlarının tartışıldığı barıştırma programları gibi yayınlar
yasaklanmalıdır. Medya sektöründen vergi almayarak devlete ödeyecekleri vergi yerine daha
sağlıklı programlar yapmaları önerilmelidir. Devlet eliyle televizyonculuk yapılmamalıdır. Hem
TRT’nin özelleştirilmesine karşı çıkarlar, hem de TRT’yi iktidarın borazanı olmakla suçlarlar. TRT
özelleştirilmelidir. Devlet sanatçılığına son verilmelidir.
Allahü Teâlâ, bana farzları yerine getirmemi emrettiği gibi, insanlarla güzel geçinmemi de
emretti
Hz. MUHAMMED (S.A.V.)
Bir başka konu da ülkemizin çok farklı kültürlere sahip insanlardan oluşmasıdır. Çok güzel
bir söz duydum ülkemiz için “Biz mozaik değiliz ebruyuz” deniyor. Çok doğrudur. Çok farklı
kültürlerden insanların olması aslında bir zenginliktir. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nda ülkemiz her
sene farklı bir yörenin oyunuyla uluslar arası gösterilere katılmaktadır. Her yörenin kendine has
şivesi, kıyafetleri, mutfağı, gelenekleri, adetleri gerçekten çok büyük bir zenginliktir. İnsanlar aynı
kültüre sahip olmak zorunda değildir. Her insan kendi örf, adet ve geleneklerini kısacası kültürünü
koruma hakkına sahiptir. Böylece kültürel zenginliğimiz korunur. Fakat töre cinayetleri gibi bireye
zarar veren adetler yasaklanmalı ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. Medya sektörünün gelişmesi
ve buna paralel olarak dünyanın küçük bir köy haline gelmesi, eğitim seviyesinin yükselmesi
insanların farklı kültürlerden etkilenmesini hızlandıracak dolayısıyla töre cinayeti gibi yanlış
geleneklerin önüne geçilecektir.
Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, dil ve din başta olmak üzere
8’den fazla kategoriye ayrılırlar.
Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar. İyi insanlar ve
kötü insanlar.
Albert EINSTEIN
Konu farklı kültürlerden açılmışken son 30 yıldır ülkemizin önemli sorunlarından biri olan
PKK meselesine de değinmek isterim. Öncelikli olarak PKK sorunu ile Kürt sorununu birbirinden
ayırmamız gerekmektedir. PKK’nın amacı Kürt vatandaşlarımızın haklarını savunmak değildir.
Bilindiği üzere Ortadoğuda sadece Türkiye’de Kürt yoktur. Suriye’de de Kürk kökenli yüz binlerce
50
insan yaşamaktadır. Suriye bu insanlara kimlik bile vermemektedir. Mademki Abdullah Öcalan
Kürtlerin haklarını savunduğunu iddia ediyor Kürtlere nüfus cüzdanı bile vermeyen Suriye’de ne işi
vardı. PKK’nın amacı Kürtlerin hakkını savunmak değildir. PKK Avrupa’nın taşeronudur. Avrupa
sağ-sol çatışması ile yapamadığını Kürt-Türk sorunu yaratarak yapmaya çalışmaktadır. Avrupa’nın
asıl amacı Türkiye’nin batısını Avrupa Birliğine almaktır. Bu konuyu Dış Politika bölümünde
okuyabilirsiniz. Suriye ise Fırat ve Dicle gibi Ortadoğu’nun en önemli iki akarsuyunu elinde tutan
ve Hatay’ın sahibi Türkiye’ye karşı elinde bir koz bulundurmak istemekte bu nedenle PKK’yı
desteklemektedir. İnsanlarımız Türkü ile Kürdü ile bu oyuna gelmeyeceğine inanıyorum. Yukarıda
da belirttiğim gibi PKK sorunu ile Kürt sorununu birbirinden ayıralım. PKK’ya kızıp Kürt kökenli
insanlarımıza kinlenmeyelim. Bizler yüzyıllardır beraber yaşadık çocuklarımızı evlendirdik, boşuna
Şanlıurfa, Gaziantep, Kahramanmaraş demiyoruz. Bugün Çanakkale’de binlerce Kürt kökenli
insanımız yatmaktadır. Bu ülke hepimizindir. Kürt kökenli insanlarımız dillerini, örf, adet ve
geleneklerini kısacası kültürlerini korumak istiyorlarsa saygı duymalıyız. Bu ülkemizi bölmez
bilakis zenginleştirir.
Balık gibi yüzüp, kuş gibi uçmayı başardık. Ama çok kolay bir şeyi yapamadık. Kardeş gibi
yaşamayı.
Martin Luther KİNG
Ülkemize turist çekebilmek için tarihi kent merkezlerinin yanında bir de Anadolu’da
yaşamış medeniyetleri de hatırlatan alanlar yaratabiliriz. Bunların en güzeli Mardin’e Mezopotamya
Kültür Parkı inşa etmektir. Bu parkta yazıyı ilk bulan mağara adamının bir heykeli, tekerleği ilk
bulan adamın heykeli ve Mezopotamya’da yaşamış uygarlıkların kabartmaları olabilir. Anadolu
mutfaklarını tanıtan restoranlar, su gösterileri, müzeler, Mardin’in restorasyonu, tarihi kalıntılar ile
her yıl milyonlarca turisti sadece bu bölgeye çekebiliriz. Mardin’e bir uluslararası havaalanı, bir
tanede Hatay’a yaparız. Mardin’e indirdiğimiz turistleri Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep,
Kahramanmaraş ve Hatay’ı gezdirip, Hatay’dan yollarız. Hatay’a indirdiğimiz turistleri ters yönden
gezdirdikten sonra Mardin’den göndeririz. Hatay’da isteyen kültür turizminin yanı sıra deniz
turizmi de yapabilir.
Doğu Anadolu Bölgesini ise hayvancılığın yanı sıra kış turizmi ile kalkındırabiliriz. Sağlık
bölümünde söylediğimiz gibi kaplıca turizminde ülkemizin reklamını iyi yapmalıyız.
Kıyı şeridimizin yazlık ev adı altında beton yapılarla dolmasına müsaade etmemeliyiz.
Kıyılarımızı satın alınan arsanın %80 ağaçlandırmak şartıyla otel, golf sahası, eğlence merkezi, tatil
köyü yapmak isteyenlere uygun fiyatlarda satmalıyız. Bazı bölgeleri özellikle deniz hayvanlarının
ve kuşların uğrak yeri olan bölgeleri milli park yapmalı ve inşaat izni vermemeliyiz.
SOSYAL YAŞAM
51
Büyük başarılar, değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ülkemizin en önemli sorunlarından bir başkası ise yasalar önünde olmasada sosyal hayatta
karşılaştığımız kadın erkek eşitsizliğidir. Bu meseleyi çözebilmek için yapmamız gereken eğitim
sistemini düzeltmek ve kadınlarımıza pozitif ayrımcılık yapmaktır. Kadınlarımızı bilgili
yetiştirirsek onlarda ileride çocuklarını daha iyi yetiştirecekler ve bukadınların yetiştirdiği
erkek çocuklar kadın erkek eşitliğine önem vereceklerdir. İş özellikle annede bitmektedir. Biz
erkekler kadınlarımıza karşı kaba davranırken lütfen annelerimizi, bizi karnında taşıyan büyüten
annelerimizi hatırlayalım. Karşımızdaki kadınlarında birer anne olduğunu ve kızlarında geleceğin
anneleri olduğunu unutmayalım.
Kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldı. Ayaklarından yaratılmadı, ezilmesin diye.
Başından yaratılmadı, üstün olmasın diye.
Göğüs kemiğinden yaratıldı, kolun biraz altından ve kalp hizasından. Eşit olsun, korunsun ve
sevilsin diye.
TEVRAT
Bir başka sosyal sorunumuz ise engelli vatandaşlarımıza gerekli ilginin gösterilmemesidir.
Eğitimli engelli vatandaşlarımızın devlette ve büyük şirketlerde çalıştırılıyor olması güzel bir
uygulamadır. Eğitim seviyesi yeterli olmayan engelli vatandaşlarımız için ne yapabiliriz? Kar amacı
olmadan devletin veya belediyelerin kuracakları fabrikalara çoğunluğu engelli olan insanlarımız
çalıştırılabilir. Ayrıca şehir planlaması yapılırken kaldırımların ve yolların yapımında engelli
vatandaşlarımız düşünülmelidir. Trafik ışıklarına da görmeyen vatandaşlarımız düşünülerek sesli
sinyal sistemi kurulmalıdır. Engelli vatandaşlarımız da bu toplumun bir parçasıdır. Onları da
topluma kazandırmak, üretime katmak, gelir elde etmeleri için gerekli düzenlemeleri yapmak
gerekir.
İnsanları sürekli eleştirenler sevmeye vakit bulamazlar.
ANONİM
Bir başka sorun ise hayvan haklarıdır. Onlarda can taşımaktadır. Öncelikle hayvanat
bahçelerinde kafes sistemlerine son verilmeli, birbirlerine zarar vermeyecek hayvanlar büyük geniş
alanlarda rahatça yaşamalıdır. İnsanlar hayvanat bahçesini bu yapıya uygun araçlar içerisinde
gezmelidir.
52
Her türlü hayvan dövüşü (Horoz, boğa, deve, köpek v.b.) yasaklanmalıdır. Sahiplerine
ağır para ve hapis cezaları getirilmelidir. Bu hayvanlar konuşamıyorlar ki dertlerini anlatsınlar.
İnsanlıktan biraz nasibini alanlar bunu yapmazlar.
Ayrıca apartman dairelerinde kuş ve balık dışında hayvan beslemek yasaklanmalıdır. 100
metrekare alana kedileri, köpekleri koyuyorlar ve günde beş dakika havalandırıyorlar. Onların doğal
ortamı dışarısıdır. Kedi ve köpek gibi hayvanlar ya bahçeli evlerde ya da köylerde
beslenmelerine izin verilmelidir. Apartmanlarda yasaklanmalıdır. Apartman dairelerinde
insanlar kendi yalnızlıklarına ortak aramakta ve bunun adına hayvan sevgisi demektedirler.
Zaten apartmanlarda bu hayvanları beslemek sahiplerinin sağlığını da tehdit etmektedir. Bununla
beraber hayvanların kullanıldığı sirkler ve su gösterileri yasaklanmalıdır.
Bu bölümde spor hakkında bir fikrimi söylemek istiyorum. Türkiye Futbol Federasyonu
ülkedeki bütün ligleri organize edecektir. Amatör liglerde dahil. Yeni kurulan bir takım TFF ‘ye
başvuracaktır. Basketbolda ise basketbol federasyonuna, voleybolda, voleybol
federasyonuna…gibi. Spor il müdürlükleri kaldırılacaktır. Daha doğrusu Spor Bakanlığı
kaldırılacaktır. Spor Bakanlığı Kültür Turizm ve Spor Bakanlığı olarak birleştirilecek ve sporla
ilgili yetkilerin birçoğu federasyonlara bırakılacaklardır.
Devlet spor kompleksleri, statlar, spor salonları yaptırmayacaktır. Devletin elindeki spor
alanları takımlara sembolik fiyatlarla devredilecektir. Bunun en güzel örneği İstanbul Atatürk
Olimpiyat Stadı’dır. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yaptırdığı statlar hem daha güzel olmuştur hem
daha sağlam hem de daha ucuz. Atatürk Olimpiyat Stadını devlet hem pahalıya yaptırmıştır hemde
rüzgârlı havalarda maç yapılamamaktadır. Devlet bir işi pahalı ve kalitesiz yaptırır.
Dolmuşlarda otobüsler gibi duraklarda durmalıdır. Trafik aksamamış olacak ve bu sayede
dolmuş şoförleri de rahatlayacaktır.
Çocuk yuvalarında 0-3 yaş arası çocuklar için her 2 çocuk başına en az 1 kadın bakıcı
çalıştırılmalıdır. Çocukların yatakhaneleri toplu olmamalıdır. Çocuklar ortaokula başladıkları sene
her birinin ayrı odası olmalıdır. 4-5 çocuğa bir banyo düşecek şekilde binalar tasarlanmalıdır.
Yemekhane, çamaşırhane, televizyon odası gibi sosyal alanlar ortak olmalıdır. Devlet bu çocuklara
yaşları ne olursa olsun askerliklerini yapıncaya kadar, eğitimlerini tamamlayıncaya kadar bakmalı
daha sonra eğitim seviyelerine uygun bir şekilde işe yerleştirmelidir. İşe yerleşen çocuğa bulunduğu
ilde ev kiralaması konusunda yardımcı olunmalıdır. Koruyucu aile kavramı yaygınlaştırılmalıdır.
Evlat edinme yasası yeniden gözden geçirilmelidir.
Sokak düğünleri yasaklanmalıdır. Belirli bir saate kadar düğün yapılabilir gibi bir saçmalığa
izin verilmemelidir. Sokak düğünleri sadece köylerde insanların kendilerine ait bahçelerde
yapılmalıdır. Köylerde ise hasta ve cenazesi olanlardan izin alınmalıdır. Şehirlerde düğün yapmak
isteyenler bu iş için hizmet veren yerleri tercih etmeli, buna güçleri yetmiyorsa nikâh yapmalıdırlar.
Ayrıca her köye bağlı olduğu belediye tarafından düğün, nişan, kına gecesi, mevlit gibi etkinlikler
için Kültür Merkezleri yapılması mecbur olmalıdır.
53
ADALET SİSTEMİ
Adaletin olmadığı yerde herkes kendi adaletini kendi sağlamaya başlar, bu da anarşiyi
doğurur. Bu nedenle adalet sistemi çok önemlidir. Adalet sistemi hızlandırılmalıdır. Bunun içinde
hâkim ve savcı sayısı arttırılmalı ve ihtisaslaşmış mahkemeler kurulmalıdır. Nasıl tıp alanında bir
konunun uzmanı doktorlar yetişiyorsa adalet sisteminde de konunun uzmanı hâkimler ve savcılar
yetiştirilmelidir.
Hukuk fakülteleri 5 yıla çıkarılmalı, 3. Sınıfın sonunda 2 yıl hukuk fakültesi öğrencileri
farklı alanlarda aynı tıp fakültelerindeki doktorların yaptığı stajlar gibi her türlü dava ile
ilgilenmelidir. 5.yılın sonunda hukuk fakültesini bitiren mezunlar hâkim ve savcı olmak istiyorlarsa
TUS (Tıpta Uzmanlık Eğitimi) benzeri bir sınava girerek branşlarını seçmelidirler. Kazandıkları
branş türü ve kazandıkları ilin mahkemelerinde savcı adayı olarak kazandılarsa savcı yardımcısı,
hakim adayı olarak kazandılarsa hakim yardımcısı olarak iki yıl çalışırlar (Maaşlı olarak. Nasıl
TUS’u kazanan doktorlar üniversite hastanelerinde uzman doktor olabilmek için çalışıyorlarsa
aynısı) 2 yılın sonunda uzmanhâkim veya uzman savcı olarak Hâkimler ve Savcılar Üst Kurulunca
ülkenin neresinde ihtiyaç varsa kura ile atanırlar.
İstiklal, istikbal, hürriyet her şey adaletle kaimdir.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Her ile nüfusu ile orantılı büyük adliye sarayları yapılmalıdır. Bu adliye saraylarında farklı
konularda mahkemelerin yapılacağı duruşma salonları olmalıdır. Örneğin hastanelerindâhiliye,
cerrahi, kardiyoloji servisleri nasıl farklı katlarda iseler adliyelerde de boşanma, kaçakçılık, mal
mülk paylaşımı (miras) , taciz, iftira, hakaret, tecavüz, cinayet gibi davalar birbirinden ayrılmalı, her
dava konusunun uzmanıhâkim ve savcılar yetiştirilmelidir. Adliye binaları konusuna göre farklı
katlarda duruşma salonları, hâkim ve savcı odaları bulunan yeni binalar olmalıdır.
Ayrıca Hâkimler ve Savcılık Üst Kurulundan Adalet Bakanı ve Müsteşarı çıkarılmalıdır.
Adalet sistemindeki atamalara bakan ve hükümet karışmamalıdır. Yargı tam bağımsız olmalıdır. Bu
anayasamızı kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereğidir.
İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.
Victor HUGO
Konu adalet sisteminden açılmışken cezaevlerinin durumuna da değinmek istiyorum.
Cezaevlerinde mahkûmlar tek kişilik odalarda kalmalıdır. Tuvalet ve duşu odaların içinde olmalıdır.
54
Çocuk cezaevlerinde çocuklar belirttiğim gibi tek kişilik odalarda kalmalı, haftanın belirli
günlerinde bahçeye çıkartılmalı, diğer zamanlarını temel dersler ve ilgi alanlarına göre meslek
edindirme kurslarında geçirmelidirler. Yetişkinler için durum biraz farklı olmalıdır. Yetişkinler için
cezaevleri paralı hale getirilmelidir. Yetişkinler de tek kişilik odalarda kalmalı ve belirli arlıklarla
bahçeye çıkartılmalıdırlar. Yetişkinler için yemekler, oda ve çamaşırhane ücretli olmalıdır.
Buradaki amacımız cezaevlerine kurulacak atölye ve fabrikalarda mahkûmları
çalıştırmaktır. Çünkü bütün günü boş oturarak geçiren insanlardan her türlü kötülük gelir.
Mahkûmlara vakit geçirecek işler yaratmalıyız. Bu işleri yapmaları için oda ve yemekleri
paralı yapıyoruz. Ayrıca cezaevlerinin de bir gideri vardır. Hem suç işleyecek toplumun
huzurunu bozacaksın hem de o toplumun ödediği vergilerle cezaevinde bedava yiyerek
yatacaksın. Bu yanlıştan ülkeyi bir an önce kurtarmalıyız. Aldıkları ücretlerde cezaevinde
yaşayacak kadar olmalıdır. Gerek çocuk cezaevlerinde gerekse yetişkin cezaevlerinde tek kişilik
mahkûm odaları dışında kalan her yerde kameralar olmalı ve bütün cezaevi izlenmelidir. Buradaki
amaç hiç kimsenin hiç kimseye maddi, psikolojik, cinsel zarar vermemesi ve yaralama gibi suçları
önlemek olmalıdır. Ayrıca Adalet Bakanlığına cezaevlerini sürekli inceleyecek hukuk, sosyoloji,
psikoloji gibi bölümlerden mezun elemanlar alınarak komisyonlar oluşturulmalı ve mahkûmların
birbirine, cezaevi yöneticilerinin ve gardiyanların mahkûmlara zarar vermesi önlenmelidir. Bu
komisyon düzenli olarak mahkûmlarla görüşmelidir ve mahkûmlar zarar görürse bu ilgili komisyon
üyeleri de sorgulanmalı gerekirse yetersiz kalmaktan işten atılmalıdırlar.
SEÇİM SİSTEMİ
Ülkemizin meselelerinden biri de seçim sistemidir. Son yıllarda yapılan bazı değişikliklerle
seçim sistemi tekrar gündeme gelmiştir. Bende kitabımda bu konuya yer vermek istedim.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylar sadece bir defa 7 yıllığına meclis tarafından seçilmelidirler.
Çünkü beşer yıllığına iki defa seçilme hakkı verilirse ikinci kez seçilebilmek için devletin
doğrularını değil halka şirin görünen icraatları yapabilir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı bir kez yedi
yıllığına meclis tarafından seçilmelidir. Halk tarafından seçilmesi durumunda çok başlılık, yetki
kargaşası olabilir.
Milletvekili seçimleri 5 yılda bir yapılmalıdır. Bir ildeki bütün milletvekilleri vefat eder
veya istifa ederse o ilde genel seçim beklenmeksizin seçim yapılır ve kazanan adaylar önümüzdeki
ilk genel seçimlere kadar milletvekili olur. Fakat genel seçimlere bir yıldan az vakit kaldıysa burada
seçim yapılmaz. Ayrıca meclisteki milletvekili sayısının %5’i kadar sandalye boşaldıysa genel
seçim yapılır. Bu arada %10 barajı korunmalıdır. Çünkü bu sayede halk birkaç parti etrafında
toplanır. Bu baraj istikrarı sağlar. Fakat demokrasiyi geliştirmek ve katılımı arttırmak için
milletvekili seçimleri de 2 turlu yapılabilir. Adaylar önceden belirlenir. 1. turda halkımız istediği
partiye oy atar. %10 barajını geçen partiler 2. turda yarışır. %10 barajını en fazla 1 parti geçer ise bu
defa en çok oy alan 2 veya 3 parti 2. tur oylamaya katılabilir. Böylece oy attığı parti barajın altında
kalan seçmene bir hak daha verilmiş olur. İsteyen adaylar bağımsız olarak seçime katılabilir. Fakat
bağımsız adayların başvuru süresi 1. tur oylama yapılmadan önce biter. Bu seçim sistemi
55
demokrasiyi güçlendirecektir. Çünkü bugün ki ortamda birçok seçmen kendi partisinin meclise
giremeyeceğini düşündüğü için başka partilere oy atmaktadır. Biz seçmene 2. tur şansı vererek bu
korkudan kurtarıyoruz. Hem de %10 barajı ile istikrarı sağlıyoruz.
Genel seçimlere değinmişken bir konuya da açıklık getirelim. Cumhurbaşkanı bir vekile
hükümeti kurma görevi verir ve isterse bakanlar şimdi olduğu gibi meclis dışından da atanabilir.
Ayrıca parti tüzükleri değişmeli parti içinde demokrasi olmalıdır. Seçimleri kaybeden lider
çekilmelidir. Böylece kendisinden sonrakilere yol açılmış olur. Bu sayede parti içinde kendine yer
bulamayan insanlar, yeni parti kurmazlar. Bilindiği üzere ülkemizde 30 civarında parti vardır. Parti
içinde demokrasi olsa ve kaybeden lider siyasetten çekilse insanlar yeni parti kurmak yerine
düşüncesine en yakın partide siyaset yapar. Böylece ülkemizde birkaç parti olur ve ülkemize istikrar
gelir.
Bir başka konu ise dokunulmazlıklardır. Dokunulmazlıklar kaldırılmalı, suçlu insanlar
milletvekilliğine sığınmamalıdır. Sadece kürsü dokunulmazlığı olmalı ve milletvekilleri
düşüncelerinden dolayı yargılanmamalıdır. 18 yaşını dolduran herkes isterse parti üyesi
olabilmeli seçme yaşı 18 seçilme yaşı ise 25’e indirilmelidir.
Belediye başkanları da 5 yıllığına seçilmelidir. Seçim iki turlu olmalıdır. Birinci turda
%50’yi geçen aday belediye başkanı olur. Birinci turda %50 oy alamayan adaylardan en fazla oy
alan 2 aday iki hafta sonra yapılacak ikinci turda yarışmalıdır. Bir şehir %25-30 oy alanlarla
yönetilmemelidir.
Başkanlık sistemine karşı olduğumu önceden yazmıştım. Cumhurbaşkanı tarafsızlığını
bozmaması için bir defaya mahsus 7 yıllığına seçilmelidir. Dernek, vakıf, belediye başkanı, muhtar,
rektör 2 dönemden fazla seçilmemelidir.
İDARİ YAPI
Devletin asli görevi adalet, dış güvenlik, iç güvenlik ve diplomasidir. Ekonomide rekabet
esaslarının işletilmesi çevre sorunları, engelli hakları, insan hakları, kadın hakları, halkın
mutluluğunu sağlamak için yasaların çıkartılması devletin görevleri arasındadır. Sosyal devlet
anlayışıyla fakir insanlarımızın eğitim, sağlık ve mecburi harcamalarının karşılanması için gerekli
düzenlemeler yapılmalıdır. Devlet ekonomiden elini çekmelidir. Tüketici haklarının korunması için
gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Oda, sendika, tarım kooperatifleri v.b. yerlerine mecburi üyelik
kaldırılmalıdır.
Devlet kurumlarının yönetiminde de bazı değişikliklere gidilmesi zorunludur. Bakan
değiştiğinde veya bir kurumun başkanı değiştiğinde tanımadığı ya da kendisiyle aynı fikirde
olmayan belki de güvenmediği insanlarla çalışmak zorunda olmamalıdır. Çünkü o kurumun
doğrularının da yanlışlarının da hesabını o kurumun başkanı veya bakanı verecektir. Burada
anlatmak istediğim üst düzey yöneticilerdir. Alt kadrolar zaten KPSS sınavıyla kurumlara alınmalı
56
böylece ayrım yapılmayacaktır.Her görüşten insan devlet kurumların hakkıyla gelecektir. Mülakat
kaldırılmalıdır. En büyük torpil bu noktada dönmektedir. Ayrıca sözleşmeli eleman alımı
yasaklanmalıdır. Devlet personelinin yapamadığı işler için yıllar önce sözleşmeli eleman fikrini
geliştirmiştir. Fakat günümüzde bu yasa yandaşını devlet kurumlarına sokmak için
kullanılmaktadır. Devlet personelinin yapamadığı işler için özel şirketlerden ihale usulü hizmet
alımı yapılması en güzel olanıdır.
Millete efendilik yoktur. Hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bir bakanın veya bir kurumun başkanının kendi ekibiyle çalışması gayet doğaldır.
Değişmesi gereken üst düzey yöneticilerden kastım, danışmanlar, özel kalem müdürü, basın
müşaviri, hukuk müşaviri, genel sekreter ve yardımcıları, genel müdür ve yardımcıları, daire
başkanlarıdır. Bu kişiler her bakan veya bir kurumun başkanı değiştiğinde o kişinin inisiyatifine
bırakılmalıdır. İsterse devletin herhangi bir mevkiindeki memuru alıp bu pozisyonlara getirmeli ya
da özel teşebbüsten atama yapabilmelidir. Bakan veya kurum başkanı değiştiğinde bu kişiler
devlette ise eski pozisyonlarına geri dönerler, özel teşebbüsten gelmişlerse devletteki görevlerine
son verilir. Fakat bugün görev başında olan üst düzey yöneticilerin hakları emekli olana kadar
korunmalıdır. İlk bakışta bu sanki kadrolaşma olarak görülür. Fakat işin aslı tam tersidir. Şimdiki
sistemde bir makam boşalınca o gün ki iktidar sahiplerinin yandaşı o işin hakkını verip
veremeyeceği düşünülmeden atanıyor ve emekli oluncaya kadar o koltukta kalıyor. Benim
savunduğum sistemde kimse kadrolaşmaz çünkü 4-5 sene sonra o kotlukta kalma garantisi
olmayacak. Bundan dolayıdır ki kurum başkanları ve bakanlar çalışma arkadaşlarını seçerken siyasi
baskıya maruz kalmayacaklar. Dolayısıyla çalışma arkadaşlarını seçerken işin hakkını veren
insanlar bu koltuklara oturacak. Belki de işlerini iyi yaptıkları için yeni gelen bakan veya kurum
başkanı 1-2 yönetici değişikliği ile yetinecektir.
Ayrıca il sayısı 60’ a indirilmelidir. Her il büyükşehir kapsamına alınmalıdır. Büyükşehir
belediyesi bütün ilden sorumlu olmalıdır. İsteyen belediye şirketler kurup şirketler aracılığı ile işleri
idare edebilir. Bunların bazılarını (Doğalgaz, su, otobüs gibi) özelleştirebilir. Bazı belediyeler şirket
kurmak yerine KPSS ile yeni elemanlar alabilir. Belediyelerde çalışan gerek memur gerekse
işçilerin maaşlarını belediyeler kendileri ödeyeceklerdir. Şimdi olduğu gibi memur maaşları devlet
tarafından genel bütçeden ödenmeyecektir.
Konu idari yapıdan açılmışken başkanlık sistemine neden karşı olduğumu açıklamak isterim.
Cumhurbaşkanı bir defa 7 yıllığına seçilmeli ve oy kaygısını unutmalıdır. Devletin en üst makamı
tarafsız ve oy kaygısını taşımayan insan olmalıdır. Siyasetten arınmış bir daha seçilmeyecek
Cumhurbaşkanı atamalarını daha tarafsız ülke çıkarlarını düşünerek yapacaktır. Ekonomi
bölümünde de belirttiğim gibi TÜİK Cumhurbaşkanına bağlanacaktır. TÜİK Başkanı, YÖK
Başkanı, yargı organları, büyükelçi atamaları daha tarafsız bir şekilde devlet çıkarları düşünülerek
yapılacaktır.
57
Haklı bir siyasi davaya en büyük zararı, muhalefetin acımasızca saldırması değil
yandaşlarının aptalca savunması verir.
Alexander HAMILTON
Milli bayramlar tatil yapılmalıdır. Öğrencilerde tatil yapmalıdır. Okullardaki törenler bir gün
öncesinden yapılabilir. Milli bayramlarda konserler verilebilir, sergiler,fuarlar, stantlar kurulabilir.
Böylece milli bayramlarımız şenlik havasında kutlanmış olur.
Devlette çok fazla bakanlık ve kurum olması devletin gücünü değil hantal yapısını gösterir.
Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birleştirilmelidir. TRT
özelleştirilmelidir. Artık PTT’den daha iyi çalışan kargo şirketleri vardır. PTT özelleştirilmelidir.
Farkındaysanız artık ÖSYM internet üzerinden başvuru ve tercih almaktadır. Bankalar ve GSM
şirketleri faturaları elektronik postalara göndermektedir. Devlette birçok kurum elektronik evrak
dönemine geçmektedir. Posta işletmeleri bir an önce özelleştirilmelidir. Devlet Malzeme Ofisi bir
an önce kapatılmalıdır. Her kurum kendi ihtiyaçlarını piyasa koşullarında ihaleye çıkarak alabilir.
Sayıştay gerekli incelemeleri yapabilir. Ayrıca büyük ihalelerde Kamu İhale Kurumu kurulmuştur.
Devlet kurumlarına güvenlik, hizmetli ve şoför gibi kadrolar ihdas edilmemelidir. Güvenlik
hizmetleri ve temizlik işleri şirketlere devredilebilir. Arabalar ise şoförleri ile beraber
kiralanmalıdır. Veri Hazırlama Kontrol İşletmeni, Bilgisayar İşletmeni ve Araştırmacı gibi kadrolar
kaldırılmalıdır.
Kamu kurumlarında Daire Başkanı, Fabrika Müdürü, Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcısı, Bölge Müdürü, Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Hukuk Müşaviri, Özel
Kalem Müdürü, Başkan veya Bakan Danışmanları ve daha üst pozisyondaki yöneticiler dışında
kimseye çay kahve servisi yapılmamalıdır. Şirket elemanları yukarıda yazılı olan mevkiler dışındaki
çalışanlar için sadece çay demlemelidir. Şirket elemanları; temizlik, evrak dağıtımı, taşıma
işlerinden sorumlu olmalıdır. Evraklar mümkün olduğunca elektronik ortamda gönderilmelidir. Bu
sayede kamu kurumlarında personel gideri azalacaktır. Arabalar şoförleri ile birlikte kiralanacak,
güvenlik hizmetleri şirketlere devredilecektir. Elektronik evraka geçildikçe memur sayısında da
azalmaya gidilecektir.
Aday memurlara verilen derslerden devlet malını en iyi şekilde ve tasarruflu kullanım
anlatılacaktır. Bu harcamaların kendisi dâhil bütün halkın cebinden çıktığı vurgulanacaktır.
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve kurumların kendi bilgi edinme sayfaları birleştirilmeli ve
halkımız bilgi edinme başvurusunu sadece TBMM’ ye yapmalı ve buradan ilgili kurumlara
dağıtılmalıdır. Bir kimse aynı konu hakkında 2-3 yere aynı istek veya şikâyet başvurusundan
kurtulmuş olur.
Elektronik yazışmalar yaygınlaştırılmalı, evraklar posta yerine elektronik ortamda
gönderilmelidir. Her ile hükümet kampüsleri kurulmalı, bu kampüsler merkezi yerlerde olmalı, halk
bütün devlet kurumları ile işlerini (ehliyet, pasaport, sicil belgesi, askerlik, emeklilik, sigorta, vergi
sorunu, nüfus kâğıdı vb.) bu merkezlerde halletmelidir. Kamuda bürokrasi azaltılmalı dolayısıyla bu
kadar çok memura gerek kalmayacaktır.
58
Kamuda araç saltanatına son verilmelidir. Üst düzey birkaç yönetici dışında her çalışan
kendi arabası, servis veya toplu taşıma aracını kullanmalıdır. Kurum adına başka bir yere gitmesi
gereken çalışanlar için 3-5 araba bulundurulmalıdır. Lüks araçlarda satılmalıdır. Arabalar şoförleri
ile beraber kiralanmalıdır. Motor gücü 1600cc olan ve Türkiye de üretilen en pahalı araç tavan fiyat
olmalı ve bu araçtan daha pahalısı kullanılmamalıdır.( Bakanlar ve belediye başkanları dâhil)
SON SÖZ
Bu kitabı belki beğenecek belki de eleştireceksiniz. Fakat bildiğim bir şey var ki bu
kitapta yazanların çoğunun 15-20 yıl içinde gerçekleşeceğini göreceksiniz. Bu kitap iktidara
kim gelirse gelsin, ister doğru icraat yapsın ister yanlış sürekli eleştiren insanlarımıza karşı
yazılmıştır. Ülkesi en çok seven sürekli eleştiren değil; ailesi, ülkesi ilerlesin, zenginleşsin,
daha yaşanır bir dünya olsun diye çalışan insandır. İnsanlar sosyalist, sosyal demokrat,
milliyetçi veya muhafazakâr olabilirler. Fakat herkes daha iyi kazanmak ve rahat yaşamak
ister. Bu insanın doğasında vardır. Bu kitapta anlatılanlar ne kadar çabuk uygulanırsa
halkımız zenginliğe ve rahata o kadar erken kavuşacaktır.
BAKİ ŞEKERCİ
NİSAN 2012
GÜNCELLENMİŞ 2. BASKI: ARALIK 2016
MEVLANA’NIN 7 ÖĞÜDÜ
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoş görülülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.