turkish studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d03262/2018_25/2018_25_goztepey.pdf · pronounce...

22
Turkish Studies Comperative Religious Studies Volume 13/25, Fall 2018, p. 253-274 DOI: 10.7827/TurkishStudies.14350 ISSN: 1308-2140 Skopje/MACEDONIA-Ankara/TURKEY Research Article / Araştırma Makalesi A r t i c l e I n f o / M a k a l e B i l g i s i Received/Geliş: Ekim 2018 Accepted/Kabul: Aralık 2018 Referees/Hakemler: Prof. Dr. Ahmet Cahid HAKSEVER - Doç. Dr. Adem ÇATAK This article was checked by iThenticate. TASAVVUF LİTERATÜRÜNDE HZ. AİŞE * Yüksel GÖZTEPE ** ÖZET Bu makalede tasavvufî düşüncenin şekillenmesinde önemli etkisi olan Hz. Âişe’nin örnek kişiliği ve onun rivayet ettiği bazı tasavvufî kaynaklarda geçen hadisler ele alınmıştır. Tasavvufun önde gelen kurucularından başta Beyazid-ı Bestamî olmak üzere Cüneyd-i Bağdadî ve Ebu Said el-Harrâz gibi sûfiler yaşamış oldukları hakikatleri insanlara anlatmak için devamlı surette ayet ve hadislerin delilliğine başvurmuşlardır. Sûfiler insanlar arasında efdaliyete bakarken ayetlerin yanı sıra Hz. Âişe’den gelen hadisleri delil göstererek üstünlüğün cinsiyette olmadığını ifade etmişlerdir. Sûfilerin nihai hedefleri olan Hakk’ın rızası ve güzel ahlâk ulaşma hususunu Âişe’nin nakilleriyle temellendirdikleri görülmektedir. Sûfiler aşırı ibadet edip beklenti içerisine girmeden sadece şükreden kul olma isteğini de Hz. Âişe’den öğrenmişlerdir. Yine onlar geçek manada zühdün nasıl yapılması gerektiğini Hz. Âişe’nin Peygamberle birlikte günlük yaşantılarından yapmış olduğu nakiller sayesinde vâkıf olmuşlardır. Mi’racla ilgili farklı fikirleri ve her insanla birlikte bir şeytanın dünyaya geldiği fikrini başta bütün insanlar olmak üzere sûfiler de Âişe’den duymuşlardır. Hz. Peygamber’in şeytanının Müslüman olduğunu ve sûfilerin belli aşamaya geldiklerinde şeytanların etkisinin yok olacağını görüşüne de Âişe’nin rivayetleri sayesinde ulaşmışlardır. Yine kurtuluşun tevazuda olduğu gibi helakin da kibirde oluğunu bildiren rivayetlerin büyük bir kısmı Hz. Âişe tarafından nakledilmiştir. Sûfiler devamlı istiğfar etmenin gerektiğini, rüyada ilham alma olayını ve insanların kurtuluş beklentisinin sadece ibadetleriyle değil de Allah’ın rahmetiyle olduğunu Âişe’den gelen nakiller vesilesiyle idrak etmişlerdir. Hz. Âişe sorgulayan bir akla sahip Peygamber(sas.) eşi olmasından dolayı başta Ebu Hüveyre olmak üzere * Bu makale 29-30 Nisan 2016 tarihleri arasında Sivas’ta düzenlenen “Mü’minlerin Annesi Hz. Âişe Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan tebliğin gözden geçirilip bazı ilavelerle makaleye dönüştürülmüş halidir. ** Dr. Öğr. Üyesi, Cumhuriyet Ünversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Bölümü, E-posta: [email protected]

Upload: others

Post on 23-Aug-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Turkish Studies Comperative Religious Studies

Volume 13/25, Fall 2018, p. 253-274

DOI: 10.7827/TurkishStudies.14350

ISSN: 1308-2140

Skopje/MACEDONIA-Ankara/TURKEY

Research Article / Araştırma Makalesi

A r t i c l e I n f o / M a k a l e B i l g i s i

Received/Geliş: Ekim 2018 Accepted/Kabul: Aralık 2018

Referees/Hakemler: Prof. Dr. Ahmet Cahid HAKSEVER - Doç. Dr. Adem ÇATAK

This article was checked by iThenticate.

TASAVVUF LİTERATÜRÜNDE HZ. AİŞE*

Yüksel GÖZTEPE**

ÖZET

Bu makalede tasavvufî düşüncenin şekillenmesinde önemli etkisi

olan Hz. Âişe’nin örnek kişiliği ve onun rivayet ettiği bazı tasavvufî kaynaklarda geçen hadisler ele alınmıştır. Tasavvufun önde gelen

kurucularından başta Beyazid-ı Bestamî olmak üzere Cüneyd-i Bağdadî

ve Ebu Said el-Harrâz gibi sûfiler yaşamış oldukları hakikatleri insanlara

anlatmak için devamlı surette ayet ve hadislerin delilliğine

başvurmuşlardır. Sûfiler insanlar arasında efdaliyete bakarken ayetlerin yanı sıra Hz. Âişe’den gelen hadisleri delil göstererek üstünlüğün

cinsiyette olmadığını ifade etmişlerdir. Sûfilerin nihai hedefleri olan

Hakk’ın rızası ve güzel ahlâk ulaşma hususunu Âişe’nin nakilleriyle

temellendirdikleri görülmektedir. Sûfiler aşırı ibadet edip beklenti

içerisine girmeden sadece şükreden kul olma isteğini de Hz. Âişe’den

öğrenmişlerdir. Yine onlar geçek manada zühdün nasıl yapılması gerektiğini Hz. Âişe’nin Peygamberle birlikte günlük yaşantılarından

yapmış olduğu nakiller sayesinde vâkıf olmuşlardır. Mi’racla ilgili farklı

fikirleri ve her insanla birlikte bir şeytanın dünyaya geldiği fikrini başta

bütün insanlar olmak üzere sûfiler de Âişe’den duymuşlardır. Hz.

Peygamber’in şeytanının Müslüman olduğunu ve sûfilerin belli aşamaya geldiklerinde şeytanların etkisinin yok olacağını görüşüne de Âişe’nin

rivayetleri sayesinde ulaşmışlardır. Yine kurtuluşun tevazuda olduğu gibi

helakin da kibirde oluğunu bildiren rivayetlerin büyük bir kısmı Hz. Âişe

tarafından nakledilmiştir. Sûfiler devamlı istiğfar etmenin gerektiğini,

rüyada ilham alma olayını ve insanların kurtuluş beklentisinin sadece

ibadetleriyle değil de Allah’ın rahmetiyle olduğunu Âişe’den gelen nakiller vesilesiyle idrak etmişlerdir. Hz. Âişe sorgulayan bir akla sahip

Peygamber(sas.) eşi olmasından dolayı başta Ebu Hüveyre olmak üzere

* Bu makale 29-30 Nisan 2016 tarihleri arasında Sivas’ta düzenlenen “Mü’minlerin Annesi Hz. Âişe Uluslararası

Sempozyumu’nda sunulan tebliğin gözden geçirilip bazı ilavelerle makaleye dönüştürülmüş halidir.

** Dr. Öğr. Üyesi, Cumhuriyet Ünversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Bölümü, E-posta:

[email protected]

Page 2: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

254 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

bazı sahabenin yanlışlarını tashih etmiştir. İster çok ağlayıp az gülmekle

ilgili rivayetler olsun isterse sûfiler üzerinde en fazla durduğu semâyla

ilgili, Hz. Âişe’nin hayatında şahid olduğu olayları nakletmesi olsun

mutasavvıfların bazı meseleleri izahında işlerin kolaylaştırmıştır.

Anahtar Kelimeler: Hz. Âişe, Tasavvuf, Ahlâk, Tevazu, Riyazet, Üstünlük

AISAH IN SUFISM

ABSTRACT

In this article, the exemplary character of Ā'ishah bint Abī Bakr, which played an important role on the development of sufi thought and

hadiths cited in sufi sources narrated by her, are discussed. As leading

founders of sufism, sufis like Bāyazīd Bisṭāmī, Junayd of Baghdad and Ebu Said el-Harrâz applied to the evidences from Quran verses and

hadiths to tell people the haqiqah they experienced. Sufis argued that

superiority is not related to gender by citing evidences from Quran verses

and hadiths narrated by Ā'ishah. Sufis base their ultimate aims, gaining

Allah’s consent and attaining high morality, on the hadiths narrated by

Ā'ishah. Sufis also learnt to have the desire to be a grateful servant of Allah rather than worshipping excessively and expectantly. They also had

a grasp of how true ascetism can be practiced thanks to Ā'ishah’s

narrations of her daily life with the Prophet. Ā'ishah’s narrations also

taught sufis about different views about the Prophet’s ascension and that

a new devil is born with every baby born. They also learnt that the devil of the Prophet is Muslim and that devils of sufis also lose their influence

after sufis reach a certain spiritual level. Majority of narrations that

pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is

the reason for spiritual destruction are also by Ā'ishah. Sufis also

apprehended that one needs to repent continuously, that dreams can be

a source of inspiration and salvation is possible not only thanks to people’s prayers but thanks to Allah’s mercy. As Ā'ishah was the wife of

the Prophet (p.b.h) with an interrogatory mind, she corrected the

mistakes of many ṣaḥābah including mostly those of Ebu Hureyre. Her narrations of what she witnessed during her life have made it easier for

sufis to explain some issues including the prophet’s recommendation for

crying much and limiting laughter and whirling, which sufis emphasize

most.

STRUCTURED ABSTRACT

Introduction

When we look at the place of Aisha in sufist sources, we can see

that the hadiths narrated by her possess a great deal of importance in

the life of Sufis. Many hadiths conveyed by Aisha are critical in building the foundations of Sufism and explaining some Sufi experiences.

Aisha Considered as Dignitary (Rical)

Even though Sufis accepted the view of Sharia on women and men

in terms of the decrees, they associated the discrimination between men

Page 3: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 255

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

and women not to gender, but to nonindulgence to nafs. If one can have

command over his/her nafs, whether be woman or man, s/he is accepted

as dignitary.

Morality in Sufism and Aisha’s Story

The information given by Aisha, who is from the family of the Prophet and passed more time with Him than any other, is incomparably

valuable in terms of sufist experience. Aisha advised those who want to

learn well the morality of the Prophet to look up the concept of morality

in the Qur’an.

Aisha’s Story on Worship and Gratitude

Sufis say that they worship Allah neither for the salvation from the

hellfire nor for reaching heaven. They state that they worship God only to

praise Him. Sufis consider the stories told by Aisha as a proof justifying

themselves.

Exemplification of Aisha in Zaidiyyah

Sufis emphasized that the purpose of Zaidiyyah is, rather than abandoning the world, that the existence or the absence of the world

should be equal in the eyes of the individual. According to al-Ghazālī,

individual should not care about being wealthy, nor should s/he worry

about the lack of worldly prosperity, as Aisha did.

Aisha’s Story on Ascension (Mi'rāj)

The companions of the Prophet divided into two with regards to

whether the Prophet had seen the God or not, at the night of Ascension.

At one side, Ibn Abbas says that the Prophet had seen the God, while at

the other side, Aisha says that He had not.

The Satan of the Prophet being Muslim

Sufis would never see a murshid as innocent as prophets, no matter the level of his perfection. This is an attitude deriving from Ahl Al-Sunnah

approach. But they think that the soul will be preserved after reaching a

certain level. Many sufis have this opinion, particularly al-Qushayri. The

hadith that can be proof to this is the story told by Aisha on the Satan

being Muslim.

Supernatural Voices Heard by Sufis

Hearing supernatural voices is a special phenomenon experienced

by many famous Sufis. For example, Ibrahim Edhem heard a

supernatural voice during a hunt and became enamored of Allah, and

Abdulqadir Gilani devoted himself to Allah as a result of the supernatural

voices he heard. Some sufis showed the hadiths conveyed by Aisha as proof of this phenomenon.

Stories on Modesty by Aisha

Arrogance, considered by Sufis as one of the biggest sins, was seen

as an obstacle that would be broken through only by contemplating the

wrath of Allah and being modest. Thus, Sufis were very sensitive on the matter of being modest. Likewise, Azazel became Iblīs by a curse for his

arrogance. Important hadiths on this matter was conveyed by Aisha.

Page 4: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

256 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Story on Praying for Forgiveness and the Benevolence of God

Praying for forgiveness is one of the principles that should

necessarily be done by Sufis before dhikr. For them, praying for

forgiveness does not require committing a sin. Carelessness and time

wasting, one’s becoming arrogant of his/her prayers, and even being arrogant of himself are some cases that requires praying for forgiveness.

Aisha conveyed the hadiths that are instructive on this issue.

Approach on Mind and Story told by Aisha

The Sufi approach to mind is not the same as that of other

philosophers. They have divided the mind into many categories. They mentioned different levels of mind, such as aql-i qudsi and aql-i qulli.

Mawlānā's statements on this subject are important in terms of

demonstrating that one will rise to a level of comprehension at the level

of aql-i qulli by a complete submission to the Prophet. We learn from

Aisha a significant part of the hadiths in this respect.

Asceticism and Struggle against Nafs

When we look at the history of Sufism, we see that many Sufis such

as al-Tustari and Abdulqadir Gilani have done a great deal of struggle

against their nafs by asceticism. Sufis find the proof for asceticism in the

narrations of Aisha.

Crying Much and Laughing Less

There are many manners and rules for which the salik needs to

care in order to reach the desired states and ranks in Sey-ru Suluk. One

of the most effective action to clear the past sins is to cry out of the fear

for Allah.

Story on Compassion and Tender Treatment

Treating all living with compassion and softness is one of the qualities that is indispensable for sufis because the principle of loving

creatures because of their creator and to act with compassion to the

creature are the principles that Sufis cannot renounce.

Women Ruling over Men

Mawlānā considers that despite their physically weak structures, women rule their knowledgeable spouses and that ignorant and

uneducated spouses rule women. His life experiences as well as

information he obtained from Islamic sources were effective on this

opinion. Mawlānā discussed the treatment of intellectual people towards

their spouses based on the dialogues between the Prophet Muhammad

and Aisha.

Sama and Story told by Aisha

Sama was adopted by most of Sufis as it brings the individual closer

to Allah and it is a means of ecstasis that dignify the individual, and sama

was seen as a means of reaching perfection. In fact, sama is one of the

main parts of dhikr that helps the individual in reaching ecstasis. Aisha conveyed the hadiths on this matter and on others that we have

discussed here.

Keywords: Aisah, Sufism, Morals, Modesty, Superiority

Page 5: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 257

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Giriş

Tasavvufî kaynaklarının en başında Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler gelmektedir Bu iki

kaynaktan sonra tasavvuf klasikleri dediğimiz, tasavvuf ilmini izah eden eserler gelir. Hz. Âişe’nin

tasavvuf kaynaklarındaki yerine baktığımızda, onun rivayet ettiği hadislerin, sûfilerin hayatında çok

büyük bir yer tuttuğunu görürüz. Hz. Âişe’nin naklettiği birçok hadis, İslam fıkhının şekillenmesinde

etkili olduğu gibi, mutasavvıfların tasavvufi tecrübelerinin şekillenmesine de tesir etmiştir. Zira ilk devir

sûfîleri, yaşayıp tecrübe ettikleri hâlleri kendi takipçilerine aktarmadan önce bu hâlin Kur’an ve sünnete

uygun olup olmadığı hususunda son derece hassas davranmışlardır. Gerek Cüneyd-i Bağdadî (v.

297/909) gerekse Ebu Said el-Harrâz (v. 277/890) gibi mutasavvıfların öncüleri olan sûfiler kalplerine

gelen ilhamları ve ulaşmış oldukları marifetleri, Kur’an ve sünnetten deliller bulmadan takipçilerine

aktarmaktan devamlı imtina etmişlerdir. Sûfîlerden ilk dönemlerde yaşayanlar, tecrübe etmiş oldukları

özel hâllerinin sahabe devrinde tecrübe edilip edilmediğini ve onların dinî yaşantılarında kendi

deneyimlerine ışık tutacak bir olayın bulunup bulunmadığını hep araştırma gereği duymuşlardır. Bundan

dolayı sûfîler, kendilerine rehber olacak sahabenin peygamberle aralarında geçen özel diyaloglarını

ancak rivayet edilen hadisler vasıtasıyla öğrenebilmişlerdir. İşte bu noktada Ebu Hureyre’nin rivayet

ettiği hadisler kadar Hz. Âişe’nin rivayet etmiş olduğu hadisler de önemlidir. Hz. Âişe’nin rivayet etmiş

olduğu hadislerden bazıları, tasavvuf temellerinin atılmasında ve bazı sûfî tecrübelerinin izah

edilmesinde son derece önemlidir.

Bazı tasavvuf kaynaklarında Hz. Âişe’nin Hz. Peygamber’e karşı tutumu ve Hz. Muhammed’in

eşine karşı muamelesi örnek getirilerek sûfîlerin içinde bulundukları birçok hâlin daha açık ve kolay

izah edilmesine zemin hazırlanmıştır. Biz bu çalışmamızda Hz. Âişe’nin tasavvufun bazı konularına ışık

tutan yönüne bakacağız. Meselâ, Hz. Âişe’nin ifk olayından sonra gelen ayetlerle iffetinin tertemiz oluşu

ilan edilirken ayetle gelen müjdeyi veren Hz. Peygamber’e karşı tavrı sûfîlerin şatahât hâllerine örnek

olarak takdim edilmiştir. Şeyh Eşref Ali Tahanevî (v.1943)’ye göre, Hz. Âişe’nin o tutumu, sûfîlerin

şatahat hâllerinde olduğu gibi, aşırı sevincin verdiği bir hâldir (Tahanevî: 1995: 72). Yine Buharî’nin

Hz. Âişe’den naklettiği bir hadise göre Hz. Peygamber’in vahyin kesilmesi üzere aşırı derecede üzülmüş

ve bu aşırı üzüntüden dolayı kendisini dağın tepesinden atmak istemiştir. Hz. Cebrail’i görüp onun “Sen

Allah’ın Resulüsün” demesi üzerine vazgeçtiği durumunu Tahânevî, sûfîlerin kabz hâline benzetmiştir

(Tahanevî: 1995, 278.) İşte bizde bu makalede bunun gibi önemli gördüğümüz bazı yönlere değineceğiz.

1. Bazı Tasavvuf Kaynaklarında Hz Âişe’nin Ricâlden Kabul Edilmesi

Sûfiler, kadın ve erkeğe şeriatın zahiri planda, hükümler noktasında bakışını kabul etmekle

birlikte, kadın erkek ayrımını cinsiyetten daha ziyade nefse hâkim olup olmamayla ilişkilendirmiştirler.

Nefsine hâkim olan kişi, ister kadın olsun isterse erkek, ricâlden kabul edilmiştir. Yine nefsine mağlup

olan, ister erkek olsun isterse kadın, nisâ olarak görülmüştür. Bu yapılırken tasavvuf eserlerinde örnek

gösterilen hanım efendilerin başında hiç şüphesiz Hz. Âişe gelmektedir. Nitekim Feridüddin Attar

(v.618/1221) “Tezkiretü’l-Evliya” adlı eserinde Rabia Adeviyye’yi (v.185/801) erkek veliler arasında

ele almasını eleştirecek olanlara şöyle cevap vermiştir: “Niçin onu erkek (evliler) safında zikrettin?”

diye sorarsa derim ki: “Hace-Enbiya (sav): Allah sizin suretinize bakmaz.” buyurmuşlardır. İmdi amel,

surete göre olmayıp iyi niyete göredir. Şayet dininizin üçte birini Âişe-i Sıddîka’dan (r.anh) almak caiz

ise, aynı şekilde onun cariyelerinden (yani halifeleri olan veliye hanımlardan) dinimiz öğrenmek (ve

feyz) almak da caizdir. Bir kadın Allah Teâlâ’nın yolunda er olursa, artık ona kadın denemez. Nitekim

Abbes-i Tûsî: “Yarın arasat meydanında, “Ey erenler!” diye nida edildiği vakit rical safına ilk önce

ayağını basacak olan Hz. Meryem’dir.” demiştir.” (Attar: 2002, 95.) İbnü’l-Arabî, ricalullah yani Hak

erenlerden, söz ederken şu uyarılarda bulunmuştur: “Bizim erler diye zikrettiğimiz zevattan bazısı

kadındır. Erler sözü kadınları da kapsar. Erenler, çoğu erkek olduğu için bu ifadeyi kullanıyoruz.”

(Uludağ: 1998, 47.) Attar’ın naklettiğine göre, sûfîlerin önde gelenlerinden biri olan Bâyezid-i Bistamî,

ünlü sûfilerden Ahmed b. Hadraveyh’in eşi Fatma Hatun’un ilmine, irfânına ve manevî mertebesine

hayranlığını belirtmek için şunları demiştir: “Kadınların libası ve kıyafeti içinde gizli bulunan erlerden

Page 6: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

258 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

bir ere bakmak isteyen Fâtıma’ya baksın.” Hucvirî de meşhur eseri “Keşfü’l-Mahcûb”ta Ahmed b.

Hadraveyh’in hayatını anlatırken daha ziyade Fatma Hatun’dan bahsetmiştir (Hucvirî: 1982, 219-221;

Güloğlu: 2007, 29.) Nitekim İbnü’l-Arabî’ye göre racûl, ister erkek, ister dişi olsun racüliyyet yani

Türkçe ifadeyle “Adamlık” vasıflarını kazanmış kimse demektir. İbnü’l-Arabî, ayette (Nûr 24/37)

geçtiği üzere ne ticaretin ne de alış verişin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı kimselerin rical olduklarını

ifade etmiştir. Ona göre, bu ayette geçen ifade “Ricâl” kelimesiyle sadece erkekler kastedilmemiştir

(Arabî: Tarihsiz/IV, 10.) İbnü’l-Arabî, ricalden olmayı izah ederken şunları söylemiştir: “Racül, sırf

kulluk mertebesinde Hakk’ın suretinde zuhur eden her kişidir. O, önce kendinden başlayarak her hak

sahibinin hakkını verir.” (Arabî: Tarihsiz/IV, 112.)

Hz. Peygamber’in zevceleri hakkında yazılmış eserler de dikkate alınırsa, Hz. Âişe’nin

biyografisi için başvurulması gereken kaynakların çok zengin olduğu görülecektir. Ebû Musa’dan

rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sas.) şöyle buyurmuştur: “Erkeklerden kemâle erenler çoktur.

Kadınlardan ise Meryem binti İmran ile Hatice, Fatma ve Firavun’un karısı Âsiye’den başka kemâle

eren yoktur. Kadınlar üzerine Âişe’nin üstünlüğü, tiridin diğer yiyecekler üzerine üstünlüğü gibidir.”

(Müslim, Fezailüs-sahabe 70.) Tabi bu hadisin bir kısmı, Hz. Âişe’nin rivayet ettiği hadislerin içerisinde

de bulunmaktadır. Kelâbâzî, hadis-i şerifi şöyle nakletmiştir: “Rasulullah: “Birçok erkek kemâl haline

ulaşmıştır. Dört tanesi hariç kadınlardan kemal ulaşan kadın yoktur bunlar Meryem, Hatice, Fatma,

Âişe’dir. Öbür kadınların eksik olmaları özleri itibariyle değil, sıfatları itibariyledir.” (Kelâbâzî: 1993,

91.) Bu konu üzerinde duran sûfilerden biri de Mevlânâ Celâleddin Rumî’dir. Ona göre erkeklerin

bedenlerinde yüreksizliklerinden kadınlık gizlendiği gibi kimi kadınların yüreğinde de cesaretten ötürü

erlik gizlenmiştir. Ona göre Allah, erkeklik ve dişiliğe bakmaz adamlığa bakar. Buradaki cesaretten

kasıt nefse karşı verilen mücahedelerdir. Bu mücahede de zahirî cihattan önce gelmektedir (Rumî:

2004/VI, 148.)

Hz. Âişe’nin rivayet ettiği hadislerde geçtiği şekliyle dört büyük cennet hatunundan başka Hz.

Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü tirit yemeğinin diğer yemeklere üstün olduğu şeklindeki rivayeti,

İmam Gazâlî de “İhyâ” adlı eserinde birkaç yerde zikretmiştir (Gazâlî: 2004/II, 20; Zihni Efendi:

1982/II, 3.) Resul-i Ekrem diğer eşlerine “Âişe hakkında bana eziyet etmeyin; zira vallahi Âişe’den

başka hiçbirinizin yorganına bürünmüşken bana vahiy gelmemiştir.” buyurmuştur (Gazâlî: 2004/II, 53.)

Hz. Peygamber, bu ifadesiyle manevî olarak Hz. Âişe’nin diğer zevcelerinden üstünlüğünü

göstermektir.

Hz. Âişe’yi ele alışına bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de olduğu gibi hadis-i şeriflerde de övülen

değerler, yalnız erkeklere ait kılınmamıştır. Yine sadece erkekliğin, kişiyi Allah katında değerli kıldığına

dair herhangi bir rivayete rastlayamayız. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in “Allah sizin cesetlerinize

ve suretlerinize bakmaz, lakin kalplerinize bakar.”(Müslim, Birr 10, 13.) ve başka bir rivayette

“Kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 10, 34.) buyurduğunu ve değerlinin tespiti

konusunda neye önem verildiğine dikkat çektiğini görürüz. Buna göre insan, erkekliği veya kadınlığıyla

değil, iman ve ameliyle kemal yolunda ilerleyebilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ayetlerde ve Hz.

Peygamber’in hadis-i şeriflerinde müminleri erdemli olmaya teşvik ederken herhangi bir cinsiyet ayrımı

yoktur. Buralarda kadın erkek ayrımına gitmeksizin “Müminler” ifadesi kullanılmıştır. Arap gramerin

yapısı gereği “Müminler (مؤمنون)” ifadesi hem erkek hem de kadın bütün inananları kapsamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de erkek ve kadın bütün müminlere hitap edilirken bu ifade tercih edilmiştir. Ama

sadece kadınlara hitap edildiğinde “مؤمنات/Mü’minât” ifadesi kullanılmıştır. Ayet-i kerimlerde

ekseriyetle “Müminler” ifadesiyle cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün müminlere hitap edilmiştir. Bu

ifade, zahirde müzekker kalıbı olsa da hakikatte müminlerin hepsini kapsayan bir şekilde kullanılmıştır.

Üstünlüğün cinsiyet farkında değil, takva derecesinde olduğu hususu birçok ayet-i kerimede

vurgulanmıştır.

Hz. Âişe’nin diğer kadınlara karşı ilmî kişiliği ve üstünlüğü hususunda biraz durmak istiyoruz.

Hz. Âişe, Peygamber’in (sas.) hanımı olmasından İslamî ilimlerin kaynağına yakınlığı vesilesiyle başta

Page 7: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 259

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

sahabe olmak üzere tabiin arasında son derece itibarlı bir yere sahipti. Zira Hz. Âişe, hadis rivayet eden

sahabîlerden bazıların yanlışlarını düzeltmekle kalmamış, aynı zamanda kadınların kişiliklerine uygun

olmayan durumları Resulüllah’a dayandırılmasına da engel olmuştur. Tabi ki Hz. Âişe, ilk ravilerin

yapmış olduğu hataları düzeltme noktasında tenkit yöntemini kullanmak suretiyle, gelecek asırlardaki

ilim adamlarına da rehberlik yapmıştır. Nitekim Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği “Üç şeyde uğursuzluğun

varlığıyla” ilgili yanlış rivayeti tashih etmiştir. O, aynı zamanda uğursuzluk inancının İslam’da

bulunmadığını anlatarak bunun İslam’daki tevhid anlayışına ters düştüğünü de ortaya koymuştur

(Kahraman: 45/2, 86.) O, aynı zamanda Hz. Peygamber’den nakledildiği söylenen fakat genel dini

anlayışa ters düşen rivayetlere yaptığı eleştiriler, başta tabiinden ilim erbabını benzer hadislere karşı

aynı hassasiyette hareket etmeye sevk etmiştir. Yine Hz. Hureyre’nin rivayet ettiği “Kim cünüp halde

sabah ederse, o gün oruç tutmasın” hadisini bazı tabiin âlimleri kendi İslam anlayışlarına ters

düştüğünden aslını tahkik etmek amacıyla Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’ye giderek Peygamber

uygulamalarından bunun aslının olmadığın öğrenerek asırlar boyunca ümmet-i Muhammed’in yanlış bir

uygulamaya maruz kalmasını önlemişlerdir (Hatipoğlu: 1973, 66-67.) Hz. Âişe’nin bu yönü dolayısıyla

“Onun çağında yaşayanların hepsi onun talebesi olmuştur.” tespitinde bulunabiliriz. Zira ashabın önde

gelenleri, problemli durumlarda devamlı ona başvurmuşlardır (Küçük: 1998, 114.)

Genel itibariyle Ehlisünnet ulemâsı, ilim ve içtihat gibi konularda Hz. Âişe’yi Hz. Fatıma’dan

daha üstün görmüşlerdir. Abdulkadir Geylanî de Hz. Âişe’yi Hz. Fatıma’dan üstün görmektedir. İmam

Rabbanî ise ilim ve içtihat gibi konularda Hz. Âişe’yi üstün görürken, zühd ve inziva konusunda da Hz.

Fatıma’yı ondan üstün tutmuştur (Rabbanî: 2017/II, 114.) Yine Abdulkadir Geylanî, Hz. Âişe’nin bütün

kadınlardan efdâliyetini belirtirken onun iffet ve temizliğini vurgulayan ayetleri delil getirmiş, Hz.

Fatıma’nın diğer kadınlardan üstünlüğüne de ilgili hadisleri delil olarak zikretmiştir (Geylânî: 1997/I,

162.) Hatt-ı zatında Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in eşlerini eftaliyet hususunda kendine rakip görmemiştir.

Zira Hz. Âişe’nin kendi ifadesine göre rakibi, ölmüş olmasına rağmen Hz. Peygamber’in sevgili eşi Hz.

Hatice’dir. Bazı araştırmacılara göre, Hz. Hatice’yi kıskanmasının Hz. Âişe’nin Hz. Fatma ve Hz. Ali

ile olan ilişkilerini etkilemiştir. Bir gün Hz. Âişe, bir konuyla ilgili Hz. Ali’yi savunan Hz. Peygamber

(sas.)’in sözlerinden dolayı üzüldüğünden O’na karşı bizzat sesini yükselterek konuşup yanlış hareket

ettiğini söylemiştir. Hz. Âişe’nin, Hz. Hatice’nin yerini alması ve Hz. Peygamber’in sevgisini üzerinde

toplaması, Hz. Fatma’yı etkileyerek onu, Hz. Âişe’ye karşı soğuk davranmaya sevk etmiş olabileceğini

de söylemişlerdir (Aksu: 2015, 34.) Bu sebepten ötürü Hz. Peygamber, bazı hanımların ve Hz.

Fatıma’nın Hz. Âişe’ye karşı soğuk davranışlarını hissetmiş olacak ki bu konuda şu şekilde bir uyarıda

bulunmuştur: “Bana eziyet etmeyin. Zira bana Âişe’nin dışında hiçbir kadının yanında yatarken vahiy

gelmemektedir.” Hz. Peygamber, sevgili kızı Hz. Fatma’ya “Benim sevdiğimi sen de sevmez misin?”

diye sorar. Hz. Fatıma “Evet severim.” diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz. “Öylese Âişe’yi

sev.”(Buhari, Hibe 8; Rabbanî: 2017/II, 56.) Yine büyük mutasavvıf İmam Rabbanî’ye göre, Hz. Âişe

âlemlere rahmet olarak gönderilen Resülullah’ın çok sevdiği bir kimsedir. O, ölene kadar sevgili

Peygamber’in gözünün nuru olarak kalmıştır. Onun kucağında mübarek ruhlarını Rabbine teslim

etmiştir. Hz. Âişe, âlim ve müçtehit Peygamber eşidir. Hz. Peygamber, dinin bir kısmını açıklama

görevini Hz. Âişe’ye tevdi etmiştir. Ashab-ı kiram, çözümü zor bazı konularda ona müracaat etmiş ve

problemlerin çözümünü onda bulmuşlardır (Rabbanî: 2017/II, 52.)

2. Tasavvufta Ahlâkın Yeri ve Hz. Âişe Rivayeti

Genelde bütün Müslümanların özelde de sûfilerin kendilerine model aldıkları mürşidlerin

mürşidi Hz. Muhammed’in ahlâkıyla uyum içinde bulunmak ve O’nun ahlâkıyla süslenmek iman

sahipleri için her şeyden önemlidir. İşte bu noktada Hz. Peygamber’in ailesinden ve O’nunla en fazla

vakit geçiren biri olarak Hz. Âişe’nin vermiş olduğu bilgiler sûfi tecrübesi açısından hiçbir şeyle

kıyaslanmayacak derecede kıymetlidir. Bundan dolayı mutasavvıflar, Hz. Âişe’nin rivayet etmiş olduğu

hadislere tasavvufi ahlâkın temellendirilmesinde ayrı bir yer vermişlerdir. Peygamberin ahlâkını daha

iyi öğrenmek isteyen kimseler, Hz. Âişe’ye Resulullah’ın ahlâkından kendilerine bahsetmesini rica

Page 8: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

260 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

etmişler, o da onlara “Kur’ân okumuyor musunuz?” demiş ve şöyle devam etmiştir: “Resul-i Ekrem’in

ahlâkı Kur’an idi. “Allah Teâlâ’nın Kuran’daki şu sözünü okuyunuz: Affı al, iyiliği emret ve cahillerden

yüz çevir.” (Araf 7/199) âyetini okumuştur.” (Hucvirî: 1982, 122; Gazâlî: 2004/III, 58.) Yine insanın

kemale ulaşma sürecinde ahlâkın değerini anlatan hadislerden biri Hz. Âişe’den şu şekilde gelmektedir:

“Resululah’ı (sav) şöyle derken işittim: “Muhakkak ki mü’min, ahlâkının güzelliği sebebi ile

(gündüzleri) oruç tutan (ve geceleri de) Allah’a ibadetle geçiren kimsenin derecesine ulaşır.” (Gündüz:

2008, 183.) Tasavvufî eserlerde sıkça karşılaştığımız bu hadis-i şerifin Hz. Âişe’den nakledildiği

zikredilmese bile râvisi belirtilmeden yoğun bir şekilde başvurulan bir yol olmuştur. Hz. Âişe’nin

rivayet ettiği diğer bir hadis-i şerif ise cömertlikle ilgili olan şu hadis-i şeriftir: “Cennet cömertlerin

yeridir.” (Gündüz: 2008, 191; Gazâlî: 2004/III, 282-285.) Birçok tasavvufi eserde bu ahlâkî değerleri

öven sayısız sûfi sözü bulunmaktadır. Ahlâkla ilgili Hz. Âişe’den nakledilen bir hadis-i şerif de şudur:

“Mü’minlerin iman yönünden en olgunu; ahlâk bakımından en güzel olanı ve çoluk çocuğuna karşı iyi

ve yumuşak davranıp bağışı bol olanıdır.” (Buharî, İman 33; İbn Mâce, Nikâh 50; Ebû Davud, Edeb 15;

Gündüz: 2008, 198.)

Yukarıda naklettiklerimiz açısından tasavvuf tarihine bakıldığında ahlâkın yerinin diğer

kavramlara göre öne çıktığını görüyoruz. Çünkü sûfîlere göre, yaşanan ve tecrübe edilen bütün hâller

ve ulaşılan makamların meyvesi güzel ahlâk olarak tezahür etmektedir. Hz. Peygamber de kendinin

gönderilme gayesinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu bizzat ifade etmiştir. Sûfî literatürüne

bakıldığı zaman ahlâkın yeri açıkça görülecektir. Nitekim Ebu Muhammed Cerirî (v. 311/923);

tasavvufun tanımını bu esas üzerine şu şekilde tarif ettiğine şahit oluruz: “Tasavvuf her güzel huyu

benimsemek ve her kötü huydan sıyrılmaktır.” Yine mutasavvıfların önde gelenlerinden Ebu Bekir

Kettânî:”Tasavvuf ahlâktır. Ahlâki açıdan senden üstün olan safâ ve manevî temizlik açısından da

üstündür” diyerek ahlâkın önemi üzerinden tasavvufu tanımlamaya çalışmıştır. Tasavvufun en meşhur

ve makbul tariflerinin başında Ebu Muhammed Murtâiş’ın yapmış olduğu: “Tasavvuf güzel ahlâktır”

tarifi gelmektedir. Tasavvuf klasiklerinden önde gelenlerden birinin yazarı Hucvirî bu ifadeyi üç yönden

ele almıştır. Birincisi Hak ile beraberliktir. Bu, amellerine her hangi bir riyâ karıştırmadan Allah’ın

emirlerini yerine getirmek demektir. İkincisi, halk ile birlikteliktir. Bu, büyüklere saygı, küçüklere

şefkat, emsal ve akranlara karşı insaflı ve âdil olmak, her şeyden yüz çevirmek başkalarından insaf

beklememek esasını korumak manasına gelmektedir. Üçüncüsü ise nefs ile beraberliktir. Bu da hevâya,

hevese ve şeytana uymamakla olan durumu ifade etmektedir. Her hangi bir kimse bu üç manayı nefsinde

doğru bir şekilde tatbik ederse, o kimsenin güzel huylulardan olacağını söylemiştir.(Hucvirî: 2008, 122.)

Sûfî mürşidlerin, kendilerine bağlı müridlerden hararetle istedikleri güzel ahlâkın bir göstergesi

olarak gördükleri hayâ ehli olmakla ilgili hadislerden biri de Hz. Âişe validemizden gelmektedir.

Resulullah şöyle buyurmuştur: “Ey Âişe! Hayâ insan olsa idi, sâlih bir kimse olurdu. Hayâsızlık insan

olsa idi, mutlaka kötü bir kişi olurdu.” (Gündüz: 2008, 183.) Yine güzel ahlâkla ilgili Gazâlî’nin

“İhyâ”sına aldığı Hz. Âişe’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ,

bütün velilerini cömert ve güzel ahlâklı kılmıştır.” (Gazâlî: 2004/III, 282.) Tasavvufî eserlere

bakıldığında görülecektir ki en fazla üzerinde durulan kavramlar ahlâkla ilgili kavramlardır. Sûfîlerin

Kur’an-ı Kerimden iktibas etmiş oldukları kavramların ekseriyeti ahlâkî kavramlardır. Allah Teâlâ,

habibi Hz. Muhammed’i mukaddes kitap Kur’an’da övgüyle bahsettiği yönlerine bakıldığında ahlâkî

vasıflarına vurgu yapıldığı görülecektir. Hz. Peygamber’in en güzel ahlâk üzere bulunması (Kalem 68/4)

örnek alınması gereken model insan olması (Ahzab 33/21) ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesi

(Enbiya 21/107.) O’nun ahlâkî yönünün öne çıkarıldığı birkaç ayettir. Hatt-ı zatında şemâil, siret ve

hadis eserlerinde Hz. Peygamber’in güzel ahlâkının anlatıldığı özel bölümler bulunduğu da bir gerçektir

(Yılmaz: 2001, 33.)

3. İbadet ve Şükür İle İlgili Hz. Âişe Rivayeti

Sûfîler, gerçek manada Allah’a kulluğu ne cennete ulaşmak ümidiyle ne de cehennem azabından

kurtulmak gayesiyle yaptıklarını ifade ederler. Onlar, sadece Allah’a şükretmek amacıyla ibadet

Page 9: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 261

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

ettiklerini belirtmişlerdir. Diğer bir ifadeyle, Allah’ın ibadet edilmeye layık bir İlah olmasından dolayı

kulluk etmeyi hedeflediklerini söylemişlerdir. Mutasavvıflar, bu noktada Hz. Âişe’den gelen nakilleri

kendilerine delil görmüşlerdir. Nitekim Hucvirî, Fudayl b. Iyaz’ın: “Allah’ı hakkıyla tanıyan O’na bütün

takati ile ibadet eder” sözüne şöyle bir yorum getirmiştir: “Allah’ı tanıyan herkes nimeti, ihsanı, şefkati

ve merhameti ile tanır, tanıyınca sever, sevince de gücü yettiği kadar itaat eder.” (Ahmed b. Hanbel:

2012, 44.) Çünkü dostların emirlerine itaat etmek güç bir şey değildir. Şu halde bir kimsenin sevgisi ne

kadar fazlaysa itaate karşı hırsı da o kadar çoktur. Muhabbetin çokluğu marifetin hakikatindendir. Buna

delil Hz. Âişe’nin rivayet ettiği şu hadis nakletmiştir: “Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre; Resulullah

(sav) geceleri ayakları şişinceye kadar kıyamda dururdu. Hz. Âişe; “Allah geçmiş ve gelecek

günahlarınızı bağışladığı halde niçin böyle yapıyorsunuz?” diye sordu. Resulullah (sav); “Allah’a

şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.” (Buharî, Küsûf 56; İbn Mâce, Îkâmetü’s-Salat 200;

Kuşeyrî: 2000, 282; Hucvirî: 1982, s.195; Gündüz: 2008, 63.) Âişe validemizin rivayet ettiği bu hadise,

birçok tasavvufî eserde kulun ibadetin nasıl yapması gerektiği konusuna örnek olarak zikredildiğine

şahit oluruz. İmam Gazâlî, bu hadisi “İhyâ”sında sadece dördüncü cildinde birçok yerde nakletmiştir.

(Gazâlî: 2004/IV, 134, 141-142, 153.)

Yukarıda sözünü ettiğimiz bu ve benzeri nakillerin de etkilisiyle mutasavvıflar verilen dersin

kesintisiz yapılması hususunda son derece hassas davranmışlardır. Bu hususta birçok tasavvufi kaynakta

bazı menkıbelere yer vermişlerdir. Zira onlara göre müridi, kemâle götüren ve olgunluğa ulaşmış insanı

Hak’kın huzurunda ikame ettiren şey icra ettikleri zikir ve evrâttır. Nitekim Kuşeyrî’nin üstadı Ebu Ali

ed-Dakkâk’a (ö.405/1014) göre, kişinin sürekli zikri gerçekleştirmesi onun veli olduğunun

göstermektedir (Kuşeyrî: 2000, 353.) İbrahim Hakkı da “Marifetnâmesi”nde bir müridin sürekli zikir

yapmasını Allah’ın kapısını dövmek olarak değerlendirmiştir (Hakkı: 1984, 528.) Sürekli zikir ve ibadet

yapmakla ilgili tasavvufi kaynakların çoğunda buna benzer ifadeler bulmak mümkündür. İşte bu türden

zikri ve ibadetin sürekli yapılması gerekliğine ışık tutan hadislerin bir kısmı yine Hz. Âişe kanalıyla

sûfîlere ulaşmaktadır. Nitekim müminlerin annesi Resulullah’a (sav): “Allah katında amellerin en

makbul olanı hangisidir?” diye sorar, O’da, “Az bile olsa devamlı olanıdır” buyurur (Gündüz: 2008, 55;

Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 216.) Benzer bir hadis-i şerif de şöyledir: İbn Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Hz.

Âişe’ye (r.a): “Resulullah’ın (sav) ibadet edişi nasıldı, herhangi bir güne ayrı bir ehemmiyet verir

miydi?” diye sordum. “Hayır!” dedi ve ilave etti: “O’nun ameli hafif ve devamlı yağan yağmur gibiydi.

Resulullah’ın (sav) güç yetirebildiği şeye sizin hanginiz takat getirebilir ki.” (Buharî, Savm 64; Rikâk

18; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 217; Ebu Dâvud, Salât 317; Gündüz: 2008, 56.) diyerek Resulullah’ın

yaptığı nafile ibadetlerin devamlılığından haber vermiştir. Aynı şekilde sahabeden ibadet etmede çok

aşırıya gidenleri usanıp tamamen bırakmamaları için durumuna göre itidal tavsiye eden Peygamber

nasihatini de bize bildirenlerin başında Hz. Âişe validemiz gelmektedir. Aşağıdaki hadisler daha

Resulullah (sav) hayattayken bazı sahabetlerin aşırı ibadet tutkularını göstermesi açısından son derece

önemlidir: Hz. Âişe (r.a) anlatıyor: “Osman İbn Maz’ûn (r.a.), bütün gece namaz kılmak, gündüzleri de

hep oruç tutmak, kadınlarla da hiç nikâh yapmamak üzere yemin etmişti. Resulullah (sav), Osman’ı

çağırtarak; “Sen sünnetimi beğenmiyor musun?” diye sordu. “Hayır, ey Allah’ın Resulü!” dedi, “Yemin

olsun hayır! Aksine, aradığım şey senin sünnetindir!” Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de, Ey Osman,

Allah’tan kork, zira ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin

üzerinde hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl, uykunu da al” (Ebû Davud, Salât

317; Gündüz: 2008,154.) Resulullah (sav) Osman b. Maz’un’u aşırıya gitmemesi için uyardığı gibi

öldüğünü zaman onu alnından öptüğü haberini de Âişe validemizden öğreniyoruz. Hz. Âişe (r.a) şöyle

demiştir: “Resulullah’ı (sav), ölmüş olan Osman b. Maz’un’u öperken gördüm. Hatta gözlerinden yaşlar

akıyordu.”( Ebu Dâvud, Cenaiz 35-36; İbn Mace Cenâiz 7; Tirmizî, Cenâiz 13; Gündüz: 2008, 248.)

Yine başka bir rivayette Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir: “Yanımda Benî Esed kabilesinden bir kadın vardı.

Bu sırada Hz. Peygamber (sav) içeri girdi ve: “Bu kadın kimdir? buyurdu. “Falancadır, geceleri hiç

uyumaz, (ibadet yapar)” dedim. Resulullah (sav): “Sus, yeter! Size, güç getirebileceğiniz amel yaraşır.

Page 10: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

262 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Siz ibadet yapmaktan usanmadıkça, Allah da sevap vermekten usanmaz. Allah’a en hoş gelen amel,

kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir.” buyurdu (Buharî, İman 32, Teheccüd 18; Müslim, Salâtu’l-

Musâfirin 220-221; Gündüz: 2008, 154.) Hz. Peygamber’in uyarıları, kâmil insanların müridlerini

yetiştirmelerinden bir terbiye metodu olarak her zaman önlerinde model olmuştur. Bundan dolayı insan

eğitiminde sürekli ve yavaş yavaş ilerlemenin ehemmiyeti devamlı üzerinde durulan bir husus olmuştur.

Bu konu ister manen ilerleme yönünde gerçekleşsin isterse gerileme yönünden meydana gelsin aynı

neticeyi vereceği kabul edilmiştir. Yani az da olsa sürekli yapılan ibadet insana büyük kazanç

sağlayacağı gibi küçük kabul edilen günahların sonucunun felaketle sonuçlanacağı kabul edilmiştir.

Nitekim Gazâlî de selefleri gibi Hz. Âişe’den yaptığı nakilleri daha ziyade görüşlerini ispat etmede delil

olarak kullanmaktadır. O küçük günah ve büyük günah konusunu ele alırken, küçük günahların büyük

günahlara nasıl dönüşeceğin izah etmiştir. Küçük günahta ısrarlı olmanın ve devamlı yapmanın onu

büyük günaha dönüştüreceğini aklî delil olarak taş üzerine sürekli damlayan su örneğiyle açıklamıştır.

Naklî delil olarak da Âişe annemizin rivayet ettiği şu hadis-i şeriflere yer vermiştir: “Amellerin en

hayırlısı az da olsa devamlı yapılanıdır.” (Gündüz: 2008, 19; Gazâlî: 2004/IV, 78.) Hz. Âişe’den

Resulullah (sav) buyurdu: “Allah yanında amellerin en sevgilisi az bile olsa, devamlısıdır. Hz. Âişe bir

iş yapınca onu devamlı yapmaya gayret ederdi.” (İbnü’l-Mübârek: trhsz, 299.) Hz. Peygamber

ibadetlerine sürekli devam etmekle birlikte Allah’ın bahşettiği rızık her ne kadar az da olsa asla şikâyet

etmediği gibi kendi ihtiyaç içinde bulunsa da başkalarını kendisine tercih ederdi. Nitekim Hz. Âişe; “Hz.

Peygamber’in hiçbir zaman karnı doymadı ama asla şikâyetçi olmadı. Bazen O’nun bu haline acır ve:

“Bari sana yetecek kadar bir rızka erişseydin” derdim. O ise, ülü’l-azm peygamberlerin bu dünyadan

böyle gelip geçtiklerini anlatırdı.” (Yılmaz: 2001, 84.) Peygamber (sav) başta ailesi olmak üzere bütün

ashabını ibadetlerinde az da olsa devamlı olmaları konusunda uyarmıştır. Yine Resulullah, hadis-i şerifte

geçtiği üzere sahabesinin her hangi bir sıkıntıyla karşılaştıkları zamanda geçmiş peygamberler ve

onların ümmetlerini başından geçenlere ibret nazarıyla bakmalarını salık vermiştir. Hz. Peygamber

(sas.) ashabını insanı bedenen aşırı yıpratacak ve yoracak ibadetlere girişmemeleri hususunda uyararak

onları ibadetlerinin az da olsa devamlı olmasına dikkat etmelerini tavsiye etmiştir. Tabi bu uygulama

eğitim-öğretimde tedricî olarak ilerlemenin ehemmiyetini ortaya koyması açısından son derece

önemlidir. Bazı sûfîler, çok yoğun bir şekilde ibadete koyulan müritlerin durumunu on beş günlük yolu

hızlı bir şekilde birkaç günde almak isteyen yolcunun durumuna benzetmişlerdir. Onlara göre, hedefine

bir an önce ulaşmak isteyen bir kimse çölde devesini aşırı koşturması sebebiyle birkaç günlük yolu bir

günde alabilir ama hayvanı dayanmayıp ölmesi üzerine çölde ölümle yüz yüze kalır. Böyle bir yolcu

hedefine ulaşamadığı gibi kendini de helak etmiş olur. Onlar, yolunu dinlenerek istikrarlı bir şekilde

normal zamanında devamlı yol kat eden biri ise hedefine ulaşabileceğini belirtirler. Sûfiler, bu ve benzeri

seyr ü sülûk eğitim metotlarını yukarıda geçen hadis-i şerifler gibi hikmetlerden ilham almak suretiyle

oluşturmuşlardır.

4. Zâhidlikte Hz. Âişe’nin Örnek Gösterilmesi

Sûfîler, zâhitlikten maksadın dünyayı terk etmekten ziyade, dünyanın varlığı ile yokluğunun

kişinin gözünde eşit durumda olması gerektiği konusu üzerinde durmuşlardır. Bu fikri dile getiren

isimlerden biri Hücetü’l-İslam Gazâlî’dir. Gazâlî, insan dünya karşısında tutumunun nasıl olması

gerektiğini anlatırken Âişe’yi (r.aha.) örnek vermiştir. Ona göre kişi, Hz. Âişe’nin hayatında yaptığı

gibi, dünyalığın varlığına aldırış etmediği gibi yokluğuna da üzülmemelidir. Zira Hz. Âişe, maldan

mülkten hiçbir şeye kıymet vermeyip hiçbiriyle ilgilenmeme durumu içerisinde olmuştur. Bu tip ruh

halini ise kemal makamlarının en büyüklerinden biri olan mukarreblerin makamı kabul etmiştir (Gazâlî:

2004/IV, 260.) Gazâlî, Abdullah b. Mubarek’in rivayet ettiği bir nâkli buna delil getirmiştir. Hücetü’l-

İslam’a göre, Hz. Âişe’nin kendisine hediye gönderilen paraları hemen dağıtması onun zahideliğinin en

güzel delilidir. Zira Âişe annemiz, kendine gönderilen yüz bin dirhemi hemen dağıtığında başörtüsü

yamalı haldedir. Hz. Âişe (r.ah.) Hz. Peygamber’in kendisine şöyle buyurduğunu ifade etmiştir: “Bana

ulaşmak istersen fakir hayatı yaşa, zenginlerle düşüp kalkmaktan sakın, yamalayıp dikmeden çarını

Page 11: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 263

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

sırtından atma.” (Gündüz: 2008, 178; Tirmizî, Libâs 38; Gazâlî: 2004/IV, 269-270, 309; İsfâhanî:

trhsz/II, 46, 48.) Gazâlî bu ve buna benzer rivayetlerden hareketle çeşitli değerlendirmeler yapar. O,

rızık hususunda Allah’a güvenmekle ilgili kişinin tutumunu günlük nafakası karşısındaki durumuna göre

değerlendirmiştir. Bir insanın bir yıllık nafakasını ayırmasını salihlerin mertebesi, kırk günlük nafaka

biriktirmesini muttakilerin hâli, sadece bir günlük nafakayı yanında tutmak ise sıddıkların durumu

olarak kabul etmiştir. Bundan dolayı Hz. Âişe de bir günlük nafakadan başkasını yanında tutmadığı için

sıddıklardan birisi kabul edilmiştir (Gazâlî: 2004/IV, 277.)

Gazâlî, yiyip içme hususunda Resul-i Ekrem ve sahabelerinin durumunun zâhidlere örnek

olarak verirken Hz. Âişe’nin şu sözünü delil olarak getirmiştir: “Resul-i Ekrem’in evinde kırk gün gelir

geçerdi de ışık yanmadığı ve aş pişmediği olurdu.” O halde nasıl geçirirdiniz soranlara-iki kara şey ile

hurma ve su ile geçinirdik.” Bu rivayeti verdikten sonra Gazâlî, “Katık ve çorbayı terk etmek böyle

olur.” diyerek takdirlerini ima etmiştir (Gündüz: 2008, 179-180; Gazâlî: 2004/IV, 360.) Hz. Âişe’nin

insanlara ibret olsun diye Resulü Ekrem’in ne kadar sade yaşadığını insanlara her fırsatta gösterdiğini,

Gazâlî meşhur eserinde sıklıkla vurgulamıştır. O, insanların dünyaya aldanmaması gerektiğini salık

verirken referans olarak Hz. Âişe’nin rivayet ettiği hadislerden oluşan bir delil silsilesi sunmuştur

(Gazâlî: 2004/IV, 307-312.)

Tasavvuf kaynaklarına bakıldığında rahatlıkla görülür ki, sûfiler zühdün en ileri aşaması olan

fakr mertebesinde bir hayat sürmeyi hedeflemişlerdir. Çok sayıda mutasavvıfın eserinden nakledilen,

“Allah’ım beni fakir yaşat, fakir öldür ve fakirlerle haşret.” (Gündüz: 2008, 178.) hadis-i şerifi de yine

Hz. Âişe’den nakledilmiştir (Gazâlî: 2004/II, 246.) Tabi şu bir gerçektir muhakkik sûfilerin nazarında

gerek zühd olsun gerekse onun ileri derecesi olan fakr hâli olsun paraya malik olmaktan daha ziyade

paranın insan gönlünü işgal etmesiyle alakalı bir durumdur. Bu durum Mevlânâ’nın “Mesnevi”sinde

gemi ve deniz suyu metaforu (Çatak: 1975, 59,60) ile çok güzel izah edilmiştir (Mevlana: 2004/I, 111.)

Ama her insanın dünyalığa bu kadar yakınken ondan etkilenmemesi çok zor olmasından dolayı olacak

ki Hz. Peygamber, Hz. Âişe’nin yukardaki duaya karşısında; “Niçin Ey Allah’ın Resulü?” diye sorması

üzerine, Resulullah (sav) da şöyle buyurmuştur: “Çünkü onlar zenginlerden kırk yıl önce cennete

gireceklerdir. Ey Âişe! Yoksulu yarım hurmayla da olsa boş gönderme, bir şeyler ver. Ey Âişe!

Yoksulları sev, onlara yakın ol. Allah da seni kıyamet günü cennetine yakın eder.” (Gündüz: 2008, 178;

İbn Mâce, Zühd 6.)

5. Miraçla İlgili Hz. Âişe Rivayeti

Miraç gecesi Hz. Muhammed’in Hakk’ı görüp görmemesi ile ilgi sahabe ikiye ayrılmıştır. Bir

tarafta Allah’ın Peygamber’inin Hakk’ı gördüğünü söyleyen İbn Abbas, diğer tarafta da Hakk’ı

görmediğini söyleyen Hz. Âişe vardır. “Keşfü’l-Mahcûb” müellifi Hucvirî, bu konuyu şöyle ele almıştır:

“Mustafa (sav), miraç gecesinden, Hz. Âişe’ye haber vererek “Hakk’ı görmedim” dedi. İbn Abbas’tan

(ra) rivayet olunur ki, Resulullah “Hakk’ı gördüm.” demiştir. Halk bu ihtilaf içinde kalakalmıştır. En

iyi ve doğru olan bu ihtilafı muhibbin (ve âşıkın) ortadan kaldırmasıdır. Hz. Peygamber, “O’nu gördüm”

deyince, bununla kalp gözünü anlatmak istemiştir; “O’nu görmedim” sözü ile baş gözünü kastetmiştir.

Bunlardan biri (İbn Abbas) bâtın ehli idi. İkincisi (Hz. Âişe) zâhir ehli idi. Hz. Peygamber, bu sebeple

her biri ile hâlleri nispetinde konuşmuştur.” (Hucvirî: 1982, 476.) Kelâbâzî “Taarruf” adlı eserinde

Allah’ın görülüp görülmeyeceği konusunu ele almış, bu konudaki görüşleri verirken Âişe ve İbn

Abbas’ı, Esmâ ve Enes’in (ra) görüşünü verdikten sonra “Bazı sûfîler bu görüşte olsa da Ebu Said el-

Harrâz bunu iddia edenin yalancı olduğunu” söylemiştir (Kelâbâzî: 1993, 47.) Sahabedeki gibi sûfîler

de bu hususta ihtilaf içerisindedir. Ama mutasavvıfların duayenlerinden biri Ebu Said el-Harrâz’ın Âişe

(r.aha.)’nın görüşü üzere olması son derece önemlidir. Bu durumu Hucvirî gibi her iki tarafın da bir

noktada haklılığını ortaya koymaya çalışan sûfîler de vardır. Ebu Said el-Harrâz’ın, şeriatın cahil sûfîler

tarafından yıpratılmasını engellemek için yerinde ve haklı çıkışlar yaptığını tasavvuf tarihinde

görmekteyiz. Nitekim gerek Ebu Said el-Harrâz gerekse Cüneyd-i Bağdadî olsun kalbine gelen hakikat

Page 12: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

264 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

bilgileri hususunda Kur’ân ve sünnetten delil bulmadan insanlara söylememe yönünde son derece hassas

davranmışlardır.

6. Hz. Peygamberin Şeytanının Müslüman Olması ilgili Hz. Âişe Rivayeti

Sûfîler, bir mürşidi ne kadar kemale ererse ersin asla onu peygamberler gibi masum olarak

görmezler. Bu, Ehlisünnet anlayışından gelen bir tutumdur. Ama onlar, nefsin belli bir kemâl seviyesine

geldikten sonra mahfuz olacağı kanaatindeler. Başta Kuşeyrî olmak üzere birçok sûfî bu kanaattedir

(Kuşeyrî: 2000, 123.) Ancak bu mahfuz olma hali masum peygamberde olduğu gibi değildir. Onların

mahfuz olma durumları her hangi bir günahı yapmaya maruz kalmama manasında değildir. Bilakis

onların gidişatlarında istikamet üzere bulunmaları ve nadiren günaha düşseler bile günahta ısrarcı

olmamaları anlamındadır. Yani ilâhî yardım görmeleri ve en azından ayakların sürçüp günaha düştükleri

zaman ısrarcı değildirler. İşte buna delil getirilebilecek bir hadis-i şerif de Âişe annemizin rivayetlerinde

bulunmaktadır. Hadis, şu şekildedir: “Hz. Âişe (r.ah.) anlatıyor: “Resulullah (sav) bir gece yanımdan

çıkıp gitmişti. “(Benim nöbetimde) hanımlarından birinin yanına gitmiş olabilir.” diye içime kıskançlık

düştü. Geri gelince halimi anladı ve: “Kıskandım mı yoksa?” dedi. Ben de: “Evet! Benim gibi biri senin

gibi birini kıskanmaz da ne yapar?” dedim. Resulullah (sav) “Sana yine şeytanın gelmiş olmalı.” dedi.

Ben: “Benimle şeytan mı var?” dedim. “Şeytanı olmayan kimse yoktur.” dedi. “Seninle de var mı?”

dedim. “Evet, ancak ona karşı Allah bana yardımcı oldu da o şeytan Müslüman oldu!” buyurdu.”

(Gündüz: 2008, 232; Müslim, Münafikun 70; Nesâî, İşretü’n-Nisâ 4.) Bu hadis-i şeriften ilham alan

Gazâlî de “İhyâ” adlı eserinde bu konuya değinmiştir (Gazâlî: 2004/III, 364.) Mevlânâ da bu hadis-i

şerifi ele alarak şeytanı burada bedene benzeterek şöyle yorumlamıştır: “Gerçi ruh gıdası canın ve gözün

yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır. Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi

Resul benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı. Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese

nasıl olur da Müslüman olur? Şeytan dünyaya âşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk

giderebilir.

Yakının gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.

Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir.

Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir.”(Mevlana: 2004/V, 55.) Hz.

Mevlânâ’nın bu izahlarından hareketle diyebiliriz ki şeytanın Müslüman olması hususu, sadece Hz.

Peygambere has olmayabilir onun gerçek vârisleri hikmet ehli ilmiyle âmil gerçek âlimler de ne zaman

gönüllerinden dünyayı ve dünyevî zevkleri çıkarıp ruhunu tam manasıyla bedenine hâkim kılarlarsa bu

nimete mazhara olabilirler. Nitekim “Benim şeytanım Müslüman oldu” hadis-i şerifini, İmam Rabbanî,

şöyle izah etmiştir: “Âfâkta şeytan olduğu gibi enfüste de şeytan vardır. Enfüsteki şeytan, insanın

içindeki hayırlı oluğu iddiasını dile getiren, kibir ve üstünlüğünü gerektiren ateş unsurudur.” (Rabbanî:

trhsz/II, 86.) Şunu da belirtmeliyiz ki İmam Rabbanî’nin bu izahından da anlaşılacağı gibi, sûfîlerin

kastettiği şeytan, ontolojik olarak var olan şeytan değil de her insanın nefsinin derinliklerinde olan enfüsî

boyutta var olan şeytandır.

7. Sûfîlere Hatiften Ses Gelmesi ve Hz. Âişe Rivayeti

Hatiften ses gelmesi olayı, birçok meşhur sûfînin yaşadığı özel bir tecrübedir. Kimisi İbrahim

Ethem gibi ava giderken hatiften gelen bir ses vesileyle Hakk’a metfun hale gelirken bazısı da

Abdulkâdir Geylanî de hatiften gelen duyduğu bir ses sayesinde kendini Hakk’a adamıştır. Buna benzer

nakillerle ilgili, Hz. Âişe’den gelen bir hadis-i şerif delil gösterilmiştir. Hadis-i şerif, şu şekildedir: “Hz.

Âişe (r.anh) şöyle demiştir: “Ashab-ı kiram Peygamber’in (sav) cenazesini yıkamak istedikleri zaman;

“Vallahi diğer ölülerimizi soyduğumuz gibi Resulullah’ın (sav) da elbiselerini soysak mı, yoksa onu

elbiseleri üzerinde iken mi yıkasak? diye konuşmaya başladılar. Bu konuda ihtilafa düştükleri sırada,

Allah onlara bir uyku verdi. Bu uyku neticesinde içlerinden uyumayan bir kimse kalmadı. Sonra kim

olduğunu bilmedikleri bir kimse, içinde bulundukları evin bir köşesinden onlara; “Peygamber’i (sav)

elbiseleri üzerinde iken yıkayınız.” diye seslendi. Bunun üzerine kalkıp Resulullah’ı (sav) elbisesi

üzerinde olduğu halde gömleğinin üzerinden su dökmek suretiyle ve vücudunu (Hz. Peygamberin

Page 13: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 265

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

üzerindeki ve) ellerinin altındaki gömlekle ovarak yıkadılar.” (Gündüz: 2008, 253; Ebu Dâvud, Cenaiz

27; İbn Mace, Cenaiz 10.) “Taarruf” müellifi Kelabâzî, bu hadisi sûfîlerin hatiften ses gelmeye delil

olarak kullandıkların belirtmiştir (Kelâbâzî: 1993, 169.)

Yukarıda zikrettiğimiz Hz. Âişe’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte geçen olayın rüyada

gerçekleştiği gibi birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerifte rüyanın önemine vurgu yapılmıştır. Bazı

tarikatlar gerçek bir mürşid-i kâmilin samimi bir müridinin rüyasını yorumlamasına çok önem vermiştir.

Yani rüya, sâlikin seyr u sülûkta almış olduğu mesafeleri göstermesi bakımından önemine binaen

müridin eğitiminde kullanılmıştır (Tatçı-Çetlik: 1996, 11.) Ancak tasavvufî eğitimde her ne kadar rüya

önemli olsa da, Kur’ân-ı Kerim’de geçen Firavun ’un rüyasından Hz. Yusuf’un yorumuyla geleceğe

dönük bilgi elde edilse de başta Buharî ve Müslim olmak üzere birçok hadis kitaplarında sahih hadisler

bulunsa da sahte dervişler tarafında her zaman yanlış yönde kullanılmaya müsait olmasından dolayı

“Rüyayla amel edilmez” görüşü bazı sûfîler nezdinde kabul görmüştür. İşte bu görüşte olanlardan biri

İmam Rabbanî’dir. O, Mirzâ Hüsameddin Ahmed’e yazmış olduğu mektupta rüyalara

güvenilemeyeceğini belirtmiştir. Zira Rabbânî’ye göre, eğer vakıa ve rüyalara güvenilecek olsa, gerçek

mürşid-i kâmile ihtiyaç duyulmayacaktır. Oysa bin tane vakıa ve rüya da görse mürid, bunlara itibar

etmemelidir. Hatta İmam Rabbânî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin görüşünü referans alarak Hz.

Peygamber’in rüyada görülmesine bile gerçek suretiyle görünmeme ihtimalinden dolayı pek fazla değer

vermemiştir. Yani Peygamber (sav) gerçek sureti Medine’de defnedildiği anda üzerinde bulunduğu

surettedir. Ona göre, Peygamber olarak görülen diğer suretler, onun sureti değildir (Rabbanî: 2004/I,

293-294.) Ancak şunu da belirtmeliyiz ki İbnü’l-Arabî “Fusûsu’l-Hikem” adlı eserini, rüyada bizzat

Peygamberin elinden aldığını belirttiği ifade ile sorgulanabilir. Bu ayrı bir araştırmanın konusunu teşkil

ettiğinden burada sadece şunu ifade etmek isteriz ki İbnü’l-Arabî, o rüyada, görünen Peygamber’in

Medine’de vefat ettiği sırada bulunduğu sureti içindeyken eserini O’ndan almış olabilir (İbnü’l-Arabî:

2006, 19.)

8. Hz. Âişe’nin Tevazu İle İlgili Rivayetleri

Sûfîler nazarında en büyük günahlardan biri kabul edilen kibir, ancak Allah’ın gazabını tefekkür

etmek ve tevazu üzere bulunmakla aşılacak bir engel olarak görülmüştür. Bundan dolayı sûfîler, tevazu

ehli olma hususunda hassas davranmışlardır. Zira mutasavvıflar tevazuu kibrin karşıtı kabul

ettiklerinden, üzerinde en çok durdukları kavramalardan bir tanesi tevazu olmuştur. Onlara göre Azâzil,

kibri yüzünden lanetlenerek İblis olmuştur. Âdem, günahından tevazu ile tövbesi sayesinde

kurtulmuştur. Sûfîler göre kurtuluş, tevazuuyla gerçekleştiği gibi helâkse kibir iledir. Onların bu

noktada en büyük dayanakları Hz. Peygamber’den gelen nakillerdir. Bu nakillerin büyük bir kısmı yine

Hz. Âişe tarafından rivayet edilmiştir. Onlardan bir kaçı şöyledir: “Hz. Âişe nakleder: “Elbette siz, en

efdali olan tevâzûdan gaflet ediyorsunuz.”(Ebû Nuaym: trhsz/I, 47.) Gazâlî, bu hadisi Hz. Âişe’ den

şöyle nakletmiştir: “Sizin mağfiret edileceğiniz en büyük ibadetlerin başında tevazu gelir.” (Gazâlî:

2004/III, 393.) Âişe’nin (r.anh): “Sizin yaptığınız en faziletli ibadet, tevazudur” dediği de rivayet

edilmiştir (Gündüz: 2008, 190.) Bu konuda başka bir hadis Hz. Âişe’den (r.anh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Kendisine öfkeli davranıldığı hâlde, yumuşaklık gösterene Allah’ın sevgisi vacip olur.” (Gündüz: 2008,

184.)

Sühreverdî’ye göre kişi, gerçek tevazua ancak kalbinde şuhud nurunun parlamasıyla erişebilir.

Çünkü müşâhede esnasında nefs erir. Nefsin tesirini yitirmesiyle kul, kibir ve ucbun aldatmalarından

kurtulur. Bu sâyede nefis, Hakk’a karşı itaatkâr, halka karşı mülayim olur. Gerçek tevazuu en fazla

içselleştirenlerin başında gelen kurb makamına erenlerin zirvesi Hz. Peygamber’dir. Bu konuda Hz.

Âişe’den rivayet edilen uzunca bir hadis-i şerif şöyledir. “Bir gece Resulullah’ı (sav) yanımda

bulamadım. Kadınlığın verdiği kıskançlık duygusuyla O’nun diğer zevcelerinden birinin yanına gittiğini

zannettim. Ve O’nu hanımlarının hücrelerinde aradım fakat bulamadım. Mescid’e vardım ve O’nu

orada secdeye kapanmış buldum. Secdede şunları diyordu: “Vücudum ve hayalim sana secde ediyor,

kalbin sana iman ediyor, lisanım seni ikrar ediyor, işte ben huzurundayım ey Yüce Mevla! Ey büyük

Page 14: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

266 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

günahların bağışlayıcısı.” Sühreverdî, Peygamberin “Vücudum ve hayalim sana secde ediyor” sözünü

yorumlarken, tevazu ile varlık, benlik eserlerini yok ederek secdede zâhiren ve bâtınen varlıktan,

benlikten zerre eser kalmadığını ifade etmiştir (Sühreverdî: 1939, 174-175.) Sühreverdî’nin böyle bir

yorum getirebilmesi de ele almış olduğu hadis sayesindedir. Bu hadiste Âişe (r.anh) vasıtasıyla

gelmektedir. Allah Resulü’nün niyazında insanın birçok yönüne ışık tutan ifadeler yer almasaydı,

Sühreverdî’den insanın birçok melekesine ışık tutan bu ifadeleri duyamazdık. Ancak bazı sûfîler,

tevazuda da aşırıya kaçılmasını uygun bulmamışlardır. Muhammed Hadimî, tevazuda aşırıya kaçmayı

doğru bir davranış görmeyip bu konuda dengeli hareket etmenin gerektiğini ifade etmiştir. Ona göre

aşırı tevazu göstermek, insanı mürailiği ve kibre götürebilir. Bu durum da bir manevî sıkıntıdan

kurtulayım derken kişiyi kibir gibi daha büyük bir ahlâkî hastalığa maruz bırakabilir (Şimşek: 2016,

169.)

9. Hz. Âişe’nin İstiğfar ve Allah’ın İhsanı ile İlgili Rivayeti

İstiğfar, sûfîlerin zikre başlamadan önce mutlaka yapmaları gereken esaslardan birdir. Onlara

göre, istiğfarı yapmak için günah işlemek gerekli değildir. Gaflet ve zamanı iyi değerlendirmemek,

ibadetlerinden bir varlık görmek hatta kendinde bir varlık görmek bile şiddetle istiğfar yapılması

gereken durumlardır. İşte böyle bir hususa ışık tutacak Hz. Peygamber’den gelen hadisler, son derece

önemlidir. Bu konuda Hz. Âişe’den gelen bir nakil şu şekildedir: “Resulullah (sav); “Allah’ım! Beni

iyilik yaptıklarında sevinen, bir günah işlediklerinde ise Allah’tan mağfiret dileyen kimselerden eyle”

derdi.”(Gündüz: 2008, 185; Müslim, Salât 105; Ebû Davud, Tahare 60; Büyü’ 37.) Sühreverdî, bu

hadisten hareketle istiğfarı zâhirî ve bâtinî istiğfar olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Zâhirî istiğfar, ihvan

ile bâtinî istiğfar ise Allah ile yapılır. Bâtınî istiğfar da Allah’ın azameti hissedilmelidir. İstiğfar

yapılırken sanki Allah’ı görüyormuş gibi huzurunda, mütevazı ve alçak gönüllü bir tavır içinde boyun

bükülerek durulmalıdır (Sühreverdî: 1939, 83.) Bu konuda Hz. Âişe’den nakledilen bir diğer hadis, şu

şekildedir: “Hz. Âişe, Allah Resulü’ne “Ey Allah Resulü, kıyamet günü şehitlerin yanında başkaları

bulunur mu?” diye sormuşlardı. Allah Resulü (sav) de şu cevabı vermiştir. “Evet, günde yirmi kez ölümü

hatırlayanlar.” (Mekkî: trhsz, 26; Gazâlî: 1989, 172.) Bu hadis, kişinin her gün yirmi kez ölümü aklına

getirmesi aynı zamanda yapmış olduğu günah ve hatalardan pişmanlık duyması anlamını zımnen

içermektedir. Günahlara pişmanlıkta bir nevi tövbe manasını tazammun etmektedir. Kulun böyle bir

halet-i ruhiye içerisinde bulunması da onun ubudiyette dua ve münacat içinde bulunduğunun farklı bir

tezahürü olarak kabul edilmiştir.

Hz. Âişe’den nakledilen şu hadis de bu noktada dikkat çekicidir: “Hz. Âişe, Ya Resulallah “O

kimseler ki, yaptıklarını yaparlar ve kalplerinde de korku vardır.” (Müminun 23/60) âyeti ile içki içen,

zina ve hırsızlık yapan kimseler mi kastedilmiştir” diye sormuş. Hz. Peygamber de: “Hayır, bu ayetle

oruç tutan, namaz kılan, sadaka ve zekât veren, fakat buna rağmen “Acaba bu amellerimiz kabul

edilecek mi?” diye korkan kimseler kastedilmiştir.” (Kuşeyrî: 2000, 217.) buyurmuştur. Hz. Âişe

Resulullah’tan (sav) şu hadisi de rivayet etmiştir. “Şüphe yok ki, ilâhî rahmet kendilerine çok yakın

olduğu haline Allah Teâlâ güler.” Hz. Âişe der ki; “Ya Resulallah! Annem –babam sana feda olsun,

Celâl ve İzzet sahibi Rabbimiz güler mi?” diye sordum. Buyurdular ki, “Ruhumu güçlü elinde tutan Zat-

ı Kibriya’ya yemin ederim ki, O güler. Bunun üzerine Hz. Âişe: “O halde güldüğü zaman sayı ile değil,

bol bol ihsanda bulunur, dedim diyor.” (Kuşeyrî: 2000, 224; İbn Mâce, Mukaddime 15.) Abdülkerim

Kuşeyrî, bu hadisi ele alarak Allah’ın gülmesinden kastın ne olduğu konusu üzerinde durmuştur. Ona

göre, Allah’ın vasfı olarak kullanılan “gülmek” Hakk Teâlâ’nın fiilî sıfatlarındandır. Gülmek, “Fazl ve

ihsanını izhar etmek” demektir. Nitekim “Arz bitki ile güldü” denir. “Bitkiyi izhar etti” demek istenir.

Ona göre Allah’ın kullarının ümitsizliğe düşmelerinden gülmesi demek, kulların kendisinden

bekledikleri fazl ve ihsanın iki mislini izhar ederek lütfunun hakikatini ortaya koyması demektir

(Kuşeyrî: 2000, 224.) Kulun ibadetleri yaptığı halde ibadetlerine güvenmeyip Allah’ın gazabından

korkması, onu rahmet-i ilahîyeyi çok daha fazla celp etmesini vesile olur. Nitekim birçok sûfî nazarında,

kişinin günahlarına acizlik duyması ibadetine güvenmesinden daha iyidir. Bu görüş gerek Abdulkadir

Page 15: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 267

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Geylanî’nin “Gavsiye Risalesi”nde ( Geylanî:1975, 14, 15) ve gerekse Ataullah İskenderî’nin “Hikem-i

Atâî”sinde vurgulanmıştır (İskenderî: 2016, 13-18.)

10. Akla Bakış ve Hz. Âişe Rivayeti

Sûfîlerin akla yaklaşımı, diğer düşünürlerin akla yaklaşımıyla aynı değildir. Onlar, aklı birçok

kategoriye ayırmışlardır. Akl-ı maaş, akl-maad, akl-ı kudsî ve akl-ı küllî gibi farklı akıl düzeylerinden

bahsetmişlerdir. Onlar, bu farklı değerlendirmeleri yaparken yaşamış olduğu içsel tecrübeleri kadar Hz.

Peygamber’den gelen akılla ilgili rivayetlerden destek almışlardır. Nitekim Mevlânâ Celaleddin Rumî,

aklın Hz. Muhammed’in yolunda kurban edilmesinin gerekliliğini her fırsatta “Mesnevi”sinde

vurgulamıştır. Onun bu konudaki ifadeleri, kişinin peygambere tam bir teslimiyetiyle akl-ı küll

seviyesinde bir idrak düzeyine yükseleceğini göstermesi açısından önemlidir. Zira Hz. Muhammed, akl-

ı küllü temsil etmektedir. Bu konuyla ilgilen sûfîlerden ikisi Kuşeyrî ve Sühreverdî’dir. Her ikisi de bu

hususta Hz. Peygamber’den gelen rivayetleri Hz. Âişe validemize dayandırmışlardır. Bu

dayanaklarından biri şu şekildedir: “Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir evin temeli, o evin

esasıdır. Dinin esası ise, Allah Teâlâ hakkında marifet, yakin vs., kötülükten men edici akıl sahibi

olmaktır.” Hz. Âişe: “Annem-babam sana feda olsun ya Resulallah! Men edici akıl ne demektir?” diye

sordu. Resulullah, “Kişinin Allah’a asi olmasını engelleyen ve Rabbine hırsla itaat etmeyi sağlayan

akıldır.” buyurdu.” Bu hadisten hikmet devşiren Kuşeyrî der ki, “Ulema lisanında marifet, ilim

manasına gelir. Onlara göre her ilim bir marifettir, her marifet de bir ilimdir. Allah hakkında âlim olan

herkes ariftir. Her arif de âlimdir.” (Kuşeyrî: 2000, 472.) Âyet ve hadislerden alınan ilhamın ışığında

sûfîler, aklı olmayı Allah’ın emirlerine ve yasaklarına itaat edip etmemekle paralel düşünmüşlerdir.

Yani kişinin akıllı oluşu, Kur’ân’da geçen Allah’ın emir ve ahlâkî değerlere uyup uymamayla doğru

orantılıdır. Eğer âyetlerde emredilenler yapılmayıp yasaklananlar yapılıyorsa bu, kişinin gerçek manada

akıllı olmadığının bir göstergesi kabul edilmiştir. Sûfîler göre akıllı kişi, ahiretini dünya karşılığında

değiştirmez. Nitekim İbn Meserre’ye göre, “zühd, Allah’ın kötülediği dünyayı terk ederek, övdüğü

ahirete önem vermektir. Dünya ahirete bir köprüdür ve mümin için bir hapishanedir. Aklıyla ve

bilgisiyle dünyayı arkasına atabilen kişi akıllı kişidir. Zühd, insanı Allah’ın rızasına ulaştıran en güzel

yoldur. O, Allah’ı yüceltenlerin kalbini saf ve berrak bir hale getirir. Zühd ve takva ile Allah’a yönelen

kişinin kalbi, Allah’ın yüce nurları ile dolar. Kalbinde dünyaya yer kalmaz ve böylece dünyanın kir ve

pasında kurtulur.” (Bardakçı: 2000, 71.)

Akıl konusunda Hz. Âişe’den nakledilen bir hadis de şu şekildedir: “Hz. Âişe Hz. Peygamber

(sav) Efendimize sorarak: “Ya Resulallah! İnsanlar ne ile birbirine üstünlük kazanır?” dedi. Efendimiz

de: “dünyada da ahirette de aklı ile.” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Âişe (ra): “İnsanlar amellerine

göre cezalandırılmaz mı?” diye sorunca Resulullah (sav): “Akıl dışında başka bir şeyle Allah’a itaat

edilir mi? İnsanlar akılları kadar amel eder, ettikleri amel kadar da mükâfat alır. Veya ceza görürler.”

cevabını verdi.” (Sühreverdî: 1939, 317.) Burada görüldüğü üzere Âişe (r.anh.) sorgulayan zihne sahip

bir kişidir. “Hz. Âişe sorgulayan bir zihne sahip biri olduğu için gerek Kur’ân-ı Kerim’de olsun gerekse

Peygamber’in (sas.) sözlerinde anlayamadığı bir husus karşısına çıktığında konunun bizzat Hz.

Muhammed tarafından izah edilmesini talep etmiştir.(Kotan: 2017/III-I, 118-120.)

11. Riyazet ve Nefisle Mücahede ile İlgili Hz. Âişe Rivayeti

Tasavvuf tarihine bakıldığında başta Abdullah Tüsterî olmak üzere Abdulkâdir-i Geylânî gibi

birçok sûfînin aşırı derecede riyazet yaparak nefisleriyle mücahede ettikleri görülür. Nitekim Mevlânâ,

insanın seyr u sülûktaki riyazetinin önemin belirtmek için “lokmadan kesildi mi Lokman kesilir.”

(Mevlana: 2004/III, 26.) O bu ifadelerle hikmet pınarlarının açılmasını riyazete bağlamıştır. Genelde

nefsanî tariklerle seyr ü sülûk yapan sûfîler, az yemek, az uyumak ve az konuşmak ilkesini

benimsemişlerdir. Bazı sûfiler, riyazeti ahlâkı arındırmak olarak telakki ederler. Onlara göre nefis

riyazetle tabiatının dışına çıkabilir. Zira nefis manevî kirlerden ancak bu şekilde temizlenebilir. (Okşar:

2018, 188.)Yine sûfîlerin böyle yapmasının arakasında Hz. Âişe’den gelen hadis nakillerini

görmekteyiz. İşte bunlardan biri Hasan Basri’nin Hz. Âişe’den naklettiği şu hadistir: “Resulullah şöyle

Page 16: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

268 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

buyurmuştur: “Cennet’in kapısını çalmaya devam ediniz ki, kapı size açılsın”. Hz. Âişe: “Bu kapıyı

nasıl açalım?” deyince Resûl-i Ekrem “Açlık ve susuzlukla” diye cevap verdiler.” Gazâlî, Hz. Âişe’nin

rivayetine dayanarak Resulullah’ın bir kere olsun midesini alabildiğine doldurmadığını belirtmiştir.

Hatta o, Âişe annemizin Resulullah’ın açlığına dayanamayıp ağladığı olduğunu söylemiştir. Eliyle

Efendimizin midesini mesh ederek “Anam babam size feda olsun, ihtiyacını defedecek kadar dünyalık

temin etsen ne olurdu?” demiştir (Gazâlî:2004/III, 95-96.) Gazâlî, Hz. Âişe’nin, Resulullah ahirete

gidinceye kadar ailesinin üç gün üst üste karnını doyurmadığı rivayetini naklettikten sonra müminlerin

annesinin şu sözüne yer vermiştir: “Dilesek doyabilirdik fakat başkalarını kendi üzerimize tercih

ederdik.” (Gazâlî: 2004/III, 298.) Zünnûn–ı Mısrî, “Ne zaman karnım doydu ise işi azıttım veya

azgınlığa meylettim.” demiştir. Hz. Âişe (r.ahn), “Resul-i Ekrem’den sonra icat olan ilk bidat doyasıya

yemektir.” demiştir. Başka bir sözünde ise: “İnsanların karnı doyunca nefisler dünyaya

meyleder.”(Gazâlî: 2004/III, 100.) buyurmuştur. Bu ve benzeri ifadelerin, sûfîlerin dünyaya karşı

göstermiş oldukları tepki harekâtına bir tür referans haline geldiği bir gerçektir. Zira gerek ilk zühd

ekollerinde olsun gerekse tasavvuf kuruluş döneminde ve ilk tarikat akımlarında olsun riyazet ve

dünyaya değer vermeme hususu son derece önemliydi. Bu akımların üstadları nazarında insanların

manevî tekâmülüne en büyük engel teşkil eden faktörlerin başında nefis gelmektedir. Tasavvuf

klasiklerine bakıldığında sûfîler, nefsi kontrol altına alınması için az gıda vermek suretiyle riyazete tâbi

tutmanın gerekliliği üzerinde durdukları görülür. Hatta bazıları az yeme hususunda o kadar ileri

gitmişlerdir ki bu olayı insan havsalası idrak etmek zorlandığından hayretler içerisinde kalır. Her ne

kadar sûfîlerin bazı uygulamalar ferdi planda kalmış olsa da bazı tekkelerde nefsin bir an önce aklın tam

kontrolü altına alınması için çetin riyazet temrinleri, halvete girme hadisesi gibi tekkenin esasları haline

gelmiştir. İşte halvet ve benzeri faaliyetlerin tatbik edilmesinde başta Hz. Âişe olmak üzere bazı

sahabîlerin rivayet etmiş olduğu hadisler çok etkili olmuştur. Hz. Peygamber’in gerçek manada

eğitiminden geçen yakınları ve dostları nefislerine arka çıkma hususunda son derece hassas davranmış

olmalarından ötürü ihtiyaçlar anında başkalarına nefislerine tercih etmede imtina konusunda tarihe altın

harflerle yazılacak hatıralar bırakmışlardır.

Bu mevzuda örnek sahabîler arasında yine Âişe’yi (r.anh) görüyoruz. Zira kendisi oruçlu iken

evinde çok az miktarda bulunan ekmeğini yiyecek isteyen fakire hiç tereddüt etmeden verebilmiştir.

Yani Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde aile efradın hayat tarzı onları îsâr ehli kişiler olmalarını

kolaylaştırmıştır. Nitekim “Îsâr, asr-ı saadetten sonraki Müslümanlar arasında da, özellikle sûfîler

arasında çokça görünür. Bir defa büyük mutasavvıf Ahmed b. Asım Antâkî’nin (ö.239/853) dostlarından

otuz küsür kişi bir araya gelmişlerdi. Vakit gece idi, aç idiler, ama yanlarındaki ekmek hepsini

doyuracak kadar değildi, az idi. Bu ekmekleri küçük küçük dilimlere bölüp lambayı söndürdüler ve

sofraya oturdular, yemeye başladılar. Mumu tekrar yaktıklarında ekmek dilimlerinin yerli yerinde

durdukları görüldü. Herkes kendi yememiş, kardeşini kendisine tercih etmişti.” (Pusmaz: 2011/25, 96-

97.)

12. Çok Ağlamak ve Az Gülmekle ile İlgili Hz. Âişe Rivayeti

Seyr ü sülûkta ümit edilen hâllere kavuşabilmek ve istenilen makamlara ulaşabilmek için sâlikin

dikkat etmesi gereken birçok edep ve uyulması gereken birçok kaideler vardır. Sâlikin geçmişte yapmış

olduğu günah kirlerini temizlemesi açısından en etkili eylemlerinden biri, günaha gerçek pişmanlıkla

birlikte, Allah’tan haşyet duyarak ağlamaktır. Allah’ın gazabını giderme cihetinden ve cehennem ateşini

söndürme yönünden bir müminin gözyaşlarından daha etkili bir amel yok gibidir. Bu durum bazı

hadislerde ve önde gelen İslam âliminin eserlerinde sıklıkla vurgulanmıştır. Bizim burada temas

edeceğim hadis-i şerifler, bazı sûfîler tarafından eserlerinde ele alınmıştır. Bu hadislerden bazıları

şunlardır: “Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Muhammed ümmeti!

Allah’a yemin ederim ki, hiç kimse köle ya da cariyesinin zina etmesini Allah’tan daha çok kıskanmaz

Ey Muhammed ümmeti! Allah’a yemin ederim ki benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok

ağlardınız.” (Buharî, Küsûf 2, 4, 5, 13; Müslim, Küsûf 1, 8; Gündüz: 2008, 71; Gazâlî: 2004/III, 109.)

Page 17: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 269

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Gazâlî, Hz. Âişe’nin rivayetlerinde, hava değişip rüzgârlar esmeğe başladığı vakit, Resul-i Ekrem’in

benzi değişir, evin içinde sağa sola gezinir ve içeri dışarı girer çıkardı. Bütün bu tutum ve davranışı

Allah’ın azabından korktuğu için idi.”, diyor (Gazâlî: 2004/IV, 249.)

Yukarıda geçen hadisler Âişe’yi (r.anh.) son derece etkilemiş olmalıdır ki o şöyle demiştir:

“Unutulup gitmeyi ne kadar da istedim.” Hz. Âişe’nin (r.a): “Budanan bir ağaç olmayı yahut da hiç

yaratılmamış olmayı ne kadar isterdim” dediği kendisinden rivayet edilmiştir. Yine Hz. Âişe’den

(r.anh.) bir başka rivayete göre, o, bir ağacın yanından geçerken: “Ah ne vardı? Keşke ben de şu ağacın

yapraklarından biri olsaydım” demiştir (Gündüz: 2008, 281.) Hz. Âişe, zâhidlerce Allah korkusundan

çok ağlayan biri olarak takdim edilmiştir. Onu bu şekilde kabul edenlerden birisi Hz. Ebu Bekir’in

torunu Kasım b. Muhammed şöyle nakletmiştir: “Mûtâdım üzere yine bir gün sabah namazını kıldıktan

sonra Hz. Âişe’yi ziyarete gittim. O, kuşluk namazını kılıyor ve namazında “Allah lütfedip bizi kavurucu

Azaptan korudu.” (Tur 52/27) âyeti okuyor ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Beklemekten usandım.

O bitirmedi, ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime: “İşimi bitireyim, sonra ziyaretine

giderim.” dedim. İşimi bitirip döndüğümde, yine aynı hâlde âyeti tekrar ederek ağlamakta olduğunu

gördüm.” (Gazâlî: 2004/V, 139.) Bu rivayet, yeğeni tarafından nakledildiği için, biraz abartılı

bulunabilir. Ancak Âişe’nin (r.anh.), siyasetten uzak durduğu sıralarda nasıl bir yaşantı içerisinde

olduğuyla ilgili hizmetçilerinden gelen rivayetler bakıldığında bu durumun abartılı olmadığını görürüz.

Bu hâlin onda, aynı zamanda siyasî faaliyetlerindeki pişmanlığından kaynakladığını söyleyebiliriz.

Buna benzer birçok analiz yapılabilir. Ancak şurası bir gerçektir ki öncelikle dört halife ve Ebû Zer

Gıfarî, Ebû Derdâ gibi sahabîler sûfîlerin zühd hayatı üzerinde büyük etki yaptıkları gibi Peygamber

(sav) başta kızı Fatıma (r.anh.) olmak üzere hanımları da örneklik etmiştir. Çünkü onlar, Hz. Peygamber

bütün hallerine vakıf birinci derecede yakınlar ve özel talebeleridir. Allah’ı en iyi bilen ve azametini en

fazla idrak eden Resulullah’ın âlemlere rahmet bir elçi ve azim bir ahlâk üzere olmasına rağmen azamet-

i ilahîye karşısındaki davranışlarını bizzat müşahede etmişlerdir.

Yukarıdaki paraflarda geçen gerek Hz. Âişe’den gelen hadis-i şerifler olsun gerekse bizzat

kendisinin Allah korkusundan kaynaklan kaygılarından dolayı budanmış bir ağaç olma arzusu ve ileri

seviyedeki takvası nedeniyle Allah’ın huzurunda hesap vermek düşüncesinin kendisini sevk ettiği haşyet

hâli de daha sonraki asırlarda gelen sûfîlere model olmuştur.

13. Merhamet ve Yumuşak Muamele İle İlgili Hz. Âişe Rivayeti

Her canlıya merhametle ve yumuşaklıkla muamele etmek mutasavvıfların vazgeçemediği

vasıflarından birdir. Zira yaratılanı yaratandan ötürü sevme prensibi ve mahlûka şefkatli davranmak,

sûfîlerin hiçbir zaman vazgeçemedikleri esaslarıdır. Bu esası görüşlerine temel edinen sûfî

mütefekkirlerden biri olan Gazâlî’ye göre rıfk ve yumuşaklık makbul görülen bir şeyken, hiddet ve

şiddet tasvip edilmeyen ve reddedilen bir harekettir. Şiddet, gazap, öfke ve hırs gibi kötü ahlâkların

sonucu olurken, yumuşak muamele ise güzel ahlâkın neticesidir. Güzel ahlâk, öfke ve şehvet

kuvvetlerini dizginleyip irade altına almakla mümkün olur. Gazâlî, “İhyâ”da canlılara yumuşak ve

merhametli davranmanın faziletlerini ele aldığı yerde hadislerin ekseriyetini Hz. Âişe’den rivayet

etmiştir. Aşağıdaki hadiselerin hemen hemen hepsi Gazâlî’nin eserinde geçmektedir.(Gazâlî: 2004/III,

205-207.) “Ya Âişe! Şüphesiz ki, Allah refiktir. Yumuşaklığı sever. Yumuşak huyluluk karşılığında şiddet

ve başkası için vermediğini verir” buyurdu.” (Müslim, Birr 77; Gündüz: 2008, 183-184.) Hz. Âişe’den

(r.anh.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Yumuşaklık, lütuf ve yardım, gözle

görülen bir yaratık olsaydı, Allah’ın yaratıkları içerisinde ondan daha güzeli görülemeyecekti. Cehalet,

ahmaklık da gözle görülen bir yaratık olsaydı, Allah’ın yaratıkları içerisinde ondan daha çirkini

görülemeyecekti.” (gündüz: 2008, 184.) “Rıfk bir şeye girdi mi onu mutlaka süsler, bir şeyden de

çıkarıldı mı onu mutlaka çirkin kılar.” (Müslim, Birr 78; Ebû Davud, Cihâd 1; Edeb 11; Gündüz: 2008,

184.) “Allah kulları hakkında hayır dilerse, yaşayışlarında onlara yumuşak huyluluk nasip eder. Onlar

hakkında şer dilerse yaşayışlarında kaba ve sert bir tabiat verir.” (Gündüz: 2008, 184.) “İnsanlardan

her yumuşak huylu, ince kalpli, hoş geçimli ve cana yakın kimse, cehennem ateşine haram kılınmıştır.”

Page 18: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

270 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

(Gündüz: 2008, 184.) “Peygamber Efendimiz Hz. Âişe’ye (r.anh) şöyle demiştir: “Yumuşak huylu ve

nazik ol; öfkeden ve çirkin şeyden şiddetle kaçın, çünkü yumuşaklık nerede bulunursa orayı süsler ve

yumuşaklık nerede bulunmaz ise orası lekelenir.”(Müslim, Birr 23.)

Merhamet ve sevgi tasavvufî düşüncenin temel esaslarından olduğundan sûfîler nazarında

tartışmasız irfanî yolun esasların teşkil etmişlerdir. Onlara göre, kâinatın yaratılışın temel ilkesi de

muhabbettir. İşte bundan dolayı sûfîler, insana çok farklı bir gözle bakarlar. Hatta onlara göre, Allah’ın

manevî tecelli yeri olarak tasvir ettikleri insan kalbini incelten kimseler, iki cihanda da bedbaht

olacaklardır (Türer: 1995, 581.) Aynı zamanda Hz. Peygamber, sadece insanlara karşı yumuşak ve nazik

olmayı tavsiye etmeyip bütün canlılara karşı böyle davranılması gerektiğini salık vermiştir. O’nun bu

konudaki tavsiyelerinden bir tanesi şu şekildedir: “O, inatçı bir deveyle mücadele eden Hz. Âişe’ye

“hayvana karşı yumuşak davranmasını emretmiştir.” (Alper: 2008, 56.)

Hz. Âişe’den gelen bazı hadisler, sûfîlerin en çok eserlerinde kullandıkları, hayatlarında en fazla

üzerinde durdukları ve seyr ü sülûklarında bir pusula gibi faydalandıkları onlara yol gösteren rehberler

olmuştur. İşte aşağıdaki şu iki hadis-i şerif bunlardan bir kaçıdır.

“Hz. Âişe (r.anh) anlatıyor: “Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı. Bir

şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye

bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Resulullah (sav) girdi.

Durumu ona anlattım. Dedi ki: “Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir, o da bu kızlarına iyi davranırsa,

kızlar, onun için, ateşe karşı perde olurlar.” (Gündüz: 2008, 197-198; Buharî, Zekât 10, Edeb 19;

Müslim, Birr 147; Tirmizî, Birr 13.)

“Hz. Âişe (r.anh) şöyle demiştir: “Bedevilerden bir takım insanlar, Resulullah’ın (sav) yanına

geldiler de: “Siz çocuklarınızı öper misiniz?” dediler. “Evet!” cevabını verdi.” Vallahi biz

çocuklarımızı öpmeyiz.” dediler. Bunun üzerine Resulullah (sav): “Allah sizden merhameti aldıysa ben

ne yapabilirim?” buyurdu.”(Gündüz: 2008, 198; Buharî, Edeb 18; Müslim, Fezail 64.)

Yukarıda verilen hadisler ve bu hususta ilk devir sûfîlerin sözleri birçok mutasavvıf şairin çok

hikmetli şiirler kaleme almasına vesile olmuştur. İlki Yunus Emre’ye, ikincisi Alvarlı Efendi’ye ait şu

şiirlerde bu nokta vurgulanmıştır:

“Elif okuduk ötürü,

Pazar eyledik götürü,

Yaratılanı hoş gör,

Yaratandan ötürü.” (Gölpınarlı:1995, 9.)

“Âşık der incidenden,

İncinme incidenden,

Kemâlde noksan imiş,

İncinen incidenden.” (Çelik: 2013/I, 606.)

14. Kadınların Erkekleri Hükmü Altına Almaları Hususu ve Hz. Âişe

Mevlânâ Celaleddin Rûmî, kadınların fizikî yönünden zayıf yapılarına rağmen bilgili eşlerine

hükmettiği, cahil ve eğitimsiz eşlerin ise kadınlara hükmettiği görüşündedir. Onun, bu kanaate

ulaşmasında bizzat hayat tecrübesini kendisine sunmuş olduğu verilerin yanı sıra İslamî kaynaklardan

edindiği bilgiler de ektili olmuştur. Mevlânâ, Hz. Muhammed ile Âişe’nin (r.anh) diyaloglarından

hareket ederek entelektüel insanların eşleriyle muamelesini ele almıştır. Mevlânâ’ya göre, bir kişi

Page 19: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 271

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

yiğitlikte ister Zâloğlu Rüstem gibi olsun isterse Hz. Hamza’dan ileri geçsin hükmetme hususunda

hanımının esiridir. Sözleriyle bütün âlemi sarhoş eden Hz. Muhammed bile “Kellimînî yâ Humyerâ”

demiştir. Yani “Benimle konuş ey Hümeyra” buyururmuştur. Mevlânâ’ya göre, zâhire su ateşten üstün

olsa da, su bir kaba konunca ateş onu fıkır fıkır kaynatır. İkisini arasına bir çömlek oldu mu ateş, o suyu

yok eder, hava haline getirir. Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, erkek de kadından üstündür; fakat

hakikatte onu istemektedir ve ona mağlûptur. (Çatak: 2015, 59.) Böyle bir özellik ancak insanlarda

vardır. Çünkü insanda muhabbet vardır. Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da hayvanların insana göre

eksik olmasından ileri gelmektedir. Büyük sûfî Mevlânâ’ya göre, bu husus Peygamber’in (sav) buyruğu

şöyledir: “Kadınlar, akıllı kişilere, ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar. Fakat cahiller, kadına

galebe ederler.” Kaba ve cahil insanların kadınlara hâkim olmaları gönül ehli olmaktan uzak olmaları

sebebiyledir. Zira onlarda acıma, lütfetme, sevme azdır. Tabiatlarında, yaratılışlarında hayvanlık

hâkimdir. Sevgi ve acıma, insaflı olma insanlık vasfıdır, hiddet ve şehvet, kabalık ise hayvanlık vasfıdır.

Kadın, sadece sevgili değil, Hak nurunun eseridir. Hatta Mevlânâ, kadının değerin ifade etmek için

kadının bir insanın yaratışına vesile olmasından dolayı aşırı mübalağa yaparak sanki onu yaratılışındaki

rolünden dolayı yaratılmış değil, yaratıcı olarak görür (Mevlana: 2004/I, 216.)

Hz. Peygamber ile Âişe (r.anh) arasında geçen bu diyalogdan hareket eden Mevlânâ’nın,

kadınların erkeklere hâkim olması görüşüne ulaşmasında büyük bir etken olduğu kadar sûfîlerin insana

bakışının rolü olduğu muhakkaktır. Hatt-ı zatında ekseriyetle sûfîler, insanın üstünlüğünü, tıpkı Kur’ân-

Kerim’de olduğu gibi, takvada görerek her hangi bir cinsiyete bağlamazlar. Onlara göre, nefsine hâkim

olan erkek olsun kadın olsun ricâl kabul edilir. Aynı şekilde ister erkek olsun isterse kadın nefsine

mağlup olduğu zaman nisâ olarak kabul edilir. Aslında kişinin efdâliyeti ve raculiyeti nefsine hâkim

olup olmamasıyla doğru orantıdır. Kur’ân-ı Kerim’de “الرجال قوامون على النساء” (Nisa 4/34.) bu âyette

erkeklerin kadınlara üstünlüğü evin geçimini sağlamlarından dolayı birçok tefsirde erkeğin kadına

üstünlüğü şeklinde yorumlansa da İslam hukukunda ev reisliği normalde erkeğin hakkı olmasına rağmen

eğer erkek evin geçimini yerine getiremeyip kadın geçimi üstlenirse bu durumda ev reisliğinin kadına

geçeği hükmü de mevcuttur. Yukarda zikredilen âyetin işaret ettiği gibi, evin nafakasını temin

etmesinden dolayı efdaliyet erkeğe verilip bu vasfını kaybetmesiyle elinden bu vasıf alınıyorsa başta

takva ile ilgili يكم اتقه âyet olmak (Hucurat 49/13.) üzere ahlâklı ve erdemli olmayla ilgili ان اكرمكم عند للاه

ayet ve hadislerden işaretiyle başta sûfîlerin böyle bir anlayışa ulaşmalarında etkili olmuştur. Şunu da

belirtmeliyiz ki bazı sûfîlerin âyet ve hadislerden almış oldukları ilham vesilesiyle üstünlüğü cinsiyeti

ötesinde nefsin istekleri karşısında insanın takınmış olduğu tavra göre değerlendirirken, Mevlânâ, bu

geçen delillere ek olarak bizzat Hz. Peygamber ile Âişe (r.anh) arasındaki diyaloğu “Mesnevî”sinde

zikrederek delil getirmesi son derece anlamlıdır. Çünkü Peygamber’in (sav) bizzat ailesinden örnek

vermek İslam’ın aile sistemine temelin teşkil edecek en köklüsünü referans olarak vermek demektir.

15. Semâ‘ ve Hz. Âişe Rivayeti

Semâ‘ bütün sûfîler tarafından insanı Allah’a yaklaştıran ve vecd yönüyle onu yücelten bir

vesile olması nedeniyle benimsenmiş, kâmil insan olma yolunda bir vasıta olarak görülmüştür. Nitekim

zikrin insanı vecde getiren en güzel örneklerinin başında semâ’ zikredilmiştir. Her ne kadar semâ’ sûfîler

nazarında önemli olsa da âlimlerle sûfîler arasında büyük tartışmalar sebep olmuştur (Arpaguş: 2007/III,

369-370.) Bu sebepten ötürü tasavvuf ilmini izah eden eserlerde sûfîlerin Cüneyd-i Bağdadî gibi önde

gelenleri semâ’ hakkında müspet fikirler serdederken, Serrâc et-Tusî gibi ilk tasavvufî eserlerin

yazarlarından bazıları eserinin belli bir bölüm semâ’ya ayırırken Abdülkerim Kuşeyrî’de olduğu gibi

bazı sûfî müellifler ise müstakil semâ’ risâlesi kaleme almışlardır. Eserlerinde semâ‘ya geniş yer

verenlerden biri de Gazâlî’dir. Muhammed Gazâlî’nin “İhya”sının ikinci cildinde geniş yer vermiş

olduğu semâ’ konusu âlimler nazarında da kabul görmüş veya müsamahayla karşılanır olmuştur. Daha

sonraları zikir meclislerinde semâ’ yapmak başta Ebû Said Ebu’l-Hayr olmak üzere Mevlânâ Celaleddin

Rumî ile zirveye yükselmiştir. Sûfîlerin âlimlere karşı semâ‘yı savunurken haram diyen muhatapların

ileri sürdükleri delillerde olduğu gibi Peygamber’in (sav) söz ve takrirlerini hüccet olarak sunmuşlardır.

Page 20: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

272 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

Bu delillere baktığımızda Hz. Âişe’nin davranışları karşısında Peygamber’in (sas.) almış olduğu tavırlar,

en büyük modeller olarak görünmektedir. Hz. Muhammed’in bir olayı görüp sukut etmesi veya müsaade

istenmesi karşısında izin vermesi bunun en güzel örneğidir.

Hz. Peygamber’in, Habeşistanlı bir grup çalgıcı topluğunun mizmar (kaval) ve defler çalarak

raks ederek kılıç kalkan oynamalarını gören Hz. Âişe’ye, seyretmeyi isteyip istemediğin sorar, onun da

seyretmek istediğini söylemesi üzerine ön tarafında ayakta duran Allah elçisine dayanarak seyretmesi

olayını (Gündüz: 2008, 209-210.) sûfîler kendilerinin semâ‘ yapmalarına önemli bir delil kabul

etmişlerdir. Başka bir delil ise yine bayram günü Hz. Âişe’nin iki cariyenin def çalarak eğlenmelerini

seyrettiğini gören babası Ebû Bekir’in (ra.) müdahalesine Peygamber’in (sas.) engelleyip, “Her milletin

bir bayramı vardır, bu bizim bayramınızdır.” (Buharî, İ‘deyn 3.) diyerek engel olması olayıdır (Gündüz:

2008, 209; Ankaravî: 2007, 312-313.) Sûfîlerin ekseriyeti, Âişe’den (r.anh) gelen bu olaylardan

hareketle semâ‘, raks ve vecde gelmelerin mubah olacağına hükmetmişlerdir. Bir noktada Hz. Âişe’den

gelen bu rivayetler, ekseriyet sûfîlerin büyüklerinin de içinde olduğu birçok mutasavvıf için semâ’

yapmaya veya semâ‘ meclislerine katılmaya dinî dayanak olmuştur. Hz. Âişe’den gelen rivayetlerde,

hem Ebu Bekir hem de Hz. Ömer’in olayı dinen sakıncalı olacağı düşüncesiyle müdahalesi geçmektedir.

Klasiklerimizde farklı rivayetleri tercih etmiş olsalar da sonuçta bu olaydan semâ’nın caiz olacağına

hüküm çıkarmışlardır. Bu rivayetler, semâ‘ ve zikrin defler eşliğinde dönerek yapılmasına daha sonraki

asırlarda ney, ud gibi çalığılar eşliğinde yapılmasının mubah olmasına delil olarak getirmişlerdir

(Gündüz: 2008, 185; Tûsî: 1996, 267.)

SONUÇ

Hz. Âişe’den gelen hadis rivayetleri, tasavvufî düşüncenin şekillenmesinde son derece etkili

olmuştur. Çünkü mutasavvıfların sıklıkla kullandıkları birçok hadis-i şerif Hz. Âişe vasıtasıyla

gelmektedir. Biz burada sadece birkaç tanesinden bahsettik. Bazen Âişe’nin (r.anh) rivayet ettiği hadisi

alıp, onun getirmiş olduğu yorumu eleştirerek onun bu noktada meseleye bütüncül bakmadığını belirten

mutasavvıflar olmuşsa da bu durum çok azdır. Onu bu yönüyle tenkit eden isimlerden biri İbnü’l-

Arabî’dir. Onun, “Fusûsu’l-Hikem” adlı eserinde rüya bahsini ele alırken hem Âişe annemizin rivayetini

kullanıp hem de onun bütünlüğü görmediğini ifade ederek başka hadis-i şerifleri ele alarak farklı

açıklamalar yapması bir yana genel itibariyle bu rivayetler sûfîlerin ufuklarını açmıştır.

Hz. Âişe’nin hem yaşantısı hem de nakletmiş olduğu hadisler sûfîlerinin mistik tecrübelerinin

ifade edilmesinde etkili olduğu gibi irfânî bakış açılarını izah etmede de son derece faydalı olmuştur.

Bu sayede mutasavvıflar, erkek egemen toplumlarda üstünlüğün zâhirî bedensel yönde olmadığını

bilakis üstünlüğün Kur’ân’ın da belirtiği gibi takvada ve nefse hâkimiyette olduğunu daha rahat dile

getirmişlerdir. Yine onun rivayetleri vesilesiyle birinci derecede Peygamber ailesinin yaşantısının ne

kadar sade bir durumda olduğunu müşahede etmişlerdir. Böylece mutasavvıfların, riyazet içinde bir

hayat sürerken bu rivayetlerin Hakk’a vuslatta önlerinde sürekli bir ışık olduğunda şüphe yoktur. Bazı

sûfîlerin tasavvufun bütünüyle edep ve ahlâktan ibaret olmasını söylemesinde başta Hz. Âişe’den gelen

rivayetler en az diğer etmenler kadar etkili olmuştur. Kişinin merhamet ve şefkatli olması, çok ağlayıp

az gülmesi ve ahiret hayatı için hazırlıklı olması ve insanın aklını kullanmak suretiyle cennete gideceği

gibi konularda da müminlerin annesi Âişe’den gelen hadisler son derece önemlidir. Yine âriflerin sürekli

eserlerinde vurguladıkları gerek şükreden kul olma hususu ve şeytanın Müslüman olma olayı olsun

gerekse sürekli istiğfar hali üzere olma hususu olsun ondan gelen rivayetlerle daha iyi anlaşılmaya zemin

hazırlamıştır. Sûfîlerin üzerinde en fazla durduğu ve söz söylediği konulardan semâ’nın mubah olmasın

hadisesi yine Âişe’den (r.anh) gelen rivayetlerle aydınlatılmıştır.

Page 21: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

Tasavvuf Literatüründe Hz. Aişe 273

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

KAYNAKÇA

Ahmed b. Hanbel (2012), Kitabü’z-zühd, Tercüme: M. Emin İhsanoğlu, İz Yayıncılık, İstanbul.

Aksu A., (2015), Vefa, Sadakat ve Fedakârlık Örneği Hz. Hatice”Hazreti Hatice Sempozyum Bildirileri,

Sivas Belediyesi, Sivas.

Alper, H., (2008), “Hz. Âişe’nin Dilinden Hz. Peygamber”, İslam Kadın ve Toplum (Kadın Panelleri),

Türkiye Diyanet Vakıf Yayınları, Ankara.

Ankaravî, İ. R., (2007) Ankaravî, “Makâsid-i Aliyye fî Şerhi’t-Tâiyye” Osmanlı Tasavvuf Düşüncesi,

Hazırlayan: Mehmet Demirci, Vefa Yayınları, İstanbul, s.312-313.

Arpaguş, S., (2007), “Hüccetü’s-Semâ’, XVIII. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Mûsikî, Semâ’ ve Devran

Hakkındaki Dinî Tartışmalar ve İsmâil Ankaravî’nin Semâ’ Müdâfaası”, Marife, Yıl: 7, Sayı:

s.369-399.

Attar F., (2002), Tezkiretü’l-Evliya, Tercüme: Süleyman Uludağ, I-II, Mavi Yayıncılık, İstanbul,

Bardakçı, M. N., (200), Sosyo-Kültürel Hayatta, Fakülte Kitabevi, Isparta.

Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (Tarihsiz), el-Câmiü’s-Sahih, İstanbul.

Çatak, A., (2015), “Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevi Adlı Eserinde Su Metaforu”, Gümüşhane

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. IV, Sayı:7, s. 35-65.

Çelik, İ., (2013) “Alvarlı Efe Hazretlerinde İnsan Şahsiyeti”, Uluslararası Hâce Muhammed Lutfî

(Alvarlı Efe) Sempozyum (25-26 Nisan 2013, Erzurum) Bildiri, 2013, c. I, s.597-607.

Ebû Dâvud, Süleyman İbnü’l-Eş’as es-Sicistânî (1999), Sünenü Ebî Dâvûd et-Tayâlîsî, Muhammed b.

Abdü’l-Muhsin et-Turkî (Thk.), Mısır: Dâru’l-hicr

Gazâlî, Ebû Hamid b. Muhammed b. Ahmed el-Gazâlî (2004), İhyâu Ulûmi’d-din, I-V, Dârü’l-Va’yi

bi’l-Haleb, Haleb.

-----, (1989), Mükâşefetü’l-Kulûb, Tercüme: Salih Uçan, Çilek Yayınları, İstanbul.

Geylânî, Abdulkadir (1997), el-Günye, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut.

----- (2001), Fütûhu’l-Gayb, Tercüme: Abdülkadir Akçiçek, Alperen Yayınları, Ankara. ……

(1975), Füyûzât-ı Rabbâniyye, Çeviren: Celal Yıldırım, Bedir Yayınları, İstanbul.

Gölpınarlı, A., (1995), Yunus Emre, İstanbul.

Güloğlu, N., (2007), Tasavvufta Kadın ve Ebû Abdurrahman Sülemî’nin Zikru’n-Nisveti’l-

Müteabbidâti’s-Sûfiyyat Adlı Eser, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Konya.

Gündüz, M., (2008), Müsnet-i Âişe, , Konevî Yayınları, Konya.

Erzurumlu Hakkı, İbrahim (1984), Mârifetnâme, Hazırlayan: M. Fuad Başar, Kit-San Yayınları,

İstanbul.

Hatipoğlu, M. S. H., (1973), Hazret-i Âişe’nin Hadis Tenkidciliği, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Yayınları, Ankara.

Hucvirî, Ali b. Osman Cüllâbî (1982), Keşfu’l-mahcûb, Tercüme: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları,

İstanbul.

Isfâhânî, Ebû Nuayım Ahmed b. Abdullah(Tarihsiz), Hilyetü’l-evliyâ, I-II, Daru’l-kütübü’l-ilmiyye,

Beyrut.

İbnü’l-Arabî, Muhyiddin, (2006), Fusûsu’l-Hikem, Çeviren: Ekrem Demirli, Kabalcı Yayınları,

İstanbul.

Page 22: Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_25/2018_25_GOZTEPEY.pdf · pronounce that salvation is possible with humbleness and arrogance is the reason for spiritual

274 Yüksel GÖZTEPE

Turkish Studies Volume 13/25, Fall 2018

-----, (Tarihsiz), Fütuhatü’l-Mekkîyye , I-IV, Darü’l-fikr.

İskenderî, İbn Ataullah (2016), Hikem-i Atâiyye, Çeviren: Yahya Pakiş, Semarkant, İstanbul.

Kahraman, A., Kadın Fakihlerin Öncüsü: Hz. Âişe” Diyanet İlmi Dergi, c.XLV: 45, Sayı: II, s.73-90.

Kelâbâzî, Ebû Bekr b. Muhammed b. İshak (1993), et- Taarruf li-mezhebi ehli Tasavvuf, Daru’l-

kütübü’l-ilmiyye, Beyrut.

Konuk, A. A., (2002), Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I-IV, Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı

Yayınları, İstanbul.

Koşar, Y., (2018), Şemsüddin Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’de Nefis ve Marifetullah, Turkish

Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or

Turkic, Volume 13/9, Spring 2018, p. 175-194, ISSN: 1308-2140, DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.13364, ANKARA TURKEY.

Kotan, S. D., (2017), “Öğrenen –Öğreten- Uzmanlaşan Model Şahsiyet: Âişe Validemiz”, Yakın Doğu

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 3, c.III, Sayı: I, s.113-123.

Kuşeyrî, Ebu’l-Kasım Abdulkerim ibn Havâzin(2000), er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, Tahkik: Abdulkerim

Atâ, Mektebetü’l-Esed, Dimaşk.

Mekkî, Ebû Tâlib (Tarihsiz), Kûtu’l-kulûb, I-II, Daru Sadır.

Ebu’l Hüseyin Müslim, İbnü’l-Haccac el-Kuşeyrî (Tarihsiz), Sahîhu Müslim (el-Câmi’u’s-sâhih), nşr.

Muhammed Fuad Abdülbâkî, Ofset, İstanbul.

Pusmaz, D., (2011), “Kur’an’da İsar Kavramı”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:

25, s.77-104.

Rumî, Mevlana Celaleddin (2004), Mesnevi, Tercüme: Veled İzbudak, Gözden Geçiren: Gölpınarlı A.

B., Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İstanbul.

Sühreverdî, Ebû Hafs b. Muhammed b. Abdullah(1939), Kitabü avârifi’l-maârif, Mektebetü’l-

Alâmiyye, Mısır.

Şimşek, H. İ., (2016), Osmanlı’da Müderris Bir Sûfi “Muhammed Hâdimî, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî

Görüşleri, Hikmetevi Yayınları, İstanbul.

Rabbânî Ahmed-i Faruk, (2017), Mektûbât-ı Rabbânî, Hazırlayan, Orhan Ençakar, Yasin Yayınları, I-

II, İstanbul.

Tahanevî, Şeyh Eşref Ali, (1995), Hadislerle Tasavvuf, Hazırlayanlar: H. Zaferullah- Ahmed Yıldırım,

Umran Yayınları. İstanbul.

Tatçı-Ç., Mustafa, H., (1996), Türk-İslâm Tasavvuf Geleneğinde Rüya, İstanbul.

Tûsî, Ebû Nasr Serrâc(1996), el-Luma’, Tercüme: H. Kamil Yılmaz. Altınoluk Yayınları, İstanbul.

Türer, O., (1995), “Yunus Emre’de Barış ve Mutluluk” (Uluslarası Yunus Emre Sempozyumu Ankara ,

7-10 Ekim 1991)”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yay.,

S. 69 , Kongre ve Sempozyum Bildirileri Dizisi:2, s. 574-585, Ankara.

Uludağ, S., (1998), Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yayınları, İstanbul.

Zihni, M. E., (1982), Tarihte İz bırakan Meşhur Kadınlar, Sadeleştiren: Bedreddin Çetiner, I-II,

İstanbul.