yıl: 2014-2015 sayı...esiyor bahar rüzgârı. bir mutubeklerim ben yaz mevsimi gelmeden. en eski...

8
Sanat - Edebiyat Yıl: 2014 - 2015 Sayı: 2 1 GECE SANCISI Mum ışığında yazıyorum… Kalbim hızlı hızlı atıyor. Yağmur, kalbimden de hızlı düşüyor yeryüzüne. Tüm hislerim ve düşüncelerim, gecenin bu vaktinde gelip dikiliyor önüme. Sırdaşım bir küçük mum, o da tükenmek üzere. Kendi canının derdine düşmüş. Mum ışığı sadece beni izlemekle kalıyor. Sözlerimi kulak ardı ediyor. Derdime çare olmuyor. Elimin ani hareketleriyle bir o yana bir bu yana savruluyor mum ışığı. Sanki benden tokat yiyor gibi. İçimde biriken bu sessizliği dindirecek bir dosta ihtiyacım var. Sessizliği dindirmek zormuş. Meğer bir sese ihtiyaç varmış, bir güvenli dost sesineBarışsın gece ile gündüz. Geceden gündüze selam olsun. Ay’a ve Güneş’e selam olsun. Geceye saklanan ne varsa dökülsün ortaya. Gündüzler hep aydınlık olsun. Kalemden kâğıda selam olsun. Kalemdir hep konuşan. Kâğıt daima susar. Kim bilir belki bir gün o da dile gelir, tüm sırlar açığa çıkar. Sena ÇAKIRGÖZ YAŞAMI PAYLAŞMAK İnsan; dünyasını, ülkesini, şehrini, mahallesini, apartmanını başka insanlarla paylaşmaktadır. Aile üyeleriyle de aynı evde yaşamaktadır. Bu durum, insan için bir zorunluluktur. Çünkü yalnız yaşamak, biz insanlar için imkânsızdır. Mademki içinde bulunduğumuz ortamı daima başkaları ile paylaşmak durumundayız, o halde oluşabilecek kıskançlık cimrilik, sevgisizlik, tahammülsüzlük gibi duygularla da baş etmek zorundayız. Eğer bu mücadeleyi vermezsek doğacak kavga, küskünlük ve hatta savaşlardan en çok biz zarar görürüz. Huzursuz olur, hayatın tadını çıkaramayız. Bu geniş dünya bize dar gelir. Birlikte yaşamının en güzel örneğini, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.) gösteriyor. Medine’de Müslümanlardan başka Yahudiler de vardı. Huzurun sağlanması için Medine Antlaşması imzalanmıştı. Yahudiler, dinî ve sosyal hayatlarında herhangi bir engelle karşılaşmamışlardır. Hz. Peygamber, her zaman bu antlaşmaya sadık kalmıştır. “Benim gibi olacaksınız! Yoksa size tahammül edemem!” dememiştir. Evs ile Hazreç kabileleri yüz yirmi yıldır savaşıyorlardı. Birlikte yaşayamaz hale gelmişlerdi. Gönüllerinde de bir yığın kin, nefret ve intikam ateşi bulunmaktaydı. Barış ve rahmet Peygamberi, Allah’ın izniyle, onları da barıştırdı. Gönlündeki insan sevgisi, gözlerindeki iman ışığı onları da aydınlığa kavuşturmaya yetti. Eski anlaşmazlıklar unutuldu. Ensar ile muhacir kardeşliğine gelince, o, Hz. Peygamber’in belki de en güzel projesiydi. Böylece Mekke’den gelen muhacirler evsiz barksız kalmadı. Ensar, bütün malını muhacirlerle paylaşarak birlikte yaşamanın en güzel örneklerini gösterdi. Ensarın cömertliğini unutmayalım diye, kıyamete dek bize örnek olsun diye, Yüce Allah, kitabında ensarı övmüştür. Günümüzde çocukların anne-babalarına, anne-babaların da evlatlarına tahammül edemediklerini görüyoruz. Özellikle Avrupa’daki çocuklar, aileleriyle erkenden yollarını ayırıyorlar. Hâlbuki “Sizin en hayırlınız ailesi için en hayırlı olanıdır.diyen Hz. Peygamber’in sevgi ve saygı sınırları korunmuş olsaydı böyle bir sorun baş göstermezdi. İnsanlar, komşularıyla da birlikte yaşamak mecburiyetindedirler. Fakat aynı apartmanı paylaşan insanlar birbirlerinden habersiz, birbirlerine selamsız ve ikramsız yaşıyorlar. Oysaki Peygamberimiz, komşumuzun o gün yoksa tok mu yattığından haberdar olmamızı istiyor. Hediyeleşmeyi, komşunun güneşine engel olmamayı, ikramda bulunmayı tavsiye ediyor. Bizler de bu tavsiyelere uygun davranırsak komşularımız ile hiçbir sorunumuz kalmaz. Hangi ırk, renk ve inançtan olursak olalım birlikte yaşadığımız insanlarla iyi geçinmek, en çok da bizim faydamıza olacaktır. Bu konuda da Peygamberimizin sözlerinde ve uygulamalarında pek çok örnek vardır. Fatma KURTOĞLU Beyza Pehlivan

Upload: others

Post on 18-Sep-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

Sanat - Edebiyat

Yıl: 2014-2015Sayı: 2

1

GECE SANCISI

Mum ışığında yazıyorum… Kalbim hızlı hızlı atıyor. Yağmur,

kalbimden de hızlı düşüyor yeryüzüne. Tüm hislerim ve

düşüncelerim, gecenin bu vaktinde gelip dikiliyor önüme.

Sırdaşım bir küçük mum, o da tükenmek üzere. Kendi canının derdine

düşmüş. Mum ışığı sadece beni izlemekle kalıyor. Sözlerimi kulak

ardı ediyor. Derdime çare olmuyor. Elimin ani hareketleriyle bir o

yana bir bu yana savruluyor mum ışığı. Sanki benden tokat yiyor gibi.

İçimde biriken bu sessizliği dindirecek bir dosta ihtiyacım var.

Sessizliği dindirmek zormuş. Meğer bir sese ihtiyaç varmış, bir

güvenli dost sesine…

Barışsın gece ile gündüz. Geceden gündüze selam olsun. Ay’a ve

Güneş’e selam olsun. Geceye saklanan ne varsa dökülsün ortaya.

Gündüzler hep aydınlık olsun.

Kalemden kâğıda selam olsun. Kalemdir hep konuşan. Kâğıt daima

susar.

Kim bilir belki bir gün o da dile gelir, tüm sırlar açığa çıkar.

Sena ÇAKIRGÖZ

YAŞAMI PAYLAŞMAK

İnsan; dünyasını, ülkesini, şehrini, mahallesini, apartmanını

başka insanlarla paylaşmaktadır. Aile üyeleriyle de aynı evde

yaşamaktadır. Bu durum, insan için bir zorunluluktur. Çünkü

yalnız yaşamak, biz insanlar için imkânsızdır. Mademki içinde

bulunduğumuz ortamı daima başkaları ile paylaşmak

durumundayız, o halde oluşabilecek kıskançlık cimrilik,

sevgisizlik, tahammülsüzlük gibi duygularla da baş etmek

zorundayız. Eğer bu mücadeleyi vermezsek doğacak kavga,

küskünlük ve hatta savaşlardan en çok biz zarar görürüz.

Huzursuz olur, hayatın tadını çıkaramayız. Bu geniş dünya bize

dar gelir.

Birlikte yaşamının en güzel örneğini, âlemlere rahmet olarak

gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.) gösteriyor. Medine’de

Müslümanlardan başka Yahudiler de vardı. Huzurun sağlanması

için Medine Antlaşması imzalanmıştı. Yahudiler, dinî ve sosyal

hayatlarında herhangi bir engelle karşılaşmamışlardır. Hz.

Peygamber, her zaman bu antlaşmaya sadık kalmıştır. “Benim

gibi olacaksınız! Yoksa size tahammül edemem!” dememiştir.

Evs ile Hazreç kabileleri yüz yirmi yıldır savaşıyorlardı. Birlikte

yaşayamaz hale gelmişlerdi. Gönüllerinde de bir yığın kin, nefret

ve intikam ateşi bulunmaktaydı. Barış ve rahmet Peygamberi,

Allah’ın izniyle, onları da barıştırdı. Gönlündeki insan sevgisi,

gözlerindeki iman ışığı onları da aydınlığa kavuşturmaya yetti.

Eski anlaşmazlıklar unutuldu.

Ensar ile muhacir kardeşliğine gelince, o, Hz. Peygamber’in belki de

en güzel projesiydi. Böylece Mekke’den gelen muhacirler evsiz

barksız kalmadı. Ensar, bütün malını muhacirlerle paylaşarak birlikte

yaşamanın en güzel örneklerini gösterdi. Ensarın cömertliğini

unutmayalım diye, kıyamete dek bize örnek olsun diye, Yüce Allah,

kitabında ensarı övmüştür.

Günümüzde çocukların anne-babalarına, anne-babaların da evlatlarına

tahammül edemediklerini görüyoruz. Özellikle Avrupa’daki çocuklar,

aileleriyle erkenden yollarını ayırıyorlar. Hâlbuki “Sizin en hayırlınız

ailesi için en hayırlı olanıdır.” diyen Hz. Peygamber’in sevgi ve saygı

sınırları korunmuş olsaydı böyle bir sorun baş göstermezdi.

İnsanlar, komşularıyla da birlikte yaşamak mecburiyetindedirler.

Fakat aynı apartmanı paylaşan insanlar birbirlerinden habersiz,

birbirlerine selamsız ve ikramsız yaşıyorlar. Oysaki Peygamberimiz,

komşumuzun o gün aç mı yoksa tok mu yattığından haberdar

olmamızı istiyor. Hediyeleşmeyi, komşunun güneşine engel

olmamayı, ikramda bulunmayı tavsiye ediyor. Bizler de bu tavsiyelere

uygun davranırsak komşularımız ile hiçbir sorunumuz kalmaz.

Hangi ırk, renk ve inançtan olursak olalım birlikte yaşadığımız

insanlarla iyi geçinmek, en çok da bizim faydamıza olacaktır. Bu

konuda da Peygamberimizin sözlerinde ve uygulamalarında pek çok

örnek vardır.

Fatma KURTOĞLU

Beyza Pehlivan

Page 2: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

Fotoğrafçılığa biraz ara verdim. Birkaç hafta sonra babamın

tavsiyesiyle yeniden fotoğraf makinemi boynuma taktım.

Deklanşöre basmayı çok özlemiştim. Bundan sonra kenarda

köşede kalmış eski arabaların fotoğraflarını çekecektim. Böylece

kimseyle de atışmak zorunda kalmayacaktım. Başlarda eski

arabaların fotoğraflarını çekmekten çok zevk alamadım. Ama

daha sonra bu işe iyice ısındım. Daha eski arabaları bulmaya

çalıştım. Benim için en değerlisi yaşlı olmasına rağmen hâlâ diri

kalmayı başarabilmiş arabalardı.

Bir gün okuldan dönerken evimizin iki alt sokağında terk

edilmiş bir araba gördüm. Oldukça yaşlı olan bu arabayı daha

önce hiç görmemiştim. Çok merak ettim. Arkadaşlarımdan

ayrılıp arabanın yanına gittim. Fotoğraf makinem yanımda

değildi. O nedenle fotoğraf çekemedim. Hemen eve koştum.

Okul kıyafetlerimi çıkarmadan fotoğraf makinemi aldım.

ARABA SEVDASI

Her erkek çocuk gibi ben de arabalara meraklıyım.

Küçüklüğümden beri gördüğüm her arabayı incelerim. Sadece

arabalar değil; minibüs, otobüs ve kamyon gibi pek çok taşıtı da

dikkatle süzerim. Bazen parkta arkadaşlarımla otururken “araba

bilmece oyunu” oynarız. Bu oyunun kuralları çok basit.

Sıradaki oyuncu, yoldan geçen ilk arabanın markasını tahmin

eder. Bunun için de fazla süresi yok. Çünkü peşinden gelen

araba, oynama sırasının diğer oyuncuya geçtiğinin işaretidir. Bu

oyunu açık farkla hep ben kazanırım. Çünkü arabaların sadece

markalarını değil, modellerini dahi rahatlıkla söyleyebilirim..

Bir gün bu araba sevdamı, fotoğrafçılık hobimle birleştirmeye

karar verdim. Fotoğraf makinemle istediğim arabanın

fotoğrafını çekebilecektim. Hemen işe koyuldum. Sokakta

gördüğüm ve beğendiğim arabaların fotoğraflarını çektim.

Heyecanlı fotoğraf çekimlerim çok sürmedi. Çünkü arabaların

sahipleri, arabalarının fotoğraflarını çekmemden rahatsız

oldular. Hatta birkaçının elinden zor kurtuldum. Neden böyle

yaptıklarına anlam veremedim. Arabalarına dokunmadan nasıl

zarar verebilirdim ki? Bu olaylar beni biraz ürküttü.

Arabanın fotoğraflarını çekmeye başladım. Arabayı çok beğenmiştim.

Markasının “Mercedes” olduğunu hemen anladım. Fakat eski bir araç

olduğundan modelini bilemedim. Hemen telefonumdan internete

girerek arabanın modelini araştırdım. Elimde telefonla arabanın

etrafında bir tur attım. Arabanın modelini hemen öğrenmeliydim.

Arabanın arkasına geçtim ve kirden görünmeyen bagajını sildim.

Arabanın bagajında sadece bir rakam kalmıştı: “3”. Ne yazık ki, bu

rakamı görünce dahi modelin ne olduğunu bilemedim. Bu “3”

rakamıyla başlayan kısım, araştırmamda yardımcı oldu. Nihayet

başardım. Bu araba Mercedes’in 300 SEL modeliymiş. 1968-1972

yılları arasında üretilmiş. Araba beklediğimden daha yaşlı çıkmıştı.

Bu nedenle modelini bilememem gayet doğaldı. Bu arabayı ilk haliyle

hayal edince zamanında ne kadar da güzel bir araba olduğunu

düşündüm. Sizce?

Hakan ARİF

2

YAĞMUR

Nicedir uğramadın buralara

Sensiz bıraktın sokakları.

İncittiler mi seni yoksa?

Temiz yüreğini kırdılar mı?

Vakit sabah şimdi

Buralarda yoksun hâlâ

Yollar ıslanmış gibi

Çiy miydi düşen toprağa,

Yoksa sen mi?

.

Sen gelirsen ansızın

Güller burcu burcu kokar,

Buğdaylar ayağa kalkar.

Mahallenin afacan çocukları

Senin altında top oynar.

Sabrettim, çok bekledim.

Ve nihayet sen geldin.

Toprak koktu her taraf

Sefa geldin, hoş geldin.

Beyza ÇAKIR

Hava bugün kapalı,

Esiyor bahar rüzgârı.

Bir muştu beklerim ben

Yaz mevsimi gelmeden.

En eski dostlarınla bir olup

Yağarsın sağanak sağanak.

Sessizliğimize ses olup

İnersin dağa, ovaya çabucak

Page 3: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

3

Merve AYAN

UÇAN HALI

Dün sabah çizgi film izlerken uçan bir halı gördüm. Bildiğimiz halı, havada

kuş gibi süzülüyordu. Çizgi film biter bitmez odama koştum. Oyuncak

direksiyonumu, gaz ve fren pedallarımı halının üstüne yığdım. Direksiyonu

elime aldım, gaz ve fren pedallarını da halının püsküllerine bağladım.

Arabamızın anahtarını da cebime koydum. Karşı pencereyi açtım. Halının

üstüne oturdum. Kontağı çevirdim fakat halı çalışmadı. Babama seslendim.

Ondan yardım istedim. Galiba aküm bitmişti. “Baba, akü takviyesi yapar

mısın?” dedim. Babam gülerek dediğimi yaptı. Ben neden güldüğünü

anlamadım. Takviye yaptığımız halde halı uçmadı. Galiba bu kez de halının

benzini bitmişti. Doğru babamın arabasına koştum. Arabadan bir küçük bidon

benzinle döndüm. Benzini halının üstüne döktüm. Annem, benzin kokusunu

alınca odaya geldi ve bana fırça attı. Ben işimle meşguldüm. O yüzden

annemin azarını tam olarak işitemedim. Tekrar denedim. Halı yine çalışmadı,

yine çalışmadı. Bunun üzerine halıyı bir güzel temizledim. Hatta halıyı yana

doğru kaldırıp çırptım. Üzerindeki ağırlıktan dolayı uçmadığını düşündüm.

Evet, halı ağır olduğu için uçamıyordu. Hemen makası aldım ve halıya

giriştim. Halının yarısını kestim. Kesmek biraz yordu beni. Nefes nefese

kaldım. Alnımdaki teri silip yeniden direksiyonu elime aldım. Halı bu kez

mutlaka uçacak, dedim. Fakat halı yerinden dahi kıpırdamıyordu. Sonra

aklıma yolda kalan arabalar geldi. Şoför, yolda kalan arabasını iterek

çalıştırıyordu. Evet, ben de halıyı itersem halı uçabilirdi. Halının arkasına

geçtim ve halıyı itmeye başladım. O sırada ayağım kaydı ve yere

kapaklandım. Ama pes etmedim. Yeniden halıyı itmeye başladım. Tüm

gücümle halıyı ittim. Halıya biraz fazla yüklenmişim. Frenlerim tutmadı ve

duvara çarptım. Kafamı “küttt!” diye duvara vurdum. Canım çok acıdı. Birden

acıyla haykırdım. Bir de ne göreyim: Yatağımda buldum kendimi. Meğer

hepsi bir rüyaymış.

Murat ATLI

Raziye BAL

RENK KIVILCIMI

İçimi sımsıcak yapan

Renkler vardı hayalimde.

Gün ışığında canlanan,

Yansıyan ve parıldayan…

Renk kıvılcımı görüyordum

Gündüz gülümsemesinden…

Gece ışığında parlayan,

Bir yıldız gibi gönüllere akan,

Yüreğimi ısıtan bir şey,

Renkler vardı derinden.

Renk kıvılcımı görüyordum,

Gece tebessümünden…

Sümeyye KILIÇ

Page 4: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

Hemen yerimden kalktım. Ellerimle rüzgâra tutundum. Birden

havada uçmaya başladık. Uçarken aşağıya eğildim. Şehrin

ışıklarını yıldızlara benzettim.

- Ne güzelmiş. Meğer yıldızlar her yerdeymiş, dedim.

Rüzgâr gülümseyerek:

- Tabii ki, dedi. Yıldızlar her yerdedir. En çok da güzel insanların

yüreğinde.

Hemen sordum:

- Sence benim içimde de bir yıldız var mıdır?

- Elbette, sen minnacık bir yıldızsın.

Bu cevaba çok sevindim. Rüzgârla konuşmaya devam ettim:

- Ay beni niye çağırdı?

- Sen istedin ya! Hem senin uçurtmanın ipi ona takılmış, gelsin de

düzeltsin, dedi.

- Peki, sen düzeltemez miydin?

- Hayır, ben Ay’da hiç hareket edemem. Bu yüzden de

düzeltemem.

- Yani sen Ay’da esmez misin?

- Esmem.

- Fakat şimdi Ay’a gitmiyor muyuz?

- Gidiyoruz ama ben sadece seni bırakıp döneceğim. Sabah

olmadan da seni alacağım.

Az sonra Ay’ı gördüm. Gerçekten de uçurtmanın ipi takılmış.

Kendi kendine düzeltmeye çalışıyordu. Bizi görünce çok sevindi.

- Merhaba, dedi. Seni gördüğüme sevindim.

- Ben de çok sevindim ve çok heyecanlıyım, dedim.

Gerçekten de çok sevimliydi. Önce uçurtmanın ipini düzelttim,

sonra da onunla oyunlar oynamaya başladık. Yıldızların arkalarına

saklanarak saklambaç oynadık. Daha sonra da top oynamaya

başladık. Gezegenlerden birini fırlattı bana.

- Tut, bu Merkür.

- Merkür’ü tuttum.

- Bu Venüs, dedi ve Venüs’ü fırlattı.

- Onu da tuttum.

Tam Dünya’yı fırlatacaktı ki ona engel oldum.

Ne yapıyorsun, dedim. Dünyayı sallandıracaksın! Ben depremden

çok korkarım.

Neyse ki Dünya’yı kurtardım. Sonra diğer gezegenleri fırlattı. Bu

Mars, bu Satürn, bu Neptün, bu Platon, bu Uranüs… Bütün

gezegenler kucağıma doldu. Bu sırada rüzgâr geldi ve bana:

- Haydi, artık gidelim, dedi. Sabah olmadan gitmeliyiz.

Bunun üzerine Ay’a son kez bakıp:

- Hoşça kal, dedim. Sana çok teşekkür ederim. Allah’a emanet ol.

Yine geleceğim.

Ay’la vedalaşıp kendimi rüzgârın kollarına bıraktım. Rüzgâr, açık

penceremden içeri girdi. Yatağıma bıraktı beni. Ona da teşekkür

ettim. Arkasından el salladım. Çok mutluydum. Çok geçmeden

sabah oldu, saatimin zili çaldı. Annem seslendi:

- Elifsu, kalk hadi!

Annemin sesini rüzgâr sandım.

- Biraz daha uyuyayım rüzgâr. Lütfen, lütfen…

Annem dayanamadı ve kalkmam için dürttü.

- Ne rüzgârı kızım, dedi.

Gözlerimi açtım. Annemi gördüm. Ona tatlı tatlı gülümsedim.

Elifsu KOÇ 4

BİR “AY” YOLCULUĞU

Bir yaz akşamı, kardeşimle evimizin balkonunda oturuyorduk. Tatlı

tatlı konuşuyorduk ki gökyüzü ilgimizi çekti. Gökyüzü ışıl ışıldı.

Ay gülümsüyordu. Küçükayı ve Büyükayı takımyıldızları da

uçurtma gibi salınıyorlardı. Kardeşime:

- Gökyüzüne dikkatli bak, dedim. Küçükayı ve Büyükayı

uçurtmaya ne kadar da benziyorlar.

- Evet, haklısın, dedi gülümseyerek. Gerçekten de uçurtmaya

benziyorlar. E, haydi uçuralım o zaman.

- Benim yaşım büyük; senin de hayallerin. Büyükayı’yı uçurmak

senin hakkın.

İkimiz de uçurtmanın ipinden tutar gibi yaptık. Kendi kendimize

eğleniyorduk. O sırada bir yıldız kaydı. Kayan yıldızı kardeşime

gösterdim. Kardeşim hayranlıkla yıldıza doğru baktı. Kafasında

birtakım hayaller döndüğünü tahmin ediyordum. Çok geçmeden

tahminim doğru çıktı. Kardeşim:

- Keşke şu yıldızın kuyruğuna takılsam da gökyüzüne çıksam.

- Eskiden ben de isterdim. Hatta oraya merdivenle çıkılacağını

sanırdım. Peki, diyelim ki çıktın gökyüzüne, ne yapmak istersin?

- Bilmiyorum ama yapacak birçok güzel şey bulurdum herhalde.

Belki yeni arkadaşlar da bulurdum kendime.

- Kimlerle? Orada kimse yok ki. Kimlerle arkadaş kuracaksın ki?

- Bilmiyorum. Bu sadece bir hayal.

- Uçurtmalarımız gibi mi?

- Belki de…

- Evet kardeşim, gökyüzüyle ilgili başka hayallerin var mı?

- Olmaz mı?

- Hadi anlat bakalım ablacığına.

- Abla, sence Ay’a gitsem, Ay benim arkadaşım olur mu?

- Arkadaşın mı? Bakıyorum da sen iyice uçtun?

- Gökyüzünde değil miyim abla, tabii ki uçacağım.

- Ama az önce hayallerim sayesinde bana büyüksün dedin.

- Evet, hayaller insanı büyütür. En büyük başarıların ardında en

büyük hayaller vardır. Örnek vereyim istersen: İnsanlar Ay’a

gitmeyi hayal etmeselerdi asla Ay’a ayak basamazlardı. Önce

hayaller doğar, sonra da başarılar.

- Öyleyse, ben hep hayal kuracağım.

Kardeşim bu sözleri söylerken Ay’a meraklı gözlerle bakıyordu.

Ay’a çıkmak için tüm oyuncaklarını vermeyi göze alacak kadar

meraklanmıştı. Merakını gidermek için sorular soracağından

emindim. Kardeşim:

- Ay, nasıl bir yer?

- Kayalık. Dağlar ve çok derin çukurlar var.

- Keşke oraya gidebilsem.

Artık yatma vakti gelmişti. Birbirimize “İyi geceler.” dedik ve

yataklarımıza uzandık.

(Bundan sonrasını kardeşim anlatsın. Gelin dinleyelim.)

Gökyüzünü çok merak ediyordum. Bu nedenle o gece gözüme

uyku girmedi. Açık pencereden tekrar gökyüzüne ve Ay’a baktım.

Gözlerimi kapadım. Tatlı bir serinlik hissettim. Gözlerimi açtım,

rüzgârı gördüm. Rüzgâr uzun saçlı, gül yüzlü bir eceye benziyordu.

Bana tatlı tatlı gülümsüyordu.

- Elifsu sakın uyuma! Beni Ay gönderdi. Seni onun yanına

götüreceğim, dedi.

- Peki, sabahleyin evime dönebilecek miyim?

- Elbette.

Page 5: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

KAYIP KELEBEK

Anadolu’nun güzel bir şehrinde bir küçük kelebek ve annesi

yaşarmış. Küçük kelebek arkadaşlarıyla oynamak için annesinden

izin istemiş. Annesi, kelebeğe izin vermiş ama akşam ezanından

önce mutlaka yuvalarına dönmesini tembih etmiş. Küçük kelebeğin

renkli kanatlarında saat yokmuş. Hava kararınca ve ezan sesini

duyunca hemen eve uçarmış. O gün oyun çok heyecanlı geçmiş.

Havanın karardığını görmemiş. Ezanın okunduğunu duymamış. Bir

de bakmış ki akşam oluvermiş. Her yer kapkara olmuş.

Arkadaşlarının yuvaları oyun parkının yakınındaymış. Küçük

kelebeğin yuvası ise uzaktaymış. Herkes yuvalarına dağılmış.

Küçük kelebek ortada kalakalmış. Ne yapacağını bilememiş. Daha

önce karanlıkta hiç tek başına kalmamış ki... Zaten karanlıktan da

çok korkarmış. Yuvasında bile gece lambası ile uyurmuş. Küçük

kelebek etrafına göz gezdirmiş. Nerede olduğunu anlamaya

çalışmış. Evlerinin hangi yönde olduğunu hatırlayamamış.

Korkudan titremeye başlamış. Bayılacak gibi olmuş. Tam o sırada

küçük bir ışık görmüş. Hiç düşünmeden ışığın geldiği tarafa kanat

çırpmış. Nefes nefese kalmış. Nihayet ışığın yanına yaklaşabilmiş.

Bu ışık bir ateşböceğine aitmiş. Ateşböceği, kelebeğin perişan halin

görünce üzülmüş. Gecenin bu vaktinde burada ne aradığını sormuş.

Kelebek başına gelenleri anlatmış. Ateşböceği, kelebeği bir güzel

dinlemiş. Ona sakin olmasını anlatmış. Meğer bu ateşböceği küçük

kelebeğin annesini tanıyormuş.

Küçük kelebeğin yuvasını da biliyormuş. Ateşböceği, küçük

kelebekten peşine takılmasını istemiş. Küçük kelebek tüm gücüyle

ateşböceğini takip etmiş. Çok geçmeden yuvaya gelmişler.

Ateşböceği, küçük kelebeği annesine teslim etmiş. Hiç beklemeden

geri dönmüş. Yavrusunu çok ama çok merak eden anne kelebekten

sevinç gözyaşları dökülmüş. Küçük kelebeği kanatlarıyla sımsıkı

sarmış. Küçük kelebek de korkusunu hemen unutup rahat bir nefes

almış.

Sudenur BOLAT

5

ÇÖMLEKÇİ KAPLUMBAĞA

Sonbahar gelmiş ve ormanda okullar açılmış. Kaplumbağa da

diğer arkadaşları gibi okula gitmiş. Okuldaki arkadaşları,

kaplumbağa ile hep alay etmişler. Hep bir ağızdan şöyle demişler:

-Kaplumbağa ayağa kalkamaz ki, kaplumbağa ayağa kalkamaz

ki…

Arkadaşları, kaplumbağayı canından bezdirmişler. Kaplumbağa

bundan çok rahatsız olmuş. Kaplumbağa her saat ve her dakika bu

sorundan nasıl kurtulacağını düşünmüş. Okul sonraları ödevlerini

bitirdikten sonra çalışmalar yapmış. Ne yaparsa yapsın, bir türlü

ayakta durmayı başaramamış. Birkaç saniye içinde yere üzerine

düşmüş. Kaplumbağa, ancak bir şeye tutunabilirse ayakta

kalabildiğini fark etmiş. Bunun üzerine çok kafa yormuş. Nihayet

bir çözüme ulaşmış.

Kaplumbağa çömlek yapmaya karar vermiş. Bu şekilde hem

ayakta durabilecek hem de güzel çömlekler yapabilecekmiş.

Kaplumbağa, Nevşehirli arkadaşından kendisine yardım etmesini

istemiş. Nevşehirli arkadaşı, kaplumbağaya bir çömlek tezgâhı

bulmuş. Kaplumbağa düşüncelerini gerçekleştireceği için çok

mutlu olmuş.

Kaplumbağa, okulda hiç kimseye çömlek işinden bahsetmemiş.

Evde denemeler yapmış. Önceleri başarısız olsa da ümidini hiç

yitirmemiş. Bir zaman sonra çömlek işinde ustalaşmaya başlamış.

Bir sabah, çömlek tezgâhını ailesiyle birlikte okula taşımış.

Teknoloji Tasarım dersinde öğrenciler, yeteneklerini ortaya koyan

çalışmalar yapmışlar. Kaplumbağa da arkadaşlarının bakışları altında

çömlek tezgâhına tutunmuş ve ayağa kalkmış. Herkes kaplumbağanın

bu haline çok şaşırmış. Kaplumbağa, dikkatini hiç dağıtmamış.

Kimseye bakmadan işine koyulmuş. Ders bitimine kadar iki tane

çömlek yapmış. Bu çömlekleri öğretmeni çok beğenmiş.

Arkadaşlarının ağzı açık kalmış. Hayran hayran çömleklere bakmışlar.

Kaplumbağa daha önceden yaptığı çömlekleri okula getirmiş.

Çömlekleri tek tek paketleyerek arkadaşlarına hediye etmiş.

Arkadaşları çömlekleri alınca çok mutlu olmuşlar. Mutlulukları çok

kısa sürmüş. Çünkü kaplumbağa ile alay ettikleri günler akıllarına

gelmiş ve üzülmüşler. Bunun üzerine pişman olduklarını söyleyerek

sırayla kaplumbağadan özür dilemişler. Kaplumbağa onları affetmiş ve

hakkını helal etmiş. Artık her teneffüste birlikte oynayıp eğlenmişler.

Kimseyle de alay etmemişler.

Havvanur KIRCABEL

Page 6: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

6

Rümeysa DÖNELİ

İYİ YÜREKLİ KUŞ

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ormanın birinde bir kuş

yaşarmış. Henüz yavruyken bu kuşun tüyleri dökülmeye başlamış.

Tüyleri seyrelen kuşun görünüşü diğer kuşlardan farklı olduğu için

bütün arkadaşları onunla alay etmişler.

Yavru kuşun süt gibi saf yüreği varmış. Kötülük nedir bilmezmiş.

Önceleri kendisi hakkında söylenenleri kulak ardı etmiş, pek

önemsememiş. Fakat yavru kuş olmaktan çıkıp yetişkin bir kuş haline

gelmeye başladığında alaylı sözlerden incinmeye başlamış. Yüreği

burkulmuş. Ormandaki diğer hayvanlar da bu alay işini iyice

abartmışlar. Bunu kendilerine bir eğlence olarak görmüşler. Kuşu

gördüklerinde alaycı bakışlar atmışlar, küçümseyici sözler söylemişler.

Ormanın kralı aslan da artık yaşlandığı için eski gücünde değilmiş. Bu

sebeple ahalisine söz geçiremiyormuş. Ancak içten içe kuşun perişan

haline üzülüyormuş. Bu kuşla alay edenlerin başında bir bülbül

geliyormuş. Billur gibi sesiyle şarkılar söyleyen bülbül ormandaki tüm

hayvanları etkilemeyi başarırmış. Rengârenk ve parlak tüylerini tüm

ormana sergilermiş..

Kuşun artık sabrı kalmamış. Ormandan gitmeyi kafasına koymuş.

Doğduğundan beri ormanının dışına çıkmayan kuş, tüm tehlikeleri göze

almış. Birkaç gün aç kalmış. Konacak bir dal bulamamış. Artık ümidini

kaybettiği anda yanından bir kuş sürüsü geçmiş. Can havliyle kanat

çırpmış ve bu sürüye yetişmiş. Onlarla arkadaş olmuş. Üç yıl, üç ay, üç

hafta, üç saat boyunca onlarla birlikte kalmış. Yeni arkadaşlarıyla o

kadar güzel vakit geçirmiş ki seyrek tüylü görünüşü aklına bile

gelmemiş. Kendisiyle hiç alay edilmemiş. İyi niyetli ve temiz kalpli

arkadaşları onun bu durumunu bir eksiklik olarak görmemişler. Yılların

hızla geçtiğinin farkında olmayan kuşun aklına bir ara eskiden yaşadığı

orman gelmiş. Kendisiyle alay edildiği günleri düşünmüş. Sonra uçarak

bir su kenarına gelmiş. Suyun üstünde birkaç tur atarak başını aşağıya

doğru eğmiş. Yıllardır bakmadığı görüntüsünü merak etmiş. Güneşin

parlattığı suyun üzerinde dolanan kuş, gözlerine inanamamış. Tüysüz

vücudundan eser kalmamış. Bedeninde capcanlı tüyler çıkmış.

Kuş, o kadar sevinmiş, o kadar sevinmiş ki gözlerinden iki

damla yaş süzülüvermiş.

Kuş, kanatlarını hızla çırparak eski ormanına doğru yola çıkmış.

Nihayet ormana gelmiş. Kuşun bu güzel halini görenler hayran

kalmışlar. Kuş, bir o yana bir bu yana süzülmüş. Hemen

bülbülün yuvasına doğru uçmuş. Bülbülün yuvasına gelince

şaşırmış. Çünkü güzelliği dillere destan olan bülbülün tüyleri

solmuş ve birbirine karışmış. Billur gibi sesi de kısılmış. Meğer

bülbül geçen sene bir kaza geçirmiş. Kazadan sonra bir türlü

kendine gelememiş.

Kuş, bülbülün bu zavallı haline acımış. Bülbül ise yaptıklarının

farkına varmış ama iş işten geçmiş. Kuş yine de temiz kalbinin

sözünü dinlemiş ve bülbüle tek kötü söz etmemiş. “Geçmiş

olsun.” diyerek kanat çırpmış. Umut ve neşe dolu günlere

uçmuş.

Sümeyye BAYRAK

NERELERDEYDİN

Gittin! Sadece gittin! Arkana bakmadan.

Düşündün mü geridekileri ufaktan?

Umutsuzca yolunu bekleyen yârini,

Sevgisi asla, asla bitmeyen anneni.

Acı çektiler hep senin uğruna.

Haykırdılar, haykırdılar ama ne fayda?

Duyuramadılar ki seslerini sana,

O haykırışları duyuyor muydun yoksa?

Nerelerdeydin sen, söyle nerelerdeydin?

Aç mıydın, susuz mu? Üşür müydün?

Anlat, düşündün mü bir kez olsun onları,

Bir kerecik de olsa geçtiler mi aklından?

Sude Nur KALAYCI

DEĞİŞTİN

Bilirdin sevgimi,

Anlamaz oldun.

Beğenirdin saygımı,

Umursamaz oldun.

Dinlerdin sözlerimi,

Aldırmaz oldun.

Bir fırtına kopsa

Benden bilirsin.

Dilin konuşsa

Gözlerinle susarsın.

Anlatmazsın duygularını,

Duymamı istemezsin.

Sümeyye KÜÇÜK

Page 7: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

7

DOĞA

Merak ediyorum kuşların cıvıltısını.

Merak ediyorum denizin içindeki mercanları, balıkları, deniz

kabuklarını ve daha nicelerini…

Tüm bunlar birer mucize olsa gerek.

Soruyorum kendime ve tüm dostlara:

Yaradan’ın insanlara armağan ettiği güzelliklerin farkında mıyız?

Bu konuda derin düşünceler içindeyim. Hangi gözle baksam

mucizenin bu akıl almaz sırrını çözemiyorum. İnsan konuşur, duyar

ve hareket eder. Fakat doğa, bu özelliklere sahip değil. O, kendine

has bir renk cümbüşünü gözümüzün önüne serer. Sarı, mavi, yeşil,

kırmızı… Tüm renkler hayat bulur doğada. Canlanır ve gözümüze

yansır.

Rüzgâr da ses veriyor bize. Cevaplıyor sorumuzu.

Esintisi bir şeyler anlatmak ister gibi: “Anlatabildim mi?” diye

fısıldıyor sanki.

Muhteşem güzelliğine rağmen doğa yok ediliyor. Ağaç kesiliyor,

ormanlar kül oluyor.

Ve bir dost daha kül oluyor. Doğaya yazık oluyor.

Doğa ölüyor…

Şevval ESİM

Şeyma GEYİK

İLKBAHAR

Yine ilkbahar geldi,

Her yer yeşile büründü.

Kırlarda çiçekler renk renk,

İlkbahar hoş geldi, sefa geldi.

Koşun çocuklar koşun,

Kırlara, bayırlara, ovalara…

Böcekle, arıyla, kelebekle

Dost olun, kardeş olun.

Doğa canlandı, sanki

Seninle konuşur gibi.

Ağaçlar çiçekle bezendi,

Bakın ilkbahar geldi.

Tarlalarda ekinler,

Bahçelerde meyveler

Yeşerdi, filizlendi.

İyi ki ilkbahar geldi.

İrem Nur ÖZMENRümeysa DÖNELİ

Page 8: Yıl: 2014-2015 Sayı...Esiyor bahar rüzgârı. Bir mutubeklerim ben Yaz mevsimi gelmeden. En eski dostlarınlabir olup Yağarsınsağanaksağanak. Sessizliğimizeses olup ... Mars,

8

İMTİYAZ SAHİBİAyhan GÖKMEN

GENEL YAYIN YÖNETMENİAhmet KOCABAŞ

OKUL ADRES TELEFONÇUBUK İMAM HATİP ORTAOKULUİmam Hatip Cad. Çubuk /ANKARA

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜMelahat ERİMEZ

GÖRSEL DANIŞMANNurdan BİÇER

YAYIN KURULUHakan YAVUZ

Tuncay TUNCERNurullah ÇAKMAK

MERHABA KİTAP KURTLARI,

Elif’imizin bu sayısında sizlere severek

okuduğum bir kitabı tanıtmak istiyorum: Kelile

ve Dimne.

Hepimiz okul sıralarında pek çok fabl

okumuşuzdur. Bu küçük öykülerde kahramanlar

genellikle hayvanlardır. Bu kahramanlar,

çevremizdeki hayvanlara pek benzemezler. Bir

insan gibi düşünür, konuşur ve bir insan gibi

davranırlar. Fabllar, bu yönüyle tüm insanlara

ayna tutmaktadır. Fabl, eski tarihlerden beri

okunan bir türdür. Ezop, Beydeba ve La

Fontaine, meşhur fabl yazarlarıdır. Biz bu üç

yazardan en çok La Fontaine’nin hikâyelerini

biliyoruz. Ezop Masalları’nı da az çok

okuyanımız vardır. Beydeba ise bu yazarlar

arasında en az bilinenidir. Haydi, Beydeba ve

Kelile ve Dimne’yi tanımaya başlayalım.

Beydeba’nın yaşadığı dönem kesin olarak

bilinmemektedir. Kitapta bununla ilgili bir bilgi

bulamadım.

Bilge Beydeba, bu eseri Hint Hükümdarı

Debşelem Şah için kaleme almış. Kelile ve

Dimne, adını, ilk bölümdeki bir hikâyenin

kahramanı olan iki çakaldan almış. Kelile

doğruluğu ve dürüstlüğü, Dimne de yalan ve

yanlışlığı temsil etmektedir. Kitapta, giriş

bölümü dışında, on dört bölüm bulunuyor. Her

bölümde farklı öyküler bizi karşılıyor. Her

öyküde de farklı hayvanlar karşımıza çıkıyor:

Aslan, Kaplan, Tilki, Çakal, Yılan, Tavşan,

Kelebek, Güvercin, Keklik, Karga, Serçe, Fare,

Kaplumbağa…

Elimdeki kitap, Sadık Yalsızuçanlar tarafından

yayına hazırlanmış. Timaş Yayınları tarafından

2005 yılında, İstanbul’da basılmış. 302

sayfadan oluşan Kelile ve Dimne’yi bir hafta

içinde okudum. İlk başta gözüm korksa da

sayfaları çevirdikçe “Bu kitap hiç bitmesin.”

dedim. Değerli kitap kurtları, bu kitabı mutlaka

okumalısınız.

Ebubekir BULUT

Kitabın orijinal dili Sanskritçe. 9.

Yüzyılda Arapçaya çevrilmiş. Daha

sonra da İngilizce, Almanca,

Latince, Farsça, İtalyanca,

İspanyolca, Türkçe, İbranice,

Felemenkçe ve Fransızca gibi birçok

doğu ve batı diline çevrilmiş.

.

DUA

Sabahın coşkunluğunda

Bir tek sana koşarım.

Yalnız sana secde eder,

Dilimdedir dualarım.

Gecenin karanlığında

Kalbimde taşırım seni.

İmanımla huzurunda

Tespih ederim seni.

Affet bizi Ya Rab!

Bizi bağışla…

Sümeyye ÇETİN

SEÇİLMİŞ REHBER

Bir kimse aç kalsa, açıkta kalsa

Gelirdi Peygamberimizin yanına.

Söylerdi, anlatırdı derdini

Paylaşırdı Peygamberimiz ekmeğini.

Komşusu açken o tok yatmazdı,

Elinde ne varsa dağıtırdı.

Aç kalsa, açlıkla sınansa da

Hep şükrederdi Rahman’a.

Gece kalkar, Rabb’a yakarırdı,

Ayakları şişene dek namaz kılardı,

Taif’te taş yağmurunda kalsa da

Daima Yüce Allah’a sığınırdı.

Kutlu peygamberisin ümmetinin,

Tüm kâinatın rehberisin.

Bu sonsuz ve kutlu yolculukta

Bir ve değişmez liderimizsin.

Aslı Buse BEK

ŞİİR RÜZGÂRI

Şiirle paylaştım acıları,

Açtı kalbimdeki yaraları.

Rahatladı sızılarım

Bir tutam şiir ile.

Dert, derman, acı

Açılır şiirde her kapı.

Tutam tutam, buram buram

Esti şiir rüzgârları.

Şiirle gönül gönüle

Kalpler açılsın sevgiye,

Bahar gibi koksun diye

Esti şiir rüzgârları.

Dergimizin yayınlanması için katkıda bulunan Sadık Kuruyemiş’e Teşekkür Ederiz.