bir jinekoloğun gözünden - bacak arasindan tÜrkİye
DESCRIPTION
"Jinekolog yazılır kadın doğumcu okunur"TRANSCRIPT
Bacak Arasından Türkiye
Jin. Op. Dr. Feraye Sünev Çokgürses & Kaan Arer
1. Baskı: Mart 2015ISBN: 978-605-348-581-0 Yayınevi Sertifika No: 12330
Copyright©Feraye Sünev ÇOKGÜRSESBu kitabın Türkçe yayın hakları Feraye Sünev Çokgürses aracılığıyla Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
BaskıEzgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti.Matbaa Sertifika No: 12142Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbulTel: 0 212 452 23 02
MARTI YAYINCILIKMartı Yayın Dağıtım San. Tic. Ltd. Şti.
Maltepe Mh. Davutpaşa Cd.Yılanlı Ayazma Sk. No: 8
Zeytinburnu/İstanbulTel: 0 212 483 27 37 - 483 43 13
Faks: 0 212 483 27 38www.martiyayinlari.com [email protected]
Yayın Yönetmeni : Şahin GüçEditör : Kaan ArerSayfa Tasarımı : Elif YavuzKapak Tasarımı : Yasin Öksüz
Kırmızı Bir Battaniyeye Sarılıydı
Saat 11.30 suları, gece yarısına az kalmış, acilin genel
yoğunluğu bitmişti. Artık tek tük hasta geliyor, onlarla ilgi-
leniyorduk. Bir ara boşluk oldu, çay içmek için doktor oda-
sına gittim. Orada oturmuş, ilk çayımı içerken ambulansın
siren seslerini duymaya başladım. Bir kadın doğum hastane-
sinde çalıştığım için branşımıza uygun hastalar sevk edili-
yordu ve ben o anda bir doğum daha olacak diye mutlu
olmuştum. Bu mutluluğun tarifi zordur, meslek sevgisinin
ötesinde bir şey bu; çalışma sevinci, yaşama sevinci gibi bir
şey. Bu sevinç yıllarca, pembe bir bebeği daha dünyaya ge-
tirmenin kutsal mutluluğuyla beslendi.
Henüz anonsla çağrılmadığım için doktor odasında te-
yakkuzda bekliyordum. Hatta oturduğum yerde duramıyor-
dum. Ayaklandım, telefona doğru yaklaştım, sonra yaklaştık-
ça telaşın kokusunu aldım. Hızla hareket ettirilen sedye te-
13
kerleklerinin cızırtıları geliyordu kulağıma. Sonra hüzün
çöktü birden içime, artık ne derseniz deyin, hissettim; yo-
lunda gitmeyen bir şeyler vardı sanki. Belki aşırı kanaması
olan bir düşük vakası gelmişti… Telefon beklemekten vaz-
geçtim, dışarıya fırladım ve koridor boyunca koşmaya baş-
ladım.
Acile girdiğimde sedyeyi gördüm. Sedyenin üzerinde
kırmızı bir battaniye var ve millet ona hizmet ediyor sanki.
Tamam, içinde birisi yatıyor elbette, kırmızı bir battaniyeye
sarılı getirilmiş belli ki. Etrafında hemşireler koşuşturuyor,
telaş ve üzüntü kokusu tüm ilaç kokularını bastırmış, sanki
tüm sancılar dinmiş, diğer hastalar bile hüzün ve saygıyla
sessizleşmişler. Sedyeye daha dikkatli bakıyorum çünkü üs-
tündekinin varlığıyla yokluğu bir. Beklentim kocaman karnı
olan bir anne adayı olduğu için o anki şokumu bir türlü atla-
tamıyorum. Hayatım boyunca bu yaşta bir kız çocuğunun
bacak arası kanlar içinde sedyede yattığını hiç görmemişim
ki... Çocuğun bacakları, kan kırmızısı battaniyenin rengiyle
karışıyor sanki. Hâlâ inanamıyorum, bu kızımın ne işi var
burada, neden bu halde? Acaba ilk âdet kanamasını geçirir-
ken bir cahillik mi etti diye düşünüyorum.
Evet, küçücük bir kız çocuğu görüyorum sedyede, elin-
den çocukluğu çalınmış, hunharca davranılmış, geleceği, psi-
kolojisi, gönlünün tüm güzelliği dağlanmış. Eteğini yukarı
doğru sıyırdıkça görüyorum ki kanların arasında siyah leke-
Jin. Op. Dr. Feraye Sünev Çokgürses
14
ler var. Bunlar kömür parçalarından bulaşmış. İç çamaşırı
filan kalmamış zaten. Direkt manzarayla karşılaşıyorum.
Kimse konuşmuyor, kızımız zaten sessiz, dışarıda ağlayan
bir kadın ağıtı, sanırım annesi, tüm hastaneye hükmediyor.
Kızımın bir yandan kanı alınıyor, bir yandan serum bağlanı-
yor, ben de hemen muayene ediyorum ki acil bir durum varsa
müdahale etmek için gecikmeyelim. Herkes arı gibi çalışıyor,
zamanın ne kadar önemli olduğunun farkındayız, zaten işi-
miz bu, hasta için her saniyenin önemini gayet iyi biliyoruz.
Ama nedense zaman akmıyor, duruyor, ağırdan satıyor hayat
kendini; herkes öylesine üzgün, öylesine derbeder ki, kimse
insanlığını ortaya koyup kızımın elini tutamıyor. “Yanında-
yım kızım, korkma!” demek yürek ister. Toplumsal bilinç
ister, bu konuda eğitim ve umuda teşne yarınlar ister. Her şey
bittikten sonra, bir çocuğun masumiyeti fütursuzca parçalan-
dıktan sonra elini tutup yanındayız, korkma demeyi kendi-
mize yakıştıramıyoruz.
Sedyeye yaklaşınca güzel kızımın yüzünü görüyorum,
gözleri incecik deriden bir örtüyle kapalı, yüzü donuk ve
mutsuz. İstemsizce sıkıyor tüm bedenini, sıktıkça canı acıyor
aslında. Ama farkına varacak hali yok, mecali yok, elinden
gelen hiçbir şey yok. Ben elimi uzatıyorum, genç bir doktor
ablası olarak ona güven vermem gerektiğini düşünüyorum.
Başparmağımı elinin içine doğru sokuşturarak küçücük elini
parmaklarımla sıkıca sarıyorum. Soğukluğu hissediyorum.
Bacak Arasından Türkiye
15
İlkelliğin, merhametsizliğin, vicdansızlığın soğukluğu tüm
bedenine yayılmış sanki. O an gözlerini aralıyor, baygın bay-
gın yüzüme bakıyor; ona gözlerimle iyi bir enerji göndermek
istiyorum. Tüm insanlar olarak onu o an koruyamadık, suç-
luyuz bunu biliyorum, ama bundan sonra onu yalnız bırak-
mayacağımızı hissettirmek istiyorum. Gözlerimle anlatabil-
sem, onarmaya başlasam ruhunu ne güzel olacak diye için
için kaynıyorum.
Muayene sırasında gördüklerimi burada anlatamam. O
görüntü hâlâ beynimde, hafızamın mezar taşı gibi duruyor.
Gözlerimi kapatınca hatırlıyorum. Makatı ile vajinası bir
olmuş. Kırmızı battaniyenin içinde nerede kanlar bitiyor, ne-
rede et parçaları başlıyor, vajinası gelişmemiş bir sabinin bu
halini kimse görmek istemez. Kızım daha sekiz yaşında,
buluğ çağına ermemiş, âdet kanaması görmemiş, göğüsleri
gelişmemiş, hiçbir çekiciliği yok. Nasıl olur da biri bu ço-
cuğa tecavüz edebilir? Böylesine bir bedenden zevk alabile-
ceğini düşünür? Hangi insan müsveddesi bir yavrunun gele-
ceğine kıyabilir? Bazı havadisler hiç konuşulmadan yayılır
ya, bu olay da hastanenin içine öyle nüfuz ediyor. Orada bu-
lunan herkes bu vakayı anlıyor, içlerinden bildikleri tüm kü-
fürleri saydırırken ağızlarını bıçak açmıyor.
İlk müdahalenin ardından, ailesine bilgi vermek için dı-
şarı çıkıyorum. Ağlayan kadın bir köşede için için inliyor,
babanın yüzü düşmüş, gönlü kırılmış, kime ne diyeceğim bi-
Jin. Op. Dr. Feraye Sünev Çokgürses
16
lemiyorum. Sonradan baba beni fark edip yanıma yaklaşıyor
ama kızının durumunu soracak hali yok. Ben durumu izah
ediyorum, birkaç gün hastanede kaldığı takdirde fiziki açıdan
iyileşeceğini, durumunun hayati tehlike taşımadığını, ilk mü-
dahale için ameliyata alacağımızı söylüyorum. Ardından
ameliyatta neler yapacağımızı açıklayayım diyorum ama
adamın bunları duyacak kulağı, duysa bile kaldıracak yüreği
yok. Ameliyatın risklerinden bahsetmekten vazgeçiyorum.
Sonraki gün aileyle tekrar görüştüğümde olayın nasıl
yaşandığını öğreniyorum. Anne, akşam yemeğinden önce kı-
zını ekmek alması için bakkala yollamış. Sonra, kız havanın
kararmasına rağmen bir türlü dönmeyince anne ile baba onu
aramaya çıkmışlar. İlk iş bakkala gidip sormuşlar, bakkal
kızın hiç gelmediğini söyleyince telaşa kapılmışlar. Ev ile
bakkal arasındaki yolu, kızın ismini bağıra çağıra taradıktan
sonra baba polise gitmiş, anne kendi başına aramaya devam
etmiş. Ana yoldan bir sonuç alamayınca her bir yan sokağa
girip kapı kapı sormaya başlamış. Bu arada mahalleli de top-
lanmış. Küçük bir alanda aramalarına rağmen güzel kızımı
bulmaları yine de birkaç saat sürmüş. Bir komşu kadın ilk
önce izbe bir kömürlükte çocuğun iniltilerini duymuş. He-
men o kırmızı battaniyeyi getirmiş evinden, kimse o manza-
rayı görmesin diye sarmış yavrucağı. Bulunduğu o ilk halini
ise annesine özellikle göstermemişler.
İki gün sonra vizite için gidiyorum; kızımın gözleri açıl-
Bacak Arasından Türkiye
17
mış, sabit bir şekilde pencereden dışarı bakıyor. Elini tutu-
yorum, ilk tuttuğum ana kıyasla daha sıcak. İnsanoğlu bu,
başından ne geçerse geçsin iyileşmeye yüz tutuyor. Asıl ih-
tiyaç duyduğu daha fazla zaman. Başını bana doğru çeviri-
yor, gözleri isteksizce bana bakıyor. Yaşama sevincine ne
oldu, gözlerinin feri nereye gitti… Bir türlü cevaplayamadı-
ğım sorular bunlar. “Ağrın var mı güzel gözlüm?” diyorum.
Başını benden diğer tarafa doğru çeviriyor, sonra da gözlerini
kapıyor. Ağrısı elbet bir gün dinecek, ama o güne daha çok
vakit var.
Bugünlerde kadına şiddet, taciz ya da tecavüz haberleri
sadece biraz daha görünür oldu. Aslında ne tuhaftır ki, sadece
gazetelerde okuyabiliyoruz, haberlerde izleyebiliyoruz diye
sevinecek duruma geldim. Çünkü önüne geçme çabası içinde
değiliz, böyle bir kültür geliştirmeye, okullarda bu konuda
eğitimler vermeye hâlâ başlamadık. Bu yüzden ne kadar çok
görürsek, duyarsak o kadar farkında oluruz, bir ihtimal an-
nelerimiz bu konuda çocuklarını eğitmeye, babalar oğulla-
rıyla cinsellik hakkında konuşmaya başlar gibi beklentilerim
var. Diyeceğim, bundan kırk yıl önce de çocuklara tecavüz
ediliyordu, kadınlar dövülüyor ya da öldürülüyordu, taciz, en-
sest ilişki vardı. Bu davranışlar hiçbir zaman toplumumuzun
kültüründen düşmedi. Fakat bu kadar sözü edilmiyor, gündeme
gelmiyor, konuşulmuyordu. Kol kırılınca yen içinde kalıyor,
herkes “mutlu mesut” yaşamaya devam ediyordu.
Jin. Op. Dr. Feraye Sünev Çokgürses
18
Tıbbiye
Analar doğum öykülerini, “ah ben seni nasıl zor doğur-
dum!” diye iç çekerek anlatırlarken, ben de içim çekile çekile
dinlerdim onları. O tarihlerde henüz tuşe dediğimiz vajinal
muayeneyi dahi yapmamışım, bir penisi kavrayacak çaptaki
borudan, o üç buçuk ile beş kilo arasındaki bebekler nasıl ge-
liyor, bunun merakındayım. Bir gece okulun kadın doğum
kliniğinde birkaç arkadaşımla nöbetçiyiz ve nöbette çok sev-
diğimiz, öğrenciye yakınlığıyla tanınan, başasistan olan bir
ablamızla birlikteyiz. Klinikte doğumu yakın olan tek bir
hasta var, bütün bir akşam onu takip ediyoruz. Ablamız her
muayeneden sonra rahmin biraz daha açıldığını ve yumuşa-
dığını anlatıyor. Gece yarısına doğru, beklenen an geliyor ve
hasta doğum masasına alınıyor. Bütün genital bölge ile bacak
iç yüzleri dezenfekte ediliyor ve nihayet vajinal açıklıktan
saçlı deri görünüyor. Tanrım o da ne! Bir şey öyle hızla dı-
19