OSMANLI DÖNEMİNDE MEDRESELİ OLAYLARI
Zafer KARADEMİR Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü
YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak hazırlanmıştır.
TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Saim SAVAŞ
SİVAS
Mayıs 2008
ii
OSMANLI DÖNEMİNDE MEDRESELİ OLAYLARI
Zafer KARADEMİR Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü
YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak hazırlanmıştır.
TEZ DANIŞMANI Prof. Dr. Saim SAVAŞ
SİVAS
Mayıs 2008
iii
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne
Zafer KARADEMİR’in hazırlamış olduğu bu çalışma jürimiz tarafından Tarih Anabilim
Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Prof. Dr. Hasan YÜKSEL Üye: Prof. Dr. Saim SAVAŞ
(Danışman)
Üye: Doç. Dr. Adnan GÜRBÜZ Onay
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
16/ 06/ 2008
Prof. Dr. Zafer CİRHİNLİOĞLU
Enstitü Müdürü
I
Annem ve Babam’a
II
ÖZET
Osmanlı tarihi için medrese, devleti ve toplumu doğru bir şekilde anlamada en
önemli kurumların başında gelir. Çünkü medreseler yaşadıkları toplumun tüm
değişimlerinden etkilenmişler aynı zamanda da kendileri toplumun değişimine etki
etmişlerdir. Yaklaşık altı asır boyunca devam eden Osmanlı tarihinde bu anlamda
medreseler devletin ve toplumun yapısını anlamada başta gelen kurumlardandır.
Medreselerin kuruluş aşamasından kapatılmalarına kadar yaşadıkları değişimler ve bu
değişimlerin kimi zaman sebebi kimi zaman da sonucu olan medrese içi sorunlar bu
çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.
Belirli bir zaman sınırlamasına gidilmeyen çalışmada temel olarak medrese
öğrencileri olan suhtelerin yaşadıkları ve yaşattıkları sorunlar ele alınacaktır. Başlangıçta
sadece ekonomik temele dayanan bu öğrenci olaylarının özellikle son iki asırda neden
siyasal bir yöne doğru kaydığı incelenecek, zamanla değişen bu durumun medreselere
yansımasının ne yönde olduğu ortaya konulacaktır. Mekan ve zaman değişmelerine bağlı
olarak öğrencilerin karıştığı suçlara hangi toplumsal grupların ne amaçla destek verdikleri
de incelenen alanlar içinde olacaktır.
Suhtelerin yanı sıra müderrislerin de zaman zaman konu edileceği çalışma içinde,
devletin medreselilerin yaşadıkları problemlere karşı aldığı tedbirler, ceza ve reform
yöntemleri irdelenecek, ayrıca bu yöntemlerin zaman içindeki değişimi izlenecektir.
Medreselerin yaşadığı sorunlara bu kurumun içinden bakılmaya çalışılacak ve bilim
dünyasının medreselerin sorunlarına karşı tutumu ele alınacaktır. Özellikle bilim
adamlarının ve öğrencilerin kendi sorunları için hangi çözüm yollarını önerdikleri ve
bunların gerçekleşme dereceleri belirlenmeye çalışılacaktır. Medreselerin yaşadığı
ekonomik ve düşünsel sorunların öğrenci olaylarına olan etkisi açıklanırken, özellikle
Batılılaşma projesinde medreselerin konumu da irdelenecektir.
Bu tez çalışmasında ana kaynak olarak Mühimme Defterleri ve Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü (Başbakanlık Osmanlı Arşivi) içinde bulunan dokümanlardan, Ankara
III
Milli Kütüphane’den elde edilen kaynaklardan ve basılmış kroniklerden yararlanılmıştır.
Ayrıca konu ile alakalı araştırma inceleme eserleri de çalışma içinde kullanılmıştır
IV
SUMMARY
For the Ottoman State the medrese is among the most important institutes in order
to understand the state and the people correctly. Because the medreses were effected all
the events their people lived and at the same time they effected their people’s changing.
At this mean the medreses are the main institutes to understand the Ottoman history
maintained nearly for six centuries. The medrese’s changes occurred from the foundation
to the shutting and the inside problems of the medreses which sometimes either the
reason or sometimes the results of these changes are the main topics of this study.
In this study that has no time limit basically the problems of the medrese students
called as suhte and the problems they caused will be investigated. It will be investigated
that why the students events changed from the events rooted in economic causes to the
events rooted in political causes especially in last two centuries. The effect of this change
on the medreses will be explained. At the same time it will be among the topics
researched that which and why the social groups supported the events of the students
related to the changing of the times and places.
In this study in which also sometimes the müderrises will be in the topic the
measures were taken by the state and the punishment and reform methods of the state
besides the changes of these methods also will be investigated. It will be explained that
how the inside of the institution understood the problems and what were the reactions of
the scholarships to the medreses. Especially what the scientist and the pupils offered to
solve their own problems and the rage of the success of these measurements will be tried
to explain. While explaining the effects of the spiritual and economic problems on the
events of the students, mainly the place of the medreses in the actions of the
Westernization Project will be searched.
V
In this thesis study the Mühimme Defters, the archive documentaries in the State
Archives General Managements (The Turkish Prime Ministry Ottoman Archive:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi), the sources possessed from Ankara National Library
(Ankara Milli Kütüphane) were benefited as the primary sources. Besides the published
research studies related the topic were used in this study.
VI
İÇİNDEKİLER
ÖZET………………………………………………………………………………....II
SUMMARY………………………………………………………………………... IV
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………VI
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………….X
KISALTMALAR…………………………………………………………………...XII
GİRİŞ………………………………………………………………………………….1
A-KONUNUN SEÇİMİ…………………………………………………...............1
B-KONUNUN ÖNEMİ…………………………………………………………...1
C-KONUNUN SINIRLARI………………………………………………………2
D-KAYNAKLARIN TANITIMI…………………………………………………2
E-TERMİNOLOJİ…………………………………………………………...........2
I. BÖLÜM: OSMANLI MEDRESELERİNİN GENEL YAPISI…………………….3
A- OSMANLI MEDRESELERİNİN TARİHİ TEMELİ………………................3
B- OSMANLI MEDRESELERİNİN ÇEŞİTLERİ………………………………..6
C- OSMANLI MEDRESE EĞİTİMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ……………..9
II. BÖLÜM: OSMANLI MEDRESELERİNDE XVI. YÜZYILDA YAŞANAN
DEĞİŞİM VE XVI. YÜZYILDA MEDRESELİ OLAYLARI……………..............11
A- MEDRESELERDE YAŞANAN DEĞİŞİM YA DA DURAĞANLAŞMA
SÜRECİNİN SEBEPLERİ…………………………………………………………..11
1- SİYASİ SEBEPLER…………………………………………………..11
2- BİLİMSEL SEBEPLER………………………………………………15
a- ÂKLİ- NAKLİ BİLİMLER AÇISINDAN…………………....15
b- FAYDACILIK ANLAYIŞI AÇISINDAN…………................18
c- DERS KİTAPLARI VE EĞİTİM METOTLARI
AÇISINDAN………………………………………………………………………...20
d- BİLİMSEL SEYAHATLER AÇISINDAN…………………...22
3- EKONOMİK SEBEPLER…………………………………………….23
4- SOSYAL SEBEPLER………………………………………………...28
B- XVI. YÜZYILDA MEDRESELİ OLAYLARI……………………………...30
1-SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI YERLER…………………...31
VII
2- SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ……………………….....................35
a- BİREYSEL SUÇLAR………………………………………....37
b- KİTLESEL SUÇLAR……………………………....................38
3- SUHTELER VE DİĞER TOPLUMSAL GURUPLAR………………40
a- MÜDERRİSLER- İMAMLAR………………………..............41
b- EHL-İ ÖRF VE EHL-İ ŞER‘………………………………….42
c- HALK…………………………………………………………44
d- LEVENDLER………………………………………………...45
e- GURBET- ÇİNGENE- HIRSIZ TAİFESİ……………………46
f- GAYR-İ MÜSLİMLER……………………………………….47
g- SUHTE OLMAYIP SUHTE KILIĞINDA SUÇ
İŞLEYENLER………………………………………………………………………48
C- XVI. YÜZYILDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARINA KARŞI
ALINAN TEDBİRLER……………………………………………………………...49
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ…………………………………………....50
2-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA
ÇEŞİTLERİ………………………………………………………………………….51
a- YEREL UNSURLARDAN YARARLANMA…….................52
b-SİLAHSIZLANDIRMA………………………………………54
c- KEFİLLENDİRME…………………………………………...54
d- HAPİS…………………………………………...................... 55
e- SİYASET (KATL)……………………………………………56
f- KÜREK CEZASI…………………………….....……………..57
g- DİĞER TEDBİR VE CEZALAR…………………..................57
3- XVI. YÜZYIL MEDRESELİ OLAYLARININ SONUÇLARI….......59
III. BÖLÜM: XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ
OLAYLARI…………………………………………………………………………61
A-SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI YERLER…………………………..62
B-SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ………………………….....………………64
1- BİREYSEL SUÇLAR………………………………..……………….66
2- KİTLESEL SUÇLAR…………………………………………………68
VIII
C- SUHTELER VE DİĞER TOPLUMSAL GURUPLAR…………...................70
a- MÜDERRİSLER…………………………………...................70
b- EHL-İ ÖRF……………………………………………………72
c- HALK ……………………………………...…………………73
d- LEVENDLER……………………………................................74
e- GAYR-İ MÜSLİMLER……………………………………….74
f- DİĞER GURUPLAR………………………………………….75
D- XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ
OLAYLARINA KARŞI ALINAN TEDBİRLER ………...………………………..76
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ………………………………....................76
2-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA ÇEŞİTLERİ ………...78
a- HAPİS ………………………………………………………..80
b- ÖLÜM………………………………………………………...81
c- SÜRGÜN VE KALEBEND…………………………………..81
d- KEFİLLENDİRME…………………………………………...82
e- DİĞER TEDBİR VE CEZALAR……………………………..82
3- XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ
OLAYLARININ SONUÇLARI…………………………………………………84
IV. BÖLÜM: XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELERİ
OLAYLARI……………………………………………………………………………...86
A- XIX. VE XX. YÜZYILLARDAKİ MEDRESELİ OLAYLARININ
YAŞANDIĞI YERLER....................................................................…….……………....86
B-SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ……………………………….....................87
1- BİREYSEL SUÇLAR………………………………………………...89
2- KİTLESEL SUÇLAR ………………………………………………..94
a-KİTLESEL ADİ SUÇLAR……………………….....................94
b-KİTLESEL SİYASİ SUÇLAR……………………………….101
3-MÜDERRİSLERİN SUÇLARI ……………………………………...108
C- XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARINA
KARŞI ALINAN TEDBİRLER………….……………………………………….113
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ ………………………………………….113
IX
2-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA ÇEŞİTLERİ………...117
a- NEFY (SÜRGÜN)- HAPİS ………………………………...118
b- SİYASET (KATL)…………………………………………..119
c- KEFİLLENDİRME………………………………………….120
d- SİLAHSIZLANDIRMA…………………………………….120
e- DİĞER TEDBİR VE CEZALAR……………………………121
3- XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ
OLAYLARININ SONUÇLARI……………………………………………… 126
SONUÇ ………………………………………………………………………………...132
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………..135
EKLER …………………………………………………………………………………150
EK- 1: ÖRNEK BELGE FOTOKOPİLERİ.…………………………………..150
EK- 2: ÖRNEK BELGE ÇEVİRİLERİ …..……………………………………159
X
ÖNSÖZ
Bu çalışmada Osmanlı topraklarında meydana gelen ve şöyle ya da böyle
medreseli mensuplarının karıştığı olaylar incelenecektir. Medreseli mensupları
ifadesinden daha çok suhte olarak ifade edilen öğrenciler kastedilmektedir. Çalışmada
incelenen olaylarda temel aktörler olarak suhteler yer alıyor olsa da kimi zaman dolaylı
kimi zaman doğrudan olmak üzere çeşitli suçlara karışan ve ehl-i ilm dâhilinde olan
müderris, şeyhülislam, kadı, imam, nâib gibi zümreler de konu edilecektir. Ayrıca ehl-i
örfe içinde olan sekbanbaşı, mütesellim, mültezim, sipahi, levend, asesbaşı ve yine diğer
halk zümreleri (gurbet, çingene, eşkıya, esnaf, tüccar ve köylüler) de olaylar içerisinde
ilişkileri nispetinde incelenecektir. Ancak bu çalışmanın asıl ağırlık konusu suhte adı
verilen öğrencilerin karıştıkları kanunsuz olaylardır. Diğer zümrelerin çalışma içerisinde
zamanla geçecek olması daha çok bu suhte guruplarının olumsuz hareketlerini anlamakta,
bunların sebep ve sonuçlarını daha iyi kavramakta faydalı olacaktır.
Çalışmada belirli bir zaman sınırlaması bulunmamaktadır. Suhte olaylarının
yaşanmaya başladığı XVI. yüzyılın ikinci yarısından, devletin yıkılışına kadar geçen süre
incelenmeye çalışılmıştır. Yine mekân sınırlamasına da gidilmemiştir. Böylece zaman ve
mekân değişmelerine bağlı olarak medreselilerin karıştıkları olayların değişim seyri
ortaya konulmak istenmiştir. Coğrafyaların ve buna bağlı olarak kültürlerin bu olaylarda
sebep ve sonuçlara ne gibi etkisi olduğu anlaşılmaya çalışılırken, zamanla olaylara
karışan zümrelerin ve devletin tavrında meydana gelen değişimler de ortaya konulmak
istenmiştir. Bu çalışmanın amacı Osmanlı tarihi boyunca meydana gelmiş tüm medreseli
hadiselerini ortaya çıkarmak olmayıp, araştırma içinde ulaşılan ana kaynaklardaki
bilgilere dayanarak Osmanlı eğitim sistemindeki sorunların medreseli bireyler üzerindeki
etkisini ve medreselilerin bu sorunlara karşı tutumlarını, gerek devlet gerekse bilim
dünyası açısından anlamaya çalışmak olacaktır.
Birinci bölümde Osmanlı Medreseleri hakkında genel bilgi verilecek, ikinci
bölümde ise Osmanlı medreselerinde XVI. yüzyılda yaşanan sorunlar incelenecektir.
Üçüncü bölümde, bu çalışmada klasik dönem sonrası olarak ifade edilen XVII. ve XVIII.
XI
yüzyıllarda medreselilerin sorunları incelenirken, dördüncü bölümde aynı sorunların son
dönemlerde, yani XIX. ve XX. yüzyıllardaki oluşum seyri sebep ve sonuçları ile ortaya
konulmaya çalışılacaktır. Ayrıca olayların yüzyıllar içindeki değişimi, başlangıçta
eşkıyalık niteliğinde beliren olayların nasıl ve neden son asırlara doğru siyasi nitelik
kazandığı ortaya konacaktır.
Bu çalışmada başta Mühimme Defterleri olmak üzere Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki
çeşitli arşiv belgeleri yanı sıra süreli yayınlardan oluşan arşiv belgeleri ve yayınlanmış
kronikler birinci elden kaynaklar olarak kullanılmış, ayrıca konu ile alakalı araştırma-
inceleme eserlerinden de yararlanılmıştır.
Çalışma boyunca yardımlarını hiç çekinmeden cömertçe sunan değerli danışman
hocam Prof. Dr. Saim Savaş’a ve İstanbul’daki arşiv çalışmalarım esnasındaki özverili
yardımlarından dolayı Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin tüm çalışanlarına teşekkürü bir
borç bilirim.
Zafer KARADEMİR
XII
KISALTMALAR
A- DVN- MHM: Divân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi
A- DVN: Divân-ı Hümâyûn Kalemi
A- MKT- MHM: Mektûbî Mühimme Kalemi
A- MKT- MVL: Mektûbî Kalemi- Meclis-i Vâlâ,
A- MKT- NZD: Mektûbî Kalemi Nezaret Ve Devâhir
A- MKT- NZD: Sadaret Mektûbî Kalemi
A-DH- EU- THR: Tahrirat Kalemi
Bkz: Bakınız
BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
C- ADL: Cevdet Tasnifi Adliye
C- HAR: Cevdet Tasnifi Hariciye
C- MF: Cevdet Tasnifi Maarif
C-ZB: Cevdet Tasnifi Zabtiye
C: Cilt
DAH: Dahiliye
H. Hicri Yıl
HR- MKT: Hariciye Siyasi Mektubi
HR- SYS: Hariciye Siyasi
HR- TO: Hariciye Siyasi ve Tercüme Odası
(İ- MVL): İdare Meclis-i Vâlâ
M. Miladi Yıl
MD: Mühime Defteri
ö: ölümü
TTK: Türk Tarih Kurumu
Vb.. : Ve benzeri
Vr: Varak
Y- PRK- ASK: Yıldız Perakende Askerî
Y- PRK- AZJ: Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Arzuhal Jurnal
XIII
Y- PRK- BŞK: Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı
Y- PRK- MKT: Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Mektubi
Y- PRK- MŞ: Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Meşihat Dairesi Maruzatı
Y- PRK- TKM: Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye Ve Mâbeyn
Mütercimliği
YA- HUS: Yıldız Sadaret Husûsî Maruzâtı
1
GİRİŞ
A-KONUNUN SEÇİMİ
Medeniyetlerin temeli eğitime dayanır. Bu anlamda Osmanlı tarihinin tam olarak
anlaşılması onun eğitim kurumlarının ve bu kurumların dayandığı temel sistemlerin
anlaşılması ile doğrudan ilişkilidir. Bu alanda şimdiye kadar sistemin işleyişi ve temel
kurumlar pek çok açıdan araştırılmıştır. Ancak eğitim sisteminde yaşanan ve kimi zaman
anarşi noktasına varan olumsuz olaylar ve bu olayların topluma yansıması üzerinde
oldukça dar kapsamlı çalışılmış, yeterince geniş kapsamlı inceleme yapılmamıştır. Bu
nedenle bu çalışmada Osmanlı tarihi boyunca medreselilerin karıştığı kanunsuz olaylar ve
bunlara karşı alınan tedbirler ile bu olayların Osmanlı bilim camiasındaki yankılanması
tez konusu olarak seçilmiş, böylece Osmanlı eğitim tarihine başka bir açıdan bakılmaya
çalışılmıştır.
B-KONUNUN ÖNEMİ
Osmanlı medreselilerinin yaşadığı ve yaşattığı olumsuz olayların incelenmesi ile
aslında toplumla her alanda sıkı bağları olan öğrencilerin durumu anlaşılmaya
çalışılacaktır. Bu araştırmada öğrencilerin yaşadıkları dönemlerde karşılaştıkları kimi
sorunlara karşı, neden oldukça sert bir şekilde çözüm aramaya çalıştıkları ve değişen
asırlarda bu tepkinin ne yönde başkalaştığı, devletin ve diğer toplumsal kesimlerin onlara
karşı tavırlarının ne olduğu ortaya konmaya çalışılacaktır. Böylece önemli bir toplumsal
zümre olan medreseliler merkezinden Osmanlı toplumsal hayatı ve bu hayatın yüzyıllar
içindeki değişimi irdelenmeye çalışılacaktır. Yine Osmanlı biliminin belli bir süreden
sonra gerçekten bir duraklama ve gerileme yaşayıp yaşamadığı sorusuna medreselilerin
durumlarındaki değişimin ortaya konulması ile de yanıt aranmaya çalışılacaktır.
2
C-KONUNUN SINIRLARI
Bu Yüksek Lisans tez çalışmasında Osmanlı klasik döneminden yıkılışa kadar
olan süreçte medreselilerin olumsuz tutum ve davranışları incelenecektir. Herhangi bir
mekânsal sınırlamaya gidilmemekle birlikte daha çok Anadolu yarımadasındaki
medreseli olayları araştırılacaktır. Burada medreseliler olarak temelde suhte adı verilen
öğrenciler ifade edilmekle birlikte, müderrisler ve diğer bilim çevrelerinin de olaylardaki
rolleri ve çözüm yönündeki çabaları da bu ifadenin kapsamı içerisinde
değerlendirilmiştir. Ayrıca suhtelerle birlikte hareket eden ve suhte olaylarında rol alan
daha başka toplumsal kesimler de yer yer konu edilecektir.
D-KAYNAKLARIN TANITIMI
Bu araştırmada temel olarak yayınlanmış Mühimme Defterlerinden, Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki çeşitli tasniflerden (Yıldız Esas Arşivi,
Vakayinameler, Cevdet Tasnifi, Dahiliye ve Hariciye Nezareti Arşivleri, Divan-ı
Hümâyûn Kalemi ve Sadaret Mektûbî Kalemi) ve Ankara Milli Kütüphane’deki Süreli
Yayınlar Arşiv’inden de yararlanılmıştır. Kullanılan Mühimme Defterleri ve hangi
dönemlere ait oldukları Kaynakça kısmında belirtilmiştir. Ayrıca incelenen döneme ve
konuya ait olan basılmış vakâyinamelerden, ikinci elden kaynaklardan ve araştırma-
inceleme eserlerinden de yararlanılmıştır.
E-TERMİNOLOJİ
Bu çalışmada sıkça geçecek olan terimler ve açıklamalarını bilmek konuyu
anlamak bakımından gereklidir. Bu anlamda çalışmada geçen ana terimler ve kavramlar
ile açıklamaları şu şekildedir:
Medrese: Arapça’da ders verilen yer ile beraber içinde öğrencinin de oturup ders
okuduğu bina anlamına gelir. Çoğulu medâristir. (Pakalın 1983: II/ 436) Müderris ise
3
medrese ve camide talebeye ders okutan hoca yerinde kullanılır. Çoğulu müderrrisîndir.
(Pakalın 1983: II/ 598).
Suhte (Sohta- Softa): Kelime anlamı olarak Farsça “yanmış”, ”tutuşmuş”
demektir. Terim olarak ise Osmanlı medreselerine devam eden öğrencilere verilen ismi
ifade eder. Öğrencilere medrese tabiri olarak, “bilim isteyen” manasında “tâlip” denildiği
gibi ilim aşkıyla yanmalarından dolayı îma ile halk arasında “yanmış” manasında “suhte”
de denilmiştir.1 Zamanla bu tabir değişerek “softa” olarak kullanılmıştır. (Pakalın 1983:
263/ III). Çoğul olarak “suhteyân”, “suhtevât”, “softa takımı” ve “talebe-i ulûm” gibi
tabirler kullanılmıştır. Talebe-i ulûm terimi medrese öğrencilerini ifade ederken son
dönemlerde daha çok diğer mekteplerin öğrencilerini de kapsayacak şekilde kullanılır
olmuştur. Yine medrese eğitiminde ileri kademeye ulaşmış olanlara “danişmend”
denilmiştir. (Pakalın 1983: 393 cilt I) Uzunçarşılı’ya göre (1984: 9) softa, Tetimme
Medreseleri öğrencileri için, danişmend ise daha ileri olan Sahn medresesi öğrencileri
için kullanılmıştır. Yine dersleri tekrar ettiren ve bu günkü manada araştırma görevlisi
konumunda olan medreseliler için de “muid” ismi kullanılmıştır. (Uzunçarşılı 1984: 7).
I.BÖLÜM: OSMANLI MEDRESELERİNİN GENEL YAPISI
A- OSMANLI MEDRESELERİNİN TARİHİ TEMELİ
İslamiyetin doğuşu ile birlikte mescitler birer eğitim öğretim merkezi haline
gelmiştir. Nitekim Hz. Muhammed aynı zamanda bir eğitim kurumu olarak kullandığı
mescitte oturarak halkın sorularını cevaplandırır, onları çeşitli konularda aydınlatırdı.
(Pedersen 1997: 47). Daha sonra bu gelenek devam ettirildi.2 Bir süre sonra camilerden
ayrı bir kurum olarak medreseler ortaya çıkmaya başladı. Bu anlamda Fatımîler Darü’l-
1 Ergin (1997: 98), suhte kelimesinin Farsça yanmak manasındaki ‘suhte’den gelmediğini, Yunanca ‘sofist’ tabirinin kısaltılması ile oluşturulduğunu, bunun da ‘safsatacı’, ‘mugâlatacı’ anlamına geldiğini ifade etmektedir. 2 Mesela VIII. Asırda, yani medreselerin gelişme devresinde İslam topraklarında seyahat etmiş olan İbn-i Batuta Bağdat’ın Mansur camiinde Hadis derslerinin okutulduğunu kaydetmektedir. (Pedersen 1997: 57). Bunun tersi de oluyor, yeni yapılan medreselere minber konularak camii şeklinde kullanılıp halka vaaz da verilebiliyordu.
4
ilim adıyla Şiî propaganda merkezleri kurarken, doğuda aynı türden Sünnî bir müessese
olmak üzere, fıkıh denilen İslam hukuku bilimini okutmak için kurulan medreseler
meydana geldi. (Pedersen 1997: 50). İslam dünyasında kurumsal olarak ilk medreseyi
1033 yılında Türk ümerâsından Nişabur hakimi Emir Nasır B. Sebüktekin kurdu.
(Pakalın 1983: 436) Yine Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizâmülmülk’ün (ö.1092)
kurmuş olduğu Nizâmiye Medreseleri İslam dünyasında medreselerin daha da
kökleşmesine yardımcı olmuştur.3 Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde
Anadolu’da kurulmaya devam eden medreseler eğitim öğretim faaliyetleri, bunların
finansmanı ve işleyişi bakımından Osmanlı medreselerinin öncüsü olmuşlardır.4 Osmanlı
Devleti’nde ise ilk medrese Orhan Gazi (1324- 1362) tarafından 1330 yılında İznik’te
kurulmuştur. (Uzunçarşılı 1984: 1).5
Mescid tipi ilk medreselerin kurulmaya başlamasından itibaren ilk Osmanlı
medresesinin kurulduğu 1330 yılına kadar yedi asırdan uzun bir süre geçmiştir. Bu durum
Osmanlı medreseleri kuruluncaya kadar geçen sürede köklü bir medrese geleneğinin
oluşmuş olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bu geleneğin oluşmasında İslam dinini kabul
eden farklı millet ve kültürlerin etkisi olmuştur. Dolayısıyla Osmanlı medreseleri ilk kez
ortaya çıkarılan kurumlar olmamışlar, kendilerinden önceki sistem ve ekollerden
etkilenmişlerdir. Hiçbir medeniyet kendi değişimi esnasında mutlak verici/aktif ya da
alıcı/pasif olamayacağı gerçeği göz önüne alındığında Osmanlı bilim dünyasının da salt
kendi sistemini uygulayan başka hiçbir bilimsel çevreden etkilenmeyen ya da onları
etkilemeyen bir dünya olduğu düşünülemez. Bu anlamda Osmanlı bilim dünyası ve
3 Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan’ın emriyle ilk olarak 1067 yılında Bağdat’ta kurulan Nizâmiye Medreseleri Sünni aleyhtarı Şii hareketlere ve propagandalara karşı İslam dünyasını ve devletin bünyesini kuvvetlendirmekte idi. (Turan 1996: 332). Bizzat Nizamülmülk tarafından “aslında bu medreselerin hiç bir mezhebi korumak amacıyla açılmayıp sadece bilimi kuvvetlendirmek niyetiyle oluşturulduğu” söylense de (Turan 1996: 326) bu medreselerin temel işlevlerinden birisi Sünnîliği korumak olmuştur. Bu anlamda fikrî altyapı bakımından Osmanlı medreselerinin prototipi sayılabilir. Yine müderris ve öğrenciler için yurt yaptırmaları, onlar için ücretler tayin etmeleri, bu tür giderleri vakıflar aracılığı ile karşılamaları ve pozitif ilimlere programlarında yer vermeleri bakımından (Turan 1996: 447) Nizâmiye Medreseleri Osmanlı medreselerinin ilk örnekleri olarak düşünülebilir. 4 Aslında kendilerinden önce var olan Büyük Selçuklu ve Emevi- Abbasi geleneğinin devamı olan bu medreseler böylece aldıkları mirası Osmanlı medreselerine devrederek ana sistemin devamını sağlamışlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Fahri Unan, “Anadolu Selçukluları Ve Beylikler Döneminde Eğitim”, Anadolu Selçukluları Ve Beylikler Dönemi Uygarlığı, I, Ankara 2006, 389-399. 5 İznik’in fetih tarihi (1330- 1331) net olmadığından kaynakların bir kısmında ilk medresenin tarihi 1330, bir kısmında ise 1331 olarak zikredilmektedir. Örneğin Uzunçarşılı (1984: 1) 1330 olarak alırken, İzgi (1997: 35) 1331 olarak kabul etmektedir.
5
eğitim sistemi diğer tüm alanlarda olduğu gibi gerek İslam geleneğinden gerekse
Selçuklu ve Orta Asya Türk geleneğinden etkilenerek şekillenmeye başlamıştır.
Osmanlı bilim dünyasının sözü edilen coğrafi bölgelerden etkilenmesi
kuruluşundan sonraki yüzyıllarda değil, daha ilk medresenin kurulmasıyla görülmeye
başlamıştır. İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesi’nin ilk müderrisi olan Davud-ı
Kayserî (ö.1350) yüksek tahsilini Mısır’da yapmıştı ve kendisi Muhyiddin Arabî (ö.1239)
ekolünün bağlılarındandı. (Uzunçarşılı 1984:1) Yine ilk Osmanlı medreselerinde görev
alan müderrisler kökenleri itibariyle ya Anadolu’da doğup yetişenler ya da Anadolu’da
doğup tahsillerini Mısır, İran ve Türkistan gibi eski İslam merkezlerinde yapıp
dönenlerden olmuşlardır. (İhsanoğlu 2004: 345 ve İhsanoğlu- Kaçar 2002: 156). Ayrıca
ilk Osmanlı hekimi Hacı Paşa’dan itibaren Osmanlı hekimleri Mısır’daki, Mansûrî adıyla
bilinen Kalavun Hastanesi’de ihtisas eğitimi almışlardır. (İzgi 1997: II/ 29). Bu örnekler
Osmanlı biliminin daha başlangıçtan itibaren dış dünyaya açık bir konumda olduğunu ve
çeşitli dış kaynaklardan beslendiğini ortaya koymaktadır.6
Osmanlı biliminin dışarıdan beslenmesi sadece kuruluş yıllarında rastlanılan bir
olay olarak kalmamış, örneğin Fatih devrinde Semerkant bilim geleneği Ali Kuşçu
(ö.1474) ile Osmanlı başkentine taşınırken, Yavuz Selim Çaldıran Zaferi’nden (1514)
sonra birkaç yüz sanatkârı yanına alarak dönmüştür. (Altundağ 1997: 427).
Osmanlı medreselerinin aklî ilimlerde Türkistan bölgesinden naklî ilimlerde ise
daha çok Mısır, İran ve Irak bölgelerinden beslenmesi olgusu sadece bu bölgelerden
yaşanan beyin göçü ile açıklanamaz. Bu etkileşimin seviyesi, adı geçen iki bölgede telif
edilen eserlerin Osmanlı bilim camiasında rağbet görüp görmediği konusunun
irdelenmesi ile daha belirgin hale gelmektedir. Osmanlı medreselerinde okutulan ders
kitapları incelendiğinde çok önemli bir kısmının hem de tüm Osmanlı devirleri boyunca
bu iki bölgeden beslendiğini ortaya koymaktadır.7
6 Aslında bu dışa açık olma durumu, Anadolu Selçuklu medreselerinde de var olan bir halin devamı niteliğindedir. Zira Anadolu Selçuklu medreselerinde Irak, Suriye, İran, Orta Asya gibi diğer alanlarla aktif bir bilgi ve metot paylaşımı söz konusu idi. (İhsanoğlu, 2004: 267). 7 Hangi derslerde hangi eserlerin okutulduğu ve bunların menşe’leri hakkında çok ayrıntılı olarak bkz. İzgi (1997).
6
Osmanlı bilim adamları en azından özellikle XVII. yüzyıla kadar yoğun olmak
üzere Horasan ilim çevrelerinde yetişmiş olan Fahreddin Râzî (ö.1209)’nin fikirlerinden
etkilenmişler, daha sonra ifade edileceği gibi hemen tüm bilim adamları bu ekolün
izinden gitmeyi tercih etmişlerdir. (Unan 2002: 437). Bu ekole ait Necmeddin Ömer
Nesefi (ö. 1142), Kadı Beyzâvî (ö. 1291), Kutbettin Râzî (ö. 1364), Seyyid Şerif Cürcânî
(ö. 1413), Sadedin Taftazânî (ö. 1395) gibi âlimler, eserleri ve fikirleri ile asırlarca
Osmanlı medreselerinde etkilerini devam ettirmişlerdir. (Ocak 2002: 21).
B- OSMANLI MEDRESELERİNİN ÇEŞİTLERİ
Osmanlı Devleti’nde ilk medresenin Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulması ve
ilk müderrisliğe ise Davud-ı Kayserî’nin atanması ile dünya tarihinin önemli eğitim
kurumlarından biri olan Osmanlı medreseleri kurulmuştur. Bu kurum kendi bünyesinde
yaşadığı çeşitli sorunlara rağmen ve Osmanlı tarihinin kaydettiği her türlü gelişmeden
etkilenerek ya da onları etkileyerek varlığını 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i
Tedrisat Kanunu’na kadar devam ettirmiştir.
Osmanlı Devleti kendisinden önce uygulanan medrese sistemini çok fazla
değiştirmeden bünyesine tatbik etmiştir. Ancak devletin yaşadığı gelişme, duraklama ve
gerileme sayılabilecek her türlü siyasal ve ekonomik değişmelere bağlı olarak medreseler
de zamanla değişime uğramıştır.
Kuruluş dönemi olarak kabul edilen II. Mehmet (1451- 1481) öncesi Osmanlı
medreseleri sistem ve işleyiş bakımından daha çok Nizâmiye medreseleri’nin geleneğini
devam ettirmiş, eğitimin temel amacı dinî ilimlerin okutulması olmuştur. Bu hükümdara
gelinceye kadar toplam 88 medrese açılmıştır. Fatih döneminde medreselerin yapısında
hiyerarşik düzenlemeler yapılmış, medreselerin akademik seviyeleri başlarında duran
müderrislere verilen ücretlere ve okutulan derslere göre ayarlanmıştır. (İhsanoğlu 2004:
349)
II. Mehmet devrinden önce genelde dinî ağırlıklı eğitim verilirken bu dönemle
birlikte, medreselere tayin edilecek müderrislerde hem dinî hem de mantık, felsefe,
7
matematik ve astronomi gibi aklî bilim dallarını bilme şartı aranmaya başlanmıştır.
Böylece aklî bilimler medreselerde ağırlık kazanmaya başlamışlardır. Bu dönem
medreselerinde naklî ilimlerde daha çok Şam-Mısır, aklî ilimlerde ise Bağdat-Semerkant
bölgelerinde yetişmiş âlimlerden yararlanılmıştır. (Baltacı 1994: 17)
Zaman içerisinde değişmiş olmakla birlikte ana hatları ile Klasik Osmanlı
Medreselerini ayrıntılarına girmeden şu şekilde sınıflandırabiliriz:
TABLO 1: OSMANLI MEDRESELERİ VE BUGÜNKÜ KARŞILIKLARI8
MEDRESENİN ADI MÜDERRİSİN
GÜNLÜK
AKÇESİ
BUGÜNKÜ KARŞILIĞI AÇIK OLDUĞU DÖNEM
Haşiye-i Tecrid Medreseleri 20- 25 İlköğretim I. Kademe 1471- 1557
Miftah Medreseleri 30- 35 İlköğretim II. Kademe 1471- 1557
Telvih (Kırklı) Medreseleri 40 İlköğretim II. Kademe 1471- 1557
Hariç (Ellili) Medreseleri 50 1471- 1557’den sonra İbtida-i Hariç
ve Hareket-i Hariç
Dâhil Medreseleri 50
Lise
1471- 1557’den sonra İbtida-i Dahil
ve Hareketi Dahil
Tetimme (Musıla-i Sahn)
Medreseleri
50 Ön Lisans 1557- 1924
Sahnı- Seman Medreseleri 50 Üniversite (Lisans)
Edebiyat, Hukuk, İlahiyat
Fakülteleri
1557- 1924
Altmışlı Medreseler 60 Lisans 1557- 1924 İbtida-i ve Hareketi olarak
düzenlenmiştir.
Musıla-i Süleymaniye
60 Lisans 1557- 1924
Süleymaniye Medreseleri 60 Üniversite (Lisans) Tıp,
Matematik, Fen
Fakülteleri)
1557- 1924
Hamise-i Süleymaniye
60 Lisans 1726- 1924
Darü’l- Hadis 50- 60 Doktora (Uzmanlık) 1557- 1924
8 Bu tablonun hazırlanmasında Uzunçarşılı (1984), İzgi (1997) ve Akgündüz (1999), Atay (1982) ve Özcan( 2009’ın eserlerinden ve İlmiye Salnamesi (H.1334)’nden yararlanılmıştır. Ayrıca bu tablodaki genel medreseler zamanla değişikliğe de uğramıştır. Bu tabloda yapılan eşleştirmeler medreselerin bugünkü birebir karşılıkları olmayıp, Türkiye’nin çağdaş eğitim kurumlarındaki en yakın karşılıkları olarak verilmiştir.
8
Bazı medreselerin isimleri verilirken o medresenin müderrisinin günlük aldığı
ücret de kullanılmıştır. Örneğin müderrisinin yevmiyesi 20- 25 akçe olan medreseler
Yirmili (Haşiye-i Tecrid), 30- 35 akçe olanlar Otuzlu (Miftah) şeklinde isimlendirilmiş,
bir hiyerarşik düzen oluşturulmuştur. (Uzunçarşılı 1984: 12) Dâhil adı verilen medreseler
Osmanlı padişahlarıyla şehzâde valideleri, şehzâdeler ve padişah kızları için yapılmıştır.
Sahn-ı seman medreseleri Fatih döneminde İstanbul’da kurulan medreselerin genel
adıdır. Bu medreselerde kontenjanlar her medrese için 15 kişi ile sınırlı tutulmuş ve en
azından prensip olarak kâbiliyetli öğrencilerin seçimine îtinâ gösterilmiştir.9 Kanuni
Sultan Süleyman döneminde açılan Süleymaniye Medreseleri ise devrin en yüksek
eğitimini veren medreseler haline getirilmiştir.
Genel medreselerin dışında açılan ihtisas medreseleri ise belli bilim dalları
üzerinde eğitim yaparlardı. Dâru’l-Kurrâ Medreseleri’nde Kur’an-ı Kerîm ağırlıklı
bilimler öğretilirken, Darü’l-Hadis’lerde Hadis ilmi ağırlıkta idi. Daru’ş-Şifâ’lar ise
günümüz tıp fakültelerine denk okullardı.
Bu tablonun dışında olmak üzere Osmanlı tarihi boyunca medreselerin yapıları
ve eğitim süreleri sıklıkla değişikliğe uğrarken, özellikle XIX. ve XX. yüzyıllarda çeşitli
yeni medreseler açılmaya devam etmiştir. Örneğin 1845 yılında kadı ve nâib yetiştirmek
için açılan Muallimhâne-i Nüvvâb Medresesi, 1909’da Medresetü’l-Kuzât adı ile
faaliyetlerini sürdürmüştür. (İhsanoğlu 2004: 353). 29 Eylül 1914 tarihinde Islah-ı
Medâris Nizamnâmesi’nin yayınlanması ile medreselerin yapısı büyük oranda
değiştirilmiş, İstanbul’daki medreseler Dârü’l- Hilâfeti’l- Âliyye Medreseleri olarak
birleştirilmiştir. Buna göre medreseler Tâlî Kısm-ı Evvel, Tâlî Kısm-ı Sânî ve Âlî olmak
üzere üç devreye ayrılmıştır. İstanbul’da her bir devre 4, taşrada 5 yıl olarak
ayarlanmıştır. (İzgi 1997: I/ 39). Bu medreseden ayrı olarak Medresetü’l-Mütehassisîn
oluşturulmuştur. 1915 yılında tekrar bir düzenleme yapılarak Dârü’l- Hilâfeti’l- Âliyye
Medreseleri 5 kısma ayrılmıştır. (Ergin 1997: 129). Bundan başka İstanbul’da imam ve
hatip yetiştirmek için Medresetü’l-Eimme ve’l-Hutebâ (1913), İslam Sanatları ve Hat
sanatını öğretmek için Medresetü’l-Hattâtîn (1914) açılmıştır. Daha sonra vaiz ve imam-
9 Fahri, Unan, “Fatih Külliyesi”. Bu yazıya http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresli internet kaynağından ulaşılabilir.
9
hatip yetiştirmek için daha önce açılan medreseler birleştirilerek Medresetü’l-İrşâd adıyla
yeniden yapılandırılmıştır. (İzgi 1997: I/ 40). Ve nihayet Cumhuriyet’ten sonra 3 Mart
1924 tarihinde Tevhîd-i Tedrisât Kanunu’nun yayınlanması ile medreseler kapatılmıştır.
C-OSMANLI MEDRESE EĞİTİMİNİN TEMEL ÖZELİKLERİ
Osmanlı medreselerinde yaklaşık 12 yıl boyunca devam eden eğitim süresince
öğrenci, okul ya da sınıf geçmez, bunların yerine kitap okur ve onu geçerdi. (Özyılmaz
2002: 11). İlk dönemlerden itibaren Osmanlı medreselerinde ağırlıklı olarak tefsir, hadis,
fıkıh (İslam hukuku), akâid (inanç meseleleri), kelâm (İslam Felsefesi), mantık ve dini
ilimler, ayrıca bu derslerin anlaşılmasına yardımcı olacak Arapça dilbilgisi eğitimi
verilirdi. (Unan 1999: 155) Ayrıca cüz’iyât adı verilen hesap, hendese (Matematik),
hey’et (Astronomi) ve hikmet (felsefe) dersleri de verilirdi. (Pedersen 1997: 75). Dersler
sabah ve ikindi namazlarından sonra olmak üzere iki kez yapılırdı. Cuma ve Salı günleri
ders yapılmaz, bu günlerde talebeler özel işlerini görür ve özellikle istinsah (kitap
çoğaltma) işlerinde görev alırlardı. Fakir öğrenciler üç aylarda cerre çıkarak tatile girmiş
sayılırlardı.10 Ancak ekonomik durumu iyi olan öğrenciler cerre çıkmayarak tatil
süresince eğitimlerini sürdürür ve böylece daha kısa sürede eğitimlerini
tamamlayabilirlerdi.
Osmanlı medreselerinde eğitim finansmanı vakıflar tarafından karşılanırdı.
Parasız ve yatılı okuyan öğrencilerin çoğu medreselerde kaldıkları gibi yatılı olmayan
veya medresenin vakfına bağlı olarak başka yerlerde barınan öğrenciler de vardı.
Medresenin hiyerarşideki yerine göre öğrencilere günlük bir kaç akçe burs dahi
veriliyordu. (Hızlı 2002: 431)
Medreselerde eğitimde genel itibariyle aktif olan müderrislerdi. Fakat
medreselerde günümüzde uygulanmayan bir eğitim modeli de uygulanmaktaydı. İade
edici yani müderrisin verdiği dersleri tekrar eden mû’id adında müderris asistanları
bulunmaktaydı. Bu kimseler Sahn Medreseleri’ndeki öğrencilerin yetenekli ve çalışkan
10 Cerre çıkmak, Osmanlı eğitim geleneğinde önemli yeri olan bir adettir Özellikle fakir öğrenciler Recep, Şaban ve Ramazan aylarında köylere dağılarak halka dînî öğütler verirler, imamlık ve müezzinlik yaparlar ve bunun karşılığında para ve erzak toplarlardı. Bu âdete “Cerre Çıkmak” denirdi. (Pakalın 1983: I/ 283)
10
olanları arasından seçilen kimselerdi. (Pakalın 1983 II: 573) Bunlar hem öğrencilerin
sükûnetini temin ederler hem de müderrisin okuttuğu dersin müzâkere yoluyla tekrarını
sağlarlardı. (Uzunçarşılı 1983: 8) Bu usul sayesinde müderrisin öğrettiği dersler tekrar
edilerek öğrenilenler pekiştirilirdi. Ayrıca öğrenciler bu yöntem yardımıyla fikirlerini
tartışma fırsatı bularak aktif öğrenme ortamında yer alabiliyorlardı.
Medreselerde eğitimini tamamlayan öğrenciler kadı, müderris, imam, kazasker,
şeyhülislam, müftü gibi meslekleri yapabiliyorlardı. Tüm medreseleri geçerek Sahn-ı
Seman veya Süleymaniye Medresesi’ni bitiren talebeler icâzet (diploma) alırlardı.
Bundan sonra müderrislik veya kadılık için sıra (nevbet) beklerlerdi. Sırası gelenler
mülâzemet alarak göreve atanırlardı.11 Mülâzemet denilen atama emirleri genelde yedi
yılda bir verilirdi. Zamanla medrese hiyerarşisi takip edilerek en üst medreselere kadar
ilerleme olabiliyordu. (Uzunçarşılı 1984: 55). Ancak daha sonra ifade edileceği gibi bu
usulün zamanla bozulduğu görülecektir. (Uzunçarşılı 1983: 45).
Medreselerin eğitim kadrosunun başında müderrisler geliyordu. Bu günkü
Profesör görevinde oldukları kabul edilen müderrisler, medrese teşkilatının bel kemiği
idi. Genelde medreselerde bir müderris bulunurken büyük medreselerde birden fazla
müderris bulunabilirdi. İyi yetişmiş bir müderris olmak isteyenler ayrıca meşhur
âlimlerden ders alırlardı. Tüm müderrisler XVI. asra kadar kazaskerler tarafından
atanırken bu tarihten sonra, Hâriç medreselerinin üstündeki medreselere dair atamalarda
şeyhülislamlar söz sahibi oldular. (Uzunçarşılı 1984: 77).
Teorik olarak Osmanlı medreselerini ana hatlarıyla bu şekilde tanıdıktan sonra bu
kurumların eğitim sisteminin dayandığı temel dinamikleri ve bu dinamiklerde özellikle
XVI. yüzyıl ve hemen sonrasında yaşanan değişimlere bakılabilir. Zira bu amaçla
yapılacak bir bakış Osmanlı medreseleri üzerinde tartışılan, kimilerine göre “değişim”,
kimilerine göre “gerileme” olarak adlandırılan sorunun da daha yakından anlaşılmasına
yardımcı olacaktır.
11 Burada icâzatname medreseden mezun olma belgesini, rüus ise icazet alarak nevbet bekledikten sonra girilen sınavda başarılı olup müderris olabilme yeterliliğine kavuşanlara verilen belgeyi ifade eder. Artık rüus alanlar İbtida-i Haric medreselerine atanabilirlerdi. (Pakalın 1983/III: 71).
11
II. BÖLÜM: OSMANLI MEDRESELERİNDE XVI. YÜZYILDA YAŞANAN
DEĞİŞİM VE XVI. YÜZYILDA MEDRESELİ OLAYLARI
Bu bölümde Osmanlı medreselerinde XVI. Yüzyıl’da meydana gelen değişim
irdelenecektir. Kimi araştırmacılara göre hem medreselerin akademik anlamda zirve
yaptığı hem de bir durağanlaşma ve gerilemenin başladığı dönem olarak değerlendirilen
bu süre, kimilerine göre ise kesin yargılara varmak için erken sayılan ve tam olarak
anlaşılmayı bekleyen oldukça bâkir bir dönemdir. Burada, yaşanan değişimlere bu iki
farklı görüş açısından bakılacak, ayrıca değişimin suhte olayları üzerindeki etkisi de
incelenecektir.
A- MEDRESELERDE YAŞANAN DEĞİŞİM YA DA DURAĞANLAŞMA
SÜRECİNİN SEBEPLERİ
1-SİYASİ SEBEPLER
Osmanlı bilim adamaları daha kuruluş yıllarından itibaren siyasi çevreler ile sıkı
ilişki içerisinde idiler.12 Devletin genişlemesi ve gelişmesi esnasında bilim bir araç olarak
kullanılmış, bilim dünyası da yaşanan ekonomik ve kültürel gelişmelerden olumlu olarak
etkilenmiştir. Ancak başlangıçta temelleri sağlam bir şekilde atılan padişah-ulemâ
yakınlaşması beklenmedik sorunları da beraberinde getirmiştir.
İstanbul’un fethinden sonra devletin benimsediği sıkı merkeziyetçi yönetim
anlayışının ve patrimonyal bürokratik geleneklerin ilim dünyası üzerinde derin tesirleri
olmuştur.13 Gerçekten de ulemâ-saray ilişkileri zamanla değişik bir boyuta kayarak,
başlangıçta, yeni kurulan devletin fikrî olarak homojen bir yapıda tutulması için pratik
faydalarına ihtiyaç duyulan bilim adamları, devlet mekanizması içerisinde giderek etkin
bir konuma gelmeye başlamışlardır. Öyle ki bu durum II. Murat devrinde (1421- 1451)
alenî olarak ortaya çıkmış, padişahların “himâye” politikası altında giderek nüfuz 12 Erşahin (2005: 1) ulema ile siyasiler arasında İslam dünyasında sanal bir gizli anlaşma olduğunu ve ulemanın yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkide arabulucu olduklarını, politik düzeni koruyucu rol üstlendiklerini iddia etmektedir. 13 Fahri Unan, “Klasik Dönem Osmanlı Medreselerinde Eğitim Üzerine Yapılmış Çalışmalara Dair Bir Bibliyografya Denemesi”, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresinden ulaşılabilen bu yazı ayrıca daha önce şurada yayınlamıştır: Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, Sayı 18 (İstanbul, 2005/1), s.79- 114.
12
kazanan ulemâ sınıfı bu dönemde resmen imtiyazlı bir sınıf haline gelmiştir. “Mevâlizâde
Kanunu” ile bir ulemâ ailesi olan Molla Fenârî ailesine ve çocuklarına geniş haklar ve
imtiyazlar tanınmıştır.14 Bu ailenin mensupları bilimsel hiyerarşide ilerlerken hiçbir
zorlama ile karşılaşmayıp, kayırılmışlardır. (İpşirli 1999: 74). Böylece medreseler içinde
müderris atamalarında oldukça önemli olan ehil kimselerin hak ettikleri görevlere
atanmaları usulü aşınmaya başlamıştır. Bu anlamda II. Bayezid zamanında (1481- 1512)
kayırma, koruma manasında kullanılan “iltimas” adı verilen bir usul etkili olmaya
başlamıştır. Bilimsel hiyerarşide bizzat padişahların koruması altında usulsüz tayin ve
terfiler sıkça yapılır olmuştur. (Uzunçarşılı 1984: 68).
Osmanlı devlet sisteminin kuruluşunda en önemli özelliklerden biri olan liyâkat
anlayışı merkezde böyle aşınmaya başlayınca bunun etkisi giderek daha aşağılara
yayılmıştır. Günümüzün profesörleri olarak kabul edilen müderrislerin bu görevi elde
edebilmede aşmaları gereken şartlar ve bu amaçla takip edilen zorlu yol dikkate
alındığında, müderris payesine erişmenin hiç de kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Normal
düzene göre bir medrese talebesi Haşiye-i Tecrid medresesinden başlayarak Hariç-Dâhil-
Sahn-Süleymaniye medrese silsilesini takip ederek icâzet (diploma) alır, müderrislik veya
kadılık almak için sıra beklerdi. (Uzunçarşılı 1984: 45) Ancak bu usul 1598 yılından
itibaren bozulmaya başlamış, mülâzemetler para ile satılır hale gelmiştir. Hatta kimi
zaman şeyhülislam oğulları sözü edilen kanunların koruması altında mülâzemet bile
beklemeden müderris olarak atanmışlardır. (Uzunçarşılı 1984: 48) Burada belirtilen tarih
oldukça dikkat çekicidir. Bu tarih Osmanlı toplumsal düzeninin çatırdamaya başladığı ve
adına Celâlî İsyanları denilen olayların meydana geldiği bir döneme rastlamaktadır.15
14 Bu şekilde bazı ulema aileleri uzun süre adeta bilimsel hiyerarşiyi tekellerine aldılar. Örneğin 1703- 1839 arası Dürrizadeler, Ebu- ishakzadeler ve Feyzullahzadeler şeyhülislamlık ve kadılık makamlarını elde etmede oldukça etkili oldular. (Zilfi, 1983: 320). Bunda ulema aileleri müsadereden kaçınmak için kendi çocuklarının da ilmiye de ilerlemelerini sağlamaya çalışmalarının rolü büyük olmuştur. (Zilfi 1983: 334). Ayrıca bu tekelcilik anlayışına sahip ulema, İstanbul doğumlu olmayan ve kendilerinin onaylamadığı kişilerin bilimsel hiyerarşide ilerlemelerine engeller koymaktan da geri durmadılar. (Zilfi 1983: 362). Aslında bu içe kapanma durumu sadece ilmiyede değil sarayın diğer üst kademelerindeki resmi görevlerde de yaşanmakta idi. Bab-ı Âli’de çeşitli resmi görevlerde yükselmede de iltimas, intisap ve akrabalık ilişkileri önemli avantajlar sağlıyor idi. (Shinder 1973: 228). 15 İlerde sıkça sözü edilecek olan Celâli İsyanları; kökeni XVI. yüzyılın başlarına kadar uzanan ve XVII. yüzyılın ilk yarısında Büyük Kaçgunluk (1603- 1607) adını alan bir dizi sosyal içerikli isyan ve eşkıyalık olaylarını ifade etmektedir. Olaylar aynı yüzyılın ikinci yarısından itibaren durulmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: (Akdağ 1995)
13
Yine aynı dönemlerde medrese mensuplarında görülen bu bozulmanın imam ve kadılar
gibi diğer ilim erbabı arasında da görüldüğü bilinmektedir.16
Osmanlı eğitim sisteminde kişilerin sistem üzerindeki etkisi tartışılmaz. Normal
şartlar altında her medreseye bir müderrisin atandığı Osmanlı eğitim kurumlarında
müderrisler, medreselerin adeta her şeyidirler. Her hangi bir medreseden mezun olan
kimseye “hangi okuldan mezun oldun?” sorusu değil, “kimden okudun?” sorusu sorulur
ve referans olarak müderrislerin isimleri kabul görürdü. (Uzunçarşılı 1984: 12). Böyle bir
durumda bilim adamlarının çocuklarının eğitim çevresinde yetişmeleri sebebiyle sıradan
insanlara oranla bir adım önde olmaları bir gerçektir. Ancak aslında avantaj gibi görünen
bu durumun zamanla dezavantaja dönüştüğü, bilim dünyası içinde ulema ailelilerinin
belli görevleri uzun yıllar boyunca ellerinde tuttukları, ulema çocuklarının da âlim
sayıldıkları, adeta kapalı bir hiyerarşik düzenin hâkim olduğu, bunun da sisteme ve
bilimsel çalışmalara istenilen katkıyı sağlayamadığı anlaşılmaktadır.
Bu hak ve imtiyazların genişletilmesi neticede ulemaya yararlı olmak yerine zarar
vermiştir. (İpşirli 1999: 74) Bu şekilde devletin vesayeti ve himayesi altına giren büyük
ulema aileleri yüzünden bilim dünyasının önemli bir kısmı özgür çalışma ortamını
kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Himaye altına giren bilim adamlarının
bilim yapma gayesi daralarak devlet düzenini koruma gayesine kilitlenmiştir.
Bu aşınma içerisinde medreselerden mezun olan ve müderrisliğe adım atması
gereken kimseler bir an önce devlet mekanizması içinde yer alarak terfi yollarını
zorlamaya çalışmışlar, devletin de kendilerine olan ihtiyacının farkında olduklarından bu
koruma sisteminden memnun dahi olmuşlardır. Mezunların önemli bir kısmı medresede
bilimsel çalışmalarına devam edip Osmanlı bilimini ilerletmek yerine devlet memuru
olmayı tercih etmişlerdir.
16 Örneğin 25 Safer 985 (14 Mayıs 1577) tarihli İstanbul kadısına gönderilen bir fermanda “camilerdeki birçok hatip ve imamın nâ-ehil ve cahil oldukları, bunun için teftiş olunup bir imtihana tabi tutularak ehil olanların ibkası ve sairinin azli” istenmektedir. (Ortaylı 1994: 27). Yine aynı dönemde kadıların usulsüzlükleri de az rastlanan olaylardan değildi. Örnekler için Bkz: Ortaylı (1994). Burada kadıların vakıf kurumu sayılan medreselerdeki usulsüzlükleri teftiş eden kimseler olduklarını hatırlamak yerinde olacaktır.
14
Bu konuda yapılmış bir araştırmada elde edilen bulgular bu görüşü destekler
niteliktedir: Örneğin, Sahn Medreseleri’nde görev yapan müderrislerin medreselerde
bilimsel çalışmalara devam etmeleri durumu şu şekilde tespit edilmiştir: 17
TABLO 2: 1470- 1730 ARASINDA SAHN MEDRESELERİNDE GÖREV ALAN
MÜDERRİSLERİN GÖREVLERİNE DEVAM ETME DURUMLARI
Dönem Toplam Görev
Alan Müderris
Müderrisliğe Devam
Eden
1470- XVI. yy ortası arası 105 40 (% 38)
XVI. Yüzyıl ortası ile sonu arası 167 34 (%20)
XVII. Yüzyıl 648 143 (%22)
1700- 1730 arası 243 60 (%24)
Bu tablo zamanla müderrislerin bilim dünyasında ilerlemek yerine devlet
kademesinde görev almak yolunu tercih ettiklerini ya da etmek zorunda olduklarını
ortaya koymaktadır.18
Müderrislerin medreseler ve dolayısıyla Osmanlı bilim dünyası için hayati öneme
sahip olması nedeniyle, sistemin değişimini anlamada ilk referans olarak kabul edilmesi
gerekir. Dolayısıyla müderrisin izleyeceği eğitim metot ve teknikleri, disiplin ve adalet
anlayışı, sosyal ve bilimsel beceri ya da becerisizlikleri aynı oranda o müderrislerin görev
yaptıkları medreselerine de yansıyacaktır.
Himaye sistemi medreselerin ne kadar özerk oldukları konusunu da tartışmaya
açmaktadır. Medreselerin kadrolarının seçimi bakımından özerk olmadığı, ehl-i ilmin ehli
örfe tabi olması geleneğinin olduğu bilinmektedir. (Hatemi 1985: 501). Böylece himaye
17Fahri Unan, “İstanbul’un Fethi, Fatih Külliyesi ve İmparatorluk”. Bu yazıya http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresli internet kaynağından ulaşılabildiği gibi, daha önce şurada yayınlanmıştır: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Osmanlı Devletinin Kuruluşunun 700. Yılı Özel Sayısı, Ekim 1999, 83- 91. 18 Bu konuda Kadızâde Rûmî (ö. 1437- 38) olarak bilinen tanınmış bilim adamlarından Musa Paşa’nın tespiti oldukça ilginçtir. Rûmî, kendisinin de önemli bilim adamlarından olan Taftazânî ve Curcânî gibi zeka ve formasyonu olduğunu söyleyerek şöyle devam eder: “Fakat onlar idari işlerle ilgilenmediler, hep bilimle ilgilendiler, ben de hep bilimle ilgilenseydim onlar gibi olurdum” Böylece Rûmî müderrislerin devlet işlerini idare etmelerinin bir zorunluluk olduğunu ifade etmektedir. (Duran 1999: 227).
15
altında özgür çalışma ve düşünme ortamından giderek yoksun kalan bilim dünyası böyle
bir yasal prosedür sebebiyle de başka bir sınırlama ile karşılaşmıştır.
Medreselerin zamanla duraklamalarında önemli bir sebep de Osmanlı bilim ve
devlet kademelerinde yer alan çevrelerin genel olarak kendilerini Avrupa karşısında üstün
görmesi idi. Aslında başlangıçta siyasi olarak görülebilecek bu anlayış zamanla bilim
dünyasını da etkilemiştir. Bu durum Osmanlı bilim çevrelerinin Avrupa’da meydana
gelen Coğrafi Keşifler ve Rönesans dâhil bilimsel devrimlere olan ilgilerini sınırlandırmış
hatta buna engel dahi olmuştur. Her ne kadar savaş teknikleri, madencilik ve coğrafya
gibi alanlarda Avrupa takip edilmeye çalışıldı ise de Osmanlı bilim dünyası genel
itibariyle bilimsel yarışta Avrupa’nın gerisinde kalmıştır. (İhsanoğlu 1992: 38).
2- BİLİMSEL SEBEPLER
Osmanlı eğitim sisteminin temel yapıları olan medreselerin dinamik Osmanlı
toplumu içinde değişmeden kalması düşünülemezdi. Her alanda yaşanan olaylar ister
istemez eğitim ve bilim dünyasını da etkiliyordu. Osmanlı medreselerinin Klasik Dönem
Osmanlı bünyesindeki olumlu-olumsuz her türlü etkiyi çok yakından hissetmesi olağan
olduğu kadar, bilim dünyasının kendi dinamiklerini kısmen kendisinin dönüştürebilmesi
de o derece olağandır. Dolayısıyla özellikle XVI. yüzyıl sonrası yaşanan olumsuz
yöndeki değişimler sadece bilim dışı dünyanın Osmanlı bilim dünyasına etkisi olarak
kabul edilemez. Osmanlı eğitim sisteminin yaşadığı değişim ya da bozulmada sistemin en
önemli aktörleri olan ve kısaca ulemâ denilen zümrenin bilimsel kalitelerinin de payı olsa
gerektir. Bu bölümde Osmanlı medreselerinde ortaya çıkmaya başlayan durağanlaşmaya
siyasetin gölgesinden uzak bir şekilde bizzat bilim sisteminin içinden bakılacaktır.
a- AKLİ- NAKLİ BİLİMLER AÇISINDAN
Osmanlı bilim çevrelerinde dinî eğitim her zaman sistemin içerisinde ağırlıklı
olarak yer almıştır. Bu ağırlık Sıbyan Mektepleri’nden itibaren kendisini hissettirmiştir.
Osmanlı biliminin dinî bilimlere verdiği bu ağırlığın sebebi ne olmuştur?
16
Burada bu soruya cevap aranırken ulemâ arasında sözü edilen himaye politikası
nedeniyle görülen içe kapanmanın ve özgür düşünceden uzaklaşmanın medreselerin
içerisinden nasıl göründüğüne bakılacaktır. Bu anlamda akli ve nakli ilimler açısından
ders programlarında ağırlık kazanan bilim dalları incelenecek, ardından Osmanlı bilim
çevrelerinin bilimsel çalışmalarının nitelik ve nicelik bakımından araştırılması ile bu
konu daha net bir şekilde anlaşılmaya çalışılacaktır.
Osmanlı medreselerinin eğitim düzeylerini anlamanın yollarından birisi de
medrese ders programlarının incelenmesidir. Bu işlem esnasında da Osmanlı
medreselerinde aklî bilimler (riyâziyat, hey’et, hendese, felsefe gibi pozitif bilimler) ile
naklî bilimlerin (tefsir, fıkıh, hadis, akâid, kelam gibi dinî bilimler) ne derece etkili
oldukları konusu önem kazanmaktadır.
Osmanlı medreselerinin kuruluştan yıkılışa kadar ders programları incelendiğinde
aklî ve naklî ilimlerin her zaman medrese programlarda yer aldığı görülmektedir. İlk
Osmanlı medresesinin müderrisi olan Davud-ı Kayserî nakli ilimler yanında aklî
ilimlerde de derin bir bilgiye sahip olduğu gibi bu konularda çeşitli kitapları da vardı.
Aklî ilimlerde yüksek bilgi seviyesine ulaşmış bir âlimin Orhan Bey tarafından
medreseye müderris olarak atanmış olması, daha başlangıçtan itibaren dini bilimler
yanında pozitif bilimlere de önem verildiğini göstermektedir. (Bilge 1984: 42)
Kuruluş devrinde var olan bu yaklaşımın sonraki yüzyıllarda da devam ettiği
anlaşılmaktadır. Mesela, İshak b. Hasan ez- Zencânî et- Tokâdî’nin (ö. 1689) Sultan IV.
Mehmed devrinde (1648- 1687) kaleme aldığı Nazmu’l-Ulûm adlı eserde bir medrese
öğrencisinin alması gereken 33 ders sayılmaktadır. Bunlar arasında temel naklî ilimler
yanında tıp, mantık, hesap, hendese, usturlab, takvim, zîc ve kimya gibi müspet ilimlerin
de sayıldığı görülmektedir. (İzgi 1997: I, 77) Yine Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö.1780)
tarafından yazılan ve Osmanlı medreselerinin ders müfredatlarını anlatan Tertîb-i Ulûm
adlı eserde de bu temel aklî ilimler ders programlarında yer almakta ve bunların
faydalarının çok olduğu açıkça kabul edilmektedir. (Özyılmaz 2002: 154- 178)
17
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ahmed Cevdet Paşa’nın da ifade ettiği üzere
Osmanlı medreselerinin ders programlarının Osmanlı tarihi boyunca pek fazla değişime
uğramadığı görülmektedir. (İzgi 1997: I, 105). Bu durum genel kanının aksine akla
dayanan bilim dallarının medreselerin programlarından tamamen çıkarılmadığını,
Osmanlı ilim çevrelerinde aklî ilimlere taassup derecesinde karşı çıkılmadığını
göstermektedir.19
Ancak ne var ki Osmanlı eğitim dünyasında aklî ilimler dinî ilimlere oranla daha
az ilgi görmüştür.20 Nitekim bu konudaki bir çalışmaya göre XVII. yüzyılda
müderrislerin telif ettikleri 118 eserden sadece % 20’si aklî ilimlere aitti. 1470- 1603
arası şerh edilen aklî ilim eseri sayısı ise sadece 3’tür. (Unan 2002: 442) Bir başka
çalışmada ise (İhsanoğlu- Kaçar 2002: 171), XV. yüzyıldan Cumhuriyet’e kadar
Astronomi konusunda 582 müellifin 2438 eser hazırladığı tespit edilmiştir. Bunların
yüzyıllara göre dağılımı şöyledir:
XV. yüzyıl, 52 eser = % 2
XVI. yüzyıl, 300 eser = % 12
XVII. yüzyıl, 190 eser = % 8
XVIII. yüzyıl, 344 eser= % 14
XIX. yüzyıl, 267 eser= % 11
XX. yüzyıl, 222 eser= % 9
Bilinmeyen 1063 eser= % 44.
19 Mantık, matematik ya da astronomi gibi fikri ilimleri dine aykırı bulan bağnaz ulemâ her zaman görülmüştür. Fakat genel olarak Osmanlı müderrisleri Gazalî’nin mantık ve matematiğin zararsız olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Bunun sonucu olarak aklî ilimler dersler arasına sokulmuştur. ( İnalcık 2004: 184). 20 Robinson (1997: 173)’a göre Osmanlı’da aklî bilimlere rağbetin azalmasının sebebleri devletin güç kaybetmesi ile birlikte eğitimin bilim camiasında başarılı bir kariyer yapabilmek adına yeterli olmaması, Osmanlı bürokrasisinin bilim çevrelerine müdahale etmeye başlaması ve entelektüel yaşamın salonlara kaymasıdır.
18
Bu rakamlara bakıldığında Osmanlı tarihinde pozitif ilimlerin hiçbir zaman aşırı
derecede rağbet görmediği anlaşılmaktadır. Yine özellikle felsefe eğitimi üzerinde
yoğunlaşan tartışmalar sırasında, Osmanlı müderrislerinin aklî ilimlere yeterince değer
vermediği görülmektedir.21 Bu ise bilimin pratik anlamda en çok değişime açık olan
pozitif bilim alanının ihmal edilmesine yol açarken, toplumsal değişmeler de pek
yaşanmadığından, naklî ilimlerdeki gelişmeyi de dolaylı olarak etkilemiştir. Hatta kimi
zaman bizzat ulemâ değişmenin karşısında olmuştur. Örneğin ünlü astronomi âlimi
Takiyyüddin’in (1520-1585) İstanbul’da kurduğu rasathâneye ve yaptığı astronomi
çalışmalarına ulemâ karşı çıkmış, bunun meleklerin özel alanının ihlal edilmesi anlamına
geleceği söylenerek günah olduğu gerekçesiyle ve Şeyhülislamın fetvası ile bu bilim
kurumunu yıktırmışladır. (Bahadır-Danışman 2005: 286). Yine Nadajlı Sarı
Abdurrahman adındaki bilim adamı âlemin sonsuzluğuna ve bu âlemde tabiat kanunları
üstünde olaylar olamayacağına inandığından 1600’de idam edilmiştir. (Adıvar 1991:
121).
b- FAYDACILIK ANLAYIŞI AÇISINDAN
Osmanlı Devleti’nde bilim pratik amaçlar için kullanılan bir araçtır. Beylikten
devlete geçiş sürecinde olduğu gibi, devletten imparatorluğa geçiş süreci olarak kabul
edilebilecek olan yükselme döneminde de bilime ve bilim adamına bu gözle bakılmıştır.
Faydacılık anlayışı olarak değerlendirilebilecek bu anlayış ile yeni elde edilen
topraklardaki insanların Osmanlı toplum sistemine entegrasyonunda, savaşların fikrî
altyapısının hazırlanmasında, sosyal ve ekonomik iç meselelerin çözülmesinde bilim ve
bilim adamı her zaman bir başvuru kaynağı olmuştur.22 Bunun sonucu olarak fıkıh, tefsir
gibi temel naklî bilimler, sürekli gelişmeyi esas alan aklî ve deneysel bilimlere oranla
daha fazla rağbet görmüştür. Nitekim Taşköprülüzâde diye bilinen Ebü’l-Hayr İsâmüddin
Ahmed bin Mustafa (ö. 1548), Şakayuku’n-Numâniyye adlı eserinde Osmanlı’nın ilk iki
21 Felsefe üzerindeki tartışmalar Osmanlı eğitim tarihi açısından aydınlatılmayı bekleyen bir alandır. Ancak felsefeye karşı Osmanlı bilim camiasının, en azından resmi kanalda, soğuk davrandığı da bir gerçektir. İhsanoğlu’na (2005: 280) göre felsefeye karşı bu soğukluk bu alanın Sünni İslam anlayışına karşı kimi çevrelerce kullanılması nedeniyle olmuş, ancak kişisel çalışmalarla felsefe Osmanlı bilim hayatında varlığını devam ettirmiştir. 22 Örneğin Kanuni devrinde (1520- 1566) riyaziyat ve tıp ilimlerinin rağbet görmesinin altında yatan neden merkez ile taşranın arasının fetihler yolu ile açılmış olması ile bu gibi yerlerde daha çok tabibe ve mühendise ihtiyaç duyulmasıdır. Böylece Süleymaniye Camii çevresinde tıp ve riyaziyat eğitimi için özel medreseler açılmıştır. (İlmiye salnamesi, Darül’hilâfet-i’ Âiye – Matbaâ-i Âmire, İstanbul 1334, 646).
19
yüz elli yıllık döneminde âlimlerin te’lif ettikleri eserleri konularına göre şöyle
sıralamıştır:
“% 25 akli ilimler, % 27 tarih, edebiyat, ahlak, % 22 tefsir, % 14,5 fıkıh, % 8,5
tasavvuf, % 2,8 akâid”. (İhsanoğlu- Kaçar 2002: 162).
Dinî ilimlerin revaçta olmasının sebebi bu ilimlerin pratik yaşamda sağladığı
faydalar olarak kabul edilmekle beraber böyle bir anlayışın yerleşmesinde Osmanlı
âlimleri üzerinde yoğun bir etkisi olan Fahreddin Râzi (ö.1209) ekolünün de payı olduğu
bilinmektedir.23 Zira Râzi ekolünün önemli yanlarından birisi bilimde pratik amaçlar
gütmesidir. Osmanlı âlimlerinin kullanımı kolay, hemen hedefe ulaştıran şer’i-hukukî
ilimler üzerinde yoğunlaşmalarının bir sebebi devletin ihtiyacı ise diğeri Râzi ekolünün
bu tavrı olmalıdır. Bu anlayışın sonucu olarak Osmanlı âlimleri daha çok fıkıh ve tefsir
olmak üzere dinî ilimler üzerinde yoğunlaşmışlardır. Sadece XV. ve XVI. yüzyıllarda
etkin olmadığı bilinen bu “fayda” vurgusu, sonraki iki yüzyılda da etkinliğini devam
ettirmiştir. (Unan 2002: 439) Mesela Osmanlı âlimleri Copernic Sistemini alırken ya da
1641 tarihinde Tezkereci Köse İbrahim ile ilk astronomi çevirisini yaparken teorik olarak
tartışmamışlar sadece faydalı olmaları yönüyle bu çalışmaları yapmışlardır. (Kılıç B.
2005: 254- 255)
Osmanlı merkezi otoritesi arttıkça, politik hiyerarşiyi meşrulaştıran fıkıh
müfredatlara eklenmiştir. Buna karşılık yerel güçlerin etkisi artınca ticareti öven, dünya
düzenini tümevarımcı şekilde aşağıdan yukarıya açıklamaya çalışan mantık bilimi etkili
olmuştur. (Ben-Zaken 2002: 233) Ancak Râzî sisteminin takipçileri olan Osmanlı
uleması Gazali öncesi âlimler gibi orijinal olamayarak onların izinden giden ve böylece
“taklit” dönemini başlatan kimseler olmuşlardır. (Ocak 2002: 21)24
Ulemâ ve siyasi çevreler içinde yer edinen bu pragmatist anlayış Osmanlı
Devleti’nin siyasi ve sosyal çalkantılar yaşandığı dönemlerinde daha belirgin bir hâl 23 Osmanlı medreselerinin ilmî ve fikrî arka planını Râzî mektebi oluşturur. Kuruluş dönemi ve klasik çağdaki tanınmış Osmanlı âlimlerinin tamamına yakını Râzî ekolüne dayanmaktadır. Bu okulun temel prensiplerinin başında ilmi pratik hayata faydası olması durumunda değerli bulmaktır. (Unan 2002: 437 ve Ocak 2004 a: 261). 24Bu ekole mensup Fahreddin Razi, Nasreddin Tusi (ö. 1273), Kazvini (ö.1283), Esîruddîn Ebheri (ö.1265) gibi âlimlerle birlikte durağanlaşmanın yaşandığı söylenebilir. Ayrıca bu durağanlaşma içinde Moğol istilasının katkısı olması da muhtemeldir. (Cihan 2003: 125)
20
almıştır. XVI. yüzyıl Osmanlı dünyasını yakından tehdit eden Safevî tehlikesi, ulemâ ve
devleti daha da yakınlaştırırken, kitabî İslâm’ı yaşayan medrese ve ulemâ devletin İslam’ı
siyasallaştırma ve İslam’ı Sünnî istikamette geliştirme çabalarının en büyük destekçisi
olmuştur.25 Bilim adamlarının en önemli görevlerinden biri de iktidarın bütün hareket ve
icraatını meşrulaştırmak haline gelmiştir. (Ocak 1999: 559) Bu durum Osmanlı bilim
adamlarını buluşlar yapan, orijinal eserler veren kimseler olarak değil de devletin
memuru gibi çalışan kimseler haline getirmiştir. Savaş’ın (2007: 150) da ifade ettiği gibi
böylece politize olan bilim adamları ve suhteler özgün bilimin gelişmesi önünde bir engel
haline gelmişlerdir.
c-DERS KİTAPLARI VE EĞİTİM METOTLARI AÇISINDAN
Osmanlı medrese eğitiminin bilimsel düzeyini tam olarak anlayabilmek için
incelenmesi gereken bir başka alan da derslerde okutulan kitapların nitelik ve nicelik
bakımından incelenmesi olabilir. Bu noktada Osmanlı medreselerinde okutulan temel
ders kitaplarının neler olduğuna ve bunların yazarlarının kimler olduğuna özet bir bakış
faydalı olacaktır.26
Medreselerde okutulan eserler incelendiğinde bazı dikkat çeken unsurlar göze
çarpmaktadır. Ders kitaplarının müelliflerinin önemli bir kısmının Osmanlı öncesi
yaşamış bilim adamlarının eserlerinden oluştuğu, Osmanlı âlimlerinin eserlerinin de
okutulmasına rağmen bunun çok düşük bir oranda kaldığı anlaşılmaktadır. Müderrislerin
talebeye kendi eserlerini okutmak yerine, kendi zamanlarına kadar medreselerde
okunarak bir bakıma klâsik ders kitabı hâline gelen eserleri okuttukları tespit
edilmektedir.27 Unan (2002: 436- 445)’a göre Sahn medreselerinde 1470-1603 yılları
arasında medreselerde ders verdikleri tespit edilen 290 ilim adamının sadece 118’i (%
40’ı) genellikle küçük risalelerden oluşan 520 eser yazmışlardır ki, en verimli olan bu
dönemde dahi âlimlerin % 60’ı eser telif etmemiştir. Bu eserlerin de sadece % 36’sı 25 Safevi Devleti sadece siyasi olarak değil kültürel- dini bakımdan da Osmanlı topraklarında etkili olmaya çalışıyordu. Nitekim bazı Safevi casuslar Anadolu’da bazı kimseleri de kullanarak suhteleri kışkırttıkları ve onlara Müslümanların mallarını yağmalattıkları bilinmektedir. (Savaş 2007: 148). 26 Osmanlı medreselerinde okutulan tüm derslere ait kitaplar ve bunların yazarları için ayrıntılı olarak bkz: İzgi (1997). 27 Fahri Unan, “Bir Âlimin Hayat Hikâyesi ve Klâsik Osmanlı Eğitim Sistemi Üzerine”, Bu yazıya http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresli internet kaynağından ulaşılmış olup, yazı daha önce şurada yayınlanmıştır: OTAM, VIII, (Ankara 1997), 365- 391.
21
orijinal teliftir. Yine XVII. yüzyılda tespit edilen 648 sahn müderrisi toplam 118 eser telif
etmişler, bunların yalnız % 27’si orijinal eser telif ederken diğerleri şerh, hâşiye türü
eserler yazmışlardır. (Unan 2002: 442).
Bu eserler, Osmanlı sınırları dışında, Mâverâünnehir, Horasan, Mısır, Irak ve
Suriye gibi Sünnî İslâm'ın ilk olarak yayılıp yerleştiği kültür merkezlerinde, bilhassa IX-
XV. yüzyıllar arasındaki bir dönemde, diğer bir deyişle, Osmanlı medreselerinin henüz
bulunmadıkları veya emekledikleri bir çağda kaleme alınmışlardı. Bu bölgelerin daha
önce belirtildiği gibi XVI. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı ulemâsının tahsil görmek
üzere gittikleri merkezler olması da dikkate değerdir.28
Ancak bu tespitler Osmanlı bilim adamlarının orijinal eserler vermedikleri,
tamamıyla eski eserlerle yetindikleri anlamına da gelmemelidir. İpşirli (1999: 76)’ye göre
Osmanlı âlimlerini orijinal eser vermedikleri konusunda eleştirirken iki hususa dikkat
etmelidir. Birincisi Osmanlı Devleti altı asır boyunca süren bir sefer devleti olmuş, yeni
toprak elde etme, eldekileri koruma noktasında ulemâya kültürel ve manevi anlamda
büyük işler düşmüştür. İkincisi Osmanlı âlimlerinin tüm eserleri incelenmiş ve
değerlendirilmiş değildir. Kaldı ki dinî alanlarda mükemmel eserler verenler de az
değildir.29 Ancak yine de son dönemlerde nadiren ortaya çıkan ve çoğu zaman sistemin
ürünü olmayıp kendini yetiştirerek, özel gayretleri sonucu önemli seviyelere ulaşan bilim
adamlarına bakarak sistem hakkında genel bir değerlendirme yapmak da pek sağlıklı
olmasa gerektir.
Yine medreselerdeki değişen eğitim metotları da medreselerde yaşanmaya
başlayan durağanlaşmanın sebepleri arasında sayılmalıdır. Derslerin tam olarak
tamamlanmadan alelacele işlenmesi30, öğretimde basitten zora doğru olan eğitim
modelinin terk edilmesi gibi olumsuz veriler böyle bir sorunun varlığına işaret
28 Fahri Unan, “Klasik Dönem Osmanlı Medreselerinde Eğitim Üzerine Yapılmış Çalışmalara Dair Bir Bibliyografya Denemesi”, http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresinden ulaşılabilen bu yazı ayrıca daha önce şurada yayınlamıştır: Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, XVIII, (İstanbul, 2005/1), 79- 114. 29 Gerçekten de gerek XVI. yüzyılda gerekse daha sonraki yüzyıllarda pek çok değerli bilim adamı yetişmiştir Gelenbevi İsmail Efendi, Müftizade Muhammed bin Yusuf, Osman Saib Efendi, Hoca Tahsin Efendi, Şanizade Mehmed Ataullah Efendi, Hekimbaşı Mustafa Behçet, Ahmed Cevdet Paşa, Elmalılı Hamdi Yazır, İsmail Saib Sencer, Mustafa Sabri Efendi gibi âlimler bunlar arasında sayılabilir. 30 1576 tarihli bir fermanda bu konudan şikayet edilmektedir. Bkz: Zengin (1997: 405).
22
etmektedir. Ayrıca “içtihad” kapısının kapalı olduğu anlayışı zamanla aşılamamış ve
orijinal eser yazmanın önünde başka bir zihniyet engeli böylelikle ortaya çıkmıştır.
Böylece kimi zaman yeni bilgiye ulaşanlar da bu bilgilerini nerede kullanacaklarını
bilemez olmuşlardır. (Hatemi, 1985; 501- 502)
d- BİLİMSEL SEYAHATLER AÇISINDAN
Zaman içinde Osmanlı bilim adamlarının yetişme sisteminin değişimi de sözü
edilen durağanlaşma sorununu açıklamada önemli bir alandır. Zira kuruluş ve yükselme
dönemlerinde kullanılan dışarıdaki önemli üniversitelerde üst düzey eğitim alma anlayışı
da zamanla terkedilmiştir. Bu durumun II. Mehmet dönemi ile başlaması da oldukça
ilginçtir.
Güç ulaşım şartlarına rağmen İslam dünyasında öğrenci ve hocaların önemli bilim
merkezlerini gezdikleri ve fevkalade bir hareketlilik yaşandığı bilinmektedir. Aslında
sistemin iyi işlediği zamanlarda Osmanlı medrese eğitiminde yer alan ve çift yönlü
işleyen akademik seyahatler çok önemli idi.31 Pek çok Osmanlı âliminin Arabî, Acemî,
Tusî, Semerkandî gibi isimler almaları bunu ortaya koymaktadır. İbni Batuta da, ilk
Osmanlı bilim adamlarının Şam, Mısır, Irak gibi ülkeler konusunda bilgi sahibi
olduklarını ve bu ülkelerle kültürel bağlarının bulunduğunu ifade etmektedir.32 Daha
önce belirtildiği gibi ilk Osmanlı hekimleri Mısır’da yetişmişlerdir. (İhsanoğlu 2002:
857). Yine ilk dönemlerde Osmanlı fizikçilerinin yetişme alanlarının başında Mısır
gelmektedir. (Kahya 2006: 163). Ayrıca ilk Osmanlı medreselerinde görev alan
müderrisler menşeileri itibariyle ya Anadolu’da doğup yetişenler ya da Anadolu’da
doğup tahsillerini Mısır, İran ve Türkistan gibi eski İslam merkezlerinde yapıp dönenler
olmuşlardır. (İhsanoğlu 2004: 345).
31 Gerçekte Osmanlı medreselerinin dış dünya ile olan iletişimi ve bilgi alış verişi sanıldığından daha canlıdır. Osmanlı- Safevi – Moğol medrese ders programlarını inceleyen Robinson’a göre bu üç alandaki medreselerde okutulan pek çok ders ve ders kitabı – Hadis ve Fıkıh gibi mezhepsel farklılıkları içeren dersler hariç- ortaktır. (Robinson, 1997: 155). 32 Aslında bu durum sadece Osmanlı medreseleri için değil diğer beyliklerin medreseleri için de geçerlidir. Nitekim Osmanlı medreselerinin oluşmaya başladığı dönemlerde (1332’de) Anadolu’yu gezen İbn-i Batuta (ö.1368), Anadolu’da bazı medreselerde Anadolu dışından gelmiş ya da oralarda eğitim görmüş müderrislerin varlığına dikkat çekmektedir. Örneğin Eğridir’de bir medresedeki müderrisin Mısır ve Suriye’de eğitim gördüğünü belirtirken (İbn-i Batuta Tanci 2000: I/ 406) yine Kastamonu’daki bir müderrisin Tebriz’de eğitim gördüğünü ifade etmektedir. (İbn-i Batuta Tanci 2000: I/ 439).
23
Ancak ne var ki bu tür seyahatler İstanbul’un fethinden sonra azalmış ve XVI.
yüzyıldan itibaren iyice seyrekleşmiştir. (İpşirli 1999: 72- 73). Bu husus Osmanlı ilminin
duraklamasının ana sebeplerinden birisi olmuştur.
Osmanlı bilim adamlarının dış dünya ile iletişim kurmalarının bir başka alanı da
dışarıdan gönüllü ya da muhacir olarak Osmanlı topraklarına gelen bilim adamlarının
etkisi olmuştur. Bu anlamda bir zenginlik olarak kabul edilen ve XV. yüzyıl sonunda
Endülüs’ten kaçan -daha çok Yahudi kökenli- pek çok bilim adamının Osmanlı
Devleti’ne sığınması Osmanlı bilim camiasında bir çeşitlilik ve canlılık meydana
getirmiştir. Lizbon, Caimre, Alcala üniversitelerinde eğitim veren hocalar gelirken
yanlarında kitaplarını ve kültürel birikimlerini de getirmişlerdir. Bu âlimlerin eserlerinin
etkisi ile yerleşik Osmanlı geleneğinin dışında yeni eserler yazılmaya başlamış, ilk kez
Rönesans bilim geleneği Osmanlı topraklarına girmiştir. (İhsanoğlu 1994: 601). Ancak
aslında büyük bir fırsat olarak görülen bu durumun beklenmedik şekilde Osmanlı
aleyhine döndüğü, Şeyhülislam Hamid Efendi başta olmak üzere merkezde etkili olan
bilim çevreleri ‘fırka-i milliye’ teşkil ederek hükümeti muhtedîlerin elinden kurtarmak
amacıyla” Takiyyüddin olayına sebebiyet verdikleri ifade edilmektedir. (İhsanoğlu 1994:
585). Bu da Osmanlı bilim çevrelerinin her zaman değişime açık ve bu tip ilmi
etkileşimleri destekleyen kimseler olmadığının bir göstergesidir. Aslında bu zümrelerin
bilimsel gelişmenin önünde yer alan ve devlet katında etkinliği olan çevreler olmaları
durağanlaşmanın merkezdeki nedenlerinden biri olduklarına işaret etmektedir.
3- EKONOMİK SEBEPLER
Osmanlı eğitiminin ekonomik kaynağı devlet finansmanı dışında vakıf sistemi ile
kısmen özerk bir yapılanma sayesinde sağlanmakta idi. Ancak vakıfların devletin temel
ekonomik durumundan etkilenmemesi söz konusu olmadığına göre Osmanlı
medreselerinde yaşanan durağanlaşma ve gerilemenin ekonomik yapıdaki değişimler ile
doğrudan alakası vardır. Bu noktada XVI. yüzyılda Osmanlı ekonomisinde yaşanan
küçülmenin ana hatlarıyla boyutlarını ortaya koymak bilimsel değişimin anlaşılması
probleminin çözümüne de katkıda bulunacaktır.
24
XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başta tımar sisteminin bozulması, uzun
süren ve başarısızlıkla biten savaşlar ve Avrupa’da meydana gelen değişimler olmak
üzere pek çok sorun Osmanlı maliyesini büyük bir çıkmaza sürükledi. Aslında bu kriz
sadece Osmanlı topraklarında değil neredeyse tüm dünyada görülen, tüm Asya ve
Avrupa’yı içine alan dünya çapında bir krizdi. (Acun 2002: 696). Amerikanın keşfinden
sonra Avrupalıların eliyle Osmanlı’ya da ulaşan bol miktardaki gümüş Osmanlı
topraklarında fiyatların aşırı derecede yükselmesine neden oldu. 1590’dan itibaren
hazinede muazzam açıklar meydana gelmeye başladı. Bu durumda avarız ve cizye
vergilerinin sürekli arttırılması ve bunların baskı yoluyla toplanması reaya arasında
huzursuzluklar başlattı. (İnalcık 1997: 60). Tımarlı sipahiler de yeni vergiler icat ederek
topraklarda zaten kiracı konumunda olan reayanın fazla kaybedecek şeyi olmadığından
topraklarını terk etmelerine sebep oldular. Böylece işsiz kalarak şehre göç eden bu
zümreler bu çalışmada sıkça sözü edilecek olan “levendat” ve “suhtevât” denilen iki
grubun huzursuzluklar çıkarmasında ana etkenler olarak ortaya çıktılar.
Yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle köyde geçimlerini sağlayamayan aileler
çocuklarını şehirlerdeki medreselere yollayarak hem medreselerin bağlı oldukları
vakıfların imaretlerinde ücretsiz barındırıyorlar hem de çocuklarının eğitim almalarını
sağlıyorlardı. Ancak ekonomik durumun giderek bozulması nedeniyle köylerde
geçimlerini sağlayamayan daha çok aile, çocuğunu medreselere yollayınca sıradan halk
için tımarlı sipahi olarak statü değiştirme yolu kapanmaya başladı. Sonuçta Müslüman
halkın statü yükseltme kanalı olarak sadece “eğitim” alanı kaldı. Böylece medreselerde
büyük bir yığılma yaşandı. Sonuçta 1550’lere gelindiğinde bütün medreseler tıklım tıklım
doldu. (Koç 2005: 239). Özellikle büyük şehirlerde bu daha açık görülmekte idi. Ancak
orta dereceli medrese mezunlarının hepsi İstanbul, Edirne ve Bursa’daki yüksek ilgi
gören daha kaliteli medreselere giremedikleri için yığılmalar taşraya taşıyor, hatta sözü
edilen büyük medrese mezunlarının tamamı da iş bulamıyordu. (Akdağ 1995: 70).
Böylece medreseleri dolduran yığınlar mezun olduktan sonra işsiz yığınlar olarak
toplumsal yaşama dâhil oluyorlardı. Bu durum suhtelerin geçim sıkıntısı yaşayacakları
korkusunu güçlendirdiğinden bu gurupların daha mezun olmadan eşkıyalık türü
faaliyetlere kalkışarak kanunsuz yollarla geçimlerini sağlamalarına neden oldu.
25
Tüm bu ekonomik sıkıntılar sonucu Osmanlı toplumu içinde 1560 sonrasında
yaşanmaya başlayan kıtlık olayları da medreselilerin isyan sebepleri arasında
değerlendirilebilir. Bu dönemde yaşanan kıtlıklar halkı çok perişan hallerde bırakmıştı.
(Kılıç, O. 2002: 718). Zaten medreselerde çok iyi şartlar altında bulunmayan öğrenciler
bu kötü ortamda giriştikleri yağma ve eşkıyalık türü hareketlerini kendileri için bir geçim
kaynağı olarak görüyorlardı.
Nitekim XVI. yüzyılda ekonomik sıkıntılar had safhaya ulaştığı dönemde yaşanan
suhte isyanlarının gelişim şekillerine bakıldığında öğrencilerin hangi amaçla isyanlara
kalkıştıkları daha net anlaşılmaktadır. Daha çok eşkıyalık ve yağma türü isyanlarda
bulunan suhtelerin özellikle korumasız ve merkezden uzak eyaletlerin köylerine baskınlar
yaptıkları görülmektedir. Pek çok olayda köylere guruplar halinde giren suhtelerin
çoğunlukla köylülerden zorla erzak almaları bu isyanların temel amacının karın
doyurmak olduğunu ortaya koymaktadır. İlerde anılacak onlarca benzeri olmasına
rağmen burada örnek olması bakımından 23 Rebiü’l-ahir 973 (22 Kasım 1565) tarihinde
Menteşe Beyi’ne gönderilen bir fermanda ehl-i fesad suhtelerin, evleri basarak
yağmaladıkları ifade edilmektedir.33 Yine H.978 (M.1570) tarihli Anadolu Beylerbeyine
gönderilen fermanda Kütahya’nın bazı ilçelerinde toplanan suhtelerin ahalinin malına
tecavüz ettikleri kaydı bulunmaktadır.34
Suhte ayaklanmalarının temel ekonomik nedenleri bu şekilde ifade edildikten
sonra Osmanlı eğitim sisteminin temelini oluşturan vakıf sistemi açısından konunun
değerlendirilmesi, söz konusu ayaklanmaların ekonomik sebeplerine daha içeriden bakma
ve bunları daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.
Osmanlı medrese teşkilatı ile Osmanlı vakıf teşkilatını birbirinden ayrı düşünmek
mümkün değildir. Osmanlı eğitiminin finansmanı bu kurumlar tarafından
33 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 5 No’lu Mühimme Defteri/ Sayfa No: 219/ Belge No: 559. (Bundan sonra BOA, MD 5, 219/ 559 şeklinde yazılacaktır). 34BOA, MD 12, 272-273/ 557. Belgede şu ifadeler yer almaktadır; “.....nam suhteler yanlarına ehli fesad suhteleri cem’ idüp müslimanlarun ehl ü iyâllerini çeküp cebren malların alup fesâd ü şenââtden hâlî olmadıkları i’lam olundı....”.
26
karşılanmaktadır. Vakıf sistemi ise devletin merkezi bütçesi ile yakından alakalıdır.
Osmanlı vakıf kurucularının kökenleri incelendiğinde önemli bir kısmının devlet katında
görevli kimseler olduğu, devlet ile vakıflar arasında sağlam bir bağ olduğu bilinmektedir.
Bunun sonucu olarak devletin yaşadığı olumlu-olumsuz tüm ekonomik olaylardan
vakıflar da birebir etkilenmişlerdir. Örneğin XVII. yüzyılda kurulan ve Yüksel (1998: 28)
tarafından vakfiyeleri incelenen 1663 vakfın % 68’i askerî denilen devlet görevlileri
tarafından kurulurken, sıradan reaya tarafından kurulan vakıfların oranı sadece %
0.54’tür. XVIII. yüzyılda vakıf kuran askerîlerin oranı ise % 80-90’lara kadar
yükselmiştir. (Yüksel 1998: 29). Bu durum medreselerin, eğitimde her ne kadar devlet
kontrolü dışında özerk bir statüye sahip olsalar da, tam manasıyla devletten bağımsız
olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu anlamda XV ve XVI. yüzyılda devletin yaşadığı
ekonomik gelişmeden nasibini alan vakıflar ve dolayısıyla medreseler, XVI. yüzyılın son
çeyreğinden itibaren yaşanan ekonomik krizlerden de doğrudan etkilenmişlerdir.
Bu krizlerin vakıf sistemi açısından Osmanlı eğitimine olan yansımalarına
bakmadan önce kısaca vakıf-medrese ilişkisinin devletin kurumlarının düzenli işlediği
dönemlerde ne yönde olduğuna bakılmalıdır. Böylece eski durum ile değişen durumlar
karşılaştırılacak, medrese-vakıf ilişkisi bağlamında Osmanlı bilim dünyasının ekonomik
alandaki değişimden nasıl etkilendiği daha kolay anlaşılacaktır.
Klasik dönem Osmanlı toplumunun ekonomik ve sosyal yaşamında büyük etkisi
olan vakıflar, maddi anlamda destekledikleri eğitim kurumları yoluyla bilim dünyasına
katkıda bulunmuşlardır. Vâkıflar sıbyan mektepleri ve medreseler açmışlar, bu
medreselerdeki öğrencilere burs, yiyecek, giyecek yardımı yapmışlar, ayrıca müderris,
mû’id, gibi bilim camiasının üyelerine ekonomik yardımlarda bulunmuşlardır.
(Yediyıldız 1997: 169).35 Aslında vakıflarca desteklenen ve karşılıksız bir burs sistemi ile
eğitimlerini sürdüren medreseler açısından bu durum eşine pek rastlanmayan bir özellikti.
Medreselere fakir talebe girer, giydirilir, yedirilir, içirilir, cebine harçlık konurdu. Bu
nedenle sistemin iyi işlediği dönemlerde Osmanlı eğitiminde talebenin paraya ihtiyacı
yoktu. (Ortaylı 2000: 81).
35Mesela XVII. yüzyılda vakıflarca kurulan medreselerde öğrencilere günlük burs verilmesi yanı sıra mahalle mekteplerinin öğrencilerine (sıbyan) de burs verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Yüksel (1998: 263).
27
Medrese-vakıf ilişkisinin düzenli işleyişi XVI. yüzyılın sonlarına doğru
bozulmaya başladı. Özel aile vakıflarının büyümesi, buna karşılık kamu vakıflarının
küçülmesi okul sistemi üzerinde etkili oldu. Devletin dağıtacak mevâtı (sürülmemiş
toprak) kalmayınca medreseler ekonomik anlamda oldukça zayıfladı. Dağıtılan temlikler
ile birlikte kişisel/ailevî servetlerin vakıflar yoluyla artması nedeniyle devlete ait olan
vergiye tabi araziler azaldı. Vakıfların bu şekilde yapısal değişimi aynı zamanda birçok
okulu maddi kaynaklarından mahrum etti ve var olan eğitim krizini daha da derinleştirdi.
Zira aile vakıfları kamu vakıflarına oranla gelirlerinin çok az bir kısmını okullara
harcamaktaydı. Ayrıca vakıflarda yaşanan rüşvet olayları, Kâtip Çelebi’nin yakındığı gibi
sadece padişah yakını olmaları sebebiyle ve müsadereden kaçmak için insanların sözde
vakıflar kurmaları ve böylece kendileri ve evlatları için geçim kaynağı aramaya
kalkışmaları, insanlarda hayır yapma yerine neslini koruma düşüncesinin alması gibi
nedenlerle vakıf sistemi kendi içinden çürümeye başladı. (Alkan 2003: 90- 93). Böylece
iç ve dış faktörlerle bozulan vakıf sistemi, bu olumsuz etkisini Osmanlı eğitim sistemi
üzerinde kısa sürede göstermiş oldu. (Ben-Zaken 2002: 230).
Ayrıca vakıf-medrese arasındaki bu bağ, medreseleri vakıf sistemine sıkıca
bağlarken, aslında medreselerin özerkliklerine/bağımsızlıklarına engel de teşkil
edebiliyordu. Kişisel servet sahibi aileler ve tüccarlar eğitime destek veren harcamalar
yaparken, burslar verirken, bu kimselerce desteklenen medreselerdeki eğitim özgürlük
açısından yine bir kısıtlama altına giriyordu. Bu anlamda kurdukları medreselerin ders
programlarına müdahale eden, ders programlarını kendilerine göre değiştiren vakıf
kurucuları da oluyordu. Mesela 1440 tarihli bir vakfın vâkıfı tesis ettiği bir medresede
asla felsefe okutulmamasını şart koşmuştu. (Yüksel 1998: 172).36 Yine tüccar aileleri
destekledikleri medreselerde ticareti öven hadis derslerini ön plana çıkarmayı şart
koşarken, bilimsel incelemeler geri plana itiliyor ya da reddediliyordu. (Ben-Zaken 2002:
232). Böylece ekonomik anlamda devlet etkisinden kısmen kurtulan medreseler ve
dolayısıyla Osmanlı bilimi başka bir vesayet altında çalışmak zorunda kalıyordu.
36Ancak İhsanoğlu (2002: 875)’na göre bu örneklerin olması genelleme yapılabileceği anlamına gelmemekte olup, burada yasaklanan felsefeden kastın tüm felsefi ilimler mi yoksa sadece İslami inanca ters düşen İsmaili yorumlar mı olduğu net değildir.
28
4- SOSYAL SEBEPLER
Bilimle ne için uğraşıldığı kadar nasıl bir toplumda bilim yapıldığı konusu da
önemlidir. Toplumun bilime verdiği değer ile bilim adamının kim için bilim yaptığı
konuları bir madalyonun iki yüzü gibi ayrılmaz iki husustur. Buraya kadar incelenen
madalyonun tek yüzü idi. Osmanlı bilim camiasının neden ve nasıl bilim yaptığı sorusuna
yanıt arandı. Ancak kim için bilim yapıldığının incelenmesi de, söz konusu bilim
çevrelerinin neden belli bir süreden sonra donuklaşarak yeterince etkin bir şekilde
gelişemediğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Osmanlı toplumunda bilimsel çalışmalara olan ihtiyaç, bilimsel eserlerin okunma
oranı gibi kıstaslar her ne kadar daha etraflı araştırmalara ihtiyaç duysa da mevcut bilgiler
ile halktan bilimsel manada bir talep olup-olmadığı sorusuna, olumlu bir yanıt vermek
mümkün görünmemektedir. Temel ekonomisi çift-hane sistemine dayanan,37 uzun
yüzyıllar boyunca kırsal kesimde yaşayan ve teknolojik manada çok fazla yenileşmeye
ihtiyaç duymayan Osmanlı toplumunda bilime olan merak da şüphesiz sınırlı kalıyordu.38
Yaşam tarzı olarak böyle bir ekonomik temele dayanan Osmanlı toplumunun
yaşadığı mekânların incelenmesi de bilim-toplum ilişkisini anlamak bakımından
önemlidir. Çünkü Osmanlı köylüsü ile şehirlisinin günlük yaşamlarında ne yapıyor
oldukları her toplumda olduğu gibi biraz da nerede yaşıyor olduklarına bağlıdır.
Osmanlı köylüsünün zamanının önemli bir kısmını tarım ile uğraşarak geçirdiği ortadır.
Onları bu kapalı ekonomik yaşamda gelişmeye zorlayacak ve kültürel manada
ilerlemeyi sağlayacak şartlar uzun süre oluşmamıştır. Temeli kırsal ekonomi ve küçük
37 Çift-hane sistemi bir çift öküz ile onun işleyebileceği kadar, genellikle devlete ait olan toprak üzerinde yapılan tarımsal ekonomik modele verilen addır. Bir çift-hane bir aileyi ifade eder ve bu aile Osmanlı klasik vergi sisteminde en temel ünitedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: İnalcık (1996: 3- 65). 38 Osmanlı Devleti’nin anakarası olan Anadolu coğrafyası her dönemde Batılı seyyahları ağırlamıştır. Osmanlı klasik çağında Anadolu’yu ziyaret eden seyyahlar önemli bir hususu eserlerine kaydetmişlerdir. Bu seyyahların bazı görüşleri önyargılı olmakla birlikte Anadolu halkının kitaplara hiç ilgi göstermedikleri yönündeki gözlemleri dikkate alınmalıdır. Klasik dönemde Osmanlı topraklarını ziyaret eden seyyahlara örnek olarak bkz: Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578- 1581, Haz: Heidi Stein, İstanbul 2004; Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çev: Yaşar Önen, Ankara 1987. Bundan başka mesela Volney diye tanınan gezgin Constantin- François Chassebuf (1757- 1820), 1783- 85 yılları arasında Osmanlı topraklarını gezmiş ve doğu toplumlarında kitabın eksikliğini vurgulayarak doğudaki geri almışlığın ve çöküşün asıl nedenini buna bağlamıştır. Ayrıntılar için bkz: (Klaus 1999, 100). Bir önemli değerlendirme de Michel de Montaigne’nin (1533-1592) ünlü Denemeler adlı eserinde geçmektedir. Montaigne şöyle demektedir; “Şu anda yeryüzündeki devletlerin en güçlüsü Türklerin devletidir. Bunlar silaha büyük değer vermekte ancak kitaplardan yüz çevirmektedirler”. (Arıkan, 1993: 35).
29
köylü-aile işletmelerine dayanan bu toplumsal yapı 1950’ye kadar çok fazla değişmeden
gelmiştir. (İnalcık 1996: 1). Bu durum bilimsel ilerleme için gerekli olan sosyal zeminin
oluşması önünde aşılamayan bir engel olarak kalmıştır.
Osmanlı toplumunda her ne kadar “şehir” kavramı tartışmalı olsa da, en azından
kırsal yaşam şartlarından daha ileri düzeyde bulundukları ve kültürel olarak daha üst
seviyede oldukları varsayılan şehirli nüfusunun Klasik Dönem boyunca kırsal nüfusa
oranla daha az olduğu bilinmektedir. (Koç 1999: 540).39 Dolayısıyla toplumsal alt yapı
Osmanlı bilim çevrelerini gelişmeye zorlayacak, kültürel manada yenileşmeye açık bir
yapı arz etmemektedir. Böylece ulemâ yazdıklarını değerlendirecek, eleştirecek olan ve
halkta tabanı bulunan bir bilim camiasından yoksun kaldı. Arz-talep kuralı içinde
değerlendirilecek bu enerji yoksunluğu nedeniyle Osmanlı ulemâsı ilmî nitelikli ve
araştırma mahsulü eserler üretmek konusunda yeterince istekli olamadı.40 Toplumsal
tabandan kültürel anlamda hissedilmeyen zorlama ve uzun yüz yıllar boyunca
değişmeyen sosyal altyapı Osmanlı naklî ilimlerini durağanlaştırırken, teknolojik
anlamda ortaya konamayan ilerleme de pozitif bilimlerin yerinde saymasına neden oldu.
Burada, ilerde ifade edilecek olan ve Avrupa destekli Osmanlı bilimsel ve teknolojik
gelişiminin halk desteği ya da zorlaması ile değil temel olarak devlet eliyle ve askeri
alanda başladığını hatırlamak gerekmektedir.
Osmanlı bilim çevreleri ile sarsılmaz bağları olan, çoğu zaman ulemâ ile sıkı
ilişki içinde yer alan tarikatlar da Osmanlı bilim camiasının işleyişinde etkili
olmuşlardır. Pek çok müderris kimi tarikatlara üye iken, tarikat ehli olan ve bu
özellikleri ile hizipleşen öğrenci kümeleri de vardı. İşte bu tarikat yapılanmaları da
zamanla kendilerini geliştirememişlerdir. Klasik Dönem’in İslam ve dolayısıyla bilim
anlayışı bir yandan devlet ideolojisi olarak, bir yandan da medreselerdeki ulemâ
kesiminin koyu muhafazakârlığının gölgesinde ve tarikatların içe kapanık mistik
39Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Tuncer Baykara, “Osmanlı Devleti Şehirli Bir Devlet Midir?”, Osmanlı, V, Ankara 1999, 528- 535; Tevfik Çavdar, “Osmanlı Döneminde Nüfus Bilgileri”, Osmanlı, IV, (Ankara 1999), 551- 557; Çağlar Keyder, “Globalization and Social Exclusion in Istanbul”, International Journal of Urban and Regional Research, XXIX, 1, March 2005, 124- 134 ve İnalcık (1997). 40 Fahri Unan, “Osmanlı Medreselerinde ilmî Verim ve İlim Anlayışını Etkileyen Âmiller” Bu yazıya http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresli internet kaynağından ulaşılabildiği gibi, daha önce şurada yayınlanmıştır: Türkiye Günlüğü, 58, (Kasım- Aralık 1999), 95- 105.
30
yapısıyla hemen hiçbir fikri gelişmeye uğramadan yenileşme dönemine kadar gelmiştir.
(Ocak 1999: 556).
Suhte isyanlarının daha çok XVI. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkması ve
yoğunlukla devam etmesinin sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz nüfus artışıdır. 1530-
1580 yılları arasında Anadolu’da nüfus artış oranı % 41 ile % 82 arasında
gerçekleşmiştir. (İnalcık 2004/I: 63). Yaşanan bu nüfus artışı ve ekonomik anlamda
belirmeye başlayan aksaklıklar eğitim sistemini de doğrudan etkilemiş, zaten zor
durumda olan medreseleri ekonomik anlamda daha fazla sıkıntıya sokmuştur. Medreseler
diğer sebeplerle birleşince artan nüfusun etkisiyle adeta kalabalık ve işsiz yığınların
sığınma evi konumuna gelmiştir. Bütün bu sosyal sorunlar bu tarihten itibaren
öğrencilerin isyan hareketlerine kalkışmalarına neden olan olaylar arasında yer
almışlardır.
Osmanlı medreselerinin kısa bir tanıtımı yapıldıktan ve Osmanlı eğitim
sisteminde medreseler açısından yaşanmaya başlanan sorunların temel nedenleri
açıklandıktan sonra çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde medreselilerin karıştıkları
illegal olaylar ve alınan tedbirler incelenecek ve bunların sonuçları değerlendirilecektir.
B- XVI. YÜZYIL’DA MEDRESELİ OLAYLARI
Buraya kadar açıklanan olumsuz koşullar nedeniyle başta suhteler olmak üzere
medreseli unsurlar daha çok Celâlî isyanlarının yoğunlaştığı dönemlerde kanunsuz
olaylara karışmaya başlamışlardır. Özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
patlak veren bu olaylar genel itibariyle Suhte İsyanları olarak adlandırılmaktadır.
Çalışmanın bu bölümünde özellikle XVI. yüzyılda suhtelerin karıştıkları çeşitli suçlar ve
bunlara karşı alınan tedbirler ile bu olaylar esnasında diğer toplumsal katmanların
suhteler ile olan ilişkileri incelenecektir.
31
1-SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI YERLER
XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan suhte olaylarının yaşandığı yerlere
bakıldığında genel olarak Vilâyet-i Rum’un (Sivas) batısında yoğunlaştığı görülmektedir.
Anadolu yarımadasının batısında yoğunlaşan suhte olaylarında en çok eşkıyalık
olaylarının yaşandığı iller Edirne ve Muğla olmuştur. Yine Antalya, Amasya, Manisa
Isparta, Kastamonu ve Samsun illeri de suhte kargaşalarının sıklıkla yaşandığı diğer
illerdir. (Bkz: Tablo 3 ve Harita 1). Sivas ve Konya arasında kalan Orta Anadolu
kesiminde ve Sivas’ın doğusunda kalan Doğu ve Güney Doğu Anadolu alanları ile Batı
Akdeniz bölgesinde suhte kalkışmalarına rastlanılmaması dikkat çekicidir.
Suhtelerin isyan ettikleri bu dönemde Celâlî ve Türedi ismiyle anılan eşkıyalık
faaliyetleri de yaşanmakta idi. Bu tür eşkıyalık olaylarının yaşandığı alanlara
bakıldığında yine Batı Anadolu’nun zengin köy ve şehirlerinin bulunduğu bölgelerde
yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak özellikle 1550-1603 arasındaki olayları inceleyen
Akdağ (1995: 353, 431- 443), Kars, Erzurum, Maraş, Antep, Harput, Malatya gibi Doğu
ve Güneydoğu Anadolu illerinde ve Rize, Trabzon gibi Karadeniz illerinde de suhte
isyanlarının aksine Celâlî kapsamında eşkıyalık olaylarının varlığına işaret etmektedir.41
Medreseli olaylarının Celâlî ve Türedi türü eşkıyalık hareketleri gibi geniş bir
alana yayılmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Celâlî isyanlarının daha yoğun olduğu yerlerde
asayiş problemi daha büyük olacağından suhteler de aynen diğer eşkıyalar gibi Batı
Anadolu’da yoğunlaşmış görünmektedirler.
Suhteler kimi zaman Anadolu yarımadasının dışında kalan Osmanlı topraklarında
da çeşitli kanunsuz olaylara sebebiyet vermişlerdir. Nitekim incelenen belgelere yansıdığı
kadarıyla Balkanlarda Filibe ve Silistre’de birer olay yaşanmış, Kuzey Afrika’da
41Ayrıca 1565- 66 yıllarına ait belgeleri içeren 5 No’lu Mühimme Defteri kayıtlarında Kilis (50/ 114), Belgrat (170/ 414), Hakkari (385/ 1022), ve 1558- 60 yıllarına ait belgeleri içeren 3 No’lu Mühimme Defterindeki kayıtlarda Tameşvar (144/ 383), Erdel (151/ 407), Boğdan (305/ 894) şehirlerinde eşkıyalık türü olaylar yer almaktadır.
32
Kavala’da ise 3 olayın kaydına rastlanmıştır. Ancak Anadolu toprakları dışında kalan
Osmanlı bölgelerinde suhte olaylarının oldukça az olması dikkate değerdir. Bu durum
suhtelerin Anadolu’daki medreselerde daha iyi örgütlenmiş olduklarını ortaya
koymaktadır. Yine neden Anadolu’da daha çok suhte olayı yanşamıştır sorusuna
verilecek yanıtlardan birisi de Osmanlı askerlerinin suhte ayaklanmaları yaşandığı
sıralarda bir kısmının Anadolu’dan uzak alanlarda savaş içinde olması42 ve bir kısmının
da Celâlîler ile uğraşmak zorunda kalması sebebiyle Anadolu’nun güvensiz ve korumasız
kalması olabilir. Böylece suhteler boş alanlarda diledikleri gibi, fazla engelle
kalkışmadan olaylar çıkarabilmişlerdir.
Suhte ayaklanmalarının ne tip yerleşim yerlerinde yoğunluk kazandığı sorusu da
önemlidir. Bu dönemdeki olaylara bakıldığında suhtelerin merkezden uzak olan ve daha
çok gizlenme ve kaçışlarını kolaylaştıracak alanlarda faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları
görülmektedir. Araştırmada bu dönemle ilgili olarak incelenen belgelere bakıldığında
suhtelerin daha çok sancak ve kaza merkezlerinde eşkıyalık yaptıkları ancak liva, nahiye
ve köylerde de bu tür hareketlere kalkıştıkları görülmektedir.
42 Osmanlı Devleti doğuda 1577- 1590 yılları arasında İran ile savaş halinde iken aynı zamanda batıda Avusturya – Macaristan İmparatorluğu ile sık sık çatışmalar yaşamaktaydı. Bu durumda Anadolu toprakları askeri güvenlikten yoksun kalıyor böylece suhteler için uygun bir ortam doğmuş oluyordu. Nitekim belgelerde suhtelerin ayaklanmaları ifade edilirken “… beyi seferde iken…..” şeklinde geçen ibareler bunu doğrulamaktadır. Bu tip örnekler için bkz: BOA, MD 5, 219/ 559; BOA MD 3, 176/ 485; BOA, MD 12, 94/ 204; Ünal 1995: 177 ve 178.
33
HARİTA 1: XVI. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA BUGÜNKÜ TÜRKİYE
SINIRLARI İÇİNDE MEYDANA GELEN SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI
YERLER
Gri: 1 Olay
Sarı: 2 Olay
Yeşil: 3 Olay
Mavi: 4 Olay
Kırmızı: 5 Ve Üzeri Olay
34
TABLO: 3: XVI. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA MEYDANA GELEN SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI
YERLER
YER OLAY
SAYISI
Afyon 2
Antalya 7
Amasya 6
Ankara 5
Aydın 6
Bolu 5
Bursa 3
Çanakkale 2
Çorum 4
Çankırı (Kangırı) 3
Edirne 9
Filibe 1
Hamideli (Isparta) 8
İzmir 1
Karaman 2
Karesi (Balıkesir) 2
Kastamonu 7
Kavala 3
Kocaeli (Kandıra) 5
Konya 2
Kütahya 4
Saruhan (Manisa) 8
Menteşe (Muğla) 9
Niğde 1
Ruskarı- Aydos 1
Samsun 6
Sakarya 1
Sislistre 3
Sinop 1
İstanbul (Şile) 1
Tokat 1
Vilâyet-i Rûm 1
Yozgat 1
35
2- SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ
Suhteler XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde
başlayan asayişsizlikten de faydalanarak çok çeşitli suçlara karışmışlardır. Daha çok
ekonomik nedenlere dayandığı anlaşılan suçlar içerisinde tecavüzden adam öldürmeye
kadar çeşitli ahlak dışı suçlara da sebep olmuşlardır. Aşağıdaki tablo suhtelerin
karıştıkları suçları ve bu suçların kaç belgede geçtiğini göstermektedir.
TABLO: 4 XVI. YÜZYILDA MEYDANA GELEN MEDRESELİ OLAYLARININ/ SUÇLARININ ÇEŞİTLERİ 43
OLAY/ SUÇ OLAY
SAYISI
Ev, köy, Pazar basma 19
Kız, oğlan, kadın kaçırma 22
Soygun 14
Adam öldürme/ yaralama 16
Salgın salma /Avarız salma 9
Yol/ Kervan kesme 5
Suhteleri basma/ katletme 3
Hamam basma 2
Yalancı şahitlik 2
Ayağından adam asma 2
Cerr/Zekât adına soygun 2
Silahla kasabaları dolaşma 2
Sakal kesme 1
İmaret basma 1
G. Müslim köyünü basma 1
Silahlı çatışma 1
43 Burada aynı suhte guruplarının birden fazla suç işledikleri dikkate alınmalıdır. Yani hem köy basmış hem de kız kaçırma olayına karışmış suhte gurupları bulunmaktadır. Örneğin suhteler 12 Muharrem 967 (14 Ekim 1559) tarihinde Saruhan ve Menteşe’de pazar basma, cerr toplama adına mal gasp etme ve adam katletme eylemlerine karışmışlardır. (BOA, MD 3, 126/ 411). Yine 7 Rebîü’l- evvel 979 ( 30 Temmuz 1571) tarihinde Kocaeli ve Kandıra’da eşkıyalık yapan suhteler ev basma, oğlan çekme ve yol kesme gibi suçlarını aynı zamanda işlemişlerdir. (BOA, MD 12, 512/ 964).
36
Suhteler bu dönemde işledikleri suçların bir kısmında bireysel adi suçlara
karıştıkları gibi toplu halde hareket ederek kendi başlarına ya da başka toplumsal
gurupların desteği ile de kanunsuzluklara imza atmışlardır. Tablo 5 incelendiğinde
suhtelerin başka toplumsal zümrelerden destek bulmakta zorlanmadıkları anlaşılmaktadır.
Bundan başka suhte olmadığı halde suhte kılığına girerek eşkıyalık yapan kitlelerin
olması da dikkat çekicidir.
TABLO 5: KLASİK DÖNEMDE MEYDANA GELEN MEDRESELİ OLAYLARININ
KİMLER TARAFINDAN YAPILDIĞI
Tekil Olaylar 9 9,2
TOPLAM SUHTE OLAYI 97 100
OLAYLARA KARIŞAN
GURUPLAR
OLAY
SAYISI
YÜZDE
%
Kitlesel Suhte fesadı 52 53,6
Suhte-suhte çekişmesi 1 1
Suhte ve diğer gurupların işbirliği
Ehl-i örf
Yörük
Halk
Levend
Gurbet- çingene- hırsız
İmam
Araplar
35
11
1
2
12
7
1
1
36
11,3
1
2
12
7
1
1
TOPLAM KİTLESEL 88 90,6
37
TABLO: 6 SUHTE OLMAYIP SUHTE KILIĞINDA OLAY ÇIKARANLAR
OLAY ÇIKARAN GURUP OLAY
SAYISI
Eşkıya-Ehl-i fesad
Levend
11
7
TOPLAM 18
a- BİREYSEL SUÇLAR
Suhtelerin genel itibariyle kitlesel olarak kanunsuz eylemlere kalkıştıkları
bilinmekle birlikte az da olsa bireysel suç işleyen suhteler de bulunmaktadır.44 XVI.
yüzyılın ikinci yarısında Mühimme Defterleri’ndeki kayıtlara bakıldığında 9 bireysel
olaya rastlanmaktadır ki bunlar bizzat öğrencilerin kalkıştıkları toplam olaylar içerisinde
% 9,2 oranındadır. (Bkz: Tablo 5).
Eylemleri kitlesel boyutlara varmayan öğrenciler de genel olarak adi suç olarak
kabul edilen suçlara karışmışlardır. İncelenen tekil eylemlerde iki olayda sadece bir
suhte45, ikisinde ikişer suhte46 rol alırken diğer 5 olaya dörder suhtenin47 katıldığı
anlaşılmaktadır. Tekil olarak eylemlere kalkışan suhtelerin kitlesel olarak eylem yapan
suhteler ile hemen hemen aynı suçları işleyip, aynı cezalara çarptırıldıkları görülmüştür.
Celâlî olaylarının yoğun olarak yaşandığı yıllarda öğrencilerin tekil olarak değil
daha çok diğer isyancı guruplar ile birlikte kitlesel eylemlere karıştıkları görülmektedir.
Bu durum onlar için bir avantaj sağlamakta ve devletin denetim ve engellemelerine daha
sağlam karşı koyabilmekteydiler.
44 Burada olaylara karışan ve sayıları beşten az olan suhtelerin bireysel olarak hareket ettikleri kabul edilmiştir. Çünkü bu tip olaylarda suhteler kitlesel hareketlerinde olduğu gibi çoğalamamışlar ve giriştikleri olayların etkisi de o kadar büyük ve yıkıcı olmamıştır. 45 Bkz: BOA, MD 6, 229/ 494 ve BOA, MD 5,414/ 1098. 46 Bkz: BOA, MD 5, 273/ 700 ve BOA, MD 5, 308/ 799. 47 Bkz: BOA, MD 3, 166/ 453; BOA, MD 3, 309/ 904; BOA, MD 3, 374/ 1114; BOA, MD 6, 512/ 1118. ve MD 6, 96/ 203.
38
b-KİTLESEL SUÇLAR
İncelenen Mühimme Defterleri’ne yansıdığı kadarıyla Klasik Dönem’de kanunsuz
olaylara karışan medrese öğrencilerinin çoğunlukla birlikte hareket ettikleri
görülmektedir. Bu döneme ait defterlerde medrese öğrencilerinin karıştığı olaylara
bakıldığında 88 olayda suhtelerin kitlesel olaylarda yer aldıkları anlaşılmaktadır. (Bkz:
Tablo 5) Suhteler 52 olayda sadece kendi başlarına olay çıkarırken, 35 olayda da
kendilerine çeşitli toplumsal zümreler tarafından dolaylı ya da doğrudan destek
verilmiştir. Burada 18 olayda da suhte adını kullanarak çeşitli gurupların eşkıyalık yaptığı
da dikkat çekmektedir. (Bkz. Tablo 6).
Uzun süre aynı hücrelerde kalan, aynı imaretlerde yemek yiyen ve hayatları çoğu
zaman birlikte geçen suhtelerin beraber hareket kabiliyetleri oldukça yüksek olmuştur.
Belgelerde sıklıkla geçtiği gibi suhteler kitlesel hareketlerine girişmeden önce daha rahat
hareket edebilmek ve güçlerini artırabilmek amacıyla önce belli bir yerde “cem
olmakta”48 ardından çeşitli eşkıyalık olaylarına karışmaktadırlar. Belli bir yerde toplanan
suhtelerin düzenli hareket edebilmek amacıyla kendi aralarından “baş u bûğlar”
seçtikleri görülmektedir.49 Suhteler çoğu zaman kendi aralarından lider seçtikleri gibi
suhte olmayan kimselerin önderliğinde de kanunsuz olaylara katılmışlardır.50
Öğrencilerin toplandıklarında sayıları kısa sürelerde yüzlerle ifade edilen rakamlara
48 Örneğin 28 Rebîü’l- ahir 973 (22 Kasım 1565) tarihli Menteşe beyine yazılan hükümde şu ifadeler yer almaktadır: “Menteşe Begine hüküm ki: Mektub gönderüb sefere gitmezden mukaddem ba’zı ehl-i fesâd sûhteler tutulub haklarından gelinüb sefere gitdikden sonra livâ-i mezkûrda olan ehl-i fesâd sûhteler cem’ olub müslümanların evlerin basub”… BOA, MD 5, 219/ 559. Ayrıca bkz: BOA, MD 12, 94/ 204. BOA, MD 12, 514/ 986. 49 Mesela 27 Zilhicce 978 (22 Mayıs 1571) tarihinde Anadolu Beylerbeyliği’ne hitaben yazılan emirde şöyle denilmektedir: “Anatolı beğlerbeğisinün kayim-makâmına hüküm ki: Kütâhiyye sancâğında Kula ve Şeyhlu ve İshaklu kazâlarında sûhte tâyifesi bir yire gelüb cem’iyyet idüb perâkende yörüklerimden Hüriler cemâ’atından Bıçak ve karye-i Dorum’dan Göleoğlu Sarı ve Yağdarlı cemâ’tından Kara Süleyman nâm sûhteler bâş u buğ olub yanlarına ehl-i fesâd sûhteleri cem’ idüb müslümanların ehl-i ıyâllerin çeküb ve cebren malların alub fesâd ü şenâ’atten hâlî olmadıkları i’lâm olundı….” . BOA, MD 12, 272/ 557. Başka birkaç örnek için bkz: BOA, MD, 3, 419/ 1253, BOA, MD 3, 166/ 454. BOA, MD 6, 428/ 909; BOA, MD 6, 594/ 1306. 50 Suhteler diğer eşkıya zümrelerinin önderliğinde de isyanlara karışmakta idiler. Örneğin: 23 Safer 979 (12 Temmuz 1571) tarihinde Akşehir ve Yalvaç kadılıklarına yazılan hükümde geçen şu cümle ilginçtir: “Bundan akdem nefs-i Yalvaç’dan Hacı nâm kimesnenun âhar yirde iken nefs-i Yalvaç’dan Hızır bin Mehmed nâm kimesne Cûş (?) Memi ve Dîvâne Abdulganî ve Hasan ve Hüseyin ve Davud ve Abdî ve Dâvâne Turgud ve Tayı ve Sûhte Şemseddin ve yiğirmi sekiz nefer sûhteler ile gice ile evin basıp yiğirmi beş bin akçalık rızkın nehb u gâret itdüklerin gayrî… BOA, MD 12, 483/ 925.
39
ulaşabilmiştir.51 Medrese öğrencileri bu denli büyük sayılara ulaştıklarında diğer eşkıya
zümreleri ile birlikte ya da onlardan bağımsız olarak her türlü kanunsuz eylemin içinde
kolaylıkla yer almışlardır. Üstelik toplu eylemler sadece bir kez yapılmamış, suhteler
eşkıyalık türü olaylarını alışkanlık zamanla haline getirmişlerdir.52
Suhtelerin XVI. yüzyılın ikinci yarısında karıştıkları kitlesel eşkıyalık olaylarına
bakıldığında yarıdan fazlasını (97 olaydan 52 olayı - % 53,6 ) kendi başlarına, yaptıkları
görülmektedir. Bu durum öğrencilerin hiçbir guruptan destek almadan kitlesel olarak
hareket etme kabiliyet ve eğilimlerini ortaya koymaktadır.
Öğrencilerin ekonomik temele dayanan eşkıyalık faaliyetlerinde daha çok
bulunmaları başlangıçta ifade edilen ekonomik zorlukları cebren aşma isteklerinden
kaynaklanmaktadır.53 Belgelere yansıdığı kadarıyla yukarıda ifade edilen tüm suçlar bir
şekilde ekonomik gayeler için yapılan suçlardır. Daha çok soygun amaçlı olarak
savunmasız köyleri basan suhteler buralarda halkın ellerinden ev eşyalarını, elbiselerini
ve hayvanlarını zorla almışlar54, kendilerine karşı koyanları öldürmekten
çekinmemişlerdir.55 Yine zekât ya da avârız toplamak bahanesi ile “salgun” adı altında
akçe, altın gibi halka ait menkulleri de zorla ellerinden almışlar,56 aynı şekilde cerr
toplamak bahanesi ile de halkın mallarını gasp etmişlerdir.57 Yine bu dönemde suhtelerin
51 6 Zi’l- Hicce 979 (20 Nisan 1572) tarihli Anadolu Beylerbeyliği’ne yazılan hükümde suhtelerin toplanmaları halinde ne kadar sayıya ulaşabildikleri görülmektedir. Hükümde şu ifadeler geçmektedir. “ Anadolı Beğlerbeği’ne hüküm ki: Mektûb gönderib; “Karasi Sancağı’nda üç yüz nefer Germiyan’da yüz nefer ehl-i fesâd sûhte cem’ olub mukaddemâ aralarında bir nâmdâr sûhte katl olunmağla âlât-ı harb ile kıtâl ile cümlesi bir yere gelüb muhârebeye mübâşeret eylemek üzere oldukları muhakkak olub…” BOA, MD 12, 626/ 1190. Diğer örnekler için bkz: BOA, MD 12, 94/ 204. BOA, MD 12, 514/ 986. 52 Karesi Sancağı’nda toplanarak her sene halktan zorla mal ve erzak almayı huy edinen suhteler için bkz: BOA, MD 12, 626/ 1190. 53Olaylar sırasında suhtelerin ne kadar acımasız olabilecekleri görülmüştür. Asında bu durum eşkıyalık hareketlerinin neredeyse bir karakteristiği gibidir. Zira gerek Celâli gerekse XVIII. yüzyılın sonlarında yaşanacak olan Dağlı İsyanları (1791- 1808) sırasında eşkıyaların halka ne denli zulümler yaptıkları bütün çıplaklığı ile arşiv kayıtlarına yansımıştır. Ayrıntılar için bkz: (Özkaya 1983: 26). 54 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 330/ 676; BOA, MD 5, 14/ 38. BOA, MD 5, 104/ 262. 55 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 514/ 986. 56 Örnekler için bkz: BOA, MD 3, 434/ 1300; BOA, MD 3, 435/ 1304. 57 Örnekler için bkz: BOA, MD 3, 126/ 411; BOA, MD 3, 363/ 1074.
40
bazen imaretleri basarak zorla erzak almaları da ekonomik anlamda kimi zamanlar ne
kadar zor durumda olduklarını ortaya koymaktadır.58
Bu döneme ait incelenen 97 belgeden 22’sinde suhtelerin belgelerde “kız, oğlan,
avrat çekme” diye ifade edilen insan kaçırma suçunu işledikleri görülmüştür.59 Burada
suhtelerin erkekleri kendi amaçları için kullanmak, iğfal etmek ve sayılarını dolayısıyla
güçlerini arttırmak adına kaçırdıkları, bu sayede kendilerine mal vermek istemeyen
kimselerden fidye almaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.60 Kadın ve kızları kaçırmalarında
ise onları iğfal ettikleri de görülmektedir.61
Suhteler bu dönemde kendi aralarında da zaman zaman çatışmaya kalkışmışlardır.
Nitekim 6 Zilhicce 969 (7 Ağustos 1572) tarihinde Karesi’de iki suhte grubu, aralarında
nam salmış bir suhtenin öldürülmesi bahanesiyle karşı karşıya gelerek “aralarında
muhârebeye mübâşeret eylemişlerdir”62.
Medrese öğrencileri klasik dönemde bazı ilginç suçlara da karışmışlardır. Örneğin
küçük düşürmek amacıyla bir kimsenin sakalını kesen suhteler olduğu gibi63 ayağından
adam asan64 ve hamam basan65 suhteler de olmuştur.
3- SUHTELER VE DİĞER TOPLUMSAL GURUPLAR
Suhtelerin XVI. yüzyılın ikinci yarısında sebep oldukları kanunsuz hareketlerinde
yalnız başlarına olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu bölümde öğrenci isyanlarına kimlerin
destek verdikleri, hangi toplumsal gurupların ne amaçla suhtelerin yanında oldukları ve
58 Örneğin 7 Şaban 967 (3 Mayıs 1560) tarihinde Tokat’ta suhteler Hatuniye İmareti’ni basarak zorla bal, yağ ve et almışlardır. BOA, MD 3, 360/ 1065. Yine imaretlere kefilsiz suhtelerin alınmamasına dair bir hüküm için bkz: BOA, MD 3, 197/ 554. 59 Örnekler için bkz: BOA, MD 6, 413/ 870; BOA, MD 12, 618/ 1178; BOA, MD 5, 355/ 936. 60 Mesela 27 Zilhicce 978 (22 Mayıs 1571) tarihli belgeye göre Teke Sancağı sûhteleri baş kaldırıp, Alanya Sancağı’nda Manavgad kazâsında üç oğlan kapıp bir süre tasarruf ettikten sonra sahiplerinin bir miktâr akçelerini alıp çocukları serbest bırakmışlardır. BOA, MD 12, 330/ 676. 61 Örnek için bkz: BOA, MD 3, 319/ 933. 62 BOA, MD, 12, 626/ 1190. Yine 9 Recep 973 (30 Ocak 1566) tarihli kayda göre İznik’te bir gurup suhte kendi halinde olan suhtelerin hücrelerini basarak ve bir kısmını yaramışlardır. (BOA, MD 5, 355/ 936). 63 4 Cemaziyel evvel 979 (24 Eylül 1571) tarihli hükme göre Kastamonu’da Pazar yerini basan suhteler “biz celâlî olduk, siz bazara gelmeyün deyü nicesin sakallarını kesüb siyâset idüb ve “bazara kimesne gelmesin” diyerek halkı rahatsız etmişlerdir. BOA, MD 12, 330/ 676. 64 BOA, MD 6, 489/ 1062. 65 BOA, MD 5, 414/ 1098.
41
niçin onlarla birlikte hareket ettikleri sorularına yanıt aranmaya çalışılacaktır. Bu
dönemde Mühimme Defterlerine yansıyan kayıtlara göre suhtelerin adlarının geçtiği
isyan ve eşkıyalık türü hareketlerde, yaklaşık her üç olaydan birinde (% 36) başka
toplumsal zümrelerle birlikte hareket ettikleri görülmektedir. (Bkz: Tablo: 5). Suhteler
levend, yörük, Arap, çingene ve sıradan halk gurupları ile birlikte yer almışlar, bazen de
ehl-i örf ve ehl-i ilm adı verilen resmi kimliğe sahip kimselerden dolaylı/dolaysız destek
görmüşlerdir.
a- MÜDERRİSLER-İMAMLAR
Medrese kurumunun önemli bir ayağını oluşturan müderrislerin Osmanlı Klasik
Dönemi’nin sonlarına doğru zihniyet bakımından değişmeye başladıkları ifade edilmişti.
Ancak bilim ve kültür dünyasının bu en önemli sacayaklarından birisinde yaşanmaya
başlayan olumsuz gelişmelerle birlikte, toplumun Celâlî ve Suhte ayaklanmaları ile
sarsıldığı bir döneme ait incelenen belgeler içinde müderrislerin suhtelerle birlikte
hareket ederek ya da onlara önderlik edip, kışkırtarak öğrenci olaylarına karıştığına dair
her hangi bir kayda rastlanmamıştır. Buna karşılık suhte olaylarını önleme konusunda da
müderrislerin etkili olamadıkları, devlet tarafından isyanların önlenmesi amacıyla kolluk
kuvvetleri kadar kullanılmadıkları da ilgi çekici bir diğer noktadır. Suhte isyanlarına bu
dönemde önayak olmayan müderrisler onları engellemek adına da işe yarar bir çaba ve
etki gösterememişlerdir. Zira arşiv belgelerine yansıdığı kadarıyla devlet bu olaylara daha
çok asayiş olayları olarak bakmış, müderrisler yerine kolluk kuvvetlerini çözümün adresi
olarak görmüştür.
Ehl-i ilim olarak kabul edilebilecek olan imamların da özellikle köy basan
suhtelere karşı kullanılmadıkları, onların dini nüfuzlarından yararlanılmadığı
görülmektedir. Buna karşılık bu döneme ait incelenen Mühimme kayıtlarından birinde bir
imamın isyan eden suhtelere destek verdiği anlaşılmaktadır. 2 Zilka’de 979 (17 Mart
1562) tarihli belgeye göre İzmir’in Dereyüce köyünde 70-80 suhte toplanarak mültezimi
42
öldürmüş, malını yağmalamışlardır. Bu eyleme destek olan köy imamı ve arkadaşları ise
yakalanarak İstanbul’a yollanmışlardır66.
b- EHL-İ ÖRF ve EHL-İ ŞER‘
Ehl-i örf kelimesi kavram olarak Osmanlı Devleti’nde halkın ihtiyaçlarını
karşılamakta görev alan resmi görevlilere verilen addır. (Pakalın 1983: I, 510). Bunlar
içerisinde olup beylerbeyi, sancak beyi, subaşı görevlerinde olanlar Celâlî isyanlarının
içinde yer almışlar hatta bir kısmı bizzat bu olayların başlatıcısı olmuşlardır. (Akdağ
1995: 17). Bu gibi guruplar genelde ekonomik amaçlarla emirleri altındaki silahlı
birlikler ile halka çeşitli şekillerde baskı uygulayarak kanunsuz olaylara karışmışlardır.67
Osmanlı toplumunun büyük çalkantılar yaşadığı XVI. yüzyılın ikinci yarısında
birbirleriyle ve devlet ile mücadeleye kalkışan toplumsal guruplar devleti oldukça zor
durumda bırakmışlardır. Levend, çift bozan, çingene, ehl-i gurbet, çoban, konar-göçer,
suhte,yörük gibi zümreler bunlar arasında sayılabilir. Devlet bu ayaklanmacı gurupları
kimi zaman bizzat kendisi silahlandırarak birbirlerine karşı kullanmıştır. Bu anlamda
resmi kişilerce levend ve diğer eşkıyalara karşı silahlandırılan suhteler bulunmaktaydı.
(Akdağ 1995: 282).68 Yine suhtelerin nüfuzunu kullanarak rakiplerini ezmek isteyen
şehirli kimselere de rastlanıyordu. (Akdağ 1995: 193).
Aynı şekilde gayr-i kanuni olarak devlet görevlileri de suhteleri kendi menfi
amaçları için kullanabilmişlerdir. Nitekim taşrada devlet adına görev yapan bu kişiler
zaman zaman suhte isyanlarına arka çıkmışlar, merkezden gelen emirlere uymamışlar ya
da bu emirleri yerine getirirken bilerek suhteler lehine ihmalkâr davranmışlardır. XVI.
66 BOA, MD 12, 551/ 1059. 67 Defterlerde yüzlerce örneği bulunmasına rağmen birkaç örnek olarak bkz: BO, MD 12, 99/ 887 ve 192/ 1067; BOA, MD 3, 136/ 355, 234/ 666 ve 543/ 1598. Ayrıca bkz: Akdağ (1995). 68 Ancak suhtelerin her zaman devlet tarafından kolluk gücü olarak kullanılmaya razı olmadıkları anlaşılmaktadır. Nitekim Uşak ve çevresinde Yaya olarak yazılmak istenen ve bu amaçla kendilerine teklif götürülen suhteler buna razı olmamışlar ve elli kişi halinde yayabaşının evini basmışlardır. BOA, MD 12, 207/ 437.
43
yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen ve bu araştırmada incelenen aynı döneme ait 11
olayda ehl-i örfün parmağının olduğu görülmektedir. Bu rakam suhtelerin bizzat katıldığı
ya da isimlerinin kullanıldığı 97 olay içerisinde yaklaşık % 11 gibi bir orana denk
gelmektedir. Bunlar içinde zâim ve sipahi69, âmil (vergi memuru)70, asesbaşı (bekçi
başı)71 ve sancak beyi72 gibi çeşitli farklı görevlerde olanlar olmuştur.
Yine Osmanlı toplumsal yaşamının önemli bir alanını işgal eden ve dinî/adlî
anlamda etkin rolleri olan kadı ve nâiblerin yer aldığı ehl-i şer’ adı verilen zümre de
bazen suhtelere destek olmuştur. Ehl-i şer’in de suhte olaylarında en çok şikâyete konusu
olan tavırları, görevlerini yerine getirmede gösterdikleri kusurlardır. Örneğin 6 Zilka’de
966 (10 Ağustos 1559) tarihinde Ankara kadısına yazılan hükümde kadı ve nâiblerin
suhte olaylarına karşı görevlerini yapmadıkları, bu olayın derhal araştırılması, suçu sabit
olanların azl edilmeleri ve gerekli cezaya çarptırılmaları istenmektedir.73 Yine 14
Ramazan 966 (20 Haziran 1559) tarihli başka bir kayıtta ise Edirne yakınlarındaki Pınar
kadısı, suhtelerin kaçırdıkları bir erkek çocuğunu teslim etmeyip kendi yanında
alıkoyarak kendisinden beklenmeyecek bir kanunsuzluğa karışmıştır.74
Suhtelerin bazı yakınlarının ehl-i örfe dâhil olan kimselerden olması da bazen
sorun olmuştur. Zira 4 Rebîü’l-evvel 973 (29 Eylül 1565) tarihinde Menteşe Beyi’ne
69 Örneğin 24 Ramazan 973 (14 Nisan 1566) tarihli kayda göre Canik’te sipahiler “bize emir yokdur” diyerek suhte teftişine çıkmamışlar, yine âmil, emin ve çeribaşılar da sancakbeyinin görev yapmasını engellemişlerdir. (BOA, MD 5, 525/ 1438). 70 17 Zilhicce 978 (12 Mayıs 1571) tarihli hükümde Karahisar-ı Şarkî’de 3 âmilin suhtelerle birlikte fesâd-ı şenâ‘at ettikleri, bunların derhal yakalanarak görevden alınıp hapis edilmeleri istenmektedir. BOA, MD 12, 223/ 466). Bir başka örmek için bkz: BOA, MD 3, 434/ 1300. 71 Mesela 4 Zi’l- ka’de 967 (27 Temmuz 1560) tarihinde Aydın Beyi’ne gönderilen hükümde “Tire kazâsına tâbî’ Ezine nâhiyesinde on beş sûhtenin Tercemlü nâm karyede bir müslümanın evini basub üç binden ziyâde akçasun alub… te’addî eden suhtelerin elbiseleri ve yatakları asesbaşının evinde bulunduğu” yazmaktadır. BOA, MD 3, 459/ 1371. Burada suçun sabit olduğunun anlaşılması durumunda âmilin hapsedilmesinin istenmesi devletin resmi makamlara karşı sert tutumunu göstermektedir. 72 Mesela Aydın Sancağı’nda H. 966 (M. 1559) tarihinde ortaya çıkan suhte fesadının önlenmesi için sancak beyinin görevini yapmadığı görülmektedir. BOA, MD 3, 126/ 320; 73 BOA, MD 3, 78/196. 74 BOA, MD 3, 5/ 17. Belgede şu ifadeler ye:r almaktadır “Mihal oğlu Hızır Beg’ hüküm ki:Mektub gönderüb bu bendeye fermân olınan kâdîlukların hıfz u hırasetine ala-ma hüve’l-me’mur şürü’ olundukda sa’ir memleket emn ü eman üzere olub lakin mahmiyye-i Edirne kurbinden bir kaç nefer sûhtevat tayifesi bir kimesnenün oğlunu cebren çeküb firar iderler iken kasaba-i Pınar kurbinde suluk ideriken kâdîsı olan Mehmedpınar zikr olunan oğlanı ellerinden alub atasına dahi virmeyüb, kendü yanında hidmetlendürmekle mezkurun sûhte tayifesi kasaba-i mezburun etrafında gezüb kasabayı basmak kasdın eylerler imiş diyü istima’ olunub, Kâdî Mehmed, mezbur oğlanı atasına virmemekle bir fesada ba’is olmak fehm olınur diyü bildirmişsin …. ol babda dahı şer’le lazım geleni icra itdirüb hıfz u hırasetde dakika fevt eylemeyesin.” Bolu civarındaki toprak kadılarının suhte olaylarına göz yummalarına dair başka bir örnek için bkz: BOA, MD 5, 104/ 262.
44
gönderilen hükümde ev basıp mal kaçıran suhtelerin çoğunun kardeşlerinin köy
kethüdâları ve bazı nâib ve hatipler olduğu, bu nedenle ele geçirilmelerinin engellendiği
belirtilirken bu gibilerin isimlerinin bildirilerek gerekli olan cezanın uygulanması
istenmektedir.75
c- HALK
Osmanlı Devleti’nin sosyal bünyesinin XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
bozulmaya başladığı ve Celâli/Türedi olayları ile bu bozulmanın had safhaya ulaştığı
belirtilmişti. Bu çalkantılı dönemde medrese öğrencileri kalkıştıkları eşkıyalık türü
olaylarda en çok zararı masum halka (reâyâ ve berâyâya) veriyorlardı. Bu anlamda
aslında halk nazarında oldukça itibarı olan suhteler bu tür eylemlerinden dolayı eskisi
kadar sayılıp sevilmemeye başlamışlardır. Araştırmada incelen olayların sadece ikisinde
(% 2) halkın suhtelere destek verdikleri görülmektedir. Medrese öğrencileri halka karşı
zulüm derecesinde şiddet içeren baskılar uygulamışlar, çoğunlukla toplu olarak eşkıyalık
hareketlerine kalkıştıkları ve silahlı gezdikleri için merkezden uzak, dağlık, kırsal
alanlardaki halkı kolaylıkla sindirmişlerdir. Devlet sıradan halkı korumak konusunda
oldukça titiz davranmış, en kısa sürede en etkili önlemleri almaya çalışarak gerekli cezaî
yaptırımları uygulamak istemiştir.
Suhteler karşısında masum olan halk devlete sığınmaktan başka çare
bulamamıştır. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi taşrada güvenlik sorunu olduğundan
ve pek çok resmi görevli de halka zulmedip asayişi sağlamakta ihmalkâr davrandığı için
halk yeterince korunamamıştır. Bu durumda halkın silahlanma yoluna gittiği
görülmektedir. Öyle ki bu da sorun olmuş daha sonra halkın elindeki silahların alınması
adına fermanlar yayınlanmıştır. (Akdağ 1995: 214- 215).
Halkın suhtelerle birlikte hareket edenlerinin az da olsa mevcut olduğu
belirtilmişti.76 25 Receb 967 (21 Nisan 1560) tarihinde Hâmidili Sancağı Beyi’ne
75 BOA, MD 5, 219/ 559. 76 Suhteler ile halk beraber huzursuzluk çıkardıkları gibi bazen de birlikte hareket ederek huzursuzlukları önlemeye çalışmışlardır. Nitekim suhteler altı bölük halkı denilen ulûfeli askerlerin zulümlerine karşı halk ile birlikte mücadele etmişlerdir. (Akdağ 1995: 406).
45
gönderilen bir hükümde bazı fesat kimselerin suhtelere eşya vererek onları bu şekilde
Müslümanlar üzerine zulme teşvik ettikleri ve bunların olay mahallinde haklarından
gelinmesi istenmektedir.77 Yine Edirne’de bir gurup medreseli taşkınlıkta bulunmuş,
bunun üzerine hapsedilmişler, ancak akrabaları olan kimseler bu öğrencileri zindandan
kaçırmak istemişlerdir. Bunun üzerine 26 Rebîü’l-âhir 979 (17 Eylül 1571) tarihinde
Edirne kadısına yazılan emirde buna fırsat verilmemesi tembih edilmiştir.78
d- LEVENDLER
Osmanlı Devleti’nin XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile başlayan ve XVII. yüzyılın
başlarına kadar devam eden ağır bunalımlı devrinde devletin önemli askeri
kuvvetlerinden birisi de “levend”ler idi. Genelde deniz erlerine verilen isim olmakla
birlikte bu kelime zamanla kara kuvvetlerini de kapsayacak şekilde kullanılmaya
başlamıştır.79
Sözü edilen bu askeri guruplar Osmanlı merkezi otoritesinin zayıfladığı
zamanlarda ve mekânlarda kendi başlarına hareket edebilmişler, silahlı ve disiplinli bir
eğitimden geçmiş olmaları nedeniyle suhtelerden daha etkili ve kısa sürede organize
olarak eşkıyalık hareketlerine kalkışmışlardır. İşte suhteler gibi ortak hareket kabiliyeti
oldukça fazla olan bu levend gurupları öğrencilerle birlikte eşkıyalık türü olaylara da
karışmışlardır. XVI. yüzyılın ikinci yarısına ait bu çalışmada incelenen Mühimme
Defterleri’nde kaydedilen belgelere bakıldığında suhteler ile levendlerin 12 olayda
birlikte hareket ettikleri görülmektedir. Her iki grubun çıkarlarının ve çatıştıkları
zümrelerin birleşmesi, genç olmaları, kitle halinde ve hızlı hareket edebilme kabiliyetleri
ve kimi zaman silahla gezmeleri onları birbirine yakınlaştıran nedenler olarak ifade
edilebilir. Belgelerde bu gerçeği görmek mümkündür. Örneğin Safer 978 (Temmuz 1570)
tarihli Manavgad, Alâiyye, Duşenbe ve Teke kadılarına gönderilen hükümde Teke
sancağındaki sûhtelerin ayaklanarak Alâiye ve Manavgat’ta oğlan kaçırıp binden fazla
levendi de yanlarına alarak pazar ve köy basıp halkın mallarını gasp ettikleri 77 BOA, MD 3, 318/ 930. 78 BOA, MD 12, 408/ 881. 79 Savaş olmadığı zamanlarda pek işe yaramayan levendler zamanla gözden düşerek ocak değiştirmişler, Anadolu’da türlü edepsizliklere ve yıkıcı olaylara cesaret etmişler ve nihayet 1772 yılında büsbütün lağvedilmişlerdir. (Pakalın 1983: III/ 358- 359).
46
bildirildiğinden, il erleri ve sefere gitmeyen sipâhilerle sûhtelerin üzerlerine varılıp
yakalanmaları ve suçu sâbit olanların hapsedilip küreğe konulmaları istenmektedir.80 Bu
ve buna benzer belgelerde suhteler ile levendlerin ortaklaşa yaptıkları eşkıyalık
hareketlerinin halkı büyük sıkıntılara soktuğu görülmektedir.81
Suhteler ile levend taifesinin çıkar birliği dönemin şartlarına uygun olarak
ekonomik zorlukları eşkıyalık ve yağma yolu ile aşma şeklinde vücut bulmuştur. Birlikte
zekât adına halka salgın salma82, yol basarak mal gasp etme83, köylerdeki evleri basarak
mal çalma84 gibi örnekler bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Daha önce ifade edildiği gibi suhte kılığına bürünerek isyan ve eşkıyalık yapan
levendlere de rastlanmakta idi. Suhtelerin isyanlarının devlet tarafından levendler
kullanılarak önlenmeye çalışılması ise bir başka ilginç durum idi. Zira kimi levendler bir
yörede isyanları önlemeye çalışırken kimileri başka bir bölgede ya da zamanda eşkıya
olarak ortaya çıkmaktaydılar. Bu durum devletin işini oldukça zorlaştırmaktaydı.
e- GURBET- ÇİNGENE- HIRSIZ TAİFESİ
Osmanlı halk kesimleri içinde önemli bir gurubu da çingeneler ve onlarla birlikte
anılan ehl-i gurbet taifesi oluşturmaktadır. Ehl-i gurbet teriminin tam olarak hangi kesimi
ifade ettiği kesin olmamakla birlikte Akdağ (1995: 150)’a göre ehl-i gurbet tanımlaması
ailecek dolaşıp eşkıyalık, harâmilik ve fuhuş yapanlar için kullanılmış olmalıdır. İşte
belgelerde suhtelerle birlikte hareket eden çingene, hırsız şeklinde nitelendirilen
toplumsal guruplar da geçmektedir. Bu halk kitleleri de suhtelerle işbirliği halinde Celalî
ayaklanmalarının yoğunluk kazandığı zaman ve mekânlarda eşkıyalık hareketlerine
katılmışlardır. Bu dönemle ilgili olarak incelenen 97 Mühimme kaydı içerisinde
suhtelerle işbirliği halinde eşkıyalık yapan, bu guruplara ait 7 belgeye rastlanmıştır.85 Bu
80 BOA, MD 12, 330/ 676. 81 Başka örnekler için bkz: BOA, MD 12, 483/ 925; BOA, MD 12, 514/ 986; BOA, MD 5, 355/ 936; (Ünal 1995: 177, 178). 82 BOA, MD 3, 435/ 1304. 83 BOA, MD 3, 166/ 453. 84 BOA, MD, 12/1, 330/ 676. 85 Mesela 973 yılı Ramazan’ında (Nisan 1566) Canik’te suhteler çingene ve gurbet takımı ile birlikte eşkıyalık yaparken (BOA, MD 5, 525/ 1438); 4 Cemaziye’l- evvel 979 (24 Eylül 1571) tarihli hükme göre de Gelibolu’da boğazı
47
işbirliği neticesinde birlikte mal yağmalama temel hedef olarak görülmüş bu amaçla
kalkıştıkları gasp, hırsızlık ve fesat olaylarında daha ileri giderek adam öldürmeye kadar
varabilmişlerdir.86 Suhtelerin diğer guruplarla olan işbirliğinin temelinde yatan beraber
hareket ederek güç kazanma ve birlikte haramilik yapma gayesi bu guruplarla olan
işbirliğinin de temel dayanağı olmuştur.
f- GAYR-İ MÜSLİMLER
Osmanlı klasik döneminde medrese öğrencilerinin eşkıyalık türü olaylara
karıştıkları bölgelerin Anadolu coğrafyasında yoğunlaştığı görülmüştü. Bu döneme ait
incelenen Mühimme Defterleri kayıtlarına bakıldığında suhtelerin Müslümanların
yerleşim yerlerini rahatsız ettikleri görülmektedir. Bu döneme ait olayların hiç birinde
dinsel ya da ideolojik bir sebebe rastlanmamaktadır. Suhteler ekonomik amaçla bu işlere
kalkıştıklarından dolayı gayr-i Müslim düşmanlığı yönünde bir harekete girişmemiş
görünmektedirler. Bir Mühimme kaydında suhtelerin bir gayr-i Müslim köyü bastığı ve
bir şahsı öldürdükleri belirtilmektedir.87 Yine başka bir belgeden de suhtelerin Yorgi
isminde bir zimminin malını çaldıkları anlaşılmaktadır.88 Bunun dışında incelenen 97
belge içerisinde suhtelerin Müslüman olmayanlara karşı bir eşkıyalık hareketine
girişmedikleri görülmektedir. Bu durum suhtelerin dini ya da siyasi bir gaye ile hareket
etmediklerini, bu dönemde sebep oldukları taşkınlıkların ideolojik bir kaynaktan
beslenmediği ve bu yönde gelişmediğini göstermektedir. Bundan başka suhte olaylarına
karışan, açıktan ya da dolaylı olarak onlara destek veren gayr-i Müslimlere de
rastlanmamaktadır.
geçen suhte ve gurbet takımı birlikte fesat işlere karışmışlardır. (BOA, MD 12, 471/ 903). Başka bir örnek için bkz: BOA, MD 3, 161/ 438. 86 BOA, MD 5, 481/ 1301. 87 22 Ramazan 967 (16 Haziran 1560) tarihinde Alanya Beyine gönderilen hükümde şu ifadeler yer almaktadır: “Alâiye begine hüküm ki: Alâ’iyye kâdîsı mektub gönderüb kazâ-i mezbûreden Mandras nâm karyeyi on neferden ziyâde sûhte basub bir zımmîyi katl eyleyüb on binden ziyâde mallarun alub avretlerine ziyâde te’addiler idüb nevâhî-i Alâiyye’den ba’zı müslümanaların oğlanlarun çeküb re’âyâya te’addî vü tecâvüz iderler diyü bildümiş. İmdi, buyurdum ki: Vardukda zikr olınan ehl-i fesâd ve sûhte tâ’ifesinden sancağınu tathîr u pâk eyleyesin. Şöyleki sancağında bir dahı anun gibi ehl-i fesâd, reâyâ ve gayra te’addî itdüği istimâ’ olına ve yâhud arz olına, aslâ özrin makbûl olma ihtimâli olmayub mu’âkab olman mukarrerdür. Ana göre mukayyed olub ehl-i fesâdı ele getürüb şer’ile haklarından gelmek bâbında dakîka fevt itmeyesin.” BOA, MD 3, 319/ 933. 88 BOA, MD 6, 271/ 576.
48
g- SUHTE OLMAYIP SUHTE KILIĞINDA SUÇ İŞLEYENLER
Osmanlı Devleti’nin her bakımdan kargaşa içerisinde olduğu XVI. yüzyılın ikinci
yarısına rastlayan dönemde pek çok toplumsal gurup yaşadıkları sorunlara çözüm
bulamadıklarından ve devletten de yeterince destek göremediklerinden dolayı kendi
başlarının çaresine bakmanın yollarını aramışlardır. Hemen her gurup çareyi mevcut
karışık ortamdan yararlanarak kanunsuz hareketlere girişmekte bulmuştur Bu kargaşa
ortamında medrese öğrencileri de isyana kalkışmışlardır. Ancak Mühimme defterlerine
yansıyan çok önemli bir gerçek dikkat çekmektedir. Kendileri suhte yani öğrenci
olmadıkları halde suhte kılığında, suhte gibi giyinerek belgelerin dili ile söylenecek
olursa “suhte namına”89 eşkıyalık türü faaliyetlere girişenler de olmakta idi. XVI.
yüzyılın sonlarına ait incelenen beş Mühimme Defteri’nde suhte adına gerçekleştirilen 18
kanunsuz olaya rastlanmaktadır. Suhte adına kanundışı olaylara karışan guruplara
bakıldığında bunlar içerisinde levendler90, hırsızlar91, eşkıyalar (ehl-i fesâd)92’a
rastlanmaktadır.93
Burada bu toplumsal gurupların neden suhte kıyafeti giyerek kendilerini suhte
şeklinde gösterip isyan ve eşkıyalık hareketlerine kalkıştıkları sorusu önem
kazanmaktadır. Bilindiği gibi medrese öğrencilerine gerek halk gerekse devlet tarafından
pozitif ayrımcılık sayılabilecek bir hoşgörü gösterilmekte ve onlara halk nezdinde büyük
bir saygı duyulmakta idi. Bu anlamda suhteler cerre çıkma, sadaka toplama, imaretlerden
ücretsiz beslenme gibi kendi iaşelerini sağlayacak bazı haklara sahip idiler. İşte suhte
nâmına eşkıyalık yapanların bu haklardan kanunsuz olarak yararlanmak istedikleri
anlaşılmaktadır. Zira 20 Zilhicce 979 (4 Mayıs 1572) tarihinde Selanik Beyi ve Siroz
Kadısına yazılan emirde “imâretlerde yaşlı Mehmed ve Nasuh ve Suînullâh ve Ömer ve
Kara Mehmed nâm kimesneler ve sâir sûhte nâmına nice eşkıyâ cem’olub okumak- 89Mühimme defterlerine yansıyan kayıtlarda suhte olmayıp kendilerine suhte süsü vererek isyan edenlere dair “suhte namına” (bkz: BOA, MD 12, 642/ 1216) ya da 26 Muharrem 967 (28 Ekim 1559) tarihli Çorum Sancağı Beyi’ne yazılan emirde olduğu gibi “suhte adına” eşkıyalık yaptıkları ifadeleri kullanılmaktadır. (BOA, MD 3, 166/ 452). 90 Örnekler için bkz: BOA, MD 5, 420/ 1115; BOA, MD 12, 514/ 986. 91 Örnek için bkz: BOA, MD 5, 14/ 38. Akşehir ve Balat’ta suhte adına eşkıyalık yapan kimselerle birlikte hareket eden iki suhtenin de bulunması dikkat çekicidir. 92 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 642/ 1216; BOA; MD 5, 349/ 922; BOA, MD 3, 126/ 411. 93 Aslında bu dönemde çeşitli gurupların başka isim altında ve uydurma bahaneler ile kanunsuz şekillerde hareket etmeleri olağan olaylardandı. Nitekim çingeneler sipahi suretinde eşkıyalık yaptıkları gibi (Savaş 2002: 168), “suhte yatağısınız ” bahanesi ile haksız yere halka zulüm eden ehl-i örfe de rastlanıyordu. (Savaş 2002: 121).
49
yazmak üzre olmayub tâb-hânede müsâfiri kondurmayub kendüler olub fısk u fücûr üzre
olub şeyhin ve aşcıların ve sâir hademelerin katl itmek isteyüb matbaha girüb istedikleri
mikdârı pilâv ü zerde ve aş alub ve kilârı kapatmayub ellerinde âlât-ı harble girüb
kimesneyi söyletmeyüb murâdları üzere yağ ve bâl alub fesâd-ı şenâ’at itdükleri”
arzeyledikleri ecilden bu husûs onat vechile görilüb mazarrât-u fesâdları def’ u ref’
kılınmak emridüb...” denilmekte ve bu gibilerin fesatlarının derhal önlenmesi
istenmektedir.94 26 Muharrem 967 (28 Ekim 1559) tarihli belgede ise şu ifadeler yer
almaktadır: “Çorum Sancağı Beğine hüküm ki; Hâliyâ Amâsiyye kâdîsı mektûb gönderüb
sûhte adına ba’zı levendler bir, iki, üç yıldan berü iki bölük olub Osmancık ve Merzifon
ve Ladik ve Gümüş kasabalarında ve nevâhîsinde ba’zı kimesnelerün evlâdına dahl idüb
ve zekât ve sadaka diyü ba’zı kimesnelerden cebren akça alub te’addî eyledükleri…..”95
Suhte adına kanunsuz hareketlere girişen guruplar bu eylemleri sayesinde halktan
zekât ve sadaka toplama ve imaretlerden beslenme gibi haklardan yararlanıyorlar,
böylece hem suhtelerin adı kötülenmiş oluyor hem de kendilerini gizleme fırsatını
bulmuş oluyorlardı. Ancak burada ilginç olan bir durum daha vardır ki bazen de
suhtelerin başkalarının adını kullanarak hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Akdağ
(1995: 368)’a göre XVI. yüzyılın sonlarında Ankara ve çevresinde medrese öğrencileri
“kapu halkı”96 adı altında reayaya zulüm ediyorlardı.
C- XVI. YÜZYIL’DA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARINA KARŞI ALINAN
TEDBİRLER
Osmanlı Devleti XVI. yüzyılın ikinci yarısında pek çok toplumsal grubun yanında
medrese öğrencilerinin eşkıyalık türü hareketleri ile de uğraşmak zorunda kalmıştır.
Devlet hukukî ve/veya cebrî yolları deneyerek suhteleri önlemeye çalıştığı gibi, daha
ılımlı ve yapıcı metotları da kullanmaktan çekinmemiştir. Resmi yoldan bu mücadele 94 BOA, MD 12, 642/ 1216. 95 BOA, MD 3, 166/ 452. 96 Kapu halkı ifadesi vezirler ile beylerbeylerinin memuriyet yerlerinde ve seferlerde bulundukları zamanlarda maiyetlerinde bulunan zabit, asker ve hademeleri için kullanılan bir tabirdir. Bu görevliler bulundukları yerlerde emniyet ve asayişi sağlarlardı. (Pakalın 1983/II: 172. İşte medrese öğrencilerinin bir kısmı iş bulamadıkları için sözü edilen görevlilerin yanında bu şekilde iş bulmayı amaç edinmişlerdi.
50
devam ederken bilim çevreleri de suhtelerin neden isyan ettikleri, nasıl önlenmeleri
gerektiği gibi konularda layihalar yazmışlar, çözüm önerileri sunmaya çalışmışlardır.
Burada öncelikle bilim dünyasının hem genel olarak bilimsel duraklama ve gerilemeye
hem de özelde medreseli olaylarına dair çözüm önerilerinin neler olduğu ortaya konmaya
çalışılacak, ardından devletin aldığı tedbirlere bakılacaktır.
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ
Osmanlı ulemâsının medreselerde yaşanan bu tip olumsuz gelişmelerin farkında
oldukları ve çözüm yolları aradıkları anlaşılmaktadır. Önemli bilim adamlarınca yazılan
ve ıslahat önerilerini içeren risaleler bunu göstermektedir. Örneğin III. Murat devrinde
(1574-1585) yazılan ve yazarı belirlenemeyen Hırzü’l-Mülük adlı layihada öğrencilerin
yeterli eğitim almadan mezun oldukları, müderrislerin kayırma yolu ile atandıkları ve
bunlarında medreselerde sorunlara neden olduğu belirtilmektedir. (Zengin 1997: 405).
Yine III. Mehmed (1595-1603) tarafından verilen emirle ilmiye sınıfının ıslahı için bir
komisyon oluşturulmuş, bu komisyonun üyeleri tarafından yazılan lâyıha, 1598 yılında
sultana sunulmuştur. Burada daha çok mülâzemet sisteminin düzeltilmesi üzerinde
durularak hak etmeyenlere mülâzemetlerin verilmemesi istenmektedir. (Uzunçarşılı 1984:
244- 248.)
Ayrıca çeşitli bilim adamları tarafından da aksaklıkların giderilmesi yönünde
atılacak adımlara dair bağımsız eserler kaleme alınmıştır.97 Bu anlamda XVI. asırda
yazan ilmiyeden Hasan Kâfî (ö. 1616) kendi çağında bilim dünyasında yaşanan
sorunların devletin bu camiaya değer vermemesinden kaynaklandığını ifade etmiş ve
çözüm için daha çok devlet ilgi ve desteğine ihtiyaç olduğunu öne sürmüştür. (İpşirli,
1999: 75).
97 Ulemâ ve medreselerin yaşadığı aksaklıkları ve çözüm yollarını ifade eden başka eserlere birkaç örnek: Lütfi Paşa (ö.1564)’nın Asafnâme’si, Taşköprüzâde Ahmed Efendi (ö.1561)’nin Mevzu’at’ı, Selânikî Mustafa Efendi (ö. 1600)’nin Tarih-i Selânikî; Hasan Kâfî El-Akhisârî (ö.1615)’nin, Usûlu’l-hikem fî nizâmi’l-âlem’i sayılabilir. Ayrıntılar için bkz: (Öz 1991).
51
Ayrıca bu dönemin önemli bilginlerinden Gelibolulu Mustafa Âli (ö.1628)
Künhü’l-Ahbâr adlı eserinde bilim dünyasındaki bozukluğun sebebini insanların hak
etmedikleri ve yeteneklerini aşan görev ve makamlar elde etmelerine bağlamakta ve
böylece çözümün adresini de göstermektedir. (Öz 1991).98 Âli aynı zamanda bilim
adamlarını eleştirmekte ve onların aslında “cahil” olduklarını, maddi gücü olan cahil
kimselerin âlim sayıldıklarını yazmaktadır. Ayrıca O’na göre yöneticiler de iltimas ve
rüşvetle bilim dünyasına müdahale etmişler bu nedenle bilim adamlarının durumu daha
da kötüleşmiştir. (Zengin 1997: 406).
Bu âlimler tarafından çözüm için ifade edilen hususlar buraya kadar anılan
sorunları ortaya koyarken, çözümün klasik çağdaki güzel özelliklere dönüşte aranması da
ilginçtir. Bilim adamlarının medrese eğitim sistemi, programları, okutulan kitapların
kalitesi, medreselerin fiziki şartları konusunda özel öneriler sunmadıkları görülmektedir.
2-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA ÇEŞİTLERİ
Osmanlı merkezî otoritesine karşı yapılan her türlü menfi hareket devlet
tarafından sert tedbirler alınarak önlenmeye çalışılmış, bu durumun yeterli ve gerekli
olmadığı durumlarda başka yöntemlere başvurulmuştur. Osmanlı sınırlarının dev
boyutlara ulaşarak doğal sınırlara eriştiği XVI. yüzyıl ortalarından itibaren bu büyük
sınırlar beraberinde asayiş sorununu da getirmiştir. Ancak sınırların devasa büyüklüğüne
rağmen bu dönemdeki suhte eşkıyalığı süresince devletin merkezî otoritesinin hâlâ etkin
bir şekilde varlığını hissettirdiği görülmektedir. Kimi zaman sert tedbirlere başvuran ve
merkezden yayınladığı fermanlar ile durumu kontrol altına almaya ve düzene sokmaya
çalışan devlet99, kimi zaman da yerel unsurları devreye sokarken, değişik zaman ve
mekânlarda da o zaman ve mekânların şartlarına uygun olan tedbirleri almıştır.
98 http://www.enezmuftulugu.gov.tr/Makaleler/OSMANLI/cm.htm. Bu makale şurada yayınlanmıştır: Türk Yurdu Nisan 1991, s.49-52. 99 Mesela III. Murat 1577’de yayınladığı fermanla müderrislerin hallerini düzeltmelerini isterken, 1579 yılında yazılmış olan bir hükme göre de suhtelerin o zamana kadar olan suçları affedilmiştir. Yine III. Mehmet 1598 yılında Medreseleri Islah Kanunu çıkarmıştır. Ancak bu fermanlar incelendiğinde de medrese eğitim sistemini (ders saatleri, yöntem ve teknikler, dersler, ders kitapları , tatil süreleri vs..bakımından) yenileyecek reform niteliğinde düzenlemelere yer almamaktadır. Bu fermanlarla amaçlanan sistemin eski yapısına döndürülmesinden başka bir şey değildir. Ayrıntılar için bkz: (Uzunçarşılı 1984: 241- 247).
52
Suhtelerin önlenmesi için kendilerini birbirlerine ya da muteber kimselere
kefillendirme, yerel unsurlardan yararlanma ve af gibi tedbirleri devreye sokan devlet bu
gibi tedbirlerden sonuç alamadığı durumlarda başka cezalandırma yollarına
başvurmuştur. Osmanlı hukuk sisteminde aynı suçlara değişik zamanlarda değişik
yorumlar ile cezalandırma yapıldığı gibi100 aşağıda örneklendirileceği üzere suhtelerin
işledikleri suçlara da değişik cezaî yöntemler uygulanmıştır.
a- YEREL UNSURLARDAN YARARLANMA
Osmanlı Devleti suhtelere karşı güvenlik önlemi olarak önce taşradaki
devlet görevlilerinin sayısını arttırmıştır. Her sancağa ayrılan güvenlik örgütü dışında
kazalara birer zâim, çavuş, müteferrika (padişah emrini taşıyan kimse) gibi resmî
görevliler atanmış ya da var olanların desteğine başvurulmuştur. (Akdağ 1995: 208). Bu
konuda kaleme alınan hükümler bunu doğrulamaktadır.101 Ayrıca devlet kendi kolluk
kuvvetlerinin yetersiz kaldığını gördüğü durumlarda “il erleri" adı verilen bir zümreden
de yararlanmıştır. Her köy halkının kendi imkânlarıyla silahlandığı ve aralarında bir
“yiğitbaşı” seçerek kendi milis kuvvetlerini oluşturduğu bu silahlı guruba “il erleri”
denilmiş, çoğu zaman muhtar yiğitbaşı olmuştur. Bu sistem daha çok asıl askeri güçlerin
ve yerel güvenlik güçlerinin yetersiz kaldığı ya da seferde olduğu zamanlarda
kullanılmıştır. Mesela 7 Rebiü’l-evvel 979 (30 Temmuz 1571) tarihinde İstanbul’dan
Kandıra’ya yazılan hükümde isyan eden suhteleri bastırmak için il erlerinin yardımı
istenmektedir.102 Ayrıca suhte olaylarına karşı çoğu zaman “hisar erleri”103 ve sipahi
kuvvetleri104 ve yeniçeriler105 de kullanılmıştır.
100 Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için bkz: (Tuşalp 2005). 101Mesela 27 Recep 973 (17 Şubat 1566) tarihli Şehzade lalasına bildirilen emirde suhte fesadının önlenmesi için görevlendirilen Zaim Tahir’e yardım edilmesi isteniyor. BOA, MD 5, 391/ 1032. Ayrıca başka örnekler için bakınız BOA, MD 3, 258/ 738; BOA, MD 5, 508/ 1386. 102 BOA, MD 12, 512/ 964. Ayrıca başka örnekler için bakınız: BOA, MD 3, 126/ 320; BOA, MD 12, 421/ 824. BOA, MD 5, 481/ 1301. 103 Örnekler için bkz: BOA, MD 5, 414/1090; BOA, MD 5, 457/1227; BOA, MD 12, 309/ 638. 104 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 94/204; BOA, MD 5, 391/1032: BOA, MD 5, 481/1301 105 Örnekler için bkz: BOA, MD 3, 66/157; BOA 12, 269/551.
53
Ancak il erleri her zaman istenilen başarıya ulaşamamış bazı durumlarda yetersiz
kalmışlardır. Çünkü suhteler gerilla tipi eşkıyalık yapıp belli bir bölgede barınmak yerine
kırsal alanları seçtiklerinden bu düzenli grupların pek etkisi olmamıştır. Ayrıca kimi
zaman isyancı suhtelerle birlikte hareket eden il erlerine dahi rastlanmıştır.106 Özellikle
III. Murat döneminde (1574-1595) il erlerinin, başlarındaki serdarları ile isyancı
öğrencilerle birlikte hareket ettikleri görülmüştür. (Akdağ 1949: 365). Kendileri isyanları
bastırmakla görevlendirilen il erlerinin bizzat yağma ve ahlaksızca eylemlere katılmaları
bu zümreden istenilen başarının elde edilememesinin ana nedenlerinden birisi olmuştur.
Arşiv belgelerine yansıdığı üzere suhte olaylarına karşı “toprak kadıları”107 da
kullanılmış, gerektiğinde onların da yardımına başvurularak olayları yerinde teftiş edip
gerekli hukuki önlemleri almaları istenmiştir. Örneğin 8 Rebîü’l-evvel 979 ( 31 Temmuz
1571) tarihinde Kandıra’da sûhte taifesinin köy basıp adam öldürmesi ve halka zarar
vermesi üzerine, “ehl-i fesâdın ahvâllerin tobrak kâdîsı ma’rifeti ile husâmâ
muvâcehesinde onat vechle hakk üzere teftîş edilmesi” emredilmiştir.108
Devlet gayr-i resmi unsurlar olarak sıradan insanlardan da destek istemekten
çekinmemiştir. Örneğin Yalvaç’da otuz yedi ehl-i fesâd levend ve sûhte ile Hacı isimli
şahsın evini basıp, kızını ve oğlunu kaçırmak ve karısını okla yaralamak suçlarına karışan
suhte ve leventlerin cezalandırılmaları için 23 Safer 979 (17 Temmuz 1571) tarihinde
gönderilen hükümde halktan yardım alınması istenmekte, “ol gaybet idenleri dahi
yataklarına ve turaklarına ve akvâm-ı akrabasına ve küfelâsına ve bi’l-cümle şer’le
buldurması lazım olanlara buldurulması emredilmektedir.109 Ancak burada halkın
106 Suhtelerin teftiş edilmesine muhalefet eden il erleri için bkz: BOA, MD 12, 512/ 964. 107 XVI. yüzyılın sonlarına kadar toprak kadıları, her eyalet ve sancakta gezici mahiyette şikâyetleri dinler, gerekirse davalara da bakarlardı. Devlet merkezinde ve taşrada incelenmesi gerekli işler toprak kadısı vasıtasıyla incelenirdi. (Uzunçarşılı 1984: 126). Buradaki toprak ifadesinden onların sadece toprakla ilgili olaylara baktıkları sonucu çıkarılmamalıdır. Gerek Savaş’ın (2002: 87) incelediği gerekse bu araştırmada incelenen belgelere göre toprak kadıları toprak dışında çeşitli adli vakalara da bakmışlardır. Daha çok Osmanlı asayişinin bozulduğu ve takibatın hızlandırılması gerektiği durumlarda bu tip bir görevliye ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. 108 BOA, MD 12, 514/ 986. Başka örnekler için bkz: BOA, MD 12, 424/ 841; BOA, MD 12, 618/ 1178. 109 BOA, MD 12, 483/ 925. Osmanlı resmi makamları suhtelerin bizzat kendi akrabalarının yardımı ile buldurulmaları konusunda oldukça gayret sarf etmişler, kendi imkânlarının yetersiz kaldığı durumlarda olaylara karışan öğrencilerin akrabalarının yardımı ile ele geçirilmesini istemişlerdir. Bu tip örnekler için bkz: BOA, MD 12, 512/ 964; BOA, MD 12, 514/ 986.
54
suhtelere karşı koymak konusunda çekimser olabildikleri ve kendi başlarına hareket
etmekten çekindikleri unutulmamalıdır.110
b- SİLAHSIZLANDIRMA
Devletin suhte ve diğer isyanları önlemede başvurduğu yollardan bir tanesi de
halkın ve eşkıyalıkta bulunanların ellerinden silahların alınması olmuştur. İşledikleri kötü
fiiller sırasında suhtelerin adam öldürme olaylarına da sebebiyet verdikleri belirtilmişti.
Suhteler bu gibi olaylarda elleri silahlı olarak bulunuyor ve bu fiilleri esnasında daha çok
tüfek kullanıyorlardı.111 İşte bu silahlar merkezî yönetimin XVI. yüzyılın ortalarından
itibaren gönderdiği fermanlar ile halkın ve suhtelerin ellerinden alınması yoluna
başvurulmuştur. (Akdağ 1995: 215)
c-KEFİLLENDİRME
Suhte isyanlarının önlenmesi için başvurulan ilginç yöntemlerden birisi de
medrese öğrencilerinin kefile bağlanmasıdır. İç karışıklıkların ortaya çıkmaya başladığı
dönemlerden itibaren uygulanan bu yönteme göre köylerin erkekleri guruplar halinde
toplanıyor, her olgun erkek bir genç suhteye kefil oluyor, köyün kethüdası da kefillere
kefil oluyordu. İmam ya da papaz ise hepsinin kefili oluyordu. (Akdağ 1995: 212). Devlet
böylece bir oto kontrol mekanizması kurarak gençlerin suça karışmasını önlemeye
çalışmıştır. Halk böylece devlete karşı sorumlu hale getirilerek öğrencilerin yağma ve
öldürme gibi suçlara karışmalarının daha baştan önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Kefil sisteminde kefile bağlanan suhtelerin adeta günümüzdeki gibi öğrenci kaydı
yaptırmış oldukları ve bu sayede öğrenci haklarından yararlanabildikleri anlaşılmaktadır.
Örneğin Manisa kadısına gönderilen bir hükümde kefilsiz olan suhtelerin imaretlerden
110 Zira Edirne tarafında halkın suhtelere karşı koyması istenmiş ancak İpsala halkı “emr-i şerîf olmadan mukâbele etmekten havf ettiklerini” bildirmişlerdir. BOA, MD 3, 76/192. 111 Mesela 25 Zilka’de 966 (29 Ağustos 1559) tarihli Amasya muhafızına yazılan fermanda suhtelerin “tüfeng ve âlât-ı harbile kasabadan kasabaya gezdikleri “ bildiriliyor. BOA, MD 3, 103/ 261. Başka örnekler için bkz: BOA, MD 3, 103/ 261, 155/ 419 ve 435/ 1304; BOA, MD 12, 408/881.
55
yararlanmamaları emredilmiş, böylece kefilli olmayan suhtelerin öğrenci kabul
edilmeyecekleri ve öğrenci haklarından yararlanamayacakları açıkça ifade edilmiştir.112
Ancak bu sistemin de her zaman sağlıklı olarak işletilemediği anlaşılmaktadır.
Tüm çabalara rağmen kimi köylerde hiç kefillendirilmemiş suhtelerin varlığına
rastlanmaktadır. Örneğin 7 Şaban 967 (3 Mayıs 1560) tarihinde Rum Beylerbeyine ve
Tokat kadısına gönderilen emirde kefilleri olmayan suhtelerin isyanlarının önlenmesi
istenmektedir.113 Zaten kefil işlemlerinin dağa çıkmış ve daha önce suça karışmış
öğrenciler için pek önleyici nitelikte olmayacağı açıktır. Zira isyan eden öğrenciler sabit
bir yerde durmadıkları gibi çoğu zaman nerede oldukları dahi bilinmiyordu. Bu nedenle
tüm öğrencilerin kefillendirilmesi ve sistemin istenilen başarıya ulaşması mümkün
değildi.
d- HAPİS
Osmanlı resmi makamları suhte isyanlarını önlemede sözü edilen tedbirleri
uygularken bu tedbirlerin işe yaramadığı durumlarda çeşitli cezâi yaptırımları devreye
sokmuştur. Bu cezaların başında eşkıyalık olaylarına karışan suhtelerin ya da diğer
medreselilerin hapis edilmeleri gelmektedir. Medrese öğrencilerinin ıslah edilmeleri
konusunda en çok başvurulan ceza yöntemi şakîlerin hapsedilmeleri olmuştur. Bu
döneme ait incelenen ve bizzat suhtelerin yer aldığı olaylara ait belgelerin 21’inde
(yaklaşık her 5 olaydan birinde) suhtelerin hapis cezası ile cezalandırılmaları
istenmektedir.114 Suhteler daha çok kalelerde hapsedilmişlerdir. Ancak kimi zaman
hapsedilmeleri nihâî ceza olmamış, ilk ele geçirildiklerinde en yakın kalede hapsedilen
suhtelere daha sonra hak ettikleri başka cezalar da uygulanmıştır.115
Hapis cezası kimi zaman sürgün ile birlikte uygulanmış, böylece suhtelerin
bulundukları mekândan uzaklaştırılmaları sağlanmıştır. Sürgün, özellikle olayları
112 BOA, MD 3, 197/ 554. 113 BOA, MD 3, 360/ 1065; Ayrıca kefilsiz oldukları anlaşılan ve isyan ve eşkıyalık yapan başka suhteler için bkz: BOA, MD 3, 258/ 738; BOA, MD 3, 360/ 1065. 114 Örnek için bkz: BOA, MD 12, 408/ 881, 471/ 903, 483/ 925. 115 Mesela hapsedildikten sonra küreğe gönderilmeleri emredilen suhteler için bakınız: BOA, MD 12/1, Belge No: 676.
56
kışkırtan elebaşlarına, caydırıcı olması için uygulanmış, böylece isyancıların dağılması
hedeflenmiştir.116
e- SİYASET ( KATL)
Bu döneme ait Mühimme defterlerine yansıyan belgelerde olaylara karışan
öğrencilere “siyaset” cezasının uygulanmasının istendiğine de rastlanmaktadır.117
Belgelere yansıdığı kadarıyla devlet bu yöntemin uygulanmasının pek taraftarı olmamış,
öldürülmeleri gerekse bile bunun son çare olarak düşünülmesi istenmiştir. Nitekim
belgelerde sıkça rastlanan “hüsn-i tedbir ile ele geçirin bu mümkün değil ise demleri
hederdir” mealindeki hükümler bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.118
Devlet suhtelere karşı yapıcı ve caydırıcı cezalar vermek yanında kendisine karşı
koyacak olanlar için de sert bir şekilde karşılık verilmesini bildirmiş, “mukâtele ve
muhârabeye kalkışırlar ise demleri heder olur” şeklinde kati bir emirle çatışmaya
girmeye cesaret edecek olanların öldürülmeleri emredilmiştir.119
116 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 309/ 638 ve 925; BOA, MD 5, 420/ 1115. 117 Bu dönemin Şeyhülislamlarından olan Ebusuud Efendi (ö. 1574) bu tip eşkıyalık faaliyetlerinde bulunan suhteler ile ilgili şu fetvayı vermiştir: “Bir livada “suhte” namında ba’zı haramiler olup, ba’zı Müslümanların oğulların çekip alıp gidip, evliyası varıp taleb ettiklerinde vermeyip, ve ba’zının akçaların alıp oğulların verip, ve ba’zı müslimanların gasben koyunların alıp, ba’zı müslümanları dahi tutup kollarından asıp darb-ı şedid ve şikence edip, nice akçaların alıp, mabeynlerinde taksim eyleyip zulm ü te’addileri hadden mütecaviz olsa mezburlara ne lazım olur? El-cevab: Mazburlar … müslümanlardan malların alıp, mabeynlerinde her birine onar dirhem-i şer’i düştüyse, elleri ve ayakları sağ olanların, sağ elleri ve sol ayakları kat’ olunur. Eğer yola çıkıp adam katl ettiler ise imam anları hadden katl eder. Verese-i maktulun afvına i’tibar olunmaz. Eğer hem nisab miktarı mal alıp hem katl-i nef eylediler ise, muhtadır, dilerse sağ ellerin ve sol ayakların kat’ edip badehu salb eder, ya ibtida katl eder. Dilerse salb eder böğrünü süngü ile şakkeder. Bade’l-had, aldıkları mal baki ise ashabına verilir, zayi’ olduysa tazmin olunmaz. Eğer yola çıkmayup gasbla mal aldılar ise, tazmin olunup ta’zir-i şedid ve habs-i medid olnurular. (Tuşalp 2005: 51) Ancak tüm olaylarda bu yöntemlerin uygulanmadığı görülmektedir. 118 Örnekler için bkz: BOA, MD 6, 462/ 1000; BOA, MD 12, 514/ 986. 119 Mesela 8 Rebîü’l- evvel 979 (31 Temmuz 1571) tarihinde Kandıra’da suhtelerin köy basıp adam öldürdüğü ve halka zarar verdiği bildirildiğinden, bunların Sol Ulufeciler Ağası Ramazan’ın emrindeki kuvvetlerle ve il erleriyle haklarından gelinmesi istenirken şu ifadeler dikkate değerdir: “…zikr olunan ehl-i fesâd ve sûhte tâyifesiyle bile gezüb fesâd ve şenâ’at eyleyen levendü tetebbu’-ı tecessüs idüb ele getürüb anun gibi el virmeyüb muhârebe ve mukâbele ve mübâşeret iderlerse demleri hederdür…” BOA, MD 12, 514/ 986. Başka örnekler için bkz: BOA, MD 12, 626/ 1190; BOA 12, MD, 272/ 557.
57
f- KÜREK CEZASI
XVI. yüzyılda eşkıyalık yapan suhtelerin cezalandırılma yöntemlerinden birisi de
kürek cezasına120 çarptırılmaları olmuştur.121 Bu şekilde beden güçlerinden yararlanılan
suhtelerin te’dib edilmeleri amaçlanmıştır. Kürek cezası kısmen daha hafif bir ceza
olmakla birlikte hem caydırıcı hem de ilim dünyasını rencide etmeyecek derecede bir
ceza olması bakımından uygulanır bulunmuştur.
g- DİĞER TEDBİR VE CEZALAR
Klasik dönemde eşkıyalık hareketlerinde yer alan suhtelere bu tip cezalardan
başka katl-i uzv122 ve kısas123 cezasının da uygulandığı görülmektedir. Ayrıca bazen
olaylara karışan fesatçıların olay mahallinde cezalandırılmak yerine başkente
gönderilmeleri de istenmiştir.124
Devlet öğrenci olaylarında çözüme ulaşmak için oldukça yapıcı davranmaya
çalışmıştır. Bu döneme ait hemen tüm Mühimme kayıtlarında geçen bazı ifadeler devletin
öğrenci ayaklanmalarında ne kadar hassas davrandığını ortaya koyması bakımından
oldukça önemlidir. Ayaklanmalara karışan suhtelerin gerektiği gibi
cezalandırılmalarından sonra halka ve suçu olmayan suhtelere asla kötü davranılmaması
istenmektedir.125 Eşkıyalık hareketlerine kalkışan suhteler bazen de af yoluyla kanuna
uymaya davet edilmiştir. Mesela çıkarılan bir kanunla 1579 Martına kadar işlenen suçlar
120 Özellikle sanayi devriminden önce tamamen insan gücüne dayalı olarak hareket ettirilen gemiler aynı zamanda Osmanlı donanmasının da temelini oluşturuyordu. Bu anlamda XVI. yüzyılda giderek artan kürekçi ihtiyacı bu şekilde cezalandırılan kimseler ile karşılanmaya çalışılmıştır. (Savaş 2002: 109). 121 Örnekler için bkz: BOA, MD 12, 330/ 676; BOA, MD 5, 219/ 559. 122 Ankara eski kadısına 6 Zilkade 966 (10 Ağustos 1559) tarihinde yazılan hükümde “ele gelen ehl-i fesâddan şer’ile sâbit olan hakların ashâb-ı hukûka alıvirüb anun gibi cürm-i gâlizi olub salb u siyâsete ve yahud kat’-ı uzva müstehak olanları mahallinde şer’ile salb ü siyâset idüb” haklarından gelinmesi istenmektedir. BOA, MD 3, 78/ 196. 123 BOA, MD 5, 219/ 559. Yine fesat çıkaran ve cinayet suçu işleyen softalar hakkında maktulün akrabasının isteği ile kısas cezasının uygulandığı ve siyaset icrasına dair bir örnek için bkz: BOA, MD 3, 309/ 904. 124 BOA, MD 5, 273/ 700. 125 Mühimme kayıtlarında sıkça geçen “reâyâyı gereği gibi hıfz idüb”, “mazarrat ve fesâdların reâyâ üzerinden def‘ ve ref‘ itdüresin”, “reâyâ ve berâyânın emn ü emân üzere ikâmetlerine ziyâde dikkat ihtimâm üzere olasız”, “kendü hallerinde olanlara dahl ve tecavüz etmekden ihtiyat eyleyesiz” ifadeleri bunu ortaya koymaktadır. Örnekler için bkz: BOA, MD 3, 124/ 348 ve 139/ 363. Yine bu bağlamda “hüsn-i tedbir ile ele getürüb” ( BOA, MD 5, 14/ 38 ve 15/ 39) “kimseye zararunuz eriştirmeyesiz” (BOA, MD 5, 481/ 1301 ve 508/ 1386 gibi) gibi ifadeler içeren belgelere de rastlanması halkın zulme uğramaması konusunda oldukça hassas davranıldığı göstermektedir.
58
affedilmiş ve suhtelere ve akrabalarına hükümet tarafından sıkıntı verilmeyeceği açıkça
kabul edilmiştir.126 Yine cezalandırılmadan önce şer‘i yola davet edilen yani adeta teslim
ol çağrısı yapılan suhteler de olmuş, devlet ilk adım olarak cezalandırma taraftarı
olmadığını ortaya koymuştur.127
Ayrıca devlet isyancı suhteleri aşırı cezalandırma ile yıldırma politikası da
izlememiş sadece şer‘i kanun neyi gerektiriyorsa onun uygulanmasını emretmiştir.128
Üzerinden on beş yıl geçen olaylar zaman aşımına uğramış kabul edilerek bunlara karşı
her hangi bir işlem yapılmamıştır.129 Ancak üzerinden on beş yıl geçmemiş, bir kez
görüşülüp karara bağlanmamış ve daha çok ekonomik nedene dayalı davaların ise
yüzleştirme usulü ile derhal görülmesi istenmiştir. Böylece olay zaman aşımına
uğramadan hak sahiplerinin haklarını almaları için titiz davranılmıştır. Devlet isyancılara
sert davranarak gücünü ve kararlığını ortaya koyarken o çalkantılı dönemde halka da
zarar verilmemesini sağlayarak kendisine karşı var olan halk bağını da zedelememek
istemiştir. Yine bazen suhtelere hiç dokunmadan nasihat yolu ile ıslah edilmeleri de
devletin hassasiyetini göstermektedir. (Ünal 1995: 213).
Görevini yerine getirmeyen memurlara karşı alınan tedbirler de oldukça kararlı
olmuştur. Fesat işlere karışan memurlar hem azledilmiş hem de gerekli olan cezaların
derhal uygulanması ısrarla vurgulanmıştır.130 Suhteler adına yardım ve yataklık etmek
onlarla birlikte hareket etmek olarak kabul edilmiştir. Bir belgede görevlilerin görevlerini
ihmal etmeleri halinde suhte olayları artarsa, sadece azledilmekle kalmayıp suhtelerin
126 1579 yılında yayınlana bu af fermanından sonra aynı şekilde 1584 yılında da suhte cürümlerini affeden başka bir ferman yayınlanmıştır. Hükümet ile suhteler arasında bir anlaşma imzalanmış ve İstanbul’daki suhtelerin davalarına bakması için Kemerbaşı adıyla görevliler atanmış, suhteler bundan sonra isyan edecek arkadaşlarını kendileri devlete teslim etmeyi kabul etmişlerdir. (Akdağ 1995: 263). 127 Örneğin 17 Ramazan 967 (11 Haziran 1560) tarihli belgeden açıkça anlaşıldığı üzere Hamideli Sancağı Uluborlu kazasında hacıların yollarını basarak mallarını zorla gasp eden suhteler önce hukuka davet edilmişlerdir. BOA, MD 3, 413/1233. 128 Yine belgelerde sıkça yer bulan “emr-i sâbık üzre teftîş idüb şer’ile lazım geleni icrâ idüb” ya da “şer’le lâzim geleni icrâ eyleyesiz” şeklindeki kayıtlar bunu ortaya koymaktadır. Bkz: BOA, MD 12, 269/ 551; BOA, MD 3, 66/ 157. 129 Belgelerde sıklıkla geçen “üzerinden on beş yıl mürür itmiş değil ise” ifadesinden anlaşıldığına göre devlet bu süreyi aşan olayları zaman aşımına uğramış sayarak değerlendirmeye dahi almamıştır. Bu tip belgeler için bkz: BOA, MD 12, 458/ 881 ve 483/ 925; BOA, MD 3, 542/ 1594. 130 Mesela 25 Ramazan 973 (15 Nisan 1566) tarihli bir hükme göre suhtelere yardım eden zâim ve tımarlı sipahilerin tımarların alınması ve ibret için cezalandırılmaları istenmektedir. BOA, MD 5, 525/ 1438. Yine daha önce belirtilen ve suhtelere yardım eden bir asesbaşı hapsedilmiştir. BOA, MD 3, 459/ 1371.
59
başına ne gelirse kendilerinin de başına onun geleceğinin ihtar edilmesi devletin
karalılığını göstermesi bakımından önemlidir.131
3- XVI. YÜZYIL MEDRESELİ OLAYLARININ SONUÇLARI
Klasik Dönem’in sonlarında yaşanan öğrenci olayları Celâlî İsyanları ile birlikte
Osmanlı sosyal düzenini sarsmıştır. Bu dönemde yaşanan bu iki olay sebep ve sonuçları
bakımından birbirine oldukça benzemektedir. Halk ayaklanmalarının yaşandığı XVI.
yüzyılın ikinci yarısında suhtelerin eşkıya suretinde cürümleri işlemeleri toplumda onlara
olan itibarı zedelemiştir. Suhtelerin karıştığı tüm illegal ve ahlak dışı eylemler nedeniyle
bilim camiasının itibarı zedelenmiş, toplum suhte kelimesinden korkar hale gelmiştir.
Suhtelerin isyanları sırasında akrabaları ile olan bağlantılarını koparmadıkları, hatta
bazılarının resmi görevli olan akrabalarından da yardım aldıkları belgelerde açıkça yer
almıştır. Suhtelerin bu şekilde akrabaları ile olan bağları, yaptıkları hareketlere karşı
toplumsal muhalefetin yeterince oluşmasını engellemiş, kendilerine karşı alınan
önlemlerde devletin istediği sonucu alamamasına neden olmuştur. Ayrıca belgelerde sık
sık isyancı öğrencilerin akrabaları yardımı ile bulunmasının istenmesi, medreselilerin
illegal olaylara yaşadıkları çevrelerin yakınlarında kalkıştıklarını göstermektedir. Böylece
tanımadıkları coğrafi alanlarda barınamayacaklarını düşünen suhtelerin ailelerinden ve
medreselerinden çok uzaklaşmadıkları da anlaşılmaktadır.
Medreselilerin sosyal çözülmeden etkilendikleri ve isyanların bu çözülmeyi daha
da arttırdığı görülmektedir. Suhtelerin özellikle Celâlîlerin yoğun hareketleri sırasında
devlet yöneticileri ile olan ilişkileri zaman ve zemine göre değişkenlik arz etmiştir.
Devlet çoğunlukla suhtelere karşı sert tedbirler almasına rağmen farklı durumlarda
onlarla farklı ilişkiler içerisinde olmaktan da çekinmemiştir. Öyle ki Celâlîlerle olan
mücadelelerin tıkandığı durumlarda suhtelerin yardımını almış, onların silahlı gücünden
yaralanmıştır. Ancak bu durum suhteleri asıl ilgi ve eylem alanları olan eğitim işlerinden
büsbütün uzaklaştırmış ve kendilerini toplumsal arenada daha güçlü hissetmelerine neden
131 BOA, MD 3, 78/ 196.
60
olmuştur. Böylece kendilerine olan güvenleri artan suhtelerin isyanları daha çok yayılmış
ve daha şiddetli bir hal almıştır.
Osmanlı toplumu içinde entelektüel birikime sahip oldukları düşünülen, en
azından bu amaç için eğitilen ve yaşama dair pratik çözümler üretmesi beklenen medrese
öğrencilerinin özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan toplumsal çözülmenin bir
parçası olması acıdır. Aslında bu tip bir çözülme döneminde halkı itidale çağırıp, bilimsel
çözüm yolları için entelektüel ve kültürel birikimlerini kullanması beklenen yüksek
öğretim camiası ne yazık ki çözüm üretemediği gibi var olan sorunları daha da
derinleştirmiştir.
Osmanlı toplumunun adeta çıkmaz içine girdiği bu dönemde Anadolu coğrafyası
sadece ekonomik anlamda değil inanç ve mezhepsel bakımdan da çalkantılı bir dönem
geçirmiş, Anadolu’nun özellikle Orta kesiminde kökü Mehdilik iddialarına dayanan isyan
hareketleri yaşanmıştır. Her ne kadar Ocak (1990: 825) bu olayların mezhepsel temelden
kaynaklanmadığını ifade etse de halkın kurtarıcı olarak devleti ya da aydın kesimi değil
de Büyük Kutub olarak düşündükleri Şahkulu, Torlak Kemal gibi mehdilik iddialarında
bulunan tarikat şeyhlerini görmesi dikkate şayandır. Bu gerçek, temel görevlerinden birisi
pratik hayata dair çözümler üretmek olan devlet- bilim dünyası (özellikle medreseler)
ikilisinin daha önce sözü edilen “faydacılık” anlayışını pek de etkili bir şekilde
kullanamadıklarını göstermektedir. Aksine olayların bir parçası haline gelen ve açılan
yaraların daha da derinleşmesine sebep olan suhtelerin bir kısmı “biz celâlî olduk”132
diyerek bunu açıkça ortaya koymuşlardır.
Suhte isyanlarının bu dönemde Saray üzerinde siyasi bir etkisi olmamıştır.
Faroqhi (2004: 547) bunun nedenini isyanların merkezden uzak alanlarda olduğuna
bağlamıştır. Ancak suhtelerin merkezden çok da uzaklarda isyanlara kalkışmadıkları)
görülmektedir. (Bkz: Harita I). Burada suhtelerin merkezdeki siyasi güçler ile bir
sorunlarının olmadığı ve tek dertlerinin kendileri için bir geçim kaynağı aramak olduğu
unutulmamalıdır.
132BOA, MD 12, 330/ 676.
61
Klasik Dönem’de suhtelerin adeta çığırından çıkan illegal hareketlerine karşı
devlet elinden geldiği kadar hem kendi merkezi güçleri hem de yerel resmi ve gayr-i
resmi unsurlar ile çözüm yolları aramaya çalışmıştır. Ancak suhtelerin gerilla tipi
örgütlenmeler ile düzenli halde değil de dağınık bir şekilde kırsal alanlarda barınmaları,
kısa sürede yer değiştirebilmeleri ve kendilerine karşı konulması halinde silahlı
çatışmadan çekinmeyerek halka karşı olan eziyetlerinin artma ihtimali nedeniyle bu
şekilde polisiye tedbirler de kimi durumlarda yeterli olamamıştır. Yine devletin bazı
kuvvetlerinin teknik donanım ve becerilerinin suhteler karşısında yeterli olmadığı
belgelerde açıkça ifade edilmiş ve bu konuda önlem alınması istenmiştir.133
Suhte isyanlarını takip eden yıllarda özellikle XVII. yüzyılın başında devletin
sadece polisiye tedbirler alması değil, eğitim politikasında da yenileştirme ve
düzenlemeler yapması beklenirdi. Ancak yayınlanan fermanlara bakıldığında bu
dönemde bu yönde köklü reformlara gidilemediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla suhtelerin
ayaklanmaları değişim ve yenilenme için bir fırsat olarak değerlendirilememiş, eğitim
sisteminin aksaklıkları ve medreselerin kendi özel sorunları halledilememiştir. XVII.
yüzyılda ve sonraki dönemlerde başka suhte vakalarına rastlanılmaya devam edilmiştir.
III. BÖLÜM: XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ
OLAYLARI
Araştırmanın bu bölümünde medreselilerin duraklama ve gerileme dönemlerinde
sebep oldukları kanun dışı olaylar incelenecektir. Her ne kadar duraklama ve gerileme
kavramları tartışmalı olsa da burada konunun daha iyi ortaya konulabilmesi açısından bu
dönemler XVII ve XVIII. yüzyıllar olarak değerlendirilmiştir.
133 Sipahilerin at ve silah kullanma konusunda becerikli olamamaları nedeniyle suhte olaylarının önlenemediği ne dair bir örnek için bkz: BOA, MD 5, 544/1491.
62
Bu dönemde meydana gelen suhte olaylarına dair incelenen belgelerde en erken
tarih olarak H. 1026 (M. 1616) yılına ait belgeden yararlanılmış, en geç belgenin tarihi
ise H. 1212 (M. 1797) olarak tespit edilmiştir. Bu belgelere bakarak H. 1026 (M. 1616)
yılı ile H. 1200- 1206 (M. 1785- 1791) yılları arası suhte olaylarının yoğunlaştığı ifade
edilebilir.
A-SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI YERLER
XVII ve XVIII. yüzyıllarda medrese öğrencilerinin sebep oldukları olaylara
bakıldığında klasik dönemdekine benzer şekilde Anadolu coğrafyasının Batı kısmında
yoğunlaştığı, incelenen belgelerde Diyarbakır’da yaşanan bir olay hariç geri kalan
olayların tamamına yakınının İstanbul yoğunlukta olmak üzere Batı Anadolu’da cereyan
ettiği görülmektedir. Bu dönemin sonlarında Rumeli’de yaşanan, yaklaşık yirmi yıl
boyunca halkı oldukça rahatsız eden ve pek çok yönü ile Celâlî olaylarına benzeyen
Dağlı Eşkıyaları (eşkıya-yı dağluyan) (1791- 1808) arasında da suhtelere rastlanılmaması
kayda değerdir.134
İstanbul, meydana gelen 9 olayla bu dönemde en çok medreseli hareketine sahne
olan şehir olmuştur. Bundan başka Anadolu yarımadasının dışında kalan Mıhalıç, Rodos,
Sakız ve Medine gibi bölgelerde de suhte hareketlenmelerine rastlanmıştır. Bu dönemde
medrese öğrencileri gene kırsal alanlarda eşkıyalık faaliyetlerine karışırken, XVIII.
yüzyılın başında İstanbul’daki hareketlenmelerinde eşkıyalıktan ziyade kendi aralarında
kavgalar yaptıkları ya da ufak çaplı adi suçlara karıştıkları görülmektedir.
134 Ayrıntılar için bkz: Özkaya (1983).
63
HARİTA: 2 DURAKLAMA VE GERİLEME DÖNEMLERİNDE (XVII. ve XVIII.
YÜZYILLARDA) MEYDANA GELEN SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI
YERLER
Gri: 1 Olay
Sarı: 2 Olay
Yeşil: 3 Olay
Mavi: 4 Olay
Kırmızı: +5 Olay
64
TABLO: 7 DURAKLAMA VE GERİLEME DÖNEMLERİNDE (XVII. VE XVII.
YÜZYILLARDA) SUHTE OLAYLARININ YAŞANDIĞI YERLER *
ŞEHİR OLAY
SAYISI
Ankara 1
Bolu 2
Çanakkale 1
Diyarbakır 1
Edirne 1
Hamideli (Isparta) 1
İstanbul 9
Karaman 2
Konya 1
Kütahya 4
Balıkesir 2
Muğla 2
Mıhalıç (Bursa) 1
Rodos 1
Sakız 1
* Burada aynı suhte guruplarının birden fazla yerde olaylara karıştıkları dikkate alınmalıdır.
B-SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ
Medrese öğrencileri, XVI. yüzyılın ikinci yarsısında sebep oldukları ve Celâlî
olayları ile birlikte müthiş seviyelere vardırdıkları eşkıyalık faaliyetlerini XVII. yüzyılın
ilk yarısında da devam ettirmişlerdir. Bu döneme ait suhte ayaklanmalarının eskiye oranla
azalmış olduğu ancak tam olarak sona ermediği görülmektedir. Aşağıdaki tablo XVII. ve
65
XVIII. yüzyıllara ait elde edilen belgelerde yer alan suhte olaylarında işlenen suçları
göstermektedir.
TABLO: 8
XVI. VE XVIII. YÜZYILLARDA MEYDANA GELEN MEDRESELİ
OLAYLARININ/ SUÇLARININ ÇEŞİTLERİ
OLAY/ SUÇ OLAY
SAYISI
Adam öldürme/ yaralama 4
Mal gâreti 3
Aralarında kavga 3
Yol/ Kervan kesme 2
Darb 2
Ev, köy basma 2
Kız, oğlan, kadın kaçırma 2
Kadın asma 1
Ev yakma 1
Casusluk 1
Salgın salma 1
Silahla Kasabaları Dolaşma 1
Esnaftan rüşvet isteme 1
Dine sövme 1
Yalancı Peygamberlik/ Mehdilik 1
Tabloya göre suhteler bir önceki dönemde olduğu gibi daha çok ekonomik temele
dayanan olaylara sebebiyet vermişlerdir. Ancak daha önce görülmeyen kadın asma,
ticaret menzili basma, casusluk gibi suçlara da karıştıkları tespit edilmektedir.
66
TABLO: 9 XVI. VE XVIII. YÜZYILLARDA MEYDANA GELEN MEDRESELİ
OLAYLARININ KİMLER TARAFINDAN YAPILDIĞI
Tekil Olaylar 8 35
TOPLAM SUHTE OLAYI 23 100
OLAYLARA KARIŞAN
GURUPLAR
OLAY
SAYISI
YÜZDE
%
Kitlesel Suhte fesadı 3 13
Suhte-suhte kavgası 2 8,6
Suhte ve diğer gurupların işbirliği
Ehl-i örf
Halk
Levend
Eşkıya
Müderris
Sekban
Çoban
10
2
1
1
2
2
1
1
43,4
TOPLAM KİTLESEL 15 65
1- BİREYSEL SUÇLAR
XVII ve XVIII. yüzyıllarda meydana gelen medreseli olaylarında bireysel olan
suçlara rastlanmaktadır. Bu döneme ait 23 olay içinde 8 olay (% 35) bireysel mahiyette
kalmış, kitlesel boyuta ulaşmamıştır. Suhteler tekil olarak hareket ettiklerinde de kitlesel
olarak hareket ettiklerine benzer suçlara karışmışlardır. Örneğin 14 Zilhicce 1026 (13
Aralık 1617) tarihinde Anadolu Beylerbeyi ve Başgelembe ve Sındırgı kadılarına
gönderilen hükümde Kara Mehmed ve Ma’den ismindeki suhteler “beytü’l- mâli biz kabz
iderüz” ve “re’âyâda sûhte rızku vardur” diyerek halkın malını gasp etmişler ve bireysel
67
olarak başladıkları bu olayda sekbanları da yanlarına katarak devam etmişlerdir.135 Yine
Balıkesir kadısına gönderilen 2 Zilkade 1026 (1 Kasım 1617) tarihli hükümde
Abdülganî, Kara Maksud ve Mürüvvet adındaki suhtelerin eşkıyalık yaptıkları, adam
öldürdükleri ve mal gasp ettikleri, bunların şerlerinin önlenmesi istenmektedir.136 Bu iki
olayda da faillerin eski suhteler olmaları ve eşkıyalık yaptıkları dönemde suhtelikten
ayrılmış olmaları dikkat çekicidir.
Bir başka bireysel olay da İstanbul’da yaşanmıştır. Hicri 1205 ( M. 1617) tarihli
Hatt-ı Hümâyûn’a göre İstanbul’da Sultan Mehmed havâlisi suhtelerinden beş tanesi
silahlarıyla birlikte başıboş şekilde gezdiklerinden medresede basılmışlar, bunlardan üçü
ele geçirilmiş, aralarında bir kadın bulunmuş, medrese dışından üç kişi ve bir kadının
medresede kaçak bulunduğu anlaşılmıştır. Bu kimseler suhtelerin misafirleri olduğunu
söylemişlerdir. Kadını öldürdükleri anlaşılan suhtelerin ele geçirilenlerinin emre göre
cezalandırılacakları belirtilmiştir.137 Burada suhtelerden “yobaz” olarak bahsedilmesi
ilginçtir.138
Bu dönemde suhtelerin ilginç bazı suçlara da karıştıkları görülmektedir. Mesela
29 Zilhicce 1212 (14 Haziran 1798) tarihinde kaleme alınan Hatt-ı Hümâyûn’da
Vidin’den İstanbul’a gelen bir suhtenin üzerinde Paspanoğlu’na139 ait bir mektubun
çıktığı, başlangıçta inkar etmesine rağmen daha sonra suçunu kabul ettiği belirtilirken, bu
şekilde Edirne’den gelecek olanların Paspanoğlu adına hareket etmelerinin engellenmesi
istenmektedir.140
135 BOA, MD 82, 137/ 290. 136 BOA, MD 82, 164/ 344. Burada suhtelerin halk üzerindeki korkularını arttırmak amacıyla yağmaladıkları evi daha sonra yakmaları, önceki ve sonraki döneme ait belgelerde eşine rastlanmayan bir durumdur. 137 BOA, Hatt-ı Hümayun, 199/ 10077. 138 Yobaz kelimesi “azgın ve haşarı suhte” yerinde kullanılan bir tabirdir. (Pakalın 1983, III/ 638). 139Burada bahsedilen kişi Vidinli Paspanoğlu Osman (ö.1807) olup kendisi Rumeli’de yaşanan ve Dağlı İsyanları denilen olaylar (1791- 1808) esnasında çeşitli defalar isyan etmiş, emrindeki eşkıyalar ile yağmalarda bulunmuştur. Ancak daha sonra affedilmiş, vezirlik rütbesi verilerek Vidin muhafızı olarak adeta bölgeye hükmeden bir derebeyi haline gelmiştir. Paspanoğlu 1807 yılında eceliyle ölmüştür. (Özkaya 1983: 29, 35 ve 101). 140 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 1410/ 57323. Bu tip casusların engellenmesi için yazılan bu kayıtta bazı kimselerin değişik türde ve tanınmayacak şekilde elbiseler giyerek han ve menzil hanelerde dolaşmaları istenmekte ve suçlu görülenlerin kaydedilerek tespit edilmesi emredilmektedir.
68
Daha önceki hiçbir suhte olayında görülmeyen bir olaya da yine bu dönemde
rastlanmıştır. 19 Safer 1211 (13 Ağustos 1797) tarihli belgeye göre Medine’de
Mahmûdiye Medresesi talebesinden Boşnak Hâfız Abdullah ve Pazarcıklı Hüseyin
Efendi’ler kendi aralarında peygamberlik ve mehdîlik iddiasında bulunmuşlar ve bu
kimseler Suriye‘ye sürülmüşlerdir.141 Bunlardan Boşnak Abdullah Efendi’nin Nakşibendi
ve Hâlidi, Hüseyin Efendi’nin ise Şa‘bâniyye tarikatlarına mensûp oldukları
anlaşılmıştır.142 Bu tür bir suça bu çalışmanın sonraki dönemlere ait bölümlerinde
rastlanmamıştır. Bu anlamda oldukça özgün bir suç olduğu kabul edilebilir.
Suhtelerin bireysel hareketlerinde kendi eğitim sistemlerine dair eleştirel bir bakış
açısı ile hareket etmedikleri anlaşılmaktadır. Suhte sorunlarının yoğun olarak yaşandığı
önceki dönemlere benzer şekilde kısmen olayların durulduğu bu dönemde de medrese
öğrencilerinin bilimsel talepler ile hareket ederek hiçbir huzursuzluk çıkarmamaları
oldukça ilginçtir. Arz-talep sisteminde olduğu gibi medreselerin yenilenmesini
tetikleyecek iç dinamiklerin olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum medreselerin
sorunlarının sadece dışarıda değil, medreselerin kendi içinde de aranması gerektiğini
ortaya koymaktadır.
2- KİTLESEL SUÇLAR
Bu döneme ait incelenen 23 medreseli olayının 15’i kitlesel nitelikte olup bunların
3’ünde suhtelerin kendi başlarına hareket ettikleri görülmektedir. Bu oran toplam kitlesel
olaylar içinde % 20’ye denk gelmektedir. Bunlardan ikisinde suhtelerin kendi aralarında
kavga ettikleri görülmektedir. Ayrıca 10 belgede suhtelerin başka toplumsal zümreler ile
birlikte hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Yani neredeyse her iki kitlesel suhte olayından
birinde başka gurupların desteği sağlanmıştır. Bu durum medrese öğrencilerinin
isyanlarında kendilerine doğrudan ya da dolaylı olarak destek verecek toplumsal
gurupları bulmakta zorlanmadıklarını ortaya koymaktadır. 141 Osmanlı toplumu Mehdîlik iddiasında bulunan kimselere ve bunların çıkardıkları olaylara hiç de yabancı olmadığı söylenmişti. Nitekim Ocak (1998: 24, 185), çoğu zaman kökü silahlı olarak merkezi güçlere isyan şeklinde beliren Mehdicilik (Mesiyanik) olaylarına [Şeyh Bedrettin (ö.1420) İsyanı gibi] işaret ederek Osmanlı resmi makamlarının Mehdilik iddiasında bulunan tarikat şeyhlerine karşı hemen takibat başlatarak bu iddiayı zındıklık ve ilhadlık (zinden çıkma) kabul ederek başlı başına bir suç saydığını, genelde ele geçirilenlerin öldürülmesi yoluna başvurulduğunu ifade etmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Ocak (1998). Aynı iddiaların XVII. yüzyılda bile kullanılmaya çalışılması ilginçtir . 142 BOA, YA- HUS, 264/ 135.
69
Suhteler bu dönemde de ekonomik kaygıları nedeniyle illegal olaylar içinde
bulunmuşlardır. Yine çeşitli şekillerde kervanların yolunu kesen143 ya da esnaftan zorla
rüşvet isteyerek144 soygun yapan suhteler olmuştur.
Suhtelerin zaman zaman kendi aralarındaki kavgaları da kitlesel hareketlerine
dâhil edilebilir. Örneğin Hicri 1201 yılı Rebiü’l-evvel ayının son gününde (19 Ocak
1787) İstanbul’da medrese öğrencileri, aralarında kavga ederek ve silahlı olarak
çatışmaya girmişler; bu sebeple suçlularla birlikte onları kışkırtan bir kişinin de derhal
yakalanması emredilmiştir.145 Yine 21 Rebiü’l-evvel 1204 (9 Aralık 1789) tarihinde
padişah huzurunda iken bir mevlit esnasında İstanbul Sultan Ahmet Camii’nde kavga
eden 5 suhtenin çeşitli kalelere sürüldükleri görülmektedir.146 Yine bu olaya karışanların
yobaz ve eşkıya sıfatlarıyla tanımlanmaları dikkate değer olup devletin bu tip olaylara
karışanlara olan bakış açısını ortaya koyması bakımından ilgi çekicidir. Burada ülkenin
en iyi eğitim merkezi olan başkentte eğitim gören medrese öğrencilerinin çok basit
olaylar sebebiyle kavgaya tutuşmaları ve bunun resmi makamların kayıtlarına girecek
kadar önemli sayılması medreselerin durumlarını değerlendirmek açısından oldukça
manidardır.
Suhtelerin bu dönemde de ellerinin silahlı olduğu anlaşılmakla birlikte silahla
kasaba kasaba gezme âdetine pek rastlanılmamaktadır. İncelenen belgeler içinde sadece
bir belgede İstanbul’da suhtelerin silahla dolaştıkları ifade edilmektedir.147
143 BOA, MD 82, 107/ 232. 144 Başbakanlık arşivinden elde edilen bir belgeye göre Ankara’da bazı suhteler bir gurup İngiliz asıllı müste’men tüccarın menzilinin etrafında yerleşerek onlardan uzun senelerden beri “hediye-i mu‘tade” adıyla hediyeler almakta idiler. Ancak o sene (M.1769) her sene aldıklarının iki katını almak istemişler, esnaf buna razı olmayınca da menzilleri basıp, esnafa küfrederek darp etmişlerdir. Başka eşkıya guruplarını da kışkırtmaya çalışan bu suhtelere karşı gönderilen emirde bunların derhal önlenmesi ve iki devlet arasındaki anlaşmalara uyularak bu tüccar grubun korunması istenmiştir. (BOA, C- HAR, 730). 145 Belgede şu ifadeler yer almaktadır: “Asıtâne-i Aliyye’de vâkî‘ medârisde sâkin suhtegânın içlerinden yobaz makûleleri çend- rûz mukaddem hıyânet-i cibilliyetleri muktezâsınca beynlerinde nizâ‘ ihdâsıyla tecemmû‘ ve âlât-ı harb ile muhârebe ve mukâteleye ibtidar eylediklerine binâ’en ser cem‘iyyet ve bâ‘is-i fitne ve müfsidetlerinden birkaç nefer ahz ve te’dîb ve ta‘zîr olunub kusûrları dahı taharrî olunmakda iken tâ’ife-i merkûmenin mûkız fitne ve fesâdları olan Sultan Mehmed İmâreti’ne kemerbaşı Kör Monla Halîl nâm müfsidin Edirne cânibine firâr eylediği ihbâr tahkîk olunmağla ... bir gün akdem müfsid-i merkûmu buldurdub Der- Aliyyeye ihzâra dikkat … ve bu bahâne ile bî- cürm-i sınuf makûlesine ta‘arruz ve ta‘addî olunmak misillü hareketden begâyet mücânebet olunmak tenbîhâtını hâvî Edirne Bostancıbaşı’na hitâben”. Fî Selh Rebiü’l- evvel sene 1201 (19 Ocak 1787). BOA, C- MF, 50/ 2476. 146 BOA, C- MF, 112/ 5571. 147 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 199/ 1077.
70
Bu araştırmada incelenen ve XVII ve XVIII. yüzyıllarda meydana gelen
medreseli olaylarında Klasik Dönem’in sonlarındaki olaylara benzer biçimde “suhte
namına” yani suhte olmayıp da suhte kılığında eşkıyalık yapan toplumsal guruplara
rastlanmamaktadır. Toplumun Celâli olaylarından sonra kısmen durulması ile birlikte
suhte adına isyan edenlere rastlanılmaması anlaşılır bir durumdur. Suhte ismi altında
gizlenen toplumsal guruplar, ortamın daha sakin olduğu dönemlerde aynı şekilde hareket
edememişlerdir.
C- SUHTELER VE DİĞER TOPLUMSAL GURUPLAR
XVII ve XVIII. yüzyılda medrese öğrencilerinin karıştıkları kanunsuz olaylara
bakıldığında, bu dönemde de suhteler, isyanları sırasında kendilerine yardımcı olacak
kimseleri bulmuşlardır. Ya da bazı toplumsal kesimler kendi çıkarlarına ulaşmak için
suhteleri kullanmayı amaçlamışlardır. Bu dönemde meydana gelen toplam 15 kitlesel
olaydan 10’unda (% 65) suhtelerin başka gurup ya da kişilerle ortak hareket ettikleri
görülmektedir. (Bkz: Tablo 9). Bu durum suhtelerin hem kendi başlarına hareket etme
kabiliyetlerini eskisi kadar koruyamadıklarını hem de klasik dönemdeki eşkıyalık
hareketlerinde olduğu gibi çok sayıda olay çıkaramadıklarını göstermektedir. Bu
dönemde suhtelerin ehl-i örf, levend, müderris, sekban ve diğer toplumsal zümrelerle
birlikte hareket ettikleri, onlardan doğrudan ya da dolaylı destek aldıkları anlaşılmaktadır.
a- MÜDERRİSLER
Müderrislerin bir önceki dönemdeki olaylarda olumlu ya da olumsuz yönde çok
fazla etkili olamadıkları görülmüştü. Bu döneme ait incelenen belgelerde de
müderrislerin olayları engellemede çok fazla etkin olamadıkları, aksine müderrislerin
suhtelerle benzer olaylara karışmaya başladıkları görülmektedir. Müderrislerin bu tip
hareketlere kalkışmalarında, ekonomik sebeplerin rol aldığı düşünülebilir. Zira vakıf
sisteminin bozulması ile birlikte bir müderrislik kadrosuna üç-dört müderris atanmaya
71
başlamış, böylece ekonomik darlığa düşen müderrislerin dersle ilgilenmeyip ziraat ve
ticaret işlerine kalkıştıkları görülmüştür. (Akgündüz 1989: 413).
Örneğin 10 Zilkade 1027 (29 Ekim 1618) tarihli Mühimme kaydında Edirne’de
bazı müderrislerin derslere girmedikleri, “ta’til-i ders ettikleri” ve suhtelerin de fesat
çıkardığı belirtilmektedir. Olay üzerine gönderilen hükümde müderrislerin derslere
girmelerinin sağlanması ve aynı suça devam edenlerin isimlerinin bildirilmesi
istenmektedir. Suhtelerin ise kefilleri ile bulunup medreselerine tekrar alınmaları ve
kefilsizlerin gereken cezaya çarptırılmaları, yargılama neticesinde hak iddia edenlere
haklarının verilmesi istenmektedir.148
Bundan başka müderrisler kendi başlarına uygunsuz olaylara sebep olmaya
başlamışlardır. Mesela 29 Zilhicce 1203 (20 Eylül 1789) tarihli bir Hatt-ı Hümâyûn’a
göre İstanbul Ayazma’da bir müderris hasekiyi bıçaklayarak149 katletmiş; bunun ardından
müderrisin görev yaptığı medrese lağvedilmiş ve söz konusu müderris yandaşları İsveç
elçisinin konağına sığınmışladır. Müderris ve yandaşları elçinin isteği doğrultusunda
akşam evde kalmışlar, ancak sabah vakti tutuklanarak hapsedilmişlerdir.150 Burada
müderrisin olay sonrasında İsveç elçisinin konağına sığınması ve elçinin bunu önce inkâr
edip sonradan, kendisi başka semtte iken bu kimselerin evine girmiş olduğunu kabul
etmesi ve nihayet müderris ve yandaşlarının teslimi konusunda isteksiz davranması
dikkat çekicidir. Daha sonra da ifade edileceği gibi bu belge medreselilerin çıkardığı
olaylarda yabancıların parmağının da olabileceğini akla getirmektedir.
Ayrıca Diyarbakır’da Dârü’l-Hadîs i’tibârıyla (derecesiyle) müderris olan Hacı
Osman Efendi zâde Ahmed Efendi ve Süleymâniye i’tibârıyla müderris olan Sıbgatullalh
Efendi zâde Mes’ûd Efendi daima şer’e uymayan hareketlerde bulunmakta olup,
müderrislik payesi için aralarında mahkemeye düşmüşler, birbirlerine küfretmişlerdir.
148 BOA, MD 82, 5/ 11. 149 BOA, Hattı Hümâyûn, 183/ 8468 ve BOA, Hatt-ı Hümayun, 194/ 9634. Haseki, vaktiyle Osmanlı sarayında Bostan işiyle uğraşan sınıfın adı olup burada öldürülen şahsın da bu zümreden olduğu anlaşılıyor. Ayrıntılı bilgi için bkz: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Haseki”, İslam Ansiklopedisi, V, 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Eskişehir 1997, 337-339. 150 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 194/ 9634..
72
Bunlardan Ahmed Efendi’nin Mardin Kal’asına ve Mes’ûd Efendi’nin Birecik Kal’asına
nefyi ve kal’a-bend olarak gönderilmeleri emredilmiştir.151 Burada devletin müderrislere
verdiği cezanın suhtelere oranla daha ağır olması dikkat çekmektedir.152
Yine 15 Cemaziye’l-evvel 1210 (27 Kasım 1795) tarihinde Şeyhülislam’ın
kaleme aldığı tezkireye göre İstanbul’da Müftîzâde Mehmed Efendi adında bir müderris,
yanındaki suhteler ile önemli ve saygın bilim adamlarından Abbas Efendi adında bir
kişinin evini basmış, hane halkına zarar vermişlerdir. Daha sonra padişahın emri ile
suçlular Bozcaada’ya sürgün ile hapsedilmişlerdir.153 17 Şevval 1198 (3 Eylül 1784)
tarihli Hatt-ı Hümayûn’a göre ise bir başka olayda Tokat kadısı olan müderrisin ilimle
meşgul olmayıp bir eşkıyaya yardakçılık yapması ve bu sebeple Samsun kalesine
hapsedilmesinin bizzat halk tarafından istenmesi olayı da burada anılmaya değerdir.154
b- EHL-İ ÖRF
Suhte ayaklanmalarının ortaya çıkardığı karışık ortamlardan yararlanmak isteyen
ehl-i örf her zaman olmuştur. Bu dönemde de Osmanlı resmi makamlarında belli
görevleri olan kimselerin medrese öğrencilerine, bazen dolaylı olarak destek oldukları
bazen de onlarla beraber hareket ederek fesat işlere karıştıkları görülmüştür. Örneğin 1
Zilka’de 1026 (31 Ekim 1617) tarihli Hamid Sancağı mutasarrıfına ve kadılarına
gönderilen emirde sözde suhte ve eşkıya teftişine çıktığını bahane eden Anadolu
Beylerbeyi müselliminin bu bahane ile halka zulmetmesinin engellenmesi
istenmektedir.155
151 BOA, C- MF, 1484. Yine Diyarbakır’da aralarında husumet olan iki müderris kavga etmeleri neticesinde ayrı şehirlere sürülerek kalebend cezasına çarptırılmaları ile ilgili olarak bkz: BOA, C- MF, 30/ 1484, 9 Cemaziye’l- evvel 1121 (17 Temmuz 1709). 152Rumeli bölgesini rahatsız eden Dağlı İsyanları sırasında ilmiye sınıfının, kadı ve naiplerinin yolsuzluklarının görülmesi aynen Celâlîlerde olduğu gibi bu dönemde de bu zümreden yeterince yaralanılamaması (bkz: Özkaya 1983: 16), toplumsal değerlerin aşınması sırasında kendilerinden çok şey beklenen bu grubun da hâlâ aynı bozulmanın bir parçası olması üzüntü vericidir. 153 BOA, C- ZB- 7/ 320. 154 BOA, Hatt-ı Hümayûn, 28/ 1326/B. 155 BOA, MD 82, 166/ 349.
73
Önceki dönemde olduğu gibi suhtelerin kadı yardımı ile bazı hareketlere
kalkıştıkları da görülmektedir. Mesela 2 Zilka’de 1026 (1 Kasım 1617) tarihli emre göre
Balıkesir’de Atranos kadısının suhteleri himaye ederek suhte teftişine ve bu fesadın
önlenmesine engel olduğu ifade edilmekte ve bu kimse ile yardım ettiği suhtelerin ele
geçirilerek haklarından gelinmeleri buyrulmuştur.156
c- HALK
Klasik dönem sonrasında XVII. ve XVIII. yüzyıllarda meydana gelen öğrenci
olaylarında ilk dönemlere oranla daha az olmakla birlikte yine suhteler ile halkın beraber
hareket ettikleri görülmektedir. Örneğin 15 Şevval 1026 (16 Ekim 1617) tarihinde
Bolu’da meydana gelen olayda isyan eden suhtelerden ikisinin başlarının kesildiği, diğer
öğrencilerin firar ettikleri, firar eden suhtelere akrabaları ve bazı kimseler tarafından
yardım ve yataklık edildiği bildirilmektedir. Bu gibilerin derhal ele geçirilip gerekenlerin
hapsedilmeleri ve diğerlerinin kanuna uygun şekilde cezalarının verilmesi
istenmektedir.157
Bu dönemde suhteler ile halk arasında bu tip yakınlaşmalara az da olsa rastlandığı
gibi bu iki grubun birbirleri ile çekişmelerine de şahit olunmaktadır. Nitekim Şevval 1027
(Ekim 1618) tarihli Mühimme kaydına göre Simav kazası ahalisi ile suhteler arasında
düşmanlık olduğu bildirilmektedir. Ancak zamanla suhtelerin tövbe ettikleri ve
kendilerine taarruz edilmemesini istedikleri görülmektedir.158
.
156 BOA, MD 82, 164/ 344. 157 BOA, MD 82, 108/ 234. Konu ile alakalı bir diğer belgede ise sözü edilen eşkıyaların yedi sekiz seneden beri teftiş edilmedikleri, bölgeye teftiş için giden ehl-i örfe, halkın “Biz mîrîye tavuk virürüz; mi’n- ba’d sancakbeğlerinün yedi- sekiz seneden berü bizümle alâkası kalmamışdur” ve “Eşkıyâmuzdan teftîş virilmek olmaz” diyerek bir nevi rüşvet ile bu teftişi engellemeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. BOA, MD 82, 170/ 357. 158Belge şu şekilde devam etmektedir: “Buyurdum ki; Vusûl buldukda, bu husûsa mukayyed olub arzolunduğı üzre zikrolunan sûhte tâyifesi fesâd ü şenâatden nâdim ü fâriğ olup itâbet idüb kendü hallerinde olurlar ise siz dahi musâmaha idüb hılâf-ı şer’i- i şerîf dahl-ü rencide eylemeyüb iskân itdüresiz. Ammâ şöyle ki: girü kendü hallerinde olmayub fesad ü şenâ’at iderler ise hüsn-i tedârükle ele getürüb muktezâ- yı şer’ üzre haklarından gelüb ehl-i fesada hımâyet ve kendü hallerinde olanlara hılâf-ı şer’ dahl-ü tecavüz olunmakdan ihtirâz idüb def’ı fesâda say’ü ihtimam eyleyesiz”. BOA, MD 82, 166/ 22.
74
d- LEVENDLER
XVI. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen suhte olaylarında suhteler ile
levendlerin birbirleriyle yakın ilişkilerine rastlanmıştı. Bu döneme ait araştırılan
belgelerde suhteler ile levendlerin 7 olayda beraber hareket ettikleri görülmüştü. Bunun
dışında suhteler adına hareket eden yani suhte kılığına girerek eşkıyalık yapan levendlere
de rastlanmıştı. Ancak duraklama ve gerileme dönemlerinde meydana gelen medreseli
olaylarında sadece bir kayıtta suhte-levend işbirliğine rastlanmıştır. H.1026 (M. 1617)
tarihli bir kayda göre suhteler ile levendler beraber hareket ederek Gelibolu’ya bağlı
Güğercinlik kazasında, Bursa’dan gelen kervan yollarını keserek mallarını almışlar ve
içlerinden birkaç kişiyi öldürmüşlerdir.159 Bu araştırmada bu döneme ait başka belgelerde
suhte-levend işbirliğine rastlanmamıştır. Toplumsal ortamın ve medreselerin kısmen daha
durgun olduğu bu dönemde suhte-levend işbirliğinin olmaması anlaşılabilir bir durum
olarak değerlendirilebilir.
e- GAYR-İ MÜSLİMLER
Bu çalışma içerisinde XVII ve XVIII. yüzyıllara ait incelenen belgeler içinde
suhtelerin direk gayr-i Müslimleri hedef alan ve dini-ideolojik temelden kaynaklanan
olaylarına pek rastlanılmamıştır. Ancak ekonomik olarak zor şartlar altında olan
suhtelerin daha öncekiler gibi eşkıyalık ve gasp şeklinde olmasa da, bu dönemde de
kendilerine değişik bir gelir elde etme yolu buldukları anlaşılmaktadır. Nitekim daha
önce ifade edilen ve 1 Cemaziye’l-âhir 1183 (2 Ekim 1769) tarihli belgede açıklanan
Ankara’da iki İngiliz tüccarın rencide edilmesi olayı buna örnek verilebilir.160 Bunun
dışında bu dönemde meydana gelen suhte olayları içinde öğrencilerin gayr-i Müslim olan
toplumsal zümrelere yönelik kitlesel hareketlerine rastlanmamıştır. Medrese
159 BOA, MD 82, 107/ 232. 160 BOA, C- HAR, 730.
75
mensuplarının toplu olarak gayr-i Müslim köylerini basma, onları öldürme ve bu
guruplara yönelik eşkıyalık hareketlerine karışmadıkları da anlaşılmaktadır.
f- DİĞER GURUPLAR
Suhtelerin bu dönemdeki hareketlerinin eski yoğunluğunu kaybettiği görülmüştü.
Dolayısıyla suhtelere destek veren guruplar da azalmıştır. Zira bu dönemde incelenen
belgelere yansıdığı kadarıyla suhtelere yukarıda zikredilen guruplar dışında gurbet,
çingene, hırsız ve yörük zümrelerinden destek gelmediği, aynı zamanda bu gibi
gurupların medrese öğrencisi kılığına girerek eşkıyalık yapmadıkları da görülmektedir.
Buna karşılık klasik dönem suhte ayaklanmalarında adı geçmeyen çoban zümresinin
desteğine rastlanması ilginçtir. Mühimme kayıtlarında 18 Zilka‘de 1026 (17 Kasım 1617)
tarihinde Mıhalıç ve Kirmasti ve Manyas kazalarında suhte ve çobanların eşkıyalık
yaptıkları, mal çalıp adam öldürdükleri bilgisi yer almaktadır. Belgede gerekli halk
desteğinin sağlanarak bu eşkıyalığın önlenmesi emredilmiştir.161
Yine bir başka gurup olarak da sekbanların desteği olmuştur. Daha önce bireysel
olay olarak başlayan 26 Ramazan 1026 (27 Eylül 1617) tarihli Başgelembe’deki olayda
suhteler zeamet mahsulüne ve reâyâsına müdahale etmişler, yanlarına aldıkları Ali Ağa
adındaki bir kişi ve yetmiş-seksen nefer sekbân ile halktan zorla para almışlar ve halkı
rencide etmişlerdir. Merkezden gönderilen emirde alınan paraların geri iadesi istenmiş,
bu kimselerin bir-iki kişiyi yaraladıkları haberinin araştırılarak tüm suçluların
hapsedilmesi emri gönderilmiştir.162 Ayrıca daha önce olmadığı şekilde fırkateci
zümresinin de suhtelerle hareket ettiği olmuştur.163
Araştırma sırasında suhteler ile yeniçeriler arasında da zaman zaman kavgaların
olabildiği görülmüştür. Zira H.1203 (M.1788) tarihli bir Hatt-ı Hümâyûn’a göre İstanbul
161 BOA, MD 82, 158/ 331. 162 BOA, MD 82, 138/ 290. 163 Fırkate, zamanımızın sürat teknelerine benzer şekilde eskiden kullanılan, 10- 17 oturaklı savaş gemilerine verilen isimdir. (Pakalın 1983: I, 631.) Fırkateci ise bu gemilerde kürek çekenlere denir. Fırkateciler H.1026 (M.1616) tarihinde suhte ve levendlerle birlikte Biga ve Gelibolu çevrelerinde kervan yollarını keserek gasp ve adam öldürme olaylarına karışmışlardır. BOA, MD 82, 107/ 232.
76
Galata’da camilerde mevlitler esnasında, suhte ile yeniçerilerin kavga etmelerine meydan
vermemek için şeker tablalarının camiye konmaması emredilmektedir.164 Suhtelerin bu
denli basit sebepten kaynaklanan bir olay ile anılmaları oldukça ilginç olup onların
entelektüel birikimlerinin seviyesini anlamak bakımından mânidardır.
D- XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARINA
KARŞI ALINAN TEDBİRLER
Klasik dönemin sonlarındaki kadar olmasa da XVII. ve XVIII. yüzyılda yaşanan
medreseli olayları devletin ve halkın yine de uğraşmak zorunda olduğu bir sorun olarak
varlığını devam ettirmiştir. Devlet kimi zaman sert tedbirlere başvurduğu gibi kimi
zaman da değişik yöntemlerle, mesela suhteleri affederek ya da ehl-i ilmi incitmeyecek
şekilde fesat işlere karışanları yola getirmeye çalışarak tedbirler almıştır. Resmi yoldan
bu mücadele devam ederken bilim çevreleri de suhtelerin neden isyan ettikleri, suhte
olaylarının nasıl önlenmesi gerektiği, medreselerin ne şekilde ıslah edileceği gibi
konularda layihalar yazmaya, çözüm önerileri sunmaya devam etmişlerdir.
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ
Osmanlı ulemâsı medreselerde yaşanan bir takım olumsuz gelişmelerin
aşılabilmesi için bu dönemde de çeşitli ıslahat önerilerini içeren risaleler kaleme
almışlardır. Osmanlı bilim adamları için Klasik Çağ, yani Osmanlı eğitim- bilim
sisteminin en iyi çalıştığı dönem, daima örnek alınan bir dönem olmuştur. Bu anlamda
sonraki asırlarda medreselerde yaşanan olumsuzluklara karşı bilim dünyası çözüm olarak
o dönemin kurallarının yeniden işletilmesini önermişlerdir. Bu önerilerde de yeni ve
ihtiyacı karşılayacak niteliklerin olmaması dikkat çekicidir.
Bu dönemde medreseler hakkında risale yazanların başında, eserini IV. Murad’a
1631 yılında takdim eden Koçi Bey (ö.1648) gelir. Yazar kaleme aldığı “Koçi Bey
Risalesi” ile aksaklıklara ve çözüm yollarına işaret etmiştir. Koçi Bey bu risalesinde “bu 164 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 191/ 9282.
77
gün ilim yolu dahi fevkalade bozulmuştur” diyerek özetlenecek görüşlerinde daha çok
medreselerde haksız terfilerin yaşanmasını, her işe hatırın karışmasını, bilim çevrelerinin
padişah huzurunda dalkavukluk yapmalarını, müderrislerin ilimle uğraşmamak ve süse
değer vermek nedeniyle itibarlarının zedelenmesini eleştirmekte ve eski dönemlere olan
özlemini dile getirmektedir. (Danışman 1993: 10- 23).
XVII. yüzyılda yaşamış olan Hezarfen Hüseyin Efendi (ö. 1692) Telhîsü’l-Beyân
fî Kavânîn-i Âli Osman adlı eserinde padişahların bilim adamlarını üstün tutmasını
istemekte, ulemânın ilmi terk ederek ümeraya benzediğinden şikayet etmektedir.
(Uzunçarşılı 1984: 252). Yine XVII. yüzyılın önemli şahsiyetlerinden Kâtip Çelebi
(ö.1657) Mîzânu’l-Hak Fî İhtiyâri’l-Ehak adlı eserinde aynen bir yüzyıl öncesinde
medreselerde var olan şikayetleri dile getirmekte ve medreselerin hâlâ taklitten
kurtulamadıklarını belirtmektedir. (İpşirli 1998: 281) Kâtip Çelebi Osmanlı’da bilimin
geri kalması konusunda “halktan bazı akılsız kimselerin yeni aklî bilimleri tartışmadan,
düşünmeden akılları donmuş birer taş gibi reddettiklerini, gökyüzü ve dünya hakkında hiç
bir şey bilmediklerinden bu alanlarda çalışanları gökyüzüne gözünü dikip bakan inekler
olduklarını düşündüklerini” belirterek oldukça ilginç ifadeler kullanmaktadır. (Robinson
1997: 156). XVII. yüzyılda yazıldığı anlaşılan ve hem kendi çağı öncesi hem de kendi
çağından bahseden Hırzü’l-Mülük adlı, yazarı anonim olan eserde medrese sisteminin
temelinin çürük olduğundan şikâyet edilirken talebelerin, medrese basamaklarını hak
etmedikleri sürelerde aşarak müderrisliğe tâlip oldukları yazılmaktadır. (İpşirli 1998:
280).
On sekizinci yüzyıl ıslahat layihası yazarlarından Defterdar Sarı Mehmet Paşa (ö.
1717), “Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l-Umerâ” adlı eserinde kadılar arasında rüşvetin artık
sıradanlaştığını ve rüşvetin adını “mahsul” koyarak rutinleştirdiklerini yazmaktadır. Bir
başka devlet adamı Canikli Ali Paşa (ö.1785) ise Cedîd- i Nâdir (1776) adlı eserinde
şöyle yazar: “Evvelâ ulemâ efendiler tariki üzere hareket etmez oldular, câ’iz diye hîle-i
şer’ tatbîk ettiler”. İstanbul’da Şehreminliği yapan Süleyman Penah Efendi (ö. 1786) ise
değişik bir noktaya dikkat çekmekte ve medrese ve kütüphanelerin İstanbul’da
yoğunlaşmasını eleştirerek bu kurumların taşraya da yayılmasını istemektedir.165
165 Ayrıntılar için bkz: Atik (2002).
78
XVIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Saçaklızâde Mehmed bin Ebû Bekir
(ö.1732), medreselerde yaşanan gerilemenin sebebini şerh ve haşiyelerin aşırı derecede
kullanılmasına ve bu programların öğrenciler için ağır bir yük olmasına bağlamaktadır.
(Zengin 1997: 404)
Osmanlı Devleti, bünyesindeki bozulmaların açıkça hissedildiği dönemde
Batılılaşma hareketlerine girişmiş, sanıldığının aksine tümü için geçerli olmasa da bazı
ulemâ bu hareketlere kimi zaman açık destek vermiş hatta kimi zaman da ön ayak
olmuştur. Örneğin III. Selim döneminin (1789-1807) önemli bilim adamlarından olan
Tatarcıklı Abdullah, padişaha sunduğu bir reform projesinde batılı bilim metodunun
alınmasını, Osmanlı eğitim sisteminin ıslahında Avrupalı eğitim uzmanlarının ve
kaynaklarının kullanılmasını istemiştir. Bu dönemin önemli bir siması olan Keçecizade
Mehmed İzzet (ö.1829) ise çok daha değişik bir yorum yapmış, ulemânın hayat
standardının düşürülmesini ve lüks konakların inşasının durdurulmasını istemiştir. (Heyd:
1996: 80/ 18).
Bu âlimler tarafından risalelerde ifade edilen hususlar buraya kadar anılan
sorunları ortaya koyarken, çözümün Klasik Dönem’deki güzel özelliklere dönüşte
aranması ilginçtir. Bu anlamda Osmanlı medreselerinin eğitim metotları, ders çeşitleri,
kitaplar, ders programları vb. gibi değişimin kendini hissettireceği alanlar incelendiğinde
Klasik Dönem’i aşacak bir düzenlemeye gidilmediği anlaşılmaktadır. Bu tür önlemler
öğrenci olaylarını ve medreselerin sorunlarını sona erdirmemiş, medreselilerin karıştıkları
kanunsuzluklara daha sonraki asırlarda da rastlanmış, yaşanan sorunlar bir türlü
aşılamamıştır.
1-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA ÇEŞİTLERİ
Medrese öğrencilerinin Celâlî olaylarının yaşandığı yıllarda karıştıkları olaylarda
devletin daha çok cezaî yaptırımlar yolu ile öğrencileri durdurmaya çalıştığı görülmüştü.
Aslında medreselerin yaşadığı ve yaşattığı o sıkıntılı ortam Osmanlı toplumsal yapısının
79
her alanında değişimi zorunlu kılan sancılı bir ortamdı. Bu noktada Osmanlı
medreselerini ıslah manasında görüşler ortaya çıkmaya başlamış, Osmanlı bilim çevreleri
yenilenmeye olan ihtiyaçlarını ortaya koymuşlardır. Ancak burada bir durum dikkat
çekmektedir. Daha önce belirtilen devlet-ulemâ ilişkisi yine kendisini göstermiş, Osmanlı
bilim dünyasının sorunları devlet tarafından çıkarılan kanunlarla düzeltilmeye
çalışılmıştır. III. Ahmed (1703-1730) medreselerin ve ilim ehlinin ıslahı konusunda
çeşitli emirler verse de I. Mahmud devrinde (1730-1754) ıslah işi daha ciddi tutulmuştur.
Daha öncekilere benzer şekilde, bu dönemde (1750) iltimas ve kayırma ile müderris
olanların yerlerinden alınarak ulemânın bu görevlere getirilmesi yolunda şeyhülislama
Hatt-ı hümâyûn gönderilmiştir. (Uzunçarşılı 1984: 254).
Yine III. Selim döneminde (1789-1807) çıkarılan Hatt-ı hümâyûnla müderrislerin
ehliyetli olmalarına ve imtihansız rüus verilmemesine dikkat edilmesi istenmiştir.
(Uzunçarşılı 1984: 260). III. Ahmed ve I. Mahmud devirlerinde ilan edilen fermanlarda
genel olarak müderrislerin atanmasında meydana gelen usulsüzlüklere meydan
verilmemesi istenmekte, medrese eğitimi hakkında yeniliklere rastlanmamaktadır. III.
Selim döneminde yayınlanan fermanlarda da, suhteler hakkında özel tedbirlere ve eğitim
sisteminde yeniklere pek rastlanılmamakta, daha çok kadılar ve nâiblerin işlerini iyi
yapmaları, müderris atamalarında adalete önem verilmesi gibi genel hükümlere şahit
olunmaktadır.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda meydana gelen suhte olaylarına karşı bunlardan
başka yine sert cezai yaptırımlar ile tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Zira isyanlara
kalkışan suhtelerin önlenmesi işi “vilâyet-i memleketi vücûd-ı habâset- âlûdlarundan pâk
u tahrîr eylemek”166 olarak düşünülmüş ve bir an önce devletin ve halkın bu kimselerden
kurtulmasına çalışılmıştır. Bu anlamda bu dönemde yine hapis cezalarının sıklıkla
uygulandığı görülmektedir. Bundan başka sürgün, siyaset (ölüm) gibi cezalara çarptırılan
suhteler de olmuştur. Bu döneme ait arşiv kayıtlarının da geneli itibariyle “şer’le
haklarından lâzım geleni icra idün” şeklinde sonuçlandığı, böylece adaletin sağlanması
166 BOA, MD 82, 58/126. Burada, olay çıkaran suhteler “pislik” olarak değerlendirilmiş ve toplumun bundan kurtulması için tedbirler alınmıştır. İleride Osmanlı toplumunun aydınları olacak olan medrese öğrencilerinin bu sıfatla anılır olmaları oldukça acıdır.
80
ile kanun dışı uygulamalara fırsat verilmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı
görülmektedir.167
Suhte olaylarına karşı devletin kararlı ve sert tedbirlerine rağmen önyargılı ve tüm
unsurları rencide edecek davranışlardan da uzak durduğu görülmektedir. Belgelerin bir
kısmında zikredilen “hüsn-i tedbîr ü tedârikle ele getürüb şer‘le haklarından gelmek
bâbında ikdâm u ihtimâm üzre olasınız”168 ya da “kendü hallerinde olanlara hılâf-ı şer’
dahl ü tecavüz olunmakdan ihtirâz idüb def’-ı fesâda say’ ü ihtimam eyleyesiz”169
şeklindeki uyarılar bunu ortaya koymaktadır. Yine bu dönemde suhtelerin alenen
cezalandırılmamasına çalışıldığı ve Avrupa kamuoyuna karşı Osmanlı imajının yanlış
yansıtılmamasına dikkat edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 29 Zilhicce 1206 (18 Ağustos
1792) tarihli Hatt-ı hümâyûndan anlaşıldığı üzere İstanbul’da suhteler arasında meydana
gelen kavgaya karışan bazı suhteler ele geçirilerek halk önünde alenen darp edilmişlerdir.
Bu durum padişah tarafından tenkit edilmiş, bunun görülmemiş bir şey olduğu ifade
edilerek, bu olayı tahrik edenlerin idam edilseler dahi halk önünde cezalandırılmamaları
emredilmiştir. Belgeden anlaşıldığı üzere devlet bu olayın yabancı elçiler vasıtasıyla
Avrupa’ya yanlış aksedilmemesi için diplomatik çaba sarf etmiş, mesela Rusya elçisine
tercüman gönderilerek olayın gerçek sebebi nazik bir dille anlatılmaya çalışılmıştır.170
a- HAPİS
Devletin bu dönemde başvurduğu cezalandırma yöntemlerinin başında suhtelerin
hapsedilmeleri gelmektedir. Olaylara karışan suhtelerin teftiş sonrası ele geçirilerek
“muhkem habs” edilmeleri emredilmiştir. Ancak bazen bu hapis cezaları “muhtac-ı arz”
olanlar için uygulanan geçici bir tedbir olarak öngörülmüş, yapılan teftişlerinden sonra
suçlarının sabit olması halinde kanuni cezalar neyi gerektiriyorsa onun uygulanması
167 Örnek için bkz: BOA, MD 82, 107/ 232, BOA, MD 82, 138/ 290. Yine bir belgede geçen “hîn-i teftîşde hakk üzre olub ahz ü celb sebebi ile hılâf-ı şer‘-i şerîf iş olmakdan ziyâde hazer idüb câdde-i hakdan udûl ü inhirâf eylemeyesiz” ifadesi bu duyarlılığı daha net ortaya koymaktadır. BOA, MD 82, 156/ 328. 168 Örnek için bkz: BOA, MD 82, 166/ 349. 169 Örnek için bkz: BOA, MD 82, 166/ 350. 170 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 35/ 1750. Burada olayın daha geç tarihli olması ve başkentte cereyan etmesi bu hassasiyetin sebepleri arasında sayılabilir.
81
istenmiştir.171 Bunun dışında olaylara karışan kimi suhtelerin de sürgün edilerek
adalardaki kalelerde hapis cezalarına çarptırıldıkları da olmuştur.172
b- ÖLÜM
Hassas dönemlerde devletin, güvenliği tehdit eden olaylara karışanlar için sert
tedbirleri uyguladığı görülmüştür. Halka karşı haksız yere zulüm yapılmasının önüne
geçmeye çalışan devlet, “ehl-i fesad” olarak değerlendirdiği isyancı suhtelere karşı her
zaman yumuşak bir tavır sergilememiştir. Bu anlamda siyaset edilen (öldürülen) suhtelere
de rastlanmıştır. Özellikle toplumu veya diğer suhteleri kışkırtan ve resmi kayıtlarda
adlarından “eşkıya” , “ehl- i fesad” diye bahsedilen suhtelere ölüm cezası verilmekten
çekinilmemiş, bu gibi fesatçılardan başları kesilen173 ya da “yobaz” diye nitelenerek idam
edilenler olmuştur.174 Ancak devletin medrese öğrencilerine karşı ölüm cezası uygulamak
niyetini pek benimsemediğini, bu cezanın oldukça az sayıda uygulanmasına bakarak
anlamak mümkündür. Ehl-i ilmin bir parçası olarak değerlendirilen medrese öğrencilerine
daha ihtiyatlı yaklaşıldığı düşünülebilir.
c- SÜRGÜN VE KALEBEND
Ayaklanan ya da değişik suçlara karışan medreselilere karşı devletin uyguladığı
bir diğer cezâî uygulama sürgüne göndererek kalebend175 cezası uygulamak olmuştur.
Örneğin 21 Rebiü’l-evvel 1204 (9 Aralık 1789) tarihinde mevlit sırasında Sultan Ahmed
Câmîi’nde huzûr-ı hümâyûnda edepsizce hareketlerde bulunup, kavgaya tutuşan
suhtelerden yobaz tâ’ifesinden Sofı Mehmed Paşa Medresesi talebelerinden Kara Hisârî
Seyyid Aburrahman ve Amasyalı Ömer Limni Cezîresi’nde, yine aynı medreseden
Ankaralı Ahmed ve Mahmud Paşa Medresesin’den Monla Mehmed Bozcaada’da ve
Kırkçeşme’de Gazanfer Ağa Medresesinden İsmâîl ile Sinekli Medresesi’nden
171 Bu konuda örnek olarak bkz: BOA, MD 82, 170 /357 ve BOA, MD 82, 116/ 344. 172 Sakız kalesine hapsedilen suhteler için: BOA, C- ZB, 1528. 173 Örnek için bkz: BOA, MD 82, 116 /234. 174 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 199/ 10077. 175Kalebend terimi bir kale içine bağlanmış şekilde yaşamaya zorlanma cezasını ifade etmektedir. (Develioğlu 1996: 483)
82
Abdulallah ismindeki eşkıyâların Seddü’l-bahr Kalesi’nde nefislerini ıslah edinceye
kadar kalebend olunmaları istenmiştir.176
Devlet müderrislerin de karıştıkları olaylarda aynı tür cezaları vermekten
kaçınmamıştır. Nitekim Diyarbakır’da birbirlerine kötü söz söyleyen ve paye kavgası
yapan müderrislerden Ahmed Efendi Mardin Kalesi’ne ve Mes‘ûd Efendi Birecik
Kalesi’sine nefyedilmişlerdir.177
d- KEFİLLENDİRME
Celâlî isyanları ile birlikte medreselilerin isyanlarının yoğunlaşması karşısında
devlet kefillendirme yöntemi ile yerel otokontrol mekanizmasını da işletmeye çalışmıştı.
XVI. yüzyıl sonrasında da kefillendirme olayının devam ettiği anlaşılmaktadır. Mesela
H.1026 (M. 1616) tarihli Mühimme kaydına göre daha önce eşkıyalık yapan ancak bu
işten tövbe ederek el etek çeken suhtelerin kendilerine “yarar kefiller” bulmaları halinde
bir şey yapılmayacağı bildirilmektedir.178 Yine bir kayıtta kefilsiz suhtelerin
medreselerde iskân ettirilmemesi istenirken179, başka bir olayda da isyancı suhtelerin
bizzat kendi kefillerince buldurulması istenmiştir.180
e- DİĞER TEDBİR VE CEZALAR
Devletin birden fazla tedbir ve ceza yöntemini kullanması aslında olaylara tek bir
bakış açısı ile yaklaşmadığını ve en az zararla elde edilecek çözümden yana olduğunu
ortaya koyması bakımından önemlidir. Nitekim buraya kadar anılanların dışında
medreseli olaylarını önlemede değişik yöntemler de kullanılmıştır. Mesela 14 Zilhicce
1026 (13 Aralık 1617) tarihli Mühimme kaydına göre Ömer Çavuş adındaki bir eşkıya ve
yanına topladığı suhteler türlü eşkıyalık ve yağma ile halkı canından bezdirmişlerdir.
176BOA, C- MF, 112/ 5571. Burada suhteler için gene “yobaz” ve “eşkıya” sıfatlarının kullanılması kayda değerdir. 177 BOA, C- MF, 30/ 1484. 178 BOA, MD 82, 176, 360. 179 BOA, MD 82, 173/ 362. 180 BOA, MD 82, 107/ 232.
83
Devlet bunlara karşı harekete geçmeden önce onları kanuna davet etmeyi denemiş, kanun
önünde alacaklıların yüzleşerek dava-yı hak edenlere haklarının geri verilmesi ve
yargılamada cadde-i hakdan ayrılmamaya özen gösterilmesi istenmiştir.181
Bu dönemde daha önce olmadığı şekilde bazı suhtelerin yaptıkları uygunsuz
işlerden pişman olup tövbekâr oldukları görülmüştür. Devlet bu suhtelere müsamahakâr
davranmış, onlara dokunulmamasını istemiştir. Zira 14 Şevval 1026 (15 Ekim 1617)
tarihli Mühimme belgesinde Kütahya’da eskiden silahla gezen ve kötü fiillerde bulunan
suhteler daha sonra tövbe ve istiğfar ederek silah olarak kullandıkları ok ve yaylarını
bırakmışlar, bir daha beşer-onar kişilik gruplar halinde gezmemeye başlamışlardır.
Voyvodalar ve il erlerinin “siz eskiden filan zamanda şöyle kabahat etmiştiniz” diyerek
onları rencide etmelerine engel olunmuş, kendi halinde olanlara asla dokunulmaması
emredilmiştir.182 Bu durum suhtelerin attığı adıma karşı devletin kayıtsız kalmadığının,
affedilen suhtelerin devlet koruması altına alındığının bir göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Ancak devlet tövbe eden suhteleri tamamen kendi haline bırakmamış,
onların tekrar suç işleyebileceklerini göz ardı etmeyerek asla tedbirin elden
bırakılmaması konusunda resmi makamları uyarmıştır.183
Osmanlı resmi makamları suhte olayları yaşanırken, halkın da zarar görmemesi
adına, mağdurları suçlularla yüzleştirerek, üzerinden on beş yıl geçmemiş olan olaylar
hakkında, davalıların haklarının teftiş edilmesine uğraşmıştır. Böylece hakların hak
sahiplerine iade edilmesi ve teftişin dikkatli yapılarak suçsuz yere kimsenin
181 Belgede şu cümle dikkat çekicidir: “…..zulminun nihâyeti olmamağla hakkında emr-i şerîf vârid olub murâfa‘a-i şer‘-i şerîf içun da’vet olundukda varan ademlere şetmidüb ve bi’l- cümle bu makûle zulm-i ta‘addîsinün nihâyeti olmayub mezbûrun şerr u fesâdından nice kimesneler celâ- yı vatan itmüşlerdir.” BOA, MD 82, 156/ 328. 182 BOA, MD 82, 176/ 360. 183 Mesela Mihalıç ve Manyas civarında eşkıyalık yapıp daha sonra tövbe eden suhte ve diğer grupların, yeniden halka zümrelerine karşı, kadılar ve yeniçeriler uyarılmıştır. BOA, MD 82, 158/ 331.
84
cezalandırılmamasına büyük çaba gösterilmiştir.184 Yine devlet ele geçirilen ve eşkıya
olarak nitelenen suhtelerin halka ibret olması için cezalandırılmasını da istemiştir.185
3- XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARININ
SONUÇLARI
XVII. ve XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti sınırlarında özellikle Anadolu
yarımadasının batısında meydana gelen medreseli olaylarının sonuçları itibariyle Celâlî
dönemindeki gibi devleti sarsacak boyutlara ulaşamadığı anlaşılmaktadır. Bu dönemde
XVI. yüzyıldaki yoğunlukta olmadığı çok açık olmakla birlikte186, zamanla suhte
ayaklanmalarının değişik boyutlara ulaşabileceği ve sadece eşkıyalık türü hareketler
olarak sınırlı kalamayabileceği görülmüştür. Padişah önünde dini törende yapılan kavga
ya da şeker dağıtılması esnasında yeniçeriler ile kavgaya tutuşma gibi hadiseler buna
örnek gösterilebilir.
Bu dönemde suhte ayaklanmalarının yoğunluğunun azalmış olmasına ve
yaptıkları olaylardan pişman olup tövbekâr olan suhtelere rastlanmasına rağmen,
medreselerde XVI. yüzyıldan itibaren başlayan olumsuz belirtilerin aşılamadığı
görülmektedir. Medreselerde açıkça var olduğu görülen huzursuzluklara karşı alınan
önlemler daha önce de ifade edildiği gibi genelde asayiş türü önlemler ya da hukukî
düzenleme ve yaptırımlar ile sınırlı kalmıştır. Bu anlamda XVII ve XVIII. yüzyıl
184 Bazı belgelerde geçen “…..eşkıyâyı hüsn-ü tedbir ü tedârükle elegetürüp dahı da’va-yı hakk u ta’yîn-i mâdde iden hasımları muvâcehesinde bir def’a şer’le faslolmayup üzerinden onbeş yıl mürûr itmeyen husûsların teftîş eyleyüp ba’de’s-sübût ashâb-ı hukûka şer’le müteveccih olan hakların alıvirdükden sonra ehl-i fesâd olanlarun muhtâc-ı arz olanların muhkem habsidüp üzerlerine sübût bulan mevâdların sûret-i sicilleriyle yazıp arzeyleyesiz…..” türündeki ifadeler bunu ortaya koymakta ve devletin hassasiyetini yansıtmaktadır. Örnekler için bkz: BOA, MD 82, 170 357; 156/ 39 ve 107/ 232. 18518 Zilhicce 1026 (17 Aralık 1617) tarihli Mihalıç kâdîsına ve Kirmastı kazâsı Yeniçeri Zâbiti’ne gönderilen hükmün sonunda şöyle denilmektedir: Vusûl buldukda, bu bâbda sâdır olan emrim mûcebince amel idüb anun gibi bu makûle eşkıya zuhûr idüb ahâlî-i vilâyete te‘addî vü tecâvüz üzre olurlar ise ahâlî-i vilâyet ile ma‘an üzerlerine varub, hüsn-i tedbîr ü tedârükle ele getürüb lâzımü’l- arz olanları arz u i‘lâm, olmayanların şer‘le haklarından gelesin ki, sâyir eşkıyâya mûcib-i ibret vâkî‘ ola. BOA, MD 82, 158/ 331. 186 Celâlîler ile birlikte aşırı noktalara varan suhte olaylarının XVII. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte oldukça azaldığı anlaşılmaktadır. Nitekim H.1056 (M.1646- 1647) yılına ait 90 Numaralı Mühimme defterinde suhte olaylarına rastlanılmaması bu bilgiyi doğrular niteliktedir. Bkz: Mühimme Defteri 90, Redaksiyon ve Sadeleştirme: Mertol Tulum, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1993. Bu çalışmada incelenen belgelerden anlaşıldığı üzere bu dönemden sonraki hiçbir suhte olayı eşkıyalık boyutuna vararak ağır tahribatlara yol açmamıştır.
85
boyunca dünyada meydana gelen bilimsel yenileşme ve değişimler187 medreselere
yansıyamamış, medreselerde yapılması gereken yapısal reformlar yapılamamıştır. Hatta
bazı bilim adamları yenilikçi gelişmelere karşı olabilmişlerdir. Mesela 1716 tarihinde
Şeyhülislam Ebu İshak İsmail Efendi, Veziri azam Damat Ali Paşa’nın felsefe ve fen
bilimlerine ait özel kitaplarını halka açık kütüphanelere bağışlamasını yasaklamış ve söz
konusu kitaplara devlet el koymuştur. (Bahadır-Danışman 2005: 287). Bu tip yaklaşımlar
özellikle Lale Devri ve sonrasında başlayan reform hareketleri ve askerî alandaki
yenileşme çabaları ile kısmen aşılmaya çalışılmış olsa da bu katı anlayış varlığını devam
ettirebilmiştir. Aklî ilimlere olan soğukluk bu dönemde de aşılamamıştır. Nitekim önemli
bilim adamlarından olan Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö.1780) da Tertib-i Ulum (1751) adlı
eserinde dini bilimleri esas kabul ederken, akli ilimleri cüziyyatdan saymıştır.
(Yakuboğlu 1996: 134).
Yine Kuruluş ve Klasik Dönem’lerin önemli bir geleneği olan, Osmanlı bilim
adamlarının yurt dışı bilimsel seyahatleri de özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllarda
görülmez olmuştur. Bu dönemde Arap toprakları, Hindistan, Balkanlar gibi alanlardan
Osmanlı sınırlarına bilim amaçlı ziyaretler olmadığı gibi Mısır, İran, Orta Asya gibi
bölgelere gidenlere de rastlanmamıştır. Bu ise Osmanlı bilim çevrelerinin daha kapalı ve
içe dönük bir hal aldıklarını ortaya koymaktadır. (Robinson 1997: 164).
Osmanlı resmi makamlarınca alınan kanuni tedbirler de işe yaramamış, himaye ve
kayırmacılık devam etmiştir. Örneğin 1715 yılında çıkarılan ilmiye ile ilgili bir kanunda
rüus alacak adayların belirlenmesi gereken imtihanlarda ulema çocuklarına soru
sorulması ”ulemazâdeden ise ancak kimin oğlu olduğu arz olunmak kifayet eder, kaç
yaşında olub ne okuduğunu i’lama hacet yoktur” denerek engellenmiştir. (Zilfi 1983:
340). Yine aynı imtihanlarda 1781 yılında başarısız olan ulema çocuklarının bir kısmı
başarılı sayılarak rüus (müderrislik diploması) almışlardır. (Zilfi 1983: 341).
187 Mesela Johannes Kepler (1571- 1630) Satürn gezegeni hakkında eser yayınlarken, Galileo Galilei (1564- 1642) düşme kanunlarını buluyor ve Aristo fiziğini yıkıyor, Ishac Newton (1642- 1727) çekim kanunu bulurken, Santario (1561- 1636) ilk kez termometreyi hastalar üzerinde uyguluyordu. (Adıvar 1991: 178) Osmanlı bu gelişmelerden haberdar olmasına rağmen bu kimi zaman çok gecikebiliyordu. Mesela Astronomi dünyasını sarsan Kopernik sisteminin bulunmasından 142 yıl sonra 1685’de Osmanlı bilim dünyası bu sistemin varlığından haberdar olmuştur. Bu gibi bilim adamlarının Avrupa’da ortaya çıktığı bir çağda bizim âlimlerimizin hâşiyeler yazmakla vakit geçirdikleri bilinmektedir. (Yakuboğlu 1996: 184).
86
Buna karşılık Osmanlı bilim dünyasının, kendi dışındaki dünyaya, özellikle
Avrupa’ya karşı kapılarını tamamıyla kapattığı da söylenemez. Örneğin XVIII. yüzyılda
Tezkireci Köse İbrâhim, Ebubekir el-Dimaşkî, İbrâhim Müteferrika, Osman b.
Abdülmennan, Erzurumlu İbrâhim Hakkı, Halifezâde (Çınarî) İsmail Efendi,
Muneccimbaşı Hüseyin Hüsnü gibi âlimler özellikle Avrupa pozitif bilim eserlerini
Osmanlıcaya çevirme gayreti içinde olmuşlardır. (Küçük 2005: 85). Yine İsmail
Gelenbevî Avrupa matematiği konusunda çalışmalar yaparken, medrese kökenli olan
Galata Müftüsü Yanyalı Esad Efendi de Yunan filozofisine dair çalışmalar yapmıştır.
(Küçük 2005: 46). Ancak ne var ki bu çalışmalar daha önce ifade edilen aksaklıkları
gidermeye gücü yetmeyen bireysel çabalar olmaktan öteye gidememiştir.
IV. BÖLÜM: XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARI
Bu çalışmada son dönem olarak değerlendirilen medreseli olayları ile medrese
öğrencilerinin ve kısmen müderrislerin XIX. ve XX. yüzyılda karıştıkları illegal olaylar
kastedilmektedir. Osmanlı tarihi boyunca medreselilerin özellikle talebelerin ayaklanma
ve eşkıyalık türü kitlesel hareketleri ya da bireysel suçları hiçbir zaman XVI. yüzyılın
ikinci yarısındaki eşkıyalık olaylarının en yoğun yaşandığı sıradaki seviyesine
ulaşmamıştır. Ancak yıkılışa kadar medreselilerin çeşitli huzursuzlukların sebebi olmaya
devam ettikleri anlaşılmaktadır.
A- XIX. VE XX. YÜZYILLARDAKİ MEDRESELİ OLAYLARININ YAŞANDIĞI
YERLER
Osmanlı tarihinin son iki yüzyılında yaşanan medreseli olaylarının yaşandığı
yerlere bakıldığında ağırlıklı olarak başkent İstanbul öne çıkmaktadır. Bu döneme ait
incelenen belgeler içinde 39 olaydan 31’i İstanbul’da yaşanmıştır. Bunun dışında Konya,
Edirne, Tarsus, Varna, Yanya, Bursa, Medine ve Cezayir de, son dönemde medreseli
mensuplarının kanunsuz hareketlere karıştıkları yerler olmuştur. Kitlesel olarak hareket
eden ve siyasi bir temele dayandığı kabul edilebilecek olayların tamamı da yine
87
İstanbul’da yaşanmıştır. Bu durum İstanbul’un ekonomik ve kültürel gelişmişlik düzeyi,
nüfusu, başkent olması gibi özelliklerinden kaynaklanmıştır. Ayrıca İstanbul’da
medreselerin diğer şehirlere oranla daha fazla olması ve medrese öğrencileri arasındaki
sosyalleşmenin en yoğun haliyle burada yaşanması bu şehirde suhtelerin daha rahat
hareket etmelerine sebep olmuştur.
Bundan önceki dönemlerin aksine İstanbul dışında suhte olaylarının yaşandığı
yerler fazla olmamış ve yine Anadolu’nun doğusunun diğer dönemlerdeki gibi medreseli
olaylarına sahne olmadığına şahit olunmuştur. Osmanlı payitahtına en uzak olarak
Cezayir ve Medine’de sadece birer suhte hareketine rastlanılmıştır.
B-SUHTELERİN SUÇ ÇEŞİTLERİ
Bu çalışmada incelenen ve XIX ile XX. yüzyıla ait suhte olaylarını içeren
belgelerde 39 adet suhte vakası tespit edilmiştir. Eşkıyalık türü olaylar yok denecek kadar
azalmış olmakla birlikte suhteler değişen şartlar nedeniyle ilk kez siyasi nitelikli olaylara
karışmışlardır. Bu dönemde ayrıca suhte suretinde olaylar çıkaranlar da azalmış, sadece 3
olayda bu tip bilgiye rastlanmıştır. Yine müderrislere ait beş olay incelenerek bunların
sebep ve sonuçları suhte olayları ile karşılaştırılarak değerlendirilmiştir. Aşağıdaki
tablolar bu çalışmada kullanılan XIX. ve XX. yüzyıllara ait suhte olaylarında işlenen
suçları göstermektedir.
88
TABLO: 10
XIX. VE XX. YÜZYILLARDA MEYDANA GELEN MEDRESELİ OLAYLARININ/ SUÇLARININ ÇEŞİTLERİ
(Müderrisler Hariç)
OLAY/ SUÇ
OLAY
SAYISI
OLAY
TÜRÜ
Aralarında Kavga 6 Adi
Gizli Cemiyete Üye Olma 4 Siyasi
Camide Olay 3 Siyasi
Medrese Gezme 3 Adi
Edepsizlik 3 Adi
Ağa Kapısı / Saray Önünde Toplanma 2 Siyasi
Fesat Çıkarma 2 Adi
Darp 2 Adi
Bıçak Çekme 2 Adi
Kahvede Toplanma/ Oyun Oynama 2 Adi
Silahla Gezme 1 Adi
Kadına zarar 1 Adi
Elçiye Saldırı 1 Siyasi
Çocuğa Tasallut 1 Adi
Gizli Toplanma 1 Siyasi
Gazete Çıkararak İrticaya Cesaret 1 Siyasi
Kürtlere/ Ermenilere Tard 1 Siyasi
İmtiyaz Talebi 1 Siyasi
Toplanma 1 Siyasi
Konak/ Oda Basma 1 Siyasi
Kaçakçılık 1 Adi
Yasak Bakkalcılık 1 Adi
Kadınlarla Gezme 1 Adi
Sahte Rüus İmali 1 Adi
Adam Öldürme 1 Adi
Mehdîlik İddiası- Yalancı Peygamberlik 1 Siyasi
89
TABLO: 11 XIX. VE XX. YÜZYIL MEDRESELİ OLAYLARI
OLAYLARA KARIŞAN GURUPLAR OLAY
SAYISI
YÜZDE
%
Kitlesel Suhte fesadı 18 46
Suhte- suhte kavgası 4 10,2
Suhte ve diğer gurupların işbirliği
Suhte- Müderris
3
8
TOPLAM KİTLESEL 25 65
Tekil Olaylar 14 35,8
TOPLAM SUHTE OLAYI 39 100
Bunlardan başka yine önceki yüzyıllarda olduğu kadar olmasa da bazı suhte
kıyafeti giyerek ya da suhte adını kullanarak olay çıkaran guruplar da olmuştur:
TABLO: 12 SUHTE OLMAYIP SUHTE ADINA OLAY ÇIKARANLAR
SUHTE ADINI KULLANAN
GURUP
OLAY
SAYISI
Ermeni 1
Serseri 1
Halk 1
TOPLAM 3
1- BİREYSEL SUÇLAR
Şüphesiz Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde de bireysel olarak adi suçlara
karışan suhteler olmuştur. Medrese öğrencileri daha önceki dönemlerde olduğu gibi adam
yaralama, silah taşıma, aralarında kavga etme gibi suçlar içinde yer almışlardır. Mesela
29 Zihicce 1222 (27 Şubat 1808) tarihinde İstanbul’da Sultan Mehmed Medreseleri
90
içinde Tetimme Medresesi öğrencisi olan bir suhtenin rahat durmadığı anlaşılmaktadır.
Daha önceleri Rumeli’de dağlı eşkıyaları ile eşkıyalık yapmış olan bu suhte, medresede
de “edepsizlik” yapmış, tutuklanmak istediğinde silah ve cephane ile Sultan Mehmed
Câmiî’ne kapanarak zâbitâna kurşun atarak bir yeniçeriyi öldürmüş, bir kaçını
yaralamıştır. Ardından girilen çatışmada yaralanmış, kaçmak isterken şiddetli darp
nedeniyle ölmüştür.188
Yine H.1233 (M.1818) tarihinde İstanbul’da silahla gezen dört suhteden Selim
adında biri çarşıda gezerken bir kadına musallat olmuş ve olay çıkarmışlardır.189 Daha
sonra Rodos adasına kalebend cezası ile sürgün edilen bu öğrencilerin padişahın isteği ile
serseri takımından olup olmadıkları, yani bu tür işleri sürekli yapıp yapmadıkları
araştırılmıştır. Yapılan tetkikler sonucunda gerçekten bu tür kötü işleri huy edindikleri190
ve yine bunlardan birisinin de yedi sekiz aydan beri şarap müptelası olduğu, diğerinin de
yobazlarla gezen bir fesatçı olduğu anlaşılmıştır.191 Ardından Rodos adasına sürülen
suhtelerden ikisinin eşkıya olduğu bildirilmiş, dördünün de boğularak idam edilmeleri
Rodos Mutasarrıfı’na emredilmiştir.192 Daha önce Osman isminde burada hapis bulunan
suhte ile sonradan bu olay neticesinde buraya getirilen Genç Osman adındaki suhtenin
isminin karıştırılmaması tembih edilerek bu ikincisinin idam edileceği ve bir karışıklığa
mahal verilmemesi istenmiştir.193
Bıçakla dolaşma ya da bıçaklama olaylarına son dönem suhtelerin bireysel
suçlarında sıkça rastlanmaktadır. Mesela H.1269 (M.1853) yılında İstanbul’da bazı
kimselere bıçak çeken bir suhte Bursa kalesine sürgün ile hapsedilmiştir.194 Yine 13
Ramazan 1277 (25 Mart 1861) tarihli belgeye göre İstanbul’da Fatih Camii avlusunda
bulunan bir kahvede çıkan kavgada iki suhte bir diğerini bıçakla yaralamışlardır.
Yaralamanın hafif olması sebebiyle bıçaklayan suhtenin kanuna binaen üç ay süreyle
188 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 1335/ 53055. 189BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 463/ 22686. Bu dört suhtenin yine burada “yobaz” olarak değerlendirildiğine şahit olunmaktadır. 190 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 295/ 17553. 191 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 337/ 19292. 192 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 507/ 24949. 193 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 319/ 18735. 194 BOA, A- DVN- 83/ 76.
91
hapsine ve yaraladığı suhteye üç Mecidiye Altını vermesine karar verilmiştir. Kaçan
üçüncü suhtenin de ele geçirilmesi için emir verilmiştir.195 Yine 27 Ocak 1859’da
Fatih’de meydana gelen suhte kavgasında bir suhte, iki arkadaşı tarafından bıçakla
yaralanarak öldürülmüş, suçlu iki suhte yakalanmış ve daha sonra kavganın büyümeden
önlenmesi için suhteler sert bir şekilde uyarılmışlardır. 196
Son dönemde medrese öğrencileri sadece silahlı asayiş olaylarına karışmamışlar,
daha önceki dönemlerde hiç görülmeyen çeşitli bireysel adi suçlar da işlemişlerdir.
Örneğin 25 Ramazan 1276 (16 Nisan 1860) tarihli belgeye göre Varna’dan İstanbul’a
gelen Hasan Efendi adındaki bir suhtenin tezkiresinde bazı sahtekârlık eseri görülmüş
ancak Varna’da yapılan inceleme sonunda daha önce herhangi bir sabıkası olmaması
sebebiyle serbest bırakılmış ve kefalet olarak alınan eşyaları geri verilmiştir.197 Burada
devletin, suhtelerin yolsuzlukları ve İstanbul’a izinsiz girilmesine dair ortaya koyduğu
titiz tavır kayda değerdir. Ayrıca suhtelerin XVI. yüzyıldaki karışıklık ortamının
olmaması nedeni ile yağma, gasp, fidye türü olaylara karışamadıkları için kendilerine
yeni ekonomik kazanç alanları bulmaya çalıştıkları görülmektedir.
Yine 8 Haziran 1321 (21 Haziran 1905) tarihinde Ankara Fuska köyündeki
Papaszâde Medresesi’ndeki odasına, belgenin dili ile “uygunsuz takımından” kimseler
getiren ve medresede uygunsuz davranışlar gösteren bir suhte memleketine
yollanmıştır.198
İlginç bir huzursuzluk da İstanbul’da 4 Kanun-i sâni 1308 (16 Ocak 1893)
tarihinde Tophane Medresesi’nde yaşanmıştır. Medresede iki suhte arasında kavga
olmuş; bunlardan birisi, gelecek Muharrem ayında talebelerin memleketlerine
gönderileceğini, kendisinin şimdiden eşyasını satıp bir tarafa savuşacağını ve herkesin
başlarının çaresine bakmalarını söylemiştir. Bu durum öğrenciler arasında kargaşaya
195BOA, A- MKT- MVL- 126/ 13. Bu şekilde arkadaşları ile imaret basarak bıçak çeken bir başka suhte olayı için bkz: BOA, ZB- 1534. 196 BOA, A. MKT. NZD. 272/ 96. 197 BOA, A- MKT- MVL, 114/ 28. Suhtelerin sorgulanmalarından sonra “sabıkalı” duruma düşmemeleri için bizzat resmi makamlarca dikkat edilmesi önemlidir. 198 BOA, C- ZB- 397/27.
92
neden olmuştur. Olaya sebep olan suhte tetkik sonucu ortaya çıkarılmış, bu gibi
hareketlerin kendisinin huyu olduğu anlaşılarak memleketine gönderilmesine karar
verilmiştir.199 Burada yine suhteler arasındaki iletişim ve etkileşim gücü net bir şekilde
ortaya çıkmaktadır. Zira kötü niyetli bir suhte diğer suhteleri kısa zamanda suça teşvik
edebilmekte ve suhte grupları da kolayca bu tip kimselere alet olabilmektedirler. Bu
durum suhtelerin derin entelektüel düşünceden yoksun olduklarını ve aldıkları eğitimi
kendileri ve toplum yararına kullanmakta yeterli derecede başarılı olamadıklarını
göstermektedir. Aynı suhtelerin örneğin ders kitaplarının kalitesi, medrese fiziki
koşullarının düzenlenmesi, yabancı dilde ya da yabancı dil eğitiminin yetersizliği
konularında neredeyse hiç harekete geçmemeleri bu gerçeği daha da vahim kılmaktadır.
Medrese öğrencilerinin ahlak dışı eylemlerde bulunmaları bu dönemde de hiç hoş
karşılanmamakta idi. Örneğin İstanbul’da İbrahim Paşa Medresesi’nden bir talebe
Beyoğlu’nda “açık saçık” dolaşan ve içki içen kadınlar ile gezerken yakalanmış, tetkikat
sırasında da polise sövmüş ve üzerinde kadınlardan birine hitaben yazılmış bir aşk
mektubu bulunmuştur. Bu durum suç kabul edilerek öğrencinin kaydı silinmiştir.200
İncelenen belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, medrese öğrencilerinin bireysel
olarak illegal siyasi hareketler içinde çok fazla yer almadıkları görülmektedir. Ancak bir
istisna olarak suhtelerden birisinin 7 Temmuz 1909 tarihinde Cezayir’de, yasadışı kabul
edilen “Volkan Cemiyeti”nin fikirlerini neşr ettirdiği ve bu yüzden müebbet kalebend ile
cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.201 Siyasi olayların kitlesel hareket etmeyi gerektirmesi
nedeniyle bireysel olarak kanunsuzluk yapan suhtelerin bu tür suçlara cesaret
edemedikleri anlaşılmaktadır.
199 BOA, C- ZB- 350/ 9. 200 BOA, DH- EUM- THR, 59/ 51, Vr: 1,2,3,4. 22 Kanun-i sani 1326 (4 Şubat 1911). Belgede geçen “ilmi mukteziyâtıyla kat’iyyen münâsib olmayan ve üzerinde zuhûr iden bir mektûb” ifadesi öğrencilerden beklenen ilim çalışmalar ile bu tür işlerin birbirine yakıştırılmadığını ortaya koymaktadır. 201 BOA,C- ZB, 414/ 91. . II. Abdülhamid döneminde (1876- 1909) Meşrutiyet yanlıları olarak yönetime muhalif olan ve Jön Türkler ile İttihat ve Terakki Fırkası etrafında toplanan zümreler vardı. Ancak bir de bu muhalif gruba karşı olup “din elden gidiyor” propagandası ile Meşrutiyet aleyhtarlığı yapan gruplar da vardı. İşte Volkan cemiyeti ve gazetesi bu gruplardan olan Fırka-i Muhammediye’nin siyasi propagandasını yapmakta idi. Bu grup ve gazete daha sonra yaşanacak ve Abdülhamid döneminin sonunu getirecek olan 31 Mart Vakası’nın (13 Nisan 1909) çıkmasında da önemli rol oynamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz: Bayram Kodaman, “II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1914), Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, 165-192.
93
Daha önceki dönemlerde rastlanmayan bazı suçlara bir örnek olarak İstanbul’da
yaşanan şu olay verilebilir. 5 Ağustos 1324 (18 Ağustos 1908) tarihli belgeye göre
İstanbul’da Hayriye Medresesi’nden iki öğrenci bakkallık ve tütün kaçakçılığı yapmışlar,
bunun neticesinde sorgulandıklarında aynı zamanda asker kaçağı oldukları da
anlaşılmıştır.202 Bu kişilerin, askerlikten affolunduklarına dair ifadeleri kabul
edilmeyerek Pirlepe’den kaçtıkları anlaşılmış, “merkûmûnun asker oldukdan sonra
medreseye inişleri kânûnen câ’iz olamayacağı cihetle beher-hâl derdestleriyle i‘zâmları”
kararı alınmıştır. Bu belgeden de anlaşıldığı gibi medrese öğrencileri ekonomik çıkmaza
düştüklerinde değişik şekillerde ama illegal yollarla çıkış yolları aramaya koyulmuşlardır.
Bunlardan başka 23 Cemaziye’l-ahir 1267 (25 Nisan 1851) tarihinde alım-satımı
yasak olan matbu Kur’an-ı Kerim’i satan suhtelere rastlanmış203, yine 11 Ramazan 1283
(17 Ocak 1867) tarihli belgeye göre de İstanbul Ayasofya Medresesi’nde “fi’il-i şen’î”
eden iki suhte hapis ile cezalandırılmıştır.204 Ayrıca şarap içen205 ve medresede hırsızlık
yapan206 suhtelere de olmuştur.
Bu araştırmada incelenen belgelerde, önceki dönemlerde sıkça rastlanılan suhte
kıyafetinde kanunsuzluk yapma türü olaylara son dönemde pek rastlanılmamaktadır.
Ancak bu hiç olmadığı anlamına gelmemektedir. Nitekim 20 Zi’l- ka’de 1315 (12 Nisan
1898) tarihli Zabtiye Nezareti’nden yazılan tezkireye göre Atina’dan İstanbul’a gelen
gemide iki gayr-i Müslimin (net olmamakla birlikte belgeden Ermeni olabilecekleri
anlaşılıyor) suhte kıyafetinde gemiye binip İstanbul’a indikleri yazılmaktadır. Ancak tüm
aramalara rağmen bu kimselere rastlanılmamıştır.207 Yine daha önce kitlesel siyasi
suçlarda ifade edildiği gibi sıradan halk içerisinde bazı kimselerin, suhteler gibi başlarına
yeşil ve beyaz sarıklar sararak polis teftişinden kurtulmak istedikleri de olmuştur.208
Bundan başka bazı evsizlerin de suhte kıyafeti giyerek medreselerde kaldıkları
202 BOA, C- ZB, 350/ 1345. 203 BOA, A- MKT- NZD, 30/ 40. 204 BOA, C-MF, 5/ 212. 205 BOA, C- MF, 42/ 2060. 206 BOA, C- MF, 44/ 2158. 207 BOA, HR SYS, 2780/ 12- 2. 208 BOA, YA- HUS, 221/ 50. Yine suhte kıyafeti giyerek medresede barınmak isteyen kimseler için bkz: NOA, A- MKT- NZD, 266/ 7.
94
bilinmektedir.209 Bu belgeler son dönemlerde bile bazı kimselerin suhte adı altında
öğrencilere haiz bazı haklar ve ayrıcalıklardan yararlanmak istediklerini ortaya
koymaktadır.
2-KİTLESEL SUÇLAR
Osmanlı medreselerindeki öğrencilerin XIX ve XX. yüzyılda karıştıkları
olaylardan bu araştırmada incelenen 39 olaydan 25’inde (% 65) kitlesel hareketlenmelere
karıştıkları, 4 olayda suhtelerin birbirleri ile kavgaya tutuştukları, 3 olayda ise başka
guruplar (müderrisler) ile birlikte hareket ettikleri görülmektedir.
a- KİTLESEL ADİ SUÇLAR
Medrese öğrencilerinin, Osmanlı Devleti’nin son iki yüzyılında da kitlesel adi
suçlara karıştıkları ve az da olsa önceki tarihlerde yaşanan kitlesel eşkıyalık olaylarına
benzer olaylar çıkardıkları görülmektedir. Özellikle İstanbul’daki bazı medrese
öğrencileri, silahla gezmeyi bir adet haline getirmişlerdir. Nitekim çeşitli sebeplerle
kavga ettikten sonra medreselerden ihraç edilen suhtelerin sonradan etraflarına başka
suçlu ya da firari suhteleri toplayarak zorla yeniden medreseye kabullerini sağlamak
amacıyla silahlandıklarına şahit olunmaktadır. Örneğin H.1228 (M.1813) yılında
İstanbul’da daha önce yaşanmış bir kavgadan dolayı kalebent cezası alan, ancak firar
ettiği için cezası uygulanamayan Tosyalı Mehmed adındaki bir suhte dört arkadaşı ve
onlarla birlikte hareket eden ve belgelerin dili ile “yobaz güruhundan” olan sekiz on
kadar suhte ile İstanbul’a gelmiştir. Ardından atıldığı Çarşamba’daki Zekeriya
Medresesi’ne gelerek zorla odasını geri almak istemiş ancak bevvâbın (medrese
kapıcısının) yeniçeri ağasına haber vermesi üzerine ağa gelmeden birkaç dakika önce
209 Nitekim 15 Receb 1276 (7 Şubat 1860) tarihli belgeden anlaşıldığı üzere Bilad-ı Selâse’de (İstanbul, Edirne, Bursa) bazı medrese, tekke ve hanlarda “serseri ve mechulü’l- ahval kimseler”in ikamet etmekte oldukları anlaşılmış, bu amaçla kefilsiz ve defterlerde kaydı olmayanların asla buralarda barındırılmaması istenmiştir. Burada İstanbul’daki medreselerin kaydı ile ilgili olrak İstanbul Mahkeme’sinde bir kâtibin görevlendirildiği anlaşılmaktadır ki bu durum daha önceki dönemlerde uygulanan kefil sisteminde rastlanılmamış bir durumdur. BOA, İ- MVL, 428/ 18789- 1, 2, 3.
95
kendisi ve arkadaşları firar etmişlerdir.210 Daha sonra görgü şahitlerinin ifadesine göre on
bir suhtenin Eğri Kapı’dan çıktıkları anlaşılmıştır. Bunların derhal önünün alınması ve
Edirne veya Tekfur Dağı tarafına gidecekleri düşünülerek Çirmen mutasarrıfı Celal Paşa
ve Tekfur Dağı âyânına haber gönderilerek bu kişilerin oraya varmaları halinde durumu
acilen yazmaları istenmiştir.211 Medrese öğrencilerinin çok fazla büyümediği anlaşılan bu
olayda hem merkez hem de taşradaki resmi makamlarının hemen harekete geçmesine
sebep olmaları ve olayın ciddiyetle takip edilmesi suhtelerin nüfuzlarının hâlâ ne kadar
önemli sayıldığına çarpıcı bir örnektir.
Yine H.1235 (M.1820) tarihinde İstanbul’da kısa süreli de olsa bir suhte
tedirginliği yaşandığı görülmektedir. İstanbul’da Sultan Mehmed Medresesi’nden on beş
kadar suhte, silahlı bir şekilde Balat Kolluğunun önünden geçip Eğrikapı’dan çıkmışlar
ve Eyüp’teki Yazılı Medrese’ye gelerek burada bulunan talebelerle alaylı şekilde
konuşarak tartışmışlar, daha sonra Sultan Mehmed mevkiine gelmişlerdir. Burada bazı
suhtelerin elinde silaha rastlanmıştır. Şeyhülislam olayı araştırmış ve bir önceki yıl Sultan
Mehmed Medresesinden atılan iki suhtenin yanlarına on kadar suhteyi alarak tekrar zorla
kendilerini kayıt ettirmeye çalıştıklarını öğrenmiştir. Daha sonra bu suhteler Ayak
Medresesi’ne girmişlerdir. Yapılan inceleme sonunda suçluların Ayak Medresesi’nde
kapıcı olan Akşehirli Mehmed Efendi ile Eyüp’te Dârussa’âde Ağası Medresesi
suhtelerinden Hattat Süleyman, Salih, Feyzi ve Hüseyin oldukları anlaşılmış, muteber
birkaç müderris medreseye gönderilerek öğrencilere silahla gezmemelerini ve edep dışı
hareketlerde bulunmamalarını telkin etmişlerdir. Ayrıca odasızlara oda verileceği sözü de
verilmiştir. Talebelerin ileri gelenleri de uyarılarak derslere devam etmeleri istenmiş, bu
olayın tekrarlanması halinde derhal tutuklanacakları söylenmiştir.212 Sadrazamın telhisine
padişahın yazdığı Hatt-ı Hümâyûnda, suhtelerin silahla gezmeleri eleştirilmiş, bu durumu
Hıristiyan elçilerinin görmesinin ne denli olumsuz bir hava yaratacağı hatırlatılarak
ilgililer ikaz edilmiştir.213
210 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 465/ 22767; 465/ 22767- A ve 465/ 22777. 211BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 463/ 22666. 212 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22735. 213 Burada padişahın ifadeleri oldukça dikkat çekicidir: “…hususiyle düşman-ı zinhar olan Düvel-i Nasara ilçileri Ehl-i İslâm arasında bu şikâkı görüb ne dimezler talebe-i ‘ulûmdanım diyen adamın silahla gezmesi ne dimekdir bunlar ‘asker midir ki esliha ile gezerler…”
96
Ancak daha sonra bu suhtelerin, hocalarla varılan anlaşmalarına rağmen hemen
kapanmadığı anlaşılmaktadır. Zira sadrazam tarafından padişaha yazılan telhisde,
Şeyhülislam’ın evinde bu konu ile ilgili bir şura toplandığı ifade edilmiştir. Burada
suhtelerin söz verdikten sonra kötü hareket ve sözlere girişmedikleri, ancak olaylara
sebebiyet vermemeleri için hafif şekilde teftiş edilebilecekleri, teftiş sırasında medrese
ehlinin onları koruyacakları ve bazı kötü huylu suhtelerin kötü söz ve harekete cesaret
edebilecekleri açık olduğundan şimdilik suhtelerin taşraya çıktıkları Recep ayına kadar
bu durumun olduğu gibi bırakılması, ancak yine de kötü iş yapanların “üslûb-ı hâkimâne
ile te’dîb olunmaları” rica edilmiştir. Padişah da bu durumu kabul ederek suça göz
yumulmamasını istemiş, aksi halde bu durumun gittikçe fena hal alabileceğini
belirtmiştir.214 Padişah ayrıca suhtelerin Recep ayı gelip ortalık sükûnete kavuşunca teftiş
edilmeleri ve eğer tekrar ederse elebaşlarının yakalanması için Recep ayının
beklenmemesini emretmiştir.
Yine olayların tam olarak önü alınamamış, bunun üzerine şehirde bir korku ortamı
oluşmuş, olayların büyümemesi için Şehzade Câmi’-i Şerifi Medresesi’ne ulemâdan
Uzun Ali Efendi suhtelere gönderilmiş, suhteler olaylara içlerinden bazı yobaz olanların
sebep olduğunu söyleyerek kolluk kuvvetlerinin kendilerine kötü muamele yapmamasını
istemişlerdir. Daha sonra “talebe-i ‘ulûma hürmet ve ri’âyet olunacağına ta’ahhüd
verilerek” talebelerin derslerine devam etmeleri konusunda anlaşılmış, “daha önce rahle
ve minderlerini cümleten kaldırmışlar ise de şimdi getürüb mahallerine vaz’ iderek yarın
derslerine bed’ ideceklerini ve bundan böyle bir gün sui-hareketleri olmayacağın”ı
taahhüt etmişlerdir.215 Ardından talebeler derslerine devam edip kötü fiillere
yeltenmeyeceklerine, resmi makamlar da Ağa Kapısı’na giden talebeleri zabıtanın darp
etmeyeceğine dair söz vererek bu olayın yatışması sağlanmıştır.216
214 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 463/ 22671. 215 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 463/ 22676. Burada padişahın ısrarla suhtelere karşı kolluk kuvvetlerinin iyi davranmasını istemesi ve onların darp edilmemelerini ve kendilerine hürmet gösterileceğinin taahhüt edilmesini emretmesi ilginçtir. Yine suhtelerin medreselerdeki huzursuzluklarını ilginç bir şekilde sembolize ettikleri de bu belgeden anlaşılmaktadır. Aynen Yeniçerilerin kazan kaldırmasına benzer bir şekilde öğrenciler de medreselerdeki minder ve rahlelerini kaldırarak muhalif duruşlarını göstermişlerdir. 216 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22747.
97
Aynı şekilde H.1235 ( M.1819) yılında İstanbul’da Dua Meydanı denilen yerde
dört suhte bir kadına sataşmışlardır. Başlangıçta kitlesel olmayan bu olay birden
büyümüştür. Çünkü bölgedeki bazı dükkân sahiplerinin nasihatlerine rağmen yola
gelmeyen suhteler tutuklanarak Ağa Kapısı’na götürülürlerken silahlı on talebe yollarını
keserek üçünü kurtarmıştır. Ancak yeni kolluk kuvvetlerinin gelmesi sayesinde sonradan
kurtarmaya gelen suhtelerden dördü ile birlikte elde kalan diğer suhte Ağa kapısında
hapsedilmişlerdir.217 Burada suhtelerin kitlesel boyutta ve silahlı hareket etmeleri XVI.
yüzyıldaki alışkanlıklarını XIX. yüzyılda bile devam ettirdiklerini göstermektedir. Ayrıca
olayın devletin başkentinde, dolayısı ile en iyi korunan şehrinde olması ise suhtelerin
gücünü ya da devletin güvenlik zafiyetini ortaya koymaktadır.
Yine H.1236 (M.1820) tarihinde İstanbul’da 20-30 kadar suhtenin hareketlendiği
görülmektedir. Dersi’âm Ahıshalı Ahmed Efendi’nin (ö. 1862/ 63) sürgün edilmesinden
dolayı suhtelerin bazılarının medreseleri gezerek “sabah biz nerede cem olur isek bizimle
beraber olun” diye onları kanunsuz şekilde toplanmaya çağırdıkları anlaşılmıştır. Daha
sonra nüfuzlu hocalar çağrılarak bunların öğrencilere tembih ve nasihat etmeleri ile bu
olayın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Suhtelerin toplu halde Şeyhülislamın konağının
önüne gitmeleri engellenmiş, olay kısmen yatıştırılmış ve böylelikle Sultan Mehmed,
Sultan Bayezid, Süleymâniye ve Şehzâde Câmilerinde derslere aksamadan devam
edilmiştir.218 Padişahın olayın yatışmasından sonra hocaların söz anlarlarının çağrılarak
bunların gerekli tedbirleri almasını istemesi üzerine bu tedbir geciktirilmeden
uygulanmış, olay diğer suhtelere yayılmadan ve sayıları 30-40’ı geçmeden önlenmiş, bu
çömez suhteler için de olay iyice yatıştıktan sonra gerekli tedbirin alınacağı
bildirilmiştir.219
Medrese öğrencilerinin İstanbul’da silahla gezmelerine bir başka örnek de, 13
Rebiü’l- evvel 1275 (21 Ekim 1858) tarihinde Fatih civarında yaşanan olay gösterilebilir.
217 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 463/ 22663. 218 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 465/ 22778. Burada da suhtelerden ilk kez “çömez” olarak bahsedilen suhtelere rastlanmaktadır. Çömez, müderrisler ve henüz icazet almadan seviyesi ve dersi yükselmiş olan talebelerin yanlarında yetiştirdikleri öğrencilere verilen addır. (Pakalın 1983 I, 381). Ayrıca bu olayda devlet tarafından casuslar kullanılarak suhtelerin nerede toplandıkları ne konuştukları gibi bilgilere ulaşması kayda değer bir ayrıntıdır. 219 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 725/ 34525. Yine bu şekilde İstanbul’da bazı medreseleri gezerek fesat çıkarmak niyetinde olduğu anlaşılan ve bu şekilde fesat girişimi başarılı olamayan bir suhte için bkz: BOA, Y- PRK- AZJ, 2/ 89, 15 Mayıs 1295 (27 Mayıs 1879).
98
Bu olayda, suhteler ellerinde kama ve benzer aletler ile sokakları dolaşıp kadınlara ve
emred220 çocuklara sarkıntılık etmişler, kendi aralarında kavgaya tutuşmuşlardır. Daha
sonra bu öğrenciler kendilerine karşı koymaya çalışan karakol kuvvetlerine silahla
karşılık vermişlerdir. Suhteler çarşıda aynı tür hareketlerine devam ederken Şehremîni
Hüseyin Bey’in kendilerine tesadüf etmesi ile bu hareketleri önlenmiştir. Medreselerin
odalarındaki silahların temizlenmesi ve bu tip talebe kıyafetinde dolaşanların ve kefilsiz
olanların ellerinden silahlarının alınarak memleketlerine sürülmeleri kararı alınmıştır.221
Burada yine bazı kimselerin suhte kıyafetine bürünerek medreselerde barınmaya ya da
askerden kaçmaya çalıştıklarının görülmesi eski bir sorunun varlığının devamına işaret
etmektedir. Ayrıca suhtelerin İstanbul’da silahla geziyor olmalarına rağmen eşkıyalık,
yağma türü olaylara cesaret edemedikleri görülmektedir. Bu duruma neden olarak hem
merkezde olmaları hem de toplumsal zeminin bu tip olaylara fırsat verecek kertede
karışık olmaması gösterilebilir.
Buna benzer bir olay 5 Şubat 1308 (17 Şubat 1893) tarihinde Konya/Yalvaç’ta
yaşanmıştır. Müderris Hasan Efendi’nin talebelere verdiği icâzet nedeniyle bir
anlaşmazlık çıkmış, hükümet konağına gelen birkaç silahlı öğrenci silah atarak şehirde
gezmiş, Mehmed adında bir talebe de sarhoş olarak kaymakamın odasına girip bir takım
kötü sözler sarf etmiştir. Bu olayda kaza nâibi önce medrese yanında yer almış, ancak
kaymakamlıktaki olaydan sonra kaymakam tarafında bulunmuştur. Daha sonra yazılan
fermanla bu olayın derhal önüne geçilmesi ve bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirin
alınması istenmiştir.222
Yine bir başka olay Tarsus’ta yaşanmıştır. 22 Muharrem 1267 (27 Kasım 1850)
tarihinde Tarsus’ta bulunan İngiltere Konsolosluğu’ndan İngiltere’nin İstanbul Elçiliği’ne
yazılan jurnalden anlaşıldığına göre suhteler bir tekke içinde toplanarak o dönemde
oldukça genç olduğu bilinen Tarsus Kaymakamı’nın yanlarına gelmesini istemişlerdir.
220 Emred tabiri “henüz tüyü bitmemiş, sakalı gelmemiş, genç erkekler” için kullanılan bir tabirdir. Burada suhtelerin sarkıntılık ettikleri anlaşılan bu çocuklara Klasik Dönemde de aynı türden kötü fiiller yapılmış, hatta bir kısmı dağlara çekilerek suhteler adına ayak işlerinde çalıştırılmışlardı. 221 BOA, A- MKT- NZD, 266/ 7. Bu olaya karışan suhtelerin “kur’a kaçgını” ya da suhte kıyafetinde başkaları olabilecekleri ihtimalinin olabileceği hatırlatılmış ve huzursuzluğun iyice araştırılarak önlenmesi istenmiştir. 222 BOA, Y- PRK- BŞK, 29/ 46.
99
Zikir ve dualardan sonra Halep’te yaşanan bazı olaylar hakkında konuşmuşlar223, bu
olaylarda devleti, cezalandırma konusunda yeterince etkin olamadığı noktasında
eleştirmişlerdir. Ancak kaymakam, bu gibi kıymetsiz sözlerin uygun olmayacağını
belirterek, bunların ve bunlara yardım etmek niyetinde olanların cezasız kalmayacaklarını
ifade etse de, yanında yeterince asker olmadığı için bundan öte bir şey yapamamıştır.
Konsolosun ifadelerine göre bir önceki yıl Adana’da Hıristiyanlar aleyhine yaşanan
olaylara karşı sadece tekdir ve korkutma yoluna gidilmiş, bu ise olayları önlemek yerine
bir nevi teşvik olmuştur. Konsolos Halep olayları nedeniyle halkın galeyana gelmesinin
işten bile olmadığını belirterek Hıristiyanlara karşı olabilecek bir olayda kendilerinin
emin olamadıklarını ve hatta kaymakamın yanındaki silahlı tüfekçilerin dahi kendilerine
karşı gelişecek bir harekete yardım edebileceklerini ifade etmiştir.224 Konsolosun
kendince hissettiği bu tehlikeyi suhtelerin toplanmasından hemen sonra yazması,
öğrencilerin sadece içerde değil ülke dışında da yakından takip edildiklerini ve
kendilerinin olası baskısından oldukça çekinildiğini ortaya koyması bakımından dikkate
değerdir.
Suhtelerin birlikte hareket ederek kanunsuz olaylara karıştıkları olaylardan birisi
de Konya’ya tabi olan Lârende kazasında yaşanmıştır. 16 Şevval 1271 (2 Temmuz 1855)
tarihinde iki suhte Değirmenci Süleyman adında birisini darp ettiğinden dolayı
hapsedilmişler, ancak bu iki suhteyi elli kadar silahlı talebe cezaevi müdürünün konağını
basmak sureti ile cebren kaçırmışlardır. Meclis-i Vâlâ’dan çıkan emir ile bunların ele
geçirilip birer ikişer uygun yerlere nefyedilmeleri istenmiştir.225 Dikkat edilirse adalet ve
hukuk konularında eğitim alan medrese öğrencileri özellikle son dönemlerde resmi
binaları basarak görevlilere kendi kararlarını zorla uygulatmak yolunu dener olmuşlardır.
Bu durum suhtelerin gene aldıkları eğitimi kendi yaşamlarına tatbik edemediklerini
ortaya koymaktadır. Aynı şekilde ellerinde silahlar ile resmi bina basan ve buralarda
223 Belgeden tam anlaşılamamakla birlikte burada anılan olayların Macar mültecileri sorunu ile ilgili olması muhtemeldir. Çünkü bilindiği üzere 1848 İhtilalleri içinde yer alan ve Macaristan’dan kaçan bazı Macar mültecilerinin Osmanlı topraklarına sığınma talepleri kabul edilmiş ve bunlardan bir kısmının Halep’e yerleştirilmeleri uygun görülmüştü. (Yücel- Sevim 1992: 270). Halep’te yaşanan olayın da bu yerleştirmeye tepki niteliğinde bir olay olduğu düşünülebilir. 224 BOA, HR- TO, 214/ 35- 1 ve 35- 2. 225 BOA, A- MKT- MVL, 73/ 44.
100
cebrî hareketlere kalkışan medrese öğrencilerinin halkı ve ilerde medreselerde eğitim
almayı düşünen çocuk ve gençleri ne yönde etkileyeceği de sezgiden uzak değildir.
İncelenen bu dönemde Osmanlı toplumsal yaşamının değişmeye başlamasıyla
birlikte yeni sosyal organizasyonlar ve kurumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlardan
birisi de özellikle payitahtta yaygınlaşan kahvehanelerdir. Zaman zaman medrese
talebelerinin de kahvehanelere gittikleri ve oralarda oynanan oyunlara iştirak ettikleri
anlaşılmaktadır.226 Her ne kadar bu durum bir isyan ya da buna benzer bir kötü fiil olarak
kabul edilemeyecek olsa da, o dönemde medreselilerin kahvehanelere gitmesi en az diğer
olaylar kadar eleştirilmiş, en azından devlet katında “suç” olarak değerlendirilmiştir.
Mesela Nezâret-i Zabtiyye Mektûbî Kalemi’nden 9 Zilhicce 1320 (9 Mart 1903) tarihinde
kaleme alınan belgede, İstanbul Fatih civarında kıraathane ve kahvehanelerde bazı
talebelerin tavla, domino ve dama oynayarak bu şekilde boş işlerle meşgul oldukları ve
bunun önlenmesi için daha önce memurlar gönderildiği ifade edilmektedir.227 Devlet bu
durumu talebelere yakıştırmamış ve hemen önlem alma ihtiyacı hissetmiştir. Yine 2
Temmuz 1908 tarihli bir başka olayda ise Fatih’te Çifte Ayak Kurşunlu Medresesi
öğrencilerinden birkaç kişinin Fener’de bir kahvehanede oturdukları görülmüş, bunun
men edilmesi için İstanbul Polis Müdürlüğü devreye sokularak önlem alınmaya
çalışılmıştır.228
Medrese öğrencilerinin kitlesel suçları arasında kendi aralarında yaptıkları
kavgaları da saymak mümkündür. Kimi zaman bu kavgalar büyümemiş, ancak kimi
zaman da kitlesel boyutlara ulaşmıştır. Örneğin 22 Zilhicce 1235 (30 Eylül 1820) tarihli
Hatt-ı Hümâyûn’dan anlaşıldığına göre İstanbul’da Nişancı Medrese’sinde iki suhte
birbirini darp etmişler, olayın duyulması ile suhteler medresede toplanmışlar,
226Bu konuda döneme ait kaynaklarda çeşitli şikâyetler mevcuttur. Zira 1908 yılından itibaren çeşitli dönemlerde haftalık olarak yayınlanan Beyânü’l- Hak adlı dergide bizzat bir talebe “Ne çare ki biz medrese öğrencileri bugünlerde bütün bütün zıvanadan çıkmışızdır. Zira herhangi bir kahveye göz atılsa müşterilerin büyük çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu görülür.." diyerek kahvelerde medrese öğrencilerinin oyun oynayarak zaman geçirdiklerini açıkça ifade etmektedir. (Boyacıoğlu; 1998; 17). 227 BOA, C- ZB, 350/ 107. 228BOA, C- ZB, 350/ 144. Belgede bazı suhtelerin kahvehanede oturdukları ifade edilmiş ve “Fener’de Patrikhâne bulunmak hasebiyle o civarda kesretle rehâbîn(ruhbanklar) bulunmaklı olub papasların talebesinin bile böyle kahvehânelerde oturmakdan müctenib oldukları” belirtilerek suhtelerin kahvehanelerde oturması yerilmiştir.
101
Şeyhülislam’ın Büyük Kavuklu’yu229 yollaması ile olay incelenmiş, kavganın Nişancı’da
Zincirli Medrese karşısındaki dört beş odalı bir medresede oda paylaşımı sebebiyle
çıktığı, bir tek silah atıldığı, ancak kavga edenlerin firarı sonrasında olayın yatıştığı
anlaşılmıştır.230 Suhtelerin oda paylaşımı gibi basit bir sebeple kavga etmesi, olayın kısa
sürede duyularak diğer suhtelerin hemen medrese etrafında toplanmaları ve odada silahın
bulunması suhtelerin önceki dönemlerden kalan kötü alışkanlıkları arasında sayılabilir.
Yine 6 Mart 1304 ( 18 Mart 1888) tarihinde İstanbul’da Bâyezid Meydanı’nda
Bâyezid İmâreti’nde ekmek dağıtımı sırasında yirmi kadar suhte arasında bir kavga
çıkmış, hemen oradaki Karagolhâneden gelen destek ile olayın büyümesi engellenmiş ve
suhteler içinden ara sıra olay çıkaran beş tanesi Bâb-ı Vâlâ- yı Meşîhatpenâhî’ye teslîm
edilmiştir.231 Medrese öğrencisi olan suhtelerin, üstelikte başkentte önemli bir medresede
basit bir olay nedeniyle kavga etmeleri düşünmeye değer bir olay olsa gerektir. Ancak
aynı zamanda olayın ekmek gibi temel bir gıdanın dağıtımı sırasında çıkmış olması
suhtelerin yaşadıkları ekonomik zorlukların boyutunu da gayet net bir şekilde ortaya
koymaktadır.
b- KİTLESEL SİYASİ SUÇLAR
Araştırmanın bu noktasına gelinceye kadar suhtelerin siyasi sebepler ve gayeler
için herhangi bir harekete karışmadıkları görüldü. Osmanlı ekonomik ve sosyal yaşamın
kısmen kapalı olarak uzun süre değişmeden devam etmesi siyasallaşmanın da önünde
engel olarak kalmıştır. Böylece Osmanlı toplumsal tabakasının önemli katmanlarından
olan medreseliler de bu anlamda siyasi olaylarda bu döneme kadar yer almamışlardır.
Ancak özellikle son iki yüzyılda Osmanlı halklarının siyasallaşmasına bağlı olarak
suhtelerin de siyasi eylemler içinde yer aldıklarına şahit olunmaktadır. Burada
incelenecek olaylar şüphesiz suhtelerin tüm XIX. ve XX. yüzyıl boyunca karıştıkları
229 Büyük Kavuklu Şeyhülislam dairesinden bir memur olup görevleri arasında Ders Vekili’nin emirlerini öğrenci ve hocalara tebliğ etmek, imtihanlarda yolsuzluk yapılmasını önlemek, devamsız öğrenci ve hocaları ihtar etmek, kahvede oturan ya da emre karşı gelen öğrencileri tekdir etmektir. Sebilürreşad, cild 21, Aded 542- 543, 20 Zilka’de 1341, İstanbul, 175. 230 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22742. 231 BOA, Y- PRK- ASK, 45/ 11- 1 ve 2.
102
siyasi olayları içermemektedir. Çalışmanın bu bölümünde hedeflenen, birkaç örnek siyasi
olay içinde medrese öğrencilerinin nasıl ve neden yer aldıklarını anlamak ve onlardan
yararlanmak isteyen guruplara bakarak suhtelerin hâlâ ne kadar etkin bir nüfuza sahip
olabileceklerini saptamaktır.
Suhtelerin özellikle yabancı düşmanlığı ile hareket etmedikleri ifade edilmişti.
Ancak temelde yabancı düşmanlığına dayanan bir fikri altyapı olmasa da bazen
yabancıları rahatsız ettikleri olmuştur. Nitekim H.1215 (M.1800) tarihinde Rusya, İsveç
ve Sicilya elçileri eşleri ve onları koruyan zâbitleri İstanbul’da Süleymaniye Camii’ni
gezerken birkaç suhte onlara saldırarak darp etmişler, bir zâbitin de başını
yaralamışlardır. Daha sonra Rus elçisini taltif edici merasim düzenlenerek güzel sözler ve
bir miktar hediye ile gönülleri alınmaya çalışılmıştır.232 Başlangıçta Rus eşçisi bu olay
nedeniyle alınganlık göstermiş, hediye gönderilen bohçayı kabul etmemiş, ancak bizzat
en yetkili resmi makamların (Şeyhülislam, Sekbanbaşı, Tercümanlar) olay ile yakından
ilgilenmesi suhtelerin yakalanıp cezalandırılmaları sayesinde elçinin gönlü alınmıştır.
Elçi de Osmanlı Devleti’nin tavrından memnun olarak hediyeyi kabul etmiş ve suhtelerin
tedib edilmesinden dolayı mutlu olmuştur.233 Yapılan araştırma sonunda suhtelerin
reislerinin dört kişi oldukları anlaşılmış, söz konusu elebaşları Boğazkesen Kalesi’ne
hapis edilmişlerdir. Olaya karışan ve suçu tam olarak ispat edilemeyen ancak olay
sırasında orada bulunan on dört öğrenciye ise yirmişer değnek vurulmuştur.234 Rus elçisi
İsveç ve Sicilya elçilerinin bu olayı abartarak kendi memleketlerine haber geçmemeleri
ve daha hafif cümleler ile yazmaları için Osmanlı resmi makamlarını uyarmış, kendince
Rus devletinin itibarının zedeleneceği düşüncesi ile bu şekilde hareket etmiştir. Aslında
bu olay basit bir suhte olayının ne denli büyüyebileceğini ve medrese öğrencilerinin
Osmanlı siyasi hayatında da ne büyük bir etki yapacak potansiyele sahip olduklarının bir
göstergesidir.
232 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 264/ 15309. Belgede suhtelerin neden Rus elçilik heyetine saldırıda bulundukları konusu net olmamakla birlikte, XIX. yüzyılın başında Osmanlı- Rus ilişkilerinin sorunlu olması, bir camide gayr-i Müslimlerin eşleri ile birlikte dolaşması, üstelik bu caminin Süleymaniye gibi İstanbul ve Osmanlı için önemli bir mekan olması gibi sebepler ile suhteler bu çirkin hareketi gerçekleştirmiş olabilirler. Ancak sebep her ne olursa olsun kültür birikimi bakımından üst seviyede olan ya da olması gereken ve bu yönde eğitim alan medrese öğrencilerinin böyle bir olaya sebebiyet vermeleri düşündürücüdür. 233 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 35/ 1750. 234 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 268/ 15612.
103
Nitekim son dönem Osmanlı tarihinde en önemli ve etkili suhte (ya da softa) olayı
1876 yılında yaşanan olaydır. 1871-1876 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin yaşadığı
bir takım siyasi (1875 Hersek ve Bulgaristan İsyanları) ve ekonomik (1874 tarım krizi ve
1875 hazinenin iflası) sorunlar, tüm halkı özellikle de İstanbul’daki suhteleri derinden
etkilemiştir. Midhat Paşa’nın (ö.1884) desteği ile hareket eden softalar 1876 yılına
gelindiğinde huzursuzluklarını fiili olarak ifade etmeye başlamışlardır. Derslerini tatil
eden suhteler, 10 Mayıs 1876’da Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın, o sırada Rus elçisi
olan ve bu olumsuzluklarda parmağı olduğu düşünülen İgnatiyef’in ve şeyhülislamın
azlini isteyen gösteriler yapmışlardır. (Özülkü 2000: 72) Padişahın, suhtelerin isteklerini
kısmen kabul etmesi ile kansız şekilde biten bu olay aslında daha sonra Sultan
Abdülaziz’in halli ve Meşrutiyet’in ilanı ile sonuçlanacak olayların ilk aşaması olarak
bizzat Midhat Paşa ve Genç Osmanlılar Cemiyeti235 tarafından çıkarılmış bir olay olarak
kabul edilmektedir. (Özülkü 2000: 90)
Özellikle İstanbul, suhtelerin XIX. yüzyıldaki vukuatlarında başta gelen şehir
olmuş, bu nedenle suhteler hakkındaki olay ve haberler Avrupa gazeteleri tarafından
yakından takip edilmiştir. Bu araştırmada son dönemdeki suhte hareketlenmelerine ait
siyasi olaylara dair bilgilerin önemli bir kısmı, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki daha
çok yabancı basında suhteler ile ilgili çıkan haberleri tekzip ya da doğrulama amacıyla
yazılan belgelerden elde edilen bilgilerdir. Bu haberler daha çok suhtelerin gizli örgütler
ya da oluşumlar içinde olduklarına dair haberlerdir. Haberlerin çokluğu suhtelerin
toplumsal alandaki etkilerini ortaya koyması bakımından önemlidir. Yine bu haberlerin
Batı Avrupa basınında sıklıkla yer alması olaylarda yabancı unsurların da etki ya da
destekleri olabileceğini akla getirmektedir.236 Daha sonra görüleceği üzere en ufak suhte
235 İsyan döneminde bazı suhteler Meşrutiyet yanlısı olan ve 1865’te İstanbul’da kurulan Genç Osmanlılar Cemiyeti’ne üye idiler. Dönemin önemli bilginlerden Ahmed Hulusi Efendi 1875 yılında İstanbul’da 1750 suhteyi meşrutiyet yanlısı Genç Osmanlılar Cemiyeti’ne kaydettirmişti. (Özülkü 2000: 49). Midhat Paşa, Meşrutiyet’e giden yolda meydana getirilen bu olayda idare ve zaptları kolay olması sebebiyle suhtelerden faydalanmanın en akıllıca yol olduğunu açıkça ifade etmiştir. (Özülkü 2000: 87). Ayrıca bu olayda çeşitli zümreler de Midhat Paşa’nın Meşrutiyet yanlısı hareketlerine destek olmuşlardır. Nitekim İngiliz elçisi Sir Henry Eliot’da Paşa’yı tahrik ve teşvikten geri durmamış, yine Midhat Paşa yanlısı çeşitli ulemâ da olaya destek vermiştir. (Özülkü 2000: 51, 60). 236 Osmanlı Devleti’nin de bunun farkında olduğu, yine yalanlama ile ilgili Yıldız Arşivi’ndeki bir belgede geçen şu cümleden gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır: “...tashîh tekzîbini der- uhde itdiğimiz neşriyâtda hüsn-i taviyyet eseri görülemeyüb, bi’l- akis münhasiran bed- hâhlık ve garâzkârlık hükmüni icrâ itmişdir” BOA, YA- HUS, 221/ 50, Vr: 4.
104
hareketleri dahi pek çok Avrupalı basın- yayın organında günlerce yer almış, olaylar
Osmanlı imajının Avrupa’ya yansımasında olumsuz etki yaratmaya hizmet etmiştir. Pek
çok haber Osmanlı resmi makamlarınca yalanlanmış olmasına rağmen yabancı unsurlar
suhtelerin toplu hareket ettiklerinde ne denli etkili olabildiklerinin gayet farkında olarak
haberler yayınlamaya devam etmişlerdir.
Örneğin Bab-ı Ali Tercüme Odası’ndan çıkan yazıdan, 14 Kanun-i sânî 1288 (26
Ocak 1873) tarihinde Correspondance de l’Est gazetesinin, Der-saadet’den aldığı
mektubu derc ederek, İstanbul’da suhteler arasında gizli bir cemiyetin kurulduğunu ve
önemli bir kısmının tutuklandığını duyurduğu anlaşılmaktadır.237
Yine 20 Cemaziye’l-evvel 1306 (22 Ocak 1889) tarihli, Sadaret’te kaleme alınan
belgeye göre bir haftadan beri Viyana ve Paris’te çıkan gazetelerde İstanbul’da suhteler
arasında gizli bir ittifak yapıldığı, bundan telaşa kapılan devletin hemen bazı tedbirler
aldığı yazılmıştır. Ancak Hâriciye Nezâreti tarafından bu haber yalanlanmıştır. Nezârete
göre suhteler Mecelle kanunu hakkında bazı görüşleri konuşmak için ulemâdan bir zatın
evinde toplanmışlar, bu şahıs sorgulanmış ancak hiçbir suhte gözaltına alınmamıştır.
Belgede, taşradan gelen bazılarının, ilim ehli gibi başlarına beyaz ve yeşil sarık sarıp
suhte kılığına girerek polisin teftişinden korunmak istedikleri ve bu gibi kimselerin suhte
sanılarak yanlış hükümler verildiği ifade edilmiştir.238 Nezârete göre bu türlü yayınların
sebebi “mecelle-i vükelayı mevkî‘-i iktidârdan düşürmek” ve “Zât-ı Şâhâne’ye (Sultan II.
Abdülhamid’e) bir takım tedâbir-i şedîde ittihâz itdirerek memâlik-i şâhânede her türlü
ıslâhât ve terakkkiyâtı ta‘tîl etmek”tir.
237 BOA, HR- SYS, 218/ 23- 1 ve 2. 238 Belgede bu yanlış anlama ile ilgili şu cümleler geçmektedir: Ba‘zı kimseler ba’zı softalaların tevkîf idildiğine zâhir hâle aldanarak i‘timâdda bir derece yokdur, ma‘zûrdurlar, bu i‘tikâtda bulunanlar gâlibâ şol kimesneler olmalıdır ki, anlar ba‘zı serserî makîle- yi eşhâsın fırsat buldukca taşralardan makarr-ı saltanata gelerek âlem-i islâmiyetde ruhbân ve rûhânî sınıfı mevcûd olmayub herkesin az çok softalar dâ’imâ ulemâ gibi başlarına beyaz ve yeşil sarık sarmak hak ve selâhiyetini hâ’iz olmasından bi’l- istifâde talebe-i ulûm libâs-ı müste‘ârı tahtında polisin nazar-ı tekayyüd ve tahassüsünden tesettür ve erbâb-ı fütüvvet ve merhameti şu sûretle iğzâl idildiklerini bilmiyenlerdir. Bu misüllü serserîlerin sû-i harekâtını men‘ içundur ki, polis bu sahte talebe-i ulûmu memleketlerine ve çiftleri ve çocukları başına i‘âdeyi vazîfe and itmekdedir. Ba‘zen gazete muhbirlerinin istihdâm itdikleri havâdiscileri iğfâl iden şey işte bu gibi serserîlerin emr-i tevkîfleri olsa gerekdir”. BOA, YA- HUS, 221/50.
105
Bu olay İstanbul’da uzun süreli bir krize neden olmuş, halk arasında bu tip bir
gizli cemiyetin olup olmadığı, kimlerin toplantıya katıldığı ve cemiyete üye olduğu gibi
konular heyecana sebep olmuştur. Ancak 12 Kanun-i Sani 1304 (24 Ocak 1889) tarihinde
Nezâret-ı Umûr-ı Hâriciye Matbû’ât-ı Ecnebiyye Kalemi Müdürü tarafından kaleme
alınan belgede Adliye Nazırı Ahmed Cevdet Paşa’ya yakın isimlerden olan ulemâdan
Ömer Hilmi Efendi adında bir zatın bazı âlimleri kendi konağında birkaç kez topladığı,
sadrazam Kamil Paşa’nın suhtelere sekiz yüz lira miktârında bir para verdiği iddiaları yer
almıştır.239 “Konağa gidenler sadakaya muhtaç bir kaç suhte ve çay içmek için toplanan
birkaç âlimdir” denilmiştir. Belgede Yıldız Sarayı’nı bile endişeye sevk eden bu tür
söylentilerin asıl amacının, 1876 yılında Sultan Abdulaziz’in hallinden önceki olaylarda
İngiltere sefirinin bağlantısı olduğu gibi şimdiki İngiltere sefiri Sir William Watik’in de
bu olaylarla bağlantısı olduğu şayiasını yaymak olduğu ifade edilmektedir. Böylece
sadrazam ile bu İngiliz sefiri arasında var olan dostluğun yıkılması ve sadrazamın
görevden alınması amaçlanmıştır. Ayrıca belgede zikredilen resmi görüşe göre sadrazama
ve padişaha karşı olan muhalifler padişahın bu gizli cemiyete karşı hiç bir kuvvetinin
olmadığını ortaya koymaya çalışarak onu yıpratmak istemektedirler240 Siyasi olaylardan
suhtelerin kullanılması dikkatlerden kaçmamaktadır.
Daha sonra tahkikatın derinleştirilmesi sonucunda toplantılara katılan
suhtelerden yirmisi Mâbeyn-i Hümâyun’a götürülüb ayrı ayrı sorguya çekilmişler,
“musâlih-i devletden bahs itmek üzere çokdan berü toplandıklarını ve Mâbeyn-i
Hümâyun’un mu’âmelâtını tenkîd ve Bâb-ı Âlî ma’rifetiyle şayan-ı idârede icrâ olunacak
ıslahâtı senâ itdiklerini ve makâm-ı sadâretin emriyle her birlerinin ikişer lira atiyye
aldıklarını ikrâr itmişlerdir”.241
Bu olay ile ilgili Jurnal Deba gazetesinin Viyana muhabiri tarafından
Dersaadet’den alınarak Paris’te neşr edilen habere göre, bu olayı, o sırada gözden
düşmekte olan Ser- kurena (Baş mabeynci) Osman Bey, kendi kişisel gayeleri için
239 Bu dönemde konaklarda toplanmak İstanbul’da sıkça rastlanan bir olay olmuştur. Bu konak toplantılarında geceleri bir araya gelerek politik mahiyette sohbetler yapılamakta idi. (İhsanoğlu 1987: 811). 240 BOA, YA- HUS, 221/ 54. 241 BOA, Y- PRK- TKM, 14/ 26- 1, 2, 3.
106
kullanmak istemiştir.242. Bir başka iddiaya göre olayın Sadrazam Kamil Paşa’yı gözden
düşürmek için tertiplenmiş bir “dolab-ı fâside” olduğu, suhtelerden bazılarının “bir adam
bize pâre virmiş ve fakat bu pâreyi Sadr-ı âzamdan aldığımız söylemekliğimizi tavsiye
eylemişdir” dedikleri, bunun eski maliye nazırlarından birisi olduğu, ancak bu işlerde
başarıya ulaşamayıp sadrazamı görevinden edemedikleri ifade edilmiştir.243
Correspondence de’l Est gazetesinin haberine göre ise tutuklanan suhteler kendilerine
onar lira verilmek suretiyle serbest bırakılmışlardır.244 Başlangıçta oldukça basit görünen
bu olay, aslında durumun ne derin siyasi çekişmeleri ortaya çıkaran bir hal aldığını ve
suhtelerin başkent siyasi odaklarında ne kadar güçlü bir nüfuzlarının olduğunu
göstermektedir.245
Aynı günlerde bazı suhtelerin bu çalışmada eşine az rastlanan bir suça karıştıkları
ve cami duvarlarına Sultan Abdülhamit hakkında bazı olumsuz yazılar astıkları
görülmektedir. Aynı yazılar medreseler, sokaklar ve çarşılarda da dağıtılmıştır.246 Yine
H.1310 (M.1892) yılının Şubat ayında suhtelerin İstanbul’da bazı hareketlenmeler içinde
yer aldıkları görülmektedir. Zira Paris gazeteleri cami kapılarına suhtelerin bir takım fesat
içerikli yazılar astıklarını ve bunların “Dersaadet’den Vilâyât-ı Şâhâne’ye tard ve teb’îd
olunduklarını” yazmışlardır.247 Viyana’da ise Ramazan ayında bu yazıların yazılmaya
devam ettiği, özellikle Hıristiyanlar aleyhine ilan-ı harb edilmesi yönünde kışkırtmalar
yer aldığı, Balat’ta bir Rum kilisenin yağmalandığı haberleri yer almıştır.248 Ancak
Osmanlı resmi makamları tarafından bu haberler tekzip edilmiştir. Yine 3 Teşrîn-i evvel
1312 (15 Ekim 1896) tarihinde Viyana Sefâretinden gelen telgrafta Le Gazette de
Frankfort gazetesinin verdiği habere göre suhteler Saray önünde bir gösteri yapmışlar ve
içlerinden birisi ele geçirilerek hapsedilmiştir. Ancak bu haber de resmen tekzip
edilmiştir.249
242 BOA, Y- PRK- TKM, 14/ 30. 243 BOA, Y- PRK, TKM, 5 /17. 244 BOA, Y- PRK- 14/ 8-1 ve BOA, Y- PRK- TKM, 5/ 17. 245 Bu döneme kadar medrese öğrencileri aldıkları eğitim ve kazandıkları kültüre tamamıyla ters, sıradan, eğitimsiz ve dini inançları daha zayıf olan kimseler gibi eşkıyalık türü hareketlerin ya da çok basit adi suçların içinde yer almışlardı. Artık şimdi suhtelerin daha makul ve entelektüel hareketler içinde yer aldıkları gözlenmektedir 246 BOA, Y- PRK- TKM, 14/ 8- 1. 247 BOA, YA- HUS, 320/ 130- 1, 2, 3. 248 BOA, YA- HUS, 321/ 32. 249 BOA, HR- SYS, 192/44.
107
Yine 24 Eylül 1892 tarihli bir belgede Correspondance de’l Est gazetesinin
haberine göre H.1308 (M.1890) yılının Eylül ayında İstanbul’da 2000 suhtenin geceleyin
gemilere bindirilerek şehirden uzaklaştırıldığı bilgisi yer almaktadır. Suhtelerin bu
şekilde uzaklaştırılmalarının sebebi olarak da İstanbul’daki suhte nüfusunun
azaltılmasının hedeflendiği ifade edilmiştir.250
Suhtelerin İstanbul’da toplanacaklarına dair yabancı gazetelerde çıkan yayınlara
sonraki dönemlerde de rastlanmaktadır. Nitekim Bab-ı Âli Tercüme Odası’ndan yazılan
13 Kânûni-evvel 1312 ( 25 Aralık 1896) tarihli yazıda, Viyana sefaretinden gelen telgrafa
göre Correspondance Politique adlı gazetede suhtelerin At Meydanı’nda toplanarak bir
gösteri yapmak yönünde fikir alışverişi yaptıkları ve birkaç gün önce zabıta tarafından
suhtelerin İstanbul ile Galata arasında gelip geçmelerinin yasaklandığı ifade edilmiştir.251
Tüm bu örnekler devletin çıkması muhtemel suhte olaylarına karşı teyakkuz halinde
olduğunu ve suhtelerin son dönemlerde dahi kitleselleşme eğilimlerinin insanları ve resmi
makamları rahatsız etmeye yetecek derecede önemli sayıldığını ortaya koymaktadır.
Daha önce bazı talebelerin Meşrutiyet yanlısı ve II. Abdülhamid karşıtı cemiyetler
içinde yer aldığı ifade edilmişti. Medrese öğrencilerinin İstanbul’da yaşanan ve II.
Abdülhamid devrinin sonunu getiren 31 Mart Vakası’nda da önemli roller aldıkları
anlaşılmaktadır. Zira Abdülhamid devrinde yıllarca kur’a imtihanlarının yapılmamış ve
medreseler mezun verememiş oldukları için öğrenciler büyük bir bunalım içinde
kalmışlardı. Ayrıca imtihanlarda programlar haricinden soru sorulacağı endişesi taşıyan
talebeler başarısız olup askere alınmak korkusu yaşamakta idiler. (Birinci 2002: 198). Bu
sorun talebeler ile İttihat ve Terakki Fırkasının arasının açılmasına neden olmuş,
cemiyetin çözüm üretememesi nedeniyle, önce gerici ayaklanmalar ile başlayan ardından
Selanik’ten gelen Hareket Ordusu ile bastırılan 31 Mart Vakası’nda (13 Nisan 1909) bir
250 BOA, HR- TO, 348/ 47- 1, 2. Yine bazı Viyana kaynaklı gazetelerde iki bin suhtenin İstanbul’da tutuklanarak gizli bir emirle gemilere bindirildiği, bu gemilerden ikisi hareket ettirilerek İstanbul’dan ayrıldığı ve İstanbul’da bazı gazetelerin toplatıldığı haberleri yer almıştır. BOA, HR- SYS, 186/ 16- 2. 251 BOA, HR- SYS, 193/ 8.
108
kısım medreseliler İttihat ve Terakki Fırkası karşısında yer almışlardır. (Birinci 2002:
201).
Bu döneme ait yine Avrupa’da yayınlanan bazı gazetelerde suhteler ve hocalar
hakkında çok ilginç bir haber daha yayınlanmıştır. 9 Teşrîn-i Evvel 1308 (21 Ekim 1892)
tarihinde Berlinde yayınlanan gazetelerde Osmanlı bilim ve din adamları ile hocalarının
Avrupa’daki ruhban sınıfına benzer şekilde ayrıcalıklar istedikleri haberi yer almıştır.
Habere göre zaten maaşları az olan ve geçim darlığı çekmekte olan softalar ve hocalar
vergilerin artması nedeni ile ahaliden de iânât (yardım için toplanan para) alamamakta
idiler. Bundan şikâyet eden suhte ve hocalar “Hırıstiyan râhibleriyle ru’esâ- yı
rûhâniyyelerinin yalnız nezd-i Bâb-ı Âlî’de değil, belki Saray-ı Hümâyûnda dahı mazhar-
ı hürmet ve ri‘âyet olduklarını gördükleri cihetle hey’et-i ilmiye-i islâmiyyeye dahı
patrikhâneler imtiyâzâtı gibi imtiyâzât-ı mahsûsa i‘tâsını taleb itmişlerdir”.252 Ancak bu
haber Hâriciye Nezâreti tarafından yalanlanmıştır.
Osmanlı medrese öğrencileri Klasik Dönem ve sonrasında hiçbir zaman etnik
fikirlerle de hareket etmemişler, bu anlamda gayr-i Türk unsurlara karşı özel olarak zarar
vermemişler, mezhep çatışmaları içinde bulunmamışlardır.253 Aksine suhtelerden en çok
zarar görenler Müslüman-Türk unsurlar olmuşlardır. Osmanlı öğrencilerinin Osmanlı
toplumsal kitlelerinin siyasallaşması ve değişen dünya şartlarında -özellikle Fransız
İhtilâli (1789) sonrasında- genel olarak dünyayı etkileyen politik karmaşalardan
etkilenerek milliyetçi ve mezhepsel bir takım olumsuzluklara imza atmamaları ilgiye
değer bir konudur.
3- MÜDERRİSLERİN SUÇLARI
Osmanlı eğitim sisteminde sorunların yaşandığı dönemlerde, Osmanlı
müderrisleri de kimi zaman kanunsuz yollarla sapmışlardır. Bu çalışmanın asıl konusu
öğrenciler olmakla birlikte son dönemlere ait belgelerde, bazı müderrislerin hem suhteler
252 BOA, YA- HUS, 266/8. 253 Bir istisna olması bakımından 3 Kasım 1895 tarihli belgeye göre 28 Eylül 1895 Correspondance de l’est gazetesinin Kürtlerle suhtelerin Ermeni ailelerine karşı taarruza teşvik edildikleri haberi yayınlanmış ancak bu haberde resmen tekzip edilmiştir. BOA, HR- SYS, 2831/ 44.
109
ile birlikte hem de kendi başlarına çeşitli suçlar içinde yer aldıkları görülmüştür.
Bunlardan bir kaçını tahlil etmek, hem medreselerdeki sorunların derinliğini anlama
bakımından yardımcı olacak hem de müderrislerin suç ve cezaları ile öğrencilerin suçları
ve cezaları hakkında bir karşılaştırma fırsatı sunabilecektir.
Son dönem Osmanlı medreselerinin sorunlar yaşadığı bölgelerin başında gelen
İstanbul’da, H.1273 (M. 1856-1857) yılında yine bazı medreselerde rahatsızlık olduğu
anlaşılmaktadır. 27 Cemaziye’l-evvel 1273 (23 Ocak 1857) tarihinde şeyhülislamdan
sadrazama yazılan tezkirede bazı medreselerde müderrisler ve öğrencilerin çeşitli
rahatsızlıklara sebep oldukları254 şikayeti dile getirilmekte ve bunların önlenmesi
istenmektedir. Padişahın emrinde geçen “ashâb-ı cürüm ve kabahât her kangi sınıftan
oluyor ise olsun ahkâm-ı kanûniyyeye tatbîken mücâzât görmesi lâzım geleceğine
nazaran” ifadesi devletin müderris ya da suhte olsun cezalandırma konusunda asla
ayrımcılık yapmayacağını ve her sınıfın kendine çeki düzen vermesi gerektiği anlayışını
göstermektedir.255
Yine 29 Cemaziye’l-evvel 1273 (25 Ocak 1857) tarihinde Yanya ve Tırhala’da
meydana gelen olay oldukça ilginçtir. Buna göre Galip Efendi adındaki bir müderris bazı
talebeler ile birlikte askeri kur’alar sırasında256 Edirne iline ait sahte rüuslar imal etmişler
ve bunların her birini dörder bin kuruşa satmışlardır. Müderrisin bu işte reis olduğu ve
ona yardımcı olan iki suhtenin mürteşi (rüşvet yiyen) oldukları anlaşılmıştır. Olayın
ortaya çıkmasından sonra müderris memuriyetten, öğrenciler de öğrencilikten
çıkarılmışlar, önce birer yıl hapsin ardından da ikişer yıl farklı yerlere sürgün edilmeleri
kararlaştırılmıştır. Yine aldıkları rüşvetin iki katını hazineye ödemeleri cezası
verilmiştir.257
254 Belgede geçen “teşhir-i silah eylemek misillü cünhâ ashâbı” ifadesi suhtelerin silahla gezmeleri nedeniyle eleştirildiklerini ortaya koymaktadır. 255 BOA, DAH, 24230/1, 2. 256Kur’a sınavları medreselerdeki yığılmaları engellemek amacıyla yapılan ve kura sonucu ismi çıkan öğrenciler için uygulanan bir sınavdı. Sınavı geçemeyen öğrenci askere alınırdı. Sınavlar 1892 yılında kaldırıldı. (Şanal , 2003: 157- 158.) 257 BOA, Y- PRK- MŞ, 6/ 53.
110
Şüphesiz bu konuda daha kapsamlı araştırmalar daha fazla bilgiyi ortaya
çıkaracaktır. Ancak bu çalışmada incelenen dar kapsamlı belgeler dahi müderrislerin de
sanıldığı kadar masum olmadıklarını ve kendi başlarına da, suhteler benzeri kanunsuz
hareketlere karıştıklarını göstermektedir. Burada birkaç örnek vermek bu bakımdan
anlamlı olacaktır. Örneğin 17 Cemaziye’l-evvel 1243 (6 Aralık 1827) tarihli Sadrazam
telhisi ve üstüne yazılan Padişah hattından anlaşıldığında göre Halep’de Câberîzâde
Mehmed Efendi adında bir müderris “her fesada parmak karıştırıp nefsini ıslah
etmediğinden ve kötü söz ve asayişi bozacak işlere cesaret ettiğinden” dolayı şehre uzak
bir yere sürgün edilmiştir.258
Yine H.1250 (M.1834) tarihli bir Hatt-ı hümâyûndan anlaşıldığı üzere Kavala
Medresesi müderrisi Hacı Yakup Efendi’nin bazı kötü hallerinden dolayı sürgün edilmesi
ya da en azından tembihnâme ile uyarılması emri gelmiştir. Ancak Halep mutasarrıfı bu
şahsın bu işleri düşünmeden cahilce yaptığını, şimdilik affedilmesinin daha yerinde
olacağını, aksi takdirde hem ailesinin hem de kendisinden ilim bekleyen talebelerin
mağdur olacaklarını arz etmiştir. Ardından affedilen müderrisin bir daha bu işlere
karışması halinde derhal bildirilmesi istenmiştir.259 Yine başka bir kayıttan bu müderrisin
daha başka kanunsuzluklarına şahit olunmaktadır. Nitekim bir kadının terekesinin
müzayedesine müdahale etmiş, bu satışın Mısır’a ait bir satış olduğunu ve kanuna uygun
olmadığını savunarak çeşitli kötü sözler sarf edince müzayede dağılmıştır. Bu esnada
Asâkir-i Mansûre askerlerinin geldiğini haber alınca kendisi de etrafa haber yayarak ne
kadar askerlik çağına gelmiş genç varsa medreseye toplanmalarını istemiştir. Müderris
daha sonra medresenin her bir odasına beşer asker kaçağını yerleştirmiştir. Ardından fes
takanların “kâfir” olacaklarını iddia ederek ortalığı fesada vermiştir. Kendisinin bu gibi
işlerden men edilip fesada fırsat vermeden gereğinin yapılması bizzat padişah (II.
Mahmut) tarafından emredilmiştir.260
258 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 517/ 25231. Belgede müderris için geçen “daiye-i teferrüde düşmüş” ve “ıslâh-ı nefs itmemiş olmağın …… kendüye pek yüz virilmediğinden” ifadeleri müderrisin kendisinin eşi ve benzeri olmadığı gibi bir düşünceye kapıldığını ve bu durum neticesinde ortaya koyduğu uygunsuz hareketler nedeniyle toplum tarafından dışlandığını göstermektedir. 259 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 636/ 31364. 260BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 521/ 25460- C. Belgede geçen ve müderrise ait olduğu belirtilen şu ifadeler kayda değer: “…esnâ- yı dersde başına fes iksâ idenler tekfîr ve her kim bilâ- destâr fes iksâ ider ise kâfir olur,kim ki fes giymek emr-i pâdişâhîdir dir ise ağzını yırtarım…”.
111
Bu olay; medreselerin asker kaçakları için bir sığınma yeri olmaya devam ettiğini,
kimi müderrislerin Osmanlı Batılılaşma hareketleri karşısında sıkı muhalefet
gösterdiklerini ve bu muhalefette en katı yorumları yaptıklarında dahi halktan destek
alabildiklerini göstermesi bakımından önemlidir. Bu durum Osmanlı modernleşmesinin
kolay bir proje olmadığının ve aslında bu projede açık destek vermesi beklenen bilim
dünyasının ve onun yönlendirdiği halkın homojen bir yapıda olmadığının da bir kanıtı
olsa gerektir. Ayrıca müderrisin giriştiği bu olayın açıkça illegal olması ortada iken etrafa
çağrılar yaparak “ne mahalde şab emred ve askerlige alıvirir makûleler var ise gelsun
medreseye rezâlet eylesun halâs olur” demesi ve buna karşılık da “her tarafdan o
makûleler güzîde ve tuvânâ çocuklar heman medreseye can atar gibi” gelmeleri Osmanlı
gençliğinin durumunu da gayet açık bir şekilde yansıtmaktadır. Celâlî devrinde
eşkıyaların ya da zalim ehl-i örfün yanında iş bulmaya çalışan gençlerin ister istemez
kötü fiillerde bulundukları gibi şimdi de buna benzer bir işe kalkışan bir müderrisin
etrafında toplanmaları, medreselerin ve medrese gençliğinin vaziyetinin XVI. yüzyıl
sonrasında pek de değişmediğine şahitlik etmektedir.
Osmanlı makamlarını çok uğraştıran müderrislerden birisi de Drama’da görev
yapan “Kırmızı Binişli” lakaplı Mehmed Efendi olmuştur. 19 Ramazan 1239 (18 Mayıs
1824) tarihli belgenin ifadesiyle “cehl-i mürekkeb gürûhundan veya yobaz takımından”
Mehmed Efendi yanına topladığı “silahlı ve silahsız yedi yüzden mütecâviz erâzil
eşhâs”261 ile Çağlayık karyesinden çıkıp Drama’ya doğru hareket ederek ve yolu
üzerindeki nahiyeleri dolaşarak, halkı küfür ve darp ile kendi yanına çekmeye çalışmış,
daha sonra yanındaki adamların sayısını bin yüz kişiye kadar çıkarmıştır. Kendilerine
nasihatçi olarak ulemâdan çeşitli kimseler gönderilip Kur’an ve hadislerden örnekler
verilerek yola gelmeleri istenmiş olmasına rağmen Drama’ya girmedikçe meramlarını
söylemeyeceklerini belirtmişlerdir. Bunun üzerine halka dükkânlarını kapatmaları ve
silahlanmaları duyurulmuştur. Bir kez daha ne istedikleri sorulmasına karşılık yine
Drama’ya varmadıkça cevap vermeyeceklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine yüz elli
261 Burada Müderris ile birlikte hareket edenler için kullanılan bu ifadeler devletin bu tip olaylara bakışını net bir şekilde göstermektedir.
112
sekban ve dört yüz-beş yüz kadar süvari ve piyade nahiyeye üç saat mesafede toplatılmış,
bir kez daha doğru yola davete ret cevabı gelince çıkan çatışmada her iki taraftan üç beş
kişi ölmüş ve isyancılar dağılmıştır. Kırmızı Binişli ve arkadaşları ele geçirilememesine
rağmen olay fazla büyümeden bitirilmiştir.262 Daha sonra Drama’da bazı idârî
düzenlemeler yapılmış, ayan olarak bundan sonra merkezden nâzırlar gönderilmesi,
bölgedeki vakfın iltizamlarının da nâzırlar tarafından dağıtılması ve her karyeye birer
ulûfeli bölükbaşı atanması kararlaştırılmıştır. Bu olay Osmanlı resmi makamlarının bilim
dünyasının ıslahı konusunda cebrî yöntemleri uygulama konusunda her zaman istekli
olmadığını göstermektedir. Nitekim sabırla isyancı müderris ve onunla birlikte hareket
edenlerin doğru yola davet edilmeleri bunun açık delilidir. Ayrıca müderrisin isyan ettiği
alanlarda halka karşı sert davranması, onun ve yandaşlarının her zaman halktan yeterince
destek bulamadıklarını, bu nedenle de işin çatışmaya kadar varmasının kaçınılmaz hale
geldiğini düşündürmektedir.
Son asırlarda müderrisler bireysel adi suçlara da karışmışlardır. Nitekim 2
Ramazan 1234 (25 Haziran 1819) tarihli belgeye göre Mardinli bir müderris hem
memleketinde hem de İstanbul’da haksız şekilde kardeşi ve pederi adına zeamet ve tımar
beratı aldırmış, zorla zabt ve tasarruf ederek, mülkiyetine geçirmeye çalışmış ve halk bu
durum karşısında mağdur olmuştur.263 Yazılan emirde bu duruma son verilerek tımarların
sahiplerine iade edilmesi emredilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma hareketleri de kimi zaman bazı ulemâ tarafından
şiddetle eleştirildiği belirtilmişti. Bu eleştiriyi isyan noktasına kadar vardıran ulemada
olmuştur. Örneğin 1829 tarihinde yeni Avrupalı kıyafetlere açıkça muhalefet eden
Bosnalı bir müderris, Aydın taraflarında yeniçerilerden arta kalanlar ile bazı kanunsuz
262 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 703/ 33820. Resmi makamlarca Kırmızı Binişli ve yandaşlarının amaçlarının ne olduğu ve ne için toplandıkları meselesi anlaşılamamıştır. Ancak olayla ilgili belgelerde müderris ve arkadaşlarının tam da bölge köylerinin Yenişehir Ordusu için hınta, şair ve ağnam mübâya‘ası ve firari bazı askerlerin bedeliyelerinin tahsili esnasında hareketlendikleri bilgisi yer almaktadır. Yine bölgeye gönderilen Ser-liva Mehmed Bey, olayın Drama eski valisi Mehmet Paşa’nın vefatından kalan yüklü miktarda muhallefâtının henüz tevzi edilmediği bir sırada olduğunu ve bu olayın Binişli’nin ilk vukuatı olmadığını, sair zamanlarda da etrafına adamlar toplamak suretiyle kazaya gelerek, fesada karıştığını ve bu durumdan halkın pek çok şikayetleri olduğunu yazmaktadır. Aynı belge Vr. A, B, C ve E. 263 BOA, Hatt-ı Hümayûn, 307/ 18133- A.
113
kimseleri yanına çekmiş olan tehlikeli bir asinin yanına katılmıştır. (Heyd 1996: I, 19). 264
Şüphesiz bunlardan başka müderrislerin karıştıkları olaylar olmuştur.265 Daha
detaylı araştırmalar müderrisler ile ilgili olaylar ve bunlara karşı devletin tutumu
hakkında daha kesin hükümleri ortaya çıkaracaktır. Ancak burada incelenen az sayıda
olay da çeşitli gerçekleri ortaya koymaktadır. Müderrislerin de kimi zaman suhteler gibi
kanunsuz olaylara karışmaları, bunun sadece İstanbul ile sınırlı kalmaması ve
medreselerde yaşanan olumsuzlukların son dönemde müderrisleri de etkilemesi, devletin
müderrisleri cezalandırma yöntemlerinin suhtelere karşı kullandığı yöntemlerden pek
farkının olmaması, halkın ve kendi çevrelerinin, müderrislerin olumsuz işlere karışmasına
tepkili olması gibi hususlar dikkate değer bulunmuştur.
C-XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN KARŞI ALINAN TEDBİRLER
1-ÂLİMLERİN ÖNERİLERİ
Osmanlı medreselerinin ilk bozulma işaretlerini verdiği dönemlerden itibaren
medreselerin nasıl ıslah edileceği konusunda dönemin önemli bilim adamları tarafından
resmi ya da gayr-i resmi ıslahat lâyihaları kaleme alınmıştı. Son dönem Osmanlı
medreselerinin ıslahı meselesinde yazılan bu tür eserler başlı başına bir araştırma
konusudur. Ancak burada bu döneme ait üzerinde durulacak birkaç örnek ile diğer
dönemlere göre bilim adamlarının reform reçetelerinin değişimi konusuna değinilecektir.
Son dönemde ıslahat lâyihası yazan bilim adamlarından birisi II. Mahmut devri
(1808-1839) âlimlerinden Kırımîzâde Mehmed Efendi’dir. Mehmed Efendi medreselerde
yaşanan sorunlar ve bunların halledilmesi konusunda belki de en somut çözüm önerileri
sunan kişilerden birisidir. Kendisi özetle şunları yazmaktadır: “Medreselerde hendese ve 264Yeri gelmişken burada ifade etmek gerekirse, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması sırasında yardımcı olarak üç binden fazla suhtenin ve hocalarının yer aldığı, bunlara daha sonra çeşitli hediyelerin verildiği kayıtlarda yer almaktadır. (Ahmed Lütfi Efendi 1999: I/ 108). 265 Arazi alımında tutulan kayıtlarda yolsuzluk yapan Selanikli bir müderrisin beş ay süreyle Gelibolu’ya sürülmesi hakkında bkz: A. MKT. MVL. 101/ 43. 13 Safer 1275; ve BOA, C- ADL, 81/ 4907. Yine 1 Zilka’de 1236 (31 Temmuz 1821)’de Yalova’da fesat işlere karıştığı için sürgün edilen bir müderris için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 497/ 24378.
114
hesap gibi dersler faydalı olsa bile iki kere ikinin kaç olduğunu bilenler bile azınlıktadır.
Medreselerden bir senede mezun olan 2000 kişiden ancak senede 40-50’si icazet
alabiliyor, bunların da ancak 15’i müderris olarak atanıyor. Her sene müderris alımı ile
müderrislerin maaşı düşmektedir. Asker kaçaklarının medreseye girişlerinin önü
alınmazsa öğrencilerin nüfusu bir senede bir kat artacaktır. Medreselerin ıslahı için
alınacak tedbirler şunlardır: Programlar yenilenmelidir. Ayrı medreselerin hocaları ayrı
talebeleri imtihan etmeli, dersi başaramayan kalmalı, yine kalırsa askere alınmalıdır.
Öğrenciler medreselerdeki dershanelerde eğitim almalı, camideki kalabalığın arasına
götürülüp o gürültüde eğitim verilmemeli, medreselerin iaşelerinin başkaları (özellikle
Arnavutlar) tarafından alınıp pazarda fakirlere satılması önlenmeli, ehil olmayan ve ayan
elinde olan medreselere el atılmalıdır. Zira bu medreselerde hocalar çok ucuza
çalışmakta, medrese binaları harap hale gelmektedir. Cahillere ilim dünyasında görev
verilmemeli ve ehl-i ilmin maaşları arttırılmalıdır”.266 Kırımîzâde’nin ifade ettiği
sorunların, medreselerin kalitesinin düşmeye başladığı XVI. yüzyılın ikinci yarısındaki
sorunlarla neredeyse aynı olması ekonomik ve zihniyet ile alakalı problemlerin XIX.
yüzyılda dahi varlığını devam ettirmesi, Osmanlı resmi makamlarının medreselerin
reforme edilmesi çabalarında başarılı olamadıklarını ortay koymaktadır.
1867'de medrese bilginleri tarafından teşekkül eden on beş kişilik ilmi bir
. Meşrutiyet döneminde Eşrefzâde Mehmet Şevketî (ö.1934) de medreselerin
nasıl dü
heyetin medreselerdeki öğretimin düzeltilmesi hususunda yazdıkları bir raporda,
medreselerde okutulmasını istedikleri dersler ve kitaplara bakıldığında, eski kitap ve
derslerin ağırlığını tamamen koruduğu gözlenmektedir.267
II
zeltileceğine dair görüşler ileri sürmüştür. Şevketî, sınav sisteminin getirilmesini
ve her öğrenciye iki sınav hakkı verilmesini, başarısız olanların medrese eğitimlerine son
verilmesini ve medreselerde belirli konularda uzmanlık eğitimi verilmesini, bu amaçla
ihtisas medreselerinin açılmasını önermiştir. (Şanal 2003: 160, 163). Yine Şevketî,
medreselerin fiziki yapılarının düzeltilmesini de eğitim kadar önemli bulmakta ve
266 BOA, Y. PRK. MŞ, 3/6. 267 Hüseyin Atay, “Medreselerin Islahı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 25, Ankara 1982, 1- 43. Bu makaleye www.egitim.aku.edu.tr/Medreseislahi.pdf adresinden ulaşılabilir.
115
medreselerin laboratuar, sınâihâne, kimyahâne, kütüphâne gibi birimleri de barındırarak,
sınıfları 30 kişiyi geçmeyen modern eğitim yapıları haline gelmesini önermektedir.
(Şanal 1999: 213).
1897 yılında medrese ile ilgili bir kitapçık neşreden Şeyh Ali Efendizâde
Muhyid
anzimat döneminin önemli simalarından olan Ali Suâvi (ö.1878), medreselerin
pozitif
ine son dönemin bilim adamlarından Şemseddin Sami (ö.1904) ise El- Câhiz
(ö.869)
din, medreselerdeki geri kalmanın sebebini pozitif ilimlere ait kitapların
eskiliğine bağlamakta ayrıca bu konuda devlet adamlarını suçlamaktadır. (Atay 1982).268
Zira bu dönemde medreselerin sadece din eğitimi yapan kurumlar olduğu anlayışı
öylesine etkin olmuştur ki, medrese programlarına fen bilimleri dersinin alınabilmesi için
“ahkâm-ı şer’iyye’ye uygun” olduğuna dair şeyhülislam fetvasına ihtiyaç duyulmuştur.
(Zengin 1997: 403).
T
ilimlerden uzak kaldıkları için hem gelişemediklerini hem de gelişimin önünde en
büyük engel olarak kaldıklarını ifade etmiş, medrese programlarının çağdaş bilimlerle
desteklenmesini önermiştir. Ayrıca 10-15 yıl gibi uzun ve faydasız eğitim süresi yerine
bu sürenin yeni eğitim metotlarıyla 4 yıla indirilmesini, gazete ve matbaanın da etkin
olarak eğitim-bilim camiasında kullanıma sokulmasını teklif etmiştir. (Doğan 1994: 520,
536). Önemli Arap reformistlerinden olan Abdurrahman El Kevâkibî (ö.1902), Osmanlı
Devleti’nin diğer İslam ülkeleri gibi içtihat kapısını kapatmasını, inanç ile bilimin
uzlaştırılamamasını eleştirmiş, âlimlerin politik fırkalara ayrılması ve bilimsel
özgürlüğün olmamasını gerilemenin sebepleri olarak sıralamıştır. (Rahme, 1999; 162)
Y
, İbn-i Sina (ö.1037) gibi eski bilim adamlarının eserleriyle çağın sorunlarının
çözülmeyeceğini, ulemânın bunların eserlerini tarihçilere bırakarak kendilerinin modern
Avrupa bilimiyle ve eğitim metotlarıyla ilgilenmelerini istemiştir. (Özervarlı 2007:
268 Şeyh burada medreselerin geri kalması konusunda şöyle demektedir: “Müsbet ilimlere dair okunan ilmi hesab, cebir, hendese, heyet, hikmeti tabiiye eskimiştir. İlmi kelam kitapları da bu eski tabiat felsefesiyle doludur. Medreselerde insanın aklını olgunlaştıran yeni fenlerin medresede okunmasını engelleyenler, devleti idare eden (Vükela-i Hazıra) devlet adamlarıdır”. Müellifin medreselere Fransızca derslerinin konulmasını istemesi de ayrıca ilginçtir. Yine 1869 yılında Şeyhülislamın isteği ile hazırlanan bir raporda İstanbul medreselerinde okutulan dersler arasında Matematik ve Fen Bilimlerine ait derslerin olmadığına şahit olunmaktadır. (Şanal 2003: 153). Şüphesiz bu örnekler ile genelleme yapmak mümkün değildir. Ancak müspet ilimler konusunda belli bir sorunun varlığı da göz ardı edilemez.
116
318).269 Bir diğer bilim adamı olan Selim Sabit Efendi (ö.1910) ise medreselerde eğitim
yöntemi olarak ezbercilik yanında konuların özetlenerek yazdırılması gibi yeni bir
metodun kullanılmasını önermiştir. (Akyüz 1999: 508). Ahmet Ağaoğlu (ö.1939) ise
gerilemenin nedenleri arasında her dönem tartışılan felsefe eğitiminin ihmal edildiğini,
bilim adamlarının felsefi içerikli ciddi tartışmalar yapmadıklarını saymıştır. (Mert 2006:
21).
n dönemin önemli yayınlarından Beyânü’l-Hak adlı dergide medreselerin
düzeltil
ine. XX. yüzyılın başlarında önemli yayın organlarından birisi olan Sebilü’r-
reşad’d
Bu dönemde İstanbul ve taşradaki bazı medreselerin duacıları270 da medreselerin
eğitimi
So
mesi hakkında yazılar yayınlanmış, burada ulemânın siyasilere dalkavukluk
yapması ve siyasete karışması eleştirilmiştir. Medreselerin ıslahı içinde ekonomik olarak
güçlendirilmeleri, eğitimin on bir aya yayılması, öğrencilerin sınavla alınması ve
özellikle bir yabancı dilin mutlaka öğretilmesi istenmiştir. ( Boyacıoğlu, 1998; 12, 17).
Y
a, “İstanbul Medreseleri” adıyla yayınlanan bir dizi-makalede medreseler
hakkında yer alan şikâyetlerin XVI. yüzyıldakilere benzerliği dikkat çekicidir. Burada
öğrencilerin kahvehanelerde zaman geçirdikleri, medreselerin acınacak bir halde
bulunduğu ve öğrencilere hizmet verecek fiziki yapıdan mahrum bulundukları ifade
edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Sebilü’r-Reşad 13 Zilka’de 1341, cild 21, Sebilür-
Reşad 20 Zilka’de 1341 cild 21
nin yeniden düzenlenmesi konusunda çeşitli öneriler sunmuşlardır. Mesela 1
Cemaziye’l-evvel 1306 (3 Ocak 1889) tarihinde İstanbul Şeyhülislamlığına yazılan
mahzarda duacılar mealen şu ifadeleri kullanışlardır: “Medreselerdeki eğitim düzeni iyi
değildir. İlmiye mesleği sağlam bir kalıba sokulmalıdır. Tatiller fazla uzun olduğundan
çeşitli derslerde öğretilen bilgiler unutuluyor. Bu nedenle tatillerin kısaltılması gerekir.
Müderrisler zor olan dersleri okutmamalı, hadis ve tefsir derslerine gereken önem
269 Aynı önerilerde bulunan başka âlimler için bkz: (Özervarlı 1997: 321). 270 Duacı, esnaf teşkilatının ulemasından olup dua etmekle görevli olan kimselere verilen isimdir. Daha sonraları bunların yerini kethüdalar ve yiğitbaşılar almıştır. (Pakalın 1983, I: 478. Burada belge altında mührü olan duacıların medreselere bağlı oldukları anlaşılmaktadır.
117
verilmelidir. Ayrıca uzun olan eğitim süresi yerine (ki belgede 30- 40 sene gibi uzun bir
süre medrese köşelerinde bekleyip gene de bir şey öğrenemeyen kimselerden
bahsediliyor) 6-7 sene zarfında talebeler daha iyi şekilde yetiştirilerek, pek çoğu
hallerinden umutsuz olan bu gençlerin uygunsuz işler için toplanmaları önlenmelidir.”271
urada öğrencilerin de kendi sorunlarını dile getirmekte oldukları
anlaşılm
uraya kadar ifade edilen reform önerilerinde ekonomik altyapının
sağlam
B
aktadır. Nitekim 1912-1925 arasında kesintisiz yayınlanan Sebilür’-reşad
dergisinde medrese öğrencilerin mektupları da yayınlanmıştır. Öğrenciler burada
medresedeki sorunlardan bahsetmişler, bu anlamda fiziki yapının yetersizliğini, Arapça
eğitiminin istenilen başarıyı getiremediğini, eğitim programlarının oldukça eski olduğunu
ifade ederek çeşitli çözüm önerileri sunmuşlardır. Kütüphane ve bilim kulüplerinin
çoğaltılmasını, çağdaş Fen Bilimleri’nin öğretilmesini, medrese sayılarının azaltılıp,
fiziki şartlarının iyileştirilmesini isteyerek ilginç çözüm önerilerinde bulunmuşlardır.272
B
laştırılması, siyaset-bilim ilişkisinin geride bırakılması, medrese müfredatları ve
ders kitaplarının yeniden düzenlenerek pozitif bilimlere dair ders ve eserlere daha fazla
yer verilmesi gibi konuların ön plana çıktığı görülmektedir. Çok değişik ve sistemi
radikal bir şekilde değiştirecek çözüm önerileri olmamakla birlikte bilim dünyasının
medreselerdeki sorunları görmezlikten gelmediğini ve daha gelişmiş ülkelerin yüksek
öğretiminde yer alan pozitif unsurların Osmanlı medreselerinin bünyesine tatbik
edilmesinde -bazı muhalif hareketlere rağmen- her hangi bir sakınca görmediğinin
anlaşılması bakımından önemlidir. Yine son iki asırda çözüm önerileri sunan bilim
adamları daha net ve özel çözüm önerilerinden bahsederken Batılı eğitim yöntem ve
tekniklerine karşı ulemanın daha duyarlı hale geldiği görülmektedir. Yine ilk kez bu
dönemde medrese içinden sesler yükselmeye başlamış, öğrenciler kendi sorunları
konusunda, değişen siyasi şartlar ve basım- yayın olanaklarının gelişmesi ile, çözüm
üretmeye çalışmışlardır.
271 BOA, Y- PRK- MŞ, 2/ 41. 272 Ayrıntılar için bkz: (Dede 2006)
118
2-DEVLETİN TEDBİR VE CEZALANDIRMA ÇEŞİTLERİ
Medrese öğrencilerinin son iki yüzyıldaki ayaklanma ve benzeri kişisel ya da
kitlesel
a- NEFY (SÜRGÜN)- HAPS
Bu dönemde, medreselerinde huzursuzluk çıkaran öğrencilere karşı uygulanan en
aygın
illegal hareketlerinde yakalanmaları halinde uygulanan cezalandırma yöntemleri
daha önceki dönemlerdekine benzerlik arz etmektedir. Yine cezalandırma sırasında
kanunlara riayet edilmesine dikkat edildiği ve kimsenin kayırılmamasına çalışıldığı
görülmektedir.273 Kanunların reformlar ile birlikte daha esnek ve demokratik hale
bürünmesine rağmen suhtelere karşı uygulanan cezalandırma yönteminin çok da esnek
olmadığı görülmektedir. Ancak yine de örneğin Celâlî isyanları dönemindeki kadar katı
bir cezalandırma yönteminden bahsedilemez.
y ceza “nefy” denilen sürgün cezasıdır. Suhteler suçlarına karşılık bazen sadece
hapsedilmişler274, bazen sadece olay yerinden uzaklaştırılmışlar275, bazen de hem sürgün
edilmişler hem de sürgün gittikleri yerde kalebendlik276 ya da hapis cezasına
çarptırılmışlardır.277 Bazen de suhteler kendi memleketlerine sürgün ile kalebendlik
cezası almışlardır.278
273 Devlet “suç işleyen kim olursa olsun kanunlar önünde eşittir” anlayışını benimsemiştir. Nitekim talebe ve müderrislerin kabahatlerinin önlenmesi konusunda 27 Cemaziye’l- evvel 1273 (23 Ocak 1857) tarihinde kaleme alınan bir belgede geçen şu ifadeler bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır: “…eshâb-ı cürüm ve kabahât her kangi sınıftan oluyor ise olsun ahkâm-ı kanûniyyeye tatbîken mücâzât görmesi lâzım geleceğine nazaran ta’lîmatların birinde beyân olduğu vechile talebe-i ulumdan teşhir-i silâh eylemek misüllü cünha ashâbı içun başka dürlü cezâ tebdîli iktiza etmeyerek bunlar hakkında dahi kanunname-i umumi ahkamına tevfikan muamele kılınması umur-ı siyasiyye-i mukaddere cümlesinden bulunmağla…” BOA, DAH, 24230/1, 2. 274 Örneğin H.1277 (M.1860) yılında İstanbul’da Fatih Camisi avlusunda bulunan bir kahvede çıkan kavgada iki suhte bir diğerini bıçakla yaralamışlardır. Yaralamanın hafif olması sebebiyle bıçaklayan suhtenin üç ay süreyle hapsine karar verilmiştir. BOA, A- MKT- MVL- 126/ 13. 275 Örnek için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 517/ 25231. BOA, A- MKT- MVL, 73/ 44; BOA, C- ZB, 350/ 9. BOA, C- ZB, 460/ 9. 276 Rodos kalesinde kalebendlik cezasına çarptırılanlar için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 337/ 19292. 277 Bursa kalesine sürgün ile hapis edilenler için bkz: BOA, A- MKT- MVL- 126/ 13. Boğazkesen Kalesi’ne sürgün edilenler için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 268/ 15612 278 İstanbul’da illegal işlere karışıp memleketi Rize’ye sürgün ve Rize Kalesi’nde kalebend cezası için gönderilen suhte için bkz: BOA, C- MF, 44/ 2160. Sadece memleketine gönderilen suhtelere de şahit olunmaktadır. Bkz: BOA, C-ZB, 397/ 27.
119
Osmanlı Devleti ehl-i ilm olarak saydığı medrese mensuplarına oldukça değer
vermiş, onları sıradan insanlardan üstün kabul etmiş olmasına rağmen suç işledikleri ya
da fesat işlere karıştıkları zamanlarda cezalandırma konusunda da asla tereddüt
etmemiştir. Suhteler ile birlikte hareket eden ya da suhteler olmadan kanunsuz işlere
karışan müderrisler de suhtelerle aynı tip cezalara maruz kalmışlardır.279
Sürgün cezası devlet tarafından sıkça kullanılan bir yöntem olmasına rağmen
bazen bizzat devlet makamlarınca da eleştirilen bir ıslah yöntemi olmuştur. Bu anlamda
H.1235 (M.1819) yılında İstanbul’da Dua Meydanı denilen yerde bir kadına sataşan dört
suhtenin meydana getirdiği olay nedeniyle suçlanan suhtelerin başka yere sürgün
edilmeleri konusunda, padişahın kendisine yazılan takrire verdiği cevabî hattında geçen
şu ifadeler ilginçtir: “….bu makûlelere nefye gitmek teferruce gitmek (gezmeye çıkma,
ferahlama) gibi oluyor başka dürlü tutmak lâzım geldi…”280 Padişah (II. Mahmut)
aslında sıkça uygulanan sürgün edilme yönteminin istenen neticeyi veremeyeceğini ve
değişik şekilde önlem alınmasını istemektedir.
b- SİYASET (KATL)
Medrese öğrencilerinin karıştıkları kanunsuz olaylarda kimi zaman ölüm cezasına
çarptırıldıkları da olmuştur. Ancak devletin öğrencilere karşı “siyaset” olarak ifade edilen
idam cezasını uygulama konusunda çok hassas olduğu ve bu tür bir cezaî yaptırıma daha
az oranda başvurduğu anlaşılmaktadır. Nitekim son dönemlere ait bu çalışmada incelenen
medreseli olaylarında sadece H.1233 (M.1817-18) yılında karıştıkları olaylar nedeniyle
Rodos Adası’na sürülen suhtelerin boğularak idam edilmeleri istenmiştir.281
Burada ölüm cezası ile cezalandırılan ancak çatışma sonucu hayatını kaybeden
suhteler olduğunu hatırlamak gerekmektedir. Osmanlı hukuk mercileri suhtelerin elinde
silah olmasını asla kabul etmemişler, medreseleri silahlardan arındırmaya çalıştıkları gibi
silah ile öğrenciyi birbirine asla yakıştırmamışlardır. Bu anlamda suhtelerin silahlı
279 Örnek olarak Bozcaada Kalesi’ne gönderilen müderris için bkz: BOA, C- ZB, 7/ 350. 280 BOA, Hatt-ı Hümayun, 463/ 22663. 281 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 507/ 24949.
120
eylemlerine asla müsaade edilmemiş, silahlı suhteler ile çatışmaya girilmesinden
kaçınılmamıştır.282 Ancak elde edilen belge ve bilgiler ışığında suhteler ile silahlı
çatışmaya girilmesi olayının da son dönemlerde oldukça az olduğu yargısına varılabilir.
c- KEFİLLENDİRME
Osmanlı Devleti’nin suhte olaylarını önlemek amacıyla daha önceki dönemlerde
öğrencileri bazı kimselere ya da bizzat kendilerine “kefil” kılarak bir nevi otokontrol
sistemi oluşturmaya çalıştığı ifade edilmişti. Bu sistemin son zamanlara kadar devam
ettirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim H.1235 (M.1820) tarihinde Hâmidizade Medresesi
suhtelerinden birbirleriyle kavga eden, daha sonra kaçan suhtelerle ilgili olarak
“firârîlerin kefilleri keyfiyeti müderris-i merkum ile bevvabdan su’al olundukda
mukaddemâ her birleri birbirine kefil olmuş oldukları beyan olunduğunu” şeklinde geçen
ifade bu yargıyı doğrulamaktadır.283 Yine aynı yıl İstanbul’da Fatih medresesinde
yaşanan olayda da bazı suhtelerin bazılarına kefil oldukları görülmektedir.284
d- SİLAHSIZLANDIRMA
Osmanlı medrese öğrencilerinin her zaman sorun haline gelen kötü huylarından
birisi olan silah taşımaları daha önce de ifade edildiği gibi asla kabul edilmemiş ve devlet
tarafından çeşitli önlemlerle suhtelerin silahsızlandırılmasına çalışılmıştır. Bu anlamda
akla gelen ilk tedbir, suhtelerin silahlarının (bıçak, kama, tüfek) ellerinden alınması285
olmuş ve silah taşımaları şiddetle eleştirilerek bu durumun talebelik ile asla uygun
282 Bu şekilde silahlı çatışma sonucu İstanbul’da 1806 yılında öldürülen bir suhte için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 1335/ 53055. Burada çatışmayı başlatan taraf suhtenin bizzat kendisi olmuştur. Yine bu dönemde yaşanan Kırmızı Binişli olayında da çatışma yaşanmış, her iki taraftan birkaç kişi ölmüştür. Ancak burada isyancıların çatışma öncesinde birkaç kez teslim olarak kanuna davet edilmeleri devletin çatışmadan ne denli kaçındığını ortaya koymaktadır. 283 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22715. 284 BOA, Hatt-ı Hümayun, 464/ 22735. Yine adam yaralama olayına karışan suhtelerin kefillerinin kim olduğunun bizzat padişah tarafından istenmesine dair başka bir örnek için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22742. Bundan başka özellikle İstanbul’da bazı serseri kimselerin tekkelerde suhte ismi altında barındıkları ve kefilsiz suhtelerin asla bu gibi yerlere alınmaması emredilmektedir. Bkz: BOA, İ- MVL, 428/ 18789. 285 Örnek için bkz: BOA, A- MKT- NZD, 266/ 7.
121
düşmeyen bir durum olduğu konusunda tenbihnâmeler yayınlanmıştır. Mesela bir emirde
geçen “talebe-i ‘ulûmdanım diyen adamın silahla gezmesi ne dimekdir bunlar ‘asker
midir ki esliha ile gezerler…”ve “talebe-i ulûm olan kimesnelerin koynunda kitabı olur
silahı olmaz ef’âl-i şenî‘aya şüru’ idüb (başlayıp)müsellah bulunan, talebe-i ulûmdan
değildir286” şeklindeki ifadeler devletin konuya bakışını somutlaştırmaktadır.
e-DİĞER TEDBİR VE CEZALAR
Genel olarak suhtelerin işledikleri suçlara karşı sürgün, hapis gibi caydırıcı sert
tedbirler alınmış olmasına rağmen bazı durumlarda devlet tarafından daha esnek
davranılmış, farklı ceza ya da tedbirlere de başvurulmuştur. Suç işleyen suhtelerle ilgili
olarak yapılan yazışmalarda sıkça kullanılan “hüsn-i tedbir” ile ele geçirilmeleri
şeklindeki ifadeye bu dönemde de rastlanmaktadır. Bu durum gösterilen hassasiyetin bir
yansıması olsa gerektir.287 Ayrıca H.1235 (M.1820) yılında İstanbul’da kanunsuz olarak
Ağa Kapısı’na yürüyen medrese talebelerine karşı asla dayak atılmaması konusunda
zâbitler ciddi şekilde uyarılmışlar, onlar da bu konuya dikkat edeceklerine dair söz
vermişlerdir.288 Yine suhtelere karşı harekete geçilmeden önce bazı hocaların aracı ve
nasihatçi olarak ayaklanan suhtelere gönderilmeleri ve sorunların aracılar vasıtası ile kan
dökülmeden çözülmeye çalışılması289, kimi zaman sadece uyarı cezası ile yetinilmesi,
bazen de sadece tembih edilmeleri bu hassasiyeti ortaya koymaktadır.290 Bu durum
değişen siyasi şartlar ile alakalı olmalıdır. Çünkü son dönemde yaşanan medreseli
olaylarında olayların özellikle basın aracılığı ile sadece yurt içinde değil ülke dışında da
yankı bulduğu görülmüştür. Devlet, zaten zor zamanlar geçirdiği ve batılılaşma çabaları
içinde Avrupa kamuoyuna hoş görünmeye çalıştığı son dönemlerde, öğrenci olaylarının
engellenmesinde bu şekilde daha hassas davranmayı tercih etmiştir.
286 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/22759. 287 Örnek için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 465/ 22778. 288BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22747. Burada devletin suhtelere karşı oldukça hassas olduğu ifade edilmelidir. Zira olay ile ilgili olarak “teenni ve tedricle tahkik edileceği” belirtilmiştir. Ardından eleştirilen zâbitler de “talebe-i ulum hakkında bundan böyle riâyet ve hürmet olunacağı ve bu misillü hareketin ba‘de- izn vukû‘a gelmeyeceğine” söz vermişlerdir. 289 Örnek için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22759. 290 İstanbul’da bir çocuğa musallat olan suhtelerin tembih edilmeleri için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 464/ 22759.
122
İncelenen son iki yüzyıla ait belgelerde bundan başka hapis yanında para cezasına
çarptırılan suhteler olduğu gibi291, değnek cezası ile cezalandırılan292 ve prangaya
vurulup çöpçülük türü işlerde çalıştırılan293 suhteler de olmuştur. Ancak bu şekilde bir
ceza verilmesinin ilim dünyasının zoruna gittiği belirtilmiş, “gayret-i ulemâya dokunacak
ve hâdise vukû‘îna sebeb virecek sûretde mu‘âmele olunmaması” hususunda olayın
geçtiği yerin valisi uyarılmıştır.
Osmanlı medrese sisteminin başat unsurlarından olan müderrisler de karıştıkları
usulsüz olaylar nedeniyle cezalandırılmışlardır. Devlet müderrislerdir diye onlar için bir
ayrıma girişmemiştir. Bunun açık örneğini, daha önce etrafına suhteler toplayarak isyana
kalkışan Yakup Efendi ve onun gibileri için kullanılan şu sözlerde bulmak mümkündür:
“…zâtında ulemâdan ve fuhelâdan zat iseler de umûr-ı hâriciyeden ve emr u fermân
evamir-i aliyyeden bi behre (nasipsiz) olduklarına binâ’en bu makûle şeylerde
oluyorlar.294 Örneğin Yanya ve Tırhala’da sahte rüus imal eden müderrisin aldığı
paranın iki katı kadarıyla tazmin edilmiş, görevden alınıp maaşının kesilmesine ve olaya
karışanlarla birlikte hapsine karar verilmiştir.295 Yine Kavala’da bir müderrisin bazı kötü
hareketlerine rağmen talebe mağdur olmasın diye affı istenmiş ve tenbihnâme gibi hafif
bir ceza ile ihtar edilerek affedilmiş, bir daha tekrarı halinde bildirilmesi istenmiştir.296
Daha önce ifade edildiği gibi İstanbul’daki bazı medreseler evsizlerin mekânı ya
da asker kaçaklarının sığınağı haline gelmiştir. Bunu önlemek amacıyla kefilsiz ve
defterlerde kaydı olmayanların asla medreselerde barındırılmaması istenmiştir. Burada
İstanbul’daki medreselerin kaydı ile ilgili olarak İstanbul Mahkeme’sinde bir kâtibin
görevlendirildiği anlaşılmaktadır ki, bu durum daha önceki dönemlerde uygulanan kefil
291 BOA, A- MKT- MVL- 126/ 13. 1860 yılında İstanbul’da Fatih Camii avlusundaki bir kahvedeki kavgada iki suhte bir suhteyi bıçaklamış, bıçaklayan suhte 3 ay hapis cezası ile bıçakladığı suhteye 3 altın verme cezası almıştır. 292 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 268/ 15612. İstanbul’da Rus elçisi olayına karışan ancak suçu daha az olan suhtelere 20’şer değnek vurulmuştur. 293 Bu araştırmada incelenen belgeler arasında sadece bir belgede, Konya’da bir değirmenciyi darp eden iki suhte hapislerinin ardından prangaya vurularak hidemat-ı süfliyyeye (çöpçülük türü işler) gönderilmişlerdir. Ayrıntılar için bkz: BOA, A- MKT- MVL, 73/ 44. 294 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 521/ 25460- C. 295 BOA, İ- MVL- 365/ 15790. Yine Halep’te fesat işlere karıştığı için bölgeden uzaklaştırılan müderris için bkz: BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 517/ 25231. 296 BOA, Hatt-ı Hümâyûn, 636/ 31364.
123
sisteminde rastlanılmamış bir durumdur.297 Ancak alınan tedbirlerin pek de işe
yaramadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu sorun sonraki dönemlerde de bizzat öğrenciler
tarafından şikayet konusu haline getirilmiş,298 öğrenciler medreselerin fiziki şartlarının
kendi sağlıklarını tehdit edecek derecede bozulduğunu, bunların bir an önce
düzeltilmesini istemeye devam etmişlerdir. (Dede 2006: 33).
Bu özel tedbirlerden başka devlet genel olarak sistem üzerinde yenilemeler ve
değişimler yaparak çözüm yollarını denemeye devam etmiştir. Bu anlamda artan medrese
nüfuslarının azaltılması ve medreselerde özellikle askerlik ile ilgili yaşanan
suiistimallerin önüne geçilmeye çalışılması yoluna gidilmiştir. Bilindiği üzere Osmanlı
askeri sisteminde öğrenciler ve bilim erbabı askerlikten muaf sayılmışlardır. İncelenen
suçlarda görüldüğü üzere medreselerin asker kaçakları ile dolmasının önüne geçilmeye
çalışılmıştır. Bu anlamda kur’a sınavları adıyla sınavlar açılmış, oldukça kabaran medrese
nüfusunu azaltmak için yapılan ve kura sonucu ismi çıkan öğrencilerin katıldığı bu
sınavları geçemeyen öğrenciler askere alınmışlardır. Bu sınavlar 1892 yılında kaldırılmış
(Şanal 2003: 157- 158) ve maalesef bu uygulamanın da pek işe yaramadığı görülmüş,
medreselerde asker kaçakları okuyor görünerek barınmaya devam etmişlerdir.299 Aslında
bu durum Osmanlı medreselerinin ıslahı iççin uğraşan devlet ve bilim adamlarının ne
297 BOA, İ- MVL, 428/ 18789, Vr: 1, 2, 3. 298 Öğrencilere göre medreselerin 40 tan fazlasında muhacirler ve harikzedeler (yangınzedeler) kalmakta idi. Ve bu medreseler tamir edilse daha işe yaramayacak kadar zarar görmüşlerdir. Sebilü’r- Reşad, cild 21, Aded 540- 541, 13 Zilka’de 1341, İstanbul, 161. 299 Burada 25 Teşrîn-i Evvel 1306 (6 Kasım 1890) tarihinde II. Mahmud devri âlimlerinden Kırımizade Mehmed Paşa’nın kaleme aldığı bir ıslahat layihasındaki askerlik ve medreseler hakkındaki görüşlerini anmak yerinde olacaktır. Kırımizade medreselerdeki asker kaçaklarının çokluğundan şikayet etmekte ve şöyle demektedir: “…medâris emâkin-i ilmiyeyi hınca hınc doldurmuş olan “talebe-i ulûm” nâmı altında setr-i maksad iden eşhâsın hudus-ı efzun olarak böyle tekessür itmiş bi- hakkı-ı nazar vakt-i câlib oldığı ve bunlar hakkında ciddî ve esâslı bir tedbîr ittihâzı lüzûmu hakîkaten derece-i vücûda gelmişş”. Kırımizade, kura usulünün uygulandığı zamanlara ve bir önceki seneye oranla bu askerlikten kurtulmak için medreselere sığınanlar ile medrese nüfusunun iki katına çıkarak on bini bulduğunu yazmakta ve şöyle devam etmektedir. “Talebe-i mûmâ- ileyhin askerden mu‘âfiyetleri içun icrâ kılınan imtihânlar ba‘zen sâkin oldukları medresesi müderrisleri veya tedris eyledikleri hocalarının üstâdları huzûrunda îfâ kılındığına ve mümeyyizler dahı “bu talebe bizim hocanın çırağıdır, ve yâhûd şâkirdinin şâkirdidir ana müsâ‘adeli davranmalıdır” fikrinde bulunmalarından nâşî imtihâna iltimâs ve tesâhüb fesâdları karışdığına ve bu sebeble daha doğrucası okuyub yazmağı bilmeyen bir takım asker kaçgınları mu‘âfiyet-i resmiye-i fevkal’âdeye nâil olduklarına ve bunlardan ekserîsi ancak dört beş sene imtidâd iden imtihân zamanında Nahv ve Mantık’dan imtihân derslerini sümme’t- tedârik tahsil ile uğraşarak o müddeti aşırdıkdan sonra medreseyi ve kisveyi terkle müsterîhan memleketleri câniplerine azîmet eylemekte ve yerlerine diger o fikr-i mezmûmda(yerilmiş) olanlar gelmekdedirler”. BOA, Y- PRK- MŞ, 3/ 6. Ayrıca sadece öğrenci olarak değil, müderris, müezzin, kayyım olarak da askerden kaçmaya uğraşanlara da sıkça rastlanıyordu. Nitekim bir belgede geçen “…vücûh ve ahâlîden ba‘zı hamiyetsiz kesân evlâdlarını askerlikden kurtarmak hülyâsıyla müderrislik ve hocalık tarîklerine idhâl itmek üzere..” harekete geçtikleri belirtilmekte ve Farîza-i zimmet ve din u devletin akdem hidmeti olan askerlik şerefine herkesin can atması meziyyet uhde-i insâniyet ve dirâyet olduğından bu bâbda olan fesâd ve tasannu‘âtın öni kesdirilmek içun o makûle esnan-ı askeriye erbâbının tarîk-i tedrîse dâhil olamamaları” istenmektedir. BOA, A- DVN- MHM, 5/ A, 98.
124
kadar zor bir işe kalkıştıklarını göstermektedir. Medreselerin kendi fiziksel, ekonomik ve
bilimsel yetersizlikleri yetmiyormuş gibi bir de dışardan serseri takımlarının ve hatta
çingenelerden, evsizlere kadar pek çok kimsenin medreseleri adeta işgal etmeleri bu
vahameti tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.
Ayrıca medrese mezunlarının iş bulabilme sorunu da öncelikle ele alınmıştır.
Özellikle II. Abdulhamid devrinde (1876-1909) okullaşmanın artırılması yönündeki
çabalar aslında medrese öğrencilerine iş fırsatı sunmuştu. Zira Tanzimat döneminde
olduğu gibi 1876-1909 arasında da ilk ve orta dereceli okullarda (Rüşdiye ve İdadi) orta
dereceli öğretmen kadrolarının büyük bir kısmını medrese mezunları doldurmuştur.
(Kodaman 1998: 154). Üstelik bu yeni mezun öğrenciler hem daha ucuz istihdam edilmiş
hem de özellikle Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerini öğretmeleri bakımından devletin
de işine yarayacakları düşünülmüştür.300
Medrese programlarının düzenlenmesi işi son dönemlerde de medreselerin ıslahı
yolunda başvurulan yollardan birisi olmuştur. Mesela 1909’da Fatih Tabhâne
Medresesi’nin programı yenilenirken (Akgündüz 1989: 185), 26 Şubat 1910’da
yayınlanan Medâris-i İlmiye Nizamnamesi ile medreselerin ders programlarına fen,
matematik ve sosyal bilimlere ait dersler ilave edilmiştir. (Şanal 2003: 155) Ancak
medreselerin yeterli binaları olmadığından istenilen başarıya ulaşılamamıştır. (Ergin
1997: 121). Yine 29 Eylül 1914 tarihinde yayınlanan Islah-ı Medâris Nizamnamesi ile
medreselerde çok yeni düzenlemeler yapılmış, İstanbul’daki medreseler birleştirilmiştir.
Ayrıca medrese programlarında aklî ilimlere yer verilmiştir.301 Daha sonra bu kanunda
1916 ve 1917 yıllarında çeşitli maddeleri değiştirilerek İstanbul ile ilgili teknik
düzenlemeler yapılmıştır. (Hatemi 1985: 507).
300 Sultan II. Abdülhamit tarafından Rumeli Eyaleti’ne 1903 yılında müfettiş olarak gönderilen Hüseyin Hilmi Paşa (ö.1922) medrese mezunlarının Arnavutluk’taki okullarda öğretmen olarak 200 kuruş aylıkla atanmalarını önermiştir. Böylece zaten öğrenci iken 150 kuruş aylık alan öğrencilerin devlete ekonomik anlamda sorun olmayacağını ve bu sayede İslami eğitim alan Arnavutlar arasında ayrılıkçı fikirlerin etkili olamayacağını savunmuştur. Ancak bu proje ekonomik zorluklar ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sebebiyle istenilen neticeyi vermemiştir. (Evered 2007: 446). 301 Nizamnamenin ayrıntıları için bkz: (Uzunçarşılı 1984: 267). Yine bu nizamname ile ilk kez Almanca, İngilizce, Fransızca, Rusça gibi yabancı dillerin eğitimi programa alınmıştır. (Şanal 2003: 156). Ayrıca talebelerin aldıkları notlara göre düzenlenmiş üst sınıflara geçecekleri, sınıfların 65- 50- 40 kişi arasında olacağı belirtilmiştir. Burada akli ilimlerin de -kısmen az olmasına karşın- nakli ilimlere yakın ders saatine sahip oldukları görülmektedir. Dersler ve ders saatleri için bkz: (İlmiye Salnamesi 1334: 661- 666)
125
Medreselerin ıslahı yolunda atılan adımlardan birisi de medreselerin giderek
uzmanlık eğitimi veren okullar haline getirilmeye çalışılması olmuştur. Özellikle II.
Meşrutiyet sonrasında medreselerde ihtisaslaşma eğilimi görülmüştür. Kadı, naib,
öğretmen, vaiz, hattat, sanatkâr yetiştiren özel ihtisas medreseleri açılmıştır. (Şanal 2003:
162).
Ancak medreselerde yapılan düzenlemelerin yanı sıra mektep adı altında açılan
çeşitli okullar302, toplumsal yapıda mektep medrese ayrımını doğurmuştur. Tanzimat
Dönemi (1839-1876) ile birlikte Meclis-i Maarif-i Umûmiye’nin kurulması (1846) ve
ardından Mekâtib-i Umûmiye Nezâreti’nin açılması, eğitimde dinî alanının daralması ve
eğitim işinin kontrolünün ilmiyenin elinden çıkmasına sebebiyet verdi. (Okumuş, 2005:
152). Bu ortamda laik eğitim yapısına sahip olan mektepler devlet tarafından pozitif
ayrımcılık ile desteklenirken, medreseler kısmen yalnız bırakılmıştır.303 Ayrıca bu
kurumların öğrencileri de birbirlerine dinsiz (mektepliler) ve yobaz (medreseliler) olarak
bakmışlardır. Bu tablo içinde medrese bütün etkinliğini kaybetmiş, İslam’ın birleştirici
ve bütünleştirici ruhundan uzak bir kurum haline gelmiştir. (Cebeci 2004: 198).
Bundan başka medrese programlarının çok yönlü ve semeresiz olması ile on iki
yıl gibi uzun bir süre alması sebebiyle öğrenciler medreselere rağbet göstermez
olmuşlardır. Zira 1911’de 2880 olan İstanbul medreselerindeki öğrenci sayısı,
302 Osmanlı eğitiminde Batılılaşmanın etkisi ile başlayan reformlar ile önce askeri alanda medreseler dışında okullar açılmaya başladı. Mühendishane-i Berr-i Hümayun (1795), Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (1806) bu alandaki ilk örnekler olarak kabul edilir. Yine Tersane Tıbbiyesi (1806), Mekteb-i Tıbbiye (1836), Sanayi Mektebi (1868), Mekteb-i Harbiye (1834), ve nihayet Darülfünun (1900) örnek olarak verilebilir. Ayrıntılar için bkz: Ekmeleddin İhsanoğlu- Salim Aydüz, “Yenileşme Döneminde Osmanlı Bilim Ve Eğitimi”, Osmanlı, XIV, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, 881- 896. Ayrıca laik sistemde açılan mektepler (İbtidai, Rüşdiye, İdadi ve Sultaniler) de medrese dışı eğitim kurumları olarak kuruldular. Ayrıntılar için bkz: (Ergin 1997). 303 Osmanlı’nın son iki yüzyılında medreselerin ilgisiz ve korumasız kaldığının çarpıcı bir örneğini de İstanbul’daki kütüphanelerin halinden anlamak mümkündür. Nitekim bu dönemde İstanbul’da kurulan ve medrese öğrenci ve hocaları için oldukça zengin kaynaklara sahip olan Vakıf Kütüphaneleri (Foundation Libraries) ‘nin şartları oldukça kötü idi. Ekonomik şartlar nedeniyle günde sadece dört saat açık kalan kütüphanelerde 50- 60 bin kitap çürümek üzere idi. Kataloglar hala eski yüzyıllaradan kalma bir halde idi. Medreselerin öneminin azalması ile bu kütüphanelerin de etkinliği kalmadı. (Erünsal, 2004: 249- 252). Aynı şekilde İstanbul’daki medrese öğrencileri de kütüphanesiz medreselerden şikayet etmekte idiler. Şikayetler için bkz: Sebilü’r- Reşad, cild 21, Aded 540- 541, 13 Zilka’de 1341, İstanbul, 162. İstanbul gibi devletin merkezindeki kütüphanelerin dahi bu halde olması Osmanlı eğitim- bilim dünyasının son dönemlerde ne durumda olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyması bakımından önemlidir. Yine Sultan Abdülmecid bizzat çocuklarını Dârü’l- Maarif’e götürerek medrese dışı eğitime ilgi göstermiştir. (Okumuş 2005: 153).
126
medreselerin kapatıldığı tarihte 265 olarak kalmıştır. (Ergin 1997: 132). Davison’un
(1961: 295) ifade ettiği gibi açılan medrese dışı okullar Batılı bilimsel kuramları
Osmanlı’ya taşıdı. Böylece medreseler ile mekteplerin bilimsel olarak da arası açılmaya
başladı.304
Aslında medreseler karşısında sadece mektepler yer almamakta idi. Son
dönemlerde medreselere olan rağbetin azalması ile birlikte aklî ilimleri öğreten değişik
mekânlar ortaya çıkmaya başladı. İstanbul talebeleri arasında daha çabuk icâzet
(diploma) almak için hocaların konağında ders almak, özellikle XIX. yüzyılın ikinci
yarısında yaygınlaşmıştı. Mesela XVIII-XIX. yüzyıllarda İstanbul’da önemli bilim
adamları bazı semtlerde toplanarak konaklarında gayr-i resmi eğitim verirlerdi. Naklî
ilimlerde etkin olan ve bu alanda ders veren bilim adamları daha çok Fatih ve civarında
toplanırken aklî ilimlere dair dersler veren bilim adamları Beşiktaş’ta toplanmışlardı.
(İhsanoğlu 1987: 805). Bir nevi sivil toplum kuruluşları olarak kabul edilebilecek olan bu
gayr-i resmi oluşumlar adeta birer özel üniversite gibi medreselerin bıraktığı boşlukları
kendi çabaları ile doldurmaya çalışıyorlardı.
3-XIX. VE XX. YÜZYILLARDA YAŞANAN MEDRESELİ OLAYLARININ
SONUÇLARI
Osmanlı tarihinin son iki yüzyılında kimi zaman kitlesel boyutlara ulaşan suhte
olayları daha önceki dönemlerdekinin aksine olayların daha çok İstanbul’da olması ve
diğer alanlara yayılmaması nedeni ile sosyal alanda çok fazla etkili olamamıştır. Yine
medrese öğrencilerinin kitlesel olarak hareketlenmelerine ya da başka bir ifade ile uzun
yıllar sürecek eşkıyalık faaliyetlerine fırsat verecek karışık bir ortam bulamamaları da
bunda etkili olmuş görünmektedir.
Ancak suhtelerin eylemlerinin siyasallaşması ile suhte hareketleri siyasi alanda
etkili bir şekilde hissedilmiştir. Eski dönemlerde suhtelerle işbirliği yapan sıradan halk
304Ancak yeni açılan mektepler ile medreselerin arası sanıldığı kadar açılmadı. Yeni okullarının çoğunun öğretmen kadroları eski medrese hocaları ya da mezunları tarafından doldurulduğu için medreselerin eğitim sistemleri bir nevi yeni okullara taşındı. (Turhan 1994: 164).
127
zümrelerinin yerini daha çok İstanbul merkezli olmak üzere siyasi grup ve cemiyetler
almıştır. Artık suhtelerin nüfuzu eşkıyalık ve yağma için değil siyasi gruplar tarafından
kendi anlayışlarının merkezi yönetim ve toplum üzerinde etkili olması için kullanılır
olmuştur. Katı dini görüş sahibi zümrelerden meşrutiyet yanlılarına kadar suhtelerin
siyasi etkilerinin farkında olan cemiyetler bu hazır güçten yararlanmaktan geri
durmamışlardır.
Ayrıca suhte olaylarına karşı özellikle yabancı basının oldukça duyarlı olduğu
görülmüştür. Bu durum suhtelerin yabancı eller kanalı ile de harekete geçmiş
olabileceklerini akla getirmektedir. Nitekim çeşitli siyasal örgütlere üye olan medrese
öğrencilerinin toplu halde eylemlere kalkıştıklarında ne denli etkili olabildikleri
anlaşılmıştır. Bu hazır ve etkin gücün yabancı güçler tarafından da Osmanlı iktidarları
aleyhine kullanılmış olabileceği hususu hakikatten çok uzak olmasa gerekir. Elbette daha
derin çalışmalar suhteler ile yabancılar arasında olması muhtemel ilişkiyi daha net bir
şekilde ortaya çıkaracaktır.
Osmanlının son iki yüzyılında da suhteler hem kitlesel hareketlere karışmışlar
hem de bireysel boyutu aşmayan adi suçlar işlemişlerdir. Bu dönemde siyasi
hareketlenmeler içinde yer alan bazı medrese öğrencileri mürteci ve yobaz olarak
suçlanabilmişlerdir. Medrese öğrencileri son dönemlerdeki isyanları sırasında bazen de
müderrislerden yardım görmüşlerdir. Yine bu dönemde müderrisler de bireysel olarak
usulsüz eylemlerde bulunmuşlar, hatta bir kısmı kendi amaçları için suhteleri dahi
kullanmışlardır. Bunun dışında bu dönemde suhte kılığına girerek suçlarını saklamak
isteyen ya da halktan destek aramaya koyulan toplumsal guruplara da eskisi kadar yoğun
bir şekilde rastlanılmamıştır. Yine suhteler mezhep ya da ırk çatışmaları içinde
bulunmamışlardır.
Devlet son dönem medreseli olaylarında çeşitli ceza ve tedbir yöntemleri
kullanmıştır. Diğer dönemlerde olduğu gibi sürgün, hapis, kalebentlik türü cezalar
uyguladığı gibi olayların kısmen daha az şiddette olması ve basın gibi etkili bir unsurun
toplumsal yaşama katılmasıyla birlikte daha hassas davranılmıştır. Bu anlamda hem
128
affedilen suhteler olmuş hem de olayları durdurmak adına müderrislerin nüfuzu
kullanılmaya çalışmıştır. Suhtelere karşı ölüm cezasının uygulanması ise en son
uygulanan ve istenilmeyen ceza yöntemi olmuştur. Ancak medreseli olayları genel
itibariyle birer eşkıyalık ve kanunsuzluk olarak düşünülmüş, ilk etapta daha çok polisiye
tedbirler ile olayların engellenmesine çalışılmıştır.305
Medreselere yönelik yapılan yapısal düzenlemeler, eğitim sistemine dair getirilen
yenilikler istenilen sonucu verememiştir. Bunda medreselerdeki yığılmaları engellemek
amacıyla yapılan ve hak edenin göreve atanmasını öngören kur’a sınavı sisteminin de
etkili olamaması gibi hukuksal ve yapısal sebepler önemli rol oynamıştır. Ayrıca medrese
camiasının da gelişmeye ayak uyduramayacak seviyede kalması alınan önlemlerin
istenilen seviyede olmasına engel olmuştur.306
Osmanlı Devleti’nin son iki yüzyılında katıldığı savaşlardan mağlup olarak
ayrılması307, ekonomik olarak borçla yaşayan bir ülke konumuna kadar düşmesi gibi
sebepler de medreselerin reformu için gerekli olan ekonomik desteğin başka alanlara
kaymasına ya da hiç bulunamamasına neden olmuştur. Toplum ve devletin adeta can ve
geçim derdine düştüğü bu dönemde medreselere yeterince ilginin gösterilemediği nettir.
Osmanlı yöneticileri aslında son dönemlerde batıda meydana gelen bilimsel
gelişmelerden de haberdar idiler.308 Bazı yöneticiler bu gelişmelerin Osmanlı geleneksel
305 Osmanlı Devleti’nin tarihi boyunca her türlü isyan ve eşkıyalık olayları karşısındaki tavrı ve engelleme yöntemleri çok fazla değişmemiştir. Zira son dönemde özellikle XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında Ege bölgesinde yaşanan eşkıyalık türü olaylar için de Celâli dönemindeki ile hemen hemen aynı tür önlemlere (idam, sürgün, kalebend, kürek, af, kefalet vb…) başvurulmuştur. (Yetkin 1997: 46, 64, 105, 143). 306 Son devir düşünürlerinden Ahmet Ağaoğlu’nun İstanbul’daki medreselerin eğitim programları düzenlenirken Sadi’nin Bostan ile Gülistan adlı eserindeki bazı metinleri süzgeçten geçirerek okutulması teklifi mollalar tarafından reddedilmiştir.Ağaoğlu bu durumu yüzyıllar önce yaşamış kimselerin topluma nasıl etki ettiğinin bir kanıtı olarak görmektedir. (Mert 2006: 20). Yine Selim Sabit Efendi (ö.1910) derste bazı araç ve haritaları Batı’da gördüğü gibi kullanmaya kalkışınca dine karşı çıkmış gibi ulemâ tarafından Frenk ithamına uğramış, bu olayı devrin şeyhülislamı da desteklemiştir. (Yakuboğlu 1996: 230). 307 Osmanlı ordusunun zor duruma düştüğü bu tip savaşlarda zaman zaman gönüllülerden yararlandığı bilinmektedir. Nitekim savaşlarda kendilerinden destek istenen zümreler arasında suhteler de yer almışlardır. Örneğin H.1245 (M.1829) tarihli Hatt-ı Humâyûn’da yer alan buyuruldu suretinden anlaşıldığı üzere Edirne ve civarındaki hoca ve öğrencilerden orduya destek olmaları istenmekte ve şunlar yazılmaktadır: “…. küffâr-ı haksâr bir tarafdan balkanları sökmek sevdâlarında olub heman ehl-i islâm din karındaşlarımıza ber- vechle durub oturacak mevsimler olmadığından Edirne’de bulunan ulemâ-i azâmdan Taşlık müderrisi semâhetlû efendî hazretleri bi’l- cümle talebe-i ulûmı ma‘iyyetine celb iderek ma‘iyyetimizde olmak üzre râbıtâ virilmiş…” BOA, Hatt-ı Hümâyûn, HAT- 1023/42713- B. 308 Batıdaki gelişmelerden haberdar olunduğunun bir örneği olarak son dönemde Osmanlı yayın hayatında yer alan bilimsel dergilere ait ayrıntılar için bkz: (Bahadır- Danışman, 2005: 288- 289). Yine XIX. yüzyılın ikinci yarısında
129
düzenini tehdit edecek nitelikte olduğunu fark edip birtakım düzenlemeler yapma yoluna
gitmişlerdir. Fakat geleneksel yapıya olan güven, bu yapıya ait ilişkilerin sağlamlığı ve
bu yapılanmanın sağladığı toplumsal konumlardan çıkar elde edenlerin etkinlikleri,
değişimin geniş kitlelere yayılmasını engellemiştir. (Hülür-Gürsoy 2005: 320). Ayrıca
ulemânın Batı karşısındaki kibri, şüpheciliği ve uyuşukluğu da gelişimin önünde bir engel
olarak kalmıştır. (Davison 1961: 289). Yine gazete ve matbaanın özellikle son
dönemlerdeki bilimsel alandaki çabaları İstanbul ile sınırlı kalmış, bu çabalar taşraya
ulaşamamış ayrıca Batılılaşma çabaları içinde giderek sekülerleşen devlet ile halk
arasında meydana gelen ayrışma nedeniyle eğitimde getirilen yeniliklerden istenilen
netice alınamamıştır. (Tuna 1999: 56, 60)
Osmanlı medrese sisteminde etkin olan ve eğitim camiasında ilerlemek için
oldukça önemli avantajlar sağlayan çeşitli unsurlardan bahsedilmişti. Bunlardan ikisi olan
İstanbul medreselerinden mezun olma ya da baba tarafından ilmiye mesleği ile bağ sahibi
olma konuları yıkılışa kadar avantaj olma konumunu devam ettirmiştir.309 Medreselerde
her zaman yolsuzluklar tartışılmaya devam etmiş, hatta bu durum sadece İstanbul ile
sınırlı kalmamıştır. Nitekim Şamlı bilim adamı Abdülkadir Badran (ö.1927), kendi
döneminde Suriye’de medrese hocalarının maaşlarından başka bir şeyi düşünmediklerini
ve öğrencilere ekonomik destek verilmediğini belirtmiş ve kalıtım yolu dışında ilimde
ilerlemenin mümkün olmadığından şikâyet etmiştir. (Tamari, 2001; 103). Bu durum
medrese sorunlarının hem zaman hem de mekân açısından ne denli yaygın olduğunu
ortaya koymaktadır.
Osmanlı sınırlarında bozulan ekonomik dengeler her dönemde eğitim üzerinde
doğal olarak olumsuz etkilere neden olmuştur. Bu anlamda mesela II. Mahmut
döneminde vakıf gelirlerine el konularak sistem üzerindeki vakıf ağırlığının azalması
medreselerin daha da fakirleşmesine neden olmuştur. Ardından 1826’da Evkâf-ı
Osmanlı Devleti’nin siyasi ve ekonomik anlamda kötüye giden durumunun aksine aslında akademik kurumlar ve sayısal bilimlere ait kitaplar çoğalmaktaydı. Hatta bu yüzyılın başında Sanizade Ataullah, Huseyin Rıfkı Tamani, Seyyid Mustafa gibi bilim adamları Avrupa bilimlerinden çok önemli tercüme- derleme eserler neşretmekteydiler. Ayrıntılar için bkz: (Sürmen- Kaya- Yayla 2006). Ancak her zamanki gibi bu çalışmalar tabana yayılmamış İstanbul dışına taşınamamış ve bireysellikten kurtulamamıştır. 309 Örnekler ve detaylar için bkz: (Kushner 1994: 164- 171).
130
Hümâyûn Nezareti teşkil edilip bütün vakıf gelirleri devlet hazinesine alınınca medrese
ve ulemanın mali imkanları daralmıştır. (Dede 2006: 27). Nitekim 1830-40’lı yıllarda
ülkeyi gezen Avrupalı seyyahlar hocaların büyük darlıklar içinde olduğunu ve suhtelerin
de açlık çektiğini yazmışlardır. (Heyd 1997: IV/ 18). Ancak bu açık gerçeklere rağmen
son dönemlerde de isyan etmek amacıyla olmasa da suhte kılığında bazı kimselere
rastlanılmıştır. Bu kimselerin bir kısmı askerlikten muaf olmak bahanesi ile suhte
suretinde görünmeye çalışırken, bir kısmının suhtelere has imaretlerden yemek yeme ya
da medrese hücrelerinde barınma gibi haklara kavuşmak için bu yola başvurmaları çok
ilginçtir. Bu durum suhtelerin ellerinde kalan bu son ve oldukça yetersiz olan imtiyazların
dahi bazı halk kesimlerince gıpta edilecek bir imtiyaz olarak algılandığının ve Osmanlı
halkının başkent başta olmak üzere en az suhteler kadar ekonomik çıkmaz içinde
olduğunun bir delili olsa gerektir.
Osmanlı yönetimi son dönemlerde iyice bozulan ekonomisine rağmen
medreselerdeki ekonomik sorunlara kendince bazı çözüm arayışlarına girmemiş değildir.
Mesela son dönemlerde de öğrencilerin çeşitli biçimlerde ekonomik anlamda
desteklendikleri bilinmektedir.310 Ancak Osmanlı medreselerindeki ekonomik sorunların
ağırlığı dışarıdan gelen gerek okuma çağında olan asker kaçakları ve gerekse öğrencilikle
alakası olmayan sıradan insanların medreselere sığınma arzuları ile daha da ağırlaşmıştır.
Osmanlı tarihinin son iki yüzyılında da liyakat usulünün terk edilerek iltimasın
yaygınlaşması ve geleneksel kıdem sırasının aşılarak bazı ulemânın “sıra aşmaları”
elbette suhtelerin ve alt derecedeki ulemânın hoşnutsuzluğuna sebebiyet vermiştir. (Heyd
1996: II/ 15).311
Bunlardan başka medreseleri etkileyen bir diğer husus da medrese-tarikat ilişkileri
olmuştur. Zira medreselerin bazen tarikat çekişmelerine de sahne olabildiği, bazı
310 Örneğin her yıl üç aylarda taşraya çıkan talebelerin getirdiği mallardan gümrük alınmaması emri için bkz: (BOA, A. MKT. NZD, 206/21, 25 Rebiü’l- ahir 1273 (23 Aralık 1856); yine bu öğrencilerden vapurlarda taşınma ücretlerinin yarı fiyattan hesaplanması emri için bkz: A. MKT. NZD, 111/ 49, 25 Cemaziye’l- evvel 1270 (23 Şubat1854); 311 Ulemânın koruma altına girmesi önceki dönemlerde olduğu gibi daha çok siyasete karışmalarına neden olmuş ve asli alanları olan eğitim yerine idare ile meşgul olmak zorunda kalmışlardır. (Heyd 1997: IV/ 19).
131
medreselerin bazı tarikatların tahakkümü altında olduğu312, ya da medreselerin farklı
tarikatların ve mezheplerin çekişme alanı olduğu bilinmektedir. Örneğin 1831 yılında
Suriye’de Badhariyya Medresesi Şafi-Hanefi çekişmesinin alanı olmuş ve çıkan
çatışmalarda pek çok Osmanlı memuru öldürülmüştür. (Hudson, 2004; 57-58). Bu
çekişmeler nedeniyle ilim adamları enerjilerini Sünniliği koruma alanında harcamışlar,
medreseler bilimsel alanda belli bir süreden sonra pek fazla etkin olamamışlar,
kendilerinden beklenen “Sünni” İslam anlayışını koruma görevini yerine
getirmi .313
lerde medreseler aleyhine etki eden kurumlar
olarak sayılabileceğini göstermektedir.314
a kadar devam ettirmiş, bu
onuda ihtiyaç duyulan yapısal tedbirler alınamamıştır.
şlerdir
Yapılacak daha derin araştırmalar medreselerdeki tarikat nüfuzunun boyutlarını
ve medreselerin geri kalmasındaki rollerini daha net ortaya koyacaktır. Ancak eldeki
örnekler tarikatların da özellikle son dönem
Yine Osmanlı medreselerinin gerilemeye başlamasından itibaren önemli bir eksiği
olan dış dünya ile ve farklı bilimsel görüşler ile olan irtibatının olmaması halinin ve
özellikle İslam dışı kaynaklara olan uzak duruşun son dönemlere kadar devam ettiği
anlaşılmaktadır. Örneğin Tanzimat sonrasında bile tercüme felsefe eserleri Müslüman
Osmanlılar (Türkler ve Araplar) arasında rağbet görmemiştir. (Strauss, 2003; 48). Batıda
tümdengelim yönteminin terk edilerek deney- gözlem metoduna geçilmesine rağmen
Osmanlı bilim dünyası bu aşamayı kaçırmıştır. (Yakuboğlu 1996: 200). Yine Osmanlı
eğitim sisteminin kronik sorunlarından birisi olan büyük şehirler dışındaki taşra
şehirlerinin yeterince desteklen(e)memesi varlığını yıkılış
k
312 Ocak (2004 b: 275)’a göre daha başından beri fıkıhçı medrese çevreleri ile problemsiz bir ilişki geliştirmiş olması Nakşibendiliğin, medrese muhalefeti ile karşılaşmadan çok geniş bir alana yayılmasına yardımcı olmuştur. Nitekim belgelerden anlaşıldığı üzere hem tarikat şeyhi olup hem de müderrislik yapan kimseler de vardı. Örneğin müderris olan Nakşibendi şeyhleri için bkz: BOA, HR- MKT, 23/ 89 ve A- MKT- MHM, 429/ 65. 313 Bu durum sadece Safeviler’in baskılarının arttığı dönemle sınırlı kalmamış Gelişli’nin (2005: 93) ifade ettiği gibi H.1310 (M.1892) yılında dahi devlet Sünniliğin savunulması amacıyla Bağdat’ın Semmerra semtinde iki medrese açılması yönünde karar almış ve bölgeye 8 müderris gönderilmiştir. Hâlbuki Şii tehlikesinin olmadığı Timur ve Endülüs Devletleri’nin medreselerinde bilimsel çalışmalara daha çok zaman ayrılabilmiştir. (Akgündüz 1989: 198). 314 Nitekim Yakuboğlu (1996: 31)’na göre İslam dünyasında ekonomik seviye yükseldikçe bilim ve akla verilen önem artmış, bu seviye düştükçe tarikatlar etkili olmaya başlamışlardır.
132
SONUÇ
anlayışların zincirlerini kırabildiğinde
medrese programlarında ağırlık kazanabilmiştir.
el özelliği olan hak edenin hak ettiği göreve gelmesi
usulü terk edilmeye başlamıştır.
Osmanlı tarihi içinde vazgeçilmez öneme sahip olan ve Osmanlı eğitim sisteminin
temel kurumları olan medreseler ilk kurulmalarından kapatılmalarına kadar temel
özellikleri çok fazla değişime uğramadan devam eden kurumlar olmuşlardır. Ekonomik
anlamda vakıflar tarafından desteklenen, ancak vakıfların da devlet organları ile olan sıkı
bağı nedeniyle bu alanda sanıldığı kadar özerk olmayan medreseler, zihniyet bakımından
da Osmanlı resmi anlayışının taşıyıcısı olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Böylece
bilimin güncel sosyo-politik problemlerin çözümünde pratik faydalar için kullanılması
anlayışı dinî-hukûkî bilimlerin daha çok rağbet görmesine sebep olmuş, pozitif bilimler
kendilerine ihtiyaç duyulduğunda ve çeşitli bağnaz
Devletin resmi görüşünü savunan ve böylece devlet koruması altında bilim yapan
medreseler ister istemez değişime ve özgür düşünceye pek fazla açık olamayan kurumlar
haline gelmişlerdir. Sözü edilen devlet koruması ve müdahalesi bir süre sonra bilimsel
alanda söz sahibi olan çeşitli ailelerin merkezdeki konumlarını güçlendirmiş, Klasik
Dönem’de medrese sisteminin tem
XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte başlayan ekonomik daralma da kısa sürede
etkisini göstermiş, medreseler de ekonomik olarak darboğaza sürüklenmişlerdir. Böylece
zaten mezuniyet sonrası iş bulma ümidi azalan medrese öğrencileri liyakat sisteminin
133
aşındırılması ile iyice bunalıma sürüklenmişlerdir. Celâlî ve Türedi isyanları içinde
incelenen suhte isyanlarının vardığı boyut, bu bunalımı çok net bir şekilde ortaya
koymuştur. Aslında dini ağırlıklı eğitim alan medrese öğrencileri aldıkları eğitimle hiç de
bağdaşmayan suçlara karışmışlardır. Bireysel ya da toplu halde ayaklanarak, adam
öldürmeden insan kaçırmaya, yol kesip soygun yapmaktan ırza tecavüze kadar
karıştıkları ahlak ve adalet dışı eylemleri, medrese eğitiminin yeterlilik düzeyinin ve
kalitesinin beklenildiği kadar olmadığını göstermiştir. Daha çok Anadolu yarımadasının
Batı kısımlarında patlak veren ve özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısı ile XVII. yüzyılın
ilk çeyreğinde artış gösteren suhte olaylarına çeşitli halk kesimlerinden ve resmi kimliğe
sahip kişilerden de yardım gelmiştir. Yine ilginç bir şekilde suhtelerin birlikte hareket
edebilme kabiliyetleri devlet tarafından da başka isyancı guruplara karşı kullanılmıştır.
Bu olaylara karşı çeşitli tedbirler devreye sokulmuş, daha çok cebrî ve yasal yollarla
alınan önlemler sayesinde suhte olayları XVII. yüzyılın ortalarında iyice etkisini
kaybetmiştir.
e öğrencileri çeşitli siyasi akımlar
tarafından kendi amaçları için kullanılabilmişlerdir.
Heper ( 2000: 80)’in de belirttiği gibi bu olaylarda, genelde öncelikle devletten -maddî-
Medrese öğrencileri XVI. yüzyılda zirveye taşıdıkları illegal eylemlerini sonraki
yüzyıllarda da devam ettirmişlerdir. Klasik Dönem sonrasında meydana gelen suhte
olaylarının şiddeti, hiçbir zaman XVI. yüzyıldaki boyutlarına ulaşmamış, ancak
öğrencilerin işledikleri suçların karakteristiği değişmiştir. Nitekim bu çalışmada son iki
yüzyıl içinde işlenen suçlara bakıldığında siyasi nitelikli suçların ortaya çıkmaya
başladığı görülmektedir. Celâlî isyanları sırasında suhtelerin silahlı olmaları ve toplu
halde hızla hareket edebilmeleri nedeniyle nüfuzlarından yararlanan kesimler olduğu gibi
özellikle Tanzimat sonrasında İstanbul’daki medres
Suhte olaylarında çeşitli ilginç verilere rastlanmıştır. Suhteler tüm dönemler
boyunca karıştıkları olaylarda milliyetçi bir anlayışla hareket etmemişler, gayr-i Türk ya
da gayr-i Müslim Osmanlı halklarına karşı ideolojik, ırksal ve mezhepsel karşıtlığa
dayanan bir şiddete başvurmamışlardır. Yine Sünniliği savunan ve bu anlayışla eğitilen
medreseliler gayr-i Sünni guruplara karşı da herhangi bir eylem içinde olmamışlardır.
134
tavizler koparılması amaçlanmış, dolayısıyla medreseli isyanları, ideolojik örgütlenme
biçiminde gelişmemiştir.
Bu çalışmanın asıl konusu medrese öğrencileri üzerinde yoğunlaşmış olmakla
birlikte medrese hocaları olan müderrislerin de bazı yasadışı eylemleri irdelenmiş,
özellikle son dönemlerde bu tip eylemlere karışan müderrislerin bazen suhte desteğini
aldıkları bazen de kendi başlarına hareket ettikleri görülmüştür. Yine suhte olaylarının
önlemesinde Klasik dönemde müderrislerin yardımına ihtiyaç duymayan devletin son iki
yüzyıla ait belgelerde görüldüğü kadarıyla müderrislerin desteği ile de suhte olaylarını
barış yoluyla çözmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Böylece medreselilerin yaşadığı
sorunlarda bazen müsebbip olan müderrisler hemen aynı dönemlerde bazen de çözümün
adresi olarak rol almışlardır.
Medreselerin ve medreselilerin yaşadığı ve/veya yaşattıkları sorunlara karşı devlet
her zaman duyarlı olmuştur. Ancak daha çok merkezden fermanlar yolu ile ve klasik
yöntemlerle alınmaya çalışılan tedbirler başarılı olamamıştır. Çünkü suhte olayları
çoğunlukla asayiş olayları olarak algılanmış, medreselerdeki eğitim sisteminin ve
medreselerin fiziksel-ekonomik donanımlarının her devrin şartlarına göre düzenlenmesi
yolunda yeterli adımlar atılamamıştır. Sadece devlet değil özellikle son asırlarda bizzat
medreseliler kendi sorunlarını bassın- yayın aracılığı ile dile getirmişler, çözüm yolları
önermişlerdir. Belgelere yansıdığı üzere adeta kurtarılmaları için feryat eden medreseler
ve medreseliler ne yazık ki beklenen ilgi ve desteği bulamamışlardır. Zaten özellikle
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağır ve yenilgi ile sonuçlanan savaşlardan başını
alamayan devlet eğitim sorunu ile yeterince ilgilenmezken, medreselilerin sesleri bu
hengâme içinde adeta duyulmamıştır.
Avrupa’daki bilimsel gelişmelerden haberdar olunmasına ve bazı çabalara rağmen
Osmanlı medreseleri kendisini yenileyememiş, Tanzimat dönemi ile birlikte laik yapıda
mekteplerin açılmasıyla da adeta ikinci plana itilmiştir. Hiçbir zaman devlet ve bilim
dünyası tarafından tamamen kendi kaderine terk edilmediği ve her zaman için önlemler
alınarak düzeltilmeye çalışıldığı anlaşılan medreselerin durumu, bir türlü istenilen
135
seviyeye ulaşamamış, aksine devletin bünyesindeki sorunlar ağırlaştıkça medreselerin
yükü de ağırlaşmıştır. Sonunda sırtındaki ağırlığı taşıyamayan medreseler Cumhuriyet
Türkiye’si ile birlikte tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
KAYNAKÇA
I- ARŞİV BELGELERİ
A- YAYINLANMIŞ ARŞİV BELGELERİ
3 Numaralı Mühimme Defteri ( 966- 968/ 1558- 1560), Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü, Divan-ı Hümayun Sicilleri Dizisi I, Ankara 1993.
5 Numaralı Mühimme Defteri ( 973/ 1565- 1566), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü, Divan-ı Hümayun Sicilleri Dizisi II, Ankara 1994.
6 Numaralı Mühimme Defteri ( 972/ 1564- 1565), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü, Divan-ı Hümayun Sicilleri Dizisi II, Ankara 1994.
12 Numaralı Mühimme Defteri ( 978- 979/ 1570- 1572), Başbakanlık Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü, Divan-ı Hümayun Sicilleri Dizisi IV, Ankara 1996.
82 Numaralı Mühimme Defteri (1026- 1027/ 1617- 1618), Başbakanlık Osmanlı Arşivi,
Divan-ı Hümayun Sicilleri Dizisi II, Ankara 1994.
İlmiye Salnamesi, Darü’l-Hilâfeti-i Âliye – Matbaa-i Âmire, İstanbul 1334.
Mühimme Defteri 90, Redaksiyon Ve Sadeleştirme: Mertol TULUM, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1993. (H.1056, M. 1616- 1647 yılına aittir).
EBU ABDULLAH MUHAMMED İBN BATTUTA TANCÎ,.
136
1997 İbn Battûta Seyahatnamesi, I,
2000 (Çeviri İnceleme Ve Notlar: A. Sait Aykut),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
ÜNAL, Mehmet Ali
1995 Mühimme Defteri 44, Akademi Kitabevi, İzmir 1995.
B- BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ BELGELERİ
(Belgelerin Dosya/Gömlek numaraları tez içinde verildiğinden burada tekrar
edilmemiştir).
İdare Meclis-i Vâlâ (İ- MVL):
Tahrirat Kalemi (A-DH- EU- THR)
Cevdet Adliye (C- ADL)
Cevdet Hariciye (C- HAR)
Cevdet Maarif (C- MF)
Cevdet Zabtiye (C- ZB)
Dahiliye (DAH)
Divân-ı Hümâyûn Kalemi (A- DVN).
Divân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi (A- DVN- MHM).
Hariciye Siyasi Mektubi (HR- MKT)
Hariciye Siyasi (HR- SYS)
Hariciye Siyasi ve Tercüme Odası (HR- TO)
Hatt-ı Hümayunlar
Mektûbî Kalemi- Meclis-i Vâlâ, (A- MKT- MVL)
Mektûbî Kalemi Nezaret Ve Devâhir, (A- MKT- NZD)
Mektûbî Mühimme Kalemi, (A- MKT- MHM)
Sadaret Mektûbî Kalemi (A- MKT- NZD)
Yıldız Perakende Askerî (Y- PRK- ASK)
Yıldız Sadaret Husûsî Maruzâtı (YA- HUS)
Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı (Y- PRK- AZJ)
Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı (Y- PRK- BŞK)
137
Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı (Y- PRK- MKT)
Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Meşihat Dairesi Maruzatı (Y- PRK- MŞ)
Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye Ve Mabeyn Mütercimliği (Y- PRK-
TKM)
C- SÜRELİ YAYINLAR
Sebilü’r-Reşad, cilt 21, sayı 13 Zilka’de 1341, (Ankara Milli Kütüphane)
Sebilü’r-Reşad, cilt 21, sayı 20 Zilka’de 1341, cilt 21(Ankara Milli Kütüphane)
D- YAYINLAMIŞ KRONİKLER
Ahmed Lütfi EFENDİ
1999, Vaka’anüvis Ahmed Lütfi Efendi Tarihi, I- VIII, N. AKBAYAR, (Ed.),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
II- İNTERNET
ATAY, Hüseyin.
1982 “Medreselerin Islahı”,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXV, 1- 43. Makaleye
www.egitim.aku.edu.tr/Medreseislahi.pdf adresinden ulaşılmıştır.
BOYACIOĞLU, Ramazan.
1998 “Beyânü’l- Hak’ta Ulemâ, Siyaset Ve Medrese.”
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, II, 1, Sivas.
Makaleyehttp://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/dergi.php?name1=ilahiyatfakultesi&yil=1
998&cilt=2&sayi=1 adresinden ulaşılmıştır.
138
ÖZ, Mehmet.
1991 “Gelenekçi Islahat Düşüncesine Göre Osmanlı Devlet Ve Toplum
Düzenindeki Çözülmenin Mahiyeti”,
Türk Yurdu, Nisan, 49- 52. Makaleye
http://www.enezmuftulugu.gov.tr/Makaleler/OSMANLI/cm.htm. adresinden
ulaşılmıştır.
UNAN, Fahri, “Fatih Külliyesi”. Makaleye http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/
adresinden ulaşılmıştır.
UNAN, Fahri.
1999 “İstanbul’un Fethi, Fat ih Külliyesi ve İmparatorluk”.
Hacetepe Üniverstesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Osmanlı Devletinin
Kuruluşunun 700. Yılı Özel Sayısı, Ekim, 83-91. Makaleye
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresinden ulaşılmıştır.
UNAN, Fahri.
1999 “Osmanlı Medreselerinde ilmî Verim ve İlim Anlayışını Etkileyen
Âmiller”,
Türkiye Günlüğü, 58, Kasım- Aralık, 95- 105. Makaleye
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresinden ulaşılmıştır.
UNAN, Fahri.
2005 “Klasik Dönem Osmanlı Medreselerinde Eğitim Üzerine Yapılmış
Çalışmalara Dair Bir Bibliyografya Denemesi”,
Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, 18, I İstanbul, 79- 114. Makaleye
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/ adresinden ulaşılmıştır.
III-ARAŞTIRMA- İNCELEME ESERLERİ
ACUN, Fatma.
139
2002 “Celâlî İsyanları.”, H. C. GÜZEL, K. ÇİÇEK, S. KOCA (Ed.),
Türkler, IX, Ankara: 695, 708.
ADIVAR, Adnan.
1991 Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul.
AKDAĞ, Mustafa.
1949 “Medreseli İsyanları.”
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, I- IV: 361- 387.
1995 Türk Halkının Dirlik Ve Düzenlik Kavgası Celalî İsyanları, İstanbul.
AKGÜNDÜZ, Hasan.
1989 “Teşkilat Ve İdare Bakımından Osmanlı Medrese Sistemi (Klasik
Dönem).”
Konya: Selçuk Üniversitesi.
AKYÜZ, Yahya.
1999 “Tanzimat Döneminde Eğitim Biliminde ve Öğretim Yöntemlerinde
Gelişmeler”, Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, Ankara
31 Ekim- 3 Kasım 1999, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 510- 513.
ALKAN, Mustafa.
2003 “Osmanlı Vakıf Sistemi Üzerindeki Bozulma Üzerine”,
S. YALÇIN (Haz.), 60. Yılında İlim ve Fikir Adamı Prof. Dr. Kazım
Yaşar Kopraman’a Armağan, Ankara, 90- 93.
ALTUNDAĞ, Şinasi,
1997 “Selim I.”
İslam Ansiklopedisi, X, Eskişehir: Milli eğitim Bakanlığı, 423- 434.
ARIKAN, Zeki.
1993 “Montaigne Ve Türkler.”
OTAM, IV, Ankara, 23- 42.
ATİK, Kayhan.
2002 “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Aydınlarına Göre İlmiye Teşkilatındaki
Çözülmeye İlişkin Tespit Ve Teklifler.” H. C. GÜZEL, K. ÇİÇEK, S. KOCA
(Ed.),
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 45- 51.
140
BAHADIR, Osman Recep, H. H. Günhan DANIŞMAN
2005 “Late Ottoman and Early Republican Science Periodicals Center and
Periphery Relationship in Dissemination of Knowledge”, Turkish Studies in
History and Philosophy of Science, Gürol IRZIK, Güven GÜZELDERE (Ed.),
Springer Hollanda, 285- 308.
BALTACI, Cahit.
1994 “Osmanlı Eğitim Sistemi”,
Osmanlı Ansiklopedisi Tarih /Medeniyet/Kültür, II, İstanbul.
BEN- ZAKEN, Avner.
2002 “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bilimsel Faaliyetler.” H. C. GÜZEL, K.
ÇİÇEK, S. KOCA(Ed.),
(Çev: Hüsnü Kapu- Mehmet Yavaşı)
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 218- 237.
BİLGE, Mustafa.
1984 İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul.
BİRİNCİ, Ali,
2002 “31 Mart Vak’ası’nın Bir Yorumu.”
Türkler, XIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 193-211.
CEBECİ, Süleyman.
2004 “Din Eğitiminde Medreseden Mektebe Mektepten Nereye?.”
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, X, Sakarya, 197- 201.
CİHAN, Ahmet Kamil.
2002 “Fatih Dönemi Düşünce Hayatına Genel Bir Bakış.”
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XIV, 1, 119-
129.
DAVISON, RODERIC H.
1961 “Westernized Education in Ottoman Turkey.”
Middle East Journal, XV, 3, Summer, 289- 301.
DANIŞMAN, Zuhuri
1993 Koçi Bey Risalesi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
DEDE, İsmail.
141
2006 Sebilürreşad Dergisinde Medrese Öğrencilerinin Medreseyi
Değerlendirmeleri,
Konya: Selçuk Üniversitesi. DEVELİOĞLU, Ferit.
1996 Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara.
DOĞAN, İsmail.
1994 “Eğitimci Ali Suavi (1839- 1878) Ve Galatasaray Lisesindeki
Uygulamaları.”
Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslar Arası Sempozyumu Ankara 31
Ekim- 3 Kasım 1999, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları: 514- 538.
DURAN, Bünyamin.
2000 “Osmanlı Akılcılığı (15- 16. YY).” G. EREN (Ed.)
Osmanlı, VIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 224- 230.
ERGİN, Osman Nuri.
1997 Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul.
ERŞAHİN, Seyfettin.
2005 “Islamic Support on the Westernization Policy in the Ottoman Empire:
Making Mahmud II a Reformer Caliph-Sultan by Islamic Virtue Tradition”
Journal of Religious Culture, LXXVIII, Frankfurt, 1- 17.
ERÜNSAL, İsmail.
2004 “Ottoman Foundation Libraries In The Age Of Reform: The Final Period”
Libri, 2004, LIV, Saur, 247- 255,. EVERED, Emine Önhan.
2007 “An Educatonal Prescription for The Sultan: Hüseyin Hilmi Paşa’s
Advices For The Maladies of Empire.
Middle Eastern Studies, XLIII, 3, May, London, 439- 459.
FAROQHI, Suraiya.
2004 “Krizler Ve Değişim 1590-1699”.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik Ve Sosyal Tarihi 1600-1914”
II, (Ed: H. İNALCIK- D. QUTARET).
Çev: Ayşe Berktay.
142
GELİŞLİ, Yücel.
2005 “On Dokuzuncu Yüzyılda (Osmanlı Devleti’nin), Bağdat ve Yemen
Vilayetlerinde Medreselerin Açılma Gerekçelerine İlişkin İki Belge.”
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, XXV, 2, Ankara, 83-
113.
HATEMİ, Hüseyin.
1985 “19. Yüzyılda Medreseler.”
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, II, İstanbul: İletişim
Yayınları, 501- 510.
HEPER, Metin.
2001 “The Ottoman Legacy And Turkish Politics.”
Journal of International Affairs, LIV,1, New York, 63- 82.
HEYD, Uriel.
1996 “III. Selim ve II. Mahmud Dönemlerinde Batılılaşma ve Osmanlı
Ulemâsı”,I, II, III, IV, 80- 81- 82- 83, (Ekim- Kasım- Aralık 1996 ve Ocak 1997)
Dergâh, İstanbul 1996- 97, 18- 20, 15- 16, 17- 19, 17- 19.
HIZLI, Mefail.
2002 “Osmanlı Klasik Döneminde Medrese”. Springer: 251- 263.
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 426- 435.
HUDSON, Leila.
2004 “Readin Al- Sharani: The Sufi Genealogy Of Islamic Modernism In Late
Ottoman Damascus.”
Journal Of Islamic Studies, XV, 1, Oxford, 39- 68.
HÜLÜR H. Ve G. AKÇA.
2005 “İmparatorluktan Cumhuriyete Toplum Ve Ekonominin Dönüşümü ve
Merkezileşmenin Dinamikleri.”
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, XVII, Konya, 311-
341.
İHSANOĞLU, Ekmeleddin.
1987 “19. YY’ın Başında Kültürel Hayat Ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi”,
143
Belleten, LI, 200, Ağustos, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 801-
828.
1992 “Ottomans And European Science”, (P. PETITJEAN, C. JAMI VE A.
MORIE Ed.).
Science And Empires, Boston, 37- 49.
1994 “Endülüs Menşeili Bazı Bilim Adamlarının Osmanlı Bilimine Katkıları.”,
Belleten, LVIII, 223, Aralık, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 656-
606.
2002 “Osmanlı Medrese Geleneğinin Doğuşu.”
Belleten, LXVI, 247, Aralık, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 849-
904.
2004 “Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim.” (Haz: H. İNALCIK, G. RENDA)
Osmanlı Uygarlığı I, Ankara: 344- 385.
2005 “Institutionalism of Science in the Medreses of Pre- Ottoman and Ottoman
Turkey”, Ed: G. IRZIK, G. GÜZELDERE.
Turkish Studies in History and Philosophy of Science, Springer, 265-
284.
İHSANOĞLU, E., M. KAÇAR.
2002 “Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Bilim Geleneğinin Tarihçesi.” H. C.
GÜZEL, K. ÇİÇEK, S. KOCA (Ed.)
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 155- 175.
İNALCIK, Halil.
1996 Osmanlı İmparatorluğu Toplum Ve Ekonomi Üzerinde Arşiv
Çalışmaları, İncelemeler, İstanbul.
1997 Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik Ve Sosyal Tarihi, 1300- 1600, I,
İstanbul.
2004 Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300- 1600),
1994 (Çev: Ruşen Sezer)
İstanbul: Eren Yayınları.
İPŞİRLİ, Mehmet.
1998 “Osmanlı İlmiye Mesleği Hakkında Gözlemler (XVI- XVII. Asırlar).”
144
Osmanlı Araştırmaları, VII-VIII, İstanbul, 273- 285.
1999 “Osmanlı Ulemâsı.” G. EREN (Ed.)
Osmanlı, VIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 71- 79.
İZGİ, Cevat.
1997 Osmanlı Medreselerinde İlim, I, II, İstanbul.
KAHYA, Esin.
2006 “Did The Ottoman Physcians Make Any Contributions To The Medical
Science In The Ottoman Empire In The Fourteenth Century (At The Flourishing Period
Of The Empire”.
Belleten, LXX, 257, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 155- 166.
KILIÇ, Berna.
2005 “Ottoman Science Studies- A Rewiev”, , Ed: G. IRZIK, G. GÜZELDERE.,
Turkish Studies in History and Philosophy of Science, Springer 251,
263.
KILIÇ, Orhan.
2002 “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar.” H. C. GÜZEL, K. ÇİÇEK,
S. KOCA(Ed.),
Türkler, X, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 718- 730.
KOÇ, Yunus,.
1999 “Osmanlı İmparatorluğu’nun Nüfus Yapısı (1300- 1900)”. G. EREN (Ed.)
Osmanlı, IV, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 535- 550.
2005 “Osmanlı’da Toplumsal Dinamizmden Celâlî İsyanlarına Giden Yol ya da İki
Belgeye Tek Yorum.”
Bilig, XXXV, Ankara, 229- 245.
KODAMAN, Bayram.
1998 Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi.
Ankara: Türk Tarih Kurumu.
KRESIER, Klaus.
1999 “Türklerde Akıl Var mı? Napolyon Dönemi Avrupa’sındaki Doğu Tartışması
Üzerine.”
Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, IXX, Yaz, İstanbul, 93- 113.
145
KUSHNER, David.
1999 “Career Patterns Among The Ulemâ In The Late Nineteenth And Early
Twentieth Centuries.”
Tanzimatın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu Ankara 31
Ekim- 3 Kasım 1999, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 164- 171.
KÜÇÜK, Bekir Harun.
2005 Contexts And Constructions of Ottoman Science With Special Reference to
Astronomy
İstanbul: Sabancı Üniversitesi.
MERT, Muhit.
2006 “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde Ahmet Ağaoğlu’nun Dini
Düşünceleri.
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, V, 10, 7- 27.
OCAK, Ahmet Yaşar.
1990 “XVI. Yüzyıl Osmanlı Anadulu’sunda Mesiyanik Hareketlerinin Bir
Tahlil Denemesi”.
V. Milletlerarası Türkiye Sosyal Ve İktisadi Tarihi Kongresi Tebliğler,
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Ve Uygulama Merkezi İstanbul 21- 25
Ağustos 1989, Ankara, 817- 825.
1998 Osmanlı Toplumunda Zındıklar Ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar),
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
1999 “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Bugüne Kalan Miras: İslâm (Problematik Bir
Yaklaşım Denemesi)”, G. EREN (Ed.)
Osmanlı, VII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 552- 563.
2002 “Klasik Dönem Osmanlı Düşünce Hayatı.” H. C. GÜZEL, K. ÇİÇEK, S.
KOCA(Ed.),
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 15- 26.
2004 a “Dînî Blimler Ve Ulemâ.”, (Haz: H. İNALCIK, G. RENDA).
Osmanlı Uygarlığı I, Ankara: 243- 265.
2004 b "Tasavvuf, Sufiler ve Tarikatlar, Tekkeler.”, (Haz: H. İNALCIK, G.
RENDA).
146
Osmanlı Uygarlığı I, Ankara, 267- 287. .
OKUMUŞ, Ejder.
2005 “Tanzimat Dönemi’nde Eğitimde Lâikleşmenin İşaretleri.”
Değerler Eğitimi Dergisi, III, 9, 143- 162.
ORTAYLI, İlber.
1994 Hukuk Ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı.
Ankara: Turhan Kitabevi.
2000 ‘700. Yılında Osmanlı’ya Bakış’ Konulu Sohbet”,
Türk Yurdu, IXX- XX/ 148- 149, Ankara, 68- 87.
ÖZCAN, Tahsin.
2002 “Osmanlı Devleti’nde Eğitim Hizmetlerinin Finansmanı. ”
Türkler, X, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 872- 877.
ÖZKAYA, Yücel.
1983 Osmanlı İmparatorluğu’nda Dağlı İsyanları (1791- 1908),
Ankara.
ÖZERVARLI, M. Sait.
2007 “Transfering Traditional Islamic Disciplines in to Modern Social Sciences
in Late Ottoman Thought: The Attempts of Ziya Gökalp and Mehmed Şerafeddin.”
The Muslim World, XCVII , April, 317- 330.
ÖZÜLKÜ, Sema.
2000 1876 Softalar İsyanı Osmanlı Tarihindeki Yeri Ve Önemi
Konya: Selçuk Üniversitesi.
ÖZYILMAZ, Ömer.
2002 Osmanlı Medreselerinin Eğitim Programları, Ankara.
PAKALIN, Mehmet Zeki.
1983 Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, II. İstanbul.
PEDERSEN, Johs.
1997 Mescid”,
İslam Ansiklopedisi, VIII, Eskişehir: Mili Eğitim Bakanlığı, 1- 71.
RAHME, Joseph G.
147
1999 “Abd- al Rahman Al Kawâkibi’s Reformist Ideology, Arab Panislamizm
And The Internal Other.”
Journal Of Islamic Studies, X, 2, 159- 177.
ROBINSON, Francis.
1997 “Ottomans- Safawids- Mughals: Shared Knowledge And Connective
Systems.”
Journal of Islamic Studies, VIII, 2, 151- 184.
SAVAŞ, Saim.
2002 XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, Ankara.
2007 “Osmanlı Döneminde Meydana Gelen Suhte İsyanlarından Günümüz İçin
Çıkarılacak Dersler.”
Osmanlılar Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri 21-25 Mayıs 2007, I,
Sivas, 141-156.
SHINDER, Joel.
1973 “Career Line Formation In The Ottoman Bureaucracy 1648- 1750: A New
Perspective.”
Journal of the Economic and Social History of the Orient, XVI, 2-3,
Brill, 217- 237.
STRAUSS, John,
2003 “Who Read What In Ottoman Empire (19th- 20th Centuries)”.
Arabic Middle Eastern Literatures, VI, 1, 39- 76.
SÜREYYA, Mehmed.
1996 Sicill-i Osmanî, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
SÜRMEN, Y., U. KAYA, H.E. YAYLA.
2006 “Higher Education Institutions And The Accounting Education In The
Second Half Of The XIXth Century On The Ottoman Empire.”
Eleventh World Congress of Accounting Historians, Nantes (France),
July 19- 22. Bu makaleye ttp://mpra.ub.uni-muenchen.de/2559/
adresinden ulaşılmıştır.
ŞANAL, Mustafa.
148
1999 “Eşrefefendîzâde Mehmet Şevketî’nin Medreselere İlişkin Islahat
Düşünceleri ve Çözüm Önerileri”,
OTAM, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Ve
Uygulama Merkezi Dergisi, X, Ankara.
2003 “Osmanlı Devleti’nde Medreselere Ders Programları, Öğretim Metodu,
Ölçme Ve Değerlendirme, İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış.”
Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XIV, I, Kayseri 149- 168.
TAMARİ, Steve.
2001 “The Ottaman Medrasas: The Multiple Lives Of Educational Institutions In
Eighteen Century Syria.”
Journal Of Early Modern History, V, 2, 99- 127.
TUNA, Korkut.
1999 “Osmanlı, Batılılaşma Ve Bilimler.”
Osmanlı, VIII, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 50- 61.
TURAN, Osman.
1996 Selçuklular Tarihi Ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul.
TURHAN, Mümtaz.
1994 Kültür Değişmeleri, İstanbul.
TUŞALP, Emine Ekin.
2005 Treating Outlaws And Registering Miscreants In Early Modern Ottoman
Society: A Study On The Legal Diagnosis Of Deviance In Şeyhülislam Fatwas.
İstanbul: Sabancı University.
UNAN, Fahri.
1999 “Osmanlılarda Medrese Eğitimi.” G. EREN (Ed.)
Osmanlı, V, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 149- 160.
2002 “Osmanlı Medrese Ulemâsı: İlim Anlayışı Ve İlmî Verim.” H. C. GÜZEL,
K. ÇİÇEK, S. KOCA (Ed.),
Türkler, XI, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 436- 445.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı.
1984 Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara.
YAKUBOĞLU, Kenan.
149
1996 Osmanlı Medrese Eğitimi Ve Felsefesi.
İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin.
1997 Vakıf.”
İslam Ansiklopedisi, XIII, Eskişehir: Milli Eğitim Bakanlığı, 153- 172
YÜKSEL, Hasan.
1998 Osmanlı Sosyal Ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (1585-
1683), Sivas.
YETKİN, Sabri.
1997 Ege’de Eşkıyalar, İstanbul.
YÜCEL Y. VE SEVİM A.
1992 Türkiye Tarihi, IV, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
ZENGİN, Salih Zeki.
1997 “Osmanlı Medreselerindeki Gerilemenin Sebep ve Sonuçları.”
Vakıflar Dergisi, XXVI, Ankara, 401- 409.
ZİLFİ, Madeline C.
1983 “Elite Circulation in the Ottoman Empire: Great Mollas of the Eighteenth
Century”.
Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXVI, 3,
Brill, 318- 364.
150
151
152
153
BELGE III: CEV- HAR- 730
154
BELGE IV: C-MF- 112/ 5571
155
BELGE V: YA- HUS 264/ 135
156
BELGE VI: A- MKT- MVL 73/ 44
157
BELGE VII: HAT 464/22759
158
BELGE VIII: HAT- 1335/ 53055
159
BELGE IX: C- MF 50/ 2476
160
EK- 2: ÖRNEK BELGE ÇEVİRİLERİ
BELGE I: BOA, MD 12, 272-273/ 557
Anadolu Beğlerbeğisinin kâim-i makâmına hüküm ki:
Kütahya Sancâğı’nda Kula ve Şeyhlu ve İshaklu kazâlarında sûhte tâifesi bir yire gelüb
cem’iyyet idüb perâkende yörüklerimden Hüriler cemâ’atından Bıçak ve Karye-i
Dorum’dan Göleoğlu Sarı ve Yağdarlı Cemâ’tından Kara Süleyman nâm sûhteler bâş u
buğ olub yanlarına ehl-i fesâd sûhteleri cem’ idüb müslümanların ehl-i ıyâllerin çeküb ve
cebren malların alub fesâd ü şenâ’atden hâlî olmadıkları i’lâm olundı. İmdi; anun gibi
fesâd u şenâ’at üzere olan sûhteleri ele getürüb haklarından gelmek emr idüb buyurdum
ki: Vardukda, gereği gibi mukayyed olup il-eriyle ve Kütahya ve Karahisar’dan kifâyet
mikdârı hısâr-eri ile ve toprak kadıları ma’rifetiyle mezkûrları hüsn-i tedbîr ile ele
getürüb şer’le fasl olunmayub on beş yıl mürûr eylemeyen kazıyyelerin şer’le görüb
üzerlerine sâbit olan hukûkı ashâbına alıvirdükden sonra mezkûrların haklarından gelüb
cem’iyyetlerin dağıdub mazarrat u fesâdların def’ u ref’ eyleyesin. Ammâ; elvirüb
mukâbele ve mukâteleye mübâderet iderlerse demleri heder olur; mukâtele eyleyüb alâ-
eyyi hâl ele getürüb haklarından gelmeyince olmayasın. Husûs-ı mezbûr mühimdir; ihmâl
ve müsâheleden hazer idüb cem’iyyetleri çoğalub fesâdı- şenâ’atleri ziyâde olmadan
mazarratların def’ eylemek bâbında ikdâm u ihtimâm eyleyüb tamam basîret üzre olub
dakîka fevt eylemeyesin.
161
BELGE II: BOA, MD 82, 164/ 344 Ba- hatt-ı hazret-i efendi.
Huccet üzerinde kalmışdır.
Cânib-i Çeşmî Efendi.
Balıkesri ma‘a- Balya ve Atranos kadılarına hüküm (ki);
Dergâh- ı mu‘llâm çavuşlarından Mahmud Çavuş zîde kadruhû Südde-i Sa’âdetüme ‘arz-
ı hâl sunub; “Atranos Kazâsı sâkinlerinden olub sohtalıkdan ferâgât eyleyen Abdülganî
ve Kara Maksud ve Mürüvvet nâm şakîler bundan akdem on beş nefer eşkıyâ ile gice
bunun evin basub ihrâk eyleyüb ve dört re’s atın ve iki seyis hanesin ve elli bin nakd
akçalık esbâbın yağma vü gâret ve karındaşı Abdülkâdir’i ve bir hizmetkârın katl idüb;
“şer’le görülüb hakkında lâzım gelen icrâ olunsun” deyu da‘vâ eyledükde hâlâ Atranos
kadısı Mevlânâ Receb şakî-i mezbûrlara mu‘âvenet itmekle hakkı icrâ olunmaduğın”,
bildirdüğü ecilden, ahvâlleri şer‘le görülüb haklarında lâzım geleni icrâ olunmak
fermânım olmuşdır. Buyurdum ki:
Vusûl buldukda, bu bâbda sâdır olan fermân-ı celîlü’l-kadrim üzre ‘amel idüb gaybet
iderler ise buldurması lâzım olanlara buldurub getürdüb, bir def‘a şer‘le fasl olunmayub
on beş yıl mürûr itmeyen husûslarun teftîş u tefahhus idüb ba‘de’s-subût müteveccih olan
hakkın mezbûrlardan hükm idüb alıvirdükden sonra bu fesâdı iden muhtâc-ı arz
olanlardansa muhkem habs idüb arzeyleyesiz; değiller ise şer‘le haklarından gelesiz.
Hılâf-ı şer‘-i şerîf te‘addîden ve ehl-i fesâda himâyet u sıyânetden hazer eyleyesiz.
162
BELGE III: CEV- HAR- 730
Mûcebince mesfûrân Âbidoğulları’na ve sâ’ir ol makûle müste’men tâ’ifesine hilâf-ı
şurût-ı ahdnâme-i hümâyûn cevr ve te‘addî ve bilâ mûceb-i şer‘î ruhsat ve izbarına
tasaddî olunmamak içun mü’ekked fermân buyruldu
Fî gurre-i C sene 183
Devletlü Sa’âdetlü Sultânım Hazretleri sağ olsun
Medîne-i Ankara’da ticâretleriyle meşgûl olan Âbidoğulları dimekle ma‘rûf Kasper ve
Bertoka nâm tâcirlerimizin sâkin oldukları menzillerinin civârında olan ba‘zı sûhteler
sinîn-i kesîreden beru tâcirân-ı mesfûrânın ve eslâfının taraflarından kendülerine beher
sene virilegelen hediye-i mu‘tâdeden bu sene iki kat ziyâde taleb idüb virilmediğiçün
tâcirân-ı mezkûrânın sâkin oldukları menzillere hezâr şetm ve düşnâm ile bi’d-def‘ât
duhûl ve hizmetlerinde olan hizmetkârlarını darb ve kendülerin tehdîd ve tahvîfden başka
ahâlî-i vilâyetin dahî ba‘zı eşkıyâ ve mütegallibesini tahrîz ile ta‘cîz ve tekdîrden hâlî
olmamalarıyla mekârim-i ‘aliyye-i âsafânelerinden mercûdur ki, gerek zikr olunan
sûhtelerin ve gerek kâ’inen-men-kân sâ’irlerin hilâf-ı şer‘-i şerîf ve mugâyir-i ahdnâme-i
hümâyûn olan te‘addîleri men‘ u def‘ ve devleteyn beyninde olan muvâlât ve musâfâtın
muktezâsı üzre tâcirân-ı mezkûrânın himâyet ve sıyânet olunmaları bâbında Ankara
mütesellimine ve nâ’ibine hitâben mü’ekked fermân-ı âlîleri yâhûd başka mektûb-ı emr-i
üslûbları ricâ ve niyâz olunur.. Bâkî emr u fermân devletlû sa‘âdetlû sultanım
hazretlerinindir.
Ed-dâ’î
Elçi-i İngiltere
163
BELGE IV: C-MF- 112/ 5571
İşbu sene-i mübârekede kırâ’at-i Mevlid-i Nebevî esnâsında Sultan Ahmed Hân Câmi’-i
Şerîfinde huzûr-ı hümâyûnda bî-edebâne harekete ictisâr ve envâ’i fezâyî‘ ve gavgaya
mücâseret ve ibtidâr idenlerden bâ-emr-i hümâyûn bi’t-taharrî ahz ve el-yevm Muhzır
Ağa Meclisinde mahbûs olan yobaz tâ’ifesinden Sofı Mehmed Paşa Medresesi
sükkânından Kara Hisârî Seyyid Aburrahman ve yine medrese-i merkûmdan Amasyalı
‘Ömer, Limni Cezîresi’ne ve yine medrese-i merkûmdan Ankaralı Ahmed ve Mahmud
Paşa Medresesin’den Monla Mehmed Bozcaada Cezîresi’ne ve Kırkçeşme’de Gazanfer
Ağa Medresesinden İsmâîl ve Sinekli Medresesi’nden Abdullah nâm eşkıyâ Seddü’l-bahr
Kal‘asına çâvuş mübâşeretiyle irsâl ve te’dîb olunub ıslâh-ı nefs idinceye dek cezîre ve
kal‘a-bend olunmlariçün iktizâsına göre başka başka üç kıt‘a evâmir-i şerîfe ısdâr
olunmağın buyuruldu 21 Ra sene 204.
164
BELGE V: YA- HUS 264/ 135
Bâb-ı Âlî Dâire-i Sadâret-i ‘Akd-i Dîvân-ı Hümâyûn 252
Medîne-i Münevvere’de kâin Mahmûdiye Medresesi talebesinden Boşnak Hâfız
Abdullah ve Pazarcıklı Hüseyin Efendi’ler kendi beynlerinde peygamberlik ve mehdîliğe
dâir ba‘zı tefevvühâtda bulundukları Şeyhü’l-Haram ve Medîne-i Münevvere muhâfızı
paşalar ve Medîne-i Münevvere kadısı efendi hazerâtı tarafından müştereken ‘arz
olunması üzerine merkûmânın hilâf-ı şer‘-i şerîf olan işbu hareketlerinden dolayı bilâ
ifâte-i vakt Medîne-i Münevvere’den çıkarılarak Suriye vilâyetine def‘ ve teb‘îdleri ve
bunların taraf-ı ‘aliyyeden kangısına mensûb olduklarının bi’t-tahkîk ‘atebe-i ‘ulyâya ‘arz
ve inbâsı şeref-sâdır olan irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfetpenâhî iktizâ-yı ‘âlîsinden
bulunduğunu mübelliğ 17 Zi’l-ka‘de sene 309 tarihli tezkire-i husûsiyye-i devletleri
üzerine Hicaz Vilâyeti’ne icrâ kılınan teblîğâta cevâben vârid olan tahrîrâtda merkûmânın
mevkib-i Hacc-ı Şerîf muhâfızına teslîmen Suriye‘ye teb‘id olundukları ve bunlardan
merkûm Boşnak Abdullah Efendi’nin Tarîkat-i ‘Aliyyeden Nakşibendiyye ve
Hâlidiyye’ye ve Hüseyin Efendi’nin Tarîkat-i Şa‘bâniyye’ye mensûb oldukları
gösterilmiş olmağla ‘atebe-i ‘ulyâ- yı mülûkâneye ‘arzı mütemennâdır Efendim.
Fî 19 Safer sene 310 ve Fî 29 Ağustos Sene 308
Sadr-ı Âzâm ve Bâver-i Ekrem
Cevab(?)
165
BELGE VI: A- MKT- MVL 73/ 44
Konya vâlîsine
Konya Sancağına tâbi‘ Lârende Kazâsı ahâlîsinden Değirmenci Süleyman’ı darb
eyledikleri cihetle tevkîf olunan iki nefer talebeyi elli kadar talebe müsellah olarak müdir
konağına hücûm ile cebren alub savuşmuş oldukları ve bu sûret uygunsuz bir keyfiyet
oldığı beyânıyla hâdise-i mezkûrenin vukû‘ına sebeb-i müstakil olan ma‘lûmü’l-esâmî
talabenin icrâ-i te’dîbleri istizânına dâ’ir tevârüd iden tahrîrât-ı behiyyeleriyle mazbata ve
evrâk-ı sâ’ire Meclis-i Vâlâ’ya lede’l-havâle bunların harekât-ı vâkı’âları te’dîb ve
terbiyelerini müstelzim oldığından heman buldırılarak derûn-ı eyâletde bilâ-müddet birer
ikişer münâsib mahallere nefy olunmaları ve işbu hâdise cezâ’-i habs ve tevkîf olunan iki
nefer talebenin prangaya vaz’ ile ahâd-i nas hükmünde tutulub ‘alenen hidemât-ı
süfliyyede istihdâm olunmuş oldukları gayret-i ‘ulemâya dokunduğından neş’et eylemiş
olmasıyla ve vâkı‘â bu sûret pek de münâsib olmamasıyla bundan böyle talebe-i
‘ulûmdan öyle müttehem bulunanların icrâ-yı mücâzâtları hakkında gayret-i ‘ulemâya
dokunacak ve hâdise vukû’ına sebeb virecek sûretde mu‘âmele olunmaması husûslarında
savb-ı vâlâlarına bildirilmesi tezekkür ve tensîb olunarak bi’l-istî‘zân irâde-i seniyye-i
cenâb-ı pâdişâhî dahî ol merkezde mute‘allik ve şeref-sudûr buyurulmış olmağla mantûk-
ı celîli üzre icâbın icrâsıyla bundan böyle bu misillü mu‘âmele vukû‘a gelememesi
esbâbının istihsâline sarf-ı himmet buyuruldı siyâkında şukka fî 16 L sene 71.
166
BELGE VII: HAT 464/22759
Semâhetlü Şeyhü’l-İslâm Efendi dâilerinin taraf-ı ‘âcizâneme gelen tezkereleridir
Devletlü ‘inayetlü ‘atûfetlü vefiyyü’l-himem Sultanım Hazretleri
Bu softa içinde ziyy-i talebede üç beş nefer eşhas Aksaray’da ehl-i ırz şâbb-ı emrede takıldığı ve
Eyüb’de Yazılı Medrese’ye varub medrese-i mezkûreden matrûd bir suhteyi iskân-ı râ’iyesinde
oldukları mesmu’ u a’yânım oldukda der-akab ders vekilimiz ile beş aded hoca efendiler duâcıları
Meclis-i dâ’iyâneme celb ve ihzâr olunub hilâf-ı ahd suhteler harekâta başlamışlar bu ne keyfiyyetdir
talebe-i ‘ulûm olan kimesnelerin koynunda kitabı olur silahı olmaz ef’âl-i şenî‘aya şüru’ idüb
müsellah bulunan, talebe-i ‘ulûmdan değildir o makûleleri zâbıtâna ahz idüb kapuya getirdiklerine
ben istishâb itmem varın iktizâ idenlere te’kîd ve teşdîd iderek tenbîh idin didiğimizden iki gün
mürûrunda merkûmun hoca efendiler ve dâileri sûy-ı daiyâneme gelüb Sultan Mehmed semtinde
olan talebenin söz sahiblerinden beş altı nefer ma’lûmu’l-esâmî mollalara tenbîhimizi ifâde
itdiklerinde merkûmun bizlerden silah takınan ve edebsizlik idenler cümle tâ’ib olub derse
müdâvemet üzeredirler ba’de ezin bu Sultan Mehmed havâlisinde ırz ve edebiyle meşgûl olmayub
şenâ’at itmeğe mücâseret ider silahlı kimesne zuhûr ider ise hemen ahz ve kolluğa teslîme müteahhid
olduklarına hoca efendiler cevabında geçen gün yine bu vechile ta’ahüd itmişidiniz ma’a hâzâ
Aksaray ve Yazılı medrese maddeleri ta’ahhüdden sonradır didiklerinde o fezâhât ve kabâhate
mütecâsir olan suhteler Sultan Mehmed ve civarında kâin medrese ehâlîlerinden değildir Aksaray’da
vâki’ Murad Paşa ve Çorlu ve filan ve falan medreselerde sakin işbu isimlerini ve medreselerini
pusula itdirdiğimiz beş nefer suhteler didiklerini hoca efendiler takrîr ve beyân eyledikleri ve ders
vekîlimiz efendî-i bendeleri merkûmun beş nefer suhteleri bu güne ihzâr idüb fîmâ-ba’d ‘arz ve
edebsiz ile olmayub nâhemvâr hârekâta mübâderet yahud esliha ile geşt ü güzâr iderseniz zâbıtân
bulduğu mahalde ahz idüb taraf-ı Şeyhülislâmîden iktizâ iden te’dîbâtınız icrâ olunacakdır deyu
kat‘iyyü’l-müfâd cevab vireceği ve bu günden sonra gerek merkûmûn beş nefer ve sâir talebe hilâf-ı
rızâ harekete ictisâr iderler ise bi-inâyetullah ve ‘avnuhû ahz ve te’dîbleri icrâ olunacağı husûsunu ve
sâir bu husûsa dâir mülâhazâtımız taraf-ı devletlerine mersûl mektubcumuz efendi bendelerini
takririnden dahî ma’lûm-u ‘âlîlerin buyuruldukda husûsât-ı mezkûre iktizâ ider ise ber minvâl-i
muharrer mübârek rikâb-ı mestân-ı hazret-i şehriyârîden ifâde buyurulmasını menût re’y-i
devletleridir efendim bâkîdir sadr-ı devlet ve ikbâl ü dâim bâd
Mine’d- dâî Mekki-zâde Mustafa Âsım ‘ufiye ‘anhüma
167
BELGE VIII: HAT- 1335/ 53055
Ma‘lûm-ı hümâyûnum olmuşdur. İsâbet oldu.
Şevketlû kerâmetlû mehâbetlû kudretlû velî-ni‘metim efendim Pâdişâhım
Sultân Mehmed Hân tâbe-serâhu medreselerinden Tetimme ta‘bîr olunur medrese
sûhtelerinden bir nefer sûhte fi’l-asl kendü hâlinde olmayub hattâ bundan akdem
Rumili’de Dağlılar ile harâmîlik itmiş eşkıyâdan ve şimdi dahî edebsizlik itmekde oldığı
bedîhiyâtdan oldığından li-ecli’t-te’dîb ahzı murâd olundukda silâh ve cebehâne ile
Sultan Mehmed Câmi’i’ne kapanub kurşun endâhtına ibtidâr eylediğinden keyfiyet
semâhetlû Şeyhü’l-İslâm Efendî dâîlerine ihbâr olundukda merkûmun ahzıçün
taraflarından mahsûs adamlar ta‘yîn itmeleriyle şakî- i mezbûru ahz eylemesi Sekbânbaşı
Ağa kullarına tenbîh olunmağla ağâ-yı mümâileyh kulları dahî zâbıtân ile câmi’-i
mezkûra varub merkûmu ahz murâd eyledikde mezbûr tüfenk ve piştov endahtıyla bir
nefer yeniçeri kullarını ilhâk eylediğinden mâ‘adâ birkaç nefer dahî mecrûh itmekle ağa-
yı mümâileyh zâbıtân ve neferâtı üzerine sevk eyledikde merkûm câmi‘den kurşun atarak
firâra tasaddî eyledikde üzerine varılub darb ile ahz olunmağla şiddet-i darbdan helâk
olarak cezasını bulmuş ve bu vechle eşkıyâdan biri izâle kılınmış oldığı ve merkûmun bu
gün ahzını ağâ-yı mümâileyh taraf-ı çâkerîye ihbâr itmekle böylece i‘dâmı mahzı isâbet
olarak tahsîn olunmuş idüği ma‘lûm-ı ‘âlîleri buyuruldukda emr u fermân şevketlû
kerâmetlû mehâbetlû kudretlû velî-ni‘metim efendim pâdişâhım hazretlerinindir.
168
BELGE IX: C- MF 50/ 2476 Âsitâne-i ‘Aliyye’de vâkî‘ medârisde sâkin suhtegânın içlerinden yobaz makûleleri çend-
rûz mukaddem hıyânet-i cibilliyetleri muktezâsınca beynlerinde bir nizâ‘ ihdâsıyla
tecemmû‘ ve âlât-ı harb ile muhârebe ve mukâteleye ibtidar eylediklerine binâ’en ser-
cem‘iyyet ve bâ‘is-i fitne ve mefsedetlerinden birkaç nefer ahz ve te’dîb ve ta‘zîr olunub
kusûrları dahî taharrî olunmakda iken tâ’ife-i merkûmenin mukız fitne ve fesâdları olan
Sultan Mehmed ‘İmâreti’nde Kemerbaşı Kör Monla Halîl nâm müfsidin Edirne cânibine
firâr eylediği ihbâr ve tahkîk olunmağla firârî-i merkûm zümre-i mezbûrenin muharrik ve
mukız fesâd-ı ahbes ve ağlezlerinden olduğuna binâ’en bi-eyy-i hâl zîr-i hükûmetinde
olan etrâf ve enhâda vâkî‘ kasabât ve kurâ ve sâ’ir mahalleri sırran ve ‘alenen taharrî ve
tefahhus iderek bir gün akdem müfsid-i merkûmu buldurdub Der-‘Aliyyeye ihzâra dikkat
ve bir takrible iğmâz ve rehâvetden nâşî ele getürülmemek ve yâhûd ba‘de’l-ahz firâra
ruhsat gösterilmek ve bu bahâne ile bî-cürüm zu’afâ makûlesine ta‘arruz ve ta‘addî
olunmak misillü hareketden bi-gâyet mücânebet olunmak tenbîhâtını hâvî Edirne
Bostancıbaşısı’na hitâben buyuruldu
Selh-i RA sene 1201.