bazal/bolus İnsÜlİn tedavİsİne geÇİlen tİp 2
TRANSCRIPT
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
I. İç Hastalıkları Kliniği
Şef: Uzm. Dr. Ali YAYLA
BAZAL/BOLUS İNSÜLİN TEDAVİSİNE GEÇİLEN TİP 2
DİYABETLİLERDE İNSAN İNSÜLİNLERİ (REGÜLER/NPH)
İLE İNSÜLİN ANALOGLARININ (LİSPRO/GLARGİN)
ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
DR. MURAT ÖZIŞIK
İstanbul 2005
1
ÖNSÖZ
İç hastalıkları ihtisasım süresince her konuda anlayış ve desteğini esirgemeyen başta
I. İç Hastalıkları Klinik Şefi Sayın Uzm. Dr. Ali YAYLA olmak üzere, Şef Yardımcısı Sayın
Uzm. Dr. Taflan SALEPÇİ, Sayın Başasistan Uzm. Dr. Mustafa TEKÇE, Sayın Başasistan
Uzm. Dr. Mesut ŞEKER ve tüm I. İç Hastalıkları Kliniği uzmanlarına, asistanlarına,
hemşirelerine ve personeline şükran ve teşekkürlerimi sunarım.
İhtisas sürem boyunca devam ettiğim rotasyonlar sırasında birlikte çalışma fırsat ve
şansını bulduğum Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Klinik Şefi Sayın Doç.
Dr. Yelda BAŞARAN’a, Heybeliada Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim
Araştırma Hastanesi Klinik Şef Yardımcısı Sayın Uzm. Dr. Gülfem YURTERİ’e;
Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Klinik Şefi Sayın Uzm. Dr. Ahmet
Cevri YILDIZ’a; hastanemiz Biyokimya Klinik Şefi Sayın Uzm. Dr. Asuman ORÇUN’a ve
Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Bölümü Klinik Şefi Sayın Uzm. Dr. Serdar
ÖZER’e teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca tez çalışmamın planlanması ve yürütülmesindeki yardım ve katkılarından dolayı
Sayın Uzm. Dr. Mehmet SARGIN’a, Sayın Uzm. Dr. Ekrem ORBAY’a, ve her konuda
sınırsız destek sağlayan eşim Dr. Nurçin ÇİMEN ÖZIŞIK’a teşekkürü bir borç bilirim. Ve
sevgi ve özverileriyle bugünlere gelmemi sağlayan, hoşgörüleri ile her zaman yanımda olan
sevgili anneme, babama ve kardeşime teşekkürlerimi sunarım.
Dr. MURAT ÖZIŞIK
2
İÇİNDEKİLER
İçindekiler................................................................... 1
Giriş............................................................................. 2
Genel Bilgiler.............................................................. 4
Materyal ve Metod...................................................... 43
Bulgular....................................................................... 46
Tartışma....................................................................... 52
Özet.............................................................................. 58
Summary................................................................... 59
Kaynaklar..................................................................... 60
3
GİRİŞ
Bilindiği üzere diyabet kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Halen dünya genelinde
yaklaşık 150 milyon insanın bu hastalıktan etkilendiği ve bu sayının 2010 yılında 215
milyona, 2025 yılında ise 300 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir (1,2).
Tip 2 diyabetin yaygınlığı arttıkca, diyabet ve komplikasyonlarına bağlı morbidite
ve mortalite de artmaktadır. Diyabetin koroner kalp hastalığı, kronik böbrek yetmezliği,
retinopati gibi çok ciddi birçok komplikasyona yol açtığı bilinmektedir. Dünya Sağlık
Örgütü’nün yaptığı çok uluslu bir çalışma, koroner kalp hastalığının, tip 2 diyabet
hastalarındaki en önemli ölüm nedeni olduğunu ve tüm dünyadaki ölümlerin de %34’ünden
sorumlu tutulduğunu göstermiştir (3). Buna bağlı olarak tüm dünyada, diyabetin erken tanı ve
etkin tedavisine her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkemizde de 2.6 milyon
civarında diyabet hastası vardır ve önümüzdeki 15-20 yıl içinde, bu sayının daha da artacağı
ve halen bozulmuş glikoz toleransı (IGT) aşamasında olan 1.8 milyon kişinin en az üçte
birinin de bu sayıya ekleneceği tahmin edilmektedir (4).
Son yıllarda yapılan çalışmalar sağlıklı bireylerdeki insulinin fizyolojik salınımına
yakın bir tedavi uygulamasının diyabet komplikasyonlarının önlenebilmesiyle doğrudan
bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun sonucu olarak öğün öncesi uygulanan kısa
etkili insülinler veya insülin analogları ile bolus insülin, günde tek doz veya iki doz uygulanan
uzun etkili insülin veya insülin analogları ile bazal insülin tedavisi ile oluşan ‘bazal bolus
insülin tedavisi’ kavramı diyabetli hastaların tedavisine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu
gelişmelere rağmen insülin ihtiyacı olan tip 2 diyabetli hastalar halen geleneksel olarak günde
iki kez uygulanan insülinlerle tedavi edilmektedirler. Bu tedavi şekliyle iyi glisemik kontrol
4
nadiren sağlanabilmekte ve diyabetin tüm komplikasyonları ile birlikte mortalite ve morbidite
de artmaktadır.
Tip 1 diyabetlilerde uygulanan bazal bolus insülin tedavi protokollerini karşılaştıran
çalışmalar olmasına rağmen tip 2 diyabetlilerle bu konuda yapılmış yeterli çalışma yoktur.
Buradan yola çıkarak; çalışmamızda konvansiyonel insülin tedavisi altında optimal glisemi
regülasyonu sağlanamayan tip 2 diyabetli bireylerde (A1c>%8) yoğun insülin tedavisine
geçişte insan insülinleri ve analog insülinlerden oluşan iki ayrı bazal bolus tedavi rejiminin
glisemi regülasyonunda etkinliğini ve olgulardaki metabolik parametreler üzerindeki
değişimlerini karşılaştırmayı amaçladık.
5
GENEL BİLGİLER
DİABETES MELLİTUS
Tanım:
Diabetes Mellitus (DM) insan vücudunda insülin yokluğu, eksikliği veya periferik
etkisizliği sonucu ortaya çıkan, karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasında bozukluklar ile
seyreden kronik hiperglisemik bir metabolizma hastalığıdır (5).
Epidemiyoloji:
DM tüm toplum ve ırklarda görülen bir hastalıktır. Özellikle yüksek refah seviyesine
sahip ülkelerde sıklığı giderek artmaktadır. Ülkemizde 1999 yılında yapılan ve Dünya Sağlık
Örgütü (WHO) tarafından desteklenen bir çalışma olan Türkiye Diyabet Epidemiyoloji
Projesi’inde (TURDEP) 20 yaş ve üzeri bireylerde %7.2 oranında diyabet saptanmıştır (4).
Tip 2 Diyabet, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’de yaşayan Avrupa kökenli insanlarda
geçmiş yıllara kıyasla hızla artmaktadır. Gerçekten de bu populasyonda yaşı 20’nin üzerinde
olanlarda, öncelikle tip 2 DM olmak üzere, diyabet olduğu bilinenlerin oranı %5 civarındadır ve bu
oran sürekli yükselmektedir. 1993 yılından beri ABD’de her yıl yeni tanı konan vaka sayısı
625.000’dir ve günümüzdeki toplam tip 2 diyabetli sayısı ise 7,5 milyondur.
Avrupa Birliği (AB) bünyesinde yapılmış olan bütün çalışmalar her iki diyabet tipinin de
görülme sıklığının arttığını ve tip 2 diyabet ile obezite arasında güçlü bir birliktelik bulunduğunu
göstermektedir. Bu ülkelerde tanı konulan bütün tip 2 diyabet vakalarının %70–90’nında obezite
mevcuttur ve Avrupa Birliği’ndeki bütün ülkeler obezitenin, özellikle erkeklerde olmak üzere,
6
belirgin olarak arttığını bildirmektedir. Avrupa Birliği’nde bugün yaklaşık 12,5 milyon diyabet
tanısı almış hasta bulunmaktadır. Bu sayının 2010 yılında 18 milyon civarında olması
beklenmektedir. WHO verilerine göre herhangi bir populasyondaki tip 2 diyabet prevalansı %1 ile
%50 arasında değişmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Pima Kızılderililerinde diyabet görülme sıklığı
%50’ye yakındır; aynı populasyonda %15 civarında da bozulmuş glukoz toleransı görülür. Pasifik
adalarında yaşayan Nauru halkındaki tip 2 DM prevalansı da %40 ile Pima Kızılderililerinkine
yakındır.
Tanı:
DM tanısı klinik semptomlar ve biyokimyasal bulgularla konulmaktadır. Plazma glukoz
düzeyindeki yükselmeye eşlik eden poliüri, polidipsi, polifaji ve kilo kaybı patognomonikdir.
1985 yılında WHO tarafından standardize edilen DM tanı kriterleri 1997 yılında
Amerikan Diyabet Birliği (ADA) tarafından yeniden düzenlenmiş ve öncesinde 140 mg/dl olan
açlık kan şekeri düzeyi 126 mg/dl’ye çekilmiştir. Rastlantısal ölçülen kan şeker düzeyinin 200
mg/dl’nin üzerinde olması da tanı için yeterli kabul edilmektedir.
Amerikan Diyabet Birliği, DM tanı kriterleri aşağıda belirtilmiştir.
Amerikan Diyabet Birliği (ADA) DM tanı kriterleri:
1) Bir hafta arayla ölçülen, en az 8 saatlik tam açlık sonrası venöz plazma glukoz seviyesinin
iki ayrı ölçümde 126 mg/dl veya üzerinde saptanması.
2) Poliüri, polidipsi ve kilo kaybı gibi klinik bulguların eşlik ettiği, rastlantısal (herhangi bir
saatte veya toklukta) venöz plazma glukoz seviyesinin 200 mg/dl'nin üzerinde olması.
3) OGTT sırasında 2. saat plazma glikoz değerinin ≥ 200 mg/dl (11.1 mmol) olması.
Yukarıdaki üç kriterden herhangi birisinin varlığı DM tanısı için yeterli bulunmuştur.
7
AKŞ <100 mg/dl ise normal kabul edilir. 100-126 mg/dl ise bozulmuş açlık glukozu
(BAG-IFG, Impaired Fasting Glucose) olarak tanımlanır ve bu durumda oral glikoz tolerans
testi (OGTT) endikasyonu vardır. 75 gr glukoz kullanılarak yapılan OGTT ile 2. saat kan
şekeri <140 mg/dl ise normal olarak kabul edilir.140-200 mg/dl arası ise bozulmuş glukoz
toleransı (BGT–IGT, Impaired Glucose Tolarence) olarak değerlendirilir.
Tablo I. 2003 Amerikan Diyabet Birliği (ADA) Diyabet Tanı Kriterleri
AKŞ (mg/dl) 2. Saat KŞ (mg/dl)Normal <100 <140Bozulmuş Açlık Glikozu 100 – 126 -Bozulmuş Glikoz Toleransı - 140 – 199Diabetes Mellitus (DM) >126 ≥200
Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT)
OGTT diyabet tanısı için kullanılan en duyarlı testtir. Ancak testin standardize
edilememesi ve hastalar tam olarak hazırlanmadan uygulanması hatalı değerlendirmelere yol
açabilmektedir. OGTT sırasında birçok faktör glukoz toleransına etki ederek hiperglisemik bir
eğrinin ortaya çıkmasına yol açabilir. Açlık plazma glukoz değerleri en az iki kez 126 mg/dl
nin üzerinde ise diyabetin tanısı için OGTT gerekmez. Bu testten önce kişinin en az üç gün
karbonhidrat kısıtlaması olmaksızın beslenmesi (en az 150 gr/gün) gerekmektedir. Teste
tercihen sabah erken saatlerde başlanmalı ve kişi test günü 10 ile 12 saat açlıkla teste
gelmelidir. Sakin bir ortamda gerçekleştirilen test sırasında kahve, sigara içilmesine izin
verilmemeli ve hasta glukoz toleransını bozabilecek ilaçlar (oral hipoglisemikler, beta
blokerler, tiyazid grubu diüretikler, nikotinik asid türevleri vb.) kullanılıyorsa, en az bir hafta
önce kesilmiş olmalıdır. OGTT yapılırken hastanın yakın zamanda geçirilmiş enfeksiyon,
akut ağır stresler, travma, büyük cerrahi girişimler, akut kardiyovasküler veya serebrovasküler
8
olaylar gibi bir öyküsü olmamalıdır. OGTT değerlendirilmesinde kullanılan tanı kriterlerinin
akut ve kronik hastalıklar sırasındaki durumlara göre değil, tamamen sağlıklı bireylere göre
saptanmış olduğu unutulmamalıdır.
OGTT sırasında, başlangıç kanı alındıktan sonra kişi birkaç dakika içinde glukozlu
suyu içer ve sonrasında 30 dakika aralıklar ile kan verir. Alınan serum örneklerinde yalnızca
glukoz değil mümkünse insülin ve c-peptid ölçümleri de yapılmalıdır; çünkü ancak bu şekilde
hiperinsülinemi ve insülin rezistansı durumları değerlendirilebilir. OGTT uygulamalarında
kullanılacak glukoz dozu endikasyona göre değişmektedir.
Gestasyonel diyabet taramasında 50 gr glukoz uygulaması yapılırken, DM tanısı için
75 gr, reaktif hipoglisemide ise 100 gr glukoz ile OGTT yapılır.
OGTT Endikasyonları:
1- Taramalar sırasında anormal veya sınırda glukoz değerlerinin varlığı (AKŞ: 100-126
mg/dl).
2- Gestasyonel diyabet tanısı koymak.
3- Şişmanlığa eşlik eden diyabet veya glukoz tolerans bozukluğunun gösterilmesi (Sendrom
X düşünülen vakalar).
4- Otozomal dominant geçişli bir diyabet şekli olan ‘MODY tip’ diyabetli ailelerin bireyleri.
5- Genç yaşta açıklanamayan nöropati, retinopati, ateroskleroz, koroner damar hastalığı veya
periferik damar hastalığı olanlar.
6- Travma, cerahi girişim, miyokard enfarktüsü gibi stresli akut durumlarda hiperglisemi
veya glukozüri saptanan kişilerde akut durum geçtikten sonra glukoz metabolizmasını
değerlendirmek amacıyla
7- Makrozomik bebek (>4000 gr) doğuran ve kötü obstetrik hikayesi olan kadınlar.
9
8- Polikistik Over Sendromu (PCOS) bulunan kadınlar. [Günümüzde polikistik over
sendromunun obeziteden bağımsız olarak insülin direncine yol açtığı ve bu hastaların
yaklaşık %30’unda bozulmuş glukoz toleransı, %7-16’sında da aşikar tip 2 DM olduğu
gösterilmiştir (6)].
9- Reaktif hipoglisemik yakınmaları olan kişiler.
Bozulmuş Açlık Glukozu (BAG; Impaired Fasting Glucose-IFG)
Bozulmuş Açlık Glukozu Amerikan Diyabet Cemiyeti (ADA-1997) ve Dünya Sağlık
Örgütü (WHO–1999) kriterlerine göre açlık kan şekerinin 110 ile 125 mg/dl arasında
olmasıdır. 2003 yılında ADA normal açlık glukozunun üst sınırını 100 mg/dl’ye düşürmüştür.
WHO’nun bozulmuş açlık glikozu kriterlerinde OGTT sonrası 2. saat glukoz değerinin 140
mg/dl’nin altında olması belirtilmişse de, ADA kriterlerinde 2. saat için herhangi bir değer
belirtilmemiştir (7).
Bozulmuş Glukoz Toleransı (BGT; Impaired Glucose Tolarence-IGT)
Bozulmuş Glukoz Toleransı tanısı için hem ADA 1997 hem de WHO 1999
kriterlerinde OGTT sonrası 2. saat kan glukozunun 140 ile 199 mg/dl arasında olması
gerektiği bildirilmiştir. WHO, IGT tanısı için açlık kan şekerinin 126 mg/dl’nin altında olması
gerektiğini bildirmektedir. ADA ise IGT tanısı için herhangi bir AKŞ değeri bildirmemiştir
(7).
10
Diabetes Mellitus'un Sınıflandırılması (ADA 1997)
1-) Tip 1 Diyabet
A - İmmünolojik
B - İdiyopatik
2-) Tip 2 Diyabet (Ağırlıklı olarak insülin direnci ve insülin salgı bozukluğu)
3-) Diğer spesifik tipler
A.Beta hücre fonksiyonunda genetik defektler:
1. Kromozom 12, HNF-1a (MODY3)
2. Kromozom 7, glukokinaz (MODY2)
3. Kromozom 20, HNF-4a (MODY1)
4. Mitokondrial DNA dozuklukları
5. Diğer
B. İnsülin etkisinde genetik defektler:
1. Tip A insülin rezistansı
2. Leprechaunizm
3. Rabson-Mendenhall sendromu
4. Lipoatrofik diabet
5. Diğer
C. Ekzokrin pankreas hastalıkları:
1. Pankreatit
2. Travma / pankreatektomi
3. Neoplazi
4. Kistik fibroz
5. Hemakromatozis
6. Fibrokalkülöz pankreatit
11
7. Diğer
D. Endokrinopatiler:
1. Akromegali
2. Cushing sendromu
3. Glukagonoma
4. Feokromasitoma
5. Hipertiroidizm
6. Somatostatinoma
7. Aldosteronoma
8. Diğer
E. Ilaçlar :
1. Vacor
2. Pentamidin
3. Nikotinik asit
4. Glukokortikoidler
5. Tiroid hormonu
6. Diazoksid
7. Beta adrenerjik agonistler
8. Tiazidler
9. Fenitoin
10. Alfa interferon
11. Diğer
F. Enfeksiyonlar:
1. Konjenital Rubella
12
2. Sitomegalovirüs (CMV)
3. Diğer
G. İmmünite ile ilişkili nadir diabet formları:
1. "Stiff-man" sendromu
2. Anti-insülin reseptör antikorları
3. Diğer
H. Bazen diyabetle beraber görülen genetik sendromlar:
1. Down sendromu
2. Klinefelter sendromu
3. Turner sendromu
4. Wolfram sendromu
5. Friedreich ataksisi
6. Huntington koresi
7. Laurence-Moon-Biedl sendromu
8. Miyotonik distrofi
9. Prader – Willi Sendromu
10. Diğer
Diyabetin Sınıflandırılmasında Ayırıcı Tanı Basamakları
13
Yukarıda saydığımız diyabet etyolojileri arasında en sık rastlanılan gruplar tip 1 ve tip
2 diyabet gruplarıdır. Diyabet tedavisi ile hastalara faydalı olabilmek ve oluşabilecek
komplikasyonları en aza indirebilmek için erken ve doğru teşhis konulmalı ve ayırıcı tanı tam
olarak yapılmalıdır.
Tip 1 DM ve Tip 2 DM arasında klinik bakımdan mevcut olan en önemli fark kişinin
insülin tedavisine ihtiyacı olup olmamasıdır. Tip 1 diyabeti olanlar diyabetik ketoasidoz
nedeniyle ölmemek için mutlaka insülin kullanmak zorundadır. İnsüline bağımlı diyabet
(IDDM) bu nedenle tip 1 diyabetin diğer bir adıdır. Oysa Tip 2 DM de bazal koşullar altında
diyabetik ketoasidozu önlemek için insülin kullanılması zorunlu değildir ve bu yüzden tip 2
diyabet ‘insüline bağımlı olmayan diyabet’ (NIDDM) olarak da anılır.
Bu iki diyabet tipini birbirinden ayırt etmemize yarayan başka özellikler de
mevcuttur. Bir diyabetlinin tanı konulduğu andaki yaşı ne kadar ileri ise o kişinin tip 2 diyabet
olma ihtimali o kadar yüksektir. Ancak bu kesin bir kural değildir. Tip 1 diyabet nadir de olsa
ileri yaşlarda görülebildiği gibi, tip 2 diyabet de genç yaşlarda ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca
tip 2 diyabetliler genelikle fazla kiloludur ve obezite tip 1 diyabette çok ender olarak görülen
bir durumdur. Son olarak tip 1 diyabet genelikle akut bir şekilde ortaya çıkarken, tip 2 diyabet
çoğu zaman asemptomatik hipergliseminin farkına varılmasıyla tanı alır. Ancak bu
genellemelerin istisnaları pek sık görülmemekle beraber mevcut olabilir.
Bugün için dünyanın birçok ülkesinde çocuklarda epidemik olarak tip 2 DM
görüldüğü bildirilmekte ve bu durumun genetik ile obezite, inaktivite, yağ ve kalori oranları
yüksek diyetle beslenme gibi çevresel faktörlerin birlikte bulunması sonucu oluşan insülin
direncinden meydana gelen poligenik bir durum olduğu düşünülmektedir .
Diyabetin tipi hakkında bilgi veren üç laboratuar testi mevcuttur. Bunların en basit
olanı aç iken veya hastaya glukagon verildikten sonra yapılan plazma insülin düzeyi
ölçümleridir. Eğer hasta öncesinde insülin ile tedavi edilmiş ise C-peptid düzeylerinin
14
ölçülmesi gerekir.
Aç karnına bakılan insülin düzeylerinin çok düşük olması ve daha da önemlisi İV
(intra venöz) glukagonun insülin salgılanmasını sağlayamaması, diyabetin tip 1 olduğunu
gösterir. Aynı yöntem ile yapılan ölçümlerde insülin düzeyindeki artışlar ne kadar fazla ise bu
hastada tip 2 DM bulunma olasılığı da o kadar güçlüdür.
Tip 1 ve tip 2 diyabeti ayırt etmemizi sağlayan adacık hücre antikoru (ICA); GAD65
veya IA2 laboratuar testleri daha özgün testlerdir ve yaygın olarak bulunmamakla birlikte
teknik olarak yeterli donanıma sahip araştırma laboratuarlarında yapılabilmektedirler.
ICA’nın 20 IDF ünitesi üzerinde olması, birden fazla antikor pozitifliği (IAA, GAD65 ve
IA2), birinci faz insülin sekresyon bozukluğu tip 1 DM için risk oranının %90’ın üzerinde
olduğunun bir göstergesidir (8).
Tip 1 ve tip 2 diyabetin daha iyi anlaşılabilmesinin yolu bu hastalığın patogenezinde
önemli bir yere sahip insülin hormonunun yapısı, kinetiği ve etkilerinin anlaşılmasından geçer.
İNSÜLİNİN MOLEKÜLER YAPISI VE SENTEZİ
İnsülin yaklaşık olarak 6000 dalton büyüklüğünde polipeptid yapılı bir hormondur. Kısa
(A) ve uzun (B) iki amino asit zincirinden oluşmaktadır. A zinciri 21, B zinciri 30 amino asit içerir.
Bu iki zincir birbirlerine sistein rezidüleri arasında yer alan iki adet disülfür köprüsü ile bağlıdır.
A zincirinde ise zincir içi bir disülfür köprüsü daha bulunur.
İnsülin, pankreasta Langerhans adacıklarındaki β hücrelerinde sentez edilir. Bu
hücrelerdeki ribozomlarda önce prepro-insülin adı verilen tek zincirli, 110 aminoasitli bir öncü
molekül sentezlenir. Preproinsülin granüllü endoplazmik retikulum membranını geçip lümene
ulaştığında 24 aminoasitlik N terminali kopar ve proinsülin meydana gelir. Bu molekül kendi
içinde kıvrılır ve üç disülfür köprüsü oluşur. Sonra bu molekül golgi aygıtına transfer olur ve
15
burada yer alan proteazların etkisiyle 35 amino asitlik bir segmentinden (C peptid) daha ayrılır ve
veziküller içinde insülin olarak depolanır. C peptidin ayrılmasıyla oluşan insülin proinsülinden
daha insoluble bir molekül haline gelir ve Zn+2 iyonu ile birlikte hekzamerik kristaller halinde
çöker. Parsiyel endositozla insülin salgılanırken Zn+2, ekimolar C peptid ve az bir miktarda
proinsülin de salgılanır.
β hücresinin uyarılması ve insülin salınımındaki bağlantıda Ca+2 önemli rol oynar. Ca+2
insülin yüklü veziküllerin hücrenin içinden membranın iç yüzeyine taşınmasını ve ekzositozla
salgılanmak üzere yapışmalarını sağlar. Siklik adenozin mono fosfat (cAMP) ve inozitol trifosfat
(IP3) ise endoplazmik retikulum ve mitokondrilerden Ca+2 salınımını sağlar (9).
Pankreastan İnsülinin Salgılanması
İnsanda pankreasta depo edilmiş olarak bulunan insülin miktarı yaklaşık olarak 10 mg
kadardır. Bu havuzdaki insülinin, salgılanma kinetiği açısından, erken salınan küçük bir havuz ve
daha geç salınan büyük bir havuz halinde depolandığı öngörülmektedir. Pankreas bazal olarak,
yani bir uyarı olmadan, 1 ünite/saat (yaklaşık 40 μg) insülin salgılar. Bunun %50’si karaciğerden
ilk geçişte metabolize edilir, kalan kısım böbrek ve çizgili kaslar olmak üzere diğer hedef
dokularda yıkıma uğrar. Günde salgılanan miktarı yaklaşık olarak 2 mg (50 IU) kadardır. İnsülinin
plazma yarı ömrü ise ortalama 5-6 dakikadır ve karaciğer, böbrekler ve çizgili kaslardaki hedef
hücreler tarafından yakalanmış insülinin yarı ömrü 3 saate kadar uzar.
β hücrelerinin en duyarlı olduğu uyaran glukozdur. Bu hücrelerin yüzeyinde
glukoreseptörler denilen glukoza özgü reseptörler mevcuttur. Ayrıca glukozun membran dış
yüzünden içeri taşınmasını sağlayan glukoz taşıyıcıları (GLUT-2) bulunur. β hüresine giren glukoz
bifazik bir insülin salınımına yol açar. Glukoreseptörler kalsiyum kanallarını açarak, hücre içi
kalsiyum miktarını arttırarak hızlı bir şekilde insülin salgılatırlar. Bu dönem kısa sürer ve ‘erken
16
faz’ adını alır. İnsülin salgılanması hızla azalırken daha uzun süreli insülin salgılanmasının olacağı
ikinci dönem ‘geç faz’ başlar. Bu fazda hem depo edilmiş insülin hem de yeni sentez edilen insülin
salgılanır. Bu salgılanmada β hücreleri içine giren glukozun metabolitleri de etkili olur. Buradaki
anahtar enzim glukokinazdır. β hücrelerindeki glikoliz intrasellüler ATP düzeyini arttırır; bu da
ATP’ye duyarlı K+ kanallarını kapatır ve hücrede depolarizasyona neden olur. Depolarizasyon
sonucunda membrandaki voltaj bağımlı Ca2+ kanalları açılır ve hücre içine Ca2+ girişi artar. Geç
fazda etkili diğer bir mekanizma da hücre membranında fosfoinozitid hidrolizinin artışı ile protein
kinaz C’ nin aktivasyonu ve oluşan IP3 ile hücre içi Ca2+ artışıdır. İnsülin sekresyonu ile ilgili
yapılmış çalışmalarda her 10 dakikada bir küçük miktarlarda insülinin pulsatil olarak plazmaya
salgılandığı, 80 ve 150 dk aralıklarla daha büyük miktarlarda insülinin plazmaya verildiği tespit
edilmiştir. Öğünler veya diğer major uyaranlar varlığında ise bazal salgılananın 4-5 katı insülinin
2-3 saat içinde bazal seviyeye dönecek şekilde salgılandığı tespit edilmiştir.
İnsülin Salınışının Düzenlenmesi
İnsülin salınımına etkili bir çok faktör bulunmaktadır. Pankreas Langerhans adacıklarında
bulunan β hücrelerinden insülin salgısı besinler ve bazı hormonlar gibi bir takım faktörlerden
etkilenir. Bu faktörleri inceleyecek olursak;
1)Besinler: Bunlar insülin salgılatıcılarının temelini oluştururlar. Bu besinsel yapıtaşları
karbonhidratlar (glukoz, fruktoz ve mannoz), amino asitler ve yağ asitleridir. Fruktoz sindirim
sistemindeki absorbsiyonu ile glukoza dönüşerek etki eder. Glukoz ise daha önce bahsedildiği gibi
β hücreleri için temel uyarandır. Proteinlerin sindirimi ile oluşan amino asitlerin tümü insülin
salgılatırlar. Bunların içinde en güçlü etkinliğe sahip olanı arginindir ve neredeyse glukoza eş değer
etki gösterir. Bu amino asit ayrıca glukozun insülin salgılatıcı etkisini de arttırır. Lösin daha zayıf
etkili bir amino asittir fakat glukozdan bağımsız etkiye sahiptir. Yağ sindirimi sonucunda oluşan
yağ asitleri ve i.v. infüzyonla verilen yağ asitleri de insülin salgılanmasını arttırır. Bu etkilerini
17
sindirim sisteminde salgılanmasını arttırdıkları gastrik inhibitör polipeptid (GİP) aracılığı ile
yaparlar. Ayrıca uzun süreli açlıklarda plazmada serbest yağ asitlerinin düzeyinin artması
ketoasidoz gelişmesini engeller.
2) Mide ve barsak hormonları : Besinlerin alınımı ve sindirimiyle bir çok hormon ortaya
çıkar. Bu hormonlar daha çok direkt etkiyle değil de glukozun β hücrelerini stimüle etme
yeteneğini arttırarak etki gösterirler. Bunlar arasında (GIP, glukagon benzeri peptid-1, gastrin,
sekretin, kolesistokinin, vazoaktif intestinal polipeptid, enteroglukagon) ön plana çıkanı GIP’tir ve
oral alınan glukozun, i.v. verilen glukozdan daha fazla insülin salgılatmasına neden olur.
3) Glukagon : Bu hormon pankreasın α hücrelerinde sentez edilir ve insülinle birlikte
karbonhidrat metabolizmasında önemli role sahiptir. Glukoz glukagon salınımını inhibe eder,
glukagon ise glisemiyi arttırarak indirekt yolla insülin salınımını arttırır. İnsülin ise α hücreleri
üzerine parakrin etki göstererek glukagon salgısını direkt olarak azaltır. Bu hormon aşırı insülinin
yol açtığı hipogliseminin düzeltilmesinde en önemli faktördür.
4) Nöronal Düzenlenme: Hipotalamus insülin salgısının nöronal düzenlenmesinde etkili
bir yapıdır. Ventromedial hipotalamusun uyarılmasıyla insülin salgısı inhibe olurken, ventrolateral
kısım insülin salgısını arttırır. Bu etki vagal stimülasyonla olur ve yemek yeme eyleminin sefalik
fazındaki insülin artışından sorumludur. Sempatik sistem baskın olarak insülin salgısını inhibe
edici etki göstermekle birlikte her iki yönde de etkilidir.
5) Diğer hormonlar: Büyüme hormonu ve somatomedinler, kortizol, östrojenler,
progesteron ve somatomamotropin gibi hormonlar indirekt yolla insülin salgısında değişikliğe yol
açarlar. Bu etkilerini plazmadaki substrat miktarını değiştirerek yaparlar.
6) Diğer faktörler: Somatostatin pankreas Langerhans adacıklarındaki delta hücresinden
salgılanır. İnsülin, glukagon ve pankreatik polipeptidin güçlü bir inhibitörü olarak görev yapar.
18
Ayrıca mide - barsak mukozasının kan akımını ve motilitesini azaltarak yağların absorbsiyonunu
geciktirir. Bu mekanizmalarla insülin salgısını azaltır. Dopamin ve serotonin de insülin salgısını
inhibe ederler ve pankreas adacık hücrelerinde bulunurlar. Langerhans adacıkları β hücrelerinden
salgılanan bir inhibitör de adacık amiloid polipeptittir. Tablo II ’de insüline zıt yönde çalışan bazı
hormonların temel metabolik olaylar üzerine etkileri görülmektedir.
Tablo II. İnsüline zıt yönde çalışan hormonların bazı metabolik olaylar üzerine etkisi
Hormon İnsülin salıverilmesi
Kas glukoz uptake’i
Hepatik glukojenoliz
Glukoneogenez Ketogenez Lipoliz Proteoliz
Glukagon
Adrenalin
Büyüme hormonu
Glukokortikoidler
Tiroid hormonları
↑
↓
-
-
-
-
↓
↓
-
-
↑
↑
-
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
↑
-
↑
↓
↑
↑
↑: arttırır, ↓: azaltır, -: belli bir etki göstermez
İnsülin Reseptörü ve Post-reseptör Olaylar
İnsülin aracılığı ile sinyal iletiminin temel mekanizması, büyüme faktörleri ailesinin diğer
üyelerinde olduğu gibidir. Tüm büyüme faktörleri hücre yüzeyindeki reseptörleri uyarırlar. İnsülin
salgılanıp sistemik dolaşıma verilince hedef hücrelerindeki reseptörlere bağlanarak etki eder. Bu
reseptörler hücre membranında yer alan tirozin kinaz tipi reseptörlerdir. Bu reseptöre insülin
bağlandığında insülinin etkisini başlatan sinyal oluşur, aynı zamanda insülin-reseptör kompleksi
membrandan ayrılarak hücre içine girer. Burada lizozomlarda insülin yıkılır ve reseptör tekrar
kullanılmak üzere hücre yüzeyine döner. İnsülin reseptörü genellikle tek bir prekürsör proteinden
gelişen hücre dışında yer alan iki α ve transmembran yerleşimli iki β alt biriminden oluşan bir
tetramer yapısındadır. İki α alt birimi reseptörün hücre dışı bağlanma bölgesini oluştururken β alt
birimlerinin membran ve sitoplamaya uzanım gösteren kısmı tirozin kinaz aktivitesi gösterir.
19
İnsülin reseptörün α alt birimine bağlanınca β biriminde oto-fosforilasyon gerçekleşir. Oto-
fosforilasyon tirozin kinaz aktivitesini arttırır. Bu olaydan sonra insülinin hücre içindeki
etkilerinden sorumlu olan insülin reseptör subtrat -1 (İRS-1) adlı protein tirozin, serin ve treonin
rezidülerini fosforile eder. IRS-1 ayrıca birçok fonksiyonel proteini de aktive eder. İnsülin bağımlı
dokularda membrandan glukoz transportunu İRS-1’in IP3-kinaz aracılığı ile fosfatidilinozitol 3,4,5-
trifosfat oluşumunu arttırarak gerçekleştirdiği düşünülmektedir. İnsülin sitoplazmada yerleşmiş
bulunan ve glukozun hücre içine taşınmasını sağlayan glukoz transporterlarının (GLUT)
translokasyonunu sağlayarak onları işlevsel duruma getirir. Bu transporterlar 5 adettir ve insüline
en duyarlısı GLUT-4’dür. İskelet kası ve yağ dokusunda hakim olan glukoz taşıyıcısı olduğundan
insülinin glukoz üzerindeki etkilerinin çoğundan sorumludur (9).
Genel olarak bakıldığında insülinin etkileri, hücresel düzeyde saniyeler veya dakikalar
içinde olan kinazların fosforilasyonu, defosforilasyonu, glukoz ve iyon transportunda değişimler ile
daha geç ortaya çıkan etkiler olan hücre içinde enzimlerin ve bazı proteinlerin sentezinin
arttırılması şeklinde oluşur.
İnsülin reseptör substratları ( IRS ve Shc proteinleri ). Bu proteinlere bağlanarak insülinin metabolik etkilerini başlatan proteinler [Grb-2, SOS, SHP-2, p65, p110, fosfotidilinositol-3-kinaz (PI-3-kinaz)] (10)
Şekil 1. İskelet kasında insülin sinyal trandüksiyon yolu.
20
İnsülinin Etkileri
İnsülin direkt veya indirekt olarak bütün organların çalışmasını etkileyen ve genelde
anabolizan yönde etkileri olan bir hormondur. Glukozun, yağların, proteinlerin ve nükleik asitlerin
sentezleri ve/ veya depolanmasına yönelik metabolik yollarda görev alır. İnsülinin bazı major
metabolik olaylar üzerindeki etkileri tablo III ’de belirtilmiştir.
Tablo III. İnsülinin metabolik olaylar üzerine etkisi
Metabolik olay Etki Metabolik olay Etki
Glukoz metabolizması
Glikojenez
Glukoz oksidasyonu
Glukojenoliz
Ketojenez
↑
↑
↓
↓
Protein metabolizması
Protein sentezi
Glukoneojenez
Proteoliz
Üreojenez
↑
↓
↓
↓
Yağ metabolizması
Lipoliz
Lipojenez
↓
↑
Diğer maddelerin metabolizması
ATP oluşumu
DNA ve RNA oluşumu
↑
↑
↑: arttırır, ↓: azaltır
İnsülinin glukoz metabolizması üzerine etkileri : İnsülin temel olarak hücrelerde glukoz
kullanımını arttırıcı etkiye sahiptir. Glukozun hücrelere girişi kolaylaştırılmış difüzyonla olur. Bu
olayda insülinin birkaç rolü vardır. Bunlardan birincisi hücre membranındaki glukoz taşıyıcılarının
(GLUT) sayısını arttırmak yoluyla, diğeri de hücre içindeki glukozun fosforilasyonu ile hücre içi
serbest glukoz miktarını azaltarak, hücre dışı ve içi arasında glukoz konsantrasyon gradyentini
arttırmak suretiyle olur. Bu iki olayı daha ayrıntılı olarak inceleyecek olursak;
21
1.Glukoz taşıyıcıları (GLUT): Birden beşe kadar numaralandırılmış integral proteinlerdir.
GLUT-1 ve GLUT-4 insülinle uyarılabilen alt gruplardır. Bu iki alt grup çizgili kaslar, yağ dokusu,
meme bezi hücreleri ve fibroblastlarda bulunur. İnsülin yokluğunda sitoplazmada veziküller içinde
yerleşik bulunan bu proteinler ortama insülin gelince translokasyon ile hücre membranına transfer
edilirler, ayrıca insülin bu moleküllerin sentezini de arttırır. Bu yüzden bu dokulara glikozun girişi
insüline bağımlıdır. GLUT-1 ve GLUT-4’ün dışındaki taşıyıcılar insülinle stimüle edilmezler. Bu
nedenle barsak epitel hücreleri, karaciğer, pankreas β hücreleri gibi GLUT-2 içeren hücrelerde,
nöronlar, eritrositler, böbrek tubulus hücrelerinde hücre içine glukoz transpotu birincil olarak
insülinden bağımsızdır. Fakat hücre içinde glukozun fosforilasyonundan sorumlu enzimlerin aktive
olması yani glukoz konsantrasyon gradyentini arttırmak için insülin gereklidir.
2.Hücre içine giren glukozun fosforilizasyonu: İnsülin hücre içinde glukozun
fosforilizasyonundan sorumlu hekzokinazların sentezini arttırarak glukoz konsantrasyon
gradyentini artırır ve bu sekonder etkisiyle hücre içine glukoz girişi artar. Hekzokinazlar I’den
IV’e kadar numaralandırılırlar. Hekzokinaz IV’ün diğer bir ismi glukokinazdır ve glukoz
metabolizmasında önemli role sahip karaciğer ve pankreas β hücrelerinde yer alır. Oysa daha önce
bahsedildiği üzere bu hücrelerde bulunan GLUT-2’ ler insülinden bağımsız çalışırlar. Yani insülin
yokluğunda glukoz hücre içine girer fakat kullanılamaz. İskelet kası, yağ dokusu ve miyokardda
bulunan enzim hekzokinaz II’dir. Bu hücrelerde bulunan GLUT-4 ise insüline bağımlı çalışır.
Glukokinaz
Glukoz + ATP → → → → Glukoz-6- fosfat + ADP
Mg2+
22
Glukokinazın yer aldığı bu reaksiyon tek yönlü işler ve oluşan Glukoz-6- fosfat hücre
membranını geçemez ve karaciğer hücresinde dört değişik yola sapabilir. Bu yollardan birincisi
glikolizdir (Embden-Meyerhof yolu). Burada sitoplazma içinde purivat oluşumdan sonra laktik
aside yıkılır (anaerobik faz) ve oluşan enerji ATP şeklinde depolanır. Purivat oluştuktan sonra
ortamda oksijen varsa, purivat mitokondrilere transfer edilir ve daha fazla ATP elde edilir
(Trikarboksilik asit siklüsü). Glikoz-6-fosfatın ikinci metabolizma yolu ise glikojenezdir ve
glikojen olarak depolanabilir. Diğer bir alternatif yol da hekzoz monofosfat şantı üzerinden
NADPH kaynağı olan gliseraldehit-3-fosfata dönüşümdür. Bütün bu yollar insülin tarafından
aktive edilirken glukoz-6-fosfataz’la glukoz oluşumu insülin tarafından inhibe edilir. Glikojenoliz
yani karaciğerde glikojenden glikoz oluşumu da insülin tarafından inhibe edilir. Kas glikojeninin
plazma glukozuna katkısı yoktur çünkü bu dokuda glukoz-6- fosfataz bulunmaz. İnsülinin diğer
etkili olduğu bir olay da glikoneogenezin inhibisyonudur. Glukoneogenezde purivat ve amino
asitlerden glukoneogenetik enzimler ile glukoz üretilir. Bu enzimler de sadece karaciğerde
varolduğundan çizgili kaslarda gerçekleşemez. İnsülin glikoneogenetik enzimleri baskılayarak
gereksiz glikonegenez-glikoliz siklusunu önler. Bu olay insülin ile glukagon arasındaki dengeye
bağımlıdır. İnsülinin yağ ve kolesterol metabolizması üzerine etkileri anabolik yöndedir. Yağ
dokusu hücrelerinde hormona duyarlı lipoprotein lipazı baskılayarak lipolizi inhibe eder, yani
trigliseritlerin serbest yağ asidlerine hidrolizini engeller. Bunun tersi yöndeki olay yani trigliserid
sentezi (lipogenez) ise insülin tarafından stimüle edilir. İnsülin protein sentezi üzerine de
anabolizan etkiye sahiptir. İnsülin hücrelerde mRNA ve tRNA sentezini arttırır, ATP oluşumunu
arttırarak amino asitlerin tRNA ile birleşmelerini sağlar, ribozomlarda peptid sentezini başlatan
başlangıç komplekslerinin oluşumunu sağlayarak amino asitlerin büyüyen peptid zincirine
katılmalarını sağlar. Yani protein sentezini arttırıcı yönde özellik gösterir (9).
23
TİP 2 DİYABET ETYOPATOGENEZİ
DM hastalarının yaklaşık %93’ünü oluşturan tip 2 DM etyopatogenezi henüz çok açık
değildir. Genellikle 45 yaş üzerinde ilk yakınmalar başlar, kronik ve sinsi seyirlidir. Hastayı
hekime getiren sebepler poliüri, polifaji, polidipsi olabileceği gibi halsizlik, kilo kaybı, el,
ayak veya yüzde uyuşma ve görme bozuklukları da olabilir. İlk tanı konulduğunda kronik
komplikasyon bulunması hiç nadir değildir. Tip 2 DM'lu hastaların çoğu obezdir. Aile öyküsü
hemen tüm hastalarda mevcut olmasına rağmen bugüne kadar net bir genetik kanıt elde
edilememiştir. Genetik karakter tek yumurta ikizlerinde hastalığın çıkışındaki konkordans ile
açıklanmıştır.
Tip 2 DM' un etyolojisinde üç faktörün rol oynadığı ileri sürülmektedir (11,12).
Bunlar:
1. Periferik dokulardaki insülin direnci
2. Pankreastan insülin salınım kusuru.
3. Karaciğerde glukoz üretiminin artması.
Yaşlanma, sedanter yaşam, obezite, fiziksel ve ruhsal stres, glukokortikoid ilaçlar,
gebelik gibi nedenlerle oluşabileceği varsayılan periferik dokularda, özellikle çizgili kaslarda,
insülinin fizyolojik etkilerine karşı direncin temel bozukluk olduğu düşünülmektedir.
İnsülin Direnci
‘İnsülin direnci’ insülinin kendisine duyarlı dokulardaki karbonhidrat, yağ ve protein
metabolizmasını düzenleme yeteneğinin bozulmuş olduğunu anlatan bir terimdir. İnsülin
direncinin derecesi kişiden kişiye değişir. İnsülin direnci olan bireylerde belirli bir biyolojik
fonksiyonun yerine getirilebilmesi için ihtiyaç duyulan insülin miktarı artmıştır (13). İnsülin
direnci için normal konsantrasyondaki insülinin normalden daha az biyolojik yanıt
oluşturması durumudur da denebilir. Başka bir anlatım ile, belirli bir konsantrasyondaki
24
insülinin glukoz uptake’ini uyarma etkisinin azalmasıdır. Normalde insülin karaciğerde
glukoneogenezi ve glukojenolizi inhibe ederek hepatik glukoz üretimini baskılar. Ayrıca
glukozu kas ve yağ dokusu gibi periferik dokulara taşıyarak burada ya glikojen olarak
depolanmasını ya da enerji üretmek üzere okside olmasını sağlar. İnsülin direncinde insülinin
karaciğer, kas ve yağ dokusundaki bu etkilerine karşı direnç oluşarak hepatik glukoz
sekresyonu bozulur. Kas ve yağ dokusunda da insülin aracılığı ile olan glukoz uptake’i azalır.
Bu durumda oluşan insülin direncini karşılayacak ve dolayısıyla normal biyolojik yanıtı
sağlayacak kadar insülin salgısı artışı ile metabolik durum dengelenir. Böylelikle
hipergliseminin önlenebilmesi için Beta hücreleri sürekli olarak insülin salgısını artırmaya
yönelik bir çaba içerisine girer. Sonuçta normoglisemi sağlanırken insülin düzeylerinde 1.5-2
kat hatta bazen daha da yüksek bir seviye oluşur. İnsülin direnci obezitede sık görülmekle
birlikte obez olmayan ve normal OGTT’si olan bireylerin %25’inde, esansiyel
hipertansiyonlu hastaların da yine yaklaşık %25’inde bulunmaktadır. İnsülin direnci polikistik
over sendromlu (PCOS) kadınların yaklaşık üçte birinde görülen bir durumdur. Bu yüzden
insülin direnci toplumda sık rastlanan bir fenomendir. 1936’da Himswort insüline duyarlı ve
insüline duyarlı olmayan iki tip diyabet hastasının bulunduğunu ileri sürerek insülin direnci
kavramını ilk kez dile getirmiştir. Daha sonra 1988’de Reaven şişmanlık, diyabet,
hipertansiyon, hiperlipidemi ve aterosklerotik kalp hastalıklarının tesadüften öte bir sıklıkta
aynı hastalarda bulunmalarını gözlemleyerek bunların aynı metabolik bozukluktan
kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bu bulgularla Reaven insülin direnci, hiperinsülinemi,
obezite, glukoz tolerans bozukluğu, hipertrigliseridemi, azalmış HDL-kolesterol
konsantrasyonu, hipertansiyon ve koroner arter hastalığından oluşan insülin direnci
sendromunu (sendrom X) tarif etmiştir.
İnsülin direncinden sorumlu diğer bir mekanizma da insülin genindeki yapısal
mutasyonlar sonucu anormal defektif insülin moleküllerinin oluşumudur. Bunun sonucunda
25
proinsülin molekülünde proteolitik parçalanma bölgesindeki yapısal anomaliye bağlı olarak
proinsülin-insülin dönüşümü tam olamaz. Tüm bu nedenlerle endojen insüline karşı doku
yanıtı azalarak direnç oluşur (Prereseptör düzeyde insülin direnci).
İnsülinin biyolojik etkisini gösterebilmesi için mutlaka kendi insülin reseptörüne
bağlanması gerekir. Reseptör düzeyindeki insülin direnci insülinin bağlanma defekti olup
bu durumdan iki bozukluk sorumludur:
1. Reseptör sayısının azalması
2. Reseptör mutasyonları
Son yıllarda insülin direncinin oluşmasında en büyük katkıyı postreseptör düzeydeki
defektlerin sağladığı ileri sürülmektedir. Bu defektler;
1. İnsülin reseptör tirozin kinaz aktivitesinin azalması
2. İnsülin reseptör sinyal ileti sisteminde anormalikler
3. Glukoz transportunda azalma
4. Glukoz fosforilasyonunda azalma
5. Glukojen sentetaz aktivitesinde bozulma
6. Glukoliz/glukoz oksidasyonundaki defektler şeklindedir.
İnsülin reseptörlerine bağlandığında ortaya çıkan sinyallerin iletiminde reseptördeki
tirozin kinazın önemli bir rolü vardır. Tip 2 diyabetlilerde reseptör tirozin kinaz aktivitesinin
reseptör sayı ve bağlanmasının azalmasından bağımsız olarak azaldığı bildirilmiştir. İlginç
olarak hipergliseminin normoglisemik sınırlara çekilmesi ile tirozin kinaz aktivitesinin
normale yaklaştığı da gösterilmiştir. Kilo verme ve diğer tedavi yöntemleri ile insülin
direncinde sağlanan düzelmenin tirozin kinaz aktivitesini normalleştirmesi, tirozin kinaz
aktivitesinin edinsel bir patolojiden kaynaklandığını bu durumun da insülin direncinin bir
nedeni değil de sonucu olabileceğini düşündürmektedir.
26
Son yıllarda yapılan çalışmalarda insülin sinyal ileti yolundaki önemli substratlardan
IRS-1 geninde mutasyonlar saptanmakla beraber bu durum da insülin direncini tam olarak
açıklayamamaktadır. Hem IRS-1 fosforilasyonunun hem de insülin ile uyarılmış IP3-kinaz
aktivasyonlarının azalması insülin sinyal ileti yolundaki major anomalilerden sayılmakta ve
buradaki iletinin azalmasının insülin direncine katkıda bulunduğu ileri sürülmektedir.
Hem tip 2 diyabetlilerde hem de obezlerde insülinin glukoz depolanmasını (glukojen
sentezlenmesini) uyarma yeteneği bozulmuştur. Yapılan birçok çalışmada ileride diyabet
gelişebilecek normal glukoz toleranslı bireylerde, insülin direncinden sorumlu en erken
saptanabilen metabolik defektin bozulmuş glukojen sentezi olduğu gösterilmiştir.
İnsülin direncinin moleküler patogenezi multifaktöryeldir. İnsülin etkisinin
inhibisyonunda rol oynayan bazı moleküler hedefler tanımlanmıştır. Bu moleküller ve
işlevleri şu şekilde sayılabilir: Rad (ras associated with diabetes) temel hücre işlevlerini
(büyüme, farklılaşma, veziküler transport ve sinyal transdüksiyonu) engeller, PC-1 (insülin
direncinde rolü olan bir membran glikoproteini) insülin tarafından uyarılan tirozin kinaz
aktivitesini azaltır, leptin insülin reseptörü substrat-1’in defosforilasyonunu indükler, yağ
asitleri insülin tarafından uyarılan periferik glukoz alımını engeller, tümör nekroz faktörü-α
(TNF-α) insülin reseptörü substrat-1’in insülin tarafından indüklenen fosforilasyonunu azaltır
(down-regulation) ve insüline bağımlı glukoz transport molekülü GLUT-4’ün ekspresyonunu
düşürür.
İnsülin Direncinin Ölçülmesi
Bugün insülin direncini ölçmek amacıyla birçok araştırmacı tarafından dolaylı yada
dolaysız olarak insülin direncini değerlendiren bazı yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan en
yaygın olarak kullanılanları kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir.
1- İndirekt Metotlar:
İnsülin direncinin kalitatif olarak değerlendirilmesi:
27
- Açlık insülin düzeyi
- Açlık insülin/glisemi oranı
- Açlık insülin/c-peptid oranı
- OGTT de 1. saat insülin düzeyi
- OGTT de 1. saat insülin/glisemi oranı
2- Direkt Metodlar:
İnsülin direncinin kantitatif olarak değerlendirilmesi:
A- İnsülin direncini ve sekresyonunu birlikte ölçen metodlar:
- Homeostasis model assesment (HOMA)
- Continuous infusion of glucose with model assestment (CIGMA)
- Minimal model (sık aralıklı IVGT)
- Hiperglisemik klemp
B- Sadece insülin direncini ölçen metotlar:
- Öglisemik hiperinsülinemik klemp
- İnsülin tolerans testi.
TİP 2 DİYABET OLUŞUMU ÖNCESİ KLİNİK DÖNEMLER
VE RİSK FAKTÖRLERİ
Tip 2 diyabet oluşumu ve öncesi klinik dönemler;
1. Bozulmuş Açlık Glikozu (BAG-IFG)
2.Bozulmuş Glikoz Toleransı (BGT-IGT)
3.Tip 2 DM olarak özetlenebilir.
28
Açlık plazma glukoz düzeyi 110-126 mg/dl arasında olmasına rağmen OGTT ile 2.saat
plazma glukoz düzeyi 140 mg/dl’nin altında olan bireylerde, açlık glisemi homeostazisinin
bozukluğu söz konusudur (IFG). Ancak bu durum diyabet tanısı için yeterli değildir. Bu grup
olgular açlık glisemi yüksekliği olarak sınıflandırılır ve genellikle bir süre sonra bu bireylerde
IGT gelişir. Yapılan çeşitli çalışmalarda, IGT olan hastalarda diyabetin kardiyovasküler
komplikasyonlarının görülme riskinin %26, 10 yıl içinde diyabet gelişme riskinin ise %30
civarında olduğu gösterilmiştir. Bu dönemin tanıdan yaklaşık 2 -12 yıl önce oluştuğu tahmin
edilmektedir. Tip 2 diyabetlilerde ise açlık hiperglisemisi ve postprandiyal hiperglisemide
artış karakteristiktir. Bu duruma hepatik glukoz üretiminin baskılanamaması ve periferik
glukoz kullanımının azalması neden olmaktadır. Daha sonraki dönemlerde insülin direncinin
artışı ve β hücre fonksiyonundaki azalmaya bağlı olarak, diyabetin tüm semptom ve klinik
bulguları ortaya çıkmakta, çevresel faktörlerin etkisi ile de hiperglisemi ağırlaşmaktadır. Faz
1 adını alan bu dönemde yaşam kalitesini arttırıcı önlemler (kilo kaybı, doğru beslenme planı,
egzersiz vb.) ve bazı oral ilaçlar ile glisemi kontrolü sağlanabilir. Bundan sonra gelen Faz 2
döneminde ise çoğu kez oral ilaç kombinasyonlarına geçilir ve kontrol bu şekilde sağlanır. En
son dönemde ise β hücre fonksiyonlarındaki progresif azalma nedeniyle hastada insülin
kullanma ihtiyacı açığa çıkar ve replasman tedavisine geçilir. Tip 2 diyabetlilerde sekonder
direnç adını alan bu durumun %2-5 hasta/yıl olduğu bildirilmektedir (15).
Tip 2 DM İçin Majör Risk Faktörleri:
- Ailede DM öyküsü.
- Obezite (BKİ >27; ve bel / kalça oranı >1 olanlar)
- Etnik köken.
- Yaş (45 yaş ve üstü).
- Öncesinde tespit edilmiş IFG veya IGT olması.
29
- Hipertansiyon.
- Hiperlipidemi (HDL <35 mg/dl, ve/veya trigliserid (TG) >250 mg/dl).
- Gestasyonel DM veya 4000 gramdan daha ağır bebek doğurmuş olmak.
- Sekonder diyabete yol açabilecek hastalığı olanlar.
- Diyabetojenik ilaç kullananlar.
- Glikozürisi bulunan kişiler (16).
TİP 2 DİYABETİN TEDAVİSİ
Yeni başlangıçlı tip 2 diyabetin tedavi algoritminde birinci basamak yaşam tarzı
değişiklikleri yapılmasıdır. Önerilen yaşam tarzı değişiklikleri tıbbi beslenme (diyet), fizik
aktivitenin arttırılması, alkol ve sigaradan uzak durulmasıdır. Bu önerilere rağmen hedef
metabolik kontrol sağlanamayan yani; açlık plazma glukozu > 126 mg/dl, tokluk plazma
glukozu > 140 mg/dl ve A1C > % 7 olan hallerde ikinci basamak tedavi uygulanmalı, oral
monoterapiye geçilmelidir. Tip 2 DM hedef metabolik kontrol kriterleri tablo IV’te
özetlendiği gibidir.
Tablo IV. Tip 2 diyabetlilerde metabolik kontrol kriterleri
Normal Kabul Edilebilir KötüAçlık Kan Şekeri (mg/dl) <115 115–139 >140
Tokluk Kan Şekeri (mg/dl) <140 140–199 >200A1c (%) <6.5 <7.5 >7.5
Total Kolesterol (mg/dl) <200 200–239 >240LDL Kolesterol (mg/dl) <100 100–130 >130HDL Kolesterol (mg/dl) >45 45–35 <35
Trigliserid (mg/dl) <150 150–200 >250
BKİ (kg/m2)
Erkek:
Kadın:
<25
<24
25–30
24–29
>30
>29Kan Basıncı (mmHg) <130–80 <140–90 >140-90
BKİ: Beden Kitle İndeksi
30
Tip 2 Diyabette Oral Ajanlarla Tedavi
Oral monoterapi seçenekleri hastanın BKİ, kilo kaybı, hiperglisemisinin şiddeti, süresi,
diyabete özgü komplikasyonların varlığı göz önüne alınarak yapılmalıdır. Günümüzde
kullanımda olan oral antidiyabetik (OAD) ilaç grupları şunlardır:
Alfa- glukozidaz inhibitörleri: Akarboz, miglitol, vogliboz
Biguanidle r : Metformin
Tiazolidinedionlar: Rosiglitazon, piglitazon
Sülfonülüreler: Tolbutamid, klorpropamid, tolazmid, glibenklamid, glibornurid, glisoksepid,
glizipid, gliklazid, glimepirid
Meglitinidler: Nateglinid, repaglinid
Alfa-glikozidaz inhibitörleri (AGİ)
AGİ’leri oral olarak verildiğinde ince barsak fırçamsı kenarında bulunan ve kompleks
karbonhidratları parçalayan enzimi inhibe ederek glikozun emilişini geciktiren ajanlardır. Bu
etkileriyle postprandial hiperglisemiyi önlerler. İnsülin sekresyonu ve davranışına etkileri
olduğuna dair kanıt yoktur; fakat insülin duyarlılığındaki düzelme, postprandial
hipergliseminin kontrolüyle pankreas β hücrelerinin korunması sonucu elde edilebilir.
Hipoglisemiye yol açmazlar ancak gastrointestinal yan etkileri (meteorizm, şişkinlik, diyare)
kullanımlarını kısıtlar. Monoterapi olarak daha çok bozulmuş glikoz toleransı olan veya erken
tanı almış tip 2 diyabetli olgularda kullanımı mevcuttur. Daha çok diğer anti-diyabetik
ajanlarla birlikte kombine tedavilerde kullanılırlar. Ülkemizde bu grup içinden sadece akarboz
mevcuttur.
31
Biguanidler :
Günümüzde yaygın olarak kullanılan tek biguanid metformindir. Normal kişilerde
glukoz düzeyini etkilemediği gösterilmiştir. Diyabetiklerde hipoglisemiye yol açmadan
normoglisemi sağlar. Metforminin etki mekanizması tam anlamıyla açığa kavuşmamakla
birlikte multifaktöriyel olarak etki gösterdiği ve özellikle insülin direnci ön planda olanlarda
kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Muhtemel etki mekanizmaları şöyle özetlenebilir:
1.Gastrointestinal sistemde:
Glukozun absorbsiyonunu geciktirir veya azaltır.
Barsak hücrelerinde glukozun laktata dönüşümünü artırır.
İştahı baskılar.
2. Karaciğerde: Glukoneogenezi azaltarak hepatik glukoz çıkışını baskılar. Bazal hepatik
glukoz yapımındaki azalma, açlık glukoz düzeyindeki azalma ile korelasyon gösterir, ancak
totaldeki azalma ile orantılı değildir.
3. Kas ve yağ hücrelerinde: Glukoz tüketimini artırır. Bu işlevin hücresel düzeydeki
mekanizması çok çeşitli olup, insülin tirozin reseptör kinaz aktivitesinde, GLUT4 sayı
ve aktivitesinde, glikojen sentezinde artış şeklinde özetlenebilir.
Metformin beslenme düzeni ve egzersize rağmen metabolik kontrolün sağlanamadığı
hallerde ilk seçenek olarak monoterapi biçiminde ya da maksimal doz sulfonilüre kullanıldığı
halde kontrolsüz olan obez diyabetlilerde kombinasyon tedavisi olarak kullanılabilir. Başlıca
yan etkileri gastrointestinal sistemde olup hastaların %20’sinde iştahsızlık, metalik tat,
bulantı, kusma, ishal gibi belirtilerden en az birine yol açabilir. Bu yan etkiler geçici olup
ilacın tok karnına alınması, başlangıçta düşük doz başlanması ve doz arttırımının tedrici
olarak yapılması halinde bu şikayetler azaltılabilir. Laktik asidoz riski %0.03-0.08, mortalite
32
ise 0.017 – 0.024 vaka/1000hasta/yıl gibi düşük oranlardadır. Renal yetmezlik, karaciğer
yetersizliği, alkol bağımlılığı ve akut-kronik asidoz durumlarında kontrendikedir.
Tiazolidinedionlar:
Tiazolidinedionlar insülin direncini azaltmaları nedeniyle obez hastalarda tercih
edilmelidirler. Tiazolidinedionlar tiazolidin-2-4 ortak yapısını içermektedir. Bu grup
ilaçlardan rosiglitazon ve pioglitazon halen kullanılmakta olan preparatlardır.
Tiazolidindionlar nükleer reseptör ailesinden peroxisome proliferator-activated
receptor(PPAR)-gamma’yı bağlar ve aktive ederler. Bu reseptör esas olarak adipozitlerde
eksprese olur, adipozit farklılaşmasını ve adipozit spesifik genlerin ekspresyonunu düzenler.
İnsülin sinyal kaskatını, kas ve karaciğer dokusunda glikoz metabolizmasını etkilerler. GLUT
4 intrinsik aktivitesini ve insülin reseptörlerinin sayısını arttırırlar. Rosiglitazon, insülin
direncini azalttığı, lipid profiline ve endotel fizyolojisine olumlu etkiler yaptığı için tip 2
diyabette uygun bir tedavi aracıdır. Aktif karaciğer hastalığı bulunmayan tip 2 diyabetlilerde
monoterapi veya metformin ve sülfonilüreler ile kombine terapi olarak kullanılabilirler. Genel
olarak iyi tolere edilirler. Başlıca yan etkileri; hepatotoksisite, ödem, anemi, kilo artışı ve kalp
yetersizliğinde artıştır. Fakat bunlar %1-3 gibi düşük oranlarda görülür. Renal yetmezlikte
kullanılabilir. Bilinen karaciğer hastalığı olanlarda ve New York Kalp Birliği
değerlendirmesine göre kardiyak durumu III. ve IV. Derece olanlarda kullanılmamalıdır.
Sülfonilüreler:
Sülfonilüreler aşırı kilolu olmayan ve insülin yetersizliği bulunan tip 2 diyabetli
hastalarda ilk seçenektir. Bununla birlikte diğer OAD ler ile yeterli metabolik kontrol
sağlanamayan obez tip 2 diyabetlilerde kombinasyon tedavisinde de kullanılabilirler. Bu
ajanlar β hücrelerindeki SUR-1 olarak adlandırılan K+ kanalının bir alt birimine bağlanarak
insülin salınımını arttırıcı özelliğe sahiptirler. Bu etkileriyle açlık kan şekerini düşürürler ve
33
A1c yi de ortalama %1-2,5 oranında azaltırlar. Hipoglisemi bu grup ilaçların korkulan yan
etkisidir.
Meglitinidler
Meglitinidler de sülfonilüreler gibi SUR1 reseptörü üzerinden etki eden ajanlardır. Hızlı
etki gösterirler ve yemeklerden hemen önce alınırlar, fakat kan şekeri düşürücü etkileri daha
zayıftır ve daha çok açlık plazma glukozu 200 mg/dl üzerinde olmayan tip 2 diyabetin erken
fazındaki hastalarda kullanımı uygundur. Etkileri daha çok tokluk kan şekeri üzerinedir. Diğer
insülin duyarlılaştırıcılarla kombine kullanımda bu etkileri artar ve daha etkin bir tokluk kan
şekeri düzeyi sağlarlar.
Tip 2 Diyabette İnsülin Tedavisi
Tip 2 diyabetlilerde insülin sekresyonu yıllar içinde progresif olarak azalır. Yeni oral
antidiyabetiklerin kullanıma girmesiyle bu azalma yavaşlatılmaya çalışılsa da sonuçta insülin
kullanımı kaçınılmaz hale gelir. Zira insülin tedavisinin uzun dönemli oral antidiyabetik
kombinasyonlarının başarısızlığı karşısında son çare olarak değil de, hedeflenen metabolik
kontrole ulaşmak için elde bulunan bir ajan olarak görülmesi gerekir. Yeni tanı konulmuş tip 2
diyabetlilerde insülin salınımındaki progresif azalmanın doğası UKPDS (United Kingdom
Prospective Diabetes Study) çalışması ile gösterilmiştir (17). HOMA yöntemi ile ölçülen β hücre
fonksiyonunun yıllar içinde hızla azaldığı tespit edilmiştir. Her ne kadar UKPDS’de sülfonilüre
tedavisi alan olgularda çalışmanın birinci yılında %45 oranında erken dönemde β hücre fonksiyon
artışı gözlemlenmişse de, zamanla bu fonksiyon giderek azalmıştır. Benzer şekilde metformin
grubunda da 6. yılda β hücre fonksiyonu %66’dan % 33’e düşmüştür. Eğer amacımız glisemik
hedeflere ulaşmak ise, bu bilgiler insülin tedavisine geçişin önemini vurgulayan veriler olmalıdır.
Yine bu çalışma ile glisemik hedeflere ulaşmanın önemi gösterilmiştir; A1c’deki her %1’lik düşüş
34
ile mikrovasküler komplikasyonlarda %37, diyabetle ilişkili ölümlerde %21, miyokard infarktüsü
gibi makrovasküler komplikasyonlarda %14, tüm nedenlere bağlı ölümlerde de %14 azalma tespit
edilmiştir .
Zamanla birlikte uzun süre yüksek plazma glukoz ve lipid düzeylerine maruz kalan pankreas
β hücrelerinde glukotoksisite ve lipotoksisite olarak adlandırılan iki durum gelişir ve insülin
sekresyonu bu fenomenlere bağlı olarak azalır (18-19). Hiperglisemiyi düzelten ve serbest yağ
asidi düzeylerini düşüren tedavilerle insülin salınımı artırılabilir (20). Dolayısıyla tip 2
diyabetlilerde çok daha erken dönemlerde başlanacak insülin tedavisiyle β hücre fonksiyonları
korunabilir. Bu fikir ‘β hücre dinlenmesi’ teorisini doğurmuştur ve bu teori bazı çalışmalarla
kanıtlanmıştır (21-22).
Yıllar içinde gelişen rekombinant DNA teknolojisiyle çok sayıda insülin preparatı kullanıma
sunulmuştur. Mevcut kullanımda olan insülinlerin farmakokinetikleri tablo V’de belirtilmiştir.
Tablo V. İnsülin preparatlarının farmakokinetiği
Etki başlangıcı (saat) Pik(saat) Etki Süresi (saat)
İnsan insülini
Regüler
NPH
Lente
Ultralente
0.5-1
2-4
2-4
4-6
2-4
4-8
4-8
Öngörülemez
6-10
12-16
12-16
18-20
İnsülin analoğu
Lispro
Aspartat
Glargin
5 dak-15 dak
5 dak-15 dak
1-2
1
1
pik görülmez
4-5
4-5
~24
35
Diyabetlilerde İnsülin ile Tedavi Endikasyonları
-Tip 1 diyabet
-Oral antidiyabetiklere primer veya sekonder cevapsızlık
-Enfeksiyon, ağır kalp yetersizliği vb araya giren olaylara bağlı dekompansasyon
-Glikoz toksisitesi ve lipotoksisite
-Gebelik
-Kontrol edilemeyen kilo kaybı
-Genel anestezi gerektiren cerrahi tedaviye verilecek hastalar
-Renal yetmezlik
-Hepatik yetmezlik
-Oral antidiyabetiklere karşı allerji ya da diğer reaksiyonların varlığı
-LADA (Yetişkinlerin otoimmün diabetes mellitusu)
-Diyabetik ayak
-Akut Miyokard infarktüsü
-Transplantasyon
İnsülin Tedavisinin Yan Etkileri
İnsülin tedavisi yapılırken diyet, fiziksel aktivitenin artıp azalması, eşlik eden hastalık
ve/veya kullanılan ilaçlarla, fizyolojik durumdaki değişiklikler sonucu bazı yan etkiler oluşur.
Bunlar:
-Hipoglisemi
-Kilo artışı
-İnsülin ödemi
-İmmünolojik komplikasyonlar: Alerji, antikor oluşumu, insülin direnci, lipodistrofiler
-Lipohipertrofiler
36
-Dawn fenomeni (şafak sendromu): Sabah hiperglisemisine neden olur.
-Somogy etkisi (posthipoglisemik hiperglisemi)
İnsülin Kullanan Diyabetik Hastada Hipoglisemi Nedenleri
-İnsülin dozu ihtiyaçtan fazladır.
-İnsülin dozu önerilenden yüksek veya yanlış zamanda uygulanmıştır.
-Psikiyatrik nedenlerle bilinçli olarak yanlış yapılmıştır.
-Öğün atlanmış veya eksik alınmıştır.
-Rutin dışı fizik aktivite yapılmış veya fizik aktivite her zamankinden farklı olarak
arttırılmıştır.
-Böbrek yetmezliği gelişmektedir (insülin klirensi azalmıştır).
-İnsülin etkisini arttıran ilaçlar kullanılmaktadır.
-İnsülin tipi ve/veya türü değişmiştir.
-Brittle (değişken) diyabet vardır.
-Kontrinsüliner sistemde yanıtsızlık oluşmuştur.
-İnsülin gereksimini artıran olaylar gerilemiştir.
-İnsülin direnci azalmıştır.
-Hastada kilo kaybı vardır.
-Enfeksiyon düzelmiştir.
-Eşlik eden hastalıklar tedavi edilmiştir.
37
İNSÜLİN UYGULAMASINDA KULLANILAN YÖNTEMLER
1. Klasik (konvansiyonel) insülin tedavisi: İnsülinin günde iki kez (sabah-akşam) NPH veya
karışım insülinler biçiminde uygulanmasıdır. Günlük insülin dozu hastanın kilosuna göre, tip1
diyabette 0.5-1.0 U/kg, tip 2 diyabette 0.3-0.5 U/kg/gün olarak hesaplanarak bulunan dozun
2/3’ü sabah, 1/3’ü akşam dozu şeklinde uygulanır. Hastaya uygun dozun hesaplanması zor
olduğu gibi doz arttırıldıkça yemek öncesi ve gece hipoglisemileri, sabah hiperglisemisi
görülme olasılığı artar. Akut enfeksiyonlarda, gebelikte, brittle diyabette ve stres karşısında
doz ayarlaması giderek güçleşir. Bu yüzden günümüzde daha çok ileri yaştaki tip 2
diyabetlilerde tercih edilir.
2. Yoğun (intensif) insülin tedavisi
1.Çoklu enjeksiyon
2.Sürekli subkütan insülin infüzyonu
3.İntraperitoneal insülin infüzyonu şeklinde uygulanabilir
DCCT (Diabetes Control and Complication Trial) çalışmasının 1993 yılında yayınlanan
sonuçlarının, konvansiyonel yönteme göre yoğun insülin uygulamasının komplikasyonları
önlemedeki başarısını ortaya koymasından sonra yoğun insülin tedavisi daha öne geçen bir
uygulama biçimi olmuştur.
Çoklu enjeksiyon yönteminde yemeklerden önce kısa etkili, yatmadan önce orta etkili
insülinler kullanılmaktadır. Yoğun insülin tedavisi alan diyabetlilerde çok iyi glisemik kontrol
sağlama amacı, yani diyabetik olmayan kişilerin glukoz düzeylerine benzer bir düzeye
getirme çabaları, son yıllarda bazal-bolus insülin tedavi rejimlerine yönelik çalışmaları
hızlandırmıştır. İnsülin tedavisine yönelik yeni yaklaşımlar, hedefin postabsorptif veya açlık
durumunda uygun insülin konsantrasyonun elde edilmesi veya normal pankreas β hücresinden
38
insülinin postprandial stimülasyonu için öğün zamanlarındaki insülin konsantrasyonunda daha
hızlı bir artış olup olmamasına göre değişmektedir. Böylece insülin tedavisine yönelik yeni
yaklaşımlar bazal insülin tedavisi ve bolus insülin tedavisi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır
(23-29).
Bolus İnsülin
Bolus insülin verilmesinde amaç postprandial glukoz yükselmelerini önlemek için
öğünler esnasında serum insülin konsantrasyonunda tekrarlanabilir ve hızlı artışın
sağlanmasıdır. Tip 2 diabetes mellitus olgularında postprandial glukoz kontrolünü güçleştiren
faktörler; periferik insülin direnci, prandial dönemde suprese olmayan endojen glukoz yapımı,
plazma glukagon düzeyinde prandial supresyon yetersizliği, plazma serbest yağ asitlerinde
postprandial yükselme ve mide boşalımında hızlanmadır.
Regüler insülinler istenilen bolus insülin yanıtını oluşturamamaktadır. Regüler
insülinlerle yaşanılan sorunları; etki başlama zamanının geç olması, etki zamanının uzun
sürmesi, yemeklerden en az 30 dakika önce alınma zorunluluğu olarak sıralayabiliriz. Bunun
sonucu olarak da erken dönemde postprandial hiperglisemi, geç dönemde ise hipoglisemi,
yaşam kalitesinde bozulma, kişinin uyumunu güçleştirme ve glisemi regülasyonunda
düzensizlikler oluşmaktadır. Regüler insan insülinin, hastaların öğün sonrası hiperglisemik
piklerini önleme amaçlı ana öğünlerden 20-40 dakika önce enjeksiyonunu gerektiren yavaş
etki başlangıcı ve geç pikleri vardır. Ayrıca regüler insülinin endojen insüline göre çok uzun,
tipik olarak 6 saat, yüksek dozlarda ise 12 saate kadar çıkan etki süresi nedeniyle hipoglisemi
riski yüksektir. Bu hipoglisemik dönemler hasta tarafından bir şeyler atıştırılarak giderilmeye
çalışılır ki, bunun da sonucu kilo artışıdır.
Regüler insüline alternatif olarak geliştirilen hızlı etkili insülin analoglarının
kullanımında amaç tedaviye uyumu arttırmak ve daha iyi postprandial kontrol sağlamaktır. Bu
insülinler, regüler insülinden 2 kat hızlı absorbe edilir, 2 kat hızlı maksimum konsantrasyona
39
erişir ve etki süresi daha kısadır (Tablo V). Kısa etkili insülin analoglarının (lispro ve aspart)
normal yemek zamanı insülin salınım paternine uygun profilleri vardır. İnsan insülininin amino asit
yapılarındaki küçük değişikliklerle dimerlere ya da hekzamerlere agrege olma yeteneği
azaltılmıştır ve bu sayede subkutan injeksiyon sonrası emilimleri hızlanmıştır. 4- 5 saatlik etki
süreleri ile öğün aralarında etki göstermediklerinden daha fazla bazal insüline ihtiyaç duyulur.
Bazal İnsülin
Bazal insülin verilmesinin amacı postabsorptif süreç boyunca kan glukozunun diyabetli
olmayan kişilerdekine benzer dar sınırlar içinde kalmasının sağlanmasıdır. Bu nedenle bazal
insülin tedavisinde kan insülin konsantrasyonunun hem insüline fizyolojik direncin, hem de
sensitivitenin arttığı durumlarda etkili ve tehlikeli olacak dar sınırlar içerisinde kalması
zorunluluğu vardır (26) . İdeal bazal insülin aşağıdaki özellikleri taşımalıdır:
-24 saati kapsamalı
-Pik yapmamalı
-Düşük hipoglisemi insidansı olmalı
-İyi glisemik kontrol sağlamalı
-Düşük vücut ağırlığı artışına neden olmalı
-Güvenilir olmalı
-Etkisi öngörülebilir olmalı
-Kolay uygulanabilir olmalıdır.
Günümüzde kullanılan insan insülini preperatları bu şekilde etki sağlayacak özeliklere
sahip değildir. Bu özelliklere yakın etkileri olan bazal insülin preparatı olarak iki insülin
analoğu (Glargin ve Detemir) şu anda mevcuttur. Bunlardan insülin glargine ülkemizde de
kullanıma girmiştir (Tablo V).
40
İnsülin Glargin
Klinik kullanıma sunulan ilk uzun etkili insülin analoğudur (30). İnsan insülininin
aminoasit yapısındaki A21 pozisyonundaki glisinin çıkarılması ve B zincirinin C terminaline
iki pozitif yükün (iki arginin molekülü) eklenmesiyle oluşturulmuştur. Aminoasit içeriğindeki
değişiklikler molekülün izoelektrik noktasını kaydırarak insülin glarginin fizyolojik pH’da
sıvılardaki çözünürlüğünü azaltır ve hekzamerleri stabilize ederek monomerlerine ayrışmasını
geciktirir. Enjeksiyon öncesi pH 4’de tamamen çözülmüş haldeyken, fizyolojik doku pH’ında
mikropresipitasyon meydana getirir ve burada küçük bir depo oluşturarak yavaş yavaş kana
salınır (31-33). Bu yapısıyla tek enjeksiyonda 24 saat süreyle bazal glukoz düşürücü etki
gösterir ve belirgin bir pike yol açmadan bazal insülin desteği sağlar. Pik özelliğinin
olmaması ile diyabetik hastaların tedavisinde önemli bir sorun olan hipoglisemi riski NPH
insülin ve diğer OAD lere göre düşüktür ve uygulama saatinden bağımsızdır (33). Günün
herhangi bir saatinde uygulanabilir ancak her gün aynı saatte verilmelidir. Asidik bir solüsyon
olduğu için nötral pH’ da formülize diğer insülinlerle karıştırılamaz.
İdeal İnsülin Tedavisi
İnsülin tedavisi hastaya uygun, basit uygulanabilir ve etkin kan glukozu kontrolü
sağlayacak yöntemle uygulanmalıdır. Klasik insülin tedavisinde, insülin dozunun ayarlanması
için en az 3 günlük kan şekeri profili izlenmelidir. O öğünde bulunan glisemi değerini
saptayan en önemli faktörün bir önceki insülin dozu olduğu unutulmamalıdır. Gün içerisinde
hipo-hiperglisemileri olan hastalarda önce hipoglisemi düzeltilmelidir.
Yoğun insülin tedavisi yöntemi ile iyi metabolik kontrole ulaşmak için hastaların kendi
kan glukozunu izlemesi gereklidir. Özellikle hızlı etkili analog insülin kullananların
karbonhidrat sayımı yöntemi kullanmaları tedavi başarısını arttıracaktır. Bu yöntemde, hasta
41
öğün öncesi kan glukoz düzeyini ölçerek ve alacağı besin miktarını belirleyerek öğün öncesi
yapacağı hızlı veya kısa etkili insülin dozunu ayarlayabilmektedir (34-36).
Hedef glisemi değeri sağlanamıyorsa; genel değerlendirme yapılmalı, beslenme ve
egzersiz planı tekrar kontrol edilmeli, insülin etkinliği kontrol edilmeli, fokal enfeksiyon ya
da insülin ihtiyacını arttıran olay araştırılmalı ve insülin uygulama yeri ve şekli kontrol
edilmelidir. Günümüzde diyabet tedavisinde önerilen glisemi düzeylerini yakalayabilmek için
en uygun yöntemin yoğun insülin tedavisi olduğu görülmektedir. Hekim, beslenme uzmanı ve
diyabet hemşiresinden oluşan sağlık ekibinin hasta ile yakın işbirliği içerisinde olması ve
teknolojik gelişmelerin pratikte uygulanması ile yoğun insülin tedavisinde daha da başarılı
sonuçlar alınabilecektir.
42
MATERYAL VE METOD
OLGULAR
Bu çalışmaya Amerikan Diyabet Birliği’ne göre tip 2 diyabet tanısı almış ve konvansiyonel
insülin tedavisi almakta olup, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi I. İç
Hastalıkları Kliniği Endokrinoloji ve Metabolizma Poliklinikleri Diyabet Ünitesi tarafından takip
edilen 60 olgu dahil edildi. Bu olgular konvansiyonel tedavi protokolüne göre sabah ve akşam
uygulanan hazır karışım miks insülin (%70 NPH, %30 reguler) kullanmakta olup, tıbbi beslenme
tedavisi ve egzersize rağmen yetersiz glisemik kontrol göstermekteydi (A1c >%8). Belirgin renal,
kardiyak ve karaciğer hastalığı, kanser, insülin allerjisi, tekrarlayan ciddi hipoglisemisi,
hemoglobinopatisi olanlar ile gebelik ve gebelik beklentisi, laktasyonda olanlar ile sistemik
glukokortikoid kullananlar ve 2 U/kg dan fazla insülin gereksinimi olanlar çalışmaya dahil
edilmedi.
ÇALIŞMA METODU
Bu araştırma, 6 ay süreli randomize açık etiketli bir çalışma olarak planlandı (Şekil 2).
Çalışmaya dahil edilen olguların ayrıntılı anamnezi alındı ve fizik muayenesi yapıldı. Bu 60 olgu
tedavi protokollerine göre iki gruba randomize edildi ve çalışma hakkında ayrıntılı olarak
bilgilendirilip ve izinleri alındı. İnsan insülinleri ile yoğun insülin tedavisi alan gruba (grup 1)
bolus insülin olarak her ana öğünden 30 dakika önce regüler insülin ve bazal insülin olarak gece
NPH insülin uygulandı. Diğer gruba (grup 2) ise bolus insülin olarak yemek öncesi kısa etkili
insülin analoğu (lispro) ve bazal insülin olarak sabah uzun etkili insülin analoğu (glargin)
uygulandı. Olguların insülin ihtiyaçları 6 ay boyunca en az bir hafta süre ile evlerinde ölçtükleri
açlık ve tokluk (yemekten 2 saat sonra) kan şekerleri ışığında belirlendi (açlık kan şekeri 115-139
mg/dl, tokluk kan şekeri 140-199 mg/dl arasında tutulmaya çalışıldı).
43
Olgular sabah 08:00 ’de kahvaltı öncesi, 10:00 ’da kahvaltı sonrası, 12:00 ’de öğle
yemeği öncesi, 14:00 ’de öğle yemeği sonrası, 18:00 ’de akşam yemeği öncesi 20:00’ de
akşam yemeği sonrası ve 23:00 ’de yatmadan önce kan şekerlerini 6 ay boyunca en az
haftada bir kez ölçmeleri konusunda bilgilendirildi. Ve bu sonuçlara göre insülin dozları
yukarıdaki kan şekeri profilini elde etmek için ayarlandı.
Çalışmada yer alan tüm olgulara tüm insülinler cilt altı olarak uygulandı [İnsülin lispro
(Humalog®. Eli Lilly and Co Indianapolis. IN), İnsülin glargin (Lantus®. Aventis
Pharmaceuticals, Bridgewater, NJ), İnsan regüler insülini (Humulin R®. Eli Lilly and Co
Indianapolis. IN), NPH (Humulin N® Eli Lilly and Co Indianapolis. IN)]. Kısa etkili insülin
analogları kullanan olgulara hemen yemek öncesi, regüler insan insülini kullanan olgulara ise
yemekten 30-45 dakika önce injeksiyon yapmaları anlatıldı. İnjeksiyon yeri olarak kol ve
karın bölgesi tavsiye edildi. Olgulara evde kan şekeri takibi için aletleri ve ilgili stripleri
sağlandı (Glukotrend 2®. Roche Diagnostics, Switzerland) ve ölçüm hasta başı eğitimle
kendilerine öğretildi. Ev monitorizasyonu için kullanılan glukoz ölçüm aletlerinin
kalibrasyonu poliklinik başvurularında düzenli olarak kontrol edildi. A1c düzeylerinde
immunoturbidiometrik yöntem kullanıldı (referans aralığı %4,8-%6). İki gruba randomize
edilen olguların açlık kan glukoz düzeyleri, A1c seviyeleri, BKİ leri, ev glikoz ölçümleri ve
günlük insülin dozları ile hipoglisemik atak sıklıkları karşılaştırıldı.
İstatistiksel analizler için SPSS for Windows 10.0 programında Student-t testi, kullanıldı.
Tüm sonuçlar ±SD ile verildi ve P değerinin <0.05 olması anlamlı kabul edildi.
44
Şekil 2. Çalışma protokolü (iki tedavi grubunun tanımlanması).
45
60 olgu randomize edildi
İnsan İnsülini grubun:30
İnsülin rejimi
Kahvaltı öncesi: RegülerÖğle yemeği öncesi: RegülerAkşam yemeği öncesi: RegülerGece: NPH
İnsülin Analoğu grubun:30
İnsülin rejimi
Sabah: GlarginKahvaltı öncesi:LisproÖğle yemeği öncesi: LisproAkşam yemeği öncesi: Lispro
6 aylık takip süresi
27 olgu çalışmayı tamamladı
(3 olgu uyum sorunu nedeniyle çalışmadan çıkarıldı)
28 olgu çalışmayı tamamladı
(2 olgu uyum sorunu nedeniyle çalışmadan çıkarıldı)
BULGULAR
60 olgudan çalışmayı 55 olgu tamamladı. İnsan insülinleri ile klasik yoğun insülin tedavisi
alan gruptan 3 olgu, insülin analogları ile tedavi alan gruptan ise 2 olgu uyum sorunu nedeniyle
çalışmayı tamamlayamadı. Çalışmayı tamamlayan olguların başlangıç demografik özellikleri ve
metabolik/biyokimyasal parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (Tablo VI).
Tablo VI. Olguların demografik özellikleri ve metabolik parametreleri
İnsan insulinleri grubu İnsülin analogları grubu P
Olgu sayısı 30 30 A. D.
Yaş (yıl) 55.11±6.58 56.8 ±9.08 A. D.
Cinsiyet (erkek/kadın) 12/18 11/19 A.D.
Diyabet yaşı (yıl) 10.78±3.7 11.21±6.29 A.D.
İnsülin dozu (U/kg) 0.59±0.28 0.63±0.21 A.D.
AKŞ (mg/dl) 222.3±41.38 229.64±57.96 A.D.
A1c (%) 10.25±1.26 10.11±1.22 A.D.
BKİ (kg/m2) 30.46±2.98 29.92±4.65 A.D.
A.D. : Anlamlı değil (p>0.05).
Olguların başlangıç insülin dozları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı
(Tablo VI). İnsan insülinleri kullanan grupta başlangıçta 0.59±0.28 U/kg olan insülin dozu 6 ay
sonunda 0.69 ±0.2 U/kg’a (Tablo VII, p>0.05) , insülin analogları kullanan grupta ise 0.63±0.21
U/kg değerinden 0.67±0.16 U/kg değerine yükseldi (Tablo VIII, p>0.05). İnsülin dozlarının artışı
46
açısından her iki grup karşılaştırıldığında anlamlı bir fark gözlenmedi (Tablo VIII, p>0.05). BKİ
leri karşılaştırıldığında ise insan insülinleri grubunda başlangıç BKİ 30.46±2.98 kg/m2 iken 6 ay
sonunda 30.87±2.79 kg/m2 ye ulaştı (Tablo VII, p<0.05), insülin analogları grubunda ise
29.92±4.65 kg/m2 den 30.25±4.32 kg/m2 ye yükseldi ve bu artış da istatistiki bir anlam
içermiyordu (Tablo VIII, p>0.05). Gruplar karşılaştırıldığında her iki grubun BKİ leri arasında
anlamlı fark bulunmadı (Tablo IX, p>0.05). Tedavi başlangıcında her iki grubun açlık plazma
glukozları benzer değerlerdeydi (Tablo VI, p>0.05). 6 ay sonunda değerlendirdiğimizde ise bu
değerlerde ileri derecede anlamlı bir düşüş sağlandı. İnsülin analogları grubunda 229.64±57.96
mg/dl olan açlık plazma glukozu 149.32±54.65 mg/dl düzeyine geriledi (Tablo VIII, p<0.001).
Human insülin grubunda ise 222.3±41.38 mg/dl olan değer 6 ay sonra 146.85±34.43 mg/dl olarak
bulundu (Tablo VII, p<0.001). İki grup karşılaştırıldığında istatistiksel anlam içeren bir fark
saptanmadı (Tablo IX, p>0.05).
Hipoglisemik ataklar yönünden değerlendirdiğimizde her iki grupta da tıbbi müdahale
gereksinimine yol açacak ciddi hipoglisemik atak gözlenmedi. Çalışmanın herhangi bir aylık
periyodunda hipoglisemik atak hasta başına human insülin grubunda 1.8 ±0.8, analog insülin
grubunda 1.7±0.9 olarak hesaplandı ve gruplar arasında istatistiksel bir anlam içeren bir farklılık
bulunmadı (Tablo IX, p>0.05).
Tablo VII. İnsan insülinleri grubu metabolik parametreleri ve BKİ leri
47
Başlangıç 6. ay P
İnsülin dozu (U/kg) 0.59±0.28 0.69 ±0.2 A.D.
AKŞ (mg/dl) 222.3±41.38 146.85±34.43 <0.001
A1c( %) 10.25±1.26 8.7 ±0.7 <0.001
BKİ (kg/m2) 30.46±2.98 30.87±2.79 A.D.
Tablo VIII. İnsülin analogları grubu metabolik parametreleri ve BKİ leri
Tablo IX. Altı ay tedavi sonrasında her iki grubun metabolik parametreleri ve BKİ leri
İnsan insülinleri grubu İnsülin analogları grubu P
Olgu sayısı, n 27 28 A.D.
İnsülin dozu (U/kg) 0.69 ±0.2 0.65±0.16 A.D.
AKŞ (mg/dl) 146.85±34.43 149.32±54.65 A.D.
A1c( %) 8.7 ±0.7 7.76±1.02 <0.001
BKİ (kg/m2) 30.87±2.79 30.25±4.32 A.D.
Hipoglisemi atağı (n/30 gün)
1.8±0.8 1.7±0.9 A.D.
A.D: Anlamlı değil (p>0.05)
A1c değerleri başlangıçta benzer olan her iki grupta 6 aylık tedavi süreci sonucunda belirgin
iyileşme sağlandı. İnsan insülinleri grubunda %10.25±1.26 A1c ortalaması %8.7 ±0.7’ye düştü
(Tablo VII, p<0.001). İnsülin analogları grubunda ise %10.11±1.22 ortalamasından %7.76±1.02
değerine geriledi (Tablo VIII, p<0.001 ). Her iki grup karşılaştırıldığında ise insülin analogları
grubundaki düşüş ileri derecede anlamlıydı (Tablo IX, p<0.001). 3. aydaki A1c düzeyleri ise
human insülin grubunda %9.02±0.82, insülin analogları grubunda %8.13±1.12 ortalamasındaydı
(p<0.05). İki grup karşılaştırıldığında 3. ay itibarıyla da fark anlamlı bulundu (p<0.05). Başlangıç,
3. ay ve 6. aylardaki A1 c değişimleri şekil 3 ’de gösterilmiştir.
Başlangıç 6. ay P
İnsülin dozu (U/kg) 0.63±0.21 0.65±0.16 A.D.
AKŞ (mg/dl) 229.64±57.96 149.32±54.65 <0.001
A1c( %) 10.11±1.22 7.76±1.02 <0.001
BKİ (kg/m2) 29.92±4.65 30.25±4.32 A.D.
48
0. Ay 3. Ay 6.ay6
6,25
6,5
6,75
7
7,25
7,5
7,75
8
8,25
8,5
8,75
9
9,25
9,5
9,75
10
10,25 10,25
9,02
8,7
10,11
8,13
7,76
Şekil 3. Her iki grupta aylara göre A1c değişimi
Satır 11 Satır 12
A1c%
Olguların tedavinin son haftasında kendi evlerinde günde yedi defa ölçtükleri kan şekeri profil
ortalamaları Tablo X’da gösterilmiştir. Sabah açlık kan şekerleri her iki grupta da benzer
düzeylerdedir (sırasıyla 150.3±48.8mg/dl ve 156.4±56.5, p>0.05) . Kahvaltıdan 2 saat sonra
bakılan tokluk kan şekerleri ise analog insülin grubunda insan insülinleri grubuna göre anlamlı
derecede daha düşük bulunmuştur ( sırasıyla 142.4±56.2 mg/dl ve 191.5±74.9 mg/dl, p<0.001 ).
Öğle yemeği öncesi değerleri ise her iki tedavi grubunda birbirine yakın bulunmuştur (sırasıyla
154.7±67.1 mg/dl ve 169.0±67.0 mg/dl, p>0.05). Öğle yemeği sonrası 2. saate bakılan tokluk kan
şekeri düzeyleri ise yine analog insülin grubunda insan insülinleri grubuna göre anlamlı derecede
daha düşük düzeylerdedir ( sırasıyla 159.5±64.4 mg/dl ve 192.0±78.5 mg/dl, p<0.05). Akşam
yemeği öncesi değerleri de analog insülin grubunda human insülin grubuna oranla düşük
düzeylerdedir (sırasıyla 162.1±64.8mg/dl ve 199.2±76.9 mg/dl , p<0.05). Akşam yemeği sonrası 2.
saat tokluk kan şekeri düzeyleri yine daha önceki tokluk düzeylerinde olduğu gibi analog insülin
49
*
**
***
* p>0.05** p<0.05*** p<0.001
grubunda anlamlı derecede düşük düzeylerde seyretmiştir (sırasıyla 161.5±64.4 mg/dl ve
200.0±74.8mg/dl, p<0.001). Gece yatmadan önce bakılan kan şekeri düzeyleri ise yaklaşık
değerlerdedir ve istatistiksel olarak anlamlı fark içermemektedir (sırasıyla 165.8±63.5mg/dl ve
184.3±74.9 mg/dl, p>0.05).
Tablo X. Tedavinin son haftası ev glikoz ölçüm ortalamaları.
Kan şekeri ortalaması (mg/dl)
Sabah(açlık kan şekeri)
Kahvaltı sonrası (2 .saat)
Öğle yemeği öncesi
Öğlen yemeği sonrası (2.saat)
Akşam yemeği öncesi
Akşam yemeği sonrası(2.saat) Gece
Lispro+glargin 150.3±48.8 142.4±56.2 154.7±67.1 159.5±64.4 162.1±64.8 161.5±64.4 165.8±63.5
Regular + NPH 156.4±56.5 191.5±74.9 169.0±67.0 192.0±78.5 199.2±76.9 200.0±74.8 184.3±74.9
p A.D. <0.001 A.D. <0.05 <0.05 <0.001 A.D.
A.D.: Anlamlı değil
50
TARTIŞMA
Yıllardır tip 2 diyabeti olan hastalara geleneksel olarak günde iki kez NPH ya da NPH ve
regüler insülin karışımları uygulanmaktadır. Bununla birlikte bu rejimleri kullanan hastalarda
mevcut standartlara göre makul düzeyde iyi glisemik kontrol çok az çalışmada bildirilmektedir
(21). Bu rejimlerde sıklıkla sabah ve gece geç saatlerde aşırı insülin düzeyleri ile hipoglisemiler
oluşmakta, ayrıca yetersiz insülin replasmanından dolayı da aralıklı hiperglisemiler yaşanmaktadır.
Bu şekilde tedavilerde yaşanan diğer bir sorun da hastaya kendi glukoz profiline göre insülin
ayarlaması esnekliğinin sunulamamasıdır.
Yıllar içinde insülin kinetiğinin daha iyi anlaşılmasıyla diyabet tedavisinde bazal bolus insülin
kavramı oluşmuş ve özellikle tip1 diyabetlilerde çoklu insülin injeksiyonunu içeren rejimler
kullanılmaya başlanmıştır. Bazal bolus insülin tedavisi yıllarca öğün öncesi regüler insülinle bolus,
gece uygulanan NPH insülinle bazal insülin düzeyleri elde etmek amacıyla tip 1 diyabetlilerde
uygulanmıştır, fakat kısa etkili insülin analoglarının keşfi ile bu tedavi daha çok öğün öncesi bolus
insülin analogları ve bazal insülin için günde tek ya da 2 doz NPH insülini şekline dönüşmüştür.
Uzun etkili, pik öngörülmeyen insülin analoğu insülin glargin kullanıma girdikten sonra bazal
insülin olarak bu preparat kullanılmaya başlanmıştır. Bütün bu gelişmeler tip 1 diyabetliler için
pratikte kullanım alanı bulmuşken, insülin ihtiyacı olan tip 2 diyabetliler sıklıkla geleneksel
rejimle (günde iki kez NPH yada miks) tedavi edilmeye devam edilmiştir.
Bilindiği üzere yemek sonrası bakılan tokluk plazma glukoz düzeyleri, açlık plazma glukoz
düzeylerine oranla glisemik kontrolu daha iyi yansıtır ve A1c düzeyleri ile daha anlamlı bir
paralelliğe sahiptir (37). Kısa etkili insülin analogları, öğün sonrası görülen plazma glukoz artışını
regüler insüline göre daha iyi kontrol ederler (38-40). Fakat öğün sonrası geç dönemde (yemekten
4 saat sonra) oluşan glukoz artışına etkisizdirler, bu nedenle bu döneme etki edebilmeleri için yani
51
yeterli bazal insülin sağlanabilmesi amacıyla tedaviye uzun etkili insülin analoğu (glargin) eklenir.
Bu çalışmanın çıkış noktası da konvansiyonel insülin tedavisi (miks/miks) ile yetersiz glisemik
kontrolü (A1c>%8) olan tip 2 diyabetli bireylerde iki bazal bolus tedavi stratejisini (lispro bolus,
glargin bazal ve regüler bolus, NPH bazal) karşılaştırmak olmuştur.
Yapılan çeşitli klinik çalışmalarda insülin tedavisi ile kilo alımı ilişkilendirilmiştir. Bunun
muhtemel nedenlerinden biri hasta tarafından diyete uyumsuzluk devam ederken ,uygulanan tedavi
sonucu glikozüriyle kaybedilen kalori miktarındaki azalmadır (41). Sargın ve arkadaşları yaptıkları
bir çalışmada (25) iki bazal bolus tedavi statejisini karşılaştırmış fakat bizim çalışmamızdan farklı
olarak kısa etkili insülin analoglarının kullanıldığı grupta bazal insülin olarak öğlen ve gece NPH
insülin kullanmışlardır. Bu çalışmada her iki grupta BKİ artışı gözlenmiş fakat anlamlı derecede
kilo alımı bolus insülin olarak regüler insülinin kullanıldığı grupta bulunmuştur (p<0.05).
Rosenstock ve arkadaşlarının yaptığı 518 olgunun 28 hafta izlendiği bir çalışmada ise bazal insülin
olarak NPH ve insülin glargin karşılaştırılmış ve glargin grubunda anlamlı olarak daha az kilo artışı
tespit edilmiştir (42). Bu verilere karşın insulin glargin alan 214 hasta ve NPH insülin alan 208
hastanın bir yıl boyunca izlendiği bir çalışmada ortalama kilo artışları (sırasıyla 2.6 kg ve 2.3 kg)
birbirine yakın bulunmuştur (43). Bizim gerçekleştirdiğimiz çalışmada da her iki grubun BKİ’
lerinde artış olmuştur fakat bu artışlar istatistiki anlam içermiyordu. Kısa etkili insülin analogları
ile öğün sonrası erken hiperglisemiler önlenir fakat regüler insülin gibi pik etkisi 2-4 saat sonra
ortaya çıkan ve etki süresi 6-10 saate kadar uzayan insülinlerin kullanıldığı tedavilerde öğün
sonrası erken hiperglisemiler ve geç hipoglisemiler (öğünden 4-5 saat sonra) kaçınılmaz hale gelir
ve bundan kaynaklanan açlık hissi hasta tarafından birşeyler atıştırılarak giderilmeye çalışılır.
Bununla birlikte bazal insülin olarak NPH insülin de kullanılırsa NPH piki ve regüler insülinin
etkisinin çakıştığı saatlerde görülecek hipoglisemiler bu kısırdöngüyü arttıracak ve hastadaki kilo
alınımı da artacaktır. Glargin gibi pik yapmayan bir bazal insülin kullanılır ve kısa etkili insülin
analogları bolus insülin olarak verilirse normal fizyolojiye yaklaşılmış olur ve hiperglisemilerin
52
yarattığı glikotoksisite ve geç hipoglisemilerin önlenmesi nedeniyle hastalardaki kilo alımının da
ilerleyen tedavi sürecinde azalacağını düşünmekteyiz.
Glisemik hedeflere ulaşmanın önemi UKPDS çalışması ile gösterilmiş; A1c’deki her %1’
lik düşüş ile mikrovasküler komplikasyonlarda %37, diyabetle ilişkili ölümlerde %21, miyokard
infarktüsü gibi makrovasküler komplikasyonlarda %14 ve tüm nedenlere bağlı ölümlerde de %14
azalma tespit edilmiştir. Yine bu konuda yapılan büyük bir çalışma olan DCCT çalışmasının
sonuçları 1993 yılında açıklandıktan ve konvansiyonel yönteme göre yoğun insülin uygulamasının
komplikasyonların önlenmesindeki başarısının ortaya konmasından sonra yoğun insülin tedavisi
daha öne geçen uygulama biçimi olmuştur.
Tip 1 diyabeti olan olgularda bazal bolus tedavi stratejilerini karşılaştıran bir çok
çalışma olmasına rağmen (44-50) tip 2 diyabetliler ile yapılmış bu tarz yeterli çalışmaya
rastlanmamıştır (regüler/NPH - lispro /glargine). Tip 1 diyabetlilerle yapılan çalışmalardan
Murphy ve arkadaşlarının 25 olguluk çalışmasında regüler insülin ve NPH insülin alan grup
ile lispro ve glargin alan gruplar arasında 16 hafta sonunda anlamlı bir A1c farkı oluşmamıştır
(p=0.13)(44). Raskin ve arkadaşlarının yaptığı 619 olguluk bir çalışmada ise bazal insülin
olarak 310 olguya tek doz insulin glargin, 309 olguya günde tek yada iki doz NPH insülin
verilmiş bolus insülin olarak da insülin lispro kullanılmıştır. 16 hafta sonunda her iki grubun
A1c değerleri arasında yine anlamlı bir fark oluşmamıştır (p>0.05)(49). Tip 1 diyabetlilerle
yapılan çalışmalardan elde edilen genel sonuçlar A1c düzeyleri üzerine bazal insülin olarak
glargin ve NPH ile benzer ölçüde iyileşme sağlandığı yönündedir.
Tip 2 diyabetiklerle yapılan çalışmalara baktğımızda ise bazal bolus tedavi
statejilerinden çok bazal insülinlerin (NPH-Glargin) karşılaştırıldığı çalışmalara
rastlamaktayız. Bu çalışmaların istisnalarından biri olan Sargın ve arkadaşlarının yaptığı bir
çalışmada bazal insülin olarak iki doz NPH insülin, bolus insülin olarak lispro kullanılmış,
53
diğer grup ise bazal tek doz NPH, bolus ise regüler insülin uygulanmıştır. Her iki grupta 28
haftalık tedavi sonrasında A1c seviyelerinde anlamlı derecede düşüş sağlanmıştır (p<0.05)
(25). Bu çalışmadan çıkan sonuçlar bizim çalışmamızı destekler niteliktedir ve bolus insülin
olarak lispro alan grubun A1c’si diğer gruba oranla anlamlı derecede daha düşük seviyelere
gerilemiştir (sırasıyla %7.3±0.7 ve %7.7±0.7 , p<0.05). Fakat bu çalışma bazal insülin olarak
NPH kullanılması ile bizim çalışmamızdan ayrılmaktadır. Bazal insülin olarak insülin glargin
kullanılan çalışmalara baktığımızda ise Warren ve arkadaşlarının yaptığı bir meta analizde 19
çalışmanın sonuçları incelenmiş, oral antidiyabetiklerin yetersiz kaldığı tip 2 diyabetlilerde
tedaviye bazal insülin olarak eklenen NPH ve glargin benzer şekilde A1c düşüşüne yol açmış
ve aralarında istatistiksel anlam içeren bir fark oluşmamıştır (51). Stroup ve arkadaşlarının
yaptığı retrospektif bir çalışmada ise bazal insülin olarak daha önceden NPH kullanan 197 tip
1 ve tip 2 diabetli hasta populasyonunda bir yıl boyunca glargin kullanımından sonra %
0.53±1.4 ’lik A1c düşüşü anlamlı olarak tespit edilmiştir (p<0.05) (52). Oral antidiyabetik
kullanan 570 olguluk bir çalışmada oral tedaviye eklenen NPH ve insulin glargin ile bir yıl
tedavi sonucunda anlamlı A1c düşüşü sağlanmış, fakat iki grup arasında anlamlı fark tespit
edilememiştir (53). Bu çalışmalardan farklı olarak A1c düzeylerindeki iyileşme açısından
glargin insülinin üstün olduğu çalışmalar da mevcuttur. Fritsche ve arkadaşlarının yaptığı 700
olguluk bir çalışmada glimeprid kullanan hastalara bazal insülin olarak tek doz NPH ve
insülin glargin verilerek hastalar randomize edilmiş ve 28 hafta sonunda insulin glargin
kullanan grupta NPH grubuna göre anlamlı derecede A1c iyileşmesi elde edilmiştir (54).
Bazal insülin olarak insülin glargin kullanımıyla tip 2 diyabetlilerde A1c düzeylerinde anlamlı
iyileşmeler sağlandığı tartıştığımız bu çalışmalarla kanıtlanmış olmasına rağmen, NPH
insüline olan üstünlüğü halen tartışılmaktadır ve yeni veriler için özellikle tip 2 diyabetli
hastalarla yapılacak bazal bolus tedavi rejimlerini karşılaştıran çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu
açıdan bizim ulaştığımız sonuçlarda; her iki bazal bolus tedavisi sonucunda A1c düzeylerinde
54
ileri derecede anlamlı iyileşme bulunması, komplikasyonların önlenmesi açısından A1c’ nin
önemi göz önüne alındığında, tip 2 diyabetlilerde de bazal bolus tedavi stratejilerinin
yaygınlaşması gerektiğini, özellikle insülin analogları ile tedavi edilmelerinin yararlı olacağını
öngörmekteyiz.
Bazal bolus insülin tedavi rejimlerinin amacı normal fizyolojiye yaklaşma çabası
olduğundan açlık plazma glukozu da normal bireylerin değerlerine yakın olmalıdır. Tip 2 diyabetli
hastalarda 115-139 mg/dl değerleri kabul edilebilir optimal bir kontrolün göstergesi olup, ideal
olanı açlık kan şekeri düzeylerini 115 mg/dl’ nin altına çekebilmektir. Yaptğımız çalışmada her iki
grupta açlık kan şekeri değerleri başlangıçta oldukça yüksek seyretmekteyken (insülin analogları
grubunda 229.64±57.96 mg/dl, human insülin grubunda 222.3±41.38 mg/dl ) 6 ay sonunda benzer
şekilde anlamlı derecede azalmış (p<0.001) fakat yine de kabul edilebilir düzeylere çekilememiş,
analog grubunda 146.85±34.43 mg/dl, human insülin grubunda 149.32±54.65 mg/dl olarak
bulunmuştur (p>0.05). Bu sonuçların hedeflenen değerlerden yüksek olmasını, olguların
başlangıçta oldukça yüksek açlık kan şekeri düzeylerine sahip olması ve BKİ ortalamalarının
yüksek oluşuyla ilişkilendirmekteyiz. Olguların takibi devam ettikçe bu düşüşün devam edeceğini
ve 1 yıl içinde hedeflenen değerlere ulaşacağını öngörmekteyiz. Ayrıca insülin glargin ile yapılan
çalışmalarda her ne kadar pik yapmayan 24 saatlik sabit bazal bir insülin düzeyi sağlandığı
sonuçlarına ulaşılsa da, çalışmamızda analog insülin grubundaki olguların açlık kan şekerleri
human insülin grubuyla benzer değerlerde bulunmuştur. Bu sonuç insülin glarginin yüksek
dozlarda kullanımında (çalışmamızda 32.46±10.20 IU/gün) günde tek kez değil de bölünmüş
dozlarda iki kez kullanımını gerektirebilir kanısına varmış bulunmaktayız. Bu konu ile ilgili
yapılacak çalışmaların insülin glarginin kullanımının yaygınlaşmasıyla artacağını diğer kullanımda
olan insülinlere nispeten daha yeni bir molekül olan glargin için yeni verilerin ortaya çıkacağını
düşünmekteyiz.
55
Bir çok çalışmanın sonucunda 2. saat tokluk kan şekeri düzeylerinin açlık kan şekerine
oranla glisemik kontrolü daha iyi yansıttığını ve A1c düzeylerine daha etkili olduğunu öğrenmiş
bulunmaktayız. Bizim çalışmamızda da hastaların ev glikoz ölçümlerine baktığımızda insülin
analogları grubunda yemek sonrası 2. saat tokluk kan şekeri ortalamaları insan insülinleri grubuna
oranla belirgin derecede düşük bulunmuştur. Bu bulgular, tedavi sonrası her iki grubun açlık kan
şekerleri arasında anlamlı bir fark olmamasına rağmen A1c düzeylerindeki ileri derecede anlamlı
farkı açıklar niteliktedir. DECODE çalışmasının sonuçlarında belirtildiği üzere oral glukoz tolerans
testi 2.saat glukoz düzeyleri, açlık kan şekerine oranla tüm ölüm nedenleri ve kardiyo vasküler
hastalık için daha iyi bir belirteçtir (55,56). Diyabet İntervention Study sonuçlarında tokluk kan
şekeri tip 2 diyabetlilerde tüm nedenlere bağlı mortalite için bağımsız risk faktörü olarak
bulunmasına rağmen açlık kan şekeri düzeyleri ile mortalite arasında bir ilişki kurulamamıştır (57).
Bu çalışmalardan elde edilen sonuçları değerlendirdiğimizde tip 2 diyabetlilerde tokluk kan
şekerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Daha önce bahsedildiği üzere tokluk kan şekeri düzeylerinde
optimal kontrolün anahtarı bolus insülin olarak kullanılan insülinin etkinliği ile ilintilidir. Gerek tip
1 diyabetliler, gerek tip 2 diyabetlilerle yapılmış bir çok çalışmada bolus insülin olarak kullanılan
insülin lispro, regüler insüline oranla tokluk kan şekerleri üzerine daha etkin bulunmuştur (38-40,
58-61).
Çalışmamızda, konvansiyonel tedavi rejimi ile yeterli glisemik kontrol sağlanamayan
tip 2 diyabetlilerde bazal/bolus insülin tedavi rejiminin daha iyi glisemik kontrol sağladığı
sonucuna ulaşmış bulunmaktayız. Ayrıca bu tedavi rejimleri içinde insülin analogları ile,
benzer güvenirlilikle, insan insülinlerine göre daha düşük A1c düzeylerine ulaşılmıştır.
56
ÖZET
Tip 1 diyabetlilerde yoğun insülin tedavi rejimlerini karşılaştıran birçok çalışma
olmasına rağmen tip 2 diyabet için yeterince veri yoktur. Bu çalışmanın amacı, günde iki kez
insülin kullanan tip 2 diyabetlilerde iki farklı bazal/bolus tedavi rejiminin etkinliğini ve
güvenilirliğini karşılaştırmaktır.
6 aylık takip süreçli ve randomize olarak planlanan bu çalışmaya konvansiyonel
insülin tedavisi (miks insülin %70 NPH, %30 regüler) kullanmakta olup yeterli glisemik
kontrol sağlanamayan (A1c >%8), 60 tip 2 diyabetik olgu alındı. Olgulara iki farklı tedavi
protokolüne göre; Lispro/Glargin (L/G) grubuna sabah glargin ve her ana öğün öncesi lispro
insülin, Regüler/NPH (R/N) grubuna ise her ana öğünden 30 dk. önce regüler ve gece NPH
insülin verildi. Çalışmanın ana sonlanım noktaları olarak, A1c düzeyleri, ev glikoz ölçümleri,
insülin dozları, kilo artışı ve hipoglisemik atak sayısı analizleri planlandı. 55 olgu çalışmayı
tamamladı.
L/G grubunda R/N grubuna göre 2. saat tokluk kan şekerleri ve akşam yemeği öncesi
kan şekerleri daha düşük bulundu. Başlangıç ile karşılaştırıldığında her iki grubun A1c
düzeylerinde anlamlı derecede düşüş sağlandı. Çalışma sonunda L/G grubunda R/N grubuna
oranla daha düşük A1c seviyelerine ulaşıldı. Ortalama beden kitle indeksleri ve günlük insülin
dozları, tedavi başlangıcı ve sonunda iki grupta benzer düzeylerdeydi. Hipoglisemi atak
oranları her iki grupta benzer düzeylerde düşük bulundu.
Çalışmamızın ana sonlanım noktası değerlendirildiğinde, bazal bolus insülin
tedavisinin konvansiyonel insülin tedavisine göre glisemik hedeflere ulaşmak için daha üstün
bir tedavi rejimi olduğu, ayrıca insülin anlaloglarının insan insülinlerine oranla daha iyi
glisemik kontrol sağladığı sonucuna ulaşmış bulunmaktayız.
57
SUMMARY
Although there are many studies comparing basal bolus insulin regimens in type 1
diabetes there’s no data for type 2 diabetes. In this study we aimed to compare the efficacy
and safety profile of two different basal bolus therapies in type 2 diabetic patients despite
using twice daily regimens.
The study was a 6 month open-label randomised clinical trial. 60 insulin-treated type 2
diabetic patients with insufficient glyceamic control (A1c>8%) using conventional insulin
regimen (mixed insulin 70% NPH, 30% regular) were included to the study. The patients used
two different insulin regimens: Lyspro/Glargine group (L/G) used insulin glargine in
mornings and premeal insulin lyspro, Regular/NPH group (R/N) used regular human insulin
30 minutes before main meals and NPH at bed time. The main end-points for analysis were
weekly self-monitored blood glucose readings, A1c levels, totally insulin dose, weight gain
and number of hypoglycaemic episodes.
Post prandial 2nd hour and pre-dinner glucose values are lower in the L/G group. The
A1c values were significantly lower in each group at the end compared with baseline and
L/G group had reached lower A1c levels than R/N group. Mean insulin doses and mean BMI
were similar in the treatment groups initially and at the end. Overall hypoglycaemia rates
were similar in both groups during the study period.
When the main end-points of the study were considered we have shown that basal bolus
insulin regimens are better for reaching glyceamic targets compared with conventional
insülin treatment and in addition, intensive insulin therapy with insulin analogues is superior
to intensive insulin therapy with human insulins.
58
KAYNAKLAR
1. King H, Auert RE, Herman WH. Global burden of diabetes, 1995-2025:prevalence,
numerical estimates and projections. Diabetes Care 1998 Sep; 21 (9):1414-31
2. Howlett HCS, Bailey CJ. A risk-benefit assesment of metformin in type 2 diabetes mellitus.
Drug Saf 1999; 20: 489-503
3. Reaven G, Strom T. Tip 2 Diyabet – Sorular ve Cevaplar 2003. S:5
4. Satman I., Yılmaz M.T., Şengül A.M., et al and the TURDEP group: Population based
study of diabetes and the risk chracteristics : final results of the TURDEP,
Diabetologia 2000; 43 (suppl 1)
5. Garber A.J. Diabetes Mellitus. ‘ Internal Medicine. Editor: Stein J. H., Mosby Year Book,
St. Louis, p: 1391 - 1392 ’, 1994.
6. Lavin N. Manuel Of Endocrinology & Metabolism (3rd Edition 2002) S:630
7. Reaven G, Strom T. Tip 2 Diyabet – Sorular ve Cevaplar 2003. S:55
8.Yılmaz. C , Yılmaz. M. T, İmamoğlu Ş. Diabetes Mellitus 2000. S:30-31.
9. Kayaalp O S. Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji (Hacettepe-TAŞ 9. Baskı
2000) Cilt 2;S:1252-64.
10. Casper D.L, Braunwald E, Fauci A, Hauser S, Longo D Jameson J L. Harrison’s
Principles of Internal Medicine. 2005 16th ed. McGraw Hill S: 2155
11. G. Reaven ve T. Strom. Tip 2 Diyabet – Sorular ve Cevaplar 2003. S:5
12.: Peter G. Kopelman & Micheal J. Stock. Klinik Obezite Blackwell Science Ltd. Çeviri:
AND Danışmanlık, Eğitim, Yayıncılık ve Organizasyon Ltd 2000. S:311-49
13. Reaven G, Strom T. Tip 2 Diyabet – Sorular ve Cevaplar 2003. S:36
14.Yenigün M, Altuntaş Y. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Nobel Tıp Kitabevi 2001 (2.
Baskı) S: 848-849
15. Yılmaz. C, Yılmaz M. T, İmamoğlu Ş . Diabetes Mellitus 2000. S:43-44
59
16. Marchesini G, Brizi M, Morselli-Labate AM, et al. Association of nonalcoholic fatty liver
disease with insulin resistance. Am J Med 1999;107:450-455.
17. UK Prospective Diabetes Study Group. UK Prospective Diabetes Study Group 16.
Overwiev of 6 years’ theraphy of type 2 diabetes: a progressive disease. Diabetes
1995;44:1249-58.
18. Leibowitz G, Yuli M, Donath MY et al. Beta-cell glucotoxicity in the Psammomys obesus
model of type 2 diabetes. Diabetes 2001;50:113-117.
19. Unger RH. Lipotoxic diseases. Ann Rev Med 2002;53:319-336.
20. McGarry JD. Banting Lecture 2001: dysregulation of fatty acid metabolism in the etiology
of type 2 diabetes. Diabetes 2002;51:7-18.
21. Henry RR, Gumbiner B, Ditzler T et al. Intensive conventional insulin therapy for type II
diabetes. Diabetes Care 1993;16:21-31.
22. Pratipanawatr T, Cusi K, Ngo P et al. Normalization of plasma glucose concentration by
insulin therapy improves insulin-stimulated glycogen synthesis in type 2 diabetes. Diabetes
2002;51:462-8.
23. Del Sindaco P, Ciopetta M, Lalli C, etal. Use of the short-acting insulin analogue lispro in
intensive treatment of type 1 diabetes mellitus: importance of appropriate replacement of
basal insulin and time-interval injection-meal. Diab Med, 1998, 15: 592-600.
24. Şengül A, Sargın M, Sargın H, Öztürk B, Kavaklı B, Yayla A, Altuntaş Y. Improvement
of Metabolic Control in Type 1 Diabetes Enabled by Intensive Insulin Treatment Using
Lispro With 2 Doses NPH. Endocrine Practice, Abstracts of The 24th Congress of
Endocrinology and Metabolic Diseases of Turkey Joint Meeting With The American
Association of Clinical Endocrinologists, 2001: 7 (P013).
60
25. Sargın H, Sargın M, Altuntaş Y, Şengül AM, Orbay E, Seber S, Uçak S, Yayla A.
Comparision of lunch and bedtime NPH insulin plus mealtime insulin Lispro therapy in type
2 diabetes. Diabetes Research and Clinical Practice, 62(2), 79-86 (2003).
26. Çorakçı A. İnsülinin değişik uygulama teknikleri ve insülin analogları. Aktüel Tıp
Dergisi, 1996, 1 (7): 518-522.
27. Holleman F, Hoekstra J. Insulin Lispro. N Engl J Med, 1997, 17: 176-182.
28. Milisevic Z, Profozic J, Wyatt J, et al. Intramuscular injection of insulin Lispro or soluble
human insulin; pharmacokinetics and glucodynamics in type 2 diabetes. Diabetic Med, 1996,
13: 683-684.
29. Canadian Lispro Study Group; Ross SA, Zinman B, Campos RV, Strack T. A
comparative study of insulin Lispro and human regular insulin in patients wirh type 2 diabetes
mellitus and secondary failure of oral hypoglycemic agents. Clin Invest Med, 2001, 24: 292-
298.
30. Owens DR, Zinman B, Bolli GB. Insulin today and beyond. Lancet 2001;358:739-46
31.McKeage K, Goa KL. Insulin glargine: a review of its therapeutic use as a long acting
agent for the managment of type 1 and type 2 diabetes mellitus. Drugs, 2001;61(11):1599-
1624
32. Ratner RE, Hirsch IB, Neifing JL, et al. Less hypoglycemia with insulin glargine in
intensive insulin therapy for type 1 diabetes. Diabetes Care, 2000;23(5):639-643.
33. Riddle MC, Rsenstock J. Treatment to target study: insulin glargine versus NPH insulin
added to oral therapy of type 2 diabetes. Successful control with less nocturnal hypoglycemia.
Abstact 457-P and poster presented at 62nd American Diabetes Association Annuel Meeting.
San Francisco, June 14-18, 2002.
34.Özer E. Kan şekeri kontrolü için karbonhidrat sayımı. Gri Tasarım, İstanbul, 2003: 9-12.
61
35. Gillespie SJ, Kulkarni KD, Daly AE. Using carbohydrate counting in diabetes clinical
practice. J Am Diet Assoc, 1998, 98:897-905.
36. Johnson MA. Carbohydrate counting for people with type 2 diabetes. Diabetes Spectrum,
2000, 13: 156-158.
37. Avignon A, Radauceau A, Monnier L. Non fasting plasma glucose is a better marker of
diabetic control than fasting plasma glucose in type 2 diabetes. Diabetes Care 20(1997) 1822-
1826.
38. Torlone E, Pampanelli S, Lalli C et al. Effects of short –acting analog [Lys(B28),
pro(B29)] on postprandial blood glucose control in IDDM. Diabetes Care 20(1997) 1047-
1048.
39. Trautmann M. E, Effect of insulin analogue [Lys(B28), pro(B29)] on blood glucose
control. Horm. Metab. Res.26 (1994) 588-590.
40. Millicevic Z, Profozic J, Wyatt et al. Intramuscular injection of insulin Lispro or soluble
human insulin: pharmacokinetics and glucodynamic in type 2 diabetes. Diabetic Med. 18
(2001) 562-566.
41. Welle S, Nair KS, Lockwood D. Effect of a sulfonylurea and insulin on energy
expenditure in type 2 diabetes mellitus. J Clin Endocrinol Metab 1988;66:593-7.
42. Rosenstock J, Schwartz SL, Clark CM Jr, Park GD, Donley DW, Edwards MB. Basal
insulin therapy in type 2 diabetes: 28-week comparison of insulin glargine (HOE 901) and
NPH insulin. Diabetes Care. 2001 Apr;24(4):631-6.
43. Yki-Jarvinen H, Dressler A, Ziemen M et al. Less nocturnal hypoglisemia and better post-
dinner glucose control with bed-time insulin glargine compared with bed-time NPH insulin
during insulin combination therapy in type 2 diabetes. Diabetes Care 2000;23:1130-6
62
44. Albright ES, Desmond R, Bell DS. Efficacy of conversion from bedtime NPH insulin
injection to once- or twice-daily injections of insulin glargine in type 1 diabetic patients using
basal/bolus therapy. Diabetes Care. 2004 Feb;27(2):632-3.
45. Murphy NP, Keane SM, Ong KK, Ford-Adams M, Edge JA, Acerini CL, Dunger DB.
Randomized cross-over trial of insulin glargine plus lispro or NPH insulin plus regular human
insulin in adolescents with type 1 diabetes on intensive insulin regimens. Diabetes Care. 2003
Mar;26(3):799-804.
46. Lepore G, Dodesini AR, Nosari I, Trevisan R. Both continuous subcutaneous insulin
infusion and a multiple daily insulin injection regimen with glargine as basal insulin are
equally better than traditional multiple daily insulin injection treatment. Diabetes Care. 2003
Apr;26(4):1321-2.
47. Pieber TR, Eugene-Jolchine I, Derobert E. Efficacy and safety of HOE 901 versus NPH
insulin in patients with type 1 diabetes. The European Study Group of HOE 901 in type 1
diabetes. Diabetes Care. 2000 Feb;23(2):157-62.
48. Hershon K, Blevins T, Donley D et al. Lower fasting blood glucose(FBG) and less
symptomatic hypoglicemia with QD insulin glargine (Lantus) compared to BID NPH in
subjects with type 1 diabetes [abstract no. 466-P]. Diabetes 2001; 50 Suppl. 2:116-7
49. Raskin P, Klaff L, Bergenstal R et al. A 16-week comparison of the novel insulin analog
insulin glargine (HOE 901) and NPH human insulin used with insulin lispro in patients with
type 1 diabetes. Diabetes Care 2000; 23: 1666-71.
50. Standl E. Results of an international, multicentered, randomised 28 – week study for the
comparison of glargine insulin (HOE 901) and NPH insulin in the intensified treatment (ICT)
of type 1 diabetes [abstract no. PFr107] [in German]. Exp Clin Endocrinol Diabetes 2000; 108
Suppl. 1:159
63
51. Warren E, Weatherley-Jones E, Chilcott J, Beverley C. Systematic review and economic
evaluation of a long-acting insulin analogue, insulin glargine. Health Technol Assess. 2004
Nov;8(45):iii, 1-57.
52. Stroup J, Kane MP, Busch RS, Bakst G, Hamilton RA. The utility of insulin glargine in
the treatment of diabetes mellitus. Pharmacotherapy. 2004 Jun;24(6):736-42.
53. Massi Benedetti M, Humburg E, Dressler A, Ziemen M. A one-year, randomised,
multicentre trial comparing insulin glargine with NPH insulin in combination with oral agents
in patients with type 2 diabetes. Horm Metab Res. 2003 Mar;35(3):189-96.
54. Fritsche A, Schweitzer MA, Haring H-U, et al. Glimepride combined with morning
insulin glargine, bedtime neural protamine hagedorn insulin, or bedtime insulin glargine in
patients with type 2 diabetes. Ann Intern Med 2003; 138: 952-9.
55. The DECODE Study Group, on behalf of the European Diabetes Epidemiology Group.
Glucose tolerance and mortality: comparison of WHO and American Diabetes Association
diagnostic criteria, the DECODE study group, European Diabetes Epidemiology Group:
diabetes epidemiology:collaborative analysis of diagnostic criteria in Europe, Lancet 354
(1999) 617-621.
56. The DECODE Study Group, on behalf of the European Diabetes Epidemiology Group.
Glucose tolerance and cardiovascular mortality: comparison of fasting and 2-hour diagnostic
criteria. Arch. Int. Med. 161(2001) 397-405.
57. Hanefeld M., Fischer S, Julius U, et al. Risk factors for myocardial infarction and death in
newly detected NIDDM: the Diabetes Intervention Study, 11-year follow-up. Diabetelogia
39(1996) 1577-1583.
58. Herz M, Arora V, Campaigne BN, Scholtz HE, Potgieter MA, Mollentze W. Humalog
Mix25 improves 24-hour plasma glucose profiles compared with the human insulin mixture
30/70 in patients with type 2 diabetes mellitus. S Afr Med J. 2003 Mar;93(3):219-23.
64
59. Altuntas Y, Ozen B, Ozturk B, Sengul A, Ucak S, Ersoy O, Karul S. Comparison of
additional metformin or NPH insulin to mealtime insulin lispro therapy with mealtime human
insulin therapy in secondary OAD failure. Diabetes Obes Metab. 2003 Nov;5(6):371-8.
60. Skrha J, Smahelova A, Andel M, Vrtovec M, Subic J, Kreze A, Vozar J, Korecova M, de
Verga V, Wyatt J, Metcalfe S, Ristic S. Insulin lispro improves postprandial glucose control in
patients with diabetes mellitus. Sb Lek. 2002;103(1):15-21.
61. Ross SA, Zinman B, Campos RV, Strack T; Canadian Lispro Study Group. A
comparative study of insulin lispro and human regular insulin in patients with type 2 diabetes
mellitus and secondary failure of oral hypoglycemic agents. Clin Invest Med. 2001
Dec;24(6):292-8.
65