akademik kaynaklar dizini

666
ÖNEMLİ AÇIKLAMA: Bu sayfada akademik araştırmalarda kullanabileceğimiz cümle ve kavramlar kaynakçalı olarak özetlenmiştir. Cümle sonundaki rakamlar, alıntının yapıldığı sayfayı göstermektedir. Sayfa kaydı yok ise, okuma esnasındaki kişisel çağrışımlara ilişkin not olarak algılanmalıdır. Küçük bir tavsiyem ise, bir eserin akademik değeri, hüküm cümlelerinden değil gerekçe cümlelerinden oluşturulmasından kaynaklanır. Özetini verdiğim kitapların alıntılanan cümleleri, büyük oranda gerekçe cümleleridir. Bu çerçevede, özellikle eğitim ve sosyal bilimlerde araştırma yapan akademisyen, araştırmacı ve yazarlara faydalı olması dileği ile … Yusuf ÇAĞLAYAN [email protected] http://www.yusufcaglayan.net BİLİM TARİHİ Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi-İst.1983(I.Basım) BİLGİ TOPLUMU VE EKONOMİK GELİŞME Prof. Dr. Hüsnü ERKAN –İş Bankası Yay. Ankara-1993 SANAYİLEŞMENİN KÜLTÜR TEMELLERİ John Nef; Çev.:Prof. Erol Güngör ;Kalem Yayıncılık A.Ş. İst.- 1980 3.DÜNYANIN BATILILAŞTIRILMASI

Upload: ahmet-tuerkan

Post on 06-Dec-2014

1.761 views

Category:

Education


13 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Akademik kaynaklar dizini

ÖNEMLİ AÇIKLAMA:

Bu sayfada akademik araştırmalarda kullanabileceğimiz cümle ve kavramlar kaynakçalı olarak özetlenmiştir. Cümle sonundaki rakamlar, alıntının yapıldığı sayfayı göstermektedir. Sayfa kaydı yok ise, okuma esnasındaki kişisel çağrışımlara ilişkin not olarak algılanmalıdır.

Küçük bir tavsiyem ise, bir eserin akademik değeri, hüküm cümlelerinden değil gerekçe cümlelerinden oluşturulmasından kaynaklanır. Özetini verdiğim kitapların alıntılanan cümleleri, büyük oranda gerekçe cümleleridir.

Bu çerçevede, özellikle eğitim ve sosyal bilimlerde araştırma yapan akademisyen, araştırmacı ve yazarlara faydalı olması dileği ile …

Yusuf ÇAĞLAYAN

[email protected]

http://www.yusufcaglayan.net

BİLİM TARİHİCemal Yıldırım, Remzi Kitabevi-İst.1983(I.Basım)

BİLGİ TOPLUMU VE EKONOMİK GELİŞMEProf. Dr. Hüsnü ERKAN –İş Bankası Yay. Ankara-1993

SANAYİLEŞMENİN KÜLTÜR TEMELLERİJohn Nef; Çev.:Prof. Erol Güngör ;Kalem Yayıncılık A.Ş. İst.-1980

3.DÜNYANIN BATILILAŞTIRILMASIPaul Harrıson; Çev:Cevdet CERİT, Pınar Yay., 1. basım,

Kasım-1990/İst.

BİR DEĞİŞİM SÜRECİ OLARAK MODERNLEŞMEKadir CANATAN; İnsan Yay. -İst. 1995

ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE İMPARATORLUĞUKemal Kahraman, Seha Neşriyat ; 1989- İstanbul

Page 2: Akademik kaynaklar dizini

GARPLILAŞMANIN NERESİNDEYİZProf.Dr. Mümtaz Turhan; Yağmur yayınevi İst.-1980

MİLLİ KÜLTÜR - MODERNLEŞME VE İSLAMProf. Dr. Orhan Türkdoğan; Yayınevi: Üçdal Neşriyat-İst.1983

SOSYAL HAREKETLERİN SOSYOLOJİSİProf. Dr. Orhan Türkdoğan; Kültür Ve Turizm Bak.Yay.Baskı-1988-

Ankara

TOPLUM KALKINMASIOrhan Türkdoğan; Dedekorkut Yayınları 1977-İstanbul

İLMİ İNKILÂPGerald W.ELBERS; Paul DUNCAN, Çev.:İbrahim Aşkı TANIK

Genelkurmay Basım Evi, Ankara – 1962

TÜRKİYE SORUNLARIAlan Yayınları, 1988 yıllığı – Şubat – 1988 – İst.

BUHRANLARIMIZSadrazam Said Halim Paşa (1863-1921)

Baskıya hazırlayan: M.Ertuğrul DüzdağTercüman 1001 Temel Eser Dizisi(9)

İKTİSADİ ÇÖZÜLMENİN AHLAK VE ZİHNİYET DÜNYASISabri F. Ülgener ; Yayınevi: Der Yayınları, İst.1981

İKTİSADÎ KALKINMANIN KÜLTÜR TEMELLERİProf. Dr. Mustafa E. ERKAL , Semih Ofset - Ank. 1990

İSLAM DÜNYASINDA TOPLUMSAL DEĞİŞMEAli BULAÇ – Nehir Yayınları, 1987-İstanbul

SOSYAL MESELELERİMİZ VE SOSYAL DEĞİŞMEDoç.Dr.Mustafa ERKAL; MAYAŞ Yayınları, 1. Baskı, Ekim-1984-Ankara

Page 3: Akademik kaynaklar dizini

MEDENİYET – TEKNİK –KÜLTÜRÜDoç. Dr. İbrahim CANAN-Cihan Yayınları – İstanbul

TEMELLERİN DURUŞMASI

Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyat Vakfı Yay., 4.Baskı, İst.-1990

TÜRK İNKİLAP TARİHİProf. Dr. Hamza Eroğlu, - M.Eğitim Basımevi-1.Baskı, İst.1982

TARİH BOYUNCA DEVRİMLER, İHTİLALLER VE SİYONİZM Ziya Uygur, İhya Yayınları 3.Baskı, İst.

YAKINÇAĞ BATI DÜNYASI VE TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARIAlaeddin Özdenören, Akabe Yayınevi, 1.Basım 1986 İst.

AYDINLAR SAVAŞIAtilla İlhan, Bebekus Kitapları İst.-1991

HANGİ BATIAtilla İLHAN, Bilgi Yayınevi 3.basım İst. – 1982

BATI’NIN DELİ GÖMLEĞİAtilla İLHAN, Bilgi Yayınevi-2.Basım, Haziran-1995-İst.

JEOPOLİTİK VE JEOKÜLTÜRImmanuel Wallersteın, Çev.:Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İst.-1993

BİR DİN POLİTİKASI :LAİKLİKHulusi Yazıcıoğlu, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. İst. -1993

LAİKLİK

Enigmaya Dönüşen ParadigmaAytunç ALTINDAL, Anahtar Yayınları Kitapları - 2. Baskı/İst-1994

Page 4: Akademik kaynaklar dizini

ORTADOĞU’DA AMERİKAN POLİTİKASIProf. Dr. Mehmet CAN (İst. Tek. Ünv. Öğr. Üyesi) Bayrak Yay. -

1993/İst

ISTANBUL’DA ELLİ YIL VE ROBERT KOLEJ HÂTIRALARIGeorge Washburn, Houghton Mifflin Company, New York, 1909

(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

KARARTILMIŞ HİLÂL The Crescent Obscured, Robert J. Allison, Oxford University Press, 1995

(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

İSLÂM’IN HANÇERİİslâm hakkında temel bilgiler

Con Lefın, Bantam Kitabevi-1979).(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

HRİSTİYANLIK PROPOGANDASI VE MİSYONER FAALİYETLERİ Yrd. Doç. Dr. Osman CİLACI(Diyanet işl. Bşk.lığı Yay.)

KENDİ BELGELERİYLE ANADOLU’DAKİ AMERİKA19. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAKİ

AMERİKAN MİSYONER OKULLARIDr. Uygur Kocabaşoğlu,

(1981’de ABD misyoner teşkilatı arşivine giren ilk Türk araştırmacı)Arba Yay. 2.Baskı İst.-1991-

AMERİKAN FUNDAMENTALİZMİNİN TARİHİ YAPISI VE İSLAM GERÇEĞİ

YRD. DOÇ. DR. Osman ŞEKERCİ, Sinan Yayınevi

AMERİKAN YÜZYILININ SONUMustafa ÖZEL, İz Yayıncılık İst.1993

YENİ DÜNYA DÜZENİJ. Kenneth Galbraıth Chomsky- A. Münif – FukuyamaCev.: Kadir Çağlayan, Ağaç Yayıncılık – 2. Baskı, İst.1992

İDEOLOJİ VE KÜLTÜREL KİMLİK

Page 5: Akademik kaynaklar dizini

Modernite Ve Üçüncü Dünyanın VarlığıJarge Larrain ; Çev.:Neşe Nur Domaniç , Sarmal Yayınevi-İst.-1995

OSMANLILARIN STRATEJİK SORUNLARIMehmet Tanju AKAD, Kastaş Yay. Tarihsel araştırma Dizisi 1. Baskı

İst.1995

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN ORTADOĞUYA“Belgelerde Şark Meselesi”

Necdet Kurdakul, Dergah Yayınları I. Baskı İst.1976

BİZİM GÜNEYDOĞUMehmet AY(Yavuz AY), Denge Yay. İst.1993

İPLER KİMİN ELİNDE (Komplo Teorileri)

Ali ÇİMEN-Hakan YILMAZ , Genişletilmiş 6 ncı Baskı ,

KÜLTÜRÜMÜZÜ ETKİLEYEN OKULLARHalit ERTUĞRUL, Nesil Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2002

OSMANLILARIN YARI SÖMÜRGE OLUŞUTevfik ÇAVDAR, Ant Yayınları,İst.1970

ENTEGRİZMKültürel İntihar

Roger GARAUDY, Çev:Kamil Bilgin ÇİLEÇÖP, 2.Baskı, Pınar Yay. , İst./1993

KUŞATILMIŞLAR ÜLKESİ TÜRKİYEFerhan Şayılman-Anıl Çeçen-Sinan Sönmez-Gürol Engin

Flaş Tv, Flaş Gündem,22 Nisan 20011.Baskı, Haziran/2001 Art Yayınları

KUŞATILANLAR

Page 6: Akademik kaynaklar dizini

İslâm ve Batı’nın JeopolitiğiGraham E. FULLER, Ian O. LESSER

Sabah Kitapları – İst. – Aralık – 1996, Çev: Özden ARIKAN I. Baskı.

KAPİTALİZMİN GELECEĞİBugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor?

Lester C. THUROW, Yay. Haz.: Mustafa Sünnetçioğlu, Yasemin Baykal.Sabah Kitapları. I. Baskı İst./Mayıs 1997

İSLAM ÜLKELERİNDE MİSYONERLİK VE EMPERYALİZMProf. Dr. Mustafa Halidi ve Dr. Phil.Ömer Ferruh;

Çeviren: Dr.Osman Şekerci, Nun Yay. İstanbul/Haziran 1998, S.

YENİ ROMA:TERÖRİST A.B.DTohum Basın Yayın, İnceleme Şubat/2004-İst.

DERİN DEVLET VE MUHALEFET GELENEĞİAhmet ÖZCAN, Bakış Yayınları, 3.Baskı, İst./Mayıs 2001

DEVLET VE İNSANAlaaddin ÖZDENÖREN, Nehir Yayınları – İstanbul-1986

DEVLET VE ZİHNİYETMustafa MİYASOĞLU, 2.Baskı Elifbe – 1981 – İst.

-DEVLET FELSEFESİ –Safa Mürsel, -Yeni Asya Yayınları- İst.-19..

MİLLİ STRATEJİAli Muzaffer Ersöz, Akın Matbaası-Ank.-1965

MEDİNE’den LOZAN’a

Taha AKYOL, Milliyet Yayınları, 2. Baskı; İst.1996

KANT VE SCHELER’DE İNSAN PROBLEMİTakiyettin Mengüşoğlu, 2.baskı. İst.-1969

Page 7: Akademik kaynaklar dizini

MİLLİYETÇİ EĞİTİM SİSTEMİDoç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Töre Devlet Yay. 7. Baskı İst.-1973

SOSYAL SİSTEMLERİN TEMELLERİAykut Edibali, Otağ Yay. II.Baskı İst.-1979

FONKSİYONEL EĞİTİM SOSYOLOJİSİ(Pedagojik Formasyon Amaçlı)

Yrd. Dç. Dr. Hasan Çelikkaya, Alfa Yay. İst.-1996

ZİYA GÖKALP’İN EĞİTİM SOSYOLOJİSİDoç. Dr. Hikmet Yıldırım Celkan

M.E.G.S. Bakanlığı Yay. Araştırma- İnceleme dizisi 871/141 İst.- 1989

SOSYOLOJİYE GİRİŞ“Temel Kavramlar”

Prof. Dr Mahmut TEZCAN, Feryal Matbaası 4. Baskı, Ankara-1995

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARIP.A.SOROKİN, Çev: M. Münir Raşit ÖYMEN

Kültür Bak. Bilim Dizisi/10, I. Baskı. Ank. 1994, I.Cilt

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARI (Contemporary Sociological Theory)

Margaret M. POLAMA, Çev: Hayriye ERBAŞ, Gündoğan Yay. Ank. 1993

TOPLUM BİLİMERİNE GİRİŞProf. Dr. Barlas TOLAN, 4. Baskı- Adım Yayıncılık - Ank. 1996

SOSYOLOJİ-Kavramlar ve Sorunlar– Doç.Dr. İsmail Doğan, Sistem Yayıncılık - II. Basım - 1998 - İst.

İNSAN VE KÜLTÜRBronislaw MALINOWSKİ, Çev: Doç.Dr. M.Fatih GÜMÜŞ

V. Yayınları I.Basım - Ocak - 1990 - Ank.

KÜLTÜR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERT.S. ELİOT, Çev: Doç. Dr. Sevim KANTARCIOĞLU

Kültür Bakanlığı Yayınları 1. Basım. Ank./ 1981

Page 8: Akademik kaynaklar dizini

BEŞİNCİ DİSİPLİN

Peter M.Senge, Çev:Ayşegül İldeniz/Ahmet Doğukan.

Yapı Kredi Yayınları İst./Mart-1996 Üçüncü Baskı

DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ DEVRİMİMichael HAMMER-Steven A.STANTON

Çev: Sinem GÜL, Sabah Kitapları I. Baskı- İstanbul/1995

DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ(İş idaresinde devrim için bir Manifesto)

Michael Hammer - James ChanpyÇev.: Sinem GÜL. 4. Baskı - Sabah Kitapları, İst.1997

İNSAN MÜHENDİSLİĞİNüvit Osmay, DKD. Kursu mezunları derneği yay. , 2.Baskı-1983

MESLEK AHLAKIEmile Durkheim, Çev.:Mehmet Karasan

M.E.G.S.B. YAYINLARI, -ist-1986

YÖNETİMDE 32 ALTIN KURAL

Richard R. Conarreo, Çev:Yakut Güneri, İlgi Yay.-1989

ETKİLİ HATIRLAMA TEKNİKLERİ

Donald A. Laird-Eleanor C.Laird, Çev: Fatoş DİLBER

İlgi Yayıncılık-İst./1989

HÜRRİYETTEN KAÇIŞErich FROMM, Çev.: Dr. Ayda YÖRÜKAN, Yayınevi: Tur Yay. İst.-1979

AHLAK İLE DİNİN İKİ KAYNAĞI BERGSON, Çev.:Mehmet Karasan, Milli Eğitim Basımevi, 1986 II.Baskı

Page 9: Akademik kaynaklar dizini

TERBİYEYE DAİR(ON EDUCATION)Bertrand RUSSEL, Çev.: Prof. Hakim DERELİ

Ank. Ünv. Basımevi – 1964, 2. Baskı

İNSANLIĞIN GELECEĞİ Bertrand Russell- Çev.: İsmail Hakkı OĞUZ,

T.C. iş bankası kültür yay. Ank.1964

YARATICI TEKAMÜLH. BERGSON, Çev. :Prof. Şekip Tunç

II. Baskı MEGSB.lığı İst.1986

ÖZGÜR EĞİTİMJoel SPRING, Çev. Ayşen Ekmekçi

AKLIN İDARESİ İÇİN KURALLARDESCARTES, Çev.: Mehmet Karasan, MEB Yayınları İst.. 1989

TOPLUM ANLAŞMASIYazan: J.J. Rousseau, Çev.: Vedat Günyel

Yayını:Meb Yayınları İst.-1989 Batı Klasikleri Dizisi

İNSAN HAKLARITHOMAS PAİNE, Çev.: Mehmet Osman Dostel

M.E.G. S. B. Yay. İst..1988

HÜRRİYET J. S. MİLL – Çev: Mehmet Osman DOSTEL

M.B.E. Yay. İst. / 1988

FAYDACILIKJ.S.MILL., Çev : Nazmi COŞKUNLAR

3. Baskı M.E. Basımevi, İst - 1986

İYİ İNSAN İYİ POLİTİKACIFriedrich Wilhelm FOERSTER, Çev: İsmail Husrev Tökin

Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. İstanbul – 1960

İYİ İNSAN İYİ VATANDAŞF.W. Foerster, Çev: Müşerref HEKİMOĞLU

Page 10: Akademik kaynaklar dizini

Doğan Kardeş Yayınları – 4. Baskı. İstanbul / 1960

MORAL (1938-1958)Faik GÜRKMEN, Şahin-Medeniyet Matbaaları – Ankara, I. Cilt

KİTLELER PSİKOLOJİSİGustave Le Bon, Çev: Selahattin DEMİRKAN

Yağmur Yayınevi 3. Basılış İst.1976

KESİN İNANÇLILAR(Kitle Hareketlerinin Anatomisi)ERİC HOFFER, Çev.: ERKIL GÜNUR, Tur Yayınları 3. Baskı İst.-1980

NOT DEFTERİProf. Dr. Alexı’s CARREL, Çev.: Ord. Prof. Sadi IRMAK,

Baha Matbaası İst.1975

İNSANLAR UYANINProf. Dr. Alexis CARREL, 3.Baskı; Arif Bolat Kitabevi, İst. /1969

HAYAT HAKKINDA DÜŞÜNCELERProf. Dr. Alexis Carrel, Çev: Cahit BEĞENÇ

Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 1988-İst.

İÇİMEZDEKİ BİZ“Kalite bilincinin temeli”

Doğan CÜCELOĞLU-12. Baskı. Sistem Yayıncılık. Ocak 1997-İstanbul

İKTİSADİ KALKINMA VE İSLAMYayına Haz. = Doç. Dr. Ahmet Tabakoğlu-İsmail Kurt

İslami Ve İlmi Araştırmalar Vakfı Yay. İst-1987

İKTİSADİ GELİŞMENİN MERHALELERİ-R.W.Rostow, Çev.: Erol Güngör, Kalem Yayınevi, İst-1980

EKONOMİNİN ABC’SİProf. George soule, Çev.: Nejat Muallimoğlu,

I.Baskı, Formül matbaası 1978-İst

Page 11: Akademik kaynaklar dizini

TERBİYENİN SOSYAL VE KÜLTÜREL TEMELLERİ -1-Ziya Gökalp – M.E. Basımevi 1979-ist

MAKALELER – IXZiya Gökalp – Kültür Bakanlığı yayınları, İst.-1980

Derleyen = Şevket Beysunoğlu

FELSEFEDE YENİ GÖRÜŞLERHakkı Özgül(Şevkoğlu), Güzel İst. Matbaası, Ank.-1966

MEHMED AKİFVehbi Vakkasoğlu, Yeni Asya Yayınları İst.-19..

İSLAMIN VAADETTİKLERİRoger Graudy

DİN GERÇEĞİVehbi Vakkasoğlu, Cihan Yayınları-İst.-1984

TİRYAKİ SÖZLERCenap Şehabettin, Tercüman 1001 Eser

HASTA TOPLUM, GÜÇLÜ MİLLETAbdülkadir DURU, Özden yayınları İst.-1976

İSLAMIN İKTİSADİ GÖRÜŞÜProf.Dr. Sabahaddin Zaim, Mülakat:Burhan Bozgeyik,

Yeni Asya Yay. Ocak 1981-İst.

MİLLİ EĞİTİM FELSEFELERİMİZAbdullah Nişancı, Yeniasya Yay. İST-1981

Ank. Kültür Ve Eğt. Vakfınca Düzenlenen ANARŞİ ; Sebepleri, Kısa Ve Uzun Vadede Tedbir Ve Çareleri

Konferans Metni ,: Yeniasya Yayınevi İst.1980

Page 12: Akademik kaynaklar dizini

YARINKİ TÜRKİYENURETTİN TOPÇU, Dergah Yayınları 3.Baskı 1978-İst.

MİLLET VE MİLLİYETÇİLİKMehmet NİYAZİ, Ötüken Yayınevi İst.

İSLAMDA EĞİTİMBatı Eğitim Sistemleriyle Mukayeseli

Yrd. Doç. Dr. Bayraktar Bayraklı 2. Baskı İst.1983

MİLLİ KÜLTÜR MESELELERİ VE MAARİF DAVAMIZSamiha Ayverdi, Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri:12

I.Baskı (Milli Eğitim Basımevi) İst.1976

İSLAMA GÖRE İNSAN PSİKOLOJİSİ II. CiltMuhammed KUTUB, Çeviren: Akif Nuri 1974-İst.

İNSAN VE İNSANLARÇiğdem Kağıtçıbaşı, Baskı: 4.Baskı İst.1979

MEDENİYET YARGILANIYOR “CIVILAZATION ON TRIAL”

Arnold J.Toynbee, Çev.; Ufuk Uyan, Yeryüzü Yay.- İst-1980

DOĞU VE BATIRené Guénon, Çev.:Fahrettin Arslan, Yeryüzü Yay. İst.-1980

TÜRKİYE BİR DEVLETİN YENİDEN DOĞUŞUProf. Arnold J. Toynbee, Çev.: Kasım Yargıcı, Milliyet Yay. 1.Baskı-İst-

1971

GÜZEL KONUŞMA-YAZMA KOMPOZİSYONSalih SARICA; Mustafa GÜNDÜZ, Fil Yay. İst.1994

EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN İMANDoç. Dr. Hanifi ÖZCAN, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. İst.-1992

İNSAN HAKLARI ALANINDA TEMEL BELGELER VE İSLAMYrd. Doç. Dr. Osman ŞEKERCİ, Nun Yay. İst.1996

Page 13: Akademik kaynaklar dizini

KUR’AN’IN TEMEL BUYRUKLARI(Emirler ve Yasaklar)

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yayınevi - İst. - 1997 5. Baskı

BİLİM TARİHİCemal Yıldırım, Remzi Kitabevi-İst.1983(I.Basım)

1. Geçmişin(günümüzde) dokunulmaz sayılan pek çok otoriteleri, varsayım ve inançları bilimin getirdiği eleştirisel yaklaşım(tarafsız yaklaşım...) ve bağımsız kafa disiplini karşısında ya sarsılmış, ya da büsbütün yıkılıp gitmiştir.(7)

2. Bilimin bir toplumu olumlu yönde etkilemesi için her şeyden önce bilimsel düşünme biçiminin geniş halk kitleleri arasında yayılmasına, ortak düşüncenin bir parçası haline gelmesine ihtiyaç vardır. Bu ise geniş ölçüde bir eğitim sorunudur. (7)

3. Bilim çoğu kez sanıldığı gibi ilk defa ne Rönesans’tan sonra, ne de batı dünyasında ortaya çıkmıştır. Bilim, insanlığın ortak kafa ürünüdür; kökleri ilkel toplumların yaşamına kadar uzanır. (13)

4. Geniş bir perspektif içinde bakıldığında bilimin uzun ve çetin gelişiminde şu dört aşamayı ayırt etmek mümkündür:

Mısır ve Mezopotomya uygarlıklarına rastlayan empirik (görgüsel) bilgi toplama aşaması.

Eski Yunanlıların evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerinin kurulduğu aşama.

Ortaçağların Yunan felsefesi ile dinsel doğmaları bağdaştırma çabası karşısında İslam dünyasındaki bilimsel çalışmaların parlak başarılarını kapsayan aşama.

Rönesans sonrası gelişmelerin yer aldığı modern bilim aşaması. (14)

5. Ortaçağ karanlığının ortama hakim olmasında Hıristiyanlığın rasyonel düşünce ile çelişkisi önemli bir etkendir. (14)

6. Bilimin yeniden anlanma hareketi İslamiyetin ortaya çıkması ile, gene doğu dünyasında kendini gösterir. Avrupa’nın 12. Yüzyılda başlayan ve Rönesans’tan günümüze kadar giderek hızlanan parlak bilimsel başarılarını azımsanmayacak ölçüde, İslam döneminin çalışmalarına borçlu olduğu inkar edilemez.(14) (Aynı yazar- bilim felsefesi)(Ankara-1979)

7. Sağla31123112m bir anlayış kazanmış..(5)

Page 14: Akademik kaynaklar dizini

8. ( - ) Bugün hakim olan zihniyet, kalkınma yolunu bulmamıza yardım edeceğine, aksine bizi bu yolu tıkayan hataları pekiştirmeye ve bu hatalar süreklilik kazandırmaya yaramaktadır....

9. Modern bilimin kökeni, matematiksel metodun fizikteki başarısında aramak gerekir.(239)

BİLGİ TOPLUMU VE EKONOMİK GELİŞMEProf. Dr. Hüsnü ERKAN –İş Bankası Yay. Ankara-1993

1. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan yeni teknolojiler, yeni bir üretim ortamı ve yaşam biçimi doğurdu. (yeni bir toplumsal yapıya yol açtı.) (3)

2. (Yeni kurumsal yapılar oluşurken –toplumun değer- norm ve davranış kalıpları da değişti.)

3. Üretimin ihtiyaç duyduğu hammaddeler ile yeni pazarlar, sanayi devrimini gerçekleştiren ülkeleri dış Pazar arayışına itiyordu. Bu konuda ilk olma avantajını İngiltere kullandığı için başı çekiyordu. Bu yöndeki gelişmeler, dışarıda, ülke dışında sömürgeler edinmeye yol açtı. (4)

4. Tarım+Sanayi+Hizmet sektörü....Bilgi toplumunun kurumsallaşması...

5. Doğal altyapı+Maddi altyapı+kurumsal altyapı+personel altyapı(insan sermayesi)

6. Eğitim+ Öğretim+Araştırma+Uzmanlaşma+(Örgütlenme)

7. Yeni değer yargılarının ortaya çıkışı, gelişme aşamalarına bağlı olarak toplumsal bütünleşmeyi artırıcı veya azaltıcı yönde etkili olur. (34)

8. Topluma bilim ve teknoloji açısından bir seviye kazandırmak ve bunu ekonomik sürece aktarmak...

9. Kişi ve grupların amacı toplumda güç ve iktidarı elde etmeye yönelik olduğu için, kişiler amaçlarına uygun kurumsallaşmayı gerçekleştirmek (için...) isterler...(34)

10. -Ömürlü bilgi...

11. Ekonomik ve bürokratik örgütlenme...

12. Ekonomik gelişmede önemli unsurlardan birisi de toplumun teknik ve bilimsel bilgi düzeyidir. Teknik ve bilimsel bilginin ekonomik sürece aktarılması işgücü yoluyla sağlanmalıdır. Bu nedenle, ekonomik gelişmede personel altyapı olarak kavranan, gerekli teknik ve bilimsel bilgi ile donatılmış insan unsurunun özel bir yeri vardır. (34) üretmek+yaymak

Page 15: Akademik kaynaklar dizini

13. Bilginin sistemli olarak düzenlenmesi, saklanması, işlenmesi, iletilmesi, kullanılması...(48)

14. İnsan zekasını uyaran bilgisayarın, insanlığı düşünmeye yöneltici bir kaldıraç görevi olduğu kabul edilmektedir. (49)

15. ** Toplumda yenilenen teknolojik temelle birlikte, sırasıyla ekonomik, sosyal, politik ve kültürel alanlarda değişim süreçleri devreye girer. Birinden diğerine olan yansıma, bir zaman gecikmesi içerdiği için toplumsal bütünde bu alanların değişim esnekliği bir diğerinden farklıdır. Teknolojik yenilenme karşısında en hızla değişen, en yüksek değişim esnekliği gösteren alan ekonomik alanken; en düşük değişim esnekliği kültürel alanda ortaya çıkar. Sosyal ve politik alanların değişim esneklikleri bunlar arasında bir konuma sahiptir. (61)

16. sanayi toplumunda üretim, fabrikalarda örgütlenmişti. Oysa ki, bilgi toplumunda üretimin ağırlıklığı araştırma merkezlerinde yoğunlaşmakla birlikte, bilişim ağına bağlanarak komut içinde üretime katılmak daha kolay olacaktır. (80)

17. ...ihtiyaç hiyerarşisinin en tepesinde yer alan..(103)

18. Bilginin kötüye kullanımına ilişkin yeni suç ve ceza sistemlerinin gelişmesi...(106)

19. İnsanlar arasındaki çatışmada uzlaşmalarının çoğu, bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. (107)

20. Başarı, insanın kendini kanıtlaması ve belirlenmiş amaçların gerçekleşmesidir. (112)

21. Bilişim= Eğitim+ Deneyim+ Bilgi İşlem+İletişim (113)

22. Bilindiği gibi sanayi toplumu, İngiltere’de gerçekleştirilen teknolojik-ekonomik (1770 sonrası) devrimle, Fransa’da başlayan politik devimin (1789) ortak sonucu olarak ortaya çıkmıştır. (119)

23. Fransız Devrimi’nin getirdiği “Milli Devlet” tezi, çok uluslu Osmanlı Devleti’nin çok kısa sürede etkileyip imparatorluk topraklarının bir bir kaybedilmesi (parçalanması) sonucunu doğurmuştur. (119)

24. Osmanlı’da sınırlı alanlarda ve yüzeysel olarak getirilmek istenen yenilik hareketleri, Osmanlı toplumunun sorunlarını çözüp onu sanayi toplumuna taşıyabilmekten öte, çoğu kez çözülmenin daha da hızlanmasına neden olmuştur. (119)

25. Sanayileşme sürecinin politik, düşünsel ve kurumsal temellerini oluşturma....(120)

26. Türkiye’de geleneksel toplum yapısının düşünsel ve maddi temellerinde bir değişim olmadan, politik, kültürel, ve kurumsal(hukuksal) çerçeve oluşturulmak istenmiştir. Sonuçta, bu

Page 16: Akademik kaynaklar dizini

alanlardaki kısmi yenilenme ve gelişmeler önemli ölçüde toplumun değer ve davranış sistemleri ile ilgili olduğu için, geleneksel değerle yenilikçi değerler arasında hali sürüp giden çatışmalar gündeme gelmiştir. Bu ikili yapı, toplumda anlamsız ve gereksiz bir ilerici-gerici; batıcı-gelenekçi; sağcı-solcu.....ikilemi doğurmuştur. Bu ikilem Osmanlı’dan beri var olan bir toplumsal gerilim olarak sürüp gitmektedir. (120)

27. Türk toplumunu, batı toplumlarının uzun dönemli tarihsel evrimleşmesi ve sınıfsal yapısına benzetme çabaları bir yana bırakılırsa, geçmişteki Türk toplum yapılarında sınıflaşma olmadığı görülür. (122)

Türk’lerin geçmişinde sınıflı toplum yapısının olmayışı, toplum içinde dikey akışkanlığın çok yüksek olmasına yol açmıştır. Toplumun en alt kesiminde, üst yönetim kesiminde yükselebilmenin yolları hep açık kalmıştır. (123)

28. a)......biçiminde çok keskin ve iki kutuplu bir sınıflaşma eğilimi...

b) Batı, sınıflaşma yapısını, sosyal bütünleşme (entegrasyon) ile yumuşatılırken, bizde sınıfsız toplum, sınıflı yapıya doğru bir gelişme eğilimi içine girmiştir.

c) Toplumsal bütünleşmeyi artırıcı politikaların daireye sokulması... bu yolla, Türk toplumundaki iç dinamiğin köreltilmesi yerine, toplum katmanlarının hepsinin katılımı ile aha çok canlandırması gerekir. (123)

29. Kalkınmanın ve sanayileşmenin dinamik motoru olan yenilikçi-girişimci yöneticiler daha çok orta tabakalardan çıkmaktadır. Çünkü, orta tabakalar, yükselmeye, rekabetçi düşünceye ve yeniliği daha yatkın bir sosyal grup oluşturmaktadır. (124)

30. Yeni teknolojiler öncelikle üretimi, yani ekonomiyi etkileyip değiştirmektedir. Ekonomik alandaki yenilenme, yeni teknolojilerin yarattığı işbölümü ve uzmanlaşma ile birlikte yeni meslekleri doğurmaktadır. Yeni meslekler ev yeni sosyal roller, sosyal alanın değişimine yol açmaktadır. Yeni mesleklerle, yeni sosyal grupların doğması, giderek politik alana yansımaktadır. Böylece, toplumun maddi-teknolojik-ekonomik temelinden başlayan değişim süreci, zaman içinde sosyal ve politik alana sıçramaktadır. Aynı değişimin kültürel alana yansıması ise en son gerçekleşmektedir. (124)

31. - İthal teknoloji

32. Yeni yapılanmadan pay alma yarışı, çıkar ideolojilerini ön plana çıkarmıştır...(125)

Page 17: Akademik kaynaklar dizini

33. Toplumda, nedenselliği ve bilimsel düşünme sürecini esas alan yenilik ve yaratıcılığı teşvik eden bir eğitim ve kültür politikasının uygulanması kaçınılmazdır...(125)

34. Ülkemizde, bilgi teknolojileri ve bilgi toplumundan çok, ilk dönem bilgi toplumunun kültürel alanını oluşturan Post-modernizmin daha çok ilgi gördüğü dikkati çekmektedir. Bu durum, Osmanlı ve Türk aydınlarının sanayileşmenin teknolojisinden çok, Fransız kaynaklı kültür ve edebiyattan daha öncelikli olarak etkilenmesine paralellik göstermektedir. (125)

35. Türk toplumunda politik katılım, organize toplumun sosyal gruplarının katılımı biçiminde değil, bireysel katılımlar biçiminde gerçekleşmektedir. Bu durun demokrasinin kökleşmesini ve kurumsallaşmasını engellemektedir. (126)

36. Türk toplumunda davranışların demokrat olmaktan çok, otoriter ve bağımlı insan tipi oluşturan bir biçimde gerçekleştirdiği görülmektedir. (126)

37. Toplumun, sosyal tabaka yapısı ve meslek yapısı, politik sisteme, toplumun simetrisi olarak yansımamıştır. (126)

38. Teknoloji ile dünya görüşü arasındaki çelişki net bir biçimde çözüme ulaşmalıdır. (127)

39. Türkiye’de var olan kültür ile ithal teknoloji arasında bir kopukulk kalmış ve teknolojiyi üretebilmenin altyapısı oluşturulamamıştır. (129)

40. Bilimsel yaklaşımda, olmuş bir olayın, nedenlerinin açığa çıkarılması ve oalyı yaratan neden sonuç analizlerinin mantıksal tutarlılık içinde sunularak açıklanması yapılır. (130)

41. Batı, ürettiği teknoloji ile doğaya egemen olma savaşı verdi. (sömürdüğü coğrafyadaki insanları da egemen olunacak doğanın bir parçası olarak algıladılar.)

42. Türk toplumunda temel dünya görüşü, olayların bilimsel açıklanmasına dayalı olmayıp, olayların yorumlanmasına dayalı bir düşünce kalıbına oturtmaktadır. Batı uygarlığının düşünme süreci, dışa dönük, doğaya dönük, doğanın(nesnenin) kendi içindeki neden-sonuç ilişkisinin açıklanmasına yöneliktir. Bu yaklaşımda objenin neden-sonuç analizi yapıldığı için objektif bir bakış açısı vardır. (130)

43. Olaylara kendi inanç ve değerlerinin gözlüğü ile bakan ve bu değerleri mutlaklaştırmış, tek yolcu insanlar ortaya çıkar...(130)

44. Bu düşünce kalıpları içinde aydın geçinen insanlar, sadece kendi inanç ve ideolojilerine taraftar kazanmaya çalışır. Çünkü amacı, insanlara bilgi ve bilim aktarmak değil, kendi değerlerini satmaktır. (131)

Page 18: Akademik kaynaklar dizini

45. Türkiye’de aydın geçinen kesim, batı aydınlanmacı filozoflarının kendi toplumlarında oynadıkları role benzer bir rolü Türk toplumunda da oynayamadılar. Entellektüel denildiğinde bilim, kitap, kütüphane, aydınlanma, çoğulculuk, düşünce zenginliği gibi imaj ve çağrışımları toplumda yaratamadılar. (iletkenlik...) Bunun yerine entel denince “entel başlar” çağrışımı yapmakla yetindiler. (131)

46. Türk aydınının; subjektif, duygusal ve yüzeysel tartışma ve kavgası Tanzimat’tan beri ilerici-gerici, sağcı-solcu v.s. gibi yüzeysel kavgalarla, bilim ve bilgi üretmeden sürüp gitti. (...) Değinilen noktada Japonya güzel bir örnek oluşturmaktadır. Osmanlı ve Türk aydınları, Fransa’ya gidip güzel sanatların duygu ve inanca dayalı alanlarında kendilerini yetiştirirken, 1867’deki Meici Restorasyonundan sonra batıya giden Japon öğrenciler pozitif bilimsel düşünceye dayalı mühendislik eğitimi görmüşlerdir. Böylece, batının pozitif ve bilimsel yöntemini alıp, Japon toplumuna aktarmışlardır. Japon insanının kılık ve kıyafetini değiştirmek yerine, Japon aydınının kafa yapısı ve düşünce sistemini değiştirmişlerdir. Böylece Japon kalkınması, batı ve yerli kültürün karşılıklı olumlu etkileşimi içinde, iki ray üzerinde hızlanan bir tren örneği gibi, hızlı bir gelişmeye sahne olmuştur. Oysa bizde, yerli ve batı kültürleri karşıt yönden gelen iki tren örneği gibi, çatışmışlardır. Toplumsal potansiyeller bu çatışma ile boşa harcanmıştır. İnsan yiyen ve harcayan çatışmacı bir ortam yaratılmıştır. Çünkü, toplumsal değişmede insanların kültür değerlerinin hepsini değiştirmeye kalkmak, karşıt ve yoğun tepkiler çekmektedir. Oysa, kültürel alan içindeki stratejik nokta, düşünce kalıbı ve dünya görüşüdür. Bunu değiştirmek, dinamik gelişim için yeterlidir. (131-132)

47. Üniversitelerimiz de bile bilimsel açıklama ve yorumlama tarzı açıklık kazanmamıştır.

48. Bilime dayalı nedensellik düşüncesinin geçerli olmadığı yerde, ilke ve kural olmaz. İlke ve kuralın olmadığı yerde sistem olmaz. Sistemin olmadığı yerde kurumsallaşma olmaz. Sonuçta, kişilerin keyfi egemenliği geçerli olur. (133)

49. Toplumsal yapıyı egemen sınıfın kuralları belirler. Sınıf egemenliği organına bir sistem oluşturur. (135)

50. Toplumumuz, başarıya dayalı rekabet toplumu olmaktan çok, ilişkiye dayalı halk deyimi ile torpil ve çıkar ilişkilerine dayalı bir yapı sergilemektedir. (Böyle bir toplumsal ortamda toplumsal kalkınma süreci başlatılamayacağı)

51. Osmanlı toplumu, geleneksel toplumda teknolojinin belirleyici olmadığı bir ortamda, iki temel yeniliği yakalayarak bir imparatorluk kurmuştur:

- Yeni bir din olan İslam ideolojisi....

Page 19: Akademik kaynaklar dizini

- Aldığı topraklardaki feodal yapıdaki serflere, sınıfsız Osmanlı toplumunun özgürlüğünü getirmek...

52. Fikir suretine giren arzu ve istekler........

53. Ayrı telden çalabiliriz, ama birbirimizle akort olmak mecburiyetindeyiz.Gürbüz AZAK 8.5.96 ATV A takımı prog. Savaş AY

54. Lümpen ve rasyonel BATILILAŞMA:

55. “Batı ve türevi kavramların anlamı ve içeriğini kavramaktan, batılılaşmanın ne olduğunu ve niçin ve hangi saiklerle durdurulamazlık niteliğine sahip olduğunu idrak etmekten uzak kalan her toplumun kaçınılmaz akıbeti: “Lümpen Batılılaşması” dır. Buna karşılık “Rasyonel Batılılaşma” bu hususları idrak ve icabını ifa eden bir toplumun batılılaşma tarzıdır.(Rasyonel tavır almaktır.) Lümpen batılılaşmasının en temel saiki, “Batılılık”ın temelinde yatan şeyin “İnsan ve eşya münasebetlerinin” batı tarafından düzenlenmiş tarzından ileri geldiğini, yani konunun kökenlerinin çok derinlerde olduğunu kavrayamamak, sebeplerle değil hep sonuçlarla uğraşmaktır. En bariz emaresini ise kısaca ikiye indirgeyebiliriz:

a-Sürekli olarak üstyapı kurumları ile uğraşmak,

b-Kültür unsurlarında çok derin tahribatlara sebebiyet vermek...

Dr. Durmuş HOCAOĞLU Marmara Üniversitesi Atatürk Eğt. Fak. Öğr. Üyesi, Zaman- 9.4.1997

SANAYİLEŞMENİN KÜLTÜR TEMELLERİJohn Nef; Çev.:Prof. Erol Güngör ;Kalem Yayıncılık A.Ş. İst.-1980

1. *Sanayileşmeyi yaratan esas unsur insana ait manevi kuvvetlerdir. (13)

2. *Bugün bize en basit gelen hesaplama işlerinde Ortaçağ Avrupalısının elinde bulunan vasıtalar çok uğraştırıcı ve yavaş işleyen şeylerdi. Arap rakamlarının Avrupa’ya girmesi Roma rakamlarına nisbeten daha kolay hesap yolları temin etti ve bu rakamların kullanılması onaltıncı asrın sonuna doğru hiç değilse kara Avrupa’sında sür’atle yayıldı. (37)

3. *İnsanlara mekan, zaman, madde ve hareket hakkında yepyeni bilgiler veren “ilim inkılabı” nın başlangıç noktası hakkında yaklaşık bir tarih vermek bile güçtür. Umumiyetle bu inkılabın başlangıcı 1500 tarihine , yahut onaltıncı asır başına götürülür. Muhakkak ki Kopernik’in (1473-1543), Fernel’in (1490-1558) ve Vesailus’un (1514-1564) keşifleri modern ilmin başlangıcını göstermektedir. Fakat şimdi bu nesiilerin öncü ilmi çalışmalarıyla Galile (1564-1642), Harvey (1578-1657) ve Pascal (1623-1662) nesillerinin çalışmaları arasında mühim farklar bulunduğu iddiası daha çok kabul ediliyor. (38)(Not:Fransız İhtilali-1789)

Page 20: Akademik kaynaklar dizini

4. Daha önce nüfuzlu nazarlarla bakan düşünceli insan tipleri ... (44)

5. *Son zamanlarda ilmi keşiflerin şaşırtıcı bir hız kazanmasına ve madde, mekan, zaman, hareket, canlı(....) organizması gibi hususlarda şimdiye kadar hiçbir cemiyette görülmemiş derecede teferruatlı ve kat’i bilgiler edinilmesine yol açan asıl hadise, ilmi araştırma hususunda yeni yolların bulunması olmuştur. İlimdeki inkılabın, esas itibarıyla, başlıca üç akli düşünce tarzındaki değişmeler sayesinde meydana geldiği kabul edilebilir. Bugün bazı alimler ve ilim tarihçileri neticelere varmanın temel yolu olarak kemmi ölçmelere verilen ehemmiyeti bu değişmelerin başında görmeye mütemayildirler. Ölçme usulünün ve onun daha yeni, daha doğru hareket nazariyeleri kurulmasında arzettiği kıymetin klasik bir misali, Kopernik astronomisindeki umumi hakikatin tahkiki ve bu teoriye ait bazı ciddi hataların düzeltilmesi yolunda Tiho, Brahe ve Kepler’in çalışmalarıda. Brahe doğru bir şekilde kemmi ölçmeler yapmanın büyük önemi üzerinde ısrarla duran ve müşahade hatalarını tahmin etme, düzeltme metodlarını, bu metodların doğruluk sınırlarını tayin etmek için şuurlu bir şekilde inceleyen ilk modern bilim adamıdır. (47)

6. Hem teleskop hem de mikroskop 1580 sıralarında Avrupa’da icat edilmiştir. (48)

7. *Onyedinci asır başında ilim adamları nihai çözüm hususunda insanın iç yaşantısına müracaat etmeksizin müşahade edilebilen hadiseler ile modern ilmi metodlarının kavrayamadığı, ancak insan şahsiyeti ile (ruhu ile) –eğer mümkünse- izah edilebilen hadiseler arasında bir ayırım yaptılar. (49)

8. *Kepler ve Galile’nin hayatlarında başlıca ilim adamları fiziki kainatın matematik diliyle yazılmış bir çeşit kitap olduğunu keşfetmeye başladılar. Onyedinci asır başlarında matematiğin hemen hemen hudutsuz derecede gelişmeye müsait olarak inkişafıdır ki bu dilin anahtarlarını temin ettiği (.....) . Matematiğin inkişafı bugün bizim yeni bir sezgi aleti diyebileceğimiz ve uzun vadede sanattan ziyade ilme daha uygun düşen bir çalışma tarzına yol açtı. (51)

9. *Matematiğin bu inkişafı olmasaydı, onyedinci asırda ilimde görülen gelişme mümkün değildir. (52)

10. *Böylece yeni matematik, 1660 yılına kadar, o günden bu yana ilme en başarılı keşif metodları temin edecek istikametlerde gelişmiş bulunuyordu. (53)

11. *Modern ilmin stratejisi 1800’den önceki üç asır boyunca gelişme halindeydi. (53)

Page 21: Akademik kaynaklar dizini

12. *Fakat bu keşifler 1570 civarından 1660’a kadar geçen yıllar içinde ortaya çıktı. Eğer modern ilim lisanının keşfedildiği olarak tek bir devre gösterilmek gerekirse, o devre işte 1570-1660 arasıdır. (53)

13. *Modern ilim adamlarının topladıkları kemmi bilgilerin ışığı altında, onaltıncı ve onyedinci asırları bir ticari inkılap, fiyat inkılabı ve sınai inkılap çağı olarak tasvir edebiliriz. (61)

14. -insanı harekete geçiren his ve heyecanlar, -insan şahsiyetini işleyecek malzeme , -ruh ve vicdan cephesini: milli ve manevi kültür; akıl ve zeka cephesini bilimsel ve teknik kültür

15. *İktisadi faaliyetleri yeni istikametlere yöneltmekte (asıl önemli olan da insanların hayata verdikleri kıymetlerde, onların günlük çalışmada beden ve kafalarını hasrettikleri hedeflerde meydana gelen değişmelerdir.(87)

16. *Avrupalıları onyedinci asır ortasında sanayileşmeye yüz yıl öncekinden daha yakın bir hale getiren asıl kuvvet onların maddi sahadaki gelişmeleri değildi. (bu gelişmeye de sebep olan) insan zihninin kantitatif kıymetlere ve kantitatif muhakeme metodlarına, ilmi bilginin temeli olarak tahkik edilebilir delillere ve daha geniş bir matematiğe kendini vermesi neticesinde bu terakki elde edilmiştir. İnsanı zamanın, mekanın ve şartların üstüne çıkaran ve ona uzun vadede tarihin gidişine tesir etmek imkanı veren zeka bütün bu gelişmelerin müşterek kaynağıdır. (93)

17. *.........Bütün zamanlarda aynı kalan yegene faktör insan tabiatının (şahsiyetinin) hatalarıdır. İnsanlar ve cemiyetler arasındaki ihtilaflar, insanın mükemmel olmayı başaramayışından doğmaktadır. (99)

18. Tarih araştırıcıları onsekizinci asır ortasından daha önce medeniyet tabirine rastlamamışlardır. Kelimeyi basılı bir kitapta ilk defa kullanan yazar belki de Morguis Mirabeau idi. Onun 1757’de basılmış bulunan “L’Ami des Hommes ou Traite de la Population” adlı kitabında bu kelimeyi görüyoruz. (112)

19. ....İç hayatımızda dürüstlük, fazilet duygularında bir kale, bir istihkam meydana getirerek bütün bu günah ve şerleri orada oldukları gibi karşılamalıyız. (134)

20. -seyirci de(...) nasıl bir ahlaki tesir uyandıracağı......(151)

21. -kültürlerin fert ve cemiyete yaptığı tembihler ve bu tembihlerin içtimai sulh ve kalkınmada fonksiyonları.....

22. (uyarlanacak)*En yüksek beşeri vasıfların gerçekleşmesi ve geliştirilmesi insan şahsiyetine bağlıdır, halbuki ilim adamı ve istatikçi bu şahsiyeti hesaba katmamaktadır. “Medeniyet” in asıl kültürel temellerini ne modern ilmin ne de modern ekonominin

Page 22: Akademik kaynaklar dizini

doğuşunda bulabiliriz. Bu temellerin başlıca kaynağı............ahlakını geçici dünyaya sokmak ve kendini hazza vermiş bir cemiyette güzellik ile fazileti bir araya getirmek üzere kısmen başarılan gayretlerdir. Yaşama sanatını mükemmelleştirme gayreti, on yedinci asırda ve on sekizinci asır başlarında Avrupa’nın büyük bir başarısını teşkil etmiştir. Eşya yapımında güzelliğin gözetilmesi de bu başarıyı kolaylaştırdı; neticede insanın bütün melekeleri güzel ve kaliteli iş yapma hizmetine girdi, ateşli fakat rahat bir çalışma alışkanlığı meydana geldi ve gerek iş, gerekse içtimai münasebetlerin temposu yaratıcı düşünceyi teşvik eden bir hal aldı. (203)

23. İlmi metotların başa çıkamadığı sahalar...

24. *Türkiye sosyo-ekonomik kalkınmanın............i ihanet etmeden nasıl gerçekleştirileceğini onlara öğretebilir.... (Türkiye Gazetesi 8.8.1990 sayısı Vecihi ÜNAL)

25. “........Özlemlerinizi yasal kısıtlamalarla değil de (dış disiplinlerle), toplumun (fertlerin “bünyesel direnciyle” (iç disiplini ile) reddetmesini arzuluyor.) Mehmet Altan Prizma-Sabah Gazetesi-19.8.1990)

3.DÜNYANIN BATILILAŞTIRILMASIPaul Harrıson; Çev:Cevdet CERİT, Pınar Yay., 1. basım,

Kasım-1990/İst.

1- Bugün, üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik, politik, toplumsal yapısını kemiren ne kadar dengesizlik varsa, bunların tamamının tohumu sömürü günlerinde atılmıştır.(10)

2- Sömürgeciler, Üçüncü Dünya’dan çekilirken, menfaatlarının devamını sağlayacak mekanizmaları da oluşturmuşlardır.(10)

3- Batı <Üçüncü Dünya’dan çekilip, bu topraklar üzerinde yepyeni kentler kurulurken, sınırlar gerçeklere istinat ettirilmedi. Kasıtlı olarak yapay sınırlar inşa edildi. Bu suretle daha işin başında bu gencecik devletler arasında, sınır ihtilaflarının çıkması ve bu yoldan Batı’nın yeni kazançlar sağlaması garantiye alınmış oluyordu. İşin kötüsü, yönetime gelenlerin, Batı’nın eğitim tezgahlarından geçmiş olmasıydı. Bunlar kendi toplumlarına özgü gelişme modelleri inkişaf ettirmek yerine, Batı’yı taklit etmeyi yeğlediler.(10)

4- Bu ülkeler ve insanları, geri kalmışlık olgusunda göz ardı edilemez roller üstlenerek, bütünü biçimlendirmektedirler.(12)

5- Bugün, Üçüncü Dünya olarak bilinen kıtaların üçü de, son derece ileri medeniyetlere yataklık etmişlerdir. Kentlerinin büyük bir kısmının zenginliği dillere destan olmuştur. O günlerin Avrupalı ziyaretçileri, bu ülkelerde her şeyin kendi ülkelerindeki mütekabillerinden çok ileride olduğunu görmüşlerdir. Araplar,

Page 23: Akademik kaynaklar dizini

Hintliler ve Çinliler arasında matematik son derece gelişmiş idi. Bu medeniyetlerin geri olduğunu söylemek hatalı olur. Ahlaki ve manevi değerler açısından Avrupa’nın çok çok önündeydiler. (bu ahlaki değerler, başka ülkeleri sömürme olgusunu ortadan kaldırmakta idi.) Avrupa’yı üstün kılıp, Üçüncü Dünya insanlarını Batı’nın önünde diz çökmeğe mahkum eden tek sebep vardır: Avrupa madde bilimlerinde emsallerinden çok ileridedir. Bu sayede savaş teknolojisinde, denizcilikte üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlük ise, askeri fetihlerin yolunu kendilerine açmıştır. Endüstriyel kapitalizm ile birlikte insanlara ve tabiata mütecaviz, saygısız bir tutumu geliştirmeyi başarabilmişlerdir. Batılı olmayan ülkeleri, Avrupa’nın gösterdiği gelişmeyi gösterememiş olmakla suçlamak doğru değildir. Teknoloji sahasında ilk çıkışı yapan Avrupa, Üçüncü Dünya ülkelerini kendisine bağlı, sömürüye açık ve sonuç itibariyle geri kalmağa mahkum kılmıştır. (20-21)

6- Endüstri kapitalizminin Avrupa’da nasıl ve niçin ortaya çıktığı sorusu, son derece karmaşık bir sorudur. Yapabileceğim tek iş, endüstrileşme olgusunu mümkün kılan ve başka ülkelerde mevcut bulunmayan faktörleri teker teker sıralamaktan ibaret olacaktır. Bunlardan en önde gelenleri; bereketli topraklardan elde edilen zirai ürün fazlası, özgürce para kazanıp servet sahibi olan ve bu yolda devletten destek gören müteşebbis ruhlu insanların varlığı, bu yoldan kazanılan para ile yatırımlar için gerekli olan finansmanın sağlanabilmesi, matematik ve mekaniğe istinat ettirilen pratik bazı bilim dallarında kaydedilen gelişme, makine üretiminin gelişimini cesaretlendiren, giderek genişleyen bir Pazar.(28)

7- Batı kentleri , despot yöneticilerin idaresi altındaki Asya kentlerinden pek farklı bir durumda idiler. Zirai ürünlerin el değiştirdiği ticaret merkezleri olarak geliştiler. Sakinleri, Asyalı emsalleri ile kıyaslanamayacak kadar özgür idiler. Böylece, gücünü kazanıp bir araya getirdiği paradan alan bir sınıf ortaya çıktı. (29)

8- (Batı’lı ) Tüccarlar, Asya ile yaptıkları ticaretten dehşetli para kazandılar. Değersiz eşyalar satıp, değerlilerini aldılar. Böylece Batı ile Üçüncü Dünya arasında sürüp giden gayri adil ticareti başlatmış oldular. Kazandıkları paralar, daha büyük ölçekli üretim birimlerinin kurulabilmesi için gerekli olan kaynağı oluşturdu. & Daha işin henüz başlangıcında, batılı olmayan toplumların Batılılar tarafından acımasızca sömürülmesi, Batı kapitalizminin doğuşunda anahtar rolü oynadı. Bu sömürü düzeni kurulmamış olsaydı, yer yüzünün ilk sanayi toplumlarının Avrupa’da ortaya çıkması mümkün olmayabilirdi de. & Güney Amerika’nın sömürgeleştirilmesinden sonra iyice zıvanadan çıkan kar oranları, köle ticaretinde görülen canlılık, sermaye dağlarının oluşumuna sebebiyet verdi. Batı Afrika, Batı Hindistan ve İngiltere arasındaki ticaret üçgeninin merkezi olan Liverpool, köle, pamuk ve rom ticaretinden büyük paralar kazandı ve

Page 24: Akademik kaynaklar dizini

bu paralarla Güney Lancashire’de bulunan sınai yatırımları finanse ederek, bu kentin endüstri devriminin beşiği olma vasfını kazanmasını sağladı. İngiliz endüstrisinin hızlı gelişimi, sömürgelerde tesis edilen pazarlardan gelen taleplerle, adeta mahmuzlanıp şahlanır oldu. Bu kadar yoğun bir talep oluşturulamamış olsaydı, endüstrinin de bu denli hızlı bir gelişme gösterebilmesi elbette mümkün olamazdı.& Avrupa’nın arz üzerinde bir hegemonya kurabilmesinde rolü olan bir başka önemli faktör de, gerek kara ve gerekse denizdeki askeri üstünlüğüydü.(Önce askeri işgal, sonra şirketleri ile işgal) Asırlardır kesintisiz devam eden savaşlar, bilgi ve becerilerini geliştirmişti. Teknolojik gelişmeler, günün en öldürücü silahları ile donanmalarını sağlamıştı. Avrupa mozaiğinin bölünmüşlüğü ve bunun bir sonucu olarak aralarında hiç eksik olmayan savaşlar, askeri alandaki yeteneklerini geliştirmişti. Bu sahada, asırlardır bir istikrar ortamını sürdürmeyi başarmış Çin gibi devletlere karşı üstünlük kazanmışlardı. (Bilim, teknoloji ve ekonomik gücün askeri güce yansıması)(30)

9- Batı, bilim ve teknolojide ilerlemesinin bir sonucu olarak yoğun üretim mekanizmaları geliştirdiği kadar, mukabil bir tüketim mekanizmasını da oluşturmuştur. Bunu oluşturmak için gerekirse, askeri güç kullanmıştır.(-)

10- Kolonilerde oluşturulan büyük pazarlar bile Avrupa’da bir çığ hızıyla büyüyen endüstrinin ürettiklerini emmeğe yetmiyordu. Kuzey Amerika, Avustralya, Güney Afrika ve nihayet Güney Amerika’da yeni yeni pazarlar ihdas edildi.(31)

11- Avrupa yönetiminin sebebiyet verdiği en önemli değişiklik, global bir ekonominin, bir dünya ekonomisinin vücut bulmasına imkan sağlamakla ortaya çıktı. Taş ve maden devrini yaşayan insanlar, Batı endüstrisinin tahripkar etki alanı altında kaldılar. Para denen nesne, ağını, tüm insanlığın üzerine, tamamını altında bırakıverecek tarzda fırlatıverdi. (31)

12- Bir Cizvit gözlemcisi, Bartolome de Las Casas İspanyol ve Portekizlilerce Kızılderililere yapılanları şöyle anlatır:”Bu insanlara yapılan muamele ve sırtlarına yüklenen yük, vahşi hayvanların bile tahammül edemeyeceği kadar ağırdı. Ele geçirilen kıymetli madenler İspanya’ya yollandı. İspanya İmparatorluğunu finanse etti. Talep patlamasına sebep oldu. İspanyolların ve Portekizlilerin sanayileşme için bir çabaları olamazdı. Para boldu. İstedikleri her malı başka ülkelerden rahatça alabilme imkanına sahiptiler.(33)

13- Hollanda, İngiliz ve Fransız İmparatorlukları, ticari faaliyetlerin genişlemesinin bir sonucu olarak büyüdüler. Hollandalılar ve İngilizler gelişmelerin doğal akışına kendilerini kaptırıp büyük ticari işletmeler kurdular. & Hollanda, Doğu Hindistan’da yapılan baharat ihracatında tekelleşip, fiyatları yapay

Page 25: Akademik kaynaklar dizini

olarak yükselterek büyük kazançlar edinme sevdasına düştü. Fakat yerliler ürünlerini ucuz ucuz kapattırmamak için ısrarla direndiler ve fırsat buldukça İngilizlerle ticaret yapıp hindistan cevizi ve karanfil sattılar. Arzu ettiği sonucu alamayan Voc zora başvurup silaha sarıldıysa da, gene sonuç alamadı. Savaş için yaptığı masraflar, ticaretten gelen geliri kat be kat aştı. 1799 Senesinde Voc, bir borç dağının altında kalıp silinip gitti. Tüm mal varlığına Hollanda hükümeti el koydu. & Asya ve Afrika sahillerinde yeni topraklar işgal etme işinde İngilizler son derece gönülsüz davrandılar. Bu topraklardan bekledikleri ticaret yoluyla kazanç elde etmekti. Yörede bulunan savaşçı kabileler, krallar ve prensler ticaret pastasından pay isteyince işler karıştı. Düzenli bir ticari ortamı tesis ve muhafaza edebilmek mümkün olmadı. Ticaretin sağlıklı bir ortam içerisinde yürütülebilmesi için askeri müdahaleler, toprak ilhakları kaçınılmaz oldu. Ticaret ve sağladığı kazanç, hep bir numaralı hedef olarak kalmağa devam etti. Daha sonraları, endüstrileşmiş ülkelerin sayısı arttı ve rekabet ortamı kızıştı. Çok önceleri bazı ülkeleri sömürgeleştirmiş bulunan ülkeler, rakiplerini bu pazarlardan ırak tutarak kendileri için o ana kadar hesapta olmayan bir avantaj elde ettiler.(33)

14- İşgaller genellikle entrika yoluyla oluyordu. Avrupalı olmayan bir ulusun bu entrikaları kavrayıp karşı koyabilmesi pek zordu. Her şey işgal kuvvetlerinin çıkarlarına göre tanzim ediliyor, yerli halkın insanlardan oluştuğu gerçeği hiç dikkate alınmıyordu.(35)

15- Bugün, üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomik, politik, toplumsal yapısını kemiren ne kadar dengesizlik varsa, bunların tamamının tohumu sömürü günlerinde atılmıştır.(10)

16- Sömürgeciler, yer kürenin bugünkü bölünmüşlüğünün bir numaralı müsebbibi oldular. İkiye bölünmüş dünyanın bir tarafında sanayileşmiş uluslar, öte tarafında ise oduncular ve sucular yer alır oldu. Nereye gittilerse orada yerli sanayiinin köküne kibrit suyu döktüler, insanları kendi ürünlerini satın almak için zorladılar. Üçüncü dünya insanlarının özgüvenlerini yok ettiler. Kendi endüstrileri için neredeyse bir hammadde durumuna getirdiler. Bazı ülkelerde kendi çıkarlarına uygun ürünlerin yetiştirilmesi için sömürdükleri insanları zora koştular. Sahel’da pamuk yetiştirilmesi için Fransa, Endonezya’da şeker kamışı yetiştirilmesi için Hollanda’nın yoğun baskıları oldu. Bu alanlarda yöre halkını karın tokluğuna çalıştırdılar. Bu yoldan bugün de hükmünü sürdüren dünyanın ekonomik düzenini inşa ettiler.

17- Sömürgelerde, Batı’nın kentlerine benzer yeni yeni şehirler kuruldu. Bu kentler, ait oldukları koloninin kanını emip, Batı’ya pompalayan birer merkez olarak görev yaptılar. (36)

Page 26: Akademik kaynaklar dizini

18- Endüstri teknolojisinde Batı, Üçüncü Dünya ülkelerini işin başlangıcında kendisine bağımlı olacak tarzda biçimlendirdi. Bu bağımlılığın derecesi giderek artmağa devam etmektedir. Kendi dillerini anlayıp, kendi arzularına hizmet edecek yönetici ihtiyacını giderebilmek için Batı türü eğitim tarzını empoze ettiler. Bu eğitimden geçen insanları kendi amaçlarına ulaşabilmek için kullandılar. Bunlar bir taraftan batı’nın ölçülerine göre eğilip biçimlendirilirken, bu yoldan kendi öz kültürlerine ve toplumlarına da yabancılaştırılıyorlardı. Böylece kendilerinden beklenen fayda katlanmış oluyordu. (37)

19- Batı Üçüncü Dünya’dan çekilip, bu topraklar üzerinde yepyeni kentler kurulurken, sınırlar gerçeklere istinat ettirilmedi. Kasıtlı olarak yapay sınırlar inşa edildi. Bu suretle daha işin başında bu gencecik devletler arasında, sınır ihtilaflarının çıkması ve bu yoldan Batı’nın yeni kazançlar sağlaması garantiye alınmış oluyordu. İşin kötüsü, yönetime gelenlerin, Batı’nın eğitim tezgahlarından geçmiş olmasıydı. Bunlar kendi toplumlarına özgü gelişme modelleri inkişaf ettirmek yerine, Batı’yı taklit etmeyi yeğlediler.(37) Bu insanlara, böylesi bir gelişim son derece doğal olarak gözükebilir. Bu modern yaşamdır ve tarz olarak herkesçe benimsenmesinden daha tabii ne olabilir diye düşünebilir. Bu gün olmasa, yarın nasıl olsa gerçekleşecek, ekonomik büyümenin ve en genel anlamıyla gelişmenin kaçınılmaz tezahürleri olarak değerlendirilebilir.(39)(İşte tam bu noktada, bu gelişmelere karşı çıkma ile teşvik etmek gibi birbirine zıt iki anlayışın arasında sıkışmış olan kendi kültürel değerlerini koruyarak bilim ve teknolojiye yönünü dönmek anlayışı ise, her zaman “irtica” suçlamasına maruz bırakılarak bertaraf edilmiştir. )(-)

20- Ekonomik ve siyasi emperyalizmin yanı sıra, insanları kontrol altında tutmanın çok daha haince, çok daha acımasız ve çok daha sinsice bir yolu olan kültürel emperyalizm gelişip boy verdi. Bu yolda Avrupalılar yalnızca kurbanların bedenlerini değil, ama daha da önemli olmak üzere ruhlarını da gasp ettiler ve kurbanlarını cinayetlerinin suç ortakları haline dönüştürdüler.

21- Kültür Emperyalizmi, Üçüncü Dünya üzerindeki fetih hareketini mahalli iş ortaklarının beyinlerini dilediğince biçimlendirmek suretiyle gerçekleştirerek başlattı. Misyoner okulları kuruldu.

22- İnsanları kendi köklerinden koparıp, arzu edilir biçimlere dönüştürmenin bir başka yolu da, ki bu yol diğerlerine kıyasla daha dolaylı ve zorlamalardan arındırılmış bir yol idi, toplum bilimcilerin tabiriyle “referans gurupları” idi. Bir başka deyişle, sürüyü mezbahaya götürüp kasabın eline teslim edecek olan lider koçlardı. Geniş halk kitlelerinden insanlar, Batı tarzında biçimlenmiş bu

Page 27: Akademik kaynaklar dizini

insanlara özenip kendi geleneklerinden, kendi kültürlerinden vazgeçip, Batı’ya teslim olmaktaydılar ve bu iş kendi rızaları dahilinde gerçekleşmekteydi. Bu, sözünü ettiğimiz vakanın ilk örnekleri Batı’da ortaya çıkmış, endüstri ve ticaretin zenginleştirdiği insanlar, asilleri taklide başlamışlardı. Nitekim sömürgelerde de yerli halkın önde gelenleri kendilerini sömürenleri ve halk da bu eşraf tabakasını taklit etmeğe başladı. (41)

23- Afrika ve Asya’da yönetimi ele geçirenler, Batı tarzı bir eğitimin tezgahından geçmiş kimselerdi.(45)

24- İşe büyük kentlerin merkezlerinde Batılı çekirdek toplumlar oluşturmakla başladılar.(45)

25- Bugün Üçüncü Dünya’da Batılılaştırma süreci en ücra köşelere kadar ulaşmış, girmediği yer kalmamıştır. Batıyı benimsemeyenlere yapılan farklı muamele, Batılılaştırma sürecine hız kazandırmaktadır. Toplumun kan damarlarına giren Batılılaştırma olgusu, geleneksel toplumu ve değer sistemini içten zehirlemektedir.Toplumun üst kademelerindeki hiyerarşide gelişip büyümekte, alt kademelerinde işin farkında olmayan gençlerin yardımıyla hızla etkinlik kazanmaktadır.(47)

26- Üçüncü Dünya ülkelerinin eğitim yoluyla Batılılaştırılması hareketi, okul dışı araçlar vasıtasıyla da yoğun bir şekilde desteklenir. Bu araçların en başında geleni, kitle iletişim araçlarıdır. Sosyolog Jeremy Tunstall’ın tespitine göre bu kitle iletişim araçlarının tamamına yakını Anglo-Amerikandır. Endonezya, Pakistan, Tayland, Malezya, Nijerya, Gana, Kenya, Kolombiya ve Peru’da bulunan reklam ajanslarının en büyükleri Amerikalıların mülkiyeti altındadır. Hindistan, Meksika ve Arjantin’de önde gelen reklam şirketlerinin beşte üçünün yönetimi Amerikalıların elindedir. Bunlar, çalışmalarında Batılı yöntemler kullanmakta, Batıdan imajlar vermektedirler. Üçüncü Dünya ülkelerinde reklamlarda kullanılan insan tipleri, varlıklı kesime mensup tipler arasından seçilmektedir. (48)

27- Yalnızca malın pazarlanmasında kullanılan yöntemler değil, ama satılan malın bizzat kendisi de Batılıdır. Levis marka kot pantolonlar, pop kasetler, dizaynı Batıda yapılmış kukla oyuncaklar... Bu eşyalardan herhangi birini veya birkaçını kullanan kimse, kendini çağdaş ölçüye uymuş gibi hissetmekte, kendisinin bu eşyaları kullanmayanlara üstün olduğunu sanmaktadır. İnsanların bu yoldan şartlandırılıp tek düzeliği benimsemeleri, çok uluslu şirketlere hiçbir değişikliğe tabi tutulmaksızın tüm dünya pazarlarında satabilecekleri mallar üretebilme şansını vermektedir. Ford otomobil fabrikasının başına başkan yardımcısı olarak atanan William Bourke, 1976 Kasım’ında yaptığı konuşmada: Modern iletişim araçları vasıtasıyla tüketicilerin zevklerinde ve gereksinimlerinde tek düzelik

Page 28: Akademik kaynaklar dizini

sağlanacak. Eğer üretilen bir mal bir pazara uygun düşmüyorsa, o pazara uygun mal üretilmeyecek, ama o pazar o mala uygun olacak tarzda yeniden biçimlendirilecek. Çok uluslu şirketler, her ülkedeki seçkinlerle işbirliği yapıp, geniş halk kitlelerini dilediklerince biçimlendirerek daha da güçlenecekler.” (49)

28- Benzeri bir rolü televizyonun da oynadığına şahit olmaktayız. Hükümetler, televizyon istasyonlarını kurduktan sonra, ekranı doldurabilmek için yabancı kaynaklı yapımlardan yararlanmak zorunda kalmışlardır. Bu filmlerin büyük kısmı da Amerikan yapımıdır. Amerikan filmleri vasıtasıyla bir tüketim toplumu insanının yaşam tarzı, Üçüncü Dünya insanına empoze edilmektedir.(50)

29- Batı türü yaşam tarzı, yoksul ülkeleri daha da yoksullaştırmıştır. Batı’nın orta sınıfının standartlarına ulaşabilmek bile bu ülkelerin kaynaklarınca karşılanabilecek durumda değildir. Batılı gibi olmak, öyle yaşayabilmek Üçüncü Dünya ülkelerinde ancak çok az sayıda insanın nasibi olmuş ve bu insanları Avrupalı gibi yaşatabilmek, geri kalan büyük halk yığınlarının yoğun bir sefalete mahkum edilmesi ile mümkün olmuştur.

30- Batının konut, endüstri, sağlık alanında kullandığı teknolojiler son derece pahalıdır ve fakir ülkelerin bu teknolojilerin bedelini ödeyebilme şansları mevcut değildir. Batılı anlayış tarzıyla kalkınmayı denemek demek, çok para harcayıp az sayıda insana zenginlik, çok ama çok sayıda insana da fukaralık getirmek demektir. (54)

31- İngiltere, Hindistan’ın kentlerini sömürdü. Hindistan’ın kentleri ise kırsal kesimini sömürdü.(Gandi)(55)

32- Modernizasyonun pek parlak sembolü elektriğe gelince...Teknolojinin pek çok nimetinden olduğu gibi elektrikten de kırsal kesim insanı, kentlerde yaşayanlardan daha sonra yararlanmağa başlamışlardır. Elektriğin köy hayatında yapacağı pek çok değişiklik olacaktır. İnsanlar, havanın kararmasıyla yatmaktan kurtulacaklar, serinlemek için bir vantilatör, yiyecekleri muhafaza için bir buzdolabı, seyretmek için bir televizyon alabileceklerdir. Köylerde küçük ölçekli endüstri kurumlarının yer alabilmesi elektrik sayesinde mümkün olacaktır. (65)

33- Üçüncü Dünya ülkelerinde kentlerle kırsal kesim arasındaki ilişki, zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki ilişki gibidir. Köylülerin ürettikleri, kentlerin ürettikleri kadar para etmez. Dünya genelinde ise, geri kalmış ülkelerin uluslar arası pazarlara sürdüğü ürünler, endüstrileşmiş ülkelerin ürünlerinden çok daha az para etmektedir.(68) (Dünyanın köyleri, kırsal kesimi)

34- (Üçüncü Dünya ülkeleri) kentlisinin köylüsünü sömürdüğü bir ülke haline gelecek demektir.(68)

Page 29: Akademik kaynaklar dizini

35- Çift karakterli kentler:Gökdelenler, Gecekondular...(78)

36- Üçüncü Dünya ülkelerinin çift karakterli yapısının tohumları, sömürgecilik döneminde atılmıştır.(78)

37- Kolonicilerin kurduğu kentler, sömürü düzenlerinin bir parçasıydı. Sömürerek oluşturulan değerler buralarda toplanıyor, gemilere yüklenerek Avrupa’ya yollanıyordu. Bu duruma işaret eden Gandi: “Şehirler, yabancı tahakkümünün bir ürünüdürler. Bugün şehirler köyleri tahakkümü altına almışlardır. Köylerin değerlerini sömürmekte, bir harabe haline dönüşmelerine sebebiyet vermektedirler.” (79)

38- Özgürlüğün anarşik bir tezahürü.(99)

39- Gelişmekte olan ülkelerde gelişmenin öğeleri Batıdaki sırayı değil, tam tersi bir sırayı izledi. Tarımda üretim fazlası olmadığı halde, endüstri, hükümetlerin zorlamasıyla geliştirildi. Bir an önce sonuç almak isteyen liderlerin bilinçli çabaları ve Batının yalnızca yüzeysel görüntüsü taklit edilerek, sonuca gidilmek istendi. Yüzeyin altındaki gerçekler, oluşumu hazırlayan sebepler göz ardı edildi.(118)

40- Parazit sektör.(118)

41- Avrupa bir yandan kendi endüstrileşme sürecini tamamlarken, öte yandan da elinin ulaşabildiği her yerde endüstrileşme çabalarını baltaladı. Sömürgecilerin endüstrileri ile rekabet edebilecek yerli endüstrilerin kurulmaması için her türlü çabayı gösterdiler. Her nasılsa vücut bulabilmiş yerli endüstri kurumlarını ise acımasızca saf dışı bıraktılar. Bu iş için seçtikleri yol ise ne serbest rekabet esasına dayanıyordu, ne de adil bir yoldu. İran’dan, Çin’den, Hindistan’dan gelen tekstil ürünlerinin İngiltere’de satışı kesinlikle yasaklanmıştı. İngiltere Hindistan’a tekstil makinelerinin ihracatını yasaklayarak, İngiliz endüstri ürünleriyle Hindistan pazarını adeta işgal altına aldı ve bu ülkede endüstri namına ne varsa kasıtlı olarak tahrip etti. İngiliz malları Hindistan’a gümrük vergisiz olarak sokuluyordu. Hindistan’da üretilenler ise bir kentten diğerine giderken dahili gümrük vergilerine tabi tutuluyordu. Bu suretle Hindistan’ın bir kentinde üretilenler bir başka kentinde, üzerine konan gümrük vergileri sebebiyle ateş pahasına yükselirken, İngiliz malları sudan ucuz fiyatlarla satılıyordu. (.....) On dokuzuncu asrın başına kadar Hindistan tekstil ihracatçısı bir ülkeydi. İngiltere, Hindistan’ı tekstil ithal eden bir ülke haline getirdi. (126) (1838 Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi Osmanlı’da; 1994 Gümrük Birliği Anlaşması Türkiye’de aynı fonksiyonu icra etti. Bu gün şeker, tütün, pamuk et, ithal eden bir ülke haline geldik.)

42- Herhangi bir ülkeye, o ülkenin de bir şeyler üretip size satmasına imkan vermeden sürekli olarak mal satamazsınız. (126)

Page 30: Akademik kaynaklar dizini

(Ancak, o ülkenin kendi ham maddelerini ve yer altı zenginliklerini mamul mal haline getirmesi engellenip, bunlara el konulması, böylece o ülkeyi tüketim pazarı ve hammadde deposu haline getirmek...)

43- Yerli İşbirlikçi şartlarını oluşturma: Bu işbirliği doğrudan doğruya bir ihanetle açıklanamaz. Çeşitli yerel sorunların istismarı(sömürgeci amaçlara hizmet edecek yerel şartları oluşturmak...) ile zarardan kar şartlarını oluşturarak bilahare istismara açık bir yapı oluşturmak. Şuursuzluğun istismarı, tabulaştırma ve tabuların istismarı, bilgisizliğin istismarı, sınır ihtilafları oluşturma ve bunun istismarı, etnik, dini, mezhebi farklılıkları istismar v.s.)

44- Batı, kendi endüstrisini koruyabilme amacıyla Üçüncü Dünya ülkelerinin ürettiği malların ithaline kotalar yoluyla, gümrük vergilerini arttırmak suretiyle kısıtlamalar getirmiştir.(129)

45- İnsanlar iş gücünden tasarruf edeceğiz diye insanları işinden etmekte, sokağa bırakmakta,açlığa mahkum etmektedirler. Bir ülke on milyonlarca insanın alın teriyle biriktirdiği paralarla makineler alıp, on milyonlarca insanı işinden gücünden etmeğe nasıl teşebbüs edebilir? (Gandi) (133) Hiç kuşku yok ki, Gandi, Üçüncü Dünya ülkelerinde kitleler halinde üretimin büyük halk kitlelerinin işini kaybetmesine sebep olacağını, çok uzun yıllar önce büyük bir isabetle tespit etmişti. Servetin ve gücün üç-beş kişinin elinde toplanacağını tahmin etmişti. Son yıllarda yaşanan acı olaylar, Gandi’yi haklı çıkarmıştır. Uluslar arası İşçi Bürosunda görevli bir iktisatçı olan Keith Marsden’in verdiği bir örnek, Üçüncü Dünya ülkelerinin ekonomilerinin dramatik ve neredeyse kronik rahatsızlıklarını dile getirmektedir. Marsden, büyük paralarla kurulan bir plastik ayakkabı endüstrisinden söz etmektedir. Tanesi 100.000$ ‘a mal olan iki pahalı plastik enjeksiyon makinesi ithal edilmiştir. Ayakkabı imalatında kullanılan PVC de dışardan alınmaktadır. Fabrikada kırk işçi çalışmakta, senede bir ile bir buçuk milyon civarında sandalet üretmektedir. Fiyatı ucuzdur. İki dolara satılabilmektedir. Kösele sandaletlerden daha pahalı değildir, üstelik çok daha dayanıklıdır. Kısa bir süre içerisinde kösele sandaletler satılamaz olur, tezgahlardan hızla çekilmeğe, yerlerini plastikten yapılmış olanlara bırakmağa başlarlar. Fabrika sahibi bu işten iyi para kazanmıştır. İşçilerine de iyi para vermektedir. Ne var ki, o güne kadar kösele sandalet yaparak geçimini temin eden beş bin kadar zanaatkar hızla işlerini kaybetmekte, üçer-beşer sahneden çekilmektedirler. Bu arada kösele sandalet üretimi için hammadde üretenler, alet edevat yapanlar da ekmeklerinden olmakta, aileleriyle birlikte işsizliğin ve beraberinde gelen fukaralığın koyu karanlığına doğru itilmektedirler. Sonuç olarak kırk kişiye iş temin edilmiştir. Ama bu arada muhtemelen sekiz bin civarında insanın işini

Page 31: Akademik kaynaklar dizini

kaybetmesine sebebiyet verilmiştir. İthalat hızlandırılmıştır. Adaletsizlik, fukaralık artmış, insanlar arasındaki uçurum genişleyip derinleşmiştir. (Marsden, hatalı teknoloji seçimine ilişkin verdiği örnek.) (134)

46- Modernliğin cazibesi, ileri teknolojilerin seçiminde etkin olan bir başka faktördür.(138)

47- Batının zevk aldığından zevk almak, sonuçta Batının ürettiği şekilde üretmeğe zorlar. Bu ise Batının teknolojisini, özellikle de sermaye yoğun olanını seçmeyi gerektirir. Sosyal model tercihi, tüketim mallarının tercihini, tüketim malları ise, nihai planda kendilerini üretecek olan makinelerin ve teknolojilerin seçimini belirler.(uyarla) (139)

48- Fukaranın içtiği su daima kirlidir. Üçüncü Dünya ülkelerinde sağlık sorunları için çok büyük masraflar yapılır. (Batı’dan ilaçlar ithal edilir. Ama, temiz su meselesi halledilmez.(154)

49- Üçüncü Dünya’da sağlık problemleri önemli ölçüde sağlıksız çevreden kaynaklanmaktadır.(158)

50- Batılı tıp anlayışının esasını tedavi etmek oluşturur. Sebebi ortadan kaldırmak oluşturmaz.(159) (Çünkü, ilaç sektörü, büyük karlar için)

51- Fukara ülkelerin sağlık sorunlarına Batılı bir anlayışla yaklaşmak tam bir felakettir.(159)

52- Gelişmiş Batı ülkeleri kendileri için gerekli olan yetişmiş insan gücünü n küçümsenemeyecek bir kısmını neredeyse sıfır maliyetle ve hiçbir zahmete girmeksizin elde edivermektedirler. 1970 Senesinde İngiltere’de çalışan doktorların 21000 adedi yabancıydı ve bunların büyük bir kısmı dünkü İngiliz sömürgelerinden gelmekteydi. 1972 Senesinde ABD’de 68000 yabancı doktor vardı. Bunun anlamı ABD’nin doktor ihtiyacının dörtte birlik kısmını dışarıdan ve bedava denilebilecek bir fiyata temin etmesiydi. Bu yürekler acısı beyin göçü, Üçüncü Dünya ülkelerinde verilen tıp eğitiminin Üçüncü Dünya’nın gerçekleriyle bağdaşmıyor olmasının hem sonuçlarından, hem sebeplerinden biridir.(165)

53- Yiyecek üretiminde olduğu gibi ilaç üretiminde de esaslar, beşeriyetin ihtiyaçlarına göre değil ama Pazar taleplerine göre belirlenmektedir. (166)

54- Kaderi, merhametine sığındığı insanın dürüstlüğüne bağlıdır.(172)

55- Eğitim ile realite arasındaki uyumsuzluğun sebeplerini aramağa kalkışan bir kimse, meselenin sömürgecilik günlerine kadar uzandığına şahit olur. (193)

Page 32: Akademik kaynaklar dizini

56- 1493 Senesinde yayınlanan Papalık Bildirisi, İspanyollara ve Portekizlilere dünyayı fethetme yetkisini vermiş, bu arada ele geçirilen ülkelerde yaşayan insanların Hıristiyanlaştırılması görevini, bu iki ulusun sergerdelerinin omuzlarına yıkmıştır. Misyonerler, Batı kültürünün Afrika’da ve Asya’da yayılmasının öncülüğünü yapmışlardır. (193)

57- Misyonerlerce kurulan okulların amacı, insanların faydalı bilgilerle ve becerilerle donatmak değildi. Misyoner okullarının asli görevi, okuttuğu öğrencilerini kendi kültürlerinden, kendi toplumlarından, kendi ailelerinden koparmaktı. Misyonerlerin ellerine düşenler, kendi toplumlarına yabancılaştırılıyorlar, o güne kadar atalarınca ne üretilmişse bunlardan tiksindiriliyorlar, Batı hayranı haline getiriliyorlardı. Beyinleri yıkanmış olan bu çocuklar, artık, Batı kültürünü severek benimsiyorlar ve toplum içeresinde yayılması için birer gönüllü gibi hareket etmeğe başlıyorlardı.(194)

58- Fransız Albert SARRAUT, 1923 senesinde kaleme aldığı bir yazıda, koloni eğitiminin amacının ne olduğunu pek güzel anlatmaktaydı: “Büyük emekçi kitleler arasından seçilecek insanlar eğitilip işbirlikçi, ustabaşı, teknisyen ve memur olarak yetiştirilecek, bu suretle Avrupalıların sayısal yetersizliğinin sebebiyet verdiği problemlere çözüm getirilmiş olacaktır. Bu insanların yardımı ile giderek gelişen tarımın, endüstrinin ve ticari faaliyetlerin kalifiye insan talebi karşılanmış olacaktır. Çünkü, Avrupa’dan adam getirmek pahalıya mal olmaktadır.(194)

59- Eğitilen az sayıda insan, Avrupalılara destek çıkarak kendi insanının, kendi toprağının, kendi kültürünün sömürülmesinde büyük katkılarda bulundu. (194)

60- Afrika ve Asya’da kazanılan siyasi bağımsızlıklar, beraberinde kültürel bağımsızlıkları da getiremedi. Eğitimin tarzı ve muhtevası, Batılı kalmağa devam etti. Eğitim, teorik planda kaldı. Pratik bilgiler verilemedi. İşe yarar şeyler öğretilemedi. Köylüye öğretilen köylünün, kentliye öğretilen kentlinin işine yaramıyordu. Asya ve Afrika’da öğrencilere bolca İngiliz ve Fransız edebiyatı okutulmakta, öğretilenlerle hayatın gerçekleri arasındaki derin uçurumlarda biçare beyinler çığlık atarak çırpınıp durmaktadırlar. (Logaritma cetvelini ezberleme, ülkelerin hangi enlem ve boylamlar arasında bulunduğu, kuşların boşaltım sistemi, dağların yükseklikleri v.s.)(195)

61- Nijerya Üniversitesinde Fransızca öğretim günlerinde öğrencilerimden bazıları, Sartre’nın düşüncelerinin cazibesine kendilerini iyice kaptırmışlardı. Bunların en zekilerinden biri, çiftçi çocuğu idi. Babası bir gün okulda neler öğrendiğini sormuştu. O da olanca coşkusuyla Sartre’nin fikirlerini babasına anlatınca adamcağız sinirlenmiş, “Biz bunca parayı ne işe yaradığı meçhul bu bilgileri

Page 33: Akademik kaynaklar dizini

edinesin diye mi ödüyoruz?” diye oğlunun poposuna bir güzel tekme yapıştırıp evden dışarı atmıştı. İşin aslına bakarsanız kıçına tekme atılarak dışlanması gereken bizzat üniversitenin kendisi ve başta ben olmak üzere üniversitenin işe yaramaz bilgilerle öğrencilerinin beyinlerini dolduran diğer hocalarıydı. (Paul Harrıson)(196)

62- Gelişmekte olan ülkelerde fukaralıktan ve eşitsizlikten, sanki bunlar önlenmesi imkansız tabii olaylarmış gibi söz edilmektedir. Ekonomik gelişmenin tamamlandığı noktaya gelene kadar tahammülü gerekli (problemlerdir) (201)

63- Gelişme politikası demek, gelişmenin yolunu ve yönünü belirleyen bir araç demektir. Zenginlerin siyaset yapma şansı fukaralara kıyasla çok daha fazla olduğundan gelişme politikalarının zenginlerin lehine sonuçlar verecek tarzda belirlenmesinden daha tabii bir şey olamaz.(Kuralları zenginler ve güçlüler koyuyorsa, bu kural koyucuların kendi zenginlik ve güçleri aleyhine olacak adil bir tutum göstermeleri için hiçbir sebep yoktur. Aksine, koyacakları kuralların zenginliklerini ve güçlerini koruyucu ve artırıcı olmasına özen göstereceklerdir.)(Bk.Broşür-giriş)(202)

64- Ulus bazında ve uluslar arası düzeyde işleyip duran bu süreçlerin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkan durum, ...(202)

65- Gelişmekte olan ülkeler için dünya pazarı, her türlü aleti hileli ve patronun kazanmasını sağlayacak tarzda derlenmiş bir büyük gazino gibidir. Bu gazinonun müşterileri Üçüncü Dünya ülkeleri, patronu ise zengin Batı’dır.(207)

66- Üçüncü Dünya ülkeleri, 1973 senesine kadar yirmi sene boyunca sürekli olarak fiyatı düşen kendi ürünleri, fiyatı sürekli olarak yükselen Batı çıkışlı endüstri ürünlerinin kıskacı arasında kalmışlardır. Daha sonraki yıllarda düzensiz fiyat dalgalanmalarından aşırı derecede rahatsız olmuşlardır. Dış ticaret hadleri sürekli olarak gelişmekte olan ülkelerin aleyhine bir seyir takip etmektedir. Gelişmemişler, her seferinde daha fazlasını ihraç ederek gelişmişlerden aynı miktarda mal almak zorunda kalmaktadırlar.(208)

67- Dünya ekonomisinin bu oluşumu nasıl peydahladığını anlayabilmek için sömürgecilik yıllarına kadar gitmemiz gerekecektir. Sömürgeciler, sömürdükleri ülkelerin doğal kaynaklarını sömürerek semirmişlerdir. Bu kaynaklar arasında madenler, pamuk ve gıda maddeleri gelmektedir. İspanya, Latin Amerikanın altın ve gümüşünün üzerine yatmıştır. Avrupa, daha ileriki yıllarda Latin Amerika’yı babasının çiftliği gibi kullanmış, aç karnını bu topraklarda sağladığı gıda maddeleri ile doyurmuştur. Burada üretilen şeker, pamuk ve tütün gemilere doldurulup Avrupa pazarına sevk edilmiştir. Plantasyon sistemi daha sonraki yıllarda Asya ve Afrika’ya

Page 34: Akademik kaynaklar dizini

da taşınmıştır. Avrupa’nın doğal kaynakları giderek azalırken gözler Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın madenlerine çevrilmiş, bunlar kelimenin tam anlamı ile yağmalanmışlardır.(208)

68- Sömürgecilikten maksat, sömürülen ülkelerin doğal kaynaklarını yok pahasına sömüren ülkeye aktarmak, burada üretilecek endüstri ürünlerini sömürgelere olabildiğince yüksek fiyatlarla satmaktır. Bu alış veriş son derece açıktır. Gizlisi saklısı hiç olmamıştır. Fransız siyaset adamı Jules Ferry şöyle diyordu: “Bir sömürge ihdasından amaç, bir Pazar ihdası demektir.” Bir başka Fransız Paul Leroy-Beaulieu, sömürgecilikle ilgili düşüncelerini özetlerken şunları söylemekteydi: “Bir sömürgenin ifa ettiği en önemli fonksiyon, sömüren ülke için meydanın boş olduğu(Yerli üretim bulunmayan+başka sömürgeci ülke olmayan) bir Pazar oluşturmak, bu suretle sömüren ülkenin endüstrisinin güçlenmesi hususunda üzerine düşen görevi yapmak, doğal kaynaklarını ve iş gücünü en ucuza efendisinin hizmetine sunmaktır.” (208)

69- Sömürge düzeni öyle bir düzendir ki sömürücünün lehine olarak zor kullanmak (veya kültürel müdahale, şantaj, v.s.) suretiyle bir kez tesis edildikten sonra, artık bu düzeni koruyup kollamak için siyasi otoriteyi elde bulundurmağa ihtiyaç yoktur. Sistem, kendi enerjisini kendisi temin ederek sürer gider. Eski sömürgeler, bugün madenlerini, plantasyonlarını eski sömürgelerinin hizmetinde tutmağa mecburdurlar. Ancak dünkü düzeni korurlarsa, ihracat yapıp döviz girdisi sağlayabilmektedirler. Alternatif yollar geliştirememektedirler. Ekonomileri, kendilerine hizmet vermek için değil, dünkü efendilerine hizmet için planlanmıştır. Ticaret, sömürgecilik günlerinin yadigarı ticaret şirketlerinin elindedir. Üçüncü Dünya ülkelerini Batı’ya ekonomik açıdan bağlayan bağlar, dünden bugüne zayıflamamış, tam tersine kuvvetlenmiştir. (209)

70- Bugünkü uluslar arası işbölümünün oluşturduğu çerçeve içerisinde Üçüncü Dünya’nın ihracatının beşte üçlük kısmını hammaddeler, ithalatının üçte ikisini ise endüstri ürünleri oluşturmaktadır. Mevcut işbölümü özgür bir rekabet ortamının değil, silah zorunun ürünüdür. Sömürgeler, neyi üreteceklerine, ne tür bir rol üstleneceklerine kendileri karar vermiş değillerdir.(İMF Yasaları?????) Karar, kendileri adına sömürücülerine verilip uygulama alanına konulmuştur. Açık sömürge durumunda olmayan ülkelere de işlevleri, gene silah zoruyla silahı kavi ülkeler tarafından empoze edilmiştir.(209)

71- ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER: Üçüncü Dünya ülkelerinin kan kaybetmesine sebep olan bir önemli unsur da çok uluslu şirketlerdir. Bu devasa kuruluşlar, etki alanları içerisine dahil ettikleri ülkelerin gelişme faaliyetleri üzerinde karşı konulmaz baskılar icra

Page 35: Akademik kaynaklar dizini

edebilmektedirler. Dış ticaret dengeleri ile dilediklerince oynayabilmekte, endüstriyel gelişmenin yönünü tayin edebilmekte, teknoloji seçiminde söz sahibi olmakta, ulusal kaynakların nerelerde ve nasıl değerlendirileceği hususunda hükümetlere görüş empoze edebilmekte, işi daha ileri götürüp sokaktaki insanın kültürünü, değer yargılarını ve duygularını hamur yoğurur gibi yoğurup canının çektiği şekilde yeniden biçimlendirebilmektedir.(219)

72- Dünyanın en büyük şirketlerinin sunduğu yatırım tekliflerinin cazibesi, beraberinde getirdiği risklerin görülebilmesine engel olmaktadır. Doğrudan doğruya sermaye girişimini gerçekleştirerek dış ödemeler dengesi üzerinde yaptığı olumlu etki, o güne kadar ithal edilenin ülkede üretileceği ve hatta günü geldiğinde ihraç edileceği yolundaki beklenti, yabancı sermayeye sevecen gözlerle bakılmasını sağlamaktadır. İşin aslı çok uluslu şirketlerin Üçüncü Dünya’da üretim yapabilmek için Batı’dan ihraç ettiği parçalara ödediği para, ürettiklerini ithal etmek suretiyle getirdiği dövizden fazladır. Çok uluslu şirketler, endüstrinin hızla gelişmesini, Batı standartlarının tesis edilip yürütülmesini sağlamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin en çok hoşuna giden de budur. Yabancı sermaye ile birlikte sermaye, teknoloji, yönetim tecrübesi ve son derece iyi organize olmuş Batı pazarına girebilme şansı birlikte gelmektedir. Bir yoksul ülkenin bu dört öğeyi bir araya getirebilmesi ise neredeyse imkansızdır. Üst yönetimde görev almak üzere çok az sayıda kalifiye elemanı dışardan yüksek ücretlerle getirmekte, bunların dışında kalan elemanları ülke içinden seçip, bir yandan istihdam ederken, öte yandan eğitip, gelişmelerini sağlamaktadırlar. (220)

73- Çokuluslu şirketler girdikleri ülkelerde endüstrinin direksiyonunu, yerli kuruluşların kontrolünü ellerine geçirirler. Mevcut bilgi ve sermaye birikimleri sayesinde bu işi kolayca gerçekleştirirler. Çokuluslu şirketlerin uzantıları, çoğu ülkede endüstri sektörünün önemli bir parçasını ellerine geçirmiş durumdadırlar. (220)

74- Amacı, Batılı sahiplerinin karlarına kar katmak olan; yatırım yaptığı ülkeye bu ülkenin hayrı için gitmemiş olan yabancı sermayenin insafına ülkenin ekonomik geleceğini terk etmek son derece riskli bir iştir. Döviz transferlerinde yapacakları bir takım numaralarla kurların kendi lehlerinde seyretmesini sağlayabilirler. Bir ülkenin dünya pazarlarına sunduğu mallar son derece değerli ve nadir nesneler değilse, bu ülkenin hemen her sahada yabancı sermayenin istismarına açık demektir. Yabancı sermaye, kendi çıkarlarına uygun olan teknolojiyi seçer(Örneğin renksiz televizyon/merdaneli çamaşır makinesi...) ve bu teknoloji genellikle sermaye yoğun teknoloji olmaktadır. (221)

Page 36: Akademik kaynaklar dizini

75- Çokuluslu şirketlerin arz ettiği risklerden bir başkası da kazançlarının bir kısmını kendi ülkelerine transfer edebilme hakkından kaynaklanmaktadır. (223)

76- Resmi makamlar bile bu şirketlerin bir yatırdıkları ülkeden en az üç götürdüklerini göstermektedir. Altmışlı yılların sonlarında Üçüncü Dünya ülkelerinden Batı’ya her sene yapılan kar transferi, yapılan yeni yatırımların tutarından 3.4 milyar dolar daha fazlaydı.(223) (Oysa, bu şirketler, bu yatırımları gerekçe göstererek, kendi ülkelerindeki karlılık oranlarına göre yatırım yaptıkları ülkelerdeki kar oranları çok farklıdır. Örneğin, kendi ülkelerinde %7.9 olan kar oranı, aynı mallar için, yatırım yaptıkları ülkelerde %17.5 idi.)(223) (Bütün bunlar işlenip, gazino misaline bağlanacak)

77- Çokuluslu şirketlerin gelir kaynakları arasında patent hakkı, önemli bir yer tutmaktadır. (224)

78- Çokuluslu şirketler yasal gelir transferi yanında, hileli yollardan da gelir transferi yapmaktadırlar. Şöyle ki, bir ülkede yatırım yapan yabancı sermayenin alt kuruluşları birbiriyle ticaret yapmaktadır. Birinin ihraç ettiğini diğeri ithal etmektedir. Çokuluslu bir şirket için ithal ettiği malların fiyatını yüksek, ihraç ettiği malların fiyatını ise düşük göstermek bir sorun çıkartmaz. Sonuç itibariyle ithal eden de, ihraç eden de aynı kuruluşun farklı alt birimleridir. Kar ise dört bir yandan oluk oluk akıp ana şirketin kasasında toplanmaktadır. Bu suretle yatırım yapılan ülke, bir yandan ithalat, öte yandan da ihracat yoluyla iki kez soyulmuş olur.(225-226)

79- Dünya ticaretinin Batı lehine çalışan kuralları, sanayileşmenin bedelinin giderek artması, gelişmekte olan ülkelerin zaten ağrıyan başına bir başka bela daha sarmıştır: Borç... (229)

80- Borç, ülke ekonomisine İMF müdahalesinin bir aracıdır. Böylece,borçlandırılmış bir ülke, gerekli tedbirleri kendi özgür iradesiyle alamaz bir duruma getirilir. Amaç, bu ülkenin ekonomisinin düzeltilmesinden ziyade, o ülkenin yabancı sermayeye açılmasını, özelleştirmeyi teşvik ederek, ekonomik kuruluşları çokuluslu şirketlere devretmek, halktan toplanan vergileri borç faizlerine yatırmayı, böylece o ülkeyi sürekli faiz öder duruma düşürmeyi sağlamaktır. Faiz oranları, döviz kurları ve borsa gibi araçlarla ekonomik yapıyı yönlendirip, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi...

81- Küresel Adalet...

82- Yardım, fukaradan zenginlerce alınan çoğun azıcık bir kısmını fukaralara tekrar iade etmek demektir... (235)Böylece ekonomik sömürü katlanılabilir seviyede tutulur(-)

83- Bir ülkede seçkinlerin (iç ve dış çıkar çevrelerinin) siyasi sistemi etkisi altına almağa çalışması boşuna değildir. (256)

Page 37: Akademik kaynaklar dizini

84- Devlet, sosyal guruplar arasında servet dağılımını düzenleyen yasaları ve yönetmelikleri çıkarıp hayata geçirmektedir. Dolaylı ve dolaysız vergileri ve oranlarını belirlemek devletin işidir. Asgari ücretin belirlenmesinde devletin büyük bir ağırlığı vardır. Devlete ait taşınmazları kiralayarak kullananlar iin devlet, arazi sahibidir, dükkan sahibidir, ev sahibidir. Yasa koyarak toprak dağılımını düzenlemekte, ticari birliklerin yetkilerini tayin etmektedir. İthalat tarifelerini belirleyen, çoğu malın fiyatını tespit eden devlettir. Ordu ve polis üzerinde mutlak hakimiyet sahibidir. Bu iki gücü kullanarak koyduğu yasalar karşısında toplumun her kesiminin tam bir itaat içerisinde olmasını, en azından teorik planda, sağlayabilir. Bir yanda böylesine imtiyazlarla donatılmış devlet, öte yanda toplumun (Etki gücüne sahip çıkar çevreleri) seçkinleri. Bu insanlar elbette ki devleti tabii işleyişine bırakmayacak, kendi çıkarları doğrultusunda çarklarının işlemesini sağlamak için ellerinden geleni yapacaklardır. Seçkinlerle halk arasındaki uçurum ne kadar derinse, seçkinlerin devleti ele geçirip, dilediklerince at oynatmaları o kadar kolay olmaktadır. (256)

85- (Bu sebeple, üçüncü dünya ülkelerinde seçkinler ile halk arasında mevcut ortak değerler yok edilir. Halkın değerleri, seçkinler için gericilik, çağ dışılık ve ilkelliği ifade eder.)(-)

86- Her dönüşüm, yeni bir sürecin başlangıcıdır. Kurulan her sistem, başlangıçta ne kadar ideal bir düzeni temsil ederse etsin, bir müddet sonra, başlangıçtaki mahiyeti tamamen değişmiş, birilerinin çıkarlarına hizmet eder duruma gelmiştir. Ancak, başlangıçtaki ideal özellikler, fiiliyatta kalmadığı halde, artık, bu özellikler ileri sürülerek kutsallığı ve dokunulmazlığı pekiştirilir. Çıkarları koruyan sisteme karşı gelişen tavırlar, bu kutsal düzeni yıkmaya yönelmiş yasa dışı hareketlerdir. İdeal sistemi koruyan yasalar ve bu yasaları uygulayan kurumlar devreye girer ve bu hareketleri derhal ezer. (-)

87- Yasalar, dünyanın hemen her yerinde zenginlerin kendilerini büyük bir kolaylıkla savunduğu, fukaraların ise yerinden bile kıpırdatamadığı bir silah gibidir.(259)

88- Tipik bir Üçüncü Dünya hükümeti genellikle istikrarsızdır.(265)

89- Avrupalılar sömürgelerini aralarında paylaşıp sınırları tayin ederken yeterince özen göstermediler. İki Avrupa devletinin askeri birliklerinin karşı karşıya geldiği nokta, sınırın çizilmesinde bir başlangıç noktası olarak kullanılabildi. Örneğin: İspanyollar ve Portekizliler, hayatında Latin Amerika’da hiç bulunmamış bir papanın harita üzerinde çizdiği bir hattı esas olarak Latin Amerika’yı aralarında paylaştılar. Sömürgeciliğin son bulup(sömürgeci devletlerin sömürge topraklarından çekilmesiyle) bağımsızlığın elde edilmesiyle ortaya çıkan devletlerin sınırlarının tayininde kullanılan

Page 38: Akademik kaynaklar dizini

ölçü rast geleydi. Köklü, herkesçe kabul görecek özelliklerden yoksundu. Nitekim kısa bir süre sonra herkes komşusunun toprakları üzerinde hak iddia etmeğe başladı. Komşular hem pahalı hem de yararsız savaşların tarafları oldular. (265-266)

90- 1865-1870 yılları arasında Uruguay, Arjantin ve Brezilya’ya karşı savaşan Paraguay, kelimenin tam anlamı ile perişan oldu. (

91- Bolivya ile Peru bir olup 1979 da Şili’ye karşı savaş açtılar.Bolivya, nitrat bakımından son derece zengin Atakama çölünü, dolayısıyla denize çıkış yolunu kaybetti.

92- 1935-1937 yılları arasında bu kez Bolivya ile Paraguay kapıştılar. Bolivya, topraklarının büyük bir kısmını kaybetti.

93- 1941 senesinde Ekvador ile Peru, kılıçlarını kuşanmış oldukları halde tarih sahnesinde arz-ı endam ettiler.

94- Arjantin ile Şili, Patagonya üzerinde iddia ettikleri haklarını karşı tarafa bir türlü kabul ettiremedikleri için sürekli olarak birbirleriyle didişip durmaktadırlar.(266)

95- Afrika’da Somali, Etyopya’ya saldırıp topraklarının bir kısmını ilhak etti. Gerekçesi son derece makuldu. İlhak ettiği toprakların çok uzun yıllardır kendisine ait olduğunu, hatalı olarak çizilen sınır sebebiyle, Etyopya’nın topraklarında kaldığını ileri sürmekteydi.

96- Fransızların boşalttığı topraklar üzerinde kurulan Yukarı Volta ve Mali arasında da, rastgele belirlenmiş olan sınırlar sebebiyle ihtilaf hiç eksik olmamaktadır.

97- İspanya’nın boşalttığı İspanyol Sahrası üzerinde Cezayir, Fas ve Moritanya hak iddia etmekte, aralarında zaman zaman silahlı çatışma çıkmaktadır.

98- Asya’da Borneo’nun sömürgeciler tarafından paylaştırılış tarzı, Endonezya, Malezya ve Filipinler arasında sürekli bir ihtilaf mevzuu olmuştur. 1969’lı yılların başlarında Malezya ve Filipinler bir çatışmanın eşiğinden dönmüşlerdir.

99- Hinduçin’in sınırları, çizildiği tarihten bu yana iki tarafındakileri hoşnut edememiştir. Güney Asya, sınır ihtilaflarından en fazla rahatsız olan bölgedir. 1962 Senesinde Çin ile Hindistan sınır ihtilafı sebebiyle savaştılar. İhtilafa sebep olan bölge, Hindistan’a o kadar uzak öylesine seyrek bir nüfus yapısına sahipti ki, Çinliler, bu bölge üzerinde hiçbir Hintliye fark ettirmedin askeri amaçlı bir yol yapmayı başardılar.

100- Keşmir yüzünden 1965 senesinde Hindistan ile Pakistan savaştılar. Keşmir’in nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman’dır. Ne var

Page 39: Akademik kaynaklar dizini

ki bu yöre, üzerinde yaşayanların hiç birine sorulmaksızın Hindistan’a bağlanmıştır.

101- Pathan bölgesi, Pakistan ile Afganistan arasında bitmek tükenmez bilmez sürtüşmelerin kaynağı olmuştur.(267)

102- Orta Doğu açmazını Üçüncü Dünya’nın başına saran da Batıdır. Filistin’in İngiliz mandası olduğu yıllardı. İngiltere, bu toprakların uzun yıllardır Avrupalıların zulmü altında inlemiş olan Yahudilere vatan olarak tahsis edilmesine karar verdi. Bu kararını verirken Filistin halkının görüşünü almak aklının ucundan bile geçmedi. (268)

103- Mevcut gelişmeler, Üçüncü Dünya ülkelerinin kıt kaynaklarını kalkınma için değil ama savaş için tahsis etmesi sonucunu doğurmuştur. Bu işten ise zengin Batı doya doya yararlanmıştır. Stokholm Uluslar arası Barış Araştırma Enstitüsü, 1970’li yıllarda dünya genelinde silah ticaretinin bir senelik hacminin 10 milyar dolar civarında olduğunu tahmin etmektedir. Satılan silahların dörtte üçü Üçüncü Dünya’ya, silah satışından elde edilen paranın üçte ikisi ise Batıya gitmektedir. 1976 senesinde Üçüncü Dünya ülkelerinin askeri harcamalarının tutarı 51 milyar doları bulmuştur. (268)

104- Afrika devletleri, bünyelerindeki ayrılıkçı gurupların elinde paramparça oldu. Kongo’da Katanga, Nijerya’da Biafra, zencilerin çoğunlukta olduğu Çad’da Araplar, Arapların çoğunlukta olduğu Sudan, Eritre ve Etyopya’da zenciler hep baş ağrısı oldular. Ürdün, Lübnan, Irak ve Suriye; Filistinliler ve ayrılıkçı gurupların varlığından büyük rahatsızlıklar duydu, istikrarsızlığa sürüklendi. (275)

105- Gelişmekte olan ülkelerin harici istikrarsızlığı, kalkınma için harcayacakları paraları askeri amaçlar için harcamalarına sebep olmuştur.(269) İç istikrarsızlıklar, orduları, dış tehlikelere olduğu kadar, iç tehlikelere karşı da oluşmuş bir organizasyona dönüştürmüş, bu da askeri müdahalelere yol açmıştır. (-)

106- Sömürgecilik üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Cecil Rhodes, sömürgeci ülkelerin işgücü fazlasını sömürdükleri ülkelere transfer ederek işsizlik sorununa, ürettikleri fazla malları sömürdükleri insanlara satarak Pazar problemine çare bulduklarına işaret etmektedir.(271)

107- Üçüncü Dünya ülkelerinde, televizyonlarda sık duyulan bir haber vardır:”ordu yönetime el koydu” Askeri darbeler, Üçüncü Dünya ülkelerinin istikrarsız yapısının karakteristik özelliklerinden biridir.(270)

108- Bir ülkede din birliği, dil birliği, kültür birliği mevcutsa, o ülkede (iç istikrarsızlık) sorunları oluşturulması ihtimali daha azdır. (280)

Page 40: Akademik kaynaklar dizini

109- Tipik bir Üçüncü Dünya devleti, sürekli olarak iç ve dış tehditlerin gölgesi altında yaşamaktadır.(284)

110- Dünya üzerinde hiçbir Pazar, bütünüyle serbest Pazar değildir. Şartları, güçlü olanlar belirlemektedir. İki çocuk arasındaki oyunda bile, oyunun türü ne olursa olsun, güçlü olan eğer isterse oyunun akışını lehine çevirebilir. Güçlü olan, zengin olan, bilgili olan, iyi organize olan, hemen her zaman kazanandır. Alıcı ve satıcının gücünün birbirine denk olmadığı bir pazarda fiyatların arz-talep esasına göre belirlendiğini söylemek safdillik olur. Pazarın adaletini, alıcı ile satıcının güçleri arasındaki dengesizlik yok etmektedir.(309)

111- Dün Batılıların uyguladığı sömürü düzenini, bugün ülkenin insanları memur(......) kılığına bürünüp ülkenin fukaraları üzerinde aynen sürdürmektedirler.(314)

BİR DEĞİŞİM SÜRECİ OLARAK MODERNLEŞMEKadir CANATAN; İnsan Yay. -İst. 1995

MODERNLEŞME OLGUSU

1. Son iki yüzyıldır müslüman aydınlar ve düşünürler epeyce karşı tezler ürettiler ve İslam’ın ilim, fen v.s.ye karşı olmadığını kanıtlamaya çalıştılar. Gayeleri İslam’ın üstün ve akılcı yönünü ortaya çıkarmaktı. Ancak bu tür bir karşı-çıkışla iki önemli çıkmaza birden düştüler.

a. Savunmacı ve tepkici bir tutum takınmaları...

b. Batının saldırılarının temelinde “problem tanımları” nın yattığını anlamamış olmalarıdır. (7)

(Modern İslam düşüncesi önemli ölçüde batıdan gelen kültürel ve psikolojik saldırılara karşı bir cevap olarak şekilllenmiştir. Halbuki batılı bilim adamlarının İslam’a saldırıları bir araştırmaya dayalı bilimsel fikirler değildi. Bu saldırılar (-) bilim adamlarının ağzından ve bilimsel bir üslup ile batının kollektif bilincini yansıtıyordu...) (8)

c. Renan’ın Osmanlı dünyasına ilişkin yaptığı problem tanımında kültürel kimlik ile ilerleme-gelişme arasında bir çelişki varsayılmaktadır. Buna göre batılı olmayan uluslar, eğer ilerlemek ve gelişmek istiyorlarsa, kendi kimliklerinden vazgeçmelidirler. (Bu sebeple ilerleme ve gelişmeyi) gerçekleştirmek için işe (kendi kimliklerinden sıyrılmakla) işe başlamalıdırlar. (8)

2. Türkiye toplumu başta olmak üzere batılı olmayan ulusların aydınları, kendilerine dikte edilen modernleşme projelerini hem kendi toplumları nezdinde hem de dünya ölçeğinde sorgulamak ve bir muhasebesini yapamk zorundadırlar. (9)

Page 41: Akademik kaynaklar dizini

a. Farklı şartlar, farklı süreçler doğurur...

b. Alt süreçler...

3. Batı sömürgeciliğinin başlangıcından bu yana, batılı olmayan toplumlar yönünü, biçimini ve zamanlamasını kendilerinin saptamadığı bir değişim süreci içindeler..(11)

4. Toplumu heteronize eden veya homojenize eden ortak payda...( - )

5. Batılı olmayan toplumların gelişme ve rekabet şartları, bugün gelişmiş ülkeler tarafından oldukça sınırlandırılmıştır. Batılı gelişmiş ülkeler kendi gelişme süreçlerinde, bu tür bir engelleme ile karşılamamışlardır. (14) (Ekle, Batılı toplumlar neden gelişmiştir?!

6. Batılı toplumların değişme süreçleri kendi iç dinamikleri dayanırken, bugünkü gelişmekte olan toplumlardaki değişme süreçleri dış faktörlerce belirlenmektedir. Dünya ülkeleri arasındaki karşılıklı ilişkilerin ve bağımlılığın artması yani “küreselleşme” bu süreci daha da hızlandırmıştır. (14)

7. Batılı devletler geçmiş asırlarda izledikleri yayılmacı ve emperyalist politikalarla kendi gelişmelerini dış kaynaklara dayanarak tamamlamışlardır. Dahası süreç modern zamanlarda daha rafine yöntemle sürdürülmektedir. Oysa batılı olmayan toplumlar, bırakın başkaları sömürmeyi, bizzat kendileri sömürgeciliğin ahtapot kolları arasında yaşam mücadelesi vermektedirler. (14)

8. Gelişme, sanayileşme, modernleşme sosyologları ...(19)

9. İktidar seçkinleri ev despotik güçler... (16)

10. B.M. Araştırma Enstitüsü’nün geliştirdiği bir “gelişme endeksi”nde toplam 18 temel gösterge (gelişme ölçütü) kullanılmaktadır. Bu 18 göstergenin 9’u ekonomik, 9’u ise sosyal alanla ilgilidir. Sonuncu göstergeler, sağlık, beslenme, eğitim, konut ve iletişim alanını kapsamaktadır. (17)

- modern geleneksel

- kesimsel modernleşme

11. Mekanik dayanışma- Organik dayanışma (Darkheim) (17)

12. Geçiş toplumları hakkında pek çok malzeme toplayan saha araştırmacıları, modernleşme sürecindeki kimi toplumlarda, geleneksel değerlerin modernleşme politikalarının başarısızlıklarını göğüslediklerini ve böylece modernleşme sürecine hizmet ettiklerini göstermişlerdir. Oysa genelde modernleşmeci aydınlar ve teorisyenler, geleneksel unsurları her zaman modernleşmenin önünde birer engel olarak görürler. Bunun bir aydın saplantısı olduğu olduğu açıktır. (18)

Page 42: Akademik kaynaklar dizini

13. ....Toplumlarda, toplumsal gerginlikleri ve çatışmaları yumuşatan “tampon mekanizma”lar.(geleneksel...) (18)

14. Rostow’a göre ekonomik gelişme sürecinin aşamaları:

- Geleneksel toplum : İnsanların çoğu tarımda çalışır ve kişi başına düşen üretim düşüktür.

- Kalkınmaya doğru geçiş aşaması : Girişim ruhu, eğitim ve ulusal birlik düzeyine ulaşılmıştır.

- Kalkınma : Ekonomik büyüme normaldir. Sermaye birikimi, tarım ve sanayide yeteri kadar teknik gelişme, modernleşmeyi gerekli gören bir lider kadronun ortaya çıkışı, milli gelirin %5’den %10’a yükselmesi.

- Olgunluk aşaması : Bu aşamada teknoloji bütün ekonomik etkinlikleri kuşatmıştır. (19) Ulusal gelir daha da yükseliyor ve bir kısmı tekrar yatırıma dönüyor; ekonomik büyüme gittikçe nüfus büyümesini aşmaktadır.

- Kütlesel tüketim aşaması : Dayanıklı kullanım mallarının kütlevi sunumu, büyük oranda hizmet sunumu, halkın ekonomik yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sosyal güvencelerin sağlanması.

15. (Bir ülkede kalkınmayı gerçekleştirme bazı koşullarının oluşturulmasına bağlıdır.)....(Ancak) çoğu gelişmekte olan ülkelerde kalkınmış ülkelerdeki bu koşullar oluşturulduğu halde, ne yazık ki, beklenen kalkınma bir türlü gerçekleşmemiştir. Bu da gösteriyor ki, bir ülkenin izlediği bir süreci diğer bir ülkenin aynen izlemesi ve aynı sonuçlara ulaşması mümkün değildir. Çünkü, kalkınma süreci, salt teknik ve ekonomik bir olay değildir. Koşulların eşitsizliği, farklı sonuçlara yol açmaktadır. (20)

16. Avrupa’da ortaya çıkan sanayi devrimine koşut olarak gerçekleşen kütlesel üretim mahalli pazarların doymasıyla uluslararasılaşmaya başlamıştır. Ancak dünyanın diğer bölgelerinde hakim olan kültürler ve yaşam biçimleri, Avrupai mallara Pazar olmayı engelliyordu. İşte, bu aşamada Avrupa, batılı olmayan toplumları kendisi gibi tüketmesi ve yaşaması için “değiştirme” gereği duymuştur. (21) (Bu sebeple) Batılı sömürgeciler, "medenileşme"adı altında batılı olmayan ülkelere bir yaşam biçimi olan modernizmi sokmaktadırlar. Modernizm, Avrupa’nın batılı olmayan toplumları homojenleştirme ve asimile etme projesidir. (20) (Sosyolog Dr. Ali Şeriati’ye göre...)

17. Sömürgecilik, nasıl geçen yüzyıllarda kendini yasallaştırmak(meşrulaştırmak) için dünyayı uygarlaştırmaya çalıştığını söyleyerek kamufle etmiş ise (uygarlaştırmayı bir kamuflaj olarak kullanmış ise), bugün de modernleşme adı altında sömürülmeye uygun toplumlar oluşturmakta ve geçirmekte olduğu

Page 43: Akademik kaynaklar dizini

“emperyalizm” aşamasının karşılığı olarak “modernizmi” bir yaşam biçimi olarak dünya halklarına dayatmaktadır. (21)

18. Modernleşme, kesinlikle bir kalkınma, ilerleme ve gelişme olayı değil, tam tersine sömürülme ve gerileme yönünde gelişen bir değişme olayıdır.

(Batının emperyalist politikalarını uygulayabileceği bir sosyal, siyasal, ekonomik ve teknik yapı oluşturma olayıdır....)

=MODERNLEŞME KURAMLARI=

19. II. Dünya savaşından sonra üretilen modernleşme kavramları, özellikle eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazandıkları bir dönemde hakim bir paradigma konumuna yükseldi. (fiili işgal-uzun vadede kendi içinde erkabet problemi doğurduğundan- başka bir yol bulma....Bk. Jeopolitik-Jeokültür..)

20. Sömürge toplumlarının psikolojisi: Bu dönemde eski sömürgeler, bir yandan bağımsızlıklarını kazanmak için batılı emperyalistlere karşı savaşırken bir yandan da bağımsızlıkla birlikte, batılı toplumları kendi önlerinde anlaşılması gerekli bir model olarak alıyordu. (23)

21. Modern uygarlığın sosyo-kültürel kurumlarının toplumlara yayılma süreçleri... (25)

22. ABD’li tarım uzmanı Rogers’a göre batılı olmayan toplumların modernleşmesi, batı uygarlık merkezinden doğan yeniliklerin bu toplumlara doğru yayılma sürecinden başka bir şey değildir.(27)

23. Yenilikçi azınlık, erken kabul edici – kesimsel modernleşme

24. Rogers; modernleşmeye engel olan geleneksel öğelerin yanında, modernleşmeyi teşvik eden ve hızlandıran geleneksel değerleri ve kurumları görmezlikten gelmektedir. (30)(sebebi; geleneklerin teşvik ettiği modernleşme bilim ve teknolojik üretme tarzında (Japonya’da olduğu gibi) batı kültürünün teşvik ettiği modernleşme modern tüketim pazarı olma tarzında (bilim gibi)

25. Her değişim süreci beraberinde yeni düşünce ve alışkanlıkları, yeni örgütlenme biçimleri ve tekniklerini getirecektir.

26. Her toplumda, yerel sistem ve kültür farklılıkları modernleşmenin etkilerini de farklılaştırmaktadır. (32) öyle ki gerileme.....

27. Modernleşme sosyoloğu – Modernleşme sosyolojisi

Page 44: Akademik kaynaklar dizini

Modenleşmenin cevheri = bilimsel bilgi

28. Modernleşmenin en ilginç ya da ayırdedici yönü, geleneksel üretim tekniklerinden modern üretim tekniklerine geçiş sürecidir ki, bu olgu sanayii devrimi olarak adlandırılmaktadır. (34)

29. (Modernleşme sosyoloğu) Schoorl, bilimsel bilgiyi modernleşmenin cevheri olarak görür. Ona göre modernleşme, mevcut bilimsel bilginin toplumun bütün etkinliklerinde, bütün yaşam alanlarında ve bütün çehrelerinde uygulanmasından başka bir şey değildir. (35)

(O halde bir toplumda bilimsel bilgiler ne kadar kendine uygulama alanı bulabiliyorsa, o toplum o derece modern demektir.) (35)

30. *** Bizce, pozitivistlerin en temel yanılgılarından birisi bilime; din, ahlak ve ideoloji gibi normatif bir işlev yükleyerek toplumu salt bilimsel bilgilerle düzenleme talepleridir. Oysa, bilim sadece nesneler arasındaki ilişkileri saptamak, gerçekliği betimlemek ve açıklamak ile yükümlüdür. (36)

31. Eğer sonunda, bir hesap günü yoksa ve insan bir gün yaptığı hayırlı edimlerinin karşılığını almayacaksa, niçin insanları sevmesi ve onlar için kendi hayatını ortaya koyması gerektiği sorusuna hiçbir zaman tatmin edici cevap veremezler. (Comte ve diğerleri pozitivistler) (36)

32. Bilimsel gelişme ve bununla ilişkilendirilmiş teknik ve ekonomik gelişmeler toplumların sosyal yapılarında ve ilişki düzeninde daima belirli değişmelere yol açacaktır. Ancak yeni imkanların nasıl kullanılacağı ve değerlendirileceği önemli bir ölçüde, toplumun değerler sistemi ve buna bağlı olarak ahlaki normlar tarafından belirlenmektedir. Başka bir deyişle modernleşme süreci, toplumun değer ve normlarına bağlı olarak değişik yönlerde yürür. (....) (ilerleme*), sadece maddi ve nesnel değil, insanlararası(toplumlararası) ilişkiler bağlamında da genel bir ilerleme olduğu varsayımını içermektedir. Teknik ilerleme gerçekte, her zaman toplumun özgürleşmesi ve dayanışmanın artması yönünde (barış ve adalet yönünde) netice göstermez. Tam tersine sömürgecilik döneminde ve ırk ayrımcılığının olduğu ülkelerde görüldüğü gibi, teknolojik gelişme belirli ülke ve gruplar tarafından diğerlerinin olanaklarını ve özgürlüklerini sınırlama yönünde kullanılabilir...(37)

33. ( - ) insanlar ve toplumlar, birlik, beraberlik, kardeşlik ve yardımlaşmaya, adalete yönelirlerse; başta kendi akıl, zeka ve duyguları olmak üzere bilim, teknoloji ve maddi imkanları, bu gayeyi gerçekleştirecek, bu gayeyi gerçekleştirmenin önüne çıkan engelleri ortadan kaldıran birer faktör iken; insanlar ve toplumlar kişisel

Page 45: Akademik kaynaklar dizini

çıkarlarına, zaaf ve ihtiraslarına yönelirse, aynı imkanlar, bu gayeyi gerçekleştiren birer faktör haline gelirler. (İslamiyet’in fonksiyonu, insanı ve toplumu birinci konuma getirmektir.).............(yazı konusu...)

34. (Toplumlar arası çatışmalar kategorize edilirse...........)

a. - Modern toplum

- Modern tüketim toplumu

- modernleşme sadece tüketim açısından üretim açısından yoksa...

35. Batılı olmayan toplumlar, batı kültürünün kimi değerlerini kendi kültürlerine katarak, aynı zamanda kendi kültürlerinin iç tutarlığını da bozmaktadır. (43)

36. Bir ülkenin modern olup olmadığını ölçmede kullanılabilecek tek ölçüt, bilimsel bilgilerin hayata ne kadar geçirildiğidir. (45)

37. Her toplumda hakim kültür(dominant) yanında, ondan ayrılan alt ve bölgesel kültürler de yaşamaktadır. Ayrıca daha insanca bir yaşamı mümkün kılan evrensel değerlere de sırt çevrilemez...(45)

38. İtalyan düşünür G. Mosca’ya göre: Çoğunluğun azınlık tarafından yönetilmesinin nedeni, ikincilerin iyi örgütlenmiş olması ve ayrıca bu sınıfa dahil kişilerin üstün yeteneklerle bezenmiş olmasıdır. (...) Toplumun her zaman küçük bir azınlık tarafından yönetilmesi değişmez bir kuraldır. Bu nedenle sistemin adı ne olursa olsun, oligarşik niteliği hiçbir zaman da değişmez...(toplum nezdinde ne suretle meşrulaştığı...) (48)

39. Toplumun stratejik kumanda mevkilerini işgal eden iktidar seçkinleri üç ayrı gruptan oluşmaktadır: Siyasal liderler, askeri liderler ve büyük şirket yöneticileri......(....) Bu elitler kendi aralarında çok iyi ağlar kurmuşlar ve örgün bir çevre oluşturmuşlardır. Aralarında zaman zaman iç çatışmalar olsa da; sistemin devam ettirilmesinde ve korunmasına tam bir işbirliği içindedirler.(Amerikalı yeni elitist kurama C.Wright)(49)

40. Batılı ülkeler karşısında güçsüzlüğünü anlamış olan ülkeler ilk önce askeriyeyi modernleştirmekle işe başlamışlardır. Yine bağımsızlık savaşları sırasında da önemli fonksiyonları olan asker bürokratlar, yeni dönemde karar mekanizmaları üzerinde bir hayli etkili olmuşlardır. Bugün batııl eğitimden geçmiş askeri bürokrasi, modernleşmeci hükümet ve rejimlerin de en sadık bekçileridir. Hatta sivil bürokrasiyle ortak olan ekonomik ve ideolojik çıkarlarından dolayı sivil bürokrasinin iktidarı tehlikeye düştüğü zaman siyasal çatışmalarda taraf tutmakta ve ülke istikrarı bahane edilerek sivil

Page 46: Akademik kaynaklar dizini

idareyi devralmaktadır. Devlet ve rejimin korunmasında ve kurtarılmasında bekçilik görevi üstlenmiş olan askeri bürokrasi toplumun en tutucu öğesidir...(53)

41. (Dr. Ali Ş.’ye göre: İslam toplumlarında ve diğer batılı olmayan toplumlardaki aydınları, batı karşısındaki tutumlarıyla üç gruba ayrılmaktadır. İlk grup aydınlar batılı eğitimden geçmiş ve batıya öykünen aydınlardır. İkinci grup aydınlar ise, birincilerin tersine kendi geleneksel kültürüne bağnazca bağlılıktan dolayı, batıya sırtını çevirmiş aydınlardır. Üçüncü grup aydınlar, kendi yerli kökleri üzerinde durma gereği hisseden ancak aynı zamanda batının, batı bilim ve uygarlığının kazanımlarına seçmeci bir tavırla yaklaşan ve ondan belli ölçüler içinde yararlanmayı yadsımayan aydınlardır...

Her ne kadar karşıt olsalar bile gerek birinci ve gerekse ikinci gruptaki aydınlar batı karşısında ifrat ve tefrite düşmüşler ve tutumlarıyla son iki yüzyılda batı sömürgeciliğinin çıkarlarını desteklemişlerdir. (J.P. Sartre’in “batı sömürgeciliğinin yerli ajanları” dediği grup birinci grup aydınlardır.) (54)

42. Aydın Despotizmi : Eğer halk (batı uygarlığına) ulaşmak için çaba sarfetmiyorsa ve hatta direniyorsa en otoriter ve baskıcı yöntemlerle bu direniş kırılmalıdır. (Bu anlayış, bir yandan askeri diktatörlüklerin ve baskıcı yöntemlerin oluşturulmasına zemin hazırlarken, diğer yandan aydınların) (54)

43. ..........Toplumun en bilinçli ve sorumlu öğesi olmaktan uzak düşmüşlerdir...(yapıştıcı-katalizör....) (55)

44. Zenginler puro içer....fakat puro içerek zengin olmaz....(ABD’li ekonomist Samuelson ) (55)

45. Batılı olmayan ülkelerin bağımsızlık savaşlarından sonra, batılı yaşam tarzını örnek almaları, emperyalist pazarları daraltmamış, daha da genişletmemiştir. (55)

********** Türk Modernleşme Tarihinde Elitlerin Rolü ************

46. Türk toplumunun modernleşmesi, başından beri tepeden inme yöntemlerle ve elitler tarafından gerçekleştirilmiştir. (57)

47. Osmanlı’da bürokrasinin sivil kesimini oluşturan ve belli bir oranda halkı yönetimde temsil eden ulema, batılılaşma hareketleriyle ve özellikle Tanzimat’la birlikte ortadan kalkmıştır. Ulemanın yerini daha sonra batılı eğitimden geçmiş aydınlar almışlardır. Ulemanın yönetimden uzaklaştırılmasıyla yönetim ve halk arasındaki uçurum daha da büyümüştür. Çünkü, batılı eğitimden geçmiş aydınlar halka yabancıydı. Sarayda batı etkilerinin yoğunlaşmasıyla birlikte, sadece siyasal açıdan değil, kültürel açıdan da Osmanlı toplumunda ikili bir kültür yapısı belirmiştir. Merkezde,

Page 47: Akademik kaynaklar dizini

batı etkilerinin yoğun olduğu seçkin kültürü, çevrede ise İslam’la yoğrulmuş halk kültürü...

Osmanlı’da yönetici sınıf, Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) antlaşmalarından sonra, batının askeri üstünlüğünün farkına vardı. Akla gelen ilk çare askeriyenin ıslahı oldu (58)

48. III. Selim’in ıslahat programı, önceden tasarlandığı ve bilinçli bir şekilde pratiğe aktarıldığı için Osmanlı toplumunda “güdümlü” ve “zorunlu” kültür değişmesinin de başlangıcını oluşturur. (58)

49. II. Mahmut döneminde ıslahatlar askeri sahayı da aşarak eğitim, ekonomi, devlet düzeni ve kılık-kıyafet alanlarına kadar genişletildi. (58)

50. Gülhane fermanından sonra, bu fermanın ilkelerini yineleyen Islahat Fermanı (1856) yayınlandı. Islahat Fermanı’nın etkileri, özellikle Hıristiyan tebaa arasında ulusçuluk akımlarının güçlenmesi biçiminde tezahür etmiştir. (59)

51. 1838 Ticaret Sözleşmesi, İngiliz uyruklulara Osmanlı pazarlarında çok özel ticari ayrıcalıklar tanıyor ve Osmanlı ticaret ve sanayiini Avrupa’nın denetimine sokuyordu.(59)

52. Tanzimat Fermanı, Hıristiyan tebaanın siyasi ve ekonomik bakımdan güçlenmesine, ayrılıkçı hareketlerin yayılmasına, imparatorluğun dağılmasına hizmet etmiştir. Batı Osmanlı’ya bu fermanı yayınlaması için baskı yaparken, bu sonuçları doğuracağını biliyordu. (Ancak, buna alet olanları yerli işbirlikçi..) ( - ) 60’dan uyarlama....

53. Askeri okullar ağırlıkta olmak üzere, bugünkü Türk toplumundaki pek çok eğitim kurumunun temeli Tanzimat döneminde atılmıştır. Bu okullar, batılı eğitimi örnek alıyor ve bu okullardan çıkan kişiler daha sonra askeri ve sivil bürokraside görev alıyorlardı.(onların icraatları ise kültürel batılılaşma hedefine yönelişi gittikçe şiddetlendiriyor, batılılaşma yönündeki sosyolojik süreci devam ettiriyordu.) Başka bir deyişle batılılaşma eylemleri kendini yeniden üretecek kadroları bu okullar kanalıyla yetiştiriyordu. (60)

54. Osmanlı batılılaşma hareketleri, temelde batı hayranlığı ve batı toplumunun üstyapı kurumlarını aktarma biçiminde tezahür eden bir öykünme hareketidir. Yenileşme hareketlerinin düşünsel temelleri oldukça sığdı. Ne devlet adamları, ne de aydınlar batıyı batı yapan temel değerleri ve süreçleri kavramamışlardı. (61)

55. Batılılaşma girişimleri çoğu kez ya batılı ülkelerin baskılarıyla ya da dolaylı baskılarıyla gerçekleştirildiğinden, sonuçları itibarıyla onlarla örtüşüyordu. Batılılaşma, toplumun iç dinamiklerini gelişme yönünde değil, bozulma ve gerileme yönünde etkilemiştir.

Page 48: Akademik kaynaklar dizini

56. Halktan batılılaşma hareketlerine karşı olumsuz tepkilerinin nedeni, salt dinsel ve kültürel değildir. Osmanlı ekonomisi, elitler eliyle batı kapitalizminin çıkarları doğrultusunda biçimlendirildikçe geriliyor ve bunun yükünü doğrudan halk omuzluyordu. Batılılaşma hareketleri, batıda gelişen kapitalizmin Osmanlı topraklarına doğru yayılıp serpilmesine müsait bir zemin hazırladığı için Osmanlı elitleri, ama bilinçli ama bilinçsiz batının işbirlikçisi rolünü oynamışlardır.(62)

57. Hiçbir olgunun (..) tarihsel bir arka plandan kopuk olması düşünülemez. (63)

58. Batılılaşma ve bağımsızlık hedeflerinin birbirlerini dışlayıp dışlamadıkları.....(63)

59. Yetmişli yılların başından itibaren Türk sağında ayrışmaya başlayan bir İslami muhalefet gelişmeye başlamış ve bazı dış konjonktürel koşulların da itelemesiyle Cumhuriyet tarihinde ilk kez Müslüman halka dayanan sistem dışı bir muhalif güç ortaya çıkmıştır. (67)

Modernleşme aracı olarak dış yardım

60. ...ilerlemenin yönü “Batı Modeli” olarak saptanmıştır. (70)

61. Dış yardım, batılı olmayan toplumların modernleştirilmesi için bir araç ve strateji olarak...

62. Dış yardım veren zengin ülkeler, hangi motiflerle yoksul ülkelere yardım etmektedirler?

63. Politik ve stratejik motifler...Ekonomik ve ticari motifler....Etik ve hümaniter motifler...

64. Dış yardıma ilk defa başvuran ülke Amerika idi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya iki bloka ayrıldı. Soğuk savaş atmosferinde yani 50’li ve 60’lı yıllarda, özellikle kapitalist zengin ülkeler yoksul üçüncü dünya ülkesinin komünist bir rejime geçmesini engellemek ve kendi nüfuz alanlarında tutmak için dış yardım silahını kullanmaya başladılar. Örnek: Marshall yardımı: “1. Avrupa ülkeleri aldıkları yardımı Amerika2dan alış-veriş yaparak değerlendirmek zorundaydılar. 2. Yardım alan ülkeler, Amerikan yatırımlarını ve Amerikan mallarının ithalatını sınırlayıcı önlemler almayacaklardı. 3. Yardım alan ülke, komünist bir politik çizgi izlemeyecekti” gibi koşullar taşıyordu.(76)

65. Altmışlı yılların ortalarından itibaren dış yardıma arka planında ekonomik motiflerin yattığı yönündeki araştırmalar hızlandı. Bu araştırmalarda ileri sürülen iddialara göre, kapitalist ülkeler kendi ekonomik çıkarları için dış yardımı bir araç olarak kullanıyorlardı. Ekonomik çıkarların başında, yoksul ülkelerden sanayileşmiş zengin

Page 49: Akademik kaynaklar dizini

ülkelere hammadde akışını güvence altına almak, ihracatı finanse etmek ve yatırıma elverişli bir iklim oluşturmak gerekiyordu. (77)

66. Her ne kadar dış yardım siyasal ve ekonomik çıkarları gerektiriyorsa da, bunun bir de humaniter ve ahlaki bir arka planı vardı. Kapitalist ülkeler bir yandan kendi egoist çıkarlarını maskelemek, diğer yandan da içerdeki üçüncü dünyacı grupların baskılarına cevap verebilmek için dış yardımın bu boyutunu ileri sürüyorlardı. (77)

67. Dış yardım, işlevleri ve arka planında yatan farklı motifler itibariyle merkez ülkelerin çevre ülkeleri güdümleme amacına dönük çok yönlü (siyasi-ekonomik-ideolojik-hümaniter v.s.) bir denetleme aracıdır. (78)

61.(iç pazarı doymuş) sanayileşmiş ülkeler...

68. Kendi ürünlerini pazarlamak için nüfusun yoğun olduğu gelişmekte olan ülkelerde büyük Pazar alanları açmak, sanayi ülkeleri için bir zorunluluktur. Bunun yanında gelişmekte olan ülkelerden sanayi ülkelerine düzenli olarak hammadde akışı sağlamak gerekmektedir. (1962 tarihli işverenler notası-Hollanda hükümetine verilmiştir....) (80)

69. Toplumun bütün kesimlerinin çıkarlarına uygun düşecek bir düzenleme...(82)

70. Dış yardım, kısa vadede yoksulluğun görece katlanılır hale getirilmesine hizmet etmekte...(85)

71. Zengin kuzey ülkelerini korkutan güney ülkelerindeki gelişmeler nelerdir? Göçler; mülteci dalgası, uluslar arası terörizm, uyuşturucu ticareti, borçlar; dini ve ulusal hareketler, çevre kirliliği, güvenlik rizikoları...(86)

72. Batılı insan elde ettiği refahı başkalarıyla da paylaşmak istemiyor. Sorun, yüksek standartlarda yaşam sürmeye alışmış insanların kendi refahından taviz vermeye yanaşmamasından kaynaklanıyor. (86)

73. Batılı gözlemciler İslam dünyasındaki İslami hareketlerle özellikle ilgilenmeye başlamışlardır. İslam’ın uyanışı, statükoyu kendi çıkarları doğrultusunda muhafaza etmek isteyen batılı emperyalist güçler için bir korku kaynağıdır. Batılının korktuğu İslam, ne “Suud İslamı”dır ne de “Pakistan İslamı”dır. Çünki bu ülkelerdeki İslam, yeryüzündeki güç ilişkilerini ve dengelerini yeryüzündeki müstazaflar(sömürülenler) lehine değiştirmeyi amaçlıyor. Batılı ülkelerin korktuğu İslam, güç dengesini altüst edecek anti-emperyalist ve devrimci İslam’dır. (86-87)

74. Dış yardımın işlevleri; (sömürülen ülkelerdeki ekonomik) durumu katlanılır bir hale getirmek; kendi çıkarları doğrultusunda

Page 50: Akademik kaynaklar dizini

kurulmuş olan dünya düzenini ayakta tutan işbirlikçi rejimlerin devrilmesini önlemesi, bu ülkelerden batıya kaynak aktarımını sağlaması; üçüncü dünyada alım gücünü artırmak, ulusal ve uluslar arası düzlemde zengin ve yoksullar arasındaki çatışmayı yumuşatmak; yoksulluk, baskı ve sömürüye karşı mücadele eden baskı gruplarını nötralize etmek...(88)

75. Sorunun nedenlerine değil, belirtilerine yönelik bir mücadeleyi öngören(çözümler..)(98)

76. ...Yerel kültürlerin kendi normatif(....) perspektifleri içerisinde, statükoya karşı toplumun iç dinamiklerinden hareketle bir çıkış yolu bulunabilir. Kültürlerin diyalektik yapısı, kendi gelişme projesini ve bu proje içerisinde (kadın-erkek) ilişkilerini yeniden konumlandırabilecek bir durumdadır. Aksi taktirde, dışarıdan getirilecek modeller hiçbir zaman sorunları çözemeyecek, hatta işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. (101)

77. Eski bir Hollanda sömürgesi olan Endonezya’nın İslam’ı hala Hollanda üniversitelerinde öğrendiğine bakılırsa, (Endonezya Din İşleri Bakanının) Protestanlığı andıran İslam anlayışının kaynaklarının neresi olduğu daha iyi anlaşılır...(106)

78. Olanı olması gereken diye kabul etmek zorunda kalmak....(108)

79. ...toplumsal ve kültürel yaşama yön vermeye başlaması....

80. ... orijinal kaynaklarından uzaklaşmış ve egemen sınıfların çıkarlarına yataklık eden bir mahiyet kazanmıştır. (109)

- Tepkisel bir karakter...

81. Türk ailesi son yetmiş yıllık süreç içinde gerek politik ve gerekse hukuksal güdümlemeler, gerekse makro-planda yürütülen ekonomik ve toplumsal modernleşme süreçlerinden etkilenerek günümüzdeki çekirdek aile konumuna gelmiştir.(117) (batı ile farklı süreçler izlemesinin sebepleri)

82. Batıda toplumsal güvenlik şemsiyesi çok daha kapsayıcı olduğu için bireycilleşme, atomize olma ve anomi süreçleri daha yıkıcı bir şekilde tezahür ediyor...(118)

83. İslam kültüründe dinin bir başka karşılığı fıtrattır.

Modernleşme Ve Din: Kapitalizm, Protestanlık Ve İslam

84. Protestanlığın batı toplumunda oynadığı tarihsel rolün İslam aleminde karşılığı....(123)

85. Weber, sosyal olayların izah edilmesinde tek-nedenli açıklama modellerine ilgi göstermez. (124)

Page 51: Akademik kaynaklar dizini

86. Batı kapitalizmi, tarihsel özelliğini oluşturan kar güdüsüyle(akılcı bir disiplini) birleştirmiştir. (126)

87. Dinin sosyal taşıyıcıları tarafından ilgili tabakaların gündelik ihtiyaçlarıyla uyumlu olan bir değerler dizisine dönüştürülmesi..... Halk İslam’ı...(128)

88. Hıristiyan teologlar İslam’ın tarihsel başarılarını şiddet, şehvet ve hileye dayandırarak açıklıyorlardı. Max Weber’in İslam sosyolojisi, İslam’a ilişkin çarpık yargılarının ekseninde gelişmiştir. (bu önyargı batıda nesilden nesile aktarılmış, öyle ki, aynı önyargılar, bizzat İslam dünyasında bile belirleyici konuma gelmiştir.) (bu şablona göre: batı iyiyi, doğu kötüyü temsil etmekte;batı toplumları dinamik gelişmeye açık ve hoşgörülü toplumlar, doğu toplumları ise statik, gelişmeye kapalı ve katı toplumlardır. Bu düşünce biçimi, bir yandan tipik bir yansıtma, diğer yandan da batının İslam dünyası üzerindeki sömürgeci faaliyetlerini meşrulaştırmaya yarayan bir işlev görüyordu...(129)

89. Gerek İslamcı reformistlerin, gerekse batıcı laik reformistlerin dine ilişkin düşüncelerini belirleyen ana paradigma; ilerlemeci modernizmdi. Modernleşme projesi II. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün batılı olmayan toplumlarda uygulamaya konuldu.(83-a) Geri kalmışlıktan kurtulma ve ilerleme için ortaya çıkan modernleşmeci tezler şu üç önermeden hareket ediyorlardı:

- Geri kalmışlık olgusunun temelinde yatan nedenler üst yapısal kültürel etkenlerdir. İlerlemek ve gelişmek için batının sadece bilim ve teknolojisini transfer etmek yeterli değildir, bunun yanında bu olguları besleyen zihinsel ve kültürel öğeleri de taşımak gerektir.

- Geri kalmışlık dışsal etkenlerden ziyade içsel etkenler tarafından belirlenmiştir. Bu nedenle içsel bir çıkış yolu bulunamaz. Batıdan dış yardım, yabancı sermaye v.s. almak zorunludur....

- Batı, insanlığın genel evriminin doruk noktasını temsil etmektedir, onu model almaktan başka çare yoktur. Nitekim batılı olmayan toplumların da varıp dayanacakları nokta burasıdır. (132)

(Bugün bu önermelerin, batılı olmayan toplumların bilim ve teknolojide ilerlemesini değil, aksine bunun önlenmesini sağlamak, toplumu kendi iç dinamiklerinden yoksun bırakarak kalkınma disiplinlerini baltalayarak bir modern tüketim pazarına dönüştürme projesi olduğu anlaşılmaktadır.

90. (Günümüzde) Laikler(laikçiler) dine doğrudan karşı koyma yerine, hem radikal sistemin hareketlerini bastırmak hem de hala vazgeçiremedikleri modernleşme projelerine halktan destek koparabilmek için İslam’ın yeni bir versiyonunu aktif olarak devreye sokmayı deneme yoluna başvurmaktadırlar..........(133)

Page 52: Akademik kaynaklar dizini

91. Diyanet, Türkiye’de geçerli olan modernist İslam’ın kurumsal gövdesidir...(133)

92. (84)’te belirtilen tutumun sebebi: radikal İslam’ın güçlendiği koşullarda dine karşı geleneksel yaklaşımın nüanse edilmesi ve bu şekilde sistem adına azami yararlar sağlanmasıdır...(133)

93. MEŞRULAŞTIRMA İŞLEVİ : Her siyasi rejimin bir meşrutiyet sorunu vardır. Bir devlet halk nazarında ne kadar meşru kabul edilirse kendi varlığını o kadar kolay sürdürme imkanı elde eder. Bu açıdan laik T.C.’nin başından beri problemleri bulunmaktadır. (134) (diyanet, dini açıdan devleti meşrulaştırma işlevi görmekte)

94. Halkı Müslüman ülkelerdeki ulusal-modern devletin tarihsel ve kültürel bir arka planı bulunmamaktadır. Bu nedenle dışarıdan ithal edilen mekanizmanın ayrımcı ve baskıcı karakteri ağır basmaktadır. Çok kültürlü, çok etnik yapılı ve çok dinli bir toplumda, ulusal devlet tarafsız kalamadığından toplumsal yapıya uygun bir devlet modeli oluşturamamaktadır. Bu da toplumsal bütünlüğü sağlamada devleti zor durumda bırakmaktadır. (136)

88 Kışkırtılan tüketim...

95. Çok renkli yapıyı bir arada tutacak bir değerler sistemine sahip olmadığından; ulus-devlet, halen toplumsal bütünlüğü sağlayacak temel yapıştırıcı işlevinden dolayı İslam’ı kullanışlı bir malzeme olarak devreye sokmaktadır...(Resmi İslam) (136)

96. Kapitalizm(....) oluşup gelişmeye başladıktan sonra kendi dayanaklarını da oluşturmuş ve artık kendisinden olmayan dayanaklarını tahrip etmeye başlamıştır. (138)

97. (Günümüz toplumlarında) karar mekanizmalarına sözlerini geçiremeyenler hızla yoksullaşmaktadırlar. (143)

98. Yoksulluk sorunu bir büyüme sorunu değil, bir dağılım ve paylaşım sorunudur......(145)

99. Tek-tip üretime dayalı ekonomilerin en büyük çıkmazı, dış konjonktüre karşı oldukça duyarlı olmalarıdır. İhracata bağımlı ekonomilerin dış piyasa koşullarının ani değişimleri karşısında hareket serbestisine sahip olmaması yüzünden ülke köklü krize sürüklenmektedir. (149)

100. (Bu tip ülkelerde politik-ekonomik ve kültürel bağımlılık ortaya çıkar....) 1.6.1996

ÇAĞDAŞ SÖMÜRGE İMPARATORLUĞUKemal Kahraman, Seha Neşriyat ; 1989- İstanbul

Page 53: Akademik kaynaklar dizini

1- (Batı’lılara göre ) İslam dünyasında halk “çağdışı” bir kültürün (İslâm) içinde yaşamakta, bu da batılı eğitiminden geçmiş azınlık zümrelerin hakimiyetini gerektirmektedir.(8)

2- Teknolojik araçların ve gelişmelerin manivelâsını ellerinde tutmak, batıl güçlere (Rusya dahil) siyaset, toplum, ekonomi, kültür ve ahlâk gibi bütün alanlarda dünyayı kontrol etme, yönlendirme ve baskı uygulama imkânı vermiştir. (8)

3- Hiçbir dış güç biz batılıları kendi çıkarlarımız doğrultusunda ilerlemekten alıkoyamaz, ne Tanrı, ne Ruslar, ne de başka birisi .... (Mc. Namara...) (14)

4- Batıda örgütlenmiş mekanizma doysun diye nice yoksul ülkeler kendi ihtiyaçları olan tarım ürünlerini ihraç ediyor. (....) istatistikler muz üreticisi ülkelere, her bir dolardan sadece 10 sent kaldığını tespit etmiş. Kalan 90 sent ise batılı ticaret şirketini cebine girmektedir. Karşılığında ise (10 sent) astronomik rakamlarla değer biçilen sanayi ürünleri satılmaktadır. (14)

5- TV, insanları bir merkezden yönetilmesi ve baskı altında tutulması işini pekâlâ başarmaktadır. (16)

6- A.B.D. nin II. Dünya savaşına girmekte gecikmesinin sebebi, İngiltere’nin zayıflamasın beklemek ... bilahare Almanya’yı imha .... böylece dünyanın tek ekonomik gücü haline gelmek ... (21-den özet)

7- B.M. nin asıl fonksiyonu, mevcut uluslararası statüyü yani nüfus bölgeleri yapısını korumak ve buna riayet edilmesini sağlamaktır. (26)

8- Yeni bir oluşumu önlemek.... (27)

9- İran – Irak savaşı denilen şey, ABD’ye karşı bağımsızlık savaşı veren İran’ı (ABD’nin kontrolü dışında yani bir oluşuma yönelen İran-ı demek daha doğru) durdurmak üzere Irak’ın maşa olarak kullanılmasını hazin hikayesidir. (27)

10-    Afganistan’ın işgali, Ruslar’ ın kendi ideolojilerine indirdiği son darbe oldu. (29)

11- (Batı kültürü, Batı’ da bile sönmeye yüz tutmuş iken, hâlâ üçüncü dünya ülkelerinde çağdaşlaşma olarak yansıyama devam etmesi ...) (Bu durum) gezegenler ve uydular gibi fonksiyon gösteriyor. Işık kaynağına ise oldukça uzak bir noktada bulunduklarından çok önceden gönderilmiş ışıklar (..... yıllarında) hâlâ yansıtıyorlar. Oysa ışık kaynağı ya sönmüştür, ya sönmeye yüz tutmuştur. (30)

12-    Kısaca söylemek gerekirse, televizyonlarda devamlı seyrettiğimiz “Amerika rüyası” , bilmeliyiz ki üçüncü dünyanın sırtında yükselmiştir düşmesi de Amerikan şirketlerinin, kongrenin

Page 54: Akademik kaynaklar dizini

veya UNESCO- nun insafa gelmesine değil, bu dünyanın silkinmesine bağlıdır. (31)

13-    Kelimeler, toplumsal değişmelere göre anlam kaymasına uğrayarak, orijinallerinden tamamen farklı şeyler ifade etmeye başlayabiliyor.(35)

14-    Halk: Batılı güçler hegemonyası altında bulunan bütün dünya (35)

15-    İyi bir Kızılderili, ancak ölü bir Kızılderili’dir. (36) (Amerikalı bir general)

16-    (Ortadoğu- 3.dünya ülkelerindeki) Bu ülkelerdeki yönetimler mevcut evrensel sistemi rahatsız eden unsurları “vekâleten” ve gözünü kırpmadan cezalandırabiliyor. ABD, “bu işe” Müslümanların aklının bir türlü yatmadığını bildiğinden, özellikle İslâm ülkeleri denilen gruptaki devletlerden gözünü ayırmıyor. (37)

17-    Dünya barışı: Politik bir ifadedir ve gerçekten “ABD hakimiyeti ” anlamına gelmektedir. (dünya bugünlerde iyi Kızılderililer doludur) (38)

18-    BM, batı uygarlığının bir ürünüdür ve bu uygarlığın çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere şekillendirilmiştir. (45)

19-    Siyasi tavır olarak İslâm uygarlığı, kabile, toplum ve uygarlıkların çeşitliliği gerçeğini tanımış ve bu çeşitliliğe asla yukarıdan bakmamıştır. Aksine çeşitliliğin ilahi irade tarafından verildiğini kabul etmiştir . (47)

20-    İster NATO da ister AET de olsun, batının gözünde Türkiye’nin belli bir yeri vardır. O, aileden değildir. Çeşitli “yararlılıkları” nedeniyle evlât edinilmiştir (54)

21-    İslâm Batı teknolojisi ürünlerini tüketilmesine hiç de uygun olmayan, aksine Batılı dev şirketlerin uluslararası pazarını baltalayan, sömürüye meyden vermeyen bir yaşayış biçimi önermektedir. (56)

22-    Batı, Türkiye ile olan ilişkilerinde her fırsatta Türkiye’nin kimliğini sorgulamaktadır. Türkiye’nin AT’a kabul edilmemesinin gerçek nedeni de henüz batı toplumunun kültürel yapısı içinde yeterince “asimile” olmamasıdır.(56)

23-    (1985 yılında Reagan Gorbaçov arsında gerçekleşen Cenevre zirvesi ) Bu zirve toplantısı ABD ve Rusya için iyi bir gövde gösterisi fırsatıydı. Yeryüzünü aralarında paylaşama kavgası veren bu iki devlet, hiçbir zaman karşı karşıya gelmediler ve çıkar çatışmalarını küçük devletlerin sırtında yürüttüler. Bu amaçla önce iki amansız düşman olduklarını bütün insanlara kabul ettirdiler. Bu imajdan iki yönde yararlanıyorlar: önce, çeşitli ulusları ve kültürleri

Page 55: Akademik kaynaklar dizini

barındıran kendi ülkelerinde, ortak bir duygu atmosferi oluşturarak iç bütünlüğü koruyorlar. Nüfusun üçte biri Müslüman olan, Rusya için önemli bir faktör bu. Genç Gorbaçov karşısında puan ve itibar kaybetmemekte olan ABD başkanı Reagan içinse, bir kendini yenileme fırsatı. İkinci olarak, yeryüzündeki diğer insanları bu iki devletin kanatları altına girmekten başka çare olmadığına inandırıyorlar. Bu da, kontrolü altındaki ülkelerin yarıdan fazlası Müslüman olan ABD için önemli bir faktör. Kendileri için bunca önemli bir mekanizmayı çalıştırmak amacıyla, ABD bir mekanizmayı çalıştırmak amacıyla, ABD ve SSCB doğal olarak, “yalnız kendi güçlerini değil, karşısındakini gücünü de üstün gösterme gayreti” içindedirler. (53)

24-    ABD ve Rusya’nın çoktan kararlaştırdıkları bir şey vardı: Başka hiç bir ülkeni nükleer silah üretmesine izin vermemek ; Buradaki başka denilen ülkeler: İngiltere, Fransa ve İsrail gibi ABD müttefiki ülkeler değil, İslam ülkeleridir. Pakistan, bu yöndeki girişimleri dolayısıyla tehdit edilmektedir. (61)

25-    Gorbaçov Rusya’nın üçüncü dünya ülkelerini işgal ederek marksist rejimler kurmasını, her zaman “özgürlük savaşların destekleyecekleri şekilde cevaplamakta idi. Bilindiği gibi aynı şekilde ABD, kendisine bağlı ülkeleri “ özgürlükçü demokrasi ülkeleri” olarak adlandırmaktadır. Batıda Fas, Tunus, Mısır gibi Arap ülkelerinden başlayarak doğuda Malezya ve Endonezya’ya kadar uzanan “İslâm ülkelerinde” gelişen İslâmi duyarlılığa karşı azınlık yönetimlerinin demokrasiyi koruma yolunda ortak destekçisi ABD’dir (61-62)

26-    Ortadoğu, zirvedeki iki ülkenin çıkarlarının çatışma bölgesidir. Fakat, İran’ı ayrı tutacak olursak, bu bölgede ABD’nin borusu ötmektedir.

27-    Türkiye’nin Ortadoğu’daki İslâm ülkeleri ile ilişkilerini daha da derinleştirmesi, ittifakı (NATO) endişeye sürükler. (62)

28-    Bu gün Rusya’da olup bitenlerin ışığında söyleyebiliriz ki, Marx (......) bir anti-marxistti . (.....) Sovyetlerde uygulanana ve adına marksizim denilen devlet kapitalizmi kuşkusuz marx’in düşündüğü türden bir sistem değildir. Marks Rusya’ nın çehresini, değiştirdiği gibi, Rusya da Marx’ ın çehresini iyice değiştirmiştir. (68)

29-    Mark’a göre, insan ilişkilerinin temel faktörü ekonomidir. (69)

30-    Rusya 1880-1890 yıllarında hızlı bir endüstrileşmeyi ve buna bağlı olarak sosyal değişmeyi yaşamıştır. (70)

31-    Sovyetler’in 19. Yüzyılda Orta Asya’daki baş gösteren isyanlara karşı kullandıkları doktrin : (Afganistan’da da uygulanmıştır.) (Aynı doktrin ABD hegomanyasına karşıt yönetimler içi de geçerli : )

Page 56: Akademik kaynaklar dizini

32-     Gizlice sızmak, etkilemek, önde gelen liderleri ve kumandanları öldürmek suretiyle direniş organizasyonlarının yönetim kadrosunu dağıtmak veya ele geçirmek, Sivil nüfus üzerine dayanılmaz zorluklar yükleyerek direnişçilerin halkı desteğini ve ekonomik temelini yıkmak. İşgal altındaki bölgenin direniş bölgesinden etkili bir şekilde izole edilmesi. (92)

33- İngilizlerin Mekke şerifi Şerif Hüsiyen’e Osmanlı “boyunduruğundan” kurtulmaları halinde kendisine halifelik ve Araf ülkelerinin krallığını vadettikleri, O’nun da 10.06.1916 tarihinde Osmanlıya karşı Arap isyanı başlattı, Oysa, bu tarihten tam 22 gün önce müttefikler arasında Sykes-Picot anlaşması yapıldığı (gizli) bu anlaşmaya göre Osmanlı dan ayrılan toprakların manda yönetimi sistemi kabul edilerek paylaşılmıştır. Bu durum batıl güçlere umut bağlayan Arapları şaşkına çevirmiştir. (102)

34-    Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sürecinde Orta Doğu’da kurulan irili ufaklı devletlerin temelinde hep batılı eski kolonicilerin imzaları var. Hem de bu devletlere “milliyetçilik cereyanını ” yayarak, kendi kendilerine kurtuldukları izlenimini bırakmışlar. Meselâ, İngilizlerin gitmesinden sonraki Mısır’a bakarsanız Mısır nasyonalistlerinin bağımsızlık yolunda mangalda kül bırakmadıklarına şahit olursunuz. Tabii, nasyonalister, elit aydın kesimi oluşturuyor da ve aslında ülkeye hakim olan batılı gücün (İngilizlerin) tezgahında yetişmiştir. Bu tek taraflı bir olaydır ve tamamen batılı gücün kontrolünde gerçekleşmiştir demek istemiyorum. Ancak, Batılılar şartlara en uygun tavrı aldılar, alıyorlar. Kendilerine aracılık edecek yerli, batılı eğitimden geçmiş bir eli kesimi zaten yetiştirmişlerdi. Ve bu kesimin kendi topraklarında iktidar hırsına kapılması normaldi; yabancılara karşı halkı harekete geçirebilirlerdi, yani alternatif bir güce sahiptiler. Halkın bağımsızlık asabiyeti çatışmaya dönüşünce, daha usta politikacı olan İngilizler Mısır’dan “uygun şartlarda” ayrılmasın bildi fakat, Cezayir halkını uzun ve yakıcı bir mücadele bekliyordu; Fransızlar modası geçmiş bir hakimiyet teorisinden vazgeçmemekte ısrar ediyordu. Uzun yıllar sonra da olsa Fransa İngiltere yi izlemek zorunda kaldı. Cezayir’in Müslüman halkı yüzyılın en şanlı ve uzun direniş savaşlarından birini gerçekleştirdikten sonra yönetimi, Cezayir kökenli olmaktan başka fazla bir özelliği bulunmayan bir elit kesime bıraktı ve yeniden sessizliğe gömüldü (...............................)

35-   .... kendilerin böyle bir ideolojiye atfeden bir zümrenin diktası altında yaşıyor ......... halkı (110)

36-    Uluslar arası meşrutiyet kazandırma mekanizmaları ..........(114)

Page 57: Akademik kaynaklar dizini

37-    Bir devletin meşru sayılmasını sağlayacak kriterler nelerdir? Siyaset biliminin “meşrutiyet sorunu” için dikkate aldığı temel kriter; temsil yetkisi. Bir devletin gerçekten kendi halkını temsil edip etmediğine bakılır, meşru olup olmadığına karar verilir. Halkın soysa ve kültürel yapısının bir ifadesi olmayan devlet, temsil yetkisini meşru olarak elinde tutmuyor demektir. (115)

38-    Bugün, Müslüman ülkelerde de Müslümanlar ikinci sınıf muamelesine maruz bulunmaktadırlar (115)

39-    Suriye, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri düşünelim; Bu ülkeler hakkında bütün bildiğimiz, bir avuç asker ve hanedan; halkın varlığından söz edemeyiz...(116)

40-    Filistinliler bugün, baskı gurubu oluşturma ve haklarının dile getirme imkânı bakımından , bir çok Arap ülkesindeki Müslüman halktan daha iyi durumdadır. (116)

41-    Batı için sistemin ne olduğu değil, kime çalıştığı önemlidir.(118)

42-    Olay ne ve nasıl olursa olsun, herkes onunla kendi fikrini ispatlıyor (121)

43-    Olaylar ve durumlar karşısında bize düşen, ortalığı kasıp kavuran propagandaların yoğun baskısından sıyrılarak sağlıklı değerlendirmelere bir yol bulabilmektir (123)

44-    İslam’ın politik gücü ...(129)

45-    Aslında açık bir kapıya yüklenmek ... (129)

46-    Bugün Afrika’daki Fransız İmparatorluğu’ndan geriye 12 küçük devlet kalmıştır. Bu devletler, uzun süren sömürge döneminde zorla yerleştirilen ekonomik ve politik sistem nedeniyle, fiilen bağımlı hale getirildikten bağımsızlık simgeleri (sınırlar, bayrak, lider, para v.s.) hep göstermelik düzeyde kalmıştır. Bunlar hep yeni sömürgecilik çağının göstergeleridir. (Washington hakimiyetinin etkisi daha derinlerde ve daha yıkıcıdır.) (Yüzyılımızın başlarına kadar İstanbul’un konumu, İslâm dünyasını kuşatan, kavran bir yerdeydi. Kolları Filipinler’den Atlas Okyanusuna kadar ulaşan bir devin denge merkeziydi İstanbul. Bu yüzden bu devi düşürmek isteyenler İstanbul’u hedef aldılar. Şimdi, dünya bu devin doğrulma girişimlerine sahne oluyor. Bu girişimler, artık karşısında Londra’yı değil, Washington ve Moskova’yı buluyor. (İstanbul, İslâm dünyasının ve bütün sömürgeleştirilmiş insanların umuduydu.) (ŞEHİRLERİN MİSYONU) (131)

47-    Günümüzde ABD ve Rusya birbirleri hakkında korku hikâyeleri üretiyorlar. Bu hikâyeler doğru olabilir ama bu iki gücün düşmanlığı senaryosuna inanmak kolay değildir. Çünkü henüz karşı karşıya gelmiş değillerdir. Bunun yerine kendilerine zarar

Page 58: Akademik kaynaklar dizini

vermeyecek zaman ve ortamlarda yerel savaşlar çıkararak silah teknolojilerin deniyorlar. Teknolojik gelişmeler, “üçüncü dünyada” yönetici elitin ve varlıklı kesimin hakimiyetlerin pekiştiriyor (130)

48-    Misyoner çalışmaları, halkı yaşam biçimi ve kültür olarak parçalara bölmektedir. (136)

49-    (5-137-142) – fotokopi (Endonezya Kiliseler birliğinin hazırladığı çalışma programı)

50- Bir güç olarak değil – bir uygarlık olarak hakim olmak.

51- Halkın çıkarları ile değil, yönetici konumdaki kimselerin çıkarları ile bağdaşan sistemler.

52-    İngilizler, sömürgelerinde toplumlar ve kültürler arası farkları her fırsatta körüklemektedirler. Cephemizi güçlendirme işinde Çinli etnik azınlık bize daha yakındır. Çünkü onları Hıristiyanlaştırmak (......) daha kolaydır. Çinlilerin Endonezya’daki etnik rolü Hıristiyanların lehine olduğundan Çinliler mümkün olduğu kadar korunmalıdır. (139) (...................................)

53-    Hindistan, milli bir devlet karakteristiğine sahip değildir. Batının (İngiltere) ortaya çıkardığı suni bir yapının uyumsuz özelliklerini taşır. Fakat her şey “demokrasi” şemsiyesi altında Hindu aristokrasisinin kontrolüne terkedilmiştir. (144-145)

54-    Hindistan’da Brahman sınıfı, bütün nüfusun %3 ünü oluşturur fakat ülke varlığının %85’ini elinde bulundurur. (145)

55-    ABD dış politikasında ......in görevi:

56-    Sömürgeciler tarafından seçilen yerel yöneticiler, halka karşı bir politika izlediler ve doğal kaynakların maksimum sömürüsünü esas alan bir sistemi kurumlaştırdılar. (160)

57-    Lokal ihtiyacı karşılamak için yapılan üretim, dış Pazar için yapılan üretim ..... (para sistemine göre yiyecek (üretilen mal) ihtiyacın değil, paranın olduğu yere gitmektedir. (162) Kıtlık bazıların mahkum ederken, bazıların zengin eder. (163)

58-    İhraç ürünü tuzağı (tarımda) uyuşturucu alışkanlığı gibidir. (166)

59-    Yiyecek bakımından kendine yeterliliğe dayana geleneksel sistem ....(168)

60-    Yaygın kanaatin aksine olarak bugün Afrika’nın içinde bulunduğu kriz, tabii afetlerin bir sonucu değildir. Afrika gözü doymayan bir uluslararası sömürü mekanizmasının göstergesidir. (170)

61-    Üretimin artış göstermesine rağmen, Afrika’da hayat standartları kötüye gitmiştir. (171)

Page 59: Akademik kaynaklar dizini

62-    Bölgenin tabiatına göre yüzyıllar içinde şekillenmiş bir ekonomik ve sosyal yapı, koloniciler tarafından bozulmuş ve batının (çıkarlarına göre) lehine değiştirilmiştir. (173)

63-    Afrika bugün çelişkiler içindedir. Bir yandan yoksulluk vardır. Öte yandan milyarlarca dolarlık askeri yatırımlar. Ellerinde hiç bir güç bulunmayan Afrika halkına direnmek için islâm kafi gelmektedir. İste bu pervasız tehlikeye karşı Afrika,cetvelle parsellenmiş her isime bir bayrak ve bir diktatör bağışlanmıştır. (bu silahların Müslümanların kontrolüne geçmemesi için batı yanlısı (batıcı elitlerin kontrolündeki ) yönetimlerde Müslümanları ayıklayan bir mekanizma bulunmaktadır.) (173)

64-    (Dış yardımların amacı) yerel çözümleri engelleme fonksiyonu .......(yerli sektörleri baltalayan dış yardımlar....)

65- Amaç, devamlı yardıma muhtaç bir yapıyı korumaktır.

66- Eskini siyasal bağımlılıkları artık ekonomik bağımlılığa dönüşmüştür. (174)

67-    Milli endüstrileri geliştirmek çabaları, Batı’nın mevcut pazarlarını tehdit etmektedir. (-)

68-    Öğrencilerin hastalıkların sosyal ve ekonomik temellerini görmesini engelleyen, pahalı ilaçlar ve tedavi yöntemlerini kullanmaya teşvik eden bir tıp eğitimi ..... (187)

69-    İçinde islâmi motifler ağır basan milli kültürler, her ne kadar (batı kültürü içinde) erimelerini engelliyorsa da, aynı kültürler, (batı’ya karşı birleşip) bütünleşmeyi de önlüyor. (195)

GARPLILAŞMANIN NERESİNDEYİZProf.Dr. Mümtaz Turhan; Yağmur yayınevi İst.-1980

1. Garp medeniyetinin esas kıymetleri...(13)

2. Aksi takdirde yıkılmak istenen taassup zihniyetinin yerine yine mevcudu muhafaza gibi başka neviden taassup zihniyeti konmuş olacaktır.(15)

3. Bir cemiyeti muayyen bir tarzda davranışa sevk eden amil ve şartları hazırlamak (eğitim) (17)

4. Türk milleti hiçbir zaman hakiki medeniyet hamlelerine karşı ciddi bir mukavemet göstermemiştir. Onun mukavemeti, medeniyet perdesi altında, onun kültür şahsiyetine yönelen darbelere olmuştur ki, bu gerçekte sıhhatli bir tepkidir. (21-uyarlama)

5. Dokunulmaz ve tartışılmazın arkasına sığınmak; cahil ve şahsiyetsiz insanların bir tavrıdır. Yine dün toplumumuzda tartışılmaz

Page 60: Akademik kaynaklar dizini

niteliği taşıyan inançların arkasına saklananlar; gerçekte; bugün toplumumuzda tartışılmaz hale gelmiş düşünceler...

6. *Garbın şarka kolayca vereceği en faydalı şeyin ilim ve ilmi zihniyet olduğu gittikçe artan bir vüzuhla aşikar bir surette görülmektedir. İlim ve ilim zihniyeti bir memleketten diğerine, bir ırkdan ötekine nakledilebilir;yeter ki, ortada rasyonel bir cemiyet bulunsun.(48) (498) (İngiliz Whitehead)

7. Gayet objektif ve rasyonel olan Japon kafası, garbın hudutsuz üstünlük ve kudretinin ilimden geldiğini ve bu sahada onu sadece taklit etmenin kendilerine ancak mahdut bir fayda temin edebileceğini aşikar olarak görmüştür. (48) (İngiliz Prof. Bernal)

8. Batıdan hemen hiçbir sahada daima iyi alınamamış, yine kendimizden hiçbir sahada, yalnız fen unsurlar terk edilip iyiler muhafaza edilememiştir. (58)

9. *Bu iki asırlık faaliyetin ilk yarısında, bütün gayretlerin, ordunun ıslahı hususunda toplandığı görülür. O zamanın mücedditleri Avrupa karşısındaki mağlubiyetin sebeplerini, ordunun kifayetsizliğinde, orduda düzenin bozulmasında ve garbın üstünlüğünü de askerlerinin iyi yetiştirilmiş olmasında bulurlar. Binaenaleyh orduyu ıslah etmek veya garp tekniğine göre yeni bir ordu meydana getirmekle meselenin halledilebileceğine kanidirler. (...)

10. Tanzimat bu bir asırlık garplılaşma hareketindeki gayenin iflasını ilan eder. Bu devirde Avrupa’ya başka bir cepheden yaklaşma istenir. Garplılaşma hareketi gayesini değiştirmiştir. İmparatorluğun kurtuluşunun çaresi bu defa da, onun teşkilatının, içtimai bünyesinin değiştirilmesinde, Avrupa devletlerinin yapısına benzetilmekte ve bilhassa hür ve meşruti bir rejim kurmakta görülür. (96) (Zira evvelce; batı ile askeri mücadele olduğundan; askeri nitelikler mukayese edilmiş...)

11. Batının “beyin göçü” politikası karşısında buraya gönderdiğimiz talebelerin, ilmi bir kıymet olması halinde, batının cazip imkanlarına, ülkemizin mahrumiyetlerini tercih etmesini nasıl sağlayacağız?....

12. *Çünkü bugün medeni, ileri bir millet demek, hakiki ilme, ilim zihniyetine ve bunlarla mücehhez olarak yetişmiş münevverlere sahip cemiyet demektir. (199) (önsöz)

13. *(İnsan değişmedikçe değiştirilen) bir müessesenin, evvelce mevcut olanın yerine geçip onun fonksiyonunu üzerine aldığı ve değişen muazzam bir görünüş, parlak bir cephenin arkasında hakikatte asıl değişmesi arzu edilen ve beklenen şeylerin tıpkı eskisi gibi devem edip gittiği görülür kü, bu da bize tahavvülün tamamıyla

Page 61: Akademik kaynaklar dizini

sathi kaldığının ve şekle inhisar ettiğinin müşahhas bir delilini verir. (212)

14. Çünkü asırlardan beri kendi öz realite ve ihtiyaçlarımızla olan temasımızı kaybetme yüzünden, artık hangi çarenin hakiki ve tedbirin zaruri olduğunu takdir edemiyoruz. (216)

15. Hele taazzuv ve teşekküllerini, muayyen bir tarihi oluşun çerçevesi içinde tamamlamış olan hadiselerin izahı için (bu hadiselerin) tahlili zaruridir. (226)

16. Bir tahsil sisteminde muhtevanın sıkı sıkı gayeye bağlı olduğu, buna göre hazırlanıp tertiplenmesi icap ettiği bilinmektedir.(246) (İşte; kendi kültürel varlığımıza yönelen tahrip ve tasfiye hareketi; batılılaşma gayesine göre planlanan bir eğitim sisteminin tezahürüdür...)

17. Topluluk hayatını nizama koyan kıymetler...(252)

18. Milli ve manevi değerlerimizi ezberleyen değil, davranışlarıyla ifade eden bir nesil...

19. Cehalet kavramı:( Milli ve manevi değerlerimize bağlılık; cehaletin bir göstergesi haline gelmiş bir cemiyet yapısı.................)

20. *Çünkü Türkiye’nin realite ve ihtiyaçları dışında meydana getirilecek bir sistem kendi içinde ne kadar mantıki, ne kadar ahenkli ve cazip olursa olsun beklenilen neticeyi vermeyecektir. (325)

21. *Türkiye şuurlu bir şekilde garba yöneldiği zaman bu medeniyetin temelini teşkil eden ilim, ancak bir buçuk asırlık bir tarihe sahipti ve teknik halinde tezahürü ile endüstriye tatbiki henüz yeni başlamıştı. İlmin cemiyet hayatının diğer sahalarına tatbiki ise ancak yirminci asrın ilk çeyreğine rastlar. Görülüyor ki, bizimle garp arasındaki uçurum, biz garplılaşmaya başladıktan sonra derinleşmiştir. (330)

22. Birçok ihtilaf grupları ihtiva eden bir cemiyetin ilerlemesi, kalkınması şöyle dursun, hayatının hali hazırını idame ettirmesi bile tehlikeye düşer. (399)

23. Kültür, içtimai tesanütün temelini teşkil eder. (409)

24. İlim yoluyla kafalarda bu nevi bir değişiklik meydana getirmeden ancak bunun bir neticesi ve ona bağlı olan davranışları insanlardan beklemek veya bunlara zorlamak mümkün değildir. (428)

25. *Bugün Türkiye’nin en mühim, en çetin problemleri, ilerleme ve değişme istemeyişinden değil, sür’atle değişmekte olmasından, bu hususta talepler karşısında münevverlerin aciz kalmasından doğmaktadır. Halk iş istemekte, çalışmak ve kazanmak istemektedir. Halk yol, su, mesken okul, fabrika ve her çeşit hakiki

Page 62: Akademik kaynaklar dizini

medeniyet vasıtaları istiyor. Bunlara kavuşmak için can atıyor. Halk bir an evvel refaha kavuşmak, diğer medeni milletlerin seviyesine erişmek için sabırsızlanıyor ve gecikmeden, başarısızlıktan dolayı kahroluyor. Onun için ilerlemeyi, modernleşmeyi, gelişemyi Türk halkından daha çok özleyen başka bir millet gösterilemez. (445)

26. *Halk, medeniyetin dinsizlik, cinsi laubalilik ve ahlaksızlık olmadığına, hele başı boşluk, mesuliyetsizlik ve sefahat ifade edemeyeceğine; örf ve adetlerine, geleneklerine bağlı kalmanın bağlı kalmanın moderleşmeye mani teşkil etmeyeceğine inanmaktadır. Halkın bu idrakinin, ilmi hakikatlere ve anlayışa daha uygun düştüğünü itiraf etmek zarureti vardır. (446)

27. * Bunlar bir cemiyeti zararlı iç ve dış tesirlere karşı en kuvvetli bir şekilde koruyacak, ona mahsus fertleri, her nevi sosyal grupları, teşkilat ve müesseseleri bir arada tutacak, böylece amorf bir kalabalıktan, ileri ve modern bir milletin doğmasını temin edecek kuvvetin milli kültür olduğunu bilirler. Onun için bu nevi bir kültürün meydana gelmesinde birinci derecede rol oynayacak olan din, dil, edebiyat ve her nevi san’at faaliyetleri, tarih, örf ve adetler, gelenekler gibi en mühim unsurları şu veya bu vesilerle zayıf düşürmek gelişmelerine mani olmak,başa istikametlere çevirmek ve mümkünse büsbütün ortadan kaldırmak esas gayelerini teşkil eder. (447)

28. Ortaçağ zihniyetine göre bir şeyin hakikat olabilmesi ona inanılabilmesi için bir otoritenin ağzından çıkması kafidir. Bu tarzda inanılan hakikat artık ne değişir, ne de değiştirilebilirdi, mutlaktı.(...) Ortaçağ zihniyeti fikir ve vicdan hürriyeti tanımazdı. Başka fikir ve kanaatte olanların işkence ve ölüme mahkum edilmeleri, ilim öncülerinin ateşe atılıp yakılmaları hep bu yüzdendi. İşte ortaçağ zihniyetinin otoriteye dayanan hissi, subjektif, dogmatik, mutaassıp ve müsamahasız tutumuna mukabil, ilim zihniyeti; mahiyeti icabı, objektif, hadise ve vakıalara hürmetkar, şüpheci ve gerçeğe bağlıdır. Hadiselerle, bunlar arasındaki münasebetlerin sahih ve kontrol edilebilir bir tarzda tespit edilmiş ifadelerinden başka hiçbir otorite tanımaz. (488)

29. *Bir hakikat kendi kendini empoze edeceğinden ona inanıp inanmamak elimizde değildir. Onun için ilmi hakikatlere inandırmak maksadıyla tazyik yapmak kimsenin aklından geçmez.(489) (bu sebeple ilmi zihniyet teşekkül etseydi, ilme uygun her inkılap kendi kendisini empoze edeceğinden, uymayan da tasfiye olunacaktı. İşte gerek inkılapçı, gerekse inkılaba karşı olanlar arasında ilmi bir zihniyet teşekkül etmediğinden, her iki tarafın tutumu da müspet ve menfi anlamda bir tartışılmasızlık olarak ortaya çıkmaktadır.)

Page 63: Akademik kaynaklar dizini

30. Esas, ana problemlerinin nelerden ibaret olduğunu göremeyen, ele aldığı meseleleri hakkıyla halledemeyen (veya, yanlış meseleleri ele alan) bir memleket, geri kalmış bir memlekettir. (513)

31. *Maalesef problem diye herkesin görebileceği müşahhas bir şekilde yüze çıkmış bazı belirtiler(tezahürler), hadiseler ele alınıyor. (518) (problemin kendisi değil görüntüleri ile uğraşmak) (Görülüyor ki, memleketimizde sözde münevverler arasındaki fikir ayrılığı bilgiden değil, umumi bir bilgisizlikten(cehaletten) ileri gelmektedir.) (543)

MİLLİ KÜLTÜR - MODERNLEŞME VE İSLAMProf. Dr. Orhan Türkdoğan; Yayınevi: Üçdal Neşriyat-İst.1983

1. Sosyal kimlik...(sosyal gerilimler)

2. Modernizme gelince, bu ister ferd isterse toplum seviyesinde olsun, yeni düşünce ve eylem kalıpları kazanılması olarak tanımlanabilir. Dünyamızda, düşünce ve aksiyonda bulunan hiçbir kimse, yeni ilerleme ve gelişme biçimleri karşısında kayıtsız kalamaz. İnsanın kendini yenilemesi, çağın düşünce sistemine göre kendini vaz etmesi (objektifasyon) nasıl bir gerçekse, inanç sistemleri ve ideolojilerin de yeni durumlar karşısında, yeni tutum ve davranış biçimleri kazanması tabiidir.(4) (işte, teknolojik gelişme çağın getirdiği şartlara göre, içtimai sulh ve istikrarı muhafaza durumu ile aydınımız, milli kültürümüzün bu iki yeni gelişme karşısındaki tutum ve davranışını tespit yerine batının...)

3. Toplumda tercih edilecek iktisadi, siyasi ve içtimai temeller, tarih içinde gelişen sosyal yapının kalıcı unsurlarını temsil etmedikleri sürece sathi ve teorik kalmaya mahkumdur.(7.uyarlama)

4. Milli kültürün hazinesi ve müzesi halk...(12)

5. Bu yeni sınıfın, (.....) batı tüketim normlarına dönük olması ve kendine has sathi bir kültür dokusunu meydana getirmesi toplumumuzda ortaya çıkan önemli sosyal değişmeyi teşkil eder. (.................) Bu yeni üst sınıfın kültürü, eski tehzibin aksine radyo, TV, magazin, foto-roman gibi dergileri ile kulüp ve gazino hayatından filizlenen “dolma” bir kültürdür. Üstelik de halk katlarında yaşayan milli kültürden büyük ölçüde inhiraf etmiştir. (13)

6. Milli kültürün kaynağı duygularımız, tehzibin kaynağı ise bilgiler olduğundan, bir millet başka bir milletten dini, ahlaki ve estetik duygularını taklitle kazanamaz, ancak, bilgilerimiz usule ve iradeye bağlı olması sebebiyle taklit edilebilir. O halde değişmeye açık olan milli kültür değil, tehzibtir. (18)

Page 64: Akademik kaynaklar dizini

7. Hayatiyetini muhafaza etmeye çalışan bir toplum. Bir yanda nesilden nesile intikal eden kültür yaratmalarına sahip çıkarken öte yanda, çağın gelişmelerine ilgisiz kalamazdı. Milli kültürü, kendi normları içinde bu ilerleyen şartlarla temasa geçirebilmek (esastır) için yeni bir takım kültür kalıplarına ihtiyaç vardır. (20)

8. Gökalp’e göre, medeniyet unsurları milli kültür yoluyla kabul edilmedikçe halkın yaşayışın asla nüfuz edemezler.(20)

9. Tanzimatın başarısızlığı, milli kültürün inşa etmeden Avrupa’nın medeniyetine yönelmiş olmasındadır.(23)

10. Enerji tasarrufu veya kısıtlaması olayında Amerikan toplumu, hangi tip kültür normlarının devreye sokulması halinde en verimli neticeyi elde edebileceklerini araştırmak suretiyle, meseleye ekonomik açıdan değil, sosyo-kültürel açıdan yaklaşmayı uygun bulmuşlardır.(33) (Bizde sadece savaş halinde)

11. Aynı şekilde toplumumuzda iktisadi kalkınma bakımından eksik olan kültür değerlerini seferber etmek için, milli kültürümüzün sosyal müesseselere göre bir sıralamasını yapma gerekir. Böyle bir tutum, kültür değerlerimizi nerede ve nasıl kullanacağımızı sağlar. Aksi takdirde, bir milletin ruhi değerlerine, sosyal ideallerine uymayan bir kalkınma modeli çoğu defa sistemi ters yönde etkileyebilir.(33)

12. Milli kültür, (...) fertlerin hassasiyetini bir mercek gibi müşterek meseleler üzerinde toplar.

13. Din de hiçbir zaman başka bir gayeye vasıta olmakla mevkiini muhafaza edemez. Dinin siyasi ve sair başka bir gaye için bir vasıta olduğunu kabul etmek yanlıştır. (128’den uyarlama)

14. Bu tür (karanlık işlerin) batıda örneklerini aramak suretiyle teselli bulmak sosyal ve iktisadi olaylara getirilmiş bir teşhis tarzı olabilir...(Batıcılar için)(235)

15. Ülkemizde, 1950’lerden sonra izlenen liberal ekonomik rejim, kısa zamanda milli ekseninden saparak, laik yapıdaki iktisadi zihniyeti de istismar etmek suretiyle, rahat para kazanan bir sınıfın toplum katlarında zirveleşmesine sebep olmuştur. Bu “para kıvıran” sınıf, kendine has dünya görüşü ve batı tüketim normlarına olan davranış kalıplarıyla, hakim kültürden saparak...(237)

16. 1970’lerden sonra köy ve şehirlerden gelen gençler üzerinde yapılan milli karakter veya sosyal değer yargıları (stereo tipler) istikametinde geliştirilen araştırmalarında: Dindarlık, toprağa bağlılık, mertlik ve yiğitlik gibi Türk toplumunun tarihilik niteliğini oluşturan kavramlar “modası geçmiş değerler” kategorisi içine ithal edilmiştir. Bunun yerine, geçerliliğin koruyan değer kalıpları olarak, tahsil-bilgi, ferdi özgürlük, maddiyat ve seksi değerler gibi bir seri

Page 65: Akademik kaynaklar dizini

batı normları almıştır. Ankete katılan öğrencilerin bugün: “Yurtseverlik ve milliyetçilik adına yapılan bir çok şeyin ya yarardan çok zaraz getirdiğine veya bu hususta bir karar veremediklerine tanık olmaktayız. (238)

17. Milli kültürümüz, geniş çapta dini inanç ve değerler sistemiyle bütünleşmiş bir yapıyı ortaya koyar. (239)

18. Günümüzde iktisadi prensipler eşya veya insan ilişkilerini düzenlerken, dini alanın (...) gereklerinden kendini soyutlamak suretiyle yeni bir norm ve biçim kazanacaktır. Ancak, sürekli iktisadi faaliyetlerde bulunan insani ilişkilerinin eşyalaşması (maddileşmemesi) için dini ve ahlaki değerlere ihtiyaç vardır. (242)

19. 1950’lerden sonra girişilen liberal ekonomik düzen, toplum katlarında yatan bu ahlaki ve manevi zihniyetten kendini tecrit etmek suretiyle laik diyebileceğimiz yeni bir iktisadi kimliğe bürünmüştür. Bu ise, 20-30 yılda batı tüketim normlarına dayalı, kısa zamanda kolay yollarla para ve servet kazanmayı hedef kabul eden yeni bir sınıfın türemesine sebep olmuştur. Bu ise, İslami prütanizmin ahlaki yapısına ters düşen çarpık bir kapitalist modeli ortaya çıkarıyordu. Oysa, kar için kar yapmak, protestan ahlakın esas zihniyeti değildi, bunun gerisinde çok çalışma, tasarrufta bulunma, yeni üretim kaynakları yaratarak yatırım hacmini geliştirme bir ideal tip olarak benimseniyordu.

20. 1950’lerden sonra toplumumuz batının sosyal tarihine damgasını vuran bir iktisadi sistemi benimserken onun temelinde yatan protestan ahlakı gibi dini norm ve değerleri görmezlikten gelmiş, sadece ve sadece maddileşmiş bir iktisadi faaliyeti bütün formlarıyla bünyesine aktarmıştır. Bu durum, bazı iktisatçıların haklı olarak iddia ettikleri çarpık bir kapitalist sistemin yaratılmasına sebep olmuştur. (243)

21. Türk aydını, kendi toplumunun tarihi gelişimine damgasını vuran bir iktisadi sistem yerine yabancı toplumların tarihi gelişimine uygun, sosyo-kültürel şartları yansıtan modeller aramakta devam edecek midir? Bu iktisadi ve sosyal sistemleri benimserken, onları yoğuran ve biçimlendiren ahlaki zihniyeti veya iktisadi ideolojiyi hesaba katmayacak mıdır? (243)

22. Geri kalmış kafalarla, geri kalmışlıktan kurtulmak mümkün değildir. (Prof. Tarık Zafer Tunaya)

SOSYAL HAREKETLERİN SOSYOLOJİSİProf. Dr. Orhan Türkdoğan; Kültür Ve Turizm Bak.Yay.Baskı-1988-

Ankara

Page 66: Akademik kaynaklar dizini

1. Toplumda fikir özgürlüğü arttıkça sosyal hareketler de çoğalır ve zenginleşir. (önsöz-IX)

2. Karl Popper’in de isabetle belirttiği gibi:” yalnızca iki tür yönetsel müesseseler vardır: Yönetimin kan dökülmeden değişmesine elveren ve elvermeyen müesseseler......(......) iki tür yönetim biçimini dilediğimiz gibi adlandırabilirsiniz. Ben şiddet kullanmadan değiştirilebilen yönetim biçimine “demokrasi” diğerine “tiranlık” demeyi uygun buluyorum...(6)

3. Marksizm, uygulamada teorik meyvelerini verememiştir.(6)

4. Millet vicdanında ve yaşantısında yerini almayan başlayan milli ve manevi değerleri; siyasi ve ideolojik bir akım olarak değerlendirmek yanlıştır.......

5. Çağdaş toplum, bir yandan medeniyetin doruğuna ulaşırken, öte yandan fertlerin ruhi yalnızlığını gideremiyor: onları “kalabalıklar içinde yalnız bırakıyor”. Bu gelişim, çoğulcu toplumların bir çıkmazıdır. Nasıl en iyi, iyinin düşmanı ise, sibernetik toplumda iç yaşantımızın düşmanı oluyor. Toplum en iyiye yönelirken, aynı zamanda tezatlarını da birlikte getiriyor. Günümüzde sosyal hareketlerin yoğunlaşması ve giderek çatışma durumuna geçmesi bu oluşumun bir sonucudur. (17)

- Türk modeli

- inanma özürlü aydınlar...

6. İnanç ve milli değerlerin zayıflaması ile sosyal gerginlikler belirli çizgilerle kalınlaşır. (23)

7. (İçtimai sulh ve anarşi) tamamıyla insanlar arası ilişkiler sisteminin oluşturduğu tutum ve davranış biçimlerinden kaynaklanmaktadır.(24)

8. Sosyal hareketlerin bu yıkıcı kimliğini yapıcı ve reformcu bir yöne kanalize etmek için fertlerin başarı seviyeleri ile benlik seviyeleri arasındaki yarılmaları gidermek gerekir.(29)

9. Ferdi topluma bağlayan bu manevi lifleri kemiren teknoloji, hem toplumun yapısında hem ferdin kişiliğinde çatışmalara sebep olabilir.(29)

10. Serbest ve açık hareketlerin bulunmadığı toplumlarda ihtilal gizli olarak büyür.

11. (Kalkınma disiplin ve içtimai sulh) bir kolektif biçimlenmedir.

12. Hareketlere refakat eden inançlar...

13. Devrin Osmanlı Devleti (1800-1900), Batıyla karşılaştırıldığında yapıca önemli farklılık ortaya koyar. Bunun da

Page 67: Akademik kaynaklar dizini

sebebi iki noktada toplanabilir. Bunlardan ilki, Osmanlı düzeninin “fert toplum dengesi”ne dayanan bir modele göre kurulmuş olmasıdır. Sistem, bu sebeple, “fert-fert dengesi”ne dayalı kapitalist modelden ayrılmaktadır. Osmanlı toplum düzeni, sonuna kadar ferdin ferdi sömürmesine dayanan kapitalist sisteme kapalı kalmıştır. Osmanlı iktisadi rejimi, kendi tarih ve kültürüne dayalı, kendi insan ve toplumunun felsefesini yansıtan bir modeli ortaya koyar. Dini değerler, kültür kodları sürekli olarak bu “fert-toplum dengesi”ni ayakta tutmaya çalışmıştır. (...) Ekonomik başarı, çoğu kez, dini ve kültürel kodlara ters düşecek bir şekilde gelişme gösterdiği taktirde derhal “hizaya” getirilirdi. (125)

14. Tarih felsefesi bize gösteriyor ki, toplumsal ilişkiler çatışma veya anlaşma (uyum) şeklinde sürüp gitmektedir. Bunlardan çatışmayı, toplumsal ilişkilerin temel unsuru olarak kabul eden Marx’tır. (203)

Milli ve manevi değerlerimiz; insana dayanışmacı bir karakter aşılar. Onun toplumsa mesuliyeti telkin eden ilkeleri de ananevi unsurlarla birleşmek suretiyle üst seviyede yeni bir düzeni ortaya koymuştur. (225)

15. Teorik olarak, her sistemin, uygulamada ortaya koyacağı tutarlılık sonuna kadar savunulamaz. Çünkü sosyal gerçek, ideal olarak düzenlenmiş olan her sistemin karşısındadır. Bu sebeple teori ile uygulama arasında beliren iç çelişkiler sistemlerin bir alınyazısıdır. (303)

16. (Sosyalizmin) (...) iç yapısında ortaya çıkan derin yarılmalar bizzat sistemin kendisi değil, her şeyden önce sosyal gerçeğin insan iradesine, düşünce sistemine ve değerler düzenine bağlı olmasındadır. Sosyal gerçeğin bu akıcılığı, donmuş kalıpların bir yansıması olan sistemleri sonuna kadar taşıyamaz. Bu yüzden çoğu defa sistemle, gerçek arasında çelişmeler doğar. Bu çelişmelerin ortaya koyduğu toplumsal huzursuzlukları gidermek için de sistemde bazı fedakarlıklar yapılması gerekir. (303)

17. (Statü) Toplum bilimciler, statüyü yani bir ferdin toplum içinde işgal ettiği yeri;

a. Erişilen statü (başarı yoluyla sağlanan statü)

b. Verilen statü

Olmak üzere ikiye ayırırlar. Bir köylü çocuğunun belirli öğretim kademelerini tamamladıktan sonra doktor veya öğretmen olması erişilen statü örneğini teşkil eder. Verilen statüye gelince bu da, daha ziyade, geleneksel ve temel gruplarda görülen statü şeklidir. Padişahın oğlunun padişah, kağanın çocuğunun kağan veya prens olması gibi. (346)

Page 68: Akademik kaynaklar dizini

18. İlerlemiş, modern toplumlarda, sosyal hareketliliğin canlılığından ötürü erişilen statü; kapalı ve gelenekçi toplumlarda da verilen statüler egemendir.(1346)

19. Merkezi otoriteye yönelik, teşkilatlı ve fikri potansiyeli yüksek sosyal hareketler...(368)

20. Amerikalı sosyolog Daniel Bell’in ifadesiyle; “inançlarımızda yıkılma eğilimi her şeyden önce teknik ilerleme ve rasyonel planlama ile alakalı olarak ortaya çıkan aşırı laikleşme neticesi gerçekleşmiştir. (415)

21. Kapitalizm, ortaçağda miras kalan ve sekülarize (?) ettiği dini ve ideolojik sermayeyi, yerine başka bir şey koymasını düşünmeden kullanmış ve bitirmiştir. (417)

22. (Sekülarizm) Sekülarizm, hedefi insanları ahiret ile ilgilenmekten alıkoyup yalnızca dünya hayatı ile ilgilenmeye yöneltmek olan sosyal bir harekettir. Bu bakımdan onu laiklikten ayırmak gerekir. Laiklik ferdin inanç ve duygularına devletin müdahale etmemesi sürecidir. Burada din bir vicdan meselesidir. Fert dilediği tarzda dini inançlarını, pratikleri yerine getirir, buna devlet hiçbir vakit müdahalede bulunamaz. Devletin dini okulllar açması, gençleri inançları doğrultusunda yetiştirir. Bu durum, dinin toplum hayatındaki rolünü açıklaması bakımından önemlidir. Dini sistem hayat tarzımızı, tutum ve davranışlarımızı, gelenek ve törelerimizi, birbirimizle olan ilişkilerimizi ahlaki norm ve değerlerimizi etkiler. İyi bir vatandaş modeli, dürüst bir ahlak, devlete bağlılık, yasalara saygı, çalışma irade ve azmi, topluma olan sorumluluk duygusu, sosyal çalışma disiplin büyük ölçüde kaynağını dini yaşantıdan alır. (...) Laiklik ilke olarak ferde dinin sosyal normlarını aşılar. Oysa, sekülarizm dini hayattan soyutlamaya çalışılır. Bu bakımdan laiklikle sekülarizmi aynı anlamda kullanmak hatalıdır. (417-418)

23. Karanlık ortaçağda Avrupa’da kilise dininin, hayatın her alanı üzerinde kaba ve sert bir baskısı vardı. Özellikle bilim alanında rastladığımız bir taassup yeni buluşların, gelişmelerin sürekli karşısına dikilmek suretiyle aklın buluş gücünü engelliyordu. Oysa, İran’da Cundisapur, Bağdat ve Endülüs’te 756 yılında kurulan İslam-Arap 1492 yılına kadar değişen şartlar içinde, Kurtuba merkez olmak üzere İslam dünyasının ilmi gelişmeleri bir güneş gibi doğmaktadır. Bu yüzden George Sarton ortaçağı Batı için kullanırken, İslam için bunun geçerli olamayacağını açıklamıştır. Bu dönem, gerçekten İslam’ın aydınlık çağıdır. İslam, sürekli olarak bilim destekleyen ilkeleri ortaya koyuyordu. Bu yüzden, Avrupa’da gözlendiği biçimde bilim/din çatışması İslam için geçerli değildir. İlmi düşünce ve dini değerler uyumu İslam’ın bizzat yapısından kaynaklanmaktadır. (418) (Din terakkiye manidir sözü Hristiyanlık için geçerli olabilir.)

Page 69: Akademik kaynaklar dizini

24. Batıda ortaçağ boyunca kilise babalarının otoratativ tutumlarına karşı Rönesans bir tepki unsuru olarak ortaya çıkıyordu. Bu da, dine düşman temeller üzerinde yükseliyordu. Yine, Rönesans, kilisenin Avrupalılara takdir ettiği şekliyle dini ya da İlahi temeller üzerinde yükselecek yerde ebşeri(hümanist) temeller üzerinde yükseldi. Böylece, ortaçağda kilisenin bağnaz tutumu aşırı bir düşünce sistemi olarak ilmin karşısına çıkıyor ve yaratıcı gücü nasıl engelliyorsa, bu defa rönesans dine tepki olarak belirirken aynı zamanda dinden de kendini soyutlamaya çalışıyordu. (Rönesans’ın din karışsındaki bu tavrı; bizzat hristiyanlığın özünden kaynaklanıyordu.) (419-420)

25. Bir zaman ülkemizde de, Atatürk’ün ölümü ile ileri sürülen “Kültür hümanizma” akımları bizi Grek-Latin köklere sürüklemek suretiyle paganizmin oyun kurallarını gündeme getiren bilim/din düşmanlığını en son sınırlara kadar gerçekleştirdikten sonra sekülarizmi laiklik ile özdeşleştirme yöntemini izlemiştir.(421)

26. “Eski geleneksel Türk, kendisi ayrı ve özel bir tiynetten kabul ettiğinden bizler de, bu özel tiynetini çirkin bir şey olarak tasvir etmek ve ona “uğursuz Türk” adını vermek suretiyle büyüklük komplexini aşağıya çekmeye çalıştık. Ve sonunda onun psikolojik silahını ortadan kaldırabildik ve onu taklitçi ve şu anda gözlerimizin önünde sıfırını tüketmiş olduğu inkılabı yapmağa kalkışması için teşvik ettik.” (421) (“Arnold Toynbee’nin İslam, Batı ve istikbal” konulu konferansından)

27. Eğer din ekonomi dünyasından, ilim dünyasından, ahlak dünyasından, sanat dünyasından ... dışarıya itilmişse, onun pratik hayatta nesinin kaldığından dem vurabilir mi?

28. Batı’da dini normlar büyük ölçüde sekülarize edilirken öte yanda sosyologlar Weber’ci Protestan ahlakına dayalı yeni modelleri gündeme getirmek suretiyle maddeleşen hayat standartlarına manevi bir kimlik kazandırmaya çalışmaktadırlar. (430)

29. ..... dini değer ve inanç sistemleri toplum ahlak yapısının çimentosunu teşkil eder. Bu değerlerden yoksun yetişen genç, milletine yabancılaşacağı gibi, geniş çapta tüketim normlarına dayalı materyalist bir dünya görüşü ve hayat tarzı da kazanmış olur. (444)

30. 1945 yılında yazılmış ve İçişleri Bakanlığına, matbuat umum md.lüğü tarafından yayınlanan bir tebliğde, “biz, her ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yaptırarak dini bir atmosfer ve gençlik için dini bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”(444)

31. İktisadi modeller, toplumların tarihi göstermiştir ki bir toplumdan ötekine aktarılan kalıplar değildir. Çünki, iktisadi modellerin batıdan iktibası her şeyden önce o modelleri şartlandıran

Page 70: Akademik kaynaklar dizini

inanç, diğer sistemi ve hayat tarzlarını da birlikte getirmektedir. Bu manevi oluşumlar bu defa yerli yapıda kültürel şok veya kültürel boşluklar yaratmak suretiyle toplum katlarını büyük çapta etkileyebilmekte, sosyal çözülme gibi radikal yapı değişmelerine yol açabilmektedir. Bu nedenle, Türk toplumunun kültür ve diğer sistemleri ve tarihi oluşumlarına cevap verebilecek bir iktisadi sistem oluşturmamız zaruridir. Kültürel özelliklerimiz, tarihi miraslarımız bu hususta bize rehber olabilmelidir. (450)

32. İktisadi yapının milli temellere oturtularak top yekun kalkınmacı bir seferberlik içine itilmesinin ön şartları toplumda yaratılmalıdır. (485)

33. Çoğu ülkelerde eğitim sisteminin siyasi ideolojilerin güdümünde bulunması, doktriniyel şartlandırma kitle kültürü oluşumunu ortaya çıkarmıştır. (556)

34. Çağdaş yüksek öğrenim(....) sanayi sisteminin ihtiyaçlarına esaslı bir biçimde uydururlar.(556)

35. (yıkıcı kitle hareketlerinin egemenliğini sosyal yaşantımızda biraz daha güçlü hissetmek istemiyorsak) sosyal yapıyı (siyasi yapıdan evvel) güçlü kılacak önlemlere ağırlık vermemiz gerekmektedir. Sosyologlarımız, sosyal tarihçilerimiz, politikacılarımız ve nihayet entelejinsiya sürekli batıdan ve doğudan kültür aktarmaları yerine kendi gerçeklerimize dönmek suretiyle milli değer ve normlara yönelik doğruları seçmeleri gerekir. (564-565)

TOPLUM KALKINMASIOrhan Türkdoğan; Dedekorkut Yayınları 1977-İstanbul

1- Toplum kalkınması, halkı müşterek problemlerinin tayini ve kabulü için teçhiz eden ve problemlerin çözümü için (eğitim ile) demokratik, yoldan gereken bilginin verilmesini sağlayan ve onları başarılı sonuca götüren bir faaliyettir. (19)

2- Küçük toplumlarda ahenk geleneklere ve adetler ile dini bağlar önemli rolü oynadıkları halde cemiyette anlaşma ve mukaveleler, kanunlar bunların yerlerini alırlar. (22)

3- Cemaati organize eden korku, bedbinlik ve sukût fertlerin davranışlarında hakim olan üç psikolojik elemanı teşkil eder. Münferit fertlerde hakim olan bu elemanlar toplumun biçimine göre şekil alırlar. (22)

4- Lider, mensubu bulunduğu toplum içinde, fertler arasında karşılıklı tesirleri başlatan bir kimsedir. (24)

Page 71: Akademik kaynaklar dizini

5- Toplum kalkınmasında muharrik unsuru teşkil eden Liderler (aydınlar....) (25)

6- Liderler:

Marjinal Liderler ; danışma Liderleri ; uygulama Liderleri; Moda..... müstehlik, Mahalli nüfus sahibi, nüfuslu, vazife icra eden, kilit şahıs Liderleri... (25)

7- Cemiyet, birlikte çalışan ve faaliyet gösteren fertler grubudur. (26)

8- Kalkınma ve gelişme için sunulan yeni fikirlere halkın değerler sistemini zedelemeden tahavvüle tabi tutmak, toplum kalkınmasının önemli kurallarından bir diğerini teşkil eder. (27)

9- Toplum kalkınmasında saha ve nüfus, hazırlanacak programın tipine (oluşturur) (31)

10- Ferdin sahip olduğu şahsiyet, toplum içinde gelişir (insan çevresinin mahsulüdür) (35)

11- Fert, inanç atidüt (=......) ve dünya görüşü ile aslında toplumu yansıtır. (36)

12- Sanayi hareketleri, nüfus akımı, sosyal hareketlilik, komünikasyon ve nakliyat ağları cemiyet yapılarını geleneksel tipten modern tipe doğru tazyik ediyor. Bunu sonucu olarak şehir ile köy arasında tali sosyal yapılar teşekkül ediyor.... (36)

13- Toplum kalkınmasında önemli bir nokta da, halkın değişmeye olan müspet davranışı (tutumu-yaklaşımı) dır. (39) (Bu da Türk toplumunda fazlası ile mevcut bir haslettir ( - ) )

14- Toplum kalkınmasında ilk adım, cemaat üyeleri tarafından hissedilen müşterek ihtiyaçların sistematik münakaşasıdır. (49) Metot yönünden ikinci adım cemaat tarafından seçilmiş olan, kendisine yardıma taahhüt eden sistemli planlamayı başarmaktır. (50) Üçüncü adım, mahalli cemaat zümrelerinin sosyal imkanları ile fiziki ve ekonomik güçlerini tamamen seferber etmektir. (50) Dördüncü adım cemaatı ıslah projelerini tahakkuk ettirmek için gereken ümidi (oluşturmaktadır.) (50) ........ (duygusu) zümreleri birbirine bağlayan bir çimento gibidir. (51)

15- Genç nesildeki mevcut potansiyel enerjinin iyi bir mecraya yönetilmesinde ... (52)

16- Fertler, bencilliğin dışında altrüist (diğergam) duyguların tesiri ile toplum meselelerine karşı duymuş oldukları mesuliyet ile hareket ederler. (57)

17- Sermaye (...) sınıfı, kendi çıkarlarına (yataklık eden) uygun yasalarla bir devlet örgütlenmesi vücuda getirip; (devlet zırhına bürünerek) ... (Çetin ALTAN, Sahah/14.7.99)

Page 72: Akademik kaynaklar dizini

18- Ahlâkî değerler, bir cemaat içinde normal olarak görevini yaptığı zaman, cemaat ahenkli, yeknesak bir yapı arz eder. Cemaat fertleri arasında birbirlerini tamamlama, intibak ve kanaat birliği aslında bu ahlâkî değerler sisteminin iyi işlemesinden doğar. Bu tip değerler, aynı zamanda, ferdî şahsiyetin başarılı şekilde görevini yapmasında ve bunların diğer fertler içinde aynı şekilde tamamlanmasında gerçek bir role sahiptir. Fakat, ne zaman değerler birbiri ile sataşma haline geçerler, birbirleriyle karışırlar ve fertlere karşı olan yakınlıklarını kaybederlerse hem ferdî davranış, hem de sosyal düzen tesir altında kalmış olur. (58)

19- (Toplum) meseleleri (ni) (fertlerin) toplumun bizzat ele almasını sağlamak (Aksiyon kampanyası)

20- Sokak kalabalığı (şekilsiz, vasıfsız, organize edilmemiş gruplar)

21- Bir toplum bünyesinde hangi tip faktörler veya etkenler, başarılı bir toplum kalkınmasına müessir (etkili) olmak suretiyle mili ekonomik büyümeyi (kalkınmayı) geliştirebilir ? (78)

22- - Çıkarları siyasi-ahlâkî yozlaşmada olan gruplar...

23- Özel çıkarları milletin çıkarının önüne geçiren siyasal yozlaşma, modernleşme ile birlikte gelişiyor. Çünkü, hızlı değişim geçirilirken kaybolan bir değerin yerine yenisinin konması vakit alıyor. Sürekli yenilenen kanun ve yönetmelikler, denetim yapılarında boşluklar yaratıyor ve bunlar yozlaşmaya eğilimli olanları iştahını kabartıyor .... (Sahah/14.7.99-Zeynep Göğüş)

24- Dünyanın geri kalmış memleketlerinde ekonomik ilerlemeyi gerçekten tehdit ve tahdit eden faktörler sadece ekonomik faktörler değildir. (81)

25- Geri kalmışlığa, cehâlete, fakirliğe, ileri toplumlar karşısındaki (içindeki) yerimizin itibarsızlığına v.s. karşı bir duygusuzluk içinde olmak (-)

26- Kalkınmayı engelleyen faktörler (85)

27- Bütün değişmeler, yeniliğin sunulduğu halkın mutlak tasvibini almak suretiyle yapılmalıdır. Bu kültür değişmesinin biricik ilkesidir. Kanun (veya şahsî otorite) otoritelerini kullanarak, halka baskı yapmak semereli sonuçlar doğurmaz. (118)

28- İnsan gücünün değerlendirilmesi, işlenmesi, eğitilmesi ve çağdaş seviyeye yöneltilmesi toplum kalkınmasının ilk ve en önemli merhalesini teşkil eder (145)

İLMİ İNKILÂPGerald W.ELBERS; Paul DUNCAN, Çev.:İbrahim Aşkı TANIK

Genelkurmay Basım Evi, Ankara – 1962

Page 73: Akademik kaynaklar dizini

1-   Bugün karşımıza çıkan müşkülâtın çoğu, başlıca iş-birlik ve iş-yapıcılık alanında büyük ve kendine mahsus değişmeler getiren bu dehşetli ilmî inkılâbın tam ortasında yaşamakta olmamızdan ileri geliyor. Tarihte insan topluluğu bugünkü kadar hızlı bir değişmeye hiç uğramamıştı. (18)

2-       Kömür kuvveti ile işleyen tezgah ve makineler ile iş görme devri böyle ileri giderken, eski ve yeni bir çok amelî meseleleri halletmenin yolları aranıp bulunmaya başladı ve bu ilmî hareket büyük ölçüde yer yer gelişmeye başladı. Bu yolda elde edilen ilmî keşiflerden yeni yeni sanatlar ortay çıktı. Bu yeni sanatlar ile yapılan aletler ve maddeler de yeni ilmî keşifleri saik oldu. Bu sayede kimya, fizik ve biyoloji ilimlerine sağlam temel olacak hakikatlere erişildi. Hâsılı sanat, mühendislik ve ilim el ele vererek döne dolaşa yükselmeye koyuldu. (19) (bu gelişmeler toplumda yeni ilişki biçimleri doğurdu...)

3-       Bizim bu günkü sanat medeniyetimiz birbirine geçmiş ve bağlanmış madenler, fabrikalar ve ulaştırma vasıtalarından mürekkep geniş ve karışık bir şebekeler toplumudur. Bunların hepsi birden, güzel işleyebilmek için dehşetli miktarda yığın yığın hammadde sarf etmeye mecburdur. (19)

4-       Fabrikaları hammadde ile besleyen kaynaklar .... (20)

5-       Biz şimdi hiç vakit geçirmeksizin çabuk bilgi biriktirmek zarureti karşısındayız. (22) (çok çabuk bilgi edinip biriktirmesine ve bu ilim ile nasıl amil olunacağını gerçekten öğrenilmesine..... (23) bilginin tezahürü...)

6-       Tarih başladığından beri, insandaki hayır kuvveti, yine insanda bulunan şer kuvvetini hükmü altına almaya davet etmiştir. Lakin, hiçbir vakit insanoğlunun yaşaması, aklın ve ilmin hamakate ve cehle galabe etmesine bu derece tam bağlı olmamıştır. (24)

7-       Amerikalılar bulundukları tarihî mevkîden bu ilmî inkılâbı derhal bir askerî tehlike olarak gördüler. (......) Biz biliyoruz ki, gerek zamanımızdaki barış halini sağlamak bağlamak ve gerek bu esnada iktisat sahasında yenilmemeyi sağlamak için askerlik bakımından mutlaka kuvvetli olmamız lazım. Bundan başka şuna da inanıyoruz ki, yalnız silah yarışı yapmakla barış hiçbir vakit temin edilemez.

Bu dönüm noktasında öyle düşünüp dururken, anladık ki, hasmımızın bize askerlik yolunda tehdit etmesi, bilgide, teknoloji ve iyi işçilikteki ilerleme sayesinde mümkün olmuştur. (25) (aynı durum ile karşılaşan Osmanlı da uzun süre tehlike askerî tehlike olarak algılanmış ve Ordu Islahı ile uğraşılmıştır.)

Page 74: Akademik kaynaklar dizini

8-       Toplumu teşkil eden fertler hisselerine düşen vazife ve sorumluluklara ne derece istimam ve çaba harcarlarsa demokrasi yani düzenli toplum hayatı da o kadar geniş ve bütün olur. İdrak ettiğimiz bu (peyk devrinde ) (.....) bu demektir ki, halk ne olduğunu ve ne yaptığını genel ve hakikî misalleriyle görüp, kendince anlayacak bir yolda yetiştirmeli ki, büyüklerin önderlerin karşılaştığı ilmî meselelerin genişliğini ve derinliğini takdir etsin de onlar o meseleleri hallederken onları anlayışla destekleyebilsinler. (29)

9-       (.....) Yeni ilmin neticelerini tabîî ve insanî kaynaklarına derhal ve semere verecek surette tatbik etme kabiliyetine sahip bir toplumun da yolu hemen yön bakımından benzerdir. (56)

10-   Eğer ülkenin siyasî önderi yalnız merkezi iktidarı sağlamlaştırmaya bakarsa yahut halkı memleketten hariç bir maksat etrafında toplamaya çalışırsa belki kısa ömürlü bir muvaffakiyet elde eder. Lakin ne kadar bastırılsa da yine ot gibi aralardan fırlayıp üste çıkan iktisadî ve içtimaî ilerleme ve yükselme ihtiyacını tatmin edemez; belki üstün ve sağlam bir siyasî esas ve kaide yapmadan bir merkezi devlet kurmaya çalışmanın uzun sürecek tehlikelerine de uğrar. (....) Çünkü, böyle yanlış yolda çalışmalara dalmakla maddî bir ilerleme ve yükselme bekleyen halkı ümit ettiklerine kavuşturmaktan aciz ve mahrum kalır (57)

11-   İlk olarak pek kısa zaman iktisadî gelişme yapmanın biricik sırrına vakıf kişiler durumunda göründüler. (58)

12-   Bununla beraber böyle er geç cevap verilmesi icap eden sualleri ortaya koymak. (94)

13-   Bütün ilim şubeleri ..../ ilmî dirayet ... /

-          Bilgi ve toplumsal barış

-          Bilgi ve kalkınma disiplini

-          Bilgi ve Millî savunma disiplini

-          Bilgi ve iktisadî büyüme...

14-   İlmi gelişme, teknoloji yenileşmeleri için esastır. (95)

15-   Yalnız ilimdir ki, içinde yaşadığımız alemi anlamaya olan merakımızı ve isteğimizi tatmin eder ve gerek çevremizde ve gerekse kendimizde bulunan kuvvetlerin kölesi değil efendisi, mahkumu değil, hakimi olmak bizi emelimize kavuşturur. (96)

Page 75: Akademik kaynaklar dizini

16-   İlk önce, yalnız anlamak merakıyla girişilen ilmî araştırmaların çoğu er-geç hem askerlik, hem de sulh işlerinde yararlı ve değerli çıkmıştır. (96)

17-   İlim sahasında ilerleme (bilgi birikimi) insanda kuvvete olan kemâlatın fiile çıkarılmasına .... (96)

18-   Tatbikî ilimler, yani teknoloji... İktisadî gelişmeye iki ayrı yoldan yardım eder: biri istihlak eş yasının ya yenilerini yapar, yahut mevcutları ıslâh eder; öteki de yeni istihsal yolları açar yahut eski usulü ıslah eder... (96)

19-   Milli bir ilim programı...

20-   Bir çok, Avrupa memleketlerinde bir âlime verilebilecek en büyük şeref millî ilim akademisine seçilmektir. (107)

21-   (Toplum problemlerinin) bir çoğunun üzerine ağır bir örtü çekilmiştir. (109)

22-   Bizim bu akıl ve fikir (enerji) kaynaklarımızın tersine dönüp ziyan olmalarını önlemek ve teme ilim araştırmalarını besleyip büyütmek için en az üç amil Lâzımdır.... (117)

-          Araştırma yardımı (parasal)

-          Ünv. Kifayetli bütçesi

-          Ünv. Özerliliği...

23-   Çalışma feragati ne derece büyük olursa ilim de öyle büyür ve kemale erince meyve verir. (118)

24-   Yeni şeyler yapıp piyasaya dökmek, yeni hizmetler vücuda getirmek ve halka yeni iş yapıları açmak için tabiatın kanunlarına olan bilgimizi daima ziyadeleştirmek ve sonra bu ilmi ameli maksatların doğmasına tatbik etmek. ..(124)

25-   Bir fikir manivelâsı...

26-   Bilgi toplumunun kısa ve uzun vadede gelişmesi ve yetişip meyve vermesini sağlayacak surette kökleşip beslenmesi için mutlaka merkezi hükümet, ilmi ve teknolojiyi milletin birinci kaynağı ve sermayesi sayarak ve bunu en yüksek değerde gözetecek geniş ve ruhlu bir politika haline getirip onu canla ve başla takip etmelidir.(135)

27-   İlmî istişare kurulları...

Page 76: Akademik kaynaklar dizini

28-   Mevcut alim ve teknolojistler gerçekten gereken teşekküllere tevzi edilecektir. (135)

29-   Kalkınma seferberliği...

30-   Sivil sanayide, sivil hükümet ve idarede, silahlı kuvvetlerde, tahsil ve terbiye enstitülerinde bulunan ilmî ve endüstriyel maharet sahibi kimseleri değerli bir kaynak gibi en işe yarar bir surette istihdam etmek... (135)

31-   İnsan kaynaklarımızdan planlı bir strateji ile istifade...

32-   İlim işlerinin yetişip gelişmesine en elverişli muhiti teşkil edecek hal ve şartları tayin etmek ve bunların mümkün olduğu kadar çabuk meydana gelmesini başarmak için, ilim mesleğinde gerçek ehliyet sahiplerinin halis ve devamlı yardımlarını(temin etmek...) (139)

33-   İlim ve teknoloji alanındaki insan gücünü yetiştirmek için şimdikinden daha elverişli bir çevre meydana getirmek...(142)

34-   Üniversitelerin, öğretim – araştırma fonksiyonu...

35-   Basın ve yayın (Medya)ın ödevi: Kamu efkârını eğer basın ve yayın isterse, bir konuya herkesin aleyhinde olduğu gibi bir şeyden, artık kimsenin aleyhinde bulunmadığı bir şeye bakılırken nasıl bir heyecan haliyle bakılırsa, işte ona göre değiştirebilir.(163)

36-   Mümkün olduğu kadar çabuk bir kamu düşüncesi çevresi ve havasını meydana getirmeliyiz ki ancak o iklim içinde bütün okul ve üniversitelerimizde ve öğretmen yetiştiren okulların programlarında ... (164)

37-   Halbuki cazipliği artırmak için yapılan mübalağalar aksi tesir de yapıyor.(165)

38-   (........) böyle ayrı bir renk olması, ilmin genel sahasındaki büyük gelişmenin zaten beklenilen bir aksidir. (169) (Osmanlı’ya yansıması: askerî alandaki seri yenilgiler/ aynı problemin (bilimdeki geriliğin) değişik alanlarda tezahürü)

39-   (........) Hangi faziletleri geliştirir?...

40-   Yaşlanmış lakin muhakemesi olgunlaşmış bir ihtiyar...

41-   Yirminci Yüzyılda sîyasî, sosyal ve iktisadî işlere dair insanlar arasında anlaşmazlıklar bulunmasına ve millî menfaatlerin birbirinden ayrı olmasına rağmen, iki şey hakkında bütün yeryüzünün

Page 77: Akademik kaynaklar dizini

insanları geniş çapta görüş ve anlayış birliği göstermektedir. Herkeste genel ve ivedi bir istek var; zamanımızın ilim ve teknoloji inkılâbına iştirak etmek ve bundan istifade etmek isteği; sonra, yine herkes inanıyor ki, eğitim ve öğretim insanların ileri gitmesi için birinci vasıtadır. (201)

42-   Bütün fertlerin ve toplumun salış malarını ferdî ve toplumsal hayatın gerçek gayelerine doğru derleyip, düzenleyip yürütmesini öğrenmeye mecburuz. (205)

43-   İlmin ne olduğunu ve ne işe yaradığını öğrenmek...

44-   Bir milletin büyüklüğünün asıl kaynağı, o milletin yaşayan cevherini teşkil eden fertlerdir. Fertlerde kuvve halindeki istidat ve kabiliyetin tahakkuk etmesi, yani fiile çıkması ile ilgilenmek, onu daima istemek ve dilemek, bize atalarımızdan kalan manevî mirasa, siyasal felsefemize...(216)

45-   Fikrimizin çevresinde taraf edeceği merkez...daima ferdin kabiliyetinin inkişaf etmesi olmalıdır.(216)

46-   Bu gençler hayat boyunca ziyan edilmiş bir kuşaktır ki, eğitim ve öğretimlerini bitirmemiş oldukları için verdikleri kararlar ve hükümler ile halkın düşünme faaliyetlerini zehirlerler...(238)

47-   İktisadî buhranın hangi safhasında olursa olsun öyle menfaatler vardır ki, vergi ve bütçe işlerinin daima ötesinde ve üstünde durur ve milletin erkeklerinin, kadınlarının ve çocuklarının vücutlarıyla, zihinleriyle ve ruhlarıyla sımsıkı ilgili ve bağlı olan bu menfaatler o buhran içinde de iyice gözetilmezse denk getirilmiş bütçe sözleri er geç çorak ve kısır bir başarı olur.(238)

48-   Fertleri yüksek seviyeye yetiştirmek...

49-   Şu var ki; biz iyilik ve güzel geçinme ve yaşama (Toplumsal barış) hakkında geniş çapta ne kadar iyi anlaşırsak o kadar baş başa ve el ele verip o ilk gayelere doğru yürümeye çalışırız. İşte, bu sağlam anlaşma ve uzlaşma binasını kuracağımız yer ve temel, insanî ve dinî terbiye, doğuştaki vicdanî duygular ve bilgiler olacaktır. (249)

50-   İlmî ilerlemenin toplumdaki kökleri...

51-   Teknoloji: toplumun bir genel güdüsünün ifâdesi, kuvveden fiile gelişi ve toplumun tasavvur ettiği gayelere erişmek için tuttuğu ve yürüdüğü bir yoldur, araçtır.(250)

Page 78: Akademik kaynaklar dizini

52-   İlmî çaba, yani ilmi öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak, hatta kişisel bir esasa dayansa dahi ki, o vakit, en çok etkili oluş- o toplumun gözle görünmeyen, fakat zatında zuhur eden ve ifâdesini bulan bir hassadır. (Modern ilmî zihniyetin müesseseleri) (.....)toplumun bir bütün olarak tümü ile bir nevi gelişmesinin ifâdesidir.(250)

53-  Cemiyetimiz, âlimlere ve teknolojistlere ve teknisyen olmayıp, ilimleri toplum ihtiyaçlarına tatbik etme işlerinde araştırıcı ve geliştirici olarak çalışan daha bilgili ve ihatalı önderlere, tabii ilimlerde ve onların tekniğinde, kullanışlarında sağlam esaslara dayanarak hareket eden öz görüşlü kimselere muhtaç... (iken, bu kimselerin yetişmesine imkân verilmemiş, böyle kişilerin yetişmesi hususunda ki çalışmalar; siyasî cereyanlarla dejenere edilmişlerdir...) (s.250’den uyarlama)

54-   İşte öğretim ve eğitime bu gözle, bu genişlikle baktığımız vakit...(252)

55-   İnsanların çoğunda kendi iş ve güçleriyle ilgisi olmayan alanlarda dahi beklenmez bir gelişme peyda edecek gizli istidatlar vardır. (253)

56-   Batı halkı (Türk aydını) olarak beslediğimiz bütün ümitler ve emeller bakımından yapacağımız en kötü iş, yüksek öğretim hakkındaki gayelerimizi yalnız teknolojide yetiştirmek ve yükseltmek seviyesine indirmek olur. (255)

57-   İnsanî bilgiler (zihniyet), olayları, çakışmaları ve maksatları tam yerli yerine koyar, insanın kendisine merkezî mevki ve kıymeti verir; onun ihtiyaçlarını, tabii sıfatlarını, başarı kabiliyetlerini, fikir ve hislerini geliştirirler.(256)

58-   İnsana mahsus görgülerin ve kıymetlerin bazı sabit ve seyredilmeye lâyık manzaralarını görürüz.(257)

59-   Her türlü sefil kayıtlardan kurtaran...

60-   Sistem birbirleriyle tutarlı ilişkiler içinde çalışan parçalar bütünüdür...

61-   Kişisel olan sevk edici kuvvet, ruhî ve sosyal sebeplerin mahsulü karışık bir neticedir. (268)

62-   İlim ve teknolojide ileri görüşlü ve yaratıcı ilmî araştırma yapmaya elverişli bir varlığa bağlıdır. (287)

Page 79: Akademik kaynaklar dizini

63-   Bunun için ilim yolunda yürümeye yarar geniş bilgiler sistemli surette toplanıp vücut ve aza gibi yerli yerine düzenlenmiş ve büyük araştırma aletleri de dizilmiş ve başlarına üniversite ve fakültelerinin öğretim üyeleri ve yardımcıları geçmiş, sessiz sedasız çalışıyorlar, görürsünüz ki, millî lâboratuarların taahhüt ve yaptığı işlerin tabii ve hayati manzarasını işte bu seviyeli varlıklar teşkil eder. (294)

64-   Bugün bize ilim ve teknolojide meydan okunuyor, bunu karşılamak için aklî, ahlakî ve bedeni kaynaklarımızı nasıl kullanacağız? (305)

65-   Hayatın uzunluğuna göre, gelecek için en önemli olan şey, bizim diğer milletlerle (fertlerle) baş başa ve el ele verip birlikte çalışmaktan payımıza düşeni yapmamızdır. (311)

66-   “Türkiye, Almanya gibi homojen bir toplum olmadığı için (Türk toplumunu homojonize edecek ortak payda nedir?...), dayatmalardan, siyasî kavgalardan sakınılmasını, uzlaşmacılığın geliştirilmesini, topluma zıtlıklar yerine, iş yapma ve yaşama sevinci verilmesini savunurdu...” (Taha AKYOL- objektif/ Milliyet (Özal’ın Özelliği) başlıklı yazıdan 17.04.1998)

TÜRKİYE SORUNLARIAlan Yayınları, 1988 yıllığı – Şubat – 1988 – İst.

1- İnsanların bu güne kadar yaşadıkları hiçbir toplumsal musibet tam bir sürpriz olmamıştır. (...........) herhangi bir anda sorun yalnızca ileri sürülenlerin doğru olup olmadığı değil, insanların bunları algılamaya hazır olup olmamalarıdır..... (Tanju AKAD- Emperyalizmin, ulusal sorunlar ve Türkiye) (14)

2- Türkiye geçmişiyle hesaplaşmasını bitirememiş bir ülkedir. (25)

3- 12 Eylül yönetimi, iktidarın kitle desteğini, kaçınılmaz olarak “geleneksel” İslâmi düşüncenin de etkili olduğu sağcı tabanda aramıştır. (43) (Adnan BOSTANCIOĞLU- Seksenyedi’de muhalefet)

4- İnsan hakları – düşünce özgürlüğü- din ve vicdan özgürlüğü konularında tek yanlı bir yaklaşım...

5- Geçmişi anlama çabası bugünün pratiğine yol gösterdiği ölçüde anlam kazanır. (56) (A. Bostancıoğlu. A.G.Y.)

6- Yapay bölünme/ sorunların aşılması.....

Page 80: Akademik kaynaklar dizini

7- Toplum kalkınma için-mevcut mekanizmanın amacı tahakkuk ettirecek şekilde ıslahı için bir görevlendirme....

8- Toplumu kalkınma amacına yönelik bir dayanışmaya sürükleyecek duyguları- aklı- zekâyı açığa çıkarmak ....

9- Tarihin ve kültürün çerçevesi dışına çıkarak hiçbir şey yapamazsınız. Ne düşürebilirsiniz, ne orijinal bir şey ortaya koyabilirsiniz, ne toplumsal bir yenilenmeyi, yenileşmeyi gerçekleştirebilirsiniz. Daha doğrusu onu bir yere oturtabilirsiniz, ne de düşündüklerinizi sistemleştirebilirsiniz. (Mehmet AYDIN, 28.11.1999 Y.Şafak, Röportaj)

10- Hıristiyanlaştırmak , Hıristiyan gibileştirmek... İnkültürasyon: Hıristiyan kültürün- İslâm kültürü içine naklederek..... Siyasal Hıristiyanlık

BUHRANLARIMIZSadrazam Said Halim Paşa (1863-1921)

Baskıya hazırlayan: M.Ertuğrul DüzdağTercüman 1001 Temel Eser Dizisi(9)

1. Mücedditlerimizi bu kadar büyük hatalara düşüren şey şudur: Onlar memleketin siyasi vaziyetini istedikleri gibi değiştirmekle, içtimai durumu da değiştirmeye muvaffak olabileceklerini zannettiler. Sadece bir takım kanun ve nizamların, bir milletin içtimai yapısını istenildiği gibi değiştirebileceği; bütün toplumun hükümetin heves ve hislerine tabi bulunduğu gibi, safdilce fikirlere kapılmak hatasına düştüler. (61-62)

2. Bizim dimağımız henüz eşyadan fikirlere intikal edemiyor, fikirlerden eşyaya geçmeyi tercih ediyor... Çünkü bu sayede düşüncelerimiz sonsuz hayaller içinde, her şeyi kendi emellerine göre tertip edebileceği muhayyel bir muhit bulabiliyor. (76)

3. Gerek toplum, gerek fert olarak faaliyetlerine engel olan kayıt ve nizamlardan kurtulmak...(64)

4. Halbuki bu aydın sınıf, batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyetini kaybetmiş, aşırı bir batı hayranlığına müptela olmuştur. Milli kurtuluşumuzun çaresini kendisinin tutulduğu bu hatalığın bütün memlekete yayılmasında görmektedir.(97)

5. İlim kıyas ile beraber olursa faydalı olur.(...) Bu sebeple, kendi cemiyetimiz ile diğerleri arasında mukayese yapabilecek kadar kendimiz hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Böyle olmayınca, bizden ileride bulunan yabancı milletler arasında ne kadar kıyaslar yapsak ne kadar ilmi ve mantıki neticelere varacak bir iktidar da göstersek,

Page 81: Akademik kaynaklar dizini

bununla kendi cemiyetimizin noksan ve kusurlarını bularak tamir etmeye muvaffak olamayız. (102)

6. *(........) Milli ruhumuzu kuvvetlendireceğine, gevşetiyor.(.......) kuvvetli ve gerçek imanlar meydana getireceğine , zararlı şüpheler, tereddütler ve inançsızlıklar saçıyor. (104)

7. *.............Bu medeniyetin eserlerini, o medeniyeti getiren sebepler zannettiler.(116)

8. *Çünkü devlet daireleri (....) muhitin (basının, batının vs....) telkin ettiği cesaretsizlik sebebiyle, hakiki bir mesuliyeti üzerine almaya hiçbir vakit cüret edememişlerdir. (121)

9. *İçtimai vazifelerimiz, dinimizin(...) esasında mevcuttur. Bu sebeple dini vazifelerimizi bir vicdan şevki ile yerine getirirken farkında olmadan içtimai vazifelerimizi de ifa etmekte idik. (126)

10. Çünkü toplumu ıstıraba düşüren illet, fertler arasındaki eşitsizlik olduğu gibi, eşitlikte olabilir. (129)

11. Bir cemiyette hukukta eşitlik olmakla beraber şahsi üstünlükler ortadan kalkar ve vazifelerin ifası hususunda herkes acze düşerse, böyle bir eşitlikte içtimai bir felaket olur. (129)

12. *Artık ıslahat ve yenilik hayranlarının da en iyi, en acele ıslahatın kendi kusurlarını gidermeye çalışmak, en faydalı ve son yenileşmenin de kendi hasletlerinde yapacakları değişiklikten ibaret bulunduğu itiraf etmeleri icap eder. (133)

13. *İlmi kazançlarımız ancak ahlaki noksanlarımızı giderebildiğimiz derecede faydalı olacaktır. Aksi takdirde ilmimiz, kötü temayüllerimizi teşvik edip artırmaktan ve zararımıza sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

14. İnsanın hareket yolunu çizen akıl ve bilgisinden daha çok ahlakıdır.

15. Bir hain, hainlik hasletini gösterdiğinden başka bir şeye aldırmaz. Akıl ve bilgi kuvvetini ancak cinayetini başarmak ve kendini kurtarmak için ötekini berikini kandırmak için kullanır. (134-135)

16. Bir şeyin medeniyet ve ilerleme yolunda faydalı olabilmesi, onu bu yola sevk edecek olanların bilgi ve maharetine bağlıdır. (136)

17. Esasen bir muhit mahiyeti ne olursa olsun, ancak kendinin doğurduğu ihtiyaçları tatmin edebilir. (138)

18. İçtimai vazife, içtimai hürriyeti doğurur. Vazifenin yerine getirilmesinde gösterilen daha büyük bir kabiliyet, daha büyük bir hürriyet bahşeder. İşte böylece, içtimai hürriyet görülen ve ispat olunan bir ehliyetin takdir nişanesi olarak hak edilmiş olur. (139)

Page 82: Akademik kaynaklar dizini

19. Fakat bir şeyi yapma hürriyeti, o şeyi yapabilecek ehliyet ve iktidarını bahşeylemez. Olsa olsa o ehliyet ve iktidarın kazanılması imkanını hazırlar. (140)

20. Yeni hayat tarzından doğan fikir ve hislerin tekamülünün bir neticesi olduğu şüphesizdir. (143)

21. ............. itirazların, bir takım köhne zihniyetlerin geçici,(cahilce ve körü körüne) muhalefet tezahürlerinden başka bir şey olmadığına kani olabilirler. (147)

22. Muntazam cemiyetleri, ahlaki fazilet ve doğruluklara sahip insanlar meydana getirir. (149)

23. İslam’a göre din, beşeriyetin maddi,manevi ve akli muvazenesini sağlayan ebedi kanun ve düsturlara karşı gösterilmesi gereken saygı yoluyla insanlığın saadetini bir hayal olmaktan kurtarıp müspet bir hakikat kılmaktadır. (161)

24. ...........fikir ve irfanımızın esası olmuştur. (161)

25. *Bir hareket hattı seçmek insanların hayatlarının bir gereği oldukça ve tekamül kabiliyetleri bir inanç sistemine iman etmeyi mecbur kıldıkça, en kati iman ile bağlanacağımız din, ancak ve ancak İslamiyet olacaktır... (162)

26. *Batılı komşularımızın bizde gördükleri ve bize de anlatıp durdukları cahilane taassup, eğer hakikaten mevcut ise, bu halden onların değil bizim şikayetçi olmamız lazım gelir. Çünkü bu cehaletimizden onlar istifade ediyor, bizler zarar görüyoruz.

27. Avrupalıların, şark şahsiyetinin en güzel hareket ve tezahürleri karşısında “taassup” diye en yüksek sesle şikayet etmekte olduklarını uzun ve acı tecrübelerden sonra öğrendik. Bu mevhum “taassup”un şiddetini, kendi bencil menfaatlerine karşı gösterilen mukavemetin derecesiyle ölçtüklerini de nihayet anladık. (165)

28. İlerleme unsur(ları) (175)

29. Hıristiyan Avrupalılarla, Budist Japonların dinlerinin ayrı ayrı olması ilerlemelerine mani olmamıştır. Şu halde, hiçbir dinin ilerlemek için gerekli şartlara sahip olan bir milleti bu yoldan alıkoyamayacağı kesin bir gerçek olarak meydandadır.

30. “Bir yazı planlı olursa;o yazıda konu dışı fikir ve söz bulunmaz...”

31. İslam alemi şarkta bitmez tükenmez felsefi münazaralar ile vakit geçirip metafizik vadisinde sonsuz, boş ve kısır çekişmelerle kuvvetten düşmekte iken, beri tarafta, yani garpta genç ve zinde

Page 83: Akademik kaynaklar dizini

milletler tecrübe metotlarına dayanan yeni bir medeniyet kuruyorlardı. (179)

32. ........tarihinde yeni bir inkılabın sayfasını çevirmek üzeredir...(180)

33. *.........milli yükseliş ve üstünlüğün elde edilişinde bir hissesi bulunsun ve bu hisse mümkün olduğu kadar büyük olsun.(182)

34. İslam ahlakının ayırıcı özellikleri...(187)

35. *Garbı taklide yeltenen mücedditlerimizin takip ettikleri usul, batı medeniyetinin neticelerini, sebep zannetmekten doğan pek basit bir mantık hatasına dayanıyor. (190-191)

36. Batılı toplumlar rahat ve selametlerini kanunlarda aradıkları halde, İslam cemaatleri onu, inanç ve hislerinde, ahlaki ve fikri terbiyelerinde bulurlar. (193)

37. Halin ve hadiselerin pek yanlış şekilde muhakeme edilmesinden doğmaktadır...

38. *İnsanın gerek tabiatı, gerekse fazilet ve kötülükleri değişmediğinden, insanlara bir hareket tarzı tayin edip, birbirleriyle olan münasebetlerini düzene koyacak olan esasların da zaruri olarak değişmez bir şekilde olacağı apaçıktır. (195) (bu sebeple; bu karakter ve tabiat değişmeden, siyasi çerçeve değişiklikleri, bu ...)

39. Ferdin ahlak ve fikir seviyesini yükseltmek... (198)

40. *Cemiyetin umumi ahlak ve ruh seviyesi ne kadar yüksek ise, hürriyet ve eşitliği de, refah ve saadeti de o nisbette mükemmel olur. Aksi için de böyledir. (209)

41. ruhların da (ve fikirlerin de) kökleşmiş bir takım yanlış telakkiler......(214)

42. *...........özellikler, (........) kendi seciyelerinin damgasını vurarak onu yapısından çıkardılar...(uyarlanacak)...(217)

43. Mazilerindeki büyüklüğü meydana getiren kuvvettir... (219)

44. Gayeden bu kadar uzaklara düşmüş. (222)

45. YAZAR; Mevzuunu etraflıca kavrayabilmiş mi? İleri sürdüğü deliller ile çıkardığı neticeler birbirine uygun mu? Maksadını açıkça anlatmaya muvaffak olmuş mudur? Eserin planı güzel çizilmiş midir? Bahislerin çeşitli olması ve aynı zamanda esastan ayrılmamaları sağlanmış mıdır? (237-238)

Page 84: Akademik kaynaklar dizini

46. Sahibinde bile inanç şeklini almamış bir fikir başkaları tarafından hakiki bir kanaat gibi müdafaa edilmek isteniyor.(248)

İKTİSADİ ÇÖZÜLMENİN AHLAK VE ZİHNİYET DÜNYASISabri F. Ülgener ; Yayınevi: Der Yayınları, İst.1981

1. “..........aynı üretim ameliyesini ve aynı hukuk tekniğini olduğu gibi kopya eden ülkelerde iktisadi hayat batıdakinden farklı sonuçlar vermekte devam ediyorsa, sebebi, altta zihniyet ve tutum farkından başka nerede arayabilir? İktisadi yaşayış,... yalnız dış verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Gerisinde kendine has tavır ve davranışları ile insan gerçeği yatar. Kapitalizmi kapitalizm yapan yalnız dış görünüşü ile para, sermaye akımı, ya da o akımların gövdeleştiği kuruluşlar değil, aynı zamanda ve belki daha önemli ölçüde çağın tipik insanının davranış biçimi, tercihleri... yaşayış normlarıdır. O da yaşadığı dış kalıpların basit bir fonksiyonu olmaktan çok, çevreye ve eşyaya belli bir bakış açısı ile kısaca bütün bir iç dünyası ile karşımıza çıkar. (12-13)

2. İktisadi yaşayış, nerede ve hangi yüzyılda olursa olsun, yalnız dış verilerin bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Bütün o yığınların altında ve gerisinde kendine has tavır ve davranışları ile insan gerçeği yatar. (12)

3. Fertler arasındaki münasebetlere kumanda eden ana fikir, devrin karakteri icabı maddiyat ve menfaattir...(Her hadise gibi fert ev topluluk münasebetleri de bu ana fikrin ışığı altında yerini ve manasını bulur.) (52)

4. İçtimai hayatın asırlık gelenek ve anlayışlarla verdiği “donne” kıymet anlayışı, halk ruhaniyatına bütün derinliği ile saplandığı için, hoşa gitmese bile hafızadan silinip yerine başka değerde ideallerin konulması kolay olmaz. Yapılacak iş, ekseriya klişeleşmiş tabirleri aynen muhafaza ederek etrafında geniş daireler çizmek ve kelimeyi, belki maddesini örselemeden, değişik manada çekip yormaktan(yorumlamaktan) ibaret kalır. Bu taktirde, mevcut kelime kalıpları içine bir müddet sonra ahlak normlarının zor ile etkisinden büsbütün farklı manaların doldurulduğu gözden kaçamaz. Aynı hali burada da görebiliriz: ilk defa içtimai-vital saiklerden doğan kıymet ve idealler, din ve tasavvuf dünyasına aktarıldıkça, kelime yapısı aynı kaldığı halde, asıllarındaki renk ve ışık bolluğunu kaybederek kuru, renksiz bir dogmatizme, kapalı bir tevekkül felsefesine çevrilmektedir.(Mesela; içtimai ve siyasi hayatta vazgeçilmez bir fazilet örneği gibi tutunmuş ve yerleşmiş kelimelere yol üstünde rastladıkça, hoşa gitmeseler bile kalıp halinde atılamadıkları için, manalarına inmek ve değiştirmek, bugünkü rejim kavgalarının dahi tuttuğu dikenli ve dolambaçlı yolu teşkil etmektedir. “demokrasi” ile

Page 85: Akademik kaynaklar dizini

en küçük ilişiği olmayan rejimlerin ve “halk demokrasileri ve cumhuriyetleri” sözünü kullanmaktan vazgeçmemeleri yukarıda anlatılan halin ibret verici misallerinden biri olsa gerektir. (61-dipnot) (61)

5. İçtimai kıymet ve idealler, uzun ve çetin bir tekamül sonunda asıllarındaki hayatiyetten adım adım uzaklaştırılarak, kuru bir dogmatizme, hatta bir çok noktalarda mutlak bir dünya inkarına çevrilmektedir. (66)

6. Klasik ahlak kaynaklarının tanıttıkları ve hala 19uncu asır romantiklerinin bir gerçekmiş gibi salıverdikleri ihtirassız ve ihtiyaçsız bir insan değildir; o kadar değildir ki, bugünküne kıyas edilse, hislerin bazı noktalarda çok daha sert ve taşkın olduğu dikkatimizden kaçmaz. Sözün kısası: “kayıtsız ve kaygısız” insan bir gerçek değil, ancak bir idealdir.(101)

7. Toplum asırlık geleneklere uyarak hayatının, hukuki ve siyasi vechesini düzenlenirken; ahlak normları üstünde o düzenin gerektirdiği yontma ve düzeltmeleri yapmaktan da geri kalmamıştır. Bu düzeltmeler, şüphe yok ki, birinci planda imtiyazlı tabakalar lehine varid olmaktadır. (101)(uyarlanacak)

8. Bol, ferah ve gösterişli hayat üst tabakanın, nerede olursa olsun, vazgeçilmez vasıflarındandır.(102)

9. Modern hayatın icap ve şartları madde ile kaimdir.

10. Üste çıktıkça bol müsamaha ve imtiyaz; alta düştükçe o nisbette sert ve mutaassıp bir kayıtlama...(103)

11. .....manevi kıymetlerinin büyük bir kısmını hiç değilse geniş kitle önünde kurtarmak isteyen ahlak sistemi ile aristokrat sınıfın menfaatleri bir hizada geliyordu. İkisi de el birliği ile tevazu ile kanaatı halk yığınlarına mahsus bir fazilet haline getirmiş. (106)

12. (Lüks ve ihtişamlı hayat anlayışının halka yayılarak halkı dejenere etme yolunu tıkama gayretleri...(ahlakçılardan)

13. (Günümüz fert ve cemiyet hayatını gerçek zihniyeti ile tanıdığımızda göreceğiz ki; mücerret kaide ve düsturlara sığmayan romantik süslemelerden ibaret......)

14. *herhangi bir devrin iktisat ve cemiyet hayatını gerçek zihniyeti ile tanımak için, o hayatın mücerret kaide ve düsturlara sığmayan hakiki çehresini her türlü romantik süslemelerden ayırt etmeye ihtiyaç vardır.(128)

15. ...Yakın şark dünyası, nesci altında fazlası ile mevcut olan kazanç insiyakını zamanla normal bir kar ve teşebbüs zihniyetine doğru kanallamak imkanlarını elde edebilmiş midir? Kuvvetlerini sağa sola dağıtmayarak mazbut, rasyonel bir teşebbüs formu içine

Page 86: Akademik kaynaklar dizini

yığmak ve biriktirmek manasına iktisadi rasyonalizm bize hangi ölçüde nasip olmuş veya ne gibi sebeplerle daha başlangıçta durdurulmuştur. (128)

16. (bu zaaf ve ihtiraslar sebebiyle) üretim tarafı durgunlaşırken, tüketimin aynı ölçüde tahdit edilememesi, hatta bazı tabakalarda bilakis arttırma ve çoğaltma zihniyette ve iktisadi bünyede nasıl bir kıymet muvazenesizliğin sonu nereye varmış olabilir?(176)

17. Umumiyette istihlakin istihsale karşı ağır çekmesinden doğan müzmin bir nisbetsizlik...(187)

18. Gösteriş ve ihtişam hevesine imparatorluğun son devirlerinde toprak kayıplarının yüklediği rant ve irat azalışı ile harp ve sefer masraflarının ağırlığı da katılınca, denksizliğin nasıl bir hadde vardığı kendiliğinden meydana çıkar.

19. (.........) masraflar istenildiği gibi indirilmediği ve indirilmesi de arzu edilmediği için, yapılacak şey elbette iradı zorlayarak masraf hizasına çıkarmaktan ibaretti. Saray ve konak kahyalarından devlet ve idare amirlerine kadar hepsini irat peşinde koşturan aralık buldukları her kapıyı zorlamaya sevkeden zaruret işte buradadır.

20. İrada bu kuvvetin nereden geldiği tahmin edilebilir. Mutad istihsal yolları daraldıkça, onların dışında kalan vasıta ve kaynaklara biraz daha yüklenmek; o arada: köylünün mal ve para şeklindeki vergi yükünü gittikçe arttırmak; tahsil ve iltizam rejiminin getirdiği diğer istismar imkanlarını sonuna kadar kullanmak;(......) bütün bu tedbirlerin yetmediği hallerde; borç altına girmek... (190)

21. Tüketime dayalı iktisat rejimi

22. Üretime dayalı iktisat rejimi ( - )

23. Bütün mesele, doku altında birikmiş bu ihtirasın( insan yaradılışının nerdeyse o değişmez diyeceğimiz temel özelliğinin) zamanla nereye yol almış olacağını kestirebilmekten ibarettir. Batı ile ayrılış noktasının da burada aramak gerecekti: Biri temelde normal ve mutad kazanç imkanlarını kaybederek sonunda ister istemez loş ve sapa yollara yönelirken, öbürü kapitalist organizasyon ve hukuki formlarının kuruluşu ile birlikte dar ve eğri yollardan düzlüğe çıkmanın yönünü ve yönetimini bulmuş oluyordu.(196)

24. ....yığınların alışılmış yaşayışına, nerede ve ne zaman olursa olsun değişim ve dinanizm taşıyan o bir avuç dediğimiz azınlık olmuştur. (196)

25. O halde aynı (veya benzeri) azınlığın bizde nasıl bir çizgiyi sürdürdüğü ve nereye kadar uzandığı düşünmeye değer bir konudur. Özellikle “sermayeci” olarak sahnede görünen kim veya kimlerdir?

Page 87: Akademik kaynaklar dizini

Ve belki daha önemlisi: karmaşık bir yığın içinden iş ve meslek adamının ayrı bir tabaka olarak belirip şekillenme şansı nereye kadar uzanmış veya nerelerde tıkanıp kalmıştır...(197)

26. “Türklerde üst tabaka göçebe karakterinden çok şeyler muhafaza etmiş... Türk köylüsü tipik bir köylü olduğu halde, şehirli şehir iktisadına yabancı bir efendi tabakası, bir muharip ve memur kast-ı vücuda getirmiş... kibirli, çalışma ve kazanmaya fazla ehemmiyet vermeyen, iş hayatını hor gören bir sınıf! Binaenaleyh, efendi ırkın henüz harcanmamış kuvveti ile vücuda gelen devletin süratle yıkılmasında başa mesuliyet payı halkın bu göçebelikten kalma karakterine düşer.(201) (Garplı bir muharrir H. Kohn )

27. Çalışma ve kazanmanın verdiği iş zevkinden ziyade harcama ve tüketmenin getireceği ağız tadı baskın çıkar. Onun içindir ki el emeği asırlar geçtikçe en düşük değer seviyesine kadar alçalırken, istihlak hevesi, hem de konuk hayatına has ifratlar ile halk ruhaniyetinden hiçbir zaman sökülüp atılamamıştır. (188)

İKTİSADÎ KALKINMANIN KÜLTÜR TEMELLERİProf. Dr. Mustafa E. ERKAL , Semih Ofset - Ank. 1990

1. Günümüzde ve gelecekte Türk aydını “kültür” ve “kalkınma” arasındaki anlamlı bağı kurmak ve geliştirmek mecburiyetindedir. (önsüz -III)

2. Ekonomik gelişme, her şeyden önce kalkınmayı mümkün kılacak bir zihniyet dünyasının esiridir. (önsöz - IV)

3. Sosyolojik yaklaşım insanı dar ve tek boyutlu olmaktan kurtarmakta, meselelere çok boyutlu bakar hale sokmaktadır.(1)

4. Kültür birliği, tamamen birbirinin aynı düşünen aydınlar ve tekçi, kalıpçı fikirler anlamına gelmektedir. (3)

5. Muhafazakârlık: Milleti kültürel ve siyasi anlamda sürekli ve istikrarlı kılan unsurlara ve değerlere bağlı kalarak, onları canlı tutarak, kaynağı tahrip etmeden yenilikçi tavır takınmaktır. (10-11)

6. Muhafazakar bir politika halk ile aydın arasındaki sosyal mesafeni büyümesinin önler. (11)

7. Fertlerin çeşitli tavır aşlılarında ahlâkî ve mânevi inanç meselesi ön plana çıkarmaktadır. (15)

8. Dinleşen ideolojiler… (17); ideolojileşen dinler…

9. Muhafazakâr düşüncedeki korumacı, görüş, toplumun sosyal ve kültürel kişiliğinin devamını sağlar. (20) Kültürde muhafazakarlık, milli kültürü geliştirilmesi sürecinin muhafazası, korunmasıdır.)

Page 88: Akademik kaynaklar dizini

10. Tabakalaşma piramidi- Kültür seviyesi- Süreç doğması …. İlişkisi

11. Ekonomik istismar, kültürel (yozlaşma) yabancılaşma üzerine bina edilecektir. (27)

12. Hindistan’a gönderilen bir Protestan papazı oradaki Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışır. Bir süre sonra A.B.D. ne dönen papaya faaliyetlerinde ne ölçüde başarılı olduğu sorulur = cevaben = “bizim çalıştığımız bölgede belki çok az kimseyi, belki hiç kimseyi Hıristiyan yapamadık, ama üzerinde çalıştığımız bu bölgedeki insanların artık hiçbiri Müslüman da değil” der.(27)

13. Çeşitli konuların konuşulmadığı ve tartışılmadığı bir ortamda fikirler arasında mukayese yapabilmek güçleşebilir. (43)

14. Max WEBER, Protestan ruhunun ve görüşünün iktisadi hayat üzerindeki şekillendirici etkileri üzerinde durmaktadır. Bu Protestan ahlâkı tutumluluk, ferdiyetçilik, çok çalışmanın faziletine inanmak gibi temellere dayanıyordu. (48)

15. Bk. İLMİ İNKILAP isimli kitap / 1. not ….(aynen) =(Bugün karşımıza çıkan müşkülâtın çoğu, başlıca iş-birlik ve iş-yapıcılık alanında büyük ve kendine mahsus değişmeler getiren bu dehşetli ilmî inkılâbın tam ortasında yaşamakta olmamızdan ileri geliyor. Tarihte insan topluluğu bugünkü kadar hızlı bir değişmeye hiç uğramamıştı. (18)

16. Gelişmiş, sanayileşmiş ülkelerin bazılarında, meselâ İngiltere’de bir araç ve gereç fonksiyonu yitirmediği sürece devre dışı bırakılmaz. (52)

17. (Kültürümüzde) lüks ve gösteriş tüketiminden kaçınma vardır. (57)

18. Aç ve susuz bir insan için ilk kap yemek ve içeceği birinci bardak su ile mesela beşinci kap yemek ve dördüncü bardak suyun taşıdığı tatmin duygusu nasıl farklı ise, kültürümüzde de maddi tatminin sağlayan marjinal noktanın ötesinde nefsin terbiyesi ve manevi tatmin yer almaktadır. (58)(Meşru kazanç meşru yoldan harcama)

19. Ekonomi alt sistemi diğer alt sistemlerden ve sosyal sistemin bütününden ayrı ve bağımsız düşünülemez. (60)

20. Japon toplumunda birlikte görülen, geleneksel ve modern yapı ikilemi, bu ülkenin sanayileşme tecrübesini ilginç kılmıştır. ABD’de ekonomik kalkınmada sermayenin oynadığı etkin rol, Japonya’da daha çok.beşeri faktöre, insan gücüne geçmiştir. Bir başka açıdan sanayi toplumlarında stratejik kaynak “sermaye” iken, B.Bell’e göre yeni toplumda yeni ileri sanayi toplumunda “bilgi” olmaktadır. Japonya’da sanayi kuruluşları “aile” ilişkileri içinde

Page 89: Akademik kaynaklar dizini

yürütülmekte ve yöneticiye mistik bir saygı beslemektedir. Vasıflı işçiyi bizzat sanayi sektörü yetiştirmekte ve eğitmektedir. Sınai eğitimin yansıra, başarı mistiği aşılamak için de maneviyat eğitimi yapılmaktadır. Fertlerde sosyalleşmiş bulunan normlar aile içinde mevcuttur. Japon ailesi içinde fertçi, faydacı ve aile dışı ilişkilerde de çatışmacı normlar, sapma davranışlar asgari seviyededir. Bunların yerine, dayanışmacı, başarı mistiğinden güç alan, mütevazı, gösteriş tüketiminden uzak, maddi ve manevi hedefler arasında kurulan dengeye dayanan fedakarlık ve diğergamlık geçerlidir. Japon ideali ve cemaat yapısı milli hedeflerde düşünme imkanını yaratmıştır.

21. Japon toplumunda elde edilen yüksek tasarruf oranında Japon ailesinin rolü büyüktür. Artan eğitimi seviyesi, tasarrufu azaltmamakta, bilakis çoğaltmaktadır. Japon toplumunda yaşayan geleneksel sistem, refahı sağlayıcı sermaye birikimini kolaylaştırmıştır ve yatırımları arttırmıştır.

22. Japonya’da çok çalışma merakı, kanun zoru ile tatil sayesinde frenlenmekte, tatil günleri bile bürolarına giden memurlara ayda en az iki defa hafta sonu tatili yapma mecburiyeti getirilmiştir.

23. Yukarıda örnekte de olduğu gibi, aile ile kalkınma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Aile yapısının özelikleri, hane halkının değer hükümleri maddi kalkınmaya şekil vermektedir. Şu halde, aileye ve fertlere kalkınma idealine, başarı mistiğine yöneltecek, israt ve her çeşit gösteriş tüketimin den uzaklaştırıcı, sınai üretimi teşvik edici mesajları ve imkânları vermek gerekmektedir. (63-64)

24. Japon toplumunun hemojen bir toplum olduğu Türk toplumunun ise aynı yapıda olmadığı bu nedenle aynı başarıyı göstermediği itirazı…)

25. Teknoloji kültürü ile temas kaçınılmazdır. Evrenselleşen kültürün bir bölümü olan maddi kültürle ilgili bu saha, ister istemez teknolojinin milletler arasında dolaşımında bilhassa İngilizce yi ön plâna geçirmiştir. Türkiye gibi kalkınan ve sanayileşen ülkeler; bir sel gibi gelen yabancı kelime ve kavramlar geliştirmek durumundadırlar…(85)

26. II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki ‘nin ilk dönemlerinde resim dilin, Fransızca olması teklif edilmiştir. (87) (T.Banguoğlu- Yabancı Dil Meclisi - Türkiye Gazetesi - 02.03.1988-sh.2). Avrupa ile ilişkilerimizi geliştirebilmek için bayrağımıza “ haç” takılması fikri de yine bazı devlet adamlarımızca ileri sürülebilmiştir. (87)

27. BEYİN GÖÇÜ: Kültür ve kalkınma arasında gerekli bağı kuramamış, kültür politikasını ihmal edip kültürsüz bir maddi

Page 90: Akademik kaynaklar dizini

kalkınmaya gerçek kalkınma zannedenler, yetiştirdikleri elemanları zamanla kaybetmişlerdir. (104)

28. Günümüzde yetişmiş, nitelikli insan gücü stratejik bir önem taşımaktadır. (105)

29. Aydınların bir ülkede işsiz ve fonksiyonsuz duruma girmeleri…(105)

30. Ortalama teknik bilgi seviyesinin artışı …. (105)

31. Çatışma - uzlaşma - uyum süreci…

32. (………) insanla birlikte bir değer ve anlam taşımaktadır. (106)

33. Göç eden bir elemanın eğitim maliyetini göç veren ülke taşımaktadır. (107)

34. EKONOMİK KALKINMA SÜRECİNDE “SOSYAL BÜTÜNLEŞME” SORUNU;

35. Ekonomik büyüme, sayı ve hacim olarak bir değişikliği ortaya çıkarır. Gelişme ise, mahiyet ve nitelikteki bir farklılaşmayı ifade eder. F.Sabri Ülgener Milli Gelir İstihdam ve İktisadi Büyüme - 3. Baskı. İst. 1970. sh. 406. “millet ekonomisi zamanla iki istikâmette değişiklik gösterir. Bir taraftan gövdesi ile genişler (nüfus artar, işgücü çoğalır, istihsal vasıtaları artar v.s.) diğer taraftan, bünye ve çatısı ile değişir. Birincisi büyüme, ikincisi gelişmedir. Sehumpeter ‘e göre gelişme, iktisadi akımın alışılmış yolunu (yörüngesini) terk edip daha yüksek seviyede ikinci bir denge sathına sıçraması demektir. İktisadi büyüme, kendi sözleriyle nüfus, toprak, teknik seviye ve teknolojik bilgi gibi iktisadi hayatın temel unsurlarında - data’da - devamlı değişmelerdir.” (112-113)

36. (…………..) Gelişme ve büyüme ile sağlan modern karmaşık toplumda sosyal farklılaşma ve işbölümü artmıştır. Toplum, karmaşık yapı dolayısıyla daha kolay parçalanabilir bir nitelik kazanmıştır. Bu durumda, toplumun ahenkli işleyen bir bütün olarak kalabilmesi, ekonomik politikasının, sosyal ve kültürel politikalarla takviyesini gerektirmiştir. Ekonomik gelişme ve büyümeye rağmen, görünen sosyal ve kültürel kaynaklı meselelerin hafifletilebilmesi sosyal ilimcileri ve bu arada iktisatçıları da sosyal meselelere eğilmeye zorlamıştır. Sosyal bütünleşme ve çözülme konusu yukarıda belirtilen meselelerin başında gelir. (114)

37. Sosyal bütünleşme ile ilgili s.114-136 fotokopi.

38. Güney Afrikalı aydınlar arasında sık sık tekrarlanan bir hikaye vardır. Onlara göre, Batılılar Güney Afrika’ya geldikleri zaman ellerinde sadece İncil vardı. Güney Afrıkalılar’ın ise ellerinde kıymetli altın rezervleri bulunmaktaydı. Yıllar birbirini takip ettikten sonra bu

Page 91: Akademik kaynaklar dizini

durum tamamen değişti. Afrikalıların eline İncil, Batılı emperyalistlerin eline ise, kıymetli madenler geçti. (138)

39. Kültürel yapı ile sosyal yapı arasındaki fark = yabancılaşma; Merton, buna “fonksiyon dışılık” ve “anomi” demektedir. (141)

40. Milli kültürümüzü kavramayan bazı çevrelerin kültürü sadece evrensel boyutta ele aldıkları görülmektedir. Evrensel kültür alanına kültürün daha çok maddi yüzü girebilmektedir. (150)

41. Batı’nın ilmine ve ilmi araçlarından çok; onun inanç boşluklarından kaynaklanan pozitif, maddeci ve aşırı fertçi özelliklerine özenilmiştir. (Batı’da ) bir ölçüde Hıristiyanlığa karşı takınılan tavır, İslamiyet’e karşı da sürdürülmek istenmiştir. (153)

42. (-) (kalkınmanın bir zaruri aşaması gibi algılanmıştır. )

43. (-) (Batı’da yapılan dinde reform, bizde de zamana yayılarak ve tedricen yapılmıştır. )

44. Dinden uzaklaşan insanlık, bazı ideolojileri dinleştirmiş, filozofları da tanrılaştırmıştır. (155)

45. Bir değerlendirmeye göre: “Milli irade doktrini ile despot krallardan daha korkunç sınırsız ve sorumsuz yetkiyle donanarak olmadık vahşet örnekleri verilmiştir. Krallar kendilerini hiç olmazsa kutsal ve tanrısal kurallarla bağlı hissederken, laik ve rasyonalist liderler, kendilerini milletin tek yetkilisi ve temsilcisi gibi görerek sınır tanımaz bir keyfiliğe kendilerini kaptırmışlardır. Fransız devrimini Amerikan ve İngiliz devrimlerinden ayıran asıl karakteristik, Ruso’nun doktrininin bu jakoben yorumudur. İngiliz ve Amerikan devrimlerinde… kuvvetler ayrılığı modeli hakimken, Fransa7da kuvvetlerin bir merkezde temerküzü, Fransız devrimini totaliter ayaklanmaların ve doktrinlerin destekçisi olan tarihi bir örnek haline sokmuştur. (158-159)

46. (A.yalcın- Fransız ihtilali üzerine düşünceler - Forum- Temmuz - 1989-s.331/236.)

47. Sanayileşme, teknik ve iktisadi bir değişmeyi ifade etmektedir.

48. Modernleşme ise, sınaileşen yapılarla beraber ve bunlara paralel olarak ortaya çıkan “sosyal” ve “siyasi” değişmelerdir.

49. Kalkınma kavramı ise, yukarıdaki iki kavramı kapsayan ve değişmenin olumlu yanını ifade eden gelişme ile bir düşünülmesi gereken bir kavramdır.

50. Sosyal gelişme: bir toplumda ekonomik gelişme ve ekonomik büyüme ile birlikte sosyal ve kültürel seviyenin artışıdır. Sosyal gelişme toplumu meydana getiren fertlerin ve sosyal

Page 92: Akademik kaynaklar dizini

grupların değer hükümlerinde ve davranışlarında meydana gelen bir gelişmedir.(163)

51. Sosyal yapılar, şekiller ve davranışlar kolayca eriyen metal parçaları değillerdir. (Bendix R. “sanayileşme, Modernleşme ve kalkınma ” , sosyoloji yazıları, (Düzenleyen İ. Sezai) Bursa, 1983. sh. 82) kalkınma kavramı, sadece sanayileşmenin dolaylı veya doğrudan tesirlerin değil, kalkınmayı nisbi olay kılan “çağdaşlaşma” ve “geleneksel” in çeşitli unsurlarını da birlikte ihtiva etmelidir. Bu bakımdan, sanayileşmekte olan ülkelerin İngiltere ve Fransa gibi Batı ülkelerinin takip ettikleri gelişme çizgisini aynen korumaları gerektiği veya aynı safhaları geçirecekleri şeklinde bir determinist yaklaşım gerçekçi sayılamaz. (165)

52. (Tanzimat’tan itibaren yukarıdaki mantık çerçevesinde kültürel batılılaşma yoluyla bir sosyal değişim meydana getirmek, bu değişimin de ekonomik kalkınma sürecine yol açacağı mantığı)

53. İslâmın çağa hitap etmesi demek; Müslüman’ların çağdan idrakine sunacak şekilde İslâm’ın taşıyıcısı olması demektir….

54. İslâm’ı - onların anlayacağı normlar ve formlar halinde sunabilmek…

İSLAM DÜNYASINDA TOPLUMSAL DEĞİŞMEAli BULAÇ – Nehir Yayınları, 1987-İstanbul

1- Batı’daki gelişme anlamındaki değişmenin merkezi müspet ilimdeki gelişmeler olmuştur. Bu, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi değişmeleri doğurmuştur. Bizde ise, değişmenin merkezi, sosyal ve siyasi değişmeler (buna karşılık ilimde sosyal ve kültürel alanda gerileme,iç kavgaların neden olduğundan kalkınma disiplini imkansız hale gelmiştir) olmuş,bu değişmelerden,bu değişimlerden müspet ilimde değişmenin–gelişmenin doğması beklenmiştir. (-)

2-  Kader, insanın elinden bütün iradi hakları v tercihleri alan, mutlak ve karanlık bir güç (müdür) (s.8)

3-  Geçmişte olmuş bitmiş gibi görünen bir dizi olay bu günü etkilemeye devam eder. (s.10)

4-  Değişme, hiç bir şeyin kendisini kesintiye uğratamadığı sürekli bir süreçtir. (10)

5-  Tarihsel bakımdan belgelemek .....

6-  Kıta Avrupa’sında başlayan büyük bir düşünce hareketi, büyük toplumsal dönüşümlerin de birinci derecedeki nedenidir. (39)

7-  Batılılaşma hareketleri, kısa zamanda, milli ve manevi değerlerimizden kopma karakteri kazanmıştır. (-)

Page 93: Akademik kaynaklar dizini

8-  (Osmanlı’nın Batı bilimsel gelişmelerine intibakta gecikmesinde, büyüklük duygusu gibi psikolojik bir faktörün de payı olabilir.) Ancak, tarihin seyrini değiştiren böylesine büyük bir olayı salt psikolojik yanılgılarla açıklamaya çalışmak bize gerçeği ifade etmez. (45)

9-  Osmanlı’yı zaman içinde ve özellikle de 18 ve 19’ncu yüzyıllarda bir tür yenilgiyi kabule zorlayan gerçek nedenler, Avrupa’nın içinde meydana gelen içi dönüşümlerdir ki, bunların kaçınılmaz sonucu denizaşırı seferler, köle ticareti ve sömürgeciliktir. (.....) Sömürgecilik, Osmanlı ile Avrupa arasındaki dengeyi birincinin aleyhine değiştiren bir faktör olduğu kadar, Avrupa’da uyanan kapitalizm de birinci derecedeki nedenidir. Gerçekte yüzyıllar boyu yoksulluk içinde bulaşıcı hastalıklar ve mezhep savaşlarından gözünü açacak vakti bulunamayan kıt’a Avrupa’sının birden bire kendi potansiyel güz ve maddi kaynaklarının “akıllıca” seferber ederek sermaye birikimine kavuşmuş olduklarını düşünmek çok safdilce bir şeydir. Batı merkezli tarih görüşü Avrupa’da son 3-4 yüzyıllık olguyu bize böyle takdim etmek istemekle birlikte, gerçek hiçbir zaman böyle değildir. Halbuki, tarih bize bu olayın ancak sömürgecilikle gerçekleştiğini açıkça anlatmaktadır. (46)

SOSYAL MESELELERİMİZ VE SOSYAL DEĞİŞMEDoç.Dr.Mustafa ERKAL; MAYAŞ Yayınları, 1. Baskı, Ekim-1984-Ankara

1. (-)Madde kültür, teknik, araç ve gereç, makine, üretim araçları ile maddi yapılardır. Maddi kültür, manevi kültürün dışlaşmış şeklidir.

2. Ama, o vericiden yayınlanan programlar manevi kültürü (milli kültürü) yansıtabilir. (6)

3. Milletlerin kültürü, yeteri derecede güçlü ve yaratıcı ise, yabancı maddi kültür unsurlarını bir hammadde gibi işleyebilir.(7)

4. Mümtaz Turhan’a göre, kültür ve medeniyet arasında zıtlaşma yerine diyalog vardır. Meselâ, Batı Medeniyetini temsil eden milletler arasında manevi kültür bakımından farklar vardır. Bu milletler aynı medeniyeti temsil etmelerine rağmen, aralarında milli kültür farklarının bulunması, maddi kültürün karşılığı olan medeniyet ile manevi kültürün karşılığı olan kültürün özdeş olmadığı ortaya koymaktadır. (7)

5. Medeniyet ile manevi kültürün birbirinden ayrı düşünülmeyeceğini ileri sürenler ise, medeniyetin gereği olan maddi kültür unsurlarının alınması halinde, kültürün de ithal edilmesini savunmaktadırlar. Batıcı yabancılaşma içinde bulunanlar tarafından savunulan bu görüş tutarsızdır. (8)

Page 94: Akademik kaynaklar dizini

6. Bu topluluk bağımsızlığı kaybetse dahi kültürel varlık sürebilir. Kültür yıpranmaz ise, tekrar bağımsızlığı sağlayabilir. (9)

7. Gaye siyasi, iktisadi ve sosyal bakımdan Orta Doğu’da güçlü bir Türkiye’nin doğuşunu engellemektir. (13)

8. Cemiyetin sosyal bünyesi bütünleşmiş ve dış tesirlere karşı dayanıklı hale gelmiştir. (14)

9. Burada bir noktaya dokunmadan geçemeyeceğiz. Kastettiğimiz muhafazakarlık bugün bazılarına söylendiği gibi dışa kapalı, yeni teknolojiyi reddeden gelişmeyi durduran bir anlam taşımamaktadır. Bilakis, muhafazakarlık bir toplumun yaratıcılık fonksiyonuna can ve kan veren bir güçtür. (15)

10. (milli toplum) bugün hedef haline gelen. (18)

11. Sosyal bütünleşme eğilimi zayıf olan ve bilhassa dış çevrelerce harekete geçirilen yoğun azınlık şuuruna sahip bazı çevrelerin de çözülme sürecini kolaylaştıran sol eğilim içine girebildikleri görülebilmektedir. (20)

12. İnsan toplumlarında sosyal müesseselerle güçlendirilen ve çeşitli dengelere dayanan düzen, bir manevi disiplin demek olan ahlaka dayanmaktadır.(35)

13. Gençlikte dinamizm sosyal ve ekonomik kalkınmada itici bir rol oynamak yerine, tam terinse sosyal ve ekonomik kalkınmayı dondurucu, hatta, sabote edici bir nitelik kazanabilir. (35)

14. Sosyal realitenin dönüm noktalarında ortaya çıkan ve insanlığı etkileyen görüşler, ortaya çıktıkları çağın etiketini taşırlar ve o çağın gerçeğiyle sınırlıdırlar.(36)

15. Koruyucu politikalarla )36)

16. İdeolojik şartlanma ile kimlik krizi içine giren gençler, kendileri aşan fanatik, hayali toplum modelleri ile uğraşır olurlar. Başarıyı bir ütopyanın mesela sınıfsız ve sömürüsüz toplum gibi bir hayali topluma ve onun gerçekleşmesine varlıklarını tümüyle tahsis ederek değer kazanmak ve toplum içinde kişilik kazanmak isterler. (37)

17. Emperyalist politikalara karşı güçlü birlik şuuru doğuyor. (61)

18. Günümüz Türkiye’sinde çözülme belirtilerinin bütünleşme yoluna çevrilebilmesi için, Türk toplumculuğunda var olan dayanışmacı, diğergam (altruist) ve yardımlaşmaya dönük özün pratikte uygulanır hale getirilmense bağlıdır. (65)

19. 17.Yüzyılda İngiltere’nin sanayi ihtilaline geçişini, yüksek seviyede ekonomik ve politik farklılaşmanın topluma çoğulcu bir karakter kazandırmasına bağlanmaktadır. (71)

Page 95: Akademik kaynaklar dizini

20. Birbirini fonksiyonel olarak tamamlayan çoğulcu bir yapı.(72)

21. Bu tip cemiyetlerde durgun gözüken yapı, aslında tepki birikimini de arttırmaktadır. (73)

22. Hayali toplum modelleri ile uğraşıyor. (76)

23. Dinamik bir yapı kazanan sanayi cemiyetlerinde hem çoğulcu bir tabakalaşma, hem de yukarı doğru hareketlilik açık olarak görülmektedir. (78)

24. Bu farklı hareketlilik çizgilerini oluşturan değişkenler, eğitim ve öğretim görmek (genellikle, babalarına göre çocukların daha çık eğitim görmeleri) ve mesleki yapıdaki farklılaşmadır. Fert, cemiyetteki yerini ailesi ve akrabalık ilişkilerinden değil, gördüğü eğitimden sağlanmaktadır. (78)

25. İstismarcı imtiyazlılar egemenliğinin etkinliğini koruması da, hareketliği engelleyicidir. (79)

26. Menfaat farklılaşması, insanlık için model geliştirenlerin (79)

27. Türk - İslam değer hükümlerinde yer alan istismarı önleyici, iddiharı yasaklayıcı, diğergam ve dayanışmacı prensipler ve sermayenin belirli ellerde toplanmasını engelleyen mali uygulama gibi özellikler tabakalaşmayı şekillendirmiştir.

28. Mesela, Türk tarihide “esnaf” tabiri, aslında sosyal sınıfların bütününü ifade eder. Küçük üretici, zanaatkar ve san’at erbabını da içine alan kalabalık bir yığındır. “…esnaf teşkilatı, bidayette (bilhassa ahilik tarzındaki ilk örnekleriyle ) iş ve istihsal tanzimi gibi maddi hayata yönelik maksatlardan çok değişik bir ruh yapısı ile vücut bulmuşlardır. Kendi aralarında sıcak ve samimi dayanışma ruhunu muhafaza ve idame, düşkün yardım, komşusunun ticaretini düşünmek, misafire ikram vb.”… “…müşterek hayat şartlarını perçinleyici tesiri altında esnaf diğer zümreler ve bilhassa tarikatlarla öylesine iç içe girmiş,o kadar sarmaşık bir bütün manzarası göstermişlerdir ki, aralarından herhangi birini diğerlerinden ayırt ederek tek başına tanımaya imkan yoktur. Şu halde, ayrı ayrı içtimai zümre sınıflara ait fikirlerden daha geniş ölçüde bir ahlak ve zihniyet dünyasından bahsetmekle mübalağa edilmiş olmayacaktır.” (80)

29. Fert ve toplum çıkarlarını birbirine paralel olarak kabul eden Osmanlı Devleti kapitalistleşmeye karşı olduğu gibi keskin sınıflaşma modeline de karşı idi. Toplumun bütün siyasi, iktisadi, dini, ve ticari eşrafa bırakılmıştı. Toplumda mevcut olan ve sosyal ilişki normları, sınıfçı ve zümreci eğilimleri zayıflatıyor, farklı meslek

Page 96: Akademik kaynaklar dizini

ve statüdeki fertleri birbirine bağlıyordu. Daha sonra farklı meslek ve statü sahipleri devlete bağlanıyordu. (81)

30. Sınıfları birbirine bağlayan dini, ahlaki ve kültürel ve faaliyet şekleri ile feodalitenin kendilerine tanıdığı imkanlarla bir kast şeklinde idiler.

31. Askerlikte havacı - denizci-karacı sınıfları ile bu sınıfların alt sınıfları farklı fonksiyonelliğe sahip olmakla birlikte bütün bir yapı ortaya koyarlar. Bu bütün ve dayanışması yapının gerek fonksiyonelliği işin bu sınıf ve alt sınıf yapılaşması (ve hiyerarşi) zaruridir. Ancak bu sınıf ve alt sınıfların ayrılıkçı ve çatışmacı bir karakter kazanması vardır, potansiyelini de bağrında taşır. Günümüz toplumunda bu anlamda bir problem yaşanmaktadır. (uyarla) (81)

32. Sinai gelişimin tabii akışından, iç ve dış unsurlarını etkisiyle saptığı, eski üretim biçimlerinin yer yer yıkıldığı , yeni sınai biçimlerin, ülkeye zorla yerleştirilmeğe çalışıldığına tanık oluyoruz.(82)

33. Teknolojinin önem kazanması fiziki çevrede işlenmemiş bir halde bulunan kaynakların insan ve toplum ihtiyaçlarını karışlayabilecek bir duruma getirilmesi için girişilen dönüştürüme faaliyetidir. Bu faaliyetin gerçekleşebilmesi, beşeri faktörün gerekli nitelikleri kazanmasına bağlıdır. Kullanılan teknolojinin basit, ara veya ileri olmasına göre nitelik seviyesi farklı insan gücüne olan talep de değişecektir. Teknoloji faktörü diğer faktörler gibi sosyal değişmeye yol açabilmektedir. (84)

34. Ancak teknik belirli bir kültürün ürünüdür. Tekniği yaratan kültürü göz önüne almadan teknolojiyi bağımsız düşünmek ve insanoğlunun evriminde temel belirleyici faktör olarak ele almak hem eksik, hem de yanlıştır. Her toplum teknolojiyi dışarıdan alabileceği gibi, kendisi de yaratabilir. Gerek onu yaratırken ve gerek ithal ederken, manevi kültürün gelişmiş, rasyonel ve yaratıcı düşüncenin yerleşmiş olması ve değer hükümleri ile teknolojinin uyum sağlanması gerekir. Teknoloji, manevi kültürün rehberliğinde yetişir ve olgunlaşır. Kısaca, teknoloji, onu yaratan, yenileyen insan unsurunun kültür taşıyıcı özelliğine bağlı olarak ortaya çıkar. İnsan ve kültür diyalogunun neticesi olarak teknoloji belirir. Teknoloji daha ileri ve gelişmiş bir seviyeye ulaşmak için sadece bir basamaktır, yani araçtır. Onu amaç gibi göstermek ve soyutlaştırmak onda gizi bazı özellikler aramak, bizi teknolojinin insanoğlunun evriminde temel belirleyici olduğunu anlayışına götürebilir. Aynı tekniği, aynı üretim ameliyesini uygulamayan üretim faktörleri yeterli iki ülke aynı hasıla ve verimi alamıyorsa konuyu maddi kültürün üzerindeki manevi tayin edicilerde araştırmalıyız. Bu anlayışa düşmemek için sosyal değişmeyi doğuran faktörlerden biri ve en önemlisi olan “kültür” üzerinde de durmak gerekir. (85)

Page 97: Akademik kaynaklar dizini

35. Kültür ve medeniyet arasında fark vardır, ama bu fark, diyalog kurmayı önleyici değildir..(87) (Menfaat farklılığına sınıf ve alt sınıflara uyarla)

36. Ayrıca, Sombart kapitalizmin gelişmesinde konuya hem iktisadi hem de sosyal açıdan yaklaştığı için kapitalizmin gelişmesinde bazı önemli iktisat dışı faktörlere de ağırlık vermiştir. Buna örnek olarak, kapitalizmin gelişmesinde Yahudilerin oynadığı rol verilebilir. (112)

37. Eğer, bu gün Orta Doğu bölgesi istikrarsız ve sıcak savaş korkusu dolu bir dönem yaşıyorsa, bunun sebebi, Türkiye’nin tarihi rolünü ifa edemeyişidir.

38. İktisadi ilmi, belirli prensipleri ve araçları olan iktisatla ilgilenecek herkesin ve her ülkenin faydalanacağı tedbirler ve prensipler paketidir. Her ülke kendi iç dinamizmini ve sosyal yapısını göz önünde tutarak bu prensiplerden istifade edebilir. (119)

39. Başarılı sınırlandırıcı faktörlerin (120)

40. Sanayi cemiyeti hangi siyasi sisteme sahip olursa olsun, rasyonel çalışma şekli ve işletme birime benzer faaliyetlere ve rollere sahiptir. (130)

41. Gökalp, bu kültür ikiliğini, Tanzimat tan sonra Batı modeli eğitim kurumlarının açılması ve Batıyla olan kültürel ilişkilerin arttırılmasıyla ortaya çıkan elitlere bağlanmaktadır. (131)

42. Gökalp’e göre, halk milli kültüre sahiptir, aydınlar ise medeniyetten pay almışlardır. Bunların aralarında bir diyalogun kurulması gerekmektedir. (132)

43. Hukuk ve Ahlak tabii köklerini ferdi şuurlarda bulur. (137)

44. İnsan tıpkı sonsuz şekilde değişmek temayül ve istidatlarını kendinde taşır. (137)

45. (İslam ve Batı medeniyetlerinde hangi değerlerin kurucu rol oynadığını anlamak önemlidir. Bu bize, medeniyetler arasında mukayesede ışık tutar. Değerler soyuttur, bunların hakiki fonksiyonlarını ancak çeşitli olaylar karşısında takınılan tutum ve davranışlardan anlayabiliriz. ) (Ali Bulaç - Zaman: 13.11.2001)

AYNI KİTAPTAN TEKRAR ÖZET

1- Farklı özellikleriyle toplumların işleyen bir bütüne ve sisteme sahip oldukları gerçeği: (giriş)

2- Tylor’a göre: “Kültür, bilgiyi, imânı, sanatı, ahlâkı, hukuku, örf ve âdeti ve insanın, toplumun bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer maharet ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bir bütündür…” (3)

Page 98: Akademik kaynaklar dizini

3- Toplumların devamlılığını sağlayan faktör, bazı ilim adamlarınca, kültürün “muhazafakâr taşıyıcı fonksiyonudur” (Ottoway) (4)

4- Reymoned ARON’a göre insanlık tarihi sadece gelişme ve değişmeden ibaret değildir. İnsanlık tarihi aynı zamanda muhafazakâr bir karaktere de sahiptir. (ARON, Rİ Sanayi toplumu, Çev.A.O.Güner İst.1974-sh. 73 ) (4)

5- Sürekli değişiklik bu açıdan düzensizliğin istikrarsızlığın adıdır. (4)

6- Kültür , maddi ve manevi kültür olarak ikiye ayrılmaktadır. (WFOGBURN) Manevi kültürü sadece kültür, maddi kültüre ise medeniyet de denmektedir. Maddi kültür, teknik, araç ve gereç, makine, üretim araçları ile maddi yapılardır. (Mimari-şehirleşme- v.s.)

7- Manevi kültür ise, bir milleti diğer bir milletten ayırt edebilme imkânı veren örf ve âdetler, kolektif davranışlar, değer hükümleri, ahlâk anlayışı, sosyal normlar ve zihniyet değişikliğidir. (6)

8- Bir topluluk bağımsızlığını kaybetse bile, kültürel varlığı sürebilir ve tekrar bağımsızlığı sağlayabilir. (9)

9- Kültür tarihçileri, kültürün şu ana prensiplere bağlanabileceğini belirtmişlerdir: Düşünce sistemi, dil, din, hak anlayışı, san-at, ahlâki davranış ve bunların kontrolünde gelişerek, topluluk hizmetine konulan âlet ve vasıtalar….Yine incelemeler göstermiştir ki, bu prensiplerin muhtevaları her kültürde başkadır ve yeryüzünde ayrı ayrı insan kütlelerinin ortaya çıkışına yol açan, aynı zamanda bir kitleyi diğerinden ayırt etmeyi mümkün kılan başlıca sosyal görüntü de düşünce, dil, din, halk telakkisi, ahlâk muhtevalarındaki bu farklılıklardır. Demek ki her topluluk kendine mahsus bir kültüre sahip bulunmakta her kültür de tek başına var olabilen bir topluluğu temsil etmektedir. Bunlardan birinin kaybolması, ötekinin de tarihten silinmesi mânasına gelir. (İ.Kafesoğlu- Kültür ve Milli Kültür- Milli Kültür ve Sanat şenliği ….) (10)

10- (Dürüstlük) ………. Kimsenin inhisarında olmadığı için bir odacı bile bir profesör aynı (mükellefiyeti) taşıyorsa, aralarında (bu açıdan) bir fark yoktur. Her ikisinin arasındaki fark fonksiyonel olarak iş bölümünden doğan bir farktır ve meslekleri itibariyle farkı statülere sahiptirler. (19)

11- (Mesleki fonksiyonun boyutuna göre dürüstlüğün fonksiyonu da değişmektedir. Odacını dürüstlüğü ile, Profesörün dürüstlüğü topluma etkisi bakımından farklı olur…)

Page 99: Akademik kaynaklar dizini

12- Sosyal Yapı: Bir toplumun hızla değişen maddi kültürü ile daha yavaş ve adeta haymedilerek değişen, daha doğrusu yenilenen manevi kültürünü kapsar… (59)

13- Vatan sadece üstünde yaşadığımız toprak değildir. Vatan milli kültür dediğimiz şeydir ki, üstünde oturduğumuz toprak onun zarfından ibarettir. (19)

14- Sosyal bir bütünleşme eylemi zayıf olan ve bilhassa dış çevrelerce harekete geçirilen yoğun azınlık şuuruna sahip bazı çevreleri de çözülme sürecini kolaylaştıran (sol) eğilim içine girebildikleri görülebilmektedir. (20)

15- Fertleri ve sosyal grupları saran sosyal çevre ikilli bir özellik taşır. Bunlar kültürel yapı ve sosyal yapıdır. Kültürel yapı toplum hayatındaki örf ve adetlerden, gelenek ve göreneklerden yaygın değer hükümlerinden ve inançlardan örülmüş bir ağdır. Herhangi bir toplumda yapıyı oluşturan unsurların nasıl olması gerektiğini bize gösterir. Sosyal yapı ise yukarıda belirttiğimiz hususların nasıl olması gerektiğini değil ama nasıl olduğunu ortaya koyar.

16- Bir toplumda kültürel yapı (nasıl olması gerektiği) ile sosyal yapı (nasıl olduğu) arasında belirli bir oranda farklılaşma görülebilir. Ancak, bu farklılaşma eğer büyük boyutlara ulaşıyorsa, o takdirde, toplumun sosyal bütünleşme kanalların da bir tıkanıklık var demektir. (58)

17- Kültürel ve fiziki yapının yanı sıra sosyal yapıyı belirleyen bir faktör de sosyal tabakalaşmadır.

18- Bir kültür sorunudur. Sosyal bütünleşme- Sosyal çözülme.

19- Sistemin çökmesi / mevcut, sistemi elinde bulunduranlar / sosyal bünyede oluşan alternatif sistemi temsil edenlere sahneyi bırakması…

20- Sosyal tabakalaşma nitelik ve nicelik yönü değişen insan topluluklarında rastlanan bir gelişmedir. Genel olarak tabakalaşma otorite, prestij, statü ve güce göre doğan farklılaşmanın nüfus içinde hiyerarşik olarak sırlanmasıdır. Günümüzde toplumlar çoğulcu bir tabakalaşma içinde bulunmaktadırlar. (60) (Bk. Diğer kaynaklardan sosyal tabakalaşma - manevi değerle bu hiyerarşi içinde dikey bir adalet - manevi değerler zayıf toplumlarda ise hiyerarşik bir adaletsizlik ve zulüm özelikleri bir sosyal yapı ortaya çıkar… (tabakalaşma kaçınılmaz….)(Bu da sosyal tabakalar sınıf ve gruplar arasındaki sosyal bütünleşmeyi tahrip eder…..)

21- Toplumun herhangi bir sosyal sınıfı (işçiler gibi) , diğer sınıf ve gruplarla ortak değer hükümlerine ve sosyal normları paylaşmam idraki içinde olmak bütünleşmeden sapmayı önlemektedir. (67) (Şu

Page 100: Akademik kaynaklar dizini

halde, bütün sosyal sınıf ve gruplara şamil ortak değer yargılarının muhafazası zaruridir…)

22- Hiçbir iktisadi sistem manevi yapısından tecrit edilerek uygulanamaz. Sosyolog Max Weber ‘e göre; iktisadi sistemlerin manevi yapısı, zihniyeti ve ideolojisi bulunmaktadır. (insan faktöründe)…(111)

23- İktisadi faaliyet ve iktisadi olay sosyolojik bir açıdan ele alınırken, farklı ülkelerde, farklı kültürlerin bunlara şekil vermesi akla gelebilir. Bu açıdan konuya bakıldığında, kıymet, üretim, mübadele, tasarruf, tüketim, işbölümü, ve mülkiyet gibi temel konular o toplumun kültürel yapı özelliklerine göre yürütülecektir anlamı çıkar. Nitekim, Osmanlıların son dönemlerinde ticaretin hor görülmesi zihniyeti yüzünden ticaret azınlıklara kalmış ve Türk müteşebbisleri doğamamıştır. Bundan dolayı, iktisat tarihi, kültür tarih ile birlikte yürümüştür. Fikir ve zihniyet tarihini göz önüne olamadan iktisat tarihini anlamaya imkân yoktur. (S.Ülgener - İktisadi çözülmeni Ahlâk ve zihniyet dünyası - 1981 -İst. Sh.11) (111)

24- İktisadi olan bir olay, sosyalden ayrılmaz (112)

25- Aynı üretim ameliyesini ve aynı hukuk tekniğini olduğu gibi kopya eden ülkelerde iktisadi hayat batıdakinden farklı sonuçlar vermekte devam ediyorsa, sebebi, altta, zihniyet ve tutum farkından başka nerede arayabiliriz? (113) (F.Sabri Ülgener - Zihniyet Aydınlar ve İzmler, Ank. 1983. sh. 17)

26- (İstesek de, istemesek de İslâm değer hükümleri iktisadi hayata şekil vermektedir. Müslüman toplumlarda bu alanda görülen sapmalar kültürel yapı, ile sosyal yapının farklılaşmasından doğmaktadır.. (114) (Bk. 12. Cümle)

27- Schumpeter’e göre ; ekonomik gelişmeyi iktisadi akamın alışılmış yörüngesini terk edip, daha yüksek seviyede ikinci bir denge sathına sıçraması şeklindeki anlayışına paralel olarak karmaşık modern cemiyetler değişen yörüngede yeni bir dengeye gidiş kanallarını açmak problemiyle karşı karşıyadırlar. Bu nokta, sosyal bütünleşme bakımından önem taşımaktadır. (Gelişme ve büyüme sosyal bütünleşme ile desteklenmiyorsa, sistem aksayabilmektedir. (120-121)

28- (-) Sosyal bütünleşme zaafları, ekonomik durgunluğu (kalkınma disiplini zaafına) O da dönüp tekrar sosyal bütünleşme zaaflarını şiddetlendirmeye sebep olmaktadır. Bu kısır döngüden ancak bir kültür atmosferinde kurtulunabilir….)

29- (Batıcı) aydın tipi, kendi ülkesi ve kültür açısından “yabancılaşmış aydın” dır. (133)

Page 101: Akademik kaynaklar dizini

30- Milli niteliğini kaybeden aydın için hür düşünmenin (çağdaşlaşma - kalkınma - gelişme) anlamı da yabancılaşma doğrultusunda şartlanmadır. (133)

31- Milliliği kaybeden ve kültür esiri haline gelen aydının özgür düşüncesi, şartlandığı dünya görüşüne hizmeti kolaylaştırır. (133)

32- Şahsiyetin kaynağı kültürdür, o halde, bir fert ne kadar millileşirse, o kadar çok şahsiyet kazanmış olur.. (133) (O.Türkdoğan)

33- İktisadi faaliyetlerin ortaya çıktığı zemin, farklı özellikleri ile teşkilatlanmış insan topluluklarıdır. Fert ve toplumların değer hükümleri davranış şekilleri, örf ve adetleri iktisadi analizin dışında tutulamaz. Üretim , tüketim, yatırım ve tasarruf gibi konular basit birer davranış şekilleri (her toplumda aynı sebep ve saiklere dayanan) değildir. Bunlar öncelikle birer sosyal ilişki, insanlar ve toplumlar arasındaki sosyal ilişkiler düzeninin birer parçasıdırlar. İktisada sosyal muhteva kazandıran bir çok düşünür ve bu arada meselâ Max Weber iktisadi sistemlerin manevi yapısı ve zihniyeti bulunduğunu belirtmektedir. Hiçbir iktisadi sistem, içinde yeşerdiği yapının manevi özelliklerinden tecrit edilerek uygulanamaz. Hiçbir iktisadi sistem içinde yeşerdiği yapının manevi özelliklerinden tecrit edilerek uygulanamaz. İktisadi sistemler içinde geliştikleri toplumların kültürel değerleri, norm ve inanç sistemlerinin izlerini taşırlar. Üretim ilişkileri de toplumların farklı özelliklerine göre şekillenir. Bu bakımdan iktisadi olaylara insanın dışında onu çevreleyen kültürlerin dışında sadece mal ve para akımı olarak bakış eksiktir. Aynı üretim faktörlerinin farklı toplumlarda nicelik ve nitelik bakımdan sanayide girdi olarak eşit kullanımı halinde dahi, sonuçta farklı hasıla ve verim elde edilmektedir. Şu halde insanı sadece bir üretim faktörü, makine, araç, gereç gibi gören, onun sosyal ve manevi yönünü değişmez varsayan yaklaşımlar yanlış ve eksiktir. Hele iktisadi hayata önceden tayin edilmiş gerekirci sebeplerin belirli sonuçları doğuracağı bir üretim ilişkileri dizisi olarak bakılamaz. (İktisadi yapı) … Sosyal sistemin bir parçasıdır. Farklı statü sahibi ve vasıftaki çalışanları bünyesinde barındırmaktadır. Bunu için kalkınmada önemli bir faktör olan insan gücünün sadece gerekli bilgilerle donatılması yeterli değildir. Eğer ülkede kültürel bütünleşme gerek fertlerde, gerek sosyal gruplarda yoğunlaşmamışsa, o toplumu gerçek manada sanayileşmiş sayamayız. (145-146)

34- Nasıl ki tabii çevre sorunları içinde su, hava ve toprak kirlenmesi tabi çevreyi bozuyor, tarım verimini ve kaliteyi düşünüyorsa (tabi çevrede fonksiyonel bütünleşmeyi bozmak suretiyle) terör ve anarşi de beşeri çevre üzerinde olumsuz tesirler oluşturur. (151)

35- 26/1- Fonksiyonel bütünleşme, Fonksiyonel tamamlama.

Page 102: Akademik kaynaklar dizini

36- Fertlerin kendi içinde oluşan değiştirici ve tepkici davranışların hayalci ve yıkıcı değil, yapısı alanlara kaydırılması gerekir….(154)

37- 27/1- (-) Toplumu geçmişle olan bağlarından kopararak, “rejime uygun bir fert ve toplum üretilmesi” politikası “devlet” nasıl tarif eder? (…………..)

38- Unutmayalım ki, devletin rejimden ibaret sayıldığı ve iktidarın devletin üstünde tutulduğu ülkelerde, öncelikle aşılması gereken sorun, “rejim sorunu” dur. (rejim mi değişecek - insan mı çözümlemesi ile karşılaştır…) Çünkü, devleti de emrine alan rejim, kendisini temsil, edenlerin, iktidarı tam anlamıyla despotik bir idare biçimiyle kullanmasına ve toplumun gerek bireysel varlığına, gerekse kimlik değerlerine karşı vahşi bir mücadele yürütmesine yetki vermektedir…Faruk Köse- Akit - 09.08.99

TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI VE TÜRKİYE GERÇEĞİEmre KONGAR, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, Ocak-1979

1- Toplumsal Değişme Dinamiği

2- Psikodinamikler..............

3- Toplumsal değişme kavramının altında toplumu, insan toplumlarının tümünü biçimlendiren iki temel ilişki, ya da daha doğru bir deyişle iki temel çelişki yatmaktadır. Birinci temel çelişki insan - doğa çelişkisidir. Bunun sonunda ortaya insan - insan çelişkisi çıkar. (21)

4- Daldan toplanan yiyecek biriktiriliri. İşte hemen bu noktada insan-insan çelişkisi başlar: Depo edilmiş malı olanlar ve olmayanlar.

5- İnsanlar ararsı farklılaşma, sahip olunan, mal esasına göre başlamıştır artık: Yaşamın sürdürülmesi için gerekil besin maddelerine sahip olanlar olmayanlar üzerinde egemenlik kurar. (21)

6- İlkel de olsa, insan aleti yapar. Alet yapıldığı anda insan-insan çelişkisi büyür. Artık alet mülkiyeti insanlar arası farklılaşmanın en önemli kaynağı olur. Mülkiyet bireysel olursa, bireyler arası eşitsizliğin, toplumsal olursa da toplumlar arası (ya da sürüler, kabileler, klanlar) arası eşitsizliğin nedenidir. Teknoloji, ister bireysel, isterse toplumsal olsun, insanlar arası eşitsizliği yaratır. Yöneten-yönetilen ayırımını temelinde de işte bu mal ve alet denetimi yatar. Mal ve alet denetimi, hizmet denetimine, bu ise yönetimde farklılaşmaya yol açar. (22)

7- Kültür bu süreç içinde, insanoğlunun doğayı denetimine almak için yarattığı her şey ve bütün bu çaba sonunda beliren anlamlar, değerler, kurallarıdır. Toplumsal değişme ise, temelinde teknolojik değişmenin yattığı, insanlar arası ilişkilerin değişmesidir.

Page 103: Akademik kaynaklar dizini

8- Maddi külütürün altında ise teknoloji yatar. Böylece teknoloji, insanlar arası ilişkileri düzenleyen anlamları, değerleri ve kuralları biçimlendiren güç olmaktadır. (22)

9- Maddi olmayan kültür, en genel anlamıyla bir yaşam görüşü belirler. “Adam öldürmek kötüdür” , “çalışmak iyidir” gibi, hem değer, hem de kural niteliğinde olan kural yargılar, aslanda bir yaşam görüşünün, bir ideolojinin öğeleridir. Bu öğeler, bir arada bir kişinin, ya da bir toplumun ideolojisini ortaya koyar. (22)

10- İnsanlar arası ilişkilerin değişmesi demek olan toplumsal değişme, hem üretim ve mülkiyet ilişkisini değişmesine, hem de anlamların, değerlerin, kuralların değişmesine bağlıdır. Öte yandan, hem üretim ve mülkiyet ilişkilerinin değişmesi, hem de anlamların, değerlerin, kuralların değişmesi genel toplumsal değişmeye yol açabilir. Bir başka deyişle toplumsal değişmeni temelinde belli bir anda, belli bir toplumda ya teknoloji, ya da ideoloji yatar. Değişme bir defa başladıktan sonra ise, teknoloji ve ideoloji birbirlerini etkilemeye başlarlar. (22)

11- Bir toplum kendi içindeki teknolojik gelişmeler yolu ile değiştiği zaman, ideolojisi de bu teknolojik gelişmelere paralel olarak oluşur. Bu durumda ideoloji toplumsal değişmenin bir sonucu olarak ele alınabilir. Toplum, dışarıdan teknoloji ithal ediyorsa, genellikle bu teknolojiye uygun ideolojiyi de ithal eder. Kimi durumlarda ise, bir ideolojinin benimsenmesi, güdümlü toplumsal değişmenin başlatıcısı olur. (23)

12- İnsan - doğa ve insan-insan çelişkileri, bir toplumun sahip olduğu teknoloji ve ideoloji doğrultusunda çözüme doğru gider. Bu anlamıyla ideoloji, teknolojinin nasıl kullanılacağını belirleyen bir öğe olmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, atomun parçalanması bir teknolojik gelişmedir. Bunu, insanın kendi cinsini yok etmek için bomba olarak mı, yoksa elektrik ve ısı olarak insanların mutluluğu için mi kullanılacağı bir ideoloji sorunudur.

13- İdeolojik ve teknolojik gelişmenin evrensel doğrultusu, iki temel çelişki yönünden şöyle belirlenebilir: ideoloji ve teknoloji, insan-doğa çelişkisi yönünden teknolojinin insana değil, insanın teknolojiye egemen olmasını ve insanın doğayı denetim altına almasını sağlayacak birikimi ve bireşimi ortaya koymalıdır. İnsan- insan çelişkisi yönünden ise insanlar arası sömürünün her türlüsüne çözüm getirmelidir. (23)

14- Sosyoloji, daha çok bu insanların ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını, nasıl değiştiğini inceler. Sosyal Antropoloji bu insanların değerleri, inançları, gelenekleri üzerinde odaklaşır. Sosyal Çalışma, toplumsal refahı ve mutluluğu arttırmak için bu insanların

Page 104: Akademik kaynaklar dizini

nasıl etkileneceği konusuna yönelir. Sosyal Psikoloji ise grupların nitelikleri ve işleyiş mekanizmalarını inceler. (24)

15- Unutulmamalıdır ki uçaklar, doğla kanunlara uygun olduğu için uçar. Rejimler de (toplumsal ya da siyasal) ancak toplumsal işleyiş kanunlarına uygun olursa yaşar. (25)

16- Toplumsal birimlerin konusu toplumsal olay ve varlıklardır. Bir başka deyişle toplum, toplumun ortaya çıkışı, işleyişi, değişmesi, toplumsal bilimlerin konusudur. (27)

17- Toplumsal gerçek bir bütündür(27)

18- Marx’ın kapitalist toplumun geleceği hakkındaki yargıları, bir ölçüde de olsa, toplumların, yeni kapitalizme (neo kapitalizme) ve sosyalizme doğru geçişlerini etkilemiştir. (29)

19- Toplumsal gerçek tektir ve hangi açıdan bakılırsa bakılsın ortaya konan gerçek, objektif (nesnel) verilere dayandığı ölçüde, farklı açılar ve modeller uygulayanlar tarafından yorumlanabilirler. (29)

20- Görüldüğü gibi doğru gerçeklerden hareket eden bilim adamları hangi modeli kullanırlarsa kullansınlar, aslında aynı noktalarda buluşmaktadırlar. Pek doğal olarak bu buluşma yorumlar alanında değil, veriler alanında olmaktadır.

21- Toplumsal bilimlerin ortaya koyduğu kuralların, doğal bilimlerin ortaya koyduğu kurallardan daha az kesin olmasıdır. İkinci sonuç ise, toplumsal bilimlerin kurallarının, doğal bilimlerin kurallarından daha dar kapsamlı olmaları, yani toplumsal gerçeğin daha küçük parçalarını açıklayabilmeleridir. (30)

22- Toplumsal yapı. Toplumsal yapı’nın altında birey yatar.

23- Toplum içinde olan bireye aktör diyoruz. Aktör, toplumsal netilek kazanmış bir bireyder. Kendine toplumun belirlediği roller verildiği için bireye aktör diyoruz. Bu roller anne rolü, baba rolü,evlat rolü, öğrenci rolü, öğretmen rolü, memur rolü, amir rolü, politikacı rolü gibi toplumun, o rol içinde olan kişiden neler beklediğini belirler. Bir kişinin, toplum içinde genellikle çeşitli rolleri vardır. Bu rollerin gereklerini yerine getirmesi için toplum ona baskı yapar. İnsanın rolleri bazen çatışabilir. Örneğin kendi evladının aynı zamanda öğretmeni de olan bir baba: çocuğu tembelse, baba olarak, onun yüksek not almasını isterken, öğretmen olarak düşük not vermeye zorlanabilir.

24- Aktör, artık toplum içinde yaşayan ve toplumdan etkilenen bir bireydir. Çünkü toplum, belli bir role ilişkin beklentilerini değiştirirse, birey de bundan etkilenir.

Page 105: Akademik kaynaklar dizini

25- Aktörlerin bir araya gelmesi ve birbirlerinin etkilemesi sonunda ortaya çıkan varlığa da toplumsal istem diyoruz. Toplumsal sistem, bir arada olan ve birbirlerini etkileyen aktörlerdir.

26- Biz sistemi, ögeler arasında ahenkli olması zorunlu bulunmayan belli bir etkileşimin varlığını belirleyen bir terim olarak kabul ediyoruz.

27- Toplumsal kurum ya da kurumsal kalıp belli bir toplumda hangi toplumsal eylemlerin ya da toplumsal ilişkilerin meşru ya da beklenen eylem ve ilişkiler olduğunu belirler.

28- Bir başa deyişle toplumsal kurum, bireye, belli şekilde eylemlerde bulunması için bir dış baskı yapar.

29- Durkheim toplumsal olguyu “bireyin üzerine belli davranışların yapılması için dış bir baskı” olarak tanımlar.(32)

30- Bir toplumsal sistem içindeki ilişkiler, toplumsal olgular ya da toplumsal kurumlar ile düzenlendiği zaman ortaya toplumsal yapı çıkar. Yapı, birimlerin nispeten istikrarlı bir kalıp gösteren ilişkilerdir. Toplumsal sistemin birimi aktör olduğuna göre, toplumsal yapı aktörlerin toplumsal ilişkilerinin kalıplaşmış sistemidir.

31- Toplumsal yapı, sadece kalıtıma ya da insan dışı çevreye dayalı olarak açıklanması olanaklı olmayan ortak insan davranışlarının tümüdür.

32- Toplumsal yapı’nın düzenli insan ilişkileri olduğu konusunda birleşiyorlar. (33)

33- Üretim ve mülkiyet alanıdaki ilişkilere alt yapı denir. Din, ahlak, siyaset gibi üretim ve mülkiyet ilişkileri dışında kalan toplumsal bilincin varlığını gösteren öteki toplumsal ilişkilere de üst yapı denir.

34- Kültürel yapı toplumsal yapıdan ayrı olarak, belli bir toplum ya da grup üyelerinin ortak davranışlarını yöneten, örgütlenmiş bir seri normatif değerlerdir.

35- Alt yapı sınıfları, üst yapı toplumsal bilinci belirler. Alt yapı ile üst yapı kendi aralarında etkileşim halindedir.

36- Sınıf, üretim araçları karşısında yanı durumda bulunan aynı yaşam biçimini paylaşan, bütün bunların bilincinde olan insanlar topluluğudur.

37- Aslında birbiriden ayrılması olanaklı olmayan toplumsal yapı ve kültürel yapı, yani insan ilişkileri ile, insanların kullandıkları araçlar ile değerleri , kuralları, anlamları, bir arada sosyo - kültürel yapıyı, ya da sosyo-kültürel olayları meydana getirirler.

38- Yapı kavramının içinde, devamlılık, istikrarlılık ve düzenlik vardır. Gerek kültürel yapı gerekse toplumsal yapı, hem toplumun

Page 106: Akademik kaynaklar dizini

her kesiminde aynı değildirler, hem de değişirler. Toplumun çoğunluğunu kabul ettiği ilişki ve değerlere genellikle yapı denir. Bu durumda genel değer kural ve anlamlardan farklı olanlara (bir toplum içinde) alt kültür, genel ilişkiler dışında kalan insanlara da alt grup diyoruz. (34)

39- Birey toplumun içine girince aktör olur. Aktörlerin bir araya gelmesi toplumsal sistemi doğurur.

40- Toplumsal kurum ya da olguları belirlenmiş olan toplumsal sistem, toplumsal yapıyı meydana getirir. Toplumsal yapı (ilişkiler) üretim ve mülkiyet ilişkileri olan alt yapı ile öteki ilişkiler demek olan üst yapı’dan meydana gelir. Alt yapı sınıfları, üst yapı toplumsal bilinci belirler.

41- Çevremizdeki gerçek, toplumun gerçeğidir. Toplum gerçeğini hiçbir parçası, ötekinden ayrılmaz. Ancak bir çözümleme amacı ile bunları ayırmaya çalışırı.

42- Toplumsal yapı ile bireylerin etkileşimidir. Rolü, toplumsal yapı tarafından belirlenen birey, daha sonra, toplumla arasındaki etkileşime göre kendisini belirleyen toplumu da yeniden biçimlendirmeye başlar (35)

43- Toplum kendisini meydana getiren bireylerin aritmetik toplamı değildir. Tek bir bireyin özellikleri, nitelikleri başkadır, bir arada yaşan bireylerin nitelikleri, özellikleri başkadır.

44- Bir adada tek başına yaşayan Robenson ile, bir toplum içinde yaşayan bir Robenson aynı varlıklar değildir.

45- Sorokin sosyo-kültürel olayın üç öğesini belirler: 1) Anlamlar, değerler, kurallar. 2) Bunları nesnelleştiren (objektifleştiren) bio-fiziksel araçlar (ortam). 3) Bunları yaratan, işleten ve anlamlı etkileşimlerle kullanılan kişiler ve gruplardır. (36)

46- Sorokin’in belirlediği öğelere göre toplum, belli anlam, değer ve kurallara sahip olan, belli bir çevrede bu anlam değerlere ve kurallara birbirleriyle yaptıkları etkileşimlerde kullanan bilinçli kişi ve gruplardan meydana gelir.

47- Böylece, Sorokin’e göre toplum, manevi kültür (anlamlar, değerler,kurallar) maddi kültür (bio-fiziksel araçlar) ve toplumsal ilişkiler (anlamlı etkileşim) bütün olarak ortaya konmaktadır. Sorokin zaten, toplumsal ve kültürel ayırımını çözümleme amacı ile yaptıktan sonra “sosyo-kültürel” terimi ile bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz nitelikte olduğunu belirlemektedir.

48- Persons, toplum kavramını “uzun vadeli varolmanın temel fonksiyonel gereklerini kendi kaynaklarından alan bir toplumsal sistem” olarak tanımlar. (37)

Page 107: Akademik kaynaklar dizini

49- İnsanların bir arada yaşaması için gerekli olan koşullar ise şöyle özetlenebilir: 1) Toplumsal hayat için gerekil olan kaynakların yaratılması yani üretim ve üretimin örgütlenmesi 2) Ortak hayatın gerektirdiği kurallar. 3) Üretim için gerekli bilgi ve teknoloji. 4) Toplumsal hayatı düzenleyen ve onu dışarıya karşı da koruyacak olan meşru güçler. (40)

50- Ayrıca her model şu üç açıdan da incelenmelidir: 1) Seçtiği ve kullandığı temel öğeler nelerdir? 2) Bu temel öğeler arasındaki etkileşim nedir? Model zorunlu olarak nasıl bir gelişme ya da değişme öngörmektedir? 3) Uygulama açısından herhangi bir irdeleme yapılmış mıdır? Böyle bir irdeleme yapılmışsa bunun sonuçları nedir? Bu soruların yanıtları bir modelin gerçeğe nedenle uygun olduğu konusunda önemli ipuçları verebilir. (46)

51- Modeller arası bir tercih, ancak bir modelin öteki modele oranla daha geniş bir zaman ve daha geniş bir mekan boyutunda geçerli olması sonunda anlam kazanabilir.

52- Aslında toplum modellerinin sınıflandırılması, bir yerde, sosyolojide kullanılan yaklaşımların sınıflandırılması demek olmaktadır. (47)

53- Spengler ve Danilevsky (51)

54- Yapısal- fonksiyonel yaklaşıma göre toplum, birbirine bağımlı olan ve her biri, meydana getirdiği bütünün (toplumun) daha iyi uyumunu sağlamak için (ihtiyaç karşılamak için) belli fonksiyonlara sahip olan öğelerden meydana gelir. Bu öğeler fonksiyonel bir bütünleşme içinde toplumu meydana getirir.

55- Yapısal - fonksiyonel yaklaşımın toplum modeli şöyle özetlenebilir: 1) Her toplum bir oranda bir öğeler kümesidir. 2) Her toplum bu öğelerin iyi bir bütünleşmesine sahiptir. 3) Toplumdaki her öğe toplumun fonksiyonlarını yerine getirmesine katlılarda bulunur. 4) Her toplum, üyelerinin fikir birliğine dayanır. Bu model, yapısal - fonksiyonel kurumun şu temel ilkelerine dayanır: 1) Toplumun fonksiyonel bir ünite oluşu. Toplum bütün parçalarıyla beraber, çatışmadan uzak, ahenkli ve tutarlı bir şekilde işler. 2) Genel fonksiyonculuk: Her toplum içindeki maddi ya da manevi her gelenek, maddi varlık, fikir ve inanç, o toplum için hayati fonksiyonları meydana getirir. 3) Vazgeçilmezlik: Her toplum içinde hayati fonksiyonları yerine getiren gelenekler, maddi varlıklar, fikir ve inançlar bir bütünün vazgeçilmez parçalarıdır. (52-53)

56- Sosyo-kültürel gerçek

57- Sosyo- kültürel olgu, olay ve değişmeyi açıklamakta. (54)

58- Değişme üzerinde odaklaşır (55), Değişme,ilişkilerin değişmesidir. Davranış değişmeleri (58)

Page 108: Akademik kaynaklar dizini

59- Bu tip büyük boy değişme modelleri şu alanları kapsar: 1) Alt yapı ve üst yapı olarak bütün insan ilişkileri, yani toplumsal yapı, 2) Anlamlar, değerler, kurallar ve gelenekler, yani kültürel yapı, 3) Bunlara bağlı olarak siyasal yapı. Üstelik bu yaklaşımlar, bütün insanlığın aynı modele göre değiştiğini savunduklarından, sosyo-kültürel değişme her alanda evrensel olarak karşımıza çıkar.

60- Çünkü kültürel ve siyasal yapıyı belirleyen öge insanların ilişkileridir ki buna toplumsal yapı denir. (58)

61- Toplumsal yapının, kültürel ve siyasal yapıyı belirlemesi iki temel sürece dayanır. Birinci süreç tarihsel süreçtir. İnsanoğlu bir arada yaşmaya başladıktan sonra birbiriyle ilişkiye girişmiş ve bu ilişkinin yarattığı etkileşim sonunda anlamlar, değerler, kurallar (kültürel yapı) ve yönetim biçimleri (siyasal yapı) ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun kültürü ve yönetim biçimleri, gene insanoğlunun bir arada yaşamasının ürünüdür.

62- Gerek yapısal-fonsiyonel yaklaşım gerekse çatışma yaklaşımı, değerleri anlamları ve kuralları, (kültürel yapıyı) toplumsal yapının belirlediğini savunur.

63- Yapısal - fonksiyonel yaklaşım, bu ilkeyi, kültürel sistemin, kişilik sistemlerinden ve toplumsal sistemlerden soyutlanarak elde edildiğini söyleyerek ortaya koyar.

64- Çatışma yaklaşımı ise, değerlerin, toplumdaki gruplar ya da sınıflar arasındaki hiyerarşik düzen, yani ast - üst ilişkileri sonunda ve çıkarların bir sonucu olarak şekillendiğini ileri sürer.

65- Siyasal yapıya gelince, yönetim şeklinin, insanlar arasındaki otorite ilişkileri sonunda ortaya çıktığı ve dolayısıyla toplumsal yapının özel bir hali olduğu zaten tartışmasız kabul edilen bir gerçektir.

66- Pek doğal olarak, bu konuda akılda tutulması gereken bir başka nokta,kültürel ve siyasal yapılar belirlendikten sonra, toplumsal yapı ile bunlar arasında bir etkileşim sürecinin meydana geldiği ve toplumsal yapının da bir ölçüde kültürel ve siyasal yapılar tarafından etkilendiğidir. (59)

67- Büyük Boy Kuramlar: Bütün insanlık tarihini kapsayan evrensel kuramlar:

a. Organizmacı modeller.

b. Evrimci modeller.

c. Diyalektik modeller.

2- Orta Boy Kuramlar: Toplumu, değişmenin birimi olarak ele alan kuramlar:

a. Yapısal -fonksiyonel modeller.

Page 109: Akademik kaynaklar dizini

b. Çatışma modelleri.

3- Küçük Boy Kuramlar: Toplumsal değişmeyi grupsal süreçlere ve psikolojik ögelere bağlayan sosyal psikolojik ve psikolojik kuramlar: Bunlara etkileşimci modeller de diyebiliriz. (60)

4- Toplumsal değişme ile kültürel ve siyasal değişme arasındaki ilişkiler açıklanmıştır. (61)

5- Toplumsal değişme, bilimsel ve nesnel bir kavramdır. Bu yüzden iyilik, kötülük gibi herhangi bir değer yargısı taşımaz. Buna karşılık örneğin, toplumsal gelişme ya da ilerleme gibi terimler ya değer yargısı taşırlar ya da belli bir ölçüte göre ve belli bir hedefe doğru olan değişmeyi belirtirler. Bu yönden, değişme ile gelişme ve ilerlemenin birbirlerinden çok farklı terimler olduğu unutulmamalıdır. (yönlendirme kuramı) (62)

6- TOPLUMSAL DEĞİŞMENİN TEMEL DİNAMİĞİ

7- Toplumsal değişme sürecini altında, insanoğlunu tüm birikimi yatar. Bu birikim maddi kültür alanında teknoloji, manevi kültür alanında da ideolojidir.

8- Toplumsal değişmeyi, insan - doğa çelişkisinin belirlediği teknoloji ile, insan-insan çelişkisini belirlediği ideoloji arasındaki etkileşim biçimlendirir.

9- İdeolojini sağladığı gerekçe ve müeyyide hazır… Bu gerekçe, her zaman her durumda kullanılabilir….(63) (NoT: Bu kitabın bu sayfadan sonraki özeti sonra eklenecektir.)

MEDENİYET – TEKNİK –KÜLTÜRDoç. Dr. İbrahim CANAN-Cihan Yayınları – İstanbul

1- İlmi sahadaki kültür Medeniyettir.

Beşeri sahadaki kültür Tedris ve terbiyedir.

Estetik sahadaki kültürGüzel sanatlardır.

Maddi sahadaki kültür İstihsal – ziraat ve yetiştirmedir. ( )

2- Kültürler, fertler arası anlaşmayı sağlayarak cemiyeti meydana getirir.

3- Kültür, duygu, düşünce ve davranışlara şekil kazandırır.

4- Batı kültürünün insan şahsiyetinde geliştirdiği halet-i ruhiye ....

5- Milli kültürün insan şahsiyetinde geliştirdiği halet-i ruhiye ....

6- Cemiyetimizin sosyal tarihinde, şimdiye kadar bünyesinde bu günkü kadar tezatların biriktiği görülmemiştir.

Page 110: Akademik kaynaklar dizini

7- Kültürlerin her birinin orijinalitesi, daha çok bütün insanlar için hemen hemen aynı olan problemleri hususi çözüş ve değerlere bakış tarzında yatmaktadır. ( mükellef kılma gücü)

8- Batı sosyolojisi, beşeriyeti mutlak bir vahşetle başlatıp, tedrici ve mütemadi bir terakki ile günümüze kadar getirir. Ve batı medeniyetini beşeriyetin kemâl noktası olarak gösterir.

9- Batıdan ilim ve tekniğin aktarılmasından bahsederken, bu kültür aktarılması ile karıştırılmamalıdır.....

10- Batı kültürünün bizi müptelâ ettiği sosyal hastalıklar, bizim Batı ilim ve tekniğini aktarmamızı da engel teşkil ediyor. Kültür: özlü bir şekilde tanımlamak gerekirse, bir inançlar, değerler, anlamlar, semboller ve pratikler sistemidir.(Yusuf KAPLAN- Yenişafak/12.2.2003)

TEMELLERİN DURUŞMASI

Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyat Vakfı Yay., 4.Baskı, İst.-1990

1. Tarihimizi yanlış okumakta, hiçbir zaruret ve hiçbir mazeret yoktur. (5)

2. *Milleti hiçe sayan bu uygulamalar, iyi niyetli olamayacağına göre insanda şüpheler uyandırmaktadır. Bu haller, sanki bizi yok etmek isteyen düşmanla yapılmış gizli bir pazarlığın yerine getirilişidir. (17)

3. *Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu demlerde, onu Osmanlı’dan ayrı ve hatta büsbütün ona karşı göstermek belki lüzumlu idi. (...) Rejimi ve kurucularını yüceltmek ve yönetimin kök salmasını sağlamak bakımından politik bir anlam taşıyabilirdi. (19) (Halbuki bugünkü dünyadaki...)

4. *Tanzimattan beri içine düşürüldüğümüz kültür buhranı, bu buhranın, üç devir (Tanzimat,Meşrutiyet ve ilk cumhuriyet) aydınlarında doğurduğu inanç bunalımıdır. (54)

5. *.....batı tipi bir demokrasi, Türkiye’de (ortadoğuda) hiçbir zaman gerçekleşmez. Tüm değerlerini yok eden laik bir sistemle yönetildiğinden, islami hareketin böyle bir demokrasinin gölgesinde yeşermesinden korkar.” M. Kardeşler (167)

6. *Batılılar bizi daima zayıf ve muhtaç bulundurulması gereken muhtemel bir düşman gözüyle görmüşlerdir.(175)

7. *...batı hayranlığı ve kendimizden nefret modası, Osmanlı’nın son dönemlerini de aşacak bir taklit furyası şeklinde geliştirildi. Maalesef bu öldürücü operasyonlar “devletin kudretli eliyle” uygulandı ve .......(188)

Page 111: Akademik kaynaklar dizini

8. *Türkiye’de “kavram kargaşalığı” yaratılmamış hemen tek bir mefhum yoktur. Bunun sebebi , sosyal alandaki her konuda, ilim yerine (objektif) siyaset ve ideolojilerin (subjektif) hüküm-ferma olmasıdır. Türkiye’nin büyük ve hayali problemlerine bile ilgili bilgin ve uzmanlar hemen hemen karışmazlar. Sözü gazetecilere, ideolojik kesimlerinin hizip başılarına ve politikacılara bırakırlar. (193)

9. Menfi kuvvetlerin şuursuzluğunu organize ederdi. (310)

10. *Demokrasilerde tartışılamayan fikir, kişi ya da tabu olamaz, olmamalı. (343)

TÜRK İNKİLAP TARİHİProf. Dr. Hamza Eroğlu, - M.Eğitim Basımevi-1.Baskı, İst.1982

1. Sanayi inkılabı, gayet basit olarak ifade edilecek olunursa, aletin yerine makinenin geçmesidir. Sanayi inkılabı, tekniğin sınai üretimin ve ulaştırma imkanlarının gelişmesi ile XVIII. Yüzyıldan itibaren çağdaş dünyada ortaya çıkan değişimi ifade eder. Sanayi inkılabı buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, buharla işleyen makinelerin çoğalması az zamanda çok mal yapan, üreten fabrikaların kurulması ile sanayi ve ticaret aleminde bir takım değişikliklerin olmasıdır. (26)

2. Sanayi inkılabı, sosyal bünyede ve fikir hayatında önemli değişikliklere neden olmuştur. Sanayi inkılabı ile ilgili siyasi, sosyal ve ekonomik bir takım akımlar XIX. Yüzyılın özelliğini teşkil etmişler, XX. Yüzyılda da etkili olmuşlardır. (27)

3. Kültür emperyalizmi, belli bir hayat tarzını ve anlayışını yayma amacı güder. Kütür emperyalizminin hedefi bir kültürün yerine başka bir kültüre bırakılmasını sağlamaktır. Ekonomik emperyalizm ise, ham maddeler ve ticari sürüm alanlarının aranmasından doğar...(29)

4. XIX. yüzyıldan beri Avrupa ülkelerinin ekonomik gelişmesinde sömürgeciliğin rol oynadığı bir gerçektir. (30)

5. İnsan unsurunun zaaf ve ihtiraslarının esiri olarak şahsiyetini kaybetmesi ile hukuki ve siyasi düzenin normal esaslar içinde işlemesini mümkün kılmamıştır.....

6. Menşeini Tanzimat ve hatta önceki devirlerin ıslahat teşebbüslerinde bulan batıcılık akımı ise, mahiyeti itibariyle temellerini batının sosyal, siyasi ve felsefi görüşlerinde araması gereken bir devlet anlayışı ifade etmektedir. (63)

7. Eğitim, toplumsal bir ihtiyaç karşıladığından bir devlet hizmetidir. Çağımızın devleti, başarısını ve gücünü, milli eğitimde bulur. (304)

Page 112: Akademik kaynaklar dizini

8. Devletle din kurumu arasındaki ilişkiler üç şekilde görünür. Dine bağıl devlet sistemi, devlete bağlı din sistemi ve laik sistem. Dine bağlı devlet sisteminde, dini reis aynı zamanda devletin de reisidir. Uhrevi(ahirete ait) ve cismani(dünyaya ait) kudret aynı şahısta toplanmıştır. Osmanlı devleti dine bağlı bir devlettir. Devlete bağlı din sisteminde, din kurumu devlete bağlıdır. Din devlet otoritesinin baskısı altındadır. Laik sistemde ise dini ve dünyevi otoriteler ayrılmıştır. Laik devlet vatandaşlarının dünyaya ait beşeri ihtiyaçları ile ilgilenen ve bunları karşılamaya çalışan devlet demektir. Laik devlette dini işler özel işler sayılmıştır. Laik devlet sisteminde din ve vicdan özgürlüğü vardır ve n geniş şekilde uygulanır. (425)

9. Batı medeniyetinin temeli hümanizmdir.!!! İlimde ve felsefede eski Yunan düşünce ve zihniyetinin gelişmesi ile batı medeniyeti doğmuştur. (465)

10. Türk inkılabı batıya yönelmekle, onun ilmine, felsefesine, sanatına, zihniyetine, hayat görüşüne katılmıştır. Siyasi alanda da bu yol batı demokrasisini ve esaslarını kabul etmekle kendisini göstermiştir. Batılı bir toplumun ve devletin kurulabilmesi her şeyden önce yeni bir hayat tarzının yerleştirilmesi, sonra da bunun yeni hukuk düzeniyle korunması ile mümkün olur. Hukuk değişikliğinin temel prensibi laiklik olmuştur.

Türkiye batılılaşmayı bir lüks olarak değil, bir hayat prensibi bir kaçınılmaz zorunluluk olarak kabul etmiştir. Türkiye’nin gelişmesi için biricik yol batılılaşmaktır. Aynı zamanda bu tutum inkılabın da tabii bir sonucudur.

Çağdaş uygarlık karşısında batılılaşmadan kaçınılmayacağı öngörülmüş, batılılaşmaya karşı direnmenin gerilik, geri hayat şartları olacağı hesap edilmiştir.(471)

11. Prof. Dr. Bedia AKARSU’ya göre, kültür ve uygarlığı(medeniyeti) kesin sınırlarla birbirinden ayırmak pek de kolay değildir. “uygarlığı(medeniyet) en yaygın anlamıyla bilim ve tekniğin ilerlemesiyle yaşamın rasyonelleşmesi, yetkinleşmesi anlamında alırsak, uygarlığın gelişmesi bir milletin yaşama biçimlerini de değiştireceği açık. Öte yandan uygar toplum haline gelebilmek için toplumsal yaşamın her alanında tarımdan tekniğe, politikadan sanat ve bilim alanına kadar bir bakımın, bir özenin gerekli olduğu bilinen bir şey. Öyleyse Tanzimat’tan beri bizde görüldüğü gibi bir başka kültür dünyasının yalnız uygarlığını –tekniği anlamında- alıp kendi kültürümüz içinde kalalım düşüncesi bir çok bakımlardan yanlış ve sakıncalı da. İlkin teknik gelişme sadece bir sonuçtur, bir bilim ve kültür gelişmesinin yaratmalarının sonucu. Öyleyse o tekniği yapan düşünüşe sırt çevirip sadece sonucu almak taklitçilikten başka bir şey değildir. Ayrıca bu tekniği kendimiz

Page 113: Akademik kaynaklar dizini

yapamayınca uygar dünyanın ekonomik gelişme karşısında hep geri durumda kalacağız, yarışma imkanlarımız olamayacak ve sonunda açık pazar olmaktan öteye gidemeyeceğiz. (472)(Bedia Akarsu, Atatürk Devrimi ve yorumu, Ank.1989-s.36-37)

12. “Servet ve ihtişam, ahlak ile muvazi gitmezse düşmandan tehlikelidir” Hz. Ömer (RA)

TARİH BOYUNCA DEVRİMLER, İHTİLALLER VE SİYONİZM Ziya Uygur, İhya Yayınları 3.Baskı, İst.

1. Dost ve düşmanlarımızın siyasi ve içtimai niyetlerinin ne olduğunun bilinmesi ile isabetli bir dış politika yürütülebilir.

2. Dini ve milli kıymetlerini korumak ve geliştirmekte titizlik göstermeyen toplumlar sonlarının ne olacağını düşünmelidirler.(20)

3. *Laikliği dinin yerine geçirmek..........(76)4. *Laisizm, dinin siyasi bakımdan ilgasıdır.(77)5. *Madem ki batı din yüzünden geri kalmış, sonra da reform

yüzünden bu medeniyeti elde etmiştir, öyleyse bizim de terakkimiz için dinde reform yapmamız lazımdır, diye düşünmekle terakki yolunun dinde reformla açılacağını sanmaktadırlar...(118)

6. *Şark (ortadoğu) milletlerinin sineleri emparyalizm (iktisadi ve kültürel) in hora teptiği bir rekabet meydanı halindedir. (130) (önsöz)

7. *Milli varlığın büyük ve feyizli menbaı olan milli, harsi ve tarihi mukaddesatı rakip olarak almaktadır. (Batı’nın bizi ittiği inkılaplar; ilim ve sanatta terakkiyi değil, kendi milli ve manevi değerlerimize husumet telkin etmişlerdir.)(141)

8. Hatırasız bir insan tasavvur etmek mümkün değildir. İnsan hayatı, acı ve tatlı hatıraların dokuduğu bir kumaştır. Tarih de milletlerin maziye ait hayatlarının hatıralarından ibarettir. (145)

9. *Bilgi ve para ancak mefkure sahibi ahlaklı ve şuurlu insanların elinde bulundukları zaman bir kıymet ifade ederler. (145) (kültürümüzde devlet mal ve parası “tüyü bitmedik yetim hakkı” denilerek dokunulmazlaştırılmış ve kutsallaştırılmıştır.)

10. *Bir ferdin ahlak ve terbiyesinin neden ibaret olduğu mensup olduğu milletin (milli ve manevi kültüründe ) mündemiçtir.(145)

11. *Bir milletin çocukları kendilerine ait olan dini, milli ve tarihi bilgileri, yani kim olduklarını , nasıl bir tarih ve ecdada sahip bulunduklarını, öğrenmeden, milli şahsiyetlerini kazanmadan yabancı milletlerin baskısı altına düşerlerse , bu yabancıların yaşantıları ve uygarlıkları gözlerinde büyür. Kendilerini böyle bir tarihten ve milli övünçten yoksun sanarak milli gururları kırılır, izzet-i nefisleri harap olur, kendilerini küçük görürler. Bu durum onları ecdada, dine, tarihe ve mukaddes an’anelere karşı fena düşüncelere sürükler. O zaman bütün kabahati, milli mukaddesata, dedelerine ve

Page 114: Akademik kaynaklar dizini

tarihlerine yükletirler. Daha ileri gidecek olurlarsa bağlı oldukları milletle alakalarını kesmeye kalkarlar, (komünist) olurlar. Bunu yapamazlarsa dedelerin hareket tarzlarını hatalı görerek dinin, an’anenin ve mazinin kıymetsizliğine hükmederler. Bu düşünce ile binlerce yıllık milli tarihin yolunu değiştirmeye, bütün kutsal değerleri söküp atmaya, yabancılarda gördükleri veya öğrendikleri adet ev an’aneleri kendi milletlerine mal ve milli hayatlarına tatbik etmeğe elleri ile milletlerini mahvetmeye teşebbüs ederler. Böyleleri sadece yabancı memleketlerde okuyanlar arasından değil, maaarif sistemleri bozuk olan eğitim ve öğretim usüllerinde milli hırsları (kültür) ihmal edilmiş, yabancı kültürlere haddinden fazla önem verilmiş ulusların mekteplerinde bol bol yetişirler. Bu tip maarif sistemleri yabancı –müstevli- ideolojilere gönüllü yetiştiren uşak fabrikalarından başka bir şey değildirler. Bu okullarda yetişen insanlar, milletleri birbirine katmak, milli mazileri ve mukaddesatları yıkmak isteyen fesat teknisyenlerinin ellerinde en verimli bir araç olurlar. Bu yol milletin evladını milletin başına bela etmekten başka bir netice vermez. Gençlerinin milli şahsiyetlerini tesis edemeyen milletler çocuklarını kendilerine hasım, düşmanlarına köle etmiş olurlar. (145-146)

12. Dünya bütün sür’atle bu(...........) içine, onun(.........) girdabına doğru kaymakta veya (........) bütün dehşeti ile medeniyet adı altında(dünyaya) yayılmaktadır. (198-uyarlanacak)

13. Garp medeniyeti dünyası ile bir asırlık içtimai ve siyasi münasebetlerimizi basit bir tarih kitabından dikkatle tetkik zahmetine katlanmak ve bir asır içinde ne kadar küçüldüğümüzü, manevi bakımlardan ne kadar gerilediğimizi yani büyük seciyemizin asil unsurlarından neler kaybettiğimizi görmek kifayet edecektir. Bu büyük kayıplara mukabil maddi ve manevi kazancımızın muhasebesi ise bizi ancak sür’atle toplanmağa ve gafletten uyanmağa , kendimizi aramağa(............) icbar edecektir. (318)

14. *(-)......aksi takdirde, istibdat, periyodik zaman aralığı ile dünyamızı ziyaret eden kuyruklu yıldız gibi milletimizi ziyaret edecektir.......

15. *(......) bunlar, (milli ve manevi değerlerimizde) dini emirlerin yerine getirilmesinden hasıl olan alalade neticelerdir.....(403) (uyarlanacak)

16. ............ Mazimizle ve harsımızla kesilen irtibatımızı yeniden tesis etmektir. (413)

17. Ahlakın sükutu, bütün nizamların sükutunu zaruri kıldığı herkesin malumudur. (414)

18. *Çünkü (içtimai) sulhun güneşli ve müsait ikliminde insanlar düşünme ve muhasebe etme imkanlarını bulacaklar, nifak, fesad ve şer unsurları ise sırıtacak, tanınacak ve cezalandırılacaktır. (416)

Page 115: Akademik kaynaklar dizini

19. İnsaniyetin mide ve şehvet hürriyetinden geleceği ileri sürülen bir tesanüdle birleşeceğine kat’iyyen inanmıyoruz. (417- cemiyet açısından uyarlanacak)

20. Her iki zihniyetin birbirine irca edilecek tarafı da yoktur...(493)

21. Çünkü vatan, millet, din ve ahlak ilimden evvel ve (müstakil) elzemdir. (494)

22. Siyasi hürriyet bir vakıa değil, bir fikirdir...(524)23. *Müessese, malzeme ve binadan ibaret değildir, faal

unsuru insandır.24. İrtişa ve irtikabın her tarafa nüfuz etmiş bulunduğu,

servetin yarı yankesicilik demek olan hile ve kurnazlık yolu ile iktisap olunduğu, ahlakın gönül rızası ile kabul edilmiş prensiplerle değil, şiddetli ceza ve kanunlarla ayakta tutulabildiği........(542)

25. İnsanlar arası münasebetleri (sağlam esaslara) dayanarak düzenlenmiş...(611)

26. *- Biz medeniyet ve kültür değerleri ile; gelişme ve kalkınma değerlerini birbirine karıştırmış bulunuyoruz.(Türkiye Gazetesi-25.10.1989-Yalçın Özer)

27. *- Çünkü sadece, akıl ve zeka değil daha çok inanç gerektiren.......

YAKINÇAĞ BATI DÜNYASI VE TÜRKİYE’DEKİ YANSIMALARIAlaeddin Özdenören, Akabe Yayınevi, 1.Basım 1986 İst.

1. Pratikte böyle bir sorumluluk anlayışının değeri nedir? (8)

2. İnsanları ............çağıran ...........içinde yanan mum(...), ruhları adalet aşkıyla tutuşturmak gücünden yoksundur. (12)

3. ...........kahramanlık ruhunun ve ahlak disiplininin yeniden uyarlanması.....(14-ten)

4. İnsanın karşısına ahlaki taleplerle çıkmak.(15)

5. Ahlaki kanun teorik aklın ortaya koyduğu fizik kanunundan tamamıyla farklı bir yapıya ve güzelliğe sahiptir. Fizik kanunu kendisine karşı durulamayan ve mukadder bir şeydir; oysa ahlaki kanun zorlamaz, mükellef kılar; şu halde özgürlüğü gerektirir veya daha doğrusu tazammum eder. (17) (cebri disipline uyarlanacak)

6. Aklın yanı sıra insanın içgüdüleri, eğilimleri, dürtüleri vardır. İçgüdü, dürtü, itki ve eğilimleri insanı bilinen aleme yani salt düşünülen aleme(Nomen) bağlar.(18)

7. Yüksek bir değeri şahsi çıkarı için vasıta...(20)

Page 116: Akademik kaynaklar dizini

8. Biz bir davranışı, bir hareketi ya da eylemi kişinin kendisinden soyutlayarak değerlendiremeyiz. (24)

9. Cemiyeti bir ahlak bütünlüğünde birleştirmek.......

10. *Gerek kalkınmada ve gerekse içtimai hayatımızda vardığımız neticeler teşhis mantığımızı doğrulamamaktadır.(..)

11. Çünkü bu sahada hayatın(...) keyfiliğe tahammülü yoktur. İnsan objelerin özelliklerini ve esas prensiplerini göz önünde bulundurmadan hiçbir maddi aracı(...) gerçekleştiremez. Nitekim yanlış varsayımlardan hareket edilerek inşa edilen bina çöker, uçak düşer, köprü yıkılır........(26)

12. Demek oluyor ki Kant’ın “madem ki teorik akıl doğaya kanunlarını dikte ediyor, öyleyse ahlaka da kanunlarını dikte eden bir pratik akıl vardır” temellendirmesi tutarsız, asılsız bir temellendirmedir. (27)

13. iradeyi etkileyen güç....akıl, inanç, cebri disiplin v.s.

14. Akıl, içtimai zaruretlerden bağımsız, tek başına düşünüldüğünde, ileri sürülen her gerekçeye, başka bir gerekçeyle karşılık verebilir. (35)

15. Tek başına akıl, ya da salt akıl insanı egoizme ve ferdiyetçiliğe sürükler. Şimdi hukuki kanunlar, totem ve tabu, batıl inanç veya eğitim gibi insan varlığını güvenlik altına almaya yarayan her çeşit kuralın topluluk kavramına göre topluluğa uygun gelecek şekilde biçimlendirilmesi gerektiğini biliyoruz. (35)

16. Fertleri birbirine bağlayan tesanüd bağları bir anda kopardı. Her biri kendi nefisleri için yaşayan bir canavar sürüsü haline dönüşürlerdi. (39)

17. .....kurmuş olduğu varsayımı olaylar doğrulamıyorsa, bu varsayımdan vazgeçmek zorundadır. (zira), hayatın bu konuda keyfiliğe tahammülü yoktur. (44) (üstte 11.madde ile bağlı)

18. Akıl tarafından teklif edilen hiçbir gaye, irademiz üzerinde mecburi tarzda kendisini empoze edemez. Menfaat düşüncesini herşeyin üstüne koyan adam için akla uygun hareket etmediğini iddia etmek mümkün müdür? (45)

19. İşte temeldeki bu farklar batı kurumları ile ............kurumlarını birbirinden ayırır. Batıda oluşmuş sosyal kurumlar akla dayalıdır.(......) hakim sınıf ve zümrelerin ifadesini yansıtır. Bir başka deyişle hakim sınıf ve zümrelerin toplum üzerindeki egemenlik ve baskılarını sürdürmek için kurumlar akılla temellendirilmişlerdir. Oysa (.......) kurumları akla değil, (..) dayalıdır;....(47)

Page 117: Akademik kaynaklar dizini

20. .......Eriştiğim ve bütün incelemelerime öncülük eden genel konularımı şöyle özetleyebilirim.(51)

21. ...Din hayatının temelinde iman ve aşk vardır. Bu iman ve aşk sönerse, din hayatı bir alışkanlıklar sistemine dönüşür. (54)

22. *Bilimsel hakikatler zincirinde ilk halka üstün bir önem taşır. (58) (Descartes)

23. Benzetmeye dayanan akıl yürütmelerle ilkel insanı, çocuğa ya da hayvana benzetmeye kalkışmak ve bu benzetmeden bir takım sonuçlar çıkarmak yanlıştır. (62)

24. Dinin asıl amacı bireyin toplum bilinciyle toplum ruhuyla olan bağını güçlendirmektir. (66)

25. Cemiyetin tüm problemleri; insan problemi sebebinde kesişir....

26. *(-) İnsanın bu vasıflarının mükemmelliği ile cemiyetin içtimai sulh ve kalkınma kudreti arasında doğru bir orantı bulunmaktadır.

27. *Böylece batıcılar, kendi çıkarlarına uygun dogmatik kafalar yetiştirmeyi başarıyorlar...(70)

28. *Bizde eğitim kurumu sosyal birliğin görüş tarzını kökünden değiştirmek, ona yeni bir yön vermek istiyor.(76)

29. Bizde eğitim kurumlaşmamış, bireylerin kişisel görüşlerinden bağımsız, objektif bir kimliğe bürünememiştir. (.....) Eline yetki geçiren herkes kendi inançlarına ve bağlandığı değerlere göre eğitime bir yön vermeyi deniyor. (76)

30. Toplumun bireyden beklediği şeyler vardır. Birey toplumun kendisinden beklediğini gerçekleştirdiği ölçüde topluma bağlanabilir. (77)

31. *Eğitimin görevi, bireyi toplumun kendisinden beklediklerini gerçekleştirebilecek bir karakter yapısına kavuşturmaktadır. (77)

32. Toplumun bireyden bekledikleri ile bireyin yapıp etmeleri arasında bir uyumsuzluk varsa o toplum çözülmeye ve dağılmaya yüz tutmuş demektir. (77)

33. Toplum kendi görüş tarzına göre olaylara yön verir, onları anlamlandırır, değerlendirir ve bir şekil kazandırır. (78)

34. *Çünkü kurumlar kendilerine yön veren kültürel değerlerden uzaklaşırsa, içeriksiz, donmuş ve katı geleneklerin sürdürücüsü durumuna düşerler. Gelenekler canlılık ve fonksiyonlarını yitirir, gereksiz bir yük olur. Katı ve donmuş gelenekler ve bunlara gösterilen bilinçsiz bağlılık kültür dirilişini

Page 118: Akademik kaynaklar dizini

engelleyen bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Nasıl ki kaynağından mahrum edilen bir akarsu bir süre sonra kurumaya ve geride boş bir yatak bırakmaya mahkumsa , kaynağından mahrum edilen bir gelenekte içeriksiz bir formdan ibaret kalmaya mahkumdur. (79)

Gelenekleri yeniden canlı ve diri hale getirme, onlara gerçek fonksiyonlarını yerine getirici bir akıcılık sağlama, beslendikleri kültür kaynakları ile aralarındaki kopukluğu gidermek ve bu kaynaklarla yeniden bütünleşmeyi sağalmakla mümkün olur. Bizde böyle bir yola gidilecek yerde kurumlar büsbütün ortadan kaldırılmak istenmiştir. Sanılıyordu ki içinde bulunduğumuz kaosun nedeni bu kurumlardır. Bunlar ortadan kaldırılır, egemen durumda olan batı toplumlarından kurumlar transfer edilir ve bunlara işlerlik kazandırılırsa güçlüklerden kurtuluruz. (79)

35. Sosyal olaylar hiçbir zaman olmuş bitmiş olaylar değil, olmakta olan olaylardır, sürekli bir akış içindedirler ve kesintiye uğramazlar. (79)

36. Oysa önemli olan kurumları değiştirmek değildi. Önemli olan bireylerin görüşlerini yeni baştan düzenlemektir. (Bunun için her şeyden önce devletle toplum arasında bir dengenin kurulmuş olması şarttır. Bu denge yönetenlerle yönetilenlerin aynı ilkelere bağlanmış olmasından doğar.......(80)

37. Yönetici kadroların kabul ve dikte etmeye çalıştıkları ilkelerle, toplumun bağlandığı ilkeler birbirinden faklı olursa, o toplumda yaşayan bireyler giderek duyumsamazlığa kapılır ve kendilerini harekete geçiren her türlü teessüri şema parçalanır. Devlet toplumsal vicdanın örgütlenmesi olmaktan çıkar. (80-81)

38. Devlet toplumla inanç, duygu, ve düşünce ortaklığından kendisini koparır, toplumun varlık yapısına olan uygunluğu kaybeder, yapay bir varlık alanı haline dönüşürse bir baskı ve zulüm aracı olur. Artık toplum hayatını determine eden değerler boşluktadır. Hatta devlet toplumla bu değerler arasına girmiştir. (81)

39. *Din düşmanlıklarını meşru gösterebilmek için bu dogmaya dört elle sarılırlar..... Onlara göre mücerret din, bilime karşıdır. O halde bilimsel değerlerle bağdaşması mümkün olmayan dini değerlerin tamamen eğitim kurumlarından ve toplum hayatından tasfiye edilmesi gerekir. (90)

Aslında batının bütün niyeti zaten 1839 yılından itibaren aktif olarak başlatılmış olan batılılaşma hareketinin doğurduğu sosyal çözülmeyi, Cumhuriyetten sonra kesin bir sonuca ulaştırmaktı. Böylece Türkiye’yi gerek ekonomisi, gerek sosyal yapısı ile kontrol altına almak imkanına kavuşmuş olacaktı.

Bunun için ülkedeki batıcı şartlanmış kadroları bir alet olarak kullanmıştır. Bilimsel değerlerle, dini değerlerin birbiriyle bağdaşmaz

Page 119: Akademik kaynaklar dizini

olduğunu temel bir varsayım olarak kabul eden batıcılar, eğitim kurumlarının bütün programlarını bu varsayıma dayandırmışlardır.

Özellikle laiklik ilkesini dini değerleri toplumdan tasfiye etmek için bir vasıta olarak kullanmışlardır. (91)

40. Okullarda sadece zihin eğitimi yapılmış, karakter teşkiline hiç önem verilmemiştir. (92)

41. Aydınlık çağı sistem fikrinin insan zihnini inkişaf ettireceğine değil, tersine onun inkişafına bir engel teşkil ederek , kuvvetini sınırlayacağına kani idi... (uyarlanacak) (98)

42. Bu eşitsizlik bir kısım insanların diğerlerinin zararına olarak faydalandıkları çeşitli ayrıcalıklardan ibarettir.(105)

43. İhtiyaçlar yeni yeni keşiflere yol açtı; yeni keşifler, yeni sosyal durumların doğmasına neden oldu. (108)

44. ........efradda olan kuvvetlerin içtimaından husule gelir. (121) (N. Kemal)

45. Ferdi iradeleri genel bir amaca yönelten objektif (töre) (137)

46. İnsan toplum hayatı yaşamak zorunda olan bir varlıktır. (148)

47. İnsan disharmonik bir varlıktır; yani hem iyiye hem de kötüye eğilimlidir. (143)

48. Devlet kişi ve zümrelerin değil toplumun varlık yapısının gerektirdiği objektif gaye ve hedeflere uygun olarak yönetilirse, toplumda gelişme ve ilerleme olur. (150)

49. Devlet yapısı ve karakteri gereği hiçbir kişi ve zümrenin subjektif gayesi için değil, toplumun objektif gaye ve idealini gerçekleştirmek için vardır. (150)

50. Kendisinin hakkını alıncaya kadar da zayıf kuvvetlidir.(150)

51. *........devletin sınırlarının bittiği yerde bunlarda biter. Devletin başka milletlere karşı hiçbir ahlaki ve hukuki bir yükümlülüğü yoktur. (152) (insan hakları)

52. *Bu bakımdan ..............uygarlığın (........) sebebi değil, sonucudur........(154)

53. *Toplumun sosyal(.....) ve ekonomik biçimden kazanarak ortaya çıkan kültürel değerleri(problemleri)...(158)

54. *Neyi amaçladıklarını ilgili ülkelerin devlet adamlarının sözlerine göre değil, o ülkenin politikalarına yön veren kültürel

Page 120: Akademik kaynaklar dizini

dinamikleri inceleyerek tespit (etmek gerekir)...Böylece karşı önlemlerin alınmasında inisiyatifi kendi elimizde tutarız. (160)

55. Tanzimattan beri batı ülkemizi değil, kendi politikalarını sürdüren politikacıları destekleyegelmiştir. (163)

56. Bazen aynı öyküler, ayrı gerçeklerden seyrettirilir, bunları tekrar saymamalı.....

56. Bir toplumda en zayıf en kuvvetliden hakkını alabiliyorsa, o toplumda adalet var demektir.

AYDINLAR SAVAŞIAtilla İlhan, Bebekus Kitapları İst.-1991

1. Yarı sömürge haline soktukları ülkelerin, aynı gelişme grafiğini izlemesine izin vermezler. Üstelik, hem sanayileşmelerini engelleyerek, ekonomi düzeyinde yaparlar bunu; hem de onlara, kendi kültürlerini geçerli ve ileri(evrensel) kültür diye “empoze ederek” kültür düzeyinde yaparlar..(7-8) (gerçek sanayileşme geciktirilmekte-8)

2. (uyarlanacak) Osmanlı aydınları da, Tanzimattan itibaren bu fikre itibar etmiş, böylece iş, gelişmenin ekonomik sorun olmaktan çıkarılıp, bir kültür sorunu gibi ele alınmasına doğru götürülmüştür. Bu yüzden mesela Japonya, gelişmiş batılı ülkelerin ekonomisini inceleyip, sanayileşmeye doğru yönelirken; Tanzimat, Meşrutiyet, hatta Cumhuriyet aydınları, o ülkenin kültürlerini ve kültür kurumlarını içimize aktarmayı, gelişmek için yeterli saymışlardır. (8)

3. artık halkla aydınlar arasında kültür ve sanat bakımından (inançlık.....) eski “derece” farkı kaybolmuş, ciddi bir “mahiyet” farkı belirmişti. (9)

4. .....(fikri) miyopluğu yüzünden görüş alanı dışında kalan her şeyi çağdışı olmakla suçlar. Bu aydının, “ilerici” değil, “işbirlikçi” olduğunu saptamak zorunludur. (17)

5. ......Halkevleri kasabada, köy enstitüleri köyde “batılı” kültürü yayacaklar. Türkiye’nin kalkınması gerçekleşecek! Bu İnönü Atatürkçülüğü’nün; açıkçası Kemal Paşa devrimciliğinin İnönü iktidarınca yozlaştırılmasının ana fikridir. (18)

6. *Hayatlarını yasaklarla değil, (.........) disiplinlerle denetlemektedirler. (39) (uyarlama)

7. *İhtirasları olanaklarından yüksek...(39)

8. Tanzimat-ı Hayriye dediğimiz olay, emperyalizmin Osmanlı mülküne, “komprador” aracılar yaratmak amacıyla sızmasını tescil ettirdiği önemli bir dönemeç...(41)

Page 121: Akademik kaynaklar dizini

9. *Çağdaşlaşmak ihtiyacı, işte o tarihlerde “Batılılaşmaya” rayına kaydırılmış; bundan da, öz kültürüne burun kıvıran, üç aşağı beş yukarı çıkarıyla da “Batılılaşmaya” bağımlı, bir aydın tipi türemiştir. (41)

10. .........metropollerin (.......) sana kabul ettirmeye uğraştıkları değerler sistemine bakmayacaksın, o sistemi hangi koşullarda, hangi yöntemlerle yarattıklarına (.....) bakacaksın; ulusal koşullarında, o bilimsel yöntemlerle kendi kültürel bileşimini gerçekleştireceksin! Bu da her türlü “bağımlı komprador” aydın türüne karşı, gerçekten bağımsız ve ulusal aydın tipinin oluşması demek! (42) (uyarlanacak)

11. ...Osmanlı “teceddüt tarihi” aslında, batılı yönetim ve eğitim sistemlerinin topluma aktarılması tarihidir.(43)

12. Eğitimimiz, Türk ekonomisi için değil, Türk bürokrasisi için adam yetiştirmiştir. (43) (...) eğitim sistemimizi, ülkenin ekonomik kalkınmasına yararlı öncü bir kadro yetiştirmeye değil, bürokrasiyi bol memurla beslemeye ayarlamışız. (43)

13. ...Onların söyledikleri, akıllarının zaten bildiği, ahmaklarınsa hiçbir zaman öğrenemeyeceği şeyler...(46)

14. ........empoze edilen değer ölçüleri...

15. İstihale = başkalaşma

16. Aydınlanma çağında inanç yerini bilince bırakıp, akılcılık(rasyonalizm) devreye girince, pozitivizm dönemi açılıyor. (62)

17. ....Eski anlayış ve kuruluşlara yeni bir biçim vermek.(63)

18. Gelecekteki kadroların, yabancı ülkelere yollanmalarına gelince, bu da sözkonusu kadroların, ana vatanlarında çözmeleri gereken sorunlarla uzlaşmayan bir eğitimden gelmelerine yol açar. (64)

19. Aramidal örgütlenme- yatay örgütlenme(kalkınmada)

20. Yasaların halk kalabalığından ziyade, bürokrasinin çıkarlarını pekiştirmek için çıkarıldığı (100)

21. ...........dogmatik olarak değil, diyalektik olarak gerçekleştirilmelidir...(113)

22. *Kişiyi ya da olayı değerlendirebilmek, ancak o kişinin, ya da olayın, içinde oluştuğu koşulları incelemekle , sebep/sonuç bağlantılarını araştırmakla mümkündür. (116)

23. ....Bireysel gibi görünen bu eğilim, toplumsal düzeyde ele alındı mı, felaket sonuçlar getiriyor. (134)

Page 122: Akademik kaynaklar dizini

24. ..Türkiye’de özel bir devlet egemenliği var. Bu devlet kendi toplumuna, Hiçbir zaman gerçek bir inisiyatif tanımış değil. Sürekli baskıcı ve otoriter olmuş. Bir şeyi başarma ya da başaramama fırsatını, kendinden başka kimseye tanımamış. Başarısızlığın sorumluluğunu da, kendine hiçbir zaman yaranamayan topluma yüklemiş. “Bilgisiz “ olan, “yobazlara” inanıp, bilgisiz kalmakta ısrar eden, “disiplinsiz” davranan, kimi zaman “anarşiye” kapılan bu münasebetsiz halktır, Türkiye’nin kalkınmasını önleyen... (153) (Murat Belge-Nokta dergisi..)

25. Aydın ile halk arasında derece farkı olmamalıdır. Mahiyet farkı değil.... (155-uyarlama)

26. ......soyutttan gelen öneriler, somut düğümleri çözemiyor. (164)

27. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” Şiasıyla yola çıkan Anadolu İhtilali; milletin hakimiyetine çeşit çeşit “kayıt ve şart koyan” kötü bir münevver istibdadına yozlaşmıştır.. (165)

28. TV’de yenilik getirmeyen program antenden geçemez. (168)

29. Hem insan haklarına saygılı, katılımcı ve özgürlükçü bir “demokrasi ” oluşturmak isteyeceksin; hem de toplumunu, o dönemde totaliterleştirilmiş bir büyük önderin, dokunulmaz(tartışılmaz) buyrukları çerçevesinde tutmaya çalışacaksın...(171) (...) Evirip çevirmenin alemi yok, açık ve dürüst olalım; Türkiye, gerçek bir demokrasi olacaksa, önce Gazi M.Kemal’e “totaliter” yaklaşmayı bırakmalı; ona demokratçı yaklaşmayı öğrenmelidir. (172)

30. “Yozlaşan batı uygarlığının en büyük dramı, çıkarcılıkta dozu aşması ve kendi değerlerine bile artık sahip çıkamamasıdır.” Türkiye 15.12.1991 –Ölçü – Vahi Ünal

31. “İyiyle kötünün, güzelle çirkinin, adaletle zulmün, doğruyla yanlışın, hakla batılın, hür düşünceyle taassubun, sosyal adaletle sömürünün, sevgiyle nefretin, dürüstlük ile sahtekarlığın, sadakat ile ihanetin, hoşgörüyle baskının, iffetle ahlaksızlığın, haysiyetle şerefsizliğin, şefkatle zalimliğin, bilgiyle cehaletin......”

32. “Bu meziyetlere sahip olmayanlar, “Allah korkusuna” gericilik diyorlar. Fakat milletten korkmak, gelecekten korkmak, kanundan korkmak, rezil olmaktan korkmak gibi çağdaş hukuk devletinin en modern icapları da başını alıp bizden çok uzaklara gitmiştir.

33. Hukuku, adaleti, kanunu başlayan bir yığın tesiri enflasyonu nasıl önler.”Ahmet Kabaklı, Türkiye gazetesi – 21.9.1997

Page 123: Akademik kaynaklar dizini

34. Sizin fikirlerinizin hiçbirini kabul etmiyorum, ama söz hürriyetiniz için, o düşündüklerinizi söyleyebilmemiz için canımı feda edebilirim.

35. “Ahlakını, menfaatlerini ve ihtiraslarını belirleyen insanlar..............”

36. “Ben özellikle 1960’lı yıllarda, kendime göre gerçeği tekelime almiştım. Hiç kuşku duyulmayacak doğrulara sahiptim. Üstelik o doğruların evrensel geçerliği vardı. Öylesine inançlıydım. Bu doğrların herkes tarafından kabullenilmesi, tabii gerekirse zorla kabul ettirilmesi, yaşadığımız topraklarda mutluluğun kapısını açacaktı. Yeryüzü cennetinin anahtarları sanki bizim elimizdeydi. Böylece dünyayı değiştirmeye koyulmuştuk. 1960’lı yıllarda –Hasan Cemal- Sabah 31.1.93 s.15 İki nokta

37. Cemiyetimizde; bütün buhranların bu rejim ve sistem meselesinden kaynaklandığı ve iyi bir rejim ve sistem ile çözüleceği temel hareket noktasından hareket eden ve bu doğrultudaki farklı düşünceler etrafında toplanan aydınlar.... Halbuki; tartışmalar bu doğrultudan “kültür” temel alınan bir doğrultuya çekilmeden başarı sağlanamayacaktır.

38. Batıda toplumsal yaşam kurallarını belirleme kavgası kilise ile sermaye arasında oldu. (Mehmet Altan -Sabah / 8.8.93- Prizma)

39. Toplumsal rızadan meşrutiyet almayan bir rejim, kendisine başka bir meşrutiyet dayanağı arar ve bulur...

40. Bütün kesimlerin katıldığı bir değişim...

41. Resmi ideolojinin 4 fobisi:

Müslümanlık

Kürtler

Marksist sol..

Liberaller

42. Birleşmiş Milletler A.B.D. nin kullandığı kurum ve konuma giriyor. Washington, Londra, Bonn ve Paris’te alınan kararlar B.M.’den geçirilip saygınlık ve uluslar arası hukuk kılıfına sokuluyor. M.Ali BİRAND Sabah-16.1.93

43. Toplumsal dinanizme uygun yapısal değişiklikler.

HANGİ BATIAtilla İLHAN, Bilgi Yayınevi 3.basım İst. – 1982

Page 124: Akademik kaynaklar dizini

1. Bizde batıcılıkla anlaşılan şey Türk evrimi çağdaş uygarlığa uygun yönde gelişmektir. Halbuki Avrupa’ ve Amerika’da batılılaşma ve batıcılık Batı diplomasisine boyun eğme anlamına gelir. Bu yüzden onlara göre Kemalist devir batı aleyhtarlığı, Menderes devri ise batıcılık devridir! Batı diplomasisinden bağımsız olan bir batıcılık, batı dilinde, batı düşmanı kötü bir ulusçuluk demektir. (Niyazi BERKES) (s.11)

2. ........Atatürk sonrası Atatürkçülüğü kalıbı...(12)

3. ........Doğruluğu önceden başkaları tarafından saptanmış bir standarda uymak...(12)

4. Fransız sömürgeciliğinin Afrika’da yetiştirdiği siyah aydınlar...(13)

5. “...Sömürgeci bu, sömürdüğü ülkeyi uygarlaştırıyorum der, bunu o ülkeye kendi kültürünü ve teknolojisini aşılayarak yapar, öyle ki sen bağımsızlığını elde ettiğin anda, birdenbire ekonomik ve kültürel olarak kıyamete kadar ona bağlanmış olduğunu farkedersin; üstelik bu arada ulusal kişiliğini yitirdiğinden, bir uşağın efendisine bağlılığına benzeyen bir bağlılıktır bu...” (Senagal’li Diop) (13)

6. Tanzimat ve sonrası, bize, batılıların önerdiği ve denetlediği bir batılılaşma düzenidir. Bu düzen, imparatorluğu batırmıştır. Çünki, endüstrileşmeyi sağlayan değil, engelleyen bir tutumu içermektedir. (14)

7. Cumhuriyet kuşaklarının dramı, Atatürk sonrasında başlar. Çağdaşlaşmayı batılılaşma yapan sonrakilerdir. Hiç değilse müdafaa-i hukuk doktrinini ulusalcı işleminden sayanlar, Dersaadet tipi kozmopolit bir batılılaşmayı Ankara’ya göçürüp Cumhuriyet’in “resmi” tutumu yapanlar, onlardır. (....)

8. Kuvva-i Milliye ruhunu ele geçirip dağıtmışlar, devrimin ideolojisini şaşılacak bir çabuklukla yozlaştırmışlardır. (16)

9. ......Aslında kültür emperyalizminin ilmiliğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk. Ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarma hastalığımız tepmişti. O kadar ki II. Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk... (16)

10. Değişme sürecine, asıl olması gerektiği gibi ekonomik ve toplumsal kalkınma öncüleri değil de, bürokrat aydınlar kılavuzluk ettikleri için, batı kavramı, Türk imgelerinde her şeyin en ideal olarak yaşandığı bir toplum olarak biçimleniyor. Her şey ama her şey doğuda kötü, batıda iyi! Onlar nasıl yapıyorsa biz de öyle yapmalıyız ki, adam olalım! Oysa elin Japon’u çıkmış, ekonomik ve teknolojik gelişme sürecini kendi yapısından yaratarak batı düzeyini yakalamış, dibini kurcalayan yok! (...) Bizim yaptığımızı Afrika’daki eski Fransız

Page 125: Akademik kaynaklar dizini

ve İngiliz sömürgeleri yapmışlar, ama onlar da batılı olamamışlar......(18)

11. Batı ulaştığı aşamadan memnun mu? Biz öyle bir yere özeniyoruz ki, onlar bu yerden yakınmaya başlamışlar...(19)

12. Batılının yeryüzünde çok defa sömürgeci anlamına geldiğini unutmamak gerek...(27)

13. Ortalama bir Fransız....İki ayrı ölçekle değerlendirme....Türkiye’nin kendini kendi önemine inandırmak;Kalıp düşünceler, klişe fikirler...

14. Batının iki ayrı ölçekle değerlendirdiği ülkeler: Yönettiği veya hizada saydığı ülkeler;...(39)

15. Niyazi BERKES’ in uzun sessizlik yıllarından sonra yayınladığı kitaplar “batılılaşma” sorununu gerçek yerine oturtmak bakımından son derece yararlı olmuştur. Konuyla ilgili her aydının bu kitapları okuması gereklidir sanırım. Özellikle : “Türkiye’de çağdaşlaşma, Türk düşününde batı sorunu; İslamlık, ulusçuluk, sosyalizm... (Bilgi Yayınevi) (40)

16. Sömürgecilik gerçeği nedir? Ekonomik ve toplumbilimsel açıklamaların içinde, batının teknik üstünlüğüne yaslanarak adım adım bütün yeryüzünü ahtapot kolları arasına alması, sömürmesi değil mi? Hem de ne doymaz bir iştah ne azgın bir şiddetle...(64)

17. Çağdaş batı’nın davranışını hangi birimle ölçerseniz ölçün, eski ve ortaçağlarından daha insancı ve ileri bulamayacaksınız.... Neden mi? Batının güçlenmesi, bu gücüne yaslanarak yeryüzüne kendi yasa ve değerler düzeni olarak zorla kabul ettirmesi, asıl bu çağda başlıyor da ondan! Üstelik kendini yalnız ve satık egemen duyar duymaz bütün kuşkularından tertemiz elini yıkıyor, olduğu gibi görünüyor gözümüze. Peki nasıl? Sömürgeci, savaşçı, saygısız ve barbar, ırkçı v.s....(65)

18. Bilmek başka, bilgiyi bizim kılabilmek başka...(78)

19. Sömürge aydını mantalitesi...(89)

20. Türkiye’nin sorunu, batılılaşmak sorunu değildir; modern kişiliğini bulmak sorunudur. (100)

21. Bu arada yoksulluktan kurtulmak, endüstrileşmek, şehirleşmek sorunudur. Bunlar önerilirken onun onurunu çiğnemek en büyük yanlışımız. Siz bir kere içtenlikle ondan yana olduğunuza onu inandırmaya bakın; şiirinizde, müziğinizde, resminizde bin yıllık sesini, çizgisini, deyişini bulabilsin. Laikliğin, bilimciliğin onun yüzyıllardır uğruna gık demeden öldüğü, kılıç üşürüp ast kopardığı kavramların üstüne işemesin...(101)

22. İnönücülük ile Atatürkçülüğü ayırmak gerekir.

Page 126: Akademik kaynaklar dizini

19. Yeni sanat, daha öncekilerin verilerini algılayan, kavrayan, sindiren sonra da yeni koşullar gerektiği bileşimi yapabilen sanattır. (104)

20. Görüleceği gibi Tanzimat’tan sonra geçen yüzyıl içinde Doğu ve Batı, eski ve yeni, alaturka ve alafranga karşı karşıya geldiği halde, kafalarda bu hakiki bir dram yaratmadı. Uzun süre bu iki alem hiçbir senteze ulaşamadan aynı kafanın içinde yan yana yaşadı. Türk toplumunun en buhranlı problemi bir senteze ulaşamayan bu ikici (düalist) görüşün devamıdır. Problem bugün de yine karşımızda dururyor ve yine cevap bekliyor. (Hilmi Ziya ÜLKEN) (128)

21. Amerika’nın egemenlik sistemi içinde Türkiye’nin gösterdiği disiplinsizliği bağışlaması biraz zor...(Kıbrıs Harekatı dolayısıyla) (144)

22. Amerika’nın yaptığı anlaşmaların, Amerika’dan başka birine yaradığını gördünüz mü? Bu anlaşmaların temelinde Amerika’nın çıkarları vardır. Ortak çıkar etiketi altında, o çıkarlar korunur.... (151)

23. Mekteb-i Sultani = Galatasaray Lisesi

24. Toplumcu bilgim arttıkça; Mekteb-i Sultani’nin ve bunun gibi Robert Koleji’nin, bir de Mekteb-i Mülkiye’nin Osmanlı toplumunda, imparatorluğu dağıtmaya ve paylaşmaya kararlı emperyalist ülkelerce açılmış köprübaşıları olduğuna aklım yetti (169-170)

25. Ayrıcalıklı okullar sorunu, bugün dahi geçerlidir. Sadece, Kuvva-i Milliye Hareketinden neden bir çeşit neo-tanzimatçılığa dönüştüğünün, neden dolayı Türk Dışişlerinin ülkeyi çok ciddi yabancı hipotezleri altına soktuğunu anlamak için, gerek tek parti döneminde, kilit noktalarında bulunan sorumlu devlet adamlarının hangi okullardan çıktıklarını aramak yeterlidir...(171)

26. Aslında, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde benzer koşullarda, benzer amaçlarla yaratıldığı bildiğimiz bir şey! (171)

27. İdeolojiler evrensel; politikalar ulusaldır. (178)

28. Siz ne derseniz deyiniz, Türkiye’nin demokrasi tarihi, Amerika’yla başımızın derde girme tarihidir. (184)

29. Ortadoğu’da siyasal rejimler, toplumun kendi kültürel dinamiklerine karşı bir örgütlenmeyi temsil etmektedirler...( - )

30. Düzene yabancılaşmış kişiler; düzen karşısında çekimser...

31. Avrupa, kendinde olmayan hammaddelerin bolluğuna ev kolay elde edilirliğine dayanan bir uygarlık kurmuştur. Ne var ki, 19.y.y. içinde elinde tuttuğu hammadde deposu sömürgeleri 20. Yüzyılın başından itibaren birer ikişer kaybetmeye başlamış, sonunda

Page 127: Akademik kaynaklar dizini

gerçekleştirdiği kocaman teknik mekanizmayı işletebilmek için eski sömürgelerinin insafına kalmıştır. Oysa, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri petrol vermedi mi, batı felce uğrar, besin göndermedi mi, çocuğu aç kalır; öteki hammaddeleri kıstı mı, sanayi durur. (Romain Gary) (203)

32. Tezle antitezin çatışmasından doğan sentez (bileşim) ayrı ayrı her ikisini kapsayan yeni bir oluşumdur.(209)

33. Batılılaşma, Türkiye’de emperyalizm görülmesiyle ortaya çıkmış, müthiş bir aldatmacadır. Nasıl Tanzimat gerçekte bir çökertme hareketi olduğu halde kurtuluş gibi gösterilmişse, batılılaşma da tanzimat esprisinin olmazsa olmaz öğesi olduğu halde, kurtuluşun ikinci öğesi olarak ileri sürülmüştür. (210)

34. Batıcılık, batılılaşma tezi, ülkemizde daima “egemen sınıflar”ın ideolojisi olarak belirmiştir. (210)

35. Türk aydını kültür emperyalizminin ajanı durumuna düşürülmüştür...(211)

36. Bir egemen sınıf ideolojisi olan batılılaşma batıya öykürme tutumunu kökünden eleştirmesi, yerine ulusal bileşime dayanılarak yürütülecek bir çağdaşlaşma tutumunu önermesi zorunludur. (211)

37. Emperyalizm, ilkin dinsel ve kültürel kurumlarını iletiyor, orada batı kültürüne uygun bir aydın tabakası yetiştiriyor, sonra bu tabakayı ülkesini sömürmek için maşa gibi kullanıyor. (221)

38. 20. Yüzyılın başlarına doğru Osmanlı yalnız Asya topraklarında aşağı yukarı 30 İngiliz okulunda 3.000 dolayında Osmanlı öğrencisi, 60 Fransız okulunda 9 bine yakın Osmanlı öğrencisi, 190 Amerikan Okulu’nda ise 15 bin dolayında Osmanlı öğrencisi okumaktaydı. Bu okulların çoğu Hristiyan okullarıdır. Hepsinde mensup oldukları ülkenin kültürü ve çıkarları savunulur. Bu okullardan çıkan aydınların, dünya görüşleri değişmiş, yaşama biçimleri kendi ülkelerine yabancılaşmıştır. Osmanlı bu kadarla da kalmaz. Yabancıların kendi toprağında yaydığı yabancı kültürleri, kendi açtığı okullarda benimsemeye yönelir... (221-222)

39. Mustafa Kemal’de ulaşılması öngörülen amaç Batı kültürü ve uygarlığı değildir. Muasır medeniyet seviyesidir.Mustafa Kemal’in iki metni, bu dediğimi tartışma bırakmayacak bir açıklıkla kanatlanıyor: “......bozuk zihniyetli milletlerde ekseriyet-i azime (çoğunluk) başka hedefe, münevver denilen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında zıddıyet-i tamme vardır. Münevveran, kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevketmek ister. Kitle-i halk ve avam ise, bu sınıf-ı münevvere tabi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıf-ı münevver telkinle, irşadla, kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca başka vasıtalara tenezzül eder. Halka tahakküm ve tekebbüre başlar; halka

Page 128: Akademik kaynaklar dizini

istibdatta bulunmaya kalkar. Artık burada asıl tahlili noktaya geldik. Halkı ne birinci usül ile, ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeye muvaffak olamadığımızı görüyoruz, neden? Arkadaşlar, burada muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyeti ve hedefi arasında tabii bir intibak olmak lazımdır. Yani, sınıfı münevverin halka telkin edeceği mefkureler halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinlerini milletimizin, umk-u ruhundan alınmış mefkureler midir? Şüphesiz hayır! Münevverlerimiz içinde çok iyi düşünceler vardır. Fakat umumiyet itibarıyla şu hatamız vardır ki; tetkikat ve tetebbuatımıza zemin olarak alelekser kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi an’anelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı bütün diğer milletleri tanır, lakin kendimizi bilmeliyiz. Münevverlerimiz, milletimi en mesut millet yapayım der. Başak milletler nasıl oluşmuş ise onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şerait birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim, lakin unutmayalım ki asıl temeli ekndi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, an’anatını salih, salim, dürüst bir nazarla görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hala ve hala münevveranımızın gençleri arasında halk ve avama tetabuk muhakkak değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki tetabuku tevlit etmek lazımdır. Bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini tacil etmesi, biraz da münevverlerin çok hızlı gitmesi lazımdır. Lakin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade münevverlere teveccüh eden bir vazifedir. (226) (Konya gençleri ile konuşma) 20.3.1923/Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II.cilt s.140-141

40. İnönü dönemi, bir “kültür seferberliği” dönemidir. İnönü, kalkınmayı, ülkenin gelişmesini bir ekonomi sorunu olarak almamış, alamamış, bir kültür sorunu olarak almıştır. Böyle olunca, dönemin belirleyici niteliği, köylere zorunlu okul götürmek, konservatuar, opera kurmak, devlet radyolarını batı müziğine tahsis etmek, Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarıyla “ batılı kültürü “ Türkçe’ye aktarmak, işi liselerde Yunanca ve Latince derslerinin konulmasına kadar götürmek olmuştur. (228)

41. Yalnızca müzikten anlayan kişi, müziği de anlayamaz. Hans EISLER (Besteci)

42. Zalime baş eğersen, zarar daha çok olur. Hakkın ile birlikte şerefin de yok olur.

Page 129: Akademik kaynaklar dizini

43. “Başka kültürlere hayat hakkı tanımayanlar kendi kültürlerini de ayakta tutamazlar” Nazif Gürdoğan – Y.şafak/ 13.5.1999

BATI’NIN DELİ GÖMLEĞİAtilla İLHAN, Bilgi Yayınevi-2.Basım, Haziran-1995-İst.

1. Batı’nın “açık kapı” politikası...

2. (Ortakpazar) Türkiye’ye “üye” işleminden çok “Pazar” işlemi uyguluyor.. (24)

3. Meşhur mektubu ile TSK’nın karşısına çıkan Başkan Johnson 1964’te:

“ Şu anda, 49 ülkede iç savunmanın en geliştirilmiş tekniklerini güvenlik kuvvetlerine öğreten 344 ekibimiz çalışmaktadır...” demiştir. (27)

4. Emperyalist sistemin bastırma ve şiddet yöntemleri:

- Gelişme için birlik 1961 /- uluslar arası kalkınma ajansı 1962 /- Barış Gönüllüleri(1961)/ - Uluslar arası polis akademisi (1962’de Kennedy döneminde kurulmuşlardır...(27)

5. Sistem bir ülkeye el koydu mu, önce onun savunma ve güvenlik anlayışını çarpıtıyor; o güne kadar ulusal egemenliği ve bağımsızlığı korumakla görevli olan silahlı kuvvetler ve güvenlik kuvvetleri o günden itibaren “ideolojik bir savaşa” katılmış, “yıkıcı güçlere” “tehlikeli mihraklara” karşı yöneltilmiş oluyorlar. Oysa bu kaydırma, emperyalizmin bir ülkenin silahlı kuvvetlerini ya da güvenlik örgütlerini kendi halkına karşı kullanılmasına zemin hazırlıyor. (27)

6. Provokasyona karşı koyma

7. Bir Fransız politikacısı, Alain Joxe bu yapılan işe vatan savunması için oluşturulan klasik orduların iç savaş orduları haline dönüştürülmesi demiştir. (28)

8. Mac Namara ve Kahn: Artık sınırlarda düşmanla değil de, kendi ülkesinde kendi halkıyla dalaşacak olan bu yeni güçlere yapacakları savaşı da üç kademede belirlemişler:

a. Önleyici savaş (istihbarat-ayıklayıcı siyasal cinayetler-yerli baskı örgütlerinin arka planda kullanılması- silahlı kuvvetler ve güvenlik kuvvetlerinin Amerika’da eğitilmesi)

Page 130: Akademik kaynaklar dizini

b. Özel harp (çeşitli harekatın emperyalizm tarafından direkt denetimi, harekat alanında Amerikalı uzmanların müdahalesi, yerli birliklerinemperyalist hava desteği ile pekiştirilmesi)

c. Sınırlı savaş (Bir savaş birliğinin gönderilip, çatışmanın bütün sonuçlarıyla Amerika tarafından üstlenilmesi...) (28)

9. Emperyalizmin, gelişmekte olan, sanayileşme evresine girmiş bir ülkede denetimi ele aldı mı, özellikle silahlı kuvvetlere ve güvenlik kuvvetlerine ne türlü bir ülküyü aşıladığını, onları nasıl geleneksel vatan savunması ilkesinden saptırarak kendi denetiminde başka amaçlara hizmet etmeye yönelttiğini........(30)

10. Amerika’nın bu ülkeler için öngördüğü yarı/bağımlı kalkınma modellerine sırt çevirme....

11. Türkiye, ABD ve batılı ülkelerin bölgedeki çıkarları ile bağdaştığı ölçüde sanayileşip kalkınabilecektir. Bu durumda bizim kalkınma ve sanayileşme çabalarımız; (bu ölçü ile sınırlı olduğundan) bu bağdaşsızlığın en lehimize olan noktasına...

12. Emperyalist sistem, etkisi altına aldığı ülkelerin her türlü bağımsızlık girişimini o dakika komünistlik(.......) diye tanımlar.(o halde, bu tanımlardan hareketle bir icraat yapılmamalıdır...) (46)

13. Türkiye, günahları üç kademede işlemiş oluyor. Birincisi tarımsal kalkınma tıraşına kanmayıp kafayı sanayileşmeye takmakla işleniyor bunların, ikincisi Rusya’ya(.........) yakınlaşmakla, üçüncüsü ulusal çıkarlarını emperyalizmin çıkarları önüne koyup, Kıbrıs’ta başına buyruk işler çevirmekle! (47)

- Kurulan hükümetler kalkındırmak için değil, kalkınmayı frenlemek ve geciktirmek için...)

14. ABD içeride otoriter, dışarda sözdinler yönetimler ister...(47’den uyarlama)

15. .......Bu iş temelinden yanlış, sen Türkiye’yi kalkındırmak için, Türkiye’nin kalkınmasına karşı olanlarla iş yapmaya yelteniyorsun...(62)

16. (Batı)... üç gruba ayırdığı yoksul ülkeler içinden borç verme konusuna en güvenilir olmanın kriterinin borç ödeme yeteneği olan ekonomiye dayanmaktır...(65)

17. Gelişmiş ülkelerin, gelişmemiş olanlara yardımları konusunda Kanadalı uzmanlar şu noktaları ileri sürmektedirler:

“1. Herhangi bir yoksul ülke sanayileşmeye başlayınca çok gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından

baltalanmaktadır.

Page 131: Akademik kaynaklar dizini

2. Çok gelişmiş ülke, yoksul ülkenin gelişmeye başlayan sanayiini kırmak için kotalar, özel tarifeler, gümrük tarifeleri koyarak engelleme yapmaktadır.

3. Gelişmiş ülkeler hammaddeyi ucuza alıp sanayii ürünlerini pahalıya satmaktadır.”

Türkiye emperyalist sistem içinde kalıp, kapitalist ülkelerden kalkınma umdukça daha çok tekleyecektir.

18. Bir süper devlet ile daha küçük bir devlet arasında, acaba, patron ile işçi ilişkisinden başka mümkün olabilecek diğer bir ilişki biçimi yok mudur? (69)

19. Büyük devletler elinde bulunan nükleer enerji tekelinin barış ve denge çıkarlarına adına kullanıldığı (!) (70)

20. ....Bir subaya ne türden bir formasyon verirler....(75)

21. Türkiye’nin kalkınma anlayışı, savunma anlayışı, (eğitim.............anlayışı) emperyalist sistem tarafından nasıl çarpıtılmışsa, güvenlik (devlet, rejim, ideoloji v.s.) anlayışı da öyle çarpıtılmış. (83)

22. “Tahkiki imkansız” söylenti ve dedikodular. (186)

23. Patlamaya hazır toplumsal birikimlerin kullanılarak bunların çıkarılması....

22. CIA “Gizli Hizmetler Direktörü” Richard Bissel’in okuduğu raporuna göre gizli hizmetler:

- Siyasal tavsiye ve danışmanlık.

- Bir kişiye yardım.

- Siyasi partilere maddi ve teknik yardım.

- İşçi sendikaları, işyerleri, kooperatifler dahil özel örgütlenmeleri desteklemek.

- Gizli propoganda.

- Kişilerin özel olarak eğitilmesi ve insan takası.

- Ekonomik operasyonlar.

- Bir rejimi desteklemek ya da devirmek için girişilen askeri ya da siyasal operasyonlar... (Amacı: bu ülkelerin iç kuvvet dengesine müdahale etmek...) (89-90)

23. Diyelim ki iktidar sağcı, CIA bunu değiştirmek istiyor, öğrenci, işçi, ve kültür topluluklarından yararlanacak, bu toplulukların sağcı, solcu, komünist v.s. olup olmadıklarına bakmıyor, faaliyetlerini yönetmek, işlerine karışmak istemiyor, istediği ne peki, sadece, faaliyetlerini bir tarafa doğru yöneltmek, onları güçlendirmek, etkili hale getirmek...CIA, “yöneltir, güçlendirir, etkili kılar” istediği

Page 132: Akademik kaynaklar dizini

müdahale gerçekleşince tüm istemediği iktidarı defetmiş olur, hem de gelecek iktidar aracılığıyla kullandığı gençlik, işçi ya da kültür topluluğunu duman eder...(91)

24. Türkiye, bugün de, ciddi olarak “şiddet(öğrenci) hareketleri” dosyasını ele almak niyetindeyse, önce emperyalist sistemin kendi içinde oynadığı oyunları ulusal güvenlik örgütleriyle saptamak, aktivizme ve bireysel terörizme karşı kullanacağı bastırıcı timleri işbirlikçi ve saptırılmış güvenlik anlayışından arındırmak zorundadır...(95)

25. Eşitsiz ticari (ekonomik) ilişki... örneğin:bazı ulusal yönetici sınıfların az gelişmişliğin nedenlerine göz yummalarını ele alalım. Bunların kendi refahları, tamamıyla yabancı sömürüsünün aracıları olma rollerine dayanmaktadır. (97)

26. Üçüncü dünya ülkelerini, bilimin ilerlemesine seyirci durumuna soktular ve bize, birçok hallerde kültürel yabancılaşma aracı olan, bağımlılığımızı artıran teknik bilgiler (geri teknolojiler) aktardılar. (Allende)

27. Teknolojik bağımlılığımıza son verecek bir çözüm zor, yavaş ve masraflı bir süreçtir. İki olasılıkla karşı karşıyayız (iki seçenekler.........):

- Endüstriyel (kalkınmamızı yabancı yatırım ve teknolojiye dayandırmaya devam edebilir, bu bağımlılığını fazlalaştırmak demektir....)

- Kendi bilimsel ve teknolojik kapasitemizi (ve atılım gücümüzü) (oluşturmamız..) Bu arada uluslar arası topluluk tarafından, güçlü bir biçimde desteklenerek bilgi ve endüstriyel yöntem transferine başvuracağı ve faaliyetlerimizi insanı temel kabul eden insancıl bir felsefeye dayandıracağız...) (Allende) (Sonuç: Allende Şili’de giriştiği deneyle, kalkınmakta olan ülkelere bağımsız kalkınma yolunu göstermeye çalıştı... Emperyalist sistem, onun “ortadan kaldırılmalıdır” dediği koşulları sürdürebilmek için Allende’nin kendisini ortadan kaldırdı.) (102-103)

28. Emperyalist sistem, Türkiye’nin sanayileşmesine neden karşıdır?

Kapitalizmde esas pazardır. Herif mal yapıyor, yaptığı mal depoda durdu mu ne ise işe yarar, hiç, pazar bulacak ki satsın; az buçuk siyasal ekonomi okumuş olanlar, 19. Yüzyıl savaşlarının çıkmasında kapitalist ülkeler arasındaki “Pazar” kavgasının çok önemli bir rolü olduğunu bilirler. Bizim imparatorluğun batırılmasında da, adına “hasta adam” denilmesinde de, bu Pazar gereksinmesinin etkisi büyüktür. Pazar iyidir ya, pazarın durgun olmayanı, hareketlisi, gittikçe genişleyeni daha da makbul sayılır. Öyle ta nüfusu artan, tüketim gücü gelişen, gereksinmeleri çoğalan bir Pazar mı iyidir,

Page 133: Akademik kaynaklar dizini

yoksa durgun, yoksullaşmış, sineği kovamayan bir Pazar mı? Elbette birincisi...

O zaman, ünlü tröstlerin yöneticilerine dağıtılan “Business Europe” adlı derginin yaptığı özel araştırmanın sonuçlarına bir göz atmalıyız. Bu araştırmaya göre, son beş yıl içinde, Türkiye “pazarı” % 161 oranında bir büyüme göstermiş, bununla hem Avrupa hem de dünya ülkelerinin başına geçmiştir. (Aynı tarihte <1972-1975 arası > pazarın büyüme hızı: Finlandiya %36, İrlanda %33. İtalya %26, Fransa %24, İngiltere 522 de kalmış...) (115)

(Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerindeki nüfuzu, Pazar büyümesi rolü oynamamalı ilişkilerimizin geliştirilmesini bu role çarpıtma tehlikesine karşı önlemler alınmalı...)

29. “Almanya’nın Yakındoğu’daki en büyük başarılarından biri de Osmanlı ordusunu Alman Emperyalizminin vurucu güçlerinden biri haline getirmektir. 1883’de Osmanlı ordusunun eğitilmesiyle görevlendirilen Prusyalı General Goltz Paşa 1895’e dek Türkiye’de kaldı. Osmanlı Genelkurmay 2. Başkanlığı’na getirildi. Goltz Paşa: Osmanlı ordusunu Prusya sistemine uygun biçimde yeniden düzenlenmesinde, Prusya tipi kafa yapısına sahip subayların yetiştirilmesinde ve Alman silah sanayiinin Türkiye’de tekel konumuna gelmesinde büyük rol oynadı. Goltz Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nda gösterdiği çalışmanın amacını şöyle belirtir. “Öte yandan bu askerler üzerinde doğrudan doğruya nüfuzumuzu kullanarak Osmanlı Ordusu’nun idaresini, evvelinden ziyade ve artık elimizden bir daha geri alınmayacak biçimde ele geçireceğiz...”

Birinci Dünya Savaşı patlayınca durum nedir?

Enver Paşa kendi isteğiyle Osmanlı Genelkurmay Başkanlığını Bronser von Schellendorf’a bıraktı. Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanlığına ise Bronfeld getirildi. Eski alman Genelkurmay Başkanı General Falkenheim ise Suriye Yıldırım Orduları Komutanı yapılacaktı. General von Kress, Gazze’de Kolordu Komutanı olmuş, Limon von Sanders ise Gelibolu’da görevlendirilmişti. Kısacası 1913’de İstanbul’a gelen askeri ıslahat heyeti 1. Dünya Savaşı’nda komuta heyetine dönüşmüş ve Osmanlı ordusuna el koymuştu.(......)

Şimdi, acıklı ama zorunlu bir oyun: Scheiderman’ın sözlerinde, sonraki alıntılarında Alman, Prusya, Avrupa sözcükleri yerine Amerika sözcüğünü koyun, yazıları bir kere daha okuyun 1847’den beri görmekte olduğumuz filmin içyüzünü dehşet içinde farkedeceksiniz. (130-131)

30. “Güçlü yönetimini merkeziyetçi temeller oturtmuş bir Türkiye, Avrupa kapitalizminin planlarını gerçekleştirme konusunda ihtiyacı olan her türlü savunma görevini yerine getirebilecektir. (129)

Page 134: Akademik kaynaklar dizini

(Alman Sosyal Demokrat Scheidemann)

- Tamamını görmediğim bir senaryoda rol alma...

- Eleştirisel ya da yandaş yaklaşma...

31. “Bize bağlı güçlü Türkiye........” (129)

32. Uygarlık elçiliği, o tarihte emperyalizmin sömürgeciliğe taktığı ad...(149)

33. Düşünme biçimlerini, Türkiye’nin çıkarlarına göre değil, sistemin çıkarlarına göre ayarlayanlar, kendi çıkarlarıyla “sistemin” çıkarlarını özdeşleşmiş görenler!.. (Gençliğe Hitabe2de ki dahili ve harici bedbahtlar..) (153)

34. 1800’lerden başlayarak batılıların bize kabul ettirdikleri bütün ıslahatlar aslında nedir? Hiç düşündünüz mü? (...) (mevcut hukuk sisteminin) gayr-i müslim azınlıklara tanımadığı güvenceli ticaret ve iş yapma hakkını (tanıma anlamına gelen yenilikler-düzenlemeler) (152’den uyarlama)

35. Sisteme girdiğimiz andan itibaren Türk savunma ve güvenlik anlayışı saptırılmış, Amerika’nın kendi çıkarlarına uygun bir savunma ve güvenlik anlayışı Türkiye’ye benimsetilmiştir. (200)

36. Sorun şu. Hem Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyacak, ulusal savunma kavramını geliştirip güvenlik örgütlerini ve gizli haber alma servislerini buna göre çalıştıracaksınız, hem de nasıl sistemin gereklerini ve zorunluluklarını yerine getireceksiniz? Bu soruya 30 yıldır gelip giden iktidarlar geçerli ve uygulanabilir bir çözüm getirememişlerdir. (204)

37. ....çözüm, sistemin dışında aranmalıdır. O da hiç kolay değildir ha! Bir kere öyle kolay bırakmazlar adamı. İkincisi, otuz yıllık alışkanlık, bu zaman içinde oluşmuş yönetici kadroların kemikleşmiş itiyatalrı (bazı hallerde çıkarları) ciddi her atılımı engeller durur.(215)

- Karşılıklara yön verebilen bir ülke...

38. “ Türk gelişme stratejisinin esası çabuk bir kamu sanayileşmesine dayanmaktadır. 1950’den bu yana Atlantikçi güçlerin Türkiye’nin geleneksel tarım ürünlerine dayanan bir gelişme stratejisini benimsemesi için çaba sarfettikleri veya hiç olmazsa, sanayileşmeyi emek yoğun alanlara kaydırıp yozlaştırmayı gözettikleri anlaşılmaktadır. Türkiye ise kamu öncülüğünde bir ağır sanayine yönelmek ve bu şekilde yoksulluk ev geri kalmışlıktan kurtulmak için ısrar etmiştir.” (Die Zeit)

39. bizim ordumuzdaki bazı görenek ve geleneklerin, Abdülhamid döneminden başlayarak askerlik zanaatını öğrensinler diye Almanya2ya gönderilmiş “zabitanımızdan” filiz sürdüğünü de!

Page 135: Akademik kaynaklar dizini

Yakın tarihimize merak sarıp da, Kaiser Almanya’sının Osmanlı topraklarına, Osmanlı ordusunu ıslah ve güçlendirme ayaklarıyla çöreklendiğini bilmeyen yoktur. (286)

40. Elverişli ekonomik, siyasal ve askeri dayanak noktaları edinme...(290)

41. 1953 yılında dünya ekonomi krizini yenmek üzere toplanan Uluslar arası Ekonomik Kongre’de, Alman temsilcisi Dr. Posse şöyle demiştir: Türkiye gibi ziraat memleketleri de sanayileşmek isterlerse, milletlerarası ekonominin ahengi elbette bozulur. Binaenalaeyh Türkiye hammadde hazırlayan geri bir memleket olarak kalmaya mahkum edilmelidir. (304)

42. Cumhuriyeti kuranlar, “emanet edecekleri nesilleri” yetiştirirken “çağdaşlığı”, “batıcılıkla” karıştırarak ciddi bir yanılgıya düşmüşlerdir. Çünki, batının geri kalmış bir ülkeye göndereceği her öğreti, kayıtsız,şartsız, kendi toprağına yabancılaşmış batı hayranı ve tüketim toplumu üyesi bir vatandaş türü meydana getirecektir.(308)

43. Bu ülkeyi 200 yıldır, aydınlar batırır, halk kurtarır...(308)

44. (Batılı eğitim sistemi) tüketim toplumu hayranı, kendi ülkesinin yabancısı, kültür emperyalizminin maşası aydınlar üretmekte... Bizim özellikle 1950 yıllarından sonra yetişen, çoğu Amerika’da eğitim görmüş ve şimdi devletin yönetim kademelerinde işgören aydınlarımız bu aydınlardır...(308)

45. “Asıl önemli sorun, gelişmekte olan dünyada, özellikle Ortadoğu ve Afrika’da batı yanlısı rejimlerin, yıkılmakta olmasıdır. Bu olgu Mısır, Fas ve hatta İsrail’i bile etkileyebilir. Bölgedeki radikal akımlar büyük tarihsel değişmelere yol açacaklardır. Bizi tehdit eden büyük tehlikeyi görüp, kararlı davranmazsak, bu gelişimi engelleyemeyiz. Sorun şudur : Dünyadaki ülkelerin iç değişikliklerine ilişkin bazı soyut ilkeleri kabul edecek miyiz? Yoksa bizim kurallarımızı kabul etmeyenlere karşı bile savunulması gereken temel ulusal çıkarlarımız var mı? İşte temel sorum budur” Time-H. Kissenger (320)

46. Batı Türkiye pazarını ulusal sanayiciye bırakmak istemez, onun amacı bu pazara tek başıa girmek, Türk sanayicisini de ekonomik ajan gibi kullanmak...(340)

İnsanYay.Klodrofar cad.Kültür Apt.27/5 Divanyolu-İstanbul Tel.5160828-5180878

JEOPOLİTİK VE JEOKÜLTÜR

Page 136: Akademik kaynaklar dizini

Immanuel Wallersteın, Çev.:Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İst.-1993

1. Jeopolitik: Devletleri, devletlerin siyasetlerini ve tabiat kanunlarını birleştiren ilişkilerin incelenmesi...

1. Önümüzdeki temel mesele: çok sayıda kimliğe yer verecek, onları birbiriyle çatıştırmayacak veya herhangi birini ezmeye kalkışmayacak “manevi bir düzen” inşa etmek olduğunu...(önsöz-8)

2. Gelecekte “yaşanabilir” bir dünya kurabilmek geçmişte kurulmuş “yaşanabilir” dünyaları tanımakla mümkündür.... (önsöz-sh.8)

3. Türkiye için bir iki yıl önce jeopolitik vuzuh olan durum, yerini jeopolitik belirsizliğe bıraktı.Önceleri Türkiye Nato’nun parçasıydı. Bu örgüt, SSCB karşısında açık bir muhaliflik misyonu olduğunu ileri sürüyordu ve diğer bütün konular bu misyona tabiiydi. Bugün Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da çoğu kargaşa içinde olan yeni bağımsız devletler var; Türkiye’nin bunlarla dinsel, tarihsel ve dilsel yakınlıkları bulunuyor ve bunlar Türkiye’nin kendileri bakımından aktif bir konuma sahip olmasını bekliyorlar. (9)

4. Bu değişimlerin sonucu olarak Türkiye’nin karşı karşıya geldiği jeopolitik meseleler, jeokültürel meselelerin yanında solda sıfırdır...(10)

5. Kimlik:siyaseti özgürleştirici fakat aynı zamanda çatıştırmacıdır.

Mesele:herhangi birine saygısızlık etmeden çok sayıda kimliğe yer bulacak ne türde yeni bir manevi düzen inşa edebileceğimizdir. Bu, geçmişteki mitik bir dünyaya dönme meselesi değil, büyük zahmetlerle gelecekteki yaşanabilir bir dünyayı kurma meselesidir.(10)

6. Jeokültürel farklılık, Fransa’ya muazzam jeopolitik destek sağladı. (15)

7. Evrenselleştirici bir ideal ...

8. Rusya, Fransa ve Almanya (Nazi) arasındaki jeokültürel farklılık; (bu devletler açısından farklı olan) bir jeopolitik duruma yol açtı. (15)

9. Türkiye’deki milli kültürel uyanış da, Türkiye’ye muazzam bir jeopolitik destek sağlayacaktır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nde ve ortadoğu’da dayanışmacı ruhun gelişmesini sağlayacak ve Türkiye’yi bu dayanışmanın önderi kılacaktır. Bu da, Türkiye’yi dünyada üstün bir konuma getirecek jeopolitik bir konuma yol açacaktır.(-)

Page 137: Akademik kaynaklar dizini

10. Sömürgeciliğin kamuflaj malzemesi olarak kullanılan iyi idealler...(-)

11. (Yalta) birbiriyle bağlantılı sözde ideolojik düşmanların bu işbirliğine imkan veren formülü bulmak Roosevelt ile Stalin’in dehalarına nasip oldu. Formül, bizim halk arasında Yalta dediğimiz şeydir. (17)

12. Bu (anlaşmalı) soğuk savaş çıkmazının askeri bileşenleri üzerinde odaklaştırılan muazzam kamu dikkati 1945-1989 dengesinin altında yatan önemli siyasi-iktisadi anlaşmayı gizliyordu. ABD’nin SSCB’ye sunduğu, onun da kabulde mutluluk duyduğu şey, Doğu Avrupa’da bir Sovyet arka bahçesinin meydana getirilmesiydi: O sınırlar dahilinde kalmak şartıyla SSCB’nin siyasi, iktisadi ve kültürel kuralları koyabildiği bir arka bahçe...(17)(Dünya coğrafyasını karşılıklı olarak birbirlerinin kucağına itmek suretiyle sömürme..)

13. ABD ve SSCB’nin ideolojik söylemleri biri diğerini besliyor ve hiçbiri diğeri olmadan makuliyet kazanamıyordu.(...) Soğuk savaş, her bir tarafa kendi kampında sıkı bir düzen sağlama, evi uygun gördükleri tarzda temizleme ve gelecek nesillerin zihniyetlerini yönlendirebilme imkanını veriyordu. (18)

14. Devlet yapılarının uzun vadeli pekiştirilmesi...

15. ABD-SSCB karşılıklı dövüşü...

16. ABD hegomonyasının kurumsallaşması(Yeni dünya düzeni) (44)

17. İç gerginliklerin şiddetlenmesine neden olanfktörler...

18. Nesnel gerçekçilik politika yapıcılarına sınırlar koyar. Olumsuzlukları erteleyebilir, kayıpları en aza indirebilir; (az da olsa) bazı avantajları elde tutmak için manevralar yapabiliriz; fakat dalgaları durdurmak elimizde değildir...(51)

19. Toplumsal gündem...

20. Sistemden yarar sağlayanlar...(sistemden illede yararlananlar...)

21. Yapısal geçişler hakkında üç şeye dikkat edilmelidir. Önce, yapısal geçişler başladığı zaman, eski tarihsel sistemin süreçleri bunun üzerine hemen sona ermez. Hatta, tam aksi meydana gelir; eski süreçler devam eder ve şiddetlenir, bu da yapısal bunalımı kışkırtan ve şiddetlendiren şeyin ta kendisidir. (66)

22. Düzenin çözülmesinin hakiki sebebi düzenin muhafızlarının ruhlarındaki çöküştür. (66)

23. Mevcut imtiyaz sahipleri hiçbir zaman imtiyazlarından gönüllü olarak el çekmeyecek ve önemli derecede değişimi

Page 138: Akademik kaynaklar dizini

önlemek için devlet şiddeti üzerindeki denetimlerini kullanacaklardır. Bundan şu çıkar, imtiyazlıları devlet iktidarından alaşağı etmek önemli değişiklikler yapmanın ön şartıdır. (107)

24. Hükümetin kendilerinin olduğunu herhangi bir şekilde hissetmedikleri...(107)

25. Devlet gücünü ele geçirmenin önceliğine dayanan siyasal strateji neredeyse bütün sistem karşıtı hareketlerin kabul gören stratejisi oldu... Çünkü, “meşru kuvvet”aygıtları statükonun savunucularının ellerinde bulunduğu müddetçe sistemi dönüştürmenin herhangi bir pratik yolunun gerçekte mevcut olduğunu göstermekte aciz kalacaklar............(151)

26. Geçişlerin gerileme ile sonuçlanabileceği yol çok basittir. İmtiyazların savunucuları geçiş döneminde değişim manivelalarını ele geçirebilirler;değişimi engellemek için (yani artık muhafazası imkansız olan çöküş içindeki bir sistemi korumak için)değil, değişimi, biçim itibariyle mevcut sistemden oldukça farklı olmakla beraber, imtiyazlara aynı ölçüde yataklık edecek başka bir sistem yönünde sevketmek için...(163) (dış güçlerin yönlendirmesi açısından)

27. Mesele dünya krizi(....) veya dünyanın dönüşümü değil, modalite olarak, sayesinde “kriz’ in çözüleceği” ne türde bir dönüşüme yol açabileceğimizdir. (163)

28. Dünya sistemi’nin 1945-1967 safhası ABD hegemonyası dönemiydi: (167) (1945 yılına kadar İngiliz hegemonyası)

Gelişme ideolojisinin evrensel kabulu,

İngilizcenin dünya sistemi...... olarak başarı ile benimsetilmesi… 1967-1988 devresi ABD hegemonyasının çöküşü Japonya; Alman-Fransız çekirdeği etrafında Batı Avrupa’nın konsantre olma dönemi...(172)1988-2050 dönemi: ABD-Japonya ittifakı->Doğu Asya (Çin)-Kanada, Batı Avrupa, Doğu-Orta Avrupa, Türk Cumhuriyetleri, Ortadoğu, Afrika, Hindistan

29. Teknolojinin fonksiyonu........siyasal düzenlemelerin fonksiyonu

30. Bu dönemde hareketler için halledilmesi gereken iki büyük mesele vardır. Biri dünya sisteminin orta vadedeki toplumsal dönüşüm stratejisine dair yeni bir konsensüse ulaşıp ulaşamayacağı;................... bu sağlanacak olursa, bunun önemli örgütsel sonuçları olacaktır, dünya ölçeğinde ele alındığında, merkeze yaklaşmaktan ziyade merkezkaç olacak sonuçlar......(178-179)

Page 139: Akademik kaynaklar dizini

31. ........şu anda imtiyaz sahibi olanlar tarafından manipüle edilecek olması...(181)

32. Anarşik dönüşüm...

33. ...Önce ayırt edici kimliğin pekiştirilmesi, bilahare kültürel kimliği itibarıyla ayrışmış kitleleri provoke ederek çatıştırma... işte, ısrarla güneydoğuda kültürel hakların tanınması yönünde yoğunlaşan dış baskılara asıl amacı......(-)

34. Yerel ahalinin idaresi için yöneticiler empoze etme...(icazet verilmiş yöneticiler), -bölüp yeniden gruplama....(195), (sömürgeci düzenleme)

35. Avrupai şeyleri ilerici; Avrupa dışı şeyleri ise yaratılıştan ilkel olarak etiketlemek...(198)

36. Ulus-devlet kavramının geliştirilmesi (sadece tanınan egemen devletlerin sayısı artmaklakalmıyor, ulusların kendi kaderlerini tayin etme ilkesinin genel kabulu ayrılmaya daimi bir davetiye haline gelerek, Afrika’da (ortadoğuda) kımıldanan yaygın ulusal hareketler teşvik ediliyordu. Böylece sömürge alanları genişletiliyordu...(200)

37. Siyasal düzenin temel kurumsal dayanakları.......

38. Amerikan sosyal bilimi, dünya ekonominin çevresel alanlardaki toplumsal dönüşüm süreçlerini kurumsallaştırmanın aracı olarak “modernleşme” kavramı sundu............bütün ülkelerin gelenekcilikten modernliğe giden yolda esas olarak benzer bir patikadan geçtikleri tarzındaki iddialarının evrenselliğini kanıtlamaya çalıştı. (203)

(Bu yönlendirmeler sonucunda: ulus-devletin kapitalist dünya ekonomi (sistemi) içinde tipik siyasal örgütlenme birimi olarak yaygınlaşmasıyla ve kendisini oluşturan devletlerin hareket özgürlüğünü sınırlama yönünde işleyen bir devletler arası sistemin coğrafi ve kurumsal genişlemesiyle sonuçlandı. (204)

(sömürge yöntemleri...) (entegre bir bütünlük içindeki bu çok sayıda devlet sistemi)

39. Kültür: T oplumda, birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma ve mensubiyet şuuru uyandıran bireyleri, doğruluk, dürüstlük ve ahlak ile mükellef kılan ve inanç değeri, dolayısıyla da disiplin değeri bulunan ortak manevi alan

40. Herhangi bir grup veya sosyal sistem dahilindeki bazı kişilerin(yüksek tabakanın) çıkarlarını, bu aynı grup dahilindeki diğer kişilerin çıkarlarına karşı haklı çıkarmaya yarayan ideolojik örtü...(216)

Page 140: Akademik kaynaklar dizini

41. Sistemler doğal ölümlere doğru ilerledikçe kendilerini belirsiz geleceklere geçiş içinde bulurlar ve bir kademede kurtarıcı olan belirsizlik, aynı zamanda düzen bozucudur. Bu bakımdan böyle bir dönüşüm hakkında nasıl(ne) düşüneceğimize dair bir ikilem karşısındayız; sistemsel ölüm sürecini inkar mı edelim, yoksa aksine sistemsel doğüş sürecine merhaba mı diyelim? (221)

42. (......) bunların doğru dozajının sistemin işleyişini mümkün kılacağı...(222)

43. Siyah, Amerikalıların tarihinde sadece deri anlamına gelmez. Kültür demektir o....... (222 dipnot)

44. ...Tabii, aynı zamanda, bariz teritoryal sınırları ve ulusal yasaları, meclisleri, dilleri, pasaportları, bayrakları, paraları ve hepsinden önemlisi vatandaşları olan bir “hükümran devletler” ağı kurmuş olduk. Yerkürenin tüm kara alanı bugün sayıları bugün sayıları yüzelliyi aşan böylesi bizimlere tamamen ayrılmış bulunmaktadır...(226)

45. .....dev0letlerarası sistemde hükümran devletler meydana getirmede işe yarayan çelişkiler üretmek...

46. Kapitalist bir dünya ekonominin tarihsel genişlemesinin modernleşmeye karşı batılılaşma çelişkisini ortaya çıkardığını... Bu ikileme çözüm bulmanın basit yolu bu ikisinin özdeş olduğunu ileri sürmek oldu. Asya ve Afrika batılılaştığı kadarıyla modernleşmektedir... O halde, kaçınılmaz olarak, “modern” olmak isteyen bir şekilde kültürel yönden “Batılı” olmak zorundaydı...(230-231)

47. .......Mesele dünya sermayesine bu çelişik hedefine ulaşmada olabilecek ideolojik bir sakin olup olmadığı,...(231)

48. haklılaştırma-meşrutiyet kazandırma...meşrulaştırma tarzları... -devletler hiyeraşisini; devletlerde de gruplar hiyeraşisini meşrulaştırma... (Mesela; çok çalışma, evrensel bir ahlak kuralı haline getirilir... Çok çalışanlar, verimli olanlar, kendilerini işlerine adayanlar bu evrensel nitelikteki değeri temsil ederler; dolayısıyla etmeyenler ile bu evrensel değeri temsil etmeleri nedeniyle eşit değildirler ve hiyerarşik bir üstünlüğe hak kazanırlar.....gibi...)

49. Nisbi çöküş...

Bununla uğraşmanın iki yolu vardır: inkar etmek veya değişime hoş geldin demek...(237)

50. Kültürel bakımdan dünya sistemimizin bir ameliyat ihtiyacı içinde olduğunu hissediyorum. (224)

51. Egemen grupların kültürünün taşıyıcıları...(255)

Page 141: Akademik kaynaklar dizini

52. Azınlıklar ender değildir bugün; tam aksine...

Her ülkenin bir veya birkaç azınlığı vardır; her geçen gün daha da fazla azınlıklar oluyor. Bu bakımdan nasıl ortada eşzamanlı olarak homojen bir dünya içinde farklı ulusal kültürler meydana getirmenin diyalektiği var ise; aynı şekilde eş zamanlı olarak bu ulusal devletler dahilinde homojen ulusal kültürler ve farklı etnik grup veya azınlıklar meydana getirmenin diyalektiği vardır. (256)

53. Kültürel direnmeyi planlamak.....

54. Sistem karşıtı bir hareket bir devlette mevcut otoriteleri değiştirmek için örgütlendiği zaman, kendini eşzamanlı olarak bizzat muhalefet etmekte olduğu sistemle bütünleştirir. Sisteme muhalefet etmek için sistemin yapılarını kullanmaktadır; bu ise bu yapıları kısmen meşrulaştırmaktadır...(257)

55. Toplumda temel bir yapısal değişimi meşrulaştıran(haklılaştıran) sebepler...(-)

56. Egemen fikirlerin, egemen sınıfın fikirleri...

57. Sistem krizinin kaynağı; iç çelişkilerin üst üste birikmesidir. Öyle ki, sistem kendini aynı türdeki sistem olarak yeniden üretmeyi imkansız... (293)

58. Koordinasyon ve organizasyon hiyerarşiyi gerekli kılar...

59. Zayıfı güçlü karşısında köle, güçlüyü zayıf karşısında efendi olmaktan ne alıkoyacak?(-)

60. Resmi dogma...

61. ABD; ortadoğu’da önüne geçemediği radikal islamcı akımlara, kabul edilebilir bir niteliğe kazandırmak (kendi çıkarları ile bağdaşır) istemektedir.

62. Tarihçi ve Tarih felsefecisi J. Arnold Toynbee: “Tarih üzerine bir etüd” adlı eserinin “Ispartalılar” bölümünde:

“Eflatun’un ideal Cumhuriyetine realitede(uygulamada) en fazla yaklaşabilmiş sistem Osmanlı Devleti’dir.” demektedir.

BİR DİN POLİTİKASI :LAİKLİKHulusi Yazıcıoğlu, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. İst. -1993

1. Türkiye’de laiklik; devlet ile din arsında bir ilişki biçimi değil, bir politikadır. (27)

2. Doğuda soyut, batıda somut düşünme alışkanlığı egemendir. (35) (.....) Doğuda metafizik ve ahlak; batıda matematik ve hukuk gelişmiştir...(35)

Page 142: Akademik kaynaklar dizini

3. Her dinin, bir ortaya çıktığındaki saf biçimi, bir de ona sonradan yapılan katkılardan oluşan ve bazen özde onun yerini alan gelenekleri vardır. (35)

4. Kilise: Asıl anlamıyla kilise, Hıristiyan dinine inananların oluşturduğu, kendi içinde hiyerarşik yapıya sahip birliğe verilen addır.(...) Bu anlam dışında kilise sözcüğü, yerel cemaat kuruluşunu, ya da bu kuruluşun yöneticisi durumundaki kişiler topluluğunu (ruhbanı) kastetmek için kullanılmaktadır. (41)

5. Laikliğin sosyolojisi, Aziz Pavlus’un M.S. 60 yılında Hıristiyanlığı yaymak için başkent Roma’ya geldiğinde; Roma İmparatorluğunun içinde bulunduğu toplumsal ve siyasi ortamın niteliklerine kadar dayanır.

(.........) Hıristiyanların Roma tanrılarına ve tanrı-imparatorlara saygı göstermeyi reddetmeleri, bunları devletin varlık nedeni sayan Roma’nın şiddetli tepkisine yol açtı. (....) Hıristiyanların devlete bağlı olduklarını kanıtlamaları için devletin varlığıyla özdeşleşmiş olan devlet tanrıları (günümüzde modern tabuları) ve tanrı-imparator adına düzenlenen törenlere katılmaya zorlanmaları ile başlayan ve zaman zaman karşılıklı şiddete varan devlet-Hıristiyanlık çatışması; M.S. 312 yılına kadar geçen bir süreçte; İmparator Konstantin’in “Milano hoşgörü fermanı” adıyla anılan bir fermanla son buldu. Ancak, bu süreç sonunda yaşanan devlet-din(Hıristiyanlık) çatışması, Hıristiyan cemaatinin devletin karşısında bazen onu destekleyen , bazen karşı çıkan örgütlü bir güç olarak, yer almasına yaradı.(İşte bu örgütlü güç, yukarıdaki anlamda kilise olarak kurumlaştı... (40-41) A.W.Ziegler; Religion-5-90-99)

6. İlk Hıristiyanlar için imparatorluğun siyasi ve toplumsal yapısı içinde kendilerine bir yer edinmek...(42)

7. Aziz Pavlus’un inananlara bir başka öğüdü ise, sorunlarını kendi aralarında çözmeleri ve başkalarına “episkopos” getirmeleridir ki, böylece, ileride kilisenin yöneticisi olacak olan “ruhban” sınıfının temelleri atılmış olmaktadır. (43)

8. Başlangıçta salt bir inananlar topluluğu olan kilise olaylar geliştikçe, Roma hukukundan ve Roma’nın devlet aldığı kurumlarla dünyevileşecek ve Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkıntısı üzerine bir haç dikerek, devletlerle siyasi iktidarı paylaşma yarışına girecektir...(44)

9. Mezhep: İnançtaki ayrıntılardan doğan bir takım alt dallar...(46)

10. ...M.S. 381 yılında Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nun devlet dini kabul edildi ve eski inançlar yasaklandı.(46) (yasal statüye kavuştu...)

Page 143: Akademik kaynaklar dizini

11. Katholikos=evrensel

12. Değişen toplum ve kültür dengelerini tek bir siyasi yapı içinde yeni bir bütünleşmeye götürmek (56)

13. Tek yanlı çevirilerden edindiği bilgilerden oluşan olumsuz çizgiler ve önyargılar...(71)

14. Skolastik bir düşünce yapısı ve eğitim düzeni kurarak özgür düşünceyi baskı altına aldığı...(71)

15. Batı dediğimiz toplum tipinin...(73)

16. Toplum yaşamının her alanını dini normlardan arındırmayı ve kiliseyi kamu hizmetlerinin tümünden uzaklaştırmayı öngören...(132)

- Hukuki çerçeveye almak...

17. Sanayi alanında yaşanan olağanüstü gelişme kapitalistleşme sürecini hızlandırmış ve evrensel amaçlar doğrultusunda izlenen politikaların yerini, bu sürecin doğal sonucu olan Pazar edinme politikaları almıştı... Bu politikalar bir yandan büyük siyasi yapıların çözülerek, ya da çok küçük siyasi birimlerin birleşerek milli devletlerin kurulmasına yol açarken, öte yandan bunlar arasındaki üstünlük yarışı “sömürgecilik çağı “nı başlatıyordu. (133)

18. Toplumsal gelişmelerin dinamiği... Toplumların iç dinamikleri...

19. Dayandıkları düzenin yıkılmasına yol açacak olan özgürlükçü düşüncenin bastırılması...(135)

20. Batıda --- kilise devleti / devlet kilisesiàilişki biçimi; Bizde ---- din devleti / devlet dini

21. Kilise ile devletin iç içe olmasının, Kilise ile devletin ayrılmasının(önemli) Sonuçları (s.144’te)

22. LAİKLİK: Kiliseleri her türlü siyasi ve idari gücü kullanmaktan ve özellikle eğitim örgütünden dışlayan sistem...(Grand Larousse Encyclopedique, “Laicité” maddesi...)

23. Fransa’da 9.12.1905 tarihli “kiliselerle devletin ayrılması” yasalarının oluşturduğu hukuki statüye “laiklik” adı verilmektedir...(147)

24. –Kiliselerle devletin ayrılma yasası (9.12.1905) Fransa:

Md.1: Cumhuriyet vicdan özgürlüğünü sağlar. Dinlerin, kamu düzeniyle ilgili aşağıda yazılı sınırlamalarla özgürce icra edilmesini güvence altına alır...

Page 144: Akademik kaynaklar dizini

Md.2: Cumhuriyet, herhangi bir dini ne tanır, ona ne ücret verir, ne de ödenek ayırır... (hiçbir dini cemaate devlet bütçesinden ödenek ayırmama ev liseler, kolejler, imaretler, cezaevleri gibi kamu kuruluşlarında görevli olanlar dışında ruhbana ücret ödememe...)(147-148)

25. LAİK : Hristiyan cemaatinin ruhban olmayan üyesini ifade eder.(isim olarak) (19.y.y.ikinci yarısına kadar) Devletin bireyin, ya da varlıkların ve beşeri ilişkilerin dini normlara bağlı olmayan nitelikleri...(sıfat olarak...) (19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren) (150)

26. LAİSİZM: Bireyin,toplumun ve devletin tüm faaliyet alanlarını her türlü dini etkiden arındırmaktan din düşmanlığına kadar uzanan bir fikir akımı;(151)

27. LAİKLİK: Fransa’da devletin, dini normları kendi faaliyet alanı içine sokmamayı ve kiliseyi de bu alandan uzaklaştırarak etkinliğini ruhani alanla sınırlandırmayı, koyduğu pozitif hukuk kurallarıyla gerçekleştirdiği bir din politikasıdır...(151)

28. –Laiklikten söz edebilmek için öncelikle dünyevi ve ruhani iki ayrı gücün varlığı gereklidir. Bu ayrımın doğal sonucu birey temelinde ise devlet ya da kilse biçiminde örgütlenmektir. Bir başka deyişle laikliğin olmazsa olmaz koşulu, devletin yanında merkezi otorite konumunda bir kilisenin varlığıdır...(151)

29. Ayrılıklı yasanın 43. Md.si, yasa hükümlerinin Fransa’nın sömürgelerinde de geçerli olacağını belirtiyordu.(...) ne var ki, bu sömürgelerde, bir yandan “özgür kilise” ilkesine aykırı olarak din hizmetleri Fransa genel valilerinin kararnameleriyle yürütülürken öte yandan Fransa kültürünün taşıyıcıları olarak görülen misyon örgütlerine büyük ödenekler tahsis edildi. Fransa’da kapatılan tarikatların yabancı ülkelerde ve sömürgelerde açtıkları okullar faaliyetlerini eskisi gibi sürdürdüler ve devlet onları eskisi gibi destekledi. (156)

30. Bugün Fransa’da devletin laikliği “dinler karşısında olumlu tarafsızlık” olarak nitelendirmektedir. (160)

31. Batı’da laiklik dinler arasında değil, Hıristiyan mezhepler arasında bir denge ve hoşgörü anlayışıdır...(162)

32. Batı’da din-devlet münasebetleri:

Devletçe bir din benimsenerek, onun dışındaki dinlerin yasaklanması...

Bir devlet dini benimsemiş olmakla beraber, bazı dinlerin tanınması...

Page 145: Akademik kaynaklar dizini

Bir devlet dini benimsememekle beraber, bazı dinlerin tanınması...

Hiçbir dinin ne devlet dini olarak benimsenmesi, ne de tanınması....(162-163)

(Bu anlayışların kendi içinde alt grupları olabilir...)

(Devletin kiliseye tabiiyeti(teokrasi) –kilisenin devlete tabiiyeti; devlet-kilise arasında birleşme; devlet ile kilisenin ayrılması...) Nazım POROY’un tasnifi...(Fransa’daki süreç) Farklı tarihi süreçler...Hoşgörü zihni bakımdan olgunlaşmanın bir ürünüdür.

33. Hıristiyan toplumlarda devletlerce izlenen din politikaları kanlı çatışmalarla geçen tarihi gelişim sonucunda, farklı inançlara bağlı gruplar arasında yasal dengeler kurularak oluşturulduğu halde İslam hukukçuları, somut olaylarla karşılaşmadan çok önce bu politikayı ayrıntılı bir biçimde işlemişlerdir. İslam’ın geleneksel din politikası: öbür semavi dinlerin İslam’dan önceki hak dinler olarak kabul edilmeleri, devletin ülkesi içinde yaşayan gayri müslimlerin, dinlerinin geleneklerini özgürce yerine getirebilmeleri ve İslam’ı kabule zorlanmamaları özel bir vergiye bağlanarak toplum içinde kendilerine eşit bir statü kazandırılması; içlerinden ehil olanlara kamu görevi verilmesi, örf, adet ve geleneklerinin korunmasına izin verilmesi, can, mal ve ırz güvenliklerinin sağlanması gibi esaslara dayanır. (166)

34. Genelde düşünce hayatımıza egemen olan nitelik yaratıcılık değil, aktarmacılıktır. (171)

35. TEOKRASİ: Devlet iktidarını ruhbanın kullandığı; bir başka deyişle devletin karar ve yönetim birimlerinde ruhbanın egemen olduğu ve devlet kurumlarının kilise dogmaları doğrultusunda faaliyet gösterdikleri bir siyasi rejimin adıdır... (172)

36. 1789 devrimine kadar Fransa’da tahta çıkan kralların resmi yemin metinleri içinde Katolik dışındaki dinlerin mensuplarını kahredeceklerini belirten sözlerin yer aldığı... 1860 yılına kadar İsveç yasalarında, devletin resmi dini olan Luteryenlik dışındaki uyruklar için ceza hükümleri bulunduğu...(177)

37. Batı, 19. Yüzyılda kuruluşunu tamamladığı sömürge imparatorluklarına karşı en büyük tehdidin, sömürülen toplumların kendi öz kültürlerinin çağdaş bir yorumunu yaparak bunu siyasi bir güce dönüştürmelerinden kaynaklanacağını; bu tehdidi önlemenin tek yolunun da bu toplumlara batı yaşam tarzını benimseterek onları kişilik bilincinden uzak tutmak olduğunu düşünmektedir. Fransa, kendi ülkesine kattığı Alsas-Loren bölgesinde kabul ettiremediği laikliği, gerçekte buralardaki siyasi çıkarlarını koruma amacıyla

Page 146: Akademik kaynaklar dizini

Afrika’daki sömürgeleriyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki İslam ülkelerine benimsetme çabasındadır. (179)

38. Aydın kesimin, laikliğin dini, felsefi, hukuki, siyasi yönleri ve tarih içindeki gelişim süreci üzerinde asgari düzeyde bilgi sahibi olmadıklarını kabul etmek herhalde yanlış bir yargı olmayacaktır...(181)

39. Hilafetin kaldırılmasını düzenleyen yasada : “Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı kaldırılmış, ancak hilafet kurumu, hükümet ve cumhuriyet bünyesinde varlığını sürdürdüğü kabul edilmiştir...(185)

40. DİN ÖZGÜRLÜĞÜ: Kurumsal olarak din özgürlüğü kavramı, önce bir dini ya da dinsizliği seçebilme ise o dince konulan ibadetleri serbestçe yapabilme ve onun ahlak normlarına uygun olduğuna inanılan biçimde bir yaşam tarzı sürdürebilme; daha sonra da her konuda, inanca uygun sayılan görüşleri ifade edebilme ve yayabilme; dinsizlik seçilmişse aynı şeyleri, benimsenen dünya görüşü doğrultusunda yapabilme özgürlüğü olarak tanımlanabilir...(189)

41. Ülkemizde özgürlükler karşısındaki engellerin sadece yasalardan doğmadığını, asıl büyük engelin kendilerinde başkalarının özgürlüklerini kısıtlama hakkını görenlerin varlığından kaynaklandığını göstermektedir. (190)

42. Mantık süreci...

43. Postulatlar doğru iseler, onlara dayanılarak varılan sonuçlar da doğru olacaktır. Tersine postulatlar gerçeğe aykırı iseler; işletilen mantık süreci ne kadar doğru olursa olsun, varılan sonuçlar da yanlış olacaktır. (191)

44. Mesela; postulatlardan bir tanesi: Laikliğin, bireyin zihni faaliyetini doğa üstü her türlü etkiden uzak olarak, sadece kendi zihni yeteneği ile yürütmesini ve kendisinin ve toplumun yaşamlarını bu yetenekle düzenlenmesini öngören bir dünya görüşü olduğu biçimde ifade eden görüştür.

45. (Gerçekte bu laiklik değil; laisizm’dir.) (191)

46. Bu anlayış, devletin ideolojisini ve din politikası olan bireyin ve toplumun yaşamına yön vermesi ve bu takdirde tüm dini faaliyetin yasaklanması kaçınılmaz olur... Oysa ki, laiklik devlete, sadece kamu hizmeti sayılan etkinlikleri kilise ve onun dogmalarını dikkate almaksızın gerçekleştirme yetkisi vermiştir. Bireyin ve toplumun, devletin ilgi alanlarına girmeyen yaşamları laikliğin sınırları dışındadır. (192)

Page 147: Akademik kaynaklar dizini

47. Bir başka postulat: devletin milli ve demokratik niteliklere sahip olmasının laik olmasıyla mümkün olduğu görüşüdür... (Bak...s.192)

48. (Fransa’da milli devleti laiklik değil; tersine, kiliseyi Papalık’tan kopararak devletle bütünleştirme amacı güden Gallikanizm’dir. Yani, milli kilisenin hareketidir.)

49. Türkiye’de bazı aydınların benimsedikleri görüşün tersine milli kiliselerin, sonuç olarak milli devletin oluşumunda katkıları çok büyük olmuştur. Bunun bizce en iyi bilinmesi gereken örneği Yunanistan Ortodoks kilisesidir...(193)

50. Yeni anlaşmasızlıkların tohumları

51. Son olarak “laik okul, laik aydın, laik kıyafet” gibi tanımlarla yapılan bir temel yanlışlık.... (193)

52. Toplum halinde yaşama sonucu ortaya çıkan eşitsizlikler...(196)

53. Hıristiyan ülkelerde izlenen din politikaları bu iki gücün birleşmesi, ayrılması, ya da birinin öbürünün üzerinde egemen olmasına göre birbirinden farklı ilişki türleri halinde ortaya çıkmışlardır. Bu ilişki türlerinin her birine ayrı bir ad verilmiş olup bunlardan Laiklik Fransa’da, ruhani ve dünyevi güçlerin ayrıldığı rejimin adıdır...(195)

54. Müslüman bir toplumda din hizmetlerinin kilise benzeri bir kurum eliyle yürütülmesinin neden olacağı sorunlar:

İslam dini kiliseleşme sürecine girecek... (kilise ibadet edilen yer değil- bir dine inananların kurduğu hiyerarşik yapıda kurum)

Cemaatin tümünün tek bir hiyerarşik dini kurumda toplanması sorunu...

Cami ve vakıf malları mülkiyeti sorunu...

Cemaatlere üyelik bağı- üye olmayan ya da üyeliği kabul etmeyen vatandaşlar statüsü...

Cemaat yönetici seçimlerinin doğuracağı problemler...

Cemaat içi disiplin sağlanması...

Cemaatin siyasallaşması sorunu...

Din adamları yorum tekelini ellerinde tutacaklar ve gerektiğinde tıpkı Hıristiyan kiliseleri gibi yeni dogmalar koyacaklar, bunlara uymamayı bir takım yaptırımlara bağlayacaklar... (Böylece İslam dini, özündeki düşünce ve inanç özgürlüğünü yitirecek ve bir kilise dini haline gelecek...)

Page 148: Akademik kaynaklar dizini

Böylece Avrupa’nın ortaçağda (hatta M.S. 60-312 arasında) yaşadığı devlet-kilise çatışması Türkiye’de günümüzde yaşanacak....(200)

Fransa’da kiliseye bağlı olmayan vatandaş ateist olarak kategorize edilmekte...

55. İslam’ı öbür dinlerden ayıran ve bireye düşünce ve yorum özgürlüğü getiren özelliğinden uzaklaştırarak onu bir kilise dini haline getirmek hem dini, hem toplumu, hem de devleti içinden bir daha çıkamayacakları kavgalara sürüklemekten başka bir şeye yaramayacaktır...(200)

56. *Bugün Türkiye, toplumdaki bunalımı arttırmaktan başka bir işe yaramayan ve dini de, toplumu da, devleti de soysuzlaşmaya iteceği apaçık olan politikasının terkederek yeni bir din politikası oluşturma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Devletin çeşitli din ve mezheplerden tüm uyruklarını kapsaması gereken bu politika gene İslam’ın kendi mantığı içinden çıkabilir...(201)

57. Kişi şartlanmalarının getirdiği değer yargılarından; şartlanmalarının getirdiği değer yargılarının oluşturduğu duygulardan arınmadığı sürece gerçeği idrak edemez! Bunu gerçekleştiremediği sürece, benliğinin hakikatını kavrayamaz ve Allah’ tanıyamaz! Bu şekilde yaşamı boyunca “Allah” der ve bu ismi, kafasında şartlanmalarına göre hayal ettiği bir tanrıya vererek ömrünü boş yere harcar...(201)

58. (Ahmed Hulusi, Hz. Muhammed ‘in (ASM) Allah’ı-Kit.San.Yay.-27; 3.baskı-İst.-1991-sh.141)

59. Yalnız taş ve tahtadan bazı şekiller değil, sözler, makineler, bilimsel araştırmalar, başkalarının bizim üzerimizdeki görüşleri veya devlet, devletin lideri, çeşitli baskı grupları ve politik kuruluşlar(partiler) ad tanrı düzeyine yükseltilip, tapınılacak putlar (tabular) haline dönüştürülebilirler. İşte bu arada tanrı kavramı bile, yaz kişilerce bir put haline getirilmiştir, günümüzde..(201) Eric Fromm – psikoanaliz ve din – çev.:Aydın Arstan- Fatih Yay. İst.-18982-sh:151)

60. Laiklik uygulamasının Türkiye’de eninde sonunda ulaşacağı nokta, İslam’ın tevhid inancının yerini hristiyanlığın ikiciliğinin (düalizm) (insan-tabiat) alması olacaktır.(.......) insanımızın bireysel ve toplumsal yapısının nasıl bir biçim alacağı üzerinde tahmin yürütmek mümkün olacaktır. (201)

Psikolojik açıdan ele alındığında , bireyin iç dünyasında maddi olanlar ruhi alanı birbirinden kesin çizgilerle ayrılacak ve her iki alan da kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan, birbirinden bağımsız iki ayrı ahlak, gelenek ve yaptırımlar sistemi oluşturacaklardır...

Page 149: Akademik kaynaklar dizini

Toplumsal açıdan bakıldığında , bireyler maddi ev ruhi alanla ilişkili olanlar olmak üzere kümelenecektir ve bu kümelenme bir yandan yeni bölümlere kapı açarken, öte yandan toplumdaki sınıflaşma eğilimini hızlandıracaktır...

Siyasi açıdan ele alındığında; maddi alanı dünyevi temsil eden devletle, ruhi alanı temsil eden cemaatler iki ayrı güç odağı olarak karşı karşıya geleceklerdir. Aralarında bazen uzlaşma, bazen çatışma olacaktır. Ama her ikisinin de, öbürünün üzerinde egemenlik iddia ettiği alana taşmaları tam olarak önlenemeyecektir. Zira, her ikisinin sorumluluk sınırları da kesin çizgilerle belirlenemeyecektir. Devlet, elinde tuttuğu kamu gücüyle cemaat örgütünün alanına girecek, cemaat örgütü de, zorunlu olarak dünyevi işlere bulaşacağı için devletin sorumluluk alanına taşacaktır.(201-202)

Ortaya biçim olarak İslam’a, öz olarak ise Hıristiyanlığa ait çizgiler taşıyan yeni bir mezhep çıkacaktı. (203)

(Bütün bu sakıncalar bu gün birer çekirdek halinde oluşmuş...)

61. İnsan davranışlarını yargılayan mekanizma sadece maddi alanın koyduğu yasalara göre işleyecekse günlük yaşamımızda bizi, o alana egemen olan içgüdülerin bencilliğinden hangi güç koruyacaktı. (203)

62. Yaratılıştan bencil olan içgüdülerimizin oluşturacağı bu değerler sisteminin, öbür bireylerin bencillikleriyle çatışarak onlarla yıkıcı bir savaşa girmesi kaçınılmaz olacaktır... (203)

63. Toplumun örgütlü gücü olan otoritenin koyduğu hukukun insan davranışlarının tümünü denetlemesini ve koyacağı yaptırımlarla bunları disiplin altına almasını beklemek ise hayaldir. Bir kere insan, yaşamını salt bu yasalara göre düzenleyecekse, bireyin özgürlüğü nerede kalacaktır? (203)

64. Ortaçağ boyunca Hıristiyan batı dünyasında kilise egemenliğinin, maddi alanının bencilliğini kısıtlaması yoluyla insanlık için huzurlu bir düzen kurulabileceği düşünülmüştür. Ne var ki kilise bu egemenliği bir dünyevi egemenliğe dönüştürerek bireyin özgürlüğünü kısıtlamaktan başka şey yapamamıştır. (204)

65. Oysa ki, İslam’ın varlığı ve beşeri ilişkileri birbiriyle bağlantılı bir bütün halinde algılayan tevhid inancı, bireye, bir yandan davranışlarını gene kendi iradesine bırakarak özgürce karar verme olanağı sağlarken; öte yandan içgüdülerini, ruhi alanın özünde mevcut ideal değer yargılarının denetimine tabi tutarak ona bunların sorumluluğunu yüklemiştir. Toplumsal otoritenin göremediği alanlarda bireyin eylemlerini içgüdülerinin bencilliğinden koruyan bir sorumluluktur. (204) (İnsanı zaafların, gayri meşru çıkarların, korkuların, dalkavuklukların, gösterişlerin egemen olduğu çizgilerle

Page 150: Akademik kaynaklar dizini

oluşan bir kişilik ve bu kişiliğin topluma intibak ettirmek için zorunlu olan kanuni ve polisiye baskılardan kurtarıp....)

66. SONUÇ : Laiklik, Türkiye’de çoğu kişinin yaptığı gibi bir ansiklopediye bakılarak üzerinde bilgi sahibi olabilecek; ya da “dinle devletin ayrılması” gibi amiyane bir yorumla tanımlanabilecek bir kavram değildir. Laikliğin gerçekten anlaşılabilmek için öncelikle Hıristiyanlık ve Fransa tarihinin; bir kurum olarak toplum içindeki ve devletler karşısındaki konumunun, devletlerle arasındaki yetki çatışmalarının; bu çatışma nedenlerinin ve onların Fransa ve öbür batı ülkelerinde ulaştığı sonuçların iyi bilinmesi gerekir...

Bu kavramın İslam’la bağdaşıp bağdaşmadığı ve İslam toplumlarında uygulama olanağı olup olmadığı konusunda hüküm vermek ise, İslam’ın temel özellikleriyle İslam toplumlarının siyasi gelenekleri üzerinde bilgi sahibi olmayı ve bu toplumların siyasi mantıklarıyla düşünebilmeyi gerektir. (205)

67. “Savaşların çoğu, halkların değil yöneticilerin savaşı olur.”

68. Modern toplumun problemleri ideoloji ile çözülemez. İnanç ve eğitim ile çözülür, çünki, ideolojik yaklaşımlar, sorunlara rasyonel çözümleri güçleştirir...

69. Ahlak ve fazilet ile donanmış insan yönetime kapatılması sorunların çözümüne katkıda bulunmaz mı?..

70. Devlet ideoloji sahibi olursa, baskıcı ve yasakçı olur.

71. Doğru ile hak aynı anlamdaki kavramlardır. Doğru, zamana, mekana ve şartlara göre değişebilir. Ancak, hak, her zaman mekan ve şartlar içinde değişmeyen şey demektir.

72. İnsan her durumda başka biridir.

73. Toplumların yönetilemezlik zaafına düşmesi... (Devletin ve toplumun)

Fax:6381112/Cağaloğlu

LAİKLİK

Enigmaya Dönüşen ParadigmaAytunç ALTINDAL, Anahtar Yayınları Kitapları - 2. Baskı/İst-1994

1. Paradigma: En kestirme açıklamasıyla bir tasarımlar ve görüşler sistematiğindeki(bütünlüğündeki) modelleştirilmiş bir vechedir. Örneğin: Tanzimat’tan bu yana Türk toplumuna sunulmuş olan paradigma, sekularizm ve Laisizm’in eklektik (............) bileşiminden oluşan “Devlet-Laisizmi” dir. (10)

Page 151: Akademik kaynaklar dizini

2. Enigma: Kasıtlı olarak esrarengiz, anlaşılması zor, muallak hale getirilmiş olan sözlü ya da yazılı metinlerdir. Enigma, insanlar içinde kullanılır. Herhangi bir fikir, tasarım ya da model Enigmaya dönüşünce, onu ortaya atmış olan şahıs(lar)ı aşar ve çoğunlukla gizemli hatta metafiziksel ama yine de cazibesi olan bir veçhe ve anlamsallık kazanır. İdeolojilerin ve dinlerin bazı veçheleri Enigmaya dönüşürler. Örneğin, Stalinizm bir enigma olmuş ve onu ortaya atmış olanları bile aşarak içinden çıkamadıkları, korkutucu, ürkütücü bir anlamsallık ve işlevsellik kazanmıştır.

Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde laiklik, bir paradigma olarak, Fransa’dan getirilmiş ve zamanla ne olduğu tam anlaşılmayan, içinden çıkılmaz(muğlak), bazıları için cezbedici, diğerleri için de korkutucu ve ürkütücü bir Enigmaya dönüşmüştür. Enigmatize edilmiş bir paradigmanın (laiklik ve sekülerlik) incelenmesi amacını taşımaktadır. (10)

3. Batı’da din ile devletin değil; kilise ile devletin ayrılması esası vardır. Bu iki şey birbirinden tamamen farklıdır. Türkiye’de anlaşıldığı ve kullanıldığı şekliyle din ve devlet ayırımı batıda yoktur. Dolayısıyla bun binaen yürürlüğe sokulmuş bir laiklikte yoktur.

4. Aristotales’in fikirleri Hristiyanlığa bir din buyruğu gibi sokulmuştur. (14)

5. İslam’ın Hristiyanlık karşısında zorlayıcı etken durumuna gelmesi...(28)

6. Laiklik, özellikle Katolik Hristiyanlığın etkili ya da egemen olduğu ülke ve dillerde kullanılmış bir kavramdır. Protestanlık için geçerliliği yok denecek kadar azdır, kullanımı son derece kısıtlıdır. Laikos’un karşıtı “Clericus” yani Katolik dininin hiyerarşik bir yapı çerçevesinde Papa’ya kadar uzanan ve tam anlamıyla dinsel “emir-komuta” zinciri içinde yer alan “Ruhban(lar)” dır, kilise babalarıdır...(33)

7. İslam’da “önce inan, sonra öğren” değil; “önce düşün/aklet, sonra inan” istenmektedir. (40)

8. Egemen güçlerin koydukları kurallar ve yasalar...

9. Osmanlılar kültürel asimilasyon tezine değil, kültürel atılım tezine dayanmışlardır.

10. Yasaların uzun ömürlü ve bağlayıcı olmasının sebebi...(hukuk kuralı)

11. Tanzimat egemen sınıf içindeki çıkar çatışmalarını keskinleştirmiştir. (Stanford Shaw) (59)

12. Osmanlı’da İslam uleması, zamana uygun yeni düzenlemeler yapılmasından yanaydılar. Örneğin; 1850’de kabul

Page 152: Akademik kaynaklar dizini

edilen Ticaret Yasası, Fransa Ticaret yasasıydı, bunun çevirisiydi. Osmanlı hanedanı aynen aktarmada bir beis görmemişti, çünki böyle bir gelenek vardı. Ama bu yasaya faiz eklenmişti. Ulema, yasanın aktarılmasına değil, bu yasaya İslam2a aykırı olan faizin eklenmesine karşıydı... Ceza yasası da (1858) Fransızca’dan çevrilmişlerdi... yine Deniz Ticaret Yasası ve diğer ticaret yönetmelikleri (1861,1863) Fransızca’dan çevrilmişlerdi....(59)(İslam hukukunda değil, örfi hukukta...)

13. Osmanlı toplumunda, bugünün T.C. Devleti’nde olmayan bir dil, düşünce ve yazı özgürlüğü vardır. (56)

14. Gerçekte yeni/yenileşme özgün ve doğal bir süreçtir. Cumhuriyet döneminde doğal bir yenileşme yaşanmadı. Cumhuriyet döneminde “Avrupa’yı taklit etmek yenileşmek ” sanıldı.(...) Dolayısıyla, Türk toplumunda uzun yıllar sürecek yapay çelişkilere yol açtı. (64)

15. 1960 sonrasında kurulan Kurucu Meclis’te en çok tartışılan “Milli kavramı” oldu. Bakanlıkların adları milli olarak tescil edildi. Milli kavramı zamanla unutturuldu, yerine milliyetçilik kavramı yerleştirildi. Milli kavramı, böylece İslami bağlamından kopartılmış, yerini İslamiyetin esastan karşı çıktığı kavmiyetçilik karşılığı olan milliyetçilik aldı. (64)

16. Cumhuriyet döneminde “laikliği” savunan esas itibariyle dört değişik tip ortaya çıkmıştır. Bunlar:

- “Laiklik, din ile devletin ayrılmasıdır.” diyenler. Bu gruba girenlerin çoğu sivil kadrolara mensupturlar. (Bilim adamları, sanatçılar, ünv. Öğrencileri, basın mensupları...)

- “Laiklik dinsizlik değildir” diyenler. Bu gruba çoğu çıkarlarını düşünen siyasiler girmektedirler.

- “Laiklik vicdan özgürlüğüdür.” diyenler. Bu gruba özellikle aydınlar girmektedir.

- “Laiklik, çağdaşlaşmacılık ve Atatürkçülük’tür” diyenler. Bu gruba çoğunlukla, şu ünlü “emir-komuta zincirinde” yer almış faal, ya da emekli subaylar ve bazı eğitimciler girmektedirler.

Tabiatıyla, bunların birini, birkaçını ya da tamamını savunanlar da vardır... (66)

17. Avrupa’daki (........) özgür düşünceler, özgürlük hakkında iyi şeyler söyleyip, pratikte kötüdürler. (67)

18. Tanzimat’tan sonra batılı hristiyan güçler, Osmanlı toplumunda, Türk-Müslüman Osmanlı’nın değil, Hristiyan Osmanlı’nın uygarlaşmasından yana olmuşlardır. (Bu amaçla açılan okullar...) 1914 yılına kadar Osmanlı topraklarında 600’den fazla Fransız; 500

Page 153: Akademik kaynaklar dizini

Amerikan-İngiliz; 200 İtalyan; 60 Rus ve 25 Alman mektebi vardı. (68)

19. Bir Alman eğitimcisinin sözleriyle söylersek;, o yıllarda, “Fransızlar Roma-Katolik Kilise’sinin kadim sloganını, rex christianissimus, tüm Türkiye topraklarına yayama çabasındaydılar. Ve bu ilkenin gerği olarak da, doğuda “Ateist Cumhuriyetler” kurdurarak bunlarda katolikliği yaygınlaştırmayı hedefliyorlardı. (Die Zukants-arbeit der Deutschen in der Türkei. W. Blankenburg Heft I, Leipzig, 1915; p.15.) benzer sekildeki Fransızlar’ın desteğindeki “Alliancce İsraelite Universelle” de Bağdat’ta, Musul’da, Halep’te merkezler açmıştı. Bu çevrelerce seçilmiş bazı müslüman ailelerin çocuklar da bu okullarda egitilmişlerdi. Daha sonra Cumhuriyet döneminde “Kemalist/Devletçi Laisizm” in en kararlı savunucuları işte bu çocuklar olmuşlardır. (68)

20. Osmanlı toplumunda İslamiyet, gerçekte; özellikle ordu içinde etkiliydi. Ulema genel eğilimi itibarıyla “Asker’in De-islamizasyon” a tabi tutulmasına karşı çıkıyordu. Onlara göre Osmanlı Ordusu “batılılaştırılırsa” (islamsızlaştırılsa) imparatorluk çökerdi. Bu mücadelede ulema, dış destekli “batıcı” çevreye yenildi. Ordu da, bu öngörüyü doğru çıkarttı: İttihat ve Terakki’yle birlikte çöktü. Daha sonra M.Kemal Paşa’nın “Padişah” ve “Hilafeti” kurtarma tezi ile ortaya çıkışı, gerçekte İslamiyet’e içtenlikle bağlı bazı çevrelerce, ordunun yeniden “İslam Ordusu” haline getirildiği inancıyla benimsendi ve desteklendi.(....) Kurtuluş Savaşı’nın manevi cephesinde bu inanç vardır. (69)

21. Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde, laiklik ilkesi elden gider korkusuyla, önce İslamiyet’e karşı (1926’da) sonra da sosyalizme karşı ağır anayasalar konulmuştur. (70)

22. Laik olmak, ya da olmamak; birey-toplum-sınıf ilişkisinde ortaya çıkar; birey devlet ilişkisinde değil. (72)

23. Devlet-laisizmi, kişiye özgü inanç istemektedir. (topluma yansımayan) topluma özgü değil... Günümüzde T.C. Devleti’nde kişinin kendi başına sosyalizme ya da İslamiyet’e bağlılık duyması suç değildir. Buna rağmen, kişinin Anayasal haklarını kullanıp, bu düşünceler doğrultusunda örgüt kurması ya da kurulmuş örgüte girmesi suçtur. (73)

24. ( - ) - Halkın ibadetlerini ve dinin diğer emirlerini yerine getirmesi serbest iken; yönetici konumu ile devlet görevlisi bir şahsın statüsü farklıdır.

25. İlginçtir ki, “Laiklik” T.C. Devleti’nde toplumsal hayatın her alanında etkili olmasına rağmen, liberal anlamında kendisi toplumsallaşmış değildir. Çünki, laiklik kişiye değil, devlete ait bir özellik olarak sunulmuştur. Oysa laisizmi toplumsallaştıracak olan

Page 154: Akademik kaynaklar dizini

birey(ler)dir. Yine garip ama gerçektir ki, Türkiye’de bireylerin laikliğini tescil ettirmeye kalkışması da mümkün değildir. (74)

26. Türkiye’de devletçi laisizmin geleceği yoktur. Çünki: Toplumumuzda devletçi- laisizm kurumsal olarak ne denli özgürlükçü olduğunu ileri sürerse sürsün, uygulamada hiçbir zaman batı standartlarına göre liberal olmamış, olamamıştır. Uygulamada Jakobence Radikal ve dediğim dedik çizgiyi izlemiştir. Türkiye toplumu uzun yıllar Parti-Bürokrasi-Devlet özdeşliğinin tek kişide (Milli Şef) sembolize edilmesini yaşamıştır. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da “kişilerin” yüceltilmesi dönemi başlamıştır. Hatta bu yüceleştirme öyle boyutlara ulaştırılmıştır ki, bazı kastlı yabancılar, örneğin Donalt E. Webster, “Atatürk’ü laik peygamber” olarak ilan etmekten kaçınmamışlardır. (Bak.Süreç, cilt 2 sayı 5 )(Atatürk laik peygamber D.Webster- ABD’li uzman)(12 Eylül sonrası-ölüm yıl dönümünde subaylara sunduğu bildiri)

27. Köy enstitüleri gerçekte manastırlardır. (75)

28. Türkiye toplumunun 1980’larda ulaştığı politizasyon, Anadolu’da artık yeniden bir “Milli Şef Laisizmi” ne ya da “tepeden inmeci laisizme” geçit vermez. (Artık) Anadoul’da otokratik laisizmi baskı zoruyla yürürlükte tutmak mümkün değildir. (75)

29. Devletçi laisizm Türkiye toplumunu, De-İslamizasyon’a tabi tutmuş ve bunu gerçekleştirebilmek için de toplumu tarihsizleştirmiş ve dilsizleştirilmiş...... Ancak, bugünkü aşamada, Türkiye toplumunu artık “resmi tarih” le oyalayabilmek ya da yönetebilmek olası değildir. (75)

30. Türkiye’de “Devlet Laisizm” son tahlilde siyasal ve ideolojik bir olgudur. Ordu, “Laiklik” tartışmalarının da dışında kalmalıdır. Zira, ordu, siyasetin dışında kalması gereken bir kurumdur. (76) (Çünkü, ordu, milletin bütünün bir yansımasıdır. Siyasi ve ideolojik farklılıklara taraf olmak, ordunun bu bütüncül ciddiyetini zedeler. Bir siyasi veya ideolojik kesimin yanında, diğerinin karşısında yer almasına neden olur...)

31. Bugünün Türkiye’sinde devletçi laisizmin ne sınıfsal ne de kitlesel tabanı vardır. Bu durumda da çok yakın bir gelecekte, devlet baskısına dayalı, elitist, otokratik, tepeden inmeci ve otoriteryen bir “milli şef laisizmi” savunacak hiç kimse kalmayacaktır. (76)

32. Türkiye toplumunun nesnel yapısından İslamiyet’in tecrit edilmesi olası değildir. Bu durumda, İslamiyet’in cebren ve hile ile, batının kapitalist—emperyalist mihrakları öyle istiyorlar diye baskı altında tutulmasına karşı çıkılmalıdır. (80)

33. Türkiye’nin “İslam Birliği” içinde yer alabileceği 1920’lerde bizzat M.Kemal tarafından işaret edilmiştir. Nutuk’ta şöyle yazılıdır :

Page 155: Akademik kaynaklar dizini

“Ortaya atılan kuram şu idi: Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve dünyanın başka yerlerinde yaşayan müslüman toplulukları, gelecekte herhangi bir gün, kendi başlarına buyruk bir duruma gelebilirlerse ve o zaman gerekli ve yararlı görükürse, çağın koşullarına uygun nitelikte bir takım uzlaşma ve birleşme ilkeleri bulabilirler. Elbette her devletin, her topluluğun birbirinden alacağı ve sağlayacağı şeyler bulunacaktır. Karşılıklı çıkarları olacaktır. Tasarlanan bu bağımsız müslüman devletlerin yetkili delegeleri biraraya gelip bir kongre yapacaklar, böylece falan faan müslüman devletler arasında şu ya da bu ilişkiler kurulacaktır. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için, ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir meclis kurulacaktır. Bu meclisin başkanı, birleşmiş müslüman devletleri temsil edecektir diye bir karar alınırsa, işte o zaman istenirse, o Birleşik Müslüman Devletlerine “Halifelik” adı verilir. Yoksa, herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık dünyasının işlerini yönetip yürütme yetkisini vermesi us ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir.” (82) ( Nutuk (Söylev) Atatürk, 1963 Ank. Ünv. Basımevi s.490 )

34. Birlikte varolma-yaşama ilkesi... Bu ilkenin sağladığı toplumsal ortamda oluşacak geniş bir tartışma, düşünme ve davranma serbestisi alanı...(87)

35. Sahte tarih, sahte kimlik demektir. (109)

36. Siyasi, sosyal ve ekonomik (toplumsal) alanlarda istikrarsızlaşma eylemleri...(110)

37. Son yıllarda, Türkiye’de hızlı bir toplumsal değerler erozyonu yaşamaktadır. Rüşvet, iltimas ve adam kayırmacılık v.b. gibi her devirde ve her ülkede rastlanabilen olgular, hazindir ki, Türkiye’de artık sınır tanımayan boyutlara ulaşmıştır. Bu yozlaşmanın kaçınılmaz sonuçlarından biri de devletin en çok sorumluluk gerektiren makamlarına bazı bilgisiz ve yeteneksiz kimselerin atanmaları olmaktadır. (110-111)

38. Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasının etki alanının çok geniş olduğu...(111)

39. Cui bono = kimin menfaatine... (122)

Batıda kilise, devletin denetimi altında değil özerktir... (151)

40. İstanbul, (batı için) sadece Ayasofya için kutsal şehir statüsündedir. (Roma statüsü) 1919’da İstanbul’un “uluslar arası devlet (şehir değil) statüsüne getirilmesi başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından resmen hazırlanmıştır. Bu uluslar arası devlet, “Cemiyet-i Akvam” ın gözetimine verilecekti. Bu devlet Bursa’yı da kapsıyordu.. (Osmanlı’nın kuruluş sürecindeki

Page 156: Akademik kaynaklar dizini

önemi sebebiyle) (169) (Kaynak: Yale Ünv. Mendel House Arc. Dr. 29,20,Jan.21 1919 Türkiye’de ABD Mandası, Dr. Mine EROL, 1972)

41. Uluslar arası diplomasi üretim merkezi (179)

42. Din ile devlet ilişkilerinde anahtar kavram, laiklik değil, sekülerleşmedir. Bu iki kavram, bir ve aynı sanmak büyük hatadır. Eğer laiklik ile sekülerleşme konusundaki kavram kargaşasını bir çözüme bağlayabilirsek, son 60 yıldır tartışılan laikleşmenin Türkiye’ye özellikle Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Türk Cumhuriyetleri’nde ne kadar önemli bir stratejik sıçrama yaptıracağını hep birlikte göreceğiz.(jeopolitik-jeokültür) Bilgili ve cesaretli olabilirsek, sekülerleşme olgusunu dünyaya tanıtabilmekte öncülük yapabiliriz. (188)

43. Emperyalizmin öncü gücü, misyoner okulları.(211)

44. Olayları basit anlatımlara indirgeyemiyorum. (215)

45. İstikrarsız ülkeler arasına katılması (Cezayir’in)

46. 2. Dünya Savaşı sırasında yerleşik Türklerden Alman uyruğuna geçmiş olanlarla din değiştirmiş olan Türklerden seçilen elit grup öğrenci, Götürgen Üniversitesi’nde açılan İslami Araştırma Merkezi’nde eğitilmişlerdir. Günümüzde etkisi ve ağırlığı çok hissedilen Alman dış politikasının mimarları işte bu insanlar olmuşlardır. Türkiye’nin kültürel, dinsel ve etnik yapısıyla ilgili ilk haritaları çıkaranlar, tarikat ve mezheplerin mozayiğini hazırlayanlar, yerleşik ahlaki ve töresel özellikleri sistematize ederek 1970’lerdeki Alman dış politikasına yön verenler bu akademik çevreler olmuşlardır. (239)

47. Bir tepki hareketi olarak kurulmuş olan bazı İslami örgütlerin bildirici ve mesajları ne denli keskin görülürse görülsün, son tahlilde bunlar dini olmaktan çok siyasi kuruluşlardır ve tüm siyasi örgütler gibi değişik koşullarda kalıcı olamayacaklardı. (246)

48. Günümüzde İngiltere Kraliçe’si, hem krallığın, hem kilisenin, hem de parlementonun barışıdrı. Dinlerarası barış ve sekularığını günümüz İngiltere’sindeki ortak paydadır.

İngiltere’deki İslamiyet, işte böyle bir toplumsal ortamda varlığını sürdürmektedir. 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nden çok Müslüman tebası olan ve toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 65’i Müslüman olan İngiltere, 1919’da “ Dünyada İslamiyet’i biz temsil ediyoruz, öyleyse, halifelik Londra’da olmalıdır” diyerek hilafeti ve tüm kutsal emanetleri İstanbul’dan Londra’ya götürmek istemişti. Bunun Osmanlı tarafından nasıl engellendiği, apayrı ve hiç bilinmeyen bir konudur. (252-253)

49. Adalet güçlü, güçlüler de adil olmalıdır.

Page 157: Akademik kaynaklar dizini

50. Egemen olmayan, boyun eğer. Blaise PASCAL

W. Shakespere

51. “Siyaset (ideolojik akımlar) rasyonel bir kurgu değildir. (Bilim felsefesi POPPER)

52. “Duygular, hırslar, çıkarlar, hesaplar çatışıyorsa aklın gereği gerçekleşmez....” Taha AKYOL –Milliyet- objektif-2.9.1998)

ORTADOĞU’DA AMERİKAN POLİTİKASIProf. Dr. Mehmet CAN (İst. Tek. Ünv. Öğr. Üyesi) Bayrak Yay. -

1993/İst

1. 1976 yılı sonbaharında Robet Kolej’den henüz dönüşmüş Boğaziçi Ünv.’ne çıkan merdivenleri ilk defa tırmanırken, dünyanın öteki ucundan gelip bu tesisleri bir asır önce inşa ederek bırakıp gidenlere karşı merak duymaktan kendimi alamıyordum. Daha sonraki haftalarda ve aylarda kütüphanesinin ortadoğu koleksiyonunda bulduğum kitaplarla bu merakımı giderme imkanını fazlasıyla buldum. Artık o mekanda dolaşırken gördüğüm hemen her taşın bir anlamı vardır.

Tesislerin hayat hikayelerini öğrenirken bir husus kuvvetle dikkatimi çekti. İlk, orta, lise hatta üniversite tahsilim sırasında ben de herkes gibi, hatta pek çok üstünkörü sayılmayacak şekilde bir dikkatle tarih dersi okumuştum. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında ve genç Cumhuriyetin yeni esaslar üzerinde kurulmasında ABD’nin bu denli bir rolün sahibi olduğunu duymamıştım. Dr. Seçil Akgün ‘ün General Harbord Raporu hakkındaki eseri de düşüncelerimdeki boşlukların dolmasını sağladı. Artık yakın tarihimizi ders kitaplardan okurken zihnimde oluşan birçok cevapsız soru karşılığını buluyordu. (önsöz’den)

-misyonerlik 1626 yılında papalık tarafından kurumsallaştırılmıştır.

-İslam ülkelerindeki hristiyan azınlıkların ibadetlerini icra-dinlerini çocuklarına aktarma misyonerlik değil-bu en doğal haktır.

-misyonerlik-sömürgecilik ile içiçe –amacı-halka sömürülmeye müsait bir yapı kazandırılması-tepkisinin kırılması-işte bu hristiyan azınlıkların bu amaçlar çerçevesinde organize edilmesi+halkın kültürel bütünlüğünün bozulması-iç kavgalara sürükleme vs.

2. Monroe doktrini: (ABD Başkanı James Monroe)

J. Monroe, 2.12.1825 tarihinde kongreye mesajında açıkladığı doktrinin iki esası:

Page 158: Akademik kaynaklar dizini

Bağımsızlığını kazanmış Amerika kıtası toplumlarının Avrupa sömürgesi olması ve Avrupa devletlerinin kontrolüne alınması onaylanamaz ve bu tür davranışlar dostluk dışı olarak nitelenir.

ABD’nin Avrupa devletlerinin sorunları ile ilgisi yoktur ve bu sorunlara karışmayacaktır...(12)

3. Ancak ABD, Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerinde bu doktrini uygulamamıştır. 1819 yılından itibaren Protestanlığı yaymaya , Osmanlı tebası Müslüman ev Hristiyan kültür grupları içinde , onlarda kendi devletlerini kurma arzusu uyandıracak tarzda kültürel ve politik faaliyet göstermeye başlayan misyonerlere arka çıkmak, hristiyan Osmanlı tebasını Osmanlı devletine karşı kollamak, imparatorluğun dağılma döneminde onlara Osmanlı topraklarından pay koparıvermek amaçlarıyla sık sık bu doktrinle bağdaştırılmayacak girişimlerde bulunmuştur. (12)

4. 1819 yılı sonunda Amerikalı misyonerler İzmir Limanı’ndan karaya çıktıktan sonra, ilk zamanlar müslüman ahaliden din çerçevesinde kaldıkları sürece hiçbir tepki görmediler. Misyonerler imparatorluğun herhengi bir yerine yerleşebileceklerini kısa zamanda anladılar.(12) (...) Misyonerler kolay çalışma ortamı buldukları Osmanlı topraklarına dalgalar halinde gelmeye devam ettiler. Kısa zamanda misyonerlerin işlettikleri okulların sayısı 426’yı , öğrencilerin sayısı 25.000 ‘i ve hastane sayısı da 9’u buldu (13)

5. Amerikan Board Teşkilatı...(Ortadoğuda misyonerleri ayarlayan)

6. Misyoner teşkilatlarının politikalarını çizenler, Osmanlı İmparatorluğu, İran, Hindistan gibi çeşitli kültür gruplarının aynı millet halinde yaşadıkları topraklar üzerinde bu kültür gruplarının etrafında fakat kendi kontrollerinde bir çok küçük devletçiklerin doğmasının sağlamak amacıyla, bu etnik grupları kendi etnik dillerinde eğitip, onlara ayrı bir millet olma şuuru vermeyi planlıyorlardı. (14)

7. Osmanlı İmparatorluğu içindeki Rum, Ermeni, Bulgar ve Süryani gibi hristiyan kültür gruplarına mensup çocuklar önceleri Bebek(İst.) seminerinde 10 yıldan beri okutulurken, İstanbul’un kozmopolikliğinin etkisinde yozlaştıkları ve toplumlarından koptukları mülahazasıyla 1864 yılında Merzifon’a taşındı. İngiliz dili ile eğitimin savunucularından olan ev Bebek Semineri’ni ilk gününden beri ingilizce eğitim üzerine çalıştıran Cyrus Hamlin, Amerikan Board’daki görevinden istifa ederek Robert Kolej üzerinde çalışmaya koyuldu. Merzifon Semineri’nde Rum, Ermeni, Rus ve Türk Öğrenciler kendi dillerinde eğitim görüyorlar ve kendi edebiyatları ile tarihlerini tanıyorlardı. Neticede buradan Ermeni, Bulgar ve Rum ihtilallerinin önderleri yetişti. (15)

Page 159: Akademik kaynaklar dizini

8. ......misyon sahalarında hem kız hem de erkeklere hristiyan tahsilinin en mükemmelinin verilmesi benimsenmiştir. “Bu tahsil, bilgi edinme ihtiyaçlarından, anlayışlarından girerek inanç yapılarına ulaşmak amacıyla ve ümidiyle henüz hristiyanlığı kabul etmemiş çocuklara ve hatta erginlere verilmelidir. (15) (Cyrus Hamlin, Among the Turks, london 1878 sh.274)

9. Türk-İslam medeniyet camiasına mensup bir ferdin ya da toplumun hristiyanlaşması, yaşayışındaki yeni kültür sistemine aykırı unsurları teker teker bırakmasını gerektirecektir. Fert ve toplum ise bu ayrımı yapabilme imkanına pek sahip değildir. Bu sebepten yeni medeniyetin sadece nasslarının yani İncil’in tebliği ile ilkahı mümkün değildir.

“ İngiliz dili, bilim, edebiyat ve hristiyanlık inancının zengin bir mağazasıdır. Eğer misyonerler Hindistan’ın kafa yapısı üzerinde bir şey yapabilmişlerse, eğitim, basın, konferans ve toplum vaazları yoluyla hristiyan inancını yayarlarken, ingiliz dilinin kendilerine sağladığı kolaylığı küçümseyemezler. (16)

10. Robert Koleji: Batı entelektüel eğitiminin en iyisini ve New England Kolejleri (Amerikanın bir eyaleti) kadar geniş kültür sağlayacak bir hristiyan kolej... O günün ihtiyaçlarını karşılayacaktı... ders kitapları dini ve ahlaki öğreti bakımından hristiyanlığın otorite kaynaklarına dayanacak, İncil açık ve aslına uygun bir şekilde anlatılacak, İncil okutturulacak, sabah-akşam dua ettirilecekti... Bu kolej (dış görünüşte) genç insanları meslek hayatına hazırlayan, (öz itibariyle) hristiyan bir kolej olacaktı...(16) Cyrus Hamlin

11. Amerikan hükümetleri, misyonerlerin çalışmalarını kendi nüfuz alanlarının gelişmesinin aracı ve bu gelişmesinin aracı ve bu gelişmeye yardımcı olduğunu gördüklerinden, hem finansman ve hem de politika imkanları ile(yönetimler ile iyi ilişkiler)çalışmalara yardımcı oldular.

12. I.Dünya Savaşı’nın sonuna doğru ABD’nin Avrupa işlerine karışmama ilkesinden eser kalmamış, Monroe prensiplerinin yerine Wilson Doktrini geçmişti. Savaş sonrası Avrupa’sının haritasını belirlemek üzere ABD, 2.4.1917’de (İtilaf devletleri yanında) savaşa girdi. Osmanlı topraklarının dağıtılmasında ve kalan topraklar üzerinde kurulacak Türk Devleti’nin özellikleri konusunda belirleyici rol oynadı. II.Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ise ABD’nin Ortadoğu’da artık vazgeçilmez petrol menfaatleri ve kendini savunmasına adadığı bir İsrail Devleti vardı. Bu tarihten itibaren ABD’nin kendini savunma hattı Ortadoğu’yu da içine alıyordu. (17)

13. Sultan II.Mahmut; imparatorluğu içinde bulunduğu gerileme sürecinden kurtarmak istiyordu. Çağa ayak uydurmaya çalışan diğer toplumların liderleri gibi, egemenlik haklarından bir şey

Page 160: Akademik kaynaklar dizini

kaybetmeden batılı güçlerden yardım sağlamak gibi bir yol izliyordu...(26)

- ideolojik müttefik

14. Nüfuzunu genişletme ve Osmanlı İmparatorluğu’nun (bugün Türkiye’nin) iç işlerine karışmak için bir bahaneye sahip olma fırsatını karışmayacak insaniyet namına (insan hakları-demokrasi.........) harekete geçerek Bahhali’yi sıkıştırma..........(38)

15. Büyük devlet oluşa götüren yeni yolda bulunduklarını hissettiren şey... (45)

16. Altı Avrupa Devleti (Büyük Britanya, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Rusya) politikalarıyla doğu sorununa kavuşarak tezatları daha da artırmaktaydılar. (46)

17. Bilgi azlığı ve bilgi yanlışlığının hüküm sürmesi.

18. ......Cezbeden güçlü bir mıknatıs...

19. Misyonerlerin milletlerince desteklenmeleri şu gerçeği en kesin biçimde ortaya koydu. Amerikan tarafsızlığı kültürel ilişkilerde geçerli değildi. Çünki, Amerikalıların kendi medeniyetlerinin en üstün olduğuna dair sahip oldukları hararetli inanç onları ideoloji ve yaşama şekillerini, talihsiz olarak mütalaa ettikleri insanlara taşımaya yöneltti. (50)

20. Bir kimsenin vatanını, ailesini ve arkadaşlarını terketmesi, acaip dilli, farklı usülleri bulunan, bazen düşman olan insanların arasına yerleşmesi; elverişsiz iklim, bazen tehlikelerle dolu bir çevrede, her türlü konfordan uzak bir hayat sürmesi, bütün bunların hepsi bir sebep ve büyük bir fedakarlık ister. Hatta, seçilmiş misyonerlerin hayatlarının üstünkörü bir incelemesi, onların hristiyan inancı ve hristiyan yaşama tarzını başkalarıyla paylaşmak için kuvvetli bir istek duyduklarını gösterir.

Misyoner heyetlerinin en önde gelen amacı, açıkça ifade edilmiş olmasa da, müslümanları dinlerinden döndürmekti. Misyonerler kısa zaman içinde bu doğrultuda elle tutulur bir başarı elde edememiş oldukları halde, iyi bir hazırlıktan sonra din değiştirme gününün geleceğine dair olan ümidi asla kaybetmediler. 1900’de Amerikan heyetinin Batı Türkiye misyonu şunları gözledi.

Büyük ruhsal değişiklik kaydedilemedi. Genel bir araştırma ruhu ve protestan topluluğuna çok fazla giriş yok. Ancak, misyonerler hissederler ki bu şartlar değişkendir ve İncil’in gücü çeşitli şekillerde zuhur etmekte fakat, bu zuhuratın bir çoğu gözle görülmemektedir. Şüphesiz mevsimi gelince harman gözükecektir. (Letter, George Washburn to Rufus Anderson, Oct. 3,1862) (53)

Page 161: Akademik kaynaklar dizini

21. Sonuçta misyonerler, müslüman dünyasını hristiyanlaştırmada ilk adım olarak güçlerini, Ortadoğu’nun düşük, yerli hristiyan tarikatlarının, Ermeni,Rum hristiyanların, Nasturiler ve Kıptiler’in yeniden doğmacılarına ve canlandırmalarına kanalize etmek zorunda kaldılar. Bu doğu hristiyanları, Amerikan misyonerleri için sırt kemiği oldu. (53)

22. Misyonerler tarafından Ortadoğu’nun pek çok kısımlarına uygulanan batı tipi eğitim ve tıp şüphesiz maya etkisi yaptı. Misyoner eğitimlerinden yararlanan kültür gruplarına az sayıda fakat önemli yerli liderler yetiştirildi. (54)

23. -zamanın yöneticilerini geleceği ipotek altına alacak yanılgılara sürüklemek işlevi...

24. ( - ) Misyonerler, Ortadoğu’daki ırk, din, mezhep ve cinsiyet farklılıklarını, kendi çıkarlarına hizmet edecek doğrultuda mevcut statülerin evrimleşmesine neden oldular...(54’ten uyarlama)

25. İçinde yaşanılan halk kesimi arasında, daha iyi yaşama Standardları elde etme emeli uyandırmışlardır. Basit tarım aletlerinin, dikiş makinelerinin ve batı yaşayışının diğer gereçlerinin, yaşamları çok zor ve konforları çok az olan insanları cezp etmemesi mümkün değildi... (54)

26. Redhouse sözlüğü, misyonerlerin dil çalışmalarının ürünüdür. (55)

27. Amerikan Diplomasisi’nin Ortadoğu’daki Organizasyonu işlevi....

28. Robert Kolej, İstanbul Koleji ve Beyrut-Suriye Protestan Koleji’nde Ortadoğu’daki politik, ekonomik, sosyal ve kültürel değişmeye, batılılaşma doğrultusunda şekil vermekten ibaret ABD politikasının gerçekleştirilmesine yardım edebilecek elit milli liderliği oluşturdular. (55)

29. Robert’in şöhreti, bilhassa Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasında rol almış pek çok egnç Bulgar liderin yetişmesinde tesiridir...(56)

30. Diplomatik sinir merkezi... Kendi meselelerinde batı mücadelesine son verilmesine yönelik reform talepleri- yabancı menfaatlerin devamını istediği kurumlar.

31. Batı normlarında insan mükemmelliği idealleri, Ortadoğu’da bazı liderlerce de makbul sayıldı. Mevcut düzenin tatminsizlik duyguları ...(65)

32. Ortadoğu’da reform için iç dinamiğin şüphesiz, bir tek motoru vardı: ilerleme arzusu.....(66) Müslüman öğrencilerin misyon okullarına akını, Hıristiyanlık dersi hatırına değildi. Onları çeken şey

Page 162: Akademik kaynaklar dizini

fen, bilimsel metot ve öğretim kadrosunun yeterliliği idi. Ancak, Hıristiyanlık dersi programda seçme değil zaruri dersti. (68)<misyoner faaliyetlerinin (halk ve devlet nezdinde) meşrulaştırılması>

33. **Amerikan misyonerleri ve eğitimcileri klasik Arap edebiyatının canlanmasını teşvik etmişler, böylece modern Arap milliyetçiliğine zemin hazırlamasına yardımcı olmuşlardı. (81)

34. Türk iç politikasını ele geçirmeleri ve kendi emelleri için kullanmaları... (88)

35. Eğitimi, savunmayı; kendi eğitim ve kendi savunmalarının bir parçası haline getirmek...Mahalli hükümetleri, kendi politikalarını icra eden bir araş konumuna düşürmek...

36. ABD, Lozan Konferansı’nda taraf değildi. Ancak müşahit sıfatıyla gönderdiği heyetten şu iki hususun kesinlikle garantiye kavuşmasını istemiştir.

a-Kapitülasyonların Amerikan misyoner ve eğitim faaliyetlerinin çalışma bağımsızlığını korumak üzere muhafazası

b-Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerinin geçebileceği bir statüye kavuşturulması...(89) (Bu heyetten Grew, Türk delegasyonundan Türkiye’deki misyoner eğitim faaliyetlerinin geleceğini garanti eden belgeyi koparmasını bilmiş, Lozan’da İsmet Paşa ile kurduğu dostluğu sonuna kadar kullanmıştır. (154)

37. Wilson, I. Dünya Savaşı’nın bitiminde 8.1.1918’de barış koşullarını dünyaya açıkladı. Wilson’un 14 maddesi olarak tanınan bu ilkelerin Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili alanı şöyle idi:

“Madde 12 = Hali hazırdaki Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan aksamına bila itiraz bir hakimiyet temini, fakat elyevm Türk boyunduruğua tabi bulunan diğer milliyetleer emniyet-i mutlaka içinde mevcudiyetleri ve mezahimsiz olarak tamamı inkişafları imkanının tahtı tefekküre alınması. Çanakkale Boğazı’nın beynelminel teminat altında bütün milletlerin sefaini ticariyesinin serbestçe müruru için açık kalması..”

Bu 12. Maddenin konuş sebebini anlayabilmek için Osmanlı topraklarındaki Amerikan dini ve kültürel yatırımlarının genişliği hakkında fikir sahibi olmak gerekmektedir. (97)

- Toplumun değişim sürecini etkilemek...Wilson; topluma ve rejime kendi kısa ve uzun vadedeki çıkarları ile bağdaşık bir nitelik kazandırmak...)

38. Amerikan misyonerlerinin yüzyıllık bir çabadan sonra, Anadolu insanından Amerikan düşünme ve yaşama tarzını benimsemiş bir toplum yapma hedefine yönelmiş projeyi

Page 163: Akademik kaynaklar dizini

sonuçlandırma, Amerikan sanayi ve ticaret sermayesine tüm Ortadoğu’ya açılmaları için bir çıkış noktası sağlama, Amerikan nüfuzunu Ortadoğu’ya yaymak için Türkiye’yi bir üs olarak kullanma gibi hesaplarını manda önerisini yaparken gizlemiştir. (113)

39. Mustafa kemal, milli mücadelenin hedefinin sınırlarını (o sırada Anadolu’da Türkiye ve Ermenistan’ın manda yönetimi altına alınması için kongreye rapor hazırlamak üzere çalışmalar yapan Amerikan heyeti başkanı) General Harbord’a anlatmak için: “Turanizmin zaralılığına inanıyoruz. Sınırlarımın dışındaki amaçlar için maddi ve manevi güçlerimi dağıtmakla anavatanın kalbi ve varlığımızın düğümü olan hilafet ve saltanat makamının savunmasında ihtiyaç duyduğumuz kuvveti zayıflatmış olacağımızı düşünüyoruz” demişti. (137)

40. Avrupalıların emperyalist süreçte olmaları...

41. Amerikan kiliselerinin “Amerikan Board of Comimissioners for foreign Missions” misyonerlik teşkilatı aracılığı ile 1830’lardan itibaren yoğunlaştıkları kültürel faaliyetler, özellikle Anadolu’daki Ermeni ve Rum kültür grupları üzerinde istiklal arzularını kamçılar mahiyette vahim sonuçlar doğurmağa başlayınca 1860 yılından itibaren bu kültürel faaliyetleri denetlemek ihtiyacını hissetmiştir.

Amerikalılar tarafından Ermeni yerleşiminin nispeten yoğun olduğu bölgelerde açılan okulların, Ermeni isyanını destekledikleri tespit edilince Babıali bu okulları kapatmak istemiş, bu haklı tedbir ABD-Osmanlı ilişkilerinin I. Dünya Savaşı’na kadar sık sık bozulmasına sebep olmuştur. (152)

42. Amerikan Board Misyoner Teşkilatı, yüz yıllık çabanın sonucunda ele geçirdiği mevzileri, emlaki ve Türkiye’de çalışma imkanını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya idi. (157)

43. Amerikan yaşama ve düşünme tarzının yayılması...(163)

44. 1923 yılında misyonerler, Türkiye’deki Amerikan Eğitim ve Ticaret çevrelerinin faaliyetlerini kanuni bir çerçeveye oturtmak için, Lozan Antlaşması’nı, taraf olmadığı halde, Koramiral Bristol aracılığı ile Amerikan Kongresi’nin tasdikine götürmüşlerdi. (1923-1927 arasında bir mesele haline getirildi.) Neticesinde ABD senatosu 1927 yılında bu anlaşmanın tasdikini reddetti. (163-164)

45. .......Türkiye üzerinde ABD’nin nüfuz arttırması için iyi vesileler...

46. Türk Güvenliği ve egemenliği ile en iyi bağdaştıracak esaslar...

47. ORYANTALİST: Doğu halklarının kültür ve inançlarını inceleyerek, batılılara politika üretmede katkıda bulunan araştırmacılar...

Page 164: Akademik kaynaklar dizini

ISTANBUL’DA ELLİ YIL VE ROBERT KOLEJ HÂTIRALARIGeorge Washburn, Houghton Mifflin Company, New York, 1909

(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

Aşağıda ele alınacak olan eser, Istanbul’daki Robert Kolej’in kurucularından ve müdürlerinden birisi olan Corc Vaşbörn tarafından “Istanbul’da Elli Yıl ve Robert Kolej Hâtıraları” adı ile 1909 yılında yayınlanmıştır (George Washburn, Houghton Mifflin Company, New York, 1909 ).

Robert Kolej Vakfı’nın resmî kuruluşu, ABD’nin Nu York şehrinde ve 1864 yılında, Nu York Üniversitesi’nin bir nevi bağlı birimi olarak gerçekleşmiştir. Robert Kolej’in asıl kurucusu, Nu Yorklu bir tacir olan Kristofır Rayınlendır Rabırt ve altı arkadaşıdır. Hepsi de Amerikalı Yurt Misyonerleri Teşkilâtı’nın üyeleridir. K. R. Rabırt, bir Hıristiyan okulunun açılması ile ilgili olarak, Istanbul’daki çalışmalarına Papaz Sirus Hemlin aracılığı ile daha 1859 yılında başlamıştır. Sirus Hemlin, Kırım Savaşı sırasında Istanbul’daki İngiliz askerlerine ekmek satmak gibi bir işle meşgul olmuş ve bu arada Bebek’teki Protestan Kursu ile de bir türlü irtibat içinde bulunmuştur. Corc Vaşbörn de bir papazdır, Sirus Hemlin’in kızı ile evlidir ve 1856 yılından itibaren Istanbul Bebek semtindeki Protestan kursunda görev yapmıştır. 1869 yılında Sirus Hemlin’in yardımcısı olarak Robert Kolej’deki görevine başlayan Corc Vaşbörn, Hemlin’in istifasından sonra müdürlük görevini devir almış ve bunu 1903 yılına kadar sürdürmüştür.

Bu eserin incelenmesinden maksat, Türkiye’de önemli siyasî ve sosyal roller oynamış olan bir kurumun ve bu kuruma hayat veren zihniyetin ve kişilerin tanıtılmasıdır. Bu vesile ile, ister istemez, yazarın ve başka yabancıların Türkler ve Türkiye konusundaki düşünce ve kanaatleri hakkında da bilgi edinilmiş olunacaktır. Eserin incelenmesi sırasında, yorumlardan mümkün mertebe kaçınılmış ve yazarın önemli veya ilgi çekici ifadeleri üzerinde durulmuştur. Kitaptaki ifadenin aslı ile yorum arasında, ilk bakışta göze batan bir farklılık ortaya koyabilmek için, asıl ifadeler tırnak içine alınmıştır. Ayrıca, okuyucunun araştırmasına ve sağlama yapmasına imkân verebilmek için, asıl ifadelerin sonuna parantez içinde sayfa sıra sayıları da verilmiştir. İncelemede, yazarın ortaya koymuş olduğu sıraya ve uslûba da riayete özen gösterilmiştir. Bu çalışma sırasında bağlı kalınmağa çalışılan iki ilke vardır; birisi Konstantinopolis ifadesinin, o devirde de böyle bir yer var olmadığından, daima Istanbul olarak tercüme edilmiş olması, ötekisi de yabancıların isimlerinin Türk yazısı ve okunuşu ile yazılmış bulunmasıdır. Özellikle, yabancıların isimlerini Türkçe yazı ve okunduğu gibi yazılması ilkesine, konunun bir millî kişilik meselesi olduğu düşüncesinden hareket edilerek varılmıştır. Nitekim, Ruslar,

Page 165: Akademik kaynaklar dizini

Bulgarlar, Sırplar, İsrailliler, Araplar, Çinliler, Gürcüler, Ermeniler, Acemler ve Hindular kendilerine has yazılara sahiptirler ve başkalarının yazısı ile yazılmış isimleri kendi yazıları ile yazınca kıyamet kopmamakta; halk da, okumuş da aynı telâffuzda birleşebilmektedir. Kaldı ki, Batılılar kendi aralarında bile bu işte tahtayı hep kendilerine yontarlar; Vilyım, Vilhelm ve Giyom isimleri bunun bir örneğidir. Bu örnekler şehirlere, ülkelere, kimya maddelerine, fizik ve kimya tâbirlerine, araçlara vs yaygınlaştırılabilir. Ayrıca, Batılılar kendilerinden olmayanların isimlerini, işlerine gelince, kendi usullerince yazıverirler. Elinizdeki metinde, İngilizce’de yazılışı aynı olan “Robert” kelimesi, kolejin ismi söz konusu olunca Robert, kurucunun ismi söz konusu olunca ise Rabırt olarak iki farklı şekilde yazılmıştır. Sebebi, bunların günlük dildeki telâffuzlarının farklı oluşlarıdır. Öte yandan, yazar ilâhiyatta doktora yapmış olan bâzı kimselerin adını anarken “Doktor” unvanını kullanmıştır. Türkiye’deki hekim anlamına gelen “Doktor” ile olacak karışıklığı önlemek için, bunları Bay veya Papaz olarak anma gereği duyulmuştur. Özet olarak, burada yapılmağa çalışılan şey, sömürge aydını zihniyetinden kurtulmağa çalışmak olmuştur. Sürçü lisan ettikse af ola. Şimdi bakalım kitap ne diyor:

1-“Istanbul, uzun zamandan beri Avrupa’nın Kıraliçesi olagelmiştir. Istanbul, bin altı yüz yıldır imparatorlukların başkenti, önceleri Hıristiyanlığın ve Hıristiyan Misyonerliği’nin merkezi, 1453’ten beri de İslâm Dünyası’nın ve Türk İmparatorluğu’nun başkenti olmuştur. Bu şehir, yüzyıllar boyunca Arabistan’nın Müslüman sürülerine karşı savunma duvarı, üç yüz yıl boyunca Avrupa’nın kâbusu ve son yüzyılda Doğu Meselesi konusunda Avrupa Devletleri’nin kapışma alanı olan bir yerdir (S.giriş 15).”

2-“Abdülmecid, tahtını Avrupa’nın desteğine borçlu idi ve bunlar da padişah üzerindeki nüfuzlarını İngiliz Büyükelçisi Stenfırd eli ile kullanıyorlardı (S.g15).”

3-“Istanbul’da son zamanlarda büyük değişiklikler olmuş; göz alıcı kıyafetler kaybolmuş, sarık ve Yeniçeriler yok olmuştu ama, Türk’ün kendisi hiç değişmeden kalmıştı.Türkler, Orta Asya’dan geldikleri zamanlardaki gibi medeniyet dışı ve cahil olmakta devam ediyorlardı (S.g16).”

4-“Türkler’de sınıf farkı yoktur; her Türk hükmeden ırka mensuptur ve hükümetteki yüksek mevkilerde olmak için gayret gösterebilir (S.g16).”

5-“Hiçbir Türk telâş içinde değildir.Zamanın hesabı yapılmaz. Bir Türk harekete geçerse, bu hareket itina ve vakar içinde olur (S.g17).”

Page 166: Akademik kaynaklar dizini

6-“O günlerde birkaç genç Türk uyandı ve cahilliklerini fark ederek eğitim ihtiyacını giderme gayretlerine girdi; bir dernek kurup bir mecmua çıkarmağa başladılar. Bunlar, yardım almak ve akıl danışmak üzere Amerikalı misyonerlere gelirlerdi. Daha sonraki yıllarda bu gençlerin birisi Millî Eğitim Bakanı olmuştur (S.g18).”

7-“Ruslar’ın gizli ajanları her yerde cirit atar ve İslavlar’ı Türk’e karşı isyana teşvik ederken, İngiliz Büyükelçisi Sör Henri Elyot, Türk yandaşları ile beraber olarak, Sultan’ı tahtından indirme komplosunu yürütüyordu (S.g19).”

8-“Mithat Paşa, hiçbir zaman geniş bir müktesebata sahip olmamıştır, fakat Sör Henri Elyot ile olan samimî ilişkileri kendisini önde gelen bir komplocu durumuna getirmiştir. Sultan Abdülaziz, Sör Henri ve Türk müttefiklerinin eli ile tahtından indirilp, önce Murat, sonra da Abdülhamit tahta çıkarılmıştır (S.g20).”

9-“Berlin Kongresi’nde, Türkiye’ye herhangi bir yardımda bulunulmaksızın, Ruslar’ın küçük düşürülebilmesi Lord Bikısnfild için bir zafer olmuştur (S.g22).”

10-“Her misyoner birimi, her okul ve kolej sadece Hıristiyan öğrencilerini ve oraya devam eden birkaç Türk öğrencisini yüceltmekle kalmamış, aynı zamanda eğitimin değerini herkese göstermiş ve herkese Hıristiyan medeniyetinin ulaştığı başarıları az çok tanıtabilmiştir. Bulgarlar’ın eğitimi konusundaki başarımız, Türkler’i ve Sultan’ın bizzat kendisini de derin bir şekilde etkilemiştir (S.g30).”

11-“Bay Rabırt, ABD’de imkânları olan, insanların yetiştirilmesinde Hıristiyan bir kolejin neler yapabileceğini takdir eden ve Türkiye’deki bu ihtiyacı karşılamak üzere Tanrı tarafından seçilmiş bir adamdı (S.2).”

12-“Bu tür bir Amerikalı okulunun ilk olarak Istanbul’da açılmasında bir çok geçerli sebep vardı. En başta geleni ise şudur: Kırım Savaşı’nın etkisi ile sadece Hıristiyan Dünyası’nın dikkatleri Türk İmparatorluğu üzerine toplanmakla kalmamış, Türk halkının kendisi de yeni hayat şartları ile uyarılmış ve eğitim imkânlarını arttırmanın peşine düşmüştü (S.2).”

13-“Tanzimat’tan sonra, Fransızlar ve Katolikler, ortaya çıkan imkânları derhal teşhis etmede geç kalmamışlar ve bunu siyasî ve dinî propaganda için kullanmışlardır (S:3).”

14-“Istanbul’da laik bir kolejin açılması işi, ilk defa Ceymıs ve Vilyım Dıvayt adlı kimseler tarafından Bay Rabırt’a 1857 yılında teklif edilmiştir. Bunlar Yeyıl Koleji ve aynı zamanda Birlik Din Kursu mezunu genç adamlar olup, babaları o tarihlerde Istanbul’da misyoner olarak bulunuyordu. Bay Rabırt, o zamanlar Amerikalı Yurt Misyonerleri Teşkilâtı’nın Hazinedarı idi (S.3).”

Page 167: Akademik kaynaklar dizini

15-“Bay Rabırt ve arkadaşları ise, belirgin bir şekilde Hıristiyan kimliği taşımadıktan sonra, Istanbul’da açılacak bir okul için para verme gereğini hissetmiyorlardı . Bay Hemlin de, Dıvayt kardeşlere 1857 yılında yazmış olduğu mektubunda, okulun başlangıçtan itibaren Hıristiyan akidesi taşıması gerektiğini ifade etmiştir (S.4).”

16-“Okul açma fikri Bay Rabırt’ı o kadar sarmıştı ki, Dıvayt kardeşler fikirlerinden vazgeçtikten sonra bile bununla ilgilenmeğe devam etmiş, Kırım Savaşı sırasında Istanbul’u ziyareti vesilesi ile tanımış olduğu Bay Hemlin’e mektup yazarak konuyu açmış ve kolejin kuruluş işini üstlenmesini istemiştir. Bay Hemlin, bu iş için yeterli birikime sahip olmadığı, Türkçe’yi çok az bildiği ve Istanbul’da pek istenen bir adam olmadığı gerekçesi ile bu teklifi önceleri kabûl etmemiştir (S.5).”

17-“Nihayet, uzun mektuplaşmalardan sonra, kolejin kurucusu olma teklifini 1859 yılında Bay Hemlin kabûl etmiş ve böylece Bay Rabırt ile kendisi, Istanbul’da Hıristiyan bir kolejin açılması uğuruna kendilerini adamışlardır (S.7).”

18-“Başlangıçta, Bay Hemlin’in danışmanlarının çoğunluğu, kolejin yeri için, eski Istanbul’un içinde bulunan Konstantin Porfirogentes’e ait sarayın satın alınmasını tavsiye etmişlerdir. 1860 yılında Hollanda Büyükelçiliği’nde yapılan toplantıda ise, Rumeli Hisarı civarındaki Boğaz’a nâzır bir arazinin satın alınması fikri onaylanmıştır. O sıralarda Paris’te büyükelçi olarak bulunan ve arazinin sahibi olan Ahmet Vefik Paşa ise, araziyi satmayı aslâ düşünmediğini bildirmiştir (S.7).”

19-“Bir yıl sonra ise, Paris’ten dönmüş olan Ahmet Vefik Paşa, paraya ihtiyacı olduğu için söz konusu araziyi satmak istediği yönünde haber gönderince, birkaç aylık bir pazarlık döneminden sonra, paşanın arazisinin yarısı olan altı hektarlık bölüm, bin altı yüz İngiliz altını lirasına 2 Aralık 1861 tarihinde satın alınmıştır. Antlaşma gereğince, kolej için gereken binanın burada inşa edilmesine izin verilinceye kadar, herhangi bir para ödenmeyecekti. Nitekim, Dışişleri Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın gerekli izinlerin verilmiş olduğunu bildirmeleri üzerine, söz konusu para Mart 1862 tarihinde Paşa’ya ödenmiştir. Bu vesile ile, Bay Hemlin ve arkadaşları kendilerini mutluluktan uçuyor hissetmişlerdir. Çünkü, bir kolej için bundan daha güzel bir yer Dünya’da bulunamazdı; ayrıca da, Boğaziçi’nde buna denk güzellikte bir yer de yoktu. Esasen, bütün şehir böylesi bir yerin Amerikalı okuluna neden verilmiş olduğuna hayret ediyordu (S.8).”

20-“Ancak, burada bir okulun inşasına başlanabilmesi için 1868 yılına kadar beklemek icab etmiştir. Buradaki inşaatın izni, o sırada bakan olan Ahmet Vefik Paşa’nın etkisi ile alınmış, ancak kısa bir süre sonra kendisinin bakanlıktan alınması ile izin işi havada

Page 168: Akademik kaynaklar dizini

kalmıştı.Her ne kadar bu izin resmen geri alınmamışsa da, idarî bahaneler işi geciktirmiştir. Türkler de bir işin nasıl yapılmayacağı hususunda mükemmel bir beceri sahibidirler.Nihayet, ilâhi bir takdirle, işi olumlu bir yönde geliştirecek bir dizi olay başlamıştır. En önce, Senatör Morgın’ın etkisi ile ABD Dışişleri Bakanı Sivırd, Voşingtın’daki Osmanlı Büyükelçisi’ni çağırtıp kolejin inşaat izninin verilmesine büyük önem verildiğini söyleyince, Büyükelçi Istanbul’a bir yazı yazarak konunun önemini vurgulamıştır. Tam bu sırada Amiral Faragat’ın amirallik forsu ile Istanbul’a gelmesi, yöneticilerde bu iki olay arasında bir irtibatın bulunabileceği ve Amerika donanmasının Girit işine karışma ihtimali endişesini doğurmuştur. Bunun sonucunda da, ABD’nin himayesinde ve her türlü imtiyazdan yararlanma hakkı olan bir kolejin kurulmasına izin veren “Tuğralı İrade” 20 Aralık 1868 tarihinde tarafımıza bahşedilmiştir (S.12-13).”

21-“Rumeli Hisarı’ndaki arazide okul açmanın zor olacağı anlaşılınca, Bay Rabırt ve Bay Hemlin, okulu Bebek’teki mevcut misyoner kursunun binasında açmaya karar verdiler ve eğitim Eylül 1863 tarihinde üç İngiliz ve bir Amerikalı öğrenci ile başladı. Bay Hemlin’in dışında, Papaz H.A.Şauflır, Papaz G.A.Pörkıns ile üç veya dört yerli yardımcı öğretim gücünü teşkil ediyordu (S.14).”

22-“Okulun adı konusunda bir çok teklif ileri sürülmüşse de, Bay Hemlin’in teklifi kabûl edilmiştir. En tutarlı gerekçe de, kurucunun soyadının ülkedeki insanlar tarafından kolay telaffuz edileceği idi. Bay Rabırt bunu red etmiş ise de, diğer mütevellîler bunu alkışlarla onaylamışlardır(S.15).”

23-“Okulun tüzüğü konusundaki müzakereler 1859 yılında başlamıştır. Mütevellîler tarafından kabûl edilen tüzükte, kolejin dinî konumu açıklıkla ortaya konmuştur. Tüzükte, okulun İncil’in ilkelerine göre kurulması ve yönetilmesi gerektiği açıklıkla ifade edilmiştir (S.16).”

24-“Okuldaki iki öğretmenin Bay Hemlin ile ciddî fikir ayrılığına düşmesi, bunların işine son verilmesi ile sonuçlandı ve Bay Hemlin yerli yardımcıları ile eğitimin tüm yükünü tek başına omuzlamak zorunda kaldı. Bu arada, ahlâk zaafı sebebi ile, dört öğrenci okuldan uzaklaştırılmak mecburiyetinde kalındı (S.18).”

25-“Bay Hemlin, çok gizli yıllık raporunda, öğrencilerdeki kişilik ve akıl gelişmesi konusundaki istikrar ve kolejin dinî etkileri konusunda umut dolu şeyler yazmaktadır. Okulda İncil’in öğretilmesi ve ibadet konusunda hiçbir ciddî zorluk ortaya çıkmamış ve öğrencilerin her ikisi ile yakından ilgilendikleri görülmüştür (S.23).”

26-“1867 yılında Beyrut’ta kurular Suriye Protestan Koleji, bu alanda Robert Kolej’in ilk olumlu etkilerinden birisi sayılabilir (S.24).”

Page 169: Akademik kaynaklar dizini

27-“Karşımıza çıkan zorlukların sona ermesi üzerine, 5 Temmuz 1869 tarihinde, seçkin dâvetlilerin huzurunda kolejin temeli atıldı. Bundan sonra, Bay Hemlin zamanının tümünü inşaat işine ayırmış ve orada kurduğu bir kulübede yaşamaya başlamıştır (S.29).”

28-“ Bay Hemlin’in teklifi ve ikna gücü sayesinde, Bastın’daki Kadın Misyoner Teşkilâtı tarafından Üsküdar Amerika Kız Koleji açılmıştır (S.30).”

29-“Bay Hemlin büyük bir öğretmen idi; öğrencileri ile beraber yaşıyor, aynı masada yemek yiyor ve bir çok meşguliyete rağmen hepsi ile çokça ilgileniyordu (S.37).”

30-“Öğrencilerin dörtte üçü yatılı idi ve yatak takımlarını evden getiriyorlardı. Bunlar 12 veya 15 kişilik koğuşlarda yatıyor, yemekhanede yemeklerini yiyor, küçük bahçede oynuyor küçük bir yunmalıkta veya bahçede yıkanıyor ve Bebek üstündeki tepelerde beden eğitimi görüyorlardı. Sabahları saat 06.30’da Bay Hemlin tarafından yönetilen ibadete katılınıyordu. İbadete gelmeyenler sabah kahvaltısından mahrum kalıyorlardı. Hiçbir öğrenci, özel izin olmaksızın yurt binasından ayrılamazdı (S.39).”

31-“Bu sıralarda yatılı öğrencilerin çoğunluğu Bulgar olup, takip eden yirmi yılda mezunların çoğunluğu hep bu milletten olmuştur. Eğitimlerini geliştirme konusunda Bulgarlar’ın arayışları başlayınca, o sıralarda Bulgaristan’da misyoner olarak bulunan ve daha sonra da kolejde öğretmen olan Papaz Long onların dikkatlerini Robert Kolej’e yönlendirmiştir. Ne var ki, Bay Rabırt, Bulgaristan devletinin kuruluşunda önemli bir rol oynamış olduğunu hiçbir zaman öğrenemeden ölmüştür (S.39).”

32-“Kolej’deki Cumartesi ibadetleri, bu amaç için kiralanmış bir binada icra ediliyordu ve Bay Şauflır’ın sorumluluğunda idi. 1879 yılında kendisi ayrılınca, yük Bay Hemlin’e ve bana kaldı. İncil öğrenimi, kolejdeki olağan eğitimin daima bir parçası olmuştur ve Bay Hemlin’in en başarılı olduğu alan da bu idi (S.41).”

33-“Bay Hemlin, ağır suçlar işlemiş olan öğrencileri herkesin gözü önünde kırbaçlardı ve bunu doğru bir ceza yöntemi olarak kabûl ederdi (S.57).”

34-“Dokuzuncu yılımızda, okulda iki yüzden fazla öğrenci vardı. Ben başkan vekili, vaiz, Felsefe ve Siyasî İktisat öğretmeni, İngilizce öğretmeni, hazinedar, dekan, yatılı bölümün yöneticisi, sekreter ve geçici on beş eğiticinin başı idim. Türkiye’de bizimkisine denk bir okul olmadığı gerçeğini göz önüne almadan, böylesi bir okulu kolej diye adlandırmak gülünç olurdu (S.65).”

35-“Rumlar hep, Bulgar öğrencilerin çoğunluk oluşunu kastederek, Robert Kolej’in bir “Bulgar Okulu” olduğundan şikâyet

Page 170: Akademik kaynaklar dizini

ederlerdi. Ancak, 1873 yılından itibaren, öğrencilerdeki çoğunluk Ermeniler’in eline geçmiştir (S.70).”

36-“Biz, Hıristiyan,Yahudi veya Müslüman olsun, hiç bir öğrencimizin ailesinden çocuklarına İncil’in basit ve pratik ilkelerini öğretmekte olduğumuz gerçeğini aslâ saklamadık (S.80).”

37-“1902’lerden itibaren, her öğrencinin, Pazar hariç her gün, saat 08.15’te sabah ibadetine katılması şart koşulmuştur. Bu toplantılarda İncil okunuyor ve dua ediliyordu. Cumartesileri de saat 11.00’de ibadet ve saat15.00’te İncil dersleri vardı. Bu derslerde bir de yarım saatlik bir koro ve ibadet uygulaması olurdu. Aynı günün akşamında, saat 19.30’da son bir ibadet icra edilirdi. Bu derslerde, herhangi bir dine târizde bulunmaksızın, İncil’in dedikleri mümkün olduğu kadar açıklıkla anlatılmağa çalışılırdı (S.85).”

38-“Türkler bile, okulumuzun dinî ve manevî etkisini takdir ediyor ve “ ben çocuğumu, İngiliz terbiyesinde yetişsin diye buraya gönderiyorum” diyebiliyorlardı. Bu durumda İngiliz terbiyesi, Protestan terbiyesi demek oluyordu (S.86).”

39-“1873 yılında Sadrazam, ABD Büyükelçisi’ne hükümetinin İncil’in her hangi bir dildeki nüshalarının dağıtımına mani olmaya ve Protestanlığa karşı çıkmakya kararlı olduklarını ve bunu bir vatanseverlik borcu olarak gördüklerini söylemiş. Bu sadrazam Ruslar’ın kuklası idi ve bu sebepten de İngiltere’ye ve Protestanlığa karşı tavır alıyordu. Ayrıca, bu adamın Kırım Savaşı sırasında Kars Kalesi’ni para mukabilinde Ruslar’a teslim etmiş olduğuna dair dedikodular da dolaşmaktadır (S.86).”

40-“Kolej, Bulgarlarla olan ilişkileri bakımın Avrupa’da çok iyi tanınıyordu. Bulgar İhtilâli konusundaki bilgileri, İngiltere’deki dostlarımıza, Deyli Nüs ve Landın Taymıs gazetelerini ulaştırdık (S.102-104).”

41-“Anadolu’daki durum Bulgaristan’dakinden de beterdi. Doğal olarak, biz Ermeniler ile çok yakından ilgilenmek ihtiyacını duyduk (S.152).”

42-“Türk öğrencilerin okulumuza gelmiyor olması, Sultan’ın Türk çocuklarının yabancı okullara gitmemesi yönündeki gayretlerinden kaynaklanıyordu (S.180).”

43-“Ben açıkça görüyordum ki Bulgaristan, Doğu Rumeli Vilâyeti ile birleşmek isteyecekti. Bu konudaki bir mülakatı da Landın Deyli Nüs gazetesine vermiştim. Olay gerçekleşince de, bu işte benim parmağımın olduğu kanaati oluştu (S.182).”

44-“1895 yılındaki en seçkin ziyaretçimiz Bulgaristan Prensi Ferdinand olmuştur. Padişah’ı ziyaret vesilesi ile geldiği zaman, okulumuza da gelmiş ve ikindi çayını bizde içerken şunu demiştir

Page 171: Akademik kaynaklar dizini

“Robert Kolej, daima Bulgar devlet adamı yetiştiren bir ana kucağı olmuştur”. Prens’in çay içtiği fincan, dedesine, Fransa Kıralı Lui Filip’e ait idi ve Prens de bundan habersiz idi (S.241).”

KARARTILMIŞ HİLÂL The Crescent Obscured, Robert J. Allison, Oxford University Press, 1995

(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

Avrupalılar’ın Amerika Kıtası’na yerleşmesi on beşinci yüzyılda başlamıştır. Bu süreçte, Kuzey Amerika İngiliz ve Fransız, Güney ve Orta Amerika da Lâtin hâkimiyetine girmiştir. Önceleri, dinî serbestlik arayan ve Püriten diye bilinen insanlar kendi başlarına hareket ederek on altıncı yüzyılda Kuzey Amerika Kıtası’na yerleşmişken, daha sonra Avrupa devletleri ve özellikle İngiltere, buralara göçmen gönderme ve buraların kaynaklarını kullanma yönünde şuurlu ve kararlı bir siyaset benimsemişlerdir. Bu bağlamda, İngiltere hükümeti tarafından görevlendirilen iki şirket, Kuzey Amerika’daki göç işini yürütür olmuştur. Gerek İngiliz Tâcı’nın, gerekse tüccarın çıkarları göçmen sayısının arttırılmasını gerekli kıldığı için değişik yöntemlerle göçmen getirilmiştir; bâzıları toprak ve iş vaadi karşılığında, bâzıları hapisten kurtulma karşılığında, bâzıları resmen kaçırılarak, bâzıları ülkelerindeki baskılardan veya açlıktan kaçmak için bâzıları da köle olarak satılmak üzere Amerika’ya gelmişlerdir. Gelen göçmenlerden ancak zengin olanların herhangi bir yükümlülüğü veya mecburiyeti olmamıştır; geri kalanların tamamı, yola çıkarken bir şirketin veya tüccardan birisinin temsilcileri ile yedi-on yıllık boğaz tokluğuna çalışma sözleşmeleri imzalayarak Amerika’ya gelebilmişlerdir. Ayrıca, İngiliz Kırallığı buralardaki geniş toprakları soylulara vererek hükmünü yürüttüğü için İngiliz soyluları da aileleri ve bağlıları ile toptan olarak Amerika’ya göç eder olmuşlardır. Genel olara denebilir ki, ülkedeki siyasî, iktisadî ve kültür hâkimiyeti bu kümenin elinde olmuştur. ABD’nin kuruluşundaki mücadelede, bunların bir kısmı anavatanın yanında yer alırken , bir kısmı da kurucuların yanında yer almışlardır. ABD Meclisi de İngiltere’nin yanında yer almış olanların mülklerine el koymuştur. Bu konu çok önemli olmuş olmalı ki, ABD’nin bağımsızlığını sağlayan Gent Antlaşmasında ayrı bir madde olarak ele alınmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri, Kuzey Amerika Kıtası’ndaki İngiliz sömürge eyaletlerinin bir araya gelmesi ile 1776 yılında kurulmuştur. Bunlar şudur: Nuhempşayır, Masaçuset, Rod Aylınd, Konektikıt, NuYork, Nucörzi, Pensilvanya, Delaver, Merilınd, Vircinya, Kuzey Karolayna, Güney Karolayna, Corca. Bu eyaletlerin halkı çoğunlukla Anglosakson kökenden geliyordu. Alman, Fransız, İtalyan ve Slav kökenli olanları da vardı. Çoğunluk İngilizce dilinde konuşuyordu. Hatta, ABD’nin kuruluşunda resmî dilin tesbiti konusunda yapılan halkoylamasını Almanca’ya karşı, küçük bir farkla, İngilizce kazanmıştır. Yine de Almanca, Birinci Dünya Savaşı’na

Page 172: Akademik kaynaklar dizini

kadar ABD’nin kuzey eyaletlerinin bir kısmında ikinci resmî dil olmakta devam edebilmiştir. Luiziyana ve Florida eyaletlerindeki Fransız kökenli insanlar halâ bir tür Fransızca konuşurlar. Şikago bölgesinde toplanmış olan Slavlar’dan her milletin kendi şivelerini aile içerisinde koruduğu söylenmektedir. Kaliforniya ve güney eyaletlerinin bir kısmında çok miktarda İspanyol kökenli halk yaşadığı için, buralardaki okullarda İspanyolca eğitimi verilmek zarureti duyulmuştur. Ortadoğu, Uzakdoğu ve diğer yerlerden gelen göçmenler ile yerlilerin millî kimlik konusunda faaliyet göstermekte becerikli olamadıkları anlaşılmaktadır. Zenciler ise kölelikten gelmiş ve büyük acılar çekmiş bir toplum olarak, yeni bir kültür geliştirme çabası içerisinde görülmekle beraber, Anglosakson kültürünün gölgesinde kalmış bir durumdadırlar. Sonuç olarak denebilir ki, ABD’de hâkim unsur Anglosakson olmakla beraber, halkın hemen hemen tamamı Hıristiyan Avrupa kökenlidir.

Bugünkü ABD’nin Türk’e bakışını doğru olarak tesbit edebilmek için yukarıdaki gerçekleri göz önüne almakta yarar vardır. Denilebilir ki, İngiliz hâkimiyeti döneminde Amerika’daki insanların Türk’e ve İslâm’a bakışı anavatan tarafından şekillendirilmiştir. Eşyanın tabiatı gereğince bunun böyle olması kaçınılmazdır. Zîra, servet, siyasî kudret ve bilgi İngiliz soylularının ve tüccarının elinde idi. ABD’nin kuruluşundan sonra ise mevcut olan bakış açısını tesbit edebilmek için , bu döneme ve bu dönemden itibaren yazılmış olan eserlere gitmekte yarar vardır.

Bu konudaki ilginç eserlerden birisi de “Karartılmış Hilâl” adlı eserdir ( The Crescent Obscured, Robert J. Allison, Oxford University Press, 1995 ). Yazar bu eserinde, 1776-1815 döneminde ABD ile Müslüman Dünyası arasındaki ilişkileri incelemektedir. Öyle anlaşılıyor ki, yazarın gözünde ve belki de Amerikalı’nın gözünde, Türk ile Müslüman aynı kültür ve siyaset kavramlarının farklı ifadeleridir. Ayrıca, Osmanlı Devleti de İslâm’ın işe yarar tek temsilcisi olarak kabûl edilmektedir. Bu bakımdan, kitaptan aktarılan düşünce ve ifadelerin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir.

Kitapta, ana konu olarak, 1776-1815 yılları arasında ABD ile Cezayir, Tunus ve Trablus Beylikleri (Garp Ocakları) ile Fas Sultanlığı arasında cereyan etmiş olan ilişkiler ve savaşlar ele alınmaktadır. O tarihte, bu ülkeler nüfus, kültür ve yönetim itibarı ile Müslüman ülke görünümünü arz eden ve güçlü filoları ile Akdeniz’deki ticareti denetleyen güçler idi. Garp Ocakları, resmen Osmanlı Devleti’nin eyaletleri olmakla beraber, bir anlamda özerk beylikler idi. Her birinin başında leventlerin ve Yeniçeriler’in seçtiği Dai (Rehber) denilen yöneticiler bulunurdu. Bunlar iktidarda kaldıkları sürece mutlak hüküm sahibi olurlardı ve yabancı ülkeler ile ilişki kurup antlaşmalar yaparlardı. ABD ise, yeni kurulmuş bir ülke olmakla beraber İngiliz geleneğinden çok şey taşıyan, Yunan-Roma Hıristiyan kültürünün sahibi ve o bölgedeki yıllık ticaretten bir milyon Dolar kazanan bir uzak ülke idi. Bu bakımdan ABD, gerek Osmanlı Devleti, gerekse de Garp Ocakları ile münasebet içinde olmak

Page 173: Akademik kaynaklar dizini

mecburiyetinde idi ve bu bölge onlar için çok önemli idi. İki tarafın da çıkarları, toplum yapısı, hayat tarzı, kaynakları ve güçleri farklı idi.Kitaptaki ilginç görüşler ve ifadeler şunlardır:

-“Hemen her Amerikalı, 1800’lerde Afrika Beylikleri ile savaşılmış olduğunu bilir ve bu olay ABD Deniz Piyadesi’nin marşında ebedileştirilmiştir”.(giriş,s.14)

-“Amerikalılar, Viyana bozgunu ve İnebahtı yenilgisi gibi olayları, Hıristiyanlar ile Müslümanlar veya Avrupalılar ile Türkler arasında, netice itibarı ile de medeniyet ile barbarlık arasında bir mücadele olarak görmüşlerdir”.(giriş,s.15)

-“ Amerikan donanmasının Trablus’taki zaferinden sonra, Papa 7.Pius demiştir ki, “Avrupalılar’ın asırlar boyunca başardıklarından daha çoğunu Amerikalılar birkaç yıl içinde başarmışlardır”.(giriş, s.16)

-“Müslüman Dünyası’nın hâli, Amerikalılar’ın ne yapmamaları ve devletlerini nasıl kurmamaları gerektiğini göstermek bakımından bir ders teşkil etmiştir”.(giriş,s.17)

-“Muhamed, insanlara değişim teklif etti ve insanlar da değiştiler; yeni bir din, yeni bir devlet ve yeni bir aile hayatı benimsediler. Her birisi fecî birer hatâdır”.(giriş,s.17)

-“ABD Senatosu, 1785 yılında, Cezayir, Tunus, Fas ve Trablus ile müzakerelerde kullanılmak üzere 80.000 Dolar ayırdı. Dışişleri Bakanı Con Cey de görevlilere, “amacınıza mani olabilecek veya amacınıza hizmet edebilecek kimselerin nüfuslarını satın almak yararlı olacaktır” talimatını verdi”.(s.5)

-“Con Peyc ve Riçırd Henri Li gibi kimseler, Akdeniz’de serbest ticaretin sağlanması amacı ile methiye ve hediye araçlarının kullanılması konusunda Başkan Cefırsın’ı uyardılar”.(s,7)

-“Beyliklerle olan münasebetlerde, diplomasi askerî gücün tehdidi ile desteklendi”.(s.12)

-“Cefırsın, milletinin Türkler’e ve Cezayirliler’e karşı ayağa kalkmasını sabırsızlıkla beklerken, Korsan Beylikler’e karşı milletlerarası bir ittifak oluşturmağa çalışıyordu”.(s.13)

-“Türkler, uzun bir zaman boyunca Avrupa’ya bigâne kalmışlardır.Fakat. Avrupa’nın işlerine karışmamak ve bunlardan uzak kalmak, aynı zamanda Avrupa konusunda bir cehaletin oluşumuna da yol açtı. Bu cehalet yüzünden de, Avrupa ittifakları ve menfaatleri Osmanlı Devleti’ni yıkacak bir tehdit hâline geldi”.(s.16)

-“Cefırsın biliyordu ki, sürekli ordu bulundurmak bir milletin hürriyetini tehdit edebilirdi. Donanma ise böyle bir tehdit oluşturabilecek yapıya sahip değildi”.(s.17)

Page 174: Akademik kaynaklar dizini

-“1795 yılında, Cezayir Daisi Karamanlı Yusuf Paşa ile ABD arasında imzalanan antlaşmaya göre, Akdeniz’deki serbest ticaretin karşılığında, ABD Cezayir’e 800.000 Dolar toplu ve 20.000 Dolar da yıllık haraç olarak ödeyecekti”.(s.22)

-“ABD, haraç ödemedeki gecikmenin özrü mahiyetinde Hilâl adlı bir kalyon inşa ederek, bunu 1798 yılında Cezayir Daisi’ne verdi”.(s.23)

-“1805 yılında Trablus ile yapılan savaşta esir edilen Türkler ve üç tuğlu paşalar Nuyork tiyatrolarında halka teşhir edildi”.(s.33)

-“Amerikalılar, Hıristiyanlığın bu çok eski düşmanlarına boyun eğdirerek ve kendilerinin hürriyetin savunuculuğu rolünü hafızalara nakşederek Akdeniz’deki savaştan muzaffer olarak döndüler”.(s.34)

-“Yöneticiler, bilinç altında bulunan Muhamed’in görüntüsünü kullanarak, kurulu düzeni bozma veya tutkulu düşüncelerin hatiplerini takip etmenin tehlikeleri konusunda halkı sürekli olarak uyardılar”.(s.35)

-“Hâlihazırda Müslümanlar’ı esir tutan küfür ve günah sisteminden, sadece tam bir işgal onları kurtarabilir ve hürriyete kavuşturabilir”.(s.36)

-“Prido’ya göre, ihtiras ve tamah Muhamed’in başlıca özelliği idi”.(s.38)

-“Muhamed’in düzeninde, daima açık bir zulüm tehdidi vardır”(s.41)

-“Amerikalılar, İslâmı hürriyete karşı ve gelişmeyi önleyen bir din olarak görüyorlardı”.(s.46)

-“Türkler’deki kadercilik, uyuşukluğa sebep oluyordu. Kadınlar ve erkekler, hamamlarda sefa ederek, tütün ve kahve içerek kendilerini avutuyorlardı”.(s.48)

-“Türk’ün siyasetinde yönetici kudretli ve muhteşem, halk ise sefil bir hâle getirilir”.(s.52)

-“Müslümanlar, sadece hürriyetlerini değil, hürriyetin mümkün kıldığı her şeyi kaybettiler”.(s.59)

-“Amerikalı Raksalina, samimî, açık yürekli, bağımsız bir insan ve Sultan’ın eşi olarak Türkiye’deki despotluğu sadece kalbinin temizliği ile baş aşağı eder” (Sultan adlı tiyatro oyunundan).(s.71)

Osmanlı Devleti’ni konu alan ve ABD’de 1780’lerden sonra sahneye konmuş olan tiyatro oyunlarından da bu kitapta söz edilmektedir. Bunlar şunlardır:

1-Cezayirliler’in Kısa Tarihi: 1789 ,Masaçuset Magazin adlı gazetede yayınlanmıştır.

Barbaros Hayrettin Paşa, Cezayir’in eski sultanının eşi olan Zafira’yi zorla elde etmek ister. Zafira bunu red eder ve zehir içerek intihar eder.

Page 175: Akademik kaynaklar dizini

2-Sultan: 1794, İzak Baykerstof.

Kanunî Sultan Süleyman, haremindeki cariyelerden birisi olan Hurrem’e âşık olur ve kendisine teslim olması mukabilinde Hurrem’e her türlü imkânı vaad eder. Ancak Hurrem, kendisinin hür ve sultanın eşidi olarak kabûl edildiği takdirde evlenmeğe râzı olur. Evlendikten sonra da ülkenin düzenini değiştirir, demokrasiyi ve hürriyeti getirir.

3-İrina’nın Hikâyesi:1796, Rurıl Magazin adlı gazetede yayınlanmıştır.

Fâtih Sultan Mehmet, haremindeki cariyelerden birisi olan İrina’ya âşık olur ve İrina’nın yanında zaman geçirerek ordusunu ihmal eder. Ordu isyan edince de Fâtih korkar, bocalar ama sonunda kılıcını çekerek İrina’nın başını keser ve insanları ezeceği hayata döner.

Kitapta görüldüğü üzere, 1776-1815 döneminde ABD’de yaşayan insanlar, Türk’e ve Müslüman’a barbar, uyuşuk, kokuşmuş kimseler gözü ile bakmışlardır. Bunların da, sözüm ona kurtulabilmesini sadece Batı’nın tam işgali ve şefkatli eğitimi sâyesinde mümkün olabileceğini farz etmişlerdir. Tiyatroyu halkın yönlendirilmesi için yoğun olarak kullanan siyaset de bu görüşün işlendiği eserleri öne çıkarmış ve desteklemiştir. Gerçi, yazar Bayan Montegü’nün Osmanlı ve İslâm lehindeki hatıratından alıntılar da yapmış bulunmaktadır. Böylesi bir geçmişin bugünkü kanaat ve tutum üzerende ne kadar etkili olduğu merak konusu olsa gerektir. (

16.03.2004

İSLÂM’IN HANÇERİİslâm hakkında temel bilgiler

Con Lefın, Bantam Kitabevi-1979).(Özet: Prof.Dr.Tbp.Alb.Mustafa KAHRAMANYOL)

ABD’de yayınlanmış bir kitap var; adı “İslâm’ın Hançeri (Günümüz Dünyası’nın en büyük güçlerinden birisi olan İslâm hakkında temel bilgiler)”( Con Lefın, Bantam Kitabevi). Kitap, İslâm’ın içinde barınmakta olan sözüm ona tehlikeleri anlatmakla meşgûl. Demeye getiriyor ki, bu Müslümanlar’ın insancıl ve barışçıl sözlerine kulak asmayın, ellerine bir geçerseniz yandığınızın resmidir; bunlar gündüz külâhlı, gece silâhlı olan yaratıklardandır!...

Söz konusu kitap, 1979 yılında yayınlanmış olmasına rağmen, âdeta ABD’nin İslâm’a olan günümüzdeki bakışını taşımakla ilgi çekici bir eser olarak kabûl edilmelidir. Hatta bu kitap, Hantingtın’ın “Medeniyetler’in Çatışması”ndan da eski olmakla daha da önem kazanıyor olsa gerektir. Kitabın içeriğini takdime ve

Page 176: Akademik kaynaklar dizini

irdelemesine geçmedin önce, yayım döneminin şartları üzerinde durmakta yarar vardır.

1979 yılında yazılmış olmasına rağmen, o günkü dünyada var olan Müslüman ülkeler, Müslüman düşünürler ve hatta Humeyni yönetimi üzerde epey bilgi ve hatta ayrıntı içeren bir kitabın bir ihtiyacı karşılamak için ve alelacele hazırlanmış olması gerekir. Bu ihtiyaç da muhtemelen İran’daki Humeyni yönetiminin ABD için oluşturmaya başladığı tehdit olsa gerektir. Böyle bir durum söz konusu ise, bu defa da eldeki hazır bilgilerden, geniş olması gereken bir birikimden yararlanılmış olunması şarttır. O hâlde, buradaki kanaatlerin bir günde oluşmuş değil, uzun bir zamandan beri mevcut olmuş olması da gerekir. Demek ki, bu kitaba bakılacak olunursa, İslâm’ın ve Müslümanlar’ın kendi açılarından ABD’ye bakışları ne olursa olsun, ABD’nin kendi hesabınca İslâm ve Müslümanlar ile meselelerinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Böyle bir anlayışın varlığı ise bütün Dünya’yı, bunun da ötesinde insanlığı ilgilendirmelidir. Zîra, düşmanca ön yargılar, ne sahibine ne de muhatabına hayır getirir. Belki de, Dünya’nın bugün çekmekte olduğu sıkıntılar ve acılar buradan kaynaklanıyor olabilir!...Bununla beraber, kitapta görülen bir çok tesbit ve değişik kimselerden yapılan nakiller de gerçekten ilgi çekicidir; öyle ki, bu sözler doğru veya yanlış dahî olsalar, okuyucuyu sürekli bir dikkat ve uyanıklık içinde bulundurur derin bir iz bırakır cinstendirler. Hülasa, bu kitap bir çok bakımdan okunmağa değerdir.

Gelelim kitabın içeriğine:

1-“Ortalama bir batılı, İslâm’ın sadece bir din olmadığını, bunun siyasî, iktisadî ve adlî veçheleri olan, her şeyi kucaklayan bir hayat tarzı ve kanun olduğunun farkında değildir (S.4).”

2-“Müslüman Dünya’nın her tarafından gelen bilgilere bakılacak olursa, Dünya’nın büyük dinlerinden birisi acılar içinde can çekişmektedir. ABD Başkanı’nın millî güvenlik danışmanı olan Zıbignu Bırzezinski, bu acıları siyasî açıdan şöyle değerlendirmektedir: “Hint Okyanusu’nun kıyıları boyunca bir bunalım zinciri uzanmaktadır. Bizim için hayatî önem taşıyan bu bölge, zayıf sosyal ve siyasî yapısı yüzünden kırılmalara gebedir. Doğacak siyasî karışıklık ve boşluk, bizim değerlerimize hasım ve düşmanlarımıza dost olan unsurlar tarafından doldurulabilir (S.5).”

3-“Dr.Bırzezinski’nin sözünü ettiği “bunalım zinciri”, İran’dan başlar, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Körfez Ülkeleri, Yemen, Somali gibi Müslüman ülkeleri içerir. Hâlbuki, “muhtemel bunalım” bölgesi daha da geniştir ve bu bölge Fas’tan başlayarak, Mısır dahil Kuzey Afrika’nın tamamını, Türkiye ve Sovyetler Birliği içindeki altı Müslüman cumhuriyeti kapsar ve Endonezya ve Filipinler’e kadar uzanır (S.6).”

Page 177: Akademik kaynaklar dizini

4-“İslâm katı bir dindir. Zîra, bu din geleneklere dayanır, mecburî inanç öğeleri vardır ve kendisini dinlerin en mükemmeli olarak kabûl eder. İslâm’daki Allah inancı, Batı’nın artık his edemeyeceği kadar, gerçek ve canlıdır; düşünceye ve eyleme hükmeder (S.7).”

5-“Müslüman Teokrasisi”, Batı’nın duçar olduğu hastalıklara karşı kendilerinin çare bildiklerine inanır. Ancak, bunlar hastanın seçenek sahibi olmasından veya ilâcı alıp almama konusunda bir arzusunun bulunmasından pek memnun değildirler (S.8).”

6-“İslâm, her şeyi kucaklayan, tüm unsurlarını aynı anda harekete geçiren bir güç ve kanun gibi bir dindir. Batı’yi endişeye sevk etmesi gereken de bu amansızlık ve bu vicdansızlıktır (S.8).”

7-“İslâm, araştırmadan ziyade eylemle ilgilendiği için, soyut düşünceye ve düşünce sürecine Hıristiyanlık gibi yer vermez (S.8).”

8-“Yeni gelişen İslâm kültürü, bilim ve sanat dallarının bir çoğunda önemli katkılarda bulundu ve bir çok yerde Kur’an’da tarif edilene benzer cennetler yarattı (S.16).”

9-“Günümüz dünyasının en etkileyici mimari eserlerinden bazıları, erken İslâm’ın mimarlık alanındaki büyük zaferleridir (S.16).”

10-“Batı’ya tehdit oluşturan yegâne Müslüman millet Türkler olmuştur (S.18).”

11-“Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile Ortadoğu bölgesi, büyük bir kısmı İngilizler’de olmak üzere. Batı’nın fizik işgaline uğradı (S.21).”

12-“İngiltere, Türklere karşı savaşmak üzere Araplar’ı silâhlandırmakla, aynı zamanda İslâm ateşini de yakmış oldu. Askerî başarılar, isyancı Araplar’a bu alanda neler yapabileceklerini hatırlatmış oldu (S.21).”

13-“Müslümanlar, güçlerinin derecesini önceleri kavrayamıyorlardı. Petrol ürüten Arap ülkeleri, başlarda petrol ambargosu ile Batı ülkelerine karşı zayıf bir şantaj girişiminde bulundular.Şantaj Batı ülkeleri korkutunca da, petrol üretimi kısılarak Batı Dünyası dizlerinin üstüne çökertildi . Böylece, uzun bir zamandır zorbalığın kurbanı olmuş olanlar, şimdi eski zorbalarına zorbalık ediyorlardı (S.25).”

14-“İslâm Dünyası’nda kolaylıkla yer bulabilen aşırıcılık üç sebepten kaynaklanır: hayat şartlarındaki ve eğitimdeki düşüklük, demokrasinin yokluğu ve Batı’ya karşı derin kin. İktisadî açıdan geri olan kitlelerin kaybedeceği şeyler çok olmadığından bunları siyasî önderler tarafından istismarı çok kolay olmaktadır (S.26).”

Page 178: Akademik kaynaklar dizini

15-“Hıristiyanlar’ın dikkat etmesi gereken şey, Müslümanlar’ın hoşgörüye ve tevazua birer zaaf olarak bakmakta olduklarıdır (S.67).”

16-“Özgünlük Müslüman edebiyatında değer verilen bir nesne değildir. Edebiyatta bir çok tekrar ve kalıplaşma vardır. İslâm edebiyatında fikirler uçuşur, ışık parlamaları gibi ortaya çıkar; bu düşünceler bir mantık ve akış silsilesi içinde .birbirini takip etmezler. Müslüman şiirinin büyük bir kısmı kendini beğenmişliğin bir ifadesinden ibarettir. Hatta, günümüz şiiri bile soyut konulara nadiren değinir; bunları ele alınamayacak kadar kırılgan ve kavranamayacak kadar sisli olarak algılar (S.106).”

17-“Anahtar ülkeler” başlığı altında bâzı ülkeler incelenmiş ve ülke isminin yanına da ülkeye yakışır birer özet cümlesi konmuş bulunmaktadır. Bunların adı ve karşılarındaki unvanlar sırası ile şudur: “Mısır (İmansızlarla düşüp kalkmak), Pakistan (İslâm şefkatli ve âdildir), Suudi Arabistan (İsteksiz Önderler), İran (İlikleri titreten sözler), Türkiye (Derinlere işlemiş mutsuzluk), Cezayir (Zafer ve facia), Lübnan (Hançerden damlayan kan) ve Tunus (Mollaların kurbanı) (S.112-148).”

18-Türkiye konusunda da şu tesbitler yapılmış (S.136-136):

“Türkiye, ülke hakkında çok az şey bilen ve halkına da önem vermeyen cahil Batılı önderler tarafından yamanmış, büyük sıkıntılar yaşamaktadır. ABD ve NATO, Türkiye’ye askerî ve stratejik önem açısından bakmakta ve iktisadî, sosyal ve dinî meselelere önem vermemektedir.

Kıbrıs işinde Batı basınının Rumlar’ı tutması, Türk aydınında Batı’nın Türkiye’ye karşı ön yargılı olduğu kanaatini uyandırmıştır.Avrupalı siyasetçilerin ve basın-yayın mensuplarının Hıristiyanlık saikası ile hareket etmekte olduklarını düşünmek safdilliktir ama, ABD’nin Kıbrıs sebebi ile Türkiye’ye uyguladığı ambargoyu başka türlü izah etmek de mümkün değildir.

Çoğu köylü olan halkının dinî ihtiyaçlarını anlamamış olduğu için Atatürk’ün laiklik girişimi başarıya ulaşamamıştır. İslâm’ın hançeri, muhakkak surette Türkiye’de de çekilecektir ama, bunun ne kadar kan dökeceği ABD’nin ve Avrupa’nın ne kadar yakınlık ve ilgi göstereceklerine bağlıdır.”

19-“Kabataslak bir inceleme yapıldığında, önümüzdeki zamanlarda İslâm altı muhtemel yoldan birisini tercih edebilir (S.164-165):

a-Kendi sosyal, siyasî ve dinî düzenini korumak için inatçı bir gayri nizamî harbe baş vurmak

Page 179: Akademik kaynaklar dizini

b-İktisadî ve propaganda araçlarını kullanarak düşmana karşı “içeriden” savaş açmak

c-Batı ile resmî olarak “ bir arada beraber yaşama” uzlaşmasına varmak

ç-Akıl temeline dayanarak “al-ver ve müsamaha göster” ilkesini kabûl etmek

d-Vakit kazanmağa çalışmak ve gelecek kuşaklar için daha iyi şartların oluşumunu ümit etmek

e-Askerî fetihler”

20-“İran, Irak ve Suriye’de olduğu üzere, Türkiye’de de Kürt meselesi vardır. Kürtler Doğu Türkiye’nin üçte birini işgal ederler ve komşu ülkelerdeki soydaşları ile bir araya gelip devlet kurmak istemektedirler.Buradaki Kürtler genelde solcu olup, halk kurutuluş savaşına hazırlanmaktadırlar. Bu amaçla, 1977 yılından itibaren Türkiye’ye büyük miktarda silâh sokulmağa başlanmıştır. Günümüzde, aileler başlık parasının yanında birer de Kalaşnikof istemektedirler. Komşu ülkelerden yardım beklemenin boş olduğuna kanaat getiren Türkiye Kürtleri, mücadelenin yükünü tek başlarına omuzlamak konusunda karara varmış bulunuyorlar (S.188-189).”

21-“İslâm İhtilâli’ni anlamak zor olabilir ama, Batı için iki etmen açıklıkla ortada durmaktadır: birincisi, petrole bağımlı tüm ülkeler şantaja açık olup yarı esaret içinde rehin tutulmaktadır; ikincisi de, bu durum artık bilinmektedir (S.192).”

Yazarın İslâm kültürü, bilimi, mimarisi ve edebiyatı konusunda yanlış ve çelişkili ifadeler kullanmış, pek de yeri yokken Türkiye ve Kürtler konusunda ileri geri konuşmuş ve endişe verici seviyede nefret sergilemiş olduğuna okuyucunun dikkatini çekmek isterim.Bu tavır göz önüne alındığında, gerek İslâm, gerek Türkiye konusunda söylenenlerin bir türlü niyet ve tasarı beyanı olup olmamış olduğunun düşünülmesinde yarar vardır. Kalın sağlıcakla.

25.03.2004

HRİSTİYANLIK PROPOGANDASI VE MİSYONER FAALİYETLERİ Yrd. Doç. Dr. Osman CİLACI(Diyanet işl. Bşk.lığı Yay.)

1. Din, (........) ferdi ve içtimai bir vakıadır.(1)

2. İnsandaki ahlaki faziletin en büyük desteği dindir. Vazifeye bağlılık, adalet, doğruluk, hürmet, yardımlaşma gibi ahlaki kaideler dinden kuvvet alarak gelişir.(2)

Page 180: Akademik kaynaklar dizini

3. Din, birleştirici ve toplayıcı vasfı ile fertlerin ve toplumların hayatında disiplin önemli bir rol oynar.(2)

4. Haçlı savaşlarının asıl gayesi sömürgeciliktir. Batılılar bu gayelerine ulaşabilmek için o memleketlerin kuvvetli noktalarını tespit ederek zayıflatmak, zayıf noktalarını da öğrenerek faydalanmak yoluna gitmişlerdir. (20)

AMERİKANIN VERGİ ÖDEDİĞİ TEK DEVLET

Aşağıda tarih, Türk denizciliği ve Osmanlı tarihi açısından çok ilginç bir belge: A.B.D. bandıralı ticaret gemileri, Akdeniz de 1773 den itibaren seyretmeye başlamışlardı. Fakat bilhassa Akdeniz tamamıyla Osmanlı Denizcileri nin kontrolünde idi. Bu görevi, Cezayir Beylerbeyimize bağlı filolar sürdürüyordu. İste bu yüzden A.B.D. gemileri de, Cezayirli görevlilerle anlasmak mecburiyetinde idiler. Yeni kurulan A.B.D. harp gemileri ise, kendi teknelerini gemilerini korumaktan uzaktılar. Durumu gözden geçiren, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, Cezayir Beylerbeyimize müracaata karar verdi. Yapılan müzakereler sonunda, anlaşmaya varildi ve 05 Eylül 1775 tarihinde bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Amerika Birleşik Devletleri, her yıl Cezayir Beylerbeyi mize 642.000 Altın Dolar ve 12.000 Osmanlı Altını vergi ödemeyi kabul ve taahhüt etti. Bu vergi anlaşması A.B.D. tarihinde, İngilizce dışında yabancı dille(Osmanlı Türkçesi) imzalanan tek anlaşmadır. Ayrıca bu anlaşma Amerika nın, tarihleri boyunca başka bir devlete vergi ödemeyi taahhüt ettikleri tek antlaşmadır. Anlaşma 35 sene sonra 1810 da İngiliz gemilerinindi devreye girmesiyle kendiliğinden fesholmuş. Anlaşma fermanları karşılıklı olarak halen İstanbul’daki Deniz Müzesinde ve Washington müzesinde bulunuyor. Anlaşmada ABD yi temsilen Başkan, Osmanlı’yı temsilen Padişah ve hatta sadrazam bile değil, şimdiki Vali statüsünde olan Beylerbeyinin imzası bulunuyor. Bu tarihi vesikayı, devletleri adına imza eden görevliler : George Washington (A.B.D. Başkanı) ve Hasan Paşa (Cezayir Beylerbeyi) Nereden nereye deyip iç geçirenler için işte bir örnek daha. Emekli Askeri Hakim F. Özcan Tokuş

KENDİ BELGELERİYLE ANADOLU’DAKİ AMERİKA19. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAKİ

AMERİKAN MİSYONER OKULLARIDr. Uygur Kocabaşoğlu,

(1981’de ABD misyoner teşkilatı arşivine giren ilk Türk araştırmacı)Arba Yay. 2.Baskı İst.-1991-

1. Amerikan çıkarları adını verdikleri sepetin içine, askeri, siyasi, kültürel, ticari, endüstriyel ve insancıl her türlü ilişkiyi koyuyorlar. Bu boyutlarıyla Amerikan varlığının oluşmasına, gelişmesine, ve

Page 181: Akademik kaynaklar dizini

değişmesine, yani gelişen koşullara uyum göstermesine araçsal olarak imkan sağlayan örneğin misyoner faaliyetleri, donanma, okullar, barış gönüllüleri v.b. gibi mekanizmalar fonksiyonellikleri ölçüsünde değer ve önem kazanıyorlar. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, genel olarak Amerikan misyoner okullarını, ülkedeki Amerikan varlığının oluşmasına ve gelişmesine katkıları açısından ve XIX. Yüzyılla sınırlı olarak incelenmektedir.(12-dipnot)

2. Amerikan donanması 1801 yılında Cebelitarık’tan geçerek Akdeniz’e girdi.

Donanma işin “yüzü sert ve soğuk” yanıydı. Bir de “yüzü sıcak”, sempatik, insancıl bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. (13)

3. XIX. Yüzyıl ve XX. Yüzyılın ilk çeyreği misyonerliğin altın çağıdır. Zira, bu çağ aynı zamanda kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü çağdır. Bu dönüşümde araçsal görev üstlenen mekanizmalardan birisi de misyoner dizgesidir. (15)

4. Misyonerliğin özü dindir. Başlıca araçları ise, okul, matbaa, kitap, hastane v.b. modern kurumlardır.

5. Protestan misyoner örgütlerinin dünyayı aralarında paylaşmalarında Osmanlı İmparatorluğu esas itibariyle ABD’nin payına düşmüştür. (17)

6. Misyonerler, ülkelerinin dış politika manevralarında doğrudan ve etkin bir şekilde rol almışlardır....

7. Misyonerler bağlı oldukları devletlerin diplomatik koruması altında faaliyet göstermişlerdir.

8. Misyoner faaliyeti, kendi iddiasının aksine, yalnızca dinsel bir olgu değildir. Dinsel boyutları aşan, ekonomik-sosyal-kültürel boyutları olan bir tür “nüfuz etme”aracıdır. (24)

9. ABCFM ( American Board of Commissioners for Foreign Missions)’in faaliyetlerini özetleyen 1880 tarihli Bartlett raporunun ilk cümlesi şöyledir: “ Misyoner faaliyetleri açısından Türkiye, Asya’nın anahtarıdır.” Amerikalı misyonerler işte bu anahtarı 15 Ocak 1820 tarihinde kilide soktular. Zira bu kilidi açmak üzere anahtarı çevirmekle görevli ABCFM misyonerleri Pliny Fisk ve Levi Parsons bu tarihte Osmanlı mülküne ayak basmışlardır. (29)

10. Misyoner William Goodell, 1829 yılında Boston’daki meslektaşlarına yazdığı mektupta: “ Bana öyle geliyor ki, bir misyoner ilk üç yıl başka bir şey yapmadan halkın arasına karışsa ve onların gerçekte ne denli zayıf, cahil, aptal ve önyargılı olduğunu öğrense, bu kendisi için (.........) büyük bir kazanım olur...” demiştir.(30)

Page 182: Akademik kaynaklar dizini

11. Bütün misyonerlerden sistemli bir biçimde beklenen bilgiler şunlardır:

- Dinsel açıdan halkın durumu nedir?

- Din adamlarının durumu nedir?

- Sayıları-eğitim düzeyleri-bilgi-ahlak düzeyleri nedir?

- Ülkede eğitim ve öğretime ilişkin durum nedir?

- Halkın moral durumu nasıldır?(30-31)

- (Alt başlıkların)

(sh. 30-31-32-33 fotokopisi alınmıştır)

12. 1.12.1833 tarihli talimat mektubunda:” Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Her ne kadar mücadele manevi alanda kafanın kafayla, kalbin kalple mücadele ise de sizin silahınız tanrının inayetiyle güçlendirilmiş manevi bir silahsa da Napolyon’un askeri girişimlerindeki kadar araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaad edilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır...” (33)

13. 1835 yılında William C. Jackson, John F. Lannean, James L. Thompson’ a verilen talimatta da: Bölgenin dini coğrafyası, halkın gerçek halet-i ruhiyesi, bireylerin ve grupların entellektüel ve ahlaki durumları, bireyleri ve grupları iyi ya da kötü davranmaya iten gerçek saikler (insanların sosyal ilişkileri, onları bir arada tutan bağların-komşuluk, ticari, dinsel, yönetsel bağlar- niteliği, halkın coğrafi durumu, kişilik ve davranışlarını etkileyen fiziki nedenler, bütün bunların bizim operasyonlarımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağının araştırılması ve ayrıntılı olarak bildirilmesi isteniyordu. (33)

14. Amerikalı misyonerler yalnızca bu bilgileri toplamakla kalmıyorlar, gittikleri yerlerin coğrafi, topoğrafik, jeolojik, meteorolojik özelliklerini de düzenli raporlar halinde Boston’a bildiriyorlardı. (34)

15. Aslında, 1820 yılı başlarında Fisk ve Parsons’un İzmir’e ayak bastıkları andan itibaren BOARD’ın başlıca uğraşısı, imparatorluğun azınlık gruplarını tanımak olmuştur. Çeşitli tarihlerde bölgeye gönderilen misyonerleri görevleri tamamlanırken, “Rumlara”, “Ermenilere”, “Musevilere”, “Bulgarlara” gönderilen misyoner deyiminin kullanıldığı görülmektedir. (37)

16. Beyrut’u tahliye eden(zorunlu sebeplerle) misyonerler, Malta’da bir yandan matbaa işleri ile uğraşırken, bir yandan da dil öğreniyor ve büyük çıkarma gününü (Beyrut’u, İzmir, İstanbul, G. Antep, D. Bakır, Trabzon’u “işgal etme” yi sabırsızlıkla bekliyorlardı. (37)

Page 183: Akademik kaynaklar dizini

17. Rufus Andersson’un tetkik gezisiyle ilgili 24.11.1828 tarihli yetki mektubunda. “Çok ciddi ve sorumluluk isteyen bir hizmeti yerine getirmeye davet edildiğinizin ve bu işin gerçekleştirilmesiyle yalnızca bugünkü nesiller için değil, fakat henüz çok uzaktaki günler için de hayati önemi olacak sonuçların ortaya çıkabileceğinin bilincinde olmalısınız...” denilmiştir. (37)

18. ABCFM’e göre misyoner “ İncil’i Şerif ’in hizmetkarlığına atanmış kişidir” . misyoner İsa(AS) ‘ a karşı olan kişisel sorumluluğunun yönetiminde yola çıkar. Kilise, okul, hastane, v.s. bu kutsal misyonunda kendisine yalnızca yardımcıdır. Misyonerlik tamamıyla gönüllülük esasına dayalıdır. (39)

19. Misyonerlerin eğitim düzeyleri: (Örnekler)

- William Goodel : Latince-Grekçe-Türkçe-Ermenice-Rumca-Arapça bilir.

- William G. Schauffler : İngilizce-Almanca-Fransızca-Rusça-İtalyanca-Latince-Grekçe-Türkçe-Arapça-Farsça-Süryanice-Keldanice bilir.

- Elias Rigss :( Bilfiil 69 yıl misyonerlik yapmıştır.) Grekçe-İbranice-Keldanice-Süryanice-Arapça-Ermenice-Bulgarca-Türkçe bilir. 20 yaşında Keldoni Grameri üzerine bir kitap yayımlamış, İstanbul’da 1901 yılında ölmüştür. (42/43)

20. Tom Amca’nın Kulubesi misyoner William Thompson tarafından yazılmıştır. (44)

21. Misyonerlik faaliyetlerinin temel taşı Malta’da 1822 yılında işler duruma getirilen matbaadır. (46)

22. Türk-Amerikan ilişkilerinin resmen başlaması 1830 Mayısına rastlar. Bir yıl sonrada İstanbul’daki ABD diplomatik temsilciliğinin faaliyete geçmesi, misyoner faaliyetlerinin tümüne olduğu gibi, matbaaya da “legale çıkma” imkanı vermiştir. İlk etapta matbaa Malta’dan İzmir’e taşınmıştır. (47) 1853 yılına kadar İzmir’de daha sonra da İstanbul’da faaliyetini sürdürmüştür. (48)

23. Misyonerlik faaliyetlerinin temel araçlarının ikincisi süreli yayınlar ve kitaplıklardır. Bir ucu Boston’daki hayırseverler diğer ucu Anadolu’daki yerli Hristiyan unsurlar olmak üzere merkez odağında misyonerlerin bulunduğu bir iletişim ağının önemli araçlarından birisidir. Süreli yayınlar...(Gençliğin dostu-Yararlı bilgiler gibi dergiler...) (48)

24. Misyon sahası - faaliyet türleri (Dil alışmaları, kitap, öğretim, halkla temas v.s.), örgütsel birimler-istasyonlar-uç istasyonlar.........(51)

Page 184: Akademik kaynaklar dizini

(Hedefler-straetji ve taktikler-faaliyet programının belirlenmesi) (bütçe-bir önceki yıl faaliyetlerinin değerlendirilmesi) (52)

25. BOARD’ın en üst yönetiminden, uç istasyona kadar dikey-yatay haberleşme...(54)

26. Konferans adı altında, yerli hristiyan unsurların da az ya da çok söz hakkı tanıyan koordinasyon toplantıları ve ortak komiteler oluşturulması...(55)

27. Küçük Asya(Anadolu) insanına nüfuz edebilmenin en geçerli yolu okul olacaktı. (59)

28. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk misyoner okulu 1824 yılında Beyrut’ta açıldı. (59)

29. Misyoner Goodel, her ne kadar, Ermeniler arasında çalışmak üzere İstanbul’a gönderilmiş idiyse de, yangından sonra taşındığı Büyükdere’de Rumlar’ın ortasına düştü ve eğitim konusunda yaptığı ilk iş Rumlar için “Lancester tipi” dört okul örgütlemek oldu. Yaklaşık 1 yıl içinde otuz kadar Lancester tipi okul devreye sokuldu. (59)

- Misyonerlerin Osmanlı imparatorluğu’ndaki yerleşme dönemi 1840-1870 arasıdır. Tanzimat Fermanı bu yönde bir dönüm noktası teşkil eder. (71) (Bu tarihler arasında ABD ekonomik krizi sonucu mali destekten yoksun kalan Amerikalı misyonerlere İngiliz Kilisesi el uzatmıştır.) (73)

30. Goodel bununla da kalmamış, Aziz Bey adlı bir Osmanlı memurunun gözetiminde Osmanlı eratına okuma-yazma öğretecek bu tip bir okul örgütlenmesi girişiminde bile bulunmuştu. (60)

31. Osmanlı İmp.ındaki küçücük Protestan cemaatin1850 yılında “millet” statüsüne kavuşması için İngiliz büyükelçisi Sir Stratford Canning’in cansiperane çabalarının arkasında görünmez adam misyoner William Goodel’ dir. 1856 Islahat Fermanının Osmanlı yönetimine empoze edilmesinde İngiliz Büyükelçisi ile Amerikan misyonerleri gıpta edilecek bir işbirliği ile yapmışlardır. (72)

32. İngiliz diplomatlarla-Amerikalı misyonerler görüş birliğinde oldukları bir başka ortak nokta “Türkler(müslümanlar) egemen konumdan çıkarılmadıkça, Hristiyan azınlıklar özgürleşmedikçe, Osmanlı İmparatorluğu için kurtuluş umudu olmadığı inancıydı. Bu nedenle İng. Büyükelçisi Canning, imparatorlukta Müslüman olmayanların durumunu iyileştirmeye yönelik her türlü çabaya (Tanzimat’ın ilanı, yeniçeri ocağının lağvı, işkencenin ilgası, dönmelerin eski dinine dönmelerine izin verilmesi, Kudüs’te ilk Protestan kilisesinin açılması, 1856 Islahat Fermanının çıkarılması vb.) destek oluyordu.(74)

33. Önde gelen ABD’li misyonerlerden birisi olan Tillman C. Trowbridge, Anadolu’da yaptığı bir gezinin notlarında, tipik misyoner

Page 185: Akademik kaynaklar dizini

görünüşünü net bir şekilde dile getiriyordu. “Ermenistan’da bir turdan notlar” adını taşıyan 1858 yılında kaleme alınan 200 sayfalık bu metnin özeti şuydu: “Türklerin gerek insan olarak kendileri, gerekse toplumsal kurumları ilkeldir. Bunun bir nedeni ırksal ise, bir nedeni de dinseldir.(İslam) Türkler Hristiyanlaştırılmadıkça ve tüm kurumları batılılaştırılmadıkça kurtuluş yoktur. Kurtuluşun yolu ise Osmanlı’daki Hristiyan halkları bir bir protestanlaştırmak ve özgürleştirmektir.” Bu saptamanın önemi şuradadır ki, en azından Amerikalı misyonerler açısından izlenecek politikaların bel kemiğini işte bu kabul oluşturuyordu. (74)

- Olayların zorlaması

34. Hedef düzeltme-eğitimde yeni stratejiler yeni oluşumlar...

35. 1870’li yıllarla birlikte, gerek imparatorluğun yaşamında, gerekse Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerinde yeni bir dönem başlıyordu. Bu dönemin en belirgin özelliği, denklemdeki pek çok unsurun değişmesiydi. Bir kere batının Osmanlı Devleti’ne karşı tutumu değişmişti. Her şeye rağmen yaşatılması gereken “hasta adam” gitmiş, yerine paylaşılacak mirası öne çıkmış “ölümcül hasta adam” gelmişti,imparatorluk dağılacaktı. Bu kaçınılmaz görünüyordu. Batı kendi çıkarlarını imparatorluk bünyesindeki ulusal azınlıklar kanalıyla koruma yol ve yöntemleri geliştirme peşindeydi. O yıllarda Avrupa Başkentlerinde dillerden düşmeyen “Osmanlı İmparatorluğu’nda reform” yaygarasının dış yüzü buydu. (119)

36. Misyoner Trowbridge 1872 yılında kaleme aldığı bir raporda: “ Osmanlı İmparatorluğu’nun korunması, uzun süredir, Avrupa’daki genel barış için zorunlu sayılmıştır. İmparatorluğun dağılmasını önlemek için büyük fedakarlıklara katlanılmıştır. Bununla birlikte, tamamen kokuşmuş bir yönetimi veya halkı uzun süre muhafaza etmek imkansızdır. Dolayısıyla Türk İmparatorluğu’nun ahlaki reformasyonunun gerçekleştirilmesi mümkün görülmemektedir. Ülkenin sözde Hristiyan toplumlarında bunun için bir temel vardır. Türkiye’nin tüm nüfusunun yaklaşık yarısı Rum, Ermeni, ve Bulgarlar’dan oluşmaktadır. Amerikalılar ve diğer misyonerler bu toplumlar içinde uzun süredir çalışmaktadırlar ve özellikle Ermeniler arasında başarılı olmuşlardır. Yukarıda belirtilen doğrultuda operasyonlarını genişletmeyi önermektedirler ve bunu yaparken de Amerika’dakiler kadar İngiltere’deki dostların işbirliğine güvenmektedirler.” (120)

37. Misyoner faaliyetlerinde yeni açılan cephe: “Avrupa Türkiye’si misyonu” , amacı: Bulgarların “ortodoks hiyerarşisinin ve Türk despotizminin” pençesinden kurtarmak...(122) (1850’li yıllardan itibaren...)

Page 186: Akademik kaynaklar dizini

38. Bulgaristan’ın kurtarılması davasının bayrağını ilk açan misyoner Robert Koleji’nin kurucusu Cyrus Hamlin olduysa, sonuç alınmasına en çok emeği geçen misyoner de Cyrus’un damadı ve kolejin ünlü müdürü George Washburn oldu. (125)

39. Amerikan misyonerleri 1881 yılına kadar Malta-İzmir-İstanbul matbaalarında toplam 725 adet kitap-broşür-risale yayınlamışlardır. Bunların esas itibarıyla dinsel ajitasyon ve propaganda yapmaya yönelik yayınlardır. (147)

40. Emperyalist bir güç olarak, dünya sahnesine biraz gecikmeli çıkan ABD Asya, Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu gibi dünyanın değişik bölgelerine nüfuz ederken, misyoner dizgesinden etkin bir şekilde yararlanmıştır. (219-220)

41. Misyoner dizgesinin, Amerikan emperyalist yayılmasına en büyük katkısı “tanıma” ve ”tanıtma” konusunda olmuştur. Tanımak için Anadolu’da XIX. Yüzyıl koşullarında, halkın arasında yirmi beş, otuz, kırk hata elli yıl yaşamak; yörede konuşulan iki, üç bazen dört dili su gibi bilmek, Anadolu yaylarında at üstünde100.000 km.den fazla yol kat etmeği bir ömre sığdırabilmek gerekliydi. Osmanlı aydınının Anadolu’yu hayretler içinde tanımayı başlayışının ancak XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde olduğu hatırlanırsa, Amerikalı misyonerlerin Anadolu’yu iyi tanıdığı söylenebilir. İyi tanıdığı için de, her ulustan, her kesimden halkın değerlerini, tutumlarını, özlemlerini, ön yargılarını ve beklentilerini muhtemelen, Osmanlı yöneticisinden çok daha iyi biliyorlardı...(220)

42. I. Cihan Harbi’ni izleyen yıllarda Amerikan mandasına talip olan bir grup insanın bu değerlendirmesinde hiç kuşkusuz Amerikan okullarının rolü ve payı vardı. (222)

AMERİKAN FUNDAMENTALİZMİNİN TARİHİ YAPISI VE İSLAM GERÇEĞİ

YRD. DOÇ. DR. Osman ŞEKERCİ, Sinan Yayınevi

1. Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin en büyük sorunlarından bir de “kavram kargaşası”dır.(4)

2. Gelişmiş ülkelerin; ileri teknoloji, yeni pazarlar bulma, üretme ve satma konuları gündemin birinci maddesini oluştururken, gelişmekte olan ülkelerin yarasız tartışmalara zaman ayırmaları büyük bir talihsizliktir. Tamamen ABD’nin dini yönden bir iç sorun olan “FUNDAMENTALİZM”in İslam ülkelerinin bir sorunu haline getirilmesi ve tarihi yapısı tetkik edilmeden “Kalkınma ve gelişmeye” adeta engel bir “hareket” olarak sunulması stratejik bir manevradır. Günümüz İslam araştırmacıları ve düşünürleri bu stratejilerin amaçlarını anlamış durumdadır. (4) (Yayınevi)

Page 187: Akademik kaynaklar dizini

3. 19. Asırdan günümüze kadar düşünce ve siyaset dünyamızda yer almış bulunan aydınlar, ideologlar, strateji uzmanları belli dönemlerde öyle slogan ve düşünce çatışmalarıyla zaman geçirdiler ki, çoğu bu kavganın tarihi boyutunu ve bu çatışma malzemesini ileri sürmüş bulunan kaynağın amacını anlayarak ona göre tavır koymayı düşünmemiştir. (7)

- (sınırların ihtilafı besleyecek bir şekilde çizilmesi)

(dini-etnik ve kültürel yapıları birbiriyle sürekli çatışma halinde tutacak ve birlik-beraberliği bozacak mekanizmalar oluşturulması...)

4. FUNDAMENTALİZM: İngilizcesi, fundamental, temel, vazgeçilmez ilke anlamına gelir. Bu kelime Hristiyan Amerika’da dini bir akımın adıdır.

Özellikle Hristiyanlık tarihinde önemli bir yere sahip ve zaman içinde çeşitli evreler geçinmiş bulunan “Binyılcılar” düşünce ve eylemlerin gelişmesiyle Protestanlar arasında iki kampa ayrıldı: Köktenciler(Fundamentalistler) ve Modernistler...(8-9)

5. ...Modern yaşamın beraberinde getirdiği yozlaşmalar...(13)

6. Düşünce kargaşası...

7. Gerek Hıristiyanlıktaki iç çekişmelerde, gerekse kilise önderliğindeki haçlı hareketleri, Asya, Afrika, ve Latin Amerika’da bizzat kilisenin politik güçlerle sergilediği durum, Hıristiyanlığı bir barış dini olmaktan uzaklaştırmış askeri saldırıların teşvikçisi durumuna getirmiştir. Askeri istiladan önce yabancı bir ülkeye çeşitli unvanlarla gitmiş Hıristiyan misyoner, bir zaman sonra kendi ülke askerlerinin orayı istila etmesi için hükümetlerini ikna etmiştir.

Fundamentalistler, Hıristiyan ülkeler dışında bulunan kiliselerin ve Hıristiyanların korunması, komünizmin yayılmaması, Hıristiyanlık dışında kalan ülkelerin ittifaklar kurmamaları için askeri harcamaları fazlasıyla destekliyorlar... (22)

8. Bir toplumun ekonomik, politik ve sosyal şartlarından doğmuş bir faaliyeti, başa bir toplumda aramak sosyolojik verilerle bağdaşmaz. (27)

9. Asya ve Afrika’nın büyük bir kısmının Fransa ve İngiltere tarafından sömürgeleştirilmesi ve sömürgeleştirilen halkların siyasi hakimiyet altına alınması ev ekonomik açıdan sömürülmesinin sonuçları, ırkçı ve emperyalist bir ideolojinin terimleriyle makul hale getirilip haklılaştırıldı. (29)

Page 188: Akademik kaynaklar dizini

10. Batılılar : “ İslam’ın çöl fanatizminin, tiksindirici bir cinselliğin, hurafelerin ve kötü bir kaderciliğin berbat bir karışımı olduğu, müntesiplerini insanlığın daha yüksek sosyal biçimlerine yönelik faaliyetlere katılmaktan alıkoyduğu, insan ruhunu cahilliğin propagandalarından kurtarmak yerine daha sıkı bir şekilde bağladığı”nı ileri sürerek: “Hıristiyanların geçmişten miras kalan veya önyargı ve iftiralarla tahrif edilmiş olan İslam hakkındaki çağdışı imajını....(31)

11. 19. Yüzyılda çok sayıda Müslüman ülke, batılı sömürgeci güçler tarafından sömürge haline getirildi. Fransa, Fas, Tunus ve Cezayir zapt edilirken, Hollanda, Endonezya ele geçirildi. Orta Asya Türk Devletleri, Rusya tarafından istila edildi. Mısır, İngiltere tarafından gasp edilirken İtalya, Libya’yı topraklarına kattı. sömürge topraklarının yönetimi, sömürülen milletlerin kültürlerine dair güvenilir bilgilerin bulunmasını zorunlu kıldığından dolayı, oryantalizm işte bu bağlamda ortaya çıkarak, batılı sömürgeci güçlere bir uşak gibi hizmet etti. (32)

12. Harvard Üniversitesi Ortadoğu araştırmaları bölümünde Prof. Nadav Safran ve Prof. Samuel Huntington tarafından düzenlenen bir konferansın kapanış konuşmasında, Safran, CIA adına “İslam Kökten dinciliği” konusu üzerinde bir konferans organize etmek için 45.000 ABD doları olduğunu açıklamıştır. (Bu kavramı, Ortadoğu’da moda etmek için) (34)

13. ABD’deki Ortadoğu araştırmaları merkezlerinin iş çevreleri, petrol şirketleri, Hıristiyan misyonerleri, istihbarat servisleri ve Siyonist lobilerle sıkı işbirliği içinde oldukları bağımsız gözlemcilerce de açıkça ifade edilmektedir. Klasik oryantalist tavır, İslam topraklarında Amerikalı ve Avrupalı bilim adamlarının gözetiminde yapılan alan araştırmaları ve sosyal bilim çalışmalarında ciddi bir şekilde sürmektedir. Elitler, siyasi istikrar, modernizm ve gelenekçilik ikilemi v.b. İslama karşı kin ve nefret dolu olup, İslam’ı gayr-ı beşeri, gayr-i bilimsel, gelişmeye-kalkınmaya engel, kapalı, gelenekçi bir toplumun ilk örneği olarak gören Von Grunebaum ve Bernard Lewis gibi oryantalistlerin fikirleri, Ortadoğu ve İslam dünyasının diğer bölgelerinde çalışan ve uzmanlaşan sosyal bilimcilerin ve alan mütehassıslarının üzerindeki büyük tesirleri hala devam etmektedir. (35)

14. Amerikan sistemi, Hıristiyani fikirlerin siyasi bir ifadesidir. Rust WALTON (39)

15. “Sivil hükümetimiz, Allah’ın iradesiyle teşekkül etmiştir ve Amerika’da Hıristiyanlık prensipleri üzerine kurulmuştur. (39)

Page 189: Akademik kaynaklar dizini

16. Barış, insan ahlakları ve demokrasi havariliğini bırakmayan batı ve Amerika “halkın yönetimini belirleme” de söz sahibi olması için mücadele veren ülkeleri, sanıldığı kadar iyi görmüyor, daha çok despot yönetimlerle iş bitirmeyi tercih ediyor. Gerektiği zaman insan hakları kartını oynuyor...(41)

17. ABD kongresi kütüphanesine bağlı olarak çalışan araştırma bürosu, kongre üyelerini çeşitli konularda bilgilendirmek üzere raporlar hazırlıyor. Bunlardan biri de 15.3.1995 tarihli “Ortadoğu ülkelerinde İslamcı akımlar” başlığını taşıyan rapordur. ABD’nin İslamcı akımlara karşı izleyeceği politika seçenekleri sıralaması açısından çok ilginç konuları içermektedir:

- Tunus’ta olduğu gibi İslamcı akımları bastıran hükümetlere destek vermek.

- İslamcı akımlara karşı çıkan laik grup ve akımlara destek vermek...

- Dost hükümetlerle işbirliği yapan İslamcı grupları desteklemek...

- Bölgedeki Amerikan askeri varlığını artırmak ve böylece dost hükümetlerin devrilmesini önlemek için gerektiğinde güç kullanmaya hazır olduğunu göstermek...

- Batıya karşı düşmanca tutum izleyen İslamcı yönetimlere karşı ekonomik ve diplomatik ambargo uygulayarak bunları tecrit etmek...

- Kimlik krizinin sebep olduğu buhranlardan kurtarıcı rolünde yeni fikir akımlarını yaymak suretiyle, İslam’ın alternatif olmasını önlemek... (s.42-43)

18. Kimlik krizi “kendine yabancılaşma”an doğar. (44)

19. Ülke yöneticileri halktan uzak kalarak ve onlardan yabancı bir yaşam biçimini tercih ederek halkla kendi aralarında bir duvar örmüşlerdir. Bu yabancılaşmayı savunan yazarlar(medya) bu farklı kitleyi memnun etmişlerdir. Durmadan yeni kavramlar, yeni sloganlar seslendirmiştirler. Sözlerinde halkı savunmuşlar, yaşam tarzlarında yabancılaşmayı benimsemişlerdir. (44)

20. Bugün İslam dünyasında, birçok dini davranış “fundamentalist” olarak nitelendirilmektedir. (45)

21. Dünya o kadar şartlandırılmıştır ki, İslam adeta terörizmle eş anlamlı hale getirilmiştir. (45)

Page 190: Akademik kaynaklar dizini

22. Bugün, İslam’ın bireyin yaşantısına aksederek bir tavır veya kimlik şeklini alan her belirtisine “fundamentalizm” in göstergesi gözü ile bakılmaktadır. Böylece Müslümanlar, bütün İslami inanç ve değerelrden uzaklaşmadıkça, fundamentalist ithamından kurtulamayacaktır...(47)

23. 16. Asırdan beri İslam üzerinde çalışmaya yöneltilmiş resmi ve gayr-i resmi kurumlar hep İslam’da, Hıristiyanlıkta gördükleri çelişmeleri bulmaya çalışmışlardır. Bir bakıma Roma yaşam ve düşüncesinin dinselleşmiş şekli olan Hz. İsa’dan(AS) sonraki Hıristiyanlıkta görülen zıtlıklar ve farklılıkları İslam’da görmek için çok çaba göstermiş müsteşriklerin yardımına siyasi teorisyenler ve strateji uzmanları (destek vermişler), bunlar İslam toplumunda yapay gruplaşmalar meydana getirmek, bunları bir temele oturtmak ve her grubu bir diğer grubun karşısına hasım olarak çıkartmaya bir bakıma muvaffak olmuşlardır. İslam toplumlarında meydana getirilmiş bulunan bu yapay grup anlayışını (siyasi partiler de dahil), İslam toplumlarında siyasi iktidarı elinde bulunduran kesimler bu teorilerle eğitildiklerinden, salt bir yaşam düsturu ve politikalarının şaşmaz ölçüsü haline getirmişlerdir. Batılı teorisyenlerin bu farklılığı körüklemek için yaptıkları diğer bir faaliyet, her on yılda, yeni bir kavramı İslam toplumlarında kendilerine yakın olanlara benimsetmek ve süreli yönetenle-yönetilenler arasında rahatsızlığı sürdürmektedir. (40-51)

24. İslam ülkeleri kendi sorunlarını çözmeye çalışıyor. Sanayi toplumu olmak istiyor. Kendi kaynaklarına egemen olmak istiyor. Başka merkezlerden idare edilmek istemiyor. İki yüz yıldır süregelmekte olan kültürel ve ekonomik sömürüden kurtulmak istiyor. Bundan daha doğal ne olabilir? (52)

25. Bir kısım batılı ülkeler ve onların yeryüzündeki koruyucuları ABD, İslam ülkelerine hayat hakkı vermek istemiyor. Rusya bu konuda onunla paralel bir politika izliyor. Müşterek yağmalıyorlar. Yağmaya başkaldıranlara her sıfatı veriyorlar. Onlar verebilir. Çıkarlarını din haline getirmiş bu ülkelerin amaçları ortada iken ve onlar bu çıkarlarına engel tek kurumu “İslam” görürken, İslam’a saldırıda İslam toplumundaki politikacılar, entelektüeller neden bu saldırıda onlarla ittifak ediyorlar? Batılılaşma, çağdaşlaşma İslam’a saldırıdan geçiyorsa, bunu zaten batılılar 16. Yüzyıldan beri yapıyorlar. Artık gerçeği görme zamanı geldi. Batı, İslam’ı kendi çıkarlarına karşı koyan kitlelerin ortak imam olduğu için ona yaşama hakkı vermek istemiyor. Türk İstiklal Savaşı’nın başarısında, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların Ortadoğu ve Afrika İslam ülkelerinden atılmalarında, Rusya’daki Türk toplumlarının Rusya’ya karşı kendi kimliklerini korumalarında, Batı

Page 191: Akademik kaynaklar dizini

Trakya’da Türk varlığının yaşamaya devam etmesinde, Kıbrıs’ın bir bakım bağımsız bir Türk Cumhuriyeti olmasında, Makedonya, Bosna-Hersek, Sancak, Arnavutluk ve başka bir çok ülkelerde ve ufalıp yutulmamış her toplumun yaşam savaşında İslam var... Bu toplumlara yaşama heyecanı veren dinamizme, yani İslam’a karşı çıkarlarını tam oturtamamış toplumların saldırıda bulunmalarına ve her dönemde İslam varlığına yeni bir yafta vurmalarına şaşmamak gerekir. Şaşılacak şey, onların iddialarını gerçek sayıp, İslam değerlerine düşmanlarından daha fazla eleştiride bulunan kimselerin olmasıdır. Batı biliyor ki; kendisini birliğe(AB) götüren en büyük güç Hıristiyanlıktır. Kapalı ve açık bir savaş sürdüğü, parçalayıp birbirine düşman kardeşler haline getirdiği İslam toplumun gelecekte birliğini sağlayacak tek etkin faktör İslam’dır. Bu bakımdan batı, İslam toplumunun bu şahdamarını etkisiz ve sevimsiz hale getirmek için her türlü senaryoyu hazırlayacaktır. Fundamentalizm senaryosu bu filmin bir parçasıdır. (52-53)

26. Türkiye bugün Bermuda şeytan üçgeni içindedir. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu...

27. Bütün bir Rusya demokratik olamaz. Demokratik bir Rusya bütün kalamaz. (Bu kabul Türkiye’de uygulanmaktadır)

Ceviz Kabuğu (Hulki Cevizoğlu)24.11.2001 ATV

Ergun PoyrazKitap (Misyonerlik arasında 6 ay)

Prof. Dr. Zekeriya BeyazTurgay Üçok (Türk Dünyası Hıristiyanlık Ruhami Başkanı)

(Orta okulda iken Nurav İniş)İhsan Yinal ÖZBEK (Ankara kurtuluş kilisesi papazı)

1- Misyonu: misyon üstlenen - özelde Hıristiyanlığı yayan kişi- zamanla- misyon- siyasi sosyol- istihbarat alanlarında misyonlar üstlenen kişilir….) Misyonerlik - din görevlisi - hasta bakıcı - Dr- barış gönüllüsü casus kimlikleri ile karşımıza çıkar….(Z.Beyaz) (misyonerlik kavramlarına ekle

2- Müjde yayıncılık (misyoner kitapları)

3- Hukuk dili - Din dili - Tıp dili - v.s….

4- Misyonerlerin faaliyetleri, bir insan Hıristiyanlığa çekmekten ibaret değil……. İnsanların kendi ait oldukları din ve kültür ile olan

Page 192: Akademik kaynaklar dizini

bağlarının zedeleyip - manevi bir dengesizliğe sebebiyet vermek amacı… (E.Noyan)

5- Osmanlıyı parçalayan Bulgar- Yunan - v.s. hareketlerinin liderleri misyoner okullarından yetişmişlerdir.

AMERİKAN YÜZYILININ SONUMustafa ÖZEL, İz Yayıncılık İst.1993

1. Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir şeyin kurtuluş olmayacağını idrak etmedikçe, ne ABD ne de dünyanın bütün diğer ülkeleri dünya sistemimizin yapısal krizini aşamayacaklardır. (10)

2. Kendimize ait bir düşünce dili geliştirmek.....

3. Aydınlanmayı kurumlaştırma...

4. Toplumun değişmekte olan şartlara uyarlanma(intibak) yeteneği...

5. Dünyanın üç büyük iktisadi güç odağı – Amerika, B. Avrupa ve Japonya yeni bir rekabet evresine giriyorlar ve bu yeni rekabetin tabiatı geleceğin hegomonik gücünü büyük ölçüde belirleyecektir. (23)

6. İbn-i Haldun asırlarca önce şöyle diyordu. “Bir devletin gücü, temelindeki tesanüde (dayanışmaya) bağlıdır.(24)

7. Medyanın hipnotize ettiği...

8. Amerikan hegomonyası iktisadi alanda olduğu gibi kültürel alanda da inkıraz yolunda; ama hala etkili, hala sürükleyici. Özellikle bizim gibi kendi kafasıyla düşünmeyen, kendi ayakları üzerinde durmayan toplumlar üzerinde büyüsünü devam ettiriyor hala. Medeniyetin sadece maddi cephesini hesaba katanlar, o maddiliğin bile muayyen bir maneviyata dayandığını ve maneviyatta bozulmanın er geç maddi bozulmayla sonuçlandığını görmemektedirler... bireyciliği putlaştıran ABD, cemaatçi unsurları büsbütün yok etmeyen rakipleri karşısında tutunamayacaktır. Gündemde olan “tarihin sonu değil, Amerikan yüzyılının sonudur.” (26)

9. Japonya ulusal mühendislik akademisi şu sonucu açıklıyordu: Japonya, yeni geliştirilen 34 kritik teknolojinin 25'’nde ABD'’i geride bırakmıştır...(31)

10. İktisaden üstün konuma geçen uluslar bu üstünlüğü tedricen siyasi alana taşırlar...(31)

11. Gelecek yüzyılın siyaset ve iktidarını yeni baştan düzenleyecek olan bir dönüşüm yaşıyoruz. Bundan böyle hiçbir

Page 193: Akademik kaynaklar dizini

ulusal ürün veya teknoloji, hiçbir ulusal şirket, hiçbir ulusal sanayi olmayacaktır. Ulusal ekonomiler, en azından bu kavramı anlayageldiğimiz haliyle olmayacaktır artık. Ulusal sınırlar içinde sağlam kalacak tek şey, ulusu teşkil eden insanlardır. Her ulusun birinci derecedeki serveti, yurttaşlarının beceri ve basiretleri olacaktır. Her ulusun birincil siyasal görevi, yurttaşları birbirine bağlayan bağları parçalayan küresel ekonominin merkezkaç kuvvetleriyle başa çıkmak olacaktır. En becerikli ve basiretli olanları giderek zenginleştiren, az becerikli olanları ise daha düşük bir hayat standardına iten küresel ekonomi...(32)

12. Dünya sisteminin yeni yapılanmasında ibre Almanya’dan ve Japonya’dan yana dönüyor. Her ikisi de şimdi yüklenen iktisadi başarılarıyla orantılı bir siyasi rol talep ediyorlar. Böyle bir yolu teminat altına alacak askeri yönelişlere de kısa bir dönem içinde muhtemelen şahit olacağız. Amerika ise, görece gerilemekte olan iktisadi konumunu mevcut siyasi-askeri üstünlüğü sayesinde iyileştirme peşinde. Bu durum dünya sisteminin çekirdeğinde muazzam bir gerginlik oluşturmaktadır. (36)

13. Almanlar komünist olmadılar, beynelmilel bir ideoloji yerine, ulusal bir ideoloji geliştirdiler: Nazizm ve mağlup oldular. Yarım yüzyıldır galiplerin dikte ettirdiği bir tarihi sindirmeye çalışıyorlar....(38)

14. 2 Ağustos günü Saddam, “Amerikan dış politikasının 1 numaralı aksiyonu”nu ihlal etti. Bu aksiyona göre : “ Hiçbir yerel kuvvetin Orta Doğunun enerji kaynakları üzerinde önemli bir nüfuz kazanmasına izin verilemez... Bu hak ABD’ne onun petrol şirketlerine ve onların sadık bendelerine aittir. Orta doğunun tüm petrolü küçücük ailelerin elindedir. Şayet bu aileler İngiltere ve ABD’nin elindeyseler, asayiş berkemaldir....(39-40)

15. Petrol, ABD için harikulade stratejik bir güç kaynağı ve dünyayı denetim altına almada bir maniveladır.

ABD, Orta Doğuda petrolünü üç ajanı vasıtasıyla denetimi altına aldı: İsrail- Suudi Arabistan- ve İran...(40)

16. Tarih şahittir ki, bütün çöküşlerin temelinde kanunsuzluk yatmaktadır...(41)

17. II. Dünya Savaşı’nın iki gerçek galibi; ABD ve SSCB’dir. Birincisi hegomonik deniz gücü, ikincisi onun karadan destekçisi. Jeopolitik açıdan çıkarları ortak olan bu iki ülkenin, ideolojik hasımlar olarak dünya gündemini işgal etmesi 20. Yüzyılın en büyük paradoksudur. (46)

18. Avrupa, dünyanın merkezine yerleşmek için ulus-devleti icat etti, sonra büyük ölçüde ulus-devlet yüzünden merkezi güç

Page 194: Akademik kaynaklar dizini

olmayı kaybetti, şimdi tekrar merkeze yerleşebilmek için ulus-devleti aşmak zorunda...(61)

- Uluslararası iktisadi bloklaşmalar.....

19. Alman sanayi 1807’e kadar en son(model) makinelerle imal edilen İngiliz mallarının rekabetine cevap vermek zorundaydı. İngiltere sanayi devriminde bir nesil öndeydi ve yeni teknolojilerinin veya vasıflı teknik adamlarının ihracına yasak koymuştu. İnsanları besleme. Giydirme ve öldürme sanayileri ulusal ekonomilere güç veriyordu; ve 1806’daki Kıta Avrupa Blokajının ardından ingiliz malları aşağı yukarı alınmaz oldu, böylece kıtadaki sanayilere gelişme fırsatı tanındı...(68)

20. II. Dünya Savaşı Anglo-Sakson dünyasının zaferiyle sonuçlandı. Fakat ne savaşın mağlupları tarihsel haklarından vazgeçtiler, ne de galipleri “avantajlarının” ebediliğine inandılar. Almanya ve Japonya, sanayileşmede diğer ülkeleri yakaladıktan sonra, onlara adeta şöyle diyorlardı:”Gelin mevcut haksız düzene bir son verelim; yani diğer dünya ülkelerini eşitçe, hakkaniyete(!) uygun olarak sömürelim!” (77)

21. ** Japonya’da sanayi dahil olmak üzere, gündelik hayatın dünyevi faaliyetlerini Zen-Budizm kutsuyor, Şinto o faaliyetlere bir ulusal kimlik, iyimserlik ve talih duygusu veriyor, Konfüçyanizm ise bireylerin her alanda yüzyüze geldikleri yakın toplumsal bağları güçlendiriyorsa (82) (Japonya’da din ile ekonominin iç içe geçtiği ve her ikisinin de ulusal politikanın buyruğuna verildiği karmakarışık ama son derece bilinçle inşa edilmiş bir mimari karşısındayız...) (83)

- Yeniliklerin ideolojik meşrutiyet boyutu...

- Feodal ayrıcalıklara son verilmesi...

22. Toplumdaki kültür kesimlerini, cemaatleri üretken iktisadi faaliyetlere çekmek suretiyle, bu kesimlerin kendi içinde dayanışması ile oluşan enerjiyi, bizzat kendi yararlarına olduğu kadar, toplumun bütünü için de yaralı olacak bir mecraya kanalize etmek...

23. ....diğer yandan bu “nevzuhur” faaliyet ve ilişkilerin toplum bireylerinin bilinçlerinde meşruiyet kazanmasına vesile olacak (84)

24. Bugün Japonya’nın küçük çocukları bile ülkeyi zenginleştirme ve orduyu güçlendirmekten söz ediyor....(85)

25. Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrasındaki “mucizevi” sanayileşme hamlesini başlıca üç unsura dayandırılabiliriz:

- Meiji oligarşisinin devamı sayabileceğimiz yeni Japon yönetici ve bürokratlarının etkinliği,

Page 195: Akademik kaynaklar dizini

- Girişimci, teknik personel ve tüm çalışanlarıyla Japon halkının azmi,

- Uluslar arası konjonktürün uygunluğu...

Sonucundan başlarsak, her şeyden önce bu dönemdeki Japon (ve Alman) sanayileşmesi işgal kuvvetlerinin yardımı ile oldu. Savaş, Amerika kıtası dışında hemen hemen bütün dünyayı tahrip etmişti. Sadece Amerikan fabrikaları çalışıyordu ve pek tabii bunların geniş bir müşteri portföyüne ihtiyaçları vardı. Yani savaş sonrası yeniden inşaa ABD’nin Batı Avrupa ve Japonya’ya bir lütfu değil, Amerikan ekonomisi için zorunlu bir ihtiyaçtı. Jeopolitik olmaktan çok sözde ideolojik bir karşıtlık olarak dünyaya sunulan ABD-SSCB rekabetinde, Sovyetlerin ve daha da çok Çin’in Pasifik’teki etkinliğini dengeleyici müttefiklere ihtiyaç vardı. Bunların başında da Japonya geliyordu.(Avrupa’da Almanya) (86)

26. Japonya’nın bütün kurumları ve bütün yöneticilik uygulamaları (çatışma ve rekabeti caydıran, uyumu vurgulayan) rekabeti ortadan kaldırmaya yöneliktir. (87)

27. Matsushita çalışanları 1979 yılında yönetime 660 bin fikir önermişler, bunun karşılığında kendilerine toplam 900 bin dolar ödül dağıtılmış, ama sadece o yıl öneriler sayesinde bu miktarın 30 misli tasarruf sağlanmış, öneriler sonucu ortaya çıkan yeni ürün ve metotlar da şirketin kar hanesine ayrıca yazılmıştır...(90)

28. Soichira Honda: “Bir şey talep edildiği, piyasaya hazır olduğu için imal ediyor değiliz. Geliştirdiğimiz teknoloji ile talebi, piyasayı biz oluşturuyoruz. (90)

29. Ekonominin toplumsal hayatın merkezine yerleştiği bir çağda (günümüzde....) (104)

30. Tanrı öldü! Hıristiyanlığın tanrısına (tanrı anlayışına) iman akla sığmaz hale geldi...(111) (Frederick Nietzche)

31. Olumsuz yönde düzenleyici bir devlet...(128)

32. ABD’nin Pazar açma politikası... “ABD’nin mamul mal mal ihracatı artmalıdır” (Eastman-Kodak firması-akademisyenler raporundan) Bu hedefe en iyi diğer ülkelerin kendi pazarlarını serbestleştirmeleri sayesinde ulaşılabilir. Tabi tercihen ABD lehine serbestleştirmeleri...(142)

33. Dar bir çerçevede bir araya getirilemeyen bir çok ülkenin, geniş bir çerçeve içinde işbirliğine gitmeleri pratikte çok zor...(146)

34. İşbirliği için “kültürel” bir zemine ihtiyaç var...(147)

35. Milli değerlerdeki, kültürdeki, iktisadi yapı, kurum ve tarihlerdeki farklılıkların tümü, (içte dayanışma ve organizasyona) (dışta) rekabetçi başarıya katkıda bulunur...(152)

Page 196: Akademik kaynaklar dizini

36. Bir memleketin ekonomik kudreti kabaca çalışılan saatlerin yekunudur...(151)

37. MEŞRUİYET MESELESİ : Bir milletin “başarı iradesi” nin üretkenlikle sonuçlanması ancak meşru bir zeminde mümkündür. Yani, tek tek bireylerin, muhatap oldukları kurumları, bu tarihi ve nesnel olayları, anlamaları ve haklı(meşru) görmeleri gerekir: Varolmak ve varlığını sürdürmek için bütün toplumsal düzenlere ve onların kurumlarına insan bilincinde meşruluk kazandırmalıdır.

Meşrutiyet, toplumun değerler bütününde bir süreklilik ile yakından ilgilidir.(155)

38. Japon başarısı hakkında “ Batıdan sadece teknoloji aldılar, kültürünü taklit etmediler “ gibi sıradan değerlendirmeler yapmak, araştırma eksikliğinin yanı sıra, zihni yetersizliğin de göstergesidir. Asıl mesele, Japonların yeni iktisadi faaliyet türünü ve yeni kurumlaşmayı toplum nezdinde nasıl meşrulaştırdıkları ve toplumun süregelen değerler manzumesinde –yeniklik ve değişime rağmen- bir kopuş meydana gelmemesini nasıl temin ettikleridir...(157)

39. 1871-73 yıllarında ABD, İngiltere, İskoçya, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya, Rusya, Danimarka, İsveç, İtalya, Avusturya ve İsviçre’yi kapsayıp tam 22 ay süren Iwakura misyonuna çeşitli toplum kesimlerinden 200 dolayında insan katılmıştı. Bu seyahatler sonucunda, Batı medeniyetinin gücünün esas olarak iktisadiyatta, sanayi ve ticarette yattığını keşfettiler. Batılıların üstünlüğü teknolojideydi, teknoloji ise ticaret ve sanayinin organizasyonuna dayanıyordu ve bu organizasyon belirli bir insan tipiyle kaimdi: bireyci, müteşebbis, bencil(kendi karını en yüksek düzeye çıkarmak peşinde koşan) bir tip. Hatta bu bencillik iktisat teorisine sokularak meşrulaştırıldı. Her birey kendi kazancını maksimumlaştıracak biçimde davrandığı zaman, toplumun genel kazancı da en yüksek noktaya ulaşıyordu. Peki, bu işleri Japonya’da kimler yapacak ve bu yeni faaliyet türleri toplumun bilincinde nasıl meşrulaştırılacaktı? (158)

40. Tabii, bu fikirlere halkı inandırmak için bazı adımlar atılmalı, insanlar yapılmak istenen işlerin kendi değerleriyle uyumlu olduğu hususunda ikna edilmeliydiler. Bunun için şu önlemler alındı:

- Madem modern müteşebbis bir samuraydı, o halde geçmişte samuraylar için geçerli olan ahlak kodu onun için de geçerli olmalıydı. Müteşebbis bushido idealini samuray tarzı temsil etmeli yani alicenap, cesur, sadık ve dürüst olmalıydı. Hirschmeler’e göre, bu özelliklerin vurgulanması, değerler sisteminde boşluk meydana gelmesini önlemekle kalmıyor, batı karşısındaki “teknik” aşağılık kompleksini “ahlaki” bir üstünlük vurgusuyla dengelemiş oluyordu.

Page 197: Akademik kaynaklar dizini

- Modern işletmeler, klasik Japon köyü modeline göre kuruldular. Genel kabul görmüş toplumsal davranış modelleri olmadan hiçbir toplumsal örgütlenme işleyemez. (159)

....... Örnekleri ve tedbir çeşitlerini daha da çoğaltabiliriz. Bütün bunlar bir tek gayeye yönelikti: Bütün toplumu ortak bir hedefe yöneltecek ve üretken iktisadi faaliyete imkan verecek olan meşrutiyet zeminini hazırlamak...

41. Mesele ne yabancı bir “zihniyeti” ne de yabancı bir “ahlakı” benimsemek değil, farklı(düşman) bir dünyada geliştirilen iktisadi yapılara önce kendi değerler sistemi içinde anlam vermek böylece onlara toplumun bilincinde meşrulaştırıp millet fertlerini o alanda “savaşmaya” yöneltmekti. (160)

42. Böyle bir meşrulaştırmanın İslami bir çerçevede nasıl mümkün olabileceği (hatta mümkün olup olmadığı) ve maliyetinin ne olacağı çağdaş ulemanın önündeki en önemli meseledir...(161)

43. Refah aynı zamanda bir yüktür. Ve refahın getirdiği ilk yük, onu sürdürme baskısıdır...(167)

44. II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesindeki yıllarda, ABD’nin üç şeye ihtiyacı vardı: baş döndürücü sanayi parkı için müşteriler; ticaretin en az maliyetle sürdürülebilmesi için dünya düzeni ve üretim süreçlerinin kesintiye uğramaması için teminatlar...(167)

45. Gayr-i ahlaki tarafsızlık...(Gayr-i meşru tarafsızlık...(Batının Bosna’da uyguladığı ambargo gibi...)

46. ....Güçlü Rus filosu çok saygılı bir mesafede bekledi.

47. İnsanlar bir şeyi görmedikleri zaman, bu çoğu zaman onların o şeyi görmek istemedikleri anlamına gelir. (212-213)

YENİ DÜNYA DÜZENİJ. Kenneth Galbraıth Chomsky- A. Münif – FukuyamaCev.: Kadir Çağlayan, Ağaç Yayıncılık – 2. Baskı, İst.1992

1. ABD’nin stratejik düşüncesi, körfezdeki petrol zenginliğinin yerel yöneticilerinin, tercihen Arap olmayan bölgesel yürütmeciler?? tarafından korunması olmuştur. ABD, bu müvekkiller arasında bir ittifak isteyecektir. ( Nitekim bugün Türkiye-İsrail işbirliği.....(?))

2. İnsan yatırımı terimiyle daha saygın hale getirilen eğitim konusunun üzerinde özellikle durmak gerek. Yüzyıl önce Japonya’da olduğu gibi, Avrupa ve ABD’de halk eğitimi, iktisadi ve sosyal ilerlemenin esas anahtarı olarak görülmüştü..(45)

3. Soğuk Savaş bitti. Şimdiki büyük tehlike, bu silahların sorumsuz ve şiddet yanlısı kimselerin eline geçmesi (47)

Page 198: Akademik kaynaklar dizini

4. Orta Doğu petrol sayesinde özel bir önem kazandığından beri, petrol zenginliğine hükmetme, fiat ve üretim seviyelerinin ve diğer ülkelerle ilişkilerin kontrolü rekabetin odağı haline geldi. Sonuç olarak petrol üreten ülkelerin çoğu kimliklerini tamamen yitirdiler. (52)

5. Arap aydınları, bu bölgede yeniden savaşa girişmekte batıyı neyin yönlendirdiğini görebiliyorlar. Niyetlerin sadece petrolle yahut BM kararlarının uygulanmasıyla ya da rejimlerin savunulmasıyla sınırlı olmadığı görülüyor; bölgenin tarihini, uygarlık, kültür ve dinlerini yok etme yolundaki batılı faaliyetler tüm bu hesapların ötesindedir. (53)

6. (Orta Doğu’da) barış girişimlerinin başarısını engelleyen şey, bölgedeki durumun kontrolünü tamamen yitirişinin sinyalini verecek barışçı bir çözümü ABD’nin istemeyişidir. (53)

7. Kültürün yerine kitle iletişim araçlarını, uygarlığın yerine teknolojiyi veya insanın yerine makineyi koymak imkansızdır.(55)

8. Enerji kaynaklarını kim kontrol edecek ve en güçlü konumdaki kullanıcı kim olacak, yeni dünya düzeni, büyük bloklar arasında iktisadi rekabet anlamına gelmektedir. (57)

9. Batıcıların çoğunun takdir edemediği şey, üçüncü dünya ülkeleri halklarının, yani güneyin, yaşamak ve kendi amaç ve kültürlerine sahip olmak için meşru hakları olduğudur. Tüm sorunların, düşmanlık hissinin ve üçüncü dünyada yaşanan güvensizliğin arkasındaki esas neden kuzeyin yaptığı hatalardır. (58)

10. BM kararlarının uygulanmasında bunca ateşli davranıp ordu ve donanmalarını Kuveyt’in kurtuluşu için derhal harekete geçiren aynı batı, bölgedeki çok daha hayati sorunlar karşısında yıllarca sağır bir kulağa dönmüş, diğer durumlarda benzer kararların uygulanması için hiçbir şey yapmamıştır. Halkları inleten diktatörlük rejimleri tüm desteklerini batıdan aldılar. (59) Eduard Shevardnadze...

11. Hissi yanın akılcı yan üzerinde egemenliği...(59)

12. Bir ulusal devlet biçimindeki herhangi bir toplumun hayatta kalması için şart olan “ait olma hissi...” (66)

13. Ekolojik standardlar...

14. Toplumsal seviyede düzenleyici faktörlerin uygun bir bileşimi (67) (din faktörü- kültür faktörü tahrip edilmiş)

15. Ekoloji vergisi...

16. Bütüncül bir yaklaşım...

17. Uluslar arası işbirliğinin yükümlülük ve kazanımlarının adil paylaşımı (69)

Page 199: Akademik kaynaklar dizini

18. Şayet bir toplumda, yaşamın düzenlenmesinin esas usulleri hakkında anlaşma varsa, o toplumda hukuk ve asayiş, barış ve güvenlik sorunları daha kolaylıkla çözümlenebilir. (69)

19. ....Asayişin bozulması, toplumun değerler ve amaçlar gibi sorulara nüfusun çeşitli katmanları arasındaki büyük ve derin farklılıklara bağlanabilir...(69)

20. Milletlerarası ahlak...

21. Nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların oluşturduğu toplu imha tehdidi...(71) (batıdan gelmektedir.)

22. İnsanların mutlak çoğunluğu...

23. Askeri moda...

24. Fikir üretim merkezi...

25. .....ülkelerin büyümekten ziyade, ulusal ve etnik farklılıklarla ayrışarak küçülmeleri yönündedir...(Batı siyaseti)(77)

26. Ölçüsü ne olursa olsun, bölgesel, askeri, siyasi bir çağdan, hızla iktisadi-mali-teknolojik bir çağa geçiyoruz. (89)

27. Kötülük yeteneği...

28. Kurumlaşmış suç...

29. Dağları jandarma değil; jandarmanın korkusu bekler.

30. İnsanların kafasındaki güven duygusunu yıkmadan toplumu yeni bir kalıba dökemezsiniz. Terör örgütlerinin bu sebeple ilk hedefi toplumdaki güven duygusunu yıkmaktır.TRT-1/16.2.2000 KULİS PROGRAMI

İDEOLOJİ VE KÜLTÜREL KİMLİKModernite Ve Üçüncü Dünyanın Varlığı

Jarge Larrain ; Çev.:Neşe Nur Domaniç , Sarmal Yayınevi-İst.-1995

1. Onların yaklaşımında doğru görecedir; her kurumun, çağın, ulusun ve kültürün kendi doğrusu olduğundan söz edilir. Böylece doğru, birbiriyle kıyaslanamayacak değişik alanlarda ortaya çıkabilecek tutarsız bir karakter kazanmaktadır. Doğrunun görelileştirilmesi çabası, Alman tarihçisi felsefesiyle başlamış ve çağımızda postmodernizmle en üst boyuta ulaşmıştır...(11)

2. Fikirler hakkında içerdikleri gerçekliğe bakarak değil, iktidarın işine yarayıp yaramadıklarına göre yargıda bulunurlar.(12)

3. Akıldışı kuramlar insanların kaçınılmaz olarak çarpık, yanlış düşüncelere kapıldıklarını, fakat bu yaygın ve kaçınılmaz olduğundan, merkezi iktidarı güçlü kılmak için bunlardan yararlanmak gerektiğini öne sürerler. Böylece belirli fikirlerin

Page 200: Akademik kaynaklar dizini

entelektüel değerlerini iktidarın sürdürebilmesindeki işlevliklerine göre tasnif ederler. (12)

4. (Bir inanç ve kültürü) anlama çabası insanın kendi önyargılarından ve dar bakış açısından kurtulmasını gerektirir. Farklı olanı kendi kültürünün parametrelerine indirgemeden anlamak ancak böylece mümkün olur.(...) Değişik kültürlerin değer ve idealleri başka hiçbir şeyle kıyaslanamaz ve başka bir kültüre indirgenemez...(44)

5. Toplumsal bütünlüğü oluşturan düşünce ve süreçlerin üreticisi...(95)

6. Egemen düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir.(109)

7. Çelişki tanım olarak birbirinin karşıtı olan iki kutup arasındaki uzlaşmazlığı ifade eder ve bu iki kutup arasındaki karşıtlık her ikisini de yeniden üretir.(110)

8. Değişik insanlarla bir çok değişik ilişki kurarız. Bir insan için bir şeyken, diğeri için bir başka şey anlamına geliriz. Kişinin içinde yalnızca kendi kendisiyle ilişkiye geçen kısımlar vardır. İlgi alanlarımıza göre kendi içimizde değişik kendi vardır. Ancak bir de toplumun tümüne yanıt veren bütünsel kişi vardır.(202)

9. Temelde hızla çeşitlenen kültürü ve çok değişik yaşam tarzlarıyla karmaşık bir toplum vardır. Bu büyük karmaşık depodan, medya, kilise(....), eğitsel ve siyasal araçlar gibi kültürel kurumlar temsil yeteneği olduğunu düşündükleri kimi özellikleri alıp, diğerlerini dışlayarak bazı kamusal ifadelerle de mutlaka pasif ve eleştiriye kapalı olmayan okuma ve dinleme süreçleri aracılığıyla dönüp insanların kendilerine bakışlarını ve davranışlarını etkiler. (224)

10. Daima kültürel kimliğin içeriğini oluşturan çeşitli “ifadeler” in bulunduğu kabul edilmelidir.(224)

11. Kimi grupların, yaşam tarzlarının, fikirlerin yer aldığı ve ulusal topluluğun dışındaymış gibi takdim edilen bir muhalefet süreci de sıkça inşa edilir. Kültürel kimlik diğer gruplara karşıymış gibi tanımlanır; böylece “onlara” veya “başkaları”na karşı “biz” fikri savunulur. Farklılıklar abartılır. Sonuç olarak, bir yandan belirli kültürel özellikler ulusal (çağdaş-modern) karakterin içinde doğal olarak mevcutmuş gibi sunulurken, iğer yandan doğallaştırma süreci ortay çıkar...(225)

12. Örneğin, melezleri Latin Amerika’da ki vazgeçilmez özneler olarak seçerken, siyah köleleri, yerli toplulukları ve Avrupalı göçmenlerle, onların milyonlarca torununu dışarıda bırakır. Katolik seçilmiş ve değerleri savunulmuştur. Ama, Pentekostalizmin ve Latin Amerika halklarının geniş kesimlerinde popüler olan diğer Protestan mezheplerin derinleşen ve artan nüfuzu dışlanmış ya da değersiz bulunmuştur.

Page 201: Akademik kaynaklar dizini

Bütün bunlar bir kültürel kimliğin söyleme dayalı oluşma sürecinin, eğer toplumdaki gerçek çeşitliliği ve uzlaşmazlıkları gizliyorsa kolaylıkla ideolojik hale gelebileceğini göstermek içindi. Kültürel kimliğin içeriğini bir kez ve daima geçerli olacak tarzda (225) sabitleme girişimleri ve halkın “doğru” kimliğini keşfetmiş olma iddiaları, mutlaka belirli gruplar ve sınıflar tarafından kendi çıkarları için kullanılacak ideolojik biçimlere dönüşürler. Ancak, belirli kültürel kimlik ifadeleri, özellikle toplumda ezilen ve ayrıma tabi tutulan gruplar tarafından geliştirenler egemen baskıya karşı bir direniş aracı rolü oynadıkları için ideolojik olarak değerlendirilemezler. Egemen ifadelerin tersine çelişkileri gizlemez, açığa çıkartırlar.(226)(Bu durum sömürülen toplumlar-sömüren toplumlar arasındaki ilişki süreci açısından da geçerli.)

Evrensel (...) değerlerle daha fazla yüklü kimlikler...(226)

OSMANLILARIN STRATEJİK SORUNLARIMehmet Tanju AKAD, Kastaş Yay. Tarihsel araştırma Dizisi 1. Baskı

İst.1995

1. Geleceğe uzanan karmaşık sorunlar yığınının geçmişteki kimi kökleri... (7)

2. ....Yeni toplumu kurmak için gereken kopuşları oluşturmak... Yeni toplumu oluşturacak olan herşeyden önce düşünsel kopuştur ki, (Osmanlı’da) bunun eksikliği izaha muhtaç değildir. (12)

3. Merkezi otoritenin temsilcileri ile yerel nüfuz sahipleri arasında kurulan çıkar birlikleri kaynak yağmasının en üst düzeye çıkmasına neden olmaktadır.(Osmanlı’da) (Cumhuriyetin sağladığı nisbi demokratikleşme de, kamu yağmasının yaygınlaşmasıyla birlikte eski bir geleneğe yeni bir boyut getirmekten başka bir şey değildir.) (13)

4. Türkiye insanlarının büyük bölümü henüz bağımsız kişiliklerini geliştirememişlerdir ve kendilerini ait oldukları alt kültürlerle tanımlama aşamasını geride bırakamamışlardır. (13)

5. Eğitim ve insanların düşünce zenginliğine kavuşturulması Türkiye’nin en başarısız olduğu alandır.(......) Türkiye zaman zaman biriktirebildiği nitelikli insanlarından da yararlanamamış, hatta bunları devre dışı bırakmayı esaslı bir gelenek haline getirmiştir. (14)

6. (Cehalet) ve öfke, merkezi otoritenin yanlışlarıyla beslenmiş ve yabanı güçler tarafından örgütlenmişse ortaya çıkan direnişin kırılması kaçınılmaz olarak yeni acılar yaratacaktır. Yoksulluk ve yoksulluğun en koyusu olan cehalet umutsuzların kullanılmasına uygun bir ortam doğurmuştur. Terörün ilk hedefi cehaletin devamını sağlayarak kendi insan kaynaklarının kurumasını önlemektir. (14)

Page 202: Akademik kaynaklar dizini

7. Kırlardaki ve kentlerdeki umutsuzların isyan için malzeme olarak kullanılması Anadolu’nun bilinen tarihi kadar eskidir. (Burada umutsuzların o kadar büyük enerjiyi isyan için nasıl seferber edebildiklerinin anlaşılması hakikaten zordur. Bundan çok daha azı ile iktisadi mucizeler yaratabilirdi. Enerjinin yapıcı değil yıkıcı alanlara kayma eğilimi Anadolu ve Ortadoğu tarihinin bir özgünlüğü olarak açıklama beklemektedir. Çünkü bunun nedenlerini bilirsek belki toplumsal mücadeleleri daha olumlu bir raya oturtup problem çözme kapasitemizi artırabiliriz.) Demokrasiden yağmanın yaygınlaşmasını anlayan politika bezirganlarının yerine üretici anlayışların geçmesini sağlayabiliriz. (15)

8. Biz yüzyıllar boyu nasıl battığımızı incelerken, kimi yabancılar da o kadar yıl nasıl dayanabildiğimizi anlamaya çalışıyorlar. (15)

9. .....Bazı uygulamalarıyla devleti için ileride yıkıcı olacak büyük zaafların tohumlarını attı. (24) (Fatih’i kastetmiş)

10. .....Sağlıklı bir karar alınmasını sağlayacak bir danışma mekanizmasının varlığı değil, tam tersine karar mekanizmasını dumura uğratacak uzmanlardan değil çıkar gruplarından oluşan bozuk bir yapı...(33)

11. Ülkenin ticari istismara açılması...(36)

12. Mücadeleyi temsili bir sisteme dayandırmış ve bundan güç alarak toplumsal desteğini en üst düzeye çıkarmıştır. (36)

13. Hiçbir güç ve iktidar mutlak değildir ve her halukarda belli güç dengelerini gözetmek zorundadır. (38)

14. Kullandığımız bir çok kavramın içeriği ve anlamı zamanla değişmektedir. Hatta, bir kavrama aynı zaman dilimi içerisinde farklı anlamlar verilmekte, bu durum sözkonusu kavramı kullananların entelektüel alt yapılarına yönlendirmelerine ve niyetlerine göre de değişmektedir...(39)

15. Çok yakın zamanlara kadar kendi tarihini yazamamış olan bir büyük kültür, kendisini hasımlarının aynasından tanımak gibi bir olumsuzluğa düşmüştür. Bir avuç istisna dışında, tarihimizle ilgili araştırma ve yayın konusunda yabancılara yetişmek için bile çok uzun bir süre harcadık. Bilginin en büyük güç kaynağını teşkil ettiğini bildiğimize göre yabancılara böylesi bir avantajı bırakmış olmamız affedilir bir kusur değildir. Ve başlı başına birinci dereceden bir stratejik hatadır. Kimi zaman tarih bilgisinin yerine konulmaya çalışılan “hikayelerin” ise problemlerin çözümüne hiçbir katkısı yoktur. Öte yandan, tarih kadar coğrafya bilgilerinin eksikliğinden de söz etmek gerekir. Avrupalılar coğrafya terimlerini kendi emellerine göre tanımlayıp Osmanlı idari sistemine sokmuşlar ve karşı bilginin oluşmaması koşullarında bunları kabul ettirmişlerdir. Örneğin, eskiden bizde olmayan “Suriye” kelimesi 1864-67 ıslahatında Şam ve

Page 203: Akademik kaynaklar dizini

çevresi için kullanılır hale geldi. Ama Fransızlar Halep’i de buna dahil ettiler. Nihayet Mondros’tan sonraki kullanımlarında Maraş da buna dahildi. (Baykara 1988)(40)

16. 15. Ve 16. Yüzyıllarda Türkler Avrupa üzerinde o denli büyük bir etkiye sahiplerdi ki Lord Acton “Modern Tarih Osmanlı fetihlerinin doğurduğu gerilim ile başlar” şeklindeki görüşüyle aynı kanıyı desteklemektedir. (Aktaran-Timur-1994) (44)

17. Büyük savunma organizasyonları...(48)

18. 1.Murat Hıristiyan nüfusun enerjisini de devlet için kullanabilmek amacıyla devşirme sistemini kurdu. (60)

19. Şiilerle Sünniler arasında kalan bir takım Anadolu Türkleri eski gelenekleriyle İslamlığı birleştirdikleri Alevi inancına sarılacaklar ve bu durum bir kültürel farklılaşma ekseni olacaktı.(65)

20. Teknik ve organizasyon üstünlükleri...

21. Olayların anlamını çözmek için onları ilgili süreçler içerisinde kavramaktan başka bir çaremiz yoktur. (74)

22. Savaş, her şeyin önceden yapılan planlara göre yürüdüğü bir olay değildir. Çoğu halde belirsizlik esastır. Komutanlar muharebelerin toz dumanı içerisinde doğru-yanlış intibalarına ve hislerine dayanarak (veya kapılarak) doğru-yanlış karar verirler. (123)

23. Osmanlıların savaş girişimciliğinden (sömürüye karşı oluş) ticari girişimciliğe geçememeleriyle ilgili...(Savaş girişimciliği bütün toplumlarda olan ve Avrupa’daki sermaye birikimininde nüvesini oluşturan bir olgudur. İspanyollar Güney Amerika’yı, İngilizler de İspanyol gemilerini talan ederek ilk birikimlerine hız verdiler. İngiliz birikimi ise Hindistan’ın yağması ile doruğa ulaştı ve bu olay 18. Yüzyılın sonlarında başlayan sanayi devriminin önemli ateşleyicilerinden birisini teşkil etti) (....) Osmanlı’da ise savaş girişimciliğinden elde edilen servetin kullanılabileceği ortam özellikle ticaret yollarının elden çıkmasıyla son derece zayıflamış oldu. Ötesi ticaretin kaybı ile Anadolu’daki büyük isyan dalgası aynı dönemde meydana geldi. Bunun tüm boyutlarıyla kavranabilmesi bile çok uzun süre aldı. Osmanlıların bundan sonraki tüm çırpınışları sadece çöküşü erteledi. (150)

24. Dünya uluslaşma sürecine geçtiği dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkler hariç her etnik-dini grubun ayrı örgütlendiği millet sisteminde ısrar etmesi devşirmelerin hakim olduğu bürokraside fraksiyonlar arasında sonu gelmeyen çatışmalar, haremin devlet yönetiminde çevirdiği entrikalar...(160)

25. Yerel garnizonlar( yönetimler ...) otorite adacıkları haline dönüşmesi...(161)

Page 204: Akademik kaynaklar dizini

26. Reformlara gelince, yine Moltke’ye göre Türkiye’de bunlara kuyruğundan başlanmıştı: “Çoğu görünürdeki şeylerden, isimlerden ve projelerden ibaretti. En zavallı eser de Rus ceketleri, Fransız talimnameleri, Belçika tüfekleri, Türk serpuşu, Macar eğerleri, İngiliz kılıçları ve her milletten öğretmenleriyle Avrupa örneğine göre bir ordu...” (187)

27. I. Dünya Savaşı öncesinde Ruslar İngilizlere Osmanlı donanması için niçin uzman gönderdiklerini sorunca aldıkları yanıt şu olmuştu: “Aksi halde Alman uzmanlar gelip donanmayı adam edecekler...” (187-188)

28. Kararsızlık ve gerileme birbirlerini besleyen bir kısır döngü oluşturmaktadır. (196)

29. Tanzimatın ve 1856 Islahat Fermanı’nın daha çok batılı devletlere hitap eden bir yan taşımakta, adeta “ bakın artık yurttaşlarımı çağdaş haklara kavuşturuyorum, bundan sonra üstüme gelmeyin” mesajı içermektedir. (198)

30. (Tanzimat sürecinde).....(eski zihniyetler yeni kurumlara taşınmış...) Yeni tip insan oluşmuş...

31. Zamanla tanzimatçılık adını alan zihniyet batının her yeni baskısına karşı onu önleyici bir tedbir alma uğraşısından doğmuştu... batı, onlara yardımcı olmuş, ıslahat ihraç etmiştir...(208)

32. Sonuçta İngiliz, Fransız ve Almanların İslami hareketlerin gelişme ihtimalini hesaba kattıkları, bundan yararlanmak veya önlemek üzere tedbirler geliştirdikleri doğrudur...(218)

33. Abdülhamit siyasetinin bütün temeli, yatıştırmacılıktı...(244)

34. ..........Bizim gemilerimizin hemen hepsinde İngiliz çarkçıbaşılar vardı. Bu çarkçıbaşıların bazılarını değiştirmek istediğimiz zaman İngiltere elçisi saraya koşmuş ve bu teşebbüsün İngiltere’ye itimadımız olmadığı biçiminde yorumlanacağını açıkça söylemekten çekinmemiştir. Öyleyse bir donanmamız yok demekti. Çünkü bu donanma hem İngilizlerle Fransızları bize düşman ediyor, hem de savaşta bir işe yaramıyordu...(teknolojik zafiyeti düşman tarafının elemanları ile telafi etmek(!)) “Faydası olmayan fakat mazarratı olan bir şeyi muhafaza etmek aklın icabı dışıdır. Donanmayı Haliç’e çektirdim....” (Abdülhamit’in hatıratından...) (247)

35. Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sazanoff 28.05.1913 günü ülkesinin Doğu Anadolu’daki menfaatlerinin kabul edilmemesi halinde Ermenileri ayaklandırarak doğrudan müdahale edeceklerini ifade etti... Müdahalenin ilk aracı da bölgede yapılacak olan sözde Islahattı... Dev sorunlarla karşı karşıya olan Osmanlı hükümeti vakit kazanmaya ve Doğu Anadolu’nun kopması anlamına gelecek olan

Page 205: Akademik kaynaklar dizini

özel yönetim kurulmasını engellemeye çalışıyordu. Ne var ki büyük devletlerin topyekun baskısına direnilemedi ve Haziran 1913 tarihinde büyük Ermeni vilayetinin kurulmasını kabullenmek zorunda kaldı. Bu vilayet büyük devletlerin onaylayacağı Hıristiyan bir Osmanlı tarafından 5 yıllık bir dönem boyunca yönetilecek, bu kişi tüm güvenlik güçlerine komuta etmek yetkisine sahip olacaktı. Böylece Anadolu’nun üçte birinin Türkiye’den fiilen koparılması süreci başlamış oluyordu. Sistem eşit sayıda Hıristiyan ve Müslümandan oluşacak bir danışma meclisi ile pekiştiriliyordu... Rusların bu derece önemli bir başarı elde etmesinden huzursuz olan Almanlar devreye girdiler ve Rusya ile anlaşarak Avrupa’nın da Islahat işlerinde söz sahibi olması gerektiğini kabul ettirdiler. Osmanlılar Islahatın kendi içişleri olduğunu kabul ettiremediler. Bütün bu gelişmelerin sonucunda 8.2.1914 tarihinde imzalanan Osmanlı-Rus antlaşması ile iki Avrupalı genel müfettişin tam yetkili olarak Doğu Anadolu’yu yönetmesine karar verildi.

Mayıs 1914 tarihinde Norveçli Bnb. Hoff Van–Bitlis-Diyarbakır bölgesine, Hollandalı Westerek işe Trabzon-Erzurum-Sivas bölgesine genel müfettiş olmuşlardı. (Aynı tarihte (8.2.19142te Ruslar boğazları işgal komisyonu kurmuşlardır...) (252-253)

36. Problem tanımlama ...

37. Serbest ticaret, en güçlülere mahsus bir silahtır. (Bismark...) (287)

38. İngiliz, Fransız ve Hollandalıların Osmanlılara zaman zaman verdikleri destek; Osmanlıların kendilerine tanıdığı ticari imtiyazların karşılığı değil, onların stratejik gereksinimleri için oldu.

39. Osmanlılar hem iç örgütlenmeleri hem de stratejisizlikleri itibarıyle Avrupa’nın zayıf dönemlerinden yararlanamadılar...(291)

40. Strateji kavramı en geniş şekilde tanımlandığında -ki böyle bir esnekliği vardır.- tüm toplumsal unsurları kapsar. Zaten hiçbir zaman tek bir tanımı da olmamıştır. Strateji olanakların ve tehditlerin değerlendirmesini, gücün oluşturulmasını, kullanılma biçimlerini, hatta güç kullanma tehditlerini de içerir. Ama sonuçta hepsi zihinsel bir yetenek gerektirir. Kültürün önemi buradadır. Ulusal kurumların evrensel kültürün yerel sentezini yapmaya hizmet ettiği oranda strateji oluşturmaya yönelik kavramları ve düşünme araçlarını da (doğurur.)

41. İmparatorlukların bir ikilemi de budur. Hakim ulusun kültürünü geliştirme konusunda tereddütler doğurur. Bunların kaçınılmaz yıkılmalarında başka şeylerin yanısıra bunun da payı vardır. (291) 19.5.1996

42. Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.

Page 206: Akademik kaynaklar dizini

43. Ölçü yanlış ise, yapılan tüm ölçümler de yanlıştır.

44. “Cami emme basma tulumbası gibidir. Sosyal yapının şekillenmesinde bu kadar etkindir......”

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN ORTADOĞUYA“Belgelerde Şark Meselesi”

Necdet Kurdakul, Dergah Yayınları I. Baskı İst.1976

1. XVIII. Yüzyılın sonlarından itibaren Ortadoğu batı için gerek tüketici ve gerekse de hammadde deposu olmak karakteriyle mükemmel bir Pazar niteliğindedir. (Bu Pazar; batının feda edilmez bir üretim unsurudur.) (10) (önsöz)

2. Geçmişte bilmediğimiz olayların içyüzlerini öğrenmek...(12-önsöz)

3. “Geçmişte olduğu gibi, devrimizde de Ortadoğu büyük devletlerin üretim fazlasının eritileceği hammadde depoları olmakta devam etmektedir. (192)

4. “FİKİR BİRLİĞİ OLMADAN FİİL BİRLİĞİ OLAMAZ...”

BİZİM GÜNEYDOĞUMehmet AY(Yavuz AY), Denge Yay. İst.1993

1. Batı dünyası, sanayi devrimini siyasal ve kültürel devrimle bütünleştirip karşımıza güçlü bir medeniyetle çıkınca,dinamikleri yok olmaya yüz tutmuş İslam medeniyeti ve onun müntesiplerini hızla ve derinden sarsmaya başladı.(10)

2. Fiili durum,yazılı ve teamüli normların önüne geçerek kendini kabul ettirir...(17)

3. Devletten topluma,toplumdan bireylere kadar kimsenin,üzerinde anlaşma zemini bulamadığı bir olgu haline gelmesi...(20)

4. Hıristiyan ümmetçiliği...(23)

5. Ülkeleri meydana getiren etnik unsurlar,adil bir yönetim altında kaynaşabilir.(24)

6. İngilizlerin Musul meselesinde başlıca gayeleri Türkiye’yi ileride büyük ölçüde parçalanmaya uğratabilmek için iç işlerine karışmayı mümkün kılacak bir Kürt kitlesini ellerinde bulundurmak...(26)

7. Türkiye ve Ortadoğu’yu hedef alan politik oyunlar, farklı etnik ve kültürel grupları (politize ederek) suni bir millet (oluşturmak)...(44)

Page 207: Akademik kaynaklar dizini

8. Bir toplumun kimlik kazanması kolay olmamaktadır. Uzun yıllara bağlı oluşumlar, topluma ait ortak değerler üzerinde bireylerin ait olma duygusunu belirginleştirmektedir. Bu belirginleşmeyle gelen kimlik, doğal bir atmosferin içinde yaşanan bir sürecin sonucu olarak tezahür etmektedir. Sonuç olarak, insanların kendilerini nasıl gördükleri önemlidir. Yoksa, onlara rağmen, onların oluşturulmaya gayret edilen belirlemeler, mahiyeti ne olursa olsun ilmi ve ciddi olmaktan uzak olacaktır...;(49)

(müspet menfi kültürel yönlendirme vakası...

9. 1970’li yıllarda Irak Baas rejimi SSCB ile çok sıkı ilişkiler içindedir. 1972’de Baas yönetiminin harekat başlatması üzerine Barzani İran ve ABD’den yardım ister, fakat netice tam tersi olur. Irak hükümeti Şattül-Arab su yolundaki ihtilaflı bazı topraklarında taviz veriyor. Böylelikle İran’la arasında olan anlaşmazlığa geçici olsa da son veriyordu. CIA’nın Kürt hareketi içinde olması İran şahının da etkisi ile dönemin ABD başkanı Nixon’un Kürtlerin desteklenmesi emri vermesi Barzani’nin istediği yardımın gelmesini sağlamıyor. Bütün dengeler bir anda tersine dönüveriyor. Barzani teslim oluyor ve Kürtler ABD’nin emellerine alet olarak yeniliyorlardı. ABD’nin başlangıçta Kürtlere yaptığı yardım Kerkük petrollerine Sovyet yanlısı Baas yönetiminin eline geçmesine karşı Kürtleri bir “güç ve denge” unsuru olarak kullanmak istemesinden kaynaklanmaktadır. ABD’nin bu jesti sayesinde Irak Rusya’dan uzaklaşıyor ve ABD’nin dümen suyuna giriyordu.(50)

10. halkıyla ve halkının değerleri ile birlikte yükselmeyen rejimlerin dayanacağı en önemli güç “baskı unsuru” olmaktadır. Yönlendirme, eğitme, sevme ve olumlu sosyal değerler asabiyeti taşımayan bir unsur olarak “baskı” zulme dönüşmektedir.(94-95)

11. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne “ olgusunun temelinde kültür birliği vardır....

12. “ Sokrates’i idama götürmek için geldiklerinde, karısı; “seni haksız yere götürüyorlar” demiş. Sokrates ise : “ Ya haklı yere götürselerdi daha mı iyi olurdu?” diye karşılık vermiş.

İPLER KİMİN ELİNDE (Komplo Teorileri)

Ali ÇİMEN-Hakan YILMAZ , Genişletilmiş 6 ncı Baskı ,

1- Kafalardaki yapılandırılmış gerçeğe göre, Kim Kuzey Kore’yi dünyanın en müreffeh ülkesi yapan olağanüstü bir liderdi.(Önsöz)

2- Çöl Fırtınası Operasyonu’nda psikolojik zemin hazırlayan(meşruiyet ortamı) kanatları ziftlere bulanmış karabatakların görüntüsü, yıllar önce Fransa açıklarında meydana

Page 208: Akademik kaynaklar dizini

gelen bir petrol tankeri kazasının ardından çekilen görüntü idi...(Önsöz)

3- Büyük olaylar büyük sebepler istiyordu. (43) – Gerçekleştirilecek büyük bir operasyonu meşrulaştırmak için, bunu haklı kılacak büyüklükte bir komplo olay tezgahlamak gerekiyordu... ABD 1941 yılında Japonların Pearl Harbor baskını ile donanmayı tahrip edeceğini biliyordu. Ancak bu baskına göz yumarak, Japonya’ya atom bombası atılmasının meşrulaştırılmasını elde etmişti. Keza, Irak’ın Kuveyt’i işgaline de çanak tutarak, Körfez bölgesine yerleşmek için meşru bir zemin kazanmıştı.

4- 1963 Küba krizinde, ABD bir yandan Rusya’ya Küba’yı istila etmeyeceği garantisini verirken, öte yandan, sırf bu amaca ulaşmak için Louisana ve Florida’da sürgün Kübalıları eğitiyorlardı.(51) –1990 Yılında ABD bir yandan Irak topraklarında bir Kürt devleti kurulmayacağını garanti ederken, öte yandan bir hava köprüsü kurarak 7.000 adet Kuzey Iraklı’yı ABD kontrolündeki bir adaya nakletmiş ve bir müddet sonra tekrar Kuzey Irak’a getirmişti. Bu da, bu 7000 Kuzey Irak’lının etnik bilinçlendirme eğitiminden geçirildiğini göstermektedir...

5- Saddam ile ilgili en yaygın kanaat Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarını korumaya yönelik askeri potansiyelini koruyabilmesi için Saddam’ın bir şekilde koltuğunda oturması gerekiyor.(118)

6- Amerika’nın Ortadoğu’daki varlığı ve bölgenin tarihi seyrine bir göz atıldığında, süper güçlerin Körfez’de gezmeyi çok sevdiğini görüyoruz. Bir şekilde ve herhangi bir argümanla bölgede kalmayı başarıyorlar. Son yirmi yılın en sağlam argümanı ise Irak lideri Saddam Hüseyin...(119)

7- Saddam Hüseyin’in varlığı Washington’a nasıl avantajlar sağlıyor:

Bölgede Kürt sorunu ile ilgili olarak özellikle de Kuzey Irak üzerinde son derece etkin bir rol oynayabiliyor. Türkiye, İran, Irak ve Suriye, sürekli Washington’un iki dudağı arasından çıkacak kararlara dikkat etmek zorunda kalıyorlar. Bölgedeki bu belirsizlik ABD’nin hareket yeteneğini büyük ölçüde artırıyor. Saddam Hüseyin gidip, yerine yeni bir yönetim gelse, Washington Kuzey Irak ile ilgili tutumunu değiştirmek zorunda kalacak ve Bağdat bölgeyi kontrolüne alacağı için bugünkü etkinliğini büyük ölçüde kaybedecektir.

Saddam Hüseyin’in şu veya bu şekilde iktidardan düşürülmesi ve yerine daha uzlaşmacı bir yönetimin gelmesi durumunda ABD, başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere, bölgenin genelindeki yaptırım gücünü önemli oranda kaybedecektir. Bugün “Saddam sizi yiyecek. Bir tek ben sizi koruyabilirim” diyebilmekte ve büyük etkinlik kazanmaktadır.

Page 209: Akademik kaynaklar dizini

Saddam sayesinde Irak’a petrol ambargosu sürdürülmektedir. ABD Saddam gittiği anda ambargoyu da kaldırmak zorunda kalacaktır. Oysa Irak’a ambargo, petrol piyasasını etkilemektedir. Irak petrol ihraç edemediği sürece fiyatlar bugünkü düzeyde(yüksek) tutulabilmektedir. Bu fiyatlar da Kafkaslar ve Orta Asya cumhuriyetlerindeki petrolü cazipleştirmekte, çıkarılabilir duruma sokmaktadır. Bundan dolayı Irak ve İran üzerindeki baskılar ve ambargoların bir süre daha devam etmesi gerekmektedir. Bu süre de ancak Saddam sayesinde uzatılabilmektedir.

Saddam sayesinde, Ankara’da ABD’nin ne dediğine bakmak zorunda kalmaktadır. Washington daime önemsenen bir güçtür, ancak Saddam’ın varlığı nedeniyle önemsenme oranı çok artmakta, ABD’ nin Türkiye üzerindeki yatırım gücü büyümektedir.(122)

8-Hiçbir şey gerçeğin yerini tutamaz. Eğer Saddam olmasaydı, biz bir Saddam yaratmak durumunda kalacaktık. O, Amerika’nın Ortadoğu politikasının belkemiğidir.(Amerikan Dış İlişkiler Konseyi yayın organı Foreign Affairs’in editörlerinden Zekeriya) (126)

9-Trilateral güçler üçüncü dünya ülkelerini “işbirlikçiler” konumunda tutmak için şöyle yaptılar: II.Dünya Savaşı’nın ardından eski tip sömürge anlayışının yerini yenisi aldı. Başta Amerika olmak üzere batı hükümetleri, İMF, banka konsorsiyumları global kuruluşlar ile bağımlılığın sıkı örgüsünü tehdit eden hükümetleri sabote ettiler. Borç bağımlılığı da üçüncü dünya ülkelerinin boynundaki yeni koloni tasmalarından birisiydi. Tasmanın çıkarılmasına ancak yabancı şirketlere ve bankalara büyük karların sağlandığı, Batı güdümündeki gelişim projelerine izin verilmesiyle sağlanıyordu. Veya borç tasması, ekonomik veya politik istikrarsızlık kampanyasıyla birlikte isyankar milletlere boyun eğdirmek için daha da sıkılıyordu. Kendi insanlarının ihtiyaçlarını ön planda tutup, uluslar arası ticaretin ekonomik bağımsızlığını tehdit eden devletler için en büyük baskı silahı, istikrarsızlıktı. Sözgelimi; 1970 yılında Nixon, Kissinger ve CİA Başkanı Richard Helms, Şili’ye yönelik Amerikan yardımının yanında ülkenin bütün uluslar arası bağlantılarını ve özel banka finansını keserek “ekonomik çıkmaz” oluşturdular. Çabaları başarıyla sonuçlandı. Hükümet devrildi ve Şili demokrasisi darmadağın edilip ekonomik açıdan Amerika’ya bağımlı hale getirildi. Ama ne bedelle... Darbeye karşı direnen 30 bin insan katledildi ve 2 binden fazla insan kayboldu. 100 binden fazla insan politik sebeplerle mahkemelere sevk edildi ve işkenceye maruz kaldı. Darbeden üç yıl önce Amerikan elçisi Korry, Washington ile bağlantıya geçerek şunları iletiyordu: Şu anda Şili’ye bir fındık veya cıvata bile satılamaz. Öncelikle Şili’yi mahkum etmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız ve bütün Şilililer büyük bir yokluğa düşecek. (164-165) (28 Şubatta da gerekirse silah kullanır, 20 milyon insanı vururuz denildi. Ekonomi battı, Türkiye ABD’ye bağımlı hale geldi.)

Page 210: Akademik kaynaklar dizini

10- Bilderberg Konferanslarından 18-20 Eylül 1959 tarihlisi Yeşilköy-Türkiye’de;25-27 Nisan 1975 tarihlisi de Çeşme-Türkiye’de yapıldı.(173-174)

11- GLADİO: Gizli birliğin Türkiye bölümü, 1953’de ülkenin NATO’ya girişinden bir yıl sonra Anti Terör Örgütü adı altında kuruldu ve ABD askeri misyonu ile aynı binaya yerleştirildi. O zamanki yasal adı, Seferberlik Tetkik Kurul’uydu. NATO’nun esnek mukabele stratejisine göre, Türkiye bir Sovyet saldırısında baraj rolü üstlenecekti. Esas savunma hattı Torosların güneyinde kurulacaktı. Trakya’da, Boğazlarda ve Doğu Anadolu’da Sovyet işgaline karşı durulmayacaktı. İşgal altındaki bölgede gerilla savaşı yürütülecekti. Türk Ordusu bu stratejiye göre düzenlenirken gerilla savaşını yürütecek, planlayacak bir birim olarak, ABD’nin önerisi ile Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu oluşturuldu. Fikri, finansmanı ve teçhizatı Amerika verdi. Personeli CİA’in subayları tarafından eğitildi. Türk ve Amerikan hükümetleri arasında 1959 tarihli bir anlaşma uyarınca, bir iç ayaklanma durumunda devreye sokulacaktı. (Bak Attila İlhan Batının Deli Gömleği-Ordunun iç tehdide yönlendirilmesi)

Aynı yıllarda Amerika’nın dayatması ile “dolaylı saldırı” ilkesi Türk devletinin temel askeri politikalarından biri oldu. Dolaylı saldırı kavramı Amerikalılar tarafından Kore yenilgisi sonrası geliştirildi. Bu kavramın ne anlama geldiği Amerikan Harp Doktrinleri kitabının 297 nci sayfasında çok açık olarak tarif ediliyordu:

“Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırılar yanında ondan daha tehlikeli, fakat saldırı görünüşünde olmayan başka cins tehditler de vardır. Bu tehditler içeriden yapılmak istenen değiştirme ve dönüşümlerdir. Bu maskeli saldırılar bazen iç harp şeklinde, bazen ihtilalci hareket şeklinde, bazen demokratik akımlar ve reform hareketi biçimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bizim amacımız bu ve buna benzer akımları önlemek olmalıdır.” (194-195)

(Burada, dünya sisteminin bir parçası olan ülke bazındaki sistemleri tehdit eden akımların kontrolü ve ortadan kaldırılması kastediliyor. Bu iç sistemlere bağlılığı şüpheli olan zihni oluşumlar derhal tasfiye ediliyor. Bunlara ise yasa dışı, yıkıcı, bölücü ve irticai akımlar adı altında müdahale ediliyor)

12- 1965 Yılında Seferberlik Tetkik Kurulu, Amerikan Askeri Yardım Heyeti(JUSMATT) binasına taşındı. Seferberlik Tetkik Kurulu ad değiştirdi ve Özel Harp Dairesi oldu. ÖHD ile JUSMATT aynı binada faaliyet yürütüyordu. Aralarında bir bölme bile yapma gereği duymuyordu bu “milli” kuruluş. Özel Harp Dairesi’ne ABD’den gelen yalnızca para değildi. Kontrgerillacılar, aynı zamanda son derece modern silah ve techizatı da ABD’den alıyorlardı. Türk ordusunda

Page 211: Akademik kaynaklar dizini

bulunmayan çok sayıda silah Özel Harp Dairesi’ne veriliyordu. İşte Çiğli’de Ecevit’e suikast için kullanılan Tengaz tabancası da bu silahlardandı. Bir polis memurunun ateşlediği bu silahın, emniyet teşkilatında kullanılmadığı açıklanacaktı.(195) (1997 Yılında Kuzey Kıbrıs’ta Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun bir metre yanındaki bir albayın vurulması da Özel Harpçilerin iştirak ettiği bir tatbikatta gerçekleşmiş, hedefin H.Kıvrıkoğlu olduğu iddiaları ortaya çıkmıştı. Bu olayda, mermi ele geçti, silahın cinsi belirlendi. Tatbikattaki bu cins silahların miktarı ve Özel Harpçilere zimmetlendiği kesinleşti. Ancak tüm incelemelerde hangi silahtan atıldığı belirlenemedi. Bu ancak, atıştan sonra namlunun değiştirildiği şeklinde izah edilebilir. Namlu değiştirilmiş ise, değiştiren bilinçlidir. Sekme mermi olsaydı, atış yapan kendi atışından sekme olduğunu bilmediği için değiştirmez, atış yapılan silah da incelemede kesin olarak ortaya çıkardı.)

KÜLTÜRÜMÜZÜ ETKİLEYEN OKULLARHalit ERTUĞRUL, Nesil Yayınları, 3.Baskı, İstanbul-2002

1-“Misyoner kelimesinin kökü, Latince bir fiil olan ve “göndermek” manasına gelen “mittere” kelimesine dayanmaktadır. Misyoner kelimesi, propaganda çalışmaları için gönderilen kadın ve erkekleri belirtmektedir. Hıristiyanlığı kabul etmemiş ülkelerde, çeşitli faaliyetler adı altında yürütülen Hıristiyanlık propagandasının her türüne “misyonerlik” denir. Hıristiyan kiliselerinin, Hıristiyan olmayan ülkelerde bu dini yaymak için kurdukları teşkilata “misyon”, bunları idare eden ve faaliyet gösteren din adamlarına da “misyoner” denilmektedir.(Kültürümüzü Etkileyen Okullar-S.23)

2-“Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle, azınlıklara tanımış olduğu inanç ve ibadet serbestiyeti, azınlık okullarının açılıp gelişmesine temel olmuştur.”(Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Halit ERTUĞRUL, Nesil Yayınları, 3 ncü Baskı, İstanbul, Eylül-2002. S.11)

3-Azınlıklara kendi okullarını açmaları yönünde tanınan haklar, tarihi süreç içinde azınlık toplumları ile ilişki içine giren sömürgeci devletler tarafından istismar edilmiş ve bu okullara da bir misyoner okulu hüviyeti kazandırılmıştır.(-)

4-“Türk toplumunda ekonomik, siyasi, ve kültürel alanda önemli yerlere gelmiş ve yaptığı çalışmalarla etkili bir güce erişmiş bir elit gurubun, azınlık ve yabancı okulu mezunu olanlar arasında oluştuğu hususu da, Osmanlı’nın Gerileme Dönemi’nden günümüze kadar olan toplumsal yapısı incelendiğinde görülmektedir.” (Halit ERTUĞRUL-32)

Page 212: Akademik kaynaklar dizini

5-Osmanlı’ya karşı düşmanca hisler beslemek için harcamışlardır. Bu tahripler sonucu Ermeniler, özellikle Osmanlı Devleti’nin iç ve dış problemler yaşadığı dönemlerde ortaya çıkarak, emellerini gerçekleştirmek için isyan hareketlerine girişmişlerdir. Bu şekilde devleti ciddi şekilde meşgul eden otuzdan fazla ayaklanma gerçekleştirmişlerdir. Bunların hepsi de, Ermeni milliyetçiliği adı altında dış tahrikli olaylardır. Bu ayaklanmaların hazırlanmasında ve yürütülmesinde Rus, İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin açık rolü görülmüştür. (Manewski, 1986:24) (54)

6-Bunun en güzel örneği, o dönemin en iyi öğretim imkanlarına sahip olan İtalyan Üniversitelerinde felsefe, tıp fen bilimleri ve yabancı dil öğrenimi yapan Rum gençleridir. Osmanlı halkının Batı dillerini öğrenme ihtiyacı içinde olmayışı nedeniyle de, Osmanlı Devleti’nin dış ilişkilerini yürüten Rumlar, aynı zamanda uzun süre de Osmanlı siyasetini yönlendirmeye çalışmışlardır. (Doğan, 1990:84)(56)

7-Özellikle de Anadolu’da görülen bu hareketlere, Amerikalılarca kurulmuş bulunan Merzifon Amerikan Koleji merkez olmuştur.(57)

8-Protestan misyonerlerinin Osmanlı topraklarında yürüttüğü faaliyetler daha çok siyasi olmuştur. Osmanlı Devleti’nde yürütülen Protestan misyonerlik faaliyetlerinin ardından Amerika ve İngiltere’nin varlığı söz konusu olduğu için, Protestanların çalışmaları ve gerçekleştirmek istedikleri gayeleri ele alınırken, aynı zamanda bu ülkelerin amaçları da görülmektedir. (Tozlu, 1991:32) (65)

9-Azınlıkların Osmanlı’dan elde ettikleri başka önemli haklar, Tanzimat Fermanı’yla gelmiştir. 19. Yüzyılın başından beri devleti sarsan ayaklanmalar, Balkanlar’da yabancı devletlerin kışkırtmasıyla durmak bilmeyen bölücü faaliyetler, Osmanlı’yı ciddi olarak tehdit eder bir duruma gelmiştir. 1804 Sırp ayaklanması, 1830 Yunana ayaklanması bu felaketin acı örnekleridir. Bütün bu ayaklanmalara Avrupa’nın bazı devletleri açık destek olmuşlardır. (77)

10-Tanzimat Fermanı ile önemli haklara kavuşan azınlıklar, daha fazla hak için, yabancı devletlere Osmanlı üzerinde baskı yaptırmaya başlamışlardır. Adeta Ruslar Ortodoksların, Fransızlar Katoliklerin ve İngilizler de Protestanların haklarını korumak için yarışa başlamışlardır. (78)

11-İngiltere, Fransa ve Avusturya elçilerinin ağır baskısı altında hazırlanan Islahat Fermanı’nın bir de eğitim boyutu vardır. Bu Ferman’la bütün cemaatler, Maarif Meclisi’nin nezaret ve denetiminde sanayi eğitimi ve genel eğitim verecek okulları açmağa yetkili kılınmıştır. Ferman’daki maarifle ilgili hükümler, daha çok gayr-i Müslim unsurlara kültür bağımsızlığı, okul açma hakkı, Türk okullarına giriş serbestiyeti vermiştir. Çünkü, bu hükümlerin kabulünden sonra, Osmanlı İmparatorluğu, kültür, eğitim ve siyasi

Page 213: Akademik kaynaklar dizini

açıdan hızlı bir parçalanmaya doğru gitmiştir. Islahat Fermanı’nın kendilerine tanımış olduğu kültür, eğitim ve öğretim haklarından yararlanan, gayr-i Müslim cemaatler, Avrupalıların da yardımıyla, geniş çapta eğitim faaliyetine başlayarak memleketin her tarafında okullar açmaya koyulmuşlardır. (Kodaman, 1980:41) Ancak, hareket eğitim ve kültürü yükseltmekten ziyade, Osmanlı birliğine zarar vermiştir. (79)

12-Kanun-i Esasi’nin 65. Maddesi ise, siyasi haklarla ilgilidir. Bu maddeyle, Osmanlı Devleti’ni oluşturan unsurların, meclis-i Mebusan’da nüfusları oranıyla temsil edilmesi hükmü getirilmiştir. Bu şekilde Osmanlı Meclis-i Meb’usan’ında devamlı olarak azınlıklara mensup millet vekili bulunmuş ve bu millet vekillerinin Osmanlı aleyhindeki faaliyetleri, zaman zaman büyük infialler uyandırmıştır. Bu kişiler, Osmanlı’nın kendilerine Osmanlı ferdi kabul ederek verdiği hakları, devletin parçalanması ve düşmanla işbirliği yönünde kullanmışlardır. (Yazıcı, 1987:34) (80)

13-İngiliz baş delegesi tarafından özellikle patrikhane ve patriğin statüsü durumunu gündem getirilmesi karşısında, Türk delegeleri patrikhanenin yetkisini siyasi amaçla kullanan bir kurum ve tahrik merkezi haline geldiği beyan ederek, Türkiye dışına çıkarılmasını istemişlerdir. Ancak, Türk delegasyonu bu ısrarından geri adım atarak, patrikhanenin dini faaliyetler dışına çıkmamak kaydıyla, (Bilsen,

1933:295-297) Türkiye’de kalmasını kabul etmiştir. (81)

14-Azınlık okullarının ilki, 1454 yılında açılan, Fener Rum Okuludur. (92)

15-Bir türlü dokunulamayan, denetleme, ders programları, öğretmen tayinleri ve Türkçe derslerin okutulması gibi konular ele alınmıştır. Ancak, Osmanlı’nın karşısına yalnızca azınlıklar değil, onların gerisindeki yabancı devletler de çıkınca, istenilen netice elde edilememiştir. (Vahapoğlu, 1990:109) (93)

16-1915 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti bu konuya çok ciddi el atarak, Mekatib-i hususiye Talimatnamesi’ni çıkarmıştır. Bu talimatname ile Türkçe’nin Türk Tarihi ve Coğrafyasının Türkçe olarak, Türk öğretmenlerce okutulması mecburiyeti ile, azınlık okullarının sayı olarak sınırlandırılması ve okullarda yabancı personel çalıştırılması izine bağlanmıştır. Bu ve benzeri tedbirlerle, azınlık okullarını denetim altına almaya yönelik çabalar, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla sonuca ulaşamamıştır. (Koçer, 1974:211)

17-Osmanlı Devleti’nde en ücra yerlere kadar yayılan azınlık okullarının, faaliyet gösterdikleri bölgelerde azınlıkları eğitip, devletin savaş halinde bulunduğu zor günlerde de işgal kuvvetleriyle işbirliği

Page 214: Akademik kaynaklar dizini

yapmaları, halk üzerinde menfi bir kanaatin uyanmasına neden olmuştur. (Atalay, 1925:154) (93)

18-Bu okullar, işgal kuvvetlerine karargah olmuş ve düşman kuvvetleri savaş sonunda ellerinde kalan tek siper olarak, en son buralardan çekilmişlerdir. (Öztürk, 1981:181) (94)

19-İlk yabancı okulu, Amerikan misyonerlerince 1824 yılında Beyrut’ta açılmıştır. (Vahapoğlu, 1990:73) (95)

20-Amerika’lı misyonerlerin yoğun faaliyetleriyle 17. yüzyılın ortalarına doğru, Osmanlı Koleji, İstanbul Kız Koleji, Amerikan Beyrut Üniversitesi, Amerikan Kahire Üniversitesi, Tarsus Koleji gibi okullar süratle çoğalmıştır. Öyle ki, 1886 yılına kadar 400 civarında Amerikan okulu açılmıştır. (Ortaylı, 1982:88) (95)

21-Tablo 1.3: Cumhuriyetin İlanından Önce Azınlık ve Yabancı Okullarının Sayısal Durumları

Azınlık Okulları

Yabancı Okulları

Toplam

Okul Sayısı 667 715 1,382

Öğretmen Sayısı 1.250 1.300 2.560

Öğrenci Sayısı

74.000 96.000 170.000

Kaynak: Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985, Haydaroğlu, İ.Polat, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990. (101)

22-Türkiye Cumhuriyet yönetiminin, azınlık ve yabancı okulları konusunda, beklenenden daha yumuşak kararlar almasında, bu okulları bitirenlerden, yönetimde görevli bulunanlar (Altın, 196: 143) etkili olmuştur. (104)

23-Fatih Sultan Mehmed, Galata Fermanı’yla azınlıklara verdiği bu hakla da, eğitim ve öğretim yapabilmelerine de izin vermiştir. Fermanda “..ben dahi kabul eyledim ki kendilerinin ayinleri ve erkanları ve vecihle olageldiyse yine ol üsluba üzere adetlerin ve erkanların yerine güttüreler… … Kiliseleri elerlide ola, ayinlerime okuyalar…” (Şakiroğlu, 1982: 210) denilmektedir. (112).

24-Ermeni anayasası niteliğindeki, 1863’te kabul edilen “Nizamname-i Millet-i Ermeniyan” adlı bir çalışmayla, Ermeni eğitim sisteminin denetimi, 20 kişilik “Ermeni Maarif Komisyonu” na verilmiştir. Bu şekilde Ermeni eğitim anlayışı dini motiften

Page 215: Akademik kaynaklar dizini

kurtarılmış, milli ve siyasi (Tekeli, 1985:106) bir görünüme bürünmüştür. (118)

25-Protestan okulları hakkında en geniş bilgi, dönemin Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Ahmet Zühdü Paşa’nın Abdülhamid’in isteğiyle hazırladığı bir raporda bulunmaktadır. 1894 tarihli bu rapora göre, 392 Protestan okulunun Amerikan-İngiliz ve Ermeni okullarından oluştuğu görülmektedir. Okulların bulunduğu en önemli yerler; Adana, aydın, Bursa, Diyarbakır, Elazığ ve İstanbul’dur. Hatta bu okullar Anadolu’nun en ücra yerlerine, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yayılmıştır. Okulların hemen hepsinin kuruluşunda merkezi New York’ta bulunan Amerikan Board Misyoner örgütü öncülük etmiş ve çok para yardımında bulunmuştur. Bazılarını da zengin Ermeniler veya Ermeniler veya Ermeni Cemaati kendi maddi imkanlarıyla kurmuştur. (Akyüz, 1970:121-128) Raporda Protestan okullarının programları hakkında şu bilgilere yer verilmektedir. (123)

26-Azınlık okullarının, bir tek azınlık vatandaşının bulunmadığı şehirlerde bile faaliyet göstermeleri, bir eğitim ihtiyacından ziyade, topluma yönelik başka amaçlar içinde olduklarını ifade etmektedir. (128)

27-Azınlık okullarının eğitim faaliyetleri; bağımsızlıklarını ilan etme hayaline kapıldıkları bölgelerde yoğunlaşmıştır. Bu amaçla Ermeniler okulları daha çok Doğu’da; Rum okulları İstanbul ve havalisi ile, Karadeniz Bölgesi’nde; Yahudi okulları ise, İstanbul, Beyrut ve Kudüs dolaylarında ağırlıklı olarak açılmıştır. (129)

28-Azınlık okullarının günümüzdeki durumuna bakıldığında, Türk okulları karşısında çok küçük bir oranda kaldığı görülmektedir. Bugünkü azınlık okullarının tamamı İstanbul’da toplanmış durumdadır. (Günümüzde faaliyetlerini sürdüren azınlık okullarını listesi tablo 2.4’de görülmektedir). (194)

29-Ancak yerleştirilen eğitim sistemi ile yerli okullar, yabancı okullarının fonksiyonu ---?... (194)

30-Osmanlı Devleti’nin anlayışından kaynaklanan bir serbestiyetle, azınlık okullarının denetimi, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne kadar ihmal edilmiştir. (143)

31-Azınlıklar, Islahat Fermanı’yla elde ettikleri haklarını daha da genişleterek, kendi milli nizamnamelerini de padişaha onaylatmışlardır. (Bozkurt, 1989:171) (144)

32-Azınlık okullarının denetimi konusunda Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda yapılan birçok tartışma, azınlık mebuslarının karşı koymasından dolayı bir şey yapılamadan sonuçsuz kalmıştır. (144)

Page 216: Akademik kaynaklar dizini

33-Yabancı okulları, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya, Rusya, Bulgaristan ve İran gibi ülkelerin, Osmanlı Devleti’nde yaşayan vatandaşlarının eğitim ve öğretim hizmetlerini karşılamak için açtıkları okullardır. Bu okullar, ilgili ülkeler tarafından gönderilen misyonerlerce, kendi politik ve kültürel emelleri doğrultusunda faaliyette bulunmuşlardır. (153).

34-Amerikan ticaret gemilerinin 1797 yılında İzmir limanına gelmeleriyle başlayan Amerika Osmanlı teması, 1830 yılında iki devlet arasında bir ticaret anlaşmasının imzalanmasıyla (Şimşir, 1985:81)

yeni bir boyut kazanmıştır. (156)

35-Amerikan misyonerleri, öylesine büyük bir çaba göstermişlerdir ki, sonunda Osmanlı Devleti 1848’de Protestanları ayrı bir cemaat olarak resmen tanımıştır. (159)

36-Osmanlı ülkesine gelen Amerikalı Rahip Georg W. Dunmore, Boston’daki merkez verdiği raporda, misyoner çalışmaları bakımından en elverişli yerin Harput ovası olduğunu belirtmiştir. Bunun için de, “American Board of Commisioners for Freign Missions” 1819 yılında Osmanlı topraklarını programına almış (Şimşir,

1985:94) ve giderek artan misyonerlerini Osmanlı ülkesine göndermiştir. (159)

37-Tablo 2.3:19.Yüzyıl devletindeki Türk ve Azınlık ortaöğretim kurumlarının 32 Vilayet Bazında Bir mukayesesi.

TÜRK OKULLARI AZINLIK OKULLARI

İdadi Rüşdi İlk - Orta

Vilayet Okul

Öğr.

Okul

Öğr.

Okul

Öğr.

Edirne 7 947 22 1442

50 4053

Erzurum 2 420 12 1149

4 453

İşkodra - - 5 344 - -

Adana 1 213 11 855 9 1393

Page 217: Akademik kaynaklar dizini

Ankara 4 376 16 736 21 4510

Aydın 5 695 44 2212

90 10876

Bitlis - - 6 258 7 855

Basra - - 4 280 1 150

Bağdat 2 337 8 901 5 612

Beyrut 5 529 12 533 8 832

Cezayir 2 210 5 130 55 6570

Halep 1 210 17 1284

34 1572

Hüdavendigar

5 828 35 2194

34 5489

Diyarbakır

1 51 11 748 6 640

Selanik 3 349 15 1178

51 7090

Suriye 3 477 5 908 5 260

Sivas 2 205 22 1746

- -

Trabzon 2 305 22 1542

31 1331

Kastamonu

3 303 23 1536

10 595

Page 218: Akademik kaynaklar dizini

Kosova 1 121 24 1546

12 2439

Konya 1 106 29 1749

43 5558

Mamuretülaziz

1 23 17 892 20 894

Manastır 2 163 17 1277

57 5065

Musul 1 303 6 264 1 30

Van - - 9 157 7 776

Yanya 1 134 11 385 79 4670

İzmit Sancağı

1 115 7 396 17 4270

Bingazi Sancağı

- - 1 - - -

Çatalca Sancağı

1 101 1 33 7 1030

Zor Sancağı

- - 1 110 - -

Kudüs Sancağı

1 81 3 164 7 554

Kal’a-i Sultaniye

1 126 4 147 7 730

TOPLAM 59 7768

425 27130

667 63255

Page 219: Akademik kaynaklar dizini

Kaynak: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.2, İstanbul, 1985 Polvan, Nurettin, Türkiye’de Yabancı Öğretim 1, İstanbul 1952 Tozlu, Necmettin, Kültür ve Eğitim Tarihimizde Yabancı Okullar, Akçağ, Ankara: 1991. (133)

38-Amerikalıların Osmanlı ülkesinde yürüttükleri misyonerlik faaliyetlerinin Anadolu’daki en güçlü kuruluşunda birisi de, 8 Eylül 1886’da açılan Merzifon Amerikan Koleji’dir. (White, 1995:72) (162)

39-Merzifon Amerikan Koleji’nin 1864 yılında, Bebek İlahiyat Okulu’nun Merzifon’a taşınmasıyla alt yapısı oluşturulur. (162)

40-Bu şekilde Kolej, 1899’da Padişah fermanıyla bir Amerikan okulu olarak tespit edilir. (Tozlu, 1991:91) Ferman, Amerika’nın İstanbul Konsolosu’nun aracılığı ve çalışmalarıyla çıkartılır. (163)

41-Resmi adı, Tarsus Amerikan Koleji olan, Saint Paul Enstitüsü 1888’de açılmıştır. (165)

42-27 yıl bu okulun müdürlüğünü yapan Dr. Christie’nin, el işleri ve sanata yönelik eğitimi, (Haydaroğlu, 1990:141) bölgede sempatiyle karşılanmıştır. (165)

43-Okul, Kurtuluş Savaşı’ndaki yıkıcı faaliyetlerinden dolayı, 1923’te kapatılır. (166)

44-1919 yılında Antep’in işgali sırasında, Fransızlar tarafından bir karargah haline getirilen okul (Antep Amerikan Koleji), halkın infiali sonucu yakılır ve faaliyetlerine son verilir. (Elibol, 1984:29) (167)

45-Maraş Amerikan okulu da, 1920 yılında Maraş’ın işgalinde düşmanla olan işbirliği içinde olduğu için kapatılır. (168)

46-Robert Koleji’ni örnek alarak kurulan Beyrut Amerikan Üniversitesi 1866’da açılır. (168)

47-Beyrut Üniversitesi’nin kurulması ve finansmanını üstlenen Amerikan “Mission Board” Teşkilati, üniversitenin başına ünlü bir misyoner olan Dr. Daniel Bliss’i getirir.(Güler, 1987:30) Bliss, temel atma töreninde, “Bu okul bir dünya kuracaktır. Biz burada büyük mahsulü alacağız” (Guckert, 1968: 35-36) diye, anlamlı mesajlar vermiştir. (168)

48-Amerikan düşüncesi, eğitim ve misyonunu Türkiye’deki temsilcisi olarak (Hacıeminoğlu, 1964:214) biline Robert Koleji, Porer Gold’un ifadesiyle; “Amerikalı yazar, siyaset ve eğitimcilerin sahip olmakla övündükleri bir eğitim kurumudur.”(White, 1995:104) (170)

49-Türk eğitim ve kültürüne Robert Koleji’nin tesiri büyüktür. (170)

Page 220: Akademik kaynaklar dizini

50-Robert Koleji’nin kurucusu ve müdür Cyrus Hamlin’dir. Çok yi yetişmiş bir misyoner olan Hamlin, becerikli bir yöneticidir. Bu misyoner, Bulgar milliyetçiliğine katıları yanı sıra, Kırım Savaşı’nda İngilizlere ekmek sağlaması, İngiliz ordusuna elbise dağıtması, İstanbul’daki Rus esirlere yiyecek vermesi, Florance Nightingale’nin çabalarıyla ünlenmiş hastaneyi çalıştırması, İstanbul’da 13 kiliseyi inşa ettirmesi ve Roosevelt’e Osmanlı karasularında savaş gemileri ile saldırgan bir politika izlemesini tavsiye etmesi, (White, 1995:75) gibi faaliyetlerle tanınmaktadır. (171)

51-Robert Kolej, bir irade ili Amerikan bayrağı taşıma hakkı elde etmesiyle (Haydaroğlu, 1990:133) Osmanlı’daki “Küçük Amerika” olarak anılmaya başlamıştır.(171)

52-İstanbul Kız Koleji, 1895’te Padişah fermanıyla resmileşmiştir. (Tozlu, 1991:132) (173)

53-Okulun temel atma töreninde de Osmanlı uyruklu olan bir Amerikan misyonerinin konuşması çok çarpıcıdır. (173)

54-Saint Boneit Fransız okulu; Osmanlı toplumunu birçok yönden etkileyen Fransız misyoner öğretim faaliyetlerinin de hareket noktasıdır. Çünkü, Osmanlıdaki yabancı ve Gayr-i Müslim okullar zincirinin ilk halkasıdır. Özellikle ticaret ve bankacılık bölümüne giren Türk, Ermeni ve Yahudi öğrenciler, Osmanlı ticaret ve maliyesinde faal görevler almışlardır. (Polvan, 1952:156) Okulun faaliyetleri kesintisiz olarak günümüze kadar gelmiştir.

55-Türk toplum hayatının yenileşmesinde, garp kültürünün, garp zihniyetinin memleketimize girmesinde ve yayılmasında bu okul ve en büyük amillerden birisi oldu. Bu hakikati anlamak için, Türkiye’nin edebiyat ilim, öğretim, idare, sanat ve ticaret alanında ün yapmış Galatasaray Lisesi mezunlarına göz gezdirmek kafidir. Bu okul gerek Türk eğitim tarihinde ve gerekse garba dönmemizde dönüm noktası sayılabilir”. (Sungu, 1943:315) (182)

56-Ancak İngiliz okulları, Osmanlı Devleti’nin Arapça konuşan bölgelerinde yoğunlaşmıştır.

57-İngiliz, özellikle Osmanlı’nın sıkıntılı olduğu son dönemlerinde, etnik problemi olan bölgelerde okullar açma yoluna giderek Osmanlı Devleti açısından ciddi tehlike oluşturmuşlardır. Özellikle de Araplar arasında milliyetçilik duygularının uyanmasında ve Osmanlı’dan ayrılmaları yönünde büyük çabalar sarf edilmiştir. (186-187)

58-Yabancı okulları, temsil ettiği devletin ve milletin menfaatini savunana ve sömürge tipi yerli insan yetiştirmek isteyen bir kurum olarak değerlendirilmiştir. (Kodaman, 1980:67-68)(199)

Page 221: Akademik kaynaklar dizini

59-Bunlardan birincisi, Osmanlı’nın etnik topluluklarla huzursuz olduğu ve Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne yönelmiş bir tehlikenin bulunduğu bölgeleri tercih etmişlerdir.(201)

İkincisi ise, okul açmak için, stratejik öneme sahip bölgeleri dikkate almışlardır. Üçüncüsü de, Osmanlı Devleti’nin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin bulunduğu bölgeleri tercih etmişlerdir. Okul kurmak için dikkate aldıkları bu üç bölgelere bakıldığında, kendi vatandaşlarının ya çok az veya hiç olmadığı görülmektedir. (Vahapoğlu,

1990:72) (201)

59-Yabancı okulların faaliyet gösterdikleri bölgelere bakıldığında, buraların sıradan seçilmiş bir yer olmadıkları, Osmanlı’nın dağılma döneminde daha iyi anlaşılmıştır. Yabancı devletler, okul açarak çalışmalar yaptıkları bölgeleri, adeta önceden parselleyerek, Osmanlı’nın yıkılışıyla birlikte, o bölgeleri işgal etmişlerdir. Bu da, yabancı devletlerin Osmanlı topraklarında niyetle okul açtıklarını, en iyi şekilde izah etmektedir. (Kacabaşoğlu, 1989:157) (202)

60-Tablo 2.11’de gösterilen dağılıma dikkat edildiğinde, en fazla Amerikan okulları göze çarpmaktadır (465 adet). 19.Yüzyılda siyaset arenasında henüz önemli bir yeri olmayan Amerika’nın bu kadar okulla ne yapmak istediği ilk anda anlaşılmasa da , Kurtuluş Savaşı sırasında Türk aydınlarından bir kısmının Amerikan mandası fikrini savunmaları, (Vahapoğlu, 1990:118) bu okulların bu kadar çokluğu bazı kanaatların oluşmasına sebep olmuştur. (203-204)

61-Tablo: 2.12:19 Yüzyılıxda Osmanlı devletindeki Türk ve Yabancı Ortaöğretim Kurumlarının 32 Vilayet Bazında Bir Mukayesesi

TÜRK OKULLARI YABANCI OKULLARI

İdadi Rüşdi İlk - Orta

Vilayet Okul

Öğr.

Okul

Öğr.

Okul

Öğr.

Edirne 7 947 22 1442

2 159

Erzurum 2 420 12 1149

2 -

İşkodra - - 5 344 - -

Page 222: Akademik kaynaklar dizini

Adana 1 213 11 855 6 427

Ankara 4 376 16 736 - -

Aydın 5 695 44 2212

15 3719

Bitlis - - 6 258 - -

Basra - - 4 280 - -

Bağdat 2 337 8 901 2 1109

Beyrut 5 529 12 533 21 1617

Cezayir 2 210 5 130 2 1109

Halep 1 210 17 1284

9 627

Hüdavendigar 5 828 35 2194

6 655

Diyarbakır

1 51 11 748 1 65

Selanik 3 349 15 1178

7 902

Suriye 3 477 5 908 13 -

Sivas 2 205 22 1746

30 700

Trabzon 2 305 22 1542

2 137

Page 223: Akademik kaynaklar dizini

Kastamonu

3 303 23 1536

- -

Kosova 1 121 24 1546

- -

Konya 1 106 29 1749

- -

Mamuretülaziz

1 23 17 892 5 260

Manastır 2 163 17 1277

1 30

Musul 1 303 6 264 1 45

Van - - 9 157 3 211

Yanya 1 134 11 385 - -

İzmit Sancağı 1 115 7 396 2 211

Bingazi Sancağı

- - 1 - - -

Çatalca Sancağı

1 101 1 33 - -

Zor Sancağı - - 1 110 - -

Kudüs Sancağı

1 81 3 164 - -

Kal’a-i Sultaniye

1 126 4 147 - -

TOPLAM 59 7768

425 27130 128 11983

Page 224: Akademik kaynaklar dizini

Kaynak: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C.2, İstanbul, 1985

62-1869 yılında çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile ilk defa bu okullarda denetim yapmaya başlanmıştır. Nizamname, okulun açılması için irade-i seniye aramış ve periyodik aralıklarla bir denetim sistemi kurmuştur. (Kodaman, 1980:67-68) Bu iş içinde müfettişler, özel denetçiler ve Vilayet Maarif Müdürleri görevlendirilmiştir. (213)

63-Yabancılar; Islahat Fermanı ile, Osmanlı ülkesinde emlak alma hakkında sahip olunca, bu konudaki faaliyetlerini daha rahat yürütmüşlerdir. 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile resmen okul açma hakkına da sahip olmuşlardır. (215)

64-Azınlık ve yabancı, okullarının, Osmanlı Devleti’ndeki faaliyet sebebi olarak gösterilen, “kendi toplumlarının eğitilmesi, kendi kültür ve inançlarının yaşatılması, bilim ve teknolojik gelişmelerin Osmanlıya transferi ve mensubu bulunanları devlet ile imparatorluk arasında yakınlaşmada bir bağ oluşturmak” (Ayverdi, 1976:41) gibi olumlu hususlar yanında, Türk toplumuna büyük zararlar vermişlerdi. (224)

65-Bulgar ayaklanmasının planları Kolej’de yapılmıştır. (224)

66-Osmanlı bilinci Robert İslami dayanışma bilinci Beyrut Kolej’in Bulgar milletini var eden, ona hayat veren bir kurum olduğu sayısız araştırmacı tarafından ifade edilmiştir. Bunlardan birisi olan Pears, “tarihte Robert Koleji’nin, Bulgaristan’ın hayıtını etkilediği kadar, başka hiçbir okul tanımıyorum ki, bir başka milletin hayatını bu derece etkilemiş olsun” demiştir. “Robert Koleji olmasaydı, Bulgaristan olmazdı”.(225)

67-Okulda, Arap milliyetçiliğini körüklemek ve Arap dünyasını önce Osmanlı’dan, sonra da kendi aralarında bölmek amacı güdülmüştür. (225)

68-“Önemli olan Ermeni davasına nereden başlayacağımızı çok iyi tespit etmektir. Bununla ilgili doğru bir faaliyet başlamamız için mutlak bir şeklide okullar açmalıyız. Okullar çocuğun kafasına en iyi iz bırakan yerlerdi. Öyleyse işe okullardan başlamalıyız”. (white, 1995:107)

69-Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılan bu okullardaki öğretmenler, önce siyasetçi, komiteci ve illegal teşkilatçı, sonra eğitimcidir. (226)

70-Bu öğretmenler düşündüklerini gerçekleştirerek bir ihtilalci nesil yetiştirmişlerdi. (Kavcar, 1974:58) Yunan ve Bulgar ihtilalcileri; Merzifon, Van, Maraş ve Antep Kolejlerinde görülen olayların elebaşıları, Ortadoğu’yu karıştıran İngiliz, Fransız ve birçok misyoner ajanları ne acıdır ki, Robert Koleji ve benzeri yabancı okulları mezunlarıdır. (226)

Page 225: Akademik kaynaklar dizini

71-Ayrıca, “Mekodanya’da bulunan okullarda, Rum, Bulgar, Sırp ve Ulah’lara ilimden çok ayrılıkçı tezler telkin edilerek, Osmanlı’yı parçalama fikri aşılamıştır”. (Akyüz, 1989: 154) (227)

72-Milli Mücadele döneminde, azınlık ve yabancı okullarının yıkıcı faaliyetleri artarak devam etmiştir. Açıkça, işgal kuvvetlerine destek vermişler ve yerli azınlık gruplarıyla da bu kuvvetlerini yanında yer almışlardır. (Akyüz, 1989:358) ‘227)

73-Azınlık ve yabancı okullara yerleşen işgal kuvvetleri, yurdu terkederken en son bu okullardan çekilmişlerdir. (Öztürk, 1981:181) (228)

74-Merzifon Kolejinde faaliyetlerinden şüphelenilmesi sonucu Kolej’de yapılan aramada, 1919-1920 yıllarında gerçekleştirilmiş gizli toplantılara ait tutanaklar, Pontus Cemiyetine ait bayrak, bol miktarda, silah, mühür bulunmuştur. Ayrıca Rum asker kaçakları da aramalarda ele geçirilmiştir. Yapılan soruşturmalarda işin okul öğretmenlerince organize edildiği tespit edilmiştir. (228)

75-Rum okullarının faaliyetleri genel olarak değerlendirildiğinde, bir Yunan devletinin kurulmasına aracı olduğu ve bunun gerçekleşmesinde büyük bir rol oynadığı görülmektedir. Bütün bu çalışmalar, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin desteğiyle, 24 Nisan 1830’da Yunan devletinin kuruluşunu hazırlamıştır. (Haydaroğlu,

1990:175) (229)

76-Misyonerlik faaliyeti için ülkeye gelen yabancılar, yerli azınlıklarla yaptıkları işbirliği neticesinde, ülkeni kültürel, siyası, dini, askeri, ekonomik vs. gibi bütün yönlerini en ince ayrıntısına kadar incelemişlerdir. Bu şekilde kültürel, ekonomik ve stratejik envanterini çıkararak mensubu bulundukları devletlere iletmişlerdir. (231)

77-Robert Koleji arsasının satın alınmasında da görüşmüştür. Bütün engellemelere rağmen Rumelihisarı’ndaki bu yeri Amerikalılar’a satan Ahmet Vefik Paşa’nın bu işi yurt dışındaki şahsi borçlarına karşı mecburen yaptığı ifade edilirse de, yine de Türk toplumunda çok büyük tepki almıştır. Öylece, İstanbul’un fethinde Rumelihisarı’nın oynadığı rolü oynayacak ve onun karşısında yer alacak bir okulun yapılması kararından sora, faaliyete geçildiği belirtilmiştir. Bu yüzdendir ki, Tozlu’ya göre; Ahmet Vefik Paşa ölünce devlet adamlarının gömüldüğü mezarlığa değil, çan seslerini dinlesin diye Robert Koleji yanındaki Kayalar Mezarlığına defnedilmiştir. (Tozlu, 1991:166) (232)

78-Osmanlı Devleti’nin en stratejik bölgelerinden birisi olan Beyrut’ta ise, yabancı okullarının faaliyeti oldukça fazla olmuştur. Bu bölge adeta misyonerlerin istilasına uğramıştır. Osmanlı’yı parçalamak için, Amerikan, İngiliz ve Fransız ajanları, sürekli Arap Milliyetçiliğini işlemekte ve Osmanlı düşmanlığı nazara verilmektedir.

Page 226: Akademik kaynaklar dizini

1892 tarihinde Beyrut civarında, Amerikalı’ların 400, Rus’ların 44, İngiliz’lerin 26, İtalyan’ların 5, Almanlar’ın 4, Yahudilerin 2, Cizvitler’in 3 tane okulu vardır. (Haydaroğlu, 1990:37-105) Yabancıların bu faaliyetleri netice vermiş, Osmanlı asırlar boyu himaye ettiği kendi gayr-i müslim tebaasında büyük ihanetler görmüştür. Araplar ise İngiliz propagandasına inanarak Osmanlı’ya arkadan vurmuştur. (232)

79-Bugün Güneydoğu problemi olarak bilinen Kürt meselesi ise yine o yıllarda sahneye konan sinsi bir oyunun uzantısıdır. (233)

80-Dr. Wheeler tarafından 1868 yılında Amerika’da basılarak getirilen kitaplar, azılık ve yabancı okullarda okutulmuştur. Ancak, tamamen siyasi propagandaya yönelik bir çalışma olduğu farkedilince kitaplar toplatılmıştır. (Tozlu, 1991:273) (235)

81-Amerikan misyonerleri, 1831 yılında Antep Amerikan okulunda bir matbaa kurmuşlar ve İzmir’de de 1839 yılında bir gazete çıkarmışlardır. (235)

82-1850 yıllarında İstanbul’da bir İncil Kitabevi kurulmuştur. Burası misyonerlerin basın-yayın merkezi durumundadır. Burada, 1883 yılına kadar 3 milyon İncil dağıtılmış ve 4 milyon adet de diğer propaganda kitapları basılarak gönderilmiştir. Bu kitabevi 1872 modern bir binaya kavuşmuştur. 1822 den 1900 yılına kadar İstanbul, İzmir ve Malta matbaalarında dini ve siyasi propagandaya yönelik olarak basılan kitapları sayfa sayısı 600.000.000 civarındadır. (Kocabaşoğlu, 1989:144-148) (236)

83-1920 yılında bile, İstanbul’da yayınlanan 32 gazeteden sadece 6’sı Türkçe’dir. Diğerlerinin 2’si Arapça, 7’si Rumca, 9’u Ermenice, 7’si Fransızca ve 1 tanesi de Bulgar’cadır. (Tozlu, 1991:274) (236)

84-Osmanlı eğitimindeki batılılaşma hareketini teşviki ve etkileri konusunda hazır gerekçeler de vardır. Çünkü, Osmanlı Devleti’nin bir gerileme dönemine girerek, eski gücünü yitirmesi, yapılan savaşlarda Avrupa karşısında yenik düşmesi idarecileri telaşlandırmış ve bir arayış içine etmiştir. Eksi kudretin yeniden kazanılması için, reçeteler yazılmaya başlanmıştır. (Kaya, 1977:70) Devletin yeniden yapılanması, askeri ve eğitim sisteminin, üstünlüğü kabul edilen Avrupa’ya göre tanzimi gündeme gelmiştir. (239)

85-Azınlık ve yabancılar gerek Osmanlı topraklarında açtıkları okullarla ve gerekse de siyasi ilişkileri sonucu Osmanlı eğitiminin batıya açılmasına muvaffak olmuşlardır. Bu başarıda azınlık ve yabancı okulları pay sahibidir. Azınlık ve yabancı okulların Osmanlı eğitimini etkileme nedenlerini de şöyle özetlemek mümkündür.

86- Azınlıklar ayrıştırması,

88-Yerli işbirlikçi zihniyeti tesisi. (241)

Page 227: Akademik kaynaklar dizini

89-Avrupa devletleri 1886 yılından itibaren eğitim için Osmanlı hükümetine ayrı ayrı reform projeleri sunmuşlardır. Osmanlı hükümeti de 22.2.1867 tarihinde kendine sunulan bu projelerden, Fransız hükümetinin tezini kabul etmiştir. (Doğan, 1976:49; Kodaman, 1980:48) Bu noktadan hareketle Osmanlı Maarif Nezareti, Osmanlı eğitimini Fransız Eğitim Sistemi’ne göre tanzim etmeye başlamıştır. Bu yapılanmamın sürdürülmesinde ise, azınlık ve yabancı okulların yöneticileri ve Fransız eğitimcilerle sürekli işbirliği içinde olan Ali Fuad Paşalar’ın büyük çabaları (Kaya, 1977:74) olmuştur. (245)

90- İşbirliğinin kurumsallaştırılması....(246)

91-Bürokrat ağırlıklı eğitim, bundan maksat, Avrupa mevzuatını bilen ve yeniden yapılanmayı buna göre yapacak olan aydın ve memur yetiştirilmesini sağlamaktır. (Kodaman, 1980:49) Ancak , ilim adamı, mühendis, teknisyen yetiştirilmesi söz konusu edilmemektedir. Tanzimatçılar bu hususları görememişlerdir. (246)

92-Fransız Bakan Victor Dury’un Galatasaray Lisesi’nin açılışında önce yaptığı bir açıklama bazı önemli niyetlerin altını çizmektedir.

93-“Şarkta bizim menfaatlerimiz var. Bu menfaati tesis etmek için, garp medeniyetini Osmanlı içine sokmalı. Bu da maarif yoluyla olur. Bunu temin etmek için de Fransız mektepleri açılmalıdır.” (Sungu,

1943;315) (247)

94-Mühendishane, Harbiye ve Tıbbiye gibi yüksek okullar Tanzimat Dönemi’nde Batılılaşma cereyanından geniş ölçüde etkilenmişlerdir. 1847’de Tıbbiye’yi ve Üsküdar’da bir hastaneyi ziyaret eden ve müşahedelerini hayretle anlatan Mac. Frlane, Tıbbıye’nin kütüphanesini görünce “Çoktan beri bu kadar düpedüz materyalizm kitaplarını toplayan bir koleksiyon görmemiştim. Genç bir Türk doktoru oturmuş, dinsizliğin el kitabı olan (Syteme de la nature’s) okuyordu. Raflar Fransız devrimcilerin, özellikle materyalistlerin kitaplarıyla doluydu” der. (İslam Ansiklopedisi, C.5, s.160) (247)

95-Ama Allen’e göre “Türkiye’de henüz oluşmuş bir eğitim ve kültür politikası yoktur. Ama yüzünü karalı bir şeklide batıya çevirmiştir”. (Tozlu, 1991:52) (248)

96-Batı değerlerini tercih edişi ve eğitim anlayışını da buna göre şekillendirişi, Türk toplumunda faaliyet gösteren misyonerleri memnun etmiştir. (Kerim oğlu, 1984:96) Çünkü, Cumhuriyetin ilanıyla eğitim felsefesi Batılılaşma temeline oturtulur. Bütün bir milletin mentalitesi, Batılı bir anlayışla değiştirilmek istenir. Bu ruh, bütün eğitim-öğretim elemanlarının beslendiği temel kaynak olur. (Tozlu, 1991:73) (248)

97-Artık Osmanlı’yı parçalayan yabancı okullara gerek kalmamıştır. (248)

Page 228: Akademik kaynaklar dizini

98-Ankara Hükümeti’nin o yıllarda, Avrupalaşmak, muassırlaşmak, dünya ile bütünleşmek ve modernleşmek arzusuyla batının değerlerine olan ilgisi, İslam’ı bırakıp Hıristiyanlığa kadar uzanan bir gelişmeyi de ciddi bir şekilde tartışılır hale getirmesi dikkat çekici olarak yorumlanmıştır. (249)

99-18 Temmuz 1923’de Ankara istasyonundaki Teşkilat-ı Esasiye’nin tadili müzakeresinde bu husus çok ciddi olarak tartışılmıştır.

100-Konu ise; hazırlanmakta olan Teşkilat-ı Esasiye’ye hangi dinin resmi olarak yazılmasıdır. Orada belirtilen görüş, “İslam terakkiye manidir, batı Hıristiyanlıkla ilerledi, biz de Anayasamıza Hıristiyanlığı yazalım” olmuştur. Ama toplantıya tesadüfen katılan Kazım Karabekir’in çok şiddetli muhalefeti sonunda toplantı, Mustafa Kemal tarafından yarıda kesilmiştir.(Kabaklı, 1989:55-58) Ama, daha sonraki uygulamalarda İslam’dan bir kaçışın olduğu ve Hıristiyan ahlakına uygun bir eğitim düzenlenmesine gidildiği bilinmektedir. (Kabaklı, 1989:219-

229) (249-250)

101-Türkiye’ye gelen yabancı eğitim uzmanlarının büyük bir kısmının misyoner teşkilatları kanalıyla gelmesi dikkat çekici olmuştur. Bu alandaki çalışmasıyla bilinen Ford Vakfı, Türk eğitiminin problemlerine gönüllü olarak el atarak, finansman sağlaması, araç ve gereç tedarik etmesi, eğitim uzmanlarından Philip H.Coombs, F.Champion Vard ve Louis Smith’i Türkiye’ye göndererek uzun bir zaman çalışmaları ve bütün giderlerini vakfın bizzat karşılaması bu dikkati artırmıştır. (250-251)

102-Tablo3.1: Türkiye Cumhuriyeti Eğitimi Hakkında Rapor Veren Yabancı Uzmanlar ve Ele Aldıkları Temel Konular

Çalıştığı Yıl

Uzmanların Adı Ülkesi

Verdiği Raporun Konusu

1924 Prof. John Dewey ABD Genel Eğitim Sistemi (Rapor)

1925 Kühne Almanya

Teknik Eğitim

1927 Ömer Buyse Belçika

Teknik Öğretim

1932 Prof. Albert Malche İsviçre Üniversiteler

Page 229: Akademik kaynaklar dizini

1934 Mis Parker ABD Genel Eğitim ve İlköğretim

1933-34 Bir Grup Uzman ABD Genel Eğitim Sistemi

1933-52 Ord. Prof. Philippe Schawartz

Almanya

Üniversiteler

1951 Prof. W. Drekerman ABD Halk Eğitimi

1952 Prof. John Rufi ABD Orta Öğretim

1951-52 Kate Wofford ABD Eğitim Programı

1952-53 E. Tompkins ABD Orta Öğretim

1952-53 Prof. C.Beals ABD Okullarda Rehberlik

1953 Prof. R.J. Maaske ABD Öğretmen Yetiştirme

1955-1956 Dr. E.S.Gorvine ABD Teknik eğitim

Kaynak: Akyüz, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Ankara 1989. s.456

103-Yabancı eğitimciler, Türkiye’ye gelmekle kalmamış, bazen de kendi seçtikleri Türk eğitimcilerini ülkelerine götürerek staj eğitimi yaptırmışlar ve bunları uygulanan Türk eğitiminin başına göndermişlerdir.(Cicioğlu, 1985:100) 1954 yılından sonra ABD’ ye ihtisasa gönderilen eğitimcilerin yurda döndükten sonra, eğitimimizi Amerikan sisteminin tesirine soktukları, (Nişancı, 1981:15) görülmektedir. (251)

104-Düşünce dünyamız kavramlar ve iletişim yoluyla kurulmaktadır. Bu açıdan dilin felsefi boyutu çok önemli bir durum arz etmektedir. Dil doğuştan değil, kültür ve eğitim ile kazanılmaktadır. Çocuk daha ilk yaşlarından itibaren, kendi kültür dünyasının tüm değerlerini dil vasıtasıyla benliğine mal eder. Onları özümser ve karakterinin yapı taşlarını oluştururu. Problem olarak ele alınan her meselenin, çok boyutlu düşünülmesi tahlil ve tenkidi ve bu sayede yapılmaktadır. (252)

105-Osmanlıyı dağıtma ve parçalama sürecinde azalırlar, dili etkili bir araç olarak kullanmışlardır. Yunan, Bulgar ve Sırp azınlıkların

Page 230: Akademik kaynaklar dizini

ayaklanmasında milli hislerin körüklenmesinde dil faktörü etkili bir şekilde kullanılmıştır. (Tozlu, 1991:290) (253)

106-Eski sömürgelerin birçoğundan çok iyi yabancı dil bilen insanların çoğalması, o ulusa bir fayda getirmemiştir.

Çünkü, milli şuur dondurulmuş ve milli menfaatler unutturulmuştur. (Erkal, 1992:76) (254)

107-(Bu gün Türkiye Avrupalı bir ülkedir.) Fransız sömürgesi bir ülkedir, cümlesinin sık sık telaffuzu, bir zencinin kendisini Fransız olarak tanıtması ile eş anlamlı bir komplexs’in ifadesidir. (255)

108-“Afrikadaki yerliler eğittikleri filleri, ormandaki filleri, yakalayıp yok etmekte kullanmaktadırlar....” (256)

109-Azınlık ve yabancı okullarında okuyan öğrenciler, yüksek bir hayat standardına ulaşmak, Avrupa görmek, madeni olmak, toplumda önemli bir statü kazanmak ve ülkenin idaresinde etkili bir rol elde etmek gibi teşviklerle sistemli bir yönlendirmeye tabi tutulmuşlardır. (256)

110-- Azınlık ve yabancılar, okullarının, Türk toplumuna kabul ettirebilmek için, bilgi, teknoloji, beceri ve zamana uygun pratiklerle halkın son derce ilgisini çekme arzusunda olmuşlardır.(Doğan, 1976:61) Bu şekilde önemi artan faaliyetlere ağlık vermişlerdir.

111-Üsküdar Kız Koleji’nde ve ekonomisi, İzmir’de Çevre Projesi, Kayseri Talas’da Ağaçlandırma Çalışmaları, Merzifon Koleji’nde Küçük El Sanatları Projesi ileri derecede yürütülmüştür. Okullarda tıbbı, bakım, elişleri, pratik çalışmalar ve benzeri faaliyetleri rahatça yürütebilecek atölyeler ve merkezler kurulmuştur. Okullar bu tür çalışmalarıyla kendilerini halka da kabul ettirmişlerdir. (259)

112-Azınlık ve yabancı okullarında resmi olarak, 1880 yılından itibaren Türk öğrenciler alınmaya başlanmıştır. (260)

113-Bu okullarda okuyan Türk çocuklarının, yabancı memleketlerin coğrafyasını öğrendikleri halde, kendi vatanlarına dair hiçbir şey bilmediklerini hayretle ifade eder. Ayrıca, Okullardaki ders notları da kullanışsız, yerli-yersiz bilgilerle dolu ve yetersizdir. (Güler,

1987:82) (261)

114- Logaritma cetvelini ezberlemesi şartı

115-15 gün sonra unutulacak bilgiler

116-Kendi toplumları ile olan ilgisizliklerini, tiksintilerini ve hatta hainliğe kadar varan tavır alışlarını işlemişlerdir. (Tozlu, 1991:228) (263)

117-Ayrıca, yurtdışı tahsilinden dönen öğrencilerin önemli mevkilere gelmeleri için yapılan özel gayret (Tozlu, 1991:203) ve çabayı bilmeyen yoktur. (264)

Page 231: Akademik kaynaklar dizini

118-Bugün de hala faaliyetlerin sürdüren yabancı okullar, mezun ettikleri zeki öğrencilere, çeşitli kanallardan Avrupa ve Amerika’nın önemli üniversitelerinde burs temin edip, okumalarını sağlamışlardır. Yurtdışında eğitimini tamamlayan Türk öğrencileri, Türkiye’ye döndükten sonra azınlık ve yabancılarca desteklenen birçok vakıf veya dernek aracılığıyla, ya üniversitede istihdam edilmekte, ya da devletin önemli bir kademesine gelmesi için yardımcı olunmaktadır. (Akça, 1991:126) (265)

119-Toplumsal iletkenler (265)

120-Azınlık ve yabancı okulu mezunları, Türk toplumunda bir elit grup meydana getirmişlerdir. (265)

121-Elitlerle ilgili yapılan tanımların ortak noktalarına bakıldığında, elitin; zeka, kabiliyet, beceri, güç gibi, toplumun üst kısmında yer alabilecek vasıflara sahip olan kişiler topluluğu (Bottomore, 1990:9;Demir, 1992:114) olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle elit, bir sosyal sınıf içinde yer alan kişilerin arasında, bulunduğu sosyal sınıfı en iyi temsil edebilen, yani kendi ilgi alanlarında en yüksek yeteneğe sahip bireylerdir. (Mills, 1974:8) (266)

122-Elit teorisiyenleri olan Pareto, Masca ve Mills, bir toplumunda “yöneten ve yönetilen” diye iki grubun varlığından söz ederek, “yönetenlerin, yönetime dolaylı olarak katılanların veya kendi alanlarında etkili yerlerde bulunanların elit” kişiler olduğu konusunda birleşmişlerdir. Ayrıca bu teorisyenler, elit tabakasının statik olmadığını, zamanla toplumun alt kesimlerinden üyeler almak suretiyle sirkülasyona uğradıklarını ve böylece de, elit tabakanın sürekli değişerek, toplumda bir denge oluşturduklarını ifade etmişlerdi. (Bottomore, 1990:122;Akyüz, 1991:175) (266)

123-Özet olarak, azınlık ve yabancı okulu mezunu olan bir elit grup, devlet ve toplumun her kesimine dağılarak, etkili roller üstlenmişlerdir. (268)

124-“Cumhuriyetin temel ilkeleri, insan hakları, eşitlik, hukukun üstünlüğü, bilimsellik, demokratlık, çağdaşlık ve laiklik” gibi kavramları kendilerine bayrak yapmaya çalışmaktadırlar. Bunun en belirgin örneği, ifade edilen bu kavramları yaşatmak ve geliştirmek için kurulan vakıf ve derneklerin organizesine bakıldığında, azınlık ve yabancı okulu mezunu elitlerin varlıkların göze çarpmaktadır. Bu şekilde devlet politikalarına uygun faaliyetlerde bulundukları ve devletin yılmaz savunucusu oldukları izlenimini vermektedirler.(268)

125-1960 ihtilalinin lideri Orgeneral Cemal Gürsel’in siyasi danışmanları, azınlık ve yabancı okulu mezunu olan kişilerdir. (269)

126-Aydınlar; temsil ettikleri değer anlayışları ile toplumu etkilemede lider fonksiyonuna sahip kişilerdir. Bundan dolayı, azınlık

Page 232: Akademik kaynaklar dizini

ve yabancı okulu mezunu olan elit grup, kendilerine paralel bir aydın tipinin ortaya çıkması için çalışmalardır. (Atlı, 1996:22) (271)

127-Sonuçta, azınlık ve yabancı okulları Tanzimat’tan bu yana kesintisiz bir çabayla, kendi değerlerini, kültürel ve politik amaçlarını Türk toplumunda savunabilecek bir aydın grubu oluşturmayı başarmıştır. (Atlı, 1992:81) (272)

128-Mezun olan Bulgarların hepsi de, Osmanlı’dan ayrılan Bulgar Devleti’nde en yüksek mevkilerde sorumluluk üstlenmişlerdi. (274)

129-İlk Bulgar Başbakanı olan Prof. Dr. Stephan Panaretoff da, Robert Koleji’nin 1871 yılı mezunlarından birisidir. (274)

130-Yunan ayaklanmasının lider kadroları incelendiğinde, azınlık ve yabancı okullarından mezun oldukları ve bu ihtilalci ruhu bu kurumlardan aldıkları görülmektedir. (275)

131-Arap milliyetçilik hareketinin liderlerinden Refik Rızzık Sellüm’ün şu itirafları çok çarpıcı şekilde izah etmektedir:

132-“Bu gün Arap dünyasının eşraf ve ağaların çocukları misyoner okullarında okumaktadır. Arap diyarında ise İngilizce hakimdir. Onlar ya İngiliz mekteplerinde, ya da Amerikan Koleji’nde okurlar. Hepsinin gayesi Türkler hakkında benim sahip olduğum fikirleri telkin etmektir. Hepsi için müşterek düşman Türklerdir. Okullarında işlene en hararetli ders de, Osmanlı düşmanlığı ve azınlıkların bağımsızlık konusudur.” (Kocabaş, 1985:172-173) (277)

133-Azınlık ve yabancı okulu mezunu elit grubun, Osmanlı yönetimine yönelik yaptığı çalışmalara bakıldığında, bu misyonu daha çok Galatasaray Lisesi mezunu olan grubun üstlendiği görülmektedir. (277)

134-1877 Osmanlı Meclisi’nde toplam 115 kişi olan milletvekilinin, 69’u Müslüman, 46’sı da Rum, Ermeni ve Yahudi’dir. 1808 yılındaki Meclis-i Mebusan’da ise toplam 270 milletvekili görev almıştır. Bunların, 142’si Türk, 60’ı Arap, 25’i Arnavut, 23’ü Rum, 12’si Ermeni, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar, 3’ü Sırp ve 1’i de Romen’dir. (279)

135-Osmanlı’nın dış politikasını yürütmekle görevli Dışişleri Bakanlığına Serkis Efendi, Artin Dadian Efendi, Krikor Agotan ve Ohannes Çamiç Efendi (Bozkurt, 1989:155) gibi azınlık mensuplarının getirilmesidir.

136-1844 yılında Dışişleri Bakanlığında görev yapanların %71’i Müslim, %29’u gayr-i Müslim iken, bu oran 1897’de Müslümanlarda %55’e düşerken, gayr-i Müslimlerde % 45’e yükselmiştir. (Bozkurt, 1989:156)

(279)

Page 233: Akademik kaynaklar dizini

137-Tanzimat’tan sonra, birçok azınlık mensubu elit, yabancı ülkelere Osmanlı’yı temsilen elçi olarak gönderilmişlerdir. Osmanlı Devleti’ni, en yüksek düzeyde temsil edip, ülkenin haklarını koruyacak olan bu kişiler arasında, şu isimler yer almaktadır: Londra’da, Musurus Paşa, Viyana’da Aleko Paşa Atina’da Fetyades Bey, Washington’da Aristarcihi Bey. (Bozkurt, 1989:156) Görüldüğü gibi, Osmanlı ile ilişki içinde olan en önemi merkezlerde azınlık mensupları görevlendirilmiştir. (280)

138-Azınlık ve yabancı okulu mezunu Ermini cemaatinden Hermine Katustyan, Rum cemaatinden Kaludu Lasgari, Yahudi cemaatinden Erol Dilek, 6 Ocak 1961 yılında, 1960 ihtilalinin lideri Cemal Gürsel’e siyasi danışman olarak atanmışlar ve icraatları konusunda yardımcı olmuşlardır. (Yeşilyurt, 1995:102) (291)

139-Kimlik krizi ise, toplumu, meydana getiren fertlerin, mensubiyet duygusunu azami ölçüde yitirmesi veya yanlış tavırlar geliştirmesindir. (İşçi, 1995:82) Kimlik krizinin göstergesi olarak, bazı aydınlarımızın milli kültüre ve onun maddi ve manevi unsurlarına karşı tavır alması, itibar kazandırıcı zannedilmektedir. (311)

140-Hıristiyan misyonerler, toplumun inancına ve değer yargılarına ihtilaf sokarak, toplumsal bütünlüğü zedelemek istemektedirler. Daha sonra da bu farklı görüşleri, inanç farklılıkları olarak yaymaya çalışmaktadırlar. (312)

141-Misyonerler, Osmanlı toplumunda kendilerine taraftar ve destekçi bulabilmek için, Osmanlı halkına önceleri çok masumane yaklaşmışlardır. Çocuk bakım evleri, güçsüzler yurdu, hastaneler ve okullar kurarak lazım olan önemli hizmetleri sunma çabası içinde olduklarını nazara verip esas siyasi amaçlarını örtmek istemişlerdir. (319)

OSMANLILARIN YARI SÖMÜRGE OLUŞUTevfik ÇAVDAR, Ant Yayınları,İst.1970

1-Batı ülkelerinin sanayileşmeden ileri gelen güçlenmelerinin nedenini yanlış bir bulgu ile üst yapı kurumlarına bağlayan Türk aydınları. (5)

2-Bir toplumun yada devletin gerilemesini dar tarihsel kesitler içerisinde tanımlamak yanlıştır. (9)

3-Sermayenin “millileşme” vetiresi, devlet sınırları içerisinde homojen ekonomik organizmalar yarattı. Bu organizmalar uluslar arası alanda sürekli olarak çekiştiler ve kendi yararlarına işleyen etki

Page 234: Akademik kaynaklar dizini

yöreleri yaratmaya çalıştılar. Bu yöreler üç grupta karşımıza çıkar: (25)

i- Malların satımı için piyasa yöreleri,

i- Hammadde alımları için piyasa yöreleri,

ii- Sermaye yatırımları için kullanılacak yöreler.

4-İşte, 1871-1914 döneminde gelişmiş kapitalist ülkelerle az gelişmişler arasındaki ilişkileri tanımlayan faktör bu etki yöreleri olmuştur. Sömürgeleştirme çabalarının altında yatan amaç da budur. Büyük kapitalist güçlerin sömürgelerindeki gelişmeyi aşağıdaki tablodan izleyebiliriz: (26)

5-Değişik üretim biçiminin meydana getirdiği üst yapı kurumlarını, temeldeki üretim biçimine sahip olmadan aynen kabul etmek, bunları topluma yerleştirmeğe çalışmak, ne ölçüde bir reformdur?. (32)

6-Devletin bütün ekonomik kararları üzerinde kurulabilecek bir kontrol sistemine ihtiyaç vardı. Bu kontrol sistemini kurmanın tek yolu borçlandırmaydı. (37)

7-Sir Stratfod Cannig (İngiltere’nin Babıali’deki elçisi), 22 Ağustos 1850’de Sultan Abdülmecit’e bir rapor sunmuştu. Bu rapor genel hatlarıyla, yapılması gereken ıslahat hareketinin bir planı gibiydi. Bu reformların gerçekleşebilmesi için Babıali’nin batı ülkelerinden borç almasını tavsiye etmekteydi.(4) Canning’in raporunda bu borcun kabul edilmesi için cazip ödeme koşulları da teklif edilmişti. (39)

8-İslam ve Batı medeniyetlerinde hangi değerlerin kurucu rol oynadığını anlamak önemlidir. Bu bize, medeniyetler arasında mukayesede ışık tutar. Değerler soyuttur, bunların hakiki fonksiyonlarını ancak çeşitli olaylar karşısında takınılan tutum ve davranışlardan anlayabiliriz. (Ali Bulaç - Zaman: 13.11.2001)

9-1870 yıllarında İngiliz dış siyasetinin temel hedeflerinden biri de, mevcut kolonilerin çerçevesinde onların diğer güçlü devletlerle temasını engelleyecek bir tampon ülkeler duvarının örülmesi idi.(11)

(51)

10-Batıda gördükleri üst yapı kurumlarını bu toplumların gelişmelerindeki ana neden gibi ele almışlardır. Böylesine bir ele alış batılıların da işlerine gelmekteydi. Üst yapı kurumları gelişmenin nedeni olarak kabul edilince, bunları aynın Türk toplumu içerisinde uygulamayla da birçok sorunların çözümleneceği inancına kolaylıkla varılacağı meydandaydı. (62)

Page 235: Akademik kaynaklar dizini

11-Dış ülkelerin geniş yardım ve propagandalarının da etkisiyle güçlenen Balkanlardaki milliyetçi akımlar, Abdülamid döneminde, düzene karşı verilen bir özgürlük savaşı görünümüne bürünmüştü. (63)

12-Bu kurumların batı ülkelerinin gelişimindeki tek neden olmadığı, bir anlama sonuç olduğu konusuna daha önce değişmiştik. (65)

13-“… Halk sadece itaat etmeyi öğrenmiş. Özgürlüğün bu en yaygın olduğu günlerde bile sesine emir tonunu verebilen ilk insana itaata hazırdırlar. Bu insanın anayasayı savunan yada ona karış olan emirler vermesi davranışlarını değiştiremez. Onlar için verilen emirlerin Kuran’dan alınan bazı kelimelerle süslenmesi yetmektedir.” (39) (69)

14-“ Türkler Avrupa uygarlığını bir çıban başıdırlar, ergeç Avrupa kıtasından atılmaları gerekir. Türklerin boyunduruğu altında yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi azınlıkları bu imparatorluğun tek gelişme imkanıdır.” (70)

15-“Türkiye parasız reform yapamaz, ve de reformsuz para bulamaz. Yabancı sermayeni yurda gelebilmesi için reformların gerçekleşmesi gerekir. Unutmamalıyız ki, yabancı sermaye kendini güven içerisinde görmediği yerde duramaz.” (72)

16-Böylece devlet kurumlarının çoğunluğu yabancı devletler tarafından uzmanlar düzeyinde paylaşılmıştı. Ordu Almanlar , deniz kuvvetleri İngiliz, Jandarma Fransız kumandan ve uzmanlara sahipti. (72)

17-Bilindiği gibi ordu, Osmanlılarda ilk batılılaşan kurumdur. Bu nedenden ötürü aydın-halk ayırımında daima ayının yanında olmuştur. Bu ittifakın iki sonucu vardır:

i.Ülkenin örgütlenmiş iki gücü, ordu ve aydınlar, kendi kökenlerinden kopmuş olarak batılılaşmış, ve batı kurumlarının tek yönlü uygulanmasını sağlamışlardı. Ülke yönetimini batılı eğitim kalıpları içerisinde yetişmiş olan bu güçlerin elinde olduğu sürece ittifak, halkla arasındaki ayırımdan ötürü, egemenliğini sürdürebilmek için, daima başka güçlerin (bunlar genellikle dış güçlerdir) yardımını istemek durumunda kalmış, bu da dış müdahaleler için uygun ortamı hazırlamıştır.

ii. Ülkenin batılılaşmış yöneticilerinin aldığı kararlar ve onların örf-adetler dışındaki yaşamları, halk-aydın ayırımını daha da keskinleştirmiştir. Dış güçler bu ayırımın sivrilmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. (75)

Page 236: Akademik kaynaklar dizini

18-Talat Paşa, devrimci güçlerin nasıl “Osmanlılıktan” umutlarını kestiğini 28 Ağustos 1910’da Selanik’te yaptığı konuşmada gayet güzel açıklamaktadır:

19-“Hepimizin anayasanın Müslümanlarla gavurlar arasıda eşitliği sağlayan maddelerinden haberiniz vardır. Son olaylar hepinize göstermiştir ki, bu eşitlik, gerçekçi olmayan bir idealdir, Şeriat, bütün geçmişimiz, yüz binlerce Müslüman’ın duyguları, hatta gavurların Osmanlı olmamaktaki dirençle belirlenen eylemleri, gerçek eşitliğin kurulmasını önleyen engellerdir. Bu yönde bir çok başarısız teşebbüsümüz oldu. Gavuru sadık bir Osmanlıya dönüştürmek için yapılan bütün gayretler sonuçsuz kaldı. Balkan yarımadasında, Makedonya halkının arasına ayrılık tohumları döken küçük, bağımsız ülkelerin bu davranışları devam ettiği sürece, daha başka bir sonuca ulaşacağımız düşünülmemelidir. Bundan ötürü imparatorluğu Osmanlılaştırma amacına erişinceye kadar eşitlik yasada yazılı bir madde değerinden daha fazla bir anlama sahip olamayacaktır.” (41) (81)

20-20.yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu bir çok ülkenin kültürel etkisine açık bir ortam görünümündeydi. Özellikle dört ülke bu konuda büyük kurumlara sahipti. Bu ülkeler İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika’dır. Fransız ve İngiliz kültür kurumları tarih doğrultusu içerisinde 16. yüzyıla kadar uzaman bir geçmişe sahipse de, Alman ve A.B.D. kurumları 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra ülkeye yerleşmiş ve gelişmişlerdir. 20. yüzyılın başında A.B.D.’nin kültür kurumları maddi kaynaklar yönünden diğer ülkelere oranla daha geniş imkanlara sahip bulunuyor ve eğitim alanında bu ülkeni etkisi artan bir hızla büyüyordu. Diğer yandan azınlıkların kültürel eylemleri de değişik yabancı ülkelerin desteğine sahipti. Dini misyonlar eğitim kurumları ve hayır cemiyetleri. Diğer yandan kapitülasyonların yarattığı müsait ortamdan yararlanan dış ülke konsoloslukları da kültür, ticaret v.b. konularda açık bir ajan görevi ifa diyorlardı. Hedef Asya Türkiye’siydi. (86)

21-İngiliz dini faaliyetleri bugünkü İrsali bölgesi ile Mezopotamya ve Ege yörelerinde yoğunlaşmıştı. İngiltere’nin nihai paylaşımda elde etmeyi düşündüğü bölgeler de buralarıydı. (87)

22-Amerika Birleşik Devletleri 19.yüzyıl içerisinde Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkilerini hızla geliştirmiştir. Bu arada kapitülasyonlardan yararlanmayı sağlayacak bir antlaşmayı da temin etmiştir. Bu dönemde Amerikanın Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili kültüreldi, fakat gelecekteki ekonomik çıkarların temelini de atacak nitelikte idi. A.B.D. sürekli olarak doğu Anadolu bölgesi üzerine eğilmiştir. Yüzyıl sondaki Ermeni sorunu ve onunla ilgili mücadeleler, bir ölçüde Amerikan misyonlarının faaliyetleri sonucu ortaya çıkmıştır. (98)

Page 237: Akademik kaynaklar dizini

23-Misyon faaliyetleri 1892 yılında Cumhurbaşkanı Harrison’un Kongre’ye verdiği yıllık rapora kadar girmiştir. Bunun da ötesinde “The American borad of Commissioners for Foreign Missions” yetkilileri Cumhurbaşkanına resmen başvurarak Akdeniz’deki Amerikan filosunun İzmir, Selanik ve İstanbul limanlarında sık sık boy göstererek Osmanlı Devleti’ne A.B.D.’nin dünyanın büyük güçlerinden biri olduğunu ispat etmesini istemişlerdir. Bu gösterilerin Amerikan misyon ve okullarının faaliyetlerini de kolaylaştıracağı ilave edilmiştir.(100) (48)

24-1895’de Amerikan Board of Mission adına yapılan bir açıklamada Mr.H.O. Dwight şu noktalara değinmiştir:“Derneğimiz yaklaşık olarak 65 yıldır Türkiye’de faaliyette bulunmaktadır. Ticari ilişkiler yönünden misyonlar bu bölgede uygun bir ortam yaratmışlardır. Bu ortam misyonların iki yönlü çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. i. Geniş bir eğitim düzeni, ii. Geniş bir basın ve yayın örgütü. Biz bu bölge halkını yalnız bizim sattıklarımızı almaları için değil, gelecekte kurulacak tesisleri geliştirip yaşatabilecek bir düzeye gelmeleri için de eğitiyoruz. Bu yoldan Amerikan yatırımlarına yeni alanlar açmak umudundayız. Örgütün devamlı olarak yaşayabilmesi için yapılan harcamalar yıllık altı milyon dolar civarındadır. Amerikalılar Asya Türkiye’sinde daha şimdiden karlılığa geçen bir iş kurmuşlardır. Bu durum bütün bölge halkının bir gün bizim müşterimiz olacağına dair umudumuzu gerçekleştirmektedir. Şu anda Asya Türkiye’sinin değişik bölgelerinde 435 okulumuz ve bunlarda eğitim gören 19795 öğrencimiz mevcuttur.”(100-101) (49)

26-Aynı günlerde bir başka Amerikan yazarı da şunları söylemektedir: “Misyonların temel fonksiyonu ticarete uygun bir ortamı hazırlamaktır. İsyanda yarattıkları ruhi heyecan v.b. gibi duygular yerli ırkın batı uygarlığına eğilim duyması sonucunu vermektedir. Dünya ve batı uygarlığını yakından tanımaları, o bölgelerdeki haklar gibi yaşama isteğini artırmakta ve bunun da tabii bir sonucu olarak ticari faaliyet artmaktadır.” (50)

28-Eğitimin, az gelişmiş ülkelerde bir alt-yapı kurumu etkisine sahip oluğu bugün kabul edilen bir yargı hayaline gelmiştir. Kapitalist ülkelerde eğitim, alt yapının, yani üretim teknolojisi, üretim biçim ve ilişkilerine göre şekillenen bir üst yapı kurumudur. Bu nedenden ötürü de ekonomik gelişme düzeyi ile uyum halindedir. Üretim yapısının ön gördüğü kültür, nitelik itibarıyla, sözünü ettiğimiz üst yapısal eğitimin yaratığı imkanlara dayanmıştır. Örneğin, A.B.D.’nin, bir oranda diğer kapitalist ülkelerin sahip olduğu tüketim kültürü, ekonominin yetenekleri ile böylesine bir uyum halindedir.

29-Az gelişmiş ülkeler bu eğitim ve kültürü, gerekli alt yapıya sahip olmadan aldıklarında, yukarda, yukarda değindiğimiz uyum kaybolur. Böylece geri ve yetenekleri sınırlı bir ekonomi içerisinde

Page 238: Akademik kaynaklar dizini

bir grup halk (aydın, bürokrat v.b.) bu yetenekleri aşan tüketim kalıplarına sahip olacak, dolayısıyla da ileri ülkelerin sömürüleri için bir köprübaşı görevini yapabilecek bir düzeye geleceklerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, değindiğimiz bu olay tüm açıklığı ile görülmüştür.(109)

30-Dış borçların avantajlı durumunda oluşlarının bir nedeni de ülke içi gelir kaynaklarına, Düyunu Umumiye aracılığı ile elkonulmuş bulunmasından ötürüdür.(113)

31-Abdülhamid’in demiryolu ve telgraf ağları kurma politikasının arkasındaki temel neden “devlet otoritesini yurdun dört bucağına ulaştırma” biçiminde özetlenebilir. Diğer yandan, imparatorluğun politik durumunun da İngiltere’ye karşı kullanılabilecek bir dengeyi sağlamak istemesi, bu imtiyazın verilmesinde bir rol oynamıştır.(126)

32-Bunun sonucu 1909’da donanma İngiliz amiral ve subaylarının yönetimine terkediliyor.(139)

33-Amerikan emperyalizminin Türkiye’de dişini ilk gösterişli Chester imtiyazı iledir. Bu imtiyazın su yüzüne çıkışı 1907 yılıdır. Fakat kökeni altı yıl öncesine dayanır. (147)

34-Türk ordularının İzmir’e girmesinden sonra Amerika bölgedeki çıkarlarını savunabilmek için açık kapı politikasına dört elle sarılmıştır. Amerika’nın Yakındoğu ticaret odası, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı üzerine devamlı bir baskı kurmuştur. Bakanlığa sunulan bir raporda. “Yakındoğu’daki Amerikan çıkarlarının gelişme imkanı hemen hemen sınırsız gibidir. Bu bölge, özel A.B.D. teşebbüsleri için açık bir alandır. Barışın imzalanması ile büyük bir imparatorluğun yayıldığı topraklar iktisadi gelişmeye (?) açık bir görünümle ortaya çıkacaktır.” denilmektedir. (153-154)

35-Sykes-Picot Anlaşması. Bu anlaşma Fransa-İngiltere arasında Mayıs 1916’da gerçekleştirildi. Bu anlaşma ile Fransa güney Akra’ya kadar uzanan bütün Suriye sahillerine el koyuyordu. İskenderun, İngiliz ticaretine açık bir transit limanı haline getirilmekteydi. Diğer yandan Dicle vadilerine kadar uzanan Suriye bölgesi de Fransız nüfus sahası olarak kabul edinmişti. (165)

36- Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, İngiltere’nin Türkiye Büyükelçiliği’nde uzun yıllar görev alan Mr. Aubrey Herbert, İngiliz gizli haber alma servisi tarafından Talat Paşa ile görüşmek üzere Şubat 1921’de Almanya’ya gönderilmişti. Aubrey bu konuşmayı yayınladığı anılarında şöyle anlatır: “...Çok soğuk bir kış günü, 26 Şubat 1921’de Ruhr bölgesine çok yakın bir köy olan Hamm’da Talat ile buluştuk. Gece saat 21.00 civarında bulunduğum otele gelen Talat zayıflamış, hasta görünümlü bir adam halini almıştı. Gülerek elimi sıktı. Bir süre Ermeni sorunu üzerine konuştuk... Sık sık Ermeni olaylarının Batı’da büyütüldüğünü söylüyordu... Bir ara, Sizler

Page 239: Akademik kaynaklar dizini

anlamadınız. Oysa biz bütün Osmanlı ülkesini size sunmuştuk. Siz bunu elinizin tersiyle ittiniz,Almanya’nın kollarına attınız bizi, dedi. 1908 Devriminin liderlerinden en önemlisi, belki en halktan yana olanı, Türkiye’nin kurtuluşunu böyle görüyordu. Dış güçlere dayanmaksızın ülkenin kendi ayakları üzerinde duramayacağına içten inanıyordu. Osmanlı aydınının kendi halkından kopuşunun, dış güçlere dayanarak devleti kurtarmak isteyişinin tüm çaresizliğini görürüz bu sözlerde...” Kitap arka kapak “

ENTEGRİZMKültürel İntihar

Roger GARAUDY, Çev:Kamil Bilgin ÇİLEÇÖP, 2.Baskı, Pınar Yay. , İst./1993

1-“Bir dokrinin yeni şartlara uyarlanmasına karşı duranların takındığı tavır.” (11)

2-Kilise imtiyazlarının müdafaası, inancın müdafaası yerine geçer. Devlette ve okulda laikliğin savunulması, pozitivist inanca dönüşür ve ateizme yürekten bağlanır.(12)

3-Düşünür, daha evvelce düşünülenleri düşünendir.(16)

4-Bilim, müşahede edilebilen olayların, incelenebilen ve ölçülebilen bu olaylar arasındaki ilişkilerin tamamıdır. (16)

5-Kolonicilik kendini, bir zamanlar olduğu gibi İsa’nın öğretisini yaymakla değil “teolojik” dönemde kalmış “ilkel” halklara laik ve bilimsel bir medeniyet sunuyor olmakla aklamaya çalışır. Bu ideolojinin en sivrilmiş savunucusu, laik ekolün kurucusu Jules Ferry’nın, aynı zamanda Madagaskar, Tunus, Vietnam gibi yerlerde koloniciliğin yayılmasını sağlayan kişi olması tesadüfle değil, aksine entelektüel bir uyumun varlığıyla açıklanabilir. (17)

6--28 Ekim 1983: Birleşik Devletler Grenada’yı işgal eder. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi derhal ülkenin terk edilmesini ister. ABD vetosunu kullanarak kararı geçersiz kılar.

7--21 Aralık 1989: Birleşik Devletler Panama’yı işgal eder. Öyle ki, Panama’nın meşru temsilcisinin Güvenlik Konseyi önünde konuşmasını engellemeye kadar işi götürürler.

8--Haziran 1967, İsrail, Kudüs, Batı Ürdün ve Gazze’yi işgal eder. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kudüs’ün uluslar arası statüsüne yeniden döndürülmesini ister (3 Temmuz 1969, 267 nolu karar). Birleşmiş Milletler Batı Ürdün, Gazze ve Golan’daki tüm işgal birliklerini geri çekilmesini karara bağlar (22 Kasım 1967, 242 Nolu karar). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşim bölgeleri kurulmasını yasaklar (Mart 1980, 467 Nolu karar).

Page 240: Akademik kaynaklar dizini

9-Uluslar arası hukukun yukarıda sıralanan hiçbir kararına saygı gösterilmemiştin. Birleşmiş Devletler bütün kararlarda veto hakkını kullanmıştır.

10-Ve işte karşıt örnekler: 2 Ağustos 1990 Irak birlikleri Kuveyt’e girer. Birleşmiş Devletler Irak’ın derhal ablukaya alınmasın ister ve Körfez’e Vietnam’dan bu yana görülmemiş bir şekilde askeri güç sevkeder. Bu birbirinin zıddı tutumlar niye? Çünkü ilk örneklerde yapılan işgaller Batı’nın kolonici eşkiyalık geleneğine uygun düşerken; Kuveyt misalinde yapılmak istenen Batı koloniciliğinin işbirlikçileri olan diktalarla bağları koparmaya çalışmaktır. (19-20)

11-Maksat, işgalcinin sistemiyle özdeşleşmek uğruna kendi öz kültüründen vazgeçmeyi kabul eden “yerli halkın elit” kesimini entegre etmek. Mesela, 1881’de “koloni” diye adlandırılmayı bırakan ve bir “vilayet” konumuna geçen Cezayir, böylece tamamen Fransa’ya “entegre” oluyordu.

12-Cezayir Müslümanlarını, laik elitler sayesinde fethetme düşüncesindeki Jules Ferry’nin bu büyük fikri şu neticeyi doğurdu: Okul çağına gelmiş Müslümanların Fransız okullarında okuyanlarının oranı 1890’da %1,9, 1908’de % 4,3, 1944’de ise %8,8 olmuştur. Oysa, Emir Abdülkadir döneminde halkın %65’inin Arapça “okur-yazar” olduğu Cezayır, 20 senelik bir Fransız varlığından sonra bağımsızlığını ilan ettiğinde halkın %65’inin cahil kaldığı bir ülke durumuna düşmüştür. Arap kültürü ayaklar altına alınmış, Fransız kültürü ise, ancak küçük bir azınlığa benimsetilebilmişti. (22)

13-Kainat, her alt birimin, bütüne olan bağları ile tanımlandığı nisbetler arası bir dokudur.(24)

14-“Karşılıklı olarak birbirlerine engel olan sayısız kuvvet, sonsuz miktarda paralel kenar kuvvetler ve buradan çıkan bir bileşke, tarihi olay. Kör ve şuursuzca, bir bütün gibi hareket eden bir kuvvetin ürünü gibi kendi kendine bakılabilen bir bileşke, zira, kişinin istediği bir şey bir başkası tarafından engellemekte ve ortaya çıkan da hiç kimseni istemediği bir şey. (28)

15-Çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar…. (35)

16-Bu entegrist ahlâksızlık Marx’ın marksizmini de kendi zıddına dönüştürdü. Marx’a yaşadığı çağın toplumlarındaki tezatları tahlil etmek ve onları aşmaya muktedir bir proje geliştirmek imkânı tanıyan tarihi inisiyatif metodolojisi, doğmatik bir sistem durumuna düşer. (36)

17-Buruda bütün entegrizmlerde görülen temel karakter karşımıza çıkmaktadır. Bir metodu, bir inancı, bir politikayı tarihin bir önceki döneminde büründüğü kalıp içine irca etmek. Ve bu doğmacılığın kaçınılmaz sonucu: Engizisyon Çünkü ben eğer mutlak hakikate sahip olduğuma emin olursam, onu reddeden her kim

Page 241: Akademik kaynaklar dizini

olursa, ya psikiyatri kliniğine yatırılması gereken bir hasta ya da hapsi veya ölümü hak eden şuurlu bir asidir. (37)

18-Kilise, âhiret hayatına olan umutların dünyadaki görevlerimizin önemini azaltmadığını, fakat aslında yeni saiklerle bu görevlerin tamamlanmasını sağladığını öğretir.” (s.112) (40)

19-Kişisel günah ile adaletsiz sosyal yapı arasındaki alâkanın siyasi manası. (43)

20-Avrupa’nın ve kültürünün kutsallaştırılması, manevi hegemonyasının takdis edilmesi, eski koloniciliğin günahların bağışlanması Meksika’lı bir grup papazı Meksika ziyareti sırasında Papa’ya şunları yazmaya iter: “Misyonerlik çalışmalarının beşinci yüzyıl bir bayram gibi kutlanmasın. Aksine, olanlar için yerlilerden özür dilensin. Kilise, yerlilerden çalınan toprak, sosyal yapı, hürriyet kültür ne varsa geri almak için var gücüyle mücadele etsin.” (1477 Nolu DİAL, 28 Mart 1990). (51)

21-Entegrizme karşı verilecek mücadeleyi kendi öz entegrizmimizden yola çıkarak sürdüremeyiz. (58)

22-Batılı firmaların yeni ekonomik “işbirlikçileri” haline gelen yöneticilerin ahlâksızlığını getirmiştir. (62)

23-Ne var ki entegristler, çağımızın hayati sorunlarına cevap verecek bir İslâm’ı yeniden yaşatmak için buradan yola çıkmamaktadırlar. Sanki onlar için Müslüman olmak, on asır önce Abbasi halifelerinin bir tebası gibi yaşamaktır. Tıpki Katolikliğin ancak ve ancak karşı Reformve 30 konsili dönemindeki haliyle yaşanabileceğini söyleyen monsenyör Lefebvre gibi düşünülmektedir.

24-Kaynaklara dönüş aslında şekillere dönüştür. Hal bu olunca da, entegristler bir toplum projesini, 20.yy7ın fıkhını geliştirmekte yetersiz kalmaktadırlar. (63)

25-İslamcı yöneticilerin programı, Kitap’ta ve tarihte bütününden koparılmış vaziyette Kur’an’ın ve bin sene öncesine ait geleneğin soyut formüllerinin bir tekrarından, bir ahlâk düzelticiliğinden ibaret. Bu durumda insanları düşünme çabası göstermeye ve katılıma çağırmamış aksine dini liderlere, dinin profesyonellerinde, kendilerini Kur’anı prensiplerin tamamen hilafına da olsa mutlağın hizmetkârları gibi gösterenlere pasif bir itaate davet etmiş oluyorlar. Bu kabil hareketler, onları cömert bir şekilde finanse etmeye hazır - zira böylece bütün iktidara sahip olma kapıları açılır - dış güçler için kolay bir av teşkil ederler. Bu da onlara ekonomik bir bağımlılıkla da olsa ideolojik vesayetlerini kuvvetlendirme imkânı tanımaktadır. (64)

26-Bizim toplumlarımızda, Rönesans’dan bu yana, yani kapitalizm ile sömürgeciliğin aynı anda doğumundan beri, insanın

Page 242: Akademik kaynaklar dizini

yüce boyutunun giderek zayıflaması, onun tekboyutlu bir varlık haline getirilerek indirgemesine yol açmıştır: O artık sadece üreten ve sadece tüketen biridir, tek bildiği de menfaatidir. Pazarın serbest oluşu vahşi bir rekabeti doğurmuş, grupların büyüme, tasarruf etme ve güçlenme istekleri ile milletlar arasında, sokaktaki şiddetten tutun da güçler arası “terör dengesine” kadar uzanan bir orman hayatı mücadelesi başlamıştır. (65)

27-Gelişmesine yardımcı olacak bir bilim ve teknik anlayışının yönlendirilmesinde, (66)

28-İslam’ın, yabancılar hesabına çalışan iktidarların nüfuzundan kurtuluşu. (70)

29-Bir kere daha bu “İslâmcılar” şeriat adına, düşmanların vermek istedikleri itici görüntüyü İslam’a vermektedirler. (91)

30-“Yol” evrensel maneviyattır, “kanun” tarihidir; “gaye” evrenseldir, ona ulaşmak için gerekli olan “vasıtalar” ise tarihidir. (92)

31-Kur’an’ın %95’den fazla bir bölümü Allah’ın rızasını kazanmak için edinilmesi gereken gayeleri işler. (93)

32-Hammadde ve düşük ücretli el emeği deposu olarak kabul edilen sömürge ülkelerindeki madde ve insan zenginliklerinin yağmalanması, metropolde üretilen mallar için buraların birer pazar olarak görülmesi, bu ülkelerde kendi öz kültürlerinin ve ekonomilerinin çözülmesine yol açtı, ve bu ülkelerin her türlü faaliyetleri metropolün ihtiyacına göre şekillenir oldu, (121)

33-Eski “sömürgelerin” siyasi bağımsızlıklarını kazanmaları gelişmiş ülkelere bağımlı olma eğilimlerini pek değiştirmedi. (122)

34-IMF politikası eski sömürgecilik nöbetini devralmış zengin ülkelere hizmet eden kolektif sömürgecilik politikasıdır. Bu politikanın askeri işgale ve yönetimin doğrudan doğruya metropolden yürütülmesine ihtiyacı yoktur.

35-Bu “iktisadi düzelme” programında neler var? İthalatı zorlaştıran buna mukabil ihracatı teşvik eden paranın devalüasyona uğratılması; kamu harcamalarının, özellikle de sosyal nitelikli olanlarının acımasızca kısılması; beslenmeye ait olanları da dahil olmak üzere tüketim sübvansiyonlarının uygulamadan kaldırılması; kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi ve/veya (elektrik, su taşımacılık, vs) fiyatlarının arttırılması; (129)

36-Bu kredilerin bir takım menfaat odakları veya yabancı alacaklılarla işbirliğine giderek ülkesini sömüren işbirlikçi bir iktidar tarafından bir kere daha yağmalanmaması için, ödünç paralar kullanıcıların ortak olduğu şirketlere veya teşkilatlara teslim edilmelidir. (131)

Page 243: Akademik kaynaklar dizini

37-İnsandaki asıl insani olan tarafın ortaya çıkmasına yardımcı olmayan her türlü eğitim, sanat ve politika bizi dünya çapında bir intihara sürükler. (142)

KUŞATILMIŞLAR ÜLKESİ TÜRKİYEFerhan Şayılman-Anıl Çeçen-Sinan Sönmez-Gürol Engin

Flaş Tv, Flaş Gündem,22 Nisan 20011.Baskı, Haziran/2001 Art Yayınları

1- Yalta Konferansından 1991 Yılında Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar geçen dönemde, iki kutuplu dünya düzeninde, tüm politikalar, iki blok arasında cereyan eden soğuk savaşa göre şekillendi. (-)

2- Bu küreselleşme sürecinde, Sovyetlerin dağılmasından sonra bir otorite boşluğu alanı olarak ortaya çıkan bir Avrasya bölgesi var. (24)

3- Gerek Avrasya ve gerekse Orta Doğu, bu bölgeleri kendi çıkarlarına göre şekillendirmek isteyen güçlerin çekişme ve müdahale alanı haline gelmiştir. Bu iki bölgenin yeniden yapılandırılması süreci, Türkiye’yi AB, ABD, Rusya, Çin ve İsrail gibi ülkelerin rekabet ve baskılarının hedefi haline getirmiştir.(-)

4- Türkiye kurulurken batı, Avrupa’ydı. Ama 1 nci Dünya Savaşı sonrasında başlayan süreç ve 2 nci Dünya Savaşı’nın getirdiği tabloda batının merkezi artık Amerika’dır. Türkiye, batı deyince hem Avrupa ile hem de Amerika ile karşı karşıyadır.(26)

5- OECD’nin yayınlamış olduğu bir istatistiğe göre 2000 yılı itibariyle, ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada, Norveç, İrlanda gibi dünyada sayılı özel sektörün beşiği olan ülkelerde, devletin ekonomideki payı ortalama %40-50 civarındadır. Türkiye’ de ise, devletin ekonomideki payı, %23.9 dur. (28-29) Bu oran faiz ödemeleri çıkarıldığında ise %19’ lara düşüyor.(40) (Bu kamu kuruluşlarını rasyonel idare etmek, siyasetten arıtmak ve işi ehline vermek(84) şartı ile yolsuzluk konusu olmaktan çıkarılmalıdır. Çünkü, özelleştirmeye meşruluk kazandırmada yolsuzluklarla zarar ettiği ve bütçeye büyük yük oluşturduğu bahanesi kullanılmaktadır.(-)

6- Ekonomideki devlet payı %40-50 civarında bulunan batılı ülkeler, neden Türkiye’de devletin ekonomideki payının küçültülmesi gerektiğini sağlık veriyorlar ve özelleştirmeyi teşvik ediyorlar? (-)

Page 244: Akademik kaynaklar dizini

7- Şeker Yasası, Tütün Yasası, Doğalgaz Yasası, hepsi devletin elinden bu alanların alınması ve özelleştirme adı altında uluslar arası tekellere açılmasıdır.(29)

8- (Türkiye’ye dayatılan) modeller, reçeteler, planlar, programlar ekonomik değildir. Tamamen siyasidir. Bu bölgede yeni bir siyasi yapı kurulmak isteniyor. (33)

9- Türkiye’de çeşitli toplantılarda gerek telekomünikasyon sektörü, gerekse enerji sektörü olsun, bu alanlarda, mutlaka özelleştirmenin gerektiği, bunların özelleştirilmesinin artık kaçınılmaz olduğu ısrarla vurgulanıyor.(45)

10- Küreselleşmenin Türkiye’ye yansıması(47)

11- Sene 1838. İngiltere, Türkiye’ye bir ticaret anlaşması dayatıyor. Diyor ki; Türkiye, sen benden alacaklarına gümrük uygulama, ben de senden alacağıma gümrük uygulamayayım. (49) Osmanlı 1875 yılında iflasını ilan ediyor. 1883 Yılında Tekel’i devralıyorlar.(51)

12- Özelleştirme= yabancılaştırma(99) Yabancı tekellere...

13- 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan anlaşma ve 1996’da gümrük birliği ile Türkiye’de her yıl, 80 bin ton şeker ithal etme mecburiyeti getirilmiştir.(102)

14- Çimentonun en fazla ihtiyaç olduğu bölge Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu. Yani yeniden yapılanmanın ve alt yapı sorunlarının olduğu bölgede, çimento ihtiyacı fazla. Türkiye, dünyanın en fazla ihtiyaç görülen alanında, en kaliteli çimentoyu üretirken, KİT biçiminde çalışan bu kuruluşlara yatırım yapılmadığını görüyoruz. Yeni teknoloji getirilmiyor, eskiyen makineler yenilenmiyor, makine arızaları giderilmiyor ve böylelikle bozuk üretim gündeme geliyor. Ondan sonra rapor yazılıyor. Deniliyor ki, devlet bu fabrikaları işletemiyor, lütfen bu fabrikalar satılsın. Bunu yapanların da özel sektörden gelen devlet kuruluşlarındaki yöneticiler olduğunu görüyoruz. Ondan sonra tasfiye gündeme geldiği noktada, ya özel sektördeki sermaye gurupları veya bu alandaki yabancı tekellerin harekete geçtiğini görüyoruz. Türkiye’deki sermaye guruplarının da artık küreselleşme sürecinde, uluslar arası tekellerle beraber çalıştıklarını, onlarla işbirliği değil, işbirlikçilik yaptıklarını somut olarak gözleyebiliyoruz. İşbirlikçilerin, onlar adına hareket ettiklerini ve yabancı kuruluşlar adına Türkiye’de belirli ekonomik yapılanmalara girdiklerini görüyoruz. Bu tablo içerisinde yer alan sermaye kuruluşları, arkalarındaki uluslar arası kuruluşlar, tekeller, büyük ülkelerin bu bölgeye yönelik politikaları doğrultusunda hareket ediyorlar. Kendi temsilcilerini politikaya sokuyorlar ve etkinlik sağlıyorlar.(108-109)

Page 245: Akademik kaynaklar dizini

15- Amerika’nın Türkiye’de güçlü bir lobisi vardır. Türkiye bugün, Almanya’daki işçilerini lobi haline getirmek istiyor. Yapamadı. Ama bugün Türkiye’de ciddi bir Alman lobisi vardır. Rusya’nın bile Türkiye’de çok etkin bir lobisi olduğunu görüyoruz. Bunlar, lobicilik konuları. Ekonomik konularla, sermayeyle bütünleştiği noktada, siyasetin finansmanına yöneliyor. Bu da Türkiye’de bağımsız politikaya imkan bırakmıyor.(111) (Parlamentoda, milli çıkarlar ve kamu yararı kavramları ile izah edilemeyecek düzenlemelerin kabul görmesi nasıl izah edilebilir?)

16- Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ne anlam ifade ediyor? (114)

17- İMF güdümündeki ekonomik programlarla bu günlere gelen Türkiye, 1999 yılında İMF ile imzalanan anlaşma gereğince para, kur ve maliye politikasını harfiyen uygulamıştır. Bu İMF programı ve dayatılan yasalar, Türkiye ekonomisinin küresel düzene eklemlenmesi, Türkiye’nin düzenli bir şekilde faiz borçlarını ödemesi(Ana borç sürekli bu faizi ürettiğinden, Türkiye sürekli bir faiz borçlusu durumuna getiriliyor ve toplanan vergiler bu borçlara aktarılıyor. Yani, faiz alacaklıları halktan vergi alır duruma geliyor. Hem de, sürekli... Hem de, bizzat Türkiye’nin maaşlarını ödediği memurlar aracılığı ile...(Dalgalı kura geçiş ile 200 milyar dolar konusu) (-)

18- Faiz ödemelerine odaklanmış bir maliye politikası. Faiz meselesini temizlemeden hiçbir şekilde hiçbir şey düzeltilemez.(121)

19- Bütün bunlar ne saflık, ne aptallık ile izah edilebilir. Olanların bir tek ihanet ile, iş birlikçilik ile izah edilebilir.(-)

20- İmalat sanayiindeki 500 büyük firmanın asli faaliyet alanı dışındaki karları %230 du.(123)

21- Mart 2002 ayında İMF programı ile ilgili olarak Ecevit ve Yılmaz’ın açıklamaları: ECEVİT: İMF’nin kullandığı yöntemler, modeller çağa uygun değildir. YILMAZ: Bizim finanssal düzenimize uygun bir model hazırlanmadı. Bu model çökmüştür.(125) Milliyet-Mart/2002

22- Bütün amaç, Türkiye ekonomisindeki ulusal öğeleri tasfiye etmek ve küresel düzene eklemlemektir. Prof.Dr.Sinan SÖNMEZ. (128)

KUŞATILANLARİslâm ve Batı’nın Jeopolitiği

Graham E. FULLER, Ian O. LESSERSabah Kitapları – İst. – Aralık – 1996, Çev: Özden ARIKAN I. Baskı.

Page 246: Akademik kaynaklar dizini

1-       “İslâm” ve “Batı” (…..) farklı dönemlerde ve farklı koşullarda yaşayan farklı insanlar için tümüyle farklı anlamlar taşırlar ….(1)

2-       Bugünkü ideolojik yelpazeyi ve bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin doldurmakta olduğu dev boşluğu inceleyecek olursak, bir türlü jeopolitik ve ideolojik karşı ağırlığın ortaya çıkıp stratejik dengesizliği düzeltmesinin, Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu karşı ağırlığın Batı’nın gücü karşısında çökmesiyle doğan boşluğu doldurmasının kaçınılmaz olduğunu düşünmek hiç de mantıksız değildir.

Peki, bu boşluğu İslâm mı dolduracaktır. ? (1)

3-       Birçok gözlemcinin zihninde, dünyanın büyük bölümünde Batı’nın çıkarlarına karşı bundan sonra yürütülecek muhalefetin en muhtemel adayı İslâm’dır. (3)

4-       (İslâm ve Batı arasında) iki taraflı pratik sorunlardan oluşan karma bir küme, hangi koşullarda daha kapsamlı kültürel niteliklere bürünmekte, uygarlık, dünya ve ideoloji düzeyinde ağırlık kazanmaktadır? İslâm ile Batı, hangi politik ve ekonomik kriz koşullarında birbirlerini şeytan olarak görmeye başlayabilir ? Son olarak da, karşılıklı zararı sınırlamak üzere bu sürtüşmelerle en iyi nasıl başadilebilir ? (3)

5-       İslâmi politika, ancak politik sürecin etkilerine açık olur ve bu sürece daha fazla katılırsa, sonunda bugünkü çekiciliğini yitirip normale döner. Bazı önemli Müslüman devletler siyasal İslam olgusunu yanlış biçimde ele aldığı için, önümüzdeki birkaç yıl içinde bir yada daha çok Ortadoğu ülkesinde İslamcıların iktidara gelme şansı yüksektir.(4)

6-       ‘İslam ve Batı’ formülasyonu, derinlere kök salmış bir dizi tarihsel ve psikolojik algılama içerir.(5)

7-       İslâmi Fundamentalizm, Protestan Hıristiyanlıktan alınma bir kavramdır. Batılı ülkeler dışında, İslam dünyasının dilinde bu terime rastlanmaz. (……) Batı’nın belli kaygılarını olumsuzlama amacıyla uygun bir terim olarak kullanılır…(6)

8-       Kitabın başlık ve alt başlıkları =(içindekiler)

8/a- Batı İslam’ı ve İslam’ın Jeolojik mirasını nasıl algılıyor?

8/b- Avrupa ve Asya; İslâm ve Akdeniz birliğinin bozulması/ Avrupa’da İslâm ve emniyetsiz sınır bölgeleri / ilk soğuk savaş / sömürgeciliğin mirası / yine imajlar: Süveyş , Petrol ve İran Devrimi

8/c- İslâm toplumu, Tarihi ve Psikolojik açıdan Batı’yı nasıl algılıyor ?

8/d- Bir Hıristiyan sapkınlığı olarak İslâm / İslâm İmparatorluğunun küçülmesi / Emperyalizm çağı/ Batı’lı değerlerin ithaki / İslâm

Page 247: Akademik kaynaklar dizini

dünyasının Liderliğinin yitirilmesi / İsrail’in kuruluşu / Batı müdahalesi / Müslümanların zayıflığı / Modernleşme ilerlemesi.

8/f- Çağımızda İslâm dünyasının Batı’nın önüne koyduğu ikimleler:

İslâm, demokrasi ve insan hakları / Göç ve toplumsal bütünlük / Milliyetçilik ve etnik çatışma / Kuzey – Güney ilişkileri / Dünya düzeni için tehdit olarak İslâmi istikrarsızlık / Avrupa güvenliğinin İslâmi faktörü / silahların çoğalması ve Kuzey – Güzey Askeri Dengesi

8/g- Çağımızda Batı’nın İslâm Dünyasının Önüne koyduğu ikilemler: Politik baskılar / Ekonomik sürtüşmeler / Yurtdışındaki İslâm toplulukları

- Dinsel boyut İlahiyat problemi.

Dayanışma ve birada yaşama:

İslâmi dayanışma ne kadar (mümkün olacak veya olmayacak dayanışma konuları) mümkün ? / Müslüman dayanışması aleyhine iş gören etkenler / İslamcı meydan okumaya karşı nasıl davranmalı/ Ekonomik gücü olmayan devletler için katalizör olarak İslam / Batı’ya yönelik potansiyel İslamcı politikalar ….

Jeopolitik boyut

Karşılaşma alanları / Akdeniz / Türkiye’nin Balkanlar’daki Hıristiyan devletlerle sınırları / Orta Asya / Çin / Hint Alt Kıtası / Güneydoğu Asya / Afrika / Kuzey Amerika .

Stratejik boyut :

Stratejik kültürler arasında bir çarpışma mı ? / Caydırıcılık ve genişletilmiş Caydırıcılık / Sınır bölgelerine yeniden bakış / İslam, Üçüncü Dünya’da Çatışma ve Batı müdahalesi.

Sonuç:

Gözardı edilemeyecek bir faktör olarak İslam / Siyasal İslam’ın yükselişi / Uluslar arası Sistemde İslam ve Batı / İzlenecek muhtemel politikalar.

9-       (İrdelenen bir konu : ) – İslami dayanışma ne dereceye kadar büyüyecektir? Hangi meseleler çerçevesinde yek vücut olabilir ? Batı’ya karşı ne gibi politikalar benimseyecektir? Yahut da tersine, hangi faktörler islami dayanışmanın zayıflamasına yol açacaktır?

Bölgesel ve işlevsel çatışmaların İslamda daha kapsamlı bir karşıtlık karakteri kazanmasını önleyecek (teşvik edecek) politikalar açısından ne gibi tavsiyelerde bulunabilir ? (11)

10-   İslam dünyası’nın Batı’yla ilişkisini karakterize eden iki ana tema vardır: İslam uygarlığının uzun süre koruduğu hakim konumunu

Page 248: Akademik kaynaklar dizini

Batı’ya kaptırması ve yaygın bir şekilde, kendisini Batı tarafından kuşatılıp zayıf ve savunmasız bir duruma düşürülmüş hissetmeleri …. (militanca bir özgüvene sahip olması da söz konusu) (25)

11-   Batı kültürünün nüfusu, İslam uygarlığının iç bütünlüğünü çözülmesine sebep oldu ve onu çok çeşitli biçimlerde hakim konumda olan Batı gücü ve uygarlığı ile karşı karşıya getirdi. (bilim –felsefe-teknoloji-siyaset – ekonomi – hukuk – soysa yapı v.s.) (25)

12-   Müslümanların gözünde, günümüzün deneyimleri de dahil olmak üzere, tarih Batı’ya küskünlük duymak için pek çok gerekçe sağlamaktadır. (26)

13-   Tarih, her çağda, o çağ insanının ihtiyaçlarına ve algılayışlarına uygun olarak aralıksız biçimde yeniden yazılır. Bu nedenle günümüzde , (İslam dünyasındaki aydınlar), islami geçmişi ayıklayıp, çağdaş politikanın kavramsal ve ideolojik değirmenini besleyecek hammaddeleri aramaktadırlar. (27)

14-   Hz. Muhammed, islam’ın gelişiyle, sadece dinsel değil, toplumsal ve politik anlamda da bir devrim gerçekleştirmişti. En temel politik bağlılığın kabile düzeyinde gerçekleştiği Arabistan yarımadasında, O, bir İslam ümmetinin meydana gelişini ve mevcudiyetini tebliğ ediyordu. Yeni bir oluşum halinde, bölge ve etnik kimlik temelindeki her türlü farklılığı aşan bir cemaatti bu. İslam cemaatinin kapıları, bütün dünyaya açıktı. (evrenselliği en çok vurgulayan, insanlığın tek bir soy olduğunu öğreten ve küresellik yanlısı bir dindir.) (28-31) Hıristiyanlıkta uluslar arası cemaat duygusu ne derece gelişmiş olursa olsun, 20. y.yılda Batı’da bu duygu popüler düzeyde hemen hemen tamamen yok olmuştur. Olsa olsa devlet politikalarında bahane olarak kullanılır. Günümüzde Hıristiyanlığı siyasal bir cemaat olarak gören örgütlemeler varsa bile, bunların sayısı pek azdır. Bir tek Doğu Ortadoks kilisesi bunun istisnası olabilir. (jeokültür fonksiyonu) (31)

15-   İspanya’daki Müslümanların trajedisi, Ortaçağda geçerli olan katı Hıristiyan zihniyetine model oluşturur. O dönemde en az dört milyon Müslüman, kendileri yüzyıllar boyunca süren Müslüman yönetiminde emniyet içinde yaşamış olan Hıristiyan komşularının elinde can vermiştir. Bugün Bosna’da Sırplar’ın eliyle olup bitenler de, Endülüs’te olanların bir minyatüründen ibarettir.(30)

16-   Siyasal bir cemaat olma kapasitesini hayata geçiren İslam, siyasal duyguları canlandırmayı hâlâ başarmadıkça ve bu anlamda milliyetçilikle (Hristiyan dünyasındaki) işlevsel bir benzerlik taşımaktadır.(31)

17-   Sömürgeciliğin Üçüncü Dünya’da sebep olduğu bazı çarpıklıklar: Sanayileşme olmadan kentleşme, üretime dönük insan gücü yetiştirmeden sözlü eğitim, bilimselleşme olmadan sekülerleşme

Page 249: Akademik kaynaklar dizini

(bilimin yükselişi olmadan dinin çöküşü) ve kapitalist disiplin olmadan kapitalist tamah… (üretmeden tüketim); en dikkat çekici olanı,kültür gibi bir alanda meydana gelen hasardır…(Ali Mazrui)(33)

18-   Sömürge dönemi, sadece yabancı hakimiyeti altında geçen bir dönem olarak yaşanmamış, aynı zamanda kültürel aşağılanma ve tahrifat dönemi olmuştur. Müslüman ülkelerde bu daha belirgindir. Buralarda ortaya çıkan Avrupalılaşmış yeni elit, güçlü milliyetçilik dürtülerine rağmen, çoğunlukla kendi geçmişine kültürel olarak yabancıydı ve halka da kendi elitist., yarı Avrupalı kültürünü dayatmaya çalıştı. Aslında bu toplumlar ve kültürler, doğal ve organik bir gelişim geçirme fırsatından mahrum kaldılar; daha ziyade, eski usullerin keskin bir şekilde ihlalini getiren yeni bir kalıba girmeye zorlandılar. Kendi kendilerine uyarlanma fırsatı ellerinden alındı ve bunun yerine yabancılar tarafından ani bir kültür devrimine itildiler. Bu süreç toplumsal ve kültürel yarılmalara, politik düzenin en üst kesiminde, bugün bile ağır bir toplumsal bedel getiren bir kültürel gelenek kaybına yol açtı. Bu yüzden, yarı Avrupalılaşmış eski elit bugün çok sık biçimde yoz yada başarısız bir politik düzen yarattığı yolundaki suçlamalarla karşılaşmaktadır.(34-35)

18/a- etnik gruplar arasında diyalog ve iletişim kanalları oluşturmak…)

19-   Her türlü teknik ve toplumsal değişim bir şeylerin yerinden oynamasına yol açar.(35)

20-   Günümüzde insan hakları, demokratikleşme ve uluslar arası Para Fonu (İMF), Batı’nın yine İslam alemi ile Üçüncü Dünya’ya kendi düzenini dayatma çabasındaki son araçlardır; bu çaba şimdi evrensel değerler adına olsa da; bunun tercümesi Batı çıkarlarıdır aslında…(37)

21-   Politik ve askerî müdahale… (orta doğuya)

22-   Batı’nın Ortadoğu’ya Askeri müdahaleleri: (fotokopi-sh. 39-40)

23-   Doğrudan askerî müdahaleler yanında- bölgedeki etnik- çıkar çatışmalarını kullanarak dolaylı müdahaleleri -(İran-Irak savaşı / Irak-Kuveyt savaşı- P.K.K. v.s. ) (-)

24-   Politik müdahaleleri ise: bölgedeki dost rejimlerin yerinde kalmasını sağlamak- (40)

25-   Sınır Kavramı:

(Günümüzde sınır kavramı, ülkelerin fiziksel sınırlarından daha öte bir anlam ifade etmektedir. Çünkü, ülkeler arasında ve özellikle Batı ile İslam ülkeleri arasında, fiziksel sınırların) (-) ardından, o kadar somut olmayan sınır sorunları gelir: Batı hakimiyetinde, insan haklarına ilişkin yeni değerlerin, yeni ekonomik düzenlerin dayatılması, her yerde varlık gösterip her yere ağırlığını koyan Batı Medyasının

Page 250: Akademik kaynaklar dizini

karşısında Müslümanların kültürel özerkliğinin korunması, modern dünyada ayakta kalmak ve rekabet edebilmek açısından acil bir konu olan teknolojik sınırlar. Hatta insan davranışıyla ilgili sınırlar ve kuşatma altındadır. (42)

26-   Modernleşme İkilemi: İlke olarak Müslüman dünyasında çok az kişi modernleşme zorunluluğundan uzak kalabilir. Peki, modernleşme demek Batılılaşma mı demektir? Batının maddi yönleriyle benimsenmesi, o maddi başarıları ortaya koyan felsefi temelinin ithalini de eninde sonunda kaçınılmaz kılacağına göre, İslâm uygarlığının kültürel ve ahlâki temelleri nasıl olurda hiç etkilenmeden yerinde kalabilir? (43)

27-   Analitik bir perspektifle konuya bakıldığında, önemli olan, mevcut ve gelişim halindeki sorunları kendi başlarına ele almak, kilit sorunları ayıklayıp gelecekteki stratejik ortam ve Batı politikası açısından taşıdıkları anlamları araştırmaktır. (silahlanma / nükleer silahlanma / terörizm / Göç v.s.) (45)

28-   Ortadoğu’daki demokratikleşmeyi teşvik, silahsal İslam’ı en büyük muhalefet olarak gündeme getirmekte, politik değişimin yönü bu yönde ilerlediğinden, bu Batı politikası açısından demokratikleşme – siyasal İslam ikilemi doğurmaktadır. (45’ten uyarlama)

29-   İran ile Sudan’ın radikal islam’ın yayılmasında sağlamadaki rolü Batılılar’ın algılayışında özel bir önem taşır. Çünkü, aksi halde daha belirsiz risk olarak görülecek olan koşullara elle tutulur bir jeopolitik karakter kazandırmaktadır. (47)

30-   İran ile Sudan, (Ortadoğu’daki) teyakkuz halindeki rejimlerin, islami tehdidin güvenlikle ilgili ve jeopolitik boyutlarını vurgulayarak Batı’dan destek istemek için daha güçlü bir dayanak sağlamalarına yaramıştır. (47)

31-   Kültürel Gerilim ….

32-   Kültürel Sürtüşmeler ve hoşgörüsüzlük ….

33-   Bosna Müslümanlarının içine düştüğü durum ve Batı’nın bu konuya kayıtsız kaldığı şeklindeki algılama, seküler Türkiye’de Fundaman talist İran’a kadar her siyasi konumdan Müslümanlar arasında bir kutsal dava haline gelmiştir. (52)

34-   Bosna’lı Müslümanlara malzeme yardımı daha çok sembolik düzeydedir. Ama, Batı’nın Müslümanlar lehine Balkanlar’daki duruma müdahale etmeye gönülsüz olduğu şeklindeki algılama, Batı’nın Avrupa’daki son İslam kalıntılarını da ortadan kaldırmak amacıyla bilinçli bir strateji izlediği inancının Müslüman dünyasında yayılmasına yol açmıştır; ki bu da Sırplar’ ın Hırvat’ların yorumlarıyla güç kazanan bir görüştür. (Kuveyt olayı ile mukayeseye dayana alternatif bir yorum da, petrol söz konusu olmadığı müddetçe

Page 251: Akademik kaynaklar dizini

ABD’nin Müslümanlar lehine herhangi bir adım atmayacağıdır. Avrupa ile ABD’nin Bosna politikası, Körfez, savaşıyla birlikte, Kuzey Afrika ve başka yerlerde militan İslam’ın güçlenmesinde etkili olmuştur. (53)

35-   Çatışmalar büyük ölçüde toprak meselesine dayansa da, Kafkasya, Orta Asya ve Rusya içindeki etnik ve ayrılıkçı hareketlerin bir Müslüman – Hristiyan çatışması şeklinde evrim gösterdiği, yaygın bir görüştür. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışma, hem Türkler, hem de Ruslar arasında taraf bularak doğrudan müdahale tehlikesi getirir. (54) (Kıbrıs’ta Türk-Yunan)

36-   Etnik gerilimlerin yol açtığı istikrarsızlık (54)

37-   Kafkasya ve Orta Asya’nın politik evriminde İslam faktörünün baskın hale gelmesi durumu da, Rusya, onu çevreleyen İslam toprakları ve Batı arasındaki üçlü ilişki de yeni stratejik ortamın kilit unsurlarından biri olabilir. (55)

38-   Batı, bizzat İslam’ı “şiddete olağan üstü yaktın ve saldırgan bir inanç” olarak görme eğilimindedir. (59)

39-   İslam dünyası’ndaki çalkantılar, küresel güvenliği ve refahı sistemik bir düzeyde, yani bölgesel sonuçların ötesinde etkileyebilme gücünü kapsamaktadır (60)

40-   Batılılaşmış Türkler, Türkiye’nin stratejik rolünü, Müslüman Doğu ile Batı, Ortadoğu ile Avrupa arasında bir “köprü” olarak tanımlamayı tercih etmektedirler. Oysa, Avrupalılar, Türkiye’yi daha ziyade

-          Tarihsel imajlar

-          Boyunduruk rejimleri ….

Bir “bariyer” olarak görme eğilimindedir, yani Avrupa sisteminin bir parçası, ama tam anlamışla Avrupalı değil. (61)

41-   Süveyş kanalından sınırsız bir biçimde yararlanılması Mısır hükümetinin iznine bağlıdır. Çok daha az İslami nitelik taşıyan bugünkü Kahire rejiminin bile, diğer Müslüman devletlerle dayanışma adına veya hatta bir tarafsızlık göstergesi olarak Süveyş, Kanalı’nı Batılı müdahale güçlerine kapatması, düşünülmeyecek bir şey değildir. (70)

42-   İslam alemi, hayati önem taşıyan bir çok politik, askeri, kültürel, sosyal ve ekonomik alanda kendini Batı tarafından kuşatılmış hissetmektedir. (78)

43-   Batı’nın (Ortadoğu’daki) askeri varlığı,kendi otoritesini ve ülke içindeki güvenliği sağlama almak için kimi yöneticilerce desteklense de, bölge halkı içinde çok az kişi sıcak bakmaktadır. (79)

Page 252: Akademik kaynaklar dizini

44-   Yüzyılımızın büyük bölümünde ve daha öncesinde petrol kaynakları Batı ekonomileri için öyle hayatı kabul ediliyordu ki, Müslüman hükümetlerin kendi kaynakların kullanımı konusunda çok az söz hakkı ve denetimi vardır. Petrol imtiyazları, şirketler, fiyatlandırma politikaları hep dışarıdan kontrol ediliyordu; bölgedeki yerel hükümetler, Batı’yla işbirliğini reddetmek için, devrilme riskini göze almak durumundaydılar. Yani, bu kaynaklar üzerinde yerli denetim, ancak yakın dönemlerde gerçekleşmiştir. Müslümanlar bu ilişkide eşitlikten, karşılıklı saygıdan, hatta “ticari çıkar dengesinden” söz edilemeyeceğini; bunun, özünde bir sömürge ilişkisi olduğunu pekâla bilmektedirler. Bu nedenle İslamcılar, kendi kaynakları üzerinde yeniden denetim kurulmasını, hâlâ sürmekte olan üç evreli bir sömürgelikten kurtulup bağımsızlaşma süresinin “ikinci evresi” olarak görürler. Üçüncü evre ise kültürel sömürgecilikten kurtulmadır.

zaman bile, kritik ve stratejik bir uluslar arası kaynak, ironik bir şekilde, ona sahip olana daha fazla ulusal egemenlik sağlamaktadır. Malın kritik bir ekonomik nitelik taşıması, sahibinin de kulanım üzerindeki kapsamlı denetim ne kadara, kaça satılacak ? unsurundan vazgeçmesi gerektirir. Başka hiçbir uluslar arası meta yoktur ki, sahibinin, kendi egemenliğinden bu kadar fazla taviz vermesini gerektirsin. (Petrol, sadece 1973-1974’te Suudi’ler tarafından silah olarak kullanılmıştır. (Petrol ambargosu) ) (79-80)

45-   İslam, Devletin ve toplumun yoksullar da dahil bütün sınıfların toplumsal çıkarlarını içine alan belli ahlâki , sosyal, dini hedefler doğrultusunda örgütlenmesini öngörürü. (81)

46-   Çoğu zaman özelleştirme, toplumsal yükümlülükleri gözetmeden zenginleşen özel çıkar sahiplerine yapılan satışlar anlamına gelir. (82)

47-   İslam’ın demokrasi ile, hatta ilerleme ile bağdaşıp bağdaşmayacağı konusundaki araştırmalar, İslam’ın ilahiyat düzeyinde bir problem oluşturmadığı sonucuna varmıştır. Asıl mesele, Müslümanlar’ ın islam’a getirdiği yorumların türleridir….(95)

48-   İslam ilahiyatının yapısı ve tarihsel gelişimi itibariyle, İslam, “adil toplumun yaratılmasında bireysel haklardan çok bireysel yükümlülüklere ağırlık verir. Bu geçek, islam’ın önüne, İslam hukukunun çağdaş Batılı uluslar arası hukukun esas özelliklerine uygun hale getirilmesine yönelik yeni yorumlama görevleri çıkarmaktadır. (95)

49-   Aslında radikal davranışı harekete geçiren din değil, redikal cevapların dini terimlerle ifade bulmasına yol açan özgül koşullardır. (İnsanların politik, sosyal ve ekonomik küskünlük ve tepkilerinin bir

Page 253: Akademik kaynaklar dizini

zamanlar komünizm ile formüle edilip meşruiyet kazanması gibi, günümüzde de, bunların özgül taşıyıcısı İslam olabilir. (-)) (99)

50-   (sh. 104-129 arası fotokopi..) (matbaa örneği yanına koyalım)

51-   Modern İslamcılık, var olan ciddi küskünlükleri islami terimlere tercüme edip bu küskünlüklerin eyleme dökülebileceği sosyal hareketlerle yerel kuruları oluşturmada son derece başarılı olmuştur. (99-100)

52-   …..Ama eğer çatışma iyice şiddetlenir de her etnik grup kendi taleplerini dayatmak için meşrutiyet ve kültürel otantiklik sembolleri bulmak üzere kendi kültürün derinliklerine yönelirse, İslam (ve Rus Ortodoksluğu) bir faktör olabilir. Bu dinin, başlangıçtaki mücadele konusuyla pek ilgisi olmasa da, siyasi amaçlarla maksatlı olarak öne sürülmesinin klasik bir örneği olur. (187)

53-   Rusya bir ikilemle karşı karşıyadır; Bölgede potansiyel bir Rus – karşıtı faktör olarak İslam’ın gücünden çekinmekte, aynı zamanda Ortadoğu da dahil olmak üzere Müslüman dünyasında öneli bir rol oynamak istemektedir. (137)

53/a- = kültür bloku =

54-   İslam, (Çin’de) ayrılıkçı bir karaktere bürünmüştür. (Kendilerini Çin içinde din temelinde ayrışmış bir etnik grup ve milliyet olarak gören 10 milyon Hui Müslüman vardır.) (Ayrıca İslam, Çin içindeki Uygur Türklerinin ulusal kimliğini pekiştiren bir faktördür) (138)

55-   Kültürel sınır bölgesi …. (139)

56-   İslam’ın güçlü uluslar arası kültürel bağları, ona diğer dünya dinlerin aşan bir uluslar arası dayanışma yeteneği kazandır. (144)

57-   Savaşın doğasını belirleyen önemi etkenlerden biri, hatta belki de birincisi kültürdür. (145)

58-   Bütün Müslüman âleminde İslam, gerilim ve çatışma anlarında güçlü bir referans noktası olmaktadır. Bunun tersine, cihat veya kutsal savaş gibi nosyonlar artık Batı’nın seküler stratejik geleneğinde karşılık bulmazlar. (bu ikinci cümledeki görüş ne derce doğru olabilir? Özellikle Ortodoks Hıristiyanlık için…) (146)

59-   Ortadoğu’daki rejimlerin Batı ittifakına katılmaya bu kadar gönüllü olması, bu rejimlerin gayri meşru niteliği (toplumun iradesini ve değerlerini yansıtmaması) ve siyasi varlıklarını sürdürmek için Batı’nın desteğine bağımlı oldukları …. (148)

60-   Önümüzdeki on yıllık dönemde İslam faktörü, Müslüman âlemi ile Batı arasındaki ilişkilerin stratejik ve jeopolitik boyutunda büyük ihtimalle giderek daha fazla önem kazanacaktır (157)

Page 254: Akademik kaynaklar dizini

60/a- Sovyet ordusu ile savaş sırasında sivrilen Liderler, savaş sonrasında iç savaşın aktörleri haline gelmişlerdir. Bunun önleyecek süreçleri de geliştirmek bir uzlaşma olgusunu da …….

60/b- İkilem: Batı / Ortadoğu’da demokrasinin yayılmasını mı ister, otoriter rejimlerimi destekler / Batı Ortadoğu’ya silah satma konusunda, ticaret ve ileride bu silahların Batı güvenliğini tehdit etmesi gibi bir ikilemi / Ortadoğu’da geri kalmışlık da/ sanayileşme de Batı için tehdittir. Çünkü, geri kalmışlık, İslamcılık hareketlerini giderdi. Meşrulaştırıp şiddetlendirmekte, sanayileşme ise çıkarların tehdit etmekte...

61-   Siyasal İslam’ın mevcut rejimler ve statüko karşısında oluşturduğu tehdit nedeniyle, birçok Müslüman rejim bu tür hareketlere gitgide daha düşmanca yaklaşmakta, onları bastırmak konusundaki kararlılığını pekiştirmektedir. Dolayısıyla, İslamcılar iktidara gelene kadar, Batı’nın problemi rejimlerden çok hareketler olabilir. Ancak Batılı siyasal karar mekanizmalarının, bu hareketlerin devlet tarafından ezilmesini bir çözüm getireceğini düşünmesi (ve mahalli rejimleri bu yönde kullanması) çok tehlikeli olur. (Zira, devlet baskıyı artırdıkça, toplum nezdindeki meşruiyetin yitirerek , toplumla olan tüm bağların koparıp topluma zulüm yapan bir mekanizmaya dönüşür….) Çoğu durumda, bu şekilde çözüme ulaşılamaz. Bu hareketler, çok derinlere kök salmış olan siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunları yansıtmaktadır. Bastırılıp yer altına itilen İslam’ı hareketler, Müslüman kamuoyunun önemli bir kesiminin gözünde toplumlarını saran belalara yegane cevaptır. Bu koşullarda ve birçok ortamda İslamcı hareketler, başarısız rejimler karşısında ciddi bir muhalefet tekelini kendiliğinden ele geçirmiştir.

Bize göre, asıl çatışma İslam ile İslam dışı arasında değil, aynı İslam kültürü içerisindeki fikirler ve hareketler ile karşı fikirler ve karşı hareketler arasında cereyan etmektedir. Bati ile ilişkilerinde İslam, politik terimlerle çoğu kez milliyetçiliğin işlevsel bir muadili olarak düşünülür. (….) İslam’ın politik gündeminde, toplum içi ilişkilerin ahlâki temeli başta gelmektedir. Sosyal politik ve ekonomik problemler için sunduğu reçeteler, esas olarak ahlâki ortamı güçlendirmeye yöneliktir. (ahlâklı insan’ı yönetime katmak, insanın bilgi ve tecrübesini doğru kullanmaktan alıkoyan ahlâki zaaflarını önleyerek, onun bilgi ve tecrübesini topluma hizmete koymasının önündeki ahlâki kişilik problemlerini yok ederek, bilgi ve tecrübe bazındaki kişiliğin yolunu kesen ahlâki zafiyetli kişiliği ortadan kaldırarak (ilk) kişiliğin yolunu açmaktır…..) (yoksa – yol inşaatının ideolojik yönü yoktur. Teknolojik bir faaliyettir. Yol kalitesinin standartları her yerde aynıdır. Bu standartlardan çalmak ahlâki bir sorundur….. v.s.) Bu da kendi başına değerli bir hedeftir. Bunların dışında, somut sorunlara, somut çözümler getiren, özgün ve özgül,

Page 255: Akademik kaynaklar dizini

elle tutulur bir politik gündemden yoksundur. (bilgi ve teknoloji yoksunluğu…) (159)

62-   ….. Uzlaşma yeteneği ….

63-   Siyasal İslam, ne statik bir yapıdır, ne de körü körüne politikada suyun akışını tersine çevirme peşindedir.tam tersine sürekli evrimleşmekte, deneyim ve olgunluk kazanmakta, politik gerçekliklerin daha fazla bilincine varmakta, Batı’daki politik kurumları, politik teoriyi ve prosedür, hatta demokratik uygulamanın pek çok kilit kavramını daha iyi anlamaktadır. İslâmcı-lara ait politik görüşler ile taktiklerin oluşturduğu yelpaze günden güne genişler. Bu yelpaze, demokratik modernleşme yanlılarından şiddeti savunan radikal eylemcilere ve geleceğe ilişkin hiçbir tutarlı vizyonu olmayan geçicilere kadar uzanan bir değişiklik gösterir. Siyasal İslâm içindeki en radikal ve kutuplaştırıcı özelliklerin yoğunlaşmasına sebep olan, herhangi bir şekilde siyasal sürecin dışına itilmeleridir. Oysa, siyasal sisteme dahil edilmeleri daha hızlı bir evrim ve modernleşme yaşamalarını, çağdaş ihtiyaçları daha çabuk tanımalarına teşvik edecektir.

Çağdaş Müslüman âleminin siyasî gerçeklerinden biri, mevcut rejimlere muhalefetten

            en muhtemel ve etkili kaynakların İslam3i örgütler olmasıdır. Genel olarak bunlar, kamuoyu nezdinde daha geniş bir meşruiyet taşır ve taban destekleri de diğer partilere oranla daha güçlüdür. Siyasal sistemler birbirleriyle rekabet halindeki çok çeşitli unsura açık olmadığı taktirde, otoriter rejimler çöktüğünde onların yerini alma ihtimali en yüksek olan hareket İslâmcılardır.

            Mısır ve Cezayir gibi birçok önemli devlet, siyasal İslam olgusuna yanlış yaklaştığından, önümüzdeki birkaç yıl içinde İslamcıların bu devletlerden birinde veya ikisinde birden iktidara gelmesi ihtimali oldukça yüksektir. (…) yeni İslam’a rejimlerin iç ve dış politika bakımından ille de İran-a benzemesi gerekmez; yine de şu anda yegane Sünnî İslam’a rejim olan Sudan, İslami bir harekete dayanan bir iyi yönetim ve bölgesel asayiş örneği sunamamaktadır. (Batı politikaları açısından en büyük tehlike bu konuda iyi bir örnek ortaya çıkmasıdır. Batı politikası, bu iyi örneği engelleme esasına dayanır…) (160)

63/a- (Bir bölgede kontrolden çıkan güçlerin birbirleriyle savaştırılarak tekrar kontrole alınması politikası… (İran – Irak savaşı – gerçekleşti, İran - Türkiye / Suriye - Türkiye savaşı…

64-   1973’te Suudî Arabistan’ın uyguladığı petrol ambargosu, Batı stratejik düşüncesiyle önemli bir endişe konusudur. Dolayısıyla, Batılı strateji uzmanlarının kanısına göre, 1990-ların sonlarında iki yönelimin, İslâmi politikanın yükselişi ile dünya petrol pazarında

Page 256: Akademik kaynaklar dizini

muhtemel bir sıkıntının kesişmesi, düşmanca bir rejimin olumsuz koşullar altında petrolü politik amaçlarla kullanması ihtimalini gündeme getirebilir. Müslüman devletlerin Batı karşısındaki tek gücü ekonomik nitelikteyse, Batı’nın üstün politik ve askeri gücüne karşı şu veya bu şekilde onu kullanmamaları şaşırtıcı olur.(163)

65-       Yönetme kültürü… (Üçüncü Dünya’da meseleler karşısında çalıştırma dışında çözüm mekanizmalarından yoksun olma ve çatışma eğilimi İslâm dünyası için de geçerlidir…) Siyasal İslam, gerek iç ve gerek dış politikalardaki ilişki biçimlerini yeniden düzenleme sonucu doğuracak/ Batı, şimdiye kadar olduğundan tamamen farklı bir muhatap ile karşı karşıya kalacak, Batı çıkarlarına yataklık eden tüm mekanizmaları işlemez hale koyacak...Bu sebeple bu gelişme, Batı’da ne kadar hedef haline geliyor ise, bölgede de o nispette gelişiyor … (-)

66-Batı, yeni dünya ortamında kendi stratejik iradesini düzenli olarak ve kolaylıkla dayatma yeteneğinin gittikçe azaldığını gördükçe…(örneğin/Mısırda islama bir rejim veya İslamcıları rencide etmek isteyen bir yönetim, Batı’nın körfeze müdahalesinde Süveyş Kanalından yararlanmasına müsaade etmeyecektir…) (164)

67- Mesele, artık sadece İslam ve Batı değil, aynı zamanda Batı içindeki İslam-dır. (165)

68- ABD’nin politika seçenekleri: ABD’nin İslamcı hareketlerin sonucunda iktidara gelmesini önleme açısından, politika seçenekleri son derece kısıtlıdır. Negatif bir güç oluşturan toplumsal umutsuzluk, temel hedefin iç koşulları düzeltmek olduğunu açıkça göstermektedir. Ama dış güçlerin etkisiz ve adaletsiz bir ekonomik - toplumsal sistemin iç koşullarını kolayca değiştirmesi mümkün müdür? ABD’nin yapabileceği en fazla şey, olumsuz politik, ekonomik ve sosyal yönelimleri saptayıp söz konusu rejimlere ABD’nin kaygılarını ve belki reform yapılamadığı müddetçe daha anlamlı yardımlarda bulunamayacağını iletmek olur. Çöküş halindeki rejimlerde olumsuz koşullar sürüp gittikçe de, bu tür politika yaklaşımlarının ancak asgarî bir etkisi olacaktır. Aynı zamanda ılımlı islamî gruplarla diyalog içinde olmak önemlidir. Müslüman dünyasının istikrar içinde evrim geçirmesine yönelik sağlam bir yaklaşım için, hükümetteki güçlerle olduğu kadar, meşru muhalefetle de diyalog geliştirilmelidir. Dış politikaları henüz büyük ölçüde çizilmemiş olan gruplarla bir ortak yaşam geliştirmek için, esastır bu Radikal İslami hareketleri ekonomik gelişme yoluyla marjinalleştirmeye yönelik Batı Politikalarının, politik olarak öngörülebilir bir zaman dilimi içinde muhtemelen temel bir değişiklik yaratmayacağı çıkarları ile bağdaşır bir nitelik kazandırmak düşünüldüğünde, diyalog gereği daha fazla aciliyet kazanır. Politik reformla daha hızlı sonuç alınabileceği için, (?) sertlik yanlısı rejimler,

Page 257: Akademik kaynaklar dizini

şiddete başvurmayan islamî grupları siyasî sürece katmaya teşvik edilmelidir. (166)

…daha fazla çeşitlilik kazanan toplumlarda pratik bir ortak yaşamın temellerini bulmak…(168)

Bir toplumda hangi fikrin çilesi çekiliyor ise; o toplumun geleceği; çilesi çekilen fikirdedir.

‘Her hikayenin üç boyutu vardır: Sizinki, karşı tarafınki,bir de gerçek…’ Bir Amerikan deyişi…

Kültürel kardeşlik

Kur an evrensel değerleri ve objektif bilgiyi içerdiği ve hiçbir grup adına hüküm koymadığı için… (Prof. Dr. Bayraktar BAYRAKLI – Sabah – 26.6.98/Gönül Sohbetleri)

KAPİTALİZMİN GELECEĞİBugünün Ekonomik Güçleri Yarının Dünyasını Nasıl Şekillendiriyor?

Lester C. THUROW, Yay. Haz.: Mustafa Sünnetçioğlu, Yasemin Baykal.Sabah Kitapları. I. Baskı İst./Mayıs 1997

1- Yaşam standartlarının yükselmesi…

2- Kapitalizmin temel gerçeklikleri: büyüme- sıfır işsizlik- mali stabilize- artan reel ücretler…(2)

3- Ekonomik dünyanın yapısını etkileyen temel güçler nelerdir? Birbirleriyle nasıl bir etkileşimleri var? Bu güçler hangi noktalarda olayların akışını etkiler?...(3)

4- … Sistem yönetmek üzere onları seçtiği için, bu onlar açısından ‘doğru’ sistemdir.(3)

5- Kurallar değişirse, yöneticiler de değişebilir.(3)

6- Sosyal sistemler, insan bedeninin hastalıklara karşı korunma sistemleri geliştirmesi gibi, değişime karşı korunma sistemleri geliştirirler.(3)

7- Üretim ve zenginliğin (barış ve istikrarın) temel taşı olacak ‘insan tipi’ …(4)

8- İnsanların büyük bölümünü, toplumsal idealler uğruna çok uzun süreler boyunca çok çalışmaya motive etmenin imkansız olduğu ortaya çıktı. (4)

9- Bireysel değerler - sosyal değerler…

Page 258: Akademik kaynaklar dizini

10- Yeni ekonomik dünyanın dinamiklerini anlamak için, fiziksel bilimlerden iki kavram ödünç almak yaralı olacaktır; jeolojiden katman tektoniği ve biyolojiden kesintili denge…jeolojide görünüşteki deprem ve yanardağ etkinliklerine, dünyanın erimiş iç çekirdeği üzerinde yüzen kıta katmanlarının görünmeyen hareketleri yol açar. Kesintili denge: Normal olarak evrim, insanların zaman ölçeğinde farkına varılamayacak kadar yavaş bir hızla ilerler. Beslenme zincirinim sonundaki en güçlü olarak seçilmiş olan canlı türleri, genellikle gitgide daha büyük ve güçlü, daha baskın olurlar. Ancak arada bir biyolojilerin ‘kesintili denge’ olarak tanımladıkları bir şey olur. Ortam birden bire değişir ve baskın canlı türleri hızla ölerek yerlerini başka türlere bırakırlar. Evrim sıçraması ilerleme gösterir. (örnek: dinozorların bir piletaşı çarpması ile yanardağların kükürt püskürtmesine bağlı olarak oluşan ortamda ölmeleri ve aynı ortama ayak uydurabilen memelilerin baskın tür haline gelmesi…) (ekonomik alandaki kesintili dengeye örnek: Buharlı trenlerle oluşan sanayi devimi ile toplumun taşım toplumu olmaktan- ve bu toplum ortamında ‘en güçlü olanın yaşadığı’ bir sosyal sistem olan feodalizm, yerini sanayi toplumuna bırakan ortamda sosyal sistem kapitalizme dönüşmüştür…) (5-6)

11- Ekonomik Mağma: Jeolojide, dünyanın erimiş iç çekirdeği olan mağmadaki akımlar, kıta katmanlarının hareketlerini belirler. Benzer biçimde, ekonomik dünyamızın şeklini belirleyen beş ekonomik katman da teknoloji ve ideolojinin akışkan bir karışımı üzerinde yüzmektedir. (8)

12- Sistem halkaları…

13- Derebeylikte toprak anahtar stratejik bileşimdi, kapitalizmde bunun yerini mekanik enerji aldı. (9)

14- Kesintili denge dönemlerinde, eski ve yeni ideolojiler ve teknolojiler uyuşmazlar.İdeoloji ile teknolojinin ekonomi için ideal kaynaşmasının yeniden elde edilmesi için, ikisinin yeniden birbiri ile uyumlu ve tutarlı olması zorunludur. Çünkü, olanaklı olduğu, nelere inandığımızla yakından ilgilidir. İnanışlar, deneyimleri sürer, gerçeğin algılanmasını koşullandırır ve öne sürülecek teknolojileri değiştirir. (10)

15- Her değişim yeni bir süreç başlatır.

16- İnsanlar, görülebilir başarısızlıklar olmadığında çoğunlukla değişime kapalıdırlar. Başarısızlık, yeni yollar hakkında düşünmesi için aklın pencerelerini açar. (10)

17- Toplumlar, inanışlar ve teknolojiler örtüştüğünde gelişir; inanışlardaki ve teknolojilerdeki kaçınılmaz değişiklikler örtüşmez olduğunda ise geriler. Bu gerçek geçmişteki başarılı toplumların dahiline bakıldığında da görülebilir: Tarım Nil nehri

Page 259: Akademik kaynaklar dizini

vadisinde başladı. Çünkü ilk insanlar toprağı nasıl süreceklerini bilmiyorlardı ve gübreye olan gereksinimi henüz öğrenmemişlerdi. Bu durumda iki anahtar teknolojileri eksik demekti. Ama Nil kıyısında, yıllık seller ve çamur baskınlarıyla, toprağı sürme ve gübreleme gereksindi. Sadece tohum ekmek yeterliydi. Başarılı bir tarım ekonomisinin gelişmesinde gerekli teknolojiler doğal olarak ortaya çıkmıştı. Ancak bu yeni tarım ekonomisinin, gelişmek ve göçmen hayvancılık kültürünün yerini almak için, doğru değerlere gereksinimi vardır. Bu da çok sayıda insanı, çamuru ve suyu Nil’in kenarlarında tutarak nehre geri akmasına izin vermeyecek toplu hendekleri ortaklaşa inşa etmeye ve korumaya ikna edecek bir ideolojiydi. Çünkü, bu ülkeye neredeyse hiç yağmur düşmüyordu. Ekinin büyümesi için gerekli olan sulama kanallarını çalıştırmak muazzam bir disiplin gerektiriyordu. (…..) Geleceğe yatırımı öngören ‘toplumsal bir disiplin’ geliştirmelerine yol açmıştı… (10)

18- Romalılar, teknolojileri sayesinde değil, ideolojileriyle başarıya ulaşmışlardır. (…..) (Roma-da) kendine özgü bir değerler kümesi, orduların, başkalarının uygulamadığı benzersiz bir disiplinle emirlere uymasına yol açmıştı. Toplumsal örgütlenmeleri, halen ayakta duran köprülerin, yolların ve su kemerlerinin inşasıyla sonuçlanmıştı…(11)

19- 15. Yüzyılda tarihçilerden, dünyanın kalanını askerî olarak fethetmek ve sömürgeleştirmek, tarımsaldan endüstriyel bir temele dönerek ekonomik olarak öne geçmek üzere olan ülkeyi seçmeleri istenseydi Çin aday olabilirdi. Gerçek galip Avrupa, birbirleriyle sürekli dolaşan bir grup küçük prenslikten oluşuyordu. Teknolojik açıdan Çin-in çok gerisindeydi. Onun bütünleşmiş politik ve toplumsal örgütlerinden hiç birisine sahip değildi. Ama bu gerçekleşmedi. Çin’in doğru ideolojileri yoktu. Çinliler onlara dünya çapında egemenlik verebilecek asıl teknolojileri reddettiler. Konfiçyüs’ten esinlenilmiş kanonik metinler her sorunun çözümünü kapsıyordu… (13)

20- Yeni teknolojiler başarıyı etkiler, ama aynı zamanda konumu, özdeğeri, sözü geçerliği, gücü ve otoriteyi de etkiler. (13)

21- Her nitelik seviyesindeki çalışanlar…(Şirketlerin futbol takımı gibi antrenmanlarla eğitilmesi ve disipline edilmesi…) (-)

22- Her sosyal sistem bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri kötü yapar. Komünizm ekonomiyi kötü işletirken, iyi öğretim sistemlerine sahipti… (38)

23- … Kendisini ödemeyen büyük yatırımlar yatırılması… (42)

24- Yerel özyeterlik… (48)

25- Yokluk paylaşılamaz…

Page 260: Akademik kaynaklar dizini

26- Politik coğrafya (sınırlar) ekonomide önemlidir. Çünkü bunlar, ötesinde gümrük vergilerinin toplandığı, kıtaların ayarlandığı, farklı hukuk ve vergi sistemlerinin uygulandığı , sosyal yatırımların yapıldığı ve idari mevzuatların söz konusu olduğu çizgiyi gösterirler. (51)

27- … Birbiriyle çarpışan etnik grupların bir arada tutulması için güçlü ideoloji - katı lider… (Komünizm- Mareşal Tito örneği verilmiştir) (52)

28- Afrika’daki her sınır aslında yanlış yerdedir. Bir başka deyişle İngiliz ve Fransız ordularının karşılaştığı yerdedir. Bu sınırların coğrafî, etnik, Linguistik ( ) tarihsel, yada ekonomik olarak hiç bir anlamı yoktu. (52)

29- Karşılaştırmalı üstünlük teorisine göre, üretimin konuşlandığı yer iki faktöre bağlıdır: Mevcut doğal kaynaklar ve faktör oranları (emek ve sermayenin görece bolluğu) (55)

30- Mevcut bir şirketin yan kuruluşu olarak yeni bir şirket kurmak…

31- Ülkemizin yeni gelişen sanayi ve teknolojilerin evrim sürecine katılması… (62)

32- Anahtar stratejik sanayiler…

33- Anahtar teknolojilerde araştırma liderliği…

34- Bilgi, ona sahip olan insan ve milletleri değiştirir. (68)

35- ABD’de olumsuz politik reklamlar rasyonel düşünce ile duygu arasındaki ayırımı çok iyi çizerler. Kamuoyu olumsuz politik reklamlardan hoşlanmaz. Bunların politik süreci yozlaştırdığı ve tüm politikacılara şüpheyle yaklaşılmasına neden olduğu düşünülmektedir. Ancak olumsuz politik reklamın başarısı, bunları yaptıranların seçimleri kazanmalarından bellidir. (olumlu imajı çizmek- karşı tarafın imajını yıkmak ve olumsuzlaştırmak v.s.) Kamuoyu mantık olarak reddettiğini duygusal olarak kabul etme eğilimindedir. Buna paralel olarak politikacılar, kamuoyunun oy verme davranışı değiştiren özellikleri bilir. (70)

36- Emeklilik yaşının hesabı: İnsanlar ne kadar vergiyi gönüllü olarak verirler? Hangi temel hizmetlerin sağlanması ve hangi temel yatırımların yapılması gerekir? Hizmet ve yatırım rakamlarının verilen vergiden çıkarılmasıyla kalan fark, sosyal refah sistemi için gerekli fonu oluşturur. Sosyal refah sitemi içinde yaşlılar için yapılması gereken harcamalar dışında gerekli tüm harcamalar için bir çıkarma işlemi daha yapın. Emeklilikte, yaşlı olmayan kişilerinkine eşit kişi başına yıllık gelire sahip olmak için, bu sonuçla yaşlı sayısını elde ettikten sonra, kişilere emeklilik aylığı verebilecek maksimum yıl sayısını bulmak kolaydır. Bu sayıyı da ortalama yaşam süresi olan 65

Page 261: Akademik kaynaklar dizini

sayısından çıkarınca geriye toplumun insanları kaç yaşında emekli etmesi gerektiği ortaya çıkar. (89)

37- İnsan faktörünün niteliklerindeki olumlu veya olumsuz değişikliklerde orantılı olarak sistemin doğası da değişecektir. (-)

38- Kâr maksimizasyonu: üretimin en ucuza mal olduğu yerlerde – satışın ise fiyatların ve kâr-ın en fazla olduğu yerlerde yapılması (96)

39- Marshall Yardımı: Marshall yardımının (veya benzeri bir yardımların) gelişiminde her zaman çeşitli itici güçler olmuştu. Ama bunlar arasında giderek ön plana çıkan anti-komünizmdi. Ekonomik yardım ve açık pazarlar, ülkeleri Sovyet yörüngesinin etkisinden uzakta, ABD’nin yörüngesinde tutmayı amaçlıyordu. Yardımın sadece demokrasi ve kapitalizme inananlara verildiğini söylemek hoş görünebilir, ama gerçeği yansıtmamaktadır. Diktatörlük veya serbest piyasa ekonomisi olup olmadıklarına bakılmaksızın, komünist yörüngenin uzağında kalmayı kabul eden herkese yardım sağlamıyordu. Dış yardım, genellikle anti komünist güçleri satın almanın ucuz yöntemi olarak kabul edilmiştir. (99) ( Ayrıca, II. Dünya Savaşında taraflar tüm döviz rezervlerini tüketmişlerdi. Fabrikalar tahrip olmuştu. Ekonomileri kilitlenmişti. Savaşta yıkım görmemiş ABD’ye satacak hiçbir şeyleri kalmadı. İşte, Marshall yardımı bu kilitlenmeyi açtı…) (116)

40- Gerçekçi olmayan iyimserlik, problemlerin doğru teşhis ve çözümünü engeller. (-)

41- Devlet, her bir fert için ne anlama geliyor: Güvence?.. Baskı?.. v.s…(-)

42- Gelişmenin çeşitli aşamalarında olan farklı ülkelerde, farklı ticarî rejimler vardır. (104)

43- Jeo- ekonomik…

44- sscB’nin çökmesi ve Çeçenistan gibi küçük bir alanda bile kontrol sağlayamaması, artık kapitalist ülkeleri ABD’nin askeri şemsiyesi altında bir araya gelmeye zorlayan ‘askeri komünist tehdit’ ortadan kalkmış oldu. (120)

45- Birleştirici bir ideoloji…: Her sosyal sistem, uzun ömürlü olmak için güçlü bir birleştirici ideolojinin desteğine ihtiyaç duyar. (dış tehdit ve birleştirici ideolojiler) (131)

46- SİSTEMİ KÖTÜYE KULLANANLAR…(134)

47- Cehaletin doğurduğu liderler…

48- Dinamik bir ekonomide, vadesi dolan endüstrilerden, doğmakta olan endüstrilere geçiş. (sırasında, emeğin yeniden düzenlenmesi- ücretlerin düşmesi problemi.)… (156)

Page 262: Akademik kaynaklar dizini

49- Sorun bir depremin olup olmayacağı değildir. Deprem olacaktır. Tek sorun ne zaman olacağı ve büyük bir şok mu, yoksa daha az zarar veren bir küçük şoklar dizisi olarak mı gerçekleşeceğidir. (164) (siyasî- ekonomik rejimler sonsuza dek devam etmez…)

50- PAZAR AÇICI ANLAŞMALAR…

51- PAZARA ERİŞİM imkanına sahip olma…

52- İş döngüleri: Arz- talep dengesindeki değişmelere göre… (kuramsal olarak, envanterlerini kontrol edenlerin döngüleri ortalaması gerekir. Uzun vadede ekonominin nereye gideceğini görerek, önlenemez çıkışlarda envanter stoklarını eritmeli, inişlerde ise envanter stokları yapmalıdırlar. (178) 53- Ekonomiyi canlandırma politikaları…

54- Uluslar, dışarıdan meydan okuma (dış tehdit) veya içerideki güçlü ideolojiler sayesinde bir arada tutulurlar. Komünizm böyle güçlü bir iç ideoloji idi. Daha önce asla barış içinde bir arada yaşamamış etnik grupları bir arada yaşamaya ikna etti. (200) (bazı ideolojiler de dışlayıcı olabilirler…)

55- Ne güçlü bir iç ideoloji, ne de nede güçlü bir dış tehdit yoksa, uluslar, savaşan etnik, ırksal veya sınıfsal (dinsel) gruplara ayrılırlar.(202)

56- Faşizm, etnik üstünlüğün ve etnik temizlik gereksiniminin en yüksek anlatımı… (202)

57- Etnik kan davası…

58- Zenginlik bir kez kazanıldığında, daha fazla para kazanma fırsatları katlanarak çoğalır. Çünkü, elde edilen refah, zengin olmayanlara kapalı gelir kazanma fırsatları doğurur.(204)

59- Toplumda eşitlikleri yaymak… (demokrasi işlevi)

60- Gelire değil de tüketime dayanan bir vergi sistemi ile daha fazla vergi toplanabilir. (207)

61- Tarihte çok başarılı toplumların ekonomik gerçekleriyle örtüşen politik ve sosyal ideolojileri vardı.(208)

62- Zengin değilken politik güce ulaşanlar, bu politik gücünü zenginliğe dönüştürme imkanı tanıyacak bir sistem kurmalıdırlar. (210)

1- 63-   Elektronik medya, ekonomik gücün politik güç satın almasını çok kolaylaştırmaktadır. (211)

64- Toplumlar, sağlam bir ideolojiye (inanca) sahip güçlü bir öykü çevresinde birleşmelidir.Eğer anlatacak öykü yoksa, liderlerin ne gündemi ne de yaptıklarına karşı özgüvenleri olur. Bir arada tutunmak için ortak hedeflerin altını çize, toplum üyelerinin ulaşmak

Page 263: Akademik kaynaklar dizini

için beraberce çalışabileceği ütopyacı bir ufuk olmalıdır. Bütün dinler gibi, komünizmin de böyle anlatacak öyküleri vardı. (kutsal metinlerdeki kıssaların her biri aynı veya farklı bir ufuk…) (216)

65- Eğer bir ufuk çizilmiyorsa, her toplum eninde sonunda etnikçiliğe geri döner..(216) (Çünkü ufuksuz, birlik beraberlik bozulur- bu da yalnızlaşan fertleri, kendi ait olduğu alt kimlik dayanışmasına iter…)

66- Özel mülkiyet haklarını kilitlerle, hırsız alarmlarıyla ve özel olarak tutulmuş korumalarla muhafaza etmek mümkündür. Ama bu pahalıya mal olur. Oysa insanların çalmamasına yol açacak sosyal değerler telkin etmek çok daha etkindir. Böyle değerlerle, özel mülkiyet sıfır giderle korunabilir.

67- Doğru değerler konusunda uzlaşma…(231)

68- Değerler üzerinde uzlaşma sağlansa bile, uzlaşılan bu değerlerin aktarılmasının meşru ve gayrimeşru teknikleri nelerdir? (232)

69- Her toplumsal sistemin güçlü ve zayıf yanları vardır. Kapitalizmin gücü, bireysel tercihleri karşılama yeteneğindedir. (238) (milli ve manevi değerlerimizin gücü?)

70- Vasıflar kazançlara, kazançlar da vasıflara yol açtığından, sonuçta en çok vasfın yine en çok vasfa sahip olanlarca kazanıldığı bir özel yatırım süreci doğar. (239)

71- Gelire dayalı vergi sistemi artırımlı tüketim vergileri sistemi… (251)

72- Herkes birey olarak mantıklıdır. Ama sonuçta ortaya çıkan ortaklaşa mantıksızlıktır. (255)

73- Dünyanın her yerinde, hükümetler, yurttaşlarının karşı karşıya olduğu gerçek sorunlara ve endişelere hiçbir çözüm getirmedikleri için zor durumdadırlar. (259)

74- Ev kaynaklarını- sağlık sistemini- işsizliği v.s. iyileştirmeye yönelik bir ekonomi için yeniden yapılanma… (265)

75- Amerikan politik sistemi şu anda dünyanın en eski sistemidir. Bir şeyler ters gittiğinde, Amerikalılar’ın sorunu, kurumsal onarımlara gereksinme duyan sistemde değil, ‘kötü Bireylerde’ ararlar. (265)

76- Sürdürülebilir stratejik üstünlüğün tek kaynağı nitelik ve bilgidir. (271)

77- Toplumsal değişim, dalgaların kıyıdaki kayalıklara çarpmasıyla aynı şekilde oluşur. Kayalar her gün kazanır, dalgalar onlara şiddetle çarpar ve görünüşte hiçbir şey olmaz.Fakat bir gün mutlaka bu kayaların her birinin kum parçacıklarına dönüşeceğini biliyoruz. (271)

Page 264: Akademik kaynaklar dizini

İSLAM ÜLKELERİNDE MİSYONERLİK VE EMPERYALİZMProf. Dr. Mustafa Halidi ve Dr. Phil.Ömer Ferruh;

Çeviren: Dr.Osman Şekerci, Nun Yay. İstanbul/Haziran 1998, S.

1. Misyonerlik ancak emperyalizme bir vesiledir. (8).

2. “Senegal’daki misyonerlik heyetleri, bu ülkedeki birkaç fakir aileyle bir anlaşma imzalıyorlar. Bu anlaşma gereğince misyoner heyetleri Senegal’daki ailelere, mesela; her ay azıcık pirinç verme gibi aynî yardımlarda bulunacaklar, buna karşılık misyonerler de ailenin çocukları arasından birisini, kendi hesaplarına göre yetiştirmek için seçme hakkına sahip olacaklar. Anlaşma maddeleri içinde şu ifade de yer alıyor: Aile anlaşmanın şartlarına muhalefet ettiği takdirde (mesela, çocuğunu geri almak isterse) yardımların bedelini, çocuğa yapılan yardımları ve onun eğitimine harcanmış olan paraları ödemeye mecbur olacak.

3. Misyoner heyeti, bu aileler içindeki çocuklardan, yaşı on beşten aşağı olan birini seçer, sonra normal olarak onu bir misyoner okuluna gönderir. Böylece çocuk ailesinden kopmuş ve Hıristiyanlık hayatı üzere yetiştirilmiş olur. Daha sonra çocuk yüksek öğrenimi için Fransa’ya gönderilir. Sonunda Fransa’nın arzusuna uygun amaçlarda kullanılmak için Senagal’a geri gönderilir.

4. Ülkesine Hıristiyan bir Fransız olarak dönen Senagallı çocuğa sosyal statüsü ve memuriyet seviyesi bakımından, sömürge ülkelerde Fransız uyruklusu hakkı verilir”.(10)

5. Yerleştiler, sömürdüler, geriye çıplak araziler, kendi ülkelerinin yerel değerini sevmeyen aydınlar, değişik yaşam tarzları ve kamplara ayrılmış insanlar bıraktılar. (25)

6. Onların damgalarını ve izlerini bu gün İslam dünyası silemiyor. Arkalarına aldıkları büyük ekonomik güçler ve eğitim sağlık, sosyal birimler sayesinde çok rahat bir şekilde değişik yöntemlerle her yere girebiliyor ve yeni yeni isimler alarak belirledikleri hedeflere doğru sessiz bir şekilde ilerliyorlar. (26)

7. Batı dünyasını incelediğimde manevî değerlere önem vermeyen metaryalist ve hiçbir dine inanmayan bir alem buluruz. Emin Reyhanî ’nin de söylediği gibi petrole, altına ve madene tapan Amerika, dünyanın yarısını, ruhî hayatı ve dinden gelen barışa davet eden misyonerlerle işgal etmiştir. (29)

8. Fransa’yı kendi ülkesinde laik bir devlet görmemize rağmen dışarıda din adamlarının himaye eden bir devlet olarak buluruz. Fransa’da kovulan Cizvitler16, Fransa sınırları içinde Fransızlara düşmanca bir tavır takındıklarına karşın, Fransız sömürgelerinde,

Page 265: Akademik kaynaklar dizini

Fransa’nın çıkarlarını gözeten bulunmaz dostlardır. İtalya da da böyledir. Papaya Vatikan şehrinin sınırları içinde hapis hayatı yaşatan, kiliseye karşı kin besleyen İtalya, bütün emperyalist politikasını misyonerlerin ve papazların çalışmaları üzerine kurmuştur. Hatta ülkesinde bütün dinlere savaş açmış olan Rusya, uluslararası politik ve coğrafi nüfuzunu gerçekleştirmek ve din adamlarına saygılı bulunduğu göstermek için, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra din adamlarını Moskova’da bir kongreye davet etti. Uçaklarını onlara tahsis etti. Sonra Stalin, bizzat kendisi bu kongrede bulunanları ziyaret ederek mukabelede bulundu. General High’in , İngiltere hükümetini Arap yarımadasına misyonerler gön dermesi için teşvik ettiği gibi, diğer bir çok İngiliz askerî elemanları da, bütün dünyaya misyonerlerini yaymak hususunda hükümetlerini yönlendirmişlerdir. 17 (30)

9. Papaz G. Simon: “İslam birliği, Afrika milletlerinin besledikleri gayeleri bir noktada toplar ve bu milletlerin Avrupa hegemonyasından kurtulmalarına yardımcı olur”, diyerek bu önemli durumu daha net bir surette gözler önüne sermiştir. (34) Avrupa emperyalizmine zıt bir istikamet alınca bu sefer misyonerler Avrupa’yı emperyalist olmayan bir biçimde gösterebilirler. Böylece İslam birliği, varoluş sebeplerinden ve dayandığı delillerden birini kaybetmiş olacaktır. Bunu göz önünde bulunduran Avrupalı şu taktiğe başvurmuştur. “İslam birliğin kurulmasın hazırlayan fikri çalışmaların mecrasını, misyoner çalışmalarıyla değişmemiz gerekir. Tâki, Hıristiyanlık İslam dünyasına nüfuz edebilsin”31. Fransa da, İslam birliğinin kurulması için yapılan çalışmalardan diğer Avrupa devletleri gibi endişe duymaktadır32. Bu durum muvacehesinde, Türkler İslam’la müşerref olduklarından beri Avrupalılar için büyük bir tehlike olmuşlardır. (34)

10. Çünkü birlik, emperyalistlerin işlerin bozan büyük bir kuvvettir. (35)

11. “Misyoner haçlı bayrağı altında gelir, geçmişi göz önünde bulundurur; gözlerini geleceği diker ve uzak yerlerden, Fransa ve Roma kıyılarından ıslık çalarak esen rüzgara kulak verir. Dün atarlımızın (haçlıların) haykırışlarını kulaklarımıza kadar getiren o rüzgarı, bu gün engellemeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Bunu isteyen Allah’tır”37 (35)

12. Yukarıda naklettiğimiz ifadeyi, manda yönetimi günlerinde ve onu takip eden yıllarda, Beyrut’taki Cizvit Fakültesinin uzun yıllar dekanlığını yapmış olan Papaz Şantur söylemiştir.(35)

13. Cizvitlerin yürüttüğü politikayı, yalnızca bir ifadeden öğrenmemiz mümkün değildir. Onlar, “Fransız yönetimi, diğer büyük devletlerin aksine olarak, Beyrut’ta haçlı ihtilalinin tamamlanması

Page 266: Akademik kaynaklar dizini

için büyük diplomatik kabiliyetini göstermesi gerekir”, demişlerdi38. (36)

14. Jessup, Osmanlı İmparatorluğundaki bu büyük olaya işaret ettikten sonra diyok ki: “Tabii olarak karşımıza çıkacak hadise şudur: Bu büyük inkılap Osmanlı İmparatorluğunun dini üzerinde nasıl bir etki yapacak?”. Bu soruya Jessup’un bizzat kendisi şu cevabı veriyor: “Bu hareket Protestanlığa ait kitapların basılmansa yardımcı olacak ve Osmanlı adamı din değiştirmede artık serbest kalacaktır”113. (61)

15. 1840-1859 yıllarında Osmanlı İmparatorluğunda Amerikan misyonerlerinin nüfuzları genişleyince ve emperyalist politika için ülkenin iç işlerine karışmaları artınca, Osmanlı bunların hepsini ülkeden çıkarmak istedi. Fakat Amerikan dış işleri bakanlığı böyle bir adımın atılmasını protesto etti. Birleşik Devletler sonra da Bâb-ı Âli’nin dikkatin başka işlere çevirmeyi başardı120. Yani ABD Türkiye için büyük problemler çıkararak, misyonerlerin işlerine karışmaktan uzaklaştırdı. (65)

16. Zaten misyonerlerin çalışmalarını birleştirmeleri gerçekleşemez. Çünkü her devletin, misyonerliğin ötesinde diğer devletler çatışan politik amaçları vardır. (66)

17. Fransa Sömürge Bakanlığı Doğu İşleri bölümünde propagandacı misyoner olan Paris Üniversitesi profesörlerinden Louis Massignon, bu yolu ortaya koydu. Makale, konferans ve konuşmalarında bundan bahsetmeye başladı. Ancak bu noktada kullandığı dil, istiare ve mecazla dolu bir dildir. (103)

18. Mandacılar mahalli hükümetlere ve memurlarına bazı yetkiler vermek zorunda kalınca, şu aşağıda gelecek iki gayeyi gerçekleştirecek özel bir yönetim sistemi oluşturmak istediler.

1- Yerli memurları karışık ve uzun uzadıya kırtasiyecilik içinde boğup, esas işlerle ilgilenmelerine güç bırakmamak ve gerçek işlerin iplerini onların gözlerinden uzak tutmak.

2- Mandacıların dairelerde, acık ya da gizli olarak çevirdikleri dolaplara vakıf olanları için yerli memurları, aşırı merkeziyetçilik sistemine göre idari muamelelere tabi tutup kanalize etmek ve onlarda mecal bırakmamak. (106)

2. Hür ülkelerde alışılmış esaslara uygun, ülkenin çıkarlarına hizmet edercek yeni bir yönetim sistemin oluşturulmasına, ve- manda devrenden kalma - bu mekanizmadan kurtuluşa inanıyorum. Bunun için de bağımsızlık dönemindeki Suriye devlet adamlarının bu düzeni kurmaları, üzerlerine düşen en önemli görevlerdendir”230. (106)

3. Yatılı kız okullarına, tanınmış ailelerin çocukları toplandığı zaman misyonerler seviniyorlar. Çünkü bu okulların tesiri

Page 267: Akademik kaynaklar dizini

evlerindekinden daha büyüktür. Kadın misyoner A. Milligan bu konuda şöyle diyor: “Kahire’deki kız kolejlerinde bulunan kızlar, babaları paşa olan kızlardır. Bu kadar kız öğrenciyi Hıristiyanlık etkisi altına alıp toplayacak başka bir yer ve İslam kalesine girmek için bu okullardan daha kestirme bir yol yoktur”236.(109)

4. Ertesi günün sabahında çıkan, Lübnan Komitesi’nin yayın organı durumundaki Ceride-i Amel (Amel Gazetesin)in birinci sayfasında “Uyanık Olunuz” adlı bir başyazı vardı. Bu makalenin bir paragrafı şöyledir:

5. “Amerikan Üniversitesi’nin Lübnan ve Lübnan’ın varlığı aleyhine tuzaklarla dolu bir çukur olduğuna kaç defa işaret ettik. Sapıtmış Lübnanlıların çoğu bu üniversitenin kolları arasında sapıtmıştır. Aleyhimize tahrik edilen komşularımızdan Lübnan’a kin besleyen e koruması altındalar. Şayet Anton Seade, Amerikan Üniversitesi’nde bulunan Lübnanlı veya Lübnanlı olmayan öğrenciler arasında bir zemin bulamasaydı, onun bu hareketi kökleşip gelişemezdi. (115)

6. Üçüncü gün (10 Temmuz 1949) Ceride-i Diyar (Ülke Gazetesi) çıktı. “Amerikan Üniversitesi’nin Bize Faydaları” adlı bir baş makale ile Ceride-i Amel’in iddialarını reddediyordu. Ceride-i Diyar, yukarıya aldığımız Ceride-i Amel’in başyazısının bir pasajını, makalenin başında iktibas ettikten sora şunları yazıyor: “Ceride-i Amel’in, sapıtmış öğrenciler Araplık şerefinin ruhunu kendilerinden uyandıran Araplar. Üstelik onlar, dar bölgecilik anlayışına bağlı ırkçılıktan – mesela Lübnan, veya Fenike ya da Suriye ırkçılığından – da korkuyorlar. (115)

7. Misyonerler propagandanın, ilk ve orta öğrenim süresinin bitmesiyle sona ermeyeceğini; yüksek öğretim boyunca da devam etmesi gerektiğini gördüler. Çünkü yüksek öğretim milletlerin liderlerin yetiştirir. Misyonerler, ülkelerinden lider olması beklenen bazı kimselerin kulaklarını kendine çekebildikleri takdirde, propagandalarının etkisini bütün millete yaymış olurlar. Bu yüzden Amerikan misyoner gruplarının, siyasetlerini İstanbul, İzmir, Beyrut, Kahire ve diğer Orta Doğu ülkelerinin merkezlerinde, tam teşekküllü yeni yeni kolejler kurmaya çevirdikleri görülmüştür.(118)

8. 1911 yılında İstanbul’daki Robert Koleji’nde yapılan “Dünya Hıristiyan Öğrenciler Federasyonu” kongresinde hazır bulundu.(125)

9. Bu kongrenin gayesi raporun birinci bölümünde belirtilmiştir283.

10. Dünyadaki Hıristiyan öğrencilerin faaliyetlerini ve teşekküllerin birleştirmek... Bütün ülkelerdeki dini durularla ilgili bilgileri öğrenciler için toplamak... Öğrencilere, yegane kurtarıcıları ve Rableri olan İsa’ya tam olarak uyuncaya kadar rehberlik yapmak...

Page 268: Akademik kaynaklar dizini

Bütün dünyada, özellikle Hıristiyan olmayan ülkelerdeki öğrencilerin, İsa memleketinin284 genişlemesini yardımcı olmaları için faaliyetlerini birleştirmek...(126)

11. Üniversite, Müslüman öğrencileri kiliseye devam etmeleri için zorlayınca, onlar da 1909 yılında bu durumu protesto etmeyi kararlaştırdılar. Hemen üniversite senatosu toplandı ve uzun bir bildiri yayınladı. Bildirinin dördüncü maddesi şu şekildedir:

12. “Burası bir Hıristiyanlık kuruluşudur. Hıristiyan milletlerin paralarıyla kuruldu. Onlar bu yeri satın aldılar, bu binaları yaptılar, hastaneyi kurdular ve teçhiz ettiler. Üniversite onlara dayanmazsa, devam etmesine imkan yoktur. Onlar bütün bunları, ders programlarına İncil girsin, öğrencilere Hıristiyanlık dininin faydaları anlatılsın ve böylece bir eğitim sitemi meydana gelsin diye yaptılar... Hıristiyanlık gerçeklerinin bütün öğrencilere anlatmaya mecburuz... Müessesemize giren her öğrenci önce kendisinden ne istendiğini bilmek zorundadır”296. (131)

13. Çünkü bu müesseseler dini yönden Vatikan’dan, siyasi yönden ve Fransa’dan olmak üzere iki yerden idare edilmektedir. (138)

14. Orta Doğudaki siyasal ve ahlaki afetlerden, din ve mezhep mensupları arasında meydana gelen (143)

15. Misyonerler, Doğuda ve özellikle Müslümanlar arasıda Hıristiyan mezhepleri yayma konusunda ferdi çalışmaların yetersiz kaldığını gördüklerinde, uzun bir süredir yüzlerini, daha güzel ve daha etkili bir yol olan hükümetlerine çevirmişler ve onlara boş vurmuşlardır. Sonunda misyonerler, kendilerini ve dinlerini, devletlerin elinde uysal bir oyuncak haline getirdiler. Devletler de bu fırsatı ganimet bildiler ve hemen misyonerlere yardım etmeye başladılar. Ancak devletler, bu yolla dini ve misyonerleri kullanarak özel ekonomik ve politik çıkarlarına kavuşmak istiyorlardı. (144)

16. Sadece, okuttuğu bu ülkenin çocukları, ister Faslı, Mısırlı, İranlı veya Hindi, Çinli olsun, kıyafette, konuşmada, düşünce arzında ve sömürgeci Fransa ili ilgili konularda, aynen Fransız çocukları gibi yetiştirmeye uğraşıyor. Halbuki Doğuda bulunan Amerikan okullarında bu durum görülmemektedir. (144)

17. Fransız eğitim programı, her yönüyle emperyalist amaçlar güden bir programdır. Fransız okullarındaki öğrencilerin, Fransa’nın tarih ve coğrafyasını, kendi ülkelerininkinden daha iyi bildikleri meşhurdur. Fransa’nın dağlarını ve nehirlerinin kollarını tanırlar, ithal ve ihraç ettiği malları en ince ayrıntısına kadar bilirler. Öğrenciler, kendi ülkelerinin tarihinde okumadıkları şeyleri Fransız tarihinde okurlar. Bu okullarda ders kitabı olarak okutulan kitaplara göz atıldığında, bunların Fransa’da okutulanların aynısı olduğu görülür.

Page 269: Akademik kaynaklar dizini

Fransa mandası kalkmadan önce Lübnan’daki okulların durumu bu idi. Böyle olmasına rağmen bu politikanın değişmesine engel olmak için sarfedilen çabalar vardır. (144)

18. Ekonomik kaynaklara ve stratejik noktalara hakim olmak. (145)

19. Gairdner, “Haçlıların, Müslümanların elinden Kudüs’ü kurtarıp İslam dünyasının kalbinde bir Hıristiyan devleti kurmak için harcadıkları çabalar, İslam’ı yok etmek için yaptıkları çalışmalar kadar değildir”. Demektedir307.(145)

20. Avrupa devletleri kılıç yoluyla yaptıkları birinci haçlı savaşlarında bir sonuç alamayınca, Müslümanlara karşı misyonerlik yoluyla yeni bir haçlı savaşı açmak istediler. Kiliseleri, okulları ve hastaneleri bu uğurda kullandılar ve misyonerleri dünyaya dağıttılar309. Bu devletler misyoner faaliyetlerini siyasi amaçları ve ekonomik ihtirasları için benimsediler. (146)

21. Roman Lull, 1299-1300 yıllarında, İspanya’daki Hıristiyan yönetimi himayesinde Barcelona mescitlerinde misyonerlik yapmak için, Ergure sahibi Melik Yakup’tan izin almaya muvaffak oldu.

22. Hıristiyanlık bayrağı altında misyonerliği ve Hıristiyanlık medeniyetini yeniden sızdırmak; kilisenin ve Fransa’nın ilmi sayesinde İsa’nın memleketini tekrar geri almak için dönmedik mi?”, dediler312. (146)

23. Osmanlı hükümeti misyonerliğe karşı açıktan bir siyaset güdemiyordu. Çünkü bunlar dış görünüşte ya İngiltere, ya Amerika, ya Danimarka ya da Fransa uyruklu olarak geliyorlar, ülkelere yerleşince de buldular imkan nispetinde gizlice misyonerlik yapıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin uyanıklık ve kontrolüne maruz kaldıkları zaman hemen konsolosluklarına sığınıyor; konsoloslar da görünüşte yabancı uyruklu olan bunları koruyorlardı. Ağustos 1841’de yabancı devletler, güç kullanarak İbrahim Paşayı Suriye’den çıkarmak ve Beyrut’u denizden kuşatmak istediklerinde Birleşik Amerika, buralarda bulunan misyonerlerini Larnaka’ya (Kıbrıs’a) taşımak için Cyane adlı bir gemi gönderdi. Beyrut kuşatması son bulunca ve İbrahim Paşa da Suriye’den çıkınca, aynı yılın Ekim ayında Amerika misyonerlerini tekrar eski yerlerine getirdi.317.(148)

24. Avrupa devletleri misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu içinde yabancı nüfuzunu kuvvetlendiren aktif unsurlar olduğunu anlayınca, onları kullanmak konusunda yarışmaya başladılar. Bu oyunu ilk olarak İngiliz siyaseti oynadı318. Görünüşte İngiltere, İslam dünyasındaki İtalya ve Fransa nüfuzundan korktuğu kadar Amerikan nüfuzundan korkmuyordu319. (148)

25. Zamanla Osmanlı İmparatorluğu zayıflayınca, yabancı devletler de misyonerleri desteklemeyi arttırdılar. Misyonerler,

Page 270: Akademik kaynaklar dizini

devletler hukukuna aykırı olsa da kendi devletlerinden desteklenmelerini talep ediyorlardı. Birleşik Amerika’nın Monroe isimli bir planı vardı. Bu planda şunlar belirtiliyor: Doğu yarım küresi devletleri (Asya; Afrika ve Avrupa)nın Batı yarım küresi devletlerinin (Amerika) işlerine müdahale etmelere, aynı şekilde Birleşik Amerika’nın da , çıkarlarına bir zarar gelmediği müddetçe dünya küresinin Doğu bölümünde bulunan devletlerin işlerine karışması doğru değildir320.(148)

26. Amerikan misyonerleri, misyonerlik yolunda Birleşik Devletlerden bu plana aykırı davranmasını istiyorlar321.(149)

27. Batı devletlerinin misyonerliğe rağbet etmelerine yadırgamamak gerekir. Bu destekleme, bir anlamda kendi nüfuzlarını desteklemek değil midir? Bu devletler misyonerlik konusunda ara sıra Osmanlı Devletini sıkıştırıyorlardı. Osmanlı Devletinin misyonerlere karşı tutumu da bundan sonra değişiyordu322. Bir defasında Türler bazı misyoner okullarını kapatmak istediler. Fakat misyonerlikle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir siyası baskı karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar323.(149)

28. İsmail Paşa, Avrupa nüfuzunu Mısır’a gizlice sokan gerçek ellerin misyonerlere ait olduğunu anlayınca bunların çalışmalarını kesti ve Mısır’daki batı nüfuzunu daraltmak istedi324.

29. İngiltere özellik Protestan misyoner grupların, İngiliz, Amerikan ya da Alman olsun, himaye etmeye çok düşkündü. Bu devirde İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde derin bir etkiye sahipti325. Bir ara Osmanlı hükümeti köylerde ve şehirlerde seyyar olarak İncil satıcıcığı yapan kimseleri bu işten alıkoymak istedi. Elçilikler hemen bu duruma müdahale etmeye başladılar. Sonunda Osmanlı hükümeti yabancı devletlerin misyonerlere ne kadar önem verdiklerini ya da misyonerlik yoluyla bu ülkeler üzerindeki nüfuzlarını nasıl kökleştirdiklerini ortaya serecektir. (150)

30. Batı devletleri, bütün ülkelere yayılmış misyonerlerinin maskesi arkasında Osmanlı İmparatorluğuyla savaşıyorlardı.(150)

31. Bazı zamanlar misyonerler yaptıkları çalışmalarda başarılı oluyorlardı. Hidiv İsmail Paşa, politikaya karışan, huzursuzluk çıkaran ve hükümetin problemlerin artıran Protestan misyonerlerin okulların kapatmak istediyse de, İngiliz ve Amerikan elcilikleri misyonerleri destekleyip Mısır hükümetini, bütün dinlere karşı hoşgörüyü şart koşan Gülhane Hattı Hümayunu’na (Tanzimat Fermanı) uymaya zorladılar328. (151)

32. 1888 yılında Osmanlı İmparatorluğu, hükümetten izin almadan herkese kapılarını açan misyoner okullarını kapattı. Ancak Beyrut’taki Amerikan elçisi Bissenger ve Oscar Straus (sonra bakan oldu) bu işe müdahale ettiler. Nihayet Ali Rıza Paşa, yalnızca

Page 271: Akademik kaynaklar dizini

Hıristiyan öğrenciler kabul etmesi şartıyla bu okulların tekrar açılmasına müsaade etti. Fakat bakan ve elçi, bu şartı kaldırıncaya kadar Valiye direndiler330. (151)

33. Müslümanlarla irtibat sağlamak Protestan misyonerlerine zor gelince, Ortodokslara ve Ermenilere yöneldiler. Bu yüzden Ermeni patriği Bâb-ı Âli’ye müracaatta bulundu. Bâb-ı Âli de Ermenileri Protestan misyonerlerinden korumak için gayret gösterdi. İngiltere elçisi Sir Straford Cannig, Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeni ve Ortodoksların yararlandığı vatandaşlık haklarından Protestanların da faydalanabilmesi için, Bâb-ı Âli’den Protestanları da vatandaş olarak kabul eden bir ferman almayı başarıncaya kadar (1850) çalışmaya devam etti331. Bunun anlamı şudur: Protestan misyonerleri, Protestan cemaati ve vatandaşlığı maskesiyle çalışacaklardı. Dolayısıyla bu şekle göre devlet Protestanları yabancı saymayacak ve onların faaliyetlerini durduramayacak; hatta onların açıktan yapacakları misyonerlik çalışmalarını bile engelleyemeyecektir. (152)

34. Misyonerlik aracılığıyla yapılan siyasi müdahale alanı, yalnız Amerikalılara ve İngilizlere kalmadı. Rus İmparatorluğu da kovasını kuyuya daldırmak istedi. Rusya, Osmanlı İmparatorluğu içinde bir Ortodoks cemaatinin bulunduğunu farkedince, Osmanlı Devletindeki siyasi çıkarlarına bir yol edinebilmek amacıyla, önce Ortodoks patriği ve papazları üzerinde hakimiyet kurmak istedi. Bu sebeple Rusya, özellikle Filistin’de toprak satıl aldı ve orada evler yaptı. Fırsat buldukça da dini ve siyasi işlere karışmaya başladı. (153)

35. Sonra diplomatlar misyonerleri korudukları zaman onları misyoner olarak değil, Amerikalı, İngiliz veya Fransız uyruklusu olarak ya da kendilerin koruyacak, çıkarlarını gözetecek kendi devlet temsilcileri bulunmayana yabancı azınlık olarak müdafaa ederlerdi. (155)

36. Çünkü ister Protestan, isterse Katolik din adamları çalışmaları olsun, onların nihai amaçları Doğu milletlerinin ülkelerine bir Pazar açmak veya buralarda askeri üsler edinebilmektir.(156)

37. “Hint adasının iç kesimlerinde keşfedilememiş toprak parçaları olduğu için subaylar ve askerler buralara girmeye uğraştılar. İşin başında Digo Velasques (1599-1660) ve Banvilu Du Narviz vardı. Ada haklına, Hıristiyanlığı kabul etmeleri ya da gizli altınların yerini söylemeleri için, dünyada benzeri görülmemiş bir şekilde işkence yapmaya başladılar. Ada halkını esirlerin gözleri önünde diri diri yakıyorlar, vücutlarına erimiş kurşun, kaynamış yağ döküyorlar, gözlerinin oyuyor veya boyunlarını vuruyorlardı. Bu

Page 272: Akademik kaynaklar dizini

hengâmede bir rahip, öldürülmek için ağaca bağlanmış Hintli bir lideri, dininin değiştirmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Rahip:

38. “Şayet vaftiz olursan cennete girersin”, dedi. Adam:

39. “O cennette İspanyollar da var mı?” diye sordu. Rahip:

40. “Elbette, daime hak tanrıya kulluk etmişlerse”, dedi. Bunun üzerine Hintli lider:

41. “Öyleyse bu vahşi milletin çocuklarına rastlayacağım yere gitmek istemem”, demekle yetindi” 345 (156)

42. Cizvitler iç politikaya karışıyorlar,dış politikanın akışına da tesir etmeye çalışıyorlardı. (156)

43. Silah gücüyle kazanmadıkları ülkenin ya idari mekanizmasını ele geçiriyorlar ya da bu makamlara yetiştirdikleri öğrenciler yerleştirerek, düşmanlarını veya kendilere boyun eğmeyen toplumları ortadan kaldırmaya uğraşıyorlardı. Milleti uyandıracak bütün hareketlere, bağımsızlığa yol açacak her yola karşı koyuyorlardı. İnsanları sürekli köle veya köle gibi itaatkar kimseler olarak görmek istiyorlardı. Bu bakımdan biz, kendini bilen ve toprağında işinin efendisi olarak yaşamak isteyen her milletin, ülkelerinden bu Cizvitleri kovduklarını görüyoruz. Pierre Dominique’in yazdığı “Cizvitlerin Politikası”346 adlı eserde, onların bütün gayelerinin ne olduğunu açıkça görebilirsiniz. (157)

44. “Lavigerie, misyonerliğe başladığı günden beri bu vatani görevini yerine getiriyor. O, Katolik kilisesinin verdiği yardımları Suriye’ye dağıtmaya başlayınca, Suriyelerin gözünde Fransa’yı sevimli bir hale getirdi ve biz Fransızların bu ülkede sahip olduğu haklara yenilerini ilave etti… Fakat Cezayir’de Fransa’ya olan sevgisin gösterme uğrunda her şeyini feda etti. Çünkü bu Fransa kelimesinin ihtiva ettiği güzellik, onur ve büyüklüğü insanın kendi içinde duyabilmesi için bundan daha iyi bir vesile yoktur. (158-159)

45. Yabancı devletler Doğuda kendi misyoner grupların uzun zaman destekledikten sonra, bu gruplar kuvvet kazandılar ve devletlerini desteklemek için rollerin oynamaya başladılar. Misyonerler bu desteklemeyi, ülkelerimizde huzursuzluk doğurmak suretiyle yapabildiler. Bunu için de bir takım fitneler çıkarmaya yöneldiler. “Aralarında misyonerlik yaptıkları millet içinde düşmanlık ateşi yakmaya” ve ülkelerimize müdahale etmeleri için kendi devletlerin önünü açmayı karalaştırdılar. (161)

46. “Birinci Dünya Savaşına Amerika’nın iştirak etmesini sebeplerinden en önemlisi, misyoner gruplarının hedef edindikleri prensip ve görüşleri, Amerikan milletinin şimdi benimsemiş olmasıdır. Sonraları Amerika, bu görüşlerin hedeflerinin ahlaki,

Page 273: Akademik kaynaklar dizini

yolunun da savaşın genişlemesi olduğunu ilan etti… Şimdi ise bu misyonerli prensipleri sadece siyasi islerle adlandırılmıştir”354 (162)

47. W, Cash, kendi toplumuna öğüt vererek şöyle diyor: “Birinci Dünya Savaşının ardından İslam dünyasını geçirdiği merhalelerden önce, misyonerler İslam dünyasında stratejik merkezler edinmek istemişlerdi. İhtilaller, savaşlar ve huzursuzluk anlarında, sessizce ve sabırla çalışmalarına devam ettiler. Bu küçücük kitap, meydana gelen bu değişiklikleri göstermek ve şiddetli ihtiyaç duyulduğunda fırsat çıkar çıkmaz, kiliselerin ileriye yönelik planlarını yürütmeleri gerektiğini belirtmek için yazılmıştır”356. (163)

48. Kesinlikle söylenebilir ki, Doğuda her yolla emperyalistlere karşı koyan unsurların en kuvvetlisi İslam’dır. Bu yüzden emperyalistlerin misyonerlerin amaçları anlaşılmıştır. Her ikisi de dış görünüşte siyasi ve ekonomik isimler altında savaşlar çıkarmakta, gerçekte ise sömürmek ve Doğuda istismarı imkansız hale getiren faktörleri bertaraf etmede birleşmektedirler. (164)

49. Askeri baskılar Müslümanları sahillerden uzaklaştırmıştır.(164)

50. Isahian Bowman (New York) adlı bir yazar, The Moslem World=İslam Dünyası dergisinde, “İslam Dünyasının Siyasi Coğrafyası” adlı bir makale yazdı. Bu yazıda şöyle diyordu: “Batı dünyasının bir şeyden korkuya kapılması gerekir. Bu korkunu sebeplerinden biri şudur. İslam Mekke’de çıktığından bugüne gelinceye kadar, kemmiyet bakımından zayıflamamış, aksine daima genişlemiş ve taraftarlarını çoğaltmıştır. Sonra İslam, yalnız inanç sisteminden ibaret bir din değildir. Onun temel esaslarında mücadele de vardır ve bugüne kadar İslamiyet’e giren bir milletin bu dinden çıkıp da Hıristiyanlığa geçtiği asla vaki değildir”. (165)

51. Bundan dolayı yazar, İslam dünyası üzerinde en çok hakimiyet sahip olan Fransa ile İngiltere’nin “sahillere hakim olma” siyasetinde birleşmelerini istiyor. “Çünkü bu sayede zırhlı vasıtaların ve modern savaş araçlarının kolaylıkla taşınması sağlanmış olacaktır”358. (165)

52. İtalya’nın Trablusgarp’ta oluşturduğu sahilleri İtalyanlara verme ve Arapları iç kesimlere sürme işlemini hatırlamış; Müslümanları sahillerden uzaklaştırma hususunda misyonerlerle emperyalistlerin müttefik olduklarını da anlamış olduk. Aynı şekilde Bazı Lüblanlıların, 1935 ve özellikle de 1945 yılından itibaren Lübnan’da bir Hıristiyan devletinin, Filistin’de de bir Siyonist devletin kurulmasını istemeleri esefle karşılanacak bir olaydır380 Birleşmiş Milletler Filistin’i Yahudilere verdiği zaman, bu korkunç komplodan bir başka perdeyi daha açmıştı. Sahilleri Müslüman Araplardan boşalttı ve sonra onları ülkelerinin iç bölgelerine ve Ürdün nehrinin

Page 274: Akademik kaynaklar dizini

arkalarına sürdü. Filistin mültecilerinden büyük bir kalabalığın sahildeki Lübnan’a doğru yöneldiklerini görmek Birleşmiş Milletleri korkuttu. Mültecileri sahillerden uzaklaştırıp Ürdün’ün doğusuna, Irak’a veya Suriye’ye çekilmelerini sağlamak için onları ikna etmeye çalıştırlar. Bunun gibi Fransa da, Tunus’ta ve bilhassa Cezayir’de böyle bir şey yapmak için çok uğraştı. (166)

53. Sonra, Osmanlı emniyet kuvvetleri, hangi sebeple olursa olsun yabancı birinin evine girmeye yetkili değildirler. (166)

54. Zamanla Osmanlı İmparatorluğu zayıflamaya başladı. Onun sürekli olarak zayıflaması, Batı devletlerinin Doğuda bulunan yer üstü ve yer altı zenginliklerine karşı iştahlarını kabarttı. Kanunu Sultan Süleyman’ın verdiği imtiyazlar yalnızca Fransızlara has iken, bunların nimetleri İngilizlere, Hollandalılara, İtalyanlara, İspanyollara, daha sonraları da Amerika, Avusturya, Rusya ve Yunanistan halkına uzandı. Her devlet tebaası, vergilerden muaf olmak ve yabancıların kanunu haklarından yararlanmak için, kendilerine önceden verilmiş olan imtiyazları genişletmeye çabalıyorlardı. Sonunda, Müslüman olmayan cemaat ve milletler, Osmanlı İmparatorluğunda, azınlıkların özel hayatları ile ilgili (evlenme, veraset vs.) meselelerde sahip oldukları hürriyetlerinden ve bununla birlikte askeri hizmetten, vergilerin çoğundan ve kanuni takibattan muaf tutulmaları imtiyazlarından yararlanmaya başladılar. (168)

55. Bu yabancılardan veya himayeye girmiş olanlardan biri kanunları çiğnese, insan haklarına aykırı davransa; biri de buna itirazda bulunacak olsa, hemen burnunu kaldırır ve “Ben yabancıyım” veya “Ben yabancıların himayesindeyim”, derdi. İdam edilen Abdullah bu konuda şunları anlatmıştı:

56. Bu gözümle gördüğüm bir olaydır. Yabancı bir adamın idaresindeki bir araba, Beyrut’ta bir çocuğu çiğnedi. Polis şoföre durmasını emretti. Bu emre karşı yabancı:”Konsolosluğa git, benim seninle bir işim yok” diyerek cevap verdi ve ölümle pençeleşen çocuğu orada bırakarak yoluna devam etti”362. (169)

57. Misyonerler yabancılara tanınan imtiyazlardan biri olan “himaye”den istifade etmenin mümkün olduğunu gördüler ve bunu son haddine kadar istismar ettiler. (170)

58. 1960 yılında Cebeli Lübnan’da, Marunilerle Dürziler arasında bir fitne doğdu. Ülkeyi kanla yıkadı ve halkın içine, bugüne kadar devam eden çok kötü bir iz bıraktı. Ancak bu fitne, aniden ve tesadüfen meydana gelmedi. Adım adım hazırlandı. Tertipleyenler o kadar marifetliydiler ki, fitnenin içinde yananlar bile günümüze kadar, onun misyonerler vasıtasıyla yabancı devletler tarafından hazırlandığını anlayamadılar. (173)

Page 275: Akademik kaynaklar dizini

59. 1860 yılı fitnesi çıkmadan önce Fransızlar Marunilere, İngilizler de Dürzilere bilfiil yardımda bulunuyorlardı377.

60. Dürzilerle Hıristiyanlar arasındaki ilk ıstıraplı olay, Cebeli Lübnan’a sahip olma yolunda çıkan kargaşadır 378. Burada bulunan Al-i Şihab sülalesi Cebele hakim olmak için savaşıyordu. Çünkü sahip olduğu imtiyazları elden kaçırma kendilerine zor geldi ve bu yüzden savaşa katıldılar.

61. İstanbul hükümeti savaşan toprak ağalarının arasını bulmaya çabaladıysa da bir sonuç alamadı. Emir III. Beşir’i kötü siyasetinden dolayı azletti ve aslen Avusturyalı olan Ömer Paşayı tayin etti.

62. Toprak ağaları, emirlik hem kendilerinin, hem de hasımlarının elinden çıktığı için bu durumu protesto ettiler ve emirliğin yeniden Al-i Şihab sülalesine verilmesini istediler. Bunu Al-i Şihab’a duydukları sevgiden değil, sırf bu sayede fıkrat bulup İslam ülkelerinin işlerine müdahalede bulunmak amacıyla yapıyorlardı. Osmanlı hükümeti idareyi tekrar bu sülaleye vermeyi kabul etmemesine rağmen, yine de Avrupa devletlerinin istek ve baskılarına boyun eğip Ömer Paşayı Cebeli Lübnan’daki görevinden aldı. (174)

63. Avrupa’nın Cebeli Lübnan’a verdiği önem arttı. XX yüzyılın en büyük siyasi şahsiyetlerinden biri ve Avusturya’nın müsteşarı olan Metternich, Cebeli Lübnan’da uygulanması gereken idari sistem şekline çok büyük bir ihtimam göstermiştir. Metternich’in işe el atması bizzat Cebeli Lübnan ve Osmanlı Devletinin menfaatine değil, yabancı devletlerin bu noktadaki çıkarları içindi. Metternich Cebeli Lübnan’ı, Müslüman ve Hıristiyan olmak üzere iki kaymakamlığa ayırmak istedi. Onun bu isteğini Osmanlı devleti kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Lübnan, Kuzey ve Güney olarak iki kısma ayrıldı. Beyrut’tan Şam’a kadar uzanan yol da, ikisinin arasını ayıran sınır oldu. Güneydeki İslami ilçe Emir Ahmet Aslan’ın yönetimine verildi; merkezi de Beytü’d-din oldu. (175)

64. En sonunda 1860 yılı fitnesini çıkaran zalimler kazandı ve Cebeli Lübnan’da oturan halkı Müslüman ve Hıristiyan olmak üzere ikiye ayırdılar.(178)

65. Beyrut’ta Osmanlı, İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri delegelerinin iştirak ettikleri bir kongre yapıldı ve Cebeli Lübnan’ın yönetiminin, Bâb-ı Ali tarafından seçilecek bir mutasarrıf tarafından yürütülmesini kararlaştırdılar394. Bu mutasarrıfın, yerli bir Suriyeli Müslüman veya Hıristiyan değil; Roma Katolik kilisesine bağlı Avrupalı bir Hıristiyan olması gerekir395.

66. Misyonerlik bir politika arasındaki yardımlaşma ilk meyvesini verdi. Daha önce sömürge olmamış Doğu ülkeleri yabancı

Page 276: Akademik kaynaklar dizini

boyunduruğuna girdi ve doğrudan doğruya yabancı yönetimine boyun eğdi. Bu yabancı idare de misyonerleri uzaklaştırmadı, aksine ülkelerin içlerin daha fazla sokulmalarını temin etti396. Misyonerlere duyulan ihtiyaç bitmemişti. Şimdi yabancı devletler için misyonerlik, eskisinden çok daha büyük bir zaruret haline gelmişti. Başkasının idaresine giren ülkelerin yönetiminde, halka birdenbire yüklenmek onların içinde nefret uyandırır. Bunun için de en azından askeri ve resmi formaliteden uzak gizli bir yolla onlara boyun eğdirmek lazımdır. Bu konuda yabancıların elinde misyonerlerden daha iyi bir araç yoktur. Onlar ülkeyi ve halkı tanıyor, girilecek yerleri ve nüfuzlu kimselerin nelerden hoşlandıklarını iyi biliyorlardı. (183).

67. Son zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu gözle görülür bir şekilde zayıflamaya başlamıştır. Yabancı devletler bu koca imparatorluğun etrafını delip içeriye giriyorlardı. Avrupa devletleri Ceziretü’l-Arap, Mısır, Suriye, Kıbrıs ve başka yerlerde olduğu gibi, birbirini takip eden siyasi olaylar ve istila yoluyla ülkeye sızmışlardı. Artık ağır ağır yürüyen ordunun önündeki yolu açmak için misyonerlere ihtiyaç kalmamıştır. Fakat ordunun indiği yerde ayakların sabitleştirebilmesi için misyonerlere hâlâ çok ihtiyaç duyuluyordu.(185)

68. Jessup diyor ki: “Müslümanların büyük bir kısmı Hıristiyan devletlerin idarisi altındadır. Halihazırdaki bu durumdan istifade etmek gerekir”400. Richter ise açıkça şunu belirtiyor: “İki yüz elli milyondan ibaret olan İslam topluluğunun401 yüz altmış milyonu Hıristiyan devletlerin himayesi altındadır. Bu devletlerin yapması gereken, bu milletlerin dinini değiştirmek için yolu kolaylaştırmaktadır”402.(185)

69. Misyonerler ve Mısır

70. XIX.yüzyıl başlarında Mehmet Ali Paşa zamanından itibarın misyonerler Mısır’a göz diktiler. Çünkü Mehmet Ali Paşa, Avrupa medeniyetinin Mısır’a girmesini istiyordu. Misyonerler bu Batı uygarlığıyla birlikte Müslümanların inançlarına sızmayı tasarladılar. Misyonerler bu surette I. Abbas tahta geçinceye kadar (1848) bu kısmî hürriyetten istifade ettiler. I. Abbas misyonerliğe karşı koyduğu için onu “katı yürekli” olarak vasıflandırdılar. Fakat Sait Paşa (1854-1863) Batı nüfusunun Nil vadisine tekrar hakim olmasına göz yumduğu için de onu “eşsiz adam” diye nitelediler411. Halbuki Sait Paşa devri, gerek Mısır ve gerekse Mısırlılar için bir felaket dönemi olmuştur. Hidiv İsmail Paşa idareyi eline alınca Avrupa devletleri, içinde boğuncaya kadar ona mali yardımda bulundular. Sonra da bu borçların bir defada ödenmesini istediler. Avrupa bu yolla, 1885’de Mısır hükümetinin Süveyş Kanalındaki hisselerini satın olmayı ve kanalın idaresine bilfiil müdahale etmeyi başarmıştı. Nihayet İngiltere 1882 yılında Arabi Paşanın liderliğinde Mısır’a askeri bir

Page 277: Akademik kaynaklar dizini

çıkarma yaptı. Bu tarihten itibaren Mısır, her ne kadar ismen Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bulunmaya devam ettiyse de, fiilen İngilizlerin himayesi altında bulunuyordu412. İsmail Paşadan sonra Tevfik Paşa geldi. Mısır tedricen İngiliz devletinin daha doğrusu Batının hakimiyetine girmeye başladı. Mısır üzerinde nüfuz sağlamak için zaman zaman İngiltere ve Fransa çalıştılar. Sonunda İngiltere tek başına Mısır üzerinde hakimiyet kurmayı başardı. (188)

71. İngilizler Sudan’a nasıl girdi?(190)

72. Emperyalist devletler ise dinin inanç cephesiyle ilgilenmezler, yalnız gayelerine vesile olan tarafına önem verirler. (191)

73. Lübnan 1860 kargaşasından sonra mutasarrıflık olunca ve yöneticisi de Avrupa Hıristiyanlarından seçilince misyonerler sevinçlerinden uçacaklardı. Richter diyor ki: “1862 yılından beri Lübnan ülkesi, Hıristiyan bir idareciye ve nisbî bir özgürlüğe sahip olduğuna seviniyor”. Bu ferah ve sevinci de sonraları yeterli bulmayan Richter, özellikle Müslümanlar arasında misyonerlik faaliyetlerinin genişlemesi için yabancı devletlerin gerektikçe silahlı müdahaleye devam etmelerini de arzuluyor429.(192)

74. Lübnan’da bu sömürgeciler şunu buldular: Lübnan’a hakim olma yolunda ilk adım olarak, ülkedeki ırklardan faydalanıp, bir ırkı diğerine karşı ayaklandırmak ve bu karşıt ırklardan birini korumak gerekmektedir. (195)

75. Emir II.Beşir’in dönemine rastlıyordu. Adı geçen emir, millet üzerindeki nüfuzunu muhafaza etmek için, herhangi bir Lübnanlıdan daha fazla olarak ırkçılığa güveniyordu. Dönemini gizli ve açık ırkçılık şebekesiyle donattı. Kitlenin kendi aleyhine ayaklanmaması ve dilediği gibi hakimiyetini garanti altına alabilmesi için bu ağı, tek başına ya da yabancı devletlerle yardımlaşarak her yerde örüyordu. Fransa kendisini doğudaki Hıristiyanların, özellikle de Lübnan’daki, Marunilerin hamisi olarak görüyordu. Tabi ki Maruniler de Fransızlara en büyük dost olarak itibar ediyorlardı. Maruni ve Fransa dostluğu, iki ülkede geleneksel bir tarih akışına sahip olup kökleri bu gaye üzerine kuruluyordu. Fransa uzun yıllar onları desteklemiş, bu dostluk bağında başka bir devletin rekabetini kabul etmemiş; Maruniler de Fransa’nın dostluğu karşısında başka birilerinin rekabetini benimsememişlerdir. Fransa bu dini kisveyle örtülmüş siyasi alakasını, Lübnan ve Fransa arasında misyoner grupları ve ticari bağların kurulacağı taahhüdü ile kuvvetlendirdi. Ticari işlere verdiği önemi artırdı ve bunların kolayca yürütülmesi için sabit merkezler ve bürolar tesis etti.(195)

76. Irkçılık bağlarının gelişmesi için misyonerlik bir sahadır…XIII. asırdan itibaren misyoner grupları Lübnan’a gelmeye başladılar.

Page 278: Akademik kaynaklar dizini

Bizzat Fransa kralı misyonerlik işlerini kolladı ve bu asırda kiliselerin yapılmasına önem verdi. Fransa, Lübnan din adamlarının kabul ediyor ve onları dini okullarında kendi hesabına okutuyordu. Fransa kendi ülkesinde misyonerlerden nefret etmesine rağmen, Doğuda onları koruyordu. (196)

77. İnsanî, milli ve dini şuura ters (201)

78. Asuriler Irak’ın kuzeyinde yaşayan Hıristiyan bir topluluktur. Araştırmacı bir tarihçi olan muhterem Abdurrezzak el-Hüsni, bunların “Asuriler” ismiyle bilinmelerine rağmen, milattan önce Irak’ta yaşamış olan Asurlularla bir ilişkilerinin olmadığını; dışardan gelmiş yabancı bir toplum olduğunu ve bu efsaneyi emperyalistlerin uydurup ismi de onların yakıştırdıkları görüşündedir443.

79. Asuriler Birinci Dünya Savaşından evvel Rusların kışkırtmasıyla Osmanlı İmparatorluğuna karış koyunca Osmanlı Devleti onların terbiyesini verdi ve ülkesinden dışarı attı. Fakat Birinci Dünya Savaşı çıkar çıkmaz onlar da kendilerini gösterdiler. On bin kadar Asuri İngiliz ordusuna katılıp, 1920 yazında büyük Irak ihtilalinin ateşinin her yanı sardığı ve Iraklıların ülkelerinin bağımsızlığı için ayaklanıp seslerini yükseltmeye başladıkları zaman, Asuriler İngiliz saflarında ülkenin evlatlarına karşı öldüresiye bir savaşa girmişlerdi. Sebepsiz ve gayri meşru olarak Müslümanlarından intikam alıyorlar444, vatanlarında düşmanları adına casusluk yapılorlardı445. Abdurrezzak el-Hüsni, İngiltere’nin Irak’ta oturan Asurileri bir Hıristiyan azınlığı haline getirip bunları Müslüman Türkiye’ye karşı çıkarmak ve yeni doğan Irak devletinin bağımsızlığını tehlikeye düşürmek için istismar etmek istediğini beyan etmekte haklıdır446.

80. Biz Cezayir hükümetinin, arazi ile ilgili dairelerinde bulunan iki bin memur içinde yalnız sekiz Müslüman bulunduğunu451 ve bunlarında muhtemelen kapıcı/odacı olduklarını söylediğimizde hiçbiriniz bunu kabul etmeye yanaşmayacaktır. (205)

81. “Suriye Cumhuriyeti hiç kimsenin dini mezhep propagandasını engellemiyor. Yalnız Suriye bu özgürlüğü verirken davet edenle edilen arasında bir eşitliğin olması gerektiğine inanıyor. Mesela, bir Protestan misyoner bir Müslüman fıkıhçıyla tartışabilir. Aynı şekilde Katolik biri de Müslüman biriyle konuşabilir. Fakat küçük ve masum çocukları henüz ilköğretim sıralarındayken misyonerlerin şefkatine bırakmak en basit özgürlük ilkesine bile aykırı bir harekettir. Suriye Cumhuriyet, ülkenin bağımsızlığını koruyacak eğitim sistemi için kanunlar koyunca, çocukların okullarına da misyonerlerin pusularına karşı kapatmış oldu. (207)

Page 279: Akademik kaynaklar dizini

82. Nusayriler “Biz, aziz kardeşimiz olan Suriye’deki idarecilerin, Katolik misyoner gruplarına istenmeyen bir müessese gözüyle bakmalarına, halkı ve yöneticileri bunlara Suriye’nin düşmanıymış gibi davranmaya yönelten sebeplerin ne olduğunu bilmiyoruz. Suriye hükümeti vatan sathındaki bu misyoner gruplarından, Hıristiyanlık ruhuna uygun ne istenmiş de onlar yerine getirmemişler? Öyleyse Alevilerin küçük çocuklarını okutmak, kültürlü yapmak, ilerletmek gayesinden başka gayeleri olmayan bu bakire kızlara (rahibelere) niçin bu vahşi ve haşin muamele yapılıyor? Silahlı Suriye askerleri ne sebeple rahibelerin evine girip onları kaba sözlerle tehdit ediyor ve hapishaneye sürüklüyorlar. Bu utangaç rahibeler ülke çıkarlarına karşı hangi suçu işledirler ki, son zamanlarda yine korkutuluyorlar. Tarihimize bir bakın! Arapların ecdadı masum kadınlara böyle mi davranıyordu? Ey Suriyeli kardeşler! Nerede kaldı o terennüm ettiğiniz Arapların büyüklüğü ve şerefi? Biz önceki işlemlerin resmi bir tarafı olmadığını, mahalli teşkilatın bazı idari ve askeri personelinin, liderlerine ülkeleri için gayretli olduklarını gösterip onları hoşnut etmek amacıyla böle yaptıklarını zannetmiştik. Fakat şimdi bu emirlerin açıkça yukarıdan, yani Suriye İçişleri Bakanlığından aldıkları, inanılır bir kaynaktan sızdıktan sonra zannımız yanlış çıktı. Bu iş canımızı sıktı. Suriye İçişleri Bakanlığına gidip, inanç, konuşma ve düşünce özgürlüğü sağlayan anayasa adına sorduk: Niçin anayasaya muhalefet ediyorsunuz? İdariciler, Suriye’nin, halkı, dinleri, mezhepleri ayrı da olsa bütün Suriyelilerin olduğunu bağırarak söylüyorlar. Niçin uygulama sözleri yalanlıyor ve niçin anayasa maddeleri hafife alınıyor? Böyle zalimce işleri gidip kendi hallerinde silahsız genç kızlara (rahibelerce) yapmanın zamanı mıdır? Kardeşlik bağlarını kuran ve kalpleri birleştiren böyle icraatlar mıdır? Biz tasarlanan planları biliyoruz; olaylar bunu gösteriyor. (209)

83. Siyonizm ve Bölgecilik Propagandası: Doğuya gelen yabancılar, makamları ele geçirmeyi ve çıkarlarının gerektirdiği noktada veya ülkenin memur kadrosu üzerinde canlarının istediği gibi tasarruf yetkisine sahip olmakla yetinmediler. Aynı zamanda, Doğuda geleceklerini garanti altına alabilmek için, buraların uyanmasına yol açacak faktörleri de önlemek istediler. Doğunun, yabancıların ayakları altında ceset yığınları haline gelip hareket edememesi için ekonomik ve milli hayatını bozmayı, vatan birliği parçalamayı ve iç enerjilerin söndürmeyi kararlaştırdılar. (211)

84. Bütün Batı devletleri, Cizvitlerin muzırlıklarını ve desiselerini farketmişlerdir. Portekiz hükümeti onları, 1757 yılında ülkesinden ve müstemlekelerinden dışarı attı. 1765-1767 yıllarında Fransa ve İspanya’dan da kovuldular. Fakat birkaç Cizvit, “en mukaddes kalbin rahipleri” adıyla Fransa’da kalmıştı. 1804 yılında Napolyon onları da çıkardı. Cizvitler Avrupa’da çoğalınca, Fransa,

Page 280: Akademik kaynaklar dizini

1880 ve 1901 yıllarında yeniden kovdu. 1820’de İspanya da yanı şekilde davrandı. Sonra onları 1836 yılında nihai olarak ülkesinden ihraç etti. 1834 yılında Portekiz yine kovdu. Rusya bunları ülkesinin her tarafından çıkarabilmek için 1813’ten 1823’e kadar tam on yıl çalıştı. Hollanda, Almanya ve İsviçre, 1816, 1842 ve 1872 yıllarında sürekli olarak bu işle uğraştılar461. (212)

85. (Sömürgeciler devleti, sömürdükçe büyüdüler; güçlendiler; büyüyüp güçlendikçe daha çok sömürdüler…..) (213)

86. Protestan, Ortodoks ve Katolikler arasındaki ihtilaf kökleşti470. Fakat yabancı devletler hemen şunu hatırladılar: Onlar misyonerlik için gelmemişlerdi ki, bunun sonuçları üzerinde ihtilafa düşsünler. Onlar siyasi hegemonya amacıyla gelmişlerdi; misyoner bu amacı sadece bir yoluydu. Gayeyi unutup vesile üzerinde tartışmak ise akılıklı değildi. Bunun için Jessup diyor ki: “Ortada Almanyalı, Amerikalı, İngiliz ve İskoçyalı gibi unvanların bulunmaması gerekir Hepimize, İsa yolunda yaptığımız faaliyetler unvan olacaktır. Karşımızdaki düşman müşterektir. Bu yüzden ismimiz, Hıristiyan olmalıdır”471. bu prensip üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra yabancı devletler Doğudaki egemenlik bölgelerini taksim etmeye başladılar. Sonra da kendileri emperyalizmin yollarını amcaları için misyonerleri buraya gönderdiler.

87. Misyonerler 1911 yılında Hindistan’da Lekneve kongresini yaptıkları zaman, İslam dünyasındaki siyasi durumları tetkik etmeye koyuldular. Kongre bu durumları biraz karışık bulunca, delegelerden S.Zwemer dede ki: İslam dünyasındaki şimdiki politik parçalanma, Allah’ın emriyle tarihte yapılan bir işleme ve bu görevin yapılması için Hıristiyanlık dininin tercih edildiğine en açık delildir. Bu durum, misyonerlik faaliyetleri için İslam dünyasında ne kadar açık kapı bulunduğunu gösterir. Şimdi misyoner grupları İslam dünyasının dörtte üçüne kolayca ayak basıp içeri girebilirler. Bugün Fas, Batı Trablus, Afganistan, Türkistan, İran, Batı Arap Yarımadası ve Osmanlı İmparatorluğunda misyonerliğe karşı engeller vardır. (215)

88. Misyonerler gerçek niyetlerini gizlemiyorlar. Jessup: “ Suriye’de bulunan Amerikan okulları ve matbuat, birçok erkek ve kadının Amerikan vatandaşı olmaları için yetiştirmeye vesile olması için Büyük Allah’ın bir lütfüdür”, diyor473. Ama İngiltere Süveyş kanalını daima muhafaza etmek istiyor. Çünkü kanal, Britanya devletini Hindistan’a, Çin’e ve Avustralya’ya bağlayan yoldur474. İngiltere kendi milletinden olan din adamlarıyla egemenliğin kurmaya tevessül etti. Bunun için İngiltere, Lübnan Dürzilerinden büyük bir toprak ağası olan Canpolat Sait Bey’in iki oğlunun İngiltere namı hesabına okutturulması konusunda İrlanda Presbiteryen Misyonerleri grubundan475 olan rahip Robson’a taahhüt etti. Bütün bunarlı ileride Dürzileri kendi tarafına çekmek için bir teminat olarak

Page 281: Akademik kaynaklar dizini

yapıyordu476. İtalya’da Doğuda siyasi emellerine kavuşmak istiyordu. Kendi ülkesinde kilisenin malvarlığına el koymuş olmasına rağmen, Doğu ülkelerinde dini okullar kuruyordu477. bu arada Rusya’da temelleri çatlamış olan Osmanlı İmparatorluğuna sızabilmek için aynı faaliyetleri yapıyordu478. Avrupa devletleri ve özellikle de ülkesinden rahipleri kovan ve sonra emperyalist emellerini gerçekleştirmek için bunları dışarıda kucaklayan Fransa’nın479, siyasi misyonerlik bakımından çalışmaları vardı. (216)

89. Richter: “Emperyalizmin temelini misyonerlik teşkil eder”, diyor.(219)

90. Bir ülkede birbirlerine düşman olan dini mezheplerin çoğalması, o ülkenin milli hayatını zayıflanır492. Ülkeyi ırkçı ve siyasi birçok ekollere ayırır. Fransız nüfuzu Katolik misyonerliğin üzengisine yapışarak daima yayılmış, Anglo-Amerika’nın nüfuzu ise Protestan misyonerliğinin adımlarını takip etmiştir. Rus nüfuzu Ortodoks din adamlarıyla korunuyordu. Bu misyonerler ister salt din adamları olsun, isterse emperyalizmi arkalarında saklayan bir perde olsunlar, milli varlıklarını veya vatanlarını korumak isteyen ülkelerin vatandaşlarıyla misyonerlerin aralarını ayırmaları gerekir. (220)

91. Misyonerler, sağlam milliyetçi akımlara karşı koyup durduramayınca, Müslüman ülkelerindeki gayri Müslim azınlıklara yöneldiler ve bütün Müslüman ülkelerin halkları arasında-Mısır’da yaptıkları gibi- uydurdukları yeni geçici bir ırkçılıkla bunları Müslümanlar arasında etnik azınlıklar haline getirmeye çalıştılar. Mısır’da piramitlerin taşları arasında kalmış Firavunculuğu, Akdeniz’in doğu sahillerinde, Yafa’dan Lazkiye’ye kadar uzanan sahil harabelerinde Fenikecilği diriltmek istediler. Dahası, Irak’ta ana rahminde bile yazılmamış bir Asurluluk propagandası uydurdular496. (222)

92. Berberi dar propaganda ortama sonuç vermeyince, emperyalizm, “Arapçılık” tan, İslam’ı bir tarafa bırakan ırkçı bir görüş olmasını kastediyordu. Arapçılık siyasetinin İslam ile bir ilişkisi olmayacak ve Arapların dışında kalan Müslümanların da Arapçılıkla bir ilgisi kalmayacaktı. Bazı Arap gençlerinin İslam’dan soyutlanmış olarak Arapçılık zihniyetine bağlanmaları ve sonra Arapçılığın propagandası için İslami harekete karşı koymaya kalkışmaları teessüf edilecek bir oyladır. (222-223)

93. Bazı ırkçılar dini, siyasi hayatta mukavemet gösterecek bir unsur olarak görmüyorlar. Bir kısmı ise dine şiddetli bir şekilde düşmanca bakıyorlar. Burada kastedilen din İslam’dır. Bunlar delil olarak şunu söylüyorlar: Arap ülkeleri çeşitli dinleri ve mezhepleri barındırmaktadır; bu ülkelerde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler vardır. Bu yüzden Arap topraklarında beraber yaşamak

Page 282: Akademik kaynaklar dizini

için siyasi açıdan dinin genel toplum hayatında önemli bir yerinin olmaması gerekir. (227)

94. Cezayir’de yapılan savaş, din, ırk ve medeniyet adına yapılan bir savaş olmayıp, zalim bir topluluğa karşı, esaret zincirinden kurtulup özgürlüğe kavuşmayı isteyen mazlum bir toplumun savaşıdır. Ancak İslam, Cezayirlileri bu hürriyeti istemeye iten ve dinamik faktördür. (228)

95. Misyonerlik faaliyetleri dış görünüşte dini olmakla beraber hakikatte siyasi idi. (233)

96. Avrupa’da Yahudilerden kurtulmak ve Doğu Akdeniz sahillerinde Müslüman ve Arapların en mukaddes bildikleri toprakları bir düşman sokarak Doğunun birliğini parçalamak… Herkesin malumudur ki, Yahudiler yeni ve güçlü merkezlerinden Müslümanlara bir çok siyasi, sosyal, ahlaki ve ekonomik huzursuzluklar doğuruyorlar. Bu durum, Avrupa’ya, bu iki düşman arasına her zaman sokulup müdahale etme dolayısıyla da onlara top yekun hakim olmak imkanını hazırlamış oluyor. Batı devletleri, emperyalist çıkarlarını son haddine kadar kolaylaştıracakları görüşünde olduklarından, (234)

97. İngiltere Birinci Dünya Savaşından itibarken kırk beş yıllık manda yönetimini zamanında Filistin’i, Yahudiler için milli bir vatan olarak ilan etmişti. Britanya’nın Filistin’deki en yüksek valisi Sir Herbert Smool bir Yahudiydi.

98. Yahudi devletinin kurulması, misyonerler tarafından karar altına alınmış bir işlemdi. Misyoner John Van Ess, 1943 yılında “İsrail vatanı”ndan bahsediyor ve sınırlarını çizerek diyor ki: “Bu İsrail devleti güneydeki verimli Yahudi topraklarının bir kısmından Akabe körfezine kadar olan toprakların içine alacak. Ürdün ise, Filistin”deki Arap kesiminden Şeria nehrinin doğusundaki topraklara sahip olacaktır” 522.(236)

99. L.Brown kişisel görüşünü şöyle açıklıyor: “Çeşitli milletlerle bizi korkutuyorlardı. Fakat tecrübelerden sonra gördük ki, böyle bir korkuya kapılmaya hiçbir makul sebep yoktu. Biz önceleri Yahudi, Sarı ırk (Japon, Çin) ve Bolşevik tehlikesiyle korkutuluyorduk. Ancak bu korku tahayyül ettiğimiz gibi gerçekleşmedi. Çünkü Yahudileri kendimize dost bulduk. Bu sebeple onlar tecavüz eden herkes bizim amansız düşmanınız olur. Sonra Bolşeviklerin bizi takip ettiklerini gördük524. Sarı milletleri gelince, burada da onların mukavemetini durdurmaya yetecek büyük demokratik devletler vardır…. Fakat gerçek tehlike İslam nizamında onun gelişme ve boyun eğdirme gücünde ve canlığında gizlidir: İslam Avrupa emperyalizmine karşı yegane duvardır”525. 525 Brown s.9-10 (237)

Page 283: Akademik kaynaklar dizini

100. Hıristiyanlığın yayılması için yapılan propaganda; İslam’ın sarsılması için propagandayı da içeriyordu. Birincisi etkili olmadı, ama ikincisi çok etkili oldu. (Hindistan için söylene sözün öncesine ekle)

101. XIX. yüzyıldan beri İngiltere Filistin’i bir üs yapmak istiyordu. Böylece Hint yolunu koruyabilecek, dilediği gibi sömürecekti. Bunu elindeki imkanlarla değil, ancak misyonerlik yoluyla yapabildi. (238)

102. Hıristiyanlık mukaddes topraklara bağlanmayı öne sürüp bunu bir esas olarak kabul etmeseydi. (239)

103. Birleşmiş Milletler adıyla hareket eden büyük müttefik devletlerin (240)

104. Sosyal faaliyetler bazı insanları geçici olarak birbirlerine bağlayan, birbirlerini tanımaya fırsat veren ilişkilerdir. (247)

105. Almer Dulgas, “Cezayir’deki Çocukları Kendimize Nasıl Çekebiliriz”548 adlı bir makale yazdı. Yazısında, “Afrika’da bulunan Cezayir ülkesinde bulunan fakir çocukları yedirmek, giydirmek ve barındırmak için birkaç kamp kuruldu”, dedikten sonra: “ Bu yol çocukları Hıristiyan yapmadı, ama babaları gibi Müslüman da bırakmadı”, diyor. (252)

106. Katolik misyonerler de diğerleri gibi misyonerlikte iki yol takip etmişlerdir: 1- Hıristiyan (Katolik) olmayan kimselerle Hıristiyanlık öğretisi ve inançları hususunda açıkça konuşarak doğrudan doğruya yapılan misyonerlik, 2- Maddi yardımlarla, hastaları gözetmekle551 öğretimle ve benzeri dolaylı yollarla yürütülecek misyonerlik… (253)

107. İkinci Dünya Savaşından sonra yardımlar yeni bir şekil aldı ve yeni bir yola girdi. Teknik yardımların geri kalmış ülkelere bizzat emperyalist ülkeler kanalıyla yapılma imkanı belirince, bundan böyle misyonerlik eliyle yardım yapmaya ihtiyaç kalmadı. (254)

108. … 1952 yılının sonlarında başkanlık seçimlerine yakın yapılan Demokrat Parti kongresinde, eski Amerikan başkanı Mr. Truman’a yöneltilen bir soruya, o, şöyle cevap vermişti: “Birleşik Amerika’nın dış politikada dördüncü noktanın projesi, ticari sahayı genişletme, satış pazarlarını artırmak ve Amerika’yı hammadde açısından zenginleştirmektir”. Aynı kongrede parti ileri gelenlerinden biri de: Dördüncü noktanın projelerinden birinin, geri kalmış ülkeleri Amerika Birleşik Devletleri askeri saflarının hizmetine sokmak olduğunu, çünkü bunların stratejik hammaddelerin kaynağı olduğunu belirtti. Sabık Amerikan Dışişleri bakanı Deam Acheson şöyle demişti: Projenin başarısı için bu isteği müdafaa eden Amerika, bunu insanlığa karşı beslediği sevgiden değil, aksine kendi çıkarları için yapıyor. (254)

Page 284: Akademik kaynaklar dizini

109. İngiltere, dünyanın çeşitli yerlerine emperyalizmi sokmak için ahlak bozma sanatında oldukça eskidir. 1839 yılında İngiltere ili Çin arasında, “Afyon Savaşı” diye bilinen bir savaş çıktı. Çünkü Britanya şirketleri Bengal’de afyon için çiftlikler ve fabrikalar kurmuşlardı. Açıktan ve gizli olarak Çin’e uyuşturucu gönderiyorlardı. Çin halkı, sağlıkların korumak için afyonun ülkeye sokulmasını engellemek istedi. İngiltere ise ticaret özgürlüğünün kısıtlanmasını önleme amacıyla Çin ile savaşmaya kalktı. Afyon savaşı İngiltere’nin zaferiyle sonuçlandı. HongKong işgal edildi ve Çin ile Nanking antlaşması yapıldı (1842). İngilizlerin ve bunlara ait şirketlerin tam tekelciliği altında Çin’e uyuşturucu kaçakçılığına devam edildi564. İngiltere, emperyalist ihtiraslarının planlarını tatbik etmek için bu uyuşturucuyu Çin halkına silah zoruyla kabullendirmek istedi565. (260)

110. Madem ki, on yaşına kadar erkek ve kız çocuklar üzerinde annenin önemli bir etkisi var ve madem ki kadınlar inançları savunmada koruyucu unsurlardır, öyleyse Müslüman kadınlar arasında yapılan çalışmaların misyonerlik heyetleri tarafından desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü onlar İslam ülkelerinin Hıristiyanlaşmasını çabuklaştırmada mühim vasıtalardır. (268)

111. Bu yabancı misyoner kadınlar, yerli kadınları yetiştirdikten sonra bu sahalarından çekilmeli ve yerlerini ülkenin çocuklarından yerli misyoner kadınlara bırakmalıdır. Yabancı misyoner kadınlar ise, işi yönetenler olarak kalmalı ve misyonerliği perde arkasından yapmalıdır582. (269)

112. Batı medeniyet Doğuda yayılıp geliştikçe bu arada az çok yabancı kültür, yabancı zevk ve Batı dünyasında alışılmış hayat tarzı da gelişti. (271)

113. Kulüpler Neler İhtiva Ediyor? Bu kulüpler çok çeşitli ve değişik sosyal faaliyetleri içine almaktadır. Buralarda toplantılar yapılır, konferanslar verilir. Ayrıca buralarda, tutumluluğu sevenler için lokantalar, oteller ve gençlerin takip ettikleri çeşitli eğlenceler vardır. Bu kulüplerin ihtiva ettikleri şeyler, kulübün asıl amaçladığı işler değildir. Yani bu kulübün yöneticileri, buraya gelen insanların kulüpte bulunan kültürel ve eğlence vasıtalarından faydalanıp faydalanmadıklarına bakmaz, aksine bu araçlarla halkı çekip, İngiliz, Amerikalı, Fransız ya da Hollandalı misyonerin sesini onlara duyurmaya veyahut da bu yolla Batı sevgisinin az da olsa Doğuluların kalplerinde yer etmesi hususuna önem verirler. (275)

114. Parasız Eğitim (276)

115. Kitabevleri, Fotoğrafçılık, Keşifler ve Neşriyat (277)

116. Misyonerler dünyada günlük ve haftalık gazeteler çıkardılar. Mısır’da çıkardıkları “Beşairü’s-Selâm (=Barış Müjdeleri)”

Page 285: Akademik kaynaklar dizini

ile “Doğu ve Batı” bunlardandır. Protestan misyonerlerin Beyrut’ta çıkardıkları ve İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar yayınına devam eden “en- Neşratü’l - Usbû’iyye (=Haftalık Yayın)” da bu kabildendir. (280)

YENİ ROMA:TERÖRİST A.B.DTohum Basın Yayın, İnceleme Şubat/2004-İst.

1-A.B.D.stratejisinin temelinde sermayenin ve malların serbest dolaşımının, enerji kaynaklarının ve stratejik doğal kaynakların doğrudan denetlenmesinin, ABD’nin kültürel değerlerinin yaygınlaştırılmasının, diğer bir deyişle dünya piyasalarının ABD’nin belirlediği bir biçimde emperyalizme açılarak küreselleşmenin yapılandırılması yatıyor. (Önsöz-s.15)

2- Amerikan ordusuna ait bir el kitabında, terörizm şöyle tanımlanmaktadır:”Terörizm; dinsel, siyasi ve ideolojik hedeflerin elde edilmesinde, ölçülü şiddet kullanımı veya şiddet tehdididir.” Bu tanımı, sözlerine ve eylemlerine uyguladığımızda, ABD’nin gerçek manada bir terörist devlet olduğu anlaşılmaktadır.

Yeni Pentagon stratejisine göre, Romanya’dan Filipinler’e, Kırgızistan’dan Kenya’ya çok sayıda ülkede yeni ABD üsleri kuruldu.ABD’nin hızla yaygınlaşan askeri üsleri, Afganistan, Irak işgalleri bağlamında, klasik sömürgeciliğin geri geldiğinin verisidir. ABD, Soğuk Savaş’ın bitiminden beri en büyük küresel askeri yapılanmaya gidiyor.(Önsöz, S.31)

3-Tarih kendi amaçlarğı peşinde koşan insanın faaliyetinden başka bir şey değildir. (Önsöz, S.37)

4-ABD Enerji Bakanlığı’nın raporuna göre, Irak 112 Milyar varillik petrol. 220 Milyar varillik potansiyel petrol rezervi ve 110 trilyon matraküplük doğalgaz rezervinin üzerinde oturuyor. ABD’nin gerçek amacı, Irak’taki iktidarı değiştirmek ve bu ülkenin günde 6 milyon varil içeren petrolün üstünde egemen olmaktır.” (66)-Emin Gürses, “ABD Neye Meydan Okuyor?” Cumhuriyet, 27 Temmuz 2002, S.17

5-Jeopolitik, coğrafi gerçeklere dayanarak politika yapmaktır. Tarih boyunca jeopolitik teorisyenleri genellikle ya dünya egemenliği için hangi coğrafi bölgelerin kontrol edilmesi gerektiğini, ya da devletin yayılmasına gerekçe olacak coğrafi nedenleri araştırmışlardır. (68) Yeni Roma:ABD,(Kaldıraç Dergisi, No:34, Şubat2003, No:35 Mart 2003, No:36 Nisan 2003/Sibel Özbudun, Temel Demirer, Cahide Sarı.)

(Bu açıdan dünyanın en stratejik coğrafyası Avrasya’dır. ABD stratejilerine yön veren jeopolitik teori, Amerikalı Nicholos J.Spykman’ın geliştirdiği “Kenar Kuşak Teorisi”dir.

Page 286: Akademik kaynaklar dizini

6-(Jeopolitik-Jeokültür)(Evrenselleştirici bir ideal ...) Rusya, Fransa ve Almanya (Nazi) arasındaki jeokültürel farklılık; (bu devletler açısından farklı olan) bir jeopolitik duruma yol açtı. (15)

Türkiye’deki milli kültürel uyanış da, Türkiye’ye muazzam bir jeopolitik destek sağlayacaktır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti’nde ve ortadoğu’da dayanışmacı ruhun gelişmesini sağlayacak ve Türkiye’yi bu dayanışmanın önderi kılacaktır. Bu da, Türkiye’yi dünyada üstün bir konuma getirecek jeopolitik bir konuma yol açacaktır.(-)

7-Samuel P.Huntington ise, jeopolitiğin kültürel yönüne ağırlık vermiş, jeopolitiğin, jeokültür boyutunu açığa çıkarmıştır. Huntington’a göre, yeni dünyadaki mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik değildir, beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacaktır.” (70)

8-Sovyetler Birliğinin 1989/1991’de çökmesi, ABD’nin müttefikleri üzerindeki kontrolü açısından bir felaketi temsil ediyordu. ABD’nin liderliği için en büyük meşruluk zeminini yıktı. Şimdi Batı Avrupa kimden korkacaktı? ABD, kendi liderliğine sadık kalması için Batı Avrupa’ya bir neden bulmak üzere, Sovyetler Birliği’nin yerine konulabilecek bir şey aradı. (162) İmmanuel Wallerstein-Artçı Şoklara Dikkat/Znet,4.3.2004

9- 1945’te ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan her alanda büyük bir güçle çıkmıştı. Bunun sayesinde kendisini çabucak dünya sistemin hegemonik gücü olarak konumladı ve kendi isteklerine uygun olarak işlemesi amacıyla dünya sistem üstünde bir takım yapıları zorladı. Bu yapıdaki anahtar kurumlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Dünya Bankası, IMF ve Sovyetler Birliği ile olan Yalta Anlaşmalarıdır.(164) (Başlangıcın Sonu, Immanuel Wallerstein, Fernand Braudel Center, 1.4.2003)(ABD, ekonomik üretimdeki üstünlüğü, özgür dünya ideolojisi ve Batı Avrupa’yı SSCB Nükleer silahlarına karşı koruyacak askeri üstünlüğü sayesinde SSCB çökünceye kadar liderliğini sürdürebilmiştir.)

DERİN DEVLET VE MUHALEFET GELENEĞİAhmet ÖZCAN, Bakış Yayınları, 3.Baskı, İst./Mayıs 2001

1. Analiz sahipleri kendi durdukları yerden bakarak ve mutlaka ideolojik şemaları çerçevesinde arzu ettikleri sonuçlara uygun tahliller yaparlar.

2. Sonuçta, savunulan ya da karşı çıkılan ideolojik rejim kalıbının ölçü alındığı bir siyasi bağlama sıkışıp kalmak kaçınılmaz olmaktadır.

3. Toplumsal değişim, gelenek, modernite, politika, insan hakları, iktidar, muhalefet, kimlik, demokrasi, din, hukuk gibi

Page 287: Akademik kaynaklar dizini

konuların, son tahlilde iktidar olma amacının dolaylı vasıtaları olarak anlam kazandığı bir ülkede, böyle bir alışkanlığın dışına çıkarak düşünmeye başlamak önemlidir.(9)

4. Zihinsel perspektifi itibariyle böyle bir niyet taşıyor.

5. Bu konular etrafında daha kapsamlı ve derin çalışmalara mütevazı bir katkı olmayı amaçlıyor.(10)

6. Tarihsel dönüşüm yasaları, hem kavram olarak hem de içeriği itibariyle belirli kişi, grup veya topluluklara göre anlam kazanır.(19)

7. Uyarla (insan unsuru). Sözgelimi, toplumun değişim ve dönüşüm bağlamında analizine yönelebilecek bir çabanı kaçınılmaz öznesi bir kavram ve olgu olarak “Devlet” olacaktır. Salt siyaseti değil, iktisat, kültür, din, dil, gündelik hayat, edebiyat, sanat ve hatta Aile yapısının tahlilinde bir şekilde karşımıza çıkacak ve onsuz birçok olayı izah edemeyeceğimiz “Devlet”in çözümlenmesi, ancak bir tarihsellik içerisinde yapılabilecektir. (20)

8. Klasik sosyoloji, Devlet’i toplumun örgütlenmiş biçimi, kolektif iradenin organizasyonu, siyasal bir aygıt ve hegamonyanın en gelişmiş ve somut kurumsallığı olarak tanımlanır.

9. “Jeopolitik” kavramının mucidi İsveçli profesör Rudolf Kjelen.(21)

10. Coğrafi nedenselliğin kültürel nedensellik (22)

11. Derin devlet, farklı görüntüler, isimler, biçimler alarak özünü değiştirmeden varlığını devam ettirir. (23)

12. İlahi dinler, işte bu kutsallığı ve hiyerarşiyi parçalamak, Allah’la insan arasında bir efendi-köle ilişkisi yerine, mutlak yaratıcı veli (dost) - yaratılmış (kul) ilişkisi kurmaya çalışmış, insanla tabiat arasında korku ve teslimiyet ilişkisi yerine bütünsellik içerisinde insanın özgür iradesini tabiata yansıtma yetkisini sağlamış ve insanla insan arasında Hakkaniyet, adalet ve rızaya dayalı ilişkileri önererek Allah indinde bütün insanların eşitliği prensibini getirmiştir. Bu nedenle Tevhidi gelenekle putperest / pagan gelenek arasında Tarih boyunca süren bitmez tükenmez bir kavga varolmuştur.

13. İlahi dinlerin toplumsal düzeni, Allah’ın mutlak hakimiyeti ile bütün insanlar birbirine eşitlenir, insanın bu hakimiyete tekabül eden cüzi iradesinin tercihleri arasındaki olumlu ilişkinin etrafında şekillenir. (25)

Page 288: Akademik kaynaklar dizini

14. İlahi dinler insan özgürlüğü, sorumluluğu ve tercihlerinin tecelli edebileceği ama iyi, doğru ve Hak olan tebliği, şahidi ve emredicisi olmanın tercih edildiği bir düzen talep ederler. Bu düzende hiç kimse “temsilci” değildir. Yani peygamberler dışında. Hiçbir insan, ister hükümdür, ister dindar, ister erkek, ister zengin olsun Allah’ın vekili, halefi, gölgesi değildir, olamaz. Çünkü bütün insanlar Allah’ın kulu ve mahlukudur. Hiç kimse özel yetkiler, üstünlük ve ayrıcalıklara sahip değildir.

15. Her peygamber önce bu kutsal hiyerarşiyi muhatap almış ve “La ilahe illallah” demiştir. Allah’tan başka mutlak otorite, yaratıcı, yönetici, emredici, yaşatıcı ve öldürücü, rızk verici, güç ve güven kaynağı yoktur. Derin Devlet ve temsilcileri her zaman bu mesajın içeriğinden korkmuş ve ancak kendi hegemonyalarıyla meczedebildikleri ölçü de kabullenmişlerdir. İşte ilahi dinlerin bir müddet sonra birer devlet dini haline gelerek bu kutsal hiyerarşiyi pekiştiren, yeniden üreten ve onaylayan biri araca dönüşmesinin nedeni de budur. (26)

16. İyi, doğru, güzel ve Hak’tan çok üstünlük, şeref, seçkinlik, ayrıcalık gibi nitelemeler ön plandadır. (27)

17. Örneğin tarih boyunca devletlerin resmi dini, yönetici elitlerin yönetme ihtiyacına cevap verici mahiyette olagelmiştir.

18. Derin devletin görünü-biçim değiştirme ihtiyacı hissettiği her durumda bir ideoloji kiriz de baş gösterir ve devleti ele geçiren zümre kendi ideolojisini-dinini iktidar kılar. Bu nedenle ideolojik tutumlar geçici, Derin devletin üç niteliği ise bakidir ve bu üç özellik, seçilen ideolojinin açılımını ve yorumlanmasını da tayin eder. Örneğin İslam bin yıldır hegemonya aracı, geleneğin örtüsü ve kutsal hiyerarşinin meşruiyet kaynağı olarak egemen kılınmıştır. Bu misyonu göremediği koşullarda ise “Devlet” bünyesinde geri plana çekilerek, yerine aynı misyonu görecek Laik - Kemalist ideoloji geçirilmek istenmiştir. Bu yeni ideolojinin “Kurtuluş Savaşı” efsanesi hegemonya kurma ihtiyacının, “Devletin bölünmez bütünlüğü” söylemi, iktidar olma tarzının, Türklük ve milliyetçilik gelenekselliğini ve bu geleneksellikle beraber “Dış düşman” fobisi de kutsal hiyerarşinin korunmasını ve yeniden üretimini sağlamaktadır.

19. Derin devlet’i, cumhuriyetle sadece görüntü değiştirmiştir ve yeni dönemi uygun bir otorite oluşturarak Derin devletin yeniden devamını sağlamıştır. (29)

20. İşte günümüzde varolan siyasal krizin, kimlik sorununun, resmen ideolojideki reform taleplerinin ve sistemdeki tıkanmaların gerçek nedeni budur. Derin devlet, deri değiştirecek ve bununla

Page 289: Akademik kaynaklar dizini

birlikte elit ve ideoloji dönüşümü yaşayacaktır. Bu ihtiyacın en rasyonel ve reel karşılığını ise Osmanlı dönemindeki işlevi, anlamı ve uygulama tarzıyla “İslam” sunmaktadır. Hem tekrar beliren Osmanlı hinterlandına uzanabilecek bir hegemonya aracı, hem toplumu bir arada tutabilecek geleneksel statüko mayası ve hem de Derin devletin varlık ve meşruiyyet özelliği olarak yıpranmış bulunan kutsal hiyerarşiyi tekrar dizayn edecek kaynak olarak İslam, gelinen süreçte Derin devletin yeni görüntüsünde en temel konu role ve misyona hazırlanmaktadır. Ancak burada hem derin devlet ve varolan oligarşik elitler, hem de İslam ve samimi bağlıları açısından birbirine benzer iki temel sorun vardır.

21. Derin devlet açısından ilk sorun devlete şimdilik egemen olan oligarşık elitlerin bu değişim ihtiyacı karşısındaki tutumudur. Bu elitlerin özellikle Kemalist olanları, derin devletin ruhunu kavrayamadıkları için kendilerini ebedi zannetmekte ve kendi ideolojilerinin vazgeçilmez olduğunu ileri sürmektedirler. Bu anlamda “Derin devlet” ruhunu teslim eden Devlet adamları ile Kemalist oligarşi arasında muhtemel bir çatışma ihtimali vardır. Şimdilik ikincilerin daha güçlü ve egemen olduğu söylenebilir.

22. İkinci sorun ise Derin devletin yeniden “İslam” la buluşmasının nasıl olacağıdır. Varolan devlet - din ilişkisi Osmanlı dönemindeki gibi Hilafet formunda olamayacağına göre nasıl olacaktır? Ve devlet aklı açısından hangi İslam’a ne kadar ve nasıl yer verilecektir. Bu sorun , bir süredir dışarıda yani Avrasya ve Osmanlı coğrafyasında “yeni kolonizatör derviş” misyonu oynayan bir cemaate ihale edilerek, içerde ise RP/FP’ nin daha yumuşatılmış bir formuna ışık yakılarak giderebilecektir. (30-31)

23. Ancak burada Ed-Din olarak doğru kavranmış özgürlükçü İslam anlayışıyla, tarihsel ve kültürel bir gelenek olarak Müslümanlık arasında bir çatışıma ihtimali görünmektedir. (31)

24. Derin devletin görüntü değiştirme sürecini doğru kavrayıp iktidarı almak ve resmi ideoloji olarak İslamı, yönetici elit olarak da dindarları devlete yapıştırmak mümkündür. Özellikle varolan Kemalist baskılar göz önüne alınırsa bu tutum en azından millet açısından daha avantajlı bir aşam olarak yorumlanabilir. Ancak geleneksel, hegamonik ve kutsal bir yarı tanrı olarak Derin devletle, “La ilahe illallah” arasında olumlu bir bağ kurabilmek mümkün değildir ki esasen bu coğrafya da gerçek bir değişim adımı, ancak derin devletin üç özelliğinden arınabilmek ve buna milleti de katabilmek olarak anlaşılmalıdır. Yani Allah’la efendi - köle ilişkisi yerine dostluk ilişkisi kurabilen, yönetme ve yönetilme hiyerarşisi yerine sorumluluk, ödeve ve hakkaniyet anlayışına sahip olan, gelenek ve statükonun değişmez boyunduruğu yerine bireysel tercih

Page 290: Akademik kaynaklar dizini

ve yeteneklerin ön plana alındığı, hurafe, bidat, metafizik hezeyanlarla değil akıl, sağduyu ve özgürlük ile Din’e mensup olmanın yaygınlaştığı bir düzen, gerçekten yeni ve “İslami” sayılabilir. Bu Derin devletin yeniden ve millet lehine inşa edilmesi anlamına da gelecektir. İşte bu sorunlar çerçevesinde geliştirilecek Çözümler yarınki Türkiye’nin rengini tayine edecektir ve “Türkiye”, Derin devletin geldiği yol ayırımında özgürlükçük Müslümanların alacağı tutuma sanıldığından daha fazla muhtaçtır. (32)

25. Bu nedenle devlet , rejimin tehlikeye girmesini kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak algılayabilmektedir. Ancak esasta devlet ve rejim ayrı şeylerdir. Devlet bakidir, düzen ise değişmesi mümkün olandır. (49)

26. Ordunun bu konumu devletin modernleşme rotasının öncülüğünü yapması ve toplumun orduya biçtiği kültürel anlamla da pekişmiştir.

27. Ordu II.Mahmut’un kurduğu “Asakiri mansureyi muhammediye” den beri modernleşmenin öncülüğünü yapmaktadır. Devletin bu asli politikası iki yüzyıldır ordu eliyle yürütülmektedir. Bu nedenle ordunun devleti ve toplumu korumanın yanında dönüştürme gibi bir misyonu da vardır. Bu misyon, meşrutiyet ve cumhuriyetin kuruluşuna yol açmıştır ve bugün de cumhuriyetin modernleşme projesinin devamlılığını korumak şeklinde yaşatılmaktadır. (50)

28. “Devlet aklı” a) Devlete egemen olan bir sınıfın, zümrenin, hizbin ya da kurumun hegemonya kurma ve sürdürme aracına dönüşebilir. (51)b) Bu hegemonya kurma süreci ötekinin “suçlanması”ndan meşrutiyet devşirdiği için, devlet aklı pratikte devlete egemen olan zümrenin “suç üretme ve isnat etme” membaı durumundadır. (52)

29. Türkiye’nin yüzyıllık iç problemi hala saltanatın kaldırılması, meşru anayasal, yerli bir düzenin kurulmasıdır. (65)

30. Türkiye’nin egemeni millet değildir, 70 yıllık pratikle ortaya çıktığı gibi ordu-bürokrasi ve sermaye sınıflarından oluşan bir müttefik güçtür. (67)

31. Değişime engel olacak güçleri tanıma, bu güçlerin düzen içerisindeki tasarruf ve tahakküm kabiliyetlerini açığa çıkarma ve en önemlisi topluma tasallut eden bu zümreleri ve bunlara dayalı bütün ilişkiler toplamını bir daha tekerrür edemeyecekleri bir biçimde toplumdan temizleyebilmek için şarttır. Bu bağlamda yönetici elit tahlili, hem değişim süresinde doğru hedef ve konuları tespit etmeyi,

Page 291: Akademik kaynaklar dizini

hem de alternatif toplum tasarımını daha pratik önerilerle ortaya koymayı sağlayacaktır.

32. Türk sol akımları, topluma iktisadi çıkarları ile hareket eden sınıflar çatışmasının arenası olarak algıladıklarından dolayı, egemen sınıf olarak iktisadi ilişkileri elinde tutan kesimleri (Burjuvaziye) görmekte ve bütün mücadeleyi bu sınıfın tasfiyesine odaklamaktadır. Toplumsal düzeni bu biçimde kavrayan sol’un alternatif tasavvuru ise sadece Burjuvası olmayan, iktisadi ilişkileri daha eşit bir bölüşüm düzenine bağlamış olma sınırındadır.(70)

33. Benzeri bir durum, genelde milliyetçi özelde Kürtçü hareket için de geçerlidir. Bu hareket için de düzen bir başka ırkı yok etme üzerine kurulmuş ve asimilasyon politikalarını uygulayabilmek için militarist bir gücün egemenliğinin doğal olarak tesis edildiği Kürt düşmanı bütün kesimlerin düzenidir.

34. Bütün sorunların Kürt sorununa bağlanmasının ifadesi olan bir yaklaşımı getirmektedir.

35. İslamcılar için ise düzenin ve egemen sınıfların çözümlenmesi henüz yeterince yapılabilmiş değildir. (71)

36. Bürokrasi devleti yürüten ve işleten memur olmakla yetinmeyerek, devletin maliki ve hatta kendisi olma çalışmıştır. (72)

37. Bugün için Türkiye’nin yönetici elitleri olarak ordu bürokrasisi (üst rütbeli subaylar), sivil bürokrasi (üst düzey bütün müdür, müsteşar, idari ve mülki erkan) ve sermaye sınıfındın oluşan bir seçkinler sınıfı vardır. Bu sınıf içerisinde bazı Asker-Sivil bürokratlar ve tekelci sermaye güçlerinin işbirliğinden oluşan ve kendi hegemonyalarını devlete ve millete dayatan organize olmuş dar bir oligarşik zümre vardır. Bu oligarşik yapı, uluslar arası finans-kapital ve batıl devletlerin derin odaklarıyla ilişki halindedir ve Türkiye’nin ekonomik ve politik varlığını bu yabancı güçler adına yönetmek ve denetlemekle misyonlu gibi davranırlar. Oligarşik unsurlar, Küresel sermayenin ve elit örgütlenmelerinin Türkiye (bazıları bölge) temsilciliği yaparlar. Likit para akışı, dolayısıyla döviz, altın, borsa, devlet bonoları, silah ve uyuşturucu alışverişi bu oligarşik güçlerin kontrolündedir. Sahip oldukları bu güçle medya, siyasi partiler, bürokrasi ve sivil toplum üzerinde hegemonya kuracak birçok araç ve mekanizma oluşturmuşlardır. (74)

38. Ancak halkı kendi egemenlik sistemi içerisinde tutmak için de bazen dindarları, bazen Aleviliği ve sol akımları, çoğu zaman milliyetçiliği ve her zaman Atatürkçülüğü kullanır. Bu oligarşik Yönetici elitler; Devletin bütün kurumlarına olduğu gibi parlamento,

Page 292: Akademik kaynaklar dizini

sendikalar, dernekler, odalar gibi kurumlara da kendi politikalarını dayatırlar. (75)

39. Bazı askeri bürokratlara göre ise “Ordu zaten devletin asıl sahibidir. Kim dost, kim düşman bilir. Halkın kafasından geçer her şeyle ilgilenir. Üniversitelerden ilkokullara kadar kime ne öğretileceğine karar verir. İsterse milleti kurtarır. İsterse milletvekilini mahkemeye verir. Ordu, son Türk devletini teminatıdır. Ulus, devletin, laikliğin ve çağdaş ilerleme yolunun güvencesidir. (75)

40. Halk ne yapacağını bilmeyen ve ne yapacağı da belli olmayan şüpheli bir yığındır. O yüzden sürekli kontrol, edilmeyi, denetlenmelidir. Bütün anayasal halkın kontrolü ve bu sınıfların egemenliğinin çıkarına ayarlanmıştır.(76)

41. İnsanı olan her faaliyetin menfaate indirgenmesini sağlayan kapitalist bir azınlığın sayesinde işleyen bir düzendir. (85)

42. Rantiye (parazit) sermaye sınıfını da ortaya çıkarttı. (88)

43. 60’lı ve 70’li yıllarda yerli tekelleri palazlandırmak için Koç, Sabancı, Eczacıbaşı vb.lerin mamullerini tüketmeye mecbur bırakılan Türkiye, 80’li ve 90’lı yıllarda dünya tekellerinin de tüketiciliğine mecbur bırakıldı. Ve artık hem üretirken hem de tüketirken yerli ve yabancı tekelleri besleyen büyük bir Pazar haline geldi. (90)

44. ilk defa kentli ve eğitimli bir dindarlık olgusu ortay çıkmış ve modernliği batılaşma ve Avrupalılaşmadan ayırarak milli ve özgün bir bağlamda gerçekleştirme fırsatı ve iddiasına sahip olmuştur. Türkiye, 2000’li yıllarda bu yeni olguyu bir tehdit olarak gören eski rejim sahipleri ve oligarşik güçlerle, yeni millet seçkinleri ve millet çoğunluğu arasında sürecek değişim çatışmasına gebedir. (125)

45. 16-17 yy. boyunca bu halklar kendi hayatlarına müdahale etmek yerine Mehdi beklemeye başlamışlardır. (129)

46. Zulmün kökeninde genel toplumsal düzeni, devleti veya sultanı değil kötü kişileri görme şeklinde bir anlayış yerleşti. (130)

47. Modernleşme sürecinde toplumlarda siyaset, Devleti ele geçirmek, Devleti kurtarmak, Devleti yıkma, Devleti düzeltmek, Devleti yeniden kurmak, Devleti korumak…. amacıyla ve Devlet dolayımından geçmiş evrensel veya reel dinamiklerin araçsallığıyla yürütülür.(136)

48. Her şeyden önce batılaşma süreci, başka sebeplerin ürün olan modern toplumların sonuçlarının kabaca aktarılması şeklinde

Page 293: Akademik kaynaklar dizini

sürdüğü için varolan geleneksel yapının üzerine bu Modern sonuçları geçirmeye çalışmak gibi zor ve zoraki bir çaba gerektirmiştir.(137)

49. Düzenin resmi ideolojisi kağıt üzerinde her zaman Kemalizm oluştur ancak son kırk yıldır fiilen Türk-İslam sentezi olarak tecelli etmiştir.

50. Tanzimat döneminden beridir yönetici kitleleri (asker-sivil-aydın-zümrenin) zihni alışkanlığı değişimi kağıt üzerinde yapmak ve orada tutabilmek çabasındadır. Bu alışkanlık gereği halen de resmi kağıtlarda (Anayasa, kanunlar, TCK, yönetmelikler vb.). Kemalizm ve Çağdaş uygarlık hedefi varlığını korumuştur. Bu “koruma” işi asıl olarak rejim bekçiliği misyonu üstlenen orduya havale edilmiştir.

51. Hakim sınıflar her toplumda, tarihten ve halktan kopuk olduğu oranda tavizkar eğilimlere sahiptir. (172)

52. İslam artık laikler açısından eskisi gibi “geleneksel köylü ideolojisi” olarak değil, bir den fazla biçimler halinde (farklı grup ve cemaatler olarak) ve ağırlıklı olarak şehirli bir kültür şeklinde belirmektedir. Bu nedenle sistemin İslama ilişkin politikalarında seçiciliğe yöneleceği ve radikal eğilimlerin dışındaki İslamı muhatap alacağı ileri sürülebilir. (173)

53. Sistemin, halkın ortalama eğilimlerine uygun bir kimliği benimsemesi uzak bir ihtimal değildir. (173)

54. Bu ülkede “İslamcılığa” karşı yapılacak bir darbe dahi kendisini bir şekilde İslamla ifade etmek, en azından İslamı referans alarak kendisini meşrulaştırmak zorunda kalacaktır.

55. Türkiye’nin, halkın ve İslam’ın problemi, din adamlarının veya mecellenin ülkeli yönetmeye başlayıp başlamaması değil, milletin gerçek egemenliği, bağımsızlık, adalet, özgürlük, hukuk düzeni ve insan haklarıdır. İslamcılar karşıtlarıyla bu konular ekseninde çelişmek ve çatışmak zorundadırlar. Kula kul olunan bir düzen mi, yalnızca Allah’a kul olunacak bir düzen mi? Adalet mi, zulüm mü? Hukuk ve insan hakları mı, Oligarşinin keyfi yönetimi mi? Yolsuzluk ve çürüme mi, ahlak ve kardeşlik mi? Sömürgeci ekonomi mi, üretken ve adil bir ekonomi mi? Uşak bir ülke mi, önder bir Türkiye mi?

56. Oysa İslamcılar bu ülkede siyasetten, ekonomiye, hukuktan, ahlaka, bilinden sanata kadar hayatın her alanında ciddi sorulara öneli cevaplar veren örnek bir topluluk olarak meşruiyet kazanmalı ve “laik” olduğu iddia eden kitleleri dahi etkileyebilecek bir performans göstermelidirler. (174-175)

Page 294: Akademik kaynaklar dizini

DEVLET VE İNSANAlaaddin ÖZDENÖREN, Nehir Yayınları – İstanbul-1986

1- Pozitivizm, hakikat, ideal, şuur, ruh gibi kavramları boş kelimeler olarak addetmekle hiçliği aktif hale getirmekte, var olan yalnız ferttir demekle böyle anlamsız bir dünyada insanlar içkiye, kumara, behimi zevklere, maceralara yahut intihara sürüklenmektedir. (88)

2- (İnanç değeri bulunmayan) Soyut umdeler toplumsal alanlarda hiç bir tesir icra edememiştir. (89)

DEVLET VE ZİHNİYETMustafa MİYASOĞLU, 2.Baskı Elifbe – 1981 – İst.

1-       Milli kültür, millî problemleri, herkesin problemi, ortak kaygısı ve ıstırabı haline getirir. (-)

2-       Kültürü toplumun inanç, düşünce ve sanat ürünleri üzerinde edinilmiş bilgiler toplamı olarak ele aldığımızda, medeniyete kültürün tarih içinde aldığı şekil olarak bakabiliriz. (15)

3-       İnsanımızı tarihî şartları içinde ele alırken, bahsettiğimiz bütünlüğün bozulduğu dönemlere uzanmaktan başka çare yok. Bu dönemin başlangıcını III. Selim devrine kadar götürmek ve Tanzimat’ı bu dönemin sonucu saymakta fayda var.

4-       Dikkat edilirse 1808 – 1908 arası, iktidarın şekli üzerinde yapılan kavgaların devlet ve hükümet şekilleri üzerinde yapılan mücadelelerin tarihi gibidir. (18) (Bu mücadeleler) bir iç savaş görünümü aldığı için de sosyal ve kültürel değerlerin yıkımına yol açmıştır. (19)

5-       27 Mayıs ile 12 Mart’ın (ve 12 Eylül’ün ) gerekçesini, getirdiği iktidar değişikliğini hatırlarsak, “asayiş” konusunun ülkemizde iki yüz yıla yakın bir süredir ne türden önem taşıdığını daha iyi anlarız. (19)

6-       Yenilik ve gelenek taraftarları olarak ele alabileceğimiz bu düşman kardeşlerin memlekete getirdiklerini değil ortadan kaldırdıklarına bakmak gerekir. Toplum ve devlet bütünlüğü, kültür ve medeniyet birliği parçalanmış, insanımızı yaşatan, iradesini yönlendiren değerler askıda kalmıştır. (20)

7-       Sanayileşme, kültürden bağımsız olarak gerçekleşecek bir olgu olabilir mi? (-)

8-       Kültür her şeyden önce yaşanan hayatın çeşitli unsurları hakkında kazanılmış bilgiler toplamıdır. (29)

Page 295: Akademik kaynaklar dizini

9-       Kültürün belirleyici unsurları nasıl hayata yön ve anlam kazandıran temel değerlerse, medeniyeti de ortaya çıkaran belli ölçülerdeki kültür birikimini iş bölümüyle gerçekleştiren toplum ve devletin tarih boyunca aldığı görünümdür. (29)

10-   Ekonomik ilişkileri hayatın belirleyici unsuru kabul etmek...

-Üretimle tüketimin sosyal ve siyasal olayları yönlendirdiği...(37)

11-   Hakim (dünya görüşünü) (Problemin) çeşitli mizaçlarda değişik görünüşler kazanması...(50)

12-   Kendi dünya görüşüne ait kavramlarla düşünmek...(56)

13-   Ulaştığı şuuru yaygınlaştırmak (aktarmak ) (-)

14-   Ele alınan dönemin fikir ve zihniyet yapısını gözden uzak tutmamak...(63)

15-   En sağlam köprüler, insanı insana bağlayan köprülerdir. (-)

16-   Kadrolar er geç belli şartlara adapte olacak ve sonuçta değişen pek bir şey olmayacaktı. (105)

17-   Bugün asıl mesele, şu ya da bu şekilde gerçekleşecek iktidar değil, bu iktidarların da yardımıyla oluşacak, çoğalacak insan tipidir. (107)

18-   Batıda bilim denince doğa bilimleri akla gelir. Biz de, bilim deyince devlet ve ahlâkı akla gelir. (108)

19-   İnsan canlılar arasında kendi kendisine yetmeyen tek varlıktır. (109)

20-   Bir ortam, ancak ona uygun zihniyetle teşekkül edebilir. (113)

21-   Bir siyasi lider, hayranlarının çokluğu ile değil, temsil ettiği değerlerin niteliği ile önemlidir. (115)

22-   Bir toplumun meseleleri, bu toplumun tarihi değerleri içinde anlaşılabilir. (127) (Bu problemleri doğuran şartlar içinde)

23-   Batı medeniyeti kendimizi inkar edecek kadar yüce midir?

-Aynı dünya görüşünü değişik perspektifleri...(170)

24-   Bazı problemler, sosyal ve kültürel şartlardan ötürü kısa sürede kesin sonuç almayı engelleyebilir.(177)

25-   Ölçüler, cemaat ve kültür şartları, yetişme tarzları arasındaki farklılıklar, farklı davranış biçimleri ortaya koyar.(178)

26-   Siyasi hırsların, hakimiyet ve cihangirlik gayretlerinin yıktığı bir dünyayı, yine aynı yollardan onarmanın imkânı yoktur. (183)

Page 296: Akademik kaynaklar dizini

27-   Aramızdan arıtmak, aydınlanmadan aydınlatmak, gönül zenginliğine ulaşmadan gönüllere seslenmek mümkün değildir. (184)

28-   Kalkınma disiplinini , bir kültür meselesi olarak ele almak zorundayız. (yabancılaşmayı kendine ilke edinenler...)

29-   Her mesele kendi bağlamı içinde ele alınırsa, şüphesiz daha sağlıklı düşünmek mümkün olur. Eskiler bu yolda usul ilimleri bile ihdas etmişler.(190)

30-   Kalkınma bir usul meselesi midir?

31-   İnsanın davranışları, onun dünyaya bakış ve onu kavrayış tarzının ifadesidir. İnsanın yapıp ettikleri de öylece kişiliğini oluşturan temel değerlere bağlıdır. Bir bakıma insanoğlu, yapıp ettiklerinin, inanıp gerçekleştirebildiklerinin toplamı gibidir.(193)

32-   Maddi ve manevi dünyasını yitiren, “batılı” oldukları için de hiç bir şeye sonuna kadar inanmayıp bağlanamayan, belki sadece anti- komünist olmakla teselli bulan pek çok okur- yazar var bizde de ...Bunları inançlarından değil de nefretlerinden tanıyıp teşhis etmeniz mümkündür. (209)

33-   Yakup Kadri’nin “kiralık Konak” isimli eserinde “ yıkılmakta olan bir devletin ahlâkî ve iktisadi görüşü bir konağın çevresinde ele alınır” (219)

34-   Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” bir fikri geliştirecek çalışmalara ilk adımdır. (301)

35-   O, hakka esir bir fert hükümranlığını başıboşluğa mefhum bir hürriyet idaresinden üstün tutar...(302)

36-   Sezai KARAKOÇ ‘un “Yitik Cennet” inde; her dönemde o dönemin şartlarına göre “diriliş” in mukadder olduğu vurgulama

37-   Bu disiplinlerin bileşkesi...

DEVLET FELSEFESİSafa Mürsel, -Yeni Asya Yayınları- İst.-19..

1. Fert, içtimai sorumlulukları (..........) milli ve manevi kültür ve değerlerimizin terbiye ve telkinleri ışığında yerine getirebilir.

2. Herkesin mutlak bencil bir menfaat peşinde koşmasının toplumlar için nasıl bir yıkım sebebi olabileceği...

3. Her insan kendi küçük aleminde kendini idareci olduğundan, bu küçük aleminde.......

4. İçtimai dayanışma şuuru...

Page 297: Akademik kaynaklar dizini

5. İnsanın toplum içinde mesuliyet yüklenme mecburiyetinde olması, onu ister istemez içtimai münasebetlerin konusu haline getirmektir.(127) (eğitimin konusu)

6. Çünkü ferdi hayatın idamesi ve mutluluğu içtimai hayatın düzen ve istikrarı için de mümkündür...

7. Ferdi cemiyetten, cemiyeti de fertten ayrı incelemeliyiz. Bu sebeple de ferdi cemiyete, cemiyeti de ferde feda edemeyiz. Aksi halde birisinde içtimai otoriteyi temsil eden fertlerin, diğerinde...

8. Can, mal ve namus mevhumlarının cemiyet çapında emniyete kavuşması problemi(135)

9. İçtimai hayatı tanzim eden prensiplerden bahsedebilmek için, evvela cemiyetin bir düşünce yapısına, umumileşmiş bir zihniyete sahip olması gerekir. Ferdi davranışlar cemiyet hayatını dokuyan motifler olduğuna göre, cemiyetin ahenkli bir yapıya kavuşması için fertlerin bu müşterek prensiplere göre davranması zaruridir. Bu prensipler ferde, bir düşünce sisteminin teklifidir. Eğer bu düşünce umumiliğini kaybederse, teklif ettiği prensipler de ferdi hayatta kabul görmez ve farklı ideallerin şekil verdiği bir fert hayatı ortaya çıkar. Bu takdirde fertlerin bu ideallerini uzlaştırmak problem haline gelir. Çünkü, fertler ve farklı ideal grupları, etrafa kendi inanç ve ideallerinin penceresinden bakacak, içtimai hayatı tanzim eden kanunlar, kuvvetli olanların ideallerine göre şekil kazanacaktır. Günümüz cemiyetlerinde hatta milletlerarası münasebetlerde müşterek hayata (bu münasebetlere) ahenk ve istikrar kazandıracak hukuki mahiyet kazanmış prensiplerin, kendilerini bu prensiplerle bağlı görmeyen azınlıklar tarafından istismarı söz konusudur. Bu sebeple de bu prensiplerin düzenleyici rolü, umumiliğini kaybetmekte, cemiyette ve dünya cemiyetleri arsında sınıflaşmalar meydana gelmektedir...

10. İşte, bir cemiyette ahenk ve intizam bozulmuş, anarşi boy göstermiş; servet türlü gayri meşru yollarla iktisap alınan bir keyfiyet kazanmış..............ise, bilinmelidir ki o cemiyete, düzenleyici vasıftan uzak bir düşünce musallt olmuş demektir...

11. *Bütün bu değerler günümüz sosyoloji nazariyelerinde tartışmasız kabul edilmektedir.(30/170)

12. **Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti de müstebit eder.(münazarat-18) (347)

13. Dış kültürlerin nüfuz ve istismarı, siyasi ve inzibati tedbirlerle durdurulamaz...

14. İnsanlar arasındaki beşeri zaafların eseri olan ihtilaflara, adalet duygusuna olan bağlılıkla çare arandığı zaman, gerçek bir hukuki düzenin varlığından bahsedilebilir.(510)

Page 298: Akademik kaynaklar dizini

15. İhtiyaçları sonsuz, imkanları mahdut olarak dünyada yaşayan insan, hür bir cemiyet atmosferi içinde iktisadi münasebetlerini, belli esaslara dayandırmak zorundadır.(530)

16. Her sistem kendi esaslarına uygun bir metotla israfa karşı (problemlere karşı) tedbir aramaktadır.(540)

17. Fert, davranışlarının zararını bünyesinde idrak edebildiği ve bizzat bu zararlı fiillere karşı vicdanında şahsi inisiyatifi ile tedbir almak lüzumunu idrak ettiği takdirde, insan problemi çözülebilecektir. Bu ise insanın bu yönde insan vicdanına seslenen bir kültür sisteminin teklif ve telkinlerine muhatap olmasını zaruri kılmaktadır. Yoksa, kanun ve inzibatın cebri ve tehditleri, fert vicdanını besleyemez ve cemiyete onun meyvelerini yetiştiremez...

MİLLİ STRATEJİAli Muzaffer Ersöz, Akın Matbaası-Ank.-1965

1. Teknolojinin ilerlemesi ve bunun getirdiği sosyal intibaklar Batı medeniyetine yeni ve kudretli bir veçhe kazandırmış, Türk toplumu var olmak ya da yok olmak gibi bir durum karşısında kalarak kendisini bu gelişmelere ayarlamak zorunluluğunda bırakılmıştır. Türkiye bu ihtiyacı Türk orduları batı silahları önünde yenilgiye uğradığından beri duymaya başlamış, önce orduda ıslahat hareketlerine girişmiş.(1)

2. Karakterini ve yönünü bulamamış cereyanlar yıpratıcı davranışlarla ilerleme dinamizmi büyük oranda yitirilmiş, mevcut değerler radikal değişmelere zemin hazırlamak üzere tahrip edilmiş, dolayısıyla Türk toplumu çağdaş medeniyet düzeyine eriştirilme yerine, bu düzeyden her geçen gün biraz daha uzaklaştırılmış, neticede bugün karşılaşılan idari, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal buhranların çıkmasına sebebiyet verilmiştir.(1)

3. (dış mihrakların) Aşırı cereyanların ilk kontrol altına almak istedikleri zümre (2) (aydınlar)

4. Dikkat edilirse ulusal kalkınmada her teşebbüs çok geçmeden şu veya bu şekilde gevşetilmekte, iyi niyetlerle başlayan hareketler birer çıkmaza sokulmaktadır. (dış maksatlarla) (2)

5. Eğitim, mevcut potansiyeli, ileri medeni yaratıcılığa geçirebilme çabasıdır. (39

6. Bugün memleketimizde eğitim kararlı bir felsefeden mahrumdur. Müfredat programlarının başında bir takım amaç ve ilkeler sıralanmıştır. Ancak bunların felsefi muhtevalarına inilmiş değildir (4)

Page 299: Akademik kaynaklar dizini

7. (cemiyetimizde) genel çevre bozucu ve geriletici kuvvetlerin hakimiyeti altındadır. Genci vatanına bağlayacak, onda yüksek karakter ve ülküler geliştirecek, bilime karşı ilgi uyandıracak, iyi bir üretici, yapıcı, yaratıcı olmasına imkan verecek, Türk ulusunun sorunlarını halletmede, medeniyette ileri gitmede onu dinanizme sevk edecek olumlu bir iklim mevcut değildir. (11)

8. Memlekete hizmet idealinin gerektirdiği psikoloji ile (yetiştirilmeyen nesiller) (15)

9. Bilim ve teknolojinin hızla gelişmesi sonucu olarak siyasi, sosyal ve ekonomik alanda meydana gelen sürekli intibakların doğurduğu zaruretler eğitim sorununu daima ön planda tutmakta ve onu hayati bir konu haline getirmektedir. (19)

10. Ehliyetsiz bir kimsenin, bütün diğer şartların müsait olmasına rağmen, veriminden bahsedilemez. (21)

11. Kişiyi ve toplumu, başlangıç için lüzumlu olduğuna şüphe bulunmayan feragat ve fedakarlığa sevk eden büyük hamlelere imkan veren budur. (25)

12. ...................toplumsal sorunlara yöneltilmesinin ve toplum ideallerini gerçekleştirmede hizmete konulmasının anlam ve önemi açıktır. Bu şekilde toplumun dağılmaktan kurtulması dayanışma ve işbirliği ruhunun yerleşmesi, feragat ve fedakarlığın gelişmesi, mahrumiyet gerektiren işlerin ele alınması; toplumsal problemlerin hızla halledilmeleri imkan dahiline girer. (26)

13. (zihniyet)... şuur altına inmiş bir takım fikir, kanaat ve intibalar olup özel bir takım değer ve tavırlara vücut verirler. Böylece kişi, farkında olmadan çevresine karşı belirli bir tutumda bulunur. (39)

14. Toplumsal barış, toplumsal kalkınma, medeniyet, anarşinin, güvensizliğin; siyasi huzursuzluğun bittiği yerde başlar. Korku önlenince tecessüs, yaratıcılık serbest kalır, ve insan tabii bir hareketle hayatı tanımağa ve güzelleştirmeğe koyulur. (48)

15. *Eğitim amaçları hiçbir zaman anayasayı aşamaz. O halde bundan sonra gelecek kuşaklar daha ziyade hümanist olarak yetişecek <<vatanım ruy-i zemin, milletim nev’i beşer>> teranesi göklere yükselecek, çeşitli ideolojiler, anayasanın himayesi altında mantar gibi gelişecek, yer altı ve yerüstü faaliyetlerle ulus parçalara bölünüp felakete sürüklenecektir. (57) (1965 yılında yazılmış bir eser...olaylar bu görüşü doğrulamış)

16. Yokluk ve sefalet içinde benliği ve asaleti(dürüstlüğü) kaybetmemek. (69)

Page 300: Akademik kaynaklar dizini

17. Özgür insan vicdanını ve hareketlerini kendisi ayarlayan ve bunlardan sorumlu olan insandır. (72)

MEDİNE’den LOZAN’a

Taha AKYOL, Milliyet Yayınları, 2. Baskı; İst.1996

1. Medine Sözleşmesi, Hz. Peygamberin ve İslam’ın nihai pratiği midir, yoksa zamanın şartlarında bir “tarihi pratik” midir? Genelde, Pakistanlı alim ve düşünür Fazlur Rahman’ın ortaya getirdiği bir dev problem: Dini(kutsal) olanla tarihi(sosyolojik) olan nasıl tasnif edilebilir?(14)

2. Yatay sosyal ilişkilerin fazla yoğun olduğu toplumlar...

3. Farklı dinlere hoşgörü ve cemaat idarelerine dokunmama İslam’da bir dini kural olarak da ifade edildiği için, daha güçlü bir tatbikat bulmuş; Müslümanlar gayrimüslimlere bu hakları tanırken kendi imanlarının gereğini yerine getirmenin bilinciyle davranmışlardır.(16)

4. Müslüman, bir gayrimüslimin ibadet hürriyetine ve cemaat hayatına müdahale ettiği zaman, kendi inandığı dinin kurallarını ihlal etmiş olmaktadır.(16)

5. “Medine Vesikası” gerçekten bir toplumsal sözleşmedir. Ama hem dini olarak hem tarihi olarak İslam’ın yürüyüşünde, gayrimüslimlerin konumu, “sözleşme”den çıkarak bir “itaat” statüsü olan zımmilik konumuna dönüştürülmüştür.(17)

6. Tarihi seyir içinde dinler arası ticari ve sosyal ilişkiler yoğunlaştıkça, “zımmi” statüsünü de ilanihaye sürdürmek mümkün olmamıştır. Teknoloji, ticaret, kültürel ihtiyaçlar nasıl insanoğlunun klan, siteyi, kabileyi ve feodaliteyi aşmasını gerektirmişse, aynı dinamikler belli bir yoğunluğa ulaştığında, dünyevi işlerde “cemaati” de aşmayı ve hukuk birliğine(kanunların şahsiliğinden-hukukun mülkiliğine) yönelmeyi zaruret haline getirmiştir.(17)

7. Çoğunlukçu demokrasi-Çoğulcu demokrasi- Toplumun sabitleri- Toplumun değişkenleri.

8. Genel ahenksizlik...Devamlılık içinde değişme...

9. Osmanlı’nın geliştirip kurumlaştırdığı dini cemaat özgürlüğü de imparatorluğun Balkanlardaki 500 yıllık ömrünün sebeplerinden birisidir.(23)

10. Vacip değil, caiz konularda devletin salahiyeti bulunduğu...(76)

Page 301: Akademik kaynaklar dizini

11. Radikal İslamcılarla, radikal laikler, şeriat konusunda aynı görüştedirler: Farklı amaçlara ulaşmak için, ikisi de Şeriat’in kapsamının çok geniş olduğunu, değişmez, katı bir kaideler yığını olduğunu düşünürler.(78)

12. İslam fıkhındaki “maslahat” kavramı, kamu yararı anlamına gelmektedir. Görülüyor ki, bizatihi İslam’da din-devlet ilişkileri ve din kaideleriyle sosyal değişme arasındaki ilişkiler katı, şematik, donmuş bir kurallar yığını değildir. İyi niyet(ihlas) ve derin bilgi ile araştırılacak, ehlince içtihat edilecek çok geniş bir alan vardır. Demek ki, hazır reçete varmış gibi davranmaktan sakınmak, politizasyondan, bağnazlıktan uzak durmak lazımdır.(80) (Politik taassup)

13. Herhangi bir dini kuralın; “diyani” mi, “kazai” mi, “fetva” mı, “imamet” mi, “ahlaki” mi, “hukuki” mi olduğunu bilmeden, bu konularda geçmiş zamanların ihtiyaçlarına ve anlayışlarına göre yapılmış tasnifleri gözden geçirip tartışmadan, İslam’ı hazır bir politik ve ekonomik düzen reçetesiymiş gibi algılamak... Bu düşünce biçimi, Ortadoğu devrimcilerinin Baas’tan, Arap sosyalizminden, 3 ncü dünya Marksizminden devraldıkları bir zihin alışkanlığıdır ve İslam’ın kendi dinamik zihniyetiyle ve gelişme asırlarının tarihi deneyleri ile ilgisi yoktur. İslam’da insanoğlunun çok geniş bir irade hürriyeti ve ona göre de devletin çok geniş bir “rasyonel” yaşama alanı vardır. Bütün dünyada devletlerin yasama faaliyetlerinin çok geliştiği modern zamanlardan önceki çağlarda bile, İslam Devleti geniş bir “rasyonel” yasama faaliyetinde bulunmuştur. Bu türden bir yasama faaliyeti olan “örf” ve “kanun” daha Abbasiler zamanında bile kurumlaşma düzeyine gelmiş bulunuyordu. Tabii, tarihte bunun en ileri merhalesi, en gelişmiş, en kurumlaşmış İslam devleti olan Osmanlı Devletinde yaşanmıştır ki, “kanunname” külliyatları bunun belgeleridir.(86)

14. Meseleye tek açıdan, sırf kendi formasyonu açısından bakmak...(92)

15. Türkiye’de yabancılar(...........) her konuda ve her bakımdan vergiye, polise, adliyeye, hukuka tabi olmaktan kurtulmaktadır ve bir bütün olarak ülkenin kanunlarının üstünde bir sınıf teşkil etmektedir.(112)

16. .....bu görüşlerin Avrupa’nın Haçlı bilinçaltını yansıttığı muhakkaktır.(124)

17. (Lozan’da) Kapitülasyonların kaldırılmasını kabul mecburiyetinde kalan ihtilaf devletleri, Türk tarafınca da benimsenen “yabancıların Türklerle aynı şartlarda Türk hukukuna tabi olmasını” kabul etmişler, ama Türk hukukunda reform yapılmasını istemişlerdir.(157)

Page 302: Akademik kaynaklar dizini

18. (Buna göre) Yabancı danışmanlardan ve Türk hukukçulardan oluşan bir danışmanlar komitesi kurulacak ve bu komite, Türkiye’de kanunları, adalet yönetimini ve cezaevlerini çağdaş koşullara uydurmak için gereken reform tasarılarını hazırlayacaktır.(158)

19. Lozan’da bu konuda “Adli Beyanname” imzalanmıştır.(159) Lozan, üst hakem ve Avrupalı danışmanlar olarak iki kurum getirmiştir.(168)

20. İsviçre Medeni Kanununun kabulü ile Lozan’ın getirdiği “üst hakem” ve “Avrupalı danışmanlar” kurumları fiilen ortadan kalkmıştır. İsviçre’den M.K. un alınması karşısında azınlıklar 42 nci maddedeki haklarından vazgeçmişlerdir.(169)

21. Prof.Dr.Mehmet AYDIN, “Türk Hukukunun Laikleşme Sürecinde Lozan” isimli araştırma yazısında(İslami araştırmalar Dergisi, Yaz-güz-1995/s.172) İsviçre’den Medeni Kanunun alınmasının Lozan ile ilişkisi konusunda, Lozan’da gerek yabancılar ve gerekse gayrimüslim azınlıklar lehine yapılan baskıların bir sonucu olarak İsviçre’den Medeni Kanunun alındığını belirtir.(169)

22. (Aynı konuda) Prof.Dr.Gülnihal BOZKURT ise, “hukuk devriminin” Lozan’dan değil, sırf çağdaşlaşma isteğinden doğduğunu savunur.(169)

23. (Aynı konuda) Prittsch ve Hirsh gibi bazı Batılı hukukçular, “Türkiye’de salt Lozan’ın 42 nci maddesindeki egemenlik gücünü kısıtlayıcı yükümlülüklerinden ancak din ayrımı yapmayan bir “şahsın hukuku ve aile hukuku” yaratılarak kurtulabileceği için hukuk devrimine gidildiği görüşündedirler.(170)

24. Her şeyi yeni baştan ve tamamen Batılı olarak düzenleme ve öngörülen yeni hukuki yapıyı en hızlı bir biçimde oluşturarak Avrupa’nın siyasi müdahalelerine set çekme düşüncesi, İsviçre’den Medeni Kanunun alınmasını tercih etmiştir.(174)

25. Yeni Türkiye’nin liderleri, Avrupa’dan bir medeni kanun almayı düşünürken, içinde bulundukları ortam şudur: azınlık temsilcilerinin katıldığı karma komisyonlarda azınlıklar için ayrı kanunlar hazırlanıyor; bu konuda son sözü Avrupalı “üst hakem” söyleyecektir.... “Avrupalı danışmanlar” Türkiye’nin hukuk düzenini incelemek için ülkemize gelmiş, çalışmalara başlamıştır. Bu ortamda, Milli Mücadelenin içinden çıkmış yeni liderler, bunlara süratle bir son vermek için, din ve mezhepleri ne olursa olsun bütün vatandaşlar hakkında geçerli olacak, Batı’nın siyasi müdahalelerine meydan vermeyecek bir medeni kanun düşünüyorlar. Tercihleri, İsviçre Medeni Kanunudur.(175) Ve bu kanunun tercüme ve kabul edilişi sürecinde, azınlıklar dilekçe vererek Lozan’ın 42 nci maddesindeki özel hukuktan vazgeçtiklerini bildirmişlerdir.(175)

Page 303: Akademik kaynaklar dizini

26. Çağımızda son derece yoğunlaşmış ekonomik ve sosyal ilişkilerin çok hukuklu sistemde içinden çıkılmaz sorunlara sebep olacağı...(181)

27. Oy birliği şartı; %1 in, %99 u veto etmesi ve %99’a tahakküm etmesidir.(182)

28. İslam’ın tarihinde ve Peygamberimizin hayatında Medine Sözleşmesi tek, tekrarlanmamış bir deneydir. Geçici bir olaydır. Filhakika, Peygamber Efendimizin devrin şartlarında “diyani” bir tatbikat olarak değil, “siyasi” tatbikat olarak yaptığı ve bu sebeple de Müslümanlar için din bağlayıcılığı olmayan Medine Sözleşmesi yürümemiş(fonksiyonu bitince) (zımmiler)itaat statüsüne geçilmiştir.(184)

29. Birey dediğimizde bireyin inançlarını, ahlak anlayışını, kendi özel ve ailevi hayatı için tercih ettiği değerleri görmezlikten gelemeyiz. “Birey” jakobenlerin kafasındaki standart fabrikasyon imalatı değildir.(184)

30. Hukuku “diyani” ile sınırlamak, yani dini alanla özdeşleştirmek yanlıştır. Taassuptan, durgunluk ve geri kalmadan başka bir sonuç vermeyeceği gerçeği tarihen kanıtlanmıştır. Rasyonel ve “deneyci” bir zihniyetle İslam Hukukundan yararlanılmasına da “laiklik” taassubu engel olmamalıdır.(188)

31. İçinde adalet ve faziletin en esaslı hükümleri saklı bulunan ve hak ve adaletin en feyizli kaynaklarından olan İslam Hukuku, asırlarca en medeni milletlerin ihtiyaçlarına cevap verdiği halde, bugün mukayeseli hukuk sahasında layık olduğu yeri alamamış bulunmaktadır.(188)(1949 yılında İ.Ü.Hukuk Fakültesi tarafından yayınlanan Hukuk-u İslamiye ve Istılah-ı Fıkhiye Kamusu’na Ord.Prof.Sıddık Sami ONAR tarafından yazılan önsözden)

32. (.......) Sosyolojik gelişme sürecinin siyasi kurumlaşması...(190)

33. Toplumsal amaç olarak ılımlı siyasi fikirlerle uzlaşmaya açık, sosyo-ekonomik gelişme ile de “iç entegrasyonu” güçlendiren bir süreç benimsenmedikçe, darbeler de, sivil iktidarlar da “istikrarı” sağlayamıyor.(200)

34. Pakistan’ın sosyolojik bakımdan bütünleşmiş(entegre) bir cemiyet haline gelmemiş olması, askeri müdahaleleri izah ettiği gibi, din ve siyaset ilişkilerindeki sorunları da izah etmektedir.(200) (İyi bir örnek verememesinin önemli bir sebebidir.)

35. Aksiyoner değil, reaksiyoner bir hareket... Toplumsal entegrasyon...(-)

36. Entegre olmamış bir toplumun tabiatı istikrarsızlıktır...(-)

Page 304: Akademik kaynaklar dizini

37. Ülkemizde batıcı bir zihniyetin hızla bürokratikleşmesi...(-)

38. Müslümanların bin yıldır unuttukları sosyolog İbn-i Haldun’u yeniden okumaları ve ondan sonra dönüp çağımıza bakmaları bir zarurettir.(209)

39. Halkın günlük sorunlarını “bypas” ederek daha çok ideolojik sorunlar üzerinde yoğunlaşan bir anlayış...(211)

40. Kamu yararı fikrini oluşturmak...

41. Kamusal meşruiyet anlayışı, öncelikle etnik gurup, kabile ve fraksiyonlar etrafında dönmekte...(214)

42. Devlet otoritesi, devleti temsil edenlerin ahlakına göre iyi veya kötü olarak ortaya çıkar(-)

43. Toplumun dinamiklerini ve kolektif enerjisini milli hamlelerde hizmete koymak için, bunu temin edecek bir heyecan dalgasını topluma aşılamak gerekir.(-)

44. Dini inanç ve değerler, toplum fertlerini ve yöneticilerini dürüst çizgide tutan manevi ve ahlaki bir disiplin olmaktan çıkarılıp, nüfuz ve otorite aracına düşürülürse...Din, insanı her statü ve mevkide kul olma bilinci ile hareket ettirir. Bu taktirde fertler, hangi mevki ve makamda olur ve hangi güce sahip olursa olsun, bunu menfi bir anlamda kullanamaz. Çünkü, aksi taktirde Rıza-i İlahiye ulaşamaz.)(-)

45. Sosyolojik yapımız üzerindeki etkileri.....

KANT VE SCHELER’DE İNSAN PROBLEMİTakiyettin Mengüşoğlu, 2.baskı. İst.-1969

1. Pratik hayatta yapılan yanlışlar, hemen öçlerini alırlar.(8)

2. Bir nesil diğer bir neslin eğitimi ile uğraşır.(12)

3. Eğitim, insanın hayvani eğilimleri ile gayesinden, insanlıktan ayrılmasına engel olur.

4. İnsanın kabiliyetleri, uygulanacak eğitime göre şekil kazanırlar.(12)

5. Dünyada iyi olan her şey, iyi bir eğitimin mahsulüdür.(13)

6. Eğitimin ardından insan tabiatına ait mükemmeliyetinin büyük sırları gizlidir.(14)

7. Fakat kendisi hiçbir zaman onların yaratıcısı olamaz, sadece aşığı ve hayranı olur...(15)

Page 305: Akademik kaynaklar dizini

8. İnsana düşen, iyiyi devam ettirmek, kötüyü dizginlemektir. Bunun için de, bunları hissedecek(iyi ile kötüyü) bir “değer organı”na sahip olmak gerekir.(15)

9. Teknik bilgi, bütün insan varlığını aydınlatan bir bilgi değildir.(hatta bu bilgi insana bir form bile vermemiştir.)(25) insana insani nitelikler kazandıran, insanın ruhi cephesini aydınlatan manevi bilgidir ki; bu bilgiden yoksun insanlık için teknoloji,(hile ve kurnazlığın bir vasıtası olur.)(25)

10. Her fert, kendi kişiliğinde, mensubu bulunduğu cemiyeti temsil etmektedir.

11. Diğer taraftan insan, ahlaki, hukuki ve geniş manada pratik eylemlerin taşıyıcısı olduğu için...(34)

12. Gayesini onları doyurması görür....(63)

13. Bugünkü eğitim insanımızı, çağdaş ilim ve teknolojinin ustası değil, batının aşığı ve hayranı yapmıştır.

14. Türk insanı, şahsiyet olmanın kapısını zorlamaktadır...

15. Toplumda ıstırap feryatları yükseliyorsa...

16. İnsanın maddi hayatına; maneviyatın hakim olması...

17. İnsan şahsiyeti; siyasi, iktisadi, sosyal ve hukuki bütün problemlerin buluştukları bir noktadır...

18. Herhangi bir alanın problematik bir duruma girmesi, dikkatleri kendi üzerinde toplamağa hizmet eder.(90)

19. Sadece insana has olan fenomenler...

20. *İnsanın Kosmos’taki yeri, varlık yapısı, insan varlığının kaynağı gibi düşünceler, zamanımızda olduğu kadar hiçbir çağda sarsılmamış, çeşitli şekillere girerek bulanık bir hale gelmemiştir. Çağımız, başka zamanlara göre insanın kendi kendisi için problem olduğu ilk(bir) çağdır. Şimdi insan kendisinin ne olduğunun artık bilmiyor o, bunu bilmediğinin, Kosmos’taki yerini tayin edemediğinin de farkındadır.

21. Mutlak eşitlik mümkün olmadığı gibi adil de olamaz...(92)

22. İnsan en yüksek değeri taşıyan, dünyaya ait ve ahlaklı bir varlıktır.” Cümlesi ancak tanrının idesinin şartı ve ışığı altında kavranabilir ve fenomolojiik olarak idrak edilebilir.(989 (Bir inanç idealinin şartı ve ışığı)

23. Milli ve manevi değerlerin terbiyesi olmadan doğrudan doğruya ve kendiliğinden bir ahlak sistemi kurulabilir mi?(...)

24. (Gaye); insanda maddi ve manevi akt’ları yöneten, onlara belli bir eserin başarılmasına kadar eşlik eden bir faktördür.(104)

Page 306: Akademik kaynaklar dizini

25. sosyal irsiyet -sosyal teşhis(...) tedavi sosyal deneyler ......... kültür dünyası........ -insanın .........>biyolojik yapısı.........>ideolojik yapısı -** müşterek hayat için hasta bir kişilik yapısı...

26. Nasıl sesler ancak melodinin içinde bir mana kazanıyorlarsa, herhangi bir bütünden ayırdığımız parçalar da, ancak o bütün içinde ve bütünün emrinde manalarını kazanabilirler.(200)

27. İnsanın davranışlarında, dış dünyanın olduğu kadar iç dünyanın da rolü vardır.

MİLLİYETÇİ EĞİTİM SİSTEMİDoç. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Töre Devlet Yay. 7. Baskı İst.-1973

1. *Türk cemiyetinin, son yarım asırda, birbiri ardınca gelen dört mühim merhale geçirdiği malumdur. Bu merhalelerin milli hayatımızda da büyük ölçüde tesirli olmuştur. İlk bakışta yalnız siyasi gibi görülen fakat neticeleri bakımından birer sosyal gelişme olan bu dönemeçlerin asıl mahiyetleri, en açık şekilde eğitime vuran akislerinde görülür. (18)

2. *(cumhuriyet dönemi eğitiminde) Okullarda ilmi gerçeklere uygun ve objektif bir tarih öğretimi yapılamamıştır. (19)

3. *Nesillerin gerçeğe tekabül eden bir tarih şuuru kazanması önlenmiştir. (20)

4. *Cumhuriyet eğitiminin mühim hatalarından biri de, yalnız iktisadi ve siyasi planda kalması gereken inkılapları, milli kültür sahasına da teşmil etmesidir.

5. *Bu devrin bir kusuru da siyasi plandaki inkılap anlayışının milli eğitime ve ilmi müesseselerine de hakim olmasıdır. Herkes kabul eder ki, bir inkılap yapan insan, o inkılapların prensiplerine göre nesiller yetiştirir. Yapılan inkılabın yaşayabilmesi için bu zaruridir. Ancak Cumhuriyet inkılabının yapıcı ve uygulayıcıları bir noktada kendi kendileri ile tezada düşmüşlerdir. Rejimin yerleşmesi konusundaki haklı hassasiyetleri dışında, çağdaş medeniyetin icaplarına uymayı ihmal etmişlerdir. Halbuki Cumhuriyetin asıl gayesi, sadece saltanatı yıkmak değil, çağın ilim ve tekniğini alarak, devlet idaresinde aklı, ilmi ve milli iradeyi hakim kılmaktı. Bunun içinde nesiller ilim ve akıl prensiplerine göre yetiştirilmeliydi. Ortaçağın iskolastik düşüncesinden kurtulmak istiyorsak, zihinlere hiçbir fikri, hiçbir görüşü münakaşasız kabul ettirmemeliydik, ama öyle olmadı. Cumhuriyetin getirmek istediği dünya görüşü, totaliter bir parti disiplini içinde nesillere tepeden inme kabul ettirildi. Bu

Page 307: Akademik kaynaklar dizini

yüzden de eskinin dar kafalı, iskolastik düşünceli ve şekilci softası yerine, şimdi de inkılaplara körü körüne bağlı fakat muhtevasından habersiz ve robotlaşmış “devrim yobazları” türedi. (23-24)

6. Böylece, milli eğitimimizin temeline iki dinamit konmuştur:

a-Ümanizm (insaniyetçilik)

b-Materyalizm (maddecilik)

7. *Her fert bulunduğu cemiyetin genel karakterini taşır.

8. Bugünün ve yarının ihtiyaç ve zaruretleri böyle bir neslin doğmasını zaruri kılmaktadır.

SOSYAL SİSTEMLERİN TEMELLERİAykut Edibali, Otağ Yay. II.Baskı İst.-1979

1. *Bir ülkenin problemi, sonuç olarak o ülkedeki insanın ve toplumun problemidir. (15) (önsöz)

2. *İnsanoğlunun problemleri, yaşamak için dış dünyaya olan ihtiyacından ve bu dünyanın ona koyduğu sınırlardan doğmaktadır. (22)

3. *İnsanın arzuları, gayesi ve ihtiyaçları sonsuz, sayısız; halbuki bu ihtiyaçların tatminine yarayan imkan ve vasıtalar ile mahduttur. (24)

4. *İnsanoğlunun karşılaştığı problemleri çözmekte ilk yaptığı, daha doğrusu yapması gereken şey, karşılaştığı problemin ne olduğunu bilmektir. Eğer problem çözülebilecek mahiyette ise, doğru ve uygun bir çözümün ilk şartı, bilindiği gibi problemi tam olarak anlamaktır. (76)

5. *İnsanlar, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar, toplum hayatı yaşamışlardır. Binaenaleyh, toplum hayatı, insanların varlık tarzıdır, yaşama şeklidir. (85)

6. *Bu bakımından, Türk milletinin ve aydınının bugün tarihi vazifesi; kendi “Büyük Kültür Sistemi” ni yalnızca tarihi bir olay olmaktan çıkarıp; “müstakbel” kılabilmesidir.

7. *İnsan probleminin hangi şekiller serisinden çıktığı... (193)

8. *İnsanoğlu, kainat ve zaman içindeki yerini doğru olarak bilmek ister. “Nereden geliyorum, nereye gidiyorum, ben neyim, kainattaki yerim nedir?” diye sorar. Bu sorulara cevap veren iki disiplin vardır: Din ve felsefe...(313)

Page 308: Akademik kaynaklar dizini

9. *İşte felsefe, belirli bir alanda faydalı neticeler veren metodun, daha farklı bir alana tatbikinden doğan bir hatadır. (316)

10. *...İlmin pratik amacı ve özü insanın çevresini yaşamasına elverişli olarak değiştirmektedir.(........) kısaca bilgimiz, bize fizik dünyanın girişlerini kullanarak fizik dünyayı ıslah ve imar etme imkanını bahşeder ve bu imarın dolaylı sonuçları olara da sosyal çevre şöyle veya böyle değişir. Demek ki, insan bilimin asli fonksiyonu, fizik dünyanın güçlerini kontrol edebilmektedir.

11. Bu amaç dışında bir hedef tasavvuru, bilimleri metafizik haline getirmek ve onları dinden (...) dinden beklenen fonksiyonlara sahip olmaya zorlamaktadır ki bu saçmadır... (326)

12. -*Asıl problemin tezahürlerini, bizatihi asıl problemlerin kendisi zannetmek ve bu görüntülere müdahale etmek, dün ve bugün müşterek bir kötü olarak teşhis mantığımıza musallat olmuştur.

FONKSİYONEL EĞİTİM SOSYOLOJİSİ(Pedagojik Formasyon Amaçlı)

Yrd. Dç. Dr. Hasan Çelikkaya, Alfa Yay. İst.-1996

1. İnsanı insan yapan bilgi değil değerlerdir.(önsöz V)

2. **Yalnız objektif bilgi kuru ekmeğe benzer. Duygu ve değerlerle yoğrulmuş bilgi(Yazma üslubu)(önsözVI)

3. Deneysel ilimler objektiftir(evrenseldir) Sosyal bilimler ise genellikle toplumsal değerlerle (milli kültür ile) ilgili olduklarından, sübjektif olmaktan kendisini kurtaramazlar.(4)(dipnot)

4. Bir bilim adamı, alimlik sıfatı ile objektif, ama bir toplumun üyesi olması ve mensubu bulunduğu milletine hizmet etmekle yükümlü olması dolayısıyla da sübjektiftir.(5)

5. Eğitim; ferdin, yaşadığı toplumda, pratik değeri olan kabiliyet, yöneliş ve diğer davranış formlarını edindiği süreçler toplamıdır.(12)

6. SOSYOLOJİ : Kelime olarak toplum bilimi demektir. İlim olarak ise; her türlü sosyal olay, olgu ve oluşu kendine has metotlarla inceleyerek kanunlara, prensiplere bağlayan ve sosyal problemlere çözüm arayan pozitif (deneysel) bir ilimdir.(19)

7. Süreç – mantık (Her süreç kendi içinde mantıki bir akış içindedir. Süreci teşkil eden olayların mantıki savunması yapılabilir. Ancak bu süreci başlatan ilk hareket yanlış ise, sürecin tamamı yanlış olabilir...(-)

- Deneme okulları...

8. s/19-33 fotokopisi alınmıştır.(sosyolojik kavramlar)

Page 309: Akademik kaynaklar dizini

9. Her eser ve teknoloji zamanıyla kıyaslanır.(34)

10. Bilimsel araştırmaların temelini, meraktan daha çok sosyal ihtiyaçlar teşkil eder.(36)

11. Deney metodu: Şartları tarafımızdan hazırlanan ve istenildiği zaman, istenildiği kadar tekrarlanabilen bir işlemdir.(40)

12. Kitle eğitimi ile ne kişinin ne de toplumun gelişmesi mümkün değildir. (42)

13. Tarihi metod: Tarihi belgelere, verilere, tarihi olay ve olgulara bakarak, onlar arasındaki ilişkiler ve bağlantılar arayarak, sosyal hayatla ilgili genellemelere varmayı hedefleyen bir metottur.(43)

14. Bir devletin varlığını sağlıklı ve güvenli bir şekilde devam ettirebilme ve olabildiğince uzun ömürlü olabilmesi, yöneticilerinin üstün vasıflı olmalarına bağlıdır.(Doğru orantılıdır)(53)

15. Yapılan değişiklikler ne kadar toplumun yararına da olsa değişik sebeplerle mutlaka karşı çıkan insan ve kesimler bulunur. Kimisi kavrayamamaktan, kimisi menfaatinin elden gitmesinden, kimisi partizanlıktan, kimi ideolojik yönden, kimi de hasetlikten v.b... kimi de resmen düşmanlıktan karşı çıkar. Toplumun yönetimini üstlenen kimselerin bu sosyal gerçekleri bilmeleri mutlak gereklidir.(123)

16. Toplumsal değişmeler, aşağıdan yukarıya(düşünce-yaşayış-örf ve adetler, olduğu gibi yukarıdan aşağıya da olabilir.(modernleşmeler-reformlar v.b.)(123)

17. Bilim ve teknolojideki gelişmelere ahlak unsuru ilave edilmelidir. Aksi taktirde, bu gelişmeler insanlığın aleyhine olacaktır. Papaz Joun Paul

18. Toplumsal değişme, teknolojik kurumlara göre, sosyal kurumlarda (din,ahlak, yönetim, eğiti v.s.) daha yavaştır.(124)

19. S/124-129 toplumsal değişim çeşitleri...(fotokopi)

20. Yeter ki, milli kültürün edebiyatından kurtulup, uygulamasına geçebilelim.(160)

21. İnsanlar en büyük fedakarlığı inançları uğrunda göstermiş ve göstermektedirler. En kıymetli varlıkları olan canlarını bile bu uğurda rahat feda edebilmektedirler.(165)

22. **Din duygusu fıtridir; insanda doğuştan vardır. Doğru ve yanlış bir inanç çeşidi ile bu duyguyu doğurmak, bu açlığını gidermek zorundadırlar. Din genel manada bir inanç yolu olduğundan felsefeyi inkarın yine bir felsefe yapmak olduğu gibi, dini inkar etmenin de, yine bir “inanç çeşidi” icat etmek olduğu unutulmamalıdır.(165)

Page 310: Akademik kaynaklar dizini

23. Bir milletin sahip olduğu dili, yalnızca konuşma aracı değil, aynı zamanda tarihine (mazisine) bağlayan bir kültür taşıyıcısı ve aktarıcısıdır, geliştiricisidir. (166)

24. Bugün bir Fransız 300 sene önce yazılan kaynaklara inebildiği ve onların dilini anlayabildiği halde, biz....(166)

25. Erişmek istedikleri bir hedefi olmayanlar çalışmaktan zevk alamazlar.

26. 1950’li yıllardan sonra doktriner eğitim bozuldu. (İHL’lerin açılması ile)

27. Bugün İHL’yi açan halk zihniyeti ile; 1950’li yılların öncesindeki doktriner eğitimi muhafaza eden askeri okullarda kazanılan zihniyet çelişkisi...

ZİYA GÖKALP’İN EĞİTİM SOSYOLOJİSİDoç. Dr. Hikmet Yıldırım Celkan

M.E.G.S. Bakanlığı Yay. Araştırma- İnceleme dizisi 871/141 İst.- 1989

1-       Eğitim sosyolojisi, eğitimin sosyal ve kültürel fonksiyonunu incelemektir. (1)

2-       Eğitim, toplumun kültürüne göre beliren sosyal ve kültürel bir müessesedir. (2)

3-       Fert, içinde yaşadığı toplumun kültürünü özümlediği ölçüde eğitilmiş olur. Genç kuşaklara kültürel miras, yetişkin kesim tarafından aktarılır. (2)

4-       Fertlerin dışında bulunup, onlara tazyik etmekte olan sosyal hadiseler kolektif ruh şeklinde belirirler. (……) ferdî ruhlarda kolektif ruhun zayıf bir şekli mevcuttur. Ve yalnız başına bir fertte topluluk ruhu denilen kolektif ruh görülemez. Ancak fertlerin bir araya gelmesi halinde kolektif ruh bütün şiddetiyle ortaya çıkar. (15)

5-       Fertlere, mensup oldukları içtimaî zümrenin telkin ettiği tarz-ı idrâk ve emellere anane denir. (39)

6-       Eğitim tarihinde, eğitim teorisi hakkında iki farklı görüş şeklinde beliren tartışmalar vardır. Birincisi eğitimi içten gelişen bir formasyon kabul eder. İkincisi eğitimi dışardan gelen etkilerle oluşan formasyon kabul eder. (49)

7-       Terbiye, bir cemiyette, yetişmiş neslin henüz yetişmeye başlayan nesle fikir ve hislerini (aktarmasıdır.) (50)

8-       Bir (milletin) vicdanında yaşayan kıymet hükümlerinin toplamına, o kavmin kültürü denilir. Terbiye bu kültürü, o kavmin fertlerinde ruhî melekeler haline getirmektir. (50)

Page 311: Akademik kaynaklar dizini

9-       Terbiye, olgun nesiller tarafından henüz yetişmemiş nesillere yapılan tesirdir. (50)

10-   İnsanlar bütün hayatları boyunca topluluk içinde yaşarlar ve gelişirler. (52)

11-   Milli kültür, hem usulle (sistem- kanun-eğitim v.s) yapılayan, hem de taklitle başka milletlerden alınamayan duygulardır. (55)

12-   Milletimizin seçkinleri milli kültürden mahrum olarak yetiştiler. (100)

13-   Medeniyet, usûl vasıtalarıyla ve ferdî iradelerle meydana getirilen, taklitle milletten millete geçebilen, toplumun fertleri arasında dayanışma meydana getirmeyen (iç disiplin) ve yalnız insan cemiyetlerine mahsus mefhum, teknik ve sosyal olayların bütünüdür. (102

14-   Zamanla sosyal ve siyasal karaktere bürünerek (112)

15-   Türkiye-yi diğer memleketlerden ayıran hususî bir hal var; başka milletlerde en karakterli ve ahlaklı kimseler tahsilde en ziyade ileri gitmiş fertler arasında çıktığı halde, bizde ekseriyetle bunun aksi vâki oluyor. Türkiye-de vatan için, en zararlı adamlar, ……. tahsilden pay alanlardır. (……) Türkiye-de eğitim, (……) terbiye ettiği fertlerin ahlâk ve karakterini bozuyor. Bizi diğer milletlerden ayıran bu hususiyetin sebebi nedir? Bence, bunun tek sebebi var: Bu sebep, diğer milletlerin maarifi millî bir mahiyette olduğu halde, bizim maarifimizin kozmopolit bir halde bulunmasıdır. (116)

16-   Milli ve manevi değerlerimiz ile bilim ve teknoloji arasında bir çatışma yoktur. Çatışma,milli ve manevi değerlerimiz ile, bu değerlerden kopuk bir toplumdan çıkar sağlayan iç ve dış güç ve zümreler arasındadır.

SOSYOLOJİYE GİRİŞ“Temel Kavramlar”

Prof. Dr Mahmut TEZCAN, Feryal Matbaası 4. Baskı, Ankara-1995

1. Bilim olarak Sosyoloji (s.1-21) fotokopi.

2. Sosyolojinin tarihsel gelişiminde temel düşünürler. Auguste Comte (1798-1857);

3. Toplumsal gerçeği oluşturan yasalar bulmak (gözlem-karşılaştırma-denge gibi tekniklerle) (23)

4. Comte, toplumsal gerçeğin, düşüncele düzeyinde aranmasını söylemiş ve bu yüzden eleştirilmiştir.(24)

5. W.F. Hegel (1770-1831)- (Diyalektik düşünce kuramı.) Hegel’e göre, diyalektik, bir karşılıklı ilişkiler olgusunu, ya da etki

Page 312: Akademik kaynaklar dizini

tepki sürecini içerir. (Bütünlük-çelişme-hareket-nitel değişme) (24-25)

6. Karl Marks (1818-1883)

7. Emile Durkheim (1858-1917) (Modern sosyolojinin kurucularımdan) Durkheim’e göre, Toplumdaki belirleyici öğe, ortak inanç, değer ve normların soyut bir bütünü olan toplumsal bilinçtir. Aslında, toplumsal bilinçliği açısından onlardan farklıdır. Bireysel bilinçlerin basit bir toplamı, ya da sonucu değildir. Toplumsal bilincin kendine özgü nitelikleri vardır: Bunlar:

8. Kendi yaslarına göre evrimleşir;

9. Bireyleri çevreleyen, etkileyen ya da belirleyen koşullardan bağımsız olarak varlığını sürdürür.

10. Kuşaklar arası bağlantıyı gerçekleştirir. Çünkü zaman içine büyük bir değişiklik göstermez.(28)

11. Durkheim’e göre ; Toplumsal bilinç, bir toplumun bireylerindeki ortak inanç ve duygularının bütünüdür. O, insanları bir arada tutan şeylerin neler olduğu sorusunu, değer, inanç, doğmalar, norm ve kurallar sistemi olarak yanıtlar. (29)

12. Dayanışma: Bireylerin toplumu oluşturmalarının nedenini dayanışma kavramı ile açıklar. Durkheim’e göre dayanışma; Mekanik / Organik olmak üzere iki türlüdür.

13. Mekanik Dayanışma: benzerlikten (aynilikten) ileri gelir. İnsanlar aynı duygu ve düşüncelere sahip olduklarından birbirlerine benzerler ve farklılaşmamış bir toplum tipi oluştururlar. Aynı norm, inanç ve değerleri paylaşırlar.

14. -Organik Dayanışma: Toplumda farklılaşma sonucu ortaya çıkan dayanışmadır. (Farklı işler, meslekler, v.s.) ilerlemiş ve nüfusu yoğunlaşmış toplumlarda ortaya çıkar.(29)

15. Max Weber (1864-1920): Onun sosyoloji kuramının temel konusu: bireysel düzeyde beliren toplumsal eylemdir.(30) Weber’e göre, bazı dinsel inançlar, bir ekonomik zihniyetinin doğuşunda rol oynamıştır. Örneğin; Kalvinist reform öğretisi ile kapitalist düşünce arasında bir anlam ve neden uyumu vardır. O’na göre; Kalvinist anlayış, dünyanın zevklerinden vazgeçme süreci yaratmaktadır. Zenginlikler birikmeli (tasarruf) fakat onlar zevk için tüketilmemelidir. İşte, buradan, kapital birimi, yatırım, girişim düşüncesi gibi kapitalist davranışlar ortaya çıkmaktadır. (31)

16. Weber, toplumsal gerçeği bireysel davranışlara ve onların anlamlarına indirgeyerek parçalamıştır. Böylece toplumu bu ufalanmış bireyler arası ilişkilerin bir bütünü olarak yorumlamıştır. Ayrıca, bireysel eylemlerin öznel anlamlarını kültürel anlam ve

Page 313: Akademik kaynaklar dizini

değerlere bağlayarak psikoloji ve sosyoloji birleştirmek istemiştir. (32)

17. Talcott Parsons (1902-1979): Yapısal-Fonksiyonel kuram’ın en önemli temsilcisi....

18. Ona göre, sosyoloji, toplumsal sistemleri, bireylerin davranışları arasındaki etkileşimler açısından inceler.

19. Parsons modelinde iki nokta önemlidir:

20. Toplumu ayakta tutan birey ve gruplar arasındaki karşılıklı etkileşimdir. Bütün ve parçalar arasındaki ilişkiler, toplumsal sistemin temelini oluşturur. Böylece, model, toplumu oluşturan parça ve bütün arasındaki ilişkileri çözümlemeye çalışır.

21. -Toplumsal işlevdir. Toplumdaki yapının ir parçası ya da davranış kalıbı toplumsal sistemin (toplumsal barış ve kalkınma disiplinlerine) devamına katkıda bulunuyorsa bu fonksiyoneldir. Bu modele göre, toplum, bir işlevler bütünüdür....

22. Parsons modelinde her toplumsal sistem, dört işlevsel öğe yani değer kategorileri ile anlaşılabilir:

23. Toplumca kültürel olarak sağlanan araçların amaca uyumu; - Amacın belirlenmesi, - Değerler aracılığı ile sağlanan toplumsal bütünleşme ve eş güdüm. – Normların korunması (Toplumsal süreklilik) (32)

24. Parsons’a göre toplumda üç tür sistem vardır:

25. Kişilik sistemleri: (fertlerin) gereksinimleri ve eğilimleri ile belirlenen ve onların eylemleri ile uyum gösterebilen eylemlerden oluşur.

26. Toplumsal sistemler: Belirli bir toplumda geçerli olan değer, norm, simge ve imgelerin tutarlı bir biçimde kalıplaşmasından oluşur.

27. Sistemi oluşturan parçalar, ekonomi, aile, din, siyaset, eğitim gibi toplumsal kurumlardır. Bunların, toplumda yerine getirdiği görevlerin o toplum için işlevsel olması gerekir. (33)

28. Eleştirisi: Modelin kavramları çok genel, kendisi ise çok soyuttur. Eğer parça ve bütünler arasıdaki ilişkiler bu kadar düzgün bir biçimde birbirine uysaydı toplumlarda hiçbir sorun ortaya çıkmazdı. (33) (azamı uyumu sağlamak....)

29. Önsöz: Bu çalışmanın ortaya koymak istediği gerçek: Bati kültürü insan tipi / Milli kültür insan tipinin toplumsal barış ve toplumsal kalkınma disiplini açışından nasıl bir toplumsal sürece yol açtığını...?

30. Grup dinamiği.....

Page 314: Akademik kaynaklar dizini

31. Toplum dinamiği

32. Türkiye’de Medya, bir eğitim aracı olmaktan çok bir propaganda aracıdır. (-)

33. Eğitim, fertleri nitelikli hale getirme ve toplumsallaştırma aracı haline gelmelidir. (-)

34. Toplumların kültür farklılığı, mutlaka belli bir yerde, belli bir zamanda yaşatma olan bir topluma göre toplumsallaşmayı gerekli kılmaktadır. Yoksa, evrensel bir vatandaş olarak toplumsallaşma imkansızdır. Her birey, ancak içinde yaşadığı, içinde doğduğu somut bir toplum tarafından toplumsallaştırılır. (38)

35. Bk. Özetler... (insan davranışlarını belirleyen faktörler ile ilgili not.....)

36. Bireyselleşme, toplumsallaşmanın karşıtı değildir. Her birey yeganedir ve farklı bir kişiliğe sahiptir. Böylece, bir bireyin kişiliğini oluşturan toplumsal deneyimlerin toplamı hiçbir zaman bir diğer bireyinkinin aynısı değildir. Bu yüzden ikisinin toplumsallaşması da aynı değildir. Böylece her kişin hem yegane ve hem de toplumsal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her birey, bulunduğu topluma en iyi uyarlanmayı sağlayan kalıpları benimserken ayrı bir toplumsal kişilik geliştirir. (43)

37. Kültürleşme kuramı (Toplumsallaşmada ): Özelikle antropologların geliştirdiği bu kurama göre birey, içinde bulunduğu kültürü öğrenir ve davranışlarında bu kültürü yansıtır.(48)

38. -Öğrenme Kuramı: (Watson) Bireyin toplumdaki kültürü öğrenme yolu ile edindiği bunu davranışlarına yansıttığı, sonraki toplumu da bu yolla etkilediği...

39. -Psikonalitik Kuram: (Freud-Piaget) (Çocuk birim alınır.)....(49)

40. Toplumsal yığın: Mekan bakımından birbirine çok yakın, yan yana, iç içe bir arada bulunurlar. Bunların ilişkileri ya yoktur, ya da çok azdır. Birbirlerini tanımazlar. Birbirlerine yabancıdırlar. Örgütlenmiş değildir. (Basit kalabalıklar, etken kalabalıklar (protesto grupları gibi); izleyiciler ve dinleyiciler, bölgesel yığınlar, ......) (58-59)

41. KİTLELER: Aynı lideri TV’den seyredenler, aynı müziği dinleyen, aynı kitabı okuyanlar v.s.)

42. GRUP: Her grupta ortak çıkar ve değerler vardır. Grubun varlığı bir ölçüde buna bağlıdır. Asgarî çıkar ve değerlerde çatışma çıktığında grubun dağılması kaçınılmazdır. (arkadaşlık – iş grupları gibi...) (61)

43. TOPLUMSAL YAPI: Toplumu oluşturan başlıca öğeleri, bunların toplum bütünü ile aralarındaki ilişkileri ve işleyişlerindeki ve

Page 315: Akademik kaynaklar dizini

değişimlerindeki düzenlilikler... (Nüfus, çevre ve yerleşim, ekonomi, toplumsal sınıflar, eğitim, siyaset, hukuk, aile, din, birer toplumsal yapı öğesidir. (65) (66)

44. Toplumsal barış olgusunun, fertlerden beklediği roller (-)

45. Toplumsal rol: ayırt edici, belirli bir toplumsal konum etrafında toplanmış davranış kalıpları...(Babalık, analık, memurluk, liderlik v.s.)

46. Toplumsal (Kişilik): Bireyin, oynadığı bütün rollerin toplamıdır.

47. Toplumsa statü: Fertlerin toplumda oynadıkları rolün önemine verilen değerdir. (69)

48. İdeal rol: Sahip olduğu statü nedeniyle bireyden beklenebilen davranış kalıpları ve tutumları (70)

49. Temel rol: Örnek: eğitimde; birey öğretmen, öğrenci, md. gibi alt rolleri yerine getirir. (70)

50. Kilit rol: Kişinin rolleri arasında n önemli olanıdır. Kişinin kilit statüsüne bağlı olup, kültürün eksen kurumuna göre ölçülür. (70)

51. Eksen Kurumu...

52. Rol çatışması: Çağdaş toplumda insanların çok rol sahibi olması onların çatışmalarına da yol açmaktadır. Örnek: kişinin üyesi olduğu bir gruptaki rolün, bir başka gruptaki rolü ile bağdaştırılması imkanının bulunmadığı durum... Hümanist değerleri benimseyen bir kimsenin askeri eğitime tabi tutulması gibi... (73)

53. Batı kültürü insanda bilgi ve nitelik kazandırsa bile. Toplum barışı ve kalkınma disiplinine imkan tanımayan zaaflar da aşılar. Bu da fertlerin kişiliğinde bir rol çatışmasına yol açar . (Bu hem aynı kişilikte – hem de toplumsal resimlerde olabiliri....)(-)

54. Toplumsal farklılaşma / Toplumsal tabakalaşma.

55. SEÇKİNLER:(Toplumsal sınıflardan farklıdır. Çünkü, toplumsal sınıfların da seçkinleri olur.) (Seçkin sınıf; seçkin yönetici, seçkin ......)

56. Otorite ve etkilerine göre: Geleneksel - Teknokrat – Mülkiyet – Karizmatik – İdeolojik – seçkinler gibi...

57. (Seçkinler, toplumsal değişmeyi sağlama veya engelleme yönünde rol alabiliriler...) (92-94)

58. AYDINLAR: Bilim adamı, sanatçı, yazar gibi kültürün yayıcılarının oluşturduğu toplumsal küme .... Aydınlar, kendilerini toplumsal düzenin eleştiricileri gibi görürler ve toplamsal düzeni değiştirme eğilimi gösterirler ve çoğu kez de düzene yabancılaşırlar.

Page 316: Akademik kaynaklar dizini

59. Bilgiyi öğrenen, anlayan, bunlarla doğayı, toplumu ve düşünce evreninin çözümleyen, elde ettikleri sonuçları toplumsal yaşama uygulayan kişilere aydın diyebiliriz... (94)

60. Toplumsal hareketlilik: Yatay, Dikey, (-) Düşey....

61. (-) Varlıklar- (nesneler – kişiler- olaylar) insan için ne anlama geliyorsa, insan o varlık ile o anlam doğrultusunda bir ilişki geliştirir. Bu anlamda her insan için farklıdır...)

62. Davranış kalıpları: Dış davranış kalıpları, İç davranış kalıpları

63. Dış davranış kalıpları: Toplumun çoğunluğunca paylaşılan, tekrarlanan toplumsal davranışlardı. (103)

64. İç davranış kalıpları: Bir toplumdaki insanlarca benzer, ortak düşünce biçimleridir.

65. İnsanlar, tutumlar, idealler, Tercihler…(Bütün bunları kültür belirler…..)

66. Davranış kalıplarının değiştirilmesi: Propaganda, Reklam

67. Propagandacı, gerçeğin, yalnızca yalnız kendi çıkarıyla uyuşan kesitini sunmaya çalışır. (Uyuşmayan kesitleri gizler) … (Malını öven bir kimse, propaganda yolu ile, alıcının davranışını etkiler…)

68. Propaganda eğitim sürecinden farlıdır. (Ancak, eğitim ve medya birer propaganda aracı olarak kullanılabiliri. (-) (105)

69. Reklam: İnsanlarda belli bir mal ya da hizmetlere karşı olumlu bir tuttum geliştirmeyi araçlar, reklamlar, insanların genel isteklerini belirleyip, bunlar doğrultusunda insanları yönlendiren.(106)

70. Toplumsal süreçler: (S-107/109)- Fotokopi…

71. Türk toplumunun toplumsal barış ve kalkınma açışından geçirdiği süreç olumlu mu? Olumsuz mu? ……. (-).

72. Olumsuz sürecin en vahim aşaması: çatışma…(-)

73. Toplumsal kurumlar: Beşeri gereksinimleri tatmin için gerekli faaliyetleri insan toplumunun, onlar aracılığıyla örgütlendirdiği, yönlendirdiği ve icra eteği toplumsal yapı ve mekanizmalardır.

74. Toplumun bir temel gereksinimi etrafında toplanmış olup, bir davranış örnekleri bileşimidir. (111)

75. Bir toplumsal kuramı belli bir amaç, sürekli bir içerik, belli bir yapı, yekpare bir bütünlük, değerlerle yüklü olmak, (fonksiyonellik) gibi ortalı özellikleri vardır. (112)

Page 317: Akademik kaynaklar dizini

76. Toplumsal kurumlar: Aile, Eğitim, Ekonomik, siyasal, Dinsel, eğlendirme ve dinlendirme kurumları… (114)

77. Kurumların olumlu işlevleri yanında; kurumda görev alan insanların veya bir insanlarla ilişki içinde buluna çıkar çevrelerinin bir çıkar bir çıkar mekanizmasına dönüşmesi halinde - oluşsuz işlev görürler (-)

78. (-) kurumlar, tüm toplum bireyleri açısından bir güvenlik, denge, özgürlük - yardımlaşma, dayanışma eğitim, gelişme aracı ise olumlu işleve, değil ise olumsuz işleve sahiptirler…

79. siyasi rejim açısından……..incele…

80. Kurum ile örgüt farklıdır. Hastane bir örgüttür. Aile bir kurumdur. Hastane bir örgüttür, sağlık-bir kurumdur… v.s.(117)

81. Kurumlar dokusu: Temel kurumlar, toplumun devamı için birbiriyle tıpkı bir doku gibi bağlanmışlardır. Her kurum birbiriyle ilişkilidir. Birisinde gerçekleşen bir değişme, diğerini az veya çok etkiler. Örneğin ekonomik bur bunalım aile kurumunu etkiler. Siyasi bir bunalım ekonomik kurumu etkiler...(117)

82. EKSEN KURUMU: Bir toplumda en fazla önem verilen kuruma eksen kurumu denir. Her kültürde bir kurum, diğerlerinden önemli sayılır. Bunun kaynağı ise , o toplumun tarihi, toplumsal yapısı, kişilik yapısı olabilir ....

83. Türk toplumunda her zaman eksen kurum siyaset olmuştur..... (117-118)

84. Kurumsal değişme (ve Direnç..)..: Kendi içlerinden, dışlarından, birbirleriyle ilişkilerin den, tam anlamışla bütünleşmekten ve değişimi amaçlayan bilinçli çabalardan kaynaklanır.(118)

85. EĞİTİM KURUMU: İnsanlarda davranış değişikliği yaratma süreci....(136)

86. Eğitim işlevleri: Toplumun kültürel mirasını genç kuşaklara aktarmak / Toplumsal ekonominin gereksinim duyduğu insan gücünü yetiştirme / yeni mesleklere hazırlamak, mesleki bilgi ve becerileri kazandırmak / yenilikçi ve değişmeyi sağlayıcı eleman yetirmek ve mevcut siyasal sisteme bağlılığı gerçekleştirmek...(137)

87. Yasal otorite = Hukuk devleti otoritesi....

88. Siyasal kurumalar....

89. Siyasal otoritenin zayıf olduğu yerlerde, baskı gruplarından güçlü olanları devletin işlevlerini etkilemektedir. Hatta devletin işlevlerini ele geçirmektedir.(145)

Page 318: Akademik kaynaklar dizini

90. Boş zaman kurumları: Boş zaman değerlendirme, insanların dinlenme, eğlenme gereksinimlerini karşılamak için başvurdukları ekinlikler bütünüdür...(147)

91. Kimi toplumbilimciler, modern toplumda iki farklı yaşam alanının oluştuğu ve bunların kendilerine özgü değer, etik, kural, davranış, kalıbı ve yaşam biçimine sahip olduğunu ileri sürerler. Örneğin, çalışma yaşamı genel olarak kuralcı, baskıcı, üniform, gayri insanı, resmi, dakik, (hiyararşik) ve tekdüze bir karakter taşır. Boş zaman ise bunu tersi özellikler taşır. Spontane, aşarı lokeyt, sorumsuz renkli v çeşitli, zorunluluk dışı, hedonist (hazırcı), vurdumduymazlık gibi...

92. D.Bell’e göre modern toplumda bireyin çalışma yaşamında bağlı kaldığı etik ile, çalışma dışı yaşamındaki etik, birbirinden tamamen farklıdır. Bell, bu durumu kapitalist sisteme yönelik bir tehlike olarak görür. Sanayi toplumu insanı gündüz disiplinli, boyun eğen, (iteatkâr), uyumlu, bir kişiliği temsil ederken, gece tam tersine, haz düşkünü, aşırı lakayt, ilkesiz ve tüketici kimliğe sahip olur. Bell, bu ikili kimliğin, sistemin süreğenliğini tehlikeye sokacak çatışma ve uyuşmazlıkları beraberinde getireceğini savunur. (Batı kültürünün doğurduğu çatışan rol...) (150)

93. DİN KURUMU:

94. Modern toplum yaşantısında dinin yerine getirdiği görevler:

95. -Gönül rahatlığı ve huzur sağlama (Yaşadığımız dünyada insanlar çeşitli tehlikeler, belirsizlikler, mutsuzluklar içindedir. İşte din, bu durumda bir teselli ve güven sağlayarak bir gereksinimi karşılamaktadır. İnancı sağlam olanların , büyük felaketler karşısında daha çok dayanıklı oldukları gözlenmiştir...)

96. -Toplumsal denetim ve yol gösterme , (İnsanların yaşması ve yapmaması gereken kurallar, her kültürün gelenek ve göreneklerinde kutsal bir nitelik kazanmıştır. Dinsel görüşler bu konuda bir rehberlik (mükellefiyet ) görevi yerine getirirler.)

97. -Refah, dinlenme-eğlenme hizmetleri sağlar: (Dini kurumlar toplumun refahına hizmet den yardımlaşma (vakıf-zekat-hayırat v.s.) sanat, eğitim gibi etkinliklerde bulunurlar. Yaşlı kişilere arkadaş, dost edinme imkânı sağlar, ölüm korkusu, yalnızlık gibi yaşlılık dönemi sorunlarına çözüm getirmeye çalışır. Ayinler, törenler, dini musiki, dini çerçeveli geziler v.s. eğlenme ve dinlenme sağlar.)

98. -Değerlerin formüle edilmesi: (Değer çatışmamaları, toplumda pek çok sorun yaratır. Dinin bir görevi de ahlâki değerlerin herkes tarafından kabul edilmesine önder olmak ve yayılmasını

Page 319: Akademik kaynaklar dizini

sağlamaktır. Dinin, telem değerlerin ve ahlâk kurallarının kaynağı ve yapısı olmak gibi geneli bir görevi vardır. (156)

99. Gösteriş tüketimi...

100. Emile Durkheim’e göre dinin toplumdaki görevleri:

101. -Din insanın belirli kurallara uyarak kendini disipline etmesine yardımcı olur.

102. -Bireyler arasında birleşme ve dayanışma sağlar.

103. -Geleneklerin sürekliliğini sağlar, bu yolla toplumun kültürel mirasını korur ve gelecek nesillere aktarılmasına yardımcı olur...

104. -Dinsel ayinler insanları kaygılardan uzaklaştırarak, güven sağlayarak onları mutlu kılar. (157)

105. Ekonomide değişim: Malile mal/ hizmet ile mal / hizmet karşılığında mal / mal karşılığında para / hizmet karşılığında par/ para karşılığında para/ ...... (Bu ilişkiler ağı bir pazar oluşturur...) (162)

106. Kültür ve toplum: s.165/168 Fotokopi

107. Toplumsal değişme.....s.164-192 / fotokopi

108. Kentleşme sürecinde; itici güçler, çekici güçler, köyden kente itici, kente köyden çekici (s.195)

109. Üçüncü Dünya ülkelerinin karşılaştığı çeşitli sorunlar nedeniyle modernleşmeci yaklaşım, bugün sorgulanmaya başlamıştır. Batıcı bir dünya görüşünü içermesi nedeniyle eleştirilmektedir. (201)

110. NORM’lar = s.226/228- fotokopi....

111. Sapma ve Toplumsal rol: Kişi, beklenen toplumsal rollerden saparsa, tek biçilmelik ve düzenlilik ortadan kalkar. Sapmaları nereden anlıyoruz.? Bu hususta rollere bakarız. Beklenmedik davranışlarla karşılaştığımızda sapma olduğunu anlarız. Sapma durumları hoşgörü sınırlarının dışına taşar ve sayısal olarak çoğalırsa “Toplumsal sorunlar” ortaya çıkar....

112. (dürüstlükten sapma v.s.) (232)

113. Kültür emperyalizmi: Emperyalist ülkeler, kendi kültürlerini ve dünya görüşlerini bir başka ülkü üzerinde kabul ettirmeye çalışırlar. Fakat bu, savaş yoluyla değil, insanların beyinlerinin yıkanması ile yapılmaktadır. Alıştırma, telkin, propaganda yoluyla pekiştirilen kültür emperyalizmi ile gençlik ve aydınlar kendi kültürlerine yabancılaşmaktadırlar. Bu süreçte TV ve özellikle diğer kitle, iletişim araçları rol oynamaktadır. Barış içinde sürdürülen kültür savaşı ile yabancılaşma ortaya çıkmaktadır. Aydın milli niteliğini kaybetmektedir. (243) (Kendi toplumu ile aynı özelliğe

Page 320: Akademik kaynaklar dizini

sahip tüketici toplum oluşturmak / Pazar oluşturmak / pazarlayan / tüketen toplum ilişkisi kurmasında bu kültürel benzeşmenin etkisinden yararlanma....)

114. Sosyo kültürel bütünleşme...(s.249-2539 fotokopi...

115. Toplumsal çözülme: (s.255-259) fotokopi..

116. Toplumsal planlama, beşeri enerjinin makul bir hedefin gerçekleşmesi için, bilinçli bir biçimde yönetilmesidir. (261)

117. Araştırmayı kurumsal bir çerçeveye oturtmak...

118. Kurumsal yönü olmayan araştırmalar... (267)

119. Tanzimattan günümüze geçirdiğimiz siyası, sosyal ve ekonomik süreçlerin ekseninde kültürel batılılaşma vardır. (-)

120. Ülkenin sosyo- kültürel gerçeklerine dönük soysal bilim ....

121. (bu sosyo-kültürel gerçeği tahrip eden..)

122. Araştırma Gündemi...

123. Kavram üretimi / Kuram üretimi...

124. Bir kuram çerçevesinde tez ortaya koymak... Örnek; bağımsızlık kuramı çerçevesinde tartışarak tez ortaya koymak...(ortak sorun ve kavramlarını....)

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARIP.A.SOROKİN, Çev: M. Münir Raşit ÖYMEN

Kültür Bak. Bilim Dizisi/10, I. Baskı. Ank. 1994, I.Cilt

1. Kültürün ilerlemesiyle, sosyal kontrol metotları az pahalı olurlar. (23)

2. Bir devletin değeri ve yasaya uygun olması (meşruiyeti), bütün üyelerinin yararına enerjinin (toplumsal) daha iyi bir şekilde kullanılmasında ibarettir. (23)

3. Nerede karşılıklı ilişkilerin, ne düzen, ne ayarlanması mevcut değilse ve düzensiz çatışma varsa, orada faydasız enerji israfı vardır ve bu enerjinin mükemmel bir tarda dönüşmesi olanağı yoktur.(22) (Toplum, kendi barış, düzen ve gelişmesi için, bu amaca göre hareket ettiği yerde mecuttur. Tesrie, o, bu amaçlara ters düşen bir süreç içinde ise, daha çok bu amaçlara engel teşkil eder.) (-)

4. Fertlerin ve çeşitli sosyal grupların yüklü oldukları enerji... ( Bu enerjilerin farklı yoğunlukta olması sonucu – sosyal olaylar şu veya bu yönde hareketlilik kazanır.)

5. Toplumun karakteri ve dengesi, şu etkenlerle bağlı olma halindedir:

Page 321: Akademik kaynaklar dizini

6. Coğrafi çevre / Ekonomik durum / Politik yapılış / Din / ahlâk ve bilgi ... v.s...

7. Bütün bu değişkenler birbirlerine bağlıdırlar ve birbirlerine etki ederler. Onlar, kendi aralarındaki bu etkileme ile toplum karakterini ve dengesini sürekli olarak değiştirirler. (47)

8. (Sosyolojik kuramlar, bu değişkenlerden birisini temel olarak sosyal olayları. Olguları ve toplumsa yapı’yı (veya toplumsal değişme süreçlerini) açıklamaya çalışır. Bir değişkeni sebepler zincirinin başlangıç noktası kabul ederler. Halbuki, bu değişkenlerin değişim sürecini etkileme sırası, topluma, zamandan zamana farklı olabilir...)

9. (Sosyal olayların incelenmesinde tek bir neden-sonuç ilişkisi anlayışı veya değişkenli, değişkenleri, değişim sürecini etkilemede hep aynı sebep sonuç sırasına koyma anlayışı doğru değildir.)

10. Pareto’nun faktörler kuramı: Sosyal sistemin somut biçimleri bir çoktur. Çeşitlidir. O halde filan falan biçimi tayin eden faktörler nelerdir. “Bir toplum kendisine etki eden bütün elemanlar tarafından tayin edilmiştir. Toplumun biçimi de, bu elemanlar üzerine tekrar etki eder.” (52)

11. Bu faktörler: Coğrafi koşullar (yer-iklim- bitki örtüsü- hayvanlar- jeolojik yapı v.s....)

12. Toplumun dış elemanları (başka toplumlar v.s.) / Sosyal sistemin iç elemanlara (ırk, din, duygular, insan faktörünün nitelikleri...)

13. Bir sosyal sistemin biçim ve niteliğini tayin eden faktörler sınırlandırılamaz, ancak birinci derecede etken ve tamamlayıcı etken olması bakımından sıralanabilir....(-)

14. Pareto’ya göre: .. Başka elemanlar arasında, bir sosyal sistemin dengesi onun insan denilen moleküllerinin karakterlerine, onların davranışlarının biçimlerine, ya da onların action- larının biçimlerine bağlıdır. İnsanların hareketleri, kendi eğilimlerinin karakterlerine bağlıdırlar. Bu eğilimler arasında çok özel önemli alanları değişmez, olanlardır. Parete onlara “tortular-kalıntılar” adına veriyor. (55)

15. Barometrede civanın yükselmesi, ısının değerlendirilmesi demek olduğu gibi, (insanın değişmez eğilimleri) (tortu-kalıntı) da iç güdülerin ve duyguların belirtileridir...(55)

16. Bir toplum içinde, zaman boyunca ve türlü haller nedeni ile, insan denilen moleküller arasında tortuların dağılımı çok değişebilir. Bu hal husule geldiği vakit, sosyal sistem biçim değiştirir. (56)

Page 322: Akademik kaynaklar dizini

17. Tortuların karakterleri, insan hareketlerini karakterini tayin eder. İnsan hareketleri oldukça belli bir ölçüde, tortuların bir belirtisidirler...

18. Şema: A tortu (dürüstlük), aynı zamanda B ye (eyleme), C’ ye (sözlü tepkilere-götürür...) (56-57)

19. Bazı insanların karakterleri rüzgarın yönüne göre dönen fırıldak gibidir. (-).

20. (İnsanların davranış, hareket ve sözlü tepkileri) tortular rüzgarının yönüne göre dönen fırıldak türünden şeylerdir. (57)

21. Tortuların çelişkisi ve çatışması...

22. Yalnız günün kıyafetine girmiş aynı mantık. (61)

23. Pareto’ya göre: Hurafelerin çoğu, sosyal sistemin bütünlüğünü kurarken, faydalı bulunurlar; oysa ki, birçok gerçekler sosyal sistemin bütünlüğünün parçalanmasını kolaylaştırırlar. Başka bir terimle,bir coşku heyecan ilham ederek gerçeği güzelleştirerek – efsane, mit, masal, ateşli inanç yada yanlış inanç- bir guruba yararlı olabilir. Öte yandan, çıplak bir gerçek, bir gruba çok defa zararlı olabilir. (63)

24. Sosyal tip... spekülatör / Gelir sahibi/ Rantiye...

25. Sosyal Heterojonite: Bir sosyal sistemde göz önüne alınacak önemli ve yalın eleman ya da faktör tek tek insanların aynı cinsten almaması – heterojonite – dir. Tek tek insanlar bedence, ahlakça ve zihince aynı cinsten değildirler. Sosyal tabakalaşma ve soysal eşitsizlik olayların kaynağı, bu aynı cinsten olmamaktır.

26. Pareto bundan yola çıkarak eşitlik ve demokrasiyi eleştirir. Ona göre eşitlik ya da hakiki demokrasinin gerçekleştiği hiçbir sosyal sistem var olmamıştır. Demokrasi denilen şey, daha çok zenginlerin hakimiyeti – plutokrasi-dir...(67)

27. Politik ve sosyal birliğin hacmini tayin eden en ortak payda...

28. Karşılıklı bağlantı kuramı çerçevesinde coğrafi koşullar ile politik güç oluşumunun sebep-sonuç ilişkisini açıklayan Matlenzi; şu örneği verir:

29. Mısır’da merkezleşmiş politik bir despotizm, Nil ovasına ve nehrin düzensiz taşkınlıklarına borçlu olmuştur. Her ilçenin suya ihtiyacı vardır ve kendi toprağı üzerine suyu iletmek istiyordu. Bu yüzden birçok ilçeler arasında anlaşmazlıklar oluyordu, undan en zayıflar acı çekiyorlardı.

30. En zayıf ilçelerin halklarını güven altına almak ve Nil’in suyunu ilçeler arasında dağıtmak sistemini bir düzene koymak için,

Page 323: Akademik kaynaklar dizini

eski Mısır, orada düzeni koyabilecek politik bir güç – iktidar – yaratmıştır.

31. Böylece, Nil, Mısır’ın yalnız fiziksel yapısını değil, fakat politik yapısını da tayin etmiştir. (149)

32. Yazı konusu: Türkiye’de siyasi otoritenin niteliğini belirleyen faktörleri resmi otoriteyi belirleyen (temsil eden) kişilerin ideolojik yapısı..../ dindarlaşma süreci / etnik ayrışma süreci/ çevre ülkelerin ve dış güçlerin bölge üzerindeki politikaları.... v.s...

33. Sosyal ayıklama: askeri-savaş yolu ile-ayıklama/ politik ayıklama/ dinsel ayıklama/ ahlaksal ayıklama/ hukuksal ayıklama/ ekonomik ayıklama / mesleki ayıklama/ şehirli ve köylü farklılaşması ile gerçekleşen ayıklama....

34. (Bu sosyal ayıklamaların bir kısmı olumsuz ayıklama olup – yozlaşmaya yol açar.) (207-213)

35. Her toplumda bireyleri ayıklayıp seçen ve onları uygun sosyal yere ve tabakaya koyan özel bir mekanizma var olmalıdır. O kabiliyetlileri, kabiliyetsizlerden ayıran istidatlıları sosyal yükselmelerini engelleyen okullar şeklinde çalıştırıyor. Yetenekli olan bu engelleri başarı ile aşacaklar ve yükseleceklerdir; ahmak olanlar başaramayacaklardır ve nispeten aşağı bir sosyal durumda kalacaklardır.

36. Bu ayıklama yeteneklileri, yeteneksizlerden ayırmaya yaradığı için ve herkese kendi kalitesine göre toplumda yer verdiği için, topluma yararlıdır.....(Ammon) (221)

37. Bir Toplumda yüksek sınıflar ne kadar çabuk dejenere olurlarsa, soysuz (aşırlarsa ve bununla milletin dejenere olması da o kadar hızlı olarak vuku bulur. (338) (Carlı..)

II.CİLT

38. Confucius ve mencius (eski hind düşünürleri) fakirliğin halkın memnuniyetsizliğini, ve sosyal karışıklıkları doğurduklarını ve halkı memnun edici ölçüde ekonomik doyurulmanın sosyal düzenin zorunlu bir şartı olduğunu göstermişlerdir. (82) (Bu tespit modern sosyoloji kuramları açısından da geçerlidir.)

39. Her düzgün kent ne kadar küçük olursa olsun iki kente ayrılmıştır. Biri fakirleri kenti, öteki zenginlerin kenti. Birbirleriyle harp halinde olarak (84) (eflatun)

40. Fakirlik ve zenginlik ahlak bozukluğunun sebepleridir. (eflatun) (84)

41. Sosyal olaylar alanında bizim tek yanlı tabi olma ilişkileri ile değil, fakat birbirine tabi olma ilişkileri ile ilgimiz vardır.

Page 324: Akademik kaynaklar dizini

42. Tek yanlı nede ilişkisiz anlayışının, bu olaylara uygulanması, bir sürü mantık yanlışlıklarına ve maddi hatalara götürür. (94) (Bk. I cilt/s.20)

43. Ekonomik olayların kendileri, başka olaylarını yalnız koşulları imiş gibi göz önüne alınmamalıdır, fakat onlar tarafından keza şartlanmış olduklarından, onların ilişkisi tek yanlı değil, fakat karşılıklı tabi olma ilişkisidir.

44. Bundan dolayı, biz ekonomik faktörleri neden-sebep olarak ve başka bütün olayları sonuçlar olarak göz önüne alamayız. (Marksizmin eleştirisi). (109)

45. Toplumsal barış ve kalkınma süreçleri eğiti ile olumlu yönde yönlendirildiğine göre, eğitime büyük yatırım yapıldığına göre, sosyal olayların (buhranların) eğitim yolu ile çözümü; fertlerde kişilik, karakter ve nitelik geliştirme yolu ile alacağı anlamına gelir.(-)

46. Davranış tipi...

47. Nedensellik zinciri...

48. İnsan davranışının zamanın incelenmesi (159)

49. İnsan davranışın değişmesi, sosyal olaylarda görülür. (160)

50. Bireylerin zihinlerin veya dimağları arasındaki action-un, yani sosyal süreçlerin mahiyetini teşkil eden arzuların ve inançların değişimi ve akımı başlıca üç şekilde vardır: tekrar veya taklit muhalefet uyma veya icad.

51. Bir bireyin zihninde meydan gelen her fikir vay yeni inanç, başka bireyler tarafından tekrar veya taklit edilmeye eğilir, o taklit dalgası doğurur ve bütün topluma yayılmaya eğilim gösterir.

52. Onun yayılmasının ilerlemelerinde, er veya geç, bir başka icad merkezinden gelen başka bir taklid dalgası ile karşılaşır. Bu iki veya birçok taklit dalgalarının karşılaşması neticesi olarak muhalefet olayları verir.

53. Böylece, taklit, sosyal süreçlerin ikinci şekli olarak direnmeyi husule getirir. (Bağımsız bir değişim dalgası –aynı veya zıt yönde ilerlerken birbirlerine etkilerler bu böyle tekrar edip gider. Bozuk işleve pozitif işleve veya her iki işleve de yol açan bir durum meydana getirirler...)

54. İki veya birçok taklit dalgaları neticesi olarak, eşit kuvvete ve bağdaşamaz oldukları vakit, gerek her iki dalgalanınca karşılıklı tahribi, gerek en zayıf taklit dalgasının, en kuvvetli taklit dalgası tarafından tahribi veya her iki tip taklidin karşılıklı uyumu olur. Bu yeni bir icada eşdeğerdir.

Page 325: Akademik kaynaklar dizini

55. Böylece sosyal süreç-in üçüncü şekli uyma veya icad-dır. Yeni bir icad, yeni bir taklit dalgasına sebebiyet verir ve bu böyle devam edip gider... (Sosyal olayların yorumlar ve eğilimler ile açıklanması kuramı (Gabriel Tarde) ). (164)

56. Tarde-a göre, icad, sosyal değişmenin kaynağıdır. Her fikir, inanç, yahut icad edilmiş olan yeni davranış şekli, sosyal denizin suyuna atılmış bir taş gibidir. O, bir taklit dalgası husule getirir ve o, bir dalgaya rastlayıncaya kadar yayılır. Onlar birbirlerini sokarlar ve üç şeyden biri:

57. Onlar birbirlerin yok ederler.

58. Onlardan biri ötekini (kuvvetli dalga, zayıf dalgayı) yok eder.

59. Veya onlar yeni bir icadın kaynağıdırlar.

60. Durmaksızın devam eden bu icadlar, taklitler, muhalefet ve direnmeler sosyal hayatın dinamizmin meydana getirirler. (165).

61. Ross’un arzular teorisine göre: arzular, doğal arzular / kültürel arzular olarak ikiye ayrılır. Doğal arzular, iştah açıcılar, zevk vericiler, egzotikler, duygusallar, eğlendiriciler; Kültürel arzular: Din, etnik, estetik, zihni ve fikri...(168)

62. Sosyal olayların dinamik faktörleri (karzutar duygular), tayin edici faktörleri (Zeka – okul- bilgi)

63. F.DE GOULANGES’e göre: insan toplumunun yasaları ilk çağlardakilerin aynı değillerse bu insanda bazı şeylerin değiştiğini gösterir. Gerçektir ki, bizim varlığımızın bir bölümü yüzyıldan yüzyıla değişmiştir. Bu değişen şey zekâdır. Zeka daima hareket halindedir....

64. İnsan zekasının fikirleri ile bir toplumun yapısı oranında sıkı bir ilişki vardır. Eski toplumların yasalarına, onların inançlarını düşünmeksizin bakarsanız, siz onlarda belirsizlikler, acayiplikler, açıklanamazlıklar bulursunuz. Fakat bu kurumlara ve yasalara bakılınca, inançları koyunuz, olgular derhal çok açık olacaktır... (186)

65. Hıristiyanlık (.....) yeni bir toplumsal örgüt formülü yarattı. (188)

66. Din, insanın ve toplumun sosyal kontrolünün daima en önemli araçlarından biridir. Bu büyük kontrol faktörü zayıflamışsa, insan davranışlarında topluma aykırı şekillere doğru bir geziye gidiş kendisini gösterir... (Dinin toplumsal fonksiyonları açısından) (188)

67. Fikirler için aklın yaptığı iyi şeyi , din, duygular için yapar. Din, sırf bencil olan dürtüleri firenler, insanın sosyal toplumlaşmasını kolaylaştırır. İnsan, kendi evreni ile olan irade ve heyecanların ilişkisi

Page 326: Akademik kaynaklar dizini

altında ahenkleştirir. Din bütün topluna kendi kutsal değeri kavramını verir.(189)

68. E.Durkheim’e göre, din kendi mensupları arasında dayanışmanın meydana gelmesi, genişlemesi ve artmasının güçlü bir aracıdır.

69. Hemen hemen bütün toplumsal kurular dinden doğmuşlardır. (190) (dine tepki kurumları bile...)

70. Bir milletin inançlarındaki her değişmeyi, onun toplumsal hayatında büyük bir değişme izler. (191)

71. Din ahlâkının ekonomik tesirleri....

72. Weber’e göre: Protestanlık ruhu, modern kapitalist girişimleri başarı ile kurmak ve yürütmek için zorunlu olan alışkanlıkların ve faaliyetinin aşılanması idi. (203) (ayarla)

73. (Weber’in din faktörüne ilişkin görüşlerini eleştirmede Japonya örneği verilir: )

74. “XIX. Yüzyılın ikinci yarısından beri Jopanya’da, halkın dininde kayda değer bir değişme olmamıştır. Japonya’da halkın dininde kayda değer bir değişme olmamıştır. Japonya, ne Hıristiyan ne de Musevi oldu. Onun dininin karşısında, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında, ne idi ise, esas itibariyle , öyle kaldı. Ve bununla birlikte, bu memleket, kendi ekonomik, politik, sosyal ve kültürel hayatının rasyonalizasyonu anlamında, dini, apaçıktır ki, modern kapitalizmin çok mutlu gelişmesine engel olmadı...(222)

75. İnsan hareketinin dört büyük hareket ettiricisi: açlık, seksüel tutku, nahvet – kibir – korku, (acı ve haz v.b...) (226)

76. Kültür denilen şey, değişmenin sürekli processus’üdür. Bununla birlikte, kültürün muhtelif bölümleri aynı zamanda değişmezler. Bu bölümlerden bazıları, özellikle maddi kültür değişebilir; oysa ki, öteki bölümleri, özellikle kültürün maddi olmayan bölümü, toplumsal örgütlenme biçimleri, din, sanat, örfler hiç olmazsa her an değişmeksizin kalabilirler.

77. Bu demektir ki, kültürün muhtelif elemanları arasında (corrilation (bağlantı) ) bütün bölümlerinin değişmesinin aynı zamanlılığına – simultaneite – götürmesi noktasında sıkı değildir. Bundan, kültür gecikmeleri ve maddi kültür ile maddi olmayan kültür arasında bir ahenksizlik olduğu sonucu çıkar. (238)

78. (Bilgi toplumdaki ili bu teoriyi birleştir ve teşhis bölümünde kulan.) (Kültür muhtelif bölümlerindeki değişmenin sürati) üzerinde inceleme yapan W.F.Oqburn (1866 d.lu.) ve F.S. Chapin) in görüşleri...)

Page 327: Akademik kaynaklar dizini

79. Kültürün maddi olmayan bölümünün, zamanda, maddi kültürden daha önce değiştiğini gösterin haller olmakla birlikte, genel kural olarak, maddi kültürün değişmeleri önce vuku buluyorlar. Ve kültürün öteki bölümünün değişmelerini celp ve davet ediyorlar. (238)

80. Sosyal değişme: Bir ferdin, bir objenin veya bir sosyal değerin, bir sosyal durumdan, başka bir soysa duruma geçisi... (245)

81. (Toplum barışını bazen menfi, niteliklerin – yapan nitelikler değişmesi konusu....)

82. Sosyal hareketlilik (değişme)

83. Ufki (yatay) – (aynı sınıf içinde....)

84. Dikey (terfi- zenginleşme v.s.) (245)

85. (-) düşey (iflas- fakir düşme- işini kaybetme v.s.)

86. Sonuç olarak, sosyolojik kuram okulları, ya çeşitli sosyal olay sınıfları, ya çeşitli sosyal olay sınıfları arasında, ya da sosyal olaylar ile sosyal olmayan olaylar arasında karşılıklı bağlılıklar kurmakla, ya da (sosyal olayların) en genel karakterleri tasvir eden formüllerin işlenmesi ile uğranşmışlardır. (237)

87. Sosyolojik araştırmalar az nazari – çok tümevarımlı olmalıdır. (257)

88. Gelibolu Kütüphanesi..

Derde uğrar her kim sadakat etse elbet Devlete

Hakkıyla doğruluk cinnettir bu mülki millete

Ziya Paşa

ÇAĞDAŞ SOSYOLOJİ KURAMLARI (Contemporary Sociological Theory)

Margaret M. POLAMA, Çev: Hayriye ERBAŞ, Gündoğan Yay. Ank. 1993

1- Biçimsel olarak ortaya konmamış olsa bile, bütün sosyolojik kuramlar insan doğası ve toplum doğasına ilişkin varsayımlara dayanır. (13)

2- İnsan ve toplum doğasına ilişkin varsayımlar (14)

3- Sosyoloji öğrencileri bugün artık toplumla ilgili kuramların tek bir kuram altında birleşemeyeceği, gerçeğini anlamış durumdalar. Çağdaş sosyoloji, insan imajına ve buna bağlı olarak toplum imajına ilişkin, yarışma ve çatışma halinde olan bir çok varsayımı içermektedir. (14)

Page 328: Akademik kaynaklar dizini

4- Natüralistik ya da Pozitivistik Kuram: Natüralistik ya da pozitivistik kuram, sosyolojide en güçlü özelliklerden biri toplumsal fenomenlerin tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi düzenlilik ve nedensellik kuralları içinde oluşturduğu inancıdır. Böyle olunca sosyolojik kuram, fizikteki yerçekimi veya madde yoğunluğu kanununa benzer kanunlar arayışına dönüşür. (15)

5- BİR KURAM OLARAK YAPISAL – İŞLEVSELCİLİK (FONKSİYONEL) : Biyolojik ve toplumsal sistemler arasındaki özel farklılık ve benzerlikleri tartışan 19 y.y. ortaları İngiliz Sosyoloğu Herbert Spencer’e göre:

6- Toplum ve yaşayan organizma her ikisi de büyüme eğilimi gösterirler.

7- “ Toplumsal bünyeler ” ve “ Canlı bünyeler” her ikisi de hacimce büyürlerken yapıca da büyürler. (31)

8- Toplumsal Statik = Yapı

9- Toplumsal Dinamik = Süreç

10- Dengelenmiş Sistem.

11- Hakim paradigma.

12- Canlı bünyeler ve toplumsal bünyeler de her bir parça bir işlev veya bir amaca hizmet eder.

13- Hem canlı sistemlerde hem de toplumsal sistemlerde parçaların birinde oluşan bir değişme, diğer parçaları ve sonunda bütünü etkilemektedir.

14- Parçalar birbirlerine bağımlı olmakla beraber bağımsız olarak incelenebilirler.(31-32)

15- Tekrarlanan her bir etkinliğin işlevi, bir bütün olan toplumsal yaşamda oynanan oyunun bir parçasıdır ve bu nedenle onun yaptığı katkı toplumun sürekliliğinin korunmasıdır. (33)

16- Standart sosyoloji kullanımında dayalı iki anahtar kavram: Yapı... işlev....

17- Yapı, “görece durağan ve kalıplaşmış toplumsal birimler dizisi” veya “görece kalıcı kalıplar sistemi” ni anlatır. Aile, din ve yönetim gibi.... Bunların her biri belli kalıplara göre(statü rollerini düzenleyen normlar aracılığı ile) birbirleri ile bağlantılı parçalardan oluşur.

18- Coser ve Rosenbera işlevi, “Bütünü oluşturan parçaların gerekli toplumsal etkinliklerin sonuçları” şeklinde tanımlarlar. Böylece İşlev, (fonksiyon), yapı içinde dinamik süreci anlatır. O statülerin birbirleri ve büyük sistemle nasıl ilişkilendirildiği sorusuna neden olmaktadır. (35)

Page 329: Akademik kaynaklar dizini

19- Sosyolojik çözümlemede “toplumsal yapıda” (...........) yoğunlaşmanın önemi şeklinde dile getirilecek bir tema, makaleleri boyunca öne çıkmaktadır. (36) (Merton’da ) ( Not: kendi çalışmamda ortaya çıkan tema)

20- Mertan’a göre Bürokratik bir örgütün özellikleri:

Akıllı bir şekilde örgütlenmiş biçimsel (formel) bir toplumsal yapıdır.

Bu etkinlikler ideal olarak örgütün amaçları ile ilgilidir.

Örgütün tüm birimleri büyük bürokratik yapı ile bütünleştirilmiştir.

Statüler hiyerarşiktir.

Kişilerin görev ve ayrıcalıkları sınırlı ve özel kurallarca saptanmıştır.

Otorite kişiye değil makama ilişkindir.

Kişiler arası ilişkiler biçimsel olarak belirlenmiştir. (37)

21- Metron, işlevsel çözümlemede hakim olan üç postula belirler ve onları değiştirmeye yönelir. Bu postular: Toplumun işlevsel bütünlüğü, Evrensel işlevselcilik, Zorunluluk…

22- ‘Toplumun işlevsel bütünlüğü: “Toplumsal sistemin tüm parçalarının yeterli derecede harmoni ve iç tutarlılıkla işlediği, yani çözümlenmeyecek ve düzenlenmeyecek çatışmaların olmadığı bir durum” olarak tanımlanabilir.

23- Bk. Toplumsal bütünleşme ile ilgili Sosyolojide Temel kavramlar / fotokopi / (s.10) (s.18/e) (sç108- uyuşma) (s.251)

24- Merton, bir toplumun tam olarak işlevsel bütünlüğünün “tekrar tekrar gerçeğe aykırı” olduğunu iddia eder. O bir grup için işlevsel yanı grubun bütünleşme ve uyumunu sağlayan) başka bir grup için bozuk işlevsel (grubun çözülmesine yol açan) birçok toplumsal kullanım örneği verir. (bozuk işlevi açısından Batı kültürünün disiplin değeri - Batıda ve Türkiye’de…) örneğin, din, sosyolojinin kurucuları tarafından toplumda esas olmasa ağabeyle önemli bir öğe olarak değerlendirilmiştir. Biz dinin, toplumun uyumluluğunun artırdığı bir çok örneğe sahibiz, aynı zamanda dinin bütünlüğü bozucu sonuçlar doğurduğu bir çok duruma da sahibiz. (Belfast solaklarında Katoliklerle Protestanların kavgası, dinin işlevsel bütünlüğe yol açtığı konusunda pek inandırıcı olmamaktadır.

25- Merton’un paradigması bozuk işlevlerin, pozitif işlevlerin abartılmasından dolayı göz ardı edilemeyeceğini öne sürme biçiminde olur. O aynı zamanda bir grup için işlevsel olan bir şeyin, bütün için işlevsel olmayacağına işaret eder. Bu nedenle, çözümlenecek grubun sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir. (40)

Page 330: Akademik kaynaklar dizini

26- Evrensel işlevselcilik: Tüm standartlaşmış toplumsal ve kültürel formların pozitif işlevlere sahip olduğuna inanır. (Metron). Merton, pozitif işlevi olduğu kadar bozuk işleve kavramını da öne sürer. Bazı toplumsal pratikler su götürmez bir şekilde bozuk işlevlidir. Merton, kültürel öğelerin, pozitif ve negatif işlevlerin her ikisin göz önünde bulundurarak işlevsel sonuçların kesin dengesine göre düşünülmesi gerektiğini önerir. Kuzey İrlanda’daki din örneğimizle ilgili olarak bir işlevselci hem pozitif, hem de negatif işlevleri öncelikle negatif mi veya pozitif mi olduğunu belirlemelidir. (40)

27- Zorunluluk: Her türlü uygarlıkta yaşamsal bazı işlevleri yerine getiren her gelenek, maddi nesne düşüncesi ve inancı, başarılacak bir takım görevlere sahip, işleyen bir bütün içinde zorunlu bir parça sergiler. Merton’a göre, zorunluluk postulası, birbiriyle ilintili fakat araştırılabilir iki iddia içerir. Birincisi, zorunlu belli işlevlerin olduğu ve toplumun (veya grubun) (veya bireylerin) onlarsız varlığını sürdüremeyeceği görüşü kabul edilmektedir.

28- (işlevsel açıdan önşart); ikinci olarak, bu işlevlerden her birini yerine getiren belirli kültürel veya toplumsal kalıpların zorunlu olduğu varsayılır… (41)

29- (Milli ve manevi değerleri zorunlu kılan, toplumu barış ve kalkınma disiplini gibi zorunlu işlevleri kazandırılması....)

30- İşlevsel çözümlemede karşılaşılacak güçlükleri bertaraf etmeye yarayacak özlü bir model ve

31- paradigma : (Merton’un)

32- Çözümlenmekte olan sistemin doğası nedir? O belirli bir kültürel veya etnik grup, küçük grup (aile-arkadaş grubu) veya daha büyük bir örgüt (bürokrasi gibi)müdür? Bunun belirlenmesi önemli olan bir durumdur. Çünkü daha önce gördüğümüz gibi bir grup için işlevsel olan bir şey başka bir grup için işlevsel olmayabilir.

33- Sonuçların net dengesinde (pozitif işlev, bozuk işlev = hangisinde ağır bastığı) göz önüne alınacak açık işlevler olduğu gibi gizil işlevler varmıdır? Merton’un siyasal makine örneğinde gördüğümüz gibi, işlev her zaman amaçlanmadığı gibi, sisteme katılımcılarca da kaçınılmaz olarak bilinmek zorunda değildir.

34- Belirli bir sistem için bir ‘işlevsel gereksinmenin’ olup olmadığına nasıl karar verebileceğiz? Merton, bütün sistemlerin yaşaması için karşılanmak zorunda olunan bir dizi işlevsel gereksinmesi olduğu varsayımını kabule pek gönüllü değildir. Bu soruyu öne çıkararak, Merton işlevsel çözümleyicilerin dikkatini işlevsel seçeneklerin gözlenmesinin önemine çekmektedir.

Page 331: Akademik kaynaklar dizini

35- Düzenle ilgili olarak işlevselcilerin ilgisi, onların dengesizliği görmelerini engellemekte midir? Merton, pozitif işlevi olduğu kadar, bozuk işlev kavramını tanıtmada, bir kültürel pratik veya normun toplumsal sisteme karşı işlenmesi durumunda toplumsal değişmenin (muhtemel ve mümkün) olacağı konusunda işlevselcileri uyarmaktadır. Üzerinde çalışılmakta olunan grupta, öğeler sadece bozuk işlevli değil, bazı değişmelere de yol açmaktadır. (43)

36- Araştırmacı; (belirgin açık işlev- belirgin olmayan gizil işlev…) birden çok işlev….(bütünleştirici-ayrıştırıcı) (işlevlerin net dengesi) gibi hususları göz önünde bulundurmalıdır. (44)

37- İşlevselci kuramın eleştirisi: Bütün kuramlar gibi yapısal işlevselcilik, toplum doğası ve insan doğasına ilişkin bir takım özel varsayımlara dayanır. (44)

38- DARANIŞCI ALIŞ - VERİŞ KURAMI: (George C. Homans)

Toplumsal alış-veriş kuramı, toplumsal etkileşimin doğası hakkında varsayımları paylaşır. (54)

Alış-veriş kuramı,toplumsal yapı içinde bireyin rolünün bir yeniden değerlendirmesine giden bir çabadır. (55)

39- Küçük grupların incelenmesi , daha büyük gruplar ve uygarlıkların anlaşmasına neden olur.(58)

40- Yapısal işlevcilik, çözümleme birimi olarak toplumsal yapının önceliğini vurgular. Sonuç olarak, yapısalcı çözümleme içinde bireysel aktörün önemi yerini kaybeder. Homans’ın çalışması, bireyi sosyolojik çözümleme içine sokmaya çalışır ve davranışı toplumsal yapıyı açıklamak için yollanır. (Ancak, davranışların amacın ekonomik olarak akçıklar)

41- Alış-veriş yapısalcılığı: Toplumsal yapı çalışmalarında iki tehlikeden kaçınılmalıdır: Soyut kavrayış ve indirgemecilik…(Blau) (77)

42- Statükonun güçleri

43- Grup içi değerler

44- Karşıt değerle sistemi

45- Cumhuriyetçilere karşılık demokratlar.

46- Blau; “yalnızca meşru gücün iradi uyuma yönelttiğini” gözlemler. Yasal güç için bir başka terim otoritedir. (83)

47- Blau, toplumsal yaşamın karmaşık kalıplarının ortak değerler aracılığı ile kurumsallaşmaya başladıklarına inanır. Böyle kurumlar, şu üç koşul sağlandığında nesiller boyu sürdürülebilir:

Düzenleyici ilkeler formelleşmiş prosedürlerin parçası haline gelmeli

Page 332: Akademik kaynaklar dizini

Kurumsal düzeni meşrulaştıran toplumsa değerler, sosyalleşme süreci yoluyla sonraki nesillere aktarılmalı

Toplumdaki başka gruplar, bu değerlerle özdeşmeli ve onları ifade eden kurumların desteklenmesi için güç verilmelidir. (77)

48- Değerlerin meşrulaştırılması, otoritenin uygulanması ve kolektif amaçlar yolunda geniş ölçüde toplumsal çabanın örgütlenmesi için ortam sağlar. (86)

49- Çatışmacı yapısalcılık: (yapının çatışma aracılığı ile korunması) (Lewis A.Coser )

50- Çevresel değerler üzerinde çatışma hiçbir zaman toplumda teme bölümlere giden çözülmelere yol açmaz.

51- (…..) sorunlar temel değerlere ilişkin değil ise, böyle bir çatışma toplumsal yapıyı tehdit etmez. (104)

52- Büyük ve küçük yapılarda, grup-içi çatışma sağlıklı, başarılı bir ilişkinin göstergesi olabilir.

53- Doğuştan mı; yetiştirme biçiminden mi?

54- Kısır araştırma…

55- Coser, çatışmayı sürekli olumsuz açıdan değerlendiren sosyologlara tamamen karşıdır. Ona göre; aslında, çatışmaya izin veren toplumlar ve gruplar, toplumsal yapıyı parçalayacak patlamalara en az olasılık a maruz kalanlardır. Bu gibi durumlarda, çatışma normalde teme değer üzerinde gelişmez ve yapıyı güçlendirir. (105)

56- Özet olarak, grup içinde eğer halen mevcut temel değerler üzerinde uzlaşım varsa dış gruplarla çatışma, grubun (teme bütünlüğünü değeri = İslam) artırır. (108)

57- Türk toplumsal sisteminde İslam uzlaşılmış temel bir değerdir saldıran “parçalama” tehdidinde buluna çatışmanın yoğunluğu, yapının katılığı ile ilgilidir. Aslında, böyle bir yapının dengesini tehdit eden çatışma değil, fakat düşmanlıkların birikimine neden olan ve herhangi bir çatışma durumu patlak verdiğinde bu düşmanlığı temel bölümlere kanalize eden katılığın kendisidir. (109)

58- Olgun bir siyasal kuram, siyasal düzenin tekmelinde hem rıza hem de zorlama olduğunu, olgun bir psikoloji, psikolojik olgunun belirleyicisin, insan doğasının ve yetiştirme biçiminin karşılıklı karmaşık ve ayrıştırılmaz etkileşimi olduğunun farkındadır. (110)

59- Çatışma toplumsal bir süreç olarak, grupların oluşmasının ve sınırlarının belirlenmesinin bir aracı olabilir. Ayrıca, çatışma, grup kimliğinin yeniden benimsenmesi yoluyla üyeleri birbirine bağlayabilir. (113)

Page 333: Akademik kaynaklar dizini

60- Flaş TV programı 27.06. 99

İslam mı çağdaşlaşacak, Çağdaşlaşma mi İslamlaşacak

Dağılma / düzen , Dağılma /bütünleşme , Politik döngüler…

Temel toplumsal süreçler….

61- Coser, grup içi / grup dışı; merkezi değerler üzerine / çevresel değerler üzerine; yapısal değişmeye yol açan / emniyet supabı kurumlarına kanalize edilen; gevşekçe kaynaşmış gruplarla / sıkıca kaynaşmış gruplardaki (olmak üzere) çatışmaları ayırır. (113)

62- Toplum kişilere davranışlarını biçimlendirmede katkıda bulunur, kişiler de toplumu biçimlendirme de katkıda bulunabilir. (123)

63- İşleyen bir mekanizma olarak toplum, üyelerini toplumsal kurumlara dağıtmak ve bu konumların yükümlülüklerini yerine getirmeye teşvik etmek zorundadır. Bu yüzden, motivasyonla iki düzeyde ilgilenmek durumundadır: Uyum bireylerde belirli konumları edinme isteğini uyandırma ve bu konulara geldikten sonrada, bu konumlara yüklenen yükümlülükleri yerine getirme arzusunu uyandırmak… (Davis ve Moore) (130)

64- Güçlünün hakimiyetini, haklının hakimiyetine dönüştürerek yeni hüküm meşrulaştırılmalıdır. (134)

65- Lenski, sistemi oluşturan üç birimle ilgilenir ; bireyler, sınıflar ve sınıf sistemleri…. Bireyler sınıfları oluşturur ve çözümlemenin temel düzeyini temsil ederler. (135)

66- Çözülme, Birey düzeyinde, Toplum düzeyinde, Aile düzeyinde , V.s.

67- Çok boyutlu çözümleme bütün kuramların gerçekçilik payı vardır.

68- Karmaşık sanayi toplumlarında bir birey, birçok sınıfın üyesi olabilir. (155) Bu sebeple, modern sanayi toplumlarında “ çok boyutlu çözümleme” ye duyulan ihtiyaç daha fazladır. (136)

69- Sınıf sistemi: Örneğin: bir toplumda politik sınıf sistemi %10 elit; %20 bürokratları; %50 apolitik vatandaşlar; %20 rejim düşmanlarından oluşmuş olabilir. Aynı toplumda, mülkiyet sınıf sistemi %10 varlıklı, %25 orta, %45 yoksul, %20 düşkün olarak kademelendirilebilir. Mesleksel sınıf sistemi, eğitimsel sınıf sistemi (Yüksek Okul Mz., Lise, Orta, İlk, Cahil v.s.), bölüşüm sistemleri,v.s…. (Tabakalaşma sistemi) (Lenski) (136)

70- Genel Sistem Kuramı: (Parsons): Yaşayan bütün sistemlerin, kalıp korunması, bütünleşme, amaca ulaşma ve uyum olmak üzere

Page 334: Akademik kaynaklar dizini

dört işlevsel zorunluluğu karşılaması gerektiğini şart koşmaktadır. (169)

71- Paylaşılan değer ve sembollerden oluşan kültürel sistem ve bireylerin oluşturduğu kişilik sistemi…(150)

72- Statü: Toplumsal sistemdik konumdur. (Öğretmen-Hakim-Cumhurbaşkanı gibi)

73- Rol: Bir statüye bağlanan kişinin ondan beklenen ya da alması gereken davranışıdır. (Özel bir konum ile ilgili beklenen davranış…) (151)

74- Parsons, toplumsal sistemlerdeki rolleri sınıflandırma araçları olarak “ kalıp değişkenler” kavramını geliştirmiştir. Kalıp değişkenler: statü değişkeni, nitelik değişkeni, etkileyen koşullar…..

75- Duygusallık / duygusal Nötrlük (kişinin bir ilişkide duygusal zevkleri veya ihtiyaçları için hareket etmesi veya ihtiyaçları için hareket etmesi veya duygusal olarak nötr kalması…

76- Örnek: Karı-koca ilişkisi duygusal ilişkisi,

77- Satırcı-müşteri ilişkisi duygusal nötr ilişkisi.

78- Bireysel yönelim / kolektif yönelim: (Bireysel yönelme ilişkisinde kişinin kendi çıkarları ön planda çıkar. Kolektif yönelme ilişkisinde isi grubun çıkarları baskındır. (Otomobil) alırken pazarlık yapan-kendi çıkarlar baskındır. (otomobil alırken pazarlık yapan kendi çıkarı için, ücret fiyat kontrolleri ile ilgilenen grup çıkarı için)

79- Evrensellik / Özgüllük: (Aktör, bütün herkese uygulanabilir bir kritere göre ilişki kuruyor ise evrensellik, seçilmiş bir standarda göre davranıyorsa özgüllük)

80- Nitelik/Performans: (

81- Belirlilik / yaygınlık: (Belirlilik - sınırlılık- belli bir konu ile sınırlı ve geçici ilişki satıcı-müşteri ilişkisi gibi , yaygınlık ise aile gibi sürekli karşılıklı olarak birbirini etkileyen ilişki…)

82- (Parsons’un iddia ettiği gibi bu kalıp değişkenler toplumsal sistemdeki herhangi bir eylemin temelidir. ) (152/153)

83- Kültürel meşrûlaştırma

84- Günümüz sosyolojisinin merkezinde bir kuramcı vardır. O da Amerikalı sosyolog Talcott Parsons’tur.

85- Kişilik olmayan toplumsal sistemin bir üyesi ve kültürel sitemin bir parçası olmayan bir bire yoktur.(160)

86- Parson’a göre eylemin dört alt sistemi: (kültür, toplum, kişi ve davranış)

Page 335: Akademik kaynaklar dizini

87- Güvenlik sitemi alt yapısı: Bilişsel - Ahlaksal - amaçsal - Rasyonalite

88- Toplumsal sistemin yapısı: Güvenlik sistemi - toplumsal komünite - ekonomi - siyasi…(161)

89- Bir sosyolog, kültürel bir sistem, bir kişilik sistemi ve bir davranış sistemiyle sıkı bir şekilde bağlantılı olan, kendine yetebilen toplumsal bir sistem üzerine çalışmaya nasıl başlayabilir? (167)

90- Parson(un sibernetik modeli birbiriyle ilişki içinde olan evrimsel dört değişim sürecini tanımlar: farklılaşma, uyumsal kabiliyetin yükselmesi, kapsama ve değer genelleştirilmesi ….. Bu süreçlerden her biri diğer süreçler ve toplumsal yapı içinde geri beslenmeyi sağlar. (169)

91- Eğer herkes kendi çıkarı için davranırsa, sonuçlar herkes için felaket olacaktır.

92- Kişi için en iyisi kendisi dışında herkesin vergi ödemesidir. (179)

93- Yeni nedensel kuramı, toplumsal fenomendeki karmaşıklığı çözümlemek için bilgisayar kullanır. Bu, sosyologların, bir fenomen için tek bir neden arayan basit kuramlardan daha karışık çoklu nedensel modellere doğru kaymasını sağlar. (192)

94- İnsan ilişkilerinin çeşitliliğinin sınırsızlığı…

95- Toplumsa yapıdan çok insan aktörlerine vurgu.. (sosyal psikoloji kuramlarında)

96- Takın performansı, sürekli ilerlemede gibi görünürken, takımın herhangi bir üyesinin, gösteriyi terk etme, ya da bağlantıya uygun olmayan bir davranış sergileyerek sürekliliği bozma gücü vardır. Takımın her elemanı diğerlerine karşı doğru tavır ve davranışlara ve diğerleri de onun tavır ve davranışlarına güvenmeye zorlar (204) (Goffman)

97- Toplusal gerçekliğin durağan bir görünümden çok süreçsel kavranışı …. (223)

98- Hem insanlar, hem de toplumsal düzenleri, tamamlanmış olgular değil, olma sürecindedirler…(223)

99- İnsanlar şeylere karşı, şeylerin kendileri ifade ettiği anlamlara göre tavır alırlar (224) ((Blumer) Sembolik etkileşimcilik)

100- Bir şeyin bir kişiye ifade ettiği anlam, diğer kişilerin o şeye ilişkin olarak kendisine davranma biçimi aracılığıyla oluşur. Bu davranışlar o kişide şeyin tanımını oluşturma işlevi görürler..(225)

Page 336: Akademik kaynaklar dizini

101- Kendini belirtme, bireyin şeylere dikkat ettiği, değerlendirdiği, onlara anlam verdiği ve bu anlama dayanarak eylemde bulunduğu, hareketli ve iletişimsel bir süreçtir. (226)

102- İnsanoğlunu eylemi, yorum ve anlamla sarılıp sarmalanmıştır. Bu eylemlerin diğerlerinin eylemleriyle bir araya gelmesi işlevselcilerin toplumsal yapı dedikleri şeyi oluşturur. (227)

103- Bir yapısal işlevselci, insanların içinde bulundukları toplumların ürünleri olduklarını vurgular; bir sembolik etkileşimci ise madalyonun öbür yüzünü vurgulayarak toplumsa yapının, etkileşimde bulunan kişilerin bir sonucu olduğunu söyler. (227)

104- Blumer’in önerdiği sembolik etkileşimcilik bir takım kök imajlar içerir. Bunlar: Toplum etkileşim halindeki insanlardan oluşur. Bu etkinlikler, birlikte eylem aracılığı ile, karmaşık bir biçimde bir araya gelir, organizasyon ya da toplumsal yapı olarak bilinen şeyi biçimlendirir.

105- Anlamın rolünü fiziksel nesnelere bile uygulanması, Amerika ve Hindistan’da sığırların ele alış tarzı ve kullanımı örneği ile gösterilebilir. Nesne (sığır)’ı her iki toplumda da aynıdır. Fakat Amerika’da “et” olarak algılanırken, Hindistan’da kutsal olarak algılanır. Kültürler arası görüş açısı ile bakıldığında, anlamları olduğu gibi alınan fiziksel nesnelerin bile anlamlarının toplumsal kökenli olduğu görülür.(229)

106- Anlamlandırıcı kavramlar…

107- Varlıklar, her insan için başka bir anlama gelir…(tavır da farklı olur.)

108- Sosyo-kültürel çevre (okul, aile, TV, toplum, basın)

109- Temel olarak , bir insan için eylemde bulunmak, iliğini çeken şeyleri dikkate almayı ve bunlara getirdiği yorumlara dayanarak davranış çizgisini saptamayı içerir. (230)

110- İnsanlar karşılaştıkları durum veya eylem ne olursa olsun “anlamlandırmaya” veya düzenlemeye çalışır. (Etnometodoloji) (244)

111- Berger, bireylerin toplumsal kurumların hem yöneticileri hem de ürünleri olduklarını vurgular (270)

112- Modern bilim belki ani bir çocuk ölümünün tıbbi gerçeklerini belirleyebilir. Fakat böylesi trajedi dönemlerinde geleneksel dinin sağladığı anlamı ya da rahatlamayı sağlayamaz. Bilim doğal fenomenleri dinin yapabileceğinden daha iyi açıklayabilmesine karşın, nomos sağlamakta sefillik derecesinde başarısızdır.

113- Gerth ve Mills toplumsal yapı kavrayışlarını verirlerken analitik bir şekilde kullandıkları toplumsal rol kavramı, kişilik ve

Page 337: Akademik kaynaklar dizini

toplusal yapı ya da kurumlar arasındaki ana bağlantı haline gelir. Burada:

114- Siyasal düzen: insanlara, toplumsal yapıdaki güç ve otorite dağılımını ele geçirdikleri, kullandıkları ve etkilendikleri kurumları kapsar.

115- Ekonomik düzen, insanların mal ve hizmetleri üretmek ve dağıtmak için emeği, kaynakları ve teknik araçları örgütledikleri kuramlardan oluşur.

116- Askeri düzen ise, insanların meşru şiddeti örgütledikleri ve kullanımı destekledikleri kurumlardan oluşmaktadır. (polisiye düzen….)

117- Gerth ve Mill’in karakter ve toplumsal yapının karşılıklı ilişkisi tartişmasında , ne kişilerin ne de kurumların bağımsız varlıklar olmadığını hatırlatmak önemlidir. Kişiler ve kurumlar toplumsal rollerle kurulmuş bağlantıları aracılığıyla karşılıklı etkileri alması açısından birbirine bağımlıdırlar. Bir kişi,anne-eş olarak vardır v akrabalık düzenine bağlıdır. Amirdir ya da fabrikada işçidir ve ekonomik kurumla ilişkilidir. Bir kişi, Protestan, Katolik veya diğerdir ve dini düzene bağlıdır. Bir kişi, yalnız diğerleriyle az ya da çok yapılaşmış bir konumda girdiği ilişkilerle tamamen ortaya çıkar ve kurumlar yalnız kişilerin toplumsal rollerini yerine getirmesiyle varolabilirler. (289) (karakter ve Toplumsal yapı adlı müşterek çalışmasından )

118- A.B.D. de (Türkiye’de) iktidarı elinde bulunduranlar..(araştırma konusu)

119- İktidar seçkinleri: Orta sınıfla şiddetli bir tezat oluşturarak (önemli sonuçları olan kararlar vermekte başlıca pozisyonlara sahip) kadın ve erkeklerdir. (295)

120- Mills’in Amerikan toplumsal yapısını çözümlemesinde, temel kararları verebilecek ulusal iktidarın başlıca sahipleri, büyük sermayenin liderleri, politik liderler ve askeri liderlerdir (295)

121- Etzioni7nin toplumsal özdenetim kuramı: O’na göre, bir fizikçinin nükleer enerjiyi geliştirdiği gibi, bir sosyolog da toplumsal enerji geliştirmeyi öğrenmelidir. (308) (veya toplumda var olan toplumsal enerji gruplarının enerjilerini, toplumu ileri götürecek eylemlerle deşarj etmeyi bilmelidir. ) (-)

122- Aktif olmak: bilgiye sahip olmak, karalı olma ve güce sahip olmak anlamına gelir (1- Bilgiye sahip bir aktörle grubu , 2-Gurp ya da aktörün gerçekleştirmeye karalı olduğu bir ya da daha çok amaç , 3- Toplumsal kanunların yeniden belirlenmesini mümkün kılana sembollerin maniplasyonunu da içine alan güce ulaşabilirlik…)

Page 338: Akademik kaynaklar dizini

(309) (3. toplum bilgisine dayalı kararların işletilebilmesi için gerekli güce ulaşılabilirlik.) (320)

123- Etzionu, toplumsal ilişkileri üç tip olarak sınıflandırmaktadır: Normatif, yararcı, zorlayıcı…

124- Normatif ilişki: paylaşılan normlar ve değerleri içerir. Bireylerin birbirlerime akılcı olmayan amaçlar ve karşılıklı taahhütler olarak davrandığı ilkel topluluklar ve aile gibi…

125- Yararcı ilişkiler: Katılan her taraf için bir bedelin söz konusu olduğu, akılcı toplumsal alış-veriş ilişkileridir.

126- Zorlayıcı ilişkiler: kişiler birbirlerini nesne olarak görürler ve işleyişleri akılcı olabilirde olmayabilirde…

127- Toplumsal düzenin bu üç temeli, saf halleriyle görünmeyen ideal tiplerdir. Gerçekte, toplumsal ilişkiler bu üç ilişkinin karışımı şeklindedir. (310)

128- Siyasi kayırmacılık, yüksek siyasi kampanya maliyetlerinden kaynaklanır. (312)

129- Yüksek derecede yabancılaştırıcı yapılar, yoğun bir biçimde baskı ve manipulasyona dayanır. Ve bunlar yöneticileri olduğu gibi yönetenleri de insanlığından çıkarır ve hayvanlaştırır. (321)

130- Toplumsal bilimlerin dili bir hipotezler, değişkenler ve paradigmalar dilidir. (323)

131- Soyut kuramsal bilgi, somut deneysel bilgiye önceldir. (sanayi sonrası toplumda) (327)

132- (70-72) TOPLUMSAL ÖNKESTİRİM KURAMI: (DAİNELBELL)

133- Sanayi öncesi toplumda temel ekonomik kaynak topraktır; sanayi toplumunda bu kaynak makineler; sanayi sonrası toplumda bilgidir….

134- Her sistemin hakim, kesimleri, bu kaynakları ellerinde bulunduranlardır. Sanayi öncesi toplunda kontrol, toprak sahipleri, ve toprağı koruyan askeri kesimin elindedir. Sanayi toplumunda iş adamları anahtar güç konumundadır. Güçleri, siyasa sonrası toplunda, bilim adamları, kadın erkek araştırmacılar ile üniversiteler ve araştırma enstitüleri egemen kesimlerdir.

135- Gücün araçları, rasyonel teknik kuvvetler (bilim adamlarınca sağlanan) ve hesaplı politik kuvvetlerin (güç seçkinleri tarafından uygulanan) dengede olmasıdır. Böylece sanayi sonrası toplumda siyaset gittikçe artan bir rol oynayacaktır ancak siyaset teknoloji ve bilim gibi ussal bir sistem değildir. (Bell) (333)

Page 339: Akademik kaynaklar dizini

136- Bell, modern kültürü karakterize eden aşırı bireyciliğe ve ben bilincindeki krize, tanrıya ve ruhun ölümsüzlüğüne olan inancın sarsılmasının yol açtığını belirtir. Bell, bu değişimi sadece manevi değerleri ve aşkın ahlâkı dışlayan bir kapitalizme değil, aynı zamanda ben merkezli, “neo-liberal” hedonik (hazcı)kültürel normlara kapı aralayan prütanizm ve Protestan ahlakındaki bozulma ile açıklar ki, bu da “toplum yapısının kendi bünyesinde barındırdığı ” olağan üstü bir çelişkidir. (336)

137- Bell’in çağrısı toplumsal yapının kültürel temelini oluşturacak güçlü bir ideoloji için: Bu temel üç eylemi birbirine bağlayarak oluşturmalıdır:

138- Geçmişimizi yeniden doğrulamalı; çünkü ancak geçmişin mirasını biliyorsak gelecek nesillere karşı olan yükümlülüklerimizin farkında olabiliriz;

139- Sınırsız arzu ve isteklerimiz içinden kaynaklarımızın sınırlarını ve öncelikli gereksinimlerimizin bireysel ve toplumsal olanlarını saptayabilmek….

140- Toplum içinde tüm insanlarda ait olma ve dürüstlük duygusu yaratabilecek ve ilgili alanlarında insanların eşit muamele görebileceği ve böylece de daha eşit olacağı kavramlaştırmasında fikir birliğine varma…..(336)

141- Değişime direnç: Bir siyasal / ekonomik / soysal yapı; ne kadar siyasal -ekonomik ve sosyal itibar nüfus ve güç sağladığı kişilere (çıkar gruplarına) yataklık ediyorsa bu ihtiyaçları tehlikeye sokmada değişim kapsamı büyük olan bir değişme o kadar dirençli olacaktır. (toparla)

142- Bell’e göre: Gözden kaçırılmayan şey, insanın ikili doğasıdır. Bir yanda ilkel gücünden, parçalanma ve yok etmeye kadar varan barbarca saldırganlığı, dire yandan sanatta ve yaşamda iradenin biçimleyiciliğine uyumlu bir düzen arayışı … İşte toplumsal dünyayı tanımlayan belki de ütopyayı modern insanın şu anda burada - dünyada gördüğü mutluluk döneminden bile daha gerçekçi kılan bu giderilemez gerilimdir. (339)

143- Önceden kurulmuş düşünce biçimimizi eleştirel bir şekilde gözden geçirmeksizin yeniden oluşturulmuş bir topluma sahip olamayız. Gouldner: Yansıyıcı Sosyoloji…

144- Gouldner’e göre, toplumsal kurama, gerçek olarak ele aldığı bir toplumsal olay ya da süreç ile, bunun çeliştiği bazı değerler arasındaki gerilimi azaltmaya çalışır. (Pek çok kuram çalışması, belli değerlerle, atıfta bulundukları gerçeklik arasındaki uyumsuzluk) (348)

Page 340: Akademik kaynaklar dizini

145- Gouldner’e göre, dünya üzerindeki bu yaşam, insanın bilgi ve çabasıyla mükemmel olma kabiliyetindedir. (351)

146- Haklı çıkarıcı (meşrulaştırıcı) ideolojilere her zaman ihtiyaç duyulmuştur. (353)

147- Gouldner, “bilim ve hümanizm arasındaki kopukluğa bir köprü oluşturacak” yeni bir sosyolojik kuram çağrısında bulunur.

148- (Gouldner’in bu çağrısına, kendi toplumumuz açısından bir cevap vermek ….)(358) Gelibolu-28.06.1999

TOPLUM BİLİMERİNE GİRİŞProf. Dr. Barlas TOLAN, 4. Baskı- Adım Yayıncılık - Ank. 1996

1- Toplumsal evrimin yasaları ….(Her toplumun farklı bir süreç)

2- Toplumsal evrim şemaları…

3- Olayların nedenlerine inmek ….

4- Çok sayıda gelenek, görenek , töre, fikir, yasa, kurum çokluğu ve çeşitliliğinden oluşan tarihi, bu çeşitlilik içerisinde nedensellik ilişkileri ile açıklayabilmek Montesquieu’nun temel amacıdır. (7) (Bir toplumu çevreleyen iklimsel etkenler, toprağın niteliği, yaşama biçimi, din ve ekonomik uğraşlar…)

5- Toplumsal gerçeği açıklayacak öğeler, yine bu gerçeğin kendi oluşumu ve dinamizmi içinde aranmalıdır. Bir toplumdaki yapılar, kurumlar, bilgi ve inançlar sürekli bir dönüşüm içindedir. Toplumu, bu sürekli hareketliliği ve dönüşümü içinde inceleyecek olan bilim, Saint-Simon’un toplumsal fizyoloji, beşeri bilim, ya da özgürlük bilimi adını verdiği sosyolojidir. (8)

6- Toplum bireylerin basit bir toplamı değildir.

7- Sosyolojide - Melez kavramı

8- Toplumdaki işbölümü, mülkiyet, devlet, hukuk, iktidar, siyasal partiler gibi toplumsal öğe ve olgular sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde bulunurlar. Bu tür bir oluşum çerçevesinde bir çok toplumsal olay ve olgunun kaynağı, toplumların farklılaşmış ve giderek farklılaşan plüralist (çoğulcu) yapısı olmaktadır. Birey ve toplum birbirleri için, aynı zamanda hem özne hem de nesne niteliği taşırlar. İnsanı tanımak için toplumu, toplumu tanımak içinde insanı incelemek gerekir. (10)

9- Toplumsal birlik ve uyumu (sosyal konsessus) meydana getiren toplumsal kurum, öğe ve oluğular…(12) (Her toplumsal birliğin kurucusu öğeleri)

Page 341: Akademik kaynaklar dizini

10- A.COMTE’UN Üç Hal Yasası:Toplumların evrimini belirleyen ve biçimlendiren insan düşüncesi, tarihsel süreç içerisinde sırayla üç halden, üç aşamadan geçer. Comteun teolojik hal olarak adlandırdığı birinci aşamada, insan düşüncesi evreni üstün varlıklara ya da tanrılara göreli olarak açıklamaya çalışır. İkinci aşamayı oluşturan metafizik halde, insan düşüncesi fazilet, özgürlük, doğa, eşitlik gibi soyut güçlerin etkisi altındadır.Pozitif (bilimsel) hal olarak nitelendirdiği üçüncü ve son bur aşamada insan düşüncesi somuta yönelik bir nitelik kazanır. (Gözlem ve deney yolu ile) (13)

11- Eleştirisi: Comte, yalnızca Avrupa tarihini incelemiş ve Avrupa’nın özgül bir tarihsel gelişimle vardığı toplumsal düzenin, belirli süreler sonra tüm toplumlar için geçerli olacağını iddia etmiştir. Başka bir deyişle Comte, sosyolojinin temel kavramlarından biri olan “görecelik” anlayışını hiç dikkate almamıştır. Ayrıca Avrupa tarihinden aldığı verileri statik sosyoloji yaklaşımı düzeyinde, yani belirli bir zaman kesiti ile sınırlı olarak kullandığından, bu verileri zaman sürecinde değerlendirememiştir. Böylece (Avrupa toplumlarının ekonomik ve toplumsal gelişme sürecini oluşturan ve biçimlendiren değişkenler) ve bunların etkilerini gereğince açıklayamamıştır. (14)

12- Teavün ve tesanüt yasası= Bunlardan birinin toplumsal gerçeği belirlemesi Çatışma ve tesanüt yasası

13- Nihai gaye kuramı…

14- Durkhaim, bir toplumsal olgunun ancak bir diğeriyle açıklanabileceğini savunur. (28)

15- Weber’in toplumsal eylem tipleri (saiklere göre), Geleneksel saiklere dayanan eylemler, Duygusal saiklere dayanan eylemler, Bir değere yönelmiş akıllı saiklere dayanan eylemler, Bir amaca yönelmiş akıllı saiklere dayanan eylemler(35)

16- WEBER; Toplumsal gerçeği bireysel davranışlara ve onların anlamlarına indirgeyerek parçalamış ve toplumu bu ufalanmış bireyler arası ilişkilerin bir bütünü olarak yorumlamıştır. Weber, bireysel eylemlerin öznel anlamlarını kültürel anlam ve değerlere bağlayarak ve hatta giderek kültürel etkenlere bir ağırlık ve öncelik tanıyarak, bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde psikoloji ile sosyoloji birleştirmek istemiştir. (43)

17- Parsons - Merton, C. W.Mills’e göre; tüm toplumsal öğe, yapı ve birimler yalnızca fonksiyonel oldukları için toplumsal sistem içerisinde yer almaktadırlar. (53)

18- Parson’un toplumsal sistemin dört fonksiyonel öğesi: Toplumca kültürel olarak sağlanan araçların amaca uyumu Amacın belirlenmesi, Değerler aracılığı ile sağlanan toplumsal bütünleşme ve eşgüdüm, Normların korunması (Toplumsal süreklilik) (54)

Page 342: Akademik kaynaklar dizini

19- Parsons’a göre bir toplumda üç tür sistem bulunur:Kişilik sistemleri: Bir aktörün gereksinimleri ve eğilimleri ile belirlenen ve diğer aktörlerin eylemleri ile uyum gösterebilen eylemlerden oluşur. Toplumsal sistemler: Aktörlerin arasındaki etkileşimlerden oluşur. Kültürel istemler: kişilik sistemleri ve toplumsal sistemler ile ilişkili, ama onlardan bağımsız ve soyutlanmış olarak, belirli bir toplumda geçerli olan değer, norm, simge ve imgelerin tutarlı bir biçimde kalıplaşmasından oluşur. (55)

20- Sistemin uyumunu ve bütünlüğünü sağlayan fonksiyonların yanı sıra, sistemin uyum ve bütünlüğünü azaltan veya bozan “disfonksiyonlar” yeni bozuk veya bozucu fonksiyonlar da bulunmaktadır. (Merton) (65)

21- Bireyler için yalnızca maddi ve parasal açıdan başarılı olma özlemini temel bir kültürel hedef olarak vurgulamakta…(67) (Rıza-i ilahi-yi- dürüstlüğü…)

22- Toplumsal başarı üzerine yoğunlaşmış güçlü kültürel hedefleri …. İle girişimci ve yapıcı…engelleyici ve gerilim doğurucu….(67)

23- Bireylerin davranışlarını en belirgin bir biçimde en fazla etkileyen …(68)

24- Yenilikçi - değişimci davranışlar bir sapma olarak algılanır…(-)

25- Davranış çeşitleri: Uyum (yenilikçi / şekilci / çekilme- kaçış / isyan …… (71-72)

26- Türk toplumu ile ilgili somut veriler.

27- Böylece (ideolojik) bir tutum, bilim - teknoloji ve ahlâk kurumlarına bir kenara iten bir düşünsel ortam oluşturmaktadır….(-)

28- İktidarı ellerinde bulunduranlar, kurumlar üzerindeki nüfuz ve egemenliklerini meşrulaştırmak için, “otoriteyi” herkesin inandığı bir takım ahlâksal ve kutsal simgeler ile hukuksal anlayışın doğal ve zorunlu bir sonucu gibi sunmaktadırlar. (W.Mills’e göre) (87)

29- Toplumsa gerçeğin farklı görünümleri: Ekonomide - Bilimde - eğitimde - sağlıkta - v.s. **

30- Herhangi bir bilim dalında bir bilgi veya kavram, bu bilgi ve kavramın oluştuğu toplumun özgül koşullarına bağlıdır. Ve bu koşullardan soyutlanamaz . Nitekim sosyolojinin, o dönede hızla sanayileşmekte olan Batı Avrupa’da doğması ve gelişmesi sosyolojik kavramların önemli bir bölümünü bu ülkelerin özgül gerçeklerine göre oluşturmuştur. Sonuçta bugünkü sosyoloji, bilgi, kavram, kuram, yasa yöntem ve teknikleriyle, Avrupa toplumlarına özgü bir gelişmenin izlerini taşımaktadır. Oysa özellikle Batı kültürü dışındaki

Page 343: Akademik kaynaklar dizini

az gelişmiş ülkelerin bugün karşılaştıkları sorunların niteliği büyük ölçüde farklıdır. Bu nedenle, Batı’daki toplumsal oluşumları çözümlemek amacıyla yaratılan ve ancak bu genel çerçeve içerisinde doğruluğu, geçerliliği ve meşruluğu saptanmış bilgilerin, az gelişmiş ülkelerin özgül gerçeklerine uygulanması her zaman anlamlı ve tutarlı sonuçlar vermektedir. Aralarında büyük yaklaşım farkları olsa bile, genellikle sanayi toplumlarının sorunları ile ilgilenen Batı’lı sosyologların oluşturdukları kavramlar, sonunda birer zihinsel alışkanlık niteliğini almıştır. Bu zihinsel alışkanlıkları incelemek istedikleri az gelişmiş ülke gerçeklerine uygulamaları genellikle başarısızlıkla son bulmaktadır. ‘105)

31- Mübeccel KIRAY: (Çağdaş Türk Sosyolojisinin bir temsilcisi)(Toplumsal değişme ile ilgili görüşleri ve “Tampon kurum” kavramı…)Kıray için toplumsal değişme çeşitli düzeylerde oluşur. Ve ancak belirli bir düzeyden başlayarak yapısal bir nitelik kazanır. Bu nedenle toplumsal değişme, bazı öğeler için yapısal bir farklılaşma, diğer bazı öğeler için de yalnızca ölçek farkı olarak belirir. Değişmenin tüm toplumsal öğeleri, aynı zaman kesiti, aynı ölçek, aynı hız ve yön çerçevesinde kapsayamaması nedeniyle, bir toplumda çoğu kez hem geleneksel, hem de modern toplumsal yapıya ilişkin özelliklerin bir arada bulunması doğaldır. Örneğin; feodal ve kapitalist yapılar gibi farklı toplumsal yapı türlerine ilişkin niteliklerin aynı somut toplumsal yapı içerisinde bulunmaları ve hatta bütünleşebilmeleri mümkündür. Zaten toplumsal gerçek içinde çoğunlukla bu türden bileşimlerle karşılaşılır. (111)

32- Toplumsal yapıyı oluşturan öğelerin değişme süreçlerinin farkı olduğu…(farklı bir yön - hız - ölçek ve zaman içerisinde değişen öğelerden oluşan toplumsal yapı, fonksiyonel bütünlüğünü korumak amacıyla tampon mekanizmalara yaratır. Böylece toplumsal yapı ile bütünleşemeyen öğelerin yerini tampon kurular alır. (111)

33- Sosyolojinin çabası: daha çok toplumsal olay ve olguların açıklamak, sonra da zaman ve mekan etkenlerini soyutlayarak ortak ilke ve kurallara, genel tip, kavram ve yasalara ulaşmaktır. (117) (sosyolojinin tarihten farkı….)

34- Tüm toplumların, Batı toplumlarının geçirdiği aşamalardan zorunlu olarak geçeceklerini iddia etmenin geçersizliği, bilimsel olarak saptanmıştır. (119)

35- S.145-146 fotokopi…(Bk. Kalkınma Sosyolojisi)

36- Tüketim analizi yapan araştırmaların bulgularına göre, tüketim davranışlarının % 90’ı rasyonel değildir. (156)

37- Sosyo- kültürel sorunların görünüş biçimleri

38- S.191 -202; 206-207; fotokopi…

Page 344: Akademik kaynaklar dizini

39- Nüfus değişiminde doğum-ölümler; iç ve dış göç gibi dört temel değişken etkili olur. (211)

40- İslam’ın çekiciliğini baltalamak - itici dinamiklerini beslemek…

41- Göçler; bazı itici ve çekici nedenlere bağlı olarak oluşabilmektedir. Avrupalıların Amerika’ya göç etmelerinde bu itici ve çekici nedenleri açıkça görebiliriz. Çeşitli ekonomik, siyasal ve dinsel etkenlerin itici gücü, Amerika kıt’asının verimli doğal kaynaklarının ve istihdam olanakların çekiciliği ile bütünleşmiştir. Bu arada yine Avrupalıların, geçen yüzyıl içinde Asya, Afrika ve Avustralya’ya yaptıkları kısmi göçlerde, kapitalizmin kendisine hammadde kaynağı ve Pazar bulak amacıyla girişmek zorunda kaldığı sömürgecilik olgusu ile yakından ilişkilidir….. (212-213)

42- M. Fortes gibi sosyal bilimciler, toplumsal olay ve olguların nitel görünümleri ile ilgili çözümlemeler için kültür kavramının elverişli olduğunu kabul etmişlerdir. (224)

43- Kültürel Yapı: Belirli bir toplum veya grupta üyelerin ortak davranışlarını belirleyen örgütlenmiş normatif değerleri ifade eder. (225)

44- Her toplum iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini, hoş ve nahoşu, ne amaçla yaşanması, neyin uğruna ölünmesi gerektiğini tanımlamaya çalışır. (223)

45- İslâmi değerlerin toplumsal etkinlik kazanmasının önlenmesi….(-)

46- Bir toplum yaşamında, her şey değerlere göreli olarak algılanır. (233)

47- S.231-236 : fotokopi

48- Weber’e göre tabakalaşmayı belirleyen birbirlerinden farklı üç hiyerarşi (ekonomik - toplumsal ve siyasal ) bulunmaktadır. (269)

49- İdeolojik bir tutuma girme…

50- Toplumsal değişme: S.276-281) fotokopi

51- Sistemle aşırı ölçüde bütünleşmiş…..lerden bir şey beklemek mümkün değildir. (300)

52- S. 325: fotokopi

53- Para veya prestij yönünden çıkar sağlayıcı…

54- Kişilik tipleri kuramı

55- Kişilik faktörleri….

56- İnanç ve kültüre göre değişen ve değişmeyen insan tipi….

Page 345: Akademik kaynaklar dizini

57- Sosyolojik değişkenler…(insan tipini sosyolojik değişkenlerle ilişkilendirmek…) (cinsiyet- yaş-meslek - eğitim- iklimx yerleşme koşulları - sosyo ekonomik koşullar - dinsel bağlılık - tarihi faktörler.. Bu faktörlerin insan tipinin oluşumunda nedensel bir nitelik taşıması…

58- S.388-392 fotokopi…

59- Bastırılmış duygu ve eğilimler, etkinliklerini yitirmeyip, dolaylı yollardan davranışları etkilemeye devam ederler. (394)

60- Statü ve rol: Toplumda farklı toplumsal işlevlerle ve belirli toplumsal mevkilerle bağlantılı bir davranış farklılaşması görülür. Bireyin bulunduğu nesnel konum, onun statü ve rolünü belirler. Bireyin başkalarından meşrû olarak beklediği davranışlar bütününe o bireyin statüsü; başkalarının meşru olarak ondan umdukları davranış bütününe de bu bireyin rolü denir. Statü ile tutumlar arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Kanıların statüye göre önemli ölçüde değiştiği saptanmıştır. Ancak bundan hemen basit bir nedensellik ilişkisi çıkarılmadan hemen basit bir nedensellik ilişkisi çıkarılmadan hemen basit bir nedensellik ilişkisi çıkarılmamalıdır. Örneğin Stagner, “aşırı sağ (dindar tutumlar)ın aynı zamanda hem alt, hem de yüksek ekonomik tabakalarla ilişkili olduğunu ortaya ekonomik tabakalarla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Buna karşılık, kişilik ile bütünleşmemiş ön yargıların aşağı tabakalarda daha çok bulunması, yine sosyo-ekonomik etkenin varlığını gösterir. (402)

61- Kişiler arası etkileşim süreci, bireyin bir başka bireye etkide bulunurken, aynı zamanda kendisinin de etkilendiği davranışları yaratan bir süreç olarak dikkati çeker. A ve B bireyleri arasındaki ilişkide, A önce tepki gösteren bir öğedir. Tepki, B’nin uyarısında da değişiklikler yaratır. Bu karşılıklı süreci etki-tepki durumunun ortadan kalkmasına kadar sürer. (Geri besleme = feed-back) (404)

62- Davranış tipleri… Bu tipleri belirleyen davranış mekanizmaları…

63- Hedeflerine ulaşabilmek için seçtiği davranış biçimi… (Rıza-i ilahi hedefine ulaşmak için seçilmesi gereken davranış biçimleri…)

64- Bir grubun özellikleri, kendisini oluşturan üyelerin bireysel özelliklerinin toplamına indirgenemez. Yani bir bütün, kendisini oluşturan parçalardan daha farklı bir varlıktır. Başka bir anlatımda , toplumsal bir bütün olan grubun sahip olduğu enerji, parçalarının enerjilerinin toplamından daha büyük bir güç oluşturur: bu güce toplumsal sinerji adı verilir. (420) (bireylerin nitelikleri müspet veya menfi kılar….(toplumsal sinerjisi) *****

Page 346: Akademik kaynaklar dizini

65- Bireyin bir gruba girmesi, grubun ve bireyin niteliklerine göre, doğum, başvurma, dâvet edilme veya karşılıklı anlaşma yollarıyla gerçekleşir. (421)

66- Gruplar genellikle hem işbirliğini, hem de rekabeti içeren bir etkileşimde bulunurlar. (Bazı ilişkiler iş birliğini - bazıları da rekabeti gerektirir) İşletmeciler, genellikle gruplar arası etkileşimde üst düzeylerde işbirliğini, alt düzeylerde ise rekabetin daha yararlı ve verimli olacağı görüşünü öne sürerler. (425)

67- Grupların işbirliği yaparak etkileşimde bulunabilmeleri için en zorunlu etki iletişimdir. Gruplar arasında işbirliğinin gelişmesi, iletişim etkinliğine bağlıdır. Ancak, iletişimin görevlerle veya rol ve statülerle ilgili çerçevenin ötesinde gelişmesi, anlaşmazlık, hatta çatışma yaratacak bir nitelik taşıyabilir. Bununla birlikte, bu tür bir iletişimin, bazı anlaşmazlıkları giderici veya çözümleyici bir biçimde sonuçlanması da mümkündür…(Bunun için iletişimde bulunan grupların işbirliği yoluyla gerçekleştirecekleri amaçları belirlemeleri gerekir. (425)

68- Bir grubun bireyleri arasındaki etkileşimde yerlerinin rolü: İnsan grubu, bir takım birimlerin yan yana sıralanmasından ibaret değildir. Bu birimler arasında başka bir ilişkiler vardır. Her grubun üyeleri arasında yakınlık (sempatik) , soğukluk veya ilgisizlik ilişkileri vardır. (426)

69- (Sayıların ilişkisi: en nitelikli rakam başa gelir ise, bu rakamla başlayan sayı da nitelikli olur. Örnek ile 1 ile 9’un ilişkisinde niteliği daha düşük olan sayı başa gelir isi 19 sayısı ortaya çıkar, 9 başa gelir ise 91 sayısı … Bu ilişki biçimi fertler arası organizasyonların niteliğinde de geçerlidir. Şu halde 9 ile 1 in ilişkisi 10 değerinde değildir. 19 veya 91 değerindedir. (Toplumsal sinerji) Ancak, bu iki rakam arasındaki nitelikli rakamın öne veya arkaya gelmesi 72 değerinde bir farklılığa yol açmaktadır. Bu farklılık bireylerin örgütlenmesinde de geçerlidir.)

70- (Sünuhat = Kesir darbı)

71- S.467-470 : fotokopi- (sosyolojik Propaganda)

72- Risale-i Nur temelinde bir toplum projesi; ya da Dindar Cumhuriyet…

73- (Devlet ile toplumu barıştırma projesi…) (Batı ile İslamı barıştırma projesi…) (misyonerlik gerçeği konusu) Kitap.

SOSYOLOJİ-Kavramlar ve Sorunlar– Doç.Dr. İsmail Doğan, Sistem Yayıncılık - II. Basım - 1998 - İst.

Page 347: Akademik kaynaklar dizini

1- Toplumsal bir bilim olarak sosyoloji çok sebepliliğin esas alındığı tümevarım metodu kullanır. (65)

2- Kültürel yönlendirme kuramı …

3- İnsanın “uyuma “ zorlandığı toplumsal standartlar gerçekte insanda, insana özgü değişmeyi sağlayabilecektir? midir? (247)

4- Toplumsal değişme etmenleri (287-298) fotokopi

5- İslam coğrafyasında sosyolojik süreci etkileyen faktörler…

6- Yozlaşma kuramı

7- Disiplin kuramı

8- Nitelik kuramı

9- Kuram: toplumsal tabakalaşmanın (farklılaşmanın) temel nedenlerini açıklamalı…..toplumda benimsenen değer tipinin niçin başka değer ölçülerinden daha üstün sayıldığını açıklamalı, egemen sınıfların doğa ölçülerinin daha üstün gösterildiği olgusunu görmezlikten gelmemeli.. Yapısal değişmelerde farklı sınıf ve katmanların rolü ve etkisi açıklanmalı.. (sistem ve yasaların - güçlülerin çıkarlarını temsil eder nitelik kazanma süreci)

10- Tekno-brokratik nitelik kazanan çağımız toplumları…..

11- İnancın - bilginin davranış değiştirme işlevi…

12- Eğitimin bilgi, inanç aktarma işlevi…

13- ………yönünde bir toplumsa değişim…Toplumsal farklılaşma genişliği…

14- Toplumsal gelişme: Toplumsal gelişme,belirli bir alanda kat edilen olumlu mesafeyi ifade etmektedir. Ekonomik refahın artışı, insan gücü ve kaynaklarının gelişmesi, orta sınıfın yaygınlaşması, akılcı düşünme alışkanlığının yerleşmesi, sosyo kültürel düzeyin yükselmesi v.s. toplumsal gelişme örnekleridir. (285)

15- Toplumsal Evrim: Toplumda (ani olmayan) derece derece tedricen meydana gelen değişim…. (insanın olgunlaşması-düşüncelerin gelişecek pekiştirmesi dildeki dönüşümler v.s.) (286)

16- Toplumsal değişim: Toplumu meydana getiren kurumlar başta olmak üzere toplumsal ilişkilerde ve toplumsal yapılarda mevcut durumlardan yeni bambaşka bir duruma geçişi ifade etmektedir. (287)

17- (Planlı değişim….) Toplumsal değişimin ilk unsuru insan, ikinci zaman, üçüncü mekan

18- Toplumsal değişim etmenleri; (S.289-298) fotokopi.

19- Değişim algılanışı (290)

Page 348: Akademik kaynaklar dizini

20- Fırsat –Tehdit; Başarı-Karşı tepki, direnç

21- İslami ülkelerinde yönlendirme etmeni…

22- Toplumsal değişme kuramları: Doğrusal / Devresel / kültürel boşluk (geçikme) kuramı

23- İnanç ve değerlerde yavaş bilim ve teknolojide hızlı Değişmeden dolayı sancılı bir dönem dengeleninceye kadar geçecek süreç (s.300)

24- Kendimizi, alemi, varlıkları anlamada; bu anlam doğrultusunda kimliğimizin şekillendirmede…

İNSAN VE KÜLTÜRBronislaw MALINOWSKİ, Çev: Doç.Dr. M.Fatih GÜMÜŞ

V. Yayınları I.Basım - Ocak - 1990 - Ank.

1- İşlevsel kültür kuramı…

2- İnsan davranışının en geniş bağlamı olarak kültür.(13)

3- Kültürel kalıbıyla biçimlenmiş bir insan…(13)

4- Her bilimin ilk görevi kendi meşru alanını belirlemektir. O kendi sürecinin uygun etkenlerinin doğru olarak saptanması ya da belirlenmesi yöntemlerine yönelmelidir. Bu da genel yasaların konması ve bu tür yasaları somutlaştıran kavramların yaratılmasından başka bir şey değildir…. Her kuramsal ilke bir gözlem yöntemine çevrilebilmelidir ve gözlem sırasında bir kendi kavramsal çözümlememizin çizgilerini dikkatle izleriz. (19)

5- Yayılma, yani bir kültürün, başka bir kültürün aygıt, alet kurum ve inançlarını kabul etmesi yada alması süreci… (evrim…) (23)

6- KÜLTÜR NEDİR? Kültür, açıkçası âletlerden ve tüketim mallarından, çeşitli toplumsal gruplaşmalar için yapılan anayasal belgelerden insana özgü düşün ve becerilerden, inanç ve törelerden oluşan bütünsel bir toplamdır. Biz ister çok yalın (basit ) ya da ilkel bir kültürü ya da son derece karmaşık ve gelişmiş bir kültürü irdeleyelim, kısmen de manevi olan kocaman bir aygıtla karşılaşırız. İşte bu aygıtla insan yüzyüze geldiği somut ve özel sorunların üstesinden geldiği somut ve özel sorunların üstesinden gelmeyi başarır. Bu sorunlar, hem insanın çeşitli organik gereksinimlere bağlı bir gövdeye sahip olmasından, hem de bir yandan insanın elişçiliği için ona hammaddeler sağlaması nedeniyle en iyi dostu; öte yandan da kendisine hasım bir çok güçleri

Page 349: Akademik kaynaklar dizini

barındırması nedeniyle de tehlikeli düşmanı olan bur çevre içinde yaşamasından kaynaklanmaktadır. (39)

7- İnsanın, organik ya da temel gereksinimlerinin karşılanması her bir kültüre yüklenen koşullar dizisinin en azıdır. İnsanın beslenme, üreme ve sağlığı koruma gereksinimlerinden doğan sorunlar çözülmelidir. Bunlar yeni, ikincil ya da yapay bir çevre yaratılarak çözülür. Kültürün kendisinden ne daha çok, ne de daha az olan bu çevrenin sürekli biçimde yeniden üretilmesi, sürdürülmesi ve yönetilmesi gerekir. Bu durum, topluluğun kültürel düzeyine, çevreye ve grubun verimliliğine dayanan yeni bir yaşam standarttı yaratır.

8- (gereksinimlerin insan davranışlarını, doyum istikametinde çevreyi değiştirmeye zorlaması…)(39)

9- Her kültürel başarının özü işbirliği olduğuna göre düzen ve yasa sürdürülmelidir. Her toplulukta töre, ahlâk ve yasayı doğrulayan düzenlemeler olmalıdır(140)

10- İnsan, her şeyden önce organizmasının gereksinmelerini yanıtlamak zorundadır. Onun beslenme, barınma, ısınma, giyinme, korunma, v.s. gereksinmeleri için bir takım düzenlemeler yaratıp etkinliklerde bulunması gerekir. Onun, kendisini koruması ve dış düşmanlara fiziksel, hayvansal ya da insandan gelen tehlikelere karşı örgütlenmesi zorunludur. İnsan varlıkların bütün bu temel sorunlarına, bireylerin yarattığı zanaat ürünleriyle, işbirliği yapan gruplar halinde örgütlenmeleriyle ve ayrıca bilginin, bir değer ve ahlâk duygusunun geliştirilmesiyle çözüm bulunur. Bir yeni bir kuramın geliştirilebileceğini ve bu kuramda temel gereksinmeler ve bunların kültürel yoldan karşılanması ile yeni kültürel gereksinmeler arasında bağlantı kurulabileceğini; bu yeni gereksinmelerin de insanı ve toplumu ikincil türde bir belirlenimcilik (determinizm) ile zorlayacağını göstermek…(40)

11- ÖRGÜTLENME KAVRAMI: Herhangi bir amacı gerçekleştirmek, her hangi bir sonuca varmak için insanlar örgütlenmek zorundadırlar. Örgütlenme çok kesin bir plân ya da yapıyı gerektirir. Onun başlıca etmenleri bütün örgütlü gruplara uygulanabilir olmaları nedeniyle evrenseldirler. (41) (Güç ilkesine göre örgütlenme…)

12- İnsanların bir araya gelmelerine neden olan bir takım geleneksel değerler…(41)

13- Somut kültürel gerçeklikteki kesin öğenin ne olduğu üzerinde anlaşmaya varılmazsa uygarlık bilimi diye bir şey asla ortaya çıkmayacaktır. (42)

14- Kültür kısmen, özerk, kısmen de eşgüdümlü kurumların oluşturduğu bir bütündür (42)

Page 350: Akademik kaynaklar dizini

15- Tutarlılık ilkeleri bakımından hangi öğelere bir kültürel gerçek ve anlamlı öğeleri olarak bakılabileceğini belirlemek (43)

16- Örgütlenmiş bir davranış sistemi… (43)

17- ÖRGÜTLÜ DAVRANIŞ KURAM:

Yaşayıp gördüğümüz, bilimsel olarak gözlemleyebildiğimiz kültürün temel gerçeği insanların sürekli gruplar halinde örgütlenmesidir. Biz onları daima belli bir maddi ortam içinde işbirliği yaparlarken görürüz: örneğin kullanımlarına ayrılmış bir çevre parçası, aletlerle donatılmaları, kendilerine hak olarak tanınmış bir miktar para, mal , mülk onlar işbirliği yaparlarken kendi statü ya da zanaatlarının teknik kurallarına, toplumsal etiket ve töresel saygı kurallarına ayrıca, davranışlarına biçim veren dinsel, yasal ve moral törelere uyarlar. Böylece örgütlenmiş bir insan grubunun etkinliklerinin ne gibi etkiler yapacağı, hangi gereksinimleri karşılayacağı, kendilerine ve bir bütün olarak topluluğa ne gibi hizmetlerde bulunacakları konularını sosyolojik olarak açıklayıp belirlemek de daima olanaklıdır. (45)

18- Yeni bir teknolojik aygıtın bulunması, yeni bir ilkenin ortaya çıkarılması, yeni bir düşünün formülü edilmesi ya da dinsel bir vahiy veya moral ya da estetik bir akım bütün bunlar örgütlenmiş bir etkinlikler dizisine dönüşmedikçe ve dönüşünceye değin kültürel yönden anlamsız kalırlar.(45)

19- Fundamentalizm: A.B.D.’de 20. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve Tanrı sözü sayılan İncil’e harfi harfine uyulması gereğini vurgulayan Protestan hareketi…(46 dipnot)

20- Herhangi bir düşün, ilke, aygıt, dinsel, vahiy ya da ahlâk kuralının örgütlenme olgusu dışında toplumsal ya da kültürel bir tutarlılığı olup olmadığı çözümlemek… (Bunların hangi gereksinimi karşıladığı….) (47)

21- (-) Toplumsal gereksinimler - dayanışma- toplumsal barış - toplumsal kalkınma disiplinleri v.s…. açısından milli ve manevi kültürümüzün çözümlemesi…

22- Her insan bir ailenin, bir dinin, her bilgi dizgesinin ve çoğu kez bir toplumsal katman’ın ve siyasal düzenin içinde doğar. (47)

23- Herhangi bir bireyin günlük davranışını gözden geçirdiğimizde şunu görürüz ki; kültürümüzün daha küçük parçaları olabilecek türdeki örgütlenmiş etkinlik sistemlerinin biri ya da ötekisiyle onun varlığı arasında ilişkiler bulunmalıdır ve kültürümüzü gerçekten oluşturan öğelerde işte bu örgütlü etkinlik sistemleridir. Evde ve işte, hastanede, klüpte, okulda, siyasal karargah veya mabedde her yanda biz bir konum, bir grup, bir takım yerel yasalar

Page 351: Akademik kaynaklar dizini

ve teknik kurallar ve de bir yazılı haklar buyruğu ve bir işlev görürüz. (48)

24- Bir (kurumu - v.s.) anlamak için, (onun) üyelerinin etkinlikleri (işlevleri)arasında eşgüdüm sağlayan yasal, teknik ve yönetsel kuralları bilmemiz gerekir. Burada belirtilen kuramlardan herhangi birini yöneten personel örgütlenmiş bir grup olarak çözümlenmelidir. Şu anlamda ki, burada bir hiyerarşiyi, işbölümünü, her üyenin yasal statüsünü ve başkalarıyla ilişkilerini, ortaya koymak zorundayız. Ama kurallar ya da normlar istinasız olarak ülküsel (ideal) olanı belirlemek için yapılırlar. Alan çalışmasına girişmiş olan antropolog veya sosyologun en önemli görevlerinden biri bu ülküyü (ideali) gerçekleşen başarıya göre denetlemesidir. (49)

25- Dışarıda sınır sorunu, İçeride rejim sorumu

26- Çevresel kaynaklardan geçimlerini nasıl sağladıkları

27- Kültürel bir gerçeklilik halini alabilmesi

28- Bu sebeple yapılan çözümlemede kural ya da normlar etkinliklerde daima açıkça ve kesinlikle ayırmalıdır. (49)

29- Toplumsal yaşamanın özü işbirliğidir. İnsanlar ancak birbirlerine yakın olduklarında hizmetlerini değiş-tokuş edebilirler, birlikte çalışabilir, görev ve yetenek yönünden güvenle birbirlerini tamamlayabilirler. (57)

30- Kültürel bağdaşıklık = (Homojenlik) (60)

31- İstisnasız bütün kültürlerde yiyecek ve öteki malların üretimi, dağıtımı ve tüketimiyle ilgili mesleksel kurumları buluruz….(59)

32- Çeşitli kurumları kendine yeterli bütünler haline getiren ilkeler nelerdir. ? (59)

33- Otorite: kararlar alma uyuşmazlık ya da anlaşmazlıklarda tavır alma ve aynı zamanda alınan karaları uygulama gücüne sahip olmak anlamına gelir. Otorite toplumsal örgütlenmenin gerçek özüdür. Bundan dolayı, kurumsal hiçbir örgütlenme unsuz olamaz (60)

34- Üreme, toprağa göre, dağılım, fizyolojik ve mesleki farklılıklar, bunların her biri, belli gruplaşma tipleri üretirler ve her bir gruplaşma tipi de bizim kurum kavramı içinde verdiğimiz aynı genel yapıya sahiptir. (64)

35- Temel gereksinimlerimizle, kültürel çıkarların kökenleriyle ve bütün (yararlı, toplu ve işbirliğine dayalı davranışların) çevresel, toplumsal ve teknik belirleyicileriyle ilgili kuramı….(65)

Page 352: Akademik kaynaklar dizini

36- Kültür, çalışan inansı yapıtı alarak ve amaçların gerçekleştirdiği araç olarak, - yaşamasını, bir güvenlik, konfor ve gönenç standardı yaratmasını sağlayan bir araç olarak, kendisine hayvansal, organik yeteneklerini aşan bir güç veren, mallar ve değerler yaratmasını sağlayan bir araç olarak bütün bunların içinde ve bütün bunların yardımıyla, insanı bir sonuca götüren bir araç olarak anlaşılmalı, yani yararlılık ya da işlevsellik açısından ele alınmalıdır. (66)

37- İster ortaklaşa, ister bireysel olsun, sadece fizyolojik yani “ doğal ”ya da öğretilmemiş diye görebileceğimiz hiçbir insan etkinliği de yoktur. Hatta, nefes alıp verme, içsel bezlerin salgılanması, sindirim ve kan dolaşımı gibi etkinlikle bile kültürel koşullarla belirlenmiş yapay çevrenin içinde gerçekleşirler. İnsan bedeni içindeki fizyolojik süreçler havalandırmanın, beslenme süreçleri alışkanlığı ve kapsamının güvenlik ya da tehlike, doyum ya da kaygı, korku ya da umut koşullarının etkileri altındadırlar. Gene solunu, salgılama, sindirim gibi süreçler ve troid dalak ve timüs bezleri neredeyse kültürü doğrudan doğruya etkilerler ve insan ruhuyla ve metafizik sistemlerle ilgili kültürel istemlerin doğumuna yol açarlar. Organizma ile onun içinde bulunduğu ikincil çevre, yani kültür arasında sürekli bir etkileşim vardır. Kısacası, insanlar organik süreçlerle insanın çevresini değiştirip yeniden biçimlendirmesi eylemi arasında sürekli bir etkileşimin sonucu olan normlar, töreler, gelenekler v kurallar altında yaşarlar. Demek ki burada biz (kültürel gerçekliği oluşturan) çok önemli bir başka öğeyle karşılaşıyoruz. Buna norm ya da töre, alışkanlık ya da mos, halk adeti ya da görenek denmesinin pek önemi yoktur. Kolaylık olsun diye ben geleneksel olarak düzenlenmiş ve standartlaştırılmış bütün toplu davranış biçimlerin kapsamak üzere töre terimini kullanacağım..(67)

38- Sosyal yoğunluk…, insan davranışının bağlandığı gereksinme…)

39- Eğer biz kültürel davranışın güçlük ve karmaşıklıklarını ele almak istiyorsak, bunların insan bedenindeki organik süreçlerle ve bizim tutku ya da güdü, heyecan ya da fizyolojik kargaşalık diye adlandırdığımız, şu ya da bu nedenle, kültür aygıtıyla düzenlenip eşgüdülenmesi gereken, davranışın doğal aşamalarıyla olan ilişkilerin bulmak zorundayız. (71)

40- (Kültürün biyolojik temelleri): (İnsanın bedeninden kaynaklana sektörler….) Bütün insanlar beslenmek, solumak, uyumak, üremek ve organizmalarından yararsız maddeleri atmak zorundadırlar. Bu durum insanlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hangi uygarlık tipi içinde olurlarsa olsunlar değişmez (Bu konulardaki tatmin imkanlarını kazanmaya açık bir yapılar vardır. (değişim esnekliği) (-)Bundan dolayı, insan doğasıyla anlatmak

Page 353: Akademik kaynaklar dizini

istediğimiz biyolojik belirlenimcilik, solunum, uyuma, dinlenme, beslenme, dışkılama, üreme gibi bedensel işlevlerin yerine getirilmesinde her uygarlığa ve onun bütün bireylerine görevler yükler. Biz temel gereksinmeler kavramını bireyin ve grubun yaşamda kalabilmeleri için yerine getirilmesi gerekli (asgarî) çevresel ve biyolojik koşullar olarak tanımlayabiliriz. (Yaşamak işlev dizisi: uyarım, davranış, doyum; kültür çerçevesinde çözümlemesi.

41- TÜM KÜLTÜRLERE KAYNAŞMIŞ SÜREKLİ YAŞAMSAL İŞLEV SIRALANIMLARI:

(Kültürel etkilere ya da güdülemeye ilişkin dizide belki de en az değişken olan…)

UYARIM DAVRANIŞ DOYUM

Solunumda zorlanma Havasız kalma O2 Dokulardaki CO2 yok edilmesi

Açlık Besin yenmesi Doyma

Susuzluk Bir sıvı alınması Susuzluğun giderilmesi

Sex isteği Birleşme Gevşeme

Yorgunluk Dinlenme eksilen kas ve sinir enerjisinin yerine konması

Tezcanlılık Etkinlik Yorgunluğun giderilmesi

Uykusuzluk Uyku Yerine konan enerji ile uyanış

Sidik torbası baskısı İşeme Gerginliğin kalkması

Kalınbağırsak baskısı Dışkılama Karınsal rahatlama

Korku Tehlikeden kaçış Rahatlama

Ağrı Etkili davranışla giderilmesi Normal duruma dönüş

1. (-) (bu üstede doyuma neden olan davranış türlerin- meşru olup olmadığı…) (75)

2. Besin maddelerinin üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili ekonomik sistemlerin incelenmesi…

42- Kültür araştırmacısı, kültürün fizyolojik temeli üzerinde önemli durması gerekir. (76)

43- ((35) deki şemadaki sıralanımlar) önce biyolojik olarak açıklamaları gerektiği belirtmekle yetiniyoruz. Bunların kültürde olan ilişkisi bir yandan uyarımların yeniden tanımlanmasıyla, öte yandan, bir uyarım’ın doygunluğunun, ya da bazı davranışçıların diliyle; bir

Page 354: Akademik kaynaklar dizini

uyarının güçlenmesinin sürekli bir psikolojik ve fizyolojik etken haline gelmesi yoluyla kurulur ve bu etken geleneksel olarak belirlenmiş çok geniş etkinlikler alanının her yerinde insan davranışını denetim altına alır. İster ilke, ister çok gelişmiş olsun, çok karmaşık ve farklılaşmış olan bütün kültürel etkinliklerin her biri burada gösterilen yaşamsal dizlerle hemen hemen doğrudan doğruya ilişkilidir. Gerçekten kültür felsefesinin ya da genellikle insan davranışını yorumlayan en etkili sistemlerin bazıları, tek bir egemen ilkeye dayanarak, yaşam sıralanımlarından birini ya da ötekini seçmişler ve onu bütün insanlığı harekete geçiren temel etken olarak göstermeğe çalışmışlardır. Meselâ: Marksist sisteme göre açlık- beslenme doygunluk dizisi bütün insan güdülenmelerinin dayandığı asıl temeldir. v.s. Ne var ki, insan organizmasının anotomik ve fizyolojik yönden farklılaşmış bulunduğu da bir gerçektir ve çeşitli uyarımların özerkliğide kabul edilmelidir. Her bir güdü özel bir işlev tipine kumanda eder ve her bir yaşamsal işlev dizisi ötekilerden büyük ölçüde bağımsızdırlar. (78-79)

Yaşamsal işlev dizisinin temel eylemi

Biçim ve işlev kavramları arasındaki karmaşık ilişki.. (nefes alma biçimiyle solunum..)

Askerlik: Güç’ün savunma ve saldırı için örgütlenmesidir.

Eşgüdüm = Koordine

Türetilmiş gereksinme.

Dindarları dayatma ile suçlayanlar Atatürkçülüğü de dayatarak aynı duruma düşmüyorlar mı ?..

Konuşma solunum cihazı ile yapıldığı için her toplumun diline- kültürüne göre solunum tarzı (kültürel solunum) farklıdır.

Güdüleme = motivasyon

44- İŞLEV: Fizyolojist’e göre işlev aslında organizmanın davranış öncesi koşullarıyla daha sonra oluşan ve normal sakinlik ve doyum sağlayan değişiklik arasındaki ilişkidir. İnsan davranışının bu en basit ve en esaslı yönüyle, işlev, gerekli hareketle organik uyarıma sağlanan doygunluk olarak tanımlanabilir. (79) (gereksinmelerin doyurulması….)

45- Uyarımları, fizik ve biyolojiden alınan en az tanımlarına göre değil de (kültürle bütünleşmiş organik davranış aşamaları olarak incelemek(180)

46- (Uyarımların, davranışların ve doygunlukların gerçek halde kültürel bir çerçeve içinde nasıl ortaya çıktıklarının irdelenmesi) :

47- Yaşamsal işlev dizisinin üçüncü aşamasıyla, doygunluk aşaması, sadece fizyolojik açıdan açıklanamaz. Tam doygunluk

Page 355: Akademik kaynaklar dizini

kuşkusuz insan organizmasının bir durumudur. Ama kendi totemi olan hayvanı yiyerek karnını iyice doyuran Ortodoks bir Yahudi, bir ineğin etini yemeğe zorlanan bir Brahman, (domuz eti yetirilen bir Müslüman) bunların her biri, yasağı çiğnemenin cezası olduğuna özellikle inanılan, kusma gibi, sindirim bozuklukları gibi fizyolojik türden hastalık belirtileri gösterirler. (84)

48- Örgütlü bir insan grubu bir bütün olarak ele alınınca bir kültür ile onu uygulayan halk birlikte düşünülünce, her bir yaşamsal işlev dizisini, bireyle, örgütlü grupla, geleneksel değerlerle, normlar ve inançlarla ve bir de güdülerin büyük çoğunluğuna doyum sağlayan yapay çevreyle olan ilişkileri açısından irdelemek zorunda kalırız. (84)

49- TEMEL GEREKSİNMELER VE KÜLTÜREL YANITLAR:

1. Temel gereksinmeler ve kültürel yanıtlar tablosu:

TEMEL GEREKSİNMELER KÜLTÜREL YANITLAR

1- Metabolizma 1- Besin sağlanması

2- Üreme 2- Akrabalık

3- Bedensel rahatlık 3-Barınma(konut sektörü v.s.)

4- Güvenlik 4- Koruma

5- Hareket 5- Etkinlikler

6- Büyüme 6- Yetiştirme

7- Sağlık 7- Hijyen

(86)

50- Böylece, metabolizma sözcüğü, besin alınması, sindirim, ilgili salgılar, besinin özümlenmesi, yararsız maddelerin bedenden atılması süreçleri ile çevresel etkenler, organizma ile dış dünyanın etkileşimi, kültürel çerçeveli bir etkileşim arasında çeşitli biçimlerde oluşan ilişkiler anlamına gelir. (86)

51- Uyarım’ın her bir yaşamsal dizisi içinde kültürün yaptığı etkilerce yeniden biçimlendiğini ya da birlikte belirlendiğini gösterirken bunu zaten açıklığa kavuşturmuş bulunuyoruz. Biz antropologlar olarak her şeyden, önce, temel organik güdü altında, özel tad ve iştahla ilgili koşullanmış yanıtların, bedensel rahatlığı sağlayan araçların nasıl geliştikleri konusuyla ilgileniriz. Yiyeceklerin , eşyanın, giysilerin, yapım gereçlerinin, yapıların, silahlara ve aletlerin kesintisiz olarak sağlanmaları için, insana özgü kültürler yalnız mal üretmekle kalmamalı, ama aynı zamanda teknikler yeni düzenli bedensel hareketle, değerler ve sosyal örgütlenme biçimleri de geliştirmelidir. (89)

Page 356: Akademik kaynaklar dizini

52- Mutfak kurumu, Bedeni rahatlığı, Banyo kurumu, maximum seviyede, Haberleşme kurumu, doyuracak fonksiyonel, Eğlence, yapı prototipleri….

53- Daha yaşlı olanlar ölüm, yaşlılık , ya da işbirliği gücünden yoksulluk nedeniyle toplumsal işlevden çekildikçe, bunların yerlerinin yeni organizmalarla (……) doldurulması (telafi edilmesi) zorunludur. (92)

54- Fizyolojinin bilgiye, inanca, sosyal bağlara nasıl dönüştüğü…(95)

55- İnsan davranışlarının ahlâkileştirilmesi - hukukileştirilmesi sorunu….

56- Kültürel üreme: durdurulmuş - milli kültür’ü benimseyen nüfus üremesi engellenmiş… (kültürün aktarılması yolu ile) (105)

57- Aile kurumunu işlevi: Gençlerin organik ve kültürel gelişimi ve bunların düzenli bir statü ve maddi gereçlerle donatılması aile kurumunu işlevidir (105) (kültürel üremeyi sağlaması)

58- İşlevcilik (fonksiyonalizm) bireysel ya da toplu yaşama standardına sağladığı katkı açısından, kültürün belirleyici bir ile olarak irdelenmesidir. (107)

59- Türetilmiş gereksinme: Kültür insanı türetilmiş potansiyeller, yeteneklere ve güçlerle donatır. Yani çıplak organizmanın doğal yeteneklerinden başka, insanın eylem alanının alabildiğine geniş olması da insana bir takım sınırlamalar getirir. (109)

60- İster ilkel bir boy’u ister çok gelişmiş bir ulusu ele alalım bunlar yaşamlarının sürdürmek üzere, beslenmek, giyinmek, bedensel bütünlüklerini ve sağlıklarını korumak için sadece çevrenin kendilerine verdiklerine bağlı kalamazlar. Bütün nesneleri üretmek amacıyla onlar belli teknikleri izlemek, toplu davranışı düzenlemek ve çözümleme yapınca ekonomik, hukuksal, eğitsel, siyasal, bilimsel, dinsel ve ahlâki oldukları gösterilebilecek olan bir etkinlikler sistemiyle bilgi, hukuk ve ahlâk geleneğini canlı tutmak zorundadırlar. (112)

61- Bireysel başarı ilkeleri (disiplinleri), Toplumsal başarı disiplinleri…İnsan yeteneklerinin verimli bir işbirlik düzeyinde tutulmaları…

62- Propaganda beşinci kol aracılığıyla bazan bir topluma sosyolojik olarak yanlış yönlendirilmiş denebilecek bir simgeciliği sokar. (örneğin (-) orta doğuda bazı kavramların gezici - çağdaşı - ya da aşırı - radikal anlamlarla donatılması…) (113)

Page 357: Akademik kaynaklar dizini

(Norveç’in istilası sırasında, Alman ajanlarca Norveç birliklerine haince buyruklar verildiğinde sonradan anlaşıldı ki bunlar- doğru formüle edilmiş simgesel buyruklardı. Ama, otorite kaynağı yanlıştır, yani yanlış algılanmıştı…) (113)

63- Aşağıdaki özet tablo’nun birinci kolonu çözümlememizde şimdiye değin karşılaştığımız kültürün pratik buyruklarını vermektedir. Bu buyruklara verilen kültürel yanıtlar da tabloda kısaca gösterilmiştir.

BUYRUKLAR YANITLAR

1- Tüketim mallarının kültürel aygıtları üretilmeli, kullanılmalı, korumalı ve bunların yerine yenileri üretilmelidir.

1-Ekonomi

2- İnsan davranışı, teknik, töresel , hukuksal, yada aktöresel (ahlâki) kurallara bağlanmak,eylem ve yaptırımlar düzenlenmelidir.

2- Toplumsal denetim

3- Her kurumu yaşatan insan malzemesi boysal geleneğe ilişkin bütün bilgilerin ışığında yenilenmeli, uygulamayla yetiştirilmeli ve sağlanmalıdır.

3- Eğitim

4- Her biri kurum içinde otorite tanımlanmalı, güçlerle donatılmalı ve ona buyruklarını zorla yerine getirme araçları sağlanmalıdır.

4- Siyasal örgütlenme

64- Kültür geliştikçe, üretici, pazarlayıcı ve tüketici özel gruplar ortay çıkar (115)

65- Kültürün bütünleştirici bir mekanizma olma niteliği…. (116)

66- Organizma, kendisini doğrudan doğruya fizyolojik zevkle ödüllendiren objelere hangi güçle tepkiler gösterilmişse, amacı gerçekleştiren öğelere de aynı güçle ya da en azından benzeri bir güçle tepki gösterir . Biz organizmanın bazı amaçlara, normlara ya da kendi gereksinmesini karşılamaya yardımcı olan kişilere gösterdiği bu güçlü ve kaçınılmaz bağlılığı sözcüğün en geniş anlamıyla değer terimiyle belirliyoruz. (125)

67- (İşbirliği aygıtının bozuk oluşu….)

Page 358: Akademik kaynaklar dizini

68- Kültürel simgeciliğin anlamı: Bir şeyin başka bir şeyi temsil etmesi ya da bir işaretin ya da simgenin bir fikri, bir coşkuyu ya da “bilinçlilik” içe bakış yoluyla bilinen özünün bir başka parçasını içermesidir. Görülecektir ki, bütün bu tür tanımlamalara metafizik bulaşmıştır ve gerçekte simgecili işaret ile insan zihninin içerikleri arasındaki gizemli ilişkide değil, ama bu nesne, bir jest, bir eylem ve bunun organizma üzerine yaptığı etki arasındaki ilişkide bulunur. Örneğin: besin aç bir organizma için, su, susuz bir insan için, ateş üşüyen kimse için, (kaşıt cinslerin birbirleri için) v.s. nasıl pragmatik bir işarete dönüştüğünü simgelemektedir. Bununla birlikte, bizim hâlâ yararlı performansın özündeki simgeciliğin nasıl ortaya konduğu, nasıl yeterli, sürekli ve aktarılabilir hale getirildiğini daha kapsamlı biçimde göstermemiz gerekir. (126)

69- davranışa ilişkin amaçsal çözümleme…

70- Siz onları meyvelerinden tanıyacaksınız. ….

71- Gerek işbirliği kavramı, gerekse geleneksel öğrenim kavram (insan unsuru) ile ilgilidir. Çünkü bu ancak örgütlenme olgusuyla elde edilebilir. (126)

72- Güdü: bütünün zorunlu öğesidir ve doğrudan doğruya işlev dizisinin içinde çalışır, onunu bütün aşmalarını denetler ve istisnasız olarak organizmayı son aşamaya, doyum aşamasına doğru götürür. (126) Güdünün başlangıç aşamaları koşullanmış organizmayı amaçsal gerçeklere doğru yöneltir ve böylece onu kültürel değerlerle güçlendirir…(126)

73- Hiçbir etkinlikler sistemi, insan gereksinimleri ve bunların doyurulması ile dolaysız ya da dolaylı olarak ilgili bulunmadıkça varlığını sürdüremez. (128)

74- (-) fertlerin teme ya da kültürel (tüvetremiş) gereksinimleri çerçevesinde karşılıklı ilişkilere girdikçe, ortaya çıkan karşılıklı etkileşimler, bir ahlâk ve hukuk öğesini de beraberinde getirirler….

75- Teknik performanstaki eksiklik, işbirliği, kurallarına itaatsizlik, kısaca nesnelerin ve insanların (işlevsel zaafları) kötü kullanılması, işlevsel bütünü zaafa uğratır…..(uyarlama) (128)

76- Teknikle, hukukla, ahlâk ile belirlenen davranış

77- İşlevcilik, kültürün eğitsel, hukuksal, ekonomik ya da ilkel veya gelişmiş bilgiye ve ayrıca dine ilişkin her bir özelliğini çözümleyip tanımlamayı başarmadıkça, insan organizmasının biyolojik gereksinimleriyle onlar arasında ilişki kuramadıkça kültürel temel özellikleriyle ele alma konusunda haklı bir sav ileri sürülemez. (143)

78- Ayrıcalıklar-yetki ve ödevlerin paylaşılması….

79- Hizmet tipi…

Page 359: Akademik kaynaklar dizini

80- Kültürün öğelerinin işlevsel nedenselliği…..

81- -  

Biyolojik gereksinme

Üretilmiş gereksinme

Kültürün bu gereksinmelere işlevsel karşılık vermesi

Doyum

Toplumsal gereksinmeler

Devlet, Yönetim, Emniyet, Adalet, Eğitim , Kalkınma

Organizmaların (etkinliklerin) insan faktörünün işlevsel bütünü tamamlamasında ....

82- Kültürün – aile, grup, sınıf, katman v.s. şeklinde somutlaşması.....(-)

83- Havanın (sıcak- soğuk-yağış-fırtına gibi değişken şartları) karşısında bedensel yaşamı sürdürmenin en az koşulları gene giysilerle ve konutlarla karşılanır. Güvenlik gereksinmesi gerek ev içinde gerekse bütünüyle insanların yerleşim alanlarında fiziksel düzenlemelere ve ayrıca komşuluk gruplarının öğütlenmelerine yol açar....(153)

84- Gelişmenin çeşitli basamaklarını izleyip aşağıya doğru inince insana özgü kurumların, töre ve fikirlerin en ilkel aşamasına yani “köklerine” ulaşır. (167)

85- Bir yaşam biçimi, bir ulusal etkinlik tipi olarak kültür zorla kabul ettirilemez, denetlenemez ve yasalaştırılamaz. Gelişmesi ve dış etkilerle döllenmesi için ona en iyi koşulları sağlanmalı ve tam özellikli koşulları altında kendi dengesini ve kendi gelişmesini bulmasına imkân verilmelidir. (194)

KÜLTÜR KURAMIMermi UYGUR

Remzi Kitapevi İst. 1984

1- Çok kültürlülük, kültür karşılaşması, birey ahlak; bilim-ahlâk ilişkisi, doğruluk sorunu, kavramları…(8)

2- Dil nedir?, kültür nedir?y dil ile kültür nasıl birbirlerine bağlıdır? ; (13)

3- Açıklamalardan ne gibi eğitimsel sonuçlar çıkarılabilir? (13)

Page 360: Akademik kaynaklar dizini

4- Kavram üretme kavram çözümleme, kesinlik isteyen tanımlamalar….

5- KÜLTÜR: İnsanın varoluşunun nasıl ve ne olduğudur kültür. İnsanın nasıl düşündüğü, duyduğu, yaptığı, istediği, insanın kendisine nasıl baktığı, özünü nasıl gördüğü; değerlerini, ülkülerini isteklerini nasıl düzenlediği, - bütün bunları hep kültürün öğeleridir. - İnsanın ne tür bir yaşama üslubu, ne tür bir varolma programı, ne tür bir eylem kalıbı benimsediği kültürdür hep. Teknik, ekonomi, hukuk, estetik, bilim, devlet, yöntem- insanının meydana getirdiği her şey kültür girer. Örgütler, dernekler, kurumlar, okullar, tüm kendilerine ilişin şeylerle birlikte kültürden sayılırlar. İnsanlar arasındaki her çeşit karşılıklı etkileşmelere her türlü yapıp etme alışkanlıklarına, bütün manevi ve madensel yapıt ve ürünlere kültür denir. (17)

6- İnsan kültür üretir ve kültürce üretilir; kültür taşır ve kültürce taşınır.(18)

7- Kültüre ilişkin çeşitli görünüşler..(19)

8- Ahlâk dizgesinin temellendirilmesi sorunu…..(78)

a. Çevre ahlâkı

b. Bilim ahlâkı

c. Basın ahlâkı v.s.

KÜLTÜR ÜZERİNE DÜŞÜNCELERT.S. ELİOT, Çev: Doç. Dr. Sevim KANTARCIOĞLU

Kültür Bakanlığı Yayınları 1. Basım. Ank./ 1981

1-       Araştırmalarımızı hiçbir maksada dayalı olmamalıdır. Matematikte olduğu gibi araştırma, araştırma yapmak için yapılır. (Acton) (1)

2-       Bir doktrinin yalnızca yozlaşma işaretleri göstermeye başladıktan sonra yeniden tanımlanmaya ihtiyaç göstermesi gibi bir kelimeni de yanlış kullanılmaya başlayıncaya kadar böyle bir muameleye ihtiyacı yoktur. (1)

3-       Genellikle kültür kelimesi iki şekilde kullanılır; Ya konuşucu, bu kelimeyle kültürün unsurlarından birisini kastediyordur, yahut da bu kelimeyi bir çeşit tahrik veya uyuşturucu olarak kullanıyordur.(3)

4-       Bazı kişilerin bu kitapta kendi inanç ve ön yargılarının teyit edilişini yahut reddini bulmaları da mümkündür. (5)

5-       Eğer herhangi bir şeyi telafisi imkansız bir şekilde kaybedeceksek, onsuz da yapabilmeliyiz. (7)

Page 361: Akademik kaynaklar dizini

6-       Yeni medeniyetin oluşumunda, aklımıza gelmeyen öyle çok sebepler işin içine girer ki, bunların ve başkalarının birbirini etkileyen neticeleri öyle hesap ve kitaba gelmez ki, bu yeni medeniyet içinde yaşamanın nasıl olacağını hayal bile edemeyiz. (7)

-          Gelişme ve gerilemeyi ölçebilmek (mukayese ile)

-          Bireylerin toplum içindeki fonksiyonları

7-       İçinde bulunduğumuz kültürel safhanın bir gerileme devri olduğunu tereddüt etmeksizin söyleyebiliriz. (9)

8-       Kültür, maksatlı ve planlı bir şekilde oluşturulamaz (9)

9-       Sebep ve neticeleri ne olursa olsun, kültürde çözülme en ciddi ve tedavisi en güç hastalıktır. (17)

10-   KÜLTÜRDE ÇÖZÜLME: Toplumda bir iki tabakanın apayrı kültürler oluşturacak hale gelmesidir. Aynı zamanda eğer bir kültür, üst kültür seviyesinde, her biri kendi başına bir kültür faaliyeti olan parçalara bölünürse, yine çözülmüş demektir. (17)

11-   Batı’da kültürün en yükse seviyede olduğu sınıflara da bu kültür çözülmesi vardır. Yine Batı’da toplumun bir seviyesi ile öteki arasında bir kültür ayrılığı da göze çarpmaktadır. (17)

12-   Dini düşüncede ve uygulama, felsefe ve sanat, birbiriyle hiçbir şekilde iletişimde olmayan gruplar tarafından geliştirilmiş, birbirinden kopuk sahalar olmak eğilimini göstermişlerdir. (18)

13-   Kültürün üst seviyelerde çözülmesi, sadece bir grubun değil, bütün bir toplumun derdidir. (18)

14-   Bir kültürdeki bütün çöküşün sebepleri, o kültürü yapan unsurları çeşidi kadar çok ve karmaşıktır. (18)

15-   Büyük milletlerin birbirleriyle, büyük milletlerini küçüklerle; Hindistan’da olduğu gibi birbirine girmiş küçük toplulukların birbiriyle; büyük milletlerin kolonileriyle; koloni yöneticilerinin yerlilerle ve ekonomik sebep ve mecburiyetlerin bir arada yaşamaya zorladığı farklı ırklara mansup insanlar arasındaki münasebetlerle ilgilenirsek, görürüz ki, her gün pek çok insan alacağı kararları da içine alan bütün bu şaşırtıcı soruları arkasında kültürün ne olduğu meselesi yatar….(18)

16-   Arnold, kültürün din’den daha muhtevalı olduğunu ve dinin kültürün unsurlarından bir olduğunu düşünür. Bu görüş içinde din, kültürün ahlâkî unsurunu ve duygu tonunu oluşturur. (19)

17-   Eliot ise, kültürün sadece bir dine bağlı olarak ortaya çıkıp gelişebileceğini iddia eder. Fakat kültür ve din arasındaki bu ilişkinin bizi Hataya düşürebileceğinden endişe duyar.(19)

Page 362: Akademik kaynaklar dizini

18-   Bir toplumda, dinin ve kültürün gelişimi birbirinden soyutlanamaz. (19)

19-   Kültür ve dini bize iki ayrı kurum olarak ele aldırtan şey, Yunan ve Roma kültürlerinin Hıristiyanlığın etkisi altında kalarak yeni bir sentez oluşturmalarıdır. Bu karşılıklı etki öyle büyük olmuştur ki hem etkilenen kültürler, hem de Hıristiyanlığın kendisi düşünce ve uygulamada çok değişmişlerdir. Fakat bu etkileşmeden önce hem Hıristiyanlığın temasa geldiği kültür, hem de Hıristiyanlığın doğduğu çevrenin kültürü sökmek üzere olan dini kültürlerdir. (20)

20-   Kültür, aslında, herhangi bir topumun dininin vücut bulmuş bir şeklidir. Böylece, kültür ve din arasındaki ilişkiyi biraz aydınlatmış olduk…(20)

21-   Bir toplum geliştikçe o toplumun dininde de çok sayıda ve çok derecede dini fonksiyon ve kapasite ortaya çıkar. Bazı dinler de bu dini fonksiyonlar arasındaki fonksiyonlar arasındaki farklılaşma öyle geniş bir yelpaze oluşturur ki, neticede biri halka, diğeri de dini meslek edinenlere (Batıda) (yöneticilere- bizde) ait olmak üzere iki ayrı din oluşur. Dinleri farklı olan iki grubun beraberliklerindeki mahzurlar açıktır. (20)

22-   Bir dini inanç çözüldükten sonra da ondan kaynaklanana kültür devam edebilir. Ve hatta sanatta veya başka sahalarda başarı sağlayabilir. (22) (Bu gün toplumumuzda da geçerli)

23-   Alışmadığımız bir fikir de olsa, kültürümüzü oluşturan bazı unsurların yaşanan dinin de unsurları olduğu gerçeği ile yüz yüze geliriz. (24)

24-   Eğer bir gün Britanya halkı, daha az gelişmiş olan veya maddi olan bu dinin icaplarına göre bir reforma giderse, bugünkünden daha parlak bir kültüre sahip olabilir. Bu kültürün parlaklığı, yeni dinin gerçekliğinin ve Hıristiyanlığın gerçekten uzaklılığının bir delili olarak düşünülmemelidir. Bu, sadece herhangi bir dinin, yaşadığı sürece kendi seviyesinde, hayata gözle görülen bir anlam kazandırdığını ispat eder. Din kültüre muhtaç olduğu çerçeveyi temin eder ve bütün insanlığı bunalım ve ümitsizlikten kurtarır. (27)

25-   (Seçkinlerin temsil ettiği kültür.) Sıhhatli bir toplumda kültürün belli bir seviyesinin devamının sağlanması, sadece bu işi yapan (seçkin) sınıf için değil, bütün bir toplum için faydalıdır. (28)

26-   Bir toplumun fertleri arasında, bu fertlerin sahip oldukları niteliklerin yaratacağı farkların tanınmasının bir mecburiyet olduğu fikrini paylaşmaktadırlar. Çağımızın belli başlı düşünürleri. (29)

27-   LİDER GRUP/SINIF: Üstün kişilerden oluşmuş, sahip oldukları vasıflara uygun güçlerle donatılmış, itibarlı ve maddeten destelenen

Page 363: Akademik kaynaklar dizini

sosyal grupların teşkil edilmesi gereği… Yönetim gücüne sahip olan fertlerin oluşturduğu bu gruplar, bir milletin sosyal hayatına yön vereceklerdir. Bu grupları meydana getiren kişilerden liderler olarak söz edilecektir. Bir toplumun icra adamları olduğu gibi, o toplumda sanatla, bilimle, felsefeyle ilgilenen kişilerin oluşturduğu gruplar da olacaktır. İşte seçkin (elite) dediğimiz kişiler bu grupların üyeleridir. (29)

- Milli kültür seviyesinin düşürülmesi hareketi…(ihraçlar)

-          Toplumda kültür seviyesi….

(dış politikası tavizlerle yürütülen bir toplumda , milli kültürün dış politika yapan sınıfların seviyesinde temsil edilmeye başlanması ile, bu tavizci tutum etkilemektedir.

28-   LİYAKAT: Bir toplumda bütün mevkilerin, bu mevkilerin gerektirdiği fonksiyonları hakkıyla icra edebilecek kişiler tarafından işgal edilmesi en uygun olanıdır. Hepimiz, hayatta, gerek karakterleri, gerek zekâları bakımından kifayetsiz olan kişilerin sadece kan bağı veya akrabalıktan dolayı ve şekli bir eğitimin sonucu olara lâyık olmadıkları mevkileri işgal ettiklerini görmüşüzdür. (30)

29-   Kültür Seviyesi: İçinde yaşadıkları toplumun kültürünü daha şuurlu bir seviyede temsil eden ve yaşatan kişiler. (Aydınlar) Bu daha üst seviyedeki kültür hem kendi içinde çok değerlidir, hem de kültürün nispeten daha düşük seviyeleri için bir kaynaklıdır ve her sınıfın kültürü diğer kültür seviyeleri ile devamlı bir şekilde etkileşim halindedir. (31)

30-   Batı’da seçkinler: Politikacılar, teşkilatçılar; fikir adamları, sanatçılar, ahlâkçılar ve din adamları…(32)

31-   Seçkinlerin yabancılaşması: Kültürün gittikçe artan zaafı, seçkinlerin birbirinden uzaklaşıp yabancılaşması ile ortaya çıkar. Öyle ki, politikacılar, filozoflar, sanatçılar ve ilim adamları, sadece aralarında olması gereken fikir iletişimimi engellenmesinden değil, aynı zamanda kültürün daha az şuurlu olduğu seviye ile aralarında etkileşim ve temas eksikliğinden dolayı birbirini yitirecek ölçüde birbirinden kopmaktadırlar. Bu karşılıklı etkileşim, belki de, fikirlerden çok daha mühimdir. Bunu için seçkinlerin eğitimi, muhafazası ve geliştirmesi aynı zamanda seçkinin eğitimi muhafazası ve geliştirilmesi meselesidir. (32)

Hiyerarşik yönetim kadrolarını işgal edenlerin…

32-   (Mannheim) Tarih sahnesinde bugüne kadar gördüğümüz başka seçkin yetiştirme şekillerini hatırlarsak bunun üç esasa dayalı olarak yapıldığını fark ederiz: seçkinler, kan bağı, maddi refah ve

Page 364: Akademik kaynaklar dizini

başarı esaslarına göre seçilmişlerdir. Aristokrat bir toplumda, bilhassa aristokrat sınıf kendisine öteki sosyal sınıflardan tecrit ettikten sonra, seçkinler her şeyden önce akrabalık esasına göre seçilmişlerdir. Burjuva toplumu ise, buna ilave olarak tedricen, eğitimin hali vakti yerinde olan kişilerin çocukları için temin edilebilirliği söz konusu olduğu ölçüde, seçkinlerin yetiştirilmesinde servet prensibini ortaya atmıştır. Fakat bireyin başarısının, sosyal başarı için gittikçe değer kazanıp tek ölçü olması, çağdaş demokrasinin bu konuda tavizsiz olduğu ölçüde önem kazanan bir katkısıdır. (33-34)

33-   HAKİM SINIF: Düşüncenin, sanatın yaratıcısı olan seçkinler, hakim sınıf da dahil olmak üzere çeşitli sınıflardan gelirler. Seçkinlerin çoğunun, toplumdaki haki sınıftan geldiği bir gerçektir.

Sosyal katalizör : Bu grubu oluşturan fertler ve aileler sınıfları ile bağlarını koparmamalıdırlar. Geldikleri sınıflarla bağlarını koparan seçkinler, görevlerini yapamazlar. Çünkü seçkin olarak diğer seçkinlerden aldıkları kültürü kendi sınıflarına iletmek onların görevidir. Aynı zamanda sınıflarının tüketici üyeleriyle ilişkileri bakımından kültürün kemikleşmesini önlemek de onlara düşer. Davranışları şekil ve değer bakımından muhafaza etmek ve iletmek ise, bir bütün olarak sınıfın görevidir. (37)

34-   Kültür iletişiminin en önemli aracı aile olmuştur. Aile hayatı bu fonksiyonu icra etmeyi başaramazsa, kültürde çökmeyi beklemeliyiz. (39)

35-   Sınıflaşan seçkinler, seçkin olma fonksiyonlarını yitirirler. (40) (sınıflaşma: iletişim ve geçirgenlik özelliğini yitirme…)

36-   Bir sistem içinde mevkilerin ehil ellerde olması, bugün halinden en memnun olan kişileri bile mutlu eder. (40)

37-   Fertlerin kültürlerini büyük bir kısmı, onların aynı milletin öteki üyeleri ile paylaştıkları şeylerdir. (44)

38-   Bir toplumun sahip olduğu bütün sınıfların, toplumun bütünü içinde, belli bir fonksiyonun gerçekleştirmek mecburiyetindedirler. (sadece imtiyazlara ve nimetlere talip bir sınıf) önemli olan şey, tepeden tabana kadar birbirini takip ederek hiyerarşik bir düzen oluşturan kültür seviyelerine sahip bir toplum yapısıdır. Bu hiyerarşik düzenin en üst seviyesindeki üyelerin, diğerlerine nazaran daha çok kültüre sahip olduklarını düşünmek çok hatalı olur. Bu kültür merdivenini en üst basamağındaki bireyler, aynı kültürün sadece daha fazla şuurundadırlar. Ve kültür dallarında ihtisaslaşmışlardır. Benim inancıma göre, hiçbir gerçek demokrasi, bu farklı kültür seviyelerine sahip olmaksızın yaşamaya devam edemez. Bu farklı kültür seviyelerine, aynı zamanda, farklı güç, seviyeleri olarak da bakılabilir. (………..) Benim ortaya attığım

Page 365: Akademik kaynaklar dizini

toplum modelinde her sınıfın farklı fonksiyonu ve farklı mesuliyeti vardır. Her bireyin mutlak bir şekilde eşit mesuliyete sahip olan vicdanlı kişiler ezilecek, ötekiler ise keyiflerine bakacaklardır. (45)

39-   İnsan topluluklarının kültürleri arasındaki farklar, insan ruhunun hiç bitmeyen gerçek arayışında gerekli olan tahrik ve malzeme kaynağını oluşturduklarından, vazgeçilmez unsurlardır. Bizimkinden farklı adetlere sahip milletler bizim düşmanlarımız değildir. Onlar bize Tanrı’nın lütfudurlar. İnsanlar, başkalarında anlaşabilmek için, gerekli benzerlikler, dikkat ve tecessüslerini harekete geçirerek farklar ve takdirlerini kazanabilecek yüce değerler bulmak isterler. (46) (A.N.Whitehead Bilim ve Modern Dünya)

40-   Bir toplumun kültürünün gelişmesi için, o kültürün değerlerini paylaşan kişiler arasında, ne gereğinden fazla benzeyiş, ne de gereğinden fazla farklar olmalıdır. (46) Bir kültürü paylaşan fertlerin aşırı derecede birbirine benzemesi, mutlakıyetçi bir yönetime de yol açabilir. Ortak kültür değerlerinden aşırı derecede saplalar ise, kültürde çürümenin bir sonucu olabilir. Bu da otoriter bir rejime ihtiyaç doğurabilir. Her iki ifrat da kültürde gelişmeyi engeller. (47)

41-   Ne sınıfsız bir toplum, ne de sınıflar arasında aşılması imkânsız katı engeller bulunan bir toplum iyidir. Her sosyal sınıfa devamlı bir şekilde katılmalar olduğu gibi, o sınıftan kopmalar da olmalıdır Birbirinden ayrı kalan sınıflar, birbirleriyle kolayca ve serbestçe karışabilmelidirler. (kültürün sınıflar arası etkileşim yoluyla gelişmesi)

42-   Bir toplumda savaştan sonra ortaya çıkan hissi ve idari birlik ve beraberliğin faydalarından bahsetmeye lüzum yoktur. (48)

-          Yok edilmeye karşı duyan küskünlük ve tepki…

-          Çürümenin ilerlemiş bir safhası…

43-   (Toplumda) birbiriyle çatışan sadakat bağları….(59)

44-   siyasi ve ekonomik amaçlarla hızla ve baskıyla kurulmuş bir birlik…(599

45-   Büyükten küçüğe doğru, milli kültür pek çok sayıda bölge kültürlerinden ve tahlil edildiği zaman bu bölge kültürlerinin de çok sayıda kültür birimlerinden oluşmaktadır. (60)

46-   Bir milli kültür, hem verici hem de alıcı olarak yabancı kültürlerle temas kurmak suretiyle daha üstün bir kültür seviyesine ulaşır. (60)

47-   Herhangi iki kültürün ilişkisinde birbirini iterek ve çekerek denge sağlayan iki zıt güç vardır. Aralarında çekim olmaksızın

Page 366: Akademik kaynaklar dizini

herhangi iki kültürün birbirine itmeyen kültürler de, birbirlerinden farklı iki kültür olarak yaşamaya devam edemezler. Çünkü, bu kültürlerden birisi ötekini eriterek yok eder ve her ikisi de tek bir kültürün içinde eriyip giderlere. (61)

48-   Bir kişiyi anlayamadığımız zaman onu anlayabileceğimiz bir şekle sokmak için şuursuzca yaptığımız baskı, insani bir zaaftan başka bir şey değildir Pek çok karı-koca bu baskıyı birbirlerine uygularlar. Böyle bir baskını etkisinde kalan kişilin şahsiyetinde gelişmeden çok, bozulma görülür (65)

-                      Akademik disiplin…

-                      Kelimelerin telkin ettiği anlamlar…

-                     Ortak bir inanç ve davranış zemini temin edebilirler..

49-   Din adamına duyulan nefret , tatminsizlik ve sevgisizliğe dönüşünce, din düşmanlığını gelenek haline getirebilir. (74)

50-   Bütün (sosyal) gruplar, bazı ahlâki gelenekleri paylaşmaya devam ettikleri sürece, dostluk içinde yaşaralar. (74)

51-   Ortak bir inanç olmaksızın kültür bakımından milletleri biraya getirme gayretleri sadece hayalde kalmaya mahkûmdur. (86)

52-   OKUMAYACAK KADAR MEŞGUL….

53-   Bizim çağımızda çalışan politika teorisi insan tabiatıyla daha az ilgilidir.; O, insan tabiatına en çok istendiği sanılan siyasi rejime göre yeniden şekil verilmesi gereken bir şey olarak bakmak ister. (93)

54-   Milli şuur, bir milleti öteki milletlere karşı birleştirecek bir vasıta olarak ilk defa son Alman yöneticileri (2. Dünya Savaşında) tarafından kötüye kullanılmıştır. (95)

55-   Mahalli yönetimlere ve peyk devletlere kendi kendini yönetiyormuş izlenimi vermek…(99)

56-   Eğitim, toplumun içindeki fertlere hayatın kapılarını açan, onları toplum içindeki yerlerini almaya muktedir kılan bir süreçtir. Eğitim, bu bireylere toplumun kültürünü ve yaşama standartlarını iletir. Kültür mutlak bir değer olduğu ülkelere, genç dimağlara empoze edilir: Kültür, gelişmede bir safha olarak değerlendirildiği yerlerde ise, genç dimağlar onu hem öğrenmek ve eleştirmek, hem de geliştirmek üzere eğitilirler. (103).

-          Politika

-          Kültür

-          Politika kültürü

Page 367: Akademik kaynaklar dizini

-          Kültür politikası

-          Kültür ile eğitim arasındaki yakın ilişki…

57-   …Herkes, “kültür” kelimesinin her kullanıldığı ortam içinde ne anlama geldiğini düşünmek için duraklasın. (119)

58-   Kültür, büyümesi gereken, bir şeydir. Bir ağacı inşa edemezsiniz, onu dikebilirsiniz; ona özen gösterirsiniz ve normal bir süreç içinde gelişmesini beklersiniz. Ve kültür büyüdüğü zaman, eğer meşe ağacı yerine karaağaç elde edersini, şikayet etmemelisiniz. Politik bir bünyenin bir kısmı inşa edilebilir, öteki kısmı, bir süreç içinde büyüyerek oluşur. (politik bir bünyeni makineye benzeyen kısmı, eğer iyi ise, bütün insanlar için iyidir, ) diğer kısmı ise, milletin kültüründen ve onunla birlikte büyüyen kısmıdır ve bu bakımdan öteki milletlerin yapısından farklıdır. (131)

59-   (-) Bir makinenin parçalarının fonksiyonları, ancak bütün makinenin fonksiyonu için geçerlidir…v.s.)

60-   “kültür” de “demokrasi” gibi, her kullandığımız zaman, sadece tanımlamakla yetinmeyip örneklerle açıklamamız gereken bir kelimedir. (132)

61-   Bir insan, vücudunun bütün uzuvlarının toplumundan daha anlamlı ve büyük bir şey olduğu gibi, kültür de, sanatlarının, âdetlerinin ve dini inanışlarının toplamından daha büyük ve farklı bir şeydir. Kültürü oluşturan bu unsurların hepsi etkileşim içindedirler; tek bir unsuru anlamak için hepsini anlamak gereklidir. (134)

62-   Size göre bir hazır elbise gibi, hazır bir kültür yoktur. Yününden elbise yapacağınız koyunu beslemek için ektiğiniz otun büyümesini beklemek zorundasınız. (136)

63-   Hiçbir politik ve ekonomik teşkilat, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, kültür birliğinin verdiğini sağlayamaz. Müşterek kültürel mirastan vazgeçen en zeki kişilerin yaptığı planlar ve teşkilatı bize faydalı olamaz ve bizi bir araya getiremez. (136)

BEŞİNCİ DİSİPLİN

Peter M.Senge, Çev:Ayşegül İldeniz/Ahmet Doğukan.

Yapı Kredi Yayınları İst./Mart-1996 Üçüncü Baskı

1. (organizasyonda) bir grup insan birbirine güvenmiş, birbirlerinin güçlerini bütünlemiş, birbirlerinin sınırlılıklarını gidermiş,

Page 368: Akademik kaynaklar dizini

bireysel amaçlardan daha geniş olan ortak amaçlara sahip olmuş, öğrenen topluluk haline gelmiş...(12)

2. Organizasyon liderleri...(13)

3. SİSTEM DÜŞÜNCESİ: Bütün olaylar zaman ve yer olarak birbirinden uzakta yer alır, ama yine de hepsi aynı olay örgüsü içinde birbirine bağlıdır. Her birinin ötekiler üzerinde bir etkisi, normal olarak göze görünmeyen bir etkisi vardır. Bir yağmur fırtınası sistemini ancak bu olay örgüsünün tek tek parçalarını değil, tümünü birden düşünerek anlayabilirsiniz. İş dünyası ve diğer tüm insan çabaları da birer sistemdirler. Onlar da görünmeyen birbiriyle ilişkili eylemler dokusuyla bağlıdır. Söz konusu eylemlerin birbiri üzerinde tam etkisini doğurması çoğu zaman yıllar alır. Biz de bu dantelin bir parçası olduğumuzdan, tüm değişim örgüsünü görmek iki kat daha zor olur. Bunun yerine sistemin birbirinden tecrit edilmiş parçalarının anlık fotoğrafları üzerinde odaklaşma eğilimi taşır ve en derin problemlerimizin neden bir türlü çözülemediğine şaşarız. Sistem düşüncesi, kavramsal bir çerçeve, bir bilgi bütünü ve araçlar olup, son elli yıl içinde geliştirilmiştir. Bize tüm olay örgüsünü daha açık seçik görme imkanı verir ve bunları en etkili şekilde nasıl değiştirebileceğimizi görmekte yardımcı olur.(15)

4. Düşünme açısı, okuma açısı, öğrenmeli konuşma...

5. İlerleme dalgası...

6. Fiili sistemler, ideal sistemler, ağır ve tedrici süreçler...

7. Bugün hem organizasyonların, hem de toplumların hayatta kalmasına yönelen birincil tehditler ani olaylardan değil, yavaş ve tedrici, kademeli süreçlerden gelmektedir.(31)

8. HAŞLANMIŞ KURBAĞA SENDROMU:(Sistem incelemelerinde hayatta kalmaya yönelik olarak tedricen oluşan tehditlere ters anlamda adapte olma...) Bir kurbağayı kaynar suyun içine koysanız kendini hemen dışarı atmaya çalışacaktır. Ama eğer bir kurbağayı oda sıcaklığında suyun içine koysanız ve korkutmazsanız, öylece kımıldamadan duracaktır. Bu arada su sıcaklığını yavaş yavaş artırırsanız, çok ilginç bir şey olur. Sıcaklık yükselirken kurbağa hiçbir şey yapmaz. Tersine, halinden keyfi çok yerinde gibi görünmektedir. Sıcaklık yavaş yavaş arttıkça, kurbağa gittikçe daha çok sersemleyecektir. Ta ki, kaptan dışarı çıkacak hali kalmayana kadar. Onu dışarı fırlamaktan alıkoyacak hiçbir şey olmamasına rağmen, kurbağa orada oturup haşlanmayı bekleyecektir. Niye? Çünkü, kurbağanın hayatına yönelen tehditleri algılayan dahili aygıtı onun çevresindeki ani değişmelere programlanmıştır. Yavaş, tedrici değişmelere değil...(31-32)

Page 369: Akademik kaynaklar dizini

9. Yavaş seyreden, kademeli süreçler görmeyi öğrenmek telaşlı hızımızı yavaşlatıp dramatik olan ince, görülmesi zor olana da dikkat etmeyi gerektirir.(32)

10. Kendilerine veya kimseye kabahati yükleyemeyeceklerini görünce, oyunculara son bir çıkış yolu kalır: sistemi suçlamak...(57)

11. Kitapların damıtılması...

12. Bugünün problemleri, dünün çözümlerinden kaynaklanır.(67)

13. Neden ve sonuç zaman ve uzamda(...) birbiriyle yakından ilintili değildir. Sonuçlarla ortada problemlerin olduğunu gösteren açık semptomları kastediyorum.(Bu semptomları doğuran en çok sorumlu neden teşhis edildiğinde kalıcı iyileşmelere yol açacak değişikliklerin yapılabileceği...Aksi halde geçici olarak semptomları ortadan kaldıracak-semptomatik çözüm...)(73)

14. Karmaşık sistemlerde gerçekliğin mahiyeti ile bizim bu gerçeklik hakkındaki baskın düşünme yollarımız arasında temel bir uyumsuzluk vardır. Bu uyumsuzluğu düzeltmek için atılacak ilk adım nedenle sonucun zaman ve uzamda birbiriyle yakından ilintili olduğu kavramını bir yana bırakmaktır.(74)

15. Yönetim sorunlarını anlamak için sorunları doğuran tüm sistemi görmek gerekir.(76)

16. Sistem düşüncesi, bir bütünü görme disiplinidir. Şeylerden (doğrusal neden-sonuç zincirlerinden) çok karşılıklı ilişkileri, statik enstantanelerden çok(anlık resimlerden) değişim düzenlerini(süreçlerini) görmek için bir çerçevedir. Bir genel prensipler kümesidir. Bu genel prensipler yirminci yüzyıl boyunca damıtılmış olup, fiziki ve sosyal bilimlerden mühendisliğe ve işletmeciliğe kadar çok çeşitli alanları kapsar.(79)

17. Amerikan, Sovyet bakış açısı...

18. Aynı sistemin farklı sonuçlar dizisi...

19. Aynı sistem farklı sonuçlar dizisine yol açıyorsa, bir dinamik karmaşıklık söz konusudur.(83)

20. İyi bir politikacı, ne söyleyeceğini değil, ne söylemeyeceğini de bilen insandır.(-)

DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ DEVRİMİMichael HAMMER-Steven A.STANTON

Çev: Sinem GÜL, Sabah Kitapları I. Baskı- İstanbul/1995

Page 370: Akademik kaynaklar dizini

1-       Değişim Mühendisliği: Performansta çarpıcı gelişmeler yapmak amacıyla iş süreçlerinin temelden yeniden düşünülmesi ve radikal bir şekilde tasarlanması...(3)

2-       Yasal Ortam....

3-       Sürecin yeniden tasarımı...

4-       Başarısızlığa yol açan görünen nedenler...(12)

5-       Organizasyon birimi – Yönetim hiyerarşisi-Organizasyonel yapı

6-       Sürecin içindeki tüm mekanizmaların tespiti ......................... yeni mekanizmalar oluşturma (16)

7-       Değişimde zarar gören insanlar değişime zarar vermeye başlarlar....(17)

8-       Öncelikle bir prototip yani yeni fikrin güvenli bir ortamda test edilebilecek versiyonunu üretmek.... Sürecin nasıl işlendiğini, nerede başarılı – nerede başarısız olduğunu bu kapalı deneme yerinde görmek (19)

9-       Fikirden doğrudan uygulamaya geçmek başarısızlıktan başarısızlıktan başka bir sonuç vermez.(20)

10-   Statükodan en çok çıkarları bulunan ve değişim mühendisliğinden en çok zarara uğrayacak kişiler orta kademe yöneticilerdir. Bunlar mevcut otoritelerini, sorumluluklarını ve yüksek gelirlerini mevcut sistem üzerinde uzmanlaşıp başarı göstererek kazanmışlardır. Süreçlerde radikal değişiklikler yapılması durumunda temel yapı ve yöneticilerin rolleri ile sorumlulukları yeniden incelenecektir. Sonuçta da kimi kişiler koltuklarından olacaklardır. Bu nedenle orta kademe yöneticilerin çoğu değişim mühendisliği çalışmalarını engelleyen ya da askıya almaya çalışır (24-25)

11-   Lider, değişim mühendisliğiyle ilgili tüm tarafların desteğini sağlayacak konumda birisi olmalıdır. (25)

12-   Genel Müdür öncelikle harici konuları ilgilendiren kişiler uğraşır. Yani, borsa analistleriyle, büyük yatırımcılarla, hükümetle, büyük müşteriler ve endüstri birlikleriyle, şirket içi işletme konularıyla ise işletme müdürü ilgilenir (25)

13-   Durup felaketi beklemek yerine süreçlerini değiştirmeye karar verdiler. (29)

14-   Şirket Kültürü ...../ Ürün geliştirme.

15-   Değişim Mühendisliğin içeriği :

Page 371: Akademik kaynaklar dizini

-                      Mevcut sürecin zayıf yönlerini ve yine sürecin gerektireceği performansı belirlemek amacıyla eski süreci ve müşterileri beklentilerini anlamak.

-                      Eski varsayımları yok eden yeni bir süreç başarımı oluşturmak...

-                      Yeni süreç inşa etmek: Nasıl işleyeceğini ayrıntılarıyla tasarlamak, kurumun tüm parçaları üzerindeki etkilerini tahmin etmek, personeli eğitmek, uygun bilişim sistemleri oluşturmak...v.b.

-                      Yeni çalışma ve yaşama tarzını kuruma satmak .....(38)

16-   Yeni süreçteki belirsizlik, projenin gelişimi sırasında aşamalı olarak yok edilir.

Deney yapma..../ Bask – (zaman baskısı) - süreç odaklı ve bütünü kavrayabilen bir tarz (resmi-bütün olarak görebilme….) - Tasarı yeteneği- Kendi bakış açısına çekme yeteneği- ekip çalışması ve iletişim becerileri. (39)

17-   Güven, ekibin atomların birbirine bağlayan güçtür. (42)

18-   Ekip oluşturmada yapılan yanlışlar:

-                      Dinlenmemek/ Fikirleri öldürmek / Kişisel saldırılar / Sessizlik / (Fikirsizlik) / Gereğinden Fazlasını Paylaşmak…. (43)

19-   Değişim Müh. Resmi olmayan bir tarz gerektirir. (43)

20-   Demokrasi kolayca anarşiye dönüşebilir (43)

21-   Süreç modeli geliştirme…

22-   Himalayalara ilk kez çıkan birisi kendisine iyi bir kılavuz bulmalıdır. (49) ( Danışman)

23-   Danışmanlar size varacağınız yere giden en iyi yolları ve en yararlı kestirmeleri gösterebilirler (49)

24-   Yenilikçi tepki…. / Güvensizlik Krizi…

25-   İnsan doğasının gerçeklerini kabul etmek…(64)

26-   Değişim mühendisliğinden geçirilecek süreçlerin tümüne birer “süreç sahibi (sorumlusu)” atanmalıdır. (yeterli yetkiye sahip) (66)

27-   Yazmak, alnında kan damlacıkları oluşana kadar boş bir sayfaya bakma eylemidir. Ernest Hemingwey, üretici eğilimin gerilimi konusunda bunları söylemişti. Bu sözler; yeni bir süreç tasarımı icat etmek durumunda kalan kişilerin yaşayacağı duyguları da tanımlıyor. (69)

28-   İş Süreci Tasarımı…..

Page 372: Akademik kaynaklar dizini

29-   Pek çok iyi fikre sahip olmanın yolu, pek çok fikre sahip olup, kötülerini çöpe atmaktır. (69)

30-   Kimi varsayımlar zamana geçersiz hale gelir; kimileri ise başlangıçtan beri yanlıştır. (71)

31-   Yanlış varsayımları bulmanın da bir yöntemi var. İlk adım, sorunu bulmak…. Bu çok zor değil. Sorun zaten sizin yakanıza yapışmış durumda olacak. İkinci adım, biraz geriye gidip kuralı bulmak. Sürecin, kusurlu olan ve soruna sebep olan özel parçasını ortaya çıkarmak. Üçüncü adam ise bu kusurlu tasarımın altında yatan gizil varsayımı belirlemek ….

Varsayımın belirlenmesinden sonra atılacak ikinci adım, varsayımı sorgulamak… Varsayımın geçmişte geçerli olup olmamasının hiçbir önemi yok, önemli olan tek şey bu gün geçerli olması…

Varsayımın yanlışlığı komutlandıkdan sonra süreci kısıtlayan kural ortadan kaldırılabilir. (74)

(bu siyasi yapı ve ilkeler içinde geçerli / misal: fiil durumu-fiili uygulama ve anlayışları-çağdaş kavramların çerçevesine almak…. Cumhuriyet - Demokrasi - Laiklik vs.)

32-   Sürecin zamanlama kuralları….

33-   Varsayımları ortaya çıkarma yöntemi: İşe sorunla başlayın, bu kural tiplerini kullanarak soruna yol açan kuralı bulun. Bu kuraldan yola çıkarak varsayıma ulaşın. Varsayım yanlışsa yıkın ve kuralı çöpe atın. Böylece yeni bir süreç tasarlamak için gerekli ortamı oluşturmuş olacaksınız. Yaptığınız tüm incelemelere rağmen varsayımın doğru olduğunu görürseniz varsayımı yanlış hale getirmek üzere nasıl müdahale edebileceğinizi bulmaya çalışın. Son olarak, varsayım yanlış değilse ve yanlışa dönüştüremiyorsanız, yıkılabilecek bir varsayım bulana dek işlemi tekrarlayın. (76)

34-   Temelden yeniden düşünme…

35-   İnsanların eski yöntemleri bırakıp yenilerim benimsemelerini sağlamak…(77)

36-   Süreç değiştiğinde, o süreçte çalışan insanların işleri de değişiyor. (77)

37-   Beceri standartları…

38-   Hiyararşik, işlevsel bölümlere verilen önemin yerine, süreç ekiplerine verilen önem alır. (77)

39-   Değişim mühendisliğinin en zor yanı: Direnç…Değişime gösterilen direnç….

Page 373: Akademik kaynaklar dizini

(Direncin) temel nedenlerini anlayıp bir dizi basit ilke ve tekniği kullanarak direncin değişim mühendisliği çalışmasına zarar vermeyi engelleyebilirsiniz…

İlk ilke, değişime gösterilen direncin doğal ve kaçınılmaz olduğudur. Direnç olmayacağını sanmak yada, direnç belirtisi gösteren kişilere inatçı ve gerici kişiler olarak görmek ölümcül bir hata olur. Bize gelipte değişim mühendisliği çalışmalarını değişime direnç gösteren insanlar nedeniyle başarısızlığa uğradığını şaşkınlıkla söyleyen insanlara tahammülümüz yok. Değişim mühendisliğini başarısızlığa uğramasının nedeni direnç değil, dirençle başa çıkmayı bilmeyen yönetimdir. (Aslında , karşılaşılan direnç, değişimdeki yapılan şeyin göstergesi…) (79) (Osmanlıdaki matbaaya direnç - geçimini el yazması ile sağlayan bir sınıftan geldi. Bu tabidi. Bu direnç yine doğal olarak - O dönemin tartışılmaz kavramı din adına yapılmak suretiyle meşrûlaştırıldı. Günümüzde de aynı direnç günümüz tartışılmaz kavramlarına sığınılarak - o kavramlar adına ortaya konularak sürdürülmekte….)

40-   İkinci İlke: Direncin her zaman gerçek yüzünü göstermeyeceğidir. Çoğu kişi saf saf, direncin sabatoj şeklinde açığı çıkacağını sanır. Ne yazık ki direnç genellikle çok daha gizli ve dolaysız şekilde ortaya çıkmaktadır. Yüzeydeki sükunet ve mantık sizi yanıltmasın; bunun altında huzursuzluk ve muhalefet vardır. (80)

41-   Direnç pek çok maske takar ve pek çok şekle girer. Bunlardan ilki (değişim gerektiren sorunu reddetmedir. Upton Sinclair : “Maaşı (ve konumu - statüsü - otoritesi vs. ) buna inanmamasına bağlı olan birisini (O) şeye inandırmak çok güçtür.” Demiştir. (80)

42-   Değişme gösterilen direncin nedenleri görünürde “akılcı” olan nedenlerle sınırlı değil. İnsanların bir duruma karşı verecekleri tepkiyi, bu yeni durum hakkında (yeni kurallar-yeni sistem - yeni yönetici - veya yönettim biçimi vs. ) ne hissettikleri (veya ön yargıları……) belirliyor. Korkuyorlarsa, tehlikede oldukların düşünüyorlarsa, yada huzursuzlarsa, olumsuz tepki verme eğilimine gidiyorlar…(83) (Bu yeni yöntem beni korkutuyor - Güvensizliğe itiyor… vs.)

43-   Dördüncü ilke Belirtiler yerine hastalığın kendisini tedavi etmek…(83)

44-   Değişme gösterilen dirençle başa çıkma :

- Direnç doğal ve kaçınılmazdır. Dirençle karşılaşacağınızı bilin….

- Direnç her zaman yüzünü göstermez: Dirençi bulun

Page 374: Akademik kaynaklar dizini

-Direncin ardında pek çok motivasyon vardır. (sebebinin)ne olduğu anlayın.

- İnsanların savunularından çok kaygılarıyla ilgilenin : bunlarla yüzleşin.

- Dirençle başa çıkmanın tek bir yolu yoktur: Dirençi yönetin …..(84)

45-Dirençle uğraşırken kullanılacak standart teknikler: teşvikler, bilgi, müdahale, telkin, katılım…(84)

46-İş güvencesi güçlü ve etkili bir teşvik olabilir.(84)- işine son verileceği- manevi ödülleri paylaşma- yeni statü- kariyer fırsatı v.s..

47- Otorite veya para kaybının telâfi teminatı…

48-   Bilgi, insanlara, olanlar ve olacaklar hakkında ayrıntı sunmak demektir. Bilgi, belirsizliği ve korkuyu azaltır. İnsanlar değişime genellikle cahilliklerinden ötürü direnç gösterirler. Ne olup bittiğini bilmedikleri için olumsuz senaryolar kurarlar…(Ancak) bilgi yine de tüm direnci kurmaz. Yine de karmaşayı ve belirsizliği azaltmakta yara var. Genel huzursuzlukla başlatmak en güç iştir. Ne olup bittiğini bilen insanların direnciyle baş etmek ise çok daha kolay. Hoş olmasalar da gerçeklerle başa çıkmak, hayaletlerle başa çıkmaktan daha kolay. (85)

49- Müdahale; İnsanların endişelerini dinlemeyi, yüzeydeki itirazların ötesine geçip onları asıl huzursuz eden şeyi anlamayı, onlara kılavuzluk etmeyi, yeni ve zor şartlarla karşılaştıklarında yanlarında olmayı gerektiriyor. (85) (Müdahale: tek tek ilişki kurmak…)

50-Telkin, değişim kaçınılmazlığına, seçenek değil, bir zorunluluk olduğuna ikna etmek demektir. Başka seçenek olmadığı mesajı çok iyi velimelidir. Bu, direncin kaynağını kurutabilir. (85) (eğitimde milli-manevi değerlerin- ahlâki mükellefiyet için tek seçenek olduğu.)

51-Katılım; olumsuz duyguların yönünü değiştirir ve değişimi baltalamaktansa, geliştirmeye yönlendirir. Ayrıca, aksi takdirde (katılımı sağlanmazsa) kötü amaçlarla kullanılabilecek bir enerjinin yararlı bir şekilde harcanmasını sağlar…(86) ( Katılım ile direnç gösterme potansiyelini sahip insan, değişim çalışmasının bir parçası haline getirilir.)

52-Kendi vizyonunu, insanların vizyonu haline getirebilen - Lider … (87)

53-Kutsal kitaplardaki Musa (A.S) kıssası - tipik bir değişim mühendisliği olayıdır. (87)

Page 375: Akademik kaynaklar dizini

54-Her değişimin sebep olduğu kayıplarda vardır. Değişim iyiye doğru olsa bile, yinede kaybedilen şeyler olduğu düşünülür. Eski hayatın hep iyi bir tarafı vardır; ne kadar kötü olursa olsun iyi bir yönü bulunur. Değişim yönetimi , insanların bu kayıplarıyla başa çıkmalarında da yardım etmelidir. (88)

55- ŞİRKET GAZETESİ….

56- İletişim : anlaşılır olmamak / (dinleyiciler anlayacağı bir dil kullanmamak- Japonlara - Türkçe hitap etmek gibidir.) (Soyutlama yapmak - yerine - soyut kavramlara- misal ile somut ve anlaşılır kılmak) / (92)

57- İletişim, sadece konuşmak demek değildir. İletişim iki taraflı olmalı ve dikkatli bir dinleme eylemini de içermelidir. (98)

58-  İletişim ilkeleri:

-          Dinleyicilerinizi sınıflandırın (kime…)

-          Çeşitli iletişim kanallarından yararlanın

-          Çeşitli sesler kullanın

-          Aşık olun

-          İletişim, iletişim, iletişim….

-          Tek yol dürüstlük

-    Sadece mantığa değil duygulara da baş vurun

-    İyileştirin, teselli edin , teşvik edin

-    Mesajı görünür kılın

-    Dinleyin, dinleyin, dinleyin (98)

59- Sorunlar aslında süreç sorunlarıdır. (101) Çözüm, süreci değiştirmektir.

60-  Yetkilendirme (elamanları) / organizasyon birimi

61-Değerlerin iletilmesinde, örnek olmak en iyi yol değildir… Tek yoldur…. (107)

62- Fizik dünyasında Newton’ın üçüncü yasası, her etkinin bir, eş ve birde karşı tepkisi olduğunu söyler. İnsan kurumları dünyasına uyarlandığında bu yasa, her devrimin bir karşı devrimi olduğu anlamışına gelecektir. Bu karşı devrimin misyonu, değişim mühendisliğine engellemek…(110)

63- Karşı devrimcileri genellikle aynı inanç motive ediyor. Eskiden her şey daha iyiydi…(110)

Bir metnin tutarlılığını ve okuyabilirliliğini geliştirme…

Page 376: Akademik kaynaklar dizini

64-  (Değişimde) farklı kurumlar işe farklı yerlerden başlayacaklar ve öncelikleri, hızları, teknikleri farklı olacaktır.

65- Huzursuzluk Semptomları…(138)(……)

66- Yeniden tasarım ekibi … / idari süreçler…

67-Pilot sahada değişim uygulaması ….

68- Doğru insanları işe almak

69-Organizasyon yapısı…

70-Misyon kurumları: Bunların amaçları, ekonominin ötesinde. Bu kurumlara, misyon kurumları adını veriyoruz. Onlar için para, ekonomik olmayan amaçlarına ulaşmak için sadece bir araç …..

Misyon kurumlarının sayısı onbinleri aşıyor: Devlet kurumları, vakıflar, hastaneler, üniversiteler, okullar, sosyal yardımlaşma kurumaları v.s. (181)

71-Değişim mühendisliği sadece kapitalist bir araç değil. Herhangi bir (misyon) kurum(un) - süreçlerini yeniden düşünmelerini ve geliştirmek için atılımcı yöntemler bulmalarını sağlıyor. (182)

72- İdari süreçler….

73-Değişim sponsoru…

GİRNE-20.10.1998

74- (Sömürgeci sisteme esaret ve boyun eğmişliği, gelecek nesillere miras bırakmamalıyız….)

DEĞİŞİM MÜHENDİSLİĞİ(İş idaresinde devrim için bir Manifesto)

Michael Hammer - James ChanpyÇev.: Sinem GÜL. 4. Baskı - Sabah Kitapları, İst.1997

1-       Yönetim Prensipleri:

2-       Şirketin ürün ve hizmet kalitesini geliştirme. (2)

3-       Yaptığımız işi neden yapıyoruz? ABD’deki şirketlere bu soruyu sormaya başladı. Aldığımız yanıtlar gerçekten aydınlatıcıydı. Personelin yaptığı pek çok görevin, müşteri taleplerini karşılamak ile yani yüksek kalitede bir ürün yaşatmak bu ürünü mantıklı bir fiyata satmak ve mükemmel bir hizmet sağlamakla hiçbir ilgisi olmadığını gördük. İşlerin çoğu sadece, şirketin kendi organizasyonunun iç taleplerini karşılamak amacıyla yapılıyordu. (4)

Page 377: Akademik kaynaklar dizini

4-       Ford, Smith’in işin küçük ve tekrarlanabilir görevlere bölünmesi kavramını geliştirmişti.(12)

5-       Yaptığımız işleri neden yapıyoruz? Ve neden bu şekilde yapıyoruz? Bu temel soruları sormak insanları, işlerini yürütüş tarzlarının altında yatan söze dökülmemiş kural ve varsayımları gözden geçirmeye zorluyor. (29)

6-       Müşterilerin kredilerinin kontrolü işini daha etkin bir şekilde nasıl yapabiliriz? Diye sormak, müşterilerin kredilerinin kontrol edilmesi gerektiğini varsaymak anlamına gelir. (kontrol maliyeti (-) kontrol edilmediği takdirde uğranılacak zarardan pahalıya patlar…) (29)

7-       Değişim mühendisliğinde emin olunan hiçbir şey yoktur. Var olanlar gözardı edilir ve ne olması gerektiği araştırılır. (29)

8-       İŞ SÜRECİ: Bir veya birkaç çeşit girdini alınıp bunlardan müşteri için değer oluşturacak bir çıktının yaratıldığı faaliyetlerin toplamı olarak tanımlıyoruz. (32)

9-       IBM (değişim müh. Uygulayarak) 7 günlük bir süreci - 4 saate indirmişti. Personel sayısında artış yapmadan -eleman sayısını azaltarak - taahhütler de 100 kat artmıştır….(35)

10-   Süreçlerden değen idari organizasyonlara değil sadece iş süreçlerine değişim Müh. Uygulanmalıdır. Değişim mühendisliği, bölümle ya da diğer organizasyon birimleri üzerinde değil, bir temel iş sürecinin yeniden tasarlanması üzerinde yoğunlaşmalıdır. (36)

11-   Ford’un borçlar bölümünde kural şöyleydi: Faturayı aldığımızda ödeme yaparız. Bu kuraldan söz edilmiyordu. Ancak, borçlar bölümündeki süreç bu çerçeve (kural) üzerine oturmuştu. Bu kuralı yıkmanın yolu ise faturaları kaldırmaktı. Artık yeni kural: “Malları aldığımızda ödemeyi yaparız.” Oldu. (38) (yapılan her işin sürecinin kuralım- temel varsayımını bulmak ve kaldırıp yeni kural tasarlamak….)

11/a- (Bugün - Y.A.Ş. kararlarına yol açan temel varsayım…?)

12-   Ardışık süreçler - paralel süreçler….

13-   Değişim mühendisliği: Maliyet - kalite- hizmet ve hız gibi performans göstergelerinde çarpıcı gelişmeler sağlamak (41)

14-   Süreç odaklı olmak. (41)

15-   Uzmanlık, ardışıklılık ve zamanlama ile ilgili varsayımları bir kenara atmak….(42)

16-   Şirketlerin karşılaştığı sorunlar organizasyon yapılarından değil süreç yapılarından kaynaklanır.(43)

Page 378: Akademik kaynaklar dizini

17-   İş paslaşmaları / Organizasyonlar arası paylaşmalar …..(47)

18-   Birleştirilmiş süreçlerin, vaka elemanlarının ve vaka ekiplerinin sağladığı yararlar inanılmayacak boyuttadır. (47)

19-   Süreçleri yatay olarak birleştirmek kadar dikey olarak ta birleştirmek…(48)

20-   (-) farklı boyuttaki işlerin aynı sürece sokulması, küçük işleri, büyük boyutlu işlerin sürecinden geçmesine neden olur Bu sebeple , farklı işler için, büyük projeler için ve orta çaplı projeler için, büyük projeler için ve orta çaplı projeler için… Daha önceden belirlenmiş ölçülere göre yapılan basit bir eleme, arkadaşımızın başvurusunun kendisine uygun sürece çabucak gönderilmesini sağlayabilirdi. (50)

21-   Bir süreç değişi mühendisliğinden geçtiğinde, yöneticiler kontrolör olarak çalışmayı bırakıp antrenör gibi davranmaya başlarlar.(59)

“ilerleme belirtileri….”

22-   İş birimlerinin işlevsel bölümlerden süreç ekiplerine doğru değişmesi …. (59)

23-   Süreç ekibi elemanları… (64)

24-   Öğrenmeyi bilen kişiler / eğitilebilir eleman

25-   Bazı temel varsayımları gözden geçirme…

26-   Geleneksel düşünceye göre, iyi bir kimyager, onun kimyagerlere iyi bir yönetici olacağını gösterir varsayım; şirkete iyi bir kimyager kaybettirip, kötü bir yönetici kazandırabilir…(68)

27-   Değişim mühendisliği şirketin yapısının yanı sıra kültürünü de değiştirir. (68)

28-   İş, süreçleri ve süreçleri gerçekleştiren ekipler çerçevesinde organize edilir. (72)

29-   İş sistemi elması

İş süreçleri

İşler ve Yapı Değerler ve inançlar

Yönetim ve

Ölçme sistemleri

Page 379: Akademik kaynaklar dizini

İş sistemi elmasının dört noktası birbirine uymadıkça şirket hatasız ve gerektiği gibi yapılandırılamayacaktır. (74-75)

30-   Tümevarım yöntemiyle düşünmeyi öğrenmek.(77)

31-   Pazar araştırması ….(bir ürün için) (80)

İster açık olsun ister gizli, hiçbir kural ilk konulduğunda saçma yada anlamsız değildir. Kurallar, insanların deneyimlerinden eldi ettikleri bilgelikten türer….(83)

32-   Tüm sorunların merdivenin üst basamaklarına aktarılması, hızla değişen bir pazara göre karaların çok yavaş verilmesine yol açmaktadır. Günümüzde şirketler ön cephedeki elemanlarına kendi karalarını alma yetkisinin verilmesi gerektiğini düşünmektedirler. (yetkilendirme) (87)

33-   Lider, bir vizyon oluşturup, vizyonunu söze dökerek şirketteki tüm bireylere bir amaç ve görev duygusu kazandırır. Organizasyon, bilinmeyene giden yolculuğa çıkmak için gerekli manevi enerjiyi Liderin inanç ve gayretlerinden toplayacaktır.(94)

34-   Değişim mühendisliğinin konusu organizasyonlar değil, süreçlerdi. (108)

35-   Şirket içindeki süreçler genellikle doğal iş faaliyetlerine tekabül eder, ancak organizasyon yapıları nedeniyle parçalanmış ve karmaşıklaşmışlardır. Süreçler görünmez ve isimsizdirler....(108)

36-   İşletmeyi oluşturan süreçleri daha bir şeklide ele alma yöntemlerinden birisi süreçlere, başlangıç ve sonuçlarını belirtecek adlar vermektir. Bu isimler sürecin başından sonuna yapılan tüm işleri belirtmelidir. (109)

Tedarikten Nakliyeye (imalat) )

37-   Organizasyon çizelgesi .... Süreç haritası ....

38-  Alt süreçler...

39-  Süreçler ilk doğduklarında genellikle basittirler. Ancak her yeni sorun ve beklemedik durumla birlikte birilerinin sürece, istisnalarla başa çıkabilmek için özel bir durum ya da kural eklemesi sonucu süreç zamanla karmaşıklaşır. Kısa bir süre içinde süreç istisna ve özel durumlara boğulacaktır. (116)

40-  Süreç sorunları....(117)

41-  (Veriler bir şeyin bozuk olduğunu gösterirken) hangi sürecin yi işlemediğini tam olarak belirtmekte yetersiz kalabilirler.(117)

42-  İnsanların yaptıkları ile yaptıklarını söyledikleri her zaman aynı değildir. (121)

Page 380: Akademik kaynaklar dizini

43-  Tüm değişim mühendisliği sürecinin en yaratıcı kısmı yeniden tasarımdır. Yeniden tasarlama sürecinde değişim mühendisliği ekibi, bilimleri bir kenara bırakıp akla hayala gelmeyenleri bulmaya çalışır. (124)

44-  Yeniden tasarım oturumu...

45-  Vaka yöneticisi.

46-  Bir sürecin gerçekleştirilmesinde mümkün olduğunca az kişi yer almalıdır. (133)

47-  Süreci belirleyen varsayım...

48-  Değiştirilemez kuralların doğurduğu zorunlu süreç

49-  Varsayımları bulup yıkın...

50-  Değişim müh. Tek temel etken işleve değil sürece yönelme şartıdır. Bu şarta uyulduktan sonra değişim müh. İçin geriye kalan her şey teknikten ibarettir. Yani sizin için işe yararsa doğru, yaramaza yanlıştır. (148)

51-  Sürekli gelişim ile değişim müh. farlı şeylerdir.

52-  Süreç değişimi, tüm organizasyonu dalgalandırarak değiştirir. (170)

53-  Şirke A (şimdiki) – şirket-B- tasarlanan ve oluşturulan şirket. (178)

54-  Değiştirilebilir parçalar halinde esnek bir sistem yaratıyoruz. Eğer parçacıklardan birisi bir yıl içinde geçersiz hale gelirse biz de onu çöpe atarız. Zamanla değiştirebileceğimiz bir sistem oluşturamazsak vizyonumuz için doğru işi yapmamışsız demektir. (180)

55-  Görevlerin gerçekleştirilişi sırasını değiştirmek )188)

56-  Değişim Mühendisliği de satranç gibidir. Başarının anahtarı şans değil, bilgi ve yetenektir. Kuralları bilir ve hata yapmaktan kaçınırsanız başarılı olma şansınız yüksektir. (189)

57-  Rus satranç şampiyonu Sergei Tartakower oyun için hazırlanmış satranç tahtası için şöyle demiştir. “Hataların hepsi orda, yapılmayı bekliyorlar” (190)

58-  Yeni yönetim sistemleri, istenen değerleri, bunları içeren davranışları ödüllendirerek geliştirmelidir.(194)

59-  Doğru bakış açısına sahip olmak....(197)

60-Hiyerarşik organizasyonlarda, yakında boşalacak olan bir üst düzeye geçmek için mücadele eden kişiler sürekli izlendiklerini ve yargılandıklarını hissederler. (199)

Şirket hastalıkları ve tedavisi.....(203)

Page 381: Akademik kaynaklar dizini

15.11.1998

Girne

60- “Ticarette kazandırmasını bilmeyenler, kendileri de kazanamazlar.”

61- (Kazanmak için kazandırmak )

62- (Kalite, fiyat-zamanında)

02.02.1999/ Y. Şafak

Nazif GÜRDOĞAN

İNSAN MÜHENDİSLİĞİNüvit Osmay, DKD. Kursu mezunları derneği yay. , 2.Baskı-1983

1. Herkes (her fert), kendi davranışı ve yaptığı iş ile etrafında kendi kişisel atmosferini yaratır ve bu atmosfer de işletmenin (cemiyetin) genel iklimini meydana getirir.(genel vasıflılığını )(58) (Psikolojik Organizasyon)

2. Karşılıklı anlaşma olmadan, müşterek çalışma sağlanamaz; müşterek çalışma olmadan da bugünün cemiyetinin muvaffak olabilmesine imkan yoktur.(143)

3. Terbiye ve ahlakı bütün eğitim tablosunun dışında bırakıyoruz. (Dr. H. Palmguisto) (199)

4. Bir insanın belli bir işte başarı göstermesi; kabiliyeti, enerjisi, güdüsü(gayesi) ve bağlılığıdır.(214)

5. Bilgisiz dürüstlük zayıf ve faydasızdır, dürüst olmayan bilgi ise tehlikeli ve korkunçtur.(Sanmel Johnson)(250)

6. Mesele burada bitmiyor bilakis başlıyor.(251)

7. Kendilerini, kendi benliklerinin istibdadından kurtarmak için...(255)

8. Müessesenin teşkilat dokusu...

9. (Maddi) kudret, ruhun bu yüksek vasıfları ile kontrol altına alınmazsa, diğer taraftan alçak karakter yüksek kabiliyetlerle birleşirse, kudretin kötüye kullanılması daha a artar.(285) (Filozof Whiteheod)

10. Dürüst olmayan bir idareci bir taraftan yetkilerini kullanarak, bir taraftan da şahsen verdiği kötü örnek dolayısıyla maiyetindekileri soysuzlaştırır.(256)

Page 382: Akademik kaynaklar dizini

11. Yüksek icra amirlerinin dürüstlüğü, bir teşkilat için ölüm kalım meselesidir.(287) Zira üst idarecilerin karakteri yalnız bütün teşebbüsün moral tonunu tayin etmekle kalmaz, aynı zamanda yaptığı işlerin kalitesini de sınırlar.(286)

12. Ahenk(disiplin) küçük şeylerin büyümesini sağlar, ahenksizlik(disiplinsizlik) ise büyük şeylerin yok olmasını...(Sallust)(292)

13. (Her insanın teknik bir ortamda dahi) harekete geçebilecek ihtirasları, kırılabilecek gururları, bozulabilecek sinirleri, gerçekleşmesini bekledikleri ümitleri vardır.(303)

14. Hiçbir olumlu şey, zaaaflar üzerine bina edilemez.(323) (zaaflar ve disiplinsizlik; hiçbir şey kazandırmaz; mevcut kazanılmışları kaybettirir.)

15. Hayatta kaç kere bir şey yapmak istedik ve büsbütün başka bir şey oldu...(348)

MESLEK AHLAKI

Emile Durkheim, Çev.:Mehmet KarasanM.E.G.S.B. YAYINLARI, -ist-1986

1. Bir cemiyet müessesesi(siyasi-ekonomik) bir ahlak disiplini olmaksızın yaşayamaz. Çünkü, aksi halde ortada ancak birbirleriyle çarpışan fert iştihaları kalır.(VII)(17)

2. Hıristiyanlıkta(...) insanın tanrıya karşı başlıca vazifesi, insanlara karşı insanlık vazifelerini yerine getirmektir.(x)

3. Kamu vicdanı bir takım iştiyaklarla işlenmeden(XI)

4. Bir cemiyetin yaşayabilmesi için(...) önünde yönelebileceği bir ahlak ideali bulunmalıdır.(XI)

5. Hak ve adalet duyguları, insani münasebetlerden doğan hadiselerde nasıl gerçekleşir ve hangi neticeleri inşa eder(cemiyet çapında)?

6. Ahlak vakıalarını müşahede, tasvir, tasnif etmek ve onları açıklayan kanunları araştırmak (XIV)

7. Fert karakterini ve cemiyet disiplinini bozan sebeplerin tespit edilmesi, aynı zamanda bunların onarılması vasıtalarını da bize verir...

8. Kollektif alışkanlıklar

Page 383: Akademik kaynaklar dizini

9. Ahlak kaidelerinin topu, gerçekten, her insanın çevresinde ideal, manevi bir set teşkil ederler. İnsan ihtiraslarının dalgası daha ileri gidemeden, bu seddin önünde kırılır. Bu şekilde tutulmaların da giderilmelerini mümkün kılar. Bundan ötürü, bu set herhangi bir noktasından gevşeyince o ana kadar tutulan insan kuvvetleri açılan gedikten coşarrak taşmaya başlar; fakat başıboş akmaya başlayınca da, duracak bir sınır bulamaz, erişemedikleri bir hedefe doğru zarar ve acı verici bir halde akmakta devam ederler.(XXXI)

10. Aynı şekilde, ekonomik hayatı idare eden ahlak sarsılınca, artık bir sınır tanımayan ekonomik ihtiraslar kızışır ve coşar. (XXXI)

11. şüphesiz, fert ile cemiyet başka başka varlıklar olmakla beraber, fert, ancak cemiyete bağlanmak şartıyla tabiatını tam olarak gerçekleştirebilmektedir.(XXXIII)

12. İçtimai bir hadiseyi açıklamak için onun neye yaradığını, hangi rolü oynadığını göstermek kafi değildir. Aynı zamanda gördüğü fonksiyon ile birlikte onu meydana getiren müessir illeti de aramak lazımdır.(XXXV)

13. Bizim üstümüzde, bizi zorlayan bir varlık olunca ahlak mükellefiyetinin objektif bir temeli bulunuyor.(XL)

14. Yavaş yavaş, üst üste biriken kurucu unsurlar(4)

15. Fertlerde sonu gelmeyen, birbirlerinin hale ve hukuka ihlal eden, cemiyet disiplinini sabote eden zaafları(düzene sokan bir şey bulunmazsa, kendiliklerinden görecek değillerdir.(17))

16. Bu buhrandan kurtulmak için, ekonomik(siyasi) hayatın temelini(esaslarını) değiştirmekte kafi değildir. Çünkü, o ne tarzda düzenlenirse düzenlensin hangi düzene girerse girsin, yine olduğundan başka türlü olmayacaktır.(19)(Yani, organizasyonun dokusunu oluşturan insan faktörünün vasıf ve kabiliyetlerinin teşkil ettiği fonksiyonel bir gövde meydana çıkacaktır.)

17. Görev duygusunun vicdanımızda kuvvetle yer etmesi için, içinde yaşadığımız hallerin(kültürün) onu devamlı uyanık tutması lazımdır.(19)

18. (..........onu devamlı uyanık tutacak ve besleyecek bir kültürel atmosfere ihtiyaç vardır.)

19. Hiçbir sosyal faaliyet şekli yoktur ki, kendine mahsus bir ahlak disiplinine ihtiyaç göstermesin. Gerçekten, geniş olsun, dar olsun, her sosyal grup, bölümlerden kurulu bir bütündür. Bu bütün kendisini teşkil eden ve sonucu unsur olan fertlerin birikmesinden kurulur. Böyle bir gurubun tutunabilmesi için, her bölümün(...) Bütünün devamını sağlayacak şekilde davranması gerekir.(22)

20. Ferdin de kendini toplumun barış ve düzen getiren vesayeti altında görmekte ciddi menfaati vardır.(38)

Page 384: Akademik kaynaklar dizini

21. Tanzimat’tan sonra ise, cemiyetimize her alanda modern çerçeveler çizilmiş, ancak modern muhtevaya hiçbir zaman ulaşılamamıştır.

22. Cemiyetimizi, batıdaki gelişmeleri üreten bilgi ve kültür seviyesinin paraleline getirmeden...

YÖNETİMDE 32 ALTIN KURAL

Richard R. Conarreo, Çev:Yakut Güneri, İlgi Yay.-1989

1- Başarınızı en fazla etkileyebilecek kişileri seçin; onlarla doğrudan, kişisel olarak ve sürekli irtibat halinde bulunun.(11) Başarınız başkaları tarafından verilecek kararlara bağlıdır. Biricik umudumuz, bu kararları etkileyebilmektir.(11) Her işte kilit noktası olan kişiler vardır. Sizi engelleyebilecek, ya da başarıya itebilecek tanıdık kişiler...(12) (Kendi seviyesinde tanıdıklar: Bulunduğunuz mevkiide kalmanıza yardım eder. Yüksek düzeydeki tanıdıklar:ilerlemenize yardımcı olurlar.(12)

2- Şu andaki durumunuzun, yarın hatta bugün değişmeyeceğini sanmayın.(17) İş hayatı, elinizde tuttuğunuz bir prizmaya benzer; görüntü sürekli olarak değişir.(17) İş hayatındaki pek çok güç gibi değişim de, ondan yararlanmasını öğrenmeyeni allak bullak edebilir.(19) Her değişikliğin önceden verdiği bazı uyarılarla kendini belli ettiği görülür. Bu belirtileri takip ve anlamak...(19) Değişiklikten yararlanmanın en etkili yolu, onu kendimizin yapmasıdır. (19-20)

3- Mesleğiniz ne olursa olsun, kendinizi bir satıcı olarak görün.(23) Sesinizin cesareti(........)yansıtıp yansıtmadığını hisseder.(25) Kıyafetiniz, masa-çalışma odası, büro, dekor ve görüntü, arabanız, v.s. sizi karşıya tanıtır.(satar)(26) Satanlar, alanlardan daha çok kazanırlar. (26) İnsanlar kendilerine bir şey satılmasından hoşlanırlar.(26)

4- Yapıp söylediklerinizin gelecekteki sonuçlarını daima düşünün.(29) Her söz ve davranış, iş hayatı tablosunu meydana getiren bir fırça darbesidir.(30) Bugün yaptıklarımızın gelecekteki sonuçlarını ölçmek hayli kolaydır. Bu size zor geliyorsa, gelecekteki hedefleriniz pek açık seçik değil demektir.(33) Şu anda yapmakta olduğunuz şeyleri gelecekte olmasını istediklerinize uygun hale getirin.(3 ayda, 6 ayda, 1 yılda hedefleri kontrol edin)(33) İş hayatında iyimser olmak, uzun vadede insana çok pahalıya mal olur.(33)

5- İş hayatında mevki her şey değildir.(35) Yeteneksiz kişilerin en korktukları şey, yetenekli astlarıdır.(37) Üstlerinizin, ilerlemenizi istemesi için, onları çevreye iyi olarak tanıtın.(38)

Page 385: Akademik kaynaklar dizini

6- Başkalarından daha iyi yaptığınız işleri keşfedin ve yapın.(41) Çok başarılı kişiler, genellikle başkalarından ne daha zeki, ne de daha yeteneklidir. Hepsinin sırrı, sınırlı zekalarını ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmayı bilmeleridir.(42) Diyelim ki, çiftçilere rüzgar gülü satıp başarılı oldunuz. O yüzden çok iyi bir pazarlamacı olduğunuza karar veriyorsunuz. Sanayi fabrikalarına makine satmaya başlıyorsunuz ve altından kalkamıyorsunuz. Öyleyse, başarıyı çiftçilere traktör ya da diğer tarım aletleri satmakta aramalısınız.(42) Önce gerçek yeteneklerinizi ve sınırlarını bilin.(43) Mesleğinizi değiştirmeyin.(43) Öğrenmeyi, ufkunuzu geliştirmeyi, tecrübe edinmeyi sürdürün.(43) Sorumluluklarınız arttıkça, zayıf olduğunuz alanlarda başarılı olan kişilere yaslanmayı öğrenin.(43)

7- Kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğiniz şeyleri arkasından söylemeyin.(47) Dedikodu , bedeli hayli ağır bir lükstür.(49)

8- Her felakette zaferin tohumlarını ve her zaferde felaketin tohumlarını arayın.(51)

9- Yenilgi ortada bir hata olduğunu gösterir.(52) Yenilginin yıkıntıları arasından, daha büyük bir zaferin malzemesini çıkarmasını bilmeliyiz.(53) Felaketi başarıya dönüştürmek için yapılacak üç şey vardır: Felakete karşı hazırlıklı olun.(Kendinize göre bir ihtimal planı yapın.)- Felaketin nedenlerini araştırın.- Karşı saldırıya geçin.(53-54) Parçaları bir araya koymanın yollarını arayın.(54) Zaferin tehlikeleri konusunda yapabileceğiniz üç şey vardır: Başarınızı kullanarak durumunuzu güçlendirin.- Olumsuz düşünün.- Yeni bir hedefe doğru hareket etmeye başlayın.(54)

10- Yalan söylemeyin. Doğruyu söyleyemiyorsanız, susun. Yalan söylemeye başladığınız anda yok olmaya mahkum olursunuz.(57) İş hayatında dürüst olmamak gerektiğini savunan yaygın ve yanlış bir görüş vardır. Aslında iş adamları diğer insanlara oranla daha doğru, daha dürüst kişilerdir. Kendi tercihleri sonucu değildir bu! Öyle olmak zorundadırlar.(60)

11- Kimseden sır tutmasını beklemeyin. Sır diye bir şey yoktur.(63) O halde: sırrınız olmasın. Sırrınız varsa riski en aza indirin. Sırları ustaca bir haberleşme aracı olarak kullanın. Sırları bilgi toplamak için kullanın. Bilgiyi ancak bilgi karşılığında satın alabileceğinizi unutmayın. Bu yüzden sahip olduğunuz bilginin gücünü asla küçümsemeyin.(64-65)

12- Ayakta kalabilmek için başkaları ile birleşmeli veya onları yönlendirmeli.(68)Ortaklık art arda alınan iki ayrı ilacın hastada daha güçlü etki yapmasına benzetilebilir. Birbirine uygun iki şirketi bir araya getirdiğinizde ortaya çıkan şirket iki ayrı kuruluştan çok daha güçlü olacaktır.(68) İnsanların aldatacağını, ihaneti, işi başkasına yıkmasını, beceriksizliğini, şahsi çıkarına aşırı düşkünlüğünü,

Page 386: Akademik kaynaklar dizini

egoistliğini, tembelliğini, kişilik çatışmasını, kendini beğenmişliğini, aşırı sinirliliğini bekleyin.(68-69) İş hayatında her şey bir kumardır. Ama en büyük kumar, insanlar üzerinde oynanan kumardır.(69)

13- Çözülebilir sorunlarla, çözülmesi imkansız sorunları ayırt etmek gerekir.(72)

14- Kişisel çıkarın yaygın gücünü asla unutmayın.(81) İş hayatı fedakarlıklarla değil, para ve zamanını yatıranların hırs ve çıkarlarıyla döner.(82) Her çeşit grupta, onları bir arada tutan bir şeyler vardır. İş dünyasını kaynaştıran tutkal, kişilerin katıksız çıkarlarıdır.(82) İş hayatında yapılan temasların temelini, başkalarının çıkarlarına dayanan davranış ve amaçları oluşturmalıdır. Birisinin bir şeyi yapmasını istediğinizde, adamın kendi kendine “bu işten benim çıkarım ne olabilir?” diye sorduğunu unutmayın. Bir ekip hedefi saptadığınızda, ekipteki her üyenin kendi kendine aynı soruyu sorduğunu bilin.(83) Bir değişiklik karşısında, herkes, bu beni nasıl etkiler diye soracaktır.(83) Uyumlu kişisel çıkarlar, bu gün Amerikan iş hayatını dünyanın en üretken ve başarılı gücü haline getirmiştir.(83) Daha güçlü, daha zeki, daha farklı ve daha istekli kişileri iş hayatına çekin.

15- Herkesin amacı farklıdır. İş yaptığınız kişilerin amacını öğrenin.(87) (çıkar çeşitleri: maddi tatmine ulaşma, rahatlık, mevki, başarı v.s....) (Somut ödüller, ego tatmini, toplumsal temaslar, dostluk-arkadaşlık, rekabet, kaçış, rahatlık, görev, kişilikteki garip eğilimler vs.) İnsanları üzmeden gerçek ve gizli amaçları ortaya çıkarmayı başarırsanız, onları harekete geçireceğiniz potansiyel güç depolarının anahtarlarını da bulmuş sayılırsınız.(93) İnsanların amaçlarının değişebilir olduğunu da unutmamalıyız.(93) Kendi arzularınızı(çıkarlarınızı) tatmin ederken, başkalarınınkini de yerine getirmiyorsanız başarınız sınırlı kalmaya mahkumdur.(93)

16- Hedeflerinizin ne olduğunu bilin.(95) Hedef, değişken olan ya da bilinmeyen durumlara göre planlanmalı-gerçekçi olmalı- Öncelik sırasına ve zamana göre hedef listesi.

17- Düşmanlar hayatın bir gerçeğidir. Ama bir kaçı bile gereğinden fazladır.(115) En iyi düşmanlar bilinen düşmanlardır. Gizli düşmanlar en tehlikeli düşmanlardır.(119)

18- Mecbur oluncaya kadar karar vermeyiniz.(123) Karar vermek, sınırlı ya da eksik verilerin varlığı anlamına gelir. Bütün verilere sahipsek, bu artık bir karar değil, sonuçtur.(130)

19- Verdiğiniz, ya da verdiğiniz sanılan bir sözü tutun.(139) Bunun nedenlerinden biri, (.....) aynı sözlerin bir başkası için aynı anlamı taşımamasıdır. Özellikle iş adamları, dili bilhassa esnek ve yanlış kullanırlar.(140)

Page 387: Akademik kaynaklar dizini

20- Asla, başkalarının da sizin kurallarınıza göre davrandığınızı düşünmeyin.(145) İş hayatını yürütenler kurallara göre hareket edenlerdir.(145) Sorun herkesin kuralının farklı olmasıdır.(145) Bu kurallar, geçerli, yapıcı, ve tutarlı olmalıdır.(148)

21- Her türlü ihtimale açık durumlara girmemelidir.(160)

22- İki numaralı adamın gücünü asla küçümsemeyin.(163) İki numaralı adam, bir gezeğene benzer. Gücünü çevresinde döndüğü yıldızdan alır.(164) Bazen, bir numaralı adamın kararlarını ikinci adamlar verirler. İş takibinde doğrudan doğruya iki numaralı adamla görüşün. Onun onayını aldıktan sonra, bir numaralı adam ile görüşün. Bu durumda bile, gelişmelerden onu haberdar edin.(Bir düşünceyi en kabul edilebilir biçime nasıl getireceğinizi size söyleyebilir.)(165)

23- Görevin özel avantajlarını öğrenin ve kullanın.(166)

24- Övme yeteneğinizin iş hayatınızdaki başarılarınıza katkıda bulunmasını istiyorsanız, hak eden kimseden övgüyü esirgemeyiniz.(173)

25- Her işletmede “büyük sorun” ve “küçük sorun” adamları vardır.(177)

26- Olumsuz tecrübeler...

27- Hangi görevde olursanız olun, görevinizi kendi seviyenizdeki biriyle rekabet ediyormuş gibi yapın.(181) Çoğu oyunu ve sporu zevkli kılan, rakibin kalitesidir.(195)

28- Tembeller, sadece kendi zamanlarını değil, etrafındakilerin zamanlarını da boşa harcarlar...

29- Canlı varlıklar yedikçe büyür, büyüdükçe daha çok yerler...(-)

5.Ocak 2002(Mesleki Kuruluşlar Platformu Semineri)

(Prof. Dr. Gürbüz AKSOY (Harran Ünv.) (Ada Vakfı Bşk.)Organizasyon: (Doç. Dr. T.Sabri ERDİL)

(Organizasyonların gelişiminde kurumsallaşma ve sivilleşme ikilemi.)

1- Yasal olacak

2- Organizasyonu kendi kültürünün doğrultusunda sistematize etmek - risk almak…

3- Türkiye’de siyasi partiler ve parlamento’da dahi devlet kavramı içindeki güç merkezinin vizyonunu açan bir örgütlenme

Page 388: Akademik kaynaklar dizini

ortaya koyamamıştır. Bu nedenle de, sistem sivil toplum kuruluşlarının gelişmesini engelliyor….

4- Organizasyon iradesinin oluşması. (Organize olmuş resmi kurumlar - organize olmamış sivil topluma hükmediyor…)

5- Biçimsel örgütlenme (amaç ve hedefler geri planda kalan…) (yavaş gelişir)

6- Oluşturulan sistem - müspet organizasyonları illegaliteye itmiştir… Sivil toplum kurumları - legal kuruluşlar da olsa; potansiyel şüphesi ile yaklaşılan ….

7- Devleti temsil edenler - demokrasi hukuk devleti laiklik v.s. gibi konulara yaklaşımı samimi değildir.

8- Ekonomik - ideolojik suistimal.

9- Resmi ideoloji ve otorite ile barışmış veya işbirliği halindeki bir organizasyon, sivil toplum kuruluşu olamaz…

ETKİLİ HATIRLAMA TEKNİKLERİ

Donald A. Laird-Eleanor C.Laird, Çev: Fatoş DİLBER

İlgi Yayıncılık-İst./1989

1. Etkin hatırlamanın dört genel kuralı: Bu kurallar alışkanlık haline dönüşünceye kadar bilinçli olarak uygulanmalıdır.) –Zamanında ve doğru hatırlayabilmek için hatırlamaya gayret gösterin. Bunun için beyninizi hazırlayın ve istekli olun./ Hatırlamanız gereken şeylere etkin olarak tepki gösterin./Önemli anlarda belleğinizi tazeleyin ve onun kusursuz olarak çalışmasını sağlayın./Düşüncelerinizi önceden derlediğiniz bilgiler üzerinde yoğunlaştırın.(17)

2. 5.Mantık kuralı:NOT ALMAK...Bir ajanda ve önemli konuları toplayacağınız bir dosya kullanın./Not edin./Uzun vadede kullanılacak notlar hazırlayın./Ezberlemeye yardımcı olmak amacıyla küçük hatırlatmalar kullanın./kağıt harcamaktan kaçınmayın.

3. Daha iyi hatırlamanın en emin, çabuk ve kolay yolu, önemli şeyleri bir yere yazarak gerçekleştirilebilir. Hatırlamanın dört kuralının uygulanmasına bundan sonra geçilebilir.(20)

4. Dünya çapında ün sahibi birçok kişi not almayı alışkanlık edinmişlerdir.(20)

5. İleride kullanımı gerekecek bilgileri saklamanın ve kullanmanın, sırası geldiğinde doğruluğundan emin olmanın iki yolu vardır: Sistematik bir şekilde not alın,/Kısa notları devamlı olarak düzenleyin.(21)

Page 389: Akademik kaynaklar dizini

6. İnsan yaşlandıkça, not almak daha çok gerekli olmaya başlar.(21) Kendine aşırı oranda güvenen, çok meşgul olan ya da ileriye dönük bir çalışma yapmayacak kadar tembel olan birçok kişi not almaktan kaçınır. Geriye kalanlar ise, yanlış iki inanç yüzünden bilhassa not almazlar:Not almayı zayıflık olarak görürler./Sadece hafızalarına güvenirlerse bir tür bellek jimnastiği yapacaklarına inanırlar.(21)

7. Talimatları yazılı verin.(22)

8. Daha sonra nasıl olsa yazarım diye geçiştirmeyin.(23)

9. Notu öylesine açık seçik yazmalısınız ki, aradan bir yıl geçse bile, o not sizin için bir anlam taşımalıdır.(27)

10. Kitap sayfa no verirken, başlık bulunan sayfaların numarasını aşağıya yaz.

11. Gruplama, hatırlamayı düzenleme konusunda doğal olarak başarılı, sonuç alabileceğimiz yolların en basitidir.(32)(Örneğin: Sayıları üçer üçer gruplayarak ezberleme daha kolaydır.) Küçük birimlere bölerek gruplama/Bu gripları birbirini doğal olarak izleyen biçimde sıralama.../Bütünü hatırlatacak bir uç.../

12. Bellek, sahip olduğumuz geçmiş deneyimlerimizi aklımızda tutabilme ve gerektiğinde hatırlayarak ortaya çıkarabilme yeteneğidir.(36)

13. Hatırlamamız gereken bir şey söz konusu olduğunda, hatırlama mekanizmamızın düğmesini çevirmemiz zorundayız.(42)

14. Eğer bir şeyin belleğimizde daha kalıcı olmasını istiyorsanız, onu uzun süre hatırlamayı amaç edinerek ezberleyin.(44)

15. Hatırlamaya değer şeyleri hatırlamayı amaç edinin.(48)

16. Amaçlı hatırlama:doğru amaçları bulup ortaya çıkardığınız zaman, hatırlamayı harekete geçirecek olan dürtü de güçlü olur.(51)

17. Hatırlamak istenen şeyi amaç edinmek, hatırlamayı kolaylaştırır.(56)

18. Hatırlama ve ilgi: İlgi, o konuya karşı gösterilen tepki ile belirlenir. Bu, güçlü bir hatırlama sağlar.(63) Hatırlamak istediğiniz şeye ilgi gösterin. Eğer hatırlamanız gereken şeylerden bazılarına daha az ilgi duyuyorsanız, bunlara yapay ilgi göstermeye çalışın.(97)

19. Belirli aralıklarla yapılan tekrarlar, aralıksız sürdürülen tekrarlara oranla hatırlamayı daha etkin kılar. Hatırlanmak istenen şeyi, bütün bir gün boyunca, farklı zamanlarda ve sadece üç kez tekrarlamak yeterlidir. (90) (Kelime ve kavramlar aynı gün içinde 3 kez farklı zamanlarda(bazen 3-5 er dakika ara) / Cümle ve paragraflar-konular 3 günde birer gün ara ile tekrar yararlıdır.)

Page 390: Akademik kaynaklar dizini

20. Üç kez tekrarla+kartın iki yüzünü de kullan.(Dr. James H. Breasted bu yol ile 11 dil öğrenmeyi başarmıştır.)

21. Öğrenilmesi gereken konu, uzayıp zorlaştıkça uygulamalar sırasında verilecek aralar da uzatılmalıdır.(92)

22. Her uygulama döneminin, konu üzerinde ısınmayı sağlayacak yeterli süreyi içermesine özen gösterin. En küçük bir sıkıntı veya yorgunluk belirtisinde ara verin. Ama bunu hiçbir zaman işten kaçmak için bir bahane olarak kullanmayın. Daha iyi bir proğram hazırlayamadığınız zaman,boş zamanlarınızı konuyu tekrarlamakla değerlendirin. Konu iyice öğrenilinceye kadar araya hiç boş bir gün sokmayın.(93)

23. Hatırlanmak istenen konunun önemli ve yararlı yönlerini keşfedin.(98)

24. Daha sonra hatırlamanıza yardımcı olabilecek anılar oluşturmak için, başlangıçta kurabileceğiniz kadar çok bağlantı kurmaya çalışın.(106)

25. Daha uzun ve anlamlı bir konu akılda tutulacaksa, harcanan sürenin üçte biri ana fikri tekrarlamaya ayrılmalıdır.(111)

26. Konuyu kendimizce anlamlı kıldığımız oranda hatırlama şansımız artar.(120)

27. Hatırlanacak şeyi konuşmalarımızın içine katarak, birkaç kez kullanmalıyız.(126) Bilginin bellekte iyice yer etmesini sağlamak için yapılabilecek en yararlı işlemlerden biri de, bunları konuşma sırasında kullanmaktır.(131) Bu hem konuşma yeteneğini geliştirir, hem de bilgilerin hafızaya yerleşmesini sağlar.

28. Ketvurma: Bir önceki öğrenilenin, bir sonraki öğrenilen tarafından engellenmesi anlamına gelir. Bu sebeple uyku öncesi ezber en yararlı olandır.(127)

29. Korkunç bir tuzak: Yanlış hatırlama...(133)

30. Yanlış hatırlamanın neden olduğu önemli ve ciddi sonuçlardan biri de, yanlış yargıya yol açmasıdır.(137)

31. Hatırladığınız ayrıntılara fazla güvenmeyin. Ayrıntılara notlardan bakın.(139)

32. Her tanık aynı olayı gördüğü halde, kendi mantık ve göröşöyle ana ayrı bir biçim verir.(143)(Olayın ayrıntıları her tanığın mantıki tasavvurlarıdır.)

33. Algılama-akılda tutma-hatırlama-tanıma(151)

34. Hatırlamanın etkinliğini sıfıra düşüren, duygulara bağlı bazı davranış türlerini şöyle sıralayabiliriz: Bunalım, endişe, huzursuzluk, nefret, hasta veya rahatsız olma, aşağılık duygusu,

Page 391: Akademik kaynaklar dizini

gerilim, isteksizlik, utanma, bozulma, üzüntü, gurur kırıklığı, güvensizlik, korku, sıkıntı Vs. (155/157)

35. Hatırlamada başlangıç noktası belirlenmeli.(159)

36. Bir konu veya kavramlarla ilgili anlamların içimizde büyümesi...(177)

37. Kendinize eleyici nitelikte sorular sorun: Nasıl çalışıyor? Nasıl kullanılabilir? Başka ne işe yarar? (183)

38. Okuma hızını artırma, hiçbir zaman göz kaslarını eskiye oranla daha hızlı hareket ettirme anlamına gelmez. Hız, fikirleri ve anlamları kavramadan kaynaklanır. Hızlı okuyanlar, genellikle anlamları hızlı kavrayanlardır.(188)

39. Bilimsel yöntemle ciddi okuma: Düşünce önemli konulara yoğunlaştırılır./Okuma öğrenmek ve kavramak isteyen bir tutumda sürdürülür. Anlamlar araştırılır. Anlamı kavramak için gerekirse sözlük kullanılır. Yalnızca gerçek araştırılır. Her bilgi değerlendirilir. Okurken uzun bir süre hatırlama amacı güdülür. Not tutma, altlarını çizme, kendine düşünmeyi zorlayan sorular sorma...(189)

40. KİTAP OKURKEN: Kitabın yayınlandığı tarihe dikkat edin. Güncel mi, gerçekliğini yitirmiş mi? Eski tarihli baskı ise, konunun içerdiği tarihsel bilgiler açısından okumada yarar var mı? İçindekiler kısmına bakın, kitabın içeriği hakkında bir fikir edinin. Esrarengiz gelen bölüm başlıkları genellikle düş kırıklığı doğurur. Önsözünü okuyun. Yazarın kanıtlanmamış görüşleri mi(İdeolojik-ütopik), uzmanların da kabul ettiği gerçeklere mi bağlı kaldığını öğrenin. Ne okuyacağınızın bilincine varın ve düşüncelerinizi buna göre yönlendirin.(194)

41. Birden bire akla gelen olumlu fikirlerin kaybolmadan bir yere yazılması(198)

......../....................../...................../........................./.........

................../.................

‘Hiçbir sistem, insan yapısından kaynaklanan aç gözlük ve hırs faktörlerine karşı tam bir emniyet sağlayamaz.’

A.B.D. Savunma Bakanı -Frank COURLUCCİ-

/------------------/----------------------/-----------------------/--------------------/----

Page 392: Akademik kaynaklar dizini

HÜRRİYETTEN KAÇIŞErich FROMM, Çev.: Dr. Ayda YÖRÜKAN, Yayınevi: Tur Yay. İst.-1979

1. Fert ile toplumu birbirinden tamamen ayrı ev birbirine karşıt olan varlıklar olarak görecek yerde, birbirini tamamlayan ev karşılıklı olarak birbirini etkileyen unsurlar olarak görmek gerekir. Belirli bir sosyo-kültürel yapı , özellikle ferdin hayatını ilk yıllardan itibaren etkileyen aile grubunun aracılığı ile; daha sonra formel eğitim programları ile ferdi yoğurmakta, şekillendirmekte, biyolojik ve psikolojik yapısına göre belirli karakter özellikleri edinmesine yol açmaktadır. Ne var ki, bu şekilde belirlenmiş olan karakter yapılarının da toplum ve sosyal olaylar üzerinde belirli bir etkisi (şu veya bu yönde) olmaktadır. (8-9)

2. *İnsani problemleri ferdin ve toplumun açısından ele almak ve her seferinde birinin ötekisi üzerindeki etkisini araştırmak mümkündür. Böyle bir görüşten hareket edildiği takdirde, toplumun problemi ferdin problemlerini doğrudan etkileyecek, öbür yandan ferdi problemlerin incelenmesi ise sosyal olayların psikolojik faktörlerinin ışığa çıkarılmasında, dolayısıyla bu problemlere çözüm yolu aranmasında faydalı olacaktır.(9)

3. *Şüphesiz her toplumun kendine has bir takım problemleri vardır ve herhangi bir toplumun problemleri o toplumun sosyo-ekonomik yapısının ve toplumu teşkil eden fertlerin ve küçük grupların karakter yapılarının tahliline dayandırıldığı taktirde ışığa çıkarılabilecektir. (10)

4. Herhangi bir ideoloji, ancak belirli fertlerden meydana gelmiş küçük grupların psikolojik yapısına uygun geldiği taktirde o gruplardan bir yankı uyandırabilir ve tutunabilir. (11)

5. *İnsan hürriyetine düşman olanların ne çeşit bir sembol seçmiş olduklarının hiçbir önemi yoktur. (fromm-11)

6. Sağlam bir toplumun amaç ve gayelerinin tek tek fertlerin amaç ve gayeleri ile uzlaşmış olması gerekir. (12)

7. (Cemiyetlerde) sosyal sürecin dinamizmini, problemlerini anlayabilmek için, ferdin içerisinde cereyan eden psikolojik süreçlerin dinamizmini anlamak zorundayız; tıpkı ferdi anlamak için de onu, kendisini yoğuran kültür bütünü içerisinde göz önüne almak zorunda olduğumuz gibi...(20)

8. Sahip oldukları imtiyazları korumaya çalışmak...(bu imtiyazlar ancak, içinde yaşadığı rejimin teminatı altında olduğundan o rejim psikolojisini savunmak..)

9. ..............mücadele etmek istiyorsak; onu anlamaya çalışmalıyız...

Page 393: Akademik kaynaklar dizini

10. Ezberlenmiş iyimser formüller...(26)

11. *İnsanın tabiatı, tutkuları ve endişeleri kültürün ürünleridir; gerçekte bütünüyle derlendiği zaman tarih adını verdiğimiz sürekli insani çabaların en önemli eseri ve başarısı, insanın kendisidir. (35)

12. *Sosyal psikolojinin ödevi yalnızca tutkuların ve endişelerin sosyal sürece bağlı olarak nasıl değiştikleri değil, aynı zamanda sosyal sürecin ürünü olarak belli şekillerde ortaya çıkan bu insan güçlerinin nasıl olup ta sosyal sürece şekil veren yaratıcı kuvvetler aldıklarını göstermeye çalışmaktır. (36)

13. *Birbirinden farklı olan bu gibi işler, farklı bir takım şahsiyet özellikleri gerektirirler ve başkalarıyla değişik münasebetler kurmaya yol açarlar. (40-41)

14. ....böylece belli bir ekonomik (.....) sistem tarafından fert için tayin edilmiş olan gayeler, hayat tarzı, onun bütün karakter yapısını belirleme konusunda birinci dereceden bir faktör olarak rol oynar. (41)

15. (ferdin) şahsiyeti, çocukluk yıllarında, belli bir sınıf veya toplumun tipik özelliklerini temsil eden aile grubu vasıtasıyla temasa geçmiş olduğu belli bir hayat tarzı tarafından yoğrulmuştur. (41)

16. *Bir fert, fikirler değerlere veya hiç değilse kendisine bir katılma ve “ait olma” (mensubiyet) duygusu veren bir takım sosyal kalıplara bağlı kalabilir.(eğitim....midir) (42)

17. *Kültüre dinamik olarak intibak etme süreci içerisinde, ferdin hareketlerini ve duygularını kamçılayan bir çok kuvvetli saik ortaya çıkmaktadır. Fert bu saiklerin şuuruna varmış olabilir veya olmayabilir; fakat her ne olursa olsun, bu saikler kuvvetlidirler ve bir kere ortaya çıktılar mı mutlaka tatmin olunmak isterler. Dönüp sosyal sürece şekil veren güçlü kuvvetler haline gelirler. (46)

18. Rasyonalizasyon: ferdin veya toplumun tasvip etmediği, ahlaki kurallara, sosyal normlara, v.s. aykırı olan bir düşünceyi, bir duyguyu, bir tavrı, v.s. ile gayr-i şuuri bir şekilde gizlemeyi ifade eden psikolojik bir mekanizmadır. Başka bir deyimle, ferdin, kendi hareketlerinin sosyal normlara aykırı düşen, akıl-dışı ve gayr-i şuuri saiklerini rasyonel ve şuurlu bir takım saiklerle örtbas etmesini, sosyal normlara uygun makul bir bahaneye bağlamış olmasını ifade etmektedir. (101-çev.notu)

19. psikolojik mekanizmalar...

20. Üretici kuvvetler haline gelen karakter özellikleri.....

21. *Sosyal süreç, ferdin hayat tarzını, yani başkalarıyla ve işi ile olan münasebetlerini belirlemekle, onun karakter yapısına şekil

Page 394: Akademik kaynaklar dizini

vermiştir; yeni ideolojiler –dini, felsefi veya politik- bu değişmiş karakter yapısından doğmuşlar ve ona seslenmişlerdir; böylece onu daha da şiddetlendirmişler, tatmin etmişler ve dengeli bir hale getirmişlerdir; ortaya çıkan yeni karakter özellikleri ise, daha sonraki ekonomik gelişmede rol oynayan ekonomik faktörler haline gelmişlerdir ve sosyal süreci etkilemişlerdir; başlangıçta yeni ekonomik kuvvetlerin tehdidine karşı bir tepki olarak ortaya çıktıkları halde, yavaş yavaş, yeni ekonomik gelişmeyi şiddetlendiren ve daha da hızlandıran üretici kuvvetler halini almışlardır. (146-147)

22. Modern toplumun ayırt edici niteliği...(67)

23. *Milli ve manevi değerlerimiz ile insanımız, modern endüstri sistemi içinde oynamak zorunda bulunduğu rolü için psikolojik yönden hazırlanmış bulunacaktır....(148’den uyarlama)

24. *Bir toplumda (hakim) bütün kültürün ayırt edici niteliği, o toplumdaki en güçlü (aydınların) sınıfların karakter yapısı ile belirlenir (159)

25. *Nasıl psikolojik problemler, sosyal ve kültürel zeminleri bilinmedikçe tam olarak anlaşılamazsa, sosyal olaylar da temellerinde bulunan psikolojik mekanizmalar ışığa çıkarılmadıkça anlaşılamaz. (185)

26. *ANARŞİ: Fertlerdeki tahripkarlık derecesi hayatın gelişmesinin engellenmiş olmasıyla doğru orantılı olarak artmaktadır. Bununla ifade etmek istediğimiz şey, şu ya da bu içgüdüsel arzunun tek tek engellenmiş olması değil, hayatın tümünün engellenmesi, gelişmenin içtenliğine set çekilmesi ve insanın duyusal, heyecan ve zihni yeteneklerinin gerçekleşmesine imkan verilmemesidir. Hayatın kendine has bir iç dinamizmi vardır; gelişmek ve geliştirilmek ve yaşanmak ister. Bu eğilim engellendiği zaman hayata doğru yönelmiş olan enerji bir çözülme ve dağılma süreci içerisine girer ve tahripkarlığa doğru yönelen enerjilere dönüşür. (241)

27. “İnsana yeni bir hayat hazırlamadan eskisinden onu koparmak neye yarar?” Hamdi TANPINAR (4.2.1987 TV programı)

28. Dinamik intibak

29. *Yalnızlık korkusu ve doğrudan doğruya hayatımızı, hürriyetimizi ve rahatımızı ilgilendiren tehlikeler yüzünden, başkalarının bizden beklemiş oldukları şeylere göre hareket ediyoruz...(259)

30. *......gibi kelimeler, bugüne gelinceye kadar hiçbir zaman, gerçeği gizlemek bakımından bu derece kötüye kullanılmamıştır. (346)

Page 395: Akademik kaynaklar dizini

31. *Fikirler, ancak belli bir sosyal karakter içerisinde açıkça ortaya çıkan özel bir takım insan ihtiyaçlarına cevap verdikleri ölçüde güçlü kuvvetler haline gelebilirler...(355)

32. *Yalnızca düşünceler ve duygular değil, hareketler de insanın gayesi (karakter yapısı) tarafından tayin edilirler.(355)

33. *Bir ferdin karakteri oldukça sıkı bir şekilde sosyal karaktere uyuyorsa, şahsiyetindeki hakim saikler onu, kendi kültürünün belirli sosyal şartları altında zorunlu olan ve arzu edilen şeyleri yapmaya götürür. (356)

34. *Eğitim, bir toplumun fertlerinin ham enerjisini, o toplumun gelişmesi için zorunlu olan üretici kuvvetler halini alacak şekilde yoğurmalıdır...(uyarlama)

35. *Eğitim metotları, ferde istenilen şekli veren mekanizmalar olmaları bakımından son derece önemlidir. Sosyal isteklerin( ) şahsi nitelikler halini almasını sağlayan vasıtalar olarak görülebilirler. (361)

36. *(Bir cemiyette) hakim karakter özellikleri o cemiyetin sosyal sürecini (İ. Sulh – K. Disiplini yapan veya bozan) şekillendiren(üretici) kuvvetler...(372-uyarlama)

37. *İnsan, değişen dış şartlara karşı kendisinde bir takım değişiklikler meydana getirerek tepkide bulunur, bu psikolojik faktörler de ekonomik ve sosyal sürece şekil vermede yardımcı olur. (373)

38. *Sosyal şartların değişmesi sosyal karakteri de değiştirmekte, yeni, yeni ihtiyaçlar ve endişeler yaratmaktadır. Bu yeni ihtiyaçlar yeni fikirlere yol açmakta ve insanı onları kabul etmeye elverişli hale getirmektedir. (374)

39. ufuksuz umutlar

AHLAK İLE DİNİN İKİ KAYNAĞI BERGSON, Çev.:Mehmet Karasan, Milli Eğitim Basımevi, 1986 II.Baskı

1. İlk bakışta içtimai hayat bize az çok kökleşmiş alışkanlıklar sistemi olarak görünür. (......alışanlık ikinci bir tabiattır.) (önsöz-I-)

2. Her uzviyet bir organizasyon ve bir koordinasyondur. Bu ise disiplinsiz olamaz. (önsöz-III)

3. Ruh üzerine tesiri, yer çekiminin cisim üzerine tesirine benzeyen, istikameti sabit bir kuvvet, fert iradelerini aynı cihette meylettirerek grubun birliğini sağlar. Ahlak mükellefiyeti budur. (önsöz-X)

Page 396: Akademik kaynaklar dizini

4. Sokaktan geçerken hastalığı görmediğimiz gibi, insanlığın bize görünen yüzünün arkasında bulunabilecek ahlaksızlığın derecesini de sezemeyiz.(........) cemiyet hayatının büyük bir bölümü bu mutlu hayal aldanması üzerine kurulur. (7)

5. İçtimai hayatın durmadan yenilenen zaruretlerinden.......(13)

6. Gerçekte başkasının hayatına, mal ve mülküne hürmet etmek cemiyet hayatının haklı bir zaruretidir....(36)

7. (Heyecan) heyecan , zekayı işe girişmeğe, iradeyi de işte sebat etmeğe kışkırtır. Bir takım heyecanlar fikir doğurucudur: icat, zihni bir şey olmakla beraber temelinde hassasiyet de bulunabilir. (53)

8. Eskinin yeni bir tertibi...

9. *** Teşhis*** Hiçbir nazariye bir mükellefiyet , yahut da mükellefiyete benzer bir şey yaratmaz.(..) Nazariye güzel(mantıki) olabilir, ama önemi yoktur. Çünkü daima onu kabul etmiyorum, diyebilirim, hatta kabul etsen bile, kendimi istediğim gibi idare etmekte serbestim diyebilirim.(59)

10. ..... mukavemetini kırmış, insanlığı(cemiyeti) yeni bir mukaddesata yükseltmişlerdir...(63)

11. Vasıflı ferdiyetler vasıtasıyla cemiyeti ileri itmek...

12. Mantık, şu yol en kısadır, der, ama tecrübe ortaya atılır, bu yönde yok, der.(67)

13. Yeni bir ruh hali getirmek...(75)

14. Bir veya birçok seçkin ruhlar, kendilerindeki (içtimai ruhu) genişleterek cemiyeti arkalarından sürükleyip de çemberi kurmamış olsalardı, çemberden çıkamazlardı. (97)

15. Vicdanımızın derinliğinde bulduğumuz mükellefiyet, kelimenin pek iyi gösterdiği gibi, bizi cemiyetin öteki üyelerine bağlıyan mükellefiyet birinin karıncalarını veya bir organizmanın hücrelerini birbirine bağlıyan bağla aynı neviden bir bağdı.(109)

16. İnsan faaliyeti, tesir ettiği ve müteessir olduğu bir takım hadiseler ortasında cereyan eder. (194)

17. Olaylar sanki, ya insana hizmet etmek, yahut da zarar vermek maksadıyla, insanı göz önüne alıyormuş gibi olup bittiği için..(203)

18. Fiil, niyetin(gayenin) çizgisi, şuurlu manasıdır. (245)

19. Vazifemizi yapmaya elverişli kılacak vasıflar...

20. İlim çift bir emek ister, bazı adamların yeniyi bulmak için verdiği emek ile başak bütün insanların yeniyi benimsemek ve

Page 397: Akademik kaynaklar dizini

uygulamak için verdiği emek... Bu teşebbüslerle bu uysallığı aynı zamanda bağrında yaşatabilen bir cemiyet, medeni denilebilir bir cemiyettir. (237)

21. *Bir cemiyet medeniyet yoluna bir defa girdikten sonra, basit bir refah artması ihtimali kör adeti yenmek için kafi gelebilir.(237)

22. Çünkü en güzel nazariyelerin ihtiras ve menfaat önünde gevşediğini ve ancak nazariye yapıldığı anlarda göz önüne alındığını görüyoruz.(244)

23. Din insana kuvvet ve disiplin verir. Bunun için de, tehlike günü askerin muhtaç olduğu manevi güveni vücuda sağlayan ototomatizmi yaratan talimler gibi, sürekli eksersizler gereklidir. O halde ayinsiz, merasimsiz din yoktur.(278)

24. Felsefe, çok zaman, daha kültürlü düşünceleri tatmin için ortaya çıkar; din ise, belirttiğimiz gibi, halkta yaşar...(281)

25. Milli ve manevi değerlerimizin ruh üzerine tesiri, yer çekiminin cisim üzerine tesirine benzeyen, istikameti sabit bir kuvvet, fert iradelerini aynı cihette meylettirerek grubun(cemiyetin) birliğini sağlar. Ahlak mükellefiyeti budur.(372)

26. Bir statik ahlak vardır. Bu ahlak, adetlerde, fikirlerde, müesseselerde yerleşmiştir. (375)

27. Bir hareket ilerlerken kendi yolunu yapar, içinde gerçekleşeceği şartların büyük bir bölümünü kendisi oluşturur. (415)

28. İnsan münasebetlerini değiştirdiğinden...

29. Eğer uzuvlarımız tabi aletler ise, adetlerimiz de suni uzuvlardır. İşçinin aleti kolunu uzatır.(..)bize özü gereğince alet yapan bir zeka vermekle bizim için böyle bir büyümeyi, genişlemeyi hazırlamıştı. (433)

TERBİYEYE DAİR(ON EDUCATION)Bertrand RUSSEL, Çev.: Prof. Hakim DERELİ

Ank. Ünv. Basımevi – 1964, 2. Baskı

1. Aile ile ev, beşeri ve sosyal mesuliyetleriyle birlikte, anne, baba ve yetişkin çocukları, eğer alıştıkları yaşama seviyesini idame etmek veya yükseltmek istiyorlarsa, ücret mukabilinde çalışmağa zorlayan iktisadi tazyik altında süratle dağılmaktadır. (önsöz-VI)

2. Herşeyden önce sert, dışına çıkılmaz kaidelerden sakınmalıdır. İlerleme mekanik bir eşitliğe feda edilmemelidir. (VI..) (riayet edilmeyecek olan bir yasak koymak akıllıca bir hareket olmaz.)(175)

Page 398: Akademik kaynaklar dizini

3. O zaman dünya, birinin fikirleri diğerine nüfuz edemeyen veya ettirilemeyen iki ideolojik bölgeye ayrılmamıştı...(VII)

4. Daha ziyade (sadece) fen ve teknolojiye dayanan bir yetiştirme sisteminin mahsurları...

5. Aklın ve muhakemenin kontrolünden kurtulmuş bilgi çok defa insan hedefine doğru ilerlerken bir yardımcı değil bir engel olur.(VII)

6. Çocuklarımız için istediğimiz terbiye insan karakteri hakkındaki ideallerimize ve onların cemiyette oynayacakları role bağlıdır. Bir pasifist çocuklarına bir militariste iyi görünen terbiyeyi vermek istemez; bir komünistin terbiye hakkındaki fikirleri bir ferdiyetçinin fikirlerinin aynı olamaz. Daha esaslı bir ayrılık var: terbiyeyi muayyen bir takım inançları ruhlara aşılamak vasıtası sayanlarla onun müstakil muhakeme kabiliyeti yaratması lazım geldiğini düşünenler arasında hiçbir anlaşma olamaz. (2)(hem inanç aşılama vasıtası olmalı-esasen; bu inançlar aşılanırken; bu inancın benimsenmesi bu hususta ulaşılmış bir muhakemenin sonunda verilen bir karardır....)

7. Açlık, hastalık ve onların her zaman mevcut korkusu ileriyi görmek mümkün olduğu günden beri insanların büyük bir çoğunluğunun hayatları üzerine gölgesi atmıştır. (16)

8. Doğru disiplin , dışardan zorlamakla değil, arzu edilmeyen faaliyetlerden arzu edilen faaliyetlere kendiliğinden götüren zihin ihtiyatları demektir. (23)

9. İnsanda çocukların pek büyük bir kısmında iyi bir yurttaş olmak için gerekli ham madde aynı zamanda bir cani olmak için de gerekli hammadde vardır.(27)

10. Muharrik kuvvetler...

11. (Cebri disiplin) = fena arzuları şahlanmış olarak bırakan ve tezahürlerini önlemek için yalnız (irade kudretini) kullanan eski tip (faziletin), fena hareketleri gemlemek hususunda tatmin edici bir usül sağlamadığı görülmüştür. Fena arzular, tıpkı önü tıkanmış bir nehir gibi, (iradenin) gözetleyici gözünden kaçmış, diğer bir çıkış yeri bulurlar.(29)

12. Bu arzu en sonunda tanınmayacak bir kılıkla ortaya çıkar. (29) (uyarlanacak)

13. Nasıl terbiye edeceğimizi düşünmeden önce, nasıl bir netice elde etmek istediğimizi açıkça bilmemiz lazımdır. (ne çeşit bir insan yetiştirmek istediğimiz hakkında bir fikrimiz olmalıdır.) (32)

14. Japon terbiyesinin gayesi, ferdin ihtiraslarını terbiye ederek devlete bağlı ve elde ettikleri bilgi ile ona faydalı yurttaşlar yetiştirmektir. (35)

Page 399: Akademik kaynaklar dizini

15. Başarıları, usüllerinin doğru olduğunu ispat eder. (35)

16. Bu çeşit dar çerçeveli bir sistemin büyük tehlikesi ilerlemenin yegane usulü olarak ihtilali teşvik etmesidir...(36)(Nesillere nasıl bir ilerleme usulü öğretilmiştir?.)

17. Selahiyet ve kudret mevkileri için insan yetiştirmek...(38)

18. İnsan hareketlerinin uzak tesirleri o kadar belirsizdir ki, akıllı bir adam onları hesaplarına katmamaya meyleder. Umumi olarak, iyi kimselerin iyi tesirleri, fena kimselerin fena tesirleri olur.(......)Umumi bir kaide olarak diyebiliriz ki, gerçekten iyi kadın ve erkeklerden (iyi fertlerden) ibaret bir topluluk (cemiyet), cahil ve fena kimselerden katışık bir topluluktan daha iyi tesirler yapar. (41)

19. Çocuklar ve gençler insiyaki olarak kendilerinin hakikaten iyiliğini isteyenlerle onları sırf bazı planlar için hammadde sayanlar arasındaki farkı anlarlar. (41) (yeter ki; ona milli ve manevi benliği kazandırılsın)

20. (Eğitimin, insan fazileti hakkında doğru bir anlayışı olması da lazımdır) (42)

21. Şuna kuvvetle inanıyorum ki beden, heyecan ve zihin(.....) bakımlarından doğru bir ihtimam görürlerse, bu vasıfların hepsi çok yaygın bir hale getirilebilir...(44)

22. Müşterek bir gayeyi elde etmek için ona disiplinle gönül rızası ile tahammül edilmelidir. (49)

23. Bütün zararın kaynağı şudur ki iyi yaşama, tabi arzuları ve içgüdüleri genişletip geliştirmekte değil, menfi bir emre itaatte aranıyor.(50) (sistem-model v.s. açısından uyarlanacak)

24. İnsanın faaliyet alakaları kendi hastalıkları ile (zaaf ve ihtirasları) sınırlanmıştır...(51)

25. Bir adam ne kadar bilgili ise onun için bilgi edinmek o kadar kolaydır. (55)

26. (takdirde...) onlar yalnız şüphe etmeleri gereken şeylere inanmakla kalmazlar, inanmaları gereken şeylere karşı da o derece itimatsızlık gösterirler. (55)

27. (Eğitimimizde) zekayı, muhakemeyi geliştirmeden malumat vermek üzerine...(Bunun için zekanın işlemesini eğitimin başlıca maksatlarından biri sayıyorum.)(55)(95/17)

28. (felakete karşı makul tedbir, korkudan öte bir şeydir.)

29. İnsan kendini herkesi uzakta tutacak dikenlerle dolu bir kirpi haline getirmemelidir.(61)

Page 400: Akademik kaynaklar dizini

30. Yoksulluk, sanayi inkılabından beri, sadece içtimai budalalık mahsülüdür. (62)

31. Korkak insan adet olmayan bir işi yapmaktansa sefil kalmayı tercih eder.(63)

32. (....) faziletli yapmanın yegane yolu korkudur sanılıyor ve onlar kasden beden ve zihince korkak yetiştiriliyor. (63)

33. ......onların ateşli gayretleri tenbel, korkak, (.....) katı yürekli ve şaşkın olduğumuz için katlandığımız(...) zulüm ve ızdırabın süpürüp yok edebilir. Bize bu fena vasıfları veren terbiyedir, ve terbiye bunların zıtları olan meziyetleri bize vermelidir. Terbiye yeni dünyanın anahtarıdır. (63)

(kalkınma ve eğitim açısından uyarlanacak)

34. Modern terbiye gayemiz dış disiplini en küçük hadde indirmektir, fakat bu içten bir nefis disiplini ister ki bu disiplin de ancak....(69)

35. Umumiyetle çocuğun öğrenmek arzusu o kadar kuvvetlidir ki anne ve babanın ona yalnız imkan temin etmesi kafidir. Çocuğa bu imkanı veriniz, onun kendi gayretleri yeni kalanı yapacaktır. (73)

36. Esrarengizlik hissi ancak bilgisizlikten ileri gelir. (91)

37. Hayatımızda yalnız vakıalar değil, ümitler de hakimdir; vakıalardan başka bir şey göremeyen doğruluk insan ruhu için bir mahbestir.(?) Hülyalar ancak realiteyi değiştirmeye matuf gayretlerin yerini alacak bir tembellik bahanesi oldukları zaman fenadırlar; çalışmaya teşvik edici mahiyette oldukları zaman beşer ideallerinin hakikat olmasında hayati bir maksat ifade ederler. (101)

38. Disiplin terbiye içgüdülerinin baskı ile faaliyetlerinden alıkonulması değil, onların işlenilmesidir. (102)

39. Ben iyi bir devletin nasıl kurulacağını değil, mevcut devlet sistemi içinde imkan nispetinde iyi bir ferdin nasıl yetiştirileceği meselesini inceliyorum. (107) (konu: zira; bu noktada yapılan hatalar, bugünün problemlerinin....)

40. (uyarlanacak) Yapıcılık da , yıkıcılık da kudret arzusuna tatmin ederler...(109) (anarşi açısından)

41. Mevcut bir yapıyı değiştirmek için tabii kuvvetleri serbest bıraktığımız zaman yıkıcı oluruz.(!)..(109-110)

42. Yalnız yasak, terbiye olarak kifayetsizdir.(111)

43. (uyarlanacak)(Anarşi) Hiçbir yapıcı maharete malik olmayan, bundan dolayı da kudret arzusuna herhangi zararsız bir şekilde ifade bulmayan insanın davranışlarıdır. (112)

44. Bir sosyal sistem türlü şekillerde tahayyül edilebilir. (115)

Page 401: Akademik kaynaklar dizini

45. Doğruluk (dürüstlük) itiyadını kazandırmak ahlak terbiyesinin başlıca gayelerinden biri olmalıdır. (127)

46. Lazım olan şey sofuca bir feragat değil, zeka ve bilgi ile canlandırmak içgüdü serbestliği ve inkişafıdır. (163)

47. Cahilliğe dayanan bir fazilet değersizdir. (180)

48. Bilgisiz sevgi kudretsizdir; sevgisiz bilgi ise tahripkardır. (193)

49. Su istimale müsait bir kudret...

50. Çocuğa verilen bilgi bazı siyasi kanaatleri ispat için değil, zihni bir hedef göz önünde bulundurarak verilmelidir. (198)

51. Bir politikacı kendisine bir makam kazandırması en çok muhtemel olan partinin prensiplerine inanmaktan kendini alamaz. (202)

52. Arkhidemes bir matematik problemini çözmekte meşgulken Romalı’ların Sirakuza’yı zabtetmiş ve kendini öldürmeye gelmiş olduklarının farkına varamamıştı. (203) (ilimden başka hiçbir şeyle alakadar olmama-ilmi zihniyet...)

53. Dış otoritenin yüklediği iyi itiyatlar(sürekli olamaz)

54. Düşüncelerimizde, sözlerimizde ve işlerimizdeki doğruluk(dürüstlük) nisbeti hakikate bağlılığımızın bir ölçüsüdür. (205)

55. Terbiyede muharrik kuvvet öğretmenin otoritesi değil, öğrencinin öğrenmek arzusu olmalıdır. (205)

56. (iradi dürüstlük) Bu eski harici otoriteye nazaran daha içten ve psikolojik yeni bir disipline yerini verecektir. Bu yeni disiplinin (iç) zihni ifadesi sıhhat ve doğruluk olacaktır. (206)

57. Öğretimin siyasi propoganda şeklini almasını önlemek lazımdır. (230) (zira......)

58. Bilgi vardır; sevgisizlik(......) onun tatbikine engel oluyor. (261)

59. Zihinlerimizin karanlık yerlerine sinmiş.

60. Bilgisiz, ümit ettiğimiz dünya kurulamaz. Korkusuz ve hürriyet içinde yetiştirilmiş bir neslin bizim için mümkün olandan daha geniş, daha cüretli ümitleri olacaktır. (263)

İNSANLIĞIN GELECEĞİ Bertrand Russell- Çev.: İsmail Hakkı OĞUZ,

T.C. iş bankası kültür yay. Ank.1964

Page 402: Akademik kaynaklar dizini

1. Atom bilginlerinin çalışmalarının politik temeli, nazilerin yenilgiye uğratılmasına arz edilmesi idi. (10)

2. Akıl dışı reaksiyonlar........

3. Yapılmış olan en dehşetengiz aletler, kendi kötü tutkularımızın dıştaki anıtlarıdır. (33)

4. Şuna inanıyoruz ki, dışardan empoze edilen doğmalardan bağımsız olduğu sürece ve kendine ait olanları da kapsamak üzere her çeşit postülayı irdeleme hakkını kullanabildiği sürece bilim, insanlığa en büyük hizmeti yapacaktır. (49)

YARATICI TEKAMÜLH. BERGSON, Çev. :Prof. Şekip Tunç

II. Baskı MEGSB.lığı İst.1986

1. Bir unsurlar kümesi kendini istediği kadar tekrar edebilir. (21) (şahsiyet...)

2. Aynı sebepler aynı sonuçları verir. (82)

3. Bilgi teorisinin ana meselesi filhakika ilmin nasıl mümkün olduğu, mevcudatta niçin düzensizlik olmayıpta bir düzenin bulunduğudur. (299)

4. Her düzen zaruri olarak mümkün görünür.(304)

5. İlmin esas konusu nedir? Hiç şüphe yok ki mevcudat üzerine olan tesirimizi artırmaktadır. (421)

6. ......ilmin bilgi kendisini tamamlayacak başka bir bilgiyi davet etmek zorunda kalacaktır. (440)

ÖZGÜR EĞİTİMJoel SPRING, Çev. Ayşen Ekmekçi

“Bir bireyin eylemlerine, kaçışı olmayan içselleşmiş bir otorite(zaaflar otoritesi) kılavuzluk ediyorsa politik özgürlüğün çok az anlamı vardır”

AKLIN İDARESİ İÇİN KURALLARDESCARTES, Çev.: Mehmet Karasan, MEB Yayınları İst.. 1989

1. Hakikati aramada metod zaruridir.(IV.kural s.15)

2. Bu takdirde insan zihnini bir şeyin bilgisine verdiği her defada , ya onu tamamıyla bilecek; yahut da onun, gücünün

Page 403: Akademik kaynaklar dizini

yetmediği bir tecrübeye bağlı olduğunu açıkça görecektir.(VIII Çev. Önsözü)

3. Bilgi işinde birbiriyle yarış eden muhtelif zihin güçlerini (melekesini) birbirinden ayırmak lazımdır. Bunlarda anlayış(müdrike), muhayyile, hafıza ve duygulardır. Gerçekten, hakikati kavramaya yalnız anlayış muktedirdir, fakat bunun yanında, muhayyile, hafıza ve duyular bir çok hallerde ona değerli bir yardım edebilirler. Kendilerinden bilgi edinilen şeyler gözden geçirilince de, onları kendiliğinden bilinen basit özler ile bu basit özlerin kendi aralarında kombinezonu ile meydana gelen mürekkep özler olarak ayırmak lazımdır. (XI)

4. Meseleyi iyi anlamak ve güçlüğün neden ibaret olduğunu görmek için meseleyi tecrit etmek, yani başka meselelerden ayırmak lazımdır. (XI)

5. Meseleleri sıra ile ele almak zarureti...(XI)

6. Takip edilecek bir yol açmak...

7. Tahsilin gayesi, düşünceyi, karşısına çıkan bütün şeyler üzerine, sağlam ve doğru hükümler verecek şekilde idare etmek olmalıdır. (1.kural s.3)

8. Bütün metod, herhangi bir hakikati keşfetmek için, zihnin kuvvetlerini kendilerine doğru çevirmek gereken şeyleri sıra ve düzene koymaktan ibarettir. (23)

9. Bir güçlükle karşılaştığımız her defada, derhal daha önce bazı şeyleri tetkik etmenin faydalı olup olmayacağını ve bu şeylerin neler olduğunu ve hangi sıraya göre tatbik etmek lazım geldiğini görebiliriz. (25)

10. Bütün metodun sırrı her şeyde en mutlak olanı görmektir. Gerçekten bazı şeyler, bir bakıma başkalarından daha mutlaktır, fakat, başkaca gözden geçirilince daha izafidirler. (26)

11. Verilen hükmün muhtemel alternatiflerini de belirtip irdelemek...

12. Bilgi: kendiliğinden görünen şey; başkası ile bildiğimiz bir şeyden çıkarılan...(55)

13. Bunlar, gençlik saflığı ile kaleme alınmış ilk bir taslaktır. (117)

14. Asıl maksat, hayatta karşılaştığı her mesele üzerine sağlam ve doğru bir hüküm verebilecek şekilde aklını işletmeyi öğrenmektir.

15. Muhakemenin gelişmesine yardım...

Page 404: Akademik kaynaklar dizini

16. Hususi hakikati, ancak başka hakikatlerle olan münasebetini müşahede etmeksizin anlayamazsınız. (120)

17. Hayvanın bütün aşağılığı şundandır: o bir mütehassıstır. Yaptığını iyi yapar, fakat başka bir şey yapamaz. Arı peteğini yapmak için, güç bir trigonometri meselesini halletmiştir. Başkalarını çözebilecek midir? (120)

18. (Probleme uyarlanacak) İnsan zihninin gücünü aşmayan bilgiler, öyle şaşılacak bağla zincirlenmiş ve öyle zaruri neticelerle birbirinden çıkarılmaktadır ki onları bulmak için fazla güçlü ve becerikli olmaya ihtiyaç yoktur, yeter ki en basitlerinden başlayarak, basamak basamak en yükseklerine kadar gitmesini bilelim. (121)

19. Descartes hakikat kavramında mutlak kesinlik ile bilgisizlik arasında basamak tanımıyor. (122)

20. (Eğitime uyarla) bilgimi zihnimin fakirliği ile ömrümün kısalığının götürebildiği en yüksek noktaya basamak basamak çıkarmak yolunu buldum sanırım....(127)

21. Böylece, sağ duyuyu artırmaktan çok bozar. Asıl öğrenilmesi gereken mantık, bilinmeyen hakikatleri bulmak için, aklı iyi kullanmanın yolunu öğreten mantıktır. (128)

22. Doğru felsefeyi öğrenmeye en çok elverişli kimseler, şimdiye kadar bütün bu felsefe adı verilen şeylere dair en az bilgisi olanlardır. (128-129)

23. Eflatun’un akademinin kapısına yazdırdığı meşhur söz: “geometri bilmeyen giremez”

24. (92/24) İlimlerde hakikati yavaş yavaş keşfedenlerin durumu, önce fakirliğinde büyük emeklerle para kazanırken, sonra zengin olmaya başlayınca az emekle büyük kazanç elde edenlerin durumu ile aşağı yukarı aynıdır. (134)

25. Başarılarını sadece metoduna borçlu olduğumuz .......(142)

26. Nitekim insanın kendini sevk ve idare etmek için kendi gözlerinden istifade etmesi, şüphesiz, gözü kapalı olarak başkaları ardınca yürümekten çok daha hayırlıdır; fakat kapalı gözlerle tek başına kendini sevk ve idare etmektense, bu son vaziyette bulunmayı tercih etmek daha iyidir. (143)

27. Dikkat: Dikkat sadece düşüncenin kendini bir yere vermesi, tatbik etmesi değildir; o düşüncenin bir yönelmesi, istikamet almasıdır, bir perspektif değişmesidir, bununla düşünce “duyular yoluyla edindiği” peşin hükümlerden kendini çevirmektir.(145)

28. Mefhumlar zatları temsil eder veya gösterir. (146)

Page 405: Akademik kaynaklar dizini

29. Bütün meseleler ya söz yahut da nesne meselesidir. (150)

30. Nesne meseleleri başlıca dört bölümde toplanabilir: Sebepler neticeler ile aranır/Neticeler sebepler ile aranır./Bölümler yolu ile bütün aranır./Bütün ile bir bölüm elde olunca başka bir bölüm aranır. (150)

31. Bu millet, devlet onun his ve düşüncelerine (.......) tercüman olmadıkça, ona daha fazla sahip çıkacaktır.

32. ......piyasaya çıkan nice fikirler içinde yine ecdadına, tarihine, kültürüne, fıtratına ve seciyesine uygun olanı seçecektir. (Türkiye Gazetesi Mim Kemal ÖKE, (4.2.1991- Tarihin süzgecinden Köşesi sh.5)

33. “Hukuk çoğu kere veya her zaman sadece zayıflara lazım. Kuvvetler her dönemde kendi arzularını hukuk(kanun) haline getirebiliyorlar.” Y.ŞAFAK/M. Akif AYDIN/18.3.99

TOPLUM ANLAŞMASIYazan: J.J. Rousseau, Çev.: Vedat Günyel

Yayını:Meb Yayınları İst.-1989 Batı Klasikleri Dizisi

1. Kuvvete boyun eğmek, irade işi değildir, zor işidir. Bu olsa olsa bir ihtiyat hareketidir. (6)

2. Bir evvelki kuvveti alt eden bir kuvvet, onun hakkına da sahip olur. (7)

3. İnsanın, iradesinden her türlü serbestliği almak, onun hareketlerinden her çeşit ahlak düşüncesini kaldırmaktır. Nihayet, bir yandan mutlak bir otorite, diğer yandan sınırsız bir boyun eğme şartı koşmak, boş ve kendi kendini baltalayan bir anlaşma olur. (10)

4. Tabii yaşama halinden toplum haline geçiş, insanda, hareketlerindeki içgüdü yerine adaleti koymak, bu hareketlere, evvelce mahrum oldukları ahlak düşüncesini vermek suretiyle, çok önemli bir değişiklik meydana getirir. (24)

5. Özel menfaatler arasındaki anlaşmazlık, toplumların kuruluşunu(....) zorunlu kılmışsa, bunu mümkün kılan şey de, yine o menfaatler arasındaki anlaşmadır. İşte, toplum bağını meydana getiren şey de, bu ayrı ayrı menfaatler arasında ortak olan şeydir. Bütün menfaatler bazı noktalarda birbirlerine uymasalardı, hiçbir toplum var olamazdı. İşte, toplum bu ortak menfaat esasına göre idare edilmelidir. (31) (kanunlar daima bu ortak menfaat esasına dayanmalıdırlar)

6. Fikir ve hareketler, korku, hayranlık ve yaranma v.s. gibi duygulara makul olmamalıdır...

Page 406: Akademik kaynaklar dizini

7. İrade ferdi ve belli bir konuya yönelirse tabii doğruluğunu kaybeder. Çünkü, o zaman, kendimize yabancı olan şeye göre hüküm verdiğimiz için, bize yol gösterecek hiçbir hakkaniyet kuralımız olmaz. (40)

8. Bu, menfaatle adaletin öyle ahenkli bir uzlaşmasıdır ki, toplulukça yapılan müzakereye hakkaniyet vasfı verir. (41)

9. Cezaların sıklığı, daima, hükümette zaaf ve tenbellik olduğunu gösterir. Hiçbir kötü adam yoktur ki, bir şeye arar hale sokulmasın....(46)

10. İyi idare edilen bir devlette cezalar azalır. Bunun sebebi afların çokluğu değil,belki suçların azlığıdır. (46)

11. Nasıl bir mimar büyük bir yapıya başlamadan önce, yapının ağırlığına dayanıp dayanamayacağını anlamak için toprağı inceler ve sondajlarsa, bilge ehli bir kanun koyar da, aslında iyi olan kanunları kaleme almadan önce, bu kanunları tatbik edeceği halkın, bunları tahammüle elverişli olup olmadığını inceler. (59)

12. Deli Petro’nun dehası taklitçi bir deha idi. (.........) tebaalarına, olmadıkları şey olmuşlar kanaatini vererek, onları olabilecekleri şey olmaktan alıkoydu. (62)

13. Hadiselerin icapları hep çeşitliliği ortadan kaldırmaya meylettikleri içindir ki, kanunların kuvveti daima eşitliği muhafazaya yöneltilmelidir. (71)

14. Bütün milletlerde müşterek olan düsturlardan başka her milletin kendinde bir takım sebepler vardır ki, kendilerine özel bir surette düzen sağlar ve kanunlarını yalnız kendine has bir hale sokar.(73)

15. ...........burada sözünü ettiğimiz şey, ahlak, örf ve adet, bilhassa kamu efkarıdır. Siyaset nazariyecilerinin bilmediği şey. Ama, bütün öteki münasebetlerin başarısını sağlayan budur. (75)

16. Memurun şahsında esas itibariyle birbirinden farklı üç irade ayırt edebiliriz: evvela, şahsın kendi iradesi ki, yalnız kendi menfaatini gözetir. Sonra, memurların ortak iradesi ve nihayet halkın iradesi....

17. Özel menfaatlerin kamu işlerine tesir etmesinden daha tehlikeli bir şey olamaz. (91)

18. Gerçek demokrasi hiçbir zaman var olamamıştır ve olmayacaktır. Çokluğun idare etmesi, azlığın da idare edilmesi tabii düzene aykırıdır. (92)

19. Demokrasi idaresi kadar iç savaşlara ve karışıklıklara elverişli bir hükümet yoktur. (93)

Page 407: Akademik kaynaklar dizini

20. Başarı elde etmek istiyorsak, ne olamayacak şeylere kalkışmalıyız, ne de insanların eserlerine, insan işlerinin müsait olmadığı dayanıklığı vermek hülyasına kapılmalıyız.

21. Siyasi bütün, tıpkı insan vücudu gibi, doğum anında itibaren ölmeğe başlar ve çöküşünün sebeplerini kendinde taşır.(126)

22. Manevi şeylerde, mümkünün sınırı, sandığımız kadar dar değildir. Bu hudutları daraltan, kendi zaaflarımız, ahlaksızlıklarımız, batıl inanlarımızdır. (128)

23. Siyasi bütünün özü, itaatle hürriyetin ahenkli birliğindedir. (131)

24. İyi nesiller, kanunlar daha iyisinin yapılmasına ön ayak olurlar. Fena kanunlar da daha fenalara yol açarlar. (135)

25. Hakimiyet, hangi sebeplerden başkasına devir ve terk edilmezse yine aynı sebeplerden temsil de edilemez. Hakimiyet aslında genel iradede mündemiçtir. Genel irade ise hiç temsil olunamaz. Bu irade ya kendinin aynıdır, ya değildir. İkisinin ortası olamaz. Şu halde, milletin vekilleri temsilcileri değildirler ve olamazalr da. Olsa olsa milletin memurları olabilirler. (135)

26. Nihayet, yok olmak üzere bulunan devlet, sadece boş ve hayali bir şekil alarak ayakta durduğu, bütün kalplerde toplum bağı koptuğu ve en aşağılık menfaatler hayasızca o kutsal genel menfaat adını aldıkları zaman, artık genel irade dilsiz kalır. Gizli maksatlarla hareket eden bütün fertler, sanki devlet hiç var olmamış gibi, artık vatandaş sıfatı ile fikirlerini ileri süremezler; özel menfaatten başka gayeleri olmayan bir takım adaletsiz kararları yanlış olarak, kanun diye kabul ederler....(150)

27. Ahlak ve adetler, başka bir zaman için lüzumlu sayılacak bir çok tedbirleri lüzumsuz bırakır. (182)

28. (Laikliğin, dinsizlik olarak tatbikatı...) insanları, iki türlü kanuna tabi kılar, onlara iki şef, iki vatan, birbirlerine zıt vazifeler yükler, aynı zamanda da hem dindar hem vatandaş olmalarına imkan bırakmaz. (196)

29. (uyarlanacak) ......mürekkep bir milletin, insan zihninin alabileceği en mükemmel toplumu meydana getireceğini ileri sürüyorlar...(198)

30. Toplum birliğini bozan her şey kötüdür. (196)

31. Fertlerin bu imkan ve vasıfları ile bir araya gelmesi neticesinde cemiyetin geldiği çizgi......

Page 408: Akademik kaynaklar dizini

İNSAN HAKLARITHOMAS PAİNE, Çev.: Mehmet Osman Dostel

M.E.G. S. B. Yay. İst..1988

1. Ülkülerin çoğu gerçekleşen bir insanın iç rahatlığını ve sevincini duyardı...(III.önsöz)

2. İnancını menfaatine göre kalıptan kalıba dökenler değildir. (IV)

3. Bugün için yazılmış gibi kuvvetli ve belki de dünya durdukça canlı ve doğru kalacak esas fikirler vardır. (IV)

4. Gerçekten kuvvetli bir kişisel ve sosyal ahlak ile desteklenmeyen bir hukuk sisteminin hiçbir insan topluluğunun mutluluğunu sağlayabildiği görülmemiştir. Daha kötüsü, haksızlığın bir aleti bile olabilir. (XI)

5. Tartışma hürriyeti ortadan kalkan bir milletin geleceği, disiplini kalmamış bir ordunun akıbeti kadar tehlikelidir. (XI)

6. Sonunda, insan haklarının kaderi, büyük ölçüde, kuvvet ile adalet arasındaki münasebetlerin biçimine bakar; insan hakları, kuvvetin adalete hükmettiği yerde değil, ancak ve yalnız adaletin emrinde tutulduğu toplumlarda var olur ve öyle tutulabildiği müddetçe devam edebilir. (XI)

7. ....den imtiyazlı sınıfların rahatını kaçırmış birisin...(XXIII)

8. Her çağ, her göbek bütün meselelerde kendi adına hareket etmekte kendinden önceki çağlar ve kuşaklar kadar serbest olmalıdır. Kof bir gururla, yaşayanlara mezar ardından da hükmedebileceğini sanmak, istibdatlarının en gülüncü ve en küstahıdır. (13)

9. Bütün bir milletin beğendiği bir şeyi yapmak, o milletin bir hakkıdır. (14)

10. Prensiplerin istibdatı....(22)

11. İnsan cemiyete, toplum içine, eskisinden daha az haklara malik olmak için değil; bu hakları daha iyi bir şekilde güven altına almak için girmiştir. (55)

12. Akıllı insanlar saçma şeylere, diğer bazıları da akıllıca işlere hayret ettiklerine göre...(96)

13. ....ihtilal, bir kargaşadan yoktan olurcasına çıkıvermiş gibi görünür ise de, gerçekte Fransa’da daha önce vücuda gelmiş bir zihniyet inkılabının neticesinden başka bir şey değildir. Evvela, milletin zihniyeti değişmişti; bu yeni düşünce nizamını pek tabii olarak eşyanın yeni bir nizamı takip etmiştir. (96)

14. Montesquieu, müstebit bir hükümet rejimi altında bir yazar ne kadar cesaret gösterebilirse o kadar ileri gitmiştir. Kendini

Page 409: Akademik kaynaklar dizini

yarı prensibe, yarı da ihtiyata vermek zorunda olduğundan, onun fikirleri çok defa üzerleri peçe ile örtülmüş olarak kendini gösterir, biz, onun açıkça söylediklerinden daha fazla fikirleri olduğunu kabul etmek zorundayız. (97)

15. (Batı Kültürü) hürriyet lehinde saygı toplayan, insanca hasletleri yükselten; bir duygu güzelliği buluruz(!) ; fakat, onlar da bu heyecanı uyandırmakla kalırlar, onun nasıl tatbikata konacağını tarif etmez ve sevilen bu hürriyeti elde etmenin çaresini göstermeksizin, insanın dimağını ona aşık bırakırlar...(98’den uyarlama)

16. ....Aristokratlar; vatandaştan üstün olalım derken, inandan aşağı oluyorlardı...(116)

17. Olayları, en iyi onların sonuçları izah eder.(119)

18. Kanun maddeleri ile korunmak istenen hak; bu madde tarafından yeter derecede güvence altına alınmış olmalıdır.(-)

19. İncil’in ve Tevrat’ın tahrif edilmiş olması, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin İlahi yüceliğine pürüz getirmiş, böylece, onun insan aklı ve anlayışı üzerindeki tesirini zayıflatmış; insanlar, bu dinlerin hükümlerinde ululamaya değer bir şey göremez olmuşlardır...(126’adn uyarlama)

20. İnsan olarak, benim hakkım olan şey aynı zamanda bir başkasının da hakkıdır; böyle olunca, o hakka malik olmak kadar onu güvence altına almak da benim vazifem olur.(128)

21. Berke, kitabını, birbiri üstüne rastgele düşen ve yekdiğerini yok eden bir fikir kalabalığı ile doldurmuştur. (130)

22. Uzun bir davaya girişen bir adam, rotasını sabit bir gerçekten veya prensipten başka bir kılavuza göre ayarlamaya teşebbüs edince muhakkak yolunu kaybeder. Bu yol gösterici daima göz önünde bulundurulmadıkça, bir tartışmanın bütün kısımları arasında ahengi korumak ve onları bir sonuç üzerinde birleştirmek insan gücünü aşan bir şey olur. (130)

23. İnsanların hükümetteki hakları, onların istifadeleridir. Bu faydalanmalar iyiler arasındaki ihtilaflarda çok defa denge halinde, bazen iyiler ile kötüler arasında bazen de kötülerle iyiler arasında uzlaşma halindedirler. Siyasi hikmet; gerçek ahlaki tezahürleri, metafizikçe veya matematikçe değil, ahlakça toplayan, çıkaran, çarpan, ve bölen bir hesap prensibidir...(132)

24. Her memleketin aklı, layıkıyla kullanınca, onun bütün işlerine yeter. (144)

25. Eğer bir memleket kendi işlerini anlamazsa; onun dilini, kanunlarını, örf ve adetlerini bilmeyen bir yabancı bunu nasıl anlar?(144)

Page 410: Akademik kaynaklar dizini

26. Hükümete (rejime) kapılanmış olanlar, ödenek alanlar,........bir alay menfaat erbabının, krallık(rejim) lehinde birçok millet kesesinden aldıkları menfaatler kadar çok sebepler bulabileceklerini anlamak kolaydır. (146)

27. ...Mevki için değil de, prensip için uğraşan bir insan, nerede olursa olsun hiç değişmiyor...(179)

28. Hakikatin öyle önüne geçilmez bir mahiyeti vardır ki, onun tek istediği, tek muhtaç olduğu şey meydana çıkmak hürriyetidir. Güneşin karanlıkta ayırt edilmesi için tarife ihtiyaç yoktur...(189)

29. (Müdahaleler)....sadece şahıslarda ve tedbirlerde bir değişiklikle kalmış; prensiplerin(...) değişmesine kadar gitmemiş, o anın hayhuyu arasında yükselmiş ve düşmüştür. (193)

30. İnsanlar arasında hüküm süren nizamın büyük kısmı hükümetin eseri değildir. Bu düzen kökenini toplum ilkelerinde ve insanın doğal yaratılışında bulur. Hükümetten önce de vardı, hükümet denen şekil ortadan kalksa da yine var olur. İnsanın insana, medeni topluluk üyelerinin birbirine olan karşılıklı bağımlılığı ve karşılıklı menfaatleri bu topluluğu bir arada tutan o büyük bağlantı zincirini vücuda getirir. Bütün iş ve meslek sahipleri birbirlerinden ve topluluktan gördükleri yardım sayesinde gelişirler. Müşterek menfaat onların işlerini düzenler ve kanunlarınınkinden daha büyüktür. Hasılı, hükümete atfolunan hemen hemen her şeyi toplum kendiliğinden meydana getirir.

İnsana layık hükümetin mahiyet ve şümulünü anlamak için insanın karakterine bakmak lazımdır. İnsanı toplum içinde yaşamak üzere yarattığından onu murat ettiği hale göre hazırlamıştır. Her hal ve karda yaratıcının insanın tabii ihtiyaçlarına onun ferdi gücünün üstünde bir genişlik vermiştir. Hiçbir insan, toplumun yardımı olmadan, ihtiyaçlarını kendi başına gidermek iktidarında değildir; bu ihtiyaçlar, yerin çekim kuvvetinin bir merkeze doğru iletmesi kadar tabii bir etki ile, her ferde tesir ederek, onların hepsini, bir toplum halinde bir araya gelmeye zorlar. (195-196)

31. İnsanın içinde bulunduğu her duruma kendini uydurmak hususunda doğal bir istidadı vardır; kucakladığı kabiliyetlerin ve kaynakların daha çok çeşitli olmasından dolayı, toplumda bu istidat daha da fazladır. (Resmi hükümet ilga edilir edilmez toplum hemen harekete geçmeye başlar. Genel bir ortaklaşma payda olur, ortak menfaat ortak güveni vücuda getirir.) (197)

32. İnsan o kadar doğal bir surette toplumsal bir yaratıktır ki onu toplumun dışına çıkarmak hemen hemen imkansızdır. (197)

33. Medeniyet ne kadar gelişirse hükümete olan ihtiyaç o kadar azalır; çünkü medeniyet, o nispette daha fazla, kendi işlerini

Page 411: Akademik kaynaklar dizini

tanzim ve kendi kendini idare eder.... Medeni hayatta ancak pek az miktarda genel kanunlara ihtiyaç vardır. (198)

34. Toplumun bütün büyük kanunları tabii (fıtri) kanunlardır. İster fertlerin ister milletlerin münasebetleri bakımından olsun, ticaret ve iktisat kanunları, karşılıklı menfaat kanunlarıdır. Bu kanunlara uyulur ve itaat edilir; bunun sebebi, böyle hareket etmenin tarafların yararı gereğinden olmasıdır, yoksa hükümetlerinin zorlayabilecekleri veya işlere karışmak için kullanabilecekleri kanunlardan dolayı değildir.

Fakat topluma olan doğal (fıtri) eğilim, hükümetin yaptıkları ile ne kadar sık sık bozuluyor ya da yok ediliyor. Hükümet toplumun prensiplerine uyacak yerde başlı başına bir varlık olmaya kalkışınca ve tarafgirlikle iltimas veya baskı yapınca, önlemekle görevli bulunduğu zararları kendi eliyle işlemiş oluyor.(199)

35. Toplumu tabii birliğinden yoksun eden farklı siyasi düşünceler; bu düşünceleri temsil eden farklı siyasi partiler ve bu partiler ile var olan bir siyasi sistemin çıkaracağı karışıklıklar; ancak bütün bu farklılıklara rağmen sahip olunan siyaset üstü müşterek bir kültür ile önlenebilir.

36. Hükümeti toplum prensipleriyle insan hakları üzerine kurmak gibi basit bir ameliye ile her güçlük ortadan kalkmış ve bütün cüzler candan bir birleşme haline getirilmişlerdir. Orada fakirlere zulmedilmez, zenginlerin imtiyazları yoktur.... (201)

37. Toplumun genel yığını içinde bir yerde bütün maksatlara elverecek kadar akıl daima bulunur.(214)

38. Nasıl herkesin malı olan edebiyat, istidatlara dürüst ve genel bir imkan vererek, en güzel edebi eserleri meydana getiriyorsa......(214)

39. İnsanın içinde, uyur bir halde bulunan ve bir şey faaliyete geçirmediği taktirde öylece o insan ile beraber mezara gidecek olan bir yığın özgü ve özellik vardır. Bütün bunların kullanılması toplumun yararına olduğundan, hükümetin kuruluşu, bütün bu kabiliyetleri sükunetli ve düzenli bir eylem ile ortaya çıkaracak tarzda olmalıdır.(216)

40. Hür bir memleketin hükümeti, şahıslarda değil kanunlardadır.(227)

47. Anayasa, bir hükümet tasarrufu değil, millet tasarrufudur.(228)

48. Bir memlekette vergi vermeye mecbur edilen insanların binlercesi yoksulluk içinde kıvranır ve sefalet ile boğuşurken, bir tek adamın beslenmesi için genel vergilerden ödenen yılda bir milyon liradan söz etmek insanlığa sığmaz bir şeydir. Hükümet,

Page 412: Akademik kaynaklar dizini

hapishanelerle saraylar ve yoksulluk ile debdebe aralarındaki tezattan ibaret değildir.(255)

49. Mevki ve makamların bir saltanat ve imtiyaza dönüşmesi, devletin fesada uğramasından başka bir şey değildir. Mevki ve makam sahipleri, milletin verdiği vergilerle lüks ve ihtişam içinde yaşayan bir asalaklar güruhu teşkil ederler...(-)

50. Islahatta en tesirli usül; insanın durumunu onun menfaati yolunda düzeltmek tarzıdır. (269)

51. Genel hürriyet ilkelerinin halka yayıldığı yerlerde, her şey nizamına girer....(355)

52. Düşünene insanlar içinde, hiçbir vakit iki kişinin tıpatıp aynı fikirde olabileceklerine inanmıyorum. Mutabık gibi görünenler sadece düşünmemiş olan kimselerdir.(360)

53. Batı kültürü, ağlama değmez hayat ve boş ver felsefesinin egemen olduğu bir toplum vücuda getirmiştir...

54. İnsanın ancak kendinden vererek ulaşabileceği bir esenliğe(.....); onu hep “kendine almaya” şartlayan bir (kültürel) ortamda ulaşmak zorunluluğu...(İsmail CEM – Sabah /3.1.93-Dünya ve Türkiye s.13)

55. 2000’li yıllara doğru Türkiye’nin batıdaki yeri: ABD’nin önde gelen araştırma kuruluşlarından Think Thank Rand Corporation tarafından ABD savunma bakanlığı için hazırlanan (sipariş eden: ABD Hava Kuv. Avrupa K.lığı ile Kara Kuv. İstihkam Dairesi) yarı resmi bir nitelik taşıyan raporda: “Türkiye’nin batıya yönelik temel yönelişi gücünü koruyacaktır. Özellikle, 1991 seçimleri Türk iç politikasında merkezin önemli bir şekilde güçlendiğini ve batı aleyhtarı siyasetlerin önemli bir kazanç sağlamadığını göstermiştir. Siyaset ve ekonomide belirleyici rol oynayan seçkinler ve ordu, batıya dönük, Atatürkçü felsefeye olan bağlılıklarını eskiden olduğu gibi sürdüreceklerdir.” Görüşüne yer vermiştir. (3.9.92-Hürriyet-Sedat ERGİN)

56. Irak’a açılan savaş ve Bosna-Hersek bunalımı, batının çıkarlarının uluslar arası topluma dayatıldığının somut örneklerini oluşturmuştur. “Batının uygun gördüğü siyasal ve ekonomik kararlar, tüm diğer ülkelerin çıkarlarına uygun olduğu iddiası ile uluslar arası topluma dayatılır...” Ergun BALCI-Cumhuriyet/31.12.93

57. Batının çıkarlarının insanlığın çıkarları ile özdeşmiş gibi gösterilmesi, yalnızca siyasal ve ekonomik konularla sınırlı değil, silahlanma kampanyası, aslında batının tekelinde bulunan gelişmiş silahların başka ülkeler tarafından üretilmesini engellemek çabası olarak ortaya çıkıyor. Örneğin: Pakistan’ın, İran’ın ya da Kuzey Kore’nin nükleer silah yapma olasılığı , nükleer silah depoları ağzına kadar dolu olan ABD, İngiltere ve Fransa tarafından dünya barışı için

Page 413: Akademik kaynaklar dizini

büyük tehlike olarak nitelendiriliyor. (Batı düzeninin mantığı, siyasal, ekonomik ve askeri alanlarda kararların batının çıkarları doğrultusunda alınıp; sonra da bunların insanlığın ortak çıkarları olarak sunulduğunu) Bu düzeni tehdit eden akımlar=içeriden=Neonazizizm-ırkçılık; dışardan= Radikal İslam) (ERGUN BALCI_Cumhuriyet-31.12.93)

58. Bosna dramı, öncelikle insanlık değerlerini sınayan bir olaydır...

59. Batılı devletler, bizim karşımıza müstakil bir siyaset dışında müşterek bir siyaset ile de çıkıyorlar. Peki; bunlar karşısında aynı kategoride bulunan Ortadoğu-Ortaasya-Kafkasya-Balkanlar ve Afrika cemiyetleri hangi mukabil müşterek bir siyasetle çıkıyoruz? Çıkmıyor isek neden?...

İşte batının diğer bir siyaseti de; bu cemiyetlerin müşterek bir dış politika izlemelerinin önlenmesi esasına dayanır. Bunun için, bu cemiyetlerin ortak paydası tahrip edilir; bu cemiyetlerin uluslar arası platformlarda birbirleri aleyhine birbirini yaralayan kararlar alması sağlanır.....

60. Türkiye’nin ortak pazara alınması; Türkiye bölgesinde bir güç ve kutup başı olmadığı sürece mümkün olmayacaktır. Aksi taktirde, batı, Türkiye’nin ortak pazara girmesini kabul etmek bir yana; anlaşmalardan doğan bir mecburiyet olarak bizden bu mükellefiyetimizi yerine getirmemizi isteyecektir.

61. Batı kültürü sömürgeci bir sistemi netice vermiştir. Bu sömürülmeye müsait bir kültürel yapıyı zorunlu kılar...

62. Kültürel uyanışı engelleyecek şartlanmalar meydana getirmek; bu şartlanmaları, cemiyetimizin istikametinde etkili olacak siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri tüm aydınlara mutlak hakim kılmak...

63. Bu sistemi (sömürgeciliği) tehlikeye atacak hareketler, başladığı cemiyetlerde daha bu hareketin ucu iken(uç vermiş iken) yok edilmek için, bu cemiyetlerde siyasi-hukuki-idari ve askeri mekanizmalar kurulmaktadır.

64. Sizin fikirlerinizin hiç birini kabul etmiyorum ama söz hürriyetiniz için, o düşündüklerinizi söyleyebilmeniz için canımı feda edebilirim...

65. Bizdeki anarşi, ihtiraslarımızdır; ahlakın her alanda kurmak istediğini, ihtiraslar yıkmak ister.

66. Aslında bu “onlar” dediğimiz bir zümrenin hakimiyet ve menfaatlerini silahlar ve yasalarla korudukları bir çıkarlar düzenidir. Millet uyanarak bu semeri sırtından atana kadar da millete yabancı

Page 414: Akademik kaynaklar dizini

ruhların bu saltanatı devam edecektir. (Ahmet KABAKLI-Türkiye-27.12.93)

67. Gaye vasıtaları meşru kılar sözündeki insan hayatını hiçe sayış...

68. Talim ve terbiye faaliyetlerini, ya dinler, ya felsefeler, yahut ideolojiler kontrol etmektedir.

69. Türk gençliğini zehirleyen propoganda araçları mesela yabancı ve yerli basının milli değerleri hiçe sayan neşriyatları derhal susturulmalıdır...

70. İnsan bilgisi, karanlık bir uzayda şişirilmiş balona benzer. Şişirildikçe karanlık ile olan teması artar..(felsefe)

71. Ehdef ülkeler için iki türlü gelecek söz konusudur: biri kendilerinin, diğeri de düşmanlarının planladığı gelecek...(Türkiye/14.2.94/Prof. Dr. İsmet MİROĞLU)

72. Halkın demokratik haklarını kullanmasına en büyük engel, halk aleyhinde çıkar birliği yapan bürokratlar, basın, TV’ler, hatta bürokratlaşan partilerdir......

73. Köşe yazarlığı görevinden anladığım şudur: Bir fikri bütünlüğün olacak. Kendi tarihini de, batının tarihini de, “dini, içtimai, iktisadi, siyasi, edebi, fikri, medeni” mukayese esaslarına göre illiyet mantığıyla öğrenip kavrayacaksın. Elde ettiğin şümullu neticeleri, aktüel verilerle geleceğe yönelik biçimde ve hazmını mümkün mertebe kolaylaştırarak izah edeceksin...

74. Hiçbir düşünce dinilik vasfı dolayısıyla yasaklanamaz, engellenemez. Dini olsun, gayri dini olsun, bütün düşünceler serbesttir. Sınırlama, dinilik, gayri dinilik ayrımı yapılmaksızın belli ölçülere göre egrçekleşir.

Meselenin (laiklik meselesinin) esası budur işte...

İstismar edilmiş, her şey istismar edilir. Demokraside istismar edilir. Bir şeyin istismarı, asliyetini ortaya koyarak önlenir. (A. Selim)

75. Bir tabiat ve fizik kanunudur:

Ancak birbirlerini tamamlayabildikleri taktirde netice verebilecek iki unsurdan birisi arıza yapar, veya çalışmazsa, sonuç alınamaz.........Sosyal bünyede de aynı kanun geçerlidir. Bir toplumun tekamül şartı, o cemiyette hakim olan içtimai kanunların, birbirlerine senkronize olmalarına bağlıdır. (İlhan Murat-ZAMAN)

76. Diplomasiyle dolu günlerini göstermiştir ki, aslında dünyada diplomasi diye bir şey yoktur. Çünkü, diplomasi, güçlünün yaptığı haksızlıkları örtbas eden zekice bulunmuş bahanelerden ibarettir. (Eski bir Türk Diplomatı)

Page 415: Akademik kaynaklar dizini

77. 3.12.1992 günü Brüksel’de:

“Dünyada büyük değişiklikler yaşanırken, Türkiye’deki durum” konulu uluslar arası bir konferans düzenlendi. Bu konferansa konuşmacı olarak katılan Louavin Katolik Ünv. Proflarından Detrez konuşmasını şu cümle ile tamamladı. “Eğer Türkiye’yi Avrupa’nın dışında bırakırsak, hem çıkarlarımıza aykırı hareket etmiş, hem de tehlikeli bir gelişme başlatmış oluruz. Zira, AT kapısı kapatılıp tek seçeneğe itilmiş bir Türkiye, etkinliğini artırmak ve yayılma eğilimine girer...”

78. Amerika’daki “Bilimsel Enformasyon Enstitüsü Başkanı Eugene Garfield, “Türkiye Ortadoğu ülkeleri arasında bilimsel etki açısından lider konumundadır.” Diyor...(Milliyet/19.12.92) Taha AKYOL

79. Toplum, güce her zaman hayranlık duyar...

80. Dünyanın jeopolitik geleceğinin merkezinde yer alan Türkiye... bunun için dünya haritasına şöyle bir göz atmak dahi kafi.. (Wall Street Journal)

81. Tabulardan kaynaklanan fikir kısırlığı, buhranlara çözüm üretilemeyişinin temel nedenlerinden birisidir.

82. Totaliter rejimler, bireylerin korkuları üzerine yükselir...

83. Etnik, dinsel ve kültürel farklılıkları, vatandaşlık zemininde bir arada yaşatabilmenin ve bu farklılıkları zenginliğe dönüştürebilmenin yolunu bulmalıyız.

84. Güzel davranışlar, güzel ameller bir süre sonra insanın tabiatı haline gelerek, insanı, mücerret bilgiyle ulaşılamayan noktaya ulaştırıyor. Bu sebeple, amelden yoksun insanlar yükler dolusu kitap devirseler de vicdanlarında duyulması gerekenleri duyamazlar.

85. Bir insan düşünün ki, bütünüyle bir şehvet, kin, öfke, makam-mansıp sevdalısı haline gelmiştir. Yaptığı her işinde kendisini meydana getiren bu negatif duyguların tesirindedir...

86. Bir önyargıyı yok etmek, bir atomu parçalamaktan daha zordur. (Einstein)

87. Çelişkilerin keskinleşmesi, her iki yönden de şiddetin artması eğilimini bağrında taşımaktadır.

88. Türkiye’nin sıkıntısı, aydınlarının kendilerini hapsettikleri önyargılardan kaynaklanıyor. (Fehmi KORU-ZAMAN/19.3.94)

89. Bu nasıl devlet ki, meyhane ile kerhane ile ayakta duruyor; din ile inanç ile yıkılıyor.....(Hekimoğlu İSMAİL)

90. Akıl toplumunun değil, duygu toplumunun reflekslerini yansıtıyoruz...

Page 416: Akademik kaynaklar dizini

91. Duygularla yapılan hareketleri, duygularla değerlendirmemeli, akılla değerlendirmeliyiz....

92. 20. Yüzyıl insanlar arasında ahlakın yükselişine tanık olamadı. Görülmemiş katliamlar yapıldı; kültür alçaldı, insan ruhu çöküşe geçti. Her yerde birinci sınıf silahların parıldadığı bir ortamda 12. Yüzyılın bize daha iyi davranmasını beklemek için neden var mı?

93. (Bu sözlerin muhatabı batı kültürüdür.)Aleksandr SOLJENISTIN(internatioal Herald Tribune’de çıkan bir yazısından)

- Oysa arzu ve taleplerimizi sınırlandırmayı; çıkarlarımızı ahlaki ölçülere tabi kılmayı öğrenemezsek, insanlık darmadağın olacak ve insan doğasının en kötü yönleri dişlerini gösterecek...

- Bugün kendi kendimiz sınırlamak bize kabul edilmez, hata ikinci bir şey gibi geliyor, çünkü çok büyük kısıtlılıklar içinde yaşayan ve çok sınırlı olanaklara sahip olan atalarımızın yüzyıllar içinde zorunlu olarak geliştirdikleri bir alışkanlığı tanıyamaz hale geldik...

- Kendi kendimizi sınırlamanın hayati önemi içinde bulunduğumuz yüzyılda olunca zorlayıcılığıyla insanlığın karşısına dikilmiş bulunuyor...(A.g.e)

94. Ömürlü bilgi...

95. Milletimizin bilmediği, milletimize anlatılmayan bir çizgide sürdürülen politikaları...

96. Milletlerin, devletleriyle meseleleri olmadığı zaman, toplum iradesi çoğunlukla bir çok çözümsüz zannedilen problemleri çözebiliyor. (Sütun- Mustafa YAZGAN-Zaman-13/1/94)

97. Sağlam ahlak direnişi...

98. Sanayi devrimi dünyayı ikiye böldü: sömüren devletler ve sömürülen devletler... Türkiye ikinci kategoride yer aldı...

99. Türkiye, bugüne kadar, dışarıda alınan kararları uygulayan bir ülke konumunda iken; artık, politika üreten bir ülke konumuna gelmelidir...

100. Bana verilen aklı, halkımın yararına kullanacağım...

101. Eski teknoloji transferi suretiyle sömürme(dış yatırımlar...)

- Sosyal psikolog-Toplum psikologu

- Bilgi politikası

102. Millet, batının ülkemize karşı nasıl bir savlet içinde olduğunu görmektedir. Batı emperyalizmin en acımasız, en insanlık dışı, en mücehhez saldırısını sahneye koyduğunu millet idrak etmiş durumdadır. Batıcı aydınların bu gerçeği anlamamış görünmemeleri

Page 417: Akademik kaynaklar dizini

karşısında da derin bir üzüntü duymaktadır. (Ahmet SELİM-Zaman-28.4.95)

..............Türkiye gerçeğinden kopmuş durumundadırlar.

103. Her olayın insandan başlayarak sosyal yapıya, devlete uzanan bir çizgisi vardır...

104. İslam bakış açısından belli bir usul (yöntem) izlenerek asla uygun düşünme şekline hikmet denebilir ve bizim modern zamanlarda moderniteyi hikmetle aşma imkanımız vardır...

105. Kendi varlık bilincini kuvvetle hisseden insan topluluğu...

106. Başlangıç halkası ........toplumdan yalıtılması..........

HÜRRİYET J. S. MİLL – Çev: Mehmet Osman DOSTEL

M.B.E. Yay. İst. / 1988

1-       Umumî bir filerî esaret havası içinde tek tük büyük mütefekkirler çıkmıştır. Ve yine de çıkabilir. Lakin bu hava içinde, kafası işlek bir halk hiçbir zaman mevcut olmamıştır. (64)

2-       Bir devletin değeri, en sonunda onu terkip eden fertlerin değerine eşittir. (VIII)

3-       Küçük adamlarla büyük işler başarılamaz. (VIII)

4-       Medenî olmayanları idarede istibdat meşru bir hükümet tarzıdır. Yeter ki gaye onların ıslahı buluna (19)

5-       Gaye artık cazip olmaktan çıkmıştı, böyle iken vasıtalarda hâlâ âlâka çekici taraf nasıl kalabilirdi. (XVI)

6-       6- İçten gelen ihtiyar insanın hayatında en kıymetli unsur olduğuna göre, zor altında yapılan her şey bu ihtiyarın sahasını daraltır ve böylelikle hürriyete bir tecavüz olur. (XLVIII)

7-       Doğrunun yanlış anlaşılması…

8-       Anti sosyal menfaatler…

9-       Bu kitapta gözlerimizin önüne serilen her delilin doğrudan doğruya gidip etrafında toplandığı büyük ve en başta gelen prensi, beşerin en zengin bir çeşitlilik içinde gelişmesinin mutlak ve esaslı önemidir. (Wilhelm Von Humboldt: Hükümetin sahası ve vazifeleri isimli eserinden ) (uyarlanacak.)

10-   Her insan için âlem, içinde kendisinin temasta bulunduğu kısımdır. Kendi partisi, kendi mezhebi, kendi kilisesi v.s. (33)

11-   Fertler gibi devirler de yanılmaz değildirler. (33)

12-   Muhakeme, insanlara onu kullansınlar diye verilmiştir. (34)

Page 418: Akademik kaynaklar dizini

13-   İnsanın, hatalarını münakaşa ve tecrübe yoluyla tashih etmek kabiliyeti vardır. (37)

14-   Halihazırda (….) intibah diye övülen şey; dar ve kültürsüz kafalarda, daima hiç olmazsa

bir o kadar da (…….) taassubun yeniden uyanmasıdır. (58)

15-   Parlak bir istikbale namzet olup da, kendilerini (…..) sayılması mümkün bir durumadüşürebilir korkusuyla atılgan, kuvvetli ve bağımsız bir fikir silsilesini sonuna kadar takipetmeye cesaret edemeyen ürkek karakterli bir yığın münevver arasından dünyanın nelerkaybetmekte olduğunu kim hesap edebilir? Bazen onların arasında son derece insaflı, zarif ve ince anlayışlı bir adam görmemiz mümkündür ki, susturamadığı bir idrak karşısında bütün bir ömrü safsata yapmakla geçirir. Ve kendi vicdanından ve aklından gelen sesleri klasik telâkkîlerle telif etmeye uğraşmakta sarf etmediği hüner kalmaz da, sonunda belki onları yine telife muvaffak olamaz. Bir mütefekkir olarak ilk vazifesinin, kendisini hangi neticelere ulaştırırsa ulaştırsın idrakinin izinden ayrılmamak olduğunu teslim etmeyen hiç kimse, büyük bir mütefekkir olamaz. Gereği gibi tetkik ve hazırlıktan sonra kendi başına düşünen bir kimsenin hatalarının bile, hakikate doğru fikirleri sırf kendileri düşünmek zahmetine katlanmadıklarından dolayı kabul edenlerin bu doğru fikirlerinden daha çok faydası dokunur. (63)

16-   Münakaşa olmayınca yalnız fikrin mesretleri değil, aynı zamanda pek çok fikrin bizzat mânâsı dahi unutulur. Onu ifade eden kelimeler artık o fikirleri vermez olurlar. (74)

17-   Bk. Shf. 100 (fikir hürriyetini 4 sebebi)

18-   (İnsandaki) en iyi ve en yüksek hasletleri dürüstlük kaidelerine bağlı tutabilecek ve onların büyümesini ve serpilmesini mümkün kılabilecek olan şeyler nelerdir? (117)

19-   Eserler, onları yapanları karakterini alır. (121)

20-   Eğer onlar korku yüzünden bu kalıplardan birine zorla sokulmaya ve benliklerinin baskı altında serpilmeyen bütün o kısmının kavuruk kalmasına teslimiyet gösterirler ise, onların dehalarının cemiyet ıslahına pek az faydası dokunur. (125)

21-   Cemiyet halinde yaşama vakıası, her ferdin o cemiyetteki diğer fertlere karşı muayyen bir hareket hattına riayetle mükellef olmasını elzem kılar. (144)

22-   Zekâ-nın karşıtı çoğu kez sandığımız gibi aptallık değil, koşullanmışlıktır…

23-   Globalleşmenin ortaya çıkardığı uluslar arası ekonomik (……) etkileşimler…

Page 419: Akademik kaynaklar dizini

‘Türkiye, inanç ve etnik temel üzerinde yükselen siyasî görüşlerle ilgili sorunlarını çözemedi.’ (Zülfü Livaneli Y. Şafak / 21.3.99 Memleket meseleleri üzerine Yalçın Çetin kaya’nın röportajı)

‘imanla aklın uygunluğu üzerine konuşma -G.W- Leibniz.

Çev: Hüseyin BOTU M.E.G.S.B. Yay: 52-Batı Klasikleri=8 (önsöz IX)

Birbirlerinden farklı gibi görünen (problemler) bütün bu gerektirici sebepler, farklı yönlerden gelip bir noktada birleşen çizgiler gibi aynı noktada buluşurlar. (Bir noktadan başlayıp farklı noktalara giden) (insan problemlerinin- değişik anlamlardaki yansımaları…)

FAYDACILIKJ.S.MILL., Çev : Nazmi COŞKUNLAR

3. Baskı M.E. Basımevi, İst - 1986

1-       Her hareket bir gaye için yapılır, hareket kuralları hizmet ettikleri gayeye göre bir vasıf, bir renk alırlar. (3)

2-       Bahtiyar bir budala olmaktansa, muzdarip bir Sokrates olmak daha iyidir. (15)

3-       (Felsefe) insanı kendi sefil ferdiyetine ait şeylerle meşgul olan bencil bir mahlûk (derekesine düşürür.) (22)

4-       Bir çok ıstırapları içinde taşıyan yoksulluk yangını topluluğun yetkinliği, ferdin sağduyusu ve tedbiri ile söndürülebilir. (……) (23)

5-       Bu suretle insan genel iyiliğe uygun gelmeyen bir harekete bağlı olabilecek şahsi bir saadet fikrini tasavvur bile etmeyecektir. (27)

6-       Güven eksikliği, medeniyetin ilerlemesini sonraya bıraktırır. (35)

7-       Herhangi bir ahlâk ilkesinden bahsolunduğu vakit, haklı olarak çok kere şu soru ortaya konur : ‘Yaptırımı nedir?’ Hangi sebepten dolayı ona itaat edilmelidir?’,Yahut, ‘Yüküm kuvvetini (mükellef kalabilme gücünü) hangi kaynaktan alıyor?’ Ahlâk felsefesi, ister istemez bu suale cevap verecektir. (41)

8-       Eğer bir kimse : ‘Beni zorlayan ve vicdan denilen şey benim ruhumda doğmuş bir duygudan başka bir şey değildir.’ diyebilirse şu sonucu çıkarmaya kendisini hazırlamış demektir. : ‘Ne vakit bu duygu kalkarsa yüküm de kalkar. Eğer bu duygu benim keyfimin

Page 420: Akademik kaynaklar dizini

istediği tasarılarıma uymazsa onu ihmal edebilirim. O kuralı bozar, hiç aldırmadan geçerim.’ (46)

9-       Bizim diğer arzularımızla iktidar ve zafer arzuları arasında kurulan bu kuvvetli ortaklık, bu sonunculara özel bir şiddet vererek bazı karakterler üzerinde hâkim bir durum alır. (58)

10-   (28 Şubat) ile başlayan sürecin asıl hedefi, dini motiflerle şekillenen sosyal yaşamın yok edilmesi…

‘kafamıza koyduğumuz sol veya sağ politikaların ön gördüğü toplum modeli bilgiye sadece bu politikaları güçlendirdiği derecede yer tanıyordu… (Tarihi gerçekler bu sebeple çarpıtılıyor.) İsmet Özel - Y.Şafak 13.3.99 -

LİDER VE YÖNETİCİ

- Hakiki Liderler, hayatı bir memuriyet olarak değil, misyon olarak görenlerdir. (18.4.99

Y.Şafak)

- Yöneticiler riski kontrol altına alırlar; Liderlerse riske atılırlar;

- Yöneticiler mevcut çarkın dışına istemezler; Liderler ise kalıpları kurar, yenilerini inşa

ederler.

- Liderler, takımın enerjisini doğru biçimde akıtan, önceliklere önem veren, kaynakları

doğru tahsis eden, örgütün nelerin altından kalkabileceğini hesaplayan kişilerdir.

Mustafa ÖZEL, YeniŞafak :15.4.99

İYİ İNSAN İYİ POLİTİKACIFriedrich Wilhelm FOERSTER, Çev: İsmail Husrev Tökin

Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. İstanbul – 1960

1-       Geniş çevrelerde dini ve ahlakî idealler yıkıldığı, yahut siyasî hayattan tasfiye olunduğu ve ferd kendi başına kalıp elle tutulabilen menfaatlerinin peşine düştüğü nispette devlete karşı olan her türlü sorumluluk duygusu da ortadan kalkmaktadır. (8)

2-       .......bütün........ kaideler, fert üzerindeki otoritesini kaybeder. Bunun neticesi olarak basit sosyal birleştirici vasıtaların yerine ferdin devlet ve toplum bütününe karşı takınacağı tavrı tayin edecek yeni müeyyidelere ihtiyaç hasıl olur. (8-9)

Page 421: Akademik kaynaklar dizini

3-       Modern insanın devlete v topluma karşı ve diğer fertlere karşı olan davranışının ......... içgüdüsü ile nizamlanacağı ...

4-       (Başarılı) bir Lider: temsil ettiği hareketi, umumun menfaatine göre idare etmiş, bütün siyasi hayatında örnek olacak bir şekilde kısmî menfaatlere hizmetten kaçınmış, bu suretle muhaliflerinin de dar sınıfı menfaatlerine esir olmalarını önlemiş ve menfaatler arasında bir uzlaşma sağlamaya çalışmıştır. (14)

5-       Yurttaşlık : başka türlü düşünenler, başka türlü olmasını isteyenlerle beraber yaşamak, onların da hak ve menfaatlerini tanımak, onlarla müşterek bir hayat nizaımı kurmaktır. (14-15)

6-       Menfaat grupları arasında bir hoş görürlük ve vatandaşlar arasında karşılıklı müsamaha zihniyetinin kurulması, bütün sosyal hayatımız için ne kadar hayırlı olur. (15)

7-       ...... Karşılıklı bir baskı ruhu uyandırması ...... (ideolojik kutuplaşmalar ...)

8-       Siyasi hayatta başka düşüncede olanlarında bulunduğu ve bunların top yekûn imha edilmeyeceği önceden bilinmelidir. (18)

9-       Kismî menfaatlere giden yolu; umumî menfaatlerden geçirtmek ....

10-   Mübalağa ve tahrik siyaseti güdenler, kendi eserlerine dahi yıkıcı tohumları atmış olurlar. Çünkü aksaklıkların mübalağalandırılması, umumileştirilmesi gibi davranışlar, halk grupları arasında müşterek çalışma bağlarını koparmak, onları içtimai düzen aleyhine kışkırtmakla kalmaz; aynı zamanda alışkanlıkların giderilmesi yolunda bütün hayırlı gayretleri de felce uğratır. (29-30)

11-   Kalemini önce vicdanına, sonra mürekkebe batır. (37)

12-   1905 Rus-Japon savaşında yaralanan bir Rus subayının kendisine bakan bir Japon sağlık eri ile olan konuşması dikkate layıktır. Subayın: “Tanrıya inanır mısın ? “ sorusuna Japon : “ evet “ cevabını veriyor. Rus subayı bunun üzerine: “ bana yaptığın muameleden bunu anladım” diyor. Hakikaten muhalifimize karşı olan tutum tarzımız din’in yüksek değerlerine bağlı olup olmadığımızı gösterir. (37-38)

13-   İçimizdeki aşağılık veya yüksek ruh kuvvetleri, ancak amellerimizle gelişir ve yaşar (37)

14-   İnsanlar, terbiye vazifelerinde, ruhları dışarıdan tehdit etmedikleri, baskı altına almadıkları takdirde muvaffak olurlar. Başarının şartı, ruhları içten kavramak ve içten harekete getirmektir. (40)

Page 422: Akademik kaynaklar dizini

15-   Ferdi ve kolektif hayatta insandaki kişilik duygusunu korumanın ve okşamanın lüzum ve önemini hiç bir surette ihmal emememeliyiz.(42)

16-   Bütün kuvvetlerin en büyüğü olan ruhi kudreti plansız ve gelişi güzel kullanmaktayız. Bu muazzam kudreti de disiplin altına almanın usullerini geliştirmek, mükemmelleştirmek lazımıdır. (43)

17-   Çağın vazifesi: “ zaruri bir disiplinin ferde saygı gösterme zarureti ile birleştirilmesi, yahut zaruri olan otoritenin, bundan az zorunlu olmayan hürriyete telif edilmesidir.” (45)

18-   İsyan, bizzat disiplinin kendisine karşı değildir. Tersine olarak, bu güne kadar var olagelmiş bir düzenin belirli bir metoduna yani polis zihniyeti ile yapılan baskı disiplinine karşıdır. İnsanlar aslında severek itaat etmek isterler kışla disiplini istemiyorlar. (45-46)

19-   Emir ve kumanda mevkii öyle bir zamandır ki, bunun üzerinden ahlâken bozulmaksızın ancak belirli bir iş terbiyesine sahip olanlar yaşayabilir. (46)

20-   ..... anadan doğma dirayete, yahut şahsi tecrübelerimizden edindiğimiz bilgilere terk edilmiş bulunuyoruz. (46)

21-   Emir vermede-sesteki enerjik tonun rolü...

22-   Disiplin fikri ile ferdin hürriyeti meselesi birbiri ile nasıl uzlaştırılmalıdır? (48)... Sayısız derecede çok olan kuvvetlerin düzenlenmesi karışık bir hal aldıkça ve bundan dolayı da umumi huzursuzluk ve dağılış tehlikesi büyüdükçe kuvvetli ve müessir bir disiplin ve birlik prensibinin yürütülmesinde zaruret vardır. (.....) Modern çağlardaki anarşinin sebeplerini bu güne kadar tatbik edilmiş olan otoriter usuller hazırlamıştır. Otorite, bir çok insanları bugün ferdin kişiliğine saygısızca tecavüz ettiği için iğrendirmektedir. (49)

23-   Dini geleneklerden kurtulmuş olan insan içinde yaşadığı maddi dünya gerçeklerine keşif ve şiddetli bir alâka duyar. ... (61)

24-   İnsanlığın yeni tecrübeleri göstermiştir ki; ruhi ve siyasi karışıklıklar, insanın ve fert vicdanının düşüncesizce içtimai ihtiraslara esir edildiği yerlerdeki kadar hiç bir yerde büyük olmamıştır. Ahlâk düzeninden başka hiç bir gerçek düzen yoktur. Zira, yalnız bu düzen, karşılıklı münasebetlerin ve menfaatlerin sonsuz çokluğu ve herkesin kendi başına efendi olmak ihtirası karşısında tek kurtarıcı prensiptir. Nalıncı keseri gibi yalnız kendi tarafına yontmak zihniyetine ancak ahlâk prensibi karşı koyabilir. Bu prensip, milletlerin hayatında olduğu gibi iktisatta da , ailede de caridir.(67)

Page 423: Akademik kaynaklar dizini

25-   Ahlâken yanlış olan bir iş, siyasi (.....) bakımdan da doğru olamaz. (Gladston-İng. Devlet adamı) (Ahlâki garanti ve itimat = Kredi) (69)

26-   Dışarıdan getirilen müesseseler ile yerli geleneklerin imtizaç ettirilerek, kendi şartlarına uygun müesseseler oluşturulmalı ... (80)

27-   Bir kısım çoğunluk diğer çoğunluğa karşı yetki hududunun içgüdüsünü kaybettiği zaman sahneye beklenilmeyen bir anda daima bir diktatör çıkar ve kendisini münakaşa edilemez gerçeklerin korkunç koruyucusu ilan eder. (Nietzsche) (84)

İYİ İNSAN İYİ VATANDAŞF.W. Foerster, Çev: Müşerref HEKİMOĞLU

Doğan Kardeş Yayınları – 4. Baskı. İstanbul / 1960

1-İnsan yapacağı işlerde karşılaştığı engelleri de sevmelidir. (.....) Çünkü, engeller ve başarısızlıklar bizi daha realist (gerçekçi) olmaya zorlar (11)

2-Büyük işlere küçük şeylerle başlanır. (14)

3-  .... böyle olunca şahsiyet, hiçbir zaman uyanık ve toplu bir enerji ile hayata hükmedemez (17)

4-Kendi kendine küçük vazifeler vermeli.... (17)

5- Hiçbir şey, kendini idare etmesini bilmeyen bir insan ruhu kadar karanlık değildir. (19)

6-  .... kısa bir zaman sonra istek ve arzularına mağlup olur, böylece aktif bir iş görecekleri yerde, irade gücüyle hiç ilgisi olmayan pasif bir mağlubiyete uğrarlar. (25)

7- Biz bu dünyaya anlaşılmak için değil anlamak için geldik. Anlaşılmamanın üzüntüsünü duyacağımız yerde, bütün ruhumuzda başkalarını anlamaya çalışsak hayat daha güzelleşir. (34)

8- Bu dünyada çıkarlarında, düşüncelerinde çarpışması bitmez (47)

9-  Eksik olan, gerçeğin (kültürümüzün) kurtarıcı, yapıca kudretine karşı duyulan büyük inançtır. (49)

10- .... güçlüklerin berabere yenebilmek için birbirlerine güvenemezler. (52)

11- İnsan mantık dediği şeyi bütün hayvanlardan daha çok hayvan olmak için kullanıyor. (64)

12- Emir verme pedagojisi...

Page 424: Akademik kaynaklar dizini

MORAL (1938-1958)Faik GÜRKMEN, Şahin-Medeniyet Matbaaları – Ankara, I. Cilt

1-       Varlığı, yokluğundan daha muzır... (3)

2-       Cemiyet içinde yaşamak fıtratıyla doğmuş olan insanın hareketlerini tayinle icap eten muhtelif amiller vardır. (38)

3-       Meyelanların tatmini, menfaatlerin tahakkuku için yapılacak hareketlerin nizama bağlı olması zaruridir. (38)

4-       Bir kaç ihtisas kazandırmak ... (42)

5-       Ehliyet + hüsnüniyet (görevde) (45)

6-       Kendi disiplinleri içinde çalışan kurullar (45)

7-       Vasıfları muhafaza etmek (46)

8-       Türk Ordusu manevi kuvvetini bilhassa İslâm dininden almıştır. (48)

9-       Ordumuz hep gazi veya şehit olmak imanın coşkunluğu ile zafere ulaşmıştır.(48)

10-   Ölüm korkusunu yok eden bu iman... (48)

11-   Herhangi bir işe teşebbüs eden kimsenin muvaffak olma şansı, en az % 50 sayılabilir. (54)

12-   Her resmi hizmet, şuurlu, müspet ve faydalı hedefler istikametinde yapıldığı takdirde makbuldür. (55)

13-   İnsan biyolojik ve ruhi tabiat itibarı ile günlük hayatında zevklere, ihtiraslara ve beşeri günahlara temayül göstermekte ve her alanda tatminler aramaktadır. Lâkin cemiyetin terbiye ve din müesseselerinden gelme çeşitli engeller ve yasaklar da karşılaşan aynı insanın ruhunda bu zevk prensibi arasında bir savaş olmakta ve bu surette çocukluktan erginliğe doğru tedrici bir olgunlukla ferdi ve maşeri vicdan teşekkül etmektedir. Her insan bunu sayesinde iyiyi yapma ve kötü şeylerden sakınma (konusunda bir karakter kazanmaktadır.) (57)

14-   Ahlâk terbiyesi, her şeyden önce, fertte karakter teşkilini gaye edinir. Karakter sahibi olmak demek, irade kuvvetini toplayabilmek demektir. Başka bir deyimle, insanın kendi varlığını bir bütün olarak yaşaması, hayatına mana veren bir gayeden haberdar olmasıdır. (60) (insan hem menfaat, hem dürüstlüğünü beraber yaşamalı....)

15-   İlim ve tekniğin bize kazandırdığı iktidarları en iyi şekilde yönetebilecek insani kıymetler: hakikate ve doğruluğa bağlılık tesanüt (teramüh?), sevgi ve fedakarlık, kendine hakim olma, teknik iktidar gibi faaliyetlerdir.(60)

Page 425: Akademik kaynaklar dizini

16-   Ahlâk meselelerine popülarize etmek... (66)

17-   Fiillerimiz iki kısımdır.

a-       Vazifeler

b-       Yasaklar

Birincisinin yapılması, diğerinin yapılmaması şarttır. Bunların intizamla cereyan ettiğini büyük kontrolörü amme vicdanıdır. Amme vicdanının muayyen bir şekil almasından ahlâk kaideleri ve konunlar peyda olur. (69)

18-   Ahlâkın kısımları: - Şahsi ahlâk, - Aile ahlâkı, - Milli ahlâk, - İnsani ahlâk, - (komşuluk, akrabalık, meslek, tanıklık, ticaret, iş, bilim ahlâkı ..... v.s) (İslâmi açıdan... ) (kitap konusu ...) (70)

19-   Şahsi ahlâkın zıttı ; riyakarlık, dalkavukluk, şirretlik, zulüm, iltimas,

Aile ahlâkının zıttı; namussuzluk (fuhuş, homoseksüalite, zina, v.s

Milli ahlâkın zıttı; hıyanettir

İnsani ahlâkın zıttı; ....................................... v.s (70)

20-   İnsan, kendinden üstün olan, kendisi hem zorlayan, hem çeken, hem disiplin altında tutan, hem de koruyan şanlı bir varlığa nefsini teslim etmek ve kendin bağlamak mecburiyetindedir. (76)

21-   İlim ve ahlâkın farkı: Her branşta, ilmin vazifesi, yalnız hakikati aramaktan ibarettir. Halbuki ahlak fazileti arar. İlimden maksat, sadece anlamaktır. Ahlâkın endişesi ise iyiliğe inanmak ve iyiliği yapmak ve yaptırmaktır. İlmin bir şeyi anlamak için kullandığı alet zekâdır. Ahlâkın ise inanmak için kullandığı alet vicdandır. (insanlarda bazı ölçüler vardır ki, her şeyi bunlarla tartar. İşte insanda bulunan manevi ölçüler, şu üç teraziden ibarettir:

1- Doğru – Yanlış ölçüsü……………..Hayatı ve kainatı ……….. İlim

2- Güzel – Çirkin ölçüsü………………sanat ….

3- İyi (hayır) – Kötü (Şer) ölçüsü…………..ahlâk …

Örnek ; bir ilim adamı, her şeyi sadece doğru-yanlış terazisi ile tartar. Mühendis, bir sinema binasının planını yapar. Onu sadece planın doğruluğu alakadar eder.

Aynı şeyi bir sanatkar güzellik-çirkinlik açısından kritize eder.

Aynı şeyin iyi mi , kötü mü, faydalı mı, zararlı mı olduğu yönleri ise ahlâk ile tartılır… (78)

22-   Bir fiilimizin fazilete uygun olup olmadığını anlamak için kendimize şu suali soralım: “Bütün insanlar benim gibi hareket

Page 426: Akademik kaynaklar dizini

ederse – dünya (toplum) – nizamı bozulur mu? ” Buna vicdanın evet diyeceği her fiil, fazilete uygun değildir.(187)

22/a- Ahlâki mukavemet…

Gölge etme başka ihsan istemem sözünü; Diyojen, kendine “dili benden ne dilersen” diyen büyük İskender’e verdiği cevaptır. (Diyojen – fakir – minnetsiz yaşayan o devirdeki antisten mezhebi şakirdidir….) (89)

23-   Ahlâkın istediği disiplinle itidâldir. Bedenimizin Laûbali hareketlerini ve birbirin tutmayan arzu ve heveslerini çelik bir pençe gibi itaati (kontrolü) altına alan şuurlu bir disiplin, hayatın tabii ve normal insafına set çekmemeli, onu tamamlamak ve yükseltmek için faydalı ve makul lezzetlerle yaşamak zevkiyle vicdani takviye için sistemli bir programla gençliği terbiye etmelidir ki buna moral eğitimi diyoruz.(102)

24-   Yasak şeklinde empoze etmemek ….105)

25-   Davranışların ahlâki kıymeti …..(115)

26-   Bir fiil, bir şahsi menfaate, bir ferdin veya zümrenin çıkarına müstenit ise, suiniyet karşısındayız demektir. (125)

27-   Ahlâk kaidelerinin fertler tarafından benimsenerek hayat ölçüsü halini alması …..(130)

28-   Bir hırsı, diğer bir hırs ile öldürmek …. (Kötü hırslardan kurtulmak için) (133)

29-   İradenin safhaları:

-İstemek(kendine şuurlu bir gaye seçmek)

-Ulaşmak için vasıta aramak.

-Karar vermek

-Tatbik ve icra etmek(184)

30-   İradenin kısımları

-müspet irade (yapmak) (vazifeleri yapma iradesi)

-menfi irade (yapmamak) (yasaklardan kaçınma iradesi)(187)

31-   S.224-245 fotokopi. (Güzel konuşma-propaganda)

32-   Askeri otorite…(s.263-288-fotokopi)

33-   Volontarizm (iradecilik) ve askerlik(289-305 fotokopi)

34-   Kuvvet, adalet ve hürriyet jandarması (320)

KİTLELER PSİKOLOJİSİGustave Le Bon, Çev: Selahattin DEMİRKAN

Page 427: Akademik kaynaklar dizini

Yağmur Yayınevi 3. Basılış İst.1976

1. Unutulmaz tarihi vak’alar, insanların iç dünyalarındaki görünmez değişikliklerin, görünen eserleridir. (22)

Bir toplumun psikolojik yapısının temelinde bulunan istikrarlı, köklü, sabit unsurların ağır basması (bu tür olayların olmasının sebebidir.)

2. Kitle kudretinin doğuşu, önce zihinlerde yavaş yavaş ekilen bazı fikirlerin yayılmasıyla, sonra da o zamana kadar nazariyatta kalmış bazı mefhumları fiiliyat sahasına çıkaran kimselerin tedricen birleşmesiyle hasıl olmuştur.(23)

3. Bilim bize, hiç olmazsa zekamızca anlaşılması mümkün münasebetleri öğretmeyi vaad etti. İlim bize hiçbir zaman ne sulh ne de saadet getireceğini vaad etmedi.(25)

4. Ahiret endişelerine kayıtsız...(25)

5. Mücerred nazariyelerden sadır olan kaideler, kitleleri idareye kifayet etmez. Onları ancak ruhlarına ilkah edilen tesirler cezbedebilir.(27)

6. Azasından her birinin ayrı ayrı şahsen uygun bulmayacağı hükümler veren jüriler, azasından her birinin ayrı ayrı red edeceği kanunları kabul eden millet meclisleri görülmüştür. (Bu, kitle psikolojisinin neticesidir.) (39)

7. Kitleler, zekaca münferit insanların aşağısındadırlar. Fakat, hisler ve bu hislerin davet ettiği filler bakımından kitleler hal ve şartlara göre ya daha iyi veya daha fena olurlar. Herşey onlara yapılan telkinlerin nev’i ve tarzına bağlıdır. (40)

8. Tarpeinne kayası (Roma’nın kurulduğu 7 tepeden biri olup, buradaki kayadan suçlular aşağı atılırdı.) (45)

9. Kitle hayallerle düşünür. (46)

10. Kitleyi teşkil eden fertlerin çokluğu ve bu çokluğun vücuda getirdiği geçici kudret nispetinde kuvvetli olan cezasız kalmak kanaati, tek başına fert için mümkün olmayan his ve filleri, kitle için mümkün kılar. Kitlelerde bulunan budala, cahil ve haris olan fertlerde, hiçliklerinin ve iktidarsızlıklarının yerine geçici fakat büyük bir yıkıcı kuvvete sahip oldukları kanaati hasıl olur. (55)

11. Nezaket rağbeti ...

12. Akıl ve muhakeme yolu ile değil de, telkin yoluyla vücuda gelen inançlarda durum hep aynıdır.(58)

13. Devlet Şurasında Napolyon şöyle diyordu: “Vendee harbini kendimi Katolik yaparak kazandım, kendimi Müslüman gösterdikten sonra Mısır’da yerleştim, kendimi Papa’nın nüfuzunu yaymaya

Page 428: Akademik kaynaklar dizini

taraftar gösterecektir ki, İtalya’da papazları elde ettim. Eğer Yahudi bir kavme hükmetseydim, Süleyman’ın mabedini yeniden inşa ederdim.” İhtimal ki, İskender ve Sezar’dan sonra kitleler muhayyilesinin nasıl tesir altında bırakılacağını hiçbir büyük adam bu derece iyi anlatmamıştır.(73)

14. İnsan, yalnız bir uluhiyete inandığından dolayı dindar değildir, ruhunun bütün kuvvetlerini, iradesinin bütün itaatlerini, taassubunun ateşlerini, bir davanın yahut his ve fiillerine rehber olmuş bir kimsenin hizmetine vakfettiği vakit, dindardır. (78)

15. ...dışa vurmuş ifadesi...

16. İnsan var olduğu günden beri şu iki şeyle uğraşmıştır; kendisine bir an’aneler zinciri yapmak ve bunların faydalı tesirleri aşınmaya uğradıktan sonra bu an’aneleri yıkmak...(87)

17. Kavimlerin kaderini hükümetler değil, kendi karakterleri tayin eder.(91)

18. Devlet, toplumu bir süre sürükleyebilir; ancak kısa bir zaman sonra, toplum devleti sürüklemeye başlar...(-)

19. Toplumlardaki her yeni dönüşüm kalıcı bir durum değil, yeni bir sürecin başlangıcıdır...

20. İngiltere’nin anayasası zamanın ihtiyaçlarının tesiriyle tedricen ve kısmen değiştirilmiştir. Ve hiçbir nazari muhakeme yoluyla değişiklik yapılmamıştır. Uygunluk (Symetrie) kaidelerini dikkate almamak, faydalılıkla fazla ilgilenmek, bir anomaliyi sırf anomali olduğu için kaldırıp atmamak, bazı rahatsızlıklar kendini hissettirmedikçe asla yenilik yapmamak ve o zaman dahi ancak rahatsızlıklardan kurtulmaya yetecek kadar yenilik yapmak, çaresine bakılacak hususun dışına çıkacak derecede geniş tekliflerde bulunmamak... Kral Jean devrinden Kraliçe Victoria devrine kadar 250 parlamento müzakeresine umumiyetle rehber olan kaideler işte bunlardır.(92)

21. Kavimler her zaman seciyeleriyle idare olunurlar. Bu seciyeler üzerine tamamıyla uymayan bütün müesseseler ödünç bir elbise altında geçici bir kıyafet değiştirmektir.(93)

22. (...) Bizzat müesseseler hiçbir fazilete malik değildir. (93) (?)

23. Pratikte hiçbir işe yaramayan bilgiler kazanmak, insanı asi yapan en emin vasıtadır.(97)

24. Hayatta başarılı olmanın ana şartları muhakeme, tecrübe, teşebbüs ve seciyedir.(98)

25. Fikirler ancak tabii ve alışılmış çevrelerinde teşekkül eder. Fikir tohumlarının serpilmesini temin eden şey, genç adamın her gün

Page 429: Akademik kaynaklar dizini

atölyede, madende, mahkemede, avukat yazıhanesinde, gemi tezgahı üzerinde; hastanede ve aletlerin, işçilerin çalışmanın iyi veya fena yapılmış, karlı veya zararlı işlerin manzarası karşısında, aldığı sayısız intibalardır. Ve işte, gözlerin, kulağın, ellerin ve hatta burnun aldığı küçük idraklerdir ki, irade dışında, kendiliğinden birikerek, er veya geç ona yeni bir şey hazırlama, sadeleştirme, ekonomi, ıslah veya icat gibi kabiliyetleri hazırlar. (98)

26. Bir memleketin gençliğine verilen eğitim tarzı, o memleketin kaderini önceden görmeye yardım eder. (102)

27. Kitlelerin ruhu kısmen eğitim ile iyileşir veya bozulur. (102)

28. Gerçekten, Fransızca bir tabiri, Latince, yunanca yahut Sanskritçe bir tabir yerine koyduğumuz, yahut kendi dilimizde birkaç asır önce yazılmış bir kitabı anlamak istediğimiz vakit ne yaparız? Yeni hayatın zihnimizde yaratmış olduğu hayalleri, fikirleri; bizim yaşayış şartlarımıza benzemeyen başka bir yaşamaya tabi ırkların ruhunda bizimkilerden tamamıyla ayrı olarak yerleşmiş bulunan mefhumların, fikirlerin yerine koyarız. Yunanlıları, Romalıları kopya ettiklerini sanırken eski kelimelere hiçbir zaman taşımadıkları manalar vermekten başka bir şey yapmıyorlardı.(106)

29. Şu halde kelimelerin çağdan çağa, milletten millete değişen mütehavvil ve geçici manaları vardır.(108)

30. Cemiyetin muhtelif tabakaları görünürde aynı kelimeleri kullanırlar, fakat konuştukları lisan aynı değildir.(109)

31. Canlı varlıklardan bir kaçı bir araya gelir gelmez, bunlar hayvan ister insan kalabalığı olsun, insiyaki olarak bir reisin, yani bir önderin hükmü altına girerler.(118)

32. İmanın şiddeti, sözlerine büyük bir telkin kuvveti verir. Halk, kuvvetli iradeye sahip olan adamı daima dinler. Kitle halinde bulunan fertler, bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradeye sahip olan kimseye insiyaki olarak dönerler.(118)

33. İman, daima insanın eli altında bulunan kuvvetlerin en büyüklerinden biri olmuştur.(Büyük önderlerin rolü, kuvvetli iman oluşturmaktır.(119)

34. En yükseğinden en aşağısına kadar her içtimai çevrede insan artık cemiyet içine girdiği andan itibaren derhal bir önderlik kanununun altına girer.(120)

35. Herhangi bir sebeple önder ortadan kalkar ve yerine hemen bir başkası geçmezse kitle dağınık ve mukavemetsiz bir kalabalık haline düşer.(120)

Page 430: Akademik kaynaklar dizini

36. Nüfuz : kazanılan nüfuz/ şahsi nüfuz, Kazanılan nüfuz, ismin, rütbenin, unvanın, şöhretin verdiği nüfuzdur. Bu nevi nüfuz şahsi nüfuza bağlı değildir. Bazı unvanlar, mevki, servet (v.s.) şahsi değeri ne kadar ifade ederse etsin, insanı bir nüfuz halesiyle sarar. (Üniformasını giymiş bir asker, cübbesini giymiş hakim...v.s.)(129)

37. Fikirlerin, edebi ve güzel sanatlara dair eserlerin nüfuzları...(130)

38. **Yeni bir umumi inanç kabul edilinceye kadar bir kavim medeniyetinin unsurlarını değişikliğe uğratır ve o zaman kadar zaruri olarak anarşi içinde yaşar. Umumi inançlar(dominant kültür), medeniyetlerin en lüzumlu dayanaklarıdır; onlar fikirlere bir yön verirler. Ancak bu inançlar imanı ilham eder ve yeni vazifeler yakalar yaratırlar. (141)

39. Kudretini göstermiş olduğumuz sabit fikirlerin üzerinde daima doğan, ölen bir fikirler, düşünceler tabakası bulunacaktır. (Çok kısa ömürlü fikirler, bir neslin ömrünü geçmeyecek fikirler v.s......)(144)

40. Kitleler bir tahrik devri geçirdikten sonra, telkinlerle idare olunan basit, şuursuz otomatlar haline düştüklerinden...(157)

41. Kitleler: Telkine elverişlilik – çabuk inanırlık- hareketlilik- iyi veya kötü hislerde mübalağa ve ifrat, bazı ahlaki hallerin belirmesi... (gibi özelliklere sahiptir.)(159)

42. Cinayet işleyen kitleler, kendilerini cani olarak değil, hakimlik ve cellatlık vazifesi gören insanlar olduklarına inanırlar...(159)

43. Kitlelerin bazısı ikna edilebilir, lakin kastlar asla...(170)

44. Kitlelerin kendilerine kabul ettirilmiş fikirleri vardır, muhakeme mahsulü fikirleri hiç yoktur.(176)

45. Bizde “öğrenci”nin karşılığı olarak Fransızca’da “Etudiant” kelimesi kullanılır. Fransızcadaki manası : tetkik eden – araştırandır.(176-dipnot)

46. Dar kafalılık ile birlikte kuvvetli bir kanaatin nüfuzla sarılmış bir adama verdiği kudreti düşünmek insanı dehşete düşürür.(188)

47. meclisler, çalışmalarında görülen bütün zorluklara rağmen, kavimlerin kendi kendilerini idare etmek ve hususiyle şahsi istibdatların boyunduruğundan mümkün olduğu nispette kurtulmak için bulmuş oldukları usullerin bugün dahi en iyisidir. (.......) Şu kadar ki, bu meclislerde iki büyük tehlike vardır: hazinenin zaruri olarak israfı, şahsi hürriyetlerin tedricen kısılması...(193)

Page 431: Akademik kaynaklar dizini

48. Dünyanın en mükemmel parlamentosu sayılan ve milletvekillerinin seçmenlerine karşı serbestliğini muhafaza eden İngiltere de bile, şahsi hürriyetlerin tedricen kısılması tehlikesinden tamamıyla uzaklaştırılmamıştır. (Herbert Spencer, zahiri bir hürriyetin genişlemesini, gerçek hürriyetin kısılması devrinin takip edeceğini bir tetkikinde göstermiştir.(195)

49. Günlük hayatın ehemmiyetsiz küçük hareketlerini Bizans’a has resmiyetlerle saran kanunların, nizamların çıkarılması... (ahalinin içinde serbestçe hareket ettiği çevreyi daraltır.) Kanunların çoğaltılmasıyla hürriyet ve müsavatın (düzenin) daha iyi korunacağı hakkındaki hatalı vehimlerin kurbanı olan kavimler(...) her gün daha ağır, daha tahammül edilmez boyunduruklara kendilerini teslim etmektedirler.(196)

50. Bazı milletlerin herhangi bir rejimde zahiren malik göründükleri bütün hürriyetlerin kısılması, bu rejim kadar onların da ihtiyarlamış olmasının bir sonucu olarak görülmektedir. Hürriyetlerin bu kısıntısı, şimdiye kadar hiçbir medeniyetin kurtulamamış olduğu çökme devresinin ilk alametlerinden biridir.(196-197)

51. Çevrenin aynı oluşu, birbiriyle münasebetlerin tekrarı ve devamı, müşterek bir hayat sürme zorunluluğu zaman içinde yavaş yavaş tesirini gösterir. Birbirine benzemeyen ünitelerin bir araya yığılması ve birbirinin içinde erimesiyle bir ırk (birlik ve beraberlik) teşekküle başlar, yani müşterek hisler ve tecrübeye sahip ve sonra irsiyetin tesiriyle meydana gelecek topluluk ortaya çıkar. O zaman kitleler bir kavim(.....) olmuştur ve bu kitle barbarlıktan(.....) çıkacaktır.(197-uyarlanacak)

52. (kitlelerin birliğinde) idealin tabiatı ehemmiyetli değildir. Bu ideal ister Roma mezhebi, ister Atina dini, ister başka şey; teşekkül yolunda bulunan ırken(....) bütün dertlerini tam bir hisle, bir düşünce ile birlik halinde tutacaktır.(198)

53. Bir ideali takip ederek barbarlıktan medeniyete geçmek, sonra bu ideal kuvvetini kaybedince çözülmek ve ölmek, işte bir kavmin hayat çemberi bunda ibarettir.(199)

KESİN İNANÇLILAR(Kitle Hareketlerinin Anatomisi)ERİC HOFFER, Çev.: ERKIL GÜNUR, Tur Yayınları 3. Baskı İst.-1980

1. (Eric HOFFER) okuduğu eserlerin sentezini yaparak kendi düşüncelerini oluşturuyor, kitaplardan çıkardığı notları evinde biriktiriyor ve iş esnasında aklına gelen düşüncelerini küçük kağıtlara not ediyordu. (13)

2. Bir dinin muhafazakarlaşması can suyunun pıhtılaşması gibidir.(23-24)

Page 432: Akademik kaynaklar dizini

3. Amacını nasıl bir kutsal amaç haline getirecek. (24)

4. *Bir ülkeye veya dünyaya yeni düzen vermek isteyenler, bunu hoşnutsuzluğu körüklemek veya hedef tutulan değişikliğin doğru ve yararlı olduğunu göstermek veya halkı yeni bir hayata zorlamak suretiyle başaramazlar. Bunu başarmak için, geleceğe ait büyük ümitlerin nasıl alevlendirileceğini ve alevin nasıl körükleneceğini bilmeleri gerekir. (29)

- Manevi bir esastan doğmayan

5. Hitler’e göre, “bir hareket ne kadar çok makamlar kurar ve mevki dağıtırsa o kadar daha düşük kalitede kimseleri kendine çeker ve sonunda bu siyasi askıntılar başarılı bir partiyi öylesine sorarlar ki başlangıçtaki hareket artık ilk idealistler tarafından tanınmayacak hale gelir... (33)

6. Bir sosyal devrim, dini veya milliyetçi bir hareketi körüklemek suretiyle durdurulabilir. (39)

7. Kitle halindeki göç (hicret), bir hareketin birliğini ve maneviyatını kuvvetlendirir. (41)

8. Eğer iyi bir hayat yaşıyorsak, bu bizi önemli değişiklik imkanlarını görmeyecek şekilde körleştirir. (96)

9. Taraftarları(....) ile dünya gerçekleri arasına gerçekleri örten bir perde koymaya uğraşırlar. Bunu, mutlak ve son gerçeğin kendi doktrinleri içinde bulunduğunu ve bunun dışında başka bir gerçek ve kesinlik bulunmadığını teskin etmek suretiyle yaparlar. (102)

10. Körü körüne inanç diye bildiğimiz şey, pek çok sayıda inançsızlıkla ayakta tutulur. (102)

11. Bir kitle hareketi kendi doktrinini mantıklı kılmaya ve akla hitap eder duruma getirmeye başladığı vakit bu onun dinamik aşamasının bitmiş olduğunun bir işaretidir; bu durumda onun başlıca amacı bir denge kurmaktır. Çünkü, bir rejimin dengesi için aydın kişilerin taraftarlığı gereklidir ve kitlelerin fedakarlığını teşvik yerine aydınları kazanmak gayesiyledir ki bir doktrin akla hitap eder duruma getirilir. (104)

12. Bir insan hiçbir zaman nereye gittiğini bilmediği zaman ki kadar uzun yol gidemez.(Oliver ROMWELL) (175)

13. *(.....özlemlerini yasal kısıtlamalarla değil de (dış disiplinlerle), toplumun, fertlerin “bünyesel direnciyle” (iç disiplini ile) reddetmesini arzuluyor.” Mehmet ALTAN- Prizma-Sabah gazetesi/19.8.90

NOT DEFTERİProf. Dr. Alexı’s CARREL, Çev.: Ord. Prof. Sadi IRMAK,

Baha Matbaası İst.1975

Page 433: Akademik kaynaklar dizini

-       Öğretmen, kafayı beylik anlamlarla dolduran ( ) rolünde olmamalı, öğrencilerine kişisel nitelikler kazandırmayı özendiren bir insan olmalı…(9)

2-       Hayatın gerçek değeri ve anlamı nedir?(11)

3-       İnsan kendi görevini kendisi seçmelidir. Ruhça yetenekli olduğu şeyi yapmalı ve başka her şeyi bir yana bırakmalıdır. (15)

4-       Hiçbir şeye cüret etmeyen hiçbir şey kazanamaz. (16)

5-       Cansız alemde madde fikre tabi olur. Bir heykel onu yapan heykeltıraşın fikrini (ilmini, sanatını, hizmetini, iradesini) temsil eder. (22)

6-       Gerçek bilginler, daima deruni bir hayat sürerler. (27)

7-       Düşünmeye elverişli sükunu temin…(ortamı sağlama)

8-       Kültür (kalkınma) fertlerin vasfına tabidir. (299

9-       Bir kültürün seviyesi, milleti teşkil eden fertlerin çoğunluğuna bağlıdır. (30)

10-      Kültürümüzü yükseltecek, mütekâmil ve kuvvetli insanlar yetiştirmek çaresini bulmalıyız.(37)

11-      Alimler, sanatkârlar, Liderler, kahramanlar müşterek bir karaktere sahiptir: Büyük bir enerji, taşkın bir yaşama kudreti, kuvvetli bir teksif (yoğunlaşma) kabiliyeti…

12-      Bugün ki bunalım bir siyaset bunalımı değil (kültür) medeniyet bunalımıdır.(48)

13-      Vazifeleri umumi efkara ve hükümetler rehber olacak mahdut bilginlerden mürekkep bir akademi kurmak…(47)

14-      Kütlelerin ahlâki inkişafı nasıl sağlanmalı (47)

15-      Asıl mühim mesele ferdin gelişmesidir.(48)

16-      İnsanın gelişme imkanlarını mahfuz tutacak prensipler nelerdir?(48) (bu prensiplerin takipçisi…)

17-      Terbiyesi (teknik-ahlâki) bir hedefe doğru götürmek,…. Bu hedef ferdin ve toplumun saadet ve nizamına uygun olmalı… (-)

18-      Kişiliğin teşekkülünde rol alan faktörler…

19-      Bugün biliyoruz ki, bu cemiyet ne ferde, ne de topluma elverişli değildir.(56)

20-      Büyük aydınlara ihtiyacımız vardır. Fakat asıl muhtaç olduğumuz şey “insan” dır. (60)

21-      Kuvvet, ancak bir fikrin hizmetinde olduğu zaman sürekli neticeler doğurur. (62)

Page 434: Akademik kaynaklar dizini

22-      Halkla lider arasında derin bir anlaşma olmadıkça iktisadi bir gelişme olamaz. (62)

23-      Bir kültürün büyüklüğü ruhu tatmin kuvvetindedir.(63)

24-      İlim dünyaya yeni bir çehre vermiştir. Yeni dünyanın çehresini değiştirmiş olan fizik ve astronomi ilimleri insan zekası için şerefli birer abidedir. Ama, ilmin asıl görevi bu değildir. Çünkü, o en büyük muvaffakiyetini cansız alemde göstermiştir. İlmin gayesi insanı anlamak olmalıdır. (41)

25-      İlim, ancak büyük ruhlar tarafından kumanda edildiği zaman faydalıdır. (421)

26-      Bu doktrin (eğitim felsefesi), medeniyetimizi iyileştirecek prensiplerin toplamını kaplamalıdır. Bu prensiplerin temeli insan bilgisi olmalıdır. (45)

27-      Şimdi asıl mesele, medeni insani hürriyete erişmek, ona içtimai adalet, fikri ve ahlâki sıhhat, iktisadi güven sağlama, herkese insani kalitelerini tam olarak geliştirme imkânları sağlamaktır…(46)

28-      (Günah), ferdin bedeni ve ruhi durumunun toplum ve milliyet bakımından olan vazifelerini ifâdan alıkoymasıdır. (64)

29-      Ferdi, toplum içinde müspet sıfatlarla yer almasına ve yüksek seviyeli toplumu tamamlamasına sabotaj yapan menfi sıfatlardan kurtarmak.

30-      Ruhen yükselmek için uygun bir çevre lazımdır. (67)

31-      Bir toplumun şekli, bir duvarın taş ve çimentoya tabi olması gibi, onu terkip eden fertlere, tabidir.(68)

32-      İnsanları aynı hedefe müteveccih müşterek bir iş etrafında birleştirecek bir yol bulunmalıdır. Türkiye’yi tehdit eden tehlike, avarelik, pasiflik, nizamsızlık ve bencilliktir…(69’dan uyarlama)

33-      İnsanları sürükleyecek kuvvet…(34)

34-      Hakikati anlamak için, onu tahlil etmeye mecburuz. (71)

İNSANLAR UYANINProf. Dr. Alexis CARREL, 3.Baskı; Arif Bolat Kitabevi, İst. /1969

-       İlmi mevhumların aydınlığı karşısında dinin (Hıristiyanlığı kastediyor.) akli olmayan ışığı müphem kaldı.

2-       İlim beşeri meselelerde, yani ferdi ve içtimai davranış sahasında yenildi. (17)

3-       Samimi olmak şartı ile, dini inanç bugün (batıda) müzedeki nadir eşyalar gibi bir hürmet telkin etmektedir. (10)

4-       Az müşahede ve çok muhakeme insanı hayata, çok müşahede ve az muhakeme de hakikate götürür.(11)

Page 435: Akademik kaynaklar dizini

5-       Bir şey mantıken doğru olduğu halde hakikatte yanlış olabilir. (12)

6-       (Bir toplumda); acizlerin, parazitlerin yükünü normal insanlar taşıyor.; çoğunluk, azınlığın çalışması sayesinde besleniyor. (16)

7-       Newyork’tan 10 adam çıkarılsa, hayat felce uğrar. ..

8-       ……..Milletlerinin başına gelen olağanüstü felaketlerin sebebini tayin ederken nesillerinin bozulmasından daha iyi bir izah tarzı bulunabilir mi?(17)

9-       İnsan ancak düştüğünü idrak ederse, kalkmak zaruretini duyar. (17)

10-   Velhasıl çok defa ; feragat, ilim, merhamet ve saffet perdesi kaldırılınca karşımıza menfaatin kaba ve haşin çehresi çıkıyor.(21)

11-   Hayat disiplinsiz ve gayesiz olunca tabiatıyla eğlence denen bataklığa dökülür. (22)

12-   Fert, gelişmesinin zirvesine ulaşmak için muhit ile daima mücadele etmeye mecburdur. Hayat şartlarının sertliği, insan şahsiyetinin gelişmesi için zaruri bir faaliyettir. (31)

13-   İnsanın tecrübe ve müşahede ile öğrenebildiğimiz asli temayüllerini idare eden kanunlar nelerdir? (40)

14-   16. asırda yaşayan atalarımız, düşünmeden Tanrı sevgisi yerine menfaat sevgisini ikame ettikleri zaman bunun hasıl edeceği neticeleri asla tahmin etmemişlerdir. (45)

15-   insanların çoğu, kendileri hakkında pek az bilgiye sahiptirler. (47)

16-   Deruni (iç) bir disiplin olmazsa, hayatta muvaffakiyet imkansızdır. (48)

17-   Alim olmak için sert bir disipline katlanmak lazımdır. (48)

18-   Hayatta muvaffakiyet, feragatte kaimdir. (48)

19-   Nefse hakimiyet bir zarurettir. (50)

20-   İyi usullerle arzu ettiğimiz gibi bir insan yetiştirebiliriz.(50)

21-   Hayatın korunması kanunu, Neslin idaresi kanunu – Ruhun tekâmülü kanunu…(55)

22-   İnsanlar, yeryüzünde kendileri hariç, her şeye hakim olabilirler. (69)

23-   İnsan tam bir zeka inkişafına, ancak kendi iradesi sayesinde kavuşur. (74)

24-   Deruni hayatımızı bir ideale göre tanzim etmek…(75)

Page 436: Akademik kaynaklar dizini

25-   Zekâ, öğretime tabi tutulmadan ve irade gayret göstermeden tekâmülün zirvesine ulaşamaz.(76)

26-   Fedakarlık olmazsa, ruh yükselemez. (79)

27-   Okullarda ne nefse hakim olma, ne intizam ne de cesaret (….dürüstlük) öğretilir. (83)

28-   Ruhun yükselmesi kanununa itaatsizlik karşısında hayat otomatik olarak seviyece alçalarak, bozularak cevap vermiştir. (83)

29-   Fertlerin davranışları cemiyet hayatında iyi veya kötü neticelerle tezahür eder. (87)

30-   Düşüncelerimiz, hareketlerimiz vr sosyal müesseselerimiz hayatın tekamülüne ya yardım edrler yahut ona mani olurlar. (88)

31-   Cemiyet fertlerini tifo ve kolera basiline karşı nasıl koruyorsa aynı şekilde onları iftiracılara, insanların ahlakını bozan kimselere, alkol düşkünlerine ve aklî muvazenesi bozuk olanlara karşı da koruması lazımdır.(91)

32-   Bir kimsenin kötü huylara kapılarak ahlâken düşmesi, mensup olduğu bütün zümreye zarar verir. (989

33-   Her gün tekrar edilen tecrübeler sayesinde hayatımızı intizama sokmayı, kendimize tespit ettiğimiz disipline boyun eğmeyi ve kendi nefsimize hakim olmayı yavaş yavaş öğrenmeliyiz. İnsan, küçük fakat sık sık sarf edilen gayretler sayesinde heyecanları, asap bozukluğunu, çekingenliğini, kibri, tembelliği, iştiharları, yorgunluğu ve ıstırabı yenmesini öğrenmelidir. (109)

34-   Bedenen ve zihnen yapmaya muktedir olduğumuz işte ihtisas kazanmak ve onu mümkün olduğu kadar iyi yapmak…(110)

35-   Hayvan ve insan tarihi bize zayıfların hiçbir hakka, hatta atalarının yaşadıkları topraklar üzerinde yaşamak hakkına bile sahip olmadıklarını gösteriyor. (110)

36-   Neslin yeni bir enerji kazanması…

37-   Bilhassa cüret gösteren, mutlaka muvaffak olmak için lazım gelirse güçlüklerle dolu tehlikeli bir hayatı dahi göze alanları mükafatlandırır. Tehlikeyi göze almayan hayatını kaybederi. (111)

38-   Aydınların seviyece pek yüksek olmamaları, halk kütlelerinin adaleti ve budalalığı, insanların birbirlerinden nefret etmesi her türlü kolektif gayreti imkansız bir hale getirmektedir. (120) (Çünkü, kolektif gayretin unsurları; yeterli teknik ve ahlaki şahsiyetin temin edeceği güvendir.)

39-   Her şeyden evvel manevi gelişmemize karşı koyan manileri ortadan kaldırmak lazımdır. (122)

Page 437: Akademik kaynaklar dizini

40-   Yokuş yukarı tırmanabilmek için evvela ruhun hamlesine mani olan alışkanlıkları ve kötü huyları terk etmek lazımdır. (124)

41-   Şahsiyetin özünü teşkil eden zihni ve hususi faaliyetlerini geliştirmek, onları bir disipline tabi tutmak, insanın kendi elindedir. İşte, manevi mukadderatımız kendi nefsimizi idare hususunda göstereceğimiz basirete tabidir. (125)

42-   Herkes bilir ki, tembellik, ayyaşlık, hiddet, egoizm her nevi birleşmenin devam etmesine mani olur. (119)

43-   Daha iyi bir cemiyeti yeni ideolojilerle kuramayız. Siyasi müesseselerimizde inkılaplar yaparak da böyle bir cemiyet kurulamaz. Bu ancak kendi içimizde bir inkılap yaparak mümkündür. (121)

44-   Her insan, ruhu ile temasa geçebilir.(125)

45-   Gerçi ruhumuzun derinliklerine inen yolu keşfetmek zordur. Fakat bu yolu bir defa öğrenen insan, artık her istediği zaman cisimlerin hayallerinden ve kelime şıkırtılarından ibaret olan dış âlemin ötesine uzanan o sakin ülkeye girebilir. (125)

46-   Ahlâk duygusu, görme ve işitme duygusu kadar lüzumludur. (125)

47-   Ruhun azami derecede gelişmesi ancak nefse azami derecede hakimiyet ile mümkündür. (126)

48-   Ruhlarının yükselmesini isteyenler için istisnasız bütün ifratlar yasaktır. İnsan kendi kendine bir disiplin tatbik ettiği zaman daima mükafatını görür. Bu mükafat da kuvvettir. (126)

49-   Hakikat ve doğruluk sevgisini kazanmak zaruridir. (126)

50-   Gerek kolektif gerekse ferdi hayatımızın tehlikelerinden bizi ancak hakikat kurtarabilir. (126)

51-   Ruhun özünü teşkil eden bu elemanlar ne kadar zengin olursa ferdin ve milletin manevi kudreti de o kadar büyük olur. (129)

52-   İnsan unsurunun ıslahı, Türk Medeniyetinin yükselmesi için zaruri bir unsurdur.

53-   Bir milletin yükselmesini hazırlamak için yüksek kabiliyetli vatandaşların sayısını artırmaktan daha iyi bir çare yoktur. (132)

54-   Okulu insanın ruhuna hüzün veren ve onu hiçliğe ve yoluğa mahkum eden bir sertifika ve diploma fabrikası halinden kurtarıp onu ahlâki ve teknik şahsiyet eden bir ocak haline getirmek. (132)

55-   Eğitim, insana kendi kendisinin maddi ve ruhi problemlerini çözebilme yeterliliğini kazandırmalıdır.

Page 438: Akademik kaynaklar dizini

56-   Fertleri, milli hedeflere hizmet yolunda sevk edecek ruhi tekamül faktörleri nelerdir?

57-   Dini ahlak yerine kaim olan zevk ahlakı bizi tamamen ahlâktan düşürdü. (140)

58-   Bir fikir ancak mantıki elemanların yanında hissi(ve ruhi) elemanlar ihtira ettiği taktirde insanların davranışlarını değiştirebilir. (143) (bir eğitim felsefesi mantıklı elemanları, insan problemleri çözülebilir.)

59-   Kendisine, ailesine ve milletine yararlı insan modelin inşası…

60-   Her türlü sosyal (ekonomik) müesseseyi (ahlâklı insan) temeli üzerine bina etmek…

61-   Hayatı rasyonelleştirmek için en tesirli metot, her sabah o gün yapılacak işler için bir plan yapmak ve elde edilen neticeleri her akşam gözden geçirmektir. Bu planın ne dereceye kadar tatbik edildiğini ve kendi kendimize empoze ettiğimiz kaidelere nasıl karşı geldiğimizi, kontrol etmek…(148)

62- İnsanın her gün bütün hareketlerine vereceği istikamet üzerinde düşünerek ve böylece çizilmiş davranış yolundan asla ayrılmamaya çalışarak, hem zekâsını hem iradesini geliştirebilir. Böylece ruhun derinliklerinde insanın maskesiz kendisi ile baş başa kalabildiği gizli bir alem havası hasıl olur. Davranış kaidelerinin tatbik edilmesinde muvaffakiyet derunî hayatımızın kesafetine bağlıdır. ( Bu tekniğin sabırla tatbik edilmesi neticesindedir ki vücudumuz ve ruhumuz yavaş yavaş değişecektir.) (149)

63- Yürümesini bilmek kadar yönleri tayin etmesini de bilmek lazımdır. (153)

64- İnsanların hayatların istikametini belirleyen faktörler: - Ailenin ekonomik şartları – irsi kabiliyetler – maddi - manevi muhit dini akideler – felsefi görüşler – şahsi irade. (154)

65- İnsanların çoğu ruhların hayatın maddi meşgalelerinden yukarı yükseltemezler (154)

66- Ferdi içinden çöktüren (zaaf ve ihtiraslar ) (157)

67- İnsanlar hayatlarında yanlış bir gaye takip ettikçe anlaşmaktan aciz kalacaklar ve birbirlerini aralayacaklardır. (158)

68- Bir kere kayığa bindik; şimdi gideceğimiz yolu seçmek lâzım. İki iş fırsatı karşısında en büyük olanın en büyük neticeler doğuracak olanı seçmek lâzımdır. Hatta bu iş rasyonel olarak diğeri kadar emin olmasa bile…. İnsan ebediyeti seçmelidir….(180-181)

69- Ferdi hayatın idamesi için elzem olan egoizm ile sosyal hayatın idamesi için elzem olan diğer gamlık arasından ahenk….Bu muvazene; ferdi ve kolektif hayatin muvaffakiyeti için şarttır. (183)

Page 439: Akademik kaynaklar dizini

70- Bir ev yapmak için iyi yontulmuş, sağlam ve birbirine iyice bitişen taşlarla çimento lazımdır. (185) (Bir toplumun sağlamlığı ve kuvveti; ahlâken pürüzsüz, ilim ve teknik sahada mütehassıs, milli ve manevi prensiplerde mutaassıp model insandan müteşekkil olmasına bağlıdır….)

71- Kolektif hayatın muvaffakiyeti her ferdin sosyal oluğu kadar şahsi kıymetine bağlıdır.

72- Müşterek bir eser beraberce çalışabilme kabiliyeti… (194)

73- Islah olmuş bir beşer, nevinin bile muhafazası gerekir. Bunun için milli eğitim buna muvafık bir muhtevada olmalıdır….

74- Cemiyetteki tabii rollerin ifa kabiliyetinden mahrum fertler….( Teknik-ahlâki rol.)

75- Fertlere cemiyetteki esas fonksiyonlarını yerine getirecek bir karakter kazandırma eğitimi.

76- Hayatı yok etme vasıtaları, hayata yardım etme vasıtalarından çok daha çabuk gelişiyor…(218)

77- Kuvvet disiplindedir. Tekâmül disiplindedir.

78- İnsanın cemiyet hayatındaki rolünü imha edecek menfaat, kin v.s. gibi kötü arzıların yönetiminden kurtaracak bir inanç prensibi ile disiplin altın alınması ahenkli bir cemiyet için vazgeçilmezdir.

79- Vehmi bir saadet peşinde koşacağımıza, vücudumuzu ve ruhumuzu mükemmelleştirmenin çarelerin aramalıyız. (226)

80- Cemiyetin yapısı, fertlerin takip ettikleri prensiplerden yansır. (Topluluk hayatını yapısı; zaruri olarak fertlerin hayatından meydana gelir. (228)

81- Bizi zaafa uğratan, gayretimizi azaltan ve bizi sosyal bünye için fevkalade zararlı elemanlar haline getiren zaaflar. (235)

82- İştiharlarımızın ve heveslerimizin tatmini ile hayatı rasyonel bir şekilde idare etmenin prensipleri arasında bir tercih yapmak durumundayız. (237)

83- Biz neysek, istikbal de o olacaktır. (kitabı okuma tarihi: 10.05.1984) (237)

84- “Merkezi idarenin aşırı denetim ve baskısı (farklı siyasi partiye mensup olması sebebiyle…) ile yerel güçlerin kişisel çıkarları arasında bunalan şehirler hemşehrilerin gerçekten sorumluluk yükleneceği (dürüst ve nitelikli )bir çıkış yolu aramaktadır…”

HAYAT HAKKINDA DÜŞÜNCELERProf. Dr. Alexis Carrel, Çev: Cahit BEĞENÇ

Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 1988-İst.

Page 440: Akademik kaynaklar dizini

1-       Bazı zihnî ve manevî disiplinler, şahsiyetin üzerinde derin izler bırakır. (önsözden VI )

2-       Gençler bu satırlarda bulunan hepsi tamamlanmamış hakikatleri hissedeceklerdir. (Eşi:Anne Carrel’in önsözü XV)

3-       Felsefenin ve dinin doğrulamalarının yanında hadiseleri sistematik gözlemenin verdiği inanç ortaya çıktı. (2)

4-       Artık hayatın yönetimi için münakaşa edilmeyen kaide kalmadı. (3)

5-       Az gözlem, çok düşünme insanı hataya sürükler. (7)

6-       Mantık bakımından doğru olan bir şey pratik bakımından yanlış olabilir. (8)

7-       İktisadî hiçbir faaliyete muktedir olamayan fertler. (-)

8-       (-) Hayatın seyir çizgisini değiştirecek olaylara ve sonuçlara yol açan, zihinlerin ve sayfaların içinde mahpus kalmayan hareketli bir eğitim sistemi…

9-       Anayasanın öngördüğü reformlar (günümüz problemlerini) …..bir görüşle ele alan…..

10- ‘Toplumun düşünce ve kültür alanlarında parçalanması siyasal parçalanmayı da doğurur.

11-   Meşruiyet kriterinin farklılaşması- Prof. Dr. Bünyamin Duran- İslam Tarihinin

12-   konjekturel değişim Gazalî- Nesil Yayınevi İst.- 1998

İÇİMEZDEKİ BİZ“Kalite bilincinin temeli”

Doğan CÜCELOĞLU-12. Baskı. Sistem Yayıncılık. Ocak 1997-İstanbul

1- Birey, kendi dar kişisel sorunların içinde boğulmaktan kurtulup onların üzerine çıktığı ve insanların tümünün sorunlarıyla ilgilenecek hale geldiği zaman yaşamaya başlar. (M.L.King, Jr. s.17) (s.41.)

2- Sistematik düşünme: adım adım düzenli bir yapı içinde düşünme.

Sistem içi düşünme: Bir olayı etkileyen tüm etkenler yumağı göz önüne alınarak yapılan düşünme. (46 dipnot)

3- Çıplak göze yaşam birbirinden kopuk olaylar zinciri gibi görünür. Gerçekte yaşam birbiriyle ilişki içinde olan güçlerin, etkenlerin, süreçlerin bir bütünüdür.(46)

4- Sistemin içinde yer alan her faktörün arkasında başka bir alt sistem yatmaktadır. Örneğin: “Jopon hükümetinin ithalatı

Page 441: Akademik kaynaklar dizini

düzenleyen yasalarda yapılan değişiklikler” bir çok politikacı, ekonomist ve benzeri faktörün etkileşimiyle ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, Japonların damak tadının değişmesi, meyve ve sebze naklinde yeni teknolojik gelişmelerin ortaya çıkması yüzlerce, binlerce faktörün etkileşimiyle ortaya çıkacak sonuçlardır.

5- Her olaya yukarıdaki örnekteki gibi yaklaşılabilir. (47)

6- Kişinin davranışı içinde bulunduğu tüm sistemi sürekli etkiler. (süreci etkileyerek devamlılık kazanır.) (48)

7- Kalıcı öğrenme: Olayların arkasındaki etkenlerin birbiriyle ilişkilerinin örüntüsünü sistem içi yaklaşım içinde ele alınca ortaya çıkan öğrenme yaratıcıdır. (48)

8- Yer küre fiziksel, kimyasal ve biyolojik binlerce etkenin birbiriyle (Lineer- (doğrusal) değil örümcek ağı gibi çoklu bir bağlaşım sistemi gibi) ilişki içinde olduğu dev bir organizmadır. (Lovelock) (49)

9- Sorunlar, bütün sistem göz önüne alınarak çözülmelidir. (55)

10- Ortak bir bakış tarzı, ortak bir paradigma (59)

11- Vizyon oluşturma liderlerin en önemi işlevlerinden biridir. Bir toplumun politikaları, bilim adamları, öğretim üyeleri, gazete yazarları bu anlamda toplumun liderleridir. (59)

12- (Yazar-köşe yazarı) okuyucuya bir vizyon oluşturma (imkanı) veriyor mu? Biz bilincinin oluşmasına katkıda bulunuyor mu? (yoksa acizlik alameti olan sadece yakınma ve şikayette mi bulunuyor?) (60)

13- Sohbet Bireyin ilişkilerini geliştirerek onun daha güçlenmesini sağlar. (62)

14- Hemen her gün yazı yazan bir yazarın üzerinde yazacağı konuyla ilgili derinlemesine araştırma yapması ve bu konuyla ilgili derinlemesine araştırma yapması ve bu konuyla ilgili sistemli bir anlayışa kavuştuktan sonra yazı yazması olanağı pek yok... (KÖŞE YAZARI): (67)

15- Okuyucularını tepkici, aciz, vizyondan yoksun biri olmaya yönlendiren köşe yazarları...(70)

16- DOĞRU: İş gören, etkili olan, sonuç getiren, insanların yaşamının anlamlı, sağlıklı doyumlu ve dengeli olmasını sağlayan her şeydir. (78)

17- Hasta kültürler ile sağlıklı kültürler arasındaki en önemli fark , kültürlerin evrensel temel ilkeleri kültürel değerler olarak yansıtıp yansıtmamasında yatmaktadır. (81)

Page 442: Akademik kaynaklar dizini

18- Davranışı yönlendiren etkenler : sevgi- nefret- dürüstlük- sahtekârlık – öfke – merhamet – v.s....(-)

19- Eğer bireyin vizyonu yaşamın tümünü kapsamıyor ve ancak bir bölümü odaklaşıyorsa, örneğin, yalnız ekonomik ve bedensel gereksinmeler yönelmişse, bu alanlarda “başarılı” oldukça o insanın yaşamında dengesizlikler görülmeye başlar....(96)

20- Yaşam rolleri. Yaşamak dengeyi gerçekleştirmek için kişinin şu andaki mevcut yaşam rollerine iyece bakması gerekir. Bu rollerden en önemlisi kişinin kendisiyle ilgili olan “Ben / kendim” dediği roldür. Yaşamında neyi gerçekleştirmek istiyor? Gerçekleştirmek istediği şey, kişinin yaşamına uzun vadeli bir doyumluluk ve anlam getirecek mi? Kişi son nefesini verirken, yaşamında gerçekleştirdiği şey nedeniyle mutlu olarak mı ölecek? (......) Bu sorunların cevabını bulduğu zaman birey yaşam vizyonu oluşturmaya başlamış demektir. Vizyon doğal, ilkelerle (fıtrat) (-) ahenk içinde ise kişinin vizyonunun çok kuvvetli bir temeli var demektir. (105)

İKTİSADİ KALKINMA VE İSLAMYayına Haz. = Doç. Dr. Ahmet Tabakoğlu-İsmail Kurt

İslami Ve İlmi Araştırmalar Vakfı Yay. İst-1987

1. O halde İslam ülkeleri, bazen İslam’ın da ortak edildiği yanlışlıklar yapmaktadırlar.(önsöz)

2. İktisadi kalkınmanın sosyal meseleleri deyince iki şey akla gelebilir: İktisadi kalkınmanın yol açtığı meseleler, iktisadi kalkınmanın sağlanmasında halledilmesi gereken sosyal meseleler(4)

3. Başka sistemlerin, iktisadi modellerin ortaya çıkardığı sorunları da İslam’ın çözmesini beklemek yersiz olur.(4)

4. Ekonomi dışı faktörlerin, sosyal, kültürel faktörlerin rolü ve ekonomik gelişme ile bu faktörler arasındaki ilgi, henüz bilim aleminde yeterince ortaya konabilmiş değildir.(5)

5. Sermaye birikimi, yatırım hareketleri, sermaye hasıla oranı, bizi bir adım ötede bütün o hareketlerin, maddi akımların merkezindeki insana, onun kıymet anlayışına, zihniyet dünyasına götürüyor. Yeni gelişen ekonomilerin en büyük eksikliği, kabul etmek lazımdır ki yalnız madde ve malzeme tarafı değildir.(5)

6. Eksikliği en çok hissedilen, teşebbüste olsun, sevk ve idarede olsun batı ölçüleri ile rasyonel davranan insanı ve kalkınma için gerekli insan tipinin diğer özelliklerini sağlama noktasıdır.(5)

Page 443: Akademik kaynaklar dizini

7. Kalkınma, milletçe bunun için gerekli olan disiplini kazanmamıza bağlıdır. Bunun temelinde toplumsal barış ve kalkınma disiplini vardır. Bu temelin en alt katmanında ise kültür vardır. Çünkü bir milletin disiplin değerleri onun kültüründen kaynaklanır. Aydınların görevi, bu disiplin değerlerine içtimai sulh ve kalkınma disiplinleri hüviyetini kazandırmaktır.(bu disiplinlere insan ile girilen her faaliyette rol verebilmektir.)

8. İlerleme yönündeki değişiklikler(15)

9. Kesin fakirlik-Nisbi fakirlik(18)

10. İnsanı gayrete getirecek saikler, sadece maddesel özendiricilerle sınırlanmıyor. İlahi kökenli emirlere(...) uymanın sağlayacağı manevi tatminlerin oluşturabildiği değerli tahrikin çok özel dinamik gücünü de gözardı etmemek gerektir.(31)( bkz-4)

11. Her işte, her yerde,her zemin ve zamanda tatmin duymaktan uzak, istikrarsız ve dengesiz ruh dünyasına sahip insanlar çoğalır.(41)

12. İnsan üretici olarak ekonomide var, işçi olarak var, pazarlayıcı olarak var... Kısaca ekonomi demek problemleri ile insan demektir, bir ekonomik mesele daima bir insan meselesidir. Bir ekonomik sistemde, o sistemin içindeki insan, psikolojik, sosyolojik, fiziki, dini ve kültürel yönü ile ne derece iyi tanınırsa ve ekonomik sistem ona göre kurulursa o ekonomik sistem o derece sağlıklı olur.(51)

13. Altın bir mübadele aracıdır. Halbuki, bugünkü iktisadi sistemde altın maldır.(61)

14. İnancımızı(...), hayatla irtibatını kurarak anlamlı bir hale getirmezsek(62)

15. İktisadi kalkınmada itici dinamikler(65)

16. Dinin geleneksel ve taklidi hüviyette yaşandığı toplumlarda geleneklerinde dine getirdiği bid’atler oluşturduğu, insanların din niyeti ile bunları yaşadıklarını görmek mümkündür.(69)

17. Geleneksel değerlerin iktisadi kalkınmada fertleri daha güçlü şekilde motive ederek itici dinamikler olabileceğini incelerken(69)

18. Belirli iktisat anlayışları kendine ters düşen insan ve toplum değerleriyle ve sosyal sistemlerle başarıya ulaşamaz.(70)

19. (Japonya’da) sanayileşme, kentleşme ve dişa açılma ile grup bağları ve cemaat yapısı sarsıntı geçirirken, bizzat devlet bu kurumları güçlendirmek için tedbirler almaktadır.(84)

20. Batının müspet yönlerini alabilmemiz için fertleri, batının menfi yönlerine karşı nasıl izole edeceğiz?

Page 444: Akademik kaynaklar dizini

21. Toplum kalkınması veya sağlıklı iktisadi kalkınmanın temelinde, insanı ve toplumu motive edecek güçlü dinamikler gerekir.(96)

22. İnsanların, toplum fertlerinin değerlerine ve ideallerine düşman kesilerek onları motive etmek ve böylece(sağlıklı kalkınmaya) toplum meydana getirmekte mümkün olmayacaktır.(101)

23. Kültür değişmesi à Kendiliğinden àPlanlı-zorlamalı(107)

24. Toplumsal plandaki herhangi bir değişiklik (FERT ŞAHSİYETİNDE BİR DEĞİŞİKLİK ) olmadan gerçekleşmez.(125)

25. Bugünkü sosyal ve kültürel bünyemiz kalkınmaya müsait olmadığı gibi, bunu temin edebilecek bir neslin doğmasına da müsait değildir....

26. Şu anda toplumumuzun içinde bulunduğu buhran iktisadi buhran değildir. İktisadi buhranımızın da kaynağı olan kültürel buhrandan acı çekiyoruz. Biz bu kültürel buhranımıza bir çözüm getirmedikçe hiçbir meselemizin halledilmesi mümkün değildir.(160)

27. İktisadi kalkınma ile sosyal denge arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. İktisadi kalkınma hem iktisadi yapının, hem sosyal yapının değişmesine neden olur.(191)

28. Sosyal denge, bugün batılı kalkınmış ülkelerde tamamen maddi tatminlerle sağlanmaktadır. Ve batıda böyle anlam kazanmıştır. Sosyal dengeyi kalkınmamış ülkeler de böyle anlıyor ve ona göre (bu anlayış ile) hareket ediyorlar. Halbuki kalkınmada hakiki aşama kaydetmedikçe, sosyal dengeyi , sosyal tatmini sadece maddi tatminlere göre sağlamadıkça çalışmak boşunadır. Bu aşamada sosyal dengenin sağlanmasında, manevi tatminlere büyük ölçüde rol vermek daha uygun olacaktır.(...)

29. Toplumların kendi iç dinamikleri(233)

30. Dünya sisteminin kendilerine ayırdığı alan (234)

31. Bir toplumun iç dinamiklerini hesaba katmak ve elinden alınamayacak değerlerini tanımak(235)

32. (Cemiyetimiz) Kendisine mahsus bir gelişmeyi besleyecek bir bilgi ve zihniyet alt yapısından mahrum kalmıştır.(245)

33. Bu nevi bir kıymet yönelişinin tali tesirleri...

34. Bir gurubun hedeflerine erişebilme hususundaki tesirliliği, onu teşkil eden münferit azaların <ferdi hususiyetleri> tarafından tayin edilmiştir. Müessir gurupları müessir azalar teşkil etmektedirler.(306)

Page 445: Akademik kaynaklar dizini

35. Hiçbir fert kendi başına yaşayamaz. Daima daha büyük bir sosyal bütünün mevcut siyasi, sosyolojik ve tarihi şartların meydana getirdiği bir çerçevenin parçasıdır...

36. Sınır mevkiindeki insan=İki grup arasındaki hudutta bulunan ve her iki gruptaki mevkiinden de emin olmayan kimse.(411)

İKTİSADİ GELİŞMENİN MERHALELERİ-R.W.Rostow, Çev.: Erol Güngör, Kalem Yayınevi, İst-1980

1. Cemiyetlerde iktisadi kuvvetlerle kültür arasındaki münasebeti ortaya çıkarmak...

2. Hangi kuvvetler gelişmeyi itmiş ve sınırlarını tayin etmiştir.(14)

3. Cemiyetin muhtelif sektörleri birbirleriyle karşılıklı tesir halindedirler. İktisadi değişmenin siyasi ve sosyal neticeleri olmakla beraber, biz burada iktisadi değişmeyi iktisadi kuvvetler kadar siyasi ve sosyal kuvvetlerin de bir neticesi olarak görüyoruz. İnsan motivasyonu bakımından(yani insan davranışlarının saikleri bakımından) en derin iktisadi değişmelerin pek çoğu, insana ait gayri iktisadi saiklerin ve emellerin birer neticesidir.(15-16)

4. Fiziki aleme bakış tarzı(18)

5. Tarih bize gösteriyor ki, neticede erişilen hedefler, büyük çapta kullanılan vasıtaların bir fonksiyonudur(233)

6. Cemiyetlerin toplumsal barış ve kalkınma disiplinleri, kültürel hususiyetlerinin bir fonksiyonudur.

7. Düşüncenin ancak değişen şartlara uyduğu takdirde kıymeti olduğunu (237) (Merison)

8. Batı mevsimi gençliği...

9. Bu çalışma ile, buhranlarımızın bir kanun ve düzen yetersizliğinden önce insan probleminin bir tezahürü olduğu düşüncesini uyandırmak ve böylece gençlerin bakış açısını kişisel gelişime yöneltmek...

10. Gerek bünyesi, gerekse fonksiyonları insandan teşekkül eden model ve sistemler, insan vasıflarına tabi olarak işlemeye başlar. İnsan ile şekillenen bu bünye, insan vasıflarının tezahür ettiği bir zemin haline gelir. Bu aşamada, sistemin başarısını veya başarısızlığını yapan; sistemin kendi şekil ve vasıfları değil, tamamen insanın vasıflarıdır...

11. Hiçbir değerin insanı olamadılar.

Page 446: Akademik kaynaklar dizini

12. mevsimsiz tefekkürler (Schopenhauer)

13. Türk modeli

EKONOMİNİN ABC’Sİ

Prof. George soule, Çev.: Nejat Muallimoğlu,

I.Baskı, Formül matbaası 1978-İst

1. -Zaruretler, fertleri daha büyük roller almaya itiyor...

2. Cemiyette, gerçek iktisadi faaliyetleri başarısızlığa uğratan, gerçek olmayan iktisadi faaliyetlerdir.(iktisadi faaliyet gibi görünen...)

3. İktisadi doktrinlerin mana taşımaları için özel bir cemiyet tipi ile ilişkileri bulunmalı ve sadece geçimi temin yolunda girişilen faaliyetlerde değil, cemiyetteki bütün davranışlarla bağlantıları bulunmalı (26)

4. Rehber, otorite değil (şahsi otorite) akıl olacaktı...(49)

5. Kaba kafalar, kaba münebbihlerle harekete geçerler...(137)

6. Hakiki dünyada, aynı anda birçok tesirler faaliyet halindedir ve bundan böyle, bu etkenlerden hangilerinin veya hangi tesirler bileşiminin araştırıcının ilgilendiği neticeden sorumlu olduğunu kestirmek...(141)

7. Fertler, bir durumdan öteki bir duruma tekamül etmedikçe, toplumlar da...

8. Ferdin davranışları kendi menfaat ekseni etrafında dönerse...

9. Ekonominin, geniş sosyoloji konusunun bir parçası olduğunu...

10. Barış ortamı : sosyal hayatta, iktisadi hayatta, siyasi hayatta: külfet ve nimet dengesi, adalet , hukukun üstünlüğü ile

11. Polisiye tedbirler, buhranlarımızı çözmez, sadece gizler...

12. Toplum, ancak herkes hissesine düşeni yaptığı takdirde gelişir...

TERBİYENİN SOSYAL VE KÜLTÜREL TEMELLERİ -1-Ziya Gökalp – M.E. Basımevi 1979-ist

1. İhtirasları zapt edecek manevi bir kuvvet...

Page 447: Akademik kaynaklar dizini

2. Bir kavmin(...) vicdanında yaşayan kıymet hükümlerinin toplamına, o kavmin kültürü denilir. Terbiye bu kültürü o kavmin fertlerinde meleke haline getirmektedir.(27)

3. Milli kültürümüzü tazyik eden medeniyetler (31)

4. Fert vicdanı ve karakteri, bu disiplin değerlerinin aksettiği...

5. Toplumsal barış, sosyal disiplin, kalkınma disiplini birer sosyal mahsuldür...

6. Fert ..... >şahsiyet, ….Toplum /uzviyet ....

7. Mevcut kültürün fena neticeler vermesi…

8. Geleneklerin(inançların) canlı müesseselere değişmesi, ancak bir araya gelmiş fertlerde, yahut fertlerin galeyanlı toplantılarında vukua gelir. Sosyoloji bakımından canlı fertler, ancak milli toplantılara iştirak eden fertlerdir.(47)

9. Cansız geleneklerde canlı müesseselerin doğmasını tek tek fertlerden değil, bir araya gelmiş fertlerden yani galeyanlı toplantılardan beklemek gerekir.(48)

10. Müsbet ilimlerle beslenen bu genç zekalar, esasen sosyal vicdana dayanan kıymet hükümlerini(bütün hayatı) maddi ilimlerin mantığı ile tahlile başlayacaklarından...

11. Milli terbiyenin gayesi, şahsiyet sahibi fertler yani temsil edici fertler yetiştirmektir.(51) (içtimai sulhu ve kalkınma disiplinini yapan vasıfları temsil eden fertler...)

12. Bir de milli tipi, Çanakkale müdafaası gibi milli hayatın şiddetli belirişlerinde görebiliriz. Çünkü orada, her fert milletin canlı bir varlığı haline geçmişti.(52)

13. Bir cemiyetin mükemmeliyeti; içtimai sulh, kalkınma v.s. alanlarındaki sosyal kudretine tabidir. Bu kudret, hiçbir fertte hatta dahi adını verebileceğimiz büyük şahsiyetlerde bile tamamıyla beliremez. Ancak, ferdi kudretlerin birlikteliğidir ki, sosyal kudreti yapar...(52’den uyarlama)

14. Terbiye >milli terbiye, >medeniyetçi terbiye, Eğitim >terbiye (ferdin milli kültüre intibaktaki), >öğretim (ferdin ilim ve teknolojiye intibaktaki)

15. Fertlerin tutum ve davranışları, aldıkları kültürün kıymet hükümlerinin birer belirişi, tezahürüdür.

16. Bir cemiyetin müesseselerini sevk ve idare eden fert karakterine göre; o cemiyette amme otoritesi belirir. Mesela; bu şahsiyetler dürüst ise, cemiyette dürüstlüğe karşı izlenen ihlallere taviz vermeyen bir otorite belirir.

17. Modernlik, sosyal mükemmelleşmenin çağdaş şekli...

Page 448: Akademik kaynaklar dizini

18. Bilgi, inanç değeri taşıyorsa, itibar ve otorite kuvvetine(disiplin kuvvetine) sahip bulunur...

19. Eğitimin çevresi ile sosyal muhit birbirine zıt telkinler ihtiva ediyorsa, bu çifte standard, fert ruhunda belli bir disiplinin kararlaşmasını önler...

20. mürebbi(kültür eğitimi), öğretmen (ilim ve teknoloji)

21. Fertlerin cemiyet bünyesindeki rolleri ferdi enerjileri kadardır...

22. Muhayyilede inşa ettikleri...

23. Üretimi modernleştirmeden, modern tüketim iştiyaklarını yaymak...

24. Dış disiplinler mekaniktir. Her zaman kanun ve kurumlarda yapılacak değişikliklerle, bu disiplinlerin niteliği değiştirilebilir. Ancak, içtimai sulh, adalet, kalkınma disiplini gibi (sosyal göstergeler) mekanik değil uzvidir. Yani, insan unsurunun iç disiplin kuvvetlerinin göstergeleridir. Bu sebeple, iç disiplinin tesisi bir inanç ve kültür meselesidir. Öncelikle bu iç disiplini yapan inanç, fikir ve duygular fert ruh ve vicdanında yerleşmelidir ki, bu disipline ve ondan tezahür eden sosyal disiplin göstergelerine ulaşabilsin.

MAKALELER – IX

Ziya Gökalp – Kültür Bakanlığı yayınları, İst.-1980Derleyen = Şevket Beysunoğlu

1. Biz Avrupa’dan hatta müsbet ilimlerin oradaki neticelerini bile almayacağız. İlmi hakikatleri kendimizde bulmak üzere yalnız ilimlerini, usullerini alacağız, hatta tekniklerin, fenlerin de mahsullerini değil kendilerini alacağız...(42)

2. Kilise(...) insan unsurunun girdiği her yerde olduğu gibi, bozulmuş...(T.V. filminden)

3. Kendileri, ne olduğunu tam bilmedikleri bir rejime uyamadıklarından, rejimi kendilerine uydurdular...(Ç.Altan) (17.2.1989-Hürriyet)

4. Daha başlangıçta sakat atılmış temeller <doğru veriler> sanıldığı için. Çarpık olan iskeleti düzeltmek, düzgün olanı bozmakmış gibi görünüyor.(Çetin Altan-A.g.gazete)

5. -okullarda verilen bilgi -okullarda verilen psikoloji...

FELSEFEDE YENİ GÖRÜŞLERHakkı Özgül(Şevkoğlu), Güzel İst. Matbaası, Ank.-1966

Page 449: Akademik kaynaklar dizini

1. Bulunan bir gerçek, henüz tam idrak edilemeyen büyük bir gerçeğin organıdır.(11)

2. -Zihni sindirim(hafızaya sinen düşünceler ve bilgiler, daha üstün bilgi ve düşüncelere istek(tecessüs) uyandırmaya kaynak teşkil ederler...Yanlış fikirler dahi; doğru fikirlerin tespitine aracılık ederler. Bu sebeple, fikir hürriyeti, doğru düşünceye ulaşmanın ortamıdır...

3. Ahlak, insanın toplumsal anlayışına göre ve terbiye yolu ile kendi haşarı isteklerini,(.......) başkalarının haklarını sarsmayacak bir şekilde kanalize etmesidir.(55)

4. Hukuk, fertlerin haklarını, biri-birinin makbul menfaatlerini sarsabilecek noktada tehdit eden ve tehdit ile kuvvetini kanun müeyyidesiyle yaşatan düşüncedir.(56)

5. Kanun, fertlerin hareketlerini başkalarının makbul hakları ve menfaatleri açısından hukuk hükümlerine göre kanalize eden hukuk müeyyidesidir.(56)

6. İnsanın hayatı, yalnız kendi kişisel menfaatleri açısından kıymetlendirmesi... Tüketim modernleşmesi, üretim modernleşmesini, ekonomik gelişmeyi aşmamalı

MEHMED AKİFVehbi Vakkasoğlu, Yeni Asya Yayınları İst.-19..

1. İslamcı düşünceye göre halk ve devlet yapısından çok fertlerin şahsiyetindeki bozulma yüzünden varlığımız tehlikeye giriyor.

2. Bize Kur’an ile bağlı olan milletlerin bağlılığı, batıcılık ve Türkçülük cereyanının itibar mevkiine gelmesi ile çözülmüştür.

3. *Ruh ve mana inkılabı yapılmalıdır. Milletimizin çağdaş gelişmeye intibakı, marifet ve fazilet planında yapılacak iki temel inkılaba bağlıdır. Marifet, ilim ve teknoloji de azami liyakat kazanmak; fazilet ise, marifet yolu ile kazanılan enerjiyi, milli hedeflere tahsis etmeyi sağlayacak milli, manevi ve ahlaki değerlerden mürekkep mukaddesattan kaynaklanan fikri ve ahlaki enerjidir.

4. Batı medeniyeti, Japonya’ya sadece ilim ile girmiştir.

5. *Efradı ahlak, ruh ve vicdan itibarıyla bozulmuş bir milletin ıslahı siyasetle mümkün değildir. Bu ise ancak umuma şamil olan milli ve manevi kültüre göre köklü ve esaslı bir düşünce ve zihniyet tashihi gerektirmektedir.

6. *Evet, doğruluğun şuur ve iradesini taşımayan, süfli arzularını ve basit menfaatlerini temin yolunda her türlü riyayı, dalkavukluğu,

Page 450: Akademik kaynaklar dizini

şahsiyetsizliği yapabilecek fertlerin ekseriyet olduğu bir cemiyette ilim ve teknoloji bilgisi de......

7. *mamur ve müreffeh şartlar içinde sıhhat ve enerji kaynağı halinde yükselen abidevi insanları, kalkınma yolunda cemiyetimizin istikbalini yüklenecek bir fazilet, diğeri marifet olan enli omuzlar geliştirmek ve yetiştirmek mecburiyetindeyiz...

8. Yürekleri en adi, en sefil emeller için çarpan, sinirleri en imkansız endişeden titreyen fertler... ruh ve maneviyatın bu derece öldüğü bir cemiyet siyaset atmosferinde değil, milli, manevi, ahlaki ve teknolojik kültürün atmosferinde dirilebilir ve ayağa kalkabilir...

9. Teknolojik mesafeyi telafi edecek şekilde çalışmak zarureti...

10. Cemiyet fertlerinin aynı değerlerden ilham alması...

11. Fert ile cemiyet arasındaki unsur ve terkip düğümü, milli ve manevi kültürümüzdür.

12. *Kurtuluşu, malik olduğu ruh ve maneviyata cephe almakta bulan bir nesil...

13. Fertlerin davranışlarına kumanda edecek...

14. *Üzerinde durulacak asıl nokta, milli ve manevi kültür varlığımıza cephe alan, lakaytlıktan öte düşman hüviyeti kazanan , milletimizin şahsiyet kaynağı olan kültür kaynaklarını kurutan ve harici maksatları muvafık, bilinçsiz, idraksiz, sefil ve mahkum nesillerin varlığı ve bunların memleketin kaderine hakim bulunmalarıdır...

15. Fena yetişmiş, üzerinde oynanan oyunları anlamayan nesil...ahlaksız tahsil......

16. Garp medeniyeti, maddiyattaki terakkisini maneviyatta gösteremedi...

17. Gittikçe resmileşmeye yüz tutan batıcı zihniyet...

İSLAMIN VAADETTİKLERİRoger Graudy

1. Eğitim, nesillere milli şuur, ahlak ve sanat yönünden yeterli mesajlar verememiştir...

2. Dünyada yeni bir kültür düzeni doğmadıkça, yeni bir düzen de doğmayacaktır.

3. Vicdan krizi..

4. Ruhsuz törenler..............ruhsuz kurallar........

Page 451: Akademik kaynaklar dizini

5. Herkes kendi çıkarının peşinde koşarsa, genel çıkar gerçekleşecektir....(!)

6. Milli ve manevi değerlerimiz çağdaş ilim ve teknoloji karşısında geçmişi içinde donmuş değildir.

7. Kendilerinden başka her şeyi değiştirmeye kalkışan zihniyet...

8. *Sosyal ve içtimai hayatın genel akışı içinde hiçbir şey yeni değildir. Geçmiş bir olayın sonucu olmadan hiçbir şey kendiliğinden doğmaz...

9. Bugün kanunla yasaklamakla yetindiğimiz sınırlar, inancın gereği olarak....

10. “Batı medeniyeti hegemonyası yüzünden dünyayı peşinden sürüklüyor. Batı tarafından silah zoru ile empoze edilen bu gelişme kültür biçimi ticaret hayatında, çalışma dallarında,(??) eşit olmayan alışveriş düzeninde, görev topluluklarında ve okullarda yeni gelişme modellerini ve yaratıcı gücü şu ana kadar durdurmuş ve engellemiştir. Biz ve bizimle birlikte üzerinde yaşadığımız yer küresi de iflasın ve kaosun eşiğine gelmiştir. Anlamsız ve amaçsız ölümü bekleyen bir hayata mahkum önce diğer dünyalarda mevcut bilgelik ve inanç kaynaklarını arayıp bulmanın zamanı gelmiş, belki de geçmiştir bile. Batı başka türlü yaşayış biçimleri bulmak zorundadır.

DİN GERÇEĞİ

Vehbi Vakkasoğlu, Cihan Yayınları-İst.-1984

1. Bu iklimin ekmek ve suyu ilim ve teknoloji; nefes ve havası milli ve manevi kültürümüz olmalıdır...

2. Bir cemiyetin inanç denilen kavrama ihtiyacı var mıdır? Yok mudur? Var ise bu inanç kavramı Türk milleti için ne olmalıdır?.........

3. İnsandaki arzu ve ihtiyaçlar, sağlıklı yollarla giderilmediği takdirde, tatmin için ya sağlıksız yollar aranacak veya şuur altına itilerek ruhi kompleksler ve bunalımlar olarak insan davranışlarına ve cemiyet hayatına yansıyacaktır.

4. Kalkınma bir insan eseridir. Çalışma hayatı, iktisadi ve ticari faaliyetler, içtimai hadiseler hep insan içindir., insan üzerinedir. Ekonomik kanunları hep insan mihveri etrafındadır. Çünkü, bu sahalarda başarılı neticeler insan yeteneğinin kemaline tabiidir.(300)

5. Milli ve manevi değerler ferde gelenek, örf ve genel kültür tarzında değil, şuur, hayat ve ideal tarzında verilmelidir...

Page 452: Akademik kaynaklar dizini

6. İnsan fiziki yapısından ibaret olmayıp ruhi yapısı da olduğuna göre, eğitime düşen görev, insanın bu ayrılmaz yapısını bir bütün içinde ele alıp, beraberce inşa etmektir...

7. *İnsanı kendi varlığını tefekkürden alıkoyamazsınız..

8. İnsan fıtrat itibariyle bulunduğu kabın şeklini alan su gibidir. İşte eğitim....

9. Mevcut buhranların sebeplerini, kağıt üzerindeki kanunlarda arayacağımıza, insan unsurunda teşhis etmeliyiz...

10. Bir ayağı milli ve manevi değerlere, diğer ayağı ilim ve teknolojiye basan ve bir pergel...............

11. Hümanist kültür, bir millete, bir kültüre, bir inanca, bir tarihe mensubiyet şuurunu yok eder...

12. Milli ve manevi kültürümüz her türlü zaaf ve kötülük duygularından salim bir karakter oluşturur.

13. Toplumu ileriye götürecek hamleler içtimai bünyesi sağlam cemiyetlerde görülür...

14. Sosyal ve ekonomik kalkınmanın konusu da vasıtası da insandır.(300) Ancak uzun süreden beri ve halen bu mevkii işgal eden, kanun, anayasa, rejim de aranmış, insanın maddi ve ruhi cephesinin bu kavramları tahkim ve teçhiz edeceğine inanılmıştı...

15. İş verimini temin eden psikoloji....

16. Başarıyı hazırlayan psikoloji...

17. Milletimizin içine düştüğü sosyal ve kültürel bunalımların vebali aydınlar üzerinedir...

18. Aydın problemi...

19. Ebediyet arayan her arzusunu sonsuzluk hissiyle birleştirmeye çalışan insan tabiatı, dünya hayatının kısalığı ve geçiciliği karşısında, bir inancın temin edeceği maneviyattan güç almaya ve ruhen ona sığınmaya ihtiyaç duyar.(314)

20. *Şahsiyetinin manevi cephesi ihmal edilen nesillerin ilişkileri menfaat esasına dayanan yığınlar haline gelmiş, kendi menfaatlerinin müsaade ettiği kadar bir araya gelmiş, bekledikleri menfaat kadar fedakar olabilmişler, menfaatini görebildiği yere kadar uzlaşmaya ve dayanışmaya gidebilmişlerdir. Halbuki kolektif hedefler, çağdaş zaruretler şahsi menfaat arzusunun itici, birleştirici ve uzlaştırıcı gücünden çok daha yüksek külfet ve fedakarlıklara boyun eğme gücünü gerektirir ki; bu da bu idealizm ile sağlanabilir. Bu idealizm her milletin kendi milli ve manevi değerlerinden doğar ve ancak bu takdirde bütün fertlerin hayatına yön verebilir.

Page 453: Akademik kaynaklar dizini

21. Yakın tarihimiz içindeki yıkım ve başarısızlıkların sebebi insanımızın kendisi olduğu halde, aydınlarımız bunları, hep mensup olduğu, din ve kültürde aramışlardır.(312)

22. Kalkınmada hareket noktası, buna muktedir insan tipi ile mümkün olduğuna göre; insanı bu vasfa ulaştıracak bir kaynağın mevcudiyeti gerektir. Her toplum bu kaynağı kendi milli ve manevi yapısında arar.(317)

23. Endüstri devriminin gerektirdiği toplumsal devrimler...

24. Bu milletin içtimai yapısını tanzim, terbiye ve eğitimini tekellüf ve rehberliğini deruhte edenler...

25. Her cephesiyle mustarip bir cemiyette, emniyet, huzur ve yükselmeyi temin etmek için mensubu olan fertlerin nefsine, iradesine, arzularına, davranışlarına yön verecek ve onları maksada muvafık yönde tekamül ettirmek için çareler aramak ve bu zaruri şahsiyet yapısını elde etmek bizzat eğitimin vazifesidir. Bir cemiyette köklü bir asayiş(cebri ve kanuni tedbirlerle değil, ferdin meşru ve ahlaki dairedeki hür davranışları ile) daimi bir huzur ve sükun, sürekli bir yükselme ve kalkınma eğitimin bu konudaki başarı kabiliyetine bağlıdır...

26. Bilindiği gibi genç nesillerin, manevi, ahlaki ve milli değerlerin hükmettiği insani ve beşeri cephesinin çağdaş gelişme zarureti çerçevesinde ıslah ve terbiyesi bir cemiyetin en birinci meselesidir.

27. Cemiyetin maddi ve kültürel yönden farklı tabakaları arasındaki diyalogun müspet olmasını temin edecek şey; bu unsurların müşterek değerlerinden kaynaklanıp besleyecek...

28. İnsandaki hasis duygu ve arzuları uyuşturan iç disiplin bozulunca, bu duygu ve arzular insana hakim olmuştur...

29. Her şey kaybedildiği yerde aranır...

30. Bu yönde içine düştüğümüz şüphe ve itimatsızlık kaybettiğimiz özümüzün boşluğu ile birleşerek yeni bir nüfuz ve istismar planının kurbanı olduk...

31. Maneviyatı pekiştirici unsurlar...

32. Okulları anarşi karargahı yapan...

33. Salt teknik gelişme, içtimai adalet, emniyet ve huzuru temin edemez...

34. “işçi sınıfı, öz uğraşının dışına itilmek isteniyor.” denilirken; öz uğraşıdan maksat grev ve anarşi idi...

35. *Bugün batı, tasvip ettiği, alkışladığı her şeyi, kendi menfaatine uygun bulduğu için alkışlamaktadır...

Page 454: Akademik kaynaklar dizini

36. *Bütün zamanlarda aynı kalan yegane faktör, insan tabiatının hatalarıdır. İnsanlar ve cemiyetlerdeki ihtilaflar; insanın mükemmel olmayı başaramayışından kaynaklanmaktadır.

37. Toplumu dağılmaya iten sebepler...

38. *Hangi cemiyet, madde ve manasının can düşmanlarının reçeteleriyle şifa bulabilirler...

39. Eğitim, milli ve manevi kültürün teneffüs edildiği bir atmosfer vasfını...(bu atmosferde teneffüs etmeyen fertler...)

40. *”Din terakkiye manidir.” Fikrinden hareketle, Türk toplumunun dini olan her şeyden tecrit edilebilmesi için, tarihinden, milli kültüründen ve sosyal hayatına şekil veren değerlerinden de tecrit edilmesi gerekiyordu... Çünkü, Türk tarihi İslam tarihinin bir parçasıydı... Tarihi şahsiyetlerimiz, İslam inanç ve felsefesinin temsilcileri idi;(...) Bu nedenle uzun yıllar nesiller yabancı ülkelerin tarihleri ile oyalandı...Felsefe ve sosyolojide batı tefekkürünün temsilcileri öğretildi. Nesiller milli ve manevi değerlere planlı olarak yabancılaştırıldılar. Hatta düşmanlaştırıldılar.

TİRYAKİ SÖZLERCenap Şehabettin, Tercüman 1001 Eser

1. Bir cemiyeti yükseltmek mi istiyorsunuz? Efradına mesuliyet hissini tevzi ediniz.

2. Her insanın(cemiyetin) sahip olduğu hususi dünyasının üstündeki sema(doğru ve güzel bir fikir)

3. Gayemize uymayan bizi oyalayamaz...

4. *Suistimale müsait olmayan kanun yoktur. Eğer tatbik edeceklerde suistimal iştihası varsa, kanun değişmekle suistimalin ancak şekli değişir...

5. Köhne fikirler, paslanmış çivilere benzer, söküp atmak çok güçtür...

6. *Malumat yalnız zekayı değil, hamakati de tevsi eder...

7. Cemiyete her halde bir vicdan payandası lazımdır...

8. İçtimai meselelerde eserler ve olaylarla düşünmelidir...

9. Moda fikirler...

10. Haykıran sükutları duymak...

11. İçtimai fırtınaları rasat etmek...

12. *Her içtimai hadise, başka bir içtimai hadisenin eseridir...

13. Ne anarşi, ne istibdat...

Page 455: Akademik kaynaklar dizini

14. *Muhafazakarlıkla teceddüt gelişme kanununun iki ayrı vechesidir...

HASTA TOPLUM, GÜÇLÜ MİLLET

Abdülkadir DURU, Özden yayınları İst.-1976

1. İnsanın ne olduğu ya da ne olmadığı bilinememiş bulunduğu içindir ki, insanlardan oluşan toplumlar, sağlıklı ve amaç doğrultusunda bir yaşanıma kavuşamamıştır.(3)(eser hk.)

2. Ortam bunalım gösteriyorsa ve ona uygarlık adı verilmişse bellidir ki, yanılgılı düşünce insana egemen olmuş demektir. Gene bellidir ki, bunca kafa yormaların sonucu bunalım getirmiş, ya da bunalımdan çıkış yolunu getirememiş ise, insanın kafa yapısına vurulan yamaları(saplantı) sökecek ev yorgunluğu dindirecek bir yanılgısız düşünceye ihtiyaş var demektir.(4-5)(eser hk.) (rejim buhranları açısından uyarlan!?)

3. “Tekamül kullanan içindir. Kullanılan tekamül etmez...”(5)(eser hakkında)

4. Amaçlı(organize) insanlar, her zaman amaçsız ve sürü insanlara hakim olurlar...( )

5. Eğitim dizgisi de, insanın mahiyetine ve ne olduğuna, bu mahiyete göre beliren insan amacına dayalı olarak başlatılmadığı için...

6. ”Böylece fertten başlayan güçsüzlük(ahlaki ve teknik) ve korku sağlam yargıyı yok edeceğinden(bilinçli davranışların yerini taklit almıştır.)(14) (Ekrem Nazmi Yılmaz) (ahlaki ve teknik güçsüzlük geri kalma şeklinde(önsöz) tezahür ediyor.)(mahkumiyet ve taklit başlıyor)

7. *Korku, güvensizlik ve menfaat tabanlı bir cemiyet...

8. İnsanlık adına, insanlık için mutlu yaşanacak esaslar bulacağız.(20)

9. Eğer insanın ne olduğuna, olduğu gibi izah etseler idi, bugün toplumlar da hiçbir yönden bunalım olmayacaktı.(26)

10. Bozulma, önce gereksinmeyi itmekten aşlar.(35)

-Müreffeh ve kalkınmış bir Türkiye, milli kültür toprağında yetişir...

11. Yenilmekten korkanlar, yenilmeyeceği insanlar arasında bulunmak zorunu duyar, öyle yaparlar. İtibarsız kalacağından korkanlar, itibar bulacağı insanların arasında bulunmayı tercih eder,

Page 456: Akademik kaynaklar dizini

öyle yaparlar. Başarısızlıktan korkanlar, başarısızların yanına koşarlar.(48)

12. Bölük pörçük toplum, ne kadar hacimli yani çoğunluk olursa olsun, yine birbirlerinden tedirgin olan guruplar halinde bir arada(!) yaşarlar.(49)

13. Aldanmaya mahkum olanları biri aldatacaktır.(63)

14. Toplum yapısı tek insan yapısının aynısıdır.(75)

15. Niteliksiz nicelik elden gider.(86) Toplum bir niceliktir; niteliksiz olamaz (fert bir niceliktir, niteliksiz olamaz) (86)

16. Topluma taşa kayaya bakar gibi bakılmaz. Topluma, ailelerinden, bireylerinden bakılır. (87)

17. Aynı prensiplerin cazibesinde olan birdir, beraberdir. Zira aynı yere gidenler; aynı yolda bir topluluk oluştururlar...(Gaye/ uyarla)

18. Bu teorilerin bilim dalı gibi yaygınlaştırılması maksatlıdır.(109)

19. Niteliklerin aksiyonu...

20. Nitelikler olmadan nicelikler maksadı tamamlayamaz.(131)

21. *Başarmak için güç (başarının takip ettiği) lazımdır.(162)

22. Müşterek hedefe gitmeyen hareketler birbiriyle çarpışır...

23. Gerçek değerleri ihya etmek...(183)

24. Kendini tarihte diğer milletlerden ayıran ayırt edici özelliklerine (milli ver manevi değerlerine) bağlı olmayan milletler, başka milletlere bağlı olurlar...

İSLAMIN İKTİSADİ GÖRÜŞÜProf.Dr. Sabahaddin Zaim, Mülakat:Burhan Bozgeyik,

Yeni Asya Yay. Ocak 1981-İst.

1. *Cemiyetlerin kalkınmasını bir buzdağına benzetirsek, iktisadi kalkınma bu buzdağının su üstünde görünen kısmına benzer. Biz ona bakarak, iktisadi kalkınmayı ölçeriz. Fakat o kalkınmayı sağlayan, suyun altındaki çok daha büyük bir kesim vardır. O kesim, cemiyetin kültürel ve manevi yapısıdır. (...) yani cemiyetlerin iktisadi kalkınmasında iktisat dışı faktörlerin büyük bir rolü vardır. (8-9)

2. *Materyalist felsefe, insanları maddi müşahadelere sevketmiştir. Böylece tecrübi metod geliştirilmiştir. Bu işin müsbet tarafıdır. Tecrübi metodun gelişmesi, müsbet ilimler dediğimiz, tatbiki ilimlerde gelişmelere yol açmıştır. İcadlar birbirini takip

Page 457: Akademik kaynaklar dizini

etmiştir. Teknolojik gelişme süratlenmiştir. Fakat, bu maddeci felsefenin çok aşırı gitmesi, gördüğünün, dokunduğunun dışında varlık kabul etmemesi insanların manevi hayatını zehirlemiştir. Manevi hayatla birlikte ahlaki mevhumlar, moral mevhumları, ilahi duygular, manevi duygular körelmiştir.(16)

MİLLİ EĞİTİM FELSEFELERİMİZAbdullah Nişancı, Yeniasya Yay. İST-1981

1. Eğitim, fertlerin ve toplumun sosyal gelişmesini hızlandıran, ekonomik kalkınmasını destekleyen; milli kültür değerlerini koruyan, geliştiren, nesilden nesile aktaran ve milli birlik ve bütünlüğü sağlayan en müessir faaliyetlerden biridir ve en önemlisidir. (7)

2. Bu bakımdan eğitimin; Bir insan olarak kişiyi ilgilendiren, Vatandaş yetiştirme açısından ferdi ve toplumu ilgilendiren, İnsan gücü yetiştirme açısından ekonomik kalkınmayı ilgilendiren yönleri vardır. (7)

3. *Milli eğitim (insan problemi) meselesi, ne kadar kısa zamanda ve en iyi bir şekilde halledilebilirse memleketin diğer meselelerinin çözümü de o kadar kolaylaşacaktır. (8)

4. Anayasamız yüzünden eğitim...(17)(1961 anayasası açısından; 1982 anayasası için uyarlanabilir)

5. İlk öğretim ve eğitim kanunu 5.1.1961/222 (26)

6. Milli eğitim temel kanunu 14.6.1973/1739 (29)

7. *Esasen, eğitimin iki ana fonksiyonu vardır. Bunlardan biri; milletin bütün fertlerini, mensubu bulunduğu toplumun milli,ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren yurttaşlar olarak yetiştirmek, ikincisi; onu mutlu kılacak bir iş sahibi yaparak hayata hazırlamaktır. (125)

8. memleketin bütün meselelerinin temelinde eğitim meselesi yatmaktadır. (159)

Ank. Kültür Ve Eğt. Vakfınca Düzenlenen ANARŞİ ; Sebepleri, Kısa Ve Uzun Vadede Tedbir Ve Çareleri

Konferans Metni ,: Yeniasya Yayınevi İst.1980

1. Toplumun dokusu...(Takdim-5)

2. Vasıflı insandan muradımız, aklı faydalı ilim ve fenlerle mücehhez, vicdanı, iman ve ahlak-ı hamide ile müzeyyen, mefkuresi

Page 458: Akademik kaynaklar dizini

vatan, millet, bayrak ve mazinin mefahiri ile meşbu, istikbalden emin ve ümitvar olan insandır. (8)

3. Toplumun düzenini sağlayan esaslar...(27)

4. *Anarşinin sebep ve kaynağını her şeyden evvel insan şahsiyetinde aramak gerektir. (28)

5. *Hayatı tesadüften ibaret gören insanın ruhunda hiçbir beşeri ve içtimai mefhum yer tutmasına imkan yoktur. (29)

6. Karnı doyduğu halde ruhu doymamış insanlar.(36)

7. Anarşi, şahsiyetinde bir denge ve istikrar bulmamış insanların eseridir. (37)

8. *İktisadi değişimin bizatihi kendisi değil, ama bunu kullanma durumu ve cemiyetin bütününü dengeleyen, yöneten kadroların görüşü bu vasatı hazırlayıcı veya izale edici tesirler yapar. (56)

9. Türkiye’de üç asırdan beri hep ıslahat hareketlerini görürüz ve devamlı sistemler peşinde koşarız. Müesseseler kurma peşinde koşarız ve zannederiz ki, iyi sistemleri getirerek, iyi müesseseler kurarak, iyi kanunları çıkarak cemiyetteki bütün meseleyi halledecek ve arzu edilen bir dengeye kavuşacağız. Burada şunu belirtmekte fayda vardır. Güzel sistemler, güzel müesseseler muhakkak lazımdır ve şarttır. Ama kafi değildir. Çünkü bütün meseleler, insan elinde gerçekleşir ve kemaline ulaşır. Eğer o insan tipini yetiştirememişsek o müesseseler dejenere olmaya mahkumdur. (56)

10. (-)Adalet ve düzen, kanun ve rejimde değil, fertlerin yaşantısında tecelli eder.

11. *Uzun yılların yanlış eğitim politikaları, ahlaki ve manevi hayattaki başıboşluk, kolayca anarşiye kanalize olabilen buhranlı ruhlar yetiştirememişti. (89)

12. İnsanı ve cemiyeti ayakta tutan ve en büyük istinatlardan olması gereken dini, ahlaki değerlere saygı ve sadakat unsuru uyandırmalıdır. (94)

13. *Bu şekilde geçmiş ve gelecekle bağları koparılan gençler fikir ve muhakeme boşluğunda isyancı bir ruh taşımaya mahkum edilmişlerdir (95)

YARINKİ TÜRKİYENURETTİN TOPÇU, Dergah Yayınları 3.Baskı 1978-İst.

1. Hakikati araştırmanın metotları...

2. Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmadı. (29) önsöz

Page 459: Akademik kaynaklar dizini

3. Henüz yerlerde sürünen Türk-İslam ruhunu tutup kaldıracak olan irade... (29) önsöz

4. Bütün hayat kuvvetlerini bir idealin gerçekleşmesine hasretmekten, yani bedeni ruha hizmetkar yapmaktan korkan hasis insan, ancak bedeninin ölçüsünde eser elde edebilir. (29) önsöz

5. Manevi bünye bu derece zayıflayınca yabancı kültürlerin haçlıları, bu zayıf bünyeye var güçleri ile saldırdılar. (31) önsöz

6. Bu mukaddes cihadın siyaset cephesinde yapılacağını zannederler, yakın tarihimizde birkaç kere yanıldıklarını gördüler.(33)

7. *Yarınki Türkiye’nin kurucuları yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan ruh cephesinin modern işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve canlı işi; insan yetiştirmektir.(33)

8. Her sahada kemal sahibi insan yetiştirmek. (51)

9. Kalpleri ve kafaları bir noktada, bir sevgi mihrakında birleşmeyen insanlar gerçek vatandaş hayatını, milli birlik saadetini yaşayamadılar. (75)

10. *Tarihin seyri içinde kendi kendini yapmış ve mili tekamülü içinde olgunlaşarak kendini bulmuş bir rejim olmasında ileri geliyordu...(78)

11. Müspet ilim, ruhi ve ahlaki değerlerle insanlık içinde bir Rönesans yaratacak yerde, Avrupa milletlerinin insanlığı gittikçe daha mükemmel ve teminatlı bir şekilde istismar edebilmeleri için, arzın hammaddeleri üzerindeki sarsılmaz saltanatlarını temin etti. (93)

12. “Ben seni uzaklardan ararken sen kendi evinde idin.(94)

13. ....aramaktan birkaç nesil yorgun düştü...(94)

14. *Eğer bugünkü neslin zaafları varsa, bunlar neslin mürebbilerine aittir. (95)

15. “Dostum, hududu teşkil eden nehrin beri yanında bir adam mı öldürdünüz? Canisiniz. Şayet nehrin öteki tarafındaki bir adamı öldürdü iseniz, siz bir kahramansınız...” (102-Pascal)

16. Her Rönesans hareketi, kendinden evvelki devirlerin zincirlerinden insanlığın dimağını kurtarmıştır. (102)

17. Eğitimin verdiği acı neticelerin hepimiz şahidiyiz. En sonunda, ruh ve imanından şüpheli bir cemaat(nesiller), hep yabancı medeniyetlerin eteğine yapışıyor...(132)

18. *...bir türlü anlaşamayan nesillerin, zümrelerin bu haline sebep, din içinde anlaşacak yerinde, dinin dışına çıkıp madde ve menfaat sahasında pençeleşmeleridir...(134)

Page 460: Akademik kaynaklar dizini

19. Bu muazzam ve kurtarıcı hareket ancak devletin eseri olabilir...(136)

20. *150 yıldır Avrupa’nın nüfuz ve istismar siyasetinden doğmuş bir eğitim ve kültür anlayışı ile karşı karşıyayız...(141’den uyarlama)

21. *Milli şuur ve karakterin deforme olarak zayıflaması; birlik ve beraberlik yerini, içtimai sürülerin şuursuz hareketine bırakıyor...

22. “Büyüklerin fena tecrübesi” yeni neslin cansız düşmesinde en kuvvetli amil olmuştur. (150)

23. *Suni meseleler ile zihin ve fikirlerin meşgul edilerek, tehlike teşkil eden (fikirleri) suni problemler ile deşarj etmek, cemiyetin asıl problemlerle temasa geçerek; bu problemlerin halli için kafa yormalarını ve fikir yürütmelerini önlemek...

24. *Her hadise karşısında ikiye bölünmek...(154)

25. Harici ihtilaflar, güçlenmeye vesiledir. Bir milleti yıkan dahili ihtilaflarıdır...

26. Bu şahsiyetin türlü görünüşleri vardır....

27. *Kant’ın her vicdanda kendiliğinden doğabileceğini farz ettiği vazife bazı vicdanların derinliğinde uzun bir hazırlanıştan, içsel bir araştırmadan doğmuş, merhametin çağrısıdır. (...) içtimai vazife ise, ne yolda izah edilirse edilsin, en nihayet ya şeref, ya korku, ya da menfaat esasına dayanır. (165)

28. *Kanun, sade adalet dağıtıcı olabilir. Adalet varlığını ve hakikatini, kendi kuvvetini ve kendi sınırlarını geçen başka bir değere borçludur. Bu ruhi değeri biz, ruhun en özlü hakikati olan bir “mesuliyet mefkuresi”nde buluyoruz. (167)

29. Kendi mukadderatını kendi ellerine alamayan millet kaybolmaya mahkumdur. (171)

30. *Fertlerin her biri kendi bedbaht nasibine meftun bir duygusuzlukla kendi hissesini toplamaya koşuyor. (174)

31. Lakin hakikatte muzaffer olan milletin ruhu idi. Biz bu ruhun hakimiyeti davasını bayrak yaparak yükseltmesini bilmedik. (176)

32. *Bu kültürün esaslı karakteri, bir prensip ve davaya inanan ve bu inanan etrafında sistemleşerek hayat kazanan izah tarzlarından zihinleri sıyırmak, yalnız göze, kulağa ve damağa hitap eden eşyanın bilgisiyle yetinmekti. (177)

33. *Bir buçuk asırdan beri yapılan her biri bir şekil değiştirmeden ibaret kaldı. Her inkılabın kahramanı, milletin yaralı vücuduna yarayı örten yeni bir boya vurmakla onu kurtardığını sandı.

Page 461: Akademik kaynaklar dizini

Bu inkılapların her biri yeni bir İsrafil suru üflerken, o sesle kendinden geçen zavallı bir nesil, battığı denizin derinliklerinden suların üstüne yükselip bir an havaya kavuşup şaşkın felaketzede gibi, “kurtuldum!” diye bağırdı. Halbuki yakında hiçbir kıyı yoktu ve onun akıbeti az sonra yine aynı sulara gömülmüş olacaktı. (189)

34. *Milli bünyemizde bu buhranların hayat bulması gösteriyor ki, bunun tohumları vaktiyle bünyemize atılmıştır....

35. *Ahlakın her sahada kurmak istediğini, ihtiraslar yıkmak isterler...(milli ve manevi değerlerin kurmak istediği disiplinleri batı kültürü.........) (197)

36. *Aramızdaki mukaveleyi, günlük menfaat ve kararlarımıza üst seviyeye yükseltecek olan, içinde yaşadığımız medeniyetin ve geleneklerimizin harekete geçirebildiği kuvvetlerdir. Bu sebepten böyle bir mukavele ile kurulan nizama “ahlak nizamı” diyoruz. (197)

37. *Vatanın atisini düşünmek bugünün şaşkın ve haris insanı için bir külfet halindedir.(200)

38. *Tarihin olayları, birbirini zorunlu şekilde doğurduklarından, bugünün sebeplerini geleceğe göre harekete geçirmesini bilen adam (bir eğitimi yüksek bir) geleceğin mimarı olabilir. Bu sebeplerin abşında inasn unsuru gelmektedir ki, diğer bütün sebep ve imkanlar onunla harekete geçecektir.(205’ten uyarlama)

39. Son nesillerin hazırlayacağı istikbal, bugünkü adımlarımızın kat’i ve zaruri eseri olacaktır. (211)

40. *Eşya, şekil kazanmış fikirlerdir...(226)

41. Mazimize gömülen hadiselerin eseri olan neslimiz, şimdi karşımızdadır. Onu kendisiyle itham edecek yerde kendisine hayat veren sebepleriyle izaha çalışalım.(230)

42. Başkasının hukukunu boğazlayan sefil ihtiraslar...

MİLLET VE MİLLİYETÇİLİKMehmet NİYAZİ, Ötüken Yayınevi İst.

1. Nasıl bilimlerin anası şüpheler ise, fikir akımlarının anası da bunalımlardır.(9)

2. *Hiçbir değerin insanı olamadılar...(37)

3. *Bir rejimin değişmesiyle, hiçbir sonuç elde edilemez; bizzat insanımızın özü değişmelidir. (173)

4. Aslında taklide ilk önce, geniş halk kitleleri başlamaz; genellikle yöneticiler ve yarı aydınlar geniş halk kitlelerini buna

Page 462: Akademik kaynaklar dizini

zorlarlar. Yara alan toplum, kültür seferberliği ve taklide sebep olan unsurlar ortadan kaldırılarak tedavi edilmezse, hastalık toplum içinde giderek yaygınlaşır ve toplumun bütün tabakalarına sirayet eder. Bilhassa bu taklit hastalığı, toplumda çoğunluğu teşkil eden yarı ayın tipini kıskıvrak bağlar ve onda koloni ruhunu uyandırır. (179)

5. *Bir milletin okumuş çocukları (aydınları), o milletin beyni mesabesindedir. Bir hamlenin, hatta küçük bir hareketin asgari şartı vücuttaki dinamizm ile beynin birleşmesidir.(..........)

6. Bir halkın dinamizmi ile okumuş evlatlarının bilgisinin imtizaç edebilmesinin gerekli şartı, onların aynı hayatı paylaşmalarıdır. Kendi hayatını (kıymet hükümlerini , inançlarını) paylaşmayanlara halk yabancılaşır; yabancılaşması kendi çocuklarına karşı olduğu için herhangi bir reaksiyonda bulunmayabilir. Fakat istemeyerek dahi olsa, iç güdüsüyle kendi kabuğuna çekilir. Okumuş çocuklar ise taklit etmeğe çalıştığı milletin hayatını yaşamak istediğinden, gözlerine eskinin devamı gibi görünen, hatta geri kalmışlığın kronik bir şekli olarak kabul ettikleri halkının hayatından koparlar. Bu kopukluk devam ettiği sürece herhangi bir hamle yapmak söz konusu değildir; ve hatta zaman zaman görünen huzursuzluklar, sürtüşmeler bu noktadan kaynaklanır.(180)

İSLAMDA EĞİTİMBatı Eğitim Sistemleriyle Mukayeseli

Yrd. Doç. Dr. Bayraktar Bayraklı 2. Baskı İst.1983

1. .......Dejenerasyona karşı eğitim tedbirleri...

2. Eğitim kültürel ve ahlaki boyutları...

3. *Ürünle tabiatı arasında bir bağlantı vardır.(13) (Şu halde sanayileşme tabiatından mahrum bulunan neslin eğitimle...)

4. *İyi davranışları kazandırmak için, kötü etkilerden insan korunmalıdır. (19)

5. *İmam-ı Azam’a göre eğitim: “İnsan şahsiyetini yıkan ve yapan şeylerinin bilinmesidir. (19)

6. Etkileye etkileye, etkilenmez hale getirmek...

7. *Eğitim, nazari neticeleri gaye edinen faaliyetlerin aksine, pratik neticeleri gaye edinen bir faaliyettir. (22)

8. Terbiyenin bir de münferit insan üzerinde cereyan şekli vardır. Doğumla başlayan ölümle biten her hayat muayyen gelişme safhalarına, kanunlarına malik olduğpu için terbiye, bu gelişme ile yakından ilgilenmek onun kaide ve kanunlarına uymak zorundadır. Bu yüzdendir ki, terbiye ve gelişme, terbiye ilminin sistematiği içinde

Page 463: Akademik kaynaklar dizini

ehemmiyetli bir bahis, hususi bir görüş zaviyesinden çözülmesi gereken bir problemdir.(27)

9. Toplum üyelerini, gelişmelerinin çeşitli aşamalarında kendilerinden beklenen rolleri yeterince gerçekleştirecek şekilde eğitme yetkisi, eğitim örgütüne verilmiştir. Bilgi ve hünerlerin uygulanması alanındaki uyarma, aynı zamanda mensup olunan topluluğa, günlük ahlak anlayışına, daha soyut etik ilkelerle inançlara bağlılığı da telkin etmelidir. Kısacası, eğitimin genel amacı topluluğun yücelttiği idealleri mümkün olduğu kadar çok benimseyen kişiler (yetiştirmektir). (27-28)

10. Kalkınmayı gerçekleştirecek nesiller, ancak kendi milli değerlerimiz doğrultusunda sistemleşen bir eğitim atmosferinde yetişecek ve nesiller, böyle bir eğitim atmosferinde, kalkınma için organizasyon kabiliyetine ulaşacaklardır.

11. Her ilerleme, her yükseliş, ona erişenin belli bir fedakarlık ve ızdırabı ile mümkün olur...

12. Kendi önemli meseleleri bir tarafa, felsefe, bilginin diğer kollarının temel nazariyeleri ile ilgilenir. Felsefe, dikkatini bilime çevirince bilim felsefesi, hukukun temel kavramlarını tetkik edince hukuk felsefesi, eğitim ile ilgilenince de eğitim felsefesi yapıyoruz demektir.(49)

13. Eğitim felsefesi, eğitim meselelerinin genel felsefi nitelikte olduğu nisbette genel felsefeye dayanır. Mevcut eğitim hareket veya fikirlerini, şu genel felsefi meseleleri tetkik etmediğimiz müddetçe, yenileri ile kritize edemeyiz:

Eğitimin önderlik etmesi gereken iyi hayatın niteliği,

Eğittiğimiz insan olduğu için, insanın kendi tabiatı,

Eğitim, içtimai bir ameliye olduğu için, toplum tabiatı,

Bütün ilimlerin anlamaya çalıştığı, nihai realitenin özelliği. (50)

Nesillerin maddi ve manevi terakki yolunu aydınlatacak eğitim...

Ebedi hakikate delalet etmek eğitimin görevidir. (52)

Eğitim, ferdi dürüstlük ve kalkınma prensiplerine intibak ettirmelidir.

Temsil ruhunun ölümü

Görev ve sorumluluk vermek, istidatları inkişaf ettirir. Milli eğitim, milletimizi kalkındırma görev ve mesuliyetini nesillere aşılayamamıştır.

14. (eğitimin değeri) (fertte) cemiyet ve milletine karşı şahsi hizmet duygusunu geliştirmesi nisbetindedir.(87)

Page 464: Akademik kaynaklar dizini

15. Eğitim, ferdi toplum içersinde kendini ortaya koyabilecek nitelikte yetiştirmelidir.(91)

16. Politik karakterde bir eğitim...(92)

17. Bazı eğitim görüşleri merkeze çocuğu, bazısı merkeze öğretmeni, bazısı da geçmişi almıştır. Manevi değerlere kulak asmayanları da vardır.(103)

18. ... İnsan şahsiyetini fıtrat halinde yakalamak.(103)

19. İnsan psikolojisini coğrafi, sosyal, iktisadi şartlar altında inceleme yerine ilahş fıtrat düzeyinde incelemeleri gerekir...(103)

20. Onun şahsiyetindeki .... unsurları zedelemeden, birini diğerine kurban etmeden eğitebilmemiz.(104)

21. Nerede insan varsa orada bir mücadele var demektir. Mücadele insanın en belirgin vasıflarındandır...(122)

22. İnsan tabiatı kendi yapısında çelişkilerle doludur. Bu çelişkiler insanın eğitilmesi ile dengelenerek bir karakter ortaya çıkarılır. Bu zıt yapılar dengelenmezse, biri diğerini boğar ve o, insanın karakteri ve tabiatı haline gelir. Misal: (.....) ancak ancak insan yapısında öyle çelişkiler vardır ki bunların dengelenmesi ve uzlaşması bu fiziki alemde ancak bir inanç ile sağlanabilir. Misaller:.....

23. Ham kabiliyetler...

24. Eğitim, kişiyi, müşterek hayatın talep ettiği ferdi ve içtimai olgunluğa eriştirmek, mükemmel bir ahlaki şahsiyete ve ..... sahip kılmak için vazgeçilmez bir müessesedir. (134 ayarlama)

25. Eğitim : Koruyucu eğitim, Geliştirici eğitim

26. Aile (eğitim), ferdin cemiyete müspet bir şekilde uymasını sağlamada da mühim bir öğretim fonksiyonunu ifa etmektedir. Cemiyete ait kıymet hükümleri, hayat görüşleri, örfler ve âdetler ancak ailenin aracılığı ile ferde intikal edebilir. Cemiyette hâkim bulunan doğru ve yanlış, iyi ve kötü telakkileri de aile süzgecinden ferde ulaşır. Böylece aile (...)çocuğun sosyalleşme vazifesinde ilk ve en mühim fonksiyonları ifa etmektedir.(135)

27. Aklı ermeyenlere bir fikri anlatmak fitne olur. (Gazali)

28. Mâverdi, değerlerin insanın tabiatı haline gelmesi için küçükken eğitimin başlamasını ve eğitimin aynı prensipler üzerine devamlı olarak yürümesinin zorunluluğuna işaret ediyor.(154)

29. İnsanın fıtratında bazı özelliklerin bulunduğu, insanın da dünyaya açılan bir yönünün olduğu; birincisinin insanın hem yeteneklerini, ikincisinin ise onun isteklerini kapsadığını bilmekteyiz.

Page 465: Akademik kaynaklar dizini

Yetenekle ihtiyaç arasında bir köprünün kurulması gereklidir. İhtiyaçların uğruna, şahsiyet unsurlarını feda etmemeliyiz.(156)

30. Hakikatte, güçleri ve temayülleri çok yönlü olan insanın, maddi ve manevi hayatında dengeye ulaşması, öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değildir. Bu öylesine güç ve yorucu bir iş ki, insan yaşayışının tümünü içine alır, yaşanan hayatın her anını kuşatır.(158)

31. Örneksiz eğitim tam değildir. (159)

32. (eğitimde) İyi olanla iyi olmayan arasında bir fark gösterilmiyorsa, insanın kendisine hangisi uygun geliyorsa, daha doğrusu menfaatına hangisi hizmet ediyorsa onu örnek alacaktır. (160)

33. Bir piyesin kapsamında ne varsa sahnede o oynanır...(161)

34. Ortamını bulmayan ağaç gelişmez. (176)

35. Bu kaynaklara (...) dönük olmayan kafaların eğitimi zulümdür, tahriptir. (189)

36. Kuru bilgi ile dolu zihinler, kurudur.(203)

37. İyi ile kötünün bilgisi teşekkül etmeyen kişi ise davranış bozukluğu içinde olacaktır. (226)

38. Bilginin en önemli özelliği, zihinde taht kurup, vücudun organlarına emredip onları yönetir. (231)

39. İnsan tabiatının özellikleri dikkate alınmadan eğitime bir hareket noktası tayin edilemez.(289)

40. Eğer (beşeri) eğitim sistemleri, insan şahsiyetine dikkat ederek eğitime gaye tayin etmiş olsalardı, insan şahsiyetini nelerin yıktığını ve nelerin koruduğunu görecek ve eğitimin gayelerini ona göre tespit edeceklerdi. Ahlaklı insan yetiştirmek isterken, kötü etkilerden insanın nasıl korunacağına hiç değinmemektedir. Çünkü, iyi ile kötü kesin hatları ile ortaya konmamıştır. (291)

41. ... İnsanı ahlaklı yapmak isterken, ahlakın ilkelerine sunî ve geçici temeller aramaktadırlar. Bir tarafta ahlakı yıkan davranışları (çağdaşlık ve hürriyet adına) serbest bırakıyor, bir taraftan da ahlaklı insan yetiştirmek istenmektedir.(291)

MİLLİ KÜLTÜR MESELELERİ VE MAARİF DAVAMIZSamiha Ayverdi, Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri:12

I.Baskı (Milli Eğitim Basımevi) İst.1976

1. Tanzimat ötesinden beri yapıla gelen ıslahat ve inkılaplarımız, orduyu tensik ev ıslah eylemek, içtimai müesseselere çeki düzen

Page 466: Akademik kaynaklar dizini

vermek, idari ve hukuki tedbirler almak gibi, hep çevrede (çerçevede) kalıp, merkeze geçemeyen ve ona merkez olan maarif noktasına ulaşamadan, başladığı yerde sönmüş bulunan mevzii ev günü birlik hareketlerdir.(12)

2. *Kurtuluşumuz, hakiki ve orijinal medeniyetimizi idrak ettiğimiz zaman tahakkuk edecektir. (15)

3. Görmeden bakmak...(15)

4. *Bugün kurtuluş ışığı (..........) görünen her imkan ve ümide irtica damgasını vuran...

5. *Artık bu tehlikeli yanlışlığı, müdafaa eder hale gelmiş...

6. *Tekrar edelim ki, bu tedbirlerin başında kültür davası gelmektedir. Zira alakalılar bilsin, bilmesin, bugün Türkiye’nin maariften daha mühim bir meselesi yoktur. O hallolduğu taktirde,bu ana merkeze bağlı olan bütün meseleler kendiliğinden derlenip toparlanacak, ahlak ve iman krizleri içinde bocalamakta olan büyük kitle, nefes almış bulunacaktır. (33)

7. Cehlin tasfiyesinde bize kudret kaynağı olacak ana kıymet, potansiyel gücümüzü keşfetmemiz ve tarihi gerçekten faydalanmayı bilmemizdir. (uyarlanacak)

8. (7.2)Köy kalkınmasında esas gaye, gelenekçi Türk köylüsünün akl-ı selimini zedelemeden ve yabancı reçeteler kullanarak zehirlemeden, kendi milli havası milli bünyesi ve ananeleri içinde ona seviye ve irtifa kazandırmaktır.(35)(81/20)

9. *..Halbuki çabucak yumuşayan derhal size yardımcı kesilen köylüyü(....) fethetmek gaflet örtüsüne bürünmüş münevveri fethetmekten çok kolaydır. (37) (uyarlanacak) (...) acıda olsa, itiraf etmek lazımdır ki bugün gerilik, köylüden ziyade onu anlamayan münevverdedir. (37)

10. *...Bugün memleket sathına yayılmış olan milli ve askeri idare mensupları, vazifeli bulundukları(yerlerde), adeta bir koloni şuuru ile yaşamakta, yerli halk ve köylü ile temas etmemektedirler...(139)

11. *Köylüyü(toplumu/milleti) bir müstemlekeci ruhu ile eğitmekten artık vazgeçelim...(44)

12. Eğer insanımızı bir kıymetler kalasının müdafaasına ısmarlamazsak(...), bu kendi haline terkedilmiş masum kitleleri ebediyen kaybetmemek çaresizdir. (50)

Page 467: Akademik kaynaklar dizini

13. *...İnsan ruhu bir şevk ve enerji kaynağıdır. Yapıcı ve yaratıcı bir yola sevk edilmezse tabiatındaki vahşet ve gılzet(...) şahlanıp onun müspet vasıflarını boğarak cemiyetin başına musibet kılar. Bunu çok iyi bilen ecdadımız çareyi, insanoğlunu kendi tehlikesinden emniyete almakta bularak, ona kendini kendine muhafız kılacak iç terbiyesi vermekte kusur etmemiştir. (51) (içdisiplin)

14. Yapıcı bir heyecan uyandırmalıdır.

15. Müslüman Türklerden ziyade, hristiyan azınlıkların işine yarayan Tanzimat, tarih sahnesindeki büyük gürültüsüne rağmen, memlekete, muhtaç olduğu milli heyecan ve irfandan mürekkep bir mesele vermeden sönüp gitmiş, ne yazık ki giderken de milli değerlerimizi büyük ölçüde silip götürmüştür. (60)

16. İmparatorluk statüsünden milli devlet karakterine geçiş tarihimiz olan Cumhuriyet devrinin başlangıcı, kültür seferberliğine en uygun zamandı.(61)

17. 15.1.*Türk çocuğu, 40 seneden beri dilini, dinini, tarihini yanlış belleten sakat bir maarif politikası yüzünden milli duygulardan mahrum yetiştirilmiş bulunuyor. (63)

18. *.....vakarlı, temkinli ve dürüst olmayı da bir cemiyet kaidesi bildiği için, bastığı yeri gören muvazeneli ve oturmuş kimse idi...(67)

19. *Eskiden Türk toplumunda et tırnak gibi birbirinden ayrılmayan öyle bir iman ve ahlak geleneği vardı ki nesilden nesile akarak insanları müşterek inanışlarla birbirine bağlan ve birbirinin yardımcısı ve tamamlayıcısı kılardı. (68)

20. *(bu görüşler.....) belki subjektif bir kanaat gibi görebiliriz....

21. *dış tesirlerden masun...

22. *....cemiyeti, bütün sınıflarıyla, kendinden sonraki nesillere örnek ve mürebbi kılacak seviyeye çıkarmak...(73)

23. İnkılaplarında muvaffak olamamış milletlerin bu defa mazi tahassürü içine düşme tehlikesine kapılmasıdır. Zira çizgisi üzerine eskiye dönüşü, sosyal kanunlar kadar tabiat kanunları da reddeyler. Onun için müzmin bir geçmiş zaman hasreti ve tekerlemesiyle geçmişi ve tarihi sayıklamakta kalmayıp, sadece geçmişten ve tarihten gelen ikaz sesine kulak vererek hali, bu tecrübe edilmiş

Page 468: Akademik kaynaklar dizini

malzemede, faydalanarak inşa etmek, belki de tek çıkar yol ve çaredir. (76)

24. ............seviyelenmiş bir kitleye sırtını dayayan memleketin........(77)

25. Bir memlekette en tehlikeli davranış, münevverlerin cehaletidir. Aydın sınıfı, fikir dalaleti içine düşüp karanlıkta kalmış cemiyetlerin akıbetinden belki daha tehlikelidir.(77)

26. Maarifimizin büyük günahı, birbirini takip ede gelen nesilleri milli imanın heyecanı ve bir fikir ve ruh disiplini ile yetiştirmekten başka(......) emellerine hizmet edecek bir anlayış platformu üstüne getirmiş olmasıdır. (78)

27. ...ve asırlar boyu siyasi, idari, içtimai ve kültürel hayatımızın merkez kuvveti olan imana sırt çevirmekle..(79)

28. Türk-Kürt ihtilafını ortadan kaldırabilecek tek söz sahibi kuvvet ise, dindir ve din motifini ustaca kullanmasını bilebilen din adamıdır.(82)

29. Halk terbiyesinde (....) yabancı mütehassırları rehber tanımak ve onlara Türk halkının, Türk köylüsünün istikbali ile oynayacak tasarruf ve üstünlük hakkını vermek, bizce tarihi bir dalalettir. Mazimizi tedkik edecek olursak, gerileme devirlerimizin bir hastalığı olan ecnebi müdahale ve tavsiyelerinin daima fikir selametimizi kaybettirip şaşırttığı ve tehlikeli kararlara götürdüğü müşahade olunur.(87)

30. Maarifin temel politikasında iki büyük inhiraf vardır: dil ve din (tarih...) (89)

31. ...müşterek ve birleştirici (disiplinin) teknik değil, din(...) olduğunu kabul ederek, onu hayatın bütünü içine bir solüsyon halinde karıştırmak.(92)

32. .....o mübarek mevzuu bir siyasi malzeme olmaktan kurtararak...(95)

33. .....inhitat devirlerimizin başlamasıyla, askeri, idari, içtimai ve iktisadi her müessese gibi, devletin ve cemiyetin kudret ve enerji kaynağı olmuş bulunan din müessesesi de, iman ve irfan kademesinden alaşağı edilerek gerçek ellerden sahte tasarruflara geçmiştir. (98)

34. Bugün dinin mahiyetinden habersiz olan ve ona karşı mesuliyetini idrak edememiş bulunan iki ayrı kitle mevcuddur: Fikren

Page 469: Akademik kaynaklar dizini

bir din enerjisine malik olmayanlar; yani bu mevzuuda tamamen bilgisiz ve cahil bulunanlar (bu bilgisizlikleri ve cehaletleri sonucu dine düşman olanlar) ikinciler ise, dindar geçindikleri halde ellerindeki cevherin istimal mahallini tayin edemeyenlerle çakıl taşı yerine kullananlar. Bunların her ikisi de aynı derecede zararlı zümrelerdir.(98-99)

35. Münevveri cahil olan bir topluluk kadar bedbaht bir cemiyet olamaz.(99)

36. Taassup, yalnız dine musallat olmuş bir ruh hastalığı değildir. İlim, izafi bir fenomen iken, ilim müteassıpları vardır. Siyaset bir politik temayül iken, politika kindar ve mütecaviz bir taassup muhiti eksik değildir. (104)

37. Değil yalnız biz, bütün dünya, geçirmekte olduğu çeşitli krizlerden yakasını kurtarmak için spirtüel hayatı cemiyet planında yaygın ve hakim bir kuvvet olarak yaşatmak zorunda olduğunu anlamış bulunmaktadır.(105)

38. .......sınıfının fikri ve içtimai seviyesini büyük bir dikkatle beslemek...

39. Manevi buhranlar içinde kıvranan kitleleri manevi ve ahlaki bir kullanmaya davet edebilecek nüfuz ve dirayeti iktisap etmiş.....(106’dan uyarlama)

40. Tatbikatçıların ferdi himmetleri, mekanizmanın sakatlığını telafi edemeyeceği için...(112)

41. ...tıpkı sirayet hassaları kuvvetli, bulaşıcı hastalıklar gibi...(zaaflar) (119)

42. *Bir inancın zaruri kıldığı dürüstlük ve faziletten mahrum bir insanda, hıyanetin sadakattan,..............kuvvetli bulunmasından tabii ne olur?(123)(uyarlama)

43. *Milli müdafaanın da bir kültür davasının şumulü içine girdiği bir gerçektir. (127)

44. *Kütleleri besleyecek heyecan kaynakları soğumuş olan cemiyetler...

45. Umumi efkarı, olduğundan bir adım ileri götürmek, onun ölçülerine düşmek suretiyle değil, onu kendi anlayış irtifaına çekip yükseltmek seferberliğini açmakla olur.(182)

Page 470: Akademik kaynaklar dizini

46. *Tarihi ve milli miras ve mesuliyetleri bir yana itilip kafası, sahte ve taklit değerlerle tıka basa doldurulmuş bir cemiyet kadar çürümeye elverişli bir zemin yoktur. (186)

47. *....gençliğe, ancak ilim ve sanat değerleriyle yüz yüze gelecekleri bir (eğitim iklimi)....(187’den uyarlama)

48. *Bir gün gelecek, tarihin tarafsız dudağı, bu davanın mesullerinden acı acı hesap soracaktır...(197)

49. Artık dava, ferdi gayretlerin tashih ve tedavi edebileceği bir hata olmaktan çıkmış, bir maarif ve devlet işi halini almıştır...(203)

50. *Tarih, alfabeyi bir medeniyetin anahtarı olarak kabul eder. Anahtar değişince medeniyetin değişeceği de tabii idi...(218)

51. *Şu halde ona şuur verip kendinden haberdar etmek ve iç kuvvetlerini kontrol altına alıp menfi elemanları, müspet ve yabancı kuvvet haline getirmek için ne yapmalı? (.......)(271)

52. *......bilgi gelmiş tevazu gitmişse, tekniği ilerlemiş imanı yaya kalmışsa, vasıta çoğalmış gayesi kaybolmuşsa, cemiyetin bu muvazenesi bozulmuş adamdan, faydadan çok zarar beklemesi zaruridir. (271)

53. *Hürriyet, beşeri zaaf ve ihtiraslara tabi ve esir olmak değil, amir ve hakim olmakla tahakkuk eden bir manevi imtiyazdır.(272)

54. *Eskiden, meslek şeref ve kaidelerine sadakat Türk esnafında bir iman zarureti iken....(307)

55. Her cemiyette içtimai bir hayat unsuru olan dinler...(309)

56. *Cemiyetimizin bugünkü ıztırabı, hep o ....(batı kültürünün) eğitim sistemimizde hala sürüncemede oluşudur...

57. Psikolojik tazyikler=(rekabet v.s. duyguları...)

58. *Bugünkü cemiyet, dünkü ........terbiyeye bakiyesinin bereketini taşıyor...(321...)

59. Hedefini tespit etmiş bir yolcunun, hayli yorgunluktan sonra da olsa, aksi istikamete saptığını anlayınca geri dönmesi irtica mıdır?(328)

60. Bir manevi yardımcıdan mahrumiyetin azabını çeken o namlı şanlı dahi adam(Nietzebe) bu ızdırabını “Tek başımayım. Vahşi

Page 471: Akademik kaynaklar dizini

bir orman içinde kaybolmuş gibiyim. Yardıma muhtacım. Zabt u rabt altına girmeye muhtacım. Üstada muhtacım ve itaat etmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu hissediyorum. Neden kendimden üstün bir insanla karşılaşmıyorum?.....” diye ifade etmiştir. (343)

61. Bugün dünya, bir kıymetler buhranından bir ruh medeniyetinin yokluğundan muzdariptir.(386)

62. *..haçlılar, şarka gelip bir medeniyet ve irfan bolluğu ile karşılaştıkları zaman ne derece aldatıldıklarını anlayaak gözleri açılmış oldu. Fakat doğudan batıya fikir dağarcıkları dolu olarak bu dönüş ve uyanışın adına “şarklılaşma” değil “rönesans” dediler...(393)

63. *Halbuki Türk rönesansı diyebileceğimiz Tanzimatın temelleri kurulurken, bu iflasın üstüne geçirilen basma kalıp kaftanın adına “garplılaşma” denecekti.(394)

64. Hukukun üstünlüğüne gönülden inanıldığı ve hürriyetlerin yine hürriyetlerle sınırlandığı bir ülke....(Türkiye Gazetesi-9.1.1991-Çarşamba-Vecihi Ünal ölçü köşesi 5/10)

65. Osmanlı devletinde hak ve hürriyetlerin Tanzimat ve Islahat fermanıyla gündeme geldiği şeklindeki iddiaları safsata olduğu.(gayr-i müslim azınlığın hakları da olmak üzere) kanunnamelerin incelenmesinden anlaşılır.(A.g.gazete)

İSLAMA GÖRE İNSAN PSİKOLOJİSİ II. CiltMuhammed KUTUB, Çeviren: Akif Nuri 1974-İst.

1. İnsanlar dinin teklif ettiği doğruluk, iyilik ve itidali baskı unsuru kabul ediyorlar.(bu vasıflara sahip olmayan.....) (66 den...)

2. .......öyle ki hayati atılımlara engel olmaya ve beşer fıtratıyla çatışmaya başladı.(67)

İNSAN VE İNSANLARÇiğdem Kağıtçıbaşı, Baskı: 4.Baskı İst.1979

1. Ne fert, ne de cemiyet birbirinden soyutlanarak, gereğince incelenemez.(4’ten uyarlama)

2. Bir sosyal olayın nedeni ancak başka bir sosyal olaydır.(Durkheim)(5)

3. Etkinlik, en az çabayla mümkün olan en fazla sonucu almak...(280)

Page 472: Akademik kaynaklar dizini

4. Bununla beraber, bazı durumlarda sanayileşmeden başka etkenler de modernleşmeyi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilirler. Örneğin gelenekler, sanayileşmeye karşın devam edebilir, Japonya’da görüldüğü gibi. Ayrıca, kültürel yayılma ve taklit yoluyla, sanayileşme olmadan da bir toplumda modern kişilik eğilimleri belirebilir. Fransız etkisiyle Tunus’ta görüldüğü gibi.(281)

MEDENİYET YARGILANIYOR “CIVILAZATION ON TRIAL”

Arnold J.Toynbee, Çev.; Ufuk Uyan, Yeryüzü Yay.- İst-1980

1. Bilim adamının bütün ömür boyu yaptığı iş, kendi kovasındaki suyu başka sayısız kovanın besleyip büyüttüğü bilgi ırmağına eklemekten ibaret...(7)

2. .....benim dünyamı “modern”, Thukydides’in dünyasını ise “eski” diye nitelendiren kronolojik yaklaşım...(12)

3. Körükörüne nefret...

4. (İnsanın) milliyeti, yaşı, toplumsal çevresi, (inanç ve kültürü), dünyanın genel görünüşünü seyrettiği “pencereyi” büyük ölçüde belirler. (21)

5. *Bu “anahtar” azınlığı bunalıma iten her şey, (cemiyetin) dünyanın gerisini de bunalıma itecektir.(26)

6. *İnsanın maddi dünyası ne kadar düzeltilirse düzeltilsin, bu, insanın sosyal adaleti isteyen ruhunu teskin etmeyecektir.(30)

7. Bana göre medeniyetler kurulduktan sonra tehditlere karşılık vererek büyürler...(56)

8. Alışkanlık hayal gücünün afyonudur. (63)

9. Medeniyetin mihenk taşı, teknoloji değil adalettir. (85)

10. *Örneğin, dünyamız beklenmedik bir şekilde insancıl duygularla dolmuş durumda. Artık bütün sınıfların, milletlerin, ırkların insani hakları tanınıyor, ne var ki aynı zamanda işitilmemiş bir derecede sınıf mücadelesinin milliyetçiliğin ve ırkçılığın içine batmış durumdayız. (bu kötü istekler soğukkanlı, bilimsel olarak hazırlanmış zulümlere yol açtı.) Birbirine zıt bu iki düşünceyi, bu iki davranış biçimini, bugün, yalnızca aynı dünyada değil, fakat aynı ülkede, hatta aynı ruhta bulabilirsiniz. (145)

11. .......bu tarihten beri insanın karşılaştığı öldürücü tehlikeler yalnızca kendisinden gelmiştir.(155)

12. Geçmişi reddettiğimiz zaman o kurnazca gizlenerek geri gelmekte... (159)

Page 473: Akademik kaynaklar dizini

13. Ruhsal kültür...(180)

14. *...Bizim tehditimizin kurbanı olan Türk, ne yaparsa yapsın gözü ne giremeyeceğini, kitabımız Kitab-ı Mukaddes’ten alıntılar yaparak gösterebilir.”Biz size kaval çaldık, siz oynamadınız; biz yaz tuttuk siz ağlamadınız.” (Luka 7:32) (189)

15. *Bu ruh (inanç ve iç disiplin) kendini bir çok pratik şekillerde ifadelendirir ve bunlardan bir tanesi dinen yasak olan içkiden kurtuluştaki bu dıştan gelen zorlamaların başaramadığı bir şeyi başardı. (198)

16. çağdaş İslam dünyasının en ilginç olaylarından birisi, Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel İslami anlayışı kabul etmemek için direnmesidir. (.............) 1922’den beri Türkler İslami inceliklerle alay etmek için ellerinden geleni yaptılar... (200)

17. Gerçekte, milliyetçilik Müslümanların içine düştükleri bir oyun... (200)

18. *”Panislamizm uykudadır, ne var ki, batılılaşmış dünyanın proleter kalabalığı batı sömürgeciliğine karşı ayaklanıp anti-batıcı bir hareket oluştururlarsa, uyuyan devin uyanabileceğini hesaba katmak zorundayız. Bu çağrının, İslam’ın militan ruhunu –kış uykusuna yatmış gibi görünüyorsa da- uyandırıp zafer dolu bir çağa yöneltmede, hesap edemediğimiz etkinlikleri olabilir. (201)

19. Militan teknik adamlar...

20. (Şu halde, sosyal, iktisadi ve içtimai problemlerin) en belirgin ve bilinen nedenlerinden birisi toplumun ve insanın tabiatına dayatıyor. Herşeyden önce toplum bir takım kişilerin beraberce hareket ettikleri ortak bir alan ve insan kişiliğinin iyiliğe olduğu kadar, kötülüğe de yaratılıştan eğilimi var. Eğer bu iki cümle doğruysa o zaman dünyadaki bir toplumda insan tabiatı ahlaki bir değişme geçirmedikçe, (sosyal irsiyet) kötülük ve iyilik her doğan çocukla yeniden doğacak ve o çocuk yaşadığı sürece de ortadan kalkmayacaktır... (227)

DOĞU VE BATIRené Guénon, Çev.:Fahrettin Arslan, Yeryüzü Yay. İst.-1980

1. *Hiçbir medeniyet diğerlerinden her bakımdan üstün olamaz, çünkü insanoğlunun her alanda, aynı anda ve aynı şekilde faaliyet göstermesine imkan yoktur, çünkü birbirleriyle hakikaten bağdaşmaz gözüken gelişmeler vardır. Olsa olsa bir çeşit hiyerarşi olduğu ve mesela zihni olanın maddi olana ağır bastığı düşünülebilir; gerçek böyle ise, bir medeniyet, birinci yanıyla(zihni) geri, ikinci yanıyla(maddi) inkar edilmez şekilde üstün olsa da, sonuç dış

Page 474: Akademik kaynaklar dizini

görünüşü ne olursa olsun, bütünü içinde ele alındığında bu medeniyetin aleyhinde olacaktır; doğu medeniyetleriyle karşılaştırıldığında batı medeniyetinin durumu da budur. (9)

2. *İstensin veya istenmesin, bugün kaçınılmaz olacak zihni bir değişmeyi hazırlamak ve uygun yere çevirmek için “maya” görevi yapacak bir entelektüel seçkinler tabakasının oynayabileceği role daha önceden imada bulunmuştuk. (10)

3. *Modern batı medeniyeti gerçek bir anomali olarak yer alır, tarihte: az çok bütünüyle tanıyabildiklerimiz arasıda tamamen maddi yönde gelişmiş tek medeniyet, batı medeniyetidir. Rönesans denilen olayla aynı anda başlayan bu canavarca gelişme, mukadder olduğu üzere, mukabil zihni bir gerilemeyi de beraberinde getirmiştir; muadil demiyoruz, zira burada sözkonusu olan iki şey arasında hiçbir ortak yan yoktur. Bu gerileme öyle bir noktaya varmıştır ki bugünkü batılılar saf zihnin neyin nesi olduğunu bilemez, hatta böyle birşeyin mevcudiyetine bile ihtimal veremez olmuşlardır; bu yüzden de sadece doğu medeniyetlerine değil artık en az bu medeniyetlerin olduğu kadar, ruhunu kavrayamadıkları Avrupa ortaçağına da tepeden bakmaktadırlar. Zekayı maddeye hükmeden ve bunu önemli gayeler için kullanan, ilme kendi kısır görüşleri içinde, sanayide kullandığı oranda değer veren insanlara nasıl yapmalı da nazari bilginin üstünlüğünü anlatmalı?. (19)

4. *Nasıl “medeniyetler” varsa, aynı şekilde bu medeniyetlerin herbirinin gelişme sürecinde veya bu gelişmenin uzun veya kısa süreli bazı dönemlerinde, aynı şekilde bütün üzerinden değil de, belli şu veya bu alanda “ilerlemeler” vardır; bunun manası kısaca şudur: bir medeniyet belli bir yönde, belli bir istikamette gelişir. Ama nasıl ilerlemeler var, aynı şekilde gerilemeler de vardır ve bazen de her ikiasi aynı anda değişik alanlarda meydana gelebilmektedir. Demek ki –ısrarla belirtiyoruz- bütün bunlar son derece izafidir; eğer aynı kelimeler mutlak bir mana içinde düşünülürse hiçbir gerçeğe tekabül etmez olurlar...(25)

5. Umumi bir kabul görmek...(28)

6. *Modern ilmin tahlili hususiyeti, bizzat Auguste Comte’un da tehlikelerini haber vermeden edemediği “uzmanlıkların” durmadan artan sayısıyla kendini belli eder; “işbölümü” diye bazı içtimaiyatçılarınca bunca övülen bu “uzmanlaşma”, mükemmel(!) “ilimci”nin kazandığı uzmanlıkların bir parçası olan şu “zihni miyopluğa” yakalanmak için en emin yoldur; bu miyopluk olmadan da zaten, “ilimciliğin” de bir değeri olmaz. Bu yüzden “uzmanlar” kendi sahalarının dışına çıkmaz, umumiyetle inanılmaz bir bönlüğün içine düşmektedir; öyle kolay tesir altına girerler ki! İşte, en gülünç nazariyelerinin başarısının büyük bir bölümü de böyle sağlanmaktadır, yeter ki bunlar “ilmi” diye taksim edilsin. Tekamül

Page 475: Akademik kaynaklar dizini

nazariyesi gibi en sudan nazariyeler, böylece, “kanun” hükmüne geçer ve ispat edilmiş olarak kabul edilirler. (52)

7. *Bu ilmin, herşeyden önce, ameli ve faydacı hususiyetidir; ve özellikle mekanik icatlar sayesindedir ki “ilimci” zihniyet bugünkü gelişmeye kavuşmuştur. Modern dünyanın en büyük özlemi olan bedeni refahın artmasını hedef alan bu buluşlar, XIX. Yüzyılın başından bu yana tam bir coşkunluk hezeyanını körüklemişlerdir. (55)

8. *......Bilhassa genç dimağlara sokulmuş olduğu için sökülüp atılması imkansız kalıp fikirlerle kirletilmiş bir kafaya sahip olmaktansa, hiçbir şey bilmemek evladır. Cahil adam, en azından fırsatını bulursa, öğrenme imkanını muhafaza etmektedir; cahilin bakir bir “akl-ı selimi” vardır ki, bu genellikle yetersiz olduğunun şuurunda olmasıyla birleştiğinde bir takım budalalıklar yapmasına mani olur. (60)

9. Uygulanmakta olan eğitim metotlarının netice olarak zekanın yerine hemen hemen tamamen hafızayı koyduklarını işaret etmekle yetineceğiz... (61)

10. *Batılılar, diğer birçok şey yanında, doğu medeniyetlerinin sabit ve istikrarlı mahiyetini tenkit ederler.(.....) Modern medeniyet ise ilkeden mahrum olduğu için son derece değişkendir. Bununla beraber, sözünü ettiğimiz istikrarın her çeşit değişmeyi reddettiğine hükmetmemelidir. (75)

11. *Batılının özlemleri, umumiyetle hissedilir dünyayı ve onun kıymetlerini asla aşmaz; bu özlemler duyguculuğu bütünüyle alıcılığı da kısmen içine alır. Şüphesiz, kayda değer istisnalar yok değil, ama biz burada dikkate alınan yer ve dönemin hakikaten ayırıcı özelliği olan en umumi ve ortak zihniyeti düşünüyoruz... (77-78)

12. Quaerite et invenietis= Ara bulursun…

13. ........ daha da kötü bir noktaya varana kadar tedricen zayıflatacaktır....(87)

14. Batılılar; kendilerini ve medeniyetleri hakkındaki yüksek kanaatlerine rağmen dünyanın geri kalan kısmındaki hakimiyetlerimiz kesin bir şekilde sağlanmış olmaktan uzak bulunduğunu, bunun öngörülmesi ve haliyle de önlenmesi imkansız bazı olaylara bağlı olduğunu pek iyi hissetmediktedirler. Ancak görmek istemedikleri şey, kendilerini tehdit eden tehlikelerin en büyük sebebinin , Avrupa medeniyetinin yapısından geldiğiydi: Sırf maddi bir temele dayanan herşey, geçici bir başarı olmaktan ileri gidemez. (97)

Page 476: Akademik kaynaklar dizini

15. Medeniyetteki çeşitlilik, ırkların(milletlerin) ayırıcı hususiyeti olan zihni farkların tabii sonucudur. (115)

16. .......bu girişimlerin en büyük kusuru, başarılı olmak için gerekenin hep tersini yapmış olmalarıdır. (121)

17. Kendi varlık sebeplerini yapan şeye sırt çevirmek bir yana, bunu, her zamankinden daha büyük bir dikkatle sinelerine alacak, daha uzak ve ulaşılmaz olacaklardır. (122)

18. Madde mahiyeti icabı, bir bölme ve ayırma unsurudur; maddeden başlayarak gelişen hiçbir şey, gerçek ve sürekli bir birliğin kurulmasında kurulamaz. (124)

19. siyasi bir fazilet değildir....(125)

20. *....... Modern medeniyet bir ilkesizlik sancısı çekmekte ve bu sancıyı da her sahada duymaktadır; olağanüstü bir anomali sonucu, bütün diğer medeniyetler içinde ilkeden mahrum, sırf menfi ilkeleri olan (bu iki şey aynı kapıya çıkar) tek medeniyet olmuştur.(...) toplulukları canlı bünyelere benzetmeye bayılan sosyologlar, yaptığımız bu karşılaştırma üzerinde biraz düşünmelidirler. Saf zihnilik yok edildiği için, her, hususi ve mümkün olan, bağımsız bir alan olarak düşünülmektedir; biri öbürünün sahasına tecavüz etmekte, kördüğümü bir fevza içinde her şey iç içe geçmekte, birbirine kavuşmaktadır; tabii münasebetler ters yüz olmuş, tabii olması gereken kendini bağımsız ilan etmekte, her türlü hiyerarşi, gerek zihni gerek içtimai alanda, eşitlik vehmi adına yerle bir edilmiştir; eşitlik fikren gerçekleşmesi imkansız bir şey olduğu için sahte hiyerarşiler uydurulmakta ve birinci sıraya bilmem ne getirilmektedir. İlim, sanayi, ahlak, siyaset veya ticaret, normal olarak üstünlüğü alabilecek ve alamsı gereken tek şey olmadığı, yani, tekrar edelim, hakiki ilkeler olmadığı için şu saydıklarımızdan biri baş köşeye oturtulmaktadır. Böyle bir tablo çizmekle katiyen mübalağa etmiyoruz; meselelerin bugünkü durumu samimiyetle incelensin, gözler eğer önyargılarla kör edilmemişse, durumun tam tasvir ettiğimiz gibi olduğu görülecektir. Bu karmaşıklığın derece ve safhaları olduğunu hiçbir şekilde inkar etmiyoruz; bu duruma öyle birden varılmış değildir, ama sonuç kaçınılmazdı, çünkü deyim yerindeyse modern dünyayı saran ve onu bu hale getiren ilke yokluğu var ya... Şu anda bulunduğumuz noktada, varılan sonuçlar birilerinin endişe duymaya ve nihai bir inhilalin tehdidini hissetmeye başlamasını gerektirecek kadar aşikardır. Bazı şeyler vardır ki ancak inkar yoluyla hakiki olarak tarif edilebilir: anarşi, ne şekilde olursa olsun, hiyerarşinin inkarından başka bir şey değil bu; anarşi içinde veya ilkesiz bir medeniyet, işte bugünkü batı medeniyetinin gerçek durumu : bu medeniyetin, doğu medeniyetlerinin aksine an’aneli bir medeniyet olmadığını değişik bir şekilde söylerken tam bunu ifade etmek istiyoruz. (146-147)

Page 477: Akademik kaynaklar dizini

21. An’aneci diye adlandırdığımız medeniyet, zihnin her şeye hakim olduğu, her şeyin dolaylı dolaysız ondan çıktığı ve ister ilmi ve ister içtimai kurumlar söz konusu olsun, bunların aslında saf zihni hakikatlerin, birer tali ve tabi uygulamalarından başka bir şey olmadığı , kelimenin hakiki manasıyla ilkeler üzerine kurulmuş olan medeniyettir.(148)

22. An’anenin düşünceye ayak bağı olacağı sanılmasın...(212)

23. Doğu’da çağımız çalkantısının ulaşamadığı bir kuytuda bütünüyle korunması lazımdır. (226)

24. An’anevi hiçbir öğretimin yapılmadığı bir yerde, istisnai olmakla beraber, eğer zihni bir gelişme vuku bulursa, bazen bunun nasıl olup da meydana geldiğini tespit etmek güçtür. (158)

25. Hiyerarşik münasebetler...(158)

26. Batının(nesillerin) zihni düşünüşün devasız olmadığını kendi mevcudiyetleri ile gösterecek olan seçkinlere düşer... (199)

27. *(uyarlanacak)....... bu irtibat, arızi olmamak için her türden hususi biçimlerden sıyrılmış, biçimlerin altındaki şeyin tamamen şuurunda ve aşkın ilkeler alanında yer alıp her çeşit an’aneye(...) iştirak edebilecek insanların mevcudiyetini öngörür.(199)

TÜRKİYE BİR DEVLETİN YENİDEN DOĞUŞUProf. Arnold J. Toynbee, Çev.: Kasım Yargıcı, Milliyet Yay. 1.Baskı-İst-

1971

1. Tarihi bilmeyen bugünü anlayamaz.(11) (Yanlış bilen de yanlış anlar.)

2. 29 Ekim 1923’te Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla doğan “Türkiye Cumhuriyeti”, bugünün dünyasında batı uygarlığının üstünlüğü için dikilmiş bir anıttır. (19)

3. Bunlar batılı etkilerden doğmamış olsalar bile, batılı etkilere karşı bir tepki olarak ortaya çıkmışlardır. (onun neticesidirler.)

4. Her toplumda genel yargılara karşı çıkmak arzusunu tatmin etmeyi arayan bir azınlık vardır. (24)

5. Türkler arasındaki bu ırk hoşgörüsü eski bir İslam geleneğidir ve batılılaşma dalgasının bu geleneği ortadan kaldırması da pek muhtemeldir. (30)

6. Bünyesinde kendi çürümesinin tohumlarını taşımaktadır. (38)

7. İlk Osmanlı reformcuları Deli Petro gibi askeri uçtan harekete geçmişler ve yüzyıl kadar önce , Petro’nun zamanında, ekonomik uçtan hareket etmiş doğulu Hıristiyan tebaanın yolunu

Page 478: Akademik kaynaklar dizini

izlememişlerdir. Batı yönünden yönünde bir reformun askeri açıdan ele alınmış olması, Osmanlı Türkleri arasındaki “Batılılaşma hareketi” ni ve bu hareketin 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca’dan 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne kadar yarattığı durumu anlamaya yarayan önemli bir anahtardır. (55)

8. Batının askeri yeterliliği, üstünlüğünün nedeni değil, bir belirtisiydi.

9. Batı yaşamının askeri yönü, en az ilerici ve öğretici olanıdır. (56)

10. (böylece ordunun) bu tek örgütün sistemli bir batı eğitimi görmesi ve bu yüzden batı kültürünün etkilerine de açık olması da batılı olmayan zihinler için bir “devrim” olarak görülmüştür. Sultan Abdülhamit döneminde (1876-1908) Türkiye’ye batıda basılmış kitapların girmesinin yasaklandığı zamanlarda dahi askeri öğrencilerin batılı sistemine göre eğitilmelerine dokunulmamıştır. (57)

11. Her şeyden önce reform hareketi birkaç kişinin kişisel karakterine bağlı olmuştur. (68) (müesseselerin başarısı da fertlerin kişisel karakterine bağlıdır.)

12. Türklerle Mısırlılar başka ulusların gelişmesini önlemek için harcadıkları çabalar yüzünden kendi ulusları adına yapıcı bir çalışmaya başlayamamışlardır. (70) (.....)

13. Batılı olmayan bir ülke, toplumun ekonomik alt yapısını da aynı anda batılılaştırmadan kendini güven içinde batı yaşamına uyduramaz. (70)

14. Batı Avrupa’nın siyasal havasını solumuş. (73)

15. Türkiye aleyhindeki geleneksel ihtiraslar...(74)

16. Batı kültürü almış pek çok aydın Türk, bir İngiliz himayesi ya da Alman mandası tavsiye etmişti....(78)

17. Batının siyasal felsefesinin doğulu Hıristiyanlarca benimsenmesinden beri, Türklerin zihinlerine de sızmaya başlamıştı. (80)

18. On iki yıl süren savaşlar ülkenin iç gelişmesini engellemişti....(86)

19. (Barış) Milli enerjinin uluslararası çatışmadan uzak olarak iç faaliyetlere yönelmesi imkanını sağlamıştır. (142)

20. Olaylar, her zaman belgelerde belirtilen niyetlere uymamıştır. (151)

21. Kendinden çok ülkesi için beslenen tutkular...

Page 479: Akademik kaynaklar dizini

22. M. Kemal ve özellikle İsmet Paşa, Devrimci ve Cumhuriyetçi Ankara’nın en önemli iki kişisidir. Millet Meclisi, bu ikisinin elinde bir kil hamuru gibidir. Bu hamura, bazen yumuşak baskılarla bazen güçlerini bir araya getirip ezmek suretiyle biçim vermektedirler. (159)

23. Bir ulus, yalnız eski şeylere yeni adlar takmakla, düşünme biçimini değiştiremez ve kendini yüzyıllardan beri süren geleneklerden kurtaramazdı.(185)

24. Türkiye Cumhuriyeti denilen devletin doğuda aynı hükümet biçimleri gibi değişik bir yapıda olması normaldir. Çünkü bu, bir halk hareketi ve demokratik gelişmenin tabii bir ürünü değildir. (186)

25. T.C. karşımıza bir küçük askeri devrimciler grubu olarak çıkıyor. (187)

26. İngiliz siyasal düşüncesindeki “evrimin devrimden daha başarılı olduğu” ilkesinde büyük bir gerçek payı vardır. Evrim ya da ağır tedrici gelişme –özellikle devlet biçiminin değişmesinde- eski düzeni birden devirip bunun yerine yeni bir rejim getirmekten, çok daha güvenilir ve dengeli bir reform yoludur. (188)

27. Hiçbir değişiklik, halkın çoğunluğu tarafından iyi karşılanmadıkça köklü bir değişiklik olamaz. (188)

28. Halifeliğin ortadan kaldırılmasının iki anlamı vardır: Öncelikle Türkiye, İslam Dünyasının merkezi olmaktan çıkmıştır. Türkiye, İslam’ın manevi önderliğini bırakıp köşebaşını dönüp dünyevi bir hükümet kurup Halife’yi sınır dışı edince, batılılaşmanın nimetlerine karşılık, islam birliği ve islamın desteğinden vazgeçer olmuştur. (207)

29. Yeni Türkiye’yi incelerken, yeni hükümet biçimini ele aldığımızda anayasal bir kisveyi bürünmüş bir oligarşik despotizmi ortaya çıkarmamıza şaşmamalıdır. (211)

30. Türkiye 1923’te cumhuriyetin ilanından beri, anayasal hükümet perdesinin arkasından otokratik bir ikili irade tarafından yönetilmektedir.(211)

31. Yalnız hükümet şeklinin değişmesi ülkenin değişmesinde bir devrim yaratmaya yeterli değildir. Fakat kişilerin teşebbüslerine yol açacak şartları hazırlamalıdır. Herşeyden önce güvenlik ve huzur şartlarının getirilmesi gerektir. (228) (Prof. Dr. E. F. Nickoky’den iktibas)

32. Artık içerden engellenmeyecek kalkınma (uyarlanan) yolu açılmıştır.....(233)

Page 480: Akademik kaynaklar dizini

33. *Batı ülkelerinde zenginlik, sanayii ve ticaretten doğmaktadır. Bu uygun bir iklim, iyi bir toprak ve yeterli gıda isteyen bir bitki gibidir. Türkiye’nin zenginliği de bir barış ve güvenlik iklimine, yabancı maddelerden uzak kalmaya, uygun bir coğrafi duruma ve tabii kaynakların bolluğuna bağlı bulunmaktadır. Bu sonuncular Türkiye ‘de bol bol vardır . Yeter ki bunlara sermaye, teşebbüs ve emek de eklenebilsin...(262)

34. *Siyasal kurumlar ruhlarından çok biçimlerini değiştirmişlerdir.(266)

35. *Eski rejimi hatırlatan her şey yok olmalıdır...

Fakat bir ulus, yalnız yıkıcı bir politika ile yaşayamaz. (267)

36. Reformlar baştaki önderin yapıcı despotizmi altında gelişmektedir.....(281)

37. Büyük olaylar büyük adamlar ortaya çıkarır.(281)

GÜZEL KONUŞMA-YAZMA KOMPOZİSYONSalih SARICA; Mustafa GÜNDÜZ, Fil Yay. İst.1994

1. BAŞLIK: Kitabın adı, bölümün adı, konunun adı, paragrafın adı birer başlıktır. (25)

2. Başlıklar “ilgi ve dikkat çekici, sonucu merak ettirici” olmalıdır. Çünkü, yazı ile ilgiyi ilk kuran başlıktır. (26)

3. Başlık kısa ve öz olmalı, konuyu tam kapsamalıdır. (27)

4. Başlık; konu, konunun maddesi, düşüncenin özü, cümlenin özü sırasına göre bulunur...(28)

5. Düzeltme işaretleri:

Birleştirilecek birleşik yazılacak

Ayrılacak ayrı yazılacak

? dikkat ! ne demek ne anlama geliyor x niçin, neden?

Page 481: Akademik kaynaklar dizini

paragraf yapılacak buradan devam edilecek

satırbaşı buradan yapılacak çıkarılacak

gösterilen yerden başlayacak

(s.90)

6. Sözlü ve yazılı anlatım yeteneğini geliştirmek için iki önemli iş vardır: çok okumak, çok yazmak...(93)

7. OKUMAK, BİRİKTİRMEKTİR. (94)

8. Toplumların kalkınmasında iki önemli kaynak başta geliri bilgi birikimlerinin toplandığı yer olan kütüphaneler... yeni bilgilerin, yöntemlerin araştırıldığı yer olan laboratuvarlardır. (94)

9. Özlü sözler hayat gözlemlerinin sonunda bulunan doğruluğu kesin düşünce yasalarıdır. Özlü sözler, güzel yazıların özü, yapıtaşıdırlar. Yazılarda, özlü sözler bir gereç olarak kullanılır.(97)

10. Güzel konuşma, yazma, sözlü ve yazılı anlatım yeteneğimizi geliştirmemiz, daha çok kendi kişisel çabamıza bağlı kalmaktadır: Okumak, yazmak, uğraşmak, ilgilenmek ve sonunda da bilgi, kültür, sanat birikimi sağlamak...(100)

11. Neyin, ne zaman, nerede sizin işinize yarayacağına elbette şimdiden bilemezsiniz, fakat şunu bilebilirsiniz: şimdiden her topladığınız, geleceğinizin balı olacaktır.(105)

12. Not tutmak, zamanı gelecek için saklamaktır.(Andre GIDE)(109)

13. Tuttuğunuz notlar, geleceğin birikimidir. Onlardan, sizin, düşünce, duygu, görüş evreninizin yapıtaşları ortaya çıkacaktır. Kendinizi yetiştirmenin bir yolu da not tutmaktır. Bugün ünlü olmuş nice kişilerin “kendilerini nasıl yetiştirdikleri” araştırılsa, söyleyecekleri sözlerden biri, sürekli not tutmak biçiminde olacaktır.(109)

14. Sözcüklerin beş anlamı vardır. İlk anlam, sözlük anlamı, deyim anlamı, terim anlamı, mecaz anlamı.(159)

15. Cümlede anlatım bozukluğu :

- Özne-yüklem, nesne-yüklem, tümleç-yüklem gibi öğelerin uyumsuzluğundan;

Page 482: Akademik kaynaklar dizini

- Sözcüklere eklenen türetme ve çekim eklerinin yanlış kullanılmasından;

- Sözcüklerin yanlış anlamda kullanılmasından;

- Öğelerin yanlış yerlerde kullanılmasından;

- Noktalama işaretlerinin yerinde kullanılmasından........ileri gelmektedir. (203)

16. PARAGRAF: Bir birlik oluşturan cümleler bütünüdür. İçerik yönünden paragraf, bir düşünceyi, bir duyguyu, bir bilgiyi, bir yargıyı, dileği, isteği, öneriyi, olayın bir kesintisini “tam” olarak, “yalnız bir yönüyle” açıklayan, tasvir eden cümleler bütünüdür. (207)

17. KONUŞMA KURALLARI :

- Bir sıkıntısı, kaygısı, korkusu olmayan kişi rahat rahat konuşur. Ama sıkıntısı, çekincesi olan aynı rahatlıkla konuşamaz. Konuşmaya başladığı zaman içinde başaramayacağına ilişkin bir korkunun, kaygının bulunmaması gerekir. (255)

Konuşurken sıkılmak insanı başarısızlığa götürür. Anlatacaklarını aklından geçtiği gibi anlatamaz...(225)

- Konuşma, olumlu, yapıcı, uyarıcı, yardımcı olmalıdır. Kırıcı, yıkıcı, kışkırtıcı olmamalıdır.(223)

18. Çok güzel konuşmak belki bir yetenek işidir. Belki bir vergidir; bu anlamda herkes belki “çok güzel”

konuşamaz. Fakat kırıcı değil, yapıcı; kaba değil, inandırıcı; yanlışsız, güzel, planlı konuşmak, konuşma

kurallarına uymak herkesin elindedir. İnsanın bir özelliği düşünmek ise, diğer özelliği de konuşmaktır.

Konuşmalarımızı gelişi güzellikten kurtarabiliriz; bilerek, düşünerek, çalışarak güzel konuşmayı

öğrenebiliriz...(227)

19. Konuşma yanlışları:Kendini beğenmek; kendini yetersiz bulmak, bencillik, çok konuşmak, gevezelik, alaycılık, yersiz çıkışlar ve eleştiriler; boşboğazlık, kırıcılık, ilgisizlik, söz kesmek, yapmacılık; övünmek; dedikodu yapmak; tehdit eder gibi konuşmak, kişilik yapmak, tartışmak, kesin konuşmak,....(229-231)

20. Konuşma yanlışlarının bir kısmı davranışlarımızdan ileri gelmektedir. Bu davranışlarımız eğer alışkanlık ya da huy haline gelmişse, bunları düzeltmek de çok zor olacaktır. Bununla birlikte, aklıyla hareket edebilen bir kişi, yanlış davranışını her zaman için düzeltebilir. Güzel konuşma, davranış yanlışları yapılmadan yapılan konuşmadır.(231)

Page 483: Akademik kaynaklar dizini

21. Söyleyiş ile ilgili konuşma yanlışları:

- Sözcükleri, sesleri uzatmak, sözcükleri tekrarlamak; kaba, argo sözler; sözü gevelemek; (232)

22. Üslup : Bir yazarı, anlatım yönünden diğer yazardan ayıran, kendine özgü anlatım...(299)

23. Anlatım özellikleri : inandırıcılık, etkileyicilik, açıklık, duruluk, içtenlik, özgünlük, akıcılık, doğallık, tutarlılık; ilginçlik, birlik...(292-294)

24. Konu :

- Konunun maddesi-düşüncenin özü...

- Yardımcı düşünceler-görüşler...

- Yardımcı görüşler...(298)

25. Bakış açıları: somut, soyut, duygusal....(299-300)

26. Anlatım yöntemleri: Tanımlama, benzetme, örneklendirme, karşılaştırma, ilgi kurma, kanıtlama, tanık gösterme...(306)

27. Konu, yazıyı ve konuşmayı sınırlar...

EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN İMANDoç. Dr. Hanifi ÖZCAN, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. İst.-1992

1. İman objesi, her suje üzerinde standart ve sujenin iradesi dışında bir değiştirme yapamadığı için fiilin(amel) imanın testi olup olamayacağı, yani imanı tam olarak test edip edemeyeceği konusu...

İman objesi herkes üzerinde standart bir etki göstermediği için her zaman fiil(amelden) imana gitmek sağlıklı bir metod değildir. Zira, inanmayan da, tıpkı inanan gibi, aynı davranışları gösterebilmektedirler.(23) (-mantıki zorunluluk...)

2. Her inanç önermesinin farklı kişiler üzerinde az çok farklı çağrışımlar uyandırması işte bu yüzdendir. (24)

3. Hristiyan skolastik düşüncesinde, sırasıyla: zan, iman ve bilgi şeklindedir. İslam’da imanın bilgiden sonra gelmesi ve bir bilgi unsuru ihtiva etmesi hem modern anlayışa, hem de epistemolojik yaklaşıma uygundur.(34)

4. İman sürecinde yer alan epistemolojik terimleri, mantıki sırayı da göz önünde bulundurarak, sırasıyla: ilgi-şüphe- zan- inanç,(istidlali) bilgi- iman şeklinde sıralamak daha uygundur.(35)

Page 484: Akademik kaynaklar dizini

5. (Bu iman sürecini oluşturan zihni durumlar)dan hiç birisi tek başına iman diye adlandırılamaz, (yalnızca) iman sürecinde bir aşamadırlar. “İlgi” hariç, bu aşamalardan bir önceki bir sonrakinde aynen devam etmez.

6. Ancak bir önceki, bir sonrakinin meydana gelmesini sağladığı için, sadece onda bir unsur olarak bulunabilir...(35)

7. Mesela, zan şüphe değildir, fakat “zan” da bir şüphe; inanç bir bilgi değildir, fakat bilgide bir inanç unsuru bulunur....(36)

8. İlgi, iman sürecinin ilk aşaması olarak kabul edilmiştir.(...) İşte, imanın yolu “İlgi” den geçtiği ve iman süreci “ilgi” ile başladığı için, dine en uzak olanlar agnostik veya ateist olanlar değil, bilakis dine uzaktan veya yakından hiç ilgi duymayanlardır... O halde dine karşı ilgisizlik, din konusunda olumsuz bir tavır takınmaktan veya bir kararsızlık ve şüphe içinde bulunmaktan daha olumsuz bir durumdur. Çünkü, ilgisizlik “nötr” bir durumu ifade etmekte, dolayısıyla insanın olumlu veya olumsuz herhangi bir davranışta bulunmasını gerekmemektedir. Kısacası, ilgisizlik, bir şeyi olduğu gibi terk etmektir. Onda ne iman, ne iletişim, ne de herhangi bir iletişime hazırlık söz konusudur. Oysa, ilgiden sonra gelen kararsızlık veya şüphe bir arayış ve bir çaba içinde olmayı ifade edebilmektedir.(40)

9. Şüphe : Burada söz konusu edilen ve imana götüren yolda kat edilmesi gereken bir mesafe ve aşama olan “şüphe” inançtan, yani bir hüküm verme durumundan önce gelen; başka bir alternatifin farkında olmanın bir neticesi olduğu için, iki alternatif arasında gidip gelen, dolayısıyla olumlu veya olumsuz bir hükme ulaşamayan bir zihin durumudur... Şüphe, bu haliyle, ne inançla, ne de inançsızlıkla bağdaşır. Yani, her ikisine de zıttır. Ancak, “şüphe” de, şüphe olarak kalma anlamının yanında, bir de “dayanak arama” yani inceleme ve araştırma anlamı (incelemeye ve araştırmaya açık olma hali) vardır. Zaten, insan zihninin sürekli şüphe halinde kalması kolay değildir. Çünkü, şüphe huzursuz ve tatmin edilmemiş bir zihin halidir. Ondan derhal kendimizi kurtarıp, yani şüpheden kaynaklanan zihin gerginliğini ortadan kaldırıp bir hüküm, bir inanç safhasına, bir başka deyişle, şüpheden sonra gelen sükunet haline geçmeye çalışırlar.(40)

10. Hristiyanlık, şüpheyi iman için gerekli olan, imanın mahiyetinde yapısında bulunan, yani iman varlığından ayrılmayan ve bir risk unsuru taşıyan asli bir öğe olarak görür. Çünkü, makul olmayan bir takım şeylerle ilgili bir imandan şüpheyi uzaklaştırmak mümkün değildir.(41) –Zihni pozisyon...(Yani, Hristiyanlıkta şüphe, İslam’da olduğu gibi geçici değildir. İmanın bir aşaması değildir.)

11. İman sürecinde şüphe geçici de olsa, önemli bir yere sahiptir. Çünkü, o zihni rahatsızlık verdiği, insanı bir hüküm ve karar aşamasına geçmeğe zorladığı için zihin ondan kurtulmağa

Page 485: Akademik kaynaklar dizini

çalışmaktadır: ancak, zihin, bu çaba neticesinde, yine de doğrudan, tam bir hüküm aşaması olan inanç durumunu ifade ettiği için inanca çok yaklaşan ve inançla şüphe arasında bir ara basamak, bir köprü görevi gören, yani bir yönü şüpheye, diğer yönü inanca bakan “ZAN” durumuna geçebilmektedir.(43)

12. Zan aşamasında, zihin şüphedeki kadar tedirgin değildir. Çünkü, o kesin olmayan bir karar ve hüküm noktasına ulaşmış...(ancak aksi ihtimale de)

13. “Zan” doğru veya yanlış olması ihtimal dahilindedir.(44)

14. Hristiyan imanında zan ve şüphe, asli bir unsur olarak, devamlı bulunabilmektedir. Oysa, İslam imanında bunun tam tersi söz konusudur. Yani iradenin değil, aklın rolü daha ön plandadır ve bizzat imanda zan ve şüphenin bulunması mümkün değildir. (46)

15. İnsan, ancak tam olarak anlayabildiği şeyleri bilebilir ve böyle bir anlama da aslında bir “fikri görü” veya “fikren görme” demektir.(Eflatun’a göre)(60)

16. İNANÇ : Bir şeyi “kişisel güvene dayanarak kabul veya reddetme, bir başka deyişle, doğru veya yanlış olma ihtimali hakkında zan ya da kanaatten kaynaklanan bir güven taşıyan subjektif bir duyuya dayanarak kabul veya reddetme anlamıdır. Burada “güven” kabul veya reddin, yani olumlu veya olumsuz hükmün sebebi olmaktadır. Hükmün bu anlamda, güvene dayanması ise, orada herhangi bir yeterli doğrulamanın yapılmadığını veya yapılamadığını ancak bir kişisel tatminin , Kant’ın deyimi ile bir subjektif yeterliliğinin bulunduğunu gösterir. Bu kişisel tatmin veya subjektif yeterliliğin bir ifadesi olan “güven” ya akla, ya duyguya veya iradeye uygunluktan kaynaklanan bir duygudur. (49)

17. Zihnin bir inanç objesini kabul veya red yönünde bir hükme ulaşılabilmesi...(50)

18. İnanç’ın iç faktörleri: ziihn faktörü-irade faktörü-duygu faktörü

Dış faktörler: Başkalarının sözleri (haberler)... Kişinin kendi tecrübe ve tanıklığı.

19. İMAN(Faith): “ilgi” yle başlayan zihni bir sürecin son aşaması, teemmül ve düşünme sürecinin sona erdiği bir sınır, ulaşılan bir karar ve bir hüküm noktası oalrak...(68)

20. Tasdik: İnsanın bütün duygu, irade, şuur ve aklına dayanan rıza ve kabulü bildiren bir ruh halini dile getirmektedir. (69)

21. Vesvese : (Tasavvur-taaakkul-tahayyül tasdik değildir...)(gayri ihtiyari olarak kalbe gelen tasavvur-u küfür; taakkul-u küfür, tahayyül-ü küfür tasdik-i küfür değildir... örnek. Yarın güneşin

Page 486: Akademik kaynaklar dizini

doğmaması zatında mümkündür. Biz bun tasavvur, tahayyül, taakkul etsek, yarın doğmayacağını tasdik etmiş olmayız. Çünkü bu tasavvur ve tahayyül bizim yarın güneş doğacağına dair imanımıza zarar vermez. Aynı şekilde, imani mevzularda, şeytandan gelen vesveseler, tasdik etmedikçe imanımıza zarar vermeyecektir.)

22. Bilgi mükellef kılazken, iman mükellef kılar...

23. İman, bilgiyi sıcak, canlı, işe yarar ve uğruna fedakarlıklarda bulunabilinen bir bilgi haline getirmekle onu tamamlamış ve ona katkıda bulunmuş olur.(86)

24. Düşüncenin açık ve anlaşılır olması, o düşünceyi ifade ederken kullanılan terimlerin anlamlarının tam olarak belirlenmiş olmasına bağlıdır...(99) ne ifade ettikleri açıklığa kavuşturulmadan, rastgele kullanılan terimler bir bulanıklığa ve düşünce kargaşasına sebep olurlar...(99)

25. Bilim edebiyatı, yapan ancak bilimin dışında olan ayni üreticisi olmayanlar için bir zihinsel tatmin aracı olmaktan öetye gidemez.(Evrenin sıralrı-H. Von Aieberg-Editür’ün sunuşu)

26. Ani değişimler kötü sonuçlar verir. Ne zaman bir toplum kısa yoldan bir yere gitmek istemiş ise kötü yere gitmiştir...

Zihinsel değişimler ile kurumsal değişimler paralel olmalıdır...

(Asaf Savaş AKAD) Haber saati Kanal-7/26.2.97-Arkaplan)

23. “Toplumdaki değişmeyi farketmeyen siyasetin devlete kişilik kazandıran hukuki çerçeveyi düzenlemesi mümkün değildir.” Sabah-Yılmaz KARAKOYUNLU-12.9.98 ( Din ve Siyaset Köşe yazısı)

İNSAN HAKLARI ALANINDA TEMEL BELGELER VE İSLAMYrd. Doç. Dr. Osman ŞEKERCİ, Nun Yay. İst.1996

1. İyi örgütlenmiş bir insan hakları mekanizması...(17)

2. İnsan hakları alanında uluslar arası temel belgeler:

İnsan hakları evrensel bildirgesi.

Kişisel ve siyasi haklara ilişkin uluslar arası sözleşme.(Türkiye katılmamıştır.)(23.3.976)

Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, uluslar arası sözleşmesi.(3.1.1976)

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı.

İşkencenin önlenmesi.

Ayrımcılığın önlenmesi.

Page 487: Akademik kaynaklar dizini

AGİK (s.18-27) 2.a. “Doğal haklar” “Doğuştan gelen haklar” kavramları Kur’an-ı Kerim’e aittir.(79)

3. (Temel hakların elde edilmesi için verilen batıdaki mücadelenin tarihi ve sosyal şartları ile İslam dünyasının durumu çok farklıdır. Hz. Peygamberin (ASM) insanlara öğrettiği “insan kavramı” , “insan-devlet ilişkisi” , “insanın insana karşı görev ve hakları” ve nihayet “insanın Allah ile münasebeti” batıdaki anlayıştan çok farklıdır.) Bu bakımdan 1215 yılında İngilizlerin Kral John’dan “Magna Carta” diye bilinen bazı haklar koparmaları tetkik edildiği zaman, bunların insanın temel haklarını içeren haklardan çok, birey-kral ilişkisini düzenlemeye çalışan prensipleri içerdiği görülür. Magna Carta’nın 63. Md.sinden en önemli üç madde:

Hiç kimsenin kral tarafından kanunlara aykırı şekilde cezalandırılamayacağı,

Adaletin satılmayacağı, geciktirilmeyeceği, ihmal edilmeyeceği,

Kimseden kralın harcamaları için zorla para alınmayacağıydı...(80)

4. (Batıda insan hakları ile ilgili düzenlemelerin amacı) çok yönlü etki ve yetkiye sahip devlet yöneticilerinin baskı ve zulmüne karşı bireyi korumak, bir kısım konuları bağımsız mahkemelere götürmektir.(81)

5. (Temel insan haklarına riayet sorumluluğu) İslam’da tamamen müslümanın iç yapısında büyük bir derinlik kazanmış inanç mükellefiyetinin doğal bir yansımasıdır. (83)

6. İslam’da iman, ibadet, amel, ahlak ve hukukun amaçları tamamen müslümanı “görevler, ödevler ve haklar” ın yanına getirip inanç ve hukukla iç içe bir hayat yaşattırmak içindir. Bu mekanizma bütüncül olarak ele alındığı zaman, bireyin, yönetimin ve devletin bütün amacının “birey”in hakkının güvence altına almak olduğu görülür. Yani, birey de herhangi bir insanın hakkını sağlamada önemli bir görev ve sorumluluk içindedir.(85)

7. Irk ayrımcılığının kaldırılması, İslam’da bir dini emirdir. (84)

8. “Din” kavramıyla, bir toplumun mesela İslam toplumunun anladığı dini kasdediyorsa...(84)

9. İslamiyet’e göre haklar aslen(doğuştan) kazanılır. Kanunlar, hakkı kazanmak için değil, korunmasını sağlamak içindir. Buna karşılık batı hukukunda haklar, kanunlarla kazanılır. Anayasalarda temel hakların kazuistik bir liste halinde gösterilmesinin nedeni budur. Eğer bir hak anayasada gösterilmiş ise vardır. Buna karşılık, İslam hukukunda, kanunlarla yasaklanmayan her konuda insanların hak ve hürriyetleri vardır. İslam hukuku “hakları” esas

Page 488: Akademik kaynaklar dizini

aldığı için, “haramları” yani yasakları saymıştır. Batı hukukunda haklar mücadele ile kazanıldığı için, kazanılan her hak anayasalarda yer almış ve sonunda uzun bir haklar listesi oluşmuştur.

İslam hukukunda haklar sonradan çıkarılan kanunlarla kazanılmaz. Adil olan yaratıcı, insanı yaratırken haklarını da belirtmiştir. Hakları insanın kişiliğinin bir parçasıdır ve doğal haklar ile dinler arasında sıkı bir ilişki vardır.(91)

(İslamiyet’te kural insanın hak ve hukuku olduğundan bugün batıda Temel İnsan Hakları ile ilgili bütün düzenlemelerde tanınan insan hakları, islamın yasakları arasında olmadığından zaten başından beri islam toplumundaki bireyler bu hakları yaşamaktaydılar...)

10. İslam düşünürleri, yorumcuları ve hukukçularının özellikle batılı ülkelerin kendi sıkıntılı tarihlerinin şartları içinde mücadelesini verdikleri ve bir bakıma zorla elde ettikleri bir kısım hakların mahiyetlerine ve kullanım biçimlerine bakarak(eşcinsellik-lezbiyenlik...v.s.)(eleştirmek için) bunlara sığınmaktan çok, tarihi miraslarının zengin yapısına ve ellerindeki doğal hakların tek savunucusu olan Kur’an ve Hz. Peygambere(ASM) ‘ın pratiğine bakarak insan hakları etrafında kendi listelerini anlatma ve yaşama geçirme çalışmaları yapmaları İslam’ın kendilerinden beklediği önemli bir görevdir.(92)

11. (Ekonomik ağırlıklı bir tasnif, insancıl olmaktan çok, insan haklarını ihlal edicidir.) Gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gibi kavramların konuşulduğu yerlerde hakların güvencesinden bahsetmek zordur. Ekonomik yönden baskı kokan bu kavramların yerine insanlar “yasa tanır”, “yasa bilmez” , “ahlaki değerleri üstün-düşük toplum” şeklinde tasnife tabi tutulsaydı daha insancıl bir ayrım olurdu.(94)

12. Çıkar hesaplarının ve salt ekonomik korporosyonların bitmez tükenmez hesaplarının yapıldığı ve (bunların belirleyici olduğu fertler ve toplumlar arası ilişkilerde), insan haklarının güvencelerini aramak biraz hayaldir.

Bu yüzden insanı bir değer olarak yeniden ele almak ve yaratıcı-insan ilişkisine dayalı doğal hakların yaşama geçirilmesini hayatın şaşmaz temel yasası olarak kabul eden bir anlayışın yanına gelmek gerekir.(94-95)

13. İslam “hakların güvencesi” dir.(95)

14. Şayet İslam bilginleri ellerindeki zengin malzemeyi iyi bir şekilde sistematize etselerdi, bugün insan haklarının kaynağı ile ilgili olarak yalnız batıdaki çalışmaları referans olarak göstermezlerdi.(96-97)

Page 489: Akademik kaynaklar dizini

ÖLÜMÜNÜN 50. YILDÖNÜMÜNDE M. AKİF ERSOY

27.12.1986 (T.C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı)

ANK.-1986

1. Milli ve manevi kültürün geçmişten geleceğe intikali, bir bakıma “köprü” görevi yapan “abidevi şahsiyetlerle” olmaktadır. (önsöz-3)

2. Milli şuur dinamiğini faaliyete geçiren bu abidevi karakterler....(3)

3. Din, bütün kutsal duyguları, düşünceleri insana telkin eder. (15)

4. Büyük ahlak ve karakter örnekleri...(16)

5. İlim, insanın fizik ihtiyaçlarına cevap vermektedir. İlim, bir ahlak nizamı kuramamaktadır. İlmin çözemeyeceği konular vardır. (37)

6. Bir milletin yükselmesi için iki kudrete ihtiyaç vardır. Bunlar, marifet ve fazilettir. Marifet: milletin maddi refahını artıracak teknik ve ilimdir. Fazilet ise o milletin kültür değerleridir. Marifet ve fazilet bir arada olmadan kalkınma olmaz. Zira, marifet (cemiyete) saadet verecek bütün sebepleri (vasıfları taşımak) taşır, fazilet ise o birikmiş sebepleri (vasıfları) (cemiyetin-milletin) hayrı ilasına (.....) tahsis ile sarf etmeyi sağalr. (Aksi takdirde noksan olan kudret-zaaf.....) (37-38) (uyarlanacak)

7. “ Her işte, her harekette iyi niyet hasıl olmadıkça başlamamalıdır.”

(Murad-ı Münzevi Hz.leri. Türkiye Gazetesi 7.4.1991 Pazar 15. sahife)

Muhyiddin-i Arabi

Muhyiddin-i Arabi: Bir itikad sahibi ancak nefsinde icad ettiği şeyle Allah’a inanır. Şu hale göre de onun taptığı ilah itikadında yarattığı ilahtan ibaret olur. Demekki itikad sahipleri ancak nefislerini ve nefislerinde icad ettikleri şeyi gördüler. Şu hale göre, sen halkın Allah bilgisi mertebelerini düşün. Bu görüş mertebesi onların kıyamet gününde Allah’ı görmek hususundaki mertebelerinin aynıdır. Şu halde sakın ki itikadta hususi bir bağ ile bağlanmış olmayasın. Ve ondan başkasını inkar etmeyesin. Bu taktirde çok hayırdan mahrum kalırsın. (Füsusu-ül Hikem, S.88) sözleri ile insanların kendi algılarını mutlaklaştırmaları yanılgısı

Page 490: Akademik kaynaklar dizini

açıklanıyor. Oysa insanlar adedince farklı algı vardır. Hakikatin de bu farklılıklar adedince algı mertebesi vardır. Hem hakikatin yansıması mertebeleşir; hem de onu algılayanların kabiliyetleri adedince algı mertebeleri oluşur. Aslında, herkesin gördüğü, duyduğu, algıladığı hakikatin nisbi birer ucudur. Bunu hakikatin aslı ve kendisi kabul etmek, hakikati kendi algısı ile sınırlandırmaya yol açar ki, bu insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyar. Şu halde, kendi görüş, düşünce, duyuş ve algılarımızı mutlaklaştırmamalıyız. Kısaca algılarımız ….e göredir. Görecedir. Nisbi hakikattir. Biz(e) göredir. Mesela, çektiğimiz fotoğrafın merkezi, makinenin objektifinin bulunduğu yerdir. Resim, bu objektif ( e) göre oluşur. Yer değiştir fotoğra da değişir. Bizim gördüklerimizin merkezi de bizim gözümüzdür. Keza, bizim davranışlarımız da kendi durduğumuz yere göre değişir. Durduğumuz yerden kastımız, bilgimiz, yaşımız, duyularımızın keskinliği, tahsilimiz, mesleğimiz, cinsiyetimiz, çıkarlarımız v.s Bizim algılarımız bunlara göredir. Herkesin …..e’si farklıdır. Dolayısıyla algısı da farklı olacaktır. Önemli olan, adaleti, sevgiyi, saygıyı ….e ‘ leştirelim ki, göre’miz de olumlu olsun….

Konferans = 29.01.2002Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye Gazeteci Yazar = Nasuhi

GÜNGÖR

1- Denge siyaseti : Başkaları tarafından oluşturulan dengelere ayak uydurmak… Bizzat denge oluşturmada inisiyatifimizde bir tavır sergileyememek…

2- Irak’ta Şiiler ve Kürtler (Türkmenler) ve Araplar ayrışması - Batı politikalarına işlerlik kazanan en fonksiyonel malzeme oluşu…

3- İslâm dünyasında, coğrafi bölünmelerden önce zihinsel bölünmeler kışkırtılıyor. Bu zihinsel paralanmışlık üzerine geliştirilen politikalar…

4- İslam coğrafyası - Batı tarafından hep güvenlik sorunu ile karşı karşıya bulundurularak sıkıştırılmış - güvenlik teminatları ile ekonomik imtiyazlar elde edilmiştir.

5- Stratejik bir oyunu bozamıyorsak- bu oyuna dahil olup belirleyici olmak gerekir….

6- İslam coğrafyasının kaynakları...

7- Eylül olayı, ABD’nin de dünya sisteminin (Yahudi merkezli) bir kölesi olduğunun en açık göstergesidir….

MİLLİ KÜLTÜR DERGİSİ Şubat - 1990 – Sayı : 69 Kültür Bak. Yay.

Page 491: Akademik kaynaklar dizini

1-       Her medeniyet bir sentezdir. Batı medeniyeti denilen şey sadece Batı toplumlarının değil;

Doğu toplumlarının da katkılarıyla gerçekleştirilmiş bir sentezdir. (sh. 10- Ümit Yaşar GÖZÜM)

2-       (Kalkınma ve toplumsal barışa) uygun bir sosyal bünyeye kavuşmak…

3-       Batının kendi içinde, içe dönük ve dünyayı reddeden bir kültürün kazanç ve zararları

üzerinde hesaplaşması yüzyıllarca sürdü ve kolay olmadı. (Hilmi Ziya ÜLKEN) Türkiye-de Çağdaş Düşünce Tarihi - Ülken YAY. 1979 - İst - (S. 117) -

4-       İnsanlar uygarlığı hangi seviyede götürürlerse götürsünler bir arada toplum olarak yaşamak istiyorlarsa dinî duyguları (hangi din olursa olsun) kendi milletinin unsurları arasında bir yapıştırıcı olarak kullanmak zorundadırlar. (27) (Nubakî)

5-       Tanzimat ricali mümkün olmayanı gerçekleştirmeye çalışmış, hayatına ihtimam gösterilmesi, gücünün korunması gerekli (……) esas varlığın imp. Kalıbı (……) değil, Türk Milleti olduğunu fark etmemiş, ona yönelmemiş, gücünü Türk halkından alan, onunla bütünleşen bir hareket olmamış, ülkeyi geliştirmeye, işletmeye matuf görülen idarî, siyasî düzenlemeler milli ihtiyaçlardan ve isteklerden doğan, hür aklı selimle belirlenen kararlar olmaktan çok, Batılı güçlerin tehdit ve baskıları ile alınmış (bu mahiyetleri halktan gizlenmeye çalışılmış)kararlar alınarak belirmiştir. (Muzaffer ÖZDAĞ) (Em. As. Hâkim sh. 32)

6-       Osmanlı Yönetimi XVIII Y. Yılda ve XIX yüzyılda Tanzimat’a kadar gelen süre içerisinde Avrupa’daki ilerlemelerin bilincine varmış, çağa ayak uydurmak için bir takım yenilik hareketlerine girişmiş, ancak bunlar askerlik gibi dar bir alanla sınırlı kalmıştı. III. Selim’e ıslâhat ile ilgili olarak sorulan Layihalarda bile ağırlık noktasını askerî konular teşkil etmekteydi. (Prof. Dr. Yücel ÖZKAYA - s. 33)

7-       XVII Y.Yıldan sonra açıkça hissedilmeye başlayan Osmanlı Devleti’nin önce askerî müesseselerin bozulmasına bağlanmıştı. Bundan dolayı da Islahat daha çok bu alanda yoğunlaştırılmıştı. (Abdullah SAYDAM)

8-       Bilgi toplumuna ulaşmada : düşün- öğret- üret (N. Kemal Zeybek)

9-       (-) Mevki ve makam yüksekliği, bozulan bir toplumda, yapıla usulsüzlük ve yolsuzlukları daha iyi gizleme vasıtası haline dönüşmektedir.

Page 492: Akademik kaynaklar dizini

10-   (-) İnsanların günümüz toplum şartlarında müptela oldukları zaafları meşrulaştırmak için uydurdukları kılıf : Çağdaşlık…

11-   Kimlik katmanları… (öne çıkan katman)

12-   Temel hak ve hürriyetler - devletin temel niteliklerini değiştirmeye kullanılamaz - (Anayasa) Ancak – devlet de temel insan haklarını ortadan kaldıracak şekilde sınırlama getiremez….

BİR SİYASİ TAHLİL

Kaynak: Yeniasya-Fıkıh Günlüğü-Süleyman Kösmene-24.3.2004

Nahit TOPALOĞLU: Beyanat ve Tenvirler’de (s. 82) geçen şu ifadeleri çok kısa açarsanız memnun olurum: “Hareketi kendinedir, tebeî (dolayısıyla) haricedir. Lâzım-ı mezheb mezheb olmadığından, belki muahez değil. Bahusus iki cihetle kuvveti, hariç cereyanın müsbet ve zaafına inzimam etse, harici kendine âlet-i lâyeş’ur edebilir.”

Bu ifâdelerin öncesinde Üstad Bedîüzzaman Hazretleri siyâseti tahlil ediyor. Türkiye’de siyâsetin bir Avrupa oyuncağından ibâret olduğunu, dışa bağlı olarak hareket ettiğini ve dışa bağlı olarak siyâset ürettiğini, Avrupa’nın üflediğini, bizim burada oynadığımızı, onun bizi telkinlerle uyuttuğunu, bizim ise bunu kendimizden sayarak telkin eseri fikirleri hayatımıza geçirdiğimizi ve böylece kendi değerlerimizi yıktığımızı beyan ediyor.

Bedîüzzaman’a göre Avrupa’dan bize gelen cereyan; ya menfîdir, ya müsbettir.

Menfî cereyan harf gibidir. Bizi başkasına bağlar. Bütün davranışlarımız dışarı hesabına geçer. Çünkü irâdemiz yoktur veya hükümsüzdür. Niyetimizin sâfiyeti burada fayda etmez. Bilâkis zaaflarımız da üstüne eklendiğinde, hariçteki zararlı cereyanların menfaatine oynayan akılsız bir âlet olur çıkarız.

Müsbet cereyan ise isim gibidir. İçeri ile bütünleşebilir. Yani kendi ülkemiz değerleri ile bütünleşebilir. Çünkü dahilî değerler ile muvafakati vardır. Yani iç bünyemize uygundur. Burada davranış bize ait kalabilir. Bundan mutlak bir taklit çıkmaz. Hârice sadece tebeî bakarız. Yani göz ucuyla, kastî olmaksızın, kendimizi murad ederek, kendi menfaatimiz hesabına bakarız. Bu da bize bir şey kaybettirmez, kazandırır. Yani başkasının müsbet yanlarını alır, menfî yanlarını bırakırız. Bu yaklaşım sorgulanmaz. Çünkü burada dışa bağımlılık yoktur. Esasta kendi değerlerimiz vardır. Dışarıdan sadece müsbet (yani bilim ve teknik gibi olumlu) gelişmeleri alıyoruz. Bu ise bize güç ve kuvvet verir. İrâdemizi elimizden almaz. Değerlerimizi çiğnememizi ve yok saymamızı gerektirmez. Bu durumda haricin müsbet getirisine irâdemizi ve kuvvetimizi de eklersek, harici

Page 493: Akademik kaynaklar dizini

kendimize âlet-i lâyeş’ur yapabiliriz. Yani başkası şuursuzca bize uymaya başlar. Böylece biz akılsızca başkasına uymaktan kurtuluruz.1

İKTİSAT BİLİNCİHekimoğlu İsmail

Denge Yay. 2. Baskı İst. 1996

1. En kötü insana da, en iyisine de akıl(...) hizmet eder.(7)

2. Menfaat duygusu iptal edilmez, ya haramda veya helalde çalıştırılır...(12)

3. (İslam’da) din adamı, dini hiyerarşi ve dini bir makam yoktu...(Asr-ı saadette) (41)

4. Şimdi Hıristiyanlar gibi yaşayan Müslümanları, Hıristiyan gibi yaşamaktan nasıl soğutacağız? (42)

5. Teknoloji satan ülkeler kalkınmış, mal satan (hammadde-işlenmiş maden v.s.) ülke geri kalmıştır.(69)

6. (İslam’da) kitle kalkınması esastır. (103)

7. Beşer, esir olmak istemediği gibi ecir(ücretli) olmak da istemez.(Yani, insanlar esaret(kölelik) zincirini kırdığı gibi ücret zincirini de kıracaktır.) (109)

KUR’AN’IN TEMEL BUYRUKLARI(Emirler ve Yasaklar)

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yayınevi - İst. - 1997 5. Baskı

1- Okuyun.(Alak 1 - 3)

2- Secde edin.(Alak 19 - Necm - 62- fussilet - 37 Hac. 77 - İnsan, 26)

3- Sabırlı olun. (Kalem 48 - Müzemmil 10 - Müdessir 7 - Kaf 39- Kamer 27 - Sad 17 - A’raf 87- Tâhâ 130 - Yunus 109 - Hud 49 - 115 - Mümin 55 - 77 Ahkaf 35 - Nahl - 127 - Tür 48 - Mearic 5 - Rûm 60 - İnsan 27 - Enfal 46 - Ali İmran 200)

4- Geceleri değerlendirin. (Müzemmil 2 - 4 - Kaf 40 - Taha 130 - İsra 79 - Tûr 49 - İnsan 26)

5- Allah’ın adını anın. ( Müzemmil 8 - A’raf 205 - Kehf 24 - Rad - 28 - İnsan 25 - Enfal 26 - Ali İmran 41 - Cuma 10- Azhab 41- Nisa 103)

6- Yalnız Allah’ı vekil edin. ( Müzemmil 9 - Furkan 58 - Hûd 123 - İbrahim 11; - Enfal 61 - Ali İmran 122 - 160 - Mücadila 10 - Maide 11 - 23 - Tevbe 113)

7- Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. (Müzemmil 20- Bk. Taha 2)

Page 494: Akademik kaynaklar dizini

8- Namaz kılın. ( Müzemmil 20- Tâhâ 14 - İsrâ 78 - Yunus 87- Hud 114 - Ankebût 45 - Hac 78 - Nisa 43 - 102 - Nûr 56 - Mücadile 13)

9- Zekât verin. ( Müzemmil 20 - Hac 78 - Bakara 43 - 83 - 110 - Nisa 77 - Nûr 56- Mücadile- 13)

10- Allah’tan af dileyin. (Müzemmil 20- Hûd 3,61 - Mümin 55, - Fussilet 6 - Bakara 199 - Nisa- 106- Muhammed 19 Nasr 3)

11- İnsanları uyarın. (Müdessir 2, şuara 214 - Yunus 2, En-am 51 - Mümin 18 - Nahl 2)

12- Allah ile kul arasına girmeyin. (Müdessir 11 Müzemmil 11)

13- Allah’ı tespih edin. (A’lâ 1- Kaf 39 - 40 - Furkan 58 Tâhâ - 130 - Valua 74 - Hicr 98- mümin 55- Tûr 48- hâkka 52- İnsan 26- Ali- İmran 41- Ahzâb 42)

14- Kur’an’la öğüt verin. (A’lâ 9- Kaf 45- En-am 70- Zâriyat 55- Gâşiye 21- Tûr 29)

15- Allah’ın nimetlerini dile getirin. (Dûha 11 - A’raf 29 - 74 - Fâtır 3- Bakara 231 - Ahzâd 9- Mâide 7, 11, 20)

16- Sürekli faaliyette olun. (inşirah 7) (Bk. Rahman 29)

17- Kur’an’dan yüz çevirenden siz de yüz çevirin. (Necm 29)

18- Rabbinizden size indirilene uyun. (A’raf 3- Yunus 109 En-am 106 - 155 - Lokman 21 - Zümer 55- Bakara 170 Ahzâh - 2)

19- Dini Allah’a özgüleyerek dua edin. (Araf 29- Mümin 14, 65 - Beyine 5)

20- İbadethanelerde temiz ve güzel giyinin. (Araf 31)

21- Dualarınızı korku, ümit ve boynu büküklük içinde yapın. (Araf 55 - 56)

22- Allah’a güzel isimleriyle yakarın. (Araf 180 İsra 110)

23- Affetmeyi esas alın. (Araf 199- Bakara 109- Ali İmran 159 - Mâide 13)

24- İyiyi ve güzeli emredin. (A’raf 199)

25- Cahillerden yüz çevirin.(Araf 199)

26- Şeytan’dan Allah’a sığının. (A’raf 200 - Fussilet 36 Nahl 98)

27- Kur’an okunduğu zaman susun ve dinleyin. (A’raf 204)

28- Allah’ı benliğinizin tâ içinde anın. (A’raf 205)

29- Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini üzerinizde anın. (Fâtır 3 - A’raf 69 - Bakara 231 - Ali İmran 103 - Ahzâb 9 Mâide 7, 11, 20)

30- Şeytan’ı düşman bilin. (Fâtır- 6)

31- Ailenize namazı emir edin. (Tâhâ- 132)

Page 495: Akademik kaynaklar dizini

32- Yeryüzünü gezip dolaşın. (Neml 69 - En-am 11 - Nahl 36- Rûm 42 - Ankebut 20 - Ali İmran 137)

33- Anne ve babaya çok iyi davranın. (İsra 23 - 24 - En-am 151 - Lukman 14 - Ahkaf 15 - Ankebût 8 - Bakara 83 - Nisa 36)

34- Akrabaya, çaresize, yolda kalmışa yardımcı olun. (İsra 26 - Nahl 90 - Rûm 38 - Nisa 36)

35- Ahde vefalı olun. (İsra 34 - Müminun 8 - Mearic 32- Bakara 177 - Tevbe 4)

36- Ölçü ve tartıda dürüst olun. (İsra 35 - A’raf 85 - En-am 152 Mutaffifin 1, 3 - Rahman 8, 9)

37- Göklerde ve yerdeki sırları araştırın. (Yunus 101 - Rahman 33 - Zâriyat 22)

38- Dünya nimetlerine aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenlerden uzak durun. (En-am 70 - Araf 51 - Maide 57)

39- Üzerine Allah’ın adı anılan şeylerden yiyin. (En-am 118, 119, 121)

40- Açık ve gizli günahtan kaçının. (En-am 120, 151 - A’raf 33)

41- Adil olun. (En-am 152 - Nisa 58 - Mâide 8)

42- Allah’tan korkun. (Lokman 33 - Zümer 10, 16 - Bakara 189 - 194 - 203 - 233 - Enfal 1, 69 Âli İmran 102, 130, 200 Haşr - 18 - Nisa 1 - Mâide 2, 4, 7, 8, 11, 35, 96, 100 Tevbe 119)

43- Dini Allah’a özgüleyerek ibadet edin. (Zümer 2, 3, 11, 14 - Mümin 14, 65 - Nahl 52)

44- Kötülüğü en güzel tavırla sovun. (Fussilet 34, 35 - Nahl - 125 - Müminûn 96)

45- İhtilaflarla karşılaştığınızda hükmü Allah’a bırakın. (Şûra 10 - Nahl 64 - 89 - Mâide 44, 47)

46- İstikamet üzere (dosdoğru) olun. (Şûra 15, 16 - Hûd 112)

47- Peygamber Ehlibeyti-ne sevgi ve saygı gösterin. (Şûra 23)(Hz. Ali ve nesline…)

48- Allah’a kaçıp sığının. (Zâriyat 50)

49- Benliğini Allah’a adamış kişilerle beraberlikte ısrarlı olun. (Kehf 28 - Abese 1 -110)

50- Bilmediklerinizi bilenlere / Kur’an ehline sorun. (Nahl 43 - Enbiya 7)

51- Nimetlere şükredin. (Nahl 114 - Lokman 12 - 14 - İbrahim - 7 - Ankebût 17 - Bakara - 152 - 172)

Page 496: Akademik kaynaklar dizini

52- Tebliği şu üç yolla yapın : güzel öğüt - Hikmet - güzel tartışma… (Nahl - 125 - Fussilet : 34 - 35 ; Ankebût : 46)

53- Hikmet : felsefe felsefî düşünce - Güzel öğüt : güzel hitabet…Güzel tartışma : diyalektik bir yöntem…………..

54- Haksızlığa karşılık verirken ölçülü davranın… (Nahl : 126 - Bakara - 194) (iyiliğe iyilik - kötülüğe adaletle karşılık verme)

55- Kişi veya kitapları kutsallaştırma… (siyasi - ekonomik rejimlerin - kutsallaştırılması…) (Müminûn - 52 - 54)

56- Allah uğrunda cihat edin. (Hac 78 - furkan 52 - Mâide 35 - Tevbe 41)

57- Cihad : kararlı ve şuurlu gayret… (islâmı bizzat yaşamada ve yaymada…)

58- İyilik ve güzellik üretmekte yarışın. (Bakara 148 - Mâide 48 - 2 - Bakara 177)

59- Sabır ve namazla yardım dileyin. (Bakara 45 - 153)

60- Helâl ve temiz yiyecekler yiyin… (Bakara 168, 172 - Nahl 114 - Müminûn 51 - Mâide 88)

61- Kısası uygulayın - (Bakara 178 - 179)

62- Ramazan ayını oruçlu geçirin. (Bakara 183 - 185, 187)

63- Meşrû müdafaa : Bakara 190 - 194, 216, 244 / Nisa = 74 - 75) (Savaş…)

64- İnfak edin = Sahip olduğunuz nimet ve imkanlardan başkalarına verme… (Bakara / 195, 219, 254, 261, 262, 264 - 267, 274 : Sebe 39, Ali İmran, 92; Münafikûn, 103; Hadid 112)

65- Güzel düşünüp güzel davranın… (Bakara 195 / Kaseş 77 - Mâide 13, 85, 93 - A’raf 56 - Tevbe 91 - Yunus 26 - Nahl 125, 128 Ankebût 69 - Lokman 22 - Saffat 80 - 110 - 121 - 131; Zümer 10 - Rahman 60 - Leyl = 6 - 10)

66- Barışı hep birlikte gerçekleştirin. (Bakara 208 - Âli İmran 19, 83, 85 (Münimûn - 51 (?))

67- Namazları, özellikle orta namazı iyi koruyun. (Bakara 238 - 239 - Münimûn 9 - Mearic 22)

68- Riba’dan uzak durun. Riba: (emeksiz - hak edilmeyen - gayri meşrû kazanç /her türlü haksız kazanç…)(Bakara 275 - 277; 279 - 280; Ali İmran 130. Rum 39 Nisa 161)

69- Borçlanma işlemlerini yazıya geçirin; alışverişlerinizde tanık bulundurun - alacaklarınızı rehinle güvenceye bağlayın… (Bakara 282, 283)

Page 497: Akademik kaynaklar dizini

70- Allah’a ve Resulü-ne itaat edin.(Enfal 1,20,46) Ali İmran 32, 132 - Nisa 59, 80 - Muhammed 33, Nur 54, 56, - Mücadele 13, - Tegâbün 12 - Maide 92)

71- Karşılaşacağınız savaşlara hazır olun - Barış eğilimlerine yapıcı yaklaşın… (Enfal - 60 - 61)

72- Beytullah’ı ziyaret edin: ( Ali İmran 96 - 97 - Bakara 196 - 200)

73- İçinizden hayra çağıran, doğruyu - güzeli emreden, kötüyle çirkinden alıkoyan bir topluluk olsun… (Ali - İmran 104 / Tevbe 122)

74- Yönetimde şûrayı esas alın. (Ali İmran 159 - Şûra - 38)

75- Askerlik yapıp, nöbet tutun. (Ali İmran 200 - Enfâl 60 - Nisa 71)

76- Kendinizi sürekli hesaba çekin. (Haşr 18 / Kıyame 2, 14)

77- Cuma namazını kılın. (Cuma - 9 - 10)

78- Peygamberinize sâlât ve selam edin. (Ahzab 56)

79- Yetimleri kollatıp, eğitin. (Nisa - 6, 2, 127)(Nisa - 3 - 8 - 10 - 36) (Enfal - 41 - Bakara / 83 - 177 - 215 - 220 - / Haşr / 7 - Beled / 15 - Duha / 6 - insan /8 - Maûn / 2 - Fecr / 17)

80- Arkadaşı açılan eşlerin barışmaları. (Nisa - 35)

81- Su bulamadığınızda teyemmümle ibadet edin. (Nisa - 43 - Mâide - 6)

82- Emanetleri ehil alanlara verin. (Nisa 58)

83- Sizden alan yöneticilere itaat edin. (Nisa 59 - 83)

84- (Bağımsızlığı korumak…) Zulme uğrayan insanlar için çarpışın.

85- Selama kesinlikle karşılık verin. (Nisa - 74 - 76) (Nisa - 86)

86- Allah’a, peygamberlere, indirilen kitaplara, meleklere, ahiret gününe iman edin. (Nisa - 136)

87- Zina - sevicilik ve eşcinselliği engelleyin. (Nur - 2 - 3 - Nisa : 34 - Nisa : 16 Nisa : 15)

88- İffetli kadınlara iftira edenleri cezalandırın.(Nur : 4 - 23, 25)

89- Bakışlarınızı kontrol altında tutun. (Nur - 30 - 31)

90- Mümin kadınlar örtünsün. (Nur - 31)

91- Hepiniz Allah’a tövbe edin. (Nur : 31 - Hûd : 3, 52 - 61 - 90 / Bakara : 54 Tahria 8)

92- Evlenme durumuna gelenleri evlendirin. (Nur : 32)

93- Toplantılarda yeni planlara yer açın. (Mücadile 11.)

94- Özü - sözü bir olmayan kişilerin getirdikleri haberleri iyice araştırın. (Hucurat - 6)

Page 498: Akademik kaynaklar dizini

95- Müminler arası çekişmelere müdahale ederek barışı sağlayın. (Hucurat - 9 - 10)

96- Zandan sakının. (Hucurat - 12)

97- Kendinize ve ailenize sahip çıkın. (Tahrîm - 6)

98- İyilik ve takva üzere yardımlaşın. (Mâide - 2)

99- Namaz kılacağınız zaman abdest alın. (temizlenin) (Mâide - )

100- Cünüp olduğunuzda boyabdesti alın. (Mâide - 6 Nisa - 43)

101- Allah’a varmak için vesile edinin. (Mâide 35)

102- Hırsızı cezalandırın. (Mâide - 38 - 39)

103- Uyuşturucu - kumar - şans oyunları - tapılmak için dikilen taşlardan uzak durun. (Mâide 90 - 91 / Bakara - 2 / 9 - Nisa - 43) –

104- Özü sözü bir kişilerle beraber olun. (Tevbe - 119)

=KUR’AN’IN YASAKLARI =

1- İnkârlara - ahlâksızlara boyun eğmeyin. (Kalem 8 - 15)

2- Yetimin hakkına dokunmayın, yetimi azarlayıp horlamayın. (Duha - 9) - İsra - 34 - En-am 152 - Fecr 17 - Maun - 2 - insan 8 - Beled - 15 - Bakara - 83 - 177 - 215 - 220 - Nisa - 2, 3, 6, 8, 10, 36 - 127)

3- Yoksulu horlayıp - azarlamayın. (Duha 10 - Maun : 3 Fecr 17 - İnsan - 8 - Beled - 16)

4- Kendinizi aklanmış - kurtulmuş göstermeyin. (Necm - 32)

5- Allah’ın yanında bir takım velilerin ardına düşmeyin. (Araf 3 - Ankebit - 41 - Zümer - 3, 9, 36 - Casiye - 10 - Furkan 18 - Kehf 17 - 102 - İsrâ - 97 - Râd - 16 - Hud - 13, 20 -Maide 81 En-am - 127 - Âli İmran 122 - Âraf - 196 - Yunus : 101 Nisa : 45)

6- Nimet ve imkânları israf etmeyin. (Araf - 31 En-am - 141 - İsra - 26 - 27 -Nisa 6 - Şuara : 151)

7- Yeryüzünde fesat çıkarmayın. (Araf 5, 6, 74, 85 Bakara 60, 205 - Kasas - 77 - 83 - Maide 64 - Şuara 183 Ankebût - 36) (Neml - 34)

8- Allah’tan başka hiçbir varlığa kulluk ve ibâdet etmeyin. (İsra - 23 - Fatiha - 5 / Bakara 21 / Nisa - 36 / Mâide 117 / Âli İmran 51 - / En-am 102 / Yunus 3 /Meryem - 36 / Zühruf - 64 / Yusuf 40 - / Zümer 45)

9- Harcamada orta yoldan ayrılmayın. (İsra 29 - Âli İmran - 180 - Tevbe 76 - Muhammed - 37 - 38 / Nisa : 37 - Hâdid - 24)

10- Rızık kaygısı ile çocuklarınızı öldürmeyin. (Kürtaj) (İsra - 31 - En-am 151 - Tekvir 8 - 9 - En-am 140)

11- Zinaya yaklaşmayın. (İsra - 32 / Nur - 2, 3, 6, 9 - Furkan 68)

12- Cana kıymayın. (İsar 33 - En-am 151 - Nisa 93 - Mâide - 32)

Page 499: Akademik kaynaklar dizini

13- İlmine sahip olmadığınız şeyin ardına düşmeyin. (İsra 36)

14- Kibirlenmeyin, kasılıp - böbürlenmeyin. (İsra 37 - Lokman 18 - 19)

15- Zalimlere eğilim göstermeyin. (Hûd 113 - Bakara 193) (Nisa - 75 - En-am 82 - Furkan 19)

16- Hak dostlarını horlamayın. (En-am 82 - Furkan 19)

17- Allah dışında kişi ve kuvvetlere tapanların put - tanrılarına sövmeyin. (En-am 108)

18- Allah’tan ümit kesmeyin. (Zümer - 53 - Yusuf - 87 Hicr - 49 - 56 - Ankebût - 23 - Mümtehine - 13)

19- Dinde fırkalara ayrılmayın. (Şûra 13, 14) (En-am 159 - Rûm 31 - 32 - Âli İmran 103)

20- Gelecek hakkında kesin hüküm vermeyin. (Kehf - 23 - 24)

21- Yeminlerinize ters düşmeyin. (Nahl - 91 - 94 - Mâide : 89)

22- Yapay haramlar icat etmeyin. (Nahl 116 - Maide - 87 / En-am 119 - 140 - 145 - 150 - 151 / A’raf 32 - Tevbe - 29 - Tahri 1 - Yûnus 59)

23- Davar sürücüsü gibi olmayın. (Yöneticilere karşı) (Bakara 104)

24- Rüşvete asla bulaşmayın. (Bakara 188 / Nisa : 29)

25- Yeminlerinizi bahane ederek iyilikten kaçmayın. (Bakara 224 - Nahl - 94 - Nûr - 22)

26- Dinde baskı - zorlama ve tiksindirmeye gitmeyin. (Bakara 256 - Ali İmran 128 - Yunus - 99 - Gâşiye - 21 - 25)

27- Yaptığınız iyilikleri başa kakmayın. (Bakara : 264 - 266 Müdessir :6)

28- Kendinizin alıcı olmadığınız şeyleri başkalarına vermeye kalkmayın. (Bakara 267 - 268)

29- Tanıklıktan çekinmeyin. (Bakara 283 - 282 - 140 - Talâk - 2)

30- Savaşdan kaçmayın. (Enfal 15 - 16 - 45 / 65 -66)

31- Allah’a ve Resûlüne hıyanet etmeyin. (Enfal : 27)

32- Cihâdı riyakarlık aracı yapmayın. (Enfal : 47)

33- İnkârcıları gönül dostu edinmeyin. (Ali İmran 28 - 118 Mümtehine 1 - Nisa :144)

34- İntihar etmeyin. (Nisa - 29 - 30)

35- Birbirinizin nimet ve imkânlarına göz dikmeyin. (Nisa - 32)

36- Hainlerin savunucusu olmayın. (Nisa : 105 - 107 Enfal - 58)

Page 500: Akademik kaynaklar dizini

37- İftiracıların tanıklığını ebediyen kabul etmeyin. (Nur - 4)

38- Başkalarının evlerine habersiz ve selamsız girmeyin. (Nur :27 - 29)

39- Mümin kadınlar (giyim ve süsleriyle - cinsel algı - mesaj) süslerini (namahrem-e) göstermesinler. (Nur : 31)

40- Birbirinizin ayıbını, sırlarını araştırmayın birbirinizin gıybetini yapmayın. (Hucurat - 12)

41- Yapmayacağınız şeyleri söylemeyin. (Saff - 2 - 3)

42- Günah, düşmanlık ve saldırganlık üzere yardımlaşmayın. (Mâide - 2)