emek sayı 6

20
CHP BEŞİKTAŞ GENÇLİK ÖRGÜTÜ RESMİ YAYINIDIR www.chpbesiktasgenclik.org OCAK 2012 SAYI: 6 ÜCRETSİZDİR ÖNCE KATLETTİNİZ ŞİMDİ TUTUKLUYORSUNUZ Üçüncü Yolu ÇİZMEK Syf: 3 Hrant İçin, Adalet İçin! Syf: 4 Kapak Konusu: Önce Katlettiniz, Şimdi Tutukluyorsunuz Syf: 10 Hükümetin Terör Karnesi Syf: 12 Röportaj: Özgür MUMCU Syf: 14

Upload: chp-besiktas

Post on 11-Mar-2016

250 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Emek Dergisi Sayı 6 - Ocak 2012

TRANSCRIPT

Page 1: EMEK Sayı 6

CHP BEŞİKTAŞ GENÇLİK ÖRGÜTÜ RESMİ YAYINIDIR

www.chpbesiktasgenclik.org

OCAK 2012 SAYI: 6

ÜCRETSİZDİR

ÖNCE

KATLETTİNİZ

ŞİMDİ

TUTUKLUYORSUNUZ

Üçüncü Yolu ÇİZMEK

Syf: 3

Hrant İçin, Adalet İçin!

Syf: 4

Kapak Konusu:

Önce Katlettiniz,

Şimdi Tutukluyorsunuz

Syf: 10

Hükümetin Terör

Karnesi

Syf: 12

Röportaj:

Özgür MUMCU

Syf: 14

Page 2: EMEK Sayı 6

OCAK 2012

SAYI: 6

Cumhuriyet Halk Partisi Beşiktaş Gençlik Örgütü

Adına İmtiyaz Sahibi

CHP Beşiktaş İlçe Sekrateri

Ş.İlker UYGUN

Editör

Av. Merve ÖZTOPALOĞLU

Alp SUNAY

Yayın Kurulu

Hakan KÖROĞLU

K. Berkay TÜRKEN

Selim KAYAN

Kemal ESENKAYA

Nazlı MALUŞAKLI

Emre KARAYİĞİT

Ali Çağlar ŞENTÜRK

Kapak Tasarım: Selim KAYAN

Dergi Tasarım: K. Berkay TÜRKEN

Fotoğraf Kaynak: Genel Ağ (web)

E-posta: [email protected]

Web: www.chpbesiktasgenclik.org

Telefon: 0212 261 11 41

Basım Yeri

HİKMET OFSET

Dereboyu Caddesi Kısmet Sokak No:18/1

Not: Yazılardan yazarları sorumludur

İçindekiler

Selim KAYAN

ÜÇÜNCÜ YOLU ÇİZMEK…………………………..3

Kemal ESENKAYA

HRANT İÇİN, ADALET İÇİN!........................4

Emre KARAYİĞİT

DEVLETİN SAĞLIĞI BOZULDU………………….5

GÜNDEM………………………………………………..6

Tunca Zeki BERKKURT

Biyografi: Server TANİLLİ…………….……….. 9

Ali Çağlar ŞENTÜRK

ÖNCE KATLETTİNİZ ŞİMDİ

TUTUKLUYORSUNUZ……………………………..10

Burhan SARAL

AKP’NİN TERÖR KARNESİ…………….………..12

Röportaj: Özgür MUMCU...…………………...14

Burhan SARAL

YARADILIŞIN SOL YANI………………………….17

Etkinliklerimiz………………………………………..18

EMEK EMEK

2 3

Page 3: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

2 3

tarım ve hayvancılığı güçlendirmek var mıdır? Töre

cinayetlerine, kan davalarına, küçük yaştaki kızların zorla

evlendirilmelerine son vermek var mıdır? Başta kız

çocuklarının eğitimi olmak üzere, farkında bir toplum

yaratmak için çocukların ellerinden taşları, molotof

kokteyllerini alıp onlara kalem, oyuncak verecek bir eğitim

sistemi var mıdır? Bölgedeki insanın kendi doktorunu,

öğretmenini, hemşiresini, avukatını yetiştirememesi

sebebiyle bu hizmetlerden tam anlamıyla yararlanamayan

bölge halkının kendi kamu çalışanını yetiştirmesi için köklü

bir eğitim reformunu içermekte midir?

Bütün bu soruların yanıtı elbette “Yetmez Ama

Evet” değil, “Hayır”dır. İşte bu nedenle de yıllardır

Güneydoğu halkının sorunu çözümsüz kalmıştır. O halde

“Üçüncü Yol”u çizmek ve sorunu temelinden ele alarak

çözmek de, BOP’u savunan değil GAP’ı savunan, toprak

ağasının yanında değil halkın yanında olan, her insanın

namusu olan etnik kimliği temel alan değil, işçiyi, çiftçiyi

yani Emeği temel alan Cumhuriyet Halk Partisi’nin boynunun

borcudur.

Bir ulusu oluşturan vatandaşlar bütünüdür. Bireyler

vatandaş olmadan ulus oluşturamaz. Aşiretler, etnik

topluluklar, dini gruplar bütünü ulus olamaz. Öncelikle

bireyleri vatandaşlık bilincine ulaştırmak gerekmektedir.

Bunun için ağalık, şıhlık, şeyhlik, aşiret ağalığı gibi

kavramların yanlışlığını, bunların sömürü düzeninin

enstrümanı olduğunu halka anlatmalı ve ikna etmelidir.

Vatandaş olmanın, üretimin hakça bölüşülmesi, haklardan

eşit yararlanılması, korkutulma ve sindirilmenin olmadığı,

her bireyin özgür olduğu vurgulanarak vatandaş olma

bilincinin yerleştirilmesine önem verilmelidir. İnsan merkezli

her politikanın zaman içerisinde sabırla uygulanması, başarı

şansını artıracağı gerçeği hiçbir zaman unutmamalıdır.

Vatandaş olarak birlikte yaşama, her bireye üretme şansının

verildiği, ürettiğinin hakkını aldığı, kimseye bağlı kalmadan

kendi kendine yeten, kendi ayakları üzerinde durabilen

bireylerin yetişmesini sağlayıcı programların uygulanmasına

öncelik verilmesi gerekmektedir.

Böyle bir uygulamanın etnik, dini ve feodal yapıları

kullananların onlardan beslenen kişi veya kişiler tarafından

başarılamayacağı kesindir. Bunlar ayrışma ve bölünmelerden

yararlanma (suyu bulandırıp balık yakalama) çabasında

kişilerdir. Çözüm üretiyor gibi görünüp işi daha karmaşık

hale getirirler. Bugünkü iktidarın yaşam sebebi, bu sorunu

çözmede yetersiz kalacağının bir kanıtıdır. Bu sorun ancak

sosyalist, sosyal demokrat düşüncenin tek başına iktidar

olması ile çözümlenebilir.

AKP’nin 6 Mayıs 2009 tarihinde “Güzel şeyler

olacak” diyerek başlattığı Kürt açılımının üzerinden iki

buçuk yıl geçti. “Amacımız ayrıştırmak değil, birleştirmek “

denilerek gelinen noktaya baktığımızda, şu sıralarda ayrılık

tartışmaları konuşuluyor. Sorunu yalnızca etnik temelde

gören ve bu temelde çözümler üretmeye çalışan zihniyetin

ülkeyi getirdiği nokta bellidir: Artan şiddet eylemleri ve

kardeşlik duygusunun yitirilip insanlarımızın “siz-biz”

ayrımını yapar duruma gelmesi. AKP ve etnik temelde

siyaset yapan zihniyetin açılım “macerası” bu noktada artık

miadını doldurmuştur. Bu bir maceradır çünkü açılım adı

altında yapılanların hiçbirisi, sonuçlarının ne olacağı daha

önceden düşünülerek yapılmış işler değildir.

22 Temmuz 2009’da Başbakan, “Demokratik

Açılım”ın müjdesini vererek BOP’un bir aşaması olan böl-

yönet planını uygulamaya koymaya başladı. Tabi buna ilk

başta en çok “Yetmez Ama Evet”çiler sevindi. Çünkü içinde

demokrasinin adı geçiyordu. Ne de olsa AKP hükümeti,

“İleri demokrasi”nin güvencesi. Ne de olsa onlar için

demokrasi demek Habur karşılamaları, PKK ile müzakere

demek. Aslında herkesin bildiği, ancak sadece cesaretli

insanların dillendirdiği bu hataları bir kenara koyarak

sorunun temeline inelim ve böylelikle çözümü sağlamaya

çalışalım.

Bugün Güneydoğu veya Doğu Anadolu’nun herhangi

bir yerine gidip insanların sorunlarına kulak verecek

olursanız, Kürt yurttaşlarımızdan duyacağınız isyan,

yoksulluk ve işsizliğin isyanıdır. Yıllardan beri Kürt halkına

arkasına dönüp, yüzünü toprak ağalarına dönen sağ

hükümetler ve kendini Kürt halkının temsilcisi sayan feodal

aşiret temsilcileri, bugünkü tablonun baş mimarlarıdır.

İnsanların yoksulluğundan ve eğitimsizliğinden nemalanan

bu zihniyet, kendi çıkarlarının peşine düşmüş ve bu

insanların sorunlarına yıllardır bir çözüm getirememiştir.

Sorunu sadece etnik temelde görmek, çözüme

giderken yapılan en büyük yanlışlardan bir tanesidir.

Elbette bu sorunda etnik isteklerin hiçbir yeri yoktur

demek de son derece yanlıştır. Ancak önemli olan, etnik

sorunların çözümünün temelinde de, insanların ekonomik

özgürlüklerini kazanması, ardından eğitim seviyesini

yükselterek bu isteklere kendi hür iradeleriyle cevap

araması yatmaktadır. Bir yandan terör örgütü PKK, bir

yandan BDP baskısı altındaki Kürtler, Demokratik Toplum

Kongresi’nden de çıkan “Demokratik Özerklik” dayatmasının

kendilerine neler getirip neler götüreceğinden, akıllarındaki

sorulara ne gibi cevaplar getireceğinden habersizler. O

halde, Demokratik Özerklik talebinin bölge sorunlarının

neresinde olduğunu cevaplarını aslında bildiğimiz sorularla

anlamaya çalışalım: Demokratik Özerklik, bölgede var olan

işsizliğe ne kadar çözüm getirmektedir? Talebin içinde,

bölgedeki feodal düzenin yıkılıp toprak reformunun

yapılarak oradaki halka ekonomik özgürlüğünü kazandırmak,

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

ÜÇÜNCÜ YOLU ÇİZMEK Selim Kayan

Page 4: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

4 5

savaş pilotu olarak Türk havacılığının onursal bir ismidir. Bir

iddiayı, milli duygu ve değerleri de kötüye kullanarak bu

şekilde yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmesini kabul

etmek mümkün değildir. Ulusal birlik ve beraberliğimizin en

güçlü olması gereken bu dönemde milli birlik ve

beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip

yayımların ne amaçla yapıldığı Türk toplumunun büyük bir

kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir

görüşlerine yer verdi.

Bu bildirinin hemen ertesinde İstanbul Valiliği´ne

çağrılarak Vali Yardımcısı Erol Güngör´ün makamında,

kendilerini Vali Yardımcısı´nın yakınları olarak tanıtan ve

bugün halen kimliği belirsiz iki kişi tarafından "uyarılan" Hrant

Dink hakkında bu görüşmenin hemen ertesinde radikal sağ

basında hedef gösterme kampanyası başladı. Şapparigce

köşesinde Ermeni Kimliği üzerine yazdığı 8 bölümlük yazı

dizisinin 13 Şubat 2004 tarihli bölümü içerisinden cımbızlanan

ve Diaspora Ermenilere yönelik eleştirel yaklaşım içeren

bağlamından koparılarak, "Hrant Dink, Türk kimliğine hakaret

ediyor" tavrıyla sunulan "Türk´ten boşalacak o zehirli kanın

yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan ile

kuracağı asil damarında mevcuttur" cümlesi, yeni bir davanın

konusu oldu. Hrant Dink hakında "Türklüğü neşren tahkir ve

tezyif etmek" suçundan açılan dava sonunda, yazıda herhangi

bir suç unsuru olmadığı yönündeki lehte rapora karşın, Şişli 2.

Asliye Ceza Mahkemesi’nin 7 Ekim 2005 tarihli kararı ile

Hrant Dink 6 ay hapis cezasına mahkum edildi. Yargıtay 9.

Ceza Dairesi kararı onadı ve böylece Hrant Dink hakkındaki

hapis cezası kesinleşmiş oldu. Yargıtay Cumhuriyet

Başsavcılığı bu karara itiraz etti, ancak itirazı Yargıtay Ceza

Genel Kurulu tarafından reddedildi. Hrant Dink´in karara

ilişkin açıklamaları üzerine de "yargıyı etkilemeye çalışmaktan

yeni bir dava açıldı.

Davanın ilk duruşmasına gerek adliyenin dışında, gerek

koridorlarda ve duruşma salonunda davaya müdahil olmak

isteyen kişiler protesto gösterilerinde bulundu. Hrant Dink,

adliye salonuna polisin oluşturduğu bir koridordan polis ve

avukatı eşliğinde girebildi. Bu sırada ona saldırmak isteyenler,

hakaret edenler, tükürenler oldu. Duruşma salonunu dolduran

grup Hrant Dink’in avukatlarına bozuk para ve kalem

fırlattılar, hakaret ve tehdit ettiler. Duruşma sonrasında

Hrant Dink bir polis aracı ile adliyeden ayrılırken, avukatlar da

adliye önüne çekilen polis otobüsüne bindirilerek bu öfkeli

kalabalığın saldırılarından kurtarıldı.

Bu arada 26 Şubat 2004’te İstanbul Ülkü Ocakları İl

Başkanı Levent Temiz´in başını çektiği bir grup AGOS´un

'Bir ölü yatıyor

elli üç yaşında bir delikanlı

gündüzleri güneşte

geceleri yıldızların altında

İstanbul'da, Şişli Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor

yerde bir ayakkabısı delik

bir elinde başlamadan biten rüyası

iki bin yedi yılı Ocağında

İstanbul'da, Şişli Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor

vurdular

kurşun yarası

kızıl karanfil gibi açmış alnında

İstanbul'da, Şişli Meydanı'nda…'

5 Yıldır Hrant yok, adalet yok! Tam 5 yıl oldu ve 5

yıldır ‘’hesap verecek’’ dediğimiz katil devlet, hala hesap

veremedi. Devam eden davalar, zamanaşımından tahliye edilen

MİT görevlileri, Dokunulmazlık Kanunu çıkarılıp

dokunulamayan memurlar derken cinayetin faturası yalnızca

Ogün Samast adlı maşaya kesilip olayın üstü gözlerimizin

önünde sistemli bir şekilde işlediği cinayeti kapatılmaya

çalışılıyor. Peki neden hesap veremiyor devlet ya da daha

iyimser bir tabirle neden hesap sorulmuyor asıl suçlulardan?

Olaya Hrant ölmeden önceki süreçte başlatılan hedef

gösterme kampanyaları ve kendisine açılan davalardan

başlarsak, sorumuz kendiliğinden yanıt bulacaktır zaten…

2002 yılında Urfa'daki bir konferansta yaptığı

konuşma nedeniyle açılan dava 9 Şubat 2006´da beraatıyla

sonuçlanan Hrant Dink için asıl yoğun yargı sürecinin

başlangıç noktasını, kendisi doğrudan dava konusu olmasa da,

Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçe´nin Ermeni kökenli

olduğuna ve Ermenistan´da akrabalarının bulunduğuna yönelik

6 Şubat 2004´te kendi imzasıyla AGOS´ta yayınlanan

"Sabiha Gökçen" haberi oluşturdu. "Sabiha Hatunun sırrı"

başlığıyla verilen haberde Antep asıllı Ermenistan vatandaşı

Hripsime Sebilciyan Gazalyan, kendisinin Gökçenin yeğeni

olduğunu ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçe’nin aslında

yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia

ediyordu.

Bu haberin 21 Şubat 2004´te AGOS´tan alıntılanarak

Hürriyet´in manşetinden "Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan

mı" başlığıyla verilmesinin ardından 22 Şubat 2004´te

Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği, sert bir açıklama

yayımlayarak Kendisi Türk Silahlı Kuvvetleri´nin ilk kadın

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

HRANT İÇİN, ADALET İÇİN!

Kemal Esenkaya

Page 5: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

4 5

kapısına gelerek "Ya sev ya terk et", "Kahrolsun ASALA",

"Bir gece ansızın gelebiliriz" sloganları attılar. AGOS ’un

önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini

"Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu" olarak

adlandıran grup tarafından yapıldı. Hrant Dink, Birgün

gazetesinde yayınlanan "Hoş Gidişler Ola" başlıklı yazısı

sonrasında ise Yeniçağ gazetesinin 9 Ekim 2004 tarihli

nüshasında "Ermeniye Bak" başlıklı manşetle hedef gösterildi.

Bu manşet sonrası Basın Konseyi Yüksek Kurulu Yeniçağ

gazetesinin kullandığı hitap tarzıyla yazara karşı zorbalığı

özendirme tehlikesi yaratabileceği gerekçesiyle Yeniçağ

gazetesinin uyarılmasına karar verdi. Son olarak Agos’un 21

Temmuz 2006 tarihli nüshasında yayınlanan "301’e Karşı 1

Oy" başlıklı haber nedeniyle de Hrant Dink, Sorumlu Yazı

İşleri Müdürü Arat Dink ve İmtiyaz Sahibi Sarkis Seropyan

hakkında dava açıldı. Söz konusu haberde Dink’in Reurters

ajansına verdiği demeçteki "Elbette bu bir soykırımdır

diyorum. Çünkü sonuç kendisini zaten tanımlıyor ve adını

koyuyor. Dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halkın bu

olanlarla birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyorsunuz"

alıntısının TCK 301 uyarınca Türklüğü aşağıladığı iddia edildi.

Yukarıda anlatılanlar; devletin savcısıyla, mafyasıyla,

medyasıyla, polisiyle, tetikçisiyle bir cinayeti nasıl işlediğinin

kısa bir özeti. Hrant Dink, yanlış bir şey yapmamıştı,

yaşamasına izin verilseydi de, hayatının devamında yanlış

hiçbir şey yapmamaya devam edecekti. Duymaya alışık

olmadığımız ya da duymak istemediğimiz şeyleri söylemişti

bizlere. Ülkemizin sayılı zenginliklerindendi, ölmemesi

gerekenlerdendi fakat diğer katledilen aydınlarımız gibi,

Sivas olayı gibi unutturulmaya çalışılıyor belleklerden.

Aşağıdaki paragraf noktasına virgülüne dokunmadan

Hrant Dink’e ait…2004 yılında ‘güvercin tedirginliği’ yaşadığı

günlerde Birgün gazetesindeki köşesinde yazmıştı.Ölümünün

beşinci yılında, anısına saygıyla...

Türküm.. Ermeniyim...İliklerime kadar da

Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terkedip,

geleceğimi "Batı" denilen o "Hazır özgürlükler cennetinde

kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları

demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim.

Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu. Ülkem Sivas için ağlarken, ağladım. Halkım çeteleriyle boğuşurken, boğuştum. Kendi kaderimi ülkemin özgürlüğünü yaratma süreciyle eşledim. Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum. Ama artık...”

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

DEVLETİN SAĞLIĞI BOZULDU

Emre Karayiğit

Devletin sağlık alanındaki harcamalarını azaltmak

için uygulmaya koyduğu iskonto artışını kabul eden yasayı,

ilaç firmalarının tanımadığını beyan etmesiyle, hasta ile

devlet arasında kalan eczacılar oldu. İnsanla ilgili en

önemli konu olan sağlıkta siyasi iktidarın böyle

yaptırımlara gitmesi insanlık onuruyla ilgili olumlu

düşüncelerini çok manidar hale getiriyor. Arada kalan

eczacılar ise zararına satış yapacakları için artık satış

yapmayacaklarını açıkladılar. Eczacıların bu kararları

üzerine mağdur olan hastaların şikayetleri artınca devlet

küçük çaplı bir düzenlemeye gitti. Kritik hastalıklarda

tedavi edici olarak kullanılan 125 ilaçta düzenleme

yaparak, bu ilaçların fiyatlarında indirim uygulanmaması

ve eczacıların zararlarının karşılanması kararını aldı.

Fakat hala 247 ilaçla ilgili herhangi bir düzenleme yok. Bu

ilaçlar da kritik öneme sahip ve muhtemelen birkaç hafta

içinde eczanelerde kalmayacak.

Bu arada şeker hastaları için hayati önem taşıyan

insülini, İstanbul’da eczane eczane arayıp bulamayınca

araya denizci dostlarını sokup Rodos’tan getirten Nail Bey

gibi şanslı ve zengin olmayan binlerce insan var ülkemizde.

İlaca muhtaç olan bir hastanın iktidarın bu düzenlemesi

yüzünden ilaç bulamaması ve sonucunda sağlığındaki

değişmelerin hesabını nasıl vereceksiniz?

Tüm bu olumsuzlukların ardından Çalışma ve Sosyal

Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in fikri ise çok komik. Onlar

“Yıllarca çok kar ettiler.” Böyle bir çözüm önerisine ancak

güler bu millet.

Peki bu sorun nasıl çözülebilir?

-Kamu Kurum İskontoları’nın eczacıların üzerinden

alınarak, devletin iskontoyu ilaç firmalarından tahsis

etmesiyle

-Eczacılardan alınmış olan Ticari iskontoların eczacılara

iadesiyle

-Hastalardan tahsil edilen muayene ücretlerin

tahsildarlığının eczacılardan alınmasıyla.

Page 6: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

6 7

“İKİYÜZLÜLÜĞÜN BEDELİ”

Uzun süredir Türkiye kamuoyunun gündeminde tartışılan bedelli askerlik

yasa tasarısı sonunda TBMM’den geçti. Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından

adeta bir sır gibi saklanan bedelli askerlik yasası, toplumsal mutabakat

sağlanmadığından çok çeşitli kesimlerden tepki topladı. Başbakan’ın seçim

döneminde gündeme gelen bedelsiz bedelli askerlik önerisiyle ilgili Kemal

Kılıçdaroğlu’na söylediği “Kardeşim iyi düşün taşın, git şehit analarına, fakir fukara,

garip gureba analara sor, bak bakalım onlar ne diyor sana: 'Ben fakir fukarayım

diye çocuğumu askere göndereceğim, parası pulu olan da çocuğunu askere

göndermeyecek. Bu adalet mi?' diyor'' cevabının söylediği meydanda kaldığı, seçim

sonrasında bu sözlerinden tornistan ettiği açıktır. Bu yasa tasarısı planlanırken Başbakan acaba şehit analarına danışmış

mıdır? Maddi gücü olmayan garip gurebaya danışılmış mıdır? Yoksa sadece devletin kasasına girecek olan para mı

düşünülmüştür? Göstermiş olduğu bu ikiyüzlülüğün bedelini elbette ödeyecek olan Başbakan, bu soruları da her zamanki gibi

yine yanıtsız mı bırakacaktır?

“SARKOZY’NİN TÜRBANI”

Fransa’da yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde,

siyasiler ellerindeki kartları oynamaya devam ediyorlar. Geçtiğimiz

günlerde Ulusal Meclis’te oylanan ve bizim basınımızda “Ermeni

Soykırımı’nı inkar etmenin cezalandırılması” şeklinde yer bulan yasa da

bunlardan biri oldu. Hatırlayacağımız gibi Sarkozy bir önceki seçim

döneminde de bu konuyu gündeme getirmişti. “Türklerin Avrupa’da yeri

yok!” demişti. Her seçim döneminde Sarkozy’nin bunları temcit pilavı

gibi ısıtıp ısıtıp sunması bizlere kendi coğrafyamızdan da birilerini

hatırlatmıyor mu? Başbakan Erdoğan’nın da her seçim öncesi türban

meselesini bir özgürlük sorunu olarak sunup sonrasında yasal bir adım

atmaması ve sonraki seçimlerde de kullanması ile Sarkozy’nin bu

hareketi arasındaki benzerlik, bizlere “acaba Fransa’nın türbanı da

Türk düşmanlığı mı?” diye sordurmuyor değil.

“SURİYE VE AKP’NİN İLİŞKİSİ”

Siyasi iktidar, Esad rejimini yıkmak için Suriye’deki silahlı gruplara siyasi,

maddi ve askeri destek veriyor. Siyasi iktidara göre Şam’da halka zulmeden bir

hükümet var. Çatışmalarda meydana gelen ölü sayıları abartılıyor, muhalif

çetelerin provokasyonları orduya mal ediliyor. En önemlisi CIA’nın desteklediği

silahlı gruplar Türkiye sınırları içinde (Hatay’da) kampa alınıyor.

Bir başka ülkenin meşru hükümetini yıkmak için asker toplamak veya

hasmane hareketlerde bulunmak TCK’nin 306. maddesinde açıkça ağır suç olarak

tarif ediliyor. Bu konu daha önce haber yapılıyor ama fazla bir gündem

oluşturamıyor. Adalet için bazı hukukçular suç duyurusunda bulundular.

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

Page 7: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

6 7

“YÜCE TÜRK POLİSİ VE YARGISI ŞOVA DEVAM EDİYOR”

4 yıl süren Festus Okey davası nihayet sonuçlandı. Ekmek parası

kazanmak için ülkemize gelen binlerce göçmenden sadece biriydi Nijeryalı

Festus Okey. 2007 Ağustosta sivil polislerce gözaltına alınan, ardından

götürüldüğü Beyoğlu Asayiş Şube Müdürlüğünde polis kurşunuyla yaralanan

Festus Okey, götürüldüğü hastanede hayatını kaybetti. Tutulan raporlarda

katil belliydi, Polis Devleti’nin sadık polis memuru Cengiz Yıldız. Ölüm anında

Festus’un üzerindeki giysinin hiçbir zaman bulunamaması ve olayın

gerçekleştiği koridordaki kameranın kayıtlarının olmaması Polis Devleti’n

güvenirliğini bir kez daha kanıtlamıştır. Aslında daha da vahim olan Yüce Türk

Yargısı’nın dava sürecini dört sene gibi uzun sürede gerçekleştirmesidir. Katil

polis memuru 4 yıl 2 ay gibi komik cezaya mahkum oldu. Polis Devletinin

insana, insanlığa nefreti gün geçtikçe çığ gibi büyüyor. Bu ve bunun gibi ırkçı

saldırıları şiddetle kınıyoruz.

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

“BOĞAZİÇİ’NDE ŞENLİK VAR”

Bogaziçi Üniversitesi öğrencileri sermayenin kucağına atılan

kampüslerine sahip çıkıyor. Kampüs içine açılan Starbucks yaklaşık 1 aydır

işgal altında. Öğrenciler her gün kendileri yiyecek içecek getiriyor,

Starbucks satışları boykot ediliyor. Son yılların en kuvvetli öğrenci

eylemlerinden biri yapılıyor. Öğrenci bütçesiyle dalga geçer gibi bir

kahvenin 8 lira olduğu kapitalist ve emperyalist düzene karşı duran enlem

dışarıda da destek görüyor. Bir an bile boş bırakılmayan kafede film

gösterimleri, toplantılar ve eğitim etkinlikleri düzenleniyor.

“DEPREMİN YARALARI HALA SARILAMADI”

Büyük Van felaketinin üzerinden iki ayı aşkın zaman geçti. Ne

yaralar düzgün bir şekilde sarılabildi, ne de konut ihtiyacı giderilebildi.

Devletimizin zenginliğiyle ve güçlü oluşuyla övünen AKP hükümeti, bu kadar

uzun sürede o insanları orada çaresiz bırakmanın hesabını nasıl verecek?

Elbette deprem doğal bir felakettir ancak doğal felaketlere önlem

amacıyla devletin vatandaştan aldığı vergilerle ‘’biz bu vergilerle bölünmüş

yol yaptık’’ açıklamasını yapan ikiyüzlü zihniyetten hesap sormak gerekmez

mi? Üstelik o kadar da yardım geldi. Bugün Van halkının % 70’i şehirden

göç etti, maddi yetersizlikten göç edemeyen vatandaşlarımızın çoğu hala

soğuk havalarda yorganlara ve çadırlara muhtaç durumda, valilik ile

belediye çıkar çatışması yüzünden birbirine sırt döndüler. Konutların

yarısından fazlası hasarlı ve büyük risk taşıyor. Dışarıda kalan çocuklarımız ise soğuktan hasta oluyor.

2011 genel seçimlerinde hükümet olarak Van halkından haksız da olsa dört milletvekili çıkaracak şekilde oy aldınız. Van

halkının size olan güvenini böyle mi önemsiyorsunuz?

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

Page 8: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

8 9

“İZMİR’DE POLİS VAHŞETİ”

Üç çocuk, bir torun sahibi Fevziye Cengiz; eşi, çocukları ve damadıyla müzikhole eğlenmeye gitmişti. O sırada

kimliği yanında olmaması nedeniyle dövülerek emniyete götürüldü, bir posta da orada dayak yedi. Kendisini darp eden

polislerden şikayetçi olduğundaysa yetkililerin açıklaması ayrı

bir skandaldı: 'O kadın konsomatris'. Bu utanç verici olay

faşizmi, devletin elinde bulundurduğu 'meşru şiddet tekeli'

kavramının henüz ne olduğunu anlayamadığını, insan hayatının

ucuzluğunu, insanların ne kadar kolay yaftalanabileceğini

gözler önüne seriyor. Üstelik olaydaki kadın konsomatris bile

değil, öyle olsa dahi bu, dayak yemesi için geçerli bir sebep

mi? Bir başka yönden bakıldığındaysa tablo çok daha çirkin.

Olay İzmir'de geçiyor, CHP'nin kalesi olan Konak'tan durup

dururken ayrılan Karabağlar'da. Seçimde bu kurnazlığının

sonucunu alamayan kimileri, bu sefer müzikhollerin yoğun

olduğu Yeşillik caddesi üzerinden halkı galeyana getirmeye

çalıştı, sürekli baskınlar yapıldı, sonunda da hukuk devletine

sığmayan bu skandal ortaya çıktı. Amaç, CHP'li belediyeleri

kötü göstermek, oy çalmak.. Kimilerinin gözlerini nasıl bir hırs bürümüşse, masum insanları kurban etmekte bir an bile

tereddüt etmeden şiddete başvuruluyor, failler elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor.

“GÖZALTI SEBEBİ: STAJ BAŞVURUSU”

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ikinci sınıf

öğrencisi Şeyma Özcan geçtiğimiz günlerde

Devrimci Karargah Örgütü soruşturması kapsamında

gözaltına alındı ve 9 Aralıkta sevkedildiği mahkeme

tarafından tutuklanarak cezavine konuldu. İddialara

göre, Şeyma’nın tutklanmasının sebebi, gazetecilik

stajı için Devrimci Karargah soruşturmasında daha

önce gözaltına alınıp serbest bırakılan bir avukatı

aramakmış. Kendisine yasal bir yayın organında staj

ayarlayabilmek için yaptığı başvurular günümüz

Türkiye’sinde suç olarak gösterilebiliyor. Bunun

sonucunda Şeyma da tıpkı cezaevlerindeki 500’den

fazla tutuklu öğrenci gibi hakkında yeterli delil

olmadığı halde bir örgüte üye olduğu gerekçesiyle

tutuklanabiliyor. Zaten gereğinden yavaş işleyen yargı yüzünden de devlet bu öğrencileri aylarca cezaevinde tutuyor.

Sonunda hiçbir şey olmamış gibi beraatine karar veriliyor. Yani ne yazıktır ki bu tutuklamalar aslında keyfi bir şekilde

tedbir amaçlı yapılıyor. Fakat insanları aylarca tutuklayıp her seferinde “pardon” demeye alışmış devletimiz için bunlar bir

sorun teşkil etmiyor.

Şeyma Özcan’a ve cezaevlerinde sebepsiz yere tutuklu yüzlerce öğrenci arkadaşımıza ÖZGÜRLÜK!

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

Page 9: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

8 9

çıkınca bu kez de hemen hemen her aydının başına geldiği

gibi silahlar konuştu. Davanın bitişinden sadece 1 hafta

sonra Server Tanilli'yi vurdular.

Uğur Mumcu "Ah Tanilli Ah!" diye yazmıştı köşesinde;

neden halkı aydınlatmaya çalışmıştı, neden bilimi kitlelere

yaymak istemişti? Ne olurdu meslektaşları gibi etliye sütlüye

karışmadan ders vermeye devam etse, seçimden seçime

oyunu verip gerisine ses etmese, kim ne derdi? Ne olurdu

meslektaşları gibi sadece işine baksa, müşavirlik, yöneticilik

yapsa, yatları, katları, villaları olsa, "O düşündüklerim

yanlıştı." dese, inanmadığını söylese ne kaybederdi? Neden

diğerleri gibi sırtını kürsüsüne dayayıp gününü gün

etmektense, göğsünüm faşist kurşunlara açmıştı?

O günden sonra, artık bedeni yürüyemiyordu. Belden

aşağısı felç olmuştu. Ancak aklı, düşünceleri herkesten çok

koşuyor, durmadan üretiyor, bilimini yüceltiyordu. Yalnız ne

yazık ki tüm bunları anayurdunda değil kitaplarında

Aydınlanma'nın beşiği saydığı Fransa'da yapıyordu. Çünkü bir

söyleşide de belirttiği gibi eğer burada kalsaydı, tüm bunları

yazamaz, yazdırmazlardı. Strasbourg İnsan Bilimleri

Üniversitesi'nde onu, bilime ve insanlığa katkılarından dolayı,

onlarca yüzlerce uluslararası akademisyen ayakta alkışladı.

Dünya üniversiteleri ona ödüller, ünvanlar verdi, Türkiye'de

12 Eylül faşizmi ve onun mahsülü YÖK üniversiteleri taş ve

çelik yığınlarına çevirirken, aklı, mantığı yere gömerken.

Ancak gün geldi, Server hoca, onun gibi "gidenlerin"

pek yapmadığı bir şey yaptı: geri döndü. Yazmaya devam etti,

aydınlatmaya da. Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazarlığı

yaptı. Söyleşilere katıldı, kitap fuarlarına koştu, tüm

alçakgönüllülüğüyle imzasını ve felsefesini dağıttı. Ta ki

geçtiğimiz Kasım ayının 29'una kadar. İ.Ü. Tıp Fakültesi'nde

tedavi gören Server Tanilli Hocamız 29 kasım 2011 salı günü

geçirdiği bir rahatsızlık sonucu vefat etti.

Cenazsesi 1 Aralık'ta Karacaahmet Mezarlığı'na

defnedildi. Bilim, felsefe, sanat ve siyaset dünyasından çok

sayıda insan onun için toplandı adını andı. Ancak burada

belirtilmelidir ki tüm bu işi ve kurumların yanı sıra bir kurum

vardır ki onun adını ayrıca yazmak gerekir: İstanbul Emniyet

Müdürlüğü(!). 9 Aralık günü İ.Ü.'de solcu öğrenciler

tarafından düzenlenen bir anma etkinliğini öğrenen polis,

Belge Yayınevi'ne giderek "Server Tanilli burada mı?" diye

sordu. Sağolsunlar yayınevi'nin çalışanları da emniyet

güçlerimizi Server Tanilli'nin ölümü konusunda

"bilgilendirdiler."

Server Tanilli'nin bedeni değilse de düşünceleri hâlâ

aramızda ve yapıtları bizleri aydınlatmaya devam ediyor.

Umarız yukarıda belirtilen güçler de "bilgilenmeye” devam

ederler bu sayede.

Devrimizin ve Devrimimizin Savaşçısı

Geçtiğimiz günlerde Türkiye en büyük

bilmadamlarından birini kaybetti; Server Tanilli Hocamız

29 kasım 2011 salı günü geçirdiği bir rahatsızlık sonucu

vefat etti ve ardında, sadece Türkiye'ye değil tüm

insanlığa büyük bir bilim ve akıl mirası bıraktı. Peki kimdi

bizlere engin bilgisini yazdıklarıyla durmadan aktarmak

için çabalayan, bu sırada faşist saldırılardan da kendini

kurtarmaya çalışan bu büyük bilimadamı?

Server Tanilli 1931'de doğdu. Yükseköğrenimini İ.Ü.

Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Doktorasını verdikten

sonra tüm akademisyenliği boyunca hukukun

(Montesquieu'nün de dediği gibi ) "yasanın sözlerini

yineleyen bir ağız"dan daha ileri bir kavram olması için

çalıştı. Ülkenin eğitimindeki eksiklerini, henüz

dershanelerin, özel derslerin M.EB. kurumlarının önüne

geçmediği(!) 60'lı yıllarda görmüş ve gençleri aydınlanma

felsefesiyle, akılla tanıştırmak içim çabaladı. Bu dönemde,

görev aldığı Şişli İdari ve Ticari İlimler Okulu'nda

arkadaşı Prof. Dr. Kıvanç Ertop'un da desteğiyle, bilimi

halka indirmeyi başarmış, en büyük eserlerinden biri olan,

Uygarlık Tarihi'ni, ders notlarından derleyerek çıkarttı.

Bugün bu kitap hâlâ yükseköğrenim'de sosyal bilimler için

temel oluşturacak bir yapıttır.

Ancak Server Tanilli'nin başına ne geldiyse bu

noktadan sonra geldi. Bir öğrencisinin ihbarıyla yazdığı

kitap hakkında "komünizm propagandası yapılmaktadır."

savıyla dava açıldı. Kitabı incelemek için kurulan heyet de

"bilimseldir." sonucuna varınca, aydınlanmadan nasibini

alamamış ve sonucunda egemenlerin maşası olmuş kişilerin

saldırıları başladı. "Aydından korkan karanlığı sever". Önce

mahkemenin istediği "komünizm propagandası yapılmıştır"

raporunu verecek kalem(akademisyen denilemez bu kişiye)

bulundu, imzalatıldı. Yargı süreci başladı. Beraat kararı

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

Biyografi: SERVER TANİLLİ Tunca Zeki Berkkurt

Page 10: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

10 11

KAPAK KONUSU: ÖNCE KATLETTİNİZ ŞİMDİ TUTUKLUYORSUNUZ

Hazırlayan: Ali Çağlar ŞENTÜRK

Ülkemizdeki karanlık örgütlenmelerin ve emperyalist sömürge anlayışının önündeki en büyük engeldi katledilen ve

tutuklanan aydınlarımız. Onların düşünmeleri, düşündüğünü sorgulamaları, araştırmaları ve olayları çağdaş hukuk anlayışıyla

ilişkilendirip toplumsal bilincin gelişimine katkı sağlamaları elbette birilerini rahatsız etmişti. Onlar modern ve çağdaş

yaşam anlayışının geliştirilmesi, darbelerin ve terörün bitmesi, yolsuzlukların ortaya çıkması, emekçi sınıfının güçlenmesi ve

çoğulcu demokrasinin rayına oturması için sonuna kadar hayatlarına mal olan bir mücadele verdiler.

Cumhuriyet tarihimize baktığımızda yazarlarımızın tutuklanması veya haince katledilmesinin birinci nedeni

mevcut siyasal rejimdeki toplumsal düzeni farklı bir zihniyete dönüştürmeye çalışmaktır. Bir diğer nedeni ise kamuoyu

üzerinde korku imparatorluğu yaratmaktır. Günümüz açısından da bu

olguları saydam bir şekilde gözlemleyebiliriz. Yirmi yıl öncesine göre

ülkesindeki siyasal ve sosyal sorunlara tepki vermeye korkan, medya

aracılığı ile uyutulmaya çalışılan, siyasi iktidarların gizli işbirlikçilerle

yaptığı pazarlıklardan bir haber olan ve ülkesinin bağımsızlığını

savunmayı aklına bile getirmeyecek bir millet anlayışı oluşturulmak

istenmektedir. Bunu da işçi sınıfının güçlenmesini engelleyerek ve

memleketimizin; ilerici, sorgulayıcı bilinçlendiren aydınlarını katlederek

veya hapishanelere atarak yapmaya çalışmaktadırlar. AKP gibi

kapitalist kan emiciliğinin maşası olan siyasi yapılanmaların üç dönem

üst üste iktidara gelmesi de ‘’dönüştürülmek istenen toplum’’

anlayışının en güzel göstergesidir. Emperyalizme ve kapitalizme göre,

bütün bunları ülkemizde gerçekleştirmek için memleketimizin ilerici

aydınları katledilmeli veya hapse atılmalı; yandaşlığı, uşaklığı ilke edinenler ise gerçek aydın olarak gösterilmelidir. İşte en

büyük tehlike budur!

Belki birçok vatandaşımız bu süreç içerisinde huzurlu bir yaşam sürdürmektedir. Yıllarca yapılan hukuksuzluklardan

ve devletin sorumsuzluklarından hiç şikayet etmemektedir belki de. Belki de 30 yıl önce gazeteci babaları, amcaları,

dayıları veya dedeleri arabasının içinde kanlı bir vahşete kurban gitmemiştir. Ancak babasının kanlar içinde kalan gömleğini

30 yıldır saklayan yazar Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi’nin yaşadığı acıyı bu millet

paylaşmayacak da kim paylaşacak? Abdi İpekçi düşünce özgürlüğünü, Atatürkçülüğü ve

bağımsızlığı savunmaktan öldürülmedi mi? Onu öldüren ruh hastası katil bugün bazı kesimler

tarafından kahraman ilan ediliyorsa ‘Bir insanlık suçu daha nasıl işlenebilir? ‘ sorusu da

akıllara gelmez mi?

Diyoruz ya hukuk dönüşüyor, adalet anlayışı değişiyor. Emperyalist sistem ise

bu kapsamda kirli çarkın daha hızlı dönmesi gereği, Prof. Dr. Muammer Aksoy’un da

susturulmasını emrediyordu. Çünkü o onurlu yaşamında cumhuriyet tarihinin en ilerici ve

yapıcı anayasası olan 1961 anayasasını hazırlanmasında komisyon sözcülüğü yapmıştı. Gençlik

yıllarında demokrat partinin üniversite yasasını değiştirmesine tepki

gösterip üniversitelerin özerkliğini savundu. Milli petrol ve maden hareketinin öncülüğünü yaptı. Yani

sadece hukuk bilinci içerisinde ülkesinin bağımsızlığını ve milli çıkarlarını savundu. Bugünkü iktidarın

yaptığı gibi devlet kurumlarını satışa çıkaran peşkeş politikalarını değil. İşte bu vatanseverliği ona 31

Ocak 1990 günü Ankara’da evinin önünde hayatına mal oldu. İnsanlık sustu! Vicdan sustu!

Söyleriz ya, din sömürüsü arttırılmaya çalışılıyor. İnsanların manevi

duyguları kullanılarak mezhep çatışmaları körükleniyor diye. Ülkemizin

çağdaşlaşmasının temeli olan laikliğin irticayı savunan terör örgütleri ve

gerçek dinle hiçbir alakası bulunmayan dinsel yapılanmalar tarafından yok

edilmesini ve kadın haklarının çiğnenmesini görmezden gelemedi Bahriye

Üçok. Bir ilahiyat profesörü olarak ve insanların inançlarına saygı duymasını

bilerek dini gerçekçi ve ilerici bir anlayışla yorumladı. Partimizde bulunduğu

süre içinde laiklik adına önemli çalışmalar yaptı. Tabi bu ne emperyalist sömürü düzeninin ne de

irticayı ateşlemek isteyen içeride ve dışarıdaki karanlık yapılanmaların işine geliyordu. Bahriye

Üçok, yoğun tehditlerden sonra 6 Ekim 1990 günü evine gelen bombalı paketin patlaması sonucunda

haince katledildi.

Page 11: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

10 11

Devlet-Polis-Mafya-Cinayetler, Asker-Siyaset ve Terör-İrtica-Ticaret.

Ülkemizde maalesef bu kavramlar televizyonlarda ve gazetelerde her zaman içli dışlı

gördüğümüz kavramlardır. Bunların birbirleriyle ilişkileri ülkemiz için çok büyük kayıpların

yaşanmasına ve felaket süreçlerinin başlamasına sebep olmuştur. Uğur Mumcu, bu

kavramların karanlık ilişkilerini ortaya çıkaran belki de en cesur yazarımızdı. İslami faizci

bankerlerin çalışma anlayışlarını, devlet istihbarat teşkilatının terörle mücadeledeki

zayıflığını, emperyalist ajanların ortadoğudaki çıkarlarını, darbenin getirdiği felaketleri,

ülkedeki silah ve uyuşturucu kaçakçılarını ve birçok yolsuzluğu belgelere dayanarak ortaya

çıkartan ilerici bir araştırmacı gazeteciydi. İdeolojik olarak tam bağımsızlığa inanan,

tarihsel olayları gerçekçi bir şekilde analiz eden fikirleri yol gösterici çağdaşlaşmayı ve

hukuk bilincini savunan onurlu ve cesur bir yazardı. Ancak onun karanlık yapılanmalarla

verdiği amansız mücadele, 24 Ocak 1993’te arabasına koyulan bombanın patlaması sonucu

son buldu! Uğur Mumcu fikirleriyle ve araştırmalarıyla her zaman bize yol göstermiştir.

Gençlik olarak onun fikirlerine ve değerlerine her koşulda sahip çıkmamız gerektiğini asla

unutmamalıyız.

Doksanlı yılların sonuydu artık. Ülkemiz her kesimiyle dönüşümünü sürdürüyor, terör

örgütlerinin cepleri dolduruluyor bunların içinde bu millete kurtuluş savaşından en değerli miras

olarak olan Atatürkçülük yok edilmeye çalışılıyordu. Bu amaçla gericiliğin yeni hedefi, yurt

dışında ve Anadolu’nun her köşesinde Atatürkçülüğü iyi anlama noktasında yılmadan çalışmalar

yapmış, siyaset bilimini en doğru analiz eden bilim adamlarında biri olmayı başarmış, saygın bir

öğretim üyesi ve eski kültür bakanımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalıydı. 21 Ekim 1999 günü

saat 09.40 da arabasının kaputuna yerleştirilmiş bombanın patlamasıyla hayatına son verildi

Kışlalı’nın.

Peki ya şimdi? Toplumsal dönüşüm sisteminin son

aşamalarının yaşanmaya başlandığı günümüz siyasetinde

yazarlarımıza nasıl tuzak kuruluyor? Örneğin, milletvekilimiz,

gazeteci yazar Mustafa Balbay’ın 1000 günden fazladır

hapishanede tutulmasını çağdaş hukuk anlayışı ile açıklayabilecek bir mantık var mıdır? Hrant

Dink cinayetiyle emniyet müdürlüğünün ihmallerini hatta bazı planlarını ortaya çıkartan

Nedim Şener’i tutuklayıp kamuoyunun gözü önünde onurunun zedelenmesi nasıl bir vicdan

anlayışıdır? Türkiye’de cemaatin nasıl çalıştığını, örgütlenme ve kaynaklarını ortaya koyan

kitabı yazan ve bugüne kadar birçok gizli örgütlenmenin geçmişiyle ilgili araştırma yapan

gazeteci yazar Ahmet Şık’ın gördüğü hukuksuzluğa ne

demeli? Yıllarını faşist darbelerle savaşarak geçirmiş fikirleri 68 ruhuna dayanan

yazar Doğan Yurdakul’a yapılan haksızlıklar? Yani bu son yıllarda yaşanan

tutuklamalar, onları daha mahkemelerce yargılanmadan toplum önünde suçluymuş gibi

göstererek, yaşamlarını değil belki ama meslek onurlarını yok etmeye çalışmaktadır.

Ancak gençlik olarak biz buna asla izin vermeyeceğiz.

Gerçekten birazcık okuması-yazması olanlar yaşanan olayların toplumsal dönüşüm

sisteminin gereklilikleri olduğunu göreceklerdir. Asıl tehlike karanlık yapılanmalara ve

insanların beyinlerinin uyuşturulmasına toplumun sessiz kalmasıdır. Fikirlerinin savunucusu olduğumuz gazeteci yazar Uğur

Mumcu’nun şu sözleri biz gençlere ışık tutmaktadır:

‘’Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci

paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan

sorumluluk bilinci, özgürlüğün de demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence

sağlanmadıkça demokrasinin temeline tek bir taş bile konmuş olmaz.

Unutmayalım ki cesur bir kez korkak bin kez ölür. Önemli olan, insanın böyle bir

toplumda ‘mezar taşı’ gibi suskunluk simgesi olmamasıdır.”

Page 12: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

12 13

asker yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Ne gerekiyorsa yapılacak,

kimseden izin almak zorunda değiliz.” dedi.

21-27 Şubat 2008- Güneş Operasyonu kapsamında

askerlerimiz Kuzey Irak’a girdi. 24 asker, 3 korucu şehit

oldu. Operasyon 1 hafta sürdü.

Recep Tayyip Erdoğan: “ Operasyon hedeflerine ulaşıp,

bir daha girilmesine gerek kalmayıncaya kadar sürecek.”

dedi.

Dönemin ABD Başkanı Bush: “ Türkiye mümkün olan en

kısa sürede çıkmalı.” dedi.

28 Temmuz 2007- İstanbul Güngören’de ard arda 2

bombanın patlaması sonucunda 5 i çocuk, 1 i doğmamış bebek

18 kişi yaşamını yitirdi. 150 kişi yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Gün, birlik beraberlik günü.

Teröre karşı ne kadar dayanışma içinde olabilirsek, ne

kadar birlik ve beraberlik içinde olabilirsek, ne kadar

terörü yalnızlığa itersek o kadar başarılı oluruz. Terör

halk desteğini kaybetmeli. Teröre destek veren siyasi

örgütlere halk desteğini devam ettiriyorsa, o zaman terör

kuvvet bulmaya devam eder.” dedi.

29 Nisan 2009- PKK militanlarının Diyarbakır-Bingöl

karayoluna döşediği mayının patlaması sonucu 9 asker şehit

oldu.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terörle olan mücadelemiz sonuna

kadar yılmadan usanmadan devam edecek.” dedi.

2 Temmuz 2009- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu

Bilal Erdoğan Burdur’da vali gözetiminde 28 gün askerlik

yaptı.

19 Ekim 2009- Habur Sınır Kapısı’ndan içeri giren 34

PKK’lı “Yaptıkları için pişman olmadıkları(!)” gerekçesiyle,

sınıra taşınan mahkeme tarafından davul zurna eşliğinde

aklandı.

7 Aralık 2009- Tokat ili Reşadiye ilçesinde teröristler

tarafından açılan ateş sonucu, 7 asker şehit oldu, 3 asker

yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Bu tür saldırıların hepsi bizim bu

milli birlik ve kardeşlik projemizde demokratik açılım

sürecimizi engellemeye, baltalamaya yani bu projeyle ilgili

umutları ortadan kaldırmaya yönelik saldırılardır.” dedi.

17 Nisan 2010- Samsun’un Ladik ilçesinde polis aracına

teröristlerce ateş açıldı. 2 polis şehit oldu.

8 Temmuz 2003- PKK, Tunceli Valisi Ali Cafer Akyüz’ün de

bulunduğu konvoya saldırı düzenledi. Saldırıda 2 asker şehit

oldu, 1 asker yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Ülkemizin ve milletimizin birlik

ve beraberliğine kast edenlerin hain planlarının asla

hedefine ulaşması mümkün değildir." dedi.

18 Aralık 2004- Musul’da özel timci 5 polisimiz şehit edildi.

Saldırının failleri hala netleşmedi.

Recep Tayyip Erdoğan: “Ey şehit oğlu şehit, isteme

benden makber. Sana aguşunu açmış, duruyor peygamber.

Biz onları Peygamberin göğsünde, kucağında görüyoruz.”

dedi.

16 Temmuz 2005- Aydın’ın Kuşadası ilçesinde hareket

halindeki bir minibüste saat 10.30 sıralarında bomba patladı.

Olayda İrlandalı ve İngiliz turistlerin de bulunduğu 5 kişi

yaşamını yitirdi. 13 kişi yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terörün kimi, ne zaman vuracağı

belli olmuyor. Alınan önlemlerden yüzde yüz netice

vermesini bekleyemeyiz.” dedi.

13 Eylül 2006 - Diyarbakır'ın Bağlar beldesinde Koşuyolu

Parkı'ndaki patlama sırasında 7'si çocuk 10 kişi öldü.

Recep Tayyip Erdoğan: “Diyarbakır'daki terör olayı

neticesinde maalesef yine terörizmin kurbanı yavrular

olmuştur. Bu nedenle üzüntümüz büyüktür.” dedi.

16 Temmuz 2006-Siirt'in Eruh ilçesinde PKK ve güvenlik

güçleri çatıştı. 7 asker ve 1 korucu şehit oldu.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terör örgütü PKK bu ülkenin

evlatların acımasızca şehit ediyor. Biz şu ana kadar

sabırla işin üstüne gittik. Artık sabrımız taştı. Yarın

sabah yapacağımız toplantılar çok şeylere gebe.” dedi.

7 Ekim 2007 - Şırnak'taki Gabar Dağı’nda operasyondan

dönen askerler pusuya düşürdü. Saldırıda 13 asker şehit

olurken, 3 asker yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Üzüntümüz büyük. Mücadele

şüphesiz sonuna kadar devam edecek. Terörle olan bu

mücadele sürecimiz çok daha farklı bir şekilde yürüyecek.

Ben de yarın Bakanlar Kurulu'nda arkadaşlarımızla konuyu

tekrar değerlendirerek Terörle Mücadele Yüksek

Kurulu'nu toplayıp, bundan sonraki sürece yönelik neler

yapmamız gerektiği hususunu değerlendireceğiz. Ona göre

bazı adımları da atacağız.” dedi.

21 Ekim 2007- Hakkari Dağlıca’da 12 asker şehit olurken, 6

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

AKP’NİN TERÖR KARNESİ

Burhan Saral

Page 13: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

12 13

2010 yılında 159 güvenlik görevlisi yaşamını yitirdi.

Bu karanlık, acı tablonun sorumlusu;

Türkiye’de bütün insanlar kardeşçe yaşarken, gittiği

her yerde etnik köken siyaseti yapan etnik vurgu yapan,

insanları ayrışmaya sürüklemeye çalışan Recep Tayyip

Erdoğan’dır.

Türkiye’nin doğusunda farklı, batısında farklı şeyler

söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Hiç kimsenin dediklerine kulak asmadan, insanların

duygularını oy uğruna istismar eden, altını doldurmadan

“Açılım yaptım.” diyen Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Kendisine karşı muhalif ses yükseltenleri hapishanelere

atarak susturan ama Oslo’da PKK’yla müzakere masasına

oturan Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Ülkede terör bu kadar artmışken, kurunun yanında yaşı

da yakarcasına, yüksek rütbeli subayları Silivri’ye gönderen,

itibarsızlaştırmaya çalışan ama Habur’da “Pişman değiliz.”

diyen 34 PKK’lıyı davulla zurnayla karşılayan, sınıra taşıdığı

mahkemelerce aklayan Recep Tayyip Erdoğan’dır.

“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.” diyen ama oğluna

28 gün vali gözetiminde askerlik yaptıran Recep Tayyip

Erdoğan’dır.

PKK hakkında gerek ABD’den gerekse kendi kaynaklarını

kullanarak doğru dürüst istihbarat almayı beceremeyen ama

kendi vatandaşını 24 saat dinleyen Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Her terör saldırısından sonra milletle adeta dalga

geçercesine “Bıçak kemiğe dayandı.” diyen Recep Tayyip

Erdoğan’dır.

Kısacası kendi vatandaşına gücü yeten ama PKK

karşısında çaresiz kalan Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Bugün Recep Tayyip Erdoğan, biraz daha oy almak

uğruna yaptığı hataların, istismar ettiği duyguların bedelini

halka ödetiyor!

Halkın oylarıyla göreve gelmiş bu hükümet, terör

sorununu 9 yıldır çözememiş aksine terör örgütüne verdiği

tavizlere terörü palazlandırmıştır. AKP’nin terör sorununu

çözemeyeceği ortadadır. AKP terör karşısında basiretsiz ve

çaresizdir. Halktan aldığı yetkiyle çaresiz kalan bu hükümete

karşı artık bir şeyler yapmanın vakti gelmedi mi? Artık halk

duruma el koymalıdır. Hükümeti çözüme, somut adıma

zorlamalıdır.

Recep Tayyip Erdoğan: “Ülkemizin huzurunu, birlik ve

beraberliğini hedefleyen bu tür hain saldırılar asla

amacına ulaşamayacaktır.” dedi.

19 Haziran 2010 - Hakkari Şemdinli'de Gediktepe Üst

Bölgesine yapılan saldırı sonucu 11 asker şehit oldu.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terör örgütü yok edilinceye

kadar mücadelemiz devam edecek.” dedi.

14 Temmuz 2011- Siirt Silvan’da 13 Asker pusuya

düşürüldü, şehit edildi.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terörle mücadelede strateji

değiştireceğiz.” dedi.

17 Ağustos 2011- Hakkari Çukurca’da 11 asker şehit oldu, 6

asker yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Sözün bittiği yerdeyiz.

Ramazan’la ilgili sabrımız bitmiştir. Bundan sonrası

konuşulmaz, uygulanır. Artık her şeyi olunca göreceğiz.”

dedi.

25 Eylül 2011- Siirt’te 5 askerimiz şehit oldu.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terör örgütü vahşetini devam

ettiriyor. O görevini yapıyor, bunun karşısında biz de

görevimizi yapacağız.” dedi.

19 Ekim 2011: Hakkari Çukurca. 26 şehit. 24 yaralı19

Ekim 2011- Hakkari Çukurca’da 24 askerimiz şehit oldu, 26

askerimiz yaralandı.

Recep Tayyip Erdoğan: “Terörle mücadelenin millet olarak

topyekün ve koordinasyon içinde yürütülmesi gerekir.”

dedi.

AKP HÜKÜMETİNİN TERÖR BİLANÇOSU

2003 yılında 31’i güvenlik görevlisi, 63’ü sivil vatandaş

94 kişi yaşamını yitirdi.

2004 yılında 75’i güvenlik görevlisi, 28’i sivil vatandaş

103 kişi yaşamını yitirdi.

2005 yılında 105’i güvenlik görevlisi, 30’u sivil vatandaş

135 kişi yaşamını yitirdi

2006 yılında 111’i güvenlik görevlisi, 38 ‘i sivil vatandaş

149 kişi yaşamını yitirdi.

2007 yılında 146’sı güvenlik görevlisi, 37’si sivil vatandaş

183 kişi yaşamını yitirdi.

2008 yılında 171’i güvenlik görevlisi, 51’i sivil vatandaş

222 kişi yaşamını yitirdi.

2009 yılında 135’i güvenlik görevlisi, 18’i sivil vatandaş

153 kişi yaşamını yitirdi.

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

Page 14: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

14 15

kendisi gibi düşünmeyen insanlara da yazmak istiyor. Ya

onlara bazı şeyleri sorgulatmak, ya da belki onlardan gelen

yorumlarla kendimin zenginleşmesini sağlayabilmek için

geçtim diyebilirim.

4. Yazılarınızı karşılaştırdığımızda Radikal’de daha

yumuşak bir üslup kullandığınızı hissettik. Bilinçli

olarak düşünmedim ama bilinçsiz olarak siz öyle bir şey fark

ettiyseniz olabilir. Sanki Birgün’de eleştirilerin dozu biraz

daha mı yüksekti? Birgün’de daha sert, Radikal’de daha mı

sakin yazıyorum? O, Birgün’ün genel tonunun içerisinde belki

benim yazdıklarım da daha sert gözüküyordur. Birgün de

zaten daha sert olan bir gazete. Ben de orada yazdığım için

belki Birgün’ün genel havasından öyle bir izlenim

ediniyorsunuzdur. Benim illa sert ya da yumuşak yazayım

diye bir fikrim yok. Ama Birgün’de yazarken ya da Radikal’de

yazarken fikirlerimde herhangi bir değişiklik olmadı. İfade

tarzında belki bazı yerleri fark etmeden insan yumuşatıyor

olabilir ama zannetmiyorum onu yaptığımı. Bence yine aynı

düzeyde devam ediyordur.

5. Suikast sonrasında ben babamın yaptığı işlerle

uğraşmayayım diye çekinceniz oldu mu hiç?

Hayır olmadı. Bu işlerden uzak durayım, bunlar

tehlikeli işler diye hiçbir zaman düşünmedim ama doğal

olarak bir de o yaşlarda olduğu zaman böyle bir şey, insan bir

ara mesafe koymaya çalışıyor bütün bu çevresinde olanlara,

böyle bir şey oldu ilk başlarda. Ama bu korktum falan demek

değil. Zaten korkuyor olsam bugün de bir yerlerde yazıyor

olmam.

6. Yaptığınız çalışmalarda Uğur Mumcu’nun oğlu

olmanın verdiği sorumlulukla mı hareket ediyorsunuz?

Yoksa ben kendi yolumu çizeyim şeklinde mi

düşünüyorsunuz?

Valla galiba ikisinin karışımı bir şey oluyor. Zaten

insanın karşısında iki şık var, birinden birini seçeyim, birini

bırakayım; kırmızı hapı içtim, mavi hapı bıraktım gibi bir

durum olmuyor. Büyük olasılıkla ikisinin karması insanın

kişiliğini belirliyor, bende de öyle oldu. Bazı durumlarda biri

ağır basar, diğer durumlarda diğeri ağır basar ama ikisi

birbiriyle bağlantılı bence.

7. Uğur Mumcu’nun yapmış olduğu bütün çalışmalar

yayımlandı mı? Yoksa eksik kalan bazı çalışmaları var mı?

Eksik kalan bir şey yok. Babamın elindeki her şeyi

yazmıştık zaten. En son kalan, babamın ölümünden önce

üzerinde çalıştığı son çalışması vardı Kürt Dosyası diye.

Onda da o zamana kadar ne yazdıysa, bilgisayarında ne varsa

kitap haline getirip yayınladık zaten. Onun dışında yarım

kalmış, bir ara gazetelerde çıkmıştı işte cinayetin sırrı

disketlerde şeklinde bir takım manşetler atmışlardı. Öyle bir

şey yoktu. Yani hepsine bakıldı, hepsi gözden geçirildi. Zaten

bilgiyi saklamadığı için böyle bir araştırmacı gazeteci

olmuştu. Olan her şeyi yazılı hale getirip yazıyordu. Yani

1. Uğur Mumcu’nun oğlu olmanızın dışında sizi bir

köşe yazarı ve akademisyen olarak tanıyoruz. Siz

kendinizi nasıl anlatırsınız? Geleceğe yönelik ne gibi

planlarınız var?

Ben şöyle bir insanım, böyle bir insanım diye

anlatmak biraz zor. Genel olarak akademik kariyer yapmaya

devam edeceğim, asıl işim o zaten. Bu süreçte mastır

yapıyorsunuz, doktora yapıyorsunuz, bilimsel araştırma

yapıyorsunuz, derse girip çıkıyorsunuz vesaire. Asıl hedefim

zaten akademisyenlikte devam etmek, ilerlemek. Onun

dışında, insanın paylaşmak istediği birtakım fikirler oluyor,

bu köşe yazarlığı da oradan kaynaklanan bir şey. Bazen

kendi kendiniz yazarken ya da konuşmanızın yetmediği

noktalar oluyor. Siz de bu yetmediği için herhalde partide

çalışıyorsunuz. İşte bu yetmediği zaman başka yapılabilecek

şeylerden biri de bir yerde bu fikirleri yazmak elden

geldiğince, başka insanlarla paylaşmak. Sadece aynı arkadaş

grubu içerisinde birbirinize aynı şeyleri anlatmaktan ziyade

fikrinizi paylaşmayan insanlara da özellikle bunları söylemek,

belki bazen hata yapmak, o hatalardan bir şeyler öğrenmek,

böyle bir paylaşma hissiyle yazıyorum yazılarımı. Ama asıl

kariyerim gazeteye yazmak değil, zaten gazeteci de değilim,

haber de yapmıyorum. Başkalarının yaptığı haberleri,

Türkiye’de yayımlanmayan haberleri bazen yurtdışında bulup

buraya getirmek gibi bir isteğim olabiliyor ama kendim

haber yapmıyorum, sadece olanlar üzerinde bazı yorumlar

ya da perspektifler vermeye çalışıyorum.

2. Peki edebiyatla aranız nasıl? Yaptığınız

araştırmaları toplayıp kitap haline getirmeyi düşünüyor

musunuz?

Yok edebiyatta bir ben eksik kalayım. Çok ciddi bir

edebi yeteneğimin olduğunu düşünmüyorum. Olsaydı

yapardım.

3. Eskiden Birgün gazetesinde yazıyordunuz.

Şimdi ise Radikaldesiniz. Radikal’e geçmenizin bir nedeni

var mı?

Birgün hala benim çok sevdiğim ve takdir ettiğim bir

yayın organı. Radikale de zaten Birgün’le bir anlaşmazlığım

olduğu için ya da Birgün’den memnun olmadığım için geçmiş

değilim. Fakat Birgün’de daha ziyade kendiniz gibi düşünen

insanlarla beraber onlara yazıyorsunuz. Bir süre sonra insan

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

RÖPORTAJ: ÖZGÜR MUMCU

Hazırlayanlar: Emel Enderin, Canberk Göçoğlu, Selim Kayan

Page 15: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

14 15

gidip oradaki otellerdeki insanlarla konuşup, böyle bir adam

gördün mü, nereye gitti, ne yaptı, kimlerle görüştü gibi

sorular soruyor. Yani bazen de çok bilgiler almanıza gerek

yok bazı şeyler için. İpuçlarını değerlendirip, bir dedektif

gibi belki olay yerine gitmeniz lazım. Onun haricinde de

babama birçok yerden bilgi geliyordu. Gelen bilgileri veren

de daha ziyade kimse nasıl olsa basmaz, ya da deniyorlardır

bazı yerlerde bastırmak için basılmayınca nasıl olsa Uğur

Mumcu basar diye ona getiriyorlardı. Devlet içerisinde olup

da gidişattan mutsuz olan birçok insan vardır hala. Fakat

kime güvenip, nasıl belge vereceğini pek bilemeyebilir. Ama

daha ziyade içerideki durumun gidişatından memnun olmayan,

her zaman da çok üst düzey insanlar değil, yani hiyerarşik

olarak daha aşağı düzeydeki insanlardan da gelen belgeler

olabiliyordu tabi.

10. Ancak şimdi devlet kurumlarında hiç

görülmemiş müthiş bir kadrolaşma var. Yine de var mıdır

böyle insanlar dersiniz?

Tabi o da olabilir ama o zamanlar için de geçerliydi

bunlar. Bugünkü gibi siyasi iktidar dokuz yıllık bir parti

olmuyordu hep koalisyonlar oluyordu ama yine 80’li yıllara

baktığınızda da iki dönem gelmiş bir ANAP hükümeti vardı.

Yani tek parti hükümeti vardı. Şimdi biraz daha

yoğunlaştığını elbette söyleyebiliriz kadrolaşma açısından

ama o dönemde de çok güllük gülistanlık bir durum yoktu.

Ama işte bugünkü siyasetteki kavganın aktörleri de aynı

değildi tabiki. O zaman cemaat bu kadar kuvvetli değildi.

Bugün başka bir aktör olarak kuvvetli. Ve ordu içerisinde ya

da başka yerlerde tam da ismini koyamadığımız güçlere

sahip. Belgelerin ne kadarını onlar gönderiyor ne kadarı

manipüle edilen belgelerdir bunları inceleyecek insanlara

ihtiyaç var.

11. Uğur Mumcu’nun bir ara Cumhuriyet

gazetesiyle bir anlaşmazlık durumu olmuştu ve ayrılmıştı.

Yazdıklarının engellenmesinden mi kaynaklandı bu durum?

Orada yazdıklarının engellenmesi değildi. Yönetimle

ilgili ve gazetenin ideolojik çizgisine ilişkin bir sorun vardı.

Sorun yazdıklarının sansürlenmesine ilişkin bir sorun değildi.

Gazetenin içinde iki farklı görüş oluşmuştu gazetenin nereye

gitmesinin gerektiği konusunda. Bu da gazetenin yönetim

yapısına ilişkin bazı teknik sorunlara yansımıştı. Oradan çıkan

bir kavgaydı o. Herhangi bir konuda sansür uygulandığından

değildi. Zaten ayrılan ekip gazetenin yöneticileriydi ki niye

sansür koysunlar.

12. Kürt sorunu konusuna geldiğimizde, babanızın

söylemiş olduğu “Kürtler, emperyalistler tarafından,

tamamen, ele geçirilmiştir ve onlar tarafından

kullanılmaktadır.” Sözüne katılıyor musunuz?

Şimdi o cümleyi tabi konuşmanın genel konsepti içinde

değerlendirmek lazım. Bir Kürt hareketi var. Bir Kürt

siyaseti var. Bugüne kadar görmüş oldukları bir takım hak

ihlallerinden ileri gelen, bu siyasetin dayandığı bir takım

haklı talepler de var. Bu sosyolojik bir vakadır ve bunu kabul

eksik ve gizli kalmış bir şey yok.

8. Uğur Mumcu denildiğinde aklımıza gelen ilk şey

araştırmacı gazetecilik. Devletin önemli kurumlarından

belgeler bulabiliyordu. Babanızın yaptıklarını bugünkü

araştırmacı gazetecilikle karşılaştırdığınızda günümüz

araştırmacı gazeteciliğini nasıl görüyorsunuz?

Biraz farklı dönemler ama tabi şu görülüyor: Babamın

yaptığı araştırmacı gazetecilikte bir kere hedefe ulaşma

isteği hep vardı. Yani günü kurtarayım, bugün bir haber

yapayım da geçsin gibi bir şey yoktu. Onu ayırmak lazım.

Bugün de bu şekilde davranan gazeteciler de muhabirler de

elbette var. Ama bir kere hakikaten bu konuda özel bir

yetenek gerekiyor. İkincisi çok ciddi bir çalışma disiplini

gerekiyor. Babam yeri geldiği zaman günde on yedi on sekiz

saat çalışıyordu bir dosya üzerinde. Bir de korkmamak

gerekiyor. Bir de bütün bunları yazabileceğiniz bağımsız bir

mecra olması gerekiyor. O dönemin Cumhuriyet’i bu

özellikleri sağlayan da bir gazeteydi. Dilediğinizi

yazabiliyordunuz. Bir baskı gelmeyeceğini biliyordunuz.

Bütün bu unsurların birleşmesi lazım. Hem kişinin yetenekli

olması lazım, hem de çalışkan olması lazım. Bir de bütün

bunları yaparken oyuna gelmemesi de gerekiyor. Çünkü birisi

size bir belge verir, o belge sahte olabilir, tuzağa

düşebilirsiniz, ya da belge doğru olsa bile sizi başka yere

yönlendiriyor olabilir. Sonuçta gazeteci dediğiniz belge

üreten biri değil. Bir yerlerden belge bulup bunlar arasında

bağlantı ile bir şeye ulaşacak insan. Ama siz, verilen her şeyi

olduğu gibi fotokopi makinası gibi aynen basarsanız, o zaman

siz iyi bir gazeteci değil, iyi bir fotokopi makinası olmuş

oluyorsunuz. Günümüzde bunun örnekleri çok var

Türkiye’de. O yüzden de olaylar arasında örgü kurmadan

daha ziyade belge yığını altında kalıyorsunuz. Yani üzerinize

sayfalarca belgeler döşeniyor. Onun antitezi olan belgeler

öbür taraftan döşeniyor. Biz de hiçbir şeyden anlayamayan

bir takım şapşallar olarak gezmeye başlıyoruz. O açıdan

Türkiye’deki araştırmacı gazetecilikte yapısal bir sorun var

bence. Yani yapısal derken araştırma yapanların

kafalarındaki sistematiği çok oturmuş görmüyorum ve sıkı

takip pek görmüyorum.

9. Aynı zamanda devletin üst kademelerindeki

insanlarla da görüşebiliyordu. Adeta bir ajan gibi çalışıp

buralardan belgeler alabiliyordu.

Yani şöyle bir şey var. Önemli olan büyük insanlarla

temas kurmak değil. Babam hakkında mesela zamanında CIA

ajanı da dediler, KGB ajanı da dediler, MİT ajanı da dediler.

Bütün bunlar beş sene içerisinde oldu. Hepsinin ajanı

dediler. Oysa ajanlık yapmaya gerek yok. Bazı durumlarda

basit dikkatler de ortaya çıkartabilir. Mesela bir NATO

görüşmesinde kiminle olduğunu hatırlamıyorum, adresi nasıl

buldun dediler. Almanya’ya gittim, telefon rehberini açtım

adı duruyordu dedi babam da. Bazen de gidip bakmazlar

bizde. Ya da mesela Ağca hikayesini araştırırken Ağca’nın

Mayorka’da kaldığı bilgisini alınca kış ayında Mayorka’ya

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

Page 16: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

16 17

komuta zinciriyle ne kadar dağıtabilirsiniz, yani Sovyetler

Birliği’nin ilk dönemleri gibi radikal bir şey yapmazsanız nasıl

dağıtacaksınız orası da meçhul. Zaman içerisinde ekonomik

gelişmelerle, toplumsal gelişmelerle kendi kendine

çözülmesini mi bekleyeceksiniz, yoksa bir toprak reformuna

mı gideceksiniz? Toprak reformuna giderseniz dağılmış,

küçük mülkiyetlere bölünmüş topraklardaki köylüler ne kadar

ayakta durabilecek? Bunlar ne şekilde bir araya gelecek?

Kooperatifler mi düzenleyecekler? Bunun altyapısı nasıl

olacak? Ülkenin diğer bölgelerine nasıl yansıyacak? İktisadi

çözümlerin de diğer bölgelerle beraber ele alırsak bir takım

karışıklıklar var. Ama tabi ki yatırım yapılması lazım, iktisadi

sorunun da çözülmesi lazım. Bunun dışında etnik talep

dediğiniz şeyler de bütün Dünya’da tartışılan ve kimsenin

tam cevabını bulamadığı sorular olmakla beraber bazı

konularda üç aşağı beş yukarı ne olduğunun bir takım

standartları oluşuyor gibi. Dil konusunda en azından. Mesela

Kürtçe resmi dil mi olacak Türkçe’nin yanında hikayesine

baktığımızda, Dünya’nın çok az yerinde zaten böyle bir

uygulama görüyoruz. Ancak ana dilde eğitimde mesela.

Kürtçe seçmeli ders mi olacak yani Türkçe’nin yanında mı

öğretilecek Fransızca, İngilizce gibi, yoksa bazı dersler

tamamen mi Kürtçe yapılacak? Bunların ben tartışılması

gerektiğini düşünüyorum. Net bir cevabım yok çünkü

hakikaten ben de bilmiyorum. Yani mastır tezim konusunda

bir ara araştırdığımda bin tane sorun ve bin tane çözüm

olduğunu gördüm bu konuda. Önemli olan tartışılmaya

başlanması. Ama bunun iktisadi taraflarının güçlendirilmesi

gerekiyor. Yani birisini yapıp diğerinden vazgeçmek zorunda

değiliz, onu demek istiyorum.

14. Anadilde eğitim talebinde derslerin tamamen

Kürtçe olmasını isteyen bir kesim var. Peki bunun

derslere uygulanması nasıl olabilir? Kürtçe bir bilim dili

olarak kullanılmıyor sonuçta.

Valla bu konuda Kürtçe’yi savunan taraf, Kürtçe fizik

dersi verilebilir diyebilir. Bunun için çalışmalar yapar.

Enstitüler kurar. Ya da bir özel okulda pilot uygulama olarak

denersiniz, olup olmadığına bakılır. Bir de uygulamada o

okullara kaç kişi gideceğine bakmak lazım. Belki yalnız

hakkının olması rahat ettirecek o insanları ancak hiç kimse

çocuğunu o okullara yollamayacak. TRT Şeş çok izlenmiyor

sanırım ama Roj TV çok izleniyor mesela Güneydoğu’da. Ama

Fransa’da kurulmuş olan azınlık dillerinin eğitimini veren

okullara çok fazla öğrenci gitmiyor mesela. İnsanlar daha

çok çocuklarının istikbalini düşünüp hangi okulda topluma ve

dünyaya daha fazla entegre olur diye düşünüyor. Ama bunları

da tam olarak bilemiyoruz. Hepsini tartışmak gerekiyor.

Bunları tartışmaktan korkmamalıyız. Ya da bunu söylersem

şuna mı alet oluyorum buna mı alet oluyorum diye korkmamak

lazım. Çünkü asıl bunu dersek birilerine alet olmaya başlarız.

etmek gerekir. Yani bunu kabul etmek gerekir derken eylem

tarzlarını kabul etmek gerekir anlamında söylemiyorum.

Ancak belli sıkıntılar olduğu ortada. Kürt halkını temsil

ettiği iddiasında olan ya da belki de aldıkları oy oranlarıyla

Kürt halkını temsil ettiğini söylediğimiz hareketlerin zaman

zaman emperyalist kuvvetlerle ya da yabancı kuvvetlerle

işbirliğinde bulunması vakası vardır. Bunun zaten tersi de

söylenemez. Burada siyasi ve askeri bir kavga verilirken iki

taraf da aslında dışarıdan kuvvetlerle işbirliğinde bulunuyor.

Baktığınız zaman bir kısım insan da işte Türkiye

Cumhuriyeti Amerika Birleşik Devletleri’yle istihbarat

paylaşımı yapıyor bize karşı savaşırken, asıl onlar

emperyalisttir diyebilir oradan bakarsanız. Türkiye

tarafından bakarsanız Kuzey Irak’ta Amerika Birleşik

Devletleri bağımsız bir Kürt varlığı kurmak istiyor, PKK da

onun oyuncağıdır ve onun talimatlarıyla hareket etmektedir

de diyebilirsiniz. Bu biraz nereden baktığınızla ilgili bir şey.

Ancak Kürt hareketinin de zaman zaman Amerika Birleşik

Devletleri ile özellikle sıkı bağlantıları olduğu, daha

sonradan Apo’nun yakalanması zamanında Rusya’yla bir

bağlantıları olduğu, Yunanistan’daki kamplarda eğitildiği hep

bilinen vakalar zaten. Bu görüşe katılmamak mümkün değil.

Ama bu, söylediğim gibi sosyolojik olarak veya hukuki

olarak bir takım taleplerinin hepsinin haksız olduğu anlamına

gelmez. Ortadoğu gibi bir coğrafyada yabancılar tarafından

kullanılma ya da yabancılarla işbirliği içinde olma gibi

dengeler çok karışık özellikle. Ama buna saf romantik bir

halk hareketi olarak bakmak da saflık olur. Bu hiçbir

yabancı devletle teması olmayan, sadece bir takım özgürlük

savaşçılarının kendi halklarıyla yaptığı bir hareket değildir.

Tabi ki bir takım yerlerden silah alacak. Diğer devletlerin

terör örgütüne yardım etmesi konusuna geldiğimizde, bu

bütün devletlerin yaptığı bir şeydir. Yani bir devletin

içerisinde böyle bir hastalık yaratabilecek bir örgüt varsa,

bunu diğer bütün devletler koz olarak kullanırlar. Zamanında

İngiltere’ye karşı Amerika Birleşik Devletleri IRA’yı da

kullandı ki gayet yakın müttefiklerdir bunlar. Türkiye

mesela Çeçenleri destekledi Rusya’ya karşı. Bunlar daha çok

devletlerarası olan ve berbat olmakla beraber çok da

şaşırılmaması gereken durumlar. Mesela Yunanistan’ın

Türkiye’yle papaz olduğu dönemlerde PKK’yı desteklememesi

için hiç bir sebep yok.

13. Peki Kürt sorununun çözümü noktasında bugün

izlenen siyaseti ne kadar doğru buluyorsunuz? O

bölgedeki yoksul insanların ekonomik özgürlüklerini

kazandırmaktan ziyade, sadece etnik temelden gidilen

bir çözüm yolu doğru mudur?

Valla Kürt sorunu konusunda herhangi birisinin

aklında hazır bir çözümü olduğunu düşünmüyorum. Ben

ikisinin beraber ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Birbirinden ayırmaya gerek yok. Evet, iktisadi bir sorun var

orada. Ama yoksulluk Türkiye’nin birçok bölgesinde de var.

Onun dışında bir feodal durum var ama feodaliteyi emir

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

Page 17: EMEK Sayı 6

EMEK EMEK

16 17

ww

w.ch

pb

esiktasgenclik.o

rg EMEK

YARADILIŞIN SOL YANI Burhan SARAL

İnsan doğasının bir gereği olarak düşünüyorum ya

ben sol düşünceyi, bilmiyorum sizler ne düşünürsünüz. Ama bu

yazı da elimden geldiğince, kalemim döndüğünce fikirlerimi

sunmaya çalışacağım. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama

kendinizden bir şeyler bulacağınıza eminim..

Çünkü ben dünyayı beraber özgürleştirebileceğimize

inananlardanım. Beraber farklılaştırabileceğimizi

düşünenlerdenim. Birbirimizi anlamadan ilerleyemeyeceğimiz

kanısındayım. Tartışabildikçe büyüyeceğimize inanıyorum.

Yaradılışın sol yanı ne demek peki?

Siyasi anlam bir yana dursun hayatın her yerinde

içinizdeki özgürlükçü , eşitlikçi adam demek. Bazı insanlar

ülkemizde çok farklı algılasalarda sol düşünceyi, aslında

hepsinde oldukça fazla sol görüş var. Bir insanın tamamen

tepeden tırnağa aynı ideolojik kavramı savunup ona uygun

yaşamasının çok zor olduğu kanısındayım. İnsanların hayatta

her alanda farklı düşünceleri olur. Evrensel ideolojik

kavramlar aslında çoğu insanın üstüne tam manasıyla

oturamaz. Yani bir insan asla tepeden tırnağa sosyalist,

komünist, liberal ya da muhafazakar olamaz. Hayatın her

alanında farklı bir düşüncesi ve bunu kimi zaman destekleyen

ya da desteklemeyen bir eylemi vardır. Bir insan, ailevi

konularda muhafazakar, ekonomik konularda liberal, eğitim,

barınma, yemek gibi temel ihtiyaçlarda sosyalist bir

düşünceye sahip olabilir. İlk bakışta saçma gibi gelse de bu

görüş , aslında çoğumuz böyleyiz. Yani hiçbirimiz tepeden

tırnağa bir şey değiliz. Bütün düşünceleri çeşit çeşit

kıyafetler gibi düşünürsek eğer, işte hepimiz aslında çeşit

çeşit giyiniyoruz. Sosyalizmin kazağını, liberalizmin

pantolonunu, muhafazakarlığın gömleğini geçiriveriyoruz

üstümüze. Zaman ekseninde yavaş yavaş değişiyoruz. Gün

geliyor, önceden giydiklerimizi şimdi beğenmiyoruz, rafa

kaldırıyoruz. Gün geliyor, yeni bir tanesine sarılıyoruz. Ama

günü geldiğinde onu da bırakıyoruz.

Örneğin hepimiz özgürlüklerden yanayız. Hepimiz

özgürlükleri savunuyoruz. Bugün bir sosyalist, özgürlüklere

sonuna kadar sahip çıkıyor. Ama sosyal hayattaki özgürlüğün

savunma mekanizması aynı zamanda siyasal liberalizme de

dayanıyor. Ama bu özgürleşme insan algısıyla birleşince

başkasının özgürlüğünü elinden alabilecek kadar tehlikeli bir

özgürleşmeye varabiliyor. Sosyal liberalizmi benimsemiş

insanlar ise örneğin eğitim gibi temel hak ve ihtiyaçlarda

eşitliğe sahip çıkabiliyorlar. Durumu olmayan bir ailenin

çocuğunu okutarak, ona yardımcı olarak önüne bir fırsat kapısı

aralıyorlar. Her ne kadar bu durum fırsat eşitliği olsa da yani

hayatın kuralları herkes için geçerliyken hayat herkes için

adil olmasa da liberal düşünce de eşitliğe sahip çıkmaya

çalışabiliyor.

Kısacası biz hayatın neresine koyarsak koyalım

kendimizi, ne kadar şu görüşü savunuyoruz dersek diyelim,

hayat söylemle değil eylemle yürüyor. Yani bizi eylemlerimiz

şu’cu, ya da bu’cu yapıyor. Ama eylemlerimiz hiçbir zaman bir

kalıba tamamen uyamıyor. Tek bir etiket yapıştırmaya

çalışsak bile üstümüze, aslında üzerimizde tek bir etiket

durmuyor.

İnsan yapısı gereği çelişkilerle dolu, hayatımızda bu

kadar çelişki varken tek bir kalıp olmamız mümkün mü?

Mesela kendimiz için istediğimiz özgürlükleri, bazen başkaları

için isteyemiyoruz. Kendimize sonuna kadar demokrat

olabiliyor, bizim gibi düşünmeyenlere en ufak bir hoşgörü bile

göstermeyebiliyoruz. Kısacası bencilliklerden ötürü,

çelişkilerle yaşıyoruz.

İşte bu bencillikleri kaldırabilmenin odağı sol

düşünce. Elimizi ona uzatabildiğimiz zaman, kendimiz gibi

olmayanlara da uzatabileceğiz. Bizler tamamen

benimseyemesek bile, çocuklarımız öyle doğacaklar. Çünkü

gelişen dünya, çoğunluğu azınlığın emri altına sokmaya devam

ettikçe, yoksullaşan çoğunluk azınlık için yaşadıkça, bütün

düzen zalimleşen bir sömürü üzerine kuruldukça, çocuklarımız

savundukları düşüncelerin adını bilseler de bilmeseler de

uzatacaklar ellerini sol düşünceye. Onunla tokalaşacaklar, onu

anlayacaklar. Belki o zaman daha net koyacaklar

düşüncelerinin adını. Belki o zaman şimdi olduğu gibi solcu

düşünüp, sağcı hareket etmeyecekler. Çünkü büyüklerinin

sonu olacak olan, bu söylem ve eylem farkının kendilerinin

sonu olmasına izin vermeyecekler.

Evet, böyle devam edebilirse eğer bu sömürü düzeni

bir “son” gelecek. Aynı zamanda yeni bir başlangıç. Yani bizim

değiştiremediğimiz dünya, zorunlu bir yeniden başlama

sürecine girecek. Birbirimizi anlamadan devam edersek,

söylediklerimizle çelişirsek, kendimiz için istediklerimizi

başkaları için isteyemezsek, bencil olmaya devam edersek,

yoksullaştıkça büyük bir çelişkiyle zenginin hakkını

savunursak, yanlışı yapan kim olursa olsun “dur!” diyemezsek,

farklılıkları algılayamaz onlarla yaşayamazsak, her şeyi kısır

bir siyaset döngüsü içinde görürsek, dürüstlüğümüzden ödün

verirsek, “çalıyor ama bize de veriyor!” anlayışıyla yaşarsak,

balık tutmayı öğrenmek yerine hazırı beklersek, o hazıra bir

gün dağ dayanmayacak ve her şey yıkılıp yeniden kurulacak.

Büyük çelişkilerimizi en iyi Sartre özetlemiştir, der

ki Jean Paul Sartre;

“Bir işçiysem, sosyalist olmayı değil de, bir hıristiyan

sendikasına girmeyi seçersem, bununla şunu belirtmiş olurum:

"İnsana düşen alınyazısına katlanmaktır; tevekküldür, boyun

eğmektir. Çünkü bu dünyada saltanat yok insan için. Gel

gelelim bu hareketimle, bu seçişimle yalnızca kendimi

bağlamış olmakla kalmam, herkes adına tevekkülü salık

vermekle, bütün insanlığı da bağlamış olurum.”

O yüzden, bir işçiyken, bize verilene razı olmak yerine, kendi

haklarımızı savunabiliriz. Kalbimizdeki inancımızı birilerinin

sömürüp, onları dünyevi meselelere katmasına engel olup,

onların oyununa gelmeyebiliriz. Bizi hassas olduğumuz

noktalardan vurmalarını engelleyebiliriz. Siyasetin üstünde

kalan, sosyal hayatın üstünde kalan bir meseleyi, başkalarının

çıkarları için kullanmasını engelleyebiliriz. Hassasiyetlerimizin

kullanılmasını engelleyebilirsek, işte o zaman çelişkilerimizi

bitiririz.”

Page 18: EMEK Sayı 6

18

EMEK

“İSMET İNÖNÜ’YÜ ANDIK”

Cumhuriyetimizin kurucularından, Kurtuluş Savaşında Batı

Cephesi Komutanlarından, ikinci Cumhurbaşkanımız ve partimizin ikinci

genel başkanı değerli asker ve siyaset adamı Mustafa İsmet İnönü’yü

ölümünün 38. yılında Maçka İnönü Parkında saygı ve minnetle andık.

Anma etklinliğimize genel başkan yardımcımız,milletvekillerimiz,il

sekreteremiz ve ilçe örgütümüz ve beşiktaş belediye başkanımız katıldı.

Hükümet tarafından İsmet İnönü’yü karalama kampanyalarının

düzenlendiği şu günlerde ülkemiz için gösterdiği fedakarlıkların

bilincinde olup, onun fikirlerine her zaman sahip çıkacağız!

ETKİNLİKLERİMİZ “ADALET VE DEMOKRASİ 1000 GÜNDÜR TUTUKLU”

Tutuklu milletvekilimiz, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa

BALBAY’ın tutukluluğunun 1000. gününde bir bildiri yayınlayarak Beşiktaş

halkını bu konuda hassasiyete çağırdık. “Adalet ve Demokrasi 1000 Gündür

Tutuklu” pankartımızın altında, Sinanpaşa Meydanı’nda kurduğumuz standla

halkımızın yazdığı mektupları Silivri Cezaevi’ne gönderdik. Halkımızın

yoğun ilgi gösterdiği bildiri dağıtımı ve mektup yazma etkinliğimizde,

Beşiktaş Halkı’nı iktidarın baskıcı politikalarına karşı direnmeye çağırdık.

“KAMPÜSLERİMİZİ HEP BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞTİRECEĞİZ”

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “Starbucks’ta şenlik

var” adı altında gerçekleştirmiş olduğu Starbucks işgalini

desteğe gittik. Kampüs içinde kapitalist şirketlerin yer

almasına karşı çıkan ve kampüs içindeki mekanların

öğrencilerin yararına kullanılmasını savunan arkadaşlarımızı

haklı davalarında yalnız bırakmadık. Büyük bir dayanışma

örneği olan Starbucks direnişi, günümüz gençliğine ders olacak

nitelikte. Kamu alanı sayılan Devlet Üniversitesi arazilerini

emperyalist uluslar arası şirketlere peşkeş çeken AKP zihniyeti,

Üniversiteleri bilim yuvası olmaktan hızla ticarethaneye doğru

çevirmektedir.

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

www.chpbesiktasgenclik.org EMEK

Page 19: EMEK Sayı 6

18

Page 20: EMEK Sayı 6

İLETİŞİM BİLGİLERİ

Telefon Numaraları

0212-261 11 41

0212-227 63 26

www.chpbesiktasgenclik.org

E-posta: [email protected]

www.facebook.com/chpbesiktasgenclikorgutu

www.twitter.com/chpbesiktasgenc

Adres: Hasfırın Cadesi Vidin İş Merkezi No:65/33

Sinanpaşa BEŞİKTAŞ