beŞİ bİr yerde: faŞİzm, lİberalİzm, sosyalİzm, İlerİcİlİk ve yenİ dÜnya dÜzenİ
TRANSCRIPT
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
1 1
Gerçek lider kitleleri alet gibi kullanır.
Woodrow Wilson
Kitleleri harekete geçirebilmek için mitlere ihtiyaç vardır.
George Sorel, Mussolini’nin hocası
Hoparlör olmasaydı, Almanya‟yı kazanamazdık.
Adolf Hitler
BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ
1
Kazıklı Voyvoda mantığıyla düşünen haddini bilmez, rating şoparı bir adam, 19
Mayıs törenlerinin kaldırılması üzerine, “Türk faşizmi sona erdi”, demiş. Faşizm‟i kaldırmak
amma da kolaymış. Bakalım zaman ne gösterecek, kalkıyor mu, konuyor mu? Bu densiz
sözler, öteden beri felsefe düzleminde izlemekte olduğumuz bir konunun dosyasını raftan
indirmemize neden oldu. Uzun yıllardan beri okumuş insanların, kendini entelektüel olarak
görenlerin zihinlerinin çeşitli propaganda mitleri aracılığıyla nasıl işlemez duruma
getirildiğini gözlemlerim. Marksizm miti, faşizm miti, liberal demokrasi miti, sosyalizm miti,
ilericilik miti, örnek olarak burada hemen andığımız en revaçta olan zihin çarpıtma, dumura
uğratma aletleridir. Nazizm de aynı durumdadır ama faşizm o kadar çok kullanılıyor ki,
Nazizm deyimi rafa kaldırılmış görünüyor. Siyasi doktrinlerin arasında faşizm kadar, önüne
ya da arkasına yapılan bir takım eklerle alabildiğine çeşitlendirilmiş bir başka doktrin yoktur.
Politik içerikli yazılarda kenar süsü gibi yer verilen beylik sözlerin arasında en sık
kullanılanı faşizmdir. İnternette yaptığımız taramada sadece on dakika içinde faşizmin sayısız
türüyle karşılaştık. Söz konusu bulgularımızı burada tek tek sıralayarak faşizmin nerelere
kadar uzandığını, kalemşorların hayal gücünden ne kadar yararlandığını gözler önüne
sermek istiyoruz: Ak faşizm, finans faşizmi, 36 model faşizm, yeşil faşizm, neo faşizm, uniseks
faşizm, sömürge tipi faşizm, anti faşizm, post modern faşizm, özgürlükçü faşizm, küresel faşizm,
ileri faşizm, mikro faşizm, eko faşizm, seçici faşizm, İslami faşizm, takkeli faşizm, takunyalı
faşizm, açık faşizm, profesyonel faşizm, profesyonel faşizm, Amerikan faşizmi, endirekt faşizm,
örtülü faşizm, sanal faşizm, mükemmel faşizm, erotize edilmiş faşizm, sendikal faşizm, şeytan
faşizmi, demokrasi görünümünde faşizm. Bunlara bir de CİA yöneticisi Graham E. Fuller‟in
İslamsız Dünya adlı kitabından yeni bir terim ekleyelim: İslamofaşizm
Bunların yanında, içinde faşizm sözcüğü geçen, internette karşılaştığımız bazı makale
başlıklarını da sıralayalım: “Faşizm şeytanın dizaynıdır”; “faşizm putperestliğin geri
dönüşüdür”; “yeni tehlike: prezantabl faşizm”; “faşizm kapitalizmin cankurtaranıdır”,
“Ankaragücü‟nde faşizm”; “Van‟ı önce deprem, sonra faşizm vurdu”; “Küresel faşizm
sarmalındayız”; “çözümsüzlüğün temel nedeni faşizm kardeşliğidir”; “irtica kalmadı, faşizm
verelim”, “statükocu cephenin sivil faşizm demagojisi”; “faşizm sözün bittiği yerdir”; “faşizme
inat, kardeşimsin Hrant”; “faşizm türban takmış”; “demokrasi faşizm içerir ve tersi, faşizm de
demokrasi içerir”; “sol alternatif olmazsa faşizm kaçınılmazdır”
Görüldüğü gibi, faşizm deyimi, bütün siyasi gurupların repertuarında yer
bulabilen kullanışlı bir suçlama aletidir. Bu uygunsuz durumun önüne geçebilmek için
zaman zaman çeşitli bilimsel tartışma ortamlarında faşizme genel geçer bir tanım
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
2 2
getirilmeye çalışılmış ama bir sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır. Böyle tartışmalardan
birinde, varılan sonucu açıklamak isteyen bir bilim insanı şöyle diyor1: “Bu sözcüğün
tanımlanması konusunda fikir birliğine varamadık ama onu kullanma konusunda
hemfikiriz.” 1984 adlı politik romanıyla üne kavuşan George Orwell2 de 1946‟da faşizmi şöyle
tanımlamış3: “Faşizm, „istenmeyen bir şey‟ anlamından başka bir anlam taşımıyor.” Demek ki
yukarıda sıraladığımız, sayısı ve mahiyeti belirsiz faşizm sıfatlarına, söz konusu bulanıklık
sayesinde itirazla karşılaşmadan iş gördürülebiliyor. Stalin‟e göre, faşist olanlar, Moskova‟ya
karşı olanlardı mesela. Onların ne söylediğine ve ne yaptığına baktığı yoktu. Sovyet İhtilali‟nin
iki numarası sayılan Troçki‟yi4 kendine rakip gören Stalin, onu “faşist darbe” planlamakla
suçlamıştı. Oysa Troçki‟ye göre de faşizm kötüydü ve “kapitalizmin son nefesiydi.”
Pratik olarak ifade edecek olursak, birine faşist diyen bir kimse, kendine rakip
gördüğü kimselerin düşüncesini saçmaya indirgemeye çalışan biridir. Bu amaçla, faşizmin
kötü imajından yararlanmaya çalışmaktadır. Faşizmin iki ünlü önderinden biri intihar
etmiş(Hitler), diğeri de linç edilerek ölüsü Milano‟da Loreto meydanına bacağından
asılmıştır (Mussolini). Bunlar ortadan kalktığı için bütün suç üzerlerine yıkılmış ve galip
taraftaki faşist liderler ve onlara gaz veren entelektüeller ve bürokrat kadrolar işin içinden
sıyrılmıştır. Oysa faşizmin ve bütün türevlerinin birbirini izleyen hikâyesi, bizi Yeni Dünya
Düzeni söylemine kadar getirir.
Aşağıdaki metinde, faşizmi ve beraberinde ilgili diğer bir takım “izm”
kalıbındaki siyasi doktrinleri, yaşayan ya da eceliyle ölen liderlerine de tartışmanın
içinde yer vererek inceleyeceğiz. Bu yaklaşım, 21. yüzyılda küreselleşme ortamında
liberal demokrasinin ve faşizmin neresinde, ne kadar yakınında ya da uzağında
olduğumuzu anlamamıza yarayacaktır. Nereye doğru yol almakta olduğumuzun cevabını
arayacağız.
Konuya girmeden önce, daha önce yayınladığımız iki kitabımızdan söz edeceğiz.
İkinci Binyılın Muhasebesi adlı iki ciltlik kitabımızda, Avrupa‟nın bunalımlarını ve söz
konusu bunalımlardan doğan çeşitli siyasi doktrinleri karşılıklı nedensellik ilişkisi
çerçevesinde inceledik. Daha önce incelediğimizden dolayı burada Hobbes‟den, Hegel‟
den, Clausewich‟den, Darwin‟den, Nietzsche‟den, Malthus‟tan, August Comte‟dan, Karl
Marks‟dan, Plekhanov‟dan, Bakunin‟den ve bunlar arasındaki karşılıklı etkileşimlerden söz
etmeyeceğiz5. Diğeri, Soğuk Savaş ortamında ABD‟nin küresel nüfuzunu artırmaya yönelik
yürüttüğü faaliyetleri finans, üniversite, medya, sinema, edebiyat ve sanat düzleminde ele
aldığımız Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızdır. Burada sunduğumuz tebliğ söz
konusu kitabımıza bir ön bölüm olarak eklenebilecek mahiyette bir metindir. İkinci Binyılın
Muhasebesi adlı kitabımızda yer verdiğimiz konular ise bu tebliğimizin daha kapsamlı olarak
kavranmasına yarayacak bilgiler içermektedir.
2 Çağdaş liberalizm, faşist momentle bütünleşmiş
faraziyeler ve fikirler temeline dayanır.
Jonah Goldberg, Liberal Faşizm adlı eserinden
Önce şunu açıklıkla ifade etmeliyiz: Faşizm, en sık olarak, olur olmaz yerde sol çevreler
tarafından kullanılan bir sözcüktür. “Sol alternatif olmazsa faşizm kaçınılmazdır”, şeklinde yukarıda
yer verdiğimiz söz doğruyu ifade etmiyor. Çünkü faşizm, solun içinden, onun yeşerdiği ortamdan
sivrilmiş bir alternatiftir. Önce sosyalizm, sosyal demokrasi, Bolşevik, Menşevik, anarşizm gibi akımlar
veya guruplaşmalar ortaya çıkmış ve bunların yerel şartlardaki karşılıklı etkileşiminden, faşizm
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
3 3
sahneye fırlamıştır. Faşizmin ve Nazizm’in önderleri soldan gelmişler, sosyalizm ve anarşizm 6
cereyanını kendilerince, kendi ülkelerinin özgün şartlarına göre yorumlayarak yerelleştirmişlerdir. Bu
durum, ikinci ve üçüncü adamlar için de, hatta daha genel olarak lider etrafındaki ilk çemberi
oluşturanların neredeyse tamamı için de geçerlidir. Öfkeli bir tavır sergilemeyi haklılıklarının kanıtı
olarak göstermeyi bir alışkanlık halinde sürdüren sol çevreler ne yana baksalar faşizm görürler ama
bir eserdeki ifadeyle, bir türlü aynaya bakmazlar.
Eğer faşizmin doğuşu ve gelişip serpilmesi sürecini doğru kavrayamazsak, o takdirde, faşist
unsurlar çeşit çeşit kılığa girerek her geçen gün yeni suçlar işler ve her zaman da parmak izlerini
kolayca kaybettirir. Ayrıca, 21. yüzyılda küreselleşme söylemlerinin perde arkasını anlayabilmek için
de faşizmi iyi anlamış olmak gerekiyor. Dünyanın hangi doğrultuda yol almakta olduğunu anlamak için
başlıkta yer verdiğimiz dört deyimin içyüzünü bilmek gerekir. Ancak bu sayede, pek çoğunu iyi niyetli
gördüğümüz fakat kavgacı bir üslup kullanan entelektüeller arasındaki gereksiz görüş ayrılıklarını
gidermek mümkün olabilir. Dikkat edilirse, her gün küreselleşmeye övgüler düzen, toplumsal
evriminin kaçınılmaz bir aşaması olarak tanıtan köşe yazıları yazan ve sık sık eskiye ait olanı faşizm
söylemiyle anan “gündelikçi yazarlar” vardır. Bunlar şimdiki durumda hükümete yakın çevrelerdir;
küreselleşme üzerinde her gün övgüler düzerler ve aynı zamanda, her fırsatta “Karl Marks, çağımızın
aşılamayan ufkudur”, derler.
Önce görsel bir kanıt öne sürelim: Aşağıdaki resimlerde üç ayrı kartal simgesi görülüyor. Her
üç kartal da pençelerinde bir şeyler tutuyor. Sol baştaki ABD’nin simgesi olan mavi kartal, ikincisi
Almanya’nın üçüncüsü ise İtalya’nın simgesi olan kartaldır. Birincisi Wilson ve Roosevelt Amerika’
sının, ikincisi Hitler Almanya’sının, üçüncüsü ise Mussolini İtalya’sının simgeleridir. Neden simgeler
neredeyse aynıdır? Çünkü her üç ülke de aynı zihniyetle yönetiyordu ve her üçünün de entelektüel
ilham kaynakları aynı kişilerdi. İşte size faşist yayılmanın açık görsel kanıtı!
Söze önce faşizmle en çok anılan Mussolini’den başlayalım.
ABD’de bir gazeteci, 1923’de, New York Times gazetesinde yer alan bir yazısında Mussolini’yi
şöyle övüyordu7: “Mussolini önce istediğini yapan ve bunun yasal olup olmadığını sonradan soran bir
Latin Roosevelt’tir. İtalya’ya büyük hizmetler yapmıştır.” 1926’da Mussolini ile röportaj yapan
Amerikalı bir gazeteci yazısında şöyle diyordu: “Diktatörle yönetilen hükümet şekli en güzel ve en
güçlü yönetim şekli, ama tabii doğru diktatörü bulursanız.” Yüksek tirajlı bir Amerikan dergisinde
1927 yılında düzenlenen bir ankette, dünyanın en büyük devlet adamı olarak birinci sıraya Mussolini
yerleşti. İkinci sırada ise Lenin vardı. Bu anket sayesinde, iki lider arasında fark görülmediği ve daha da
önemlisi, Amerikalı sol çevrelerin en itibarlı sosyalist liderinin Mussolini olduğu anlaşılmıştı.
İngiltere’de Churchill, Mussolini’nin yaşayan devlet adamları arasında en büyük yasa koyucusu
olduğunu söylemişti. Sigmund Freud ve Albert Einstein birlikte bir kitap yazmışlar ve Freud bir
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
4 4
nüshasını Mussolini’ye göndermişti. Üzerinde Freud imzasıyla şöyle yazıyordu8: “Yönetici ve Kültür
Kahramanını selamlayan bir yaşlı adamdan Benito Mussolini’ye.” Bir başka gazeteci, “Tanrı
Mussolini’yi İtalya’nın kaburgasından yaratmış”, diye yazmıştı. Lenin, Mussolini’yi İtalya’nın tek
gerçek devrimcisi olarak nitelerdi. Onu Rusya dışında yaşayan en radikal sosyalist olarak görürlerdi.
Dünya liderleri 1930’lu yıllarda modern bir devlet adamı görünümü kazanmak için Mussolini’yi taklit
etmeye çalışırlardı. Kısacası, dünyada Mussolini modası ortaya çıkmıştı.
Mussolini, 19. yüzyıla liberalizmin hükmettiğini, fakat 20. yüzyıla faşizmin hükmedeceğini
iddia ediyordu. Kendisi linç edilerek öldü ama itiraf etmek gerekir ki kehaneti doğrulandı. Onun için
faşizmin duçesi9 denir. Oysa o bu unvanı almadan önce sosyalist arkadaşları ona sosyalizmin duçesi
unvanı vermişlerdi. Cezaevinden çıktığında onun için bir hoş geldin partisi düzenlemişler ve orada
kendisini sosyalizmin duçesi ilan etmişlerdi. Daha sonra, Sovyetler Birliği ile yollarını ayırdıklarında
faşizmin sağcı bir hareket olduğu söylenir oldu. Mussolini buna şiddetle itiraz etmiştir. Kendisine
ilham veren ve ruhuna hitap eden hareketin sosyalizm olduğunu hep söylemiştir. Ona akşamları Das
Capital’den bölümler okuyan babası, anarşist eğilimli bir sosyalistti. Hatta daha da ötesi, Marks ve
Engels gibi Birinci Enternasyonal üyesiydi. Oğluna koyduğu bir karışlık isim de onun ideolojik yanını
olduğu gibi yansıtır: Benito Amilcare Andrea Mussolini. Benito, İtalyancada Benedetto’nun
İspanyolcadaki karşılığıydı ve kralı öldürüp yerine oturan Meksikalı bir devrimcinin adıdır. Amilcare
Cipriani ise anarşist sosyalistlerin önde gidenlerinden biriydi. Andrea Costa da öyleydi.
Adolf Hitler’in arka planına da kısaca bakalım:
Bir İngiliz genci Hitler’in iktidara geldiği yıl, Almanya’ya gider. Meyhanede tanıştığı bir işçi onu
evinde misafir eder. İngiliz genci evde gördüklerini ve işittiklerini şöyle anlatır10: “Duvarlarda
bayraklar, flamalar, fotoğraflar, posterler, sloganlar ve amblemler asılıydı. Ev sahibi adamın SA
üniforması tertemiz ve ütülü olarak bir askıda duruyordu… Ben her yanı dolu olan bu odada
klostrofobi11 duygusuna kapılacağımı söyleyince adam gülerek yatağın kenarına oturdu ve ‘dostum,
sen burayı bir de geçen sene görecektin!’, dedi. ‘Burası o zaman kızıl bayraklar, yıldızlar, orak çekiçler,
Lenin, Stalin ve Dünya Birliği İşçilerinin resimleriyle doluydu… Ama Hitler iktidara gelince onların
hepsinin yalan ve saçma olduğunu ve Hitler’in bizim adamımız olduğunu anladım. Evet, birden
anladım bunu!’ Adam parmaklarını şaklattı. ‘Şimdi de burası gördüğün gibi işte! Milyonlarca insan da
benim gibi yaptı tabii! Ama insanların bu kadar hızlı taraf değiştirmesi de şaşırttı beni!’ “
Oysa şaşıracak pek bir şey yok. Çünkü sosyalizmi, komünizmi, anarşizmi, liberalizmi hazırlayan,
kökende yer alan entelektüeller aynı kişilerdir. Bu yüzden birinden diğerine geçiş sırasında zorlukla pek
karşılaşılmamıştır. Başlangıçta Hitler’in rakibi olan Nazi ideologu Gregor Strasser düşüncelerini gayet güzel
özetlemiştir. Şöyle der12 : “Biz sosyalistiz. Ekonomik olarak zayıfları kullanan, haksız ücret sistemi
uygulayan, insanları ahlaksızca, sorumluluk ve performansları yerine zenginliklerine göre değerlendiren
günümüz kapitalist ekonomik sisteminin düşmanıyız ve ne olursa olsun, bu sistemi yıkmaya kararlıyız.”
Hitler’in Almanya’da denetim altına almaya çalıştığı sosyal alan soldaydı. Hem solu hem sağı yıkmak ve
Üçüncü Yolu iktidar yapmak istiyordu ki söz konusu yol sol söylemlerle bezenmişti. Gerçekten de Naziler
antikapitalist söylemler seslendirerek iktidara geldiler. Burjuvaziden, gelenekçilerden, aristokratlardan,
monarşistlerden ve kurulu düzene inanan herkesten nefret ederlerdi.
Hitler faşizmi icat edenin Mussolini olduğunu kabul ederdi. Günün birinde karşılaştılar. Hitler
ona Mainkampf’ı13 satır satır ezberinden okumaya başladı. Daha sonra Mussolini bu görüşmeyle ilgili
olarak şöyle demiştir: “Adam yedi nota çalan gramafon, parça bitince yeniden başlıyor.” Aslında
Hitler’in Mussolini’den örnek aldığı esas konu, kitleleri harekete geçirecek bir fikri savunmanın
önemiydi. Ama yanlış anlaşılmasın, onun için fikrin içeriği ikinci dereceden önemliydi; fikirlerin yararlı
olmasının nedeni, içinde barındırdığı gerçekler değil, istenen eylemi mümkün kılmasıydı. Biraz sonra
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
5 5
sıra ona da gelecek ama yeri gelmişken burada söyleyiverelim, ABD’de başkan Wilson da böyle
düşünürdü. Ona göre, neden bir araçtır, hiçbir zaman kalabalıklar için bir isteklendirme gücü olamaz…
Dağları yerinden oynatan neden değil, inançtır. Faşist çevrelerde, öncüllerinde ve bütün türevlerinde,
“sorun, sorun değildir”. Solun pratiğinde, sonuca gideceği umulan en kısa yolu izlemek ilkesi
önemlidir. Bu yüzden, yalan söylemek gayri ahlaki sayılmaz, savaş ortamında bir kurnazlık sayılır.
Savaşta meşru bir hile olarak değerlendirilir sadece.
Önce Hitler’i destekleyen ve sonra onu erken terk eden Nazilerden biri, Hitler hareketine,
“nihilizm14 devrimi” adını vermişti. Bu adama göre Hitler tam bir fırsatçıdır, sadakatten yoksundur,
güç sahibi olmak için her şeyi söyler ve yapar. Şöyle yazmış15: “Bu hareket ideallerden ve bir program
benzerliğinden bile yoksun. İçeriğinde sadece hareket var… liderler soğuk, hesaplı ve kandırıcı sözlerle
eylem planlıyor. Nasyonal sosyalistlerin anlık emirlerle yapmayacakları hiçbir şey yok, onların tek
kıstasları hareketi güçlendirmek.”
Bunların yanında, Hitlerin savunduğu fikirlerle Mussolini’nin fikirleri arasında bazı alanlarda
taban tabana zıt görüş ayrılıkları da vardı. Mussolini 1934’de şöyle yazmış: “Nazizm yüzde yüz ırkçı bir
hareket, her şeye ve herkese karşı. Dün Hıristiyan uygarlığına karşıydı, bugün Latin uygarlığına karşı,
yarın belki de bütün dünya uygarlığına karşı olacak.” Mussolini’nin derdi, aslında Germen ırkının
üstünlüğü iddiasını dillendiren Hitler’in haliyle Latin uygarlığını daha aşağı görmesiydi. Mussolini bunu
cevaplarken, iki bin yıl önce Sezar, Virgil ve Augustus yaşarken, Germenlerin okuma yazma bile
bilmediğini, kendi yaşantıları hakkında geride bir belge bile bırakamadıklarını hatırlatıyordu. Nazilerle
faşistler arasında Yahudilere bakış açısı bakımından da fark vardır. Mussolini Yahudi düşmanlığını
saçma görürdü. Partisinin üyelerinin çoğunluğu da Yahudi idi zaten. Söz konusu ilginin esas nedeni
sosyalizmin entelektüel kaynaklarının çoğunun Yahudi kökenli olmasıdır. Bunun yanında, İtalya’da bir
Yahudi soykırımı yaşanmadı. Yahudiler çok sonra, Almanlar İtalya’ya girince toplandı. Bir diğer fark da
şöyledir: Naziler, temel yapı taşı olarak ırk kavramını esas alırdı. Faşistler ise “ulus” kavramını esas
alırlardı ki komünistlere göre temel yapı taşı “sınıf”tır.
Şimdi de Amerika’da olan bitenlere bakalım.
Faşizmin özünde halkı askerleştirmek ve siyaset kurumlarını askerileştirmek düşüncesi yatar. Bu
temel özelliğinden yola çıkıldığında, 20. yüzyılın ilk faşist diktatörünün, 1913’de seçilen ABD başkanı
Woodrow Wilson (1856-1924) olduğunu kabul etmek gerekir. Mussolini ise 1922’de, Wilson’dan 9 yıl
sonra iktidara gelmiştir. Yani Mussolini’nin önünde Wilson’un 9 yıllık tecrübeleri vardı ve önünde duran
örnekten tam anlamıyla yararlandı.
Jonah Goldberg’in, Liberal Faşizm adlı kitabında faşizm olarak kabul edilebilecek bir yapının
ilk önce Amerika’da kurulduğu anlatılır. Ne var ki ona faşist denmez. İlerici denir. Daha doğrusu
faşizm tanımına giren bütün düşünce ve uygulamalarına rağmen Wilsoncular kendilerine ilerici
diyorlardı. Wilson, Hitler ve Mussolini tarafından daha sonra yapılan uygulamaların kat kat fazlasını
yapmış ama buna ilericilik denmiştir. Yüz binlerce gence rozet ve ellerine yetki belgesi vermiş ve
hepsini, insanları sindirmeleri için halkın üstüne salmıştır. Onun döneminde Amerika’da tutuklanan
muhalif sayısı Mussolini’nin tutukladığı muhaliflerden daha çoktur. Kendi halkını manipüle etmek
üzere propaganda bakanlığı kuran ilk devlet adamı da Wilson’dur. Onun başlattığı uygulama bir daha
hiç durmamıştır ve halen küresel çapta en ince ayarlı olarak yürütülmektedir.
Yirminci yüzyılın siyasi yapılanmasında önemli rol oynamış olan bu adam, aslında geri zekâlı
sayılması gereken bir kişiydi. Okula gittiği halde 10 yaşına kadar okuma yazma öğrenemediği bilinir16.
Amerika’nın gizli sahiplerinin –bu konuyu Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda inceledik- böyle bir tipe
ihtiyacı olduğu için politikada yükselebilmiştir. Wilson, ülkenin çok az sayıdaki süper zenginlerine yaslanarak
yükselmiştir. Onun güce tapma idealizmi o kadar güçlüydü ki, gücün, Tanrının dünyaya gönderdiği bir alet
olduğunu ve ona saygı gösterilmesi gerektiğini söylerdi. Ona göre Tanrının yanında olanların gücü artardı.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
6 6
Wilson, “Tanrı evrensel olarak yapmak istediklerini devlet eliyle yapar”, derdi. Ona göre
devlet, Tanrı krallığına hizmet ederdi, Tanrının kutsal kılıcıydı, insan hiçbir zaman onun gücünden
kaçamazdı. Ona göre Amerika devleti Tanrının elinde bir araçtı. Tanrının planını gerçekleştirmek için
de Hıristiyanlığın iktidarını güçlendirmek gerekirdi. Sosyalist Mussolini, 1919 yılında yayınlanmış olan
bir yazısında onu şöyle göklere çıkartıyor17: “Wilson imparatorluğunun sınırları yok, çünkü o,
toprakları ya da bölgeleri yönetmiyor. O daha ziyade küresel ya da dünyevi sınırları olmayan insan
ruhunun ihtiyaçlarını, umutlarını ve inancını yönetiyor.” Bertrand Russell, dinle iktidar arasındaki
ilişkiyi şöyle ifade etmiştir18: “Din, pek çok biçimiyle, tanrıların iktidarın tarafında oldukları inancı
şeklinde tanımlanabilir.” Yirmi birinci yüzyılda bile, politikayı buna göre yürütmeye çalışanların
güçlenmekte olduğunu görüyoruz.
Wilson’un temsil ettiği ilericiler sosyal Darwinciydi19. Irk ıslahına inanıyorlardı20. Devletin, iyi
bir planlama yaparak saf ırka dayalı bir toplum inşa etmesini istiyorlardı. Bilindiği gibi, bunlar Hitler’in
savunduğu fikirler olarak bilinir. Oysa Hitler bunları Amerikan ilericilerinden öğrenmiştir. Irk ıslahı
konusunda Amerika’da yapılan çalışmaları, Amerikan Kalıtımla Islah Derneği başkanına bir mektup
yazarak istemiş ve gelen raporlar doğrultusunda kendi programını biçimlendirmiştir. Hitler, Yahudileri
kamplara toplamadan önce yüz binden fazla insanı kısırlaştırmıştı ve Amerikalılardan da yoğun alkış
almıştı. Üstelik bu pek yüksek bir sayı değildir; çünkü Amerika’da 10 milyona varan sayıda insanın
kısırlaştırılmasıyla ilgili bir program yürütülüyordu. (Bu konuları Arsızlık ve Kültür/Batının Kültürü Dış
Politikasını Nasıl Yönlendiriyor? adlı kitabımızda kapsamlı olarak inceledik.)
Almanya’da yürütülen sözde bilim olan ırkçılık, Amerikan tecrübeleri ve kuramları üzerine
temellendirilmişti. Sözde bilimsel anlayışa göre, eğer nüfusa bilim insanları müdahale etmezlerse, bu
takdirde toplum yanlış insanların egemenliğine düşebilirdi. Oysa ne yapıp etmeli ve üstün ırk olan
Arilerin topluma egemen olmasının önündeki engeller kaldırılmalıydı. Bu anlayış, ilericiliğin en önemli
argümanıdır ve bundan, çok fazla sayıda mazlum insan zarar görmüştür. Yukarıda sözünü ettiğimiz
Liberal Faşizm adlı eserinde Jonah Goldberg, 20. yüzyılın başında ortaya çıkan faşist hareketin,
“okyanus ötesinde” gelişen bir olgu olduğunu örnekleri ve belgeleriyle kanıtlamaktadır.
İlerici entelektüellere göre, uluslar, yenilikçi bilim insanları ve sosyal planlamacılar tarafından
yönetilmesi ve yönlendirilmesi gereken varlıklardı. İlericilerin önde gideni olan Bernard Shaw, “tek
temel ve mümkün olan sosyalizm, seçkin insan türünün sosyalleşmesidir”, derdi. Genetiği güçlü ve
soylu erkek yetiştirecek bir haraya ihtiyaç olduğu fikrini ortaya atan da Bernard Shaw’dır.
Wilson’a göre, “İlerici Irklar” gelişmiş hükümet sistemleriyle yönetilmeyi hak ediyordu; buna
karşılık gelişmemiş uluslar, geçerli ilerici ruha sahip olmadıkları için otoriter bir hükümete ihtiyaç
duyarlar. Bunlar Filipinler’in 21 ve Porto Rico’nun22 sömürgeleştirilmesi için aklama aracı olarak
kullanılan sözlerdir ki, günümüzde liberal demokrasiden söz ederken monarşilerin ve diktatörlerin el
üstünde tutulması, semirtilip desteklenmesinde aklama aracı olarak kullanılır. Çelişik görüntünün
aslında kendi içinde tutarlı olduğunu bu argümanla açıklarlar.
Özetlersek, 20. yüzyıla damga vuran Lenin, Mussolini, Stalin, Hitler ve Wilson hepsi birbirinden
etkilenmiş olan ve aynı zamanda birbirlerine örnek olan, faşizmin yollarını döşeyen siyasi çılgınlardı. Hepsinin
ilham kaynağı aynı entelektüellerdi. Bunların biri yukarıda sözünü ettiğimiz Darwin’di. Diğer ilham kaynakları
olan Nietzsche, özellikle geçmişten gelen kültür değerlerini küçük görmelerinde ve ırk ıslahı uygulamalarında
ortak referanslarıdır. Henüz 1880’de şöyle yazmış Nietzsche23: “Eğitim kötülerin, kusurluların, yozlaşmışların
yok edilmeleri yönünde olmalıdır.” Ona göre, ırkın bozulmaması için üreme iradesi bireylerin elinden alınmak
zorundaydı. Bunun yanında, “bazı insan türlerinin yok edilmesi” fikrini açıkça ifade eden de kendisidir. Bu
düşünceler önce Amerika’da uygulanmaya konmuş, “yaşaması gereksiz olan insanlar”dan sanki bilimsel bir
gerçekmiş gibi söz edilebilmiştir. Aslında İngiltere’de ve Almanya’da ortaya çıkan söz konusu yoz fikirler
Amerika’nın politik ortamında katalizör işlevi gördükten sonra Hitler tarafından Almanya’ya ithal edilmiştir.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
7 7
“Zorunlu kısırlaştırma” uygulaması başlatılmış ve ardından da bazı ırkları yok etmek için harekete geçilmiştir.
Bu uygulamanın mağduru Çingeneler ve Yahudilerdir. Yahudilerin, faşizmin iktidarına hem İtalya’da hem de
Wilson Amerika’sında önemli katkılar yaptığı biliniyor. Ama Çingeneler tamamen masumdular, kendi
hayatlarını yaşıyorlardı, neler döndüğünden bile haberli değildiler belki. Günümüzde Yahudilerin soykırımdan
söz ederken Çingeneleri anmamasında ırkçı bir kültürden gelmiş olmaları gerçeği yatar.
Dünyanın gerçekte nasıl bir politik doktrine göre yönetilmekte olduğuna ışık tutabilecek gerçekler
kamuoyu tarafından bilinmez. Her şey gibi eğitim de ABD güdümlü olarak ayarlı görünmektedir. Mesela
Almanların SS’lerinden söz edilir ama Amerika’nın CCC’leri ve KKK örgütünden hiç söz edilmez. İşte
bu, propaganda megafonunun kimin elinde olduğunun belirlediği tipten bir “bile bile yanlış
bilgilendirme”, yani manipülasyondur. Nitekim ABD’nin demokrasi havarisi küresel işbirlikçileri SS’lere
veryansın ederler ama CCC’leri ve KKK’ları ağızlarına bile almazlar. Öyle yanlı bir eğitim almışlardır ki
bunların ne olduğunu bilmezler bile.
Üçüncü olarak ortak ilham kaynağı olan Hegel’e değineceğiz. Hegel, Tanrı-devletten söz
ederdi. Ona göre, tarih zaman içinde bir açılım sürecidir ve bu sürecin motoru da devlettir. Tarih
Felsefesi adlı kitabında şöyle yazmıştır: “Devlet gerçek anlamda var olan, idrak edilmiş olan moral
hayattır… dünyada var olan şekliyle kutsal fikirdir. İnsanoğlunun sahip olduğu her şeye değer; insan
tüm ruhsal gerçekliğe devlet kanalıyla sahip olur… devletin zaman içindeki hareketi Tanrının dünya
üzerindeki yürüyüşüdür”24.
Dikkat edilirse, Hegel’in kutsadığı devlet, 21. yüzyılda George W. Bush’un Evangelish+ projeleri
içinde yaşatılmakta olan devlet anlayışıdır. Öyle geçmişte kalan, şimdi terk edilmiş bir anlayış değildir. Bu
dala konan kimseler için zamanla aydınlanmış, eski fikirlerinden arınmış falan denemez. Bu fikirler, küresel
güçlerin beslenme biçimidir. Aynı şey, bunların rahle-i tedrisinden geçen herkes için geçerlidir. Siz
bakmayın ulus-devlet çöktü diyenlerin yaydığı fesada. Öldürülmek istenen “geçerli ilerici ruha sahip
olmayan ulusların” devletidir. Arilerin devletleri güçlendirilmesi gereken Tanrı-devletlerdir. Tanrının
yeryüzündeki egemenliğini korumak için Arileri güçlendirmek ve onlar aracılığıyla diğerlerinin devletlerini
bir bir ortadan kaldırmak, diğer halkları Tanrı-devletin yedeğine almak gerekir. Çevremize dikkatle
bakarsak, bu amaçla kimleri kullanmakta olduklarını hemen görmek mümkün olur.
Çarpık fikirlerin derinliğini göstermesi bakımından şu hususun da altını çizmek gerekir:
Küresel egemenlere göre, “her terörist, terörist değildir”, bazı teröristler yok edilmesi gereken
teröristlerdir ama bazıları özgürlük savaşçısıdır25.
George W. Bush, 40 yaşına kadar alkol bağımlısı bir kişiydi. Genel kültürü de buna bağlı olarak
neredeyse sıfır düzeyindeydi. Hayatında kitapla pek işi olmamıştı. Babasının sırtından geçinen tam bir
eyyam adamıydı. Bu adam başkan olunca, “Allah’ın kelamını” getirdiğini söyledi, “kutsal bir görev
aldığından” söz ederek işe başladı26. Bu söylemlerinde yalnız da değildir. Ona tembihlenmiş olan sözleri
konuşmaktadır. Nitekim Pentagon’daki bazı generaller onun bu hezeyanlarını destekleyen demeçler
vermekten çekinmemişlerdir.
Çok değil, 2009 yılına kadar, kendilerini dünyayı yönetmekle görevli sayan Evangelish’lerin söz
konusu sahte peygamberi dünyaya kendi anlayışına göre biçim vermeye çalışıyordu. Bu adam, “Haçlı
Seferleri başlıyor”, diyen son ABD başkanıdır. Ondan sonra Yahudi-Hıristiyan-Müslüman kırması olarak
sunulan Barack Hüseyin Obama başa geçti. Son başkan “İbrahimi dinler”in neredeyse hepsine birden
mensup bir örnek olarak sunuluyor. Ondan önceki söylemler de böyle değil miydi? Yahudiler ve Protestanlar,
+ Evangelishler, İncil ve Tevrat karışımından yola çıkarlar. Onlara göre, Tanrı tüm insanları aynı şekilde yaratmamıştır. İnsanları iki kategoriye ayırır; Yahudiler ve Yahudi olmayanlar. Tanrının bir dünyevi bir de dünyevi olmayan planı vardır. Dünyevi olan Yahudiler içindir. Uhrevi olan ise yeniden doğmuş (Evangelish) Protestanlar içindir. Öteki insanlar, mesela Budistler, Müslümanlar ve Evangelish olmayan Hıristiyanlar, Tanrı için önem taşımazlar.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
8 8
zaten Evangelish mezhep çerçevesinde birlikte hareket ediyorlar, ortak uluslararası siyasi projeler peşinde
koşuyorlar, dekoru tamamlamak için işbirlikçiliğe yatkın buldukları Müslümanların da yanlarına gelmesine
itiraz etmiyorlar. “Ilımlı İslam” diyerek diğerlerinden ayırmaya çalıştıkları bunlar. İslam ülkeleri soyuluyor. Ne
kadar şiddetle soyulduklarını, Batılı bankalara yatırılan hırsızlama servetleri bir bir öğreniyoruz. Haksızlığa baş
kaldıranları ise “radikal İslam” diyerek namluların, güdümlü füzelerin, fosfor bombalarının hedefine
yerleştiriyorlar. Dünyayı yöneten “faşist” güçlerin, İslamofaşist dediği, işte bu, haksızlıklara başkaldıran
insanlar. Propagandalarını Taliban’ı, Usame bin Laden’i örnek göstererek aklamaya çalışıyorlar. Oysa her ikisi
de kendi yetiştirmeleri değil miydi? Üstelik bu konuda şüpheye yer yok. Bir zamanlar onları terörist
saymıyorlar, onlarla birlikte çalışıyorlardı. Şimdi onları terk ettiler ve ılımlı İslam söylemiyle iş görmeye
çalışıyorlar. Dün dündür, bugün bugündür, oldu.
3 Amerika‟da FDR [Franklin Delano Roosevelt]
adında bir diktatör var… Roosevelt, Senato ya da Kongre
kararlarından bağımsız emirler veriyor, hareket ediyor.
Artık onunla ulus arasında bir aracı yok. Parlamento,
partiler yok; bir tek parti, bir tek güç var. Tek bir ses
aykırı sesleri susturacak.
Benito Mussolini
Şimdi bir adım daha ilerleyelim ve günümüze doğru yol alırken, ABD’de Franklin Roosevelt
döneminin politika anlayışını ve uygulamalarını gözler önüne serelim:
Mussolini’den bir yıl önce dünyaya gelen Roosevelt de Hitler de aynı yılda, 1933’de iktidara
geldiler. Jonah Goldberg, adı geçen eserinde bunun rastlantı olmadığını söylüyor. Gerçekten de
rastlantı değil, çünkü her ikisi de kendilerinden önceki dönemin yıpranmış politikalarının hazırladığı
kaygan zeminde benzer yöntemler kullanarak iktidara ulaştılar. Her ikisi de “1929 Büyük Bunalım”
döneminin türevlerinden. Roosevelt radyoyu kullanarak iktidarı yakaladı. Hitler de bunu gördü ve
hemen onu taklit etti. Hem Alman hem de İtalyan gazeteleri Roosevelt’i göklere çıkarıyordu.
Öğrencilik yılları hakkında yazan hocalarına göre Roosevelt’in “kültürü pek derin değildi”. Bir
Alman gazetesi, 1934’de onu şöyle övüyordu27: “Roosevelt, Yeni Düzen programı sayesinde ekonomik
ve sosyal politikalarında Nasyonal Sosyalist fikirlere yer vererek, daha önce önlenemeyen çılgın piyasa
spekülasyonlarına son verdi.” Görüldüğü gibi, Naziler de Faşistler de ilerici Roosevelt’i kendileri gibi
düşünen biri olarak görüyordu.
Roosevelt, politikaya “ilerici” bir eyalet senatörü olarak atıldı. Hani şu sözünü ettiğimiz iddialı
ilericilerden biriydi. Politikadaki hamisi, ırkçı kafada olan donanma bakanıydı. Wilson yönetiminde
görev yapan bu adam, savaş yanlısıydı, savaşta keramet olduğunu iddia edenlerdendi. Roosevelt’i
bakan yardımcısı yapmıştı. Wilson’dan sonra Roosevelt politikanın dışında kaldı. İki dönem sonra
seçilen Başkan Hoover onun için “bukelamun gibi adam” diyordu. Roosevelt bunu belki bir zekâ
göstergesi olarak algılamış olabilir. Çünkü arkadaşına yazdığı mektupta, bir konuşması hakkında
“sanırım sağa meyilli olduğum hakkındaki sözleri engellemek için yeterince solda kaldığım konusunda
sen de bana hak vereceksin”28, diye yazmıştı.
Jonah Goldberg, söz konusu eserinde onun hakkında şöyle bir değerlendirme yapmış: “İki
insan ya da kuruma aynı görevi verip onları birbirine karşı kışkırtmak hoşuna giderdi.” Birbirine zıt
politik önerilerle karşılaştığında kendince doğru olanı seçmeye çalışmazdı. Önündeki iki öneriyi
uzlaştıran bir üçüncü yol bulmaya çalışırdı. Tutumu aynen faşistlerin ve Nazilerin kapitalistlerle
sosyalistleri uzlaştıracak bir üçüncü yol peşinde koşmalarına benziyordu. Onun anlayışına göre,
“politikalar tavizle yürütülür”dü ve bir fikrin değerini getirdiği sonuca göre ölçerdi. Bu, bir işi doğru ya
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
9 9
da yanlış yapmaktan çok farklı bir anlayıştır.
İşte böyle bir adam olan Roosevelt, hiç de entelektüel biri olmadığı halde bir kitap yayınladı. Söz
konusu kitabında Roosevelt, “Yeni Düzen”den söz ediyor ve geleceğe dair bir çerçeve program ortaya
koyuyor. Kitabın adı da “New Deal” zaten. Kitabı kimin yazdığı da pek anlaşılamadı. Ama okuyanlar
nasyonal sosyalistlerin yazdığı kitaplardan birçok paragrafın bu kitabın içine girdiğini söylüyor. Bir
eleştirmen kitabın birçok paragrafının bir nasyonal sosyalistin kaleminden çıktığını yazmış. Hitler,
iktidarının ikinci yılında ona bir mektup yazarak, Amerikan halkını düşündüğü için onu kutlamıştır.
Yeni Düzen yıllar geçtikçe gündemden düşmedi ya da düşürülmedi. Ağızlarda sakız oldu. Şimdi
ona “Yeni Dünya Düzeni” deniyor. Hitler’in ve Mussolini’nin derin bir hayranı olan “Liberal Faşizm”in
ateşli taraftarı İngiliz sosyalisti Herbert G. Wells, yazılarında “Yeni dünya düzeninin muhtemelen en
etkili iletişim aleti”29, diyerek Roosevelt’i yere göğe koyamazdı.
Uzun zamandan beri Amerika’da güçlü bir dindar sol oluşum ortaya çıkmıştı. Bir takım
papazların bazı radyo kanallarında milyonlarca dinleyeni olmuştu. Amerika dindar solunun önderi
sayılan ve 40 milyon dinleyeni olduğu iddia edilen bir rahip, radyo konuşmalarında, “Başkan
Roosevelt’i Tanrı yönetiyor, dualarımızın cevabıdır o”30, diyordu. Söz konusu radyo, Roosevelt’in Yeni
Düzen’i tanıttığı en etkili propaganda aracı haline gelmişti. Radyolarda anlatılan Yeni Düzen’in esas
argümanları düpedüz faşizmin argümanlarıydı. Hatta bu konuşmaları hazırlayanların, Mussolini’nin ve
Nazilerin yazılı metinlerinden alabildiğine faydalanıyorlardı. Mesela Almanya’da Naziler, İtalya’da
faşistler ve ABD’de Yeni Düzenciler savaşa aynı biçimde hararetli övgüler düzerlerdi. Jonah Goldberg,
her üç ülkede de paylaşılan savaşa dair ortak değeri şöyle ifade etmiştir31: “Sosyal planlayıcılar için
savaşın çağrışım yaptığı kavram zafer ya da ölüm değil, aslında seferberliktir. Özgür toplumlar
dağınıktır, organize değillerdir. İnsanlar rahatça istediklerini yaparlar ve ekonominin bir merkezden
yönetimi söz konusu olduğunda bu durum olumsuzluklar yaratır. Savaş uygunluk ve amaç birliği
sağlar. Normal davranış kuralları askıya alınır. Bu sayede yollar, hastaneler, binalar inşa edilir. Yerel
halktan ve kurumlardan üzerlerine düşen görevleri yapmaları beklenir.”
Roosevelt yönetiminin bürokratları Wilson döneminin, ne gibi işler yaptıklarını daha önce
söylediğimiz eski bürokratlarıydı. Yeni Düzen’in en önce belirtilmesi gereken özelliği hızla
silahlanmasıdır. Savaş ekonomisi, krizden çıkışın çaresi olarak halka pazarlanmıştır. Oysa o zamanlar
Hitler aynı politikaları gütmüyordu, yoksul düşen halkının refahını artırmaya odaklanmıştı. Yeni Düzen’in
ikinci önemli özelliği, halkın askerleştirilmesi, daha doğru ifadeyle sivil görünümlü bir askeri mekanizma
aracılığıyla baskı altına alınmasıdır. Üçüncü özelliği ise devlet örgütünün askeri ilkelere göre yürür hale
getirilmesidir. İşte Nazilerin SS örgütü paralelinde CCC (Sivil Korunma Teşkilatı) örgütünün kurulmasının
amacı da budur. CCC’ye 2,5 milyon genç çağrıldı ve onlara “paramiliter” eğitim verildi. Yani askeri eğitim
verildi ama orduya bağlı değildiler, doğrudan doğruya hükümete bağlıydılar. Ordu gücü yanında polis
gücü gibi. Bunlar Birinci Dünya Savaşı’nın askeri malzemeleri giydirilmiş birliklerdi. Çadırlarda yatıp
kalkıyorlar, kışlada işler nasıl yürüyorsa bunlarda da öyle yürüyordu.
Roosevelt’in yönetim anlayışının önemli özelliklerinden biri de durmadan yalan söylemesidir.
Siyasi eylemlerin insanlığın geleceğine ağır hasar veren bu çarpıklığına daha önce değinmiştik. Yalancılık
sistematik bir uygulamaydı. Yalancılığı, halkı yönetmeyi kolaylaştıran bir imkân olarak görüyorlardı.
Nitekim Roosevelt durmadan savaş çığırtkanlığı yaparak askeri harcamaları aklamaya çalışıyordu. Bu hal,
doğal olarak, başka ülkeleri de teyakkuz durumuna sevk ediyordu. Roosevelt’in tutumu, Avrupa’da askeri
harcamaların hızla tırmandırılması sürecini başlatanın ABD olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmaz. Bir
başka deyişle, İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlıklarını tetikleyenin ABD ve onun başkanı Roosevelt olduğunu
kabul etmeleri gerekir. Bu süreçte Hitler ikinci derece bir etkendir. Silahlanma yarışında öteki rakiplerinin
hepsini birden geçmiş olması onu birincilik katına çıkarmaz.
Roosevelt’in icraatları arasında bir de başında bir general bulunan NRA (Milli İyileştirme İdaresi) örgütü var.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
10 10
Baştaki general bir demecinde şöyle diyor32: “Yeni Düzen’e uymayan Amerikalılar burunlarına bir yumruk
yiyeceklerdir.” NRA’nın simgesi olan Mavi Kartal, tüm şirketler tarafından kapılarına asılıyordu ve afişte “görevimizi
yapıyoruz” (we do our part) yazıyordu (bakınız: sayfa 3). Bu afiş vatanseverlik simgesiydi ama sıkıysalar asmasınlar,
demek daha doğrudur. Gamalı haç da Almanya’da aynı işi görüyordu. Mavi Kartal, bir pençesiyle şimşeği
yakalamış, diğer pençesinde dişli çark taşıyan bir simgedir. Nazi Kartalı ise pençelerinde gamalı haç taşımaktadır ki
gamalı haç da “görevini” istendiği gibi yapan iş yerlerinde ve kapılarda asılan bir simgedir.
Günümüzde ne zaman faşizmden söz edilse gamalı haç da hatırlatılır. Ama kimse çıkıp NRA
afişinden ve Mavi Kartal’dan söz etmez. Oysa gamalı haç artık yoktur ama “Yeni Dünya Düzeni”
söylemiyle Mavi Kartal ile simgelenen zihniyet halen küresel çapta iktidardadır. SS birlikleri 66 yıl önce
tarumar edilmiştir ama CCC’lerin her tarafa heykelleri dikilmiştir33. Üstelik bu örgütün fedailiğini
yaptığı zihniyet, ABD halkının kanını emenleri, aynı yöntemlerle küresel egemenliğe taşımaya çalışıyor.
Amerikan halkı, bu tür baskı politikalarıyla Amerikan tröstlerinin egemenliği altına sokuldu ki
söz konusu tröstler daha ince ayardan geçirilmiş aynı yöntemlerle günümüzde küresel egemenliği de ele
geçirmeye çalışıyor. Sosyo-kültürel ortamı tam tasvir etmiş olmak için şunu da eklemeyi unutmamalıyız:
CCC ve NRA Ari ırkın iktidarını kalıcılaştırmayı görev edinmişlerdi ve “yaşaması pek de gerekli
görülmeyenlerin” üstüne salınıyorlardı. Soğuk Savaş’tan sonra aynı zihniyet, bu kez, “geçerli ilerici
ruha sahip olmayan ulusların” üzerine yönlendirildi.
Soğuk Savaş döneminde ve ardından gelen yıllarda petrol ihraç eden Arap ülkelerinin hepsi bu tür
işbirlikçi diktatörlere yönettirildi. Irak, Suriye, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir onlarca yıl böyle
yönetildiler. Sonunda halk isyan etti. Bazı diktatörler kaçtı, diğerleri ise hala direniyor. Başında durduğu
ülkenin çapına göre, kimi diktatörün 5 milyar, kiminin de 50 milyar dolar çaldığı ve bu paraları yıllardan
beri Batılı bankalardaki kişisel hesaplara aktara geldiği ortaya çıktı. Bu uçuk soygunları yapabilmek için alt
kademelerde de hırsızları barındırmak gerektiğini hesap edersek, soygunun boyutları kat kat artar. Mesela
yoksul Mısır halkının, gerçekte 50 değil, 500 milyar dolarının çalındığını tahmin ediliyor. Bu paraların
hepsinin gün be gün sessiz sessiz Batıya taşındığı da işin çarpıcı diğer cephesi. Şimdi halk isyanlarda. ABD
ve orada üstlenen küresel güçler, isyancıları kendi yanına çekmek için, daha doğrusu yeni diktatörler bulup
desteklemek için her yolu deniyor. Onlar için önemli olan sorunun çözülmesi değil, zaman kazanmak.
Bu konular Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda daha geniş olarak yer verdiğimiz
konulardır. Burada sadece CİA yöneticisi Graham E. Fuller’in İslamsız Dünya adlı kitabından bir bölüm
aktarmakla yetinelim. Şöyle diyor Fuller34:
“ ’Emperyalizm’ terimi çok da yanlış sayılmaz aslında: Resmî Batı emperyalizmi tarihinin sona
ermesinden sonra bile modern çağda yeni emperyalizm biçimleri doğmuştur. Özellikle Orta Doğu’da
İngilizler, ‘bağımsızlığını’ yeni elde etmiş devletlerin çoğunun yönetimini elinde tutmak için buralara
göreve itaatkâr kişileri getiriyorlardı. Bu kişilerden ise, kendi halklarından destek görmeseler bile,
Batının ihtiyaçlarına ve önceliklerine karşılık vermeleri bekleniyordu. İran, Irak, Mısır ve Suriye’de Batı
yanlısı yöneticiler ile onların halkları arasındaki gerilimler kırılma noktasına ulaşıp bu kişilere askerî
darbelerin gerçekleştirilmesiyle devrimler yaşanmıştı. Benzer süreçler Cezayir, Libya, Tunus, Ürdün ve
Yemen’de de yaşanmıştı. O dönemden beri Arap dünyasının ve diğer bölgelerdeki liderlerin büyük
çoğunluğu Batı tarafından desteklenmekte, göreve seçimle gelmeyen bu kişiler, halkın destek
vermediği Batı yanlısı politikalar izlemekteydiler.”
Bu satırlar, tebliğimizin kaleme alındığı günlerde sürmekte olan ve “Arap Baharı” olarak
adlandırılan süreci hazırlayan gerçeklerin en yetkili ağızdan itirafı değil de nedir? Fuller’in adını andığı
ülkelerdeki Batılı efendilerine hizmet ederek iktidarda kalan liderleri ayakta tutan yasal güç, tek adam
yönetimini meşru gibi gösteren yasal düzenlemelerdir. Mesela Mısır anayasasını internet ortamında
incelemek mümkündür. Orada görülecektir ki, bu ülke, anayasa mahkemesi başkanı başta olmak
üzere bütün üst düzey yargıçları atama yetkisini elinde tutan Hüsnü Mübarek tarafından
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
11 11
yönetilmiştir. Hüsnü Mübarek, aynı şekilde, ordu komutanlarından üniversite rektörlerine, meclis
başkanından parti başkanına kadar bütün üst makamların iplerini elinde tutmaktaydı. Ama Mısır halkı
onun yönetiminden istifade edemedi. Bütün yetkisini Mısır’ı soymak için kullandığı anlaşılıyor; çünkü
Batılı bankalarda, biraz önce sözünü ettiğimiz gibi, 50 milyar dolar parası olduğu ortaya çıktı. Açıkça
anlaşıldığı gibi, Batılı ülkeler, onların çıkarlarına göre hareket eden liderlerin halkını soymasına ön
ayak olarak, açıkçası soygunu örgütleyerek iş görmektedir. Bunu sağlayan mekanizma da tek adam
yönetimini mümkün kılacak şekilde düzenlenmiş anayasadır.
Günümüzle ilgili bu kısa değerlendirmeden sonra tekrar kaldığımız yere, Roosevelt Amerika’
sına dönelim:
Yeni Düzen’in devlet memurları politikalarını benimsetebilmek için halka yoğun baskı
uygulamıştır. Mesela FBI’ın o zamanki görevi muhalif “görülenleri” derdest edip götürmekti.
Roosevelt’in militan örgütü NRA İdaresi yayınladığı bir kitapta, açık açık, Avrupa’daki oluşumlarla olan
paralelliğe vurgu yapmış ve “faşist prensipler Amerika’da gelişenlerle büyük benzerlik gösteriyor”,
diye yazmıştı. Hayrettir ki, bu kadar açık sözlülüğe rağmen, Amerika’nın yönetim anlayışının
Nazilerinki kadar acımasız bir baskıya dayandığının çok az insan farkında. Amerika’nın demokratik bir
örnek ülke olduğundan söz ediliyor. Ama halkının yarısı durumu çok iyi bildiği için sandık başına bile
gitmiyor. Hayatını bir elinde kredi kartı diğer elinde patates cipsi ile “tüketici” kalıbında sürdürüyor.
Roosevelt Yeni Düzen’i yerleştirmek adına dört kez üst üste başkan seçilmiştir. Eğer İkinci Dünya
Savaşı’nın sonlarında ölmeseydi (Nisan 1945), kendi kurduğu, aldatmaya ve yalana dayalı sistem sayesinde
belki defalarca seçilecekti. Ama gelen gideni arattı, demek durumundayız. Çünkü o ölünce yerine Truman
geçti. Bu adam KKK örgütünün üyesiydi. Yani Ku Klux Klan örgütünün35. Yeryüzünde atom bombası atarak
kitle imha çağını açan bu adamın kimliği üzerinde de durmak gerekir:
Truman Soğuk Savaşı başlatan, İsrail devletinin kurulmasını devlet protokol geleneklerine
uymadan tek başına, de facto olarak tanıyan, insanların üzerine atom bombası atılmasına ilk onay veren
(ve tek onay veren) kişidir. Soğuk Savaş döneminin bütün kötülüklerinin arkasında bu adam vardır.
Truman ABD senatosuna ilk kez 1935 yılında girdi. O zamanlar onu, “bir sahtekârın kuklası”
olarak görüyorlardı. Tom Pendergast adlı şaibeli bir kişinin desteğiyle seçilmişti. Bu kişinin adamları
belediye seçimleri sırasında sandık başında dört kişiyi öldürmüş, daha sonra siyaset kulislerinde ismi
dolaşan hiç kimse bu adamın desteğini kabul etmeye yanaşmamıştı. İşte Truman, bu kişinin böylesine
sıkıntılar yaşarken sahneye çıkardığı politikacıdır. Truman, 1926’da, aynı kişinin desteğiyle Jackson il
mahkemesine baş yargıç seçilmişti. Pendergast, bu süre zarfında eyalet çapında güç kazanmış ve
diktatörce bir egemenlik kurmuştu36. Böyle bir maziye rağmen Truman, senatoya girebilmiş ve hatta
Ulusal Savunma Araştırmaları Komitesi başkanlığına kadar yükselmiştir. Demek ki Roosevelt’in
silahlanma programında onun gözüne girmiş veya girmek için ne gerekirse yapmış görünmektedir.
Nitekim bir sonraki adımda Roosevelt’in yardımcılığına getirilmiştir.
Truman’ın başkan yardımcılığı görevi sadece 82 gün sürdü. Bu sırada Roosevelt ile yalnız iki
kez görüşebildi. Olacak bu ya! Roosevelt 12 Nisan 1945’de öldü ve başkanlık Truman’a kaldı.
Roosevelt’in hayatının son üç ayında nasıl sağlık sorunları yaşadığı hakkında herhangi bir bilgiye
ulaşmamız mümkün olmadı. Ancak yanılma payını da hesap ederek, sağlık durumunun hızla
bozulması üzerine, onu iktidara getiren güçlerin, kendi emelleri açısından başkanlık makamını Truman
gibi biriyle yedeklediklerini düşünüyoruz. Ayrıca Truman’ın milyonlarca etkili üyesi olan Ku Klux Klan
(KKK) örgütü ile olan yakınlığı da biliniyor. Söz konusu örgütün önde gelenlerinin Altın Çember
Şövalyeleri adlı mason locasının üyeleri olduğu da biliniyor. Yani Truman’ın, “yaşaması pek de gerekli
olmayanlar”a ne yapılması gerektiği hakkında önceden edindiği bir görüşü, yüklendiği bir misyonu
vardı. Nitekim atom bombası da Ari ırkın değil, sarı ırkın yani Amerika’nın Pasifik kıyılarındaki nüfus
bünyesinde ağırlıkları hızla artmakta olan sarı ırkın topraklarına atılmıştır.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
12 12
Japonlar Pasifik’te Amerika’nın en güçlü rakibiydiler37. Eğer tam anlamıyla teslim alınamazlarsa
Amerika, doğusuyla batısı arasında büyük gelişme farkları olan bir yana sarı ırkın, diğer yana Ari ırkın
–ama siyahların yoğun nüfus baskısı altında bir Ari ırkın- egemenliği altında kalacaktı. Bu yüzden
Amerika’da Katılım Islah ideologlarının, Ari ırkın üstünlüğünün kaçınılmazlığına inananların, yaşaması
gerekmeyenlerin öldürülebileceğine aklı yatan ahlaksızların ağır basması yüzünden iki atom bombası
Japonların üzerine atıldı. Atom bombasının atılışıyla ilgili olarak yayınlanan eserlerde durumun doğru
değerlendirilmediğini düşünüyoruz.
Truman, Roosevelt’in ölümünün ardından başkanlık makamına kurulduktan sonra yapılan ilk
seçimi kazandı. Dünyanın bugünkü siyasi yapılanması bakımından taşıdığı büyük önem dolayısıyla bu
nokta üzerinde de durmak istiyoruz.
Seçimler yaklaşırken, Demokrat Parti yönetimi, Truman gibi düşük profil çizen bir adayla seçim
kazanılamayacağını düşünüyordu. Bunun için ondan seçimlerden çekilmesini istemişlerdi. Buna rağmen ne
dolap döndüyse partisinden aday gösterildi. Demokrat Parti’den adaylığı kesinleştikten sonraki ilk önemli
icraatı İsrail’in adeta gecekondu gibi ortaya çıkan kuruluşunu tanımasıdır. Bu olay, Truman’ın Ku Klux Klan
masonları ve Roosevelt’in Yeni Düzen ideologları yanında Musevi bağlantılarının da araştırılmasını gerektirir.
Truman’ın 1920’lerde bir tuhafiye mağazası vardı. Ortağı olan Ed Jakopson, güçlü Siyonist
görüşleri olan bir Yahudi idi. Bunun yanında, Amerikan Yahudi lobisinin Truman’ın seçim kampanyasına
seçimi kaybetmesinin neredeyse kesin sayıldığı bir sırada katıldığı da biliniyor. Truman, Yahudilerden önce
200 bin dolar istemiştir. Yahudiler “düdüklü tren kampanyası” düzenleyerek onun seçim kampanyasına
katıldılar. Tren her durduğu yerde yerel Yahudi önderleri tarafından karşılanıyor ve “mali ikmal”
yapıyorlardı. O sıralarda Amerikan iş çevrelerinde Truman’ın kazanacağına inanan kimse yoktu. Mesela bir
radyo konuşması için kendisinden istenen 60 bin doları bulamadığı, durumu öğrenen lobinin parayı
hemen gönderdiği biliniyor. Bugün Truman’ın seçim zaferinin tamamen Yahudilerin eseri olduğu
konusunda görüş birliği vardır. İsrail’i tanımış ve Yahudi lobisi varını yoğunu ortaya koyarak seçimi
kazanmasını sağlamıştır. Truman’ın seçimi kıl payı kazandığını da bu arada belirtmiş olalım.
Söz konusu başkanın tam adı Harry S. Truman’dır. Orta adı yerine konulan S’nin ne anlama
geldiği tartışmalıdır. 1995 Dünya Almanac’ında bu adın Shippe ya da Solomon olduğu ifade
edilmiştir38. Eğer Solomon ise anlamını herkes bilir. Ailesi bu adın Shippe olduğunu savunuyor.
Solomon olamayacağından söz eden kimse yok. Konunun üzerine gidilmemiş olmasına bakılırsa
soyunda Musevi bağlantılar olduğu gibi bir ihtimal de beliriyor.
İsrail’in tanınmasının ve Truman yeniden seçilmesinin ardından Soğuk Savaş başlatıldı.
Silahlanma yarışı giderek hızlandı. Yeni dönemin politikaları dört kez üst üste seçim kazanan
Roosevelt’in Yeni Düzen ideolojisi çerçevesinde oluşturulan ve uygulamaya sokulan, zaten ülkeye
iyice yerleştirilmiş olan politikalardı. Yeni dönemde eskiye göre fazladan olarak Yahudi lobisinin ön
almasını da burada dikkate almak gerekir. Bütün bu sıraladığımız nedenler sonucunda Orta Doğu kan
gölüne döndü. Olayların bu cephesini, Soğuk Savaşı Gözetlerken adlı kitabımızda inceledik. Söz
konusu kitapta Soğuk Savaş’ın 2000 yılına kadar olan seyrini görmek mümkündür.
4 Amerikan refah devleti, başından itibaren büyük ölçüde kalıtımla
ıslah projesine bağlıydı. Refah devleti sosyalizminin ilerici mimarları, modern
liberallerin yapacağı gibi, zayıfları kapitalizmin vahşetinden korumakla değil,
zayıfları ve uygun olmayanları ayıklayarak, Amerikan toplumunun Anglo-
Sakson karakterini muhafaza etmek ve güçlendirmekle ilgiliydi.
Jonah Goldberg, Liberal Faşizm adlı eserinden39
Tebliğimizin bu bölümüne birkaç sayfa önce bahsi geçen ilericilik deyimi ile başlayalım.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
13 13
Felsefe Ansiklopedisi, ilericiliği, “toplumun gelişimsel evrimine ve ileriye doğru yenileşmesine
katkıda bulunma” olarak tanımlıyor ve “ilerlemeden yanalığı” dile getirdiğini söylüyor. Aynı kaynakta,
“belli bir anlamında” solculuk deyiminin anlamdaşı olduğu da belirtiliyor40. Jonah Goldberg de söz
konusu kitabında faşizmin hem liberaller hem de solcular tarafından ilerici bir hareket olarak
görüldüğünü söylüyor41. Eğer Yahudi katliamı olmasaydı, savaştan sonra ilericiliğin ideolojisi olarak
faşizm belki siyasi doktrinlerin merkezine kurulurdu. Faşist-Nazist ülkeler savaşı kaybedince, Batılı
entelektüeller faşizm deyimini kendi gündemlerinden düşürdüler. Peki, içeriği ne oldu? Yanlışlığı
anlaşılıp terk edilmedi. İmajı bozulduğu için sadece adı terk edildi ve içeriği piyasaya yeni sürülen cilalı
söylemlerin satır aralarına serpiştirildi ve yoluna devam etti. Daha önce “devlet düzeni için Nazi
diktatörlüğü gereklidir”, diyenler kendilerini aynı zamanda ilerici olarak tanımlayan kimselerdi. Faşizm
deyimini kendilerine yakıştırdıkları deyim olarak terk ettiler ama ilericilik yoluna devam etti. O kadar
tozpembe imajı vardı ki kimse onu da rafa kaldırmaya razı olmadı.
Bizim dikkat çekmek istediğimiz önemli bir husus da şudur: İlericilik, Türkiye’de de etrafa yaydığı
hoş kokular sayesinde tutunmuş bir söylemdir. Yukarıda yer verdiğimiz felsefe ansiklopedisinde yer alan
tanımlama bizim entelektüelimize pek cazip gelmiş ve sırf bu yüzden dillerden düşmez olmuştur. Kimse
sözcüğün Batıdaki içeriği üzerinde düşünmemiş, hatta işin bu yönü pek merak dahi edilmemiştir.
Batıdan tercüme edilen kitaplarda geçen, aslında çirkin bir geçmişi, insanlık namına kabul edilemez
plan ve programları olan bu deyim, Türkçeye çevrilirken, sanki bizim kendi kendimize yüklediğimiz
olumlu anlamı ifade ediyormuş sanılarak, “progressivizm” görülen yere “ilericilik” yazılarak bize
aktarılmıştır. Böylece bizim entelektüelimiz, Batılıların propaganda lokomotifine arka vagon olarak
eklenmekten başka bir şey olamamış, bir değer ifade edememiştir.
Elbette ki, biz de ilericilik deyimini kullanabilirdik ve ona esaslı bir de tanım getirebilirdik.
Buna hakkımız da vardı. Ama aynı deyimin Batıdaki karşılığı olduğunu sandığımız şeyin içyüzünü
merak edip araştırmalıydık. Böyle yapmadık. Çünkü neyin doğru ve neyin yanlış olduğu bizzat bizim
entelektüelimiz tarafından araştırılmadı. Batılı propagandacılar tarafından hazırlanmış propaganda
paketçikleri halinde bizim entelektüelimizin önüne, beslenme çantası gibi kondu. Yüzeyselliğimiz
burada da bize çok büyük kötülük yaptı. Kolaycı entelektüellerimiz metal hurufatla önlerine konmuş
metinlerin yanlış, hatta kötü niyetli olabileceğini aklına getiremedi. “İşbirlikçi tedariki peşinde koşan”
Batılı örgütlerin oyunlarına geldiler. İşte böyle böyle, kendi arasında görüş birliği oluşturamayan,
durmadan geçmişi tartışan yırtık bir kültürel ortam inşa ettik. Yirmi birinci yüzyıla bu ortamda
boğulmuş vaziyette girdik.
Yeni Dünya Düzeni deyimi de böyledir.
5 Kalıtımla ıslah yöntemi, sosyolojinin en
önemli, belirgin ve de gerçekçi dalıdır.
Liberal ekonominin duayeni sayılan John M. Keynes
Yeni Dünya Düzeni’ne başlangıç aşamalarında ilham veren güç, Birinci Dünya Savaşı
ortamında Wilson yönetiminin düşünce, söylem ve uygulamalarıydı. Faşist ve Nazist düşünce ve
uygulamalar, Amerika’nın Yeni Düzen anlayışına yandan kanıt olarak gösterilen ikinci derece
örneklerdi. Diğer yandan Hitler, iktidara gelmek için verdiği mücadelede Wilson’lu yılların Amerika’
sındaki “savaş sosyalizmi”ni Almanya’da hayata geçireceklerini vaat ediyordu. Almanya’dan bu sesler
yükseldikçe Amerikalı liberaller gururlanıyor ve Almanları “kalpten” alkışlıyordu. Amerikan halkına
dönerek Hitlerin yaptığı çıkışları anlatıyor, Almanya’da taklit edilmelerini, ne kadar haklı, ne kadar
doğru yolda olduklarının yeni kanıtları olarak sunuyordu.
O günlerin politika ikliminde göklere çıkarılan totalitarizm idi. Bu deyimin ilk dillendirildiği yer
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
14 14
ABD idi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya ve Almanya da bu tecrübeyi örnek aldı ve bu yolda
cesaretlendi. Halkı da yanına çekti; çünkü halk Amerika’daki hızlı kalkınma ortamına imreniyordu.
Mussolini, bir totaliter devlet tanımı yaptı. Buna göre, totaliter devlet, herkesin ait olduğu, kabul
gördüğü, dışlanmadığı, korunduğu, bakıldığı, her şeyin devlet içinde olduğu bir sistemdi. Dikkat
edilirse, tanımın içinde demokrasi veya ifade özgürlüğü olarak nitelenebilecek bir söze yer yoktur.
Çünkü totalitarizmle birlikte diktatörlük de ortaya çıkar. Diktatörlük demek, tüm yörütme gücünü tek
elde toplamak demektir42. Bu haliyle de demokrasiye karşı olarak ileri sürülmüş bir deyimdir.
Bu siyasi sistemin işlemesinde, her şey, her türlü plan ve program “uzmanlar” tarafından
yapılacaktı. 1930’lu yılların başlarına kadar diktatör dendiğinde pek de iyi şeyler akla gelmiyordu. Ama
Roosevelt başkanlık seçimlerini kazanınca diktatörlük ilan etmesini isteyen gazeteciler ve sözde bilim
insanları ortaya çıkmıştı. Bunlar, Eski Roma’da olağanüstü hallerde tüm yönetim yetkilerinin altı ay süreyle
bir kişiye verilerek krizlerin aşıldığını söylüyorlardı. Onlara göre, Yeni Düzen’i oturtmak için diktatörlere
ihtiyaç vardı ve halk katındaki gelişmeler sıkı denetim altına alınmalıydı. Ne var ki, teklif edilen diktatörlük
öyle altı aylık falan değildi, sınırsızdı. Nitekim 16 yıl boyunca da örtük biçimde uygulandı.
Entelektüel taifesinin bu gibi telkinleriyle sağlanan aklamacı fikirlerle, Wilson devrinde de
Roosevelt devrinde de muhalif fikirlerini serbestçe ifade etmeye “yeltenen” entelektüeller ve politikacılar
gözetlendi, telefonları dinlendi, sıkıştırıldılar, rahatsız edildiler, ürkütüldüler, korkutuldular ve içlerinden
pek çoğu çeşitli bahanelerle hapse atıldı. Fikirlerin serbestçe yeşermesi için kurulduğu sanılan
üniversiteler iktidarın tam denetimi altına alındı. Bilim insanlarından meslektaşlarının “aykırı”
faaliyetlerini ihbar etmeleri istendi. Wilson, bu gibi amaçlarla halkın arasına 100 bin ajan salmıştı.
Roosevelt döneminde bunlar yeni iktidar saflarına da sızdılar ve üstelik sayıları 2,5 milyona ulaştı.
Rejim karşıtı olarak görülenleri korkutmak ve gerektiğinde dövmek için yetkilendirildiler. Basın, yalaka
gazetecilerin kazanç cenneti haline getirildi. Sanatçılar, yazarlar, bilim insanları Yeni Düzen
propagandalarına destek olmaları için zorladılar. Pek çoğu da fırsatı değerlendirmek amacıyla, bu işte
kişisel çıkar umarak gönüllü oldu.
Güncel değeri dolayısıyla şu telefon dinlemeleri üzerinde de birkaç cümleyle duralım: Muhalif
politikacılar ve halk üzerinde baskı rejimi kuran Wilson’dur ve Demokrat Partilidir. Onun
yöntemlerinden biri, yukarıda da belirtildiği gibi, halkın arasına saldığı 100 bin kişiyle muhalifleri
ezmekti. Daha sonra üç dönem Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayları seçimleri kazandı ve ardından
Roosevelt 1933’de Demokrat Parti adayı olarak seçildi. On iki yıl sonra Demokratlar tekrar başa
geçince demokrat bir düzen kurulmadı. Tersine halkı baskı altına alan ve denetleyen paramiliter
güçlerin sayısı 25 kat artırıldı. Telefon dinleme konusunda teknoloji epey ilerlemişti, bu fırsatla konu
yeniden gündeme geldi ve üstelik yaygınlaştırıldı. Salgın hastalık gibi, daha sonra gelen başkanlar da
bu yolu takip ettiler. Sonunda işin foyası çıktı. Cumhuriyetçi Parti’den seçilen Nikson’un adamları
Demokrat Parti’nin seçim bürosuna gizlice mikrofon yerleştirirken yakalandılar (1972). Watergate
Skandalı olarak tarihe geçen bu olayın tartışmaları 2 yıl sürdü. Tartışmalar bir türlü sona erdirilemeyince
Nikson istifa eden ilk başkan olma unvanını kazandı ama ABD girdiği bu yoldan yine vazgeçmedi. Uzaya
son derece gelişmiş bir uydu göndererek yeryüzünde yapılan bütün telefon konuşmalarını dinlemeye
başladı. Yirmi birinci yüzyılda çeşitli medya kuruluşlarında ve internette yayınlanan çeşitli telefon
konuşmalarının kaydını tutan gizli failler, aslında herkesin gözü önünde duran kimselerdir. Böyle bir yola
girecekleri yıllar önce Bilim ve Teknik Dergisi’nde manşet olmuş bir konudur.
ABD’de başlayan faşizmin, ilericiliğin, liberalizmin, Tanrı devletin, Yeni Düzen’in ve Büyük
Toplum idealinin geçmişini, kökenlerini, ilham kaynaklarını ve çeşitli siyaset okullarının birbiriyle olan
akrabalığının derecesini bu tebliğimizde kısaca özetledik. Daha önce yayınladığımız Kurtla Yiyip
Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda da Yeni Dünya Düzeni’nin küresel yapısını, örgütlenmesini, arka
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
15 15
planda hiçbir zaman halktan oy istememiş olan gerçek lider kadrosunu ele almış, sinema, üniversite,
medya, edebiyat, resim ve plastik sanatlar alanında işbirlikçi devşirme yol ve yöntemlerini, Soğuk
Savaş döneminin küreselleşme uygulamalarını anlatmıştık. Bu bakımdan bu tebliğimizi daha fazla
uzatmadan, söz konusu kitabımıza yeni bir ön yazı ilavesi olarak değerlendiriyoruz.
Tebliğimiz, esas itibariyle, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ortaya çıkan egemen zihniyeti tanıtmak
için kaleme alınmıştır. Bir anlamda söz konusu kitabımızın eksiğini tamamladığımızı umuyoruz.
Son olarak şunu da ifade etmek istiyoruz:
Bu tebliğ, Türk entelektüellerinin Batıdan gelen propaganda broşürlerinden edinilmiş
izlenimlerle oluşmuş mitler aracılığıyla kamplara ayrılmasının ne kadar yersiz ve tutarsız olduğunu da
göstermektedir. Batı dünyasının kendine özgü sosyo-kültürel gerçekleri çerçevesinde bir anlamı, bir
temeli olan bir takım tartışmalar tercüme kitaplar aracılığıyla bizim gündemimize de taşındı. Oysa
Batıda bir anlamı olan söz konusu fikir cereyanlarının bizim ülkemizin gerçeğiyle ne kadar
örtüştüğünün değerlendirilmesini çoktan yapmamız gerekirdi.
Geçmişi bir kenara koyarak, gelecek adına da bir şey söylemek gerekiyor:
Türk entelektüelleri, bizi fikir kısırlığına düşüren nedenleri ortadan kaldırmak, düşünce
önündeki sanal engelleri aşmak zorundadır. Hem Türkiye hem de dünya, mazlum milletlerin davasına
kafa yoracak entelektüel çabalara ihtiyaç göstermektedir. Bunun Batı dünyasının içinden çıkacağını
ummak beyhudedir. Türk aydını fikir adına oraya buraya saçılan her şeyi yeniden gözden geçirip,
düşünme sanatının olmazsa olmaz inceliklerine riayet ederek, bu onurlu göreve talip olmalıdır.
NOTLAR 1 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 9
2 İngiliz edebiyatçısı George Orwell (1903-1950), 1949 yılında yayınladığı, asıl adı “Avrupa’da Son Adam” olan ve yayıncı şirket tarafından ilginç olsun diye 1984 adıyla piyasaya sürülen romanında tek parti yönetimindeki bir ülkede halkın propaganda ve beyin yıkama yöntemleriyle manipüle edilmesini anlatmaktadır.
3 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 10
4 Önemli Marksist teorisyenlerden biri olan Lev Troçki (1879-1940), Kızılordu’nun kurucusu ve komutanıydı. Bir anlamda Bolşevik İhtilali’ni sonuca götüren kişidir. Buna rağmen faşistlik suçlamasıyla damgalanmıştır.
5 İbrahim Okur, İkinci Binyılın Muhasebesi, 2. Cilt, 34, 35 ve 36. bölümler
6 Anarşizm, bir kurum olarak devlete düşman olan ve devletin görüldüğü yerde derhal yıkılması gerektiğini öne süren öğretinin genel adıdır. İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 34. Bölümünde incelenmiştir.
7 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 33
8 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 33
9 Duçe, eskiden Venedik ve Ceneviz cumhurbaşkanlarına verilen isimdi. Sözlüklerde, lider, şef, komutan ve diktatör anlamlarını dile getirdiği de belirtilmektedir.
10 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 78
11 Klostrofobi, kişinin küçük ve kapalı yerlerde boğuluyormuş veya kapana kısılmış hissine kapılması anlamına gelir.
12 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 77
13 Mainkampf (Mein Kampf), Hitler’in Nasyonal sosyalist fikirlerini açıkladığı kitaptır. Cezaevinde yakın arkadaşı ve daha sonra partide Hitler’den sonra gelen ikinci adam olan Rudolf Hess tarafından kaleme alınmıştır.
14 Nihlizm, Latincede hiçlik anlamını dile getirir. Her türlü kültür değerinin toptan reddini esas alır. Konu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 18. Bölümünde ortaya çıkış nedenleriyle birlikte incelenmiştir.
15 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 66
16 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 89
17 Jonah Goldberg, a. g. e., sayfa 226
18 Graham E. Fuller, İslamsız Dünya, Profil Yayınları, 2010, sayfa 53
19 Sosyal Darwinizm konusu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 27. bölümünde incelenmiştir.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com
16 16
20
Irk ıslahı konusu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 26. bölümünde incelenmiştir. 21
Filipinler İspanyol sömürgesiyken, kararlı biçimde bağımsızlık mücadelesi vermiş ve ABD desteğiyle İspanyolları kovmuş, buna karşılık, bağımsızlık ilan edince ABD bağımsızlığını tanımamıştır. Oysa Filipinliler tam bağımsızlıktan başka bir idare şekline razı değildi. Bunun üzerine ABD, ülkedeki konumunu aklamak için, metinde sözünü ettiğimiz ırkçı-ilerici politikalarına sarıldı ve “tam bağımsızlığı ve kendi kendine yönetmeyi gerçekleştirebilecek düzeye gelinceye kadar Filipinlileri eğitmek” üzere sömürgeleştirdiğini ilan etti. İlk iş olarak Federal Parti adıyla kendi güdümlerinde bir parti kurdular. Ama seçimleri Milliyetçi Parti kazandı (1907). Federal Parti adını değiştirdi ve İlerlemeci Parti adını aldı. Daha sonra da ismini bir kez saha değiştirerek Demokrat Parti adını aldı. Wilson yönetimi, Filipinli milliyetçilere karşı sözünü ettiğimiz söylemlerini aklama aracı olarak kullanarak yoğun biçimde işbirlikçilerini cesaretlendirerek mücadele etti.
22 Porto Rico, Florida açıklarında ABD’ye bağlı özerk bir ada devletidir. İspanyol sömürgesiyken, İspanya-ABD Savaşı’ndan sonra ABD’ye bırakılmıştır.
23 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 273
24 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 224
25 Kemal Akmaral, Ben Bush Evangelish Bush, Şimdi Kitap Kültür Sanat, 2005, sayfa 74
26 Kemal Akmaral, Ben Bush Evangelish Bush, Şimdi Kitap Kültür Sanat, 2005, sayfa 13/41
27 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 152
28 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 134
29 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 141
30 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 146
31 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 154
32 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 158
33 http://en.wikipedia.org/wiki/File:CCCWorkerStatueSantaFeNM.JPG
34 Graham E. Fuller, İslamsız Dünya, Profil yayınları, 2. Baskı, 2010, sayfa 271
35 Ku Klux Klan örgütü, Amerikan İç Savaşı’ndan sonra siyahlara karşı kurulmuş bir cinayet örgütüdür. Ari ırkın üstünlüğünü savunan ve diğer insanlara insanca yaşama hakkını çok gören ırkçı zihniyet tarafından bir “sivil toplum kuruluşu” (onlar sosyal kulüp diyor) olarak kurulmuş, Ari ırkın saflığı korumak ve karışmaları önlemek iddiasıyla her türlü vahşeti uygulamıştır (kırbaçlayarak öldürmek ve adam yakmak gibi). Örgüt ilk vahşi eylemlerini 1921 yılında, yani Wilson’un başkan olduğu dönemde yapmıştır. Wilson döneminde örgüt gücünün doruğuna erişmiş ve üyelerinin sayısı 4 milyonun üzerine çıkmıştır.
36 AnaBritannica Ansiklopedisi, 1994, 30. Cilt, sayfa 227
37 Bu konuyu, Japonya, Bir yükselişin Kısa Hikâyesi adlı kitabımızda inceledik.
38 The World Almanac and Book of Facts, 1995, sayfa 477
39 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 270
40 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 3. Cilt, sayfa 48
41 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 14
42 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1. Cilt, sayfa 318