emeĞİn sanati e-dergİ sayi:152

60
Yalanın ve Baskının Egemen Olduğu Bir Toplumda Gerçeği Haykırmak, DEVRİMCİ BİR EYLEMDİR! Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı: 152 Ocak 2014 A. KARABAĞ A. UĞUR OLGAR ADNAN DURMAZ ASIM GÖNEN BASRİ EĞİLMEZ BEKİR KOÇAK ERCAN CENGİZ ERDEN ERDEMER HALDUN HAKMAN HAMZA İNCE İRFAN SARİ MURAT ÖZGÖL MUSA SU N. YALÇINKAYA NECİP TIRPAN NİSA LEYLA ÖZER GENÇ TAN DOĞAN TURGAY ULU YAVUZ AKÖZEL ALİ ZİYA ÇAMUR EMEK VERENLER

Upload: emeginsanatidergisi

Post on 30-Mar-2016

284 views

Category:

Documents


13 download

DESCRIPTION

01.01.2013

TRANSCRIPT

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Yalanın ve Baskının Egemen Olduğu Bir Toplumda

Gerçeği Haykırmak,

DEVRİMCİ BİR EYLEMDİR!

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı: 152 Ocak 2014

A. KARABAĞA. UĞUR OLGARADNAN DURMAZASIM GÖNENBASRİ EĞİLMEZBEKİR KOÇAKERCAN CENGİZERDEN ERDEMERHALDUN HAKMANHAMZA İNCEİRFAN SARİMURAT ÖZGÖLMUSA SUN. YALÇINKAYANECİP TIRPANNİSA LEYLAÖZER GENÇTAN DOĞANTURGAY ULUYAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

EMEK VERENLER

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Merhaba,Geçen buluşmamızdan bu yana ne sular aktıköprünün altından. Faşist AKP, halkın,öğrencilerin, gazetecilerin, eğitimcilerin vesanatçıların üzerinde baskı fırtınası estirmeyedevam ederken, kendi içlerindeki yolsuzlukfırtınalarıyla epey sarsıldılar..

Cemaat eliyle koparılan fırtına karşısaındaiktidar, arsızlık ve yüzsüzlük zırhına bürünü-verdiler. Nasreddin Hoca’nin dediği gibi,“Hırsızın hiç mi suçu yok?” sorunun yanıtlarıhavada kaldı. Yolsuzluk operasyonunboyutlarını elbette yazılı ve sözlü basındanizliyorsunuz. Biliyoruz ki, adı cumhuriyetolan, ama gerçekte, faşist zorbalık olandüzenlerin dayandıkları kaynaklar “aşağıdacehalet, yukarıda hırs”tır.”

Bu konuya ait değinmemizi Ali Suavi’nin şusözleriyle bitirelim:

“Ey adalet isteyenler! Sümüklü böcekgibi başınızı saklayarak gezmekisterseniz, hiçbir zaman zalimler sizebaş çıkartmayacaktır.”

Bu koşullar içinde, gereksindiğimiz sanat,gerçekliği yansıtırken, onu etkileyen vedeğiştiren, geniş halk kitlelerinin yaşamkoşullarını düzeltmeyi amaç edinen birsanattır. Hâlâ sanatla politikanın bir aradaolmasından ürperenlerin istediği karanlık,kapalı, içbükey sanat; bu zulüm ve vurgundüzenine müdahale etmek yerine seyircikalmayı tercih eden küçük burjuvalarınsanatıdır. Rahat, tehlikesiz ortamlarda enönde görürsünüz onları; ama sıra halklabirlikte barikatlerde dövüşmeye gelince, sıcakve konforlu atölye ve ofislerinde eylemidışardan seyretmeyi tercih ederler....

Gerçek sanatçı; insancı olacak, savaşçıolacak, halkların büyük mutluluğu içindekio kendi sıcak duygu ve mutluluğunu dilegetirecek, konuşamayanlar adına konuşa-cak, ve hep saygılı kalacağı kişioğlunun oevrensel özünü yansıtacaktır kendi özüaracılığıyla... Bir anlamda, insanların top-lumsal ve özsel duyarlıklarını keskinleş-tirecektir...

Sanat her zaman özgürlüğe çıkıştır; baskıile doğabilecek bir dehşetten, birumutsuzluktan; bir kinden, bir aşktankurtulmaktır. Aslında anlatmak istediğimiz,sanatçının salt tanıklığı değildir, sanatçıyaşadığı çağın bilincidir de...

Bizim karşısında olduğumuz sanatı TurgayUlu arkadaşın saptamasıyla belirtelim:

“Sermaye sisteminin oluşturduğuestetik ölçek içinde yer alansanatçılar; sorunlu, bunalımlı,hastalıklı, aşksız, tutkusuz, idealsiz,bireyci, zavallı, açgözlü insan tipiyetiştiren bir kültürel zemininoluşmasını sağlamaktadırlar.”

Bu oluşumu önleme konusundasorumluluğumuzu da yine Turgay Ulu’nunsaptamasıyla verelim:

“Israrlı, süreklileşmiş ve güven verenbir kültür-sanat faaliyeti zamanlaökçek olarak kabul edilen birmevziiye dönüşebilir. Başka türlüsermaye sisteminin oluşturduğuestetik ölçek kırılıp aşılamaz.”

Emeğin Sanatı’ndan 152. Merhaba

Ali Ziya Çamur

Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Savun çiçek taçlarının bittiği yeri,Paylaş düşmansı geceleriNöbet tut şafağın devri içinİçine çek yıldızlı tepeleriVe savun ağacı,Dünyanın tam ortasındaBüyüyen ağacı.

Pablo Neruda

Böyle diyordu Neruda. Türkiye halkı yeryüzünün ortasında, üç denizin birleştiği bu sonsuz topraklarda büyüyen o ağacıve yurdunun onurunu yaz boyunca savundu, savunuyor. Şiirin özgürlük ülküsünü bu halk direnişi, iktidarlara yenidengösterdi. Yeniden gördük ki halkın yüreği ve şairlerin sözcükleri ateşböcekleri gibi ışıyıp duracak yılgınlığa karşı. Onlarınışıklarıyla sağaltacağız yaralarımızı. Onların küçük, umutlu ateşleriyle aydınlatacağız yolumuzu.

İyi gününde dahada yüreklenmemiş, kötü gününde şiirle ayağa kalkmamış kim var ki?

Şiir de ansızın sokağa çıktı. Gençleri ayağa kaldırmak, düşkünü yaşama çağırmak için. Şaşırdık mı? Hayır. Bir yerlerdeçoban ateşleri, karpitler gibi, orada, uzaklarda şiirin kıvılcımları parlayıp sönüyordu nicedir. Şimdi daha yakındalar.Sokaklara, bulvarlara, parklara günlerce şiir yağdı.

Gençler şiir okudular. Ağaçlar şiir açtı. Bunun için kara, paslı bir duvara “Gezi’den başladı, tüm sokaklara şiir egemenolacak.” yazmıştı çocuklar. Başka bir duvarda başka bir söz de bu çağrıyı yineliyordu: “Şiir sokakta.” Haklıydılar çünküPablo Neruda, Yannis Ritsos, Ömer Hayyam, Neyzen Tevfik, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Edip Cansever, Ece Ayhan, CanYücel de dizeleriyle onlarlaydı.

Türkiye halkı, iktidarların, inançların, yasaların ellerinden almalıyız yıpranan, küçümsenen, yok edilen dili diyerek alanlaraindi. Kendi dilini, yepyeni bir direniş diliyle biledi. Aşağılayan kaba, yıkıcı, zehirli iktidar diline karşı şiiri yeniden buldu.Özgürlüğünü şiirle yeniden aradı. Şiir; bankaların, borsaların, iri hantal banknotların, küfrün ve kutsanmış kötülüklerinbataklığından ruhlarımıza geri döndü. .

Direniş, yalnız Gezi Parkı’nda mıydı? Şiirle direniş, dünyanın her yerinde şairleri eyleme geçirdi. Bu eylemlerden biri deDünya Şiir Hareketi’nin direnişe mektup-şiiriyle selamıydı. Dünyanın dört köşesinde şiirle düşünen, şiirin ve insanınsorunlarına eğilen Şiir Hareketi, Gezi eylemine de kulak verdi. Direnen Türkiye halkını selamladı. Bu selam, şiirin evrenselkardeşliği içindi. Şimdi bu şiir eylemiyle biz Türkiyeli şairler de dünya şairlerini, kardeşlerimizi ve zulme direnen halkımızıselamlıyoruz.

Şiir buradadır, şiir kalplerimizin gölgeleri kadar yakındır bize. Ona bağlılığı istemeliyiz. Boyun eğiş, şiirin ve insanınözgürlüğünedir yalnızca. En korkunç toplu öldürmelerden, yaprağın ürpertisinden, önemsiz savsözlerden, duyulmazçığlıklardan, karıncaların gürültüsünden de yazılır şiir. Zaferi ve direnci bilir.

Emeğin, aşkın ve yeryüzünün ortasında büyüyen o ağacın yemişleri ancak şiirle tatlanabilir. Tel örgülerden,yığınaklardan, savaşlardan ve yersiz barışlardan, devletlerin, dinlerin bize taş iskeletler kadar uzak tanrılarından,sınırlarından kurtulduğumuzda şiir yeryüzünden bir daha çekilmemek üzere yüreklerimize gelipyerleşecektir.

Bu inanç diri tutuyor bizi. Sonsuzluktur çünkü şiir. Ve biz şairler bunun için yazıyoruz kılıçların, sözcüklerin ve kanıngölgesi altında....

TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI(Sanat Cephesi Dergisine Açıklama’dan)

BU SAYININ SAVSÖZÜ

3

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

KERPİCİ KANLA KARILI HAYAT EY… / Adnan DURMAZ

ığralanır ağır ağır başaklarhuşu ve aşkyapraklar yel sarhoşudevran böyle sonunda sararıp kül olmak varacı demlenir geceyi sarmış esraryalnızlığın kilimine köskenmişkırk yerinden yamalı ömrümle söyleşiriz

tarlalar karınca sürüsü ırgatzındanlar umut ve ışıktarihi katmış önüne karanlık katar katarezilen halklar görmüş gecede akan bulutlarzamanlar aşıp gelmiş kadim bir ahgah esrik bir kudümle söyleşiriz

bin isyanın ateşini kalbinde saklarbozkırdırgah kırık bir bağlamagömleğimiz ayrılıktan biçilmiş

mekânımız yoksulluktan seçilmişçiçeğimiz boz kangalın al gülüözlemler savrulur toz burgaçlardagece derin dipsiz kuyuzemherimiz azrailler baskınıyine de unutmadıksevdalara kelle koymayıadına yaşamak derlerkara yazgıkötü kaderkem talihhayat dedikleri kaç ömür çözümsüzsayısız kördüğümle eyleşiriz

atın beni daha ıssız daha ıssız nereyseçorakları binbir renkli kilim yapan el benimatın beni atın ulan zındanlardan öteyedarağacı dallarında kanla açan gül benimalışığım ıssızlara dönüşsüz ayrılıklara

FOTO: ADNAN DURMAZ

4

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

altı okka çatal yürek bin yaraher yaradan sevda akan bir ırakkurşun geçirmeyen bir kara sevdayıldızlar diken tarlasıtezekten bulutlarlakesekten hayatlarlaah ile zarlakan çığlıklarlasöyleşir inleşirizinleşir söyleşirizdoğandan ölene dek cebelleşiriz

kaç dönümlük koskoca gökgalaksiler gezegenlerkara toprakta zerrelersonsuz ahenkle seyrederevren onunla dansederbizim buralara yol düşürmediayaklar altında çiğnenen halkların oymağınazulum saraylarında tüm inceliklerdenizler,ırmaklar,mehtab ve şarapAivazovsky ,mozart,van gogh,da vinciSanat kültür bilim hep onlar içingümüş çatal altun tabak tumturakve billur kadehlere doldurarakbenim yaptığım saraylarda için lan içinkanımı canımı terimi içinbizseilk insandan bu yana zalımla güreşirizzulumla söyleşiriz

ey yarenler ey yoldaşlarbir yanımız bedreddinbir yanımız üç fidandır darağacındamilyonlar milyonlar bomba sağnaklarındaırak afganistan kara afrikakatledilen kim varsa kapı komşumuzve dahi mandela, kardeş guavaradirenmek diklenmek zuluma cellat olmakdünya denen bu zındandaen büyük sevdatutsak yaşamaktan ölümle söyleşiriz

ADNAN DURMAZ

AKŞAM OLUNCA.....

Çekersin kılıçları karanlık çökendeÇarpışır yalnızlığın gün ağarana dekHele serde varsa şairlikGömsen de sancılarına bir büyükTutmaz dikiş hep yenilirsin

Yenilgin su taşır bazenYakamoz ışıklarında kamaşan gözlerineBereket hazırdır bir sonraki akşamaDuymaz leylim vefasızın kızıNe de dost bildiklerin

Bir nara çekesin gelir, dar sokaklaraYol vermez ak sakalınVe geçmişe restinYaklaşan geceye bilersin kılıcınıYeniden çarpışmaya

HAMZA İNCE5

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

aramak en yorgun yerimdiyitirmek en saf yerimve ağzında pitonlarınbir sahipsiz iniltiydi emeğimüretenin leylasıydı üretilenve yüzünde haram ehlininbir esaret lalesiydi sevgilim

ben ki üretendim leyla ki üretilensevmek en sıcak yerimdi sevilmek en serinkaptı leylayı bir alıcı kuşben ayrılığın keskisinde yalınayak gezdimenkazında kaldım çalınmış gülücüklerinüreten mecnundu üretilen leylaben yitirdikçe o bulduğuydu çöllerin

onu padalyaların renklerinde aradımenkazında aradım depremlerinbalı gidip peteği burda kalanınresmini ateşteki güllelere çizdim bir akşam güneşinin uzaklığında kaldı gözlerimacının ilacı mı olurmuş baka baka ağlamak

arananın yerinde yellerin estiğivitrinleri mi süslermiş emeğim

aşkın tezgahına gerdim duygularımıkavuşmayı nakış nakış işledimşekillerini işledim hasretlerinbenim hünerimdi gökdelenlerben gökdelenlerin hüneriydimaşkın ipeğiyle ördüğüm halılarbana iğnesini batırdı vitrinlerinesti bir gam yeligökyüzünü acıya boyayanbulutlarda kanadı gözlerim

ben yar dedikçe karanfil koktu dağlarben yar dedikçe sunalar uçtu yuvamdansunalar ey sunalaryüzü esir kampıydı asalağın yarin talan edildiğiben yar dedikçe ayrılığı uzadı yollar

ASIM GÖNEN

ÇALINMIŞ GÜLÜCÜKLER ENKAZI

GÖRSEL ÇALIŞMA : ADNAN DURMAZ

6

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Tan Doğano ğ l u m

7

“Haluk Babam”a 18 yaş hediyesi

iyi huylum bahar yüzlüm beyaz kaplanım

aklı-fikri oyunda cancağızımakıllı-yararlı ve bir küçücük köpeğe

sevdalımarkadaşım kardeşim

şair-filozof kanımdünüm günüm yarınım

şapkamdan kokumugözlüğümden emeğimi

ellerimden sevgimiderdimi-sevincimi

bir bakışımdan anlayanım

“Haluk Babam”: sırdaşım yoldaşım dostum

dünya’da tek tohumum: o ğ l u m

04 aralık 2013 / hurma-antalya

RESİM: ATANUR DOĞAN

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

MENDİL SEN KOKUYORDU… Necmettin Yalçınkaya

Sarı Mercedes toprak yollarda, sarsıla sarsılailerliyor, bir yaprak gibi sallanıyor, çukurlaradalıp çıkıyor, yoluna devam ediyordu yine de.Sürücüsü hâlinden memnun görünüyordu,altındaki pahalı arabanın çukurlara dalıpçıkmasından hiç şikâyet etmiyor gibiydi.Dudağında kederli bir türkü tutturmuş, keyiflesöylüyordu...

“Baba! Duyuyor musun bizi? Sana söylü-yoruz!“ diye bağıran, arka koltukta oturançocuklarını duymuyor gibiydi. “Bari susmu-yorsan değiştir, bir başka türkü çığır.“

Baba ön camı yarılamış, dışarıdaki temizhavayı ciğerlerine soluyor, kokluyor ‘’Oh be!“diyordu. “İşte gerçek yaşam bu!“

Epey yol aldıktan sonra araba bir yolkenarında, gürül gürül akan bir köyçeşmesinin önünde durdu. Araçtan önce biri

erkek ikisi kız olmak olmak üzere üç çocuk indi.Onları anneleri izledi. En son sürücüsü indi, inerinmez de doğruca çeşmeye seğirtti, herkesinbakışları arasında, başını gürül gürül akansuyun altına soktu. “Halil” diye bağırdı karısı.“Şaşırdın mı sen? Nedir o çocukça yaptığınöyle?”

Halil oralı bile olmadı, duymazdan geldi karısını.Karısına inat edercesine, başını bir kez dahasoktu soğuk suyun altına, bir güzel ıslattı.Başındaki sular aşağılara kadar taştı, ütülü,pahalı gömleğini ıslattı. Babasının bu çocuksuhâlini gören çocuklar kendi aralarındagülüşmeye başladı. Küçük kız Side babasınaöykündü, çeşmeye koştu, başını çeşmeden akanbuz gibi soğuk suyun altına soktu, tümvücudunu ıslattı neredeyse. Üşüdü, içi titredi.Gülüşmeler çoğaldı, baklava börek tadında...Çeşmenin kurnasına bir ip yardımıylabağlanmış, alüminyum kupadan bolca suyu

8

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

kana kana içtiler. Çocuklar önceleri kupayısağlığa uygun görmeseler de, çaresizcekabullendiler... Hava çok sıcak ve yakıcıydı. Susoğuktu, içimi tatlıydı ve midede şişkinlikyapmıyordu. Özlemişti Halil... Özlenmişti su...Tamı tamına on yedi yıl geçmişti, bu çeşmeninsuyundan içmeyeli, tadılmayalı bu sudan…

Halil bu toprakları bırakıp gideli, bir daha dageriye dön(e)memişti. Dalıp gitti, on yedi yılöncesine… Bir sabaha karşıydı, tan yeriağarmamıştı daha, ama köyleri Jandarmatarafından basılmış, dört bir yanı ablukayaalınmıştı. O zamanlar on dokuz yaşlarında varyoktu. Jandarmanın ablukası altındaki köyden,anası bir yolunu bulup onu gizlice köyün dışınaçıkartmış, kaçmasına yardımcı olmuştu. O dakendisi gibi aynı “kaderi” paylaşan yoldaşlarıylayurtdışına çıkmış, önce mülteci olmuş, ardındanbelirsizlik içinde beklemiş, aylarca hatta yıllarcabocalamış ve çok acıları tatmıştı… Gözününönüne her getirdiğinde yaşadıklarını, içi eziliyor,yüreği burkuluyordu. Her şeyin özlemini,hasretini çekti yıllarca. Özlemleri koca bir denizoldu, hasretleri içinde taşıdı, onları bir çığ gibibüyüttü. Yine de sert esen rüzgârlara karşıdirendi, aşındırmadı yüreğini. Kendi deyimiyle“insanlıktan çıkmadım daha” diyordu. Zamankağnı gıcırtısı gibi yavaş da olsa geçiyordu.Geçerken insanların da çok şeylerini alıpgötürüyordu beraberinde. Halil zor geçen yıllarınardından, mülteci olduğu ülkenin vatandaşı oldusonunda. Vatandaş olunca da kendi anavatanınakorkusuzca girme şansını yakalamıştı kendinde.Yakaladığı bu şansı sonuna kadar kullanmakistiyordu. Sonucu nereye varacaksa, ne pahasınaolacaksa da deneyecekti...

Ülkesinde tanıdık bir avukat arkadaşını aradı birakşamüstü, dosyasını sordurttu. Avukat arkadaşıbirkaç gün sonra:"Türkiye’ye gelmende bir sakınca yok” dedi.“Rahatlıkla gelebilirsin. Hem dava dosyan çoktandüşmüş…”

Halil, “zaman aşımı ve takipsizlik kararı” lafınınüzerine cesaretlendi birden, ailesiyle arabasına

atladığı gibi köyüne doğru yola koyuldu.Türkiye’ye Edirne sınır kapısından girdiler. Oncakorkusu boşa çıkmış, biraz olsun rahatlar gibiolmuştu. Sınırdan içeri sorunsuzca geçilmişti,sırada baba evine ulaşmak vardı. Heyecanı buyüzdendi. Bu yüzdendi, yolda gördüğü herçeşmeden kana kana su içmesi. Yine buyüzdendi dışarısının havasını defalarca içineçekmesi, soluması bu yüzdendi... Her şeye karşıiçinde dayanılmaz bir açlık duyuyor, onaulaşmak için müthiş bir istek taşıyordu. İçindekiyangını hiçbir çeşmenin buz gibi suyudindirememişti, yangın hâlâ içinde bir yerlerdesönmemiş yanıyor, sessizce devam ediyordu.Sessiz ve dumansız bir yangın...

Biraz dinlendikten sonra, yeniden direksiyonbaşına geçti Halil, usulca bastı gaza, tozutoprağa katarak hareket etti araç. Mercedes,dağların arasında bir yılan gibi kıvrılarakdolanarak giden yoldan ilerliyordu. Az önlerindebir tarla kuşu havalanıverdi, sevinçle kanatçırparak. Yol sakindi, ne karşıdan gelen bir araçvardı ne de bir canlıya rast geldiler. Birden birmucize oldu sanki önlerine bir traktör çıktıaniden. Frene usulca bastı, hızını yavaşlattıMercedes’in. Direksiyonu bıraktı elinden,araçtan dışarıya attı kendini heyecanla.Traktörün arka kasasında bağdaş kurupoturmuş, tarladan dönmekte olan köylülerekoştu, tek tek baktı yüzlerine. Belki aralarındabir tanıdık, bir yakınımı görürüm umudunutaşıyordu. Umudu boşa çıkmamış, gerçeğedönüşmüştü.

“Ali Emmi!“ diye bağırdı heyecanla. “Nasılsın?“Ali Emmi şaşkın şaşkın baktı ona. “Tanıyamadımoğul seni “ dedi. “Kusuruma bakma e mi?“ ‘’Nekusuru Ali Emmi? Ben Doktor İsmail’in oğluHalil’im.“ Ali Emminin gözlerine bir ışık geldibirden, parıl parıl parıldadı. Sevincinigizlemeden, “Halil sen ha“ dedi. ”Tanıdım,tanıdım” Traktörün kasasına tutunarak güçlüklekalktı ayağa. Birilerinin el vermesiyle yere indi.Halil onun nasırlı ellerine sıkıca sarıldı, defalarcaöptü. Toprak kokuyordu Ali Emmi, hasretkokuyordu... “Köyüme, baba ocağına gidiyorumAli Emmi, istersen gel seni de yanımdagötüreyim.“

9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

‘’Sonra gelirim oğul.“ diyerek Halil’den gelendaveti geri çevirdi, üstünü başını bahanegöstererek.

Çocukları ve karısı arabada, oturdukları yerdenolanı biteni izliyorlardı. İlk kez babalarını haşarıbir çocuk gibi yerinde duramaz bir hâlde ve bir okadar mutlu ve sevinçli görüyorlardı. Karısı onunbu davranışı karşısında gizli gizli gözyaşı döktü.

Akşamın alacakaranlığı çökmek üzereydi, güneşsalına salına dağların ardına indi, saklandıyuvasına. Traktör farlarını yaktı, sarsıla sarsılayoluna gitti. Mercedes de kendi yoluna…

Güneşin ortalığı aydınlattığı bir saatte köylerinegiden yolun sapağına geldiklerinde, usulca bastıfrene. Sarsmadan aracı durdurdu, indi. Kırışmışpantolonunu düzeltti. Karısına, ‘’Sen kullanırmısın hayatım?“ diye rica etti, sesi titriyordu.Heyecanı yüzüne vurmuş geziniyordu. Bir sigarayaktı, heyecanını dağıtmak için. Derin bir nefesçekti sigarasından. Birden arka kapısı açıldıarabanın, çocuklar kendilerini dışarıya attılar.“Mami!“ diye bağırmaya başladı küçük kız Side.“Kuzulara bakın hele bir! Ne kadar da sevimliler.“

Tam karşılarındaki çimenlerde koyunlarotluyordu, yanlarında yeni doğmuş sevimli misevimli kuzucukları vardı. Yanlarına koştularhemencecik. Çocuklar koştukça, yavrular ürktüuzaklaştı, onlardan.

Karısı direksiyonun başına geçip oturdu, Halilrahatlamış, her şeyi daha iyi düşünür ve taşınırolmuştu. Anasını, babasını, kız kardeşini,çocukluk arkadaşlarını, yıllar sonra ilk kez dünyagözüyle görebilecekti. Gördüğünde neleryaşanacağını kestirmeye çalışıyordu. Buncayıldan sonra, anası onu tanıyabilecek miydi?Bilemiyordu,kestiremiyordu bir türlü. Babasıtorunlarını ilk kez gördüğünde neler yapacaktı?Onları basacak mıydı bağrına? Hem nedenbasmasın ki, torunları değil miydi onun? Torunlarbabaannesine ve dedelerine karşı nasıldavranacaktı? Bilemiyor, yalnızca merakediyordu. İçindeki heyecanı artıkça artıyordu.

Köye girdiklerinde, köyün değiştiğini farketmekte gecikmedi Halil. Köyün çehresideğişmişti; balkonlu, bir kaç katlı modernevler yükseliyordu köy yerinde. Ama yine deköy yolunda, çeşme başlarında kovalarına sudoldurup telaşla evlerinin yolunu tutan gençkızlar yok değildi. Yüzlerine dikkatlice bakındı,tanıdık bir yüz yoktu aralarında. Başka birköye geldiğini sandı önce. Ta ki karşılarındababa evini görünce uzaklaştı budüşüncesinden. “İşte burası benim babaevim." diye işaretledi, tam karşılarındadurmakta olan büyükçe bir evi. Karısı arabayıusulca durdurdu. İndiler...

Köye girdiklerinde, köyün değiştiğini farketmekte gecikmedi Halil. Köyün çehresideğişmişti; balkonlu, bir kaç katlı modernevler yükseliyordu köy yerinde. Ama yine deköy yolunda, çeşme başlarında kovalarına sudoldurup telaşla evlerinin yolunu tutan gençkızlar yok değildi. Yüzlerine dikkatlice bakındı,tanıdık bir yüz yoktu aralarında. Başka birköye geldiğini sandı önce. Ta ki karşılarındababa evini görünce uzaklaştı budüşüncesinden. “İşte burası benim babaevim." diye işaretledi, tam karşılarındadurmakta olan büyükçe bir evi. Karısı arabayıusulca durdurdu. İndiler...

Evin sokak kapısı yıllara inat hâlâ ayaktaydı,zamana direniyordu âdeta. Yalnızcamenteşelerin yerleri bir kaç kez yerdeğiştirmişti. Bunu da boş çivi yerlerindenanlayabilmek mümkündü. Kapı dışarıdanitilince, kendiliğinden içeriye doğru müthiş birgıcırtıyla açıldı. Yere, boşluğa düşer gibioldular. Önde Halil, arkasından karısı veçocukları doluştu içeriye... Kapı büyük birbahçeye açılıyordu ve onlarca ağaç vardıbahçede: Şeftalilerin ağırlığı, dalları yerekadar sarkıtmıştı. Her yeri meyve ve çiçekkokuları sarmıştı. Bahçedeki sundurmanınhemen altına iki tahta sedir konulmuştu,sedirin üzerine halı desenli minderler özenle,

10

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

yerleştirilmişti. İki sedirin arasına kilimlerseriliydi, kilimin üzerinde kocaman bir sinivardı. Sininin içinde, ilk göze çarpan tereyağı,çökelek, yeşil soğan, bal, zeytin ve bolca yufkaekmeğiydi. Bardaklardaki çay sıcacıktı, çayındumanı tütüyordu hâlâ. Halil yüreğinin sıcacıkbir ekmek gibi yumuşadığını hissetti birden.Sininin etrafına bağdaş kurup afiyetle sabahkahvaltısı edenlere “afiyet olsun” diye seslendi.Sofradakilerin hepsi derin bir şaşkınlıkiçindeydi. Göz göze gelince, bu kez‘’Merhabalar’’ dedi, sesinde bir heyecanokunuyordu.

Sofradakiler ağız birliği etmişçesine, “Sağ ol“dediler.

“Buyur evlat sen de katıl soframıza“ dedi,altmış-altmış beş yaşlarında saçları kırlaşmış,güler yüzü bir erkekti bu. Halil tanıdı hemen,karşısında duran babası Doktor İsmail’i. Doktordeğildi ama sıhhiyeciydi. Köy yerinde ”Doktorİsmail” olarak anılırdı. Doktorluğu köy sınırınıaşmış civar köylere kadar ulaşmıştı. İçindebulunduğu dönemde muhalif olduğu AdaletPartisi onu Antep’ten Doğu’ya Şark Hizmetinegöndermek istemiş -ki aslında sürmek,yıldırmak, gözdağı vermekmiş niyetleri- o dagitmemek adına direnmiş, baş edemeyince deistifa etmiş devlet memurluğu görevinden.Ama doktorluğu kendi köyü ve civar köylerdedevam etmişti.

Kısa süreli yaşanan bir sessizliğin ardından biriki kişinin ancak sığabileceği kadar bir yer açıldısofrada kendiliğinden. Halil’in heyecanıbitmiyor, aksine katlanarak artıyordu. Üstelikkendisini tanıyan çıkmamıştı. Sürprizyapacağım diye, önceden kimseye haber devermemişti... Doktor İsmail bahçe içerisindebekleşmekte olan, sofraya buyur ettiği kişileredönüp dikkatlice bakınca oğlu Halil’i tanıdıhemen. Birden, “Halooo“ diye bağırdı. Bağırtısıbir hançer olup göğü yırttı âdeta.“ Halombenim.“ Oturduğu yerden fırladı kalktı ayağa,koştu Halil’e. Halil de ona... Sofradakilerinlokmaları ellerinde öylece kalakalmış,donmuşlardı sanki. Herkes

TOPLANIN, VAKTİDİR

Yavaşça bırak koynuna toprağın karışsın hücrelerim yağmurlar yıkasın karışayım yeniden doğayım rahminden toprağın. Dönüşeyim yeniden, yeniyi, sarmaşıklar olup sarayım. Devrim uyuşuğu buruşmuş sokaklarına dalayım tek tek kapılarına haykırayım,-bırakın ay kalsın karanlığın omzunda,-yıkın korkunun tapınaklarını -gömün sunakları toprağa, -sarın gökkuşağını boynunuza -toplanın/vaktidir -barikatlardan geçip -büyük meydanda...

NECİP TIRPAN11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

şaşalamış, donakalmıştı âdeta. Halil ve babasıbirbirine sarılmış bir hâlde ağlıyorlardı. Karısı veçocukları böylesi bir manzara karşısındagözyaşlarını tutamayıp saldılar. Gözyaşı musluk-larını sonuna kadar açmışlardı. Sofradakiler de buağlama kervanına katılmakta gecikmediler. Herkesağlıyordu şim- Halil’in annesi kendi dışında nelerindöndüğünü anlamış değildi hâlâ. Gözleri songünlerde iyice bozulmuş, hiçbir şeyi seçemezolmuştu. Yer sofrasındakiler birbirleriyle yarışır-casına kalktılar ayağa. “Ana“ diyordu bir erkek.Otuz yaşlarında, boyu ortadan az uzun, kemikliburunlu, yüzünde çiçek yanığı olan biriydi bu.Gözlerini saklayan nereden alındığı belli olmayanbir gözlük takmıştı.

“Ana’’ diye bağırdı bir kez daha. ’Sana söylüyorum.Abim Halil bu! Oğlun Halo!“

‘‘Yo beni kandıramazsınız “dedi ana. “Öyleysenerede benim Halom. Peki, ben nedengöremiyorum ki’”

Bahçede kendiliğinden bir sevgi yumağı oluşmuştu.Herkes birbirine sevinçle sarılıyordu. Ağlamalar,bağırtılar, sevinç naraları bahçeden dışarıyataşmıştı. Sesleri ta evlerinden duyanlar, "neleroluyor?" diye biraz da meraklarını bastırmak için,Doktor İsmail’in evine doğru sökün etmeyebaşladılar...

Halil babasından koptu, anasına doğru olanca tümhızıyla koştu, anasının ellerine sıkıca sarıldı; kanakana öptü, öptü… “Anam, anam, benim güzel,çilekeş anam.’ diye söyleniyordu. ‘’Tanımadın mıbeni, güzel anam? Benim ben. Oğlun Halil.”

Kadın, Halil’i kokladı, yüzünde birikmiş terini sildientarisinin yeniyle. Bu kez entarisinin yenini öpüpkokladı. Sonra birden Halil’den sıyrıldı kurtardıkendini, eve doğru koşup girdi içeriye. Halilşaşkındı...

Sandığı açtı, içinde daha önceden bin bir özenleütülenip katlanarak üst üste dizilmiş kumaşparçalarını bir bir sandıktan çıkarmaya başladı. Birşeyler aradığı her hâlinden belliydi. İlk bakıştasararmış olduğu her hâliyle belli olan, buruşmuşbez bir mendili bulunca rahatladığını hissetti, birçocuk gibi sevindi hatta. Her şeyi oracıkta olduğugibi bırakarak yenidenbahçeye Halil’e koştu,!”

elindeki mendili defalarca kokladı. Mendiliyle Halil’inyüzünde birikmiş boncuk boncuk terleri sildi. Mendiliburnuna götürerek tekrar kokladı, olmadı bir kezdaha kokladı. İyice emin olmak istiyordu. Birdenbağırıp çağırmaya başladı:

”Halom!“ diyordu. ”Anan sana kurban olsun! Demeksen geldin ha? Yiğidim, aslanım Halil’e sıkıca sarıldı,tüm bedeni zangır zangır titriyordu. Öpmeye başladıyüzünü, gözünü, her yanını öpüyordu. Saçlarınıkokladı, öptü... Saçlarının yer yer döküldüğünü,aklaştığını fark etti, ama sesini çıkarmadı yine de.

”Ah Halom “ diyordu. ”Senin yokluğunda, seni ne çoközledim bir bilsen! Seni her hatırladığımda hep bumendildeki terini kokladım. Mendil sen kokuyordu.Mendil seni alıp bana getiriyordu. Mendili sana sarılırgibi geceleri koynuma sokuyor, öylece birlikteuyuyordum. Gittiğim her yere beraberimde seni degötürüyordum. Sen bendeydin hep, gitmedin ki hiçuzaklara. Hep Hızır’a dualar ediyordum, ölmeden birkez de olsa seni bana göstersin diye... Bak Hızırdileğimi kabul etti, seni bana yolladı.” Sesi çatallaştı,yüreğinin atışlarını kulağında duyuyordu. Heyecanıkat kat artmıştı. Gözleri kararır gibi oldu. ”Oğlum,mum kokulu oğlum” dedikten sonra dayanamadı biryılan gibi kaydı Halil’in elleri arasında, yığıldı kaldıolduğu yere, kendinden geçmiş bayılmıştı. Haliltelaşlandı birden, elini tuttu, nabzına baktıktan sonra;"Çabuk su getirin, kolonya getirin !" diye bağırmayabaşladı.

Yerde yatan anasını, dizlerinin üzerine yatırmış, onasarılmış bir halde, ağlıyordu Halil. Karısı Halile,çocukları babalarına ağlıyordu. Herkes birilerineağlıyordu. Kadın yerde baygın bir halde sayıklıyordu.Yerde baygın eliyle saçlarını arkaya doğru tarıyor,yüzünü okşuyor ve ağlıyordu Halil. Karısı Halil’e,çocukları babalarına ağlıyordu. Herkes birilerineağlıyordu. Annesi yerde baygınbir hâlde sayıklıyordu:

”Oğlum, Halom, mum kokulu oğlum” diyordu. Gelini,torunları yanı başındaydı. Başucuna çöken küçük kızSide, minnacık pamuğu andıran ellerini, kadınınsolgun yüzünde gezdiriyor, bir yandan da,”Babaanne, babaanne” diyordu. ”Gözlerini aç, bir baktatlı torunun Side başucunda. Seni görmek istiyor.”Yerde baygın yatmakta olan kadın hiç kimseyigörmüyor, duymuyor yalnızca, ”Halom” diyesayıklıyordu.

12NECMETTİN YALÇINKAYA

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

TARİH BİLİNCİ

çayırlara dört nala koşan bir at olmalı insan bazenya da ağaçlara rahatça tırmanan bir maymun koluyla yaşamalı asılıp ağacarahatça penguence konuşabilecek bir kültür edinmeli ya da ölmeli kutuptahayvan yanlarını açığa çıkaracak denli serbestçe ve sınırsızca sevişmeli..

ölmeliyse de ölmelidoğum acısından rahatça...

seni kandırıyorlar, seni evet seni kandırıyorlarne at, ne ağaç, ne maymun, ne kol, ne penguen, ne kutup var bu dünyada...

sadece sen varsın diye seni şiirlerle kandırıyorlar dostum...

şiire kanma, hiç kanma hep şiir ol ve hem onlardan ol hem onlardan ol -ma- su ol su sadece su ol ...

sen olursan belki sağrına yaslanır şafak çiçekleri, at yelesi rüzgârındasen olursan belki penguenle bir düğün töreninde fraksız kalmazsın acısandasen olursan belki ben olmayı bile öğrenirsin, hayvanlığımın konağında...

rahatça ölmenin en uzun soluğuyla yaşarsın tarih bilincinde...

HALDUN HAKMAN13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

FRANZ KAFKA / Yavuz AközelKLİDAS (SESSİZLİĞİN DEVİ)

Franz Kafka, Dünya literatüründe hakkında ençok yazı yazılan, yapıtları üzerine değişik bakışaçıları ile çok yönlü kritikler yapılan,kafayorulan önemli bir dünya yazarıdır. O, yazılarını20. Yüzyılın başında yazdı. Aradan bir yüzyılgelip geçti. Dünya bu süreç içerisinde heryönüyle değişime uğradı. Bu değişimleriçerisinde asıl temel yön aynı kaldı, o da:21.yüzyılın da “emperyalizm ve proleterdevrimler çağı” olduğu gerçeği! Kafka’nıntanık olduğu 1917 ekim devriminden arta kalanserap’sı aldatıcı görüngüler de 1990’larda sonsoluğunu yitirip kapitalizme teslim oldu.

Herşey yeniden mi başlıyor? Yanlışlıklarımız veyetersiz savaşımımız bizi ta en başa mısürükledi? Ve biz artık tüm umutlarımızı yitirip,bugünümüzü ve geleceğimizi diriltilmiştanrıların bize bir tatlı şerbet gibi sunduğuyazgılara mı terk ettik? Biz MartinHeideggerd’in dünyaya öylece fırlatılıpterkedilen insanı’nın yalnızlığı mıyız? Ve bizJoyce’un, Dickens’in umutsuzlukları mıyız ?

Burada Kafka bize neyi fısıldıyor peki?Bunlardan hangisini? Umutsuzluğu mu?Terkedilmişliği mi? Yoksa kapkaranlık bir yazgıyımı?

‘Kafka’ dendiğinde, çoğu zaman bu üç olgu daakla geliyor.. Çünkü genellikle yazar, eleştirmenve entelektüel çevreler onu bize böyle tanıtmışböyle lanse etmişlerdir. Kafka’yı imgelediğigerçeklerden soyutlayarak bize tek boyutuylaya özeline ilişkin olarak ya da onu, kurduğumetafor ve alegorilerden soyutlayarak yorum-lama yönünü seçmişlerdir.

Yenilgiler ve yenilgilerin toplumlara yüklediğikaramsarlıklar düşünen insanı yenidenbaşlanılan noktadan gelinen noktaya değingeçen mesellerin sayfalarını tek tek irdelemeyeyöneltiyor. Bu yönelişlerde geçmişin bazı radikaldogmaları da göze batıyor, gün ışığına çıkıyor.Kafka 1.Emperyalist paylaşım savaşını yaşadı.Ülkesi (Avusturya-Macaristan imparatorluğu) bu

14

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

savaşın içerisinde yer almıştı ama ne yazık kionun savaşa ilişkin tepkisinin ne olduğuna ilişkinyeterince bilgiye sahip değiliz.

Günlüklerinde ve mektuplarında savaşın bitimineilişkin ve çek cumhuriyetinin kuruluşuna ilişkingösterdiği tepkiler uzaktan bir gözlemcinin siliktepkilerinden başka bir şey değil.. Kafka budeğişimlerde fazla bir olağanüstülük görmemekteevinin pencerisnden cumhuriyetin kuruluşununkutlamalarını izlemekle yetinmektedir.Ama bumesellere ilişkin Kafka’nın düşüncelerini kalemealdığı yazılar olmuş olabilir.

1930 yıllarında Berlin’de Dora Diamant’ın evineyapılan baskında gestapo Kafka’ya ait bir tomaryazıya el koymuştur.(Bu yazılar imha edilmişolabilir)

Ama çeşitli dökümanlardan genel olarak savaşakarşı olduğunu da biliyoruz. Daha lise yıllarındasosyalist ve anti militarist Klub Mladych’ın dahaçok “savaşa karşı anaların boykotu”, ParisKomününün 40.yıl dönümü, Parisli işçi önderiLiabuf’un idamına karşı halka açık konferenslarakatılıyordu..

1909 ekim ayında da Francesco Ferrar’nınidamına karşı bir toplantı düzenlemişlerdi.(F.Ferrar (1859-1909) İspanyol anarşist,pedegog. Kitlesel devlet okulu eğitimine ve bueğitimin 19.Yüzyıl’ın yeni sanayi ekonomileri içiniyi -eğitilmiş ve iyi-denetlenen işçiler üretmedekirolüne eğilmiştir. İspanyada ‘özgür okul’ açmış,ancak kral 13.Alfons’a girişilen suikast sonrasıhapise atılmış, okulu da 1906’da kapatılmıştır. 1yıl sonra da serbest bırakılmıştır. Ancak 1909’daBarselona’da başlıyan anarşist ayaklanmaneticesi tekrar tutuklanarak idamla yargılanmışve infaz edilmiştir. Ferrar ölümle yargılanırkentüm dünyanın ezilenleri Ferrar’ın serbestbırakılması için gösteriler tertiple-mişlerdir.)

2. Emperyalist paylaşım savaşında 40 milyoninsan yaşamını yitirdi. 6 milyon Yahudi öldü.Bunların bir bölümü Alman faşizminin gaz

odalarında zehirlenerek, bir bölümü defırınlarda yakılarak katledildi. Kafka’nın üçkızkardeşi de bunlar arasındaydı. Yine sevgilisiMilena da faşizmin toplama kamplarında canverdi. Ama Kafka bunlara tanık olamadı. Çünküo yaşamıyordu artık.

Berthol Brecht Kafka’yı değerlendirirken şöylediyordu: “Ancak hayatı gönül gözüylegören bir sanatçı olarak Kafka, yaklaşanşeyi, yaklaşanın gerçekte ne olduğunugörme-den görmüştü. Burada bir kezdaha Kafka’nın eserlerindekipeygamberce yönü belirtti.”(Estetik vePolitika, Walter Benja-min, Brecht’lesöyleşiler S.176 )

Düşünüyorum da, geleceğe ilişkin aydınlık birbakış açısı olmayan, hatta geleceğe ilişkinbelirgin bir düşüncesi de olmayan Kafka’nıngeleceği şöyle veya böyle görmesinin,görebilmesinin olanaksızlığı ortada. Brecht‘görmeden görmüştü’ diyerek aslında doğru birifade ile Kafka’ya olağanüstü ve mistiközellikler yükleminin bir bakıma önüne degeçmiş oluyor.

Brect’in bu ifadelerinde öne çıkarılmasıgerekli bir şey varsa, o da Kafka’nın katı birortodoks anlayışıyla kenara atılamıyacağı,önemsenmesi gerektiği gerçeği. Brecht deLukacs gibi Kafka’yı onaylamasa da onda varolan ile olmayanı Marksist bakış açısıyladeğerlendirmeye çalışmıştır. Bunu tam olarakbaşarıp başaramadığı ise ayrıca tartışılmasıgerekli bir konudur.. Şu kadarını söylemekteyarar görüyorum:

Brecht, Kafka’nın baş yapıtlarının ana temasınıoluşturan anti otoriterlik kara mizahınakritiklerinde yer vermiyor. Söz gelimi ‘Dava’romanını “büyük şehirlerin sonu gelmez, karşıkonulmaz büyümesinden duyulan korku”olarak özetliyor ve devamla “Dava”yıpeygamberce yazılmış bir kitap olarakniteliyor.(Estetik ve Politika.S.181)

15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Yine Brecht’in diline doladığı ‘peygamberce’sözcüğü de biraz kulağı tırmalamıyor değil!

Kapitalizm barbarlıktır. Kapitalizmyıkılmadıkça barbarlık da süre gidecektir.Kapitalizm var oldukça, teknolojideki hergelişme barbarlığın da gelişmesi anlamınıtaşıyacaktır ve gelişen teknoloji, teknolojiyiyaratan insanın ölüm aygıtı olacaktır.

Kafka, yaşadığı o geçiş döneminin(Avusturya-Macaristan imparatorluğu)Habsburg hane-danlığının ve birinciemperyalist paylaşım savaşı sonrası oluşanÇek Cumhuriyetinin temeline inmekte,kritiğini yapmaktadır. İçinde yaşadığıdönemin insanını, devletini yani sistemi vesistemin oluşturduğu insanı çok yönlüboyutlarıyla ve gerçekçi bir bakış açısıyladeğerlendirmekte, eleştirmektedir.

Ama hepsi bu kadardır. İçinde yaşadığıdönemin vehameti, onu yıkıma ve ümitsizliğegötürmekte, diyalektik bakıştan uzaklaş-tırmaktadır, dolayısiyle Kafka’nın yazdıklarıyaşamının ve 1908-1924 döneminin gerçek-leridir. Kafka’nın yaptığı ise bu gerçeklerikendi simgeci ve gizemli ama başkaldıranfantastik anlatısıyla sunmasıdır. Geleceğeolan umutsuzluk ise sadece Kafka’ya ilişkinbir olgu olmayıp o dönemin Orta Avrupaedebiyatına damgasını vuran(1908-1920)genel bir özelliktir.

Kafka’da başkaldırı var mıdır? Bugüne değinKafka’yı değerlendiren eleştirmenlerin eziciçoğunluğu onun yazgıya boğun eğen,karamsar, geleceğe umutsuz bakanmelankolik bir tip olarak portesiniçizmişlerdir.

Artık Kafka’ya değişik gözle bakmakgerekiyor. Onun yapıtlarındakiotoriteye karşı olan vazgeçilmezitaatsizlik, başkaldırı gücünü esgeçmemek, yadsı-mamak gerekiyor.

16

Franz Kafka, 3 Temmuz 1883’dePrag’da(Avusturya-Macaristan) doğdu.“Avusturya-Macaristan o dönemde ‘Hobsburg hanedanının yönettiği birleşikbir imparatorluktu.”3 Haziran 1924’de Avusturya’da Viyanayakınlarındaki Klosterneuburg’daki Kierlingsenatoryumunda gırtlak vereminden öldü.Annesi: Julie Löwy(Kafka)(1856-1934), Babası:Hermann Kafka(1852-1931)

Kronolojisi:1889-1893 Et pazarındaki Almanca eğitimveren ilkokul1893-1901 Alman Devlet Lisesi1901-1906 Prag Alman Üniversitesinde2.sömestreye kadar yüksek öğrenim(Almanfilolojisi) Sonra hukuk öğrenimi.1902 Önce Max Brod ardından da Felix Weltschve Oscar Baum ile tanışma.1904-1905 Bir Savaşın Tasviri öyküsü1906 Hukuk doktorasını alış.1907 Taşrada Düğün hazırlıkları,ekim ayındaİtalyan Sigorta şirketi “Assicurazioni Generali-de” iş başı.1908 Temmuz’undan itibaren 1922temmuz’undaki emekliliğine kadar yarı resmi“İşçi Kaza Sigorta Şirketi(Enstitütüsü)”.Hyperion dergisinde ilk defa sekiz adet düzyazısının yayınlanması.1912 yılının başlarında Yitik(Amerika)nın ilktaslakları. Ağustos ayında yüzlerce mektupyazdığı(511 mektup, kartpostallar ve mektupfragmanları, hepsi birlikte 700 baskı sayfası)Bak:(Reiner Stach,Kafka,Karar Yılları.S.164) veiki kez nişanlanıp ayrıldığı Max Brot’un uzak birhısımı, Berlin’li bir Yahudi olan Felicie Bauerile tanışması. Felicie Bauer Berlinde gramofon,dikte etme makineleri vb. şeyler üreten CarlLindström A.G’de stenografçı olarakçalışıyordu.Eylül:Yargı,Ekim:Felicie Bauer’le mektuplaşmanınbaşlangıcıKasım-Aralık :Değişim(Dönüşüm)1914 Dava’nın yazılmaya başlanması,FelicieBauer’le nişan,Ekim:Ceza Sömürgesinde,Yitik (Amerika)nın son bölümü,Grete

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Bloch(Felicie Bauer’in arkadaşı)ile tanışma.1915Fontana ödülü,1916 Kasım:Değişim(Dönüşüm)in basımı.1916 Yargı’nın basımı1917 Felicie Bauer’le ikinci kez nişan. Eylül:Akciğer veremi teşhisi, aralık:Nişan’ınbozulması1919 mayıs:Ceza Sömürgesinde’nin basımı,Julie Wohryzek’le nişan. Kasım:BabayaMektup1920 Gustav Janouch ile tanışma.Nisandanitibaren Milena Jasenka’yla mektup-laşma.Julie Wohryzek’le nişanın bozulması.Bir Köy Hekimi’nin basımı.1922 Ocak-eylül : Şato bu arada ilkbahar’daBir Açlık Cambazı,yaz ayında da BirKöpeğin Araştırmaları.1923 Temmuz’unda Baltık Denizi, DoraDiamant ile tanışma Berlin’e Dora Diamant ileyerleşme.1924 Mart ayında hastalığın ilerlemesi ile DoraDiamant ile birlikte Prag’a dönüş. Son öyküsüŞarkıcı Josefine Ya da Fare Ulusu. Nisanayında Prag’dan ayrılıp Dora Diamant veRobert Klopstock’la Kierling senatoryumunagidiş. 3 Haziran’da orada ölür. 11 HazirandaPrag’dacenaze töreni yapılır.

(Kronolojik sıralama Klaus Wagenbach’ın“Kafka “adlı yapıtının 149/150.sayfaları örnekalınarak yazılmıştır.

Franz Kafka’ya Genel bir bakış

O, hep özgürlüğünü aradı. Ama bu özgürlüğün neolduğunu aslında o da bilmiyordu. Bildiği şey, kırkbir yıllık ömrünün neredeyse tamamının Prag’ındar bir çevresinde kafesteki tutsak bir kuş gibigeçirmiş olduğuydu. Sürekli ‘baba’ adını verdiğiotoritenin herşeyi gören gözleri sanki hep onuizliyordu ve sanki herşeyi o otorite tarafındankontrol altındaydı.

O, ataerkil bir toplumda erkek egemenliğinin vedespotizminin sillesini yiyen kadınlarınçocuklarındandı. Çünkü ataerkil toplumdaki erkekdespotizmi sadece kadınlar için değil, kadınlarınyarattığı çocuklar için de “Katil Prokrutes’in”kanlı karyolasını kurmuştu.

Kafka, en önemli yapıtlarını yazdıktan sonra onlarkadar önemli bir şey daha yaptı: Babası HermannKafka ile aralarında Julie Wohryzek ile evlenmemeselesinden ötürü çıkan çatışma sonrası Kasım1919’da babasına bir mektup yazdı. Aslında JulieWohryzek ile ilgili sorun sadece babasına vekendisini tahakkümü altına almış olan, onusoluksuz bırakıp boğan otoriteye karşı çaresiz birferyadın vesilesiydi. Ama bu mektup hiçbir zamaniçin babasının eline geçmedi. Hermann Kafka bumektuptan habersiz olarak öldü. Ama mektup,yazdığı öykü ve romanlar ve de Felice’ye,Milena’ya yazdığı” mektuplar”, tuttuğu” günceler”kadar da ilgi çekti, okundu. Çünkü bu mektupKafka’nın ruhunun,fiziğinin yapılanmasındakietmenlerin temel nedenlerini yansıtıyordu. O şöyleyazıyordu:“Çok sevgili baba,Geçenlerde bir kez, senden korktuğumu önesürmemin nedenini sormuştun. Genellikleolduğu gibi verecek hiçbir cevap bula-madım, kısmen tam da sana karşıduyduğum bu korku yüzünden, kısmen debu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konu-şurken toparlıyabileceğimden çok dahafazla ayrıntı gerektiği için. Ve şimdi buradasana yazılı bir cevap vermeyi deniyor olsam

17

“…….Gezinmeye devam ettik.FranzKafka,babasının mağazasıyla evini gösterdi.‘Demek zenginsiniz’ dedim.Franz Kafka dudak büktü.‘Zenginlik nedir ki? Kimi için eski bir gömlek,zenginliktir. Kimi de on milyonuyla yoksuldur.Zenginlik, baştan aşağı görece ve yetersiz birşeydir. Temel bakımdan, sadece özel birdurumdur. Zenginlik, kişinin elinde bulunanşeylere ve ele geçireceği yeni şeylere bağlılığıdemektir. Yeni yeni bağımlılıklar demektir.Maddeleşmiş güvensizliktir sadece.’ (Kafka ileKonuşmalar, Gustav Janouch.S.17)

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

GÜNEY

Bulutlar gelir güneydenGözleri yaşlıBeyazlığı yanıltmasınyüreği yaslıAcılar bu topraklara mı yazılmış anne?

Her şeye ne çabuk inanırız ezeldenÖlümü ödül gibi anlatırlar durmadanAnalar fazladan doğursun baksın büyütsünDokuz aya kaç ölüm düşer öğretmenim?

ÖZER GENÇ

bu fazlasıyla eksik kalacaktır, çünkübu korku ve onun etkileri seninkarşında yazarken de ket vuruyorbana ve dahası meselenin büyüklüğü,hafızamın ve aklımın sınırlarını çokaşıyor.”(F.Kafka,Babaya Mektup.S.15)

Franz Kafka neredeyse ölünceye dek işteanne ve babasıyla birlik yaşamak zorundakaldı. Aynı evin içerisinde bir yabancı gibiduyumsadı kendini ve bir yabancı gibi deyaşadı. 28 Ağustos 1913’de Carl Bauer’eşöyle yazıyordu: “Ailemle yaşıyorum..”,“en iyi, sevecen insanların arasında biryabancıdan daha yabancıyım. Annemleson yıllarda, günde ortalama yirmi sözcükbile konuşmadım. Babamla selamlaşmadışında nerdeyse bir şey konuşmadım. Aileiçin bende ortak yaşam anlayışı eksik.”(R.Stach,Kafka,Karar Yılları 1,S.45)

Kafka ailesi ile arasında oluşmuş bu buzduvarının etmeni olarak kendindeki “aileiçin ortak yaşam anlayışının olmaması”nıgösteriyor. En azından etmenlerinden biriolduğunu da işaret etmiş oluyor. Ama bueksikliğin asıl nedeninin, kaynağınınne olduğunu Babaya mektup’da göster-miş olduğu halde, burada göstermiyor,gösteremiyor. Aradan 9 yıl geçtiktensonradır ki, yani Kasım 1919’da, bueksikliğin bilincinde olarak taşı gediğineyerleştiriyor.

Otorite’nin sinsice salgıladığı Korku!

Yaşamı boyunca hep bir şeylerden korktu.Evlenmekten korktu, çocuğunun olmasın-dan korktu, evden uzaklaşıp kendi ayakla-rının üzerinde sapasağlam durabilmektenkorktu. Konuşmaktan korktu. Hep köşesineçekilip sessizce dinledi.. Onun içindir ki,ona ‘Klidas’(Sessizliğin dev’i) denildi.

Kafka daha 16 yaşında lise sıralarındaykenilgi duymaya başlıyor. Bu sosyalizm, Marxöncesi dönemin sosyalizmiydi ve yaşamı

18

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

boyunca da bunu savundu.Rusyada yenilgiyeuğrayan 1905 devriminin Sovyetler’e ait bazıilkelerini Filistinde gerçekleştiren Chaluz (3)hareketine karşı da ilgisi büyüktü. Hatta FelicieBauer’le birlikte Filistin’e gidip bu hareketekatılmak düşünü kuruyordu.

Kafka’nın sosyalizme olan ilgisi ölünceye dekdevam etmiş, hatta denebilir ki, bu ilgi güngeçtikçe giderek de artmıştır. Dolayısiylesosyalizmin kuramsal yönü ile de yakındanilgilendiği söylenebilir. 1918’in Martında yazdığıMavi Oktav Defterleri’nin 4.de Mülksüz işçilersınıfı (Die besitzlose Arbeiterschaft) . (Türkçeye’Yoksul İşçilerin Kardeşliği’olarak çevrilmiş.)başlığını taşıyan bir tasarı hazırlamıştır. Tasarışöyledir :

“Yükümlülükler: Ne parası, ne değerli eşyasıolacak, kendisine verildiğinde de kabul etmeyecekbunları. Yalnız aşağıdakilere sahip olmasına izinvardır: En basitinden bir giysi (ayrıntılarısaptanacak), çalışmak için gerekli alet edevat,kitap, kendine yetecek kadar yiyecek içecek.Bunun dışında herşey yoksullarındır.

Geçimini yalnız çalışarak sağlayacak. Sağlığınınzarar görmeyip gücünün yeteceği hiçbir iştenkaçınmayacak. Çalışacağı işi ya kendisi seçecek yada bu mümkün olmadığında, hükümete karşısorumlu olan İş Konseyi’nin anlaşmalarına uyacak.

Çalışmasına karşı alacağı ücret, iki günlükgeçimini sağlamaya yetecek miktarın üstüneçıkmayacak. (Bu herkesin oturduğu mahalleyegöre ayrıntılı olarak saptanacak).

Çok sade bir yaşam sürecek. Zorunlu ihtiyacıkadar beslenecek, örneğin bir anlamda en yüksekücret sayılabilecek en düşük ücret karşılığı olarakekmek, su hurma. En yoksulların yediği kadaryenilecek, en yoksulların barındığı gibi barınacak.

İşverenlerle ilişki, karşılıklı güven ilişkisi üzerinekurulacak. Alınan her iş, ciddi sağlık nedenleridışında her koşulda bitirilecek.

Haklar: En çok altı, kol işçileri için dörtbeş saatlık mesai. Hastalanıldığında ya daileri yaş nedeniyle çalışılamayacak durumagelindi-ğinde, Devlet tarafından işletilenyaşlılar bakımevinde ve hastahanelerdebakılma.

Çalışma yaşamına bir vicdan, mesaiarkadaşlarına karşı bir bağlılık meselesiolarak bakmak. Miras yoluyla kazanılmıştüm malları, hastane ve yurt yapımınakatkıda bulunmak üzere devlete vermek.Hiç değilse geçici bir süre, kendi geliriylegeçinebilen kişilerin, evlilerin ve kadınlarınişten uzak tutulması.

Konsey (mutlaka yerine getirilmesi gerekenbir ödev) hükümet’le işbirliği içinde olacak.Kapitalist işletmelerde de(bundan sonra ikisözcük okunmuyor).

İhmal edilmiş bölgelerde,düşkünleryurdunda bulunanlar öğretmenlik yaparakyardım edilebilir. Üst sınır beş yüz kişi.Bir yıl staj.(Franz Kafka,Mavi Oktav Defteri,S.81-82)

Burda önemli bir noktaya değinmedenedemiyeceğim. Bilindiği gibi Kafka döneminanarşist ideologlarını okumuş, onlardanetkilenmiştir. Baş yapıtları sayılan Dava veŞato’da da(ayrıca bir çok öyküsünde),önemle Ceza Sömürgesi öyküsündeotoriteyi kıyasıya eleştirmiştir. Dava veŞato’daki otorite kimdir? Elbetteki modernburjuva devletidir. İşte Kafka bu moderndevleti ve onun kurumlarını romanlarındakarşısına almakta, karikatürize etmekte,ipini pazara çıkarmaktadır.

Oysa yukarda alıntısını da verdiğimiz ‘MaviOktav Defterleri’ndeki taslağındakurgulayarak taslağını çıkardığı biryönetimde ‘devlet’i yani otoriteyidışlamamaktadır. Taslak 1917 Ekim

19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

devriminden bir yıl sonra yazıldığına göre Kafka’nınLenin önderliğindeki Proleterya Diktatörlüğündenolumlu etkilendiği hatta proleter otoriteye(geçmişin ezilenlerinin işçi -köylü diktatörlüğüne)hoşgörüyle baktığı akla gelmektedir.

(“Acaba çeviri hatası mı var?” diye de metninorijinaline baktım. Hayır çeviri hatası yok! Buradayazıldığı gibi orijinal metinde de ‘Devlet vehükümet’ olarak geçiyor. Şöyle ki:

“Mitgebrachten Besitz dem staat schenken,zurErrichtung von Krankenhaeusern, Heimen.Vorlaeufig wenigsten Ausschluss vonselbstaendigen,verheirateten und Frauen. Raü(Schwere pflicht) vermittelt mit der Regierung.”

Burada Staat ,devlet ; Regierung ise hükümetanlamına gelmektedir.

Bu düşüncenin bir yönüdür. Diğer yönü ise Kafkabu tasarısını, kapitalist bir düzende uygulamakhayali üzerine kurmaktadır. Her durumda Kafka’nınbir ikilem içerisinde olduğu gerçeği çıkıyor ortaya.Yapıtlarında otoriteden sınırsız bir nefret, otoriteninkesin reddi işleniyorken, kurguladığı düzende iseotorite’nin gölgesinde oluşmuş konseylerinmülksüzlere sağlaması gerekli olanaklar ve haklarsıralanıyor.

Yani bir tarafta Lenin’in Proletarya diktatörlüğü var.(Kafka’nın deyişiyle ‘mülksüz işçi sınıfının’diktatörlüğü) Bu diktatörlük devleti, Lenin’inönderliğinde gerçekleşleştirilmiştir. Yani vardır vebir gerçektir. (4.Mavi Oktav Defterlerindeki notlarıyazdığı tarihte; yani 1918 tarihinde)

Diğer yanda ise, kendi yaşam gerçeğinde deyankısını bulabilen otoriteyi koşulsuz reddedenKropotkin’lerin, Bakunin’lerin öne sürdükleri veKafkanın etkisinde kalarak yapıtlarına bu yöndeideolojik bir çerçeve çizdiği gerçek ötesi anarşist(Liberty sosyalizm) teoriler var.

Karl Marx’ı hiç okumamış olan Kafka’nın Leninönderliğindeki 1917 ekim devrimine kadar olan

süreçte kaleme aldığı öncelikle Yargı,Dönüşüm(1912), Dava, Ceza Sömürge-sinde(1914), Yitik (Amerika) (1914), burjuvaotoriteye karşı derin bir nefret darbelerindençıkan anlamlı sesleri dinle-mekte ve buanlamda Kafka’nın kara mizahındakigerçeklik payının da ne kadar büyükolduğunu bilince çıkarmak-tayız.

Bir gecede yazdığı ama en önemliöykülerinden biri olan Yargı’da ataerkilotoriteye odaklanan Kafka, bu öyküsündebirazda kendi gerçeğini çağrımlaştıran birkahraman yaratmaktadır: Georg Bende-mann. Öyküde G.Bendeman otoriteye(babaya) karşı boyun eğmekte, babanınverdiği bir emri yerine getirerek kendisininehire atarak boğmaktadır.

Kafka’nın otoriteye karşı pasif, sessizuysallığın ardındaki ‘boyun eğme’olarakalgılanabilen estetiğinin genel perspektifi‘Yargı’ öyküsü ile başlıyor diyebiliriz. Bugenel perspektif, önce tek tek kişilerin, sonraailenin, sonra kitle ve toplumlarıngörünmeyen otorite karşısındaki köleceboyun eğmelerinin kara mizahıdır. ’Baba’olgusu, Kafka’nın pratiğini yaşamış otoriteninaile içerisindeki görüngüsüdür. Bir çokyapıtında da işte bu ‘tekil ve öznelmetafordan hareketle nesnel bir metaforsunmaktadır. Yargı’dan sonra ‘Baba’metaforuna bu kez insan gibi düşünebilen‘böcek’ imajını da katarak kasım/aralık’taDönüşüm’ü yazıyor.

Yargı, Kafka’nın estetik anlayışının da açıkbir özetidir :

<<Baba şevkatli bir ses tonuyla, “Bunubelki de daha önce söylemek istedim.Artık uygun bir zaman değil” dedi. Vedaha yüksek bir ses tonda, “Artık senindışında olanları da biliyorsun. Bu günekadar yalnız kendini biliyordun! Masumbir çocuktun ve dahası dost canlısıydın!– Bu nedenle şunu bil : Seni suda

20

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

boğularak ölmeye mahkum ediyorum.”>>(Kafka,Bütün Öyküler,S.85)

Sonra ne oluyor? Georg Bendemann hızla eviterkedip hemen yolun karşısındaki nehre yöne-lip parmaklıklara tutunarak suya sarkıyor.

“Parmaklıklar arasından gelen bir otobüsügördü. Otobüsün gürültüsü, düşüş gürül-tüsünü kamufle edebilirdi. Yavaşça‘Sevgili ailem sizi hep sevdim’ dedi vekendisini suya bıraktı. O anda sonsuz birtrafik köprünün üzerinden akıyordu.”(Ay.Yap.S.85)

Bu öyküde, kapitalist toplumda aileilişkilerindeki despotik-otoriter yansımalar anlatı-lırken kişilerin otorite karşısındaki çaresizlik-lerinin ve itiraz etme güçlerinin nasılkalmadığının kara mizahını sunmaktadır. Budışavurumcu anlayış 1938’lerde o döneminMarksist ve ilerici edebiyatçıları–eleştirmenleritarafından tartışılmış ve gerçekten de öğreticiolmuştur.

Dışavurumculuk (ekspresyonizm) Birinci DünyaSavaşı öncesine ilişkin bir akım olarak 1906’larda ortaya çıkıyor ve 1920 hatta 1930’lara deketkinliğini sürdürüyor. B.Brecht de ilkdönemlerinde dışavurumculuktan etkileniyor, ilkdönem yapıtları dışavurumcu olarakdeğerlendiriliyor. (Bak.Estetik ve Politika S.21,121)

Dışavurumculuk tartışması önce Ernst Bloch ileLukacs arasında başlıyor ve sonra B. Brecht,T. Adorno, W.Benjamin’de tartışmanın ayrı ayrıkanatlarını oluşturuyorlar. Burada yeri gelmişkenyeniden vurgulamakta yarar görüyorum... B.Brecht‘in bu konuda G. Lukacs’a yönelttiğieleştiriler o dönemin göçmen yazarlarının(NaziAlmanyasından kaçan) yayın organı olan ne‘Das Wort’da (Moskova’da yayınlanıyor) ne debaşka bir yerde yayınlanmamış, ancak Brechtöldükten sonra yayınlanmıştır. Bu durumBrecht’in bir hatası olarak değerlendirilipeleştirilmiştir. Söz gelimi Güney dergisi şöyle bireleştiri getirmiştir:

YALNIZLIĞA PRANGALI SESSİZLİKLER

yaşamın koordinatları bozuksizden saklamanın anlamı yokeskiden mırıldanan bir ezgideçiziminde bir çiçeğinçok vardıkşimdi her yaş bir parçasını alıp götürdüadımız kaldı ağaç gövdelerindedişlenen tadında elmanıniçlendim kendi kendimedayandım sınırına ömrünunuttum soğuğunu mevsiminterledim de terledim

kendimle konuşuyorumçın çın ötüyor kulaklarımgünün anlamı yitiksaatler geilp geçiyor hızlasusun susun çocuklar n'olur susuntelefonum çekmiyorsorular sorular korkutuyor benihaydi buyur anlat doktorbu ana kadar korkusuzdum ölüme karşıhüzünleniyorum birdeneyvah giden dostları anımsıyorumüstümde kalacak bir çok vebalyazmayacağım diyorum anılarımıbakalım kim arayıp soracaküç günden sonra duyulan garibikim nerede nasıl anımsayacak

gene ben oldum bu şiirdehayallerim kuru yerdeçekilmezim biliyorumbaşımdan geçenlere sayın bunlarıyalnızlığa prangalı sessizliklerimdada yetişir gibi sabah ezanlarıpencerem perdesiz gün ışığı hoş geldigünaydınlarınız bakisizlere karşı hevesimmuhabbete hazırbekleyin geleceğimhele yorgunluğunu atsın sesim

BEKİR KOÇAK21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

“Çalışma Günlüğü’nde yeralan notlar, onunbiçimcilik ve gerçekçilik tartışmasında esasta doğrupozisyonda durduğunu göstermektedir. Brecht bugörüşleri doğrultusunda tartışmaya açık müdaheleetseydi,belki onun doğru görüşleri kabul edilecek yada en azından yanlış pozisyonlar belirli ölçüdegeriletilebilecekti. Tartışmanın gidişatı her ihtimalledeğişecekti. Ne yazık ki Brecht bu ihtimaliboşlamıştır. Bu komünist bir sanatçıdan beklenensorumluluğun yerine getirilmemesi anlamında,önemli bir hatadır.” (Güney Dergisi )

Olgu böyle midir? Brecht yazdıklarınınyayınlanması için hiçbir girişimde bulunmamış,‘boş mu’ vermiştir? Biz bir olguyu değerlen-dirirken, o olguyu çevreleyen özellikleri, şartlarıda irdelemeyi, göz önünde bulundurmayıönemseriz. Doğrusu da budur. Önce Brecht’inLukȧcs’a yönelttiği eleştiriler (Bunlar sırasıyla:1-György Lukacs’a Karşı, 2-Gerçekçilik Teori-sinin Biçimselci Karakteri Üzerine, 3-Bir MakaleÜzerine Notlar, 4-Popülerlik ve Gerçekçilik)

1938 yılında Das Wort’a gönderilmek üzereyazılıyor. Hitler’in Avusturya’yı ve Çekoslo-vakya’yı Almanya’ya kattığı yıldır aynı zamanda.En önemlisi de, Moskova Duruşmalarınınönemli bir bölümü neticelendiriliyor bir biri ardısıra ve Lenin döneminin önemli bolşevikleriidam ediliyor.

Antifaşist cephe için de her türlü olanağınoldukça kısıtlı bir dönem olduğu akıldançıkarılmamalıdır. Buna karşın, herbiri başka birülkede mülteci konumunda olan ilgili yazarlaryazılarını 1936-1939 yılları arasında Moskova’dayayın yapmış olan Das Wort’da yayınlıyorlar. Otarihlerde G. Lukacs, Komintern çevrelerindegiderek resmi bir otorite sayılmaya başlıyor. Yanioldukça nüfuzlu bir kişilik. Brecht’in yazdığı budört makale ne Das Wort’ta ne de bir başkayerde Brecht ’in sağlığında yayınlanmamıştır.Brecht’in sağlığında bu yazıları Das Wort’agönderip göndermediği, gönderdiyse reddedilipreddedilmediği bilinmemektedir. Brecht, buyazıların bazılarını Benjamine okuyor ve

yayınlanıp yayınlanmıyacağı üzerine nedüşündüğünü soruyor. Benjamin anlatıyor :

“Bunu sorarken,Lukacs’ın ‘oradaki’ konumununçok güçlü olduğunu da söylediğinden, hiçbirtavsiyede bulunmayacağım, dedim.‘ Bunlar artıkgüç ve iktidar sorunları oluyor. Oradan birilerinibulup görüşünü alman gerekiyor. Orada seninarkadaşların olması lazım, yok mu?’ –Brecht:Gerçekte ‘yok’ hayır. Ama Rusların da kalmadı;ölmüş gibiler.” Büyük terör zamanı bu makalelerinyayımlanmasında Brecht’in kendisi de izinvermemiş olabilir.(Estetik ve Politika.S.123-124)

Olay bu çerçevede gelişmiştir. Brecht’in hatalıolup-olmadığı kanaatimce bu gerçekler gözönüne getirilerek değerlendirilmelidir.

Yalnız bir gerçek de burada kendisini eleveriyor ki, o da dönemin komintern vekomünist partisi ve yan örgütleri içerisinde debazı keyfi uygulamaların kişisel inisiyatifleringeçerli olduğu bir kokuşmuşluk sezilmektedir.

Dönüşüm(Die Verwandlung) :Öykününkahramanı Gregor Samsa’nın böceğe dönü-şümünü konu almaktadır.Bu önemli öykü’nünyorumunu yapmadan önce birkaç noktayadeğinmek istiyorum.

Türkçeye Can Yayınevi tarafından AhmetCemal’in çevirisyle ‘Dönüşüm’, Cem Yayınevitarafından Kamuran Şipal’in çevirisiyle ‘Deği-şim’ olarak kazandırılan yapıtın her ikisinde degözden kaçmış bir eksikliği buraya aktarmakistiyorum.

Değişim ve dönüşüm olarak Türkçe’yekazandırılan “Die Verwandlung” un başkahramanı Gregor Samsa böceğe dönüştüktensonra tabii ki işe gidemiyor. Çalıştığı firmadayetkili bir zat olan Bay Prokurist hemen evegelip G. Samsa’nın işe niye gelmediğiniöğrenmek istiyor. Çeviride, Samsa’nın çalıştığıfirmada yetkili bir bay olan Prokurist’eDeğişim’de sadece ‘müdür’,

22

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Dönüşüm’de ise ‘yetkili temsilci’ denmektedir.Oysa orijinal metinde (bilindiği gibi Kafka Çek asıllıbir Yahudi olmasına karşın, yapıtlarını Almancayazıyordu çünkü annesi Yahudi asıllı bir Almandı).G.Samsa’yı ziyarete gelen yetkili kişiye’ müdür‘veya’ yetkili temsilci değil Prokurist olarakanılmakta, öyküde sadece Prokurist olarakişlenmektedir. Yani Samsa’yı ziyarete gelenfirmanın yetkili temsilcisinin adı Prokurist’tir.

Sorun da işte bu ufacık ayrıntıda yatmaktadır.

Önce “ Die Verwandlung“dan konumuza ilişkinoriginal bir kaç tane pasaj alıntılıyalım:

“Aber dann ging natürlich wie imeer dasDiensmaedchen festen Schrittes zur Tür undöffnete. Gregor brauchte nur das ersteGusswort des Besuchers zu hören undwusste schon, wer es war derProkurist(a.b.ç)selbst.”(F.Kafka, DieWerwandlung, S,11)(Ama sonra hizmetçi her zamanki gibi sertadımlarla gitti ve kapıyı açtı. Gregor, ziyaretçininsadece günaydın demesini duyması ile birliktegelenin kim olduğunu hemen anladı. Gelen,Prokurist’in kendisiydi.

“‘Gregor’, sagte nun der Vater aus demNebenzimmer links,” der Herr Prokurist(a.b.ç.)ist gekommen und erkundigt sich,warum du nichtmit dem Frühzug weggefahren bist. Wir wissennicht,was wir ihm sagen sollen.”(ay.yapıt,s.12)(Yandaki sol odadan babası “Gregor” diyeseslendi. “Bay Prokurist geldi ve senin sabahtreniyle (iş’e) neden gitmediğini soruyor. Biz nesöyliyeceğimizi bilemiyoruz.”

Kafka, Gregor Samsa’yı işe götürebilmek düşün-cesiyle kontrole gelen yetkili kişiye bir adtakmıştır:PROKURİST !

Kafka bazı öykü ve romanlarında anlatmakistediklerine ilişkin çağrışımlar yapmak için Yunanmitolojisi kaynaklarına da başvurmaktadır.Dönüşümde ‘Prokurist’, Şatoda ‘Momus,’ ayrıca

Prometheus, Poseıdon vb. Yunan mitolo-jisinden Kafka’nın yapıtlarına yansıyanlardır.

Prokurist,Yunan mitolojisinde bir canidir.Atina yolu üzerindeki evinde konuk ettiğimisafirlerini demirden yaptığı bir kayrolayayatırır ve konukların yataktan taşanfazlalıklarını keserdi. En son misafiri Atinakralı Athen’in oğlu kahraman Theseus katilProkurist’i daha küçük olan ikinci kayrolayaiterek kayrolanın dışına taşan ayaklarını vebaşını kesiyor. Theseus’un kahramanlığı daburadan geliyor. Kafka’nın Grekor Samsa’nınşefini Prokurist’e benzettiği ve onlarınsömürüye, bir nevi gaddarlığa, egoizme,menfaate ve barbarlığa dönüşmüş piskapitalist ilişkilerini bozmak için böceğedönüşerek işe gitmemesi ve tüm sömürücü,asalak kesimlere (anne,baba ve kızkardeşinide kapsamak üzere) tek umut kapısı,yolu dahibırakmaması Prokurist’in ayaklarını ve başınıkeserek kahramanlaşan Theseus’u çağrımlaş-tırıyor. Ve bizlere birden fazla şey anlatıyor.Burada Gregor Samsa bir Theseus, şefi dekatil Prokurist’tir.

Dönüşüm öyküsünde hem aile içerisindekiotorite(baba) hem de yaşamında belirleyici roloynayan iş çevresindeki otorite (Prokurist) içiçe ele alınıp işlenmiş ve aralarındaparalellikler kurulmuştur. Önemle Prokuristinsanların varoluşu üzerinde bir kontrol odağıolarak bir mekanizma olarak betimlenmiştir.Bubize Foucault’ın ‘Büyük kapatma ve Hapisha-nelerin Doğuşu’nda irdelediği iktidarın(otoritenin) insan bedeni üzerinde oluştur-duğu tahribatı ele alırken erk’in her yerdeolduğu ve bunun dışına çıkmanınolanaksızlığını umutsuzca betimler. Kafka,öyküsünde erk’in bu her iki otoritesine decani gözüyle bakmaktadır. Prokurist zatenefsanevi bir canidir. Baba ise Samsa’nınölümüne neden olan elmayı oğlunun sırtınaacımasızca fırlatıp saplayacak kadar gözüdönmüş bir katildir. Yani görünmeyen

23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

ana otorite, erk kurumsallaşmış kollarıyla(aile,iş yeri, okul, hastahane, hapishane,askerlik vb.) uyumlu bir şekilde sonsuzadeğin kalkıp inen bir tahterevalli gibi birliktegörevlerini yerine getirmekte, insanlarıbelirli sınırlar içerisinde tutsak ederekyönetmektedirler. Uymuyanların ise yaşamhaklarını bile ellerinden alabilmektedirler.Böyle bir yapılanmada duyguyaacıma,vicdan vb.gibi manevi değerlere artıkyer yoktur.

Johann Wolfgang Von Goethe , Kafka ve Dönüşüm

>Buradan Devam

Edecek>

YAVUZ AKÖZEL

ENİŞÜRİ SOLMAYAN RESİM

seni anlatmak, anlamak seni, tanımaktır o kutsal emeğiseni anlatmak, kavuşmaktır özgürcedünyanın öbür ucundan da olsa berrak sularına Munzur’un

seni anlatmak, anlamaktır seni, kimsesizliği-yalnızlığıyoksulluğu, çileli büyüdüğün toprağı, ülkeyibin dokuz yüz otuz sekizi… inadına yaşattığın umudu

seni görmek yıllar sonra çerçevesiz, solmayan bir resimdecanlı, dipdiri ayakta dururken elinde kürek, akan sular içindeyaşamın kaynağını bulmaktırtoprağın üstüne çıkardığın suda seni taşıyan gururu

seni anlatmak doğurmak için bağrında bin bir çiçeğiokşadığın, suya kavuşturduğun toprağa, ağaca el veripsen gibi nezaketle konuşabilmektir dilini

bir emekçi ki, nasırları patlarken üst üstekanayan parmaklarının sızısını yüreğine versino öpülesi ellerin gördüğü, çektiği çileyidosttan-düşmandan, çocuklarından saklasınevine götüreceği bir lokma ekmekleçocukların güleç yüzünü derman etsin derdine

bilesin Memo, bilesinseni anlatmak için durmadan ölümlere vuranseni anlamaya çalışan bir yürek, korkarım yaşlanıyor zamansız

ERCAN CENGİZ24

Dönüşüm,otoritenin kendi varoluşegosuna göre biçimlendirdiği tinselyapılanmanın aile kurumunda yansıttığıtotalitarizmin oluşma aşamalarınıgöstermesi açısından önemi ve gerçekliğiyadsınamıyacak bir baş yapıttır.

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

söyle, bir resim vurur mu insanı, bir resimtutup da silkeler mi insanıbeni sardı işte, vurdu alnımın çatısından, gözlerim aktıyaramı kanatmak değil, öldürmek için değil elbetbu senin resmin, kendine getirir adamıgörmek, anlamak, haykırmak içinvuruldum bir gece vaktinde, vuruldumbir kazma, bir kürekle koca bir yaşamı kazanansızısı yüreğime saplanan o nasırlı ellereansızın, bir gece vaktinde, vuruldum

bilmeyen bilmese de olur bu saatten sonratanımayan zaten tanımaz emekçiyisen ki, bir tek toprak tuttu elini bir ömürve dokuz çocuğun yüküylebir tek suya kavuşturduğun toprak güldü yüzüneDersim’in yetim delikanlısı, tırnaklarınla kazandığın yaşamıkutsal bildiğin emekle, alın terinive yere düşürmediğin yüreğin… o toprakta şimdi

seni anlatmak dünden daha zordur bugünsırılsıklam çarpılmak gibidir poyrazaya da hırçın dalgalarına kapılmak gibiçırılçıplak o engin o mavi denizin içinde kalmaktır tek başına

senin bakışın, onurun, bin yıl tutar insanı bu cehennemdedimdik ayakta nice bin yıl… anlamak-anlatmak içinçıkarmak için sabaha o kutsal emeğibir bir konuşmak mı elinin değdiği toprakla

heceler yabancı, kelimeler yetişmiyor resmineo bir kareye sığdırdığın duruşunainan ki dar geliyor göğsümün kafesipişirmeye çalışıyorum sözleri ayaklar çıplak, amaalnının teri kurutur tenine vuran suyuhangi kalem yazabilir ki senitanıyan-tanımayan hangi kalem sızısını akıtır ki kağıda

biliyor musun, gülüşünü özledimöyle bütünleşirdi ki o nasırlı ellerinleöyle masum, öyle içten, öyle sıcakbin dert olsa üstümde, bir bir çıkarıp atardı içimdenhani, ne getirdiğin ekmekteydi gözümne yaptığın oyuncaklardane de kavgalara meydan okuyuşundao gözlerinden okuduğumacısını, çilesini içinde saklayan gülüşünübir bir fidelercesine yarınlarayüreğimin ortasında tutuşturulmuş bir meşaledurmadan, ordan oraya savurur beni

kavgaların geliyor aklımabiz küçükken, annemle ettiğin kavgalaralışmıştık, sinirler dinince biten kavgalarındı bunlarve köyün çeşmesinden sitille taşıdığın sudaköylüler gelirdi üstüne, kadın işini yapıyor diyesen ki her zamanki ağır başlılığınlaerkek dediğin derdin, yükünü hafifletmeliydi kadınınsöz biterdi orda, söz biterdi

seni nasıl anlatmalı otuz sekizin yetim kalmış delikanlısıseni nasıl anlatmalıtanıyan hangi çocuk bir şeyler almadı ki sendenişte karşımdasın, gözlerin üstümde hâlâbaşını kaldırıp bakmazdın kadınaeğilir dilim lal olur, gözlerim akar konuşamam

biliyor musun bir tek ölüm yakışmadı sanadiğerlerinin hakkından geldin kendincehâlâ varmıyor dilim, varmayacak dahâlâ görmüş de değilim boylu boyunca uzandığın toprağıağır gelir Memo, inan çok ağır gelir banasen ki, otuz sekizin delikanlı çocuğuekmeğini bölüştüğün kuşlar, diktiğin fidanlaraşıladığın o piç ağaçlar, yürüdüğün yollartoprağın yüzüne çıkardığın sular…duyuyor musun, seni konuşurlar, seni

bilmem nasıl anlatmalı, bilmem nasılhani doyurabilseydin kendinihani çilesiz bir tek günün olsaydıhani seni vuran askerin yüzüne dikilip‘anlaşıldı asker ağa mahkemeliktir bu iş’ derkenya da benim yüzümden en azındanağaran saç, sakala bakmadankelepçelenmeseydi o nasırları patlamış ellerinbağlanmasaydı o yaşlı, o sahipsiz gözlerin…saç, sakalından utanmadan o çiğ, o arsız adamlaro kirli elleriyle dokunmasalardı sanabu kadar koymazdı bana

işte, yarattığın bir yürek kuş gibi çırpınıyor önündebelki sen gibi küreğe dokunmadan elibelki okşamadan toprağıgün gün, hücre hücre eritirken kendinianlamak-anlatmak için, kimin umurundaseni, otuz sekizin delikanlı yetim çocuğu…bak okşadığın toprağa, yeşermiş diktiğin ağaçlar meyvededallarında yuvalanmış kuşlar peşi sıra ötüşüradını kazırcasına Enişüri Kızıl Pınar’a

ERCAN CENGİZ25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

to watayîşî, to famkerdene, naskerdena î emege bimbareqîto watayîşî, azadî ser şîyayîşojû uce bîne dînaraqî bo awa zelale Munzurî

to ser watayîş, famkerdayîşe tûya, bewayîrîne – jûkekînefeqîrîne, harde çîle zehmetînde pîlbîyayîşî, welatîhazaro newsey hîres heştî… înada weşîyoramitena umidî

to dîyayîş serrona tepîya beçerçeve, rengnedayîşe jû resîmîdehenî canwes findetena lingo ser, destte belê werte audeçîme weşîyene dîyayîsoawaqi to weta sere hardî a awede bare to

to ser watayîş serba dîna erdena sene xode hazarona çîçegomîsdayîsa, awaqi to resna hardî, dest da leyoze to nezaketa qeşîkerdena zone to

jû emegdar qi, nasire xo peqene ser be serdece beçîka gonîyîne jerrîya xo doo paçqerdena desto ooqi dî, o deco qi ontdost-dijmenîra, domanone xora waderojû loqme nonîya qee xo berdîşîyarûwuyayîşe domano derde xore derman biqero

bizanê Memo, bizanêserba to ser watene nefindeno pirodayîşe merdînefamkerdena to ser gurîyayîşe na jerrî, tersone qamil bena bewaxt

wace, jû resîm dano mordemîro, jû resîmgenope recefneno îsonîmi pîşda îşdê, da sere çare miro, çîme mi xij bîyequlle mi gonîkerdene nîya, serba merdîşî nîyo elbetno resîme tûyo, mordemî ano xoserba dîyayîşî, famkerdene, serba qirrayîşîginoce jû sea tarîyîde, ginocejû zengel jû bela koce weşîyîne ramîtenedece î nasîrone desto kuto jerrîya mibewaxt, jû sea tarîyîde, ginoceooqi nezano mezanoqî beno na seatira tepîyaooqi nasnekeno xora nasnekeno emegdarîtoqi, jû teyna hardî girotpe deste tode jû emrû bare new domanonajû teyna awa qi to reşna hardî rûye tora wuyabekese xorte Dersîmî, neniqone xuya to weşîyone xo ramitezanayîşe emege bimbareqîya, araqe çare xuyaû jerrîya tûya camerdîne… î hardîdera niqato ser qeşîqerdene wizerîra daha zoro eyro

ser-pay awa wirnîya poyrazîde findetenaser-bine pêlone deryade gindir bîyayîsorûto repal a engin a kewe deryade findetena tek teyna

seyrkerdena to, onure to, na cehennemde hazar ser genape îsonîdîmdîk lingone xo ser hazarona serrê, famkerdayîş-keşîkerdene serserba wecîyayîşe lellî î emege bimbareqîjûbe jû qeşîkerdena îla hardo qi deste to gino ce

noxdî bîyaxqî menne, noxdî neresenê resme toî jû karede cabîyayîşa findetena toînanbê teng yeno kefesê jerrîya minoxdo ser gurîniqe bipocî, lingî rûtî amaaraqe çarîye uskkena awa qi dana tenê toraqamcîn qelemê şîkînaqi to nuştekonaskerdox, benaskerdox kancîn qalemê dece xo dana xete qi

zanay, wuyayîşe to qut mi wirrîhenî cabîyeneqi î destone tûye nasironahenî masum, henî zerrira, henî germsellegona derd bibo zerre mide, jûbe jû wetene eştene mi serracoka, nê non ardayîşe todebî çîme minê wiraştena kaykerdayîşodenê qî meydan werdoşî qöyxa serî çîmone tora wandayîşî miwerte derd-decîde waderayîşe wuyayîşî bîjûbe jû fîdekerdena sodirî serorte jerrîya mide çîqo alaunnefindeno, îcara îca mi vaykeno

qöyxe to yene aqile mima domanîbîme, qöyxaaqi to maamina kerdenemusayîbîme, hersqi werdenêra qedîyene qöyxaû enîye deura birosa awe ontayîşe todeucî ameyene to ser, qara cenîqo qeno deyîtoqî serê giranîya xuya her waxtîyacamerd bîyayîş watene, gereko bare cenîqo qemî keroweng birîyene îcade, noxde birîyene

to senên bîyarî zon bekese xorte hîris heştîto senên bîyarî zonkancîn domane nasqerdoxî taba negirotqi toraîşde vera mideray, çîme to miserray halato sere xo nedardenewe cenîqore seyrnekerdenezone mi namîyîno lal beno, çîme mi xij bene neşqîne qeşîqerî

to zanay, jû tek merdîş nealeqîya toî bîno serra amayî xobe xohona negereno zone mi, negerenoqîhona mi nedîya lesa tûya merîdîyayîşî hardî serdemire giran yena Memo, înanbe zaf giran yena mire

ERCAN CENGİZ

ENÎŞÛRÎ RENG NEDAYÎŞE RESMÎ

26

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

TAMARA

Tamara hüzündürvakitsiz yağan yağmurlardaözlemdir yaralı martının kanatlarındakıvılcımdırsol göğsün altında başlayan

Tamara, sevdadır bütün zamanlardaVan Gölü'ne sığmayansahile vuran yakamoz ışıltılarında.

balık sürüleridirvakitsiz intiharlardayıldızlardan kopankaçak ışıklardır Tamarayürekleri tutuşturan.

Aşktır.

Aşktır sonsuzlukta...

MURAT ÖZGÖL27

o qi bekese xorte hîris heştîyaymîlçîqîqe to none xo wila qe, leye qi to nayîrodar-bero pîncoqe to aşî qe, raya qi to şîyayawa qi to wete serre hardîeşînayîpe to ser qeşîkene, to ser

nezone senên wacî, nezone senêncoqa to mird biqerdeyene pîje xocoqa, be derd-dec jû roja to bîyenehe ya esqeroqi dayîbe toro rûye î wer befindetenê,mi famkerd esqer ağa, na qarê mehqemide qeydîna‘ watenaya qî rûye mira xebera en qilmeqeporsipîyîne to, herdîsa tore seyrneqerdayîşaqelepçê nekerdeyene î deste tûye qi nasirî sero peqegirenedayîne î qamilî, î çîme bewayîrîpor-herdîsira arnekerdena î çîxî, î esqere arsizîî destone xuye qilerona mîyene to serna hette nequtene xo wer

îşde, na jerrîyaqi to arda dîna ze mîlçîqe zerrefîna to werbeqî ze to deste xo negino belêbeqî destone rûtona hardî mişqî nedanoroj be roj, hûcre hûcre vileşîno xo serfamkerdenê, famkerdayîşî serra, xelle kamîderoto, bekese xorte domanê hîrisu heştîneseyrqê hardoqi to mîştî do, bîyo keskfîdeeqi to neero meyvê danelezgode mîlçîqo ware wiraşto to dima wenig danenenikona name to dane Enîşûrîre

ERCAN CENGİZ

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

DEVRİMCİ SANAT(ÇIN)IN KOMÜNİST SANATA DÖNÜŞMESİNDE ML ELEŞTİRİ

Anatoli Lunaçarski’nin de dediği gibi Marksisteleştiri öğretici olmalıdır. Marksist-Leninist (ML)eleştiri ihtiyacı ve onun öğreticiliğine ekmek, sukadar şu günlerde ihtiyaç var. Tüm alanlardaolduğu gibi özellikle de sanat eleştirisinde bueksiklik kendini hissettirmektedir.

Marksist-Leninist Sanat eleştirisinin her dönemolduğu gibi bugün de acil olarak ihtiyaç vardır. Hemkomünist sanatçıların olmayışı hem de var olandevrimci sanatçıların burjuva sanat anlayışındankendilerini tam olarak koparamamış olmalarıdurumun aciliyetini bir kez daha ortaya koyuyor.

ML sanat eleştirisi öğreticiliği ile devrimcisanatı(çıyı) komünist sanata evrimleştirmesimümkündür. Her devrimci sanatçı bir komünistsanatçı değildir ama her komünist sanatçı birdevrimci sanatçıdır. Bu genel olgu içinde komünistsanatçının hep yeninin peşinde olduğunuunutmamak gerekir. Komünist sanatçı var olankültür mirasının ilerici, demokrat, devrimci özünüalır ona sınıfsal bir yaklaşım getirerek bu sanatıproleter sanata çevirebilir. Burada sanatçınınmaharetini ve onun sınıfsal bakış açısının proleterbilinçle dolu olması gerekir.

Devrimci bir sanat(çı) komünist bir sanat(çı) olma yolunda bir adaydır. Hep devrimci birsanat(çı) olacak diye bir kıstas olmaz. Diyalektiğin yasası gereği o ya ilerleyecektir ya dagerileyecektir. Şöyle bir örnek vermek gerekir ise: Bir sandalyeyi doğaya bırakalım herhangi bircanlının(hayvan, insan, bitki) müdahalesi olmaz ise o hep sandalye olarak mı doğada kalacak.Hayır, o hep sandalye olarak kalmayacaktır. Zamanla doğa onu kendi durağanlığı içinde güneş,yağmur, rüzgâr vb. doğal oluşumlar aracılığı ile onu yok edecektir. O doğada sandalye olarakbelli bir süre var olacaktır. Ama doğa içinde belli zaman içinde yok olacaktır ve başka birmaddeye bürünecektir. Sanat(çın)ın ömrü içinde aynısı geçerlidir. O doğuştan devrimci veyakomünist bir bilinçle var olmaz/olamaz. Aynı şey bir burjuva sanat(çıs)ı içinde geçerlidir.

BASRİ EĞİLMEZ28

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

İlerici, demokrat ya da devrimci bir sanat(çın)ın görüşlerinde burjuva nüveler her zaman vardır.Zaten bu nüveler olmasa ona komünist sanat(çı) diyebiliriz. İşte ayrım noktalarını çözecek olan MLsanat eleştirisidir. Onun öğreticiliği, yol göstericiliği olmalıdır. ML sanat eleştirisi öğreticiliği;devrimci, demokrat sanat(çılar)ı komünist sanat(çıy)a çevirebilir.

ML sanat eleştirisi kendi üzerine düşeni yaptığı esnada devrimci-demokrat sanatçılar da aynışekilde üzerine düşeni yapmakla yükümlüdür. Öğrenmek karşılıklı ise ML sanat eleştirisininmuhatabı elbette bir direngenlik gösterecektir. Hatta kendi nüvelerinde bulunan burjuva yantartışma içinde alevlenebilir ve komünist sanattan yakınlaşmaktan vazgeçebilir. Hatta bu tartışmaiçinde devrimci yanlar da gerileyebilir.

Mühim olan ML sanat eleştirisinin muhataplarının özellikle de ilerici, demokrat, devrimci sanatçılarınkibirle davranmayıp gelen öğretici bu eleştiriyi kavramaları ve ortak bir sentez oluşturmasıdır.Devrimci sanatçılar ML sanat eleştiriyle“ben” merkezci küçük burjuva anlayışı yıkmayı öğrenmelidir.

Devrimci sanat popüler olabilir, burjuva sanatçıların takdirini toplayabilir, kitlesel olarakbenimsenmiş olabilir vb. ama bu onun doğru olduğunu göstermez. İşte bu popülerlik içindedevrimci sanat, içinde bulunduğu burjuva nüvelerden dolayı “ben doğruyum” yargısı içine girebilir.Burada ML sanat eleştirinin önemi iyice açığa çıkar onun sanatının zamanla hem gerileyipburjuvalaşmaması için hem de kitlelere yanlış bilinç vermemesi adına yapılması şarttır.Devrimci sanat(çılar) eleştiriye açık olmalı, ML sanat eleştirisini pür dikkat dinlemeli/okumalı vebenmerkezci yan var ise bir kenara itmeye gayret göstermelidir. Çünkü kendi içinde bu burjuvaöğesi kenara itilmeden gelen eleştiriyi algılama noktasında sorun yaşanabilir. Marks’ın da dediği gibisanat toplumun gelişmesinde bir araç ise o zaman sanatçı sanatını toplum için yapmalıdır. Ama hertoplum için sanat yapan da komünist hatta devrimci sanatçı olmayabilir. Toplum içinde birçokkatman olduğu için sanatçılar, sanatlarını bir adım daha ileriye taşımalı ve proleter sanatı üretmenoktasında hareket etmelidirler.

Toplumların gelişmesinde bir araç olan sanat gerçek görevini yapmalıdır. Bu da sanatçı eliyle yapılır.Sanatçılarında sınıf bilinçli olması gereklidir. Kendiliğinden bir sınıf bilinci alınması olmayabilir.Komünist sanat(çı) olma noktasında başta da belirttiğim gibi tek taraflı olmamalı sanatçının dayapması gerekenler vardır. Yapılması gerekenlerden biri de komünizmi hayatın merkezinekoymaktır. Marks’ın da dediği gibi bilinç yaşamı belirlemez yaşam bilinci belirler o halde sanatçıyaşam biçimine de komünizmi merkeze almalıdır. İşte o zaman sanatçı gerçek anlamda komünistolma yolunda büyük bir adım atmış olacaktır.

BASRİ EĞİLMEZ24.09.2013

29

KÜRTÇE’DEN TÜRKÇE’YE AFORIZMALARBehr bi avan behr in, daristan bi daran daristan in; hebûn, bo behrê avbûn û bo daristanê darbûn in.

Deniz suyuyla deniz; orman, ağacıyla ormandır; varolmak, deniz için su, orman için ağaç olmaktır.

ABDULLAH KARABAĞ

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

esmer bir şiir yazılır mı kağıtlara bilmemçünkü herkesin bir hikayesi varkalbe yazılmış şiir gibi aşklarda vardır üstelik yazık olmuş gençliğine

demek ruhumun ıstıraplarını yazabileceğim

merhaba Tariyaruhumun ıstıraplarının hem anası hem ana hikayesiömür merdivenimin en gecikmiş basamağıduman olmuş gözlerin zamanıvar mı öyle bir talih

kaypak adamlar yazar kaderiyoksa nasıl izah edilir ölümayrılıkintikamimkansızlık nasıl yazılırzaten bıçak yara kapatır zannımca

gizli yollardan varılır yüreğeşehirler boşalırçünkü arkandan bakaduran kuşların sesiyim

birazkıyısında boğulur heppaslanmış kızıl topraktımsen ise rüzgar gibi gürleyen ve ateş gibi çoğalan bir gençlik çağıne düzlüklerde koşabildim seninlene de yokuş yukarı sevişebilirimkimse dokunamaz senin sonsuzluğuna

sevdiklerinden artan tarafını öptüğüm“sevgi tanrıdır dağlarda”

tehlikeli olan seninle bir denizin sularına bakmaktırgünahlardan arınarakve sularına dokunur gibi kayaların arasına sıkışmış denizinfırtınaları dindirmektirvuruşmadanvurulmadangözlerinin huzurunda

kuru ve kavgalı mevsimlerle doludur ömrümüzyalnızlığı göğün yarısıyla paylaşabilirsindiğer yarısı sensin çünkü

AŞK BİZİ DEĞİŞTİRDİ / İrfan Sari

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

30

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

UZAY VE BEN

uzay’ı aşermişannem,karnındayken

hiç bitmeziçimdeki boşlukbu yüzden.

NİSA LEYLA

31

merhaba Tariyaömrümün geri kalan tarafıiçinde yoksullukkimsesizlik dilsizlik kuralları olan hayattan geldimaşk bizi değiştirdinamuslu kavgaların müjdesidir yaşadıklarımız

kar gibi gülümsedüş yerine beklediğin konuklar gelir elbetyine de intikam almaktan yanaysandurmadan gülümseyoksa intikamın öldürür seni

yollarına kuş mavi kanatlı dağ kuşu çıksınbeni de dert etmeölmeye acelem olmadı hiçzebanilerle hiç pazarlığa durmadımbüyüdükçe aşkın kalbine sığınmayı babam öğütledi

işim uzar buralarda senin anlayacağındaha şiir yazıyorumve daha seni seveceğimsonra devrim var sıradagerçi hangi birinden kopsamya seninle denize bakıp simit kokusu oluyorumya da dağlarda bir bir kalaşnikov mermisinin izi

boşver Tariyatoprağın doğurduğu çiçek değiliz bizbir babaya aşktan sonra bizi bir ana doğurduyasaklar ondanama artık yırtık pırtık bir hayat olmayalımhayatı fena çarpalım

İRFAN SARİ

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Evet, bir yılı geçen mülteci direnişimiz artıkbitirilmek isteniyor. Bunun için birçok taktikdevreye sokuldu. Direnişimiz Almanya'nın heryerine yayılmakla kalmadı, artık Avrupa çapınayayılmaya başladı. Artık müleciler, tıkıldıklarıkamplarda sessizce, ezik bir bir şekildebeklemiyorlar sokağa çıkıyorlar, demokrasi veözgürlük için mücadele yürütüyorlar. Karşı tarafiçin en tehlikelisi ise, artık mülteciler politikargümanlarla söz söylüyorlar, kendi iradeleriniortaya koyuyorlar. Burjuva devleti ve onunideolojik aygıtları, direnişimizi bitirmek içinbilinen bölme taktiğini uzun süredir kullanıyor.Biz mülteciler arasındaki statü farklarınıkullanarak bölmek istiyorlar.

İlk bölme taktiği olarak, İtalya'nın Lampedusaadasından gelen mülecileri bizden ayırmayıdenediler. Bu konuda başarılı oldular diyebiliriz.Lampedusa'dan gelmiş olan mültecilere,direniş alanımıza uzak bir yer olan Wedding'tebir apartman verdiler. Biz, heyet olarakFrankfurt'taki enternasyonal Blokupay konfe-

WÜRZBURG — BERLİNMÜLTECİ / GÖÇMEN

YÜRÜYÜŞÜNDEN TANIKLIKLAR-XXIITURGAY ULU

PARLAMENTO İŞGALİ

konferansına gittiğimiz sırada, Lampedusa'dangelmiş olan mültecileri polisler, büyük birotobüse doldurup bu apartmana götürdüler.Ancak apartman tüm insanları almadı çünkü buapartman yalnızca seksen kişilikti. Dışardakalan diğer mülteci arkadaşlar tekrar direnişalanımıza geri döndüler. Ayrıca evi görenarkadaşlar, bu evin direniş yerine çok uzakolduğunu ve oraya gidip gelmek için yolparalarının olmadığını, direnişe devam etmekistediklerini, basın konferansımızda beyanettiler. İnsanları apartmana taşıdıktan sonra,bilgilendirme çadırı dışındaki tüm çadırlarısökeceklerdi. Polis operasyonuna karşı büyükbir tepki örgütlediğimiz için bu operasyonbaşarılı olmadı ve polis geri çekilmekdurumunda kaldı. Polis saldırısı geripüskürtüldükten sonra, senatodaki yetkili olan,CDU partisinden Henkel, Kreuzberg belediyebaşkanına karşı bir ultimatom yazdı. Buultimatomda Oranienplatz'ın kaldırılmasını eğerbunu belediye başkanı yapmazsa kendisinin

32

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

yetkisini kullanarak bunu yapacağını yazdı.Oranienplaz'daki bilgilendirme çadırının dışındakitüm çadırların kaldırılması için 16Aralık'a kadarsüre tanıdı.

Polis saldırısının ertesi günü, belediye başkanıbizimle görüşmek istedi ve onunla görüşmek içindireniş alanımıza gelme şartını öne sürdük o dabu şartı kabul etti ve direniş çadırlarımızdakendisiyle bir görüşme yaptık. Belediye başkanıHerman, bize durumla ilgili ve Henkel'inultimatomu ile ilgili bilgi verdi. Biz direnişçimülteciler de kendi talep ve planlarımızı anlattık.Demokrasi ve özgürlük mücadelesi verdiğimizi,taleplerimizin karşılanmadığını dolayısıyla direnişve işgal alanlarımızı terketmeyeceğimizi bildirdik.Bu konuşmalar sırasında bir mülteci arkadaşımızYeşil Partiyi eleştiren konuşmalar yaptı. Söz alanbir kadın arkadaşımız, polis operasyonununolduğu gün Belediye başkanının kendisini aradığınıve otuz dakika içinide, bilgilendirme çadırıdışındaki tüm çadırların toplanacağını anlattı.Başka bir mülteci arkadaşımız da polisoperasyonunun Yeşil Partinin ofisinden koordineedildiğini söyledi.

Tüm bu konuşmalarda belediye başkanı, benimkampın boşaltılmasının mültecilerin hem insaniolarak ve hemde politik olarak daha kötü birdurum içine girmesine yol açacağı yönündekiaçıklamalarımdan sonra. „Sen mülteci değilsinsenin oturumun var bu nedenle rahatkonuşuyorsun“ deme gafletini gösterdi. Hemenmülteci kağıdımı görterdim kendisine, zira dahaönce de Yeşil Partinin milletvekilleri ve çalışanlarıda benzer sözler söylemişlerdi. Belediyebaşkanının yanında bulunan, aynı partidenmilletvekili ve aynı zamanda avukat olan vekilbenim kağıdımı inceledi ve bu nitelemenin doğruolmadığını görmüş oldular. Söyledikleri yalanyanlış haber onların alyhine dönmüş oldu.Belediye başkanı görşmesinde yer alan tümmülteciler, politik argümanlarla taleplerimizi veneden direnişe devam etmek istediğimizi net birdille ifade ettiler. Bunun karşısında belediyebaşkanı, bizim politik taleplerimizi desteklediğiniifade etti ama bilgilendirme çadırı dışındakiçadırların dışındaki çadırların toplanması

gerektiğini savunduğunu söyledi. Objektifolarak bu tutum bir çelişki oluşturuyor.Belediye başkanı ve partisi, hem bizimdirenişimizi desteklediğini söylüyor ama diğeryandan bilgilendirme çadırı dışındaki çadırlarıntoplanması gerektiğini savunarak senatonunbeyan ettiği görüşle aynı görüşü savunmuşoluyor.Yeşil parti, senato ile direş arasında sıkışmışbir görünüm veriyor. Bizi karşısına almıyorama senatonun baskısına karşı da aktif birtutum belirleyemiyor. Ne bizi karşısına alıyorne de senatoyu karşısına alıyor. Arafa sıkışmışdurumda. Belediye başkanı ile yaptığımızgörüşme bittikten sonra, Kreuzbergparlementosuna karşı büyük yürüyüşümüzbaşladı. Oranienplatz'daki direniş yerimizdeçok sayıda insan toplanmıştı. Bir süre alandakiateşimizin başında ısındıktan sonra yürüyüşebaşladık. Parlementoda milletvekilleriningündemi bizim direniş yerlerimiz olanOranienplatz ve işgal okuluydu.

Parlementosunun camdan kapılarınayaklaştığımızda polis önümüze barikat kurduve bizi binaya sokmak istemedi. Ancak kitleçok tepkili ve kararlıydı. Bir süre barikatardında bekledikten sonra hep birlikte polisbarikatına yüklenip barikatı kırdık veparlamento binasının içine akın ettik.Toplantının yapılacağı salonun kapılarıkapalıydı ancak üstlerden ve duvarlardansarkarak salonu işgal etmeyi başardık.Salonda megafonlar vardı ve gündembaşlıkları ile ilgili olarak milletvekillerininhazırladığı evraklar vardı. Parlamentonunbürokratik görünümü bozulmuştu. Bizkarayağız insanlar artık parlamentonunkürsüsünde ve sandalyelerinde oturuyorduk.Pankartlarımız parlamentonun her yerinisüslemişti. En alttan gelen bizler,parlamentonun monoton ve bürokratikyapısını bozmuştuk. Pankart ve sloganlarımızparlamento salonunda yankılanmaya devamederken, parlamenterler haber gönderdiler.Eğer salonu boşaltmazsak toplantınınbaşlamayacağını söylediler. Biz de salonuboşaltmayacağımızı ve burada tartışılan

33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

konuların direkt muhatabı olduğumuzu,dolayısıyla bu tartışmalarda aktif sözhakkımızı kullanacağımız yanıtını verdik.

Salonu terketmeyeceğimizi anlayanparlamenterler bir süre sonra salonageliverdiler. Biz mülteciler bir heyet olarakmasalarda oturmuştuk. Parlamenterlerbunu parlamenterlere yapılan bir saygısızlıkolarak görüyorlardı. Biz de bunun saygı ilebir ilişkisinin olmadığını, bize verilmeyen sözhakkının direk olarak bizler tarafındankullanılmasıydı olan. Sadeceparlamenterlerin ezberleri bozuluyordu vebuna tahammül edemiyorlardı. Bunlar hepbaşkalarının adına söz söyleme hakkınasahip olduklarını düşünüyorlar. En alttangelen bizlerin de onlar kadardüşünebildiğimizi ve kendi sözümüzükendimizin söyleyebileceğini hiç akıledemiyorlar. Kürsüdeki megafondankonuşmaya başladık. Elimize CDU'lu birmilletvekilinin hazırladığı yazı geçmişti. Bumetinde, işgal ettiğimiz okulda içki, şiddetgibi şeylerin olduğu yazılıydı. Bu yazıyacevap vererek başladık konuşmamıza.Almanya toplumunda alkol bağımlılığı,kadına karşı şiddet düzeyinin ne olduğunadair resmi istatistikleri anlattık. Sonra dabizim işgal okulundaki oranlamayı anlattık.

Bu metni yazan kişi bir göçmen. Burayadaha önce göç etmiş ve belli bir iş güçsahibi olan insanlar, şimdi buralarda ırkçıfikirlerin taşıyıcısı oluyorlar. Kraldan çokkralcı kesiliyorlar. Bizler parlamenterlerianlayamıyorduk, parlamenterler de bizianlayamıyorlardı. Buna karşı onlara birteklifte bulunduk. Bizim birbirimizianlayabilmek için, bir gün biz mültecilerparlamentoda kalalım, bir günlüğüne sizparlementerler Oranienplatz'daki çadırlardakalın ve ertesi gün tekrar buluşupkonuşalım, belki o zaman birbirimizi dahaiyi anlarız dedik.

Kürsüden yaptığımız konuşmalar hepprovake edilmek istendi. Bize saygı dersi

veren parlamenterler, oturdukları sandalyelerdensözümüzü kesme girişiminde bulunuyorlardı; “Senbir şey bilmiyorsun“, iki Türkiyeli kadın; ”sen bueylemleri niye Türkiye'de yapmıyordun, sen mültecideğilsin“ gibi sözlü sataşmalarda bulunuyorlardı.Herşeyi iyi bildiğini sanan bu hanımefendiler, bizimTürkiye'de neler yapmaya cüret ettiğimizi bilseler,olan akıllarını da yitireceklerdi. Daha sonraöğrendiler kendilerinin her şeyi iyi bilmediklerini,yalan yanlış bilgilerle ithamlarda bulunmanın doğruolmadığını, ama bundan ders çıkarırlar mı bilinmez.O gün parlamentoda bizim gündemlerimizintartışılması, yıllardır sokaklarda verdiğimiz direnişsayesindedir. Şimdi bu direniş alanlarını bitirmekdemek, mücadele ile toplumun ve parlamentonungözünün önüne serdiğimiz sorunları gene hasıraltınaitmek, görünmez kılmak demektir.

Kreuzberg parlementosunda yer alan partiler, direnişyerleri ile ilgili görüşlerini kürsüden ifade ettiler. CDUzaten mültecilerle burada birlikte olmak istemedi vesalonu topluca terkettiler. Salonda kalan diğerpartilerin konu ile ilgili tutumları şöyle idi: Yeşiller veSPD, bizim politik taleplerimizi destekledikleriniancak Oranienplatz'daki direniş alanımızdabilgilendirme çadırı dışındaki çadırların sökülmesigerektiğini söylediler. Die Linke ise direnişalanlarının nasıl bir biçim alacağına ve nasılsürdürüleceğine mülteci direnişçilerin kendileri kararversin ve onların kararına saygı duyulsun, onlaraçocuk muamelesi yapılmasın dediler. Pratin partiside Die Linke'nin bu görüşüyle aynı görüşteolduklarını beyan ettiler. Senato, 16 Aralık'a kadarsüre verdi. Bu tarihten sonra Yeşiller devredençıkıyor ve karar sadece Henkel'de kalıyor. Eğer butarihe kadar bilgilendirme çadırı dışındaki çadırlarsökülmezse müdehale seçeneği devreye sokula- 34

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

sokulacak.

MEDYA YALANLARI

Parlento işgali eylemimiz başarılı bir eylemdi. Hemsessizliği bozduk. Hem saldırıya karşı direnmeirademizi tüm toplumun gözü önünde ortayakoyduk. Saldırıya karşı saldırıyla yanıt verdik.Devletin yönetim aygıtlarından olan medya genebizim aleyhimizde bir sürü ipe sapa gelmez yalanhaberler yazmaya devam ettiler. Özellikle benimfotoğraflarımı öne çıkararak, „sol radikal“ olduğumyönünde haberler yaptılar. Benim mülteciolmadığımı yazdılar. Bu tip söylemleri Yeşiller'debir çok kez yetkili kişileri tarafından kendiağızlarından sarfettiler. Yeşiller bugüne kadar bizeverdikleri destek ile oluşturdukları olumlu imajıkendi elleriyle sildiler. Yeşiller homojen bir yapıyasahip değil, ifade ettikleri bu yalan yanlış haberleronlara kimler tarafından verildi, neden baltayıkendi ayaklarına salladılar anlamadık.

RBB televizyonu benim yirmi yıllık bir radikal solcuolduğumu, kürsüden „ölüm ya da özgürlük“sloganı attığımı yazdı. Oysa bizim geçmişimizbiliniyor. Devrimci bir gazeteci yazar olduğumuzbiliniyor. Devrimci söylem ve sloganlar dünyadayeni değil, bu tip sloganlar her zaman vardı ve varolmaya devam edecektir. Bunlar utanılacak şeylerdeğildir. „Zafer ya da ölüm“ sloganını dilindendüşürmeyen Che Guevera'yı tüm dünya ezilenhalkları sevgi ve saygıyla anıyorlar. Ama busloganların anlam ve içeriğini sistemin paralımedyası ya da vekilleri anlayamaz. Anlamalarınada gerek yok. Medya, hapiste 15 yıl delilsiz vehaksız bir şekilde tutulduğumu yazmadı. Bu

konuyla ilgili Amnesty İnternasyonal veAvrupa İnsan Hakları mahkemesininkampanya ve kararlarını hiç yazmadılar.Çünkü medya kendilerini bu düzeninmahkemesi ve polisi gibi görüyor. Medya,bizi destekleyenlerin sadece radikalgruplar olduğunu yazdılar ve budestekçilerin kendi amaçları için bizmültecileri kullandığını yazdılar. Bizmülteciler her zaman söyledik,antikapitalist ve antifaşit olan herkeslebirlikte sistem karşıtı mücadeleyisürdürüyoruz. Bize karşı pragmatistyaklaşan NCO grupları var, parti ve diğerkurumlar var. Ama zaten onlar sokağaçıkıp bizimle birlikte direniş yapmıyorlarsadece bizim adımıza söz söylüyorlar vebizim adımıza kampanyalar düzenleyipparalar topluyorlar. Biz onların hepsinibiliyoruz. Bizimle birlikte direniş yapandestekçilerimiz, bizi kullanmıyorlar tamtersine bizim direnişimizi sahipleniyorlar.Biz, gerçekleştirdiğimiz sokak diernişiyledestek kazanıyoruz. Parlementoda partileridestekleyenlerden çok bizi destekleyenlervardı. Daha sonraki gün, hakkımızda yalanhaber yapan medya mensuplarıylagörüştük ve neden yalan haber yaptıklarınısorduk. Bize, „bilmiyorum bana öyle habergeldi“ demekle yetindiler. Bu yalanhaberlerin kaynağını ve nedenini biliyoruz.Yalana ihtiyaç duyanlar yapıyorlar bunları.Ama biz en alttakiler hile bilmeyiz.Meydana çıkar gerçekleri ifade ederiz.Çünkü bizim kaybedecek şeyimiz yok.Kaybedecek şeyleri olanlar yalana ihtiyaçduyarlar.

ÜNİVERSİTEDE TOPLANTI VE KONSER

Etrafımızı saran kuşatma ve yalan çemberibizi durduramaz, mücadelemize devamediyoruz. Ali Soloman üniver-sitesinde,Hellersdorf mülteci kampından ve diğermülteci kamplarından gelen mültciler veöğrencilerle birlikte bir etkinlik gerçekleş-

35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

tirdik. Direnişimiz ve gelecek planlamalarımızhakkında konuşmalar yaptık. Üniversitedegerçekleştirdiğimiz bu etkinlikte çok ilginç birmanzaraya tanık olduk. Bu tür bir toplantıya ilkdefa katılan bir mülteci, Alman devletinin veAvrupa'nın mülteci politikalarının haklı olduğunusavuundu. Dünyada herkese yetecek kadaryiyecek olmadığını söyledi. MültecilerinAvrupa'ya gelmek için bazı yalanlarsöylediklerini söyledi. Bu arkadaş, sistemi vedevleti suçlamamak gerektiğini savunuyordu veaslında suçlunun mülteciler olduğunusöylüyordu. Bunları söyleyen arkadaş dört aydırAlmanya'da mülteciymiş. Biz, direnişçi mültecilerdünyadaki kıtlığın yiyecek yetersizliğinden değil,ürün bolluğundan kaynaklandığını ve tonlarcabesin maddesinin çöpe atıldığını açıkladık.Savaşları anlattık, ırkçılık ve kolonyalizmin neolduğunu anlattık ona. Ama bu manzara birgerçeği açığa çıkartıyordu. Direnişte yer almışolan mültecilerle, direnişe katılma şansınıyakalayamamış olan mültecilerin kavrayışlarıoldukça farklı. Demek ki gerçeklerinanlaşılabilmesi için direniş okulu çok büyük birönem taşıyor.

Bu manzaradan da anlaşıldığı gibi uzun erimlibir direniş ve mücadele, yaşamları ve fikirleriizole edlmiş olan mülteileri politikleştiriyor veözgürlük mücadelesine katılmalarını sağlıyor.Oranienplatz'ı yeniden inşa ediyoruz.Toplantılarımızı her gün saat 17'de yapmayakarar verdik. Havalar soğuk, meydanda ateş

36

KÜRTÇE’DEN TÜRKÇE’YE AFORIZMALAR

Destpêk gewre ne, ya xwe digihînin ronahiyê, ya şevereşiyê; eger hêzên her du seriyan tay hev bên, gewrayî li ser piyan, li ber deriyên her duyan dihênije.

Başlangıçlar gricedir, ya aydınlığa erişir ya da karanlığa; iki tarafın güçleri denk gelirse, grilik ayakta, ikisinin kap önlerinde uyuklar.

ABDULLAH KARABAĞ

yakıp etrafında toplantı yapıyoruz. Hakkımız-da yapılan yalan haberlere karşı bir basınbildirisi yazdık. İngilizce ve Almanya olarakbu bildiriyi dağıttık. İşgal okulu ile ilgili olarakyetkili kişiyle her hafta toplantıya devamediyoruz. Okulu yatma yeri olarakkullanmamızı istemiyorlar. Bu okulu proje evihaline getirmek istiyorlar. Biz de buna karşıişgal okulunu bizim işgal ettiğimizi ve politiktaleplerimiz için bir mücadele merkezi halinegetirme planımızı onlara anlatıyoruz. Diğeryandan okulun boşaltılması halinde buradakiyüzlerce mültecinin nereye gideceğini venasıl yaşayacağını soruyoruz kendilerine.Bizim de projelerimiz var. Halihazırda tiyatro,müzik, fatbol grubumuz var. Kütüphane,dergi çıkarma projemiz var. İşgal okulunungelecekte nasıl ve kimler tarafındankullanılacağına biz direnişçi mülteciler kararvermek istiyoruz. Tartışmalar devam ediyor.Henüz sonuçlanmış değil. Bazen yetekililereğer burayı polisin zorla boşaltmasınıistemiyorsak bir çözüm bulmamız gerekirdiyorlar. Kapalı bir tehdit savuruyorlar. Budurumda yapılacak bellidir. Direnmek.

Yaşasın İnsanlaşma Ve OrtaklaşmaMücadelemiz30.11.2013Turgay UluBerlin

TURGAY ULU

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

POMPEİ'DE SON GECE

Yaşlı kaltakların kahkahalarındaÇatladı;Gecelerin ar damarı.Sönen yıldızların,Kirlenmiş yarınlarındaGüne uyandı şehir.Kandırılmış fadimenin,Muta nikahıylaAbdest aldı bedeninde zina...Belledi sure-i maun'daYetim hakkı yedirmemiKemiğine kadar soydular yetimi.Tanrı kral bankalarSelevat getirttiler faize...Mazlumun ahı düştü akıllaraVezüv yanardağının gazabındaSon gece...Ateş ırmağında yıkandıPompei !Taşlaşmış bedenlerin gözü kaldı dünyadaBakar sessiz sessiz halaSana ibret olsun ANKARA !

12.12.13

MUSA SU

ayakkabı kutusuutandı mesken tutulduğu içinhırsız paralarına

**ayakkabı kutusuçok kızdı kirletildiği içinrüşvet paralarıyla

**ayakkabı kutsalt zarif ayakkabılausura yurt olmak isterdiçirkin paralara değil.

**ayakkabı kutusukendini on yedi aralık kere yıkayacak şimdiarınana kadar pisliklerden..

A.UĞUR OLGAR

www.ugurolgar.net

AYAKKABI KUTUSU İÇİN ÜÇLÜKLER

37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

38

ADLİYE KABUSLARI

Cinnetin tırpanının tekebbürden indiğini hangi şiir bildirir?Adliye mabedinden kibrin tebliğidir zarftan çıkan mazruf gibi bu şiirArzuhalci şakırtısı boşalır daktilo kuşlarından senfoniyle oradaAfrodizyak etkili hayvan ambalajları açılır şehvetin kutusundanYırtılır Ambalajı pandora kutusundan fırlar gerrillaca kaplanlarParçalar dölyollarında kürtajlanmış ceninleri uterus yokuşundanSoykırımda katlolur kılıçartığı atmıklar, arzuhalci şakırtsı italik yazar bunuİtalik yazılır Haczedilmiş o kuşlar gökkubbenin rahmine kürtajlarlaserseri fırtınalar kopar, tinerci ciğerinde açılır argoyla sustalı bak;toplumezar kuşlarının intihar pençeleridir gözkapağında dosyalarküflenmiş dosyaların kiri; pragmatist bir iltihap şeklidir davalardagöğüskafesinde saltanat kurar façayla imparator davalardolar dehlizden koridorlar; taşlaşmış intiharın cesetli korosuylaengizisyon mahkemesi ağırcezada hükmü tebliğ eder kasıklarımaafrodizyak kaplanlar şehvetin kürsüsünde patlar mayınlarıylaaçılır tahakküm eden hüküm ağır ceza mahkemesinde birAçılır transparan sisleriyle kabuslardan örülmüş bu şiirBukalemun bungunluk beyin kabuğundadır bütün psikopatlarınKabuklar parçalanır afrodizyak irinler akar hormonlardanDökülür jölelenmiş sıvılar haplanmış omurgasına aşkınÇünkü Haplanmış tekebbürün bulantıya tebliğidir şehvetimAnarşist hayvanatlar körüklenir kundağında yangınınMetafizik yangın çıkar kundaklanmış mezhebinde cinlerinAşk ki: küfürbaz cinlerin alevlerle gövdelenme biçimidirBunu psikoterapi kabuslarında hangi psikiyatr bilebilir?Bu psikoterapi kabuslarında psikiyatrın bileceği şey değilrepliğiyle açılır intiharlardan imalat melankolik hayvanlaravukatlar örgütlenir karakamu yokuşunda falçatalı intiharlakinin hırıltıya inişidir bulantılı ciğerlerden sümkürülen kanamakanamalı yaralar açar travmatik aşklar nasıl da metafizik?diyalektik vesveseler iner tekebbürden acizliğe kabuslarlamezarlık kuşlarının senfonik intiharıdır bütün soysuz şeytanlarbunları psikoterapi kabusunda hangi psikopat bilebilir?

Kanlanmış mürekkebin kibre dağıldığını hangi cinnet bildirir?

ERDEN ERDEMER38

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

“İmge avlamaGelirse kapıyı açDüşüncenin içsel sesidir imge.”SABAHATTİN KUDRET AKSAL

“bir heybe dolusu gelinciğihalkın kitaplarına dizmekti şiiriçimizdedünyanın haritasını yeniden hazırlayan”KEMAL BAYRAKÇI

PEŞİMİZDE AYNI AVCI

Öz aynı biçim değişikSen ateşi giyinirsinOkutursun kurda kuşaÖfkesi bal şiiriniBen bir aşkı yol eyledimGömleğim Leyla desenli

Aynı kuşu salıyoruz kafestenTeli yırtıp gök biçimli sevinceSeninki davudî çıkarBenim sesim daha inceAynı avcı peşimizdeABDÜLKADİR BUDAK

“Kan davasına benzemeliŞairlerin bütün şiirleriVe bir de elmayı soymadan Dişleyen çocuklara”ABDÜLKADİR BULUT

“Şiirlerimiz renksiz, tatsız ve sessizdirtaşımazlarsa eğerevden eve meşaleleri”

MAHMUT DERVİŞ(Çevirenler:A. Kadir/Afşar Timuçin)

“Ölüm acıkadursunçiğ bir yaşamşiir közünde pişer”METİN ELOĞLU

“Gece, yalnızlığımıza çekilen gök perdeyseŞiir içerdeki aydınlığımızdır.”ŞÜKRÜ ERBAŞ

“Şiirölüme konukölümsüzlüğe göçmen”OSMAN SERHAT ERKEKLİ

“Anayasası olmayan tek cumhuriyet şiir değil midir?Bütün kutsal kitaplardan kovulmuşturHer şiir kendi yasası üzerinde kendi devletini kurmuşturNe yönetim vardır orda, ne yönetilenKul da kendidir, tanrı da, söz de sözcük de.

REFİK DURBAŞ

DERLEYEN A.Z.ÇAMUR 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

SOSYALİST EDEBİYAT ADINA YENİ BİR ÇABA: MİSAFİR EDEBİYAT

“Edebiyata bir de ‘Misafir’ gözüyle bakalımdedik” sloganıyla yola çıkan Misafir EdebiyatE-Dergi, Marksist-Leninist çıkışlı edebiyatadına yeni bir ses ve hareket getirmek adınaoluşturuldu. Hazırlık aşamasındaki MisafirEdebiyat’ın, yayına başlayacağı 17.05.2013tarihine kadar tanıtımını sürdürdüğü adres:http://misafiredebiyat.blogspot.com/p/misafir-edebiyat-neden-var.html

Sosyalist sanat çizgisinde yoldaşlık ilişkilerinisürdürdüğümüz Misafir Edebiyat, manifes-tosunu şöyle ortaya koyuyor:

“Misafir Edebiyat Neden Var?

"Beş dakika oturup çıkacağız" diyenmisafirler vardır. İşte biraz onlarabenziyoruz. "Beş dakikayı" unutur vesaatlerce misafirlikte kalırlar.

Misafir olduğu evi de dikkatlice süzer,inceler, yanlışları çaktırmadan eleştirirhatta bazen açıktan tüm yüreklilikteeleştirir. Yapıcı eleştiri üretirler. İşte“Misafir Kültür Sanat ve Edebiyat”sayfası bu amaçla “beş dakika oturupçıkacağız” der gibi “Birkaç sayfa yazıpayrılacağız” diyoruz.

Elbette söyleyeceklerimiz sözlüolmayacak bunları kalemimizinmürekkebi yettiği, dilimizdöndüğünce yazmaya çalışacağız.

Sanatın önemli eksiklerinden biri olansınıfsal eleştiriyi ortaya koymayaçalışacağız.

Çalışmamızın bir dergi çalışması yada bir dergi olmadığını en baştansöylemekte fayda var. Bu daha çokbir atölye çalışmasıdır. Emeğinden birparça sunmak isteyen dostlar bizimleeserlerini paylaşabilirler.

Sloganımız “Edebiyata bir de ‘Misafir’gözüyle bakalım dedik” çünküçalışmamızın ekseninde edebiyat ola-caktır. Ama diğer sanat dallarını dagücümüz elverdiğince el atmayaçalışacağız.

Sanata ev sahibi gözüyle çokbakıldığında bazen tarafsız davrana-mıyoruz! Onun için biraz da “Misafir”gözüyle bakmak iyi olacaktır.

Yazı yayımlama kıstaslarımız;

Öncelikle yazılan yazıların kaynakla-rının net olarak verilmesi ve ırkçı,milliyetçi, cinsiyetçi, din, dil ayrımıyapmayan yazılar yayınlanacaktır. Bukurallara uymayan yazılar dikkatebile alınmayacaktır.”

40

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜ

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

TÜRKÇE DIŞINDA EDEBİYAT DESTEĞİ YOK

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özgünedebiyat eserlerini üretecek ya dabunları yayımlatacak yazarlara malidestek sağlamaya yönelik EdebiyatEserlerinin Desteklenmesi HakkındaYönetmelik’i Resmi Gazete'deyayımlandı.

Yönetmelikte belirtilen koşullara göre,her Türkiye vatandaşı destek içinbaşvurabilecek, ancak belirlenenkoşullardan biri destek verilecek eserinTürkçe yazılmış olması.

Destek için yapılacak başvuruları daEdebiyat Eserlerini Destekleme veDeğerlendirme Kurulu belirleyecek. Bukurul, müsteşar veya ilgili müsteşaryardımcısı başkanlığında, genel müdürve edebiyat alanında temayüz etmişkişiler arasından bakanlık onayı ilebelirlenecek beş kişi olmak üzeretoplam yedi üyeden oluşacak.

PEN Türkiye Başkanı Tarık Günerselyönetmelikte dikkat çeken bu ikinoktayı değerlendirirken süreci “gelişenantidemokratik eğilimin bir yansıması”olarak niteledi.

Diğer diller dışlanıyor.

PEN’in dil haklarını savunduğunuhatırlatan Günersel, resmi dil ileTürkiye’de yurttaşların yazmayı tercihettikleri dillerin verimliliği arasında yeryer uyuşmazlık olabileceğini ancakyönetmelikte Kürtçe, Ermenice gibidillerin otomatik olarak dışlanmışolduğunu dile getirdi.

“Türkiye’nin çeşitliliğine saygı ifadesive yaratıcılığı geliştirmeye dönük iyiniyetli bir proje totaliter bir zihniyetedestek haline getiriliyor.

“Bu proje önceki aşamalarında dahafarklıydı. Bakanlığın seçeceğiedebiyatçılar da yoktu, daha çokyazar derneklerinin üyegörevlendirmesi vardı. Şimdi değişti.

“Daha önce son derece aydındemokrat birkaç bürokrat vardı.Kültür Bakanlığı Kütüphaneler veYayınlar Genel Müdür Yardımcısı ÜmitYaşar Gözüm’ün son derece yapıcı,demokrasi ufkuyla bağdaşan biryaklaşımı vardı. Genel Müdür OnurBilge Kula keza öyleydi. Fakat budeğerli, aydın bürokratlar başkakonumlarda görevlendirildi. Bu kişilerTürkiye’nin çeşitliliğini uluslararasıalana yansıtmaya özen gösteriyordu.Fakat bu sona erdi. Yeni kurulun böyleoluşması antidemokratik sürecin biryansıması.

“Bugün bir tekelleşmeye başvuruluyor.Yasama, yürütme, yargınıntekeleştirilmesine ek olarak medya damümkün mertebe tek elde toplanıyor.Bu tür uygulamalarla da toplumunçeşitliliği görmezden gelinip tekboyutlu kılınıyor. Süreç gelişenantidemokratik eğilimin biryansıması.” (BİANET)

41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

ERHAN SÖNMEZ İŞÇİ FİLMLERİ FESTİVALİNDE ANILDI

8. İşçi Filmleri Festivali kısa bir süre öncekaybettiğimiz tiyatrocu ve sinemacı ErhanSönmez’e ithaf edildi. Festivalin açılış törenindeSönmez’in ailesine plaket verildi. Ayrıca ErhanSönmez için hazırlanan belgesel gösterildi.

Plaketi vermesi için sahneye davet edilen yazarAdil Okay, dostum arkadaşım dediği ErhanSönmez için bir konuşma yaptı. Okay, özetleşunları söyledi:

“Kimisi slogan atar, kimisi slogan yazar. Enderinsanlar vardır ki hem slogan yazar hem de oyazdığı sloganları meydanlarda atar. Buradasloganı metaforik olarak kullanıyorum. YaniErhan hem mektepli hem alaylıydı. Hem ustahem çıraktı. Hem öğretmen hem öğrenciydi.Yaşadığı kentte hem kimlik mücadelesine hemde sınıf mücadelesine üretimiyle katkısunmuştu. O kimlik ve sınıf mücadelesinibirbirine bağlayabilen, birlikte yürütülebileceğinipratiğiyle gösteren bir insandı. MKMbünyesinde, İHD bünyesinde birçok çalışmanınmimarıydı. Mer-Sinema Derneği ve tiyatro Agonkurucusuydu. Sadece benim yazdığım“Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler” adlıoyunumla, Merhaba Sanat Tiyatro grubuylaberaber 70 kez sahneye çıktı. Kendi kurduğuTiyatro Agon’da yüzlerce kez oyun sahneledi.Hem yönetmenlik yaptı hem rol aldı. Ayrıcasaymakla bitiremeyeceğim birçok organizasyonunmutfağında yer aldı. Yıllardır İFF’nin

mutfağında yer aldığı gibi. Bu anlamda ona vefagösteren burada yeniden anmamıza vesile olanİFF gönüllülerine teşekkür ediyorum.

Erhan’ın arkasından arkadaşları şöyle seslendiler:“Ne güzel gülerdin sen çocuk, gözlerinde bin yıllıkkeder…” Ben de onu yeniden saygıyla anıyor veonu kucaklayan yıldızlara sesleniyorum:

O gitti sessiz ve ansızın, şimdi yüreklerimizdeçimleniyor kederli gülümseyişi…”

ORHAN KEMAL 100 YAŞINDA

Ünlü yazar Orhan Kemal,doğumunun 100′ üncüyılında memleketi Adana’dakitap fuarında anılacak.

Bu yıl 14 – 19 Ocak 2014tarihleri arasında TÜYAPAdana Uluslararası Fuar

ve Kongre Merkezi’nde düzenlenecek Çukurova7. Kitap Fuarı, Türk edebiyatının en üretkenyazarlarından Orhan Kemal’i çeşitli etkinliklerleanmaya hazırlanıyor.

Orhan Kemal fuarda, bir dizi söyleşi, panel,sergi ve “Orhan Kemal 100. YaşındaSempozyumu” ile anılacak. Sempozyumkapsamında “Yaşamı ve Eserleri ile OrhanKemal”, “Türkiye Yazarlar Sendikası’nın AnıtYazarı Orhan Kemal 100 Yaşında”,“Çukurova’dan bir Orhan Kemal Geçti”“Edebiyattan Sinemaya Orhan Kemal”, “BursaCezaevi’nde Bir Çukurovalı: Orhan Kemal” ve“Orhan Kemal ve İzleri”, başlıkarı altındapaneller düzenlenecek. Ünlü yazarın yaşamı,Adana’da geçirdiği yıllar ve eserlerinden seçmemetinlerden oluşan sergi de fuar süresincekitapseverlerle buluşacak.

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafındanTürkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile yılın ilk kitapfuarı olarak düzenlenecek Çukurova 7. KitapFuarı’na yurt içinden 200′ün üzerinde yayınevive silvil toplum kuruluşu katılacak. Fuarsüresince 50 kültür etkinliğiyapılacak. (EDEBİYATHABER.NET)

42

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

2013 CEMAL SÜREYA ÖDÜLÜ SONUÇLANDI...

Cemal Süreya KültürSanat Derneği, CemalSüreya Şiir Ödülleri SeçiciKurulu, 2013 yılı ödülleriüzerindeki değerlen-dirmesini sonuçlandırdı.

Cemal Süreya 2013 ŞiirÖdülü oy çokluğu ile

”Dosya” dalında Abuzer Gürpınar’ın “BaşımKiraz” adlı yapıtına verildi. Bu dalda ayrıcaEşref Yener’in “Baykuşta Yangın Tekrarı” adlıyapıtı da Özendirme Ödülü’ne değer görüldü.

“Kitap” dalında Emre Polat’ın “VukuatVardiyası” ile Süveyda Sezgin’in “AnahtarYolu” yapıtları, özendirme ödülüne layıkgörüldü.

Ödül töreni, 9 Ocak 2014′te Kadıköy’dekiBarış Manço Kültür Merkezi’ndeki yapılacak.EDEBİYATHABER.NET

ÖLÜMÜNÜN 41. YILDÖNÜMÜNDEARKADAŞ Z. ÖZGER ŞİİR ÖDÜLÜ

Arkadaş Z. Özger ŞiirÖdülü’nün bu yıl ondokuzuncusu veriliyor.

Özger’in ölümünün 41.yıldönümünde, 10 Mayıs2014 tarihinde verilecekÖdülün seçici kurulu MuratAcar, Sina Akyol, OrhanAlkaya, Gökhan Arslan veSuat Çelebi’den oluşuyor.

Bugüne kadar şiir kitabı yayımlanmamışşairlerin aday olabilecekleri Ödül için sonbaşvuru tarihi 15 Mart 2014. Mayıs Yayınlarıyetkilileri, Ödül alacak dosyayı 2014 yılı içinde, telifkarşılığını ödeyerek kitap halindeyayımlayacaklarını da açıkladılar.

Adayların; kitap bütünlüğü taşıyan, basıma hazırşiirlerinden oluşturacakları, adres, telefon, veözgeçmişlerini de içeren 6 adet dosyayı; MayısYayınları’nın Sakarya Cad. Özkanlar 35 Apt. ABlok, No: 36 / 20, Manavkuyu, Bayraklı – İzmiradresindeki Ödül sekreterliğine, APS, kargo yada taahhütlü posta ile göndermeleri veya eldenteslim etmeleri gerekiyor.

Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü bünyesinde, 2007yılında verilmeye başlanan “İlk Kitap Özel Ödülü“devam edecek. 2013 yılı içinde yayımlanmış ilkşiir kitapları arasından, katılım koşuluaranmaksızın verilecek ödülün amacı; diğeryayınevlerini de ilk şiir kitabı yayımlamakonusunda cesaretlendirmek. Özel Ödül, ArkadaşZ. Özger Şiir Ödülü seçici kurulunun sürekliüyeleri ile dönüşümlü olarak görev yapmış tümüyeleri tarafından sorgu yöntemiyle belirlenecek.Ödül, Arkadaş Z. Özger’ in ölümünün 41.yıldönümünde, 10 Mayıs 2014 Cumartesi günüdüzenlenecek bir törenle verilecektir.

Seçici kurulca Ödüle değer görülen yapıtınyazarı, Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü 2014Diploması ve Plaketi ile onurlandırılacak; ayrıcadosya kapsamındaki şiirler, Mayıs Yayınları ŞiirDizisi’nden, yıl içinde ve telif karşılığı ödenerekkitap halinde yayımlanacaktır.

Seçici kurulda Murat Acar, Sina Akyol, OrhanAlkaya, Gökhan Arslan ve Suat Çelebi gibi isimleryer almaktadır.

EDEBİYATIMIZDA AŞKIN VE ATEŞİN SÖZCÜSÜ: BURHAN GÜNEL

43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

"Şiir benim ilk aşkımdır;vazgeçemediğim aşkım" diyen vedoğruluktan ve güzellikten ödün vermeyen,genç kuşakların yanında olan, elinden tutan,"Şiiri düzyazıyla kuşatan yazar" güzel insanBurhan Günel’i sonsuzluğa uğurlayalı bir yıloldu.

1947'de Antakya’da doğan Burhan Günel,ortaöğrenim hayatını parasız yatılı okullardatamamladıktan sonra 1967'de Hava HarpOkulu’ndan mezun oldu. Havacılıkmesleğinin deneyimlerini Baraka (1991) adlıromanında ustaca kullanan ve ABD’ninİncirlik üssündeki dümenlerini roman diliyledeşifre eden Burhan Günel, 1971'denitibaren öyküyle başlayan yayın hayatını dabirkaç ay önce hastalığının ağırlaşmasınakadar sürdürdü.

İlk romanı Ökse 1972'de, ilk öykü kitabıSevgi Bağı ise 1974'te yayımlanan BurhanGünel’in yapıtları arasında, Antakya’nınFransızlar tarafından işgal sürecini ve bunakarşı yerel yurtsever güçlerin direnişini konuedinen Acının Askerleri(1981 Mehmet AliYalçın Roman Ödülü), 12 Mart darbesininaydınlara ve ilerici askerlere uyguladığıbaskıyı konu edinen Ahtapot ve Sivaskatliamını anlattığı Ateş Uykusu (1996 YunusNadi Roman Ödülü) romanları, onun aynızamanda politik duruşunu da yansıtanyapıtlarıdır.

Çok sayıda öykü ve romanı yanında “BenzerRomanlar” (1986) ve “Karşı Yazılar” (1995)adlı inceleme kitaplarıyla çok sayıdaçocuklarla ilgili kitapları bulunan BurhanGünel uzun süre Karşı Edebiyat adıyla birdergi de çıkarmıştı. Bir süredir dergilerderessamlar ve resim sergileriyle ilgili yazılar dakaleme alan Burhan Günel, resim deyapıyordu. Merkezi Ankara’da bulunanEdebiyatçılar Derneği’nin iki dönem GenelBaşkanlığını da yapan Burhan Günel’in enverimli döneminde ölümü, Türk edebiyatıaçısından büyük kayıp olarak görülmektedir.

“Gidiyorumyelkenimde korkularçözülmekte acının buz uykusuyakılmış buğdaylardan bağlardankanımı donduran ateş bozumuşiirlerle şairlerle tutuşano uzak Anadolutorbama doluştularihanet dikenleriisli beyaz kuğular

Öfkeliyim başkaldırı çağrısınice zaman susmuştuparlattım acıyı gözlerim buğulugidiyorum yenidenyanık kırlara doğru”

BURHAN GÜNEL

YILMAZ BASIN EMEKÇİSİ: METİN GÖKTEPE

Metin Göktepe'nin 8 Ocak 1996 günü "faili malûm"bir cinayete kurban gitmesi olayı, onun ÜmraniyeCezaevi olaylarında öldürülen Rıza Boydaş ile OrhanÖzen adlı iki tutuklunun cenaze töreni ile başlar.Töreni izlemeye giden Metin Göktepe, ertesi gün ölüolarak bulunan Metin Göktepe için devlet adınaİstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar,Göktepe'nin sandalyeden düşerek öldüğünü açıklar.

44

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan isesandalyenin yüksekliği konusunda kuşkuduyduğundan olsa gerek, "Metin Göktepeduvardan düşerek öldü, bize gelen bilgiler buşekilde" diyordu.Metin Göktepe'yi döverek öldürenler, "Kastıaşan müessir fiil"den yani istemedenöldürmekten yargılandılar. Bir de öldürücüdarbe hangi polisin elindeki kalastan çıktığıbelirlenemedi. Oysa her şey avukat Fikretİlkiz'in Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'ndesöylediği gibi netti: "Eğer istemiyorsanız, birkere vurduktan sonra geri çekilirsiniz.İstemeden bir insanın kafasına kalasla 40kere vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerekalınmış, Evrensel muhabiri olması nedeniylebilinçli olarak dövülmüş ve isteyereköldürülmüştür."

Sanık polislerin yargılanacakları yer sorunoldu. Adalet Bakanı Mehmet Ağar, güvenlikgerekçesiyle Göktepe Davası'nı 25 bin polisingörev yaptığı İstanbul'dan Aydın'a aldırttıSonuçta gerçeği sanık polis avukatlarındanAhmet Ülger, ilk duruşmada şöyle diyordu:"Bu dava, basınla devlet arasındadır!"

Can Yücel, Metin Göktepe'nin katledilmesininardından yazdığı şiirde, acısını şöyle dilegetiriyordu:

METİN'E METİN BİR METİN

Metin'in kafasında bir darp varPolis karakolundan morga kadarMosmorBir darbe varyüreğimizde beynimizdeSoruyor bir işaret fişeğiBiz ölerek mi yaşamayıöğreneceğiz hâlâ...

CAN YÜCEL

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E BİR EDEBİYAT EMEKÇİSİ:

OSMAN CEMAL KAYGILI

Osman Cemal Kaygılı, Türk Edebiyatının ismi,ancak yapıtlarından uyarlanan film ve dizilerleanımsanan gerçek bir edebiyat emekçisidir.Öykü ve romanlarında İstanbul’un kenarmahallelerinde, sur dışında yaşayan halkıngünlük hayatına yer verdi. O, yaşadığı dönemdede belirli bir çevrede ilgi görmüştü. Sait Faik, birsohbet esnasında, onun için “En beğendiğimyazar” demişti. Sait Faik, kısa zamanda buromanın yüzüncü baskısını yapacağınıummuştu.

10 Ocak 1945’te yitirdiğimiz Osman Cemal'in veyapıtlarının layık olduğu yere ulaşamaması yada yıllar sonra ulaşacak olmasının bir nedeni de,Sait Faik'in tanımıyla “yarı meçhul”lüğündengelmekte. Dönemin çeşitli dergi vegazetelerinde yazmış olmasına karşın OsmanCemal, “matbuat alemi” için yarı meçhulbirisidir. Matbuat ve edebiyat âleminin dışındabir hayat sürmek zorunda kalmıştır. Dönemininünlü yazarları, gündüzleri Cağaloğlu'nda,akşamları Beyoğlu'nda bir araya gelirken, ogündüzleri bambaşka işler yapmıştır: İnekçilik,sütçülük, tuluatçılık, öğretmenlik gibi, her biriayrı bir yaşam biçimi gerektiren mesleklerleuğraşmış, hatta bir dönem bu işlerin hepsinibirlikte yürütmüştür.

45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Geceleri de kafayı Fener'deki Rummeyhanelerinde, Vidos köyündeki çingeneçadırlarında çekmiştir. Matbuat ve edebiyatâleminin gözü önünde yaşamayan yazarın bu“dışarıda” duruşu, bu âlemi daha farklı görmesinisağlamıştır. Gazete ve dergilerinde kalmışyazılarında bu entelektüel ve siyasi âlemleuğraşmış, ama roman ve öykülerinde başka birâlemi anlatmıştır. Osman Cemal, bambaşka birâlemin insanıdır ve o âlemi yazmıştır. Çingeneler,Sur dışındaki hayat gibi o yıllarda edebiyata konuolmayan yaşam biçimlerini kaleme almış,döneminin giderek yok olmakta olan sözlükültürünün öğelerini, semai kahvelerini,tuluatçıları, meddahları, İstanbul argosunutanımış ve yazılı kültüre geçirmiştir. Bu yanıyla,tam bir “dışarıdan” bakış kazanmıştır.Eserlerindeki sivri cümleleri yazarkenki cesaretinide bu dışarlıklığından almıştır.

Onun dışarlıklığı, bir anlamdaki “lanetliliği”gençliğinde başlamış bir şeydir. 1912'de, 22yaşındayken İttihat ve Terakki aleyhine TepebaşıTiyatrosunda yapılan bir gösteriye katıldığı için1913'te, Sinop'a sürgüne gönderilir. OsmanCemal, bir arkadaşına gönderdiği fotoğrafınarkasına, “siyaset mezarlığına destursuz abdestbozduğu” için sürgüne gönderildiği yazmıştır. Bualaylı ve alaycı yazar, yalnız siyaset mezarlığınadeğil, matbuat ve edebiyat âlemine de destursuzabdest bozmuştur. Cumhuriyet'in İttihat veTerakki ideolojisinden pek de uzak olmadığını ozaman vurgulama cesaretini göstermiştir.Cumhuriyet aydınının resmi ideolojidenkopamadığı dikkate alındığında hem İttihat veTerakki'ye karşı çıkmış, hem Cumhuriyet'ingösterdiği “muasır medeni” yaşam biçimi yerine,eski İstanbul'un kenar mahallelerini, alttabakalarını, Çingeneler gibi modernizmingörüldüğü yerde yok etmekten çekinmediği birkesimi anlatmış yazarın “lanetliliği” daha iyianlaşılabilir.

Eserleri: Roman; Çingeneler (1939), AygırFatma (1944), Bekri Mustafa (1944); Öykü;Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda(1938), Altın Babası (1923), Bir Kış Gecesi(1923), Çingene Kavgası (1925), Goncanın

İntiharı (1925), Oyun; Mezarlık Kızı (1927),Üfürükçü (1925), İstanbul Revüsü (1925),ARAŞTIRMA-FOLKLOR: İstanbul’un SemaiKahveleri Meydan Şairleri (1937), ArgoLügati...

“Osman Cemal’in Çingâneler’i muhakkak birşaheserdir. Osman Cemal şimdiden sonrabir tek yazı yazmasa, Türk edebiyatınakazandırdığı bu şaheserle gene mahzun vegene yarı meçhul aramızda dolaşsa, bu,hiçbir zaman değeri birdenbire, bir çığlıkhalinde meydana çıkarmayı unutmayanedebiyat denilen şey ona bu şaheserininlayık olduğu mevkii vermekte gecikme-yecektir. Okudukça şaşırıyorum. Sayfalarıçevirdikçe içim hüzün, sevinç ile dolukarmakarışık bir âleme giriyor.

Gâvur Etem kitaptan fırlıyor, karşımdaApokor Çorbacı’nın kim olduğunu izahediyor. Akman Baba’yı arabasını sürerken,yaz yağmurlarını, çadırı, böğürtlen dolusepeti, ayaklarını köpekler dalamış tirşegözlü Gülüzar’ı, Büyükdere köylerine gidenmusiki ve avantür delisi delikanlıyı, yılanları,Nazlı’yı görüyorum, duyuyorum. Bir reelâlemini bu kadar masala ve destana yakınşekilde bir de Alain Fournier’de okudum.

Osman Cemil’in bu kitabı için biraz röportajkokuyor demişlerdi. Kokladım. Mis gibi birşaheser, bir hakiki roman davantaj avantürromanı kokuyor. Fazla olarak bir de hakikibir örf ve âdet romanı. Bu iki janrıbirleştirerek bize Türk edebiyatının en güzeleserini veren Osman Cemal’e, beniokuyanlar birer tane o kitaptan edinerekhayran olsunlar.Ben o kadar yakın bir istikbalde Osman

Cemal’in bu kitabının yüzüncü tab’ıyapılacağına ve Türk edebiyatının ilkavantür roman tarzının bir şahesernumunesi olduğu anlaşılacağına yüzde yüzeminim.” (Vakit gazetesi, 23 Haziran 1939/Sait Faik Abasıyanık)

46

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

EDEBİYATIMIZIN ÇOK YÖNLÜ EMEKÇİSİ: NECATİ CUMALI

10 Ocak 2001’de yitirdiğimizNecati Cumalı, edebiyatınbirçok dalında ustalıklaönemli yapıtlar vermişüretken bir yazardı. Onun enbelirleyici özellikleri, dili çoksade ama çok etkileyicikullanabilmesi, hayatı vegerçek insanları eserlerininiçine oldukları gibiyansıtabilmesiydi.

Necati Cumalı, Garip şairleriyle aynı yıllarda şiirebaşlamasına ve Garipçilerle yakın dost olmasınakarşın, şiirde onlardan farklı bir yönde ilerledi.Şiirlerinde duruluk ve hayata içten ve sıcak bakışöne çıktı. Sürekli umudu besleyen insanlık çizgisiekseninde, Garip ve 1940 kuşağı etkilerini yalın veaydınlık bir duyarlık potasında eriterek kendineözgü lirik şiirler yazdı. Şiirlerindeki konular bireyingüncel kaygıları, sevileri, sevinç ve özlemleri,ayrılık ve acıları, barış, doğa sevgisi ile birlikteçağın sorunları oldu. Necati Cumalı, gerek tekinsanın(yalnızlık) gerek ikili ilişkilerin (aşk,dostluk), gerek toplum içindeki insanın çeşitlidurum ve konumunu şiirde başarıyla işlemiş,konularında renkli, dilini canlı, işlek tutabilmiştir.

Üretken bir yazar olan Cumalı’nın öykü veromanlarında Roman ve öykülerinde çoğunluklaEge Bölgesi'ndeki kasaba ve kırsal kesiminsanlarının sorunlarını, çıplak gerçekliği öneçıkarmadan işledi. Yoksul, köylü insanları idealizeederek öne çıkardı. Sonraları kadın-erkekilişkilerini işlediği öyküleri yazmaya başladı.Bunların dışında çocukluk yıllarında Rumeligöçmeni büyüklerinden duyduklarına vearaştırmalarına dayanarak Makedonya kökenlerinedönüp epik bir romancılık anlayışıyla “Makedonya1900” ve “Viran Dağlar” romanlarını yazdı.

Necati Cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belkide en ilginç yönü tiyatro yazarlığıdır. “Bir yazarhalkının sosyal, ekonomik sorunlarına, mutluluk

arayışına yaklaştığı, kendini aralarından biriolarak gördüğü oranda ulusallaşır” diyenNecati Cumalı, diğer eserlerinde olduğu gibioyunlarını yazarken de bu anlayışa bağlıkaldı. Konularını yerli kaynaklardan alaraktamamen yerli unsurları kullandı..Tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliğikarşısında durarak tiyatromuzun gelişimineemek verdi.

“Son” şiirinden:

“İçimden hep iyilik geliyorYaşadığımız dünyayı seviyorumKin tutmak benim harcım değilÇektiğim bütün sıkıntıları unuttumParasız pulsuzum ne çıkarGelecek güzel günlere inanıyorum

Gelecek güzel günlereSonunda galip geleceğine eminimİyiliğin, zekânın ve cesaretinİmanım var zaferineAşkın, adaletin ve hürriyetin

Yetiştiğim halkın içindeBütün şiirlerini duydumÇalışmanın ve sefaletinKulak verin işe gidenlerin türkülerineYorgun argın dönüşlerini seyredin.”

ONAT KUTLAR’IN KÜLTÜRÜMÜZE VE SANATIMIZA KATKILARI

UNUTULMAYACAK!...

11 Ocak 1995’te yitirdiğimiz Onat Kutlar'ı;kendi kültürüne, dünya uygarlığına katkıyapmış, çok satmak ve izlenmek üzerindenoluşturulmaya çalışılan yeni değerler sistemi-

47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

ini temelden eleştiren bu sanat ve düşünadamını ölümünün 16. yılında bir kez dahasaygı ve sevgiyle selamlıyoruz.

Bir yaşam boyu, yılmadan,yabancılaşmadan edebiyatın hemen heralanında birbirinden nitelikli ürünler verdiOnat Kutlar. Şiir, öykü, sinema, denemealanlarında günümüzde önemi giderekartan yapıtlar üretti. Her yapıtında,savunduğu insanlığın yok edilemeyen kültürbirikimine dayandı. Kendi kültürüne, dünyauygarlığına katkı yapmış aydın, sanatçı,bilim adamlarına sırtını dönüp yaygınlık, çoksatmak ve izlenmek üzerindenoluşturulmaya çalışılan yeni değerlersistemini temelden eleştirdi. Anadoluinsanına bakışı o imbikten süzülen inceduyarlılıklarının ve algılarının ürünüdür.Popüler ve yaygın olana itirazı, tekelleşmeyireddetme, emperyalizmin kültürsüzleştirmeve tek tipleştirme operasyonuna bir karşıçıkış niteliğindedir.

Bu değerli kültür adamı, bütün ömrünüsahteliklere, ikiyüzlülüklere, halkı kültürsüz-leştirici, ortalama beğeniye hapseden tekellimedyaya karşı çıkmaya adamıştı. Ne yazıktekelli düzenin ve yarattığı insanın entiksindirici ürünlerinden terör bu yetişmesigüç aydını çok zamansız şekilde bizden alır.Son yazılarından birinde "Herkesinkaybettiği tek oyundur terör, korkunç biroyundur. Evet her öldürülenle bir evren yokedilir." derken ne yazık ki kendi ölümünü deyazar sanki.

Onat Kutlar, tam bir kültür adamıydı.Sinemanın edebiyatla, şiirin güzel sanatlarlakesiştiği yerde durdu, öykülerini böyle birimbikten geçirerek kağıda düştü. Duyarlı,ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığışiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlaröne çıkmaktaydı.

SAVAŞ VE BARIŞ

Yamaçta bir ev evin üstündeKocaman bir tavuskuşu oturmuşDar pencerede ufacık bir kızElinde paket taşı kadar bir çikolataBir tüy ormanının ardında kalanGüneş içindeki çin'e bakıyor

Bahçeye kurulmuş üç arsız kemanRenkli şeritlerin bayrağıylaÇivi yazısından bir karıncayıTam iki saattir oynatıyorÇaldıkları parça da Chopin

Mor renkli ispirto içtiği içinÇiroz olduğuna inanıyor dedeMerkezkaç gücüyle karadenizinBalkonuna yaslanmış bıyık altındanGülerek küçük kıza bakıyorDede çiroz değil bir hinoğlu hin

O anda duyuldu arka taraftaOvaya bakarak gözcülük edenArap oğlanın sesi ve bembeyazuğultusu pusudaki ölümün:

Tanklar geliyor

ONAT KUTLAR

ÇAĞDAŞ ŞİİRİMİZİN YAPI USTALARINDANCEMAL SÜREYA’YI ANIYORUZ

İkinci yeni şiirinin en önemliadlarından olan CemalSüreya’yı 9 Ocak 1990’dayitirmiştik. Kendine özgüsöyleyiş biçimi ve şaşırtıcıbuluşlarıyla, zengin birikimiile duyarlı, çarpıcı, yoğun,diri imgeleriyle şiirimize yenisoluk aldıran bir şairdiCemal Süreya. Geleneğe karşıolmasına rağmen geleneğişiirinde en güzel kullandı. Şiiri

48

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

bütün fazlalıklardan kurtararak, aklınözgürlüğünden ne güzellikler doğabileceğinigöstermeyi amaçladı.

Bu özellikleriyle bireysel bir “kaçış” şairi olarakgörülse de, şiir duyarlığımıza kattığı tatlarla veşiir dışındaki toplumsal duruşuyla bizim içinönem taşımaktadır. Cemal Süreya’yı iyitanınmak için yaşamına göz atmak gerekir.

Cemal Süreya, sürgünün acı tadınıçocukluğunda tatmıştır. Bir gece yarısıailesiyle birlikte Bilecik tren istasyonunaindirilmişti. Nereye gideceklerini bilmedenvagonlara yüklenmişlerdi. Çaresizdiler.Bilecikliler onlara sahip çıktılar. Yemeklergetirdiler. 20 yıl Bilecik dışına çıkmalarıyasaktı. Annesini bu ilk sürgün günlerindeyitirdi. Okumak istiyordu. Babası da kızkardeşlerini alarak İstanbul’a çalışmaya geldi.“Sürgün” kararı peşlerindeydi. Evleri polistarafından basıldı. Dönemin işkenceleriyleünlü İstanbul’un Sansaryan Hanı’ndagözaltına alınıp ailecek yeniden “pakethalinde” Bilecik’e geri gönderildiler. CemalSüreya, henüz 11 yaşındaydı.

Kendi anadili serüvenine iki defa soyunurSüreya. İlkinde 12 Eylül gelir, ikincisindeölüm. İnsanın anadilini bilememesine acısayıklamalarıyla anadili acısını içinde taşıyarakölür. Gerçek yaşamında Kürtlüğünü ön planaalacaktır. Bazil Nikitin'in “Kürtler” adlı kitabınıTürkçe’ye çevirir. Her yerde Kürt ve sürgünolduğunu anımsatacak, oğlunun nüfuskaydında adı ''Memo'' olarak yazılan tek Kürtolmasıyla övünecektir.

Şöyle anlatır sürgün olmanın acısını, şiirindekiyerini: “Gülümsemeyle hüzün yan yana giderbenim şiirimde. Özgürlük ve kendine güvendurumu beni hep lirizme, sıkıntı ve bunalımise hep humor’a atmış.” Ölümü de humour’latiye almıştı şair: “Ölüyorum tanrım/Bu da olduişte/Her ölüm erken ölümdür/Biliyorumtanrım/Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fenadeğildir./Üstükalsın...”

SOSYALİST GERÇEKÇİ ROMANIN ÖNCÜSÜ REŞAT ENİS AYGEN EMEĞİN

SAFLARINDA YAŞAYACAK HEP!

Sosyalist gerçekçiedebiyatın romandaki ilköncülerindendir Reşat Enis.1940 kuşağının romandaöne çıkan adıdır. Unutulmazsosyalist gerçekçi romanlaryazmış ve 1980'lerinbaşından günümüze kadarbirçok önemli eserlerininyeni baskılarının mevcutolmadığı, adeta suskunlukkomplosuna maruz kalan,unutturulmaya çalışılan,

görmezden gelinen, mütevaziliği, çalışkanlığı,aydın sorumluluğu ve cesaretiyle birbirindendeğerli toplumcu eserlere imza atmış büyük biryazarımızdır.

Ünlü şairimiz Nazım Hikmet tarafından “Türkedebiyatının temel taşı" olarak takdir edilenAfrodit Buhurdanında Bir Kadın (1939) genelahlaka aykırı olduğu iddiasıyla basıldıktan kısabir süre sonra toplatılmıştır. Bu eserinde yazar,

49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

çalışan ve yoksul bir kadının yaşadığı çiftesömürüyü çarpıcı bir şekilde tasvir etmiştir.

En önemli eserlerinden biri sayılan ve yayınlanıryayınlanmaz toprak ağalarının yoğun baskısınedeniyle toplatılan Toprak Kokusu (1944) adlıbaşyapıtı, daha sonra ancak 1969'da o da bazıbölümleri sansürlenerek “Kara Toprak” adıylatekrar yayınlanabilecektir. Reşat Enis'inromanlarında her zaman ekonomik olarakgörünmeyen çelişkiler, fiziksel güçler arasındakiuyumsuzluklar ağır basar. Kadının sömürülmesisorununu da ilk ele alan romancıdır Reşat Enis.

1996 yılında Mavi Dergisi'nde yayınlanansöyleşisinde Yazarın oğlu Gökçe Enis şu değerlibilgileri verir: “Babamın vefatından sonra MilliyetSanat’ta Yaşar Kemal’in övgülerle dolu güzel biryazısı çıkmıştı. Fakat bir sürü övgünün içinde birde eleştirisi vardı Yaşar Kemal’in: Reşat Enis’igazetenin önünden her geçişimizde camın önündeoturur görürdük. Sonra da kitap (Toprak Kokusu)çıkınca şaşırmışlar. Bu nasıl oturduğu yerdenÇukurova romanı yazar ki, bize sorsaydı biz onubazı yerlere götürür, birtakım insanlarlatanıştırırdık. Oysa o oturduğu yerden yazmamış ki.Onun çalıştığı gazete, ağanın gazetesi ve orayaişçiler, topraksız köylüler, yoksul, çaresiz insanlargeliyor. Babam bir gazeteci gibi onlarla konuşupmalzeme topluyor. Gezmesine gerek kalmıyor,yazacağı her şey bir bakıma ayağına geliyor.Gerçektende romanlarına bakarsanız, insanınoturduğu yerden yazacağı şeyler değil. Tarzı daöyleydi zaten. Balıkçıları anlatmak için (EkmekKavgamız) teknelerle Karadeniz’e açılmıştır. Oinsanlarla fırtınada, yağmurda ölümle burunburuna yaşamıştır. Keza Sendikacıları anlattığı“Sarı İt”te gene öyle. Sendikacıların içine giripçıkmış, yani insanların içine girip, malzemeyibizzat onların içinden toplamış.”[Unutturamadıkları Romancı Reşat Enis (Dosya) -Hazırlayan: Aydan Gündüz, Mavi Dergisi s.7,İstanbul (Kasım 1996).]

1947'de yayınlanan Ekmek Kavgamız adlı eserindebalıkçıların hayatını yansıtmıştır. 1949'da AğlamaDuvarı ile yazar 2.Dünya Savaşı İstanbul'undabirçok çevreyi, olayı ve kişiyi okuyucuya aktarır.

1951'de yayınlanan Yolgeçen Hanı ise okurunAnadolu'yu karış karış dolaşan gezici tiyatrolarvasıtasıyla, politikacılar ve ağalar tarafındansömürülen, aşağılanan köylülerle yüzleşmesinisağlar. 1957'de yayınlanan Despot adlı bir diğerşaheserinde ise Kurtuluş Savaşı dönemindekendi çıkarlarını korumak için düşmanla bileişbirliği yapan Davut Ağa'nın öyküsü anlatılır.Roman yayınlanmadan önce Cumhuriyetgazetesinde tefrika edilirken, roman aleyhineaçılan dava beraatla sonuçlanmasına rağmenCumhuriyet gazetesi işine son verir. 1968'deAnadolu Ajansı'nın İstanbul Bürosu yazı işlerisekreterliğinden emekli oldu. Aynı yılyayınlanan Sarı İt ise Türk Edebiyatında işçi-sendika ilişkilerini ele alan ilk romandır. Sarısendikacılık olarak tarif edilen ve işçi sınıfınadüşman bir anlayış bu romanın eleştirikonusunu meydana getirir.

Bu önemli sosyalist gerçekçi yazarımız1968’den sonra herhangi bir üretimdebulunmaz, yazmaktan vazgeçer. Bu susuşu,“ona yönelik baskılara nedeniyle küstü” olarakalgılanır. Son romanı olan 1981'detamamladığı ve vasiyetinde yayınlanmasınıarzuladığı Kırmızı Karanfil ise ancak ölümünden25 yıl sonra Yordam Kitap'ın desteğiyle günışığına çıkabilecektir.

Tıpkı Emile Zola, Maksim Gorki ve OrhanKemal gibi Reşat Enis de keskin gözlemgücüyle kenar mahallelerdeki yoksul vedışlanmış insanları, onların gündelik ayaktakalma mücadelelerini eserlerinde işlemiştir.Romanlarında fabrikalarda ve madenlerdeyaşanan vahşi ve gaddar sömürü bütünaçıklığıyla dile getirilir. Eserleri, yaşadığıdöneme çarpıcı bir tanıklık olarak her zamangüncelliğini, anlam ve önemini muhafazaedecektir. Eserlerinde İstanbul’un kenarmahalleleri, gecekonduları, Beyoğlu veGalata’nın fuhuş ve sefahat âlemleri realist birbiçimde anlatılır. İyi bir gözlemcidir. Olaylararasında bağların gevşekliği, kahramanlarını iyiişleyemeyişi tasvire fazla yer vermesi gibikusurlarından dolayı ikinci sınıf bir sanatkârolmuştur. Son romanlarında Anadolu insanının

50

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

problemleri le işçi meselelerini işlemiştir.

Halkın üzerindeki dinin uyuşturucu gerçekliğinien zor zamanlarda açıkça dile getirir. Bugününde en önemli gerçekliğinin saptamasını yapar:

"Kahramanlıklara, cü'retlere sevkedendin, insanların damarlarına enjekteedilmiş, coşturan, taşıran bir kimyeviformüldür öyleyse... Uğrunda canlarınıfedaya kışkırttığı insanlara cennet vaatettiğine göre, işin içine menfaat dekarışıyor! Sürünürcesine yaşadığı birdünyaya karşı huriler gılmanlarla türlüyiyecek ve içecekle dolu bir başka âlem!"

HRANT DİNK’TEN BİZE KALAN ‘KARDEŞLİK İDEALİ’NEDAHA ÇOK BAĞLIYIZ!...

Acısı taptaze içimizde kanamakta… Gülüşlerindefaşizme karşı umut saçan bir bahar kan içindehâlâ. “Su Çatlağını buldu” diyen sesikulaklarımızda çınlıyor. Ve onun sesinde yiten birdüş şahlanıyor. Grileşen renklerimiz buluyoryeniden nüanslarını. Acısı kor gibi dururkeniçimizde çok sözü de gereksiz buluyoruz. Şimdidostları şu seslenişle çağırıyor Hrant’ı anmaya,diğer dostlarını. Gelin birlikte bu sese kulakverelim. “19 Ocak'ta, Saat Üçte, Aynı Yerde... “

Hrant Dink aramızdan ayrılalı tam beş yıl oldu.O’nun devlet görevlilerince ya da onların gözetimialtında katledildiği oraya çıktı. Deliller karartıldı.Yakalanan bu kanlı cinayetin ortağı sustular.Kimileri ise terfi ettirildi. Şurası gerçek ki, bizler bu

ülkenin yurttaşları olarak, güvercintedirginliğinde, gerçek failleri bulunmamışsuikastlarla bir arada yaşamaya alışmakistemiyoruz. Bu akıl almaz cinayetten nefretüretmeyen onurlu kalabalıklar olarak,bebeklerden katil yaratan karanlığa ışıkdüşürmek için, ülkemizin aydınlık geleceğinesahip çıkmak için, adalet için, barış için,kardeşlik için, Hrant Dink davasının mağdurlarıve takipçileri olarak her 19 Ocak‘ta onunhalkların kardeşliğini anlatan sesini çınlatmayadevam edeceğiz.

ŞİİRİMİZİN İNCE KUYUMCUSU: ÖZDEMİR ASAF

Çağdaş edebiyatımızınkendine özgü şairlerindenÖzdemir Asaf’ı yitireli 32yıl oldu. 28 ocak 1981’desonsuzluğa uğurladığımızşairin gerçek adı HalitÖzdemir Arun’dur.

Şiirleri genel olarak dörtlükve ikiliklerden oluşur.Yoğun ve kısa bir söyleyiş

özelliği vardır. Düşünce ile duygu yoğunluğuylaberaber, taşlama ve alay şiirine egemen olanetmenlerdir. En çok kullandığı ayrılık, sevgi veölüm temaları son dönemde şiirlerinde yerinikaçış ve umutsuzluğun tedirginliğinedönüşmüştür. Onun inandığı şiirde bir anlamve görüşün yansatılmasının gerekliliğidir.Geleneksel Türk şiiri ve batı şiirininharmanlamasıyla son derece zengin bir sanatdeğeri oluşturmuştur.

Şükran Kurdakul, onun şiire üzerine yaptığıdeğerlendirmede şunları söyler:

" Özdemir Asaf şiiri, temelde doğaya,insanlara, yakın çevre oldubittilerine açılarakyeni yorumlarla donanır. Yer yer keyifli, bıyıkaltından gülen bir şair vardır. Ama “insanınömrüyle devam edecek bir oyun”da acılarınıhafife almaktan yorgun düştüğünü sezersiniz.Dikkat edilirse, kendisini ve dış dünyayı yorum-

51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

lamaya çalışırken bizim uzağında olduğumuzbişeyleri göz ucuyla izlediği görülür bu şairin.”

İnsana aykırı pisliklerin biriktirdiği tepkiler,Özdemir Asaf şiirinde çoğunlukla ince yergiöğeleriyle çıkar karşımıza. Yer yer acıya veöfkeye dönüşür:

BİLDİRİ

Bizler savaş ölüleriyiz,Bundan böyle karşı karşıya değiliz;Bildiririz.

ÖZDEMİR ASAF

ROMANDA SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN ÖNCÜ ADLARINDAN

KEMAL BİLBAŞAR ESERLERİYLE YAŞIYOR!

21 Ocak 1983’deyitirdiğimiz KemalBilbaşar, Anadolu’nunfeodal yapısını elealan ve sinemayav dauyarlanan romanları“Cemo” ve “Memo”ile ünlendi ama o,daha 1943 yılında"Denizin Çağrısı" adlıilk romanıyla Türk

yazınında yabancılaşma olgusunun ilk örneğiniverdi.

Çeşitli yörelerinde öğretmenlik yaptığı Anadolu’yuiyi tanıyan Bilbaşar, öyküleriyle de öne çıktı. II.Dünya Savaşı sonrası Doğu Anadolu köylüsününgeri kalmışlığını da dile getiren yazarın eserleriniDoğan Hızlan, "Kasaba olgusudeğerlendirilmesinde edebiyat ve toplumbilimaçısından paha biçilmez belgeler taşır." şeklindeyorumladı.

Kemal Bilbaşar, sanat anlayışını şöyle belirtiyor:"Yapıtlarımı genellikle küçük kasaba ve köylerdeyaşayan, çok çalışan, az mutlu olan insanların

hayatını yansıtmak, onların belli bir bilincevarmaları amacıyla kaleme aldım. Fikirdetoplumcu, sanatta gerçekçi, görüşe bağlıkaldım. Memleketimiz insanlarınındertlerini, toplum gerçeklerini ancak buedebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak,onlara çözüm yolunu göstermek mümkünolacağına inandım. Yapıtlarımda halkmasal ve öykü deyişlerine de yerveriyordum. Bununla yapıtlarımı halkımadaha rahat okutacağım, sanatımdageleneksel bağlantıyı sağlıyacağımkanısındaydım.”

Bir başka röportajında da kendini şöyleifade eder: “Fikirde toplumcu, sanattagerçekçi görüşe bağlı idim. Memleketimizinsanlarının dertlerini, toplum gerçekleriniancak bu edebiyat tekniğiyle gün ışığınaçıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermekmümkün olacağına inanıyordum.Eserlerimde meddah taklitlerine, halkmasal ve hikaye deyişlerine de yerveriyordum. Bununla eserimi halkımadaha rahat okutacağım, sanatımdageleneksel bağlantıyı sağlayacağımkanısındaydım. Batı mükemmelliğineulaşabilmek için eski sanat değerlerimizintümünü inkar etmek, gelenekselbağlardan arınmak gereğini savunanlarakatılmıyorum. Bizim halk edebiyatımızzengin bir dil ve sanat hazinesine dayanır,ölü değil, yaşayan bir dil hazinesidir bu.Olanakları geniştir. Halk için yazan birsanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir,ondan faydalanmazsa, ister istemez halklaarasına mesafe koyar. Bu hazinedenfaydalandıkça yapıtın milli yanınıngüçleneceğini ve halklara daha rahatulaşacağını CEMOispatlamıştır.”

Kemal Bilbaşar, Cemo adlı romanıyla1967 Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü,Yeşil Gölge romanıyla da 1969 MayRoman Ödülünü kazanmıştı.

52

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

SOSYALİST GERÇEKÇİ TİYATROMUZUN ÖNCÜ SESİ: OKTAY ARAYICI

Türk Tiyatrosu'nun sosyalistgerçekçi çizgideki önemlioyun yazarlarından olanOktay Arayıcı, 12 Şubat1936’da Rize’de doğar. İlk veorta öğretimini Rize veMalatya’da gerçekleştirenArayıcı, 1956 yılında İstanbulÜniversitesi’ne girer. 1959yılında ilk senaryosunuyazar.

Sansüre takılan “Gel Nişanlanalım” adlı busenaryonun ardından, ertesi yıl “Dışarda YağmurVar” adlı ilk oyununu yazar ve sahneler.Arayıcı’nın bundan sonraki tiyatro yaşantısıepeyce hareketli, bol ödüllü ve politik açıdanhareketli geçer. 1964’te İzmit’te Good-Year lastikfabrikasındaki grevi konu aldığı “KonduluHayriye” adlı oyunu valilikçe yasaklanır. 1969yılında yazdığı “Seferi Ramazan Beyin NafileDünyası” (Nafile Dünya) adlı oyunu 1971’deAST’ta sahnelenir ve yasaklanır. Bir oyun yazarıolarak artık dikkat çekmeyi başarmış olan Arayıcı,1974–1976 yılları arasında “Bir ÖlümünToplumsal Anatomisi” adlı, kendisinin önde geleneserlerinden biri sayılan oyunu yazar. Bu oyunlaTürk Dil Kurumu ve Avni Dilligil ödüllerini kazanır.

1977’de yine en bilinen oyunlarından olan“Rumuz Goncagül”ü yazar; Rutkay Aziz’inrejisiyle sahnelenen oyun 1981–1982 tiyatrosezonunda “Yılın Oyunu” ödülünü alır. Bu oyundaha sonra İrfan Tözüm’ün yönetmenliğindesinemaya da aktarılır. 1978’de TRT için “AtGözlüğü” adlı senaryoyu yazar. Film TRTMuhabirleri Derneği tarafından yılın en başarılıyerli yapımı seçilir. 1978–1979 yılında “Geçit”(Tanilli Dosyası) adlı oyununu yazar. OyundaServer Tanilli’nin hayatı ekseninde, bir dönemirdelemesi yapılmaktadır. Yazar 1982’de “Babalar”adlı kabare oyununu yazar. Toplumsal sorunlaragetirdiği çarpıcı yaklaşımlarla 1970’lerdeki“toplumcu dalga”nın en etkili isimleri arasındayer alan oyun yazarı Oktay Arayıcı, 21 Ocak1985 tarihinde de hayata gözlerini yumar.

Tiyatro eleştirmeni Ayşegül Yüksel'in"1970'lerdeki tiyatromuzun devinimini, rengini,dokusunu belirleyen birkaç oyun yazarındanbiridir" diye nitelendirdiği Türk tiyatrosununerken yaşta yitirdiği kayıplarından biridir OktayArayıcı. Tiyatromuza sosyalist gerçekçi çizgideseyreden nitelikli eserler kazandıran Arayıcı'nınyapıtlarında üzerinde durup irdelediği sorunlarınçok daha ağır bir biçiminin yaşamımızı da elegeçirdiğini görüyoruz. Can Gürzap'a göreoyunlarının en dikkat çekici yanı dilindedir:"Oyun kuyumcu titizliğiyle yazılmış. Oktay kılıkırk yaran bir yazardı. Diğer oyunları da öyleydi.Tiyatro yazarlığına bir değişiklik getirebilmişender yazarlarımızdan olan Oktay kendi özüslubumuzdan yani Anadolu'da yüzyıllardıryapılmakta olan köy seyirlik oyunlarından yolaçıkmıştır."

Oktay Arayıcı, “Nafile Dünya” oyununda şöylekonuşturur kahramanını:“Kime ne düşüyorsa, herkes payını alsın”diyerek…Sevmek, sevilmek hakkı,Sarılabilmeli insan sevdiğine,Sıcak bir somunu tutar gibi elinde,Isınabilmeli, doyabilmeli.Neden yoksun bundan peki ya, oncainsan?”

BİREYSELDEN TOPLUMSALA UZANAN İZ BIRAKAN ÖYKÜLERİN YAZARI:

MUZAFFER HACIHASANOĞLU

Kasaba insanının bireyselsorunlarını, aile ve toplumilişkilerinin sağlıksız yanlarınıişleyen öyküleriyle edebiya-tımızda sessiz ama kalıcı bir izbırakan Muzaffer Hacıha-sanoğlu, 1943’lerde Büyük Doğu

dergisinde Muzaffer Doluca imzasıylayayınladığı şiirlerle yazın alanında görünmeyebaşladı. 1947 ve sonrasında daha çoköyküleriyle tanındı. Öykülerinde Anadoluinsanının yaşantısını, sokaklardan çıkardığı

53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

tipleri ve çevre ilişkilerini başarılı bir biçimdebetimledi. 70’li yıllarda, işçilerin kahramanlarıolduğu öykülere de ağırlık verdi. 19 Ocak 1985’teöldü

Muzaffer Hacıhasanoğlu'nun öykülerinde, yazarıngerçeklik anlayışı çerçevesinde inancını veyaşamın anlamını yakalama çabalarını yansır.Feridun Andaç onun öykülerini Türk öykücülüğükategorisinde modernleşme yolunda öykülersınıfına koyar. Selim İleri’de “Enstitülü yazarlarındışında olmakla birlikte, kasaba insanını içli birsesle anlatan Muzaffer Hacıhasanoglu'nu daanmak istiyorum. Hacıhasanoglu kasabainsanlarının acılı, üzünçlü serüvenlerini işliyor.Sessiz, durgun, dönüp baktığımızda aynı tadıveren öyküler bunlar” demektedir onun öyküleriiçin. Adnan Özyalçıner'e göre de MuzafferHacıhasanoğlu, Anadolu kasabalarınınyaşantısından gündeme yansıyan olaylarıgündemin insanların yaşamlarını etkileyenolumsuzlukları çelişkileri anlatır.

“Ellerime baktım. İri, nasırlı, yaba gibi. Bueller benim ellerim. Elimizle görürüz herişi. Elsiz düşünemiyorum insanı. Orak tutar,masra sarar, tüfeğin tetiğindedir.Dostumuz mu, düşmanımız mı biri gelirkarşımızdan, elini sıkarız. Neden?Korkumuzdan belki de. Elleridir bize herşeyi yapacak olan; tokat atabilir,tabancasına sarılabilir. Eller vardır, sert,kuru, kemikli; eller vardır yumuşak, pamukgibi bembeyaz. Paralar elden ele geçer.Kumaşlar elle yoklanır. Kıllarla kaplıkiminin üstü, damarlar iyice belirginbazılarında. Zar da tutar, kalem de,telefonda…”

SOSYALİZMİN İKİ KARTALINI SAYGIYLA ANIYORUZ:

LUXEMBURG VE LİEBKNECHT

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht KomünistEnternasyonal'in katledilmiş ilk komünistmilitanları olarak, 92. ölüm yıldönümlerindebütün dünyada anılıyor. Lenin’in “O, birkartaldı, hâlâ da bir kartaldır.” dediği RosaLuxemburg ve yoldaşı Karl Liebknecht, 15Ocak 1919’da Berlin’de daha sonra Almanfaşizmin ünlü isimlerini içinden çıkaracak olanFreikorps [Gönüllü Kıta] tarafındantutuklandılar. Eden Hotel’e getirilen ikidevrimci, kendilerinden geçene kadaracımasızca dövüldüler. Karl Liebknechtbaşından vurularak morga kimliğibilinmeyenler arasına yollanırken, RosaLuxemburg ise Landwehr kanalına atıldı. 25Ocak 1919’da Friedrichsfelde Mezarlığı’ndatoprağa verilen Liebknecht’in yanına Rosa içinboş bir tabut gömüldü. Rosa’nın cansızvücudu 31 Mayıs 1919’da Berlin’de subentlerinin birinde bulundu ve 13 Haziran1919’da Liebknecht’in yanına gömüldü…

Alman sol hareketinin iki önemli ismi olan1871 Polonya doğumlu Rosa Luxemburg ile1871 Almanya doğumlu Karl Liebknecht, I.Dünya Savaşı sırasında Almanya’da kurulanSpartaküs Birliği’nin önderleri olarak tarihegeçtiler. 1 Ocak 1916’da kurulan ve adını RosaLuxemburg’un yayınlanan programbroşüründe kullandığı “Spartaküs” isminden

54

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

alan “Spartaküs Birliği”, 1 Ocak 1919’da toplanankongrede ismini Almanya Komünist Partisi (KPD)olarak değiştirdi. I. Dünya Savaşı boyunca savaşkarşıtlığı ile öne çıkan, Alman işçi sınıfıhareketinin örgütleyicilerinden olan Luxemburgve Liebknecht savaş boyunca süregelengrevlerin, direnişlerin öncüsü oldular.

Alman işçi hareketi tarihine Ocak ayaklanmasıolarak geçen olaylar, 4 Ocak 1919’da solayakınlığı ile tanınan polis müdürünün görevdenalınmasıyla başladı. Spartaküslerin yenilmesiylesonuçlanan ayaklanma 15 Ocak’ta iki önderinöldürülmesiyle sonlandı. Geriye, RosaLuxemburg’un ölümünden bir gün önce, 14 Ocak1919’da “Die Rote Fahne” (Kızıl Bayrak)gazetesinde yayınlanan “Berlin’de Düzen HükümSürüyor” başlıklı yazısının son satırları kaldı:“Berlin’de düzen hüküm sürüyor! Sizi budalazaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’.Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtılarıiçinde yeniden doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşetiçinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunubildirecektir: Vardım. Varım, Varolacağım!”

Karl Liebknecht’in öldürüldüğü gün, geriye “DieRote Fahne” de yayınlanan son yazısının sonsatırları kaldı: “Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik.Çünkü Spartaküs –ateş ve ruh demektir, yürek vecan demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemidemektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf-bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsiletmektedir… bunlar elde edildiği zaman, biz isteryaşayalım, ister yaşamayalım, programımızyaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasınaegemen olacaktır. He rşeye rağmen!”

Ölümlerinin 93. yıldönümünde işçi sınıfına olansarsılmaz inançlarının bizlerce de paylaşıldığı ikibüyük önderi saygıyla anıyoruz… Onlar’dan bizekalan sloganı en gür sesimizle haykırıyoruz: “Yabarbarlık, ya sosyalizm!”

MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARININ SOSYALİZM İDEALİ,

DEVRİMCİ MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR!

Türkiye komünist mücadele tarihinin ilkönemli öncülerinden Mustafa Suphi ve 14yoldaşı, bundan 91 yıl önce, Karadeniz’dekatledildiler. 28 Ocak 1921, Türkiye devrimcihareketinin tarihinde önemli dönemeçnoktalarından biridir. Türkiye komünisthareketinin Ekim Devrimi-Kızılordu pratiğiiçinde yetişmiş en değerli kadrolarınıkaybettiği Karadeniz katliamı, aynı zamandaaslında TKP tarihinde bir gerilemeninbaşlangıcı olmuştur.

10 Eylül 1920’de Bakü’de SovyetlerBirliği’nden, Anadolu’nun değişik yörelerindenve İstanbul’dan gelen 74 delegeyle toplananTKP’nin kuruluş kongresi, her şeyden önce odönemde Anadolu’da Halk İştirakiyun Fırkası,İstanbul’da Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkasıve Sovyetler’deki komünistler olmak üzere üçkoldan gelişen komünist hareketi birleştirmekamacını güdüyordu ve bunu da büyük ölçüdebaşarmıştı. Bütün bu gelişmeleri bir programetrafında gerçekleştiren Kongre’nin en önemli

55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

kararlarından biri de Anadolu’da gelişen işgalekarşı mücadelenin içine girmek, sıcakmücadelenin orta yerine atılarak önderliğesoyunmaktı. Kongre’de yapılan konuşmalar, alınankararlar, ortaya konulan tüzük ve program EkimDevrimi’nin ve 3. Enternasyonal’in devrimciruhunun damgasını taşıyordu. Örgütlü çalışmanınağırlık merkezini Anadolu’ya kaydırma kararı alanKongre, genel başkanlığa Mustafa Suphi’yi, genelsekreterliğe Ethem Nejat’ı ve bunlarla birliktetoplam 7 kişilik bir Merkez Komitesini seçerektamamlandı.

Kongreden yaklaşık 4 ay sonra, 1921’in başında,Ankara ile iletişim kuran Mustafa Suphi, EthemNejat ve kalabalık bir komünist topluluk Türkiye’yegeçmeye karar verdi. Hedef Ankara’ya, Anadoluayaklanmasının kalbine ulaşmaktı. Bu yüzdentarihçi Cemal Kutay’ın sözleriyle, “Onları Ankara’yasokmamak Yunan’ı denize dökmek kadarönemliydi!” Bu yüzden törenlerle karşılandıklarıKars’tan sonra provokasyonlar birbirini izledi.Erzurum’da kışkırtılmış halk tarafından şehresokulmadılar. Batum üzerinden Bakü’ya geriyollanmak üzere Trabzon’a yollandılar. Yol boyudüzmece gösteriler sürdü. Trabzon yakınlarında dakayıkçılar kahyası Yahya kaptanın adamlarınınsaldırısına uğradılar. Şehre girmelerine izinverilmedi ve bir iskeleden bindirildikleri takayladenize açıldılar. Arkalarından yetişen Yahyakaptanın adamları silahları alınmış olan MustafaSuphi ve ondört yoldaşını bıçak, kurşun vesüngülerle delik deşik edip denize attılar. 28 Ocak’ı29 ‘una bağlayan gece Onbeşler, Karadeniz’egömüldü. O zamanlar, yeni kurulmaya başlayanderin devletin ilk önemli operasyonudur onbeşlerin katli.

Daha sonra bu olayda aktif rol alan Topal Osmanve onun adamı Yahya Kahya da teker tekeröldürüldüler. Bu olay, Batı emperyalizmine karşımücadele edip devrimi gerçekleştirme idealiuğruna canını veren Mustafa Suphi’nin ve 14yoldaşının saygınlığını; bu coğrafya halklarının veproletaryanın sosyalist öncü lideri olmalarınıönleyemedi. Mustafa Suphi ve 15’lerin açtığıçığırdan Türkiye devrimcileri ölüm pahasına da

olsa devrime yürümeye devam etti ve devam ediyor.

“Kazıdık on beşlerin ismini,Kanlı kızıl bir mermere!Bir çelik aynadır gözlerimiz,On beşlerin resminiGörmek isteyenlere...”

NAZIM HİKMET / 1925

İŞÇİ SINIFININ BAŞ ÖĞRETMENİLENİN, ÖĞRETMEYE DEVAM

EDİYOR!..

Ekim devriminin 90. yılı üzerine dünyanınher bir yanında yazılı ve sözlü görüşleryayınlanmaktadır. İnsanlık tarihinin enböyük devrimi üzerinde konuşup düşüncebildirmek kadar daha doğal bir bir sebepdüşünülemez. S.S.C.B, reel sosyalist sistemolarak dünya yüzünde, yetmiş yıldan fazlavar olmuştur.

Lenin’in üstün niteliği, salt devrimöncesinde gösterdiği ileri görüşlülüğüylesınırlı değildir. Aynı zamanda büyük devrimsaatinin ayarlanmasında ortaya koyduğuileri görüşlü politik çözümlemeler ve attığıtaktik adımlar sayesinde olduğununanlaşılmasından sebepledir. Devrim alarmıdüğmesine basılmasının iyi seçilmesinde,Lenin’in dehasını kabul etmeyen hiçbir aklıbaşında kimse yoktur.

56

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Lenin’in dehasını yakalayabilmek için, onunmarksistçe politik çözümlemelerini vetaktiksel manevra ustalığındaki incehünerlerini, devrimci amaçlara ulaşmakyolunda iyi kavramak gerekli ve hattazorunludur. Lenin, devlet yapısındabürokrasinin kaldırılmasına ve üretengüçlerin alttan yukarıya doğru üretimdensiyasete ve her alanda devlete egemenolmasının sağlanmasına ilkesel anlamdabüyük bir önem vererek çalışmıştır. Lenin’egöre, sosyalist bir düzende işçitemsilcilerinin bir çeşit parlamentosu, işlerinyönetimine ve makinanın işlemesine elbettebakacak, fakat bu makine bürokratikolmayacaktı. Üretenlerin kendi kendileriniyönetmesinin en iyi biçimde hayatageçirilmesine, İşçi, Köylü, Askersovyetlerinin dünyada ilk sosyalist devletmodeli biçiminde kotarılmasına büyük önemveriyordu. Sosyalist sistemin Marksistilkeleri doğrultusunda ve proletaryanındemokratik diktatörlüğünün garantisiylekomünizme geçişle tamamlanacağına büyükbir ileri görüşlülükle inanıyor vesavunuyordu. Lenin sosyalist sisteminorganizasyonu ve güvenlikte tutularakkorunabilmesi için, İşçilerin devlet aygıtınınen önemli noktalarına tayin edilmesindegereklilik görmüş ve buna önem vererekgerçekleşmesi doğrultusunda çaba sarfetmiştir.

Lenin, dünyada kendisi için hiç bir ayrıcalıkkaygısı taşımamış ender insanlardan biridir.Sovyetlerin lideri olarak ayrıcalık kaygısıgüttüğüne hayatının hiç bir aşamasındatanık olunmamıştır. Sovyetlerin DevletBaşkanlığına getirilmesinden itibaren,hayatında her hangi bir değişiklikyapmamıştır. Kremlin’de karısı N.Krupskayave küçük kız kardeşi Mari ile kubbeli, az çokloş, topu topu beş odadan oluşan birdaireye sıkışmıştı. Bu dairede durmaksızınçalışıyordu: Yalnız Sovyetler hükümetininyöneticisi değildi, Bolşevik Partisi’nin –ya da1918 de kabul edilen adıyla, Rus KomünistPartisi’nin de genel başkanıydı.1922 de çok

çalışmaktan dolayı kendisinde yorgunlukbelirtisiyle baş gösteren rahatsızlıklar ortaya çıktı.Mayıs ayında vücudunun sağ yanı tutuldu, inmeindiği teşhisi kondu. Ekim ayında ayağa kalktı veyeniden görevlerinin başına geçti. Pravda’yayazılar yazmayı sürdürüyor ve değişik toplantılarakatılıp konuşuyordu. Aralıkta hastalık nöbetleriyleyeniden yoklandı. 1924 yılının Ocak ayının yirmibirinci pazartesi günü, saat altı sıralarında yamanbir kriz tekrar kendisini yokladı, Yeniden yatağadüştü, saat altıyı elli geçe, elli dört yaşında hayatagözlerini kapadı.

O bugün de, dünya proletaryasının gönlünde vesevgisinde yerini almış olarak, yol göstermeyedevam ediyor.SERGEY YESENİN: LENİN'den bölümler:

Rusya...Söyle nerden çıktı, nasıl yetiştiSeni temelinden sarsan bu asi?Bu ağırbaşlı deha! Ve nasıl fethetti beniO sade duruşuylaFırtınanın bağrına sürmezdi atınıAta binmesini bile bilmezdi...Ne kelle kesmişliği varNe de ordu karşısında kaçmışlığıSevdiği tek şey cinayet konusunda Bıldırcın avıydı o kadar.

Tam bize göre bir kahraman!Biz ki bayılırız papazlaraSümüklü çocukların arasındanKışın o değil miydi kızak kayan?Cilveli hanımların hoşuna gitmezdi pekSaçları yoktu çünkü dalga dalgaYayla misali çıplak kafasıylaYoksulların ortasında görüyorum onu şimdi,Ürkek, sade, yumuşak...Ve çözülmez bir soru gibi yükseliyorgözlerimin önünde.

Anlamıyorum zorla değil ya,Hangi kuvvet bu çelimsiz adamdaDünyayı sarsmaya yettiVe temelinden sartı dünyayı.Gürle fırtına, gürle ve dönKasırgalar hâlinde büzülVe yıkayıp arıt bu haklıMapusanelerle kiliselerin utancından! 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

İNVİCTUS / YENİLMEZ

Beni saran geceden başkaKapkaradır o çukurda baştan başaHangi tanrılar bahşetmişse banaŞükrederim yenilmez ruhum için onlara

Kötü şartlarda olsam bileNe korktum, ne de ağladım kimselereKaderin pervasız darbelerinde bileKana bulansa da başım, eğilmedi asla

Bu gazap ve gözyaşı ülkesinin ötesindeGörünmez gölgelerin dehşetinden başka bir şeyVe beni bulur o senelerin tehdidiBulacaktırda korkusuz

Kapı ne kadar dar olsa daCezalarım ne kadar ağır olsa daKaderimin efendisi benimRuhumun kaptanı benim

WİLLİAM ERNEST HENLEY

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

58

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

Yıl: 8 Sayı: 152

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi

© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkı şair ve yazarlarına aittir.

Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: Ali Ziya Çamur

Arka iç kapak Fotoğrafı: Adnan Durmaz

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi:http://twitter.com/#!/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı:http://issuu.com/emeginsanati

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ SAYI:152

Her gün yeni bir derd ile makhur-i sefalether gün yeni bir mevt ile bir parça ölürkenÂfâk-i ümidinde mülevven ve müzeyyenBir rûyet-i âtî ile titrer beşerriyet.

Mâzi, ebedi-i sahne-i pür hun-i mezalimhâl, işte biraz süslü, fakat tıpkı o sahne;Ati bilelim ki o da mazi gibi muzlimAti bilelim ki o da mazi gib köhne.

Artık yetiş ey dest-i kerem, dest-i rehaver,Anlat bize, ey nûr-i hakikat bizi kandır,Anlat ki, yalan, hepsi yalan, hepsi yalandır.

Anlat ki adalet, medeniyyet gibi sözlerDerken yine kan, kan, yine hak namına kuvvet,Artık yeter, insanlara insanlığı öğret.

Her gün yeni yeni dertlerle yenik düşmüş sefaletHer gün yeni bir ölümle biraz daha ölürkenUmudun ufuklarında donanmış, yoksula cömertBir geleceğe bakarken titriyor insanlık!

Geçmiş; kanlı kıyım sahneleriyle dolu baştan sona dek,Durum, işte biraz süslü görünse de sahne aynı sahne;Gelecek bilelim ki, o da geçmiş gibi karanlık,Gelecek bilelim ki geçmiş gibi köhne...

Artık yetiş, ey cömert kurtarıcı el,Anlat bize ey gerçeğin ışığı, bizi inandır,Anlat ki, yalan, hepsi yalan, hepsi yalandır!

Anlat ki, adalet, uygarlık gibi sözlerSöylerken akan yine kan, kan, yine hak adına güçArtık yeter! İnsanlara insanlığı öğret!..

HAKİKATE DOĞRU

SÜLEYMAN NESİP(1866-1917)