uluslararasi tÜrk dÜnyasinin İslamİyete katkilari...
TRANSCRIPT
S.D.Ü.
iLAHiYAT FAKÜLTESi
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON THE CONTRIBUTION OF TURKISH WORLD TO ISLAM
31 Mayıs-1 Haziran 2007/31 May-1 June 2007
BİLDİRİLER
Dem. No:
Tas. No:
ISPARTA 2007
S.D.Ü. iL.AııiY AT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 20
BİLİMSEL TOPLANTlLAR SERİSİ: 8
YAYlN EDITÖRLERİ
Prof. Dr. İsmail Hakkı GÖKSOY
Dr. Nejdet DURAK
KAPAK
Nejdet DURAK
ISBN
978-9944-452-13-7
Birinci Baski
Eylül:2007 ISPARTA ·- .
Yazıların sorumluluğu yazariarına aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir.
İsterne Adresi: S.D. Ü. İlahiyat FakültesiISPARTA
Tel: =(246) 211 3881 Faks: O (246) 237 10 58
BASKI
Fakülte Kitabevi Baskı Merkezi
Fakülte Kitabevi Yayın Dağıtım Pazarlama Ltd. Şti.
Kutlubey Malı. 1004 Sokak No: 15/B ISPARTA
Tel: O (246) 233 03 74&75 Faks: O (246) 233 03 76
e-mail: [email protected]
TÜRKLERiN HZ. MUHAMMED ALGlSlNlN ALMAN ORYANTALİZMİNE ETKİSİ: SCHİMMEL ÖRNEGi*
İbrahim SARIÇAM*
Bilindiği üzere Hz. Peygamber'in hayatı, kişiliği ve mesajı Batılı oryantalistler tarafından bir dizi
çalışmaya konu edilmiştir. Oryantalistlerden bir grup, Hz. Mtı4ammed'iri hayatına, kişiliğirıe ve mesajına . olumsuz yaklaşırken; bir başka grup da savunmacı ve olgusal yaklaşmışlardır. İkinci grupta yer alanların, Hz. Muhammed'i, asıl kaynaklara dayanmak suretiyle ele alarak, önyargıdan ve bilgisizlikten kaynaklanan tutıımlara karşı bir duruşla, toplumların birbirirıi anlamasına yardımcı olmaya çaba sarfettikleri görülmektedir. Yanısıra,
bunun için ortak zemiri aramaya, kendi kamuoylarını karşı taraf hakkında olumlu düşüncelerle beslerneye ve doğru bilgilendirmeye matuf çalışmalar yapmaktadırlar. Bu tarz yaklaşımla Hz. Muhammed'iri hayatını ve kişiliğini ele alanların, Müslümanların Hz. Peygamber' e bakış açılarını önemsediki eri, İslam dünyasında tarih boyunca oluşan Hz. Muhammed algılanna ve onun kültüre yansıyan mesajına atıfta bulundukları dikkati
çe km ektedir.
İkirıce grupta yer alan oryantalistlerden birisi de ünlü Alman şarkiyatçısı Annemarie Schimmel'dir. Onun Und Muhammad ist Sein Prophet-Die Verehrung des Propheten in der islamisehen Frömmigkeit (Ve Muhammed O'nun Peygamberi'dir-İslam Diridarlığında Peygamber Saygısı) (Düsseldorf, Köln 1981) adlı
eserinde ve bunun geniş bir özeti malıiyerindeki Muhammed (Münih 2002) adlı kısa, ancak muhtevası yüklü eserinde yukanda bahsedilen özelliklerin hemen tamamını gözlemlemek mümkündür. Çarpıcı bir önsözle neşrettiği ikinci eseri, bir yandan yazarın ll Eylül olayını ve takip eden gelişmeleri yaşadığını göstermesi ve
diğer yandan da vefatından kısa bir süre öncesine işaret etmesi açısından özel bir anlam taşımaktadır. Schimmel, bu eserlerinde Hiridistan'dan Anadolu'ya, Fas'tan Kenya'ya kadar uzanan geniş coğrıızyadan verdiği örneklerle, Hz. Peygamber' iri İslam dünyasında tarih boyunca kültürde yaşayan sevgi ve saygıyı işlemiştir. Eser ayrıca 1981 Almanca baskısının İngilizce çevirisi And Muhammad is his messenger adıyla ve bazı genişletmelerle Amerika
ve İngiltere'de (1985) basılmıştır.
Biz kaynak gösterirken, metiri içinde eserin Und Muhammad ist Sein Prophet-Die Verehrung des
Propheten in der islamisehen Frömmigkeit adlı Alınanca baskısı içiri 1981, And Mulıammad is his messenger
adlı İngilizce baskısı içiri1985, Muhammed adlı Almanca baskısı için 2002 tarihlerini kullandık.
Schirnmel'iri adı geçen eserlerinin muhatap kitlesi her şeyden önce Batı insanıdır. Kısa da olsa üzerinde durduğu, Hz. Peygamber'iri kadınlarla ilgili tutıımu, cihad, ahlllid durumu vb. konulardaki görüşleri, Batı
toplumunun Hz. Muhammed algısına olumlu yönde katkıda bulunacak mahiyettedir. Ayrıca eser, Batılı
okuyucunun, Hz. Muhammed'e herhangi bir saygısız davranış karşısında Müslümanların tepkisinin nedenini anlamasına yardımcı olacak niteliğe de sahiptir. Schirnmel'in eserleri, Avrupa'da kitabevlerinin İslam'la ilgili bölümlerinde ve internet aracılığıyla satış yapan kitapçılarda sıkça yer almaktadır. Almanca diri kültürü ders kitaplannda yer alan okuma parçalannın seçildiği kitaplar arasında önemli yer tutmaktadır.
Schimmel'in Und Muhammad ist sein prophet adlı eseri şu ana başlıklan içermektedir. Giriş,
Muhammed'in kısa biyografisi, Muhammed: güzel örnek, Menkıbeler ve mucizeler, Peygamber'iri masumiyeti, Peygamber'in isimleri, Muhammed'iri nuru ve tasavvufta kendisine saygı, Muhammed'iri doğum günü kutlamaları, Peygamberin miracı, Peygamber'e övgüler, Tarikat-ı Muhammediyye ve Muhammed İkbal'iri
eserieriride Peygamber'in şahsiyeti. Eserin sonunda Veda Hutbesi'niri Alınanca çevirisini kaydetmektedir ki, bu
da son derece anlamlıdır.
• Bu bildirimiz, TÜBİTAK tarafından desteklenen ve halen üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz "İngiliz ve Alman Oryantalizminde Siyer Çalışmalarının Türkler'in ve Avrupa Birliği Halklarının Hz. Muhammed Algısına Etkisi" adlı projemiz çerçevesinde elde etmiş olduğum veriler ve değerlendirmeler çerçevesinde hazırlanmıştır. • Prof. Dr., Ankara Üniversitesi ilahiyat FakUitesi/Ankara
,:'
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Schimmel'in eserini yazarken faydalandığı eserler, konuyla ilgili ana kaynaklardan, doğuda ve batıda
yapılmış araştırmalara kadar geniş bir yelpazeye salıiptir. Bu çerçevede Almanca ve İngilizce Kur'an
tercümelerinden, hadis kitaplarından, Temel siyer kitaplarından ve yakın zamanlarda kaleme alınmış Hz.
Muhammed biyografilerinden, İslı'lm dünyasında Peygamber saygısını içeren diğer eserlerden, Arapça, Farsça,
Türkçe, Hintçe, Urduca ve Pencap dilinde kaleme alınmış diğer eserlerden faydalanrıııştır. Yazar ayrıca Fas'tan
Hindistan'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada Hz. Muhammed saygısına dair gözlemlerine yer vermektedir.
Schimrnel Türk toplumunda Hz. Muhammed saygısına özel bahis ayırmamıştır; esasında bunu diğer
milletler için de yapmamıştır. ASlında eserin bütününde yer alan Hz. Muhammed algısı büyük ölçüde Türk halkı
için de geçerlidir. Bununla birlikte eserin bütününde, yani hemen hemen her bölümde, o bölümle alakah olarak,
Türk toplumunun Hz. Muhamined algısına yer vermesi ve vurgu yapması büyük önem taşımaktadır. Yazarın
kaynakları arasında, Mevlana'nın eserlerinden ve Yunus Emre'nin Dlvan'ından, Vasfi Mahir Kocatürk'ün
eserine kadar, bir başka deyimle on üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar daha ziyade edebiyat ürünlerinden
oluşan Türkçe eserler yer almaktadır. Schimmel, Hz. Peygamber'in kültüre, özellikle edebiyat ve sanata
yansımasından örnekler sunmaktadır. Bu eserler şunlardır: Mevlana'nın Dfvan'ı ve Mesnevfsi, Yunus Emre'nin
Divan 'ı, Üsküdarl'nin Risale fi't-tarfkati'l-Muhammediyye'si, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Mehmet Öten'in
Peygamberimizin Mucizeleri, Fuat Köprülü'nün Eski Şairlerimiz, Abdülkadir Karahan'ın İslam- Türk
Edebiyatında Kırk Hadis, İbnülemin Mahmud Kemal'in Son Hattatlar'ı, Sadettin Heper'in Mevlevi Ayinleri,
Fuzuli'nin Divan'ı, Emel Esin'in Mekka und Medina' sı, Ahmet Harndi Akseki'nin Peygamberimiz, Vasfi Mahir
Kocatürk'ün Tekke Şiiri Antolojisi, Fuad Köprülü'nün Eski Şairlerimiz'i, Sadettin Nüzhet Ergıın'un Bektaşi
şairleri ve nefes/eri, Abdülbaki Gölpınarlı'nın Tasavvuftan dilimize geçen deyimler ve atasözleri, Necip Fazıl'ın Çöle inen nur'u ve Esse!am.Mukaddes hayattan Levhalar'ı, Kemal Samancıgil'in, Hz. Muhammed Türk mü idi?,
Müstakimzade, Tuhfe-i hattatfn 'i, Neşet Çağatay'ın "The tradition ofmaulid" adlı İngilizce makalesi.
Bu Türkçe eserlerden bir kısmına eserin ilk Almanca baskısında (1981) yer vermektedir. Bununla
birlikte, bir kısmına da eserinAnd Muhammad is his Messenger (The Veneration the Prophet in İslamic Pietry)
London 1985 adlı İngilizce baskısında ilave olarak yer vermiş, dolayısıyla bu baskıda daha fazla Türkçe kaynak
kullanmıştır.
Y aı;arın, Türkçe kaynaklardan eserinin. belli bir konusunda değil, bilakis hemen tarnanıma yakınında
oranlı bir şekilde yararlandığı görülmektedir. Arapça ve Farsça kaynakları için yaptığı gibi Schirnmel,
faydalandığı Türkçe kaynaklan bibliyogra:fyada ayn bir başlık altında kaydetmiştir. Bu da İslam kültürüne çok
iyi viikıf olan Batılı bir yazarın Türk milletinin Hz. Muhammed saygısının önemini özel olarak vurgulamış olması. açısından anlamlıdır.
Schimrnel eserinin girişinde, kullandığı kaynaklardan bir kısmını, mesela Muir, Seyyid Emir Ali, Tor
Andrae, Max Horten, Muhammed Hamidullah gibi yazariann eserlerini kısaca tanitmiş ve değerlendirmiştir. Bu
meyanda önemini ve değerini vurguladığı eserler arasına bir Türk hanım yazarın, Emel Esin'in çalışmasını da
alması ve ondan sitayişle bahsetmesi dikkat çekicidir. Yazar bu eser ve yazarı hakkında şunları söylemektedir:
"Emel Esin'in Mekke ve Medine adlı güzel kitabı, Peygamber'in hayatının okunınaya değer bir sunumunu ve
münevver, modem bir Türk hanımının Peygamber'in huzurundaki hislerinin bir tasvirini kapsamaktadİr" (1981, s. 9)
Eserin birinci bölümünde Hz. Muhammed'in kısa biyografisini veren yazar, tabii olarak önce onun
çocukluk ve gençlik yılları hakkındaki marufbil~ileri kaydeder. Bu arada, çocukluğırnda Muhammed'in bir gün
kaybolduğıına dair anlatının, sonraki şairler tarafından onun büyüklüğünün mucizevi bir şahidi haline
dönüştürüldüğünü belirtir; sonra Mevlana'nın Mesnevfsinden şu beyti nakleder ve onun bu olayı aşağıdaki
şekilde yorurnladığını söyler: ·
Gam yeme, sen onu kaybetınezsin,
Hatta bütün dünya onda kaybolur gider.
(1981, s. 11-12; Mesnevi, IV, 976)
102
-:ı 1
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Hz. Hatice'nin hem Süıınller ve hem de Şiller tarafından asil bir kadın olarak övüldüğünü kaydeder. Sonra, Necip Fazıl'ın, Siyerde geçen hicret, Mekke'nin fethi, Veda Haccı gibi olayları ve bazı hadis tercümelerini 63 başlıkta işlediği Essefanı (s. 41) adlı eserinden şu şiiri nakl eder:
Hizmette, şefkatle, yakınlıkta bir. ..
Hadice, Hadice, büyük ve temiz;
Öz anneden daha aziz annemiz ...
(ı985. s. ı ı)
Hz. Muhammed'in amcalarından biri ve tıpkı eşi gibi ·onun en büyük muhalifi olan Ebı1 Leheb'in,
inançsızlar için bir örnek teşkil ettiğini ve onun, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen yeni dine karşı
direndiğini ve Peygamber'in önünü kesrnek için her şeyi yaptığım belirttikten sonra, "Mevlana, "alev babası"
liikabını kullanarak, onun aşk ateşinden mahrum olanların yegane örneği olduğunu söyler" der. Bk. (ı981, s. ı8-ı9)
Senin (aşk) ateşinden mahrum kalmış gördüğüm tek kişi Ebı1 Leheb'dir
"Muhammed: Güzel Örnek" adlı bölümde Hz. Muhammed'in Dış Güzelliğini işlerken Schimmel, onun
bedeni güzelliğinin betimlemelerinin erken dönemden itibaren kaydedildiğini belirttikten sonra, onun fiziki
tasvirlerinden, kıyafetlerine kadar geniş bir yelpazede örnekler veren Schinunel, sözü Sakal-ıŞerife getirir. İslam
dünyasında çok sayıda caminin Sakal-ı Şerife sahip olmakla gurur duyduğu değerli bir eşya haline geldiğini, saç
telinin değerli kaplarda muhafaza edildiğini ve çok titiz bir şekilde korunduğunu belirttikten sonra Konya' dan bir
gözlemine yer verir. Buna göre "Sakal-ı Şerif, Konya Alaaddin Camii'nde olduğu gibi, seyrek olarak Gayr-i
Müslimlere de gösterilir" (ı98ı, s. 30)
Schimmel bir diğer gözlemini de hilyeden bahsederken kaydeder. Hz. Peygamber'in bedeni ve rı1h1
özelliklerini tasvir eden hilyenin erken bir dönemde derlenmeye başladığım belirttikten sonra sözü Osmanlı
dünyasına getirir. "ı6. ve ı 7 yüzyıl hattadarının (mesela Hafız Osman'ın) yazmış olduğu en meşhur hilyelerin
. baskıları, Müslümanların evlerini süslemek ve bereket getirmeleri için günümüzde hala Türk camilerinin
avlularında satılır" der. Bu arada "Tıpkı Hıristiyan dünyasında Meryem ana tasvirlerinin asıldığı gibi" şeklinde
bir kayıt düşmeyi ve bu suretle kendi kültüründen bir örnek vermeyi de ihmal etmez (ı98ı, s. 33) Devanunda,
Hırka-i Şerifin İstanbul'da Topkapı Sarayı Hazinesi'nde bulunduğunu kaydeder (1981, s. 34)
"Menkıbeler ve Mucizeler" bölümünde Hz. Muhammed'in ümmlliğini de işleyen Schimmel, "Onun
ümmi niteliği, açıkça, Kur'an'ın Allah sözü, onun hiilis vahyi olduğunun garantisi değil miydi?" dedikten sonra,
mutasavvıfların burada, Hz. Muhammed'in Allah ile gayet sıkı irtibatının gizemini gördüklerini belirtmekte,
bilahare, söze şöyle devam etmektedir: "Hz. Muhammed yalnızca iliihl hikınet içeceğini dağıtan siikl değil, aynı
zamanda da insanlara ulaşhrılan içeceğin kabıydı. Hıristiyan inancında, tecessümün lekesiz gerçekleşebilınesi
için Meryem'in biikire olması nasıl gerekli ise, aynı şekilde, iliihl kelamın tecellisinin kitap olarak ve tamamen
Peygamber'in kendi entellektüelliğinin dalıli olmaksızın gerçekleşebilmesi için de Hz. Muhammed ümmi
olmalıdır'' demekte ve Mevlana'nın Mesi:ıevisinden şu beyti nakl etmektedir:
Siirle dolu YÜZ bin kitap
Ümminin sözü karşısında harap oldu (1981, s. 55)
Schiıİırnel'e göre bu konu, Mevlana tarafından Fihi Mafih'te aşağıdaki şekilde derinleştirilmektedir: Mustafa'ya ümm1 derler idi. Onun ümmiliği yazı yazmaya ve ulı1ma muktedir olmamasından değil idi. Bu
sendeki yazı ve ulüm ve hikmet onda ll!:ader-ziid olmaktan ve müktese~ bulunmamasından dolayı ona ümm1 derler idi. Kamer üzerine yazı yazan, kağıt üzerine yazı yazmasını nasıl bilmez? Ve illernde onun bilmediği ne
olur? Çünkü herkes ondan öğreniyor. Akl-ı cüz'!nin ne vukCıfu olur ki, akl-ı külllnin ona vukfıfu olmasın. (1981,
103
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
s. 55-56) (Mevlana, Fihi Ma Ffh, terc. Ahmed Avni Konuk, yayma hazırlayan: Selçuk Eraydın, İstanbul 1994,
130)
"Menkıbeler ve Mucizeler" bölümünde, tüm İslam dünyasında Hz. Muhammed'in şefaati etrafında
dolaşan çok sayıda şiir ve popüler ilahiler oluştuğunu, neredeyse şefaate umudunu ifade etmeyen bir Müslüman
şair, müellif ya da alim bulunmadığını, aynı zamanda Mü'minlerin, günün birinde .cennete girmek için
toplanacaklan esnada, Peygamber'in sancağını daima hayal ettiklerini belirterek bir Türk şairinin, Yunus
Emre'nin şu şiirini nakleder:
Kıyamet gününde Malışer yerine,
Yeşil sancağıyla gelir Muhammed,
Mü'minler müjdeler birbirine,
Yeşil sancağıyla gelir Muhammed!
(1981, s. 67-68)
Yine aynı bölümde, "Hz. Muhammed üzerine saliit getirmenin ne kadar önemli olduğunu, küçük hoş
S int baladı anlatır. O an mucizesini işler. 1920' de yazılan bir versiyonu İndustal (İndus. Vadisi)' dan gelir"
dedikten sonra sözü Anadolu'ya getirir ve şu örneği verir: "Fakat ondan 600 yıl önce Anadolu'da-Yunus Emre,
kovandaki arının Peygamber'e salatı vızıldadığını ve bundan dolayı balın tatlı olduğunu söyler" 1981, s. 76).
Sonra Schimmel sözüne şöyle devam eder: ''Peygamber balı sevdiğinden, hikaye ayrıca ilginçtir. Çünkü.
Kur'an'da Allah tarafından hayvanların vahyine örnek olarak bahsedilen (Süre 16/68-69) anlar, onun tarafından,
Kur'an'daki gibi, şifalı balın üreticisi olarak övülür. Peygamber'in bala düşkünlüğü, ortaçağda kuzey Afrika'da
onun doğunı gününün "bal bayramı" adıyla anılmasına sebep oldu. Zira orada onu anma töreninde çok bal
kullanılıyordu".
Eserinin "Muhammed;·in isimleri" bölümünde Schirnmel, bir kişinin adının, özel bir güç içerdiğini ve
onun taşıyıcısıyla gizemli bir sfuette sıkı sıkıya bağlı olduğunu, kişinin ismini tanımanın, zatını. tanımak demek
olduğunu ve ö~ellikle kutlu kılınmış ve seçkin bir insanın adını, aynı adı taşıyan diğer insanlara da geçebilen bir
rahmet kapladiğını kaydettikten sonra "Bundan dolayı, Müslümanların erken dönemden beri Peygamber'in
ismine özel bir rahmet etkisi atfetmelerinde şaşılacak bir şey yoktur'' demekte ve yüzyıllar boyunca Yunus
Emre'nin (Yunus Emre Divanı, s. 562) "Adı güzel kendi güzel Muhammed" şeklindeki sesienişinin
tekrarlandığını kaydetmektedir:
Şefaat ey le bize malışer yerinde
Adıgüzel kendigüzelMuhammed
Sözü geçen Mevlasının yanında
Adıgüzelkendi güzelMuhammed
(1981, s. 97)
Doğu ülkelerinde yağmur mucizelerinin· özellikle ve doğal olarak önemli olduğunu, o nedenle, uzun
süre devam eden kuraklıkta yağmur duasının bile sünnet kaynaklı dualar arasında önemli bir yer tuttuğunu
belirten Schinımel, Hz. Muhammed'in rahmet olqrak adlandırılması ve onun yağmuda alakası ileriki zamanda
bu bağı daha da güçlendirdiğini vurguladıktan sonra bunu Türk dünyasından bir örnekle açar. "16. yüzyılda Türk
şairi Fuzılli'ye kesintisiz kafiyesi "su" kelimesi olan sanatkarane bir na'tı ilham eden Hz. Muhammed'in su
mucizeleridir. Fuzı111 onuninayet suyunun cehennem ateşini söndüreceğini ümit eder" der (2002, s. 44).
Hz. Muhammed'in isimleri arasında Ahmed adının özellikle önemli olduğunu, zira süre 61/6'da
Allah'ın Ahmed adında bir peygamber göndereceğini bildirdiğini, bu cümlenin, ilk dönernden itibaren
Müslümanlar tarafından, Yuhanna ineili'nde müjdelenen, Perikletos olarak okunup "çok rnedhedilen" olarak
anlaşılan bir sözcük olan Paraklit'e bir işaret olarak görüldUğüni.i belirttikten sonra bu isme saygının Hıristiyan
104
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
kültüründeki yansıması konusunda Mevlana'dan bir bilgi aktarır. Mevlana'nın, Mesnevi'nin başlangıcında (I,
725), bazı Hıristiyanlann İncil'de Ahmed adını öptüğünü ve bu adın inayetiyle takipten korunduklannı anlattığını belirtir ( 1981, s. 99).
İslam dünyasının bazı bölgelerinde, sürekli kullanımı yüzünden Peygamber'in adının kutsallığının
bozulabileceğinden endişe edildiğini, sözgelişi anııe-baba oğullannı azarlariarsa ve bu arada Muhammed adım
kullanırlarsa veya Muhammed adlı bir adam yalancı olarak anılırsa, bunun yakışık almayan bir davranış
olacağının düşünüldüğünü, bu noktadan hareketle bir çıkış yolu bulunduğunu açıklamaktadır. Bunun için
:MHMD adının ünsüz iskeleti farklı ünlülerle donatılarak Fas'ta Mihammed, Türkiye'de Mehmed şeklinde
telaffuzunun profan kullanımı sivrilirken, Muhammed sadece Peygamber için mahfuz tutıılduğunu, ya da
özellikle diğer isimlerle bir araya getirilerek kullanıldığında minı olarak kısaltınasının (Mirn Kemal gibi)
kullanıldığını vurgulamaktadır Özellikle Türk Bektaşi tarikatında Mirn Duası'nın geliştiğini de ilave etinektedir
(1981, s. 103). İsim yorumunda Mevlana'mnFfhi mafilı'inden şu alıntıyı yapmaktadır:
Mükemmeliyete her ilave eksikliktir... Ehad mükemmeldir ve Ahmed henüz mükemmeliyet
durumunda değildir. Mlm uzaklaştmlırsa o zaman mutlak mükemmeliyet olıır" (1981, s. 105).
Hz. Muhammed'in her türlü bedensel kirden annmış olarak doğması büyük önemi haiz bulunduğunu,
dünyaya geldiğinde sünnetli olduğunu, bu bakımdan her Müslüman için, Kur'an'da zikredilmeyen sünnet olına
görevi zorunluluğu buna dayandığım belirttikten sonra bunun "Türkiye'de Sünnet, yani "Peygamber'in Sünneti"
diye anıldığını kaydeder (1981, s. 131)
"Muhammed'in Nüru ve Tasavvuftaki Saygısı" bölümünde Schimmel, Doğunun ünlü şairlerinin
yanında 1300'lü yıllarda Anadolu'da Yunus Enıre'nin nfu-u Muhanırnediden bahsettiğini ve Allah'ı şöyle
konuştıırduğunu dile getirir:
başlar:
Kendi nurumdan yarattım ben onu
Aşık oldum yine hem dünü günü
Neylerim ben onsuz iki cihanı
Benim Muhammed'irn, nurdan Ahmed'irn
(1981, s. 1 12; Abdilibaki Gölpınarlı, Yunus Emre Divanı İstanbul 1943, s. 577)
Schinırnel eserinin "Muhammed'in Doğum Günü Kutlamalan" bölümüne bir Türk tasavvuf şiiri ile
Ol Resülün doğduğu şeb biguman
Leyle-i Kadre müşabihtir hernan
(Vasfi MahirKocatürk, Tekke ŞiiriAntolojisi, Ankara 1968, s.375)
Ardından "Bu, 97. sürede 'bin aydan daha hayırlı olarak' betimlenen Kur'an'ın ilk vahyedildiği gece
gibi, anlamına gelir" şeklinde bir açıklama notu düşer (1981, s. 124). Türk toplumunda mevlid gecesine verilen
değeri dile getirir ve "Bugün hala Türkiye'de Rebiülevvel'in 12. gecesinde camiierin ışıklandırıldığını ve bu
gecenen Mevlid kandili olarak adlandmldığını belirtir (1981, s. 125). İslam dünyasının diğer bölgelerindeki
mevlid kutlamalarından bahsettikten sonra 1910 yılında Osmanlı Türkiye'sinde 12 Reblülevvel'in kanuni
bayram haline getirildiğini kaydeder (1981, s. 127).
Schinırnel, en eski kaynakların ondan bir nur yayıldığını anlattıklanm kaydettikten sonra, Hassan b: Sabit'in konuyla ilgili bir beytini nakleder ve ardından, ondan, yani Hassan b. Sabit'ten "yaklaşık 700 yıl sonra
Yunus Emre'nin, kendinden sonraki diğer çok sayıda şair gibi şöyle yazdığım söyler:
Alemler nilra gark oldu,
Muhammeddoğduğugece (1981, s. 128) 105
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
İslam dünyasında Hz. Peygamber'in doğumu hakkında 14. yüzyıla kadar yazılanlardan kısaca
bahsettikten sonra sözü· Türkiye'ye getiren Schimmel, Türk geleneğinde en çok tanınan mevlidin Bursalı
Süleyman Çelebi tarafından yazıldığını, ancak ondan yüz yıl önce Yunus Enıre'nin Mevlfid'u zikrettiğini
kaydeder. Devamında, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inden ve Türkiye'de nıevlid geleneğinden bahseder.
Mevlidin sadece Peygamber'in doğum gününde değil, bir müslümamn vefatının kırkıncı gününde ve sene-i
devriyesinde veya başka vesile ile okunduğunu belirtir. Süleyman Çelebi'nin eserinin merkez! bölümünü Vihldet
bahrinin oluşturduğunu, başka herhangi bir dini şiirin bu kadar ilgiye mahzar olanıadığını, doğum olayının şiirde
Arnine'nin dilinden nakledildiğini belirttikten sonra Yiladet bahrinin tarnamının Almanca çevirisini kaydeder
(1981, s. 132 vd.). Bu arada bahir okunurken gözlemlediği ayrıntılar dahi yazann gözünden kaçmaz. Sözgelişi
mevlidhan'ın "Arkamı sıvadı kuvvetle heman" dedikten sonra dinleyicilerin hafifçe komşulannın sırtını
sıvazladığını dile getirir. "Bir Türk evinde Mevlid kandili merasimi törensel bir iştir. Bütün dünya, yeni dünyaya
gelen Peygamber' i şu sözlerle selamlar" der ve Merhaba bahrinin tamamını yine Almanca olarak nakleder (1981,
s. 134; 2002, s. 66). Orta Çağda Mevlidin uhrevl kazanç sağladığına da inanıldığım belirttikten sonra buna şu
Türkçe beyti örnek verir:
Bulmak istersen cehennemden eman
Mevlid-i paki Resfılüllah'a gel (1981, s. 136)
Bu arada esasında 15. yüzyılın başlannda yaşamış bir başka Yfınus'a ait olan şu şiiri Yfınus Emre'ye
atfederek nakl eder:
Çağındar ol kıyamet gününde
Mevlfıd okuyanlar gelsfın diyeler
Ellerine nurdan berat vereler
Mevlfıd okuyanlar gelsun diyeler (1981, s. 136)
"Günümüzde bala Türkiye' de 12 Reblülevvel gecesinde camiler kandilleri e aydınlatılır, o gün Mevlid
Kandili olarak adlandınlır" der (2002, s. 64).
Schimmel, Nfır-u Muhammed!' den bahsettiği bölümde Nfır'un kitap isimlerine yansınıasma örnekler
vermekte ve bumeyanda "modem Türk şairi Necip Fazıl'ın, Çöle İnen Nur "adlı eserini zikretmektedir. (1985. s. 290)
Miracdan bahsederken, Bilill-i Rabeşi'ye Peygamber tarafından bazen "Ezanla içimizi ferahlat" diye ricada bulunulduğu; zira namazın Peygamber'e miracım hatırlattığı, bundan dolayı Peygamber namazı "Bir
mirac" olarak düşündüğünü dile getirdikten sonra Mevlana'nın bu tecrübeyi bir taraftannın sorosıma verdiği
cevapta şöyle formule ettiğini nakledir:
"İmdi bu şekli namaz peygamberler tarafından ızhar edilmiştir. Bunu beyan eden Peygamber, "Benim
Allah ile bir vaktim olur ki, o zaman orada benimle ne bir Allah tarafından gönderilmiş peygamber ve ne de
Allah'a en yakın olan bir melek olabilir" buyuruyor. O halde namazın ruhıınun yalnız bu şekilden ibaret
olmayıp, belki istiğrak, kendinden geçiş olduğıınu, buradan öğreniyoruz. Çünkü bütün harici sfıretler dışanda kalıp oraya sığmazlar. Katıksız, sırfmanevi cevher olan Cebrail bile oraya yakışmaz."
Schimmel devamında, "İşte bu gelenek dolayısıyla Rfıml, Mesnevfsinde de Cebrail'i Allah'ın huzuruna yaklaşıncaya kadar rehberlik edebilen aklın sembolü olarak görmüştür; ancak akıl bizzat kendisi aşk içinde
birleşmeye kapalıdır- sevgilinin eşiğinde durmak zorıındadır."yorumıınu yapar. (1981, s. 150)
Schimnıel daha sonra, Miracın şairleri büyülerneye devam ettiğini belirtir. Bu alandaki sanatla ilgili çok güzel bir örneğin, diğer tüm tasvirlere barok sanatındaki renk cümbüşünün üstün geldiği 17. yüzyılın Türk şairi
106
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KAT.i'.rLARI SEMPOZYUMU
Ganizade'nin Mi'rticiyesi olduğunu söyler. Ganizade'nin, bu eserde karanlığın siyah sarnur olduğu Mirac
gecesini tasvir ettiğini vurgulayarak şu pasaj ı nakleder
O gece ilahi haber getiren elçi, Hazreti Peygamber' e geldi;
Şimşek gibi ve semayı kateden bir Burak getirdi;
Rahvan bir binek hayvanıydı,
Bir anda yeryüzünde, bir anda arş-ı semada dolaşıyordu,
F ezada hızlı koşan bir ahı1, sema da hızlı uçan bir anka,
Teni gül; saçı sümbül; tuğı şah!; fevkalade güzel kuyruğu,
Kulağı berki sfısen, çeşmi hüni nerkisi şehla
(1981, s. 150-151; 1985, s. 1 70; Fuat Köprülü, Eski Şairlerimiz, s. 353-7)
Mi'racın halk dindarlığında daima dile getirildiğini, Anadolu'da l300'lü yıllarda ortaya çıkan Yunus
Emre'nin şiirinin Hint-müslüman şiirine parel durduğunu belirttikten sonra örnek olarak onun şu şiirini nakleder:
Hak gönderdi Cebrail'i
Gelsin Muhammed'im, demiş
Al Burakı çek önüne
Binsin Muhammed'im, demiş
Medine şehrine geçsin
Önünce melekler uçsun
Cennetiri kapısın açsın
Girsin Muhammed 'im, demiş
Gelsin Muhammed'im gelsin
Arşıını seyredip görsün
Cennet güllerin dersin
Koksun Muhammed 'im, demiş
Yakın edem ıraklan
Kabul edem dilekleri
Yeşil donlu melekleri
Görsün Muhammed'im, demiş. (1981, s. 153; Yunus Emre Divam, 578)
1300'lerde Yunus Emre'nin, kutsal şehirlere özlemini şöyle dile getirdiğini kaydeder:
Gani Mevlam nasip etse
V aram ağlayı ağlayı
Medine'de Muhammed'i
Görem ağiayı ağlayı (1981, s. 168; Yunus Emre Divanı, s. 567)
Schimmel şairlerin Peygamber'i royalarında görmek istediklerini belirttikten sonra, Bfisıri'de olduğu
gibi Yunus Emre'nin de bir tecrübesini naklettiği şiirinden seçmeler kaydeder:
ilham ile dün gece
Seyrettim Muhammed'i
Ayine-i kalbinıde
107
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYEH: KATKILARI SEMPOZYUMU
Seyrettim Muhammed'i
Melekler saf oldular
Yeşil hulle kodular
Ya Muhammed dediler
Seyrettim Muhammed' i
C ür' a sundu Muhammed
Mestetti beni gayet
Haktan oldu inayet
Seyrettim Muhammed'i
Katreydim umman oldum
Derdime derman buldum
Dün gece kadre erdim
Seyrettim Muhammed'i
Ardından 15. yüzyıl Türk şairi Eşrefoğlu'ndan bir beyit nakleder ve ondan üç yüz yıl sonra, onun hemşehrisi olan ve kanatıanan resimlerle bir şairin, Sezayi'nin şunları dile getirdiğini belirtir:
SeD; ol şems-i hakikatsin ki alem cümle zerratın,
Vücudun bais-i kevn ü mekandır Ya Resfrlallah,
içenler cam-ı aşkın ab-ı Hızr iltitat etınez,
Senin aşkın hayat-ı cavidandır, Ya Resfrlallah.
(1981, s. 189; Tekke Şiiri Antolojisi, s. 402, Sezayi)
1950'lerde Türkiye'de tekrı;ı.r İslam'a yöneliş başlayınca Diyanet İşleri Başkanlığı'mn da~ neşriyat yapmaya başladığını belirttikten sonra Schimmel, bu arada dindar kişiler tarafindan bir eğilim başlatıldığını, bu meyanda 1958'de Hz. Muhammed Türk mü idi? diye başlayan bir tartışmayı hatırladığını kaydetınektedir. Ona göre, bu tartışmaya gülmernek gerekir, bilakis Hz. Muhammed Türk mü idi? adlı kitabın yazarının, çok sevdiği Peygamber'inin çok sevdiği Türk milletinin bir üyesi olınasını istediği anlamaya çalışılmalıdır (1985. s. 237). Esasında Schimmel'in genelde vurgulamak istediği de budur: Önce anlamaya çalış.
Schimmel ayrıca Türk dünyasından, bir kısmını Emel Esin'den naklettiği Hilye, hat ve minyatür örnekleri vermiştir (B k. 1981, s. 128-129; 1985, s. 15, 37, 38, 41, 57, 69, 92, 95, 97, 1 ll, 119, 120)
Sonuç olarak, Schimmel'in bu eseri, diğer yönleri ve özelliklerinin yanında, Türk kültüründe sanattan edebiyata kadar, ete kemiğe bürünmüş olan Hz. Muhammed saygısımn, Batı'run dikkatini çekmesinin ve Batı kamuoyuna sunulmasının güzel bir örnek teşkil etinesi açısından önemlidir.
108
1
TÜRKLERİN HZ. MUHAMMED ANLA YIŞININ İNGiLiz ORYANTALİZMİNE ETKİSİ: J. DA YENPORT ÖRNEGİ
Seyfettin ERşAHiN*
İslam rnedeniyetinin, çeşitli milletierin katkılarıyla oluşmuş, evrensel nitelikte bir insanlık başarısı
olduğu herkesin rnalurnudur. Bu medeniyete önemli katkıda bulunan milletlerden birisi de Türklerdir. Türklerin
katkısı kimi zaman İslam coğrafyasını da aşarak dünyayı etkilemiştir. Hıristiyanlık, Yahudilik ve diğer çevre
medeniyet dairelerinde ilahiyattan sanata, hayat tarzından mutfak zevkine, kıyafetten askeriyeye Türk-İslam
etkisini ve katkısını görmek mümkündür. Bunlarla ilgili bir dizi ilmi çalışma yapılması gereği de ortadadır.
Türklerin siyer yazıcılığına katkıları nelerdir?
Türklerin Hz. Muhanınıed'i anlamaya katkıları nelerdir?
Türklerin Hz. Muhanınıed anlayışının, İslam dünyasına katkısı ne olmuştur?
Türklerin Hz. Muhanınıed anlayışının, İslamın dünyada aniaşılmasına katkısı ne olmuştur? gibi sorular
dünden bugüne hayatiyetini korumaktadır.
Elbette bu sempozyum da daha geniş perspektifle benzeri soruların cevabını aramak düşüncesiyle
düzenlenmiş önemli bir bilimsel organizasyon dur.
Üzerinde durmak istediğimiz, Türklerdeki Hz. Muhanınıed anlayış ve algısının dünyaya etkisidir.
Davenport örneğinden hareketle ortaya koymaya çalıştığımız konu, birkaç noktadan ele alınabilir:
1. Genelde Batı'nın, özelde Oryantalizminin Hz. Muhanımed'e bakışı,
2. Hz. Muhammed'in, İslam dünyası ve Batı'da doğru aniaşılmasına Türklerin katkıları,
3. Hz. Muhammed ve onun tebliği olan Kur'an bir değerler manzunıesi olarak baz alındığında,
Türklerin siyer yazıcılığına getirdikleri farklı bakış açıları.
Oryantalistlerin önemli bir-kısmı Hz. Muhammed ve İsliima düşmanca tavır alırken, bazılarının olunılu
ve olgusal yaklaştıkları bilinmektedir. Sonuncular, daha çok İslam dünyasında tarilı boyunca oluşan Hz.
Muhammed anlayış ve algılarına ve onun kültüre yansıyan örneklerine atıfta bulunmuşlardır. Bu rneyanda
Oryantalistlerin önemli kaynaklarından biri Türklerin Hz. Muhammed anlayış ve algısı olmuştıır. Türklerin Hz.
Muhammed'in mesajını doğru anlama, algılama ve hayata geçirmedeki başarıları, Batı'yı, zaman zaman Hz.
Muhanımed İslam ve Müslümanlar üzerine yeniden düşünmeye sevk etmiştir.
İngiliz oryantalist Lord John Davenportı bu yönde çaba harcayan sayılı bilim adamlarındandır. O, An
Apology for Mohammad and the Km·an, (London, 1869) (Muhammed ve Kur'an'dan Özür Dilemel adlı bir
çalışma yapmıştır.
• Prof.Dr., Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi, e-mail: [email protected], Ankara/Türkiye ı Yazarın hayatı hakkında maalesef yeterli bilgiye ulaşamadık. İlginçtir ki, Davenport ile ilgili internet sitelerinde de bilgi yer
almamaktadır. Hz. Muhammed'le ilgili bu eserinden dolayı İngiltere'de devlet ve halk düzeyinde kimi kesimlerin tepkisini çekmiş olmalı ki hakkında bu kadar sessiz kalınsın. ilaveten, zaten tek baskısı olan eseri, İngiltere başta olmak üzere dünya kütüphanelerinin çok az bir kısmında nadir eserler bölümünde bulunabilmektedir. Kitabı Türkçe'ye ilk çeviren Ömer Rıza (Doğru!) da benzeri yakınmalarda bulunmakta ve taaccübünü belirtmektedir. Uzun aramalardan sonra eseri Ömer Rıza'ya "gayret-i diniye ve harniyet-i milliyesi müsellem olan" Esad Fuad Bey adında bir zat tedarik etmiştir.
J. Davenport, Life of Ali Pacha of Janina, (London 1837), Oude Vindicated, Koorg and !ts Rajahs, AnAide Memoire to the History of lndia, (London 1882) gibi çalışmalarının yanında tarih ders kitapları ve çeşitli eğitim kitapları yazmıştır. Bu
' eserlerinden onun, İslam dünyası, Müslümanlar, Hindistan ve Osmanlı .tarihi hakkında malumatlı birisi olduğu anlaşılmaktadır.
2 Eserin Türkçe iki çevirisi bulunmaktadır: Hz. Muhammed ve Kur'an-ı Kerim (çev. Ömer Rıza, İstanbul 1345/1926); Hz. Muhammed ve Kur'an-ı Kerim (çev. M.S.S.P, Ankara 1967). Ömer Rıza'nın tercümesi daha başarılı ve aslına oldukça
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Yazar, Hz. Muhammed'i anlatırken klasik yazılı kaynaklardaki literal bilgilerden ziyade, O'nun
davetinin değere ve medeniyete dönüşmüş formlarına dikkat çekmiştir. Başvurduğu başlıca
kaynaklardan/olgulardan birisi Türklerdeki Hz. Muhammed mesajının hayata geçmiş şeklidir. Davenport'a göre
Türkler Hz. Muhammed'in şanım, şerefini ve ihtişanımı korumuş/ardır. (Apology, 96) Bilhassa Hz.
Muhammed'in kişilik özelliklerinden ve temel mesajlarından nıüsamaha, adalet, doğruluk, hayırseverlik ve
temizlik gibi hususlarda Hindistan Türkleri ve Osmanlı Türklerinin uygulamalarını nazar-ı itibara almış, olgusal
bir yaklaşımla Hz. Muhammed'i, Kur'an'ı ve Müslümanlan anlamaya ve Batı toplumuna tanıtmaya çalışmıştır.
Eserin Muhtevası
Eser dört bölümden oluşmaktadır. 1. Hz. Muhammed'in Hayatı, 2. Kur'iin, 3. Bühtanlann Reddi, 4.
Kur'an'ın Güzellikleri 1 Yücelikleri.
Davenport, ilk bölümde Arap Yarımadası ve çevresinin İslam'ın doğuşu öncesindeki siyası, sosyal, din!
ve ahiakl durumunu veciz bir şekilde özetlemekte; Hz. Muhammed'in hayatını, ahlakını, faziletlerini ve
hasletlerini, içten ve heyecanlı bir üslupla anlatınaktadır. Münasebet düştükçe, Hz. Muhammed ve Müslümanlara
yöneltilen bazı itham· ve isnadları da cevaplandırmaktadır.
İkinci bölümde, Kuran-ı Kerim'in belagatını, mucize oluşunu vurgulamakta, muhtevasını açıklamakta,
bir Hıristiyan rahipten aldığı yönündeki klasik Hıristiyan iddialarını reddetınektedir. Özellikle Kuran-ı Kerim' de
ilme verilen öneme ve bunun tarihteki yansırnalarına işaret etınektedir.
"Bühtanların Reddi" adlı üçüncü bölümde, şu konuları ele almaktadır: 1. Muhammed kendi eseri olan
bir dini, şahsi hırsı ve arzusu için Allah'ın vahyi diye yaymıştır(!) 2. Muh~ed, dinini, çok sayıda can ve
sefalet pahasına kılıçla yaymıştır(!) 3. Muhammed, Kur'an'da hazlarla dolu bir cennet göstenniştir(!) 4.
Muhammed çok kadınla evlenıneye izin vermiştir(!)
Yazar, ''Kur'iin'ın Güzellikleri 1 Yücelikleri" adlı dördüncü bölümde aşağıdaki başlıklar altında, seçtiği
ayetterin mealierini yorumsuz o,larak sunmaktadır: 1 Zekat ve Sadakalar, 2. Mü'minler, 3. Yaradılış, 4. Allah, 5.
Mutluluk ve Sefalet/Yoksulluk, 6. İnsanın Allah'a karşı Nankörlüğü, 7. Kıyamet Günü, 8. İyilik/Nezaket ve
Misafuperverlik, 9. Kur'iin, 10. Adil Tartılar ve Ölçüler, 11. Hz. Muhammed, 12. Ahiakl Emirler, 13. Öksüzler,
14. Ana-Baba, 15. Takva, 16. Namaz, 17. İ:ftiracılar ve Gıybetçiler, 18. Ruh, 19. Kadınlar.
Eserin Kaynakları
Yazar, Kur'an ve hadis yanında, Gazzali, Buhan, Vakidl, Busri gibi İslam alimlerinin eserlerine
müracaat etıniştir. Batı'dan Kitab-ı Mukaddes'e ek olarak Carlyle3, Sale4
, Gibbon5, Taylor6
, Foster7 ve Renan8
vb. Oryantalistlerin çalışmalarından da yararlanmış; Schlegel9, Elplıinstoneı0, Tumer11
, MacKinnon12,
MacAulay13, Gleig14
, Mi1115, Kaye 16
, Lane17, Atkinson18'un kitaplarını kullanmıştır.
yakındır. Ancak ikincisinde bölüm başlarındaki özetler başta olmak üzere bazı dipnotlar, paragraflar ve ibareler tercüme edilmemiştir. Bir iki örnek vermeke gerekirse; mesela "Arabistan'da çıkan bir din reformcusu ve şiirifkanun koyucu" ibaresi Ömer Rıza'da doğru olarak "Arabistan'öa çıkan müceddid ve ve şari", ikincisinde "din yenilicisi ve din kurucusu" şeklinde yanlış aktarılmıştır. Yine, ikincisinde "Muhammed'in peygamber olarak ortaya atılışırıı kör bir tesadüfe bağlamak ise İlahi Kudret'in dünyaları saran egemenliğinden şüphe etmekten başka bir şey değildir." (Önsöz) şeklinde yapılan çevirinin doğrusu" ... onun zuhurunu kör bir şansa/tesadüfe bağlamak İlahi Takdir'in yüce kudretinden kuşku duymaktır." olmalıdır. Aynı şekilde "Meşhurpeygamberler fatihler arasında ... " (s. 1) olarak aktarılan ifadenin doğrusu da "meşhur kanun koyucular/şariler, fatihler arasında" (s. 1)'dır. Benzeri yaniışiara Ömer Rıza tercümesinde oldukça az rast! anmaktadır.
3 Thomas Carlyle, Collected Works. 16 vols. London 1858; (On Heroes, Hero Worship and the Heroic in History (1841) 4 George Sale, The Koran, London 1801. · 5 Edward Gibbon (1 737-1794), Decline and Fall of the Roman Empire. 6 W. C. Taylor, The History ofMohammedanisrn and its Sects. 7 Charles Foster, Muhammedanism Unveiled. 8 Emest Renan, The Life OfJesus, London, 1861. 9 Friedrich von Selılegel (1772-1829) The Philosophy ofHistory. 10 Montstuart Elphinstone, History ofindia I-II, London 1841. 11 Sharon Tumer (1768-1847), History of England during the Middle Ages I-II; 12 Malcolrn H. MacKinnon, the History of Civilization in England. 1857 13 Thomas Babington Baron MacAulay, Essay on Lord Clive; Ess~ys on Lord Clive and Warren Hastings. 14 Geleigh, G.R., Life of Warren Hastings; Memoirs of the Life of Warren Hastings (First Govemor-General ofBengal), I-III.
110
ULUSLARARASI TÜRKDÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Kaynaklarının bir kısmını da Batılı seyyahların eserleri oluşturmaktadrr. ı9 Bunların başlıcaları James
Bruce20, Richard Burton2 ı, Eli Smith, H.G.O. Dwight22
, Bishop Heber23, Pietro del Vale24
, M. Ubicini25 ve Miss
Niebuhr Pardoe'dur26• Osmanlı Türkleri ile ilgili Ubicini ve Pardoe'nin eserlerine baş vurmuştur.
Eserin telif sebebi 1 Batı'nın Hz. Muhahammed ineelem elerindeki H~ ta ları
Davenport, her şeyden önce Batılıların Hz. Muhammed'i anlama ve değerlendirme konusunda
haksızlıklar ve yanlışlar yaptıkları kanaatindedir. Eserini bu haksızlığı gidermek, kendi ifadesi ile "Hz.
Muhammed'in hayat hikayesini yalancı isnatlardan ve taassup saldırılarından ayıklamak ve onun insanlığa en
büyük iyilik işleyenlerden biri olduğu haklı davasını pekiştirmek" (Önsöz) üzere kaleme almıştır.
Yazar, Hz. Muhammed'e yapılan haksızlığının Hıristiyanlık açısından dilli ve ahlaki bir nak!sa
olduğunu düşünmektedir. "Onun yüksek şöhretine saldıran yazarlar, Hz. Mesih'in en kuvvetli ve sağlam bir
şekilde telkin ettiği merhamet ruhuna büsbütün yabancı olduklarını göstermekle kalmamışlar, muhakemelerinde
de hata etmişlerdir." (Önsöz) diyerek Hz. Muhammed'i anlamamakta, ona saldırınaleta ısrar edenleri Hz. İsa'nın
tebliğine de ters düşmekle suçlamaktadır.
ıs James Mill, The Histoıy ofBritish India, I-VI, 1826. 16 John William Kaye, Histoıy of the Sepoy W ar in lndia 1857-1858, I-Il. 17 E. W. Lane, The Maııners and Customs of the Modem Egyptian. 18 Nah'nah Kulsum, Customs and Manners of the Women ofPersia, trans. James Aticinson 1832. ı 9 Yazar, genelde Müslümanlar, özelde Türklerdeki Hz. Muhammed anlayışı ve algısı ile ilgili bilgileri daha çok
seyahatnamelerden aldığı için, kısaca, bu eserlerin tarih kaynağı olarak değerine ve Batı Oryantalizmindeki yerine değinmek istiyoruz. Seyahatnameler bir toplumun veya ülkenin kültürel ve sosyal yapısının incelenmesinde önemli kaynaklar arasında yer alırlar. Arşiv belgeleri, günlükler, yazışmalar ve mektuplar gibi seyahatnameler de tarihçiye ikinci el kaynaklardaki bilgileri karşılaştırma imkfuıı verirler. İslam dünyasına gelen seyyahların çoğu, bir şekilde Doğu'nun büyüsüne kapılmış, özel görevlerle gönderilmiş misyonerler, rahipler, diplomatlar, bilginler, coğrafyacılar, şairler,
uluslararası şirket yöneticileri ve maceracılardı. 16-17. yüzyıllarda, dünyada güçler dengesinde meydana gelen değişim ve Avrupa medeniyetinin yaptığı büyük hamleler,
Batının İslam tasavvuruna olan etkisini hemen gösterdi. 17. yüzyıla kadar kendini sürekli İslam tehdidi altında hisseden Batı ve Hıristiyanlık, Osmanlı'nın duraklama sürecine girmesiyle beraber Müslüman dünyaya farklı bir gözle bakmaya başladı. Artık onlara göre İslam dünyası sömürge olmaya müsait, bir zamanlar insanlık için bir alternatif olan İslam medeniyeti kültürel bir meydan okuma niteliğini kaybetmiş, bu dünyanın hamisi olan Osmanlı ise Avrupa'nın 'hasta adamı' olmaya narnzetti. Bu dönemden Avrupa, İslam hakkında bilgi edinme kaygısını sömürgeciliğine bilgi zeminin oluşturma ihtiyacı olarak tebarüz ettirdi. İslam ülkeleri hakkında Avrupa dillerinde yayınlayan seyahatnameler önemli bilgi kaynakları haline geldiler. Çoğunlukla-Alman, Fransız ve İngiliz seyyahların kaleme aldığı seyahatnameler, Avrupa'nın İslam ülkeleri hakkında edindiği yüz yüze temasa dayalı bilgiler içeriyordu.
Ancak, söz konusu eserlerin kahir ekseriyetinin, Batı'nı İslam hakkındaki bilgi ve algısını olumlu bir noktaya getirdiğini söylemek güçtür. Hıristiyanların geleneksel olarak İslfuna ve Müslümanlara karsı beslediği önyargı ve düşmanlık bu eserlerin pek çağıında açıkça görülür. Modem Avrupa çağına mensup olan bu seyyahlar, bazı istisnalar dışında İslam kültürüne bir yandan hayranlık duyarken diğer yandan onu aşağılayıcı bir tavır sergilediler. Seyyahlar, Müslümanları anlamaktan çok İslam kültürüne Avrupa! gözle bakıp aşağıladılar, yargıladılar. Bu nedenle, seyahatnameler yeni ve 'oıyantal' bir İslam imajı ortaya koyuyorlardı. Seyyahlar, Müslüman toplumların siyasi, ekonomik, etnik ve dini yapıları hakkında kayda değer gözlemlerde bulunmakla beraber büyük ölçüde İslamın ötekileştirilişine, Oryantalize edilişine, nesneleştirilişine katkı sağlamışlardır. Bu bağlamda söz konusu eseriere Avrupa-merkezciliğin (Eurocentrism) kültür alanındaki ilk örnekleri olarak da bakılabilir.
Avrupa'da 18-19. yüzyıllarda öne çıkan Romantizm'in etkisi Avrupalı seyyahların sunduğu İslam tasavvurunda kendisini göstermiştir. Aydınlanma'nın kuru akılcılıgına ve tarihselciliğe bir tepki olarak doğan Romantizm, İslam dünyasına kendi idealleri acısından bakara yepyeni bir İslam ve doğu tasavvuru imal etmiştir. Kısaca, Batı'nın 17-19. yüzyıllardaki İshlın tasavvuru, muhafazakar, mutaassıp, bilim ve yenilik düşmanı, gerici, karanlık oryantal, mistik, ekzotik, esrarengiz, ataerkil, şehvet düşkünü· ... Bu tasavvuru bu gün bile Batı' da İslam dünyası ile ilgili yazılan e selerin kapak dizaynında görmek mümkündür.
Osmanlı Devleti'nin siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısıyla ilgili çalışmalarda bazı önyargılı oryantalist bakış açılarının varlığının farkına vararak seyahatniimelere müracaat etmek önem taşımaktadır. Davenport, bunu başaranlardan birisidir.
20 James Bruce, Travels to Discover the Source of the Nile, in the Years 1768-1773, I-V, London, 1790. 21 Lieut. Richard Burton, Pilgrimage to Al-Madinah and Meccah, London 1855. 22 Eli Smith, H. G, O. Dwight, Missionary researches in Armenia, I-II, London 1833. 23 Bishop Heber, İravels Northern lndia. 24 Pietro del V ale, Travels. 25 M. Ubicini, La Turquie Actuelle, Paris, 1855 26 Miss Niebuhr Pardoe, City ofthe Sultans, London, 1837.
lll
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU
Davenport, Oryantalizmin Hz. Muhammed'i incelerken anokronizm içine girerek önemli bir de metod hatası yaptığı görüşündedir. Ona göre: "En küçük bir düşünme bile, Peygamber ve öğretisinin, Hıristiyanlık veya modernlik bakırnından değil, Doğıılu nokta-ı nazarından incelenmesi ve eleştirilmesi gerektiğini gösterir. Başka bir ifade ile, Hz. Muhanırned, MS. VII. Yüzyılda Arabistan'da çıkan bir din reformcusu ve şiirilkanun koyucu olarak düşünülmeli ve muhakeme edilmelidir. Böyle yapıldığında O, hiç şüphesiz dünyada ender ve en yüksek dehalardan biri olmasa da, Asya'nın evlatlığı ile öğündüğü en büyük insan olarak telakkİ edilebilir." (Önsöz) Bu bağlamda Hıristiyan yazarların, bilimsel çalışmanın en temel ilkelerinden olan nesnelliğe de uymadıklarını söylemektedir. Mesela, bu yazarlar Hz. Muhammed'in evlilikleri konusunda eleştiriler getirirken Kitab-ı
Mukaddes'te yer alan Hz. Davut gibi çok evlilik yapan peygamberleri makul karşılamaktadırlar. Halbuki "Hz. Muhammed'i kendine hakim olarnamakla itharn eden Hıristiyan yazarlar 'Cam evlerde yaşayanlar başkalarının evini taşlarken dikkatli olmalılar' atasözünü unutmamalıdırlar." şeklinde tarizde bulunmaktadır. (Apology, 135)
Yazar, "meşhur şiiriler ve fatilıler arasında, Hz. Muhammed'inki gibi hayatı ayrıntılarıyla mevsuk bir şekilde kayıt altına alınan birisinin gösterilemeyeceğini" belirtir. (Apology, 1)
Davenport'u metod ve muhteva bakırnından etkileyen İngiliz yazarlar arasında T. Cariyle (1795-188) önemli yer tutmaktadır. Onun, "kahramanlık'' felsefesi üzerinden dünya tarihini okuyarak kaleme aldığı ve Hz. Muhammed' e olgusal ve olumlu olarak yer verdiği On Heroes, Hero Worship and the Heroic in History (1841) adlı eseri Batı'da ve İslam dünyasında büyük yankı uyandırmıştır.27 Nitekim kitabının hemen iç kapağına, selefinden, Hz. Muhammed ile ilgili bir de alıntı yapmıştır. Ömer Rıza da Cariyle'ın Davenport üzerindeki etkisine işaret etmiştir. (s. 8-9)
Türklerin Hz. Muhammed Anlayış ve Algısının Tezahürleri
Biz anlayış derken, bir şahsın, hayatı, şahsiyeti, bilgisi, sözleri, fiilieri ve misyonu hakkında ikinci bir şahsın zihninde oluşan tasavvur, kanaat ve duygu ile bunların söz ve davranışlara yansıyan hali kastediyoruz. Bunu Hz. Muhammed için düşündüğümüzde Türklerin, iki dünya mutluluğunu elde etmek için O'nu peygamber olarak kabul edip, bu kabulün ·gereği olarak O'nun davetini, sürınetini, hayata geçirmelerini ifade etmek istiyoruz. Daha çok duygu düzeyinde gerçekleşen algıyı da sürecin bir unsuru ve mütemmimi olarak düşünüyoruz. '
Elbette, anlayış ve algı, zaman ve mekan şartlarına bağlı olarak gerçekleşen bir zihin faaliyetidir. Bu faaliyet, daima varlık tasavvuru, metafizik telaİdcisi, sosyo-ekonomik şartlar, kültür düzeyi vs. etmenler ile şekillenir ve gerçekleşir. Tarihi seyir içinde Türklerin Hz. Muhanırned anlayış ve algıları da O'nun peygamberlik vasfina hale! getirmeden tezahür etmiştir. Davenport, Türkler tarafindan iki farklı coğrafyada farklı zamanlarda gerçekleştirilen Hz. Muhammed anlayış ve algına işaret etmektedir.
Davenport, klasik Batı'nın ve Oryantalizmin Hz. Muhammed, İslam ve Müslümanlara yöneltilen ağır suçlamalardan
- İslamiyetİn kılıç zoruyla yayıldığı,
- Müslümanları bilim ve özgürlük düşmanı oldukları,
- Müslümanların gittikleri yerde hakimiyetlerini ancak kılıç zoruyla sürdürdükleri,
- Müslümanların despot oldukları, temel insan hak ve özgürlüklerini ihlal ettikleri, halka zulürnle yönettikleri gibi hususlarm reddinde Müslüman Türklerin uygulamalarını gündeme getirmektedir.
Aslında Hıristiyan Batı'nın bu bakış açısının uzun tarihi geçmişi ve zengin edebiyatı vardır. Batı'nın genelde Doğıı'yu, özelde Müslümanları tavsif eden kavram "despotizm" idi. Bu kavramı literatüre sokan Montesqieu' dur. 28 Doğıı Despotizmin temsilcileri de, hepsi Türkler tarafından yönetilen Osmanlı Devleti, İran ve
27 Bu eser çeşitli defalar Türkçeye de çevrilmiştir. (Mesela, R. Nuri Güntekin, Kahramanlar, İst. 1943) 28 O, aslında Kanunların Ruhu ve İran Mektupları adlı eserlerinde İran despotizmi üzerinden bizzat Fransız mutlak
monarşisini (despotizmi) eleştirmiştir. Ancak, bu kavram artık Doğu'yu tanımlamada temel referans haline gelmiştir. Karşılaştırmalı doğu-batı incelemelerinde artık tartışılmaz bir şekilde Batı sivil toplumcu, Doğu ise despotiktir. Bkz. Bryan S. Tumer, "Oryantalizm ve İslam'da Sivil Toplum Meselesi", Oryantalistler ve İslil.miyatçılar: Oryantalist İdeolojinin Eleştirisi, der. A. Hüseyin, R. Olson, C. Kureşi, çev. B. Muhib, İstanbul: İnsan Yay. 1989: 42; Yasin Aktay, "Sivil Toplum ve Sıkıntıları: Oryantalizm, Şiddet, Vesaire ... " Sivil Toplum Dergisi, Yıl: I Sayı: ı 1 Ocak -Şubat- Mart 2003. Fransa bilim adamı Alain Grosrichard, Aydınlanmanın Oryantalizm metinlerini Lacan'cı "zevk" olgusu bağlamında inceleyip
112
ULUSLARARASI TÜRKDÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Hindistan'dı. 18. yüzyıl Aydınlanma düşünürlerin çoğu, siyaseten "despotik", iktisaden "feodal", kültürel
bakımdan "ataletili" gördükleri Doğu'nun bu yapısı ile ilerlemeye müsait olmadığı kanaatini taşıyorlar; Avrupa
beyaz adamının tabii sömürge alanlarından biri olarak görüyorlardı. Doğu Despotizmi kavramı adeta Doğunun,
hasseten de Türkiye'nin reform yeteneksizliği ve çağdaşlaşma karşısındaki geriliğine işaret eden bir söyleme
dönüşmüştü. 19. yüzyılda Despot Osmanlı imajı yeni bir anlam ve boyut kazandı. Avrupa'da özgürlükler ve
ekonomik kalkınmışlık yeni göstergelerdir. Oysa ilerlemiş Avrupa gibi "aristokrasi" ve "orta sınıf'ı olmayan
Osmanlı Devleti ve toplumu bireysel özgürlükleri kazanına ve ekonomik ilerlemeyi heıh hak etmiyordu hem de başaramazdı.
Davenport'un Müslüman Türklerle ilgili tahlilleri ve değerlendirmeleri böyle bir kültürel zeminde daha
da anlam kazanmaktadır.
Müslüman Türkler Halkın İradesini ve Refahını Hedeflemişlerdir
Davenport, İsliimm ilme düşman olduğu, insanları zulüm altında tuttuğu, bilhassa "modem Türkiye
(Osmanlı)'nin despotluğu" yönündeki isnadların gerçeklerle uyuşmadiğını belirtmektedir. Ona göre, Türkiye
yakından incelendiğinde "bu devletin, halkının iradesine karşı mücadele etmeyen, tam tersine bu iradenin
izharını isteyen" devlet olduğu görülür. Bir Sultan, kendi başına, vergi salamaz, kanun koyamaz, savaş ilan
edemez, borç anlaşması imzalayamaz. Eğer İslam anayasası tercüme edilip herhangi bir Avrupa ülkesinde tatbiki
istense, güzel, fakat Ütopyan özgürlüğün uygulanaqıaz teorisi olarak telakki edilir." (Apology, 96) Yazara göre
bu nitelikte bir yapıya sahip olan İslam medeniyetine ve Osmanlı ya isnad ve itharnlarda . ,bulunmak tarihi
gerçeklerle ters düşmektedir.
Davenport, Bah'nın en çok eleştirdİğİ İslam fetihlerini de aynı bağlamda ele almakta, bunların baskı,
zülüm ve cehaletle savaştığını, adalet, refah ve mutluluk getirdiğini, ''tarilıin en şerefli fetihleri olduğunu"
vurgulamaktadır. O, "Müslümanlık Kılıçla Yayılmamıştır" başlığı altında, Hz. Muhammed'in yaptığı savaşlarda
iıhhayı değil, ılıyayı ve müdafayı amaçladığını, masum kadınları, çocukları ve din adaınlarını koruduğunu,
islamı seçenleri yanına aldığını belirtmektedir. Savaş ve savaşın niteliği hususlarında Kur'an'ın ilkeleri ile
Kitab-ı Mukaddes'in muhtevasını mukayese eden Yazar, çeşitli din mensuplarının dini alet ederek yaptıkları
savaşlar ve istilalar bağlamında İslam tarilıi ile Batı tarihini çarpıcı örneklerle karşılaştırmakta ve Müslümanların
alınlarının daha ak olduğunun altını çizmektedir. (Apology, 141 vd.)
Davenport bu kanaatini destekler nitelikte·şu tavsifte bulunmaktadır: "Cebel-i Tarık'tan Hindistan'a
kadar uzanan İsliimiArap İmparatorluğu'ndan daha muhteşem ne bulunabilir? Bir yandan Türklere öte yandan
Tatariara bakınız ve Hz. Muhammed'in şanını, şerefini ve ihtişamını nasıl koruduklarını görünüz. Eğer
mümkünse, Hıristiyan prensler arasında, Selahaddinler, Timurlar, Muradlar, Bayezidler, II. Mehmetler ve
Süleymanlar ile adil şekilde karşılaştırılabilecek bulunuz! Araplar, Hıristiyanlığı Pirene dağları arkasına
hapsetınediler mi? İtalya ve Fransa'nın kalbine ulaşmadılar mı? Türkler fetihlerini Almanya sınırlarına, Venedik
Körfezi'ne kadar uzatrnadılar mı?" (Apology, 96.
Hindistan Türkleri Örneği
Davenport, Hıristiyanlar ile Müslümanların fetilılerini, gerçekleşme ve sonuçları bakımından mukayese
ederken Türklerin yönetimi altındaki Hindistan'ı örnek gösterir. Avrupalıların Hindistan'da hüküm süren
Müslüman hanedanları haksız yere eleştlrdiklerini, İngiliz yazarların elinde Hindistan tariliinin öznel ve gayri
adil bir şekilde tahrif edildiğinin alhnı çizer. İngiliz tarilıçilerin, başta metod hatası yaparak Hindistan'daki XIV.
Yüzyıl MoğoVTürk hanedam ile XIX. Yüzyıl İngiliz doğu seferlerini karşılaştırmalarını haksız bulur. Eğer bir
karşılaştırma yapılacaksa, aynı zaman dilinde gerçekleşen Hindistan'ın fethi ile Normariların İngiltere'yi fethinin
karşılaştırılmasını önerir ve ikincisinin bir vahşet olduğunu belirtir. Aynı bağlamda, yakın zaman dilimlerinde
Structure du serail: La fiction du despotisme Asiatiqııe dans l'Occident classique (1979) (Sarayın Yapısı: Klasik Batıda Asyatik Despotizmin Kurmacası" adıyla yayınladı. (Türkçesi, Sultan'ın Sarayı: Avrupalıların Doğu Fantazileri, çev. Ali Çakıroğlu, Aykırı yay. İst. 2004) O, Montesquieu'nun İslfuniyetle bağdaştırdığı "Doğu Despotizmi' kavramının Türkleri nasıl "Avrupa kimliğinin negatifi", "ötekisi" haline getirdiğini ortaya koydu. Bi.ı incelemeye göre aslında Osmanlı Devleti despotluk nitelemesi bakımından Montesquieu'nun "Kanunların Ruhu"na ilham veren bazı Avrupa devletlerinden ne ileri ne de geri idi.
113
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMP02YUMU
vuku bulan, Türklerin Hindistan'ı fethi ve Selahaddin'in Kudüs'ü fethi ile Haçlıların Kudüs'e girişini hatırlatır.
Müslümanların Kudüs'ü çok az insan kaybı ile alınalarına karşılık Haçlıların şehrin sokaklarını insan cesetleri ile
doldurduklarını belirtir. ilaveten, Avrupalıların, Avrupa içinde ve dünyada yaptıkları vahşet ve ahlaksızlıklardan
örnekler verir. (Apology, 97-99)
Yazara göre, Hindistan'da hüküm süren Müslüman Türk hanedanların çoğu yüksek karakterli
insanlardan oluşmaktaydı. Söz gelişi, Gazneli Mahmud'un29 icraatı, başarıları, ilim, İrfan ve edebiyat hamiliği izahtan varestedir. O, erdemli kişilere itina ile saygı göstererek başkentini dahilerin toplandığı bir merkez haline
getirmişti. Bir başka Asya padişahı bu kadar erdemli insanı bir araya toplayamamıştı. Mahmud, zengin olmakla
birlikte onu iyi kullanmayı da bilıniştir. Onun halefieri olan dört sultan da adil ve ilim-edebiyat hil.mileri olarak
tanınmışlardır. "Acaba aynı sözler onların çağdaşları olan Normanlı William ve hanedaııı için de söylenebilir
mi?" diyerek Batı'da zülüm yapan krallardan bazılarını zikreder. (Apology, 100)
Davenport, Dellıi Türk hükümdan III. Firuz Şah'ın30 halkın mutluluk ve refahına yönelik imar
faaliyetlerinden sitayişle bahseder. O, nehirler üzerinde elli set, kırk cami, otuz medrese, yüz kervansaray, yüz
hastane, yüz hamam, yüz elli köprü ve çok sayıda eğlence yeri yaptırmış; Curnna şehriııi, Camoul civarı
dağlarının altından Hansi ve Hisse'ye bağlayan, bir kanal kazdırınıştı. (Apology, 100-101.
Davenport'a göre Babürller hanedanının ilk temsilcisi Babür,31 tarih boyunca Hindistan'da hüküm süren
yöneticilerin en adillerindendi. O, sade, fakat ağır başlıydı; gençliğindeki bir iki hatanın dışında ahiald safiyeti
ile ün salınıştı; nefsinin bütün arzularını yenmiş, temizlik ve dürüstlük ile tanıılmıştı; söz dinleyen-bir evlat, kibar
bir baba ve kardeş, cömert bir dost, merhametli bir düşman idi. Oldukça ihtişamlı bir hayat süren Babür, buna
karşın mütevazı, israfı sevmeyen, entrikadan nefret eden biriydi. Yüksek zevkli, aydın dimağlı, geniş bilgili ve
hünerli bir şahsiyetti. Babür'ün oğlu da kendisi gibi hırsiarına mağlup olmayan bir karaktere sahipti. (Apology,
100-101)
Davenport, Ekber Şah'ı32 da BabürHer hanedanının en başarılı hükümdarlarından biri olarak görür, O,
savaş meydanlarındaki başarılarının yanında sarayında her türlü ilmi, fikri ve bedii toplantıya ev sahipliği
yapmış, özgürlükçü, eşitlikçi, müsamahalı, affedici birisiydi. Onun iktidarı insanlık için bir nimetti. Birçok
önemli ıslahata imza atınıştır. Hukuk ve adalet sistemini ıslah etıniş; keyfi muhakemeyi kaldırınış; kadıların
mümkün olduğunca ölüm cezası vermekten kaçınmalarını istemiştir. Olağanüstü durumlar, şiddetli terör, fitne
fesad durumu hariç kendisinden habersiz ölüm cezalarının infazını yasaklı;ımıştır. Kadın hakları ile ilgili önemli
kararlar alarak reşid olmayan kızların nikahlanmasını men etmiş; Hindu hukukunun dulların evlenınesini
engelleyen hükmünü kaldırınış, Hindu geleneğinin dulların, iradeleri dışında, ölen kocaları ile yakılınalarını
öngören uygulamasını yasaklamıştır. Aynı çerçevede devlet kademelerinde Müslümanlar ile ilinduları eşit
şekilde istihdam etmiş, cizye ve hac ile ilgili vergiyi, savaş esirlerinin köleleştirilınesiııi kaldırmıştır. Tarım ve
vergi sisteminde de bit çok ısiahat yapmış; arazi ölçümünü yeniden yaptırmış, tarım ürünlerini tespit ettirmiş,
devlete verilecek payı belirlemiş, bunun mal veya para olarak verilmesi muhayyerliğini tanımış, bir çok ağır
vergiyi iptal etıniştir. Maliye memurlarını halka zülüm etınemeleri, haksız vergi almamaları konularında sıkı sıkı
uyarmıştır. Bunun yanı sıra, askeriyede düzenlemelere gitıniştir. Şöyle ki, askeriye için gerekli olan harcaınaların
29 Gazneli Mahmud (997-1030): Gazneliler'in en büyük hükürndarı, Halifeel-Kadir (991-1030), ona saltanat alametlerinden hil'at, tiiç, bayrakla birlikte, "Yeminü'd-Devle", "Vell Ernirü'l-Mü'rninin" ve "Ernirü'l-Mille" lakaplarını verdi. Hindistan Ia.tihi olan Mahİnud, iyi yönetimi, ilrne verdiği önem ve adaletiyle yüzyıllarca sevitmiş örnek devlet adarnlarından biridir.
3° Firuz Salı III (1357-1388) Delhi Türk Sultanı: Bir yandan seferler düzenlerken diğer yandan bazı ıslalıat yaparak devletini güçlendirdi. Yönetimi, İstişare yoluyla alirnlerle paylaşırdı. Vergilendirmede dini hükümlere dikkat ederdi. Islahiitı, miili ve iktisadi alanlarda, büyük bir gelişıneye sebep oldu. Müslüman ve gayrirnüslirn, bütün halkın refalı ve saadetine hizmet etti.
31 Babür Şah (1483-1530): Paİıiput Meydan Muharebesini (1526) kazanarak Biibüriler (Gürgfuıiyye) devletini kurdu. 25 Aralık 1530'da Agra'da öldü. Bu devlet 1858'de İngilizlerin işgaline kadar varlığını sürdürdü. Alim ve edip bir zat idi. Babürname'si çok değerlidir.
32 Ekber Şah (1556-1603): Biilıürlülerin üçüncü hükümdıirı. Ülkede düzeni sağladı, topraklarını genişletti. "Darngalaına nizıirnı" koyarak bütün zeıirnetleri devlet mülkü haline getirdi, memurların dereceleri düzenledi, Orduyu hazine maaşma bağladı. Arazi gelirleri için "kurubi" adlı tahsildarlar teşkilatı kurdu. "Din-i İlahi" adıyla bir din kurdu. Şeyh Mübarek'in telkinleri ile, derecesinin hükümdarlıktan yüksek olduğuna inanan Ekber, özellikle sarayda Ehl-i sürınet iilimlerinin nüfuzunu kırdı. Meclisi, Brehrnen ve Hıristiyanlara hürriyetler tanırken, Müslümanlara çeşitli eziyet ve işkenceler yapıldı. Daha sonra oğlu bu dinden vazgeçti.
114
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOzyUMU
bir kısmını ha1ktan karşıianma uygulamasma son vermiş, tamamen hazineden karşılama yoluna gitmiştir. Resmi ve askeri muhteşem yapıların yanında, Ekber Şah, çok müzeyyen mimari eserler de yaptırmıştır. Davenport'un
kanaatince bütün bu düzenlernelerin amacı halkın refahı idi. (Apology, 102-103)
Yazar, Ekber'in oğlu Cihangir Şah33 iktidarının da Batılı seyyahların gözlerini kamaştırdığını belirtir.
İtalyan seyyah Petro del Vale (1623) tarafından, onun zamanı, refah, mutluluk, emniyet ve adil yargılama dönemi olarak değerlendirilmiştir. (Apology, 103)
Ekber Şah'ın tarunu Şah Cihan'ın34 saltanatı ise Davenport'a göre Hindistan'ın tarihteki en mutlu
zamanıdır. Yönetim adil; halk refah, emniyet ve rahatlık içindeydi. 1615'te Şah Cihan'ın otağını ziyaret eden Sir
Thomas Roue'nin iki dönüm arazinin ipekten dokunmuş, altın ve mücevherlerle süslenmiş halılarla kaplandığını
görünce debdebeden gözleri kamaşmıştı. O, tavus kuşu şeklindeki tahtına çıkışının yıldönümü münasebetiyle
kendi ağırlığınca altın ve mücevher dağıtıyordu. Tebaasına karşı bir hükümdar değil baba gibiydi. Yönetimiİıde
hiç savsaklamaya yer vermezdi. Yaptırdığı ünlü Delhi kanalı halkın mutluluğunu daha da artırmıştı. Halkın
yıllarca beklediği rüya gerçekleşmiş, kanal Delhi'nin zenginliğine ve zevkine uygun olarak inşa edilmişti.
Kanalın asıl yatağından bin tane ark akıyor, şehrin her yanında mermer fıskiyeler, hamamlar, şadırvanlar boy
gösteriyordu. Su en yoksul kesimlerin evlerine kadar ulaşıyor temizlenmelerine yetiyordu. (Apology, 103-104)
Davenport, Hindistan'daki Müslüman Türk yönetimini ile İngiliz yönetimini mukayese ettikten soııra "Müslümanların, Hindistan halkından İngilizler gibi çok şeyler çaldıkları iddia olunuyarsa da bu ispat
edilemiyor" der. Ona göre, "Müslümanlar en azından, İngilizlerin tersine, aldıklarının hakkını vermişler, adaleti
temin etmişler, ticaret için binlerce kın'lik yolların emniyetini, halkın refah, emniyet ve rahatını sağlamışlardır.
Buna, şimdi kararmış mermerler, tıkanmış su yolları, baykuşlara yuva olmuş saraylar ve mabetler, yıkılmış
sütıınlar ve kemerler şahitlik etmektedir .... Gerçekten, inkan.olmayan bir şekilde söylenebilir ki, güya barbar
olarak adlandırılan bu hükümdarlar kamu yararı için, bugünün ordularını besieyecek ve donatacak kadar para
harcamışlardır." (Apology, 1 05)
Davenport'un kanaatince Doğu htıkümdarlarının ilerici çalışmaları Batı'dakiler ile mukayese
edilemeyecek kadar farklılık arz ediyordu. O zamanlar İngiltere'de bir tek kanal mevcut değilken, bir ikisi
dışında bütün yollar keçi yolu gibi iken, en büyük şehirler bile su mahzenlerinden, güvenliği sağlayacak polis ve
yol emniyetinden mahrumken, Londra'dan çıkıp Highgate'e emniyet içinde ulaşma imkanı dahi yokken,
Doğu'da Dellıi'den çıkan korunıasız birisi Pencab'a oradan Allahabad'a gidebiliyordu. Bu değerlendirmeyi
yaptıktan sonra Davenport aynı dönemde İngiltere ve Avrupa'da yaşanan karanlık çağı, zulmü ve haksızlığı
kronolojik olarak betimler. (Apology,} 05 vd.)
Yazar, İslam medeniyeti ile Batı medeniyetini çeşitli açılardan sık sık karşılaştırmakta; İslam
medeniyetinin insaniliğini, örneklerle gözler önüne sermektedir. İslam dünyası ile, sadece Ada Avrupası'mn
uygulamalarını, 1381 'den itibaren mukayese ederek birincisindeki insiini uygulamaların Hz. Muhaınıned'in mesajının yansıması olduğunu belirtmekte; ikincisinin, işkence, kaynar suysa atma veya yakarak öldürme gibi
zulümlerini ve hukuk anlayışını çarpıcı şekilde tek tek sıralamaktadır. (Apology, 124 vd.)
Osmanlı Türkleri Örneği
Davenport, Müslüman Türklerin Hz. Muhammed'in mesajını doğru anlama ve hayata geçirmedeki
başaniarına Osmanlılardan da örnekler vermektedir.35 Bu bilgileri verirken Batılı seyyahlardan Ubucini'ye
33 Cihangir Şah (1605-1622): Biibürlerin dördüncü hükümdiirı. Döneminde, Avrupalılar Babürller ile ilişkilerini geliştirdiler. İngilizlere Surat limanında verilen ticaret yapma hakkı iki yüzyıl sonra İngilizlerin Hindistan'a yerleşmelerine zemin hazırladı. Adil bir hükümdar olan Cihangir, iiiimieri severdi. Babasının Müslümanlara karşı uyguladığı baskıyı kaldırdı. Bayındırlık işlerine önem verdi. Agra'dan Etek'e ve Beri.giil'e giden ağaçlıklı yollar ve Agra ile Lahor arasında her üç kilometrede işiiret kuleleri ve sulu gölgelikler yaptırdı. Tüzük-i Cihiinglri ismi ile yazdığı hiitıriitı, değerlidir.
34 Şah Cihan (1637-1666) Cihangir'in oğludur. Sarayda iyi bir tahsil gördü. Şehziideliği, önemli devlet hizmetleriyl~ geçti. "Ebü'l-Muzaffer Şihabüddin" unvanı ile tahta çıktı. Bayındırlık işlerine önem vererek, tarımın gelişmesini sağladı. Ingiliz, Portekiz ve Hollandalılara karşı ülkenin menfaatlerini korudu. Delhi şehrini lmiir etti ve genişletti. Kale, saray, ciimi, mescit ve türbeler yaptırdı. Hanımlarından biri için Agra'da yaptırdığı Tae Mahal, sanat değeri yüksek bir türbe, Türk mimarlık tiirihinin önemli eserleri arasındadır.
35 Osmanlı Türklerinin Hz. Muhammed ile ilgili doğru anlayış ve tatbikatının Hıristiyanlar üzerindeki etkilerini zaman zaman görmek mümkündür. Mesela, Osmanlı Devleti ve Müslüman Osmanlı toplumunu yakından inceleme fırsatı bulan Ignatius Mouradgea d'Ohsson (1740-1816) bunun en iyi temsilcilerindendir. O, Tableau general de I'Empire Othoman, (Paris
115
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
başmaktadır. Fransız seyyah Ubicini'nin 1855'te yayınlanan Bugünkü Türldye adlı eserinden, "doğruluk ve
dürüstlük", "müsamaha ve hayırseverlik" başlıkları altında Osmanlı toplum ve devlet hayatından çarpıcı örnekler
vererek, Hz. Muhammed'in mesajının meydana getirdiği güçlü ve hayırlı etkiyi belirtmekte ve yer yer Batı ile
karşılaştırmalarda bulunmaktadır.
Doğruluk ve Dürüstlük
Doğruluk ve dürüstlükbaşlığı altında Ubicini'den şu alıntıyı yapmaktadır:
Osmanlı Türk esnafı dürüsttiir:
" ... Şimdi bir ... kapalıçarşıya, bedestene gelelim. Türkiye'nin her köşesinde toplulukları ve sanayi
mamullerini sergileyen bu geniş Pazariarın görürıümü bize, Osmanlı veya Türkün fizyonomisine bazı özellikler
ekleme imkanı sunar. Türkün, orada dükkanının önünde, Ermeni veya Rum meslektaşının yanı başında ciddi bir
eda ile çömelmiş oturduğunu görürüsünüz. Öbür ikisi kurnaz gözlerle etrafı kollayıp geçeniere 'Hey!, Kaptan!
Çelebi', 'Kaptan Efendi' diye çağıradursun. Osmanlı, sakin sakin çubuğunu tüttürmeye ve tespihini çekmeye
devam eder. Dükkanının önünde durup bir malın fiyatını sorduğunuzda nezaketli bir sesle fakat isteksizce 'Elli
yüz para' der. Buranın adetini bilmeden, Çarşıda pazarlık etmek daha doğru yol diye düşünüp yarı fiyatını
verdiğinizde başını nezaketli kaldırıp çubuğunu tüttürmeye devam eder, cevap bile vermez. Ne kadar ısrar
etseniz de bir para indirmez. Hıristiyan veya Yahudi satıcılarda ise durum bambaşkadır. Yüz paradan tedricen
seksene, altrnışa, kırka, hatta daha aşağıya bile inerler. Genel bir kaide olarak Ermeniye istediğinin yarısını,
Ruma üçte birini, Yahudiye dörtte birini verin. Fakat bir Müslüman, malının. hakkını istediği içi!ı ona istediği
fiyatı verin. (Apology, 123-124; F. H. A. Ub~cini, 1885'te Türkiye II, çev. Ayda Düz, Tercüman 1001 Temel
Eser, İst 1977, 78) ·
Ubucini'den aktarınaya devam eder:
"Osmanlı, kendisi yalan söylemediği için başkalarının sözlerine de tereddütsüz inanır. Bir şeyin
doğruluğuna yemin ederseniz Türk ona hemen inanır. Bir defasında bir Fransız subayı bir elbise almak için
çarşıya gitıniş, bir gün önce arkadaşının aldığının aynısını almak istemiş, ancak o tacirde bulamamıştı. Bunun
üzerine aynısını başka bir taeirden istemiş, daha fazla fiyatla karşılaşmıştı. Subay durumdan şikayetçi olup
kurnaşı göstermişti. Tacir inceledikten sonra aynısı olduğunu anlayınca subaya arkadaşının aldığı fiyat
hususunda doğru söylemesi için yemin teklif etmişti. Bu isteğe şaşıran subay sonucun ne olacağını anlamak için
yemin etıniş, tacir de derhal aynı fiyata elbiseyi vermişti."
Ubicini diyor ki "Açık söylüyorum ki bir insanın sözüne gösterilen bu güven, bu değerbilirlik beni
sevindirdi. Bizim memleketimizde bir satıcı kendisini neden müşteriden daha aşağıya koyduğunu· bilmiyorum.
Türkiye'de böyle bir ayrılık yoktur. Satıcı, satışından dolayı kendisini fazla üzmez; komşusunun başarılarını
kıskanmaz, 'Benim sırarn da yarın gelir' der. Müezzini işitince, bütün gelenin gidenin gözü önünde namazını
dükkanında kılar, sanki ıssız bir yerde kılıyormuş gibi hiçbir şeyden rahatsız olmaz. Veyahut ta, dükkanını açık
bırakıp Allah'a emanet ederek en yakın mescide/camiye gider. İstanbul gibi bu koca bıişkentte taeirierin belirli
vakitlerde dükkaniarında olmadıkları, evlerin kapılarının basit sürgülerle kapatıldığı herkes tarafından bilindiği
halde bütün yıl boyunca dörthırsızlığın bile olduğunu duymazsınız. Halbuki Hıristiyanların oturduğu Galata ve
Beyoğlu gibi semtlerde hırsızlık veya cinayetin duyulınadığı bir gün geçmez. (Apology, 124-125)
Osmanlı Türk Halkı Dürüsttür
Davenport, Ubucini'den ilginç dürüstlük örneklerini iktibasa devam eder: "Bu dürüstlük ülkenin her
yerinde görülür. Bir İngiliz seyyahı, Daily News gazetesine son günlerde şu mektubu yazmıştır:
"Dün bir Bulgar köylüsünün arabasını kiraladım. Arabaya benimle arkadaşlarımın çantalarından,
bavullarından, halılarından, kürklerinden ve · şaliarından müteşekkil eşyamız yüklenecekti. Gece üzerine
uzanmak için biraz kuru ot almak istediğimizde, bir erkek ne kadar kibar olabilirse o kadar kibar bir Türk bize
yardımcı olınayı önerdi. Bulgar, geceleyin, öküzlerini arabadan çıkararak arabayı yolun ortasında yapa yalnız
1778-1820) (Osmanlı İmparatorluğu'nun Tarihsel Görünümü) adlı yedi ciltlik eserinde hemen her konuda Osmanlı Türklerinin Hz. Peygamber'in daveti ile ilgisini ve etkisini tebellür ettirmektedir. Eserin, toplumsal yapı ve kültürle ilgili 4. cildinin bir kısmı Zerhan Yüksel tarafından XVIII. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler (Tercüman 1001 temel eser İst.) adıyla Türkçeye çevrilmiştir
116
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPQzyUMU
bıraktı. Baktım gidiyordu, kendisine arabanın ve eşyanın başında birisinin kalınası gerektiğini söyledim. Türk
şaşırmış bir şekilde Niçin? dedi. Ben Eşyanın korunması için dedirrı. O, 'Eşyanız burada haftalarca kalsa kimse
ona el sürmez.' dedi. Ben de bu cevaba boyun eğdim. Ertesi gün döndüğümde her şeyi emniyet içinde buldum.
Bakınız, bütün gece buradan Türk askerleri geçiyordu. Fakat hiç birisi arabaya el uzatmayı aklından
geçirmemiştir. Bunu Londra'nın en büyük kürsüsünden Hıristiyanlara söyleyiniz,"rüya gördüğünüzü sanırlar.
Türkiye'de hamalların dürüstlüğü bizimkilerinkinden daha güvenilirdir. Galata'dan gemilere malları taşıyanlar bunlardır. Fakat hiçbir şeye zarar gelmez, kaybolmaz.
Bir defasında bir Galata taeiri elinde beşliklerden oluşan iki bin kuruşluk bir para torbası ile İstanbul'a
gidiyordu. Tophane'den çıkarken torba patlamış, paralar dağılmış ve bir kısmı da denize düşmüştü. Halk hemen
parayı toplamış, bazıları denize atlayarak oradakileri getirmiş, tacirin torbasına yetiştirmişler, sonra bir harnal
sırtiayarak tacirin evine götürmüştü. Tacir, hamala ücretini verip hemen parasını saydığında tastamam bulmuştu." (Apology, 125-126)
Müsamalıa 1 Din Özgürlüğü
Davenport'un kayıtlarına göre dünyada din özgürlüğünü ve birlikte yaşamayı sağlayabilmiş iktidarların
arasında ilk sıralarda Türkler bulunmaktadır. Dünyanın en zor siyasi, beşeri, kültürel ve fiziki coğrafyalarına hükmeden Hindistan Türkleri de Osmanlı Türkleri de bunu başarı ile temin etmişlerdir.
Bu konudaki düşüncelerini Ubicini'den alıntı yaparak temellendirir: Ubicini Osmanlılar bağlamında şu kayıtlara yer vermektedir:
"Biz Batılıların, dinimizin emirlerini yerine getirmede gösterdiğirrıiz ihmalkarlık, dinimizin ayrılmaz
gereklerinden olan bazı insanlık gereklerini savsaklamamız, en adi sebeplerle bunları feda edivermemiz, Türkler
tarafından bizim dinimizin hakir delillerinden addedilmektedir. Bundan dolayıdır ki Türkler Avrupa'yı Daru'l
Küfiir, bizimle ilgili konuşurlarken de mülhid, gavur gibi sıfatlarla anarlar. Fakat bu yaklaşım, hiçbir zaman bir
takibata ve işkenceye sebebiyet vermemektedir. Başka yerlerde bir çok örneklerde gösterdiğim gibi, Türkleri
halkı dinini değiştirmeye zorlamak ve müsamahasızlıkla itharn etmek sadece ilkeye aykırı değil aynı zamanda
İslamın içeriğine de aykırıdır. Nasıl dünyada hiç bir kuvvet Osmanlıya dinini değiştirtemezse, o da hiçbir
kimseye dinini değiştirtıneye kalkışmaz. Türk'ü memnun ettiğiniz zaman size şu duada bulunur: 'Cenab-ı Hak
akıbetinizi hayr eylesin' Yani Allah size lütfunu göstersin Müslüman ol demektir. Fakat sadece bu kadar. Daha
ötesi "Allah'ın iradesine" bağlı. Müs~üman alimler "kalplerinlruhların hidayet ermesi Allah'a bağlıdır' derler. İşte bu alimierin ilkelerinden biri daha: 'Herkes iyilik yap fakat cahillerle çatışma' Türkiye'de hiçbir zaman din
yüzünden tazyikler olmamış, bilakis Türkiye, Hıristiyan taassubunun kurhaniarına sığınak olmuştur. Tarihe
bakınız ... XV. Yüzyılda İspanya ve Portekiz'den sürülen binlerce Yahudi Türkiye'ye sığınmış, sadece orada
dört yüz yıl refah ve emniyet içinde yaşamışlar, ancak (biri bunu itiraf etıneli) Hıristiyanların, özellikle de
Ortodoksların bulıniduğu yerlerde takibata ve işkenceye uğramışlar ve kendilerini savunmak zorunda kalmışlardır. Hatta bugün Atina'da İsa'nın Doğu~ Günü yortusunda bir Yahudi sokağa çıkınaya cesaret edemez.
Türkiye'de Ermeniler ve Rumların saldırısına uğrayan Yahudiler devlet tarafından korunmuştur.
Sultan'ın geniş ve huzurlu ülkesinde bütün dinler ve milletler yan yana bulunabilir. Elbette, camiler çok
olmakla beraber, kiliseleri ve sinagoglari dışlamazlar. Ortodoksluk İstanbul ve İzmir'de Paris veya Lyon'dan
daha özgürdür. Hiçbir kanun onların işlerine müdahale etınez, ve Tanrı'yı mabetiere hapsetmez. Cenaze
törenlerinde mum taşıyan veya mezamir okuyan bir alay rahip eşlik eder. Fetadien Günü, Pera ve Galata'daki
bütün kiliseler ellerinde haçları ve sembolleri ile yürüyüş yapar, Osmanlı askeri de bunları koruru, halk bunlara
yol verir.
Deniyor ki, Doğunun (Osmanlı Devleti'nin) Katolikleri Fransa ve Avusturya, Rumları Rusya ve
Protestanları da İngilizler tarafından korunmaktadır. Peki zavallı Yahudileri kim koruyor? Dört beş yıl önce, Hz.
Peygamber'e dil uzatmakla suçlanan bir Yahudi, halkı heyecana sevk etmiş, Musul valisinin önüne getirilmişti. Paşa samğın ifadesini alınca şöyle demişti: 'Bir adam bu gibi saçma sapan dil uzatınalarda bulundu ise zaten
hemen Allah'ın gazabına uğradı. Bu yüzden bu adamın büyük sözler söylediğine inanmıyorum. Allah'ın azabına
uğramayan bir adama ben ceza veremem.'
117
ULUSLARARASI TüRKDÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
Bu müsamahanın güzel bir örneğidiri Fakat, Fransa'da Augsburg Gazete ve Athen Observer'in ya da
darama ve koroik-opera yazarlarının Türkiye'de her gün 'Hıristiyan köpeklerin' işkenceye uğradıkları, Sultan
tarafından mendile kanarak en sevdiği kölesinin önüne atıldığı veya kadınların Boğaz'a atıldıkları iddialarına
inanmayan kaç kişi vardır? (Apology, 126-128)
Davenport, Osmanlı hükümetinin Lazerİstler örneğinde olduğu gibi misyoneriere bile müsamaha
gösterdiğini, ancak kamu düzenini bozucu faaliyetlere giriştiklerinde müdahale ettiğini belirtir. (Apology, 128)
Davenport, din özgürlüğü ve müsamaha konusunda, Hz. Muhammed'in Sina Rahipleri ve Bütün
Hıristiyanlara verdiği heratın "Eğer bir Hıristiyan kadın bir Müslüman ile evlenirse, kocası onun kiliseye gidip
inancına göre dua etmesine ve ayin yapmasına engel olmayacaktır'' mahiyetindeki maddesini izah babında
düştüğü bir dipnotta şunları söylemektedir: "Türk kadıları 1 hakimleri bu konuda şu örneği verirler: Bir
Hıristiyan annenin Müslüman oğlu, kadın yaşlandığında veya güç yetiremez hale geldiğinde onu kilisenin
kapısına kadar, bir binitle (at, katır vs) taşımakla yükümlüdür; ve eğer binit hayvanı alamayacak kadar fakirse
annesini omuzlarında taşımak vecibesi vardır". (Apology, 150)
Hayırseverlik
Davenport, Hz. Muhanımed'in temel değerlerinden olan hayırseverliğin Osmanlı'da adeta tecessüm
ettiğini, ete-kemiğe büründüğünü düşünmektedir. Onun tespitlerine göre Osmanlı için hayır/iyilik yapmak en
birinci vecibedir. Şair Nabi, 'Oğluna Nasihatleri'nde (Hayriye) şöyle demiştir: 'Kapım dervişlere ve fakiriere
daima açık tut, bunu yapman Allah indinde cami yaptırmaktan, devamlı oruç tutmaktan, defeatle Mekke 'ye
hacca gitmekten daha evladır'36 Osmanlılara g~re iyilik dinden ayrı bir şey d~ğildir.' Zekat vermeyen bir adam
bir Müslüman olarak sadece bu veeibesini yapmamakla kalmaz, İslfuniyeti de kendisinden ayırmış olur. Çünkü,
zekat, namaz, oruç, hac ve şehadet İslam dininin esaslarıdır. (Apology, 128)
· Osmanlının en bariz vasıflarından biri de bütün mahlukata gösterdiği hayırseverliktir. Osmanlı bunu
din, dil, ırk hatta yaratık ayrımı yapmaksızın, hayvanlar dahil bütün mahlukata göstermiştir?7 Davenport bu
hususta Ubicini'nin İstanbul'da hayvaniara gösterilen şefkate dair kayıtlarına döner. Ubucini İstanbul'da müşfik
ve hami ins~arın sayısının çokluğuna işaret ederek Osmanlının evcil hayvaniara olan ilgi ve merhameti
vurgular. Elbette bunun kaynağı da doğru peygamber anlayışıdır. "Zira Peygamber, merhameti emretmiş, bunun
erdemierin başında geldiğini söylemiş, bütün hayvaniara da teşmil edilmesini emretmiştir. Özetle söylemek
gerekirse, kelimenin tam anlamıyla, bu güne kadar barbar muamelesi yaptığımız Türkler kadar insanlığı seven
birtoplum bilıniyorunı." (Apology, 129-130)
İlaveten Miss Pardau'nun şu müşahedelerine yer verir: "Türkler vahşi hayvaniara karşı sadece
merhametli değil ayın zamanda hfunidirler. Bunu evcil hayvaniara daha çok gösterirler. Bu sebeple mesela, süt
36 Biibum maksad-ı dervişlin it 1 Mümkin olduğu kadar ilisan it Tutmadan nafile her rfız sıyiiın 1 Hayrdur ciiyi'i itmek it'iiın İ tm eden yeg nice elimi' tamir 1 Ki el ünden olan bir gürsine sir itmeden Kiibe'ye her sal şitalı 1 Hayrdur virsen eger teşneye ab "Kapını dervişlere ve fakiriere daima açık tut, mümkün olduğu kadar ihsanda bulun. Acıkınışı doyurmak her gün nafile oruç tutmaktan daha hayırlıdır. Senin elinden bir açın doyrnası, nice cami tamir ettirmenden yeğdir. Bir susuzsa su verrnen, her yılKiibe'yi ziyaret etmenden daha hayırlıdır." Bkz. N abi, Hayriye, haz. İskender Pala, İst. 1989, 49.
37 Osmanlı'nın bu vasfı çoğu seyyahın dikkatini çekmiştir. Söz gelişi, Karayit Yahudisi Samuel Ben Davit Yemşel, 1641-1642'de üç arkadıişıyla Mısır'dan İstanbul'a (Kahire, Kudüs, Nablus, Şam, Humus, Hama, Hal ep, Antakya, İstanbul) iki ay süren yolculuklarında güzergiihta her gece bir han veya kervansarayda misafır edildiklerini, iki küçük kasahada da yolculara ayrılmış misafir odalarında ağırlandıklarını, köylülerin yemek ikram ettiklerini söylemektedir. (Bernard Lewis, "1641-1642 de bir Karayİt'in Türkiye Seyahatniiınesi", Türkçeye çev. F. Selçuk, Vakıflar Dergisi, Ankara 1956, c.III, s.97-106) Polonyalı seyyah Simean ise 17. yüzyıl başlarında konuyla ilgili şu izienimlerini anlatmaktadır: "Türkler o kadar hayır seven bir millettir ki, her sokak başına bir çeşme yapmışlar ve gelen geçenin içebilmesi için yanlarına taslar koymuşlardır. Köylerde, yol kenarlarında ve hatta çöllerde bile soğuk su çeşmeleri yapmışlardır." (H. D. Andreasyon, çev. ve notlar, Polonyalı Simean'un Seyahatniimesi, İst. 1964. s.13) Türklerdeki hayvan sevgisi de Avrupalı seyyahları kimi zaman şaşırtmıştır. Mesela, Ricaut, Osmanlı insanının hayvan. haklarına çok saygılı olduğunu, onların beslenme ve korunmaları için özel vakıflar kurduklarını belirtir ve bunun Batılılar için gülünç gelebileceğini söyler. (İ. H. Danişmend, Eski Türk Seeiye ve Ahlakı, İst. 1961, 142) İstanbul'u 1874'de ziyaret eden İtalyan seyyah Amicis şunları kaydeder: "Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, kuşları himaye edip beslerler. Kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul'un her yerinde, insanın etrafında uçuşan kuşlar vardır." (Edmando De Amicis, İstanbul 1874, çev. Beynun Akyavaş, Ank. 1981, 133)
118
r ı
ı
1
1
1
ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASININ İSLAMİYETE KATKILARI SEMPOZYUMU
kuzularını kesmezler. Bir defasında bir İngiliz sporcu kayıkla gezerken yukarıdan geçmekte olan bir martıyı
vurmuş. Buna çok üzülen Türk kayıkçılar, sanki katliam yapıyormuş gibi kızarak onu azarlamışlar." (Apology, 130, Miss Pardoe, City ofthe Sultan'dan naklen)
Davenport, ana-babaya saygı ile ilgili Kur'an emirlerini sıralarken bu hususta Türklerin tutumunu örnek
gösterir: "Türklerin güzel karakterlerinden biri de ana-babalarına olan sevgi ve saygılarıdır. Onların hanımları,
nasihat etse, azariasa hatta aldırış etmese de sözlerine boş verebilirler. Fakat anne bir bilgedir; hayat boyu İstişare
edilen, sözü tutulan, saygı ve itaat ile dinlenen, öldükten sonra bile kemal-i hürmet, hasret ve üzüntü ile
hatırlanan kişidir. Bir Osmanlı şöyle der: 'Karım ölse birisi ile daha evlenebilirim, çocuklarım ölse yenileri
doğabilir, fakat anaının yerini öldü1.1:en sonra kim tutabilir?" (Apology, 180. Miss Pardoe, City of the Sultan, 4.th edit. s. 36'dan naklen)
Sonuç Yerine
Avrupa Oryantalizmi, yüzyıllarca Hz. Muharnmed'e önyargıyla yaklaşmakla birlikte, sayıları az da olsa
Davenport gibileri, ahlaki ve ilmi davranıp bu gerçekleri görmemezlikten gelmemiş, bilimsel metod ve tavrını gözden geçirmek ihtiyacını duymuştur.
Türklerdeki bu anlayış ve algı sayesindedir ki dünyada makul düşünebilen insanlar Hz. Muhammed'in insanlığa yaptığı ve yapmakta olduğu katkıyı görme imkanı bulabilmişlerdir.
Davenport'un verdiği örneklerden anlaşılacağı üzere Türkler, Hz. Muhammed'i daha çok değer
düzeyinde aniayıp hayata geçirmişlerdir. Onun sünnetini ve hayat tarzını bireyi ve toplumu, ~utluluk, huzur,
barış ve refaha taşıyan evrensel değerler manzumesi olarak görmüşlerdir.
Türkler bu anlayış ve algı biçimi ile Hz. Muhammed'i tarihin belli bir dönemine hasredilebilecek olan
şekli anlayış ve algıdan kurtarıp gerçek statüsü olan çağlarüstü evrensel niteliğine kavuşturmuşlardır.
Aynı şekilde, bu anlayış ile Türkler bir yandan Hz. Muhammed'in Müslümanlar arasında daha dinamik
olarak idrak edilmesine katkısağlamışlar, diğer yandan da O'nun mesajının evrensel boyutta, diğer medeniyet ve
din mensupları tarafındaıi doğru anlaşılınasına yardımcı olmuşlardır.
Bu anlayış ve algı örneğinden hareketle Müslümanlara karşı var olan önyargıların bir kısmı değişmiş,
birlikte yaşanabilir bir dünyanın kurulmasının çok da zor olmadığı yönündeki umutları güçlenmiştir. Söz konusu
anlayışın gösterdiği bir başka husus da Hz. Muhammed anlayışının değerler düzeyinde gerçekleşmesi
durumunda insanlığın mutluluğu ve barışına daha büyük katkı sağlayacağı gerçeğidir.
Bu anlayış ve algı, günümüzde, büyük ölçüde yeterince tanımamaktan kaynaklanan ve sık sık gündeme
getirilen medeniyetler arası çatışma söylemlerinin hiçbir şekilde tarihi, siyasi ve hatta dini gerekçesinin
olmadığıru da ortaya koymaktadır.
Aslında Hz. Muhammed ve Müslümanların bilhassa da Türklerin dünyayı sanıldığı gibi keskin
çizgilerle "ben" ve "öteki" olarak ayırıp algılaınadıkları, dünyayı silah zoruyla yönetmedikleri bu örneklerde
açıkça görülmektedir.
Batı, Kur'an'ı ilahi kaynaklı bir vahiy olarak kabul etıneyip Hz. Peygamber'in telifı addettikleri için,
İslam dini ve medeniyetini tamamen Hz. Muhammed'e bağlamışlar; Müslümanların tarih boyunca istihsal
ettiklerini Hz. Muhamıned üzerinden okumuşlardır. Bu durumda İslam adıyla Doğu'da ve Batı'da var olan
başarılar veya olumsuz gelişmeleri Hz. Muhammed ile irtibatlandırmışlardır.
Türklerin "müslüman" sıfatıyla ortaya koydukları siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik değerleri Hz.
Muhammed anlayış ve algısının bir tezahürüdür. Bu yönüyle söz konusu "müslüman" Türk değerler sistemi hem
İslam dünyasını hem de dış dünyayı etkilemiştir. Bu örnekler seyyahlar ve elçiler tarafından Avrupa'ya taşınmış,
Türklerin müsaınahası, adil yönetimi, hayırseverliği, insan sevgisi, toplum refahını gözetınesi vs. zaman içinde
Avrupa'da insaflı ve nesnel bakabilen çevrelerde yankı bulmuştur.
119