fİlİst İn-İsra İl Çati Şmasi ve hamastez.sdu.edu.tr/tezler/ts00671.pdf · 2013-09-23 · ii...
TRANSCRIPT
T.C SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYALBİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASI ve HAMAS
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Ali BURHAN
Tez Danışmanı : Yard. Doç. Dr. Timuçin KODAMAN
ISPARTA, 2008
i
ÖNSÖZ
Ortadoğu, çok stratejik bir coğrafya olması sebebiyle eski çağlardan beri önemini korumaktadır. Bölge, Mezopotamya ve Nil Havzaları gibi verimli tarım alanlarının yanı sıra önemli kara ve suyollarına sahiptir. Ayrıca 20. yüzyıla damgasını vuran petrolün yaklaşık %60’ının bu bölgede olması, Ortadoğu’yu eşsiz bir coğrafya haline getirmiştir. Önemli kara ve suyollarına sahip ve ulaşım yollarının kavşak noktası olan bölge asırlardan beri büyük güçlerin ilgisini çekmiştir. Büyük güçler bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti sebebiyle bu emellerine 4 asır ulaşamamıştır. 20. yüzyılda Osmanlı’nın bölgeden tasfiyesiyle birlikte Ortadoğu, büyük güçlerin hâkimiyetine girmiş ve uzun yıllar istikrara hasret kalmıştır. Sahip olduğu eşsiz coğrafya ve petrol, bölgeye refah ve huzur getirmemiş; bölgeyi birçok önemli sorunun merkezi haline getirmiştir.
Ortadoğu, birçok komplike sorunu barındırmasına rağmen, kuşkusuz bölgenin en önemli sorunu Filistin-İsrail Çatışmasıdır. Filistin-İsrail Çatışması bölgedeki diğer sorunları doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Arap ülkelerinde Filistinli çok sayıda mülteci yaşamaktadır. Ayrıca İsrail’in Filistinlilere karşı baskıcı ve sert tutumu, Arap halklarında İsrail’e karşı bir düşmanlık yaratmaktadır. Bölgede oluşan İsrail karşıtlığı, İsrail’i güvenlik endişesine sevk etmektedir. Bu endişe, İsrail’i daha agresif politikalara itmekte fakat uygulanan politikalar çözüm getirmemektedir. Çatışma’da sertlik, sertliği doğurmaktadır. İsrail’in Filistinlilere karşı sertlik yanlısı tutumu 1987 yılında HAMAS’ın doğmasına neden olmuş ve HAMAS, Filistin’de önemli bir aktör haline gelerek 25 Ocak 2006 Filistin Seçimlerini kazanmıştır.
HAMAS’ın Filistin seçimlerini kazanarak iktidara gelmesi ABD, AB ve İsrail tarafında tepkiyle karşılanmıştır. Uzun yıllar Ortadoğu’ya sırtını dönmüş olan Türkiye ise, HAMAS’ın, seçimleri kazanmasından kısa bir süre sonra, liderlerini Ankara’ya çağırarak görüşme yapmıştır. Böylece Türkiye Filistin-İsrail Çatışmasında ve Ortadoğu’da etkin bir dış politika izleyeceğini göstermiştir. Bu bakımdan çalışmamız daha anlamlı ve önemli hale gelmektedir.
Filistin-İsrail Çatışmasını akademik bir çalışmanın gerektirdiği tarafsızlıkla ele almaya çalışsak ta başvuruda bulunduğumuz kaynakların bazıları taraflıdır. Tarafsız kalmaya çalışan araştırmacılar dahi İsrail’in uyguladığı baskı ve şiddeti gözardı edememiştir. Bu bakımdan biz burada İsrail’e eleştiri getiren her kaynağı titizlikle inceleyip yalnız Anti-Semitik bir düşünceyle yazıldığına kanaat getirdiğimiz kaynaklara başvurmadık.
Çalışmamıza katkılarından dolayı Süleyman Demirel Üniversitesi araştırma görevlileri Selim Kanat ile Esma Saraç’a, Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi Hakan Günaydın’a ve Fatma Doğan’a müteşekkirim. Manevi desteğini hep hissettiğim ve motivasyonumda önemli katkısı bulunan babama minnettarım. Özellikle yoğun iş temposu içinde bana vakit ayıran değerli hocam Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Timuçin Kodaman’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Hocamın desteği olmadan bu çalışmayı tamamlamam mümkün olmazdı.
ii
ÖZET
FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASI VE HAMAS
Ali BURHAN
Süleyman Demirel Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Yüksek Lisans Tezi, 145 sayfa, Eylül 2008
Danışman: Yard. Doç. Dr. Timuçin KODAMAN
Bu tezin amacı, yaklaşık bir asırdan beri devam eden Filistin-İsrail
Çatışmasını incelemektir. Çalışmanın temel çıkış noktası sorunun kaynağının Batı kökenli olduğudur. Sorunun kökeni, Anti-Semitizm ve Siyasi Siyonizm’e dayandırılmıştır. Özellikle diasporadaki Yahudilere karşı oluşan Anti-Semitizm Batı kökenlidir. Siyasal objeler kullanılarak Kudüs ve çevresinde bir Yahudi yurdu kurma ideolojisi olan Siyonizm’in de en büyük destekçisi Batılı büyük güçler olmuştur. Sorunda bu denli pay sahibi olan batı, günümüz jeopolitiğinde Filistin Sorununda önemini devam ettirmektedir. Zira sorunun çözümü yine Batılı büyük güçlerin özellikle ABD’nin elindedir. Ayrıca İsrail’in bölgede gücüyle doğru orantılı kullandığı aşırı şiddet 1987’den sonra HAMAS fenomeninin doğmasına neden olmuştur. HAMAS’ın analizi, çatışma ve barış süreci üzerine etkisi çalışma içinde incelenmektedir.
Çalışmada iki temel varsayım üzerinde durulmuştur. Birincisi Çatışmanın kökeninde yatan nedenlerin Batılı güçler tarafından çıkarılması nedeniyle, Çatışmanın Batı tarafından yaratıldığıdır. Gerek Anti-Semitizm, gerekse Siyasi Siyonizm Batılılar nedeniyle ortaya çıkmıştır.
İkinci temel varsayım ise çatışmada şiddetin şiddeti doğurmasıdır. 1987 yılındaki I. İntifada ile kurulan HAMAS, Ariel Sharon’un provaketif Harem-i Şerif ziyareti sonucu başlayan II. İntifada’nın en önemli aktörü haline gelmiştir. II. İntifada sırasında İsrail’in aşırı güç kullanımı 25 Ocak 2006 tarihinde yapılan Filistin seçimlerini HAMAS’ın kazanmasıyla sonuçlanması bu durumun açık göstergesidir.
Sonuç olarak büyük güçlerin Ortadoğu politikası bu haliyle devam ettikçe veya büyük güçler arası denge bugünkü konjonktürdeki haliyle sürdükçe Filistin sorunun çözümü İsrail’in inisiyatifinde olurken, bölgede de şiddetin sona ermesi mümkün görünmemektedir. Anahtar Kelimeler: Filistin, Kudüs, Anti-Semiztizm, Siyonizm, Ortadoğu, Büyük Güçler, İntifada, HAMAS, Barış Süresi.
iii
ABSTRACT
The PALESTINE-ISRAEL CONFLICT AND the HAMAS Ali BURHAN
Süleyman Demirel University, Department of International Relations
MA Thesis, 145 pages, September 2008
Supervisor: Assist. Prof. Dr. Timuçin KODAMAN This thesis aims to analyze the nearly one century long Palestine-Israel
conflict. The main starting point for this study is that the source of this conflict is Western originated and is based on anti-Semitism and political Zionism. Especially the anti-Semitism against the Jews in exile is Western originated. Also the main supporters of the Zionism which is basically an ideology that aims to establish an autonomous Jewish state around the Jerusalem by the use of political symbols are the major Western powers. The West, which has such an important share in the conflict, continues to play an important role in today’s geopolitics. Because, the solution for the conflict lies in the hands of Western powers, especially the US. Additionally, the Israeli use of extreme force parallel to its power in the region resulted in the birth of HAMAS phenomena. The analysis of the HAMAS and its role on the conflict and peace processes are analyzed in this study.
This study focuses on two main assumptions. One assumes that the conflict is created by Western powers due to the fact that the reasons behind the conflict were Western originated. Both anti-Semitism and political Zionism have been results of the Western actions.
The second main assumption is that the violence results in more violence in this conflict. HAMAS, which was established with the 1st Palestinian uprising in 1987, became the most important actor with the 2nd uprising period that resulted from the Ariel Sharon’s provocative visit to Harem-i Şerif. The extreme Israeli violence during the 2nd uprising period and the HAMAS victory in the 25 January 2006 elections is a clear indicator of this assumption.
To sum up, if the Middle Eastern policies of the major powers and the balance of power between them continue the same, the initiative to end the conflict will be in Israel’s hands and therefore it is not possible to foresee the end of the violence in the region. Key Words: Palestine, Jerusalem, Anti-Semitism, Zionism, the Middle East, Major Powers, Palestine Uprising, HAMAS, Peace Process.
iv
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .......................................... HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.
ÖZET ............................................. HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.
ABSTRACT ...........................................................................................................İİİ
İÇİNDEKİLER......................................................................................................... İ
KISALTMALAR............................ HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.
GİRİŞ………………………………………………………………………………...1
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMLAR, FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ ve ORTADOĞU
1.1. Filistin-İsrail Çatışmasında Genel Kavramlar .....................................................8
1.1.1. Filistin..........................................................................................................8
1.1.2. İsrailoğulları (Yahudiler) ..............................................................................9
1.1.3. Vaadedilmiş Toprak ...................................................................................10
1.2. Filistin-İsrail Çatışmasının Kökenleri ...............................................................11
1.2.1. Anti-Semitizm............................................................................................12
1.2.1.1. Anti-Semitizm Kavramı.....................................................................12
1.2.1.2. Anti-Semitizm’in Nedenleri...............................................................13
1.2.1.2.1. Anti-Semitizm’in Dini Ve Kültürel Nedenleri ........................13
1.2.1.2.2. Anti-Semitizm’in Siyasal Nedenleri .......................................15
1.2.1.2.3. Anti-Semitizm’in Ekonomik Nedenleri ..................................16
1.2.1.3. Anti-Semitizm’in Tarihsel Süreci.......................................................17
1.2.2. Siyonizm....................................................................................................20
1.2.2.1. Siyonizm Kavramı.............................................................................20
1.2.2.2. Siyonizm’i Ortaya Çıkaran Nedenler .................................................23
1.2.3. Siyonizm – Anti-Semitizm İlişkisi..............................................................24
1.3. Ortadoğu..........................................................................................................25
1.3.1. Ortadoğu Kavramı ve Coğrafi Sınırlar ........................................................26
1.3.2. Ortadoğu’nun Önemi..................................................................................26
1.3.2.1. Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi.........................................................27
1.3.2.1.1. Jeopolitik Kavramı .................................................................27
1.3.2.1.2. Jeopolitik Kuramlar ve Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi.........27
v
1.3.2.2. Ortadoğu’nun Tarihi, Kültürel ve Dini Önemi ....................................31
1.3.2.2.1. Tarihi ve Kültürel Faktör.........................................................31
1.3.2.2.2. Dinsel Faktör ..........................................................................33
1.3.2.3. Ortadoğu’nun Ekonomik Önemi .........................................................35
İKİNCİ BÖLÜM
ÇATIŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ ve BÜYÜK GÜÇLERİN FİLİSTİN POLİTİKASI
2.1. Çatışmanın Tarihsel Süresi..... HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.7
2.1.1. 1917 Öncesi Dönem ...................................................................................38
2.1.2. 1917-1948 Arası Dönem ............................................................................43
2.1.3. 1949-1987 Arası Dönem ............................................................................52
2.2. Büyük Güçlerin Filistin Politikası ....................................................................59
2.2.1. İngiltere’nin Filistin Politikası ....................................................................60
2.2.2. ABD’nin Filistin Politikası .........................................................................63
2.2.3. Rusya’nın Filistin Politikası .......................................................................69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÖRGÜTLÜ FİLİSTİN DİRENİŞİ
3.1. Filistin’in Bağımsızlığı İçin Kurulan Örgütlenmeler.........................................72
3.1.1. İslami Hareket (Müslüman Kardeşler) ........................................................73
3.1.2. Filistin Kurtuluş Hareketi (El-Fetih) ...........................................................78
3.1.3. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ..................................................................79
3.1.4. İslami Direniş Hareketi (HAMAS) .............................................................81
3.1.4.1. Siyasal İslam’ın Yükselişi..................................................................81
3.1.4.2. HAMAS’ın Doğuşu ve I. İntifada ......................................................83
3.1.4.2. HAMAS’ın Kuruluşu.........................................................................85
3.1.4.4. HAMAS’ın Stratejik Zihniyeti...........................................................87
3.1.4.5. HAMAS’ın Örgüt Yapılanması..........................................................89
3.1.4.5.1. HAMAS’ın Askeri Yapılanması.............................................90
3.1.4.5.2. HAMAS’ın Sivil Yapılanması................................................91
3.1.4.6. HAMAS’ın Önderleri ........................................................................92
3.1.4.7. HAMAS’ın Mali Yapısı.....................................................................96
3.2. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Barış Süreci ....................................................98
vi
3.2.1. Madrid Konferansı ...................................................................................100
3.2.2. Oslo Anlaşması ........................................................................................102
3.2.3. Gazze-Eriha Anlaşması ............................................................................104
3.2.4. Oslo II Anlaşması.....................................................................................105
3.2.5. Wye River Anlaşması...............................................................................106
3.2.6. Cam David Görüşmesi .............................................................................107
3.2.7. II. İntifada ve Şarmu’ş Şeyh Anlaşması ....................................................109
3.2.8. Barış Sürecinin Değerlendirilmesi ............................................................112
3.3. Barış Sürecine HAMAS’ın Yaklışımı.............................................................113
3.4. 2006 Filistin Seçimleri ve Hamas’ın İktidarı ..................................................118
3.4.1. HAMAS’ı İktidara Getiren Sebepler.........................................................120
3.4.2. HAMAS’ın Seçim Zaferi Sonrası Filistin .................................................121
SONUÇ ................................................................................................................126
KAYNAKÇA ............................. HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.31
EKLER....................................... HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.39
ÖZGEÇMİŞ................................ HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.45
vii
KISALTMALAR
AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri a.g.e. : adı geçen eser a.g.m. : adı geçen makale BM : Birleşmiş Milletler Bkz. : Bakınız Çev. : Çeviren Der. : Derleyen EL-FETİH : Filistin Kurtuluş Hareketi FKÖ : Filistin Kurtuluş Örgütü HAMAS : İslami Direniş Hareketi IDF : İsrail Silahlı Kuvvetleri IZL : Irgun Zvei Levmi Örgütü MC : Milletler Cemiyeti MÖ : Milattan Önce MS : Milattan Sonra NATO : Kuzey Atlantik Savunma Paktı NGO : Non-Govermental Organizations (Hükümetleraşırı Örgütler) OPEC : Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü s. : Sayfa SSCB : Sovyetler Birliği UNSCOP : Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi yy. : Yüzyıl ZHL : İsrail Savunma Kuvvetleri
1
GİRİŞ
20. yüzyılın en karmaşık uluslararası sorunlarından biri Filistin-İsrail
Çatışmasıdır. Filistin-İsrail Çatışmasında 2006 yılı başında yaşanan gelişmeler,
çatışmayı daha karmaşık hale getirmiştir. 25 Ocak 2006 tarihinde Filistin’de yapılan
genel seçimleri İslami Direniş Hareketi (HAMAS) kazanmıştır. Bu durum Filistin-
İsrail Çatışmasının uluslararası gündemin en önemli konularından biri olmaya devam
edeceğini göstermektedir. Zira Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), Avrupa
Birliği’nde (AB) ve İsrail’de terör örgütü olarak kabul edilen HAMAS’ın Arap
Ülkelerinde seçimle iktidara gelen ilk İslami Hareket olması, Ortadoğu siyasetinde
deprem olarak nitelendirilmiştir.1
ABD ve AB’nin terör örgütü listesinde yer alan HAMAS’ı, Filistin halkının
iktidara getirmesi Filistin-İsrail Çatışmasında dönüm noktasıdır. Gerek HAMAS’ın
örgütsel davranışı, gerekse Filistin’de yaklaşık 40 yıldır devam eden statükonun
sonlanması açısından Filistin-İsrail Çatışması daha farklı bir boyuta girmiştir. 2006
Filistin genel seçimleri, 2 Haziran 1964 yılında Arap Devletleri tarafından kurulan
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1969 yılından beri başında bulunan Filistin
Kurtuluş Hareketi’nin (El Fetih)2 yaklaşık 40 yıllık hâkimiyetine son vermiştir.
HAMAS, iktidara gelerek uluslararası aktör olma konumunu güçlendirmiştir.
Gerek İsrail yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudi sivillere ve İsrail askeri gücüne
saldırıları olsun, gerekse örgütün siyasi ve ekonomik bağlantıları olsun HAMAS’ın
uluslararası aktör olduğunun kesin bir göstergesi olsa da Filistin halkının oyuyla
iktidara gelmesi bu aktör konumunu iyice güçlendirmiştir.
1 Bora Bayraktar, HAMAS: Terör mü Yoksa Silahlı Direniş Örgütü mü? İslami Hareket Demokratik ve Ilımlı bir Siyasi oluşuma mı Dönüşüyor?, 1.Baskı (İstanbul: Karakutu Yayınları, 2007), s. 30. 2 Yıldırım Boran, Geçmişten Günümüze Filistin Direniş Hareketi El-Fetih ve HAMAS, 1. Baskı (İstanbul: Mephisto Kitabevi,2006), s. 87-90.
2
17. yüzyılda Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler, ulus devletin ortaya
çıkmasında önemli rol oynamıştır. Papalığın gücünün kırılmasıyla monarşiler
kuvvetlenmiştir. Özellikle 1618-1648 tarihleri arasında süren 30 Yıl Savaşları’nın
Protestanların galibiyetiyle sonuçlanmasının ardından 1648’de Westphalia
Anlaşması imzalanmıştır. Belirli kurallara göre hareket eden ve aralarında düzenli
ilişkiler bulunan devletlerin oluşturduğu bütün uluslararası sistem Westphalia
Anlaşmasıyla ortaya çıkmıştır. Westphalia ile Katolik Habsburgların Avrupa’ya
egemen olma tehdidi ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca uluslararası sisteme çok sayıda
devlet bu anlaşmadan sonra katılmıştır.3
Dini çatışmalar, Avrupa’da Modern Devletlerin doğuşunu hızlandırmıştır.
Avrupa’da devlet; belirli bir toprak parçası üzerine konuşlanmış ve dokunulmaz
sınırlarıyla çevrili toprak bütünlüğüne sahip bir yapı olarak tanımlanmıştır. Bu tanım
çerçevesinde Westphalia Anlaşması’na dâhil olmuş bütün devletler egemenliğe
kavuşmuştur. Ayrıca devletin en önemli unsuru olan egemenliğin üzerinde
durulmuştur. Dış egemenlik kavramının kabul edildiği Westphalia Anlaşması,
modern toprak bütünlüğüne sahip devletin yasal temellerini oluşturmuştur. Böylece
yeni bir uluslararası etkileşim sistemi, yeni kavramlar ve teoriler sistemi ortaya
çıkmıştır. Anlaşmanın dış egemenlik ilkesini tanıması, modern devletlerarası
sistemin resmi olarak tanınmasıyla ve yasal olarak zemininin sağlamlaşmasıyla
sonuçlanmıştır.4
Uluslararası siyasal sistemde devletlerin önemi 19. yüzyılda yaşanan yeni
gelişmelerden dolayı giderek artmıştır. Özellikle 19. yüzyılda ulusçuluk hareketi;
bireyin, merkezi devlete sıkı bir biçimde duygusal bağlarla bağlanmasını sağlamıştır.
Bu durum normal vatandaşında devletin siyasal yaşantısında söz sahibi olmasına
neden olmuştur. Dönemin ulusçu önderleri, ayrı bir devletin var olabilmesi için
gerekli olan tek meşru temelin ayrı bir etnik ve dinsel grubun var olması gerektiğini
3 Oral Sander, Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, 15. Baskı (Ankara: İmge Kitabevi, 2006), s. 100-101. 4 Torbjon L. Knutsen, Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, 1. Baskı (İstanbul: Açılımkitap Yayınları, 2006), s. 124-126.
3
belirtmiştir. Bu akım doğrultusunda etnik gruplara dayalı olmayan Avrupa
Devletlerinde ulusçuluk hareketi başlamış ve Osmanlı, Rusya, Avusturya-Macaristan
İmparatorlukları gibi çok uluslu yapıya dayalı devletler yıkılıp, yerine ulusal
devletler kurulmuştur.5
Uluslararası siyasal sistemde 20. yüzyıla kadar devletler en önemli aktör
olmuştur. Fakat 20. yüzyılda yaşanan siyasal gelişmeler uluslararası politikada köklü
değişiklikler yaratmıştır. Özellikle uluslararası siyasal sistemin aktörleri
çeşitlenmiştir.6
Devletlerin dışında, uluslararası siyasal sistemin aktörlerini hükümetleri
temsil etmeyen ulusal nitelikli aktörler, hükümetlerin temsil edilmediği uluslararası
nitelikli aktörler ve hükümetlerin temsil edildiği uluslararası nitelikli aktörler olarak
ayırmak mümkündür. Hükümetleri temsil etmeyen ulusal nitelikli aktörleri,
Sönmezoğlu; birey ve grup olarak ikiye ayırmaktadır. Birey, devleti oluşturan en
önemli unsur olması açısından klasik liberal görüşe göre uluslararası siyasal sistemin
en temel aktörü kabul edilse de, Sönmezoğlu burada uluslararası siyasal sistemi bir
bireyin etkileyip, aktör olabilme gücü açısından değerlendirmektedir.7
Ulusal düzeyde olup da hükümetleri temsil etmeyen uluslararası aktörler
genellikle çeşitli gruplardan oluşmaktadır. Bunlar ekonomik, siyasi, dini, etnik çeşitli
temeller üzerine ortaya çıkan baskı grupları şeklindeki örgütlenmelerdir. Bu gruplar
bulundukları ülkenin dış politikasını kendi arzuladıkları doğrultuda yönlendirmeye
çalışmaktadır. Bu türden baskı gruplarının etkili olduğu ülkelerde, söz konusu
gruplar dış politikada birincil rol oynamaları mümkün olmaktadır. Özellikle etnik
gruplar daha etkin bir rol oynamaktadır.8
5 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika: İlkeler, Kavramlar, Kurumlar, 3. Baskı (Ankara: Atilla Kitabevi, 1985), s. 44. 6 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 1997), s. 40. 7 Faruk Sönmezoğlu ve diğerleri, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, 1. Baskı (İstanbul: Cem Yayınları, 1992), s. 37-38. 8 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3. Baskı (İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000), s. 38-39.
4
Hükümetlerin temsil edilmediği uluslararası nitelikli aktörler, uluslararası
uzmanlık kuruluşları, çokuluslu şirketler, siyasal nitelikli hükümetleraşırı kuruluşlar
olarak üçe ayrılmaktadır. Uluslararası uzmanlık kuruluşları, belli alanlarla ilgili
kurulan ve hükümetlerin temsil edilmediği örgütlenmelerdir. Bu tip örgütlerin zaman
zaman uluslararası siyasal sistemde aktör olma durumu söz konusu olabilmektedir.
Örneğin Uluslararası Kızılhaç insani nedenlerle, bazı uluslararası çatışmaların
sonlandırılması için girişimde bulunmakta, bazen sorunlu iki ülke arasında
arabuluculuk yaparak uluslararası roller üstlenmektedir.9
Hükümetlerin temsil edilmediği uluslararası aktörlerden biri de çokuluslu
şirketlerdir. Çok uslulu şirketler; faaliyetleri ülke sınırlarını aşan ve birden fazla
ülkede üretim ve yatırım faaliyetlerini sürdüren şirketlerdir.10 Amacı kar
maksimizasyonu olan bu şirketlerin uluslararası politik alanda da etkin bir konumu
vardır. Günümüzde ekonomik yapı siyasal yapıyı doğrudan etkilediğinden çok uluslu
şirketler, bulunduğu yerel bölgenin siyasetini etki altına almak istemektedir.
Manisalı, küresel sistemde çok uluslu şirketler ile gelişmiş ekonomilerin egemen
unsur olarak çıktığını savunmakta, çok uluslu şirketlerin bulundukları devletlerde
etkinliğini arttırıp, ulusal siyaset ve bürokrasiyi kendilerine bağımlı kıldığını
belirterek çok uluslu şirketlerin uluslararası politik gücünü ortaya koymaktadır.11
Hükümetlerin temsil edilmediği uluslararası aktörlerden sonuncusu ise siyasal
nitelikli hükümetleraşırı kuruluşlardır (NGO). Bu kuruluşların uluslararası politika
ile olan ilişkileri diğer hükümetlerin temsil edilmediği uluslararası aktörlere göre
amaç ve sonuç açısından daha nettir.12 Faaliyetleri ülke sınırlarını aşan NGO
niteliğindeki uluslararası örgütler, siyasal iktidarı legal veya illegal yollardan kendi
istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışmaktadırlar.13
9 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 43-44. 10 Arı, Uluslararası İlişkiler, s. 64. 11 Erol Manisalı, Türkiye ve Küreselleşme, 1. Baskı (İstanbul: Der Yayınları, 2002), s. 4. 12 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 50. 13 Arı, Uluslararası İlişkiler, s. 62.
5
Hükümetlerin temsil edildiği uluslararası nitelikli aktörler ise Birleşmiş
Milletler (BM), AB, Kuzey Atlantik Savunma Paktı (NATO), Petrol İhraç Eden
Ülkeler Örgütü (OPEC), Varşova Paktı gibi ulusal devletlerden oluşan ve üye
devletlerin temsil edildiği örgütlerdir.
Bağımsız bir Filistin Devleti kurmak amacıyla ortaya çıkan ve bu amaç
doğrultusunda İsrail’e karşı silahlı mücadeleyi savunan HAMAS’ı siyasal nitelikli
hükümetleraşırı uluslararası aktör olarak kabul etmek mümkündür. HAMAS, iktidara
gelene kadar Arap Birliğince tek temsilcisi olarak kabul edilen FKÖ’ye, İsrail’e karşı
askeri yöntemler kullanması yönünde eleştiriler yaparak, bazı devletlerce Filistin’in
tek meşru temsilcisi olarak görülen FKÖ’nün uyguladığı dış politikayı etkilemeye
çalışmıştır. Ayrıca HAMAS’ın, Mısır, Ürdün, Suriye gibi Arap Devletleri ile
ilişkileri vardır. Örgütün özellikle bu aktör konumu, 2006 yılında yapılan seçimlerde
iktidara gelmesiyle daha da güçlenmiştir. Özellikle bu seçimlerle HAMAS’ın siyasal
anlamda uluslararası aktör konumu netleşmiştir. HAMAS’ın önemli uluslararası
aktörlerce terör örgütü olarak görülmesinin devam edip etmeyeceği HAMAS’ın
yönetimdeki başarısına ve terör eylemlerine vereceği tepkiye göre şekilleneceğinden,
örgütün hüviyeti terör örgütlüğünden siyasal partiye dönüşen bir hükümetleraşırı
uluslararası aktör olarak değişebilir. Fakat ABD, AB ve İsrail’den gelen seçim
sonuçlarına ilk tepkiler HAMAS’ın örgütsel tutumu gözetilerek yapılmıştır ve
Demokratik yollardan iktidara gelen HAMAS’ı dışlanmıştır. HAMAS’a karşı
uygulanan bu tutum HAMAS’ın daha ılımlı bir politika izlemesinin yolunu
tıkamaktadır.14
Filistin-İsrail Çatışması sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın en önemli
sorunlarından biridir. Çatışma sebebiyle Arap Devletleri ile İsrail arasında güvene
dayalı ilişliler oluşturulamamaktadır. Bu güvensizlik ortamında yaşanan küçük
gerilimler, kısa sürede büyümektedir. Böylece bütün dünya Ortadoğu’nun jeopolitik
ve jeoekonomik öneminden dolayı etkilemektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin
Ortadoğu’da beş asra yakın bir süre hâkim olmuştur ve Osmanlı’nın ardılı
14 Serhat Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, Stratejik Analiz, Temmuz 2007, s. 48.
6
konumundaki Türkiye, yönünü Batı’ya döndüğünden bölgeyi ve bölgenin sorunlarını
kuruluşundan beri görmezden gelmiştir. Fakat HAMAS’ın 2006 seçimlerini
kazanması sonrası örgütün önemli liderlerinden Halit Meşal’in Ankara’ya çağrılıp
görüşülmesi, Türkiye’nin Ortadoğu ve Filistin politikasında daha aktif bir rol
oynayacağını göstermektedir. Gerek dünya gerekse Türkiye için çok önemli olan
Filistin-İsrail Çatışması belirtilen nedenlerden dolayı araştırmaya değerdir.
Filistin-İsrail Çatışması uzun yıllardır süre gelen çok karışık bir sorundur ve
birçok bilimi ilgilendirmektedir. Biz sorunu uluslararası ilişkiler disiplinin siyasi
tarih alt disiplini çerçevesinde ortaya koyduk. Çatışma incelenirken iki temel
varsayım üzerinde durulmuştur. Çatışmanın kökeni olarak gördüğümüz Anti-
Semitizm ve Siyonizm’in Batı yüzünden ve desteğiyle oluşması sebebiyle
Çatışmanın Batı’dan kaynaklandığı ilk varsayımımızdır. İkinci varsayım ise
Çatışmada, şiddetin şiddet yarattığıdır. İsrail’in Filistinlilere aşırı güç kullanımı,
İsrail’e karşı silahlı mücadele ile başarılı olunacağını savunan örgütleri
güçlendirirken, bu örgütlerin İsrail’e yönelik eylemleri Filistinlilerle barışa karşı olan
İsrail sağının siyasal gücünü arttırmakta ve barış sağlanamamaktadır.
Çalışma, giriş ve sonuç bölümünün dışında üç bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde, Filistin-İsrail Çatışmasıyla ilgili temel kavramlar ile çatışmanın
kökeni olarak düşündüğümüz Anti-Semitizm ve Siyonizm incelenmektedir. Ayrıca
Filistin-İsrail Çatışmasının uluslararası bir sorun olarak görülmesinin nedeninin
Ortadoğu’nun jeopolitik ve dinsel öneminden kaynaklandığını düşündüğümüzden, bu
bölümde Ortadoğu kavramı, Ortadoğu’nun coğrafi sınırları, jeopolitik, dinsel ve
kültürel önemi ile ekonomik önemi yer almaktadır.
İkinci bölümde, Çatışmanın tarihsel süreci ile büyük güçlerin Filistin
politikaları aktarılmaktadır. Çatışmanın tarihsel süreci üç başlıkta aktarılmaktadır. İlk
olarak, Siyonizm’in ortaya çıktığı, Siyonizm’in kurucusu Thedore Herzl’in Osmanlı
Devleti’nden toprak taleplerinin olduğu ve bu doğrultuda II. Abdülhamit’le yapılan
görüşmeler ile Balfour deklarasyonun yayınladığı dönem arasındaki tarihsel süreç
7
aktarılmaktadır. İkinci olarak, uluslararası siyasal sistemin olmadığı Filistin’de
İngiliz mandasının olduğu iki dünya savaşı arasındaki tarihsel süreç ele alınmaktadır.
Son olarak, İki Kutuplu Sistemin başladığı ve İsrail’in bağımsız bir devlet olarak
ortaya çıktığı 1948’den HAMAS’ın Filistin’de aktif bir şekilde görülmeye ve I.
İntifadanın başladığı tarih olan 1987 yılına kadar olan süreç ele alınmaktadır. Ayrıca
bu bölümde ABD, AB, ve Rusya’nın büyük güçlerin Filistin politikaları ele
alınmaktadır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde örgütlü Filistin direnişi ve HAMAS ele
alınmaktadır. İlk olarak, HAMAS’ın ideolojisinin oluşmasında en önemli
etkenlerden olan İslami Hareket ele alınmaktadır. Böylece HAMAS’ın ideolojik ve
fikri alt yapısının temelleri incelenmektedir. Örgütlü Filistin direnişinin en önemli
aktörlerinden olan El-Fetih ve FKÖ’ye de kısaca değinilmektedir. Daha sonra
HAMAS’ın ortaya çıkışı, örgütün stratejik zihniyeti, siyasi ve askeri yapılanması ile
mali yapılanması ele alınmaktadır. 1993 yılında başlayan Filistin-İsrail barış
görüşmeleri ile HAMAS’ın sivillere yaptığı ses getiren bazı eylemleri incelenmiştir.
Yine bu bölümde HAMAS’ı Filistin’de 2006 yılında yapılan seçimlerde iktidara
götüren süreç ve seçim sonuçları incelenmektedir.
Sonuç bölümünde ise HAMAS iktidarının Filistin-İsrail Çatışmasına etkileri
ile Filistin’de HAMAS iktidarı sonunda Ortadoğu’da kalıcı bir barışın sağlanıp
sağlanamayacağı değerlendirilmektedir.
8
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMLAR, FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASININ KÖKENLERİ ve
ORTADOĞU
1.1. Filistin-İsrail Çatışmasında Genel Kavramlar
1.1.1. Filistin
Filistin kelimesi M.Ö. bugünkü İsrail, Ürdün ve Mısır topraklarının bir
bölümünü kapsayan alanda yaşamış kavmin adı olup, İbraniler bu halka “Pelishtin”
ve bunların yaşadığı yere de Filistin ülkesi anlamına gelen “Pelesheth” derken
Romalılar bu topraklara “Palestina” demiştir.15
Filistin’in ilk halkı Arap yarımadasından göçen Sami ırkındandır.16 İddiaya
göre Arap yarımadasında büyük bir kuraklık gösterince, burada yaşayan halklar civar
bölgelere göç etmiştir. Filistin bölgesine de ilk göçlerin M.Ö. 5000-3000 yılları
arasında Kenaniler tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Kudüs şehrinin
kurucularının da Kenaniler olduğu belirtilmektedir.17
Dört bin yıldan beri tarih içinde yer alan Filistin, sık sık fetih ve istilalara
maruz kalıp, sınırları devamlı değişimler gösterdiğinden bu topraklara belirgin siyasi
sınırlar çizmek mümkün olmamıştır. Tarih içinde siyasi sınırları değişiklik gösteren
Filistin’in coğrafi sınırları konusunda bir görüş birliğinden söz etmek mümkündür.
15 Fahir Armaoğlu, Filistin Meslesi ve Arap İsrail Savaşları, 2. Baskı (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991), s. 3. 16 Celal Tevfik Karasapan, Filistin ve Şark-ül-Ürdün, 2. Baskı (İstanbul: Ahmet İhsan Basımevi, 1942), s. 5., Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 5. [Söz konusu bilgiyi Armaoğlu, Karasapan’ın eserinden aktarmıştır.] 17 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 5-6.
9
Filistin denen topraklar, esas itibariyle Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria Nehri
arasında kalan alanı kapsamaktadır. Şeria Nehrinin döküldüğü Ölü Deniz (Lut Gölü)
Filistin’in doğu sınırına dâhildir.18
1.1.2. İsrailoğulları (Yahudiler)
Yahudilerle ilgili bilgilerin geneli Tevrat’a (Eski Ahit) dayanmaktadır.
Tevrat’ın yaradılışa ait ilk kitabı Genesis’e göre Yahudi Kavminin başlangıcı ve
Yahudilerin en ulu dedeleri Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim’den sonra kabilenin başına
oğlu Hz. İshak geçmiştir. Hz. İshak’tan sonra İsrail teriminin de ortaya çıkmasına
sebep olan Hz. Yakup, kabilenin başına geçmiştir.19 Tekvin’de Yehova’nın (Tanrı)
Yakup’un ismini İsrail olarak değiştirdiği belirtilmektedir.20 Hz. Yakup’un
çocuklarına da İsrailoğulları denilmiştir.21 Yahudi olarak isimlendirilmeleri ise Hz.
Yakup’un dördüncü oğlu Yahuda’dan (Juda) dolayı olmuştur.22
İsrailoğulları, M.Ö. 17. yüzyılda yaşanan kuraklık sebebiyle Kenanilerin
yaşadığı topraklardan (Filistin topraklarından) Mısır’a göçmüştür.23 İsrailoğulları,
Hz. Yakup’un oğullarından Hz. Yusuf’un liderliğinde Nil Nehri civarındaki Gessen
bölgesine yerleşmiştir. Belli bir süre Mısır’da refah içinde yaşamalarının ardından,
Yeni İmparatorluk döneminde Mısır Firavunlarının zulümlerinden dolayı M.Ö. 13.
yüzyılda Hz. Musa’nın liderliğinde Mısır’dan ayrılmıştır. Yahudiler, Musa
Peygamberin liderliğinde 40 yıl kadar çöllerde yaşamıştır. İsrailoğulları’nı Filistin’e
götüren Musa’nın komutanlarından Yeşu olmuştur. Fakat burada Filistinlilerle büyük
bir mücadele içine girmişlerdir. Bütün Yahudi kabileleri bir araya gelerek Hz.
18 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 3-4. 19 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 7. 20 Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 2. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 2005), s. 34. 21 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 7. 22 Süleyman Sayar, Yahudi Karakteri (Tarihi ve Sosyo-Psikolojik Bir Yaklaşım), Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 9. <http://kutuphane.uludag.edu.tr/Univder/PDF/ilh/2000-9(9)/htmpdf/M-14.pdf>, 20.05.2008. 23 Süleyman Özmen, Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmlar ve İsrail, 2. Baskı (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002), s. 30.
10
Davut’u Kral seçmelerinin ardından İsrailoğulları, Hz. Davut’un liderliğinde
Filistin’de devlet kurmuştur. Hz. Davut, Kenanilerin yaşadığı Kudüs’ü ele geçirerek
tarihteki ilk Yahudi devletinin başkenti yapmıştır.24
40 yıl boyunca Yahudi Devletinin Kralı olan Hz. Davut, ölmeden önce oğlu
Hz. Süleyman’ı yeni Yahudi Devletinin Kralı olarak tahta çıkarmıştır. Hz. Süleyman
döneminde Yahudi Krallığı en parlak dönemini yaşamıştır. Ayrıca Yahudilerin en
kutsal mabetleri olan Beyt-i Makdis, Hz. Süleyman tarafından inşa ettirilmiştir. Hz.
Süleyman’ın M.Ö. 930’da ölümünden sonra tarihteki ilk Yahudi Devleti, başkenti
Nablus olan İsrail Krallığı ile Davut’un soyundan gelenlerin kurduğu ve başkenti
Kudüs olan Yahuda Krallığı olarak ikiye bölünmüştür.25
İsrail Krallığı, M.Ö. 722’de Asurlar tarafında istilaya uğrayarak yıkılmıştır.
Asurlar, İsrail Krallığında yaşayan Yahudileri yaşadıkları topraklardan sürmüştür. Bu
sürgünden sonra Nablus’ta sadece 200 kadar Yahudi aile kalmıştır.26 Yahuda Krallığı
ise M.Ö 587’de Babil Kralı Buhti Nassar tarafından yıkılmıştır. Ayrıca Yahudiler
üzerinde derin yaralar açılmasına neden olan Kutsal Mabetlerinin ilk yıkılışı da Babil
istilasında yaşanmıştır.27
1.1.3. Vaadedilmiş Toprak (Arz-ı Mev’ud)
Filistin-İsrail Çatışmasının temelinde dış etmenler göz önüne alınmadığında
toprak sorunu yatmaktadır. Yahudilerin, bugünkü İsrail topraklarına 20. yüzyıl
başında sistemli olarak başlattıkları göçün nedeni, göç ettikleri yerlerin “Yahudi
Yurdu” ve buraları kendilerine vaat edilen topraklar olduğu düşüncesidir.28
24 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 7-8. 25 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 8. 26 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 8-9. 27 Ömer Turan, Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak Gazetesi Kültür Armağanı, (İstanbul, 2003), s. 43. 28 Turan, a.g.e., s. 154.
11
Yahudilerdeki Arz-ı Mev’ud anlayışı, Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri
karşılığında, Allah’la yapmış oldukları anlaşma anlamına gelmektedir. Tevrat’ın
Tekvin bölümünde, Yahudiler, namaz kılma, zekât verme, kan dökmeme, kimseyi
yurtlarından çıkarmama, yetim ve düşkünlere yardım etme konularında Allah’a söz
vermiştir. Allah’ta Yahudilere verdikleri sözü tutarsa, Yahudileri seçkin bir kavim ve
kutsal topraklara varis kılacağını belirtmiştir. 29
Yahudiler verdikleri sözü tutmayıp Arz’a uymadıklarından memleketlerinden
kovularak cezalandırılmıştır. Daha sonra Allah, Yahudileri tekrar affetmiş, yeniden
bir anlaşma yapılmıştır. İbrahim Peygamberin soyundan gelenler, Allah’ın emirlerini
yerine getirilerse Allah’ta onlara Arz-ı Mev’ud’u verip ve diğer kavimler üzerinde
hakimiyet sağlayacaktır. Arz-ı Mev’ud’ta vaadedilen topraklar ise Tekvin’in 15.
bölümünün 18. ayetinde belirtilmiştir. O günde Rab Abraham’la ahdedip dedi; Mısır
Irmağından büyük ırmağa, Fırat Irmağına kadar, bu diyarı, Kenileri ve Kenidzileri
ve Kadmonileri ve Hıttileri ve Perizzilerri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve
Girganileri ve Yebusileri senin zürriyetine verdim ayetinde Yahudilere vaadedilen
toprakların Nil Nehriyle Fırat Nehri arasında kalan bütün toprakları kapsadığı
görülmektedir. Vaadedilmiş toprak anlayışı Tevrat’ın bu hükmünden
kaynaklanmaktadır.30
1.2. Filistin-İsrail Çatışmasının Kökenleri
Filistin-İsrail çatışmasının kökeninde, yaygın düşünce iki düşman toplum
arasında yaşanan tarihsel ve dinsel uzlaşmazlıklardan kaynaklanan olaylar olduğu
düşünülmektedir. Kanaatimizce bu düşünce doğru değildir. Dünya tarihine
bakıldığında komşu pek çok ülkelerin arasında husumetlerin yaşandığı görülmekte,
yaşanan sorunlar uluslararası aktörlerin ve toplumun desteği hatta bazen baskısıyla
çözülmekte, çözülemediği durumlarda ise var olan anlaşmazlığın en azından sıcak
29 Levent Ersin Orallı, Dinsel Temeller Işığında Siyasal Yahudilik ve Arz-ı Mevud, Türel Yılmaz, Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı (Ankara: Platin Yayınları, 2005), s. 18-19. 30 Orallı, a.g.m., s. 19.
12
çatışma ortamına varması engellenmektedir. Fakat Filistin’le İsrail arasında yaklaşık
bir asırdan fazla zamandır süren düşmanlık, çatışma her geçen gün artarak devam
etmekte, uluslararası aktörler çözüm için inisiyatif ortaya koymadığından uluslararası
toplumun baskısı da belli bir noktada tıkanmaktadır. Bu bakımdan Filistin-İsrail
çatışmasının tarihsel sürecinden önce, Filistin ve İsrail halkları arasında oluşan bu
düşmanlığın kökenlerini incelemek gerekmektedir.
Çatışmanın kökeninde Anti-Semitizm ve Siyonizm’in çok büyük etkisi
vardır. Anti-Semitizm, Yahudilerde travmatik bir etki yaratırken31 Siyonizm;
Filistinlilere, Yahudilerin tarihte yaşadıkları acıları yaşatmıştır. Ama Anti-Semitizm,
Batı uygarlığının Yahudilere uygulamalarıyken, Siyonizm, Filistinlileri hedef
almıştır. Dolayısıyla Filistinlilerin bu çatışmada olmasının tek nedeni bu topraklarda
yaşıyor olmalarıdır.
1.2.1. Anti-Semitizm
Burada ilk olarak Anti-Semitizm tanımı üzerinde durulduktan sonra, Anti-
Semitizm’in ortaya çıkma nedenleri incelenmektedir. Son olarak Anti-Semitizm’in
kısaca tarihi üzerinde durulmaktadır.
1.2.1.1. Anti-Semitizm Kavramı
Yahudi Karşıtlığı, Yahudi Düşmanlığı anlamına gelen Anti-Semitizm, Anti
ve Semitizm kelimelerinin anlamına bakıldığında Sami halkları karşıtlığıdır. Sami
halkları ise Nuh Peygamberin oğullarından Sam’ın soyundan gelenlere
denilmektedir.32 Yahudilerin en ulu dedeleri olan Hz. İbrahim’de Sam’ın soyundan
gelmektedir.33 Hz. İbrahim, Arapların da atasıdır. Filistin halkı ise, Arabistan
31 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 111. 32 “Sami”, Meydan Larousse, Cilt 17. 33 “İbrahim”, Meydan Larousse, Cilt 9.
13
yarımadasından göçen Sami (Semitic) ırkından olduğuna göre34 Anti-Semitizm,
sadece Yahudi karşıtlığından ziyade Sami ırkının diğer mensuplarını da içine
katmaktadır. Fakat diğer Sami ırklarıyla Yahudi karşıtı medeniyetlerin etkileşiminin
daha az olması sebebiyle (19. yüzyıla kadar) Sami karşıtlığı Araplarda
hissedilmemiştir. Fakat Yahudilerin yaşadıkları topraklarda tarihsel süreçte sık sık
istilalara uğrayıp, kendi yurtlarından sürgün edilmelerinden dolayı diğer kavimlerle
yaşamak zorunda kalmışlardır. Bir sonraki bölümde Anti-Semitizm’in nedenlerinde
de belirtildiği gibi Yahudilerin yaşadıkları yerlerde kendilerini diğer halklardan farklı
ve üstün tutan davranış ve adetlerinden dolayı Yahudi düşmanlığı oluşurken, Batı’da
ise Tanrı Katilleri kabul edildiklerinden Yahudi düşmanlığı ortaya çıkmıştır.
Anti-Semitizm’in başlangıcı İlk Çağ’a kadar uzanmaktadır. M.Ö. 7. yüzyılda
Asur istilalarıyla başlayıp, Babil ve Roma’yla devam eden saldırılardan sonra
Yahudiler’in kendi yaşadıkları topraklardan başka topraklara sürgün edilmesi Anti-
Semitizm’in çok eski tarihlere kadar uzandığını göstermektedir.
1.2.1.2. Anti-Semitizm’in Nedenleri
Yahudi karşıtlığının nedenlerini dini (Musevilik inancından kaynaklanan
kültürel ve sosyal yaşamları da dini nedenler içersinde aktarılmaktadır), ekonomik ve
siyasal olarak üç ana başlık altında ele alınmaktadır.
1.2.1.2.1. Anti-Semitizm’in Dini ve Kültürel Nedenleri
Yahudiler için din çok önemlidir. Bir dini inanışın yanı sıra aynı zamanda bir
yaşam biçimdir. Bu nedenle “Yahudilik” bir inanç sistemi gibi düşünülse de
Yahudiler, toplumsal bir yapıyı oluşturmaktadır. Yahudilerin dinleri Musevilik ve
Kutsal Kitapları Eski Ahit’tir (Tevrat). Yahudilerin Eski Ahit’e dayalı dini
34 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 5.
14
inanışlarına göre yaşantıları Yahudi karşıtlığının Hıristiyanlık’tan önceki dönemlere
kadar uzanmasına neden olmuştur. Yahudilerin, Musevi inançlarına göre hareket
etmesi antikçağda dahi düşmanlarının olmasına sebep olmuştur. Yahudi erkeklerinin
sünnet olması, Yahudi bir erkeğin Yahudi olmayan başka toplumlardaki bir bayanla
evlenmemesi gibi Yahudi erkeğine kutsanmışlık işareti veren davranışlar,
Yahudilerin birlikte yaşadıkları diğer toplumlarda hoşnutsuzluk yaratmıştır. Bu
dönemde Yahudilere, fiziksel bir karşı çıkış olmamasına rağmen, Yahudilerin
yaşadıkları diğer toplumlardan farklı davranışları özellikle dönemin aydınlarında
belirgin bir Yahudi düşmanlığı oluşturmuştur.35
Yahudi karşıtlığının en önemli dini nedeni olarak Hz. İsa’nın çarmıha
gerilmesinden sorumlu tutulmalarıdır. Hz. İsa kendine vahyedilen ilahi mesajı
yaymaya başladığında en büyük tepkiyi içinden geldiği Yahudilerden görmüştür.
Başlangıçta Hıristiyanlığı Yahudi cemaatinin iç sorunu olarak gören Roma, Yahudi
hahamların kışkırtmaları sonucunda, Hz. İsa’yı çarmıha germiştir.36 Fakat daha sonra
Roma içinde Hıristiyanlık hızlı bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık
inanışına göre Hz. İsa Tanrısal bir nitelik taşımaktadır ve Hz. İsa’nın ölümünden
Yahudiler sorumlu tutulmuştur. Hıristiyanlık açısından varolabilecek en büyük suç
sayılan “Tanrı katli”, Hıristiyanlardaki günümüze kadar gelen Yahudi düşmanlığının
temelini oluşturmuştur.37
Yahudilerin “Tanrı katili” olarak gösterilmesi sonucu oluşan Yahudi
karşıtlığının yanı sıra diğer önemli bir nedende Yahudilerin kutsal kitaplarından olan
Talmud’ta yazanlardır. Örneğin zor durumda kalmış Yahudi olmayan birine, bir
Yahudi yardım etmemelidir. Hatta Talmud yorumcuları Yahudi olmayan birisinin
dolaylı yoldan öldürülmesini uygun ve doğru bir davranış olarak görmektedir.38
35 Eva Groepler, Anti-Semitizm Antik Çağdan Günümüze Yahudi Düşmanlığı Tarihi, çev: Süheyla Kaya, 1.Baskı (İstanbul: Belge Yayınları, 1999), s. 7-8. 36 Turan, a.g.e., s. 154. 37 Groepler, a.g.e., s. 7-8. 38 Cevat Eroğlu, İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, 1. Baskı (İstanbul: Sayfa Yayınları, 2003), s. 37.
15
Yahudi Diasporası sonucu başka yerlere göç eden Yahudiler, gittikleri
yerlerde Kudüs Edebiyatını geliştirerek asimile olmamayı başarmışlardır.39 Asimile
olmamanın getirdiği farklılığın yanı sıra Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinde suçlu
görülmeleri40, Yahudilerin bulundukları toplumlardan dışlanmasına sebep olmuştur.
Özellikle Ortaçağ’da Yahudiler, Anti-Semitizm’in getirdiği baskı ve şiddetten dolayı
büyük açılar yaşamıştır. Haçlı Seferleri sebebiyle dinsel duyarlılığın en üst düzeye
çıktığı 11. yüzyılda, Orta ve Batı Avrupa’da yaşayan Yahudilerin çoğu din
değiştirmekle ölmek arasında karşı karşıya bırakılmıştır.41 Yahudiler bu dönemde
ağır baskı ve şiddete maruz kalmış, çeşitli katliamlara tabi tutulmuş, bununla da
yetinilmeyip yaşadıkları topraklardan kovulmuşlardır.42
1.2.1.2.2. Anti-Semitizm’in Siyasal Nedenleri
Yahudi karşıtlığının en önemli siyasal nedeni, yurttaşlık bilincine dayalı
milliyetçiliğin yerini etnik kökene dayanan Volk milliyetçiliğine bırakmasıdır.
Avrupa’da Aydınlanmanın sona erip yerini romantizmin alması, beraberinde milli
duyguların oluşmasına neden olmuştur. Ulus devlete bağlılık anlayışındaki yurttaşlık
bilinci, özellikle Cermen asıllı Orta Avrupa uluslarında, vatan kabul ettikleri
toraklarda uzun süre yaşama, oraya kök salma anlamına gelmektedir. Yahudilerin ise
kendilerine ait yurtları olmadığından Avrupa’daki milliyetçiler tarafından Yahudiler
ruhsuz bir toplum olarak görülmeye başlanmıştır. Zaten Yahudilerin kendi haklarıyla
eşit haklara sahip olmasını kabullenmeyen Hıristiyanlarla Yahudiler arası
Aydınlanmayla gelen iyi ilişkiler kısa sürmüştür. Yahudiler vaftiz olup din değiştirse
bile ırkları değişmeyeceği düşüncesi hâkim olmuştur.43
39 Turan, a.g.e., s. 21. 40 Mim Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlık Çatışmasına Filistin Sorunu, 4. Baskı (İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002), s. 17. 41 Bernard Lewis, Çatışan Kültürler Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler, 4. Baskı (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2002), s. 19-20. 42 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 11. 43 Öke, a.g.e., s. 14.
16
Yahudi karşıtlığının diğer bir önemli siyasal nedeni de, Yahudilerin içinde
yaşadıkları topluma kendi idealleri çerçevesinde yaptıkları yıkıcı siyasal etkilerdir.44
Çarlık Rusyası’nın yıkılıp sosyalizmin getirilmesinden Yahudiler sorumlu
tutulmuştur. Marx’ın Yahudi olması bunun en önemli göstergesi olarak
görülmüştür.45
Siyasal nedenler açısından Yahudilerin yaşadıkları ülkeler içinde yıkıcı etki
yapan birçok girişimin ardında olduklarına inanılmaktadır. Çarlık Rusyası’nı yıkıp
Sovyetleri kuran Bolşeviklerin büyük bir bölümü Yahudilerden oluşmuştur. Ayrıca
demokrasilerin oluşmadığı, anayasal hukuk sisteminin tam olarak işlevsellik
kazanmadığı 20. yüzyıl başında ülkelerde demokrasi, özgürlük, anayasal hukuk
sistemlerinin savunucusu olduklarını belirterek var olan düzende önemli çalkantıların
yaşanmasına sebep olan Masonlarında arkasında Yahudilerin olduğu
düşünülmektedir.46
1.2.1.2.3. Anti-Semitizm’in Ekonomik Nedenleri
Avrupa’da Anti-Semitizm’in önemli bir nedeni de ekonomik sebepler
olmuştur. Milliyetçiliğin hızla yükseldiği dönemde Anti-Semitizm’in halk tarafından
benimsenmesinde ekonomik durum belirleyici olmuştur. Özellikle Alman
toplumunun büyük bir kısmını oluşturan orta sınıf, tekelci şirketlerin hegemonyası ile
işçi sınıfının giderek artan siyasal istemleri arasında sıkışmıştır. Orta sınıf, büyük
şirketlerle rekabet edemedikleri için işçi sınıfının saflarına katılmak durumunda
kalmıştır. Bu duruma düşen orta sınıf üyeleri, sıkıntılarının bütün nedeninin
Yahudiler olduğunu düşünmeye başlamıştır. Zengin Yahudilerin endüstrileşmeyi
finanse etmesi, borsada etkin olmaları sebebiyle Kapitalizm’in kurucuları olarak
Yahudiler görülmüştür.47
44 H. A. Gwynne, Derin İhtilal Küresel Entrikan İçyüzü, çev: İlker Özyaşar, 1. Baskı (İstanbul: Selis Kitapları, 2003), s. 10-34. 45 Öke, a.g.e., s. 14. 46 H. A. Gwynne, a.g.e., s. 10-34. 47 Öke, a.g.e., s. 18.
17
1.2.1.3. Anti-Semitizm’in Tarihsel Süreci
Anti-Semitizm’i tarihsel süreç olarak ele alırken, Yahudilere karşı doğrudan
fiziksel saldırıların başladığı dönemden itibaren ele alınmaya başlanmıştır. Yukarıda
da belirtildiği gibi Yahudi karşıtlığı İlk Çağ’a kadar uzanmaktadır. İlk Çağ’ın en
tanınmış Yahudi düşmanı Haman’dır. Haman, M.Ö. üçüncü yüzyılda Pers Kralı’nın
Vezir’idir ve Pers Kralını Yahudilere karşı kışkırtmıştır. Fakat gibi bu dönemde
Yahudilere karşı fiziksel bir saldırıya girişilmemiştir.48
M.Ö. I. Yüzyıldan itibaren Kudüs’ün de dâhil olduğu bölge, Roma
İmparatorluğu hâkimiyeti altına girmiştir.49 Hıristiyanlık öncesinde Yahudilere
egemenliğini kabul ettiren Roma, Yahudi karşıtı bir politika gütmemiştir. Roma
kanunlarına göre Yahudiler, yasalar önünde Romalılarla eşit kabul edilmiştir.
Hıristiyanlığın doğup, üç yüz yıl gibi bir sürede Roma’da hâkim bir din haline
gelmesi, Anti-Semitizm’in doğuşu açısından çok önemlidir.50 Özellikle
Hıristiyanlığın Roma’da hızlı bir şekilde yayılması sonucu, Yahudilerin İsa’nın
ölümünden sorumlu tutulmaları, Yahudi karşıtlığının Roma’da başlamasına ve
Yahudilere fiziksel saldırılara dönüşmesine neden olmuştur.
M.S. 70 yılında Kudüs, Romalılarca işgal edilmiştir ve Yahudilerin büyük bir
bölümü topraklarından çıkarılmıştır. Babil esaretinden kurtulan Yahudilerin ikinci
kez yaptığı Kutsal Mabedleri, Beyt-i Makdis yıkılıp, Yahudiler köleleştirilmiştir.
Fakat Romalıların, Yahudilere olan bu tutumu Yahudileri Roma’ya karşı
başkaldırıdan alıkoymamıştır. Özellikle M.S. 135 yılında yaşanan Bar-Kohba
isyanından sonra Yahudilerden kesin bir şekilde kurtulmak isteyen Romalılar, M.S.
70 yılındaki sürgünden geri kalan Yahudileri de yurtlarından sürmüştür.51
Yurtlarından M.S 70 yılında sürülmeye başlayan Yahudilerin bu sürgününe
48 Groepler, a.g.e., s. 8. 49 Turan, a.g.e., s. 45. 50 Groepler, a.g.e., s. 9. 51 Lewis, Ortadoğu Hıristiyanlığın Başlangıcından Günümüze Ortadoğu’nun İki Bin Yıllık Tarihi, 3. Baskı (Ankara: Arkadaş Yayınevi, 2005), s. 34.
18
“Diaspora”52 denilmektedir. Diaspora’daki Yahudiler dünya’nın dört bir tarafına
dağılmıştır.53
Özellikle Ortaçağ’da Yahudi karşıtlığı hat safhaya ulaşmıştır. Artık
Hıristiyanlığın tam anlamıyla oturduğu Batı toplumlarında, Tanrı Katliyle
suçlanmalarının yanı sıra yurtsuz bir şekilde başka topraklarda yaşamak zorunda
kalmaları Yahudilerin, yaşadığı diğer toplumlarda küçük görülmelerine yol açmıştır.
Orta Çağ’ın şiddetli Anti-Semitizm’i sonucu Yahudiler, 1290’da İngiltere’den,
1392’de Fransa’dan, 1492’de İspanya’dan ve 1497’de de Portekiz’den kovulmuştur.
Bu dönem sadece İspanya’da öldürülen Yahudi sayısı yüz bini bulmuştur. Kovulan
Yahudilerin bir kısmı Hollanda ve Polonya’ya, kalan büyük bir kısmı da Osmanlı
topraklarına göç etmiştir.54 Diaspora’da yaşayan Yahudilere en hoş görülü
yaklaşanlar, Müslümanlar olmuştur.55 Ortaçağ’da bugünkü İspanya topraklarında
büyük bir medeniyet kuran Müslümanlar (Emeviler), Yahudilere hoş görülü
davranmakla kalmayıp; Yahudilerin, yönetim, tıp, eğitim, ticaret ve maliye
alanlarında önemli noktalara gelmesine izin vermiştir.56
18. yüzyılda Avrupa’da yaşanan gelişmeler Yahudilere karşı alınan Anti-
Semitik tavrın yumuşamasına neden olmuştur. Zira Fransız Devrimiyle gelen
liberalleşme süreci; özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi kavramları beraberinde getirerek
Yahudilere karşı getirilen sınırlamalara karşı yumuşamaya neden olmuştur.
Yahudiler, yasalar önünde diğer yurttaşlar gibi eşit sayılmış, istediği mesleği
seçebilme özgürlüğüne kavuşmuşlardır. Bu durum Yahudilerin, Sanayi Devriminin
de etkisiyle yoğunlaşan ekonomik hayattan daha etkin bir şekilde pay almasına neden
olmuştur. Ekonomik durumlarının artması Yahudileri siyaset alanında da
güçlendirmiştir. Yahudiler, bu dönem parlamento üyesi hatta bakan dahi olmayı
başarmıştır. Öyle ki, Yahudiler, kendilerinin ayrı bir ulus oluşturmadıklarını iddia 52 Diaspora, Erez Israel’den (vaat edilen Topraklar) dağılmış olarak yaşayan Yahudiler için kullanılan kolektif terim. Paul Johnson, Yahudi Tarihi, çev: Filiz Orman, (İstanbul: Pozitif Yayınları), s. 676. 53 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 9. 54 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 9 55 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 9 56 Norman Davies, Avrupa Tarihi Doğu’dan Batı’ya Buz Çağı’ndan Soğuk Savaş’a Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panoraması, 1. Baskı (Ankara: İmge Kitabevi, 2006), s. 422.
19
ederek yaşadıkları topluma bağlılıklarını belirtmiş, İbrani dininin temellerinden olan
Siyon’a dönme umudunu artık unutmaya başlamıştır. Fakat bu durum fazla uzun
sürmemiş, Aydınlanma, yerini Romantik ve Milliyetçi akımlara bırakmıştır.57
Çarlık Rusyası içinde Orta Çağ’dan beri Yahudi karşıtlığını barındırmıştır.
Ortodoks Hıristiyanlar, Yahudilerin İsa’nın düşmanı olduğunu düşünmektedirler.
Ayrıca Yahudilerin, Hıristiyanları Musevileştirmek amacında olduklarına
inanmışlardır. Özellikle Polonya’nın da Rusya topraklarına katılmasıyla önemli bir
Yahudi nüfusu barındırmaya başlayan Rusya’da Yahudi karşıtlığı daha da
kuvvetlenmiştir.58 Yahudi karşıtlığının Rusya’da aldığı boyut Siyonizm’i doğuran en
önemli etkenlerin başında gelmesi sebebiyle Yahudiler için bir dönüm noktası olarak
kabul edilmektedir.
1880’li yıllarda Yahudilere karşı Rusya’da başlayan şiddet, Yahudileri
Rusya’dan göçe zorlamıştır. Özellikle Rus Çarı II. Aleksandr’ın 1881’de öldürülmesi
Yahudiler ve Siyonizm için dönüm noktası olmuştur. Rus Çarı II. Aleksandr’ın
öldürülmesinden Ruslar, Yahudileri sorumlu tutmuş ve Yahudilere karşı katliamlara
girişmişlerdir. Rusya’da gerçekleştirilen katliamlar üzerine birçok Yahudi farklı
bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır. 1881 ile 1891 tarihleri arasında Rusya’dan
göçen Yahudilerin 134.000’i Amerika’ya 10.000’i diğer ülkelere yerleşmiştir. 5.000
kadar Yahudi de Filistin’e yerleşmiştir. Kitle halinde yapılan bu göçlere “Aliyah”
denilmektedir.59 Rus Çarına suikastın düzenlendiği 1881 tarihinde Yahudilerin maruz
kaldığı şiddetin de etkisiyle Rusya’da “Siyon Sevgisi” adı verilen bir hareket ortaya
çıkmıştır. Hareketin temel amacı Siyon’a geri dönme (Filistin’e yerleşme) ve
İbranice’yi diriltmektir.60
57 Öke, a.g.e., s.14. 58 Mustafa Coşkun, Rusya ve Anti-Semitizm, Stradigma.com, Sayı 7, Ağustos, 2003, <http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/08_2003_03.pdf>, 07.11.2007. 59 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 13. 60 Suat Parlar, Ortadoğu Vaadedilmiş Topraklar, 1. Baskı (İstanbul: Yar Yayınları, 2002), s. 374.
20
Yahudiler, 1881 yılında Rusya’dan göç etmeye başladıysalar da yine önemli
bir çoğunluk Rusya’da yaşamaya devam etmiştir. Yahudi karşıtları 1890’li yıllarda
Rusya’da Yahudilere karşı tutumunu daha da sertleştirmiştir. Buradan kaçan
Yahudiler, Avrupa Devletlerine sığınmıştır fakat Avrupa’ya Yahudi göçü nedeniyle
Yahudilerin, Avrupa Devletlerinde de sayıları iyice fazlalaştığı için Yahudi
düşmanlığı Avrupa’da da artmıştır. Bu dönemde Rusya ve Doğu Avrupa
ülkelerinden göçen eden Yahudilerin büyük bir çoğunluğu ABD’ye yerleşmek
zorunda kalmıştır. Öyle ki, ABD’ye göçen Yahudi sayısı üç milyonu bulmuştur. Üç
yüz bin kadar Yahudi de Kanada, İngiltere ve Güney Afrika’ya göç etmiştir.61
1.2.2. Siyonizm
Siyonizm, 20. yüzyılda Ortadoğu’ya damgasını vurmuş siyasal bir akımdır.
Burada ilk olarak Siyonizm, kavram olarak ortaya konulmaktadır. Daha sonra
Siyonizm’in ortaya çıkması ve Siyonizm’i ortaya çıkaran etmenler ele alınmaktadır.
Son olarak Siyonizm’in ortaya çıkıp benimsenmesine kadar geçen tarihsel süreç
incelenmektedir. Siyonistlerin, Filistin’de Yahudi yurdu için harekete geçmeleri ve
İsrail’in kurulmasına kadar giden tarihsel süreç ise 2. bölümde Filistin-İsrail
Çatışmasının tarihsel sürecinde ele alınmaktadır.
1.2.2.1. Siyonizm Kavramı
“Siyonizm” teriminin kökü olan Siyon sözcüğü, İlk Çağ’dan beri Kudüs
anlamına gelmektedir. Yahudilerin ilk Kutsal Tapınaklarının M.Ö. 587’de Babilliler
tarafından yıkılıp, Yahudilerin Babil’e sürgün edilmesinden sonra “Siyon”a özel bir
anlam yüklenmiştir. Siyon, yurtlarından kovularak Babil’e sürgün edilen Yahudi
halkının Filistin’e dönme arzu ve özlemi anlamında kullanılmaya başlanmıştır.62
61 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 14. 62 Öke, a.g.e., s. 22-23.
21
Siyon kelimesi yaklaşık 2.500 yıldır kullanılmasına rağmen siyasal bir
düşünce akımını simgeleyen bir anlam olarak ilk kez 19. yüzyılın son çeyreğinde bir
Rus Yahudi olan Nathan Birnbaum tarafından siyasal düşünceler literatürüne
sokulmuştur. Birnbaum kendi çıkardığı “Kendi Kendine Kurtuluş” adlı derginin 1
Nisan 1890 tarihli sayısında Siyonizm’i, Yahudileri Filistin’e yerleştirme amacını
güden ve üyelerini Yahudilerin oluşturduğu bir siyasal parti örgütünün kurulması
olarak belirtmiştir. Bu terim kısa süre içinde Yahudi çevrelerce benimsenmiş ve
Yahudi Milliyetçiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır.63
İsrailoğulları bölümünde de belirtildiği gibi Tevrat’a göre Yehova (Tanrı)
kutsal toprakları kıyamete kadar İbrahim Peygamber ve onun ümmetine vermiştir.
Bu inanç çerçevesinde Yahudiler Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönme,
Kralları Süleyman tarafından yapılan Kutsal Mabedleri Beyt-i Makdis’i yeniden inşa
etme Tevrat’ın ana prensibini oluşturmaktadır. Bu inanç Yahudilerin benliklerine
öylesine işlemiştir ki, bir gün Diaspora’daki bütün Yahudilerin Kral Davud’un altı
köşeli yıldızı altında ve onları kutsal topraklara yeniden götürecek bir Mesih’in
gelişine inanmış ve bunu sabırla beklemişlerdir.64 Siyon’a bir gün bir Mesih
önderliğinde dönme umudu dini Siyonizm’dir.65
Dini Siyonizm’i, siyasal niteliğe dönüşmesinde 19. yüzyıla damgasını vuran
milliyetçi akımların büyük etkisi olmuştur. Milliyetçilik akımından etkilenen bir grup
Yahudi, Museviliği dinin ötesinde milliyeti oluşturan unsur olarak algılamaya
başlamıştır. Böylece 19. yüzyıla kadar sadece dini bir mesele olarak görülen Siyon’a
dönme hayali, etnik unsurlara dayalı modern bir ideolojiye dönüşmüştür. Yahudiler
artık Siyon’a Mesihsiz de geri dönebileceklerine inanmışlardır.66 Bu haliyle
Siyonizm’i ana hatlarıyla laik bir ideoloji olduğunu söylemek mümkündür.
Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl’den önce Avrupa’nın çeşitli yerlerinde 63 G. Kressel, The Word and Its Meaning, Encyclopedia Judaica’dan Zionism, (Kudüs, 1973), s. 52., Öke, a.g.e., s. 23. [Söz konusu bilgiyi Öke, Encyclopedia Judaica’nın Zionism maddesinden aktarmıştır.] 64 Öke, a.g.e., s. 23-24. 65 Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, çev: Nezih Uzel, 3. Baskı (İstanbul: Pınar Yayınları, 2000), s. 14. 66 Turan, a.g.e., s. 145.
22
yaşayan birçok haham, Yahudi halkının kendi başının çaresine bakması gerektiğini
vurgulayarak, dini bir beklentiyle Siyon’a dönemeyeceklerini vurgulamıştır.67 Fakat
bu düşünceye şiddetle karşı çıkan Yahudiler de olmuştur. İnançları doğrultusunda
gerçekleşmeyen Yahudi yurduna dönüşe, orada kurulacak bir devlete karşı
çıkmışlardır.68
Baskı altında tutuldukları Avrupa’da bütün çözüm yollarının tükendiğine
inanan genç Yahudiler kendilerini vaat edilmiş topraklara götürecek modern bir
Mesih arayışına girmişlerdir. Bu Mesih, Theodore Herzl’dir.69 Herzl’in örgütsel
anlamda kurucusu olduğu Siyasi Siyonizm ise dünyanın çeşitli yerlerinde dağınık
olarak yaşayan, yani Diaspora’daki bütün Yahudilere, politik ve siyasal enstrümanlar
kullanarak vatan sağlamayı hedefleyen siyasal bir terimdir.70
Herzl’in Yahudilere, politik ve siyasal enstrümanlar kullanarak vatan
sağlamayı hedefleyen görüşleri Siyasi Siyonizm’in temelini oluşturmaktadır. Ancak
Herzl için kurulacak Yahudi Devletinin nerede olacağı veya olması gerektiği çok
önemli değildir. Önemli olan Yahudilere dünyanın herhangi bir yerinde boş bir
arazide devlet kurulmasıdır. Kurulacak Yahudi Devletinin Filistinlilerin yaşadığı,
Kudüs ve çevresinde olmasının benimsenmesinde Yahudi köktenciliği etkili bir rol
oynamıştır. Kudüs ve çevresinde bir Yahudi Devleti kurulmasını öngören Siyonizm,
Rusya’da, Fransa’da, Almanya’da, Avusturya’da ve Avrupa’nın daha birçok yerinde
18. yüzyıl sonlarında şiddetlenen Yahudi düşmanlığı sonucu, Yahudilere boş bir
toprakta (Herlz, Arjantin’de, Kıbrıs’ta ve son olarak Uganda’da kurulabilecek bir
Yahudi Devletine sıcak bakmıştır) devlet kurulması amacıyla kurulmuştur. Fakat
Yahudi Köktencilerin baskısıyla, kurulacak Yahudi Devleti Kudüs ve çevresinin
dışında boş her hangi bir yerde kurulması fikri kabul görmemiştir.71
67 Mehmet Yılmaz, Radikal Sağın İsrail Dış politikasına Etkisi, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 212. 68 Turan, a.g.e., s. 145. 69 Turan, a.g.e., s. 147. 70 Garaudy, a.g.e., s. 14. 71 Turan, a.g.e., s. 155.
23
1.2.2.2. Siyonizm’i Ortaya Çıkaran Nedenler
Siyonizm’in72 ortaya çıkmasında Rusya’nın önemli bir etkisi olmuştur.
Rusya, Avrupa’daki diğer devletler gibi milliyetçilik hareketlerinden çok fazla
etkilenmediği halde, Ruslar tarihsel olarak Yahudileri sevmeyen bir toplumdur. 19.
yüzyılda Rusya’da üç milyon Yahudi yaşamaktaydı fakat Yahudiler, ikinci sınıf
vatandaştılar. Bulundukları şehirlerde Ruslarla ilişkiye girmemekte, şehirlerin
dışında ayrı yerleşim birimlerinde yaşamaktaydılar.73
Rusya’da Yahudilere uygulanan şiddet ve bunun neticesinde gelen göç
Siyonizm’in ortaya çıkmasında çok önemlidir fakat Siyonizm’in sistemli bir şekilde
doğmasında Fransa’da yaşanan “Dreyfus olayı” bir dönüm noktası olmuştur.74
Özellikle Siyonizm’in kurucusu Theodore Herzl, Dreyfus olayından çok
etkilenmiştir. Uygarlığın beşiği olarak gördüğü ve gönülden bağlı olduğu Fransa’da
Anti-Semitik bir olayın yaşanması şiddetle savunucu olduğu asimilasyona Herzl’in
inancını yitirmesine yol açmıştır.75
1894 yılında Fransız Haber Alma Servisine gelen ve bir askeri Alman
ataşesine, Fransa ile ilgili askeri belgelerin gönderildiğine dair imzasız bir yazı
sonucu bir soruşturma başlatılmış ve soruşturma sonunda Almanlara bilgi sızdıranın
Genel Kurmayda stajyer olarak çalışmakta olan Yahudi asıllı Yüzbaşı Dreyfus
olduğu iddi edilmiştir. Yüzbaşı Dreyfus bu olay sebebiyle suçlanmış, ordudaki
görevine uzun bir süre son verilmiştir. Basında Dreyfus’u küçük düşürücü ve Yahudi
düşmanlığını körükleyici şiddetli bir kampanya başlatılmıştır.76
72 Çalışmada geçen Siyonizm teriminden Siyasi Siyonizm kastedilmektedir. 73 Armaoğlu, a.g.e., s. 11-12. 74 Armaoğlu, a.g.e., s. 16. 75 Turan, a.g.e., s. 147. 76 Emile Zola, Dreyfus Olayı, çev: Muammer Tuncer, 6. Baskı (İstanbul: Yalçın Yayınları, 2002), s. 7.
24
Herzl, Avrupa’da Dereyfusculara karşı Anti-Semitiklerin galip geleceği
düşüncesiyle Yahudilerin kendine ait bir vatanı olması gerektiğini vurguladığı ve
amaçlarını belirttiği “Der Judenstaat”77 adlı kitabını yayınlamıştır.78 Asıl uğraşı alanı
politika olan Herzl, kitabında Yahudilerin tek bir halk (dini Siyonizm’de Yahudilik
dinken, Herzl’in Siyasi Siyonizmi’nde halktır) meydana getirmesi gerektiklerini
vurgulamış ve boş bir arazide Yahudi Devletinin kurulması gerektiğini belirtmiştir.79
1.2.3. Siyonizm - Anti-Semitizm İlişkisi
Filistin-İsrail Çatışmasının kökenindeki iki önemli olgunun, Siyonizm ve
Anti-Semitizm, olduğunu daha önce vurgulamıştık. Burada belirtmemiz gereken
önemli diğer bir nokta da Siyonizm’in, Anti-Semitizm’e ihtiyaç duyduğu ve Anti-
Semitizm’den beslendiği gerçeğidir. Theodore Herzl, Yahudileri bulundukları
ülkelerden kaçarak İsrail’e göç etmeye ikna etmek için siyasi Siyonizm’in Anti-
Semitizm’e ihtiyacı olduğunu bilmektedir.80 Yahudiler yaşadıkları ülkelerde baskı
ve katliamların dışında bazı hak ve özgürlüklere sahip olmamalarına, ikinci sınıf
vatandaş kabul edilmelerine (hatta bazı yerlerde vatandaş bile kabul edilmemişlerdir)
rağmen Herzl, Yahudilerin Kudüs’e göçmesi için şiddetli bir Anti-Semitizm’e ihtiyaç
olduğunun farkındadır.81 Özellikle, Filistin’e Yahudi göçü 1925’e kadar yoğun bir
şekilde yaşanmaktayken bu tarihten sonra yapılan göçler azalmaya başlamıştır. Hatta
Filistin’e göç eden fakat aradığını bulamayan bazı Yahudiler geldikleri ülkelere geri
dönmeye başladıklarından 1927 ve 1929 yılları arasında Filistin’deki Yahudi nüfusu
gerilemeye başlamıştır. Bu durum Siyonizm’i başarısızlık riskiyle karşı karşıya
getirmiştir. İşte tam bu kritik noktada Nazi faktörü ortaya çıkmıştır. Tarihte eşi az
görülmüş bir barbarlıkla Yahudilere soykırım yapan Nazi Almanyası, Siyonizm’in
sıkıştığı noktada kurtarıcısı olmuştur. Zira Filistin’e göç edip memnun olmayan
Yahudiler artık göç fikrinden tamamen uzaklaşırken, sosyo-ekonomik durumları iyi
77 Yahudi Devleti. 78 Johnson, a.g.e., s. 467. 79 Garaudy, a.g.e., s. 16. 80 Garaudy, a.g.e., s. 108. 81 Turan, a.g.e., s. 172-173.
25
olan ve Filistin’e göçe sıcak bakmayan Yahudiler yapılan bu Nazi soykırımından
sonra Filistin’e göçmek zorunda kalmıştır.82
1.3. Ortadoğu
Filistin-İsrail Çatışmasını ele alırken, Filistin-İsrail Çatışmasıyla ilgili
kavramların bulunduğu ilk bölüme Ortadoğu’yu da koymamızın sebebi, büyük
güçlerin Ortadoğu’da hegemon olmak için bölgede, sorun ve anlaşmazlık alanları
yarattığı düşüncesindendir. Çünkü Ortadoğu’da meydana gelen bir gerginlik
dünyanın diğer yerlerini etkilemektedir.83 Dolayısıyla dünya üzerinde bu kadar etkili
bir coğrafyaya hâkimiyet, büyük güçler için çok hayatidir.
19. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı Devleti içinde yaşayan halklar arasında
etnik ve dinsel farklılıklar konusunda ciddi çatışmalar yaşanmazken, 20. yüzyılda
Ortadoğu, savaşların, çatışmaların, sorunların merkezi haline gelmiştir. Gerek 19.
yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar bölgede hâkim olan İngiltere olsun,
gerekse İkinci Dünya Savaşından sonra bölgede ağırlığını arttıran ve Soğuk Savaşın
ardından bölgeyi hemen hemen kontrolüne alan ABD olsun, bölgede sorunları
çözmek bir tarafa yeni sorunlar ve çatışma alanları yaratmasının sebebi,
Ortadoğu’daki varlıklarını uzun süre korumaktır.
Bu bölümde ilk olarak Ortadoğu kavramı ve bu kavramın ifade ettiği coğrafi
sınırlar ele alındıktan sonra, Ortadoğu’nun jeopolitik, dini ve ekonomik önemi
incelenmektedir.
82 Turan, a.g.e., s. 172-173. 83 Talha Köse, Filistin-İsrail Sorunu’nda Askeri Müdahale ve Barış Gücü Operasyonları: İmkanlar ve Sınırlar, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 181.
26
1.3.1. Ortadoğu Kavramı ve Coğrafi Sınırlar
Ortadoğu kavramını ilk kez Amerikalı deniz stratejisi uzmanı Alfred Thayer
Mahan, 1902 yılında Basra Körfezinin önemini ele aldığı “The Persian Gulf and
International Relations” başlıklı yazısında kullanmıştır. Mahan, Ortadoğu terimiyle
Arap Yarımadasıyla Hint Yarımadası arasında kalan coğrafyayı kastetmiştir.84 İkinci
Dünya Savaşında bölgeye konuşlanan İngiliz Güçlerine “İngiliz Ortadoğu
Komutanlığı” adı verilmesiyle Ortadoğu kelimesi dünya çapında tanınıp,
kullanılmaya başlanmıştır.85
Ortadoğu’nun kapsadığı coğrafyanın sınırları konusunda tam bir netlik
olmasa da86 dar anlamıyla87 bu coğrafya Arap Yarımadasını (Suudi Arabistan,
Yemen, Kuveyt, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn), Türkiye-İran
Havzasını Türkiye-İran-Afganistan), Bereketli Hilal olarak tabir edilen bölgeyi
(İsrail, Irak, Ürdün, Lübnan ve Suriye) ve Afrika’da Mısır’ı kapsamaktadır.88
1.3.2. Ortadoğu’nun Önemi
Ortadoğu, birçok yönüyle önemli bir bölgedir. Ortadoğu, insanoğlunun
oluşturduğu medeniyetlerin beşiğidir.89 Bölge, Nil Vadisi ve Mezopotamya’nın
verimli coğrafyalar olması sebebiyle Mısır, Sümer, Babil, Asur gibi medeniyetleri
84 Bernard Lewis, Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti, (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII, 1964), s.75, Davut Dursun, Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi Yapı Özellikleri Üzerine Genel Tespitler, <http://iibf.kou.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/51.pfd> (22.01.2008), s.1233. [Söz konusu bilgiyi Dursun, Lewis’in makalesinden aktarmıştır.] 85 Ekrem Memiş, Kaynayan Kazan Ortadoğu, 1. Baskı (Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2002), s. 5-6. 86 Memiş, a.g.e., s. 7. 87 Arı, Ortadoğu’nun coğrafi sınırlarını geniş ve dar olarak ayırmıştır. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesiyle bahsettiği coğrafyanın sınırlarını; batısını Kuzey Afrika ülkeleri, Somali ve Etiyopya’dan, kuzeyini, Türkiye, Kafkasya ve Türk Cumhuriyetlerinden, doğusunu Afganistan ve Pakistan’dan güneyini Aden Körfezi ve Yemen’den oluşan coğrafyayı kapsadığını belirtmiştir. Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 25. 88 Turan, a.g.e., s. 15. [Bkz. Harita 1] 89 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 13. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul, 2003), s. 130.
27
barındırmıştır. Ayrıca Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın bu bölgede
doğması bölgeye hiç bitmeyecek kutsal bir önem yüklemiştir.90
Bölgenin çok önemli kara ve deniz geçiş yollarına sahip olması, bölgeyi
jeopolitik ve ticari açıdan eşsiz kılarken91, bölgenin dünya petrol rezervlerinin
%60’ından92 fazlasına sahip olması, büyük güçler açısından bölgeyi daha önemli hale
getirmektedir. Zira büyük güçler Ortadoğu enerji kaynaklarını kontrol altında
tuttuğunda, dünya ekonomisine yön verecek gücü elinde bulundurabilmektedir.93
1.3.2.1. Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi
1.3.2.1.1. Jeopolitik Kavramı
Jeopolitik, bir devletin veya bölgenin coğrafi ve fiziki konumunun
uluslararası güçler ve dış politika açısından değerlendirilmesidir.94 Bu açıdan
jeopolitiği, siyasi coğrafya ile eşanlamlı kullanan yazarlar bulunmasına rağmen95
siyasi coğrafya, siyasi topluluklar ile coğrafya arasındaki bağı incelediğinden dolayı
jeopolitikten daha geniş bir kavramdır.96
1.3.2.1.2. Jeopolitik Kuramlar ve Ortadoğu’nun Jeopolitik Önemi
Kurucusu Alman bilim adamı Friedrich Ratzel sayılan97 jeopolitikle ilgili
kuramlarda Ortadoğu çok stratejik bir konuma sahiptir. Bu bakımdan burada
90 Turan, a.g.e., s. 18-19. 91 Turan, a.g.e., s. 16. 92 Ramazan Özey, Dünya Denkleminde Ortadoğu Coğrafyası Ülkeler-İnsanlar-Sorunlar, 3. Baskı (Aktif Yayınları, İstanbul, 2004), s. 63. 93 Arı, Uluslararası İlişkiler, s. 27. 94 Sönmezoğlu ve diğerleri, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 180. 95 Sönmezoğlu ve diğerleri, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 180. 96 Sönmezoğluve diğerleri, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 506. 97 Özey, a.g.e., s. 23.
28
Ortadoğu’yla bağlantılı jeopolitik kuramlar dikkate alınmakta, ayrıca jeopolitik
kuramlar çerçevesinde Ortadoğu’nun jeopolitik önemi belirtilmektedir.
Jeopolitik kuramlar, Anglo-Amerikan ve Alman Okulu olarak ikiye
ayrılmaktadır.98 Burada inceleyeceğimiz ilk jeopolitik kuram, İngiliz bilim adamı
Halford Mackinder’in ortaya koyduğu Kara Hâkimiyet Kuramıdır. Mackinder
devletleri “kara” ve “deniz” devletleri olarak ayırmıştır. Mackinder, Dünya
egemenliğini kara gücünün sağlayacağını düşünmektedir.99 Mackinder’e göre, Doğu
Avrupa ile Sibirya dünyanın “kalpgah”ıdır. Kalpgahı çevreleyen Balkanlardan Çin’e
uzanan saha “İç Hilal”i oluşturur. Dünya Adaları olarak da nitelenen Amerika,
Afrika, Avustralya ve Japonya Hattı ise “Dış Hilal”i oluşturmaktadır. Mackinder,
dünyayı jeopolitik konumlarına göre sınıflandırdıktan sonra kuramını ortaya
koymaktadır: Doğu Avrupa’ya hâkim olan bir devlet, Kalpgaha hâkim olur.
Kalpgaha hâkim olan ise önce İç Hilale hâkim olur sonra Dış Hilale. Dış Hilalin
hâkimiyeti de dünya hâkimiyetini beraberinde getirir. Mackinder’in ortaya attığı
Kara Hâkimiyet Kuramında Ortadoğu bölgesi İç Hilal içinde yer almaktadır.100
Dolayısıyla Ortadoğu, dünya hâkimiyeti için çok önemli bir jeopolitik konuma
sahiptir.
Mackinder’in görüşlerinden ortaya çıkan fakat Mackinder’in görüşüne karşı
bir görüş, Nicholas Spykman tarafından ortaya konulan “Kenar Kuşak Kuramı”dır.
Spykman, Dış Hilali kontrol edenin dünyaya hâkim olacağını belirterek, Kalpgahı,
Dış Hilale taşımıştır. Ancak dünya hâkimiyeti için “Kenar” yani İç Hilal’in ele
geçirilmesini savunmaktadır. Spykman’ın Kuramında da Ortadoğu, önemini daha da
arttırmaktadır. Zira Ortadoğu, İç Hilal’in merkezi konumundadır.101
98 Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, s. 507-509. 99 Erol Mütercimler, Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekata Geleceği Yönetmek, 1. Baskı (Alfa Yayınları, İstanbul, 2006), s. 309. 100 Özey, a.g.e., s. 23. 101 Özey, a.g.e., s. 23.
29
Kara Hâkimiyet Kuramına karşı olarak Alfred Mahan tarafından ortaya
konulan ve ABD ile İngiltere tarafından savunulan ve deniz hâkimiyetine dayanan
çok önemli bir kuram da “Deniz Hâkimiyet Kuramı”dır.102 Mahan, dünya hâkimiyeti
için deniz hâkimiyetine büyük önem vermiştir. Bunun için kuvvetli bir deniz
gücünün oluşturulmasını savunmuştur.103
Ortadoğu, önemli kara ve deniz havzalarını barındırmaktadır. Kara havzası
açısından Asya’nın batısını, Afrika’nın kuzeyini ve Avrupa’nın doğusunu
barındırırken, deniz havzası açısından da Akdeniz’in güneyi ve doğusunu, Karadeniz
ve Hazar’ın güneyini, Kızıldeniz ve Basra Körfezini barındırmaktadır.104
Deniz bağlantıları ve suyolları açısından da Ortadoğu çok önemli bir
coğrafyadır. Belli başlı dünya denizlerine açılan suyollarına sahiptir. Bu su yoları
Ortadoğu’daki iç denizler üzerinden çıkışlar sağlar. Ayrıca Ortadoğu’yu çeviren
denizleri birbirine bağlayan boğazların ve kanalların varlığı bölgenin konumunu
stratejikleştiren bir başka unsurdur. Karadeniz’le Akdeniz bağlantılarını sağlayan
İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Kızıldeniz’i Hint Okyanusuna bağlayan Babül-
Mendep Boğazı, Basra Körfezi çıkışında Hürmüz Boğazı ile Akdeniz’le Kızıldeniz’i
birleştiren Süveyş Kanalı105 bölgenin jeopolitiğini çok önemli kılan suyollarıdır.
Bölgenin jeopolitik önemi Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle birlikte azalmıştır. Fakat
Asya ile Avrupa arasındaki mesafeyi %67 oranında azaltan Süveyş Kanalı’nın 19.
yüzyıl sonunda açılmasıyla Ortadoğu eski önemini yeniden kazanmıştır.106
Ortadoğu’nun, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını birleştiren bölgenin
merkezinde olması, jeopolitik yapısını ortaya koyması açısından çok önemlidir. Bu
yapısıyla Ortadoğu, modern jeopolitiğin tespit ettiği kara devletlerinin, açık denizlere
inme politikalarının jeostratejik mekânı olmuştur. İlkçağlardan itibaren Avrasya 102 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s.135. 103 Alfred Mahan, Deniz Gücünün Tarih üzerine Etkisi, çev. Kerem ve Melehat Fındık, 2. Baskı (Q-Matris Yayınları, İstanbul, 2003) s.17-19. 104 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 324. 105 Memiş, a.g.e., s. 9. 106 Turan, a.g.e., s. 16-17.
30
steplerinden bölgeye, kuzey-güney ve doğu-batı istikametindeki kavim göçleri
yapılmıştır. Bu durum bölgedeki kültürel etkileşimi hızlandıran insan hareketlerini
beraberinde getirmiştir.107
Stratejik suyollarına sahip Ortadoğu’da, 15. yüzyılda başlayan Osmanlı
hâkimiyetinin bölgeyi kısa sürede etkisi altına alması sebebiyle, güç mücadelesi
Ortadoğu’dan uzak yerlerde devam etmiş özellikle Avrupa’ya kaymıştır.
Ortadoğu’da bulunan Akdeniz ve diğer önemli suyollarının Osmanlı hâkimiyetine
girmesi sebebiyle, dönemin önemli deniz gücüne sahip Portekizleri, İspanyolları,
İngilizleri ve Hollandalıları doğu ticareti için yeni arayışlara itmiştir. Bu durum Batı
Avrupa Devletlerinin yeni keşifler yapmasına sebep olmuştur. Bunun sonucu olarak
sömürgecilik devri başlamıştır. Fakat bölgenin Osmanlı hâkimiyetinde olması çeşitli
sömürgelere sahip büyük ülkelerin sömürgeleri arasındaki ulaşım sorununu
yaratmıştır. Böylece Ortadoğu, sömürgeci güçlerin sömürgelerine kısa sürede
ulaşabilmesi için son derece önemli hale gelmiş ve büyük güçlerin Ortadoğu’ya,
dolayısıyla Osmanlı’ya bakış açısını değişmiştir.108
19. yüzyılın ilk yarısından itibaren bölgede hâkimiyet kurmak isteyen büyük
güçlerin, bu amaca yönelik diplomatik ve askeri girişimleri olmuştur. Napolyon,
Hindistan Ticaret Yolunu kontrol altına almak amacıyla Mısır’a saldırmış ve bu
girişiminden sonuç elde edememiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra ise
Osmanlı’nın yıkılmasıyla Ortadoğu’nun büyük bir kısmı sömürgeci devletler
arasında paylaşılmıştır. Bölgede, bu sömürgeci yapılanma sonunda ortaya çıkan yeni
durum, Soğuk Savaş dönemi ve sonrasını da etkilemiştir. Bu dönemde bölgenin
jeopolitik yapısı çift kutuplu yapıya uygun hale gelmiştir. Bölgenin İki Kutuplu
Sistemde jeopolitik anlamı, Amerikan Çevreleme doktrinin temelini oluşturan
Spykman’ın Kenar Kuşak kuramı çerçevesinde dikkate alınmıştır. Müthiş bir kara
gücüne sahip olan Sovyetler Birliği’nin (SSCB) sıcak denizlere inme politikası ile
107 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 132. 108 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 133.
31
ABD’nin çevreleme doktrinin çatışma alanının yaşandığı en yoğun bölge Ortadoğu
olmuştur.109
1.3.2.2. Ortadoğu’nun Tarihi, Kültürel ve Dini Önemi
Ortadoğu’nun essiz jeopolitik önemi bölgenin tarih ve kültürüne de yansımış,
bölge; farklı kültür ve medeniyetleri barındırmıştır. Bunun yansıra üç semavi dinde
Ortadoğu’dan çıkmıştır.
1.3.2.2.1. Tarihi ve Kültürel Faktör
Ortadoğu, tarihin başlangıcı sayılan yazının bulunmasından bu yana
medeniyetlerin beşiği olmuştur.110 Dünyanın en eski uygarlığı olan Dicle ve Fırat
nehirleri arasından Basra Körfezine kadar uzanan topraklarda kurulan Sümer Devleti
bu bölgede kurulmuştur.111 Bölge, içinde özellikle zengin su kaynakları sebebiyle ilk
yerleşik hayatın başladığı Mezopotamya ve Nil havzalarını barındırmaktadır. Sümer
Uygarlığının yanında Mısır, Asur, Babil, Akad bölgedeki diğer önemli
medeniyetlerdir. Ayrıca Ortadoğu, diğer bölgelerdeki medeniyetlerin dünyanın başka
bölgelerine yayılmasında kavşak noktası haline gelmiş, Doğu ile Batı
medeniyetlerinin birleştiği nokta olmuştur. Bölge, tarih boyunca medeniyetlerin
geçiş ve intikal yeri olması sebebiyle bir yandan çeşitli kültürlerin çatışma alanı
olurken diğer yandan farklı kültürlerin bir birine karışmasıyla yeni medeniyetlerin
oluşmasında önemli rol oynamıştır.112 Bölge, Haçlı Seferlerinde iki farklı inancın
çatışmasını yaşarken, tarihin en önemli istilalarından olan Moğol İstilasında, dış
tesirleri kendi bünyesinde eritmeyi başarmıştır. Ortadoğu’da yaşanan bu kültür
çeşitliliği ve alışverişi, bölgeyi dünya tarihini etkileyen değişme ve gelişmelerin
yaşandığı en önemli coğrafya haline getirmiştir. Ortadoğu’nun bu tarihi çeşitliliği, 109 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 133-135. 110 Dursun, a.g.m., s.1240. 111 William H. McNeill, Dünya Tarihi, çev. Alaeddin Şenel, 9. Baskı (Ankara: İmge Kitabevi, 2004), s. 34. 112 Dursun, a.g.m., s.1240-1242.
32
dünya hâkimiyetine yönelmek isteyen her devlet için hâkim olunması gereken
vazgeçilmez bir yer olmuştur.113
Ortadoğu’nun tarih boyunca (20. yy hariç) sürekli merkez olduğunu söylemek
mümkündür. Bölgede ilk yerleşim birimleri ve büyük medeniyetlerin kurulması,
bölgenin diğer önemli medeniyetler için kavşak noktası ve medeniyetler arası
çatışma alanı olması, etkileşim içinde bulunduğu medeniyete kendi kültürel ve dini
özelliğini yansıtması bölgeyi sürekli merkez kılmıştır.114
Bölgenin, 11. yüzyılda Selçuklu hâkimiyetine girmesine tepki olarak
başlatılan Haçlı Seferleri, bölgede var olan jeokültürel ayrımın kaynağı olmuştur.
Bölge, Haçlı Seferlerinden bu yana sadece jeopolitik olarak değil, Doğu ve Batı
Medeniyetleri arasında jeokültürel hat alanı olarak da kendine has bir özellik
taşımaktadır. Bu özelliği sebebiyle Batılı stratejisyenlerce, Ortadoğu kavramının
kullanış biçimi, değişen uluslararası konjonktüre göre yeniden belirlenmesine neden
olmuştur. Özellikle İslam Medeniyetinin, Ortadoğu’nun bütününe hâkim olmasıyla
bölge, coğrafi bütünlüğü aşan bir jeokültürel bütünlüğe kavuşmuştur. Böylece
Ortadoğu, İslam Medeniyetinin hâkimiyet sahası olarak kabul edilmiş ve bölgedeki
İslam Medeniyetinin hâkimiyet alanına göre Ortadoğu tanımı yeniden
güncellenmiştir.115
Selçuklu Devletinin ardından bölgede 17. yüzyıla kadar süren Osmanlı
hâkimiyetinin başlaması ve Osmanlıların Hıristiyan Avrupa karşısında büyük
zaferler kazanarak Orta Avrupa’ya kadar ilerlemesi, Ortadoğu’nun jeokültürel
bütünlüğünün pekişmesine neden olmuştur.116 Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyılda
başlayan çöküş süreci 19. yüzyılda giderek artmış ve Osmanlı’nın 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde tamamen yıkılmasıyla bölge, sömürgeci devler tarafından paylaşılmıştır.
113 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 130-131. 114 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 131. 115 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 131-132. 116 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 133.
33
İkinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da yeni devletler ortaya çıkmış
fakat uluslararası siyasal sistemin İki Kutuplu Soğuk Savaş Dönemine rastlaması,
bölgenin din temelli yapısını değiştirerek, sistemle uyumlu olarak ideolojik ayrışma
çerçevesinde şekillenmiştir.117
Ortadoğu’nun Soğuk Savaşın temel özelliklerine uyumlu ideoloji temelli
kültürel yapısı seksenli yılardan itibaren yine sistemdeki değişimle birlikte kültürel
dönüşüm yaşanarak yeni nitelikler kazanmıştır. İdeolojik kutuplaşma yerini, bölge
tanımlamasının doğuşuna da yol açmış olan din ve medeniyet eksenli bir
kutuplaşmaya terk etmeye başlamıştır.118
1.3.2.2.1. Dinsel Faktör
Dinsel faktörü, Ortadoğu’nun tarihi ve kültürel faktör dışında ele almamızın
nedeni, İsrail Devleti içinde Yahudi Fundemantilizminin çok güçlü bir şekilde yer
edinmesi ve bu durumun Filistin-İsrail Çatışmasının belirleyici unsurlarından
olmasındandır. Ayrıca din, HAMAS’ın örgütsel zihniyetinin temellerinin
şekillenmesinde çok önemli bir yere sahiptir.
Ortadoğu, üç semavi dinin çıktığı bölge olması sebebiyle bu dinlerin
mensupları için kutsaldır.119 Özellikle Kudüs, bütün dinler için önemli bir yere
sahiptir. Ezeli çekişmelere sebep olan Yahudi Devleti’nin Krallarından Hz.
Süleyman’ın yaptırdığı Beyt-i Makdis120, M.Ö. 586 yılında Babil Kralı
Nabukednezar tarafından yıkılmıştır. Yahudiler esir alınıp Babil’e götürülmüştür.
Babil esaretinden kurtulan Yahudilerin tekrar Kudüs’e dönerek yıkılan Kutsal
Mabed’in eski yerine yaptığı ikinci Mabed,121 M.S. 70 yılında Romalılar tarafından
117 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 134. 118 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 134-135. 119 Turan, a.g.e., s. 18-19. 120 Jean Attias ve diğerleri, Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve İsrail, 2. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002), s. 26. 121 Lewis, Ortadoğu Hristiyanlığın Başlangıcından Günümüze …, s. 30.
34
yıkılmıştır.122 Günümüzde Yahudilerin kutsal Mabedi’nin dört duvarından üçü
yıkılmış olup, sadece “Ağlama Duvarı” olarak bilinen Batı Duvarı kalmıştır.123
Yahudi Köktencilerin en büyük hedeflerinden biri de, bir bölümünü Ağlama
Duvarının oluşturduğu Kutsal Mabetlerini tekrar inşa etmektir.124
Filistin toprakları ve Kudüs, Hıristiyanlar için de çok önemlidir. Batı
Medeniyetlerinin temelini oluşturan Hıristiyanlık, dünyaya buradan yayılmıştır. Hz.
İsa, Filistin’de doğmuştur ve Peygamberliğinin başladığı 27 yılından, çarmıha
gerildiğine inanıldığı 30 yılına kadar Kudüs’te yaşamıştır.125 O tarihlerde Yahudi
yurdu olan Filistin, Roma’ya özel statüyle bağlı bir konuma sahiptir. Hz. İsa,
kendisine vahyedilen öğretileri bu bölgede yaymış, Havarileri ile bu bölgede
karşılaşmıştır. Hıristiyanlık inancına göre bu bölgede çarmıha gerilen Hz. İsa’ya
karşı Yahudiler, yeni bir dinin gönderilmesini kabullenmediğinden Romalıları
kışkırtmış ve Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesine neden olmuştur. Ancak bu tarihten
itibaren Hıristiyanlık, Roma’da hızla yayılmaya başlamıştır. Roma’da başlayan ve
batı medeniyetlerinde hızla yayılan Hıristiyanlık, Ortadoğu’da, Müslümanlarla ve
Yahudilerle kıyaslanmayacak kadar etkisizdir.126
Kudüs’ün Müslümanlar için önemi ise, Hz. Muhammed’in miraca çıktığı
kayayı örten Kubet-üs Sahra’yla El Aksa Camii’nin (Mescid-i Aksa) bulunduğu
Müslümanlarca Harem-i Şerif diye adlandırılan kutsal yerdir. Mescid-i Aksa,
Romalılar tarafından yıkılan Mabedin kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Harem-i
Şerif, İslamiyet’in ilk yıllarından 624 yılına kadar Müslümanlar için kıble işlevi
görmüştür. Kudüs, Hz. Ömer tarafından 637’de Yermuk Savaşında Bizanslılardan
geri alınmış ve Mescid-i Aksa tamir ettirilmiştir.127 Yahudiler, yıkılan Kutsal
Mabetlerini bir gün tekrar yapacakları inançlarını korumaktadır ancak Mabedin
tekrar yapılabilmesi için Müslümanlarca kutsal olan Mescid-i Aksa’nın yıkılması 122 Eroğlu, a.g.e., s. 29-30. 123 Özmen, a.g.e., s. 32-33. 124 Israel Shakak ve Norton Mezvinsky, İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi, 1. Baskı (Anka Yayınları, İstanbul, 2002), s. 34. 125 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 37. 126 Turan, a.g.e., s. 23. 127 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 37.
35
gerekmektedir. İsrail’in buna kalkışması dahi bölgeyi büyük çatışmalara
sürükleyecektir. İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un 2000 yılında Mescid-i
Aksa’ya girmesinin bile II. İntifada’nın başlamasına neden olduğu düşünüldüğünde,
Mescid-i Aksa’yı yıkmaya yönelik girişimler büyük karşılıklara neden olabilir.
1.3.2.3. Ortadoğu’nun Ekonomik Önemi
İlk yerleşik hayatın görüldüğü Ortadoğu, Mezopotamya ve Nil havzaları gibi
verimli bölgelere sahiptir. Ortadoğu’nun Mısır, Sümer, Babil, Asur gibi nehirlerin
etrafında kurulmuş medeniyetleri barındırması havzalardaki verimli topraklar
sayesindedir.128 Bölgenin ulaşım ve ticaret yollarına sahip olması tarımsal önemini
daha da anlamlı hale getirmektedir.129
Ortadoğu, Sanayi Devriminin tamamlanmasıyla artık sadece ulaşım açısından
kavşak noktası olmaktan çıkmış, sanayi hammaddesi için çok önemli bir kaynak yeri
haline gelmiştir. Ayrıca bölge, sanayileşmeyle birlikte gelen üretim fazlasının
eritebileceği geniş bir pazar olarak yeni bir jeoekonomik anlam ifade etmeye
başlamıştır. Ortadoğu’nun güçlü bir tüketim potansiyeline sahip bu durumu bölge
üzerinde süren rekabetin niteliğini, nicelik ve şeklini de değiştirmiştir.130
Ortadoğu’yu ekonomik açıdan yeraltı kaynakları, tarım ve ticaret olarak
değerlendirmek mümkündür. Fakat Ortadoğu’nun ekonomik yapısında en önemli
etmen petroldür. Ortadoğu’nun, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %60’ına sahip
olduğu tahmin edilmektedir.131 Çin ve Hindistan gibi yeni büyük ekonomik güçlerle
birlikte petrolün kullanımının giderek artması Ortadoğu’yu vazgeçilmez bir bölge
haline getirmektedir. Avrupa’nın petrol ithalatının %30’u, Japonya’nın %80’i Basra
128 Turan, a.g.e., s. 18. 129 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 332. 130 Davutoğlu, Stratejik Derinlik…, s. 133-134. 131 Özey, a.g.e., s. 63.
36
Körfezinden sağlanmaktadır.132 Petrol açısından Ortadoğu hâkimiyeti
düşünüldüğünde, sanayileri petrole bağımlı birçok güçlü ülkenin bile bölgeye hâkim
gücün etkisinde kalacağından, petro-politik daha anlamlı bir şekilde karşımıza
çıkmaktadır. Petrol uluslararası sistemde güçlü olmayan Arap Ülkelerince bile 1967
yılında silah olarak kullanıldığında etkili olduğu göz önünde bulundurulduğunda
büyük güçlerin hâkimiyetinde bu silahın daha etkin hale gelmedi mümkündür.
132 Abdülkadir Gerçeksever, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, 1. Baskı (İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, 2005), s. 22.
37
İKİNCİ BÖLÜM
ÇATIŞMANIN TARİHSEL SÜRECİ VE BÜYÜK GÜÇLERİN
FİLİSTİN POLİTİKASI
2.1. Çatışmanın Tarihsel Süreci
Filistin-İsrail Çatışması, Çatışma sürecinin dönüm noktaları esas alınarak üç
alt bölümde incelenmektedir. Siyonizm’in ortaya çıkıp, Herzl’in Osmanlı
hâkimiyetinde bulunan Kudüs ve çevresinde para karşılığı II. Abdülhamit’ten toprak
talepleri ile bir Yahudi devleti kurulmasında çok önemli olan ve 1917 yılında ilan
edilen Balfour Deklarasyonu arasındaki süreç 1. alt bölümde incelenmektedir.
Balfour Deklarasyonun yayınlanıp yoğun bir şekilde Filistin topraklarına Yahudi
göçünün başladığı ve Yahudiler, Araplar, İngilizler arasında sıcak çatışmaların
yaşandığı, nihayetinde İsrail’in 1948 yılında kurulduğu ve yaşanan ilk Arap-İsrail
Savaşından galip çıkarak kendini askeri güç olarak da ispatladığı dönem 2. alt
bölümde ele alınmaktadır. 3. alt bölümde, İsrail Devletinin bağımsızlığı sonrası Arap
Devletleriyle yaşanan bunalım ve savaşların nedenleri ve sonuçları
değerlendirilmektedir. Bu bölüm 1987 yılında başlayan ve HAMAS’ın temellerinin
atıldığı I. İntifada’ya kadar sürmektedir. Filistin-İsrail Çatışmasında 1987 yılından
günümüze ki tarihi süreç ise HAMAS’ın aktif döneminin aktarıldığı üçüncü bölümde
yer almaktadır.
Bu bölümde son olarak Çatışmanın devam etmesinde en önemli faktör olarak
gördüğümüz büyük güçlerin Filistin politikaları incelenmektedir. Sorunun
başlangıcındaki büyük güç olması ve ilan ettikleri Balfour Deklarasyonuyla sorunun
dönüm noktalarından birini ortaya çıkarması sebebiyle ilk olarak İngiltere’nin Filistin
politikası incelenmiş, ardından da özellikle 1956 sonrası dönemde bölgede en etkin
güç olan ABD’nin Filistin politikası incelenmektedir. Son olarak Rusya’nın Filistin
politikaları ortaya konulmaktadır.
38
2.1.1. 1917 Öncesi Dönem
Bu bölümde Teodor Herzl’in Osmanlı’dan Yahudi Devleti için para karşılığı
toprak satınalma taleplerine, Filistin topraklarının 1917 öncesi demografik yapısına
ve Filistin topraklarına Yahudilerce yapılan göce değinilmektedir.
Farklı amaç ve gayeleri olan üç farklı eğilimi (dindar, reformcu, asimilasyon
yanlısı) temsil eden örgütlere mensup yaklaşık 200 kadar Yahudi’yi İsviçre’nin Basel
kentinde toplayan Herzl, 1897 yılında 29-31 Ağustos tarihleri arasında Birinci Dünya
Siyonist Kongresini düzenlemeyi başarmıştır. Böylece Herzl, üç farklı eğilimin
Siyonist ideolojide birleşmesini sağlayarak Yahudi yurdu için büyük bir adım
atmıştır.133
Birinci Dünya Siyonist Kongresinde, Yahudi yurdunun nereleri kapsaması
gerektiği konusu tartışılmıştır. Herzl için önemli olan Yahudileri yerleştirmek için
acilen gerekli yurdu bulmaktır. Herzl’i Yahudi yurdu için dini Yahudi inancında
geçen yerler ilgilendirmemektedir. Yahudi yurdu için dünyanın her hangi bir yeri
olabileceğini düşünmüştür. 1897 yılında topladığı Birinci Dünya Siyonist
Kongresinde Yahudi yurduyla ilgili düşüncelerini açıklasa da dünyanın çeşitli
yerlerinden gelmiş Kongredeki Yahudilere bunu kabul ettirememiştir. Herzl, farklı
eğilimleri benimsemiş Yahudi grupları arasında herhangi bir görüş farklılığı
oluşmaması için ve Siyonist hedeflere birlik ve bütünlük içinde ulaşılsın Yahudi
yurdu için Filistin topraklarını kabul etme durumunda kalmıştır.134
Birinci Dünya Siyonist Kongresinde 4 maddelik karar alınır:
1- Filistin’de Yahudi çiftçi, esnaf ve tüccarının anlamlı bir şekilde
yerleştirilmesine,
133 Turan, a.g.e., s. 148. 134 Turan, a.g.e., s. 149.
39
2- Her ülkenin kendi yasalarına uygun bir şekilde Yahudilerin birleştirilmesi
ve örgütlenmesine,
3- Yahudi ulusal duygularının ve bilincinin kuvvetlendirilmesine,
4- Siyonizm’in amacına erişebilmek yolunda ilgili hükümetlerin onayını
almak için hazırlık çabalarına girişilmesine karar verilmiştir.135
Herzl, Kongrede farklı eğilimlerin farklı talepleri doğrultusunda bazı ödünler
verse de kendisi için asıl önemli olan dördüncü maddeydi. Kongre bu maddeyle
Herzl’e büyük güçlerle diplomatik ilişkilerin başlatılması için yeşil ışık yakmıştır.
Program bütün olarak değerlendirildiğinde, Siyonistlerin Filistin’e yerleşebilmeleri
için gerekli her türlü imkânın seferber edilerek, Kongrede belirlenen amaçlara
ulaşmak için aynı anda birkaç politikanın uygulanmaya başlandığı görülmektedir.136
Herzl, Kongrede Yahudi yurdu olarak belirlenen toprakları ele geçirebilmek için
Kongrede alınan kararlardan dördüncü maddeye göre devletlerle diplomatik ilişki
kurma yetkisi almış ve bu doğrultuda harekete geçmiştir.137
Herzl, Yahudi yurdu edinme çerçevesinde 1896 ve 1902 yılları arasında II.
Abdülhamit’i ikna edebilmek için toplam beş defa İstanbul’a gelmiş, ziyaretleri
sırasında hem Yıldız Sarayında hem de Babıâli’de Osmanlı devlet adamları
tarafından kabul edilmiştir. Bu görüşmeler esnasında II. Abdülhamit’le yüz yüze
konuşma fırsatını da yakalamıştır.138
Herzl, Osmanlı’nın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların farkındadır ve
bunu Kudüs ve çevresinde kurmak istedikleri Yahudi Devleti için kullanmaya
çalışmıştır. Herzl, Padişahın Avrupa’daki hafiyelerinden biri olan Newlinski’ye
başvurarak, II. Abdülhamit’le arasında arabuluculuk yapmasını istemiştir.
135 D. Vital, The Origins of Ziyonizm, (Oxford, 1975), s. 52., M. Kemal Öke, Siyonizm’den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, 4. Baskı (İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002), s. 38. [Söz konusu bilgiyi Öke, Vital’in kitabından aktarmaktadır.] 136 Öke, a.g.e., s. 39. 137 Turan, a.g.e., s. 150. 138 Öke, a.g.e., s. 41.
40
Abdülhamit’le görüşen Newlinski, Abdülhamit’e, Herzl’in 20 milyon sterlin
karşılığında Filistin toprakları önerisini sunmuştur. Abdülhamit bu öneriye olumsuz
cevap vermekle kalmayıp, Newlinski’ye Herzl’in bu yönde ikinci bir adım
atmamasını söylemiştir.139 Abdülhamit, Newlinski’ye …Benim bir karış toprak
vermem söz konusu olamaz. Zira istenen toprak bana ait değil, milletime
aittir…Herhangi birisine vermek veya bizden koparılmasına razı olmaktansa,
yeniden kanımızla yıkamayı tercih ederiz… Türk İmparatorluk toprakları bana değil,
Türk milletine aittir… Yahudiler şimdilik milyarlarını biriktirsinler. Kimbilir, bir gün
bu İmparatorluk paylaşılırsa onlar da istediklerini belki de bir şey ödemeden elde
edebilirler. Ancak kadavramız paylaşılır, canlı vücuttan parça koparılmasına
müsaade edemem.140 Padişahın bu tutumu kendisine “Kızıl Sultan” gibi haksız bir
yakıştırmaya neden olmuştur.141
Abdülhamit’in, Filistin toprakları için ikinci adım atmamasını istemesine
rağmen Herzl, Sultan’la bizzat görüşmek için çabalamış ve bunu başarmıştır. Herzl,
görüşmeler sonrasında kesin bir sonuç alamamıştır. Fakat yeni görüşmeler olmuştur.
Padişah, Herzl’in siyasi yapılanmasının arkasında Avrupa Devletlerinin olduğunun
farkındadır ve bu açıdan Yahudileri hemen karşısına almamaya özen göstermiştir.
Sultan, Herzl’den, Osmanlı Devleti’nin borçlarının konsalidasyonu karşılığında
Yahudilerin, Filistin toprakları dışında herhangi bir Osmanlı toprağında koloni
kurup, Osmanlı egemenliğinde refah içinde yaşayabilecekleri bir teklif sunmuştur.
Herzl, Yahudi Devleti için Filistin toprakları dışında başka bir yeri kabul
etmediğinden anlaşma yine sağlanamamıştır. Bu görüşmeler sonunda Herzl,
Abdülhamit’in Filistin toprakları konusundaki hassasiyetini anlamıştır.
Abdülhamit’in Osmanlı’nın borçlarına rağmen Siyonist tekliflere reddetmesini,
Tür142, Abdülhamit’in izlediği pan-İslamcı politikası bağlamış, ayrıca Sultan’ın Arap
139 Öke, a.g.e., s. 42. 140 Ergun Göze, Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’în Hatıraları ve Sultan Abdülhamid, (İstanbul: 1995), s. 14., Özmen, , a.g.e., s. 99. [Söz konusu bilgiyi Özmen, Göze’nin kitabından aktarmıştır.] 141 Memiş, a.g.e., s. 91. 142 Yrd. Doç. Dr. Özlem Tür, Ortadoğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi
41
tepkilerinden çekindiğinden Siyonist teklifleri reddettiğini belirtmektedir.143 Bundan
sonra Herzl’e Abdülhamit arasında yapılan bir görüşmede Herzl, Hayfa’nın dâhil
olduğu Akka sancağıyla yetinmeye razı olduğunu belirtse de, Abdülhamit, borçların
tasfiyesi için Fransa ile anlaşma sağladığından bu tekliften de sonuç alınmamıştır.144
Yaptığı görüşmelerden olumlu sonuç elde edemeyen Herzl, Siyonist amaçları
doğrultusunda girişimlerini Alman Kralı II. Wilhelm aracılığıyla yapmıştır. I.
Wilhelm’in ölümünden sonra iktidara gelen II. Wilhelm, Alman Şansölye Bismark’la
dış politika konusunda zıt görüşlere sahiptir. Bismark, Avrupa’da güçler arası denge
sistemini çok iyi anlamıştır ve bu denge ekseninde geliştirdiği stratejilerle kısa sürede
Alman Birliğini sağlamıştır. Bismark, güç dengesinin sürdürülmesi taraftarıyken II.
Wilhelm aktif bir dış politika izleme taraftarıdır ve bu sebeple Bismark’ı görevden
alarak, dış politikada “dünya politikası” (sömürgeci) stratejisini belirlemiştir.
Belirlenen “dünya politikası”nda da Osmanlı devletinin çok önemli bir yeri
olduğundan Osmanlı’ya özel önem vermiş ve Abdülhamit’le iyi ilişkiler
geliştirmiştir.145 Bunun bilincinde olan Herzl, Siyonist amaçlarını
gerçekleştirebilmek için II. Wilhelm’den aracılık yapmasını istemiştir. II. Wilhelm,
Abdülhamit’le görüşmeler yapmış fakat görüşmelerden Herzl’in istediği sonuç yine
çıkmamıştır.146
Herzl, Osmanlı’dan toprak elde etmek için diplomatik girişimlerini Almanya
ile rekabet içinde olan Rusya’ya kaydırmıştır. Rusya’da gerçekleştirilen en korkunç
katliamlardan Kichinev’in sorumlusu olan Rusya İçişleri Bakanı Plevhe’den, amacı
Filistin’de bağımsız bir devlet kurmak oldukça Siyonizm’i destelediklerini belirtir bir
mektup alan Herzl, Abdülhamit üzerindeki baskıyı artırmaya çalışmıştır.147
143 Özlem Tür, Türkiye ve Filistin – 1908-1948: Milliyetçilik, Ulusal Çıkar ve Batılılaşma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Cilt 1, Sayı 62, s. 227. 144 Öke, a.g.e., s. 44-45. 145 Oral Sander, Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, 15.Baskı (Ankara: İmge Kitabevi, 2006), s. 255, 318-319. 146 Hasan Karaköse, Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Girişimleri ve Süleyman Fethi Bey’in Layihası (1911), Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, s. 50. <http://www.kefad.gazi.edu.tr./2004.1/43-57.pdf.pdf>, 15.11.2007. 147 Turan, a.g.e., s. 153.
42
Avrupa’da Anti-Semitizm’in en güçlü olduğu iki ülkenin Siyonizm’e verdiği
destek bir paradoks gibi gözükse de, Herzl’in Rusya ve Almanya’ya verdiği
taahhütler buna neden olmuştur. Herz, Almanya’ya Ortadoğu’da kurulacak bir
Yahudi Devletinin, Almanya’nın Ortadoğu çıkarları için yararlı olacağı taahhüdünü
verirken, Rusya’ya ise, Rusya içinde önemli bir sorun teşkil eden Yahudiler ve
bunların devrimci hareketlerinden kurtulacağı garantisini vermiştir.148
Abdülhamit, Herzl’in kendinden alamadığı toprakları Yahudilerin,
Filistinlilerden satın almaya başlayacaklarını tahmin ettiği için 1867 tarihli “Arazi
Kanunnamesi”nin bu alımları engelleyemeyeceğinden 1883 tarihinde yeni bir Arazi
Kanunnamesi çıkarmıştır. Çıkarılan kanunname, yabancıların Filistin’de toprak
almasını engellemektedir ancak bu yabancılara Osmanlı Devletinde yaşayan
Yahudiler dâhil olmadığından, Siyonistler uzun süre bunların üzerinden Filistin’de
toprak almayı başarmıştır. Bunun üzerine 1892 tarihinde millet ayrımı yapılmaksızın
hiçbir Yahudi’nin Filistin’de toprak alamayacağı halka bildirilmiştir.149
Siyonist çabaların yavaş yavaş kendini göstermesiyle 1882-1903 ve 1904-
1914 yılları arasında Filistin’e Yahudilerce iki büyük Siyonist göçmen dalgası
yaşanmıştır.150 Ayrıca 1882’de Rus Çarı II. Aleksandr’ın öldürülmesinde sorumlu
tutulup, ağır baskı ve şiddete maruz kalmalarından dolayı Rusya’dan göç eden
Yahudilerin bir bölümünü oluşturan üç bin civarındaki Yahudi, Caffa yakınlarında
Rishon-Lezion adı verilen bir koloni oluşturmuşlardır.151 İlk dalgada 25 bin Doğu
Avrupa Yahudisi gelirken, ikici göçmen dalgasında bu sayı 40 bine çıkmıştır. Yine
de bu rakamlara rağmen Filistin topraklarında genel nüfus içerisinde Yahudiler
%6’lık oranı oluşturmaktadır.152 Filistin halkının bu topraklarda çok az olduğu hatta
hiç olmadığı153 savı gerçeği yansıtmamaktadır.
148 Turan, a.g.e., s. 153. 149 Öke, a.g.e., s. 79-80. 150 Özmen, a.g.e., s. 38-39. 151 Parlar, a.g.e., s. 374. 152 Özmen, a.g.e., s. 38-39. 153 Garaudy, a.g.e., s. 48.
43
2.1.2. 1917-1948 Arası Dönem
İsrail Devleti’nin varoluş sürecinde ilk aşama olarak izlediği politika, Birinci
Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin oluşturduğu siyasal ve coğrafi zemin üzerinde
yer edinme çabası olarak nitelendirilmektedir.154 Bu bakımdan 1917 yılında
yayınlanan Balfour Deklarasyonu çok önemlidir. Deklarasyonda, İngiltere’nin
Filistin’de kurulacak bir Yahudi Devletine sıcak baktığı ve bunun için çaba harcayan
Siyonistlere destek verileceği açıkça belirtilmektedir.155 İngiltere’nin amacı,
Siyonizm’in bölgede oluşturacağı istikrarsızlıktan faydalanarak bölgedeki
hakimiyetini kuvvetlendirmektir. Bu amaç doğrultusunda İngiliz General Allenby,
Balfour Deklarasyonundan kısa bir süre sonra Filistin’i Osmanlı’dan alarak 1948’e
kadar sürecek İngiliz mandasını başlatmıştır. Filistin topraklarında İngiliz mandası
altında yaşayan Yahudiler, yakaladıkları fırsatı değerlendirerek kuracakları devletin
temellerini atmıştır.156
İngiliz mandasına giren Filistin topraklarına Yahudiler tarafından yapılan
göç, daha da kolaylaşmıştır. Daha önce bölgeye yapılan iki büyük göçün ardından
1919-1923 yılları arasında üçüncü Yahudi göçmen dalgası gerçekleşmiştir. Bu
dönem 35 bin Yahudi göçmen Filistin’e getirilmiştir. Böylece Yahudilerin nüfusta
oranı %6’dan %12’ye çıkmıştır fakat Yahudilerin sahip oldukları topraklar ise
Filistin’in %3’ü kadardır. Bu dönem de 1924-1928 ve 1929-1939 yılları arasında
Filistin’e iki büyük Yahudi göçü daha yaşanmıştır. Bu göçlerle Yahudi nüfusunun
oranı %30’a157 yükselirken Yahudilerin Filistin’de sahip oldukları toprak oranı %5,7
olmuştur.158 Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, Yahudi göçüyle
Filistin’de Yahudilerin oranı hızla artarken, Yahudilerin sahip olduğu toprakların
154 Alptekin Dursunoğlu, Dördüncü Dünya Savaşı ve Ortadoğu, 1. Basım (İstanbul: Anka Kitabevi, 2005), s. 197 155 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 200. 156 Turan, a.g.e., s. 162. 157 Filistin topraklarında yaşayan Arap ve Yahudi nüfusu konusunda farklı kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Özellikle Arap yanlısı kaynaklar Yahudi nüfusunu olduğundan az göstermeye çalışırken, Yahudi yanlısı kaynaklar ise fazla göstermeye çalışmaktadır. Filistin topraklarında yaşayan Arap ve Yahudi nüfus hakkında daha fazla bilgi için bkz. Armaoğlu, a.g.e., s. 24-25,32,42. 158 Özmen, a.g.e., s. 44.
44
nüfusları kadar hızlı artmadığı gerçeğidir. Fakat Yahudi topraklarının artış hızı oranı
yüksektir çünkü bu Yahudilerin sahip olduğu toprakların başlarda az oluşundan
kaynaklanmaktadır. Bu durumda göstermektedir ki; Yahudilerin, Filistinlilerden
toprak satın alarak sınırlarını genişletip, devlet kurduğu inancı salt olarak doğru
değildir.
Filistin’de Yahudi nüfusunun giderek artması Araplarla Yahudiler arasında
sıcak çatışmaların başlamasına neden olmuştur. Özellikle Filistin’de artan Yahudi
nüfusuna tepkili olan Araplar, Yahudilerin bulunduğu eski yerleşimlere saldırmış ve
Arap saldırılarına karşı Yahudiler de karşılık verince iki taraftan önemli kayıplar
yaşanmıştır.159 1921 ve 1929 yılında meydana gelen olaylarda 385 Yahudi ve 116
Filistinli ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştır. 1929 yılında meydana gelen çatışmaların
sebebi, Ağlama Duvarının paylaşımından kaynaklanmıştır. Bu yüzden Ağlama
Duvarı için bir çözüm bulmak maksadıyla Kudüs’te bir konferans düzenlenmiştir.160
Ayrıca artan Arap tepkisinin ayaklanmaya dönüşmesi üzerine İngiltere Filistin’de
yeni bir çözüm arayışına girmiştir. Filistin’de incelemelerde bulunmak üzere biri
“Hukukçular Komitesi” diğeri “İktisatçılar” Komitesi olmak üzere iki farklı komite
kurularak Filistin’e gönderilmiştir. İki Komitenin de Filistin’de üç ay süren
incelemeleri sonunda hazırladıkları raporda bölgeye yapılan Yahudi göçünün
durdurulması ve Yahudilere toprak satışının yasaklanmasını tavsiye etmiştir.161
1930 yılında İngilizler tarafından hazırlatılan bir rapor, Arapları ilk defa
desteklemesi açısından çok önemlidir. Siyonizm’i emperyalizm olarak gören ve
sosyalist olan Lord Passfield, “Beyaz Kitap” adı verilen raporunda, Arap ve Yahudi
işbirliğine dayanan bir yönetim önermiştir. Ayrıca Kitapta, Yahudilerin iyi bir
örgütlenme ve politikayla 1 milyon dönüm toprağa sahipken Arapların üçte birinin
topraksız olduğu belirtilmiştir. Bölgeye yapılan Yahudi göçünün hem toprak
yetersizliğine hem de Araplarda işsizliğe neden olduğu belirtilerek, hem göçün hem
de Yahudilere toprak satışının sınırlandırılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu belge
159 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 40. 160 Özmen, a.g.e., s. 46-48. 161 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 53.
45
Yahudilerde büyük tepkiye neden olmuş, Chaim Weizman, Dünya Siyonist Teşkilatı
Başkanlığından istifa etmiştir. Beyaz Kitap, dünyanın birçok yerinde Yahudiler
tarafından protestolara neden olmuştur. Protestoların şiddeti, İngilizleri geri adım
atmaya zorlamış ve İngiliz Başbakanı McDonald, 13 Şubat 1931’de Weizman’a bir
mektup yazarak, İngiltere’nin 1917 Balfour Deklerasyonu ile benimsediği politikayı
sürdürdüklerini belirtmiştir. Bu açıklamayla Beyaz Kitap’ın Araplar açısından
hoşnutluk yaratacak bir yanı kalmamıştır. Bunun üzerine başlayan Arap protestoları,
Manda Yönetimi tarafından çok sert önlemlerle bastırılmaya çalışılmıştır.162
Bölgede başlayan şiddet Yahudileri bir takım örgütler kurmaya itmiştir.
Örgütler, Arap saldırılarına karşı mücadele vermek için kurulmuştur.163 Fakat
kurulan örgütler bağımsızlık sonrası İsrail’in askeri gücü açısından son derece
önemli olmuştur. 1921’den bağımsızlığın gerçekleşeceği 1948’e kadar askeri
yapılanmanın omurgasını oluşturan Haganah, Vladimir Jabotinsky tarafından
kurulmuştur.164 Haganah, savunmayı hedeflediğinden gizli bir örgüt değildir. Bu
bakımdan kendi başına hareket etmemiş, siyasi organların emriyle eylemlerini
gerçekleştirmiştir. Örgüt, verdiği mücadelede çok başarılı olmuştur. Haganah’a karşı
İngiltere ve İngiliz subaylar da sıcak bakmıştır. Hatta örgüt üyelerine İngiliz subaylar
askeri eğitim vermiştir. İsrail’in 1948’deki bağımsızlığından sonra örgüt, İsrail
Savunma Kuvvetleri (ZHL) adını almıştır. Bugünkü İsrail Silahlı Kuvvetleri (IDF) de
Haganah örgüt yapılanmasının bir sonucudur.165
1929 Arap ayaklanmasında Haganah’ın siyasi kanadının pasif davrandığını
düşünen bir grup Haganah üyesi, örgütten ayrılarak 1931 yılında bağımsız ve gizli
bir terör örgütü kurmuşlardır. Filistin’de yaşayan Araplara karşı koymak maksadıyla
kurulan örgütün adı Irgun olmuş daha sonra Irgun Zvei Levmi (IZL) olarak
değiştirilmiştir. IZL, İbranice Etzel diye okunduğundan Yahudi çevrelerde Etzel
162 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 54. 163 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 47. 164 Özmen, a.g.e., s. 102. 165 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 47-48.
46
olarak zikredilmektedir.166 Ulusal Askeri Örgüt manasına gelen örgüt IZL’nin başına
Jabotinsky getirilmiştir.167 Ayrıca Avraham Stern’in kurduğu, İsrail’in Özgürlük
Savaşçıları Örgütü de (Stern) bu dönemlerde kurulmuştur.168
İngiliz Manda Yönetiminin yanlı tutumu ve Siyonistlerin büyük önem verdiği
Yahudi göçünün sürekli devam etmesi üzerine 1936 yılında büyük Arap ayaklanması
gerçekleşmiştir. Bunun üzerine İngilizler bölgeye, Lord Robert Peel Başkanlığında
bir araştırma heyeti (Peel Komisyonu) göndermiştir. Heyetin raporunu Temmuz
1937’de hükümete sunmuştur. Raporda Filistin toprakları, Arap, Yahudi ve
Kudüs’ün İngiliz mandasında bulunan uluslararası bölümü olmak üzere üçe
ayrılmıştır. Araplar bu paylaşım planına karşı çıkarken, Siyonistler ilk etapta küçükte
olsa bir devlete sahip olmak istediğinden Irgun ve Stern gibi örgütlerin karşı
çıkmasına rağmen planı kabul etmiştir.169
İngilizler tarafından sorunun çözümüne yönelik adımların atılmaması ve
Yahudi göçünün devam etmesi sebebiyle 1939’da Yahudi nüfusun Arap nüfusunun
yarısına yetişmesi170 Arapların hoşnutsuzluğunun giderek artmasına neden olmuştur
ve Araplar, İngilizlere karşı protestolara girişmiştir. Gerek Arap tepkileri gerekse
İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla oluşan konjonktürde İngilizler, Siyonistlere
karşı köklü politika değişikliğine gitmiştir. İngilizler artık Yahudi göçünü
sınırlandırmak istemektedir ve bunun için Beyaz Kitap’ı yaygınlaştırıp, politika
haline getirmeyi hedeflemiştir. Çünkü Yahudi göçünden son derece rahatsız olan
Araplar, göçün İngilizlerin desteğiyle yapıldığının farkında olduğundan, Nazilere
sempatiyle bakmışlardır. Nazilere sempatiyle bakan Arap kamuoyunu yanlarına
çekebilmek amacıyla İngilizler, Yahudi göçünü beş yıl süre için yetmiş beş bin’le
sınırlandırmıştır. Ayrıca İngilizler, paylaşma planından vazgeçerek Filistin’in on
yıllık bir süreç sonunda bütün olarak bağımsızlığa ulaşmasına karar verirken, bu
karar Siyonistleri şoke uğratmış ve Yahudi çevrelerce İngiltere’ye karşı çok sert
166 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 48. 167 Özmen, a.g.e., s. 102. 168 Turan, a.g.e., s. 166. 169 Turan, a.g.e., s. 168. 170 Armaoğlu, Filistin Meselesi …, s. 56.
47
tepkiler oluşmuştur. Fakat Yahudiler, İkinci Dünya Savaşının etkisiyle, İngilizlerin
en önemli müttefiki olan ABD’yi de kızdırmamak için İngiltere’yi zor durumda
bırakacak hareketlere girişmemiştir.171
İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle 1945’den itibaren Haganah, Irgun ve
Stern örgütleri İngilizlere karşı ortak harekât planları geliştirip, eylemlere girişmiştir.
Yahudi Ajansı’nın başında bulunan David Ben Gourion, bu örgütlerin yaptıkları
şiddeti görünüşte kınarken İngilizleri dize getirmek için bu örgütlerin yaptıkları
eylemleri desteklemiştir. Bu örgütler İngilizlere karşı çok ses getirecek kanlı
eylemlerde bulunmuştur. Özellikle ilerde İsrail Başbakanı olacak Menahem Begin
önderliğindeki Irgun örgütü İngilizlerin genel karargâh olarak kullandıkları
Kudüs’teki Kral David otelini havaya uçurup, birçok bombalama ve suikast
eylemlerinde bulunmuştur.172
İngilizlerin desteğiyle büyük gelişme göstermiş Siyonist hareketin, İngilizleri
hedef alan Yahudi terörünü desteklemesi, İngilizler gibi Siyonistlerinde politika
değişikliğine gittiğini açık bir şekilde göstermektedir. Siyonistlerin yeni stratejileri,
ABD’nin uluslararası siyasi ve diplomatik desteğiyle kuruluş aşamasına geçmek
olmuştur.173
İngiliz mandası altındaki Filistin Yönetimi, bir yandan önleyemedikleri
Yahudi göçü diğer yandan İngilizleri de hedef alarak tırmanan şiddet sebebiyle çok
zor durumda kalmıştır. İngilizler için sorun başa çıkılamaz hale gelmiştir. Özellikle
Yahudi örgütlerinin yaptığı eylemlerle bölgede iyice sıkışan İngilizler, sorunu
uluslararası gündeme getirmek suretiyle çözülmesini istemiştir. Filistin-İsrail
Sorununun çözümü için İkinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti (MC)
yerine kurulan BM’ye devredilmiştir.174
171 Turan, a.g.e., s. 168. 172 Turan, a.g.e., s. 167-168-169. 173 Dursunoğlu, a.g.e., s. 197. 174 Bülent Aras, Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, 1. Baskı (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1997), s. 15.
48
İngiliz Dış İşleri Bakanı Ernest Bevin, Filistin sorunun çözümü için 1947
yılında BM’ye başvuruda bulunmuştur. 11 üye ülkenin oluşturduğu BM Filistin Özel
Komitesi, sorunu görüşmek için toplanmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde Komite
raporunu açıklamıştır. Raporda Filistin ve İsrail olarak iki ayrı devlet kurulması
gerektiği belirtilmiştir.175 Komitenin aldığı bu kararın geçerli olması için BM Genel
Kurulu’nda kabul edilmesi gerekmektedir. Genel Kurul görüşmelerinde ABD,
Yahudiler lehinde etkin bir şekilde yer almıştır. Ayrıca Genel Kurulda oylamaya
katılacak ülke temsilcilerine Yahudi Ajansı yoğun baskı yapmıştır. Yahudi Ajansı,
oy kullanacak üyelerin Komitenin aldığı kararın lehinde oy vermeleri için, odaların
dinlenmesinden şantaja kadar gerekli gördükleri bütün baskı araçlarını kullanmaktan
çekinmemiştir. 29 Kasım 1947 tarihinde BM Genel Kurulunda Komitenin aldığı
paylaşım planı 181 sayılı kararla kabul edilmiştir. Böylece Yahudiler, Genel Kurulun
onayladığı bu karar sayesinde asırlardır özlemini çektiği devletin hukuki zemini
sağlamıştır (Bkz. Harita 2).176
BM’nin kararına göre Filistin topraklarının %56’sı, nüfus olarak toplumun
%33’ünü oluşturan ve Filistin topraklarının sadece %5.67’sini elinde bulundurmakta
olan Yahudilere verilmiştir. Bu tarihte nüfusun bir buçuk milyona yakın bir
bölümünü Filistinliler oluştururken, Yahudilerin nüfusu 650 bin civarındadır.
Filistinlilerin nüfusta ve özellikle de sahip olduğu torak açısından da ezici
çoğunluğuna rağmen BM’nin aldığı bu kararın ne kadar haksız olduğu
görülmektedir.177
BM tarafından alınan bu haksız karara rağmen BM gündeminin önemli
maddelerinden biri İsrail Devletinin kurulmasından sonra da Filistin Sorunu olmaya
devam etmiştir. BM, Filistinlilerin vazgeçilmez haklarını tanıyıp, bunları garanti
altına almaya çalışmıştır. Ayrıca BM toprakların paylaşımını esas alan bir çözüm
gözetmeye çalışırken, İsrail’in kendisi için belirlenen sınırların ötesinde yayılmacı
175 Özmen, a.g.e., s. 57. 176 Turan, a.g.e, s. 170. 177 Turan, a.g.e, s. 171.
49
politikalar benimsemesi BM’nin çalışmalarını boşa çıkarmıştır.178 BM’nin verdiği
kararlar karşısında özellikle toprak konularında Filistin tarafı “ya hep ya hiç” tavrı
ortaya koymuş, hiçbir şekilde toprak konusunda müzakerelere katılmamıştır. Bu
dönemde Yahudiler ise realist bir politika izlemiştir.179
BM Genel Kurulunun kabul ettiği 181 sayılı kararı Araplar benimsememiştir.
Arap Yüksek Komitesi BM’nin aldığı bu kararı reddettiğini açıklamıştır. 1947
Eylülünde İngilizler, manda yönetimini sonlandırdıklarını ilan etmiştir.180 Bu kararın
ardından Araplarla Yahudiler arasında bir çatışmanın çıkması kaçınılmaz olmuştur.
İngiltere’nin İngiliz mandasının sona ermesinin ardından Siyonist tehlikeye karşı
alınacak önlemleri konuşmak üzere Arap Birliği de Lübnan’da toplanmıştır. Birlikte
alınan kararlar, Filistin topraklarındaki bölünmenin illegal olduğunu vurgulayıp
Filistinlilere 10 bin piyade tüfeği, savaş için üç bin gönüllü ve bir milyon sterlin,
sağlamayı kararlaştırmışlardır. Haganah’da Filistin’de bulunan yaşları 17 ile 25
arasında olan Yahudileri askere almıştır.181
1948 yılının Nisan ayında ilk Arap-İsrail savaşı çıkmıştır. Arap Devletlerinin
Kralları, İngiltere ile ters düşmek istememişlerdir. Ancak ülke kamuoylarından gelen
yoğun baskı Kralları, tahtlarından itebileceği düşüncesine sevk etmiştir. Arap
Liderleri ve özellikle Ürdün Kralı Abdullah, isteksiz bir şekilde Filistin’i kurtarmak
için askeri birliklerini bölgeye göndermek zorunda kalmıştır.182
14 Mayıs 1948’e gelindiğinde 30 yıllık İngiliz Manda Yönetimi son
bulmuştur. Yahudiler ile Araplar arasında İngiliz Karargâhının bulunduğu stratejik
mevkileri ile diğer büyük binaları ele geçirme mücadelesi başlamıştır. David Shatiell
komutasındaki Yahudi birliklerin daha erken davranmasıyla bütün stratejik mevziler
Yahudilerin eline geçmiştir. Kudüs ve İngilizlerin çekildiği yerlerde hâkimiyet
178 Aras, a.g.e, s. 21. 179 Aras, a.g.e, s. 23. 180 Özmen, a.g.e., s. 57. 181 Özmen, a.g.e., s. 57. 182 Turan, a.g.e., s. 181-182
50
mücadelesi yaşanırken Yahudiler için önemli diğer bir durum Milli Yahudi Konseyi
tarafından açıklanan bağımsızlık bildirgesi olmuştur. 14 Mayıs 1948’de David Ben
Gourion, İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmiştir.183
Araplarla Yahudiler arasında yaşanan çatışmalarda Yahudiler, hâkim olmak
istedikleri yerlerde Filistinlileri göçe zorlayacak katliamlara girişmiştir ve bu
hedeflerinde başarılı olmuşlardır. Özellikle ilerde İsrail Başbakanı olacak Irgun’un
lideri Menahem Begin’in yaptığı Deir Yasin Katliamı Filistinlileri göçe zorlamada
etkili olmuştur. Sıranın kendilerine geleceğini düşünen yüz binlerce Arap, Lübnan,
Mısır ve Batı Şeria’ya kaçmak zorunda kalmıştır.184 Katliamın başında olan Begin,
“Eğer Deir Yasin zaferi olmasaydı, İsrail Devleti de olmazdı” sözleriyle yaptığı
vahşetin bir devlet politikası olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.185
Arap-Yahudi çatışmaları sırasında bazı bölgelerde karşılıklı püskürtmeler
içinde savaş sürerken, Yahudi üstünlüğü ve ilerlemesi kendini belli etmiştir.
Özellikle Kudüs, tamamen Yahudilerin eline geçmek üzereyken Arap Birliği Genel
Sekreteri Azzam Paşanın Ürdün Kralı Abdullah’a sert çıkışı, Kral Abdullah’ın Ürdün
birliklerini savaşa göndermesiyle sonuçlanmış ve savaşın seyri Araplar lehine
değişmeye başlamıştır. Savaşta artık Araplar ilerlemeye başlamıştır. Kral
Abdullah’ın birlikleri Eski Kudüs’ü ele geçirerek Yeni Kudüs’e doğru yönelmiştir.
İsrail’in ağırlıklı askeri gücünü oluşturan Haganah, Eski Kudüs’ü boşlatmak zorunda
kalmıştır. Bu esnada İngilizlerin, Kral Abdullah’a sert tepkisi sebebiyle Arap güçleri,
savaşa son noktayı koyacak adımı atamamıştır.186 Ayrıca savaşın Kuzey Cephesinde
ise Mısır Ordusu Tel-Aviv’e kadar dayanmıştır. Yahudiler, Cenin önlerinde Mısır
ordusuna karşı ağır bir yenilgiye uğramıştır. Yeni Kudüs ağır bir kuşatmayla Araplar
tarafından kuşatılmıştır.187
183 Turan, a.g.e., s. 179. 184 Selahattin İbas, Arap-İsrail Sorunu, Türel Yılmaz, Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı (Ankara: Platin Yayınları, 2005), s. 65. 185 Mahmut Akçay, Filistin’de Barış Oyunu Stratejik Aldatmalar, 1. Baskı (İstanbul: Sayfa Yayınları, 2003), s. 75-76. 186 Akçay, a.g.e., s.75-76. 187 Turan, a.g.e., s. 183-184.
51
Arap-Yahudi çatışmasının seyrinin Araplar lehine dönmesi ve Arap
ilerleyişinin başlaması sonucu büyük güçler devreye girerek ateşkes önermiştir.
Turan’ın hayati bir hata olarak gördüğü ateşkes, Yahudiler için kurtuluş olup,
Siyonistlerin ateşkese sıkı sıkıya sarılmalarına neden olmuştur. 11 Haziran 1948’de
Araplar ateşkesi kabul etmiştir. Arap birliklerinin başındaki Paşaların ateşkese karşı
olmalarına rağmen ateşkes ilan edilmiştir. Dört hafta süren ateşkes boyunca
Siyonistlere, batı kaynaklı cephane ve teçhizatın yanında yiyecek gibi yardımlar
akmıştır. Savaş yeniden başladığında artık savaşın seyri Siyonistler lehine
değişmiştir. Ateşkesi Arap liderlerinin kabul etmesi, savaşa isteksiz katıldıklarının
açık bir göstergesidir. Arap liderleri, savaş esnasında bile ABD ve İngiltere ile ters
düşmek istememiştir.188
9 Temmuz günü savaş yeniden başlamıştır. Yahudiler hızlı bir ilerleyiş içine
girmiştir. Artık Araplar zor durumdadır. 18 Temmuzda ilan edilen ikinci ateşkese bu
sefer Arapların ihtiyacı olmuştur. Yahudilerin ilerleyişini durduramayan Arap
Devletleri anlaşma masasına oturmak zorunda bırakılarak, saf dışı edilmişlerdir. 14
Mayıs 1948 yılında ilan edilen İsrail Devleti, kendini cephede Arap Devletlerine
kabul ettirmeyi başarmıştır.
Arap Liderleri kamuoylarında mağlubiyetin birinci sorumluları olarak
görülmüştür. Ateşkese imza koyan Mısır Başbakanı Nukrasi Paşa 1948, Filistin’de
kurulacak Yahudi Devletine sıcak bakan Ürdün Kralı Abdullah 1951 yılında yapılan
suikastlar sonucu öldürülmüştür. Başarısızlıkta parmağı olan kalan yöneticiler ise
gelecek nesil komutanlar tarafından tasfiye edilmekten kurtulamamışlardır.189
188 Akçay, a.g.e., s. 185. 189 Akçay, a.g.e., s. 189.
52
2.1.3. 1949-1987 Arası Dönem
Bu dönem Arap-İsrail çatışması, 1967 yılındaki Arap Devletleri ile İsrail
arasında yapılan Altı Gün Savaşına kadar uluslararası siyasal sistemle sıkı bir ilişki
içinde sürmüştür. Soğuk Savaşın dengelerini göz önünde bulunduran ABD, Arap
Devletlerinin SSCB kontrolüne geçmesini önlemek için bazı müdahalelerde
bulunmuştur. Fakat özellikle 1967 yılındaki Altı Gün Savaşında İsrail askeri
gücünden etkilenen ABD, İsrail ile Arap Devletleri arasındaki denge politikasından
vazgeçerek tamamıyla İsrail yanlısı bir dış politika benimsemiştir.190
İsrail’in bu dönemki stratejisi, ABD ve müttefiklerinin askeri ve siyasi
şemsiyesi altında korunmak ve güçlenmektir.191 Dolayısıyla ABD’nin İsrail’e verdiği
rolle, İsrail’in stratejisi arasında bir uyumluluk söz konusu olmuştur. İsrail’in
dengeyi bozucu girişimleri yine ABD tarafından engellenmiştir.
1950 yılında Araplar Devletleri, İsrail’le ateşkesi kabul etmeye razı olmuştur
ancak Arap Birliği üyeleri ateşkes kararının bir barış olmadığı gerekçesiyle İsrail’e
uygulanan ablukanın devam etmesi konusunda anlaşmıştır. Bunun nedeni 1948
Arap-İsrail Savaşının Araplarca kaybedilmesi sonucu, Arapların ulusal onurlarının
kırılmış olmasındandır. Bu sırada Arap Devletlerinden Suriye’de ve Mısır’da
darbeler yaşanmaktadır. Ayrıca Soğuk Savaşın konjonktürel etkisi Arap Devletlerine
de yansımış, Arap Birliği Doğu ve Batı Bloğu arasında ikiye bölünmüştür. Ürdün,
Lübnan ve Suudi Arabistan Batı yanlısıyken, Nasır’ın liderliğindeki Mısır, Suriye ve
Kuzey Afrika ülkeleri Doğu Bloğu içinde yer almıştır.192
Mısır’da iktidarı bir darbeyle genç subayların lideri Cemal Abdülnasır (Nasır)
1952’de ele geçirmiştir. Nasır, Arapların 1948’de yaşanan ve İsrail’in bağımsızlığı 190 Norman G. Finkelstein, Soykırım Endüstrisi: Yahudi Acılarının İstismarı, çev. Erkan Saka ve Gökçe Kaçmaz, 1. Baskı (İstanbul: Söylem Yayınları, 2001), s. 22-26. 191 Dursunoğlu, a.g.e., s. 197. 192 Kayabalı, İ. ve C. Arslanoğlu, Ortadoğu’da Savaş ve Strateji 2 Lider, 4 Savaş ve Bir Bozgun, (Ankara: 1990), s. 48.
53
ile sonuçlanan Arap-İsrail Savaşındaki yenilgisiyle kırılan onurlarını düzeltip,
Arapların lideri olmayı hedeflemiştir. Nasır, bu hedefi doğrultusunda Süveyş
Kanalını işleten İngiliz-Fransız şirketini millileştirdiğini ilan etmiştir. Çıkarları
tehlikeye düşen İngiltere ve Fransa ile birlikte Nasırizm’in bölgeye yayılmasından
endişe eden İsrail, anlaşarak Mısır’a saldırmıştır.193 Anlaşmaya göre İsrail, Mısır’a
saldıracak; bunun üzerine İngiltere ve Fransa savaşta arabuluculuk bahanesiyle
bölgeye asker çıkartıp, kanalı işgal etmeyi planlamışlardır. İki ülke arasındaki
çatışmaların sonlandırılmasının ardından, meydana gelebilecek başka çatışmaları ve
dünya ticaretinin bölge savaşlarından etkilenmesini önlemek amacıyla bölgede kalıcı
bir İngiliz-Fransız askeri gücü konuşlandırmayı hedeflemişlerdir.194
İngiltere, Fransa ve İsrail’in aralarında yaptıkları anlaşma gereği İsrail, 29
Ekim 1956’da Mısır’a saldırı başlatmıştır. İsrail güçleri Sina Yarımadası ve Akabe
Körfezine doğru ilerlemeye başlamıştır. İngiltere, Fransa ve İsrail’in arasındaki plan
doğrultusunda İngiltere ve Fransa, 30 Ekim 1956 tarihinde İsrail ve Mısır’a
ültimatom vermiş, her iki devletin Süveyş Kanalı’nın iki kıyısından 16 km geri
çekilmesini istemiştir.195 İsrail’in, Sina’daki askeri harekâtı başarılı olmuş ve
Sina’nın kontrolü İsrail’e geçmiştir. Mısır ordusu ağır bir kayıpla Sina’dan geri
çekilmek zorunda kalmıştır.196 İngiltere, Fransa ve İsrail’in planları başarılı bir
şekilde sonuçlansa da istediklerini elde edememişlerdir. Zira Soğuk Savaşın
jeopolitiğinden kaynaklanan nedenlerle ABD, Mısır ve diğer Arap devletlerinin
SSCB ile daha fazla yakınlaşabilecekleri düşüncesiyle İngiltere, Fransa ve İsrail’e
yönelik baskıları sonucu Fransa ve İngiltere bölgeden geri çekilirken, İsrail de işgal
ettiği Sina’yı boşaltmak zorunda kalmıştır. İngiltere ve Fransa bu olayla
Ortadoğu’dan tasfiye edilmiştir. Ayrıca İsrail, Mısır’la arasında güvenlik şeridi
oluşturup, Akabe Körfezindeki deniz ulaşımını kendi çıkarları doğrultusunda
düzenleyince nispeten bu saldırıdan karlı çıkan taraf olmuştur.197
193 Turan, a.g.e., s. 152. 194 <http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCvey%C5%9F_Krizi> (20.05.2006). 195 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), (Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1984), s. 499-500. 196 İbas, a.g.m., s. 68-69. 197 Turan, a.g.e., s. 152.
54
Süveyş bunalımının Araplar açısından en önemli sonucu, antiemperyalist bir
tutum sergileyerek kanalı millileştiren Nasır’ın, Arapların ulusal kahramanı haline
gelmesi olmuştur. Emperyalizmin baskısı altında olan bölge için Nasır, yeni bir umut
haline gelmiştir.198 İngiltere ve Fransa açısından savaşın sonucu ise, artık
Amerika’nın askeri desteği olmadan bu devletlerin uluslararası alanda eskisi gibi
rahat hareket edemeyeceği gerçeğidir.199
Savaşın ABD ve SSCB’nin baskılarıyla bitirilmesinin ardından, bölgede
kalıcı bir barış sağlanana kadar BM önderliğinde oluşturulan Barış Gücü, Sina
Yarımadasına ve Gazze Şeridine konuşlanmıştır. Barış Gücü bölgede 1967 yılında
yaşanan Altı Gün Savaşına kadar kalmıştır.200
1956 II. Arap-İsrail Savaşı’nın ardından dokuz yıl boyunca Mısır’la İsrail
arasında ciddi bir problem yaşanmamasına rağmen iki ülke arası ilişkiler 1964
yılından itibaren tekrar gerilmeye başlamıştır. Bunalımın yeniden başlamasının
nedenleri ise 1964’te FKÖ’nün siyasal bir güce ulaşması ve Suriye’de Nasır’ın
görüşlerini benimseyen Baas Partisi’nin iktidara gelmesi olmuştur. Ayrıca Nasır’ın
Sina’da konuşlandırılan BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini istemesi ve Mayıs
1967’de Akabe Körfezi’ni deniz ulaşımına kapatması, İsrail Savunma Bakanı Moşe
Dayan’ı harekete geçirmiştir.201 Arapların İsrail tarafının girişimlerinden rahatsızlığı
ise İsrail’in üçüncü başbakanı Levi Eshkol, döneminde ülkesine önemli miktarda
sermaye girişini sağlayarak, İsrail’e büyük Yahudi göçü sağlamaya yönelik aktif
politikalar izlemesidir.202
Arapların, İsrail’le bir savaş çıkmasını istemesi ve buna yönelik İsrail’i
kışkırtıcı eylemlerinin üç nedeni vardır. Birincisi Nasır’ın 1948 Arap-İsrail Savaşı ve
1956 Süveyş Bunalımımda yaşadığı yenilgilerin intikamını alma düşüncesidir.
198 Turan, a.g.e., s. 152. 199 <http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCvey%C5%9F_Krizi>. 200 <http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCvey%C5%9F_Krizi>. 201 <http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi.html>, (20.06.2006). 202 İbas, a.g.m., s. 70.
55
Süveyş Bunalımında Nasır, Arapların ulusal kahramanı haline gelmiş olsa da İsrail’in
Akabe Körfezindeki deniz ulaşımını kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemesi,
İsrail’i karlı çıkarmıştır. Mısır’ın İsrail’i kışkırtmasının ikinci nedeni, 1956 yılından
itibaren SSCB, Mısır ve Suriye’yi çok güçlü bir şekilde silahlandırmıştır. Mısır-
Suriye ve İsrail arasında çıkacak savaşta yalnızca Mısır ve Suriye değil, SSCB’de
savaşı Mısır ve Suriye’nin kaybedeceğine ihtimal vermemiştir. Üçüncü neden de,
ABD’nin bu dönemde Vietnam’da zor durumda olması sebebiyle İsrail’e destek
vermeyeceği düşüncesidir.203
Karşılıklı gerilimler sürerken İsrail, güvenliği için tehdit olarak gördüğü
Nasır’ı (Mısır ve Suriye’ye) tasfiye etmeyi düşünmüştür. Bunun için 1966 yılının son
aylarında oluşmaya başlayan Suriye-İsrail gerginliği iyi bir fırsat olmuştur. Suriye’de
iktidarda olan Baas Partisinin solcu kanadı, bir darbeyle iktidarı ele geçirmiştir. Yeni
iktidarla birlikte Suriye-İsrail sınırında olaylar çıkmış, Yeni Baasçılar, Nasır’ı İsrail’e
karşı yumuşak politikalar uygulamak ve BM doğrultusunda İsrail politikasını
belirlediği gerekçesiyle suçlamıştır. Bu nedenlerle Suriye-İsrail gerginliği ortaya
çıkmıştır.204
Suriye-İsrail arasındaki gerginlik Mayıs 1967’de iyice tırmanmış ve 5
Haziran 1967’de düzenli Arap orduları ile İsrail ordusu ilk defa karşı karşıya
gelmiştir. Mısır hava kuvvetlerini ani bir saldırıyla imha eden İsrail, Mısır'ın yanı sıra
Suriye ve Ürdün'e de saldırmıştır. Bu arada İsrail’e karşı savaşan Arap Devletleri
arasında tam bir uyum ve fikir birliği olmamıştır. Bu nedenle İsrail, saldırıya geçen
Arap ülkeleri arasındaki iletişim kopukluğu ve çıkar ayrılıklarını çok iyi
değerlendirerek, Filistin topraklarının %22'sini, Mısır topraklarının %6'sını, Suriye
topraklarının %1'ini (Golan Tepeleri) işgal etmiştir (Bkz. Harita 3). Altı gün süren bu
savaşla İsrail, kendi kontrolündeki toprağı, üç kattan daha fazla büyütmüştür.
Müslümanlara ait kutsal mekânlarla birlikte Kudüs'ün tamamı İsrail'in eline
geçmiştir. Ancak İsrail’in savaş sırasındaki işgalleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 22
203 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi…, s. 702. 204 İbas, a.g.m., s. 72.
56
Kasım 1967 tarihinde oybirliği ile aldığı, “savaş yoluyla toprak kazanımının kabul
edilemeyeceğini öngören 242 sayılı karara” aykırıdır. Arap ülkeleri 242 sayılı karara
göre İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesini isterken İsrail, Arapların bu
isteğini kabul etmemiştir.205
Altı Gün Savaşı, binlerce Filistinlinin mülteci konumuna düşmesine neden
olmuştur. 1967 savaşı sonrası dört yüz binden fazla mültecinin Filistin’in Doğusuna
geçmesiyle, Ürdün en büyük mülteci kamplarını barındıran ülke durumuna gelmiştir.
İsrail, BM Güvenlik Konseyi’nin, işgal edilen topraklarda halka insani muamele
yapılması ve yurtlarına dönmek isteyenlere izin verilmesi yolunda aldığı 14 Haziran
1967 tarihli ve 237 sayılı kararını uygulamayınca, mültecilerin sayısında yarım
milyona yakın bir artış olmuştur.206
Altı Gün Savaşı, İsrail’e yönelik Arap politikasını şekillendiren tarihi
olayların başında gelmektedir. Arapların en–Nekba (büyük felaket) dedikleri ve
Arapları İsrail’in varlığı ve mülteci problemiyle karşı karşıya bırakan 1948 savaşı
bile Arapların onurunu bu kadar zedelememiştir. O güne kadar İsrail’i haritadan
silmeye kilitlenmiş olan Arap Devletleri, Altı Gün Savaşıyla birlikte savunmaya
geçmiştir. Çünkü 1948 Savaşı’nda Filistin dışında hiçbir Arap ülkesi toprak
kaybetmemişken, buna karşılık Altı Gün Savaşında Ürdün, Mısır ve Suriye önemli
oranda toprak kaybetmiştir. Bu devletlerin kaybettikleri toprakları geri alma çabaları,
takip eden çeyrek asrın temel Arap politikasını belirlemiştir: 242 No’lu BM Kararı
çerçevesinde İsrail’le barış karşılığında kaybettikleri topraklarını geri almak
hedeflenmiştir.207
1967’de yaşanan Altı Gün Savaşının getirdiği diğer önemli sonuç ise Filistin
direniş hareketinin yükselmeye başlamasıdır. Bu anlamda Filistinli mücadele grupları
bir araya gelerek silahlı mücadelenin gereği üzerinde durmaya başlamıştır. Arap
205 <http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi.html>. 206 <http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi.html>. 207 <http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi.html>.
57
Devletlerinin Altı Gün Savaşı’ndaki ağır yenilgisi, El-Fetih’in gerilla savaşını
gündeme getirmiştir. Arafat, Nasır’ın da onay vermesiyle 1969’da FKÖ’nün başına
geçmiştir. Aynı tarihlerde, 21 Ağustos 1969 tarihinde, Doğu Kudüs’teki Mescid-i
Aksa’nın bir Yahudi tarafından yakılmak istenmesi İslam dünyasının tepkisine yol
açmıştır. Mescid-i Aksa’nın yakılmak istenmesi ve Altı Gün Savaşında alınan ağır
yenilgi, Türkiye’nin de içinde bulunduğu İslam ülkelerini 22-25 Eylül 1969 tarihleri
arasında Rabat Zirvesi’nde ilk defa bir araya getirmiştir. Bu zirvede İsrail’in
Kudüs’ten çıkması ve 1967 öncesi statüsüne geri dönmesi istenirken, İslam
Konferansı Örgütü (İKÖ) adlı yeni bir yapılanmanın da temeli atılmıştır.208
Altı Gün Savaşı çok kısa sürmesine rağmen hiçbir şeyi çözmemiştir. Kısa
süren savaşlar kalıcı sonuçlar sağlamazken, uzun süren savaşların sonuçlarının daha
etkili ve kalıcı olduğu tarihi olaylar incelendiğinde görülmektedir.209 Altı Gün Savaşı
1973 yılında yaşanacak Yom Kipur’un nedeni de olmuştur.
Nasır’dan sonra iktidara gelen Enver Sedat, İsrail’e karşı bir zafer kazanarak
Altı Gün Savaşında Arap dünyansın kaybettiği onurunu tekrar kazandırmak
istemiştir. Bunun için Yahudilerin bayramı olan Kipur, uygun görülmüştür. Mısır
kuvvetleri ansızın İsrail’e saldırı gerçekleştirmiş fakat İsrail saldırıya, hemen karşılık
vermiştir. Mısır’a hemen karşılık vermesine rağmen İsrail, Altı Gün Savaşına
nazaran büyük kayıplar vermiştir. Bu savaş Arapların, İsrail’e karşı ilk başarısı
olarak görülmüştür.210
Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, 1970’lerin sonlarında Mısır’da iktidara
geldikten sonra, BM elçisi Gunnar Jarring’e yaptığı bir açıklamada İsrail ile bir barış
anlaşması imzalamayı istediğini ama bunun için de 1967 yılında kaybedilmiş olduğu
Mısır topraklarının geri verilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu teklif İsrail ve ABD
208 <http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi.html>. 209 William Stuntz, Yüce Amaç, <http://turkish.turkey.usembassy.gov/uploads/images/GJXFnqmrebMK_nhd4m2D_A/stuntz.pdf>, (20.06.2006). 210 Özmen., a.g.e., s. 76.
58
tarafından görmezden gelinince, Mısır ve Suriye bu politik çıkmazı ortadan
kaldırmak için harekete geçmeye karar vermiştir. Mısır, Ekim 1973’te, Yahudilerin
kutsal günü Yom Kipur’da Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri’ndeki İsrail güçlerine
saldırmıştır.211
Bu sürpriz saldırı İsrail’i hazırlıksız yakalamıştır. Araplar, savaşın başlarında
bazı askeri başarılar elde etmiştir. Bu durum Amerika’yı politik müdahale yoluna
gitmeye ve bununla birlikte İsrail’e artan bir şekilde askeri yardım göndermeye
yöneltmiştir. Savaştan sonra, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, diplomatik bir
şekilde sınırlı iki taraflı anlaşma stratejisi izlemiştir. Buna göre İsrail’in Sina
Yarımadası ve Golan Tepeleri’nden kısmi olarak çekilmesi garantilenecek ama daha
zor sorunlar üzerinde Batı Şeria ve Gazze’nin kaderi dahil olmak üzere
pazarlıklardan kaçınılacaktır. 1975’in sonlarına doğru bu çabaların potansiyel güçleri
tükenmiş ve kapsamlı bir Arap-İsrail barış anlaşmasına ulaşma umudu
kalmamıştır.212
Enver Sedat, Yom Kipur Savaşının sonucunu büyük bir zafermiş gibi
göstererek istediği diplomatik girişimleri başlatmıştır. Sedat, Altı Gün Savaşının
ezikliği içinde olan Mısır halkına rağmen İsrail ile diplomatik girişimde bulunmanın
mümkün olmadığını görerek Yom Kipur Savaşına kalkışmıştır. Sedat’ın kafasında
çizdiği strateji başarıya ulaşmış, Camp David’de İsrail’le Mısır arasında barış
anlaşması 17 Eylül 1978’de imzalanmıştır. Bu durum Arap dünyasında şok etkisi
yaratmıştır. Çünkü Mısır o güne kadar Arap Devletleri içinde İsrail’e karşı en sert
politikaların uygulanmasından yana olan bir devlettir. Araplar için çok hassas
oldukları Filistin sorununda Mısır’ın İsrail’i diplomatik anlamda tanıyıp anlaşma
yapması sonucu Mısır, Arap dünyasından 90’lı yıllara kadar dışlanmıştır. Ayrıca
Enver Sedat, İsrail ile diplomatik ilişkiye girmenin bedelini, 1981 yılında Yom Kipur
Savaşının kutlamaları sırasında bir suikast sonucu canıyla ödemiştir.213
211 Beinin, J. ve L. Hajjar, Filistin, İsrail ve Arap-İsrail Çatışması, <http://www.zmag.org/turkey/merip.htm>, (20.06.2006). 212 Beinin, J. ve L. Hajjar, a.g.m. 213 Turan, a.g.e., s. 197.
59
Burada değinilmesi gereken önemli bir konuda 1982 Eylül’ünde İsrailli
askerlerin desteği ve yönlendirmesiyle Lübnanlı Hıristiyan Falanjist grupların
Beyrut’ta gerçekleştirdiği Sabra ve Şatilla katliamıdır. Beyrut’ta yaşayan Filistinli
mülteciler Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında insanlık dışı muamelelerle
öldürülmüştür. İsrailliler, kuruluşundan beri Filistinlilere karşı soykırım niteliğinde
birçok katliam yapsa da Şabra ve Şatilla’da öldürülen mültecilerin sayısının üç bini
geçmesi olayın soykırım niteliğinde olduğunun göstergesidir. Saldırının sorumlusu
olduğu anlaşılan dönemin İsrail Savunma Bakanı ve 2001 yılında İsrail Başbakanı
olan Ariel Şaron, bu saldırıdan sonra “Beyrut Kasabı” olarak anılmaya
başlanmıştır.214
2.2. Büyük Güçlerin Filistin Politikası
Filistin-İsrail Çatışmasını daha iyi anlamak için Ortadoğu’nun önemini birinci
bölümde belirttik zira bu Çatışma sadece iki toplum arasında tarihi husumetlerinden
kaynaklanıp, bugüne kadar gelmiş değildir. Yahudilerin Babil sürgününe maruz
kalmasından, Bizanslılarca diasporaya uğramasına, birçok batı devletinin Yahudilere
karşı giriştikleri katliamlara, İkinci Dünya Savaşında altı milyon Yahudi’nin
soykırıma uğramasına kadar Yahudilere karşı oluşan bu Anti-Semitik tavır
incelendiğinde, olayda Filistinlileri görmek mümkün değildir. İki toplum arasında
husumet olduğu, Filistin topraklarının Yahudi Yurdu olduğu ve Yahudilerin tekrar
burada bir vatan oluşturması Batılı Büyük Güçler (İngiltere ve ABD) tarafından
desteklenmiştir. Davutoğlu da sorunun salt iki toplum arasında görülüp, tarafların
daraltılması, meselenin anlaşılmasını güçleştirdiğini belirtmektedir.215
Ortadoğu’nun jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel önemi sebebiyle Büyük
Güçlerinin yarattığını ve çözümü yönünde etkili bir politika uygulamadığını
savunduğumuz Filistin-İsrail Çatışmasının ilk ortaya çıkmasında Büyük Güçlerden
214 Akçay, a.g.e., s. 82-83. 215 Ahmet Davutoğlu, Küresel ve Bölgesel Dengeler, Ortadoğu Barış Süreci, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 4.
60
İngiltere olduğu için bu bölümde ilk olarak İngiltere’nin bölgede hâkimiyeti sürene
kadar ki Filistin politikasını ele aldıktan sonra ABD’nin Filistin politikası
incelenmektedir. Ardından Rusya’nın Filistin politikası ele alınmaktadır.
2.2.1. İngiltere’nin Filistin Politikası
İngiltere’nin Filistin politikasından önce 18. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı
Devletine karşı uyguladığı politikayı ele almak gerekmektedir. Zira İngiltere’nin
Filistin politikası, Osmanlı’ya karşı uyguladığı politikalar çerçevesinde nitelik
değiştirmiştir.
18. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin zayıflamasını değerlendirmek
isteyen Rusya, sıcak denizlere inme politikasını gerçekleştirmek amacıyla İstanbul ve
Boğazları ele geçirmeye yönelik eylemlere girişmiştir. Osmanlı’nın Avrupa
dengesinin büyük bir ağırlığını oluşturduğunu düşünen İngiltere ise bu durumdan
rahatsızlık duymuştur. İngiltere, Osmanlı’nın parçalanması halinde Avrupa
dengesinin Rusya lehine bozulacağı ve Avrupa’da aşırı güçlenen Rusya’nın,
Avrupa’nın güvenliğini tehlikeye sokacağı düşüncesiyle Osmanlı’nın toprak
bütünlüğünü savunmuştur. Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunması İngiliz
Parlamentosunda 1791 yılında kabul edilerek, resmi devlet politikası haline
getirilmiştir. Bu politikaya geçilmesinin diğer önemli nedeni de 1798 yılında
Fransızlar, Mısır’ı işgal ederek Hindistan yolunun güvenliğini İngilizler için tehlikeli
hale getirmiştir. Rusya ve Fransızların güçlenmesi, 1648 yılında imzalanan
Westphalia Anlaşmasıyla kurulan klasik güç dengesi sisteminin bozulması anlamına
geleceğinden, sistemin devamı için İngiltere, Osmanlı’nın yaşatılıp, toprak
bütünlüğünün korunmasını politika haline getirmiştir.216
216 Mehmet Temel, Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne Milli Mücadeleye Bakışı, s. 122. <http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c1s1/makale/c1s1m8.pdf>, 21.06.2008.
61
İngiltere’nin Filistin politikasında belirleyici olacak önemli bir gelişme
1841’de yaşanmıştır. 1840 yılında Şam’da patlak veren yüzlerce Yahudi’nin
öldürüldüğü katliamdan sonra Avrupa’nın Büyük Güçlerince Osmanlı’ya karşı tepki
oluşmuştur. Yahudiler, Avrupalı Büyük Güçleri propaganda yöntemiyle, Osmanlı’da
yaşayan Yahudilerin can ve mal güvenliğini koruması yönünde çağrıda bulunmuştur.
Bu çağrıya ilk olumlu tepki İngiltere’den gelmiş ve Londra Hükümeti, 1841 yılında
Yahudileri himayesi altına aldığını bildirmiştir. Ayrıca İngiltere, Avrupa’da
soykırıma uğrayan Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesini de savunmuştur.
İngiltere’nin insancıl amaçlardan çok dış politik hedefler doğrultusunda başlattığı
himaye sistemini öne sürerek Osmanlı’nın bazı kısıtlamalarını yok etmeye çalışması
üzerine Osmanlı Devleti, 1840 katliamından uzun yıllar geçtiğini ve Devletin içinde
yaşayan azınlıkları koruyabileceğini belirterek İngiltere’den Yahudilere uyguladığı
himaye sisteminden vazgeçmesini istemiştir. Osmanlı’nın bu girişimi üzerine
İngiltere, Yahudilere yönelik himaye sisteminin kaldırılmasını kademeli olarak kabul
etmiş ve bunun için plan hazırlamıştır. Fakat 1877’de başlayan Osmanlı-Rus savaşı
İngiltere’nin Osmanlı’ya bakış açısında değişikler meydana getirmiştir. 1791 yılında
İngiltere’nin hayata geçirdiği politikadan vazgeçilmesi konusu tartışılmaya
başlanmıştır.217
Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruma politikası sorgulanır hale gelen
İngiltere’de özellikle 1877 yılında başlayıp 1878’de biten Osmanlı-Rus Savaşında,
Osmanlı’nın ağır bir yenilgiye uğramasıyla, Rusya’yı durdurup dengelemenin
yolunun Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunmasıyla başarılabileceği
politikasından vazgeçilmiştir. Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunması
politikasına karşı olan Liberal Partinin 1880 seçimlerinde iktidara gelmesiyle,
1882’de bu politikadan tamamen vazgeçilmiştir.218 Ortadoğu’daki durumun
geleneksel yapısında değişiklikler olacağı kanısıyla Hasta Adam’ın iyileşeceğine
inancını kaybeden İngiltere, Osmanlı Devleti’nin dağılması durumunda kendine
düşecek payı biran evvel belirleme doğrultusunda harekete geçmiştir.219
217 Öke, a.g.e., s. 84-85. 218 Temel, a.g.m., s. 124. 219 Öke, a.g.e., s. 85.
62
İngiltere hükümetinin Osmanlı’ya karşı değişen bu politikasında Osmanlı
içinde yaşayan Yahudilerin varlığı büyük önem kazanmıştır. Yahudileri himaye eden
politikası sebebiyle İngiltere, Osmanlı içindeki nüfuzunu daha da güçlendirme
fırsatını yakalamıştır. Osmanlı’nın yıkılmasıyla İngiltere’nin himayesinde Filistin’de
kurulacak bir Yahudi Devleti, İngiltere’nin Ortadoğu ve Hindistan’daki çıkarlarının
korunmasında yararı dokunacağı düşüncesiyle İngiltere, Yahudileri himayesinden
çıkarmaktan vazgeçmiştir. Bu durum İngiltere’nin 1841 yılında Yahudilere karşı
yapılan katliamlar göz önüne alarak insani düşüncelerden ziyade kendi çıkarları
doğrultusunda hareket ettiğinin açık bir göstergesidir.220
İngiltere, Osmanlı Devletine karşı belirlediği politikayı Birinci Dünya
Savaşının koşullarıyla uygulamaya koymuştur. İngiltere ilk olarak Arapları,
Osmanlı’ya karşı harekete geçirmek için Arap milliyetçiliğini desteklenmiştir.
Osmanlı’yı bölgeden tasfiye etmek isteyen ve eylemlerini büyük bir gizlilik içinde
sürdüren İngiltere, Araplara Arap Devleti sözü verirken, Yahudilerin ve ABD’nin
desteğini sağlamak içinde Yahudilere, Filistin topraklarında Yahudi Yurdu kurulması
sözünü vermiş ve bunu Balfour Deklarasyonuyla deklare etmiştir. Ayrıca
Fransızlarla yaptığı gizli Sykes-Picot anlaşmasıyla da bölgeyi kendi aralarında
paylaşmışlardır. Paylaşmanın hedefi, savaştan sonra bölgeyi doğrudan veya dolaylı
her halükarda denetleyebilmeyi sağlamaktır. İngiltere, Ortadoğu’dan İkinci Dünya
Savaşından sonra çekilmek zorunda kalmış olsa bile uyguladığı bu politikalar
sayesinde bölge devletleri arasında husumetler oluşmuş ve böylece bölge, Batılı
güçler tarafından rahatlıkla yönetilmiştir.221
Arı, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarını birçok
devletle paylaşmasını, yine birçok devlete bu topraklarla ilgili birbiriyle çelişen
vaatlerde bulunmasını, Ortadoğu’nun kargaşa ortamına sürüklenmesi için bilinçli bir
politika olduğu değerlendirmesini yapmaktadır.222
220 Öke, a.g.e., s. 84-85. 221 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s.124-125. 222 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s.137.
63
2.2.2. ABD’nin Filistin Politikası
ABD, İkinci Dünya Savaşına kadar Ortadoğu’ya özel bir ilgi göstermemiştir.
Bölge ile ikili ilişkileri daha çok özel şirketlerin ve kuruluşların ticari temasları
şeklinde olmuştur. Osmanlı topraklarını gizli anlaşmalarla aralarında paylaşan
İngiltere ve Fransa gibi bu topraklara yönelik talebi olmamıştır. Ayrıca İngiltere’nin
Filistin’de, Yahudi Yurdu kurulmasına yönelik açıklaması olan Balfour
Deklarasyonu’na da ABD’nin hiçbir katkısı olmamıştır. Fakat Amerikan Kongresi,
Balfour Deklarasyonu’nu onaylayarak Yahudilere, Filistin’de bir Yahudi Yurdu
kurulması yönünde destek verdiğini göstermiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra
ABD, İngiltere’nin Ortadoğu’da attığı adımları desteklemiş, Filistin’in İngiliz
mandası altına girmesine karşı çıkmamıştır.223
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni dünya, ABD’nin Ortadoğu’ya olan
ilgisinin artmasıyla sonuçlanmıştır. Ayrıca Yahudilerin savaş esnasında soykırıma
uğramaları Yahudi Lobisini harekete geçirmiş, etkili faaliyetlerde bulunmuştur. ABD
Dışişleri Bakanlığı, Filistin meselesine ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkarları ve
petrol açısından baktığından Arap görüşleri doğrultusunda bir konum belirlemiştir.
Filistin meselesi ile ilgili olarak bu dönemde çeşitli Arap liderleri ile ABD’li
yetkililer arasında görüşmeler yapılmış olsa da ABD’nin net bir Filistin politikası
oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. ABD’nin soruna tam anlamıyla müdahil
olması, İngiltere’nin Filistin mandasını BM’ye devrettikten sonra gerçekleşmiştir.224
İngiltere’nin Filistin’i BM mandasına bırakmasının ardından ABD, BM
Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) kurulmasını sağlamıştır. Oluşturulan Komisyon,
Filistin’de Arap ve Yahudi Devleti olmak üzere iki ayrı devlet kurulmasını önermiş
ve Komisyonun kararı BM Genel kurulunda kabul edilmiştir. Kararın olumlu çıkması
için ABD, kararı belli olmayan devletlere baskı yaparak Filistin meselesinde ilk defa
223 Tanju Bilgiç, İsrail-ABD İlişkileri: Özel Bir Perspektif, Türel Yılmaz, Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı (Ankara: Platin Yayınları, 2005), s. 90-92. 224 Bilgiç, a.g.m., s. 92-93.
64
aktif rol almaya başlamıştır. İsrail’in 14 Mayıs 1948 tarihinde bağımsızlığını ilan
etmesinin ardından on bir dakika sonra ilk tanıyan devlet, ABD olmuştur.225 Hem
İsrail’i hem de Arapları küstürmeme politikası izleyen ABD’nin, İsrail’i tanıma
nedenleri, ABD’de yapılacak Başkanlık seçimi kaygısı, Yahudilerin Avrupa’da
soykırıma uğraması nedeniyle insani nedenler, soykırımdan kurtulan Yahudilerin
yüksek işsizliğin yaşandığı ABD’de göçmen olarak alınmak istenmemesi gibi
faktörler etkili olmuştur. Bütün bunlara rağmen Amerikan yönetiminde İsrail’i
tanıma konusunda tam bir fikir birliğinin olduğunu söylemek mümkün değildir. CIA,
Genel Kurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu uzmanları,
bölgede böyle bir devletin Amerikan çıkarlarına uygun olmayacağını
savunmuşlardır.226 Fakat Başkan Truman’ı ikna etmek mümkün olmamıştır. Buna
rağmen İsrail’in bağımsızlığı sonrası başlayan Arap-İsrail savaşına ABD, müdahil
olmamaya çalışmış ve savaşan güçlere yönelik silah ambargosu koymuştur. İsrail’in
1948 yılında kurulup ABD’nin tanımasından 1953 yılında ABD’de başkanlığa
Eisenhower’ın geldiği sürece kadar Amerika’nın bölgeye yönelik politikası Arap-
İsrail çatışmasını bölgeye yayılmadan çözmek, bölgedeki istikrarı sağlamak, bölgede
ABD çıkarlarını arttırmak olmuştur.227
ABD’de 1953’de iktidara Eisenhower’ın gelmesiyle İsrail’le ilişkiler
değişmeye başlamıştır. Sovyetleri çevreleme politikasına yönelen ABD,
Ortadoğu’daki radikal unsurların Sovyetlerle işbirliğini önlemek için İsrail’e karşı bir
duruş sergilemiştir. Eisenhower yönetimiyle İsrail arasında ilk gerginlik 1953’te
Banat Yaqıp’ta İsrail’in Kanal yapımıyla başlamıştır. Eisenhower, kanal inşaatının
durdurulmasını istemiş fakat İsrail, kanalın yapımına devam edince ABD tarafından
çeşitli yaptırımlara maruz kalmıştır. Özellikle İsrail’e yapılacak 26.25 milyon
dolarlık ekonomik yardımın dondurulmasının ardından İsrail kanal yapımını
durdurmuştur. Aynı dönemde İsrail ile ABD arasında ikinci önemli krizde 1956
yılında yaşanan Süveyş Bunalımıdır.228 Mısır Lideri Nasır’ın Süveyş Kanalını 1956
225 Bilgiç, a.g.m., s. 94-95. 226 Ekrem Karakoç, ABD’nin Filistin Politikası, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1 Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 106. 227 Bilgiç, a.g.m., s. 95. 228 Karakoç, a.g.m., s. 106-107.
65
yılında millileştirdiğini ilan etmesi üzerine İngiltere ve Fransa yanlarına İsrail’i de
alarak Mısır’a saldırmıştır. Bu durum hem ABD’nin hem de Sovyetlerin tepkisini
çekmiştir. ABD Başkanı Eisenhower, Mısır’a saldırı esnasında İsrail’in işgal ettiği
topraklardan çekilmesini, çekilmemesi durumunda İsrail’e yaptırım uygulayacağını
ve BM’nin yaptırım kararlarını desteleyeceğini açıklamasının ardından İsrail, işgal
ettiği topraklardan çekilmek zorunda kalmıştır. Süveyş Bunalımının diğer bir önemli
sonucu da ABD’nin bölgeye yönelik yeni bir politikası olan Eisenhower doktrini
olmuştur. Buna göre ABD, bölgede Sovyetlerin etkin olmasını engellemek için
çalışacak, komünist saldırıya uğrayan Ortadoğu devletlerine ekonomik yardım
yapılacaktır. Bu doktrinle ABD, Ortadoğu’da İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı
boşluğu dolduracağını göstermiştir. Ayrıca bu doktrinle ABD, Ortadoğu’nun en
önemli unsurlarından biri olmuştur.229
Süveyş Bunalımından sonra ABD Yönetiminde İsrail’e karşı olumlu
düşünceler oluşmaya başlamıştır. Gücünü gösteren İsrail’in bölgedeki ömrünün kısa
süreli olacağına dair düşünceler değişmiştir. Ortadoğu’da etkin bir şekilde varlığını
ortaya koymak isteyen ABD, bölgede müttefik arayışında olduğundan İsrail’e olan
desteği artmaya başlamıştır. Bölgede ABD’nin müttefike ihtiyaç duyulmasında iki
görüş öne çıkmıştır. Eisenhower döneminde hâkim olan görüşe göre, yükselişte olan
Sovyetler destekli Arap milliyetçiliğine karşı İsrail’in varlığının önemli hale
gelmesidir. İkinci görüşte, Kennedy döneminde zayıf İsrail’in nükleer silah
kullanarak dünya çapında bir felakete yol açabileceği korkusu nedeniyle İsrail’in
konvansiyonel silahlarla güçlendirilmesi gerekliliğidir. Bu doğrultuda Kennedy
döneminde İsrail son model helikopter ve anti-tank silahlarının içinde bulunduğu
askeri yardımlar yapılmıştır. ABD’nin bu askeri yardımları yapmasının asıl amacı
İsrail’in nükleer silah elde etmesini engellemek olmuştur.230
İsrail-ABD arasındaki ilişkiler giderek yoğunlaşırken 1964’de İsrail
Başbakanı Levi Eskol ABD’ye gitmiş ve ABD Başkanı Johnson’la ortak bir bildiri
229 Bilgin, a.g.m., s. 97-98. 230 Karakoç, a.g.m., s. 107-108.
66
yayımlanmıştır. Bildiride ABD, İsrail’in bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü
koruyacağını teyit etmiştir. Bütün bunlara rağmen ABD, İsrail’e yaptığı yardımları
arttırmak dışında bölgeye ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmayı sürdürmüş, İsrail’le Arap
Devletleri arasında yaşanacak bir savaşı engellemeye çalışmıştır.231
1967 yılında yaşanan ve altı gün süren Arap-İsrail Savaşında, Arap
devletlerinin büyük bir hezimete uğraması ABD’nin bölgeye ve İsrail’e olan bakış
açısı değişmeye başlamıştır. ABD, bölgede İsrail ile Arap Devletleri arasında yapılan
ateşkesi sürdürmeyi hedefleyen bir politika izlerken, 1967 Savaşından sonra İsrail ve
Arap Devletleri arasında etkili ve sürekli olan barış anlaşmasının sağlanmasına
yönelik politikalar izlemiştir. Yine 1967 Savaşından sonra ABD, 1957 yılındaki
politikasından farklı olarak, İsrail’i bu savaşta elde ettiği topraklardan çekilmeye
zorlamamıştır. İsrail’den işgal ettiği topraklardan hemen çekilmesini isteyen
Sovyetler Birliğine karşı çıkmış, Sovyetlerin BM’de İsrail’in işgal ettiği yerlerde
çıkmasına yönelik girişimlerini desteklememiştir.232
ABD’nin Ortadoğu politikası 1969’da başkan olan Nixon tarafından ortaya
konan Nixon doktrini çerçevesinde şekillenmiştir. Nixon doktrinine göre ABD,
bölgesel müttefiklerinden savunma konusunda daha aktif olmalarını istemiş, böylece
bu doktrinle ABD, müttefiklerine yaptığı savunma yardımını arttırmıştır. Nixon,
Filistin sorununun çözümü için Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’nın da içinde
olacağı bir girişim başlatmıştır. İsrail ise ABD’nin Sovyetlerle anlaşarak kendilerine
dayatılacak bir barış planından endişe duymuştur. Bu dönem ABD-İsrail ilişkileri
Eisenhower döneminden sonra en gergin dönem olmuş, barışa yönelik yapılan
girişimler İsrail tarafından desteklenmediği için başarısız olmuştur.233
İsrail’le ABD arasında ilişkilerin arttığı dönem 1970’li yılların ilk yarısı
olmuştur. 1973 yılında Mısır’ın İsrail’e savaş ilan etmesi ve İsrail’in askeri gücünü
231 Bilgin, a.g.m., s. 102. 232 Bilgin, a.g.m., s. 102. 233 Bilgin, a.g.m., s. 103-104.
67
yeniden kanıtlaması üzerine Arap Devletlerinin petrol ambargosuna başlayarak
petrolü bir silah gibi kullanmasıyla, ABD için İsrail’in önemi artmıştır. Mısır’ın
Sovyetler’le çeşitli anlaşmalar yapması, Suriye ve Irak’ta sosyalist milliyetçi Baas’ın
iktidara gelmesi gibi gelişmelerden dolayı bölgedeki dengelerin Sovyetler lehine
kayabileceği endişesiyle ABD, bölgede güçlü ve güvenilir bir aktöre ihtiyaç
duymuştur. 1973 yılında Mısır’la yaşanan Yom Kipur savaşıyla askeri gücünü tekrar
gösteren ve bölgede kalıcı olduğunu gösteren İsrail, ABD için, bölgede Sovyetler’e
ve milliyetçi Arap rejimlerine karşı önemli bir partner olabileceğini kanıtlamıştır.
Böylece İsrail, ABD’nin Ortadoğu çıkarlarında en önemli müttefik haline
gelmiştir.234 Yom Kipur savaşının ABD için bir önemli sonucu da Mısır’la ilişkiler
açısından olmuştur. ABD Başkanı Nixon, Mısır’ın Arap dünyası üzerindeki ağırlığını
fark etmiş ve Filistin sorununda barış için önce Mısır’ı yanlarına almalarını
gerektiğini fark ederek Mısır’la İsrail’i arasında diplomatik yollarla barış yapılması
politikasına geçmiştir.235 Bu politika 1978’de başarıya ulaşmış ve Mısır’la İsrail
arasında Camp David anlaşması imzalanmıştır. Böylece İsrail’i tanıyan ilk Arap
Devleti Mısır olmuştur.
1980’li yıllarda ABD-İsrail ilişkileri daha da gelişmiştir. Özellikle
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler İsrail’i ABD için daha stratejik bir hale sokmuştur.
1979 yılında İran’da İslam Devrimiyle iktidara Humeyni’nin gelmesi ve bölgede
İslamcı akımların yükselmesi endişe sebebiyle ABD, Regan döneminde İsrail’i
stratejik değer olarak tanımlamıştır. Sadece ABD ordusunda bulunan son sistem
silahlar ABD’nin stratejik değerlerini koruması bağlamında İsrail’e verilmiştir. Bu
dönemde İsrail’in uluslararası hukuka aykırı davranışları ABD tarafından
görmemezlikten gelinmiştir. Filistin sorunu için Regan döneminde toprak karşılığı
barış planları gündeme gelmiş fakat İsrail tarafından destek görmediğinden sonuca
ulaşılamamıştır. Regan, Filistin sorununda Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ)
Filistin’in resmi temsilcisi olarak tanımamış, FKÖ’yü terör örgütü olarak kabul
etmiştir. ABD Yönetimi’nin temel politikası Filistin hareketinin marjinalleştirilmesi
234 Karakoç, a.g.m., s. 108. 235 Türel Yılmaz, Uluslararası Politikada Ortadoğu: Birinci Dünya Savaşından 2000’e, 1. Baskı (Ankara, Akçay Yayınları, 2004), s. 181.
68
ve Filistinlilerin FKÖ yerine Ürdün tarafından temsil edilmelerini sağlamak
olmuştur.236
ABD’de George Bush’un Devlet Başkanı olmasıyla İsrail-ABD ilişkilerinde
Regan dönemine göre gerileme yaşanmıştır. Bush’un iktidara gelir gelmez İsrail’i
yayılmacı politikasından vazgeçmesi yönündeki tavsiyesi ve Kudüs’ü İsrail
tarafından işgal edilmiş bir bölge olarak nitelemesi ilişkileri germiş olsa da 1990
yılında ortaya çıkan Körfez Savaşı, ABD’nin Ortadoğu çıkarları için İsrail’in
vazgeçilmez olduğunu yeniden göstermiştir.237 Ayrıca Körfez Savaşında FKÖ’nün
Irak ve Saddam Hüseyin yanlısı tutum sergilemesi, Turan’ın deyimiyle Arafat’ın 30
yıllık mücadelesinin en büyük hatası olmuş ve uluslararası platformda İsrail’in elini
güçlendirmiştir. İntifada sebebiyle sıkışmış olan İsrail, Körfez Savaşında FKÖ’nün
tutumuyla rahatlamıştır.238
1992-2000 yılları arasında iki dönem ABD Başkanlı yapan Bill Clinton
döneminde, Filistin sorunun çözümü için önemli barış görüşmeleri yapılmış fakat
başarılı olunamamıştır. Clinton’un desteklediği barış görüşmeleri, tarafların
isteksizliği sebebiyle olumlu neticelenmemiştir. Ayrıca Clinton döneminde Kongre
ve Senato’nun Cumhuriyetçilerin elinde bulunması sebebiyle, Clinton’un sorunun
çözümü için daha ciddi adımlar atmasını engellemiştir.239
Filistin sorununu doğrudan etkileyen en önemli faktör olan ABD-İsrail
ilişkilerinin niteliği İsrail açısından, 1948-1973 arası dönem ve 1973 sonrası dönem
olarak ayrılmaktadır. 1948-1973 arası dönemde İsrail, ABD’yi kendi yanında tutma
gayreti içinde büyük bir caba harcamıştır. 1973 Yom Kipur Savaşıyla bölgede
önemli bir aktör olduğunu kanıtlayan ve Arap Devletlerinin ABD karşıtı bir tutum
alıp petrol ambargosuna başlaması nedeniyle İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki en
236 Karakoç, a.g.m., s. 112-114. 237 Bilgin, a.g.m., s. 109. 238 Turan, a.g.e., 231. 239 Bilgin, a.g.m., s. 110.
69
önemli müttefiki haline gelmiş ve ABD’nin Filistin sorunun çözümüne yönelik
girişimlerini rahatlıkla reddedebilme imkânına kavuşmuştur.
2.2.3. Rusya’nın Filistin Politikası
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da ABD’ye karşı bir denge unsuru olmuştur.
Bölgede Irak, Suriye, Libya, Cezayir ve FKÖ, Sovyetler tarafından İsrail’e karşı
olarak desteklenmiştir.240 Mısır’da 1978’de imzalanan Camp David anlaşmasına
kadar Soğuk savaş döneminde kendi çıkarlarına göre ABD ile SSCB arasında bir
tutum izlemiştir. SSCB, İsrail karşıtı bir Arap Birliği kurulmasını destelemiştir.241 Bu
dönemde SSCB’nin, Ortadoğu politikası Arap Devletleri temelli olmuştur. Özellikle
İsrail’le 1967 Savaşı sonrası kesilen diplomatik ilişkiler ancak 1991’de yeniden
başlamıştır.242
Rusya’nın 90’lı yılların başındaki politikasında Ortadoğu önplana çıkmamış,
Rusya önceliği eski SSCB coğrafyasında ortaya çıkan yeni devletler üzerine
hâkimiyet kurmaya vermiştir. Rusya bu politikaya uygun hareket ettiğinden İsrail ile
FKÖ arasında yapılan barış görüşmelerine de katılmamıştır fakat bu konuda ABD’ye
tam destek vermiştir.243
Rusya-İsrail ilişkileri bu dönemde hızlı bir gelişme sürecine girmiştir. Rusya
Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in batılılaşma yönünde politikaları ve bu politikaların
Rusya içindeki destekçileri, İsrail ile ilişkilerin daha da geliştirilmesini istemiştir.
Yeltsin’in politikalarına karşı olan ve Avrasya’da tekrar hâkim bir Rusya’yı savunan
gruplar, İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olmamakla beraber Arap
240 İdris Demir, Sovyetler Birliği Sonrası İsrail-Rusya İlişkileri, Türel Yılmaz, Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı (Ankara: Platin Yayınları, 2005), s. 353. 241 İlyas Kamalov, Rusya’nın Ortadoğu Politikası, Stratejik Analiz, Mayıs 2007, s. 93. 242 Kamalov, a.g.m., s. 98. 243 Demir, a.g.m., s. 356-357.
70
Devletlerinin de göz ardı edilmemesini savunup, Rusya’nın dengeli bir politika
izlemesinden yana tavır koymuşlardır.244
Yeltsin’in, 1993 yılında ABD’nin Irak’ı bombalamasını kınaması batı yanlısı
politikadan denge politikasına doğru bir geçiş sinyali vermiştir. 1994’te Yakın Çevre
politikasına daha da önem Rusya, Filistin sorunun çözümü için ABD’den bağımsız
olarak Arafat ve Rabin’i Moskova’ya davet etmiştir. Bu dönemde İsrail’le ilişkiler
özellikle ticaret ağırlıklı olmak üzere gelişmeye devam etmiştir. 1996’da Yeltsin’in
Dışişleri Bakanlığına Yevgeniy Primakov’u atamasıyla siyasal anlamda İsrail’le
ilişkiler gerilmiş fakat ekonomik ilişkilerin gelişim süreci devam etmiştir. Primakov,
Filistin sorunu için Rusya’nın arabuluculuğunu önermiştir. Rusya’nın diplomatik
gücünün artmasıyla Araplar’ın, ABD’ye bağımlılığın azalması sonucunu doğuracak
bu yaklaşım, İsrail’i endişelendirmiş, ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur.
Ayrıca Rusya’nın İran’a silah satması da İsrail’in tepkisine yol açmıştır.245
Rusya’da Vladimir Putin döneminde İsrail’le ilişkilerde köklü bir değişiklik
olmamış, iki ülke arasındaki ilişkilerin inişli çıkışlı seyri devam etmiştir. Fakat bu
dönemde Rusların, Çeçenistan politikasına İsrail’in destek vermesiyle Rusya, Filistin
sorununda geleneksel çizgisinden dışarı çıkıp, sorunun çözülememesinde sadece
İsrail’i değil, Filistinli yetkilileri de suçlamıştır.246
Rusya-İsrail ilişkilerinde Putin’in 26-29 Nisan 2005 tarihlerinde
gerçekleştirdiği İsrail ziyareti önemli bir gelişmedir. Putin, Sovyet Liderler de dâhil
edildiğinde İsrail’i ilk ziyaret eden Rus lider olmuştur. Bu ziyarette İsrail, Rusya
tarafından Arap ülkelerine yapılan silah satışı ile Rusya’da yükselen Yahudi
düşmanlığından duydukları kaygıları dile getirmiştir. İki ülke arasında bu ziyaretin
244 Demir, a.g.m., s. 358. 245 Demir, a.g.m., s. 360-364. 246 Kamalov, a.g.m., s. 98.
71
en önemli neticesi ticari anlaşmalar olmuş, 2010 yılına kadar ticaret hacminin beş
milyar dolara çıkarılması hedeflenmiştir.247
Rusya ile İsrail ilişkililerinde yaşanan bu gelişmelere rağmen, ilişkileri daha
ileri boyuta taşınmasını engelleyecek Rusya içinde çevreler mevcuttur. Sovyetler
döneminde olduğu gibi Arap ülkeleri ile yakın ilişkiyi savunun Rus İstihbarat (FSB)
görevlileri, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda bulunan ve Arap ülkeleri ile ilişkilerin
geliştirilmesini savunun görevliler, Yahudi karşıtı komünist ve milliyetçiler, Arap
ülkelerine silah satan Rus silah endüstri yetkilileri ile Rusya içinde yoğun olarak
bulunan Müslümanları temsil eden cemiyetlerin görevlileri, Rusya ile İsrail
arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesine karşı çıkmaktadır.248
Rusya ile İsrail arasında ilişkilerin geliştiği gözlemlense de Rusya’nın
geleneksel Filistin politikasını sürdürdüğünün bir göstergesi, 2006’da yapılan Filistin
seçimlerini HAMAS’ın kazanması üzerine Rusya, HAMAS’ın yöneticilerini
Moskova’ya davet edeceğini açıklamıştır. Ayrıca Rusya, Filistin seçimlerini
HAMAS’ın kazanmasını ABD’nin mağlubiyeti olarak değerlendirmiştir. Rusya’nın
HAMAS konusunda AB ve ABD’den bağımsız bir politika izlemekle kalmayıp
özellikle ABD’ye muhalif bir politika izlemesi uluslararası alanda Rusya’nın halen
önemli bir aktör olduğunu göstermiştir.249
247 Kamalov, a.g.m., s. 98. 248 Kamalov, a.g.m., s. 99. 249 Kamalov, a.g.m., s. 99-100.
72
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ÖRGÜTLÜ FİLİSTİN DİRENİŞİ ve HAMAS
Bu bölümde örgütlü Filistin direnişi incelenmektedir. HAMAS’ın ideolojik
kökeninde önemli etkileri bulunan Müslüman Kardeşler, El-Fetih ve FKÖ ele
alınmaktadır. Ayrıca HAMAS’ın detaylı analizi yapılmaktadır. Yine bu bölümde
İsrail’le Filistin arasında yapılan barış görüşmeleri ile HAMAS’ın barış
görüşmelerine tavrı ele alınmaktadır. Son olarak 2006 Filistin seçimleri ve seçimleri
HAMAS’ın kazanmasının bölgeye etkileri incelenmektedir.
3.1. Filistin’in Bağımsızlığı İçin Örgütlenmeler
Filistin’in bağımsızlık mücadelesi için yapılan örgütlenmeler, uluslararası
siyasal sistemin etkileri ve Çatışma’da yaşanan olayların etkilerine göre nitelik
değiştirmiştir. İsrail’in kurulmasından sonra yükselen Arap milliyetçiliği Filistin’in
bağımsızlık mücadelesinde ön plana çıkarken, 1967 yılında yaşanan Altı Gün
Savaşında Arap Devletlerinin İsrail’e karşı ağır bir yenilgi almasıyla, İslami
Hareketler etkisini arttırmaya başlamıştır.
Bu bölümde ilk olarak HAMAS’ın da ideolojik alt yapısında büyük öneme
sahip Müslüman Kardeşler, ardından Arap milliyetçiliğiyle yükselen sosyalist ve laik
niteliği olan El-Fetih ele alınmaktadır. El-Fetih ve FKÖ’nün ardından HAMAS
detaylı olarak incelenmektedir. Örgütler, ele alınırken ideolojik yakınlık değil
kronolojik sıra göz önüne bulundurulmuştur.
Ortadoğu’da yaşayan Arap toplumu, 19. yüzyılda başlayan milliyetçilik
hareketlerinin etkisiyle öncelikle Osmanlı Devletinden kopup bağımsız bir devlet
73
olma yönünde inisiyatif ortaya koymuştur. Araplar, Birinci Dünya Savaşından sonra
Osmanlı’nın yıkıp bölgenin büyük bir bölümünün İngiltere’ye geçmesiyle İngilizlere
karşı bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Dolayısıyla bölgede kurulan devletlerin
ortaya çıkmasında Arap milliyetçiliği önemli rol oynamıştır.
Filistin’de İslami hareketler 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde Şeyh İzzetin El
Kassam’le ortaya çıkmaya başlamıştır. Şeyh Kassam’in 25 arkadaşıyla İngilizler
tarafından 19 Kasım 1936 yılında öldürülmesiyle250 İslami düşünceye dayalı örgütlü
hareketler sona ermiş, 1970’li yılların ortalarına kadar görülmemiştir.251 İslami
Direniş Hareketlerin, Filistin-İsrail Çatışmasının yeniden ortaya çıktığı Soğuk Savaş
döneminin sonu rastlaması çok manidardır. Filistin-İsrail Çatışmasında yaşanan
önemli gelişmeler açık bir şekilde göstermektedir ki, Filistin-İsrail Çatışması salt iki
toplum arasında değildir.
3.1.1. İslami Hareket (Müslüman Kardeşler)
İslami hareketi Turan, “… gayri İslami (tağut) bulduğu rejimleri devirip
yerine asr-ı saadet örneğinde olduğu gibi Kur’an ve Sünnete sayalı şeri bir idare
kurmayı amaçlayan siyasal bir oluşumdur. Hareket tağuti olmakla suçladığı
rejimlerle işbirliği içinde olan tarikatlara, dini cemiyetlere cephe almaktan
çekinmez”252 diyerek tanımlamıştır.
İslami hareket meşruiyetini, M.S. 6. yüzyılda inen Kur’an-ı Kerim’den
almaktadır. Fakat Hilafetin 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk tarafından kaldırılıp, batı
eksenli seküler anlayışa sahip rejimlerin kurulmasıyla ortaya çıkan tağuti rejimler,
İslami hareketi modern bir fenomen olarak ortaya çıkarmıştır. Hilafete ve Sultan’a
büyük bir bağlılık içinde yaşayan Reşid Rıza, İslami Hareketin ilk
250 Faik Bulut, İslamcı Örgütler-1, 3. Baskı (Ankara: Doruk Yayınları, 1997), s. 262. 251 Nedret Ersanel, İran-HAMAS Çizgisinde Bir Terör Analizi, Avrasya Dosyası, Cilt: 3, Sayı:2, Yaz, 1996, s. 47. 252 Turan, a.g.e., s. 263-264.
74
teoriysenlerindendir. Osmanlı Devletinin yıkılıp Halifeliğin lağvedilmesine karşılık
umudunu yitirmeden Halifeliğin yeni Türkiye önderliğinde yeniden kurulması için
çalışmalar yürütür. Düzenli olarak çıkardığı El-Menar dergisiyle Arap dünyasında
yankı bulan görüşleri, İslamcı düşünürlerin ve gençliğin şekillenmesinde önemli rol
oynamış, Müslüman Kardeşlerin (İhvan-ı Müslimin) oluşumuna düşünsel anlamda
katkıda bulunmuştur.253
Müslüman Kardeşler, Mısır’da Hasan El-Benna tarafından kurulmuş; İslami
hareketi siyasi güce dönüştüren ilk teşkilattır.254 Filistin’de siyasal anlamda İslami
hareketin kökleri 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Müslüman Kardeşler
hareketine dayanmaktadır.255
Hasan El-Benna, gençliğinde yeni ortaya çıkan Selefilik’ten etkilenmiştir.
Selefilik, Peygamberin ve ilk Müslümanların yaşadığı İslam’ı yaşamayı savunan
Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi fikir adamlarının başlattığı bir reform
hareketidir.256 Dolayısıyla Hasan El-Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler
hareketinde Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi fikir adamlarının etkisi
büyük olmuştur.
Osmanlı Devletinin giderek gücünü kaybederek Ortadoğu topraklarını yavaş
yavaş kaybetmesi Hasan El-Benna ve arkadaşlarını gidişatla ilgili endişeye sevk
etmiştir. Asıl endişeleri ise İngiliz sömürgeciliğine karşı İslam âlemindeki
hareketsizlik ve ilgisizliktendir. Hasan El-Benna ve arkadaşları iyi Müslüman
yetiştirmek amacıyla cami, kahvehane, kulüplerde vaaz vermek üzere bir dernek
kurmak için anlaşmıştır. Böylece 1928 yılında Müslüman Kardeşler örgütü
kurulmuştur. Örgütün üyelerine Ihvan denilmektedir. Ihvan öncelikli hedeflerini,
253 Turan, a.g.e., s. 264-265. 254 Turan, a.g.e., s. 264-265. 255 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 44. 256 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 44.
75
toplumsal dönüşümü sağlayabilmek için eğitim ve propagandaya vermiştir. Eğitim
ve propagandayla halk bilinçlendirildikten sonra Cihad bir sonraki hedefleridir.257
Müslüman Kardeşler, Mısır’ın gerek coğrafi konumunun Filistin’le yakınlığı
sebebiyle gerekse Filistin’in İslam dünyasındaki öneminden dolayı Filistin’deki
gelişmelerle yakından ilgilenmiştir. Ihvan ilk dış temaslarını Filistin’e açılarak
yapmıştır. 1935 yılında Ihvan’dan oluşan bir heyet Filistin ve Suriye giderek,
buralarda şubeler açmak için çalışmalar yapmıştır.258
İslami düşünceye dayalı direnişi, ilk olarak Şeyh İzzeddin El Kassam
başlatmıştır. Suriye doğumlu olan ve 1920’lerde Suriye ve Lübnan topraklarında
Fransızlara karşı mücadele veren Kassam bir din âlimidir. Filistin’in giderek
Yahudilerin eline geçmesinden son derece rahatsız olan Kassam, siyasal ve
diplomatik yollar izlenerek Filistin’in Yahudilerden kurtarılamayacağına düşünerek,
Filistin’in cihatla kurtarılabileceğine inanmıştır. Bunun için köylüler arasında küçük
hücreler şeklinde örgütlenerek gerilla eylemleri başlatmıştır.259
Kassam, Reşid Rıza’nın görüşlerini benimsemiştir. Düşüncesinde Afgani ve
Abduh gibi İslami hareketin fikir adamlarının belirttiği Hz. Muhammed dönemindeki
saf ve temiz İslam toplumunu kurmak vardır. Bu sebeple kendisine maddi ve manevi
anlamda çok bağlı cihat birimleri oluştururken, dini konulara ve bilinçlenmeye önem
vermiş; camii, medrese, mescit açtırarak, dini konularda görüş bildirmiştir. Özellikle
köylüler arasında örgütlenen Kassam, 1936’da İngilizler tarafından öldürüldükten
sonra köylüler arasında efsane haline gelmiş ve 1936-39 yılları arasında süren Köylü
Ayaklanmaları başlamıştır.260
257 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 45-46. 258 Brynjar Lia, Müslüman Kardeşlerin Doğuşu, 1. Baskı (İstanbul: Yöneliş yayınları, 2000), s. 196. 259 Bulut, a.g.e., s. 261. 260 Bulut, a.g.e., s. 261-262.
76
1936 tarihinde Filistin’de bir Yahudi Devletinin kurulmasını öngören Peel
Komisyonu raporu sonrasında başlayan Filistin’deki tepkilerle Müslüman Kardeşler
bölgede daha güçlenmiştir. Burada Ihvan üyeleri Yahudilerle sıcak çatışmaya
girmiştir. Ihvan üyeler, özellikle İsrail Devletinin ilanıyla 1948 yılında yaşanan
savaşta aktif bir görev almıştır. Müslüman Kardeşlerin Filistin’e resmi olarak girişi
1945 yılında olmuş ve Kudüs’te ilk ofisini açmıştır. Bundan sonra örgüt Filistin’de
hızla büyümüştür. 1947 yılına gelindiğinde Filistin’deki Müslüman Kardeşler
şubelerinin sayısı 25 olurken, örgüt üye sayısı 12 ile 20 bin arasında değişen bir
yoğunluğa ulaşmıştır. Özellikle Kudüs Müftüsü ve Filistin direnişinin ilk
liderlerinden olan Hacı Emin El Hüseyini’nin, Müslüman Kardeşlerin Filistin’deki
lideri olması örgütün bölgede daha da güçlenmesine neden olmuştur.261
Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki durumuyla örgütün Filistin’deki durumu
paralellik arz etmiştir. Müslüman Kardeşlerin hızlı yükselişi Mısır Kral’ı Faruk’u
endişelendirmiş ve Faruk, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerini
durdurmuştur. Bu durum, Müslüman Kardeşlerin Filistin’deki faaliyetlerini sekteye
uğramaya başlamıştır. Kral Faruk’un, Nasır’ın başında olduğu Hür Subaylar
tarafından tahttan indirilmesiyle örgüt bir müddet daha faaliyetlerini sürdürse de laik
devlet anlayışını benimsemiş olan Nasır’la aralarının açılması uzun süre almamıştır.
Özellikle Nasır’a yapılan başarısız suikasttan sonra örgüte yönelik büyük bir
kovuşturma başlatılmıştır ve böylece Müslüman Kardeşler etkisizleştirilmiştir.262
Müslüman Kardeşler ve diğer İslami örgütlerden istediğini alamayan Filistin direnişi
de uzun bir dönem etkisiz kalmıştır.263 Bu durum Müslüman Kardeşlerin Gazze
politikası üzerinde derin etkiler bırakmıştır.264 Müslüman Kardeşler, bu durumuna
rağmen Gazze’de her zaman gücünü korumayı başarmıştır.265
261 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 47. 262 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 48. 263 Timuçin Kodaman ve Esme Saraç, HAMAS, Akademik Ortadoğu Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2006, s. 181. 264 Oytun Orhan, Hedefteki Örgüt HAMAS, Startejik Analiz, Cilt: 5, Sayı: 52, Ağustos 2004, s. 57. 265 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 48.
77
Müslüman Kardeşlerin Gazze’ye girişi Mısır’da olurken Batı Şeria’ya girişi
daha farklı olmuştur. 1948 savaşında Batı Şeria, Ürdün tarafından işgal edildiğinden
Gazze’deki İslami hareket Mısır etkisinde, Batı Şeria’daki İslami hareket ise Ürdün
etkisinde sürmüştür. Ürdün Kralı Hüseyin’in Müslüman Kardeşler’e bakışı Nasır’dan
farklı olmuştur. Hüseyin, örgütle ilişkisini realist politik temeller üzerine kurmuştur.
Hüseyin, Müslüman Kardeşleri dini bir yapı olarak görmüştür ve siyasetle ilgili
olduğunu düşünmemiştir. Örgütünde kendi sistemine uyması durumunda hukuki bir
biçimde faaliyetlerine izin vermiştir. Örgütte Hüseyin’in bu isteklerine uymuş ve
Ürdün’deki faaliyetleri sosyal yardımlarla sınırlı tutmuştur.266
Nasır’la yükselen Arap milliyetçiliği ve Ihvan’a gelen yasaklamalar sonunda,
Ihvan ikiye bölünmek durumunda kalmıştır. Ihvan içinde yer alan ve İslam’a bağlı
kalınarak kurtuluşu sağlayabilecekleri inancında olan fakat bunun için öncelikle
vatan toprağının kurtarılması gerektiğini savunan bir grup genç, milliyetçi nitelikli
El-Fetih’i kurmuştur. Bu tarihten itibaren El-Fetih modern milliyetçilik çizgisinde
büyük mesafe alırken, Ihvan bir taraftan bölünmüşlüğün etkisiyle, diğer taraftan da
Nasır’ın baskısıyla kendi kabuğuna çekilmek zorunda kalmıştır. Bu durum 1967
yılına kadar sürmüştür.267
Müslüman Kardeşler, 1967 yılında Arap Ülkeleri ile İsrail arasında yapılan ve
Arap dünyasının büyük bir hezimete uğradığı Altı Gün Savaşından sonra tekrar
yükselmeye başlamıştır. Ihvan, bu malubiyetin sebebi olarak, Arapların kurtuluşu
hak yolu bırakarak Sosyalizm ve Milliyetçilik gibi ideolojilerde aramalarından dolayı
kendilerine verilen bir ceza olduğunu savunmuştur. Altı Gün Savaşı Nasır’ın gücünü
kırarken Ihvan’ın yükselmesinin yanı sıra El-Fetih’in de güçlenmesine neden
olmuştur. Dolaysıyla Ihvan’ın karşısında güçlü bir örgüt ortaya çıkmıştır.268
266 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 49-50. 267 Bulut, a.g.e., s. 267-268. 268 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 51.
78
3.1.2. El-Fetih
Hareketi Tahriri Filistiniye (Filistin Kurtuluş Hareketi) adının kısaltılmış şekli
olan HATAF’ın ölüm anlamına gelmesinden dolayı, tersten okunuşu olarak
isimlendirilerek El-Fetih adı verilmiştir.269 Örgüt, Yaser Arafat’la özdeşleşmiştir. El-
Fetih, 1958 yılında Kuveyt’te Arafat’ın da aralarında bulunduğu mühendis, memur,
öğretmenlerden oluşan bir grup küçük bir burjuvazi tarafından kurulmuştur. Örgütün
içinde Arafat gibi eski Ihvan üyeleri de bulunmaktadır. Bu sebeple örgüt ilk
kurulduğunda liderleri arasında ideolojik bir netlik yoktur. Hemfikir oldukları nokta,
İsrail’e karşı, silahlı mücadele ile başarı olabilecekleri düşüncesidir.270
El-Fetih’in küçük burjuvadan oluşan yapısından dolayı, Filistin burjuvazisi
ile Arap Devletlerinin desteğini almada avantaj sağlamıştır ancak bu durum örgütün
bazı Arap Devletlerinin etkisi altına girmesine neden olmuştur. Örgüt, etkisine
girdiği Arap Devletleri sebebiyle uzlaşmacı bir çizgiye yönelmek zorunda
kalmıştır.271 Bu durum ileri de İslami hareketin, El-Fetih’e karşı en önemli
propaganda gereçlerinden birine dönüşmüştür.
Kuruluşundan beri faaliyetlerini gizlilik içinde yürüten Örgüt’ün, 1959
yılında Ürdün Komünist Partisinden ayrılan bir grupla beraber “Filistinimiz” adlı
dergiyi çıkarması, El-Fetih hücrelerinin Ürdün, Suriye ve Lübnan’da hızla artmasına
neden olmuştur.272
1962 yılında Cezayir’in Fransızlara karşı Ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmış
olması sebebiyle, El-Fetih kadrolarınca silahlı mücadelenin önemi bir kez daha
anlaşılmıştır. Cezayir Yönetimi tarafından El-Fetih üyelerine gerilla eğitimi ve
gerilla mücadelesi hakkında eğitim verilmiştir. Gerilla saldırılarıyla mücadelesine
269 Turan, a.g.e., s. 220. 270 Boran, a.g.e., s. 87-88. 271 Boran, a.g.e., s. 88. 272 Boran, a.g.e., s. 88.
79
devam eden Örgüt, özellikle 1967 yılındaki Kerame direnişiyle FKÖ içinde etkin
olmuş, Filistinlilerin en önemli örgütü haline gelmeyi başarmıştır.273
3.1.3. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
El Fetih’in hızlı gelişimi Arap dünyasında liderlik rolünü üstlenen Mısır
Lideri Nasır’ı endişelendirmiştir. Nasır’ın çağrısı üzerine Ocak 1964 yılında toplanan
Arap Birliği’ne, yine Nasır’ın etkisiyle Filistin temsilcisi atanmaya karar verilmiştir.
Arap Birliği’ne temsilci olarak Nasır’ın desteklediği Ahmet Şukayri seçilmiştir.
Şukayri’ye Filistinlileri temsil edecek bir örgüt kurma görevi verilmiştir. Filistin
mücadelesini denetimleri altında tutmak isteyen Arap Devletlerinden Mısır, Suriye,
Ürdün, Katar, Kuveyt ve Irak hükümetleri tarafından seçilmiş 242 üyeden oluşan
Filistin Ulusal Konseyi 2 Haziran 1964 tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün
kuruluşunu ilan etmiştir. Örgütün Başkanlığına Ahmet Şukayri seçilmiştir. Ayrıca
Arap Devletleri’nin ordularında bulunan Filistinli askerlerden oluşturulmak üzere
Filistin Kurtuluş Ordusu’nun kurulması kararlaştırılmıştır. Nasır’ın Filistin direnişini
kendine bağımlı kılmayı amaçlayan politikalarına El-Fetih, İsrail’e karşı silahlı
mücadeleye girişerek karşılık vermiştir. 1964 yılında El-Fetih, Batı Şeria’ya yerleşip,
İsrail’e karşı çeşitli çatışmalara girişmiştir.274
Suriye, bu dönemde El-Fetih’e topraklarını kullanma iznini vererek Örgütün
harekat kabiliyetini genişletmesine neden olmuş, bu sebeple Örgüt, askeri
çatışmalarda başarılar elde etmiştir. Bu başarılı çatışma süreci halk arasında El-
Fetih’e karşı büyük bir sempatiye neden olmuştur. Özellikle 1967 yılındaki Altı Gün
Savaşıyla büyük bir yenilgi alan Arap Ülkelerinde Nasır’ın saygınlığı ve gücünü
yitirmesiyle ters orantılı olarak El-Fetih gücünü giderek arttırmıştır. Özellikle Arap
Devletleri yaşadıkları bu yenilgiyle içerde düzenli bir Filistin gücü desteği olmadan
İsrail’i karşı savaş kazanmanın kolay olmayacağı anlaşılmıştır. İsrail’e karşı yaşanan
bu ağır yenilginin ardından Şukayri, FKÖ Başkanlığından istifa etmiştir. Kasım
273 Boran, a.g.e., s. 88. 274 Boran, a.g.e., s. 89-90.
80
1968’de El-Fetih’in de aralarında bulunduğu birçok örgüt üyesi Filistin Ulusal
Konseyi’ne girmiştir. Arafat, 1969 yılında FKÖ’nün Yürütme Kurulu Başkanlığı’na
getirilmiştir. Artık FKÖ’nün niteliği değişmeye başlamış, Filistin direnişinde daha
etkin bir rol oynamıştır.275
Arafat yönetimindeki FKÖ, 1973’ten sonra diplomatik etkinliğe önem
vererek uluslararası alanda gücünü arttırma girişimlerinde bulunmuştur. Arafat,
FKÖ’nün sürgün hükümeti niteliği taşıdığını vurgulamış ve bu girişimleri sonuç
doğurmuştur. 1974’te Arap Birliği, İslam Konferansı Teşkilatı ve son olarak 22
Kasım 1974 tarihinde BM Genel Kurulu FKÖ’yü bütün Filistinlilerin tek meşru
temsilcisi olarak tanımıştır. Yine aynı tarihte FKÖ, BM Genel Kurulu’nda konuşma
yapan ilk hükümet dışı örgüt olmuştur. Eylül 1976’da Arap Birliği’ne FKÖ’nün tam
üyeliği kabul edilmiştir.276
Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail, FKÖ’nün karargahının
bulunduğu Beyrut’u kuşatmıştır. ABD’nin aracılığıyla İsrail, Lübnan ve FKÖ
temsilcileriyle yapılan görüşmelerde FKÖ üyeleri, uluslararası bir komisyonun
gözetiminde Beyrut’u terk ederek, kendilerini kabul eden Arap ülkelerine dağılmıştır.
Arafat ve yanındaki 5 bin adamı, Lübnan’ın kuzeyindeki Trablusşam kentinde,
Suriye birliklerinin desteğindeki Arafat karşıtı Filistin Kurtuluş Ordusu kuvvetlerince
kuşatılmıştır. Arafat, buradan da ayrılmaya mecbur edilmiştir. Artık Arafat,
diplomasiyle eski gücünü yeniden kazanmak için çabalamıştır. 1987’de Cezayir’de
toplanan Filistin Ulusal Konseyi’nde FKÖ, birliğini yeniden sağlamayı başarmış ve
Arafat, diğer örgütlerin desteğini yeniden sağlamayı bilmiştir.277
275 Boran, a.g.e., s. 90. 276 Boran, a.g.e., s. 90-91. 277 Boran, a.g.e., s. 91.
81
3.1.4. İslami Direniş Hareketi (HAMAS)
25 Ocak 2006 tarihinde Filistin’de yapılan seçimleri kazanarak dünya
gündeminde önemli yer edinen ve birçok devlet tarafından da terör örgütü kabul
edilen HAMAS’ın iktidara gelişi Filistin-İsrail Çatışmasında çok önemli bir
dönemeçtir. Zira HAMAS, İsrail’le yapılan barış görüşmelerine karşı çıkmakta hatta
İsrail’in varlığını dahi tanımamaktadır. Zaten HAMAS, seçimleri kazanmasının
ardından dünya kamuoyundan (ABD, AB) İsrail’i tanıması yönünde baskılarla
karşılaşmıştır.
Bu bölümde önce Siyasal İslam’ın yükselişi, HAMAS’ın ortaya çıkışı, örgüt
yapısı, stratejik zihniyeti ve önderleri ele alınmaktadır.
3.1.4.1. Siyasal İslam’ın Yükselişi
Siyasal İslam, İslami yasalara veya şeriata dayalı devlet kurmayı amaçlayan
yeni bir siyasi ideolojidir. Bu bağlamda İslam dininden veya İslam toplumundan
farklıdır. Kişiler, Siyasal İslamı bilinçli olarak karar verip seçim yaparak kabul
etmektedir. Ayrıca 20. yüzyılda Hz. Muhammed’in zamanına Asr-ı Saadet dönemine
geri dönmeyi amaçladığı izlenimini veren çoğu İslamcı hareketin aksine, İslamcı
devlet fikri yeni bir olgudur ve batı dünyasının ulus devlet kavramına verilen bir
cevap niteliğini taşımaktadır.278
Modern İslam devleti kavramı Halifeliğin kaldırılmasına, Batılı sömürgeci
güçlerin Müslüman toplum üzerindeki artan etkisine ve Siyonist harekete cevap
olarak Reşid Rıza tarafından geliştirilmiştir. Rıza’nın İslam devleti kavramına
bakılırken iki bakış açısı dikkate alınmaktadır. Birincisi batı medeniyetinin İslam
devletine fiziksel ve kültürel olarak yayılmaya başlamasını ele alan bir bakıştır. Bu
278 Antony Best ve diğerleri, Uluslararası Siyasi Tarih: 20. Yüzyıl, çev. T. Ulaş Belge, 1. Baskı (İstanbul: Yayınodası Yayıncılık, 2008), s. 404.
82
anlayış, İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı işgal etmesinde belirmiştir. Rıza, bu koşullarda
Mısır toplumu yalnız işgale karşı değil, Mısır toplumuna sızan fikirlere karşıda
ulusalcı veya dini cevap oluşturması gerektiğini belirtmiştir. İkinci bakış açısı ise,
Rönesans, Aydınlanma ve Kapitalizmle birlikte büyüyüp gelişmeye başlayan batılı
devletler, bireyciliğe, özgürlüğe ve hukuka vurgu yapmıştır. Bu toplumlarda devlet,
bireysel özgürlüğün kefili olarak görülmektedir. İslam devletinde ise toplumsalcılık,
adalet ve biatçilik (liderlik) öne çıkmaktadır.279
19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başlarında İslam’ın siyasal olarak ifade edilmeye
başlanması, İslam’ın modernleşmesi olarak adlandırılmıştır. Böylece Müslümanlık
hayatın bütün yönlerini kapsayan ve bunlara uyum sağlayacak kadar esnek bir olgu
gibi görülmüştür. Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza’nın
eserlerine dayalı bu düşünce ekolü “modernist” olarak anılması Batı dünyasını
tanımaktan kaynaklanmıştır. Batının teknolojik üstünlüğü kabul edilmekte, bu durum
Batının İslam toraklarını sömürgesi altına almasına bağlanmıştır. Batıya cevap olarak
İslam toplumunda reform yapılmasını gündeme getirmiş, Müslüman cemaati, zayıf
kılan bütün unsurlardan arındırıp onu güçlendirmek için gerekli olan moderniteyi ve
teknolojik unsurları kullanmayı hedeflemiştir.280
Milliyetçi ideolojilerle rekabet içinde olan Siyasal İslam’ın geçerli bir
alternatif olarak ortaya çıkması, milliyetçi ve laik ideolojilerin sözlerini yerine
getirememelerinden kaynaklanmıştır. Arap dünyasında bu süreci tetikleyen Mısır,
Ürdün ve Suriye’nin İsrail ile yaptıkları savaşlarda yenilgiye uğraması, o güne kadar
Filistin’in Arap milliyetçiliğiyle kurtarılacağı inancını yok etmiştir. İslami hareket
Müslüman Kardeşlerin anlatıldığı bölümde de belirtildiği gibi Arap milliyetçiliğin
ahlaki yönden çöktüğü, milliyetçilik ve laikliğin yabancı ideolojilerin taklidi
olduğunu belirtip, yerli değerlere dönmeyi savunmuşlardır. 1967 yılında Arapların
279 Best ve diğerleri, a.g.e., s. 405. 280 Best ve diğerleri, a.g.e., s. 405.
83
İsrail’e karşı yaşadığı büyük hezimetle 1970’lerde Siyasal İslam bütün dünyada hızla
yükselmeye başlamıştır.281
3.1.4.2. HAMAS’ın Doğuşu ve I. İntifada
Arapça silkip atma anlamına gelen İntifada, İsrail işgaline karşı Filistinlilerin
yükselen mücadelesi için kullanılmaktadır. 1987 yılında İsrail’e başlatılan
mücadeleye I. İntifada, 2000 yılında Sharon’un, provokatif Mescid-i Aksa ziyaretiyle
başlayan mücadeleye ise II. İntifada (El-Aksa İntifadası) denilmektedir.282 Gerek I.
İntifada gerekse II. İntifada, HAMAS’ın varlığında çok önemli sonuçlar
doğurmuştur.
HAMAS’ın ideolojik alt yapısı 1920’lerde Mısır’da örgütlenmeye başlayan
Müslüman Kardeşler’e kadar dayanan köklü bir geçmişi olsa da, örgütsel anlamda
ortaya çıkışı Aralık 1987 yılında I. İntifada’yla birilikte yaşanan olaylar esnasında
olmuştur.283 HAMAS, İsrail’le diplomatik ilişkilerden yana olmadığı için kendi
örgütsel zihniyetine uygun olarak, İsrail’e karşı çatışarak belli kazanımlar elde
edeceğine inandığından, İntifada süreci HAMAS yöneticileri için çok önemli bir
fırsat olmuştur.
7 Aralık 1987 günü Filistin’de bir İsrail yerleşim yerinde yaşayan Yahudi
öldürülmüştür. İsrail’e göre olayın sorumlusu Filistinli militanlardır. 8 Aralık
tarihinde ise İntifada’nın fitilini ateşleyen olaylar meydana gelmeye başlamıştır.
Yahudi’ye ait bir kamyon Cebeliye mülteci kampında yaşayan Filistinli işçileri
taşıyan kamyona çarpmış ve sonucunda da altı Filistinli ölmüş; ikisi de ağır
yaralanmıştır. İsrail, cenazelerin Cebeliye mülteci kampına götürülmesine izin
vermiştir. Zaten gergin olan ortamda cenazelerin gelişiyle birlikte yas ve öfke 281 Best ve diğerleri, a.g.e., s. 405-406. 282 Richard Ben Cramer, İsrail Nasıl Kaybetti: Ortadoğu Sorununa İlişkin 4 Soru, 1. Baskı (İstanbul: Pegasus Yayınları, 2006), s. 254. 283 L. Carl Brown, Hamas: Political Thought and Practice, Foreign Affairs, Vol: 80, Issue: 2, March/April 2001, p. 162.
84
artmıştır. İsrail, olayın bir trafik kazası olduğunu iddia etmektedir fakat Gazze’de
yaşayan Filistinliler ise bir gün önce bıçaklanarak öldürülen Yahudi’nin intikamını
almak için olayın kasıtlı yapıldığına inanmışlardır. İsrail askerlerinin cenazeleri
tekrar geri alması ve olayı örtbas etmek istemesi Filistinlileri düşüncelerinde haklı
olduğunu göstermektedir. İsrail askerleri cenazelerde meydana gelen tepkiyi
önlemekle görevlendirilmiştir fakat bu aksi bir etki doğurmuştur. Büyük baskılar
altında yaşayan, her gün yeni İsrail yerleşim yerleriyle toprakları azaltılan Filistinliler
için dönüm noktası olacak olaylar, bir Filistinli gencin topladığı taşları yoldan geçen
bir İsrail askerine atmasıyla başlamıştır. Kısa süre içinde İsrail askerlerine taş
atanların sayısı hızla artmıştır. Yaşanan bu olaylar bütün Filistin’e yayılmıştır.284
İntifada’nın özellikle organize bir direnişe dönüşmesi, 1987 yılının Aralık ayında iki
Filistinli gencin öldürülmesiyle başlatılan grev sonucunda olmuş ve grevler
Filistin’in büyük bir kısmını kapsamıştır.285
İsrail Devleti, kurulduğu tarihten itibaren Arap Devletleriyle yaptığı bütün
savaşlardan galibiyetle ayrılmıştır. Fakat 1987’da başlayan İntifada, İsrail için
oldukça şaşırtıcı ve ürpertici olmuştur. Savaş meydanlarında büyük başarılar elde
eden İsrail ordusu elinde taşlarla dünyanın en modern ordularından birine meydan
okuyan Filistinli çocuklar karşısında çaresiz kalmıştır. İntifada karşısında çözüm
üretemeyen İsrail genel Kurmay Başkanı “Bu savaş için askeri çözüm yoktur, çözüm
sadece siyasidir” diyerek içerisinde bulundukları çıkmazı ortaya koymuştur. Taşla
İsrail askerlerine saldıran Filistinli çocuklar, zayıflıklarının verdiği güçle İsrail için
ciddi bir tehdit oluşturmuştur.286
İntifada, Yahudiler tarafından intikam için altı Filistinlinin öldürüldüğüne
inanıldığından başlasa da, asıl neden uzun yıllar devam eden işgaldir. Özellikle 1967
yılında yaşanan Altı Gün Savaşından sonra İsrail’in, Filistin topraklarında
sürdürdüğü yeni yerleşim yerlerinin açılma politikası ile Filistin topraklarının giderek
284 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 58-59. 285 Serkan Taflıoğlu, İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci, Avrasya Dosyası, Cilt: 5, Sayı: 1, İlkbahar, 1999, s. 41. 286 Mustafa Coşkun, Ortadoğu Barış Süreci Yine Bıçak Sırtında, Stratejik Analiz, Cilt: 1, Sayı: 7, Kasım 2000, s. 8-9.
85
daralması, Filistinlilere uzun yıllardır uygulanan baskı ve şiddet, sokağa çıkma
yasağı, seyahatlerin engellenmesi gibi yaptırımlar Filistinlileri İntifada’ya iten gerçek
nedenler olmuştur.287 Ayrıca Altı Gün Savaşından sonra yirmi yıllık İsrail işgaline
maruz kalan Filistinlilerin yaşadığı ekonomik hüsran da İntifada’nın ortaya
çıkmasının önemli etkenlerinden olmuştur. Filistinli mülteciler, 1967’den sonra
İsrail’de çalışmak zorunda kalmıştır.288
Bir anda başlayıp kısa sürede bütün Filistin’e yayılan İntifada, Müslüman
Kardeşleri hazırlıksız yakalamıştır. İntifada heyecanı bütün Filistinliler gibi
Müslüman Kardeşleri de almıştır. Gazze’deki Müslüman Kardeşlerin yöneticileri
Filistin-İsrail Çatışmasında artık yeni bir döneme geçildiğinin farkındadır. İntifada,
Arafat’ı da etkilemiş, Müslüman Kardeşler gibi İntifada’nın devam etmesi için
çalışmalara başlamıştır.289
3.1.4.3. HAMAS’ın Kuruluşu
İntifada’nın başlamasından kısa bir süre sonra 9 Aralık 1987 gecesi
Müslüman Kardeşlerin Filistin’deki en önemli ismi olan Şeyh Yasin’in evinde İslam
Derneği’nin diğer yöneticilerinin katıldığı bir toplantı başlamıştır. Toplantıya
Abdülaziz Rantisi, İbrahim El-Yazuri, Şeyh Salah Şhada, İssa El-Naşar, Muhammed
Şam ve Abdülfettah Dukhan katılmıştır. Toplantının konusu halk ayaklanmasının
gidişatı, kendilerinin bu durumda neler yapmaları gerektiğidir. Toplantıda, aldıkları
karar, İsrail işgaline karşı direnişin başlatılması ve İntifada’nın devam ettirilmesidir.
Aslında bu durumu 1980’lerin başından beri düşündükleri silahlı direniş örgütü
kurma düşünceleri için çok elverişlidir ve “Hareket El-Mukavvama El-İslamiyye”
(İslami Direniş Hareketi) sözlerinin Arapça baş harflerinde oluşan HAMAS, 14
Aralık 1987 tarihinde Gazze’de kurulmuştur. HAMAS, kelime anlamı olarak cesaret,
287 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 60-61. 288 Yashar Kerameti, Twenty Years In The Making: The Palestinian Intifada Of 1987, Nebula, 4, 2, 2007., s. 110. <http://www.nobleworld.biz/images/Kerameti3.pdf>, (01.04.2007). 289 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 60.
86
yiğitlik anlamındadır.290 14 Aralık 1987 tarihinde halkı İsrail işgaline karşı direnişe
çağıran HAMAS, ilk bildirisini yayınlamıştır. Bildiri, halkı eylem, gösteri ve greve
davet etmektedir. Örgüt, kısa bir süre sonrada İsrail hedeflerine yönelik saldırıya
geçmiştir.291 Bundan sonra HAMAS, Davutoğlu’nun deyimiyle İntifada’nın motor
gücü olmayı başarmıştır.292
HAMAS, İsrail işgaline direnişi sadece Gazze ile sınırlı tutmamıştır.
Kudüs’teki El-Aksa Cami vaizlerinden Şeyh Cemil’le görüşen Şeyh Yasin, hareketi
Batı Şeria’ya yaymayı başarmıştır. HAMAS lehine gelişen bir durum da Müslüman
Kardeşler’den daha sert bir tutum ve söylev benimsemelerinden dolayı Ihvan
dışından örgüt sempatizanı toplamayı sağlamıştır. Ayrıca İntifada’ya FKÖ ve
Arafat’ta sahip çıktığı ve İntifada’nın sürdürülmesi gerektiğini düşündüğü için her
hangi bir sorun yaşanmamıştır.293 İntifada’da takındığı tutum, İsrail’e karşı verdiği
mücadele karşısında halktan büyük destek alan HAMAS, giderek Ihvan’dan
uzaklaşmaya başlamıştır. Ihvan’la HAMAS arasındaki en büyük görüş ayrılığı Arafat
konusunda olmuştur. Arafat’ı Filistin’in tek temsilcisi olduğunu savunan Ihvan’a
karşılık HAMAS, FKÖ’nün Filistin halkının temsilcisi olduğunu kabul etmesine
rağmen Arafat’ın kendi şahsında bu temsili toplamasına karşı çıkmıştır. Ayrıca
HAMAS, Ihvan’la FKÖ’nün laik siyasi yapısı konusunda da anlaşmazlığa
düşmüştür.294 Artık HAMAS, sadece Ihvan’dan kopmakla kalmamış, aynı zamanda
FKÖ’den bağımsız, FKÖ’ye çok ciddi bir rakip olarak ortaya çıkmıştır.
Burada değinilmesi gereken önemli bir nokta da HAMAS’ın kuruluşunda ilk
etapta FKÖ’yü bölmek için ardında İsrail’in desteği olduğu düşüncesidir.295
Filistin’de İsrail’e karşı verilen mücadelede milliyetçiliğin en etkin rolü oynaması
sebebiyle Arap milliyetçiliğine ilişkin kitap, dergi gibi birçok şeyi yasaklayan İsrail,
İslam dini ve tarihine ilişkin kitapların yayımına izin vermiş, dini cemaatleşmeye göz 290 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 60-61. 291 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 62. 292 Ahmet Davutoğlu, Yahudi Meselesinin Tarihi Dönüşümü ve İsrail’in Yeni Stratejisi, Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı: 3, Sonbahar, 1994, s. 97. 293 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 62. 294 Murat Erdin, Hizbullah ve HAMAS, 2. Baskı (İstanbul: Kastaş Yayınevi, 2002), s. 61. 295 Boran, a.g.e., s. 124.
87
yummuştur. Bunun yanı sıra İsrail hapishanelerinde bulunan Filistinli direnişçilere,
dini bir takım faaliyetlerde bulunmalarına izin verilmiştir. Çünkü hapishanede
bulunan direnişçiler milliyetçi veya Marksist ideolojiyi benimseyen Filistinlilerdir ve
bunların bazıları savundukları ideolojiden umudunu kesmeye başlamıştır. Bu durumu
fırsat bilen İsrail, Filistin direnişini bölmek amacıyla hapisteki mahkûmlara bir takım
dini özgürlükler vermekten kaçınmamıştır.296
3.1.4.4. HAMAS’ın Stratejik Zihniyeti
Davutoğlu, stratejik zihniyeti, “içinde kültürel, psikolojik, dini ve sosyal
değer dünyasını da barındıran tarihi birikim ile bu birikimin oluşturduğu ve
yansıdığı coğrafi hayat alanının ortak ürünü olan bir bilincin, o toplumun dünya
üzerindeki yerine bakış tarzını belirlemesinin ürünüdür. Bu açıdan bakıldığında
zihniyet ile strateji arasındaki ilişki, coğrafi verilere dayalı mekan algılaması ile
tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında ortaya çıkar.
…Toplumun kendi coğrafi konumlarını eksen edinen mekan algılamaları ile kendi
tarihi tecrübelerini eksen edinen zaman algılamaları, yönelişleri ve dış politika
yapımını etkileyen zihniyet alt yapısını oluşturur”297 diyerek unsurlarıyla birlikte
tanımlamaktadır.
İntifada ile birlikte aktif bir şekilde ortaya çıkan HAMAS, 18 Ağustos
1988’de tüzükleri niteliğinde bir temel metin yayınlayarak298 burada örgütün stratejik
zihniyetini açıkça ortaya koymaktadır. 5 bölüm ve 36 maddeden oluşan tüzüğün
birinci bölümünde hareketin temel ilkeleri, ikinci bölümde örgütün hedefleri, üçüncü
bölümde İsrail işgaline karşı izlenecek stratejiler ve yöntemler, dördüncü bölümde
yapılması gerekenler ve son bölümde Filistin tarihi gelişimi anlatılmaktadır.299
296 Bulut, a.g.e., s. 275-276. 297 Davutoğlu, Startejik Derinlik…, s. 29. 298 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 65. 299 Kodaman ve Saraç, a.g.m., s. 193.
88
HAMAS’ın, kültürel, psikolojik ve dini değer dünyasının tarihi birikimini
Müslüman Kardeşler örgütü ve onun ideolojisi oluşturmaktadır. Bu durumu
tüzüklerinin 2. maddesine “İslami Direniş Hareketi, Müslüman Kardeşlerin Filistin
kanadını teşkil eder” diyerek açıkça ortaya koymaktadırlar. Müslüman Kardeşler
temel felsefesi İslam olduğu düşünüldüğünde HAMAS için en önemli faktörün de
İslam olduğu anlaşılmaktadır. Bunu tüzüklerinin 1. maddesinde HAMAS’ın, kendine
rehber olarak İslam’ı seçtiğini açıkça ortaya koymaktadır. 5. maddedeki “HAMAS’ın
amacı İslam, rehberi Peygamber ve anayasası Kuran’dır” şeklinde ifade edilmektedir.
Ayrıca ilk bölümde doğrudan Kuran ayetlerine yer verilmiştir.300
Örgüt, gayelerini 9. maddede “…hakkı hâkim kılmak, vatanları asıl
sahiplerine vermek, camilerin minarelerinde okunan ezanı aynı zamanda İslam
devletinin hakim kılındığını ilan eden bir unsur haline getirmek, insanları ve eşyaları
asıl mekanlarına döndürebilmek için bâtılın hakimiyetine son vermek, onu mağlup
ederek ortadan kaldırmak…” olarak sıralamıştır.301 Burada en önemli unsur olarak
karşımıza Filistin toprakları çıkmaktadır. Örgüt’ün, belirlediği gayeler ancak Filistin
topraklarına hakim olduğunda mümkün olabilir. Örgüt, Filistin topraklarına bütün
Müslümanların ilgisini çekebilmek ve Filistin topraklarında bütün Müslümanların
hak iddia edebilmelerini sağlayacağı düşüncesiyle bu toprakların vakıf olduğunu 11.
maddede belirtmiştir. Bu toprakların düşman eline geçtiği durumda cihat edilmesi
gerektiğini, bu cihada bütün Müslümanların katılması gerektiğini 15. maddede yer
almaktadır.302
HAMAS, 17. maddede kadınlara da erkekler kadar önem verdiğini açıkça
ortaya koymuştur. Siyonistlerin çocukları, sistemli bir şekilde İslam’dan
uzaklaştırmaya çalıştırdıklarını belirterek, kadına düşen en büyük görevin çocukların
300 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>, (20.04.2008). 301 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>. 302 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>.
89
yönlendirilip, eğitilmesi olduğu belirtilmiştir. 20. maddede sosyal yardımlaşmanın
önemine değinilmiştir.303
Örgüt, 23 ve 24. maddelerde diğer İslami hareketlere karşı konumunu ortaya
koymuş, diğer hareketleri de amaçlarından dolayı saygıyla karşıladıklarını
belirtmiştir. 25. maddede ise Filistin’deki milliyetçi hareketlere değinilmiş, yine
İslami hareketlerde olduğu gibi milliyetçi hareketlere de sıcak baktıklarını belirtmiş
ama burada milliyetçi hareketlerin Hıristiyan Batı ile Komünist doğuya dost
olmamaları gerektiği şartını koymuştur. 27. maddede FKÖ’ye değinilmiştir. Bu tip
örgütlerin birbirine yakın olduğunu, baba, kardeş, akraba, arkadaş gibi olduklarını
belirtmiştir fakat FKÖ’nün oryantalist, sömürgeci, misyoner faaliyetler sonucu
bozulduğunu ve laik bir çizgiye geldiği, laik çizginin ise dini düşünceye tamamen
ters olduğunu belirtmektedir.304
3.1.4.5. HAMAS’ın Örgüt Yapılanması
İstihbarat ağı dünyanın en iyi ülkelerinden olan İsrail, HAMAS’ın örgütsel
yapılanmasını deşifre etmekte zorlanmaktadır. Bu durumda örgütün organizasyon
yapısının kusursuz olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. HAMAS’ın
örgütlenmesini Erdin, “Ortadoğulu benzer gruplar gibi su üstünde görülmeyen ancak
son derece organize olmuş bir yapıya sahiptir”305 diyerek yapılanmanın
mükemmeliyetine vurgu yapmaktadır.
HAMAS’ın örgüt yapılanması askeri ve sivil kanat olmak üzere ikili bir
yapıdan oluşmaktadır.306 Burada ilk olarak askeri kanat ele alınmaktadır. Askeri
kanattan sonra sivil kanat incelenmektedir. Askeri kanadı daha önce ele almamızın
303 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>. 304 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>. 305 Erdin, a.g.e., s. 66. 306 Taflıoğlu, a.g.m., s. 40.
90
nedeni, HAMAS kurulmadan önce askeri yapılanmanın ilk temelinin “Filistin
Mücahitleri” adıyla 1982’de atılmış olmasındandır.307
3.1.4.5.1. HAMAS’ın Askeri Yapılanması
1982’de Şeyh Yasin tarafından askeri yapılanmanın ilk temellerini oluşturan
Filistin Mücahitleri’nin amacı, ileride kurulması planlanan örgüt için gerekli askeri
mühimmatı bulup toplamaktır. Hareketin güvenliğini sağlamak ve istihbarat
toplamak olan Güvenlik Biriminin adı ise Cihad ve Davet Grubudur (Mecmua-tül
Cihad ve Deva – MECD). Güvenlik biriminin diğer bir görevi de İslami örf ve
adetlere uymayan, içki ve uyuşturucu kullanan, fahişelik yapanlara şiddet kullanarak
bu alışkanlıklarını sonlandırmaktır.308
HAMAS’ın İsrail’e karşı direnişinde vurucu gücünü, askeri yapılanması
oluşturmaktadır. Askeri kanadın en önemli yapılanmalarından biri olan İzzettin
Kassam Birlikleri bu birime bağlıdır.309 İzzettin Kassam Birlikleri 1991’de
kurulmuştur.310 Bölüme bağlı üyelerin İsrail tarafından deşifre edilmemesi için
düzenli bir halde bulunmamaktadırlar. Yapılacak eylemlerde hücre sorumluları
kendilerine bağlı üyeleri harekete geçirmektedir. Sadece kendi hücresinin üyelerini
hücre sorumluları tanımaktadır. Ayrıca askeri birimde yer alan örgüt mensupları,
birbirinin gerçek isimleriyle değil, güvenlik ve gizlilik çerçevesinde kod adlarıyla
anılmaktadır. Kod adı kullanmanın amacı, yakalanma anında kimsenin kimseyi ele
vermemesi içindir. Kod adı kullanımı sadece savaşçılarla sınırlı olup, örgütün
liderleri kendi adlarıyla anılmaktadır.311
307 Bulut, a.g.e., s. 284. 308 Bulut, a.g.e., s. 284. 309 Erdin, a.g.e., s. 68. 310 İlyas Kara, HAMAS Bir Direnişin Perde Arkası, 1. Baskı (İstanbul: Ra Kitap, 2006), s. 66. 311 Erdin, a.g.e., s. 68.
91
3.1.4.5.2. HAMAS’ın Sivil Yapılanması
HAMAS’ın sivil örgüt yapılanmasını siyasi bölüm, istihbarat bölümü, Şura
Meclisi ve son olarak halka sosyal bakımdan çeşitli hizmetler veren kanadı olarak 4
bölüme ayırmak mümkündür.312
1- Siyasi Yapılanma : Örgütün üst düzey siyasetinin belirlendiği “Politbüro”
olarak da isimlendirilen yerdir. Yetkileri çok geniştir ve kritik kararlarda bölümün
lideri Şura Meclisine katılarak görüşlerini açıklamaktadır. İntifada yıllarınde örgüt bu
bölümün hakimiyetinde yönetilmiştir. Ayrıca sosyal yardımlara bakan kanatta bu
bölümün kontrolündedir.313
2- İstihbarat Yapılanması : Bu bölüm örgüt için istihbarat toplamaktadır. İşgal
topraklarında HAMAS’a sempati duyan herkes potansiyel istihbaratçı sayılmaktadır.
Bölümün en önemli görevlerinden biri de İsrail istihbaratına örgüt içinden bilgi
sızdıran üyeleri tespit etmektir. Filistin’deki çoğu örgütte istihbarat üzerinde titizlikle
durulmaktadır.314
3- Şura Meclisi : HAMAS’ın yönetildiği yer Şura Meclisi’dir. Örgütün beyni
niteliğindedir. Meclis genellikle liderin başkanlığında toplanmaktadır fakat güvenlik
nedeniyle lider katılamazsa, talimatları sözlü veya yazılı bir şekilde toplantıya
katılanlara aktarılmaktadır. Toplantılara liderin onayıyla alınan kararlar kesin ve
tartışmasız bir şekilde yerine getirilmektedir. Şura Meclisi’ne siyasi, istihbarat ve
askeri bölümlerin yöneticileri ile bunların yardımcıları, din ulemalarıyla örgütün ileri
gelenleri katılmaktadır.315
312 Erdin, a.g.e., s. 67-68. 313 Erdin, a.g.e., s. 68. 314 Erdin, a.g.e., s. 68. 315 Erdin, a.g.e., s. 68.
92
4- Sosyal Yardımlar Bölümü : Örgütün ihtiyacı olan fakir Filistin halkına
çeşitli yardımlarda bulunan kanadıdır. Siyasi bölümün kontrolündedir. Ekonomik
durumu iyi olmayan öğrencileri okutmak, bazı özel günlerde yemek dağıtmak,
İsrail’e karşı savaşırken ölen veya sakat kalan askerlerin ailelerine bakmak gibi
yardımlarda bulunmaktadır. Bu durum örgüte daha fazla üyenin dâhil olmasına
neden olmaktadır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dahi HAMAS’ı, Gazze’de
etkin bir sosyal örgüt olarak kabul etmektedir.316
3.1.4.6. HAMAS’ın Önderleri
Bu bölümde HAMAS’ın kurucusu Şeyh Ahmet Yasin, örgütün bugünkü
lideri Halit Meşal, yine önemli isimlerden Abdülaziz Rantisi, İsmail Haniye ve
İbrahim Goşe’nin kısaca hayatları yer almaktadır.
Şeyh Ahmet Yasin : Şeyh Yasin, 1937 yılında Filistin’in El-Cevra köyünde
doğmuştur. Üç yasındayken babası ölen Yasin, 1948’de Yahudilerin Filistin’i işgal
etmeleri üzerine ailesiyle birlikte Gazze’ye göç etmiştir. 1952 yılında Gazze’de
ilköğrenimini tamamladıktan sonra aynı yıl yüzme esnasında boyun kemiğinin
kırılması sebebiyle felç olmuştur. Bu durumuna rağmen ortaokulu ve liseyi
bitirmiştir. Liseyi bitirmesinin ardından bazı ilim adamlarından özel ders almıştır.
Öğrenimini tamamladıktan sonra öğretmen olmuştur.317
1967 yılında İsrail’in altı günde kazandığı büyük zaferin ardından Filistin’in
tamamının işgal edilmesi sonucu Filistinliler örgütlenmeye başlamıştır. Bu
örgütlenmede Yasin’in önemli rolü olmuştur. Özellikle Yasin, Gazze’de İslam
Merkezi kurmuştur. Bu durum onun iyice tanınmasına neden olmuştur. İsrail,
Yasin’in konumundan rahatsız olmuştur. Bu sebeple kendisi sık sık polis tarafından
sorgulanmıştır. 1984’te İsrail Devletini yıkıp, yerine İslam devleti kurma çalışmaları
316 Erdin, a.g.e., s. 68. 317 Boran, a.g.e., s. 137-138.
93
nedeniyle 13 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Fakat on ay sonra Filistin ve İsrail
arasında varılan anlaşma neticesinde esir değişimine gidilmiş ve böylece Şeyh Yasin
1985’te hapisten çıkmıştır. Yasin, Filistin direnişinde giderek ön plana çıkmaya
başlamıştır.318
Yasin için İntifada’nın başladığı süreç bir dönüm noktası olmuştur. Aralık
1987’de HAMAS’ı kurmuş ve liderliğini yapmıştır. İntifada’nın sürmesinde
belirleyici bir rolü olmuştur. Etkisini giderek arttıran Yasin’i, İsrail 18 Mayıs 1989
tarihinde yeniden tutuklamıştır. İsrail’in amacı İntifadayı durdurmaktır fakat İsrail
istediği sonucu alamamış; İntifada bu olay üzerine daha da şiddetlenmiştir. Yasin,
uzun bir dava sürecinden sonra 16 Ekim 1991 tarihinde ömür boyu hapse mahkum
edilmiştir. İsrail, Yasin’le pazarlık yapmak istemiştir. İsrail’i tanıması ve FKÖ ile
imzalanan özerklik anlaşmasına olumlu baktığını açıklaması karşılığında serbest
bırakma önerisini sunmuş fakat bunu Yasin kabul etmemiştir. Bunun üzerine İsrail,
kendini tanımayı çıkarmış sadece özerklik anlaşmasına olumlu baktığını açıklamasını
istemiş ancak Yasin bunu da reddetmiştir.319
Yasin yaklaşık sekiz yıldan fazla bir süre İsrail hapishanelerinde tutuklu
kaldıktan sonra 30 Eylül 1997 tarihinde İsrail tarafından serbest bırakılmak zorunda
kalmıştır. Ürdün, elindeki iki MOSSAD ajanının (Halid Meşal’e suikast düzenlemek
için Ürdün’e Kanada pasaportuyla İsrail ajanları sızmıştır) karşılığında Yasin’in
bırakılmasını istemiştir. İsrail bunu kabul etmiş ve Yasin serbest bırakılmıştır. 64
yaşındaki Yasin, Gazze’ye dönmüş Filistin çıkarları açısından Filistinli liderler ve
Arap liderlerle iyi ilişkiler yürütmeye özen göstermiştir.320
Yasin, Filistin direnişindeki mücadelesine devam etmiş özellikle II. (Aksa)321
İntifada’nın manevi lideri olmuştur. Bu sebeple sürekli İsrail tarafından izlenilmiş,
318 Boran, a.g.e., s. 138. 319 Boran, a.g.e., s. 138-139. 320 Kara, a.g.e., s. 94. 321 Arial Şaron’un Mescid-i Aksa’ya yaptığı provakatif ziyareti sonucu patlak veren II. İntifada’ya Aksa İntifadası da denilmektedir.
94
bazı suikastlara uğramış fakat bunlardan kurtulmuştur. 24 Haziran 2002 tarihinde
Filistin Yönetimi tarafından Gazze’deki evinde göz hapsine alınmıştır. 22 Mart
2004’te İsrail tarafında Gazze’ye düzenlenen bir hava saldırısında öldürülmüştür.322
Halit Meşal : Halit Meşal 1956’da Batı Şeria’da bulunan Ramallah şehrinin
Selvad ilçesinde doğmuş olup, ilkokulu da aynı yerde bitirmiştir. 1967’deki Arap-
İsrail savaşında İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesi sebebiyle ailesiyle birlikte
Kuveyt’e göçmüştür. Burada ortaokul, lise ve üniversite eğitimlerini tamamlamıştır.
Meşal, Üniversite yıllarında Filistinli öğrenciler içinde İslami akımın başkanlığını
yapmıştır. Üniversite öğrenimini Fizik dalında tamamlayan Meşal, mezun olduktan
sonra Fizik öğretmeni olarak görev yapmaya başlamıştır. Fakat 1990 yılındaki
Körfez Savaşında pek çok Filistinli gibi o da Kuveyt’i terk etmek zorunda
kalmıştır.323
Kuveyt’ten ayrılıp Ürdün’e yerleşen Meşal, HAMAS’ın siyasi birimi içinde
görev yapmaya başlamıştır. Musa Ebu Merzuk’un ABD’de tutuklanmasının ardından
1996’da siyasi birimin başına geçmiştir.324 HAMAS’ın siyasi büro şefi olan Meşal’i
İsrail istihbaratı ortadan kaldırmak istemiş; bu amaçla iki İsrail ajanı sahte Kanada
pasaportuyla Amman’da yaşayan Meşal’i öldürmek için Ürdün’e girmiştir. Aylarca
Meşal’i takip eden İsrailli ajanlar, bu suikast için özel bir silah kullanacaktır. Işın
yoluyla beyni etkileyecek olan silah, bir müddet sonra Meşal’i felç edip, Meşal’in
ölümüne yol açması beklenmektedir. Operasyonun yapıldığı gün Meşal evinden
bürosuna gitmek için çıkmıştır. Ardından Meşal’e yaklaşan İsrailli ajanlardan biri
silahı Meşal’in ensesine dayayarak ateşlemiştir.325 Meşal’in koruması olayları
gördüğünden hemen koşup iki ajanın yanına gider ve ne yaptıklarını sorar ve
ajanlarla tartışır. Koruma, Ürdün polisi gelene kadar ajanları bırakmamıştır. Ürdün
polisi korumanın anlattıklarını pek inandırıcı bulmasa da Kanada pasaportlu ajanlarla
birlikte karakola götürülen korumanın dediklerinin doğruluğu yaklaşık bir saat sonra
322 Boran, a.g.e., s. 139-140. 323 Boran, a.g.e., s. 140. 324 Boran, a.g.e., s. 140. 325 Erdin, a.g.e., s. 92.
95
ortaya çıkar. Zira Meşal kendini kötü hissetmektedir. Bir süre sonra Kanada
pasaportlu aşanların pasaportlarının da sahte olduğu anlaşılmış ve olay açığa
kavuşmuştur. Ülkesinde yapılan bu suikasta çok sinirlenen Ürdün Kralı Hüseyin,
ilacın panzehirini İsrail’den istemiştir. Panzehirin verilmemesi halinde ajanların idam
edileceğini belirtmiştir. İsrail teklifi kabul etmek zorunda kalmıştır. Kanada, İsrail’e
tepki göstererek Büyükelçisini ülkesine geri çekmiştir. Ayrıca pazarlıkta Şeyh
Yasin’in de serbest bırakılması istendiğinden İsrail, Yasin’i teslim etmiştir.326
Abdülaziz Rantisi : HAMAS’ın lideri Şeyh Yasin’in 2004 tarihinde İsrail
hava saldırısı sonucu öldürülmesinin ardından örgüt içinde en güçlü isim olarak
ortaya çıkan Abdülaziz Rantisi, örgütün siyasi liderliğini yürütmüştür.327
Rantisi, 1947 yılında Yabna köyünde doğmuştur. Ailesi Rantisi altı aylıkken
Deir Yasin katliamından kaçarak Gazze’ye yerleşmiştir. 18 yaşında Mısır
İskenderiye Üniversitesi tıp fakültesine kaydolmuştur. Üniversitede okurken
Müslüman Kardeşler örgütünün fikirlerinden etkilenmiştir. Okul bittikten sonra
pediatri uzmanı olarak çalışmaya başlamıştır. 1976’da Gazze’ye dönüp, burada bir
hastanede doktorluğa devam etmiştir. 1978’de Gazze İslam Üniversitesinde ders
vermeye başlamıştır. Üstün hitabet yeteneği sayesinde gençleri Müslüman Kardeşler
fikri yönünde etkilemiştir. 1987 sonrası İntifada yıllarında İsrail tarafından
tutuklanarak hapse atılmıştır. 1992’de Lübnan’a sürülmüş ancak sürgünde sık sık
medya önüne çıkarak HAMAS’ın sözcülüğünü yapmıştır. Böylece dünyada
tanınmıştır. Sürgünden sonra Filistin’e tekrar dönse de İsrail yeniden tutuklamış ve
yasa dışı örgüt kurmaktan üç yıl hapse mahkûm etmiştir. Oslo görüşmelerini şiddetle
eleştirdiği için Filistin Yönetimince de hücre hapsine alınmıştır. Rantisi 2003 yılında
bir İsrail saldırısından kurtulmuş ancak 17 Nisan 2004 tarihinde İsrail
helikopterinden otomobiline atılan füzeler neticesinde yanında bulunan 27 yaşındaki
oğlu ve bir korumasıyla birlikte öldürülmüştür.328
326 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 180-181. 327 Boran, a.g.e., s. 140. 328 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 151-152.
96
İsmail Haniye : HAMAS’ın ruhani lideri Şeyh Yasin’in en güvendiği
isimlerden olan Haniye, I. İntifada döneminde Gazze Üniversitesi Arap Edebiyatı
bölümünden mezun olmuştur. İsrail’e yönelik eylem ve saldırılarda bulunduğu için
hapse girmiştir. 1992 yılında İsrail, Haniyey’yi Güney Lübnan’a sürgün etmiştir. Bir
yıl sonra Gazze’ye geri dönmüş ve özellikle Şeyh Yasin’in 1997 yılında hapisten
çıkmasıyla siyasi yaşantısı da hareketlenmiştir. Yasin’in sekreterliğine gelip,
HAMAS’ın temsilciliğini yürütmeye başlamıştır. Bu durum Haniye’yi hedef haline
getirmiş ve İsrail saldırılarına maruz kalmasına neden olmuş fakat bu saldırılardan
Haniye kurtulmuştur. 2006 yılında Filistin’de yapılan seçimlerde HAMAS’ın seçim
kampanyasını yürütmüş ve HAMAS’ın seçimleri kazanmasında önemli rol
oynamıştır.329
İbrahim Goşe : 1950’de Müslüman Kardeşler’le Filistin Öğrenci Birliği
üyesi olan Goşe, Filistin tarihinin en önemli liderlerinden biri haline gelmiştir.
Kudüs’ün 1970’lerde işgalinden sonra Ürdün’e gitmiş ve bu ülkedeki Müslüman
Kardeşler örgütüyle güvenilir bağlar kurmuştur. HAMAS’ın sözcüsü seçildikten
sonra FKÖ ve Arap ülkeleri arasında ilişkilerin geliştirilmesinde önemli rol
oynamıştır.330
3.1.4.7. HAMAS’ın Mali Yapısı
I. İntifada’nın başlamasıyla ortaya çıkan HAMAS’ın mali yapısında önemli
bir gelişme Körfez Krizinde olmuştur. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal ederek Irak
topraklarına katmasına, Arafat ve FKÖ destek vermiştir. Arafat’ın Saddam’a bu
desteği, finansörü olan zengin Arap Devletlerini kızdırmıştır.331 Suudi Arabistan
başta olmak üzere Kuveyt, Sudan, İran ve Yemen gibi ülkeler FKÖ’ye yaptıkları
rutin yardımları kesmiş, FKÖ’den kestiği yardımları HAMAS’a yönlendirmişlerdir.
329 Boran, a.g.e., s. 140. 330 Kodaman ve Saraç, a.g.m., s. 192. 331 Turan, a.g.e., s. 233-234.
97
HAMAS’a 1991’den beri bu ülkelerden yapılan yardımlar eskisi kadar olmamakla
birlikte halen devam etmektedir.332
Petrol zengini Arap Devletlerinden gelen mali yardımın yanı sıra HAMAS’ın
en önemli mali kaynaklarından biri de HAMAS’a sempatiyle bakan İslamcı fikirlere
sahip bazı işadamları ve sivil toplum örgütlerinin desteğidir. Suudi Arabistanlı bir
dolar milyarderi Üsame Bin Laden’in etkisindeki Dünya İslam Birliği gibi bazı sivil
toplum örgütleri HAMAS ve benzer nitelikte İslamcı örgütlere para ve lojistik destek
sağlamaktadır. Ayrıca Örgüt’e yardım yapan sadece ABD’de 15 yerel kuruluş
bulunmaktadır. Filistin İçin İslam Derneği, Kutsal Topraklar Vakfı, Birleşik Eğitim
ve Araştırma Derneği gibi ABD’nin çeşitli bölgelerinde bulunan çeşitli sivil toplum
kuruluşları HAMAS’a mali yardımda bulunmaktadır. HAMAS’ın zengin işadamları
ve sivil toplum örgütlerinden sağladığı gelirlerin yanı sıra, mali yapısındaki önemli
bir gelir kaynağı da örgüt sempatizanlarından gelen yardımlardır. Halk kendine yakın
hissettiği oluşuma, yardım yapacak boyutta ekonomik duruma sahip olmasa bile
yardım yapmaktadır. HAMAS, dünyanın en fakir bölgelerinden olan Gazze’de ortaya
çıkmıştır ve Gazze halen örgütün en güçlü olduğu bölge konumundadır.333
HAMAS, Gazze ve Batı Şeria’da kurduğu sosyal yardım kurumlarıyla bir
takım harcamalar yaparken, örgüt üyeleri aracıyla dükkan basıp haraç toplamaktadır.
Yardımlar özellikle köylerde, İzzeddin El-Kassam militanları tarafından
toplanmaktadır. Yine önemli dini günlerde ve Ramazan ayında Örgüt, cami ve
okullarda çok ciddi paralar toplamaktadır.334
HAMAS, mali kaynaklarını ikiye ayırmaktadır. Birincisi ana kaynak olarak
nitelendirdikleri Basra Körfezindeki zengin tüccar, işadamları, çeşitli kurum ve
kuruluşlardan gelen bağışlardır. İkinci kaynakları ise zengin tüccar, işadamları,
çeşitli kurum ve kuruluşlardan gelen ana kaynakların, düzenli ve devamlı bir gelir
332 Erdin, a.g.e., s. 75. 333 Erdin, a.g.e., s. 75-77. 334 Erdin, a.g.e., s. 76-77.
98
getirmesi amacıyla mali yatırımlara dönüştürülmesidir. Bu yolla farklı Arap
ülkelerinde yaşayan bazı Filistinli ve Arap tüccarlara Örgüt, borç vererek yatırım
imkânı sağlamaktadır. Örgüt’ten kaynak alarak yatırım yapan tüccarların kazancına
Örgüt ortak olmaktadır.335
Burada belirtilmesi gereken diğer önemli bir konu da, Örgüt’ün sağladığı
kaynağı silahlı mücadele ve sosyal yardımlarda kullanmanın yanı sıra kendi kontrolü
ve yarı kontrolünde bulundurduğu yayınlar için de kullanmaktadır. HAMAS adına iş
yapan işadamlarının elinde bulunan El Thabat ve El Vatan gazeteleri Örgüt adına
propaganda yapmaktadır. İsrail’e karşı eylem çağrısı yapan El Vatan gazetesi, İsrail
tarafından kapattırılmıştır. Bunun yanı sıra Örgüt’ün ABD’de bir yayını devam
etmektedir. Örgüt, Gazze’de yayın yapan küçük bir radyo istasyonu ile internet sitesi
bulunmaktadır.336
3.2. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Barış Süreci
İntifada ile Filistin Sorununu tekrar uluslararası gündeme taşımayı başaran
Arafat, İsrail’le barış yapılması yönünde girişimlerde bulunmuştur. Özellikle
1988’de FKÖ, Çatışmanın bütün taraflarının BM’nin beş daimi temsilcisinin
gözetiminde bir uluslararası toplantıda buluşmalarına yönelik teklifte bulunmuştur.
ABD ile FKÖ arasında resmi diyalogun başlamasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu
(AET), BM gözetiminde bir barış konferansı için çağrıda bulunmuştur. FKÖ ile barış
masasına oturmak istemeyen İsrail köşeye sıkışmıştır. AET’nin barış konferanslarına
yönelik kararlı tavrından sonra, BM’nin 1989 tarihli 44/42 sayılı kararı yürürlüğe
konmuş ve barışa yönelik ciddi bir ortak tavır belirlenmiştir. Fakat BM’nin bu
girişimleri Sorun’la ilgili bir uluslararası konferansın düzenlenmesine yetmemiştir.337
335 Bulut, a.g.e., s. 291. 336 Erdin, a.g.e., s. 78. 337 Aras, a.g.e., s. 70-71.
99
Filistin ile FKÖ arasındaki barış girişimlerinin seyri, 2 Ağustos 1990’da
Irak’ın Kuveyt’i işgali ile değişmiştir. Filistin Sorunu’nda İntifada ile elde edilen
kazanımlar, FKÖ’nün ve Arafat’ın, Irak’ın Kuveyt’i işgalinde Saddam Hüseyin
yanında yer almaları sebebiyle kaybedilmiştir. Zira 1987 yılında başlayan İntifada,
İsrail’i köşeye sıkıştırmışken, Kuveyt’i işgal eden Saddam’a, FKÖ’nün destek
vermesi Arap Devletlerinin tepkisine neden olmuştur. Bu durum uluslararası
platformda İsrail’in elini güçlendirmiştir.338
Arafat’ın önemli uluslararası aktörleri karşısına alma pahasına Irak’ın
Kuveyt’i işgaline destek vermesinin nedeni, yaptığı barış önerisinin reddedilmesidir.
Bu yüzden Arafat, yüzünü Irak’a çevirerek, ikili ilişkileri güçlendirmeye başlamıştır.
Arafat, barış önerisinin reddedilmesiyle içine düştüğü başarısızlık atmosferinde Irak’ı
yegâne alternatif olarak görmüş ve Saddam’ın gücünden yararlanarak İsrail’i barış
masasına oturmaya ikna edebileceğini düşünmüştür. Özellikle Saddam’ın,
Kuveyt’ten geri çekilmesini İsrail’in işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi ile
irtibatlandıran339 bir girişimde bulunması, Arafat’ın barış yönünde umudunu
arttırmıştır.340
Körfez Krizinin barış sürecine etkisi, barış sürecinin taraflarına etkisi şeklinde
gerçekleşmiştir. FKÖ, Batı sempatisinden uzaklaşmıştır. Arap Devletleri, Irak’ı
desteklediğinden dolayı FKÖ’yü cezalandırmak için dikkatlerini HAMAS’a
çevirmiştir.341 Dolayısıyla İntifada ile ortaya çıkan HAMAS, Körfez Kriziyle
yükselişini sürdürmüştür.
338 Turan, a.g.e., s. 233. 339 Aras, a.g.e., s. 79. 340 Aras, a.g.e., s. 77. 341 Aras, a.g.e., s. 84.
100
3.2.1. Madrid Konferansı
Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu yaşanan Körfez Savaşıyla ABD, geçmişte
olmadığı kadar etkili bir diplomatik konuma yerleşmiştir. ABD, Filistin Sorununda
barış için Arap Devletlerinin önemli bir bölümünün desteğini sağlama şansı elde
etmiştir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetlerin safında yer alan Suriye, Golan
tepelerini tekrar elde edebilmesi karşılığında barış girişiminin içinde
olabileceklerinin sinyalini vermiştir. Suriye’nin içinde olduğu bir barış girişimine
İsrail’inde sıcak bakacağı düşünülmüştür. Körfez Krizi esnasında ABD’nin telkinleri
doğrultusunda savaşa girmeyen Yitzhak Shamir’in Başbakanlığını yaptığı İsrail,
önemli ölçüde güven sağlasa da ABD taleplerine karşı direnci oldukça azalmıştır.342
Barış görüşmeleri için Yitzhak Shamir, FKÖ temsilcileriyle görüşmeme
konusunda ısrarcı olmuştur. Görüşmelerde Filistin’i temsil problemi, FKÖ devre dışı
bırakılarak çözülmüştür.343 FKÖ’nün yerine işgal altındaki topraklardan gelen
Filistinli temsilcilerin görüşmelere katılması kararlaştırılmıştır.344
Barış Konferansı 30 Ekim 1991’de ABD, Rusya ve Arap Devletlerinin bir
kısmının desteğiyle, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün ve Filistin heyetlerinin katılımıyla
Madrid’de toplanmıştır. Açılışla birlikte taraflar birbiriyle görüşmelere başlamıştır.
Konferansta, İsrail’le diğer Arap Devletleri arasındaki ortak sorunları gidermeye
yönelik çok taraflı görüşmeler ve İsrail’le diğer devletlerin arasında ikili görüşmeler
yapılmıştır. İkili görüşmeler; İsrail-Ürdün, İsrail-Filistin, İsrail-Lübnan ve İsrail-
Suriye arasında yapılmış olup, geçmiş dönemlerdeki sorunların çözümü ele
alınmıştır. İsrail-Filistinli temsilciler arasındaki görüşmelerdeki temel konu ise işgal
altındaki topraklarda Filistin otonom bölgesi kurulması görüşülmüştür.345 Çok taraflı
görüşmelerde, bölgenin geleceğinde çok önemli olan beş konu (çevre, su, ekonomik
342 Aras, a.g.e., s. 87-89. 343 Aras, a.g.e., s. 90. 344 Turan, a.g.e., s. 234. 345 Yunus Sönmez ve Ö. Faruk Kalaycı, 1990 Sonrası Dönemde Ortadoğu Barış Süreci’ne Bakış, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 52.
101
gelişme, mülteciler, silahlanmanın kontrolü ve güvenlik) üzerinde yapılmıştır. Çok
taraflı görüşmelerin katılımcıları, Filistin temsilcileri, İsrail, 11 Arap Devleti, Avrupa
Devletleri, Kanada, Japonya ve BM olmuştur.346
Görüşmeler devam ederken 1992 Haziran’ında İsrail’de seçim olmuş ve
seçimi Izak Rabin kazanmıştır. Rabin’in barış süreci konusundaki tutumu
beklenmeye başlanmıştır. Rabin, barış sürecini devam ettireceğini bildirmiş ve
samimiyet göstergesi olarak Batı Şeria’da yapılacak altı bin konutluk Yahudi
Yerleşim projesini iptal ettiğini açıklamıştır.347
Görüşmeler esnasında sorunlar daha karmaşık bir hal almıştır. Özellikle
Filistin dışında yaşayan Filistinli mülteciler sorunu için İsrail, Filistinlilerle ikili
görüşmeler yapmaktan kaçınmıştır. Ayrıca İsrail, kurulacak Filistin Özerk
Yönetiminin otoritesine olabildiğince az yetki verip, Özerk Yönetimin kendi
güdümünde olmasını istemiştir. İsrail, dördüncü tur görüşmelerde idare, yargı ve
güvenlik konularında sınırlı yetki devrini öngören yeni bir öneri sunmuştur. Filistin
tarafı ise getirilen önerinin İsrail denetimi altındaki bazı küçük sivil yetkilerin devrini
içerdiğinden bu öneriyi kabul etmemiştir.348
1992’de ABD’de seçim dönemine girdiğinden ABD’nin barış sürecine etkisi
iyice azalmıştır. Ayrıca 1992 Aralığı’na gelindiğinde bölgede gerilim iyice artmaya
başlamıştır. İsrail, bazı HAMAS ve İslamı Cihat üyelerini sınır dışı ettiğinden
Madrid Barış Konferansı barış konusunda ilerleme kaydedilemeden askıya alınmak
durumunda kalmıştır.349
Madrid Konferansı, İsrail için barış sürecinde masaya oturmanın verdiği
meşruiyet dışında başka herhangi bir faydası olmamıştır. Filistinliler açısından ise
346 Aras, a.g.e., s. 96. 347 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 53. 348 Aras, a.g.e., s. 98. 349 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 53-54.
102
kendi savundukları tezleri diğer Arap Devletlerinin şemsiyesi dışında savunup,
diplomatik bir eğitim tecrübesi dışında esaslı bir sonuç sağlanamamıştır.350 Fakat
Madrid Konferansının Filistin için önemli bir sonucu, Arafatsız Filistin sorunun
görüşülemeyeceği, istenilen tavizlerin Arafat olmadan alınamayacağıdır.351
3.2.2. Oslo Anlaşması
Madrid Konferansı sürecinde ABD’de yaşanan seçimlerden dolayı ABD,
çözüm için yeterince caba sarf etmemiştir. ABD’deki seçimleri Bill Clinton’un
kazanmasıyla Clinton’un gayretiyle görüşmeler Washington’da yeniden başlamıştır.
Madrid Konferansında barışın temelde iki dönemde gerçekleşmesi fikri
benimsenmiştir. Bu dönemlerden ilki, ilk beş yılı kapsayan geçiş dönemi, ikincisi ise
bu beş yıldan sonraki nihai dönemdir. Washington görüşmelerinde İsrail tarafı geçiş
döneminde çekilmemeyi öngörmüş ve 242 sayılı BM kararını nihai dönem için
benimsediğini bildirmiştir. Filistinliler ise çekilmenin, geçiş dönemini kapsadığını
iddia etmiştir. İsrail, geçiş döneminde Filistin Özerk Yönetimine kısıtlı yetkiler
vermeyi hedeflemişken, Filistinliler geçiş döneminde de İsrail’in icra ettiği bütün
yetkileri istemiştir.352
Görüşmeler sırasında İsrail tarafının FKÖ ile müzakerelerde bulunmak
istemeyen tavrının ABD tarafından desteklenmesi ve ABD’nin görüşmelerde
takındığı yanlı tutum sonucu Arafat, müzakerelere katılan Filistin heyetine olumsuz
sinyaller göndermiş ve görüşmeler tıkanmıştır. Washington’daki görüşmeler ABD ve
İsrail tarafına yapılacak bir barış anlaşmasında Arafat’ın mutlak olması gerektiğini
göstermesi açısından önemli olmuştur.353
350 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 54. 351 Turan, a.g.e., s. 234. 352 Aras, a.g.e., s. 102. 353 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 55.
103
Washington’daki görüşmelerin tıkanması ve ABD’nin yanlı tutumu, barış
görüşmelerinin Avrupa kıtasına kaymasına yol açmıştır. 20 Ocak 1993’te Rabin’in
bilgisi dışında iki İsrailli akademisyen üç FKÖ temsilcisiyle Norveç’in başkenti
Oslo’da gizli görüşmede masaya oturmuştur.354 Gizli görüşmeler sonunda İsrail ve
FKÖ birbirini tanımıştır. Gazze ve Batı Şeria’da sınırlı bir Filistin Yönetimi
kurulması hususunda anlaşma sağlanmıştır. Her iki tarafın imzaladığı İlkeler
Bildirgesi barış sürecinin en önemli belgesi olmuştur.355
İlkeler Bildirgesi, BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 sayılı kararlarına
uygun olarak, bölgede kendi kendini yönetebilen bir Filistin Yönetimi kurulmasını
sağlamayı amaçlamıştır. İlkeler Bildirgesi içinde seçim, kamu düzeni ve kamu
güvenliği, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’dan çekilmesi gibi konular düzenlenmiştir.
Bildirgede belirlenen hedeflerin uygulamasına aşamalı olarak geçilmesi
düşünülmüştür. Belirlenen hedefler, Geçiş dönemi adı altında beş yıllık bir zaman
dilimi içinde gerçekleştirilmesi öngörülmüştür.356
Filistin’de kurulacak Yönetim için demokratik kurallara uygun olarak Gazze
ve Batı Şeria’da, genel seçim usulü ile Filistin polisinin asayişi sağlayacağı bir
ortamda seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştır. Seçimlerin Filistin Yönetiminin,
İlkeler Bildirgesi doğrultusunda kurulmasından sonra dokuz ay içerisinde yapılacağı
belirtilmiştir. İki tarafında önemle üzerinde durduğu, Filistin Yönetiminin
yetkilerinin sınırları 4 ve 6. maddelerde belirtilmiştir. Buna göre Filistinliler, kendi
polis gücünü kurabilecektir. Ayrıca eğitim, kültür, sosyal refah, direkt vergilendirme
ve turizm konularındaki yetkileri Filistin Yönetimine devredilmiştir. Bildirgenin
diğer önemli bir konusu da İsrail askerlerinin işgal altındaki topraklardan çekilmesi
konusudur. Bildirgenin yürürlüğe girmesinden sonra iki ay içerisinde İsrail
askerlerinin Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan çekilmesini öngören bir anlaşmanın
354 Bora Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan El Aksa İntifadasına Ortadoğu, 1. Baskı (İstanbul: Aykırı Yayınları, 2003), s. 131. 355 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 55. 356 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 56.
104
yapılması kararlaştırılmıştır. Yapılacak bu anlaşmadan sonra İsrail askerlerinin dört
ay içerisinde Gazze Şerdi ve Batı Şeria’dan çekilmesi hedeflenmiştir.357
İlkeler Bildirgesi, yukarıda belirtilen sorunların dışında, tarafların ilişkilerini
geliştirmek amacıyla başta ekonomik konular olmak üzere birçok konuda
düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemelerin uygulanabilmesi için komiteler
kurulmuştur. Fakat iki taraf arasında en büyük sorunu oluşturan Kudüs’ün Statüsü,
Filistinli mültecilerin geri dönmesi, Filistin Yönetiminin sınırları gibi çok önemli
konulara barış görüşmelerinde hiç değinilmemiştir. Önemli konuların çözümü ileriki
tarihlere ertelenmiştir. Oslo Görüşmelerinde nispeten çözümü daha kolay olan
konular müzakere edilmiştir.358 Özellikle Kudüs’ün nihai statüsü ile yapılacak
görüşmelere kadar bütün tartışmaların ertelenmesi için anlaşma sağlanmasına
rağmen, Kudüs’ün durumu barış görüşmelerinde anlaşmazlık ve tartışmaların
kaynağı olmuştur. İki tarafta Oslo Anlaşmasının Kudüs’le ilgili yol gösteren
çizgilerini ihlal etme yönündeki faaliyetler konusunda birbirini suçlamıştır.359
Taraflar, ABD’nin yardımı olmadan barış yapmıştır. Bu durumu Davutoğlu,
İsrail’in uluslararası ekonomi politiğin yeni gerçeklerine uygun bir politika izleme
davranışı olarak nitelendirmektedir.360 İlkeler Bildirgesi, İsrail’in dış politik
tercihlerinin çeşitlendiğini göstermesi bakımından çok önemlidir. İsrail’in Japonya,
Hindistan gibi Asya ülkeleri ile iyi ilişkiler kurması kaçınılmaz olmuştur.361
3.2.3. Gazze ve Eriha Anlaşması
İlkeler Bildirgesinin imzalanmasından sonra taraflar Kahire ve Paris’te barış
görüşmelerine tekrar başlamıştır. Yedi ay süren sıkı bir çalışma döneminden sonra
357 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 56-57. 358 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 57. 359 Süleyman Beşli, Kudüs’ün Statüsü Sorunu, Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003), s. 294. 360 Davutoğlu, Yahudi Meselesinin …, s. 91. 361 Aras, a.g.e., s. 105.
105
uzlaşmaya varılmıştır. Gazze-Eriha Anlaşması 4 Mayıs 1194’te Kahire’de
imzalanmıştır. 400 sayfalık anlaşma, ana metnin dışında dört ekten oluşmuştur.
Görüşmelerde dört ana konu üzerinde yoğunlaşılmıştır.
Bu anlaşmayla güvenlik ve İsrail güçlerinin çekilmesi konusunda önemli
adımlar atılmıştır. Filistin Yönetiminin dış güvenliği İsrail’e bırakılmıştır. İç
güvenlik ise İsrail ve Filistin arasında paylaşılmıştır. Gazze ve Batı Şeria’daki
Yahudi Yerleşimlerin güvenliğinden İsrail sorumlu olmuştur. İsrail askerleri, yeni
kurulan İsrail-Filistin Ortak İşbirliği ve Koordinasyon Komitesi ile işbirliği içinde
Filistin Yönetimi bölgesinden çekilecektir. Ayrıca yolların güvenliği, Filistinlilerin
Gazze-Batı Şeria arasında güvenli geçişi, İsrail hapishanelerinde bulunan HAMAS
ve İslami Cihat örgütü üyeleri dışındaki Filistinlilerin serbest bırakılması konularında
anlaşılmıştır.362
Gazze-Eriha anlaşması ile Gazze ve Batı Şeria’da İsrail sivil yönetimine son
verilerek yetkilerin Filistin Yönetimine geçişi kararlaştırılmıştır. Ayrıca Filistin
Yönetiminin yasal yetkisi, İsrail vatandaşları ve yerleşimler hariç, bölgesel ve kişisel
yetki sorumluluğuna giren bütün alanları kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Ekonomik alanda ise ithalat politikası, yerel pazarlar ve turizm, para politikası,
vergilendirme ve iş gücü konularıyla ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bu
düzenlemeler, Oslo Anlaşmasının genel çerçevesini somut ayrıntılara dönüştürerek
Filistinlilerin ekonomi üzerine karar verme yetkisini daha fazla sınırlamıştır.363
3.2.4. Oslo II Anlaşması
Tarafların Oslo Anlaşması ile belirledikleri takvime uymamaları sebebiyle
ABD gözetiminde Washington’da yapılan görüşmede 28 Eylül 1995 tarihinde Rabin
362 Aras, a.g.e., s. 114. 363 Aras, a.g.e., s. 115.
106
ile Arafat arasında Oslo II Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmaya göre İsrail öncelikle
900 Filistinli mahkumu serbest bırakmıştır.364
Anlaşmada Batı Şeria’nın Filistin Yönetimine bırakılma şekli belirlenmiştir.
Buna göre Batı Şeria üçe ayrılmıştır. Batı Şeria’nın %2,7’lik kısmını kapsayan ve altı
Filistin kentiyle özel statüdeki El Halil’i kapsayan A bölgesi tamamen Filistin
denetimine bırakılmıştır. Batı Şeria’nın %25’lik kısmını kapsayan, 450 Filistin köy
ve kasabasını içeren ve nüfusun %65’lik kısmının yaşadığı B bölgesi ise Filistin
Yönetimine verilmiş ancak bölgenin güvenliği, İsrail ve Filistin ortak denetimine
verilmiştir. Batı Şeria’nın %70’den fazlasını kapsayan İsrail askeri birlik ve
karargâhları ile Yahudi Yerleşimlerin bulunduğu C bölgesi, nihai statü görüşmeleri
sonuçlanıncaya kadar tamamen İsrail denetimine bırakılmıştır (Bkz. Harita 4).365
3.2.5. Wye River Anlaşması
Oslo II Anlaşmasından kısa bir süre sonra 4 Kasım 1995’de barış karşıtı
fanatik bir Yahudi genç, Rabin’i öldürmüştür. Rabin’in yerine Başbakanlığa Şimon
Peres geçmiştir. Peres, barış yanlısı deneyimli bir siyasetçi olsa da barış umutları
yavaş yavaş tehlikeye girmiş; taraflar arasında gerilim artmıştır. Özellikle 29 Mayıs
1996’de İsrail’de yapılan seçimleri barış yanlısı tutumundan dolayı Rabin’i çok sert
bir şekilde eleştiren Benjamin Netenyahu’nun Peres’e karşı kazanması366 İsrail
halkının da barış konusundaki olumsuz düşüncelerini açık bir şekilde göstermektedir.
Ortadoğu’da tekrar tırmanan şiddet ve Netenyahu’nun barış sürecine sıcak bakmayan
tutumu karşısında ABD devreye girmiş, tarafları bir araya getirmiştir. Taraflar
arasında 23 Ekim 1998 tarihinde anlaşma yapılmıştır.367
364 Tayyar Arı, İç Politikanın Gölgesinde Barış: Likud ve Ortadoğu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Nisan-Haziran 1999, s. 38. 365 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 165. 366 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 167-180. 367 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 189.
107
Görüşmelerde en büyük anlaşmazlık Batı Şeria’dan İsrail’in çekilmesi
konusunda çıkmıştır. İsrail, Batı Şeria’nın C bölgesinin %13’lik kısmından çekilmeyi
kabul etmiştir. %13’lük kısmın %12’si B bölgesine, %1’lik kısmın A bölgesine
aktarılması kararlaştırılmıştır. İsrail ile Filistin’in birlikte denetledikleri B bölgesinin
%14’lük kısmından İsrail tamamen çekilmeyi kabul etmiştir. Bu kısım da tamamen
Filistin Yönetimi kontrolündeki A bölgesine aktarılması düşünülmüştür. İsrail
güçlerinin çekilme süresi 3 ay olarak belirlenmiştir.368
Anlaşma, tarafların terörü önlemek için gerekli girişimlerde bulunmasını,
terörü oluşturan etmenlerin ortadan kaldırılmasını öngörmüştür.369 Özellikle Filistin
tarafı terör ve şiddet eylemlerine karşı sistematik bir şekilde mücadele etmeyi taahhüt
etmiştir.370
3.2.6. Camp David Görüşmesi
Oslo Barış görüşmeleri ve sonrasında yapılan görüşmelerde taraflar Kudüs,
Filistinli mülteciler gibi konuları, geçici dönem sonrasına bırakmıştır. Söz konusu
sorunlarla ilgili nihai statü, geçici dönem sonrası yapılacak barış görüşmeleriyle
şekillendirmeyi planlamışlardır.371 Geçici dönem sona ermiş ve bu konuda hala ciddi
adımlar atılmamıştır. Ayrıca Rabin sonrası iktidara gelen ve barışa karşı olduğunu
açıkça ortaya koyan Netenyahu’nun 1999 yılında yapılan seçimleri kaybedip yerine
Ehud Barak’ın kazanması barış için umut olmuştur.
Arafat, Oslo sonrası süreçte barış görüşmeleri için Barak’a oranla daha az
istekli görünmüştür. Arafat, taraflar arasında tam bir barış anlaşması sağlanabilmesi
için ciddi bir hazırlık sürecinden geçmenin ve şartların olgunlaşmasını beklemenin
daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünmektedir. Bu ortamda ABD Başkanı Clinton’un
368 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 195. 369 Arı, a.g.m., s. 47. 370 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 196. 371 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 57.
108
girişimleriyle Temmuz 2000’de barış için sembolik bir önemi olan Camp David’de
görüşmeler başlamıştır.372
Görüşmelerde Filistin egemen bir devlet olma talebinde bulunmuş, İsrail ise
bu isteği kısmen kabul etmiştir. İsrail, kurulacak Filistin Devletinin askeri güçten
arındırılmasını şart koşmuştur. Filistin, İsrail’in 1967 öncesi sınırlara geri çekilmesini
isterken, Barak bu isteği şiddetle reddetmiştir. Geçici dönemde Gazze’nin %70’i Batı
Şeria’nın %40’ı Filistin Yönetimine devredilmiştir. Görüşmelerde Barak, Gazze ve
Batı Şeria’nın Filistin kontrolüne bırakılmasını kabul etmiştir. Barış için bu önemli
gelişmelere rağmen Oslo görüşmeleriyle başlayan süreçte ele alınmayan iki taraf
içinde hayati konular nihai bir barış anlaşması için Camp David’de ele alınmıştır.373
Kudüs sorunu her iki taraf için hayati öneme sahiptir. Davutoğlu, …Ortadoğu
Meselesi Filistin Meselesi’ne, Filistin Meselesi Kudüs meselesine, Kudüs meselesi de
Mescid-i Aksa meselesine indirgenebilir374 diyerek Filistin-İsrail Çatışmasında
Kudüs’ün ne kadar önemli bir konu olduğunu vurgulamaktadır. Zaten görüşmelerin
tıkanmasında başlıca etken Kudüs’ün Statüsü olmuştur. Doğu Kudüs’le ilgili
Arafat’ın olumlu hiçbir adım atmadığını Clinton’a ileten Barak, zirveden ayrılmaya
hazırlanırken, ABD görüşmelerin tıkanmasına neden olan Kudüs sorununun çözümü
için çeşitli planlar sunmuş fakat taraflar bu konuda nihai bir anlaşmaya
varamamışlardır. 25 Temmuz 2000’de sona eren zirvenin anlaşmazlıkla
sonuçlandığını ABD Başkanı Clinton açıklamıştır.375
Camp David Zirvesi, taraflar arasında hayati meselelerde dâhil olmak üzere
hemen hemen bütün konuların en üst seviyede konuşulup tartışıldığı ve birçoğunda
küçümsenmeyecek gelişmelerin kaydedildiği düşünüldüğünde çok önemli bir
zirvedir (Bkz. Harita 5). Kudüs sorunu dışında taraflar çok iyi bir performans
sergileyerek önemli konularda büyük ölçüde uzlaşmışlardır. Ancak Zirve’de, plan ve
372 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 57. 373 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 59-60. 374 Davutoğlu, Küresel ve Bölgesel Dengeler …, s. 13. 375 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 60-61.
109
öneriler bir bütün halinde tek bir paket olarak taraflara sunulduğundan, Kudüs’te
uzlaşma sağlanamadığı için diğer konularda da varılan uzlaşma ve alınan kararların
bir hükmü kalmamıştır.376
3.2.7. II. İntifada ve Şarmu’ş-Şeyh Anlaşması
Camp David görüşmelerinin sonuçsuz kalmasından kısa bir süre sonra
İsrail’de muhalefetteki Likud Partisinin lideri Ariel Sharon’un çok sayıda güvenlik
gücünün aldığı önlemler eşliğinde tahrik edici Harem-i Şerif (Mescid-i Aksa) ziyareti
barış umutlarının azalmasına yol açıp, bölgede tansiyonun iyice yükselmesine neden
olmuştur. 28 Eylül 2000 tarihinde yapılan bu ziyaret, barış girişimlerine darbe vurma
amacı taşıyan tamamen siyasi, taktik ve sonucu önceden tahmin edilmiş bir
girişimdir. Barak hükümetinin barış planına başından beri karşı olan Sharon’un bu
ziyaretini çok sayıda güvenlik görevlisinin aldığı tedbirler altında yapması bunun
açık bir delilidir.377 Ayrıca Sharon, Harem-i Şerif’i ziyaretinden günler önce New
York Times gazetesine verdiği bir demeçte “Kudüs dünya Yahudilerinin malıdır ve
biz İsrailliler onun bekçileriyiz” diyerek niyetini ortaya koymuştur.378
II. İntifada ile birlikte 1993’ten beri belli aşamaya getirilen barış süreci ağır
darbe yemiştir. Taraflar arasında tırmanan şiddet ve karşılıklı yok etme kampanyası
barış için gerekli olan güven ortamını ortadan kaldırmıştır. Zaman içinde asimetrik
savaşa dönüşen çatışma; İsrail açısından bir işgalin sürdürülmesi, Filistinliler
açısından da var olma mücadelesi haline gelmiştir. Çünkü İsrail hükümeti ağır
silahları kullanarak barış süreci içinde Filistin Yönetimi terk ettiği Batı Şeria’daki
toprakları yeniden işgal ederken, Filistin Yönetiminin bunu önleyecek politik ve
askeri güce sahip değildir. Fakat Sharon’un Mescid-i Aksa’yı ziyareti sonucu
yaşanan şiddette inisiyatif HAMAS’ın eline geçmiş, Filistin Yönetimi
376 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 61. 377 Coşkun, a.g.m., s. 8. 378 Zafer Yoruk, Ortadoğu’daki Sarsıntı Dünyaya Yayılıyor, Görüş, Kasım, 2000, s. 8.
110
yıpranmıştır.379 Sivil itaatsizliğe dayalı I. İntifada’dan farklı olarak II. İntifada,
gerilla saldırıları, konvansiyonel silahlı çatışmalardan başlayıp intihar bombalarına
uzanan şiddet eylemlerine dönüşmüştür.380
Arafat, İnisiyatifin HAMAS ve radikal örgütlere geçmesiyle birlikte güvenlik
kuvvetlerine şiddete yönelen halkı durdurmak için herhangi bir girişimde
bulunmayarak gelişen ortamdan fayda sağlamak istemiştir. Arafat, bu ortamda halkı
bastırmaya çalışsa Arafat’ı halktan tamamen uzaklaştırıp, muhalif radikal gruplara
yakınlaştıracaktır. Nitekim Barak, Arafat’a olayları iki gün sürede bastırması için
ültimatom vermiş fakat ültimatomun süresi dolunca süresini belli olmayan bir tarihe
uzatmak zorunda kalmıştır. Zira halkın Arafat’tan uzaklaşarak HAMAS ve radikal
grupların saflarına yanaşması İsrail’in çıkarlarına da ters düşmektedir.381
Ortadoğu barışı için ciddi çabalar harcayan ABD Başkanı Clinton, kendi
elleriyle inşa ettiği barış sürecinin yok olmasını engellemek için tarafları bir araya
getirmeye çalışmıştır. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devreye girmesiyle
16-17 Ekim 2000 tarihlerinde Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh şehrinde Barak, Arafat, Clinton
ve Mübarek şiddeti durdurmak için bir araya gelmiştir. Şarmu’ş-Şeyh görüşmeleri
Ortadoğu’da önüne geçilmeyen şiddeti durdurmak için son çare olarak görülmüştür.
Barak’la Arafat, Camp David görüşmelerinden sonra ilk defa yüz yüze gelmiştir.382
Şarmu’ş-Şeyh görüşmelerinde İsrail’in talepleri, Arafat’ın şiddeti hemen
durdurulması emrini vermesi, serbest bırakılan HAMAS liderlerinin yeniden
tutuklanması ve zarar verilen kutsal yerlerin yeniden onarılması gibi isteklerde
bulunmuştur. Arafat ise şiddet olaylarının nasıl başladığını saptanması için
uluslararası bir soruşturmanın açılmasını, İsrail’in Filistin Yönetimi kontrolündeki
379 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 737-738. 380 Best ve diğerleri, a.g.e., s. 447. 381 Coşkun, a.g.m., s. 9. 382 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 237-238.
111
bölgelerden çekilmesini istemiştir. Clinton ise Şarmu’ş-Şeyh’e iki liderin taleplerini
birleştiren önerilerle gelmiştir.383
Filistin ve İsrail kamuoyunun görüşmelerden bir beklentisinin olmadığı hatta
barış görüşmelerine son verilmesi gerektiğini düşündüğü bir ortamda başlayan ve üç
gün süren Şarmu’ş Şeyh görüşmeleri, kırılgan bir ateşkes anlaşmasıyla
sonuçlanmıştır. Anlaşmaya göre, önce şiddetin durdurulması için kamuoyuna çağrıda
bulunulacaktır. Bu amaçla iki tarafta yaşanan kriz öncesi duruma dönmek, kanun ve
düzenin yeniden tesisi, birliklerin yeniden konuşlandırılması, çatışma noktalarının
yok edilmesi, güvenlik ve işbirliğinin güçlendirilmesi, Filistin’e uygulanan ablukanın
kaldırılması ve Gazze havaalanın açılması için taraflar caba harcayacak, ABD’de
güvenlik ve işbirliği konusunda taraflara yardımcı olacaktır. Nihai hedefin BM’nin
242 ve 338 sayılı Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda kalıcı bir barışı tesis
etmek olarak belirtilmiştir.384
Şarmu’ş Şeyh’te alınan karaları taraflar kabul ettiklerini beyan etmiş, her
hangi bir yazılı anlaşma yapılmamıştır. İki liderde görüşmelerden sonra yaptıkları
açıklamalarda karşılıklı güvensizliklerini vurgulayıcı sözler söylemiştir. Zirvede
alınan kararlar iki tarafı da memnun etmemiştir. Özellikle HAMAS, zirvenin bütün
sonuçlarını reddettiğini belirterek, Filistin halkına Şarmu’ş Şeyh kararlarına karşı
çıkmaya ve direnişe katılmaya davet ettiğimi açıklamıştır.385 İsrail’de de 6 Şubat
2001 tarihinde yapılan seçimleri Likud Partisi lideri Ariel Sharon’un kazanması
İsraillilerin barışa inanmadıklarının açık bir göstergesidir. Sharon’un iktidarıyla
şiddet daha da artmıştır.
383 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 238. 384 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 239-240. 385 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 240.
112
3.2.8. Barış Sürecinin Değerlendirilmesi
Ortadoğu barış süreci nihai bir barış anlaşmasıyla neticelenemese de bazı
noktalarda atılan adımlardan dolayı umut verici olmuştur. Tarafların barış için sarf
ettikleri çaba gelecek için barış umutlarının korunmasına neden olmuştur. Sorunun
görüşmelerle çözümlenememesinde en önemli faktör olarak karşımıza taraflar arası
güvensizlik çıkmaktadır. Ayrıca yaklaşık bir asırdır süren bu çatışmayı masa başında
kısa sürede çözmekte mümkün değildir.386 Özellikle iki taraf içinde de yer alan
radikal unsurların varlığı dikkate alındığında sorunun çözümü kolay, süresi de kısa
değildir. Bütün bunlara rağmen uzun bir müzakere sonucu herhangi bir barış
anlaşması ortaya çıkmasa da bazı önemli gelişmeler olmuştur. İsrail ve ABD
tarafından Filistin’in meşru temsilcisi olarak tanınmayan FKÖ, barış sürecinde
tanınmış, müzakereler FKÖ temsilcileriyle sürdürülmüştür. Yapılan zirve
görüşmelerine ise bizzat Filistin tarafından Arafat katılmıştır.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir hususta ABD’nin yaklaşımıdır.
Çalışmanın başından savunduğumuz, Filistin-İsrail Çatışmasının kaynağının batı
olduğu ve bu Çatışma sona erdirilecekse yine batının inisiyatifiyle olacağı
görüşürdür. Barış sürecinde ABD ve özellikle Clinton’un girişimleri barış için yoğun
caba sarf ettiklerini göstermektedir. Fakat Filistin-İsrail çatışmasında taraflar
arasında çok orantısız bir güç dengesi söz konusudur. Bu orantısız güç dengesi de
ancak ABD’nin dengeleyici faktörüyle aşılabilir. Görüşmelerde ABD tarafı İsrail’i
dengelemek bir tarafa bazı önemli konularda İsrail’in yanında yer alarak Filistin
tarafının ABD’ye olan güven duygusunu yitirmesine yol açmıştır. Ayrıca İsrail
içindeki barışa karşı olan radikal grupların eline “ABD’nin bütün çabalarına, İsrail’in
ciddi tavizlerine rağmen Arap tarafının tutumu yüzünden barış görüşmeleri
neticelenememiştir” imajının verilmesi,387 sorunun çözümünde daha içinden çıkılmaz
bir hal almasına neden olmuştur.
386 Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 61-62. 387 Camp David Zirvesinin sonunda açıklama yapan Clinton, görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığını belirttikten sonra, müzakereler esnasında Arafat’a oranla daha esnek bir pozisyon takındığı için Ehud Barak’a teşekkür etmiştir. Sönmez ve Kalaycı, a.g.m., s. 61.
113
Müzakerelere katılan temsilcilerin müzakerelerdeki tutum ve davranışları,
barış sürecinde etkili bir diğer önemli husus olmuştur. Filistinli müzakerecilerden
edinilen izlenim derin bir “kurban kültürü” içinde olduklarıdır. Kurban kültürü, her
türlü başarısızlığa ve inisiyatifsizliğe peşinen bahaneler geliştirilmesine psikolojide
verilen addır.388 Filistinli Müzakerecilere göre İsrail tarafı güçlüdür, güçlü oldukları
için verecek tavizleri daha çoktur. Böylece müzakerelerde veren taraf İsrail olması
fikrini geliştirmişlerdir. İsrail tarafı ise bu zihniyet dünyası ile baş etmenin mümkün
olmadığı görüşündedir. Filistinlilerin bundaki düşüncesi yüksek taleplerle daha geniş
manevra alanı yakalamaktır. İsrail tarafı ise anlaşma masasına yavaş
yaklaştıklarından sert müzakereciler olarak anılmaktadırlar.389
İkinci sorunda iki tarafta sert müzakereciler olarak görüşmelere başladıkları
için ilk tavizleri almak veya vermek son derece zordur. Bu noktadan sonra İsrail çift
etkili pazarlık yaparken, Filistinliler tek etkili pazarlık yaptığı görülmektedir.
Filistinlilerin müzakereleri çıkarlar yerinde değerler düzlemine çekmesi müzakereleri
çıkmaza sokmaktadır. Üçüncü olarak belirtilmesi gereken bir hususta önerilerin geri
çekilmesidir. Filistinliler için bu durum oyunun bir parçası olarak görülmekte, hatta
müzakere kültürü haline gelmektedir. Bu durum İsrail’in Filistin tarafının isteklerini
müzakerelerden önce rahatlıkla görebilmesine neden olmaktadır. İsrail ise verdiği
öneri bir sunduktan sonra karşı tarafın elini güçlendirmemek için öneri yanlış olsa
bile öneriyi geri çekmemektedir.390
3.3. Barış Sürecine HAMAS’ın Yaklaşımı ve Terör Eylemleri
HAMAS’ın barış sürecine yaklaşımından evvel, HAMAS’ın tüzüğünde
belirttiği barışçıl çözüm arayışı, görüşme ve uluslararası konferanslara bakış açısını
ortaya koymak gerekir. HAMAS Tüzüğünün 13. maddesi örgütün barışa karşı
388 Vamık Volkan ve Norman Itzkovitz, Türkler ve Yunanlar: Çatışan Komşular, İstanbul: Bağlam Yayınları, 2002, s. 103. 389 Cumhur Mumcu, Ortadoğu’da Siyasal Modernleşme Süreci ve Müzakere Kültürü, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 10, Güz, 2006/2, s. 228. 390 Mumcu, a.g.m., s. 228-229.
114
tutumunu açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre; Görüşmeler, barışçı çözümler diye
adlandırılan şeyler ve Filistin meselesinin çözümü için uluslararası konferanslar,
İslami Direniş Hareketi’nin anlayışına ters düşmektedir. İslami Direniş Hareketi’nin
vatanseverliği dininden bir parçadır. Elemanlarını da buna göre yetiştirir…Arasıra
Filistin davasına bakılması için uluslararası konferans düzenlenmesi çağrıları
yaygınlık kazanıyor. Kabul eden ediyor, bazıları da herhangi bir sebebe binaen
uluslararası konferansa evet diyebilmek için bir şart ve şartlar öner sürerek karşı
çıkıyor, İslami Direniş Hareketi ise konferansa katılacak tarafları tanıdığı, onların
Müslümanların problemlerine karşı geçmişte ve şimdi gösterdiği tavırları bildiği için
bu tür konferansların istenilenleri gerçekleştirmediği veya hakları iade etmede bir
fonksiyon icra etmeyeceğini zannetmektedir. Bu konferanslar İslam toprağında ehli
küfrün hakimliğine başvurmaktan başka bir şey değildir…391 denilerek barış
görüşmelerine olan karşı tutumunu açıkça ortaya koymaktadır.
HAMAS’ın barış sürecine tutumu iki etkene dayanmaktadır. Birincisi
Siyonizm’e olan güvensizlikten kaynaklanan barış karşıtlığı, ikincisi ise barış
görüşmelerine katılarak İsrail’in tanınması ve Siyonistlerin Filistin topraklarının
büyük bir bölümü üzerine kurdukları varlık hakkının da tanınacağı endişesidir. Böyle
bir durumda Filistin toprakları dışında yaşayan milyonlarca Filistinlinin yurtlarına
geri dönme olasılığının kalmayacağını düşünmektedirler. HAMAS, Filistin
toprağının kutsal bir İslam toprağı olduğu ve Siyonistler bu toprakları zorla, baskıyla
ele geçirdiği gerekçesiyle Müslümanların Filistin’i geri almak ve işgalcileri kutsal
topraklardan çıkarmak için cihat etmelerinin farz olduğunu belirtmektedir. Bu
nedenlerden dolayı HAMAS, barış görüşmeleriyle Filistin sorunun çözüme
kavuşturulabileceği görüşüne karşı çıkmakta, barış görüşmeleri sonucu ortaya çıkan
bütün anlaşma ve planları reddetmektedir.392
HAMAS, barış sürecine kuruluş felsefesiyle karşı olduğu için barış
görüşmeleri başlamadan Filistin’in barış sürecine katılmasına şiddetle karşı çıkmıştır.
391 <http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-tuzugu_1010347.html>. 392 Boran, a.g.e., s. 134-135.
115
HAMAS, başından karşı olduğu barış görüşmelerine FKÖ içinden Arafat’a ve barış
sürecine karşı olanların oluşturduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin
Demokratik Kurtuluş Cephesi ile birlikte Oslo Anlaşmasını tanımadıklarını,
İntifadanın süreceğini deklare etmişlerdir.393 İntifada’nın süreceğini açıklayan
HAMAS, Oslo görüşmelerinin başladığı Eylül 1993’ten itibaren terörist saldırılarını
askeri hedeflerden sivil hedeflere kaydırmıştır.394 Özellikle İsrail sivil hedeflerine
yönelik canlı bomba eylemleri barış sürecine önemli ölçüde darbe vurmuş, taraflar
arasında karşılıklı güvensizliğin oluşmasına neden olmuştur.
1987 İntifada’sıyla doğan HAMAS için şiddet varlık nedenidir. Kuruluş
tüzüklerinde açıkça belirtilen bütün Filistin topraklarını ele geçirinceye kadar
savaşma, barış görüşmelerine karşı olma ve barış sürecini baltalama kendi varlığını
korumaya yöneliktir.395 1987 sonrası dönemde İsrail’in kullandığı ölçüsüz şiddet
HAMAS’ı güçlendirmiş, barış yanlısı bir tutum içinde olan FKÖ’yü zayıflatmıştır.
Halk FKÖ’ye ve barışa inanmamaya başlamıştır. Diasporadaki Filistinliler, Arafat ile
İsrail arasında sürdürülen görüşmelerden memnun olmadıklarını belirtirken bu
durum HAMAS’ın diğer bir yükseliş nedeni olmuştur.396 HAMAS’ın yaptığı
eylemlerde İsrail halkında aynı sonucu doğurmuştur. Bölgede gerilim tırmandıkça
barışa ılımlı yaklaşan partiler iktidardan uzaklaşmıştır.
1988 yılında HAMAS, Ürdün Nehrinden Akdeniz’e kadar olan İsrail’i de
kapsayan coğrafyada Filistin Devleti kurulması için cihat ilan etmiştir. Böylece
FKÖ’nün halkın tek temsilcisi olduğunu iddia eden bir kuruma karşı güçlü bir
alternatif çıkmıştır. Cihat ilanının ardından İsrail’e karşı eylemlere girişen HAMAS,
1989’da İsrail hedeflerine yönelik saldırılar başlatmıştır. Özellikle 1991 yılında
kurduğu İzzettin Kassam Birliklerinden sonra HAMAS, askeri anlamda güçlenmiş ve
bölgedeki terör saldırılarının bir numaralı faili haline gelmiştir.397
393 Tayyar Arı, Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi, 2. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 1996), s. 265-271. 394 Taner Tavas, İntihar Saldırıları, Avrasya Dosyası, Cilt: 5, Sayı: 1, (İlkbahar, 1999), s. 61. 395 Tavas, a.g.m., s. 62. 396 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 691. 397 Kara, a.g.e., s. 93.
116
1994 tarihinde bomba yüklü bir araçla İsrail’in Afula kentinde HAMAS,
İsrail’e yönelik saldırı da bulunmuş ve saldırı sonucu sekiz İsrail vatandaşı
öldürülmüştür.398 Bu saldırı HAMAS’ın bundan sonraki saldırı stratejilerini ortaya
koyması açısından önemlidir. Zaten aynı yıl iki intihar komandosu tarafından Hadera
ve Tel Aviv’de gerçekleştirilen saldırılarda toplam 67 kişi öldürülmüştür.
1997 yılında Ürdün’ün elindeki iki İsrail ajanı karşılığında Şeyh Yasin
hapisten kurtulup Gazze’ye dönmüştür. Aynı yıl Arafat’la İsrail Başbakanı
Netenyahu arasında Clinton’un öncülüğünde barış görüşmeleri başlamıştır. Arafat’la
Erez sınır kapısında buluşan Netenyahu el sıkışmış, Washington’da yapılacak
görüşmeler öncesi bütün dünyayı umutlandırmıştır.399 HAMAS’ın barış süreci
esnasında Tel Aviv’de on beş kişinin öldürüldüğü saldırıları düzenlemesiyle barış
sürecine yaklaşımları da ortaya çıkmış, örgüt barış sürecine darbe vurmakla
suçlanmıştır. 1998 yılında doğrudan Filistin-İsrail barış görüşmelerini protesto etmek
amacıyla HAMAS’ın bombalı eylemlerde bulunması Yasin’le Arafat’ın arasının
açılmasına neden olmuştur.400
2000 yılında II. İntifadanın başlamasıyla örgüt eylemlerini hızlandırmıştır.
İntifada, barış anlaşmasının uygulanmasını engelleyebilecek nitelikte görülen çok
önemli bir unsur olmuştur. FKÖ içindeki hemen hemen El-Fetih’in dışındaki bütün
grupların sürdürülmesini istediği II. İntifada, esas olarak HAMAS’ın kontrolünde bir
hareket olarak görüldüğünden endişeye neden olmuştur. Filistin sorunu
çözülmedikçe radikal grupların kullanabileceği önemli bir öğe olma özelliği
taşıyacağı bilinciyle bu endişeler oluşmuştur.401
II. İntifada ile birlikte HAMAS, İsrail hedeflerine yönelik intihar saldırılarına
başlamıştır. 1993 yılında başlayan ve bir direniş stratejisi olarak görülen intihar
saldırıları özellikle II. İntifada’ya damgasını vurmuştur. II. İntifada’nın başlamasıyla
398 Kara, a.g.e., s. 94. 399 Bayraktar, A’raf: Oslo Barışı’ndan …, s. 184-185. 400 Kara, a.g.e., 94. 401 Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu…, s. 692-693.
117
birlikte 2006 yılı sonuna kadar HAMAS, İsrail’e yönelik 153 intihar saldırısında
bulunmuştur. I. İntifadanın başından itibaren gerçekleşen intihar saldırısı sayısı ise
190 olmuştur.402 Burada değinilmesi gereken önemli bir hususta intihar
bombacılarının karakteristiğidir. 190 intihar bombacısının 9’u kadın diğerleri
erkektir. İntihar bombacılarıyla ilgili önemli bir hususta eğitim durumlarının yüksek
olmasıdır. İntihar bombacılarının %88’i lise ve üstü eğitime sahip kişilerden
oluşmaktadır. Eylemcilerin %91 bekâr, yaş ortalamaları ise 22’dir. Hiçbiri psikolojik
olarak intihara meyilli kişiler değildir. İntihara yatkın olan kişilerde görülen
depresyon, alkol, uyuşturucu bağımlılığı gibi özellikler bombacılarda yoktur. İntihar
bombacılarının çoğunun aileleriyle ve arkadaşlarıyla arasının iyi olduğu
belirtilmektedir. Dolayısıyla intihar bombacılarının profilinden çıkan sonuç, canlı
bomba eylemlerini bir mücadele biçimi olarak algılıyor olmalarıdır.403
Ayrıca bu dönem HAMAS eylemlerini Batı Şeria’ya da taşımıştır. 2001
yılında örgüt tarafından düzenlenen intihar saldırıları hızla devam etmiştir. Tel
Aviv’de bir diskoda düzenlenen intihar saldırısında 21 kişi, Kudüs’te işlek bir cadde
üzerinde bulunan lokantaya yapılan saldır da 15 kişi ölmüş, 130 kişi de yaralanmıştır.
2002 Mart’ında bir otele intihar saldırısı düzenlenmiş, saldırıda 29 kişi hayatını
kaybetmiştir. Saldırılar 2003 yılında da karşılıklı olarak sürmüştür. 10 Haziran 2003
tarihinde HAMAS’ın sözcüsü Rantissi’ye İsrail tarafından helikopterle aracına füze
fırlatılmış, saldırıda Rantissi hafif yaralı olarak oğluyla birlikte kurtulmuştur.
Rantissi’ye düzenlenen saldırının hemen ertesinde HAMAS, Kudüs’te bir halk
otobüsüne saldırı düzenlenmiş, saldırıda 17 kişi ölmüş ve 70’den fazla kişi
yaralanmıştır. Bu saldırıdan hemen sonra İsrail helikopterlerince Gazze’de füze
saldırısı düzenlenmiş, saldırıda yedi Filistinli öldürülmüştür. 21 Ağustos’ta
HAMAS’ın liderlerinden İsmail Abu Shanab bir İsrail hava saldırısında öldürülmüş
ve saldırının ardından HAMAS tarafından düzenlenen üç ayrı intihar saldırısında
toplam 39 İsrailli öldürülmüştür.404
402 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 105-106. 403 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 110. 404 Kara, a.g.e., 96-97.
118
3.4. 2006 Filistin Seçimleri ve HAMAS’ın İktidarı
Filistin’de 2004 Kasım ayında Arafat’ın ölümünün ardından oluşan siyasi
boşlukta, ilk olarak Ocak 2005’te devlet başkanlığı seçimleri yapılmıştır. HAMAS’ın
boykot ettiği seçimleri Mahmud Abbas kazanıp, devlet başkanı olmuştur.405
Ardından 25 Ocak 2006 günü yapılan parlamento seçimleri HAMAS’ın zaferiyle
sonuçlanmıştır. HAMAS’ın seçimde güçlü bir ikinci parti olacağı beklenirken
seçimleri kazanması, Batıda şok etkisi yaratmıştır. HAMAS, parlamentoya 76
parlamenter sokarken, Mahmud Abbas’ın El Fetih’i 43 sandalyede kalmıştır. 13
sandalyeyi de küçük partiler kazanmıştır. Seçim sonuçları henüz kesinleşmemişken
Filistin Başbakanı Ahmet Kurey istifa etmiştir.406
Filistin’de 25 Ocak 2006 yılında yapılan genel seçimlerden önce Aralık 2004,
Ocak 2005 ve Mayıs 2005’te yapılan yerel seçimlerde alınan sonuçlar, HAMAS’ın
önemli bir güç olarak El-Fetih’in karşına genel seçimlerde çıkacağını göstermiştir.
Yerel seçimlerde özellikle büyük şehirlerde başarılı olan HAMAS, Gazze Şeridinde
tartışmasız en önemli güç olduğunu ortaya koymuştur. Mahmut Abbas, yerel seçim
sonuçlarını değerlendirip, genel seçimlerde HAMAS’ın olası bir seçim başarısından
çekindiği için HAMAS’a bazı bakanlıklar verme karşılığında genel seçimleri
erteleme talebinde bulunmuş fakat talebi kabul edilmemiştir.407
Filistin seçimlerini El-Fetih’in kazanacağına kesin gözle bakılmaktadır. İkinci
güçlü hareket “Değişim ve Reform” adlı bir listeyle seçime giren HAMAS’tır.
Bunların dışında dokuz parti daha seçime katılmıştır. Seçim günü yaklaşık bin
merkezde bir milyondan fazla seçmen 132 sandalyeli parlamentoyu belirlemek üzere
oylarını kullanmıştır. Bütün dünyanın merakla beklediği Filistin seçimleri, her hangi
bir sorun yaşanmadan sonuçlanmıştır. Böylece Filistinliler demokrasi sınavını
405 Turhan Fırat, Arap-İsrail Çatışmaları ve Filistin Sorunu (5): HAMAS ile Her Şey Yeniden Başlıyor, Cumhuriyet Strateji,Cilt: 2, Sayı: 96, Mayıs, 2006., s. 11. 406 Boran, a.g.e., 181. 407 Serhat Erkmen, Filistin Yerel seçimleri ve HAMAS’ın Yükselişi, Stratejik Analiz, Haziran 2005, s. 15-17.
119
başarıyla geçmiştir. Gece yarısına doğru üç araştırma kurumu tahminlerini
açıklamıştır. Tahminlere göre üç araştırma kurumunda da ilk sıra El-Fetih’in olduğu
belirtilmiştir. Ertesi günü açıklanan sonuçlarda seçimin galibinin HAMAS olduğu
açıklanmıştır.408 Seçimlerinde HAMAS, oyların % 42,9’unu almış fakat seçim
sistemi yüzünden Meclisin %56’sını hâkim olmuştur. Seçimlerde, seçmenlere iki oy
pusulası verilmekte, birinci pusula ile ulusal çapta alınan oyla orantılı olarak 132
sandalyeli meclisin yarısı, ikinci pusulada ise bölgeler için ayrılmış vekil
kontenjanından meclisin diğer yarısı seçilmektedir.409 2006 Filistin seçimlerinde
HAMAS, 132 sandalyenin 73’ünü kazanmıştır.
Filistin seçim sonuçları için ABD Başkanı George Bush, yaptığı açıklamada
sonuçların şuan ki Filistin Yönetimi için bir uyarı olduğunu ve halkın dürüst bir
yönetim istediğini belirtmiş fakat İsrail’in ortadan kaldırılmasını isteyen siyasi
gruplarla ilişki kurmayacaklarını belirtmiştir. Filistin seçimlerinin yapıldığı tarihte
İsrail Başkan Vekili Ehud Olmert ise, HAMAS’ın içinde bulunduğu Filistin
Yönetimine güvenmeyeceklerini belirtmiştir. Seçim sonuçları, İslam dünyasında
Batı’nın aksine memnuniyetle karşılanmıştır.410
Filistin halkının oylarını alarak iktidara gelen bir parti olduğu halde, 21.
yüzyılın en önemli değerinin demokrasi olduğunu belirten Batı ve ABD,
demokrasinin en önemli unsuru olan seçimleri kabul etmemektedir.411 Üstelik ABD
Başkanı Bush’un 2004 yılında Filistin’de demokrasi çağrısında bulunup,
demokrasinin en önemli unsuru olan seçimlerde desteklediği El-Fetih’in yerine
HAMAS’ın kazanmasıyla, ABD’nin yeni seçilen hükümete verilecek mali desteğin
kesileceğini bildirmesi ve İsrail’in gümrük gelirlerini göndermeyeceğini açıklamaları
manidardır. Aslında ABD ve İsrail’in asıl amacı HAMAS’ın para akışını keserek
İsrail’in varlığını kabul ettirmektir. ABD ve İsrail, yeni hükümet olan HAMAS’ı
müzakereler başlamadan itaate zorlayabileceklerine inanmışlardır. Bunun nedeni,
408 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 27-30. 409 <http://www.ainfos.ca/tr/ainfos02542.html>, (19.05.2008). 410 Boran, a.g.e., 182. 411 Kodaman ve Saraç, a.g.m., 194.
120
müzakerelerle bir takım kazanımlar elde etme yerine, güç ve tehdit kullanarak
çözüme ulaşabileceklerine inanmalarındandır.412
3.4.1. HAMAS’ı İktidara Getiren Sebepler
HAMAS’ın iktidarı Batı’da şok etkisi yaratmış fakat Filistin halkının
beklentilerinin ne olduğu hiç tartışılmamıştır. Tartışmalar HAMAS’ın örgütsel
kimliği, tavrı ile İsrail’i tanımaması üzerine yoğunlaşmıştır.
İntifadadan beri büyük bir ekonomik sıkıntı içinde yaşayan Filistin halkı,
HAMAS’ın sağlık ve eğitim alanında verdikleri vaatlerden etkilenmiştir. Ayrıca
HAMAS’ın, Müslüman Kardeşler örgütünün temel niteliklerinden olan sosyal
yardımlaşmaya verdiği büyük önem HAMAS’ı iktidara taşıyan diğer önemli bir
etken olmuştur.413 Ayrıca HAMAS’ın Filistin’de son yerel seçimlerde kazandığı
belediyelerde halkın desteğini alan hizmetler yapması, genel seçimlerde başarıyı
getirmiştir.414
HAMAS, İsrail’in işgal ettiği topraklardan tamamen çekilmesini ve İsrail
Devletinin ortadan kaldırılmasını amaç edinmiştir. FKÖ ve Arafat’ın İsrail’e verdiği
tavizler ve Arafat’ın, İsrail’in işgal ederek aldığı toprakların artık İsrail toprağı
olduğunu kabul etmesi FKÖ’yü siyasal anlamda yıpratmıştır.415 Halkın barışa umudu
kalmadığı veya inanmadığı düşünüldüğünde HAMAS tercihi daha iyi
anlaşılmaktadır.
Filistin Yönetiminde örgütlenme sıkıntısı seçimi HAMAS’a kazandıran
nedenlerden biri olmuştur. Filistin yönetimi işgal dolayısıyla Batı Şeria ve Gazze’ye
412 Jeffrey D. Sachs, Filistin’de Uygulanan Akılsız Politikalar, Ekonomik Forum, Temmuz, 2007, s. 77. 413 Boran, a.g.e., 183. 414 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 34. 415 Boran, a.g.e., 184.
121
paralel bakanlıklar ve temsilcilikler kurmak zorunda kalmıştır. Bunun semeresini ise
Tunus, Irak ve Ürdün’de sürgünde olup geri dönen ve sayıları yüz civarında olan
sürgünler yemiştir. Özellikle Tunus’tan gelenler, Arafat’ın Tunus ekibinde
olmalarının avantajını da kullanarak yeni kurulan bu bakanlıkları ve Filistin
Yönetiminin avantajlarını kullanan bir zümre haline gelmiştir. Ayrıca El-Fetih’in,
Filistin Yönetiminin sahibi gibi davranması ve yerel halkın sıkıntılarına uzak
kalması, ayrıca Filistin güvenlik güçlerini halkın, işgalcilerin kirli işlerini yürüten bir
maşa olarak görmesi HAMAS’ı iktidara taşıyan nedenler arasındadır.416
Son olarak HAMAS’ı iktidara taşıyan nedenler arasında belirtilmesi gereken
önemli bir hususta, dünyada Siyasal İslam’ın yükselişte olmasıdır. İslami hareket,
dini söylevi milliyetçi taleplere odaklanacak şekilde kullanmayı çok yapmıştır. Arap
dünyasında laiklerin dile getirmediği ulusal talepleri İslami hareketler sahiplenmiştir.
Arap milliyetçisi Nasır ve Arap sosyalistlerinden sonra batıya karşı ilk bayrağı açan
da İslamcılar olmuş ve Filistinlilerde bu süreçten etkilenmiştir.417
3.4.2. HAMAS’ın Seçim Zaferi Sonrası Filistin
HAMAS, seçim sisteminin sağladığı avantajlar nedeniyle tek başına hükümet
kurabilecek güce sahip olmuştur.418 Fakat HAMAS Yönetimi El-Fetih’le birlikte
hükümet kurup, Filistin’i birlikte yönetmeyi teklif etmiştir. Sosyal konuları HAMAS
yürütmeyi planlamışken İsrail’le görüşmeleri El-Fetih’in sürdürmesini düşünmüştür.
Fakat El-Fetih, HAMAS tarafından kurulacak bir hükümetin ortağı olmayı
reddetmiştir. HAMAS’ın El-Fetih’e ortaklık teklifinin diğer nedeni de İsrail’den
gelen vergi gelirleri ile AB ve ABD’den gelecek yardımların kesilmesi endişesidir.
ABD, AB ve İsrail’in terör örgütü listelerinde yer alan HAMAS’ın iktidarı sonucu
Filistin’e yardımları kesmişlerdir.419 Tek başına hükümet kuran HAMAS’a karşı
416 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 37. 417 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 37. 418 Serhat Erkmen, Yeni Filistin Hükümeti ve Ortadoğu Barış Süreci, Stratejik Analiz, Nisan, 2007, s. 16. 419 Bayraktar, Hamas: Terör mü…, s. 38.
122
ABD ve AB yardımları kesmiş, İsrail ise fiziki bir kuşatma başlatmıştır. Bu zor
durumda bulunan Filistin’de bir müddet sonra HAMAS – El-Fetih gerginliği
başlamıştır. Gerginlik, Mahmut Abbas’ın erken seçim çağrısı ile daha da
tırmanmıştır. Filistin’deki bütün bu gelişmeler üzerine hem iç politik sorunlarını
çözebilmek hem de dış politikalarındaki baskıyı azaltabilmek için Filistin’deki bütün
partilerin katıldığı bir koalisyon hükümetinin kurulması kararlaştırılmıştır. Fakat
hükümet kurulma sürecinde de sancılar ve çatışmalar yaşanmış, Suudi Arabistan’ın
arabuluculuğunda bir araya gelen HAMAS ve El-Fetih aralarındaki pürüzleri
gidermiş ve 17 Mart 2007’de birlik hükümeti kurulmuştur.420 Başbakan HAMAS
liderlerinden İsmail Haniye olmuştur.
Ortadoğu’da kalıcı bir barış sağlamak için bir araya gelen Ortadoğu Dörtlüsü
(ABD, AB, BM ve Rusya), HAMAS’ın FKÖ’nün geçtiği süreçten geçip,
pozisyonunu yumuşatmasını umut ettiklerini belirtmiş ve HAMAS’la ilişkiye girmek
için İsrail’i tanımasını, barış sürecinde yapılan anlaşmaları kabul etmesini ve terörü
bırakmasını önşart olarak koşmuştur.421 Kurulan Birlik Hükümeti programında
HAMAS kendine konulan önşartlar konusunda yumuşadığı sinyalini vermiştir.
Kurulan hükümete dünyadan farklı tepkiler gelmiştir. Ortadoğu ülkeleri ve Türkiye
yeni hükümetin kurulmasını memnuniyetle karşılarken, İngiltere ve Fransa,
HAMAS’la görüşmeyeceklerini fakat HAMAS’ın dışındaki bakanlıklarla ilişkiye
geçeceklerini bildirmiştir. ABD’nin tutumu ise henüz net olmayıp İngiltere ve
Fransa’nın düşüncelerine yakındır. İsrail ise yeni hükümetle ilişkiye girmeyeceğini
ve kurulan hükümeti tanımadığını belirterek ambargonun süreceğini belirtmiştir.422
HAMAS’ın seçimleri kazanıp hükümeti kurmasıyla birlikte El-Fetih üyeleri
arasında yaşanan çatışmalar Birlik Hükümeti kurulduktan sonra kesilmemiş,
çatışmalar devam etmiştir. Özellikle 2007 Martında şiddetlenen çatışmaların
durdurulması için Mısır devreye girmiştir. Mısır, Nisan başında tarafları kendi
420 Erkmen, Yeni Filistin Hükümeti…, s. 16. 421 Gershon Baskin, A Choice To Be Made, Paletsine-Isreal Journal of Politics, Economics & Culture, Vol: 17, Issue: 2, p. 94. 422 Erkmen, Yeni Filistin Hükümeti…, s. 17.
123
ülkesinde yapılacak görüşmelere çağırmış fakat HAMAS, ortamın tehlikeli olduğunu
gerekçe göstererek görüşmelere katılmamıştır. 14 Nisan 2007’de HAMAS, Gazze’de
beklenmedik bir harekâta girişerek El-Fetih’e bağlı silahlı güçleri bir gün içinde
etkisiz hale getirmiştir. HAMAS, El-Fetih’in Gazze’de bulunan önemli isimlerini
yakalayıp hemen öldürmüş, bütün El-Fetih üyelerine karşı bir eyleme girişmemiştir.
HAMAS’ın amacı El-Fetih’le arasını tamamen bozmak olmadığı bu hareketiyle
anlaşılmaktadır. Hatta kendilerine karşı savaşmış El-Fetih liderleri için af ilan
ettiklerini belirtmişlerdir.423
Gazze’de giriştiği bu hareketle önemli bir üstünlük elde edeceğini düşünen
HAMAS, Mahmut Abbas’ın sert tepkisiyle karşılaşmıştır. Abbas, HAMAS’ı
Filistin’in meşruiyetine ve hükümetine karşı darbe girişiminde bulunmakla suçlamış,
HAMAS’ın silahlı kanadını yasa dışı ilan etmiştir. Aynı zamanda hükümeti
feshettiğini açıklamış ve olağanüstü hal hükümeti için bağımsız bir milletvekili olan
Salam Fayyad’ı görevlendirmiştir. Bunun üzerine yeni hükümet kurulmadan önce
Gazze’de yaşananların tersi Batı Şeria’da yaşanmış, El-Fetih’e bağlı gruplar
HAMAS binalarını basmış ve meclisi kontrol altına almıştır. Başbakan Haniye ise bu
girişimi tanımadıklarını ve Birlik Hükümetinin halen görevde olduğunu belirtmiştir
fakat iki başlı bir Filistin Yönetimi kurulmuştur.424
HAMAS’ın Gazze’yi iyi yönetip yönetemeyeceği konusu çok önemlidir.
Gazze’nin en önemli sorunu uzun süredir hiçbir gücün Gazze’yi yönetememesidir.
HAMAS’ın çözmesi gereken problemler oldukça fazladır. Üstelik HAMAS’ın
hükümet olarak bir yönetme geleneği yoktur. Böyle bir durumda HAMAS’ın
Gazze’deki durumu Filistin’in geleceği içinde belirleyici olabilir. Zira HAMAS’ın
nihai amacı yalnızca Gazze’yi değil, bütün Filistin’i yönetmektir. Gazze’deki
durumu da bütün Filistin’i yönetme konusunda bir referans niteliği taşımaktadır.
Fakat burada yalnızca HAMAS’ın tutumuyla herhangi bir sonuç çıkarmak mümkün
değildir. Uluslararası aktörler, Bati Şeria ve El-Fetih’i desteklerken Gazze ve
423 Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, s. 44-45. 424 Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, s. 45-46.
124
HAMAS’ı çökertmeye çalışırlarsa; bu durumda Gazze, HAMAS için yönetilmesi
gereken bir toprak parçasından ziyade silahlı mücadele için bir üs olarak görülebilir.
Böyle bir durumda da Filistin’deki iki başlılık kalıcı bir hale gelebilir.425
İsrail, 2005’te Gazze’den çekilmiştir. İsrail’in Gazze konusunda temel isteği
ise El-Fetih’in bölgeyi kontrol etmesi ve buradaki güvenlik sorunu çözmesidir fakat
Gazze’nin HAMAS kontrolüne geçmesiyle İsrail, Gazze’yi sıkı bir abluka altına
almıştır. Filistin’deki yeni durum İsrail’e iki açıdan tehlike yaratmaktadır. Birincisi
Gazze’nin direniş üssü haline gelmesidir. Böyle bir durumda İsrail, Gazze’ye tekrar
girse HAMAS karşısında kesin bir galibiyet alıp alamayacağı net değildir.
HAMAS’a karşı net bir üstünlük sağlayamaması durumunda HAMAS, bütün
Filistin’de daha popüler hale gelebilir. İsrail için ikinci tehlike ise HAMAS’ın
zaferinin Gazze’yle sınırlandırılmayıp Batı Şeria’ya sıçramasıdır. Bunu engellemek
için İsrail’in, El-Fetih’e daha fazla destek vermek, Abbas’ı siyasal anlamda
güçlendirmesi gerekmektedir. İsrail’in güvenliği için kritik bu sebeplerle kendi
Filistin politikası açısından bu dönem yeni bir açılım yapması beklenebilir. Bu
bağlamda Abbas’ın elini güçlendirecek siyasal tavizler ve yerleşim birimlerinin
kaldırılması gibi jestlere kadar çeşitli iyi niyet gösterilerinde bulunabilir. “Batı
Şeria’da büyük bir iyileşme olacağını, Gazze’de ise insani bir krizin yaşanmasını
engelleyeceklerini” belirten Olmert’in sözleri bu durumu desteklemektedir.426
Son gelişmelerden sonra AB, yeni hükümete destek verdiğini, HAMAS’ın
iktidarıyla askıya aldığı fonları serbest bırakılacağını ve yardımların devam edeceğini
açıklamıştır. Gelişmeler karşısında ABD’nin tavrı ise net değildir. ABD için son
yaşanan gelişmeler net bir başarısızlık örneğidir. Çünkü ABD, İsrail’in Gazze’den
tek taraflı çekilmesinde en önemli aktör olmuştur. Bunun barış süreci için çok önemli
olduğunu ileri sürmüş fakat yaşanan gelişmeler Filistin’in bölünmesi ve Gazze’nin
HAMAS’ın kontrolüne geçmesiyle sonuçlanmıştır. Diğer taraftan Filistin sorununun
çözümünün ancak demokratikleşmeyle mümkün olduğunu ve Filistin’in
425 Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, s. 46-47. 426 Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, s. 48-49.
125
kurumlarının çürüdüğünü ileri süren ABD, Filistin seçimlerinden HAMAS
galibiyetle çıkınca yeni hükümeti tanımamıştır. Ayrıca ambargo uygulamaya
başlamıştır. Gazze, HAMAS’ın eline geçince ambargoyu kaldırıp barış
görüşmelerine başlayabilecek bir söylev içine girmiştir.427
Sonuç olarak ABD’nin tutarsız Filistin politikası ile İsrail’in aşırı şiddet
kullanma yönlü politikası Filistin’i bugünkü haline getirmiştir. HAMAS’ın Gazze’yi
yönetmede sağlayacağı başarı, Örgütü Filistin’in geleceğinde en önemli aktör haline
getirebilme ihtimali, İsrail için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu yüzden İsrail,
halen Gazze’ye ablukayı sürdürmektedir. Fakat bu durum Gazze’de HAMAS’ı daha
da güçlendirmekte, İsrail ve ABD’den destek alan El-Fetih’i halkın gözünde
işbirlikçi bir niteliğe sokmaktadır. İsrail ve ABD’nin HAMAS’la görüşme dışında
başka bir seçeneği kullanması bölgeyi daha farklı konumlara sürükleyebilir.
427 Erkmen, Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet, s. 51.
126
SONUÇ
Büyük Güçlerin özellikle 20. yüzyıl başında dikkatlerini yoğunlaştırdığı
Ortadoğu, yaklaşık bir asırdan fazla bir zamandır iç karışıklar, savaşlar, ihtilaller,
terörle anılır hale gelmiştir. Özellikle zengin yeraltı kaynaklarının tespitiyle
emperyalist güçler, bölgeye sadece yeraltı kaynaklarının sömürülmesi gözüyle
bakmakla kalmamış; ülkelerin ulusal sınırlarında heterojen bir yapı oluşturacak
şekilde bölümlemeye gitmiştir. Bu da Ortadoğu’yu iktidar mücadelelerine, mezhep
çatışmalarına, büyük savaşlara itmiştir. Fakat bu politikaları sayesinde bölge, Batılı
güçler tarafından rahatlıkla yönetilmiştir.
Ortadoğu’da sorunlu bölgeler oluşturmak isteyen İngiltere, Filistin-İsrail
Çatışmasının temellerini 1917 Balfour Deklerasyonuyla atmıştır. Filistin’de Yahudi
yurdu kurulmasına sıcak baktıklarını belirten İngiliz Dış İşleri Bakanı James Balfour,
bir halka yurt kazandırırken, o topraklarda yaşayan diğer bir halkı ise yok saymıştır.
İngiltere ve diğer batılı ülkelerin Filistin’de Yahudi yurduna sıcak bakmaları, kendi
içindeki Yahudilerden kaynaklanmıştır. Farklı din ve kültürleri benimsemeyi önemli
bir erdem sayan Batı, iki bin yıla yakın birlikte yaşadıkları Yahudilerin bir türlü
farklı din ve kültürden olmalarını benimseyememiştir. Yahudilerin farklılıklarını da
hazmedemeyerek, Yahudileri ağır işkencelere tabi tutmuştur. Yahudileri küçük
görerek, Yahudilerin asimilasyona yönelmelerine müsaade etmemişlerdir. Din
değiştiren Yahudilere dahi ayrımcılık devam etmiştir. Batı’nın Anti-Semitik bu
tutumu asırlarca sürmüştür. Batılı güçlerin, Filistin topraklarında bir Yahudi yurdu
kurulmasını desteklemelerinin nedeni ise Yahudilerden kurtulmaktır.
Rusya, Romanya, İspanya, İngiltere, Almanya, Portekiz gibi birçok Avrupa
ülkesinde çeşitli zamanlarda soykırıma tabi tutulan Yahudiler, Tevrat’taki Mesih
inancından vazgeçerek, kurtuluş için modern Mesih’e (Thedore Herzl’e)
yönelmişlerdir. Herzl’in, siyaset aracılığıyla ve Yahudiler arası birliği sağlayarak
Filistin topraklarında bir Yahudi Devleti kurulabileceği yönündeki ideolojisi olan
127
Siyasi Siyonizm, Batılı devletlerin Yahudi Karşıtlığından doğmuştur. Zira şiddetli bir
asimilasyon taraftarı olan Herzl, Dreyfus olayı ile bu fikrinden vazgeçmiştir. Böylece
Siyonistler diplomasiyi iyi bir şekilde kullanarak, kuruluşlarından yaklaşık elli yıl
sonra hedeflerine ulaşmış; Filistin topraklarında Yahudi Devleti kurmayı
başarmışlardır.
Yahudiler, bağımsız İsrail Devletini kurduktan sonra, Yahudilerin Batılı
ülkelerdeki baskı gördüğü dönemlerdeki mağdur ve barışsever halleri kaybolmuş,
Filistinlilere karşı hâkim ve baskıcı bir metot izlemeye başlamıştır.428 Filistin halkı
büyük bir baskı altına alınmış, topraklarından çıkmaları için büyük katliamlara maruz
kalmıştır. Yapılanlar karşısında uluslararası toplum çoğunlukla sessiz kalmıştır.
Çünkü İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının sürdürülmesinde en belirleyici
faktördür.
İsrail’in baskı ve şiddet içeren politikalarına uluslararası aktörlerin sessiz
kalarak verdikleri dolaylı destek, Filistinlileri şiddete itmiştir. İsrail, başlangıçta El
Fetih ve FKÖ’ye karşı bir güç oluşturmak için İslami Harekete destek verip,
Hareketin sosyal ve eğitim alanlarında faaliyet göstermesine izin vermiştir. İsrail;
İslami Hareket, siyasal anlamda karşısına belli bir güç odağı olarak çıktığında,
Hareketi en tehlikeli düşmanı olarak görmüş ve tersi bir politikayla FKÖ’ye desteğini
çevirmiştir.
Sovyetler Birliğinin çöküşüyle uluslararası siyasal sistemin şeklinin ne
olacağı Medeniyetler Çatışması teziyle ortaya açık bir şekilde konmuştur. Yeni
düşman Siyasal İslam olarak belirlenmiştir. Bu sebeple dikkat çekici bir şekilde
Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerde Siyasal İslam yükselen bir değer haline
gelmiştir. HAMAS’ta bu süreçte ortaya çıkmıştır. HAMAS’ın kökleri Müslüman
Kardeşler’e dayanıyor olsa da siyasal anlamda iktidara yürüyüşleri Siyasal İslam’ın
yükselişiyle olmuştur.
428 Davutoğlu, Startejik Derinlik…, s. 375.
128
İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddet ve baskı politikaları, karşı şiddet
yaratmış ve bu da HAMAS’ın ortaya çıkması olarak İsrail’e yansımıştır. Özellikle
Barış görüşmelerinin yapıldığı dönemler, barışı engelleyici provakatif eylemler
yapılmış, bu eylemler karşısında soğukkanlı olunması gerekirken, karşılıklı
suçlamalara girişilmiştir. Arafat’la barış görüşmelerini sürdüren İsrail Başbakanı İzak
Rabin, barış karşıtı Yahudi bir genç tarafından öldürülmüştür. Barış yanlısı İşçi
Partisi Lideri Şimon Perez ise seçimleri kaybetmiştir. Şahin kanadın önemli
isimlerinden Netenyahu, iktidarı kazanmış ve barış ümitleri iyice azalmıştır. İsrail’de
Barak’ın iktidara gelmesiyle, yavaşlayan barış süreci tekrar hızlansa da nihai bir
anlaşma sağlanamamıştır. Barışa ümitlerin azaldığı ve karşılıklı güvensizliğin hat
safhaya çıktığı bir dönemde Sabra ve Şatila katliamlarının sorumlusu eski İsrail
Savunma Bakanı Ariel Şaron iktidara gelmiştir. II. İntifadanın başlamasında büyük
pay sahibi olan Şaron’u iktidara getiren siyasal güç (şiddet politikası), Filistin’de de
HAMAS’ı iktidara getirmiştir.
Ortadoğu’ya demokrasi getirme söylevleriyle büyük bir projeye girişen ABD,
demokrasinin en önemli unsurlarından olan ve demokratik bir seçimle iktidara gelen
HAMAS’ı tanımayarak, Filistin’i kargaşaya sürüklemiştir. Ortadoğu’da barış sadece
Filistin ile İsrail’in anlaşmasına bağlı değildir. Çünkü barışın, güç dengesi inanılmaz
derecede farklılık gösteren Filistin-İsrail çatışmasının iki aktörü arasında, salt ikili
görüşmeler yoluyla sağlanması mümkün değildir. Barış için öncelikle inisiyatifi
ABD ortaya koymalıdır. İsrail dış politikası ABD eksenli yürüdüğü için429 barışın
sağlanmasında en belirleyici unsur ABD’nin barış istemesidir. Ayrıca ABD, taraflar
arası bozuk güç dengesinde dengeyi sağlamalıdır. Yani ABD’nin tavrı sadece barışı
istemekle sınırlı kalmayıp, bunu realist politikalarla destekleyici çözüm önerisi
sunma ve tarafları zorlayıcı girişimlerde bulunmalıdır.
Oslo barış sürecinin başlamasında önemli paya sahip Avrupa’nın, soruna
müdahil olması halinde, ABD’ye göre sorunun çözümü için daha fazla etkili olabilir
429 Dursunoğlu, a.g.e., s. 197.
129
fakat günümüz konjonktüründe ABD dikkate alınmadan Filistin-İsrail çatışması gibi
yaklaşık bir asırlık kökene dayanan bir sorunu çözmek mümkün değildir. Özellikle
ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının korunmasında en önemli partneri olan ve Regan
döneminde stratejik değer olarak tanımlanan İsrail’in, taraf olduğu bir konuda
ABD’nin tarafsız kalması mümkün görünmemektedir. ABD’nin İsrail’i ölçüsüz
desteği kendi çıkarlarına darbe vurmadığı müddetçe, İsrail’in tezleri doğrultusunda
barış sürecine bakış açısını şekillendirecek gibi görünen ABD’yi; Ortadoğu
dörtlüsünün diğer üç üyesinin dengeleyebilmesi durumunda da barış için tekrar
umutlar yeşerebilir. Nitekim AB’nin HAMAS’a tavrının yumuşaması, Rusya’nın
seçim sonuçlarına saygı duyduğunu belirtip, HAMAS yöneticilerini Moskova’ya
davet etmesi önemlidir. ABD-İsrail karşısında güçlü bir AB-Rusya-BM-HAMAS
bloğu oluşturulabildiğinde ABD-İsrail bloğu dengelenebilir. Fakat böyle bir bloğun
oluşturabilmesi için öncelikle HAMAS’ın; İsrail’i tanıması, barış sürecinde yapılan
anlaşmaları kabul etmesi ve teröre karşı olduğunu açıkça dünya kamuoyuna deklare
etmesi gerekmektedir. HAMAS’ın bunları kabul etmesi durumunda sempatizanları,
HAMAS karşıtı bir tutum içine girebilir fakat örgüt, dış politikasını reel temeller
üzerine oturtmak zorundadır.
Ortadoğu barışı için AB-Rusya-BM-HAMAS bloğu oluşturulduğunda
FKÖ’nün de ABD-İsrail bloğunda yer alacağı ve böyle bir durumun Filistin’de
bölünmüşlüğü körükleyeceği söylenebilir. Fakat FKÖ, ABD-İsrail yanlısı bir tutum
sergilerse, Filistin halkının gözünde işbirlikçi bir konuma düşeceğinden; bölgedeki
bölünmüşlüğün bugünkünden daha fazla olmayacağı kanaatindeyiz.
Aktif bir Ortadoğu politikası izlemeye başlayan Türkiye, barış sürecine
önemli katkılar bulunabilecek güçe ve bölgeyle tarihsel bağa sahiptir. 2006 Filistin
seçimleri sonrasında HAMAS liderlerini Ankara’ya davet eden Türkiye, Filistin-
İsrail Çatışmasının çözümünde daha etkin bir rol oynayacağını göstermiştir. Halen
devam eden İsrail-Suriye görüşmeleri, Türkiye’nin arabuluculuğunda yapılmaktadır.
Bu durum Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini göstermeye başlaması açısından çok
önemlidir. İsrail-Suriye arasındaki sorunlarla, Filistin-İsrail arasındaki sorunların
130
çözüm zorluğu farklıdır. Ancak İsrail ve Suriye arasında uzun süredir çözülememiş;
egemenlik ve sınır sorunları, birbirlerine yönelik güvenlik tehditleri, Lübnan’daki
güç mücadelesi430 gibi çok köklü ve ciddi sorunlar vardır. İsrail-Suriye
görüşmelerinden olumlu netice çıkması durumunda, Türkiye’nin özellikle
Ortadoğu’da saygınlığı artacaktır. Ortadoğu’da güçlü ve saygın bir Türkiye, Filistin-
İsrail sorununa olumlu yönde çok ciddi katkılarda bulunabilir. Türkiye’nin soruna
müdahil olması, İsrail açısından da faydalı olacağı kanaatindeyiz. Zira İsrail,
İran’dan güvenliğine yönelik tehdit algılamaktadır. HAMAS’ın iktidara gelmesiyle
İran, bölgede ağırlığını daha da arttırmıştır. Türkiye’nin gerek Filistin-İsrail
sorununda gerekse Ortadoğu’da etkin bir güç olarak ortaya çıkması durumunda
İran’da belli ölçüde sınırlandırılmış olacaktır.
Son olarak Türkiye’nin Filistin-İsrail sorunun çözümünde yerinin hangi
blokta olması gerektiği de önemlidir. Biz burada Türkiye’nin bir bloğa dâhil olarak
daha etkin çözüm yolları geliştirebileceği konusuna inanmamaktayız. Ayrıca
Türkiye’nin bu sorunda herhangi bir bloktan yana taraf olması, Ortadoğu’da daha
çok ayrışmaya neden olabilir. Kanaatimizce Türkiye, ABD-İsrail bloğu ile AB-
Rusya-BM-HAMAS bloklarının arasında arabuluculuk yaparak daha etkili bir
diplomasi yürütebilir.
430 Serhat Erkmen, Suriye-İsrail Görüşmeleri ve Türkiye’nin Rolü, <http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2212&kat1=33&kat2=>, (25.05.2008).
131
KAYNAKÇA
Kitaplar:
Akçay, M., Stratejik Aldatmalar, 1. Baskı. İstanbul: Sayfa Yayınları, 2003.
Arı, T., Geçmişten Günümüze Ortadoğu Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 2.
Baskı. İstanbul: Alfa Yayınları, 2005.
_____, Uluslararası İlişkiler, 2. Baskı. İstanbul: Alfa Yayınları, 1997.
_____, Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi, 2. Baskı. İstanbul:
Alfa Yayınları, 1996.
Aras, B., Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, 1. Baskı. İstanbul: Bağlam
Yayıncılık, 1997.
Armaoğlu, F., Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları, 2. Baskı. Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991.
_____, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Ankara: Türkiye İş Bankası
Yayınları, 1984.
Attias, J. ve diğerleri, Paylaşılamayan Kutsal Topraklar ve İsrail, 2. Baskı.
İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
Bayraktar, B., HAMAS Terör mü Yoksa Silahlı Direniş Örgütü mü?
İslami Hareket Demokratik ve Ilımlı bir Siyasi oluşuma mı Dönüşüyor?,
1.Baskı. İstanbul: Karakutu Yayınları, 2007.
_____, A’raf Oslo Barışı’ndan El Aksa İntifadasına Ortadoğu, 1. Baskı.
İstanbul: Aykırı Yayınları, 2002.
Best A. ve diğerleri, Uluslararası Siyasi Tarih: 20. Yüzyıl, çev. T. Ulaş
Belge, 1. Baskı. İstanbul: Yayınodası Yayıncılık, 2008.
Boran, Y., Geçmişten Günümüze Filistin Direniş Hareketi El-Fetih ve
Hamas, 1. Baskı. İstanbul: Mephisto Kitabevi, 2006.
Bulut, F., İslamcı Örgütler-1, 3. Baskı. Ankara: Doruk Yayınları, 1997.
132
Cramer R. B., İsrail Nasıl Kaybetti: Ortadoğu Sorununa İlişkin 4 Soru, 1.
Baskı. İstanbul: Pegasus Yayınları, 2006.
Davies, N., Avrupa Tarihi Doğu’dan Batı’ya Buz Çağı’ndan Soğuk
Savaş’a Urallar’dan Cebelitarık’a Avrupa’nın Panoraması, 1. Baskı. Ankara:
İmge Kitabevi, 2006.
Davutoğlu, A., Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, 13.
Baskı. İstanbul: Küre Yayınları, 2003.
Dursunoğlu, A., Dördüncü Dünya Savaşı ve Ortadoğu, 1. Baskı. İstanbul:
Anka Yayınları, 2005).
Erdin, M., Hizbullah ve HAMAS, 2. Baskı. İstanbul: Kastaş Yayınevi, 2002.
Eroğlu, C., İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, 1. Baskı. İstanbul: Sayfa
Yayınları, 2003.
Finkelstein, N. G., Soykırım Endüstrisi: Yahudi Acılarının İstismarı, çev.
Erkan Saka ve Gökçe Kaçmaz, 1. Baskı. İstanbul: Söylem Yayınları, 2001.
Garaudy, R., Siyonizm Dosyası, çev: Nezih Uzel, 3. Baskı. İstanbul, Pınar
Yayınları, 2000.
Gerçeksever, A., Kayıp Kimlik Basra Körfezi, 1. Baskı. İstanbul: IQ
Kültür-Sanat Yayıncılık, 2005.
Gönlübol, M., Uluslararası Politika: İlkeler, Kavramlar,Kurumlar, 3.
Baskı. Ankara: Atilla Kitabevi, 1985.
Göze, E., Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’în Hatıraları ve Sultan
Abdülhamid, İstanbul: 1995.
Groepler, E., Anti-Semitizm Antik Çağdan Günümüze Yahudi
Düşmanlığı Tarihi, çev: Süheyla Kaya, 1. Baskı. İstanbul: Bölge Yayınları, 1999.
Gwynne, H. A., Derin İhtilal Küresel Entrikanın İçyüzü, çev: İlker
Özyaşar, 1.Baskı. İstanbul: Selis Kitaplar, 2003.
Johnson, P., Yahudi Tarihi, çev: Filiz Orman, İstanbul: Pozitif Yayınları.
133
Kara, İ., HAMAS Bir Direnişin Perde Arkası, 1. Baskı. İstanbul: Ra Kitap,
2006.
Karasapan C. T., Filistin ve Şark-ül-Ürdün, 2. Baskı. İstanbul: Ahmet İhsan
Basımevi, 1942.
Kayabalı, İ. ve C. Arslanoğlu, Ortadoğu’da Savaş ve Strateji 2 Lider, 4
Savaş ve Bir Bozgun, Ankara: 1990.
Knutsen, Torbjon L., Uluslararası İlişkiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet
Özay, 1. Baskı. İstanbul: Açılımkitap Yayınları, 2006.
Kressel, G., The Word and Its Meaning, Encyclopedia Judaica’dan
Zionism, Kudüs, 1973.
Lewis, B., Ortadoğu Hristiyanlığın Başlangıcından Günümüze
Ortadoğu’nun İkibin Yıllık Tarihi, Selen Y.Kölay, Ankara: Arkadaş Yayınları,
2005.
_____, Çatışan Kültürler Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar,
Yahudiler, 4. Baskı. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt yayınları, 2002.
Lia, B., Müslüman Kardeşlerin Doğuşu, 1. Baskı. İstanbul: Yöneliş
yayınları, 2000.
Mahan, A., Deniz Gücünün Tarih üzerine Etkisi, çev. Kerem ve Melehat
Fındık, 2. Baskı. Q-Matris Yayınları, İstanbul, 2003.
Manisalı, E., Türkiye ve Küreselleşme, 1. Baskı. İstanbul: Der Yayınları,
2002.
McNeill, W. H., Dünya Tarihi, çev. Alaeddin Şenel, 9. Baskı. Ankara: İmge
Kitabevi, 2004.
Memiş, E., Kaynayan Kazan Ortadoğu, 1. Basım. Konya: Çizgi Kitabevi,
2002.
Mütercimler, E., Yüksek Stratejiden Etki Odaklı Harekata Geleceği
Yönetmek, 1. Baskı. İstanbul: Alfa Yayınları, 2006.
Oran, B., Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Belgeler, Yorumlar, 4. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.
134
Öke, M. K., Filistin Sorunu, İzmir: Ufuk Yayınları, 2002.
Özey, R., Dünya Denkleminde Ortadoğu Coğrafyası Ülkeler-İnsanlar-
Sorunlar, 3. Baskı. İstanbul: Aktif Yayınları, 2004.
Özmen, S., Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail, 2. Baskı.
İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2002..
Parlar, S., Ortadoğu Vaadedilmiş Topraklar, 1. Baskı. İstanbul: Yar
Yayınları, 2002.
Sander, O., Siyasi Tarih İlk Çağlardan 1918’e, 15.Baskı. Ankara: İmge
Kitabevi, 2006.
Shakak, I. ve N. Mezvinsky, İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi, 1. Baskı.
İstanbul: Anka Yayınları, 2002.
Sönmezoğlu, F., Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3. Baskı.
İstanbul: Filiz Kitabevi, 2000.
Sönmezoğlu, F. ve diğerleri, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, 1. Baskı.
İstanbul: Cem Yayınları, 1992.
Turan, Ö., Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, Yeni Şafak Gazetesi
9. Yıl Kültür Armağanı, 2003.
Volkan V. ve N. Itzkovitz, Türkler ve Yunanlar: Çatışan Komşular,
İstanbul: Bağlam Yayınları, 2002.
Yılmaz, T., Uluslararası Politikada Ortadoğu: Birinci Dünya Savaşından
2000’e, 1. Baskı. Ankara: Akçay Yayınları, 2004.
Zola, E., Dreyfus Olayı, çev: Muammer Tuncer, 6. Baskı. İstanbul: Yalçın
Yayınları, 2002.
Makaleler:
Arı, T., “İç Politikanın Gölgesinde Barış: Likud ve Ortadoğu,” Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Nisan-Haziran 1999.
135
Baskin, G., “A Choice To Be Made,” Paletsine-Isreal Journal of Politics,
Economics & Culture, Vol: 17, Issue: 2.
Beşli, S., “Kudüs’ün Statüsü Sorunu,” Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1.
Baskı. Küre Yayınları, İstanbul: 2003.
Bilgiç, T., “İsrail-ABD İlişkileri: Özel Bir Perspektif,” Türel Yılmaz, Mehmet
Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı (Ankara:
Platin Yayınları, 2005)
Brown, L. C., “Hamas: Political Thought and Practice,” Foreign Affairs,
Vol: 80, Issue: 2, March/April 2001.
Coşkun, M., “Ortadoğu Barış Süreci Yine Bıçak Sırtında,” Stratejik Analiz,
Cilt 1, Sayı 7, Kasım 2000.
Davutoğlu, A., “Küresel ve Bölgesel Dengeler, Ortadoğu Barış Süreci,”
Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1 Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003).
_____, “Yahudi Meselesinin Tarihi Dönüşümü ve İsrail’in Yeni Stratejisi,”
Avrasya Dosyası, Cilt: 1, Sayı: 3, Sonbahar, 1994.
Demir, İ., “Sovyetler Birliği Sonrası İsrail-Rusya İlişkileri,” Türel Yılmaz,
Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde İsrail, 1. Baskı
(Ankara: Platin Yayınları, 2005)
Erkmen, S., “Filistin’de Kriz: İki Millet, Üç Devlet,” Stratejik Analiz,
Temmuz, 2007.
_____, “Yeni Filistin Hükümeti ve Ortadoğu Barış Süreci,” Stratejik Analiz,
Nisan, 2007.
_____, “Filistin Yerel seçimleri ve HAMAS’ın Yükselişi,” Stratejik Analiz,
Haziran, 2005.
Ersanel, N., “İran-HAMAS Çizgisinde Bir Terör Analizi,” Avrasya Dosyası,
Cilt: 3, Sayı:2, Yaz, 1996.
Fırat, T., “Arap-İsrail Çatışmaları ve Filistin Sorunu (5): HAMAS ile Her Şey
Yeniden Başlıyor,” Cumhuriyet Strateji, Cilt: 2, Sayı: 96, Mayıs, 2006.
İlyas K., “Rusya’nın Ortadoğu Politikası,” Stratejik Analiz, Mayıs, 2007.
136
Karakoç, E., “ABD’nin Filistin Politikası,” Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1.
Baskı. Küre Yayınları, İstanbul: 2003.
Kodaman, T. ve E. Saraç, “HAMAS,” Akademik Ortadoğu Dergisi, Cilt 1,
Sayı 1, 2006.
Köse, T., “Filistin-İsrail Sorunu’nda Askeri Müdehale ve Barış Gücü
Operasyonları: İmkanlar ve Sınırlar,” Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre
Yayınları, İstanbul: 2003).
Mumcu, C., “Ortadoğu’da Siyasal Modernleşme Süreci ve Müzakere
Kültürü,” İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 10,
Güz, 2006/2.
Lewis, B., “Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti,” Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XII, 1964.
Orallı, L. E., “Dinsel Temeller Işığında Siyasal Yahudilik ve Arz-ı Mevud,”
Türel Yılmaz, Mehmet Şahin ve Mesut Taştekin (der.), Ortadoğu Siyasetinde
İsrail, 1. Baskı. Ankara: Platin Yayınları, 2005.
Orhan, O., “Hedefteki Örgüt HAMAS,” Startejik Analiz, Cilt: 5, Sayı: 52,
Ağustos, 2004.
Sachs, J. D., “Filistin’de Uygulanan Akılsız Politikalar,” Ekonomik Forum,
Temmuz, 2007.
Sayar, S., “Yahudi Karakteri (Tarihi ve Sosyo-Psikolojik Bir Yaklaşım),”
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 9.
Sönmez Y. ve Ö. F. Kalaycı, “1990 Sonrası Dönemde Ortadoğu Barış
Süreci’ne Bakış,” Filistin: Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı. Küre Yayınları, İstanbul:
2003.
Taflıoğlu, S., “İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci,” Avrasya
Dosyası, Cilt: 5, Sayı: 1, İlkbahar, 1999.
Tavas, T., “İntihar Saldırıları,” Avrasya Dosyası, Cilt: 5, Sayı: 1, İlkbahar,
1999.
137
Tür, Ö., “Türkiye ve Filistin – 1908-1948: Milliyetçilik, Ulusal Çıkar ve
Batılılaşma,” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Cilt 1, Sayı 62, s.
227.
Vital, D., “The Origins of Ziyonizm,” (Oxford, 1975).
Yılmaz, M., “Radikal Sağın İsrail Dış politikasına Etkisi,” Filistin:
Çıkmazdan Çözüme, 1. Baskı (Küre Yayınları, İstanbul: 2003).
Yoruk, Z., “Ortadoğu’daki Sarsıntı Dünyaya Yayılıyor,” Görüş, Kasım,
2000.
Diğer Kaynaklar:
İnternet Kaynakları:
Beinin, J. ve Lisa Hajjar, “Filistin, İsrail ve Arap-İsrail Çatışması,”
<http://www.zmag.org/turkey/merip.htm>, (20.06.2006).
Coşkun, M., “Rusya ve Anti-Semitizm,” Stradigma.com, Sayı 7, Ağustos,
2003, <http://www.stradigma.com/turkce/agustos2003/08_2003_03.pdf>,
(07.11.2007).
Dursun, D., “Ortadoğu’nun Ekonomik, Sosyal ve Siyasi Yapı Özellikleri
Üzerine Genel Tespitler,” <http://iibf.kou.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/51.pfd>
(22.01.2008).
Erkmen, S., “Suriye-İsrail Görüşmeleri ve Türkiye’nin Rolü,”
<http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2212&kat1=33&kat2=>,
(25.05.2008).
Karaköse, H., “Yahudilerin Filistin’e Yerleşme Girişimleri ve Süleyman
Fethi Bey’in Layihası (1911),” Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi
Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, <http://www.kefad.gazi.edu.tr./2004.1/43-57.pdf.pdf>,
(15.11.2007).
Kerameti, Y., “Twenty Years In The Making: The Palestinian Intifada Of
1987,” Nebula, 4, 2, 2007., <http://www.nobleworld.biz/images/Kerameti3.pdf>,
(01.04.2007).
138
Stuntz, W., “Yüce Amaç,”
<http://turkish.turkey.usembassy.gov/uploads/images/GJXFnqmrebMK_nhd4m2D_
A/stuntz.pdf>, (20.06.2006).
Temel, M., “Ulusal Çıkar Politikası Açısından İngiltere’nin Osmanlı
Devleti’ne Milli Mücadeleye Bakışı,” s. 122.
<http://sbe.balikesir.edu.tr/dergi/edergi/c1s1/makale/c1s1m8.pdf>, 21.06.2008.
<http://caferi.blogcu.com/filistin-islami-direnis-hareketi-hamas-nin-
tuzugu_1010347.html>, (10.04.2008).
<http://www.ainfos.ca/tr/ainfos02542.html>, (19.05.2008).
<http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCvey%C5%9F_Krizi> (20.05.2006).
<http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/İntifada>, (20.06.2006).
<http://home.arcor.de/filistin/filistinin/islamidonem/israildevleti/altigunsavasi
.html>, (20.06.2006).
Ansiklopediler
Meydan Larousse, Cilt 15-18.
139
EKLER
140
Şekil 1- Ortadoğu Siyasi Haritası
http://www.atlasharita.com/haritalar/00098/imperiaflex_0_0_0.jpg.php
141
Şekil 2- 1947 BM Paylaşım Planı
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/1/13/Filistin_BM_Paylasim_Plani.jpg/240px-Filistin_BM_Paylasim_Plani.jpg
142
Şekil 3- 1967 Arap-İsrail Savaşında İsrail’in İşgal Ettiği Topraklar
http://www.vahdet.com.tr/filistin/foto/harita/harita4.jpg
143
Şekil 4- II. Oslo Anlaşması
http://www.bgst.org/keab/Oslo-II.gif
144
Şekil 5- Camp David’de Anlaşma Sağlanan Yerler
http://www.bgst.org/keab/WBGSCampDavid2000.gif
145
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı : Ali BURHAN
Doğum Yeri : Yalvaç / Isparta
Doğum Yılı : 1981
Medeni Hali : Bekar
Eğitim Durumu:
Lise : 1997-2000
Üniversite : 2000-2004
Yabancı Dil ve Düzeyi
1- İngilizce Orta Düzey
İş Deneyimi
2004-… TEDAŞ