zİya gÖkalp - Ülkünetulkunet.com/ucuncusayfa/makaleler_ii_-_ziya_gokalp_1857.pdf · 2017. 11....

150

Upload: others

Post on 25-Mar-2021

22 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,
Page 2: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,
Page 3: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ZİYA GÖKALP

M A K A L E L E R II

Haaorla^an SÜLEYMAN HAYKÎ BOlsAY

KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI: 361 ZİYA GÖKALP D İZİSİ: 21

Page 4: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Kapak: Grafik Stüdyo S

Onay : 9.12.1081 gön ve 831.0 - 3497 sayı. ISİrlnci ba&kı : Şubat 1082 İViihUi Hııjını; 5.000

Ka l̂mJIumlı'Jk Ba«m ıevl - A N K A S A

Page 5: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

İ Ç İ N D E K İ L E R

Bugünkü felsefe ...................................................... 1Alfred Fouillee'nin Tekâmülcü Felsefesi............. 8Muhiddin Arabi ..................................................... 14Meşhed'e Doğru ..................................................... 21Eskiliğin Mukavemeti .................. ....................... 22Yeni Lisan Güzelliği .......................................... 29Yeni Hayat ve Yeni K ıym etler........................ ....... 40Akdeniz’de (Hikâye) ............................................. 47Altun Destan ve Açıklaması ................................... 51Rıza Tevfik’in Felsefesi .................................... . 60Recâîzâde Mahmud Ekrem Hakkın daki AnketeGökalp’in Cevabı ............ ...................................... 74Türk İ l i : Eski Türklerde D in ............................... 75Bazı notlar ............................................................... 95Gökalp’in Makalelerinde İsmi Geçen Bazı îlim-Fikir ve Devlet Adamlarına Dair Notlar ........... 100

Alkibyades, Bergson, Berkley, Descartes, Durk- heim, Eflâtun, Fouillee, Gazzalî, Guyau, Höffding,W. James, Kant, L. Bruhl, Mauss, Mâverdî,S. Mili, Muhiddin Arabî, Müller, Nietzsche, Nordau, Renan, Spencer, Comte, TaineS ö z lü k ............................................................... 120

3

Page 6: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,
Page 7: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

BUGÜNKÜ FELSEFE (*)

Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp)

Bir zamanlar, felsefe, ilimlerin anası hükmünde idi. Bu ana felsefe karihasından ilimler doğurur, ma’rifetler icad ederdi. Vakta ki tarassuat ve tecrübeden doğan müs- bet ilimler teessüse başladı, felsefe analık vazifesinden vazgeçti, ilimlerin zâbıtası sıfatını iktisab etti.

Bu devirde genç ilimler, nüfûz tevsii hevesiyle hu­dutları gerçek komşularının malikkânesine tecâvüze yel­tendiler. Bunların i’tilâfmı temin için her birinin nüfûz sa­hasını tayîn etmek, hepsini aynı kanunun idâresi altında birleştirmek iktiza ediyordu. Felsefe bu te’lif ve tevhid va­zifesini ifa ede ede nihayet ilimleri bir ilimde birleştirdi. Fakat ilim böyle mütesanit (solidaire) bir mecmua haline geldikten sonra istiklâl sevdâsma düştü! Felsefenin vesaye­tinden çıkarak kendi başına yaşamaya başladı. Felsefe ilim sahasındaki nüfûzunu kaybettikten sonra bizzarûre ilmin rnâverasma çekildi. Genç ilimler büyük bir mü- ceddidin tavsiyesiyle «mâba’dettabîa» yı hudutlarının hâ­ricine atmışlardı, ilimler «ilim» namıyla birleşerek bir «külliyet» teşkil ettikleri zaman serhatlannda yalnız mâ- ba'dettabîanm esrârâlûd hayâletleri beliriyordu. İlmin iki dikkatli gözü hükmünde bulunan tarassuat ile tecrübe bu sembolleri açıkça göremediği için öte yaka meçhul ve es- rârâmiz bir zulmetten ibaret zannolunuyordu.

(• ) Bugünkü F elsefe: Genç Kalemler, C : IX, s a y ı: 2, sa y fa :29 - 31, 34, 1327.

i

Page 8: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Felsefe ilim mâlikânesinden dışan atılınca bu ka­ranlık sâhaya düştü. Mâba’dettabîa onu büyük bir ihti­ramla karşıladı. Muzlim ve esrârlı ülkesinin tenvir ve tanzimini bu feyizli karihaya tevdî etti.

Felsefe işe başlamadan evvel müsbet esaslara isti- nâd eden ilmin yapacağı tenkitleri nazara aldı, çürük bir tahtaya basmamak için o da tarassut ile tecrübeyi kıla­vuz gibi istihdâma başladı.

İlmin mevzuu havassı vasıtasıyla ıttıla’ olunan hâri­ci hâdiseler olduğu için ilim, yalnız hârici tarassuta, tec­rübeye istinad etmişti. Mâba'dettabîanm mevzuu ancak vicdan (conscience) vasıtasıyla ıttıla’ olunabilen bâtmî haller olduğu için felsefe de yalnız bâtınî tarassuta, bâtı­nı tecrübeye ehemmiyet verdi. Fakat ilmin vâsıl olduğu hakikatları dikkatten dûr tutmayarak onlara münâkîz neticeler istihsalinden ictinâb etti. İlim tabiatın dış yüzü­nü tetkik etmiş, bütün keyfiyetleri bir keyfiyete: «Ha­reketse ircaa çalışmıştı. Keyfiyetler birbirine irca oluna­mayan aslî (original) hâdiseler olduğuna binaen yalnız bu keyfiyetlerin kemiyetini hareketteki kemiyete ircaa muvaffak olmuştu. İlim her hâdiseyi b ir mekanizma hâ­linde görüyor; gayri uzvî, uzvî, fevkaluzvî bütün âmilleri ölçüyor, tartıyor, hesaplıyordu.

Felsefe, mâba’dettabîaya mevzu olarak tabiatın iç­yüzünü tayın etmişti. Tabiatın dışyüzü görülen hâdisler- den ibarettir. Hâdiselerin görülebilmesi görenlerin görme­sine muhtaçtır. O halde görülen varlıklardan başka gör- ren varlıklar da mevcud olmak lâzım gelir. İlim görülen varlıklardan bahsetmiş. Gören varlıkların hüviyeti anla­şılmadıkça görülen varlıkların hakikati tamamen idrak olunamaz. Gören varlıklardan kim bahsedecek? Mevcû- diyetin bu şekli tabiatın içyüzüne ait olduğu için tabiî mâba'dettabia bahsedecektir.

2

Page 9: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Maba'dettabia ibtida insanın ruhundan başladı. îlim insanın bedeninin inceden inceye tedkîk etmişti. Teşrih, cıısac, ilm-i ğarîza (physiologie), ilm-i emrâz, ilm-i beşer l'ibi ilim şubeleri hep insanın dış yüzünü (yani gözle ya- lıordedînle görülen kısmım) mütalaa etmişti. İnsanın ke­mikleri, etleri, damarları, sinirleri, beyninin en ince nok­talarının neden ibaret olduğu, ne iş gördüğü anlaşılmıştı; bütün bu uzuvların birer mekanizmadan ve insanın şuurlu bir makineden ibaret olduğu tebeyyün etmişti. Fakat an­laşılmayan yalnız bir nokta kalıyordu. O da bir makine­nin şuursuz (inconscient) olması mümkün iken neden do­layı, şuurlu (conscient) olduğunun meçhul kalması idi. îlim fizikle, kimya ile uğraşırken şuurlu hâdiselere tesadüf etmişti. Şuursuz hâdiselerden çıkardığı kanunları insanın uzviyetine tatbik ettiği zaman birdenbire şuurlu hâdiseler karşısında kalıyordu. Vicdan namı da verilen bu şuur (conscience)’un menşei ne idi? Kimyevî bir temaül netice­si olarak mı meydana gelmişti?

Mâba’dettabîa, ilmin sükûta mecbûriyet duyduğu bu noktayı kendi tetkîkatına mebde' ittihaz etti. Vicdan yahut şuur dediğimiz bu hâdiseyi varlığın ilk inkişafı, ilk tecellisi, olarak kabul etti. Görmek, düşünmek, anlamak dediğimiz zaman bir tarafta gören, düşünen, anlayan; diğer tarafta görülen, düşünülen, anlaşılan iki türlü varlık meydana çıkar. Bunlardan birincilere nefs (sujet), İkincilere şey (objet) denilir.

Hakikatta var olan, görülen, düşünülen, anlaşılan «şey»ler değil, bilakis gören, düşünen, anlayan nefisler­dir.

Bu gören, düşünen, anlayan «nefs»ler, «vicdan» ya­hut «şuur»' dediğimiz hüviyetten başka görülen eşya, gö­ren «şuursun teessürlerinden ibarettir. Şuuru müdrik bir ayna farz edersek görülen şeyler, bu aynadaki in’ikaslar

3

Page 10: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

menzilesinde kalır. Şuur bu inikasları hârice aksettirerek bir feza içinde gördüğü için, gördüğümüz inkişafları, ha­kîki eşya zannediyoruz. Bir aynanın sathı şuur hassasına mâlik olsa, üzerinde teressüm eden hayalleri nasıl hakîkî eşya kıyas ederse biz de öyle bir his galatına uğruyoruz. Aynanın sathı nasıl kâzib b ir feza ediyorsa, biz de bu inti- ba 'lan bir muhayyel mesafe içinde görüyoruz.

Mâba’dettabîa eşyanın şuurumuz aynasındaki in i­kaslardan ibaret olduğunu söylemekle kalmadı. Bu in i­kasların akislerini de aradı. Bölgelerin asıllarını da ta­harri etti. Bu âkislerin, bu asılların da birer nefs «sujet», birer «şuur consciance» olduğunu sezdi.

O halde bütün mevcutlar, tekâmülün muhtelif sevi­yelerine de bulunan az yahut çok muzlim, az yahut çok münevver şuurlardan ibaretti. Şuur şuura madde hâlin­de görüyordu. Fakat kendi kendime şuur halinde görülü­yordu. îlim görülen varlıkları tetkik ettiği için maddeci (materialiste) olmuştu. Mâba’dettabîa, gören görünen varlıkları dikkate aldığı için ruhcu (psychiste) oldu. İlim şey (öbjectif) hâdiseleri tetkîk etmişti. Mâba’dettabîa nefsî (sulbjectif) hâdiseleri mütalaa etti. Şey, hâdiseler, kemiyetten ibaret olduğuna binâen ilim kemiyetin ileri geçememiş, keyfiyetleri izah edememişti. Keyfiyetler, ihtisaslar (sensation)’m nefsî unsurları olduğuna mebnî mâba’dettabîa keyfiyetleri tetkîk etti. Ve birbirine irca olunamayan bu muhtelif tecellîlerde varlığın samimî hüvi­yetini gördü. İlim görülen varlıkları tanıtmıştı, mâba'det- taibîa gören ve görünen varlıkları gösterdi.

İlim mâddı muayyeniyeti (determinisme), tabîî is­tifayı ve tekâmülü meydana koymuştu. Mâba’dettabîa ruhî muayyeniyeti, ruhî istifa ve tekâmülü gösterdi. Ke­miyetler gibi keyfiyetlerin -de muayyeniyette, istifada, te­kâmülde bir âmil olabileceğini isbat etti.

4

Page 11: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Mâba’dettabîa da ilim gibi tarassut ve tecrübeye müstenid müsbet bir mâhiyet iktisab edince felsefeye yol gösterdi: «Artık sen işine git; ben kendi kendimi idare edebilirim» dedi.

Felsefe bu defa yersiz yurtsuz kaldı. Görülen varlık­lar sahasını «ilim», görünen varlıklar mâlikânesini «mâ- bâ'adettabîa» istimlâk etmişti. Bu salhurde fâtih, isti'mâr için yeni ve boş bir kıt'a, meçhûl bir hıtta nerede bula­caktı?

Meğer büöbütün meçhul, tamamen bâkir yeni bir ülke var imiş! Felsefe Kristof Kolomb gibi bu yeni k ıt’a- yı, bu zihni âlemindeki Amerika'yı keşfetti.

Felsefe «görülen varlıkları» ilme, «görünen varlık­ları» mâba’dettabîaya terk ettiği için nâdim olmadı. Çün­kü «istenilen varlıklar» ona daha zengin yeni bir müca- hede zemini arz ediyordu. Felsefe düşündüğünü sevmek, sevdiğini düşünmek isterdi. Ne ilmin elde ettiği umûmî hakikatler, ne mâba’dettabîamn bulduğu hususi hüviyet­ler gönlündeki «kemal» iştiyakım tatmin edememişti. Felsefe güzel ve âlî mâhiyetlere kavuşmak istiyordu. Bu yeni sâha ona «kıymet» hâzinesini ihdâ etti.

Kıymet «kemiyet» gibi artmaz, eksilmez, «keyfiyet» gibi istihâle etmez değildir.îstenilen kemali iktisab eder, takdîre tâbi bir mâhiyettir.

Bu mâhiyet hâricî b ir vücûda mâlik olmasa da zihin­deki mevcûdiyeti kâfidir. Çünkü mâba’dettabîa’nın tedkî- katıyla sâbit oluyor ki zihnî mevcûdiyet de bir mevcûdi- yettir. Yine ilim, ruh ve mâbâ'adettabîanm keşfiyatıyla anlaşılıyor ki bu varlık âtıl b ir mevcudiyetten ibaret de­ğil; müessir bir kuvvettir. Bu kuvvet mutlaka hâricî vü- cudda da: eserlerini gösterecektir. Kıymetler birer «Kuv­vet-fikir, idee -force» dir. Bu kuvvet - fikirler ibtidâ zih­

5

Page 12: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

nî bir mâhiyet hâlinde tecellî ederler. Sonra rûhî b ir hüviyet, daha sonra hâricî bir hâkikat olurlar. Yalnız bu zihnî mâhiyetler imkâna istinad etmek, hadd-i zâtında mu­hal olmamak lâzımdır. Buna binâen felsefe yeni kıymetler takdir ve ibda edeceği zaman hakikat ve hüviyetlerdeki temayülleri ehemmiyete almalıdır. Hâricî yahut dâhilî mevcudiyetin tekâmülünün gayesini irâe eden mutasav­ver kemaller birer «mefkure-idee» dir. Tekâmülü bir esa­sa istinad etmeyen, iradenin aktîtasavvurlarmdan doğan gayeler birer «mevhûme-fiction» dir. Felsefe ibda edeceği kıymetlere müsbet b ir esas vermek için ilme ve mâba’dettabîaya münâkız olmamak ve onlarla âhenk teş­kil edecek mefkûrelere kıymet vermek mecburiyetindedir.

Bu şartlan dikkate alan felsefe mutasavver kemal­lere kıymet vermekle ibdâkâr bir vazife ifasına başladı. Maddî hakikatlarda, ruhî hüviyetlerde ulviyet ve kemal göremeyen necip kalplere «zihinde mevcud ve hâriçte ta­hakkuku mümkün» bülend ve nezîh mâhiyetler takdîm etti. İnsanın «yalnız görmeye değil göstermeye de mukte­dir» olduğunu meydana koydu. İnsanda ibda kuvveti, is- tikmal melekesi bulunduğunu isbat etti. Biâenaleyh yeni bir ümît güneşinin matlaı oldu. İnsanda bir «fevkal-in- san» türeyebileceğine, «fevkannâsut» bir hayat yaşayabi­leceğine kanaatlar uyandırdı.

İşte bugünkü felsefenin hâli!

Evvelki gün, felsefe «İlimler tevhidi» zannolunuyor- du. Ve umumî bir mantıktan ibaretti. Dün, felsefe, mâba’ dettabîa sahasında dolaşıyordu ve umumî bir bedâat «esthetique» şeklinde idi. Bugün felsefe kendi husûsî mâ- likânesine çekildi; İçtimaî hayatımızı idare eden, siyâsî hukukî, ahlâkî kıymetlerin takdiri, insaniyeti i’lâ edecek yeni kıymetlerin ibdâı vazifesiyle iştigale başladı. Bugün­kü felsefe umumî bir ahlâktır.

6

Page 13: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Felsefe, «akıl»m umumî kanunlarım, «hassasiyetsin hususî ânâtım keşf ve tahlil ettikten sonra, bugiin «ira- de»nin ulvî gayelerini taharrî ediyor. Bugünkü felsefenin usulü «keşif ve tahlîl» değil «takdîr ve ibdâ»dır.

Selârıik, 17 Nisan 1327

7

Page 14: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ALFRED FOUİLLEE'NİN TEKÂMÜLCÜ FELSEFESİ (*)

Muharriri: Harald Höffding

«Taine»in felsefe sahasındaki kûşişlerini devam et­tirebilen bir mütefekkiri zikretmek lâzım ise herkesten evvel «1838'de tevellüt etmiş olan» Alfred Fouillee’yi hâtır- lamak iktiza eder. Taine'in muhkem bir surette izhar et­tiği kânunların teselsülü, aynı zamanda ihtiyarlamış «Re- nan» m felsefî merakcılığmın «ilettantisme» azimkâr mu­halifi vaziyetini alan Fouillee’de temâdî eder.

Bundan başka, Fouillee'nin felsefi eserleri son asrın nihayetlerine doğru felsefî müfekkirenin tâkibe başladığı mefkûrecilik istikametini de gösterir.

Fouillee Bordaux’da ve Paris’de felsefe tedris et­ti, fakat ahîren sıhhî sebeplerden dolayı Manton’a çekil­di.

İlk eserleri Yunan felsefesi tarihine (dâirdi. Felsefî telâkkisini Eflâtunun mütalâasıyla takarrür ettirdi. «Ef­lâtun Felsefesi, 1869-La Philosophie de Platon» Eflâtun’ un fikirleri âlemi ile tecrübeler dünyasını tamamıyla bâ- riz iki münâkız kazıyye suretinde telâkki ediyor ve hakiki mevcudiyeti bunlardan yalnız birincisine isnad edecek su­rette ileri gidiyordu. Son zamanın tabiatçılığı ise bilakis, yalmz tecrübeler âleminin yâni tecrübe ile sâbit olan ta­biat silsilesinin hakikî mevcudiyete mâlik olduğunu tasdik etti.

(*) A lfred FouiUee’nin Tekâmülcü Felsefesi, Genç Kalemler, C : II, sayı : 3, say fa : 45 - 47.

8

Page 15: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Fouillee, Eflâtun'u tetkîk ederek bugünün mes'ele- 1 erine avdet ettiği zaman vazifesi «Eflâtun'un fikirlerini semadan zemîne iade etmek ve bu suretle mefkûreciliği maddecilikle te’lîf eylemek »ten ibaret kalıyordu. Kendisi bizzat cehd ü ictihâdmı bu yolda tarîf ve temeyyüz ediyor. «Mefkûreciliğin Hareketi ve Müsbet îlim Aleyhinde Aksül- amel-Le Mouvement idealiste et la Reaction Contre la Science Positive, 1896, sahife 21» bu te’lîfin imkanını, «fik­rin fiile sâik olabilmesi» hâdisesi üzerine tesîs ediyor. Fi­illerimizde ister muayyeniyetçilerin iddia ettikleri gibi «muztar» deterministe, ister taayyünsüzlük taraftarları­nın «indeterminisme» farz ettikleri gibi muhayyer buluna­lım, zihnimizde mevcut bulunan muhayyeriyet fikrinin bir cehd uyandırmaya ve bir kuvvet peydâ etmeye kâdir olma­sı keyfiyettinde bilhassa ısrar ediyor. Muhayyeriyet ve Mu- ayyeniyet-La Liberte et Determinisme, 1872’ Fouillee psi­kolojisinin esaslı fikrini burada «Harald Höffding, Philo- sophes Contemporains» der evvelce söylemiştik; bütün fel­sefesinde hükümran olan fikirdir. Bu fikire kendisi bizzat «kuvvet - fikir - İdee - Force» nâmını veriyor. Kendi görüşü­ne göre bu telakki muhtelif felsefe cereyanları arasında bir mukarenet tesisini mümkünleştirir. Bu ifadeyi ilk defa 1879’da Revue Philosophique'de meydana koydu. Dimağ­daki harekî temayüller şuurdaki fikirlere vasıtasız b ir su­rette merbuttur. Burada, karşımızda hem bir garîzî hâdise «physiologique», hem bir rûhî hâdise görüyoruz, bir su­rette ki zihnimizde inkişaf eden bir mefkûre bizzat tabia­tın muayyeniyeti tarîkiyle harici bir vücûd haline inkılâb eder.

Bu mefkûre, şuurlu bir fikir hâline gelmeden evvel insiyâki muhâsesede okluğu gibi nümûvvünümaya mün’ atıf uzvî temâyülde de müessir ve faildir. Bütün tabiatta bir irade vardır ve biz bunu dâhilî ihtisasta duyduğumuz gibi hârici harekette de hissederiz. Mâneviyet ve maddiyet,

9

Page 16: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

şuur ve hayat, ferdiyet ve mâşeriyet, hürriyet ve tesanüd burada vâhid bir şey gibi hareket eder. «Muasır İçtimai ilim-La Science sociale Contemporaine, 1880» ve «Kuvvet- Fikirlerin îlm-i Rûhu-Psycologie des İdees - Forces, 1898» gibi en ehemmiyetli eserinde Fouillee hâkim olan fikrini sırf ilm-i ruh cihetinden temhîd etti. Bu kitap iradeciliğe dâir rühi mâlumatın en iyi bir tecellîğâhıdır. Fouillee ilm-i ruhunu sarih bir surette tarif ediyor : İradenin tetkiki.

Fouillee, irademizin vasıtasız bir tarassuta zemin olamayacağmı pek iyi görüyor; fakat başkalarının yaptığı gibi bundan iradenin hiçbir şey olmadığını istintaç edecek yerde - benim fikrimce pek haklı bir hareket olmak üzere irademizin hüviyetimizle aynı bir şey olduğunu istihraç ediyor. Fouillee'ye göre, ilm-i ruh, şimdiye kadar zihinci- Iikden çok zararlar görmüştür. Zihinci ruhşinaslar rûhî hâ­diselerin, tatyîp yahut tavik olunduklarına göre haz yahut elemle mütevafık olan bir iştiyakın yahut bir iştihanın te­zahürlerinden ibaret olduğuna kâfi derecede dikkat ede­mediler. Hâdiseleri garizi yahut rûhı cihetlerden nazara almamızın pek az ehemmiyeti var. Bu iki ciheti mâkûs te­lakki ettiğimiz zaman, bunların - doğru söylemek lâzım gelirse-iki tecridden «Vâhid ve tam bir hüviyetin iki saf­hasından» başka bir şey olmadıklarını düşünmek mecbu­riyetinde kalırız. Her temyiz, hatta isterse en ibtidai bir şekilde bulunsun, bir intinabı, bir tercîhi istilzam eder. «Ibtidaî ve amelî bir tercih ve intihap... Temyiz ve tercih en basit hallerde aynı şeye raci olur.

Hayvanın yerken duyduğu haz ile açlığın elemli his­si buna bir misaldir. Yalnız varlık mücadelesinde ehem­miyetli olan hâdiseler hissî bir suretle müşahade olunur, ve «kelimenin en vâsi mânasıyla» iradedir ki mahsus mü­şahedeyi tenbîh ve onun en mütemayiz şekillerini takyid eder. Halli müşahede hakkında doğru olan bu tarif «tanı­ma» ve «hatırlama» hâdiselerine de tatbik olunabilir her-

10

Page 17: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

şeyden evvel amelî bir menfaat arzeden hâdiseleri tanır ve hâfızamızda iddihar ederiz. Her adımda- tecrübenin yardımıyla- menfaat çoğalır, «ânî» ve «vasıtasız» hallerin­den daha ileri geçer. Mantığın mücerret esasları bile bu suretle teşekkül etmiştir. Her mülâhaza yahut her fikir ha­yatımızın cehd yahut hallî müşahededen ibaret olan çok' yahut az şuurlu bir temâyülünü irac eder. Burada bütün rûhî tahaddüsler arasında büyük bir ittisal tecellî eder. Her şuur hâleti bir temyizden ibaret olduğu için «fikir» unvanını, b ir tercihten ibaret olduğu için bir «kuvvet» nâ­mını alabilir.

Fouillee’nin ilim ahlâkı ilim ruhuna sıkıca mürtöbit- tır. «Diğer mevcutlardan haberdâr olmaksızın kendi ken­dimden haberdar olamayacağım» hakikatim sarahatla meydana koydu : Ben mevcutlan kendime kıyasen ve ken­dimi onlara kıyasen anlarım. İdrâkimizdeki bu nisbiyet bir tesânüdün «Soldarite» ve bir başkacı «diğergâm-alt- ruiste» temâyülün tevellüdüne bâis olur. Zaten sırf zihnî noktadan kendimi münferit b ir mevcut tanımaklığım imkânsızdır. Nazarî gurura çizilen hadler amelî benliği de tahdît ederler. Buradaki «başkalan > fikri de b ir kuvvettir, çünkü şuurlu bir hâle gelir gelmez âmir vaziyetini alan iradesiz bir temâyülden başka bir şey değildir. Mefkûre, temâyülümüzün iradesiz b ir surette sürüklendiği cereyan­dan uzaklaşarak nisbiyet ve tesânüt arasında mevcut bu­lunan râbıta sebebiyle hürriyet, müsâvât ve adaletin hü­kümranlığı fikrine inkılâb etmesidir. Fouillee eserlerinin muhtelif mevkilerinde ahlâk hakkında serdettiği bu telâkkî suretini henüz insicamlı b ir kitapta temhîd etmemiştir. Bu telâkkî bilhassa yeni ahlâkın tarihine büyük b ir men­faat ihdâ eden tenkîdî bir eserin zemînini teşkil etmiştir. Critique des Systemes de Morale Conternporaîns, 1893’de Fouillee, umumî felsefesinde bilhassa bu noktada ısrar etmiştir. Mevcudiyeti münhasıran en unsurî hâdiselere

11

Page 18: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

nazaran yahut en mücerret nazar noktalarına göre izah /et­mekte hiçbir mânâ yoktur. Maddecilik her hâdiseyi hare­kete irca ederek kendi kendini müttehem ettiği zaman iş­te böyle hareket etmiş olur. Hareket, hüviyetin basarî ve lemsî ihtisaslar zamanında iktisab eylediği safhadan iba­rettir. Fikircilik de her hâdiseyi fikre irca ettiği vakit ay­nı hatayı irtikab eder. Hususî ilimlerin kâffesi kendi na­zar noktalarım hüviyetin yegâne ledünnî addederler.

Fakat her hususî nazar noktası yalnız bir ciheti gös­terir. Bir felsefe, hüviyeti, muhtelif nazar noktalarından her birinin ayrıca isabet ve ehemmiyeti bulunan bir küll gibi dikkate almalıdır. O halde rûhî bir mevcûdiyet vasıta­sız ve doğrudan doğruya tanıdığımız yegâne «mâlûme» «donee» olduğundan varlığı bütün heyetiyle bu mevcûdı- yete kıyasen tefsir etmek muvaffaktır. «Kant» zamanından beri çok defa müfekkirenin bizi hâricî bir vücûddan ayır­dığı tasavvur olundu. Halbuki müfekkire bizi hâricî vücû­da rabt eden bir şey olduğu gibi bizzat kendisi de hâricî bir vücuttan, bir hüviyetten ibarettir. Mâba'dettabîa vası­tasız ve doğrudan doğruya icra ettiğimiz yegâne tecrübe­lere isnâd etmek lüzûmunu hissetti. «Elemden korkulur», bu bir tecrübedir ki «bu sadmeden bir hareket tevellüd eder» tecrübesinden daha vasıtasız ve daha «doğrudan doğruya»dır. Fouillee mâba'dettabîaya dâir fikirlerini Mâba'dettabiamn İstikbâli nâmındaki eserinde temhîd etti. «L'Avenir de la Metaphysique, 1886» her mâba'detta­bîa faraziyecidir ve teşbîh esasına müstenittir. O, şahsî hayatın umumî hayatla birlik halinde bulunması ihtiyacı­nın en yüksek bir ittisaldir. Bu umumî hayat büyük bir külliyet, müştereken tesîr yapan kuvvetlerin bir mecmua­sı gibi tefehhüm olunur. Mâba’dettabîaya dâir fikirlerin esası rûhî teşbihlerden ve İçtimaî mukayeselerden başka bir şey değildir. Nâşûtî râbıtlardan müntezi' b ir mefhu­mu nâtık olan lâhut kelimesi umumî kâinât cemiyetinin

12

Page 19: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

<'iı muhayyeri hikmetini, en samîmîmeyelâmm ifade etler.I 'ak^ıt burada hayalî bir mersûmeden «chema» öteye geçe­nleyiz. Müfekkirimizin matmahı olan intihâî terkip, vâ- /.ıh ye kat’î bir surette tanıdığımız hâdiselerin hususî bir murâbıtasmdan başka bir şey olamaz. Biz, Kantcılann yaptığı gibi ahlâk namına yeni akideler vaz’ma mecbûr değiliz.vBununla beraber müesses fikirler, Renan'm merak- cılığı esnasında dûçâr olduğu gibi kinâye yahut istihzâ için de bir zemîn değildir. Muzafferiyet ihtimali meşkûk olsa bi­le mefkûremize göre icraatta bulunmak ihtiyacına mâliki- yetimiz bile mefkûreci bir mesâdırayı mutazammındır: «Bu dünyanın ve hayatın mânâsı hakkında fikrî ve fiilî bir mülâhazadır!1» Bu masadıranın ifadesi muayyen kazi­yelerde dâima faraziyeli kalır. Mâba’dettabîa meslekleri varlık mücadelesinde lâyenkat’ı birbirini imhâya çalışır­lar. Bunlardan hangisi hâkim olan ilmî muhîta daha mü­sait ise ıstıfâ, hayat beratını ona verecektir. îlim ilerle­dikçe bir mâba'dettabîa mefhûmesinin imkânları daima mahdutlaşır, muzafferiyet, tahlîl ve terkîbin en mükem­meline hak kazanan mefhumeye aittir. Fakat hiçbir za­man dünya güzelinin istitâr perdesi tamamıyla açılama­yacak ve daimâ muhayyeleye ve dinî timsâliyete açık bu­lunan bir saha kalacaktır. Bu son fikirler yalnız Renan'a karşı bir cevap değildir. Albert Langue ve Fouillee ile aralarında pek az fark bulunan bir mütefekkirin, Guyau’ nun da bu sözlerde hisseleri vardır.

13

Page 20: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

MUHİDDİN ARABÎ (*)

M uharriri: Tevfik Sedat - (Ziya Gcjkalp)

Islâm hakimlerinin bugünkü felsefeye en yakın bu­lunan «Muhiddîn»dir. Muhiddîn, sofiyenin «zevk»1 vasıta­sıyla muttali oldukları «intuitif-hadsî» halleri aklî fikir­lerle ifade ederek tasavvufla hikmeti telif eden bir mü- ceddittir.

Tasavvufu garp felsefesinin «esrarcı lık -mysticis- me» mektebine muadil telâkki etmek hatadır. Tasavvuf umumî mânâsıyla «mefkûrecilik-idealisme» mesleğinin muadilidir. Mutasavvıflar arasında mefkûreciliğin bütün şekillerini temsil edenler bulunduğu gibi esrarcı «mysti- que» olanlar da var. «Tasavvuf» kelimesi mahsusat âlemi­ne hakikî b ir mevcudiyet isnat etmeyen muhtelif meslek­lere şâmil umumî bir ünvandır. Hakikî mevcudiyeti mef­kûrecilerden bir kısmı «tasavvur» sı diğer b ir zümresi «tahassüs»e, başka bir fıkrası da «irade»ye nisbet etmiş­lerdir. Sofiye mesleğinde de bu safhalar «makâm» namıyla mevcuttur.

Tasavvuf, mahsûsât âlemini hakikî mevcudiyetten nez’ettiği zaman bu içtihadını «innemel kevnü hayâlün» «varlık tasavvurdan ibarettir» cümlesiyle ifade eder. Ma­rifetin bu safhasında durarak ileriye geçemeyenler, «tasav- vurcu» kalırlar. «Misal âlemi»

Mutasavvıf tekâmülcü bir sâlik bulunduğundan hiç­bir makâmda duramaz, onun gayesi daima ilerlemek, da­ima yükselmektir. «Tasavvur» un hariçten şuur aynasına

(*) Muhiddin Arabi, Genç K alem ler, C : U, sayı : 4, say fa : 61-64.

14

Page 21: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

\aksetmiş bir sûret olduğunu, gördüğümüz eşyanın haricî bis menşee mâlik olmakla beraber şuurun hususî tahassüs­leriyle televvün ettiğini keşfettiği zaman bu keşfini «lev- nül\m â levnü inâihi» «suyun rengi kabının rengidir» sâ- nihasiyle takrîr eder. Bu makamda duranlar tahassüsçü kalırlar: «Ruh âlemi».

Tahassüsler iradenin «tatyîp» yahut «tâvîk» inden husule gelen «bast» ve «kabz» hallerinden ibarettir. İrade, «olan kepalleri» beğenmeyerek «olması lâzım gelen kemal­leri» klfâk ve inşaya çalışan vücudun en mutlak, en haki­kî kısmıdır. Muhiddin Arabî eşyada mündemiç ve mek­nuz bulunan bu, olması lâzım gelen kemallere «ayn-ı sâ- bite» nâmını veriyor. «Hakikî vücut» dan ibaret bulunan iradelerin bu hakikî gayeleri umumî tekâmülün, umumî kâinat miracının hakikî müşevvik ve âmilleridir. «Sabit aymlar âlemi». Muhiddin Arabî bu büyük hakikati «Mâ hakeme! - kadâü alel-eşyâi illâ bih⻫kazâ eşyaya ancak eşya vâsıtasıyla hükmedebilir» düsturuyla i'lâ ediyor.

Garp felsefesinde mefkûreciliğin geçirdiği üç te­ceddüt devresi tasavvufun üç Arabî cümlede icmal ettiği bu makamların tamamıyla aynıdır.

«Berkley» gördüğümüz eşyanın ihtisaslarımızdan, şuurumuzun teessürlerinden ibaret olduğunu meydana koyduğu zaman «innemel-kevnü hayâlün» cümlesini tek­rar etmekten başka b ir şey yapmamıştı. Binaenaleyh Berkley’in «hâdisecilik-phenomenisme» mesleği tasavvuf­un ilk kademesi olarak zaten mevcuttu.

Kant, ihtisaslarımızın şey'î suretlerden ibaret olma­dığını, bu suretlerin nefsî şekillerde televvün ettiğini ispat ettiği vakit (levnül-mâ levnü inâihî) sânihasım şerhetmek- ten başka bir şey yapmamıştı. O halde «tenkidçilik-criti- cisme» mektebi de tasavvufun ikinci kademesi olarak mevcut demekti.

15

Page 22: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Alfred Fouillee, Gayau, Nietzsche, William Jame; gibi son zamanın filozofları mefkûrelerin birer «kuvve/- fikir» olduğuna, ümit, irade ve imanın yeni kıymetler jh- dâı suretiyle hayatta bülend ve nezîh saadetler husûle/ge- tirebileceğine dâir hakikatler ilân ettikleri zaman «maha- kemel-kadâü alel-eşyaî illâbiha» düsturunu tefsir etmekten başka bir şey yapmamışlardı. Bundan anlaşılıyor ki dik­katle aradığımız takdirde bugünkü «kıymetçilik felsefesi» ni de tasavvufun zengin hâzineleri arasında bulabileceğiz.

Muhiddin Arabî «ene inde zaııni abdı felyeiünnebî hayran» «ben kulumun zamanında mütecelliyim, pana iyi zanda bulunsun» kudsî hadisini mesleğinin bir pıeşalesi itibar ediyor. Bu şûlenin ziyâsıyla bütün muzlim hakikat- lari tenvîr eyliyor. «Zan» bir «kuvvet - fikir» dir. Bu «kuv­vet - fikir» hayatımızda ve sîretimizde âmil ve müessirdir. İyi zanlarımız hayatımızın idare eden faydalı kuvvetlerdiı. Kötü zanlarımız hayatımızda âmil olan zararlı müessirler­dir.

Zan, fikir, itikat nâmını verdiğimiz ruhî hâdiseler, birer âtıl hayâlden, birer tesirsiz tasavvurdan ibaret değil­dir. Bunlardan yaratıcı yahut öldürücü kuvvetler, müsbet ve menfî kıymetlere meknuzdur. Her fert fikrinde, zannm- da, itikatmda «mutasavver bir kemal» taşır. Fikrinin, zan- mmn, itikadının yaratıcı kuvvetiyle bu «mutesavver ke­malse doğru yükselir. Her fert umumî bir mi'râcını tekâ­mül sülûkünü takip eder; mutasavver bir kemale doğru urûç eder. Binaenaleyh ferdin dünkü, bugünkü, yarınki halleri «zâil ziller» den, âni gölgelerden ibarettir. Sâbit bir şey varsa o tekâmülün müntehası olan mutasavver kemalden ibârettir. Muhiddin Arabî bu mutasavver kema­le «aynı sâbite» nâmını veriyor. Bu kelime mefkûre «ide­al» tâbirinin muâdilidir.

Muhiddin Arabî bu sâbit «ayın» lara, lâyetegayyer enmûzeçlere hâricî bir mevcudiyet vermiyor. «El-ayüniis

16

Page 23: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

sAbite mâ şemmet râyıhatel - vücud» «sâbit aynılar var­ille kokusunu koklamamışlardır» ifadesiyle bunların an- Gak zihnî bir mevcudiyete mâlik olduğunu imâ ediyor. Ma- a^ıafih yalnız zihinde bulunan, haricî vücuttan mahrum olân bu mâhiyetleri fâtıranm yegâne âmilleri addediyor. Katanın eşyaya eşyanın sâbit aymları vâsıtasıyla hükmet­tiğimi kabul ediyor. Muhiddin’e göre, kazâ bir meşrutiyet hükümdârı gibi sâbit ayınların kararlarını tenfîzden baş­ka b^r şey yapmıyor. Sâbit aymlarm lisanından yazdığı bir manzumede:

«Felev îâhu velev lânâ lemâ kânellezi kânâ» diyor kî «O olniasaydı ve biz olmasaydık, mevcut olan şeylerin hiç birisi bulunmayacaktı» demektir. Bu ifadesiyle fıtratte yal­nız kazâ ile sâbit aymlarm âmil olduğunu tasrîh ediyor. Bu manzumenin «Fe a'taynâhü mâ yebdû bihî fîna ve â’tâ- nâ» beytinde «Onun bizde izhar ve bize i'ta ettiği şevleri daha evvel biz ona i'tâ etmişizdir» cümlesiyle teşrî kuv­vetinin sâbit aymlarda, infâz kudretinin «kazâ»da bulun­duğunu bildiriyor. «Fe'r-Rabbü abdunv’elabdü Rabbun yâ leyte şurî mine’l - mükellefi» beyti bu mazmunu nâtıktır.

Sâbit aymlar beşer fertlerine münhasır değildir. Madde ruhun tecellisi olduğu için bütün eşya hakikatte az yahut çok şuurlu ruhlardan ibarettir. Ruh «bûd», mad­de onun «nümûd»udur. Her şey bir ruh olduğu için gay­rı uzvî, uzvî, fevkal - uzvî bütün eşyadan meknuz ve mün­demiç «sabit aymlar» vardır. Muhiddin maddeye ve mad­denin son hakikikati olan «imtidat» mefhumuna «kürsü» namım veriyor. Bu nâmütenahî imtıdadm bûdünu teşkil eden umumî ruhun her zerresine bir kemel gayesi irae ederek eşyayı umumî bir miraç halinde tekâmüle sevke- den «mutlak kemal» de de «Rahmân'm Arşa istivası» sır­rını görüyor. Sâbit aymlar âlemine «mele-i âlâ»diyor.

17

Page 24: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Teemmel sütûr’al - kâinati fe innehâ Minel - meleil - âlâ ileyke resâilü

Bu beyitten anlaşılan mâna şu d u r: «Gördüğü/ »üz şeyler sabit aymların kaba taslak kopyalarıdır. Her mevcut rüşeym halinde bir kemaldir. Her nereye baksanız tekâmülünün gayesi olan o «gizli kemal »i görebilirsiniz. Kâinat kitabının sahifeleri, satırları, kelimeleri olan gör­düğünüz eşya tâbirlerin kifayetsizliğinden tamamıyla,' teb­liğ olunamamış şiirlerdir. Maamafih dikkatle mütalâa ederseniz bu lâfzi ta’kîler arasında gizli fikirleri sezebilir­siniz. Bu sahîfeler âdeta «yüksek âlem»den size gönderil­miş mektuplardır». !

Muhiddîn, sâbit aymların yani mefkürelerin kevnî miraçta, yani tekâmülde esaslı âmiller olduğunu, her mev­cudun bir «kemal» gayesine, ve umum vücudun «mutlak kemal» hedefine doğru yükseldiğini izah ettikten sonra bu mutasavver kemallerden, bu sâbit aymlardan her bi­rinin ilâhi bir isme mazhar olduğunu beyan ediyor.

Gördüğümüz vücutlar sâbit aymların mazharlan ol­duğu gibi sâbit aymlar da «ilâhi isimjer»in mazharlandır. Muhiddin’e göre vusülümüze imkân bulunan ilâh «mute- kat ilâh»tır, «mutlak ilâh»a vusul mümkün değildir. Ne­bilerin, velîlerin vâsıl oldukları «ilâh» bile mutlak «ilâh» dan ibarettir. «Mutlak ilâh»a onlarda vasıl olmamışlar­dır. «Mutlak ilâh»a vüsûl mümkün değilse de takarrüp mümkündür. Bunun için cemadların, nebatların, hayvan­ların, insanların, umum mevcutların mutekât ilâhlarına vasıl olarak hepsini «mutlak bir ahad» de tevdid etmek lâzımdır. Bu fikrin i:

Akadel - halâiku fîl - ilâhi akâiden Ve ene şehidtii cemîa mâ'tekadû

beytiyle teyit ediyor.

18

Page 25: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Muhiddin Hazretlerini «külliyeti ilâh - pantheisme» itikadına zâhip zannedenler hata etmişlerdir.

Mevcutlan sâbit aymlann, sâbit aymları İlâhi isim­lerin tecelligâhı telâkki etmek «külliyeti ilâh» fikrini ka­bul etmek değildir. Her mevcudun «sâbit ayın»! «mutekat ilâh», ınm mazharıdır. Tasavvur olunabilmekten münez­zeh olan «ilâh» mefhumunu her fert kendi hüviyetine mü- lâyim bir surette tahayyül eder. Her ferdin zihnindeki bu hayalî tavsif onun mutekat ilâhıdır. Güneydi Bağdadîye marifetullahtan sorulduğu zaman «levnül-mâ levnü inâ- ihi» cevabını vermiştir.

«Antropomorfizm», «sosyomorfizm» tâbirleriyle ifa­de edilmek istenilen bu hakikati mutasavvıf bir şâir şu suretle tdbliğ etmiştir.

Nüzzâr-Kiyân rûy hûbet Çün der negirend ez girânhâ Der rûyi tâ rûyi hîş bînend Zincâst tefâvüt-i nişanhâ

Muhiddin sâbit aymiara maddî b ir mevcudiyet ver­miyor. Bu aymlarm mevsuflan bulunan isimler ve isimle­rin «mutlak» ve «ehat» olan müsemınâsı bittabi mâddiyet ve mümkiniyetten münezzehtir.

Muhiddîn sâbit ayınlara maddî b ir mevcudiyet ver­mediği gibi Eflâtun’un ve Kant’m yaptığı gibi «berrânî- transcen.dan.tal» bir mevcudiyet de îtâ etmiyor. «El aya- nü’s - sâbite mâ şemmet râyihatel vücudi» sâni hasiyle bu ciheti de tas'hîh ediyor. Onun fikrince, sâbit aymlar «cevvâ- nî - immanent» bir mevcudiyete mâliktir. Vücudun en âmîk unsuru olan «irade» de zımmen mündemiç ve bir rüşeym halinde meknuzdur. İptidaî «hebaen memur» (chaos) hali intihaî kemalin bir mahfî kenzinden ibaret­tir.

19*

Page 26: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

/(

Vücudun «kürsü, arş, Rahmân» mahiyetleriyle üç/' tecellisi vardır. Maddenin ruha, ruhun, mefkûreye niş- betle ne derece kesafeti varsa bu % mahiyet arasında çİao kesâfet ve letâfet dereceleri mevcuttur. /

«Elhamdülillâhillezi lâtâfe nefsehu fesemmahu hak- kan ve kesefe nefsehu fesemmahü halkan» vücudun kesâ­fet hali «halk» letâfet hali «Hak» olduğunu beyan ediyor.

Kesafet vücudun nâkısiyet hâlidir, letâfet bu noksa­nın tekâmül! mizacında mündemiç gizli kemaldir. Bu ke­male vusûl imkânsızdır. Fakat eşyanın fıtrî hareketi bu erişilmez gayeye takarrüp içindir. Eşyanın umumî tesbîh ve tehlîli bu tekâmülî «sülük» ünden ibarettir.

Muhiddin Hazretleri:«Süphanellezi azharal-eşyâe fehüve aynühâ» saniha-

sıyla eşyayı izhâr eden kudretin bu eşyanın «kemal meşki» olduğunu ve her mevcudun «mutlak kemal»den istinsâh olunmuş nâkış ve kaba taslak kopyalar olduğunu ifham ediyor.

Bu temhîdâttan şu netice çıkıyor ki felsefe birkaç asından beri büyük tarakkilere mazhar olduğu halde felse­fenin rûhu değişmemiştir.

İmam Gazzali «usulî şüphe»yi Descartes’dan evvel meydana koymuştur. Berkley’in, Kant’m içtihâtları daha evvel tansîs edilmiştir. Muhiddin Arabî Alfred Fouillee’ den çok zaman evvel mefkûrenin tekâmülde yaratıcı âmil­ler olduğunu igbat ederek bugünkü felsefeyi daha o za­man tesîs etmiştir.

Muhiddîn felsefesinin ruhu, beşer fertlerine diyork i :

Zatı hakkın halîfesisin sen Bütün ekvân sana müsahh&rdir Levh-i mahfâz olan zamirinde Mutasavver olan mukadderdir.

20

Page 27: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

MEŞHED’E DOĞRU (*)

Muharriri: Demirtaş Feridun Pervîz’e

Yüz milyonluk bir soy, bugün: «Duyuyorum, ben varım! Tarihimin eski yeni şanlarını ararım».Diyor; işte Türk Hakânı bir ordu, bir donanma,Bir milletle gelmiş, aziz bir meşhedi şanlıyor.Herkes, tarîh yeni bir devr açtığını enliyor.

Bu meşheddir, Avrupa'nın Rumeli’den Türkleri Çıkarmaya. azmettiği kanlı harbde, «Kosova»da Al bayrağı bir hamlede ilelebed ileri,Süren, evet bu meşheddir Avrupa’da birinci,Temelimiz, bunda yatan bir ebedî nöbetçi.

Türkilinin bu ebedî nöbetçisi diyor k i :Anadolu «Türk Yurdu»dur, karşı yaka «Türkili»,Siz asılsız, türediler değilsiniz, sizdeki,Kanlar taşır hakanlardan kalma «Büyük Emel»i Ruhunuzda bugün kendi kendisini tanıyan,«Turan benim malım» diyen birisi var: «Oğuz Han!»

23 Mayıs 327

(*) Meşhed’e Doğru (Ş iir), Genç Kalemler, C : II, say ı : 4, say fa : 78.

21

Page 28: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ESKlLtĞÎN MUKAVEMETİ (*)

Muhite Nüfûz :

Eski lisan ve eski fikir mürevviçlerinin tedâfüî man­tıklarına bir misâl olmak üzere Bekir Fahri Bey nâmın­da bir gencin bir mektubunu Genç Kalemler’e dere ediyoruz.

Bekir Fahri Bey’e göre yeni lisancıiar, muhitin en ince noktalarına kadar nüfûz edemedikleri için müddea- larma son derece bir inhisar şekli veriyorlarmış. Muhitten maksat Osmanlı muhiti mi, yoksa beynelmilel muhit mi, bu ciheti tasrîh etmiyor.

Evvelâ Osmanlı muhiti kast olunduğunu farz ede­lim : Osmanlı muhitinde halkla temas ederseniz görür­sünüz hepsi hemen yeni lisanla tekellüm ediyor. Tecrübe için bir kışlaya gidiniz, asker kardeşlerimizin «mülâzim-i evvel» ve «mülâzim-i sâni» yerine «evvel, mülâzim», «sâni mülâzim» dediklerini görürsünüz. Bu istimâl «beş-on gen­cin mukavele akdiyle» bir lisan meydana getirmesinden sonra başlamadı; lisanının selikasını «âlemşumul» lerden daha iyi bilen halkımız eskiden beri, Arabî, Fârsî kelime­leri almakla beraber Arabî Fârsî terkip ve cemileri kabul etmemiştir. Fakat biz «mülâzim-i evvel» ve «mülâzim-i sâni» tâbirleri gibi klişe hâline gelmiş terkiplerin esasen muhafazası taraflısıyız. «Yeni Lisan»a sarih bir temâyüî göstermeyen genç ediplerimizin eserlerini dikkatle oku­yunuz. Çoğunu «Yeni Lisan »m istediği şekilden pek az farklı bulacaksınız; işte Refik Hâlid'in, Yaküb Kadri'nin,

(*) Eskiliğin M-uı^ivemeti, Genç Kalemler, C : II, sayı : 2, s a y fa :26 - 29, 26/4/1327.

22

Page 29: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Emîn Bülend'in, Hamdullah Suphi'nin, Celâl Sâhir’in, Tahsîn Nâhid’in hikâyeleri, şiirleri... îşte yeni lisanı kabul etmeden evvel bile Ömer Seyfeddin’in, Ali Cânib’in yazı­lan... Gazeteler gittikçe «Yeni Lisan»a yaklaşıyor. Bunlar hep muhitteki göze görünmez hareketlerin muhassalası değil midir? O halde «Yeni Lisan» taraftarlarının muhite nüfûz etmemiş olduklarını nasıl iddia ediyorsunuz?

Şimdi beynelmilel muhite gelelim:Avrupa lisanlarından hiçbirisini gösterebilir misiniz

ki başka bir lisandan «terkip» ve «cemi»ler, daha vâsi bir tâbirle «kâideler» almış olsun? Bir milletin İçtimaî muhîtine başka milletlere mensup fertler girebilir; fakat hiçbir millet ve ecnebî fertlerin kendi kanunlarıyla idare olunmalarına müsaade edemez. Tıpkı bunun gibi bir lisan da başka bir lisandan kelimeler alabilir; fakat hiçbir lisan bu ecnebî kelimelerin kendi sarf ve nahiv kaidele­rini de beraber sürükleyerek getirmesine rıza gösteremez. Kapitülasyonlar milletin «siyasî istiklâli» için bir nakîsa olduğu gibi lisanın «sarfı» muhtâriyeti için de bir le­kedir.

Yeni Lisanın Mekteplere Tatbiki:

Yeni lisaıım birinci hedefi «iştikak» bahsini «sarf» tan büsbütün çıkarmaktır. Bir kelime iştikakça «terkip» yahut «cemi» bünyesinde olduğu halde sarfça «basît» yahut müfret olabilir. Buna binaen mânâsı müfret olan cemilerin «iştikakı» mâhiyetleri tasfiye sarfında hiç na­zara alınmayacaktır. İstimâli zarûrî olan «terkîbî vasıf» lar da bu kabildendir. Gerek bu gibi kelimeler, gerek şâir Arabî, Fârsî isimler, mastarlar, sıfatlar tasfiye sarfında semâî lâfızlar sırasına konulacaktır.

İbtidâîlerde ve rüşdiyelerde tasfiye sarfı okutmak kâfidir. İdâdiıerde «iştikak» nâmıyla ayrıca bir «Arabî,

23

Page 30: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Fârsî kelimelerin, terkiplerin» ne surette terekküp yahut iştikak ettikleri gösterilebilir. Bu iştikak derslerine Türk­çe kelimelerin, asıllannı, iştikaklarım da ithal etmek kâidelidir. Rüştiye tahsiliyle iktifa edenler, çiftçilik, hırfetçilik âleminde kalacaklarından iştikak derslerini takîp etmeyebilirler. Idâdi talebesi «iştikâk ilmi»ni iki cihetten dolayı öğrenmeye mecburdur. İştikak bahsi Türkçeyi esaslı bir surette öğrenmek isteyenlere elzem olduğu gibi Arabî, Fârsî lisanlarını «müstakil» tahsil et­mek isteyenlere de fâideli başlangıçtır. Demek oluyor ki «tasfiye sarfı» mekteplerimizin aşağı sınıflarında, «işti­kak» orta sınıflarında, «Arabî ve Fârsî», «sarf ve nahiv­leri» de yukarı sınıflarında tedris edilmek lâzım geliyor.

Yukarıdaki izahlar yeni lisana bir inhisar şekli ve­rilmediğini, mukavele ile sun’î bir lisan ibdâma çalışıl- rnadığmı isbâta kâfidir.

Yeni Lisana Tesahup :

Genç Kalemler yeni lisanın tarihini yazmadı ki ilk cereyanı vermek isteyenlerin kimler olduğunu arayıp ilân etsin. Bizim nazarımızda yeni lisanın mûcidi «İçti­maî tekemmülümüz»dür. Yeni lisancılar milletin ruhun­dan doğan bu teceddüdü tervîc edenlerdir. Yeni Lisan’a takarrup ettikleri için bu mürevviçlerin miktarı pek kül­liyetlidir. Genç Kalemler'in vazifesi bu mühim cereyana sarih ve usûli bir şekil vermekten başka bir şey değildir. Yeni Lisan «Çağatay» Türkçesini, yahut Anadolu lehçele­rini tervice çalışmıyor, geriye, mâziye dönmüyor, İstan­bul'da konuşulan en mütekâmil Türk lehçesini bütün in­celikleriyle meydana çıkararak bütün Türklere tâmîm etmek istiyor. Milletin en hakîki nâtıkası olduğu için yeni lisandan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimize emin olabilir­siniz...

24

Page 31: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Beynelmileliyet, Milliyet, Kavmiyet:

Bekir Fahri Bey başka bir mektubunda kendisinin biraz Türk olduğu gibi biraz da Arnavut, Ermeni, Bulgar, Rum, Kürt, hatta Fransız, hatta Ingiliz... öldüğünü iddia ederek, millî, yahut kavmî bir edebiyat olamayacağım, edebiyatın ancak beynelmilel, «alemşümûk olabileceğini iddia etmişti. Bu hususta kendisine şiddetle iştirak etme­yeceğiz, çünkü bizim nazarımızda «İlim» beynelmilel bir mâhiyeti hâiz, «Siyâset» millî bir kıymete mâlik olduğu gibi «Lisan, Edebiyat» da kavmî bir hususiyeti sâhiptir.

Eşyanın hakikatim bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman nasıl telâkkî ederse bir Osmanlı, bir Türk de öyle telâkki eder; tabiblik, mühendislik kimyagerlik memleketlere nazaran değişmez; ilim umumî ve insânidir, bu dâireye milliyet ve kavmiyet mefhumları giremez. Fakat siyâsî hayat böyle değildir. Bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman, başka başka siyasî cemaatlara mensupturlar. Her birinin husûsî bir vatanı vardır. Onlar gibi biz de bir Osmanlı milletine, bir Osmanlı vatanına mensubuz. Siyasî hayatta beynelmilliyet yoktur. Her siyasî kuvvetin nüfûzu yalnız bir milletin fertlerine müessir olabilir. Ve işte bunun için siyasette «millî» bir meslek tâkîbi zarûrîdir. «Millî» tâbi­rinden bazı lisan bilmez gazetecilerin, politikacıların an­ladığı mânâyı murad etmiyorum. Onlar millet kelimesini «Kavim» mânâsında kullanıyorlar. Rum Patrikhânesi bu tâbîr-i galatına kapıldığı içindir ki «Osmanlı milleti yok­tur, Osmanlı milleti b ir tâbîr-i lisandır» suretinde bir mugalata yapmıştı. Bizce millet siyâsî b ir nüfûza, yani bir «Devlet Kuvveti »ne mâlik bir cemaattır. Binaenaleyh «Os­manlılık» mutlaka b ir millettir. Fakat Türk, Rum, Kürt, Arnavut, Bulgar, Ermenî unsurları gibi Osmanlı milleti­nin İçtimaî bünyesine dâhil olunan hey'etler birer millet değil, b ir «kavim»den ibarettir. Osmanlı siyaseti bir millî

25

Page 32: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

siyasettir; kavmiyet esasına müstenit b ir siyâset tâkîbk bir cürüm, bir cinâyettir. Lisan ve edebiyata gelince bun­lar ancak «kavmî» olabilirler Osmanlı lisanı «Türk lisanı» dır. Osmanlı Edebiyatı «Türk edebiyatladır. Fakat Os- manlı milleti «Türk milleti» değildir. Osmanlı milleti Türk milleti de dâhil olduğu halde birçok kavimleri müştemil- dir. Bir Türk siyasî hayat itibârıyla Osmanlıdır; fakat İçtimaî hayat itibarıyla Rumdur, Arnavuttur, Araptır, Ermenidir.

Edöbiyat beynelmilel olmadığı gibi millî de olamaz, edebiyat ancak kavmî olabilir. Memleketimizde Türk Ede­biyatından başka Arap, Ermeni, Bulgar, Rum Edebiyat­ları da var. Türk Edebiyatı siyâsî bir kıymete mâlik ol­duğu için Osmanlı Edebiyatı nâmını almak lâzım gelmez, Türkler hiçbir kavme lisan ve edebiyatlarından vazgeç­meyi teklîf etmiyor. Yalnız siyasî hayatta Osmanlı olma­larını istiyor ve bu onların hakkıdır. İçtim aî hayatların­da, İçtimaî lisan ve edebiyatlarında bütün Osmanlı kavim- lerini serbest bırakıyor. Her cemaatın hususî bir mezhebi, her unsurun kavmî bir lisanı, kavmî b ir edebiyatı var. Türkler bu İçtimaî mevcudiyetten, bu kavmî hayattan niçin mahrum olsunlar? Türkler bir devlet tesîs ettikleri için kavmî lisanlarım, kavmî edebiyatlarını, terk mi etsin­ler?

Osmanlı milletini «Osman Gâzi» tesîs etti, fakat Türk lisanı, Türk edebiyatı Osman Gâzi’den daha evvel mevcut idi. Türk lisanı, Türk edebiyatı Selçûkkîlerdeh, hatta Oğuz Hân’dan pek çok eskidir. Türkçe bugün yüz milyon Türk’ün konuşmakta olduğu bir lisandır. Bu yüz milyon kan kardeşinin yegâne râbıtası olan lisanına kendî ismini vermek günah mıdır... Türkçe Osmanlı milletinin resmî lisanı olmakla İçtimaî ve kavmî mâhiyetinden tecrîd olunamaz!... Kat’iyyen olunamaz!...

26

Page 33: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Terakki, bilâistisnâ her şeyin çoğalması» imiş!.. Terakki her şeyin bir gayeye doğru çoğalması, bir «Ke­malse doğru yürümesidir. Terakki bir «kaos» değildir. Bir uzvun iltihaplanması, bir vücûdun şişmesi, terakki olmadığı gibi gelişi güzel taklitlerin bir mahşer gibi yıkıl­ması hiçbir şey değildir.

Dünkülerin Kıymeti :

Dünküleri tezyif etmiyoruz; tarihe karışmış kıymet­lerini nez'e çalışmıyoruz. Yalnız onların bugünkü kalem­lere «meşk» olamayacağını, olmamasını söylüyoruz; çün­kü gençler dünkü eserleri meşk ittihaz ettikleri takdirde ibdâın yerini, nihayet bir taklit tutar. Çünkü gençler ideallerinden başka meşk tanıdıkları dakika teceddüdün çarkları durur, edebiyat yerinde adım saymaya başlar ve Bekir Fahriler çoğalır ki terakki nâmına pek muzırdır.

Evet biz dünkülerin edebiyat müzesindeki mevkile­rine taarruz etmeyeceğiz; yalnız gençliğin hareketine hiç­bir hâil bırakmamak, teceddüdün saffet ve samiyetini muhafaza etmek maksadıyla dünküleri «bugün için» be­ğenmeyeceğiz. Yoksa işte tekrar ediyoruz, dünkü kıymet­lerine b ir şey dediğimiz yoktur; onlar birer mevtâdır ki mezar taşları olan kitaplarıyla büyük b ir kabristanda, ede­biyat tarihinde bütün kendilerinden evvel gençler gibi ebedî uykularına dalmışlardır.

Şunu da iyi bilmelidir ki ibdâ devresinde tarihle alâkayı kesmek, teceddüt zamanında eski kıymetleri ğayzla baltalamak lâzımdır. Bu bir feyizli sekir hâlidir ki geçer ve her ihtilâlin, her inkılâbın, her teceddüdün bu zarûrî yıkıcılık safhasından murûru tabiîdir. Bundan korkmayalım, çünkü marazî değil, ğarîzîdir. Yapmak için yıkmak dünyada en meşru bir keyfiyettir.

"27

Page 34: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Yeni lisanla Eylül yazılamaz»mış! Bu bir ilham olacak!.. Fakat hangi hâtif haber vermiş; onu henüz bil­miyoruz!.. Eylül yeni lisana tercüme edilebilir. Esasen yeni lisanda daha güzel eserler yazılamayacağını, bu is­tikbal falını Bekir Fahri Bey acaba nasıl tertîb etmiş?. Yeni lisanla yakın zamanda edebiyatımıza tiyatro, roman.. her güzel şey girecektir. Yeni lisan mutaassıp değildir. Ve yeni lisancılar kuru bir terakki dâvâsıyla kalmamak içindir ki Avrupa'nın edebi, felsefî, İçtimaî, siyasî, hukukî en güzel eserlerini kendi lisanlarına nakletmek üzere bir hey'et teşkîl ettiler, çalışıyorlar; yakında kapitülasyon­lardan azâde, ıstılâhlanyla, yeni kelimeleriyle, gayet zen­gin bir «Türk Lisanı» göreceksiniz. Hakîkî Türk edebiyatı bu samimî ve büyük lisanın metin ve zarif zemini üzerin­de yükselecektir.

28

Page 35: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Y E N î L î S A N ( * )

YENİ LİSANIN GÜZELLİĞİ

I — Lisanda ikiliklerAynı kelimeyi âlimler başka türlü, avâm başka tür­

lü kullandığı zaman buna «İkilik-Doublet» nâmı verilir. İkilikler, kelimelere münhasır olmak üzere, her lisanda vardır. Fakat Türkçede kelimelerden başka terkiplerde, cemiîlerde, edâtlarda da ikilikler mevcuttur. İbtidâ keli­melerdeki ikiliklere misâl gösterelim:

1 — Türkçe kelimeler

Âlimlerin istimâli Avamın istimâli

kangıkanidürlükimesnegelmişsindinleyeyimkışlakyasaorduhakanhâtûnarslankazganülkâ

(*) Yeni LÂsatnm Güzelliği, Genç Kalemler, C : II, sayı : 5, say fa : 6 1 -6 4 .

hangihanitürlükimsegelmişindinleyimKışlayasakortahânkadınaslankazanülke

29

Page 36: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Âlimlerin istimali Avâmın istimâli

kapu toğn ileru ey oğul keraste

2 — Fârsî kelimeler

rûze,bahş etmeknerdubânçârçûbebenefşeçetrcehûdpençşenbecâdûâyîneşikemmehtâbkûşezerdâlûğirbalhoftanğuzeğureğavğapenbepârenemazmâye(beyâbânşeltuk

kapıdoğruileriayolkereste

oruçbağışlamakmerdivençerçivemenekşeçadırçıfıtperşembecadıaynaişkembemaytabköşezerdâlikalburkaftankozakkorukkavgapamukparanamazmayayabançeltik

Page 37: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Âlimlerin istimâli Avâmrn istimâli

dûrbînçerâğhemânfenâr

3 — Arabî kelimeler

âdemebdâltabia’rak'osman

sûretfencânğalabalıkaybeîman itmektasavvur etmekbekre'avretablîkebraş

4 — Ecnebî kelimelerbankbankiye, bankerpostbilânrezonvapörvaptîzşapo

dürbün çıra, çırak hemen fener

adamabdaldavulrakıosman (lafzındaaymsız ve elifle)suratfilcanğalabalıkheybeinanmaktasarlamakmakaraavratablakabraş

bankabangacı, pankârpostabilânçoraconvapurvaftizşapka

Page 38: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Âlimlerin istimali Avamın istimali

FransItalyenAngılterRusÖropsülfatsigararevolverbaliyemezşokolasalad

RusyaAvrupasülfatocigararovel

Fransatalyan

bal yemezçukulatasalata

İngiltere

II — Âlimlerin ve avamuı psikolojileri

Âlimlerin yazdıkları «Galatât» kitaplarına bakılırsa avâmm istimâl ettiği kelimelerin yanlış sayıldığı görülür. Avam ise istimâlleriyle - âlimlerin kullandıkları kelimele­ri, fiili reddederek - lisanda tasarruflar icrâ etmişlerdir.

Âlimler, Türkçe kelimelerde Selçûkîlerin istimâlini fasîh tanımışlar, hâriçten alman kelimeleri ise mensup oldukları lisanlarda nasıl telâffuz olunuyorsa o suretle kabul etmişlerdir. Âlimlerin ruhu avama ait istimâlleri yanlış ve kitaplarda yazılı şekilleri doğru telâkki etmekle mâlûldur. Âlimler, an’aneci ve kâideci olduklarından li­sanda husûle gelen selîm tekâmülleri, feyizli istihâleleri tedenni ve tefessüh sanırlar.

Yeni Türkçe galatlardan yân i: Avamın istimallerin­den doğmuştur. Âlimler ukalalıkla mecbûl oldukları için kavmî lisanlarını muhtelif lisanlarda yazılmış sarf kitab- larmdan öğrenmeye çalışırlar. Avam, selikaya tâbi bulun­duğundan lisanda da rehberi selikasıdır. Avam, selikasıy­la lisanda dâima tahavvüller husule getirir. Bu tahavviil-

32

Page 39: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ler, keyfî ve tesadüf olmaz, lisanın «selîkî tecvîd»ine, «tabîî bedâat»ine tâbi o lu r: Eski Türkçede müstâmel «kaygu, sayru, ağu, közgü (Közegü), esrük» gibi kelime­ler, lisanın tecvidine ve bedaatine muvafık olmadıkları için avam tarafından terk olundular. Yerlerine «keder, hasta, zehir, ayna, sarhoş» kelimeleri kullanılmaya baş­landı. Avam gerek eski Türkçede mevcut, gerek Arapça- dan, Acemceden vesâir ecnebi lisanlardan me'hûz kelime­leri kendi bedâatma, kendi tecvidine uydurmaya çalıştı. Uyabilenleri istihâlelere uğrattı, uyamayanları lisandan ihrâc etti. Yeni Türkçe bu suretle ikiliklerden, ve bu iki­likler arasında avâmm istimâllerinden tevellüd etti. Yeni Türkçenin tebi bulunduğu istihâle kanunlarım keşfede­bilmek için her şeyden evvel Türkçenin zımmî tecvidini, selîkî bedâatini tedkîk etmek lâzımdır.

III — Türkçenin, tecvidi

Türkçede iki türlü âhenk vardır. Birincisi sâmitlerin âhengidir. Bir kelime sakîl bir harf ile başlamış ise onu tâkîb eden bütün harfler de sakîl olur; bil’akis hafif bir harf ile başlayan bir kelimenin bütün harfleri hafîf olur. Türkçede kelimeler, sakîl ve hafîf diye iki kısma ayrılır; sakîl kelimelere lâhik olan edatlar sakîl, hafîf kelimelere lâhik olan edatlar hafif telâffuz olunur: Çiçeklik, odun­luk... gibi.

Türkçede «a, hâ, lıı, sad, dâd, tı, zı, ayın, ğâym, gâf» sâmitleri sakildir: «Kalmak, kırmak, solmak, durmak» kelimelerindeki hareketleri irae eden «elif, ye, vâv» sâit- leri de sakildir. Diğer sâmitler, kelimenin sakîl ve hafîf olduğuna göre sakîl veya hafîf söylenir. Mütebâki sâitler daima hafiftir.

Sakîl harflerle başlayan Arapça, Acemce kelimelerde âhenk tesiriyle husule gelen istihâlelere misâl: Âdem,

33

Page 40: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

adam - haşan (ç ), hâşân - haydar (jO, haydar - hasta( t ) hasta - sandalı, sandalya - sûret, surat-fazla, fâzla-taref, tarâf, areb (£ ) arab ( ı ) - ğavğa, gavga - maksat, mâksât - kader, kadâr- (hefte «hafta» kelimesinde «*h » harfi « £ - ha» harfine mültebes olduğu için sakîl bir harf gibi müessir olmuştur.)

Alimler, imlâya; avam telâffuza hâkim oldukları iç» in, Arapçadan, Acemceden alman kelimeler, telâffuzca büyük istihâlelere uğradıkları halde imlâca eski şekille­rinde kalmıştır. (Hakîkî sebebi ileride gösterilecektir,)

Ahenk ikinci nevi sâitlerin âhengidir. Bu âhenge göre kelimeler vâvî, yâî diye ikiye ayrılır. Yâî kelimelerde yalnız fetha ve kesre harekeleri bulunabilir. Vâvî kelime­lerde yalnız zamme mevcuttur. Yâî kelimelere lâhik olan edatlar esre, vâvî kelimelere lâhik olan edatlar ötre oku­nur :

Arapçadan, Acemceden şâir ecnebî lisanlardan alman kelimelerde yavaş yavaş bu âhenge ittibâ etmektedir.

(Yâî) (Vâvî)

babalikSivaslıtatsız

oğulluk (luk) Söğütlü tuzsuz ( suz)

M isâl:

dürbîn dürbünçeltikcadı

şeltukcadûzerdâlû zerdalî

gorukoruç

ğurerüzeşapo şapka...

34

Page 41: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Bununla beraber ahengin bu tesiri ekseriyetle telâf­fuzda kalmış, imlâya sirayet edememiştir. (Sebebi ileride gösterilecektir.)

Türkçede sâkinlerin İçtimaî câiz olmadığından «fikr, ilm, şir, hüzn, kati» gibi kelimeler «fikir, şiir, hüzün, ka­til» suretinde harekeli telâffuz edilmeye başlanmıştır.

Bu misâllerden anlaşılıyor k i : İkilikler ve galatlar Türkçeye mahsus «selîkî tecvîd»in tesiri ile husûle gelmiş­tir. Bu tecvîdin âhenklerine ıttibâ etmeyen Türkçe, Arap­ça, Acemce kelimeler terk olunmuş; itibâ edebilenler temsîl edilmiştir.

IV — Türkçenin bedâati

Lisanın bedâati, kelimelerin mâddî güzelliğini ted- kîk eder, mânâlarındaki güzelliği nazara almaz. . «Remie de Gourmond»un dediği gibi (bir kelimenin mânâsı, biı kadının zekâsı gibidir. Bunların her ikisi de şekildeki gü­zelliğe fazla bir câzibe itâ edemez.)

Kelimelerin bedâate muvafık olması için ibtidâ lisa­nın tecvidine muvafakati şarttır; fakat bir kelime tecvide muvafık olmakla bedâate de muvafık olmak lâzım gelmez. Bazı kelimeler vardır ki: Türkçenin tecvidine muvafık olduğu halde bedâate muvafık değildir. Eski Türkçede müstâmel «esrük, közgü, basgıç» kelimeleri gibi... İşte bunlar bedâate tevafuk etmedikleri için terkolunmuşlar- dır.

Bedâat, yalnız selikaya tâbidir; bazen «be» harfini «m» harfine tebdil eder. «Bekre», «makara», «benefşe», «menekşe» yapar. Bundan başka «sigara», «cigara», «vap- tız», «vaftiz», «fencân», «filcan», «arak», «rakı» olur.

Tecvîd avâmm telâffuzuna tâbidir. Onlar hasıl eder. Lisanın bedâati ise millî şâirler tarafından tâyîn edilir.

35

Page 42: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Bir kelime Arapçada, yahut Acemcede güzel olduğu halde Türkçeye geçince çirkin görünür. Türkçede güzel olmak için eski şeklini değiştirmesi, Türkçenin tecvîd ve bedâatine uygun, yeni bir şekil alması icabeder. Arapça ve Acemcede harekeler, maksur ve mahdut olmak üzere iki kısımdır:

Makşur harekeler «fetha, kesre, zamme» işaretleri ile, mahdut harekeler «elif, vav, ye» harfleriyle gösterilir. Türkçede mahdut harekeler yoktur, yalnız maksur hare­keler vardır. Binâenaleyh Türkçeye intikal eder. Arapça ve Acemce kelimelerde ibtidâ mahdut harekelerin maksur telâffuz olunması, sâniyen sâmit ve sâitlerin âhenklerine muvafık bir şekil alması icabeder.

Eski lisanda Arapça ve Acemce terkîbler ve cemiler­de müstâmel olduğu için bu lisanlara ait kelimeler, Türk­çenin tecvidinden âzâde kalmışlar, eski kavmiyetlerini muhafaza etmişlerdir. Eski lisanda Arapça ve Acemcenin yalnız kâideleri değil, tecvîdleri, bedâatleri de hâkim ol­muştur. Bunun için kelimelerde yeni mâ’kus taklit cere­yanı mevcuttur. Onlar bir avam lisanında Türkçenin âhenklerine ittibaa çalışırken, öte taraftan âlimlerin sun'î dilinde Arapça ve Acemcenin tecvidine imtisâl zarûretin- de kalmıştır. Bundan dolayı «gardeş, elma» gibi bazı Türkçe kelimeler «kavmî âhenk»lerini kaybederek Arap ve Acem tecvidlerine mahkûm olmuşlardır. «Ordu, sen- câğ, ümmîd» gibi kelimeler fârsî terkîblere de dâhil ola­rak büsbütün Acemleşmişlerdir. Bu hal devam etse ihti­mal ki Türkçenin bedâati büsbütün zâil olacak. Lisanı­mız Araplaşmış, Acemleşmiş, uydurma ve çirkin bir lisan şeklini alacaktır.

V — Terkîblerde ve cemilerde ikilikler

Başka lisanlarda yalnız kelimelerde ikilikler vardır; eski Türkçe fazla olarak terkîblerde, cemilerde, edatlar­

36

Page 43: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

da da ikilikler yapmıştır. Bu müstesna hâlin neticesi ola­rak memleketimizde âdeta birbirinden ayrı iki lisan te­kellüm olunmuştur. Avam, âlimlerin yazdığı kitapları asla anlamamış, kendi yazıcıları tarafından yazılan, «Aşık Garipler»i, «Köroğlular»ı okumuş, kendi ruhundan kopan «mâni» leri «destan» lan terennüm etmiş, kendi muhay­yilesinin doğurduğu «efsâne»leri, «masal»ları anlatmış ve hâlâ anlatmaktadır. Arapça ve Acemce terkîbler, cemi­ler, edatlar Arabça ve Acemce kelimelere ibtidâî şekille­rini muhafaza için müstahkem kaleler vazifesini ifa etmiş lisandaki bedâatin intişarına âhenkteki güzelliğin taam­mümüne mâni olmuştur.

Avam, Arapça, Acemceden kelimeleri kabul ederek temsile çalışmış. Fakat bu lisanın terkiplerini, cemilerini, edatlarını asla kullanmamıştır.

Avama bu gibi terkipler gösterildiği zaman ya «mü- lâzım-ı evvel, mülâzım-ı sâni» terkiblerinde olduğu gibi «evvel mülâzım, sânî mülâzım» şekillerine sokmuş, ya­hut iki sefinenin isimleri olan «feth-i bülend», «nüvid- fütûh» terkiplerinde olduğu gibi büsbütün tahrif ederek «yedi bölen, delik kütük» kılıklanna ifrağ etmiştir. «Seri ateşli top» tâbirini «sanlı top» yapmıştır. Bu misâllerden meydana çıkıyor ki avam daima kullanacağı terkiplere «mânâsı anlaşılır» bir şekil vermiştir. «Seri ateşli» yerine «çabuk ateşli» dense idi şüphesiz değiştirmeyecekti. Çün­kü «mânâsı anlaşılmış» olacaktı.

Yeni lisancılar, Türkçenin her safhasında bu ikilik leri görerek avamın istimâlini lisanın selikasına ve miza­cına daha muvafık buldu. Ve bu istimâllerden yeni Türk- çeyi istimzaca azmetti. Bir lisan câlî kelimelerden, câlî kâidelerden, câlî âhenklerden terekküp eder. Başka lisan­lardan alman kelimeler, kâideler, âhenkler ölüdür. Yeni Türkçe Selçukçadan, Çağataycadan, kelimeler, kâideler,

37

Page 44: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

âhenkler alamadığı gibi Arapçadan, Acemceden, Türk- menceden, Avrupa lisanlanndan da bu unsurları iktisab edemez; çünkü bu muktebes unsurlar, hayatsız uzuvlar­dan ibarettir. Yeni Türkçe bu lisanlardan yalnız muhtaç olduğu kelimeleri alır ve bunları kendi kâidelerine, kendi âhengine, kendi bedâatine, kendi ’selîka ve mizacına tev- fîk ederek temsîl eder. O zaman bu me'hûz kelimeler canlanır, yaşamaya, istihâle ve tekâmül etmeye başlar. Yeni lisan Türkçenin âhengine muvafık olmayan bir ke­limeyi aslı Türkçe olsa bile Türkçe saymaz. Başka lisan­lardan alındığı halde temsîl edilmiş, Türkçenin tecvidine uydurulmuş kelimeleri «Hâlis Türkçe» gibi telâkki eder. Max Müller'in dediği g ib i: «Bir lisan kendi cezirlerinden değil, kendi tasarruflarından müteşekkildir». «Keder» kelimesi «kaygu» kelimesinden daha Türkçedir. Çünkü: Kaygu kelimesinin mümasilleri olan «sayru», «ağu» gibi kelimeler lisandan tard edilmiştir. «Keder» kelimesinin Türkçe mümâsilleri olan «emek», «elek» gibi kelimeler ise kesretle müstâmeldir. Çünkü lisanın tecvidine muva­fıktır.

Eski Türkçe, ecnebî terkipleri, cemileri, edatları kul­lanmamış, hiçbir lisanda bulunmayan, bu hasta, bu mem- suh ikiliği kabul etmemiş olsaydı şimdi bütün ecnebî ke­limeler, tamamıyla Türkçenin tecvidine, bedâatine tevâ­fuk etmiş olacaktı.

Bugün elimizde son derece sağlam ve güzel bir lisan bulunacaktır; fakat bizden evvelkilerin ehemmiyet ver­medikleri hakikatlara bugünün evlâtları olan biz kıy­met vereceğiz. Bir lisan diğer lisandan «lisâniyet» ala­maz, kelimeler alabilir. Bunları da kendi tecvidine bedâ­atine göre temsil eder. Lisamn tecvîd ve bedâati avamın selikasında tecellî eder. Feyizli ve müterakkî bir edebi­yat, avamın selikasını tazyik ederek lisanın inkişafına bâ- d î olur. Âlimler, edîpler her zaman lisana fenalık yap­

38

Page 45: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

mışlar, lisanın tabiî güzelliğini kendi «mâlûmafürûşîuk» heveslerine fedâ etmişlerdir. Başka lisanlara ait kâideler, âhenkler Türkçede muzır kapitülasyonlar kabîlindendir. Bu imtiyazları ihraç ve izâle ederek yabancı kelimeleri temsil etmek ve. bu temsilde avamın teşkil ettikleri keli­meleri mümûne tanımak yeni Türkçenin vazifesidir.

Ahenkli kelimelerin, âhenksiz kelimelerden, daha güzel olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Türkçe terkiple­rin, cemilerin, edatların Arapça, Acemce terkiplerinden, cemilerden, edatlardan daha güzel olduğu da misâllerle isbat edilebilir:

Kütüp, kitaplar - mekâtip, mektepler - lisan-ı millî, millî lisan - edebiyat-ı cedîde, yeni edebiyat - kıymetdâr, kıymetli, maddiyûn, maddeci.

Yeni Türkçenin Eski Türkçeden hem daha güzel, hem daha faydalı olduğu şimdiye kadar gösterilen mi­sâllerden tamamıyla anlaşıldı. İlmin, felsefenin bütün bu teminlerine istinâd ederek biz şiddetle iddia ediyoruz:

İ S T İ K B Â L Y E N İ L İ S A N I N D I R !

39

Page 46: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

YENİ HAYAT VE YENİ KIYMETLER (*)

Muharriri: Demirtaş (Ziya Gökalp)

Biz siyasî inkılâbı yaptıktan sonra ikiiıci bir vazife­nin önünde kaldık: İçtimaî inkılâbı hazırlamak!.. Siyasî inkılâp, meşrutiyet mekanizmasının hükümete tatbiki demek olduğu için istihsâli *pek kolaydı. Fakat İçtimaî inkılâp, mihaniki bir fiille değil; uzvî bir tekâmülle hâsıl olabileceği için gayet güçtür...

Siyasî inkılâbın icrası için hürriyet, müsavat, uhuv­vet gibi meşrutiyetin ruhunu temsîl eden kuvvet - fikirle­rin intişan kâfiydi. Halbuki İçtimaî inkılâp kuvvet-his­lerin inkişaf ve teâlisine bağlıdır. Fikirlerin kabul ve red­di zihnin iradesi dahilindedir. Hisler, asırlarca süren İç­timaî itiyatların izleri olduğundan kolayca istihale ede­mez. Ö halde İçtimaî inkılâp bundan sonra bütün kuvve­timizle çalışacağımız en güç ve en uzun b ir mücahededir.

İçimizde Müslim olmayan unsurlar var. Bunlar es­kiden beri siyasî hayattan uzak bulundukları için yalnız İktisadî bir hayat yaşamışlar. Hükümetimiz her unsuru kendi cemaat teşkilâtında serbest bıraktığından bu hususî teşekküller İçtimaî teşebbüslerin anası olmuş, bu suretle müslim olmayan vatandaşlarımızda eskiden beri İktisadî teşebbüslere, İçtimaî taazzuvlara büyük bir kabiliyet hu­sule gelmiş...

Siyasî inkılâptan sonra İçtimaî bir inkılâba lüzum olduğunu hepimiz birlikte hissettiğimiz zaman, müslim

(®) Yeni H ayat ve Yeni K ıym etler, Genç Kalem ler, C : II, sayı : 8, say fa : 138 - 141, 26/T/1327 (1911).

40

Page 47: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

olmayan vatandaşlarımız İktisadî ve İçtimaî hayatlar dai­resinde böyle müsait bir vaziyete mâlik idiler. Siyasî meş­guliyetler biz Müslimleri İktisadî ve İçtimaî hayatlar iti­barıyla pek zayıf bırakmıştı.

İçtimaî inkılâp ne demektir?Eski hayatı beğenmeyerek yeni bir hayat ibdâ et­

mek...Bilirsiniz ki hayat tâbiri gayet umumî bir mânâya

delâlet eder. Bu kelimede İktisadî, ailevî, bediî, felsefî, ahlâkî, hukukî, siyasî bütün hayatlar da mündemiçtir. Yeni hayat demek «yeni iktisat, yeni aile, yeni bedâet, yeni felsefe, yeni ahlâk, yeni hukuk, yeni siyaset» demek­tir.

Eski {hayatı değiştirmek, İktisadî, ailevî, bediî, fel­sefî, ahlâkî, hukukî, siyasî husûsiyetleriyle yeni bir yaşa­yış yaratmakla kâbil olabilir.

Yine bilirsiniz ki bir hayatın mâhiyetini teşhîs eden âmiller, onun terviç ettiği kıymetlerdir.

Eski hayatın kendine mahsus İktisadî kıymetleri ol­duğu gibi ailevî, bediî, felsefî, ahlâkî, hukukî, siyasî kıy­metleri vardı. Eski hayatı beğenmemek bu kıymetleri takdîr ve terviç etmemek demektir. Yeni b ir hayat ibdâ'- ma çalışmak, bu şubelerin her pirine ait hakikî kıymet­leri aramak ve onlara revaç vermek mecburiyetindedir.

Yeni hayatı gaye ittihaz edenler bu hakikî kıymet­leri aramak ve onlara revaç Vermek medbûriyetindedir.

Yeni hayatı gaye ittihaz edenler bu hakikî kıymet­leri arayan gençlerdir. Yeni hayat anlaşılmak için evvelce bu hakikî kıymetlerin bilinmesi lâzımdır. Acaba bu kıy­metler malûm mudur?...

Bu suale kât’î b ir cevap vereceğimize hükmederse­niz aldanırsınız. Evvelâ bilmelisiniz ki bir kıymet idrâk

41

Page 48: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

olunduğu dakikada takdir olunur. Takdir olunduğu da­kikada da revaç bulur ve o andan itibaren hayatımızda hüküm sürmeye başlar. O halde hakiki kıymetlerin şim­diden malûm olması onların şimdiki hayatımızda hâkim bulunması demektir.

Böyle bir şey farzettiğimiz takdirde yeni hayata ve yeni kıymetlere ne lüzum var? Eski hayatımızın kıymet­leri en doğru kıymetlerdir; İçtimaî inkılâba lüzum yok­tur! ...

Biz eski hayatı ve eski kıymetleri beğenmiyoruz. Ye­ni bir hayat ve yeni kıymetler istemiyoruz. Demek ki he­nüz tanıyamadığımız 'birçok kıymetler var. Yeni bir ha­yat var ki biz henüz onu yaşamak değil, tasavvur bile et­memişiz. Siz diyeceksiniz ki şimdiye kadar yaşamadığı­mız ve henüz tasavvur bile etmemiş olduğumuz muam­malı b ir hayattan ne anlaşılır? Ve bu hayatı terkîp eden meçhul kıymetleri düşünmekten ne fayda hâsıl olur? Bu itirazınız biraz mantıkîdir. Fakat (psikolojik) ruhî değil­dir. İnkâr edemezsiniz ki bu âna kadar insaniyeti î’lâ eden yegâne âmil mefkûre (ideal) lerdir. Mefküreler müp­hem ve meçhul birtakım gayelerdir ki insanları ancak müphemiyetlerindeki câzibeyle, meçhuliyetlerindeki si­hirle sürüklemişler, terakkiye doğru götürmüşlerdir. Bazı kere bu gayeler aranılmayan hatıra getirilmeyen muvaf­fakiyetlere bâdî olmuştur. İşte size bir iki misal: Simyayı arayanlar kimyayı buldular, nücumla uğraşanlar heyete ait hakikatlan keşfettiler. Salıp ordusu mukaddes toprağı zaptetmek isterken Arap medeniyetini iğtinam etti. Sos­yalizm, Feminizm gibi müphem gayeler İçtimaî adaletin, İçtimaî hürriyetin teessüsüne hizmet etti.

Evet! Bazı sosyalistler, bazı feministler gayelerini musarra bir surette tâyîn etmişler, birer hayalî İrem (utopie) tasavvur eylemişler. Fakat açık bir surette görü­yoruz ki sosyalizmin, feminizmin İçtimaî hareketleri bu

42

I

Page 49: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

hayalî iremlere doğru gitmiyor, evet, sosyalizm hareket ediyor, feminizm yürüyor, fakat nazariyecilerin muhay- yelelerinde inşa ettikleri mevhum cennetlerden uzaklaşa’ rakîL.

Yeni hayatçılar «mevhume-ficton» 1er arkasında ko­şan bu nazariyeciler gibi bir «hayalî İrem» tasavvur et­meyecek, muayyen bir programla sarîh bir gayeye doğru gitmeyecek! Yeni hayat bir harekettir, hem de müphem ve mütemevviç bir harekettir; hareketin bizi hangi hede­fe îsâl edeceği, ne gibi neticeler tevlîd eyleyeceği şimdiden bilinemez, kestirilemez.

Yeni hayatın gayesi malûm değil, programı yok. Fa­kat muntazam bir usulü var. Program istikbalin bütün safhalarını irae eden peygamberce bir keşfi icap eder. Zaten istikbale ait bir fiili vukuundan evvel keşfettiği için «program-pîşnüvişt» nâmını almıştır. Usul bunün gibi mağrur değildir. Yükseklerde uçmaz. İlimlerin usulleri var, programları yoktur.

Çünkü ne gibi hakikatler keşfedeceğini evvelce kat’î bir surette tasarlamaz. O muntazam bir usule mâliktir ki yalnız onu tâkip eder. Hakikatler de yavaş yavaş mey­dana çıkar...

Yeni Hayatın Usulü :

Yeni hayatçılar iptida sâ'ylerini parçalamışlardır. Hayatın her safhasına ait kıymetler muhtelif mütehariler tarafından hususî eserlerde yeknüviştlerde «monograp- hie» tetkîk ölunacaktır.

Hiçbir müteharri kendi içtihatlarını yeni hayatın kat’î hakikatleri suretinde göstermeyecek. Takdir, hatta terviç olunacak yeni kıymetler ancak muvakkat ve tekâ­mül mahiyetleri haiz olacak. Kat’î kıymetler iddia etme­mek «yeni hayat»m en mühim düsturudur.

43

Page 50: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Yeni hayata ait kıymet taslakları on paralık kitap­larla tamim olunacaktır. Bunlar hakikî kıymetlerin birer eksik taslağı olmakla beraber eski kıymetlere müreccah olduğu için kuvvetli bir surette takdir ve terviç edilecek­tir.

Yeni hayata ait tetkikler en yeni amelî ve felsefî na- zariyelere istinat edecek, mümkün olduğu derecede indî içtihatlardan içtinap olunacaktır. Yeni hayat kitaplarım yazacak bütün münevver gençlerimizdir. İhtisası olduğu mephaslere dair birer kitapçık yazması her gençten rica olunacak ve her ferdin kanaati muhterem tutulacaktır.

Yeni Hayatın Usûlünü Biraz Daha İzalı Edelim :

Doktor Isnard «herşey ilimledir ve insaniyet içindir; tout pour la science et pour l'humanite» diyor.

Yeni hayat bugünkü insaniyeti milliyet mefhumunda mütecelli gördüğü için bu düsturu «her tekâmül ilimde­dir ve vatan içindir» suretine kalbediyor. Yeni hayatçı- lann birinci vazifesi edebiyat, ilim ve felsefe vasıtalarıyla Osmanlılığın kuvvetlenmesini yükselmesini temîn etmek­tir. Yeni hayat dehrî bir yaşayış değil, millî bir yaşayıştır.

Yukarıda Müslim olmayan vatandaşlarımızın İktisadî teşebbüsler ve İçtimaî taazzuvlar hususunda bizden daha tecrübeli olduklarını söylemiştik. Şimdi de onlar için daha müsaadeli olan bir hâli izah edeceğiz.

Müslim olmayan vatandaşlarımız yeni bir hayat ya­şamak için onu uzun uzadıya aramaya hiç ihtiyaç görme­diler.

Avrupa milletlerinin medenî hayatı onlar için «hazır elbise» mağazalarında satılan müheyyâ bir zarf gibi uy­gun gelmişti. İçimizdeki ekser Rumlar, Ermeniler, Bul- garlar, derhal Avrupalılarm bütün medenî âdetlerini, iç-

44

Page 51: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

t imaî mizaçlarım kabul ettiler. Biz tslâmlar hayatımız­daki hususiyetden dolayı medeniyetin bu hâzır kaideleri­ni, basma kalıp mâîşetlerini taklîd edemezdik. Bizim için ısmarlama elbise kabilinden ölçümüze muvafık maişetler, kâideler lâzımdı. Bu vatandaşlar eski hayatı terk eder etmez Avrupa hayatım meşk ittihaz ettiler.

Biz ayrı bir ümmet olduğumuz için bu meşki istin- sâha meyletmedik. Kendi karihamızdan yeni bir mede­niyet ibdâ'ma lüzûm gördük. Ve bu lüzûmun sevkıyledir ki«yeni hayat» ı tasavvur ettik. Yeni hayat ibda’ edilecek bir hayat olacaktır. Yeni kıymetler Osmanlılığın ruhun­dan doğacak İktisadî, âilevî, bedîî, felsefî, ahlâkî, hukukî, siyasî kıymetlerdir. Osmanlılık yeni bir medeniyet ibda’ edebilmek için yeni bir iktisat, yeni bir âilevîyet, yeni bir bedâet, yeni bir felsefe, yeni bir ahlâk, yeni bir hukuk, yeni bir siyaset içtihat edecektir. Bu millî irfanlar saye­sinde Osmanlılığın millî medeniyeti Avrupa medeniyetle­rine gıbtalar ilhâm edecektir.

Müslim olmayan vatandaşlarımızın İktisadî: İçtimaî hayatlar itibarıyla bizden daha müsait bir vaziyette oldu­ğunu söylemiştik. Bu fikir tamamıyla doğru değildir. On­lar ancak yeni hayata ait iktisâdiyat ve içtimaiyatta daha kabiliyyetlidirler. Biz yeni hayata girmek için yeni ilimle­rin ve yeni felsefenin meş’alelerine müracaat edeceğimiz için hayatın bütün safhalarında ittihaz eyleyeceğimiz meslekler daha asrî (moderne) olacaktır.

Meselâ biz iktisâdiyatta küçük san’atlara tenezzül etmeyecek, doğrudan doğruya fabrikacılığa teşebbüs ede­ceğiz. Denizlere hâkim olmak için ticaret gemilerinin en mükemmellerine mâlik olacağız. İçtimaî hayatımız cemâat (communaute) esasına müstenit olmayacak, hür iradele­rin mahsulü olan teavün ve teâdut (teazut) asıllarına istinat edeoek. Medenî hayatın her safhasında en yeni na- zariyelerden, hakikatlardan istifade edeceğiz.

45

Page 52: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Onlar Avrupa hayatının tereddütsüz mukallitleridir-/ ler. j

Biz, yukarıda anlattığımız gibi yeni bir medeniyet hayatı ibda’ edeceğiz. Hakîkî kıymetleri arayacak, bula­cak tervîc edeceğiz. O halde içtimaiyatta öteki vatandaş­larımızın bizden daha müsait bir vaziyette bulunduğu yalancı bir hakikat imiş. Yeni hayat başkalarını parlak ve bizi sönük gösteren bu gibi yalancı hakikatların foya­larını meydana koyacak. Gösterecek ki Avrupa medeni­yetleri çürük, hasta, müteaffin esaslar üzerine istinat et­miştir. Bu medeniyetler inkıraza, izmihlale mahkûmdur. Hakikî medeniyet ancak yeni hayatın inkişafı ile başla­yacak Türk medeniyetidir. Türk ırkı diğer ırklar gibi is­pirto ile, sefâhetle bozulmamıştır. Türk kanı şanlı mu­harebelerde çeliklenmiş, gençleşmiştir.

Türk zekâsı başka zekâlar gibi tefessühe başlama­mış, Türk hassasiyeti başka hassasiyetler gibi kadınlaş­mamış, Türk iradesi başka iradeler gibi zayıflamamıştır. İstikbâlin hâkimiyeti Türk şekîmesine mev'uddur.

Alman filozofu Nietzsche'nin tahayyül ettiği fevkal­beşerler Türklerdir. Türkler her asrın «yeni insanları»dır. Bundan dolayıdır ki, yeni hayat bütün gençliklerin anası olan Türklerden doğacaktır.

Yalılar, 26 Temmuz 1327

46

Page 53: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

H ÎK A YE

AKDENİZ’DE (*)

Yirmi sene scmra

M uharriri: Gökalp

\ Güverteye çıktığı zaman güneş henüz doğuyordu. Deniz esâtirî bir esîr içinde titreşen ufuklara doğru sâkin bir altın safhası halinde uzanmış, gitmişti. Beyaz, vakûr bir çift bacadan siyah bir yılan gibi kıvranarak fırlayan âsî dumanlar bu yorgun saatlere rağmen yükselemiyor, vapurun büyük süratiyle alçalıyor alçalıyor, uzun ve si­yah bir girye oluyordu?

Kimse yoktu, bir kanepeye oturdu; yirmi sene evvel «îttihâd-ı seyr-i sefâin anonim şirket-i Osmâniyesi» un­vanı altında teşekkül eden, bugün «Türk Şirketi» nâmını alan bütün Akdeniz’e hâkim, azimkâr, büyük kumpanya­nın henüz bir ay evvel Selânik tersânesinde i'mâl edilen bu iki bacalı «Turan» vapuru bu genç idare müdürünü, oraya, Selânik’e götürüyordu.

Düşündü : Bu kumpanyanın teessüs ettiği zaman he­nüz on dört yaşında idi. Bir gün gazetenin birinde bir ilân okumuştu: O ilânda millî bir teşebbüsten, «Ittihâd-ı seyr-i sefâin anonim şirket-i Osmâniyesi »nin teşekkülünden, be­her hisse senedinin ancak bir Osmânî lirası olduğundan bahsediliyordu. Yanında bir lirası vardı. «Anne âh ba­bam sağ olsaydı», diye mırıldandı, bana şimdi on hisse

(*) Akdeniz’de (Hikâye), Genç Kalemler, C : XI, sayı : 8, sayfa :141 - 142.

47

Page 54: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

alırdı. Ve sonra mahcup mütereddit «Şirket hey'et-i ida­resi» nin bulunduğu yere gitti. Ve bir hisse aldı... işte bugün en büyük hissedân olduğu kumpanyaya o zamap böyle bir tesadüfle iştirak etmiştir. t

Şimdi güneş bütün ufukları yaldızlamıştı. Ve «Tu­ran» Akdeniz’in altın dalgaları üstünde bir kuş gibi uzu­yordu. Bu yalnız deniz ve semadan ibaret muhit içimde çalışan sarsıntısız «Türbîn»lerin azametli sesleri onıi de­rin hayallerin kucağına attı. Üç saat sonra Selânik'e, bü­yük Türkiye'nin bu en müterakki beldesine çıkacak, ve kim bilir o çalışkan şehri nasıl bulacaktı? On sene evvel oradaki hukuk mektebinden şehâdetnâme aldıktan sonra «Berlin» de dört sene tahsil ile meşgul olmuştu. Altı sene evvel İstanbul'a gelmiş, «Türk şirketi» ünvanmı alan eski «Ittihâd-ı seyr-i sefâin anonim şirket-i Osmâniyesi»nin İstanbul şubesi idare müdürü olmuştu. Şüphesiz Selânik her attığı dev adımlarıyla bugün çok büyümüş, çok zen­ginlenmişti, orada...

Muttarit ve vakûr bir çıngırak onu tatlı düşüncesin­den uyandırdı, bu çıngırak yolcuları sabah kahvaltısına dâvet ediyordu. Ayağa kalktı. O kadar dalmıştı ki güver­teye çıkan on- on beş kişiyi ancak şimdi görebildi. Herkes aşağı iniyordu. Kırmızı ve beyaz çubukî temiz fanilalar giymiş tayfalar ciddî ve azimkâr adımlarla iş görüyorlar­dı. Uzakta kaptan köprüsünde üçüncü süvari dolaşıyordu^

Aşağı indi. Bütün sandalyeleri kırmızı kadife ile tefriş edilen büyük salon dolu idi. Ortada müzeyyen ma­sanın ucuna oturan geminin ancak yirmi sekiz yaşındaki süvarisi Necip, ciddî çehresiyle gelenlere bakıyordu. Yeni idare müdürü onun yanma gitti. O ayağa kalktı ve elini sıktı. Şimdi yanyana oturmuşlardı. Karşılarında eski kumpanyanın müessislerinden bir ihtiyar zât vardı; onun­la da selâmlaştılar.

48

Page 55: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Genç müdür:

, •— Vapurumuz azizim, diye sordu; nasıl? Süvari büyük bir ciddiyetle kaşlarım kaldırdı:

\ — Müdür Bey; sizi temîn ederim ki birinci defa ola­rak bu kadar mükemmel bir vapura kumanda ediyorum: Makineleri hiç zorlamadığımıza rağmen «Turan»ımız yiriği dört mil yapıyor. İstanbul’dan Çanakkale'de tevak­kuftunuz da dâhil olduğu halde on sekiz saatte Selânik'e gitmek... Birinci defa olarak vukua geliyor. Şüphesiz ki «Turin» şirketimizin Japonya ve Amerika hatlarına tah­sis edeceği «Uluğ Beğ» ve «Oğuz Han» vapurlarıyla mu­kayese edilemez, onlar henüz ikmal edilmediğine rağmen otuz rijiil sür’at temîn edecekleri Selânik fabrikamızın başmühendisi tarafından iddia ediliyor .

Deminden beri sâkin tavrıyla bütün bu sözleri din­leyen ihtiyar zât yavaş sesiyle bahse iştirak e tti:

— Yavrularım, dedi: Eski şirketimizin teessüs ettiği zaman ben genç idim; siyâsî inkılâbımızdan sonra her şeyi olmuş bitmiş zanneden vatandaşlarımıza henüz hiç­bir şey olmadığını, bil'akis şimden sonra başlayacağını her fırsatta anlatırdık. Nihayet bugünkü şu muazzam kumpanyanın ilk esaslarını kurduk; ancak bir vapurumuz vardı. Onu da hâzır almıştık. Bütün memleketin sâhille- rini dolaştık, zavallı cahil halkı irşâd ettik. Çırpındık, ba­ğırdık, o zamanın köhne beyinli bedbîn dimağları bizim­le eğleniyordu, ecnebî kumpanyalarıyla kabil değil rekâ- bet edemeyeceğimizi, nihayet dağılmaya mecbur olacağı­mızı iddia ediyorlardı. Karşımıza çok mânialar çıkardı­lar; lüzumsuz dedikodular hepimizi üzdü; fakat sebatı­mıza hiç tesîr edemedi ve işte o sebatın bugün mükâfa­tım iktitaf ediyoruz.

49

Page 56: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Şimdi süt ve tereyağı gelmişti; ihtiyar bisküvisini süte batırırken ilâve etti : t

— O zaman başımızda bir de Yunanistan vardı. Ticârî şekaveti zavallı vatanımızı epeyce sarsıyor, her ta­rafa gemiler işletiyordu. Bugün kumpanyamızın vapurla­rıyla dolan Akdeniz âdeta onun bahrî ticaretine bir melkel ölmüştü. Bizim sebat ve ısrarımız onun ticaret hayatını öldürdü. Girit’e göz dikmesi de zaten pek lüzumsuz /olan vücûdunu büsbütün ortadan kaldırdı. j

Hepsi mes'ud gülüyorlardı, kahvaltı bitmişti. Süvari ayağa kalktı ve bütün yolcuları selâmlayarak yuka ' ’ :tı.

Selânik, 5 Ağustbs 1327

50

Page 57: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

VATAN SESLERİ (*)

(Aşağıdaki Türk an'anelerini hâvî satırları bugün Asya’nın sâkin ve nihayetsiz çöllerinde dolaşan tahrir hey etimizden Gökalp Bey orada, o anayurdunda yazarak göndermiştir.)

ALTON DESTAN

«Türkler Asya'nın centilmenleridir».B işmar k

Genç Kalemler ve Türk Yurdu muharrirlerine

Sürüden koyunlar hep takım takım Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım Asmanın üzümü dağılmış; salkım:Olmak ister, fakat bâğbân nerede?Gideyim arayım: Çoban nerede?...

Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış,Coşkun ırmakların selleri kalmış,Hânlar yok, meydanda, illeri kalmış.Düşenler çok ama kalkan nerede?Gideyim, arayım: Hakân nerede?.

Türk yurdu uykuda ey düşman sakın!Uyuyan ülkeye yapılmaz akm,Tan yeri ağardı yiğitler, kalkm!Bakın Yurt ne halde, vatan nerede?...Gideyim arayım: Yatan nerede?...

(*) Altom Destan ve Açıklaması, Genç Kalemler, C : III, sayı : 14, sayfa : 40 - 47.

51

Page 58: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Herkesin gözünde vatan öz yurdu, Çitlerin yağısı, derenin kurdu,Yâd iller Turan'da hanlıklar kurdu, Turan'dan yâdları kovan nerede? Gideyim arayım : Oğan nerede?...

Sandım gençlik doğar; baktım mart olmuş, Gittim ili gezdim; genci kart olmuş,Kimi kırğız kazak, kimi sart olmuş,Dedim yahşiler çok ama, yaman nerede? Gideyim arayım : Şaman nerede?...

Tiginler köy beği, ağalar çoban,Adsızlar yalancı birer kahraman İçinde duymadım maksadı duyan, Yasanın emrine uyan nerede?...Gideyim arayım : Duyan nerede?...

Düşünen Uygurlar olmuş uysal,Altın Ordu' devri kalmış bir masal.Bugüne kıyas et, tarihten us al?Atilâ, Temuçin, Gürgân nerede?Gideyim arayım : Türkân nerede?

Pekin, Delhi, Kaşgar, İstanbul,. Kazan Bu beş yerde vardı beş büyük sultan : Sarı, kızıl, Gök Han, Ak Han, Kara Han, Hepsinin üstünde parladı ilhan Ak Han'dan gayrisi: II... han nerede? Gideyim arayım : Ilhan nerede?...

Kırım nerde kaldı? Kafkas ne oldu? «Kazan»dan «Tibet»e değin Rus doldu. «Hitay»da analar saçını yoldu,Şen yurtlar ne halde, vîrân nerede?Gideyim arayım : Iran nerede?...

Page 59: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Yayların kirişi urgana dönmüş,Şahin yuvasında doğana dönmüş,Türk yurdu soyulmuş, soğana dönmüş, Kılıç satır olmuş, takan nerede? Gideyim arayım: Kalkan nerede?...

Soy atlar küçülmüş, olmuş kurada Alpler kız ardında birer hovarda,Sancağı unuttuk, hangi diyarda,Altın otağ, altın kazan nerede?Gideyim arayım : Yazan nerede?

Başlan ağarmış ihtiyar dağlar,Anar eski günü; sel döker, çağlar, Kırlangıç âh çeker, göğercin ağlar, Uzak bir ses sorar: Turan nerede? Gideyim arayım: Soran nerede?

Yüce Türk Tanrısı!1 Gönder bir Yalavaç! Yasanı bilen yok, gerektir dilmaç,İlhan gönder, altın devri tekrar aç!'Altın destan yazsın: Us... tân nerede? Gideyim arayım : Destan nerede?

«Ulus»u içine girsin her oymak,Beş ulusu «budun »da birleşsin çâbcak Uygur, Kalaç, Karluk, Kanglı, Kıpçak Türk yurdu bir olsun, kalmasın kaçak, Çıksınlar meydana: Merdân nerede? Gideyim arayım : Meydan nerede?

Kurultay toplansın Tanrı dağında,İlhan tahta çıksın alma bağında,Beğler solda dursun, hanlar sağında, -Sevmek günah değil, sevmek çağında- Görünce toplanmış hanân nerede?Gideyim arayım : Cânân nerede?

Page 60: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Altın dağa kursun îlhan otağı Taşları elmastır, yakut toprağı,Hânlara kımızla sunsun ayağı,-«Taç giyme» resminin kalmam uzağı- Sorup öğrenince: Divan nerede?Gideyim, arayım : Kervan nerede?

Oğuz Han bayramı baharda olsun,Otağlar, çadırlar çiçekle dolsun,Genç kızlar oynasın, yiğitler solsun,Bir âşık bayılmış, dermân nerede?Gideyim arayım : Lokmân nerede?.,»

«Altın destan»ı yazmak hâtıra gelmemiş, Yasanın sözleri satra gelmemiş,Tarihe deryadan katre gelmemiş,Şairler sordular : «Hoca»n nerede?Gideyim, arayım: O can nerede?

Kırklar karar verdi; yediler, üçler Oldular kılavuz, kalmadı göçler Yarın ilhan çıkar, alınır öçler, îlhan tâcı boşta: Alan nerede?Gideyim, arayım: Arslan nerede?...

Gündüzlerden sapan geceyi bilir,Bilmeksizin tapan her şeyi bilir,OBilen yapmaz, yapan pek iyi bilir,Erenler yolu bu, varan nerede?Gideyim, arayım: Yârân nerede?...

«Altun Destân»da birçok ana lûğatlan var ki bu gün bizce tamamen meçhuldur; îzah zımnında şu satır lan yazıyorum:

«Çit» : Serhad «Yağı»: Düşman

54

Page 61: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Yâd» : Yabancı«Oğan»: Tanrı«Kırgız»: Kır gezen«Kazak»: Kaçak«Kırgız kaçak» : Ülkeleri yabancı bir devlet tarafın­

dan zabtolunduktan sonra yurtlarını terkederek aşiret halinde kırlarda dolaşan Türk tâifelerine denilir. Bugün­kü muhacirler bir nevi kırğız kazaktan başka bir şey de­ğildirler.

«Sart»: Ülkeleri yabancı bir devlet tarafından zapt- olunduktan sonra yerlerinde kalmakla beraber Türk an’anesini kaybeden ve başka milletlerin âdetlerini tak- lîd eden soysuz, bozuk Türklere denilir. Ecnebî idaresin­de kaldığı halde Türklüğünü kaybetmeyenler sart sayıl­maz. Türklüğünü kaybedenler Türk idaresinde yaşasa­lar bile şarttırlar.

«Şaman» : Türk!erin İslâmiyet’ten evvelki eski mez­heplerinin ruhânî reisi. Diğer eski mezheplerin hilafı ola­rak Şaman mezhebi gençlere, yavuz ve yaman adamlara büyük kıymet verirdi. İhtiyarlar kahramanlıkta bir rol oynayamayacak]arı için kendilerini evlâtlarına öldürtür- ler, öteki hayatta tekrar gençleşmek ve kahramanlaşmak ümidiyle sevine sevine âhirete giderlerdi. İhtimal ki bu hareketlerinde gençlerin kendi mevki ve servetlerine ç ı- buk vâris olarak İçtimaî hayatta yiğitlikler, inkılâplar meydana getirmelerine meydanı müsait bırakmak arzusu da vardı. Bu itikat Türk kahramanlığının inkişafına bü­yük hizmet etmiştir. Şamanlar yavuz ve yaman gençliğin hâmisi idiler, Türk âleminde yahşiler yani sükûn ve isti­rahatı sevenler, rahat ömür geçirmek isteyenler istihkâr ölünürdü.

«Tigin» : Bir babanın en küçük oğlu, en büyük ev lâda «ağa», ortancaya «adsız» denilir. Bir baba öldüğü

55

Page 62: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

zaman, arazî, mülkler, saltanat gibi gayr-i menkul şeyler «tigin»e yâni en küçük evlâda kalırdı. Koyun ve at sürü­leri, asker ordu gibi menkul ve müteharrik şeyler «a»- ya, yani büyük kardeşe intikal ederdi. «Adsız»a yani or­tancaya hiçbir şey kalmazdı. Bu, mîras mahrumuydu. Hatta bunun bir ismi bile olmazdı. Adsıza yalnız bir kı­lıçla bir at verilirdi, «Git kısmetini ara!1»' denilirdi. Adsız­lar kendi tâlihlerinin hâlikleri olmaya mecbûr idiler. Bundan dolayı ekser büyük cihangirler adsızlardan yetiş­miştir. Ailede oğulların bu üç muhtelif vaziyeti İçtimaî hayattaki millî vazifelerin taksimini gösteriyor. Tigin ha­yatını mensup olduğu «oymak»a, yani aşîrete vakfeder­di. «Tigin» : Duran mânâsmadır ki ocakta duran, baba ocağının muhafızı demektir. «Ağa» mensûp olduğu «ulus»a, yani millete hizmet ederdi.

«Ulus» : Bir «ülke»ye yani memlekete, bir «il»e yani hükümete mâlik olan İçtimaî hey'etlere derlerdi. Her ulusta yüzlerce oymaklar vardı. «Adsız», ne «oymak»a ne «ulus»a bağlanırdı. O hayatını ancak «budun»a vakf- ederdi.

«Budun» : Bütün kelimesinin aslıdır. Bütün Türk- lerin mecmu-ı hey'eti demektir. Bu kelime Eski Türkçe­de «Pantürkizm» kelimesinin mânâsını ifade ederdi. Bun­dan dolayıdır ki bütün pantürkist hâkanlan yani ilhanla­rı adsızlardandı.

«Yasa» : Türk budununun tâbi olduğu mukaddes ka­nundur. Ulusların hususî kanunlarına «tüzük» yani ni­zam, oymakların örf ve teamüllerine «töre» yani an'ane derlerdi.

«Uygur» : Türklerin millî medeniyetine uyanlar mâ- nâsındadır.

«Uysal»: Başka medeniyetlerin mukallidi demektir.

56

Page 63: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Altın Ordu Devri» : Türklerin budun haline gelerek bütün hânlar bir ilhan idaresi altında birleştiği zaman «Altm Ordu» nâmını alırdı. Bu devre de «Altın Devir» de­nilirdi.

«Us al!» : ibret al.«Temuçîn» : Meşhur Türk hakanlarından Cengiz’ia

ismidir.«Gürgân» : Güzel mânâsmadır. Temurlenk’in lâka­

bıdır : Timur Gürgân.

«Türkân»: Türklerin en büyük imparatoriçelerin- den birinin ismidir. Türk kadınlığının timsâli olarak zik­redilmiştir.

«San, kızıl, gök, ak, kara hanlar» : Türk an'anesine göre Turan ülkesi beş Türkistan’a miinkasimdi. Şarkî Türkistan’da San Han, cenûbî Türkistan’da Kızıl Han, Merkezî Türkistan'da Gök Han, Garbî Türkistan'da Ak Han, Şimâlî Türkistan'da Kara Han hüküm sürerlerdi. Bunlar birer mânevî makamdan ibaretti. İlhan bu beş hânın mu’zam-ı metbuu idi. Ak Han Türk an'anesine gö­re Osmanlı padişahının unvanıdır. Diğer hanların maka­mıyla ilhan makamı şimdi münhaldir.

«Alp» :ı Kahraman demektir.

«Turan» : Türklerin büyük vatanı, yani beş Türkis­tan’ın mecmuu.

«Yüce Türk Tannsı»: Orhun mahkûkâtmda «Üze Türk Tenrisi» tâbiri mevcuttur. Tann Türk budununun ilâhus-sıyânesi addolunurdu. Budun kelimesi de Orhun mahkûkâtmda yazılıdır.

«Yalavaç»: Peygamber.«Dilmaç» : Tercüman, mütercim.

57

Page 64: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

*«Altın Destan» : Türk şehnâmesi.«Us., .tân»: Akıl ve hikmet.

«Beş ulus»: Uygur, Kalaç, Karluk, K'anglı, Kıpçakmilletleridir. Bu beş millet birleşince /Türk kavmî, yâni budun husûle gelir. Türklerde İçtimaî ve siyâsî teşkilâtın tasnîfi beş adedine tâbi olduğu gibi kevnî muhîte men sup eşya da beş sınıfa ayrılırdı. Türkler Yunanlıların hi­lâfına olarak beş unsur kabul ediyorlardı ki bunlar: Toprak, su, yel, od, ağaç, «ağaç uzvî âlem» demektir. Bu, Türklerin hayata büyük bir kıymet verdiklerini gösterir.

«Kırklar»: Şamanlara erenler nâmı da verilirdi. Za­ten dört cihetteki hânlar dört kutba, merkezdeki Gök Han «Gavs»a delâlet ediyor. Türkler eskiden beri muta­savvıf idiler. Denilebilir ki tasavvuf Türklerin millî mez­hebi idi. Zaten mutasavvıf enin pîri olan İbrâhîm Edhem hazretleri Buhara cihetinde bir Türk hükümdân iken tah­tını tâcını terk ederek Hicâz'a gitmiş ve sonra Şam'a ge­lerek bir bağ bekçisi olmuştu. Tasavvuf bu zatla inkişaf etti. Türk erenlerinden kırk kişinin, mânevî hayatı idare ettiğine itikad olunurdu ki bunlara «Kırklar» nâmı veril­miştir. Bunların zübdesi kırklar, yediler ve sonra üçler idi. Türk an'anesi iyi tedkîk olunursa bunların asıl ve ha- kikatma ıtıllâ mümkündür. «îlhan» Tann tarafından gön­derildiği için «Mehdî» gibi İlâhî bir meb us addolunurdu.

«Öç»: İntikam.«Erenler Yolu»: Türklerin millî mâneviyatı.

«Kurultay» : İlhanlık zamanında Türklerin Büyük Millet Meclisi. Bu meclisin azâsı hânlardan ve en büyük beylerden mürekkepti.

«Tann Dağı»: Türklerin en mukaddes bir mevkii- dir. Mukaddes içtimalar orada vuku bulurdu.

58

Page 65: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Altın Dağ»: Türklerin ikinci mukaddes mevkileri.

«Kımız»: Türklerin kısrak sütünden yapılan, millî içkisi.

«İlhanın tâç giyme resmi»: İcra olunurken ilhaıı bîat için toplananlara kendi eliyle kımız sunardı.

«Sahâifül-Ahbâr»m rivayetine göre Osman Gâzî is­tiklâlini ilân etmeden Türkmen beylerini otağına topla­mış, onlara Oğuz Han âyinince kımız sunmuş, bu süreç­le beliğim tasdîk ettirmiş. Kemal Bey tarihinde, bazen yaptığı gibi, pek haksız olarak bu rivâyete kızıyor. Kemal mâ'zurdur, çünkü «Yasa»yı hiç sevmediği «Cengiz»in ka­nunu sanıyordu.

«Ayağ»: Ayaklı kadeh.

«Oğuz Han Bayramı»: Bayram kelimesi «bağ oJ- dum» terkibinden husule gelmiştir. Türkler en büyük hanlarının öldüğü günü muhterem tanırlar, her sene o gün içtimâ ederler, at oyunları, asker manevraları yapar­lardı. Türklerin bayramları böyle tarihî ve millî günler­den ibaretti. Bunların içinde en meşhuru «Oğuz Han Bay­ramı» idi.

«H ıtay»Şim di Çin idaresinde bulunan şarkî Tür­kistan.

Gökalp, Kazvin, 3 Kanûn-i Evvel 1327

59

Page 66: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

RIZA TEVFÎK'lN FELSEFESİ (*)

M uharriri: Celal Sâkıj Felsefe ve Mizai

[«Beni» Avrupalı ve medenî olmak üzere tanıyanla ra kemâl-i memnûniyet ile itiraf ederim ki «ben» o sa: şâirlerinden ziyadesiyle anlarım, hamallardan ziyadesiy le mütelezziz olurum. Demek ki kuru'n-ı vustâ hayatın* has olan an'anâta «Ben» bile bir cihetten gönlümle bağ lı kalmışım, «İngiliz, Fransız ve Alman feylesoflarıyla» sa mimî münâsebât-ı fikriyyem ve Avrupalıca terbiye-i zih niyem «Beni» bu an'anâttan ayırmamıştır... «Ben» şid­detli liberal, hatta sarahaten radikal bir adamım; fakat milliyete müteallik hususâtta pek konservatörüm, «îngi- lizler, Japonlar da» böyledir.]

Utma Tevfik, Türk yurdu, sayt i , sahife : 71 - 92

Berlin, 25 Kanûn-i sânî 1912

«Bitmez, tükenmez meşguliyetin biraz müsaade et­tiği şu günümü Rıza Tevfik Bey’in felsefî şahsiyetini teşri­he hasrediyorum. Bu satırları, sevgili doktorun her za­man şen ve şûh ve ara sıra daha ileri giderek tuhaf ve mi- zâhî şekil alan yazılarına ahşan kârilerinin okuyucuları­nı düşünerek doktorun mizacıyla mezce mecbûriyet his­settim. Yâni pek ciddî olan makaleme biraz mizah bulaş­tırdım. Ümîd ederim ki bütün okuyanların kat’iyyen can-

(*) Rıza Tevfik’in Felsefesi, Genç Kalemler, C : UT, sayı : 15, sayfa : 60 - 71.

60

Page 67: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

lan sıkılmayacaktır: Rıza Tevfik Bey maddeci mi, mu- ayyeniyetçi mi, müsbetçi mi, tekâmülcü mü? Yahut bun* lara tamamen zıt bir mesleğe mütemayil mi?... îşte şim­diye kadar halledilemeyen muammalardan biri de budur.Ilalledilemediği içindir ki, ben de şu mesleklerin hepsi­ni onda, yahut onu bu mesleklerde arayacağım:

1 — Rıza Tevfik maddeci (materialiste) olabilir mİ?

Mizacını bildiğiniz için buna hiçbir mâni görmez­siniz. Halbuki o kendi «vicdâniyet»i müstesnâ olmak üze­re bütün gayri uzvî, uzvî, fevkal-uzvî kâinât hakkında, maddeci olabilir; fakat kendi «ene»sini bundan istisnâ' etmekte şiddetle musirdir.

«Descartes» hayvanları birer hayat makinesi adde­derek bütün hareket ve faaliyetlerinin «insiyâkî-automa- tique» hareketler olduğunu söylüyordu. Diyordu ki, hay- vanlann bütün hareketleri «Mün’akis hareketler - Moıı- vements Reflex»den ibarettir. Descartes şu fikrine, yani hayvanları «Şuursuz münsaklar-Automates inconscient» telâkki etmesine rağmen bütün insanlarda «Vicdâniyet» kabul ediyordu. «Düşünüyorum, o halde varım!» diyerek ruhun vicdandan ibaret olduğunu meydana koyduğu za­man bu vicdanı nefsine hasretmiyordu; yani diğer insan­ları kendisinden ayırmıyordu. Bunun için «Descartes» bi­ri vicdândan ibaret bir «müfekkire âlemi», diğeri fezadan mürekkep bir «madde âlemi» yâni iki âlem kabul ediyor­du. Bizim feylesof Descartes’e bir noktadan muhalif, bir noktadan muvafıktır. Muhaliftir, çünkü madde âlemini in­sanlara da teşmil eder; muvafıktır, kendi bâtmî mevcu­diyetini maddiyet ve mihânikiyet âleminden tamamıyla tenzîh eyler. Rıza Tevfik Bey kendisinde «hâcis bir vic­dâniyet - conscience spontanee», hür ve muhayyer bir ru- hiyet mevcûd olduğuna kâildir. Hâmid'in;

61

Page 68: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Ben ruha nasıl derim ki mefkûd Hissettiğim tztırâbı mevcûd

sânihasmı kendi vicdanî ilhanımın bir nâypâreden tecel lîsi gibi addeder; çünkü kendisinin gayri olan insanla] -hatta en büyük feylesoflar ve şâirler- kendi vicdanında mütecellî -Taine’in tâbirince- «gerçek birsamlar-hallu- tinations vraies»den ibarettir. Ve bütün mer'î kâinât ken­di görüşleri, kendi duyuşlarıdır. Kendi her şeyi, herkesi- ki bunlar da «şey»ler.den ibarettir - görür, fakat kendisi­ni hiçbir kimse göremez; çünkü ondan başka gören, bi­len, anlayan yoktur; «ferdâniyet - solypcisme»in bu şeklî­ne «vahdâniyet» denilebilir ki, derviş feylesofumuz ancak hu makamda karar kılmıştır. Rıza Tevfik isteyen, düşü­nen, yaratan bir faaliyettir. Maddeler, bu vicdanlı faali­yete haricî ve vicdansız mukavemetlerin îras ettiği infi­allerdir. İradesinin, «ihtisas - sensation»larmdaki bu mu­kavemeti büsbütün hükümsüz bıraktığı dakika «hürmüz», «Ehrimen»e tamamıyla galebe çalmış olacaktır.

Hülâsa Rıza Tevfik'in «lâene»si «madde» ve «ene»si «lâmadde»dir. Maddecilerle olan ayniyet ve gayriyeti, «nü- mûd dîde» halini bütün mâsivasma teşmil ettiği halde «bûd binende» halini nefsine tahsis etmesinde mütecel- lîdir. Ümid ederim ki bu izahlardan onun nereye kadar maddeci olduğu, nerelerde maddecilerden ayrıldığı anla­şılmıştır.

2 — Rıza Tevfik, muayyeniyetçi (deterministe) ola­bilir mi?

Mizacını tetkik ettiğimiz için bu suale de belki «evet!» cevabını verirsiniz. O kadar acele etmeyiniz, sa­bırlı olunuz!1.. Çünkü Rıza Tevfik Beğ, buna da bir hu­dut çizmiştir.

Bu asnn en büyük feylesoflarından «Bergson» mu­ayyeniyeti cemâdiyet âlemi için pek doğru buluyor. Hat­

62

Page 69: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

la aklın cematlara verdiği mantıkiyyet, muayyeniyet, hen- desiyyet, mihanikiyyet gibi hasîsaları ve bunlardan mü- Icferri bütün sıfatlan «Kant»m iddia ettiği gibi «nisbî» değil, tamamıyla «mutlak» addediyor. Çünkü Bergson’a l̂ öre «Akıl» hayatın ve onun züptesi olan vicdanın câmit ve sulp madde üzerinde î’maller icra etmesinden ve bun­dan aletler, silâhlar, binalar, makineler, hülâsa her tür­lü eşya îmal eylemesinden husule gelmiştir.

Arz üzerinde aklın zuhuru «kesik taşlar devri»ne nispet olunmuyor mu? Hayat, muhite intibak için iki vâ­sıtaya mâliktir; ya «selika-instincte» vasıtasıyla kendi bünyesinden yeni uzuvlar yapar, yahut «zihin - intelligen- ce» vasıtasıyla hâriçteki sulp maddelerden yeni aletler î’mal eder. Bu yeni uzuvlar yeni aletlerdir ki hayat, mu­hitin yeni icaplanna mukabele eder. Bu halde «akıl» sı­naî imallerden doğmuş sulp ve câmit maddenin bütün harsalarıyla şekilleşmiştir. Hiç şüphe yoktur ki madde­den doğan bir meleke maddenin bütün kanunlarını, sebe­biyetlerini, muayyeniyetlerini bilecektir, hem de mutlak bir ilimle bilecektir. «Akıl» sulp ve camit madde üzerin­de yapılan imallerden doğduğu içindir ki aklın tedvin et­tiği ilk ilim «sulp cisimlerin şekillerini ve bu şekillerin kanunlannı gösteren» (hendese) olmuştur.

Cemâdiyet âleminde muayyeniyetçi olan Bergson hayat ve ruh âlemine girince büsbütün değişiyor, diyer k i: «Madde birtakım kütlelerdir, bu kütleler kısımlar­dan mürekkeptir. Bu kısımlar ayrılır, sonra yine birle­şir, bu teşettüt ve temâsükten maddede hiçbir tahav- vül husûle gelmez; çünkü madde «kemiyet»den ibaret­tir. Madde yani kemiyet üzerinde «müddet»in hiçbir te- siri olmaz. Kütleler senelerce aynı vaziyeti muhafaza ede­bilirler. Halbuki uzviyetler böyle değildir. Müddet uzvi­yetler üzerinde müessir bir kuvvettir. Uzviyetler müdde­

63

Page 70: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

tin tesiri ile daima yaratıcı bir tekâmül halindedirler. Uzviyet kısımlara ayrılmaz, uzviyetin âhengine dokundu­nuz mu, ya tamamiyetini muhafaza için mücadele eder, yahut büsbütün muzmahîl olur; cemâdiyete inkılâb eder. «Kesret» iki türlüdür. Birisi «telâhukî kesrettir» ki mun­fasılların mecmuudur. Kütleler bu nevîdendir. Diğeri «ze- vebânî keseret»dir ki tefriki mümkün olmayan ve tef­rik edildiği dakikada mahiyetini kaybeden hâdiseler mec­muudur. İşte uzviyet bu iki kısma dâhildir. «Vicdan» bir uzviyettir; ruhî hadiselerde «kemiyet» yoktur. Onlar baş­tan aşağı «keyfiyet»lerden ibarettir. Bu hâdiseler de «şid­det» nâmını verdiğimiz halde «kemiyet» değil, birer yeni «keyfiyet»den ibarettir. Üç gün devam eden heyecan baş­ka bir keyfiyet, beş yahut iki gün devam eden heyecan büsbütün başka bir «keyfiyet»dir. Vicdanî hâdiselerden birini murafıklan olan diğer vicdanî hadiselerden ayır­mak mümkün değildir. Bunlar sun’î olarak tefrik olunun­ca maddileşirler. İçtimaî bir âmil olan lisan «ruhî hadi­seleri maddileştirir; tefriki kâbil olmayan vicdanî hâdi­seleri «tecrîd» vasıtasıyla tefrik eder. Ve bunlara cemat- lara verdiği isim gibi birer «ad» koyar. «Kelimeler» mad­de haline gelmiş «vicdanî hadiseler»dir. Kelimelerle dü­şündüğümüz zaman «müddet» âleminden çıkarak «imtı- dât» âlemine intikal etmiş oluruz. «Hadsî müfekkire» zevebanı bir kesret olduğu halde «lisan»m neticesi olan «zihnî müfekkire» telâkukî kesretlere mümâsildir. Vic­danın nesci müddettir. Vicdanın «vâsıtasız iğtayâtı - don- nee immediate» müddettir. Müddet müessir ve yaratıcı bir keyfiyettir ki yalnız vicdan âleminde mahsüstür. Hâ­ricî âlemde zaman nâmını verdiğimiz ve ezelden ebede mümted bir rişte sûretinde tasavvur ettiğimiz şey «imti- dad»m yâni «fezâ»nm başka bir şekilde tasavvur edilme­sinden ibarettir. Müessir bir keyfiyet olan müddet ise ha­kîkî bir mevcuttur. Halbuki tesirsiz ve atıl tasavvur olıı-

64

Page 71: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ıı;m zaman imtidadm bir başka safhasıdır. İmtidad mad- ılı-ııin, müddet ruhun nescidir. Vicdanımızın hadslerini, ııılıumuzun hâcis duygularını kelimelerle düşündüğümüz /aman bunları maddileştiririz. O zaman bunlarda madde­ci bir muayyeniyet kabul ederiz ki bu katiyyen batıldır. (,'iinkü akıl, mantık, lisan ruhun madde, kemiyet ve feza alemlerindeki faaliyetinden doğmuştur. Bunlar hayat ve ruh âleminde mümeyyiz olamazlar. Vicdanda, ruhta, hat­la hayatta hürriyet ve muhayyeriyet vardır. Hürriyet ruhun ı a mamiyet ve külliyetle faal olmasıdır. Bu arada muayye- 11 i yet carî olamaz, muayyeniyetiyet, pîşbînliği istilzam eder. Hayat ve ruh yaratıcı bir tekâmüldür. Bu dâimî is­tihale ve tekâmülde pîşbîıılik olabilmek için ruhu onla­rın hepsine iştirak etmek, binâenaleyh bu ruhla ân beân beraber yaşamak ve neticeye kadar beraber gitmek ikti­za eder. O halde bu pîşbînlik değil, tetkik olunan ruha lıulûl ve tenâsüh etmektir. Hayat da ruh gibi bir uzviyet­tir. Bunda da «müddet» yaratıcı ve tekâmül ettirici bir müessirdir; binâenaleyh hürriyet ve muhayyeriyet dedi­ğimiz vicdânî ve İnsanî keyfiyet tâ hayatın ilk cürsûmele- rinde başlamıştır.

Ruhî ve hayatî hâdiseleri akıl anlayamaz. Ruh ve ha­yat «ilim»e sığmaz. Bunlar «mâba'dettabîa»ya ve «felse- fe»ye aittir ki ancak hayattaki «selikalar-instinete», «mu- Iıasseseler-sympaties» tarîkiyle derûnî bir ba’se mazhar edilerek onlardan istilham edilmek ve ruhî ve hayatî «hadsler- intuitions» bâtmî bir mümeyyize vasıtasıyla isti- ınâk olunmak suretiyle keşf ve istiknâh edilebilir. Akıl bu «zevk» ve «hâl» melekelerine ancak muavin olabilir. Yoksa müstakil bir mümeyyiz ve hâkim olamaz.

Rıza Tevfik, Bergson’a da bir cihetten muhâlif, bir cihetten muvâfıktır. Muhâliftir, çünkü mâddiyeti, hende- siyeti, fezâiyyeti, mantıkıyyeti -kendisi müstesna olmak

65

Page 72: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

şartıyla- bütün hayat ve ruh âlemine teşmîl eder. Muv; fıktır, çünkü kendi hayat ve ruhunu bu fezâî mihanikiyi hendesî mantıkıyetten tenzih eyler. Kendisi hür, muhaj yer ve mâverâîdir. Fakat diğer insanlar umumiyetle mür saklardan, hayat ve ruh makinalanndan ibarettir.

Hülâsa etmek lâzım gelirse: Yegâne feylesofumu kendisinden maadâ bütün kâinat hakkında muayyeniye; çi, kendi hakkında muhayyeriyetçidir; yani «taayyün âle mi» kainat, «lâ tayyün âlemi» nefsidir.

3 — Rıza Tevfik, müsbetçi (positiviste) olabilir miMüsbetçilikten maksat «Auguste Comte»un meşhu

felsefesi ise feylesofumuz bununla da tamamıyla birleşe mez. Auguste Comte insaniyeti «mâbut» addediyor. Rız; Tevfik bu kadar şümullü bir mescut kabul edemez, o an cak kendisidir; çünkü kendisinden başka fevkal-madde fevkal - taayyün, fevkal - mantık yoktur ve olamaz.

4 — Rıza Tevfik tekâmülcü (^volütioımiste) ola bilir mi?

Tekâmülcülükten maksat «Herbert Spencer» felse­fesi ise iş biraz karışır; çünkü tefsirde ihtilâf çıkar; Spen­cer madde ve vicdan âlemlerini telif edebilmek için bu «gayn münfehim - inconnaissable» kabul etmişti. Rıza Tevfik de bir «gayn münfehim» kabul edebilirse de bu ancak kendi dehası, kendi ilham hâzinesi, kendi kibriyaî enesidir. Yoksa mâsivası' olan madde ve vicdan âlemleri­nin iç yüzleri -de, dış yüzleri de kendisine tamamıyla mün­fehim ve malûmdur. Rıza Tevfik, Spencer’e ancak böyle bir pamuk ipliğiyle bağlıdır.

5 — Rıza Tevfik, kuvvet - fikir (idee-foree)rci ola­bilir mi?

Bunu da tetkik etmeliyiz; çünkü Rıza Tevfik Bey Türk Yurdu’nun dördüncü sayısında neşrettiği bir maka-

66

Page 73: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Iıde «kuvvet - fikir»lerden bahsediyor. Acaba bu kanâatin •alıibi olan Alfred Fouillee ile bir alâkası var mıdır?

Fouillee maddeyi vicdandan, fikri iradeden, kuvve-11 iştihadan, muhayyeriyeti muayyeniyetten iştikak etti­ren «hep ruh - panpsychiste» bir feylesoftur. İnsanlara ve hatta en büyük feylesof ve şairlere müşabehetden son de­mce istikrah eden Rıza Tevfik, hiç hayvanlarda idrak, ne- IKıtlarda şuur, cematlarda vicdan kabul edebilir mi? Kuv­vet fikirlere gelince onlar da ancak kendi fikirleri, kendi tasavvurları olabilir. Meşrutiyeti, irticai, muhalefeti, kav­miyet ve muhtavviyeti, feminizmi, ateizmi, immoralizmi, ;ı 11 ti militarizmi, daha birçok «iptidai - original», «mem- sııh-paradoxale», «şeytanî- diabolique» mefkûreleri ipti­da fikir halinde yaratan, sonra fiil şeklinde tahakkuk et­li rmeye çalışan kendisi değil midir?

Hülâsa: Kendisinin fikirleri «kuvvet - fikir»ler, baş­kalarının tasavvurları «gölge fikir»lerdir. Cidden acına­cak birşey varsa bütün fikirlerinin akîm kalmasıdır.

6 — Rıza Tevfik, infiradçı, ( individualiste) olabi­lir mi?

Bu rivâyet epeyce şâyîdir, acaba doğru mudur? Araş- iıralım:

İnfiradcılar siyasete karışmazlar, hatta içtimaiyat­ları da uzak yaşarlar. «Fevdavîler - anarchistes»ler yalnız «devlet aleyhinde fert» oldukları halde infiradcılar aynı /amanda «cemiyet ve içtimaiyat aleyhinde fert» oldukla­rını iddia ederler. İnfiradcılar hem devletin düşmanı, hem milletin aleyhdarıdırlar. Bunlar kanun, kaide, ah­lâk, namus ve haysiyet, edeb ve terbiye, vatan ve millet, moda ve merasim, nâmları ile cemiyetlerin riayet ettik­leri bütün kıymetlere «İçtimaî yalanlar», maruf münker-

67

Page 74: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ler, makbul merdudiyetler» nâmlarını verirler. Max Ste- iner» (* ) ’in açtığı bu yolu «palante» son haddine kadar götürmüştür. Şimdi yukarıki rivayete inananlara derim k i: «Rıza Tevfik infiradcı ise nasıl siyasi hayata, içtimai maişete iştirak ediyor?»

Diyorlar k i: (Rıza Tevfik aynı zamanda bir «fiiliyatı çı- pragmatiste »dir. Ingilızlerden, Amerikalılardan ispor merakını iktibas ettiği için bu amelî felsefesini de benim­semiştir; fakat şu kadar fark vardır ki fiiliyatçılar cemi­yetin hayatına yarayan hükümleri hakikat addettikleri halde bizim feylesofumuz yalnız kendi şahsiyetin, kendi enâiyetine, kendi fantezisine elverişli olan fikirleri haki­kat telâkki eder ve bu suretle infiradcı olmakla beraber siyasî ve İçtimaî hayatlara da iştirak eder; çünkü zama­nına göre siyasî ve İçtimaî yalanlara «hakikat»; ahlakî ve felsefî nakîşalara «fazilet» nâmını verebilir. Hatta o daha ileri giderek «Nietzsche» gibi hiçbir şey doğru değildir, her şey mubahtır derse de maksadı Nietzsche'ninkinden katiyyen başkadır. Denebilir ki bir infiradcı ile bir fiili- yatçıyı birbirine aşılayınız: îşte Rıza Tevfik!.. Ben dok­torun «itkanî-systematique» bir mesleği olduğuna inan­masam bile herhalde felsefî bir şahsiyete mâlikiyetine kâni bulunduğum için bu tevîli kabul edemem. Hayır, Rı­za Tevfik bir halîta değildir; çünkü burada iki şıkdan bi­rini kabul etmek lâzımdır: Ya feylesoftur, o halde b;r şahsiyeti vardır. Yahut şahsiyetten mahrumdur, o halde feylesof değildir.

7 — Rıza Tevfik nedir?

Bu hususta şark ve garp feylesoflarının içtihadlan mütehaliftir.

(*) Bir Alman feylesofudur, asıl ismi «Jean Gaspar» dır.

6 8

Page 75: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Hiçbir feylesofa benzemeyen garîp dâhimiz «msf ıılyasımn ibrânî olduğunu» iddia ettiği için felsefî şahsi­y i ini en iyi tâyin eden «Max Nordau» olmuştur. Nordau' v:ı göre Rıza Tevfik «egotiste»dir. Bu mesleği (*) «enaî- vct» suretinde tercüme edebiliriz. Nordau «hodgâmlık r/roisme» ile bunu tamamıyla ayırıyor. Diyor k i: Hodgâm- lar İçtimaî terbiyeden kâfi bir nasib alamadıkları için lez- r.tîtci ve menfaatçidirler. Bunlar ahlâkî mükemmeliyetten mahrum olmakla beraber telezzüz ve fâidelerini umumun menfaatiyle telif edebilirler. Bundan dolayı hodgâmlık hasta bir haslet değil, çok kere sağlam ve nâfî bir hasîsa- <!ıı\ Hodgâmlar siyasî ve İçtimaî hayatlar noktasından l ehlikeli adamlar değillerdir. Bunlardan devlete ve milis­le fâideli adamlar yetişebilir; çünkü hususî menfaatler umumî menfaatlerle zaten mu’telifdir. Bunlar arasında görülmekte olan tezatlar tabiî değil, sun’îdir. Enaîlere gelince : Bunlar ne kendi fâidelerini, ne milletin menfaat­lerini düşünürler. Bunların yalnız bir düşünceleri vardır: Kendilerinin hiç kimseye benzemediğinin herkes tarafın­dan bilinmesi... İsterler ki kendileri bir hârika, bir mu­cize, bir fevkan-nâsud telâkki olunsunlar. Ayaklarına da­ima alkış çiçekleri dökülsün, başkalarına takdîs efserleri ithaf edilsin. Nâmlarına tâklar, heykeller, âbideler yapıl­sın. Tarihler, felsefeler, şehnâmeler hep kendilerinden bahsetsin. Her günkü gazeteler altın mürekkep ve celi lıatla nâmlarım, musavver mecmualar muhteşem ve me- habetnümâ tasvirlerini ilân etsin. Siyasî, İçtimaî makam­ların en yüksekleri kendilerine hasredilsin. Sonra kendi­leri bütün bu takdirleri, tebcilleri, tekrîmleri bir ayak darbesiyle yıksınlar, mahvetsinler. Kadirlerinin bu tak-

(*) Bundan epeyce evvel Genç Kalemler’de kardeşim Yekta Bahir egotizme «hodnümâlık» demişse de şüınûlü itibariyle benim bulduğum tâbirin daha münasip olduğunu zannediyorum. Her­halde kelime üstünde fazla durmağa bir lüzum yoktur. C. S.

69

Page 76: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

dişlerden daha âli, kıymetlerinin ibcallardan daha bülenc olduğunu bu suretle bir daha göstersinler.

«Alkibyâd» herkesin kendisiyle meşgul olması içir hiçbir vesile bulamazsa köpeğinin kuyruğunu, kulakları nı keserek sokağa salıverirdi. Bu enâîler için en büyiiH bir ihtiyaçdır. Kisvelerinin, mişvar ve edalarının başka larma büsbütün mugayir olması, her işte hiç kimseye ben­zemez görünmeleri bundandır. Halk kendileriyle bir an iştigalden fâriğ olsa bunu ebediyyen affetmezler.

Hülâsa «eııâiyet» cemiyetler müthiş bir afettir. Bu âli ve muhteşem hastalar insanların en tehlikeli kısmıdır­lar. Siyasî ve İçtimaî tekâmüllere kuvvetli birer pâbend olan zavallılar hiçbir suretle şifa kabul etmez ebedî hasta­lardır.

Benim fikrimce «Nordau» enâiyet hastalığım iyi ta­yin etmiş olmakla beraber sebeplerini izah edememiştir. Çünkü bu hastalık maddî bozukluğun neticesi değil, «Ma­nevî tereddimin mahsulüdür. Manevî hastalıkları ancak «içtimaiyat» ilmi izah edebilir. Halbuki Nordau, bunun için «garîziyât» ilmine müracaat etmiştir. Maddî tereddi, hücreleri teşkil eden «protoplazma»nın bozulmasıdır, «manevî tereddî»ye gelince : Bu, bir mefkûre hastalığıdır.

İçtimaiyat ilminin hakiki müessisi olduğu bugün garp âlimlerinin icmaıyla sabit olan «Durkheim»m beya­nına göre fertler «mâşer - foule» haline gelince ferdî vic­danların garip ve anlaşılmaz bir imtizacından büsbütün yeni bir ruhiyet husule gelir. Bu İçtimaî ruh şiddet ve vecdiyet ile, hasbiyet ve kudsiyetle fertlerin lezzetçi ve menfaatçi ruhlarından temeyyüz eder. Mefkûreler buh­ran zamanlarındaki galeyanlı mâşerîerden doğar. Bu mefkûrelere «mişkât» olan İçtimaî «mevcııde»lere «kıy­met» denilir. Ferdî vicdan -ne kadar zengin ve kıymetli olursa olsun - ne bir mefkûre, ne de kıymet ibda edemez.

70

Page 77: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Fertler ancak İçtimaî bir hayat yaşamakla İçtimaî vicda­nın lâhûtî ilhamları altında kalmakla mefkûreci ve kıy- metçi olabilirler. O halde enâiyet asapların haricî hadi­selere adem-i şeffafiyetinden değil, ferdî ruhun İçtimaî mefkûrelere ve şeffaf olmamasından mütevellitdir. Bun­dan dolayıdır ki maddeten ve mânen münferit bir hayat yaşayanlar, İçtimaî ruhaniyetten, medenî mâneviyetterı münselih bulunurlar. Bunların ruhunda hiçbir mefkûre- nin kıymeti, hiçbir kıymetin mefkûriyeti yer tutamaz. «Palante» gibi bazı şaşkın feylesoflar hakikî mefkûrele i’in, âli kıymetlerin ferdî vicdanlardan doğduğunu ileri sür­müşlerdir. Bu fikrin saçmalığı bugünkü içtimaiyat ilmi­nin derin tetkikleriyle meydana çıktığı gibi bizzat Palan­te «ferdiyetçi hassasiyet - sensibilite individualiste» na­mındaki son eserinde infiratçılığın hiçbir mefkûre kabul edemeyeceğini ve her türlü ümit ve nikbinlikten uzak iç­timaiyat düşmanı bir hayırsız olduğunu iddia ediyor. O halde hakikî manâsıyla mefkûresizlikten, kıymetsizlikten başka bir şey olmayan «Nâsûtî - Laique» zihniyet, bu in­firatçıları «İçtimaî illiyîn»den uzaklaştırmış, «hayatî sa­fi lîn »e doğru sürüklemiştir.

işte Max Nordau «tereddi - d^generessence» sınıfına ithal ettiği bu ruh hastalığını garîziyat ve ruhiyat âlimle­rinin yardımıyla izaha çalışıyor. Diyor k i: Ene dediğimiz şahsiyetimiz haricî ve dahilî ihtisasların telâhukundan husule gelir. Bu ihtisaslar yekûnunda haricî iltisaslar ne kadar ziyade bulunursa şahsiyetimiz o kadar «şe’niyet- realite» ile yakınlaşır. Dimağ ile haricî âlem arasında şef­faf bir vasıta olan sinirler bazı kimselerde bir nevî bo­zukluğa dûçar olarak kesafet peydâ eder. O zaman «ene» haricî vücuttan kalın duvarla ayrılmış bir mûtekif vazi­yeti alır. Bu suretle yalnız dâhilî ihtisaslar ve iştihalarm tesiri altında kalır. Mefkûreler muhiti bir «mele-i âlâ»dir ki, bunun manevî nüfuzu altma girenlere «seciyeli insaıı

71

Page 78: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

homme de caractere»ler deriz. «Selikalar âlemi» bir «mc le-i esfel»dir ki behîmi bir hübûtla bu mülevves bataklı ğa düşenlere mütereddi, bozuk adamlar «degenere» namı nı veririz.

Bu cihetle Max Nordau'nun hodgâmlığı İçtimaî fa ziletlerle itilâf edebilen sağlam bir hasîsa telâkki etmes: de doğru olamaz.

Hodgâmlık İçtimaî bir hayat yaşamayan hayvanlar­da garîzî bir haslet olabilir. Bu haslet müctemi ferdler- de İçtimaî bir dâfia kuvvetinden başka bir şey değildir. Bu dâfiayı tevkîf ve tâdîl edecek İçtimaî câzibeler, ancak mef­kûre kuvvetleridir. Mefkûreler İçtimaî vicdandan doğa­rak fertlerde «irâde» suretinde tecellî ederler. Hayatî ar­zular ancak bir İçtimaî iradelerin murâkabesi altında za­rarsız mecrâlar tâkib edebilirler. Îçtimaî inzibat mefkû- relerin selikalara, iradelerin arzuların, hâkimiyeti de­mektir.

Hodgâmlık hayatî selikaların İçtimaî mefkûrelere (yani İçtimaî vicdana) isyanıdır. Enâiyyet ise rûhî şahsi­yetin, kendisini bu mefkûrelerin, yanî İçtimaî vicdanın mevkiine ikâme etmesidir. Hodgâmlık «İçtimaî bir fısk», enâiyyet «İçtimaî bir şirk»dir. Hodgâm, mefkûrelere kar­şı mubâlatsızdır. Enâî kendisini «teşe'ün-realisation» et­miş bir mefkûre görür:

Küft ü gû çok sad u aşkda bemhûre göre Hakkı kendinde ara mezheb-i Mansûra göre.

Netice:Felsefe hadsî bir rü'yet, yahut itkânî bir ictihad mı­

dır? yoksa «Niçe»nin iddiası gibi garip ve müstesnâ bir mizaç mıdır?

Felsefe tarihi bize birinci ve ikinci enmuzecde bir­çok feylesoflar gösteriyor. Nordau’nun ifadesinden anlaşıl-

72

Page 79: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

clığına göre Rıza Tevfik üçüncü enmûzece mensuptur. Fel­sefî şahsiyetinin esası «tereddi - degeneressence» dâhil bir ıııh hastalığıdır. Maamâfîh bu hasta mizacın taşkın vt muvazenesiz zemîni üzerinde garbın felsefesi, şarkın ta­savvufu, şark ve garbın bin çeşit ilim ve hünerleri o ka­dar rengîn ve zengin, kendi tâbirine göre belki de «nâze- nîn», basit bir sözle karmakarışık bir irfan sergisi tesîs etmiştir ki Ninova’nm asma bahçelerini andıran bu çürük lemelli dehâ karşısında mütelezziz, mütehayyir ve aym /.amanda hayran olmamak, onu sevmemek kabil değildir.

73

Page 80: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

RECAÎZÂDE MAHMUD EKREM BEY'İN ÖLÜMÜ ÜZERİNE YAPILAN ANKETE «GÖKALP»İN

VERDİĞİ CEVAP (*)

Ekrem Bey şâir olduğu kadar şuura da mâlikti, fe­yizli karihası şiir nazm etmekle iktifa etmedi, edebî cere­yanlara nizam vermekte, yeni edebiyat mektebini tanzim etmekte de muvaffak oldu. Edebiyatın âdâbmı tesis, edîb- leri edebî olmaya irşad etti. «Tenkid»i kadimâşinaslarm elinden kurtarmak için - yalnız isimce değil mâhiyetçe de - «takdîr»e kalbetmeye çalıştı.

«Bence Ekrem Bey badîalar îbdâ etmemiş olsaydı yine Ekrem Bey olacaktı; çünkü onun edebiyat tarihinde­ki vazifesi mübdi’ler ibdâ etmekti.

«Ekrem Bey şiirimizin şuuru idi, Hâmid Bey şuuru­muzun şiiri olduğu gibi».

«Gökalp»

(*) Recâtzâde Mahmud Ekrem Hakkmdaki ankete Gökalp’in ce- tvabı: Türk Yurdu, C : V, sayı : XI, sayfa : 1181, 6/2/1329.

Page 81: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

TÜRK ÎLÎ(*)

ESKİ TÜRELLERDE DİNSami kavimler! diğer kavimlerdeıı ayıran mümey­

yiz bir hususiyet vardır. Bu kavimlerde, İçtimaî tekâmül neticesi olarak yeni bir manzume-i diniyye teşekkül ettiği zaman, eski manzume-i diniyyeleri cezrî bir surette nehy ve ilgâ eder. Meselâ Musevîlik, Hıristiyanlık, İslâmlık kendilerinden evvel mevcûd olan câhilî an'aneleri kök- den ilgâ etmiştir.

Bu hal, diğer kavimlerde mevcûd olmadığı gibi es­ki Türklerde de mevcut değildir. Eski Türklerde muhte­lif zamanlarda teşekkül etmiş olan muhtelif manzume-i diniyyeler birbiriyle karışık olarak beraberce yaşamış­lardır. Bir halde ki, bu manzumeleri birbirinden ayır­mak için dinî içtimaiyatın rehberliğine ihtiyaç vardır. İş­te biz, bu ilmin usûlünü tatbîk sayesindedir ki eski Türk­lerin dinini tahlîle cür’et ettik. Bu tahlil neticesinde, es­ki Türklerin vicdanında, totemizm, animizm, manizm ve natürizm manzume-i diniyyelerinin gayri mütecânis bit halîta teşkil ederek beraberce yaşadığım gördük. Bura­da, Türklere ait bu dört manzume-i diniyyeyi sırasıyla teş­rih edeceğiz.

Birinci FasılTOTEMİZM1 — Yakutlarda totemizmTotemizmin izlerini, bugün ancak Yakutlarda göre

biliyoruz.

(*) Türk İli : Eski Türklerde Din, Dârülfünün 'Ede’biyat FakültesiMecmuası, sene : I, sayı : 5» sayfa : 457 - 474, Tegrîn-i sânl1334 (1918).

75

Page 82: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Yakutlar Sibirya'nın şimal-i şarkında, dünyanın en soğuk ülkelerinden birinde yaşamakta olup takriben (220000) nüfûsu muhtevidir. İşgal ettikleri arazî gayet geniştir. Bütün şerâit ve ahvâl, bu kavmin birçok küçük zümreler hâlinde, birbirinden uzak olarak yayılmasını ve bu suretle en eski teamüllerinin pâyidâr kalmasını mû- cip olmuştur. Bu kavmin en esaslı İçtimaî zümresi «sîb» nâmını verdikleri «clan»dır. Bu kelime, Osmanlı Türkçe- sinde «soy-sop» tâbirinde hâlâ yaşıyor ki gerek «soy» ve gerekse «sop» Romalılardaki «gens» tâbirinin muadilidir. «gens»in bir nev'i «elan» olduğu ise zaten sâbit olmuş­tur. Bu iki kelimenin de «soy» kelimesinden iştikak ettiği farz olunabilir. Çünkü şark Türkçesinde «sûb» su mânâ­sına olup «sîp» kelimesinin bundan müştak olması muh­temeldir. Yakutlardaki «sib» tamamıyla ibtidâî «olan» Iara benzer.

Sîb dâhilinde bir nev'i mülkiyet-i müştereke mev­cuttur; hususî ailenin bir ism-i mahsusu olmadığı gibi di­nî ve hukukî hiçbir kıymeti de yoktur. Bir evlâdın baba­sına, birader ve hemşirelerin birbirine olan münâsebe­tini ifade edecek vâzıh kelimeler yoktur. Garabeti göste­ren tâbîrler sîbin muhtelif batınlarından ibarettir. Yakut kendi batmdaşlarma ayrı bir isim, kendinden sonraki ba­tma ayrı bir isim verir, Yâni Yakutlarda yegâne garabet elan garabetidir. Sîb dâhilinde exogamie kaidesi câri­dir ( ‘).

Totemli bir «klân» da bulunması lâzım gelen evsâ­fın sîbde mevcûd olduğunu görüyoruz. O halde Yakutlar­da «totemizm» in eserlerini arayabiliriz.

«Sieroszewski»nin beyanına göre Yakutlarda şa- manian cismânîlerden ayırt eden, birincilerin iki türlü

(1) L’Anne Sociologique, tome V, page : S6Jf

76

Page 83: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«esprit»ye mâlik bulunmasıdır. Bu ruhlardan birincisi «i6-kyla»-«Animal-mere» dir ki köpek, boğa, tay, kara­kuş, geyik, ayı, kurt gibi bir hayvandan ibarettir. Bu tâ­birin mânâsı «image d'un animal protecteur qui devore les esprits» - «ruhları harâb eden himayeci bir hayvanın hayali» dir. Âli şamanlar bu «iye-kila»lardan başka, bir de «amagat» a mâliktirler. Amagat cismânîlerin ruh-i hâ­misi olan «ie-hsit» (Ayzıt) in aynıdır. Bu tâbirin mânâ­sı «l'esprit qui fait la mere» - (anayı meydana getiren ruh» dir. (2)

lye-kila ve iye-hezit «ayzıt» tâbirlerinde «iye» keli­mesinin tekerrür etmesi ve her ikisinin mânâsında da «ana» mefhumunun bulunması «iye»nin Yakut lisanında «ana» mânâsında olduğunu gösteriyor. Zaten Gültiğîn ki- tâbesinde ananın mukabili «öge» kelimesidir ki “g" nin"y” gibi telâffuzu ile «iye»nin aynı olmuş olur. O halde «kı­la» kelimesi de hayvan ve «hezit» kelimesi de ruh-ı hâmî mânâsına gelir. Hezit kelimesini de «efendi» ve «ilâh» mânâlarına olan «izi» kelimesinde bulabiliriz (3).

Siyerozevski ana hayvanı demek olan iye - kilalarm mevcûdiyetini Yakutların mâderşâhî bir teşkilâta mâlik oldukları zamanın bir bakiyyesi addediyor. Buna ilâve­ten de «Hubert» iye- kilanm bir totem olduğunu ve buna mâlik olan şamanın, tek başına bir «elan tot£mique»i irae eylediğini beyan ediyor. Yakutların eski teşkilâtı bo­zulduğu için İçtimaî teşkilât ancak şaman teşkilâtı halin­de kalabilmiştir.

Bunu müeyyit olmak üzere, Hubert, Yakut memle­ketinde ancak dört büyük şamanın mevcut olabileceğini ve bu dört büyük şamanın da aşiretin eski taksîmâtı olan dört «ulus» a tekabül ettiğini söylüyor (4).

(2) L ’Annâe 8ociologique, tome 7, page : 224(3) Divân-t Lügât - Türk, cilt I, sahife 81(4) I/A nne Sociologigue, tome 7, page : 224

77

Page 84: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

O halde Yakut aşiretinin vaktiyle dört ulusa ve her ulusun da sîblere münkasim olduğu anlaşılıyor.

Bugün dört ulusu, dört büyük şaman temsîl ettiği gibi, sîbleri de şamanlar irae ediyor.

2 — Ts’inler zamanında totemizm

Yakutlar, Türklerin en saf ve en ibtidâî kalmış bir aşireti olduğu için totemizmin izlerini bunlar arasında görebildik. Türklerin eski teşkilâtını Yakutlardan başka bugün yaşayan bir Türk kavminde bulmak mümkün de­ğildir. Binâenaleyh, Türklerin eski dinini anlamak için, Türk tarihinin en eski devrelerine çıkmak iktiza eder. Bu devrelerin hikâyesini ise ancak Çin menbâlarmda bulabi­liriz.

Fransız Çinşinâslanndan Edouard Chavannes Çin sülâlelerinin dördüncüsü olan «Ts'in» lerin aslen Türk ol­duklarım iddia ve delillerle te'yîd ediyor (5).

Edouard Chavannes’a göre bu sülâlenin ecdâdı, ken­di memleketlerinde hükümrân iken bir dînî manzumeye mâlik idiler. Bilâhare Ts’inlerden Che-Houang - Ti, bütün Çin’i zabtederek, Çin’de ilk hükümet-i merkeziyeyi teşkil ettiği zaman kadîm yurdundan getirmiş olduğu bu dini Çinlilere de kabul ettirdi. «Şe-Huang- Ti» anâsır-ı erbaadan «su»yun bereketiyle hükümrân olduğunu ilân ve bütün tedâbîrini bu unsurun hasâısine göre tertîb etti. Ts'inlerin bu kadîm dinlerinin esası, yukarıda bulunan dört hâne kurban kesmekten ibarettir: Bu dört hânlar yeşil hân, sarı han, kızıl hân, ak handır (6).

Şimdi de yukanki hânlara kesilen kurbanların mâ­hiyetini tedkîk edelim : Li Ki'nin evâmir-i şehîriyesi di­

(5> h e Cycle Turc des dtmse Animaux, page : 50, 74(6) b e Cycle Turc, page : 33

78

Page 85: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

yor ki semânın oğlu, ilkbaharın üç ayında (koyım), V'i an da üç ayında (horoz), senenin ortasında (öküz), sun baharın üç ayında (köpek), kışm üç ayında (domuz) ek leder (7).

Ts'inlerin Çin'e ithal ettikleri bu dörtlü tasnif (C.ro- ort» un beyânına göre cihetlerle, mevsimlerle, renklerle, hayvanlarla alakâdardır.

şark ilkbahar mavi ejderhâcenub yaz kırmızı kuşgarp sonbahar beyaz kaplanşimal kış siyah kaplumbağa (8)

Chavannes, bu dört cihetle dört unsurun da mürtebit olduğunu beyan ediyor:

şark ağaç (le bois)cenup ateşşimal sugarp rüzgâr

Bu müellife göre, bu dört unsur Çinlilerin anâsır tasnifine benzemez. Çünkü, evvelen, Çinlilerde unsurla­rın adedi beş olduğu halde bu tasnîfde dörttür. Sâniyen, Çinlilerde garbın unsuru «mâden» olduğu halde burada rüzgârdır. Hintlilerin anâsır tasnifine de benzemez. Çün­kü Hintlilerde ağaç unsuru yerine «toprak» unsuru var­dır. O halde bu unsurlar manzumesi hâlis Türk manzu­mesidir (9).

(7) h e eyele Turc, pape : 33(8) Les Fonctions Mentales dam les SocietĞs infârieures, par

Levy-Bruhl, Page : 242(3) h e Cycle Turc, page : 17

79

Page 86: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Bu dörtlü tasnîf tedkîk edilince görülür ki Türkle­rin dört cihete mensup hayvanlan yerine Çinliler başka­ca dört hayvan ismi ikame etmişlerdir:

KoyunHorozKöpekDomuz

(Türklerce) (Çinlilerce)ejderhâkuşkaplankaplumbağa

şarkcenupgarpşimal

(Cihetler)

Türklere ait olan hayvan isimleri Türk tarihindeki kavim isimleriyle karşılaştırılınca bunların birer Türk ulusunun totemleri olduğu anlaşılır.

Kadîm Türkistan'ın şarkında yaşayan «Hiyung- Nu» nâmında bir kavim vardı, ki buna Avrupalılar «Hun» Araplar ve Acemler «Kun» nâmı veriyordu. «Kun» keli­mesi Divân-ı Lügât'it - Türk'e göre «koyun» mânâsma- dır (Sahife: 32). O halde Hiyung- Nular, koyunlar nâ­mıyla bu Türk ulusundan ibaret idi. Türk ilinin şimalin­de Tunguzlar otururlardı ki isimleri «domuz» mânâsını ifade eder. Garpda ise sakalar var idi ki Câmiüt - tevârih' in Oğuz menkabesinde buna «ît barak» nâmı veriliyor. Saka Fârisîce «sek» den geliyor ki köpek mânâsmadır. «ît» in mânâsı mâlum olup «barak» bir nevi tüylü köpe­ğin ismidir (10).

Türk ilinin cenubunda «Yuşîler» «Yüeçiler» var idi ki bilâhare garba giderek orada «koşan» ismini alırlar. İşte cenubda da «Kuş» ismiyle bir ulus görüyoruz.

Bu mukayeseler gösteriyor ki vaktıyla Türk budunu her biri bir cihette bulunmak üzere dört ulusu muhtevi imiş. Bu ulusların totemleri, koyun, kuş, it ve domuz olup isimlerim de bu hayvanların adlarından almışlardır.

(10) Divân-% Lügât-Türk, sahife : 315

80

Page 87: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Ulusların totemleri olduğu gibi budunun da bir t oleini vardır ki «öküz» dür. Çünkü semânın oğlu senenin orla- smda öküz yiyor. Bu hayvanlar kurban edilirken bilhas­sa gençlerin intihap edildiği için ilkbaharın aylarına «oğ­lak ay, uluğ oğlak, ay, uluğ ay» nâmları veriliyor (").

Bunun gibi öküz kelimesi yerine «tosun» kelimesi de totem olarak istimal edilebilirdi. îşte, «Ts’in» lerin ismin­de de, «tosun» kelimesini görüyoruz. Demek ki eski Türk-lerde gerek budun ve gerek uluslar totemlerinin isimleriyle anılırlardı.

Türk illerinin isimleri tedkîk olununca ekserîsinm bir hayvan ismi olduğu tezahür eder. Meselâ Oğuz «öküz», Yabâku «buğu - geyik», Çiğli «Çegü ili, eçgii-keçi», teke, bağış «şığın mânâsına - kırgızdan bir cemaat», ak koyun­lu, kara keçili, başkurt, ala yundlu «yund - At», sungurlu, develi ilâ âhirihi.

Totemin mutlaka hayvan olması lâzım gelmez, ne­batlar ve mevcûdât-ı şâire de totem olabilir: Ağaç - eri, karlık, kanglı, kıpçak isimlerinde olduğu gibi.

3 — Eski Türk takviminde totemizm

Türk totemizminin izlerini Yakutların kilalarmda, Tsinlerin hayvanlarında, zümrelere merbut olmak üzere gördüğümüz gibi cycle Turc nâmı verilen Türk takvimin­de de görürüz. Fakat burada hayvan isimleri, zümreleri değil, zamanın muhtelif akşamını gösterir.

Türk takvimi 12 yılı gösteren on iki hayvan ismin­den ibarettir. Sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejderhâ, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it, domuz.

Bu on iki hayvan arasında Tsinlerin dört tâli totemi olan «koyun, tavuk, it, domuz» hayvanlarını gördüğümüz

(11) Divân-t Lügatüt-Türk, sahife: 291

81

Page 88: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

gibi millî totemleri olan «öküz» ü de buluyoruz. Bunlar arasında Çinlilerin «ejderhâ» ve «kaplan» ım da görüyo- ruz. Çinliler kaplumbağayı bir yılana sarılmış olarak resn> ettikleri için, burada kaplumbağa yerine de yılan kâim ol­muştur. O halde, Türk çağım teşkîl eden bu on iki hayva­nın isimleri de birtakım ulusların ve budunların totemle­rinden alınmıştır.

4 — Oğuzlarda totemizm

Bunlardan başka, totemizmin izlerini yakın zaman­lara kadar Oğuz Türklerinde de görüyoruz. «Câmî’ut - Te- vârîh» sâhibi Reşîdüddîn Oğuz ilinin münkasim olduğu yirmi dört boyun birer «ongunu» olduğunu gösterdiği gi­bi, ongun kelimesinin mâhiyetini de teşrîh ediyor. Bu müellife göre «ongun» kelimesi Türkçe «oynuk» kelime­sinden müştaktır ve «oynuk» mübârek mânâsmadır. Türk­ler mübarek olsun makamında «oynuk bulsun» derler­miş. Bir hayvan bir boyun olunca o boyun ferdleri o hay­vanı öldüremezler, etini yiyemezler ve ona hiçbir cihetle taarruz etmeyip tefe’ülen mübârek tanırlarmış.

Reşîdüddîn yirmi dört boyun ongunlarını ayrı ayrı göstermiş ise de, dikkat olununca bu ongunların altı aded- ten ibaret olduğu ve Oğuzhân'm altı oğlundan «Günhân, Ayhân, Yıldızhân, Gökhân, Dağhân, Denizhân» dan teşa’ ub eden altı bölükten her birinin müstakil bir ongunu bu­lunduğu anlaşılır.

Bu altı bölük dörder boya münkasim olduğundan mecmuundan yirmi dört boyu husule gelmiştir.

Ongunlar şunlardır:

Günhân boylan ŞâhinAyhân boylan KartalYıldızhân boylan Tavşancıl

82

Page 89: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Gökhân boyları Denizhân boyları Dağhân boyları

Sungur Çakır (Uc kuş)

Bu ongunların hepsi avcı kuşlan olduğu görülüyor. Oğuzların ongunlarını avcı kuşlardan intihâb etmesi avın onlarca büyük bir ehemmiyeti hâiz olduğunu işrâb eder ki aşağıda göreceğiz.

Bu altı ongunun bir nevi totemler olduğu anlaşılı­yor. Fakat bunlardan maada yirmi dört boydan her biri­nin çizgilerden mürekkep şekillerden ibaret birer «tarn- ga» sı vardır. Bunlann şekilleri henüz tahlîl edilmediği için eski totemlerin bakiyeleri olup olmadığı anlaşılamı­yor.

S — Lejandlarda (efsânelerde) totemizm

Totemizmin izleri Türklerin birçok lejandlannda gö­rülür.

Meselâ Deguignes'in tarihinde şöyle bir fıkra var­dır.

«Hunlardan sonra bütün Tataristan'a müstevli olau Huvayke (Huey-hu)’ler Hunlann ahfadmdandırlar. Bun­lann da bütün Tatarlar ve hatta mütemeddin milletler gibi tarihleri efsanelerle başlar.

Hun Tanjulanndan birisinin gayet güzel iki kızı vardı. Babalan bunlan Tanrı’nm âdî insanlarla izdivaç için yaratmadığına ve ancak bir ilâhın bunlara zevç ola­bileceğine kanaat getirmişti. Bu fikre ve kızlan Tann'ya tahsis emeline mebnî, memleketin şimâlinde bulunan bir ülkede yüksek bir kule yaptırdı, güzelliklerinin kurbanı olan iki prensesi bu kuleye yerleştirdi. Babalan gök Tan­n'ya gelip kızlarla izdivaç etmesi için yalvardı. Tatarla­rın kurtlar hakkında âlî bir fikir besledikleri anlaşılıyor.

83

Page 90: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Bu hayvan ekseriye efsânelerine zemîn oluyor. îşte bu­rada da bir kurt yeni bir milletin anası ve müessisi olu­yor. Bir ihtiyar kurt gece gündüz prenseslerin kapatılmış oldukları kulenin etrafım dolaşıyor, korkunç sesler çıka­rarak kuleyi tarassut ediyordu. Nihayet kulenin dibinde inini eşdi. Prenseslerin küçüğü bir hayli zamandan beri kuleyi tarassut altına alan bu kurdun, babalarının kendi­lerini nezreylediği ilâhdan başka bir şey olmadığına ka­naat getirerek kardeşini birlikte aşağı inmeye kandırdı, îşte bu kadar milletler vücûda getiren kavmin aslı bu oluyor» (I2).

Türklere ait ikinci bir kurt masalı daha vardır: «Türklerin ecdâdı muhtelif uluslara tâbi münferit kabi­lelerden ibaret idi. Bunların aile isimleri Çince (a-se-na) idi ki eski Türk ve Moğol imlâsmca «çine» yani «kurt» demek olur. «Ouei» «Huey-hu» sülâle-i müteahhiresin- den Çin imparatoru «Thai-vou» Hıyungnu hey'et-i müt- tefikasından «Tzin-ki-chi» 1er kabilesini mahvettiğinden «Asenâ» yani «çine» lerden beş yüz aile kaçtı, birçok ba­tınlar «Kin-chan» yani «Altundağ» üzerinde kalarak de­mirden avadanlıklar yaptılar. Bazı müverrihler bunların ecdâdınm bahr-i garbı (Hazar Denizi) sevâhilinde bir hü­kümet teşkil ettiklerini haber veriyor. Bunlara yak in komşu olan bir kıral kâffesini mahvederek bir delikan­lı kalmış ve bunu da ellerini ayaklarını kestikten sonra bir bataklığa atmıştır. Bu delikanlıya bir dişi kurt yiye­cek getirdi. Günlerden bir gün kendisini Bahr-i garbinin şarkında, üzeri â’lâ bir yayla olan yüksek bir dağ üstün­deki bir mağaraya götürdü. Burası «Yukarı Kanglılar» memleketinin şimal-i garbisinde idi. Dişi kurt on oğlan doğurdu, ki bunlardan birisinin adı (Asena) «Kurt» tur. îşte bu kurt hükümdar oldu. (Â-hien-Şe) «A-Hien-che» ad­

(12) Bistoire Generale âes Buna, tome : XI, page : 2

84

Page 91: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

lı bir adam halkın başına geçerek, bunları mağaradan v> kardı(w).

Bunlardan başka, Türkleri Ergenekon’dan çıkanın zatm ismi de «Burte Tchene-Börte Çine» yani «bozluııl» idi. Börte Çine «Kûtî Maral» yani «mukaddes dişi geyik» isminde bir kadının zevci oldu (I4).

Bozkurdun zevcesinin ismi olan Kûtî Maral kelime sı, bize «Alankova» ismini hâtırlatır. Altun geyik «la biclıc d'ore» mânâsına olan alankova semadan nâzil olan biı ilâhdan iki evlât doğurdu. îşte bu efsânede de bir geyik totemi görüyoruz. Kırgizlardan dikokamenni kâbîlcsi kendilerini bir kızıl tazı (levrier rouge) ile bir sultan lt;V mm ve maiyetindeki kırk kızın izdivacmdan hâsıl olmuş sanırlar ( ıs).

Bunlardan başka Oğuz Hân, Bögü Hân efsaneleriy­le Dede Korkut kitabının birinci hikâyesini teşkîl eden «Boğaç Hân» efsanesi de zikre şâyandır. «Bögü Hân» ef­sanesinde fındık ve kayın (bouleau) ağaçları da totem sırasına geçer. Bu masalların aynı başka milletlerde de görülmüştür, Japonya'da her ilâha mensup bir hayvan vardır. Güneş ilâhesinin hayvanı «kuş» tur ki, Mikadolar ondan doğmuşlardır (16).

Tibetliler bir «maymun ilâh-Dieu singe» ile «Serin- 1U0 » adlı bir dişi cinden (une demon femelle) doğdukla­rını söylerler (17).

(13) Türk Tarihi, Necib Asım, sahife : 100-101(14) Gramde Encyclopedie, tome : 21, page : 77(15) Principes de Sociologie, Herbert Spencer, tome : I, page : 473(16) Orpheus, Salomon Reinach, page : 222(17> Le Turkestan &t le Tibet, F. Grenard, page : S27

85

Page 92: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

tır; bunlar, hayvanları cem ederek hâkanm bulunduğu ta­rafa sevk ederler. O ise hiç aramaya, yorulmaya muhtaç olmaksızın durduğu yerde okunu atar ve avları vurur (23).

«Sığır» «öküz» mânâsına olduğuna göre bu av, dini bir âyin mâhiyetini hâiz iken öküz avından ibaret olması lâzım gelir. Mâlumdur ki öküz, Tsinlerin ve Oğuzların millî totemidir. O halde bu av, bir komisyon âyininin mu­kaddimesidir. Bu âyin mukaddes öküzün avlanmasından sonra bir komisyon ziyafeti yapmaktan ibarettir.

Çinliler ve Türklerce mukaddes tanınan öküz, bida­yette «Tibet öküzü» yani «Yak» dır ki kuyruğu at kuyru­ğuna ve başı öküz başına benzeyen bir «buffle» dür. D’Ohsson şöyle diyor:

«Tu» yani «tuğ» bir sancağın Çince ismidir ki uzun bir mızrağın ucuna Tibet ineğinin kalın bir kuyruğunun takılmasıyla teşekkül eder. Çin imparatorlarının hususî sancakları böyle idi. Ve bu imparatorlar tâbileri olaı Türk yahut Tatar prenslerine hanlık rütbesi vermek is­tedikleri zaman, hanlık tevcihine delâlet etmek üzere, on­lara davullarla beraber bu sancaklardan verirlerdi. Türk ve Tatarlar tarafından kabul olunan «tuğ» kelimesinin menşei budur. Fakat Tibet öküzünün kuyruğunu bulama­dıkları için mızraklara ona benzeyen at kuyruğunu tak­makla iktifa ettiler (24).

Yukarıda Tsinlerin dinine göre, semanın oğlu için ilkbaharda koyun, yazın kuş, senenin ortasında öküz, sonbaharda it, kışın domuz kurban edildiğini görmüş idik. Dört mevsim budunun dört olduğunu gösterdiği için mevsimlere ait kurbanlar ulus totemlerinin kominyontı-

(23) Divân-ı Lügâtüt-Türk, sahife : 303(24) Histoire des Mongoîs, d’Ohsson, page : 40

88

Page 93: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

dur. Senenin ortasında kesilen öküz ise budunun totemi olduğundan asıl millî komunyon mâhiyetindedir. Bu ökiiy ibtida Tibet öküzü iken bilâhare bunun yerine kuyruğu dolayısıyla at kâim olmuştur. Binaenaleyh gerek Oğuz Hân’ın ziyafetlerinde, gerek Dede Korkut kitabındaki şö­lenlerde kurbanlar arasında atm da kesildiğini görüyo­ruz.

b — Millî Ziyafet

Selçuknâme'de ve Dede Korkut kitabında şölen nâ­mı verilen millî ziyafet de öteki kadar mühimdir. Evvel­ce Tibet öküzü kurban edildiği için mutlaka şölenden ev­vel sığır yâni millî av icrası lâzımdı. Fakat bunun yerine at kâim olduktan sonra, şölenden evvel millî ava ihtiyaç kalmadı. Çünkü zaten eskiden beri atı ehlî olarak yetişti­riyorlardı. Şölende Oğuz'un 24 boyu bu kurbânın etinden ayrı ayrı parçaları yemek mecburiyetinde idiler. Yirmi dört boy dörder dörder olmak üzere Oğuz Han'ın altı oğ­lundan tevellüt ettikleri için altı bölüğe münkasim olduk­larını yukarıda görmüş idik. Bu altı bölükten her birinin ayrı bir «sünük» ü yahut tâbir-i fârsîsiyle «endâm-ı gûşt»u vardı:

(1) Gün Hân sağ karı yağnn(2) Ay Hân sağ aşığlu(3) Yıldız Hân (Uyâca, üyegû=Kaburga)(4) Gök Hân sol karı yağnn(5) Deniz Hân sol aşığlu(6) Dağ Hân (Ucayla, uca—Sırt)

Selçuknâmeye göre hakanın sünüğü de baş ile ucay­ladır. Bu sünüklerin tamamıyla medlûllarmı anlayamı­yoruz. Fakat Çinlilerin Taoizminde bir sekizli tasnif var­dır ki bize bunun anahtanm verir. Bu tasnife bakılınca

89

Page 94: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

sünükler altıya münhasır olmayıp hakan ile hatunun sü- nükleriyle beraber sekizdir. Hakanın sünüğü (baş), ha­tunun «karın» olup «Gün Han» bölüğünün «kalça - cuis- se» dır (M).

Durkheim ile Mausse Annee Sociologique'in altıncı cildinde neşrettikleri (bazı i’btidâî tasnifler nâmındaki) makalede bu sekizli tasnifi kısmen göstermiş iseler de ta­mamını irae etmemişlerdir. Binâenaleyh bu müelliflerin tavsiyesi veçhile bu tasnifin tamamını görmek için «Sac- red books of the last»m XVI ıncı cildinde, mösyö Leg- ge'in tercümesi olan Yih-King’in XVII inci faslına mü­racaat etmek lâzımdır.

Şölende her bölüğün ayrı sünüklere mâlik olması Oğuz ilinin kendisini toteme uzuv uzuv mütenâzır olmak üzere bir İçtimaî uzviyet gibi telâkki ettiğini ve hâkân ve hâtûn ile beraber altı bölüğün totemin sekiz kısmım mü- tanâzıran yemelerinden totem ile il tamamen birbirine intibak eylediğini işrâb ediyor.

Yahut kurban edilen totemin muhtelif uzuvların­dan Oğuz ilinin muhtelif kısımları meydana gelmiştir: Başından hâkan, kamından hâtûn, sağ uyluğundan Gün Hân bölüğü ilâ âhirihi.

Kitâb-ı Dede Korkut'un birinci hikâyesi bize iki mü­him noktayı izah ediyor:

1) Av icrası hukuk-ı saltanattandır. Hatta bir hü­kümdarın oğlu bile kendi başına ava çıkamaz. Boğaç hi­kâyesinin esası şudur:

«Dirse Hân isminde bir Türk hânının gayet sevdiği Boğaç Hân isminde bir oğlu var. Hânın kırk yiğidi bu şehzâdenin hân nazarındaki mevkiini çekemiyorlar. «Oğ­

(25) L’Awn6e Sociölogique, tome : 6, page : 56

90

Page 95: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

lun senden habersiz ava çıktı, hakk-ı saltanatına icrnvti/. etti» diyerek Dirse Han’ı oğlunu öldürmeye sevk e d i y o r

lar».2) Bu hikâyenin kahramanı (Deduble) olarak

kurban edilen hayvanlarla birleşiyor. Boğaç bu ismi ala­bilmek için bir boğayı boğazlamıştı. Bilâhare babası da kendinden habersiz ava çıktığı için Boğaç'ı okla vuru­yor. Burada boğanın yani öküzün bir defasında hayvan, diğer defasında insan olarak iki defa kurban olduğunu görüyoruz. Boğa kutsiyetinden dolayı insanlaştırılarak boğaç olmuştur. O halde bu lejand millî totemin kurban edilmesinden husule gelmiş bir ustûreden ibarettir. Oğuz Hân lejandı da bunun başka tâbirlerle tekrarıdır.

Dirse Hân ismi Kara Hân’a, Boğaç ismi Oğuz Hân'a münkalib oluyor. Avam arasında münteşir olan Şâh İs­mail hikâyesi ve İran an’anelerindeki Efrasyâb lejandı da bundan başka bir şey değildir. (Millî Tetebbular’m üçün­cü sayısında «Türklerde Îçtimâî Teşkîlât» makâlesine müracaat.)

3) Âyinden istihale etmiş oyunlar Kaşgarlılann oğlak ve Kırgızların Gök Borü (yâni mâvi kurt) nâmını verdikleri oyun eski bir âyinin devamı gibidir. Birçok at­lılar bir ovada toplanırlar. Bir oğlağı öldürerek yere atar­lar, atlılar yere ayak basmadan bu oğlağı ele geçirmeye çalışırlar. Birisi elde edince dört nal bir surette kaçar, di­ğerleri tâkîb ederek şikârmı elinden kapmaya çalışırlar, Bu cidâl saatlerce devam eder. Nihayet birisi çevik dav­ranarak oğlağı kaptığı gibi şehre doğru koşar ve kendini tâkîbeilerin elinden kurtanr. Bilâhare diğer atlılar da şeh­re gelerek oğlağı kebap edip yerler.

Bu oyun eski zamanda koyun «Hun» lann hüküm­darı olan kurtlan (şâneleri) hatırlattığı gibi Türkleri Er- genekon’dan çıkaran bozkurdu da hatıra getirir. Yine mâ-

91

Page 96: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

lumdur ki ilkbaharda kesilen kurban kuzu, yahut oğlak idi.

4) Bu meyanda zikrolunacak oyunlardan biri de Dede Korkut kitabında gördüğümüz «Boğa ile Buğra» mn boğuşması ve yine boğa, buğra ve kağan Arslamn Selceıı Hatunu izdivaca tâlip olanlarla güreşmeleri gibi müesse selerdir.

8 — Ustûrî Av hayvanlan

Türklerde avm dinî bir âyin mâhiyetini hâiz olma­sından dolayıdır ki Oğuzlarda altı bölüğün avcı kuşlar­dan ibaret olmak üzere altı adet ongun olduğunu yukarı­da görmüştük. Osmanlı teşkilâtında Yeniçeri dâhilinde sekbanlardan başka turnacılar, zağarcılar, samsoncular nâmıyla üç orta olduğu gibi maiyyet-i hümâyunda ayrıca çakırcılar nâmıyla bir şikâr halkı mevcuttur. Çakırcılar, şahinciler, doğancılar, atmacacılar nâmıyla üç sınıftan mürekkepti. Bundan başka eski şölenin bakiyyesi olmak üzere çâşnigîrler nâmıyla bir sınıf da mevcut idi. Maamâ- fîh av âyini Türklerde yalnız bu teşkilâtları husule getir­mekle kalmamış, ustûrevî birtakım av hayvanlarının tasavvuruna kadar gitmiştir. Bu hayvanlar tuğrul ile ba­raktır. Tuğrul Şehnâme'de Türk Hâkamnın hediye ettiği bir avcı kuş olmak üzere Behramgur efsânesine girdiği gibi Türk âleminde buna dair birtakım efsaneler de mev­cuttur.

Tuğrul Arapların Ankâ'sma, Acemlerin Sîmmürg’ üne benzer hayâlî bir kuştur. Divân-ı Lügât’it-Türk şöyle târif ediyor: «Bu avcı kuşlardandır; bin kaz öldürerek yalnız birini ekleder» (26).

«D'Ohsson» da Reşîdüddin’den naklen şöyle tavsif ediyor: «Tuğrul kimsenin görmediği fakat Arap’ta Ankâ

(26) Divân-ı Liig âl üt - Türk, sahife : 400

92

Page 97: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ne kadar meşhur ise bu kavimler «Türkler ve Moğol lar» arasında o kadar mârûf olan bir kuşun ismidir. Diyorlar ki akbabaya benzermiş. Pençeleri çelik kadar sert ve kesi­ci imiş. Bir vuruşda iki-üç yüz kuş öldürürmüş. Bu şeyle­ri nakledenler şunu da ilâve ediyorlar ki bu kuşu her m kadar gören yoksa da avcılar ekseriya havadan bir defada aynı yere muhtelif cinsde iki-üç yüz kuşun düştüğü ve bunların kâffesinde başların vücuttan ayrılmış, karınlan yanlmış, ayaklan kınlmış olduğunu görürler imiş. Bu hâ­diseden istidlâl suretiyledir ki bu kuşlar ancak böyle bâ- rikulâde bir kuvvete mâlik avcı bir kuş tarafından öldü­rüldüğüne hükmolunmuştur» (27).

Bu ifadelerden tuğrulun akbabaya benzer mevhum bir kuş olduğu anlaşılıyor.

«Barak»a gelince Divân-ı Lügât'a göre «gövdesi çok tüylü olan köpek mânâsmadır. Akbaba ihtiyarlayınca iki yumurta yumurtlarmış, birisinden «barak» çıkarmış ki koşmakta ve avı iyi muhafaza etmekte emsâline fâik imiş, diğerinden akbabanın son yavrusu doğarmış» (28).

Bundan anlaşılıyor ki barak ile tuğrul yani akbaba arasında bir münasebet vardır. Bu iki hayvandan biri av kuşlarının, diğeri av köpeklerinin mefkûrevî şeklidir. Bu kelimeler birçok hükümdarlara isim olmuştur. Tuğrul, Ertuğrul, Barak Hacip gibi. Maamâfîh bu kelimeler bir- leşerek fârsıde tercümeleri olan «Sîmmürğ» kelimesini meydana getirmişlerdir, ki «ssek murg» yani «it-kuş» mânâsmadır. Şehnâme’nin bu esâtirî kuşu Sîstân'da yâni Sakaların memleketinde (itler ülkesinde) bulunuyordu. Rüstem de bu memlekete mensuptur.

(27) L ’Histoire des Mongöls, 9 tome : 1, page : 51(28) Divân-ı Lügâtüt - Türk, sahife : 315

93

Page 98: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Mâlumdur ki kuşânlar Sakalan yâni itleri (Oğuz mefnkabesi bunlara it baraklar diyor) Mâvereünnehir den çıkarak garba ve cenuba kovmuşlardı. Sakaların bir kısmı Sîstân’da yerleşerek isimlerini buraya verdiler. Ku- şanlann ise «kuşlar» olduğunu biliyoruz. O halde Tuğrul ile barakm bu iki kavmin totemleri olması, sîmmürğ ke­limesinin bu iki totemin birleşmesinden husule gelmesi mümkündür.

Bu saydığımız vakıalar bize Türklerde bir nevi «ani- malizm» in bulunduğunu gösteriyor. Acaba buna tote­mizm diyebilir miyiz? Yukarıda gösterdiğimiz gibi Hubert ile Grenard bunda tereddüt etmiyorlar. Maamâfîh bu te- tebbuun ikinci kısmım teşkil eden animizm bahsinde de bu hususa dair birtakım deliller göstereceğiz.

Dârulfünûn içtimaiyat

M üderrisi: Ziya Gökalp

94

Page 99: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

B A Z I N O T L A R

1) «Bugünkü Felsefe» başlıklı makale, Tevfik Se­dat imzasıyla Genç Kalemler’in 26 Nisan 1327 tarihli sayısında 29-31 ve 34. sayfalarında neşredilmiştir. C ilt: II, say ı: 2.

2) Alfred Fouillee’nin Tekâmülcü Felsefesi adlı yazı 'DanimarkalI filozof Harald Höffding (1843-1931) den tercüme edilmiştir. Bu tercümenin Ziya Gökalp tara­fından yapıldığına dair, Genç kalemler’de bir işaret yoktur. Yalnız kendisinin A. Fouillee ile bir hayli meşgul olması (Bk. Ali Cânip, Ömer Seyfettin, s. 11, İstanbul. 1947) ondan tesir olarak Fouillee’nin «kuvvet - fikir»ini kendi idealizmine mesnet yapmaya çalışması ve nihayet tercümedeki üslûp, bu tercümenin Gökalp tarafından yapıldığı kanaatini vermiştir. Bu yüzden İsmet Binark ve Nejat Sefercioğlu’nun müştereken hazırladıkları «Zi­ya Gökalp Bibliyografyası, s. 13, Ankara, 1971 »de aynı şekilde bu makalenin Z. Gökalp tarafından tercüme edil­diği ifade edilmiştir. C ilt: II, sayı 3, sayfa: 45 - 47'de neşredilmiştir.

3) «Muhiddin Arabî» başlıklı "makale «Tevfik Se­dat» takma adıyla Genç Kalemler mecmuasının C. II, say ı: 4, sayfa : 61-64’de neşredilmiştir. Ziya Gökalp «Tevfîk Sedat» takma adını Peyman gezetesinde de kul­lanmıştır. Tevfik, babasının, Sedat da oğullarından biri­nin adıdır.

4) «Meşhed’e Doğru» şiiri, aynı mecmuanın C ilt: II, say ı: 4, sayfa: 78’de «Demirtaş» müstear ismiyle neşr­edilmiştir. Ali Cânip Yöntem’in ifadesine göre Ziya Gö-

95

Page 100: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

kalp evvelki «Tevfîk Sedat» takma adı yerine sonradan «Demirtaş» müstearım kullanmaya başlamıştır. (Çmar- altı, s . : 12, sayfa: 10’dan naklen b k : Cavit Orhan Tü- tengil, Ziya Gökalp Üstüne Notlar, s : 21, İstanbul, 1956)

Bu şiir, «Kızılelma»da Prof. Dr. Hikmet Tanyu ta­rafından neşredilmiş olmakla beraber buraya almakta bir mahzur görmedik. Çünkü Sayın Prof. Tanyu'nun neşr­ettiği ile bazı farklar arz etmektedir. Genç Kalemler’de neşredilen şiir «Feridun Perviz»e ithaf edilmiştir. Ayrıca bazı mısra ve kelimelerde değişiklikler vardır. Bunun ya­nında Sayın Tanyu’nun neşrettiği şiirin baş tarafına ko­nan bir cümleden: Bu şiirin 1911'de Sultan Mehmed Re- şad’m Kosova'yı ve birinci Murad Hüdâvendigâr’m şehit düştüğü yeri (Meşhed) ziyaret etmesi münasebetiyle ya­zıldığı anlaşılmaktadır.

Farklar da şöyledir : i

4. mısra «île gelmiş, b ir meşhedin çevresini geziyor» şeklinde iken Genç Kalemler’de «Bir milletle gelmiş, azîz bir meşhedi şanlıyor» şeklinde çıkmıştır. 5. mısra da «seziyor» kelimesi ile biterken, Genç Kalemler’de «...an­lıyor» kelimesi ile bitmektedir. İkinci kıt’anın 4. ve 5 mısraları da şöyle: \

«Kızılelma» Beyaz Kule mecmuasındaki şekliyle:

«Al bayrağı bir hamlede ilelebed ileri«Süren, sonra bir nöbetçi gibi kalan orada»

Genç Kalemler’d e :

«Süren, evet bu meşhettir Avrupa'da birinci,Temelimiz, bunda yatan bir ebedî nöbetçi» şeklinde­

dir.

96

Page 101: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Ayrıca en son mısrada bir kelime fark etmekledir: Beyaz Kule’den alman metinde «Turan benim yur­dum» denirken, Genç Kalemler'de «Turan benim ma­lım» denmiştir.

5) «Eskiliğin Mukavemeti» başlıklı yeni lisanla il­gili makale, Genç Kalemler mecmuasının 26 Nisan 1327 (1911) tarihli cilt: II, sayı: 2 nüshasının başmaka­lesinin son kısmıdır. Ali Cânip Yöntem'in ifadesine naza­ran «Eskiliğin Mukavemeti» diye başlayan bu kısım Zi­ya Gökalp tarafından kaleme alınmıştır. Ali Cânip Yön­tem kendi yazdığı ilk kısmın «Öyle ise birleşiniz, yeni li­sanı kabul ediniz. Çünkü yaşamak isteyen bir millet için­de maziye bağlı kalmak kadar büyük bir cürüm, büyük bir cinayet olamaz» şeklindeki ifadelerle bittiğini haber veriyor. (Bk. A. C. Yöntem, Ömer Seyfeddin, s. 13 îst., 1947) Biz de bu ifadelere dayanarak o başmakalenin ikinci kısmını buraya almayı lüzumlu gördük.

6) «Yeni Lisanın Güzelliği» başlıklı bu başmakale aynı mecmuanın cilt: II, sayı: 5, sayfa: 61-64’de neşr­edilmiş olup imzasızdır. Ancak cildin sonundaki umumî fihristte «Tahrîr Hey'eti»nin yazdığı ifade edilmiştir. Bu­nunla beraber yine Ali Cânip Yöntem'in Çınaraltı’ndaki adı geçen makalesinde bu başmakalenin tamamının Ziya Gökalp tarafından kaleme alındığı haber verilmektedir. Buna istinaden biz de bu makaleyi buraya almayı zarurî gördük. Yöntem’e istinaden C. Orhan Tütengil de bu ma­kalenin Ziya Gökalp'e ait olduğunu yazmıştır. (Bk. adı geçen eser, s. 17)

7) «Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler» başlıklı maka­le Genç Kalemler’in 26 Temmuz 1327 tarih ve c ilt : II, sayı: 8, sayfa: 138-141 sayılı nüshasında neşredilmiştir, Gökalp burada da «Demirtaş» takma adım kullanmıştır.

97

Page 102: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

8) «Akdeniz’de» başlıklı hikâye ise «Gökalp» imza­sı ile Genç Kalemler'de neşredilmiştir. C ilt: II, say ı: 8, sayfa : 141 -142.

C. O. Tütengil’in A. C. Yöntem’in aynı makalesine dayanarak yazdığına göre «Gökalp» takma adı önceleri Ali Cânip tarafından da kullanılmıştır. Bu durumda han­gi şiir ve makalenin Ziya Bey'e ait olduğu ancak Ali Câ- nibin ifadeleriyle ayrılabilmektedir. (Bk. Tütengil, aynı eser, s. 17)

9) «Altın Destan» adlı şiir ve sonuna ilâve edilen uzun açıklama da Genç Kalemler’de neşredilmiştir. C ilt: III, say ı: 14, s. 40-47. Bu şiir de «Kızılelma»da Prof. Dr. Hikmet Tanyu tarafından neşredilmiştir. Fakat orada açıklama neşredilmemiştir. Biz hem bütünlüğü korumak, hem bazı farkların görülmesine yardım etmek için şiiri aynen buraya almakta bir mahzur görmedik, Bu farklı­lıklar, Gökalp’in şiir ve makalelerinin değişik yerlerde bazı küçük farklarla yayımlanmış olmasından ileri gelse gerektir.

10) «Rıza Tevfîk'in Felsefesi» başlıklı bu uzun ma­kale de «Celâl Sâkıp» imzasıyla Genç Kalemler’de neş­redilmiştir. Cilt: III, sayı: 15, sayfa: 60-71 «Celâl Sâ- kıp» imzası da «Gökalp» imzası gibi bir ara Ali Cânip Yöntem tarafından kullanılmıştır. Nitekim Genç Ka­lemlerin 20. sayısındaki Celâl Sâkıp imzalı «Tetebbu Karşısında Mehmed Fuat Bey» başlıklı yazı Ali Canip’e aittir. Fakat «Rıza Tevfik’in Felsefesi» başlıklı yazı Ziya Bey’e aittir. (Bk. Tütengil, aynı eser, s. 16)

11) Recâîzâde Mahmud Ekrem hakkındaki «Gö­kalp» in ifadeleri Türk Y urdunun 6 Şubat 1329 tarihli nüshasında cilt: 5 sayı: II, sayfa: 1181’de neşredilmiş­tir.

98

Page 103: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

12) «Türk İli : Eski Türklerde Din» adındaki ma kalesi ise «Ziya Gökalp» imzasıyla Dârulfünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuasında neşredilmiştir. Sene: I, sayı: .S, sayfa : 457-474, Teşrin-i sâni 1334.

13) Türk Yurdu'nda çıkan «Cemaat medeniyeti, ce­miyet medeniyeti» başlıklı yazı Türkleşmek, İslâmlaş­mak, Muasırlaşmak, kitabında «Hars Zümresi Medeniyet Zümresi» başlığıyla jıeşredildiği için buraya almayı tıy- gun görmedik.

99

Page 104: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

GÖKALP’İN MAKALELERİNDE İSMİ GEÇEN BAZI İLİM - FİKİR VE DEVLET ADAMLARINA DAİR

NOTLAR (*)

1) ALKİBYADES: (M. Ö. 450 - 404), Atinalı gene­ral ve devlet adamı. Sokrat’ın talebesi olmuştur. Çok muhteris bir kimse idi. Bu yüzden Sokrat’m yaşadığı ve öğrettiği faziletlerinin hiçbirini benimseyememiştir. Aki- beti de iyi olmamıştır.

2) BERGSON, Henri : (1858 - 1941), Yahûdî asıllı Fransız filozofu. Parlak bir tahsil yaptı. 19 yaşında Ecole Normale Superieure’e girdi, 30 yaşında edebiyat doktoru oldu. 1900-1914 arasında College de France’da hocalık yaptı. 1928’de Nobel ‘mükâfatı aldı, 1914'de Fransız Aka- demisi’ne üye seçildi. Teemmülü (reflexion) psikolojik bir «ben» felsefesinden hareket ed er: Şuurun Doğrudan Verileri Üzerine Deneme ve Madde ve Hâfıza adlı eser­lerinde bu husustaki fikirlerini ortaya koydu. Devrinin ilimciliğine (scientisme) ve zihinciliğine karşı mücadele açtı. Daha doğrusu hocaları 'Jules Lachelier ve bilhassa Emile Boutroux'nun açmış olduğu mücadeleyi başka metodla devam ettirdi. Bergson insan ve kâinat hakkın­da bütüncü bir tecrübeyi formüle etmeye çalıştı. Ona gö­re bu tecrübe mekanik ve matematik tâbirlerle ifade edi­lemez. O zekâyı ve olayları sınıflandırmada, onları ana­

(*) Gökalp’in makalelerinde ismi geçen bazı ilim - fikir ve devlet adamlarına dair n otlar: Alkibyades, Bergson, Berkley, Des­cartes, Durkheim, Eflâtun, FouiilĞe, Gazalî, Guyau, Hâff- ding, W. James, Kant, L. Bruhl, Mauss, Mâverdi, S. Mili; Muhiddin Arabî, Müller, Nietzsche, Nordau, Renan, Sepencer, Comte, Taine.

100

Page 105: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

liz etmedeki zekânın rolünü inkâr etmemekle beraber, onu bir bilgi âleti olarak tenkid eder. Zekâ hayatı anla maya tabiatı icabı kabiliyetsizdir; O, sadece süreksiz vc hareketsiz olanı tesbit etmekten başka bir şey yapamaz. Ama Bergson «doğrudan sezgi »ye itibar etmiş ve yaşa­makta olan Ben’de «Hayatın ruhum u onunla hissetmenin mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü «sezgi» zekâ gibi âlemi parça parça yaparak incelemez, o, süje ile obje arasındaki ikilikten sakınır; çünkü her objenin şuurda bir «izi» var. Bu bakımdan sezgi, «ruh vasıtasıyla zih­nin doğrudan görüşüdür», «doğrudan şuur, idrak edilen objede ayrılan bir görüş, temas ve birlikte oluştan ibaret bir bilgi» dir. Bergson'a göre zaman ve mekân derinliği­ne farklı iki boyuttur. Mekân maddeyi, zaman ise hayatı ve ruhu karakterize eder. Zaman mücerret bir kavram, bir düşüncedir, halbuki süre «müşahhas» tır. Ona göre realite varlıkta değil, ama sırf oluşta, bir «tekâmül - ev- nm»dedir. Bergson «hayatı bir yaratma» olarak görür; bunun için «yaratıcı tekâmül» fikrini materyalist tekâ- mülcülüğe mekanizme ve determinizme karşı ileri sür­müştür. Bergson’un fikirleri sonunda hürriyetin ve aksi­yonun toptan tasdikine u la ş ır: İnsan hâricî hayatın ika­ları, itmeleri ile şuurunun sezgisi arasında bir seçme yap­mak zorundadır. Her türlü tâyinin, belirlemenin ötesinde ben’in derinliklerinden gelen hür fiil bize hakikatimizi ve sırf hürriyetimizi ilham eder.

Bergson'un fikirleri materyalist düşüncenin at oy-, nattığı bir devri mahkum etti ve çeşitli maddeci anlayış­lara karşı mücadelede çok tesirli oldu. Yaşayan birçok filozofları ve felsefelerini tenkidi ile psikolojiyi, poziti- vistlerin saf dışı ettikleri metafiziği yeniden kurdu, de- rûnî varlığın haklarını kabul ettirdi ve realitenin gizlen­diği sırlara nüfûz etmeye çalıştı. Bergson’un eserleri M. Şekip Tunç ve M. Karasan tarafından dilimize çevrilmiş­

101

Page 106: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

tir. N. Topçuya, N. Fazıla, Gökalp'e, H. Ziyaya tesir et­tiği söylenebilir.

Bilhassa N. Fazıl'm «Tohum» piyesinde bu tesir çok bârizdir. N. Topçu «Bergson İst.» 1968, eseriyle doçentlik çalışması olarak Bergson’u incelemiştir.

3) BERKLEY ,George (1685-1753) : İngiliz filozo­fu Ve papazı. Yunanca, İbranca ve ilâhiyat tahsil etti. İtalya, Sicilya ve Fransa'ya seyahatlar yaptı. Görüş üze­rine yazdığı bir kitapta göz yardımıyla meydana gelen idrakin sembolik mâhiyetini ortaya koydu. Böylece ha­reket noktası olarak aldığı idraki Beşerî Bilginin Pren­sipleri Üzerine ve Hylas ve Philonaus arasında muhave­re eserlerinde geliştirerek bir teori haline getirdi. Lock’ un birinci ve ikinci kalite tefrikini reddettiğinden düşün­cenin dışında her realiteyi inkâra yöneldi. Berkley, in­sanın kendi idelerinden başka bir şeyi doğrudan idrâk edemeyeceği fikrinden hareketle, eşyanın ancak idrâk edildikleri zaman var oldukları kanaatma vardı. Temel tezi şu d u r: «Var olmak idrâk edilmiş olmak veya idrâk edilmektir. - Esse est percipi». Ona göre insan zihnindeki Okirler (ideler) pasiftir. Bu ideler maddî olmayan bir cevher, bir şuur tarafından idrâk edilirler. Bu şuur aktif olup ideleri de meydana getirir. Her hâlü kârda objeleri idelere irca eder Berkley'e göre âlem «mânâlı münasebet­lerin bir sistemi» olup Allah, İnsan ruhlarının yaratıcı bir kaynağıdır. Mânevî cevherlerin çokluğunu, kevnî zi­hinsin varlığını kabul eden Berkley’e göre, ideler Tanrı’ nın zihninde kuvve hâlinde insan zihninde ise fiilî olarak mevcutturlar. Berkley’in bu tezi, immateryalist (yahut tecrübeci idealizm ve nominalist) bir felsefenin temeli kabul edilmiştir.

Berkley’in maddeyi ve maddî dünyayı idrâke ve şuu­ra irca ederek inkâra yönelmesi, materyalistlerin ve bil­

102

Page 107: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

hassa Marksistlerin devamlı hücumuna yol akmışııı. Berkley’in yukarıda adı geçen iki mühim eseri SalTcl liıı gin tarafından dilimize tercüme edilmiş ve b ir anıda lı;r silmiştir.

4) DESCARTES, Rene: (1596 - 1650) : Fransız âli­mi ve mütefekkiri. Önce orduda subay olarak çalıştı. Son­ra ordudan ayrılarak hayatının büyük bir kısmını Hol­landa’da geçirdi. Hollandalı ilâhiyatçılar tarafından ce­zalandırıldığı için İsveç’e gitti ve orada öldü. Kendisi Analitik geometrinin kurucusu sayılır. Matematiği fiziğe tatbik etmiştir. Felsefesi, fiziği, kozmogonisi ile sıkı sı­kıya irtibatlıdır. «Açık ve seçik fikirlerle düşünme» fikri­ni felsefeye getiren ödur. Metodlu (Yahut Gökalp’in de­diği gibi usûlî) şüphesi ile felsefî düşünceyi her türlü otoritenin baskısından kurtarmış, zihnin doğru düşünme­sine mâni olan engelleri ortadan kaldırmıştır. Hakikata ulaşmak için bir defa da olsa her şeyden şüphe etmiş, açık ve seçik bilgiye ulaşınca da ona sarılmıştır. însan bilgisinin kaynağı olarak Allah’ın varlığını ve bilgisini en sağlam garanti görmüş, Kopernik’in Güneş sistemini âle­min merkezi yapması gibi, Descartes da Kopernik vâri bir inkılâp ile Allah’ın varlığım ilme ve felsefeye temel yap­mıştır. Descartes Allah’ın mükemmel varlık olması dolayı­sıyla, böyle bir mükemmel varlığın aldanmayacağım ve al­datmayacağını, aldanma ve aldatmanın noksan varlıklara mahsus olduğunu söyleyerek, Allah’ın bilgisinin ve bize bildirdiğinin en doğru ve en güvenilir bilgi olduğunu söy­lemiştir.

Descartes madde ve ruh diye iki zıt cevher kabul et­miş, maddeyi mekân ile özdeş kılmıştır. 'Hareket ve sü­kûnet hâllerindeki maddeyi yaratmış olan Allah, maddede bu iki hâlin bulunmasını da sağlamıştır. Bu bakımdan Des­cartes hareket miktarının sabit kaldığını Allah’ın değiş­

103

Page 108: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

mezliğine dayanarak ileri sürmüştür. İnsanı ruh ve beden (madde) den ibaret gören Descartes’e göre, ruh ve be­den beyindeki kozalaksı bez vasıtası ile karşılıklı tesir ederler. Kurduğu maddeci fizyolojiye dayanarak hay­vanları ruhtan mahrum birer otomat olarak görmüş ve mekanik «anlayışının mahsulü olarak «makine hayvan» fikirini getirmiştir. 18. asır materyalistleri Descartes’in kabul ettiği iki cevherden ruhu inkâr ederek kurdukları yeni materyalizmi Descartes’e dayandırmışlar, kendileri­ni Descartes'in devamı gibi göstermek istemişlerdir. Hat­ta bunlardan La Metterie daha ileri giderek «makina in­san» fikrini ileri sürmüş ve bu isimde bir de kitap yazmış­tır. Descartes’e göre düşünce, ilk kesinliği temsîl eder, buradan kendi varlığını çıkarır, sonra da Allah’ın varlı­ğına ulaşır, oradan da dış âlemin varlığını çıkarır. Tam bir rasyonalist olan Descartes’in doktrini düşünceden baş­layarak her şeyin dedüksiyonla çıkarılışına dayanır.

Descartes bu meziyetleri ve hususiyetleriyle hem mo­dern ilmin, hem modern felsefenin babası sayıldığı gibi, modern spritüalizmin ve modern materyalizmin de ba­bası sayılmıştır. Descartes’in Metod Hakkında Nutuk adlı eseri ilk defa 1896’da İbrahim Edhem tarafından ter­cüme edilmiş, daha sonra bütün eserleri Mehmet Kara- san tarafından Türkçeye kazandırılmış ve M. E. Bakanlı­ğınca basılmıştır.

5) DURKHEİM, Em ile: (1858 - 1917) : Yahûdî asıl­lı Fransız âlimi ve filozofu. Fransa’da «Sosyoloji Mekte­bi »nin kurucusudur. Aynı zamanda Levy Bruhl, Hal- bwachs, m, Mauss, C. Bougle gibi bu mektebe mensup kimselerle 1896’da L’Annee SocioIogique dergisini kur­muştur. Esas tezi Sosyal İş Bölümü, 1893 adlı kitabın­da ortaya koyduğu şu fik ird ir: Çocukluğundan itibaren ferdin gelişmesi, gittikçe artan bir bağlılıkla cemiyetin içinde ve onun sayesinde mümkün olmaktadır. Sosyolo­

104

Page 109: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

jik Metodun Kâideleri, 1894 adlı eserinde sosyolojinin prensiplerini ortaya koymuştur: Durkheim sosyal değer­leri ve miiesseseleri birer «eşya gibi» mütalâa eder. Onun cemiyetleri cansız birer eşya gibi nazara alması baş­ka birçok sosyologlar tarafından şiddetle tenkit edilmiş­tir.

îlmin geleceği hakkında mutlak bir imana sahip olan Durkheim, A. Comte'un idealini benimsedi ve onun pozitivist esaslarının sosyolojiye tam tatbik etmeye ça­lıştı. O, tabiat ilimlerinin metodları gibi kesin, neticeleri gibi emniyetli objektif bir cemiyet ilmi «Sosyoloji - iç­timaiyat» kurmak istedi. Onun iddiası şu d u r: Sosyal ol­gunun hususî karakteri ferdi şuurun dışında olmaktır. Bu, kâdir-i mutlak «kollektif tasavvurlarda» bulunur. Din, ahlâk, hukuk, aile, dil gibi İçtimaî müesseselerin kaynağı cemiyettir ve bu, «mâşerî vicdan»dır. Durkheim buradan cemiyetin tanrılaştınlmasma kadar gider. Cemi- yet fertlerin üstünde olup yaratılmamıştır, fakat fertleri yaratmıştır. Çünkü cemiyet bütün üstün zihnî faaliyet ve fonksiyonların temelidir. Ahlâkî değerler, cemiyetlerin hu­susî1 mâhiyetince tâyin edilmiştir. Bu mâhiyetlerin değiş­mesiyle ahlâkî değerler de değişir.

Durkheim, İntihar adlı eseriyle cemiyetteki birta­kım sapma ve bozuklukların ortaya çıkmasına yol açmış­tır. Ona göre dinî duyguların kuvvetli olduğu cemiyetler- lerde intiharlar aza görüldüğü halde, bu duyguların za­yıfladığı cemiyetlerde intiharlar hızla artmaktadır. Sos­yolojinin ortaya koyduğu kanunlarla aydınlanan ferdî şuur reformcu bir anlayışla kendisini cemiyetin düzelme­sine vakfedebilir. Böylece sosyoloji, Durkheim nazarın­da amelî yahut pratik bir gayeye ve kapasiteye de sahip­tir.

Durkheim’in kurduğu ve bütün değerleri cemiyete,, mâşerî şuura irca eden sosyolojizm yahut sosyolojik mek­

105

Page 110: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

tep memleketimizde Ziya Gökalp ve arkadaşları tarafın­dan temsîl edilmiştir. Ziya Bey, dârülfünûnda içtimai­yat müderrisi iken yardımcıları olan Necmeddin Sâdık (Sadak) ve Ahmet Emin Yalman ile Hüseyin Cahit (Yalçın), Orhan Midhat’a yaptırdığı tercümelerle, bu mektebi, Leplay’m tecrübesi sosyolojisinin karşısında Türkiye’de tutundurmaya muvaffak olmuş, Cumhuriyet döneminde bu mektebin görüşleri okulların resmî prog­ramlarında okutulmuştur. Durkheim’in hemen hemen bü­tün eserleri Türkçeye çevrilmiş ve M. E. Bakanlığınca bastırılmıştır. Bu mektebin görüşleri, Gökalp’m en bü­yük kaynağını teşkil etmiştir. Bu mektep din sosyolojisi­nin de kurucusu olduğu için Gökalp eski Türklerin dini yaşayışları hususundaki araştırmalarında da azamî de­recede bu mektebin araştırmalarından istifade etmiştir.

6) EFLÂTUN : (428 - 347) Asıl adı Aristocles’dır, bu da «Geniş omuzlu» mânasına gelir. Yunan filozofudur. Sökrat'm tilmizi, Aristo’nun hocasıdır. Eserleri 28 diya­logdan müteşekkildir. Bu diyalogların hemen hepsi dili­mize çevrilmiştir.

Eflâtun, felsefe tarihinin en büyük filozoflarmdan- dır. İdealist felsefenin de kurucusu ve en büyük temsilci­si sayılır. Ona göre iki âlem v a rd ır: İdeler ve gölgeler âlemi. İdeler âlemi, varlıkların asıllarmm bulunduğu, gözle görülemeyen ve ancak akılla kavranan âlemdir. Gölgeler âleminde ise, ideler âlemindeki asıl varlıkların gölgeleri vardır, bunlar geçici varlıklardır. Bu bakımdan ideler gerçek varlıklardır. Bölge varlıklar, ideler âlemin­deki asıllarmda ne kadar pay alabilirlerse o kadar var­lık kazanırlar. Pay alamadıkları nisbette de varlıklarım kaybederler. Demek ki ideler varlıkların özünü teşkil et­mektedirler. Bu bakımdan Eflâtun’un idealizmi, Berkley’ in sübjektif idealizminin aksine objektif bir idealizmdir. Eflâtun bu idealist ve spritüalist felsefesiyle hem devri­

106

Page 111: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

nin hâkim felesefesi olan maddeciliğin belini kırmış İh-m de günümüze kadar çok değişik tesirlere yol açmıştır. Ef­lâtunun İslâm dünyasında da çok geniş ve değişik tesir­leri olmuştur. îlkçağ felsefe tarihçilerinden Numen i us Eflâtun için «Yunanca konuşan Musa» demiştir. Bu da onun Yahudi dininden aldığı tesirleri ifade için olsa ge­rektir.

7) FOUİLLEE, Alfred: (1838 - 1912) : Fransız filo­zofu ve yazarı. Metodu «Uzlaştırma »dır. Doktirini «Kuvvet-fikir» «İdees- forces»ler teorisidir. Bu «Uzlaş­tırma» metodu, eklektik metoddan ayrıd ır: Eklektik me- tod, tarihî olduğu halde «uzlaştırma» metodu spekülâtif bir karakter taşır. Fouillee daima sentezi temin eden ye­ni fikirleri araştırmıştır. O, zamanında yavgm olan na- türalizm ile ahlâkı isteyen idealizmi uzlaştırmak için gav- ret etmiştir. Bunu devrinin bir ihtiyacı olarak görmüş­tür. Ondaki «kuvvet - fikirlerin tekâmülü» fikri Spencer’ in mekanist tekâmülcülüğüne hassaten karşıdır.

Fouillee «idees - fikirler»den, Spinoza gibi, bütün şuurlu zihnî halleri ve onların mevzularını anlar. Fikir­lerin kuvvetinden o üç mânâ an la r: Psikolojik yönden o, aktif ve iştiha veren bir elemandır. Fizyolojik yönden fi­kirlerin kuvveti, uygun bir harekete ait her şuur hâlini birleştiren kanundur. Umumî felsefe açısından ise o, aklî ve zihnî ilk faktörlerdendir.

Fouillee, bu uzlaştırmacı anlayışla, determinizm ile endeterminizmi uzlaştırarak bir senteze ulaşmaya çalış­mış, bu senteze de hürriyet fikri ile ulaşmak istemiştir. Ona göre determinist de endeterminist de hürriyet fikri­ne sahiptir. Fouillee’nin bu terkipçiliği orijinallik taşıyan bir terkiptir. Ahlâk ve sosyolojiye dair eserlerinin yanın­da psikolojik eserleri de vardır. Felsefe Tarihi adlı eseri Baha Tevfik tarafından tercüme edilerek Osmanlı­

107

Page 112: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ca olarak basılmıştır. Ziya Gökalp, Durkheim'den sonra en çok Fouillee'nin fikirlerine yakınlık duymuş ve onun kuvvet - fikir teorisinden kendi idealist felesefesinde isti­fade etmiştir.

8) GAZZALÎ, Ebu Hamid Muhammed: (1058- 1111) : Tus yakınında Gazale köyünde doğdu. Nizamiye medreselerinde tahsil gördü. Genç yaşta üstün zekâsı ve müstesnâ bilgisiyle dikkatleri üzerinde topladı. Bu yüz­den 1091'de Selçuklu veziri Nizâmül Mülk, Bağdat’ta kurduğu Nizamiye Medresesi’nin idaresini ona verdi. Ho­calığı sırasında Müslümanların inançlarını bozan ve cemi­yette anarşiye yol açan sakat felsefî cereyanlara ve batı- ııîliğe karşı kuvvetli bir mücadele açtı. Onların sakat ta­raflarını ortaya koyan ve fikirlerini tesirsiz hâle getiren ilmî, fikrî kalıcı eserler verdi. Bu mücadelelerinden dola­yı kendisine «Hücoetülislâm» gibi ünvanlar verildi. H. Corbin'in dediği gibi çok kuvvetli bir şahsiyete ve çok sis­temli çalışan bir kafaya sahipti. Gazzalî bütün vüs’at ve kabiliyetiyle, çekinmeden, bilgi ve şahsî kesinlik proble­mine eğilmiş, bunun için Descartes’tan evvel metodlu şüp­heyi kullanmış, önce duyulardan şüphe etmiş ve akla bağ­lanmış, sonra akla da itimadı kalmamış, insanın akıl ile de kesin bilgiye ulaşamayacağını göstermek için akim gü­cünü ve kapasitesini ele almış, insan bilgisinin kaynağım, vasıtalarını ve hududunu tenkit ederek Kant’tan çok ev­vel tenkitçi felsefenin esaslarını ortaya koymuş oldu. Kant metafiziği tenkit ederken Gazz?tlî'nin yaptığı tenkit­lerden, esasta farklı bir şey söylemiyordu.

Gazzalî'nin «kalb gözü» ve «kalb mantığı» fikri ay­nen Pascal’a geçmiş ve onun felesefesinin esasını teşkîl etmiştir. Bu intikali M. A. Palacios metin karşılaştırmak suretiyle ortaya koymuştur. Gazzali sebeple netice ara­sındaki bağı zarurî görmediği için modem endeterminiz-

108

Page 113: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

min ve Boutroux’daki «Zorunsuzluk» felesefesinin haber­cisi olmuştur. Ayrıca sezgici anlayışıyla Bergson’a ve ve­sile sebep anlayışıyla Malebranche’a öncülük etmiştir. Eserleri 1145'den itibaren Lâtinceye ve diğer batı dille­rine çevrildiği için batıda çok yönlü en çok tesir eden filozof olmuştur. Bugün de batıda en modern ve oriji­nal İslâm filozofu olarak rağbet görmektedir. Hakkında çok değişik ve orijinal araştırmalar yapılmış ve yapılmak­tadır. Memleketimizde de Gazzali üstüne çeşitli tetkik eserleri neşredilmiştir. Başta «İhya» ve «Tehâfüt’ül, Fe- lâsife» olmak üzere birçok eseri dilimize çevrilmiştir.

9) GUYAU-Jean Marie : (1854-1887) : Fransız şair ve filozofu. Filozof Alfred Fouillee’nin yakın akrabası ve damadı. 33 yaşında ölmesine rağmen keskin zekâsı ile tesirli oldu. 19 yaşında «Epicur’den İngiliz mektebine ka­dar faydacı ahlâk üzerine» yaptığı araştırması ile Mânevi İlimler Akademisinin mükâfatını kazandı. Eserlerinin ah­lâkî yönü iki esasa dayanır: 1) Yapabiliyorsan, yapmalı­sın, 2) insanlar sıkı bir dayanışma ile biribirine bağlıdır. Guyau ister ki, felsefe pratik ve sosyal bir vazife görsün, yâni fertler gibi halkları da daha iyi şartlara ve daha üs­tün seviyelere yükseltsin. O, bunun İlmî verilere dayana­rak yapmanın mümkün olacağına inanıyordu. Onun fel­sefesinde hayat ve güzellik, bir de cemiyet fikri hâkim olan unsurlardır. Sisteminde hayat geliştikçe ferdin ve­rimliliğinin, lütûf ve iyiliğin, sosyalleşmesinin de gelişti­ği fikri hâkimdir. Ferdî hayatın sosyal görüşünü tetkîk ederek aynı temel üzerine daha sağlam olarak ahlâkı, san'atı, ve dini oturtmuştur. O cemiyette mistik değil, sosyal bir mecburiyet gördüğü için «Yapabiliyorum, o halde mecburum-Je puis, done je dois» diyordu. Ona gö­re din, 'küllî (universelli) bir cemiyettir. Guyau’nun fi­kirlerinden Ziya Gökalp’m istifade ettiğini söylemek yan­lış olmasa gerektir. Fouillee ile Guyau’nun durumu bizde

109

Page 114: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Ahmed Midhât Efendi ile Muallim Nâci'nin durumuna çok benzemektedir.

10) HÖFFDİNG, Harald : (1843 - 1931) : Danimar­kalI filozof ve âlim. Pozitivist bir anlayışa sahip olan Höffding’in doktirini, Spinoza, Kant ve Ingiliz felsefesine dayanır. Araştırma eserleriyle daha çok tanınmıştır. En mühim eseri iki büyük ciltlik Muasır Felsefe Tarihî ve Muasır Filozoflar'dır.

11) JAMES, W illiam: (1842 - 1910) : Amerikalı fi­lozof ve fizyoloji âlimi. Pragmatizm denen felsefenin ku­rucusu ve en büyük temsilcisidir. Bu felsefeye göre zekâ­nın esas vazifesi bize eşyayı tanıtmak değil, onlar üzerin­de pratik yönden tesirler yapmamıza, faaliyet gösterme­mize imkân vermektir. Bu bakımdan hakikî fikir, başarı kazanan fikirdir. Bu felsefe ampirizm menşelidir. Müşa­hedelere itibar etmeyen bu felsefe hakikat olarak «pra­tik değeri» olana, verimlilik, kullanışlılık, küllî uygunluk gibi ölçülerden birine uygun düşen fikri kabul eder. Bu felsefenin hususi bir şekli de J. Dewey tarafından gelişti­rilmiş olan aletçiliktir. Değerleri amelîlik, faydalılık, ve­rimlilik gibi izâfî ve günlük mefhumlara dayandırarak hiçe sayan bu felsefe, eğitime de çok tesirli olmuştur. Dünyanın pek çok memleketinde olduğu gibi pragmatik anlayış, bizde de maarifimize hâkim olmuştur. Faydanın ve pratik geçerliliğin rolünü ifrata vardıran Amerikan pragmatizmi bizde Avni Başman, Emin Erişirgil tarafın­dan temsîl edilmiştir. W. James’in Pragmatizm adlı eseri M. Aşkın tarafından dilimize kazandırılmıştır. Bu hususta diğer bazı eserler de çevrilmiştir.

12) KANT, Em m anuel: (1724-1804) : Alman filozo­fu. Tenkitçi felesefenin kurucusudur. îskoçya'da doğdu, 3 yaşında girdiği Könisberg'de ömrünü hiç dışarı çıkmadan tamamladı. Saat gibi işleyen muntazam b ir hayatı ve çalış­

110

Page 115: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ması vardı. Esas felsefesini Saf Akim Tenkidi, 1781 adlı eserinde geliştirdi. Hume, Newton ve J. J. Rousseau’nun tesirinde kalmıştır. Saf Akim Tenkidi’nde insan bilgi­sinin nasıl teşekkül ettiğini, insanın nasıl ve nereye ka­dar bilebileceğini idealist ve rasyonalist b ir tarzda orta­ya koydu. Felesefenin gayesinin âlem hakkmdaki bilgi­mizi genişletmek 'değil, insan bilgisini derinleştirmek ol­duğuna kanaat getirdi. Bunun için ilmin mezuunu teşkil eden ve zihindeki kalıpların içine girerek bilgi hâline ge­len (nesnelerin kesin ve müsbet bir şekilde bilinebilece­ğini, fakat mutlak gerçeğin bilinemeyeceğini, yani meta­fiziğin mümkün olmadığını ileri sürdü. Bu daha sonra pozitifistler tarafından tam b ir metafizik düşmanlığına çevrilmiştir. Kant Saf Aklın Tenkidi’nde zihni merkez alarak felsefede Kopemik vâri bir inkılâp yaptığım söy­lemiştir. Böylece zihnimizin derin imkânlarını tahlil ede­rek, onun nelere kabiliyetli olduğunu, neyi bilebileceğini, neler yapabileceğini ortaya koydu. Saf Aklın Tenkidi* nde tahlilini yaptığı bilginin imkânlarını, matematik bil­ginin şekillerinden ve devrinde hâkim olan Newton fi­ziğinin temel iprensiplerinden çıkardı. Olaylar (fenomen­ler) âlemini saf akılla (bilebileceğimizi Söyleyen Kant, olayların gerisindeki sebepler dünyasına nazarî aklın ulaşamayacağına kanaat getirerek bu üstün âleme ancak pratik akıl yani ahlâk ile ulaşılabileceğini ileri sürdü. Bu­nun için Pratik Aklın Tenkidi adlı eserini yazdı. Bu ki­tapta o gösterdi ki ahlâkî kanun, varlığımızın en derin im­kânıdır, yani «şartsız emirler» hürriyetimizin Ve hakiki kaderimizin mutlak bağıdır. Kant böylece ilim dışına at­tığı ahlâk, din ve san’ata ulaşmak için b ir kapı açmıştır. Kendisi de «imana yer vermek için bilgiyi tahdit ettim» demiştir.

Hüküm Gücünün Tenkidi (1790) adlı eserinde ise san'at felesefesine ve organik (hayata ait b ir teoriye yer

111

Page 116: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

vermiştir. K ant bu kitapta felesefesinin nazari ve amelî kı­sımlarım yani insanın bilgi, aksiyon rve 'his gibi üç ayn yö­nünü birleştirmeye çalışmıştır. Kant’m idealizmi zihnin kalıplarına göre bilginin teşekkül ettiğini kabul ettiği için İzafî ve tenkitçi b ir idealizmdir. Kant’m felsefede çok de­rin tesirleri olmuştur.

13) LEVY - Bruhl, Lucien: (1857-1939): Fransız sosyolog ve ilim adamı. İbtidâî kavimlerin düşüncesi ve zihniyeti üzerine çalışmaları ile meşhurdur. Fakat «tbti- dâî zihniyet»e ait ileri sürdüğü fikirler bugün değerini kay­betmiştir. Hatta kendisi bile bunlardan sonra vazgeçmiş­tir. Örf ve âdetler ilminin kurucularından sayılır. Durk- heim’in sosyoloji mektebine mensuptur. Auguste Comte’ un Felsefesi adlı eseri Z. Fahri Fmdıkoğlu tarafından dili­mize çevrilmiş, iki defa (1940, 1970) basılmıştır.

14) MAUSS, M arcel: (1872-1950): Fransız sosyo­logu ve ilim adamı. Bu da Durkheim mektebi mensupla­rındandır. Medenîleşmemiş halkların dinleri üzerine ça­lışmıştır. Fransız etnolojik mektebinin de kurucusudur. Esas endişesi, sosyal olgunun kültürel muhitten tecrîd edilmesini önlemektir. Çünkü ona göre, kültürel muhit ol­maz sosyal olguyu 'düşünmek çok yanlış bir davranıştır. Bu anlayışı onu bütüncü b ir nazariyeye götürmüştür .- «Kültürel bütünlük olarak sosyal olgu».

15) MA VERDİ, Ebul-Hasan Ali Bin M uhammed: (974-1058) : Şafîî fıkıh âlimi ve İslâmda siyaset nazari- yecisi. Tahsilini Basra ve Bağdat'ta yaptı. Amme hukuku­na ait meseleleri zamanının siyâsî şartlarından çekinme­den ele alabilmiştir. En meşhur eseri Kitâb-ı Ahkâm-ı Sultaniye’dir. Bu kitap dünyanın belli başlı dillerine çev­rilmiş ve üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu ki­tap B onnda 1953de, Paris'te 1900-1906'da basılmıştır. Türkçeye de son zamanlarda Ali Şafak tarafından tercü­me edilmiş ve Bedir Yaymevince basılmıştır.

112

Page 117: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

16) MÎLL, S tuart: (1800-1873): îngiliz filozofu, mantıkçı ve iktisatçısı. Felsefesi Hume’unkine ve 17. asırtecrübeciliğine yaklaşır. Tecrübeci anlayışı ahlâkta «mi­litarizm» e tatbik etti. Bentham'ın faydacılığını devam el- tiren bu ahlâk felesefesi, saadeti ahlâkın son hedefi ola­rak almakta, fakat bütün üstün değerleri çok farklı mâhi­yette olabilen menfaate bağlamaktadır. En üstün değer Bentham’a göre en büyük, Mill’e göre en yüksek arzulara sebep olan şahsî menfaattir. Mili, haz ve zevklerin takdi­rinde kemiyet kavramına keyfiyet kavramını da katarak bu mesleği geliştirdi. Mill’in hürriyete dair eserî H. Cahit (Yalçın) tarafından çevrilmiş ve Osmanlıca olarak, basıl­mıştır. Utilitarisme adlı eseri de Ş. Nazmi Coşkunlar ta­rafından tercüme edilmiş ve Millî Eğitim Bakanlığınca basılmıştır (1946). Ziya Gökalp, faydacı anlayışın terbi­yeye tatbîk edilemeyeceğini, terbiyeye utilitarist favdalar güden hedefler göstermenin yanlış olduğunu müdafaa et­miştir. '

17) MUHİDDİN ARABÎ (1162-1240) : Endülüs (îş- biliye) lü âlim, mutasavvıf ve filozoftur. Din, ilâhiyat, ede­biyat, felsefe tahsîl etti. 38 yaşında Hac için Mekke'ye git­ti. Sonra Şam, Bağdat'ı dolaştı ve Anadolu'ya geçti. Kon­ya'da Sultan Kılıç Arslan'm himayesini gördü. Moğolların hücûmundan Konya'ya sığman Malatya hükümdârı Sul­tan Yusuf'un dul karısı ile evlendi, oğlu Sadreddin’i evlât­lık edinip yetiştirdi. Bu sebeple Sadreddin Ronevi'nin hem hocası hem 'babalığı oldu. Şam'da öldü. Muhiddin İs­lâm mütefekkirleri içinde en çok ve çeşitli mevzularda ya­zan kimsedir. En mühim iki eseri Füsûs’ul - Hikem ve Fütûhat ul - Mekkiye'dir. Felsefî sistemi «vahdet-i vü- cûd»dur. Esas kaynağı Kur'an olup onun tasavvûfî tefsi­rine dayanır. Bu arada Yeni Eflâtuncu felesefeden, ke- lâmcılardan, işrâkîlerden tesirler almıştır.

113

Page 118: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Muhiddin Arabi'ye göre hakikat varlığın birliğinde- dir. Her şey Allah’ın birliğinden ibarettir. Hakiki varlık yalnız Allah olunca âlem de O'nun tecellisi ye zuhurundan ibarettir. Onun felsefesinde Allah âlem ile karışmaz. Bu yüzden onun sistemine panteizm demek doğru olmadığı gibi idealizmi de, ideal birliği de eşya ile karışmış değildir, ondan müstakildir. Ona nüfûz eder, sonra çokluk hâlinde meydana çıkar. Bu idealizmin zıddı tabiatı - Spinoza’da ol­duğu gibi - hakîkî varlık sayan natüralist panteizmdir. Biz­de umumiyetle vahdet-i vücûd ile panteizm karıştırılır ve­ya birbirinin aynı sayılır. Bu hatadan Gökalp kurtulmuş­tur. M. Arabi’nin bu idealist felsefesi garpta Bruno ve Spinoza'ya tesir etmiştir. Ayrıca Dante'nin İlahî Komedi' sinin konusu, terkip tarzı ve Mânevî Mi’râc fikri tamamen Muhiddin’den alınmıştır. Bu husus M. Asin Palacios'un metin karşılaştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Muhiddin Ara­bî «Ekberiye» medresesinin kurucusu sayılır. Ekberîlik,S. Konevî, Dâvûd-i Kayserî, Bosnalı Abdullah Efendi gibi zatlar tarafından M. Arabî idealist istikamette tefsir edi­lerek devam ettirilmiştir. Şeyh Bedreddin Simâvenî tara­fından da natüralist istikamette tefsir edilmiş olmasına Aziz Mahmud Hüdâî ve 1. Hakkı Bursevî şiddetle karşı çıkmışlardır. Ekberîliğin ve vahdet-i vücûd’un en son ve en modern temsilcisi ve müdafii Ismâil Fennî Ertuğrul' dur. M. Arabi'nin Füsûs ul-Hikem’i dilimize çevrilmiş ve M. E. Bakanlığınca basılmıştır. Ayrıca Afîfî’nin bu husus­taki bir eseri dilimize çevrilmiş ve basılmıştır. Prof. Nihat Keklik de M. Arabî üzerinde çeşitli araştırmalar yapmış ve bunları neşretmiştir.

18) MÜLLER, Max (1823-1900): Alman lisaniyat- cısı, şarkiyatçısı ve mitoloji âlimi, Leibzig ve Berlin’de tahsîl yaptı. Paris’te Burnouf’un Sanskritçe derslerini tâ- kîb etti. Onun tavsiyesi ile «Rig-Veda»yı neşretme işini üstüne aldı. Bu iş 26 sene sürdü. Sonra Oxford’a yerleşti.

114

Page 119: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Orada modern diller ve edebiyatları profesörü oldu. Diııiıı kaynağı olarak tabiat kuvvetlerini ve onlardan doğan kor­kuyu göstermesi Durkheim tarafından çürütüldü. Durk­heim'e göre tabiatçılık ibtidâî din olamaz, insan kendisin­den daha âciz olan varlıklara tapmıştır, fakat tabiat kuv­vetlerine Yapmamıştır. Dinin menşei korku olamaz; zira tabiatın mâhiyeti anlaşılınca insanın dinsiz olması lâzım gelirdi. Halbuki tabiatı tedkîk eden âlimler daha dindar olmuşlardır. Müller’in Din ve Büyü gibi bazı eserleri di­limize çevrilmiştir.

19) NÎETZSCHE, Friedrich (1844-1900): Alman filozofu. Bonn ve Leibzig'de tahsil yaptı. Richard Wagner' in dostu oldu. Bâle’de 1.878'e kadar profesörlük yaptı. Son on iki senesi tımarhânede geçti ve intihar etti. Coşkun bir hayat sevgisi felsefesinin değişmez esasını teşkil etti. Ar­zular dünyası (Diyanizak) ile hikmet dünyası (Apoloni- yen) arasında bir sentez araştırması «Trajedinin Doğuşu, 1872», Hıristiyan ahlâkı yahut «Eseriler Ahlâkı»nı reddi «însan, yine insan» (1878), «Değerleri tersine çevirmesi», «Üst-insan» nazariyesi «Zerdüşt Böyle İDedi» (1885), «Ebedî Dönüş» gibi teorileri düşüncesinin belli başlı mev- zulandır. Schopenhaur’m pesimizminden çok tesir almış­tır. Hayatını ve tabiatın estetik temâşasmı terennüm eden lirizmi, onu, Alman romantizmine has tabiat felsefelerine yaklaştırmıştır. «Ebedî dönüş» nazariyesi bazı tarih fel­sefecilerine tesir etmiştir. Meselâ Spengler’in «Kültür De­virleri» teorisi böyledir. Ferdiyetçi ahlâkı, Gide gibi bazı ediplerin eserlerinde tesir bıraktı. Felsefesinden faşizm ve nasyonal sosyalizm ıçok istifade etmiştir. «Üst-insan» nazariyesi de çok değişik tesirler yapmış ve yorumlanmış­tır. Ziya Gökalp, bu nazariyeye dayanarak «Türkler her devrin fevkalbeşerleridir» diyor. Daha sonra Saffet En­gin Kemalist İnkılâbın Prensipleri adlı eserinin II. cil­dinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Nietzsche tasvir ettiği

115

Page 120: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

«Üst-insan» olduğunu söylemiştir. Nietzsche Zerdüşt Böyle Dedi, Ecco Homo - İşte İnsan gibi kitapları dili­mize çevrilmiştir.

20) NORDAU, Max Simon (1849-1923): Yahudî asıllı Alman ilim ve fikir adamı 1872’de tıp tahsilini bitir­di. Paris’te ve Budapeşte'de uzun müddet kaldı. Lomboro- so’nun derslerini tâkibetti. Çok seyahat etti. San'atkârla- rm, edîp, ressam ve müzisyenlerin fazla tesirinde kaldı. İlmî analiz metodlarmı, psikofizyolojinin esaslarım san’ atlara, bilhassa edebiyata tatbike çalıştı. Alman edebiyat­çılarını, san’atkârları, Tolstoy’a, İbsen’e, Wagner’e çattı. Avrupa düşünce ve san’atım yozlaşmakla suçladı. Yozlaş­ma, 1885, Medeniyetimizin Yalanlan adlı eserleri bü­yük akisler uyandırdı. Düşüncelerini çekinmeden cesu- râne söylemekten çekinmedi. Soysuzlaşma (degeneressen- ce) sadece fizik b ir noksanlık değil, aynı zamanda zihnî bir noksanlıktır da. Ona göre snob (zübbe) bir dejenere­dir. Nordau ağır tenkitler yapmasına rağmen gayesi te­melde beşerî ruhun hazlarını keşfetmek olmuştur. Ruhî ve ahlâkî hastalıkların zararlarını keşfetmesine rağmen iyimserdir. Fikirlerini sosyal ilimlere de tatbike çalışmış­tır. 1895'den 'sonra Nordau siyonist hareketin liderliğini yapmıştır.

21) RENAN, Ernest (1823-1892) : Fransız ilim ve fikir adamı. Arapça, İbranca İve diğer başlıca Samî dilleri iyi bilirdi. İbni Rüşt ve İbni Rüştcülük, 1852 adlı tezi ile felsefe doktoru oldu. A. Comte’un pozitivizmini benim­semiş, onu daha da ileri götürerek «İlimcilik - Scientisme» in en baştaki temsilcilerinden olmuştur. Bilimin Gelece­ği adlı eserinde «Yarının Amentüsünü ilim yazacak» de­miş, müsbet ilimlerin dini, ahlâkı ve san’atı kurabileceği­ni ileri sürmüştür. Papadan korkusundan Hristiyanlık Tarihi’ni yazmış, Hz. İsa’nın, havarilerin hayatlarını ayrı

116

Page 121: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

ayrı kitaplarda incelemiştir. 1883’de Fransız İlimler Aka­demisinde verdiği bir konferansta «Islâmm ilim, maarif ve ilerleme düşmanı» olduğunu iddia etmiştir. Rahmetli Nâmık Kemal bu iddiaya karşı Renan Müdafaanâmesi, 1327 adlı müstakil bir eser yazarak cevap vermiş ve id­diaları çürütmeye çalışmıştır. Daha sonra aynı iddiaya Celâl Nuri de cevap vermiştir. Renan'm adı geçen kitap­ları ile konferansları Nutuklar ve Konferanslar adıyla tercüme edilmiş ve eserlerinin hepsi de M. E. Bakanlığı tarafından basılmıştır.

22) SPENCER, Hefbert (1820-1903) : İngiliz tev- rimci ve pozitivist filozofu. Maden mühendisi olduğu hal­de muharrirliği 've araştırmayı tercih etti. Tekâmül (Ev­rim) fikir Psikolojinin Prensipleri, 1855, Biyolojinin Prensipleri 1867, Sosyoloji Prensipleri, 1877 adlı temel eserlerinde 'hâkim fikirdir. Madde âleminde evrim, hare­ketin yayılmasından çıkan maddenin bütünlüğüyle zuhur eder; biyolojik âlemde, basitten karmaşığa, mütecânisten (homogene), gayri mütecânise (heterogene) doğru bir ge­çişle; psikolojik âlemde, değişen bir ortama zihnî fonksi­yonların artan bir intibakı ile; İçtimaî (sociale) nizamda, münasebetlerin daha karmaşıklaşarak geliştiği şehirleş- miş, daha çok merkezileşmiş b ir nüfus sıklığıyla ortaya çıkar. İçtimaî fonksiyonlar, ferdî sinir sisteminin fonksi­yonları gibi çoğalır ve farklılaşırlar. Bu farklı düzenler, sâbit b ir münasebet içinde devamlı b ir hareketle evrime uğrarlar. Kâinâtm mütecânisliği cansız (gayri uzvi)dan canlıya (biyolojik), canlıdan ruhî olana, ferdîden İçtimaî­ye doğru gelişen evrim ile temîn edilir. Karmaşıklığın git­tikçe artmasını icabettiren kanun, her sahada ve her ev­rim düzeninde doğrulanır. Spencer bir mutlak varlık tanımaz. Onu «bilinemez» diye geçiştirir. Bu sebeple o, mutlakı aramak yerine, olguları birleştiren b ir ilim yolu­nu tercîh etmiş, böyle bir ilim anlayışı ile her çeşit tabiat

117

Page 122: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

hâdiselerini evrim anlayışı içinde toplamaya çalışmıştır. Akıl ilkelerinin verâsetin eseri olduğunu müdafaa etmiş, ırk, kuvvetli rekâbet anlayışıyla «merhamet»i reddetmiş, bu yüzden «hayat için kavga»yı ilân etmiş, sosyalizme karşı ferdiyetçiliği savunmuştur. Mekanist ve monist izah­larıyla ve insanı tabiata irca eden gayretleriyle materyalist anlayışa destek olmuştur. Bizde Rıza Tevfik (Böliikbaşı), bu felsefenin tesirinde kalmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz eserleri dilimize çevrilmiş ve M. E. Bakanlığınca basılmış­tır.

23) COMTE, Auguste (1798-1857): Fransız âlimi ve filozofu. Pozitivizmin kurucusu, Matematik formasyo­nu almıştır. Saint Simon’un talebesi oluyor. Onun gibi ce­miyeti yeniden düzenlemek iddiasıyla ortaya çıkıyor. Ön­celeri her çeşit .dine karşı iken sevgilisi ölünce deliriyor; bir müddet tımarhanede yatıyor, iyileşip (çıkıyor. Bu se­fer bir dine lüzum görüyor. Fakat bu yeni bir din olup «İnsanlık Dini» adını veriyor. Bu dinin ilmihalini yazıyor. Ahlâkî ve siyasî anarşinin zihnî anarşiden geldiğini dü­şünerek üç hal kanununu ve pozitif kafa anlayışını ortaya koyuyor. Ona göre metafizik ‘bırakılmalı, mutlak yerine izâfı alınmalıdır. Pozitivizm onun nazarında insanlığın son merhalesini teşkil eder. Pozitivizm, b ir ilimler felse­fesi, b ir siyaset ve bir din olarak üç cephelidir. Bir ilim­ler felsefesidir. Çünkü, sadece olguları tanır ve ona daya­nır, ilâhiyatçı ve aşkın bir sebeplilik anlayışıyla metafiziği bir tarafa bırakır, dolayısıyla sadece müsbet ilimlerin el­de ettiği kanunlarâ dayanan müsbet b ir izah getirir. Müs­bet b ir siyasettir; çünkü siyasetten mânevî gücün ayrıldı­ğı endüstri çağma intibak etmiş sosyal b i r nizamı tesis et­meyi hedef alır. Müsbet b ir dindir; çünkü Tann’nın varlı­ğıyla uğraşmaz. Bunun yerine Tanrısı insanlık ve onu temsîlen 30 yaşında bir kadına tapılabilen «ilkesi sevgi», temeli «düzen», gayesi «ilerleme» olan müsbet dini koyar.

118

Page 123: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

A. Comte bu pozitivist anlayışı ile kazanılmış dinî, ahlâkî, estetik bütün fikirleri, bütün sosyal peşin hükümleri te­mizlemek ve İlmî verilere dayanan yeni bir cemiyet kur­mak gayesinde olduğu için, hem materyalizmin, hem de nihilizmin gelişmesine yardım etmiştir. Pozitivist anlayış her sahaya ve her cemiyete yayılmış ve tesirli olmuştur. A. Comte, M. Reşid Paşaya üç mektup göndererek kurdu­ğu yeni dine Osmanlı cemiyetini hazırlamasını istemiştir», îttihad ve Terakki» cemiyeti de tamamen Comte’un «bir­lik ve ilerleme» ilkelerinin benimsenmesi ve termesine dayanarak kurulmuştur. Comte’un Pozitivizmin İlmi Hali, 1952 tercüme edilerek bakanlıkça bastırılmıştır. Pozitivizm bizim eğrimimizde ve aydınlarımız arasında çok tesirle olmuştur.

24) TAlNE - Hyppolite (1828-1893) : Fransız filo­zofu, tenkitçi, tarihçi ve psikoloğu. Bilhassa fizyolojinin ışığında zihnin gelişmesi için gereken şartlan tesbite ça­lışmıştır. Determinizmi estetiğe de tatbik eder. Katı bir determinist olmakla beraber ahlâki değerleri reddetmez. En mühim eseri Zekâ - İntelligence'dır.

119

Page 124: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

S Ö Z L Ü K

AdâtAdâvetAddetmekAtaıkâmAkîıtoAİJdtaAlemşümul

AmâkAıı’anât

Anât

Anâsır-ı «rbaaAnimizm

Anlmalizm

Ari olmak

Arizî Asabiyet A sânAyan, Ayn, A’yân-ı sabite

A

: Adetler, gelenekler, töre.: Düşmanlık : Saymak: Hükümler, kararlar : tnamlan şey [s Kısır, neticesiz kalan şey : Alemi kuşatan, alem'de yayılan, evrensel,

evrenlik: Derin (Arîz-amîk : Enine - boyuna): An’aneler, gelenekler, rivayetler : An’lar, kısa zamanlar : Dört unsur; Su, ateş, hava, toprak : Ruhlara tapma, her şeyin kaynağının ruh oldu­

ğuna inanan mezihep : Embriyolojide hayvan embriyonunun çok geliş­

miş bir sperma hayvancığından başka bir şey olmadığını savunan yanlış, bir anlayış; Hayva­na tapmak.

: Uzak olmak, bir kötülüğe bulaşmamak, beri ol­mak, bırakmak.

: Gelip geçici : Akrabalık, yakınlık : Kolay

: Sabit aynlar, *goz, pınar, kaynak. İslâm felsefe­sinde varlık, mevcût olan şey mânâsına gelir. A’yân, ayn'm çoğuludur. Tasavvufta «a’yân-ı sâbite »mümkün varlıkların, Allah’ın ilminde sâbit olan hâkilkatland’r. Bunlar ezelî ve ebe­dîdirler. Eflâtun’un varlıkların aslı, özü ve har kikatı saydığı «idealar» gibi varlıkların esası*

120

Page 125: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Azim

Bât’i olmak BağbanBâllUSUS ISâis lîâkî BaJkıyye Bâliğ olmatk B asarî Ba’s

B ast

Bedâ’atBedî’aBediîBehemehalBeisBeraBerrâni

BehîmîBeynelmilelBidâyet

Tasavvuf! anlayışta a’yân’ın îlâiıî ilimde sâfbit olmasını temîn eden tecelliye «feyz-i ak de s» bunların dış'nda zuhûr eden tecellîye ise «feyz-i mukaddes» denir. Varlığa geçen mümkünler, yani harîcî alemde mevcut olan varlıklar, a’yân-ı sâbitenin suretleridir, akisleridir.

: Kararlılık, engellerden yılmadan kararanı tat­bik etmek/

B

: Sebep olmak : Bahçıvan : Hususiyle, özellikle : Sebep: Kalıcı, ölümsüz : Geriye kalan, artık: Erişmek, ulaşmak, ergenlik çağına girmek : Görmeyle ilgili: Dirilme, gönderme, «Ba’s ü Ba’del mevt» : ö l­

dükten sonra dirilmek : Yayma, serme, açma. Tasavvufta Allah’ın, rah­

met ve kabulüne işaret olmak üzere kulun fe­rahlamasını, neş’e ve sevincini ifade eden Kabz’ dan sonraki ve onun zıddı olan haldir. Rica ve niyaz halinde ortaya çıkar. Kabz ü b a st: Bü­zülme ve gevşeme, iyilik ile kötülük.

: Güzellik, yenilik: Nadîde ve güzel, yeni icad edilmiş .şey : Estetik, güzel : Derfhal, mutlaka : Zarar, kötülük': Karaya, toprağa ait: Ziya Gökalp bu kelimeye aşkın, denemem üstü,

yahut muteal mânâsına Transandaltal kargılığı kullanıyor.'

: Hayvanî: Milletlerarası : Başlangıç

121

Page 126: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Bllfıistisn»BinaenaleyhIîinnisbeBMBudunBürûdet

CaliCamiCamiaCâmidCânibCazibe, cazibeliCeddCehdCeşmâdCemetmelk Cemî <'eyvanı

CezirCezriCursûmeCürüım

Dâfi’DâfiaDere etmek

Diğer gam Delırî

DUetfcantisne

: İstisnasız, istisna olmaksızın: Bundan dolayı buna dayanarak: Bir dereceye kadar, nisbeten: Varlık (Büd - Nelbıld, varlık, yokluk, var - yok): Millet: Soğukluk

G.

: Parlak, apaçık ,: Toplayan, bir araya getiren: Topluluk: Donmuş, cansız: Yön, taraf: Çekim, çekici: Dede: Gayret, çalışma: Donmuş, cansız: Toplamak: Çokluk, çoğul, tekilin zıddı•• Ziya Gökalp bu kelimeyi de «immanent - indi-

maç» kelimesine mukaiMl olarak kılllanmakta- dır. Bugün «içkin» kelimesi kullanılıyor.

: Kök, asıl: Köke, aşıla ait, kökten, Köklü: Dip, kök: Suç

D

: Def eden, koğan, müdafaa eden

: Araya 'sıkıştırmak, ortaya koymak, toplamak, biriktirmek1

: Başkalarının derdini dert edinen : Maddeci, dünyaya inanıp bağlanan, ruhu ve

âhireti inkar eden : Merakcılık

122

Page 127: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Dûç&r olm akDûnDûr

ESserEgoizm

Ejjjotizam

EnâiyetEneEkvânEnmuzeeEmfiisîKnsacEsâtîrEsfelEsrârâmizEsrârâlûdEsıûkKvamir-i şehriyeEvsâfEvza

FârijfEdhz

Fa’I-i hayr Fetha

Fothânı

Feminizm

Maruz kalmak, kötülüğe uğramakAşağıUzak

E ■

TâçNefsine düşkünlük, kendini sevme, kendini in­kişaf ettirme meyliKendini beğenmek, kibir ve (böbürlenmek, de­vamlı kendinden bahsetmek, kendini metiı- edip durmak.Kendini beğenme, bencillik Ben, ego.Alemler, varlıklar, dünyalar Nümûne, örnek, tip .Nefiste meydana gelen, sübjektif Nesiçler, dokularUstûreler, efsâneler, destanlar, mitoloji En sefil, en aşağı, çok bayağı Esrarlı, sırlar taşıyan Esrarlı, sırlar bulunduran SarhoşAylık emirler, buyruklar (Sıfatlar, kaliteler Durumlar, vaziyetler

F

Vazgeçmiş, çekilmiş, râhat, âsûdeBut, ibacaîk; kabilenin küçüğü : boy, Fransızca-s ı : GemsHayırlı fal, hayra alâmetÜstün, Arap (harflerinde e, a sesi vermek için harfin üstüne konulan hareke Kendiliğinden, sebepsiz, serbestçe, Fransızcası:SpontaneKadın haklarım müdafaa eden, kadınlarla faz­laca meşgul olan meslek

123

Page 128: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Fevda, fevdavî FevkFevJsal-iınaan .

FeyzFevkam-atıâsut Fıtrat, fıtraten

Fıtrî temayülFilvâlfeîFVicûr

Galat, galatâtGarabet<»ıırîzîGariziyyetGuırıizGıavs

Gıayz

lialîHâoisHadd-i y.âUmta

: Anarşi, anarşist (Fevzavî) de okunur.: Üst: İnsan - üstü, yahut Alman filozofu Niçe’nin de­

ğerler levhasını ters çevirip mevcut bütün de­ğerleri yıkacak diye tasavvur ettiği üstün - in­san. Bu insan diğer insanları bizim şimdi hay­vanlan hizmetimizde kullandığımız gibi kendi hizmetinde kullanacak, ne merhamet edecek, ne de yeryüzünde merhamet bırakacaktır. Niçıe’ , nin Darvvin’in «hayat mücadelesi» (ve «tabiî! ayıklama» giibi teorilerinden teısir alarak ileri . sürdüğü bu üst insan nazariyesi, asrımızda bir sürü diktatörün kendisini üst insan sanması­na sebep olmuştur. Bu üst insan taslaklarının her birisi de İnsanî değerleri kendisinin yeni baştan tanzim edeceğini düşünerek insanlığı fe- . lâketlere sürüklemişlerdir.

: Bolluk, bereket: insanlığa ait şeylerin üstünde ölan : Yaratılış, ıtafoitat, mizaç, yaratılıştan, yaratı­

lış icabı : Yaratılıştan gelen temâyül : Gerçekten : Günaîı, zina

G

: Yanlış, yanlışlar : Tuhaflık,,: Fıtrî, yaraıtılrıgtan, kendiliğinden, fizyolojik.• Yaratılıştan olma, içgüdüden gelme : Kımız: Yardım, kurtuluş. Tasavvufta evliyalığın en

yüksek derecesine ulaşmış olan kimsenin yâni veli olan Kutb’un ünvânıdır.

: Hiddet, öffice, kızma, kızgınlık, hınç

H

: Gizli: Gam, tasa, hâtıra : Zaten, esasen

124

Page 129: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

HaJtfeHâilHâlilkHalita

H ânânHarsHasbiyet

îlsı.sîsa

Hâşâ.

Hatif

Ilfbâen Mensura

HirfetH übûtHülûl

Hftnmüz

. Hüsran

İfodfı

Kbcâtİçtihad

icmal etmekîçtinaJbMudi

Sezgi, zan Engel, mâniTaratan, yoktan var edenKarışım, birkaç şeyin. karışmasıyla meydanagelemHanlarKültürDünyevî bir karşılık gözetmeksizin yardım et­me îıâliKendine maihsu's olup başkasında bulunmayan karakter, hususiyetAsla, kat’iyyen, Allah göstermesin, Allah’a sığınının.Sesi işitilip 'de kendisi görülmeyen, gizliden seslenen, gaipten haber veren melek Boşa 'gitmek, heba olmak, Gökalp «Kaos» yeri­ne kullanıyor.Meslek, zanaât İnişGelip, çatma, bir şeyin içine tsessizce ve gizlice girmeZerlöüşt dininde âlemle çarpışan iki kuvvetten «Aydınlık»ı temsil eden kuvvet zıddı «Ehri­men» dir.Zarar, ziyan, yoMıîk, mahrumiyet acısı

İ

örneksiz olarak bir şey meydana getirtmek, yaratma, îcâd Ağırlama, ululamaÇalışma, bir 'kimsenin "bir şeyden mânâ ve hü­küm çıkararak o iş îıafckmda yeni bir fikir or­taya atması özetlemek Kaçınma, çekinme Lise

125

Page 130: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

itlealizm

idıdiîıar

İfa etmek

İfrağİğtinâm

fhdâi ?ıti ramİktibas

İktizaİktisabİktitafiktinuıiUiyj-în

İ’lâ

İlm-i Kmrâıt

Stortı-i Ö0.rizî

immoralizm

İmtidât

İmtizaç

İndeterminizm (Bndeterminizm)

Varlığı, düşünceye, eşyayı zihne irca ederek şuurun dışımda duş dünyanın varlığım inkâr eden felsefi meslek. Buna göre biz ancak tasavvur­larımızı bilebiliriz.Biriktirme, biriktirilme, toplayıp saklama Yapmak, yerine getirmek Kalıba dökme, şekillendirme, boşaltma Ganimet suretiyle alma, yağmalama .zahmetsiz kazanç gözüyle bakmaHediye verme, hediye 'gönderme, hediye etme Saygı, hürmetAlma, aktarma, aynen almak veya aktarmak Gerekme, gerektirme .ihtiyaç, lüzum, zaruret Kazanma, edinme, hak etmek .Meyve toplama, devşirme, toplanma, devşirilme YaklaşmaCennetin ve 'göklerin, en yüksek ve en mukad- 'des Syeri ve fourada bulunan yüksek ruhlar Yükseltme, yüceltme, yüceltilme, şan ve şöh­retini artırma Hastalıklar ilmi, patoloji FizyolojiAhlâk dışı veya gayri ahlâkî görüşü müdafaa eden felsefe. Dalıa çok Alman filozofu Niçe’nin değerler levhasını, tersine çeviren anlayışı için kullanılır.Uzama, uzun ısürme, luzanma, uzanım yahut uzamAhenkli bir şekilde kaynaşma, uylaşma, birbi­rini tutma

Determinizmin zıddı, muayyeniyetsizlik, belir­sizlik, sefoeple netice arasındaki /bağın zarurî olmadığım söyleyen ilmî ve felsefî anlayış. Fi­zikte Reisenberıg’in ortaya koyduğu belirsizlik prensibinden sonra, determinizm sarsıntı geçir­miş, bu belirsizlik anlayışı P. Jordan ve daha sonra J. Monad gibi kimseler tarafından biyo­lojik sahaya da tatbik edilerek orada da belir­sizlik ve kesinsizliğin hâkim olduğu ileri sürül­müştür.

126

Page 131: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

t il di

infial

infirad

in ’ikasinlkıraJZ

insiyafeSİntihaintisalintişarirâeir â sİrem

isâl etmekiskâtîstidlâl

istifaistih liâristihzaİstlıkımalİstikuuhİstılah

istilîıâm

İstilzamisti’mâükistimâlİstimzâe

: Bir kimsenin kendi inanışına göre, kendi 'görü­şüne dayanaraJt kendince ileri sürdüğü görüşler

: Gücenme, darılma, tesir altında kalıp tepki gös­terme

: Ferd olarak, tek 'başına olma, ‘başkalarından ay­rılarak, uzaklaşarak kendi başına kalma, baş­kalarının arasından sivrilme

: Yansıma, yankılama, tesir: Bir kalabalıktan, bir bütünden tek fert kalma­

yacak şekilde bitme, tükenme : Sevk-i tabiî veya, içgüdü ile hareket etme : Nihayet bulma, sona erme : Neslin çoğalması, devam etmesi : Neşr olma, yayılma, 'dağılma, üreme : Gösterirle, tâyin etme : Verme, verilme, sebep olma, icâp etme : Cennet, Ad kaıvmi zamanında Şeddâd tarafın­

dan cennete [benzetilerek yapılan lüks binala­rı (hâvi bir bahçe olup Şam’da veya Yemen’do bulunmuş olduğu söylenir.

: Vüsûl buldurmak, ulaştırmak : Düşürme: Bilinen delillere dayanarak bilinmeyen bir şey

hakkında akıl yürüterek hüküm çıkarmak : Ayıklanma, seçkinleşme : Hakir, hor görme, (hor görülme :. Alay etme, eğlenme : Kemale erdirme, tamamlama, bitirme : Birşeyin Mtafaünü, derinliğini araştırmak: İlim isözii, tâbir, terim. (Istilâhat) : Tâbirler,

terimler: Allah’tan ilham istemek: Lüzumlu görme, gerektirme, gerekme: Derinliğe inmek: Kullanma: Meze etmek, uzlaştırma

Page 132: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

istinıâd : Dayanma'istinsah : Nüshasını çıkarma, kopyesini çıkarmaîstimtâc : Netice çıkarma, çıkarılmaistitâr : Gizlenme, örtünmeistivâ s Müsavi, denk olma, kaplama, örtme, yerleşmeişrâb : içirme, içirilme, îrna etmeiştigal : Bir şeyle uğraşma, meşgul olma, meşguliyetİştihâ : Meyil, istek iştahİştikak : Türeme, bir kökten gelen kelimelerin' birbiriyı

le ilgileri, bir kökten türemelerijştiyâk : özleme, şevk duymaİtâ : Verme, verilme, ödemei ’tilâ : Yükselmei ’tilâf : Anlaşma, ülfet, ünsiyet peydâ etmei ’tiyat : Âdet ediinme, alışma, alışkanlıkitkân : inanma, emîn olma, muhkem ve sağlam kılma

(îtkâni : Sistemli)İt lâk olunmalî : Salıverilmekittibftittihaz

İttilâ’ifctisâ’ittisalİzhâr

İzmihlâl

Kabz

: Tâbî olma, uyma, ardı sıra ,gitme: Edinme, edinilme, kabul etme, kullanılmış sajy-

ma, itibar etme tasarlama: öğrenme, tamuma, bilme, haberli olma: Bollaşma, bolluk, genişlik, genişleme

: Bitişme, kavıuşma, birbirine dokunma: Gösterme, meydana çıkarma: Yok olma, yıkılmak, yok olup gitme

KL

: Azrâîl tarafından ruhun teslîm alınması, el ile tutma, avuç içine alma, ka/vrama. Tasavvuf­taki mânâsı bast’ın zıddı olup, büzülme, mâ-

. nevî sıkıntı demek olurKadir nâşinas : Kadir bilmez

Page 133: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Kaos

KâriKarîka

KiteibKaaiyyeResâfefc

Kesre

KesretKritistam

KeıynKüit ü gri Kurûn-ı vrastft Kûşiş

: Düzensizlik, karışıklık, anarşi, fevzâ, kâinâtm yaratıldıktan hemen sonraki, düzenlenmemiş hâli

: Kıraat eden, okuyan, okuyucu : insanda kendiliğinden hâsıl olan fikir ve niyet,

tabiat, fikir kuvveti, bir fikri meydana koyma 'hassası.

: Yalan söyleyen, yalancı, aldatıcı : önerme, mesele, madde, dâva, iş husus : Yoğun olma, bulanıklık, açık ve berrak olma­

yış: Esire, Arap harflerinde (i) sesi vermek için

harfin altına konulan hareke : Çokluk, bolluk ziyâdelik

: Tenkitçilik. Kant’m Saf Aklın Tenkidi adlı kitabıyla bir metod ve problematik olarak or­taya çıkmıştır. O, bilginin, insan zihninin ap­riori (Tecrübeden önceki şartlar) yapısı tara­fından telkin edilen sınırlarını aşmasının im­kânsız olduğunu göstermiştir. Tenkitçilik şüp­hecilik ve dogmatizm karığımı bir sistemdir. Kant kendi tenkitçi felsefesini kullanmak için bu tâbiri kullanmıştır. Kant'tan beri de ten­kitçilik, bilgi nazariyesini bütün felsefî araş­tırmalara temel yapmak mânâsına kullanılma­ya başlamıştır. Bu felsefe, evvelâ bilgimizin kaynaklarını, sınırını ve (değerini belirtmek için bilme melekelerinin tenkidini ele alır. Kri­tisizm, insan aklını tenkîde tâbi tutarak, bilgi kaynaklarımızın bir araştırmasını yapmış, in­san bilgisinin sınırlı olduğunu, insanın bilme kabiliyetinin mahdut bulunduğunu göstermiş­tir. Kant’tan çolk önce AMı Gazzali de etraflı­ca tenkit ederek sınırlarını göstermiştir. Aklın tenkidini esas alan bu meslek neticede izafîyeei- liğe ulaşmıştır.

: Olma, var olma, varlık : Dedikodu : Ortaçağ: Çalışma, gayret, çabalama

129

Page 134: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

L

LâemeLâfzLâlıut

Lâhiklâ ik

LâiiraucideLâm ukaıV tesLâyetoğayyerLâyuâdLâyemûtLâyeııikatı’Lem’aLemsiLedünnî

LibasLetâfetLevlı-i maMûz

Mâfoa’ dettaMa

Maişet

MaderşâhlMalıfîMahkûtoât

Mahşer

M&kûs

: Ben olmayan: Söz, kelime: Ulûhiyet, Rabbâniyet, rûhâniyet: Yetişen, ulaşan, eklenen: Dini olmayan, yahut kendisini dinî emir ve ya­

saklara uymaktan âzâde hisseden: Madde olmayan: Mukaddes olmayan: Değişmez, değiştirilemez: Adedi bilinmeyen, sayısız, hadsiz-hesapsız: ölmez, Ölümsüz!: Durmadan, ardı arası kesilmeden: Işık, parıltı: Dokunma duyusu il© ilgili, dbfkunmaya ait: Allah’ın bilgisine, sırlarına V© İlâhî aleme ait,

ora ile ilgili: Bibise: Güzellik: îlâhî âlemde varlıkların ve olacak hâdiselerin

asıllarm tesbit ve muhafaza edüdiği levha

M

: Metafizik, fizik abesi, deneme üatıtl, ilmim sahası dışında kalan yerler

: Yaşama, geçinme, dirlik, geçinmek için lâzım olan şey

: Annenin hâkim olduğu aile : Gizli, saklı (Kenz-i Mahfî : Gizli hazîne): Hakkedilmiş, kazınmış, bir şey üzerine kazıla­

rak işlenmiş şey, resim, yaza, hakkâk işleri : Kalabalık, Kıyamet koptuktan sonra dirilenlıe-

rin toplanacakları yer ve bunların meydana getirdiği büyük kalabalık

: Ters, tersine çevrilmiş, (Mâküs talih : Tersine dönmüş aksi talih)

130

Page 135: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

M absüsâtM âlıunatfürüşMâlûmoMâsivâMâşeriry»tMatla’MatmahMâvesrâMobhas

Mebnî

MeebûlMebde*MefhumM eftatMehabetMeTıûz

Me’kel Mctenûz

Mele-i a ’Iâ

Mele-i esi'elMeamsûnMerîMfirsûmeMenfcat»MesâdırMeşhed

Meşk

MeşkûikMevhûn®Mevsuf

: Gözle görülen, duyularla algılanan şeyler : Bilgiçlik taslayan, ukala : Bilinen, belli, faili bilinen belli olan : Dünya ile ilgili şeyler : Çok kalabalık olma hâli : Doğacak yer, güneş ve yıldızların dogması : Tamalı edilen, göz dikilen, göz konulan şey : Bir şeyin ötesinde, arkasında bulunan : Araştırma yeri, araştırma konusu, fasıl, (bir şe­

yin arandığı yer : Bina olunmuş, kurulmuş : Yaratılmış, doğuştan gelme s Evvel, başlangıç, prensip : Kavram, kavrayış, anlayış : Kayıp, yok olan, bilinmeyen, bulunmayan : Azamet, ululuk, büyük görünme : Alınmış, çıkarılmış, tutulmuş, başka yerden

istenmiş: Eki olunacak yer, yiyecek yer, geçim yeri : Gizli, saiklı, gömülü, hazine faalinde

: En yüksek topluluk, büyük ve ileri gelen me­leklerin toplandığı yer. Gökalp bunu «seciyeli insanlar topluluğu» mânâsına kullanıyor.

: En aşağı topluluk, seciyesiz insanlar topluluğu : Meali olunmuş, el ile dokunulmuş, sıvanmış : Yürürlükte olanı : Resmi olunmuş, çizilmiş, şema : Kahramanlara ait hikâye ve fıkralar : Masdarlar, kaynaklar, bir şeyin çıktığı (yerler : Şehîd düşülen veya bir şehidin gömüldüğü yer

: Yazı örneği, yazı nümûnesi, alışmak, öğren­mek, bir örneğe göre yapılan çalışma

: Şüpheli: Vehme dayanan, hayalî : Vasfedilmiş, nitelenmiş

131

Page 136: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

MevtâMev’udMezfcâr

Mihanlkiyefc

Mistisianı

M işkât

Muadil

Muayyeniyetçilik

AlsıcitMuhitMubâlatMugalata

Mugâyir

Mulıassula

MMbassese

: ölü,, öten kişinin cesedi : Va’d edilmiş söz verilmiş : Zikrolunan adı geçen, anılan

: Mekanik bir tarzda işleyiş, makina gîbi olma ve işteme

: Tabiat üstü 'bir lâlemle iröbat kurarak üstün bir bilgiyi araştıran ve aklî, kemmî deneme­lere dayanmadan sezgi gücü ve vecd halindeki pratiklerle varlıkların özüne ait bilgiye ve Allah’a ulaşacağını ileri süren tasavvııfî ve felsefî meislek. Batı mistisizmi ile tslâmda gö­rülen tasavvuf mesleği birbirinden ayrıdır, nite­kim bu farkı Gökalp de görmüş ve Muhiddin Arabî adlı makalesinde haklı olarak işaret et­miştir.tçine kandil konulan şey, kandil

: Müsavi, eşit, kargılık, denk, eşdeğer: Determinizm, her çeşit hâdiseyi illiyet kanu­

nuna, ısefoep - netice münasebetinin zarurî olu­şuna bağlayarak izah eden felsefî meslek. Müsbet ilim bu anlayışa (dayanmakla beraber ilmin elde ettiği (kanunları keyfî yorumlarla küllî bir determinizm fikri artık tarihe karış­mıştır. Bilhassa fizikte Kuantum tedrisi ve Heiseriberg’in belirsizlik prensibi küllî deter­minist yorumlan çürütmüş, İlmî determinizmin hudutlarını daraltmıştır. Bugün ilimde mevzi! ve kısmî determinist anlayış hâkimdir.îcad eden Çevre, kuşatma

Yanıltmak için ve yanıltacak tarzda söz söyle­mek.

: Aykm, uymaz, başka türlü, muvafık, olmayan, zıt,

: Elde edilen netice, bileşke,

: Sempati, sevgi, duygulanma.

132

Page 137: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

M uhayyer

Muliinyyeriyet

Muhtâriyet

Miîrâfık

Mukallit

MııkârometMurâbıtaMurakabe

Musahhe*

Mıssarrah Musırr :

MutasavverKemâlMutsızammm

MutekatMutekitMuttarit

MuvafıkMu’aamari Metbıra Muzırr

Muataırr

MusBmaihUI :

MübîîenıMuMîMüoeddid

Hayrette kalmış, (seçmeye tâbi,, beğenmece, serbest, şaşırmış.Hür olma, hürriyet, seçme imkanına sahip olmak.Kendi kendine hareket edebilme, iradesini kul­lanabilme, istiklâl.Kefakat eden, yol arkadaşı, bir şeyle beraber olanTaklitçi, bir çeyi düşünmeden benimseyiveren, her şeyi taklit edenYaklaşma, kavuşma, bitişiklik, uygunluk Birleşmiş cemaat, kontrol Kontrol, bakma, gözetme, Mendi iç âlemini dinletme, denetlemeEle geçirilmiş, emrine verilmiş, faydasına su­nulmuşTasrîh olunmuş, belirtilmiş, apaçık Söylenmiş Israr eden

Tasavvur edilen, olgunluk, mükemmellik Tazammun eden, içine alan, muhtevi, kefil olan üstüne alanİtikat olunan, inanılan husus itikat eden, inananıittırattı, bir düzeye giden, sıralı sünnetM, düz­günUygun, yerinde, münasip, muhalif olmayanEn büyük tâbi olanıZararlı, zarar veren, zarara sokanÇaresiz kalmış, zorlanmış, ..... zorunda kalmış, mecbur olmuş

Çökmüş, çöküntüye uğramış, darmadağını ol­muş, yok oknuş Belirsiz, belli, belirsizîhda eden, yaratan, icad eden, yenilik getiren Teceddüd sahibi, yenileyen, yenileyici

133

Page 138: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

M üctam i’MüddaaMüdıd©!Müessir

Mttayyefli

Müdrik

MiifölefeltMüheyyAMülevve»MiinâkızMlilâyi™.Mülâaım-ıMttlâzan-ıMümeyyizMün’atifMündemiç

MünezzehM üntehimMültetoes

Münferit.MünhalMünhasır

MünikalîhMÜIIÎUİÖİDİ

Münsalk

MtinsellhM üntelıâ

: îctimâ eden, toplanmışı, toplanan, birikmiş : îddia olunan, dâvâ olunan, iddia edilmiş şey : iddia eden, dâvâcı, ısrar ve inat eden : Tesirli, tesir eden, sebep, meydana getiren, iz

bırakan: Te’yîd edilmiş, kuvvetlendirilmiş, sağlam, doğ­

rulanmış, yardım gören : idrak eden, anlayan, anlamı®, aklı ermiş, al­

gılayan : Düşünen : Hazır, âmâde: L.evs içinde, kirli, kirlenmiş, pis : Nakzeden, birbirini tuıtnaayan, çelişen : Yumuşak huylu, fuygun

«•vvt-1 : Üsteğmen Kani : Teğmen

: Temyiz eden, ıseçen, ayıran,: Sapan, bir tarafa doğru yönelen, meyillenen : îndimaç olmuş, içine yerleşen, içinde toulunan,

îmmanent: Tenzîh edilmiş, temiz, arı, uzak, beri kılınmış s Anlaşılan, kavranılan: îltibaslı, kanşmıış, bagtoa bir geryıden ayırtdedüe-

mea: Yalnız olan, tek, ayrı, tek bağına kalan ,: Boşalan, açık kalan, yer: İnhisar ettirilmiş, yalnız bir şeye tateîs edilmiş

sınırlanmış : înkılâb eden, değişen, iyiye kaib olan

, : inkısama uğramış, kısım kısım bölünen, ibö.- lünen, bölünmüş

: Birine bağlı olup peşinden giden, gönderilmiş olan

: Soyulmuş, tecrid edilmig: Nihayet bulmuş, bir şeyin varabildiği en uzak

yer

134

Page 139: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

MünteşirMüreccahMürevvicMürteMt.MürûrMiisbeteilfflt

Müsellâl»MüstoJkilMüstamelMiisemnıa

MüstenM

MüstevliMüşevvik

Müteaifta

MiitebûMMütecelltMüteferrî

.MiikoaJıhirMlitehayyjfMüteleaszîzMütemâyiaMütenazırMüteraMsîMütesântdMütevelM

M ütehıan*MüttefikMütteMraMüverriltMüzeyyen

: intişar eden, saçılan yayılan, dağılan : Terciih edilen, üstün tutulan s Terviç eden, bir fikrin taraflısı olan : İrtibatlı, birbirine bağlı : Geçme, geçip ıgitme, sona erme : îslbatı esas olan felsefî meslek, Fransız filozofu

Auguste Comte tarafından kurulmuştur.; Silâhlı, silâhlanmışi Tek başına, serbest, hür, istiklâlini elinde tutan : Kullanılmış, istimal edilmiş : isim verilmiş, adlanmış, bir ismi olan, ismine

uygun: îştinâd eden, dayanan, yaslanan, güvenen, bir

sahibi olan: İstilâ eden, yayınlan, her tarafı kaplayan : Teşvik eden, şevk ve gayrete getiren, arzusunu

artıran, ayartan î Taaffün etmiş, bozulup, fena, kokan, çürük,

kokmuş : Geri kalan, artıik

Görünen, meydana çıkan parlak : Bir kökten ayrılan, dal budak salan, bir kökle

ilgili olan : Geciken, sonraya kalan : Hayrette kalan, şaşırmış : Lezzet alan, zevk alan, hoşlanan s Temayüz eden, sivrilen, kendini gösteren : Birbirinin karşısında 'bulunan, birbirine bakan : Terâkki eden, ilerleyen, gelişmiş : Tesânüd içinde olan, dayanışma içinde bulunan : Tevellüd eden, doğan, dünyaya gelen, ileri gel~

m ig: Hareket eden, kımıldayan : Bağdaşmış, anlaşmış: İtham altında kalmış, kabahatli, suçlu görülen : Tarih yazan, tarihçi : Süslenmiş, süslü

135

Page 140: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

NâfiNahivNakîssıNTUasıyyetNâmütenâhîNâsut

N&tık

ÎJâtılla

Natürfem

Natüralizm

Nây-pâre

Nâaesnîn

: Faydalı, kârlı, menfaatti: Söz dizimi, sentaks: Noksan, eksiklik, kusur, kabahat: Noksanlık: Sonsuz, uçsuz, bucaksız: İnsanlığa ait şeyler, insanlık, mahlukiyet, ilhan­

lık câmiası: Söyleyen, konuşan

: Düşünüp söyleme hassası: Tabiat kuvvet ve hâdiselerinin zamanla tasan

Şekillerinde tasavvur edilmesiyle ve onlardan korkulması neticesinde dinin ortaya çıktığım ileri süren görüş. Dinin doğuşunu ve menşeini tabiat kuvvetleri ile izah eden bu doktrinin esas temsilcilerinden, biri Max Mülter’dir. Durkîıeim bu görüşün sakatlığım ortaya koymuştur. Natü­ralizm bir başka mânâda yaşayrefta, yiyecek, gi­yecek ve İçtimaî müesseselerâö tabiata dönül­mesini ve ona en uygun hâla getirilmesini gaye edinir.

: Tabiattan başŞca hiçlbir realite ve değer kaıbuî etmeyenlerin doktrini. Bu meslek daha çok ma­teryalizm ile beraber bulunur veya onun yerine kullanılır. Çünkü ikisi de tabiat-üstü ve eşyayı iaaıhta tecrübe dışa hiçbir prensip kabul etmez­ler ve büıtün mânevi varlıkları; ve değerleri ta­biata irca «derler. Bunun dışmda estetikte ûe tabiatı temel olarak taklîd: etmeyi esas kaide edinen meslek mânâsına gelir. Bu doktrin ah­lâkta, ahlâkî hayatı tabiat kanunlarına uydur­mak gerektiğini Söyler ve ahlâkî değerlerin in­sanda olduğu gibi tabiatta da mevcud olduğunu iddia eder.

: Ney parçası, Neyin kolay çalınması için başına takılan ağızlık, küçük ney

: Şımarık, nârin yapılı

W

136

Page 141: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

NebûdNeoîfeN efs

jSTehyNez’efcmek

NezihNikbîııNlSfNücûmNümûd-dîdeNttmûdeNümûvü Nûmrâ

Pâbendl ’antürbisan

Pîşbin

Pîşnüvişt

PlâtonikPoliteizm

Rabıta Rftbıan îlâm etmek Rakip Rcâyâ

Bef’etn*e(k

: Yok, yokluk: Soyu sopu temiz, nesli pâk olan : Ruih, can, hayat, insandaki maddî ve beşeri ih­

tiyaçlar, arzuların kaynağı olan, ve insanı kö­tülüğe şevke meyilli güç

: Yasak etme: Çekip koparma, kaldırma, yok 'etme, can çe­

kişme : Teiniz, pâk : İyimser : Yarım, yarı : Yıldızlar: örnek göstterten, görünen, benzeyen : Gösterilmiş: Neşvü nemâ, büyüyüp gelişme

P

: Ayakbağı, köstek, engel: Bütün Türkleri bir bayrak ve ,bir devlet altında

toplamak isteyen siyasî cereyan: İlerisini gören, ihtiyatlı, basiretli, istikbâle ait

kegifte bulunan.: önceden yazılmış, tesfoit edilmiş, kader; Gök­

alp «Program» yerine kullanıyor : Hep hayalde kalan sevgi, aşfe : Çok tanrıcılık

R

: Bağ, alâka : Dördüncü olarak : Ba§ eğdirmek, tâbi kılmak : Binen, binici: Bir hükümdârın hüküm ve idaresine tâbi olan

halk; devlet görevlileri dışında kalan bütün (halk : Kaldırmak

137

Page 142: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

RicatKiyasetEişteRıAşinâsEü’yetBöşdiyeBiiseyatn

Sâbit AynSMSaıdme

SaffetSafilinSilideSarf

Sa’y (Sal) Salhûrcte Sâlifc Sârnit

SamiyyetSânilta

Sarâlıat Sofin© Sefer- <taâll

Seciye'SelikaSenıâî

: Geri çekilmek : Reislik, baş olma, başkanlık : tplik, tire, ip ucu tutamak, ilgi, bağ : Ruhu bilen, tanıyan, psikolog : Görme, bakma, görülme, araştırma, yönetme : Ortaokul* Embriyon, oğulcuk, cenîn, rathimde henüz teşek­

kül etmeye başlamış olan 'hayvan veya nelbât, tohum hâlinden çıkmakta olan

S

: Ayn kelimesine bak. . f Göz ağrısı, göz hastalığı: Çarpma, tokuşma, çatma, ansızm ba®a gelen

belâ: Saflık, temizlik, pâklık, hâlislik s Aşağı, alçak olanlar : Sesli harf: Harcama, çevirmiş döndürme, gider, (Sarf ti

nahiv: Dilbilgisi, gramer): Gayret, emek, çabalama, çalışıma s Çok yaşlı, ihtiyar, yıkılmaya yüz tutmuş : Bir yola giren, tarikata giren, o yolda giden : -Sesi çıkmayan, susan, ses çıkarmayan, cansız,

sessiz harf : Samimiyet: Düşünmeden ânî olarak akla gelen, görüş, il­

ham eseri : Açıklık, ibârede açıklık : Gemi (sefâin: gemiler): Sarhoşluk hâli, şuurun kaybolduğu zaman,

ölümden önceki koma, hâli : Karakter: Güzel söz, yazı, istidat, içgüdü, kâbiliyet : Semâa mensup, kaidelere bağlı kalmadan işi­

tilerek öğrenilen

138

Page 143: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

SİHsya

SoIipsizİEH

SulpSiilttkSitoanıettoclârifeSön*

ŞMŞahne

Şaooaniasm

ŞâmilŞecereŞâyî’

ŞeklineŞe’ntyetŞeraitŞey’iŞifâMŞua

: Bakırdan altın elde etme gayreti ve ilmi, kim­yanın başlangıcı

: İdealizmin aşırı şekli olup, «Ben» den başka bir şeyiiı olmadığım iddia eden felsefî meslek «Fer- dâniyet»

: Katı, sert: Bir yola girme, bir tarikata intisâb etme: Gelişi gîüzel, raıstgel©s Kemik, et parçası <

Ş: Sevinçli: Klâsik İslâm devrinde emniyet müdürü: Türlklerin İslamadan önce mensup oldukları id­

dia edilen din. Bu iddia d'oğru değildir. Prof. Dr. Tacyu’nun iddiasına göre Şamanizm özel bir din olmadığı gibi, Türklerin çoğu d(a gaman adını bilmez ve kullanmaz. Eski Türklerin dinini şa- manlık olarak görmek, bir yakıştırmadan iba­rettir. Dünyada şamanlıkla ilgili çeşitli kavim­ler vardır. Orhun âbide ve kitâbeleri, destan­lar, seyahatnameler ve muhtelif yazılı eserler, Türklerin tek Tanrı inancına dayanan bir dine inandıklarını ortaya koymaktadır. (Bk. H. Tan- yu, İslâmlıktan önce Türklerde tek Tanrı İnan* cx, Ankara, 1977; Kızılelma, s. 200)

: İçine alan, kaplayan, umumî: Ağaç, soy kütüğü: Yayılmış, duyulmuş, şuyû’ bulmuş, yaygın: Dayanma, gem, dizgin: Gerçeklik, realite: Şartlar: Eşya ve olaylarla ilgili, gözle görülür: Sözlü: İşık

139

Page 144: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

'fancciib Taalluk etm ek Taam etmefe Tâmmütn Taarruz Ttoyyüu etmek Taazzuv Talb’Tâibir-i AtarTabi

Tabii

Tafsil etmekTah&MtisTaîıarrî

TahassüsTahavviUTâifeT akarrübTu’nıîm

Tansls

Tarassut

TasfiyeTasrîh

TatyîbTa’vîk

TavsifTa’yîbTeâdut «T©âzut»

T

Şaşırma, hayret etme Alakalı, ilişik olmak Temele yemekUmumileşme, genelleşme, yayılmaHücûm, saldırma, sataşma, takılmaBelirli olmak, ortaya çıkmak, itibartaamtakUzuv hâlini alma, peyda etme, şekillenmeYaratılış, tabiatBaşka bir deyimDavulTaşak, ibtidâî kavimlerde var olduğuna inanı­lan, kutsal özelliklerinden dolayı kendisine el sürülemeyen eşya veya hayvanUzun uzun anlatmakSezgi, meydana çıkmaArama, araştırmaHislenme, duygulanmaDeğişme, bir halden ibir. hâle geçme .Takım, gurup, topluluk Taklaşma, yanaşmaUmumî bir hâle getirme, umuma teşmil etme, genelgeAyet ve hadise dayanarak bir 'şeyi tmiidafaa etmeRasat etme, gözetleme, gözlem, mJügalıede, dik­katle [bakmaTemizleme, saf dışı etmeSarahate, açıklığa kavuşturmaHoş etme, hoşlandırma, iyi davranmaOyalama, geciktirme

tüm, bilgi, vaısfetıme, niteletmeAyıplamaDayanışma, kol kola verme, toMarine kol verine

140

Page 145: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Teûintil : Bir işin olup, öteden teri' olagelen muamele, âdet, gelenek

Teâfifün : YardımlaşmaTebcyyiir; : Belirli olma, anlaşılma,Tebcîî : Ağırlama, ululamaTeceddüd : Yenileme, tazelenmeTecellî : Göriimne, açığa çıtanaTecvM : Güzelleştirme, Kur’an’ı güzel okuma kaidelerini

öğreten ilimTedfti'i» : Savunma, müdafaa, korunmaTedâlralî : Birbirine girme, müdalıale etmeTedenni : Gerileme, aşağılamaTectkîkat : İncelemeler, tedkîklerTedris : Ders verme, okutma, öğretimTedvin : Kitap haline getirme, düzenlemeTeessüs : Yeri eğme, kurulma, kurulmuş olmaTefte’iü : Fal açma, fala bakma, hayra yarama, uğur

saymaTefevvalk : ÜstünlükTefeyyüz : Aydınlanma, yükselme, taşma, feyz alma, isti­

fade etmeTefehhiiru : Yavaş yavag anlama, farkına yarmaTefessssib : Çürüyüp dökülme, bozulma, çürümeTefriş : Dayayıp döşemeTefevvfân : RenklenmeTehlîl i «Lâ Uâhe illâllah» sözünü tekrarlamaTdteeHikn : Konuşma, söylemeTekâmül : Kemale doğru gitme, igelişme, olgunlaşma, ev­

rim, kemâle ermeTefesemnıiU : Kemal bulma, olgunlaşmaTekevvün : Var olma, vücût bulmaTekrîm s Saygı gösterme, hürmet duyma, izzet « ikram

göstermeTekvin; : YaratmaTelakki : Kabul etme, anlayıpTelâhuh : Birbiri arkasından gelip birlenme, birbirine ka­

tılma

141

Page 146: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

Te’IîfTel’înTianadîTemâsiükTe>mâyiiJTemhîdâtTemeyyjteTenasüh

TenvirTerekküpTerviçTesâniidTeselsülTeşa’ııbTeşe.’üraTeşettütTeşrî

TeşrifeTetebbuTevâfukTevaüdfiulTevcihTevellüdTevfikTevhidTevlMTevsiTezyif

Ubûr'Ufkî

: Uzlaştırma, ülfet meydana getirme: Lânetleme: Devam etme, sürekli olma: Tutunma, yapışma, birlenme, dağılmama zıddı: Meyleıtraıe, eğilme: Mukaddimeler, girişler, ağız yapmalar: Kendini gösterime, sivrilme: Kuîı göçü, ruhun bir cisimden diğerine^ bir be­

denden diğerine, - yahut insandan hayvana, ge­çerek ölümden sonra dâhi temizlenmesine de­vam etmesi ve buoa dair inagj

: Nuriandırma, aydınlatma, ışıiklandırma i Karışıp birleşme, mürekkep o-lma : Revaç kazandırma, kıymet ve itiSbamı artırma , : Dayanışma: Silsile hâlinde, zincirleme : Şubelere ayrılma, çatallanma : Uğursuz; sayma, hor görme : Dağılma, parçalanma: Kanun yapma, Hz. Muhammet’in şeriata dair

emirleri: Açma, yayma, parça parça kesme, otopsi : Bir şeyi etraflıca tetkik etme : Muvaf ık düşme, uyma, uygun gelme : Durma, bekleme, eğlenme : Çevirme, yöneltme, döndürme : Doğum, doğma : Uzlaştırma: Birlegtirme, Allah’ı birleme : Doğurma, doğrulma : Genişletilme, genişletme: Küçük düşürme, sahte ve değersiz gösterme,

eğlenme alay etme

U. Ü

: Geçme : Yatay

142

Page 147: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

©irade : Esas, prensipUhuvvet : KardeşliktÎBttk : Derinliküımrâıı : Medeniyet, baymdırlıikUamûr : işler, emirler, beylerUrûc : Çıiag, yükselme, yukarı çıkmaTJstûre : Destan, efsâne, masal, mitolojiUzuv : Organt'ryan : Çıplak, açıktîserâ : Tutsaklar, esirler, köleler

V

Muvatfık, uygun BirlikYalnız, tek, biricik Baba, doğurtanGerçek, olmuş, meydana gelmiş şey Meydana gelme, ortaya çıkma Ulagmak, kavuşmak GenişApaçık, besbelli Ortaya koymakKendinden geçecek şekilde İlâhî <a$ka kendini kaptırma

: Allaih vergisi : Vakıalar, olaylar : Amme otoritesi : Dogurgan, çok verimli : Genişlik, bolluk: Ulaşma, gelme, varma, erişme, yetilme

VâftkVaMfetVâhidVâlidVîUuaVâridVâsıl olmak Vâsi’VâzıhVaz’etmekVecd

VehbîVekâyi’Velâyet-i âmme Velûd Vüs’at Vüsûi

Yetaıüvlst : Aynı kaderde olan, Gökalp bunu «Monografi»mânâsına kullanıyor

Yekdiğeri : Biri diğerine, her biri, bir başkası,Yevmi : Günlük,Yılkı : At sürüsü

143

Page 148: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,

zZahit : Açık, belli, meydandaZamir : insanım içyüzü, içinde gizli olanZîviye : Açı, tekkeZamme : ilâve, ekleme artırma, ötre, Arab harflerinde

ö, ü seslerini vermek için harfin üstüne konan işaret

Zevce : Eş (Kan)Zeveban : ErimeZeveibânî : Erimeyle ilgili, erimeye müsait, eriyen, dağılan

cansız varlıklar Zımnî s Açık olmayarak, dolayısıyla anlatılan7At : AşağıZiya : IşıkZulmet : KaranlıkZüMe : ö z

144

Page 149: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,
Page 150: ZİYA GÖKALP - Ülkünetulkunet.com/UcuncuSayfa/Makaleler_II_-_Ziya_Gokalp_1857.pdf · 2017. 11. 26. · BUGÜNKÜ FELSEFE (*) Muharriri: Tevfik Sedat (Ziya Gökalp) Bir zamanlar,