kuru web viewericsson, çokuluslu İsveç telekomünikasyon şirketi, 1990larda...
Post on 01-Feb-2018
237 Views
Preview:
TRANSCRIPT
T. C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI
DOKTORA PROGRAMI
“A NEW GENERATION OF GLOBAL CORPORATE SOCIAL RESPONSIBILITY”
“KÜRESEL KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUKTA YENİ BİR KUŞAK”
MICHAEL STOHL
CYNTHIA STOHL
NIKKI C. TOWNSLEY
NAZLIHAN A.KEÇECİOĞLU
PROF.DR. AYLA OKAY
2010
1
Küresel Kurumsal Sosyal Sorumlulukta Yeni Bir Kuşak
MICHAEL STOHLCYNTHIA STOHLNIKKI C. TOWNSLEY
İşletmenin sosyal sorumluluğu karlılığını artırmaktır...toplumun, hem yasalarla hem de etik kültürle şekil-lendirilen temel kurallarına uyarken mümkün olan en çok parayı kazanmaktır. Milton Friedman
KS yeni bir şey değildir. Robert Owen, 1800’de David Dale’in New Lanark’daki iplik fabrikasına ortak olduğunda bir okul, işçiler için evler yapmış ve tıbbi hizmet sağlamıştır. Kısaca, işletme karlarını çalışanların ve ailelerinin yaşamlarını iyileş-tirmeye yatırmıştır. Ve sonraki yüzyılda da Cadbury’s, Frys, Rowantrees, William Lever ve diğerleri de bunu takip etmiştir.Ve bu da böylece günümüze kadar sürmüştür. Nigel Griffiths
KSS en iyi şekilde kurumun ana eylemlerinin yanısıra toplumsal ve fiziksel çevreye karşı davranışına toplumun değerlerini koyma ihtiyacı ile yaptığı etkilerin tümü için bir kurumun sorumluluğu olarak tanımlanmıştır. Sorumluluğun bir spektrumu kapsadığı kabul edilir-karlı bir işletmeyi işletmekten çalışanların sağlık ve güvenliğine ve şirketin çalıştığı toplumlara etkisine kadar.
Sir Geoffrey Chandler
2
Küreselleşmenin, sosyal, politik ve ekonomik hayatın neredeyse her alanında etkili olduğu
kabul edilmesine rağmen, kavramsallaştırmalar, akademi içinde etik ve sorumlu yönetim ve
yerel topluluklarda sınırlı kaldığı görülmektedir. Amerikalılar kurumsal sosyal sorumsuzluğun
canlı örneği olarak Enron’dan Ken Lay ve Jeff Skilling kamusal bilinçlerine yerleştirmişlerdir.
Dolandırıcılığın büyüklüğü ve insanlara verilen zararın boyutları Enron skandalını akıllara
getiriyor. Yirmidört tepe yönetici milyon dolarlık hisse senedi opsiyonunu gizlice satmışlar ve
diğer çalışanların aynını yapmalarına izin verilmemiştir. 21,000 çalışanın %63’ü tüm
birikimleri 401(k) emeklilik planlarında kaybetmiştir(Sharp, 2002). Enron olayı suçlamaları,
gizliliği, yıldırmayı, reddetmeyi, küstahlığı, sessizliği, saklamayı ve komployu da içeren
kurumsal iletişimin en kötü halini açığa vurmaktadır. Örneğin, Enron’un denetim firması
Arthur Andersen, federal soruşturma sürerken Enron dökümanlarını imha etmiştir (Oppel,
2002). Gerçekte insanlar Enron ve kurumsal sorumluluk hakkında düşündüklerinde en yakın
geçmişteki olaylar üzerine odaklanır, yani 2001 sonrasına, bu olaylar arasında Kaliforniya’nın
enerji problemleri, kurumsal kazançların manipülasyonunu, Amerikan stok fiyatları, hisse
senetlerinin düşüşü, emekli fonları, bir çeşit kurumsal ve kişisel lobicilik ve Amerikan politik
sürecine etkileri gözüken politik katkılar sayılabilir.
Bu bölümde, kurumsal sosyal sorumluluğa küresel bir çerçeveden bakıyoruz, zaman içindeki
etkilerine ve evrimine odaklanıyoruz. KSS’yi elit batı odaklı bir çerçeveden ziyade küresel bir
bakış açısıyla oluşturulmuş bir çerçeveden incelemeyi öneriyoruz. Enron’la ilgili kısa bir bilgi
verdikten sonra, bu on yılın fiyaskosundan çok daha önce “küresel KSS perpektifinin” bize
Enron ile ilgili olarak ne söylemiş olabileceğini tartışıyoruz. Daha sonra küresel perspektifin
KSS hareketinin gelişiminin küresel insan hakları rejiminin evrimini nasıl yansıttığını
görmemizde bize yardımcı olduğunu ortaya koyuyoruz. Uluslararası insan hakları standartları
ve normlarının gelişimi kurumsal sosyal sorumlulukla içiçedir, KSS’nin insani ve etik kurumsal
uygulamaları nasıl yapılandıracağını araştıran birçok kuşağı bulunmaktadır. KSS’nin ilk kuşağı
ne yapılmaması gerektiğiyle (örn., istismar etmemek veya kandırmamakla ilgili negatif
sorumluluklar) ilgili sorumlulukların tartışmalarında temellenir. İkinci kuşak yeterli maaş ve
çalışma koşulları sağlamakla ilgili tartışmalar üzerine odaklanır (örn., yaşam giderleri için
yeterli maaş hakkı), ve üçüncü kuşak proaktif ve pozitif sorumluluklara işaret eder(örn.,
sürdürülebilir ve adaletli bir dünyayı koruma ve yaratma). Hepsi bir alındığında, bu kuşaklar
KSS’nin devinen doğasının yanında küresel kurumsal konulardaki standartlar ve normların
3
gelişimiyle ilgili teorik ve pragmatik sorunları çözümlemek için bir çerçeve sağlar. Son bölüm,
KSS’ye yaklaşımımızı gerçek anlamda ‘küresel’ yapan dört dinamik süreci açığa çıkarır.
ENRON
Enron skandalıyla ilgili son yazıların çoğu, 2001 yılına kadar, Enron’un Amerikan işletmeleri
arasında en yüksek standartlarda yer alan bir model olduğu konusunda hemfikirdir(Cruver,
2002; Eichenward, 2005; McLean & Elkind, 2003; Swarts & Watkins, 2003). 6 Şubat 2001’de
Enron’un kendi web sitesi Enron’un Fortune dergisi tarafından üst üste altı yıl boyunca
‘Amerika’nın En Yenilikçi Şirketi’ olarak seçildiğini ve yine Fortune’ın ‘En Hayran olunan
Şirketler’ sıralamasında geçen yıl 535 şirket arasından 36. Olduğu sırasını bu yıl 18. Sıraya
yükselttiğini duyurmuştur(Enron, 2001). Ekonomist ve köşe yazarı Paul Krugman bir istisna
oluşturmuş ve Aralık 2000’de Enron’un pazarı manipulasyon ve ardından gelen Kaliforniya
elektrik krizinde sorumlu olduğu ihtimalini ortaya koymuştur ancak bu istisna dışında Enron
her zaman Amerikan medyasının sevgilisi olmuştur. Bu yüzden, skandal patlak verdiğinde,
Amerikalılar çok şaşırmıştır. Ama şaşırmamalıydılar. Kendi sınırlarımız ötesine bakmış
olsaydık, Enron’un eylemleri, paydaşlarına ve genel olarak kamuya karşı sorumluluklarını
yerine getirmeyişi, olacak olanların önceden tahmin edilmesine olanak sağlayacaktı.
Aslında, Enron’un Hindistan, Arjantin, Brezilya, Bolivya, Mozambik, Polonya, Dominik
Cumhuriyeti, Guatemala, Panama, Kolombiya ve diğer yerlerdeki eylemlerine bakarak,
kurumsal sosyal sorumsuzluğun tohumlarını ve gelişimini görüyoruz. Enron’un daimi bir
yanlışlar tarihi bulunmaktadır ve bu zamana kadar Uluslararası Genel Af Raporuna konu olan
tek şirket olmuştur(Amnesty International, 1997).
1991 gibi yakın bir tarihte Enron Dabhol, Hindistan’da bir elektrik santrali açmak için
Hindistan Hükümetiyle tartışmaya yol açan bir anlaşmaya imza atmıştır. 1992’den 1998’e
kadar Enron Dabhol Elektrik Şirketinin %80’ine sahip olmuştur. General Electric ve Bechtel de
%10’luk paya sahiptiler. Bu anlaşma ilk zamanlarda işletme basını tarafından övülmüştür(bkz.
BusinessWeek, 2001), ama en başından sözleşmenin yanlış olduğu ve politik yolsuzluklarla
dolu olduğuyla ilgili söylentiler başlamıştır. 1993’e kadar Dünya Bankası projenin
uygulanabilirliğini sorgulamış ve Hint eleştirmenler projeye Enron’un despot
davranışlarından dolayı gölge düştüğünü belirtmişlerdir(Parry, 2001).
4
İnsan Hakları Gözlemi(1999) Enron’un en başta teklif edilen projeyle ilgili hiçbir şikayet
almadığını söylediğinde kamuyu yanlış yönlendirdiğini rapor etmiştir. Ancak, 1995’e kadar,
binlerce Hindistanlı Dabhol Projesini negatif sosyal, ekonomik ve çevresel etkilerinden dolayı
protesto etmiştir. 1997 başlarında, göstericiler 2000’den fazla kişinin işten çıkarılmasını
protesto etmiş ve Hint toprağının yanlış kullanımı büyüklük, sıklık ve şiddet olarak artış
göstermiştir. Hem Uluslararası Af hem de İnsan Hakları Gözlemi, Enron’un yerel polisle gizlice
anlaştığını ve bu polislerin sorun çıkarmayan protestocuları takip ettiklerini, tutukladıklarını,
dövdüklerini, alıkoyduklarını ve dava olmaksızın onları tuttuklarını bildirmiştir. “Protestocular
ve eylemciler tacizle, keyfi tutuklamayla ve kötü muameleyle karşı karşıya kalmışlardır...
Dahası, yerel ajitasyonun ön saflarında yer alan kadınlar özel bir hedef olmuştur”(Amnesty
International, 1997, s. 1). Aslında, evlerinden çıkarılan ve sopalarla dövülen kadınların
hikayeleri oldukça sık duyuluyordu. Ocak 1999’da İnsan Hakları Gözlemi “Dabhol Elektrik
Şirketi ve akraba şirketi Enron’un bu insan hakları ihlallerinde suç ortağı olduğu” konusunda
bir sonuca varmıştır. “Şirket, yasaların hükmü altında, görevini kötüye kullanan güvenlik
güçlerine şirkete sağladıkları güvenlik nedeniyle ödeme yapmıştır. Bu güvenlik güçleri proje
alanı yakınlarında bulunup protestocularla ilgilenmekteydi” (1999). Başka bir önemli nokta,
Enron’un uluslararası denetim firması diğer Amerika dışı lokasyonlarda olduğu gibi
Hindistan’da da Arthur Andersen’di ve ikircikli, yasal olmayan ve etik olmayan uygulamalar
içindeydi.
Yukarda da belirtildiği gibi, Enron’un insan hakları ihlalleri ve politik müdahaleleri, belgelenen
ekolojik ihlalleriyle ikiye katlanmıştır(örn., yöreye özgü mango ve kajun tarlalarının yok
edilmesi, nehirlerin ve deniz suyunun kirletilmesi) ve danışmanlık süreçleri ve politik süreçler
‘şirket için her zamanki şeyler’ olarak gösterilmeye devam etti. Bu yüzden 2002’de ortaya
çıkan şaşırtan davranışlar anormal değildi. Ne yazık ki, Enron’un sadece Amerikan temelli
skandalları ortaya çıkınca devlet adamları, medya ve genel kamu kızdı (bkz. Wysham &
Valette, 2002). Enron’un ve Andersen’in uygulamalarına küresel bir odaklanma devlet
adamlarının ve genel olarak Amerikalıların Enron problemlerine dikkatini çekmiş olabilirdi;
küresel bir odaklanma küresel bir farkındalık getirebilir ve sonuç olarak uygun KSS
uygulamaları gerçekleştirilebilirdi.
5
Enron’un eylemlerini ve paydaşlarıyla ilişkilerini küresel alanda çerçevelemek sosyal, politik,
ekonomik ve çevresel boyutlardaki birbirine bağımlılığı ve KSS’nin evrimini göstermektedir.
Enron skandalı sadece finansal veya Amerikan-temelli bir skandal değildir. Bugünün küresel
ekonomisinde, karlılık, politik eşitlik, sosyal bütünlük, çevresel uygulanabilme ve
sorumlulukla ilgili olan konulardan ayrı düşünülemez. Bu bölümde açıkladığımız gibi, KSS’nin
yeni kuşağı etiği karlılıktan ayırmanın yanında yereli küresel işletme uygulamaları ve
gerekliliklerinden (küreseli yerelden) ayırmanın faydasızlığının farkına varmaya başlamıştır.
Yeni tartışmalar akademisyenlerin yaptığı teorik değişiklikleri ve uygulayıcıların şirketlerin
sosyal rollerinin ve sorumluluklarının küresel ekonomide farkında olmaları için girişimlerini
ortaya koymaktadır.
Enron durumu ayrıca KSS’nin negatif bağlamda algılanmasının limitlerini ortaya koyar, diğer
bir deyişle, bir şirketin yasal olarak ne yapamayacağı üzerine odaklanır. KSS’nin proaktif bir
yönelimde olması bu tip dramatik olayların sonucu olmanın yanında devinen küresel insan
hakları standartları ve şirketlerin, kar amacı gütmeyen organizasyonların, gelişen hükümet
organizasyonlarının artan yardımlaşması bağlamında işler. İnsan hakları ve KSS arasındaki
söylemsel ve pratik bağlantılar oldukça güçlüdür. Küresel KSS özünde insan haklarıyla ilgilidir,
Birleşmiş Milletler Bildirgesi tarafından belirtildiği gibi “insanın bütünlüğü ve değerini” ve
“kadınlar ve erkekler için eşit hakları” içerir (United Nations, 1945). Hem insan hakları hem
de KSS, diğer özgürlüklerin yanında, konuşma özgürlüğü, keyfi tutuklamaya karşı özgürlük,
hareket özgürlüğü ve bir günün çalışması için yaşayabilecek kadar kazanma hakkı ile
ilgilidirler. Bu yüzden, küresel KSS’nin evrimini anlamak için küresel insan hakları rejiminin
evrimini anlamak gereklidir. Şimdi tartışmamızı döndürdüğümüz nokta, insan hakları
standartlarının, beklentilerinin ve insan haklarına bakışın KSS ile birlikte nasıl devinim
gösterdiğidir.
İNSAN HAKLARININ ÜÇ KUŞAĞI
Birçok akademisyen insan hakları rejiminin evrimini son 500 yıl içinde gerçekleşen üç kuşakta
açıklamışlardır(Apodaca, Stohl, & Lopez, 1998; Marks, 2004). Hakların ilk kuşağı, Anglo-
Amerikan gelenekle en ilgili olan, kişilerin sivil ve politik haklarıyla ilgilidir. Bu dönem Magna
6
Carta ile başlayan ve 1689’daki İngiliz Haklar Bildirgesi, Bağımsızlık Bildirgesi ve 1789 yılında
İnsan Hakları Bildirgesiyle devam eden gelişim zincirini ortaya koyar.
İlk-kuşak haklar, bireyi devletin gücünden korumak için ortaya çıkmış ve böyle yaparak
negatif haklar veya devlet müdahalesine karşı özgürlük olarak algılanmışlardır. İlk kuşak
haklar bireye ait olarak görülmüş ve hükümetin dahil olmasından çok yokluğunu tercih
etmiştir. Bunlar, örneğin, keyfi cezalandırma, işkenceye karşı ve insanlık dışı davranışa karşı
yasak ve düşünce ve ifade özgürlüğünü içerir.
Milton Friedman (1970)’ın KSS’yi ilk kavramlaştırması, bu makalenin başında verilmiştir ve ilk
kuşak haklarla tutarlılık gösterir. Ona göre, KSS genel paydaşlara verilen karın yasalarla tutarlı
bir şekilde maksimize edilmesiyle ilgilidir; şirketler karlılık sözleşmesini sürdürdüğü taktirde
devlet müdahalede bulunmamalıdır. Onun bu argümanı, sivil ve politik haklarla paralellik
gösterir, devlet yerine kurumun kendi ülkesindeki kanunları çiğnemekten(rüşvete karşı olan
yasalar veya temel hakları ve özgürlükleri zedeleyen davranışlarda bulunmak gibi) ve uygun
olmayan davranışlardan kaçınması gerektiğini söyler. Yine, ilk kuşak hakların söylemi
“kaçınma” eyleminin üzerinde durur; negatif hakların uzmanlık alanıdır.
İkinci kuşak haklar ondokuzuncu yüzyıl sınıf çatışmalarıyla ve kapitalizm ve sanayileşmenin
gelişimiyle başlamıştır. Batı demokrasilerindeki büyük ölçekli sanayileşmiş girişimlerin
gelişimiyle birlikte gelen büyük sosyal ayaklanmalara cevaben, çalışanlar daha insani çalışma
şartları talep etmişlerdir. İlk kuşak haklar devletten kaçınmaya önem verirken, ikinci kuşak
hak sahipleri adına devlet müdahalesi talep etmiştir. Bu haklar, adil ve eşit maaş hakkı,
çalışma saatlerinin mantık dahilinde sınırlandırılması ve ücretli periyodik tatilleri içeren
dinlenme ve boş zaman hakkı, temel sağlık hizmetleri hakkı ve güvenli çalışma çevresi hakkını
içermektedir.
Bu bölümün başındaki, Nigel Griffiths’in (MP- Kurumsal ve Sosyal Sorumluluk Başkanı)
sözünde (Griffiths, 2004), ikinci kuşak KSS’de belirtilen değerler geçinmeye yetecek maaşlar,
aile faydaları ve sağlık hizmetleri üzerine odaklanır ve bunların sadece şirketin merkezinin
bulunduğu yerde değil, çalışmalarını yürüttüğü her yerde olması gereklidir. İkinci kuşak insan
hakları gibi, bu davranışlar pozitif katkılardır, negatif davranışlardan kaçış değildir.
7
Belirtmek gereklidir ki, Birleşik Devletler ve Birleşik Krallıkta, ilk kuşak hakların söylemi o
kadar uzamıştır ki ikinci kuşak olanlar birinci kuşaktakiler güvence altına alınmadan
karşılanamayacak olan birer lüks olarak görülmektedir. Kuzey Avrupa’da ikinci kuşak haklar
tamamlayıcı olarak değil, herkesin sahip olması gereken eşit haklar olarak görülmektedir ve
bu farklılıklar buradaki birçok ülkenin yasalarında gözlemlenebilir. İlginç olan, çocuk işçi ve
kadınların çalışma haklarıyla da ilgili olan ikinci kuşak haklar, KSS hareketleri, batı
değerlerinin diğer kültürler üzerine empoze edildiğini savunanlar tarafından sıklıkla
mücadeleyle karşı karşıya kalmaktadır.
Üçüncü kuşak insan hakları en yeni olan insan haklarıdır. “İnsanoğlu”nun veya kollektif
insanlık hakları üzerine odaklanır. BM Bildirgesi’nin açılış konuşmasında da (United Nations,
1948) belirtildiği gibi, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinin 28. Maddesi “herkes bu bildirgedeki
hakların tanındığı sosyal ve uluslararası bir düzene bağlıdır” der. Bu haklar ilk iki kuşakta
sıralanan haklardan farklıdır, bireysel değil kollektif haklardır ve sadece küresel katılım,
yardımlaşma ve anlaşma ile anlaşılabilir. Ancak üçüncü kuşağa hangi hakların dahil edilmesi
gerektiği tartışma konusu olarak kalmaktadır.
Barış içinde yaşama hakkı ve sağlıklı ve dengeli bir çevre hakkı teklif edilen üçüncü kuşak
haklar listesinin üst sıralarında yer almaktadır. Aslında, bu kuşağın odağı zengin ve fakir
uluslar arasındaki karşılaştırılmadan çıkan diyaloğun içinde devinmeye devam eder, savaş
yasaları, kolonicilik ve emperyalizm ve kuzeyin kaynakları sömürmesi ve bozması ancak
hesabın güneye kesilmesiyle ilgilidir. Sir Geoffrey Chandler’ın (2001),- Uluslararası Af’ın
Uluslararası İşletme Grubu kurucu üyesi, 1991-2001, ve Royal Dutch/Shell Grubun daha
önceki yöneticisi-, bu bölümün başındaki sözleri üçüncü kuşak söylemi kapsamaktadır. Ona
göre, kurumlar çalışmalarını yürüttükleri yerlerdeki insanların ve toplumların gelişimine
katkıda bulunmalılardır. Çağdaş insan hakları tartışmalarında olduğu gibi, üçüncü kuşak KSS
söylemi küresel dünyaya katılımla ateşlenen sınırların parçalamasının getirdiği zorluklarla
karşı karşıyadır.
Özet olarak, insan haklarının devinen kuşaksal söylemi küresel KSS’nin oluşumuyla paralellik
göstermektedir. Bireysel haklardan kollektif haklara geçiş, negatif haklardan pozitif haklara
8
geçiş bir şirketin rolünün itibari fonksiyonu ve coğrafi sınırlarının ötesine geçişiyle ilgili olan
benzer girişimleri yansıtır. Sorumluluk için karlılık geçmişte nihai sınav olmuştur, akademik ve
işletme toplulukları da KSS kavramlarını bulundukları yerlerdeki yerel topluluklar için basit
desteğinin ötesinde algılayıp, bir şirketin küresel olarak bütün etkisi üzerinde
durmuşlardır(bkz. Townsley & Stohl, 2003).
KÜRESEL KSS PERSPEKTİFİ NE DEMEKTİR?
Enron durumu KSS konularının ve davranışlarının yerel veya ulusal bağlamda gizlendiğinde
veya saklandığında ne kadar kritik olabileceğiyle ilgili sadece bir örnek oluşturmaktadır. Emin
olunmalıdır ki, bölgesel ihmallerin sonuçları çok büyük olabilmektedir. Merkezi Amerika’da
Karides endüstrisi tarafından getirilen ekolojik olumsuzluklar, Nijeryanın petrol kaynaklarının
gelişimi üzerindeki çekişmeler üzerinde Shell Petrol’ün dahil olması, Nike’ın çocuk işçi
çalıştırması ‘yerel’ görünen ama ulusal sınırları geçerek politik, kültürel, sosyal ve ekonomik
alanları günlük hayatta küresel anlamda etkileyen olaylar olmuştur. KSS’nin gelişen kuşağı
küresel bir bakış açısı, kurum küçük veya büyük olsa da tüm organizasyonlar için büyük önem
taşımaktadır. Küresel KSS birçok kültüre, değer yargılarına ve farklı ulusların iletişimsel
uygulamalarına etki ederken kurumlar arası bağlamların ulus devletlere bağlı olmadığının
farkına varmıştır.
Küresel perspektif ayrıca, KSS’yi daha geniş ve daha az batı merkezli bir çerçevede
değerlendirmektedir. Barnett ve Muller(1974)gelişen dünyada kurumsal davranışla ilgili
olarak birçok problem tanımlamıştır. Bu problemler, şu an tanıdık olan manipülatif
muhasebe uygulamalarını içerir, böylece, kurumlar yerel vergi yüklerini azaltırken politik
rüşvet yoluyla baskı yaparak yerel hükümetlerden büyük yatırım teşvikleri(örn., bedava arsa,
büyük altyapı yardımları ve iş gücü için garanti) alırlar. Batı merkezli şirketlerin özellikle 1970
ve 1980lerdeki eylemleri sömürmede düşüş gösterse de, özellikle zengin şirketler bu
eylemlerini fakir uluslar üzerinde uygulamıştır. Bunun nedeni, birçok batı merkezli şirketin
diğer birçok hükümetten ve sosyal sektörden daha güçlü olmasındandı, bu yüzden KSS ile
ilgili olarak neredeyse sadece az gelişmiş ülkeler için endişemiz vardı. Barnett ve
Muller(1974) yerel topluluklarında gelecekte az gelişmiş ülkelerin şu an yaptığı durum
analizini yapmaya başlayabileceklerini belirtmişlerdir(s.380), ama bu konu zengin ulusların
çokuluslu şirketlerinin fakir ulusların zayıf yapılı hükümetlerinin üzerinde kurduğu baskının
9
kısa dönemli endişesi içinde kaybolmuştur. KSS’nin yeni kuşağı, kurumların sürekli gelişiminin
ve holdingleşmesinin hükümetin, sosyal ve kurumsal sektörlerin göreceli gücünü
değiştirdiğinin ve KSS’nin on yıllar önce zengin ve fakir ülkeler arasındaki ilişkilerde olduğu
gibi bugün de zengin ülkelerdeki kurumsal ilişkilerde önemli olduğunun farkına varmaktadır.
Genel olarak, küresel perspektif bugünün karmaşık işletme ekonomisinde etik uygulamalar
oluşturan yeni modellere iç bakış sağlamasının yanında rolleri ve genel olarak topluma karşı
sorumlulukları kadar organizasyonları anlamak için daha farklı ve yeni yollar talep eder.
Şimdiki bölüm küresel KSS çerçevesine bir giriş oluşturmaktadır.
KÜRESEL KSS’NİN YENİ KUŞAĞININ DOĞUŞU
KSS’nin son kuşağında çok önemli değişiklikler oluşmuştur. Bu değişim, daha önce
tanımlanmış olan küreselleşmenin dört dinamik süreciyle güçlü bir şekilde bağlantılıdır (bkz.
Stohl, 2005):
1. ‘orası’ ‘burası’ arasında fark yok!
2. Medyanın yeni ve eski formları içinde ‘glokalizasyon’
3. Karmaşık kurumsal ilişkiler ağının belirli organizasyonlar, bireyler veya belirli ilgi
alanları arasında olmasındansa sektörler arası yansıtılması
4. Kamusal ve özel sınırların geçirgenliğinin farkına varılması
Üçüncü Kuşak KSS “Orasını” “Burasından” Ayırmıyor
Üçüncü kuşak KSS’nin en önemli özelliklerinden birisi dinamik, yoğun ve kapsamlı iletişimsel,
ekonomik, kültürel ve politik değişimleri ve uygulamaları benimseyerek yeni kimlik
söylemleri ve karşılıklı bağlantı için yeni formlar üretmesidir. Giddens’ın küreselleşme
kavramını(1991) ödünç almak gerekirse, üçüncü kuşak KSS “sadece orada bir fenomen
değildir. Burada b,r fenomendir”(s.367). yukarda da belirtildiği gibi, KSS’nin eski
kavramlaştırmaları bireyin kurumun belirli zamanda belirli topluluklarda yasaların
yaptırımıyla değil kendi kurumsal erdemiyle yanlış yapmasından kaçınması konusunu
yansıtmaktaydı. O yasaların görüş alanı dışında kalan yapılan yanlışlıklar kurumun
sorumluluğu sayılmıyordu. Ulus devletlerin aralarındaki sınırlar birbirlerine yapışık gibiydi ve
sonuç olarak kabul edilebilir kurumsal davranışlar çok geniş bir şekilde çeşitlilik gösteriyordu.
Öte yandan, KSS’nin küresel perspektifi varoluş ve yok oluşla ilgili nosyonları değiştirir: “
10
‘İçerideki’, ‘Ev’ ve ‘uzak’, ‘onlar’ ve ‘biz’ kavramlarının tanımlanmasını ve iletişimini en
problemli haline getirmiştir” (Scholte, 2000, s. 48-49). Bu çerçevede, gruplar ve bireyler
kendilerini ayrı veya eşsiz KSS bağlamlarına sahipmiş gibi düşündüklerinde bile, pozisyonlarını
küresel sisteme göre belirlerler, Robertson (1990) buna “görecelilik” der.
Organizasyonel ve ulusal sınırların ilk ve ikinci KSS kuşağı içerisinde örneklenmesi KSS’nin
gelişen tarihinin her önemli anında görülebilir. Bu olaylar, belirli kurumlarla, belirli yerlerle,
zamanda belirli noktalarla ilişkilidir. 1911 Triangle Shirtwaist Fabrika yangını geçen yüzyılda
tüm dünyanın dikkatini özellikle çocuklar için çok kötü çalışma şartlarıyla ilgili olarak çeken
olay olmuştur ve fabrika çalışma ve güvenlik koşullarıyla ilgili ilk ABD yasasının çıkmasına
neden olmuştur. 1976’daki Lockheed rüşvet skandalı kurumun resmi yabancı görevlilerden
rüşvet almasıyla ilgilidir, bunların arasında Japonya başbakanı, İtalya hükümetinin üyeleri ve
Hollanda’nın Prens Bernhard’ı da bulunmaktadır, 1977’de Yabancı Rüşvet Uygulamaları
Yasasının çıkmasına neden olmuştur. Elmas şirketi DeBeers ve Sierra Leone’deki sivil savaşlar
arasındaki sıkı bağlantı nedeniyle bu endüstrideki çalışma şartlarıyla ilgili hareketler
oluşmuştur. Bu olayların her birinde, KSS birinci veya ikinci kuşak KSS çerçevesinde
değerlendirilmiştir-kurumun bir şeyler yapmaması için yaptırımlar(ilk kuşak- resmi görevlilere
rüşvet vermeyin, almayın) veya bireysel çalışanların haklarıyla ilgili olarak( ikinci kuşak-
geçinmeyi sağlayacak maaş kazanımı, özgür bir dernek hakkı).
Kamunun dikkatinin dramatik olaylara çekilmesi, popüler medyanın da yardımıyla KSS için
güvenlik standartları oluşturmak veya yapılan çevresel zararların sorumluluğuyla ilgili
kanunlar oluşturmak gibi direkt, kısa dönemli çözümler üretebilmektedir. Üçüncü kuşak KSS
hareketi olayların kamuya bildirilmesi veya yara bandı çözümlerden daha fazlasıdır. Çok uzun
yıllardır, büyük ölçekli felaketlerle ilgili olarak hiç bir yaptırım olmadı veya bu problemlerle
ilgilenilmedi, bunlar görüntüden saklandığı veya uzaklaştırıldığı için değil, işletmelerin
hayatlarına devam etmesinde kurumların veya kamunun üzerinde kalıcı bir yankılanma
bırakmamasından kaynaklanmıştır. Nedenin bir parçası da ilgili kamuların kurban olarak
algılananlara karşı bir bağlılık hissetmemesidir: hisse sahipleri kendilerini paydaşlarla
bağdaştırmamıştır; bireyler “diğerini” görmezden gelerek yerel ve ulusal kimliklerini
kucaklamışlardır. 1922’de Lippmann kamu fikrini şu şekilde açıklamıştır: “insanların
akıllarındaki resimler, kendi resimleri, başkalarının resimleri, amaçları ve ilişkileri” (s.30).
Yokluk bir çeşit kendini yansıtıcı küresel bir bilinçliliktir; Amerikalılar yurtdışındaki birçok ulus
11
hakkında düşündükleri zaman(eğer düşünüyorlarsa tabi), davranışı kurumun “orada” yaptığı
bir şey olarak algılama eğilimleri vardır, aynı eylemin “evde” ne anlama geldiği düşünülmez.
Bu konuları kendilerinin veya topluluklarının ötesinde ya da küresel etkileri bağlamında
düşünen çok az insan vardır. Fakat insanlar öğrendikçe bizler ve onlar arasındaki sınırlar hızlı
bir şekilde bulanıklaşmaktadır.
Bugün, küreselleşmenin sosyal ve materyal koşulları yerlerin ve kimliklerin sabit formlarının
sınırlar arası çizilen esnek akışlar ile değiştirilmesini her geçen gün daha olası kılmaktadır.
Yerel merkezilikten evrensel anlayışa geçen insanların ve grupların kimliklerindeki bu yansıtıcı
değişiklikler kurumsal sosyal uygulamaların yeni bilgi ve yeni ilişkiler ışığında devamlı
denetlenmesini sağlayan üçüncü kuşak KSS ile ilişkilerini ortaya koyar. Artan küresel
farkındalık üçüncü kuşak KSS’nin gelişimi için uygun ortam sağlar, bireyselden ziyade kollektif
korumalar ve haklarla ilgili bir çerçevede odaklanır, paydaşların ulusal sınırları aşmasına ve
sadece küresel katılım, yardımlaşma ve anlaşmaya neden olur.
Üçüncü Kuşak KSS Medyanın Yeni ve Eski Formları İçinde ‘Glokalize Olmuştur’
Roland Robertson (1992) glokalizasyonu küresel sistemde evrenselleştirme ve özelleştirme
eğilimlerinin bir arada olması olarak tanımlamıştır. Olayların ve oluşumların dinamik olarak
birbirinden ayrılması, zaman ve yer içinde sosyal etkileşimin yeniden yapılanması küresel
olayların yerel kültür aracılığıyla, yerel olayların da küresel çerçeveden yorumlandığı
iletişimsel bir dinamik yaratmaktadır. Yerel ve küresel medyanın(geleneksel ve yeni medya)
küresel ve yerel koşullarda yer alması KSS’nin gelişimine çok büyük etki etmektedir. Kurum
davranışı veya küresel sorunlarla ilgili konular artık tek bir bireyin, kurumun veya
organizasyonun yorumu altında değildir. Dijital teknoloji, web ve işbirlikçi iletişim sistemleri
bilginin kontrolünün tek bir elit grubun tekelinde olmadığını göstermektedir. Bilgi
teknolojilerinin küresel katılımın anlamlarını ve uygulamalarını tekrar düşünmek için keşif
sahaları oluşturmak kadar küresel batı/batı olamayan, kuzey/güney güç ilişkilerini bozma
potansiyeli de mevcuttur (Sassen, 2002).
Ancak, modern küresel iletişim çevresindeki bağlamda, özellikle yeni teknolojiler aracılığıyla
zamanın ve mekanın sıkıştırılmasında ve fikirlerin ve bilginin çabuk yayılmasında glokalize
12
çerçeve yerine yerelleştirilmiş çerçeveyi destekleyen KSS’yi çevreleyen birçok ironi
bulunmaktadır. Uydu, kablolu ve yüksek hızlı broadband özellikler dünyayı çalışma
masalarımıza, otomobil radyolarımıza, oturma odalarımıza veya cep telefonlarımıza
getirmesine rağmen, kamular ne sorumlu vatandaşlar olarak yeterli bilgiyi ediniyor ne de
ulaştıkları bilgiyi uygun bir şekilde veya zamanında kullanmıyorlar. Yurt dışı haberleri sadece
basit bir şekilde eksik değil, hala dramatik, şiddet içeren olayları gündeme getirirken yapısal
konulardan veya gerekli değişikliklerden, uzun dönemli trendlerden ya da uygun olmayan
davranışlardan özellikle ana-vatan kurumlarına veya yöneticilerine çok büyük cezalar, suçlar
içermedikleri sürece bahsetmiyorlar. Bu yüzden, Union Carbide’ın Bhopal’da 20 yıl önce
gerçekleştirdiği çevresel ve insani yıkım Birleşmiş Devletler içinde bilinmektedir ama çok az
Amerikalı, bir İngiliz şirketi olan Rio Tinto Zinc’in maden arama girişimlerinde Endonezya,
Papua Yeni Gine ve diğer yerlerde neden olduğu çevresel zararlardan haberdardır.
Eğer ortada çok büyük, ani, ve dramatik felaketler yoksa, başarılı ve iyi bağlantılı şirketler
kamuya ulaşan çoğu bilgiyi kontrol edebilme ve başarılı stratejik kamu iletişimi kampanyaları
oluşturma yetisine sahiptir. Kurumlar ayrıca medyayı kullanmayı öğrenmiştir, haber
raporlarının aklını halkla ilişkiler uygulamalarıyla karıştırıp KSS’yi yapılan iyi bir iş olarak
göstermektedirler. CSR Wire (bir internet haber hizmeti) kendinin reklamını “kurumsal
sorumluluğun, sürdürülebilirliğin, basın bültenlerinin, raporların ve haberlerin en önde gelen
kaynağı” olarak yapmaktadır (CSR Wire, 2006). Ekonomist (2005) dergisindeki bir röportaj
sırasında Clive Crook KSS’nin nasıl önemli bir işletme alanı haline geldiğinden bahsediyor, bu
alan KSS de yönetici programlarını, işletme okullarındaki KSS bölümlerini, profesyonel KSS
organizasyonlarını, KSS web sitelerini, KSS haber bültenlerini ve daha birçoğunu
içermektedir.
Aynı zamanda, akademik işletme içindeki çoğu KSS literatürü, bir KSS kampanyasının
fonksiyonelliğini kampanyanın firmaya getireceği başarıyla veya KSS’nin duyurulmasının
tüketici uygulamalarını nasıl etkileyeceğiyle ölçmektedir. KSS’nin nasıl duyurulacağı ve
etkisinin nasıl maksimize edileceğiyle ilgili danışmanlık şirketleri ortaya çıkmıştır. Birçok çok
uluslu şirketin şu anda sadece KSS’den sorumlu tepe yöneticileri bulunmaktadır. Ancak
küresel KSS söyleminin yaygınlaşması her zaman küresel KSS uygulamalarını garantilemez.
13
Üçüncü kuşak KSS söyleminin karşılaştığı en önemli sorunlardan bir tanesi birinci kuşaktaki
“kar” mantığının tamamen terk edilememesidir, bu durum Şirket(2003) ve Enron: The
Smartest Guys in the Room(2005) filmlerinde eleştirilmiştir. Aslında ikinci film sadece
Enron’u ele almaktadır, en kötü kurumsal aşırılığı ve açgözlülüğü yansıtmaktadır, şirket
içindeki çalışanların kendi ses kayıtları ve videolarından oluşturulmuştur.
Bu filmlere ek olarak, işin küresel anlamda tekrar organize edilmesi, muhtemelen en iyi dış
kaynak kullanımı ve offshore uygulamalarının popüler söylemleri aracılığıyla ortaya konabilir,
küresel KSS’nin karmaşıklığını gerçek anlamda gözler önüne serecek materyali içerir. Dış
kaynak kullanımı, yazılım geliştirilmesi, uygulanması, yönetim ve insan kaynakları
fonksiyonları ve bu hizmetleri sağlayan firmalar için müşteri hizmetlerini içerebilir.
Dış kaynak kullanımı ve offshoring konularının merkezinde devaluasyon, ihmal veya yerli
halkın kültürel uygulamalarının kaybının öneminin farkında olmama yatar. Bu konular
Thomas Friedman’in en son Discovery kanalı belgeseli olan ve Bangalore’daki call centerlarla
ilgili olan The Other Side Of Offshoring’dir (2004), Amerikan kültürünün empoze edilmesini
konu alır. Özellikle genç, Hint kadın çalışanların Amerikalı müşterilere hizmetin yanında
kendilerinin nasıl da birer tüketici olduklarını gözler önüne serer. Ellerinde yeni bir maaşla
genç, Hint kadın çalışanlar gelecekleriyle ilgili daha geleneksel kültürel beklentilere girerler.
Aynı zamanda kültürel kimliğin kaybının yarattığı sorun ortaya konmuştur. Bu kişilerin call
centerda sadece Amerikan isimleri kullanması veya müşterilerle bu aksanla konuşmaları
beklenmez, yakınlarda kurulan Amerikan alışveriş merkezlerinden küresel olarak sevilen
Amerikan markalarını da satın almaları beklenir. Onların tecrübeleri dış kaynak kullanımıyla
değişik zaman ve mekanlarda gerçekleşen yeni çalışma uygulamaları yansıtılır.
Daha da önemlisi eski ve yeni medyanın açılma ve dış kaynak kullanımı söylemlerini glokalize
etme kapasitesi mevcuttur. Bu kapasite değişiklikler için her iki tarafın da ödediği bedeli
düşünür. Örneğin Hindistan üzerindeki etkiyi düşünebiliriz, Thomas Friedman oradaki call
centerın daha çok bir Amerikan vahasına benzediğini öne sürmüştür. Dış kaynak kullanımının
ayrıca yerel halkın kültürel uygulamaları üzerinde sosyal, kültürel ve politik etkilerle devam
eden sonuçları vardır. Üçüncü kuşak KSS kurumsal davranışlarda yasal sınırlamaların(birinci
kuşak), işlerini kaybeden çalışanlar için kurumların ne yapması gerektiğiyle ilgili
konuların(ikinci kuşak) ötesine gider ve toplumların iş için nasıl bedeller ödediğinin üzerinde
14
durur ve sadece bir kazanan ve kaybeden değil birçok kazanan ve kaybedenin olduğunun
farkına varır.
Küresel KSS’nin bu kuşağı sadece kısa dönemli değil uzun dönemli sonuçlar üzerinde de
durur, dış kaynak kullanımı veya offshoring gibi uygulamalardan kaynaklanacak kaçınılmaz
kültürel etkilerin ortaya konmasına çalışır. NAFTA’nın imzalanmasından on yıl sonra,
Amerikan işçi sınıfı ABD iş kayıplarıyla ve naktin Meksika’ya akışıyla ilgili endişe duymaya
başladığında, dış kaynak kullanımının ve offshoringin Meksika’da sonlanmadığını görürüz, bu
durum Hindistan’da da sonlanmayacak. Şimdi ise Çin’in rekabet gücünün altında kalmamak
için birçok Amerikan fabrikası Çin’e taşınmıştır. Böylece bu fabrikaların kurulduğu yerlere çok
fazla sayıda göç gerçekleşmiş, yeni şehirler oluşmuş, demografi değişmiştir(bkz. Thompson,
2005). Aslında küresel şehirlere doğru gerçekleşen küresek göçler kendi başına görünmez bir
sektöre katkıda bulunmaktadır, küresel ekonomiyi destekleyen bu sektör yerel işçileri,
otel/restoran/perakende ve seks çalışanlarını içermektedir(bkz. Sassen, 2005). Peki, şimdi ne
olacak? Onlara ve yeni topluluklarına yardımcı olmak kimin sorumluluğunda? Buradaki
küresel bağlamdaki çıkarımlar neler olmalıdır? Bu sorular üçüncü kuşak KSS’nin cevaplama
potansiyeli olan sorulardır.
Üçüncü Kuşak KSS Tek Bir Kurumun, Belirli Bireylerin, Belirli İlgi Alanları için değildir;
Sektörler Arası Kurumsal İlişkilerin Karmaşık Ağını Yansıtır
Yeni kuşak KSS, çağdaş yaşamın karmaşık ve bağımsız doğasına cevaben gelişmiştir.
Küreselleşme, toplumlar, kültürler, oluşumlar ve bireyler arası iletişim ağlarının gelişimini,
yeniden oluşumunu ve kuvvetlendirilmesini destekler. Küresel sosyal kapital oluşturulur,
korunur ve yeni tip kurumsal bağlantılarda, kamusal alanlarda kullanılır. Artık yeni kurum ve
yöneticilik modelleri mevcuttur. Monge ve Contractor’un(2003) belirttiği gibi: “bu kurumsal
ve sosyal formlar insanları ve nesneleri geleneksel, ulusal veya kurumsal sınırlar olmadan
yerel ve küresel olarak bağlayan materyal ve sembolik akışların etrafında oluşumlanır” (s.4).
Bu yüzden, üçüncü kuşak KSS melez kurumsal formlarla ilgilenmek zorundadır. Özelleştirme
sadece geleneksel olarak kamu kurumları tarafından karşılanmayan yurttaşlıkla ilgili kurumsal
formlara değil, aynı zamanda sektörler arası ortaklıklara da işaret eder. Kurumsal tiplerin,
yapıların ve fonksiyonların bu birbirine karışımı KSS için birçok zorluk yaratmaktadır.
15
Örneğin, “refah ülkeleri” olarak adlandırılan yerlerde sağlık hizmetleri ve iş bulma kurumları
gibi daha önceki kamu hizmetleri kapılarını özel şirketlere ve özel sağlayıcılara açmıştır. Uzun
zamandır devletin yanında geçici yardım hizmetleri ajansları veya iş bulma pazarları olmuş
olmasına rağmen, şu an farklı olan organizasyon türlerinin şu an karıştırılmasıdır: “Bir
yandan, ‘sosyal’ organizasyonlar şimdi pazarın özellikleri, normları ve davranışlarıyla rekabet
etmek zorundalar. Öte yandan, ‘ekonomik’ organizasyonlar bir zamanlar kamu sektörünün
sorumluluğu olarak algılanan görevleri üstlenmektedir” (Larner, 2002, s.654). Aslında, sosyal
devletin gelişmiş liberal formda yeniden düzenlenmesi, kurumsal sorumluluğun “ne ve
kimine” meydan okumaktadır(s.660). Küresel anlamda yeni bir call center bölgesi olarak
takipte olunan Yeni Zelanda için Larner’a göre, devlet ve Adecco bu yeni endüstriyel rejimi
kurmaktan sorumludur; göçmenleri, bekar anneleri ve uzun süredir işsiz olanları bu iş için
hedef bellemişlerdir(s.660). Larner’ın makalesi, geçici hizmet ajanslarının insan kaynakları
yönetimiyle ilgili olarak devlet ajanslarıyla birlikte çalıştığını ortaya koymaktadır(Peck &
Theodore, 2000; Townsley, 2002; Vosko, 2000).
Ericsson’un küresel anlamda tekrardan yapılanma süreci sorumluluk parmağını gösteren bazı
karmaşıklıklara işaret eder. Ericsson, çokuluslu İsveç telekomünikasyon şirketi, 1990larda
başlayan ve tüm dünyada geçerli olan bir küçülmeye gitmiştir, bu günümüzde dahi hala
devam etmektedir. Tekrar yapılanma süreciyle ilgili olarak ilginç olan network firmalarıdır-
özel/kamu, İsveçli/Amerikan ve melez- hepsi birlikte alındığında İsveç’te işten çıkarılan
çalışanlarla ilgili sorumluluk meydana getirmektedir. “İhtiyari” çalışma yasasının geçerli
olduğu Amerika’ya göre, İsveç’teki çalışanlar sadece işten çıkarmalara hiddetle bakan
kültürel etik tarafından değil, keyfi işten çıkarmaları cezalandıran Çalışma Güvenlik Yasası
tarafından da korunmuşlardır(bkz,örn, Neal, 1984). Ekonomi nedeniyle Ericsson’da olduğu
gibi işten çıkarmalar gerekli olduğunda, devlet, birlikler, kar amacı güden veya gütmeyen
diğer melez organizasyonlar farklı çözümler bulmak için birbirlerine dayanışma içinde
çalışmıştır. Aslında bu çok özneli çözüm aynı zamanda “Norrköping Modeli” olarak da
bilinir(Townsley & Stohl, 2003).
Organizasyonel formların oluşması ve tekrar yapılandırılması, artık kurumların uğraştığı
sorunların(örn., küresel ısınma ve çevresel koruma, işyerinde AIDS, politik tutarsızlık ve
yasasızlık) bir veya bir grup organizasyon tarafından bile çözümlenmesinin zorluğundan
kaynaklanmaktadır. Bu yüzden kar amacı gütmeyen kuruluşların ve uluslararası
16
organizasyonların KSS tartışmalarına dahil olması şaşırtıcı bir şey değildir. Artık birçok
sorunun ancak küresel oluşumlar tarafından çözümlenebileceği bilinci gelişmeye başlamıştır.
Kurumsal kodların idaresinin gelişimi küresel perspektifi yansıtır. 1977’de Sullivan Prensipleri
Papaz Leon Sullivan tarafından geliştirilmiştir. Kurumların Güney Afrika’daki davranışlarında
sorumlu olması amacıyla çıkarılan bu prensipler sosyal sorumluluk amaçlıdır, küresel
organizasyonların herhangi bir yerdeki işletme davranışlarını belli standartlara bağlamak için
uygulanmaktadır.
Diğer organizasyonlar da KSS’ye yatırım yapmaya başlamışlardır. Örneğin, 1999’dan beri,
Birleşmiş Milletler kurumları özel sektör ve diğer sosyal aktörlerin bir araya geldiği gönüllü
kurumsal vatandaşlık ağı olan Global Compact’i kabul etmeleri için teşvik etmiştir. Ayrıca,
Uluslararası Şeffaflık sorumlu ve yasal bir kurumsal vatandaş olmakla ilgili olarak kurumları ve
diğer herkesi bilgilendirir. 1996 yılında kurulan Social Accountability International dünya
çapında kalifiye organizasyonları sertifikalandırdıkları ve bir akreditasyon sürecinden
geçirdikleri süreçle KSS için yeni bir adıma geçiş yapmıştır. Yaklaşımlarını yasallaştırmak için,
inanılırlığı ve saygınlığı yüksek olan ISO standartları sürecini kullanmışlardır. Üçüncü kuşak
KSS’nin bir diğer örneği de Nike, McDonalds, Coca-Cola, Wal-Mart gibi belirli ikonik
kurumların eylemlerine odaklanmaktır. Bu kurumlar kaynak bakımından en güçlüler arasında
olmalarına rağmen genellikle en iyi hedefi oluşturmaktadır. Bu kurumların ortak noktası
tüketiciler için mobil ağları mümkün kılan markalarının gücüdür. Örneğin, Nike, kötü çalışma
şartlarına karşı olan ve bu şartlara karşı boykotlar, tüketici kampanyaları ve izleme eylemleri
ile savaşan öğrenciler, UNITE ve birçok kar amacı gütmeyen organizasyon için kurumsal bir
sembol haline gelmiştir. Nikewatch, McSpotlight, Cokewatch ve Walmartwatch websiteleri
ve organize aktiviteler sayesinde bu kurumların eylemlerini yakın takibe alan ve izleyen
oluşumlardır.
Üçüncü kuşak KSS’nin toplumdaki farklı sektörler ile olan bağları, 1979 yılında ABD’de federal
mahkemeye taşınan bir insan hakları davası ile kurulmuştur. Dava, ilk ABD Kongresinde
1789’da geçen Yabancı İşkence İddiaları Yasası’na dayandırılmıştır. Bu dava kullanılarak Shell
Oil’ın Niyerjalılara karşı gerçekleştirmiş olduğu zalimliği savunanlar başka bir davayı
kazanmıştır. Bu işkenceler Nijerya hükümeti tarafından gerçekleştirilmiş de olsa, Nijerya
ordusuna para, silah ve lojistik destek sağlayan ve ifade verecek şahitlere rüşvet veren Shell
Nijerya tarafından planlanmıştır. Son yıllarda bu yargılanmalar kurumlardan birbirleriyle
17
çatışan tepkiler gelmiştir. Bir yandan, lobileşmişlerdir ve mahkemelerde yasaların
uygulanması için savaşmışlardır, öte yandan, sonuçları kabullenmiş ve yeni yasal
sorumluluklarının gerçekliklerini incelemeye almışlardır.
Üçüncü Kuşak KSS Kamusal ve Özel Sınırların Farkına Varır
Sosyal alanlar arasındaki kuvvetlendirme her küresel dinamik ile iç içe geçmiştir ve üçüncü
kuşak KSS’nin evrimini çok zorlayıcı yollarla etkilemiştir. Örneğin, kişisel menfaatleri,
bireylerin sosyal değerlerinin ifadelerini, ekonomik eylemlerinin çoğunu yansıtan STK’larda
gittikçe artan bir şekilde artış görülmektedir. Bu özel menfaat, değer temelli
organizasyonların daha önce devletin veya kurumların alanlarına giren konularda katılımları
ve dahiliyetleri artan bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Gönüllüler ve güçlü ideolojik bağları
olan özel vatandaşlar profesyonel yöneticilerle yanyana çalışmaktadır. Bu insanlar
birbirlerinin politik görüşlerini, sosyal eğilimlerini paylaşmayabilirler ancak topluluklarıyla
veya sosyal sorumluluklarıyla ilgili konularda yardımlaşmaktadırlar.
Değişen iletişim yollarının ve içeriğinin en önemli getirilerinden biri kurumsal alanda kamu ve
özel arasındaki ayrımın, yerel, ulusal, küresel etki alanları arasındaki sınırların yavaş yavaş
yok olmasıdır. Sanayileşme beraberinde kamu ve özel arasına katı ayrımlar ve bu eylem
alanlarının bir zamanlar “ayrı dünyaların miti” denilen kendi özerk koşul, yapı ve
strüktüründe bağımsız olarak işlediği fikrini getirmiştir (Stohl, 1995). Bugün, deneysel ve
ulusal sınırlar daha az sınırlandırılmakla kalmamış, iletişim teknolojilerinin gelişimi, özel ve
kamu alanlarının daha öncekine göre çok daha geçirgen olmasını sağlamıştır(Bimber,
Flanagin, & Stohl, 2005). KSS’nin gelişiminde internetin, blogların, online ortamda kişisel
dosyaları paylaşabilmenin ciddi birer etkisi vardır. Bimber ve diğerlerine göre(2005):
Bireyler görülmeden özel ve kamusal alanlar arasında hareket ettikçe, kamusal
alanların yapısı değişti. Aile, toplum, devlet gibi kamu olmayı tanımlayan önceki
faktörler, insanların kişisel kamusal-özel sınırları zayıfladığında kamusal alanı
çevrelemekte daha az etkili hale gelmiştir. Bu ortak ilgi alanları dünyanın
herhangi bir yerindeki insanların katılabileceği kamusal alanların kurulmasına izin
verir. Ve böylece tüm ülkelerdeki fakir çocukların durumuna, her yerde temiz havaya
veya birçok yerde insan haklarının kazanımına hedeflenen kollektif eylemler
görebiliriz(s.27).
18
Üçüncü kuşak KSS şimdiye kadar kamu sorunu değil, özel sayılan sayısız ve karmaşık
konularla ilgilenir. Özel ve kamu alanlarının çağdaş bulanık bir örneği iş bağlamıdır. Değişen
uluslararası iş bölümü büyüyen kurumsal güçten etkilenmiştir ve kamu söyleminden saklı
olan gayrı resmi bir sektör ortaya çıkmıştır. Bu sektör insanların evlerinde, restoran
mutfaklarında, pansiyonlarda saklı olabilir ve elit çalışanların bez değiştirmeden veya çamaşır
yıkamadan işlerini yapabilmelerine olanak sağlamaktadır. Bu gayriresmi hizmet sektörü
birinci ve ikinci kuşak KSS’ye eşsiz sorunlar yaratır.
Jaggar’a(2002) göre küresel neoliberalizm, kuzey için güneyin “küresel kölelik sözleşmesi”ni
üreten kuzey kredicileri ve güney borçluları arasındaki sistem aracılığıyla sağlanır. Kuzey-
Güney ilişkisi karmaşık bir bakım ve ticari aşk endüstrisi üretmiştir. Bakım işiyle sıklıkla
ilişkilendirilen meslekler dadılar, seks çalışanları ve hizmetkarlardır(Ehrenreich & Russell,
2003). Bu işlerin “kadın işi” olarak sınıflandırılması ve iş bulmak için farklı ülkeleri dolaşan
kadınların aşk ticareti endüstrisinde çalışması kadın haklarının sömürülmesi için uygun bir
ortam yaratığı gibi, bunu gözlemlemek de oldukça zordur. Ancak, kısaca multiaktör
girişiminin yanında dağınık ve parçalanmış doğası üçüncü kuşak KSS analizi talep eder.
Kadınlar kendi ülkelerindeki ailelerine para gönderecekleri işlerde çalışabilmek için artan bir
şekilde ailelerini terk edip başka ülkelere göçmen olarak çalışmaya gitmektedir, sanayisi
gelişmemiş ülkeler yerine buralarda ekmeklerini kazanmaktadırlar. Aslında birçok hükümet
başka ülkelerde uluslararası bakım işinde(örn., hemşireler, dadılar, seks işçileri) çalışmaları
amacıyla kadın göçmenleri teşvik eder, sadece ulusal gelir için. Ulus devletlere ek olarak,
kurumlar da bakım işlerindeki cinsiyetleştirmeyi destekler. Dadı işi çok fazla yaygınlaşmasının
yanında bu endüstri gayriresmi bir şekilde fonksiyonunu sürdürmektedir, bu da KSS
uygulamalarını ve kamu veya özel sektör bakım endüstrisinin kötüye kullanılmasını
gözlemlemede çok büyük zorluklar çıkarmaktadır.
SONUÇLAR
İnsan haklarındaki büyük değişiklikler 1688’deki Büyük Devrim ve onsekizinci yüzyıl
sonlarındaki Amerikan ve Fransız Devrimleri kadar büyük ayaklanmalara ve I. ve II. Dünya
Savaşları yıkımlarına kadar gitmektedir. KSS ile ilgili katılım hakları ve zorunluluklar da büyük
19
değişiklikler, felaketler, küresel ve yerel topluluklardaki cepheleşmeden sonra oluşmuştur.
Küreselleşmenin dinamik ve değişken süreçleri KSS’nin yörüngesini yirminci yüzyılın sonunda
ve yirmibirinci yüzyılın başında etkilemiştir.
Bu bölümde, KSS’nin küresel bir çerçevede düşünülmesinin zaman içindeki evrimini ve
etkisini anlamamız için bize ne kadar yardımcı olduğunu gösterdik. Enron vakasıyla ilgili olan
bölüm, yurt dışındaki kurumsal sorumsuzluğun nasıl sorunlara yol açabileceğiyle ilgili bir
örnekti. KSS’nin üç kuşağının da sıralanması, endişelerin küresel bir perspektiften yaklaşılarak
incelenmesi, sosyal hayatın alanları arasındaki bağlılığın farkına varılması ve KSS’nin değişen
doğasıyla ilgili endişeler ve potansiyel etkilerin tanımlanmasına yardımcı olmaktadır. Bu
ayrıca yeni küresel bağlamda gelişen KSS standartları ve normlarıyla ilgili teorik ve pragmatik
zorlukları da ortaya koymuştur.
Son 20 yıldır KSS’nin gelişiminde büyük sıçrayışlar yaşanmıştır. KSS zamanla yasalaştırılmış,
bir zamanlar sadece sorumluluk olan bazı noktalar kanunlar tarafından kontrol edilir hale
gelmiştir. Ancak insan hakları standartlarının gelişimiyle birlikte bu standartların
meşruluğunun varoluşunun ve farkındalığının ve hak taleplerinin her zaman tutarlı olmadığı,
uygulamalarında devamlılık teşkil etmediği ve uygun normlar olarak devamlı bir şekilde kabul
edilmediği gözlemlenmiştir. İnsan Haklarının tamamen gelişmesi gibi, STK toplulukları
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin oluşum zaferinden sonra gelmiştir, STK’lar hakların
uygulanmasına yardım etmek için kaynak tedarik etmek, gözlemlemek ve seferber olmak için
çabalarını artırırken, biz de etkileşim ve işlerinin dramatik olarak yayılmasını temel alan
aktivist organizasyonlar, hükümetler ve kurumları içeren küresel KSS rejiminden daha fazla
bir gelişme için beklenti içinde olabiliriz. Küreselleşme ve küresel kurumlar ve STK
etkileyicileri bağlamında, KSS’yi akademisyenler ve uygulayıcılar olarak sadece küresel bir
perspektifle ve küresel bir yaklaşımla anlayabiliriz.
20
21
top related