162. sayi emeĞİn sanati e-dergİ

110
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:162 15 Kasım 2014 İŞÇİ KIYIMLARINA, AĞAÇ KIRIMLARINA, DOĞA KATLİAMINA HAYIR!

Upload: emeginsanatidergisi

Post on 06-Apr-2016

279 views

Category:

Documents


12 download

DESCRIPTION

SOSYALİST SANAT DERGİSİ 15 KASIM 2014

TRANSCRIPT

Page 1: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:162 15 Kasım 2014

İŞÇİ KIYIMLARINA,AĞAÇ KIRIMLARINA,

DOĞA KATLİAMINAHAYIR!

Page 2: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ DA!......

Page 3: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ADNAN DURMAZAHMET TAHSİN ÇINARALİ FUAT KARAÖZARZU KÖKASIM GÖNENBEKİR KOÇAK BURCU TÜRKER

BÜLENT AYDINELERCAN CENGİZHALDUN HAKMANHAMZA İNCEİRFAN SARİMERİÇ AYDINMUAMMER ERTURAN

MUHAMMET DEMİR MUSTAFA DEMİRNECİP TIRPANNECMETTİN YALÇINKAYANEDİM ELÇİÖZER GENÇ SAYMAN ARUZ

SEMA LALESERKAN ENGİNSERVET BAŞÇITAN DOĞANTEMEL KURTVİLDAN SEVİLYAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN

161. MERHABA4

BU SAYININ SAVSÖZÜ5

Yangın Yerinde KalırADNAN DURMAZ

ŞİİR6

Bu Gece Yok OASIM GÖNEN

ŞİİR8

K o b a n iTAN DOĞAN

ŞİİR10

Ellerim Her Şeyi Yaşadı YAVUZ AKÖZEL

ÖYKÜ11

Şiir HainiSERKAN ENGİN

ŞİİR14

Paramparça Doğanların.... Beşiğini özgürlükten

yontuyoruzBÜLENT AYDINEL

ŞİİR15

Kısır Döngü NECMETTİN YALÇINKAYA

ÖYKÜ16

BarışaTEMEL KURTŞİİR18Gözlerimiz MeşaleBURCU TÜRKERŞİİR19Bir Daha Kobanî İçinİRFAN SARİŞİİR20Değişir DevranNECİP TIRPANŞİİR22Hayatımın SürüngenleriHALDUN HAKMANŞİİR23Mazi-Işıklı YolMUHAMMET DEMİR ÖYKÜ25NehirlerSERVET BAŞÇIŞİİR27ÇocuklukMERİÇ AYDINŞİİR28Güneş Balçıkla Sıvanmaz ASIM GÖNENELEŞTİRİ29Anlattığım Sana Sana AHMET TAHSİN ÇINARŞİİR37

Kuş BakışıERCAN CENGİZ

ŞİİR39

Ben Deli miyim? SAYMAN ARUZ

ÖYKÜ40

ŞernaHAMZA İNCE

ŞİİR50

İsyan Gene İsyanMUAMMER ERTURAN

ŞİİR51

Hümanist GelenekARZU KÖK

DENEME52

Kanıyor Kara zeytinBEKİR KOÇAK

ŞİİR56

Bir Aşkı, Bir Şiiri Hissetmek ve Anlamak

VİLDAN SEVİLİNCELEME

58Sarhoş Felsefesi

NEDİM ELÇİŞİİR

68Ah Firuzan

SEMA LALEŞİİR

69

Zahit Atam’ın "T.R.D.T.“ Romanı ÜzerineMUSTAFA DEMİRELEŞTİRİ70ResimÖZER GENÇ ŞİİR71Yaşar Kemal’in Sanat AnlayışıALİ FUAT KARAÖZMAKALE72Dizelerde “Şiir Ve ŞairDERL. A.Z.ÇAMURSEÇKİ76YAŞAM VE SANATTABİR AYIN İZDÜŞÜMÜHABERLER77Kavalın TürküsüKSUAN DİEUÇEV. ŞİİR105Körün SazıNONG KWOK CHANÇEV. ŞİİR106“Nasıllar? (Sorular Ve Yanıtlar)”DENİSE LEVERTOVÇEV. ŞİİR108 İnsan mı BunlarHASAN HÜSEYİNK. ŞİİR110

Page 4: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI’NDAN 162. MERHABAMerhaba,

Bir yanda madenlerde göz göre göre katledilen maden işçileri, bir yanda, mal gibikamyonlarda taşınırken katledilen tarım işçileri, diğer yanda patronların çıkarları uğruna birgecede yasalara rağmen kesilen altı bin zeytin ağacı ve ağaçlarına sahip çıkmak içindirenirken elleri kelepçelenen, acımasızca dövülen Yırca köylüleri gündeme damgasını vurdu.

Bu sayımızı güz duyarlıklarına ayırmak istiyorduk. Ama olan bitenler bizi gene Türkiye’nininsanı ve insanlığı öteleyen gerçekliğine sürükleyiverdi…

Ülkemizde her alanda insana ve insani olan her şeye hoyratça saldıran iktidar ve iktidarınarkasındaki acımasız güçler, ülkeyi yağmalamaya devam ediyor. Kırmızıya saldıran bir boğagibi her yeşil gördükleri alanı griye, karaya boyamak için sabırsızca saldırıyorlar…

İktidar ise emekçilere insanca yaşanılacak ücreti hor görürken onların ürettiği artı değeriinsafsız bir harcamayla har vurup harman savurmaya devam ediyor..

Bu koşullar altında, edebiyata ve edebiyatçılara önemli görevler düşmektedir. Ahmet Yıldız’ınsaptamasıyla «Edebiyat ve sanat bir oyun değildir, yoğun bir şekilde siyaset yüklüdür.Ateşe ve çeliğe, tere ve kana aittir; toplumsal değişimlerin önemli bileşenlerindendir.»Bu nedenle emeğin şair ve yazarları küçük burjuva akımlardan uzak durarak, edebiyatın fildişikulelerine tırmanmaktan vazgeçerek eserlerini halkı saran karanlığı yırtmak, yığınların nabızvuruşlarını kendi nabzında duymak ve duyurmak için yazmalıdırlar.

Artık bilinmeli ki, çağının tanığı değil, bilinci olmak gerekiyor. Bu yıkım fırtınasına karşı direnciancak böyle örgütleyebiliriz Yazarın rolü şu ya da bu biçimde yurttaşlarının bilincini arıtmakolmalıdır. Aynı zamanda Temizlemek, aydınlatmak, ağartmak... Ancak bu şekilde iktidarbasınından yayılan yalan, iftira, inkâr fırtınasını üstesinden gelebiliriz.. Kitaplarımızı,eserlerimizi satmak, ün ve şan kazanmak için değil okutmak, yaşanılan koyu karanlığıaydınlatmak için, koyu karanlıkta gedikler açabilmek için yazmalı, üretmelidirler…

Yazar, açık yürekli, alçak gönüllü bir öğretmeni olmalıdır. azar, hem öğrencisi hemöğretmeni… Bu bağlamda, Gorki’nin şu sözlerini de aklımızdan çıkarmamalıyız: «Yazar severve nefret eder, ama sanat ‘felsefe yapmaz, öğüt vermez’ ve dolayısıyla, eleştiren veöven; sanatı yaratan değil, ondan sonuç çıkaran kişidir.» Bu anlamıyla yazar ya da şair,yenilgiyi kabul etmeyi reddetmelidir.

Ne güzel belirtir Kerim Korcan: «Yazar umut taşıyan kişidir. Öyle dizmeli ki satırlarını öylebir mantık örgüsü tutturmalı ki, onu okuyanların boynu bükülmesin, yüzü utançlakızarmasın.» Bu umudu milyonlara da aşılamalı, içlerine hapsedildikleri cehaletin karaduvarlarından kurtarabilmeliyiz. Bu açıdan son sözü Ho Chi Minh ustamıza bırakıyoruz:«Kültürümüzü, dilimiz, sanatsal yaratıcılığımız, isyana dair dizginlenemez coşkumuzlaateşlemeliyiz.»

A. Z. ÇAMUR

Page 5: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BU SAYININ SAVSÖZÜ«Dünyayı bilmenin ve değiştirmenin araçlarından biridir edebiyat. Bu yüzden: «Sanatın belki dehiçbir alanında ideolojik çatışma, edebiyattaki kadar keskin değildir. Karakterlerin iç dünyalarıve politik görüşlerinin yansıtıldığı bir yazar, sempati ve antipatisini saklayamaz ya da gözlerdengizleyemez.. İdeolojik inancını okurdan saklaması mümkün değildir» diyen Şolohov’unsöylediklerine dikkat etmek gerekir. Ancak Plehanov’un dediği gibi: Edebiyat imgelerin sanatıdırve her türlü çıplak düşünce ile «kaba» propaganda yapıta uğursuzluk getirir. Gerçek bir sanatyapıtında yaşam, bazen yazara rağmen yankı bulur ve eser gerçeğin yeniden ve daha yüksekbiçimde kurulmasına yardım eder.Sosyalistler sınıf mücadelesini yaşamın her alanına yaymak zorunda olduklarından, sanatı veedebiyatı da bunun dışında tutamazlar. Kapitalizm koşullarında sınıf mücadelesi de, örgütlü-kolektif mücadeledir. Sosyalizmin bir kendiliğindenlik değil iradî bir inşa sorunu olması, devrimciçalışmanın tüm eylem alanlarında «partizanlık» ilkesinin uygulanmasını zorunlu kılar. Sanata veedebiyata bir eğlenme aracı gibi değil, bir yaşama sevinci ve dünyayı değiştirmeye hizmet edenbir araç olarak bakmakta yarar vardır, bu yüzden. Ve sanatçıları «insan ruhunun mimarları»sayan görüşten vazgeçmemek gerektiğinin bilincinde olunmalıdır.Nâzım Hikmet: «Ben yazarların, en başta da komünist yazarların, yaşamın tanınmasının zorunlukaynaklarından biri durumuna gelecek bir edebiyat yapmaları gerektiğine inanıyorum.Krupskaya’nın Lenin için gerçekliği tanıma kaynaklarından biri olduğunu belirttiği tümcesini hepanımsarım. Halkım için, başka halklar için en yenisinden en yüksek yöneticisine kadar partimintüm üyeleri için bu erdemi taşıyan şiirler, romanlar, tiyatro oyunları yazmak isterim. Ama bununiçin doğru olmayı, öz sözle belirsizlikten uzak yazmayı, sağ kulağını sol elle göstermeyekalkmamayı bilmek gerek. Bu sorun her türlü öncü için hatta gelecekte de kendini göstereceksürekli bir sorundur» diye yazmıştı. Kalıcı sanat eseri, güncelin içinden geleceğe açılanıyakalayandır. Bizim okumalarımızda da seçmesi davranmamız, ama yine de bir tutkuluokuyucu olabilmemiz gerekir.Marks’ı tanıyanlar ve yakınında bulunanlar: Paul Lafargue, Wilhelm Liebknecht, Franz Mehringne büyük bir okuma ve edebiyat tutkunu olduğunu anlatıyorlar O’nun.………… Mehring, tam birkitap kurdu olduğundan söz ediyor: «Edebî yargılarında bütün politik ve toplumsal önyargılardan uzaktı. Shakespeare ve Walter Scott’u sevmesi bunu gösterir. Ama çoğu kere politikkayıtsızlıklarla hatta uşaklıkla yan yana giden ‘Sanat için sanat’ın ‘katıksız estetikçilik’ fikrinekapılmadı. Bu bakımdan da aklı, hiçbir kalıplaşmış formülle ölçülemeyecek kadar bağımsız vediriydi…………………………………………………….. Marks’ın bir entelektüel deha,, bir kitap tutkunu olması doğaldır. Şimdi aklınkayıt altına alınmaya çalışıldığı bir dönemden geçerken, «edebiyat neye yarar ki» diye soranlarçıkabilir. En azından akıl tutulmasının panzehiri olduğu söylenebilir. Dünya bir büyük show’a-gösteriye dönüşürken, aklın kurtuluşunun yollarından biri de yazılı kültürdür.

KUTSİYE BOZOKLAR«Hep Aynı İnatla» Adlı Kitabından…

Page 6: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YANGIN YERİNDE KALIRVe Sedyede Taşınan Bir Madenci; "Abi Baretim Kaybolmasın Maaşımdan Keserler”

-Gayri yârim ardımdan kömür gözlüm diyemez-

bir kucak güneş götürdüm bakışlarımdakaranlık derinlerine yerinbundandır gözlerimin kan çanağı olmasıcümle yıldızlarını sütmavi gecelerinve kor taşıdım kara avuçlarımdakulaklarımdan akan magmasamanyolu kustum nefessiz kalırkenkan sustum

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 7: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

olmayacak düşler götürdümyamalı kalbimin zulasındaisterdim onlar kalsın çocuklarımaçuvaldız iğnesiyle sırınmış umutlarımateşe verildi yerin yedi kat altındaoysa ben katışıksız namustum

ellerim köseği kesti nasıl tutsun yavuklumyarımlanan ömrünü varır başkası alırbabam iflah olur mu - güler mi anam gayricehennemin dibinde gözlerim kömür benimhangi ocakta yanar-kim düşünür kim bulursıra şehidi derler- böyle ölüm kaderibana kim ağlayacak- acı yerinde kalırekmek kapım vardı da-cezamı ben mi kestim

bizim için hangi hak doğuştan kalem kırdıdoğuştan hangi kanun idam cezası kestiyeni bir dünya için çocuklar gülsün diyebir gün zulum sarayı kanımla dikilmesinbeni karanlıklara ölüme süren kimsekavgaysa ben de varım küllerim ayaklansınözgürlük bahar gibi ölüm insanca olsunne ezen ne ezilen- adam gibi bir düzenyakın da kömürümü özgürlüğün elindezafer meşaleleri yalazımdan tutuşsunve yürüyen işçiler külümle aydınlansın

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BU GECE YOK Obu gece bırak beni güz yelidumanların boğuntusu enkazı alevlerinsürgü demirlerini kemirmekboşluğun sönmüş ampulleri

bu gece bırak beniyakılmış kitapların külleri lavları volkanlarıngitti o bu gecebu geceonun burda kalmış düşleri içinçıkarıp yüreğimi köpeklere yedireceğim ağulu bir hançerin saplandığıölümün soğuk yüzüne uzanacağımbu geceşivan düşmüş ocaklarda yanacağım

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 9: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

bu gece yok oboşluğun urganı kör burgaçlarsaçlarını tabutlara kapanmış çığlıklar gibi yolmaküzerinden naziler geçmiş bir halkın

ahıyla göğüslerini yumruklamakbaşını vuracak duvarlardan başka bir şeyi olmayan esaret

sus artık

tanrıya avuç açmayı yakıştıran büyük günahkül olmuş her şeyin geceyi kapladığı bu yerdegiyotinden düşmüş bir baş kadar kederliakbabaların tünediği kuru bir ağaç kadar korkunçkördüğüm olmuş duyguların esiriyim bu gecebirbirine karışmış acıların yumağıyımgören gözlerin oyulduğu karanlıktaki

hasret lambasındaki fitildeki canım

başına duman çökmüş bozgunların diyarıbağrına taş basanların yılları dolanan melankolisikül olmuş ormanlar gibi susmak bu gece bırak benikaraya vurmuş balıklar gibi çırpınan yaşamı aramakbu gece bende değilm ben kaşık tutmayan ellerbe gece bende değilim benbu gece benyitik oğulların mezarsız başındaoğulsuz annelerin acısına gömüleceğim

ASIM GÖNEN

Sayfa 9

Page 10: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

tan doğan

k o b a n izulmün ve acının yeri yurdu yok

kardeşiz her toprakta hepimiz kardeş –ey kalleş: anla

oğlumuz da kızımız da can –yan ateşinde küllen közünde şeytan

bosna gazze şengal musul… –usul usul başını yesin zalim

ayn el-arab harap –nerde kitap nerde çalap / kör göze parmak

nerde ‘dünya’ nerde ‘insan’ –yalan üstüne yalan

izi tozu siliniyor bir halkın: uyanın…

Emeğin Sanatı 162. Sayı

RESİM: YAHYA SİLO

Page 11: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sayfa 11

ELLERİM HER ŞEYİ YAŞADIYavuz AKÖZEL

Dikenler ellerimi yırtıp da kan revan içerisinde kaldığımı hayal meyal hatırlıyorum. Belkidört belki de beş yaşındaydım. Acı mı çekmiştim? Korkmuş muydum? İşte orası birazsilik ben de. Anımsayabildiğim buğulu bir sis perdesinin ardında görülen, ön dişlerininyarısı dökülmüş, geriye kalanı da kirli pis bir sarıya dönüşmüş upuzun öcü dişleri ilekahkaha atan babamdı. Neden kahkaha atıyordu ve neden umarsızdı? Bugün bunuiçimden kendi kendime soruyorum.

Mezarı oralarda kaldı. Köyün bir yamacında çam, meşe, kavak, ardıç ağaçlarınıngölgelediği o ıssızlığın ve rüzgârın uğultusundan, çakal, kurt ulumalarından başka birsesin olmadığı yabanda. Anam da, tüm sülalem de orada.

Ellerime durup durup bakıyorum. Babamın kahkahalarını duyar gibi oluyorum. Şimdiyattığı o yamaçtaki rüzgârın uğuldadığı gömütlerde yankı yapıyor, kavaklık vemeşeliklerin derinliklerinde o ürpertici sessizliğin sesi hışırdıyor. Çam ağaçları ve ardıçlardaha gerilerde sisler içerisinde kalmış, boğuluyorlar gibi.

Page 12: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Bu oğlan hele bir büyüsün sonrası allah kerimdir !” Diyordu durup dururken. Benimbüyümem bunca önemli miydi? Bunca umudu benim büyümeme neden bağlarlardı ki?

Çabuk büyümek için Za-Za marka ciletle tüysüz yüzümü ha bre traş ettiğimianımsıyorum, babamın istemi ve umudu doğrultusunda çabuk büyüyebilmek için. Çocukaklı işte. Biraz da hiç görmediğim dış dünyayı görebilmek arzusu vardı içimde mutlaka.Köyümüzün ve kasabamızın dışında hiçbir yeri ne görmüş ne de tanıyordum. Büyüyecek,askere gidecektim, askerlik dönüşü mutlaka evlendirirlerdi beni. Hatta belki de henüzaskere gitmeden baş-göz olurdum. Bunları geceleri damın üzerinde yıldızları gözleyerek,kurt, çakal ulumalarını dinleyerek hayal eder, kurgulardım. Heyecan duyardım,sabırsızlanırdım. Babama artık büyüdüğümü kanıtlamak için gizli gizli traş olur, vargücümle bağda, bostanda, tarlada çalışırdım. Okula gitmek nasip olmadı. Bizim ailedenhiç kimseye nasip olmadı, hep çalıştık.

Sebze maşalası yapardık, kütük sökerdik. Bizim köylükler ormanlıktır, kışlık odunumuz içinodun kesmeye ormana giderdik. Artık bıyıklarım terlemeye başladığında aynı işleribaşkaları için yevmiye ile yapmaya başlamıştım. Ellerim hiç kalem tutmadı, tutacak birinceliği de yoktu gerçi. Odun kütüğüne benziyordu, öyle hantal ve biçimsizdi. Bir deköyde geçen o kış günleri gözümün önünde bir zulüm gibi canlanıyor. Zulüm gibidiyorum, çünkü bende o izlenimi bıraktı. Yollar en az 3 ay boyunca kapalı olurdu ve bizdamlarımızda hayvanlarımızla beraber dış dünyaya tamamen kapalı olarak yaşardık. Tabiiki buna yaşamak denirse. Soğuk olurdu. Geceleri toprak damlı evin engine bakanpenceresinin buğulanmış camlarını silerek dışarının karanlığını ve gizemli sessizliğinidinler dururdum. Hiçbir şey kıpırdamaz, her şey kara ve ayaza teslim olmuşluğunürküntüsünü ruhuma taşırdı. Hüzünlenirdim. Bir varmış bir yokmuşla başlayan bazeniçime korku ve ürperti salan bazen de beni rengârenk, tayflı, ışıl ışıl yakamozların gözkırptığı, birbirinden güzel peri kızlarının salındığı uçsuz bucaksız bir hayal âleminesavuran upuzun kış gecelerine taşırdı.Bu upuzun kış geceleri!

Kerem ile Aslı’yı mı desem Tahir ile Zühre'yi mi? Battal Gazi’nin gâvur Bizans'a karşı nasılkahramanca savaştığını mı? Ya Hazreti Hamza? Ama beni en çok etkileyen muhakkak kiHz. Ali’nin Hayber kalesi cengiydi! Hayber kalesinin yenilmez kahramanı Yahudi Merhab’ınkafasını çift çatallı Zülfikar’ıyla nasıl ikiye biçtiğini, 8 kişinin kaldıramadığı Hayber kalesininkapısını tek eliyle söküp kendisine nasıl kalkan yaptığını heyecanla dinlerdim. Dışarda karyağar, tipi savururdu. Kurtlar, tilkiler ulur, çoban köpekleri soğuk gecenin içerisinde tümkorkuya, tüm ölü sessizliğine karşı uzun uzun havlarlardı.

Şimdi evlerin damları toprak değil. Kiremitle örtülü. Bu kez de köy boşaldı ne yazık ki...120 hanelik köyde sadece 3 hane kalmış. Onlarında davar, sürü besleyecek yeterlitoprakları var da ellerine üç beş kuruş bu sayede geçiyor da, onun için köyde kalmışlar.

Hanıma dedim köyümüze dönelim bu koca şehrin ne havası hava ne de insanı insan.Kimse kimseyi tanımıyor. Kendi köylülerim, hısımlarım dahi birer yabancı gibiler. Ekmek

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 13: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sayfa 13

ise aslanın ağzında değil midesinde! Çıkarabilirsen çıkar. Hanım saat 13.00 oldu mu çekipgidiyor, gece yarısı 24.00’de 01.00’de geri geliyor. Balıkçı restoranında bulaşık, temizlikyapıyor. Ev kira! Ben ise 3 ayda cüzi bir yardım alıyorum. Para yetmiyor. Elinizi öper 16yaşında bir oğlum var liseye gidiyor ama o cep harçlığını, masrafını kendi çabasıylaçıkarıyor. Oldukça çalışkan. Bir markette okuldan arta kalan zamanlarında çalışıyor. Haftasonları da pazarda sebze, meyva satıyor o market hesabına. Ben işte görüyorsunparklarda, caddelerde gezinip duruyorum. Evde oturamıyorum, içime sıkıntı, daralmagiriyor. Köyüm, koyunlarım, ineklerim aklıma geliyor.

Hanım , “ köy buradan da beter! Senin üç ayda eline geçen para anca çaya, şekere yeter.Sonra ne yaparız biz o allahın yabanında ?”

Yani anlayacağınız hanımın gözünde güzel köyümüz artık bir ‘yaban’ ! Bir zamanlar bende köyümüzde geçen günlerimi ‘zulüm’ olarak değerlendirirdim. İşte buraları gelipgördükten, buraları yaşadıktan sonra nasıl da yanılmış olduğumu fark ettim, iyiceanladım, ama iş işten geçtikten sonra! Şimdiki aklım olsa gelir miydim buralara hiç? Adıbüyük şehir! Adı batsın! Benim hanım burada en kötü şartlarda çalışmaya razı yeter kiköye geri dönülmesin! Eh... Biz de dönmüyoruz işte. Evlerimiz köy yerinde bakımsızlıktanviraneye döndü. Para da yok ki ara sıra gidip kalayım, uğraşayım, didineyim kendiçapımda.

Gökyüzünde bir şimşek çaktı, park yeri olduğu gibi aydınlandı ve sonra karardı. GriBulutlar birbiri üzerine yığıldı giderek. Güvercinler, kargalar, serçeler, martılar hızla uçupgözden yittiler. Sonra gök delinmişçesine yağmur indi. Öyle bir iniş indi ki hemen sellerkalktı, asfaltlar bir anda göle döndü.Bu rahmet bir felaketin habercisi olmaya başladı giderek. Evleri seller götürdü, insanlarıen çok da kadın ve çocukları canavarlaşan sular yuttu. O uçsuz bucaksız tarlalardakiekinler, damlardaki sayısız davarlar telef oldu.

“Ellerim her şeyi yaşadı” diyordu adam. Ellerine baktıkça geçmişi görüyordu. Ellerinebaktıkça geleceği de görüyordu.

Gecenin bir vakti yatağından doğruldu. Karışı gelmiş diğer odada çoktan uyumuştu.Şimşekler hala gürlüyor, ortalığı ara sıra gündüz gibi aydınlatıyordu. Yağmur isegerçekten acımasızdı. Yağdıkça yağıyor yeni yeni felaketlerin sellerini hazırlıyordu.

Gecenin bir vakti yatağından doğruldu ve “Kesmeyin, kesmeyin ağaçları kesmeyin” diyemırıldandı kendi kendine. Sanki her kesilen ağaç yeni bir felaket hazırlıyordu. Uykusukaçmıştı, öylece pencerenin yanına ilişip karanlığı, yağmuru ve ağaçlardan kopup geceninderinliklerine yayılan ürpertici bir ağıtın iniltilerini dinlemeye başladı.

YAVUZ AKÖZEL10 Kasım 2014,Urla

Page 14: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ŞİİR HAİNİNazım'a ince selamlarımla...

Evet, şiir hainiyim, siz şiirperverseniz, siz şiirseverseniz, ben şiir hainiyim.Şiir, ahbap-çavuş ilişkilerinizse,hemşehrim-köylüm kayırmacılığınızsa şiir,şiir, kirli klikleriniz, çirkef klanlarınızsa,şiir, el altından takas ettiğiniz sahte ödüllerinizsemürit-mürşit yaltaklanmalarınızsa şiir,şiir, mikro iktidarlarınız, mikro vicdanlarınız, mikro beyinlerinizse,ben şiir hainiyim.Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:Serkan Engin şiir hainliğine devam ediyor hâlâ.

SERKAN ENGİN2007 - ∞

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 15: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

PARAMPARÇA DOĞANLARIN BEŞİĞİNİ ÖZGÜRLÜKTEN YONTUYORUZ

Paramparça doğanlarınBeşiğini özgürlükten yontuyoruz

Sese binmiş bir yılkıyızGök kuşağına bugünlerde

Evrenin yıldızlarınaIşıklar dikiyoruz

Kana değil aydınlığa dökülüyor ırmaklarŞiirler güçlüdür zorbalığınızdanBiliyoruz

Sizi yeneceğiz ey zulümEy aşksız önermeEy tarihsiz var oluş

Bebeklerin gülüşleri çay demliyor çağlaraBu davete feda bizim ömrümüzSunmaya geliyoruz

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 15

Page 16: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KISIR DÖNGÜ Necmettin YALÇINKAYA

Genç adam önce ayakkabılarını çıkardı, ardından çoraplarını, sonra pantolonun paçalarınıdizlerine kadar sıyırdı... Çıplak ayaklarını suya bıraktı. Aşağıdan yukarıya bir ferahlamasardı vücudunu. Su soğuk, dingin ve berraktı. Güzelim alabalıklar resmigeçit yapıyorlardı.Balıklara uzansa dokunacakmış gibi bir hisle öne doğru bir hamle yaptı, sonra vazgeçti.Ördekler genç adamın önüne gelerek durdu. Duruşlarında bir heybetlilik vardı. ‘’Bizlerdilenci ördekler değiliz’’ der gibi, hep bir ağızdan şakımaya başladılar. Genç ördeklerindisiplinsizce oraya buraya sıçramaları, ördekler senfoni orkestrasının daha fazlaşakımasını engelledi. Gençlerle birlikte diğer ördekler de birbirleriyle oynamaya başladı.Suya dalıp çıkıyorlar, silkeleniyorlar ve bir daha dalıyorlardı. Sağa sola bakınarak ahesteaheste diğer köşeye doğru yüzmeye başladılar. Ilık bir yel esti. Suyun yüzü buruş buruşoldu.

Genç adam olmadık düşüncelere dalmıştı. Gözleri çok uzaklara kilitlenmiş, düşüncelerisuyun buruşukluğuna dalıp dalıp çıkıyordu. Balıkları ve ördekleri çoktan unutmuştu.Çevresinden olup bitenlerden habersiz uzakları yakınlaştırıyordu.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 17: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Doğduğu, büyüdüğü hatta ilk âşık olduğu yer olan ve sabahları denizin usul usuldalgalarıyla kıyıya bıraktığı yosun kokusu ve o küçük balıkçı kasabası geldi aklına.Güneşin henüz ışınlarını sakladığı sabahlarda balığa çıktığı anları canlandı, kilitlenmişgözlerinde. Sonra mücadele yılları, cezaevleri, tutsaklığı, kendisiyle aynı sevdayı paylaşanyoldaşları ve dağları... En çokta dağları özlüyordu... Yalnızlığına yoldaşlık eden, sırrınıverdiği, sevda türküleri bestelediği, kendisini düşmandan ve her türlü kötülükten koruyandağları özlemişti. Sevdiği ne kadar güzellik varsa ardında bırakıp terk etmişti oraları.Şimdi geri dönüşü zor olan bir yolun henüz başındaydı. Kendisini yalnız ve terk edendeğil, terk edilen olarak hissediyordu. Direnci kırılmış, sevdaya küsmüş, özgüveniniyitirmiş, hırpalanmış, çaresiz bir hâldeydi şimdi.

Yoldaşlarını düşünürken hüzünlendi. Hüzünlendikçe duyguları ıslandı. Şimdi içinde tuzluzehir zemberek ırmaklar akıyordu. Dokunsalar ağlayacaktı. Yağmur yüklü bulutlar gibiydi.İçindeki yükünü boşaltsa, ırmakları dışarı akıtsa rahatlayacaktı belki de. Yap(a)mıyordu.Duyguları almış başını gitmişti, dizginleyemiyordu. Derin bir of çekti. Göğsü çenesinedeğecekti neredeyse. Ardından derin bir of daha... Ayağa kalktı. Ayakları ıslaktı.Kendisinden daha önce haberi yokmuş gibi üstüne başına baktı. Sonra telaşlı telaşlıçevresine bakındı. Çok şükür kimse yok dercesine rahat bir nefes aldı. Tekrar oturdu veayaklarını çevreye bakınarak tekrar serin suların koynuna bıraktı.

Duyguları karma karışıktı. “Gitmekle", "kalmak" arasında Rus Ruleti oynar gibi içten içekendini yiyordu. Ne yapacağına dair karar veremiyordu. "Kısır Döngü" dedikleri bu olmalıdiye düşündü. Ne yapmalı? Ne etmeliydi? Bu beladan nasıl kurtulmalıydı? Bilemiyordu."Avrupa, Avrupa" dedikleri buymuş meğer. Avrupa; insanı bitiren, insanı atıl konumagetiren, eritip şekil değiştirten, anlaşılmaz zor bir durumdu...

İçine düştüğü bu düşüncelerden sıyrılmak, vazgeçmek istiyordu. Ama başaramadı. Aynıdüşüncelere dalıp gitti gene. Bu kez üzüntüsü kat ve kat artmıştı. Her şeye boş vererek,tanımadığı, daha önce bilmediği yeni bir yaşama merhaba demek, işin kolayına kaçmayıkendine yediremiyordu. Böyle bir davranış şekli seçtiğinde kendine ihanet ettiğinidüşünüyordu ve kendini bir ihanetin içinde görmek istemiyordu.

Acele toparlanmaya başladı... Ayakkabısının son bağına düğüm atarken irkildi. Sankiayakkabıya değil de, düğümü kendi boğazına atıyormuş gibi oldu. Boğazının sıkıldığı,renginin soluduğu ve damarında kanının çekildiği duygusuna kapıldı. "İpim çekildi, kalemkırıldı, gitmeliyim buralardan." dedi yüksek bir sesle. Kendi sesine kendisi irkildi.Çevresine bakındı, kimse yoktu. Su durulmuş, balıklar derinliklere çekilmişti, ördeklerhâlâ köşelerinde öylece duruyorlardı. "Buralardan gitmeliyim; kekik kokan, yüreklitürkülerin söylendiği sümbüllü dağlara... Gitmeliyim” diye tekrarladı. Kendisine vermişolduğu bu karar genç adamı rahatlatmıştı.

Ayrıldı sudan, balıklardan ve ördeklerden. Kendini Zürih şehrinin caddelerinde, kalabalıkinsanların arasında buldu... Anlamsızca izlemeye koyuldu çevresini. Yanından hızla geçipgiden arabalara ve tramvaya bakakaldı.

Sayfa 17

Page 18: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Koştururcasına hareket eden insanlar, mağazalar, tüketim çılgınlığı ürkütmüştü onu.

Oradan kaçar adımlarla, dilinde bir şiir ile uzaklaştı:

"Gün yenilgilereYanılgılaraOlsa da gebeYaşanmaya değer gene de…BiliyorsunAydınlığa gebe bu karanlıklar."

Genç adam karanlığı yenmek için bir ışık oldu aktı...

NECMETTİN YALÇINKAYA(MENDİL SEN KOKUYORDU Kitabından)

BARIŞAAh kadersiz halkların karakutusunda saklı sırlar!Ah avucumun ayasında ki o uzun yol!Ah umudun karanlık sabrını örtünen analar!Ah çığlığı gaz yağı lambasının fitilinde ışıyan gelecek güzel günlerimiz!

Yaşlı gramofonun iğnesinde cızırdıyor zamanGözlerinin mavisinde Anka'yı arıyor gene bütün kuşlarDört bir yana savruluyor acıYanıyor, haritada hiç yer almamış o büyük ülke...

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 19: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GÖZLERİMİZ MEŞALEKirpiklerimin arasındansüzülenbakışlarımı tutuşturuyorumbirer meşalegüneşle kaplıyorsun sesinidağıtıyoruzsaçlarımıza sokaklarıterimizözgürlüğümüzekilen tohumladüşlerde ve heryerdedallardaki tomurcuğuntaze kokusudurumutyakındanda yakındoğan güneş

Yürekleri dağlaya dağlayayudum yudumvegün günsonsuza taşıyorumiçimi ısıtanbaharı duyuyorumkaranfil olupaçanlarınyeridiryüreklerimiz..

BURCU TÜRKER

RESİM: ADNAN DURMAZ

Sayfa 19

Page 20: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİR DAHA KOBANÎ İÇİNİrfan SARİ

bu gün ilk defaüşümenin ne felaket olduğunu öğrendimevvelce fırtınalar görmediğimi sanmayınama ülkemde kocaman düşmanlarla savaşan çocukları düşündüm

evlerin kapısı bombasokak şarapnelve kötü köpeklerin ölüm kokusuyayılıyor ajanslara

mutlak savaş tanrıları artık yaşlı hayaller içindebilmem hangi sınırlarıhangi bekçiler tutacakmış

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 21: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

barut haceti içinde her yerçocuklar anayurdunda anadilleriyle savaşıyormezar taşlarına sahip çıkacakölüme fırsat vermeyeceksin

çikolata sever gibi yaşayacakhiç üşümeyeceksin

sıkı giyin çocukben yokumkanayınca yaran azınca sevdansaramamciğerime koyamam

ruhumuza daha fazla yalnızlık düşerbileklerimizde kan damarları ama günün ilk tozlarıylaolasılıktır özgürlük

yağmur yağıyor şimdi şehreorada bir yolculuk hali ve brandadan çadırbalçığa çakılmış göçve asırlardır sevdiğimmuhacirim

ezîdî bir muhacirin uzun olur gözyaşlarıkürt gibi çevrilmiş tuzaklar içindetanıklıkları vardır

zincirsiz azılı köpekler gezinir topraklarınıcennet insan kesmenin vaadiölümüne dövüşerek gülümseyerekmarş söyleyerekkazılır mezarları

Sayfa 21

Page 22: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ve faşizm açık ara faşist hadiselersürülüyor köyler kentler şehirlergözyaşları eşit payve dünyaya gerçek etkilerimilyon dolarlık yalanlar

kendi toprağında mültecisin işte üzül istersen istersen bir kasaba otelindeelini ciğerine at ve sök yerinden

ya da bir kalaşnikov namlusuna söyle sırrınıölümü kovalaöldüreni kovkafa koparanı kopar topraklarından

İRFAN SARİ

DEĞİŞİR DEVRANKorku süzülmez susmalarımdan,aldanma, gözlerim iki ölü ışık yuvası.Ormanıma dalmış yabandır, dalından yakılmış rüzgar,boşuna değil, saçlarımda sonbahar.Buluttan beslenir toprakyarına yürür bağbozumları.Değişir devran,doğum sancısı gibidir muştusu,ufka saplanmış bıçaktır, umudun bilediği.Şafağı beklemez dalar, dört taş duvarımabeyaza kesilir zindan,eğmem başımı, sen, geç rüzgarzorbanın namlusundan havalansa da alıcı kuşlar…

NECİP TIRPAN RESİM: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 23: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HAYATIMIN SÜRÜNGENLERİ

Haldun HAKMAN

Sordum: bu hükümsüzlük nedenParmaklarını çıtlatmayı sürdürdüGözucunda yuvarlanan hüzündü.

Sabaha dek koynumda ısın, dedimParmaklarını çıtlatmayı kestiKuru dudaklarında gezinen diliydi.

N'olur bu çocukların hali?Hepsi umarsız yaşıyorDerken tam sırasıydı öptüm.

Üzünç çatladı, yarıldı, ıslak dudaklarından döküldüKartopuydu yuvarlandı ciğerlerimeKupkuru bir öksürük ve sızı kaldı göğsümde.

Sayfa 23

Page 24: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Teşhis: Çağdaş adıyla anılan umarsız bir sevdaydıAcı dedi bir hayat boyudurKısacık mutları gezdiren bir kertenkeleDuvar üstlerinde bir imaj.

Sonra, hep acıyı bir kertenkele gibi gördüm; bir sürüngenBir yaratık; eski çağlardan bir şeyler anımsatırÇocuksu o mut'ların güneşiyle eritilen kartoplarınınDenizde biçimlenmiş halidir acı hep.Deniz her zaman acıyla saldırdı yüreğimeKöpüren izler acıdan artakalanlardır

Antik kalıntılar gibi doldurur gözuçlarınıBir gün bana sorulacaktır; bu hüküm neden?Diyeceğim ki; tüm sorular hükümsüzdür!

Bu çağda tutuklu, tersyüz edilmiştir tutuksuz yaşayanın, deyipDuvar üstlerinden gülümseyen bir imaj bırakacağım:Şiirlerimdir onlar!Sürüngenleridir hayatımın!

HALDUN HAKMAN

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 25: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

MAZİ- IŞIKLI YOLMuhammet DEMİR

Küçüktüm... Işıklı yolda yol aldım... Hiç büyümedim...

Küçüktüm evet. Şehre inmiştim arkadaşlarla. Okul ödevimiz vardı. Batılılaşmamevzuunda. Kütüphane şehirde idi. Kalabalıktı. Her yer kalabalık. Ben küçüktüm vehepten küçülmüştüm sokaklarda. Herşey ne kadar heybetliydi. Korktum. Kaçtım.Küçüktüm evet. Toydum. Alışık değildim. Hâlbuki emeklemeden, yürümeden,koşmadan önce bisiklete ve tekerlekli patene binmeyi öğrenmiştim. Bisikletimle hızlayokuş aşağı inerken önce bir elimi sonra diğer elimi, ellerimi bırakmayı öğrenmiştim.Rüzgârın vücudumu yalayıp geçmesinden, dişlerimin sızlamasından hoşlanıyordum.Mizacımın aksine hiza tutkundum. Bu anlarda hiç düşmedim... Kente bir kez dahagittim. Bir daha, bir daha. Artık büyümeliydim. Sonra şehirden şehre, ülkeden ülkeyegittim. Oradan oraya sürüklendim. Yaşıma göre çok yüksek yerlere kadar çıkıp, binlercekişinin kaderini kendi kaderimle bütünleştirdim. Hiç kimseyi kendi emellerim içinzorlamadım. Ama hep toydum, amatördüm. Hep inanmış ve hep hırpalanmış...

Sayfa 25

Page 26: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Buradayım şimdi. Bu vadide. Gözlerim hep ufukta. Serüvenlerimde...

İstanbul’da, bizim ona onunda bize layık olduğu bu kahpe şehirde buluşurduk sıklıkla.Kimi Arnavut, kimi Çengel, kimi Kadı, kimi Yeşil, kimi Bakır, kimi Ata, kimi Eren, kimiYeni, kimi Mecidiye, kimi Vani, kimi Polonez, kimi Boğaz, kimi Alibey, kimi Küçük, kimiHas, kimi Bahçe ön ismi verilmiş olan ve sonu köy ama kendisi köy olmayan yerlerdeihtilalciler olarak toplanır ve adeta saçmaya kadar tartışır asgari müştereklerde anlaşırve tekrar kendi evrenimize dönerdik. Gorki gibi bizim üniversitelerimizde bunlardı butoplantılar, tartışmalar ve bu eylemler. Ne çok şey öğrendik ve öğrettik birbirimize. Neyüce gönüllü insanlardı onlar, yoldaşlar. Yârin yanağından gayri herşeyi paylaşırdık.Haydarpaşa garında inerdim trenden eski Türk filmlerindeki gibi garın kapısındançıkınca önce deniz karsılardı beni. Hep sabahtı. Sabahın serinliği, iyot kokusu, martılar,güvercinler ile kösedeki simitçi. Sıcacık simit alır ve vapura doğru hızlı adımlarlailerlerdim, buluşacağımız köylerden birine doğru, yahut İstanbul’daki mabedimizegiderdim. Feribotla Sirkeci’de iner, tramvaya biner Beyazıt, Laleli ve önce hep çorbacıyauğrardım. Meşhur işkembe çorbasından içerek içimi ısıtırdım. Sonra dostların arası,dostların sofrası. Kartal'da inmiştim bir seferinde denize doğru tek tuk insanlarlailerlemiştim. Hepimiz ayni hedefe yürüyorduk ve hepimizin ortak bir sırrı vardı.Hepimizin istediği emel ayni emeldi. Daracık sokaklar, kahvehaneler, kadınlar, erkekler.Simit, cay ve hayata akis hep beraber. Alanları doldurup, halaya durmak. Sokağataşımıştı bir gurup arkadaş tiyatroyu. Hayat ise tiyatro değildi. Onlarda tiyatroyapmıyorlar mevcut durumu eleştiriyorlardı teatral olarak. Haksızsam haksızsın de. Neyüce gönüllü insanlardı onlar ve oradakiler. Bir seferinde ise Maltepe'de inmiştim.Sabah serindi, öğleye doğru sıcaktı. Kayalıklarda denize bakarak vakit geçirdim, sahildeuzun uzun dolaştım gün boyu. Aksam ilk trenle kaçmıştım kendi evrenime.Taksimdeydim bir defasında. Sanki milyonlardık o anda. Alana akıyorduk. Çatışa çatışahalaya durmuştuk...

Haydarpaşa. Eminönü, Sirkeci, Gülhane, Sultanahmet, Çemberlitaş, Beyazıt, Laleli,Aksaray, Yeni Cami, Mısır çarsısı, Kapalıçarşı, Cağaloğlu, Gülhane, Sultanahmet,Topkapı, Kumkapı. Galata köprüsü, Karaköy, Galata, Tünel, İstiklal Caddesi, İstiklalcaddesi, Çiçek pasajında dinlenme ve Taksim, Kazancı yokuşu, Cihangir, Sıraselviler.Şehzadebaşı, Vefa, Fatih. Harem, Kadıköy, Fikirtepe, Çamlıca tepesi. Yenikapı, KocaMustafa Paşa, Yedikule, Zeytinburnu, Yeşilköy, Florya, Küçük çekmece, Halkalı,Bağcılar, İkitelli, Bayrampaşa. Kumkapı, Kadırga, Ayasofya, Yerebatan, Piyer Loti,Dikilitaş… Asya'dan Avrupa'ya ve Avrupa'dan Asya'ya asma köprüler. Boğaziçi ile Fatihköprüleri. Camiler, Kiliseler, Sinagoglar ve Topkapı sarayı. Terenler, Vapurlar,Tramvaylar, Otobüsler, Dolmuşlar, Tabanvaylar...

Bulvarları, caddeleri ve en önemlisi arka sokaklarıyla İstanbul. Bir zamanlar bir küçükadam dolaştı üzerinde ve doyasıya tepindi, yasadı. Gizli matbaalarında dizgi yapıp,kâğıt, mürekkep kokularını içine çekti. Gazete, dergi, parti, dernek, sendika bürolarınıtek tek dolaştı. Cay ocakları, lokaller, birahaneler ve kahvelerinde isçi önderleriyle cayiçip ihtilal örgütledi... Duvarlarına koca koca kızıl harflerle yazılar yazdı, afis astı, üst

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 27: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

geçitlerinde pankart sallandırdı. İşkence odalarında, hücrelerinde direndi. Adliyekoridorlarında bekledi. Esnaf lokantalarında çorba, kuru fasulye pilav yedi.Berberlerinde sac trası oldu. Eskiyen pabucunu tamir ettirdi. Bit pazarlarını dolaştı.Zapatista'ları selamladı soğuk bir Ocak sabahı. Kimi zaman kuytuluk bina köselerindesabahladı. Parasız kaldığında iftar çadırlarında karnini doyurdu. Gizli gizli cop bidonlarınıkarıştırdı, pazar yerlerinde artıklarda yiyecek aradı. Bayrampaşa da bir tekstilatölyesinde iş bulup çalıştı. Gidecek yeri yoktu, balya çuvallarını yorgan yastık yapıpsabahladı. İlk haftalığını alınca karnini tıka basa doyurdu. Hâlbuki nice açlıkgrevlerinden dolayı açlığa alışkındı. Simdi ayaktakımıydı o da hep haklarını savunduğuve ihtilale kazandırdığı kadın ve erkekler gibi. Artik ben de onlar gibi düşünüyordum.Değil miydi bir kulübede saraydakinden farklı düşünülür. Eskiden farkına varmasam daayaktakımını hakir gördüğümün ayırtına vardım. Çünkü simdi bana da bu zamanlardasokakta diğer insanlar hakir olarak bakıyordular. Bu aşağılanmayı ta iliklerime kadarhissettim, gururlandım ve gülüp geçtim... İstanbul’da son yemeğim sokakta birsatıcının bisiklet tezgâhında buğusu üstünde olan pilav ustu nohut yemek oldu. Tekbaşınaydım. Ama yalnız değildim. Sonra bir nakliye kamyonunun arkasında kaçakolarak bu kahpe şehri terk ettim...

Simdi burada bu vadide çocuklarım ve hayat arkadaşımla birlikteyim. Birazdan hayatarkadaşımın tatlı sert sesi beni bu içine daldığım geçmiş serüvenimin içinden sıyırıpalacak ve ailecek sevdiğimiz bol tereyağlı peynir eritmesini lokmalarımızla tüketmetelası içerisinde olacağız. Bu vadide biz bizeyiz. Çünkü biz bir aileyiz.

MUHAMMET DEMİR

NEHİRLERHalkın yüreğine akan nehirlerOradan çağlayan olup gelirler

SERVET BAŞÇI

Sayfa 27

Page 28: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ÇOCUKLUK ah yok içimde size karşıkimseden saymıyorum dakorkmakla da bir ilgisi yokkendime kızıyorum sadece hepsi bu

çocuklar kandırsın istiyorum bir tek benibir tek çocuklar azarlasın istiyorum belkimilyonlarca çocuk için de bir ben değilim elbette çocuk çocuk olmakla da bir ilgisi yok bunun

sizi çocuk yerine koymuyorum dakorkmak mı? ne korkutabilir ki beni!çocukların ağlamasından başka

hep bir arada büyünmüyor iştebizim de boyumuzu aştı yalnızlıkbir tek onlar korkup ağlamasınah öleyim de size ölüm kalmasın

MERİÇ AYDIN

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 29: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ Asım GÖNEN

“Taşı oyan suyun şiddeti değil devamlılığıdır.”

Sanıyorum bu özlü söz Oya Baydar’ın “Evrensel Kültür”ün temmuz sayısındakigörüşlerini eleştirmemde en uygun ifadelerden birini oluşturmaktadır. Çünkü yaşamıdeğiştirme mücadelesi, hangi sınıf için zorunluluk ve ihtiyaç haline gelmişse, o sınıfınuzun soluklu mücadelesi ile başarılacak bir gerçekliktir. Çünkü temel sorun ve temelçelişki, içinde bulunduğumuz yaşamın işleyiş biçimidir. O biçim, kimi rahatsız ediyorsa,eninde sonunda o yaşamdan kurtulma ve yerine uygun olan yaşam biçimini kurma daonun görevidir. Onun dışındaki yan etkenlerin desteği elbette inkâr edilemez amakonumuz bu değil. Bu sınıfın dışında ikinci, üçüncü derecedeki sorunlardan rahatsız olanherhangi bir katmanın bu sorundan kurtulmak için vereceği mücadele, ne sorunutemelden çözer ne de temel sorunun çözümü için uzun yolları aşmaya elverişlidir.

Bu anlayışla “Evrensel Kültür” dergisinin 2014 Temmuz sayısındaki Oya Baydar’ın ‘Sınıfınihmal edilmesinin maliyeti’ adlı dosya konusu ile ilgili yazısına değineceğim. Dosyakonusu olarak sınıfın ihmal edilmesi, bu durumun sınıf üzerindeki olumsuz etkileri, hemsendikal, hem siyasal düzlemde verilen mücadelelerin yeterince ivme kazanamamasınınnedenleri, dağınıklık ve yetersizliklerle ilgili bir çalışma hedeflenmiş. Verilen yanıt işçisınıfı üzerinde yaratılan olumsuzlukların bütününü kapsayan bu temeldeki gerçeklikleribilimsel özünden koparmayan bir yapıda olmaması gerekirken, bence o olumsuzluklara

Sayfa 29

Page 30: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

katkı sunan, o olumsuzlukların nedenlerinden olma biçimindeki düşünceleri sahiplenirnitelikleri içeriyor Oya Baydar’ın çalışması. Yani sınıfın ihmali ve bunun sakıncalarınıbelirleyip çözümler üreteceği yerde, ihmali ve sakıncalarını savunur konumda bir yazıörneği ortaya konulmuş.

Hemen girişteki paragraf şöyle:

“1960, 70, 80’lerde, (sosyalist) devrime ve sosyalizme yürekten inanan bizler,işçi sınıfı yönüne ayarlı sınıf pusulasını elimizden, dilimizden düşürmez;yorumlarımızdan, yazılarımızdan, eylemlerimizden eksik etmezdik. ‘İşçiden,işçiden yana esiyor yel’ diye söylerdik türkülerimizi, ‘İşçi sınıfına selam, selamyaratana!’ diye gür sesle haykırırdık. ‘Emek sömürüsü’, ‘artıdeğer’, ‘sınıfmücadelesi’, ‘işçi sınıfının enternasyonal dayanışması’, ‘proletarya devrimi’,‘burjuva demokrasisi’… daha onlarcası, dünyayı, tarihi ve kendi kimliklerimizi“sınıf” kavramıyla açıklamanın işlevsel araçlarıydı.”

Hemen bu girişten anlaşılacağı üzere, bütün bu olgular yanlışmış gibi bir anlamı çıkarıyorortaya. Sayın Oya Baydar’ın ifade ettiği ve daha da etmek istediği bu gerçekliklerdenhiçbiri günümüzde önemini yitirmiş değildir. Önemli olan onun bu görüşlerini niyedeğiştirdiğidir. Çünkü durum Oya Baydar’a göre artık yukarıda ifade ettiği gibi değildir.Ona göre işçi sınıfı yaşamı değiştirme gücünü ve özelliğini yitirmiştir. Elbette tarihsel yenikoşulların yeni teori ve pratiklerini, buna uygun değişiklikleri, günümüz mücadelesindenkopararak yazmıyorum bunları. Ne değişti dünyada Sınıflar mı, sömürü mü ortadankalktı? Dünyayı kan gölüne çeviren, açlık, sefalet, savaşlar ve işsizliği yaratanlar mı bukonumlarını değiştirdiler? Bu olumsuzluklarla mücadele edecek olan ve buolumsuzluklardan son derece rahatsız olan ezilenler mi ezilmekten kurtuldular? Elbettekapitalizm eski kapitalizm değil. Daha büyük bir canavarlıkla ezdikleri o büyük kitleninkanını emmeye devam ediyor. Yani burjuva, ulusal tekelci rakipler sermayelerini tekellerbazında birleştirerek ve dünyayı da tek ülke konumuna dönüştürerek, tüm dünyakaynaklarını daha büyük bir güçle sömürme aşamasına geçtiler. Bu biçimde birberaberliği oluştursalar da özünde onlar düşman kardeşlerdir ve savaşı, açlığı, gericiüretim çıkarcı paylaşımı yapılarında taşımaktadırlar.

Sayın Oya Baydar bu devasa gücün karşısına tüm dünyanın birleşik emek güçlerinikoyacağı yerde, devamlılığı olmayan ikinci veya üçüncü derecedeki sorunlardan rahatsızolan ve sınıf özelliği olmayan bazı unsurları çözücü güç olarak ileri sürüyor. Temelsorunların çözümünü devre dışı bırakarak, tek başına hormonlu gıda veya çevresorununu ele alan bir mücadele biçiminin, toplumsal sorunların çözümü için yeterliolmayacağı açıktır. Ayrıca temel sorun çözülmeden, bu tür sorunların çözümü deolanaksızdır. Yine bu tür sorunların çözümü için mücadele eden unsurlarınmücadelelerinin sonuca gidene kadar devamlılığı olamaz ve yapısal özelliği de bunaaykırıdır. Oya Baydar, emek-sermaye çelişkisinin, sınıf mücadelesinin bittiğini ilerisürerken, yaşamı değiştirecek yeni gücün kim olduğunu net olarak ortaya koymuyor amabütün bunlar böyleymiş gibi görüşler ileri sürüyor. Bu görüşlerin yaşamda somut karşılığıyoksa bir anlamı da olamaz.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 31: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Açıkçası, Oya Baydar yazımın devamından da anlaşılacağı üzere, dosya konusuna sadıkkalarak işçi sınıfının ihmal edilme nedenlerini ve bunun sonuçlarını ortaya koyacağıyerde, ihmal edilme nedenlerini savunur durumda bir çalışma örneği sunuyor. Herhaldeişçi sınıfının dağınıklığı kimin çıkarına uygunsa, bu dağınıklığın olması için kim elindengeleni yapıyorsa, o sınıfın alkışlayacağı bir teori koyuyor ortaya.

“…Geçmiş 1 Mayıslardan birinde yazı yazmaya oturduğumda; yazılarımdaproletarya, işçi sınıfı, sömürü sözcüklerini ne kadar az, ; buna karşılıkmağduriyet, muktedir, etnik kimlik, ötekileştirme sözcüklerini ne kadar çokkullandığımı fark ettim”

Bu açıklama, bir özeleştiri değil, işçi sınıfının belirleyici gücünü böyle bir gerçekliktenhareketle inceden inceye çarpıtmaktır.

Diyelim ki, öne çıkan yeni sorunlar var. Bu sorunların gerçekten, ama gerçektençözümü işçi sınıfının örgütlü ve çağdaş gücünden bağımsız düşünülebilir mi? Ya da busorunları uluslararası tekellerin varlığından ayrı düşünmek mümkün mü? Küreseltekellerin gücü ve eylemleri karşısında küresel emek güçlerinin birliği her türlü sorununçözüm anahtarı değil mi? Eninde sonunda karşıtların mücadelesi bu noktayakilitlenmeyecek mi? Bir tek petrol şirketinin ekonomik gücünün Türkiye’nin gücününkırk katı olduğu söyleniyor. Bu gücün hegemonyasından yeryüzünü ve ülkemizikurtaracak başka bir güç var mı acaba?

Bakın şimdi: “Sınıf kavramı(ve bu kavramdan türeyen bir dizi temel kavram vesosyolojik, ideolojik ve psikolojik duruş) bugünkü düşünce, yazın ve eylemtahayyüllümüzde eski yerine sahip değilse, yel artık işçiden işçiden yana esmiyorsa,bunda, taşıma rüzgarla değirmen döndürülemeyeceği gerçeğinin payı yok mu?

Sınıfı inkar etmek, sorunların çözümünü de inkar etmektir. Yel, eninde sonunda işçidenyana esecektir. İşçi sınıfı kapitalist, emperyalist sistemin en dinamik ilerici sınıfıdır.Ama bu sorunlar elbette Oya Baydar için önemli değildir. Oya Baydar açısından sınıfıihmal etmek bence burada tam da ifadesini buluyor. Yani sınıf ideolojisine bağlı olmak,doğrudan doğruya taşıma suyla değirmen döndürülemeyeceği ifadesinde kullanılıyor.Peki değirmeni döndürecek su nedir? Hangi suyun değirmeni amaca ulaşana kadardöndürme gibi bir sürekliliği vardır? Bu zorluğu ve zorunluluğu kim göze almakzorunda kalacak ve alacaktır?

“Özellikle sınıf söz konusu olduğunda, teorinin araçsallaştırılmasının sonucuolan mekanik yorumlar kadar, teorinin tarihsel süreçte değişme, gelişmeözünün bir yana bırakılması da meseleyi geliştirici şekilde ele almamızınönünde engel oluşturuyor.”

Sayfa 31

Page 32: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sınıf söz konusu olduğunda, engel olan şey gelişme ve değişme karşısında araç halinegetirilmiş olan mekanik yorumlar. Yani suyun değirmeni döndürememesine suyun oanki yetersizliği ve nedenleri değil de, mekanik yorumlar. Teori de buna ayakuyduramıyor tabi. Gerçekten böyle mi? Engel olan şey mekanik yorumlar mı, yoksasendikal, siyasal alanda küresel tekellerin devasa gücü ve bu güç karşısında el pençedurmayı alışkanlık haline getiren o iflah olmaz ikiyüzlülük mü? Çünkü değişme vegelişmenin özü, şu an itibariyle uluslararası tekellerin dünyayı hegemonyaları altınaalan birleşik güçleridir. Değişme ve gelişmeden kasıt buysa ve buna bağlı olanaklarınyarattığı teknolojiyse, niçin teknolojinin belli bir kesimin mülkü konumunagetirilmesinin ve sömürü aracı olarak kullanılmasının özüne hiç dokunulmuyor?Tekeller tüm dünya ülkelerinde girdikleri alanlardan elde ettikleri kârı daha yukarılaraçıkarmak için elllerinden geleni yaparlarken, tarım, ticaret vs. gibi girmedikleri alanlarıda keşfedip güçlerine güç katarlarken ve bu gücü işçi sınıfınının siyasal gücünügeriletmek için kullanırlarken, bu durumu görmeyip, suçu mekanik görüşlerlesınırlandırmak, teorinin buna ayak uyduramadığını ileri sürmek doğru değil.

“Dünyanın bütün işçileri birleşin” belirlemesi önemini yitirmedi, daha da önem kazandı.Buradan hareket etmiyor Oya Baydar. Başka güçlere ve başka teorilere bel bağlıyor.Belirlediği teoriler ise yaşanan çelişkilerin çözümüne asla denk düşmüyor.

İşçi sınıfının ‘kendinde sınıf’tan ‘kendisi için sınıf’a geçme ve kapitalizmin “mezarkazıcısı” olma potansiyelini 21. yüzyıl kapitalizminde aynen bulacağımızı sanmak,Marksist analiz yöntemini kavramamış olmak demektir.

Değişik bir işçi sınıfı bulacağımız imasıyla, giderek tümüyle onu inkâr eden bir anlayışçıkıyor ortaya. Aynen bulamayacağımız gerçekliği altında “sınıfın potansiyelikalmamıştır” çarpıtması yatmaktadır. “Başka çözümler ve güçlere yönelinmelidir.” İyide nedir, kimdir bunlar? Siz günümüz işçi sınıfının potansiyel güç olma özelliğinikaybettiğine inanın, gerisi açıklamaya değmez.

Acaba işçi sınıfı 19. Yüzyıldaki potansiyel güç olma özelliğini gerçekten yitirdi mi?Yoksa o dönemde o coğrafyada potansiyel güç olan işçi sınıfı, o coğrafyaburjuvazilerinin emperyalist aşamaya ulaşmalarının ve kendi işçi sınıflarının mücadeleriskini göze alamayacak biçimde, sömürdükleri ülkelerden aldıkları paylapaylandırmalarının sonucu değil midir oradaki potansiyel güç kaybının nedeni? Butespit, o coğrafyaya ait olabilir ama sınıf mücadelesinin ne özünü ne de sınıfın inkârınıgerektirir. Küreselleşen sermaye karşısında küreselleşemeyen emek cephesinin sınıfmücadelesi üzerindeki etkisi, irdelenmesi gereken konuların başında gelmektedir. Amanedense bu konu görmezden gelinip, teknolojik, ekonomik, sosyolojik gelişmeler, işçisınıfının potansiyel güç olma özelliğini yitirmesinden sorumlu tutuluyor. Gerçekten işçisınıfı potansiyel güç olma özelliğini yitirdi mi? Yoksa üretici güçlerdeki gelişmeyekarşılık, üretim ilişkilerinin durağanlığı ortadan kalktı da o da mı üretici güçlere paralelolarak gelişme kaydetti? O zaman ortada ciddi sorunlar varmış gibi davranmanın ne

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 33: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

gereği var? Unutulmamalı ki, Türkiye ve aynı konumdaki diğer ülke işçi sınıflarınınüzerinde hem yerel sermaye güçlerinin, hem işbirliği içinde oldukları küresel sermayegüçlerinin baskısı vardır. Bu baskılar 19. Yüzyıldaki baskıları kat kat geride bırakmıştır.Mücadele, dünya çapında devlerin mücadelesi olma özelliğindedir. Bu devlerden birigücünü birleştirme olanağını elde etmişken, diğeri, yani emek cephesi bu olanağıhenüz elde edememiştir. Sorun potansiyel güç kaybında değil, sorun birincil derecedeburadadır. Bu da sonsuza kadar sürecek bir olgu değildir. Tarihsel zorunluluk onları dabir araya getirmek zorunda bırakacaktır. Önemli olan mücadele önderliğinin herdönemin koşullarına göre mücadele yol ve yöntemlerini bulup uygulamaya koymasıdır.Bizlerin isteklerine göre hemen sonuca varılsın anlayışı değil, belirleyici olan nesnelkoşulların vardığı yerdir. Bizlere düşen olduğumuz noktada yapılması gerekeniyapmaktır. Unutulmamalı ki tekellerin Dünya bazında birliği düşman kardeşlerinbirliğidir ve çekilen acıların özü burada yatmaktadır.

Uluslararası bir tekele ait herhangi bir ülkedeki bir işyerinde greve giden işçiler, nedenaynı tekele ait başka bir ülkedeki bir işyerinde greve gitmezler ve diğer işçikardeşleriyle birlikte hareket edemezler? Oya Baydar, keşke böyle bir araştırma yapsave buna uygun bir öykü yazsaydı.

“İşçi sınıfının , emek - sermaye çelişkisi temelindeki Marksist tanımı ağırlıklıolarak sanayi proletaryası örneğinden hareket ediyor, sınıf ekonomik üretimsürecindeki yeri ve konumuyla belirleniyordu. Teorinin bütünlüğü içinde vedönemin koşullarında beklenen, istenen proletarya devrimi amacıyla tutarlıolan bu sınıf tanımı tek boyutlu olmakla birlikte 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılınbaşlarında açıklayıcı ve işlevseldi.”

Hem tutarlı, hem tek boyutlu… Çok boyutluluk nedir, kimlerdir? Herhalde Gezi Parkınıdolduran yüzbinler kastediliyor. Ya da çevreciler vs... Açıklamaktan kaçındığı özü,belirsiz bir gücü ve onun yükleneceği mücadeleyi sınıf mücadelesinin önüne geçiriyorOya Baydar. İşçi sınıfı yaşamı değiştirme mücadelesinde öncü sınıf olma özelliğinikaybetmiştir diyor açıkça. İşçi sınıfının yardımcı güçlerini işçi sınıfı geri mi çeviriyor kiişçi sınıfının yerine başka bir öncü güç yaratılıyor?

“Sonraki yıllarda hızlanan ve nitel sıçrama gösteren bilimsel, teknolojikgelişmeler sınıfın, yapısını değiştirmeye başladı.”

Dikkat edelim, nitel sıçrama ve yapı değişikliğidir söz konusu edilen. İnsanın insana acıçektirmesi mi değişti? Acı çekmek başka bir kimliğe mi büründü? Asgari ücret 700 TLcivarındadır. Değişen tek şey sömürünün daha da artmasıdır. Çünkü 19. yüzyılda bir işçisekiz saatte on birim değerde mal üretiyorsa, bugün bin birim değerde mal üretiyor.Öncelikle değişimden kasıt bu olmalıdır; nitel sıçrama veya teknolojinin mülkedinilmesinin gözden uzak tutularak, sınıfın inkâr e dilmesi değil. Sınıf mücadelesini

Sayfa 33

Page 34: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

günümüzde de geçmişte de sanayi proletaryası ile sınırlamak en azından Türkiyecoğrafyasında asla devrimci tavır olmamıştır. Sanki öyleymiş gibi göstererek, başkakaynakları öne çıkararak, teorik çarpıtmalara girişmek, doğrudan doğruya sömürüyedestek olmaktır. İşçi sınıfının öncülüğü, diğer katmaları içine almaktan kopuk değildir;hiçbir zaman da olmamıştır. Faşizme karşı birleşik cephe kendiliğinden ortayaçıkmamıştır. Bu olgu varken yokmuş gibi suçlamalara girmek bulanıklık yaratmaamacına yöneliktir.

“Konuya ilişkin önemli teorik çalışmalar yapılsa da, ‘işçi sınıfı- devrim- yeni toplumuninşaı’ bütünlüğünde köklü bir teorik temellendirmeye , revizyona gidilmedi. Buyöndeki çabalar revizyonist sulandırma, disidanlık, vb. olarak görüldü. Taa ki 1980ortalarında dışa yansımaya başlayan, sonunda da sosyalizm (reel sosyalizmin)yıkılmasıyla sonuçlanan sürece kadar.”

O dönem için hem Sovyetler Birliğinde uygulanan sosyalizm değildir diyenlere tavıralacaksın, hem orada uygulanan yeni sosyalizmdir diyen revizyonistleri eleştirenlerieleştireceksin, hem de sosyalizm çöktü diyeceksin.(*) Reel sosyalizmden kastedilenküçük burjuva sosyalist anlayışa karşın işçi sınıfının kuracağı gerçek sosyalizm ise, one yıkıldı ne de yıkılacaktır. Sovyetler Birliğinde özellikle 1950 li yıllardan sonrauygulanan ne ise, yıkılan da odur. Bunu çarpıtmak ve böyle gündeme getirmek,sosyalizm iyi bir şey olsaydı çökmezdi anlayışını yaygınlaştırarak, kitleleri sosyalizmdenkoparmaya yaradığı kadar, burjuvazinin de ekmeğine yağ çalmaktan başka bir işeyaramıyor.

“Ezenlerden değil ezilenlerden, sömürücüden değil sömürülenden yanaydık,o saflardaydık. Bu bozuk dünya düzeninin işçi sınıfının devrimciöncülüğünde değişeceğine inanıyorduk.”

Şimdi neye inanıyor Oya Baydar? Bu cümle bile neye inandığının açık ifadesi.

“Ancak varılan noktada, bunca teknolojik, sosyal, siyasal gelişmeden sonra,19. yüzyılın klasik kalıpları içinde görmek istediğimiz devrimci sınıfı aramakhüsrana uğratır. Belki zorluğumuz bunu kabullenememektenkaynaklanıyor.”

Dikkat edilirse, hep bu gelişmelerden söz edilirken üretim ilişkilerindeki aynılıktan hiçsöz edilmiyor. Böylesi gelişmenin bir yandan da çürüme olduğu diyalektik gerçeğigörmezden geliyor. Devrimci sınıfı aramak hüsrana uğratırmış. O zaman devrimciolmayan bir sınıf sorunları çözecektir. O da bu yazıda sözünü ettiği beyaz önlüklülerolsa gerek. Aslında yeni bir devrimci durum aramak falan değil söz konusu olan.Devrimler dönemi bitti, artık herkes kaderine razı olsun, zaten teknolojik gelişmelerde devrimle olacak olanı başarmıştır (*) demek istiyor.

(*)Alt çizgiler editöre aittir.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 35: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“ ‘Tarihsel moment kavramı’, yani işçi sınıfı devrimini anımsatan dün,erkendi yarın geç. Anı, nostaljimizdeki klasik işçi sınıfından artıkbeklenemez”

Eskiden işçi sınıfı klasikti, şimdi modern oldu. Lenin ‘devrim için bütün koşullarınoluştuğunda böyle’ diyerek başlatmıştı devrimi. Oya Baydar artık böyle bir şey yokdiyerek, gelecek devrimleri tümüyle reddediyor.

“19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılın ilk otuz, kırk yılı, işçi sınıfının tarihin öznesiolduğu dönemdi. Sonraki teknolojik, bilimsel, ekonomik, siyasal gelişmeler,emperyalist bölüşüm savaşı, kapitalist- sosyalist bloklar çatışması verekabeti hem sınıfın nitel yapısını hem de tarih sahnesindeki yerinideğiştirdi.”

Nitel yapı değişiyor, ve işçi sınıfı devrim yapamaz konuma getiriliyor, bu yapıyıdeğiştiren etmenlerden biri de sosyalist- kapitalist bloklar çatışması ve rekabeti oluyor.Hele işçi sınıfının nitel yapısının değişmesinin ne olduğu gerçekten çok ilginç! Değiştide nasıl bir işçi sınıfıyla karşı karşıyayız? Devrimci potansiyeli kaybolduğuna göreekonomik bakımdan sorun yok demektir. O zaman asgari ücretle bir ay bir yaşasınbakalım bu iddianın sahipleri. Herhalde işçi sınıfı sömürülen, ezilen sınıf olmaktan çıktı,yöneten, sömürüyü ortadan kaldıran bir sınıf oldu. Ya da onun yerine yaşamıdeğiştirecek, uluslararası tekellerin o dev gücünü alt edecek, bu mücadeleyi gözealacak yeni bir güç ortaya çıktı. Taşı oyan suyun bu sürekliliğini temsil eden bu gizli güçkim acaba? Bu zahmetli ve zorlu mücadeleyi yaşamı pahasına göze alabilecek güçgerçekten kim acaba? Oya Baydar’a göre ne böyle bir güç var ne de devrim gerekli.Aslında devrimden kaçınılıyor ve bu da gerekçesi oluyor.

“Bütün bunların; ortodoks ezberler bir yana bırakılarak, işçi sınıfınınfetişleştirilmesine kapılmadan yeniden düşünülmesi gerekiyor. Toplumdakibirbiriyle ilişki, çelişki içindeki kesimlerin sınıfsal konumlarını tanımlamayave önemlerini algılamaya çalışırken, sadece emek-sermaye çelişkisine veüretimdeki yere odaklanmak, günümüzde insanları ve toplumları çok dahaderinden etkileyip biçimlendiren farklılıkları, çelişkileri, konumlarıgörmezden gelmeye yol açıyor.”

Emek sermaye çelişkisi bütün sorunların ana nedenidir. Toplumları bundan dahaderinden etkileyen başka bir konum yoktur ve diğer ikincil dereceden sorunlarıgörmezden getirecek bir yapıya da sahip değildir. Emek-sermaye çelişkisineodaklanmak asıl sorunu görmeyi engelliyormuş. Şu asıl sorun nedir acaba? Bu OyaBaydar’ın uydurmasıdır aslında. Bugün Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesi, krizler,işten çıkartılmalar, burjuva iktidarlarının siyasi, ekonomik uygulamalarından ayrıdüşünülemez. Bu belalardan da işçi sınıfından daha fazla etkilenen bir toplumsal güçyoktur. Eğer çekilen acılar kıyaslanacaksa, işten çıkartılan işçilerle yaşam ortaklığınagirsin Oya Baydar.

Sayfa 35

Page 36: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Yaşadığımız dünyada ve toplumda sadece sınıfsal değil, sadece emek-sermaye çelişkisi değil, insanların sübjektif tutum ve davranışlarını etkileyenaynı ağırlıkta başka çelişkiler var.”

Dikkat edelim, asgari ücretle geçinmek zorunda olan ya da aynı ücretle geçinmeninzorluğu yetmiyormuş gibi işten çıkarılma, iş kazalarında can verme gerçekliğiyle aynıderecede çelişkiler varmış. Soma’daki acıdan daha büyük acılar varmış. Yaratılan buuyduruk çelişkinin sahipleri de yaşamı değiştirme mücadelesinin baş unsurlarıolabilirlermiş. Gerçekten küresel dev emperyalizmi alt edecek bu dev güç neredesaklı? Bu çelişkiler çoğu zaman baş çelişki haline gelebiliyor ve çözümleri için emek-sermaye çelişkisine odaklanmak gereksiz oluyor!?

Oya Baydar kendini sorguluyor ve yukarıda belirlediği görüşlere neden yöneldiğinişöyle ifade ediyor.

“Sosyalist sistemin çöküş sürecini sistemin içinden gözleyerek yaşadıktan veTürkiye deneyimini yeniden ve bağımsız bir gözle değerlendirdikten sonrakafamda zaten belirmiş olan sorular büyüdü.”

Bağımsız bir gözle incelemenin tek anlamı vardır. O da işçi sınıfı ideolojisini bir kenarabırakarak incelemektir. Belirteyim: işçi sınıfı ideolojisi tüm insanlığın insanca yaşayacağıbir yaşamı hedeflediği ve tepeden tırnağa bilimsel olduğu için, ondan bağımsızgözlemlemek, güzellik duygusuyla bağdaşmayacağı gibi, bilimsel ve haklı olmayanabağımlı olmak demektir. O zaman hangi ideolojiyi göz önüne alarak incelemek sözkonusu olabilir?

“Toparladıklarımı güncel somut gerçekliğe uygulayınca, artık ‘o işçi sınıfı’nınana akım ve ana güç olmadığı, köklü bir değişim, dönüşüm anlamına gelendevrimin de artık eski bildik biçimlerde gerçekleşmeyeceği düşüncesinevardım. Klasik işçi sınıfıyla sınırlandırılamayacak yeni bir itici güç gerekliydi.Sadece sınıf analizi ve sınıf pusulasının eksikten öte yanlışlara sürüklediğinideneyimledim. Çelişkiler yumağı, bütün olarak kavranmadıkça sınıfedebiyatı yapmanın işin kolayına kaçıp ezber tekrarlamaktan ve kendine işçisınıfı devrimcisi rozeti takmaktan öteye geçmeyeceğini düşündüm.”

Evet, işçi sınıfının niteliği değişince, herhalde yaşamın da niteliği değişti. Bu durumauygun olarak Oya Baydar da düşünce değişikliklerine gitmek zorunda kaldı. Öyle ki,devrimi de devrim olmaktan çıkarıp, kendi teslimiyetine uygun hale getirdi. Yeni itici birgüç gerekliymiş. Hani vardı o güç. Aslında söylediklerine kendi de inanmıyor.

ASIM GÖNEN

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 37: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ANLATTIĞIM SANA SANA / Ahmet Tahsin ÇINAR

1979 yılında Suluova Çeltek Maden Ocağının sel baskınında ölen ve bu ocakta sonsuza dek kalacak olan kömür işçilerinin anısına.

Dün gece, küçük vampir ağızlarıMemeleriVe etten kanatlarıyla yarasalar havada.Dün geceSuLığMilekKömürÇamurBahçelerde ıhlamurNar yarılmaya yatkın dalındaElmalar salkım söğütŞeftaliyi indirdik komisyona kasalarla bedavayaBu gün dokuz gündür, on altı işçi, otuz iki el, ayak, gözMaden ocağında.

Sayfa 37

RESİM: KADİR HAKAN GÖKÇE

Page 38: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Çeltek’te dokuzuncu günde deHafif alüminyum ve bakır sefer taslarıElleri kafaları ardından ağlayanları karalar bağlayanlarıCanları Allah'a emanetKazma kürek ve yokluklarıyla beraberKendi hesabına alamadıklarınıKazmayla sökmek için başkalarının hesabınaTekrar inecekler dağların altına.

BugünDünDokuz günEvlerde ağıt gülümToprağın altında umutYürekten inanıyor ozanKazmanın ucunda yaba dirgen ve emeğinBaşakların ve kömür ocaklarının kaderiAlın yazısı on beşlik gelinlerinKara yazısı çağ çocuğun, değişecek.İşte o zaman hapisliğimiz, saçlarımızdaki zamansız akDişimizin kırığı yumruk altında, dudaklarımızdaki çatlakSökerek yüreğimizdeki kurşunuYüz yıllık havanında dövüp , dermanın ak merheminiGelişecek yüreklerimize sararak.

Bugün ben haklıysam kavgadaBarışta sen benden haklısın gülüm,Şimdi dövüşmek benim hakkımSonra senin hakkındır yaşamak.

Emek suEmek lığEmek çamurÖlüm emek.Soğuk kış gecelerinde sıcağında ısındığımBebelerimi büyüttüğüm bebek bebekKurşun kurşun çaldığım sabahlara dekHapis hapis yattığımAsıldığım sehpa sehpaUğruna sürüm sürüm süründüğüm emek.

SuLığÇamurKömür ocağında ölüm.DünBugünDokuz günHer gün,bilerek.

AHMET TAHSİN ÇINAREYLÜL 1979

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 39: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KUŞ BAKIŞIsen, ey aşağıdakiyukarıya çıkmak olsaydı niyetinbırakırdın şükretmeyine ki, bilmediğine bir ömürve bakıp bakıp göremediğinedokunamadığına parmak uçlarıyladiz çöküp el açsan ne fayda

bir koyun ki koyundur hageldiğinde bir polisgördüğünde yada sokaktave de üst zincirlerini onlarınkalkıyorsa eğer ayağaama bir emekçiye rastladığındaaynı koyunçekinmeden dönüyorsa kıçınıyedi ceddime söz olsun kio koyun iflah olmaz

bir tavşan ki ovadayediği içtiği ne ola�ardında bir tilkiarkasında kurtsonra çakal sürüsü varsa bu dünyanınve umarsız boz bir ayıHasan Ağa derler bizim oralardabakıyorsa melun melun

ötede dağların eteğinde bir kartalbirinde olmasa diğerinde daima vardır süzüle süzüle bakıyorsa sürüyeve rüzgarın sesinekoyunlar ürkmesin yeter kine çakallar ne de sürüsü onlarınvuramaz hiçbir kartalı

ERCAN CENGİZ

Sayfa 39

Page 40: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BEN DELİ MİYİM? Sayman ARUZ

“İnsanın tarihi deliliğin tarihi kadardır” (Foucault)

Bana adet gibi olmuştu. Boş vakitlerimde Tebriz’in merkezindeki Tımarhaneye gezmeyegiderdim.

Tımarhanenin sol tarafında şehrin en büyük hastanesi yer alırdı.

Ben bir keresinde, hastanede iki gece bulunmak zorumda kaldım. Kaldığım odanınpencereleri tımarhanenin önüne bakıyordu. Hastanede, iki gece delilerin sesindensabaha kadar korkudan yatamamıştım. Ancak zaman geçti ve ben delilerle yakındangörüşmeye karar verdim. Haftanın son iki gününü orada, delilerin yanında geçirmeyebaşladım. Tımarhanede hasta olmak gibi bir üstün derece yok. Kimi birinci derecede,kimi ikinci derecede idi. Ben hiçbir zaman ikinci dereceye çıkmamıştım. Ne zamançıkmaya çalışsam “İzin yoktur!” diyorlardı. Ancak birinci derecenin bütün hastalarınıtanıyordum. O kadar delilerle kaynaşıp onların içine karışmıştım ki, bazen gelenler, benide deli sanıyorlardı.

Günlerden bir gün, tımarhanenin başhekiminin odasında doktoru bekliyordum.Hayallerime öylesine dalmıştım ki, kapı açıldı, bir adam çok ciddi bir biçimde içeriyegirdi. Bana sordu:

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 41: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

- Selam, doktor yok mudur?- Yok, biraz sonra gelir.- Konuşabilir miyim?- Elbette, buyurun, buyurun!

Karşıdan bakıldığında çok doğal görünüyordu. Oturduğu karşımdaki kanepenin üstündengözlerini bana dikti. Ben başımı öne eğdim. Bakışlarının ağırlığına katlanamadım. Başımıkaldırıp yüzüne baktım. Gözleri fal taşı gibi açılmış bana bakıyordu. Birden bire:

- Sizden bir şey rica edebilir miyim? Dedi.- Buyurun, dinliyorum.- Ben okuma, yazma bilmiyorum. Bana bir mektup yazar mısınız?- Olur tabi, neden olmasın.

Hızla ayağa kalkıp, masanın üstünden bir kağıt ve bir kalem alarak bana uzattı. Aldım,önümdeki sehpanın üstüne koydum. Kalemi elime alıp kendisine sordum:

- Kime yazacağım, ne yazacağım?- Leyla’ya!- Tamam, yazayım.

Ağzındaki tükürüğü yutup, derin bir nefes aldı:

- “ Bismillahirrahmanirrahim! Merhaba Leyla. Ben seni çok seviyorum. Seni gördüğümgünden beridir deliyim. Bunu herkes de biliyor. Sebebini kimse bilmese de, seninyüzünden bu derde düştüm. Leyla, hiç kimse beni terk etmiyor. Sürekli ağzıma ilaçlarkoyuyorlar. Ben o hapları yuttum gibi gösteriyorum ama yutmuyorum. Doktorlar gittiktensonra bahçeye tükürüyorum. Sen olmayınca benim hep böyle olacak. Niye beni terk edipgittin. Nereye gittin? Sen bilmiyorsun delilerin ortasında yaşamak çok çetindir. Adamıdeli ediyorlar. Söyle Leyla, şimdi ben de deli olsam, bunun cevabını kim verecek? Leyla,anamı sene dünür göndermek istiyorum. Avradım olmanı istiyorum. Gidip gelip seniöpmek istiyorum. Akıllı bir çocuğumuz olsun istiyorum. Hayır, iki çocuğumuz olsun. Birioğlan, biri kız olsun. Tek büyümesinler. Yalnızlık da çok zordur Leyla. Buradabulunanların hepsi yalnızdır. Hepsi kendini akıllı sanır. Amma ben bilirim ki, delidirler.Leyla, yalnız adamların hepsi deli olur. Meni tek koyma, gel. Babam beni sevmiyor...”

Bunların hepsini bir nefeste söyledi, sonra arkaya yaslandı. Başımı kaldırıp baktığımda,gözleri dolu dolu olmuştu.

- Sözlerin bitti mi? Dedim.- Yok beyim, yaz, yaz! Çoktandır Leyla’ya mektup yollayamıyorum. Doktor da bilir ki, bendeliyim. Onun için beni buradan dışarı bırakmıyor.- Sorun yok, rahatsız olma. Ne kadar yüreğin istiyorsa yazarım.

Sayfa 41

Page 42: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sevine sevine:

- Çok sağ ol bey, çok sağ ol! Yaz:“Leyla, bana bozbaş pişirir misin? Buranın yemekleri kokuyor. Bilmiyorum ne bokkatıyorlar içine. Bana yaprak dolması pişirir misin? Ben de gidip sıcak tandır çöreği alıpgelirim. Çoluk çocuğumuzu sofranın başına oturturuz, yemeğimizi yer, hep beraber keyifederiz. Bırak bu doktor, bu delilerin yemeğinden yiyip varsın kendini akıllı sansın. Gelçıkıp gidelim Leyla. Dün akşam hastane duvarını aşıp kaçmak istedim. Bir iki asker, “Delikaçıyor” diye arkamdan gelip beni yakaladılar. Bunlar bilir akıllı kalıp, delininkaçabileceğini bilirler. Leyla, gerçekten de çok delidir bunlar. Ben bu ahmakların içindeyaşamak istemiyorum. Beni tuttuktan sonra bir iğne vurdular yanıma. Yeri hâlâ daağrıyor. İğne vurulduktan sonra yattım. Bir iki saat sonra uyanmışım. Görüyorsun, Leyla,delilerin içinde yaşamanın hâli budur. . Ne kadar kaçmayı iyi becerebilirsen o kadar uzağakaçabilirsin. Sanki dağda yaşıyorsun. Bak Leyla, sene bir söz söyleyeyim. Anamı ne vakityollayayım evinize. Bir kutu şeker, bir deste de gül! Çok güzel değil mi? Sene çok kızılaltın alacağım. Anamın bir dene güzel gerdanlığı var, onu da sana vereceğim. Sen nesöylesen alacağım sana. Biz mutlu olacağız Leyla"!

- Bitti mi?- Evet bey, şimdi kalemi ver de imzalayayım.

Kalemi benden alıp, kâğıdı kendi tarafına çekip, yazının altında iki birleşmiş yüreğinşeklini çizdi. Bir dene de ok, o iki yüreğe saplandı. Altından da iki damla kandökülüyordu. Çok ilginç bir deliydi. Sonra da şeklin altını karaladı ve kalemi bana uzattı:

- İmzaladım!- Evet anladım, güzel imza…- Çok sağ ol bey. Şimdi bizim evimizin numarasını da yazar mısın? Birde Leyla tanır, adımıda yaz,- Olur, başka…- 456 85... Adım da Ahmet’tir.- Tamam, Leylanın adresi?- Tebriz, Küçebağ mahallesi. Evlerinin numarası da 25’tir. Doktor gelmemiş, men çıkıpgideyim.- İyi, rahatsız olma. Ben götürüp veririm.

Ahmet, kapıyı açıp eğilerek gitti. Olanlar beni pek şaşırtmıştı. Bir delinin bizlere ve başkadelilere olan ilgisi benim için çok ilginç bir durumdu. Düşündüm, mutlaka götürüpmektubu Leyla’ya ulaştırmaya karar verdim. Doğrusu ben de Leylanın kim olduğunu çokmerak ediyordum. Doktoru beklemeden ayağa kalkıp adrese doğru yola çıktım.

Küçebağ mehlesine varmıştım. Bu mahalle, Tebriz’in en eski mahallelerinden sayılırdı.Dar sokaklar ve eski göreneklere ve giyime sahip insanların birleşmesinden oluşan bu

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 43: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

mahallede, aynı zamanda, çok kıskanç ve kötü niyetli insanlar da vardı. Sokağa biryabancı girdiğinde hepsi onu gözetler, niçin ve nereye geldiğini öğrenmeyeçalışıyorlardı. Vay o güne ki, Küçebağ mahallesinde bir kıza vurulasın; o kızı görmekiçin tekme ve yumruklarla dostluk kurman gerekir.

Sora sora Ahmet’in dediği adrese ulaştım. Dar bir çıkmaz sokağın en sonuncu kapısıidi. Rengi dökülmüş ve ezik, kırık bir kapı. Kapıyı kimin adına vurmam gerektiğinibilemiyordum. Ne söyleyecektim, kızınıza bir namahrem oğlandan mektup getirdiğimimi söyleyecektim. Beni it gibi döverlerdi. Aklıma bir düşünce geldi. Sokağın başında ikioğlan çocuğu bisiklet sürüyordular. Onlara yaklaşıp sordum:

- Çocuklar, siz Leyla’yı tanıyor musunuz?

Çocuklar,- Hangi Leyla’yı? Aziz’in bacısını mı?- Kardeşini tanımıyorum, tahminen 25 yaşında olsa gerek.- Yok, Aziz’in bacısı 10 yaşındadır.- Peki, bu dipteki kapı kimin evidir.- Orası, Lale halagilin evidir. Tek kadındı. Üç-dört yıl önce rahmetli oldu. Kızı yoktu. Biroğlu var, o da tımarhanededir.- Haa anladım, çok sağ olun.

Çok ilginçti. Demek Ahmet beni kendi evlerine yollamıştı. Leyla bu evde yaşamıyordu.Yüreğimden şu düşünce geçti: “Belki hiç Leyla denilen bir varlık yoktu. Ahmetgerçekten de deli idi. Leyla ise onun hayallerinin sevgilisiydi!“ Bu düşüncelerle evedöndüm. Sabaha kadar uyuyamadım. Aklıma bin türlü düşünceler geliyordu. Bütün buolanlar bana uyku gibi geliyordu. Tımarhaneye gidip Ahmet’le görüşmek için şafağınsökmesini gözlüyordum.

Sabahleyin kalkıp ağzıma bir lokma çörek atıp yola çıktım. Otobüsle uzun bir mesafegitmem gerekiyordu. Daha sonra biraz da yürüyerek gitmem gerekiyordu. Otobüs dörtyolda tıkanmış bir yola geldi. Her taraftan korna sesi geliyordu. Otobüs sürücüsü başınıpencereden çıkarıp bağırıyordu:

- Ey deli, niye korna çalıyorsun?Sol taraftaki otomobil sürücüsü ise bağırarak cevap verdi:- Deli senin neslindir! Bu nasıl araba sürmektir? Senin gibileri tımarhaneye götürmekgerek.Otobüsün sürücüsü ise başını içeri sokup dilinin altında sövmeye devam etti:- Deli, köpoğlu deli… Korna çalan bu, deli gibi süren bu, hele bana deli diyor. Vallahi bumillet başıbozuk olup kudurmuş. Akşama kadar direksiyon arkasında it gibiyoruluyorum. Sonra da itin önüne atılan parayı kurbanlık koyun gibi bana verirler. Bupatırtılar, parasızlık adamı deli ediyor. Bir tane de böyle deli, adamın önüne çıktığında

Sayfa 43

Page 44: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

adam bilmiyor ki nerenin taşını başına çalsın. Hepten deli oluyorum. Şehir değil,tımarhanedir burası. Yarısı delidir, yarısı da deli severdir. Sabahı budur. Bir de akşamınıgör ki anlayasın. Hâlâ bana deli diyor eşşeğin oğlu!

Şehre bakışım değişmeye başlamıştı. Sanki gözlerim şimdi görmeye başlıyordu.Doğrudan gören, bakan ve gözlemleyen ile etmeyen arasında çok fark varmış.

Tımarhaneye ulaştım. Kapıdan delilerin toplandığı salona varana kadar yüreğimpatlayacak gibiydi. Soluğum sanki arkamdan çıkıyordu. Salonda Ahmet’i aramayabaşladım. Hemşireler beni tanıyorlardı. Biri karşıma gelip “Doktoru mu arıyorsun” diyesordu. “Ahmet adında bir hastayı arıyorum” dedim. Hemşire:- Ahmet, dün gece delilik nöbeti geçirdiğinden sakinleştirici ilaç verildi. Bu nedenleyatağında yatıyor. Birazdan ayılır.

Gidip salondaki koltuğa oturup etrafı gözlemeye başladım. Bazı deliler salonda delicesinegeziyorlardı. Bazılarının elleri bağlı idi. bazılarının yanında ise muhafızlar geziyorlardı. Biriki deli kadın da uzakta gözüme ilişti. Artık hepsini ı deli kimi görüyordum. İnsandüşünüyor, dünya sanki delilerin sürgün olduğu, gözetim altında tutulduğu; ödülü vecezası bol olan bir yer gibidir. Tıpkı bu tımarhane gibi.

Birden bir ses duydum:- Merhaba

Ürküp arkaya döndüm. Ahmet önümde dikiliyordu. Ayağa kalkıp Ahmet’e dönüp,- Merhaba Ahmet, nasılsın, dedim.- Çok sağ ol bey, mektubu Leyla’ya verdin mi?- Leyla’nı bulamadım. Adresi yanlış vermişsin. Beni ananın yanına yollamışsın!- Şimdi anlıyorsun işte ben deliyim.- Yok, yok! Sadece, dedim belki yanlışlık olmuştur. Leyla’nın düzgün adresini verirsen,götürüp mektubu ulaştırırım.- Leyla’nın düzgün adresi olsaydı kendim götürüp verirdim Bey! Sana niye söylerdim ki…

Az daha deli oluyordum.

- Neden Leyla’nın adresi yoktur.- Nerden bileyim bey? Bir adres var, gel sana onu vereyim. Götür mektubu ona ver.Tamam mı bey?- Tamamdır.- Kâğıdı çıkarıp sehpanın üstüne koydum. Kalemi gömleğimin cebinden çıkardım.- Söyle yazayım.- Yaz, bey. Karabağlılar Mahallesi. Hasan sokağı. Numara 53.- Bak, bu defa da adres doğru çıkmazsa, bir daha götürmeyeceğim.- Doğrudur bey.- Tamam, ben gidiyorum.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 45: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yola çıktım. Bu meselenin sonucunu öğrenmek istiyordum. İçimden, “Nereye git desegideceğim” diye düşünüyordum.

Karabağlılar mahallesindeydim. Buranın da kendine has lehçe ve hayat tarzı vardı.Genellikle Tebriz, göç alan bir şehir olarak da adlandırılabilir. Her mahallenin kendinehas lehçe ve medeniyeti vardı. Bu mahalle de, çok art niyetli ve dindar bir yer idi.Dikkatle adresi aramaya başladım. 50... 51... 52... ve 53. buldum. Köhne tahta birkapı idi. Ancak çıkmaz sokağın sonunda değil, düz yolun başındaydı. Ev duvarınınhemen bitişiğinde bir market vardı. İçeri girip soruşturdum:

- Bağışlayın, ben Leyla Hanımgilin akrabalarındanım. Uzaktan geldim. Biliyor musunuzacaba? Hangi kapıdır.- Hangi Leyla?- Fatma Hanım’ın kızı Leyla…Fatma’yı kafamdan uydurmuştum.- Yok tanımıyorum. Öyle birileri burada yaşamıyor.- Peki, bu yanınızdaki kapı kimin evidir?- Benim evimdir, niye sordun?

Market sahibi telaşlandı, oldukça sinirlendiği hâlinden anlaşılıyordu.- Hiç, öylesine sordum. Özür dilerim. Yardımınız için çok sağ olun.

Mağazadan çıkıp hızla uzaklaştım. Bu adresin de doğru çıkmayacağını anlıyordum.Beş-on metre ileride iki çocuk, duvara dayanmışlar, sohbet ediyorlardı. Yaklaşıpsordum:- Çocuklar, o ev var şu, marketin yanındaki... Ora kimin evidir.Çocuklar şaşkın şaşkın bana baktılar:- Kimin olduğundan sana ne?- Ben Leyla Hanım’ı arıyorum. Ahmet’ten mektup getirdim.Çocukların biri bana bakarak,- Leyla kimdir, o evde Leyla diye biri yaşamıyor. Orası bizim evimizdir. Şimdi kardeşimiçağırayım, sana Leyla’nın kim olduğunu söylesin dedi.- Çok lazım değil, çağırmana gerek yok. Hele bir dur, sen Ahmet adında birisinitanıyor musun?- Ne Ahmet’i, tanımıyorum. Ağabeyim Hasan sporcudur. Şimdi seni tutup döver.- Tamam, anladım, bırak vursun. Sizin akrabalardan da Ahmet diye biri yok mudur?- Halamın oğlu var, adı Ahmet’ti. Çoktandır görmedim. Deli olduğunu söylüyorlar.- Senin bacın var mı?- Sana ne eşşek! Hasaaaaaannn!- Tamam tamam, çağırma. Öylesine soruşturdum. Çok sağ ol!Tam giderken, oğlanın dostu uzaktan seslendi:- Onun bir bacısı vardı. Onu da iki-üç yıl oluyor araba vurup öldürdü!- Çok sağ ol, delikanlı.

Sayfa 45

Page 46: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Oğlan gülümsedi, ben de oradan uzaklaşmaya başladım. Çok müthiş bir şeydi. Ahmet, beni sanki geçmişte sevdiği insanların kapısına gönderiyordu. Artık kimin deli, kimin akıllı olduğunu ayırt edemiyordum. Vakit geçirmeden tımarhaneye döndüm. Günü bitirmeden bu meselenin sonucunu öğrenmek istiyordum. Sabaha kalsaydı, Ahmet’le görüşmek için beş gün beklemek zorunda kalacaktım. Onun için bir taksi çağırdım. Sürücü sordu:- İnşallah nereye gidiyoruz?- Tımarhaneye!- Neden?- Kusura bakmayın, orda işim var.- Haaa... Tamam doğru dedin, orası tımarhanedir.Sonra gülmeye başladı.- Neden oraya gidiyorsunuz, akrabalardan biri mi var?- Yok, benim başka bir işim var!- Haaaa, Allah şifa versin!- Kardaş, ben hasta değilim, kendim doktorum. . Allah şifa versin sözü nedir?- Ne bileyim, Allah şifa vermesin, şimdi tamam oldu mu? Toptan deli olduk yahu…- Kardaşım incinme, kafam karışıktır. Ben hiç deliye benziyor muyum? Allah şifa versin, diyorsun.- Vallahi ne diyeyim. Beyim, delinin boynuzu mu olur sanki? Şimdilerde delilik, ahlak bozukluğu, o kadar çoğaldı ki, adam az kala anasından da şüphelenmesin. . Belki o da gençlikte kahpelik etmiştir, dedi gülerek.Ben de gülümseyerek cevap verdim:- Eeehh, keyfin yolunda senin. Git anandan sor.Aynadan bana işaret edip gülümseyerek:- Deli kendine deli diyor mu ki, kahpe de kendine kahpe desin!

Ne bileyim, belki de hakkı vardı. Belki de hepimiz bir az deli, biraz da fahişeyiz. Hastaneye ulaşmıştım. Teşekkür edip taksiden inerken, sürücü,

- Üstüne al!- Neyi, dedim, cevap verdi:- Deliliği.

Kahpe çocuğu beni öfkelendirmişti. Kapıyı sertçe çarpıp hastaneye doğru yola çıktım. Sürücü kapıyı sertçe kapattığımdan dolayı rahatsız olmuştu. Başını pencereden çıkarıp bağırdı:

- Gördüm, dedi, sen delisin!- Evet deliyim, Sana giren çıkan nedir be adam!

Şoför beni epey sinirlendirmişti. Deli ile kızgın insanın arasındaki farkı anlamaktan uzaktı. Rahatım iyice kaçmıştı. Ama Ahmet’i aramaya başladım. Salonda, koridorda görmeyince doktorun odasına yöneldim. Hemşireden doktoru sordum, “Odasındadır” dedi. Odasının kapısını tıklayıp içeri girdim. Doktor, masanın arkasındaki koltuğuna oturmuştu. Baktı-

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 47: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ğımda, o da bir tür ak giysi giyen deliye benziyordu.- Buyurun, dedi.- Merhaba doktor!- Merhaba… Merhaba! Haa, siz dün nereye gittiniz? Geldiğimde gitmiştiniz.- Vallahi geciktiğinizi gördüm, biraz bekledikten sonra zamanınızı almayayım diyegittim.- Delilerle tanışıklık nasıl gidiyor.- Akıllılardan daha ilgililer doktor.- İlgi arayana ilgililerdir. Para arayana ilgili değillerdir. Hem de insan deliliği adetetmeye başladıktan sonra onu hastalık saymıyorlar. Akıllı deliler o kadar çok ki…- Deliler akıllılardan da çoktur. Doktor:- Evet, dedi gülerek. Şimdi akıllı deli miyiz yoksa deli akıllı mı?- Hiç biri, doktor. Akıllı olup deli gibi görünmekten ve deli olup akıllı gibi yaşamaktansazır deli olmak daha faydalıdır.- Yavaş yavaş filozof oluyorsun haaa… Böyle giderse sen de konuğum olacaksın!- Peki, ne yapayım doktor?- Çalış, ne çok akıllı ol, ne de çok deli. İkisinin de sonu burasıdır! İlaçları da aynıdır.Kimse çok şeyle ilgilenmeyecek… Sen akıldan deli misin, yoksa öyle kökünden mi deliidin, diyerek gülmeye başladı doktor.- Baş üstüne, doktor... Ne diyebilirim…- Ne oldu, bir az gergin görünüyorsun.- Vallahi doğrudur... Doktor, siz bu Ahmet’i tanıyor musunuz?- Hangisi, haaa... O deliyi diyorsun... Tanıyorum, niye sordun?- O bana bir mektup yazdırdı. Sevdiği kıza, Leyla’ya götürüp vermemi istedi. İki defegönderdiği adreslere gittim, ama ikisinde de Leyla yoktu. Ama anası ve dayısı kızı çıktı.Deli gibi oldum, ne yapacağımı bilmiyorum.

Doktor ayağa kalkıp yanıma geldi. Gülümseyerek, karşımdaki koltuğa, yani Ahmet’inoturduğu koltuğa oturdu. Bana,- Leyla ha…- Evet, doktor!- Leyla kimdir biliyor musun?- Hayır doktor. Ama bilmeyi çok istiyorum.- Hımmm... Biraz sabırlı ol... Sana anlatayım.- Siz onu tanıyor musunuz?- Onu tanımayan var mı? Yalnız, bazen bir şey, tanıyanlar için pek ilgi çekici bir şeydeğildir. Tanımayanlar onu görmeye koşarlar. Tanıyanlar için de önemini yitirir...Aynen bu Leyla gibi.- Leyla’ya ne oldu doktor?- O İkinci derecededir. İkinci kattadır.- Niçin?- Onu görmek için ikinci dereceye gitmen gerekir. O da delidir. Kadınlar bölümündekalıyor.

Sayfa 47

Page 48: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sanki başıma kaynar su dökülür gibi oldu. Ben iki gündür ahmak gibi şehre gidip Leylaarıyorum. Kapı kapı deli kimi geziyorum. O ise buradaymış. İkinci katta...- Doktor, Leyla’yı görebilir miyim?- O, ağır hastadır. Demirlerin arkasından gösterebilirim sana. Dur dur, haydi gidelim!- Nereye?- Nereye olacak, ikinci kata.

Ayağa kalkıp ikinci kata doğru yola çıktık. Olan, bitenler, beni tamamıylahüzünlendirmişti. Hiç düşünemiyordum artık. Akıllılar dünyasında da iki, deli gibi seveninsana deli ya da mecnun diyorlar. Ama bu çok farklı bir şeydi. İki delinin akıllı sevgisiakla gelmeyen bir durumdu. Akıllı olup deli gibi sevmek mi iyiydi, yoksa deli olup akıllıgibi sevmek mi? Bunu doktora da sordum. O:- Onsuz da her ikisinde de sana deli diyecekler. Sevgi böyledir işte. O başı da yitirmektir,bu başı da.

Sonra gözünün ucu ile bana bakıp devam etti:- Çok fazla düşünme, sen de deli olabilirsin!- Peki, ne yapsam akıllı olabilirim.- Arsız olman gerekir.- Arsız olamıyorum doktor!- O zaman çok akıllı ol! Hiç olmazsa delilik unvanına layık ol.

Doktor güle güle koltuktan kalkıp yürümeye başladı. Ben de arkasından gidiyordum.Demir kapının yanına ulaşmıştık. Kapının sağ tarafında bir hemşire oturmuştu. Doktorona sordu:- Leyla’nın ilaçları verildi mi?- Evet doktor!- Leyla’yı getir buraya.- Tamam doktor!

Hemşire kapının zincirini açtı, içeriye girdi. Biraz sonra eli ve ayağı özel deli giysileriylebağlı olan çirkin bir kızı yanında getirdi. Kızın gözlerinden onun deli olduğu çok rahatanlaşılabilirdi. Bakışlarının derinliğinde gizemli bir şey vardı. Düşünüyordum etrafına“neden” dolu bakışlarla baktığını. Kız yanıma geldiğinde sordum:- Leyla sen misin?- Evet!- Sana Ahmet’ten bir mektup var. İster misin?Deli kadınların kendilerine özgü bir naz ile:- Ne Ahmet’i ne mektubu, dedi.Sesimi biraz yumuşatıp,-Aşk mektubu, dedim.- Haaaa, beynimi harap etti bu deli. Tımarhanede aşk olur mu? Ne istiyor benden? Veronu bakayım.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 49: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Doktor hemşireye gözü ile işaret etti, ellerini özel giysiden çıkarmaya yardım etsin.Mektubu Leyla’nın eline verdim. Leyla mektubu açıp, güya okuyormuş kimi baktı. Sonraçok rahat şekilde yırtıp havaya ,- Nerede bir deli var, gelip beni buluyor. Eee, Allah işi işte!

Doktor bana bakıyordu. Ben ise donup kalmıştım. Hemşire Leyla’yı demir kapınınarkasına götürdü. .

Doktor,

-Rahatsız olma. Burada öyle deliler var ki, Allah’ın olup olmadığını matematik formülleriile ispat ediyorlar...

SAYMAN ARUZ[*] Bu öykünün yazarı SaymanAruz, Tebriz doğumlu, GüneyAzerbaycanlı şair ve yazardır.Genç yaşta Dünya AzerbaycanlıYazarlar Kurumununun (DAYAQ)kuruculuğunu ve başkanlığınıyapıyor. Ayrıca Azerbaycan Yazar-lar Birliğinin Güney AzerbaycanŞubesi başkanıdır. Çeşitli yarışma-larda ödüller aldı. İran’daki baskıdüzeninden kaçtı. Bugün, edebi-yat çalışmalarını Bakü’de sürdür-mektedir.

Öykü ve yazıları daha önce deEMEĞİN SANATI’nda yayınlan-mıştır.

Öyküyü Anadolu Türkçesi’ne aktaran: Ali Ziya Çamur

Sayfa 49

Page 50: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ŞERNAYıllarda kokan hasretin özgürlük gibiGülüşlerin resim çiziyor tenimeHasret kokusu giderirken geçmiş kelimelerBu akşam vakti eski anılarda yıkıldım

Yalnızlığımdaki misillemede adın saklıYeni öğrenmişken alfabede ismin ilk harfiniTaze sözcükler peşindeydim sevda gibi derkenÇömeldi üstüme hüznümde soytarı yalnızlık

Hain bir aşk kısa ömürde yaşarmışOysa uzatacaktım ellerimizdeki gülün ömrünüGülüm sesinde bahar sürgün ışkını olmadıYine kalleşinde yaşam bu akşam vakti

HAMZA İNCE

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 51: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

İSYAN GENE İSYAN

Devran o devranyaşama hevesini insanınkursağında koyan…

İnsan o insanyeşili boğazlananmavisine kıyılanve avutulan masallarlave can pazarındave cansudan ucuz…

Meydan o meydantozu tozdumanı dumaniti ityiğidi yiğit…

Zaman o zamanisyangene isyan…

MUAMMER ERTURANEkim ‘14

Sayfa 51

Page 52: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HÜMANİST GELENEKArzu KÖK

Hümanizm; “insanın eğitilme ve gelişme yeteneğine olan inanca, kişiliğine veonuruna duyulan saygıya dayanan; onun yaratıcı güç ve yeteneklerinin tümyanlarıyla gelişmesine, özgürce çalışıp serpilmesine ve insan toplumunun dahaüst düzeydeki aşamalara genişleyen özgürlüklere sahip olmasına yönelikdüşünce ve çabaların tümü” olarak tanımlanır. Bu tanımda hümanizm, hem dar hemde geniş anlamda çok güzel bir şekilde tanımlanmıştır. Hümanizm önce Ortaçağskolastiğine ve Katolik Kilisesi'ne tepki olarak ortaya çıkmış, sonra ve ondan daha radikalbiçimde insan ilk kez kendi varlığı üzerinde düşünmeğe başlamış ve dünyanınyorumlanmasında merkezi bir rol üstlenmiştir. Aslına bakarsanız hümanizm, Ortaçağskolastiğine ve Katolik Kilisesi'ne tepki olarak ortaya çıkmasından ötürü, burjuvaideolojisinin ilk aşaması sayılır. Burjuvazinin ve halk kitlelerinin, özellikle 18. yüzyıldafeodalizme karşı verdikleri sınıf mücadeleleri, hümanist düşüncenin gelişmesinisağlamıştır. Beş yüzyıldır tarih sahnesinde olan hümanizm olgusu, ekonomik, toplumsalve kültürel gelişmenin sağladığı bireysel ve toplumsal bilinçlenme ile sürekli olarakyeniden yorumlanmış ve çağına uygun yeni değerler kazanmıştır. Böylece Boccaccio'dan,Erasmus'tan, Thomas Münzer'den başlayıp, Rousseau, Voltaire, Lessing ve Goethe ilesüren, Hegel, Fuerbach ve Marx'da doruk noktasına ulaşan bir gelişim çizgisi ortayaçıkmaktadır. Hümanist geleneğin çizgisi bugün de geçerliliğini sürdürüyor.

İki dünya savaşı, faşizm, sosyalizm, atom bombası, uzay yolculuğu ve bilgisayardeneyimlerini edinmiş insanlık, bugüne kadar elde ettiği kazanımlarla yetinecek bilinç dü-

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 53: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

zeyini çoktan aşmıştır. Doğa ve toplum bilimlerindeki gelişmeler sonucu ulaşılanbugünkü bilgi birikimi ile geçmişin yorumlanması daha sağlıklı yapılabildiği gibi, eldekikazanımların toplumsal ve bireysel hayatta etkin kılınması uğruna verilen mücadeleler,geleceğin doğru olarak kavranılmasına da yardım etmektedir. Böylece hümanizm, 15.ya da 18. yüzyılla sınırlandırılabilecek bir eğitim hareketi olmaktan çıkmış ve geniş biranlama kavuşmuştur. Çağımızın talepleri açısından artık iyice anlaşılmıştır ki, neRönesans sadece Leonardo Da Vinci'nin üstün yapıtları demektir, ne de Martin Luther'intezleri tek başına Reform hareketinin nedenini oluşturur. "Özgürlük-eşitlik-kardeşlik", slogan olarak ilk ortaya atıldığı yıllarda bile mutlak ve kalıcı olmamıştır.Shakespeare ile sanatın, Kant ve Hegel'le felsefenin, Enstein'le bilimin bütün kalelerifethedilmiş değildir. Marx ve Engels'in yazdıkları kitap sayfaları arasında kalmamıştır."Burjuva-eleştirici gerçekçilik" üzerinde yoğunlaşan şüpheler, sanat faaliyetininhayat gerçeğinin anlam kazanmasında daha yetkin düzeye gelebileceğini ispatlamayolunda ilk adımlar olmuştur.

Hümanist geleneğin ayakta tutulmasında ve geliştirilmesinde, insanlığın kültürel alandaelde ettiği başarılar birer temel taşıdır. Çünkü, kültür, doğanın ve toplumsal hayatıninsan tarafından işlenmesi ve geliştirilmesi olarak tanımlandığında insanın, doğagüçlerine ve kendi toplumsal birlikteliğinin getirdiği sorunlara karşı verdiği mücadeleonun kültürel gelişimini yansıtır. Birey faaliyet ve üretim alanı olarak bu mücadelesırasında önemli görevler üstlenen bilim ve sanat, insan yaratıcılığının geçmişi vebugünü sonuçlandırmakla kalmayıp, geleceği de içeren özelliğine en somut iki örnektir.Bilimsel yaratıcı özne, kural gereği bilimsel araştırmanın sonuçlarında belirir; sanateserinde ise, sanatçının kendine özgü, orijinal ve tekrarlanamayan kişiliği görece olarakdolaysız biçimde ortadadır. Sanat yaratımı ise, büyük ölçüde sanatçı kişiliğin bütünyanlarını zorlayan ve bu kişiliğin hayal gücünü harekete getiren bir heyecanadayanmaktadır; bu heyecan, alışılmışın dışında, bir nesnenin, bir fikrin, bir amacınneden olduğu sarsıntıdır. Gerçeğin estetik olarak kavranması ve bir imajadönüştürülmesi için zorunlu olan heyecan, akılcı süreçle iç içe gelişir. Çünkü,yaşanılanın çelişkilerini algılamakla kalmayıp onları dış dünyaya aktarmak, belli birbilinç düzeyinin varlığı ile mümkün olabilir ancak. Bilinçsiz heyecanın, bilinç düzeyineerişerek akılcı bir biçim ve içerik kazanması (veya tersi), insanın doğayı ve kendisinideğiştirme ve geliştirme çabası içinde önemli bir atılımdır. İnsan nesnel doğayıdeğiştirirken yalnız elleriyle faal olmayıp, ihtiyaçları, heyecanları, duyguları vedüşünceleriyle de faaldir. Estetik faaliyet nesnel gerçeği yansıtmakla kalmaz, aynızamanda kendi gerçeğini de ortaya koymak zorunluluğunu içerir. Bu durumda,sanatçıya özgü yaratıcılık; değerlendirme, yeniden kavrama, biçim verme, elle tutulurduruma getirme ve çeşitli görünümlerin, zıtların birliğini gösterme çalışmasıdır.

Hayatın böylesine içinde olan sanatsal yaratıcılık, tek başına bireysel bir yeteneğinifadesi değildir. :Bu gerçeği ortaya çıkarmak, çok yönlü, karmaşık bir sürecin ürünüolan sanat eserini yorumlamak, gelişigüzel bir yaklaşım yerine belli bir sistem içindehareket eden ve belli kurallara dayanan bir yöntem ister. Bu yöntem, bir bilim olarak

Sayfa 53

Page 54: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

estetik kavrayışa dayalı bilimsel eleştiri yöntemidir. Bu özelliği ile eleştiri, bilim vesanatın örtüştüğü bir alan olarak çıkar karşımıza. Bireyin ve toplumun gelişmesini,yaşanılan çağın çatışmalarını en kapsamlı ve en kavratıcı biçimde sergileyen sanat türüise söz sanatıdır. Edebiyat faaliyetinin kültür ve sanat hayatının oluşmasındaki büyüketkisi, okuyarak bilgilenmenin, görerek ve duyarak bilgilenmeden daha köklüolmasındandır. Bir sanat dalı olarak edebiyatın bu özelliği, faşistler tarafından da çoğuzaman çarpıcı bir biçimde kullanılmıştır. Elbette ki, faşistler edebiyattan ve sanatın diğerdallarından, kendi ideolojilerini toplumun bütün sınıf ve katmanlarına yaymak vegüçlendirmek amacıyla yararlanmışlardır. Bu yolda, kendilerine özgü bir sanat anlayışıve hatta bir eleştiri yöntemi geliştirmek dahi istemişlerdir. Böylece, zengin bir kültürbirikimine sahip olan edebiyat, zaman zaman faşistlerin elinde değiştirilmiş, bozulmuş,tahrif edilmiş ve sanki yeniden yazılmıştır.

"Doğa. öncelikle, zayıfın her durumda korunması ve elinden tutulmasıgerektiğini söyleyen insanlık (Humanitaet) kavramını tanımamaktadır. Budünyayı biz insanlar yaratmadı; bizler, bu gezegende küçücük bakterilerveya basilleriz" sözleri Naziler'in sanat ve sanat eleştirisi konusunda temel çıkışnoktaları olmuştur. Onlar için Nazilerin iktidarı ele geçirdikleri tarih yani ve güzel olanınbaşlangıç tarihidir. Öyleyse yeni sanatın unsurlarının da geçmişte olması lâzımdır. Biryandan, o güne kadar egemen olan sanat ve edebiyat anlayışını yıkmak, öte yandan,yenisini kurmak gerekmektedir. Yazarın görevi, -görüldüğü gibi- aslında politiktir. Çünküonlara göre politika da bir sanattır, belki de var olan en yüce ve en kapsamlı sanat.Bugün ülkemizde bu sanatı çok iyi kullananlar da aynı yolda ilerliyorlar. Ziraedebiyatımızın içinde bulunduğu durum incelendiğinde net bir çerçeve çıkacaktırortaya.

Kapitalist üretim ilişkilerinde bir anlamda ekonomik ve ideolojik çöküşün sonucu olanfaşizm, politik açıdan, burjuva demokratik toplum sisteminin yürürlükten kalkmasıdır.Bir başka deyişle, faşizm, içinde yeşerdiği ortamın ekonomik işleyişine dokunmasa bile,üst yapıda bazı köklü önlemler almak zorunluluğunu duyar. Bu durumuyla kendikendisini yadsıyan bir yanı vardır. Belli bir güçlülüğü de içeren bu zayıflığını örtmesi vekendi sözde bütünselliğini koruyabilmesi için elindeki tek silah demagojidir. Bunu,toplumda yer etmiş geleneklere sarılarak yapar. Umutsuzluk ve kötümserlikle mistik birhavaya sürüklenmiş geniş kitlelerdeki özdeşlik krizini, kendi yapay özdeşliğini yaratarakörtmeye çalışır. Toplumların derin çelişkilerle dolu tarihi kendisi için zengin bir malzemedeposudur. Bu nedenle de önce sanat üzerine yoğunlaşılmalıdır. Bir defa eleştirikavramı kaldırılmalıdır. Bunun içindir ki örneğin; sanat eleştirisinin yerini sanat raporu,eleştirmenin yerini ise sanat redaktörü almalıdır onların mantığına göre. Sanat raporu,değerlendirmeden çok, ortaya koyma ve bu haliyle beğenip değer verme olmalıdır. Burapor, halka kendi yargısını oluşturma imkânı verdiği gibi, onu, kendi görüş noktası veduyumundan hareket ederek sanat eserleri hakkında bir görüş sahibi olma yolunda dateşvik etmelidir. Bunca sözün içinde bile kolayca anlaşılıyor ki, istenen eleştiri yöntemi,analizi bir yana bırakıp kelime ve cümle kombinasyonlarıyla b elli bir duygu ortamı ya-

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 55: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ratmayı amaçlıyor. Böylece de şairâne olması gereken yorumların, ispatlayıcı yönündençok, ifade gücü önem taşır hale geliyordu. "Sormak", "öğrenmek" yasaklanıyor, onlarınyerine "inanmak" zorunlu hale getiriliyordu. Durum böyle olunca da korku dağlarısarıyor, edebiyatçılar mücadeleden kaçıyor ve sisteme uyum sağlamaya başlıyorlardı.

İnsanlığın iki bin yıldan fazla olan düşünce tarihi içinde sağlam kalan kazanımlar uzunmücadeleler ve çatışmalar sonucu elde edilmiştir. Bu nedenle, onların korunmasıkuşaktan kuşağa, çağdan çağa devredilen belli bir sorumluluk anlayışı ile mümkündür.İlerici düşüncelerin, güzel değerlerin ve yararlı bilgilerin yok olması ya da tersyüzedilmesi tehlikesi karşısında, her şeyden önce, böyle bir tehlikenin varlığındanhaberdar olmak gerekir. Bu, aslında somut olarak "faşizm" denen olguyu yakındantanımak demektir. İkinci olarak, eski kültüre (hümanist kültür birikimine) gerçekanlamda sahip çıkıp onu yanlış yorumlardan uzak tutarak insanlığın hizmetine sunmakgüncelliğini kaybetmeyen bir görevdir. Bu görev, engin bir tarih bilgisi ve eleştirici birkavrayış olmadan yerine getirilemez. Kültür ve sanat ürünleri, ancak gerçeksahiplerinin ellerinde hak ettikleri değerlere kavuşacaklardır. Yakın geçmiş göstermiştirki, (örneğin edebiyatta) hümanist geleneğin -bir anlamda- önemsenmemesi,toplumların kendi tarihlerine yabancı kalmasına yol açmıştır. Hümanist gelenek, ancakbilimsel eleştiri ile, yâni tarihi ve diyalektik materyalist yaklaşımla anlaşılır, geçerliliğinikorur ve zenginleşir.

Sanat eserlerini eleştirenlerin, edebiyat bilimcilerinin görevi aynı zamanda tarihidir.Onların araştırmalarına konu olan eserler, bilinç alanındaki her görünüm gibi, maddidünya tarafından belirlenmişlerdir. Dolayısıyla sorun, ürününün varlığının nedeni olanmaddeyi bulup ortaya çıkarmaktır. Bir başka deyişle, maddi ile onun ürünleri arasındakidiyalektik etkileşim gözden uzak tutulmamalıdır. Eseri doğuran nedenleri ve onunkarakterini anlayarak maddenin (toplumsal gerçeğin) üstüne atılan örtünün kaldırılmasıda, ancak bilimsel eleştiri sayesinde mümkündür. Bu yaklaşımla sanatta gerçek, özneile nesnenin birliği olarak kavranır.

İşte bu nesne ile özne arasındaki birliği oluşturan bağları ortaya çıkarmak, bilimseleleştirinin görevidir. Herhangi bir eserin incelenmesi ve açıklanması, insanın toplumsalgerçeği daha yakından tanıma ve değiştirme çabalarından ayrı düşünülemez. Bunedenle bilimsel eleştiri, insanın gerçeği bilmesine ve değiştirmesine de katkıdabulunur. tersini düşünürsek, toplumsal gerçeği ve gelişmeyi yakından görmesi veanlaması, insana kendi estetik faaliyetinde eriştiği düzeyin bilincine varması imkânınıda verecektir. Bilimsel eleştiri konusunda, hümanist gelenek tükenmemiş bir kaynaktır.Bu alanda kazanılacak köklü bilgiler, kültür ve sanat değerlerinin gerçek anlamlarıylaayakta kalmaları için en sağlam güvencedir.

ARZU KÖK

Sayfa 55

Page 56: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KANIYOR KARA ZEYTİN

''Önde zeytin ağaçları arkasında yar ''kalmadı öyle bir diyarönü kanlı ardı zulümzeytin yitirmiş kutsallığınıdört bir yandan sarmış ölümormanlarından dal kesenin başını kesenlervicdanları olsaydı eğerne kanardı kara zeytinne düzeni bozulurdu memleketin

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 57: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

kurumuş insafları kesen kesenedurumu zindan memleketinsabaha karşı soma'da altı bin zeytinantik çağların kutsalıçığlığı tutmuş arşı alayı amakurtaramamış bir tek dalı

şimdi kömüre karşıölüme karşı şimdibir de zeytin yasında bölgebıçak insafsız sapı karasaplanmış anaya babaya çocuklaraalınmış ellerinden sevdalarıaşı ekmeği umuduolmaz ki böyle

koma bizi böyle yada yabanagör bizi n'olur hukuk babayerlerdeyiz sürüm sürümağıda boğulmuşumsahipsizim körümhukuk baba hukuk babakasımlar kasılıyor soğuk babaimdat diyoruz imdatana baba evlat

BEKİR KOÇAK

Sayfa 57

Page 58: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİR AŞKI, BİR ŞİİRİ HİSSETMEK VE ANLAMAK

İnceleme : Vildan SEVİL

Elsa’nın Gözleri: Luis Aragon

Fransızca’dan Türkçe’ye Çeviren: Hulki Can Duru

________________________________________

“Tarih acımasız adımlarla, kıran kırana yürüdü geldi bugünlere. Her çağınsoluğunu, bilgisini, “Çağımdan ben de sorumluyum” diyen düşünürler,sanatçılar ulaştırdı bize. Yaşadıkları çağda insana dair ne varsa, kendiözlerinde duyumsadılar, içselleştirdiler, akılları ve yürekleriyleyoğurdular. Ve işte aşklarını da böyle yaşadılar ve böyle büyük, böylederin, böyle sınır tanımaz, böyle mutlulukla dolu ve böyle tastamaminsanca oldu aşkları.” VİLDAN SEVİL

“Sana büyük bir sır söyleyeceğim: Zaman sensin!” ARAGON________________________________________

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 59: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AŞK şiirlerinin tanrıçası, primadonnası Elsa’nın Gözleri’nin tamamını, Fransızca’dançevirerek dilimize ikinci kez kazandıran Hulki Can Duru oldu.

Çeviriler arasındaki farkların, biz okurlar açısından yarattığı açmazlar vardır. Her çeviri,şiirin yorumlanması ve çözümlenmesinde duyumsama ve kavrama açısından farklılıklaryaratır.

Şiiri kendi dilinden okuyamayan okurlar için çevirmen, şair ile okur arasında, şairinruhunu konuşturan, sesini yansıtan medyumlar gibidir. Bu son çeviride, hem Aragon’unhem de Elsa’nın ruhuyla, sesiyle benim iç sesim ve ruhum sanki daha bir yaklaştı, dahabir kaynaştı, aşkın ırmaklar oluştu ve bu tümleşmenin, algının oluşumunu okurlapaylaşmak isteği doğdu.

SANATSAL YARATI (YAPIT) ve ZAMAN

Bir sanat yaratısını/yapıtını anlamak, kavramak, onun yaratıldığı zamanı anlamayıgerektirir. Her sanat yaratısı, ortaya çıktığı zamanın izlerini taşır.

Sanatçıları etkileyen sanat akımları, düşünürleri var eden felsefi akımlar, hepsi yaşanantoplumsal sürecin ürünüdür. Onlar kendilerinden önceki oluşumların izlerini taşırlarken,kendi zamanlarının ruhunu yansıtır, damgasını vururlar ve kendilerinden sonradoğacaklara gebedirler. Genellikle kendilerini yaratan bir önceki başat akıma tepkiyiiçerirler.

DADACILIK (Dadaizm), Birinci Dünya/Paylaşım Savaşının getirdiği yıkıma, ölümlere,kıyıma, acılara tepki olarak doğar. İnsanlığa dayatılan böyle bir hayatın anlamsızlığısorgulanır.

Dadacılık, doğaya, sanatta kural tanımazlığa yönelir, estetik kaygısını, bütün burjuvadeğerlerini reddeder. İnsanlığın başına bu belaları açan aklın karşısında “SAÇMA”yüceltilir. Çünkü, SAÇMA; evrenin, doğanın işleyişine yakındır. İnsan aklı ancakkötülükleri üretmektedir. Bu nedenle felsefi bağlamda HİÇÇİLİĞİ (Nihilizm) içerir.Akıma adını veren DADA sözcüğünün bile anlamı yoktur. Sözlüğü açıp rastgele bulunanbu sözcük, akımın adı olur. LOUİS ARAGON’un sanat yaşamı işte bu akımın içindebaşlar.

1922 yılına gelindiğinde, Dadacılık ve “SAÇMA” ömrünü tamamlamakta, sanatçılar artıkGERÇEKÜSTÜCÜLÜĞE (Sürrealizm) yönelmektedir. Sigmund Freud’un psikiyatridegeliştirdiği kuram ilgi görmeye başlar. Freud’un, ruhsal yapıyı, id/ego/süperegotemelinde yapılandırması, düşler ve serbest çağrışım yoluyla bilinçdışını keşfetmesi,insan davranışlarında id ve libidonun belirleyici rolünü psikanalizle ortaya çıkarmasıyepyeni bir gelişmedir.

Sayfa 59

Page 60: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Bunun sonucunda sanatçılar, sanatın her dalında bilinçdışını, bilinç akışını kurcalamayayöneldiler. Maskeli insan yerine, bilinçdışında sınır tanımadan dolaşan insanı ortayaçıkarmaya çalıştılar. Orada; akıl, etik, erdem gibi kavramlar ve çeşitli kurallarlakuşatılmış insan yerine, güdülerinin itimiyle dağılmış, sınır tanımaz bir acayip özgürinsanı gördüler, şaşırdılar. Salvador Dali’nin ve Picasso’nun resimlerini anımsayalım.

Sanatta GERÇEKÜSTÜCÜLÜK, bilinçdışında kendi krallığını kurmuş olan, bu ele avucasığmaz, sınır tanımaz insanın sesi olmak istedi.

1928 yılında ise resimde, edebiyatta, müzikte egemenlik sürdüren bu akım, sarsılmayabaşladı. Çünkü Birinci Dünya/Paylaşım Savaşının yaralarını sarmaya fırsat bulamadan,başka bir tehlikenin, faşizmin ayak sesleri duyulmaya başlandı.

Savaşın nasıl bir ölüm, kıyım ve sömürü aracı olduğunu çok yakında deneyimlemiş,kavramış olan sanatçılar, düşünürler, Sovyet Devriminin de etkisiyle savaş ve sömürüyekarşı çıktılar. Ezilenden yana saf tutup özgürlük ve eşitlik arayışına yöneldiler. Çünküonlar, bilinçdışında darmadağınık, çırılçıplak koşturan insanla uğraşırken büyüktekeller/büyük sermaye, militarist güçler ve onların uydusu hükümetler, dünyayıyeniden paylaşmanın hazırlıklarını yapıyorlardı. Düşünen kafa, duyarlı yürek, buna nasılgöz yumardı?

1928 yılında, Louis Aragon, gerçeküstücülük denizinde kulaç atarken, Sovyet Devrimininateşinden kopup gelen, devrimin büyük şairi Mayakovski’yi tanıyıp, ona duyduğukarşılıksız aşkın yıkımını gururlu bir gizemle taşıyan Elsa Triolet ile karşılaşır. Elsa,kendisi yerine, evli kardeşi Lili Brik’e aşık olan Mayakovski’ye duyduğu aşkı, bir Fransızsubayla evlenerek unutmaya çalışsa da bu evlilik yürümez, iki yıl sonra ayrılır. Artıkduldur, aşka öfkeli, erkeklere güvensizdir. Bu koşullarda gerçekleşen tanışmada, Aragonderhal aşka düşse de Elsa için duyguların aynı olduğu su götürür doğrusu.

1939’da evlenirler. 1928’de başlayan bu birliktelik, 1970’te Elsa’nın ölümüne kadarsürecektir. Birlikte Fransız Komünist Partisi’nin ön saflarında yer aldılar. Fransa DirenişHareketinin örgütlenmesinde de en öndedir Elsa-Aragon çifti.

Bu birliktelik boyunca Elsa hep Aragon’un esin kaynağıdır. Aragon’un aklı ve yüreği,zamanının tehlikeleri, acıları, özlemleri, umutları, umutsuzlukları, yıkımlarıyla kavrulurve özlediği dünyaya kavuşmak için savaşım verirken, Elsa da, bütün bunları hisseden,yaşayan, savaşan, mavinin her tonuna boyanan gözlerinde içselleştirip taşıyan birfigürdür Aragon’un şiirinde. Elsa, şairle bütünleşmiş, ulaşılan olmuştur ama yine deulaşılmayan arzunun gizemli simgesidir hep.

Elsa’nın Gözleri’nde, şairin büyük entelektüel birikimini, şairin ve şiirin ruhuylaoluşturduğu imgeler dünyası içinde, insanlığın dertleriyle aşkı nasıl yoğurduğunu birliktegözlemeye çalışalım.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 61: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Şimdi, akıl akıla, yürek yüreğe verip AŞK ŞİİRLERİNİN ANATANRIÇASI Elsa’nınGözleri’ne birlikte eğilelim, bakalım neler göreceğiz, neler hissedeceğiz?...

Elsa'nın Gözleri________________________________________Senin gözlerin öyle derindir ki içmek için eğildiğim anTüm güneşlerin aynanda bakışmaya koşturduğunuTüm umutsuzların ölmek için oraya daldığını gördümGözlerin o kadar derindir ki orada kaybolur belleğim

Kuşların gölgesinde çalkantılı okyanustur onlarDerken birden güzel hava yükselir ve değişir gözlerinMeleklerin önlüğünde bulutları yontar yazBuğdaylar üstünde bile gök asla böyle mavi olamaz

Rüzgarlar boşuna kovalar gök mavisinin elemleriniBir gözyaşı parladığında mavilikten çok daha aydınlanırYağmur sonrası kıskançlıkla çatlatır gözlerin gökyüzünüKırıldığında bile cam asla böyle mavi olamaz

Yedi Acıların Anası ey ıslak ışıkYedi keskin kılıç deldiler renkler prizmasınıAğlayışlar arasında biten gün çok daha dokunaklıSiyahla açılan iris yas tutmaktan çok daha maviş

Gözlerin çifte çentik atar mutsuzluk anındaKi oradan tansığı oluşur KrallarınÜçü de yürekleri çarparak gördüklerindeMandırada asılı duran mantosunu Meryemin

Tek bir ağız yeter sözcüklerin Mayıs ayındaTüm şarkılar ve tüm ahlar vahlar içinMilyonlarca burç için tek bir gök kubbeden çok çok azOnlara gözlerin ve onların ikizler burcu sırları gerek

Güzel imgelerce çevrelenmiş çocukKendininkileri iri iri açar ölçüsüzceKocaman gözlerle bana bakınca bilmem yalan mı söylersinDenebilir ki sağanak yağışta yaban çiçekleri açmakta

Yıldırımlar mı saklanır gözlerinin lavantasındaKi orada böcekler zorlu aşklarını uğratır bozgunaKayan yıldızların ağına yakalandım benAğustos ortasında açık denizde ölen bir gemici gibi

Sayfa 61

Page 62: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Ben o radyumu doğal uranyumdan çıkardımVe parmaklarımı yaktım o yasak ateşteEy yüz kere bulunup yeniden yiten cennetBenim Peru’m, benim Golconde’um, Hint Adaları’mdır gözlerin

Güzel bir akşam üstü kırılmaya başladığında evrenKurtulan yolcuların tutuşturduğu kayalıklardaGörüyordum ben denizin üstünde parlayanGözlerini Elsa’nın gözlerini Elsa’nın gözlerini Elsa’nın

Louis AragonÇeviren: Hulki Can Duru

ELSA’NIN GÖZLERİ ‘nde YOLCULUK

“I. Senin gözlerin öyle derindir ki içmek için eğildiğim anTüm güneşlerin aynanda bakışmaya koşturduğunuTüm umutsuzların ölmek için oraya daldığını gördümGözlerin o kadar derindir ki orada kaybolur belleğim ”

Su... Yaşamın kaynağı... Aragon, susuzluğunu gidermek, yaşamak için yaşamınkaynağına eğilir. Önce suyun derinliği, sonra da gördükleri Aragon’u şaşkına çevirir.Karşısında masmavi, kocaman, derin bir ayna vardır. Tüm evreni yansıtan bir ayna.

Evrendeki güneşler bile şaşkın şaşkın birbirine bakıp “Nedir bu, nedir bu?” diyesorarlarken görüntüleri o aynaya yansır. Koşturup bir de orada bakışmak isterler.Oradaki, başka bir evren mi, yoksa içinde yaşadıkları evren midir? Gözler; yaşamın ikincikaynağı güneşi/güneşleri de çeker derinliğine. Sanki gözler evren, evren gözlerleözdeştir. Öylesine sıcak, ısıtıcı ve yakıcıdır onlar.

1942. Kan, ateş, barutla kavrulan karmakarışık dünya, yaşam sevincini, umutlarınıacılarda tüketmiş insanlarla doludur. Ölümü tek kurtuluş olarak gören bu umutsuzinsanlar, ölmek için o derin sulara atarlar kendilerini.

O mavi gözler; içilince hayat veren durgun bir sudur, tüm evreni içine çeken kocamanbir aynadır, acıların tükettiği insanları ölüme çeken bir derinliktir. İşte bunları görenşairin, tüm yaşanmışlıklarını, deneyimini, bilgisini taşıyan BELLEĞİ, o derinlik veiçselleştirdiği çeşitlilik karşısında şaşkınlıktan yok olur, yitip gider.

Dörtlükte kullanılan dil, ses benzeşmeleri, eylemlerdeki çatı, zaman özellikleri, mecazlar,eğretilemeler yoluyla her nen kişilik kazanıyor, deviniyor ŞİİRDE. Tüm bunlar, bizi, yirmiyedi sözcüğe sığdırılan bir dünyaya çekiyor. Aragon’un ozan soluğunu, şair işçiliğini,çevirmen ozanımız, medyum sesiyle üflüyor, yansıtıyor bize.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 63: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Şiirin içine daldıkça, şiirsel anlatım, anatemayı besleyen nice temacık yardımıyla, herdörtlükte başka bir büyünün gizemine çekiyor.

“II. Kuşların gölgesinde çalkantılı okyanustur onlarDerken birden güzel havalar yükselir ve değişir gözlerinMeleklerin önlüğünde bulutları yontar yazBuğdaylar üstünde bile gök asla böyle mavi olamaz”

Gözkapakları/kuşların gövdesi, kuşların kanatları ise kirpiklerdir. Bunların gölgesindekimavi gözler, kuşlar kanat çırptıkça daha da büyür, çalkantılı, korkutucu, hırçın birokyanusa dönüşür. O okyanus, kendisine öylece, ürkek bir ilgiyle ama aşkla bakan birinifarketmiş olmalı ki, birdenbire o evrende hava değişir, güzelleşir, yumuşar, durulur. Belkiartık bakışmaktan yorulmuş, şaşkınlıklarını gidermiş güneşler, asıl işlevlerine dönüportalığı ısıtmaya başlamışlardır.

“Meleklerin önlüğünde bulutları yontar yaz”...diyor Aragon. Melekler, önlüklerini açıpyaza yardım ederler. Yaz, sıcaklığını yeryüzüne yollarken, engel olan kara bulutları,meleklerin önlüğünün içine yolluyor ki aşağıya saçılıp kendi parlaklığını bozmasınlar. Buyansımayla en güzel, en pürüzsüz yaz mavisine dönüşür gözler. “Buğdaylar üstünde bilegök asla böyle mavi olamaz.”

Evrendeki değişim, gözlerde de yaşanmaktadır. Çünkü o gözler evren, evren de ogözlerdir.Bakışıp koşturan güneşler, önünde önlükle mutfakta uğraşan anne gibi melekler veyontucu yaz insanlaşırken, insan da melekleşir, güneşleşir, yazlaşır. Şiirde, her nendevinir durur, capcanlı, cıvıl cıvıl...

“III. Rüzgârlar boşuna kovalar gök mavisinin elemleriniBir gözyaşı parladığında mavilikten çok daha aydınlanırYağmur sonrası kıskançlıkla çatlatır gözlerin gökyüzünüKırıldığında bile cam asla böyle mavi olamaz”

Elemle, acıyla bulutlanır; kararır gök mavisi gözler. O büyük, derin elemi dağıtmayarüzgârların bile gücü yetmez. O karanlığı, elemi, ancak insanlığın çektiği acılar içinyağmur gibi yağan gözyaşları dağıtır.

Savaş… Nazilerin oluşturduğu ölüm kampları, kıyım... Gözler, bütün bu olup bitenler içinağlarken, korkup sinmek yerine, direnişin ön saflarında acıyı duya duya verilen savaş,gözyaşlarının aydınlatıcı yanıdır. Bu yağan acı yağmuru dindiğinde, duyulan huzurunmavisi, gökyüzünün mavisini kıskandıracak kadar berraktır. Camın kırılmasıyla saçılankristallerin mavisi bile acı yağmuruyla yıkanmış gözlerin parlaklığı ve şeffaflığı ile boyölçüşemez.

Sayfa 63

Page 64: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“IV. Yedi Acıların Anası ey ıslak ışıkYedi keskin kılıç deldiler renkler prizmasınıAğlayışlar arasında biten gün çok daha dokunaklıSiyahla açılan iris yas tutmaktan çok daha maviş”

Elemin yarattığı, ezilen insanlık için dökülen gözyaşları kutsaldır. Tıpkı, “Yedi AcılarınAnası” Meryem’in yedi büyük acıyı yaşarken döktüğü gözyaşları gibi.

Katolik inanca göre; doğum kehaneti (Meryem’in gebeliğinin anlaşılmasıyla, tutucuYahudi toplumunda doğan kuşku ve Meryem üzerinde oluşan baskının onda yarattığıacı), Mısır’a kaçış, çocuk İsa’nın kayboluşu, haçı taşıma, haça gerilme, üç gün haçtakalma ve mezara konma olmak üzere yedi büyük acı yaşar Meryem, gözyaşları döker.Yine katolik inancında, bu acılar, ikonlarda, resimlerde Meryem’e saplanan “Yedi KeskinKılıç”la simgelenir.

Bugün, savaşın yarattığı acı da insanlığın bağrına saplanmış “Yedi Keskin Kılıç” gibidir.İşte bu ağlayışlarla biten gün/geçen zaman, çok daha dokunaklı, kalıcı izler bırakır.Acıyla, korkuyla (siyahla açılan), yaslarla büyüyen gözbebeğini çevreleyen renklihalka(İris) şimdi çok daha maviş.

“V. Gözlerin çifte çentik atar mutsuzluk anındaKi oradan tansığı oluşur KrallarınÜçü de yürekleri çarparak gördüklerindeMandırada asılı duran mantosunu Meryem’in”

Aragon, bu kıtada da İncillerden bir öyküyü anımsatıyor. Bu öyküye göre, yıldızlarabakarak geleceği öngören üç gökbilimci/yıldız falcısı (Müneccim Kral), İran’dan kalkıpyollara düşer.

Büyük olasılıkla Zerdüşt dininden olan bu biliciler, sanki tansıksal(mucizevi) doğumgizemini imleyen bir yıldız tarafından seçilmişlerdir. O yıldızın kılavuzluğu, yollarınıkesiştirir ve onları Beytlehem’deki bir ağıla ulaştırır. Orada Meryem’in mantosunugörünce heyecanlanırlar ve bebeğin imlenen Mesih olduğunu anlarlar. İşte Mesihdoğmuştur, oradadır. Büyük tansık gerçekleşmiştir. Derhal önünde diz çökerler, bebeğearmağanlar sunarlar.

Elsa’nın gözlerinin mutsuzluk anlarındaki çakımı, çifte çentik atarak böyle büyük birtansığı muştular. Gözler; biliciler gibi, kutlu, güzel bir geleceğe, kurtuluşa olan umudu,güveni imler. (Çentik atmak: İşte buraya yazıyorum, der gibi.Öngörüsünden/kehanetinden çok emin.)

Yaşanılan kaotik umutsuzluk sürecinde, ozan/şair Aragon, umudu diri tutmak içinHristiyanlığın, acılarla yoğrulmuş ama umut yayan motiflerinden yararlanır.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 65: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“VI. Tek bir ağız yeter sözcüklerin Mayıs ayındaTüm şarkılar ve tüm ahlar vahlar içinMilyonlarca burç için tek bir gökkubbeden çok çok azOnlara gözlerin ve İkizler Burcu sırları gerek”

Şu Mayıs ayında; tüm şarkıları söylemeye, tüm ağıtları yakmaya(ahlar vahlar) yetecekkadar sözcük, tek bir ağızdan çıkabilir. Ayrı ayrı ağıza ne gerek var? Bakın, milyonlarcaburç, tek bir gökkubbede nasıl barınıyor? O halde insanların umutsuz olmaları için nedenyok. Bunun için insanların, yalnızca Elsa’nın gözlerine (İki göz/İkizler) ve İkizlerBurcunun gücünü barındıran sırlarına gerek var.

Nedir bu sırlar?

Aragon bu dörtlükte, astroloji ve mitolojiden yararlanıyor. İkizler Burcunun astrolojik adıKastor ve Polluks. Yunan mitolojisinde Kastor ve Polluks, Zeus’un kuğu kılığına girerekseviştiği Leda’dan olan ikiz çocuklarıdır. Haksızlığa karşı savaşırlar ve haksızlıklara karşısavaşanlara yardım ederler.Roma mitolojisinde ise farklı adlar alan ikizler, büyük toprak sahiplerinin topraklarınıhalka dağıtmaya kalkarlar, cezalandırılırlar.

Bu dörtlükte Aragon’un gerçeküstücü yanı, gizem ağır basıyor. Şimdi bu bilgilerdenyararlanıp şiirin yazıldığı 1942’deki koşulları da düşünerek, Elsa’nın gözlerinin nedenKastor ve Polluks’a benzetildiğini anlayabiliriz. Tek bir ağız, tek bir gökyüzü, faşizme,düşmana karşı savaşta birleşmeye çağrıdır. İkizlerin sırları, özellikleri, bu savaşta yolgösterici ve yardımcı olacaktır.

Elsa’nın İkizler Burcunun sırlarını, özelliklerini içeren, taşıyan gözleri, savaşkanlığı, bilgisi,cesaretiyle yol gösterici bir simgedir şimdi.

“VII. Güzel imgelerle çevrelenmiş çocukKendininkileri iri iri açar ölçüsüzceKocaman gözlerle bana bakınca bilmem yalan mı söylersinDenebilir ki sağanak yağışta yaban çiçekleri açmakta”

İnsanlığa; kurtarıcılık, adalet, barış, sevgi, kardeşlik, özgürlük, özveri, başkaldırı,merhamet, hoşgörü yolunu imleyen, muştulayan çocuğun(İsa) iri iri açılan gözleriinandırıcı, güven vericidir. Bilicilerin armağanlarıyla donatılmıştı İsa bebek (Güzelimgelerle çevrelenmiş çocuk). Yıldızın kılavuzluğu, bilicileri, işte bu bebeğe ulaştırdı.Armağanlar da yıldızın imlediği Mesih/kral içindir ve muştuladığı değerlerisimgelemektedir. Çünkü bebek, insanlığı bu değerlere kavuşturmak için gelmiştir inancagöre.

Sağanak yağış(Acı çekildiği için dökülen gözyaşları), toprağı fazlaca ıslatsa, zararlı gibigörülse de yabanıl çiçeklerin (Doğada kendiliğinden biten) açmasına neden olmaktadır.

Sayfa 65

Page 66: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

. Meryem’in çektiği acılar, İsa’nın çarmıha gerilişi, umutların yeşermesini, İsevilerinçoğalmasını nasıl engelleyemediyse bugünkü acılar da kurtuluşun yolunukapayamayacaktır.

Tarih boyunca insanları peşinden sürükleyen çocuğun bu vaatleri acaba yalan mıdır?Yalansa, insanlar neden inanmaktan vazgeçmezler? Acaba Aragon, “Ya inancınıza sahipçıkıp savaşın, savaşmayacaksanız inancınızın anlamı nedir?” diye mi soruyor? Üstelik, ogüne değin gerçekleşmeyen umutları gerçekleştirmek için Mesih’in yeniden geleceğineinanırken Hristiyanlar...

Şair, çocuk İsa’ya ve çağrılarına gönderme yaparken “Kocaman gözlerle bana bakınca”sözleriyle de Elsa’yla koşutluk yaratıyor, özdeşleştiriyor.

“VIII. Yıldırımlar mı saklanır gözlerinin lavantasındaKi orada böcekler zorlu aşklarını uğratır bozgunayıldızların ağına yakalandım benAğustos ortasında açık denizde ölen gemici gibi”

Lavanta, çok sık, ince, gri, küçük yaprakları olan, toplaşmaya elverişli, mavi küçükçiçekleri açtığında tümden maviye kesilen bir bitkidir. Kokusu, yaprakların, dallarınsıklığı, güzelliği ile böceklerin de çekim merkezidir.

Ne var ki böcekler aleminde erkeği kendine çeken dişi, genellikle erkeğin katilidir. Aşkakoşan erkek, dişi tarafından yok edilir. İşte ben de o lavanta mavisi gökyüzüne (gözlere)daldığımda, orada kayıp duran yıldızların ağına yakalandım, tutsak oldum; tıpkı birböcek gibi. Sonra yıldırımlar çarptı ve yazın dinginliğine kanıp, açık denizinmaviliklerinde ölen bir gemici gibi can verdim orada, diyor şair.

“IX. Ben o radyumu doğal uranyumdan çıkardımVe parmaklarımı yaktım o yasak ateşteEy yüz kere bulunup yeniden yiten cennetBenim Peru’m, benim Golconde’um, Hint Adalarımdır gözlerin”

1942 yılında, ABD’nin New Mexico kentinin Los Alamos bölgesinde, ABD yönetimitarafından, bir grup bilim adamı bir araya getirilir. Atom bombasının yapılmasına kararverilir. Üç yıllık çalışma sonucu bomba imal edilir ve 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’depatlatılır. Büyük olasılıkla Avrupa’nın komünist çevrelerinde bu çalışma duyulmuş ya dahissedilmiş olmalı. Güya büyük gizlilik içinde yapılıyor. Ancak, savaş yıllarındaki karşılıklıcasusluk öykülerinin nice kitaba, filme konu olduğunu anımsarsak duyulmuş olmaolasılığı yüksek görünüyor.

Atom bombasının yapımı, insanoğlunun kendini, kendi elleriyle yakıp kavurmadeneyiminin ilk adımı. O radyumu, doğal uranyumdan çıkarırken, o yasak ateşteparmakları yanıyor Aragon’un.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 67: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Golconde, Hindistan’da kim bilir hangi savaşlarla harabeye çevrilmiş bir kent. HintAdaları ise Kristof Kolomb’un Amerika’ya yanlışlıkla verdiği ad.

“Yüz kere bulunup yeniden yiten cennet” derken, Aragon, savaşlarla yakılıp yıkılan,sonra yeniden inşa edilen ülkelerden, kentlerden mi söz ediyor? Kan ve ateş içindekiAvrupa’dan bakınca, Peru, Golconde, Amerika savaşa uzaklığıyla, huzur ve barışözlemini mi yansıyor acaba?

“X. Güzel bir akşamüstü kırılmaya başladığında evrenKurtulan yolcuların tutuşturduğu kayalıklardaGörüyordum ben denizin üstünde parlayanGözlerini Elsa’nın, gözlerini Elsa’nın, gözlerini Elsa’nın”

1940’lı yılların, cehennemi yeryüzüne getiren ortamında ne varsa ve ona karşı direnişinyaydığı umuttan, cesaretten, bilgiden yana ne varsa...Hepsi Elsa’nın aşkla tutuşan,tutuşturan mavi gözlerinde ve Aragon’un ozan soluğuyla donanmış şair bilgeliğindeaynalanıyor.

“kırılmaya başladığında evren”, yani kıyameti andıran bu savaş, dünyanın sonunuimlese, gemi batsa, bu aşıklar boğulsa da, kayalıklara tırmanıp kurtuluş ateşini yakanlar,onu insanlığa sunacak Prometheuslar mutlaka olacaktır.

İşte o zaman Elsa’nın mavi gözleri, o mavi sularda, kayalardan yansıyan kurtuluşateşinin utkusuyla parlayacak ve tüm evreni yeniden aydınlatacaktır.

SONUÇ:“Her sanat yaratısı, ortaya çıktığı zamanın izlerini taşır. Sanatçıları etkileyen sanatakımları, düşünürleri var eden felsefi akımlar, hep yaşanan toplumsal sürecin ürünüdür.”demiştik.

Tarih acımasız adımlarla, kıran kırana yürüdü geldi bugünlere. Her çağın soluğunu,bilgisini, “Çağımdan ben de sorumluyum” diyen düşünürler, sanatçılar ulaştırdı bize.Yaşadıkları çağda insana dair ne varsa, kendi özlerinde duyumsadılar, içselleştirdiler,akılları ve yürekleriyle yoğurdular. Ve işte aşklarını da böyle yaşadılar ve böyle büyük,böyle derin, böyle sınır tanımaz, böyle mutlulukla dolu ve böyle tastamam insanca olduaşkları.

Yaşamasına yaşadılar ama... Aragon, aşka dair son sözünü söylerken “Mutlu AşkYoktur” dedi, çıktı işin içinden.

İnsanlık, binlerce yıldır taşıyıp getirdiği, bir türlü ulaşamadığı arzusuna, kadimözlemlerine ulaşıncaya dek MUTLU AŞK YOKTUR...

Sayfa 67

Page 68: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BARIŞA, SEVGİYE, DOSTLUĞA, KARDEŞLİĞE, ADALETE, EŞİTLİĞE, ÖZGÜRLÜĞEulaşıncaya dek MUTLU AŞK YOKTUR...

“İnsan her şeyi elinde tutamaz hiçbir zamanNe gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğiniVe açtım derken kollarını bir haç olur gölgesiVe sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyiHayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her anMUTLU AŞK YOKTUR”

LOUİS ARAGON

VİLDAN SEVİL

SARHOŞ FELSEFESİ

Güzel içtik yine bu geceBen dört tası devirdimSaydım senin üçtür içtiğin

Hiç kusura bakma azizimBu gece padişah olmakBenim hakkımSenin hakkın vezirlik

Oysa hangi sofuyaSorarsan sorDer bu haliniz rezillik

Bekleme yine deFermanı vezirimBüyüklük bizde kalsınAffedelim gitsin

Sonuçta hangi fakireSorarsan sorGünahkardır gözündeHer zengin

NEDİM ELÇİ

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 69: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AH FİRUZAN

İnceden bir serçe üşümesidir FiruzanBir tüydür tüldürMor menekşeli bir cam önüdürBeyoğlundan Taksime çıkışıdır gece vaktininTerlikleri yırtık bir ay ışığıdırParmak aralarından mevsim sızar

Tecrübeyle sabittir ki onarılmaz düşler taşırGecenin kırağıdan öç almasıdırYaylasızdır ya şehirlerMevsimin ıssız kalmasıdır

Ah FiruzanAklıma geldin ya şu zamanHer dize bir şiir eskisidirVe her düş bir yangınSense bir düş kırıklığısın bu kentinşiirsizlikten kalan

SEMA LALE

Sayfa 69

Page 70: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ZAHİT ATAM’IN „TÜRKİYENİN RUHU DİRENMENİN TRAJEDİSİ“ ROMANI ÜZERİNE

MUSTAFA DEMİR

Yılmaz Güney üzerine çok şiir, destan, makale, roman, tiyatro eseri yazıldı. Dizi resimler yapıldı,belgeseller çekildi, söyleşiler yayınlandı. Bu kervana Zahit Atam “Türkiye’nin Ruhu DirenmeninTrajedisi” adlı üç ciltlik önemli bir eserle katılıyor.Romanında Zahit Atam haklı ve isabetli olarak Yılmaz Güney adının oluşumunu toplumsal vesiyasal ortam içinde ele alıyor. Filmlerini çekilme, kitaplarını yazılma koşullarını göz önündebulundurarak irdeliyor, değerlendiriyor. Onu toplumdan kopuk, bir efsane kahramanı olarakdeğil, kitlelerle birlikte değişen, gelişen, kitlelere öncülük eder hale gelen gerçek bir devrimcikahramanlaşmanın öyküsü bağlamında yansıtıyor.Burada romandan hiç bir alıntı yapmayacağım. Kitabın her sayfası, akıl süzgecinden geçmiş,devrimci değerlendirmeler ve vurgularla dolu.Yılmaz Güney gerçeğine bağlı kalınarak sanat ,özellikle sinema sanatı üzerine yüzlerce soyutlama. Aslında bunlar derlenerek bir “EğitimÇalışması Notları” hazırlanabilir. Fakat burada amacımız; sadece devrimci sanatla, sinemayla,kültürle, siyasetle Yılmaz Güney bağlamında da ilgilenen ve değerlere sahip çıkanların dikkatinibaşarılı bir romana çekmektir. Zahit Atam romanında dünden çıkarak, bugüne ve yarınabakıyor...

Bu başarılı eserinden dolayı Zahit Atam’ı yürekten kutluyorum. Yılmaz Güney’in uğruna herşeyini adadığı halkına yaraşır bir sanat eseri üretmiş. Umarım bu yüzeysel “iletişim çağı”nda odeğerleri kavrayacak okurlara ulaşır bu roman...

Okurlara Not:Roman politik bir eser. Fakat Yılmaz Güney’in siyasi fikirlerini öğrenmek için O’nun çıkışlarınaönayak olduğu; Güney, Yurtsever Devrimci Demokrat, Demokrasi Bayrağı ve Mayıs dergilerineulaşılması gerekir. Ayrıca en önemli siyasi yazıları yurt dışında üç ciltlik Siyasal Yazılar1,2,3olarak derlenip yayınlanmıştır. Bu yazıları okuyanlar, Yılmaz Güney’in sadece THKO, THKP/C,TKP/ML destekçisi bir sanatçı olmadığını göreceklerdir.

Zahit Atam’a Not:- Onat Kutlar ve Tuncer Kurtiz’in Yılmaz Güney’e etkilerini abartılı, Vedat Türkali Yılmaz Güneyilişkisinin romana yansımayışını eksik buldum.- Özellikle birinci ciltteki dizgi hatalarının okumayı zorlaştırdığını belirtmeliyim.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 71: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

RESİM

Kazıklı Voyvoda'ya söven memleketinsanını maddi manevi kazıklara oturturyetmedi silindir geçirir üzerlerindenbilmeyenler kader sanır

bilenler azaba gönüllüdürlersiyah beyaz resimlere bağlanmışlardırteslim olacaklarındaakıllarına düşer

resimler de başkadır hanibir yanları Akdenizbir yanları Zigana

yılgınlığın başı dönergözlerine bakıncabezginlik kendinden utanır

bayrak dikmişlerdirüstünlerin böğrüne

ÖZER GENÇ

Sayfa 71

Page 72: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAŞAR KEMAL’İN SANAT ANLAYIŞIAli Fuat KARAÖZ

“Yaşamak halk olmak, doğa olmak demektir. Yaşamak halkın ve doğanınsonsuzluğunda yaşamaktır. Bir sınıfın sınırında yaşamak insanızenginleştirmez, fukaralaştırır. Bir öykünücüler içindeysen o temelsiz, neidüğü belirsizlerdensen iyice fakirleşmişsin demektir. Yenilik arıyorlar bir de,yeniliğe halkın ve doğanın sonsuzluğunda varılır,” diyen büyük ustanın busözleri belki de onun yaşamının, dünyaya bakışının özetidir.Yaşar Kemal, “halka inelim, halka gidelim” diyen ve İstanbul Türkçesini merkezekoyan Cumhuriyet aydınlarından çok başka bir yerde durur. Türkçenin tüm şivelerineeşit mesafededir, hepsini zenginlik sayar. Halkın seviyesine inelim diyenler, halkatepeden bakıp üstün olduklarını gösterir, beyinlerinin kıvrımlarındaki kibri de açıkederler. Niyetlerini örtük dillendirseler de, kendilerini her şeyin merkezine koyarlar. Busöylem erken dönem Cumhuriyet aydınının zihinsel dünyasını ele verir. Ancak her şeyerağmen onların en azından halka inmek, halka gitmek diye bir dertleri vardır.Ya şimdi, insan, doğa diye bir derdi olmayan, sanatı, edebiyatı sadece bir tüketimnesnesine dönüştüren egemenlere, sömürge tipi aydınlara ne demeli…Oysa Yaşar Kemal, eski ve bir takım yeni Cumhuriyet aydınlarının tam tersineelitlerden değil, halkın içinden çıkmış, sürünerek, tırmalayarak zirveye ulaşmış derdiolan bir aydındır. Gücünü halkından, toprağından alır. Bu kültürden, yaşadığı coğrafya-

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 73: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

yadan dolayıdır ki, doğa ve insan ile birebir, doğrudan ilişki halindedir, bu yanıyla yalınolduğu için tüm ilişkilerinde de yalındır, aracısızdır. Söyleyeceğini doğrudan,dolambaçlı yollara sapmadan söyler, dobradır, bu yüzden çoğunluklasistemle ters düşer.

Sanat, sınırsız özgürlüğü, ideolojik, siyasi veya dinsel dogmalardan arınmışlığı temelalmaz mı? İnsan veya doğadaki şeyleri sanatçının süzgecinden geçirip imgelerle tekrarinsanlara sunmak ise sanat, elbette ki, sanatçının ilkesi sanatın kuralları olacaktır, başkaşeylerin değil. Bunu usta şöyle ifade eder:

“Sanat yalan söylemez, sanat öykünmez. Çırak ustasına öykünür, ama hergerçek, katıksız sanat bir kişiliktir. Sanattaki büyü yaşamın büyüsüdür.Sanatın sevinci, sanatın horlanması, sanatın saçmalığı hayatın saçmalığıdır.Sanatın büyüsüne hayatın gerçekliğinden gidilir, gizine varılır. Sanat,doğanın eylemi, büyüsü, şiiri içinde onunla birlik olan sanattır. Eksilten değil,ekleyen, besleyen, katandır. Hayatın gerçekleri sanata dinamizm getirir.”

Biz biliyoruz ki, insandan, doğadan kopuk yaşayan, kentlere sıkışmış, hayatı sadecetüketim üzerine kurgula(n)mış bireyin sanat üretimi de yaşadığı tarza denk düşer ki bu,sanat ve hayat adına felakettir. İnsana düşünsel anlamda bir şey katmadığı gibi, onudaha beter bağımlı kılar, köleleştirir. Hele hele birde varılan noktaya kendi iç dinamikleriile varılmamışsa… Kendine sunulan nesnelerin esiri olanlar aynı zamanda onesnelerin üreticilerine kul köle oluyor, onlara öykünmüyorlar mı? Kendisiolamamış bireylerin, toplumların hazin sonu… Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmaülküsü Cumhuriyet’in temel ideolojik argümanıydı. Bu ülküye kendi iç dinamikleri ileulaşamayınca ithal etme yoluna girmiş, burada kaba bir öykünmeci duruma düşmüş,öncülleri Tanzimatçılar‘ı bile çok geride bırakmıştı Cumhuriyet’in Sahipleri. Bu noktadabüyük usta bunları şöyle tanımlar:

“Öykünücüsü olduğu dünya bezirgânları memleketlerinde ne kotarıppişiriyorlarsa bizimkilerde burada onun minyatürünü kotarıp pişirirler. Tıpkıküçücük bir maymun gibi… Kendi halkını, asıl kaynağını, halkının kültürünü,bilimini küçük görürler, onu yok sayarlar.”

Böyle bir yapının, böyle yozlaşmış bir sınıfın altında inleyen birçok milletin çoktançökeceğini belirten usta Türk kültürünün çok eski, çok sağlam ve derin olduğu için halaayakta kalabildiğini söyler, o yereli de evrenseli de yadsımaz:

“Bir evrensel kültür vardır, birde yerel kültür. Yerel kültür olmadan hiçbir şeyyapamazsın, üzerine sağlam basmalısın, bunun üzerine bir miktar evrenselkültür eklemek yerel kültürü zenginleştirir.”

Kendinden daha güçlü olan karşısında el pençe divan duran, daha zayıf gördüğünü ez-

Sayfa 73

Page 74: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

meye kalkışan bir sınıfın devleti insana, halklara, doğaya yapmadığı eziyeti bırakmıyor,birde bunu marifet sayıyor. Her şeye rağmen ayakta kalan bu kültürün sağlamlığınınkaynağına inerek toplumun ya da bireyin bu birikime nasıl ulaştığı sorunsalını yaşamlailişkisine, tarihten gelen köklerine, gelişmişliğine bağlar o.

“İnsanın büyüklüğü, zenginliği çok yaşamasında, çok tanımasında, çoksevebilmesin-dedir. Bir sanatçı doğayla, insanla ne kadar haşır neşir olur,onu ne kadar derinliğine yaşar, tanırsa yapıtı da o kadar gerçek, o kadarbüyülü o kadar sağlam ve büyük olur,” diyen Usta bunu şöyle daha daderinleştirir:

“İnsanın ihtiyaçları nasıl yaşamla bağlantılıysa bilimin, zihni çalışmanınihtiyaçları da yaşamla bağlantılıdır. Her şey doğanın insanın gelişmesi ilebağlantılıdır. İşte böylece sanat, sezgisi ile bizi biraz daha ileri bir yereulaştırır. Sanat insanlığın sabah olurken ki halidir. Gücünün bir kısmınıburadan alır.”

“Sanat insanlığın sabah olurken ki halidir.” derken büyük Usta insanın karanlıkyönüne dikkat çekmiyor mu? İyiliği de, kötülüğü de içinde barındıran insantürünün karanlık çağlardan kalma ilkel, barbar yanının ancak sanatla daha iyiye,güzele gideceğini göstermiyor mu? Kısacık cümle ile her şeyi ne güzel özetliyor. Sanat,insanı insan yapan, onu güzelleştiren, sevgiyi, yaşama sevincini, dostluğu pekiştirenözelliği ile aydınlık bir dünya sermiyor mu önümüze.

İnsana bir şey katmayan, onun gelişimine katkı koymayan, sadece eğlencelik olarakdayatılan, aynı zamanda ekonomik bir kazanç kapısına dönüştürülen uğraşıyı sanatadına yaptıklarını söyleyenlere ne güzel cevap! Teknolojinin insanı tüketen, onudoğasından koparan yani insanı insanlıktan çıkaran, sadece bir makineye dönüştürenburjuva uygarlığı, son tahlilde insanın düşünce dünyasını da kendine benzetiyor, beyninizehirliyor, köreltiyor, donduruyor. Tüm bu bireyi yozlaştıran, çürüten ilişkilere karşısanatın büyüsüne ulaşmak için izlediği yolu şöyle tanımlar Usta:

“Sanatın büyüsüne hayattan, hayatın gerçeğinden, yaşamından gidilir. Büyüsoyut, kendi kendine var olan bir şey değildir. Doğanın deviniminde vehayatın eyleminde vardır. İnsan kafası büyüyü gerçeği işleyerek, gerçeğinderinine inerek, dört bir yönünü arayarak yoklayarak varır. Sanatın büyüsügerçekten gidilmedikçe yaratılamaz. Sanat büyüyü, şiiri, doğayı, yaşamı etkilihale getirir.”

Bu noktada sanatın niçin yapıldığı, buna ilişkin kategoriler oluşturulması onun içinönemli değildir. Bir dönem uzun, ciddi tartışmalara neden olmuş bir konuda onun tarzıçok nettir. O böyle bir ayrımı saçma bulur;

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 75: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Sanat sanat için mi hayat için mi, saçma… hayat hayat için mi, sanat için mi diyeneden sormuyorlar. Sanat yaşamın bir yönü hayatın içinde oluşan bir varlıktır.”

İnsan ve doğa için sanat yaptığını söyleyen büyük usta niçin yazıyorsun diyenlere şöylecevap verir:

“Bana soruyorlar, sen romanı niçin yazıyorsun? Bilemem diyorum, bilsem desöyleyemem. Bir şey biliyor, daha doğrusu sanıyorsam, destancılar soyundangeldiğimdir. Gençliğimde destan anlatmayı denedim.”

Zaten bir romancının eserleri niçin yazdığının cevabını içinde barındırmıyor mu? Onunamacı insan gizemine varmaya çalışmaktır. Düş gücü çok gelişkindir, süreklisonsuz düşler kurar. Bu konuda tavizsizdir:

“Düş gücünü yitiren insanın umudu olur mu?” der.

ALİ FUAT KARAÖZİzmir, Yazarevi Topluluğu Gönüllüsü

EDEBİYAT VE EDEBİYATÇI

Edebiyatı bir uzmanlık, bir şifre saymamalı; herkesin ortaklaşa söyleyebileceği birtürkü olmalı. OKTAY AKBAL Edebiyat; refahın, alışkanlığın, gevezeliğin, kendinden memnun olmanın karşısındaolmalıdır, asıl ödevi budur. HANS BENDER Bütün bir beşeriyeti ve kainatı içine alacağı yerde kendi cılız ve âmâ benliğinesaplanan bir edebiyatın, bence, psikopatoloji etütlerine mevzu olmaktan başka birmeziyeti yoktur. SABAHATTİN ALİ Yazmak, bir araştırma, yoklama, yeniden yapma sürecidir. Kendi dışkısındadebelenip durmak, görgü gösterişi yapmak değil. GİLLES GAULTIER Halktan, temelden, topraktan ve doğanın derinliklerinden gelmeyen, onlardanetkilenmeyen bir edebiyat geçicidir, ölümcüldür. HALİKARNAS BALIKÇISI

Sayfa 75

Page 76: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”Şiir organik bir şey olmalıdır**Kendi yaşamımızdan fışkırmalıdır

ATAOL BEHRAMOĞLU

(Şiir)kendisi olmak içinsoluk soluğa tırmanır hayatı

HİDAYET KARAKUŞ

Zamanda kımıltısız olmalı şiirAyın tırmanışı gibi.

ARCHİBALD MACLEISH(çevi.: Cevat Çapan)

Ama söz dört nala koşar sıkarak kolanlarınıçınıldar çağlar ve sürünür trenlerşiirin yalamak için nasırlı ellerini

MAYAKOVSKİ(çev.Azer Yaran)

Irmağın kıyısındaki şehirNasıl uyanırsa gecedenGeride kalan bakışlarınlaMevsimleri mevsim yapanŞiir

ANIL MERİÇELLİ

Elinde parlak bir yıldız vardırŞairin ve herkes şaşırır bunaBir de önüne her çıkan taşaTakılmasa.

ALTAY ÖKTEMŞiir yağmurun deresidir,saç diplerinin teri.

Teknelerin taze sancağıdır şiirÜLKÜ TAMER

Yazmak içinBilmekBilmek içinSevmekSevmek içinYürekTıpkı Çelik Örs, çekiç, körükVe dahi emek

ZEKERİYA TEMUÇİN

Denize atılanBir gül yaprağıdırYazılan her şiirAşıp dalgalarını zamanınKaçı kıyıya ulaşabilir?”

İSMAİL UYAROĞLU

İki çeşit yürek varBiri herkesinki gibiBilinen bir yürekÖteki ozan yüreğiCam gibi saydamKeman teli gibi titrek

ALİ YÜCE

Işık karanlıktır niceAyırabilirsen ayır elin erdiğinceBen bildiğimi söylerimŞair olmak zarar ömüre

ADNAN YÜCEL

Şiir bir terlemedirGüneş güneş sözlerle Ve böyle böyle şairEriyip giderDünya gibi tıpkı”

CAN YÜCEL

DERLEYEN: A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 77: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜVECİHİ TİMUROĞLU'NU YILDIZLARA UĞURLADIK

Sosyalist eleştirmen, şair, düşünür VecihiTimuroğlu’nu 23 Ekim günü yıldızlarauğurladık.

Timuroğlu, Sivas'ın Kangal ilçesinin Körpınarköyünde doğdu. Ailesi, Tunceli'nin Ovacıkilçesinden, Munzuroğulları aşiretin dendi.Babası, 1922'de Tunceli'den ayrıldı. İlkokuluDiyarbakır'ın Çermik ilçesinde okudu.Ortaokula Ankara Gazi Lisesi'nde başladı veliseyi Erzurum Lisesi'nde bitirdi. AnkaraÜniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya FakültesiEdebiyat Bölümü‘ nü 1950'de bitirdi. Ankara'dalise öğretmenliği ve müdürlüğü yaptı. BakanDanışmanı oldu. Ankara Atatürk Lisesi müdürügörevin deyken emekliye ayrıldı.

İlk şiirini 1942'de Varlık dergisinde, ilk denemesini ise 1948'de Yücel dergisindeyayınlandı. 1973 yılında Evrim dergisini yayınladı. 1977'de Cemal Süreya, RagıpGelencik ve Ahmet Say ile aylık Türkiye Yazıları dergisini çıkarttı. Türkiye Yazıları, AdamSanat, Dost, Sanat Rehberi, Türkçe, Yarın, Yeditepe, Yücel, Varlık, Damar gibi dergilerdeşiir, deneme, inceleme, söyleşi gibi çeşitli türlerde yazılar yayımladı.

Hüseyin Akar, Timuroğlunu şu sözlerle anlatıyor: “Şiir ve şiirin sorunları üzerine teorikçalışmalarından dolayı Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü sahibi olan Vecihi Timuroğlu,yazdığı İnsan Hakları Sözlüğü ile yabancı terimler için Türkçe karşılıklar üretmek,açıklamalar yapmak, ulusal kültürde özümlenmesini sağlamak ve böylece uluslararasıinsan hakları kültürünün içinde yer almayı öngörmeyi amaçlamıştı.

Zamanı doğru kullanan, bir dakikasını bile boş geçirmeyen, toplumsal olaylara karşıduyarlı, çalışkan, Türkçe’yi yerinde kullanabilen iyi bir yazı ustasıdır. Ürettiği eserlerinsayısı, çeşitli dallara uzanan sivri kalemiyle; aylık dergilerde, gazetelerde renkli yazılarıy-

Sayfa 77

Page 78: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

la, edebiyat dünyamızın son yıllardaki hızlı lokomotiflerinden biri… Timuroğlu, toplumsaliçerikli denemeleri, yerinde eleştirileriyle tanınmış bir yazarımızdır. Marksçı düşünceninyazına ve eleştiriye yerleşmesine çalışır. Tarih araştırmalarıyla, resmi tarihin kimisavlarını sarsar.

Onun şiirinde coşku, doruk noktasına ulaşır.. Acı ise duyguları besleyen bir cansuyudur. Bir bakıma*kendi yaşamı da, hep acının yönettiği birtakım değişmelerlegeçmiştir. Ölüm, ayrılma ve yargılanma gibi olaylar, durmadan birbirlerini kovalar.Öyleyken o, döneklik, hainlik ve korkuya asla ödün vermemiştir^ Politika, tecim vecinayet üçlüsünün kötülüklerine değinir. Ortadoğu tarihinin gizli kalmış yanlarını eşeler.Sonunda oradaki tahtların yalnızca güce, kılıçlara teslim edildikleri gerçeğini anlar.”

Mehmet Aydın, “Edebiyat Kıyılarında ” adlı eserinde; Vecihi Timuroğlu’nu şöyleanlatıyor: “Vecihi Timuroğlu, Türk yazınının bir yüzakıdır. Yazınımızın pek çok türündebirçok yapıtlar yayımlamıştır. İyi bir şair, iyi bir araştırmacı, denemeci ve öykücü olduğuhalde, ne yazık ki, seçkilerde onun ürünlerine, gereken yer verilmemiştir. Doğrusu buduygucu yaklaşım, anlaşılır gibi değildir. Timuroğlu ‘nun bugüne değin oluşturduğuyapıtlar, orta yaş bir insan yaşamına sığmayacak denli boyutludur.

O; Yücel, Yeditepe, Yonca, Evrim, Türk Dili, Türkçe, Yeni Edebiyat, Özün, Sesimiz,Oluşum, Türkiye Yazılar, Barış, Cumhuriyet, Özgür İnsan, Bilim ve Sanat, YazkoEdebiyat gibi dergice gazetelerce çeşitli yazılar yazdı. Şiirlerinde yoğun W özgün birimge dokusu kullanarak, yaşanmış acıların duyarlıklarını dile getirtti. Acıların yanındakatıksız aşkı, sınıfsız toplum özlemlerini vurgulayıp tarihsel olanla, güncel ve çağdaşolan arasında şiirsel bütünlükler kurmuştur.”

Alper Akçam da Timuroğlu’nu şöyle betimliyor: “Divan Edebiyatı’ndan günümüz şiirine,Aristo’dan postmodern düşünceye, öyküden romana, güncel politikadan Anadolutarihine... Ayrıksı, kendine özgü bir tarzı, yöntemi vardır Vecihi Ağbi’nin. Yalnızsöyleşilerinde değil yazılarında da zaman ve uzam içinde gezinir, dilini herdokundurduğu olguyu, düşünceyi, kendince yeniden biçimlendirir, yeni bir anlam katar,‘kendine ait’ kılar...Bir başkasının dediğini yinelemek, kendi sözüne, bildik birini tanıktutarak haklı görünmeye çalışmak, hiç onun tarzı olmamıştır. Tam bir “şairane tutum”labakar dünyaya. Onun bu özgün ve özerk tarzıyla, “aidiyet” ve “temsiliyet”i, en azındankatılımı belli ölçülerde zorunlu kılan Marksçı felsefeyi savunuyor olması beni hepdüşündürtmüştür. Onu dinlerken, Genet’in “Şiir hiçbir ideolojiye hizmet etmez. Hepsininboğazına takılır. Şiir siyasetten daha ileriye gider, ama siyaset (belli bir siyaset), şiirehazırlar” (1) ya da, “..(şiir), hangisi olursa olsun herhangi bir değere ya da herhangi biryetkeye boyun eğmeyi reddetmesi bağlamında, şiddetli, ateşleyici bir sanat...” (2)sözleri gelir aklıma. Devrimci dilini yurt tutmuş şair ruhlu Vecihi Ağbi’yi sindirebilecek,susturup kendine ait kılabilecek bir kuram olamayacağını sanırım. (….) Ülkemizde ilk“İnsan Hakları Sözlüğü”nü hazırlayan Timuroğlu, son nesil omurgalı yazarların sonörneklerindendi.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 79: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

V. Timuroğlu şiire bakışını şu sözlerle anlatıyor:“Şiir, çok ayrı duyarlıklarcaözümsenmiş, köklü bir yaşam anlayışının, renkli, ama sağlıklı bir dünyagörüşünün, somut imgelerle ördüğü bir yapı olarak algılanabilir. Şiirde,duyumsanan bir gerçeklik, derinden duyulan bir müzik, özgürcebiçimlendirilmeye elverişli, büyüleyici bir görüntü vardır. İmgelem gücüyle, şair,yansıttığı anaduyguyu ve duyarlığı, yaşamın her nesnesine bulaştırır. Bir şairinen belirgin nitesi, kendi dünyasını, insanı esrikleştiren müziksel bir etkiyle veseçkin sembollerle örmesidir. Bunun için, algıladığı nesneyi yenidenbiçimlendirme ve anlamlandırma, anlağında yeniden nesneleştirme ve bunuyansıtabilme yeteneğinin olması gerekiyor. Müzik yetisi başta gelir. Kısası, şair,okurunu büyülemeden, kendisi büyülenmelidir. (...) Şiir açıklayıcı sözcüklerisevmiyor.”

Genç yaşta katledilen oğluna yazdığı şiirlerinden:“Gülüşünün söndüğü saatYitik sesini yakalıyorum dudaklarımdaGüneş yangını bir damla kan düşüyor gökyüzüneOğlum ak gerçeğim benimMerhaba diyorum yeniden sanaGüneşin kanı damlıyor çınarların dallarındanVe yeniden bahar kokuyor toprakMerhaba kardaşım oğulMerhaba”

İNCE DUYARLIKLARIN GÜÇLÜ ŞAİRİ ÖZEL ARABUL'U SONSUZLUĞA UĞURLADIK

Bir dönemin önemli şairlerinden şair, oyun yazarı ÖzelArabul’u 4 Kasım günü kaybettik.

Sahne ve radyo oyun yazarı, Şair İstanbul doğumluydu.Asıl adı Fatma Özel Arabul’du. İzmir Kız Lisesinibitirdikten sonra bir süre Ankara Hukuk Fakültesinedevam etti. Sanatla ilgisi şiirle başladı. Şiirleri çeşitliedebiyat dergilerinde yayınlandı. Ders kitaplarındaürünlerine yer verildi.

Yazdığı çok sayıda radyo oyunu Ankara, İstanbul ve İzmirradyosunda (TRT) seslendirildi. 200 den fazla ArkasıYarın Ve Radyo Tiyatrosu yazdı. Dramatize oyunları TRTİzmir, İstanbul, Ankara radyosunda 20 küsur yıldır yayın-

Sayfa 79

Page 80: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

lanmaktadır. Yine radyo ve TRT televizyonunda eğitim programlarında çalıştı. AnkaraRadyosu “Uykudan Önce” programlarının masal saati programını başlattı. Otantik masalderlemeciliğinin yanı sıra özgün masallarıyla TRT-TV de yayınlanan Adile Naşit’in masalprogramlarını hazırladı. Cumhuriyet Çocukları ile gençlik programı senaryo yazarlığınabaşladı ve ardından TRT,TRT-INT kanallarında gösterime giren dört bölümlük GÜNEŞİNBATTIĞI YER adlı dizi tv senaryosu ile ödül aldı.

Daha sonra tiyatro sahne oyunları yazmaya başladı. Devlet Tiyatroları sahnesindeoynanan “Rüzgârlı Kadın”, “Foto Bahar”, “Deniz dibinde Zil Sesi” adlı sahne oyunlarıİngilizceye çevrildi. “Rüzgârlı Kadın” adlı sahne oyunuyla İnönü Vakfı Ödülü’nü, “GeceninTadı” ile Sanat Kurumu Övgüye Değer Yazar ödülünü aldı. 2006 yılında Bakü-Azerbeycan’da Kukla Milli Çocuk Kurumu tiyatrosunda “Deniz Dibinde Zil Sesi”/”DenizDibinde Zeng Sesi” adıyla müzikal olarak sahneye kondu. Aynı yıl yine Bakü-DevletTiyatrosunda “FOTO BAHAR OYUNU” sahnelendi. Türkiye Milli Eğitim Bakanlığınınyayınladığı Ayçiçeği adlı masal kitabı Azeri diline çevrilmiştir

YAPITLARI: "Yılan Uykusu" (ŞİİR), "Ay Öldü"(ŞİİR), “Ayçiçeği" (Masal-Milli EğitimBakanlığı Yayınları), "Güneşe Uçan Kuş" (masal), "Düş Pazar"(Masal),"Mendilimde GülOya"(Kültür Bakanlığı Yayınları-Sahne Oyunu), "Rüzgârlı Kadın"(Sahne Oyunu-İnönüVakfı Ödülü-Kültür Bakanlığı Yayınları), "Taş Aynalar Yok Artık"(Sahne Oyunu-KültürBakanlığı Yayınları), "Gecenin Tadı"(Sahne Oyunu-Sanat Kurumu Ödülü-Kültür BakanlığıYayınları), "Foto Bahar" (Sahne Oyunu-Kültür Bakanlığı Yayınları) "Kırlangıçlar" (SahneOyunu)….

Özel Arabul, Sesimiz Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü, Yenigün Gazetesi Haber Müdürlüğüyaptı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği Üyesiydi.

ARI BİR ALEVDİR ÖZGÜRLÜK

Çocukları toprağa kapandıkçaÜlkemin ağaçlarıÖzsu yerine kan damıtırYapraklarından.Pas renkli kül dökülür üstümüzü

Her gün yeniden yaratılırYeniden kıvılcım çakarBilip de yüz yıllarca unuttuğumuzArı bir alevdir özgürlük

Tepeden tırnağa kök kesilinceYaslanır yaslanabildiğine zamanBedelini öder yiğidim

-Yaşamı sevmemekten değilŞiddete boyun eğmekten utanır-Ağacı budayanaÖfkesini fırlatır

Öbür adı yaşamdır korkununKorku yalnızlığı içermişAcımız eyleme dönüşürArı insanın kanatlarında yansıyanAcımız toprağın bel kemiğindeÖlüme yaklaştıkça ayırdedilenTanrı soluğu tüter içimizde

Uzar güneşine dallarımİnsanı, çamuru ve rüzgarıylaSon özgür insan soluğu

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 81: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EDEBİYATÇILAR KOBANÊ’YE DESTEK VE İNSANLIK İÇİN SINIRA GİDİYOR…

17 ekim günü “Kobanê için 1 cümle” çağrısıyla buluşan ve hükümete “İnsanlıkkoridorunu aç” diye seslenen edebiyatçılar 25 Ekim’de sınıra gidecek.

Aralarında Murathan Mungan, Sema Kaygusuz, Gaye Boralıoğlu, Vivet Kanetti, AyşegülTözenen, Hatice Meryem, Seray Şahiner, Aslı Erdoğan, Işıl Özgentürk, MenekşeToprak, Sine Erkut, Onur Behramoğlu, Can Öz, İlkay Akkaya gibi isimlerin bulunduğugrup IŞİD saldırısı altındaki Kobanê halkına destek vermek için sınırda olacak.

İstanbul’dan gidecek yazar grubuna Diyarbakır ve Batman’dan da katılım bekleniyor.Yazar Aslı Erdoğan öncülüğünde change.org’da başlatılan “Kobanê’ye bir koridoraçalım” imza kampanyası da devam ediyor.

Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Aslı Erdoğan, görüş ayrılıkları, siyasi ve kişiselçatışmaların bir yana bırakılarak Kobanê ile dayanışmanın genişletilmesi çağrısınıyaptı. Erdoğan, yapılan ortak açıklamada, “Kobanê’ye bir koridor açalım. Tek başımıza,hiçbir kılığa bürünmemiş, tekil bir vicdan olarak Kobanê’ye doğru, dikenli tellere, ağırsilahlara, cellâtlara doğru sessizce yürüyelim. Gerçek ya da temsili olarak, Kobanê’yedoğru yola çıkalım” dedi.

Sayfa 81

Page 82: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

imza metnine Avrupalı yazarlardan da destek geldiğini belirten Erdoğan, konununPEN’in Avrupa’daki şubelerinde gündeme geleceğini kaydetti. Bölgenin ihtiyaçları ileilgili diğer kurum ve kuruluşlarla da ortak çalışmalar yapılması planlanıyor. (RADİKAL)

ADİL OKAY’IN ŞAİR KAPILARI SERGİSİ AÇILDI…

Adil Okay’ın Celal Soycan’ınküratörlüğünde hazırladığı, 40 şairinkatkı sunduğu “Şair kapıları- 40 şair40 fotoğraf” adlı sergisi Mersin TicaretSanayi Odası Sanat Galerisinde 24Ekim 2014 tarihinde saat 17:00 desanatseverlerle buluştu.

“Meğer hayatımızda açılan, kapanan,açık kalan, kapalı kalan, açıkbıraktığımız, kapattığımız ne kadarçok kapı varmış. Meğer hayatımızdakapıların ne kadar önemi varmış. Me-

ğer kapı yaşamakmış, yaşatmamış, yaşanmışlıkmış… Meğer kapının ne çok anlamıvarmış…”

Bu sözleri kaleme alıyor, Senem Biçer sosyal medyada yapmış olduğu paylaşımlarındaŞair kapıları- 40 Şair 40 Fotoğraf sergisine dair hislerini dile getirirken.

Ahmet Ada Sergi ile ilgili olarak şu sözleri aktarıyor, “Şair Kapıları” sergisiyle fotoğrafı veşiiri buluşturup sanata ve edebiyata bakışımızı değiştiren Adil Okay, aynı zamanda busergiyle barışı ve kardeşliği kadim topraklarda pekiştiren bir işlevi üstlendi. Özlenen birşeydi bu. Bunun göstergesi sergiyi gezen çeşitli kesimlerden insanların varlığıydı.Hemen her kesimden insan vardı. Siyasetçisinden akademisyene, sanatçısındanişçisine, gazetecisinden esnafına uzanan çizgide bir insan mozaiği. Bir kere dahainandım ki, sanat buluşturur. Serginin fotoğrafları ile birlikte şiirlerinin kitaplaşacakolması da çok sevindiriciydi; çünkü kalıcılık bakımından bu zorunluluk ortaya çıkmışgörünüyor. Ayrıca, serginin çeşitli kentleri de gezecek olması insanlığın sanatla geldiğidüzeyin görülmesi, izlenmesi demekti. Giderek “Şair Kapıları” sergisinin insanlığa açılanbir kapı olması sevincimizi arttıracaktır.”

Sanatçılar, işçiler, öğrenciler, akademisyenler, işsizler, sendikacılar, demokratik kitleörgütü temsilcileri, Akdeniz Belediye Eş başkanı Yüksel Mutlu ve sergiye katkı sunanşair dostlarının birçoğunun hazır bulunduğu Sergide Adil Okay, Emek, katkı, katılımgösteren herkese teşekkür etti. Şair kapıları- 40 şair 40 fotoğraf sergisi 24 Ekim-3Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluştu.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 83: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

4. ŞERZAN KURT ÖYKÜ ÖDÜLLERİNİ KAZANANLAR BELLİ OLDU…

Eğitim Sen Batman Şubesi’nin, MuğlaÜniversitesi İktisadi ve İdari BilimlerFakültesi İşletme Bölümü İkinci sınıföğrencisi iken 12 Mayıs 2010 tarihinde,Muğla’da yaşanan öğrenci olaylarısırasında uğradığı silahlı saldırı sonucupolis kurşunuyla hayatını kaybedenŞerzan Kurt (1989-2010) anısınadüzenlediği, edebiyata özgün yapıtlarkazandırmak ve Türkiye’de yaşanan insanhakları ihlallerine dikkat çekmeyiamaçladığı Şerzan Kurt Öykü Ödüllerisonuçlandı.

Bu sene dördüncüsü verilecek olan ödülün kazananları şöyle:

Kürtçe Öykü dalında; Çiya Mazî, Lokman Ayebe, Çidem Baran, H. Kovan Baqî,Mehmed Dicle ve Ömer Kurt’tan (Şerzan Kurt’un babası, oy kullanmamıştır.) oluşanseçici kurul, “Hawara Di Bîrê De” adlı öyküsüyle yarışmaya katılan Ömer Özdurak’ıödüle değer buldu.

Türkçe Öykü dalında; Ayşe Sarısayın, Ercan Yılmaz, Hasan Özkılıç, NeslihanÖnderoğlu, Özcan Karabulut, Nejla Kurt’tan (Şerzan Kurt’un annesi, oy kullanmamıştır)oluşan seçici kurul, ödüle “Kara Kedi” adlı öyküsüyle katılan Ayşegül Kocabıçak’ı değerbuldu. (edebiyathaber.net)

12 EYLÜL FAŞİZMİNİN KATLETTİĞİ İLHAN ERDOST,FAŞİZME KARŞI DİRENCİMİZDE YAŞIYOR!

12 Faşizminin aramızdan aldığı değerlerden,yayıncı, yazar İlhan Erdost, aradan geçen 31 yılakarşın unutulmadı hiç. Hep onurla, sevgiyle,hasretle, özlemle anıldı. İlhan ve ağabeyi MuzafferErdost’un adını, Türkiye’de az çok devrimci,demokrat, sol literatürle tanışan herkes biliyor. Solaydınlanmanın oluşumunda, sosyalist klasiklerinyayınlanıp geniş okur kitlesine ulaştırılmasındabüyük emeği geçen İlhan Erdost’u, ölümünün 32.yıldönümünde saygıyla anıyoruz

Sayfa 83

Page 84: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Düşünceye vurulan kelepçeyle, ortaokul yıllarında, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nekonulan ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost’un başına gelenler ile tanıştı. Lise eğitimininardından Ankara Üniversitesi Hukuk Bölümü’ne girdi. Muzaffer Erdost’un kurduğu SolYayınları’nın başına geçen İlhan Erdost, fakültedeki tek dersini yayneviyle yakındanilgilenmekten dolayı veremedi. Ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost 12 Mart 1971 askeridarbesinin hemen ardından tutuklanıp hüküm giyince, Sol ve Onur yayınlarınınyönetimini üstlendi. 12 Eylül 1980 sonrası yasak yayın bulundurmak iddiasıyla gözaltınaalınan İlhan Erdost, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’nde 7 Kasım 1980’de faşist cuntanınişkencecileri tarafından dövülerek katledildi.

Ağabeyi M. İ. Erdost’un ona yazdığı şiirden:

"İlhan'ı gördüm yaralıGözleri kandan hareliYüzü güllere çevrili

İlhan'ın paltosu kanlıAlazlanmış tüter canıDüşmüş omuzdan kolları

İlhan İlhan, İlhan İlhanSular çavlan kuşlar pervanGittin mi can gittin mi can"

KAVGANIN VE BİLİNCİN DEVRİMCİ ŞAİRİ: AYDIN HATİPOĞLU

Yaşamı boyunca devrimci şiirin izini süren sosyalistşair Aydın Hatipoğlu’nu 11 Kasım 2010 günüsonsuzluğa uğurlamıştık. Onun şiirleri, kavgamızdapankart olmaya devam ediyor hâlâ…

Behçet Necatigil’in “Kavganın ve bilincin etkili şiiri”sözleriyle tanımlar Aydın Hatipoğlu’nun şiirini.Hatipoğlu, 1960 Kuşağı şairlerinin ilk habercilerin-dendir ve şiirleri en erken yayımlananlarındandır.

Şükran Kurdakul’un yönettiği Yelken dergisinde 1958’de şiirleri yayımlanmayabaşladığında henüz 18 yaşında bir lise öğrencisiydi. Ülkenin toplumsal ve siyasalsorunlarından haberli olan bir kuşağın içinden geliyordu. Bu yüzden sosyalist gerçekçidünya görüşünü benimsedi. Şiirinin ilk döneminde ya da başlangıç döneminde İkinciYeni izleri görülmekle birlikte Tevfik Fikret’in, 1940 Toplumcu Gerçekçi kuşağının yolunuizlemiştir. Şiirini değerlendirirken “halk duyarlığı, toplumsal çelişkiler, beklenmedikyerlerde beliren duygusal ağırlık, şiirinin en belirgin yanlarıdır” der yazar Eray Canberkve devam eder:

“Şiirde ustalık döneminin ürünü olan “Yalnız Karanfil Sokağı” (Evrensel Basım Yayın,2003) adlı kitabına bakıyorum: Hatipoğlu’nun şiirlerinde başlangıçta olduğu gibi yine

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 85: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

gerçekçilik, toplumsalcılık ve siyasal olaylar var ama bütün bunlar sanki bir şiirsüzgecinden geçirilmiş gibi. Şiirleştirmek kolaylığı yerini şiir kılma ustalığına bırakmış.Kitaplarından birinin adı olan “Beynim Yüreğim” onun şiirde gözettiği düşünce ile duygudengesinin en kısa ve en çarpıcı anlatımıdır bence.”

1960 Kuşağı içinde, sosyalist şiirdeki gücü üçüncü kitabıyla belirginleşti. İmgeörgüsündeki sıkı doku, inançlı bir kararlılık, beklenmedik yerlerde beliren duygusalağırlık, neyi nasıl, ne ölçüde söyleyeceğini bilişi, tüketmek bilmez yarın umudu, yöreselözellikleri çağdaşlık potasında eritme, anlamı ve sesi şiirin bütününe yayma özelliklerişiirinin en belirgin yanları oldu.

Kuşaktaşı Sennur Sezer’de onu şu sözlerle anlatıyor: “Aydın Hatipoğlu ise bizim 1960kuşağı toplumcu şairleri arasında imge örgüsündeki sıkı doku, inançlı bir kararlılık,tükenmek bilmez yarın umudu kadar anlamı ve sesi şiirin bütününe yayma özellikleriyleöne çıkan şiirler yazmayı sürdürdü.”

“YAŞAMAK BİZİM HAKKIMIZDIR” şiirinden:

Dünyayı kucaklıyoruzBilge bir doğanın ırmaklarıdır kollarımızDaha küçücükken yüreğimAnam daha saçlarımda denerken nefesiniYaşamak etle tırnak arasındaykenKocaman sevgilerdi tutuşturduğumuzUçurtmalarıonı kuşlarla yarıştıran çocuklarlaKanla ve ateşle yoğurduk duyarlığımızıHiçbir zaman ve hiçbir durumda

Ben demedikBen demedikBen demedik

Çünkü bizAcının hüznün ve kavganın yoldaşlarıSade sözcüklere sığdırmayı bilirizYüreklerimizi göğsümüzden taşıran fırtınaları....

SOSYALİST EDEBİYATIMIZIN ADSIZ ÖNCÜLERİNDENFAHRİ ERDİNÇ’İ UNUTMAYACAĞIZ!

1940 sosyalist yazarlar kuşağının adı çok öne çıkarılmamışşair ve öykücülerindendir Fahri Erdinç. İnönü faşizmininbaskıları karşısında, iki arkadaşıyla birlikte Bulgaristan’a kaçtı.“Kardeş Evi” dediği Bulgaristan’dan yazmayı sürdürdü. 11Kasım 1986'da Sofya'da öldü.

Erdinç, 1938-39 ders yılında baba mesleğini bırakarak,sınavını kazandığı Ankara Devlet Konservatuarı TiyatroBölümü'nde öğrenci oldu. Bu bölümde öğretim üyesi olanSabahattin Ali ile tanıştı. Aynı yıl yazmaya başladığı ilköykülerinde, onun öğütlerinden çok yararlandı. Orhan Kemal’in

Sayfa 85

Page 86: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

1. olduğu yarışmada 2. oldu. Erdinç, Konservatuardaki katı yönetime ve bazıayrıcalıklara itirazları yüzünden, biraz da geçim sıkıntılarının zorlamasıyla, öğreniminibırakmak zorunda kaldı. Yeniden mesleğine döndü. Ama arada yedek subaylığınıyaptıktan sonra, 1943'te mesleğinden tamamen ayrıldı. Bir süre yapı yerlerinde (taşeronkâtibi ve puantör olarak) çalıştı. Böylece, daha ilk yazı denemelerinde toplumuntabanındaki insanların yazgısını konu edinen Erdinç, onları köyde, kışlada ve kentte, işyaşamında yakından tanımış oluyor, gözlem ve izlenimlerini arttırıyordu.

1946'da Ankara'da bir yapı yerinden, sınavını kazandığı devlet radyosuna geçti. Temsilkolunda üç yıl çalıştı. Bu arada Şen Olasın Halep Şehri (İstanbul-1945) adlı şiirkitabından sonra Ankara'da "Seçilmiş Hikâyeler Dergisi" (1948, sayı 8) onun öyküleriyleözel sayı çıkardı. Başkentte ilerici sanatçıların çevresinde görünmesiyle, bazı dergilerdeyayınladığı öyküleriyle zamanın faşist çevrelerinin dikkatini çeken Erdinç, 1947'dekendisini devlet başkanına dille hakaret etmiş durumuna düşüren bir çatışma yüzündentutuklandı ve aklanmayla sonuçlanan yargılaması boyunca cezaevinde kaldı. Ankaracezaevinde yazgılarını konu edindiği insanların kimilerini daha yakından tanıma fırsatınıbuldu. Bazı komünistlerle de ilk önce burada ilişki kurdu. Cezaevinden çıktıktan sonra daErdinç dirlik bulamadı. 1948'de çok sevdiği Sabahattin Ali'nin Bulgaristan sınırındaöldürülmesi Erdinç'i büyük acılara boğdu. Bu acı olay bir yandan da onu esinledi. Kısa birsüre sonra, 1949 Eylül'ünde, Erdinç, iki arkadaşıyla (Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman)birlikte, gizlice Bulgaristan'a geçti. Bulgaristan'da Erdinç ve arkadaşlarına politik göçmenolarak sığınma hakkı verildi (1949 Ekim). Böylece, onun, yurt dışında ölümüne kadarsürecek olan göçmenlik dönemi başladı.

Erdinç, yazınsal çalışmasına yetecek ölçüde Bulgarca, pratik olarak da Almanca veRusça öğrendi. 1965'te Bulgaristan vatandaşı, 1973'te Bulgaristan Yazarlar Birliği üyesioldu. Yurt dışına çıkışından 1969'a kadar, yapıtları kendi ülkesinde okura ulaşamadı.1970'li yıllarda Türkiye'deki dergilerin şiir ve öykülerine yer vermesiyle yeniden okurönüne çıktı. Bu yıllardan ölümüne değin kimi yapıtları kitap olarak da yayınlanma fırsatıbuldu. Ama bu girişimler süreklilik göstermediği gibi, son yirmi yılda yine kesintiye uğradı.

Kemal Özer, “Sökmüş ve sökecek bütün şafakların habercisi” olarak nitelendirdiği FahriErdinç’in sanat anlayışını şöyle belirtiyor: “Sanatsal ve siyasal yönleriyle bir yazgıadamının kimliği var karşımızda. Onu tanımak, aynı zamanda, o kimliği oluşturan vedireniş diye niteleyebileceğimiz temel öğeyi tanımak anlamına geliyor. Kökleri 1940’laragiden, kendisine odak aldığı Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet’in sanat anlayışlarıylayoğrulmuş bir toplumcu geleneğin halkası. Kendi yaşamındaki zorluklara yenikdüşmeden üretimini sürdüren ödünsüz bir yazar ve ozan. Yapıtları, hem yazıldığı dönemegöre, işlenişiyle, ele aldığı sorunlarla bir ileri aşamayı gündeme getiriyor, hem dekendinden sonrasına dil ve anlatım bakımından bir düzey hazırlıyor. Kitaplarını, 1980sonrası koşullarının edebiyata getirdiği genel görünüm açısından bakıldığında, yaşamdanbeslenen bir edebiyatın geçmişine ilişkin örnekler olarak okuyabileceğimiz gibi, onlardayaşanan koşulların aşılması doğrultusunda önemli ipuçları da görebiliriz.”

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 87: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

PANORAMA –II

“Sen hangi gövdeninYaralı başısın şaşkın dünya?Çatık kaşların var resimlerindeBeyninin yüzüne vurmuş humması;Karaların, kırmızı lekelereDenizlerin, pembe mendillere dönmüş.Çelik kuşlar pislemiş kafana

FAHRİ ERDİNÇ

En sonunda Atom’u…O bir fiske olmuşSen, “Bin ah duyulan kâsei fağfur”İster keramet, ister selamet say bunu!Sersemce dönüşünden artık uyan,Yaklaş güneşe doğruPervaneler gibi yan!”

ŞİİRİMİZİN ÖZGÜN VE NAİF SESİ: NAHİT ULVİ AKGÜN

Şiirimizde taşralı naif şiirin özgün temsilcilerindenolan Şair Nahit Ulvi Akgün’ü, 12 Kasım 1996’dayitirmiştik.

Nahit Ulvi Akgün, yalın bir dille yazdığı şiirlerindekent insanlarının günlük kaygılarını dile getirdi.Garip şiiriyle paralel ama kendine özgülüklerleyazdığı şiirlerle öne çıktı. Yetenekleri ile şiiriarasında bir denge kurmayı başardıktan sonradilini, şiir yapısını rahatsız eden engellerdenkorumasını bildi. Toplumsal çevre içinde bireyintürlü hallerini, üstüne düşülmemiş izlenimini veren,kendiliğinden bir biçimsel titizlikle yansıttı.

Şükran Kurdakul’a göre: bireyin Hallerini yansıtmayı denedikçe küçük burjuva insanınıntoplum karşısında duya geldiği tepkileri içtenlikle yansıttı. Şiirini geliştirdiği dönemdedoğa ve evren sorunlarına bağlı durumları işleyen deneylere girişti. Bu evresinde de bellibir başarı çizgisinin altına düşmedi.

Nahit Ulvi'nin şiiri, bağırışın çarpıcılığına bağlı değildir. Dili yalındır ve konuşma dilineyakın bir yalınlık bulunur onun şiirinde. O doğanın ve doğa içindeki insanla bitkilerin veöbür yaratıkların şiirini verir. “Ağaçlar Uyanınca” kitabında olduğu gibi bazı şiirlerindeinsanı toplum içinde yakalar. Bazen ise toplum içinde yakaladığı kişileri, toplumsaldengesizliğin içinde karşı karşıya buluruz. O, çevremizde olup bitiveren, apansızyitiveren olayların, görüntülerin, duyguların bir avcısıdır. 1966’da yayınladığı “EvrenTürküsü” adlı kitabıyla 1967 TDK şiir ödülünü kazandı.

Sayfa 87

Page 88: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Eserleri: Sebep (1945), Birisi (1955, 1962), Karanlıkta Bir Ağaç (1960), Gerçek Düş(1965), Evren Türküsü (1966 - 1968), Ağaçlar Uyanınca (1977), Eksilen Gökyüzü(1980), Güneş Açınca(1984), Yolunuzun Üstünde Bir Adam Birisi (Bütün şiirleri toplubasım)..

ÇAĞLAR BETİĞİ

Bir yaprak açtım çağlar betiğindenBaktım sömürü yazılı buyruk yazılıBir yaprak açtım çağlar betiğindenBaktım yıldırma yazılı, kulluk yazılı

Bir yaprak daha açtım çağlar betiğindenBaktım aydınlanmalar akkâğıtlara yazılıBir yaprak daha açtım çağlar betiğinden

Baktım bütün direnişler anıtlara yazılı

NAHİT ULVİ AKGÜN

SOSYALİST ÖYKÜ VE ROMANCILIĞINÖNCÜSÜ: SADRİ ERTEM

12 Kasım 1943'te yitirdiğimiz Sadri Ertem, sosyalistedebiyatımızın çok bilinmeyen ama Sabahattin Ali,Orhan Kemal gibi sosyalist öykücü ve romancılarınyolunu açan önemli bir yazardır.

Konularını toplumsal sorunlardan alan; işçilerinyaşamlarını, sömürülmelerini, kapitalizmin rekabetçidöneminin üretim ilişkilerini, bunun sonucunda küçüküreticinin zor duruma düşmesini anlattığı "Bacayı İndirBacayı Kaldır" adlı kitabı yazarın edebiyata bakışınında yansımasıdır aynı zamanda. Sosyalist gerçekçilikakımının önde gelen yazarları arasında yerini alanSadri Ertem, yazılarında edebiyatın çeşitli sorunlarınımaddeci felsefenin etkisinde ve sosyalist gerçekçi birsanat anlayışı doğrultusunda kuramsallaştırmaya

yöneldi.

1940 kuşağı şair ve yazarlarından Ömer Faruk Toprak, Ertem'in “Çıkrıklar Durunca”kitabını 'Cumhuriyet'in en önemli 10 romanından biri' olarak değerlendirmişti. Toprak,

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 89: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sadri Ertem’in romanı hakkında şu değerlendirmede bulunuyor: “Fabrika malısatanlarla, dokumacılar arasındaki mücadeleyi belirten bu kitabı, 'sosyal roman' nev'ineait ilk tecrübe olarak görüyoruz. Eser, bu mücadelede kadına ve paraya duyulan hırs ile,o sıralarda isyanların açtığı yaraları, bir bir anlatan canlı sayfalarla doludur.Memleketimizi iktisaden sarsan fabrika asrının, ne gibi reaksiyonlar uyandırdığı; veanadolu'da dal budak salan eski inanışların ne müşkül şartlarda terk edileceği 'ÇıkrıklarDurunca'nın başlıca hüvviyetini teşkil eder...”

Atilla İlhan da Ertem'i Cumhuriyet Dönemi'nin, sosyalist ve gerçekçi, ilk yazarlarıarasında kabul ediyor. Asıl mesleği gazetecilik olduğu için gözlemlerini keskin,öykülemelerini ise çarpıcı olarak niteliyor. Yazı tarzını ise biraz 'röportaj'a benzetiyor.Feridun Andaç ise Ertem'i Nabizade Nazım ile başlayan gerçekçilik akımının ÖmerSeyfettin ile Sabahattin Ali arasında yer alan boşluktaki temsilcisi olarak görüyor.

Ertem’in “Bacayı İndir Bacayı Kaldır” öyküsü, ölümünden 68 yıl sonra bugün Dil Ovasıçevre kirliliğine, Nükleer ve Termik Santrallere direnen Anadolu halkının başına gelenleribüyük bir öngörüyle anlatıyor: http://emeginsanati.blogspot.com/2011/10/sadri-ertem-bacay-indir-bacay-kaldr.html

İNCE DUYARLIKLARIN SOSYALİST GERÇEKÇİ ŞAİRİ:NEVZAT ÜSTÜN…

Edebiyatımızın gözden uzakta bırakılmış şair veyazarı Nevzat Üstün’ü 32. ölüm yıldönümündesevgiyle selamlıyoruz.

Geleneksel Türk ve çağdaş Batı şiirlerininözelliklerinden yararlanarak özgün bir anlatımgeliştirdi. Öykülerinde gözleme, yalın bir anlatımaönem verdi, çoğunlukla Kayseri yöresi ve GüneydoğuAnadolu insanının kaygılar ve yoksulluklar içindekiyaşamını anlattı. Kent ile köy arasında sıkışıp kalmışolan çıkmaz hayatların içine giriverir. Büyük kentleringölgesinde kalmış köylerin ve kasabaların hayatlarınatanıklık ettiğinde kaldığı ikilemler aslında bir bakımaonun şairliğini beslemekte olan en önemli destekoldu.

Toplum sorunlarıyla hep ilgilenen, sanatını siyasal düşüncelerini savunmak, yaymakiçin kullanan toplumsalcı bir şairdi. Ama serbest nazım akımında değil de, daha yeni birşiir olduğuna inandığı Garip akımından yola çıktı. Seçtiği tarzın etkisiyle önceleri pekbelirginleşemeyen toplumsalcı eğilimleri, giderek şiirinin temel ereği oldu.

Sayfa 89

Page 90: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Köylerde ve taşrada yaşayan insanların ahlaki çatışmalarını, kaygılarını ve yoksulluklariçindeki yaşamlarını gözlemleyip kaleme alarak toplumcu şairler arasında anılan NevzatÜstün, Türk Dili dergisinde yazan Salâh Birsel’e yazdığı mektupta toplumcu gerçekçilikleilgili şunları yazar: “Dört beş kez okudum Haydar Haydar‘ı. Güzel yazmışsın doğrusu.Eline sağlık. Belki seni yadırgatacak ama Haydar Haydar bana kargaşa günlerininFransa’sını getirdi. Villon gibi, acı bir mizah dolu. Senin şiirlerinde var olan aklın duyguyaüstünlüğü iyice belirginleşiyor bu kitapta. Değinme yoluyla güç kazanan gerçek dahaetkili oluyor. Bana sorsalar Salâh Birsel toplumcu ozan derim kızarlar biliyorum olmadıksözler ederler ama nedir toplumcu olmak? Gereksinimleri bağırma yolu ile söylemek mi?Bu kısa cümleleri bir yazıya dönüştürmek istiyorum.”

Salâh Birsel ise bu mektuba yanıt olarak şu satırları kaleme alır: “… Ben elbet toplumcu,yergici bir ozanım. Bunu eski kitaplarım da koyar ortaya. Ama artık şiir kitaplarınınokunduğunu, şiirin sevildiğini sanmıyorum ben. Şiir yazanlarda şiir yazmak için kendilerinisıkıya sokmuyorlar. Bir iki uyduruk sözü yan yana getirdiler mi işi oldu bitti sanıyorlar.Nedir, kendilerini ‘toplumcu ozan’ diye ilan etmeyi yeterli buluyorlar. Okurlarda bunaeyvallah diyor. Çünkü onlarında şiir okumaya vakti yok. Şiire bakıp bir ozanın toplumcumu değil mi olduğunu araştırmadan ‘ben toplumcu ozanım’ diyen sahtecilerin ardındangidiyorlar. Güzeldir toplumcu ozan olmak, şiirini toplumun sesine göre ayarlamak ama herşeyden önce şiir yazmak gerekir. Diyeceğim bir ozanın ‘toplumcu ozan’ adınaulaşabilmesi için ilkin ‘ozan’ adına ulaşması gerekir. Yoksa Bekçi Memo, Makasçı Rafet,Sucu Metin, Kahveci Tekin, Lostromocu Hasan da toplumcudur. Bunların ozan diyeanılması için ‘ozan’ olması gerekir.”

VURMA

Senin görevinDoğrudan yana olmaktırİnsansa güzeliEn güzeliİnsandan yana olmaktırAçsa çıplaksaBüyüyüp gidiyorsa bir çığlıkSömürülüyorsa çıplak ayakların çektiğiSen de onlarla büyüdün

Vurma

NEVZAT ÜSTÜN

VurmaOn sekiz yaşın sevincidir vurduğunOn sekiz yaşın içtenliğidirVarışıdır usul usul

İnsan olmaya

Vurma........

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 91: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KERİM KORCAN: CESARETİN VE BAŞKALDIRININ ÖYKÜCÜSÜ...

Devrimci edebiyatımızın cesur yüreklerinden Kerim Korcan,öykü ve romanlarında sınıfsal bilinci öne çıkardı hep. Tümengellemelere rağmen, içinden çıktığı sınıfın sesi oldu.Yaşamında da örgütlü devrimci savaşım içinde oldu.

Döneminin birçok edebiyatçısı gibi zor günler geçiren KerimKorcan cezaevlerinde ağır koşullarda 12 yıl geçirdi. İçindebulunduğu koşulları estetize eden Kerim Korcanyaşadıklarını birer sanat yapıtına dönüştürür. Eserlerininçoğunda cezaevi gerçeğini anlattığından ezilenler,başkaldıranlar, idamlıklar kitaplarının kahramanı olmuştur.Kerim Korcan’ın yazın tarzında “Halk Hikâyeciliği”niteliklerine sıkça rastlanır, eserlerinin genelindekahramanlarının şivesiyle sade anlatımlarla okuru sıkmaz,kolay okunan bir tarza sahiptir.

Kerim Korcan'ın okurları, çelişkilerin siyah beyaz çizgileri kalınlaştırılmış bir dünyadabulurlar kendilerini. Yaşadıkları dünyanın, yazarın aynasından böyle yansıyabileceğinisezseler de neden böyle bir dünyada yaşandığının, yaşanmak zorunda olduğununsorusunu edinirler okuduklarıyla. Kısacası Kerim Korcan'ın anlatıları, ŞükranKurdakul'un da vurguladığı gibi, çağdaş bir bakış açısından destek alır “Yayımladığıroman ve öykülerinde diri, canlı, doğal bir anlatım içinde, yer yer kişilerin içhesaplaşmalarını yansıtarak sosyalist gerçekçi akımın başarılı örneklerini verdi.«

Kerim Korcan, kendi yazarlığını şöyle anlatır:“Ben üniversite kürsülerinde vatandaşların hak ve hukuk eşitliği için ağlayan ama içerideinsanların anasını ağlatan adaleti, tekmil ters uygulamalarıyla mahpushanede cürmümeşut ettim, suçüstü yakaladım. Madem ki adalet mülkün temelidir, ben de toplumsorunlarına, başlangıç olarak oradan yaklaşmayı uygun buldum. Başkaları ne düşünürbilmem. İyi bir giriş yaptığım inancındayım ve devam etmek isterim. Tatar Ramazan’ınbenim ilk eserim Linç’ten evvel kaleme alındığını açıklayabilirim. Dil konusundatartışmaya girmek istemem. Hem birazda bineceğim dalı kesmek gibi olur bu. Dildearınmaya gitmeye çalışıyorum ve bu gayreti sürdürenlerle esasta mutabıkım. Ancakzorlamaya kaçmaktan da sakınırım”

Bir eserinden:“Gözyaşı dökeceksin düşmanlara göstermeden, ter damla damla, kan avuç avuç,uzun yıllar mahpus da olacaksın. Dola kardaşım kolların demir parmaklıklara,mehtapları ağlatan yanık türküler çağır, bil ki sevdiklerine mevsimlerce hasretkalacaksın! Zaman mı aşınır? Yoksa insan mı? Düşün bakalım düşün. Şu var kipaslanmayan zincir, aşınmayan lale, kırılmayan demir kapı yoktur...”

Sayfa 91

Page 92: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SOSYALİST SANAT FELSEFESİNİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜLERİNDEN AZİZ ÇALIŞLAR…

Marksist felsefe ve sanat konusunda yazdığı kitaplar, yaptığıçevirilerle sosyalist edebiyatımızın düşünsel temelindeönemli emeği olan Aziz Çalışlar’ı 17. ölüm yıldönümündesaygıyla anıyoruz. 27 Kasım 1995’te yitirdiğimiz AzizÇalışların, sanatımızda, öncelikle değer yaratan bir düşünceadamı olarak anılması, anımsanması gerekir. Bıraktığıürünleri, üşenmeyip sayarsak, yazar ve çevirmen olarakimzasına rastladığımız 35 dolayında yapıtla karşılaşıyoruz.Bunlardan 14'ü tiyatroyla ilgili. Yazılmış, uyarlanmış, çevrilmişoyunlar. Felsefe, kültür, estetik içerikli kitaplarının sayısı dabir o kadar. Sözlük, ansiklopedi çalışmalarını bunlarakattığımızda, ortaya çıkan görünüm, yoğun bir emek birikimi-ni ve üretken bir çalışkanlığı sergilemiş oluyor.

Yaptığı çevirilere baktığımızda Materyalist Felsefe Sözlüğü'nden Suchkov'unGerçekçiliğin Tarihi'ne, Kagan'ın Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanatı'ndanRedeker'in Edebiyat Estetiği'ne, Marx-Engels-Lenin'den Sanat ve Edebiyatderlemesine kadar, nasıl bir bilinçli seçimle, yaşadığı dönemi aydınlatmaya yöneldiğinigörüyoruz. Çevirmenliğin ötesinde, bu kaynaklardan sanat-edebiyat dünyamızda nasılyaralanacağımızı, yaşanılan sorunları nasıl tartışıp hangi sonuçlara varacağımızıGünümüzde Kültür Sanat ve Estetik, Sanatsal Kültür ve Estetik, Gerçekçilik Estetiği,Ulusal Kültür ve Sanat gibi kitaplarıyla da gündeme taşımıştı. Özellikle 1980sonrasında, ülkemizde yaşananların kültür, sanat, edebiyat dünyamızda yaptığı"tahribat"a karşı bir direniş odağı içinde Aziz Çalışlar'ın yeri çok önemliydi.

“Sosyalist gerçekçi sanat, sanatsal gücü, yan tutarlılığı ve halka bağlılığı ile tümderinliği ve çeşitliliği ile halkın yaşamında etkin bir rol oynamaya, sosyalist kanılarlasosyalist yaşamsal tasarım ve ilişkileri, güzellik duyusunu ve idealini biçimlendirmeyeçalışır… Sosyalist gerçekçilik yöntemi, sürekli değişimi ve ileriye doğru gelişimi içindegerçekliği sanatsal olarak içselleştirmeye çalışır.”(Ansiklopedik Kültür Sözlüğü/AzizÇalışlar)

“Sosyalist gerçekçi sanat, sanatsal gücü, yan tutarlılığı ve halkabağlılığı ile tüm derinliği ve çeşitliliği ile halkın yaşamında etkin birrol oynamaya, sosyalist kanılarla sosyalist yaşamsal tasarım veilişkileri, güzellik duyusunu ve idealini biçimlendirmeye çalışır…Sosyalist gerçekçilik yöntemi, sürekli değişimi ve ileriye doğrugelişimi içinde gerçekliği sanatsal olarak içselleştirmeyeçalışır.”(Ansiklopedik Kültür Sözlüğü/Aziz Çalışlar)

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 93: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AHMET KAYA, TÜRKÜLERİYLE KAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR!

Ahmet Kaya’yı yitireli 14 yıl oldu. Ama otürküleriyle kavgamıza direnç ve umutkatmaya ediyor, devam edecek. 12Eylül sonrası, sazlar ve seslersusturulmuştu. Kasetler, plaklar yatoplatılmış ya da korkudan yakılmıştı.Topluma arabesk vurdumduymazlığınpompalandığı o günlerde gür bir ses,

sinmiş umutları yeniden yeşertti. Gürül gürül sesinden akan türküler, 12 Eylül faşizmininzindanlarından, işkencehanelerinden yükselen bu gür türküler, şarkılar devrimci umuduyeniden diriltmeye, özlemleri tazelemeye başladı.

O dört dörtlük bir insandı. Sevmesini bilir, sevgisini hak edenlere sevgisini en yürektensunardı. Sevgisini en güzel şarkılarıyla düşmanlarına da duyurur ve önyargılara,haksızlıklara karşı en insani tepkisini göstermekten geri durmazdı. 1985’ten 1990’laradeğin her albümü ayrı bir patlama yapmış, albümler hep liste başı olmuştu.

Kürt halkına baskıların yoğunlaştığı, Kürtçe konuşmanın suç sayıldığı bir dönemdeMagazinciler Derneğinin ödül gecesinde de duyduğu ve düşündüğü gibi konuştu. Kürtçebir klip yapacağını söylüyordu. Birden düğmeye basılmış gibi burjuvazinin beslediğisanatçı, gazeteci bozuntularının ve faşist basının saldırısı başladı. Kürtçe şarkı yapma,Kürt dilini savunma çabasında çatal bıçak yağmuruna tutulurken, kimi Kürt kökenliburjuva sanatçıları, devrimcilere seslenen müzikleriyle köşe olan sahte demokratsanatçılar, sonradan Kürtçe şarkılar söyleyerek şov yapacak olan şarkıcılar kösdinlemiş gibi sus pus bu saldırıya seyirci kaldılar. Onların çoğu Ahmet Kaya ve diğersanatçıların kanını, canını verdiği bu savaşım üzerinden bugün Kürtçe şarkı söylemeninrantına talip olmaya başladılar.

Toplum ve kendi yaşamında gördüğü haksızlıkları, müziğiyle, türküleriyle protesto eden,doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, düşündükleri ve söyledikleri şeyler içinbedeller ödemiş, sürgün edilmiş bir sanatçıyı, Ahmet Kaya’yı ölümünün 14. yılındatürküleriyle anıyoruz.

Bulvara dökülen bildiriler Harcanan bunca emek,bunca değer Fokurdayan metal potası İşleyen rotatifler Cesetleri iğnelemek gibi bir şeydir Ve zaman usulca göz kırpıp telaşına Homurdanarak çekip gitmiştir Yani bu

Aşağılık bir dramdır artık Çünkü jarjurunaBoş kovanları dolduran adam En azından kendinden utanmalıdır Yani yetsin diyorum Şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum Uzatın ellerinizi diyorum Uzatın tanışalım Helallaşalım...............

Sayfa 93

Page 94: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KIRK KUŞAĞININ ÖNCÜ VE ÖZGÜN ŞAİRİ:ERCÜMENT BEHZAT LAV…

17 Kasım 1984’te sonsuz Şair Ercüment BehzadLav, çok yönlü bir sanatçıydı. Aktörlük, tiyatroyönetmenliği ve radyoda spikerlik ve yayın şefliğiyaptı.

Türk şiirinin gelişiminde sürekli öz ve biçimarayan Ercüment Behzad Lav, Şiirimizde 40kuşağının öncüleri arasındadır, özgür koşuğu ilkkullananlardandır. Onun şiirlerinin malzemesiiçinde fütürizm ve sürrealizm’in yanında kübiz-

min ve sosyalizmin öğelerine de rastlanır. Çoğunlukla toplumsal bir duyarlığın izinisürmüştür. Şiirlerinde kimi zaman ironi öne çıkar, kimi zaman üstü örtülü, sürrealistlerinçizgisini taşıyan buluşlar öne çıkar. Ataol Behramoğlu’na göre, “1930´lu yıllarınbaşlarında yayınladığı kitaplarıyla Ercüment Behzad Lav´ı da, Batı ülkelerindeki modernşiir biçimlerini yerli temalara uygulayan deneyci, yenilikçi bir şair olarak anmak gerekir.Ercüment Behzad Lav, çağdaş şiirimizde önemli yeri olan ironik şiir türünün de şiirimizdeilk önemli temsilcisi” sayılabilir.

Doğan Hızlan nitelemesiyle, "kimselere benzememiş, hep kendi açtığı yolda yalnızyürümüş" bir şairdir. Şiirinde belli bir tavrı sahiplenip üzerinde yürüme yerine, her şiirindefarklı arayışlar ortaya koymuştur. Onun monografisini yazan Eser Demirkan’a göre de:“Bin kişilik şairdir” o. Her şiirinde yeni bir Ercüment Behzad Lav bulursunuz. Bir tane de‘ondan bu beklenirdi’ diyebileceğiniz şiiri yoktur. Her biri ayrı bir sürprizdir. Çünkü herbirinde ayrı bir şair yatar. Belki de bu yüzden onun eserlerini okurken siz de çoğulhissedersiniz."

MADEN KUYULARI

Damar kadarDar oluklarda ekşimiş havaKol boyun bacak fenerTok kazma sesleriTırnakla cenkleşen kömürSür götürParya

ERCÜMENT BEHZAT LAV

Gün yüzü görmezKaburgası fırlak katırıBaşlıyor angaryaKara köstebek sürüKızı kısrağı yağlı kalıplara emzikİn bu inde sarhoş uyuGece ses veren kuyu

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 95: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SOSYALİST GERÇEKÇİ 40 KUŞAĞININ ÇOK YÖNLÜ ŞAİRİ: SUAT TAŞER

Sosyalist 1940 kuşağı şiirinin kendineözgü şairlerinden biridir Suat Taşerçok yönlü bir sanatçıdır. Ankara DevletTiyatrosu'nda oyuncu, AnkaraRadyosu'nda spiker olarak çalıştı.

Şiirlerinde, 1940 kuşağının ortak tavrıolarak sosyalist gerçekçilik önplandadır. Buna karşın şiirlerindeözgün bakış ve duruşundan da ödünvermemiştir. Biçim ve üslûp olarakdiğer kırk kuşağı şairlerinden farklıdır.

1942–1950 yılları arasında yayınlanan, ilk dönem şiirlerinde toplumsal konularayönelirken coşkulu bir anlatımı benimsedi. Ancak 1950'den sonraki şiirlerinde mizah veironi öne geçti. Yeryüzü dergisinde yayımlanan bir şiiri nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun142. maddesine aykırı davranmaktan yargılanıp aklandı. Bu davadan sonra daha gözebatmayacak şiirler yazmaya başladı. Sonra bir dönem şiiri tümüyle arka plana iterektiyatro ve tiyatro eğitimi üzerine çalıştı.

17 Kasım 1982’de aramızdan ayrılan Suat Taşer, sosyalizm mücadelesinin öne çıktığı70’li yıllarda yeniden şiire döndü, 70’lerin havasını taşıyan toplumsal şiirler yazdı. Şiirinyanı sıra tiyatro yazıları, incelemeler, çocuk kitap, gezi yazıları da yazan Suat Taşer,dünyaca ünlü şairlerin şiirlerini de dilimize kazandırdı. 1982’de ölümünden kısa süreönce, Stanislavski'den çevirdiği 'Bir Karakter Yaratmak' adlı çalışmasıyla 1982 yılındaYazko çeviri-inceleme özendirme ödülü almıştı.

G Ö K Y Ü Z Ü N E

Gökyüzüne ağar gider acılardumanı yüreklerimizinuzun umutlar ucunda köklerimizin al gülütan alacasında bir yavru güvercin uçar

Bozkır ikindileri mor başlı dikenlerinkurt seslerini yalar çoban ateşleribir su akmaz bir çalı gövermezaldanmışlığı yorgun inancı ellerin

Kambur söğüt kambur durur yerindedereboyu düzlenir

SUAT TAŞER

Sayfa 95

Page 96: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ŞİİRİMİZİN PROMETHEUS’U ENVER GÖKÇESINIF KAVGAMIZDA YAŞIYOR!

Enver Gökçe, şiir ve sosyalizm uğruna akılalmaz çile ve işkencelerle edebiyatımızınPrometelerinden biridir. Öyle ki, yazdığışiirlerin çoğunluğu kaybolur. 1951tutuklamasından sonra adının silinmesineçalışılır edebiyatımızdan… Ağızdan ağzadolaşan şiirleri 1970'te kitaplaşma olanağıbulur. Bu tarihten sonra dergilerdeyayınlanan şiirleri ve hakkında yazılanlarlatanınmaya başlanır.

Enver Gökçe, hayatın içinde her gün sayısız kere tekrar edilen kelimeleri, yaşayanTürkçeyi, halk dilini şiire ilk defa sokmayı becerebilen şairlerdendi. Halk şiirinden Divanşiirine, Nazım’dan Dede Korkut’a uzanan bu birleşimi 1943’lerde tutturdu. Şiir yüküyoğun sözcükler seçmede, bunları dizelemede, destelemede Enver Gökçe bugeleneklerin hepsinden fayda gördü. Ustaca söylemenin yoluna girmişti. Daha 23yaşlarındaydı. Verimli şiir yazma yılları ancak yedi yıl sürdü. Sanatını daha dageliştirecek, en olgun eserlerini verecek çağa girmişti. Harbiye mahpusuna düştüğünde30 yaşında idi. Böyle başlayan ve uzun süren çileli hayat ve hapislik Enver Gökçe’ninyalnız sağlıklı yaşamasının değil, şiir ve sanatçı hayatının da sonu oldu. Arkadaşı İlhanBaşgöz bu konuda şöyle diyor: “Onun 1960’tan sonra yazdığı şiirleri ve söyledikleriniokudum. Hiç biri Enver değil bunların. Çalışamayan, okuyamayan ve en kötüsü artıkdüşünemeyen bir adamın kesik kesik sözleri bunlar. Enver’i genç yaşında budadılar.«

Enver Gökçe, kardeşçe bir yaşamı kurmanın devrimden geçtiğini söyleyen ve devrimcisanatçıya yakışır bir şekilde yaşayan bir şairdi. Şiire başladığı 1940 yılından ölüm yılıolan 19 Kasım 1981'e kadar sanatını devrime adamış olan Enver Gökçe, "İnsan nasılyaşarsa öyle düşünür. Yani düşüncesini onun sosyal hayatı ve sosyal pratiği belirler..."diyerek, düşünce ve eylemin birliğini somutluyordu kendinde. Yaşamının her anınıdevrimci kavga içinde geçiren şair, yapıtlarında işçi sınıfından yana olan tavrını şöylevurguluyordu: “Ben, sınıf edebiyatı yapıyorum. Yani Türk halkının, hayatın herdöneminde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum.Bence sanat, herşeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü, kudretini ortayakoymasındadır. 1940 yılına gelinen yıllarda Türkiye'de çeşitli sanat görüşleri varolmuştur. Ben, gayet tabii olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim veiçinde olacağım."

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 97: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kırk karanlığını, şiirin ışığı ile aydınlatmaya girişen sosyalist kuşağın unutulmazşairlerinden olan; edebiyat ortamına egemen gerici ve yoz anlayışlar tarafından on yıllarboyu görmezden gelinen, antolojilere, şiir yıllıklarına alınmayan Enver Gökçe, halkınbelleğinde çoktan unutulmaz yerini aldı. O’nu unutmayacağız, unutturmayacağız.

KARDEŞLİK ACILARI

Yıllar var ki sizleri düşünüyorum:Yanan şehirlerim,Düşmana ekmek veren tarlalarımTeknelerim, ocaklarım, öğretmenlerim!Ve sizleri:Caddeler, tarlalar, fakülteler,Nehir boyları, şehirler, ordularAşklarım, hünerlerim, sefaletlerim!

ENVER GÖKÇE

Ellerime ateş düştüYüreğime, gövdeme, kollarıma.Biliyorum ey demokrasi!Bütün şairlerin ölürBarikatların susarVe yanar da limanların, iskelelerinZafer gülleri sensiz açmazBöyle bir macerada.

FELSEFENİN PENCERESİNDEN GÜÇLÜ BİR ŞAİR: MELİH CEVDET ANDAY

29 Kasım 2002’de yitirdiğimiz Melih Cevdet Anday, Garipserüveninden sonra şiirimizde ayrı bir ses, ayrı bir bakışgetirip felsefeyi şiirle buluşturarak kendi şiirinin özgüntemellerini attı. Pablo Neruda, onun hakkında, “NazımHikmet'ten sonra çok büyük bir Türk şairi daha buldum.Bütün gece gözüme uyku girmedi" dedi. Anday, şiirinitoplumsal bir duyarlılığa ve bilince ilk açanlardan birisiydi.

Melih Cevdet şiiri, öznel, az yerel, evrensel temalariçeriyordu. Savaş yıllarının yoksulluğunu küçük insanındünyasına taşırken öfkeliydi, suçlayıcı bir tavır takındı.Rahatı kaçan dünyada, rahatı kaçmış insanın bazenironik, bazen yergi dolu dili, Anday’ın şiirinde de etkisinihissettirdi. Telgrafhane ile başlayan şiirlerinde yenibenzetmelere, yeni temalara, düşünceyle duyguyukaynaştırmaya yöneldiği görüldü.

Doğayı imgeye dönüştürmeye başladı. Özyaşamsal deneylerini şiir diline dönüştürüyor;barış, doğa, çağ, doğanın çeşitli varlıkları, doğa-insan diyalektiği öne çıkmayabaşlıyordu. İroninin yerini zaman zaman coşku, tepki ve düşünce aldı. Ama Anday’ın

Sayfa 97

Page 98: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

poetiğinde duygu da, düşünce de, bilgi de şiirin kendi değildir; sadece bahaneleridir. Bukonuda şöyle düşünüyordu: “Hiçbir konu, hiçbir tema gerçekte şiiri yaratmaz. Ortayaçıkarmaz. Onla birer bahanedir. Şiir asıl yazılırken ortaya çıkar.” Bir dünya şiiri mirasçısıolduğunu düşünerek, şiirinde evrensel temaları derin bir bilinçle ele aldı, özgün şiirselyaratıcılıkla ortaya koydu.

Melih Cevdet Anday, şiirlerinin yanı sıra oyunları, romanları ve denemeleriyle geleceğekalan önemli kültür zenginliğimizdir.

TELGRAFHANE

UyumayacaksınMemleketinin haliSeni seslerle uyandıracakOturup yazacaksınÇünkü sen artık o sen değilsinSen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisinDurmadan sesler alacakSesler vereceksinUyuyamayacaksın

MELİH CEVDET ANDAY

Düzelmeden memleketin haliDüzelmeden dünyanın haliGözüne uyku giremez ki...UyumayacaksınBir sis çanı gibi gecenin içindeTa gün ışıyıncaya kadarVakur metin sadeÇalacaksın.

SOSYALİST ROMAN VE ÖYKÜCÜLÜĞÜNDORUKLARINDAN SEVGİ SOYSAL’I UNUTMAYACAĞIZ…

Roman ve öykücülüğümüzde sosyalist duruşunöncü yazarlarından Sevgi Soysal’ı yitireli 35 yıloldu. 12 Mart faşizminin zindanlarındayakalandığı kanser hastalığı nedeniylearamızdan ayrıldığında kırk yaşındaydı.

Edebiyatımızda, kendine özgü yere sahip olanSevgi Soysal, siyasal ve toplumsal olanabakışıyla, öğretici olmayan ama sorgulamaktanda geri durmayan diliyle, bazen alaycı anlatımıylave henüz daha ortalarda yokken kadınlıksorununu ele alışı, öne çıkarışı, arkasındaduruşuyla farklılığını ortaya koydu. Devrimcilikkavramına yaklaşımı ve kadın konusunu ele alışı,

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 99: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

basit bir feminizm yerine, derinlikli bir sorun çözümleme tavrı yarattı. Kadın yazarolmaktan öte sosyalist kadın yazardı.

Kadınlığını suç apoletleri gibi değil dik ve ödünsüz taşıyan, politik bilincini duruşa tahviledebilmiş insanca bir direniştir Sevgi Soysal. 12 Mart faşizminin bile "dize" getiremediği,cümlelerinin sonundaki her noktada saklı soru işaretleriyle aklımıza sızıveren, "yanlışınıbile boyutlandırabilen" başka bir kalemdir. Tükenmek ve beklemek arasındaki sarkaçtaasılı kalma hakkını ne kendine, ne de okuyucusuna tanımayan bir gözü pektir. “Kadınkimliğini patriyarka ve sistem karşısında yeniden ve inatla kurmayı deneyen, kendigelişim çizgisinde sonrasında "sınıf"la buluşan ve yıkıcı-yıktığı oranda da yapıcı birgözle 70'li yılların Türkiye’sine bakan, kitaplarında kimi zaman Yenişehir’in tamortasında devirdiği bir kavak ağacıyla, kimi zaman da baskınların ve sorgulamalarınardından getirdiği şafağıyla ülkenin, sistemin ve en çok da insanın anlatıcısına dönüşendevrimci bir yazardır.”Romanları, hikâyeleri ve diğer eserlerinde belirleyici iki temel unsur vardır. Bu da“kadının özgürlüğü” kavramı ile “bilimsel sosyalizm”dir. Soysal, ilk eserlerinden itibarenkadının psikolojik sorunlarını ele alır. O, herkesin girmeye cesaret edemediği cinsellikdâhil birçok konuyu kamuoyunun gündemine taşır. Baskın kişiliğinden yola çıkarakkadının birey olması için çalışır. Kendi deyimiyle kadını “şaşkın ördek”likten kurtarmaçabası içine girdi. Bunun yanında 12 Mart faşizmini kimin zaman simgelerle kimi zamanaçıkça eleştiren öyküler yazmaktan hiç çekinmedi:

“…Bu kent, ortaçağdan bu yana idam seyretmeye bayılırdı. Çoluk çocuk güleeğlene, fındık-fıstık yiyerek idamları seyrederdi. İdam edilene hakaretlersavururlar, başı kesilirken alkışlarlardı. Çocuklar günlerce idamcılık oynardıarkadan. Köklü bir eğlentiydi bu. Ama sonra, baş kesildikten bir süre sonrakesilen başa özel bir sevgi duyulur, bu haksızlığı işleyen cellât lanetlenirdi. Cellâtbütün haksız ölümlerin tek suçlusuydu. Bu neşeli ölümlerin. Kentin cadılarının,kiliseye, tanrıya karşı gelenlerin, kralın savaşlarından kaçanların, prense vergiödemeyenlerin, ırz düşmanı papazların başını bazen prenslerine ayaklanan halkınbaşını hep bu aile kesti. O hem hüküm sürenlerin hem başkaldıranların cellâdıydı.Hüküm sürenlerin ve başkaldıranların somut haksızlığıydı. Kesilen her baş içinbir ağıt yakıldı. Bu ağıtta cellât düşmanca anıldı. Ta ortaçağdan bu yana.”(“CellâtFuchs Kent Halkına Nasıl Karıştı” öyküsünden)

ŞAFAĞIN, SEVDANIN, KARDEŞLİĞİNVE ÖZGÜRLÜĞÜN ŞAİRİ: PAUL ELUARD…

“Aşk ve devrim şairi” sıfatını hak eden şairlerinden başında gelen Paul Eluard’ı Kasım1952’de sonsuzluğa göçüşünün 60. yıldönümünde saygıyla selamlıyoruz.

Sürrealizmin dört kurucusundan biridir. Şafağın, sevdanın, kardeşliğin ve özgürlüğünbüyük savunucusu olur ömrü boyunca. Birinci ve İkinci Dünya savaşını yaşadı.

Sayfa 99

Page 100: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Arkadaşlarıyla, 1. Dünya Savaşı’nda on milyoninsanın ölümüne neden olan medeniyetin yarattığı bukorkunç savaşa karşı ortak çalışmalara girişti.Bunlara Tristan Tzara da katılınca Fransa’yı da aşanDadacılık akımı kuruldu. Sonra tatmin olmadılar veterk ettiler Dadacılığı. 1919 da Uyku ve bilinçaltı gibiçalışmalardan sonra Otomatik yazıyı icat ederler, birnevi psikanalitik şiire yönelirler. Bu da onlarısürrealizm akımını kurmaya kadar götürdü.

1 Aralık 1924 de “Sürrealizm Devrim”in ilk sayısıçıkarıldı. 1925 de “Açın zindanların kapısını, Askereteskere verin!” diye haykırdı Eluard. Sürrealistlerböylece Komünistlerle bağdaştı. Eluard 1926’daFransız Komünist partisine üye olurken aradığıortamı bulmuş ve en güzel şiirlerini yazmayabaşlamıştır bile. Sürrealizmin ikinci manifestosu

yayınlanınca Robert Desnos, Michel Leiris, Jacques Prevert, Raymond Queneau ve birkaçı ayrılırlar. Ama Bunuel, Rene Char, Salvador Dali gibi yeni katılımlar olur ve ideolojikçizgilerini belirtmek için derginin adını “Sürrealizm Devrimin Hizmetinde” diye değiştirilir.İlk sayısı 1930’da çıkar.

Paul Eluard’ın sürrealizm için dile getirdiği şu görüşler, bizim yeni sosyalist gerçekçilikanlayışımızın da ana çerçevesini yansıtmaktadır: “Sürrealizm bir savunma aracı olduğukadar kuşatma aracıdır, insanın gün ışığına kavuşturması gereken depderin vicdanıdır.Sürrealizm, düşüncenin herkeste mevcut olduğunu göstermek, herkesi düşünmeyeçağırmak için çaba harcamaktadır; insanlar arasında var olan farkı azaltmak için absürtbir düzene, eşitsizlik, aldatmalar alçaklıklar üstüne kurulmuş bir düzene hizmet etmeyireddeder. Hele insan kendini tanısın, kendinin farkına varsın, o zaman şimdiye kadarmahrum bırakıldığı zenginlikleri, nice acılar içinde teşkil ettiği bir kaç sağır ve kör büyükadam adına biriktirdiği maddi ve manevi bütün zenginlikleri ele geçirebileceği gücü bulurkendinde...”

Nazi işgali boyunca direnişçi olarak savaştı. Her an yer değiştirmek, tanınmamak, ortayaçıkmamak gereken bu yeraltı dünyasında Eluard, her gittiği yere müthiş genişkütüphanesini de götürdü. Fransız direnişçilerini, uçaktan atılan onun güzelim şiirleriumutlandırdı.

Güncel sözcükleri alışılagelmemiş bir şekilde işleyip kendine has bir şekilde imgelerkurması; dizelerine yön verdi ve onu farklı kıldı. Klişe dizeler Eluard’ın imgelemindeesinin gülüşleriyle büzüldü. Onun şiirleri, Yaşar Doğan’ın deyişiyle: “Bozulmamış birmeyvenin tiftiği gibidir. Utkun bir kelebeğin göz kamaştıran kanadının şafağıdır, evrenselgençliktir.” Bu nitelikleriyle Eluard, 20. yüzyılın en büyük şairleri arasında yerini almıştır.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 101: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AYDINLIK

Hiçbir vakit tam karanlık değil geceKendimde denemişim benKulak ver dinleHer acının sonundaAçık bir pencere vardır.Aydınlık bir pencereHayal edilecek bir şey vardır

PAUL ELUARD

Yerine getirilecek istekDoyurulacak açlıkCömert bir yürekUzanmış açık bir elCanlı canlı bakan gözler vardırBir yaşam vardır yaşamBölüşülmeye hazır.

KOMÜNİST ŞAİR RİTSOS ŞİİRLERİYLE YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR…

Yunan komünist şair Yannis Ritsos, 11 Kasım1990'da Atina'da sonsuzluğa yürüdü. Şiirleriylebarışın dili olmaya devam ediyor.

Dünyaca tanınan komünist şairlerden YannisRitsos'un aramızdan ayrılışının 24. yılında, büyükşairin halkla birlikte güçlü melodilere dönüşenşiirleri hala özgürlük ve eşitlik mücadelesinden ayrıdüşünülmüyor.

Yannis Ritsos için 'çağımızın en büyük şairidir'demiştir, Louis Aragon. İkinci Dünya Savaşısırasında faşizme karşı kendi yurdunda direnişekatılan Ritsos'un şiirleri yine kendi yurdunda yasakedilir, Ege adalarına sürgün edilir. Epitaphios

(1936- Yazıt Mezar Yazıtları ) adlı kitabı faşist cunta tarafından Zeus Tapınağı'ndatörenle yakılır.

1 Mayıs 1909’da Yunanistan'ın Monemvasia kentinde doğan Ritsos, 1934 yılında ilkşiirlerini Vladamir Mayakovski'den esinlenerek yazmaya başlar, ilk şiir kitabının adıTraktör’dür. Yannis artık hayatı boyunca işçi sınıfı mücadelesi için çalışır.

11 Kasım 1990'da Atina'da hayatını kaybeden Yannis Ritsos'un şiirleri 80'den fazla dileçevrilmiştiir. Türkçe'ye çevrilen eserleri şöyledir: Alışkanlıklar Da Değişir, UmarsızPenelope, Yaşlı Kadınlar ve Deniz, Helena ve Nöbetçi, Boyun Eğmeyen Ülke,Graganda, Erotika, Dikkatli Ariostos (Anlatı/Roman), Seçme Şiirler, Tüm Şiirleri, Ölü Ev,Taşlar, Yinelemeler, Parmaklıklar, Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin

Sayfa 101

Page 102: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yannis Ritsos’un 'Barış' adlı şiirinden:'Çocuğun gördüğü düştür barış,annenin gördüğü düştür barış,ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir barış;Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız birgülümseme elinde yemiş dolu bir zembil vealnında ter tomurcukları,Pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi;Akşam üstü eve dönen babadır barış,Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırkenağaçlar diktiğimizdehavan mermilerinin kazdığı çukurlara;Yangının kavurduğu yüreklerdeilk tomurcuklarını açarken umutve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerekyana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedirbarış…Barış yemek kokusudur tüten…

BÜYÜK EKİM DEVRİMİ YOLUMUZU AYDINLATIYOR!

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi kutlu olsun...

İnanıyoruz ki, Bir dahaki devrim, bir deneme olmayacak; sürdürülebilir yeni bir ateş yakacağız!

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 103: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, emperyalist burjuvazinin korkulu rüyası olan devrimdüşüncesinin gerçekleşmesinin adıdır.

Ekim Devrimi Lenin’in deyimiyle "buzu kıran, yolu açan ve gösteren" devrimdir. BüyükSosyalist Ekim Devrimi ile emperyalist zincir en büyük kapitalist, emperyalist ülkelerdenbirinde, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ile ilk kez parçalandı; emperyalizm çağınınilk proleter devrimi olarak, yeni bir çağı, ‘emperyalizm ve proleter devrimleri çağı’nıbaşlattı.

Sınıflı toplumların ortaya çıkışı kadar eskidir, sınıflar mücadelesi. Tarih bu mücadelenindinamikleri üzerinde yükselir. Karanlık ve ışığın mücadelesidir bu. Baskının, zulmün,sömürünün sahipleriyle buna hayır diyen isyancıların mücadelesidir. Ve sınıflar tarihikadar eskidir sömürüsüz, eşit özgür bir dünya düşü. Bu düşle başkaldırır “tarihin ilkgerillası” ilk isyancısı Spartaküs. Bu düşle uzatırlar başlarını korkusuzca Bedrettin veBörklüce. Bu düş türkü olur dillerde pir sultanca. Sınıflı toplumların son durağıdırkapitalizm ve sömürücü sınıfların son temsilcisidir burjuvazi. Sömürülenlerin tarihindekison sözü söyleyecek, düşü gerçeğe dönüştürüp burjuvaziyi mezara koyacak olandırproletarya. Lyon’da dokuma işçilerinin barikat savaşlarıyla daha manifaktür özelliklertaşıyan el işçileri olarak. İngiltere’de nispetten gelişmiş sanayinin örgütlü Cartistleriolarak.

Almanya’da “kulübelere barış, saraylara savaş” diye haykırarak çıkar mücadelealanlarına. Geçici zaferlere ağır yenilgiler eşlik eder. Her ileri sıçrayışının ardından ağıryenilgilerle yeniden geri düşer. Ama her yenilgiden öğrenir ve inatla haykırır özgürlükdiye. Ve tarih 1871’ i gösterirken Paris ellerindeydi proletaryanın. Bu tarihsel düşün,gerçekliğin somutuna ilk iz düşümünün adıydı, bu Marks’ın işte proletarya diktatörlüğüdediği Paris komünü idi.74 gün. Sosyalizmin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalistdemokrasinin ilk ön sözlerinin yazıldığı onlarca yıla bedel 74 gün. Onlar da yenildiler,çünkü nesnel şartlar daha kapitalizmin ortadan kaldırılmasına denk düşmüyordu.Yenildiler çünkü hiçbir toplumsal sistem gelişebileceği en üst seviyeye ulaşmadan tarihsahnesindeki yerini terk etmiyordu.

Tarih 20 yüzyılın başlarını gösterirken, “Emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdırdedi Lenin… Devam etti; “Emperyalizm çan çekişen kapitalizmdir” Ve son noktayıkoydu: “ Emperyalizm proleter devrimler çağıdır”

Yenilgilerle dolu tarihi içinde en son büyük zaferini ve yenilgisini yaşadığı Pariskomününden sonra proletarya tarihsel rolünü yerine getirmek için harekete geçerkenartık koşullar ondan yanaydı. Sözün bittiği yerdi artık. Milyonlarca topraksız köylünün,yarı proleter emekçilerin proletaryanın öncülüğündeki eylemiyle yıkmak, parçalamak veyeniden kurma zamanıydı. Tarihin ebesi zor işbaşındaydı, durmak cinayetti, durmakihanetti. Durmadılar. “Onlar ki bir kez yorgun dizlerinin üstünde doğrularak ayağakalkmışlardı” Durmadılar ve tarih 24 Ekim 1917'yi (Bugünkü takvimle 07 Kasım 1917)gösterirken devrim ve sosyalizm bir düş değildi artık.

Sayfa 103

Page 104: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Ekim Devrimi ezilenlerle ezenlerin arasındaki tarihsel mücadelede gerçekleşen ilktoplumsal devrim olarak tarihsel bir dönüm noktasıdır.21. yüzyılın sosyalizminden sözederken başka limanlara kulaç atanların unutmak ama en çokta unutturmak istedikleribir gerçektir.

Ekim devrimi; insanlığı sömürüye ve kapitalizmin yarattığı karanlığa mahkûm etmeyeçalışanların en büyük korkusudur. Çünkü Ekim Devriminin 20. yüzyıldan 21. yüzyılayansıyan ışığı kapitalizmin yıkılabileceğini, yeni ve sömürüsüz bir dünyanın yanisosyalizmin gerçekleşebileceğini gösterir. Ekim Devrimi; “elveda proletarya” ve “tarihinsonu” sahtekârlıklarının suratına vurulan bir tokat gibidir.

Sınıflar mücadelesini proletarya diktatörlüğüne kadar götürme gerçeğini inkâr edenlerekarşı her gün kendini yeniden ortaya koyan bir gerçektir ve gerçekler inatçıdır… Siviltoplumculuk projelerine, “kitle partisi” karikatürlerine karşı proletaryanın öncü savaşçıpartisinin hayati önemini yaşadığımız dönemin özellikleri bakımından bu günde yakıcıbir yanıt ortaya koyar. Bu gün Ekim Devrimini böyle bir perspektifle sahiplenmek, ParisKomününden Ekim Devrimine oradan da günümüze uzanan komünizm mücadelesininve Komünist olmanın temel ölçütlerinden biridir.

Ekim Devriminden çıkarmamız gereken bir diğer derste iktidarı ele geçirmenin devriminbaşlangıcı olduğunu ve sınıfsız topluma giden yolda yapılacak hataların geri dönüşü deberaberinde getirebileceğini göstermiş olmasıdır. Bu anlamıyla Ekim Devrimi başarılarıkadar başarısızlıklarıyla da elimizdeki zengin bir deney birikimidir.

Ekim devrimi, sınıflı toplumlarına hâkim olan düşünsel normların yıkılarak; komünalemek/dayanışma fikirlerinin yeşerten “Yeni/Özgür İnsana” ulaşma çabasıdır.

Mayakovski’nin devrimi destanlaştıran “150.000.000” adlı kitabından:

Vur davula!Davula, davula!

Kulunuz değil,köleydiler!

Daahavvur!Daavul!

Daavula!Hey çelik göğüslü!

Dayanıklı hey!Vur, davula!

Davula, vur!

Ya da, ya daOrtadan kaybol pan!Dövüşeceğiz!

Dövüşeceğiz!Döğüştük!

Davulda!Davul!

Davul!

Devrimçarı yoksun bırakıyor kızının ziyafetinden

Devrimpalangayı attırıyor aç halka.

..............

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 105: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KAVALIN TÜRKÜSÜ

Kaval söyler temiz ve yumuşacık türküsünü,Bu türkü rüzgârla birlikte tırmanır dağlara.Ak bir buluta binip aşar boğazları bu türkü.Söğütlerle birlikte yüzer ırmak dalgalarındaVe ışıl ışıl senin gözlerinde yanar.

Kaval söyler yorulmak bilmez türküsünü,Kayadan daha sert, sevgiden daha yumuşak.Titrer yüreğimin içinde. Ses verir bulutlara kadarVe söyletir bana sevdanın türküsünü.

Kaval söyler beni yakıp kül eden türküsünü,Doğayı okşar, insanın içine işler!Cıvıldar durur türkü ve yaşama can verir!Yaşam mı? O da nesi?İşte yanımdasın ya…

KSUAN DİEU(ÇEVİRİ: ERAY CANBERK)

Sayfa 105

Page 106: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KÖRÜN SAZISam köyünün kör türkücüsü

Linh va Nongh’a—bu teller kenevirden mi yoksa ipekten mi,Böyle içimize işliyor sesi?Tinh’in (1) ezgileriağaçların tepelerine doğru yükseliyor,erişiyor dağların doruklarına.Maymun şaşkına dönüp,yavrusunu bile unutuyor.Kuş bırakıp yuvasınıkulak kesiliyor.Çiçeklenmiş dalın üzerinde susuyor ağustos böceği.Sevdalı çiftler duraklıyorlar yolda,dinliyorlar sevişmeyi bırakıp.

Ey türkücütinh’in telleri sihirli mi,titretiyor gönül tellerimizi?

—Yok canım, yok böyle bir şey,ne sihir var, ne de büyü, ne de doğaüstü falan,ne varsa içimdeki coşkudan.Yüreğim minnet doluipek böceğini yetiştirene,sazıma bu telleri yapana,çalgı yaptığımbu ağacı yetiştirip büyütene.

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 107: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sağ olsun halkım, vatanım,tohumu eken ve çatlatan,ve ellerimde çiçekler açtıran alevler yaratan gönlümde.Eskiden sazım ağlar, ben ağlardım.Yoksuldu yaşamım, kördü gözlerim.Çınlıyor şimdi sazım köyün içinde.İşitenin yüreği ferahlıyor.Yaşam değişti. Boyun eğmiyor artık yoksullar.Birlikte kullanıyoruz suyu, birlikte işliyoruz toprağı,birlikte çalışıyoruz ülkemizin kurtuluşu için.

Bayrağın gölgesinde, elimde sazım,durmadan çalarım sabah akşam. Gözlerim görür gibidir parmaklarımın oynayışını,ormanın çiçeklenişini, arıların dolaşmasını.Çeltiklerin yeşilliğini görür gibiyim,topların sürüklendiği sarp yolları,birlikte direnen Kuang Lang’ın insanlarını,uçaklardan inen kızlarımızı!

Sazım ses verir, inler,ülkemizin onuruna.Teller eskir,Gövde yıpranır, sap eğrilir.Kolaydır onları değiştirmem.Ama sesim, kısılmaz sesim,Parti’mden umut kesmez yüreğim,sever onu, inanır ona her zaman.

(1) Dağlık Bölgelerde iki telli saza verilen ad.

NONG KWOK CHAN(ÇEVİRİ: ERAY CANBERK)

Sayfa 107

Page 108: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“NASILLAR? (Sorular Ve Yanıtlar)”

1.Vietnam halkı taştan yapma fenerlerkullanır mıydı?2.Tomurcukların açışını kutlama Törenleri yapıyorlar mıydı?3.Çağıldayan kahkahalara alışık mıydılar?4.Süslemede kemik ve fildişi,yeşim taşı ve gümüş kullanıyorlar mıydı?5.Bir destan şiirleri var mıydı?6.Konuşma ile şarkı arasında ayrım yapıyorlar mıydı?

—1.Kuş gibi yürekleri taş kesilmişti efendim. Bahçelerinde taş fenerlerin hoş yolları aydınlatıpaydınlatmadığını kimse anımsamıyor.2.Belki bir zamanlar çiçekleri seyretmek içinbir araya gelirlerdifakat çocuklar öldürüldükten sonrahiç tomurcuk kalmadı. 3.Kahkaha yanık ağızlarda acıdır efendim.4.Bir düş öncesinde belki. Süs neşe versin diyedir.Tüm kemikler kavrulmuştu.5.Anımsanmıyor. Unutmayın ki çoğu köylüydü onların;yaşantıları pirinç ve bambu içinde geçerdi.Dingin bulutlar pirinç tarlalarında yansırken vemandalar taraçaları güvenle adımlarken belki babalar oğullarına eski öyküler anlatırlardı.Bombalar aynaları parçaladığındaYalnız çığlığa yetecek zaman kalmıştı.6.Derler ki, bir şarkıyı andıran konuşmalarının hâlâ bir yankısı kalmış.Şarkılarının, ayışığında pervanelerin uçuşunabenzediği söyleniyor.Kim bilir? Artık tümü susmuş.

DENİSE LEVERTOV(ÇEV. AYŞE SARIOĞLU)

Emeğin Sanatı 162. Sayı

Page 109: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.11.2014 Yıl: 8 Sayı: 162Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi

© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:

KSUAN DİEU:(1916–1985) Vietnam’da yeni şiir akımının öncülerindendir. Devrimden önceaşk şiirleriyle ünlenmişti. Devrimde aktif mücadeleye katıldı. Devrim sürecindeve sonrasında ulusal özgürlüğü öne çıkaran şiirlerini «Yurt Bayrağı» kitabındatopladı. Şiirin yan ı sıra ülkedeki değişimi anlatan yazı ve denemeler de yazdı.

NONG KWOK CHAN:(1921- —) Küçük bir halk olan Tai halkındandır. Genç yaşta Japonlara karşıçarpışmalara katıldı. Özellikle Vietnam direnişi ile ilgil destanlar yazmıştır.Bu destanlarda ve şiirlerinde direnen insanları ve savaşlardan zarar görenleri,kahramanlıkları anlatır…

DENİSE LEVERTOV:(1923-1997) Amerika’da 1960-70 kuşağının önde gelen kadın şairlerindendir.ABD’ye karşı Vietnam’ı destekleyen şiirler yazar. Yapıtlarını, sanatçınıntopluma karşı görevi ve geleneksel kuralların geçersiz sayıldığı günümüzdeşiirin işlevinin ne olması gerektiği gibi sorunların ışığında üretir.Bir çokşiirinde siyasal motifler kullanmış, savaşa karşı tavrını ortaya koymuştur.

Kaynak: Dünya Şiirleri Seçkisi (Mill. Yay.) AnonimSesimiz Dergisi Sayı 104

Page 110: 162. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ