gisi nisan 2020 tl · milli eğitim bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü...

18
Aylık Liseli Dergisi Nisan 2020 1 TL

Upload: others

Post on 13-Oct-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

Aylık Liseli DergisiNisan 2020 1 TL

Page 2: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

NİSAN 2020

İçindekiler

GEÇTİĞİMİZ AY BAŞIMIZA NE ÇORAP ÖRDÜLER?Okulda, mahallede, memlekette… Her ay başımıza bin bir türlü çorap örüyor; gerici, piyasacı gündemlerini karşımıza çıkarıyorlar. Geçtiğimiz ay başımıza ördükleri çorapları yazdık. Sayfa 3’te.

EĞİTİME VERİLEN “MOLA”DA SALGINI DÜŞÜNMEK VE ZAMANI NİTELİKLİ DEĞERLENDİRMEKBütün dünya ile birlikte ülkemizi de saran salgın bizi okullarımızdan ve sosyal hayatımızdan uzak yeni bir durumla baş başa bıraktı. Bu süreci nasıl görmeli, vaktimizi nasıl değerlendirmeliyiz? Bazı önerilerimiz var.... Sayfa 4’te.

KORONAYA KARŞI AKIL, BİLİM, ÖRGÜTLÜLÜKCOVID-19 pandemisinin ortaya koyduğu bugünkü ülke ve dünya manzarasını, pandemi ile ilgili bilinmesi gerekenleri sayfalarımıza taşıdık. Sayfa 5’te.

KÜBA SALGINLA NASIL BAŞA ÇIKIYOR, DÜNYA İLE NASIL DAYANIŞIYOR? Sosyalist Küba salgına tüm doğal afetlerde ve salgın durumlarında olduğu gibi bütün dünyadan daha hazırlıklı girdi. Üstelik ürettiği koronaya karşı etkili ilaçları paylaşarak, bütün dünyaya salgınla mücadele için hekimlerine göndererek büyük bir insanlık dersi verdi. Küba’nın umudumuzu tazeleyen salgın öyküsünü Küba büyükelçisi anlattı. Sayfa 10’da.

“TOPLUMCU TIBBIN ÖNCÜSÜ” DOKTOR RUDOLF VIRCHOWSağlık hizmetlerinin örgütlenmesinin kamucu bir anlayıştan uzaklaştırılmasının bedellerini ödediğimiz pandemi günlerinde toplumcu tıbbın öncüsü olarak bilinen doktor Rudolf Virchow’u hatırladık. Sayfa 12’de.

GÖÇ SİNEMASINDAN BİR SEÇKİSovyet sonrası dönemde dünyanın dört bir yanında emperyalistlerin tetiklediği savaşlar her zamankinden daha büyük bir göçmen sorununa neden oldu. Bu sorunun ve yurtlarından sökülüp atılan insanların sinemada izlerini sürdük. Sayfa 15’te.

JOSÉ SARAMAGO’DA KÖRLERİN BİRLİĞİ Ünlü Portekizli yazar Saramago’nun Körlük romanı adeta bugünleri anlatıyor. Romanda insanların bir anda tutuldukları fiziki körlük, yaşadıkları gerçekliği algılamalarını ve kol kola girmelerini sağlamıştı. Acaba bizim romanımız nasıl yazılacak? Sayfa 16’da.

SURİYE GÜNDEMİNE İÇ VE DIŞ POLİTİKA ZEMİNİNDEN BAKIŞSalgın bütün gündemi belirlemeye başlamadan hepimiz AKP’nin İdlib operasyonunu ve Avrupa ile pazarlık için sınırlara yığdığı Suriyeli göçmenlerin dramını kaygı içinde izliyorduk. Gündemin geri sıralarına düşmüş görünse de bu önemli konuyla ilgili bir çerçeve analizi sizlerle paylaşıyoruz. Sayfa 13’te.

SOLCU’DAN DUYURULAR Bu ay ülkemizi ve dünyayı daha iyi anlamak, eşitlik ve özgürlük mücadelesine katkıda bulunmak için neler yapmayı planlıyoruz? Sayfa 17’de.

Page 3: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

Geçtiğimiz Ay Başımıza Ne Çorap Ördüler?

NİSAN 2020 3

AKP’nin uzaktan eğitimi: İlahiler dinletildi, Menderes’in idamı gösterildiYeni koronavirüs salgını nedeniyle okulların kapanmasının ardından uzaktan eğitime geçildi. Öğrenciler yoğunluk, montaj sorunları ve diğer teknik problemler sebebiyle daha ilk günden zorluklarla karşı karşıya kalırken; skandal “eğitim” içerikleri de TRT ve EBA TV’de yerini aldı. Eğitimler ilk günden AKP’nin siyasi propagandasına dönüştürüldü. Ortaokul kanalında Menderes’in idamını gösteren animasyon yayınlanırken, ilkokul öğrencileri için kılıçla kafa kesme gibi uygunsuz ögeleri barındıran Selahattin Eyyubi animasyonu bütün detaylarıyla gösterildi. Lise kanalında ise ”Ara Nağme” adı altında ilahiler çalındı. Eğitimciler, öğrenciler ve aileler uzaktan eğitim yayınlarına yoğun tepki gösterirken, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk ise görüntülerin gözden kaçtığını ifade etti.

Solcu Liseliler’den Milli Eğitim Bakanlığı’na sorular: Meslek liseliler emeğinin karşılığını alıyor mu?Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında maske üretimine de başlandığını duyurdu. Bakanlık, takip eden günlerdeyse üretim yapacak okulların sayısını arttırdı. Öğretmenler ve meslek liseli öğrenciler üretim için salgının tüm riskleri ile birlikte okullarda çalışmaya devam ederken ne tür önlemlerin alındığı; üretilen maske ve ürünlerin para karşılığında kâr elde edilmesi amacıyla mı, yoksa ücretsiz mi dağıtılacağı; üretimde bulunan öğrenci ve öğretmenlerin emeklerinin karşılığını alıp alamadığı sorularını MEB’e yönelten Solcu Liseliler’in sorularıysa cevapsız bırakıldı.

Umreden dönenler için öğrenci yurtları boşaltıldı, öğrenciler ortada kaldıKoronavirüs vakalarının ülkemizde de görülmesiyle birlikte geçtiğimiz haftalarda gözler umreden dönen binlerce vatandaşa çevrildi. Koronavirüs önlemleri gerekçesiyle umreden dönenler 14 gün süreyle karantinaya alınırken, karantina merkezi olarak İstanbul, Ankara, Konya, Antalya başta olmak üzere farklı şehirlerdeki KYK öğrenci yurtları seçildi. Öğrenciler, gece vakti aniden yapılan anonslarla eşyalarını toplayamadan yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Olay sonrası soL Haber Portalı’na konuşan öğrenciler kimi arkadaşlarının geceyi otogarda geçirmek zorunda kaldığı, kiminin ise memleketine dönecek parası bile olmadığını ifade etti. Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Ankara Valisi Vasip Şahin hiçbir öğrencinin mağduriyet yaşamadığına ilişkin açıklamalarda bulunurken, öğrencilerin açıklamaları ve yaşadıklarıysa gerçek manzarayı gözler önüne serdi.

Sermayeye 100 milyarlık destek, halka maske ve kolonyaAKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, özel hastane sahibi Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın da dâhil olduğu bakanlar ve patronlarla Çankaya Köşkü’nde yeni tip koronavirüs salgınıyla mücadele tedbirlerini konuşmak için toplandı. Erdoğan, “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adı altında 100 milyar liralık ekonomik tedbir paketini açıkladı. Şirketlerin sigorta ve vergi ödemelerinin ertelendiği, şirketlere yeni kredi olanaklarının sunulduğu patronlara destek paketinden emekçilerin payına düşense emeklilerin en düşük ücretinin 1.500 TL’ye yükseltilmesi, yaşlılara kolonya ve maske dağıtılması oldu. Paketi açıklayan Erdoğan’ın, patron örgütü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun bulunduğu yöne bakarak “Neşen yerinde” şeklinde yaptığı “espri” ise dikkat çekti.

Salgın fırsatçısı patronlar emekçilerin hakkını gasp ediyorKoronavirüs salgını sebebiyle evde kalınmasına yönelik yapılan uyarılarına rağmen, emekçilerin birçoğu hâlâ işe gitmek ve çalışmak zorunda. Geçtiğimiz günlerde pek çok iş yerinde emekçilerin sağlığına dönük uygulamaların hayata geçirilmediği ve tedbirlerin alınmadığı ortaya çıktı. Patronların Ensesindeyiz Ağı’na ulaşan ve soL Haber Portalı’nın yer verdiği haberlere göre; Migros, Carrefour, A101, Vatan Bilgisayar gibi birçok şirkette emekçiler için koronavirüs önlemleri alınmazken, şirketlerin çoğu maske ve eldiven takma yasaklarıyla gündeme geliyor. Bunun yanında krizi fırsata çeviren patronların iş yerlerinde çalışanlarını ücretsiz izne çıkardığı, işten attığı, yıllık izin kullanımına zorladığı öğrenildi. Özellikle market ve e-ticaret sektörü çalışanlarının mesai saatlerinin uzatıldığı ve mesai ücretlerinin ödenmediği biliniyor.

Page 4: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

4 NİSAN 2020

EĞİTİME VERİLEN "MOLA"DA SALGINI DÜŞÜNMEK VE ZAMANI NİTELİKLİ

DEĞERLENDİRMEKDünya son aylarda yüz binlerce yeni koronavirüs vakasıyla ve hastalık kaynaklı on binlerce ölüm haberiyle çalkalanırken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart’ta “pandemi” ilan etti. Salgının farklı kıtalara ve ülkelere yayıldığını ifade eden DSÖ’nün açıklamasından bir süre sonra, yine 11 Mart’ta Sağlık Bakanı’nın yaptığı açıklamayla yeni koronavirüs vakalarının ülkemizde de bulunduğu resmiyet kazandı. Dünyaya yayılan bir salgından söz ederken ülkemizin etkilenmeyeceğini düşünmek oldukça yersiz elbette, bu yüzden Bakan’ın açıklaması hiçbirimizi şaşırtmamış olsa gerek. Hatta öyle ki, birçoğumuz vakaların ülkemizde ne zaman resmiyet kazanacağı merakıyla televizyonlarımızı açtık, haberleri okuduk. Takip eden günlerdeyse önce okullarımız kapandı; sonra tiyatrolar, sinemalar, kafeler, spor merkezleri. Pek de alışık olmadığımız bir durumla karşılaştık; salgının daha fazla yayılmaması, risk grubunda bulunanlara hastalığın bulaşmaması adına alınan tedbirlerle gündelik ve sosyal yaşamımız az zamanda fazlasıyla değişti. Evde daha fazla vakit geçirir olduk.

Günün çok büyük bir kısmını, hatta bazılarımız için tamamını evde geçirme fikri kulağımıza pek hoş gelmiyor belki; fakat okullarımızın ve sosyal ortamlarımızın kapalı oluşu, salgın sebebiyle hareket kabiliyetimizin kısıtlanması bizleri evde daha fazla vakit geçirmeye yöneltiyor. Hâl böyle olunca evde geçirdiğimiz vaktin niteliği de, içeriği de önem kazanıyor. Fırsat bulamadığımız araştırmaları yapmak, kitapları okumak, filmleri izlemek; dünyaya, ülkemize ve yaşamlarımıza dair kafa yormak için çok önemli bir fırsat olarak bakmak gerekiyor içinden geçtiğimiz günlere.

Yeni koronavirüs salgını ile mücadele ettiğimiz günlerde en başta ülkelerin salgına karşı verdiği sınavı incelemek yerinde bir seçenek olsa gerek. Dünyayı yerinden oynatan salgın bu kadar yayılmak zorunda mıydı, ülkemizde ve dünyada alınan önlemler yeterli miydi? Salgınsız günlerinde haftalarca hastane sırası beklediğimiz, okul tuvaletlerinde sabun bulamadığımız ülkemizin salgınla imtihanı salgını dua ile yenmek, şüpheli vakaları karantinaya alacak merkez bulamayıp gece 3’te üniversite öğrencilerini yurtlarından çıkarıp

sokağa atmak, hijyen ürünlerinin fiyatını artırmak, salgın sebebiyle zorda kalan emekçileri fırsattan istifade işten çıkartmak oluyor. İtalya, İspanya, Fransa, ABD gibi ‘gelişmiş’ ülkeler ise Türkiye’nin farklı bir versiyonu olmaktan öte gidemiyor. Hastaneleri, okulları, bütün kamu kaynaklarını patronlara satan bu ülkeler kriz anında plansızlıklarının bedelini emekçilere ödetiyor adeta. Sağlık da dâhil olmak üzere temel hizmetleri devlet kontrolünde olan ülkeler ise, kâr alanı olarak bakmadıkları sağlık hizmetini planlamayla gerçekleştiriyor ve ne sağlık personeli sıkıntısı, ne de alınan tedbirlerde gecikme yaşanıyor. Sosyalist Küba’nın sağlık alanındaki başarısı, siyasi sisteminden

kaynaklanan planlı yapısıyla incelenmeye değer. Ülkemizin, saydığımız ‘gelişmiş’ ülkelerin ve Sosyalist Küba’nın koronavirüse karşı sınavını ve koronavirüs gündeminin farklı boyutlarını bu ay dergimizde inceleyeceğiz.

Sömürü düzeni ortaya çıkan hastalığın pandemi boyutuna gelmesinin dışında, her türlü afet ve krizin başlıca sorumlusu. Fakat bu bir yanda dursun; önümüzde uzun seneler, yaşayacağımız on yıllarda topluma katacağımız çok şey var. Ülkemizin ve dünyanın gidişatı, en başta bizleri ilgilendiriyor ve en çok bizleri etkileyecek. Bu sebeple her birimizin, yaşadığımız ülkeyi ve dünyayı daha ileri ve gelişkin olana taşıma sorumluluğu doğuyor. Okullara verilen arayı da ülkemizin ve dünyanın

sorunlarına çözüm arayarak; insanlığın daha ileri ve gelişkin olana ulaşma mücadelesini anlamaya çalışarak dolu dolu geçirelim. Ders yoğunluğundan okuyamadığımız romanları, öyküleri okuyalım; izleyemediğimiz filmleri izleyelim örneğin. Ufkumuzu geliştirmenin fırsatlarını yaratmaya bakalım. Kendi yaşamlarımızı da değiştirmenin fırsatı olsun bu dönem, düzenli yaşayalım ve derslerimize vakit ayıralım, olanaklarımız elverdiğince spor yapalım, bağımlılıklarımıza savaş açalım. Eğitime verilen arayı hem kendimizi bu yönde geliştirmeye ayırdığımız, çevremizi de böyle bir dönüşüme teşvik ettiğimiz bir dönem olsun. Bütün bunları yaparken birlikteliği ve dayanışmayı ihmal etmeyelim; deneyimlerimizi, hissettiklerimizi, düşüncelerimizi, okuduğumuz kitaptan izlediğimiz filme kadar edindiğimiz bütün birikimi Solcu ile paylaşmayı unutmayalım!

Page 5: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

5 NİSAN 2020

KORONAYA KARŞIAKIL, BİLİM, ÖRGÜTLÜLÜK

Dünyamız son aylarda bir altüst oluş yaşıyor. Bu yazının yazıldığı sıralarda küresel ölçekte 1 milyon 200 binden fazla insana COVID-19 tanısı konmuş ve 65 bin civarı insan aynı hastalık nedeniyle hayatını kaybetmişti. Dünya Sağlık Örgütü’nün Mart ayının ilk haftalarında pandemiye, yani dünya çapında bir salgına dönüştüğünü açıkladığı koronavirüs salgınının ne zaman kontrol altına alınabileceğine ilişkin henüz bir öngörü bulunmuyor.

Pandemi bütün dünyada ciddi toplumsal sonuçlar yaratmaya şimdiden başlamış durumda. Milyonlarca emekçi bir anda işsiz kaldı, ev kiralarını, faturaları nasıl ödeyeceklerini, ailelerinin geçimlerini nasıl sağlayacaklarını düşünüyor. Çalışmaya devam etmek zorunda olan milyonlarca emekçi ise her gün hastalık ve ölümle burun buruna yaşıyor. Bir süre sonra gıda sıkıntısının baş gösterme olasılığı konuşuluyor. Ayrıca kötü yaşama koşullarından başka hastalıklar da yaygınlaşabilecek.

Sonuçta korona pandemisi piyasanın ve sermaye iktidarlarının emekçi halkı hiçbir şekilde koruyamayacağını ve dünyanın artık başka bir şekilde yönetilmesi gerektiğini çok açık bir şekilde ortaya koydu.

Dünyanın kudretli emperyalist merkezlerinin halkın en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar aciz durumda olduğu anlaşıldı. Pek çoğu bugün sağlık hizmetlerinin çökmesi ile karşı karşıya. Örneğin New York valisi hastanelerin acil ihtiyaçları karşılanmadığı ve insanlar ölüme terk edildiği için Trump yönetimine karşı öfkesini dile getirirken İtalya’yı yönetenler üyesi oldukları Avrupa Birliği’ne en ufak bir dayanışma belirtisi göstermediği için ateş püskürüyorlar. ABD başkanı Trump, 100-200 bin can kaybı ile salgın sonlanırsa bunu başarı sayacaklarını ilan etti. Sürü bağışıklığı stratejisiyle, yani virüse karşı kırılgan olan ileri yaştaki ve kronik hastalığı olan kesimlerin gözden çıkarıldığı, geri kalan nüfusun virüse bağışıklık kazandığı şekilde süreci yönetme kararıyla yola çıkan İngiliz hükümetinin başbakanı COVID19 teşhisi ile evinde karantinada. Daha üç beş ay önce emeklilerin aylıklarına göz diktiği için Fransız emekçilerinin sert tepkisiyle karşılaşan piyasacı Macron sağlığın kamusal bir hizmet olması gerektiğini kendi ağzıyla kabul etti. Pandemi dünyadaki dengeleri alt üst ediyor. Çünkü artık kapitalizmin gemisi yol alamıyor, her yerinden su alıyor, batmasını geciktirmeye çalışıyorlar, o kadar.

Türkiye’ye bakalım; aslında zengin olanakları ve insan gücü olan bir ülke sağlık çalışanlarına yeterli koruma gereçleri bile sağlayamıyor. Çok değil birkaç ay önce salgın geliyorum dediği halde binlerce göçmen soğukta kötü koşullarda sınıra sürüldü. Umreden gelen binlerce kişi karantinaya alınmadan geçip gitti; alınanlar ise öğrencilerin yurtlardan apar topar çıkarılıp ortada bırakılması pahasına bu iş için hiç uygun olmayan yurtlara yerleştirildi. Gereksiz bir insan hareketi yaratılarak virüsün tüm ülkeye yayılması için adeta davetiye çıkarıldı. Bugün salgın Türkiye’nin en batısından doğusuna en uzak yerleşim birimlerine kadar gelmiş durumda. Denebilir ki bu salgın tüm dünyayı etkiledi, bu kaçınılmazdı. Ama biliyoruz ki sağlığın piyasaya teslim edilmediği, kamusal hizmet olarak herkese eşit ve ücretsiz sağlandığı, bilimsel gelişmenin önünün açıldığı, ekonominin toplumun bütününün

ihtiyaçları gözetilerek devlet tarafından planlandığı bir Türkiye; Çin, İran ve İtalya örnekleri önümüzde dururken çok erken tedbir alarak bilim ve akılla salgını yayılmadan kontrol altında tutabilirdi. Böyle bir Türkiye aşı geliştirme çalışmalarında öncülük yapan ülkelerden biri olurdu. Bununla da kalmaz bugün Küba’nın dünyayla salgına karşı dayanışma adına yapabildiğinin çok daha fazlasını, zengin kaynaklarını tüm insanlık için seferber ederek yapardı.

Tam tersi oldu, üstelik 12 Eylül’den beri ilk defa sendikal haklar askıya alındı. ‘Evde Kal’ çağrıları yapılırken çalışmak zorunda kalan emekçilerin hakları yok sayıldı. Ücretsiz izin ne demektir? Emekçilerin aileleri ile birlikte aç kalması, elektrik su paralarını ödeyememesi demektir. İşyerleri kapalı mı kapalı değil mi, işçilere ne olacak konuları patronların insafına kalmış. Çıkarılan önlem paketi patronların lehine, onları kurtarmak için. Cumhurbaşkanı Mart sonunda hepimizin vergileri ile oluşan devlet bütçesini toplum için seferber etmek dururken bizden para toplayarak durumu kurtarmaya çalışacakları bağış kampanyası başlattı.

Söylenecek çok şey var. Ancak söylenmek yerine sağlığımızı korumak için gereken önlemleri almak, sosyal hayatımızın sınırlandığı koşullarda dahi birbirimize el uzatmak, dayanışma içinde olmak, örgütlülüğümüzü güçlendirmek ve salgın sürecinin en az hasarla atlatılması için taleplerimizi örgütlü biçimde dile getirmek gerekiyor. Hep aklımızda tutmamız gereken bir şey var: Umudumuzu diri tutacak; bizi yalnızlıktan, çaresizlikten koruyacak olan örgütlü gücümüz, sömürüye karşı mücadelemiz, dayanışmamızdır.

Page 6: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

6 NİSAN 2020

YOL ARKADAŞLARI (Yazan: Vera Panova. Çeviren: Levent Özübek. 1947 Stalin Ödülü, Yazılama Yayınevi, 2018)

Türkçeye Yol Arkadaşları olarak çevrilen ‘Sputniki’ ya da birçok dilde ‘Tren’ , filmleri de çekilmiş bir Sovyet romanı. Vera Panova (1905-1973) romanı 1946’da yazdı ve bu kitabıyla 1947’de Stalin ödülünü aldı. Roman İkinci Dünya Savaşı sırasında hastaneye dönüştürülmüş bir trende geçiyor. Tren gerçekten hareket ederek Leningrad ve çevresinde cephede yaralanan askerleri daha güvenli iç kısımlardaki hastanelere taşıyor. Buna ‘tren hastane’ deniyor. Vera Panova, 1944’de kitaba konu olan tren hastanelerden birinde gazeteci olarak iki ay kalıyor ve burada çalışanlar ve yaralı askerler ile görüşmeler yapıp notlar alıyor. Romanın bel kemiğini aldığı bu notlar oluşturuyor. Korku ve ölüm çok yakınlardayken umut ve mücadelecilik aşılayan bir kitap. Kahramanlar genç ve cesur hemşireler, disiplinli doktorlar, yokluğa rağmen yaratıcı olabilen personel, ülkesine güvenen yaralı askerler. Bombaların altında yaralıların sadece mikrop kapmaması değil, beslenmesi ve moral kazanması da gerek, ayrıntılı olarak bu özel hizmeti verenlerin insani yanlarını da ele alan bir yaratıcılık ve dayanışma kitabı. Ölüme boyun eğmeyenlerin hikayesi… Bugünlerde baş ucu kitabı olmayı hak eden bir roman.

tren hastane

Page 7: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

7 NİSAN 2020

YAŞADIĞIMIZ SALGIN VE NEDENİHAKKINDA BİLMEMİZ GEREKENLER

Virüsler nasıl yapılardır?Biyoloji derslerinde öğrendiklerimizi paylaşmanın zamanı...Virüsler bakterilerden ve mantarlardan farklıdır, canlı organizmalar değildirler. İçlerinde yaşamın ana molekülleri olan DNA ve RNA proteinleri olsa da çoğalmak için canlı bir hücreye gereksinim duyarlar. Yani bir hastalık oluşturmak için vücudumuza girip tutunacağı hücreleri bulmalıdır. İşte o hücrelerin içinde kendisi için gerekli olan proteinleri üretmeye başlar.

COVID-19 nedir? Halk arasında kısaca korona hastalığı denen hastalığın tam ismi COVID-19’dur. Co=corona, VI=virüs, 19 ise 2019 yılını belirtiyor. Yapısı gereği, bu virüse bilim insanları Latincede ‘taç’ anlamına gelen ‘corona’ ismini uygun görmüşlerdir.

Virüs vücudumuza nasıl giriyor?COVID-19 hastalığına neden olan virüs de birçok diğer virüs gibi burun, ağız ve gözden içeri girmeye çalışır. Bu organlarımız adeta bir kapı gibidir. İşte o nedenle iki metreden yakın durmak (bir buçuk metre de deniyor), öpüşmek, sarılmak bu salgın açısından risk taşımaktadır. Ağzımız, burnumuz ve gözümüzde normal deriden farklı ‘mukoza’ dediğimiz nemli bir tabaka vardır. Virüs buralara ulaşınca mukoza hücrelerinin içine girmeye çalışır. Eğer hücreye girmeyi başarırsa mutasyonla etkisini göstermeye başlar. Yani virüsün vücut dışındaki yapısı ile vücuda girdikten sonraki yapısı farklıdır, artık değişime uğramıştır.

Ellerimiz ise en kirli yerlere dokunabileceği ve sık sık ağzımıza, yüzümüze değebileceği için büyük risk taşır. O nedenle sık sık el yıkamayı öneriyoruz.

Bu hastalığa neden olan virüsün ismi ise SARS-CoV-2’dir (Severe Acute Respiratory Syndrome=İngilizce ağır ani solunum yolu hastalığına yol açan koronavirüs 2). 2 deniliyor çünkü yıllar önce tehlikeli bir salgın yapan başka bir koronavirüs daha vardı. Birincisi 2002 yılında kısaca SARS dediğimiz hastalığa neden olarak önemli bir salgına neden oldu. Türkiye bu salgından etkilenmediği için fazla konuşulmadı ve zaman içinde unutuldu. SARS hastalığının insandan insana geçiş yolları ve belirtileri bugünkü hastalığa benzese de virüs tipinde ve hastalığın seyrinde bazı farklılıklar olduğundan bilim insanları yeni salgına yol açan virüs ve hastalığa yeni isimler verdiler. Bir de MERS-CoV diye adlandırılan bir korona virüsü daha var, bu da 2012 yılında Suudi Arabistan’da başlayan öldürücü bir salgına neden olmuştu.

Page 8: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

8 NİSAN 2020

Koronavirüs canlı hücreyi bulunca harekete geçiyor, o zaman neden yüzeyleri temizlememiz gerekiyor, zaten canlı bile sayılmıyor?Koronavirüs, diğer bazı virüsler gibi dışı korumalı, zarflı bir virüstür. Bu zarf bir yağ tabakasıdır ve virüsü korur. Sabun ve kolonya ile işte o yağ tabakasını bozarak virüsün sonradan işlev kazanmasını da önlemiş oluyoruz.

O halde korunmak için; birincisi, virüsün dış ortamda yapısını değiştirerek işlev dışı bırakıyoruz, ikinci olaraksa işlevi bozulmamış virüslerin vücudumuza girmesini önlüyoruz.

Bu virüs önceden yok muydu, birden nasıl çıktı?Virüslerin evrim geçirebileceğini biliyoruz. Bazen sadece hayvanların bir türünde bulunabilen bazı mikroorganizmalar değişik nedenlerle insanlarda hastalık yapmaya başlayabiliyor. Hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklara ‘zoonoz’ denmektedir. Bilim insanları insan popülasyonunun hayvanları strese uğrattığı noktalarda yeni virüslerin hayvandan insana atlama yapacağını uzun bir süre önce öngörmüşlerdi. Her üç korona virüsünün de kökenin hayvanlar olduğu yapılan çalışmalar ile gösterildi. SARS-CoV-2 yarasalardan, SARS-COV-1 Çin’de yaşayan bir çeşit kediden, MERS-CoV ise develerden geçtiği düşünülüyor. Yani o hayvanlara özgü hastalık yapmadan duran virüsler evrimleşerek insanlarda hastalığa neden olabiliyor. Sonraki geçişler ise insandan insana devam ediyor.

Alkol almanın ve sigara içmenin bu salgınla ne ilgisi var?Bağışıklık sistemini zayıflatan her türlü dış etken virüse karşı bizi savunmasız yapar. Sağlıklı bir vücut hastalansa bile hasarsız atlatabilir. Sürekli alkol içimi ve sigara bağışıklık sistemini zayıflatır. Ayrıca alkollü bir kişinin korunmada sorumsuz davranışlar sergileme olasılığı daha fazladır. Akciğerleri etkileyen bu hastalık ile ilgili Çin’de yapılan çalışmalar CoVID-19 ‘a yakalananlar arasında sigara içenlerin 14 kat daha fazla öldüğünü gösterdi. Ayrıca bir ortamda virüs varsa sigara içenler sigara içerken defalarca o virüsün ağız burun bölgesine yaklaşmasını kendi elleri ile sağlıyorlar.

Aynı şekilde dengesiz ve yetersiz beslenme ile uykusuzluk da bağışıklık sistemini bozar.

Enfekte olmak ile hasta olmak aynı mıdır?Enfekte olmak ile hasta olmak farklı kavramlardır. Birçok bulaşıcı hastalıkta olduğu gibi kendileri hasta olmadığı halde taşıyıcı olanlar vardır (HIV+ ve veremde olduğu gibi). Her enfekte olan hasta olmayabilir. Ama başkalarına bulaştırabilir. Kişisel korunma yöntemlerimiz onun için çok önemlidir.

Neden yaşlıların daha çok korunması gerekiyor?Bu hastalığı her yaştan insan geçirebilir. Ancak daha yaşlı olanların bağışıklık sistemi daha zayıf olduğu için ve bazı hastalıklara da (kalp hastalığı, tansiyon yüksekliği, şeker gibi) sahip olma olasılıkları daha fazla olduğu için önemli bir risk grubu oluştururlar. Bağışıklık sistemini etkileyen herhangi bir hastalığı olan tüm yaş grupları da risk altındadır.

Karantina ile izolasyon arasındaki fark nedir?Karantina, bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insanları bir süre hiç kimse ile temas ettirmemek yoluyla alınan bir tedbirdir. Bu tedbirin kaç gün olacağı hastalığın kuluçka dönemine göre değişir. Koronada bu süre 14 güne kadar uzayabildiği için 14 günlük karantina tedbiri konmaktadır. Yani bu kişilerin henüz hasta olup olmadıkları bilinmemektedir. Hastalığın yoğun olduğu farklı bir yerden gelenlerde uygulanır. Şu an Türkiye’deki karşılığı yabancı ülkelerden giriş yapanların karantinaya alınmasıdır. İzolasyon ise hasta olmuş kişilerin sağlıklı olanlardan ayrılması işlemidir. İzolasyon, hastanın durumuna göre hastane veya evde olabilir. Amacı hastalığın başka insanlara bulaşmasını önlemektir.

Page 9: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

9 NİSAN 2020

Virüs havada bulunuyor mu? Yerde ne kadar durur?Solunum yolu virüsleri genel olarak damlacık yoluyla; yani öksürürken, hapşırırken havaya saçılan gözle görünmeyen damlacıklar yoluyla çevreye yayılır. Bu damlacıklar ve içerisindeki virüs çok hafif olduğunda bazen iki saat kadar havada asılı kalabiliyor, sonrasında yer çekiminin etkisiyle yüzeylere çöküyor. Hasta kişi öksürürken ve hapşırırken bir mendil kullanmıyorsa, maske takmıyorsa bu damlacıklar etrafa yayılabilir. Ya da dirsek içi yerine eline hapşırıyorsa eli ile temas ettiği yerlere de virüs bulaşmış oluyor. Ancak virüsler cansız yüzeyler üzerinde uzun süre canlı kalamıyor. Değişik yüzeyler için farklı süreler veren çalışmalar var, birkaç saatten birkaç güne kadar. Bu çalışmalar laboratuvar koşullarında yapıldığı için gerçek yaşamdakini tam olarak bilemiyoruz. Varsayım olarak açık havada güneş ışınına maruziyet virüsün tahrip olmasına neden oluyor.

Şu anda en doğru davranış şüpheli yüzeyleri virüsü tahrip eden bir madde ile silmek ve bu yüzeylere ellemişsek elimizi yıkamak.

Aşı araştırmaları değişik evrelerde gerçekleşir. Dünyada birçok ülke ve kuruluş aşı çalışmalarını sürdürmektedir ama güvenli ve etkin aşılama için daha bir yıla yakın süre geçmesi gerekebilir. Laboratuvar koşulu ile toplumda aşının denenmesi koşulu aynı değildir.

Kolonya ve sabun nasıl işe yarıyor?Kolonya ve sabun bu virüse etkili, virüsün dışındaki zardaki yağı eriterek tahrip ediyor. Unutmamak gerekir ki bu iki madde, sabun ve kolonya, diğer hastalık yapan mikroplara karşı her zaman etkili olmayabilirler. Kolonya, 70-80 derece olduğu zaman, sabun ise doğru kullanıldığı zaman etkili. 20 saniye boyunca doğru şekilde el yıkama çok önemli.

Bu kadar insan ölüyor neden aşı üretilmiyor?

CoVID-19 tedavi edilebilir mi?Hastalığın kesin tedavisi henüz bilinmiyor. Ancak destek tedavileri var. Bağışıklık sistemini düzeltmek, arkasından ikincil olarak gelen başka enfeksiyonları önlemek gibi. Bazı ilaçlar yatan hastaların durumunu bu nedenle düzeltiyor. İlerleyen olgularda solunum cihazı bulabilmek yaşamsal önem taşıyor. Çünkü virüs, akciğerleri yoğun olarak etkiliyor ve hastalar nefes alamaz duruma geliyor.

Hastalığın belirtileri nedir?Her hastada farklılık görülebilse de genellikle ateş, kuru öksürük ve halsizliktir. Ateş görülmeyen ya da halsizliği az hisseden hastalar da vardır. Aynı şekilde burun akıntısı olabilir de olmayabilir de.

Page 10: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

NİSAN 2020

KÜBA SALGINLA NASIL BAŞA ÇIKIYOR,DÜNYA İLE NASIL DAYANIŞIYOR?

Solcu: Sorularımızı yanıtlamayı kabul ettiğiniz için çok teşekkürler. Her geçen gün sonuçları ağırlaşan pandemiye karşı dünyada pek çok insanın umudu olan bir ülkenin temsilcisisiniz. Küba geçtiğimiz haftalarda COVID-19 tedavisinde etkili olduğu gözlenen Küba menşeili ilaçları ihtiyaç kadar üretip tüm dünyanın hizmetine sunacağını ilan etti. Dünyanın dört bir yanına salgınla mücadele için hekimlerini, sağlıkçılarını yolluyor. Yine bu süreçte, hiçbir ülkenin kabul etmediği, yolcuları arasında koronavirüs taşıyıcıları olan bir İngiliz gemisine kapılarını açtı, hasta yolcuları tedavi altına aldı. Bütün bunların nasıl gerçekleştirilebildiğini okuyucularımız için açıklar mısınız?

Öncelikle Küba’nın sağlık sisteminin dayandığı felsefe ile en temel ilkeleri hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Nuñez: Küba’daki sağlık sistemi herkesi kapsar ve ücretsizdir. Nüfusun yüzde yüzü bütüncül tıbbi bakım güvencesi altındadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre (DSÖ) kişi başına düşen sağlık çalışanı sayısı bakımından birinci sıradayız. Küba’nın nüfusu 11 milyondur ve sağlık personeli sayısı neredeyse yarım milyondur.

2018’de 10 bin kişiye düşen doktor sayısı 80,2; diş hekimi sayısı 15 ve hemşire sayısı 79,3 olarak gerçekleşmiştir. Mahallelerdeki 10 bin 782 aile hekimliği merkezinde 12 bin 883 sağlık çalışanı hizmet vermektedir; yani dev bir birinci basamak sağlık hizmetleri ordusu yaratılmıştır.

2019’da doğumda yaşam beklentisi 79’du.

1 yaş altındaki ölüm oranı her bin canlı doğumda 5’tir. Anne-çocuk programındaki izlemeler sağlık sistemi içerisindeki önceliğimizdir. Gerçekleşen doğumların yüzde 99,9’u sağlık kurumlarında gerçekleşir.

Kübalı çocuklar 13 hastalığa karşı aşılanırlar. Aşılama programımız dünyanın kapsamı en geniş bağışıklama programlarından birisidir ve bu program kapsamında kullanılan aşılama ürünleri büyük oranda ülke içerisinde üretilir. Bulaşıcı 14 hastalığın kökü kurutulmuştur. Kolera, dang humması, HIV vb. virüslere yönelik aşılarla ilgili araştırmalar derinleştirilerek sürdürülmektedir. Jenerik ilaçlar alanındaki araştırmalar ve üretim genişleyerek devam etmektedir. Salgınlarla mücadele programlarının mükemmelleştirilmesi için sürekli çalışılmaktadır. Bu bakımdan anneler ve çocuklar, kronik hastalığı olanlar, engelli çocuklar ve doğal afetlerin kurbanı olmuş kişiler önceliklidir.

2015’te Küba, HIV ve sifilis hastalıklarının gebelikte anneden çocuğa geçişini durduran ilk ülke olmuş ve bu konumumuz DSÖ tarafından tescil edilmiştir.

Devletin tüm çabası şunlara yönelmiştir: Sağlık hizmetlerine herkesin erişimini güvence altında tutmak, sağlık göstergelerimizi daha da üst seviyelere çıkarmak ve son olarak insan onuru ve eşitlik ilkelerinin bir ifadesi olan sağlık sistemimizin gelişmeye devam edebilmesi için bu sistemi verimli ve sürdürülebilir kılmak.

Kamusal sağlık hizmetlerine ayrılan bütçe toplam ulusal bütçemizin yüzde 28’idir.

Solcu: Koronavirüsten korunma konulu bir eğitim faaliyeti sırasında çekilmiş sevimli

fotoğraflarını gördük Kübalı okul çocuklarının. Fotoğrafların çekildiği

sırada Küba’da okullar hala açıktı. Küba’da okullara ara verilmeden önce koronavirüsün yayılmasını sınırlandırmaya dönük nasıl önlemler alındı?

Nuñez: Eğitim Bakanlığı zaten ilk andan itibaren bazı önlemler aldı. Bunlar içerisinde en

önemlisi okullardaki aktif tarama çalışmaları. Bu çalışmalar, öksürük

veya ateş görülen öğrencilerin izole edilmesini ve derhal sağlık otoriteleri

ile ailelere bilgi verilmesini sağlıyor. Grip semptomları olan çalışanların

ve öğrencilerin eğitim kurumlarına girişi yasaklandı. Yüzeylerin dezenfeksiyonu için

gereken malzemeler tüm eğitim kurumlarına sağlandı. Kreşlerde oyuncaklar günlük olarak yıkanıyor, çocukların ellerini

yıkaması takip ediliyordu.

Ayrıca; öğrencilerde yeni hijyen alışkanlıklarının yerleştirilmesi, öğrencilerin hastalık belirtilerini, bulaşma ve hastalıktan kaçınma yollarını tanımaları adına öğretmenlerle çalışmalar yapılmaktaydı.

Küba’nın pandemiyle mücadelesini ve uluslararası dayanışma konusunda gösterdiği çabayıKüba Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Luis Alberto Amaros Nuñez ile konuştuk.

10

Page 11: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

11 NİSAN 2020

Solcu: Küba halkının örgütlü çalışma, afetlere hazırlık ve hastalıklarla mücadele kapasitesi hakkında bize ne söylemek istersiniz?

Nuñez: Küba’nın afetlerle, özellikle kasırgalar ve salgınlarla mücadele konusunda biriktirmiş olduğu çok büyük bir deneyimi var.

Ülkemizde temel ilke her zaman önlemeye yönelik olmuştur. Bizim için tehlikelerle mücadelede hazırlık, planlama, örgütlenme ve bu yolla insanların uğrayacağı hasarları ve ekonomik zararları en aza indirmek önemlidir.

Bu açıdan iletişim araçları da son derece mühim, yurttaşların hizmetinde yayıncılık yapmak ve herkesin sürekli olarak bilgilendirilmesini sağlamak gerekir.

Sağlık alanında ortaya çıkan acil durumlarda önceden kurulmuş mekanizmalara ve sosyal politika araçlarımıza, ayrıca ülkenin sağlık sisteminin sağladığı avantajlara her zaman yaslandık. Sağlık sistemimizin temelini oluşturan önleyici yaklaşım ve mahalle mahalle örgütlenmiş devasa tıbbi bakım programımız her zaman elimizi rahatlatmıştır.

Solcu: Son olarak, Küba pandemi karşısında yalnızca kendi nüfusunu korumakla yetinmiyor; aynı zamanda ABD tarafından uygulanan ekonomik, ticari ve mali ablukanın yarattığı çok büyük sorunlara rağmen dünya halklarıyla da dayanışma sergiliyor.

Küba’nın bu alandaki dayanışmasının arka planından bize biraz söz eder misiniz?

Nuñez: Küba gerek bölgemizde gerek dünyanın geri kalanında özellikle sağlık ve eğitim alanlarında pek çok ülkeyle sıkı işbirliği ilişkileri kurmuştur ve bu ilişkileri sürdürmektedir. Bu kapsamda gelişmekte olan pek çok ülkenin en dezavantajlı grupları, örneğin

yerlilere, kadınlara ve engellilere fayda sağlanmıştır.

Sağlık alanında çalışan 400.000 profesyonelimiz 600.000 uluslararası görev kapsamında 164 ülkede bulunmuştur; pek çoğu bu onurlu görevi birden fazla defa icra etmiştir.

İşbirliği alanlarından en önemlisi sağlıktır; çünkü sağlık insani yönü kuvvetli bir alandır ve bu işbirliğinin gerçekleşebilmesi devrimin yarattığı muazzam insan kaynağı sayesinde mümkün olmuştur.

Bu alandaki görevlerden kimileri gerçek manasıyla birer kahramanlıktır. Örneğin, Afrika’da ebola, Haiti’de kolera karşısındaki mücadele böyledir. Uluslararası Henry Reeve Tugayı doğal afetler sonrası oraya çıkan salgınlarla mücadele adına Pakistan, Endonezya, Meksika, Ekvador, Peru, Şili, Venezuela ve diğer ülkelerde 26 görev tamamlamıştır. Bir de Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’nde 2,7

milyon insana tekrar gözlerini kazandıran, aydınlatıcı Görev Mucize var gerçekleştirilenler arasında.

Ebola salgını sırasında en fazla etkilenen Afrika ülkelerine Henry Reeve Tıp Tugayı 250 sağlıkçı göndermiştir. Bu çalışmalarımız DSÖ tarafından Halk Sağlığı Ödülü’ne layık görülmüştür. Küba bu hastalıktan etkilenmemiş olan Afrika, Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde önleme programlarının uygulanmasını DSÖ ile birlikte koordine etmiştir. Benzer biçimde Küba, enternasyonalizminin bir ifadesi olarak 138 ülkeden 35.613 kişiye ücretsiz eğitim vererek onları birer sağlık profesyoneli haline getirmiştir.

Geçtiğimiz haftalarda koronavirüs ile mücadele kapsamında doktor ve hemşirelerimiz İtalya (Lombardiya), Jamaika, Granada, Nikaragua, Surinam ve Venezuela’ya gittiler. Çin’de salgının en sert şekilde yaşandığı süreçte de bir tıp tugayımız oradaydı.

Solcu: Çok teşekkür ederiz aydınlatıcı bilgileriniz için.

*Söyleşinin İspanyolcadan çevirisi Esin Saraçoğlu tarafından yapılmıştır.

Page 12: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

NİSAN 2020

Sağlık hizmetleri örgütlenmesinin kamucu bir anlayıştan uzaklaştırılmasının bedellerini ödediğimiz pandemi günlerinde Doktor Rudolf Virchow’u hatırlıyoruz. Toplumcu bir tıp anlayışının temellerini atmakla kalmamış, sağlık sorunlarının toplumsal kökenlerini sorgulamış, bu kökenleri ortadan kaldırmak için devrimci eylemlilik içinde bulunmuştu.

1848 kışında, Prusya eyaleti olan Yukarı Silezya’da büyük bir salgın patlak vermişti. Bölgedeki ekonomik çöküntünün yarattığı birkaç yıldır etkili olan kıtlığa salgının da eklenmesiyle durum daha da kötüleşmişti. 1821 yılında Prusya’nın Schivelbein kentinde doğan Doktor Rudolf Virchow, meslek hayatının üçüncü yılında Yukarı Silezya’da salgının patlak verdiği kömür madenlerini değerlendirmek için görevlendirildi ve bir rapor hazırladı: Yukarı Silezya Tifüs Salgını Raporu.

Virchow’un raporunu daha önce yazılan benzer raporlardan ayıran en önemli özellik kullanılan yöntemdi. Virchow, Engels’in “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” çalışmasında da kullandığı diyalektik ve tarihsel maddeci yöntemi benimseyerek, işçilerin yetersiz beslenme ve barınma koşullarının onları hastalıklara daha yakın hale getirdiğini, diğer bir deyişle kötü yaşam

koşullarının hastalıkların oluşması ve gelişmesi için uygun ortamı

yarattığını söylüyordu.

Virchow hastalıkların bireysel değil toplumsal olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyordu, bu sebeple raporunu da toplumsal bir

değerlendirme sonucunda yazmıştı. Salgının nedeninin tıbbi olmaktan çok sosyal olduğunu tespit etmiş ve bu gibi salgınların tekrarlanmaması adına

kısa vadede alınacak önlemlerin arasına

yoksullara gıda temini

yapılmasından, içinde hem profesyonellerin hem de yerel halkın bulunduğu sağlık örgütlenmeleri kurulmasına kadar toplumun yoksul sınıflarını gözeten birçok önlem eklemişti. Öte yandan ise Virchow‘un raporu uzun vadede sınırsız demokrasi, karar yetkisinin yerelliklere bırakılması, herkese eğitim, kilisenin devlet işlerinden uzaklaştırılması, vergi ve tarım reformu, endüstriyel kalkınma gibi çağdaşlarının çok ilerisinde taleplere sahipti.

1848 yılında Fransa’dan Avrupa’ya yayılan işçi sınıfı ayaklanmaları Berlin’e de sıçramıştı. 10 Mart’ta Yukarı Silezya’dan Berlin’e dönen Virchow, yönetici sınıfın gerekli değişiklikler için barışçıl taleplere yanıt vermeyeceğine, bu taleplerin zor kullanılarak elde edilebileceğine inanarak ödünç aldığı bir tabanca ile barikatlarda halkın yanında yerini almıştı. Berlin Devrimci Komitesi’ne başkan yardımcısı seçilen Virchow, toplumun baskıdan kurtarılmasının da hekimin görevlerinden biri olduğunu düşünmekteydi. Temmuz 1848 – Haziran 1849 arasında diğer Alman doktorlar Neumann ve Leubuscher ile birlikte Tıp Reformu başlıklı bir dergi yayınladı. Toplam 48 sayı yayınlanan dergide toplumcu sağlığın gereklilikleri tartışılmış ve sağlık için istihdam, ücret, barınma ve beslenme koşullarının iyileştirilmesi gerektiği vurgulanmıştı.

Fransa’da olduğu gibi Almanya’da da devrimci ayaklanma bir yıl içinde sönümlendi. Virchow, 1849 yılında tutuklandı. Kendisine dayatılan pişmanlık bildirisini imzalamayı reddedince Berlin’den ayrılmak zorunda kaldı. Sonrasında devrimci görüşleri yerini reformcu bir bakış açısına bıraktı. 1856 yılında Berlin Üniversitesi’nden yapılan çağrı ile üniversitede patoloji kürsüsünü kurdu. 1860’da Prusya’da demokrat güçler yeniden siyaset sahnesine çıktığında Virchow da politikaya döndü ve 1861’de Berlin Belediye Meclisi’ne, 1862’de Prusya Meclisi’ne ve 1880’de Reichstag’a (parlamento) seçildi. Bu dönemde Berlin’de kanalizasyon sisteminin kurulmasını sağladı, gıda denetimi yasasını çıkarttı, kamu binalarında havalandırma ve ısınmanın iyileştirilmesi için çalıştı, okul sağlığı hizmetlerinin tohumlarını attı ve başta hemşireler olmak üzere sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını iyileştirdi.

Virchow, herkes için kamusal ve kamu tarafından işletilen ücretsiz bir tıbbi hizmet önermekteydi. Sağlık sorunlarına karşı önerdiği çözüm politik eylemdi çünkü sağlık, ancak sağlıksızlığın kaynaklarını kurutmaya yönelik politik girişimlerle savunulabilir ve sürdürülebilir. Virchow‘un toplumcu sağlık anlayışını oluşturan diğer iki düşünce, tıbbi hizmetlerde önceliğin tedavi hizmetleri yerine önleyici hizmetlere verilmesi ve devletin yurttaşlarının maddi güvencelerini sağlama sorumluluğunu üstlenmesiydi. 5 Eylül 1902’de öldüğünde bu görüşleri ile hem çağının ötesine geçmiş hem de “toplumcu tıbbın öncüsü” olarak kabul edilmişti.

*Kısaltılan ve revize edilen bu yazının aslı, Necati Çıtak tarafından “Rudolf Carl Virchow ve Yukarı Silezya” başlığıyla 13.10.2016 tarihinde soL Haber Portalı’nda yayımlanmıştır.

“TOPLUMCU TIBBIN öncüsü”: DOKTOR RUDOLF VIRCHOW*

Page 13: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

13 NİSAN 2020

Ülkemizin yaklaşık son 10 yılında televizyonları her açtığımızda, gazeteleri elimize alışlarımızda, bilgisayar başında Suriye gündemine ilişkin gelişmelere tanıklık ediyoruz. Dile kolay, 10 yıl! Bu 10 yıl sadece Suriye üzerinden gelişen gündemin yansımalarını içermekle kalmıyor; görünürde Erdoğan ve AKP’nin, arka planda ise patronların yönelimlerini de açık ediyor. Türkiye sermaye sınıfı daha çok para kazanmak, siyasi etkisini artırmak, yeni coğrafyalara açılmak ve sömürecek yeni alanları edinebilmek için AKP’nin iktidara gelişiyle dış politikada daha “aktif ve iddialı“ hareket etmeye başlıyor, komşularının iç işlerine karışmakta bir an olsun tereddüt etmiyordu. Yalnız değillerdi hiçbir zaman; ABD’nin ve diğer emperyalist ülkelerin, yabancı sermayedarların omuzlarını hep buldular yanlarında. Bir diğer deyişle adına “Yeni Osmanlıcılık” denen politika, bu esaslara dayanarak Türkiye sermayesinin emperyalizmle uyumlu şekilde farklı coğrafyalara müdahale etmesi anlamına geliyordu.

Erdoğan, AKP ve ABD ilişkileri: Dost mu düşman mı?

Erdoğan ve AKP’nin “bölgesel güç” olmaya dönük yaklaşımındaki niyet hiçbir zaman ABD’yi planın dışına itmek değilse de; yıllar içerisinde gerek bu planın uygulanışındaki başarısızlık, gerek iç politikada yapılan çeşitli hatalar ve bırakılan boşluklar, gerekse Erdoğan’ın bütün mecralarda kendisini gösteren kontrolsüzlüğü ve yönetilmezliği ABD ile aralarına gerginliğin girmesine neden oldu. Erdoğan ve AKP bu noktada hem bir koz olarak, hem de iktidarını sürdürmeyi amaçlayarak direksiyonu Rusya’ya kıracaktı. Hatta öyle bir direksiyon kırmak ki, Rusya’dan hava savunma sistemi almaya kadar gidecekti işin ucu… Fakat AKP ve Erdoğan, ait olduğu NATO-ABD bloğundan tamamen bir kopuşu amaçlamıyor, ait olduğu bloğu hiçbir zaman tamamen unutmuyordu. AKP lideri Erdoğan’ın toplum gözünde meşruiyeti ve haklılığı azaldıkça, toplumu ikna etme kabiliyeti eksildikçe, sermaye sınıfı ve emperyalizm için üstlendiği rolleri yerine getirme becerisi düştükçe hem iç siyasette hem de dış siyasette eli zayıflamaya başladı ve kontrol edilmesi daha zor bir aktör haline

geldi. Kontrolsüz ve yönetilemez bir Erdoğan ise iç ve dış siyasette sermaye sınıfı adına işleri tam olarak yoluna koyamıyordu. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan misali… Bu durum sermaye sınıfının yerli ve yabancı kesimlerinde bir rahatsızlık yaratıyor, hatta bu rahatsızlığın iç ve dış politikada birtakım çıktıları da oluyor kuşkusuz. Bugün iç siyasette CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve birtakım diğer partilerin ittifakı patron sınıfının bir diğer temsilciliğini üstlenmekle kalmıyor, iyiden iyiye iktidar için yeni bir alternatif haline gelmeye başlıyor. Erdoğan ise çomak sokmakta başarısız olduğu bu ittifakla birçok başlıkta şimdiden karşı karşıya kalmış durumda. İşte bu şartlar altında Erdoğan ve AKP’nin, kendilerini iktidara getiren ve göbekten bağlı olduğu ABD ve Batı emperyalizmiyle araya giren soğukluğu gidermesinin tam vaktidir.

SURiYE GÜNDEMİNE İÇ VE DIŞ POLİTİKA ZEMİNİNDEN BAKIŞ

Page 14: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

14 NİSAN 2020

İdlib’de yaşanan asker ölümleri ne anlama geliyor?

27 Şubat gecesi Suriye’nin İdlib kentinde 36 asker gerçekleşen hava saldırısıyla hayatını kaybetti. Bu yaşananlar üzerinden geçtiğimiz ay AKP ve Erdoğan Rusya ile bir gerilim yaşamış olsa da, mesele ifade etmeye çalıştığımız üzere çok daha kapsamlı. AKP ve Erdoğan, özellikle son 1 yıldır karşısına çıkan “yeni muhalefet” bloğuyla karşı karşıya ve bu bloğu bozamıyor. Erdoğan yaşanan sıkışmadan çıkışı ise, ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkileri iyileştirmekte görüyor. Rusya ile Suriye sahasında yaşanan bir gerilimle Erdoğan, ABD’yi açıkça Suriye’ye çekmeye çalışıyor. Öyle ki Erdoğan, iç politikadaki yaşadığı sıkışmayı Türkiye toprağı dışında öne atılarak aşmaya çalışıyor. Öte yandan Erdoğan’ın zayıflığı belli olacak ki, ABD de Erdoğan’ı Rusya ile sürtüşmesi için Suriye’ye ittiriyor. İttirmesinin sebebi ise açık; Erdoğan’ın ve AKP’nin ABD ve Batı emperyalizmine karşı bir koz olarak kullandığı Rusya ile yakınlaşma mümkün olmasın, Erdoğan’ın kozlardan biri daha ortadan kalksın. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; siyasi alanda ve sahada karşılaştığımız gelişmeleri aktörler arasındaki gerilimler, pazarlıklar ve hesaplar alabildiğine belirliyor.

Hayatları pazarlıklara konu olanlar: Suriyeli göçmenler

İnsan hayatı yalnız savaş meydanlarına konu edilmekle kalmıyor; geçtiğimiz ay yaşanan bu kirli hesaplar Suriyeli göçmenlerin hayatının nasıl pazarlık konusu edildiğini de gözler önüne seriyor. Yaşanan gelişmelerden sonra Türkiye, göçmenleri artık ülke içinde tutmayacağını ve Avrupa’ya geçişlerin serbest olduğunu açıkladı. Hatta bunun için insan kaçakçıları bile görevlendirildi! Ülke içinden toplanan göçmenler; kimisi sınırdaki telleri atlayarak karadan, kimisi de botlarla Meriç Nehri’ni kullanarak Avrupa’ya geçmek üzerine sınır kapılarına götürüldü. Sınıra ulaşan göçmenler için Avrupa’ya ulaşmak ise ancak bir hayal oldu… Yunanistan polisi ve askeri göçmenleri bazen ittirerek, bazen döverek, bazen kurşunlayarak, bazense soyup geri göndererek geçişlerini engelledi. Böylece sınıra giden göçmenler ne Avrupa’ya gidebildiler, ne de bütün mallarını bırakıp gittikleri Türkiye’ye gerek imkânsızlıktan, gerekse de ülkeye geri alınmadıklarından dönemediler. İki sınır arasında mahsur kalan binlerce insan… Kapitalizmin insan hayatını pazarlık malzemesi yaptığının ve utancın resmidir yaşananlar.

Çözüm nerede?

Patron sınıfı; gerek adına “Arap Baharı” denilen projeyle Suriye’ye “bahar”ı getireceğini öne sürerken, gerek ülkemizi yıllardır yönetirken emekçilere hep güzel günleri vadetti. Fakat yarattıkları sömürü düzeni emekçiler için yoksulluk, geleceksizlik ve savaşlardan ötesini hiç sunmadı.

Düşman ne göçmenlerdir, ne farklı uluslardan insanlardır. Başımıza bu çorapları ören, bugün toplumu yönetme ve ikna etme kabiliyetini kaybetmiş patron sınıfı ve sömürü düzenidir. Yönetmeyi beceremedikleri ülkemizi ve dünyamızı yönetmeye talip emekçi sınıfının ve geleceğin emekçileri olan gençlerin sahneye çıkmasına ihtiyaç vardır.

Page 15: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

Ne İZleyelim?

Zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumun yalnızca insanla insan değil, aynı zamanda coğrafyalar arasında açıldığı emperyalist dünya sisteminde göç, yalnızca bir insanlık dramı değil kaçınılmaz bir olgudur. Ülkeleri, hayatları savaşlarla paramparça olan, salgın hastalıklardan kırılan ancak gidecekleri bir hastaneleri bile olmayan; hepsinden önemlisi basitçe işsiz, yoksul, geleceksiz olan insanlar geleceği kendi baktıkları yerden ütopya gibi görünen zengin ülkelerde ararlar. Bunun için kucaklarında çocuklarıyla yollara düşmeyi, zar zor biriktirdikleri ya da borç harç buldukları parayı insan kaçakçılarına vermeyi, kış ortasında on kişilik bir şişme bota elli kişi binip denize açılmayı göze alırlar. Kimi organ mafyasının eline düşer ve kapak atmaya çalıştığı ülkelerin yaşlı zenginlerinin bedenleri için yedek parça olarak kullanılır. Kiminin boğulmuş cesedi sahilde güneşlenen tatilcilerin az ötesinde karaya vurur ve turizm bundan kötü etkilenir.

Göçmenin çaresizliğinde ve ona yapılan insanlık dışı muamelede kapitalist sistemin alçaklığı, gaddarlığı, insanlık dışılığı doruğa ulaşır. Onun trajedisinde, eğer vicdanımız varsa, bu dünyayı neden yerle bir etmemiz gerektiğini apaçık görürüz.

Yoksulluğun sebebi zenginlik olduğu ve göç mutlaka trajedi ve aşağılanma barındırdığı için emperyalist ülkelerin akıl ve vicdan sahibi her sinemacısının bu konuda en az bir eseri vardır. Ancak bu konuda ilk önermemiz gereken film, sinema sanatının emekleme yıllarında, kendisi de bir göçmen olan Chaplin tarafından çekilen Göçmen’dir. Bu filmin bir sahnesi 35 yıl sonra, Chaplin komünist olduğu gerekçesiyle ABD’den sürgün edilirken delil olarak kullanılmıştı.

Dediğimiz gibi, emperyalist ülkelerde vicdan borcu hissiyatıyla üretilen eserler sayılamayacak kadar çok. Ne var ki, meselenin maddi temellerine işaret etmeyen eserlerin ne derece kıymetli

oldukları kanımızca tartışmalıdır. Bu açıdan, Haneke’nin Saklı’sı herhalde bugüne dek kurgulanmış en ileri vicdan muhasebesidir, ancak Bilinmeyen Kod meseleyi daha geniş, üzerinde akıl yürütmeye daha fazla olanak tanıyan bir açıyla ele alır.

Yunan sinemasının büyük yönetmeni Theo Angelopoulos’un Leyleğin Geciken Adımı’nda ise Avrupalı aydının vicdanı, Meriç nehrinin oluşturduğu sınır bağlamında, Haneke’nin eserlerindeki yalın çarpıcılıktan çok daha karmaşık ve içe dönük olmakla birlikte sanatsal açıdan çok gelişkin bir biçimde karşımıza çıkar. Yalnızca açılış sahnesinde, alabora olmuş bir göçmen teknesinin etrafında dönen Yunan sahil güvenlik botları sadece çekildiği 1991 yılını değil, bugünü ve dünya değişmedikçe geleceği anlatır.

Yine de meselenin maddi zeminini gözden kaybetmemekte fayda var, zira acılara yazıklanmanın eylem değil atalet getirdiğini biliyoruz. Sinemada nitelikli ve yalın gerçekçilik aradığımızda da imdadımıza Ken Loach yetişiyor. İşte Özgür Dünya, Avrupa Birliği’nin nasıl göçmen emeği sömürdüğünü, ona nasıl bağımlı olduğunu ve o göçmenlerin de yeri geldiğinde en azından kendilerini koruyacak kadar örgütlenebildiklerini, mümkün olan en yalın biçimde anlatıyor.

Son olarak, göçün gidilen yere varılmasıyla tamamlanan bir süreç olduğunu düşünmemek gerekiyor. Bizim de Almancılık mevhumu üzerinden çok iyi bildiğimiz üzere yoğun göç alan ülkelerde göçmenler etnik ya da dinsel azınlıklara dönüşüyor, gettolaşıyor ve yerleşik toplumsal dokuyla hayli gerilimli biçimlerde ilişkileniyor. Hepsinden önemlisi, “daha ucuza çalışmaya razı göçmen işçi” her zaman faşist ideolojinin işçi sınıfı içinde kök salarken kullandığı düşman oluyor. Bu konuda, Avrupa’nın bir dönem en yoğun göç alan ülkesi olan Almanya’dan Fassbinder’in çektiği Korku Ruhu Kemirir, merkeze kişisel ilişkileri koysa da, bu gerilimi çok başarılı biçimde anlatıyor.

GÖÇ SİNEMASINDAN BİR SEÇKİ

Göçmen (1917)Charles Chaplin

Bilinmeyen Kod (2000)Michael Haneke

Saklı (2005)Michael Haneke

İşte Özgür Dünya (2007)Ken Loach

Korku Ruhu Kemirir (1974)Rainer Werner Fassbinder

Leyleğin Geciken Adımı (1991)Theo Angelopoulos

15 NİSAN 2020

Page 16: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

16 NİSAN 2020

Ne okuyalım?JOSE SARAMAGO'DA KÖRLERİN BİRLİĞİ

Körlük, sanatta çokça kullanılmış bir metafor. Metafor nedir? 1994 tarihli Postacı filminde, Şilili komünist şair Pablo Neruda sürgündeyken dost olduğu postacısı Mario’ya çok güzel açıklıyordu:

- Metafor ne demek sayın Neruda?- Bir şey söylerken, başka bir şeyi ima etmektir sevgili Mario.- Nasıl yani, sayın Neruda?- Bu şiirdeki deniz, hayatın metaforu olarak kullanılmıştır Mario, nasıl buldun şiiri?- Çok güzeldi sayın Neruda, sanki içinde tekne salınıyordu.- Bak sen de metafor yaptın Mario!- Ne zaman yaptım?- Şimdi... “tekne salınıyordu içinde” dedin.- Tekne bir metafor yani...- Evet...

Aydınlanma Çağı, görmek ile görmemek arasındaki farkı bir metafor olarak sanatın ön saflarına taşıdı. 16. yüzyıl Flaman ressamı Bruegel’in ünlü körler tablosu iyi bir örnektir: Arkada kilise, önde sıra halinde birbirilerini çukura sürükleyen altı kör... Orta Çağ’ın dinsel karanlığından çıkış arayışını yansıtıyordu.

Peki, ta 16. yüzyıldan bu yana artık yakamızdan düşmesi gerekmez mi bu körlük metaforunun?

20. yüzyıl başında kapitalist sistem emperyalizm çağına girdiğinde insanlığı körleştirmenin yeni biçimleri ortaya çıkmıştı. Sistem bir yandan toplumu çürütürken diğer yandan aydınlanma devam ediyormuş gibi davranmak zorundaydı. Bilim ve akıl hala dünyada hüküm sürüyordu sanki. Fakat insanlığın çoktan aşmış olması gereken sömürü, yoksulluk, emperyalist paylaşım savaşları ve hatta hastalıklar Orta Çağ’dan farksız manzaralar yaratıyordu.

Bu karamsar tabloyu yıkan 20. yüzyılın sosyalist devrimleridir.

Portekizli yazar Jose Saramago, ülkesindeki 1974’te Karanfil Devrimi’nden ilham alarak eline kalemi aldı, 1977’de ilk romanını yazdı. Kırk yıl ülkeyi yöneten Salazar diktatörlüğü Karanfil Devrimi’yle yıkılmıştı. Üstelik Saramago, bu on yıllar boyunca faşizmin baskısı altında örgütlenerek mücadele etmiş, faşizmin karanlığında bir aydınlanma meşalesi olmuş Portekiz Komünist Partisi’nin üyesiydi.

Fakat devrimler gibi karşı-devrimler de çağımızın gerçeği. Saramago’nun ifadesiyle 1975’de “karşı devrim” yaşandı. Faşizm sonrası Portekiz’de sosyalizm kurulamadı; gericiliğe “bilimsel ve akılcı” bir görünüm veren burjuva demokrasisi üstün geldi. Kapitalist sistem hüküm sürmeye devam etti.

1991’de insanlığın büyük aydınlanma bayrağının taşıyıcısı Sovyetler Birliği ile birlikte sosyalizm geçici ama büyük bir yenilgi yaşadı. Saramago’nun ünlü Körlük romanının bu yenilginin peşinden, 1995’de yayınlanması tesadüf değildir. Fakat romanın bu tarihten günümüzde üretilen benzeri sanat eserlerinden önemli bir farkı vardır: Aydınlanma...

Neyi kast ediyoruz? Etrafınıza bir bakın, sanat çevrelerinde “distopya” lafından geçilmediğini görürsünüz. Yani bugünün ne kadar çok kara ütopyalara benzediğini söylemeye bayılır oldu herkes. İnsanlığın bittiği, herkesin birbirinin kurduna dönüştüğü, zaten hepimizin bencil olduğu, olsa olsa kendi içimize dönmemiz gerektiğini söyleyen sözler havada uçuşuyor.Ama bunların hiçbiri yeni değil, hatta çok bayat sözler. Saramago, sosyalizmin yaşadığı geçici yenilginin henüz taze olduğu bir dönemde Körlük romanıyla aydınlanmanın dayanışmadan ve paylaşımdan geçtiğini bize hatırlatıyordu. Aydınlanma çağı komünizmle ileriye taşınmıştı ve bu geçici karanlık yine komünizmle aşılacaktı.

Hikâyede, nedeni belirsiz bir salgınla insanlar bir anda körleşiyor. Medeni toplumun okumuş insanı (doktor) aynı rolünü sürdürerek medeniyeti tesis edemezken, bunun karşısında körleri örgütleyen kadın (doktorun karısı) gerçek bir aydın rolüne soyunuyor.

Tek gözü zaten kör olan yaşlı adamın komünal bir ortamda ilk defa kendisini “insan” gibi hissetmesi, gözlerimizin alıştığı eşitsizliklerin körlükle nasıl görünür hale geldiğini gösteriyor. Fiziki körlük, insanların yaşadığı gerçekliği algılamalarını ve kol kola girmelerini sağlıyor. Saramago, Breugel’in tek sıra yürüyüp kendilerini çukura yuvarlayan körlerini dayanışmayla o çukurdan çıkarıyor.

Bugün yapmamız gereken salgının kontrol altına alınmasını, kontrolü kaybeden kapitalizmin eski haline dönmesini beklemek değil, Körlük’ün görmemizi istediği aydınlanma yolundan yürümek...

Pieter Bruegel, Körler tablosu, 1565

Page 17: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında

17 NİSAN 2020

SOLCU LİSELİLER ‘SOSYALİZM OKULLARI’NI DİJİTAL ORTAMA TAŞIYOR

AYLIK LİSELİ DERGİSİ SOLCU’NUN TÜM SAYILARI DİJİTAL ORTAMDA!

TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ GÖNÜLLÜSÜ OL!

PATRONLARIN ENSESİNDEYİZ AĞI, SALGIN FIRSATÇISI PATRONLARA KARŞIEMEKÇİLERİ MÜCADELE ETMEYE VE DAYANIŞMAYA ÇAĞIRIYOR

Solcu Liseliler siyasete, edebiyata, bilime ve sanata ilişkin tartışma ve üretimlerin merkezi haline Sosyalizm Okulları’nı dijital ortama taşıyor.Geçtiğimiz günlerde dijital ortamdan “Sosyalizm Nedir? Niçin Gereklidir?” ve “Devrim Nedir?” başlıklı oturumları düzenleyen Solcu Liseliler, bütün sıra arkadaşlarını Sosyalizm Okulları’na katılmaya, sosyalizmin sesini yükseltmeye çağırıyor.

Haydi Sosyalizm Okulları’na!

*Sosyalizm Okulları hakkında detaylı bilgiye Solcu Liseliler’in sosyal medya hesaplarından erişebilirsiniz.

Salgın günleri, sömürü düzeninin bütün foyasını meydana çıkardı. Ülkemizde koronavirüs vakalarının görülmesinin öncesinde ve sonrasında yeterli düzeyde önlem alınmaması, ısrarla patronların çıkarlarını ve kârlarını gözeten kararlara imza atılırken emekçilerin ve gençlerin yaşamlarının ve sağlıklarının hiçe sayılması kapitalizmin ne denli çürümüş bir düzen olduğunu gözler önüne seriyor.

Öte yandan bu yaşananlar dayanışmanın, örgütlülüğün ve mücadele etmenin son derece yaşamsal olduğunu gösteriyor. Adaletsizlikten ve karanlıktan çıkışın yolu ancak sömürü düzeninin yıkılıp yeni bir düzenin, Sosyalist Türkiye’nin kurulmasından geçiyor. Türkiye Komünist Partisi bütün dostlarını sosyalizm mücadelesine katılmaya, TKP Gönüllüsü olmaya çağırıyor.

*TKP Gönüllülüğü hakkında detaylı bilgiye www.tkp.org.tr ve www.tkp.org.tr/gonullu adreslerinden erişebilirsiniz.

Salgınla birlikte emekçilerin hayatına bir değil, iki mikrop musallat oldu: Koronavirüs ve onu fırsat bilen patronlar.

Geçtiğimiz haftalardan itibaren koronavirüs vakalarının ülkemizde görülmesiyle birlikte salgın fırsatçısı patronlar harekete geçti. Patronlar birçok işyerinde emekçileri sağlıksız çalışma koşullarına zorlamasıyla, ücretsiz izin dayatmasıyla, ücret kesintisiyle ve işten çıkarmasıyla gündeme geliyor.

Patronların Ensesindeyiz Ağı bütün işçileri, genç emekçileri yaşadıkları ve şahit oldukları haksızlığı ihbar etmeye; salgın fırsatçısı patronlara karşı mücadeleyi ve dayanışmayı büyütmeye çağırıyor.

*Patronların Ensesindeyiz Ağı ile iletişim kurmak ve salgın fırsatçısı patronunuzu ihbar etmek için aşağıdaki adresleri kullanabilirsiniz.www.patronlarinensesindeyiz.org | [email protected]

www.patronlarinensesindeyiz.org/somuruculeri-ihbar-edin

0 (541) 940 05 14

Ülkemizdeki sosyalizm mücadelesini liselere taşımayı hedefleyen Solcu Liseliler’in aylık dergisi Solcu, arşivini okurlara açıyor.

Aylık liseli dergisi Solcu’nun tüm sayılarına www.tkg.org.tr/category/solcu adresinden erişebilirsiniz.

Solcu’dan Duyurular

Page 18: gisi Nisan 2020 TL · Milli Eğitim Bakanlığı; ucuz iş gücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerinde temizlik malzemeleri üretiminden sonra koronavirüs önlemleri kapsamında