mmmbd ank.sb.bulten 71

68

Upload: yener-koc

Post on 23-Mar-2016

222 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

mali müşavirler muhasebeciler birliği derneği ankara şube bülteni 71

TRANSCRIPT

Page 1: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71
Page 2: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71
Page 3: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

1Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Sorunlar Sarmalında Birliktelikler

Seçim dönemleri yaklaştığında bulunduğumuz alanda da, birçok değişiklikler yaşanıyor. Rutin diyebileceğimiz işler geriye atılıp, se-çim duyarlılığı sıranın başını alıyor. Yan yana oturmaktan imtina eden kimileri kucaklaşıyor, can ciğer görünen kimileriyse boğazlaşıyorlar. Ne toplumsal ne de mesleki kaygısı olmayanlar dahi, kişisel hırsla-rını gizlemek için olsa gerek, vatan kurtaran kahraman kostümlerine bürünebiliyorlar. Listelerde sıra adaylıkları en kutsal hedef, bu uğur-da yapılanlar mubah sayılabiliyor. Oysa, sorunların çözümüne karşı yapılması gereken gerçekten birlik ve kaynaşmaya aykırı söylemler, vergisiz cümlelerden öte bir anlam ifade etmiyor. Gerçek birlik ve da-yanışmaya ise, nedense kimsenin gücü yetmiyor (!)

13 Haziran 2012 Muhasebe meslek kitlesi için önemli ve hakla-rının ellerinden alınması, örgütlerinin muhatap alınmaması, sorunla-rının çözülmemesi konusunda ilerisi için umut vadeden bir tarih ve eylemlilikti. Tüm meslek kitlesinin yekvücut olarak dile geldiği, talep haykırmasıydı. Böyle olması da gerekli ve daha örgütlü ve daha gür ses çıkartılmasının ön adımı olmalıydı, olmalıdır.

Mevcut durumda, mesleki sorunlarımızın değil çözümü, daha da daraltılmış sarmalında debelenmekteyiz. Bürolarını kapatan, ücretsiz staj yapan, emeğinin karşılığını tam ve zamanında alamayan, kamu kurumlarının işini yapmaktan b.sayar başından kalkamayan, ücretsiz kölelerimiz çoğalmaktadır.

Mesleki taleplerimizin aynı zamanda insani taleplerimiz olduğu, meslek kitlemize yeterli derecede anlatılamamış ya da örgütlerimiz tepkileri doğru örgütleyememiş olsa gerek ki, 1 Mart Muhasebe Haf-tası etkinliği yeterli sesi çıkartamamıştır. Görünen odur ki, söylem ve gerçekleştirme farkı kendini göstermektedir. Burada Marks’ın “ Sa-rayda başka, kulübede başka düşünülür” sözünü hatırlamamak elde değildir. Oysa “özü bir, sözü bir” olmak, Anadolu kültürünün temel yapı taşlarından birisidir.

MMMBD Ankara şubemizin düzenli söyleşileri, sempozyumları (bilgi şöleni) ve bülteni, bizlere ortak hedefler doğrultusunda bir ara-da üretebilmenin haklı gururunu yaşatıyor. Meslek oda seçimlerinin yaklaşması bültenimizin yayın süresini etkilese de, toplumsal ve mes-leki konularda içeriği dolu bültenimize katkı sunanlar her sayımızda artmaktadır. Bu sayımızda yer veremediğimiz yazı ve bölümler için, yazar ve çizerlerimizden ayrıca özür dileriz.

Beğeniyle okuyacağınız bu sayımızda da bize emek veren tüm dostlara ayrı ayrı teşekkür ederim.

Yeni sayımızda görüşmek üzere, sevgiyle kalın...

MMMBD Ankara Şb. SekreteriYener KOÇ

Gerek mesleki haklarımız konusunda,

gerekse bu hakların alınmasının aracı

yönetimlerde olunması konusunda, kişisel kin ve hırslardan arınmak, “Rabbena hep bana”

dememek, “benim ekibim, takımım, grubum, köylüm,

hemşehrim” dememek gerekir. Üreten, emek

verenlerin dikkate alındığı, ortak yanları

çoğaltmak adına kitleyi birleştiren, kaynaştıran yapılar ortaya koymak

gerekir. Farklı ve azınlık olanların haklarını da dikkate almak, hem

bu seçim döneminde, hem de gelecek

açısından daha sağlıklı olacaktır.

Page 4: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

2 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Sivil toplum örgütlerinde var olan

kurallar çerçevesinde hak edenlerin, hak

ettiği yerde olmalarını sağlayarak, seçilenleri çağdaşlık, üretkenlik, toplumsal ve örgütsel dayanışma kıstasları

çerçevesinde denetlenmesi ile

toplumsal dönüşümler sağlanacaktır. Fakat

yaşananlar bunun tam aksidir. Karanlık

kuytularda beklenerek en zayıf anlar kollanıp nemalanmaya dönük

politikalar üretilerek örgütler zayıflatılmakta, gelecek bu sığ, çıkarcı,

gelecek yoksunu, karanlık düşüncelerin

kirli politikalarına bırakılmaktadır.

Barış, Kişisel Çıkar ve Yönetimler

Barış arzusu ve umudunu taşıdığımız, kardeşliğin bu topraklara

hâkim olma arzusu ile yaşanan gelişmeleri takip etmekteyiz. Adı ne

olursa olsun bu sürecin sonunda barış ve eşitlik temelinde bir toplum-

sal yaşam var edilecekse, toplumsal destek artarak sürecektir. Yok,

eğer, iktidarın kısa vadeli politikalarının çözümü için, basamak olarak

kullanılacaksa, toplumsal destekten yoksun, yandaş yaratma projesi

haline getirilerek toplumsal kutuplaşmaların artmasına neden olacak

bir süreç olarak, tarihteki yerini alacaktır. Barış ve kardeşlik kendini

yoktan var eden bir süreç olmayıp toplumsal dinamiklerden beslenen,

geçmişi ve geleceği olan bir süreçtir.

Şu bilinmelidir ki; halkların hakları eşitse halklar kardeştir. Haklar

eşitse barış ve kardeşlik daim olur. Toplumsal barış ve eşitliği sağ-

lamanın yolunu toplumsal uzlaşı yerine devlet projesi olarak hayata

geçirmeye çalışmak, içinde kuşku barındıran bir süreç olacaktır.

Toplumsal barışın ve kardeşliğin tohumları toplumun örgütlü ve ör-

gütsüz her alanında yeşerirse, ülkenin barış ve kardeşliğe ulaşmasının

yolu kısalır. Sivil toplum örgütlerinde ve ufak ekip örgütlenmelerde ırk-

çı ve ötekileştirici anlayışlar mahkûm edilmeden, barış ve kardeşliğe

ulaşmada daima sorunlar yaşanacaktır. Bu bağlamda çağdaşlık, barış

ve kardeşlikten yana olanlara önemli görevler düşmektedir.

Meslek odalarının seçimli genel kurularını yapma takvimi geldi.

Özellikle meslek örgütümüz üzerinde oynanan oyunların belki de en

kötüsü olan nispi temsil sistemi bu seçimlerde de Çağdaş Demok-

rat anlayışların önünde en büyük sorun olarak durmaktadır. Bu seçim

sistemi Çağdaş Demokrat anlayışları kendi içinde bölerek emek, mü-

cadele ve tecrübeleri ile kazandıkları iktidarlarını yok etmek için tasar-

lanmış oyunun yasal kılıfıdır.

Bu nedenle çağdaş demokratların kişisel çıkarlardan uzak üretimin,

çağdaşlığın, barış ve kardeşliğin hâkim olduğu oda yönetimleri kur-

maları için bir arada durmaları gerekmektedir.

Sevgiyle kalın.

MMMBD Ankara Şb. BaşkanıHasan BİRDOĞAN

Page 5: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

3Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Chavez Sonrası Venezuella

Yönetimsel alanda başlayan ve toplumun sosyal yapısını baştan aşağı değiştiren lider devrimlerinin en büyük örneklerinden biri Anadolu coğrafyasında ülkemizde yaşandı. Dönemin emperyalistlerine karşı as-keri alanda başarıya ulaşan mücadele ile, kurulan yeni yönetim sistemi üzerinde sosyal yapılandırmalarla, toplumsal yapı baştan aşağı değişti. Devrimin lideri Atatürk, Anadolu halkını emperyalist işgal ve boyun-duruktan kurtaran kahraman kişi olarak tarihteki yerini aldı.

Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Venezuella’nın devrimci lideri Hugo Rafael Chavez Frias’da halkının boynundaki ilmeği sosyalist dev-rimin makasıyla kesip atan kahraman kişi olarak tarihe adını yazdırdı. Ancak kurduğu sistemin ne kadar yaşayabileceğini de yine tarih bize gösterecek. Öyle görünüyor ki henüz olgunlaşmamış sistemin dinamik-leri, pusuda bekleyen emperyalistlerin dinamitleriyle sarsılacak. Sistem kendi mukavemetini bu anlamda test ederken Chavez’in halefi liderlerin bu sarsıntıda ne kadar ayakta kalabilecekleri ise ne kadar lider oldukla-rıyla ölçülecek.

Dünyanın en büyük petrol üreticileri arasında yer alan ülkesini başta ABD olmak üzere diğer emperyalist petrol kartellerinin hegemonyasın-dan kurtarmayı başaran Chavez, Latin ulusçuluğu ve sosyalizm söylemi ile harmanladığı doktrinler üzerine kurduğu yeni bir sistemi toplumsal dönüşüme empoze etmeyi de başarabildi. Bu dönüşüm petrol üretimi-nin yarısından fazlasını bu ülkeden ithal eden ABD ile diğer petrol dev-lerini rahatsız etti. Darbe girişimlerine inat 4 kez başkan seçilen Chavez

NeOlur?

Page 6: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

4 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

ülkesinde özellikle Petrol işçileri, sendikalar, tarım işçileri ve yoksul kesimler üzerindeki etkinliğini ar-tırmayı başardı. Kadın haklarına yönelik söylemle-rini de dikkate alırsak Chavez sosyal devrimini kısa sürede başarıya ulaştırmayı başardı.

Ülkenin milli kaynaklarının büyük şirketler yara-rına kullandığını görerek genç yaşlarında katıldığı orduda iken sosyalist bir anlayışla yeni bir yönetim gerekliliğini aklına koyan Chavez, ilk olarak Bolivarcı Devrimci Hareket adına gizli bir örgüt kurdu. Bu ha-reketi siyasal zeminde meşrulaştırarak 1997 yılında Beşinci Cumhuriyet Hareketi adını verdiği bir siya-sal partiye dönüştüren Chavez, söylemlerinin halk-taki karşılığını bularak yönetim koltuğuna oturdu. Bu saatten sonra da neoliberal politikalar ve uygula-maları dışlayan bir ana-yasa yazdırdı. Sistemin temelindeki işçi sınıfının yönetime katılımını ar-tırmak için de komünal konseyler ve koopera-tifler kurdu. Geniş çaplı toprak reformuna gitti. Öncelikle perto kimya sanayi tesislerini mil-lileştirerek petrol dev-lerinin sömürüsünden kurtardı.

Hayalini kurduğu sis-temin sosyalist düzenle-melerle vücut bulacağını düşünerek partisinin ismini Birleşik Sosyalist Parti olarak değiştirdi. Tabandan da destek gören yeni sistemi sosyalist bir sisteme dönüştürdü. Ancak Chavez daha sonra ulusçuluğa ve bağımsızlığa atfen partisini bu sefer de Venezü-ella Bolivarcı Parti olarak değiştirdi.

Chavez lider olarak ülkesine sosyal adaleti getir-mek adına milli gelirlerin sömürüden kurtarılıp milli-leştirilerek bağımsızlık mücadelesinin verilmesinde, siyasal sistemini sosyalizm üzerine kurmuştur. Ve-nezuelleda gerçekleşen devrimin ekonomik temel-de varoluşu, sistemin Chavez’den sonra devamlılığı açısından büyük tehdit altında olduğu gerçektir. Sistemin dinamikleri ve işlevsel gerçekliği örgütlü

yapının bundan sonraki dönemde ülke ekonomisi-ne nasıl yön verecekleri önemli bir kırılma noktası olacaktır. Anadolu topraklarındaki ulusal devrimin ülkemizde yurtseverlik temeli üzerinde varoluşu, kurulan sistemin sonraki dönemde de devamlılığını sağlamıştır. Bu da sistemin olgunlaşmasını deneme yanılma da olsa kendi dinamiklerini oluşturma im-kanı vermiştir.

Chavez’in devriminin kurulu olduğu ve tabandaki karşılığını sosyal adalet üzerine temellendiren sos-yalist sistemin kırılganlıkları maalesef ki müdahale anında sosyal yapıyı da baştan aşağıya değiştirecek dönüşüme gebedir. Bu müdahale için başta ABD ol-mak üzere petrol devlerinin Venezuella ekonomisini ve siyasal sistemini çöküşüne neden olacak dina-

mitlerini şimdiden yer-leştirildiğine eminim.

Chavez’in devrimin-de diğer temel direkler-den Latin ulusçuluğu ise karşı mücedelede sos-yal yapıyı birleştirici bir etken olmaktan uzak gö-rünüyor. Lider devrim-lerinde sistemin sağlıklı işleyişi ve kurulan siste-min sağlamlığı ve taba-na yayılması için gerekli zaman dilimi bu Latin ülkesinde yeterli olma-

mıştır. Öyle ki Chavez’in sisteminin sonraki süreçte de yaşayabilmesi için en az bir 20 yıla daha ihtiyaç vardı. Sermayenin temsilcileri kaos ortamında ken-disini yeni bir gömlekle öncelikle siyasi alanda gös-terecek, öncelikli sanayi alanında işlevsizleştirdikleri kırılgan noktaları çökerterek işe başlayacaktır.

Emeğin yönetimden uzaklaştırılması ve özel-leştirmelerle sermayeyi yeniden yönetime hakim kılmanın yollarını arayacakları için aşikar planın ta-rihsel süreci bir bir uygulamaya geçecektir. Mühimi ise Chavez’in kendinden sonraki süreci ve sistemin kırılgan noktaları konusunda tedbirlerin alınıp alın-madığıdır.

Page 7: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

5Yıl: 37 - Sayı: 71

Ocak - Şubat - Mart 2013

Devletli Değil, Toplumsal Barış

Yaşanan son gelişmeler Türk ve Kürt halkının

geleceği açısında umut vadeden barışın bu toprak-

lara hakim olması düşüncesini çoğaltmıştır. Artık

silahlar susmuş ve dağlardan ve şehirlerden ölüm

haberleri gelmemektedir. Top-

lum kesimleri yaşanan bu ge-

lişmeleri kendi konumlanışları

çerçevesinde ya kabul etti ya

da reddetti. Yaşananlar barış,

müzakere, ateşkes, çözüm,

teslimiyet hatta ihanet, olarak

farklı açılardan bakılarak değer-

lendirildi.

Bu coğrafyanın Kürtler, Er-

meniler, Aleviler, Süryaniler,

Çingeneler, Yezidiler gibi adları

saymakla bitmeyen ötekileştirilmiş, yok sayılmış

kadim halkları her seslerini yükselttiklerinde, ay-

rımcılıkla suçlanmışlardır. Oysa esas ayrımcılık bu

kimlikleri yok sayarak tek tip inanç, kültür, yaşama

Page 8: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

6 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

biçimi var etmeye çalışan otoriter anlayışlardır. Bu

halkların kendileri hakkında söz hakkını ve özgür-

lüğünü elinde alan, halklar adına söz söyleyen, di-

ğerlerini görmeyen, salt kendisiyle meşgul olan her

siyaset tek tipçi bir benlik üretir.

Toplum kesimleri-

nin önemli bir bölümü

barış süreci karşısın-

da kaygılı bir bekleyiş

içindedir. Barış salt

devlet eliyle ve devle-

tin istediği kadar değil,

halkların iradesi ve sö-

züyle başarıya ulaşır.

Barış bütün Türkiye

halklarının benimseye-

ceği, toplum ile devle-

tin kesintisiz barış ve

demokratik, bir düzen

kurulma iradesinin ha-

yat bulduğunda ger-

çeğe dönüşür. Bu da

aynı zamandan barışı

tek başına iktidara

teslim etmemek

ve iktidarın, süreci

konjonktürel çıkar-

ları uğruna istismar

etmesine engel

olacak toplumsal

bir irade yaratır.

Çatışma sürecin-

de bedel nasıl hep

beraber ödendiyse

barış sürecini de

hep beraber yürü-

tülmelidir. Barış

süreci kendinden menkul bir varlık değildir, ancak

bireylerin varlığı ile ete kemiğe bürünür. Barış ik-

tidarların bulduğu ve bunu çıkarları doğrultusunda

kullanılacak bir şey değildir.

Barışın sürecinin

geçmişten geleceğe

bir köprü kurarak hayat

geçmesi devamlılığının

garantisi de olacaktır.

Bu nedenle barışın

ikna edilecek bir kav-

ram olmaktan çıkartıl-

ması gerekir. Türkiye

Büyük Millet Meclisi

yurdun dört bir yanın-

dan seçilerek gele akil

temsilcilerden oluştuğu

düşünüldüğünde süre-

cin hayata geçmesi ve

sürdürülebilirliği mec-

lisin asli görevlerin-

den biri olduğu, süreç

Page 9: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

7Yıl: 37 - Sayı: 71

Ocak - Şubat - Mart 2013

meclis kanalı ile yürütülmesi gerektiği sonucunu

doğurmaktadır. Böyle olmayıp da bilinmeyen bir

seçilme kriterine sahip tanınmış insanlar üzerinden

bir toplumsal uzlaşma arayışları ister istemez tepki

yaratmaktadır.

Toplumun algısını hafızasını ve reflekslerini ikti-

darların iktidar pencerelerinden bakarak oluşturma

geleneğinden uzaklaşıp çağdaş ve demokratik bi-

reyler, hakları eşit toplumsal kesimler yaratılmalı-

dır.

Barış süreci toplumsal hayata on yıllardır süren

bir şiddet döngüsünün çatışmasızlığa vardığı bir-

likte ve barış içinde yaşamayı arzulayan halkların,

en yalın olarak yüzlerini birbirine dönme imkanı

vermiştir.

Eğer haklar eşitse, halklar kardeştir. Eğer haklar

eşitse, yaşananın adı barıştır. Kardeşlik ve barışın

yolu, eşitlikten geçer.

Page 10: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

8 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Page 11: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

9Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Page 12: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

10 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlama Değil, Anma Günü Olmalı

Sokaklarda, televizyonlarda, AVM’lerde “Kadınlar günü” kutlanıyor. Bugüne özgü kadınlar için indirim ilanlarını, hediye almaya teşvik eden reklamları, karanfilleri, ve yemek yenecek yerlerin tanıtımını her yerde görüyoruz. Emekçi kadınlar günü tüketimi teşvik eden bir hal almış. Anlamı ve özü yitirilen bu günde kutlama değil, anma yapılmalı diye düşünüyorum. 1857 yılındaki kanlı direnişin kadın işçileri anılmalı, eşitlik ve özgürlük mücadelesi öne çıkmalı.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü geçmiş yıllara göre; kazanım-larımızın arttığı, yaşamımızda daha iyiye giden gelişmelerin yaşandı-ğı, özgürce konuşulup yazılabildiği günlerde kutlanmalı. Şu anda neyi kutluyoruz?

Türkiye’de 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk döneminde; kadın-lara seçme ve seçilme hakkı yasayla getirildiğinde, pek çok Avrupa ülkesinde bu hak kadınlara verilmemişti. Mücadelesiz, kansız ve di-renişsiz bir şekilde alınan bu hakları biz kadınlar maalesef kullanama-dık. Her yıl kadın hakları yönünden daha da geriye gidiyoruz. Dünya Ekonomik Forumunun, Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda 135 ülke arasında Türkiye 124.sırada. Pek çok Arap ülkesi; Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün bizden daha üst sıralarda yer alıyor.

TBMM’de kadın milletvekili sayısı 78, kadın bakan sayısı 1. 81 ilde 1 kadın valimiz var, hiç kadın müsteşar yok. Hatta, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının müsteşarı da erkek. Bakanlığın başındaki kadın adı bile kaldırıldı. Yönetenlerin, kadın sözünü duymaya tahammülleri yok. Cinsiyet belirten kavramlar, “kadın” ve “erkek” iken, günümüzde “bayan” ve “erkek” olarak kullanılıyor. “Kadın gibi kadın siyasetçiler” değil, “erkek gibi kadınlar” tercih ediliyor. Meslek örgütümüz TÜRMOB ve ASMMMO yönetimlerinde bile kadın sayısı 0. Kadın gazeteciler var ama, kadın gazete yöneticileri yok. Pek çok meslekte olduğu gibi, aka-demik kariyerin basamaklarında da erkekler egemen. 165 rektörden yalnızca 9’u kadın. Kadınlar işi ile ailesi arasında adeta sıkışmış, tercih yapmak zorunda bırakılıyor. Ülkemizde yönetim organlarında kadının

SMMMNecmiye ÇÖLAŞAN

Page 13: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

11Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

adı yok. “Türban, ka-dının özgürlüğü, okula da işyerine de böyle gitmeli” diyen AKP’nin tek kadın il başkanı yok. Onu da mı yasalar en-gelliyor?

Ülkemde öyle bir hale gelmiş ki kadın; ya-şam hakkı peşinde, ca-nını koruma derdinde. 8 Mart’ta kadınlar; kadın-ların öldürülmemesi için mücadele veriyor. Uğradığı şiddeti protesto ediyor. Bunu yaparken bile şiddet görüyorlar. Erkeğin baskısı altında kalan kadın çare-siz. Kadının bedenine, canına, kişiliğine ve kimliğine saygı yok. Kadına rolünü biçmişler; “Evinin kadını olacaksın, yemek yapıp çocuk doğuracaksın”. Ka-dının saygı görmesini bile, analığına bağlamışlar, “Cennet anaların ayağının altında”, “3 te yetmez 5 tane çocuk yapın” diye öğüt veriyorlar.

Kız çocukları baba-ları tarafından kocaya satılıyor, berdel olarak veriliyor. Çocuk gelinle-rin, çocuk annelerin sa-yısı hızla artmakta. Genç kız karara karşı çıkarsa, hele sevdiğiyle evlenme-ye kalkarsa, aile kararıy-la öldürülüyor. Kocasından, sevgilisinden, erkek ar-kadaşından ayrılan kadın ölüm korkusuyla yaşıyor. Yurdum erkeği böyle seviyor, “ya benimsin ya kara toprağın”. Günde en az 5 kadın; namus, töre, gi-yinme, çalışma, konuşma, evlenme, boşanma vb. nedenlerle öldürülüyor. Bu durumda kadın emek, özgürlük mücadelesini nasıl verecek? Lise ve üstü eğitime sahip kişilerde kadınların işsizlik oranı, er-keklere göre %50 daha fazla.

Gerçek laikliğin olmayışı, olanının da verilen ödünlerle yok edilmesine çalışılması, kadın hak-

larını daha da geriye götürüyor ve bedelini kadınlar ödüyor. Yö-netenler, vücutlarımıza karışıp neyi yapıp neyi yapmayacağımıza, nasıl giyineceğimize karar ve-riyorlar. Yetmiyor; kürtajı yasaklıyor, tecavüze uğ-rasa bile o çocuğu do-ğurmalı diye kadın adına fetva veriyorlar. Kadın

sorunu denince; kamuda kadınların tesettürlü çalışmasını, okulda, işte yani toplumda kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı olmasını an-lıyorlar. Memur-Sen kamuda türban serbest olsun diye imza kampanyası düzenlerken, memura veri-len %4 zamma sesini çıkarmıyor. Memur sendika-sının asıl görevi nedir, merak ediyor insan. Bugün-kü iktidar kadını birey olarak kabul etmediğinden, kadını eve kapatmak ve yönetmek için politikalar

üretiyor. 4+4+4 Eğitim modelinden sonra, es-nek çalışma modeli de bunun bir parçası. Eve kapatmak da yetmiyor, iktidarın Kırıkkale İl baş-kanı “ eğer onlar sizden izinsiz razı olmadığınız kimseleri aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe

dövüp korkutabilirsiniz” mesajıyla dünya kadınlar günümüzü kutluyor!!!

Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı Sayın Necla Arat her 100 kadından 39 unun eşleri tarafından dö-vülmeyi normal bulduğunu söylüyor(!) Daha da acı olanı; bu oranın genç kızlarımızda %63lere kadar çıkıyor olması.

Cinsiyet ayrımcılığının, kadın cinayetlerinin sona erdiği, eşitlik, emek ve özgürlüğün değerinin anla-şıldığı ve yaşandığı, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günlerinde görüşmek üzere...

Page 14: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

12 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Y.M.M.Cemali ÖZKAN

Özelgeler Genelleştirildi Ama Çok Özel Oldu

I- GİRİŞ

Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen özelgeler, bir yandan herkes için uygulanabilir kılınarak genelleştirilirken, bir yandan da vergi mü-fettişlerinin bunlara aykırı rapor yazamayacakları öngörülerek adeta yasa gücü kazandırıldı.

Önceki dönemlerde, bir mükellef yaşadığı bir sorunla ilgili olarak daha önce bir başka mükellef için verilmiş lehine görüş içeren

özelge ile bağlı olduğu vergi dairesine gidip; benim soru-numu da bu özelgeye göre çözün dediğinde aldığı yanıt,

“özelgeler şahsına ve olayına münhasırdır, genel-leştirilemez” olurdu. Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi

Başkanlığı’na başvurduğunda da aynı yanıtı alırdı. Diğer bir ifade ile özelge kendisi tarafından alın-

madıkça sorunu çözemezdi.

Şimdi ise 425 Seri No.lu V.U.K. Genel Teb-liği ile vergi inceleme elemanlarının raporla-rını vergi kanunlarıyla ilgili kararname, tüzük,

yönetmelik, genel tebliğ ve sirkülere aykırı yazamayacakları gibi bu raporların konuya ilişkin özelgelere de aykırı olamayacağı açıklandı.

Görünen o ki, böylece şimdiye kadar özgür iradeleri ile inceleme yapıp vergi hukukunun asıl kaynaklarını esas alarak rapor düzenleyen vergi müfettişleri de benzeri durumlarda yönetenlerin ifade şekli ile hizaya sokulmuş oldu.

II- KONUYA İLİŞKİN DÜZENLEME

27.03.2013 tarih ve 28600 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 425 Seri No.lu V.U.K. Genel Tebliği’nin “3. Değerlendirme ve Sonuç” bölümünde V.U.K.’nin;

Vergi incelemesinden maksadı belirleyen 134,•

Vergi incelemelerinde uyulacak esasları belirleyen 140,•

Page 15: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

13Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

İdarenin yanılması ve görüş değişikliği halin-• de yapılacakları belirleyen 369 ve

Mükelleflerin özelge isteminde bulunmaları-• nın usulünü belirleyen 413.,

maddeleri yasal dayanak gösterilerek aynen, “Yukarıda yer verilen hükümlerden de anlaşılaca-ğı üzere, vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlar inceleme neticesinde tanzim edecekleri raporlarda vergi kanunlarıyla ilgili kararname, tüzük, yönetme-lik, genel tebliğ ve sirkülere aykırı hususlara yer ve-remeyecekler, dolayısıyla da bu düzenlemelere ay-kırı olarak tarhiyat öneremeyeceklerdir. Ancak, bu raporların intikal ettirildiği Merkezi Rapor Değer-lendirme Komisyonu ile diğer rapor değerlen-dirme komisyonları, raporları değerlendirirken yukarıda zikredilen mevzuata ilave olarak Gelir İdaresi Başkanlığınca verilmiş olan özelgele-re uygunluk kıstasını da tatbik edeceklerdir.

Rapor değerlendirme komisyonları raporla-rı özelgelere uygunluk yönünden değerlendirir-ken eleştiri konusu yapılan hususla ilgili olan ve Gelir İdaresi Başkanlığınca verilmiş özelgele-ri dikkate alacak ve varsa adına rapor düzenle-nen mükellefe verilmiş özelge ile sınırlı kalmaya-caktır. Raporda, özelgede yer alan görüş aksine bir tenkit varsa rapor olumsuz değerlendirmeye konu edilecek ve 31/10/2011 tarihli ve 28101 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Rapor Değerlendirme Komisyonlarının Oluşturulması ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in ilgili hükümlerine göre işlem yapılacaktır.” denilmektedir.

III- DEĞERLENDİRME

Anılan genel tebliğ ile getirilen uygulama, ilk ba-kışta basit, hatta vergi mükelleflerinin lehine imiş gibi gözükmekle beraber, vergi müfettişlerinin ba-ğımsızlığını ve yansızlığını bitirecek, dolayısıyla çok önemli sonuçlar doğurabilecektir.

Bilindiği gibi, genel tebliğler vergi hukukunun Anayasa, vergi kanunları, KHK’ler, BKK’ler, tüzükler

ve yönetmelikler gibi kaynaklarından sonra gelen yardımcı kaynaklarındandır. Ayrıca, kuvvet bakı-mından sonra gelen hukuk kaynağının önceki hu-kuk kaynağına aykırı olamaması da evrensel hukuk kurallarındandır.

Yardımcı kaynaklar, esasen asli kaynakların içerdiği hükümlerin nasıl uygulanacağını açıklayan, yürütücü bakanlık, ilgili genel müdürlük ya da baş-kanlığın yorum ve görüşlerini içeren yazılı metin-lerdir. Dolayısıyla, yardımcı kaynağın asli kaynağa aykırı olması akıldan dahi geçirilemez.

Genel tebliğler, genel olarak Bakan, Müsteşar, Müsteşar yardımcıları veya genel müdür ya da son zamanlarda olduğu gibi Gelir İdaresi Başkanı’nın imzasını taşırlar. Ne var ki, araştırıldığında da görü-lecektir ki asli kaynağa aykırı olduğu için Danıştay tarafından iptal edilmiş çok sayıda genel tebliğ veya genel tebliğ bölümleri bulunmaktadır.

Özelgeler ise Gelir İdaresi Başkanlığı’nda ilgili bölüm grup başkanının, hatta şube müdürünün im-zasını da taşıyabilir. Hal böyle olunca, özelgeler ge-nel tebliğlere göre daha az yetkilinin incelemesinden geçtikten sonra imzalanarak işleme konulmaktadır. Her ne kadar, özelgeler Başkanlık bünyesinde ku-rulmuş olan bir komisyon tarafından da görüşülerek onaylanmakta ise de yine de özellikle asli kaynağa aykırı görüşler içerebilme bakımından hata payının genel tebliğlere göre daha yüksek olabileceği açık-tır.

Burada, grup başkanının ya da şube müdürünün konuya ilişkin bilgisi yukarıda sayılan üst düzey ma-kamlarda bulunanlardan az olduğu anlamı çıkarıl-masın. Ancak, yasama organı tarafından çıkartılma-yan bir metne, genel tebliğ ile vergi müfettişlerince koşulsuz uyma zorunluluğu getirilmesinin hukuka uygunluğunun açıklanabilmesi olanaksızdır.

Kaldı ki, bu uygulamanın getiriliş amacı da çok yakında yapılacak uygulamalar ile çok daha iyi an-laşılacaktır. Bu uygulamalar belki açık bir şekilde yapılacak, belki de önce gizli yapılacak, ama sonra

Page 16: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

14 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

bir şekilde deşifre edildiğinde herkes o konuda bilgi sahibi olabilecektir.

Örneğin, bir işveren hakkında inceleme başla-tıldığını varsayalım. Vergi incelemeleri özel haller dışında akşamdan sabaha hemen bitirilebilen uy-gulamalardan değildir. Diğer bir ifade ile hakkında inceleme başlatılan işverenin inceleme tamamlan-madan önce bir özelge alabilecek zamanı vardır.

İşveren vergi incelemesinde başını ağrıtacak konuları mali müşavirlerinden öğrenebilecektir. O halde, inceleme bitmeden özelge için başvurulup, varsa siyasi yönetime yakınlık da kullanılarak ince-leme tamamlanmadan, yaşanabilecek sorunu or-tadan kaldıracak bir özelge aldığında vergi müfettişinin yapabileceği bir şey kalma-yacaktır.

Sadece basına yansıyanlar göz önü-ne alındığında bile, şimdiye kadar vergi incelemelerinin hangi amaçlar için nasıl kullanıldığı a n ı m s a -nacakt ı r . Dolayısıyla, yukarıda verilen örnek kötü bir senaryo ya da kuru bir hayal değildir. Hatta, içinde bulunulan süreçte yapılanın, bazen kontrol altına alınamayan ve istek dışı tutumları ile yandaş firmalara zarar verebilen vergi müfettişlerinin kontrol altına alınma-sını amaçlayan bilinçli bir düzenleme olabileceğini düşünmemek elde değildir.

IV- SONUÇ

Bu konuda şimdiye kadar sürdürülen “özelgeler, olayına ve şahsına münhasırdır” anlayışı, gerçek-ten de sanki bugün böyle diyen idare, aynı olay için yarın başka bir şey diyebilir gibi idarenin kendine güvensizliğini gösteren ve mükellefleri zora sokan savunulamayacak bir uygulama idi. Bu çerçevede,

Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından verilen özelgele-rin aynı içerikteki diğer mükellef sorunlarının çözü-münde de esas alınması oldukça güzel, olumlu bir adımdır. Bunu yadsımak olanaksızdır.

Ancak, özelgelerin genelleştirilmesinin ardından aynı genel tebliğ ile (ki, hedef odaklı uygulamalarda hep aynı taktik izlenmektedir) vergi müfettişlerinin incelemeleri sonrası yazacakları raporların özelge-lere aykırı olamayacağı esasının getirilmesi, yapılan düzenlemenin samimiyeti konusunda kuşkulara ne-den olmaktadır.

Aslında, vergi uygulamalarında esasın yasalar ile belirlendiği ve bu yetkinin TBMM’de oldu-

ğu göz önüne alınırsa, anılan genel teb-liğin vergi incelemelerine yönelik içeriği hukuka aykırıdır. Zira, bu belirleme bir usul değil, esastır.

Ne var ki, özelliği tamamen yok edilerek de olsa aslında uygulama ko-numunda olanlarca hiç de inanılma-

yan hukukun, konulan hedefe ulaşmada araç olarak en iyi şekilde kullanıldığı bir dö-nem yaşıyoruz. Bu döne-min gelişi, yıllar öncesin-den başlayan “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz” felsefesi ile halka

haber verilmiştir aslında.

Ancak, o zamanlar her köşe başında bir zengin yaratma odaklı ekonomik kararlardan bir şekilde pa-yını alanların ya da sadece parmağını yalayanların ve yakınlarının oluşturduğu toplumun önemli bir ke-simine hakim elit kitlenin sessiz kalması bu günleri hazırlamıştır.

Yaşanan dönemde, basınla başlatılan, emniyet teşkilatı, askeri yapı ve yargı ile sürdürülen yozlaş-tırma furyası ekonomik ve mali yapı ile sürdürül-mektedir. 425 Seri No.lu V.U.K. Genel Tebliğinin de bu sürecin bir parçası olduğu görülmektedir.

Page 17: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

15Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Yusuf TERŞair

Yüzyıllardan beri toplanır vergiGeri dönüşümü yapmadın noldu?Halkın yarasına olmadın sargıVerdiğiniz sözü tutmadın noldu?

Çiftçisiz ekilmez bu kara toprakTopraklar bakımsız oldular çorakMahsul yetişmedi biçmiyor orakPancarı tütünü ekmedin noldu?

Depoda çürüdü gitmeyen mallarDepremde dağıldı yapılan yollarSizden yılar mı ki nasırlı ellerOnun haline de bakmadın noldu?

Mazota benzine doğalgaza zamEkmeğe şekere çaya tuza zamOkula sağlığa yola beze zamSıkıştıkça halkı yokladın noldu

Osmanlı akıllı başta oturanDevlet mallarını bir bir batıranHazineyi çalıp çırpıp bitirenYeni vergileri ekledin noldu?

Der Yusuf uzayıp gidecek bu işBu devleti batıran da gösterişKendileri rahat halka der alışSen de yiye yiye patladın noldu?

Vergi

Page 18: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

16Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Bana göre konu olarak doğru ve ilgin bir tema seçilmiş. 24 Ocak tek bir tarihten ibaret değil. Bir Türkiye’nin iktisadi gelişiminde kopma noktası. Yani birkaç kopma noktası var tabiatıyla cumhuriyetin. Evveliyatına girmeyelim ama şöyle bir şey görüyo-ruz Türkiye ekonomisinin 2. dünya harbi sonrasında başlattığı gelişme çizgisi özellikle 1960 tan sonra belli minik kırılmalar geçirerek Türkiye’yi 1970’li yıl-ların sonuna getirmiştir. Benim görüşüm o ki o ta-rihte sadece ekonomide hatta sadece ekonomide değil toplumda ve Türkiye’nin siyaset yelpazesinde önemli bir gelişmenin eşiğindeydi ülkemiz. Şunu kast ediyorum bu günkü demokratik ortama siyaset

ortamına karşılaştığımız sorunlara siyasetin bu so-runlara verdiği yanıtlara baktığımızda ben ve birçok arkadaşım ciddi hastalıklarla malul olduğunu görü-yoruz. Temel hastalıklardan biri batı Avrupa, hatta bunu uzatabiliriz ta Latin Amerika’ya kadar götüre-biliriz. Toplumlarını yaşadığı siyasi çeşitlenmenin floralizmin Türkiye’de yaşanmamış olması. Hatta Türkiye şu tarihte o noktaya gelemedi. Esas olarak Avrupa öbür kıta Amerika kıtası yani Amerika’nın güney kıtası siyasi partiler ve akımlara toplumsal sınıf ve katmanlarının ihtiyaçlarını taleplerini dünya görüşlerine yansıtarak ulaşmışlardır. Ta Fransız devrimden bu yana bunu görüyoruz. Bu yelpazenin hatta batı Avrupa tabandan gelen zorlamalarla yani sosyal mücadelelerle temsili demokrasiye eksiksiz geçişe kadar egemen sınıflar endişe halindeydi. Yani halka seçme hakkı verirsek onlar çoğunlukta biz azınlıktayız. Dolayısıyla sahibi olduğumuz top-lumsal sistem elimizden kayar gider. Çünkü halk sınıfları çoğunlukta Emeğiyle yaşayan sınıflar ço-ğunlukta egemen sınıflar 17.yy da başlayan büyük dönüşümün ileri noktalarında şunu açıkça söylü-yorlar biz sınıfları temsil ediyoruz diyorlar. Bizim iktidarımız budur diyorlar. Bu iktidarın kaybolaca-ğından devrimlerin seçim yoluyla yapılacağından endişe ediyorlar. Adım adım temsili demokrasiye geçtikçe şunu gördüler emeği temsil eden katman-lar bir kere yekpare bir siyaset oluştur... İkinci ola-rak toplumun katmanlaşmasında yine esas olarak emeğiyle geçinmekle birlikte mülk sahibi olarak emeğiyle geçinen katmanlarda var. Mesela köylülük mesela küçük iş sahipleri esnaf ve sanatkârlar orda da var. Egemen sınıflar zamanla öyle bir söylem ge-liştirdiler ki emeğiyle yaşayan katmanlar da onlara destek oldu. Ama ana ayrım devam etti. Avrupa’nın Batı Avrupa’nın hatta daha batı coğrafyaların siyasi ayrımı emeğiyle yaşayan sınıfların sol, sosyalist

Korkut BORATAVSöyleşi Notları

Page 19: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

17Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

sosyal demokrat, reformist, komünist, devrimci, karakterine temsil eden kanatları oluşturmuş. Ser-maye ve mülkiyle geçinen sınıflara uzanan öyle söylemler geliştirmişler ki emek yekpare hareket etme yeteneğini tam olarak kullanamamış bir kapi-talist sistem, sistemin ana parametrelerini koruya-rak çok partili temsili demokrasiyi sınıf tabanlı siya-set yelpazesinin varyasyonlarını taşıyarak yumuşamalarını zamana ayak uydurmalarını mese-la sol partilerin devrimci platformlardan reformist platformlara geçmelerini sağlayarak bir oluşum göstermişlerdi. Amaç şunu kazandırmıştır o top-lumlara. O toplumlara bir kere en aşırı noktası dâhil olmak üzere bütün devrimci, reformist, anarşizan, hareketlerin ifade ve örgütlenme hakkını tanımıştır. Dolayısıyla batı Avrupa siyasetinin aydınlanma ge-leneğinden gelen uzantılarının da katkısıyla gerçek bir pluralismi temsil ettiğini bugün de görüyoruz. Türkiye’de çevirecek olursa ya fiilen saldırıya uğra-yarak, ya da hukuken ahlaka aykırıdır, işte bizi te-melden zedeleyen fikir ve eylemleri temsil etmekte-dir türü şeylerle Plüralizmin fikir hayatında yaşamadığını görüyoruz. Siyaseten yaşamadığını görüyoruz. Buradan 24 Ocak’a gelirsek Türkiye aşağı yukarı batı Avrupa platformunun siyaset yel-pazesini taşıyacak bir dönüşümün eşiğine gelmiş. Türkiye’de demokrasinin bir ilk günahını vurgula-madan kavramamız mümkün değil. Demokrasinin ilk günahı çok partili rejime geçişte sol ve sosyalist fikir ve siyasetlerin tasfiye edilmesi oldu. Türkiye 1946 da çok partili rejime geçmeden geçişin ilk ay-larında cemiyetler kanunun sınıf esasına dayalı der-nek ve kuruluşları yasaklayan maddesini kaldırdı. Türkiye birden sosyalist sol sendikalar... Kuruldu. Bunlar gerçek bir filizlenme sürecine girdiklerini ka-muoyuna Türkiye’yi yöneten güçlere gösterdi. Tür-kiye sendika gerçek anlamıyla sınıf tabanlı sendikal-cığın sosyalist ve sol fikirlerle bütünleşerek kurulduğu dönemdir. İki tane ciddiye alınması gere-ken geçmiş birikimleri de taşıyan, 1946 da sosya-list partinin bayağı gelişme potansiyellerini taşıya-rak kurulduğunu tanık olduk. Ama 6-7 ay sonra kapatıldı. Sıkıyönetim komutanlığı bu partileri bu sendikaları kaldırdı. Türkiye çok partili rejime solu olmayan adeta muvazaa muhalefeti denilen yani danışıklı dövüş denilen iki partili düzenle girdi. CHP ve DP araya Millet partisini de alarak 1960 a kadar

Türkiye’yi adeta Türkiye’nin sahipleri yani sermaye mülk sahipleri varlıklı katmanlar bu iki partiyi paylaştırdı.1946-ile 1960 gelen sürede bu iki parti arasında önemli bir fark yoktur. CHP kendi devrimci geleneğinden gelen birikimlerini iki son atılımda tü-ketmiştir. Birisi taslak halinde gerçekten devrimci dönüşüm yapabilecek olan çiftçiyi topraklandırma kanunu. Ki taslak halindeyken diyorum mecliste ka-bul edelin biçimi devrimci özelliklerini kaybetmiştir. İkincisi köy enstitüleridir. Bu iki son barutu attıktan sonra CHP iktidarı adeta DP ile örtülü bir yani haş-metmapın muhalefeti derler İngiltere’de. Haşmet-meap orda durur ama muhalefet işçi partisi, muhafazakârlar liberaller yine eski sınıf tabanlarının bugünkü uzantılarını şu veya bu şekilde temsil ede-rek devam ederler. Türkiye’de bu iki parti 1960 a kadar aralarında fazla fark olmadan getirdiler. Prob-lem sadece sosyalist partilerin veya sendikaların kapatılması değil aynı zamanda bütün düşüncelerin üzerine de ağır bir şekilde saldırılmasıyla oldu. Sa-vaş yıllarında antifaşist anti Nazi tavrıyla temayüz etmiş olan Tan gazetesi CHP’nin örgütlenmesiyle tahrip edildi. Sahipleri can korkusuyla yurt dışına kaçtılar. Üniversitelerden solcu bilinen öğretim üye-leri uzaklaştırdı. Bu süreç DP ve CHP’nin birbirlerini tamamlayan eylemleriyle oldu. 1960 la başlayan yeni bir dönem çok partili rejimin sınıfsal uzantılarını belli biçimlerde filizlenme imkânı verdi. İki parti ege-men sınıf özelliklerini koruyorlar ama gerçek bir re-kabet olduğu için seçmen olarak halk sınıflarının oylarına muhtaçtılar. Türkiye’yi yöneten egemen katmanlar alt sınıflarıyla şöyle bir anlaşma yapmış gibiler böyle bir anlaşma yok ama böyle bir izlenim veriyorlar ey işiler ve köylüler küçük sanatkârlar ve keza emeğiyle çalışanlar sizler sakın ha batıda gibi kendi partileri kurmak yabancı tehlikeli ideolojilere sapmak gafletinde bulunmayın bu anlamda****... Bizler de sizi gözeteceğiz. Köylüyse destekleyece-ğiz, fiyatlarla, girdilerle, kredilerle destekleyeceğiz. İşçiyse toplu sözleşmelerle destekleyeceğiz. He-men söyleyelim 60 sonrasından bahsediyoruz 1946-59 Aralığında da geçerliği var ama bu dönem de daha yeşermiştir. Sendika hakkınızı tanıyacağız, toplu sözleşme grev hakkını tanıyacağız. Sadece yani yeter ki tehlikeli akımlara savrulmayın savrul-duğunuz anda tedbiri alırız. Bu ayrım sayesinde 60’lı yılların sonuna kadar Türkiye’nin emeğiyle ge-

Page 20: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

18 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

çinen sınıflarından kazanımlar sağladılar. Ben o dö-neme popülizm (halkçılık) diyorum. Siyasal örgüt-lenme partileşme yok. Ama sınıflar gözetiliyor. Kente gelen göçmenlere kırsal nüfusu gecekondu veriliyor. İmkânlar veriliyor. Belediye hizmetleri gidi-yor buralara sosyal devlet kuruluyor. Eğitim ve sağ-lık halk sınıfların da ulaşabileceği ucuzlukta ve parasız.60’lı yılların sonlarına doğru sendikalaşma bakımından Türkiye batı Avrupa özelliklerine yakla-şıyor ama bu ortam aynı zamanda siyasi akımların-da halk sınıflarına nüfuz etmesine neden oluyor. Sol, sosyalist solun 1965’de Türkiye İşçi Partisinin seçimlerde nispi oyun en***...15 milletvekili soka-bilmiştir. Keza sendikalar Türkiye’de işçi sınıfının arka planını oluşturan gençlik örgütleri adım adıma sola açılıyorlar ve sosyalizm gibi egemen sınıfların tehlikeli gördükleri fikirler de halk sınıflarına sirayet etmiş oluyor. Önemli bir sıçramada arada oluyor,1971 darbesi. Bu anayasanın fazla bol oldu-ğunu biraz sıkıştırılması gerektiği komuta kademe-leri tarafından meclise zorla kabul ettirildi. Ama ge-çici oldu. 12 Mart rejimi bir yıl sonunda yeniden siyaseti araladı CHP danışıklı dövüş eklinde egemen sınıfların çıkarlarını DP ile birlikte temsil etme ve coğrafi bölgeye göre o bölgenin egemen sınıflarının toprak ağalarının tercihlerine göre oluşan örtülü ***... 1973 yılında İsmet Paşa Ecevit’in muhalefeti sonucunda liderlikten uzaklaştırıldı. Ecevit ilginç bir şekilde partiyi eskiden olmayan bir özelliği taşıdı. CHP’yi halk sınıflarıyla barıştı. Bir mütegallite bü-rokrat partisi olarak 2. Dünya savaşının içinde ve sonrasında yolları da tıkanarak devrimci ve ilerici şöhretine yol açan muhafazakârlaşma eğilimini terk etti. Ama burada söylediğim Ecevit ilk Ecevit’tir. 1990 yılların sonlarında yeniden iktidara gelen Ece-vit değildir. Ecevit’in sola açılması toprak isteyenin su kullananın toprak reformlarına ciddi adımlar ata-cağız bu düzen değişmeli söylemlerini dağa taşa taşıyarak CHP halk sınıflarına dayalı önemli bir seç-men kazandı. ****Halkın oylarına esas olarak sa-hip çıkmış. O oyların tapusu bendedir anlayışını savunan DP’nin uzantısı olan Adalet Partisi 1974-77’i izleyen yerel seçimlerde birinci parti olma özel-liğini kaybetti. Yani Ecevit’in halka açılma operasyo-nu çerçevesinde önemli bir adım attı. CHP’nin bu yarım bir sınıf platformuna kayması sol akım ve ha-reketleri varlığını pekiştirdi, zenginleştirdi, güçlen-

dirdi. Öyle bir noktaya gelindeki Adeta batı Avrupa’nın siyasi yelpazesi Türkiye’de yeniden oluştu. Merkez sol. Diyelim ki Avrupa’nın Ilımlı Sosyal Demokrat partilerinin üstlendiği işlevi Ecevit’in CHP si üstlen-di. Yani sınıfla söylemle ama varlıklı sınıflarıyla da bağını da koparmadan bir söylemle sosyal demok-rasinin Avrupa’da taşıdığı işlevi üstleniyor. Ama ta-mamen özdeş değil. Çünkü sosyal demokrasinin kökeninde epey şiddetli sınıf mücadeleleri vardır. Hatta Marksizm vardır. Devrimci geçmişi vardır. O devrimci geçmişin reformist kanadıdır. Ecevit ise devrimci geçmişi Kemalist devrimde buluyor. ***Dolayısıyla Fransa’nın aydınlanmacı akımından etkileniyor. Fransızların devriminin Jakobenlerini (tepeden inmeci) Marksizm’ini temsil eden onun yumuşamış versiyonlarını (sürümlerini) yaşatan kollarından Türkiye’de ise Ecevit’in CHP’si Kemalist akımın başka bir aydınlanmacı akımı olan kendi ta-nımları içinde devrimci olan bir akımın yeni koşulla-ra adapte olmasını temsil ediyor. Ve solu da çeşitli akımlarla eğilimlerle zenginleşmiş durumda. Diğer sol, devrimci akımlar halk sınıflarının önemli mevzi-ler edinmiş durumda. Parlamenter örgütlenme için-de önemli mevziler kazanacak konumda değil ama halk örgütlenmeleri içinde önemli mevziler kazan-mış durumdaydılar. 1979 Kritik aşamasını demok-ratikleşme yolunda aşabilseydi Türkiye, Avrupa’nın bugünkü siyasi yelpazesini yaklaşmış bir ortama geçmiş olacaktı. Fakat bu gelişme toplumsal geliş-me iki ve üç planda önemli bir direnme ile karşılaştı. Emekçi sınıf ve katmanların orta sağı temsil eden Birinci plan tapusu bende diyen sağcı orta sağı temsil eden DP’nin uzantısı AP bu taban kaymasını sineye çekemedi. Ve kendi sağındaki iki partiyle itti-fak yaparak milli cephe muhalefet cephesini kurdu. Ecevit hükümetine karşı. Bu muhalefet son derece kırıcı ve tahripkâr oldu. Ecevit’in tabandan yürüme-sini engellemek ve kösteklemek için adeta belli ey-lemlerle 12 Eylül’ün tohumun attılar. Şiddeti kamçı-layarak kendi uzantıların bazı kanatları sağ kanadı şiddet eylemlerini körükleyen militan odaklarla iliş-kide oldukları için bunda şiddetli bir hayli de başarı-lı oldular. Bu şiddetli muhalefet uzlaşmayı gündem dışı bıraktı. İkinci muhalefet Türkiye’nin burjuvazi-sinden geldi. Burjuvazi batının uzun deneyimler so-nunda biraz önce söylediğim bilgelik düzeyine eriş-miş olsaydı biz bu ortamı hallederiz kendi

Page 21: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

19Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

aleyhimize devrimci düzen değişmesini önleriz En azından merkez sol partiler içinde öylesine temsil ediliriz ki bunların solun uçlarına kaymasını önleriz bilgeliğini gösteremediler ve Ecevit hükümetinin yı-kılmasının aktif kampanyasını yürüttüler. Üçüncü problem ise dışarıdan geldi. 1971 de yapılan ser-maye sınıflarının taleplerini iktidara taşıyan askeri darbe ömrü uzun olmadı Ama ana neden dünya ça-pında bu türden gerici dönüşümün ortamı yoktu da ondan. Bütün batı dünyası sola kayıyordu 1971 de. Bütün Avrupa Amerika ve üçüncü dünya hepsi sola kayıyordu. 68 çalkantılarının henüz rüzgârı bitme-mişti. Askeri darbe kısmi bir başarı sağladı. Kendi-sinin aleyhine bir başarı.1973 sonrası Türkiye top-lumunun sola açılmasının hızlandırıcısı oldu. 79-80 ise bu bakımdan talihsizlikti dış dünya Neoliberaliz-me geçişin tam başlangıç notasındaydı. Batı dün-yasında 73 ortamı yoktu. Batı dünyası Reagan ve Thatcher Neolibera-lizme geçişin bay-raktarlığını yapıyor-lardı ve bu bayraktarlığın bu programlarının bir bölümü de bizim dı-şımızda üçüncü dünya ülkelerinde yani gelişmekte olan ülkelerde dev-rimci dönüşümlere müsaade edilmeyecekti. Muzlum milletler hizaya gelecekti. 70’li yıllarda yaşanmayan bir olgu bizim karşımıza geldi. İMF yeni işlevler yüklenmiş biçi-miyle üçüncü dünyadaki ekonomik problemlere sa-hip çıkmaya başlıyordu. Türkiye ise o dönemde bir döviz kıtlığı içindeydi. Bu bunalım 74 ile 77 arasın-daki gelişmelerin sıkıntıların yansımasından kay-naklanıyordu. Problemi çözmek için Ecevit IMF ge-liyor diyor ki şu programla sana kredi veririm. Fakat getirdiği programın ağır maliyeti halk sınıfları üzeri-ne yıkılıyor. Ecevit diyor ki benim partim yeni yeni mesafe alıyor beni destekleyen bu sınıfların belini kırarak istikrar programı uygulayamam diyor ve Avrupa’ya gidiyor. Kendisinin dostu olduğunu san-dığı sosyal demokrat partileri İskandinavya özellikle Almanya’ya ve çeşitli mesajlar yoluyla Fransa’ya diyor ki bana destek sağlayın devletleriniz yoluyla

sonra ben istikrar programı uygularım ama ilk kay-nağı sağlayın ki ben döviz kıtlığını geçeyim. Ama o dönemde onlarda Neoliberal programa teslim ol-mak üzereler dolayısıyla Ecevit’e ürettikler direktif IMF ile anlaş parayı oradan al. Bu Türkiye ekonomi-sini 78-79 yıllarında ağır bir bunalım ortamına getir-di. Ecevit iktidarının direnmesi sonuçsuz kaldı. Türkiye’nin TÜSİAD, TİSK ve MES de onların deste-ği ki MES in baş sözcüsü Turgut Özal’dı, başta ol-mak üzere sistematik olarak hükümete saldırdılar. Ara seçimlerde gelen bir yenilgi nedeniyle Ecevit istifa etmek durumunda kaldı ve 24 Ocak geldi. Bu 24 Ocak sürecinin siyasi arka perdesiydi.

1970’li yılların sonlarında Türkiye de emekçi sı-nıfların mücadelesi ve parlamenter rekabet son iki yılda 78 ve 79 da emeğin paylarının tırmandığını gösteriyor. Doğal olarak emeğin bu ilerlemesinin tırpanlanmasını istiyorlar. 24 Ocak kararları emeğe

verilen bazı ödülleri ciddi şekilde tırpan-lıyor fiyatları serbest bırakıyor, kıtlık orta-mında parası olan önceden kuyruğa giren kıt malları alı-yordu şimdi parası olan alıyordu dola-yısıyla 80, yükse-len bir enflasyon ve

emeğin göreli duru-mun bozulması, ama problemi çözülemiyor örgütlü ve militan olan işçi sınıfı taleplerinde ısrarlı, enflas-yonu hızlandırdın aynı hatta daha fazla oranda ücret artışı talep ederim diyor. 24 Ocakla 12 Eylül arasın-da başbakan DPT müsteşarı Turgut Özal askerle bir iki brifing (bilgilendirme) yapıyor ve muhtemelen bu kararların tek başına uygulanamayacağını söylüyor. Emeğin disiplin altına alınmasının sorunlu ve kaçı-nılmaz olduğunu söylüyor zira o işi 12 Eylül üstle-niyor Turgut Özal’ı DPT müsteşarlığından Başbakan yardımcılığına taşıyor ve Neoliberal politikaların emeğin göreli durumunu bozan şok tedavisi 1988 e kadar devam ediyor. Önce askeri rejim sonra da 1982 anayasasının ve onun uzantısı olan yasaların örgütlenme ve düzenlenme biçimlerinin katkısıyla Özal ANAVATAN partisinin iktidarında 8 yılda Tür-kiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yaşamadığı bir dö-

Page 22: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

20 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

nüşüm şokuyla yaşıyor. Emeğiyle geçinen sınıfların ücretlerin payı, köylünün görevi durumu, çiftçinin eline geçen fiyatlarla ödediği fiyatlar arasındaki ma-kas Cumhuriyet tarihini hiçbir döneminde şahit olu-namayan bir çöküntüyle karşı karşıya kalıyor 12 Ey-lül 24 Ocak dönüşüm yansıması budur.1989 yılında ezilmiş olan işçi sınıfı ani bir çalkantıyla sendikaların da harekete geçirip bahar eylemleriyle kayıpların bir kısmını kazanıyor. 94 krizi bu kazançların bir kısmını aşındırıyor. Sonraki yıllar krize kadar partiler bölün-müştür Parlamenter çekişme çok hızlıdır 4-5 6 parti arasında rekabet vardır. Popülizm geri gelmiştir ser-maye de rahatsızdır popülizmden istikrarsızlıktan ve artan enflasyondan.1998 yılının sonunda IMF, Türkiye’ye yeniden geliyor. Arada AKP iktidarıyla da iyi çalışıyor. 2001 krizini IMF yönetiyor ve 2002 de sosyal patlamanın bunun oy sandığına yansıyan patlamasıyla da AKP iktidar oluyor. Türkiye’nin bur-juvazisi ve ege-men katmanları iki boylu bir nimetle karşıla-şıyorlar. Birinci nimet tek partili iktidarı var ve neoliberal politi-kalar ve IMF ile Dünya banka-sıyla kavgalı de-ğiliz dolayısıyla neoliberal politikaların emek karşıtı sermaye yanlısı olan bütün öğelerini eksiksiz uyguluyor ve dolayı-sıyla rekabet yok. Bu nimet sermaye sınıfları için bulunmaz bir nimet. Neoliberal modelin içinde özel-likle AKP bir noktada Özal’dan öğrendiklerini daha iyi uygulamaktadır. Sermaye sınıfları bana tam tabi olacaksınız çünkü ödüllendirme ve cezalandırma ben yaparım. Özal’ın çırağıydım ilk yıllarda kalfa-laştım şimdi tam usta oldum ben sizi gözeteceğim sizde bana çatlak ses çıkartmayın bence hikâye bu-dur.

Soru; emeğiyle geçinen sınıflar neden kendine uygun ortam bulamıyor. Sıkıntı nedir.

Türkiye de kritik bir dönüm noktasına 2001 kri-zinde geldi. Bu krizi Dünya bankasından Türkiye’ye transfer olan Kemal Derviş yönetti ve o kadar katı bir

IMF programı uyguladı ki ve o kadar emek karşıtıydı ki işte sitelerdeki esnaflar yazar kasalarını parçala-dılar. E sonra halktan gelen sosyal patlama olacak endişesi vardı. Bu krizi ikinci Bülent Ecevit ekonomi-yi Kemal Dervişe devretmiş çok kötü şeyler de yap-mış Bankaların dış borçlarını hazine garantisi altına almış. Yasal yetkisi olmadığı halde IMF baskısıyla yapmış. Dolayısıyla hükümetin itibarı kalmamış. Koalisyonun DSP MHP ve ANAP **... 2001 krizinin sonunda 2002 yılında seçim platforma çıkan siyasi akımlar halkın muhalefet ve özlemlerini kim dev-ralacak sorusunu yanıtlamak durumundaydılar. İki tane potansiyel aday vardı. DSP den ayrışmış du-rumdaydı. Birisi CHP idi. ikincisi refah partisinden kopmuş olan AKP idi. Hangisi halk sınıfının davasını Ecevit’in 73’de yaptığı gibi üstlenirse halk tabanına o dönecekti. 1989 da SHP İnönü’nün SHP’si yine bi-rinci parti oldu ara seçimlerde yani halk tabanı ade-

ta eski CHP’nin dönüşünü bek-ledi. Ama o gün-kü CHP’nin lider kadrosu Deniz Baykal ben halk sınıfının muha-lefetini üstlen-miyorum dedi. Ben sorunlu muhalefet yapa-cağım ben sos-

yal patlamaya fitille ateşlemeyeceğim dedi. İkincisi sembolik bir jestle Kemal Dervişi partisine aldı. IMF programının bütün öğelerine karşı çıktı ve o parsayı o topladı. O dönemde IMF programına muhalefet yapan bir parti Genç Parti 8,7 oy aldı. Şimdi kendine sol diyen bir parti kendi halk tabanın tiksintiyle iter-se o tabanı onlara bırakıyor demektir. Bir iki teması vardır sosyalist sol örgütler sendikalar 12 Eylül’ün bütün maliyetini yemiş ve çekmiştir.

Kemalist devrim devrimci uzantılarını sonuna kadar götürmedi. Bir kere ön önemli reform toprak reformudur ki toprak reformu demek Türkiye’nin en kalabalık sınıfının özgürleşmesi demektir. Emper-yalizm 1945 de gelir Sovyetlerin ölçüsüz talepleri-ni de rahatlıkla kullanarak Türkiye’yi savaş sonrası güzergâhını kendi doğrultusunda belirlemeye çalı-şır.

Page 23: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

21Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Page 24: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

22 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Page 25: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

23Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

MuhasebeciErkan ARSLAN

Muhasebeciler IIIBaşka Bir Dünya İstemek

Kitle örgütünü oluşturan üyele-rin talepleri somuttur ve kaynağını üyenin gündeminden alır. Türmob’u oluşturan üyelerin bugün için temel sorunu iş alanı işe talep, rekatbet, işsizlik, angaryalar, tahsilat, ve do-ğal olarak bir kitle örgütü olarak Türmob’un (odaların) esas mücade-le alanı, üyenin temel sorunları olan rekabet işsizlik tahsilat ve angarya-lar olmak zorundadır. Kavranabile-ceği gibi rekabet, işsizlik tahsilat ve angaryalara karşı sürdürülecek mü-cadele yasal sınırları aşan ve diğer emekçi kesimlerle bütünleştirilmesi gereken bir mücadeledir.

Türmob ve Odalarda bürokratik-leşme eğilimi geri dönülmez bir noktaya gelmiştir. Üyeleri etkinleş-tirme, çalışmalara katma yerine, profesyonellerle çalışma yürütme anlaşıyışı yerleşmiştir. Bürokratik yapılar kalıcılaşmıştır.

Örgüt içi demokrasinin işletilmemesi, iki anlayışın varlığının örgüt içindeki durumlarının teminatıdır. Birinci anlayış sorunların üstünü ör-ten, emek sermaye çelişkisini yok sayan, üyelerin Odalarda siyaset ya-pılmasını istemediği kabulünden yola çıkarak bağımsız ve demokratik olmayan bir ülkede mesleğin her şeyin üstünde olduğu bir akıldışılığı savunan çözümsüz bir anlayıştır. Bu anlayış sahibi yöneticiler üyele-rin mesleklerini daha iyi yapabilme olanakları karşısındaki çözümleri mesleki kitle örgütlerinin daha iyi para kazanan piyasa şirketleri haline dönüştürülmeleri ile karşılık buluyor. Profesyonelliği de çarpıtan bu anlayış örgütlemeye yönelen değil, daha iyi para kazanan piyasa ile bütünleşen bir profesyonel yöneticilik anlayışı ile ortada durmaktadır.

Page 26: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

24 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

İkinci anlayış bunun tam karşısında gibi görü-nen üyeler adına radikal basın açıklamaları yapan, umutlarını örgütün isminin başına çağdaş, demok-rat, devrimci ibaresi getirmeye bağlayan örgütün ve üyenin dönüşümünü hiçe sayan lafazan siyasi anlayıştır. Her iki anlayış da bu harami saltanatı dü-zeniyle, üyeyi baş başa bırakmaktadır. Üyenin bu yalnızlığı, üyelerde örgütlenme isteğini yöneticilerde örgütleme isteğini yok etmektedir.

Odacılık (Oda Yöneticiliği) bir meslek haline gelmiştir. Üyeleri çalışmalara katma anlayışının ek-sikliği giderek artan profesyonel yöneticilik sonucu örgütler bir avuç insanın etkinliğinde ve egemenli-ğinde yapılar haline gelmiştir.

Üyelere güvenmeyen, aktif yönetici, pasif üye anlayışı örgüt içinde her türlü liberalizme, yozlaş-maya kaynak oluşturmaktadır. Kendi örgütsel alanı dışında tüm demokratik siyasi taleplerle söz söyler-ken örgütün kendi içine yönelik liberalizm had saf-haya ulaşmaktadır. Bu anlayışın sadece iki sonucu vardır. Birincisi sistemin eksik yanlarını eleştiren ya da bunları yamayan bir sivil toplum örgütü ikincisi ise kendine siyasi parti misyonu biçen bir örgüt. Bu iki anlayış da kitle örgütünün mücadele anlayışını ve kitle örgütünün temel niteliklerini yansıtamaz.

Üyelerden korkma-kopma noktasına gelinmiştir.Yönetimleri elde tutma, bürokratik yönetim anlayı-şının yerleştiği yerlerde, üyelerin örgütte etkin ola-cağı, ve yönetimleri değiştirebileceği düşüncesiyle üyeden uzaklaşmak temel yönelim olmuştur Gös-termelik örgütlenme çalışmaları veya üyeyi sürece katma çalışmaları, örgütün büyüklüğü ve üye sayısı dikkate alındığında anlamsızlaşmaktadır.

Üyenin örgütte etkin-birlikte karar alacağı birlik-te yöneteceği hiçbir mekanizma yaratılmamaktadır. Üyenin örgütte etkinliğini sağlayacak genel kurullari yukarıda açıklandığı nedenlerle ve yönetime ‘karşı’ olunan kesimlere kaptırmayalım mantığıyla sadece seçime endeksli olarak yaşanmakta, üye toplantıları vb. üye katılımını artıracak etkinlikler birçok birimde yapılmamaktadır.

Ortak ve bütünlüklü mücadelenin önünde en-gel olan, kendi mesleğini, ya da odasını her şeyin önüne koyan küçük girişimci anlayışlarının, hangi ideolojinin arkasına sığınılırsa sığınsınlar mahkum edilmesini,

Türmob ve Odalar’a örgütsel aidiyetin geliştiri-lerek, katılım ve kapsayıcılığı her düzeyde yeniden üretecek demokratik bir anlayışın temsilcilik, şube, Oda işleyişlerinde vazgeçilmez bir çalışma tarzı ola-rak yaşama geçirilmesini

Meslek alanlarının ilgili kurum ve kuruluşlarının etkinliklerinin ülke ve halkın çıkarları doğrultusunda yakından izlenmesini, mesleki denetim bu alanlar-daki soygun, vurgun ve sömürünün teşhirine yönel-mesini ve bu konuda, kamuoyu oluşturulmasını,

Mesleksel çıkarların, halkın genel çıkarlarıyla karşı karşıya getirilmemesi, özelleştirilmiş denetim ve bağımsız denetim şirketlerinin, halkın sağlığı ve ülke emekçilerinin çıkarları ile bağdaşmayan rapor-ların açığa çıkarılmasını,

Esnek zamanlı ve esnek ücretli politikaların, iş-sizliği kağıt üstünde azaltan istatistiksel verilerine ve sayısal sahtekarlığını açığa çıkarmasını,

Üyeler arasında rekabeti ve parçalanmayı he-defleyen politikalara karşı bilinçlendirme faaliyeti yürütmesini, diğer meslekten emekçilerle birlikte mücadele edebilmesini,

Diğer kesimlerin de talepleri göz ardı edilmeden üye tabanındaki işsiz ve çoğunluğun taleplerine uy-gun politikalar geliştirilmesini,

Üyenin aktif katılımı ve katkısının sağlanmasını, karar alma süreçlerinde yeni mekanizmalar yaratıl-masını üyenin örgütü ile bütünleşme koşullarının yaratılmasını,

Oda bürokrasisinin çekici olmaktan çıkarılma-sını, bürokrasinin ideolojik ve yönetsel egemenlik çabalarının engellenmesini,

Örgütlenme ve kadrolaşma anlayışında, üyelerle ilişkilerin birinci plana alınmasını, gelir getirici faali-

Page 27: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

25Yıl: 37 - Sayı: 71

Ocak - Şubat - Mart 2013

yetlerin, piyasaya yönelik hizmet üretiminin çalışma ve kadrolaşma anlayışını belirlemesine izin verilme-mesini, bu kapsamda odaların temel gelir kalem-lerinin üye aidatları olması için gerekli önlemlerin alınmasını,

Amatör bir anlayışla yerine getirilmesi gereken konularda uzman ve profesyonel kadrolara dayalı bir politika oluşturma ve çalışma anlayışı yerine, üyelerin katılımı ve tartışmaları ile politika oluşturul-ması ve mücadele edilmesi anlayışının öne geçiril-mesini,

Örgüt birimlerinde yöneticiliğe talip olanlarda özverili ve amatör çalışma anlayışı özelliklerinin aranmasını, birim yöneticilerinin sıfatlarının maddi çıkar sağlama açısından etkili olabileceği işlerde ya da konularda çalışmamasına dikkat edilmesini, Siyasetsizliğin ve depolitizasyona teslimiyetin red-dedilerek; ekseninde Türmob ve Odaların da için-de bulunduğu toplumsal pratiğin bütünü kavrayan, sorgulayan, dönüştürmeyi hedefleyen etkinliklerin bulunduğu bir programın siyaset yapma anlayışı olarak belirlenmesini meslek alanlarına ilişkin yasal düzenlemeler karşısında, örgütün gücünü ortaya koyarak, direnç sağlanmasını,

Uzmanlaşma (uzmanlaşmama), yetkin/yetkili muhasebecilik-denetçilik denetçi-Mali Müşavirlik gibi üye çoğunluğuna karşı girişilen saldırılarda et-kin tavır konulmasını,

Türmob’un ve ulusal ve uluslar arası düzeyde emekten yana örgütlerle dayanışma ve ortak müca-dele içinde olmalıdır.

En başta belirttiğimiz gibi, hak alma mücadele-sinin örgütlenmeden geçtiği ve Türmob’un ve Oda-ların muhasebecilerin örgütlülüğü olduğu bilinciyle yaşanacak olumsuzluklara ve hayal kırıklıklarına rağmen her yeni bir günün yeni bir umut yeşerte-ceği düşüncesindeyim; aşağıda sıralanacak yakla-şımın Türmob ve Odaların”ı önder, etkin, genç ve dinamik yapısına tekrar kavuşturacak tek yol olarak görüyorum:

Türmob ve Odaları’ın ülkenin demokratikleşme-si konusunda sahip olması gereken işlevleri yalnız

muhasebecilerin çıkarlarının savunulması ve ge-liştirilmesi şeklinde ele alınamaz. Bu işlevler mes-lek alanlarının üyeler ve halkın çıkarları gözetilerek düzenlenmesine ya da benzer biçimde, Türmob ve Odalar bünyesinde yer alan uzmanlık alanlarından hareket edilerek ülke genelinde uygulanmakta olan politikalara müdahale edilmesine de indirgenemez. Sözü edilen her iki işlev, daha bütünlüklü bir müca-dele ya da siyaset anlayışının parçaları olarak algı-lanmalıdır. Aksi takdirde Türmob ve Odaları halka karşı uygulanan genel kapitalist ve işbirlikçi politi-kaların biraz olsun törpülenmesi, insanileşmesi gibi yanlış bir görev yüklenir ve bu da tam da Türmob ve Odaların yapması gereken rol olarak egemenlerce ortaya konan işlevdir.

Hem diğer toplum kesimlerinin örgütlenme ve mücadele alanları ile hem de siyaset alanı ile iliş-kileri doğru kavrayan ve bütünde mevcut antide-mokratik ve baskıcı anlayış, ilişki ve unsurları dö-nüştürmeyi hedefleyen bir siyaset anlayışı temel alınmalıdır. Bu temel siyaset yapısı özünde açıkça halktan yana politikaların uygulanması yönünde di-rençli ve ısrarlı olan ve üretim ilişkilerinin başka bir dünya için yeniden düzenlenmesini isteyen ve bunu çekinmeden her platformda adını koyarak savunan bir yapı olmalıdır.

Page 28: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

26 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Gül ve Haç Kardeşliği

Leyla TARIKCIMali Müşavir

Avrupa Birliği yıllardır Türkiye’nin ve Dünyanın gündeminden düş-meyen bir konu olarak gündemdeki yerini hala korumaktadır!

Mart ayı içerisinde bir solukta okumuş olduğum Aytunç Altındal’a ait “Gül ve Haç Kardeşliği” adlı kitabı Avrupa Birliğine ışık tutması yanında, dinin gelişimi, semboller, kodlar, şifreler ve masonlukla ilgili bilgi vermek istediğini düşünmekteyim.

Yazar AYTUNÇ ALTINDAL kimdir?

Doğumu: 12 Ocak 1945, Bakırköy / İstanbul

İlkokulu İstanbul’da, ortaokulu Diyarbakır’da (1956) bitirdi. Hay-darpaşa, Kabataş ve Pendik liselerinde okuyarak liseyi tamamladı. Havass (1977) ve Süreç (1984) yayınlarını kurdu. 1982’ye kadar Süreç dergisini yönetti. Daha sonra Zürich’te Modus Vivendi Yayıne-vi ve Sanat Galerisini yönetti. Şiir dışında deneme ve inceleme tür-lerinde eserler verdi. 1964’ten başlayarak Haber, Akşam, Cumhuri-yet, Yeni Halkçı, Ulus, Yenigün gibi gazetelerde yazılar yazdı. Çeviri yaptı. Dokuz çeviri kitabı yayımlandı. Yedi kitabı yasaklandı. Fransa ve İsviçre’de bazı yazıları yayımlandı. Şiirleri Sanat Edebiyat, Varlık, Süreç, Bilim-Sanat gibi dergilerde yayımlandı. Bazı şiirleri Amerika ve İzlanda dergilerinde yer aldı.

Yazar, Avrupa Birliği ile ilgili olarak bir haber ajansı ile yaptığı söy-leşisinde bakın konuyu nasıl anlatmaktadır:

Avrupa Birliği’nin kökeninde aslında sadece Hristiyanlık değil gnostik-okültik ve masonik bir yapılanma var! Yani kabaca söyler-sek mason ağırlıklı...

Page 29: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

27Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Bugünkü Avrupa Birliği’ni kuran Almanya ve Fransa, II. Dünya Savaşı sonrasında düşman kar-deşlerdi. Onları yan yana getiren, barıştıran ve AB’nin temellerini atan da böyle bir örgüttür. Adı; Moral Rearmament... Kısaca MRA

Örgütün kurucusu Amerikalı Lüteryan papazı Frank Bushman’dı. Bu örgü, ilk önce 1929’da I. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’de, ‘Oxford Gru-bu’ adıyla kurulmuştu. Daha sonra II. Dünya Savaşı patladı. Bunlar savaş yıllarında Almanya’da bazı Hit-ler karşıtı Nazilerle çok gizli ilişkiler kurmuşlar. Nazi askerleri de MRA üyesiydi, tabii bazıları. Bunlardan Von Tott diye biri, Hitler’e düzenlediği başarısız bir suikast sonunda idam edilmişti. Savaştan sonra Al-manya ve Fransa’yı barıştırmak isteyen bu örgüt olmuştur.

Hepimizin de bildiği gibi Ro-bert Schuman’in II.Dünya sava-şı sonrasında Fransa-Almanya arasında kömür çelik anlaş-ması yapılması konusundaki girişimleri ile ortak pazar ortaya çıkmıştır. Daha sonrasındaki gelişmeler hepimizin de bildiği bir konudur.

Amacım detaylı bir şekilde Avrupa Birliği ve de gelişimi hakkında bilgi vermek olmadı-ğından dolayı burada konuyu çok fazlası ile dallandırıp budaklandırmayacağım.

GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ

Yazar, 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda Havass Yayınlarının ve Süreç Kültür Yayınlarının Siyasal Kültür Dergisi yöneticisi iken, dergide neler yayın-ladığını şöyle anlatmaktadır;

Derginin yasaklanmasından sonra bir Büyükel-çi, Sayın Settarlendiren masonluğu simgeliyordu!

13 harften oluşan bir şifre taşıyan Fransa Büyük Doğu Mason Locası’nın (G.O.D.F.) mühründe ise, Avrupa’daki en esrarengiz gizli örgütün, “Gül ve Haç Kardeşliği”nin Anayasası sayılan “FAAM”nın baş harfi (F) ve bunun üzerine oturtulduğu bir haç vardır. Her harfin arasına üçgen oluşturan üç nokta konulmuştur ve bu da Mason Tanrısı’nın; “Kâinatın Yüce Mıman”run kodudur. “Gül ve Haç Kardeşliği”, “Tapmak Şövalyeleri” ve masonlar 18. yüzyıldan bu yana ortak (syncretic) bir strateji İzleyerek, Avrupa Birliği’ni kurmaya çalışmaktadırlar. Bu amaçla bu üç gizli örgüt, bir de “İnsini Haklan Locası” kur-muştu. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Alman İmpa-ratoru bu locanın üyeleri tarafından tahtından fe-

ragate zorlandı ve Hollanda’ya gönderildi. Söz konusu üç gizli Örgütün üç locası, son yüzyıl-dır, özellikle Avrupa siyasetinin “Perde Arkasındaki” en güçlü temsilcileridirler. Bunlardan “Gül ve Haç” Alman kökenli, “Farmasonluk” (Freemasonry) İngiliz, İskoç ve “İnsim Hakları” savunuculuğunu yapan Tapınak Şövalyeleri de Fransa tarafın-dan tarih sahnesine çıkartılmış OkültikGnostİk Hıristiyan (gizli) örgütleridirler.

Şimdi gerçektende kitabı daha okumamış olan arkadaş-

larımıza kısaca kitap hakkında kendi çıkartmış oldu-ğum özeti sunmak istiyorum:

Gerçekten de Avrupa neresi ve neden Avrupa Birliğine alınmıyoruz?

Günümüzde Avrupa diye anılan coğrafi bölge-nin geçmişteki resmi adı Avrupa değildi. J.G.A. Popock’a göre geçmişte “Avrupa” diye bilinen coğrafi alan, belki şaşırtıcı gelecek, ama günü-

Page 30: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

28 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

müz Türkiyesi’nin Çanakkale’den Datça’ya kadar uzanan sahil şeridi ile, günümüz Yunanistan’ının Ege Sahillerini kapsayan dar bir alandaki bölgenin adıydı. Tarihci Judith Herrin’in İS 893 yılında ilk kez Anglasakson Kralı Alfred bu bölgeyi Christendome (Hristiyanlığın Kubbesi) olarak tanımlamış ve resmi litaretüre sokmuştur.

Avrupa Birliğinin kültürü ve tarihinin neresin-de yer almaktayız?

Türkiye’nin AB tarihinde var olup kültüründe bulunmadığını ele alan kitapta AB’nin Batı uygarlı-ğını geliştirmek için yapılmış bir proje olduğundan bahsetmektedir. Her ne kadar bu proje Türkiye’ye “uygarlığını değiştirme projesi olarak” dayatılmakta olsa da kültürel planda bir Hıristiyan kulübü değil, ama uygarlaşma planında daima Christendome ol-duğu ele alınmıştır.

Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliği midir? Değil midir ?

Avrupa Birliğinin Hıristiyan Birliği olup olmadığını ele alırken tek tanrıcılık (monoteizm) ve öncesinin inanç ve hoşgörü anlayışlarını ele almakta sonra-sında günümüz dinleri ile bağlantı kurmaktadır.

Hıristiyanlıkta “Gül” kodunun önemi nedir ?

Hıristiyanlıkta kullanılan Gül Kod adı, Bakir Meryem’i ifade etmekte olduğunu kodlamaların ya-pılırken ne şekilde buna değinildiğini ele almakta. Gülle ilgili olarak çok çeşitli semboller resmedil-mekte.

Avrupa Bilirliği ile bir ütopya gerçekleştirilmiş midir?

Christendome’daki en eski “Utopia” 3000 yıl-lık olup Tevrat’tan alıntı yapılarak “Yeni Bir Kudüs Kurma” projesi olarak ele alınırken AB’nin de aynı ütopyayı nasıl yaşattığı çok geniş bir şekilde ele alınmıştır.

“Haç” ın Hıristiyan alemindeki yeri nedir? Ve

ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır? Haçın şekil ola-

rak anlamı ve önemi nedir?

Gül ve Haç’ın gizli terminolojisinde bazı ülke-

lerin ve ulusların adları da “Kod ve şifre olarak”

nasıl kullanıldığını geniş kapsamlı olarak ele almış

olan Aytunç Altındal, Hıristiyan aleminde Haç şif-

resini ve Sabah Yıldızı (Seher Yıldızı) olan geze-

genle bağlantısının nasıl bir şifresinin olduğunu,

bu yıldızın İncil’de İsa Mesih’in doğumu sırasında

olağanüstü bir ışık yaydığını belirterek bunun haç

olarak sembolize edildiğini yazmaktadır. Ancak AB

ve Christendome’un Kültürel mirasında özellikle

de folklorik sembolizmde haçın nasıl kullanıldığını

geniş kapsamlı olarak ele alırken haçın idam aracı

olarak kullanılmasının İran’a (Persler) kadar gittiğini

ele almış ve geniş kapsamlı olarak konuya açıklama

getirmiştir.

Avrupa Birliği projesinin masonlarla olan il-

gisi ve kimlerin masonlukla ilgisi vardır? Hangi

ülkelerde ne şekilde gelişmiştir?

Avrupa Birliği projesi, tamamına yakını mason

ve/veya benzeri örgütlere üye olan kişiler tarafından

tasarlanarak hayata nasıl uygulandığını ele alırken

bir yandan da Masonların tarihi gelişimine, hangi ül-

keler ve nasıl geliştiğine varıncaya kadar çok geniş

kapsamlı olarak konuyu ele alarak AB’nin Tanrısını

Gül ve Haç Kardeşliğinin tanımladığı ve daha sonra

masonluğun kabul ettiği “Diest Tanrı” anlayışı ola-

rak ele almış ve tam anlamı ile seküler/dünyevi bir

“Yeni Kudüs” olarak sergilemiştir.

Sonuçta, belki kitap hala neden Avrupa Birliği ile

ilgili olarak Türkiye’nin neden üyeliğinin yapılmadığı

konusunda soru işaretlerimizin belki hepsini aydın-

latmamaktadır. Ancak sizlerin düşüncelerine ışık

tutacağını düşünüyorum.

Page 31: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

Balkan’lar (3)

Necmiye ÇÖLAŞANSMMM

29Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

SIRBİSTAN Yüzölçümü 88.361 km², nüfusu yaklaşık 7.300.000 civarı. Nüfu-

sun %82si Sırplardan kalan %18lik kısım ise Boşnaklar, Macarlar ve

Romanlardan oluşuyor. Sırpça konuşuluyor ama Türkçeden geçen

9.000 sözcük olduğu söyleniyor. Türkçe’deki y harflerini j yapmış-

lar, olmuş Sırpça. Örneğin: yastık- jastuk, yorgan-jorgan, yelek- jelek,

kapı- kapıja gibi. Yemek adları adeta Türkçe; güveç, burek, baklava

hiç yabancılık çekmiyorsunuz.

Drina nehri kıyısından, tüneller ve dağları geçerek, mısır ve buğday

tarlaları eşliğinde Belgrad (Beyaz Şehir)’a giriyoruz. Kentte toplu taşı-

mada tramvay ve troleybüs kullanılıyor.

Kent merkezini yürüyerek dolaşıyoruz, tarihi binalarla çevrili taşıt

trafiğine kapalı geniş caddelerden yürümenin, çeşmeden su içmenin,

serinlemenin keyfine varıyoruz. Burada dolaşırken; başınızı yukarı kal-

dırmayı sakın unutmayın. Her binanın kendine özgü bir mimarisi var.

(klasik, neo klasik, barok tarzda yapılmışlar) Adalet Sarayı, parleman-

to binası, ulusal tiyatro binası ve kentte sağlam kalan tek camii olan

Bayraklı Camii’yi (Osmanlı döneminde 250 cami varmış.) geziyoruz.

Yerel canlı müzik eşliğinde, Sırp yemekleri yemek isterseniz Skadov-

Page 32: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

30 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

ya (Bohemler) Caddesine gitmelisiniz. Burek ve

Sırp güveçleri meşhur. Çok sert meyve rakıları var.

Özellikle erik ve armut rakijaları ile Pils Plus biraları

çok tutuluyor.

Avrupa’nın en büyük Ortodoks Klisesi Aziz

Sava Katedrali bu kentte, onarımda olduğun-

dan bir kısmını görebiliyoruz. Dedinje bölge-

sinde bulunan, ağaçlar ve heykellerle dolu

bahçeden geçerek unutulmaz liderleri Josip

Broz Tito’nun mozelesini ziyaret ediyoruz.

Tito’nun yaşadığı ev, bu bahçe içinde bu-

lunuyor. Slobodan Miloseviç halk karşı çıktığı

için bu evde kalamamış, müze haline getiril-

miş Burada, Tito’nun ölüm günü 4 Mayıs ile

doğum günü olan 25 Mayıs tarihleri arasında genç-

lik şölenleri yapılıyor, yarışmalar düzenleniyormuş.

Tito’ya olan sevgi saygı çok büyük, Miloseviç’in

izleri ise silinmeye çalışılıyor. Sava ve

Tuna Nehri’nin birleştiği yerden tek-

neye binerek, Tuna nehri turu yapıyo-

ruz. Belgrad kalesi ve kent muhteşem

görünüyor. Romalılar tarafından MS.

85 yılında yapılan ilk taştan kalenin

kalıntıları; mevcut kalenin içinde ko-

runmuş. Avusturyalılar ve Osmanlılar

döneminden kalan kalenin; İstanbul,

Saat, Zindan ve Leopald Kapısı olmak

üzere 4 kapısı var. Kalenin içindeki

büyük meydana Kalemegdan diyor-

lar. Aşağıda Sava ve Tuna’nın birleştiği o güzel gö-

rüntü eşliğinde, surlardan gün batımını izlemek çok

keyifli.

Kalenin içinde festivaller yapılıyor, konserler

burada düzenleniyor, her yerde bir etkinlik görmek

mümkün. Ayrıca kalenin içinde Şehit Ali Paşa Tür-

besi, Aziz Gül Kilisesi ve Türk evi bulunu-

yor. 2.Dünya savaşında kullanılan toplar

ve ağır silahlarda sergileniyor. Canlı mü-

zik yapan Restoran ve kafeler ile hediyelik

eşya satan tezgahlar mevcut. Kalede se-

çenek çok.

Dil, din, mezhep, ırk ayrımının yapıl-

madığı, savaşsız, barış içinde yaşanılan

günler dileğiyle, geze kalın...

Page 33: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

31Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

EsneklikEgzersizleri-II

Esnetme egzersizlerinin genel prensiplerini bir önceki sayıda vermiştik.

Bu prensipler ışığında, is yerinizde kolayca ya-pabileceğiniz omuz ve kol esnetme hareketlerinden örnekler veriyoruz.

1-) Kolu arkaya esnetme:

Ayakta, duvara veya dolaba yan durumda, kol yere paralel olacak şekilde yaslanır. Avuç içi ve kol duvarla temas halindedir. Gövde yavaşça dış yana çevrile-rek omuzun on tarafı gerdirilir. Her iki kol 5-6 saniye esnetilir.

2-) Kolu masa da arkaya es-netme:

Yukarıda ki hareketi ofiste ma-sanın kenarında kol uzunlamasına yerleştirilerek, omuzun on tarafı 5-6saniye gerdirilir.

3-) Kolu ayakta esnetme:

Ayakta kollar arkadayken eller parmaklardan kenetlenerek yuka-rı doğru kaldırılır ve omuz basları esnetilir. 5-6 saniye uygulanır.

4-) Kolu üstten yana esnetme:

Ayakta ve dik durumda, kol yuka-rı kaldırılarak basın gerisinden arkaya ve karsı tarafa doğru

çekilir. Bu çekme diğer el ile dirsekten hafifçe baskı uygulanarak yapılır. 5-6 saniye her iki taraf esneti-lir.

5-) Kolu önden yana esnetme:

Bir kol yere paralel olacak şe-kilde omuz hizasında diğer omu-za doğru, el ile dirsek üzerinden hafifçe baskı uygulanarak çekilir.

Esnetilen kolun eli zıt yöndeki omuzu tutarak kolun kapanması-na yardımcı olur. 5-6 saniye her iki taraf esnetilir.

6-) 7-) Her iki yönde kol esnetme:

Uygun uzunlukta bir havlu, sopa, ip veya cetvel vb malzeme

yardımı ile arka-dan omuzun izin verdiği ölçüde elle-rin yardımıyla aşağı-yukarı çekilerek germe yapılır. 5-6 saniye her iki tarafa uygulanır.

8-) Ön kol iç tarafı germe:

Kol yere paralel düz bir po-zisyondayken, diğer el yardımı ile avuç içinden ve parmaklardan kavrayarak aşağıya ve geriye doğru gerdirilir. 5-6 saniye her iki kola uygulanır.

9-) Ön kol üst tarafını germe:

Kol yere paralel düz bir pozis-yondayken, diğer el yardımı ile el üstünden kavranarak aşağıya ve geriye doğru gerdirilir. 5-6 saniye her iki kola uygulanır.

FizyoterapistFigen ÖZKAN

Page 34: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

Siyasi partileri anlatmaya çalışacağım, demok-rasilerde Anayasının yazdığı demokrasinin vazge-çilmez unsurudur siyasi partiler. Temsili demokra-side siyasi partiler önemli bir unsur, örgütlenme olmayınca onlar olmayınca anarşi oluyor, kargaşa oluyor demokraside olmuyor. Türkiye’de siyasi par-tiler gerçekten demokrasinin temel unsurları olabili-yor mu? hangi açıdan oluyor hangi açıdan olamı-yor, olamamalarındaki tarihsel süreç içinde hangi sorunlar var. Bunu cumhuriyetle birlikte ele alalım. Siyasi partiler on yılda bir kapatılıyor deniliyor ama on yılda bir siyasi partiler tekrar CHP ye dönüyor. Oraya tekrar zorlanıyor sınırlar çizile-rek. 12 Eylül müdahalesinden sonra anayasa yapılmadan se-çim kanunları yapıldı. Yani siyasi partiler hadlerini aşmıştı onlar tekrar çizgilerine geri çekildi. Cumhuriyet birinci meclis istiklal savaşını yapıyor eş zamanlı ola-rak meclis hükümeti ile ülkeyi yönetiyor daha çok istiklal sava-şını yönetiyor o birinci meclis esas unsurlarını Osmanlı mecli-sinden almışlardır ama sadece Osmanlı mebusları değil anadolunun değişik yerlerinden, keşke oraya dönsek denilen yöntemlerle seçilerek neredeyse halkı birebir temsil edecek şekilde oluşuyor. Bütün farklılıklar temsil ediliyor. Halkın farklı unsurların temsil edildiği, her dilden dinden temsilci var son derece temsil yeteneği yüksek bir meclis oluyor. Bugünkü anlamda seçimle gelmeseler bile böyle bir meclis. Birinci meclis 23 cumhuriyet ilan ediliyor ve

cumhuriyetin nasıl olacağı yani nitelikleri konusun-da birinci meclis iki guruba ayrılıyor. Birinci gurup daha çok ittihat ve terakkinin ulus inşa projesine inanan Osmanlının parçalanmasının sebebi çok dinli çok etnik kökenli milletler sistemi idi. Bu korku parçalanma yenilme yok olma ****aydınlar temsil edenler. Bütün dünyada ulus devletlerin yok olduğu bir dönemde anadoluda yeni bir ulus devlet kurulu-yor ve ulus devletin birde ulusunun yaratılması ge-

rekiyor. Birinci meclis onun için birinci grup ikinci gurubu bu şe-kilde tavsiye ediyor Atatürk ve arkadaşları bu kararı alıyorlar. O zaman CHF genel merkezinin ta-yin ettiği mültesini sanilerin be-lirlediği milletvekilleri tayin ediyor ve daha liberal demokrat daha çoğulcu eğilimdeki milletvekilleri tavsiye edilerek ikinci meclis oluşturuyor ve seçime gidiliyor. İkinci mecliste cumhuriyetin ni-telikleri ile çalışmalar yapıyor. 1924 anayasası ve devrim ka-nunları ile Türkiye ahalisinde, savaşlarda, mübadelelerle gayri müslim nüfus, ihmal edilecek

kadar azdı. Anadolu’da kalan Müslüman ahaliden bir modern ulus yaratılmaya çalışıldı Bunu yapanda CHF idi. Şeflik sistemi var denemin şartlarına uygun bir şekilde o zamanın aydınlarına göre bir halk var ama bunlar ulus olmamışlar Anadolu’nun Müslü-man ahalisi Türk milleti falan değildi. Kafalarında muhayyer bir Türk ulusu tasarlıyorlar devrimlerle devlet gücüyle, halk evleriyle, devletin bütün imkânlarını kullanarak halkı modernleştirerek Türk-

32 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Mehmet BEKAROĞLUSöyleşi Notları

Page 35: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

33Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

leştirmeye çalışıyorlar. Bu çok kolay olmuyor san-cılı sıkıntılı oluyor modern ulus oluşuna kadar yani insanlar modernleşene kadar o Cumhuriyetinin ku-rucuları CHP’liler aydınlar, seçkinler anayasada egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyorlar ama henüz o millet oluşmadığı için bu yetkiyi TBMM kul-lanıyor. Ama Bu TBMM halkın temsil edildiği yer değildir. TBMM hala halen halkı temsil eden bir meclis değildir. Bunun temel nedeni de bu halk hala gelişmemiştir, olgunlaşmamıştır kendisinin ne ol-duğunu bilecek bir bilinç düzeyine gelmemiştir. Ge-lene kadar bir vesayet sistemi kuruluyor. 1924 ana-yasası 1921 anayasasına göre daha geri bir anayasadır ama 1961 anayasası 1982 anayasasına daha demokratik bir anayasadır. Ama buna rağmen devrim kanunları uygulamalara Anadolu ahalisinden modern bir Türk ulusu inşa etmeye çalışıyor. Ger-çekten var olan Müslüman suni alevi Türk Kürt Laz falan değil Kürtler bizi asimile etti diyorlar doğrudur da ama Anadolu’da kim varsa asimile edildi. Türkler de Türkleştirildi. Modern Türk ulusu inşa projesi. Türklerde adam ediliyor Türklerde modernleştirildi. Bu proje tamamlandı mı ama siyasi partilerin halkı temsil etmemelerinin temelinde böyle bir düşünce var yani halk hala kendisini temsil edecek kendisini yönetecek bilince gelmemiştir düşüncesi var. Hala öyledir.1923 CHF’nın güvenli muteber adamların-dan oluşturduğu meclis bugünde parti genel kurul-larında kurullar oluşturuyorlar koca koca adamlar onların önünde imtihana giriyorlar. Onların önünde imtihana giriyorlar milletvekili oluyorlar ya da olamı-yorlar aynı şekilde devam ediyor. Neden aynı şekil-de devam ediyor? Çünkü hala o 1923 teki bugün başka sebeplerden dolayı, halk kendisini temsil edebilecek en doğru insanı seçebilecek yetenekte bilecek olgunlukta değildir. Bugün için söylüyorum. CHP için de böyledir MHP için de böyledir. Genel merkezler başkanlar böyle algılıyor. Böyle devam ediyor. Bu muhayyer Türkiye’nin tartışmış olduğu demokrasi sorunu da buradan geliyor. Halkın henüz olgunlaşmamış daha doğruyu bilmiyor yeni bir halk yeni bir ulus inşa edilecek dönemin iktidarı herkesin kendine göre bir ulus millet anlayışı var. AKP’nin de

ayrı tek millet diyor kendisine göre bir millet bir ulus inşa anlayışı var. Ne dedi dindar millet yetiştirece-ğim diyor. Oda bugüne kadar olan uygulamalara Türk ulusu kavramıyla problemi var onun da tek millet anlayışı da var Türktür ama biraz dindardır. Ama tek tip anlayışı aynıdır. Oda o anlayışa karşı 1950 den buyana gelişen güya demokrasi DP den buyana gelişen gelenek sürekli seçkinlerin elinden alacağız bu gücü halkın temsilcileri bizleriz propa-gandasına rağmen halk tarafından hala bu şekilde algılanıyor olmasına rağmen onların kafasın da dev-let imkânlarını kullanarak farklı kendi kafalarında ta-hayyül ettikleri bir millet inşa projesine onlar da giri-şiyorlar. Vesayetle mücadele ediyorlar. Vesayet 1924 anayasası tartışılacak çok tarafı var ama 61 ve 82 anayasası kadar katı değildir.61 de askerler ne olur ne olmaz hakikatten halkı temsil eden mec-lisler oluşabilir düşüncesiyle halkın temsilcilerinin yapacakları edecekleri her uygulamayı denetleye-cek, anayasa mahkemesi şeklen çıkartılan kanunla-rın anayasaya uygun olup olmadığını denetleyecek-tir. Şeklen öylen anlatılır ama aslında milletvekillerinin kurucu babaların temel ideolojiye ters düşecek işler yapabilecek işlerine engel olabilmek için bir vesayet kurumu olarak kurulmuştur. Cumhurbaşkanlığı da bunun için kurulmuştur. Özellikle sol kesim 61 ana-yasasının özellikle çalışma hayatına getirdiği rahat-lıktan dolayı daha özgürlükçü olduğuyla övünür ama 1961 anayasası Türkiye’de fiilen var olan vesayet sistemini kurumsallaştırmıştır. Milli güvenlik kurulu gibi YAŞ gibi kurumlar getirmiştir 80 darbesinden sonrada o anayasasının daha demokrat gibi görü-nün taraflarından da rahatsız olarak mesela üniver-sitelere özerklik getirmiştir 61 anayasası 80 darbe-sinden sonra ihtilâlcılar YÖK’ü getirip vesayet kurumları oluşturmuşlardır. Bunların altında yatan temel neden ise bu halk kendisini yönetecek olgun-luğa daha gelmedi daha modernleşemedi uluslaşa-madı. Uluslaşamadı kendisi için doğru olanı bilene kadar bu işi bilenler kullanacaklardır egemenliği. Si-yasi partiler de bunun araçlarıdır. Bugünkü iktidar da aslında vesayet kurumları ile mücadele ediyor gibi görünse de aslında bunlarla bir derdi yok. Cum-

Page 36: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

34 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

hurbaşkanlığıyla bir derdi yok. Ahmet Necdet Se-zerle de derdi var. Abdullah Gül ile derdi yok. Ana-yasa Mahkemesi de kendisini kapatmaya çalıştığı zaman derdi var. YÖK başkanı Kemal Gürüz olduğu zaman bir problemi var. Kendisi atadığı zaman bir problemi yok. Özerk üniversitelere müdahale ettiği zaman bir derdi yok. HSYK ile derdi yok. Devlet böyle kurgulanmıştır. Bu devleti de siyasi partiler bunu bu şekilde yönetiyorlar. Siyasi partileri o kadar önemli görüyorlar ki 80 darbesini yapan Kenan Ev-ren bile anayasa çıkartmadan siyasi partiler yasası-nı çıkartıyor. Siyasi partilerde aynen devlet gibi ör-gütlenmiştir. Üyeler kendileri için neyin iyi olacağını bilecek durumda değiller. Aynen Türkiye Cumhuri-yeti vatandaşları nasıl birer araçtırlar olgunlaşma-mış araçtırlar onların yetkilerini seçkinler kullana-caksa siyasi partilerin üyeleri de böyle algılanı-yor. Siz Çankaya beledi-ye başkanının kim ola-bileceğini seçecek durumda değilsiniz. Kim parti başkanı ve adam-ları onlar karar verebilir. Siyasi partilerin finans-manı da üyeler tarafın-dan karşılanmaz. Ya devlet verir ya zenginler verir. Ya devletin partisi olur ya zenginlerin partisi olur. 1923’de o zaman konulan bu kural siyasal partiler genel başkan parti şefleri yönetilir. Eleştirili-yor ya tek partili dönemin parti şefi İsmet paşa diye şimdide partiler kadar parti şefleri var sayıları arttı. Siyasi parti üyeleri partilerini finanse etmeliler genel başkan dâhil belediye başkanı milletvekili adaylarını onlar seçebilmeli. Kararları onlar alabilmeli. Bugün ileri demokrasi diyor tayip bey 1950’lerin Nazileri gibi Mussoliniler gibi kongreler yapıyorlar. Üyeleri belilidir her şeyleri önceden bellidir. Kanun gereği delegeleri genel başkan tayin ediyor. Kendisinin ta-yin ettiği delegeler onu seçiyor. Böyle yapmakla yetinmiyor 1923 ten beri gelen denetim de yok. Ben belediye başkanı seçiyorum sizi müfettiş tayin edi-

yorum siz beni denetliyorsunuz. Böyle bir demokra-si Türkiye’de uygulanıyor. Hiçbir partinin bu demok-rasiye itirazı yoktur. Çünkü bu sistem insanın firavunlaşma eğilimi var. Bu çok uygun bir sistem-dir bu sistem. İnsanın nefsine uygun bir sistemdir. Buradan kalkıp 1923 Atatürk ve arkadaşları bunu yaparken oradan bunu anlayabilirsiniz koca Os-manlı imparatorluğu yıkılmış. Osmanlının son za-manlarında da gayrı Müslümanlar kışkırtılmış, Arap Müslümanlar kışkırtılmış, Osmanlı imparatorluğu böyle yıkılmış. Kırk sene boyunca Osmanlı aydınla-rı subaylar, mülkiyeliler işte Atatürk’de arkadaşları da cepheden cepheye koşmuşlar onlar var olmak için biz de bir ulusuz diyorlar. İşte gayrı Müslüman-ları tehcirle mübadeleyle nüfusunu azalttık. İşte geri kalanları da tek tip bir ulus yapacağız diyorlar. O

zamandan baktığında anlaşılır bir şey ama bu-gün savunmak tuhaf bir şey. 1930’lardan bugü-ne ışınlanmış bir irras-yonel garip bir şey orta-ya çıkıyor. Türkiye siyaseti bir iktidar kav-gası olarak devam edi-yor. Çünkü Firavunluk şeyini aşalım devlet bir-çok ülkede de böyle.

Devlet birikimin ve tahakkümün aracıdır. Devlet bu-gün siyasi partilerin Genel Başkanından işte mahal-ledeki partiye üye olan insanına kadar herkes bir başkasından öne geçmek için siyasi partiye giriyor. Devlet özelleştirelim yolsuzluklar oluyor. Hala me-sela Tayyip Erdoğan istesin sizi bir senede dolar milyarderi yapar istesin 2 senede batırabilir böyle organları var. Dünya da neoliberalizm de buna doğ-ru gidiyor. Küçültüyoruz azaltıyoruz gücünü diyorlar ama vatandaş adına sosyal olarak azaltıyorlar dev-leti. Yoksa güçlünün adına daha da güçlendiriyorlar devleti. Devlet güçlünün adına kanunlar çıkartmaya çalışıyorlar. Bunu önlemenin yolu nedir siyasi parti-lerin gerçekten üyeler tarafından finanse edilip yö-netilmeleridir. Siyasi partiler yasası yapmaları lazım.

Page 37: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

35Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Önce siyasi partiler üyeleri tarafından finanse edil-meli. Devletten de para almayacak. Siyaset pahalı bir şey değildir. Bir de denetim söz konusu olursa. Seçilenlerin seçilenler tarafından denetleneceği bir yapı söz konusu olursa siyasi partiler sistemi aşıla-bilir diye düşünüyorum.

Vesayetten yakınıyorlar hala Türkiye’de ve dün-yanın birçok yerinde insan değil devlet önemli dev-letin bekası için insanlar öldürülebilir. Uludere’de insanlar öldürüldü mü kurcalamayın arkadaş Devlet için kurcalamayın. Şimdi görünüşte devlet kutsal olmaktan çıkartılıyor başka bir şey kutsal olmaya başlıyor. Piyasa. Seçkinlerin istediği kanunlar çı-kartılmaya başlıyor. Devlet vesayetinden Piyasa ve-sayetine doğru gidiyoruz. Biz 2000 de 312 madde vardı insanları birbirine ayrımcılık yaparak kışkırtma maddesi bundan dolayı Tayip Erdoğan, Erbakan, Murat Bozkaya falan bu yasadan yargılanmışlardı. Avrupa’da da o zaman baskı vardı bu yasa değiş-sin diye ifade özgürlü açısından AB çerçevesinde bazı maddeler değiştirilirken bu maddenin de de-ğiştirilmesi gündeme geldi mecliste ve bu kışkırt-mayı somut bir şekilde niteleyecek kışkırtabilecek şeklinde kanunda bir kelime var biz onu ısrarla kışkırtacak diye değiştiriyoruz. Kışkırtabilecek di-ğeri yoruma açık. Daha hukuki olur diye. O zaman Ecevit başbakan hasta Hüsamettin Özkan başkan, ikna ettik Bir anda DSP’nin MHP’nin grup başkan vekiller hayır demeye başladı. Meclisin arkasında oda vardır oraya geçtik Hüsamettin Özkan dedi ki ya Bekoroğlu adamlar burada. Kim burada Yav anla diyor bunu yapamayız. Meclis kürsüsüne çıktım dedim ki kim bunlar ara verelim onları bulalım bu eli kıralım ondan sonra bunları görüşelim dedim. O zaman askerdi onlar. Daha sonra Meclis iradesine Kemal Derviş kolunun altında 15 günde 15 günde yasayla geldi. Uluslar arası sermayenin yasalarıydı onlar. Siz battınız borç almanız gerekiyor. Gelecek maaş ödeyemeyeceksin yok bunu değiştir. Tütün piyasası yasasını çıkart. Niye dünyanın büyük şeker üreticilerinin elinde milyonlarca ton şeker kalmış pi-yasaya sürecek bunu yapabilmesi için Yozgat’taki adam şeker ekmeyecek onun için. Bugünde aynı

şey devam ediyor. ABD elçisi Ricardone üç gün öncesinde Dışişleri Bakanlığına gitti. Önce çattı-lar sonra bu terörle mücadele yasası böyle olmaz şöyle olur dediler. Terörün finansmanı ile ilgili yasa böyle olmaz dediler. Türkiye’de ticaret kanunu var-dı. Bu kanun en az 30-40 ülkede değiştirildi. Sendi-kalar yasası getirildi geçtiğimiz sene dünyada da 60 ülkede çıktı. Neoliberal yasalar bunlar.

Anayasa ile ilgili yapacakları değişiklikler baş-kanlık sistemi erkler bizi engelliyor yapacaktık ta yaptırmadılar sistem aynı şekilde ilerliyor 1923 ten beri hatta âdemden beri diyebiliriz. Güya her dö-nem tam karşıtları iktidara geliyor ama yapı vesa-yet sistemi olduğu gibi duruyor. İnsanları değişti. Dün farklı insanlar bu devleti organlarını birikim ve tahrik aracı olarak kullanıyorlardı. Bunun özü siyasi partiler aracılığı ile devam ediyor. Siyasi partilerde aynen bu şekilde organize olmuşlardır. Tayip Er-doğan padişah oluyor diyorlar. Bundan öncekilerin de padişahtan farkı yoktu. Tayip Erdoğan diğerle-rinden daha fazla oy aldı. Daha güçlü görünüyor. Tayyip Sultan Süleyman’sa diğerleri de işte Sultan Mahmut gibi. Hepsi bu şekilde devam ediyor. Hiç Tayyip Erdoğan’ın ağzından duydunuz mu siyasi partiler yasasını değiştirelim diye. Şimdi barajı kal-dıracaklar. Yerine ne getirecekler kimsenin haberi var mı? Yüzde 10 barajını kaldırıp yerine daraltılmış bölge uygulaması getirecekler. Barajı sıfırlayacak ya da yüzde 5’e indirecek. Bu ne demek yüzde 20 oy alacaksın demek. Daraltılmış bölgede 5 milletve-kili çıkartabilmek için yüzde 20 barajını geçmen ge-rekecek. Mesele sadece baraj değil şimdi anayasa yapacağız diyorlar nasıl yapacaksınız yüzde 95’le temsil ediliyorsunuz. Bütün partilerin temsil yüzdesi yüzde 95. İyi de kardeşim bunları halk seçmedi ki.

Barış sürecinde siyasi partilerin uyumsuzluğunu uzlaşmazlığını neye bağlıyorsunuz?

Kürt meselesi bütün anlattıklarımın bir parçası-dır ve gerçekten önemlidir. Modern Türk ulusu inşa projesinin bir unsurudur. Onlar itiraz etmiyorlar Kürt olmayan herkes Türk’tür. Benim ana dilim Lazcadır. Şimdi daha tehlikeli bir konu vardır. Ahmet Türk bir

Page 38: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

36 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

laf söyledi Atatürk bu cumhuriyeti Türkler ve Kürtler için kurmuştur böyle yapalım dedi. Ne demek de-diler arkası gelmedi. O da bilinçaltını ortaya koydu tabi. Vesayet sistemi olduğu gibi kalacak. Vesayet sisteminin kullanımını birilerine başka vesayet kuru-muna bir bölgeye devredecekler bırakacaklar ve işi çözdük gibi gösterecekler. Kürt meselesi deminden beri konuştuğumuz meselelerinin bir unsurudur. Gerçekten denetlenebilir sürdürülebilir şeffaf, açık, temsil sorunlarını halletmiş bir demokrasi inşa edil-mesine bir fırsatsa bir işi yarar. Kapalı kapılar arka-sında İşte adamın şartlarını iyileştir sonra siyasete getir vesayet sistemini bölgeye devret Kürt mese-lesi çözülsün çözülmez başka meseleler ortaya çı-kar. Nedir bu meselenin çözümü eşit yurttaşlıktır. Hepimiz şimdi olacağız hepimiz öne adam olacağız hepimizi önce adam ka-bul edecekler hepimiz partimizi kuracağız reyi-mizi vereceğiz üyemizi vekilimizi kendimiz se-çeceğiz, seçtiklerimizi kendimizin seçtikleri denetleyebileceğiz bir demokrasiye ulaştığı-mız anda bu iş çözülür. Silahlar susmalı. Ha şimdi yapılan işler kötü mü? Hayır, şimdi yapılan şeyleri süreci de sonun kadar destekliyorum. Neden çünkü silahların sus-ması lazım bizim bunları konuşabilmemiz için. Yanlış yaparız düzeltiriz sonra. İnsanların öldüğü yerde bunlardan bahsedemeyiz. Bundan sonra Kürt liderleri bu amaçlar için ölelim diyemeyecekler Türk devleti de bu savaşı kazanamayacağını bu şekilde kazanamayacağını gördü. Bence silahlar susacak artık. Türkiye’de gerçekten demokrasi inşa edilirse Kürtlerde herkeste rahat eder diye düşünüyorum.

AKP’yi kuran arkadaşların çoğuyla daha ön-ceden siyaset yaptık. Bakın şöyle bir durumuna düşürdüler. Özellikle 28 Şubat sürecinde denize düşen yılana sarılır misali öyle bir noktaya düşür-düler ondan sonra yolunu açtılar. Bir gün var oraya

kadar refah partisine dindar olan herkese öyle bir saldırı var ki insanlar denize düştü boğulduk, ne-fes alamadık bir anda yenilikçiler diye bir şey icat edildiler. Muhtar bile olamaz dedikleri kişiler Çarşaf çarşaf röportajlar. Böyle bu iş. Yok oluyoruz. Nasıl ayakta duracağız. Fazilet partisinde konuşuyorduk. Reel siyaset yapmalıyız. Bende Bürokratik oligarşiyi sorgulamalıyız. Diyordum. Önce bu iktidarı sorgula-mamız gerekiyor. Tabiatını. Bu kurumlarla beraber iktidar olursak. Bunların yapacağı baskıyı zulmü biz yapacağız. Böyledir insanın tabiatı çünkü. Ben iyi insanım iktidara geldim. Müslüman’ım. Dolayısıyla iyi şeyler yapacağım. Sen melaeke misin? arkadaş. Sistem yapacak seni. Belediye geldin ben çalmam. Belki yanındaki çalar. Şeffaf yapsana imar yasala-rını. Naklen yayında yapsana bunları. İlle de bele-

diye meclisi bizim olsun diye uğraşalım. Bunun nasıl olacağı üzerinde çalışalım. Reel siyasete gittiler.

Numan Bey ve arka-daşların yüzde 75 i gitti yüzde 25 vardı. Bu git-meler bir anda olmadı. Saadet partisinde kalıp bir türlü Has partiye ge-çemeyenler meclis gu-

rubundaki tartışmalarla oluşturduğumuz böyle de-vam eden bir koalisyondu. Numan Bey böylede bir sonuç alınabileceğini düşünüyordu ama seçimden sonra demoralize oldu. Yaşının geçtiğini bu yolla bir şey olamayacağını, paniğe kapıldı. Bazı isimler git-ti Başbakanı ikna etti. O da Numan beyi davet etti. Numan Bey de denize düşmüş misali katıldı gitti. Ertuğrul Günay başka bir psikoloji. Numan beyin gitmesi önemli bir şey çünkü ilk defa kitlelerle ya-şam tarzı Türkiye solunun ciddi bir problemi var. Böyle bir problemi olmayan bir ekip adaletçi, öz-gürlükçü, paylaşımcı bir programı yine halka ters gelmeyen bir dille anlatıyordu. Çokta ilgi gördü. 328 bin oy aldı...

Page 39: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

37Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Stajyer Mali MüşavirAyşegül NETAŞLI

Fyodor Mihayloviç

Dostoyevski11 Kasım 1821 tarihinde Moskova’da doğdu. Babası Yoksullar

Hastanesinde çalışan eski bir ordu cerrahı, annesi ise bir tüccarın kı-zıydı. Çocukluğu, zorba ve sarhoş bir babayla ve hasta bir anne ara-sında geçti. 16 yaşında annesini kaybetti. 1837 yılında Petersburg Askeri Mühendislik Okulu’na girdi. Okulu bitirdikten sonra edebiyatla uğraşabilmek için askerlikten ayrıldı. Bu sırada parasızlık, sefalet ve sara nöbetleri içinde buhranlı bir hayat sürdü. 1846 yılında ilk romanı İnsancıkları yayımladı. Bu eserinin ardından yazdığı kitaplarla bekle-diği başarıya ulaşamayan Dostoyevski’nin umudu kırıldı ve politikayla ilgilenmeye başladı.

1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile tu-tuklandı. On ay hapisanede kalan Dostoyevski, kurşuna dizilmek üze-reyken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile affedildi. Cezası dört yıl kürek, dört yıl da adî hapse dönüştürüldü. Cezasını çekmesi için Sibirya’da bulunan Omsk Cezaevi’ne gönderildi. Burada geçirdiği dört yılın ardın-dan er rütbesi ile hizmete verildi. Subaylığa kadar yükseldi. 1857 yılın-da Maria Dmitrievna Isayeva ile evlendi. Beş yıl boyunca görev yapan Dostoyevski, 1859 yılında özgür bırakıldı ve Petersburg’a yerleşti. Petersburg’a döndükten sonra Ezilenler (1861) ve Ölüler Evinden Anılar (1862) adlı eserleri yazdı. Kardeşiyle birlikte iki dergi çıkardı. 1862’de arzuladığı Avrupa seyahatini gerçekleştirdi. Sara nöbetleri ve kumar bağımlılığı yüzünden maddi açıdan darlığa düştü. Bu dönemde Yeraltından Notlar (1864), Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1866), Budala (1868), Ebedi Koca (1870) ve Ecinniler (1872) gibi eserleri yazdı. Eşinin ölümünden sonra sekreteriyle evlendi. Yeniden borçlan-dı ve kumarhanelerde gezmeye başladı. Kızının ölümünün ardından büyük bir sarsıntı geçirdi. Delikanlı (1875), Bir Yazarın Günlüğü (1876) ve Karamazov Kardeşler (1879) adlı eserlerinde yazarlık ha-yatı boyunca konu edindiği temaları yeniden ele aldı. Karamazov Kar-deşler adlı yapıtını üç yılda bitiren Dostoyevski, bir ciğer kanamasıyla yatağa düştü ve 28 Ocak 1881 tarihinde öldü. Dostoyevski için 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze töreninde yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasından yürüdü. Dünya edebiyatını en çok etkileyen ve en çok okunan yazarlardan biri olan Dostoyevski’nin eserleri birçok 20. yüzyıl düşünürünün fikirlerini derinden etkiledi.

Page 40: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

Yücel ULUSOYSMMM

38 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Yerel Yönetimler veÖzerklik

GİRİŞ

Bu makalenin amacı; yerel yönetimler ve son zamanlarda yeniden gündeme gelen yerel özerklik nedir ? Neleri kapsamaktadır?

Yerel Yönetimler;

Yerel yönetimler, belli bir coğrafi alan üzerinde yaşayan yerel toplu-luk üyelerinin kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, ekonomik, sos-yal, kültürel zenginliğe ve refaha ilişkin yerel hizmetleri genel yetkiyle, kendi sorumluluğu doğrultusunda yerine getiren, işleyişinde açıklığı, şeffaflığı çoğulcu ve katılımcı demokrasi ilkelerini hayata geçiren, yet-kilerin yerel halka en yıkın yönetim birimince kullanıldığı, kamu tüzel kişiliğine sahip, özerk, demokratik bir kuruluştur. (1)

Ülkemizde yerel yönetimler il özel idaresi, Belediye ve Köy olmak üzere üç türlü yerel yönetim biriminden oluşmaktadır.

Belediyeler;

Belediye; bir il veya ilçenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçimle belirlenen örgüttür. Organ-ları; Belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye başkanıdır.

Yerel yönetim kuruluşları içinde en önemlisi belediyelerdir. Ülke-mizde 2010 yılı itibariyle Yerel Yönetimler Araştırma Derneği verileri-ne göre 2950 adet belediye bulunmaktadır. Belediyecilik, ülkemizde Osmanlı’dan başlayıp Cumhuriyet döneminde (1930 yılında kabul edilip, 2005 yılına kadar kullanılmış 1580 sayılı Belediyeler Kanunu ile) devam etmiş, ilgili kanun, yerini 5393 sayılı Belediyeler Kanununa bırakmıştır.

Ülkemizde iki çeşit belediyecilik bulunmaktadır. Bir, bu Kanuna göre kurulan belediyeler, iki, Büyük Şehir Belediyeleridir. İkisinin mev-zuatları birbirinden farklıdır.

Ülkemizde 2000 sonrası gerçekleşen yeni kamu yönetimi anlayışı çerçevesinde reformlar yapılmış bu reformların bir bölümü de yerel yönetimlerin idare ve özerkliği ile ilgilidir. Yerel yönetimler alanında ya-pılan kanun değişiklikleri belediye ve il özel idareleri kanunları ile mer-

Page 41: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

39Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

kez yerel arası yoğun bürokratik işlemler azaltılarak, yerine daha etkin bir işbölümü hedeflenmiştir.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Tür-kiye;

Yerel yönetimleri halka en yakın kuruluşlar ola-rak geliştirmek ve daha özerk hale getirmek, sa-nayileşmiş batı ülkelerinin ortaklaşa paylaştıkları ve titizlikle sahip olmaya çalıştıkları demokratik ve çağdaş değerlerin başında yer almaktadır. Yerinden yönetim ve dayandığı ilkeler, Avrupa halkının gün-lük yaşamına ve kamu bilincine mal olmuş durum-dadır. Yerel özgürlükler Avrupa’da yurttaşların hak ve özgürlüklerinin mantıksal ve zorunlu bir öğesini oluşturmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde, özerk yerel yönetim kavramı, insan haklarının ve demok-rasi ilkelerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edil-mektedir. Özerk yerel yönetim ilkesinin korunması ve sürekli bir şekilde geliştirilmesinde bir zorunluluk olduğu savunulmaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile, yerel yönetimlerin siyasal, yönetsel ve mali özerklikleri-nin korunması ve haklarının kabul edilmesi yönünde Avrupa ölçüsünde ortak temel hükümler getirilmek-tedir. Ancak bunların uygulanması genelde, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin kendi iç mevzuatına bıra-kılmıştır.(2) Demokrasinin gelişmesinde, yönetim-de etkinlik ve verimliliğin sağlanmasında temel bir konuma sahip bulunan yerel yönetimler için bu şart, haklarının korunabilmesi açısından önemli bir gü-vence oluşturmaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 3 ana bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde özerk yerel yönetim kurumunun dayandığı temel ilkeler yer almakta, özerk yerel yönetimin anaya-sal ve yasal bir temele oturtulması gereği önemle vurgulanmaktadır. Bu bölümde özerk yerel yönetim kavramının tanımı şöyle yapılmaktadır (3): “Özerk yerel yönetim kavramı, yerel makamların, kanun-larla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin

önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzen-leme ve yönetme hakkı ve imkanı anlamını taşır.” (md. 3, prg. 1.). Yerel yönetimler üzerindeki devlet denetiminin azaltılması ve kendilerine görevlerinin önemiyle orantılı mali kaynak sağlanması gereği de yine birinci bölümde ifade edilmektedir.

İkinci bölümde, bu Şart’ı onaylayan devletlerin yükümlülükleri ve sorumlulukları ile ilgili kurallar yer almaktadır. Şart’ın son bölümü ise uygulama ve yü-rürlük koşullarına ait kuralları içermektedir.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın en önemli eksikliği Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde uy-gulanıp uygulanmadığının gözetimi konusunda bir hüküm getirmemiş olmasıdır. Yerel ve Bölgesel Yö-netimler Sürekli Konferansı (CPLRE) önceleri Şart’a ek bir protokol getirerek devamlı komite oluşturul-ması düzenlenmesini düşündüyse de, daha sonra uygulanma zorluğu nedeniyle bundan vazgeçilmiş-tir. Bilahare “ex-offico” denilen resmi nitelik taşı-mayan (informel) bir denetim yöntemi uygulamaya konulmuştur. Günümüzde halen böyle bir izleme komitesi, Şart’ı imzalayan ülkelerdeki uygulamaları izlemekte ve hazırladığı raporları Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne sunmaktadır.(4)

Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 21 Kasım 1988 tarihinde imzalamıştır. Daha sonra da bu Şart 3723 sayılı yasa (5) ile Parlamento tara-fından ve 06 Ağustos 1992 tarihli kararla Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 1982 Anayasası’nın 127. maddesinde yer alan ye-rel yönetimlere ilişkin ilkelerin birçoğu bu Şart’ta da bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, nedense Anayasa’da yer alan bu ilkelerden bir bölümünü onaylamakta duraksamış ve onlara çekince koyma-yı yeğlemiştir.(6) Şart’a ait olarak Türkiye’nin çekin-ce koyduğu maddeler şu konularla ilgilidir:

Yerel yönetimlere kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren konularla ilgili planlama ve karar alma

Page 42: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

40 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

süreçleri içinde, olanaklar ölçüsünde, uygun bir za-manda ve biçimde danışılması (md. 4, prg. 6.),

Yerel yönetimlerin yönetsel örgüt yapılarının 1. kendileri tarafından kararlaştırılabilmesi (md. 6, prg. 1.),

Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleri ile bağ-2. daşmayacak işlev ve faaliyetlerin kanunla veya temel hukuksal ilkelere göre belirlenmesi (md. 7, prg. 3.),

Yerel denetime, ancak yönetsel denetimle ko-3. runmak istenen yararlarla orantılı olması duru-munda izin verilmesi (md. 8, prg. 3.),

Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında, hiz-4. met maliyetlerindeki artışların mümkün olduğun-ca hesaba katılması (md. 9, prg. 4.),

Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara 5. tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda kendilerine uygun bir biçimde danışılması (md. 9, prg. 6.),

Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi 6. politikalarını uygulama konusundaki temel özgür-lüklerini ortadan kaldırmaması (md. 9, prg. 7.),

Yerel yönetimlere ortak çıkarlarının korunması ve 7. geliştirilmesi için birliklere üye olma ve uluslara-rası yerel makamlar birliklerine katılma hakkının tanınması (md. 10, prg. 2.),

Yerel yönetimlerin, kanunla muhtemelen öngörü-8. len koşullar içinde başka devletlerin yerel yöne-timleri ile işbirliği yapabilmesi (md. 10, prg. 3.),

Yerel yönetimlerin kendilerine anayasa veya ya-9. salar tarafından tanınmış olan yetkileri ve özerk yönetim ilkelerini koruyabilmeleri için, yargı yol-larına başvurma hakkının tanınması (md. 11,).

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın birçok ilkesini benimsemiş olmasına karşın Türkiye’nin bu önemli konulara çekinceler koyması, yerel de-mokrasinin gelişmesi yönünden bir eksiklik olarak kabul edilmektedir. Şart’ın temel ilkelerinden bir bö-

lümünün Anayasa ve yasalarla zaten benimsenmiş olduğu söylenebilir. Ancak ülkemiz ve demokrasi-nin gelişmesi açısından önemli olan, uygulamada, benimsenmiş Anayasa ya da yasalarda yer verilen evrensel ilkelere titizlikle bağlı kalınmasıdır. (7)

Ülke bütünlüğünü zedeleyici nitelikte olmayan ya da ülke yönetiminden ayrılmış bir yerel yönetim amacını taşımayan yönetsel ve mali özerkliğin ne-den endişe verici bulunduğunu anlamak pek müm-kün görünmemektedir.(8) Bu konuda halkın yerel yönetimlere sahip çıkmakta göstereceği duyarlılık da son derece önemlidir. Avrupa Birliği’ne sadece yasal anlamda değil, gerçekte de saygı duyulan bir devlet olarak katılmak isteniyorsa, yerel özerklik ilkesinin yerel yönetimlerimizde egemen kılınması zorunluluğu bulunmaktadır.(9)

Gerekli yasal düzenlemeler yapılarak yöneti-cilerin uyması gereken kurallar doğru belirlenir ve yasal zemin doğru hazırlanırsa gerekli denetleme mekanizmaları kurulursa siyasi iktidarlar kendine yakın yerel yönetimlere ayrıcalık tanıyamayacak düzenlemeler yapılırsa yerel yönetimlere özerklik verilmesinde bir sakınca görmüyorum. Ülkemizde devlet otoritesi kendi yetkisini başkalarına vermek istememekte merkeziyetçi devlet geleneği devam etmektedir.

KAYNAKÇA

1- www.yerelyönetim.net ( Dr. Ahmet Fidan Satırbaşı)2- Ali PITIRLI; “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”,

Türk İdare Dergisi, C. 61, S. 383, Haziran 1989, s. 61-62. 3- 9TC Resmi Gazete; 03 Ekim 1992, Sayı No: 21364. 4- Enis YETER;“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı

Karşısında Türkiye: Anayasa ile İlgili Yasalarda Durum”, Çağ-daş Yerel Yönetimler Dergisi, C. 5, S. 1, Ocak 1996, s. 12.

5- T.C Resmi Gazete; 21 Mayıs 1991, Sayı No: 20877. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı

6- Ruşen KELEŞ; “Belediyeciliğimizde Son Gelişmeler ve Yerel Özerklik”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, C. 1, S. 2, Mart 1992, s. 14.

7- KELEŞ; “Yerel Yönetimler Özerklik...”, s. 18. 8- Zerrin Toprak KARAMAN; “Türkiye’de Siyasetin Kent

Yönetimine Etkisi”, Yeni Türkiye Dergisi, S. 4, Mayıs-Haziran 1995, s. 545.

9- KELEŞ; “Belediyeciliğimizde Son...”, s. 14.

Page 43: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

41Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Burhan Doğançay

Duvarların Dili(Olsa da Söylese!)

Duvarlardaki üst üste ya-pıştırılmış, yırtılmış, boyanmış yüzeylerin resmini-kolajını yapan dünyaca tanınan sa-natçımız Burhan Doğançay’ın ölümünden kısa bir süre önce İstanbul Modern Sanatlar Müzesi’nde açılan sergisinin başlığı, “Kent Duvarlarının Ya-rım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektif”iydi. Bu harika başlık, Burhan Doğançay’ın sanatının özetini, belki de daha fazlasını ifade ediyordu.

Sanatçıyı besleyen ona ilham veren duvarlar-duvar kelimesi, çoğu-muz için engeli çağrıştıran olumsuz anlam kaynağıdır. Bu algılamanın temelini olasılıkla, insanoğlunun savaşlarla, şiddetle dolu tarihi ve du-varların buradaki rolü oluşturuyor olsa gerek. İnsan uygarlık yolunda ilerlerken durmadan duvarlar örmüş adeta. Evler, hanlar, hamamlar da yapmış; kaleler zindanlar da yapmış. İktidarlar kendilerine, hanlar hamam ve sarayları seçerlerken, muhaliflerin payına da, her zaman, zindanlar, cezaevleri düşmüş. Sanatçılarda karşıt kimlikleriyle, çoğu zaman kendilerini bu duvarlar arasında bulmuşlar. Türkülerimizde, şa-irlerimizin şiirlerinde sıkça mahpushane kokması belki de bundandır.

Akşam erken iner mahpushaneye

Ejderha olsan kar etmez

Ne kavgada ustalığın,

Ne de çatal yürek civan oluşun.

Kar etmez, inceden içine dolan,

Alıp giden hasrete.

Ahmet Arif

Yard. Doç. Hüseyin SÖNMEZ

(11 Eylül 1929 - 16 Ocak 2013)

Page 44: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

42 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

İster içerde, ister dışarıda olalım duvarlar, insan-

lığın akıl defteri gibidir. Lascaux, Çatal Höyük ma-

ğara duvarlarında insanın avının üzerine saplanan

oklar, bugün duvarlarda sevgilinin kalbini delip ge-

çiyor. O gün avının üzerine çarpı işareti koyan ma-

ğara adamı, bugün Maraş’ta, Adıyaman’da kapıla-

ra, duvarlara büyük fırçalarla çarpı işareti koyuyor.

Sevmediği sanatçı, ya da kişinin duvardaki afişinin

gözünü oyuyor, karalıyor, koparıyor. Daha da hırsını

almazsa söküp atıyor.

Hızla değişen teknoloji bizi davranış olarak çokta

değiştirmişe benzemiyor. Bütün risk ve yasaklılığı-

na rağmen insan, duvarlarda iz bırakmak, ey dünya

bende varım demek istiyor. Sevgilisinin de adını ya-

zıyor, düşmanının da. Sloganda yazıyor, küfür de.

Sadece müzeleri gezebilenler değil, herkes görsün

diye, resimde yapıyor, grafiti de. Açıkça dile getire-

mediği ya da yasaklı her şeyi, duvarlara yazmak ve

çizmek istiyor.

Duvarlar birazda kamusal ifade alanlarıdır. Bu-

ralara yazılanlar, çizilenler, yapıştırılanlar, toplumu

yansıtan birer göstergedirler aynı zamanda. Dünya

duvarlarını gezen, fotoğraflayan, malzeme toplayan

Burhan Doğançay, baskının yoğun olduğu, daha

katı yönetilen ülkelerin duvarların da, daha az yazı

ve malzemeyle karşılaşıldığını söylüyor. Örneğin,

Berlin duvarının doğu tarafında, İsrail-Filistin ara-

sındaki duvarın İsrail tarafında, Meksika- Amerika

arasındaki duvarın Amerika tarafında. Burhan Do-

ğançay, ekonomik olarak iyi kesimlerin yaşadığı

yerlere bakarsanız bir şey bulamazsınız der, Nişan-

taşı, Bağdat Caddesi, Dolap Dere duvarlarının ise

başka olduğunu vurgular. Ve dünya duvarlarının

farklılıklar gösterse de benzerlikler taşıdığını, bunu

kültürel benzerlikten çok, alt sınıftaki insanların dert-

lerini benzer şekilde ifade etmelerine bağlar.

Bir zamanlar bolca siyasi sloganların, yasaklı,

yırtılmış, karalanmış afişlerin yer aldığı duvarlardan

çok şükür kurtulduk! Bugün, daha temiz hijyen du-

varları, eğitim seviyesi düşük, kendini bir başka bi-

çimde ifade edemeyen gençlerin, basit sığ aşk yazı-

ları doldurdu. Bu da bir şey diyebiliriz. Yazılan-çizilen

bol bol küfürlere ne demeli. Birçoğumuz Türkiye’nin

bu tarihsel, toplumsal, ekonomik değişimin yansı-

malarını duvarlardan izleyerek tanık olmadık mı?

Bu tanıklığı sanata çeviren Burhan Doğançay,

duvarlarla ilgili resim

yapmaya başladığında

başarılı bir bürokrat, New

York turizm enformasyon

müdürüdür. Sanatçının

babası ressam Adil Do-

ğançay, oğlunun küçük

yaşta resme olan ilgisine

rağmen, onun sanatçı ol-

masını istememiş. Bur-

han Doğançay’da mahal-

ledeki çoğu arkadaşı gibi,

ilgisi olmasa da hukuk

fakültesine gitmiş, bu

Page 45: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

43Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

arada Gençler Birliği’nde

profesyonel düzeyde fut-

bol oynamıştır. Kendi ifa-

desiyle okulu nasıl bitir-

diğine kendisi de şaşar.

Hukuk fakültesi mezunu

olarak işe başlar, başa-

rılı bürokrat olur, yurtdı-

şı doktorasından sonra

New York turizm enfor-

masyon müdürü olarak

atanır. Dünyayı gezdik-

çe, tanıdıkça, içindeki

bastırılmış resim tutkusu

galip gelir ve mesleğin-

den istifa eder. Doksan

bin sanatçının yaşadığı,

var olmaya çalıştığı New York’ta ben de varım der.

Klasik bir sanatçı öyküsü gibi, birden maaşsız, öde-

nemeyen ev kiraları ve faturalarla baş başa kalır. Bu

durum uzun süre böyle devam eder.

Burhan Doğançay’ın kaderi duvarlarla ilgili yap-

tığı bir resminin Guggenheim Müzesi’ne kabul edil-

mesiyle değişir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra

New York dünya sanatının merkezidir. Guggenheim

gibi uluslararası saygınlığı olan müzeye resminin

kabul edilmesi, Burhan Doğançay’ın resimlerinin

hızla özel koleksiyonlara girmesine, dünya müzele-

rinde sergilenmesine neden olur.

Burhan Doğançay’ın resimlerine konu olan du-

varlar, sadece New York ya da, İstanbul kentinin

değil, sanatçının objektifine takılan bütün dünya

duvarlarıdır. Sanatçı gezdiği şehirlerde, duvarlara

yansıyan kültürel farklılıkların, göstergelerin peşine

düşer, bunları fotoğraflar. Kimi zaman buralarda

bulduğu, kopardığı söküp aldığı malzemelerin üze-

rine, doğrudan boyayarak, bazen de çektiği onlarca

duvar fotoğraflarından yararlanarak sadece tek bir

resim yapar. Bu tek yapıt belki de “Mavi Senfoni”dir.

Sanatçının bu resmi, 2009 yılında 2,2 milyon lirayla

alıcı bulur. Ve bu fiyat Çağdaş Türk Resmine o güne

kadar verilen en büyük değer unvanını taşımakta-

dır.

Teşekkürler Burhan Doğançay, bize üst üste yır-

tılmış, yazılmış, kazınmış afişlerle dolu kirletilmiş

duvarlara farklı da bakılabileceğini de gösterdiğin

için. Binlerce teşekkürler bize bu denli güçlü, yalın,

etkileyici yapıtlar bıraktığın için.

Kaynakça

Sena Çakırkaya, Burhan Doğançay İle Söyleşi, Sanat Dünyamız, Temmuz-Ağustos 2012 Say 129, İstanbul

Mehmet Ergüven, Burhan Doğançay, Katalog Önsözü, 2001

Philippe Piquet, Doğançay ve Villege: Duvarlara Övgü, Pera Müzesi, Katalog Önsözü,2008 İstanbul.

Page 46: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

44 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Muhasebe Bürolarında Hizmet Pazarlaması (2)

Mali Müşavirlik Hizmetlerinin Pazarlanması

Pazarlama, kişilerin ve örgütlerin amaçlarına uygun şekilde değişim sağlamak üzere, malların, hizmetle-rin ve düşüncelerin yaratılmasını, fiyatlandırılmasını, dağıtımını ve satış çabalarını planlama ve uygulama sürecidir.

Bu anlamda muhasebe ve müşavirlik hizmeti su-nan bir işletmenin da amacı, mükelleflerin o işletmeyi tercih etmesini ve tercih sonrası kurulan iş ilişkisinin her iki tarafı da tatmin edecek şekilde sürmesini sağ-lamaktır.(2)

Pazarlama kavramı ilk olarak bir ticari malın daha fazla ve karlı olarak satış uğraşı olarak ortaya çıkmış-tır. Bu nedenle pazarlama bir malın satış süreci ve pa-zarlamacı kavramıyla eş anlamlı olarak algılandığı için mesleğe uygun olmayan ve ahlaki olmayan bir uğraş

olarak görülmüştür. Meslek mensupları mali müşavirlik işinin ticari bir faaliyet olmadığı için mükellefleri ile olan ilişkilerinde pazarlamacının yaptığı bir işi yapıyor olmaktan kaçınmaktadırlar.

Pazarlamayı bir şemsiye olarak düşündüğümüzde reklam onun altında bir alt disiplindir. Bu nedenle pazarlamayı satış kavramından daha geniş ve kapsamlı düşünüp pazarlama ile reklamın birbirinden ayrılması gerektiği düşünülmektedir. Mesleki yasa, yönetmelik ve kararlara baktığımızda reklamın katı bir şekilde yasaklandığı görül-mektedir. Fakat pazarlama kavramının ve faaliyetlerinin çok geniş bir yelpaze sunması nedeni ile yasada tanımı net olarak yapılmamış ve buna bağlı olarak reklamda olduğu gibi kesin ve katı olarak yasaklama hükümleri getirilmemiştir.

MMMBD Ankara Şb. BaşkanıHasan BİRDOĞAN

Page 47: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

45Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Yaşantımızın her aşamasında hizmet sektörü ile

içi içe yaşamaktayız. Ülke ekonomilerinin gelişme-

sine paralel olarak hizmet sektörü de gelişmekte-

dir. İstatistikler gelişmiş batı ülkelerinin birer hizmet

ekonomisine dönüştüğünü kanıtlamaktadır. Örne-

ğin ABD (%75,6),Kanada (%75,2),İngiltere (%70,6)

gibi oranlar da hizmet sektöründe çalışan olduğunu

göstermektedir. (3)

Hizmet sektörüne duyulan bu yoğun ihtiyaç, hiz-

met pazarlaması anlayışının gelişmesine buna bağlı

olarak da kaliteli hizmet verme olgusunun ortaya

çıkmasına neden olmuştur. Bir işletmenin başarısı

hizmet kalitesine bağlıdır. Hizmet işletmesinin diğer

hizmet işletmelerinden farklı olmasının yollarından

biri kaliteli hizmet sunmasıdır.

Modern pazarlama anlayışı, müşteri ihtiyaç ve

isteklerini hareket noktası alan, faaliyetleri bu ihtiyaç

ve istekleri karşılayacak şekilde pazarlama progra-

mı çerçevesinde planlayan ve uygulayan, hedefi de

rakiplerden daha etkin ve yeterli müşteri tatmini ya-

ratmak olan bir anlayıştır.

Hizmet sektörü içinde olan muhasebecilik ve

mali müşavirlik işletmesinde modern pazarlama

anlayışı, mükellef beklentileri doğrultusunda söz

konusu hizmetleri sunarak mükellef yaratma hedefi

taşımalıdır.(4)

Hizmet sektörü içinde yerini almış olan mali mü-

şavirlik mesleğini icra eden meslek mensuplarının

sayısı gün geçtikçe artış göstermesine rağmen bu

oranda ticari iletme artışı olmamaktadır. Bu konuda

2001 ve 2012 yılları arasındaki meslektaş ve vergi

mükellefi artışlarına bakacak olursak;

G.V.Mükellefi K.V.Mükellefi Toplam

2001 1.768.000 565.000 2.333.000

2012 1.765.000 663.000 2.428.000

Bu yıllar arasında mükellefin artış oranı %4

SM SMM Toplam

2001 28.223 25.389 53.612

2012 12.557 72.857 85.414

Meslektaş artış oranı aynı yıl aralığın da %59

olmuştur. İnsanların mesleğe ilgi duyması sevindi-

rici ama bu tablo mesleğin potansiyel olarak haksız

rekabeti içinde barındırdığını net olarak göstermek-

tedir.

Bu tablo hem mevcut meslektaşlar hem de yeni

meslektaşlar arasında rekabet/haksız rekabet yarat-

maktadır. Bu “pastadan” pay alabilmek için, farklı

ve kaliteli hizmet sunma çabası şeklinde tanımlanan

modern pazarlama anlayışı ile mesleğin icra edil-

mesi verili koşullar ışığında haksız rekabeti bünye-

sinde taşıdığı için bu tür faaliyetlerden kaçınılması

gerekmektedir. Mali müşavirlik hizmet pazarlaması

potansiyel olarak reklam ve haksız rekabeti barın-

dırmaktadır.

Pazarlamanın kuralsız bir yönteme dönüşmesi

haksız rekabete neden olacağı da unutulmamalıdır.

Reklam pazarlamanın alt disiplini olsa da pazarlama-

nın reklam yapma biçimine büründürülmesi meslek

yasası ihlallerine neden olması kaçınılmazdır.

Modern pazarlama anlayışında dört temel unsur

ortaya çıkmaktadır.

- Müşteriye yönelik olma,

- Hedef Pazar,

- Bütünleşik pazarlama çabaları,

- Müşteriyi tatmin ederek kar sağlama(5)

Bu pazarlama anlayışlarına dikkatli bakıldığında

mesleki kuralların çok kolay ihlal edileceği görüle-

cektir. Bu nedenle anlayışların uygulamaya geçti-

ğinde bunların reklam yasağı ve diğer mesleki ilke

Page 48: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

46 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

ve kuralları ihlal edilebileceği hassasiyeti taşıdığı

değerlendirilmelidir.

Müşteriye yönelik olma; mali müşavirlik işlet-

mesinin müşteri zihniyetli olması, müşterisini dü-

şünmesi, onların ihtiyaçlarını dikkate alma ve en iyi

şekilde karşılama anlamını taşımaktadır. Bu anlayış

mesleki bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini ortadan

kaldırıcı nitelikte olmamalıdır. Meslek mensupla-

rının başarıya ulaşmaları dürüstlük, güvenirlilik ve

tarafsız olmaları ile mümkündür. Meslek mensup-

ları bağımsızlıklarına gölge düşürecek ilişkilerden

ve davranışlardan kaçınmalıdırlar. Müşteri odaklı

çalışma, mesleki angaryaların yanı sıra meslek dışı

müşteri angaryaları yaratarak müşteri memnuni-

yeti için emanet para almak da dahil olmak üzere

müşteri yerine hareket etme davranışlarından uzak

durulmalıdır.

Hedef Pazar; müşavirlik işletmesi mükelleflerini

işkollarına göre bölümlere ayırabilir. Meslek mensu-

bu kendisinin “uzman” olduğu alandaki muhasebe

kayıt düzeni ve mevzuat bilgisine göre daha doğru,

daha güvenilir hizmet sunacağından emin olarak

hareket eder. Mükellefler de meslek mensubunun o

konunun, iş kolunun uzmanı olarak gördüklerinden

hizmeti o kişinden satın almayı yeğleyeceklerdir.(6)

Mecburi Meslek Kararı’nın 17’nci maddesinde,

övgü ve tanıtımlarda meslek unvanı dışındaki ‘ver-

gi uzmanı’’ ‘’yönetim danışmanı’’ gibi herhangi bir

mesleki uzmanlığın gösterilmesi ve tanıtımı kullanı-

lamaz. Uzmanlaşmanın sonucunda yeni veya mes-

lektaş ile sözleşmesi olan müşteriler ile çalışmayı

sağlayabilmek amacı ile’

Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Ye-

minli Mali Müşavirlik Mesleklerine İlişkin Haksız

Rekabet ve Reklam Yasağı Yönetmeliğinin;

Madde 8).. b) Meslek mensuplarının hizmetle-

rini ve faaliyetlerini yanlış ve yanıltıcı veya yersiz

açıklamalarla kötülemek

ç) Kendisi, hizmetleri ve faaliyetleri hakkında

gerçek dışı veya yanıltıcı açıklamalarda bulunmak’’

haksız rekabete neden olacağı

Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Ye-

minli Mali Müşavirlerin Mesleki Faaliyetlerinde

Uyacakları Etik İlkeler Hakkında Yönetmeliğin;

Madde 16)..c) Diğer meslek mensuplarına yö-

nelik doğrulanmamış karşılaştırmalar ve küçültücü

göndermeler yapmamalıdır.’’ Hükümleri ihlal edil-

memelidir.

Bütünleşik pazarlama çabaları; mali müşavirlik

işletmesinin pazardaki mevcut ve potansiyel mü-

kelleflerin işletmeyi tanımalarını sağlayan, işletme

lehine olumlu imaj elde etmelerini sağlayan çaba-

lardır. İletişim olarak da adlandırılır.(7)

Bu çabanın unsurları içinde hizmet kalitesi, fiyat

politikası ve müşavirlik işletmesinin, mükelleflerce

kendisini ve faaliyetlerini tanıtmayı amaçlayan ça-

balardır. Bu çabanın aslında bir bütün olarak pa-

zarlama çalışmaları olarak görmek mümkündür. Bu

anlayışta çabanın nerede reklam nerede pazarlama

olduğu net bir şekilde tanımlanmalıdır. Aksi takdirde

reklam yasağı hükümleri ile çalışma sınırlanabilir.

Yasayla düzenlenmiş olan reklam yasağının söz

konusu olmasından dolayı diğer sektörlerde olduğu

gibi rahat bir pazarlama stratejisi geliştirilemez.

Mali müşavirlik hizmetlerinde de ücret tarifesi

esastır. Bu tarifede yazılı olan asgari ücretin altında

veya ücretsiz hizmet vermek söz konusu değildir.

*1.Türkiye Mali Müşavirler Kongresi’nde su-

nulan bildiridir.(2.bölüm)

Page 49: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

47Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Nazınla üşüyor yangın yüreğim

Ela gözlerinde aba sendedir

Sahralar boyunca gezer dururum

Gönül otağıma oba sendedir

Uzundur geceler saatler arsız

Yastığa damlalar düşer umarsız

Yıllara ütüldüm zarsız, kumarsız

Getir şu gençliği çaba sendedir

Rüyaları kattım gerçekle düşe

Ne yumruklar çaktım yaralı döşe

Cehennem yetmedi gittim güneşe

Ruhumu ısıtan soba sendedir

Akıl dışı imza atsam özüne

Secde edip yüzüm sürsem yüzüne

Kazılsın mezarım ayak izine

Sana can vermişim heba sendedir

Yoruldu Deniz’ler dalga dağıldı

Balıklar uçarken kuşlar boğuldu

Yakamozlar poyraz ile kovuldu

Fecir ile gelen saba sendedir

ŞairDeniz ŞAHİNOĞLU

Sendedir

Page 50: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

48 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Sibel ÖZBUDUNSöyleşi Notları

8 MART’TA ANLAM KAYMASI

Sekiz martlarda son zamanlarda yadırgatıcı bir

hava almaya başladım. 8 Mart emekçi kadınların gü-

nüdür. Hem gül hem ekmek hem de hürriyet isteyen

emekçi kadınların günüdür. Aslında 1975’te dünya

emekçi kadınları günü BM tarafından dünya kadın-

lar günü olarak tavzih edilmesi ile terslikler başladı.

Son birkaç yıl içinde gözlemlediğim birkaç 8 Mart’a

dair gözlemlerimi aktarayım. 8 Mart’larda Atatürkçü

düşünce mensubu kadınların şeriatçılar ve gerici-

liği şikâyet etmek için Anıtkabire gittiğini gördüm.

Bunun 8 Mart’la bir alakası yok. MHP’nin kadınlar

günün kutladığını gördük. Sert bakışlı ülkücü kadın-

ların yolda çevirdiği kadınlara silah verir gibi çiçek

verdiğini gördük. Arkasından reklam sektörünün 8

Mart’ı tasavvut altına aldığını gördük. 8 Mart İşte

anneler günü gibi sevgililer günü gibi erkeklerin an-

nelerine sevgililerine eşlerine hediye alması hediye

alması gereken, O’nu şımart sloganlarıyla, cıngıllar-

la desteklendi. Kadınların şımartılması gerektiği bir

gün gibi. Mesela bir banka kadınlara yönelik bir kre-

di kartı çıkarttı bir tarafı aynaydı. Bu sene de tuhaf-

lıklar birbirini izledi İstanbul’da MHP 8 Mart’ta muh-

taç kadınlara mamagrofi çektirilecek bir gün değil 8

Mart. Malatya’da bir örnek gördüm mart’ta vahabi

kadınlar 8 Mart’ı camide kutlamaya karar vermişler.

Bu senenin şahikası nedir? Diye sorarsanız, sağlık

bakanlığından gördük. Yarın süt bankası açılıyor 8

Mart günü sağlık bakanlığı süt bankasını açtı. Ne-

dir süt bankası? Sütü gazla gelen kadınlar sütlerini

bağışlayacaklar sütleri az gelen kadınlarda bundan

faydalanıp işte çocuklarına içerecekler. Sütün pay-

laşılmasına bir itirazım yok ama süt bankasının 8

Mart’ta açılması sağlık bakanlığının 8 Mart algısın-

daki bozukluğunu gösteriyor. Tartışmalarda bakan-

lık açıklamayı yaptı. Diyanet itiraz etti. İslam’a göre

aynı sütü içen çocuklar sütkardeşi olurlar bunların

evlenmesi caiz değildir. Aynı kadının sütünü içen

ileride bunlar birbirlerine âşık olurlar falan evlenme-

Page 51: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

49Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

ye kalktıklarında ne olur? Sağlık bakanlığı çark etti biz onları nüfus kâğıtlarına işleyeceğiz. Sonra şöyle bir formül bulunda bir kadının sütü yalnız kız çocuk-larına içirilecek. Sağlık bakanlığı sonra biz diyanetin söylemine göre mi hareket edeceğiz diyerek ko-nuyu gayrı Müslüman cemaate sordular. Onlar da bizim öyle bir sorunumuz yok dediler. Anayasal dü-zenlemelerin diyanet işleri başkanlığının fetvasıyla yapılmasına dikkat çekmek değil amacım buradaki sorun neden 8 Mart? Bunun ocak’ı var şubat’ı var 3 Mart’ı var 28 Mart’ı var niye 8 Mart? Anladığım kadarıyla sağlık bakanlığı süt bankasıyla kadınlara bir jest yapmak istemiş. 8 Mart armağanı vermiş.

MUHAFAZAKÂR ANLAYIŞA GÖRE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ

Burada tartışmaya açmak istediğim iki şey var Türkiye’de giderek yoğunlaşan muhafazakâr iklimin kadınları nasıl bir cendereye soktuğu ve bu iklimin gerisindeki zihin haritasını tartışmaya açmak istiyo-rum. İkincisi ise bu muhafazakâr zihniyetle 1980 yıllardan itibaren yaşadığımız hızlı neoliberalleşme arasındaki koşutları dikkat çekmek istiyorum. 8 Mart’ta süt bankasının açılması Mufazakâr zihniye-tin simgelenmesi açısından önemli bir gelişmedir. Dünyanın her yerinde muhafazakâr düşünce zıtlık-lar zıtlı ikilikler halinde dünür. Zıtlıklar arasında bir hiyerarşi kurarlar. Ve muhafazakâr düşüncenin ha-reket ettiği temel zıtlık doğa kültür zıtlığıdır. Bunun üzerine bir dizi zıtlık çıkartabilirsiniz ama erkek dişi arasındaki zıtlık doğa kültür zıtlığına denk düşer. Kadın doğadır erkek kültürdür, erkek zihindir kadın bedendir, erkek siyasettir kadın içgüdüdür. Erkek mantıktır kadın duygulardır. Erkek kamusal alandır kadın domestik alandır. Tüm dinsel düşüncenin arka planını oluşturan büyük varlık zincirinde mi-neraller üzerinde bitkiler yer alır bitkilerin üzerinde hayvanlar onların üzerinde insanlar daha üzerinde melekler ve tanrı yer alır en üstte. Tek tanrılı dinlerin

temel aydığı varlık hiyerarşisi budur. İnsan erkek ve

kadın olarak ikiye ayrılır. Kadın daha doğaya yakın-

dır erkek ise biraz daha medeniyete yakındır. Kadın

bedendir biyopisikoloji somadır. Bunu yöneticileri-

mizin çeşitli söylemlerinde gözlemek mümkündür.

İkincisi en az üç çocuk doğurun çağrısı bedenle-

rimize yöneltilen bir çağrıdır. Her kürtaj bir fabos-

kidir yine bedenlerimize yönelik bir çağrıdır. Hatta

bakanlardan biri daha ileri giderek tecavüz sırasında

çocuk olursa onun kürtaj yapılmaması gerektiğini

söyledi. Giderek bedenler olarak tahayyül edilmeye

başlandık. Beden olmaya doğru bu algıya doğru bir

yöneliş içindeyiz. Bunu AKP’ye yakın duran İslami

entelektüellerin ağzından da duyuyoruz. Ali Bulaç’ın

açıklaması var mesela. Vakit gazetesinde yazısı var.

**Özet: evinizde oturun fıtri olan işlerle uğraşın dış

ilişkilerle uğraşmayı kocanıza bırakın” diyor. Abdur-

rahman Dilipak: kadınların günde üç öğün yemek

yemesine takmış. Muhafazakâr tahayyül kadını bir

beden olarak kavramsallaştırdığına tanık oluyoruz.

Bu aynı zamanda bir beden politikasının biçimlen-

mesine yol açıyor. Günaha yatkın beden olarak ka-

dın bedeninin sürekli mahrem tutulmasına yönelik,

örtünmesini mahrem olması durumunda da dilediği

gibi kullanılması gerektiğini... Kadın korkusu sade-

ce İslam’a sadece muhafazakâr düşünceye has bir

şey değildir daha eskiye dayanır. Mezopotamya’da

Kaos unsuru dişil olarak tahayyül edilir. Kaosu ikiye

ayırır ona düzen veren ise edil tanrıdır. Aynı temayı

Grek mitolojisinde de görmek mümkündür. Kadın

bedenin biyopsikolojik varlık olarak tahayyül edilen

kadın kontrol altında tutulmalıdır. Kadının kontrol al-

tında tutulacağı temel kurum ise ailedir. Kocasının

gözetimi altında denetleneceği aile mekânıdır. Aile

teması küresel ölçekte muhafazakârların köşe taş-

larından biridir. Çok sık tekrar ediliyor.

SAVAŞLARDAN DAHA FAZLA KADIN ŞİDDETE KURBAN GİDİYOR

Page 52: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

50 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Başbakan her 8 Martta aileye ne kadar düşkün olduklarını, ailenin güçlendirmesi gerektiğini kadın-ların aile içinde ne kadar önemli olduğunu ima ede-cek açıkça söyleyecek kelimeler ifadeler kullanıyor. Ama bunun çok daha somut örneği Kadın ve aile bakanlığını adının biz muhafazakâr bir hükümetiz aileyi güçlendirmeliyiz aileden ve sosyal politika-lar bakanlığına dönüştürülmesiyle yaşadık. Yani kadının aile kurumunun dışında anılmasını dahi ta-hammülü olmadığını gördük. Kadın bir aile varlığıdır bunun dışına çıkmayı düşündüğü anda imamından polisine polisinden hâkimine hâkiminden aile da-nışmanlarına bir dizi edil mekanizmaları kadını aile içinde kalmaya ikna edecek söylemlere girerler. İkna edilemediği halde ise son derece ağır işle-yen bir koruma mekanizmasında kocanın şiddeti-ne teslim edilmektedir. Bu kadar aile vurgusunun yapıldığı ortamda kadınların en çok şiddet gördü-ğü yer ailedir.2000 yılından 2013’e kadar 5500 kadın Aile içi şiddet sonucu hayıtını kaybetmiştir. Bu kurtuluş savaşında kaybedilen asker sayısından fazladır. Aile bırakın kadının güvenliğini sağlayacak kurumdan çok bir savaş alanına dönüşmektedir. Bu aile vurgusu ya da aile düşkünlüğü yalnız Türkiye muhafazakârlarına özgü değildir. Küresel olarak da yeniden üretilen bir söylemdir.

KADININ MUHAFAZAKÂR NEOLİBERAL SİS-TEMDEKİ YERİ

Aileye değer kazandıran yeni bir gelişme daha yaşanıyor bu günlerde neoliberal gelişme. Neolibe-ralizm işçi emekçi sınıfın yüzlerce yıllık kazanımla-rının geri alınması girişimidir. Üretim maliyetlerinin asgariye indirilerek kapitalist karın önünün alabildi-ğinin açılması için kapitalizmin küresel ölçekte giriş-tiği bir serüvendir. Bu amaçla üretimin emeğin daha örgütlü çevresel maliyetlerin daha yüksek, kuzey yâda sanayileşmiş ülkelerinden az gelişmiş güney ülkelerine çekmek. Kayıt dışı emeğe çok daha kolay ulaşabileceği taşeronlaşmanın düşük dirençle karşı-lanabileceği ülkelere çekmek, İşçi maliyetlerinin en az düzeye ulaşacağı ortam yaratma girişimidir ne-oliberalist kapitalizm. Kadınlar neoliberal kapitalizm açısından çok önemli bir girdi anlamındadır. Erkeği baskılar ve muhafazakâr düşünce içinde kendilerini ikincil olarak görme eğilimindedirler. Kendi emek-lerini bağımsız iki ayağı üzerinde duran bireyler kendilerini emeklerini de birincil ekmek kazanıcının emeği olarak görmedikleri, kendilerini ailenin unsu-ru olarak şartlandırdıkları için kadınların talep karlık düzeyi düşüktür. Küresel sermaye yöneldiği yoksul

ülkelerde bol miktarda ve çok ucuza, çok daha düşük fiyata çalıştırdıkla-rı örgütsüz kadın emeği bulmuştur. Kadıların 1995 yılında dünya üze-rinde 11 trilyon dolarlık ödenmemiş kadın emeği hesaplanmıştır. Bu dün-ya üretiminin yarısıdır. Bunu değişti-recek dünyada herhangi bir gelişme de yaşanmadı. Kadın sömürüsünün nasıl bir vahşet olduğunun çarpıcı bir rakamdır. Dünya da en düşük ücret-li işlerin kadınların yaptığı biliniyor. Dünyada geliri 1 doların altında olan 1 milyar 2 yüz milyon insanın yarı-

Page 53: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

51Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

sının kadınların oluşturduğu biliniyor. Kayıt dışı olarak çalıştırılan yüzde 75 inin kadınlardan oluştuğu hesaplan-makta. Kadılar gerçektende neoli-berazm açısından eşsiz bir sömürü alanı olarak ortaya çıkıyorlar. Bunun muhafazakârlıkla alakasını soracak olursanız. Muhafazakârlar kadınların aileye dönmesi gerektiğini. Aile içinde bireyler olarak tanımlamaya. Kadının örgütsüzleşmesine yol açıyor. Kadı-nın haklarının bilincinde örgütlü bir emekçi olmaktansa ücretsiz olarak çalışan aile bireyi, domestik olarak germeyi yeğliyor. Bu emeğin maliyetini düşüren bir şey. Değer taraftan neolibeleralizm örgütsüzleştir-me girişimi olduğunu biliyoruz. Türkiye’de ve dün-yada sendikalaşma oranı düştü. 1970’li yıllarda Yüz binlerce mavi yakalı emekçi dünya sahnesinden yok oldu. Çoğu kayıt dışı olarak çalıştırılan çocuk emekçiler var artık. Kadınların talep kar emekçiler değil de muhafazakâr söylemle aile içi birey olarak tanımlaması neolibelarist kapitalizm açısından girdi oluşturmakta. Bununla da kalmamakta. Sosyal hak-ların tasfiyesi, hizmetlerin aile içinde üstlenilmesini gerektirmekte. Yani toplumsal olarak ücretsiz olarak kadınların sırtına ciro edilmekte. Yoksulların erişe-meyeceği her sosyal hak kadınlar tarafından tela-fi edilmekte. Kadının aile varlığı olarak tescil eden muhafazakârlık, neoliberalizmi iki açıdan destekle-mektedir. Bir ücretsiz emekçiler iki ücretsiz yediden ekonomiye dönüştürebilecekleri emekler olarak. Türkiye bu gelişmelerden muaf değil.

AKP SERMAYESİNİN EMEK SÖMÜRÜSÜ

Türkiye’de AKP iktidarının bir sermaye biriki-mine, yeni bir sınıf oluşturmaktadırlar. Burjuvaziye yeni bir kesim eklenmekte Anadolu kaplanları ola-

rak. Bu sermaye kesimi kendisini İstanbul sermaye-siyle zıtlık olarak görüyor. Bu zıtlıktan iki türlü yarar görüyor. Birincisi Türk filmlerinde gösterilen zengin popa kesimden farklı olarak, emekçinin yanında işçi babası yoksul babası olarak işte cumaları yoksullar-la namaz kılan bir tipoloji olarak gösteriyor. Marma-ra emekçileri örgütlü bir sınıfta bundan farklı olarak örgütsüz cemaatler ve tarikatlar aracılığı ile eriştiği örgütlenmesine izin vermediği ücretli bir işçi patron ilişkisinden ziyade kriyantel ilişkileri içinde kendine bağladığı bir ucuz emek imkânı da bulmakta. Bir tevekkül sermayesi sağlamakta. Kadınları yeniden tanımlamanın bu sermaye açısından ikili bir işlevi vardır. Biri muhafazakâr evinde oturan evlenene kadar çalışan ucuz emek girdisi sağlayan. İkincisi kendisine model muhafazakâr dediği İslami norm-lar içinde yeniden üretilmiş bir kadın şekli kendisine toplumsal meşruiyet imkânı sağlıyor. Günümüzde beden politikalarının neoliberalizmle bağlantılarını düşündüğümüzde daha çarpıcı bir kadınlık manza-rasıyla karşılaşıyoruz. Yalnız muhafazakârlık yalnız neoliberalizme değil ikisini birlikte düşündüğümüz-de kadınların mücadelesinin yönü konusunda daha sağlıklı fikirlere erişebileceğimizi düşünüyorum.

Page 54: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

52 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Alışverişin Geleceğine Dair Bilinmesi Gereken

5 Trendİçerik pazarlaması, mobil ticaret, dijital cüzdanlar, sosyal ticaret,

kişiselleştirme, yerelleştirme, oyunlaştırma... Bu trendleri konuşmak-

tan artık sıkılmadınız mı?

Fark ettiyseniz artık herkesin bu trendlerden haberi var. Dolayısıyla

herkesin konuştuğu bu konular trend olmaya devam etme gücüne -bir

süre daha- sahip olsa da, haklarında konuşulan ve uygulamak için

arzu edilen fütüristik trendler olmaktan artık biraz uzaklar. Tarih bo-

yunca değişen alışveriş alışkanlıkları, gelecekte de değişmeye devam

edecektir.

O zaman artık yeni trendlere göz atalım ve konumuzla paralel ol-

ması açısından da alışverişin (hem fiziksel hem online) geleceğini

etkileyebilecek ve herkesin haberinin -henüz- olmadığı trendlerden

bahsedelim.

Satış görevlisi olmayan mağazalar

Pantolon satışı yapan Hointer, fiziksel mağazasında satış görevli-

leri olmadan satış yapıyor. Hointer’ın uygulamasını indirmenizin ge-

rektiği bu yeni deneyimde, denemek istediğiniz ürünün QR kodunu

okutuyorsunuz ve gitmeniz gereken deneme kabini size bildiriliyor.

E-Ticaret & Sosyal Medya Uzmanıgitsepete.com

Ozan KOÇ

Page 55: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

53Yıl: 37 - Sayı: 71

Ocak - Şubat - Mart 2013

Deneme kabinine gittiğinizde ise QR kodunu okut-

tuğunuz pantolonu kabinde buluyorsunuz ve bütün

bunlar insansız şekilde gerçekleşiyor.

Avantaj olarak beden bulma ve pantolon raflarını

karıştırma dertlerinin ortadan kaldırılması gösteri-

lebilir. Dezavantaj gibi gözükebilecek bu insansız

alışveriş deneyimini yaşamak için birçok kişinin en

azından bir kere denemede bulunacağı varsayılabi-

lir. Mühim olan nokta bunu alışkanlığa dönüştüre-

bilmek.

Kasalarda insansız ödeme

iPad gibi tabletler ile ödeme gerçekleştirme ya

da kasalarda barkod okutarak (kasiyer olmadan)

alışveriş yapma deneyimi Türkiye’de bile -nadir de

olsa- tanık olduğumuz gelişmeler. Bu ikisinin birle-

şimi ise kasalarda mağazanın iPad’i ile ve

kasiyer olmaksızın alışveriş deneyimi.

ABD’nin popüler perakende şirketlerin-

den olan ve son zamanlarda mali anlam-

da zor günler geçiren JCPenney, çalışan

sayısını kısmak ve maliyetleri düşürmek

amacıyla mağazalarındaki ödeme nokta-

larına iPadler yerleştirmeye başladı. RFID

ve Wifi destekli olan bu alışveriş deneyimi ile tüke-

ticiler farklı alışveriş deneyimi yaşarken, mağaza da

giderlerini kısmış olacak. Yine ABD’li Urban Outfit-

ters da bu akımda kendine yer açanlardan. Şirke-

tin CIO’su Calvin Hollinger, kasiyer görevindeki bir

iPad’in geleneksel kasiyerin maaliyetinin beşte biri

kadarıyla işe alınabildiğini (!) belirtiyor.

Parmak iziyle ödeme

Dijital cüzdanlara ve farklı mobil ödeme yöntem-

lerine yavaş yavaş aşina olmaya başladık. Ancak

ödeme yapmak için parmak izimizi kullanmaya

henüz hazır mıyız, emin değilim. ABD’li PayTango

girişiminin geliştirdiği parmak izi ile ödeme yöntemi

henüz sadece ABD’deki bir üniversite-

de deneme amaçlı olarak kullanılıyor.

Yöntem çok basit. Daha önce bu

yöntemle hiç alışveriş yapmadıysanız

orta ve yüzük parmaklarınızla cihaza

dokunuyor, ardından kredi kartınızı

makineden geçiriyor ve telefon numa-

ranızı giriyorsunuz. Artık kredi kartınızı

cüzdandan çıkarmadan parmak izinizi

kullanarak alışverişi tamamlayabilir-

siniz. Bu ödeme yöntemi güvenlik ve

mahremiyet konularında gelecekte

ortaya çıkabilecek soru işaretlerine

karşılık verebildiği takdirde, parmak

izimizle -aynı bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi-

neler yapabileceğimizi bir düşünün!

Page 56: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

54 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Mağaza içi navigasyon sistemi

Macy’s, geçtiğimiz yılın sonunda New York’taki

dev mağazasında (dünyanın ikinci en büyük mağa-

zası) kullanılmak üzere bir mağaza içi navigasyon

sistemini duyurdu. iPhone uygulaması aracılığı

ile kullanılabilecek navigasyon sistemi ile Macy’s

müşterileri istedikleri alanlara yönlendirmeler va-

sıtasıyla kaybolmadan ulaşabiliyorlar. Bu işin en

önemli kısmı ise mağazanın belli kısımlarında yer

aldığı anlaşılan müşteriler için onlara özel indirimler

ve kampanyalar sunulabi-

lecek olması. Bu esneklik

de Macy’s’in bu yatırıma

girmesinin ana nedeni

olarak gösteriliyor.

Navigasyon sistemini

Macy’s ile birlikte geliş-

tiren Meridian ismindeki

yazılım firması ayrıca iki

mağaza ile daha benzer

bir yol gösterme uygula-

ması için çalışma halinde ancak kullanıma sunan ilk

marka Macy’s oldu. Yani bu trend kimsenin tekelin-

de sayılmaz. Önümüzdeki yıllarda benzer çalışmalar

görebileceğiz.

Fiziksel ürün gösterimi olmayan mağazalar

Bu modelin örneklerine özellikle Japonya ve Gü-

ney Kore’deki denemelerde rastlamış olabilirsiniz.

Genellikle düz bir zemin

üzerinde ürün görsel-

lerinin sergilendiği bu

modelde QR kodlar ile

alışveriş yapılabiliyor.

Bu model fiziksel ürün

gösterimi olmayan ma-

ğazalar için bir örnek.

eBay‘in geçtiğimiz yıl

denediği ise bildiğimiz

fiziksel bir mağazanın

içinde hiçbir ürün bulun-

durmadan ve yalnızca QR kodlar üzerinden satış

yapmak. Ürünü görselinden beğeniyor, QR kod ile

okutuyor ve eBay’in sitesindeki sayfasına giderek

alışverişinizi tamamlıyorsunuz. eBay bu mağazanın

ardından bir de bu sefer ürünlerin az sayıda da olsa

sergilendiği ancak alışverişin yine de internet üze-

rinden tamamlandığı bir mağaza daha açtı.

Bütün bu modellerde mağazaya olan doğrudan

katkı stok maaliyetini ve kayıp iş gücünü minimuma

indirirken, tüketicilere internetten (hatta mobilden)

alışveriş deneyimi kazandırmak.

Kaynak: EticaretMag Mart 2013

Page 57: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

55Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Özünü sevgiye boğarsan eğerNemli bakışları oktur kadınınGönülden busesi bin ömre değerBir tatlı sözcüğü şoktur kadının

Buğdayı esmeri siyahi tenliİster zayıf ister tombul bedenliDilleri olsa da çakır tikenliHer dem merhameti çoktur kadının

Menfaat uğruna edilir berderKimliksiz yaşayıp kimliksiz giderGöğsünün üstünde bir yumak kederTürküsü çok adı yoktur kadının

Yaşam telaşası bölse dokuzaGöstermez yaşını oğula kızaAnalar güçlüdür sığınmaz nazaYar’ine cilvesi haktır kadının

Gecedir gündüzün belirgin ekiAdem’den bu yana yarımın tekiKadındır erkeğin kalbinin bekiGürdür yürek sesi toktur kadının

Gülüşü temmuz da sanki içecekYüzünde yetirir yabani çiçekBOZOK KIZ bağlanıp sevdimi gerçekGönlünün aslanı tektir kadının

ŞairAliye UYANIK (Bozok Kızı)

Türküsü ÇokAdı Yoktur Kadının

Page 58: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

56Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Anonim ve Limited Şirket Genel Kurul Toplantılarındaki Usul ve Esaslar

A- ANONİM ŞİRKETLERDE GENEL KURUL:

1- Genel Kurul Toplantı Çeşitleri:

Olağan Genel Kurul Toplantısı•

Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı•

İmtiyazlı Pay Sahipleri Özel Kurulu Toplan-•

tısı

5- Genel Kurul Öncesi Yapılacak Çalışmalar:

a) Yıllık Faaliyet Raporunun Hazırlanması:

Yıllık faaliyet raporu, hesap döneminin kapandığı

ikinci ayın sonuna kadar düzenlenmek zorundadır.

b) Finansal Tabloların Düzenlenmesi:

Ek Mali Tabloları Düzenlemek Zorunda Olanlar:

2012 yılı Aktif Toplamı 11.377.000 TL’nin ve

Net Satışlar Toplamı 25.285.000 TL’nin altında

kalan işletmeler yukarıda belirtilen ek mali tabloları

düzenlemek zorunda değildir.

c) Esas Sözleşme Değişikliklerinin Hazırlanma-

sı:

Anonim Şirketler esas sözleşmelerini ve limited

şirketler şirket sözleşmelerini yürürlük tarihinden iti-

baren oniki ay içinde Türk Ticaret Kanunu ile uyum-

lu hale getirirler.

Esas sözleşmenin değiştirilmesine ilişkin genel

kurul kararları, yönetim kurulu tarafından, ticaret si-

ciline tescil ve ilana bağlı hususlar ilan ettirilir. (TTK

Mad:455)

d) İç Yönergenin Hazırlanması:

Yönetim organınca hazırlanacak İç Yönergenin

en geç 2013 yılında yapılacak Olağan Genel Kurul

Toplantısında onaya sunulması zorunludur.

e) Kar Dağıtımına İlişkin Yönetim Kurulu Önerisi-

nin Hazırlanması:

f) Yönetim Kurulunca Önerilecek Denetim Firma-

sının Belirlenmesi:

g) Borca Batıklık Durumunda Alınacak Tedbir-

ler:

h) Bilgi ve İnceleme Hakkı:

6- Toplantıya Çağrı:

a) Çağrıya Yetkili Olanlar:

Page 59: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

57Yıl: 37 - Sayı: 71

Ocak - Şubat - Mart 2013

b) Çağrı Usulü:

c) İlanın İçeriği:

Genel kurulun toplantıya çağrılmasına ilişkin ilan-

larda ve pay sahiplerine gönderilecek mektuplarda;

Toplantı günü ve saati,•

Toplantı yeri,•

Gündem,•

Gündemde esas sözleşme değişikliği var ise •

değişen maddenin/maddelerin eski ve yeni

şekilleri,

Çağrının kimin tarafından yapıldığı,•

Olağan toplan-•

tı ilanlarında; fi-

nansal tabloların,

konsolide finansal

tabloların, yönetim

kurulu yıllık faaliyet

raporunun, denet-

leme raporunun ve

yönetim kurulunun

kâr dağıtım öneri-

sinin şirket merkez

ve şube adresleri

belirtilmek sure-

tiyle anılan adres-

lerde pay sahiplerinin incelemesine hazır

bulundurulduğu,

belirtilir.

Yapılacak ilanda, genel kurul toplantı-

sında kendisini vekil vasıtasıyla temsil et-

tirecekler için vekâletname örneklerine de

yer verilir.

7- Toplantıda Hazır Bulundurulacak

Belgeler:

a) Şirketin esas sözleşmesi,

b) Pay defteri,

c) Toplantıya çağrının yapıldığını gösteren gaze-

te ve diğer belgeler,

d) Yönetim kurulunca hazırlanan yıllık faaliyet

raporu,

e) Denetçi raporu,

f) Finansal tablolar,

g) Genel Kurul gündemi,

h) Gündemde esas sözleşme değişikliği varsa,

izne tabi şirketlerde Bakanlıktan alınan izin yazısı ve

eki değişiklik tasarısı, diğer şirketlerde ise yönetim

Page 60: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

58 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

kurulunca hazırlanmış değişiklik tasarısı,

i) Hazır bulunanlar listesi,

j) Genel kurul erteleme üzerine toplantıya çağrıl-

mışsa bir önceki toplantıya ilişkin toplantı tutanağı,

fiziki ve/veya elektronik ortamda hazır bulundu-

rulur.

8- Genel Kurul Gündemi:

Örnek A.Ş. Genel Kurul Gündem Maddeleri:

1- Açılış ve Toplantı Başkanlığının oluşturul-•

ması.

2- Yönetim Kurulunca hazırlanan yıllık faali-•

yet raporunun okunması ve müzakeresi.

3- Denetçi Raporunun okunması.•

4- Dönem içinde ayrılan Yönetim Kurulu •

Üyesinin yerine atanmış olan Yönetim Kuru-

lu Üyesinin onaya sunulması.

5- Şirketin 2012 yılı Finansal tablolarının •

okunması, görüşülmesi ve onaya sunulma-

sı.

6- 2012 yılında yapılan bağışlar hakkında •

Genel Kurula bilgi verilmesi ve 2013 yılı ba-

ğış sınırının belirlenmesi.

7- 2012 faaliyet yılında görevli Yönetim Ku-•

rulu Üyeleri ile Denetçilerin aklanması-

nın onaya sunulması.

8- Yönetim Kurulunun, 2012 yılı ka-•

rının kullanım şekli, dağıtılacak kâr payı

oranı ve kar dağıtım tarihi konusundaki

önerisinin kabulü, değiştirilerek kabulü

veya reddi.

9- Yönetim Kurulu Üyelerinin huzur •

haklarının belirlenmesi.

10- Yeni Yönetim Kurulu Üyelerinin •

seçimi ve görev sürelerinin belirlenme-

si.

11- Bağımsız Denetim Şirketinin seçimi.•

12- Şirket Esas Sözleşmesinin 6102 sayılı •

TTK hükümleri gereğince Yönetim Kurulu-

nun önerdiği şekliyle değiştirilmesinin onaya

sunulması.

13- Yönetim Kurulu tarafından hazırlanan •

“Şirket Genel Kurulunun Çalışma Esas ve

Usulleri Hakkında İç Yönerge” taslağının

onaya sunulması.

14- Yönetim Kurulu Üyeleri ile ilgili olarak •

6102 sayılı TTK’nun 395 ve 396’ncı madde-

lerinde belirtilen izinlerin verilmesi.

15- Dilek ve temenniler.•

9- Hazır Bulunanlar Listesi:

Page 61: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

59Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

10- Toplantıda Bu-

lunması Zorunlu Olan

Kişiler:

Murahhas üyelerle

en az bir yönetim kuru-

lu üyesinin genel kurul

toplantısında hazır bu-

lunmaları şarttır. Denet-

çi genel kurulda hazır

bulunur. Yönetim Kurulu

üyeleri ve denetçiler ge-

nel kurulda görüş bildire-

bilirler. (TTK Mad:407)

11- Toplantı Başkan-

lığı ve Toplantının Yönetimi:

Esas sözleşmede aksine herhangi bir düzenle-

me yoksa, toplantıyı, genel kurul tarafından seçilen,

pay sahibi sıfatını taşıması şart olmayan bir başkan

yönetir. Başkan tutanak yazmanı ile gerek görürse

oy toplama memurunu belirleyerek başkanlığı oluş-

turur. Gereğinde başkan yardımcısı da seçilebilir.

(TTK Mad: 419/1)

12- Toplantıda Bakanlık Temsilcisi Bulundurul-

ması:

Aşağıda sayılan genel kurul toplantılarında ve

bunların ertelenmesi halinde yapılacak ikinci top-

lantılarda Bakanlık temsilcisinin bulunması zorun-

ludur:

a) Kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlem-

leri; Bakanlık iznine tabi olan şirketlerin bütün genel

kurul toplantılarında,

b) Diğer şirketlerin gündeminde;

Sermayenin arttırılması veya azaltılması, Kayıt-

lı sermaye sistemine geçilmesi ve kayıtlı sermaye

sisteminden çıkılması,

Kayıtlı sermaye tavanının arttırılması, Faaliyet

konusunun değiştirilmesi, Birleşme, bölünme veya

tür değişikliği konuları bulunan genel kurul toplantı-

larında.

c) Genel kurula elektronik ortamda katılım sis-

temini uygulayan şirketlerin genel kurul toplantıla-

rında.

d) Yurt dışında yapılacak bütün genel kurul top-

lantılarında.

e) Yurt dışında yapılacak imtiyazlı pay sahipleri

özel kurul toplantılarında.

Ancak genel kurulu toplantıya çağıranların talep

etmeleri ve bu taleplerin görevlendirme makamınca

uygun görülmesi halinde Bakanlık temsilcisi görev-

lendirilir.

13- Toplantıda Oy Hakkı ve Oy Hakkının Doğu-

mu:

14- Toplantı ve Karar Nisabı:

16- Toplantının Ertelenmesi:

17- Toplantı Kararlarının Tescil ve İlanı:

18- Toplantının İptalini Gerektiren Durumlar:

Page 62: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

60 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

B- LİMİTED ŞİRKETLERDE GENEL KURUL:

1- Genel Kurul:

Toplantıya çağrı, azlığın çağrı ve öneri hakkı,

gündem, öneriler, çağrısız genel kurul, hazırlık ön-

lemleri, tutanak, yetkisiz katılma konularında ano-

nim şirketlere ilişkin hükümler, Bakanlık temsilci-

sine ilişkin olanlar hariç, kıyas yoluyla uygulanır.

(TTK Mad:617/3)

2- Toplantıya Çağrı Usulü:

Genel Kurul müdürler tarafından toplantıya çağ-

rılır. Genel Kurul, toplantı gününden en az onbeş

gün önce toplantıya çağrılır. Şirket sözleşmesi bu

süreyi uzatabilir veya on güne kadar kısaltabilir.

(TTK Mad:617)

3- Toplantı Gündemi:

Örnek Ltd. Şti. Genel Kurul Gündem Maddeleri:

1- Açılış ve toplantı başkanlığının oluşturul-•

ması.

2- Müdürler Kurulunca hazırlanan yıllık faali-•

yet raporunun okunması ve görüşülmesi.

3- 2012 yılı hesap dönemine ilişkin Finansal •

tabloların okunması, görüşülmesi ve onaya

sunulması.

4- Şirket Müdürlerinin aklanmasının ona-•

ya sunulması.

5- 2012 yılı karının kullanım şek-•

linin, dağıtılacak kâr ve kazanç payları

oranlarının belirlenmesi.

6- Şirket Müdürlerinin seçimi ve •

görev süresinin belirlenmesi.

7- Müdürlere ait ücretlerin belirlen-•

mesi.

8- Şirket sözleşmesinin 6102 sayılı •

TTK’na uyumu amacıyla şirket sözleşme-

sinin.................. maddelerinin ekte belirtilen

şekilde değiştirilmesine ilişkin teklifin görü-

şülerek karara bağlanması.

9- Dilek ve temenniler.•

4- Toplantı ve Karar Nisapları:

a) Olağan Karar Alma:

Kanun veya şirket sözleşmesinde aksi öngörül-

mediği takdirde, seçim kararları dâhil, tüm genel

kurul kararları, toplantıda temsil edilen oyların salt

çoğunluğu ile alınır. (TTK Mad:620)

b) Önemli Kararlar:

Limited Şirket Genel Kurul Kararlarının bazıları

TTK’nun 621’inci maddesinde “Önemli Kararlar”

olarak belirlenmiş ve geçerli olabilmeleri için farklı

toplantı ve karar nisaplarına bağlanmıştır.

Diğer taraftan Kanunda belli kararların alınabil-

mesi için ağırlaştırılmış nisap aranıyorsa, bu nisabı

daha da ağırlaştıracak şirket sözleşmesi hükümleri,

ancak şirket sözleşmesinde öngörülecek çoğunluk-

la kabul edilebilir.

• Yazının detaylı sunumu;, mmbank.org.tr

adresinde, Ana Sayfa / Makaleler/Anonim ve Limi-

ted Şirketlerde Genel Kurul bölümündededir.

Page 63: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

61Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Erdoğan BEKTAŞ (Hazani)Şair

Bir zaman sevgilim şairdi deyipBu şiirler bana yazıldı dersinSeverken aklımın feyline uyupSonrada aramız bozuldu dersin

Sımsıkı sarmıştı gitme diyorduÖzletip burnumda tütme diyorduDipsiz boşluklara itme diyorduEllerimiz zar zor çözüldü dersin

Emin misin diye son defa sorduÇünkü hayalleri benimle kurduDöndü döndü baktı yutkundu durduSözler boğazına dizildi dersin

Yetim çocuk gibi boynunu büküpGiderken üç defa ardına bakıpolanca derdini içine döküpFark ettim çok kötü üzüldü dersin

Bu aşkı birçoğu duymuş olmalıAyrılık ona çok koymuş olmalıHazani derdime doymuş olmalı Gözyaşları bir bir süzüldü dersin

Üzüldü Dersin

Page 64: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

62 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Eski Ankara

Page 65: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

63Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

Eski Ankara Fotoğrafları

Page 66: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71

64 Yıl: 37 - Sayı: 71 Ocak - Şubat - Mart 2013

SOLDAN SAĞA

1 (15 Mart 1946 - 30 Mart 1972) Türkiye Halk Kurtu-

luş Partisi-Cephesi lideri. Marksist-Leninist devrimci ön-

der... 2. Erkek saçı biçiminde kesilmiş kadın saçı. 3. Ye-

leken... İstanbul belediye konservatuarı mezunu, Çehov’un

vişne bahçesi oyunundaki rolü ile Avni Dilligil tiyatro ödülü

almış, ancak popülaritesini süper baba ve tatlı kaçıklar adlı

dizilerle sağlamış İsmet ön adlı 2004 yılında kaybettiğimiz

tiyatro sanatçımız. 4. (Tersi) Alamet... Taş veya mermer-

den oyma mezar. 5. Ulusal Meteoroloji Enstitüsü... Lânet

edilmiş, kovulmuş... 6. Kaç, ne kadar; uzun süreden beri...

Saç biti yumurtası... 7. Takı olarak kullanılan künye... Ül-

kemizin plaka işareti... 8. Avrupa Standartlar Komite-si...

Mısır’ın plaka işareti... dar ve uzun yarış kayığı. 9. Güvenlik

işlerinin yürütüldüğü yer... Kısaca... Fiber optik 10. Rahatı

bozulmak, keyfi kaçmak...Hz. Muhammed’in ruhen ve be-

denen, Burak isimli sema-vî bir binite binerek Cebrail ile bir-

likte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i

Aksa’ya kadar yapmış olduğu gece yolculuğu...

Kare Bulmaca

YUKARIDAN AŞAĞI

1. Adını, 1940-2002 yıllarında yaşamış büyük bir ozan-dan alan, Mayıs 2011 de kurulan, Editörlüğünü Deniz Şahinoğlu’nun yaptığı dergi... 2. Gökkuşağı... 3. Kadife, çuha, yün vb.nin yüzeyindeki ince tüy... Ma-sallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen, türlü biçimlere girebilen, iyilik de kötülük de yapabilen yara-tık... 4. Çabuk davranma, ivecenlik... İlaç... Vilayet... 5. Radyo dalgalarının yankısını alarak cisimlerin yerini ve uzaklığını bulabilen, genellikle uçak ve gemilerde kullanı-lan cihaz... Rumen para birimi... 6. (Tersi) Resmî işlerde devlet veznesine ödenen para... Bir kimseye, yaptığı bir hareketin veya söylediği sözün üzüntü, alınganlık, kır-gınlık... 7. Çağdaşlık... Boru sesi... 8. İtiraz sözü... Azeri sazı... 9. Maksim Gorki’nin kitabı... Yetinme... 10. 1963 doğumlu Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu, dergi ve gazetelerde karikatürleri, şiirleri yayınlanan, mali müşavir, şair, besteci, editör ve karikatüristimiz.

*Bulmacanın çözümü, gelecek sayımızda yayınlanacaktır.

Deniz ŞAHİNOĞ[email protected]

Hazırlayan:

Page 67: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71
Page 68: MMMBD Ank.Sb.Bulten 71