kÖpeklerde epİlepsİnİn tani ve prognozunun...
TRANSCRIPT
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KÖPEKLERDE EPİLEPSİNİN TANI VE PROGNOZUNUN
DEĞERLENDİRİLMESİNDE KANTİTATİF EEG
KULLANIMI
Taylan Önyay
CERRAHİ ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN
Prof.Dr. Ömer Beşaltı
2011 - ANKARA
i
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Cerrahi Doktora Programı
çerçevesinde yürütülmüĢ olan bu çalıĢma aĢağıdaki jüri tarafından Doktora Tezi olarak kabul edilmiĢtir.
Tez Savunma Tarihi: 09/09/2011
Prof.Dr.Burhanettin Olcay
A.Ü. Veteriner Fakültesi
Jüri BaĢkanı
Prof.Dr.Bahattin Koç Prof.Dr.Ömer BeĢaltı
A.Ü. Veteriner Fakültesi A.Ü. Veteriner Fakültesi
Prof.Dr.Sevil Atalay Vural Prof.Dr. Ahmet Özak
A.Ü. Veteriner Fakültesi O.M.Ü. Veteriner Fakültesi
ii
İçindekiler
Kabul ve Onay i
Ġçindekiler ii
Önsöz iv
Simge ve Kısaltmalar v
ġekiller vi
Çizelgeler viii
1. GĠRĠġ 1
1.1. Nöbet ve Epilepsi 2
1.1.1. Epilepsinin Sınıflandırılması 3
1.1.1.1. Nöbet Görünümüne Göre Sınıflandırma 4
1.1.1.2. Nöbet Tipine Göre Sınıflandırma 5
1.1.1.3. Sendrom Olarak Sınıflandırma 6
1.1.1.4. Etiyolojiye göre Sınıflandırma 7
1.1.1.5. Epilepsi Sonucunda OluĢan Bozukluğa Göre Sınıflandırma 7
1.2. Nöbet OluĢumu 8
1.3. Klinik Görünüm 10
1.3.1.1. Prodrom 11
1.3.1.2. Aura 11
1.3.1.3. Ġktus 11
1.3.1.4. Postiktal Dönem 12
1.3.1.5. Ġnteriktal Dönem 12
1.3.2. Nöbetlerin BaĢlangıç Yerlerine Göre Ayrılması 12
1.3.2.1. Fokal Nöbetler 13
1.3.2.2. Generalize Nöbetler 13
1.3.2.3. Sekonder Generalize Nöbetler 14
1.4. Etiyoloji 14
1.5. Epilepside Tanı 17
1.5.1. Anamnez 17
1.5.2. Fiziksel ve Nörolojik Muayene 19
iii
1.5.3. Laboratuvar Analizleri 20
1.5.4. Görüntüleme Teknikleri 20
1.5.5. Elektroansefalografi 21
1.5.6. Elektroansefalogramın Fizyolojik Temeli 22
1.5.7. Kayıt Yöntemleri ve Montaj 24
1.5.8. Topografik Haritalama/Voltaj Haritaları 26
1.5.9. Frekans Analizi 26
1.5.10. EEG Sırasında Gözlenen Normal Dalga Formları 27
1.5.11. EEG Sırasında Gözlenen Patolojik Dalga Formları 28
1.5.12. EEG Sırasında Kullanılan Sedasyon 31
1.6. Epilepside Sağaltım 31
1.6.1. Ġlaç Seçimi ve Yan Etkileri 32
1.6.2. Fenobarbital 33
1.6.3. Bromidler 34
1.6.4. Benzodiazepinler 36
1.6.5. Diğer Ġlaçlar 36
1.6.6. Alternatif Sağaltım Yöntemleri 37
1.6.7. Sağaltımın Sonlandırılması 37
1.7. ÇalıĢmanın Amacı 38
2. GEREÇ VE YÖNTEM 39
2.1. Anamnez, Fiziksel ve Nörolojik Muayene 41
2.2. Biyokimya Testleri 42
2.3. Görüntüleme Teknikleri 44
2.4. Nöbet Tiplerinin Sınıflandırılması 44
2.5. Elektroansefalografi 45
2.5.1. Kalitatif Değerlendirme 46
2.5.2. Kantitatif Değerlendirme 46
3. BULGULAR 48
4. TARTIġMA 60
5. SONUÇ VE ÖNERĠLER 67
ÖZET 70
SUMMARY 71
KAYNAKLAR 72
ÖZGEÇMĠġ 76
iv
ÖNSÖZ
Epilepsi, köpeklerde gözlenen nörolojik bozukluklar arasında en sık görülen
sorundur. Hastalığın tanı ve sınıflandırma sürecinin zorluğu nedeniyle, veteriner
hekimlikte halen net olarak değerlendirilememektedir. Epilepsi oluĢumuna yol
açabilen sayısız neden oluĢu, hasta sahipleri üzerinde bıraktığı olumsuz etki ve
etiyolojiye yönelik sağaltımın çoğu zaman yapılamayıĢı nedeniyle, hastalığın tanısı ve
sağaltım süreci için tutarlı olarak kullanılabilecek bir değerlendirme ölçütüne
gereksinim duyulmaktadır. Bu çalıĢma, insan hekimliğinde epilepsinin tanı ve
sağaltım sürecinde rutin olarak kullanılan elektroansefalografi uygulamasının,
köpeklerde de yararlı olabileceği düĢüncesiyle tasarlanmıĢtır.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Küçük Hayvan
Cerrahi Polikliniği’ne 2007-2010 yılları arasında getirilen ve uzun süreli kontrolü
yapılan hastalardan alınan EEG kayıtları değerlendirildiğinde, yöntemin ĢaĢırtıcı
düzeyde tutarlı sonuçlar verdiği gözlenmiĢtir. Bunun yanında rastlantısal olarak,
insanlarda bazı bozukluklar için tanımlanmıĢ dalga formları da izlenmiĢtir. Klinik
olarak sınıflandırılan nöbet tipleri ve EEG kayıtları arasında fark bulunması, sadece
gözleme dayalı nöbet sınıflandırmasının yetersiz olduğunu ve gelecekte bu
uygulamanın kullanımı ile hastalığın pek çok formunun aydınlatılabileceğini
düĢündürmektedir. Bu çalıĢma sonucunda olumlu sonuçlar alınmıĢ olsa da,
elektroansefalografinin aktif ve baĢarılı olarak kullanılabilmesi için daha çok sayıda
araĢtırma yapılması gereklidir. Bu çalıĢma, günümüzdeki bilgiler çerçevesinde
sadece küçük bir aĢama niteliği taĢımaktadır.
ÇalıĢma süresi boyunca deneyim, bilgi ve emeklerini esirgemeyen
danıĢmanım Prof. Dr. Ömer BeĢaltı’ya, çalıĢma protokolü tasarlanırken verdiği öneri
ve görüĢler için Prof. Dr. Bahattin Koç’a, değerlendirme aĢamasında gösterdiği özen
için Prof. Dr. Sevil Atalay Vural’a, hastaların tanı ve sağaltım süresinde yardımları için
Dr. Oytun Okan ġenel, Dr. Mehmet Eray Alçığır ve Dr. Yusuf ġen’e ve her zaman
yanımda olup beni destekleyen uzman veteriner hekim Firdevs Binli’ye teĢekkür
ederim.
v
SİMGE ve KISALTMALAR
BOS- Beyin Omurilik Sıvısı
EEG- Elektroansefalografi
EPSP- Eksitatorik Post Sinaptik Potansiyel
GABA- Gamaaminobütirik Asit
Hz- Hertz
ILAE- International League Against Epilepsy
IPSP- Ġnhibitorik Post Sinaptik Potansiyel
MRG- Manyetik Rezonans Görüntüleme
ms- Milisaniye
V- Mikrovolt
k- KiloOhm
KBr- Potasum Bromür
PSP- Post sinaptik Potansiyel
USG- Ultrasonografi
vi
ŞEKİLLER
Şekil 1.1 – Epileptik bozukluğun bulunduğu telensefalon ve diensefalon bölgeleri resimde sarı boyalı
alan olarak görülmektedir.(Podell, 2004)
Şekil 1.2 – Eksitatorik hücre sürekli olarak ve kesintisiz uyarı verme eğilimindedir (A), bu akımlar
kaydedilirse, ortaya sürekli olarak tekrarlayan eksitatorik post sinaptik gözlenir (EPSP). Ancak
inhibitorik hücreler bu uyarıları, inhibitorik post sinaptik potansiyelleri (IPSP) ile kesintiye uğratarak
düzenlerler (B) (Kandel, 1991).
Şekil 1.3 – Eksitasyon ve inhibisyon akımlarını iletimini gösteren nöronal devre sisteminin Ģematik
çizimi. (Podell, 2004)
Şekil 1.4 – BaĢlangıç noktalarına göre epileptik nöbetler: Primer generalize nöbetler (a), Fokal
nöbetler (b) ve Sekonder generalize nöbetler (c). (Podell, 2004)
Şekil 1.5 – Köpeklerde elektrotların yerleĢtirilebileceği noktalar.
Şekil 1.6 – Ġnsanlarda, farklı uyku dönemlerinde, EEG’de Gözlenen normal dalga formları BelirtilmiĢtir
(Best, 2011).
Şekil 1.7 – Diken-YavaĢ dalga kompleksi Ģeklinde epileptiform aktivite kırmızı çember içinde örnek
olarak gösterilmiĢtir. (Thömke ve ark., 2005).
Şekil 1.8 – Kırmızı alan içinde generalize atıĢ baskılanması görülmektedir (Thömke ve ark., 2005).
Şekil 1.9 – Elektroansefalogramda generalize olarak, takip eden trifazik dalga kompleksleri görülüyor.
Kırmızı çember içinde trifazik dalga kompleksi, örnek olarak gösterilmiĢtir (Baykan, 2008).
Şekil 2.1 – Montaj ve derivasyonlar.
Şekil 2.2 – 3 numaralı olguda, P3-P4 aralığında oluĢan keskin dalganın hızı 117ms olarak
ölçülmüĢtür.
Şekil 2.3 – 4 numaralı olguda, belirgin diken aktivitesinin gözlendiği aralıklar, F3-F4 derivasyonu (-
339,8V), F3-P3 derivasyonu (-313,6V) ve F3-Cz derivasyonudur (-264,8V). En yüksek genliğin
frontal bölgede gözlenmesi ve sol taraflı derivasyonlarla dikenin belirgin olarak Ģekillenmesi, dalga
orijininin sol frontal bölge olduğunu düĢündürmektedir.
Şekil 3.1 – 10 numaralı olgunun MRG görüntüleri.
Şekil 3.2 – 6 numaralı olguda frontal ve sağ frontopariyetal derivasyonları dıĢında tüm kanallarda
gözlenen interiktal diken-dalga kompleksleri görülmektedir. Kırmızı çember içinde, dikeni takip eden
yavaĢ dalga görülmektedir.
Şekil 3.3 – 18 numaralı olguda gözlenen trifazik dalga kompleksleri, kırmızı çember içinde
gösterilmiĢtir.
Şekil 3.4 – 12 numaralı olguda sağ frontopariyetal ve pariyetal derivasyonlarda atıĢ baskılanması
görülmektedir.
Şekil 3.5 – Olgulara göre EEG aktivitesi, mavi bar olguları, kırmızı bar aktiviteyi temsil etmektedir.
vii
Şekil 3.6 – ÇalıĢmadaki olguların klinik nöbet görünümleri ile EEG bulguları arasındaki iliĢki
gösterilmiĢtir.
Şekil 3.7 – Sol tarafta, 18 numaralı olgunun ilk kaydı (A), sağ tarafta ise 6 ay sonraki kaydı (B)
gösterilmiĢtir. Epileptiform aktivitenin(Kırmızı çember) ortadan kaktığı görülmektedir.
Şekil 3.8 – ÇalıĢmadaki olgularda nöbeti baskılamak için kullanılan ilaç dağılımı
viii
ÇİZELGELER
Çizelge 1.1 – 2001 yılında yapılmıĢ ILAE sınıflandırmasına göre, nöbet görünümleri (Podell, 2004).
Çizelge 1.2 – 2001 yılında yapılmıĢ ILAE sınıflandırmasına göre, nöbet tipleri (Podell, 2004).
Çizelge 1.3 – 2001 yılında yapılmıĢ ILAE sınıflandırmasına göre, epileptik sendromlar (Podell, 2004).
Çizelge 1.4 – Epilepsini nedenlerinin etiyolojilerine göre ayrımı. Bagley (2005), De Lahunta(2009),
Lecoteur(1995) ve Thomas(2003)’tan derlenmiĢtir.
Çizelge 1.5 – Epilepsi ile karıĢabilen bozukluklar. Thomas’tan (2003) alınmıĢtır.
Çizelge 1.6 – Pillai ve Sperling’den (2006) alınmıĢtır.
Çizelge 2.1 – ÇalıĢmadaki köpeklerin ırk, yaĢ ve cinsiyet dağılımı.
Çizelge 2.2 – ÇalıĢmada normal kabul edilen hemogram değerleri.
Çizelge 2.3 – ÇalıĢmada normal kabul edilen serum biyokimya değerleri.
Çizelge 2.4 – BOS analizinde normal kabul edilen parametreler.
Çizelge 2.5 – ÇalıĢmada normal kabul edilen iz element, safra asidi ve tiroid hormon düzeyleri.
Çizelge 3.1 – Bakım: Kapalı ortamda ve gözlem altında ise (+), Beslenme: YaĢ grubuna uygun
profesyonel kuru mama kullanımı var ise (+), AĢı uygulamaları eksiksiz ise (+); değilse (-) ile
belirtilmiĢtir.
Çizelge 3.2 – Semptomatik epilepsi olgularının değerlendirme sonuçları
Çizelge 3.3 – ÇalıĢmadaki olguların nöbet karakterleri ve EEG’de gözlenen dalga formları.
1
1.GİRİŞ
Epilepsinin varlığı yüzyıllardır bilinmektedir. Hastalığın ismi, antik Yunan dilinde, “ele
geçirmek” anlamına gelen bir kelimeden köken almaktadır. Milattan önce 4. Yüzyılda,
Hipokrat tarafından “kutsal hastalık” olarak tanımlanmıĢtır. Bazı animist kültürlerde,
epileptik bireylerin, ataların ruhlarıyla veya tanrılarla konuĢan Ģamanlar olduğu
düĢünülmüĢtür. Karanlık çağlarda, nöbetlerin büyü sonucunda oluĢtuğu veya iblis ve
ruhların bedeni ele geçirmesi ile Ģekillendiği fikri ortaya çıkmıĢtır. Hatta engizisyonun
ünlü kitabı, Malleus Maleficarum’un bir bölümünde epilepsi için gerekli olan Ģeytan
çıkartma ayini detaylı olarak anlatılmıĢtır. Epilepsi, ancak 18. Yüzyılın son yarısında
nörolojik bir bozukluk olarak değerlendirilmiĢtir. Bundan sonra 1912 yılında ilk
antiepileptik ilaçların kullanımı baĢlamıĢtır. Hastalık için ilk alternatif sağaltım yöntemi
olan ketojenik diyet, 1920 yılında gündeme gelmiĢtir (Schacter, 2011).
Beyindeki elektriksel aktiviteyi değerlendiren ilk araĢtırıcı Richard Caton
olmuĢtur. Caton, hayvanlarda, deneysel ve invazif olarak, bir galvanometre
kullanarak araĢtırma yapmıĢtır ve bu araĢtırması ilk olarak 1877 yılında
yayımlanmıĢtır. Hans Berger’in 1929 yılında, beyindeki elektrik akımlarını, invazif
olmayan bir yöntemle göstermesi ile modern diyagnostik EEG kullanımının temelleri
atılmıĢtır (Niedermeyer, 2004). Veteriner literatürde, 1962 yılında Phyllis G. Croft,
nörolojik hastalıkların tanısında EEG kullanımı ile ilgili ilk makaleyi yayımlamıĢtır
(Croft, 1962).
Bozukluk sadece insanlarda değil, rodent, kedi, köpek, keçi, sığır ve atlar dahil
olmak üzere pek çok türde gözlenmektedir. Maymunlarda, fare ve sıçanlarda,
kedilerde, hatta drosophila türü meyve sineklerinde bile deneysel epilepsi modelleri
oluĢturulmuĢtur (Chandler, 2006).
Nöbetle iliĢkili bozuklukların, köpeklerde en sık gözlenen nörolojik bozukluk
olduğu bilinmektedir (Bagley, 2005, Chandler, 2006, DeLahunta, 2009). Bir köpeğin
yaĢamı boyunca nöbet geçirme olasılığının %0,5 ile %5,7 arasında olduğu
bildirilmiĢtir (LeCoteur, 1995). Nöbetlerin oluĢumunda çok geniĢ bir etiyolojinin rol
oynadığı ve klinik açıdan çok farklı Ģekilde sonuçlanabildiği bilinmektedir. Hastalığın
tanı ve sağaltım süreci oldukça uzun ve zordur. Klinik görünümünün ani, Ģiddetli ve
2
beklenmedik olması nedeniyle hasta sahiplerini duygusal yönden etkilemesi, tanı ve
sağaltımı güçleĢtirmektedir (Thomas, 2003). Belki de bu nedenden ötürü, bazı
yazarlar, nöbetlerin baskılanmasının, hastalık nedeninin araĢtırılmasından daha
önemli olduğunu ileri sürmüĢlerdir (LeCoteur, 1995). Diğerleri ise nedeni ne olursa
olsun, çoğu nöbet olgusunda, doğru bakım ve sağaltım koĢulları sağlandıktan sonra
hasta ve hasta sahibi için oldukça yüksek bir yaĢam kalitesi sağlanabildiğini
belirtmiĢtir (Bagley, 2005).
Veteriner hekimlikte, nöbetle ilgili bozuklukların tanısı için rutin olarak pek çok
yazar tarafından benimsenmiĢ bir protokol bulunmaktadır (Bagley, 2005, Chandler,
2006, Lecoteur, 1995). Elektroansefalografi, insan hekimliğinde epileptik nöbetlerin
tanısı ve sağaltım sürecinde prognozun belirlenmesi için rutin olarak kullanılmaktadır
(Pilliai ve Sperling, 2006, Oguni, 2004). Veteriner literatürde ise epilepsi tanısında
EEG kullanımıyla ilgili farklı görüĢler bulunmaktadır. Bazı yazarlar yöntemin tanı için
önemli olduğunu ve kullanılması gerektiğini, ancak her klinikte EEG cihazının
olmaması ve yöntemin uygulama zorluğu nedeniyle kullanımının sınırlı olduğunu
vurgulamıĢtır. Bu konuyla ilgili araĢtırmaların yetersiz olması dikkat çekicidir. Bu
nedenle, köpeklerde gözlenen epilepsi ile ilgili detaylı bir sınıflandırmanın
yapılamadığı birçok yazar tarafından öne sürülmektedir (Bagley, 2005, Chandler,
2006, Thomas, 2010).
1.1.Nöbet ve Epilepsi
Nöbet, beyindeki anormal elektriksel aktivitenin klinik yansımasıdır (Thomas, 2003).
Epilepsi ise tekrarlayan nöbetler ile karakterize ve farklı nedenlerden köken alabilen,
kronik nörolojik bir durum olarak ifade edilir. Veteriner nörolojide bu tanımlar halen
netlik kazanmamıĢtır (Chandler, 2006). Epilepsi ve nöbetin aynı anlama gelmediği
pek çok yazar tarafından bildirilmiĢtir (Holliday, 1980, Lecoteur, 1995, Thomas,
2003).
Farklı yazarlar epilepsi tanımı ile ilgili değiĢik görüĢler bildirmiĢlerdir. Bazı
yazarlar her nöbetin epilepsi kabul edilemeyeceğini belirtmiĢlerdir (Holliday, 1980,
Lecoteur, 1995, Thomas, 2010). Bu yazarlara göre bir nöbet, normal beynin
zehirlenme veya metabolik bozukluklar gibi geçici sorunlara karĢı verdiği yanıt
olabilmektedir. Nöbeti uyaran faktörlerin ortadan kaldırılmasıyla nöbet geçiyorsa
3
durum kronik değildir ve buna epilepsi denemez. Bagley’de (2005) benzer bir tanım
yapmıĢ ancak nedeni ne olursa olsun beyinde sürekli ve tekrarlayan nöbet
oluĢumuna yol açan herhangi bir bozukluğun epilepsi olduğunu belirtmiĢtir. De
Lahunta (2009) ise nöbet ve epilepsi terimlerinin eĢanlamlı olduğunu belirtmiĢtir.
GörüĢ farklılıkları bulunmasına rağmen, çoğu yazara göre epilepsi, uzun bir
zaman periyodunda tekrarlanan pek çok nöbeti ifade eder. Genel olarak belirli bir
zaman aralığında geçirilen minimum nöbet sayısı konusunda kesin bir uzlaĢma
bulunmamasına rağmen, bir ayda iki veya daha fazla nöbet, epilepsi için anlamlı bir
klinik tanım olarak kabul edilir (Bagley, 2005, Chandler, 2006, De Lahunta, 2009,
LeCoteur, 1995, Thomas, 2010). Bu tanım, genetik olarak edinilmiĢ primer kraniyal
fonksiyon bozukluklarını veya baĢlangıçta aktif olup daha sonra inaktif hale geçen ve
beyni nöbetlere duyarlı hale getiren sekonder bozuklukları kapsamaktadır (LeCoteur,
1995). Bagley (2005) ve Podell’e (2004) göre epilepsi, her zaman hastalığın kendisi
değil, bir semptomdur.
Tanım konusunda fikir ayrılıkları ve karıĢıklığın önüne geçmek için, çoğu
yazar, insanlarda kullanılan epilepsi sınıflandırması ve taksonominin, veteriner
hekimliğe uyarlanması gerektiğini savunmaktadır (Chandler, 2006, LeCoteur, 1995,
Podell, 2004).
1.1.1.Epilepsinin Sınıflandırılması
Ġnsanlarda, nöbetlerin sınıflandırılması, 1980’lerden beri devam eden dinamik bir
süreçtir. Bu sınıflandırmadaki amaç, epilepsiyi genel olarak kabul edilen, tutarlı ve
anlamlı bir Ģekilde tanımlamaktır. Uluslar arası epilepsi karĢıtı topluluk, (Ġnternational
League Against Epilepsy – I.L.A.E.) ilk olarak 1981 yılında epilepsinin tanı ve
sağaltımı için analitik bir yaklaĢım tasarlamak için toplanmıĢ ve ilk sınıflandırmayı
yapmıĢtır (Podell, 2004). Bu sınıflandırma daha sonra 1989 yılında tekrar
düzenlenmiĢ ve 2001 yılında, güncel halini almıĢtır. Köpeklerdeki epilepsi türlerinin
tanımlanması için, pek çok yazar, insanlarda tasarlanan sınıflandırma modelini örnek
almıĢtır (Chandler, 2006, LeCoteur, 1995, Thomas, 2010). Bu modelde epilepsi 5
eksende değerlendirilmiĢtir. Bu eksenler sırasıyla nöbet görünümü, nöbet tipi,
sendrom, etiyoloji ve epilepsi sonucunda Ģekillenen bozukluk olarak tanımlanmıĢtır
(Podell, 2004).
4
1.1.1.1.Nöbet Görünümüne Göre Sınıflandırma
Nöbet, metabolizmada gözlenen ve tanımlayıcı olmayan, paroksismal bir olay
Ģeklinde tanımlanır. Epileptik nöbet ise, serebral korteksteki abartılı veya
hipersenkronize nöron aktivitesinin klinik yansımasıdır. Nöbet ve epileptik nöbet
arasındaki fark, epileptik nöbette belirgin nöron aktivitesinin rol oynamasıdır (Podell,
2004).
Nöbetlerin epileptik olduğunun kesin olarak anlaĢılması için uzun süreli gözlem
yapılması ve EEG kaydında anormal aktivitenin izlenmesi gerekmektedir. Hastada
sürekli Ģekillenen nöbet olayları ile seyreden kronik bir kraniyal bozukluk, epilepsi
olarak tanımlanır (Podell, 2004).
Status epilepticus ise en az 30 dakika süren veya bu 30 dakikalık süreçte
normal hale dönmeyen, sürekli generalize nöbet durumudur. Tanımlanan süreler
içerisinde sonlanmayan ve motor korteksi içeren parsiyel nöbetlere ise “Epilepsia
partialis continua” adı verilmektedir (Podell, 2004).
Nöbetlerin, görünümlerine göre sınıflandırıĢı aĢağıda (Çizelge 1.1)
görülmektedir.
Çizelge 1.1 – 2001 yılında yapılmıĢ ILAE sınıflandırmasına göre, nöbet görünümleri (Podell, 2004).
Nöbet Görünümü
Nöbet
Epileptik Nöbetler
Epileptik Olmayan Nöbetler
Epilepsi
Status Epilepticus
5
1.1.1.2.Nöbet Tipine Göre Sınıflandırma
Nöbetler oluĢum sıklıklarına göre ilk olarak, kendini sınırlayan, çoklu ve sürekli olarak
3 ana gruba ayrılırlar. Bundan sonra, her kategori kendi içinde fokal ve generalize
olmak üzere ikiye ayrılır. Bu sınıflandırma, çizelge 1.2’de gösterilmiĢtir.
Çizelge 1.2 - 2001 yılında, I.L.A.E. sınıflandırmasına göre, nöbet tipleri (Podell, 2004).
Nöbet Tipi
Kendini Sınırlayan Nöbetler
Fokal
Sensorik
Motor
Elementer
Otomatizm
Generalize
Tonik - Klonik
Klonik
Myoklonik
Atonik
Çoklu veya Sürekli Nöbetler
Fokal
Motor - epilepsia pars continua
Sensorik - aura continua
Generalize
Refleksif
Kendini sınırlayan nöbetler, baĢlangıçlarından sonra, birkaç saniye veya
dakika sürerler ve sonlanırlar (Podell, 2004).
Çoklu nöbetler, arka arkaya Ģekillenirler. Bu durumda, beyindeki elektriksel
aktivite normale dönmeden önce birden fazla nöbetin oluĢması söz konusudur. 30
dakikalık süre içinde birden fazla nöbetin görülmesi, bu nöbet tipi için anlamlı bir klinik
tanım olarak kabul edilir (LeCoteur, 1995, Thomas, 2010, Podell, 2004).
Sürekli nöbetlerde ise hastanın nöbetten çıkamaması, yani beyindeki
elektriksel aktivitenin normale dönememesi söz konusudur. Bu nöbetler,
baskılanmadıkları sürece devam ederler (Bagley, 2005, Podell, 2004).
6
Kendini sınırlayan, çoklu ve sürekli nöbetler, klinik görünümleri ve beyindeki
baĢlangıç noktalarına göre kendi aralarında fokal ve generalize olmak üzere iki alt
gruba ayrılırlar (Podell, 2004). Fokal nöbetlerde bilinç açıktır, ancak davranıĢ
değiĢiklikleri veya sınırlı kas gruplarında istemsiz ve anormal aktivite oluĢturacak
Ģekilde baskılanabilir. Generalize nöbetlerde ise bilinç tamamen kapalıdır (Bagley,
2005, Dewey, 2003, LeCoteur, 1995). Fokal ve generalize nöbetlerde görülen
elektriksel aktivite, klinik görünüm baĢlığı altında detaylı olarak anlatılmıĢtır.
Refleksif nöbetler belirli dıĢ uyaranlara karĢı oluĢurlar. Bu uyaranlar (ıĢık,
gürültü, ses) verildiği zaman nöbet Ģekillenir (LeCoteur, 1995, Podell, 1997).
1.1.1.3.Sendrom Olarak Sınıflandırma
Sendrom, belirli bir tür anormalliği tanımlayan bulgu veya karakteristikler anlamına
gelmektedir. Veteriner hekimlikte epileptik sendromlar iyi tanımlanmamıĢtır.
Köpeklerde gözlenen epileptik sendromlar çoğunlukla, idiyopatik epilepsi olgularıdır.
Bazı köpek ırklarında epilepsinin kalıtsal olduğu düĢünülmektedir ve bunu kanıtlayan
çalıĢmalar bulunmaktadır (Podell, 2004). Epileptik sendromların sınıflandırması
çizelge 1.3’te belirtilmiĢtir.
Çizelge 1.3 - 2001 yılında yapılmıĢ ILAE sınıflandırmasına göre, epileptik sendromlar (Podell, 2004).
Sendrom
Kalıtsal Epilepsi
İdiyopatik Epilepsi
Fokal
Generalize
Semptomatik Epilepsi
Olası Semptomatik Epilepsi
Refleks Epilepsileri
Epileptik Ensefalopatiler - Progresif nörolojik bozukluklar
Myoklonus Epilepsileri
7
1.1.1.4.Etiyolojiye göre Sınıflandırma
Epilepsi, altında yatan bozukluğa göre, idiyopatik, semptomatik, olası semptomatik
(kriptojenik) ve reaktif olmak üzere 4 ana baĢlık altında incelenmektedir. Epilepsi
ortaya konabilen bir nedene bağlı olarak Ģekillenmiyorsa bu durum primer veya
idiyopatik epilepsi, intra veya ekstrakraniyal bir bozukluk sonucunda ortaya çıkıyorsa
sekonder veya semptomatik epilepsi olarak adlandırılır (Bagley, 2005).
Ġdiyopatik epilepside beyinde herhangi bir yapısal lezyon gözlenmez. Bu
bozukluğun genetik olabileceği düĢünülmektedir (Bagley, 2005, Lecoteur, 1995,
Podell, 2004, Dewey, 2003).
Semptomatik epilepsi, beyinde tanımlanabilir bir yapısal lezyon sonucunda
Ģekillenir (Podell, 2004).
Olası semptomatik epilepsi terimi, beyinde bir lezyonun varlığı düĢünülüyor,
ancak tanımlanamıyorsa kullanılmaktadır (Podell, 2004).
Reaktif nöbetler, metabolik veya toksik hastalıklar sonucunda oluĢur ancak bu
bozukluklar ortadan kalktıktan sonra nöbetler sonlanırlar. LeCoteur (1995), Podell
(2004) ve Thomas’a (2010) göre herhangi bir uyarandan kaynaklanan bir nöbet, bu
uyaran ortadan kalktıktan sonra sonlanıyorsa, tepkisel veya reaktif nöbet olarak
değerlendirilir ve epilepsi olarak sınıflandırılamaz.
1.1.1.5.Epilepsi Sonucunda Oluşan Bozukluğa Göre Sınıflandırma
Bu sınıflandırma, nöbetler sonucunda uzun sürede oluĢan fonksiyonel veya yapısal
bozuklukların tanımlanması için kullanılmaktadır. Bu bozukluklar geçici ve kalıcı
olmak üzere iki baĢlık altında incelenirler (Podell, 2004).
Köpeklerde, nöbet sonrasında oluĢan bozukluk çoğunlukla geçici olmaktadır.
Bu bozukluklar arasında ĢaĢkınlık, görme kaybı, salivasyon, inkontinens ve davranıĢ
bozuklukları bulunmaktadır. Bazı köpeklerde nöbet sonrasında geçici serebral ödem
gözlenebilmektedir (Podell, 2004).
Kalıcı nöropatolojik bozukluklar genel olarak çok uzun süreli nöbet geçmiĢi
bulunan ve medikasyon kullanılmayan köpeklerde gözlenmektedir (Podell, 2004).
Çok uzun süreli epilepsi geçmiĢi olan, sağaltımı yapılmayan ve çoklu nöbet geçiren
8
beagle ırkı köpeklerde yapılan bir çalıĢma, beyinde nöbet sonrasında iskemik
değiĢikliklerin olabileceğini göstermiĢtir (Summers ve ark., 1995).
1.2.Nöbet Oluşumu
Nöbetler, ön beyni oluĢturan, telensefalon ve diensefalondaki fonksiyonel bozukluklar
sonucunda ortaya çıkmaktadır (ġekil 1.1). Bu alandaki merkezi sinir sistemi
hücrelerinin normal fonksiyonlarını yerine getirememeleri nöbet oluĢumu ile
sonuçlanabilmektedir (DeLahunta, 2009, Podell, 2004).
ġekil 1.1– Epileptik bozukluğun bulunduğu telensefalon ve diensefalon bölgeleri resimde sarı boyalı alan olarak
görülmektedir.(Podell, 2004)
Tek bir merkezi sinir sistem hücresi, birbirinden farklı, yüzlerce eksitatorik veya
inhibitorik hücre ile bağlantı halindedir. Nöron, bu bağlantılardan gelen farklı uyarıları
düzenler ve koordineli bir yanıt oluĢturur. Eksitatorik bir nöron, spontan ve sürekli
olarak uyarı gönderir. Bu uyarının kesintiye uğratılması inhibitorik nöronların
görevidir. Bu Ģekilde, sürekli olan uyarılar duraklar ve düzen sağlanır (ġekil 1.2). Bu
etkilerin oluĢumu, pek çok tür reseptör ve bu reseptörlerin duyarlı olduğu farklı
nörotransmitterler ile düzenlenir. Beyinde en etkin eksitatorik transmitterin glutamat,
inhibitorik transmitterlerin ise gamaaminobütirik asit (GABA) ve glisin olduğu
bilinmektedir. (Kandel, 1991).
9
ġekil 1.2 – Eksitatorik hücre sürekli olarak ve kesintisiz uyarı verme eğilimindedir (A), bu akımlar kaydedilirse, ortaya sürekli
olarak tekrarlayan eksitatorik post sinaptik gözlenir (EPSP). Ancak inhibitorik hücreler bu uyarıları, inhibitorik post sinaptik
potansiyelleri (IPSP) ile kesintiye uğratarak düzenlerler (B) (Kandel, 1991).
Merkezi sinir sistemindeki nöronlar, her zaman uyarılma potansiyeline sahiptir
ve sürekli olarak kontrol altında tutulurlar. Bu hücreler birbirleriyle eksitatorik ve
inhibitorik bağlantılar aracılığıyla iletiĢim kurarlar (ġekil 1.3). Sinir dokunun normal
aktivitesi bu bağlantıların dengeli oluĢuna bağlıdır. Bu dengenin bozulması ve düzenli
inhibisyonun ortadan kalkması durumunda nöbet gözlenir (DeLahunta, 2009).
Nöbetler serebral korteksteki abartılı ve/veya hipersenkronize elektriksel
aktivite sonucunda oluĢurlar. Bir grup nöronun uyarılabilme eĢiğini değiĢtiren
defektler belirgin ve uzun süreli bir depolarizasyona neden olabilirler. Buna
paroksismal depolarizasyon kayması veya değiĢimi adı verilmektedir (Podell, 2004,
Thomas, 2003). Aktivitenin paroksismal olarak kabul edilmesinin sebebi, ani ve
Ģiddetli olarak ortaya çıkması ve aynı hızda sona ermesidir (LeCoteur, 1995).
Paroksismal depolarizayon değiĢimi beynin sınırlı bir alanını etkiliyorsa fokal veya
parsiyel, tümünü etkiliyorsa generalize nöbet olarak ortaya çıkar. Fokal olarak
baĢlayan nöbetler daha sonra çevre dokuları etkileyerek generalize hale gelebilirler
(Bagley, 2005, LeCoteur, 1995, Thomas, 2010). Bu olayın tam oluĢum mekanizması
bilinmemektedir ancak oluĢumuyla ilgi 3 temel teori bulunmaktadır. Bunlardan ilki
GABA ve glisin gibi inhibitorik nörotransmitterlerin yetersiz olması nedeniyle
Ģekillenen yetersiz nöronal inhibisyon teorisidir. Ġkincisi aspartat ve glutamat gibi
eksitatorik nörotransmitterlerin aktivitesi sonucunda aĢırı nöronal eksitasyon oluĢması
10
yönündedir. Üçüncüsünde ise, ilk iki teorinin kombinasyonu ile nöbet Ģekillendiği
düĢünülmüĢtür (Thomas, 2003).
ġekil 1.3– Eksitasyon ve inhibisyon akımlarını iletimini gösteren nöronal devre sisteminin Ģematik çizimi. (Podell, 2004)
1.3.Klinik Görünüm
Epileptik hastalarda, nöbet öncesi, baĢlangıcı, nöbet süresi ve sonrasında, farklı
klinik semptomlar gözlenmektedir. Bu dönemler sırasıyla prodrom, aura, iktus ve post
iktal dönem olarak adlandırılırlar. Nöbetlerin gözlenmediği zaman aralığına ise
interiktal dönem adı verilir (Bagley, 2005, LeCoteur, 1995, Thomas, 2010).
11
1.3.1.1.Prodrom
Nöbet öncesinde, bazı hastalar saatler veya günler öncesinden, davranıĢ
değiĢikliklerinin Ģekillendiği, uzun süreli bir dönem geçirirler. Bu sürece prodrom adı
verilir (Bagley, 2005, Thomas, 2010). Prodrom döneminde, aĢırı ilgi beklentisi,
sızlanma, gizlenme, heyecan veya korku gibi davranıĢ değiĢiklikleri gözlenir. Çoğu
zaman gözden kaçmakla birlikte bazen, bu dönemde gözlenen davranıĢ değiĢiklikleri
sayesinde, hastanın nöbet geçireceğini tahmin etmek mümkün olmaktadır (Bagley,
2005, Thomas, 2010, Podell, 2004).
1.3.1.2.Aura
Nöbetin belirlenebilir klinik bulguları görülmeden önce ortaya çıkan subjektif
duyumların olduğu zaman dilimine aura adı verilir. Bu dönemde beyinde anormal
elektriksel aktivite baĢlar ancak klinik olarak nöbet gözlenmez. Aura döneminin
süresi, birkaç dakikadan birkaç saate kadar değiĢmektedir. Nöbet geçiren insanlar
aura dönemi sırasında uyuĢukluk, karıncalanma veya heyecan benzeri duyumlar
tanımlamıĢlardır. Hayvanlarda aura döneminde sıklıkla rastlanan davranıĢ biçimleri
arasında saklanma, sahibine gitme, aĢırı hareketlilik veya otonom bulgular
(Salivasyon, dıĢkılama veya kusma) gözlenir (Podell, 2004, Thomas, 2010). Prodrom
ve aura arasındaki fark, prodromun daha uzun süreli olması ve bu süre içinde
beyinde anormal elektrik aktivitesi bulunmamasıdır (Thomas, 2010).
1.3.1.3.İktus
Ġktus, nöbet anlamına gelir (Aminoff, 1992). De Lahunta (2009) terimin aynı zamanda
epilepsi anlamına geldiğini bildirmiĢtir. Bu dönemde gözlenen klinik bulgular nöbetin
karakterine göre değiĢiklik göstermektedir. Genel olarak, kas kasılmaları, istemsiz
kas hareketleri, anormal duyumlar, davranıĢ bozuklukları veya bilinç kaybı bu
semptomlar arasında bulunmaktadır. Ġktus süresi çoğunlukla birkaç saniye ile birkaç
dakika arasında sürer (Podell, 2004).
12
1.3.1.4.Postiktal Dönem
Postiktal dönem, nöbet bittikten sonra beyin fonksiyonlarında ortaya çıkan geçici
klinik anormalliklerin görüldüğü zaman dilimini ifade eder. Postiktal bulgular birkaç
dakikadan birkaç saate kadar sürebilir ve kafa karıĢıklığı, körlük, ataksi veya derin
uyku gibi semptomları içerebilir (LeCoteur, 1995, Thomas, 2010).
1.3.1.5.İnteriktal Dönem
Ġnteriktal dönem, nöbet aktivitesinin bulunmadığı dönem olarak tanımlanır. Nöbetler
arasında geçen süreci ifade eder. Ġdiyopatik epilepside bu dönemde köpeklerde
herhangi bir bozukluk görünmemektedir. Sekonder epilepsi olgularında ise nöbete
neden olan hastalığa bağlı klinik semptomlar izlenebilir. Hastanın bu dönemde
değerlendirilmesi, bu ayrımın yapılması için büyük önem taĢımaktadır (Bagley, 2005,
LeCoteur, 1995). Ġnsanlarda bu dönemde paroksismal EEG anormalliklerinin
görüldüğü bilinmektedir (Pilliai ve Sperling, 2006)
1.3.2.Nöbetlerin Başlangıç Yerlerine Göre Ayrılması
Epileptik nöbetler, beyindeki anormal aktivitenin baĢlangıç alanına göre, fokal veya
generalize olarak adlandırılırlar. Fokal nöbetler daha sonra generalize karakter
kazanabilmektedir, bu nöbetlere sekonder generalize nöbet adı verilir. Bozukluk
hakkında yeteri kadar veri bulunmaması nedeniyle sınıflandırılamayan nöbetler de
vardır (LeCoteur, 1995). Ortaya çıkan klinik tablo, nöbetin karakterine göre farklılık
göstermektedir. Nöbetlerin beyindeki baĢlangıç yerine göre Ģematize ediliĢi aĢağıda
(ġekil 1.4) gösterilmiĢtir.
13
ġekil 1.4 – BaĢlangıç noktalarına göre epileptik nöbetler: Primer generalize nöbetler (a), Fokal nöbetler (b) ve Sekonder
generalize nöbetler (c). (Podell, 2004)
1.3.2.1.Fokal Nöbetler
Fokal nöbetlerde baĢlangıç noktası sınırlı bir alandır. Bu nöbetler kongenital veya
edinsel olarak ortaya çıkabilir. Fokal nöbette bilinç kaybı yoktur, ancak baskılanabilir.
Basit parsiyel nöbetlerde bilinç açık, kompleks olanlarda ise baskılanmıĢtır.
Hayvanlarda klinik olarak bu ayrımın yapılması çoğu zaman mümkün olmamaktadır.
Fokal nöbetlerde, kortekste belirgin bir epileptojenik odak bulunur. Bu tip nöbetlerde
çoğu zaman, lokal intrakraniyal bir patoloji rol oynamaktadır. Köpeklerde gözlenen
parsiyel nöbetlerin çoğunluğunda belirli kas gruplarının istemsiz kasılması gibi motor
semptomlar görülmektedir. Köpeklerde bilinç baskılandığında ortaya çıkan davranıĢ
değiĢikleri, çoğu zaman gözden kaçmaktadır. Bu nedenle tanımlanmaları oldukça
güçtür. Kompleks nöbetlerde, köpeklerde ĢaĢkınlık, huzursuzluk, havlama, uluma,
boĢ yere çiğneme hareketi ve aĢırı saldırganlık veya ürkeklik gibi davranıĢ
bozuklukları görülmektedir. Bu nöbetlere otomatizm veya otomotor nöbetler adı
verilmektedir. Bazı olgularda pupilla dilatasyonu veya yüz kaslarında hafif seğirme
gözlenebilir (LeCoteur, 1995, Podell, 2004, Thomas, 2010).
1.3.2.2.Generalize Nöbetler
Köpeklerde en çok primer generalize nöbetler gözlenmektedir. Bu nöbetler beynin
tümünde baĢlar ve bilinç nöbet boyunca baskılanır veya daha sık olarak tamamen
kapalıdır. Absens nöbetler ani bilinç kaybı ve EEG aktivitesinin ortadan kalkması ile
14
karakterizedir ve nöbet süresince hafif motor semptomlar gözlenebilir. Myoklonik
nöbetler bir veya birden fazla kas grubunun ani olarak kasılmasıyla karakterizedir.
Kas kasılmaları tekrar tekrar oluĢabilir. Klonik nöbetlerde kas kontraksiyonları
Ģekillenir ancak tonik komponenti bulunmaz. Tonik nöbetler köpeklerde sık gözlenir
ve tüm iskelet kaslarının tonusunda artıĢ Ģekillenir. Bu nöbetlerde bilinç baskılanmıĢ
veya kapalı olabilir. Köpeklerde en sık görülen nöbet tipi olan tonik-klonik nöbetlerde
ise çoğunlukla bilinç kaybı gözlenir, tonik fazda hastanın kasları katılaĢır ve yana
düĢer, klonik fazda ise Ģiddetli kas kasılmaları gözlenir (LeCoteur, 1995).
1.3.2.3.Sekonder Generalize Nöbetler
Fokal nöbetler sekonder olarak generalize nöbetlere dönüĢebilirler. Bu durumda
nöbet ilk olarak beynin bir noktasında baĢlar ancak daha sonra anormal elektriksel
aktivite yayılarak veya baĢka odakları uyararak generalize hale geçer (Bagley, 2005,
LeCoteur, 1995).
1.4.Etiyoloji
Nöbetlerin oluĢumuna pek çok faktör yol açabilmektedir. Bu nedenler direk olarak
sinir sisteminden köken alabilir veya sinir sistemini dolaylı olarak etkileyen diğer
bozukluklardan kaynaklanabilir (Çizelge 1.4). Holliday (1980) ve LeCoteur (1995)
nöbetlerin nedenlerini intrakraniyal ve ekstrakraniyal olarak iki ana gruba
ayırmıĢlardır. Ġntrakraniyal nedenler progresif olan (Beyin tümörleri) ve progresif
olmayan (Kafa travması), ekstrakraniyal nedenler ise vücut içinden (Metabolik
nedenler) veya dıĢ etkenlerden kaynaklanan (Zehirlenmeler) Ģeklinde iki alt gruba
ayrılmıĢtır. Bagley (2005) ve Thomas (2010) epilepsi etiyolojisini, semptomatik ve
idiyopatik olarak iki alt grupta incelemiĢ ve sekonder/semptomatik epilepisinin oluĢum
mekanizmasında intra ve ekstrakraniyal nedenlerden bahsetmiĢlerdir. De Lahunta
(2009) epilepsiyi patogenezine göre intrakraniyal, ekstrakraniyal ve idiyopatik olarak
üç ana baĢlıkta değerlendirmiĢtir.
Genetik faktörlerin de bozukluğun oluĢumunda rol oynadığı bilinmektedir.
Yapılan pedigri incelemelerine göre arasında Beagle, Belçika Tervuren, Keeshond,
15
Dacshund, Labrador retriever, golden retriever, Shetland çoban köpeği, Irish
wolfhound, Vizsia, Ern dağ köpeği ve Ġngiliz springer spaniel ırklarının bulunduğu
bazı ırklarda hastalık için genetik predispozisyon olduğu düĢünülmektedir. Ancak
melezler de dahil, herhangi bir ırk, hastalıktan etkilenebilmektedir. Dacshund ırkı
köpeklerde yapılan genetik bir çalıĢmada insanlarda “Lafora hastalığı” olarak bilinen
ve gençlerde en ağır epilepsi formu olan nöronal glikoproteinozis’e neden olan
mutasyon bulunmuĢ ve kontrollü üreme ile hastalığın elimine edilebileceği bildirilmiĢtir
(Lohi ve ark., 2005). Diğer ırklarda da genetik faktörlerin bulunabildiği düĢünülmekle
beraber, konuyla ilgili yeterli çalıĢma yapılmamıĢtır (LeCoteur 1995, Thomas, 2010).
Çizelge 1.4 – Epilepsini nedenlerinin etiyolojilerine göre ayrımı. DeLahunta (2009) ve Bagley’den (2005) alınmıĢtır.
INTRAKRANİYAL
NEDENLER
Dejeneratif
- Barınak hastalığı
- Vasküler bozukluklar
Anomali
- Hidrosefalus
- Lissensefali
- Hidranensefali
Travma
Yangısal
- Bakteriyel (Rickettsia, Ehlricia)
- Protozoer (Toxoplasma)
- Viral (Kuduz, Distemper, Herpes)
- Otoimmun
Neoplastik
- Primer
- Metastatik
- Diğer
EKSTRAKRANİYAL
NEDENLER
Metabolik
- Hepatik (Portosistemik Ģant, Enfeksiyon) - Renal (Üremi)
- Hipoglisemi (Ġnsülinomia, Diabetes) - Hipernatremi
- Hiperkalemi - Hipoksi (Kan kaybı, Anestezi)
- Nutrisyonel (Tiyamin yetmezliği, Hipoproteinemi ) - Hipertermi
- Tiroid Bozuklukları - Adrenal Bozukluklar
Toksik
- KurĢun
- Etilen glikol
- Ksilitol
- Organik fosfatlar
İDİYOPATİK EPİLEPSİ
Epilepsi oluĢumuyla sonuçlanan intrakraniyal nedenler, doğmasal
malformasyonlar, neoplaziler, dejeneratif bozukluklar, yaralanmalar ve
mikroorganizmalara bağlı oluĢan ensefalitisler olarak sıralanabilir. Ekstrakraniyal
nedenlere hipoglisemi, hepatik ensefalopati, elektrolit bozuklukları, üremi, hipoksi,
hiperlipidemi ve hipertermi örnek verilebilir (Bagley, 2005, De Lahunta, 2009).
Beyinde, prosencephalon bölgesini etkileyen herhangi bir bozukluk nöbet oluĢumuyla
sonuçlanabilir (DeLahunta, 2009).
16
Doğmasal veya edinsel olarak Ģekillenen kraniyal anomalilerde, nöbet
oluĢumu gözlenebilir (Summers, 1995).
Lizozomal kökenli barınak hastalığı, tüm organ ve dokuları etkilese de, sinir
sistemi hücrelerinde diğer hücrelerden daha fazla lizozom bulunması nedeniyle, çoğu
zaman nörolojik semptomlarla, bazen de nöbetlerle sonuçlanabilmektedir (Summers,
1995).
Beyin tümörlerinde nöbet oluĢumuna oldukça sık rastlanmaktadır. Bu tümörler,
doğrudan beyin dokusundan köken alabilir veya baĢka tümörlerin metastazı
sonucunda oluĢabilirler. Doğrudan beyinde oluĢmayan, fakat çevre dokularda
Ģekillenip beyin üzerine baskı yapan tümörler de (Sinüs tümörleri, kemik tümörleri)
nöbet oluĢumunda rol oynayabilirler (Thomas, 2003, LeCoteur, 1995, Summers,
1995).
Sinir hücrelerinin etkin olarak çalıĢabilmeleri için bazı koĢullar gerekmektedir.
Bunlar arasında enerji ihtiyacı (Oksijen, glikoz), elektrik akımı (elektrolitler) ve sinaptik
aktarım (nörotransmitterler) bulunmaktadır. Metabolik bozukluklar veya
toksikasyonlar sonucunda bu koĢullar bozulup, beyin dolaylı yoldan etkilenebilir.
Bunun sonucunda nöbet oluĢumu gözlenebilir (Bagley, 2005).
Nöbetler, bu bölgede yerleĢen bakteriyel, protozoer veya viral enfeksiyonlarda
bazen ortaya çıkabilmektedir. Köpeklerde nispeten yaygın olarak gözlenen bir
otoimmun bozukluk olan granülomatoz meningoensefalopatilerde de nöbet oluĢumu
Ģekillenebilmektedir (Bagley, 2005, LeCoteur, 1995).
Kafa travmalarının sonucunda, beyinde epileptik odakların Ģekillenebildiği
bilinmektedir. Bazen, beyinde hasar alan bölgede epileptik odak, travma üzerinden
zaman geçtikten sonra oluĢabilmektedir (Summers, 1995).
Ġdiopatik veya primer epilepsi ise tanımlanabilen herhangi bir yapısal beyin
lezyonu veya nörolojik bulgu olmaksızın ortaya çıkan kronik ve takip eden nöbetleri
ifade eder. Burada kullanılan idiyopatik terimi “nedeni bilinmeyen” değil
“kendiliğinden” anlamına gelmektedir. Ġdiyopatik epilepsi tanısı, nöbetlerinin nedeni
belli olmayan hastalarda kullanılmaz. Bunun yerine idiopatik epilepsi terimi, herhangi
bir nörolojik bozukluğun olmadığı ve iyi tanımlanmıĢ bir klinik sendromu ifade etmek
için kullanılır (Thomas, 2010).
17
1.5.Epilepside Tanı
Epilepsiye neden olan çok geniĢ bir etiyoloji bulunması ve bozukluğun çok farklı
Ģekillerde gözlenebilmesi, kesin tanı konmasını zorlaĢtırmaktadır. Nöbet geçirme
Ģikayetiyle kabul edilen bir hastada ilk olarak detaylı anamnez alınmalı, fiziksel ve
nörolojik muayene yapılmalı, kan ve serum biyokimyası incelenmelidir (Bagley, 2005,
Thomas, 2003, LeCoteur, 1995). LeCoteur (1995) bu değerlendirmeyi “minimum veri
tabanı” olarak adlandırmıĢ ve tanı koymak için yalnızca ilk basamak olduğunu
vurgulamıĢ, bu inceleme sonucunda edinilen bilginin, daha detaylı laboratuar
analizleri ve görüntüleme tekniklerinin kullanımına rehberlik etmesi gerektiğini
bildirmiĢtir.
1.5.1.Anamnez
Doğru ve detaylı anamnez alınması, hastalığın tanısında büyük önem taĢımaktadır.
Hastanın hikâyesi alınırken, hasta sahibinin duygusal olarak etkilendiğini, bozukluğu
objektif olarak tanımlayamayabileceğini veya gözlem eksikliği olabileceğini
unutmamak gereklidir (Bagley, 2005, Thomas, 2003). Hasta sahibinden nöbetin
tanımı, sıklığı, süresi ve hastanın nöbetten önce ve sonraki davranıĢı öğrenilmelidir.
Nöbet baĢlamadan önce herhangi bir fokal semptomun bulunup bulunmadığı
sorulmalıdır. Bunun yanında nöbetlerin belirli bir saatte veya belirli bir aktivite
sırasında oluĢup oluĢmadığı da değerlendirilmelidir. Belirli uyaranlar veya durumlarla
uyandırılabilen nöbetlere refleks nöbetleri adı verilir. Ġnsanlarda en sık karĢılaĢılan
neden çoğu zaman televizyondan gelen parıldayan ıĢıktır. Diğer nedenler arasında
sıcak suya girmek, okumak, bazı sesli uyaranlar veya yemek yemek bulunmaktadır.
Refleks nöbetlerinde uyaran belirgindir ve uyarımdan kısa süre sonra nöbet ortaya
çıkar (Thomas, 2010). Çoğu zaman klinisyenin nöbeti görme Ģansı olmadığından,
hasta sahibinin yaptığı tanım çok büyük önem taĢımaktadır. Hasta sahiplerinin
nöbetleri kayıt etmeleri hekime yardımcı olabilir (Thomas, 2010).
Ayırıcı tanıda nöbetlerin baĢladığı zaman, hastanın ne durumda olduğunun
öğrenilmesi de önem taĢımaktadır. Nöbetler sıklıkla dinlenme veya uyku sırasında
ortaya çıkar, oysa narkolepsi ve senkoplar stres veya egzersiz sonrasında gözlenirler
(Bagley, 2005, Lecoteur, 1995). Nöbetlerin gece daha sık Ģekillendikleri bilinmektedir
18
(Thomas, 2003). Çoğu nöbet spontan olarak ortaya çıkar gibi gözükse de birçok
faktör tarafından tetiklenebilr. Ġnsanlarda uykusuzluk, duygusal baskı, menstruasyon
ve geçirilmiĢ hastalıklar neden olarak gösterilmektedir. Hayvanlarda da nöbet
oluĢumunda benzer faktörlerin olduğu düĢünülmektedir (Thomas, 2010). Nöbetlerin
sıklığı, Ģiddeti, karakteri ve süresinin öğrenilmesi epilepsinin prognozunu belirlemede
yarar sağlar. Nöbet sıklığı bireyden bireye değiĢir. Bazı olgularda günde birkaç nöbet
görülmekle beraber diğerlerinde yılda bir nöbete kadar düĢebilir (Bagley, 2005).
Genel bir kural olarak geniĢ aralıklarla baĢlayan nöbetlerin zamanla sıklaĢabileceğini
unutmamak gereklidir. Nöbet sırasında salivasyon, ürinasyon ve defekasyon olup
olmadığı öğrenilmelidir. Bu gibi otonom semptomların varlığı ayırıcı tanıda önem
taĢımaktadır. Hastanın yaĢ aralığı da tanıda önem taĢımaktadır. Ġdiyopatik epilepsi
bulgusu gösteren köpeklerin çoğu, ilk nöbetlerini 1 ile 5 yaĢ arasında
geçirmektedirler, ancak 6 aylık kadar erken veya 10 yaĢ kadar geç baĢlayan olgular
da gözlenmiĢtir (Thomas, 2003). Epilepsi ile sıklıkla karıĢabilen bozukluklar çizelge
1.5’te gösterilmiĢtir.
Çizelge 1.5 – Epilepsi ile karıĢabilen bozukluklar. Thomas’tan (2003) alınmıĢtır.
Bozukluk Farklar
Senkop Motor aktivite yok, kısa süreli, postiktal bulgu yok, egzersiz sonrasında
oluĢur
Narkolepsi Heyecan veya aĢırı aktivite sonrasında paraliz veya bilinç kaybı, post iktal
bulgu yok
Myasthenia Gravis Bilinç açık, kaslarda sertlik, kasılmalar veya zayıflık, egzersiz sonrasında
oluĢur
Vestibüler Sendrom Ataksi, kafa sallama, nystagmus, bilinç açık
Davranış Bozukluğu Bilinç kaybı yok, post iktal bulgu yok
Ağrı Bilinç kaybı yok, kaslarda sürekli sertlik ve aĢırı kasılma
Uyku Sırasındaki
Davranışlar
Hasta uyandırıldığında post iktal bulgu yok
Bundan sonra hastanın ebeveynlerinde epilepsi olup olmadığını, yakın
zamanda travma veya hastalık geçirip geçirmediğini, aĢı durumunu, beslenmesini ve
zehirlenme geçirip geçirmediğini öğrenmek gerekir. Hastanın yakın zamanda
kullandığı ilaçlar öğrenilmelidir. Ġnteriktal dönemde davranıĢ, duruĢ, iĢtah, uyku süresi
veya vücut ağırlığındaki değiĢiklikler gözlenmeli ve kaydedilmelidir. Bu değiĢiklikler
19
çoğu zaman hasta sahibi tarafından daha tutarlı olarak değerlendirildiği için hasta
sahibinin yorumları çok önemlidir (Thomas, 2010). Ġnteriktal dönemde fiziksel veya
nörolojik herhangi bir bozukluğun varlığı, semptomatik epilepsi olma ihtimalini
düĢündürmelidir (Bagley, 2005, Lecoteur, 1995). Bunun dıĢında hekimin hasta
sahibinin yaĢam stilini ve evcil hayvanı ile olan iliĢkisini anlaması ve buna göre
değerlendirme yapması büyük önem taĢımaktadır. Hastalığın prognozu büyük ölçüde
epileptik evcil hayvanın, hasta sahibi üzerindeki etkisi ve hasta sahibinin sağaltıma
yaklaĢımı ile iliĢkilidir (Thomas, 2010).
1.5.2.Fiziksel ve Nörolojik Muayene
Nöbetlere neden olabilecek herhangi bir sistemik hastalığın varlığını değerlendirmek
için, detaylı bir fiziksel inceleme gereklidir. Hastanın genel durumu, tüy yapısı, duruĢu
ve yürüyüĢü, mukozalarının durumu ve dıĢarıdan gözlenebilecek lezyon veya
tümörler değerlendirilmelidir. Gözle görülmeyen travma, tümör veya doğmasal
bozukluklar bazen kafanın palpasyonunda fark edilebilirler. Nazal akıntı veya
epistaksis varlığı sinus enfeksiyonları veya tümörleri ile ilgili olabilir ve bu durumlar
intrakraniyal bölgeyi etkileyebilmektedir. Gözlerin muayenesinde viral, fungal veya
protozoer merkezi sinir sistemi enfeksiyonlarına bağlı olarak koriyoretinitis bulunabilir.
Yine oftalmoskopide, hidrosefalus, intrakraniyal tümör veya enfeksiyonlar sonucu
intrakraniyal basıncın artmasına bağlı olarak optik papilla ödemi görülebilir (LeCoteur,
1995).
Nöbet geçiren hasta 1 yaĢından genç veya 5 yaĢından büyükse, hasta fokal
nöbetler geçiriyorsa, aniden birden fazla nöbet geçiriyorsa veya interiktal dönemde
yapılan değerlendirmede herhangi bir anormallik bulunuyorsa semptomatik epilepsi
olabileceği düĢünülmelidir (Thomas, 2010).
Kalıcı bir nörolojik bozukluğun varlığını öğrenmek için, tam nörolojik inceleme
yapılmalıdır. Beyindeki lezyonlar çoğunlukla gecikmiĢ propriyosepsiyon veya tek
tarafta kısmi körlük gibi lokal ve fark edilmesi güç semptomlar gösterirler.
Değerlendirme yapılırken ataksi, depresyon veya körlüğün postiktal dönemde oluĢup
gerçek semptomları baskılayabileceğini unutmamak gerekir. Bu tür bulguların
tutarlılığını değerlendirmek için, 24-48 saat sonra tekrar muayene yapılması yararlı
olur (Thomas, 2010).
20
1.5.3.Laboratuvar Analizleri
Hastanın yaĢı, hikayesi ve muayenesi doğrultusunda edinilen bilgi doğrultusunda
mantıklı bir tanı planı oluĢturmak gereklidir. Birden fazla nöbet geçiren her hastada
tam kan sayımı ve serum biyokimyasının değerlendirilmesi gereklidir. Birçok
metabolik ve enfeksiyöz bozukluk bu değerleri değiĢtirir. Karaciğer, böbrek veya
pankreasta oluĢan bozukluklar da, bu analizler ile ortaya konabilir. Bir yaĢından genç
hastalarda ise serumda safra asitleri değerlendirilmelidir. YaĢlı köpeklerde tiroid
fonksiyonunun değerlendirilmesi gereklidir (Bagley, 2005, DeLahunta, 2009, Thomas,
2003).
Ġnteriktal nörolojik bozukluk bulunan, 1 ve 5 yaĢ arasında olan veya ilaca
dirençli olan epilepsi olgularında BOS analizi yapılabilir ancak tüm idiyopatik epilepsi
olgularında ve çoğu yapısal bozuklukta, BOS değerlerinin normalden farklı
olmayabileceğini unutmamak gerekir (DeLahunta, 2009, Thomas, 2003).
1.5.4.Görüntüleme Teknikleri
Beyindeki yapısal bozuklukların görüntülenmesi için kullanılacak en uygun yöntem
manyetik rezonans görüntülemedir (Bagley, 2005, DeLahunta, 2009). Bu yöntemle
beyindeki tüm yapısal değiĢiklikler görüntülenebilmektedir. Bilgisayarlı tomografi de
görüntüleme için kullanılabilir ancak MRG ile kıyaslandığında, yumuĢak dokunun
görüntülenmesinde daha baĢarısız olduğu kabul edilmektedir (DeLahunta, 2009).
Kafa travmaları sonucunda oluĢabilen bozuklukların görüntülenmesi için bazen
röntgen yeterli olmaktadır (LeCoteur, 1995). Toraks veya abdomendeki tümörlerin
varlığı, bazı kardiyopulmoner bozukluklar veya abdominal organlardaki değiĢiklikler
bu yöntemle ortaya konabilir (Alkan, 1999).
Abdominal organların değerlendirilmesi için ultrasonografiden de yararlanılır.
Kardiyojenik kökenli bozuklukların ayırıcı tanısında ekokardiyografi kullanılabilir
(Alkan, 1999).
21
1.5.5.Elektroansefalografi
Elektroansefalografi, beynin elektriksel potansiyelinin kafa derisi yüzeyinde
kaydedilmesidir. Bu kayıttan elde edilen traselere ise elektroansefalogram adı verilir.
Çok küçük olan bu elektriksel aktivitenin çevresel elektriksel potansiyellerden
etkilenmeden kayıt edilmesi, teknik açıdan uygun donanım ve yöntem ile
gerçekleĢtirilebilir (Türkdoğan, 2003).
Kalvaryum üzerindeki kafa derisine bir kayıt sistemine bağlı iki elektrot
yerleĢtirildiği zaman elektrotlar arasında sürekli olarak değiĢen potansiyel farkı
kaydedilir. Elektriksel aktivite ölümden sonra durur, yani yanlızca canlı dokuda kayıt
alınabilir. Kafada elektriksel olarak en aktif hücreler nöronlardır, dolayısıyla ilk
araĢtırmacılar nöron aktivitesinin, elektroansefalogramın en olası kaynağı olduğunu
düĢünmüĢlerdir. Takip eden çalıĢmalar bu görüĢün tutarlılığını kanıtlamıĢtır
(Speckmann ve Elger, 2005).
Yüzey elektrotundan kaydedilen post sinaptik potansiyelin (PSP) polaritesi o
potansiyelin eksitatorik (uyarıcı) ya da inhibitorik (baskılayıcı) oluĢuna ve oluĢan
potansiyelin elektrota uzaklığına bağlıdır. Eksitatorik post sinaptik potansiyeller, hücre
içine pozitif yüklü iyonların akımını sağlayarak hücrenin depolarizasyonuna neden
olur; inhibitorik post sinaptik potansiyeller ise hücre dıĢına geçen toplam iyon akımını
arttırarak hücrenin hiperpolarizasyonuna neden olurlar. Eksitatorik PSP yüzeye yakın
bir alanda oluĢursa EEG kaydında negatif, inhibitorik PSP oluĢursa pozitif bir
defleksiyon oluĢturur. Derin alanlardan, örneğin piramit hücrelerinin bulunduğu
yerlerin yakınlarından köken alan EPSP ve IPSP ise yüzeysel olanların tam tersi
Ģeklinde defleksiyon oluĢtururlar (Speckmann ve Elger, 2005).
Post sinaptik potansiyeller tek baĢlarına yüzey elektrotları tarafından
kaydedilemezler, ancak bir piramit hücresinin çevresinde kırk bin kadar sinaps olabilir
ve elektrotun kayıt alanında yüzbinlerce hatta milyonlarca sinaps bulunur. Bu
sinapslardaki senkronize olduğu düĢünülen potansiyel değiĢiklikleri yüzeyde ritmik bir
aktivite oluĢturur. Kafanın belirli bir kısmından alınan kayıt yalnızca o bölgedeki
presinaptik terminallerin senkronize potansiyel değiĢimini gösterir, diğer kısımların
kayıtları yapı olarak farklılık gösterir. Belli bir alandaki eĢ zamanlı PSP oluĢumunu
sağlayan kısa süreli atımlar yüzey elektrotundan benzer süre ve frekansta EEG
dalgası olarak kaydedilir. Daha uzun atımlar daha uzun süren PSP’lere dolayısıyla
daha yavaĢ dalgaların oluĢumuna neden olurlar (Holliday ve Williams, 2003). Sonuç
22
olarak yüzeyde kaydedilen potansiyeller nöronal sinapsların senkronize katılımı ve
depolarize olan glial hücrelerin toplam etkisi sonucu oluĢur (Türkdoğan, 2003).
1.5.6. Elektroansefalogramın Fizyolojik Temeli
Elektroensefalografi serebral korteksin kendiliğinden oluĢan elektrik aktivitesinin
kaydedilmesidir. Kayıt için herhangi bir stimülasyona gerek yoktur. Yüzeyde
kaydedilen potansiyellerin polariteleri nispeten düzgün bir ritimde olmakla beraber
değiĢkendir. Oldukça geniĢ düzeydeki frekansların kaydedilebildiği düĢünüldüğünde,
potansiyellerin dalgalanmaları çoğunlukla 30 Hz’in altında olmakla beraber 0,5–50 Hz
arasında seyreder. Tek dalgaların amplitütleri yüzey elektrotlarından kayıt alındığında
bir ila birkaç yüz mikro volt düzeyindedir. EEG traselerindeki dalgaların oluĢumu sinir
sistemi hücrelerinin zar potansiyelleri ile doğrudan iliĢkilidir. Kaydedilebilir bir değerin
oluĢabilmesi için, birçok hücrenin potansiyellerinin toplamı gereklidir (Holliday ve
Williams, 1998).
Merkezi sinir sistemi temelde nöronlardan ve glia hücrelerinden oluĢur. Glia
hücreleri nöronların arasında yer alır. Soma adı verilen çekirdeğin bulunduğu sinir
hücresi gövdesinden birçok uzantı çıkar. Bunların çoğu küçük ve çok sayıda
dallanmalarla sona eren dendritlerdir. Dendritlerin yanı sıra her hücre bir de aksona
sahiptir. Aksonlar birden fazla kola sahip olabilir ve diğer sinir hücreleri veya
organlarla bağlantı oluĢtururlar. Nöronların birbiri arasında oluĢturdukları bağlantılar
soma, akson tepeciği ve dendritleri kapsayan çok sayıda sinapstan oluĢur, sinir
hücrelerinde binlerce sinaps bulunabilir. Nöronların gövde, dendrit ve aksonları
arasında ise glia hücreleri yer alır. Glia hücreleri uzantıları aracılığıyla, nöronların
gövde, akson ve dendritleriyle bağlantı kurarlar (Speckmann ve Elger, 2005).
Yüzey elektrotuna ulaĢan EEG aktivitesi serebral korteksin süperfisiyal
kısmından, 5 mm derinlikte ve yüzey çapı 1–2 mm olan bir alandan köken alır. EEG’
de sadece serebral korteks aktivitesi kaydedilir, beynin diğer kısımları dolaylı olarak
kaydı etkilese de voltajı ciddi anlamda etkilemezler. EEG yalnızca kortikal nöronların
elektriksel aktivitesi hakkında bilgi verir, talamus veya beyin kökü gibi daha derinde
bulunan beyin dokularını EEG ile incelemek mümkün değildir (March ve Muir, 2005,
Murrell ve ark., 2003).
23
Hep ya da hiç potansiyellerinin, süregelen EEG aktivitesi üzerine anlamlı bir
etkisi yoktur. Kortikal aksonlar yüzeye göre pek çok doğrultuda ilerlerler. Bu nedenle
bunların aksiyon potansiyellerinin yüzey elektrotunda oluĢturdukları toplam etki sıfır
kabul edilir (Holliday ve Williams, 1998).
EEG’yi anlamak için, korteksteki elektriksel aktivitenin kaynaklarını ve polarite
ile amplitütte oluĢan sürekli ve ritmik olan dalgalanmaların nedenini anlamak
gereklidir. EEG’nin oluĢumunda iki faktör rol oynar, birincisi kortikal nöronların
sinaptik aktivitesi, ikincisi ise glial hücrelerin zar potansiyellerindeki değiĢikliklerdir.
Kortikal nöronlardaki yüzeysel ve intrasellüler olaylar üzerine yapılan çalıĢmalar post
sinaptik potansiyeller ve yüzey potansiyelleri arasında direk bir bağlantı olduğunu
göstermiĢtir. Sinapstan salınan nörotransmitter, iyonların postsinaptik membrandan
seçici geçiĢlerine olanak sağlar. Membran geçiĢi sonrası oluĢan akımlar, intra ve
ekstrasellüler iyon konsantrasyonlarında değiĢimlere neden olur. Bu dipollerin
oluĢumuyla sonuçlanır. Dipol, artı ve eksi yüklerin ayrılmasından oluĢur. Hem intra
hem ekstasellüler içerik çok iyi iletkenler olduklarından dipoller arasında iyon akımları
oluĢumuna olanak sağlar. Ekstrasellüler akımlar yüzeydeki EEG kaydını oluĢturur.
OluĢan EEG potansiyelleri sabit noktalarda oluĢup kaybolan alan potansiyelleridir
(Speckmann ve Elger, 2005).
EEG’deki en önemli nöronal kaynak serebral korteksteki piramit hücreleridir.
Kortikal yüzeye dik olarak konumlanmıĢ bu hücrelerin dendritleri uzun ve paralel
dizilimlidir. Bu nedenle post sinaptik potansiyeller bir noktada oluĢurken daha
uzaktaki alanlar uyarımlardan etkilenmez. Bu Ģekilde oluĢan dipoller daha küçük
hücrelerin oluĢturacağı akımlardan daha fazlasını oluĢturur. Bundan dolayı yüzey
elektrotlarını daha belirgin olarak etkilerler (Türkdoğan, 2003).
Glia hücreleri de EEG oluĢumuna katılırlar. Ancak nöronların aksine glia
hücrelerinde aksiyon potansiyeli gözlenmez, dolayısıyla post sinaptik potansiyel de
oluĢturmazlar. Bu nedenle glia hücrelerinin potansiyellerini diğer hücrelerin
potansiyellerinden ayırt etmek mümkün değildir. Kortikal nöronların
potansiyellerindeki değiĢimler hücre dıĢı K+ iyon konsantrasyonunda değiĢikliğe, bu
da glia hücrelerinin membran potansiyellerinde pasif depolarizasyon oluĢumuna
neden olur. Bu Ģekilde glia hücreleri, nöronlar tarafından baĢlatılan potansiyelleri,
yakınlarındaki diğer glia hücrelerine de aktararak direk akım potansiyellerine katkı
sağlar (Speckmann ve Elger, 2005).
24
Sonuç olarak yüzeyde kaydedilen potansiyeller nöronal sinapsların senkronize
katılımı ve depolarize olan glial hücrelerin toplam etkisi sonucu oluĢur (Türkdoğan,
2003).
1.5.7.Kayıt Yöntemleri ve Montaj
Kayıt sisteminin yükselticilerine bağlı olan iki elektrot arasından alınan kayda
“derivasyon” denir. Belirli bir zaman aralığında kayıt için kullanılan elektrotların
yerleĢimine ise “montaj” adı verilir (Aminoff, 1992, Wright ve ark., 2005). Uygun
ayarlanan bir montaj her iki hemisferin kortekslerinin aktivitesinin eĢzamanlı Ģekilde
kaydedilmesini sağlayabilir. Elektrotlar kafanın bütün bölgelerini kapsayacak Ģekilde
yerleĢtirilmelidir. Ayrıca elektrotların kafa üzerindeki yerleĢimi simetrik olmalıdır.
Seçilecek olan montaj uygulayıcının tercihine bağlı olarak ayarlanabilir,
elektrotların konabileceği noktalar Ģekil 4’te gösterilmiĢtir, bunlar haricinde istenirse
kulak kepçesi (A) veya temporal (T) bölgelere de elektrotlar yerleĢtirilebilir. Genelde
veteriner hekimlikte kullanılan montaj frontal (F1 – F2), vertex (Cz) ve parietal (P1 –
P2) bölgeleri kapsar (Holliday, 1980). Bu montaj aĢağıda (ġekil 1.5) gösterilmiĢtir.
Kayıt amacıyla deri altı iğne elektrotları, küçük metal disk elektrotlar veya
alligatör klemp elektrotlar kullanılabilir. Tercih edilecek olan elektrotlar amaca uygun
seçilmelidir. Elektrotların kafa derisine kolay uygulanabilir olmaları, sağlam olacak
biçimde sabitlenebilmeleri ve elektriksel dirençlerinin düĢük olması gereklidir.
Elektrotlar yerleĢtirilmeden önce, kafa derisindeki kılları tıraĢ etmeye gerek yoktur
(Redding, 1965).
Montaj, generalize ve fokal EEG olaylarını tutarlı ve kolay Ģekilde
saptayabilme olanağı sağlayacak Ģekilde ayarlanmalıdır. Beyin üzerinde elektriksel
olarak aktif alanlara yerleĢtirilen iki elektrot arasından kaydedilen derivasyona
“bipolar” potansiyel adı verilir. Beyin üzerindeki elektriksel olarak aktif bir alan ile
elektriksel olarak sabit bir alan arasından kaydedilen potansiyele ise “sıradan”
referans potansiyeli adı verilir. Montajda tercih edilen derivasyon aralıkları bipolar
karakterde ise montaja bipolar, sıradan referans potansiyeli karakterinde ise
referansiyel montaj adı verilir. Aynı montajda hem bipolar hem de referansiyel
potansiyeli kaydetmek de mümkündür. Bu derivasyonu almak için bir elektrot
beyinden kayıt alınacak Ģekilde yerleĢtirilir. Ġkincisi ise burun veya kulak kepçesi gibi
25
aktivitesi diğer bölgelere göre nispeten sabit bir alana konur. Bu Ģekilde beyin
aktivitesini sabit bir alan ile kıyaslama olanağı vardır. Uygulayıcının amacına bağlı
olarak istenilen montaj seçilebilir (Aminoff, 1992, Taylor ve Vierck, 2003, Walker ve
White, 2002).
ġekil 1.5 - Köpeklerde elektrotların yerleĢtirilebileceği noktalar.
Dijital EEG cihazlarının bir avantajı, kayıt sırasında tercih edilen montajdaki
elektrotlar arasındaki derivasyonları değiĢtirebilmektir. Bir montajda kayıt alındıktan
sonra elektrot aralıkları tekrar kayıt alınmadan, cihaz sayesinde değiĢtirilerek farklı bir
montajdaymıĢ gibi okunabilir. Bu iĢleme “Yeniden montajlama” adı verilir (Holliday ve
Williams, 2005).
26
1.5.8. Topografik Haritalama/Voltaj Haritaları
Topografik haritalama EEG analizi sonucunda elde edilen dalgaların çeĢitli
yöntemlerle beyin görüntüsü üzerine yerleĢtirilmesidir. Dijital EEG bu görüntülerin
bazılarını otomatik olarak gösterebilir. Topografik haritalama seçilen belirli aralık veya
andaki EEG olaylarının tümünün beyin üzerindeki dağılımını gösterir. Yöntem
çoğunlukla topografik haritalama olarak adlandırılsa da beyin haritalaması, kantitatif
ya da bilgisayarlı EEG olarak ta bilinir (Nuwer, 1992).
Topografik haritalamada hedef EEG kaydındaki dalgaların beyin görüntüsü
üzerindeki dağılımlarını görmektir, bu yüzden uygun bir harita elde edebilmek için
seçilecek olan montajın kafanın bütün bölgelerini içerecek ve referans elektrotları da
bulunacak Ģekilde ayarlanması gerekir. Normal EEG kaydına göre, daha fazla alanı
kapsaması tercih edileceğinden, kullanılacak elektrot ve dolayısıyla kanal miktarı
normalden daha fazla olmak zorundadır (Nuwer, 1992). Haritalanacak kayıt aralığı
görsel değerlendirmeyle dikkatlice seçilmeli ve kaydın genel karakterini yansıtmalıdır.
Geçici olay veya artefaktlar haritaya dahil edilirse çıkartılan harita yanlıĢ olacaktır.
Topografik haritalama yöntemleri özellikle lokal beyin fonksiyonlarını incelemek için
oldukça faydalıdır, ancak alınan kaydın kalitesi ve kullanılan montaj yöntemin
baĢarısını önemli ölçüde etkiler (Cook ve ark., 1998). Ġnsanlarda topografik haritalar
özellikle psikiyatri disiplininde davranıĢ, istemli hareket gibi beyin fonksiyonlarını
incelemek için kullanılmaktadır (Cochin ve ark., 1999). Veteriner hekimlikte henüz bu
amaçla uygulama alanı bulunmamakla beraber deneysel çalıĢmalarda beyin hasarını
incelemek için kullanılmaktadır (Lu ve ark., 2001).
1.5.9. Frekans Analizi
Kantitatif EEG uygulamalarından bir diğeri de frekans analizidir. Frekans analizi en
çok kullanılan ve en iyi yerleĢmiĢ analiz yöntemidir. Arka plan ritminin frekanslarının
(genlik ve polaritedeki saniyelik değiĢimlerinin) kantitatif ve oransal olarak
gözlenmesini sağlar (Holliday, 2003). Seçilen dalga türü veya türlerinin diğer dalga
türlerine oranı, kayıttaki sıklığı, kayıttaki tüm dalga formlarının birbirlerine oranı hatta
atıĢ baskılanması gibi EEG olaylarının kaydın kalanıyla kıyaslanması frekans
analizleriyle mümkün hale gelir. Uygulayıcı basit görsel inceleme ile kaydın genel
27
karakteri ile ilgili bilgi edinebilir ancak sadece frekans analizlerinin yardımıyla kesin
kantitatif değerler ortaya konabilir. Frekans analizi bilgileri bilgisayar tarafından
hesaplanan kesin veya relatif değer olarak gösterilebildiği gibi voltaj veya güç
ölçütleriyle de incelenebilir. Kesin inceleme görsel incelemeye daha yakın sonuçlar
verir çünkü EEG dalgalarının pikler arasındaki amplitütleri doğrudan hesaplanır.
Relatif değerlendirmede ise her frekans bandındaki EEG kaydı o bandın toplam
gücüne bölünerek hesaplanır. Relatif analiz daha sık kullanılır çünkü elde edilen
sonuçtaki değiĢken sayısı daha azdır. Yöntem veteriner hekimlikte anestezi takibinde
ve ağrılı uyaranlara karĢı yanıtım değerlendirilmesinde kullanılmaktadır (Cochin,
1999, Murrell, 2006).
1.5.10.EEG Sırasında Gözlenen Normal Dalga Formları
Elektroansefalogramı oluĢturan sürekli voltaj değiĢiklikleri arka plan ritmi ve geçici
olaylardan oluĢur. Bu olaylar fokal, multifokal ya da generalize olabilir (Aminoff,
1992).
Arka plan ritmi, periyodik olarak tekrarlayan ve sürekli olarak EEG’de bulunan
dalgalardan oluĢur. Dalgaların frekansı bir saniyede pozitif ya da negatif yönde
oluĢan voltaj değiĢikliklerini belirtir. Frekansın birimi (Hz) Hertz olarak tanımlanır.
Amplitüt ise voltaj değiĢikliğinin Ģiddetini belirtir ve dalga pikinin izoelektrik noktadan
pozitif ya da negatif yönde uzaklığının ölçütüdür. Birimi çoğunlukla (µV) mikro volttur
(Aminoff, 1992).
Geçici olaylar kısa zaman dilimlerinde; çoğunlukla birkaç saniye ya da daha
kısa bir zaman diliminde oluĢurlar. Arka plan ritminden farklıdırlar ve arka plan
ritminin üzerinde yer alırlar ya da onun yerini alırlar. Geçici olaylar fizyolojik ya da
patolojik olabilirler, artefaktların büyük çoğunluğunda geçici olaylar olduğundan
gerçek geçici olaylardan ayrımının yapılması oldukça önemlidir (Aminoff, 1992).
EEG de görülen dalgalar frekans ve dalga boylarına göre alfa, beta, teta ve
delta olmak üzere dört farklı grupta sınıflandırılırlar (ġekil 1.6)(Aminoff, 1992).
Alfa dalgaları 8–13 Hz frekanslıdırlar ve 5–100 µV amplitütte olabilirler. Beta
dalgaları 14–40 Hz ve 2–20 µV aralığındadır. Daha yavaĢ olan teta dalgaları 4–7 Hz
frekans ve 5–100 µV aralığında bulunur ve en yavaĢ olan delta dalgaları 1–4 Hz
frekans ve 20–200 µV amplitütüne sahiptirler (Aminoff, 1992).
28
ġekil 1.6 – Ġnsanlarda, farklı uyku dönemlerinde, EEG’de Gözlenen normal dalga formları BelirtilmiĢtir (Best, 2011).
1.5.11.EEG Sırasında Gözlenen Patolojik Dalga Formları
EEG kaydında görülen arka plan ritmi ve geçici olaylar haricinde patolojik değiĢimleri
belirten özel dalga veya dalga kompleksleri de vardır. Nöronların bir anda, Ģiddetli ve
hep birlikte deĢarjlarını ifade eden paroksismal aktivite sonucu oluĢabildikleri gibi bir
bölgedeki nöron varlığının inaktivitesi sonucu dalgaların olmayıĢı da patolojik bir
değiĢimi ifade edebilir. Pek çok hastalık veya bozukluğa iliĢkin spesifik dalga Ģekli
tanımlanmıĢtır (Aminoff, 1992, Pillai ve Sperling, 2006).
Dikenler yüksek frekans ve genliğe sahip paroksismal deĢarj sonucu oluĢan ve
yüksek oranda epilepsi ile iliĢkilendirilen patolojik dalgalardır. Keskin dalgalar
dikenlerle aynı yerden köken alırlar ancak oluĢum noktalarının merkezlerinin kayıt
elektrotlarından daha uzak olması dolayısıyla frekansları daha yavaĢ, tabanları daha
geniĢtir. Klinik olarak diken ve keskin dalgaların ayrımının yapılmasına gerek yoktur
çünkü aynı fizyolojik nedenlerden köken alırlar. Kayıtta gözlenen geçici olayların
interiktal deĢarj olarak kabul edilebilmesi için belirli koĢulların bulunması gereklidir
29
(Aminoff, 1992, Pillai ve Sperling, 2006). Dikenler çoğunlukla diken-yavaĢ dalga
formunda gözlenirler ve bu “epileptiform aktivite” olarak adlandırılır (Sekil 1.7). Bu
koĢullar çizelge 1.6’da belirtilmiĢtir.
Çizelge 1.6 – Pillai ve Sperling’den (2006) alınmıĢtır.
Ġnteriktal Diken ve Keskin Dalgalar;
1 – Arka plan ritminden kolayca ayırt edilirler.
2 – Aktivite süresince polaritelerinde belirgin değişim gözlenir ve birkaç milisaniyelik süre
içinde keskin ve dikensi bir görünüm alırlar.
3 – 200ms’den daha kısa sürerler. Dikenler 20-70ms, keskin dalgalar ise 70-200ms hızında
seyreder. Bu iki dalga türü arasında köken farkı yoktur, sadece görsel olarak değişiktirler.
4 – Birden çok elektrot arasında kaydedilebilmelidir ve belirgin bir voltaj farkı göstermelidir.
5 – Genelde negatif polaritede oluşurlar.
6 – Çoğu zaman yavaş dalgalardan hemen önce oluşurlar.
ġekil 1.7 – Diken-YavaĢ dalga kompleksi Ģeklinde epileptiform aktivite kırmızı çember içinde örnek olarak gösterilmiĢtir.
(Thömke ve ark., 2005).
AtıĢ baskılanması olarak tanımlanan EEG formu (ġekil 1.8) kayıtta farklı frekans ve
yüksek voltaja sahip aktivite arasında belirgin durgun izoelektrik sahalarının oluĢması
Ģeklinde gözlenir. Gözlenen bu inaktivite birkaç saniyeliğine sürüp bitebileceği gibi
30
dakikalarca da sürebilir. OluĢumu merkezi sinir sistemini baskılayan ilaçların
kullanımı sonucu, derin anestezi sırasında görülür, bunun yanında uzun süreli anoksi
sonucu veya farklı nedenlerden oluĢan Ģiddetli ve diffuz ensefalopatilerde ortaya
çıkar (Aminoff, 1992, Lu ve ark., 2001).
ġekil 1.8 – Kırmızı alan içinde generalize atıĢ baskılanması görülmektedir (Thömke ve ark., 2005).
Trifazik dalgalar (ġekil 1.9), çoğunlukla, büyük bir negatif potansiyeli takip eden, daha
küçük negatif potansiyeller Ģeklinde gözlenirler. Bu dalgaların oluĢumu, çok büyük
oranda hepatik ensefalopati ile iliĢkilendirilmektedir. Bunun yanında renal veya
anoksik kökenli ensefalopatilerde de gözlendikleri bildirilmiĢtir (Aminoff, 1992).
ġekil 1.9 – Elektroansefalogramda generalize olarak, takip eden trifazik dalga kompleksleri görülüyor. Kırmızı çember içinde
trifazik dalga kompleksi, örnek olarak gösterilmiĢtir (Baykan, 2008).
31
1.5.12.EEG Sırasında Kullanılan Sedasyon
EEG kaydı sırasında hastanın beden hareketleri ya da elektrotların bulunduğu
alandaki kas hareketlerinden oluĢan artefaktlar, kaydı ciddi anlamda maskeleyebilir.
Ayrıca sedasyon yapılmayan çoğu hasta uyanık kalır, bu da serebral aktivitenin
değerlendirilmesinde önemi olan uyku aĢamalarında kayıt alınamamasına neden
olur. Genel anestezikler EEG kaydı için tercih edilmezler, bunun nedeni bazı genel
anesteziklerin diken oluĢumuna yol açması ve daha önemlisi fizyolojik uyku kaydı
alınmasının mümkün olmayıĢıdır (Aminoff, 1992, Walker ve White, 2002).
Hastayı rahatsız etmediği sürece sakin tutacak dozda uygulanan sedatif
ilaçlar, kas artefaktı oluĢumunu azaltmakla birlikte hastanın hem uyanık hem de uyku
halinde kaydının alınmasına olanak sağlar. Sedatifler uygun dozda kullanıldığında
gerek huzursuz hastaların kaydını almak gerekse uyku aĢamalarını izlemek olasıdır.
Bu Ģekilde kullanıldığında kaydı bozmadıkları düĢünülmektedir (Holliday ve Williams,
2003).
1.6.Epilepside Sağaltım
Epilepsi sağaltımında ideal olan, ilacın yan etkisi görülmeden nöbetlerin tamamen
ortadan kaldırılmasıdır, ancak çoğu zaman bu mümkün olmamaktadır. Sağaltımda
hedeflenen amaç nöbet sıklığı ile Ģiddetini ve kullanılan ilacın yan etkilerini minimuma
indirerek hem hasta hem de hasta sahibinin yaĢam kalitesini olabilecek en yüksek
düzeyde tutmaktır (LeCoteur, 1995). Bu hedefe ulaĢmak için hekim ne zaman ilaç
kullanılacağına, kullanılacak ilaca ve dozuna, hasta sahibi ile ne Ģekilde iletiĢim
kuracağına, sağaltımı ne Ģekilde takip edeceğine ve gerekirse sağaltımı ne zaman
sonlandıracağına karar vermelidir. (Thomas, 2010)
Hasta sahibine, yapılacak sağaltım hakkında bilgi verilmeli ve yapılacak
uygulamanın hastanın yararına olacağı anlatılmalıdır. Hasta sahibi, sağaltım
sürecinde dayanması gereken duygusal baskı, harcayacağı zaman ve para
konusunda bilgilendirilmelidir. Eğer hasta sahibi belirlenen sağaltıma tam olarak
uymuyorsa iyi sonuç almak mümkün değildir. Veteriner ve hasta sahibi bu konuları
detaylı Ģekilde konuĢmalı ve sağaltımın uygulanıp uygulanmamasına bundan sonra
karar verilmelidir. (Thomas, 2010)
32
BaĢarılı epilepsi sağaltımı için, hasta sahibinin veteriner hekimin belirttiği
sağaltımı harfiyen uygulaması gereklidir. Bunu yapmanın en iyi yolu ise hasta
sahibini eğitmektir. Hastalığın ne olduğu tarif edilmeli, sağaltımın amacı ve olası yan
etkileri açıklanmalıdır. Hasta sahibine ilacın düzenli olarak kullanılması ve hekim
tavsiyesi haricinde değiĢtirilmemesi gerektiği anlatılmalıdır (Thomas, 2010).
Tek nöbet geçiren, refleksif nöbet geçiren veya çok uzun aralıklarla, azsayıda
nöbet geçiren hastalarda uzun süreli ilaç kullanımına gerek yoktur. Sık nöbet geçiren
hastalarda, nöbet sıklık veya Ģiddetinin artmaya meyilli olduğu durumlarda, sebepsiz
yere status epilepticus oluĢan durumlarda veya nöbetlere yol açan progresif bir
hastalığın bulunduğu olgularda, ilaç sağaltımı endikedir. Sağaltıma erken baĢlamanın
prognoz üzerine etkisi bilinmemektedir ancak yapılan bir çalıĢmada erken dönemde
ilaç kullanmaya baĢlayan hastalarda birkaç nöbet geçirdikten sonra ilaç kullanmaya
baĢlayan hastalara göre daha iyi nöbet kontrolü sağlandığı belirtilmiĢtir. Bazı
olgularda ise ilaç kullanımı, nöbetleri baskılamak için yetersiz kalmaktadır. Böyle
olgulara refrakter epilepsi adı verilmektedir (Bagley, 2005, LeCoteur, 1995, Thomas,
2010).
1.6.1.İlaç Seçimi ve Yan Etkileri
Köpeklerde idiopatik epilepsinin sağaltımında en çok fenobarbital ve bromidler
kullanılmaktadır. Bunun sebebi bu ilaçların etki mekanizmasının iyi bilinmesi, güvenli
ve ucuz olmalarıdır. Yan etkileri ise sedasyon, ataksi, poliüri/polidipsi, ve polifajidir.
Epileptik hastaların %70’inde fenobarbital veya KBr kullanımı nöbetleri baskılamak
için baĢarılı olmaktadır. Ġlaçlar tek baĢlarına etkili olmadığında kombinasyon halinde
uygulanmaları düĢünülmelidir (Bagley, 2005).
Sağaltım baĢlangıcında tek ilaç kullanmak genellikle daha iyi sonuç verir.
Birden fazla ilaç kullanımı hem maliyeti arttırır hem de ilaçların serum düzeylerini
kontrol etmeyi güçleĢtirir. Tek ilaca baĢladıktan sonra nöbetler baskılanmamıĢsa
baĢka bir ilacın kullanılması gerekir. Bundan sonra nöbetler baskılandıysa eski ilaç
dozu yavaĢ yavaĢ azaltılarak durdurulur. Yeni ilaç tek baĢına etkisiz ise o zaman iki
ilaç kombine olarak kullanılmalıdır. (Bagley, 2005, Thomas, 2010)
TanımlanmıĢ ilaç dozları, ilacın emilimi, dolaĢıma geçmesi ve metabolize
olmasının bireyden bireye farklılık göstermesi nedeniyle kesin değildir. Çoğu hastada
33
ilaç minimum dozda uygulanmaya baĢlanır ve nöbetler baskılanmadıysa doz yavaĢ
yavaĢ arttırılır. Bu yöntemle ilacın yan etkilerinden korunmak daha kolaydır. Çok
Ģiddetli veya sık nöbet geçiren hastalarda ise ilaca en yüksek dozdan baĢlanır ve
nöbet görülmediği sürece doz kontrollü bir Ģekilde azaltılır. (Thomas, 2010)
Ġlaç kullanılmaya baĢlandığında, serum konsantrasyonu düĢük olur. Elimine
edilen miktar günlük dozdan az ise serum konsantrasyonu her gün biraz daha artar.
Konsantrasyon arttıkça eliminasyon hızı da artar ve en sonunda eliminasyon hızı
günlük kullanım dozuna eĢit olduğunda kararlı duruma gelir. Kararlı duruma gelmek
için gerekli olan zaman ilacın yarı ömrüne bağlıdır; Kararlı hale geçen serum
konsantrasyonlarının %87’si 3 yarı ömürde, %97’si ise 5 yarı ömürde oluĢmuĢtur.
YavaĢ olarak elimine edilen ilaçların kararlı hale gelmesi haftalar hatta aylar sürebilir.
Yüksek serum dozuna kısa sürede ulaĢmak isteniyorsa ilaç hücum dozu Ģeklinde
verilebilir. Basitçe hücum dozu, kararlı doz ortaya çıkana kadar gerekli olan ilaçtan, o
süre içinde elimine edilen ilaç miktarı çıkartılarak hesaplanır. Bu yöntemin temel
dezavantajı, ilacın yan etkisine tolerans geliĢmesi için yeterli zaman bulunmamasıdır.
(Thomas, 2010)
Kullanılan ilaçların farmakokinetiği zaman içinde değiĢebilir. Örneğin
fenobarbital hepatik enzimlerin artmasına yol açar, bu da eliminasyon yarı ömrünü
azaltır. Sonuç olarak uzun süre fenobarbital kullanan hastalar zaman geçtikçe daha
yüksek dozlara gereksinim gösterirler. (Thomas, 2010)
1.6.2.Fenobarbital
Fenobarbital GABAa reseptörlerindeki sodyum kanallarının açık kalma süresini arttırır
(Podell, 2004). Serum konsantrasyonlarının yeterli olması koĢuluyla fenobarbital
köpeklerde idiopatik epilepsiyi %60 ile %80 oranında baskılayabilmektedir. Pek çok
hasta sahibine göre, fenobarbital uzun süre kullanıldığı zaman bile epilepsiyi
baskılayıp yaĢam kalitesini yüksek tutmaktadır. BaĢlangıç dozu 12 saatte bir 2-
3mg/kg olmakla beraber serum konsantrasyonunu 20-35 ng/ml düzeyinde tutabilmek
için uzun vadede doz arttırmak gerekli olabilir. Bazı hastalarda yarı ömür 36 saate
kadar düĢtüğü için doz 8 saatte bire kadar arttırılabilir (Thomas, 2010).
Fenobarbital kullanımındaki temel sorun hastada sedasyon oluĢturmasıdır. Bu
özellikle sağaltımın ilk haftalarında veya doz arttırıldığında belirgin hale gelir.
34
Özellikle ilk haftalarda aĢırı duyarlılık ve huzursuzluk gözlenebilir. Uzun süreli
kullanımda en çok gözlenen yan etki ise polidipsi, polifaji ve poliüri olmaktadır. Kan
testlerinde en belirgin değiĢiklik ise ALP ve diğer karaciğer enzimlerindeki hafif
artıĢtır. Bu artıĢın her zaman karaciğer fonksiyon bozukuğu anlamına gelmediği
unutulmamalıdır. Ġlacın serum konsantrasyonu 35 ng/ml düzeyinin üzerine çıkmadığı
sürece karaciğerde toksik etki yapma olasılığı oldukça düĢüktür. Toksisite tablosu
ortaya çıktığı zaman hastada ataksi, sedasyon, anoreksi, asites ve ikterus gözlenir.
Laboratuar bulgularında ise ALT’nin ALP’ye oranla belirgin Ģekilde yüksek, safra
asitlerinde belirgin artıĢ ve doz artımı olmamasına rağmen fenobarbital serum
konsantrasyonunda yükselme olduğu görülür. Erken dönemde fark edilirse ilacın
kesilmesiyle iyileĢme olmaktadır ancak uzun sürede geri dönüĢüm mümkün
olmamakta ve ölümcül olabilmektedir. Nötropeni, anemi ve trombositopeni
hematolojide gözlenebilen ve daha az karĢılaĢılan yan etkiler olup ilacın kesilmesiyle
ortadan kalkabilir (Thomas, 2010).
1.6.3.Bromidler
Bromür epilepsi sağaltımında tek baĢına veya diğer ilaçlarla beraber kullanılmaktadır.
Çoğunlukla fenobarbital yetersiz kaldığında ek olarak kullanımı tercih edilmektedir.
Bromür böbrek glomeruluslarından serbest olarak süzülür ve klor ile yarıĢmalı olarak
geri emilir. Bu uzun süreli emilim süreci dolayısıyla köpeklerdeki yarı ömrü oldukça
uzundur. Yarı ömür 21 ila 24 gündür ve kararlı serum konsantrasyonu 2-3 aylık
sürede oluĢur (Thomas, 2010).
Bromür solüsyon, kapsül veya tabletler halinde potasyum veya sodyuma bağlı
haliyle kullanılmaktadır. Dozun ayarlanması solüsyon kullanımı ile daha kolay
olmaktadır. Epilepsinin baskılanmasında potasyum veya sodyum tuzunun etkisinde
fark yoktur. Sodyum alımının sınırlı olması gereken durumlarda (ör: Konjestif kalp
yetmezliği) KBr, potasyum alımının sınırlı olması gereken durumlarda(ör:
Hiperadrenokortikoizm) ise NaBr tercih edilmektedir (Thomas, 2010).
Potasyum brömürün baĢlangıç dozu günde 1 kez gıdayla beraber 20-30 mg/kg
olarak tavsiye edilmektedir. Eğer sodyum tuzu kullanılacaksa doz %15 düzeyinde
azaltılmalıdır. Kullanımına baĢlandıktan sonra klinik bulgular gözlemlenerek doz
35
ayarlanır. Hedeflenen konsantrasyon tek baĢına kullanıldığında 1-3 mg/mL,
fenobarbital ile kullanıldığında ise 1-2 mg/mL olarak kaydedilmiĢtir (Thomas, 2010).
Sık veya Ģiddetli nöbet geçiren hastalarda daha kısa sürede yüksek serum
konsantrasyonuna ulaĢabilmek için yükleme dozları uygulanabilir. Bununla ilgili pek
çok protokol bulunmaktadır ancak genel olarak ilk 48 saatte 8 parça halinde
400mg/kg dozda KBr kullanımı uygun olmaktadır. Ġlacın daha yoğun uygulanması
kusmayı tetikleyeceği için tercih edilmemelidir (Thomas, 2010).
Bromür, fenobarbital medikasyonuna ekleneceği zaman, fenobarbitalin dozu
azaltılmamalıdır. Kullanılmaya baĢlandıktan sonra 3 ay boyunca nöbet görülmemesi
durumunda fenobarbital dozu kontrollü olarak 2-4 haftalık aralıklarla %25 oranında
azaltılabilir. Eğer doz azaltıldığında nöbet sayısı artıyorsa, hastaya her iki ilaç birden
uygulanmalıdır. Fenobarbital kullanılan hastada brömür kullanımına geçilecek ise de
aynı yaklaĢım uygulanmalı, fenobarbital kontrollü olarak azaltılmalıdır (Thomas,
2010).
Böbreklerdeki eliminasyonu klor ile yarıĢmalı olduğu için brömür bileĢiklerinin
bazı gıdalarla tüketilmesi ilaç etkisini azaltır. Yüksek klor içerikli gıdalarla beslenen
hastalarda bromür kullanımı gerekiyorsa ilacın serum konsantrasyonunu düzenli
olarak kontrol etmek gerekir (Rossmeisl ve Inzana, 2009). Böbrek hastalarında
bromür bileĢiklerinin kullanımı gerekliyse bu hastalarda dozun düĢük tutulması ve
toksisite oluĢumu yönünden düzenli olarak kontrol edilmesi gereklidir. (Thomas,
2010)
Bromür kullanımında ortaya çıkan yan etkiler arasında sedasyon, ataksi,
poliüri, polidipsi ve polifaji bulunmaktadır. Daha nadir durumlarda deri döküntüleri,
ekstremitelerde sertlik, huzursuzluk, aĢırı duyarlılık veya sürekli öksürük görülebilir
(Rossmeisl ve Inzana, 2009). Özellikle yüksek dozlarda, hipertonik olan bromid
tuzunun mideyi irrite etmesi sonucunda kusma gözlenebilir. Bu durumdan korunmak
için ilacın gıdayla birlikte verilmesi, günlük dozun ikiye bölünmesi veya potasyum
yerine sodyum bromid kullanılması tercih edilebilir. Yapılan klinik çalıĢmalar
fenobarbital ile birlikte kullanıldığında bromürün pankreatitis riskini arttırdığını
göstermiĢtir (Thomas, 2010).
Bromür çok yüksek dozlarda kullanıldığında zehirlenmeye yol açar. Bromizm
olarak da bilinen bu durum genellikle hatalı dozlama sonucunda Ģekillenir.
Semptomları arasında koma, körlük, belirgin davranıĢ bozukluğu, ataksi, normal veya
azalmıĢ spinal reflekslere eĢlik eden paraparezis veya tetraparezis, disfaji ve
36
megaözefagus bulunur ve ölümcül olabilir. Hafif zehirlenme olaylarında doz
azaltılması veya kesilmesi sorunu çözebilir. Daha Ģiddetli olgular ilaç kesildikten
sonra damar içi fizyolojik tuzlu su ve furosemid ile diürezin sağlanması ile sağaltılır
(Thomas, 2010).
1.6.4.Benzodiazepinler
Epilepsiyi baskılamak için kullanıldıklarında son derece etkili olan bu ilaçlar uzun
süreli sağaltım için uygun değildirler. Etki süreleri oldukça kısadır, bu nedenle çok sık
uygulanmaları gereklidir, bunun yanında uzun süre kullanıldıklarında hastada ilaca
karĢı tolerans geliĢmektedir (Thomas, 2010).
Bu ilaçların kullanımı acil durumlarda, hastanın nöbetinin baskılanması ve
refleksif nöbetlerde önceden önlem almak için uygundur (Bagley, 2005, Thomas,
2010). Diazepam, genel olarak herhangi bir nöbeti sonlandırmak veya çoklu
nöbetlerde nöbet döngüsünü durdurmak için kullanılmaktadır. Uygulama nöbeti
baskılamak için damar içi 0,5-2mg/kg dozda yapılmalı ve 3 ila 5 parçaya bölünüp 5
dakika aralıklarla kullanılmalıdır (Bagley, 2005, Lecoteur, 1995). Ġlacın rektum içi
kullanımında doz 1,5 katına çıkartılmalıdır (Bagley, 2005). Diazepam status
epilepticus olgularında damar içi infüzyon Ģeklinde de kullanılmaktadır. Bu durumda
uygulama dozu damar içi infüzyon olarak 1mg/kg/saat olarak bildirilmiĢtir (Lecoteur,
1995).
1.6.5.Diğer İlaçlar
Köpeklerde fenobarbital, KBr ve diazepam nöbetlerin baskılanması için ilk tercih
konumundadır. Bu ilaçlar kadar sık kullanılmamakta ve baĢarılı olmamakla birlikte
köpeklerde antikonvülzan olarak kullanılabilecek diğer seçenekler de bulunmaktadır
(Bagley, 2005).
Primidon, fenobarbitale benzer bir etki mekanizmasına sahiptir, ancak
karaciğer üzerinde fenobarbitalden daha fazla hasar oluĢturma riski olduğundan,
köpeklerde ilacın kullanılması uygun değildir (LeCoteur, 1995, Thomas, 2003).
Ġnsanlarda antikonvülzan olarak kullanılan fenitoin, karbamezapin ve valproik asit
37
köpeklerde kandan çok çabuk elimine edildiği için nöbeti baskılamada yetersiz
kalmaktadır. Zonisamide ile ilgili yetersiz klinik bilgi bulunmaktadır ve ilacın yaygın
kullanımı yoktur (Thomas, 2003, Von Klopmann ve ark., 2007). Köpeklerde baĢka
ilaçların yetersiz kaldığı bazı nöbetleri baskılamak için gabapentin ve felbamat
kullanılmaktadır (Bagley, 2005, Thomas, 2003). Oldukça pahalı olmalarının yanında
bu ilaçları yan etkileri köpeklerde tam olarak bilinmemektedir (Bagley, 2005, Thomas,
2003). Levatirasetam kullanımının köpeklerde etkili olduğu ve yan etkilerinin az
olduğu düĢünülmektedir. Tek baĢına nöbetleri etkili olarak baskılayabileceği
düĢünülmektedir. Ancak ilacın 8 saatte bir kullanılması ve etki mekanizmasının
bilinmemesi kullanımını sınırlamaktadır (Thomas, 2010).
1.6.6.Alternatif Sağaltım Yöntemleri
Köpeklerde epilepsi sağaltımında diyet değiĢikliği, akupunktur kullanımı ve vagal
stimülasyon bulunmaktadır. Tamamen doğal veya ketojenik diyetin nöbet kontrolüne
yardımcı olduğu düĢünülmektedir (Bagley, 2005). Nöbetlerin baskılanması için
akupunktur uygulaması yapılan bir çalıĢmada 15 köpekten 10 tanesine nöbet
Ģiddetinin azaldığı bildirilmiĢtir (Goiz-Marques ve ark., 2009). Nöbet aktivitesini
azaltmak için vagal stimülasyon implantları da kullanılmaktadır (Bagley, 2005). Vagal
stimülasyon için köpeklerde oküler kompresyon uygulaması da bazen baĢarı
sağlamaktadır (Speciale, Stahlbrodt, 1999).
Ġnsanlarda, ilaç uygulamaları yetersiz kaldığında epileptik odağın
uzaklaĢtırılması için cerrahi uygulama yapılmaktadır. Nöbetlerde lokalizasyon ve
generalizasyon daha iyi anlaĢıldığı zaman, bu uygulamaların köpeklerde de
kullanılabileceği düĢünülmektedir (Bagley, 2005).
1.6.7.Sağaltımın Sonlandırılması
Veteriner hekimlikte antikonvülzan sağaltımın sonlandırılması konusunda
kesin kurallar bulunmamaktadır. Epilepsi sağaltımında kullanılan ilaçlar, sadece
nöbet eĢiğini yükselterek nöbet Ģekillenmesini zorlaĢtırır veya engellerler, baĢka bir
deyiĢle epileptik odağı ortadan kaldırmaz, sadece kontrol altında tutarlar (Walker ve
38
ark., 2002). Bu nedenle çoğu epilepsi olgusunda hayat boyu ilaç kullanımı endikedir.
Antikönvülzan ilaç kullanımının durdurulması, oluĢan yan etkiler veya nöbet
gözlenmemesi nedeniyle uygun olabilir. Ġlacın kesilmesi için hastanın en az 1 yıllık
süreçte nöbet geçirmemiĢ olması gereklidir. Buna ek olarak, ilaç dozu azaltılarak,
uzun sürede kesilmelidir (Bagley, 2005).
1.7.Çalışmanın Amacı Bu çalıĢmada, epilepsi tanısı almıĢ köpeklerde klinik, laboratuar, elektroensefagrafik
ve radyolojik bulguların ıĢığında, hastalığın tanı ve sağaltım sürecinin
değerlendirilmesi amaçlandı.
39
2.GEREÇ VE YÖNTEM
ÇalıĢma kapsamında, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Küçük Hayvan Cerrahi
Polikliniği’ne getirilen, epilepsi tanısı alan ve en az 6 ay süre ile takibi yapılan 17
erkek ve 13 diĢi olmak üzere toplam 30 köpek değerlendirildi. Köpeklerin ırk dağılımı;
12 melez, 6 Terrier, 4 Golden retriever, 3 Labrador retriever, 2 Husky, 1 German
shepherd, 1 Cocker spaniel ve 1 Pomeranian olarak belirlendi. Bir olgu dıĢındaki
(Olgu 19) hastaların tamamında nöbetlerin baskılanması için, antikonvülzan
uygulamasına baĢlandı. Değerlendirilen olguların ırk, yaĢ ve cinsiyet dağılımları
çizelge 2.1’de gösterilmiĢtir.
ÇalıĢmaya dahil edilen tüm hastalardan detaylı anamnez alındıktan sonra,
fiziksel ve nörolojik muayene yapıldı. Hasta nöbet geçirdikten sonra post iktal
dönemde oluĢan davranıĢ değiĢiklikleri muayene sonuçlarını değiĢtirebildiği için,
nöbet geçiren hastalarda, değerlendirme için en az 24 saat beklendi. Her hastanın
hemogram ve serum biyokimya sonuçları değerlendirildi. Bu değerlendirme
çalıĢmanın minimum veri tabanını oluĢturdu ve semptomatik epilepsi tanısı için daha
detaylı laboratuar analizleri ve görüntüleme tekniklerinden yararlanıldı.
ÇalıĢmada değerlendirilen her hastanın EEG kaydı alındı. Kayıt, hastanın son
nöbetinden maksimum 48 saat sonra alındı. EEG kaydında patolojik dalga formu
olarak kabul edilen, diken-dalga kompleksleri, trifazik dalgalar ve atıĢ baskılanması
değerlendirildi.
Hikayesinde aĢı programında eksik olan hastaların kan ve beyin omurilik sıvısı
örnekleri, nazal ve konjunktival swapları, distemper yönünden değerlendirildi.
Muayene sonucunda ensefalitis, kraniyal kitle veya dejeneratif bozukluk süphesi
bulunan olgularda BOS, total protein miktarı, sitoloji, beyaz ve kırmızı kan hücreleri
yönünden değerlendirildi. Karaciğer, böbrek, pankreas veya dalakla ilgili bozukluk
veya tümör Ģüphesinde abdominal röntgen ve ultrasonografi uygulamaları yapıldı.
Nörolojik muayenede kraniyal lezyon bulunma Ģüphesi olan hastalarda manyetik
rezonans görüntülemeden yararlanıldı. Tümör riskinde torakal radyografi metastaz
yönünden incelendi.
40
ÇalıĢmada, nöbetlerin baskılanması için birinci tercih olarak fenobarbital
seçildi. Bu ilacın nöbet kontrolünde yetersiz kaldığı durumlarda potasyum bromid
kullanıldı. Her iki ilaçta monoterapi yetersiz kaldığında, iki ilaç kombine olarak
uygulandı.
Çizelge 2.1 – ÇalıĢmadaki köpeklerin ırk, yaĢ ve cinsiyet dağılımı.
Olgu Irk YaĢ Cinsiyet
1 Terrier 5 yaĢlı Erkek
2 Golden Retriever 4 yaĢlı Erkek
3 Labrador Retriever 10 aylık Erkek
4 German Shepherd 2 yaĢlı Erkek
5 Melez 5 aylık Erkek
6 Husky 10 aylık DiĢi
7 Melez 3 aylık Erkek
8 Melez 9 yaĢlı Erkek
9 Husky 3 yaĢlı Erkek
10 Golden Retriever 2 yaĢlı DiĢi
11 Melez 6 yaĢlı DiĢi
12 Melez 6 aylık Erkek
13 Pomeranian 5 yaĢlı DiĢi
14 Cocker Spaniel 5 yaĢlı DiĢi
15 Terrier 13 yaĢlı DiĢi
16 Golden Retriever 1 yaĢlı DiĢi
17 Melez 3 yaĢlı Erkek
18 Terrier 16 yaĢlı DiĢi
19 Golden Retriever 1 yaĢlı Erkek
20 Melez 1 yaĢlı Erkek
21 Labrador Retriever 7 yaĢlı Erkek
22 Melez 3 yaĢlı Erkek
23 Terrier 15 yaĢlı Erkek
24 Labrador Retriever 6 yaĢlı Erkek
25 Melez 13 yaĢlı DiĢi
26 Terrier 13 yaĢlı Erkek
27 Melez 6 yaĢlı DiĢi
28 Melez 6 yaĢlı DiĢi
29 Melez 7 aylık DiĢi
30 Terrier 7 yaĢlı DiĢi
Ankara Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulunun 18.02.2009
tarihinde yaptığı toplantıda, çalıĢmanın deney kapsamında olmadığına ve kuruldan
onay alınmasına gerek olmadığına, oy birliği ile karar verilmiĢtir.
41
2.1.Anamnez, Fiziksel ve Nörolojik Muayene
Hasta kabul edildikten sonra ilk olarak, ırk, yaĢ ve cinsiyet bilgileri öğrenildi. Hasta
sahibinden, hastanın ayrıntılı anamnezi alındı ve geçirdiği hastalıklar, aĢılama bilgileri
ve nöbet geçmiĢi öğrenildi. Hastanın yaĢam koĢulları, beslenme alıĢkanlığı ve mizacı
değerlendirildi. Nöbeti baskılamak için ilaç kullanıldıysa bu ilacın türü, kullanım süresi
ve dozu kaydedildi. Bunların dıĢında, eğer varsa, hastanın sürekli olarak kullandığı
diğer ilaçlar not edildi.
Fiziksel muayenede hastanın duruĢu, ekstremitelerinin ve kafanın pozisyonu,
yürüyüĢ ve koĢma halinde koordinasyonu ve genel durumu değerlendirildi.
Kardiyolojik bozukluk Ģüphesi olan hastalarda yorgunluk testi yapıldı. Hastada göz
veya burun akıntısı, aĢırı salivasyon, öksürük, ishal ve deride gözle görülebilir lezyon
olup olmadığı kontrol edildi. Kafa; kırık, tümör veya doğmasal anomalilerin
değerlendirilmesi için palpasyonla incelendi. Abdominal boĢlukta ağrı, sertlik veya
hissedilebilir kitle varlığı açısından palpe edildi. Hastanların vücut ısılarının normal
sınırlarda olup olmadığı kontrol edildi. Fiziksel muayenede kraniyal lezyonların
gözlerdeki sekonder etkilerini değerlendirmek için oftalmoskopi uygulaması yapıldı.
Vestibüler sendromla karıĢabilecek olguların ayırıcı tanısı için otoskopi uygulaması
yapıldı.
Nörolojik muayenede genel durum, kas gruplarında istemsiz hareket titreme,
tikler veya rijidite ve normal hareket halinde ağrı olup olmadığı değerlendirildi.
Kraniyal muayenede kafanın koordinasyonu, pupilla simetrisi ve nystagmus varlığı
incelendi.
Olfaktor siniri değerlendirmek için alkol kullanıldı ve hastanın tepkisine göre
karar verildi. Optik sinirin kontrolü için pupillaların durumu ve pupillar refleks, optik ve
fasiyal sinirleri değerlendirmek için tehdit refleksi ile değerlendirildi ve pamuk testi
uygulandı. Okulomotor, troklear, abdusens ve vestibulokohlear sinirlerin
değerlendirilmesi için strabismus varlığı ve bebek gözü refleksi değerlendirildi.
Glossofaringeus ve vagus sinirlerini kontrol etmek için yutkunma refleksi, hipoglossus
sinirini değerlendirmek için dil hareketinin kontrolü yapıldı. Aksesor sinir, trapezius
kasının simetri, atrofi veya hipertrofisi ve kafa hareketlerinin düzgünlüğüne göre
değerlendirildi. Son olarak temporal ve masseter kasları atrofi yönünden
değerlendirildi.
42
2.2.Biyokimya Testleri
ÇalıĢmaya katılan tüm hastalardan antikoagülanlı ve antikoagülansız tüplere kan
alınarak hemogram, serum glikoz, ALP, ALT, AST, GGT, Üre, Kreatinin ve Total
Protein değerleri kontrol edildi. ÇalıĢmada normal kabul edilen değerler Ankara
Üniversitesi Veteriner Fakültesi Klinik Tanı Laboratuarı’nın referans değerleri olup,
çizelge 2.2 ve çizelge 2.3’te belirtilmiĢtir.
Çizelge 2.2 – ÇalıĢmada normal kabul edilen hemogram değerleri.
Parametre Alt Sınır Üst Sınır Birim
Akyuvar Akyuvar 6.00 17.00 109/L
Lenfosit 1.00 4.80 109/L
Monosit 0.20 1.50 109/L
Granülosit 3.00 12.00 109/L
% Lenfosit 12.0 30.0 %
% Monosit 3.0 10.0 %
% Granülosit 62.0 87.0 %
Alyuvar Alyuvar 5.50 8.50 1012
/L
Hemoglobin 12.0 18.0 g/dl
Hematokrit 37.00 55.00 %
MCV (Ortalama Eritrosit Boyutu) 60 77 Fl
MCH (Eritrositlerdeki hemoglobin miktarı) 19.5 24.5 pg
MCHC (Ortalama hemoglobin konsantrasyonu) 31.0 34.0 g/dl
Trombosit Trombosit 200 500 109/L
MPV (Ortalama trombosit hacmi) 3.9 11.1 Fl
Nörolojik muayene sonucunda enfeksiyon veya dejeneratif lezyon Ģüphesi
bulunan hastalardan BOS alınarak total protein, eritrosit ve lökosit değerleri incelendi.
Bu testlerde normal kabul edilen değerler çizelge 2.4’te belirtildi (Peavy ve ark.,
2003). Test sonuçları bireysel olarak değerlendirilip uygulanacak tanı ve sağaltım
protokolüne karar verildi.
43
Çizelge 2.3 – ÇalıĢmada normal kabul edilen serum biyokimya değerleri.
Parametre Alt Sınır Üst Sınır Birim
Glikoz 65 118 mg/dL
ALP (Alkalin Fosfataz) 20 156 IU/L
ALT (Alanin amino transferaz) 21 102 IU/L
AST (Aspartat amino transferaz) 23 66 IU/L
GGT (Gama glutamil transpeptidaz) 6 28 IU/L
Üre 15 59.9 mg/dL
Kreatinin 0.5 1.5 mg/dL
Total Protein 5.4 7.1 g/dL
Albumin 3.1 4 g/dL
Çizelge 2.4 – BOS analizinde normal kabul edilen parametreler.
Beyin-Omurilik Sıvısı
Görünüm Berrak, Renksiz
Total Protein <25mg/dL
Beyaz Kan Hücreleri 0-5/µL
Kırmızı Kan Hücreleri 0-5/µL
Hücre Tipi Küçük Lenfositler, nadiren büyük mononükleer hücreler
Tanı için, gerekli görüldüğünde safra asitleri, tiroid hormonları ve iz element
düzeyleri değerlendirildi. ÇalıĢmada normal kabul edilen düzeyler çizelge 2.5’te
belirtilmiĢtir (Peavy ve ark., 2003).
Çizelge 2.5 – ÇalıĢmada normal kabul edilen iz element, safra asidi ve tiroid hormon düzeyleri.
Parametre Alt sınır Üst Sınır Birim
T3(Triiyodotironin) 1.5 3.1 nm/L
T4(Tiroksin) 19.3 57.9 nm/L
Serbest T4 71.1 276.5 pmol/L
Sodyum 145.00 153.00 mmol/L
Potasyum 4.20 5.60 mmol/L
Klorür 110.00 118.00 mEq/L
Safra asitleri 1.9 2.7 µmol/L
44
2.3.Görüntüleme Teknikleri
Olguların minimum veri tabanı doğrultusunda tanı koymak veya tanıyı netleĢtirmek
için röntgen, abdominal ultrasonografi, ekokardiyografi ve manyetik rezonans
görüntülemeden yararlanıldı.
Fiziksel ve nörolojik muayene sonucunda endikasyonu bulunan olgularda,
kafatasında kırık, deformasyon gibi yapısal değiĢikliklerin görüntülenmesi, torakal
bölgede akciğerde metastazlar veya kalpte gözlenebilen yapısal değiĢiklikler ve
kalbin boyutu, karaciğer, böbrekler, dalak veya pankreasta gözlenebilen tümör veya
boyut değiĢikliklerinin değerlendirilmesi için hastaların röntgeni alındı ve
değerlendirildi. Abdominal organların değerlendirilmesi için ultrasonografiden de
yararlandırıldı. Ön muayene sonucunda bozukluk tespit edilen organlar bu uygulama
ile değerlendirildi. Hastalığın ayırıcı tanısı için, kardiyolojik bozukluğa bağlı senkop
Ģüphesi olan hastalarda ekokardiyografi uygulamaları yapıldı. Ultrasonografi,
ekokardiyografi ve röntgen uygulamaları, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Cerrahi Bilim Dalı’nın görüntüleme ünitesinde yapıldı.
Beyinde tümör, dejeneratif bozukluk veya anomali riski bulunan hastalarda,
özel bir görüntüleme merkezinde, manyetik rezonans görüntüleme yapıldı.
2.4.Nöbet Tiplerinin Sınıflandırılması
ÇalıĢma kapsamında incelenen hastalar, Podell’in 2004 yılında, insanlardaki epilepsi
sınıflandırmasını veteriner nörolojiye uyarladığı tasarıya göre değerlendirildi.
ÇalıĢmada, Podell’in belirttiği eksenlerden, nöbet tipi ve nöbet etiyolojisine göre
yapılan sınıflandırmalar kullanıldı.
Değerlendirilen hastaların nöbet tipleri, hasta sahiplerinin anlatımı, video
kayıtları ve ek olarak, mümkün olduğunda, klinikte gözlem yaparak belirlendi.
Sınıflandırmada ilk olarak nöbetin fokal veya generalize oluĢu değerlendirildi. Daha
sonra nöbet sırasında gözlemlenen klinik bulgulara göre nöbetin karakteri belirlendi.
Son olarak nöbetin fokal baĢlayıp sekonder olarak generalizasyonu olup olmadığına
karar verildi.
45
Olguların bozukluğu sınıflandırıldıktan sonra, klinik bulguların ve ilaç
kullanımına göre gözlenen değiĢikliğin EEG ile karĢılaĢtırması yapıldı.
2.5.Elektroansefalografi
ÇalıĢmada 192 kanallı, dijital EEG cihazı kullanıldı. Hasta kayıttan 30 dakika
önce, oral yolla verilen 2.2mg/kg dozda acepromazine ile trankilize edildi. Kayıtta 5
kanallı bipolar montaj kullanıldı (ġekil 2.1). Tekrar montajlama yapabilmek için bir
referans elektrodu da yerleĢtirildi. Yüksek frekans filtresi 50Hz, düĢük frekans filtresi
ise 0,5Hz olarak ayarlandı. Elektrik hattından kaynaklanabilecek artefaktlar için
50Hz’lik notch filtresi kullanıldı. Kayıt için standart alligator klemp elektrotlar kullanıldı.
Elektrotlar yerleĢtirildikten sonra impedans kontrolü yapıldı ve kayıt için 10kΩ
impedans ve altı normal kabul edildi. Her hastadan en az 10 dakika süre ile EEG
kaydı alındı ve kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirildi. Kalitatif değerlendirmede
kayıtlar 50V duyarlılıkta incelendi.
ġekil 2.1 - Montaj ve derivasyonlar.
46
2.5.1.Kalitatif Değerlendirme
Hastaların EEG kayıtlarında interiktal dönem süresince epileptiform aktivite varlığı
veya anormal EEG dalgaları görsel olarak değerlendirildi. EEG sırasında belirgin
olarak gözlenen çoklu diken, diken-yavaĢ dalga kompleksi ve düzenli aralıklarla
gözlenen keskin dalgaların varlığı, epileptiform aktivite olarak kabul edildi. Bu
dalgalar dıĢında, patolojik kabul edilen, atıĢ baskılanması ve trifazik dalgaların varlığı
da değerlendirildi. Olguların 6 ay önce ve sonraki EEG kayıtları görsel olarak,
epileptiform aktivitenin ilaç kullanımına bağlı değiĢimine göre değerlendirildi.
2.5.2.Kantitatif Değerlendirme
Görsel değerlendirmede izlenen diken veya keskin dalgalar, hız ve genlikleri
yönünden incelendi ve görsel analizin doğruluğu kontrol edildi. ÇalıĢmada, belirgin
olarak ayırt edilebilen 70ms ve daha az sürede gözlenen dalgalar diken, 70-200ms
hızında gözlenenler ise keskin dalga olarak kabul edildi. ġekil 2.2’de, bilgisayarlı
analizle dalga hızının ölçümü örnek olarak gösterilmiĢtir.
ġekil 2.2 – 3 numaralı olguda, P3-P4 aralığında oluĢan keskin dalganın hızı 117ms olarak ölçülmüĢtür.
47
Alınan kayıtlarda, diken veya keskin dalga genlikleri ölçüldükten sonra,
gözlendikleri elektrot aralıkları değerlendirilip, dalganın oluĢtuğu bölge belirlenmiĢtir.
En yüksek genlikli dalga belirlenip, dalga oluĢumu gözlenen diğer bölgelerle
karĢılaĢtırılmıĢ ve epileptiform aktivitenin oluĢma yeri belirlenmiĢtir. Uygulamaya ait
örnek aĢağıda (ġekil 2.3) gösterilmiĢtir.
ġekil 2.3 – 4 numaralı olguda, belirgin diken aktivitesinin gözlendiği aralıklar, F3-F4 derivasyonu (-339,8V), F3-P3
derivasyonu (-313,6V) ve F3-Cz derivasyonudur (-264,8V). En yüksek genliğin frontal bölgede gözlenmesi ve sol taraflı
derivasyonlarla dikenin belirgin olarak Ģekillenmesi, dalga orijininin sol frontal bölge olduğunu düĢündürmektedir.
48
3.BULGULAR
ÇalıĢmada değerlendirilen olguların 13 tanesinin, yaĢ grubuna uygun profesyonel
kuru mama ile beslenmediği tespit edildi. Bu olgulardan ikisinde bakım ve gözlem
koĢulları yetersizdi. Ġki olguda ise aĢıların eksik olduğu öğrenildi. Beslenme için hasta
sahiplerinin profesyonel kuru mama kullanması önerildi. Bakım koĢulları yetersiz olan
iki olguda, hastaların temiz ve kapalı ortamda bakılması ve gözlem altında tutulması
sağlandı. AĢı uygulaması eksik olan 2 olguda ise kan, beyin omurilik sıvısı, nazal ve
konjunktival swap örnekleri alındı ve bu örnekler kanin distemper virüsü yönünden
negatif bulundu. Bu olgularda, 6 aylık gözlem sürecinde, bakım ve beslenmeye bağlı
farkların ortadan kaldırılması için, en kısa sürede aĢı programına baĢlamaları, uygun
koĢullarda bakılmaları ve beslenmeleri sağlandı. Bakım koĢulları, beslenme
bozukluğu ve aĢı programında eksik olan olgular çizelge 3.1’de belirtilmiĢtir.
Çizelge 3.1 – Bakım: Kapalı ortamda ve gözlem altında ise (+), Beslenme: YaĢ grubuna uygun profesyonel kuru mama
kullanımı var ise (+), AĢı uygulamaları eksiksiz ise (+); değilse (-) ile belirtilmiĢtir.
Olgu Bakım Beslenme Aşı
2 + - +
3 + - +
4 + - +
5 - - -
7 + - +
9 + - +
11 + - -
13 + - +
17 + - +
22 + - +
23 + - +
25 - - +
30 + - +
49
Yapılan değerlendirme sonucunda, çalıĢmadaki 30 köpekten, 20 tanesine
idiopatik, 4 tanesine semptomatik, 6 tanesine ise olası semptomatik epilepsi tanısı
kondu. Semptomatik ve olası semptomatik epilepsi tanısı konan olguların fiziksel ve
nörolojik muayene bulguları, kan ve serum biyokimya analiz sonuçları ve uygulanan
görüntüme yöntemlerinde elde edilen sonuçlar aĢağıda (Çizelge 3.2) gösterilmiĢtir
Çizelge 3.2 – Semptomatik epilepsi olgularının değerlendirme sonuçları
Olgu Hemogram Serum
Biyokimya
BOS Görüntüleme
(Röntgen/USG)
Fiziksel ve
Nörolojik
Muayene
Sınıflandırma
1 Normal Normal - Röntgen – Sağ Oksipital
Kırık
Anizokori
Ġnkoordinasyon
Semptomatik
4 RBC - 5,32 Normal Normal Röntgen – Diffuz
splenomegali
Anemi Olası Semptomatik
6 Normal ALP – 270
ALT – 369
- Röntgen – Akciğerde
yaygın kitleler
Solunum güçlüğü
Ağız çevresinde
tümöral kitleler
Olası Semptomatik
7 RBC – 4,98
HG – 8,9
HCT - %32,61
ALP - 635 Normal Normal Anemi Olası Semptomatik
12 Normal Normal Normal Normal Anizokori
Ataksi
Ġnkoordinasyon
Semptomatik
17 RBC – 5,02
HG – 11,5
Normal - Normal Anemi Olası Semptomatik
18 HCT – %59,07 ALP – 159
TP – 7,3
Safra Asitleri – 4,30
Normal USG – Safra çamuru Normal Semptomatik
21 RBC – 5,22
WBC – 5,50
HG – 11,8
Üre – 70
Kreatinin – 1,8
- Röntgen/USG – Diffuz
splenomegali
Anemi
Dehidrasyon
Olası Semptomatik
25 RBC – 4,60 Normal Normal Normal Anemi Olası Semptomatik
30 Normal ALP – 464,1
ALT – 172,2
TP – 8,6
Glikoz – 142,9
Safra Asitleri – 5,10
- USG – Karaciğer
hiperekoik, safra çamuru
Dehidrasyon Semptomatik
50
Semptomatik epilepsi tanısı konan iki olguda, neden kafa travması olarak
belirlendi. Bu olgulardan birinde sağ oksipital kırık ve subdural hematom tespit edildi
ve kraniyotomi operasyonu ile subdural hematom uzaklaĢtırıldı. Diğer olguda, kafa
travması için medikal sağaltım yapıldı.
Kalan 8 olguda ise, ekstrakraniyal nedenlere bağlı olarak nöbet Ģekillendiği
belirlendi. Bu olgulardan 1 tanesine, kemoterapotik kullanımına bağlı akut hepatik
ensefalopati (Olgu 6), 2 tanesine akut hepatik ensefalopati (Olgu 18 ve 30), 4
tanesine malnutrisyona bağlı hipoproteinemi (Olgu 4, 7, 17 ve 25), 1 tanesine ise
akut renal yetmezlik sonucu üremi tanısı konuldu (Olgu 21). Değerlendirilen bu
olgulara, nöbetlerin bahsi geçen ekstrakraniyal bozukluklarla beraber baĢlaması,
sorun ortadan kaldırıldıktan sonra nöbetlerin sonlanmaması ve belirlenebilir kraniyal
lezyon bulunamaması nedeniyle “olası semptomatik epilepsi” tanısı kondu. Akut
hepatik ensefalopati tanısı doğrulanan 2 olgu ise (Olgu 18 ve 30) semptomatik
epilepsi olarak değerlendirildi.
Olgu 4, 7, 17 ve 25’in interiktal dönemde yapılan fiziksel muayenelerinde aĢırı
zayıf olmaları dıĢında bir bozukluk görülmedi. Bu 4 olgunun tam kan sayımı
sonuçlarına göre tümüne normositer anemi tanısı kondu. Nörolojik muayenelerinde
herhangi bir bozukluk bulunmadı. Gerekli sağaltım yapıldıktan ve beslenme koĢulları
düzeltildikten sonra nöbet sıklığı değiĢmeyen bu olgulara, olası semptomatik epilepsi
tanısı kondu.
Hastanın klinik muayenesinde oral neoplastik oluĢumlar ve torakal
radyogramda, akciğerde yaygın kitleler gözlendi. Alınan biyopsi sonucunda hastaya
lenfoma tanısı kondu. Hastaya 3 ay süreyle, 2 haftada 1 sıklıkta damar içi
doksorubisin uygulandı. Kemoterapi sürecinin 2. ayında alınan kontrol grafisinde ise,
bu kitlelerin ortadan kalktığı görüldü. Hasta, kemoterapinin 3. ayında nöbet
geçirmeye baĢladı. Yapılan fiziksel ve nörolojik muayenede herhangi bir sorun
gözlenmedi, ancak serum biyokimyasında ALP ve ALT değerlerinin belirgin olarak
arttığı belirlendi. Hastanın abdominal röntgen ve USG’sinde herhangi bir kitle veya
bozukluk varlığı gözlenmedi. Laboratuvar bulgularının yanında, hastadan alınan
EEG’de trifazik dalgaların gözlenmesi, hepatik ensefalopati tanısını destekledi.
Hastanın genel durumu düĢünülerek, anestezi gerektiren veya invazif olan tanı
protokolleri kullanılmadı, dolayısıyla beyinde veya beyin çevresinde metastatik kitle
olma olasılığı ortadan kaldırılamadı. Bu nedenle hastaya, olası semptomatik epilepsi
tanısı kondu.
51
Ġki olguda (Olgu 18 ve 30), yapılan değerlendirme sonucunda hepatik
ensefalopati tanısı kondu. Her iki olguda kolesistitis bulgusu gözlendi ve medikal
olarak sağaltıldı. Bu olguların EEG kayıtlarında da trifazik dalgaların varlığı tanıyı
destekledi. Hastaların semptomatik sağaltımı yapıldıktan sonra, nöbetlerde azalma
gözlenmedi ve antiepileptik kullanımı sürdürüldü.
Olgu 21’den alınan anamnez sonucunda, uzun süreli diüretik ve kortikosteroid
kullanımına bağlı olarak, iatrojenik olarak ĢekillenmiĢ akut renal yetmezlik ve anemi
tanısı kondu. EEG’de trifazik dalgaların gözlenmesi semptomatik epilepsi tanısını
düĢündürdü, ancak tanımlanabilir lezyon bulunmaması ve renal yetmezliğin çok
Ģiddetli olmaması nedeniyle, olası semptomatik tanısı kondu. Nöbetlerin, hatalı
sağaltımın baĢlangıcından 1 ay sonra Ģekillenmeye baĢladığı öğrenildi. Uygulama
durdurulduktan ve genel durum düzeltildikten sonra da nöbetlerin devam ettiği izlendi
ve hasta antiepileptik uygulamasına devam etti.
Yedi numaralı olguda gözlenen anormal alkalin fosfataz değeri, hastanın
karaciğer veya safra kesesinde herhangi bir bozukluk bulunmaması dolayısıyla,
hastanın 3 aylık olmasına bağlandı. Bu dönemde kemik geliĢimi nedeniyle alkalin
fosfataz düzeyinin yüksekliğinin anormal olmayabileceği düĢünüldü. Hastanın
beslenmesinin uygun olmayıĢı ve anemik oluĢu, malnutrisyona bağlı hipoproteinemi
olabileceğini düĢündürdü ancak belirlenebilir bozukluk bulunamaması dolayısıyla
olası semptomatik epilepsi tanısı kondu.
ÇalıĢmada değerlendirilen 4 olguda MRG kullanıldı. Bu olgularda (Olgu 2,
10,11 ve 26) yöntem idiopatik epilepsi tanısını netleĢtirmek için kullanıldı. ÇalıĢmaya
alınan ve MRG’si değerlendirilen hiçbir olguda bozukluk gözlenmedi. 10 numaralı
olgunun MRG kayıtları örnek olarak gösterilmiĢtir (ġekil 3.1).
52
ġekil 3.1 – 10 numaralı olgunun MRG görüntüleri.
Nöbet tipine göre, klinik bulgular ıĢığında yapılan değerlendirmeye göre, 20
olguda primer generalize nöbet gözlendi. 9 olguda nöbetler, farklı kas gruplarında,
fokal myoklonik kasılmalarla baĢladı ancak sekonder generalizasyon izlendi (%26,6).
1 olguda ise sadece fokal myoklonik nöbet gözlendi (%3,3). Antikonvülzan ilaç
uygulamasına baĢlandıktan sonra, sekonder generalize nöbet geçiren 4 (Olgu 3, 5,10
ve 12) hastada ilk 3 aylık kontrol süresinde nöbetlerin fokal myoklonik karakter
kazandığı izlendi (%13,3). ÇalıĢmadaki tüm olguların EEG aktivitesi ve nöbet tipleri
çizelge 3.4’te gösterilmiĢtir.
53
Çizelge 3.3 – ÇalıĢmadaki olguların nöbet karakterleri ve EEG’de gözlenen dalga formları.
Olgu Nöbet Tipi EEG Bulguları
1 Generalize – Tonik-Klonik Sağ Pariyetal Diken-Dalga Kompleksi
2 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
3 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sağ Pariyetal Diken-Dalga Kompleksi
4 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
5 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sol Frontal Diken-Dalga Kompleksi
6 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi, Trifazik Dalgalar
7 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
8 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
9 Generalize – Tonik-Klonik Sol Frontal Çoklu Diken Dalgaları
10 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sağ Pariyetal Çoklu Diken Dalgaları
11 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
12 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sol Frontal Diken-Dalga Kompleksi, AtıĢ
Baskılanması
13 Generalize – Tonik-Klonik Sol Pariyetal Diken Dalga Kompleksi
14 Generalize – Tonik-Klonik Normal
15 Generalize – Tonik-Klonik Normal
16 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Normal
17 Generalize – Tonik-Klonik Sağ Frontal Diken-Dalga Kompleksi
18 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi, Trifazik Dalgalar
19 Fokal Normal
20 Generalize – Tonik-Klonik Normal
21 Generalize – Tonik-Klonik Sağ Pariyetal Diken-Dalga Kompleksi, Trifazik
Dalgalar
22 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Normal
23 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Generalize Diken-Dalga Kompleksi
24 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sağ Pariyetal Diken-Dalga Kompleksi
25 Generalize – Tonik-Klonik Sağ Frontal Diken-Dalga Kompleksi
26 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi
27 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Çoklu Diken Dalgaları
28 Fokal – Sekonder Tonik-Klonik Generalizasyon Sağ Pariyetal Keskin Dalgalar
29 Generalize – Tonik-Klonik Sağ Frontal Diken-Dalga Kompleksi
30 Generalize – Tonik-Klonik Generalize Diken-Dalga Kompleksi, Trifazik Dalgalar
54
ÇalıĢmada, ilk EEG kayıtları değerlendirilen toplam 30 olgunun 24 tanesinde
(%80) diken veya diken dalga Ģeklinde epileptiform aktivite gözlenmiĢtir. AĢağıda
(ġekil 3.2) çalıĢmadaki 6 numaralı olgulardan alınan interiktal EEG kaydında, 10
saniyelik zaman diliminde, diken-dalga kompleksleri görülmektedir.
ġekil 3.2 – 6 numaralı olguda frontal ve sağ frontopariyetal derivasyonları dıĢında tüm kanallarda gözlenen interiktal diken-dalga
kompleksleri görülmektedir. Kırmızı çember içinde, dikeni takip eden yavaĢ dalga görülmektedir.
ÇalıĢmada, hepatik veya renal bozukluğa bağlı epilepsi oluĢtuğu düĢünülen
tüm olgularda, trifazik dalgalar gözlenmiĢtir (%100). AĢağıda 18 numaralı olguda
kolesistitise eĢlik eden hepatik ensefalopatiye bağlı olarak gözlenen trifazik dalgalar
örnek olarak gösterilmiĢtir (ġekil 3.3).
55
ġekil 3.3 – 18 numaralı olguda gözlenen trifazik dalga kompleksleri, kırmızı çember içinde gösterilmiĢtir.
ÇalıĢmada kafa travması sonrasında EEG kaydı değerlendirilen 2 olgudan 1
tanesinde(%50) atıĢ baskılanması görülmüĢtür. AĢağıda 12 numaralı olguda
kaydedilen atıĢ baskılanması örnek olarak gösterilmektedir (ġekil 3.4).
56
ġekil 3.4 – 12 numaralı olguda sağ frontopariyetal ve pariyetal derivasyonlarda atıĢ baskılanması görülmektedir.
ÇalıĢmada, epilepsi için interiktal dönemde spesifik olduğu düĢünülen ve daha
önce epileptiform EEG aktivitesi olarak tanımlanan dalga formlarının çalıĢmadaki
hastalarda görünme oranı grafikte gösterilmiĢtir. Aynı zamanda hepatik ve renal
bozukluğu olan hastalarda trifazik dalga varlığı ve travmatik olgularda, atıĢ
baskılanması oranı da belirtilmiĢtir (ġekil 3.5).
ġekil 3.5 – Olgulara göre EEG aktivitesi, mavi bar olguları, kırmızı bar aktiviteyi temsil etmektedir.
0
5
10
15
20
25
30
Tüm Olguar - Epileptiform Aktivite
Hepatik/Renal Nedenler - Trifazik
Dalga
Kafa Travması - Atış Baskılanması
Olgular
EEG Bulguları
57
Değerlendirilen ve klinik olarak primer generalize epilepsi tanısı konan 20
olgunun 10 tanesinin (%50) ilk EEG değerlendirmesinde generalize epileptiform
aktivite varlığı gözlenmiĢtir. Bu olgulardan 7 tanesinde (%35) ise epileptiform
aktivitenin fokal olduğu tespit edilmiĢtir. Üç olguda (%15) ise herhangi bir interiktal
epileptiform aktivite bulunamamıĢtır.
Dokuz olguda nöbetlerin fokal olarak baĢlayıp sekonder generalize karakter
kazandığı izlendi. Bu olguların ilk EEG değerlendirme sonuçlarında, 6 olguda (%66,6)
fokal, 1 olguda (%11,1) generalize epileptiform aktivite bulundu. Kalan Ġki olguda
(%22,2), herhangi bir epileptiform aktivite varlığı gözlenmedi.
Sadece fokal nöbet gözlenen tek olgunun EEG değerlendirmesinde ise
epileptiform aktivite gözlenmedi.
Olgularda izlenen nöbet tipleri ve epileptiform aktivite arasındaki iliĢki ġekil
3.6’te gösterilmiĢtir.
ġekil 3.6 – ÇalıĢmadaki olguların klinik nöbet görünümleri ile EEG bulguları arasındaki iliĢki gösterilmiĢtir.
Tüm hastalarda, antikonvülzan uygulamasının 6. ayında tekrar EEG kaydı
alınmıĢtır. Epileptiform aktivite gözlenen 24 olgunun tekrar kayıtlarında, bu aktivitenin
0
2
4
6
8
10
12
14
16
18
20
Primer Generalize Nöbetler
Sekonder Generalize Nöbetler
Fokal Nöbetler
Nöbetin Klinik Görünümü
Generalize Epileptiform Aktivite
Fokal Epileptiform Aktivite
Normal Aktivite
58
ortadan kalktığı gözlenmiĢtir. AĢağıda, 18 numaralı olguda, 6 ay önce ve sonra
alınan EEG kayıtlarının farkı örnek olarak gösterilmiĢtir (ġekil 3.7).
ġekil 3.7 – Sol tarafta, 18 numaralı olgunun ilk kaydı (A), sağ tarafta ise 6 ay sonraki kaydı (B) gösterilmiĢtir. Epileptiform
aktivitenin(Kırmızı çember) ortadan kaktığı görülmektedir.
Üç aylık süre sonunda, ayda bir veya daha az sıklıkta nöbet görülmesi
durumunda, kullanılan ilacın baĢarılı olduğu kabul edildi. Ġki olguda (Olgu 19, 22)
nöbetlerin sıklık ve Ģiddeti göz önüne alınarak ilaç kullanılmadı. Toplam 18 olguda
fenobarbital, 8 olguda KBr ve 2 olguda iki ilacın kombinasyonu nöbetlerin
baskılanması için etkili oldu (ġekil 3.8).
ġekil 3.8 – ÇalıĢmadaki olgularda nöbeti baskılamak için kullanılan ilaç dağılımı
Olgularda İlaç Kullanımı
Fenobarbital - %60
KBr - %26,6
Fenobarbital + KBr - %6,6
İlaç Kullanılmayan - %6,6
59
Her olguda ilk tercih edilen ilaç, nöbetleri baskılamada baĢarılı olmadı ve bazı
olgularda ilk birkaç aylık sürede ilaçların kombinasyonu veya uygun ilacın seçimine
gerek duyuldu. Ġlaç değiĢimi veya kombinasyonuna karar verilmeden önce ilk seçilen
ilaç en az 1 ay süreyle kullanıldı. Hastalardan 5 tanesinde (Olgu 1, 2, 9,16 ve 29) ilk
iki aylık sürede her iki ilaç birden kullanıldı ancak KBr kullanıma ikinci aydan itibaren
son verildi ve nöbet kontrolü sadece fenobarbital ile sağlandı. Bir olguda (Olgu 13)
ise uzun süreli fenobarbital kullanımına bağlı olarak nöbet kontrolü yetersizdi ve
medikasyona KBr eklendi. Bu olguda ikinci aydan itibaren fenobarbital tamamen
kesildi ve nöbet kontrolü KBr ile sağlandı.
Ġki olgunun (olgu 10 ve 15) kliniğe getirilmeden önce fenobarbital kullandığı
belirtildi. Dört olguda, kliniğe getirilmeden önce nöbet kontrolü için, fenobarbital veya
KBr’den farklı ilaç kullanıldığı öğrenildi. Ġki olguda (Olgu 14 ve 18) valproik asit, bir
olguda fenitoin (Olgu 27) ve son olarak bir olguda (Olgu 3) levatirosetam ve valproik
asit kombinasyonu kullanıldığı öğrenildi. Bu olgularda kullanılan medikasyonun,
nöbetleri etkili Ģekilde baskılamak için yetersiz olduğu saptandı. Bu olgularda
fenobarbital kullanımına baĢlandı ve eski ilaçlar azaltılarak kesildi.
60
4.TARTIŞMA
Köpeklerde epilepside tanı için, rutin olarak uygulanan ve birçok yazar tarafından
kabul gören bir protokol bulunmaktadır. EEG’nin epilepsi tanısındaki önemi bu
yazarlar tarafından belirtilmiĢtir. Ancak EEG, bu tanı protokolünde yer almamaktadır
(Bagley, 2005, Chandler, 2006, LeCoteur, 1995, Thomas, 2003). Köpeklerde,
epilepsinin tanı ve sağaltım sürecinde, EEG kullanımını konu alan çalıĢmaların son
derece az olduğu dikkat çekicidir.
Ġnsan hekimliğinde, epilepsi tanısı ve sağaltımın izlenmesi için EEG son
derece önemli bir yer kapsamaktadır. Beyindeki paroksismal aktivite, kafa derisinden
alınan kayıt ve uygun ekipmanla, kolaylıkla ve invazif olmayan bir prosedürle
alınabilmektedir (Aminoff, 1992, Türkdoğan, 2003).
ÇalıĢmada, klinik muayene ile epilepsi tanısı konduktan sonra, EEG ile
interiktal bulguların değerlendirilmesi sonucunda, 30 olgudan 24 tanesinde interiktal
epileptiform aktivitenin varlığı gözlenmiĢtir. Bu bulgu, değerlendirilen olguların
%80’inde, epilepsinin EEG kayıtları ile doğrulanabildiğini ortaya koymaktadır.
Epilepsili köpeklerde gözlenen patolojik EEG dalgalarının, insanlarda gözlenen
dalgalar ile belirgin benzerlikleri olduğu bildirilmiĢtir (Holliday ve ark., 1970). Berendt
ve ark. (1999) çalıĢmasında, aynı Ģekilde, insan EEG dalga formlarını örnek almıĢ ve
benzerliklerini ifade etmiĢtir. Epileptiform aktivite olarak adlandırılan bu dalgaların,
çoklu dikenler veya diken-yavaĢ dalga kompleksleri olduğu bildirilmiĢtir (Berendt, ve
ark., 1999, Holliday ve ark., 1998). Köpeklerde oluĢturulan deneysel epilepsi
modellerinde de, diken dalgalarının nöbet için spesifik kabul edildiği bilinmektedir
(Dürmüller ve ark., 2007). EEG’de görülen diken, kökeni oldukça iyi bilinen ve birçok
nöronun membran potansiyel değiĢimleri ile oluĢan bir dalga Ģeklidir. Kayıtta,
gözlenen patolojik bir dalganın diken olup olmadığına belirleyen kriterler iyi
bilinmektedir (Pillai ve Sperling, 2006).
EEG kaydı alınan tüm olgularda, gözlenen dikenlerin süreleri ölçülmüĢ ve
200ms’nin altında oldukları doğrulanmıĢtır. ÇalıĢma kapsamında değerlendirilen
epileptik köpeklerin 24 tanesinden 20’sinde (%83,3), diken-yavaĢ dalga Ģeklinde
epileptiform aktivite izlenmiĢtir. Kalan 4 olguda ise çoklu diken dalgaları gözlenmiĢtir.
61
Bu bulgu, köpeklerde gözlenen interiktal paroksizmlerinin, büyük oranda diken-yavaĢ
dalga aktivitesi olduğunu düĢündürmektedir. ÇalıĢmada gözlenen epileptiform aktivite
oranı, daha önce yapılan çalıĢmalardan daha yüksek bulunmuĢtur (Berendt, 1999,
Holliday, 1970).
Berendt ve ark. (1999), yaptıkları araĢtırmada, generalize epileptiform
aktivitenin fokal aktiviteye oranını değerlendirmiĢtir. Bu araĢtırmaya göre, fokal EEG
anormalliklerinin oranı %73, generalize olanların oranı ise %27 olarak bulunmuĢtur.
Holliday ve Williams (1970), paroksismal aktivitesi bulunan 50 olgudan 38 tanesinde
generalize aktivite (%76) bulunduğunu bildirmiĢlerdir.
Yapılan çalıĢmada değerlendirilen ve paroksismal EEG anormalliği bulunan 24
kayıt incelendiğinde, 11 (%45,84) olguda generalize, 13 (%54,16) olguda ise fokal
epileptiform değiĢiklik olduğu gözlenmiĢtir. Bu bulgular, daha önce Holliday ve
Williams’ın (1970) ve Berendt ve ark.’ın (1999) yaptıkları araĢtırmalar ile farklılık
göstermiĢtir. Daha önce yapılan çalıĢmalarla farklılık gözlenmesi, değerlendirilen
olguların, yaĢ, cinsiyet ve ırklarının paralellik göstermemesi ile açıklanabilir.
ÇalıĢmada değerlendirilen ve primer generalize tipte nöbet geçirdiği belirlenen
20 olgudan 17’sinde paroksismal aktivite bulunmuĢtur. Bu olgulardan 10 tanesinde
(%58,8) generalize epileptiform aktivite varlığı gözlenmiĢtir. Kalan 7 olguda (%35) ise
fokal epileptiform aktivite izlenmiĢtir. Nöbetlerin zamanla nöronal dejenerasyona yol
açtığı bilinmektedir (Walker et. Al, 2002, Summers ve ark., 1998). Walker ve ark.
(2002) yazısında, beyindeki aĢırı aktivitenin her zaman nöbetle sonuçlanmadığını ve
bu aktivitenin zamanla artarak epileptojenik bir odak oluĢturduğunu bildirmektedir.
Buna göre, nöbet geçiren hastalarda, dejenerasyona bağlı olarak, birden fazla
epileptik odak oluĢumu olduğu düĢünülebilir. ÇalıĢmada, primer generalize nöbet
gözlenen olgularda, fokal epileptiform aktivitenin varlığı, nöbet eĢiğini aĢmamıĢ ikincil
bir odağın aktivitesi olarak düĢünülebilir. Thomas (2010), köpeklerde, bu güne kadar
primer generalize epilepsinin daha yaygın olma nedenini, sekonder generalize olan
nöbetlerin iyi tanımlanamaması ile açıklamıĢtır. Buna göre, aslında fokal olarak
baĢlayan, fokal komponenti çok kısa süren ve sekonder olarak generalize olan
nöbetler, klinik olarak primer generalize nöbet Ģeklinde izlenirler. Bu teori
doğrultusunda, çalıĢmada, klinik olarak primer generalize olarak sınıflandırılmıĢ
nöbetlerin, aslında çok kısa süreli veya gözlenemeyen davranıĢ değiĢiklikleri içeren
fokal nöbetlerden sonra Ģekillenen sekonder generalize nöbetler olduğunu düĢünmek
mümkündür.
62
ÇalıĢmada, sekonder generalize nöbet geçiren olgulardan bir tanesinde
generalize epileptiform aktivitesi izlenmiĢtir. Bu olguda, fokal nöbet olduğu düĢünülen
zaman diliminin, aura dönemi ile karıĢtırılmıĢ olma ihtimali bulunmaktadır.
Koçer ve ark.(2006), epilepsi hastalarının düzenli olarak EEG ile
değerlendirlmesinin, hastalığın prognozu hakkında önemli olduğunu ve sağaltımın
sonlandırılması için kullanılabileceğini bildirmiĢtir.
Değerlendirilen olguların tamamından, 6 aylık kontrol süreleri sonunda alınan
interiktal EEG kayıtlarında, epileptiform aktivitenin ortadan kalktığı gözlenmiĢtir. Bu,
medikasyonun etkisinin ve hastalığın prognozunun da, elektrofizyolojik olarak
değerlendirilebileceğini göstermektedir. ÇalıĢmanın süresinin 6 ay olması nedeniyle
sağaltımın sonlandırılması, hiçbir olguda düĢünülmemiĢtir.
EEG’nin insanlarda epilepsi tanısı için baĢarı oranı, yaklaĢık %70 olarak ifade
edilmektedir, yani oldukça güvenilir bir tanı yöntemidir. Bu oran, ilk alınan EEG
kaydında %50 olarak belirtilmiĢ ve 2. ve 3. EEG kayıtları sonucunda karar
verilmesinin gerektiği vurgulanmıĢtır (Baykan, 2008, Wilkinson, 2005). Bunun
yanında, bazı epileptik bireylerde epileptiform aktivitenin gözlenmeyebileceği veya
epileptik olmayan bazı bireylerde epileptiform aktivitenin varlığı bulunduğu
bildirilmektedir (Aminoff, 1992).
ÇalĢımada değerlendirilen olguların %80’inde epileptiform aktivite bulunması,
yöntemin güvenilirliğinin, insan hekimliğindekine benzer bir oranda olduğu izlenmiĢtir.
Buna bağlı olarak, köpeklerdeki EEG kayıtlarında da hata payı olabileceği
düĢünülmüĢtür. ÇalıĢmada, klinik olarak epilepsi tanısı konan 6 olguda normal
aktivite gözlenmesi, köpeklerde de, epileptik olup EEG kaydında epileptiform aktivite
gözlenmeyen bireyler olabileceğini düĢündürmektedir. Bunun yanında, hastalardan
alınan EEG kayıt süresinin kısıtlı olması ve uzun süreli kayıt alınmasının mümkün
olmayıĢı da göz önünde bulundurularak, varolan paroksismal aktivitenin gözden
kaçırılmıĢ olma ihtimali de bulunmaktadır.
Davis ve ark. (2011), köpeklerde uzun süreli EEG kaydının gerekli olduğunu
ve ancak bu Ģekilde epileptiform aktivitenin eksiksiz değerlendirilebileceğini öne
sürmektedirler. Bu çalıĢmada, elektrotlar cerrahi olarak kafatasına yerleĢtirilmiĢ ve
telemetrik olarak kayıt alınmıĢtır. ÇalıĢmamızda kullanılan EEG tekniğinde, bu
çalıĢmadaki gibi uzun süreli kaydın mümkün olmayıĢı, yöntemin avantajlı olduğunu
düĢündürse de, invazif olması ve hasta sahiplerinin onayını gerektirmesi nedeniyle
uygulama sahasının sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır.
63
Ġnsanlarda EEG kaydı alınırken, epileptiform aktiviteyi uyarmak için ses veya
ıĢık gibi uyaranlar kullanılmaktadır (Aminoff, 1992). Köpeklerde fotik uyaran EEG
kaydı ile kullanıldığında belirlenebilir bir değiĢiklik olmadığı bildirilmiĢtir (Holliday ve
Williams, 1998).
ÇalıĢmada alınan EEG kayıtlarında, her hastada fotik uyaran kullanılmıĢtır. Bu
uyarımın, epileptiform aktivite oluĢumu yönünden, hiçbir olguda kaydı etkilemediği
gözlenmiĢtir ve bu bulgu Holliday ve Williams’ın çalıĢmasına paralellik göstermiĢtir.
Bunun yanı sıra, kaydı alınan epilepsi olgularının hiçbirinin refleksif epilepsi
olmamasının veya hastaların kayıt sırasında trankilize edilmiĢ olmalarının da bu
bulguyu etkilemiĢ olabileceği düĢünülmektedir.
EEG’nin veteriner hekimlikte, diyagnostik açıdan faydalı olup olmadığı halen
tartıĢmalıdır (De LaHunta, 2009). Podell, (2004) nöbetlerin epileptik olduğunun
belirlenmesi için beyindeki paroksismal aktivitenin EEG ile gösterilmesinin zorunlu
olduğunu vurgulamıĢtır. Pellegrino ve Sica (2004) EEG’nin epilepsinin tipi ve
beyindeki yapısal lezyonlarla ilgili tutarlı bilgi verebileceğini belirtmiĢlerdir.
Köpeklerde gözlenen epileptiform aktivitenin insanlardakine benzerliği ve
değerlendirilen olguların çoğunda gözlenmiĢ olması, yöntemin diyagnostik değerinin
olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle idiyopatik epilepsi olgularında, veteriner
hekimlikte tek tanı ölçütü klinik gözlemdir. Bu olgularda, nöronların fonksiyonunu
gösterebilen tek diyagnostik araç EEG’dir. Bunun yanı sıra, klinik olarak konan
epilepsi tanısına paralellik göstermeyen EEG kayıtlarının bulunması, tanıda EEG
kullanımının gerekli olduğunu düĢündürmektedir.
Veteriner hekimlikte, köpekler için standart bir kayıt tekniği bulunmamaktadır.
Ġnsanlarda yaĢa, farklı uyaranlara, uyku dönemlerine ve sinir sistemini etkileyen ilaç
kullanımına bağlı oluĢan EEG bulguları oldukça iyi bilinmektedir (Wright ve ark.,
2005). Köpeklerde fizyolojik EEG dalgaları daha önce bazı araĢtırıcılar tarafından
incelenmiĢ olsa da (Jeserevicz ve ark., 2007), patolojik EEG dalgalarının
karĢılaĢtırılacağı normal referans değerlerinin bulunmayıĢı, dezavantaj olarak
gösterilmektedir (Tourai ve ark., 1985, Pellegrino ve Sica, 2004).
Köpeklerde, tanımlanabilen herhangi bir bozukluk bulunamadığı zaman
epilepsi, idiyopatik olarak sınıflandırılmaktadır. Bagley (2005), ne kadar detaylı
araĢtırma yapılırsa yapılsın, idiyopatik epilepsi tanısının, tahmine bağlı konduğunu
belirtmiĢtir. Veteriner hekimlikte, epilepsi olgularının büyük çoğunluğunun idiyopatik
olduğu bildirilmiĢtir (LeCoteur, 1995).
64
Ġnsanlarda EEG kaydında trifazik dalgaların varlığı, metabolik bozukluklarda,
özellikle hepatik kökenli ensefalopatilerde gözlenmektedir. Bu dalga türünün varlığı,
daha nadir olarak renal veya kardiyopulmoner bozukluklara iliĢkin Ģekillenen
ensefalopatilerde de gözlenmiĢtir (Aminoff, 1992). Veteriner literatürde, trifazik EEG
dalgalarına iliĢkin bir çalıĢma bulunamamıĢtır.
ÇalıĢmada 3 hepatik, 1 renal ensefalopati olgusunun EEG kaydında trifazik
dalgaların varlığı gözlenmiĢtir. 2 hepatik ensefalopati olgusunda bulgular, serum
biyokimyası, safra asitlerindeki artıĢ, abdominal USG ve EEG ile doğrulanmıĢ ve
semptomatik epilepsi tanısı olarak değerlendirilmiĢtir. Bir hepatik ve 1 renal
ensefalopati olgusunda ise, serum biyokimyası, abdominal USG ve EEG bulguları
doğrultusunda olası semptomatik epilepsi tanısı konmuĢtur. Bu olguların tümünde
trifazik dalga görülmesi dikkat çekici olmakla birlikte, olgu sayısı yetersiz bulunmuĢ ve
rastlantısal bir bulgu olabileceği sonucuna varılmıĢtır.
Ġnsanlarda 40’tan fazla epileptik sendrom ve bozukluk sınıflandırılmıĢtır. Bu
sendromlar, baĢlangıç yaĢı, nöbet özellikleri, nöbet oluĢumuna yol açan uyaranlar ve
EEG kaydında gözlenen anormal dalgalara göre klasifiye edilmektedir. Köpeklerde,
bu sınıflandırmanın oturmamıĢ olmasının önemli nedenlerinden biri olarak, EEG’nin
veteriner hekimlikte yaygın olarak kullanılmaması gösterilmektedir (Chandler, 2006).
Köpeklerde EEG kaydı sırasında, kimyasal zaptıraptın gerekli olduğu
bildirilmiĢtir. Bazı çalıĢmalarda sedatif olarak ksilazin kullanılmıĢtır (Tourai ve ark.,
1985, Morita ve ark., 2001, Pellegrino ve Sica, 2004). Diğer çalıĢmalarda sedasyon
için metedomidin (Jeserevics ve ark., 2007), propofol (Goiz-Marques ve ark., 2009)
veya klorpromazin (Holliday et al, 1997) kullanımı bildirilmiĢtir. Holliday ve ark. (1997)
klorpromazin kullanımının epileptik aktiviteyi uyardığını bildirmiĢtir. Garner
Asepromazin kullanımının nöbet eĢiğini düĢürdüğünü savunan görüĢler de
bulunmaktadır ancak yapılan geriye dönük bir çalıĢmada, ilacın nöbet aktivitesini
arttırdığına dair kanıt bulunmadığı bildirilmiĢtir (Garner ve ark., 2004). Tobias ve ark.
(2006) 36 köpekte yaptıkları geriye dönük bir çalıĢmada, asepromazinin epileptik
hastalarda nöbet eĢiğini düĢürdüğüne dair bir bulgu gözlenmediğini belirtmiĢtir.
Bu seçim yapılmadan önce, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi
Küçük Hayvan Polikliniğinde 2002-2005 yılları arasında anestezisiz, farklı anestezik
ve sedatifler ilaçlar kullanılarak alınan kayıtlar değerlendirilmiĢ ve daha önce yapılan
çalıĢmalar doğrultusunda (Garner et. Al, 2004, Tobias ve ark., 2006), kayıt sırasında
kimyasal zaptıraptı sağlamak için asepromazin kullanımı tercih edilmiĢtir.
65
Uygulamanın, kayıt süresi boyunca yeterli sedasyon sağladığı ve normal arka plan
ritmini baskılamadığı gözlenmiĢtir. EEG kayıtları değerlendirildiğinde, ilacın epileptik
aktiviteyi uyardığına veya nöbet eĢiğini düĢürdüğüne dair herhangi bir bulgu
gözlenmemiĢtir.
ÇalıĢmada değerlendirilen 30 olgudan 10 tanesine (%33,3) semptomatik ve
olası semptomatik epilepsi tanısı konmuĢtur. ÇalıĢmadaki olguların çoğunluğunun
idiyopatik epilepsi olması daha önceki çalıĢmalara paralellik göstermektedir (Bagley,
2005, Lecoteur, 1995).
Hasta sahiplerinin, nöbet geçiren evcil hayvanlarına yaklaĢımının önemi çoğu
yazar tarafından bildirilmiĢtir (Bagley, 2005, Chang ve ark., 2006, Goiz-Marques,
2009, Thomas, 2010). Çoğu olguda hastalığın tanı ve sağaltımı, hasta sahiplerinin
kararı tarafından belirlenmektedir. Yapılan bir çalıĢmada, hasta sahiplerinin sadece
%30’unun, ileri görüntüleme teknikleri ve EEG kaydına olumlu gözle baktığı
belirlenmiĢtir (Chang ve ark., 2006).
Smith ve ark. (2008) Yaptıkları çalıĢmada, interiktal dönemde nörolojik
bozukluk göstermeyen ve 6 yaĢından genç olan köpeklerde MRG bulgularının büyük
oranda (%97,8) normal olduğunu belirtmiĢtir. Aynı çalıĢmada değerlendirilen, 6
yaĢından büyük köpeklerin ise, sadece %26,7’sinde anormal EEG bulguları
gözlenmiĢtir. 115 köpekte yapılan bir çalıĢmada, hem nörolojik muayene hem BOS
analizi normal olan köpeklerin hiçbirinde, nörolojik muayene bulguları normal ancak
BOS analizlerinde sorun olan köpeklerin ise yalnızca %2’sinde MRG’de tanımlanabilir
lezyon gözlendiği bildirilmiĢtir (Bush, 2002). Bush, çalıĢmasında, MRG’nin pahalı bir
yöntem olmasından dolayı nörolojik incelemede sorun görülmediğinde, uygulamadan
kaçınmak gerektiğini vurgulamıĢtır.
Değerlendirilen 30 olgunun 16’sında BOS analizi yapılmıĢ ve tüm değerleri
normal sınırlarda bulunmuĢtur. Bu hastalardan sadece 4 tanesinde, hasta
sahiplerinin onayıyla MRG ile doğrulama yapılabilmiĢtir. Bunun temel nedeni, hasta
sahiplerinin uygulamaya onay vermemesi ve yöntemin pahalı olmasıdır.
Köpeklerde görülen nöbetlerin, çoğunlukla primer generalize karakterde
olduğu belirtilmiĢtir (LeCoteur, 1995). Thomas (2010) ise bu görüĢün yetersiz klinik
gözlem ve tanıdan kaynaklandığını ve bu bulguların gerçekte daha farklı olabileceğini
düĢünmüĢtür. Danimarkada, tervuren ve gröendel ırkı köpeklerde yapılan bir çalıĢma,
fokal ve sekonder generalize nöbetlerin, primer generalize nöbetlere oranla daha
fazla Ģekillendiğini göstermiĢtir (Berendt, 2008). Ġnsanlarda bazı nöbetlerin progresif
66
olduğu ve uzun vadede karakter değiĢtirdiği bilinmektedir. Bu nöbetlerde, ilaç
kullanımı bazı epileptik odakların nöbet eĢiğini baskılarken diğerlerini yükseltmede
yetersiz kalabilmektedir. Bu durum ilaç kullanan olgularda gözlenen nöbetin
karakterinin değiĢmesine neden olabilir (Walker ve ark., 2002). Köpeklerde nöbetlerin
zamanla sıklaĢtığı ve sürelerinin uzadığı pek çok kaynakta bildirilmiĢtir (Bagley, 2005,
LeCoteur, 1995, Thomas, 2003).
ÇalıĢmada, en az 6 ay süreli epilepsi geçmiĢi olan 8 hastada (26,6), nöbet
sıklığının zaman geçtikte arttığı öğrenildi. Bu bulgu diğer çalıĢmalarla paralellik
gösterdi. Değerlendirilen 4 olguda, antikonvülzan medikasyona baĢlandıktan sonraki
3 aylık sürede nöbet karakterinin değiĢtiği ve generalize olan nöbetlerin fokal karakter
kazandığı gözlendi. Bu bulgu, nöbet eĢiğinin kullanılan medikasyona göre değiĢmesi
ile nöbet karakteri arasında bağlantı olma olasılığını ortaya koydu.
Semptomatik epilepsi tanısı konan çoğu olguda, epilepsiye neden olan faktör
ortadan kaldırıldığında, nöbetlerin sonlandığı bildirilmiĢtir (LeCoteur, 1995). Oysa
bazı olgularda semptomatik epilepsi nedeni ortadan kalktıktan sonra bile, nöbetlerin
devam ettiği bilinmektedir (Bagley, 2005, Thomas, 2003).
ÇalıĢmada semptomatik ve olası semptomatik epilepsi tanısı konan 10
olgunun tamamında, nöbetlere neden olan sorun ortadan kalktıktan sonra nöbetlerin
devam ettiği gözlendi. Bu olgularda nöbetleri baskılamak için antikonvülzan sağaltıma
gerek duyuldu. Olguların tamamında nöbetlerin devam etmesi, bulgunun rastlantısal
olmadığını ve nöbete neden olan bozuklukların kalıcı epilepsi ile sonuçlanabileceğini
göstermiĢtir. Bu bulgu daha önce pek çok yazarın belirttiği gibi, geçici bozuklukların
kalıcı nöbetlere neden olabileceği fikrine paralellik göstermektedir (Bagley, 2005,
LeCoteur, 1995, Thomas, 2003).
AtıĢ baskılanması ise, çoğunlukla anoksiye bağlı beyin hasarında veya akut
kafa travmalarında gözlenmektedir (Aminoff, 1992). AtıĢ baskılanmasının kafa
travmalarında gözlendiği, Redding (1965) tarafından da bildirilmiĢtir. Akut travmaya
iliĢkin 2 olgudan birinde atıĢ baskılanması gözlenmiĢ ancak yine, olgu sayısının
yetersiz olması nedeniyle bulgunun anlamlı olmadığına karar verilmiĢtir. Yöntemin bu
olgulardaki diyagnostik değeri tartıĢılmadan önce daha geniĢ bir örneklemde
değerlendirme yapılması gerektiği düĢünülmektedir.
67
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
ÇalıĢmada, uygun donanım, teknik ve deneyimle, EEG’nin kolaylıkla
kullanılabileceğine sonucuna varılmıĢtır. Ġnvazif olmaması, epileptiform aktiviteyi ve
uygulanan ilaçların nöbet eĢiği üzerindeki etkisini gösterebilmesi, yöntemin epilepside
tanı ve sağaltım sürecinde oldukça yararlı olduğunu göstermiĢtir. Epilepsi ile
bağlantılı spesifik dalga formlarının bulunması, EEG’nin ayırıcı tanıda da
kullanılabileceğini düĢündürmektedir. Özellikle idiyopatik epilepsi olgularında,
gözlenen nöbetler dıĢındaki tek değiĢiklik, EEG kaydında görülenlerdir. Bu durum
yöntemin epilepsi tanısında büyük rol oynayacağı hipotezini güçlendirmektedir.
Köpeklerde en sık gözlenen nörolojik bozukluk olmasına karĢın, epilepsi için
1980-2010 yılları arasında aynı tanı protokolü benimsenmiĢ, aynı ilaçlar kullanılmıĢtır.
Bu süre içinde yayımlanan çalıĢmalar, hastalığın tani ve sağaltım süresinde EEG
kullanımı hakkında farklı görüĢler bildirmiĢlerdir. Yöntemin, köpeklerde tanı süresinde
önemi ile ilgili olumlu görüĢler bulunmakla birlikte, aktif kullanımı son derece sınırlıdır.
Alınan EEG kayıtlarının değerlendirilmesi sonucunda yöntemin, interiktal
epileptiform aktivitesini ve bu aktivitenin oluĢtuğu bölgeyi gösterebileceği sonucuna
varılmıĢtır. Klinik olarak konan tanıyı değerlendirmek için EEG kullanımının gerekli
olduğu ve özellikle, köpeklerde tanımlanması zor olan, sekonder generalize
nöbetlerin fokal komponentini ortaya koyabilmek için, oldukça değerli bilgiler verdiği
sonucuna varılmıĢtır.
ÇalıĢmada kullanılan elektrot sayısının, elektriksel aktivitenin sınırlandırılması
için yetersiz olduğunu ortaya koymuĢtur. Veteriner literatürde bu konuyla ilgili yeterli
çalıĢma bulunmaması da aktivitenin sınıflandırılamamasında bir etken olduğu
düĢünülmektedir. Köpeklerde, daha fazla elektrot içeren bir montaj kullanılarak
değerlendirme yapılmasının, epileptik odağın bulunması için zorunlu olduğu
düĢünülmektedir. Bu koĢullara uygun ve farklı olguların değerlendirileceği, çok sayıda
EEG çalıĢmasına gereksinim olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak faklı
merkezlerde, aynı koĢullarda ve çok sayıda olgunun değerlendirilmesi sonucunda,
gözlenen epileptiform aktivitenin sınıflandırılabileceği görüĢü ağırlık kazanmaktadır.
68
Kısa süreli EEG kayıtlarında, varolan epileptiform aktivitenin gözden kaçırılma
olasılığı bulunmaktadır. Köpeklerde, kimyasal zaptırapt gerekmesi nedeniyle kayıt
süresi oldukça kısa tutulmaktadır. Telemetrik EEG cihazları, uygun elektrot seçimi ve
sınırlandırılmıĢ bir alan içinde uzun süreli EEG kaydının hayvanlarda kullanımı
denenmelidir.
ÇalıĢmada, epileptik hastalara antikonvülzan ilaç uygulaması yapıldıktan
sonraki 6 aylık sürede, EEG kaydındaki epileptiform aktivitenin ortadan kalktığı
gözlenmiĢtir. Bu bulgu, EEG’nin sadece tanı için değil, sağaltım süreci ve prognozun
değerlendirilmesi için de kullanılabileceğine iĢaret etmektedir.
Hepatik ve Renal bozukluğu olan olguların tamamında trifazik dalgaların
görülmesi, metabolik nedenlere bağlı Ģekillenen epilepsi olgularında, EEG’nin yararlı
bir tanı aracı olabileceğini göstermektedir. ÇalıĢmada sadece 4 olguda hepatik ve
renal bozukluğa bağlı Ģekillenen epilepsi gözlenmiĢtir. Köpeklerde, bu tip olgularda
yapılacak kapsamlı bir çalıĢmanın, konuyu kesin olarak aydınlatmak için gerekli
olduğu düĢünülmektedir.
EEG’nin, her hastanede bulunmaması, uygulayıcı sayısının sınırlı olması ve
tanı sürecindeki etkinliğinin tartıĢmalı olması gibi dezavantajları bulunmaktadır. Kayıt
alınması ve değerlendirilmesi uzmanlık gerektirmektedir. Daha da önemlisi, alınan
kayıt subjektif olarak yorumlanmaktadır dolayısıyla kiĢiden kiĢiye farklılık
gösterebilmektedir.
Kantitatif EEG’nin çok önemli bir avantajı, görsel değerlendirme sonucunda
oluĢabilecek farkları azaltmasıdır. Harhangi bir dalganın genliğinin ve hızının
ölçülmesi ve kesin olarak saptanması, uygulayıcılar arasındaki görüĢ farklarını
ortadan kaldırabilir, dolayısıyla kullanımı önerilmektedir.
Köpeklerde, EEG kaydında kullanılan montaj, kayıt sırasında kullanılan
sedasyon, hatta kullanılacak elektrotlar hakkında bile bir standart bulunmamaktadır.
Bu durum farklı araĢtırıcıların EEG bulgularında değiĢiklik olmasına yol açmaktadır.
Bu çalıĢma sonucunda, veteriner nörolojide EEG kaydı için standart bir kayıt modeli
olmayıĢının eksikliği gözlenmiĢtir. Sedasyon, elektrot montajı ve kullanılacak elektrot
sayısı çoğu çalıĢmada farklılık göstermekte ve bu durum yapılan çalıĢmaların
sonucunu değiĢtirmektedir. Ek olarak, köpeklerde fizyolojik EEG kaydına dayalı bir
veri tabanının oluĢturulması gerekmektedir. Bu koĢul sağlandığında, patolojik EEG
dalgalarının değerlendirilmesinin kolaylaĢacağı ve araĢtırmaların daha net sonuç
vereceği görüĢünü kuvvetlendirmektedir. Veteriner nörolojide farklı köpek ırklarının
69
kafa yapılarına göre elektrot yerleĢimleri, sayıları ve montaj ile ilgili standart kayıt
tekniklerinin oluĢturulması gereklidir.
Yapılan çalıĢmada, sedasyon için acepromazine kullanımının, EEG kaydı için
yeterli zaptırapt sağladığı, paroksismal EEG aktivitesini baskılamadığı ve uygulama
sonrasında nöbet oluĢumu için risk oluĢturmadığı gözlenmiĢtir. EEG kaydı almadan
önce sedasyon sağlamak için acepromazine’in baĢarı ile kullanılabileceği sonucunda
varılmıĢtır. Bunun yanında, EEG kaydı sırasında acepromazine kullanımı ile ilgili
yeterli çalıĢma bulunmamaktadır. Bu nedenle, fizyolojik değerlerin, acepromazine
kullanılan olgulardan alınan değerlerle karĢılaĢtırılması fikri ön plana çıkmaktadır.
Ġnsan hekimliğinde, epilepsi ile ilgili deneysel köpek modellerinde EEG
kullanımı bulunmaktadır. Bu çalıĢmalarda ve tez doğrultusunda değerlendirilen
olgularda, köpeklerdeki epileptiform aktivite ortaya konmuĢtur. Veteriner literatürde
de konuyla ilgili çalıĢmalar yapılmıĢ ve epileptiform aktiviteden söz edilmiĢ olmasına
karĢın, insanlardaki gibi kesin bir ortak fikir bulunmamaktadır. Çoğu araĢtırıcı,
insanlardaki EEG aktivitesini örnek almıĢ ve buna göre değerlendirme yapmıĢtır. Bu
çalıĢmada da insanlardaki EEG aktivitesi örnek alınmıĢtır, çünkü veteriner nörolojide
temel alınacak daha sağlıklı bir örneklem bulunmamaktadır. Ġleride yapılacak
çalıĢmalar ile uyanık, farklı uyku dönemleri ve farklı kimyasal ajanların etkisindeki
EEG aktivitesi değerlendirilmeli ve köpekler için geçerli bir örneklem oluĢturulmalıdır.
Bu koĢul sağlandığında, köpeklerdeki epileptik sendromların sınıflandırılmasında da
EEG kullanılabileceği düĢüncesi ortaya çıkmaktadır.
Bazı yazarlar insanlarda uygulanan epilepsi cerrahisinin, uzun vadede,
köpeklerde de yapılabileceğini öngörmüĢlerdir. Bunu gerçekleĢtirebilmek için ilk
olarak, beyindeki epileptik odağın bulunması gereklidir. Ġnsanlarda bu uygulama EEG
ile yapılabilmektedir. Bunun uygulanabilmesi için, öncelikle köpeklerde görülen
patolojik dalgaların kesin olarak tanımlanması ve çok sayıda elektrot içeren bir
montaj ile odağın bulunduğu yerin kesin olarak saptanması gerekmektedir. Gelecekte
bu koĢullar sağlandıktan sonra, elektrokortikografi uygulamaları ile epilepsi
cerrahisinin yapılabilme olasılığı bulunmaktadır.
70
ÖZET
Köpeklerde Epilepsinin Tanı ve Prognozunun Değerlendirilmesinde
Kantitatif EEG Kullanımı
Bu çalıĢmanın amacı, klinik olarak epilepsi tanısı almıĢ ve en az 6 ay süreyle kontrolü yapılmıĢ olan, farklı ırk, yaĢ ve cinsiyetteki köpeklerde, tanı, prognoz ve sağaltım sürecinde, görsel ve bilgisayarlı elektroansefalografi (EEG) kullanımının baĢarısı değerlendirdi.
Hastaların EEG kayıtları, medikasyona baĢlamadan önce ve medikasyonun 6. ayında alındı. Kayıt için 5 kanallı bipolar EEG montajı ve alligator klemp elektrotlar kullanıldı. Alınan kayıtlarda epileptiform aktivite varlığı ilk olarak görsel olarak değerlendirildi. Daha sonra izlenen aktiviteyi doğrulamak ve sınırlandırmak için bilgisayarlı analiz teknikleri kullanıldı. Son olarak, olgulardan 6 ay aralıkla alınan 2 kayıt arasındaki fark incelendi. Yapılan değerlendirmede, olguların %80’inin EEG kaydında epileptiform aktivite varlığı gözlendi. Klinik olarak primer generalize nöbet olarak sınıflandırılan 20 olgunun 10 tanesinin EEG kaydında generalize, 7 tanesinde ise fokal epileptiform aktivite, 3 olguda ise normal bulgular izlendi. Sekonder generalize nöbet geçirdiği belirlenen 9 olgudan 6’sında fokal, 1 tanesinde ise generalize epileptiform aktivite, 2 olguda ise normal EEG aktivitesi gözlendi. Sadece fokal nöbet geçiren 1 olguda herhangi bir EEG anormalliği bulunmadı. Epileptiform aktivite gözlenen 24 olgunun 6 ay sonraki EEG kayıtları incelendiğinde, tüm olgularda, epileptiform aktivitenin ortadan kalktığı gözlendi. ÇalıĢma sonucunda, EEG kullanımının, köpeklerde epilepsi tanısında baĢarı ile kullanılabileceği ve sağaltım sürecini değerlendirmek için yararlı olduğu gözlendi. EEG kayıtlarının görsel değerlendirmesi ile kantitatif olarak incelenmesi arasında belirgin bulgu farkı bulunmamasına rağmen, kantitatif EEG değerlendirmelerinin, görsel değerlendirmede oluĢabilecek görüĢ ayrılıklarının ortadan kalkmasında rol oynayacağı ve kesin bulguların ortaya konmasını sağlayabileceği sonucuna varıldı. Anahtar Sözcükler: Elektroansefalografi, Epilepsi, Epileptiform, Fokal, Generalize, Köpek, Nöbet
71
SUMMARY
The Use of Qualitative EEG to Evaluate the Diagnosis and
Prognosis in Canine Epilepsy
The aim of the study is to determine the effectiveness of visual and quantitative EEG on 30 dogs of differing breeds, age and sex that were diagnosed with epilepsy and evaluated for at least 6 months. The EEG records of patients were taken before their treatment and at the 6th month of their medication. A five channel bipolar EEG montage with alligator clamp electrodes was used for the recordings. Presence of epileptiform activity in the recordings was first evaluated by visual inspection. After that, computerized analysis techniques were used to confirm the findings and localize the activity. Lastly, the difference of two recordings of each patient between 6 months was compared. In the evaluation, 80% of the patient EEGs have shown presence of epileptiform activity. Of the 20 patients that were classified as having primary generalized seizures, 10 had generalized epileptiform, 7 had focal epileptiform and 3 had normal EEG findings. Of the 9 patients that were classified as having secondary generalized seizures, 6 had focal epileptiform, 1 had generalized epileptiform and 2 had normal EEG findings. The only case that was classified as having focal seizures had shown no EEG abnormality. When the 6th month recordings of the 24 patients that shown epileptiform activity in their previous recordings were evaluated, the epileptiform activity in all patients was found to be absent. As a result of the study, EEG was found to be a useful tool to diagnose epilepsy and evaluate the treatment success in dogs. Even though, there was little difference between quantitative and visual analysis findings, quantitative analysis can play a role in removing the subjectivity of visual analysis and provide definitive results. Keywords: Dog, Electroencephalography, Epilepsy, Epileptiform, Focal, Generalized, Seizure
72
KAYNAKLAR
AKIN, F., BEġALTI, Ö. 2000. Veteriner NöroĢirürji, 195-200 ALKAN, Z. 1999. Veteriner Radyoloji, Bölüm 6 AMINOFF, M.J. 1992. Electrodiagnosis in Clinical Neurology 3rd ed., Chapter 3 BAGLEY, R.S. 2005. Fundamentals of Veterinary Clinical Neurology, 363-376 BAYKAN, B. 2008. Elektroansefalografi, EriĢim: [www.itfnoroloji.org/semi2/eeg.htm],
EriĢim Tarihi: 22.06.2011 BERENDT, M.,HEDAL GULLOV, C., CHRISTENSEN, S.L.K., GUDMUNDSDOTTIR,
H., GREDAL, H., FREDHOLM, M., ALBAN, L.2008. Prevalence and characteristics of epilepsy in the Belgian shepherd variants Groenendael and Tervueren born in Denmark, Acta Veterinaria Scandinavica, 50:51
BERENDT, M., HOGENHAVEN, H., FLAGSTAD, A., DAM, M. 1999. Electroencephalography in dogs: Similarities between human and canine findings, Acta Neurologica Scandinavica, 99(5): 276-283
BERENDT, M., Clinical Neurology in Small Animals – Localization, Diagnosis and Treatment, EriĢim: [www.ivis.org], EriĢim Tarihi: 29.03.2002
BEST, B., The Nature of Sleep and Its Impact on Health, EriĢim: [http://www.benbest.com/health/sleep.html], EriĢim Tarihi: 22.06.2011
BUSH, W.W., BARR, C.S., DARRIN, E.W., SHOFER, F.S., VITE, C.H., STEINBERG, S.A. 2002. Results of cerebrospinal fluid analysis, neurological examination findings, and age at the onset of seizures as predictors for results of magnetic resonance imaging of the brain in dogs examined because of seizures: 115 cases (1992-2000), JAVMA, 220(6):781-784
BETTING, L.E. , MORY, S.B. , LOPES-CENDES, I. , LI, L.M. , GUERREIRO, M.M. , GUERREIRO, C.A.M., CENDES, F. 2006. EEG Features of Idiopathic Generalised Epilepsy: Clues to Diagnosis, Epilepsia, 47(4), 523-528
CHANDLER, K. 2006. Canine Epilepsy: What can we learn from human seizure disorders?, The Veterinary Journal, 172:207-217
CHANG, Y., MELLOR, D.J., ANDERSON, T.J. 2006. Idiopathic epilepsy in dogs: owners’ perspectives on management with phenobarbitone and/or potassium bromide, Journal of Small Animal Practice, 47: 574-581
COCHIN, S., BARTHELEMY, C., ROUX, S., MARTINEAU, J. 1999. Observation and Execution of Movement: Similarities Demonstrated by Quantified
Electroencephalography, European Journal of Neuroscience, 11: 1839-1842 COOK, I.A., O’HARA, R., UITJTDEHAAGE, S.H. J., MANDELKERN, M.,
LEUCHTER, A.F. 1998. Assessing the Accuracy of Topographic EEG Mapping for Determining Local Brain Function, Electroencephalography and Clinical Neurophysiology, 107(7): 408-414
CROFT, P.G. 1962. The EEG as an Aid to Diagnosis of Nervous Diseases in the Dog and Cat, Journal of Small Animal Practice, 3(4): 205-213
DAVIS, K.A., STURGES, B.K., VITE, C.H., RUEDEBUSCH, V., WORRELL, G., GARDNER, A.B., LEYDE, K., SHEFFIELD, W.D., LITT, B. 2011. A novel implanted device to wirelessly record and analyze continious intracranial canine EEG, EriĢim: [http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0920121111001318], EriĢim Tarihi: 20.07.2011
73
DELAHUNTA, A., GLASS, E. 2009. Veterinary Neuroanatomy and Clinical Neurology3rd ed., Chapter 18
DEWEY, C.W., CERDA-GONZALES, S., LEVINE, J.M., BADGLEY, B.L., DUCOTE, J.M., SILVER, G.M., COOPER, J.J., PACKER, R.A., LAVELY, J.A. 2009. Pregabalin as an adjunct to phenobarbital, potassium bromide, or a combination of phenobarbital and potassium bromide for treatment of dogs with suspected idiopathic epilepsy, JAVMA, 235(12): 1442-1449
DÜRMÜLLER, N., GUĠLLAUME, P., LACROĠX, P., PORSOLT, R.D., MOSER, P. 2007. The use of the dog electroencephalogram (EEG) in safety pharmacology to evaluate proconvulsant risk, Journal of Pharmacological and Toxicological Methods, 56: 234-238
GARNER, J.L., KIRBY, R., RUDLOFF, E. 2004. The Use of Acepromazine in Dogs with a History of Seizures, Journal of Veterinary Emergency and Critical Care, 14: 1-17
GOIZ-MARQUEZ, G., CABALLERO, S., SOLIS, H., RODRIGUEZ, C., SUMANO, H. 2009. Electroencephalographic evaluation of gold wire implants inserted in acupuncture points in dogs with epileptic seizures, Research in Veterinary Science, 86: 152-161
GRANGER, N., 2007. Magnetic resonance imaging in companion animal neurology, Irish Veterinary Journal, 60(10):610-618
HEYNOLD, Y., FAISSLER, D., STEFFEN, F., JAGGY, A. 1997. Clinical, epidemiological and treatment results of idiopathic epilepsy in 54 labrador retrievers: a long term study, Journal of Small Animal Practice, 38(1): 7-14
HOLLIDAY, T.A. 1970. Comparative Clinical and Electroencephalographic Studies of Canine Epilepsy, 11(3): 281-292
HOLLIDAY, T.A. 1980. Seizure Disorders, Veterinary Clinics of North America: Small Animal Practice, 10(1): 3-29
HOLLIDAY, T.A., WILLIAMS, C. 1998. Interictal paroxysmal discharges in the electroencephalograms of epileptic dogs, Clinical Techniques in Small Animal Practice, 13(3): 132-143
HOLLIDAY, T.A., WILLIAMS, C. 2003. Digital Electroencephalography, Biannual Course in Veterinary Neuroscience & Advanced Clinical Neurology/Neurosurgery, 121-134
JESEREVICZ, J., VITMAA, R., CIZINAUSKAS, S., SAINIO, K., JOKINEN, T.S., SNELLMAN, M., BELLINO, C., BERGAMASCO, L. 2007. Electroencephalography findings in healthy and Finnish spitz dogswith epilepsy: Visual and background quantitative analysis, Journal of Veterinary Internal Medicine, 21(6): 1299-1306
KANDEL, E., SCHWARTZ, J.H., JESSELL, T.M. 1991. Principles of Neural Science 3rd ed., 270-309
KOÇER, A., ĠNCE, N., GÖZKE, E., DERELĠOĞLU-ÇUBUK, A., ÇAĞIRICI, S. 2006. Epilepsi Hastalarında Ġnteriktal EEG ve Nöbet Prognozu Arasındaki ĠliĢkinin AraĢtırılması, Fırat Tıp Dergisi, 11(1): 58-61
LECOTEUR, R.A. 1995, Manual of Small Animal Neurology 2nd ed., Chapter 7 LOHI, H., YOUNG, E.J., FITZMAURICE, S.N., RUSBRIDGE, C., CHAN, E.M.,
VERVOORT, M., TURNBULL, J., ZHAO, X., IANZANO, L., PATERSON, A.D., SUTTER, N.B., OSTRANDER, E.A., ANDRE, C., SHELTON, G.D., ACKERLEY, C.A., SCHERER, S.W., MINASSAN, B.A. 2008. Expanded Repeat in Canine Epilepsy, EriĢim:[www.sciencemag.org], EriĢim Tarihi: 14.03.2008
74
LU, X.C.M., WILLIAMS, A.J., TORTELLA, F.C. 2001. Quantitative Electroencephalography Specral Analysis and Topographic Mapping in a Rat Model of Middle Cerebral Artery Occlusion, Neuropathology and Applied Neurobiology, 27: 481-495
MARCH, P.A., MUIR, W.W. 2005. Bispectral analysis of the electroencephalogram: a review of its use and development in anaesthesia, Veterinary Anaesthesia and Analgesia, 32:241–255
MORITA, T., SHIMADA, A., TAKEUCHI, T., HIKASA, Y., SAWADA, M., OHIWA, S., TAKAHASHI, M., KUBO, N., SHIBAHARA, T., MIYATA, H., OHAMA, E. 2002. Cliniconeuropathologic findings of familial frontal lobe epilepsy in shetland sheepdogs, The Canadian Journal of Veterinary Research, 66: 35-41
MURRELL, J.C., JOHNSON, C.B., WHITE, K.L., TAYLOR, P.M., HABERHAM, Z.L., WALTERMAN-PEARSON, A.E. 2003. Changes in EEG during castration in horses and ponies anaesthesized with halothane, Veterinary Anaesthesia and Analgesia, 30: 138-146
NIEDERMEYER, E., LOPES DE SILVA, F. 2004. Electroencephalograpy: Basic Principles, Clinical Applications and Related Fields, Chapter 1
NUWER, M.R. 1992. Electrodiagnosis in Clinical Neurology, Chapter 8 PEAVY, G.M., RICH, L.J., COLES, E.H. 2003. Textbook of Small Animal Surgery,
3rd ed., 2710-2712 OGUNI, H. 2004. Diagnosis and treatment of epilepsy, Epilepsia, 45(8): 13-16 PELLEGRINO, F.C., SICA R.E.P. 2004. Canine electroencephalographic recording
technique: findings in normal and epileptic dogs, Clinical Neurophysiology, 115: 477-487
PILLAI, J., SPERLING, M.R. 2006. Interictal EEG and the diagnosis of epilepsy, Epilepsia, 47(1): 14-22
PODELL, M.1997. Cerebrospinal fluid gamma-aminobutiric acid and glutamate values in dogs with epilepsy, AJVR, 58(5): 451-456
PODELL, M. 2004. BSAVA Manual of Canine and Feline Neurology, 3rd ed., Chapter 7, 97-112
REDDING, R.W. 1965. Canine Neurology: Diagnostics and Treatment, Chapter 5 ROSSMEISL, J.H., INZANA, K.D. 2009. Clinical signs, risk factors, and outcomes
associated with bromide toxicosis (bromism) in dogs with idiopathic epilepsy, JAVMA, 234(11): 1425-1431
SCHACTER, S.C. History of Epilepsy, EriĢim: [www.epilepsy.com/epilepsy/history], EriĢim Tarihi: 22.06.2011
SMITH, P.M., TALBOT, C.E., JEFFERY, N.D. 2008. Findings on low-field cranial MR images in epileptic dogs that lack interictal neurological deficits, The Veterinary Journal, 176: 320-325
SPECIALE, J., STAHLBRODT, J.E. 1999. Use of ocular compression to induce vagal stimulation and aid in controlling seizures in seven dogs, JAVMA, 214(5): 663-665
SPECKMANN, E.J., ELGER, C.E.2005. Electroencephalograpy: Basic Principles, Clinical Applications and Related Fields, Chapter 3
SUMMERS, B.A., CUMMINGS, J.F., DELAHUNTA, A. 1995. Veterinary Neuropathology, Chapter 5
TAYLOR, J.S., VIERCK C.J. 2003. Effects of ketamine on electroencephalic and autonomic arousal and segmental reflex responses in the cat, Veterinary Anaesthesia and Analgesia, 30: 237–249
75
THÖMKE, F., MARX, J.J., SAUER, O., HUNDSBERGER, T., HAGELE, S., WĠECHELT, J., WEĠLEMANN, S.L. 2005. BMC Neurology, 5:14
THOMAS, W.B., DEWEY, C.W. 2003. Canine and Feline Neurology, Chapter 6 THOMAS, W.B. 2010. Idiopathic Epilepsy in Dogs and Cats, Vet. Clin. Small Anim.,
40: 161-179 TOBIAS, K.M., MARIONI-HENRY, K., WAGNER, R. 2006. A Retrospective Study on
the Use of Acepromazine Maleate in Dogs With Seizures, Journal of the American Animal Hospital Association, 42: 283-289
TOURAI, K., SENBA, H., SASAKI, N., TOKURIKI, M., OHASHI, F., TAKEUCHI, A., USUI, K. 1985. Developmental EEG of the Beagle Dog Under Xylazine Sedation, Japanese Journal of Veterinary Science, 47(3): 459-463
TÜRKDOĞAN, D. 2003. Elektrodiyagnoz, Bölüm 27 WALKER, M.C., WHITE, H.S., SANDER, J.W.A.S. 2002. Disease modification in
partial epilepsy, Brain, 125: 1937-1950 WILKINSON, I., LENNOX, G. 2005. Essential Neurology 4th ed., Chapter 12 VON KLOPMANN, T., RAMBECK, B., TIPOLD, A. 2007. Prospective study of
zonisamide therapy for refractery idiopathic epilepsy in dogs, Journal of Small Animal Practice, 48: 134-138
WRIGHT, P., SIGMUNDSSON, T., LUCEY, J.V. 2005. Core Psychiatry, 2nd ed., Chapter 34, 517-520
76
ÖZGEÇMİŞ
I- Bireysel Bilgiler
Ad: Taylan
Soyad: Önyay
Doğum Yeri ve Tarihi: Ġstanbul 15.06.1979
Uyruğu: Türkiye Cumhuriyeti
Medeni Hali: Bekâr
İletişim Adresi ve Telefonu: Emek mah. BiĢkek cad. 53/3
Çankaya/Ankara
II- Eğitimi
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Doktora
Programı (2005 -)
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi (1997- 2005)
Özel Arı Lisesi (1994- 1997)
Özel Arı Lisesi - Ortaöğretim (1990- 1994)
Özel Arı Lisesi – Ġlköğretim (1985- 1990)
Yabancı Dili: Ġngilizce
III- Ünvanları
Veteriner Hekim
IV- Mesleki Deneyim
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Küçük Hayvan Cerrahi Polikliniği
(2005-2010)
V- Üye Olduğu Bilimsel Kuruluşlar
Yok
77
VI- Bilimsel Etkinlikleri
XI. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi (2008, KuĢadası) sözlü sunum:
Atlarda anestezi derinliği ve ağrı duyumunun değerlendirilmesinde
Elektroansefalografi
XI. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi (2008, KuĢadası) poster: Bir Aslanda
Oksipital Kemik Malformasyonu ve Serebellar Tonsil Herniasyonu
XI. Ulusal Veteriner Cerrahi Kongresi (2008, KuĢadası) sözlü sunum: Derin
ağrı duyumu olmayan spinal kord travmalı kedilerde somatosensorik
uyandırılmıĢ potansiyellerin değerlendirilmesi
Stara Zagora 20th Anniversary Scientific Conference (2010) poster:
Plasma Cell Myeloma Localized in Lumbar Vertebrae in a Rottweiller Dog
Journal of Animal and Veterinary Advances, 6(2): 206-209, The
Contribution of electrotimulation on nerve regeneration in rabbits with
experimentally induced sciatic nerve injury
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, Somatosensory Evoked
Potentials in Cats with Traumatic Spinal Cord Injury without Deep Pain
Perception (Baskıda)
VII- Diğer Bilgiler
I.Kök Hücre Kursu, V. Kök Hücre Sempozyumu (2010, Ankara )
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Atlıspor Grubu