gencay dergisi - sayı 30 - temmuz 2014

44

Upload: gencay-dergisi

Post on 01-Apr-2016

226 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014 http://www.gencaydergisi.com

TRANSCRIPT

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 3 Sayı 30 - Temmuz 2014

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

ANKARA TÜRK OCAĞI AÇILIŞ KONUŞMASI / Hamdullah Suphi TANRIÖVER

TÜRK OCAKLARI’NIN TARİHİ MİSYONUNDAN BUGÜNE BAKIŞ / Mehmet ALTINTAŞ

DOĞU TÜRKİSTAN’DA BİR İTTİHATÇI: AHMET KEMAL İLKUL / Mustafa GAZEL

ANKARA TÜRK OCAĞI VE KAPATILMASI/ Metehan ÇAĞRI

BİR TÜRKÇÜ’NÜN ÜTOPYASI / Sergen ÇİRKİN

TÜRK OCAKLARI, MUSTAFA KAFALI VE ANAHTAR / Fatma Özge ÖZDEMİR

TARİH BUNU DA YAZAR / Çağhan SARI

SONSUZ SALTANAT / Veysel Gökberk MANGA

Y KUŞAĞI NESLİN TÜRK OCAKLARI’NA BAKIŞI / Serhat KAHRIMAN

TÜRK OCAKLARI VE MİLLİ ŞUUR / Ziya GÖKALP

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

1

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

2

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

3

TÜRK OCAKLARI’NIN TARİHİ

MİSYONUNDAN BUGÜNE BİR BAKIŞ

Mehmet ALTINTAŞ

Dünya tarihini hemen şöyle kabaca bir

tasnife tabi tuttuğumuzda, muhakkak

suretle en mühim bir safha olarak, modern

çağı yani, modernizmin ifade ettiği

teknolojik gelişmeleri, açık düşüncenin

gelişmesini, pozitivizmin yaygın

egemenliğini ve mutlaka uluslaşmayı ifade

etmek mecburiyetinde kalırız.

Halen üzerinde ayakta durduğumuz

dünyanın en mühim amili, bugünkü

dünyanın inşasının en mühim harcı, işte

bu 'ulus' kavramı ve onun etrafında

gelişen 'ulus devletler' olmuştur. Avrupa

aydınlanmasının bir mahsulü olarak

ortaya çıkan bu kavramlar, zamanla doğu

ve batı dünyasını şekillendiren, yeniden

biçimlendiren en gerçek bir araç olmuş,

neredeyse bütün sosyal, siyasal, ekonomik,

askeri içerikli alt mefhumlar, hep bu iki

ana kavramın etrafında gelişip durmuştur.

19. yüzyıldan itibaren ve hususan 20.

yüzyılın başlarında, 'uluslaşma' meselesi

bizim topraklarımızda da en belirleyici bir

etken olarak karşımıza çıktı.

İmparatorluğumuzun topraklarında

yaşayan etnik ve dini asabiye sahibi birçok

grup, ardı ardına isyan bayrağını çekip,

uluslaşmaya doğru yelken açtı, ayrışma

yolunu seçti. Neredeyse bir asra yayılan

bütün bu süreç boyunca, kendini

İmparatorluğun gerçek sahibi sayan

Türkler, bir şekilde işlerin yoluna

gireceğine ve imparatorluğun hayatına

devam edeceğine inanıyorlardı. Bunun ne

şekilde olacağını neredeyse kimse

bilmiyordu, fakat kitlenin pek mühim bir

kısmı, bilinçaltlarının derinliklerinden

gelen bir rahatlık telkiniyle atalete

sürükleniyor, tehlikenin kendilerine bir

şekilde ulaşabileceğine kesinlikle

inanamıyorlardı.

Yazık ki işler hiç de beklenildiği gibi

gitmedi. Bu rahatlık duygusu özellikle

Balkan uluslarının ayaklanması ile bir

anda kendini korkuya salan bir telaşa

dönüştü. Millet hiç de hazır olmadığı bir

anda yakalandı bu telaş haline.

Düşünmeye pek fazla vakit bırakmayacak

biçimde hızla gelişti bütün olaylar. Her şey

kötüye gidiyordu ve böyle gitmeye devam

ederse pek yakında ortalıkta bu yangından

kurtarılabilmiş hiçbir şey kalmayacaktı.

Münevverler, batılı usullerin tatbikiyle,

inkılaplar yapmakla işleri yoluna koymayı

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

4

deniyorlar fakat her yama yeni bir buhran

yaratmaktan başka bir işe yaramıyordu.

'Uluslaşma' imparatorluğu parçalıyordu.

Hikâyenin bu en kötü kısmından sonra

milletimize nefes aldıracak bir takım yeni

fikirler ve onların tatbikçisi kurumlar

oluşmaya başladı. Bu fikirlerin en mühimi

Türkçülük ve kurumların ise hiç şüphesiz

Türk Ocakları olmuştur. Türk Ocakları'nı

kuran milliyetçi aydınlar, 'ulus' realitesini

Türkler lehine kullanma iddiasıyla ortaya

çıktılar. Bu bir anlamıyla imparatorluk

bünyesine bir karşıtlık içeriyordu.

İmparatorluğun çok uluslu, çok dinli

yapısına karşın, Ocak tek uluslu bir yapı

öneriyordu.

Türk Ocağı'nın 1912 de yayımlanan ilk

Esas Nizamnamesi’nin ikinci maddesi

şöyle söylüyordu: “Ocağın amacı, İslam

kavimlerinin en mühimlerinden olan

Türklerin milli terbiye, sosyal, iktisadi ve

ilmi seviyelerinin ilerletilmesiyle Türk ırk

ve dilinin kemaline çalışmak.” Türk

Ocağı’nın ilk reisi Ahmet Ferit Bey, Ocağın

maksadına dair şunları yazmıştı: “ (...)

Türk'ün maruz olduğu sefaletleri

gidermek, onu duçar olduğu

hastalıklardan kurtararak zinde ve faal bir

hale koymak...”

Ocaklar bu gayelerle çalışmaya ve

Türklerde bir 'ulus-milliyet' bilinci

oluşturmaya başladılar. İşte başlıkta

kastettiğimiz “Türk Ocakları'nın tarihi

misyonu” budur. Tarihi misyon, Türk

Milleti’ni ve ona dayanan Türk

Milliyetçiliği’ni yeniden yaratmak...

Bunun altına sıralanabilecek ikinci ana

misyon, Ocağın milli bir mektep olma

iddiasıdır. Biz bu yazıda bu iki ana

misyonu bugünkü Türk Ocakları'nın hangi

ölçüde temsil edebildiğini cevaplamaya

çalışacağız...

Türk Ocakları elbette ki millet hayatımızda

başka pek çok misyonu daha yerine

getirmiştir; bugün Türkiye'de millete

hizmette bulunan neredeyse her faaliyet

sahasının öncülüğünü ocaklar yapmıştır.

Eğitimden-sanata, sağlık hizmetlerinden-

spora, entelektüel çabalardan tarıma

kadar akla gelebilecek her sahada, genç

cumhuriyetimizin yolunu Türk Ocaklılar

çizmiştir. Bununla birlikte bütün bunlar

esas gayelerin hizmetkârı sayılabilecek

daha küçük çalışmalardır. Her ne

hikmetse, şimdilerde Türk Ocakları'nın

tarihi misyonlarına dair konuşanlar,

geçmişte kurduğumuz spor kulüplerinden

ve dispanserlerden bahsetmeyi, bir ulusun

yaratılması gibi muhteşem bir gayeden

bahsetmeye tercih ediyorlar!

Türk Ocakları'nın 1912-1920 arasındaki

faaliyet sahaları ve usulleri ile 1922-1931

yılları arasındaki ikinci devredeki

faaliyetleri arasında farklılıklar vardır.

Birinci devrede, yıkılmakta olan bir

imparatorluğun hayatını devam

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

5

ettirebilmesini sağlamak için çeşitli siyaset

usullerine, sosyal bilimlere, edebiyata ve

tarih bilimine dair tetkik yapmak gibi hayli

entelektüel bir çalışma sahası vardır. İkinci

devrede ise büyük toprak kayıplarından

sonra elde kalmış küçük bir kara parçasına

tutunabilmek gibi daha hayati ve temel bir

ihtiyaca cevap aranmaktadır. Böyle

canhıraş bir hayatta kalma arayışında

elbette çalışma usulleri değişebilecektir.

Her ne haliyle olursa olsun bu iki devre

birbirini tamamlayan, birbiriyle uyumlu

iki parçadan mürekkep bir bütünü ifade

eder. Ocağın son 30 yılında, cumhuriyetle

sorunlu bir takım tiplerin, Türk Ocaklılık

iddiasıyla ortaya çıkıp, 1922-1931 yılları

arasındaki faaliyet ve usulleri eleştirmeleri

iyi niyetli görünmüyor. Yeni doğmuş ve

hayata tutunmaya çalışan bir milli devletin

resmi ideolojisine destek olmak, resmi

ideolojinin bir parçası olmak, millet

hayatına yapılabilecek en büyük hizmettir.

Sözde 'entelektüel' kaygılar adına “resmi

ideoloji” eleştirileri yapmak, cahillik

alameti değilse, su-i niyet emaresidir.

Her ne hal ise... Türk Ocağı'nın mazideki

kıymet ve gücünü, sanırım bir milyon defa

yazmış fakat bir defa bile bugün ve yarın

ne yapılması gerektiğiyle ilgili fikir

üretememiş, söylem ve eylem

geliştirememiş büyüklerimizle aynı

duruma düşmeyelim. Gerçi buraya kadar

yazdıklarımız dahi geçmişle övünüp

avunma çabalarından varestedir. Bugüne

bir misal olsun diye temel bir iki konuya

temas edip, yine bugünkü yanlış yorum ve

yönelişlere bir cevap verme gayretinde

olduk.

Bundan sonraki kısım bugün ve yarın

hakkında olacak. Zaten bugüne ve yarına

dair olmayan her söz ağzımızda bir

kalabalık olarak yer işgal etmekten başka

işe yaramıyor. Ağzı kalabalık, tükenmez

söz sahibi bazı büyüklerimizin neden

meyveye duramadığının cevabı da burada

sanırım! Muhakkak ki toplumsal ve siyasi

meseleleri kendi namına yönlendirip

yönetmek isteyen herkes gibi Türk

Milliyetçileri de sürekli olarak şimdiyi ve

sonrasını anlamaya ve anladığıyla amel

etmeye çalışmalıdır. Gerisi laf-ı güzaf...

21. Yüzyıl karşımızda bir heyula gibi

dikilmiş duruyor. Öyle anlaşılıyor ki bu

asırda hiçbir şey eskisi gibi kalamayacak.

Özellikle sosyal bilimlere ve siyasete dair

kavramlar mutlak bir dönüşümden

kaçamayacaklar.

Peki, 21. Yüzyılda nasıl bir “millet algısı”,

nasıl bir “milliyetçilik” ve nasıl bir “milli

devlet” olacak ya da bunlar olacak mı?

İdeolojik anlamda modernizmin bir ürünü

olan 'ulus' (millet), ve 'ulusçuluk'

(milliyetçilik) postmodern dünyaya nasıl

taşınacak? Bireyin ve toplumun 'kimlik

arayışını' hangi amiller belirleyecek? Birey

kendini konumlandırmak için hangi

bağlara ihtiyaç duyacak? Bunların toplum

ve birey psikolojisi namına tespit edilmesi

gerek. Ocakların buna dönük bir faaliyeti

olduğunu bilmiyorum. Birey ve toplum,

'millet' olarak kalmaya devam

etmeyecekse, 'milliyetçilik' tamamen içi

boşalmış ve anlamını yitirmiş bir kavrama

dönüşecektir. En temel bir mesele olarak

'millet' kavramının geleceğini

tartışmalıyız. Küreselleşme ideologlarının

ağızlarında geveledikleri haliyle; en

azından iktisadi bir zorunluluk olarak,

millet realitesi sonsuza kadar devam

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

6

edecek. Dünya yüzünde paylaşılması

gereken mal ve çıkarlar söz konusu olduğu

müddetçe, küresel anlamda dünya, bazı

büyük paydaşlara ihtiyaç duyacaktır. Bu

paydaşların her biri kendi içinde mümkün

olduğu ölçüde homojenize olmuş olmalı ki

mal ve çıkarların paylaşımı bir kaosa

dönüşmesin. Küreselcilerin bakış açısı

böyle… Benim şahsi kanaatim, insanların

içlerinde barındırdıkları akrabalık

ilişkilerine dair bağlar ve o bağlara olan

ihtiyaçlar hiçbir zaman tükenmeyecek

olduğu yönünde... Bu ihtiyaçlar,

işlenebildiği, forme edilebildiği müddetçe,

ulusların yaratılması için yeterli bir

malzemedir.

Türk Ocakları'nı temsil yetkisiyle yazıp

çizen, televizyon programlarına çıkan bazı

büyüklerimiz, geleceğin çatı kavramı

olarak, 'millet' yerine 'medeniyet'

mefhumunu kullanmayı tercih ediyorlar.

Bilindiği üzere, medeniyet kavramı

milletler ve devletler üstü bir kavramdır.

Aynı medeniyet çatısı içine birkaç millet,

birkaç devlet, birkaç dil ve hatta birkaç din

bile girebilir (huntingtonun medeniyetler

çatışması teorisini hatırlayalım).

Milletüstü bir kavramı fikir dünyalarının

merkezine yerleştirmekle ne çeşit bir

milliyetçilik üretebileceklerini şimdilik

anlayabilmiş değiliz! “Yeni bir medeniyet

tasavvuru” diye başlayıp, sonsuza doğru

uzanan, fakat dinleyenlerin neredeyse

hiçbir anlam çıkaramadığı bazı sesler

çıkaran Türk Ocaklı büyükler gerçek

anlamda neyin peşindeler onu da

bilemiyoruz(!) Bu “medeniyet” temelli

yapılandırmanın, bir zamanların

“Osmanlıcılık” ya da “Ümmetçilik”

siyasetlerinden hangi yönleriyle ayrıldığı

da pek malum değil.

Hülasa-i kelam Türk Ocakları'nı temsil

yetkisine sahip bazı büyükler, tarihi

misyondan gelen emanete sahip

çıkamıyorlar. Çıkamadıkları gibi, emaneti

incitiyor, “Millet” ve “Milliyet” ve dahi

“Milliyetçilik” aleyhinde bulunmuş

oluyorlar. Ya KAHHAR!..

Ne yapmalı? “Millet” varlığını her türlü

siyasetin üstünde tutacak, gerçek

akademik donanım sahibi münevverlere

yol vermek her halde yapılabileceklerin

başında gelir. Siyasi ikbal beklentisi

bulunmayan, akademik kimliğiyle rüştünü

ispat etmiş ve en önemlisi “Türk Ocağı

Heyet-i Umumisi” azası olmadan da

milliyetçi camiada malum ve meşhur

bulunan şahsiyetlere yol açılmalı.

Kerameti kendinden menkul, kadro işgal

etmekten başka bir hizmeti bulunmayan

ve kartvizitindeki en büyük hane “Türk

Ocakları Filanca Kurul Üyeliği” olanlarla iş

yürümeyeceği açık. Yarınları

kurgulayabilme, fikri ürün ortaya

koyabilme yeterliliğine haiz

akademisyenlerin alt kademeleri binlerce

Türk genciyle doldurulmalı. Bilgi, tecrübe

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

7

ve heyecanın bir araya gelmesi işleri

kolaylaştıracaktır.

İkinci olarak saydığımız tarihi misyon,

“Ocakların milli bir mektep” olması

iddiasıdır. Hakikatte de bu iddia yerli

yerindedir. Ocaklar milli birer mektep

olmuşlardır. Milli eğitim davamız, milli

tarih yazımı davamız, milli dil ve edebiyat

davamız ve kültür hayatımızı dolduran

nice mühim işler hep ocakta kotarılmış,

ocaklar yoluyla Türk münevverlerine,

Türk gençliğine ve Türk milletine

aktarılmıştır.

Bu çok büyük bir iddia ve çok büyük bir

projeydi. Şubeler toplum hayatının her

yönüyle ilgilendiler. Ocak genel merkezi

milli davaların en mühimleriyle ilgili

çalıştaylar yaptılar. Dil ve Tarih kongreleri

yapıldı. Mustafa Kemal'in de işaret ettiği

gibi Ocakların ışığı herkesi aydınlattı.

Geçmişin bu pek parlak hikâyesi ile

bugünün realitesi birbirinden ne kadar da

kopuk duruyor. Ya bu 'Ocak' o 'Ocak' değil

ya da bu 'Ocaklılar' o 'Ocaklılar' değil. Son

yıllarda, milletin fikir hayatına katkı

sunulamaması, bir defa dahi gündeme

tesir edilememiş olması, bir takım

büyüklerimizi düşündürmeli. Kendini

muhasebeye sevk etmeli. Elbette bu

satırları okurken “şunları şunları yaptık

ya” diye düşünecekler. Biraz adil

bakarlarsa, o eski iddiamıza layık hiçbir iş

yapılamadığını, kendini tekrar eden ve

gündemi yakalamaya çalışan işleri

aşamadığımızı fark ve itiraf edeceklerdir.

Çözüm gündemin önünden gitmekte. Nasıl

ki gerçek anlamıyla okullar, akademiler,

gündeme göre değil, kendi müfredatlarına

göre tedrisat yaparlar, ocaklar da öyle

olmalıdır. Ocaklar siyasetin, şahısların,

nefislerin üzerinde olmalı, kendi usulünce

çalışmaya devam etmelidirler. Buna ne

kadar da uzağız!..

Son sözüm muhataplarına bir anlam ifade

edecektir. Hamdullah Suphi, İstanbul'un

işgalinden sonra Ankara'ya gelir, Mustafa

Kemal Paşa’yı bularak, İstanbul’da Ocağın

kapatılması hakkında şu sözleri eder; “

Türk'e bir tek Ocağı fazla gördüler. Fakat

sıkılmayın, OCAK BİZİM İÇİMİZDE

YANACAKTIR. Bir tanesini kapatırlar, on

tanesini açarız.”

Baki selam, hürmet...

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

8

DOĞU TÜRKİSTAN’DA BİR İTTİHATÇI:

AHMET KEMAL İLKUL Mustafa GAZEL

RODOS VE İSTANBUL’DAKİ HAYATI

Ahmet Kemal, 1889 tarihinde, Rodos

adasının aynı isimli şehrinde doğar.

Babasının adı Yusuf, annesinin adı Zekiye,

sülale adı Habibzâde’dir. Yusuf Efendi

Muğla’nın Köyceğiz kazasına bağlı Dalyan

kasabasında ticaretle uğraşmakta iken

küçük yaştaki oğlunun hasretine

dayanamayarak ailesini yanına aldırır.

Ahmet Kemal beş yaşına geldiğinde Yusuf

Efendi işi dolayısıyla Rodos’a gider iken

hastalanır ve ardından vefat eder.

Zekiye Hanım, Yusuf Efendi’nin vefatından

iki yıl sonra dört çocuğunu alarak tekrar

baba yurduna, Rodos’a döner. Ahmet

Kemal yedi yaşına geldiğinde, Ahmet

Mithat Efendi’nin Rodos’ta sürgünde iken

kurduğu Medrese-yi Süleymaniye’ye

kaydolunur. Buradaki eğitimini başarıyla

tamamlayarak rüştiyeye kaydolur.

Rodos’ta sürgünde bulunan Vicdani ve

Tevfik Beylerden özel dersler alır. Edebi ve

tarihi kitapları okumaya başlar. Özel

hocaları, Ahmet Kemal de meşrutiyet

fikrinin doğmasına yol açarlar. Hocalarının

isteğiyle yabancı gazeteleri postaneden

almak ve dağıtmakla görevlidir.

Ağabeyi Süleyman Fuat’ın Tefeyyüz

Kütüphanesi isminde bir kitap evi açması

Ahmet Kemal’in kendisini geliştirmesine

katkı sağlar. Başta Namık Kemal’in eserleri

olmak üzere hocalarının tavsiye ettiği

bütün kitapları okur. Bu arada rüştiyeyi

bitirir. Fakat Süleyman Fuat Bey onu

idadiye yollamayarak kitap evinin

idaresine memur kılar. Ahmet Kemal pek

çok kitabın yanında Mısır’da çıkan İttihad

ve Terakki ile Şura gazetelerini de okur ve

satar.

On altı yaşına geldiğinde teyze oğlu Ali

Nazmi Bey tarafından mülazım olarak

adliye kalemine alınır. Burada iki sene

çalışır. On sekiz yaşında Sömbeki

Adası’ndaki muallimlik imtihanını

kazanarak muallim olur. 23 Temmuz 1908

tarihinde Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır,

İttihat ve Terakkice Rodos’a vali olarak

gönderilir. Ahmet Kemal hürriyetin

ilanından çok memnundur. İttihat ve

Terakki binasında inkılâp lehinde

konuşmalar yapar. Bundan sonraki

hayatında hızla yükselecektir.

Ahmet Kemal, Kalimnos adası baş

muavinliğine tayin edilir. Aynı zamanda

İttihat ve Terakki’nin adadaki

temsilcisidir. Altı ay sonra 1909 yılında

Meis Adası’nın baş muavinliğine tayin

olunur. Burada “Meis Adası Tarihi” adlı bir

eser neşreder. İzmir’de neşredilen

“Ahenk” gazetesine “Adalar Mektubu”

başlıklı makaleler yazar. 1911 senesinin

yaz tatilini İstanbul’da geçiren Ahmet

Kemal payitahttan çok etkilenir ve

ailesiyle buraya göç etmeye karar verir.

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

9

Fakat İtalyanların Trablusgarp’ı ve

Menteşe adalarını işgali zorunlu bir göçü

doğurur. Ahmet Kemal ve ailesi önce

İzmir’e daha sonra ise İstanbul’a göç

ederler.(1)

Ahmet Kemal muallimlik içim maarif

nezaretinde Süleyman Sami Bey’e

müracaat eder. Yapılan imtihanı kazanarak

Aksaray’daki Rehber-i İttihâd-ı Osmânî

mektebinde Türkçe ve tarih öğretmeni

olarak vazifeye başlar. Aynı zamanda

“Mektebli” gazetesinde şiirler yazar ve

“Afitab” adlı edebi bir risale çıkarır. İttihat

ve Terakki’nin fikirlerini yayan “Hak”

gazetesinde işe başlar. Köprülüzâde Fuat

Bey, bu gazetenin önde gelen

yazarlarındandır. Hak gazetesinde

çalışırken Ziya Gökalp ile tanışır. Gayretli

ve başarılı çalışmaları sonucunda “Hilâl-i

Osmânî” gazetesinin yazı işleri

müdürlüğüne getirilir. Bu gazetedeki

görevi dolayısıyla Dâhiliye Nazırı Talat Bey

ile yakın temas kurar. İttihat ve

Terakki’nin himayesinde bulunan

Beşiktaş’taki İttihat ve Terakki

mektebinde Türkçe öğretmenliği ve daha

sonra müdür vekilliği görevlerinde

bulunur. Okuldaki ve gazetedeki

başarılarıyla büyük takdir toplar. Rodoslu

Ahmet Kemal ismiyle adını duyurur.

Ahmet Kemal almış olduğu vazifeler

sonucunda İttihat ve Terakki’nin güvenini

kazanır. Cemiyetin en gizli işlerinde

çalıştırılır. Talat Bey’in en yakın

adamlarından biri olur. Türkçülük

ideolojisinin teorisyeni olan Ziya Gökalp

ile olan teması onu kendi ifadesiyle “Koyu

bir Türkçü” yapar.(2)

Bu dönemde halifenin oturduğu yer olması

hasebiyle İstanbul, bütün Müslümanların

ve tabiatıyla Türklerin en önde gelen şehri

idi. İstanbul mekteplerinde Türk ve İslam

ülkelerinden gelen öğrenciler eğitim tahsil

ediyorlardı. Bu çerçevede Doğu Türkistanlı

birçok genç sultanilerde, tıp fakültelerinde

eğitim görüyor ve İttihat ve Terakki’nin

himayesi altında bulunuyorlardı. 29 Mayıs

1947 tarihinde Doğu Türkistan Eyalet

Hükümeti Başkanı (Genel Vali) olacak olan

Gulcalı Mesud Sabri Baykuzu da bu

gençlerden biri idi.(3)

Yine bu dönemde, Türk ve Müslüman

ülkelerinin hacıları, İstanbul’a uğramadan

Hicaz’a ya da memleketlerine gitmezlerdi.

Bu cümleden olarak Kaşgarlı Musabaylar

sülalesinden Ebulhasan Hacı da İstanbul’a

gelmişti. Galata Sultanisi’nde okuyan

akrabası Sabit Bey ve tıp talebesi Mesud

Sabri Bey ona rehberlik ederek İstanbul’u

gezdiriyorlardı. Talat Bey, Ebulhasan

Hacı’yı Ahmet Kemal vasıtasıyla makamına

davet ederek Kaşgar’a bir öğretmen

gönderileceğini söyler. Ebulhasan Hacı bu

daveti canı gönülden kabul eder. Talat Bey,

Ahmet Kemal’in kılavuzluğunda Ebulhasan

Hacı ve iki genç talebeyi Edirne’ye

gönderir. Edirne valisi Hacı Adil Bey,

onlara, Bulgarların yaptığı zulümleri

gösterir. Talat Bey, Edirne ziyaretinden

sonra görüştüğü Ebulhasan Hacı’dan,

Kaşgar’a öğretmen olarak gönderilecek

olan Ahmet Kemal’i himaye etmesini

ister.(4)

Fikri alınmadan Kaşgar’a öğretmen olarak

gönderilmesi kararlaştırılan Ahmet Kemal,

Talat Bey ile görüşerek kendisinden daha

layık birinin gönderilmesini talep eder. Bu

alçak gönüllülük karşısında Talat Bey:

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

10

“Bize ilim kadar duygu da lazımdır. Biz

vazife aşkını duymuş ve müdrik olmuş

insanlara itimat etmekten zevk duyarız.

Binaenaleyh merkez-i umumide bu mesele

münakaşa edildi. Ziya Gökalp Beyle sizi

münasip gördük. Arzumuz dairesinde

hareket etmenizi rica ederim. Vazifenin

mühim ve hassas olduğunu müdrik olmanız

benim ümit ve kanaatimi arttırdı ve

kuvvetlendirdi. Yolunuzun sadece uzun bir

seyahat olmadığını, oralarda görülecek işin

ve çalışmanın mühim olacağına

inandığınızı anlıyor ve bu vazifenin

kudsiyetini idrak ve takdir ettiğiniz şu

andan itibaren sizi bu mühim vazifeye

başlamış addediyorum. (…) Ziya Gökalp

Bey’i de bu akşam ziyaret ediniz. Size

vereceği vazife ve mühim öğütler vardır.

Yolunuz ve gönlünüz açık olsun. Azim,

metanet ve cesaret daima işinize yarayacak

bir silahtır. İcabında ölümü tercih ediniz.

Fakat bu mukaddes yoldan dönmeyiniz. Bu

gaye ve ideal yolunda ilk yürümek şerefi

size nasip olduğundan dolayı sevinmeli

ve öğünmelisiniz…”(5)

Ahmet Kemal, Talat Bey ile olan görüşmesi

sırasındaki duygularını “Bu öğütleri

dinlerken gözlerim yaşarmış, kendimde

kanatlanıp Türkistan Cennetine uçmak

azim ve heyecanı hâsıl olmuştu” diye ifade

etmektedir. Ahmet Kemal ilgili talimatları

alıp hazırlıkların tamamlanmasından

sonra akşama doğru Nuriosmaniye’de,

İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi

binasında bulunan Ziya Gökalp’i ziyarete

gider. Bu büyük Türkçünün elini öperek “

Türkistan’a hareket edeceğim, kıymetli

emir ve öğütlerinizi almaya geldim”

diyerek söze başlar.

Bunun üzerine Ziya Gökalp: “Oğlum bu

karardan haberdarım. Size verilen vazifenin

kutsiyetini takdir ettiğinize eminim.

Yolunuz çok tehlikeli gibi görünür. Fakat bu

yolun sonunda bilinmeli ki Cennet vardır.

Gaye mukaddestir. Bu nurlu topraklara ve

insan melekleriyle meskûn diyarlara

salimen ulaşmanı dilerim. Tanrı yardımcın

olsun. Her yerde ve her işte nefsine hâkim

ol. Girdiğin ilin adetlerine uy. Temiz kalpli

ve yumuşak huylu bir halkın arasında

yaşadığın müddetçe dilinde dirlik ve

temizlik, gönlünde iyilik yer etsin. İyi

huylarınla muhitte sevgi ve benlik yarat.

Sen şimdi bu diyarlara gönül avcılığına

gidiyorsun. İyi ahlak, tevazu ve feragat en

müessir silahın olacak. Halkı arzularınıza

tabi kılmak için kılmak için evvela kalpleri

kazanmak gerekir. Ekeceğin tohumlar canlı

ve feyizli mahsuller ve varlıklar

yetiştirecektir. Tarih bunları toplayacak ve

size de saadet ve şeref hisleri ayırarak

sahifelerine kaydedecektir…”(6)

Ahmet Kemal, almış olduğu ilmi ve siyasi

öğütlerden sonra Ziya Gökalp’in elini

öperek yanından ayrılır. Buradan

Divanyolu’nda bulunan Türk Ocağı

binasına giderek arkadaşlarına veda eder.

Ertesi gün Odesa’ya hareket edecektir.

Talat Bey ve Ziya Gökalp’in Ahmet Kemal’e

vermiş oldukları talimat ve öğütler İttihat

ve Terakki Cemiyeti’nin Türkistan’a

bakışını ve beklentilerini yansıtmaktadır.

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

11

KADİM TÜRK YURDU: DOĞU

TÜRKİSTAN

Türklerin yaşadığı ülke manasına gelen

Türkistan’ın yüz ölçümü 5.340.066

kilometrekare olup, bunun 1.823.418

kilometrekaresini Doğu Türkistan

toprakları oluşturmaktadır.(7) Doğu

Türkistan’ın doğusunda Çin, Moğolistan ve

Tibet; batısında Batı Türkistan; kuzeyinde

Sibirya; güneyinde ise Hindistan, Pakistan

ve Tibet yer almaktadır. Doğu Türkistan,

Asya’nın tam ortasında yer alması

sebebiyle stratejik bir öneme sahiptir.(8)

Doğu Türkistan’da, batıdan doğuya doğru

uzanan Tanrı Dağları ülkeyi, kuzey ve

güney olarak ikiye bölmektedir. Tarım

Havzası adıyla bilinen güney bölgesi sıcak

ve kurak; Cungarya Havzası olarak bilinen

güney bölgesi ise kışın karlı, soğuk, yazın

yağmurlu yayla iklimine sahiptir.(9)

Tarım Havzası, 900.000 kilometrekarelik

yüzölçümü ile ülkenin yarısından fazla bir

alanı kapsamaktadır. Tanrı Dağları ile

Karanlık Dağlar arasında uzanan havzanın

500.000 kilometrekaresini dünyanın en

büyük çöllerinden bir olan Taklamakan

Çölü oluşturur. Tarım Havzası’nın geri

kalan 400.000 kilometrekarelik kısmını

ziraata elverişli topraklar oluşturmaktadır.

Tarım Havzası’nın su ihtiyacını Tarım

Nehri karşılamaktadır. Bölgeyi verimli

hale getiren Tarım Nehri, havzanın

doğusuna doğru akarak Karaburan (Lob)

Gölüne dökülür. Tarım Nehri sayesinde

bölgede buğday, pamuk, mısır, pirinç ile

bol miktarda meyve ve üzüm

yetiştirilmektedir. Hayvancılık bölgede

yaygındır. Bol miktarda koyun ve keçi ile

başta at olmak üzere büyükbaş hayvan

yetiştirilmektedir.(10)

Güney bölgesi Kaşgar, Yarkent, Hoten,

Aksu, Kuça ve Üçturfan şehirlerinden

dolayı Altışehir Bölgesi adıyla da

anılmaktadır. Bu bölgenin tarihte

kullanılmış bir diğer ismi de

Kaşgariye’dir.(11)

Cungarya Havzası, Tanrı Dağları ile Altay

Dağları arasında bulunmakta ve ülkenin

ikinci büyük havzasını teşkil etmektedir.

Yaklaşık 600.000 kilometrekareyi bulan

Cungarya Havzası, Tarım Havzası’na göre

daha küçük, fakat çok daha verimli

topraklardan meydana gelir. Havzanın

özellikle güney kısmı tarıma oldukça

elverişlidir. Geniş bir otlaklık alana sahip

olan bölgede, bol miktarda hayvancılık

yapılır. Doğu Türkistan’ı komşu

memleketlere ve Uzak Doğu ülkelerine

bağlayan kara ve demir yollarının

Cungarya Havzası’ndan geçmesi bölgeyi

güneyde bulunan Tarım Havzası’na göre

her sahada daha kalkınmış bir hale

getirmiştir.(12)

Kuzey bölgesinde Urumçi, Gulca,

Sarısümbe, Çöçek şehirleri ve bu yüzyılda

kurulan Karamay, Şihenze gibi Çinli

ahaliyle meskûn şehirler

bulunmaktadır.(13)

Ülkenin önemli akarsuları Tarım

Havzası’nı sulayan Tarım Nehri ile

Cungarya Havzası’nı sulayan Bulungir,

Kara İrtiş ve Harungudu nehirleri; önemli

gölleri ise Bağraç, Lob ve Ebi

gölleridir.(14)

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

12

Doğu Türkistan, tarihi İpek Yolu’nun

üzerinde yer almaktadır. Tarih boyunca

batıdan gelenler burada ya Süydün -

Urumçi - Guçin - Barköl hattıyla, ya da

Hoten - Yarkent - Yenihisar - Kaşgar - Aksu

- Kuçar hattıyla Kumul’a ulaşarak buradan

Çin’e doğru; Çin’den gelenler de

Kumul’dan itibaren bu iki yoldan birini

seçerek batıya doğru giderlerdi.(15)

Doğu Türkistan, yeraltı zenginlikleri

bakımından, Asya’nın en önde gelen

ülkelerinden biridir. Bölgede petrol,

kömür, demir, bakır, kalay, gümüş, altın,

kükürt, uranyum, volfram ve platin

mevcuttur.(16)

Doğu Türkistan Haritası

Doğu Türkistan’ın nüfus ve etnik yapısı

hakkında sağlıklı bilgi edinmek oldukça

güçtür. Bunun en önemli sebebi Çin

idaresinin, etnik unsurların sayısını

belirtecek açık ve inandırıcı bir nüfus

sayımı yapmaktan kaçınmasıdır.

1920’li yıllardaki Çin resmi nüfus sayımına

göre Doğu Türkistan’ın genel nüfusu

2.300.000 olarak gösterilmektedir.(17)

1929 yılında Ruslar tarafından yayımlanan

“Novy Vostok” ile 1935 senesinde

Batılılarca neşredilen “Chine Year Book”

adlı istatistik kitaplarında Doğu

Türkistan’ın nüfusu 4 ile 6 milyon

arasında gösterilmiştir.(18)

Çinlilerin 1947 yılında yaptığı ve 1957

senesinde “Central Asian Review” de

yayımlanan eyalet nüfus sayımına göre

doğu Türkistan’ın nüfusu 6,5-7 milyon

civarındadır. Fakat 1953 yılında yine

Çinlilerin verdiği resmi bilgilere göre Doğu

Türkistan’ın toplam nüfusu 3.640.000

olarak görülmektedir.

“Çin makamlarının, Doğu Türkistan

Türklerinin nüfusunu yarı yarıya az

göstermesinin iki sebebi olabilir: ya azınlık

milletleri az göstermek suretiyle onların

haklarını vermemek ve onların bir tehlike

olmadığı mesajını vermek, ya da nüfusun

diğer yarısının Çinli olduğunu ima

etmektir.”(19)

Doğu Türkistan’ın milli liderlerinden

Mehmet Emin Buğra Bey, 1952 yılında

Doğu Türkistan’ın nüfusunun 8 milyondan

biraz fazla olduğunu ve bunun yüzde

96’sını Türklerin teşkil ettiğini

belirtmektedir.(20) Doğu Türkistan adlı

eserinde Amaç Karahoca ise, 1949

senesinde Türk nüfusunun 8 milyon

olduğunu zikretmektedir. Kadim bir Türk

yurdu olan Doğu Türkistan, 1865-1877

yılları arasında hüküm süren Yakup Bey

Devleti’nin sona ermesinden sonra

Çin’deki Mançu Hanedanı’nın istilasına

uğramıştır. Yakup Bey’in 29 Mayıs 1877

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

13

tarihinde vefat etmesini fırsat bilen Çin

orduları, bir sene sonra 16 Mayıs 1878’de

Doğu Türkistan’ın tamamını işgal ve istila

ettiler. Doğu Türkistan, 1882 yılının

sonuna kadar Zo Zung Tang

komutasındaki Çin ordusu tarafından

idare edildi. 18 Kasım 1884 tarihinde Çin

İmparatorunun emriyle Doğu Türkistan’ın

adı, Çin’in 19. eyaleti olarak “Yeni Ülke”

manasına gelen “Hsin Çiyang”a çevrildi.

Bundan böyle Avrupa’da da, oldukça basit

bir söylenişi olan “Sinkiang” adı yerleşti.

Daha önceki Çin istilaları devrinde Çinliler,

Doğu Türkistan’ı, bir sömürge sıfatıyla

tanıyorlardı. Bu defa ise bir sömürge

olarak değil, doğrudan Çin’in bir eyaleti

olarak ilan ettiler ve ilk genel vali olarak

da General Liu Cin Tang’ı

görevlendirdiler.(21)

1911 yılında Çin’de, Mançu Hanedanı

ortadan kaldırılarak Milli Çin hâkimiyeti

tesis edildi. Aynı yıl cumhuriyet ilan edildi.

Mançu İmparatorluğu’na bağlı Çinlileri,

Türkleri, Moğolları, Tibetlileri ve

Mançuları temsilen beş renkli bir

cumhuriyet bayrağı kabul edildi. Aynı

zamanda Doğu Türkistan, Moğolistan,

Tibet ve Mançurya yeni kurulan Çin

Cumhuriyeti’ne iltihak etmeye ve Çin ile

bir bütün olarak kalmaya davet edildi. Bu

dönemde Çin Merkezi Hükûmeti, Doğu

Türkistan üzerinde tam bir nüfuz tesis

edemedi. Dış ülkeler ile olan ticari ve diğer

anlaşmalar Doğu Türkistan’daki mahalli

idareciler tarafından gerçekleştirildi.

Ancak bu idarecilerin Çinli olduğu

unutulmamalıdır.(22)

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ HAYATI VE

FAALİYETLERİ

Ahmet Kemal, 14 Şubat 1914 tarihinde bir

Rus vapuru ile İstanbul’dan ayrılır. Otuz iki

saatlik bir yolculuğun ardından Odesa’ya

varır. Buradan tren ile hareket eder.

Yolculuğu esnasında sırasıyla Taşkent,

Endican ve Oş şehirlerinde konaklar. Rus

idaresinde bulunan bu tarihi Türk

şehirlerinin bakımsızlığı karşısında büyük

bir üzüntü duyar. Şehirler harap ve berbat

bir haldedir. Yolları bakımsızlıktan

bataklık halini almıştır. Nihayet

beraberindeki Kadir Bey ile birlikte

takriben bir ay süren zorlu bir yolculuğun

ardından 14 Mart 1914 tarihinde

Kaşgar’ın Artuş kasabasına vasıl olur.(23)

Artuş ahalisinin göstermiş olduğu alaka ve

dostluk karşısında Ahmet Kemal kendi

ifadesiyle “pek şairane bir gün” geçirir.

Yurdun aksakallıları ve gençleri ona Türk

kardeşlerinden haber sorar. Karşılaştığı

manzara karşısında bir vecd-i milli ile

titrer ve mest olur. Evine konuk olduğu

Musa Hacıbayzâde Bahaeddin Bay’dan,

yakın bir ilgi ve misafirperverlik görür.

Burada dinlenerek üzerindeki yol

yorgunluğunu atar. Bahaeddin Bay’ın

hazırlattığı araba ile tarihi Kaşgar şehrine

gider. Şehrin güzelliği karşısında adeta

büyülenir.(24)

Kaşgar’da maruf ve meşhur olan on beş

tane medrese vardı. Her medresede

yaklaşık iki yüz öğrenci bulunuyordu.

Talebelerin giderleri, zengin vakıflarla

karşılanıyordu. Fakat medreselerin bir

programları bulunmamakta ve eğitim

iptidai şekilde gerçekleşmekte idi. Ahmet

Kemal, Kaşgar medreselerinde yirmi yıl

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

14

dirsek çürüten oğulların, daha adlarını

yazmakta aciz kaldıklarını belirtir. Esir

Doğu Türkistan adlı eserinde İsa Yusuf

Alptekin de maarifin yetersizliğinden

bahsetmekte ve eğitimli adamın zor

yetiştiğini belirtmektedir. İsa Yusuf Bey

Taşkent’te bulunduğu sırada Türkistan’ın

mukadderatı üzerine Özbek Türklerinin

milli şairi Çolpan ile bir görüşmede

bulunmuştur. Çolpan “İsa Bey, gerek bizim

gerek sizin için yapılacak şey, adam

yetiştirmek! Her şeyden anlayacak adam

yetiştirmek! Ne çekiyorsak, adamsızlıktan

çekiyoruz…” tespitinde bulunur. Ahmet

Kemal, Çolpan’ın da Türkistan’ın geleceği

için hayati gördüğü eğitimli adamları

yetiştirmek için harekete geçecektir.(25)

Ahmet Kemal, Bahaeddin Bay, Hacı

Mehmet Ali Efendi, Veli Han Efendi,

Abdülkadir Damolla gibi Kaşgar’ın ileri

gelen isimlerinin desteğini alarak bir

mektep ve hayır cemiyeti açmak için

girişimlere başlar. Yine Kaşgar’ın önde

gelen şahsiyetlerinden Ömer Ahund Bay

ile bu konuda görüşür. Ömer Bay “Biz Çin

hükümetinin ezgisi altındayız. Ben bu gibi

işlere baş olmak cesaretinde bulunamam”

gibi soğuk bir fikirde bulunur ve ikna

edilemez. Bunun üzerine mektebin

Artuş’ta açılmasına karar verilir.

19 Nisan 1914 tarihinde Artuş’ta

“Dârülmuallimin-i İttihat”ın açılacağı ve

“Cemiyet-İslâmiye”nin kurulacağı çevre

yurtlara ilan edilir. Özellikle Bahaeddin

Bay’ın da gayretleriyle mektebin

programları, defterleri ve tüzüğü

hazırlanır. Bütçesi tanzim olunur. İçlerinde

Kadı-yı Reis Dahallalı Hacı İslam

Damolla’nın da bulunduğu birçok kanaat

önderi ve nüfuz sahibi şahsiyet, mektebin

açılışına iştirak eder. Cemiyetin on altı

maddelik nizamnamesi bu iktidarlı zevatın

huzurunda okunur ve oy birliğiyle aynen

kabul edilir. Kurbanların kesilmesi ve

kadı-yı reisin Türk milletinin saadet ve

kurtuluşu hususunda yapmış olduğu

dualardan sonra mektep ve hayır cemiyeti

açılır. Gaffar Hacı, Hüsameddin Hacı,

Sadedin Hacı, Mühiddin Hacı mektebin

idare heyetini oluşturur. Bahaeddin Bay

ise reisliği üstlenir. Ahmet Kemal, sarığı,

cübbesi ve hayli olan uzamış sakalıyla bu

kişileri tebrik ederek ve vazifelerinde

başarı diler. “O zamanda Kaşgar’da

sarıksız, cübbesiz ve sakalsız bir şahsın

söyleyeceği sözlere kıymet verilmezdi”

Ahmet Kemal İlkul ve bir grup Doğu

Türkistanlı

Dârülmuallimin-i İttihat mektebiyle

Kaşgar’da, usul-i cedit ile eğitim yapan

modern bir okul açılmış olur. Eğitim

parasız ve yatılıdır. Öğrenciler iki sene

tahsilden, usul-i talim ve terbiyeden sonra

mecburen iki sene de yurtlarda muallimlik

edeceklerdir. Mektebe pek çok öğrencinin

kaydı yapılır. Ahmet Kemal, öğrencilerin

olabildiğince iyi yetişmesi için vazifesini

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

15

büyük bir şevkle yerine getirir. Talebelere

modern ilimlerin yanında jimnastik

talimleri yaptırır, şiirler okutur ve vaaz

etme usullerini öğretir.(26)

Mektebin açılmasından kısa bir süre sonra

Kaşgar’da bir takım kimseler usul-i cedidin

haram olduğunu belirterek Ahmet Kemal

ve Bahaeddin Bay’a cephe alırlar. Fakat

şehrin gençleri bu güruha karşı mektebi

müdafaa ederler. Kaşgar’da da

Dârülmuallimin-i İttihat’ın ve Cemiyet-

İslâmiye’nin kurulması için girişimlere

başlanır. Bu sırada mektebin de etkisiyle

gençler arasında milliyetçilik ve

vatanseverlik duyguları iyice kabarır.

Mektebin ahali üzerindeki etkisi giderek

artar. Ahmet Kemal’in Teşkilat-ı Mahsusa

ile arasındaki vasıta olan Hayati Zenger

Bey’in getirdiği şapoğraf makinesiyle

mektebin kitapları ve “Ulu Din” adında bir

gazete basılır.

Selim Ahun isminde bir molla “Usul-i

cedidçiler Allah’ı tanımazlar, dine itikatları

yoktur, ahkâm-ı şeriata rağbet etmezler”

gibi iftiralarla Kaşgar ahalisini galeyana

getirmeye çalışır. Aynı molla, mektepte

okutulan tarih ve coğrafyanın haram

olduğu fetvasını verir. Ahmet Kemal, bu

mollanın yıkıcı faaliyetlerini kendisine

rüşvet vermemelerine bağlamaktadır.

Ahmet Kemal, tartışmalar içerisinde geçen

altı ayın sonunda, kurban bayramının

dördüncü günü, öğrenciler tarafından

hazırlanan bir piyesi sahneye koymaya

karar verir. Halka davetnameler

gönderilir. Özellikle usul-i cedid karşıtları

da piyese davet edilir. Öğrencilerin milli

türküleri de icra ettiği piyese geniş bir

katılım olur. Fakat Ahmet Kemal’in

mescide resim asması yeni bir tartışma

mevzusunun doğmasını sağlar.

Beraberindeki arkadaşlarıyla Artuş’a gelen

Teşkilat-ı Mahsusa’nın esaslı

adamlarından Adil Hikmet Bey

hatıralarında, mescidin mihrap tarafında

Mahmut Şevket Paşa ile Enver ve Niyazi

Beylerin resimlerinin asılı olduğunu

gördüklerini belirtmektedir. Ahmet Kemal

ise suret meselesinin efkar-ı umumiyede

bu kadar acı bir tesir icra edeceğini

zannetmediğini belirtir.(27)

Mahmud Ahund Damolla ile Abdulkadir

Damolla gibi kanaat önderlerinin mektebi

savunmalarına rağmen öğrenci sayısı

giderek azalmaya başlar. Mektebin ve

cemiyetin kapatılması için baskılar artar.

Yine Bahaeddin Bay’ın çabaları sonucunda

mektebin kapatılması önlenir ve yeni

kayıtlarla tedrisata başlanır. Bu defa aynı

güruh, genel valiye, Bahaeddin Bay’ın

mektep perdesi altında ayaklanma için

asker hazırlamakta olduğunu ihbar eder.

Çin hükümeti, bu ihbar üzerine daha

ilkokul çağındaki çocukların ayaklanma

başlatabileceklerini olası bularak tahkikat

başlatır. Bahaeddin Bay, yapmış olduğu

etkili savunma ile haklanır.

Artuş ve Kaşgar ahalisinin zaman geçtikçe

mektebe olan ilgileri tekrardan artar.

Ahmet Kemal şapoğraf makinesiyle

“Büyük Din Risalesi” ve ona ilaveten

beyannâme ve hitapnâmeler basarak

kamuoyunu aydınlatmak için halka dağıtır.

Bunun faydası kısa zamanda görülür.

Mektebin meslek ve programı halka ilan

edilir. Bir müddet tartışmalar sona erse de

özellikle Ömer Ahund Bay’ın

kışkırtmalarıyla mektebin hükümet

tarafından kapatılması gerektiği

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

16

dillendirilmeye başlanır. Burada Ömer

Ahund Bay’ın, Rus konsolosluğu ile olan

yakın temasını belirtmekte fayda

vardır.(28)

Adil Hikmet Bey

Bu sırada 1908 yılında tahsil için

İstanbul’a gönderilen Mesud Sabri

Baykuzu, Tursun Efendi, Abdürrahman

Şadi, Hasan, Ahmet Necati, Tursun, Kemal

Bedri Beyler, Birinci Cihan Harbi’nin

başlamasından dolayı memleketlerine

evdet etmişlerdi. Ahmet Kemal,

İstanbul’dan tanıştığı arkadaşlarının

gelmesinden çok memnun olur. Doğu

Türkistan’ın bu yiğit evlatları, zaman

kaybetmeden memleketlerine hizmete

başlamışlardır.(29)

Yine bu sıralarda Enver Paşa’ya bağlı

olarak kurulan Teşkilat-ı Mahsusa

tarafından görevlendirilen Adil Hikmet

Bey, Selim Sami Bey, Hüseyin Emrullah

Bey, İbrahim Bey ve Hüseyin Bey de

Kaşgar’a gelmişlerdi. Adil Hikmet Bey, dört

yabancı dil bilen önemli bir Teşkilat-ı

Mahsusa yüzbaşısıdır. Garbi Trakya

Hükümet-i Muvakkatesi’nin kuruluşunda

da aynı teşkilatta çalışmıştır. Hatıralarını

“Asya’da Beş Türk” başlığı altında

Cumhuriyet gazetesinde neşretmiştir.

Selim Sami Bey, Teşkilat-ı Mahsusa’nın

başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın

kardeşidir. Aslen Dağıstanlıdır. Ağabeyi

Kuşçubaşı Eşref ile Arabistan’da pek çok

olaya iştirak etmiştir. Hüseyin Emrullah

Bey, heyetin tek sivil şahsiyetidir. Mülkiye

mezunudur. Kaymakamlık, İzmir polis

müdürlüğü ve Erzurum mebusluğu

yapmıştır. İbrahim Bey, kaptan ve seçkin

bir komitacıdır. Hüseyin Bey, “Tatar” ve

“Mücahit” lakaplarıyla tanınan önemli bir

komitacıdır. Aynı teşkilatın emrinde

Edirne’nin kurtuluşu için çalışmış ve

yararlılıklarından dolayı mücahit lakabını

almıştır.(30)

Adil Hikmet Bey, eserinde Ahmet Kemal’in

ulema ile çekişmesine, mescide resim

asmasına, çizdiği resimler ile ulemayı

aşağılamasına ve muallimlere karşı olan

olumsuz tutumuna eleştiri getirmektedir.

Ahmet Kemal’e verdikleri öğütlerden

sonra kendini çabucak düzelttiğini belirtir.

Adil Hikmet Bey ve arkadaşları Kaşgar’da

kaldıkları süre zarfında ahaliyle iyi ilişkiler

kurarlar. Hüseyin Emrullah Bey, mektebin

tedris ve terbiye programını yeniden

kaleme alır. İsmail Hakkı Efendi, Hoten’e

gönderilerek burada da bir mektep

açtırılır.

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

17

Adil Hikmet Bey başkanlığındaki bu beş

Teşkilat-ı Mahsusa üyesinin Kaşgar’daki

faaliyetleri İngiliz ve Rusların dikkatini

çeker. İlk olarak Hacı Ramazan adında bir

ihtiyarın para karşılığı İngilizlere casusluk

yaptığını tespit ederler. Ardından Yusuf

Ahun adında bir kişinin yine para karşılığı

Rus konsolosluğuna malumat verdiğini

öğrenirler. Bunun üzerine Kaşgar’daki

işlerinin sona erdiğini düşünerek

Afganistan’a gitmeye karar verirler. Adil

Hikmet Bey ve arkadaşları Kaşgar’da

bulundukları süre zarfında oldukça iyi

tohumlar ekmişlerdir.(31)

Ahmet Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa

üyelerinin Kaşgar’dan ayrılmalarından

takriben bir ay sonra Çin hükümetine tabi

Muyaz Kümbez’de, Rus Kozakları

tarafından esir edildikleri haberini alır.

Bahaeddin Bay ile birlikte serbest

kalmaları için girişimlere başlarlar. Ömer

Ahund Bay’dan aradıkları desteği

bulamazlar. Devletlerarası hukuktan bir

haber olan Çin valisinin de meseleye önem

vermemesi üzerine Pekin Alman

sefaretine durumu bildiren bir telgraf

gönderirler. Adil Hikmet Bey ve

arkadaşları Rusların elinden kurtulduktan

sonra Taşkent’e hareket edeceklerdir. Bu

sırada mektep ilk mezunlarını verir. Yirmi

yedi genç muallime diplomaları takdim

edilir.(32)

KAYNAKLAR

(1) Ahmet Kemal İlkul, Çin – Türkistan

Hatıraları/ Şanghay Hatıraları, Haz.

Yusuf Gedikli, Ötüken Neşriyat, İstanbul

1997, s.9-13.

(2) İlkul, a.g.e., s.14-15.

(3) İsa Yusuf Alptekin, Esir Doğu

Türkistan İçin (1)/ İsa Yusuf Alptekin’in

Mücadele Hatıraları, Haz. Ömer Kul,

Berikan Yayınevi, Ankara 2010, s.521.

(4) İlkul, a.g.e., s.62-64.

(5) İlkul, a.g.e., s.65-66.

(6) İlkul, a.g.e., s.66.

(7) Mehmet Saray, Doğu Türkistan

Türkleri Tarihi (1) (Başlangıçtan 1878’e

Kadar), Kitapevi, İstanbul 1997, s.9.

(8) Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri

ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları,

Ankara 2011, s.364.

(9) Konuralp Ercilesun, Doğu Türkistan -II-,

Türk Yurdu, Sayı 94, Haziran 1995, s.20.

(10) Mehmet Saray, a.g.e., s.10-11.

(11) İklil Kurban, Şarki Türkistan

Cumhuriyeti (1944-1949), Türk Tarih

Kurumu, Ankara 1992, s.6.

(12) Saray, a.g.e., s.11-12.

(13) Kurban, , a.g.e., s.6.

(14) Saray, a.g.e., s.12.

(15) Ercilasun, , a.g.e., s.20.

(16) Mehmet Emin Buğra, Doğu Türkistan

Tarihi, Çoğrafi ve Şimdiki Durumu,

Güven Basımevi, İstanbul 1952, s.7.

(17) Kurban, a.g.e., s.6.

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

18

(18) Saray, a.g.e., s.22.

(19) Saray, a.g.e., s.22.

(20) Buğra, a.g.e., s.5.

(21) Baymirza Hayit, Türkistan

Devletlerinin Millî Mücadeleleri Tarihi,

Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004, s.147-

149; Kurban, a.g.e., s.11-12.

(22) Amaç Karahoca, Doğu Türkistan -Çin

Müstemlekesi-, Doğu Türkistan Göçmenler

Cemiyeti, İstanbul 1960, s.7-8.

(23) İlkul, a.g.e., s.67-88

(24) İlkul, a.g.e., s.88-93.

(25) İlkul, a.g.e., s.88-93.

(26) İlkul, a.g.e., s.98-101.

(27) İlkul, a.g.e., s.102-107.; Adil Hikmet

Bey, Asya’da Beş Türk, Haz. Yusuf Gedikli,

Ötüken Neşriyet, İstanbul 2012, s.135.

(28) İlkul, a.g.e., s.108-113.

(29) İlkul, a.g.e., s.114-115.

(30) Adil Hikmet Bey, a.g.e., s.15-20.

(31) Adil Hikmet Bey, a.g.e., s.134-142.

(32) İlkul, a.g.e., s.117-120.; Adil Hikmet

Bey, a.g.e., s.147-149.

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

19

ANKARA TÜRK OCAĞI VE

KAPATILMASI Metehan ÇAĞRI

2009 yılında Ankara’ya lisans eğitimimi

almaya geldiğim günden bu yana

gönülden, son 1.5 yıldır da resmi olarak

Türk Ocaklıyım. Türk’ün ocağı ile

tanışmamı nasip eden Tanrı’ya şükürler

olsun.

Yanlış hatırlamıyorsam, Türkoloji’nin

yaşayan devlerinden Prof. Dr. Ahmet Bican

Ercilasun’un , “Ülkü Devi Nihal Atsız”

konferansı sayesinde tanışmıştım Ankara

Türk Ocağı ile. Durmadan Türklük için,

Türkçülük için çalışan bir kadro, ocak

başkanı Türkan Hacaloğlu…

Sempozyumlar, paneller, konferanslar,

basılı yayımlar, geziler, kutlamalar,

anmalar, konserler, arı gibi çalışan gençlik

kolları…

Hocaların hocası, tarihçi Mustafa Kafalı ile

de tanışma şerefine Ankara Türk Ocağı

sayesinde erişmiştim. Başbuğ Türkeş

anısına “Günümüzde Türklüğün

Meseleleri” başlıklı bir panel düzenlemişti

Ankara Türk Ocağı. Panel başkanı Prof. Dr.

Mustafa Kafalı’ydı (Allah uzun ömürler

versin) .

Var gücüyle çalışıyordu Ankara Türk

Ocağı! 23 Nisan 1925 Ankara Türk Ocağı

II. Kurultayında Mustafa Kemal’in; “Türk

ve Türkçülük aleyhinde bulunanları

ezeceğiz.” sözü şiar edilmiş, Türk ve

Türkçülük düşmanlarına karşı mücadele

ediliyordu. Cumhuriyet’in başkenti

Ankara’da, Türkçülüğün karşısındayız

diyerek Türk düşmanlığını ilan eden

başbakana rağmen dimdik ayaktaydı

Ankara Türk Ocağı.

Peki, neydi, çalışan, mücadele eden,

Türkçü bir nesil yetiştirmek için var

gücünü ortaya koyan Ankara Türk

Ocağı’nın feshedilmesinin sebebi? Evet,

Ankara Türk Ocağı yönetimi, Türk Ocakları

Genel Merkezi’nin 24 Haziran 2014 tarihli

tebliğ ile görevden alındı ve Ankara Türk

Ocağının kapısına kilit vuruldu!

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

20

43. Büyük Kurultay ve Ankara Türk

Ocağı’nın Tavrı

Türk Ocakları Genel Merkezi 43. Olağan

Büyük Kurultayı, 19 Nisan 2014 tarihinde

(Tarihi Türk Ocağı Binası yerine) ATO

Meclis Salonu’nda yapıldı. İki listeli bir

seçim olacaktı.

Türk Ocakları genel merkez yönetiminin,

Türkçülüğü ayaklar altına alan bir

iktidarın devrinde sessiz sakin pasif bir

yönetimde bulunması, dik duruş

sergileyememesi Türk Ocaklılarda

rahatsızlık yaratıyordu. Bu pasif duruş

Türk Ocaklarının kuruluş ruhuna

yakışmıyordu. Baskı, istibdat, işgal ve

haksızlığa karşı başkaldırı hareketinin adı

olan Türk Ocakları, Türk ve Türkçülüğün

düşmanlarının iktidar olduğu bir devirde

pasif politikalarla yönetiliyordu. İşte bu

gidişata dur demek, Türk düşmanlarına

karşı kükrercesine hareket etmek ve

Türk’ün ocağını asli misyonuna

döndürmek için hocaların hocası Prof.

Mustafa KAFALI adaylığını açıkladı.

Adaylık açıklaması Türk Ocakları genel

merkezinde yapılacaktı fakat genel merkez

yönetiminin izin vermemesi üzerine

yapılamadı. Mustafa KAFALI, Türk

Ocakları genel merkezi önünde, yanında

hazır bulunan ocaklılarla birlikte adaylık

açıklamasını yaptı.

Kurultay günü aslında Mustafa KAFALI

hocanın işi hiç de kolay değildi. Kendi

yönetim kurulu listesinde Türk

milliyetçiliğinin devleri, entelektüel

isimleri yer alıyordu. Prof. Dr. İskender

ÖKSÜZ, Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN,

Prof. Dr. Sadettin GÖMEÇ… Ayrıca İlber

Ortaylı başta olmak üzere 60’ı profesör

110 Türk milliyetçisi akademisyen “Prof.

Dr. Mustafa Kafalı’nın Başkanlığında Türk

Ocakları’nın tarihi misyonuna döneceğine

inancım tamdır.” diyerek ilan

yayınlamışlar, Türk Ocakları eski başkanı

Sadi Somuncuoğlu, Prof. Dr. Ümit Özdağ

gibi isimler de gazetede köşelerinden

desteklerini açıklamışlardı. Türk

milliyetçiliğinin bu dev isimlerinin

desteklerine rağmen işi zordu Mustafa

Kafalı’nın. Çünkü 90 atanmış genel merkez

delegesi, 90 kurşun asker görevi

oynuyordu kurultayda ( birkaç isim hariç).

Türk Ocakları şubelerini temsilen

“seçilerek” gelmiş, her şubenin üye

durumuna göre iki-üç-beş delege oy

kullanmak için hazır bulunurken, Türk

Ocakları Genel Merkezi tarafından da

“atanarak” hazırda bulunan 90 delege

vardı. İşte bu hiç de adil olmayacak

seçimlerde Ankara Türk Ocağı’da tavrını

belli etmişti. Hocaların hocası Mustafa

Kafalı’nın yanında yer almıştı. Ankara Türk

Ocağı Başkanı Türkan Hacaloğlu bir asena

gibi dik durmuş, genel merkez yönetimini

yanlışlarından dolayı eleştirmiş ve

mikrofonun kapatılarak susturulmak

istenmesi üzerine ise bir bozkurt edası ile

“benim sesim mikrofonsuz da gür çıkar

diyerek” konuşmuş, dik duruşunu

göstermişti.

Kurultay 174’e 90 oyla sonuçlandı ve eski

yönetim görevine devam etti. Genel

Merkez’in atadığı 90 delege yerine sadece

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

21

şubeleri temsilen seçilerek gelen delegeler

oy kullanmış olsaydı sonucun çok daha

farklı olacağı görülüyordu.

Peki, Ankara Türk Ocağı yönetimi neden

görevden alınmıştı? Genel merkezin

karşısında yer aldığı için miydi yoksa

başka gerekçeler de mi vardı?

Ankara Türk Ocağı’nın Feshi ve

Gerekçeli Kararına Dair

Ankara Türk Ocağı üyesi biri olarak

feshedilme kararını öğrendikten bir gün

sonra ocağımızın kapatılma gerekçesini

öğrenmek için genel merkezi aradım.

Sekreter bayan, şuan kimse olmadığını

öğleden sonra 4-5 gibi aramam

durumunda yöneticilerle görüşebileceğimi

bildirdi. Belirtilen saatlerde aradım.

Telefon çalıyor fakat açan yok. Üst üste

aramama rağmen cevap yoktu. Farklı bir

numaradan aradım, birkaç kez çaldıktan

sonra telefon açıldı. Kendimi tanıttım ve

neden aradığımı belirtince genel merkez

yönetim kurulu üyelerinden bir kişiye

telefon bağlandı. Ocağımızın neden

kapatıldığına dair gerekçeli kararı

kendilerinden değil “Ocak Eski Başkanı

Türkan Hanımdan” öğrenebileceğimi

kendilerinin açıklama yapmayacağını

belirtti. Kayyum heyetinin ne zaman

seçime gideceğini sormam üzerine ise

biraz hiddetli bir ses tonu ile defterleri

daha alamadıklarını sadece kapıyı

değiştirebildiklerini, seçimlerin ne zaman

olacağının belli olmadığını söyledi(ne

utanç verici bir durum, defterleri

alamamışlar sadece ocağın kapısını

değiştirebilmişler!). Teşekkür ettim,

“Ankara Türk Ocağı Başkanı Türkan

Hacaloğlu’dan” öğreneceğimi belirttim.

Telefonda konuştuğum yetkiliye farklı bir

hususu daha söyledim. Aslında bir Türk

Ocaklı olarak şikâyette bulunacaktım.

Eskişehir Türk Ocakları Başkanı Nedim

Ünal sosyal medyada sahibi olduğu bir

hesap üzerinden Türklük düşmanı Recep

Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı

adaylığı karşısında sempatisini

belirtiyordu. Şikâyette bulundum ve

Eskişehir Ocak yönetimine karşı nasıl bir

tutum içinde bulunacaklarını sordum.

Aldığım cevap şuydu; “ne yani en çok

çalışan ocağımızı mı kapatmamızı

istiyorsunuz?” Türkçülük adına arı gibi

çalışan ocak Ankara Türk Ocağıydı

hâlbuki. Sayın Nedim Ünal’ın yönetiminde

Eskişehir Türk Ocağı, ne adına en çok

çalışan ocaktı bilemeyeceğim. Şikâyetçi

olduğumu yineledim, sosyal medya

hesapları üzerinden yapılanların

soruşturma gerekçesi olamayacağını

belirtti sayın yönetici. Konuşmayı

sonlandırdık.

İlginç olan bir durum vardı. Eskişehir Türk

Ocağı başkanının durumu için sosyal

medya da yaptıkları soruşturma gerekçesi

olamıyordu, fakat Ankara Türk ocakları

yöneticilerinin sosyal medya hesapları

takip ediliyor ve Ankara Ocağa soruşturma

evrakları gönderiliyordu.

(İkiyüzlülüklerini ve yalancılıklarını Allaha

havale ediyorum!)

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

22

Daha da ilginç olan bir durum şu ki; Tayyip

Erdoğan sempatizanı Nedim Ünal için

sosyal medyada yaptıkları soruşturma

gerekçesi olamaz denirken, Ankara Türk

Ocakları yönetiminin görevden alınma

gerekçeleri arasında ise sosyal medya

hesaplarında olanlara açılan

soruşturmalar gerekçe gösteriliyordu.

Güler misin ağlar mısın?

Peki başka ne gibi gerekçeler var

diyorsunuzdur ?.. Söyleyeyim efendim,

fakat gülmeyin ya da şaka yapıyorum

zannetmeyin!

Yeterli sayıda Türk Yurdu Dergisi

aboneliği yapmamak!

(Türklük ve Türkçülük için çalışmayı şeref

sayan Ankara Türk Ocağı için iftiradır!)

Genel Başkan ve yönetime tarih ve

Türklük dersi vermek!

(Haa ama haddi aşan bir şekilde yapılmış!)

Türk Ocaklı gençlerin terbiyesizliklerine

destek vermek!

(Ocaklı Türk gençlerinin terbiyesiz

olduğunu iddia ediyorsanız böyle bir nesil

yetişmesinin baş sebebi siz olurdunuz

herhâlde. Öyle bir durumda kapatıp

kepenkleri gitmenizi beklerdik)!

Gördüğünüz gibi durum bundan ibarettir.

Türk’ün şanlı çınarı nasıl bir yönetimin

elindedir sizin takdirinize bırakıyorum.

Fakat bilenmesini isterim ki bizler İzmir

işgal edilince tarihi Sultan Ahmet

mitinglerini düzenleyip halkı direnişe

davet eden Türk Ocaklıların torunlarıyız!

Bizleri öyle yıldırıp ocağımızı terk edip

gideceğimizi zannediyorlarsa çok

yanılırlar! Mustafa Kemal’in Ankara Türk

Ocağı II. Kurultayında dediği gibi “Türk ve

Türkçülük aleyhinde bulunanları

ezeceğiz!” bunu yapmadan da bir yere

gitmeye niyetimiz yok!..

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

23

BİR TÜRKÇÜ’NÜN ÜTOPYASI Sergen ÇİRKİN

Bugün 25 Mart 2062, Türk Ocakları’nın

150. kuruluş yıl dönümünü anmak için

toplanmış bulunuyoruz, kutlu olsun...

Saygıdeğer Ocaklılar, bir devrin tarihe

gömüldüğü son günlerde, ilk kıvılcımları

190 yiğit Türk evladı tarafından atılan

Ocağımız bugün bir buçuk asrı devirmiştir.

Sizleri 48 yıl öncesine, Ocaklarla tanıştığım

ilk yıllara götürmek istiyorum. O yıllarda

Türk Ocaklarının genel merkezi Ankara

Balgat’ta bulunan 4 katlı bir binadan

teşekkül ediyordu. Devrin şehir merkezine

görece uzak ve soğuk bir görünüme sahip

olan bu bina günümüzde mevcut değildir.

Genel Merkez’in yeniden bu kutsal çatıya,

ait olduğu yere taşınması, Ocaklılık

ruhunun tüm yurda yayılmasında önemli

bir aşama olmuştur. Türk Ocakları bugün,

şubeleri ve yurtdışı temsilcilikleri ile

sayısız üyesi bulunan anıtsal bir kültür

kurumu haline gelmiştir.

Ocakların 2014 yılında gerçekleşen 43.

Kurultayı tam anlamıyla devrin

Türkiye’sini yansıtıyordu. 58-61. Türk

Hükumetleri’nin yarattığı kaos ve çatışma

ortamı, ülkede hemen her alanda olduğu

gibi Ocaklarda da etkisini göstermişti.

“Büyük Türkiye Komitesi”nin

kuruluşunu takiben çıkartılan bir

parlamento kararıyla bahsi geçen

hükumetler “damnatio memoriae” olarak

ilan edilmiş ve Cumhuriyet hafızasından

tamamıyla silinmiştir.

İki farklı listenin adaylık yarışına tanıklık

eden 43. Kurultay, Şerafettin Yılmaz’ın

divan başkanlığında toplanmıştı. Bu

listeler, her ikisi de Türk tarihçiliğinin

önemli isimlerinden olan Prof. Dr.

Mehmet Öz ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı

tarafından çıkartılmıştı. Genel Merkez

yönetiminin ülke siyasetine dair izlediği

tutumlar, şubelerce tepkiyle karşılanmış

ve bu durum kurultayın ağır bir

atmosferde geçmesine sebep olmuştu.

Büyük kurultaya İstanbul delegesi olarak

katılan Cezmi Bayram’ın basına verdiği şu

ifadeler devrin milliyetçi camiasında ağır

bir infial yaratmıştır:

“Cumhuriyet döneminde milliyetçilik

yapılmadı.”

“Cumhuriyetin ilk yıllarında Türklere de

darbe vurulmuştur.”

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

24

“Türk Ocakları Cumhuriyet dönemi

inkılaplarına karşı çıkmıştır.”

“Kürtçe eğitim tartışmaların yapıldığı

dönemde liselerde seçmeli Kürtçe dersi

verilmesi kanaatini taşıyordum.”

“Kürtçe eğitimine, sadece Kürtlerin değil

Türklerin de onlarla anlaşmak için ihtiyacı

vardır.”

Bu cümlelerin, uzun satırlar arasından

özenle cımbızlanmış olduğunu

düşünebilirsiniz. Fakat aksine cümlelerin

tamamı altı dikkatle çizilmiş ibareler olup

Sayın Bayram’ın ana fikirlerini

yansıtmaktadır. Bayram, benzeri

görüşlerini Türk Yurdu mecmuasının

Aralık 2013 sayısında da neşretmiş ve

söylemlerindeki ısrarı sürdürmüştür.

Bayram’ın görüşlerindeki bu ısrara karşın

Genel Merkez yönetimi Bayram hakkında

herhangi bir işlem yapmamış bilakis bu

görüşlere Türk Yurdu mecmuasında yer

vererek görüşleri teyit ettiğini ilân

etmiştir.

Kurultay bu tartışmalar altında sürerken,

kürsüye çıkan delegeler, Merkez Yönetim

Kurulu’na ülkenin vahim durumu

hakkında sorular yöneltiyor ve Genel

Merkez’in bu vahamet karşısında niçin

sessiz kaldığını öğrenmek istiyorlardı.

Nihayet genel kurul seçimleri 90’a karşı

174 oy ile Sayın Öz’ün lehine sonuçlandı.

Fakat burada şunu belirtmek isterim ki bu

174 oyun büyük kısmı şube seçmenine ait

değildi. Alınan oyların çoğunluğu Genel

Merkezce atanan heyet üyelerinden

geliyordu yani, ortada “Seçilmişlerin

yaptığı bir Seçim” söz konusuydu. Bir

müddet sonra terk edilecek olan bu

delegasyon sistemi Ocaklılık ruhuna da

tamamen aykırıydı.

Zira Ocak kurultayları hiçbir zaman tek

düzey bir onay meclisi görevi görmemiştir.

Türk Ocağı, daha kurulduğu ilk yıllarından

itibaren ülkede seçim ve demokrasi

kültürlerinin yerleşmesine büyük katkı

sağlamıştır. Ocaklılar, yeri gelmiş siyasi

üyelikleri sebebiyle Ziya Gökalp gibi bir

ismin genel başkan seçilmesine hayır

demiş; yeri gelmiş Hamdullah Suphi gibi

bir genel başkana kurultay salonundan en

ağır ifadeler ile yüklenmiştir ve daha da

önemlisi bu gibi eleştiriler örtbas edilmeye

çalışılmamış, kurultay tutanaklarına satır

satır geçirilerek günümüze dek

ulaştırılmıştır.

İşte sizlere bir demokrasi örneği…

Fakat 43. Genel Kurulda Türkan

Hacaloğlu’nun Ankara Şubesi adına

yaptığı konuşma, Genel Merkez

Yönetimince hiç de hoş karşılanmaz. Bu

konuşma metni, Şube yönetim kurulunun

feshine neden olmuştur. Konuşmanın

asılsız içerikle dolu olduğunu beyan eden

Merkez Yönetim Kurulu, her nedense bu

asılsız içerikten rahatsız olmuş ve şube

yönetiminin feshine karar vermiştir.

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

25

Bu kararı imza eden yüksek heyete

sormak isterdim, Türk Ocakları Ne Yapar?

Türk Ocakları yorganlık patiska üretmez,

fermuar veya domates salçası da… Türk

Ocakları bir fikir kurumudur ve fikirler

ancak tartışma ortamlarında vücut

bulabilir. Fakat bu kez öyle olmamış aykırı

tüm sesler devrin genel merkez yönetimi

tarafından aforoz edilmiştir. Daha önce de

belirtiğimiz gibi ülke genelinde hâkim olan

tahammülsüzlük ve asabiye hali kimi Türk

Ocağı yöneticilerine de sirayet etmişti.

Hatta öyle ki eğer bugün bu satırları işitme

imkânları olsaydı, aynı asabiyetle karşılık

vereceklerinden kuşkum olmazdı.

Mekânları Cennet olsun…

Ve bugüne dönecek olursak Eski Genel

Başkanımız Prof. Dr. İkbal Vurucu’dan bu

kutlu bayrağı devralan saygıdeğer hanım

efendi Prof. Dr. Özge Korkmaz’ı Ocakların

ilk kadın Genel Başkanı olması dolayısıyla

bir kez daha kutluyorum… Esenlikle…

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

26

TÜRK OCAKLARI, MUSTAFA KAFALI

VE ANAHTAR Fatma Özge ÖZDEMİR

Hani Galip Erdem’in Ülkücünün Çilesi adlı

kitabında anlatmış olduğu bir ayrık otu

hikâyesi vardır, bilir misiniz?

“Alabildiğine gür yemyeşil çimenlerin, renk

renk menekşelerin, papatyaların,

gelinciklerin yaşadığı bir çayır vardı.

Bir gün bu Çayır'a ne idiğü belirsiz bir ot

geldi. Masum ve mazlum bir eda ile "Sayın

Çayır hazretleri" dedi. "Yersiz yurtsuz

kaldım. Kıyıcığınızda köşeciğinizde, hiç işe

yaramayan verimsiz bir parçanızda

yerleşmeme müsaade eder misiniz?"

Çayır önce şaşırdı. Bu davetsiz misafiri hiç

tanımıyordu. "Adın nedir?" diye sordu,

"Sana kim derler?" Öteki, biraz daha ezilip

büzüldü, merhamet dilenen bir sesle: "Bana,

ayrık otu, derler. Kimseye zararım

dokunmaz. Herkese iyilik ederim." dedi.

Çayır: "Pekiyi. Yalnız, bizim çocuklara bir

danışayım. Kabul ederlerse, sana da bir

köşe veririz. Bizim burada demokrasi

vardır. Hiç kimse tek başına karar veremez.

Herkesin fikri alınır." diyerek, çayırda

yaşayan bütün bitkileri topladı. Kısaca

meseleyi anlattı. Diz boyu çimenler, mor

menekşeler kıpkırmızı gelincikler, sarı

papatyalar, yeni bir arkadaşa

kavuşacaklarını düşünerek çok sevindiler.

Oy birliği ile "Ayrık otu"na münasip bir yer

verilmesi tezini savundular. O çayırda, ulu

bir Çınar vardı. Çok yaşamış, çok

güngörmüştü. Söz aldı: "İşinize karışmak

gibi olmasın ama bence hata ediyorsunuz.

Siz, ayrık otunu tanımazsınız. Görünüşüne

aldanmayın. Son derece zararlı bir bitkidir.

Aranıza girerse huzurunuzu bozar,

kökünüzü kurutur, yaşama hakkınızı

elinizden alır. İyiliğiniz için söylüyorum.

Bana göre hava hoş. Ben kuvvetliyim. Bana

hiçbir şey yapamaz."

Çınar'ın öğütlerine aldırış eden olmadı...

"İhtiyar, amma da saçmalıyor ha! Bu zavallı

kime kötülük edebilir ki!" dediler. Böylece,

karar verildi. Ayrık otu, çayırın verimsiz bir

köşesine yerleşti.

Sonra, zaman geçti... Ayrık otu, tabiatının

icabını yapmağa başladı. Kendisine ayrılan

saha ile yetinmedi. Her tarafa kök saldı.

Toprağını gittikçe genişletiyor, herkese kafa

tutuyor, yavaş yavaş herkesi yerinden

ediyordu. Çayır'ın huzuru kaçmıştı. O eski

ahenk, dostça ve beraberce yaşanılan

günler şimdi bir hayâl olmuştu. Çimenler,

artık diz boyu değildi. Menekşeler, o şahane

morluklarını kaybetmiş kirli bir renge

bürünmüşlerdi. Gelincikler, muradına

ermeden soluveren gelinlere benzemişti.

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

27

Papatyaların sarısı artık eskisi gibi tatlı

görünmüyor, bir "ölüm sarılığı"nı

hatırlatıyordu.

Vaziyetin gittikçe kötüleştiğini görünce,

meseleyi bir kere daha müzakere ettiler.

Herkes, başlangıçtaki fikrinin hatalı

olduğunu, ayrık otunu kabul etmemeleri

gerektiğini söyledi. Yazık ki, iş işten

geçmişti. Ne yapılabileceğini düşündüler.

Neticede, "Çayır Ana"ya gidip "Ayrık otu"nu

şikâyet etmeye karar verdiler. Çayır,

çocuklarının haline çok üzüldü, âdeta

yüreği parçalandı. Hemen, "Ayrık otu"nu

buldu. Hiddetle: "Sana verdiğimiz köşede

durmamış, her tarafı istila etmeye

başlamışsın. Çocukların huzuru kalmamış.

Sana acıdıkları için aralarına almışlardı.

Hepsini pişman ettin. Ya bu huyundan

vazgeç, köşeciğine çekil, ya da geldiğin yere

git." dedi.

Ayrık otu, arsız arsız sırıttı. Kendine

güvenen bir ifade ile: "Yerimden

memnunum... Halimden asla şikâyetçi

değilim. Rahatsızlığım da yok. Eğer rahatsız

olanlar varsa, çekilip gitmekte serbesttirler.

Beyhude yorulmayın. Elinizden bir şey

gelmez. Köklerimi öyle derinlere saldım ki,

artık söküp atamazsınız!" cevabını verdi.

Bu hikâye, böylece biter. Sözünü kimseye

dinletemeyen o Ulu Çınar'a gelince: Çayır

sâkinlerinin haline o kadar üzülmüş,

kaybolan saadetlerinin arkasından öylesine

ağlamış ki, "Ben demedim mi?" bile

diyememiş!..’’ (Galip ERDEM - Ülkücünün Çilesi -

Ötüken Yayınevi İstanbul 1976)

Bugünlerde ayrık otunun yerleşmesi

misali, bir Türk Ocakları furyası var ya

hakkımızda hayırlısı… Hakkımızda

hayırlısı demek için bile geç kalınmış bir

durum aslında. Türk Ocakları arasında en

hızlı, hareketli ve faal çalışan Ankara Türk

Ocağı şubesi -ayrıca Türk Ocakları

tarihinde ilk bayan başkana sahip olan

Türk Ocağı'dır-, eften püften bir

gerekçeyle kapatılmış, hatta Başkan,

Başkan Yardımcıları ve üyeler içindeyken

gelinip anahtarı değiştirilmiş ve Türk’ün

ocağına giriş engellenmiştir. Hiçbir etik

kurala uymayan bu davranışın, Türk

Milliyetçisi vicdanlarda da yer bulması

mümkün değildir.

Türk Ocakları, 25 Mart 1912’de resmen

kurulmuş olup, ‘’90 yıllık bir gönüllüler

kurumu’’ olarak nitelendirilmektedir.

Diğer derneklerden farklı bir kuruluş

yapısına sahip olan Türk Ocakları, bir

gençlik hareketinin somutlaştırılmasıyla

doğmuştur. Şimdiye bakacak olursak, artık

çizgisinden çıkan Türk Ocakları, gençlik

hareketinin somutlaştırılmasıyla doğup,

gençlik hareketinin baskılanmasıyla son

buldurulmak istenmektedir.

Benzer olaylar bu yıl düzenlenen 43.

Olağan Büyük Kurultay’da da yaşanmıştır.

Burada da Mustafa Kafalı Hocamız

başkanlığa aday olmuş ve bin bir hileyle,

düzenbazlıkla seçimi kaybetmesine neden

olunmuştur. Bunlardan kimin haberi var?

Kimsenin. Çünkü ‘’Aman ocağımızı

kapatırlar, aman bizim faaliyetimizi

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

28

engellerler’’ denilerek, hep geri planda

durmanın sonucudur bu durum. Bana

dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı,

ocağın kapısına kilidi sonunda

vurdurmuştur. Galip Erdem’in ayrık otu

hikâyesini bu yüzden paylaştım sizlerle.

Çünkü bu ayrık otlarını temizlemek artık

bir o kadar zahmetli olduğu gibi, bir o

kadar da güç. Balık baştan kokar hesabı,

atılımcı gençlerin önünün kapatılması

bizleri ilerletmemekle birlikte, 90 yıllık

Türk’ün Ocağı’na kilidi vurdurmuştur. Bu

duruma tepkisiz kalınmaması gerekir. Her

şeyden önce hemen, acil bir plan yapılıp en

yerinde tepki gösterilmelidir.

Unutulmamalıdır ki; bizim ülkemizde

zamanı geçen her olay çürümeye yüz

tutmaktadır. Hatta çürümesine fırsat

verilmeden, bir şekilde gündem değişmiş,

o olayın üzerinden geçen zaman unutma

yolundaki planlara çare olmuştur.

Böyle şanlı bir tarihe sahip olan Türk

Ocakları’nın, bu gibi bir durumla gündeme

gelmesi Türk Milliyetçileri’nin üzerinde

oynanan oyunun da bir göstergesidir.

Buradan anlaşıldığı üzere düşünen, üreten

ve çözümler sunan beyinlerin önü

kesilmeye mahkûmdur bu ülkede. Bizlere

düşünmeyen, sorgulamayan insanlar

lazımdır. Türk Ocakları Genel Merkezi,

Ankara Şube’nin kapatılma olayını,

iktidarın gündem değiştirme yöntemini

takip ederek, Madımak olaylarının

yıldönümüne getirmiş olması ayrıca dikkat

çekilecek bir mevzudur. Günümüz ve

yaşadığımız olaylardan anlaşıldığı üzere,

Galip Erdem ‘’Ayrık Otu’’ hikâyesini

boşuna kaleme almamıştır. Dinlenilmeyen

koca çınarlar, günümüzde hala

dinlenilmemekte olmasına rağmen

köşelerine çekilmek yerine meydanlarda

gençlerden çok genç olarak faaliyette

bulunmaktadırlar. Allah onları başımızdan

eksik etmesin!

Peki, bu kadar olaydan sonra neler

yapılmalı? Bizim gibi insanlar bu

haksızlığa göz mü yummalı? Ben size

söyleyeyim; o kadar çok plan yapılır ki bu

olaylardan sonra, sanırsınız bu güç

dünyayı yerinden oynatır. Sonra üzerinden

zaman geçer, bu zaman zarfında planların

yerine oturması beklenirken; planları silip

süpüren zaman gözden kaçar. Her olayda

olduğu gibi yine zamanın eline bırakılan

tepkiler, yok olur gider. Hep “Unutma,

unutturma!’’ diye başlayan cümleler,

yerini “Bir sonrakinde böyle olmayacak!’’

cümlelerine bırakır. Unuturuz arkadaşlar!

Bunu da unuturuz! Ne de olsa bize

dokunmayan yılan bin yaşasın, biz hep

unuturuz. Unutmak gibi, sessiz kalmak

gibi, yapılan haksızlığı yok saymak gibi bir

huyumuz var ne de olsa. Bakınız, seçimden

sonra Mustafa Hoca’ya yapılan haksızlığı

unuttuk bile… Birkaç gün sosyal medyada

yer alsın yeter. Birkaç gün insanlar

paylaşımlarımızı beğensin kâfi…

Unutmamamız gereken tek bir şey var

aslında ‘’Unutmak Tükenmektir!’’. Bunu

kavradığımız an bütün sorun çözülecektir.

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

29

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

30

TARİH BUNU DA YAZAR

Çağhan SARI

Siyasetle meşgul olanlar zaman içinde

sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar ile

sorun yaşayabilirler. Haklı haksız hepsi

yaşayabilir. Üniversite öğrencileri,

hocalarına sosyal paylaşım yolu üzerinden

yaptıkları ifadelerdeki eleştiri ile hakaret

sınırını ayırt etmezse sorun yaşarlar.

İstisnasız hepsi yaşayabilir. Artık sosyal

medyadaki paylaşımlarınız karakter

analizlerinde ve etiketlenmenizde

kullanılır. İlgililerin merceğine girin bütün

paylaşımlarınız kullanılır. Unutmadan eğer

Türk Ocakları üyesi iseniz, sosyal

paylaşımlarınız Genel Merkez tarafından

hakkınızda soruşturma açılmasında yeterli

unsur teşkil edebilir. Maalesef haklı haksız

hepsi teşkil edebilir!

Bu yazının kaleme alınmasından yaklaşık

iki hafta kadar önce Türk Ocağı Genel

Merkezi, Ankara Şubesi’nin Yönetim

Kurulu’nu görevden aldığını duyurdu.

Yönetimin feshi ile ilgili karar metni ile

diğer yazışmaları, bu yazının sahibi tetkik

etme imkânı buldu. Ancak hadisenin

yargıya intikali sebebi ile neşredilme

sakıncası göz ardı edilmedi. Türk Ocakları

Genel Merkezi’nin bu karara vardığı

aşamaları hatırlayalım.

Türk Ocakları Genel Merkezi, 19 Nisan

2014 tarihinde gerçekleştirdiği kurultay

sonucunda göreve geldi. Seçimleri kazanan

mevcut yönetim idi. Mevcut yönetim ise

yıllarca başkanlık görevini ifa etmiş

saygıdeğer büyüklerden Nuri Gürgür’ün

2012 kurultayında seçimi kazandığı liste

idi. Nuri Gürgür bu kurultay ile başkanlık

görevini, listesinde yer alan tarihçi Prof.

Dr. Mehmet Öz’e bırakmıştı. İki sene görev

yapan Genel Merkez yönetimi 2014’de de

seçimleri kazanıp yoluna devam etmiş

oldu. Birçok yazıda değinildiği için son

seçimlerde Genel Merkez delege sayısı ile

ilgili mevzubahis açmayacağız.

Kurultaydan iki gün önce, dönemin Ankara

Türk Ocağı Gençlik Kolları Başkanı Burak

Yamuç bir bildiri yayınlar. İki arkadaşının

da imzası bulunan bu bildiride –şuan

görevde olan- Türk Ocakları Genel

Merkezi’nde Genel Sekreter Yardımcısı

Emrah Şenel’in gençlere karşı

yaklaşımlarından şikâyet edilmiştir. Bu

bildiri Facebook üzerinden yayınlanmış ve

birkaç saat içinde gençler tarafından

paylaşılmıştır. Şimdi bu bildirinin fesih

gerekçeleri arasında görmek, gençliğin

bildiri kaleme almasında ne kadar titiz (!)

olması gerektiğini gösteriyor.

Bir başka Facebook paylaşımı gerekçesi,

Bursa Türk Ocağı Gençlik Kolları Eski

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

31

Başkanı, Ankara’da feshedilen yönetim

kurulunun üyesi, Mehmet Altıntaş ile

ilgilidir. Mehmet Altıntaş, Ankara’da

yapılan Kırım mitingine katılmış, -malum

bozkurt tartışması- mitingde yaşanan

tatsız olayları Facebook’ta kendi

hesabından yorumlamıştır. Bazı hocalar

hesabına mesaj göndermişlerdir.

Gerekçeler arasında Mehmet Altıntaş

hakkında Ankara şube yönetiminin neden

soruşturma açmadığı vurgulanmıştır.

Olumlu olumsuz görüş beyan ederken

gençlerin ne kadar dikkatli ve ölçülü

davranması gerektiğini görüyoruz.

Facebook’ta eğer Genel Merkez’e muhalif

iseniz arkadaşlarınız ile yan yana gelip,

fotoğraf çektirip, Güzel Günler Göreceğiz

şiirine nazire yaparcasına ‘güzel şeyler

olacak’ yazısıyla fotoğrafı takdim

ederseniz yine bir soruşturmanın

muhatabı olacağını yazmamız gerekiyor.

Türk Ocakları Gençlik Kolları Eski Başkanı

Ömer Serdar Karaca, feshedilen Ankara

yönetiminde muhasip vazifesinde

bulunmuş, 43. Kurultay’da da Prof. Dr.

Mustafa Kafalı’nın listesinde yedek olarak

yer almıştır. Ömer Serdar Karaca’nın,

Mehmet Altıntaş ile masa başında

çalışırken çektirdikleri fotoğraf, ‘güzel

şeyler olacak’ yazısı ile paylaşılmıştır. Bu

paylaşım hakkında Ankara şubeye, Genel

Merkez’in soru yöneltmesi, yanıttan

memnun kalmaması şunu göstermektedir

ki, eğer muhalifseniz ve başarılı bir

muhalifseniz lütfen mesai sırasında

fotoğraf çekilmeyin. Çünkü siz böyle

yaparsanız atasözlerine konu olabilecek

bir performans sergiletirsiniz.

Son olarak eğer konferans veya konuşma

tertip ederseniz Facebook üzerinden

duyurmayın, afiş hazırlatmayın. Çünkü o

tarihlerde Genel Merkez’in bir etkinliği

vardır ve siz bu etkinliğe katılmak yerine

alternatif üretmiş olursunuz.

Fesih gerekçelerinin Facebook üzerinden

toplananları bu kadar ile sınırlı.

Twitter’daki paylaşımların olmaması

dikkat çekici; ya Twitter kullanılmıyor ya

da takip edilmiyor, bilemiyoruz. Elbette

Genel Merkez fesih kararı almaya haiz.

Ancak bu gerekçeler tarihe geçmeyecek

midir? Umumiyetle 1912-1931 devresi

yazılan Türk Ocakları tarihinin bu

döneminde, fesih kararlarını yazmak

mesele değildir. Mesele, gerekçeleri

yazabilmektir. Mesele, Ocak adabının ve

geleneğinin fesih kararlarında

hatırlandığını yazabilmektir.

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

32

SONSUZ SALTANAT

Veysel Gökberk MANGA

Bu yazıyı, bir "Türk Ocaklı eskisi" olarak,

birkaç yıl alın terimi dökerek hizmet

ettiğim Türk Ocağı'nın hâl-i pür-melâli

hakkında birkaç kelâm etmek hakkım

olduğuna inanarak yazıyorum.

Eskiliğim şöyledir: Bir süre, çeşitli

şehirlerde Ülkü Ocağı şubelerinde

bulunduktan sonra, buraların kısıtlı bir

dâire içinde dönüp durduğunu fark ederek

Ülkü Ocağı'ndan ayrılmıştım. Daha sonra,

hâlâ bir Türk Ocağı şubesinin başkanlığını

yapan kıymetli bir adamın, bir hocamın

peşine takılıp aklından, ferâsetinden

faydalanarak, Türk Ocağı bünyesinde

düzenlenen, daha ziyâde "akademik"

sayılabilecek faaliyetlere katıldım,

konferans ve seminerlerin devâmcısı ve

merâklı bir öğrencisi oldum. Tâ ki o

şehirde vaktim dolana ve Ankara'ya gelene

kadar...

O şehirden ayrılıp Ankara'ya gelmem

arasında bir yıllık bir süre vardı. Bu bir

sene, bende bâzı fikirlerin değişmesine,

bâzılarının da filizlenip kökleşmesine

imkân verdi. Bunlardan birincisi ve belki

en önemlisi, bir kurum eğer fazla eski ise,

onun bâzı yönlerden kusurlu ve tâmir

edilemez derecede kusurlu olduğunu

görmem oldu. İcrâ ettiği görev îtibâriyle

"salonda kalmakla" suçlanan ve gerçekten

de, şahsî çaba ve katılımlar gözardı

edildiğinde, "akademik" olarak varlığını

devâm ettirmeyi daha makul ve mantıklı

bulan Türk Ocakları, kuruluşunun 100.

yılını kutladığına göre, asırlık bir çınar

olmasına asırlık bir çınardı; fakat artık

hareket kaabiliyetinden yoksun bir

bünyesi vardı. Aktif bir hareketin

muharrik kuvveti olmak kudretinden,

zannımca yoksundu.

Bu mütalaalar sonunda Ankara'da, "Türk

Ocaklı" olmamaya karar verdim ve bu

şahsî kararımı yalnızca uyguladım,

kimseye açmadım. O kadar ki, geçenlerde

kapatılan Ankara Şube'nin kapısından

yalnız, özel toplantılar münâsebetiyle üç

kez girmişliğim vardır. Genel Merkez'e ise

iki kere gittim.

Sırası gelmişken, Genel Merkez

ziyâretlerimin ilkinden de kısaca

bahsetmem faydalı olacak: Bu ilk ziyârette,

yakından tanıdığım bir arkadaşın burs

başvurusu için ocağımızın kapısını

aşındırdık. Arkadaşım ısrârla benim de

burs başvurusu yapmamı, ona göre bursu

ziyâdesiyle hak ettiğimi söyleyip

duruyordu. Ben de ona, "belki ben bursu

hak ediyorum ama acabâ bu çeşitli

hâlleriyle kerrat cetvelini andıran not

tablonla sen hak ediyor musun?" diye

takılıyordum. Başvurusunu yapmaya

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

33

gittiğimiz şeyin, benim arkadaşım için

"önceden ayrılmış" olmasını bilmenin

rahatlığıyla bu lâfları edebiliyordum elbet.

Çünkü arkadaşımın torpili sağlamdı,

şimdiki Genel Başkan'ın adını "referans"

olarak kayıtlara geçirecekti. Onun ısrârları

netîcesinde burs başvurusunu alan genç

adama, başvuru yapmadan evvel bir soru

yöneltmek ihtiyâcı hissettim: Eğer ben,

Genel Başkan'ın adını yazan kötü bir

öğrenci olsam bu bursu alır mıyım veyâ

ben referansı olmayan iyi bir öğrenci

olsam bursun bana çıkması ihtimâli nedir?

Aldığım cevâp bana, Türk Ocağı'nın artık

bir zümrenin tapulu malı olduğunu iyice

belletti.

Meselemize dönelim: Türk Ocağı

kurulduğu vakit, birkaç gencin aklında

yeşeren bir yeni medeniyet tasavvurunun

tecessümü idi. Hareketliydi ve harekete

getiriciydi. Yeni ve kıymetli fikirler

sunmak kudretindeydi. Bir mücâdelenin

en güçlü yürütücüsü olacak kadar faaldi ve

bunların hepsi, yeni ve sağlam bir temele

oturması sâyesindeydi. Bu temelin

köklerini târihin içinden aldığı da mutlakâ

doğruydu fakat bu alış işi de, olduğu gibi

bir alış değildi. Kusurlu, çürümüş, âtıl

tarafların tasfiyesinden sonra kalanların

yepyeni bir enerjiyle yoğrulmasından

meydâna geliyordu. Nitekim cumhuriyeti

kurdu.

Ülkü Ocağı kurulduğunda ise, Türk Ocağı

eliyle kurulan cumhuriyet çok acı bir

tecrübe ile karşı karşıyaydı ve onun

kurulması da bir ihtiyâç idi. Bu sefer

mücâdele de biraz daha karanlık ve farklı

usûllerle yürütülmek zorunda kaldı; çok

canlar yandı ve kanlar döküldüyse de,

muvakkaten de olsa cumhuriyet, canına

kastedenlerin elinden kurtarıldı. Fakat bu

iki büyük ve târihî başarı, benim gözümde

artık iki kurumun da âtıl kaldığı ve o

muazzam muharrik kuvveti kaybettiği

gerçeğini değiştiremez.

Bu yazıyı, "bu iki ocağın da ateşli

günlerinden eser kalmamıştır, ikisinin de

kapatılması lâzımdır, bu millete

faydalarından çok zararları vardır" demek

için yazmıyorum. Hayır, söylediklerimin

hepsi şahsîdir ve ben, en iyisini bulana

kadar çâreyi, kurtarıcıyı bu kurumlar

dışında arayacağım. Ancak derdim başka:

Her şeye rağmen, Türk Ocağı'nın Ankara

Şubesi'nin iyi işler yapmaya, hem de âtıl

kalan, bozulan, belki çürüyen ve kokan

yapıya rağmen iyi işler yapmaya, enerjisini

hem o yapıyı düzeltmeye, hem de yeni ve

güzel şeyler yaratmaya sevkettiğini

hayretle görmüştüm. Çok iyi bir gençlik

ekibiyle, Türkiye'nin her tarafındaki Türk

Ocaklı gençleri bir araya getiren,

düşündüren, heyecanlandıran, "en büyük

eksiğimiz" olan "sevgisizliğimiz"e karşı

savaş açan kadroyu, şaşırarak

seyretmiştim. Şimdi bu gençlerin

müdâvimi olduğu şube kapatıldı ve ben

son kale de düşmüş gibi hissediyorum.

Neden biliyor musunuz?

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

34

Türk Ocakları Ankara Şubesi, son seçimde

ilerleyen yaşına rağmen büyük

fedâkârlıkla gidişâttan

memnûniyetsizliğini dile getirerek

adaylığını açıklayan Prof. Dr. Mustafa

KAFALI'ya destek verdikleri için... Mevcut

yönetim, kendisine yöneltilen her muhâlif

seslenişi, giyinip kuşandırdığı,

silâhlandırıp pusatlandırdığı 90

delegesiyle def etmeye önceden karar

verdiği için...

Bu meselede yazacak çok şey var. Onların

birçoğu da derginin bu sayısında, değişik

yazılarda yazıldı. Onun için ben

uzatmayacağım. Ancak yine de, bir alacaklı

yâhut Almanya'dan oğlu gelen ev sâhibi

gibi, Ankara Şube'nin kapısının kilidini

dahi değiştirerek, ne bir tebliğ, ne başka

bir şey, kapıya yalnızca bir not asarak

mühür vuran, yönetimi sıradaki "seçimli

atama"ya kadar kayyuma devreden Genel

Merkez'e bir çift lâfım var.

Bizdenseniz, bizden olduğunuzu

göstermekte acele ediniz. Bâzı şube

başkanlarınızın cumhurbaşkanlığı

sürecinde Recep Tayyip ERDOĞAN'ı

destekleyeceklerine dâir ortada dolaşan

haberleri ya yalanlayınız veyâ

doğrulayınız ki, bizler de vicdanlı Türk

milliyetçileri olarak, sizlere karşı nasıl bir

tavır takınabileceğimizi kestirebilelim.

İçinden âkil adam çıkaran, açılım

sürecinde hükûmetin karşısında erkekçe

duramayan, ERDOĞAN'ın

cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı

ATO'nun yönetim kurulunda önemli

isimler barındıran, Genel Başkanı

DTCF'deki bir eyâlet sistemi

konferansında yalnızca bir akademisyen

olarak, Türk Ocaklı kimliğini işe hiç

karıştırmayarak konuşma yapan bir Türk

Ocağı'nı bizden saymamak ve bütün

kuvvetlerimizle, âdil veyâ değil, ona

hücûm etmek en tabiî hakkımızdır.

Şimdilik, cevâp gelmeden evvel, böyle bir

Türk Ocağı'na, bir dörtlük hediye etmekle

yetiniyorum:

Gün gelir, sonlanır hayât ve memât, Yıkılır

ol devlet-i ebed-müddet. Sanmayın bâkîdir

tâc, taht, saltanat; Sizin de devriniz

geçecek elbet!

Devrinizin "devr-i sâbık"a döndüğü vakit,

sizi bugünkü yerimizde bekliyor olacağız.

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

35

Y KUŞAĞI NESLİN TÜRK OCAKLARI’NA

BAKIŞI Serhat KAHRIMAN

Efendim öncelikle burada yazılı olan her

şey eleştirilere sonuna kadar açıktır. Her

şeyin doğrusunu biliyorum diye değil

benim de söyleyeceklerim var diye bu

yazıyı yazıyorum ve bu satırlardaki

cümleler yüksek bir bilgi seviyesinden

değil bugüne kadar elde etmeye çalıştığım

görgülerimden dökülmüştür.

Tevellüt; doksan iki, takdir ederseniz son

zamanlarda yapılan tasniflere göre hani şu

meşhur “y” kuşağındanım. Lise yıllarım

boyunca hayalim hep Ankara’da okumaktı.

Ankara’ya gidecek ve hep meraklısı

olduğum şu ‘siyaset’e dalacaktım. Her gece

başımı yastığa koyduğumda türlü hayaller

kurdum. Ve nihayet kader beni de

Ankara’nın taşlı yollarına düşürdü. Hem de

Gazi Üniversitesi’ni kazandım. Her şey

benim bir an önce “siyaset”e dalıp yıllardır

sevdalısı olduğum Türk Milliyetçiliği

davasına hizmet edebilmem için lehime

işliyordu. Hazırlık sınıfını bitirip 1. Sınıfa

başladığım yıl bir arkadaşım vasıtasıyla

Türk Ocakları Ankara Şubesi’nde bulunan

gençlik kollarının sene başı tanışma

kahvaltısına katıldım. Birbirinden

kıymetli, değerli, donanımlı Türk

milliyetçisi genç arkadaşlarla tanıştığım

gün işte benim yerim burası dedim.

Camiamız için ilmi ve fikri boyutta

çalışmalar yapan, Türkçü camianın

insanlarca üzerine yapıştırılmış

portresinden çok farklı insanlardı burada

gördüklerim.

İşte Türk Ocakları ile benim tanışmam

böyle oldu. Bir çoğumuz gibi; “bir arkadaş

vasıtası ile”. Yani Türk Ocağı’na gelip giden

bir arkadaşınız yoksa orayı tanımak biraz

zor olabiliyor. Kuşağımız ocağı tanımıyor

mu? Camiamız ile alakadar olan gençleri

saymazsak ne yazık ki bir çok arkadaş

tanımıyor. Ülkü ocaklarıyla aynı değil mi,

Alperenler’in değil mi gibi sorularla

karşılaşabiliyorsunuz. Veyahutta daha

acısı “ihtiyarlar kulübü, ulusalcıların

mekânı” gibi daha başka yakıştırmalarla

da karşılaşabiliyorsunuz. Hele son

zamanlarda bir başka duyabileceğiniz

yakıştırma; “cemaatçiler, akkurtlar”.

İnsanlar bu yakıştırmaları yaparken

elbette edindiği bazı izlenimler vardır.

İnsanlara niye bunu bize yakıştırıyorsun

diye çıkışmak yerine bu yakıştırmaları hak

edecek ne yapıyoruz diye aynaya

Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

36

bakmalıyız. Velhasılı kelâm insanlara Türk

Ocakları’nın, Türk Ocaklıların kendini

anlatmaya ihtiyacı var. Hatta her Türk

Ocaklının ihtiyaçtan da ziyade ocağına,

camiasına, davasına böyle yakıştırmalar

yapıldığı için, yapılmasına fırsat verdiği

için borcu da var.

Tabii Tüm bu yanlış ve yakışıksız

yakıştırmaların yanında Türk Ocakları’nın

102 yıllık bir mazisi ve belli bir kimliği,

duruşu vardır. Fakat bizim kuşağımızın

bir özelliği –kendi gençlerimizin tenzih

ediyorum- büyüklerinden çok yaşıtlarına

bakarak, onlarla konuşarak bir şeyleri

öğrenme yolunu tercih ediyor. İşte tam da

bu noktada Ankara Şubesi ile başlayan

Gençlik Kolları yapılanması Türk

Ocaklarını ve Türk Ocaklılığı kendi

kuşağına tanıtma rolünü üstlenmişti. Sırası

ile Ömer Serdar Karaca, Yusuf Emre Koç ve

Burak Yamuç’un Şube Gençlik Kolları

Başkanlıkları dönemlerinde gençlerle olan

diyalog artmış ve ocağımız etrafında

toplanan gençlik halkası gitgitde

büyümüştür. Nuri Gürgür döneminde

Genel Merkez’de Gençlik Kolları için bir

başkanlık sıfatı oluşturulması ve bunun

başına da Ömer Serdar Karaca’nın

getirilmesiyle tüm ülke genelinde Türk

Ocakları’nın gençlik faaliyetleri hız

kazanmıştır. Öyle ki Türk Ocaklı gençler

Türkçü camianın gülen yüzü olmayı

başarmışlardır. Kuşağımızın buna tepkisi

tabii ki gecikmedi. Zamanla etraflarında

Türk Ocaklı gençleri gören arkadaşlar

faaliyetleri hayranlıkla izler oldular. Tabii

burada ocaklı arkadaşlarımızın güzel

karakterlerinin ve güler yüzlü, çalışkan ve

mütevazi tabiatlerinin büyük bir katkısı

oldu. Türk Ocakları geleceğine yatırım

yapmaya başlamış ve kendini yönetecek

kadrolarını kendi yetiştirmeye başlamıştı.

Rabbim bu şerefli kurumun Ankara

Şubesi’nde Burak Yamuç’un başkan

yardımcılığı görevini yürüttükten sonra

bana da Gençlik Kolları Başkanlığı

yapmayı nasip etti. Bu dönemde öyle güzel

insanlar tanıdım ki; Türk Milleti’ni ve Türk

Ocakları’nı omuzlarında taşımaya hazırlar.

Özellikle bayan arkadaşlarımızın

ocağımıza olan rağbeti bizi daha çok

sevindiriyordu. Demek ki bizim beyefendi

arkadaşlarımız bayanları rahatsız edecek

bir tutumda bulunmuyorlardı ki; bayanlar

bütün bir yüreklilikleriyle ocağa

koşuyorlar. Bir nesli anaların yetiştirdiğini

düşünecek olursak Türk Ocakları artık iki

kuşak ötesine yatırım yapmayı başarmıştı.

Lise yaş grubundan arkadaşlarımızda 15-

20 kişilik bir grup halinde sürekli

aramızdalar. Hatta öyle ki aralarında 99’

doğumlu kardeşlerimiz bile var. Ağabey ve

ablalarıyla birlikte ocaklılık şuurunu

kazanmak için çabalıyorlar. Heyecanları

ise görülmeye değer şekilde yüksek.

Bu arkadaşlarımıza asla ve asla kurum

içerisindeki kişileri kötülemek gibi fena

fikirler enjekte edilmedi. Bu gençler A

şahsı, B şahsı, C şubesi, D’nin hatrı için

değil doğrudan Türk Milleti ve Türk

Ocakları için orada bulunuyorlar. Hepsinin

bir sözü vardı kendi aralarında “Davamızı

karakterimizde taşıyacağız. Tüm neslimize

örnek olacağız. Bütün Türkçü camianın

üzerine haksız yere yapıştırılmış olan kara

ve çirkin etiketleri, tabuları yıkacağız.”

Nihayetinde bu sözü vermekle kalmayıp

hepsi yerine getiriyorlar. Oturup

kalkmalarından, giyim kuşamlarına,

konuşurken sarf ettikleri cümlelerden,

Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

37

insanlara karşı davranışlarına kadar lisan-ı

hâl ile örnek olma gayreti içerisindeler.

Yaptıkları okumalar ile kendilerini

donatmaya özen gösteriyorlar. Öyle bir

teşekkür beklentisi içinde de olmayan bu

genç kardeşlerimiz “y kuşağı”na Türk

Ocakları’nı tanıtmayı en güzel şekilde

başarıyorlar. Bu çok kıymetli

kardeşlerimin isimlerini burada tek tek

sayamadığımdan ötürü çok üzgünüm.

Hepsi sayfalara bedel, pırıl pırıl insanlar.

Bu gençler için Türk Ocaklı olmak, ülkücü

olmak bir siyasi kimlik değil, bir yaşam

tarzıdır.

Gelelim son günlerde yaşanan Türk

Ocakları Ankara Şubesi’nin bu üzücü

süreci bütün genç kardeşlerimizi derinden

üzdü. Ankara Ocak gençler için artık bir

yuva gibi olduğu için gittiklerinde kapının

karşılarında duvar olması hepsini sarsıyor.

Ve bu yürekli gençleri hiç kimse sormuyor.

Bu süreç böyle işledi, bu gençler ne

yapıyor, ne oldu diyen bir kimse yok.

Gençler derken öyle üç beş kişilik marjinal

bir gruptan bahsetmiyorum. Burada

bulunan gençlerin fikriyatının ne olduğu

üzerine zerre kadar fikri olmayan nice

insanlar tanımak istemezdim, tanıdım.

Gençlerin burada böyle kalabalık olup,

böyle güzel hayaller kurup, çalışıp, güzel

şeyler amaçladığını bilmeyen, hiç bir

şekilde haberi dahi olmayan adamlar

görmek istemezdim, gördüm. Bu

kalabalıkta bir birine tutkun bir gençlik

yabana atılırsa yazık olacak. Türk Milleti

adına, Türkçülük adına, Türk Ocakları

adına hayalleri olan, bu nesli kazanmak

çok emekler aldı, kaybetmek kolay

olmasın. Lise yıllarımdan bir hocamın sözü

aklıma geliyor; “Türkiye’de en kolay

harcanan şey gençliktir.” demişti. Hocamın

bu sözü haksız çıkarılsın.

Son olarak peki senin vasfın ne ola ki bu

yazıyı yazdın diye soran olursa; efendim

ben bu millete gönül vermiş, Türkçü,

kendini Türk Ocakları’nda yetiştirmeye

çalışan bir çok gençten sadece biriyim. Bu

kuşağın, bu insanların içinde onları izleyen

sıradan bir çift göz olarak izlenimlerimi

aktardım. Hep kuşak farkından, birbirimizi

anlayamamaktan şikâyet edildiği için ben

de arkadaşlarımın içinde genel

gözlemlerimi yazdım. Belki de bir abimin

dediği gibi doğru bildiğimi söylemek için

30 yıl beklemeliydim, ama 30 yıl sonra da

gençler adına bir yazı yazmak için biraz

geç olurdu değil mi? Saygılarımla, hürmet

ederim…

Page 41: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

38

TÜRK OCAKLARI VE MİLLİ ŞUUR Ziya GÖKALP

Millî şuurun kaynaklarından ikincisi millî

tarih fikridir. Hakikatte tarih ve coğrafya,

milletin hars ve medeniyetini yaratan

esaslı âmillerden birisidir. Tarih şuuru,

millî topluluğun mazisinin

derinliklerinden kuvvet alarak istikbâle

doğru bir bütün halinde ilerlemesini temin

eden biricik unsurdur. Millî tarih fikrine

bağlı bulunmayan cemiyetler maziden

kuvvet alamadıkları gibi, istikbâle de

metin adımlarla yürümek kudretini

gösteremezler. Bu itibarla topluluk da milli

tarih şuurunun yaratılması ve

kuvvetlendirmesi iktiza etmektedir. Bütün

eğitim müesseselerin yanı başında genel

olarak Türk Ocakları eskiden beri bir gaye

uğrunda çalışmaktadırlar. Birinci Cihan

Harbinde Başkomutan, Çanakkale de

olağanüstü fedakârlığı istilzam eden

vazifelerde gönüllü isterken ortaya atılan

gönüllülerin çoğunun Türk Ocağı

mensuplarını teşkil eden yedek

subaylardan çıkması, memleketimizde ve

cemiyetimizde ocaklarımızın yarattığı

müspet tesiri ispata kâfi gelir sanırız.

Millî tarih şuurunun milletin buhranlı

zamanlarında kalkınması için biricik

mânevi destek teşkil ettiği tarihte görülen

misalleriyle tespit edilmiştir. Müşterek

hâtıralar ve müşterek keder ve sevinçler

hep tarih potasının içerisinde

yoğurulmuştur. Bilhassa ecdâdın mâruz

kaldığı büyük zafer dostlarını millî

tarihimizin başlıca kuvvet menbâlarıdır.

Eski Yunanlılar, yurtları istilaya uğradığı

zamanlarda, Odise destanlarını nesillere

intikal ettirerek ruhlarında aradıkları

kuvveti bulabilmişlerdir.

Biz Türkler, tarihimizin her milletten daha

zengin destanlara sahip bir ırkın çocukları

olmakla iftihar ederiz. Orta Asya'da

Çinlilerle ve Moğollarla olan mücadelemiz,

hep bu tarihî kudretimize dayanmıştır. Ve

aradığımız bu büyük ruh kudretini , zengin

tarihimizin kaynaklarından bulmuş ve

aramışızdır. Bozkurt Efsanesi, Orta

Asya'da ırkımızın geçirdiği büyük

buhranda daima rehberlik yapmıştır. Ünlü

Başkumandan Atatürk, ordularına yaptığı

tamimlerde en karanlık ve ümitsiz anlarda

millî tarihin mefahirini zikrederek onların

maneviyatını takviyeye çalışmıştır. Ve

nihayet Türk Gençliğini de yine millî

tarihin mirası olan Türk kanının

Page 42: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

39

mevcudiyetini ve büyük hazine olarak

tavsif etmiştir.

Tarih ve coğrafya, birbirini tamamlayan iki

unsurdur. Coğrafya milletin yaşadığı vatan

bütününü temsil eder. Bu umumî realiteye

müstesna olarak bazı milletlerin

mevcudiyetini görmekteyiz. Ezcümle

İsviçre ve Amerika gibi memleketlerde

birçok milletlerin bir yurt içerisinde

toplandığı müşahede edilebilir. Fakat bu

hal de, yine tarihin bir zaruretidir. Ve bu

istisnalar umumi kaideye halel verecek

mahiyette değildirler. Adı geçen

topluluklarda yurt birliği kadar tarih

birliği de mevcut olsaydı, muhakkak ki,

mevcudiyetleri daha sağlam temellere

istinat etmiş olurdu. Tarihin çizdiği

hakikat budur.

Eski Roma'da Cermen istilasına karşı

gösterilen mukavemet, millî tarih

şuurunun kuvveti ile yapılmış ve Galya

istilâdan bu şekilde kurtulabilmiştir.

Kartaca da Anibal'in etrafında toplanan

küçük bir topluluk, büyük Roma

İmparatorluğu ordularına karşı maddî

kudretine inanarak mücadele etmiştir. Bu

da, millî tarih şuurunun tezâhüründen

başka bir şey değildir.

Bugün her türlü eğitim ve öğretim

müesseseleriyle hükümet olarak ve her

türlü kültür müesseseleriyle millet olarak

amacımız, millî tarih şuurunun takviyesi

etrafında toplanması olmalıdır. Aksi halde

bütün silahların ve her türlü maddi

varlıkların en buhranlı zamanlarında bir

taş yığınından başka bir mânâ ifade

etmediğini ve milletin içinden gelen ruh

kudretinin her türlü maddî kuvvetten

üstün olduğuna tarih şahittir.

TÜRK YURDU - Haziran 1955

Page 43: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

40

HOCALARIMIZI ZİYARETLERİMİZDEN

Page 44: Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI

MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.