tdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/... · web viewosmanlı beyliği’nin coğrafi...

279
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI 1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİN KARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİ Yüksek Lisans Tezi Esra ATALI Ankara – 2002 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI 1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİN KARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİ Yüksek Lisans Tezi Esra ATALI Tez Danışmanı Prof.Dr. Taner TİMUR Ankara – 2002 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI 1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİN KARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİ Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı:Prof. Dr. Taner TİMUR Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Sina AKŞİN .................................... Pof. Dr. Mehmet Ali AĞAOĞULLARI .................................... Prof. Dr. Ömer KÜRKÇÜOĞLU .................................... Tez Sınavı Tarihi: 06.06.2003

Upload: others

Post on 27-Dec-2019

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.ANKARA ÜNİVERSİTESİSOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜKAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ)ANABİLİM DALI1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİNKARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİYüksek Lisans TeziEsra ATALIAnkara – 2002T.C.ANKARA ÜNİVERSİTESİSOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜKAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ)ANABİLİM DALI1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİNKARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİYüksek Lisans TeziEsra ATALITez DanışmanıProf.Dr. Taner TİMURAnkara – 2002T.C.ANKARA ÜNİVERSİTESİSOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜKAMU YÖNETİMİ (SİYASET BİLİMİ)ANABİLİM DALI1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİNKARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİYüksek Lisans TeziTez Danışmanı:Prof. Dr. Taner TİMURTez Jürisi ÜyeleriAdı ve Soyadı İmzasıProf. Dr. Sina AKŞİN ....................................Pof. Dr. Mehmet Ali AĞAOĞULLARI ....................................Prof. Dr. Ömer KÜRKÇÜOĞLU ....................................Tez Sınavı Tarihi: 06.06.2003İÇİNDEKİLERÖNSÖZ.........................................................................................................................6BÖLÜM I. 1908 RUS DEVRİMİ ................................................................................71.1.Rus Siyasal Sisteminin Kökenleri ......................................................................8

1.2. 19. Yüzyılda Rus Otokrasisi............................................................................151.3. 19.Yüzyılda Rus Çarlığı’nın Sosyo-ekonomik Yapısının Dönüşüm Süreci ...311.3.1. Köylüler ve Aristokratlar: Rus Taşrasının Açmazları..............................311.3.2. Rusya’da Burjuva Sınıfının Gelişimi .......................................................391.3.3. İşçi Sınıfının Doğuşu................................................................................441.4. 1905 Devrimi Arifesinde Rusya’da Siyasal Hareketler ..................................471.4.1. Liberaller ..................................................................................................481.4.2. Sosyalistler ...............................................................................................521.5. 1905 Devrimi’nin Oluşum ve Yayılma Süreci................................................621.5.1. Papaz Gapon Hareketi..............................................................................621.5.2. Ekim Genel Grevi.....................................................................................701.5.3. Devrim Sonrasında Çarlık’ta Siyasal Yaşam...........................................76BÖLÜM II. 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ .................................................................802.1. Osmanlı Siyasal Sisteminin Kökenleri............................................................822.2. Osmanlı Siyasal Sisteminin Modernleşme Süreci ..........................................912.3. 19. Yüzyılda Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısının Dönüşüm Süreci...........1112.3.1. Reaya Sınıfı............................................................................................1112.3.2. Kayıp Burjuvazi .....................................................................................1172.3.3. Osmanlı’da İşçi Sınıfının Doğuşu..........................................................1222.4. Dönüşen Osmanlı Aydını ve Jön Türk İdeolojisinin Doğuşu .......................1252.5. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşu ve 1908 Devrimi’nin Örgütlenme Aşamaları..............................................................................................................................1372.5.1. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Oluşum ve Yayılma Süreci..................137

2.5.2. Makedonya’da Ayaklanma ....................................................................1522.5.3. Devrim Sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Siyasal Yaşam...........158BÖLÜM III. 1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİNKARŞILAŞTIRMASI..............................................................................................1663.1. Rusya ve Osmanlı İmparatorluklarının Geleneksel Yönetim Yapılarının Karşılaştırması..............................................................................................................................1673.2. Rus ve Osmanlı Modernleşmesinin Karakteristik Özellikleri ve İtici Güçleri ÜzerineBir Değerlendirme................................................................................................1733.3. 19.Yüzyılda Rus ve Osmanlı İmparatorluklarının Sosyo-Ekonomik YapılarınınDönüşüm Süreçlerinin Karşılaştırması.................................................................1883.4. 19. Yüzyılda Rus ve Osmanlı İmparatorluklarında Oluşan Muhalif Siyasal HareketlerÜzerine Bir Karşılaştırma.....................................................................................2033.5. 1905 Rus ve 1908 Jön Türk Devrimleri’nin Oluşum ve Örgütlenme KarakterleriÜzerine Bir Karşılaştırma.....................................................................................214SONUÇ ....................................................................................................................227TEZ ÖZETİ ..............................................................................................................229SUMMARY.............................................................................................................230KAYNAKÇA...........................................................................................................230ÖNSÖZBu tez çalışmasında birbirlerine bir çok yönden büyük benzerlikler gösteren iki mutlakmonarşi olan Rus Çarlığı’nı ve Osmanlı İmparatorluğu’nu anayasal monarşi olma eşiğinegetiren 1905 Rus ve 1908 Jön Türk Devrimleri’ni, imparatorlukların o tarihe dek geçirmişoldukları kapitalistleşme sürecine yoğunlaşılaraktan incelenmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede

konu, her iki imparatorluğun 19. yüzyılda geçirdikleri siyasal, sosyo-ekonomik ve düşünseldönüşüm süreçleri geleneksel-modern çatışmasına vurgu yapılaraktan işlenmiştir. Avrupakıtasının doğusunda konumlanan bu imparatorlukların, Batı dünyasıyla aralarındakigelişmişlik farkını kapatmak için giriştikleri modernleşme çabalarının, bu iki devrimingerçekleşme şekilleri bağlamında ulaşmış olduğu boyutlar, “geç kapitalistleşme” olgusu temelalınaraktan açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu devrimlerin meydana geldiği siyasalve sosyo-ekonomik koşullar incelenerekten her iki imparatorluğun 19.yüzyılda geçirmişoldukları modernleşme sürecinin değerlendirilmesi de amaçlanmıştır. Sözkonusu devrimler,güçlü merkezi yönetim geleneğine sahip ve toplumsal sınıfların aşırı biçimde iktidarıntahakkümü altında gelişimini sürdürdüğü Rus ve Osmanlı İmparatorluklarında, tabandangelerek saltanat güçlerini dize getiren ilk siyasal ayaklanmalar olmuşlardır. Bunların,Rusya’da 1917’de kurulan Sovyetler Birliği ve Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde1923 tarihinde yükselen Türkiye Cumhuriyeti devletlerine ve yeni rejimlerine hazırlayıcısafha olarak büyük etkiler yapması, seçilen konunun tarihsel önemi açısından da oldukçaaçıklayıcıdır.Bu tez çalışması, Rus ve Osmanlı İmparatorluklarının modernleşme süreçlerininbaşlangıçlarından itibaren genel bir değerlendirmesini içermektedir. Rus modernleşmesiBüyük Petro dönemi başlangıç alınaraktan tartışılırken, Osmanlı örneğinde ise, III. Selimdönemi başlangıç noktası alınmıştır. Her iki impratorluğun tarihsel evriminde üzerindeyoğunlaşılan zaman dilimi, 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren devrimlerin gerçekleşmesinedek süren dönemdir. Bu devrimler ayrı ayrı değerlendirilirken, ortaya çıktıkları sosyoekonomikve siyasal koşulların yanısıra dönemin hakim düşünsel akımlarına da yoğunlaşılmışve devrimlerin örgütlenme safhalarına görece daha az yer verilmiştir. Bu çalışmada söz

konusu iki devrimi hazırlayan siyasi, sosyo-ekonomik ve düşünsel platformlarda geçirilen19.yüzyıldaki dönüşüm süreci ayrı bölümlerde incelendikten sonra devrimlerin benzeştiği vefarklılaştıkları yönlerinin analiz edildiği bir üçüncü bölümle çalışma sonlandırılmıştır.Bu çalışmada her aşamada eleştiri ve görüşleriyle beni yönlendiren Sayın Hocam Prof.Dr. Taner Timur’a teşekkürlerimi sunarımEsra ATALI2002BÖLÜM I. 1908 RUS DEVRİMİAktif olarak Rus proleter sınıfı tarafından gerçekleştirilen ancak sonucu itibariyleburjuva devrimi niteliği kazanacak olan 1905 Devrimi Rus Çarlığı’nın mutlak monarşiyönetiminden meşruti monarşi yönetimine geçmesine yol açmıştır. Fransız Devrimi veBritanya’da başlamış olan Sanayi Devrimi’nin siyasal ve sosyo-ekonomik yapısını hazırladığı19.yüzyılın en öne çıkan özelliklerinden biri, temelleri 16.yüzyıl Avrupa’sında atılankapitalist düzenin tüm dünyaya ihraç edilme seferberliğinin muazzam bir hız kazanmasıdır.Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi ve kıtanın güç dengesinde belirleyici bir role sahip,devasa büyüklükte bir imparatorluk olan Rusya, bu yüzyılda Batı’dan esen rüzgarlara karşıoldukça kırılgan bir pozisyonda kalmıştır. Rusya’nın Batılı rakipleri karşısında ekonomikazgelişmişliği ve otokrasinin, gelişme ve çeşitlenme sürecine giren toplumsal yapınıntaleplerine cevap verememesi ülkenin 20.yüzyılın başlarında oldukça şiddetlenecek olan birçeşit kaosa sürüklenmesine yol açmıştır. Özellikle 1890’larda girişilen hızlı sanayileşmeatılımı sosyo-ekonomik yapıda kökten değişimleri beraberinde getirirken, İmparatorluğunsiyasi modernleşme ile süreci destekleyemediği noktada rejim tıkanmış ve sonuç geniş birtoplumsal yelpazeyi arkasına alan kitlesel bir devrim olmuştur.20.yüzyılın başlarında Rusya Batı Avrupa ile karşılaştırıldığında bir çok yöndenoldukça geri kalmış bir görünüm sergiliyordu. Sanayi Batı’ya oranla zayıf olmasına rağmen

hızlı bir genişleme sürecine girmişti; ancak taşralılık halen toplumsal yapıdaki hakim tonolmayı sürdürüyordu. Köhnemiş bir iktidarın zulmü altındaki bu uçsuz bucaksız ülkedeyoksulluk kol gezerken, imparatorluğun sömürgecilik maratonunda aktif rol oynamayasoyunması iktidarla halk arasındaki iletişimsizliğin göstergesiydi. 19.yüzyılda başa geçenRus Çarları’nın tebaalarına karşı takındığı anlayışsız ve uzlaşmaz tutum taraflar arasındakiuçurumu sürekli genişletirken, halk “Çar” sözcüğüne atfettiği tüm yüce değerleri kaybetmeyebaşlamıştı. 1905 yılında meydana gelen iktidar karşıtı eylemler halk tabanındaki bu ruhhalinin ulaştığı boyutu açığa çıkarması bağlamında oldukça anlamlıydı. Genel olarakbakıldığında Rusya, Batı Avrupa’nın çok önceden tecrübe etmiş olduğu, mutlakıyetçiyönetimin temsili unsurlar kazanacağı safhayı geçiriyordu. Ancak Rusya’nın sosyo-ekonomikve siyasal yapısının kendine has koşulları, hem 1905’te hem de 1917’deki devrimcihareketlere damgasını vurmuş ve ülkenin siyasal yapısındaki evrimi Batılı ülkelerdekindençok farklı noktalara sürüklemiştir.1.1.Rus Siyasal Sisteminin KökenleriRusya üzerine çalışan uzmanların genel olarak birleştiği nokta Rus tarihinin ülkeninyayıldığı coğrafyanın öznel koşulları tarafından belirlenmiş olduğudur. Devasa büyüklükte birkara parçasını kaplayan Rus Devleti, Avrupa ve Asya kıtaları arasında bir geçiş sahasıdır. İkiayrı dünyanın karşılaşma sahasında ikamet eden Rus halkının bu ayrık kültürler arasındabocalaması, Rus tarihinin en merkezi temalarından biri olmuştur. Batı ve Doğu kültürleriarasında sıkışmış olma durumu kendini en bariz olarak Rus devlet geleneğindegöstermektedir. Birbirlerinden bağımsız olarak kurulan knezlikler ilk Rus siyasalörgütlenmeleridir. 9.yüzyılda Kiev Knezliği’nin gelişerek diğerlerini boyunduruğu altınaalması sonucu tarihin ilk Rus devleti ortaya çıktı. Rus devlet sisteminin şekillenmesinde10.yüzyılda Ortodoks Hıristiyanlığının kabul edilmesi çerçevesinde Bizans İmparatorluğu ile

kurulan yakın ilişkilerin büyük bir etkisi vardır. Hıristiyanlığın Bizans versiyonunun kabulüRuslar’ı Katolik Batı dünyasından kültürel, ekonomik ve siyasal izolasyona itmesi ülkeninOrta Çağ’da farklı sosyo-ekonomik süreçlere sürüklenmesine yol açmıştır. 12.yüzyıldaBizans’ın gerileme dönemine girmesiyle Ruslar Batı’yla ilişkilerini güçlendirmeye başladılar.Ancak, aynı yüzyılda Moğol-Tatar istilasıyla Doğu’nun boyunduruğuna giren Ruslar, bir kezdaha Avrupa’dan izolasyona maruz kalmışlardır. Moğol-Tatar istilası Rus yönetimgeleneğinin oluşmasında çok önemli bir safhaya işaret eder. Avrupa ile bağlantısı kesilenRusya Batı’dan bir ölçüde farklı, kendine has bir feodal düzen yaratmış ve bu karakteristikfeodalite ülkenin daha sonraki tarihinde belirleyici bir unsur olmuştur.Tatar boyunduruğunun altında Rus knezlerinin rolü vergi toplayıcılığına indirgendi.13.yüzyıl ortalarında Moskova knezliği yükselme dönemine girdi. Tatar hanlarının himayesiniarkasına alan Moskova prensleri Tatar yönetim metodlarından fazlasıyla etkilendiler.15.yüzyılın sonlarına doğru Tatar yönetimi sona erdikten sonra Moskova prensleri bu mirasıdevralarak güç tekeline dayanan yönetimi sürdürmeye devam ettiler. Buna ek olarak Bizansİmparatorluğu’nun kiliseyi iktidara hizmet eden bir kurum şeklinde kurguladıkları ideoloji veritüeller Moskova prensleri tarafından da benimsenmişti. İdeal hükümet formu olarak otokrasikültünün sağlam bir şekilde inşası bu döneme denk düşer1. 1633-1654 yılları arasında hükümsüren IV. Ivan, Rus yönetim geleneğine mutlakçılık ve terör gibi hiçbir zamansıyrılamayacağı nitelikler kazandırmıştır. IV. Ivan yeni bir siyasi rejim tarzı yaratmadı; sadece“Asyatik Despotizm” olarak adlandırılabilecek Rus yönetim geleneklerini sağlamlaştırdı.Devletin her alanda aşırı kontrolü ve özel mülkiyetin gelişememesi gibi birbiriyle ilişkiiçindeki iki unsur Rus siyasal sistemini Batı’dan çok Doğu’ya yaklaştırdı2. IV. Ivan, Rusaristokrat sınıfı Boyarlar’ın nüfusunu kırarak iktidarın keyfiyetine tehdit oluşturacak sınıfsalbaskı unsurunu ortadan kaldırarak, hükümdarın güç tekeline bağlı oldukça merkezi bir siyasal

yapı kurdu. Batı Avrupa’daki devletlerle karşılaştırıldığında Rus hükümdarının etki sahasımuazzamdı. En güçlü sınıf olan Boyarlar dahi Çar’ın hizmetçisi olmaktan daha ötesinegeçemediler. Toprak sahipleri bölgelerinde güçlü siyasal kimlikler kazanamadı ve Rusşehirlerinin yönetimi direkt olarak prensler ve prenslerin atadığı yöneticiler tarafındanyürütüldü. Avrupa’nın tamamında karakteristik bir özellik olarak ortaya çıkan yerel aidiyetbilincine ulaşmış özerk komünler Rusya’da oluşamadı*. Rusya’da bölgesel aidiyet bilincininve özerk şehir meclislerinin noksanlığı merkezi yönetimin tahakkümüne karşı yerel ve sınıfsalayrıcalıkları savunacak temsili kurulların oluşamaması sonucunu doğurmuştur3.Rus siyasal sisteminde öne çıkan bir diğer unsur da kilisenin iktidara hizmet eden birkonumu benimsemiş olmasıdır. Ortaçağ’da Katolik Avrupa’da olduğu gibi Rus kilisesi debirbirlerinden kopuk ve siyasal olarak bölünmüş yerleşim bölgelerinde kültürel ünitesağlanması yönünde birleştirici bir rol oynadı. Rus kilisesi kuruluşundan beri ritüellerini ve1 MOSSE, W.E., The Economic History of Russia (1856-1914), London & New York, I.B.TAURIS, 1996, s: 82 DANILOV, A. A., The History of Russia, New York, Heron Press, 1996, s: 362* Novgrod Eyaleti bu duruma istisnadır. Bkz. KOENIGSBERGER, H. G., Medieval Europe ,400-1500,London, 1991, s: 3203 Koeningsberger, a.g.e.tüm dinsel düşünüş sistemini oluştururken Slav dilini kullandı. Çok az sayıda Hıristiyanmetinleri Slav diline çevrildi. Grek ve Latin teoloji metinleri ve teoloji tabanlı antik felsefeRuslar’a oldukça yabancıydı4. Rus kilisesi, Bizans İmparatorluğundaki kilise ve devletarasındaki uyumlu işbirliği tavrını benimsedi, fakat devlet her zaman daha güçlü olan partneroldu; uyum, devletin kilise üzerindeki hakimiyetiyle sağlandı. Bu yüzden Latin-Hıristiyantarihinde sıkça olan devlet-kilise çekişmesine Rus tarihinde rastlanmaz. Aynı zamanda Ruskilisesi İstanbul’daki metropolit kiliseden bağımsızlığını kazanmayı başardı. İstanbul’unTürkler tarafından fethedilmesinden altı ay sonra Moskova’da toplanan Rus piskoposlar

meclisi, Moskova’daki Rus metropolitanının artık İstanbul patrikhanesinin onayını almayaihtiyaç duymayacağını ilan etti5.Rus siyasal sisteminin yapısal analizlerinde I. Petro dönemi özel bir yer tutar. 1689-1725 yılları arasında hüküm süren ve ülkedeki ilk geniş ölçekli modernizasyon hareketinibaşlatan I. Petro, otokratik Rus yönetim geleneğinin kurucusu olmuştur. Batılılaşma ereğiçerçevesinde saltanatı boyunca taş üstünde taş bırakmayan Petro, geleneksel yapıya Batılıdeğerleri ve teknikleri eklemlendirerek Rus otokrasisinin temellerini atmıştır. St.Petersburgşehri Petro rejiminin simgesel anıtıdır; St.Petersburg’u kalkıştığı modernleştirme projesininmerkezine yerleştiren Petro, yüzyıllara dayalı bir geleneği ve dinsel havası olan Moskova’nınetkisini kırmak istiyordu. Bu, Rus tarihinin tertemiz bir sayfada yeni bir başlangıç yapmasıgerektiği düşüncesinin dışavurumudur. Yeni sayfaya yazılanlar tamamen Avrupalı olacaktır.Bu amaç doğrultusunda St.Petersburg’un inşası baştan sona İngiltere, Fransa, Hollanda veİtalya’dan getirilen yabancı mimar ve mühendislerce planlandı. 10 yıl içinde bataklıklarınortasında 35 bin bina yükseldi; 20 yıl içinde nüfus yüz bine yaklaştı ve şehir kısa süredeAvrupa’nın büyük metropollerinden biri oldu. Batı’daki hiçbir yönetici böylesine muazzam4 Mosse, 1996, s: 745 Koeningsberger, 1991, s: 324ölçekte bir inşaata girişemezdi. Petro, soyluların büyük bir bölümünün yeni başkentetaşınmasına ve burada saraylar yaptırmalarını emretti; aksi halde soyluların unvanlarıellerinden alınacaktı. Üç yıl içinde yeni kent sakat kalanlar ve ölenler olarak yüzelli bineyaklaşan işçi ordusunu yuttu. Şehrin inşası uğruna halkını kitle halinde yok edebilecek birkudrete sahip olan Petro, çağdaşı olan Batılı hükümdarlardan çok Doğulu despotlarıandırıyordu6. Sonuç olarak Petro, Rusya’yı Batılılaştırmak için tamamen doğulu olanmetodlara başvurmuştur.I. Petro’nun reformlarından bir diğeri otokrasinin laikleştirilmesidir. Ortodoks kilisesi

üzerinde tam bir egemenlik kurarak onu, iktidarın elinde uysal bir aygıt durumuna getirenPetro, Rus siyasal sisteminin tekelci niteliğini daha da güçlendirmiştir. Patrikliği kaldırarakOrtodoks Kilisesini “yüksek ruhani meclis” e yani kilise işleri bakanlığına çevirerek zaten çoksınırlı olan iktidara karşı yaptırım gücünü de tamamen elinden almıştır7. Kendi siyasaldüşünceleri ve reform projeleri için Kiliseyi propaganda aracı olarak kullanan Çar, aynızamanda kilisenin eğitim üzerindeki tekelinden de yararlanmıştır. Petro zamanında eğitim ikihedefe yöneltilmiştir: geleneksel olarak hükümdara itaatin gereklerini yeni jenerasyonaaktarma çabası ve kilisenin vasıtasıyla ülkedeki her bireye, öncelikle, eğitim aracılığıylaulaşmak. Petro’nun bir diğer çabası da kilisenin eğitim tesislerini laik kullanıma açmayaçalışmasıdır8. Petro’nun saltanatında öne çıkan bir diğer unsur Çar’ın ve burjuva sınıfına tamdestek vermesi ve bu sınıfı güçlendirmek için yaptığı geniş iktisadi reformlardı. Petro’nuntüm dış politikası ticari sermayenin geliştirilmesi çerçevesinde şekillenmiştir. Açık denizlereulaşma yönünde temellenen dış politika tüccar sınıfı geliştirme ereği ile yakından6 BERMAN, M., Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999, s: 237-2397 Mosse, 1996, s: 88 BISSONETTE, G. A. A., “Peter The Great And The Church As An Educational Institution”, Essays InRussian And Soviet History (In Honour Of Geroid Tanquary Robinson), Der John Stelthon Curtiss, NewYork, Colombia University Press, 1963, s: 18bağlantılıydı. Saltanatının son yıllarında Avrupa’dan Asya’ya giden ticari yolların önemli birkısmı Rusya’nın eline geçti.Batıda olduğu gibi Rusya’da da bürokrasinin gelişimi ile, para ekonomisiningenişlemesi ve ticari sermayenin ortaya çıkması arasında yakın bir ilişki vardır. 17.yüzyıldaMoskova’da yükselişe geçen ticari kapitalizm kaçınılmaz olarak Moskova’daki bürokrasininbüyük ölçüde genişlemesine zemin yarattı9. Ancak Batı Avrupa tarzında Rus bürokrasisinindoğuşu, Petro zamanına rastlar. Rusya’nın ilk gerçek bürokratik kurumu olan Çar konseyi

(Duma)’nın yerini alan senatoydu. Duma, Moskova’lı Çarlar’ın gözde vasıllarının kuruluydu.Senato ise Petro tarafından soy yada toplumsal pozisyona bakılmaksızın atanan memurlarınoluşturduğu kuruldu10. Petro’nun kurumları sadece soy ve unvanları yadsımakla kalmıyor,bariz bir burjuva karakteri de taşıyordu. I. Petro dönemindeki modern Rus devleti inşası,madalyonun sadece bir yüzüydü. Petro’nun reformları halkın refahını önemli ölçüde düşürdüve ölüm oranlarında muazzam artış oldu. Petro’nun modern Rusya yaratma yönündekiatılımları ülkenin Avrupa’da büyük bir güç olarak ortaya çıkmasının temellerini attı ve busayede Rus Çarlığı Avrupa uygarlığının bir parçası oldu. Ancak, söz konusu kapitalistgelişmenin sağlanabilmesi için geniş ölçekte bir emek sömürüsü yapıldı. Şunu da belirtmekgerekir ki Petro reformları ülkenin feodal düzenini kökten etkileyecek ya da köylülerin yaşamtarzını değiştirecek köklü sonuçlar doğurmadı. Rus köylüsü geleneksel değerlerine bağlıkalmayı sürdürdü. Petro’nun sistemi yine de toplumun alt ve üst katmanları arasındaki sosyokültürelhizipleşmenin artmasını sağlamak yönünde bir etki yapmıştır11. Petro’nun önderlikettiği süreç nitelik bakımından “yukarıdan yönetici zümrenin yürüttüğü modernleşme9 POKROVSKII, M. N., Bureaucracy In Russia , Russia In World History (Selected Essays By M.N.Pokrovskii), Der: Roman Szporluk, Michigan, The University Of Michigan Press, 1970a, s: 60-6110 Pokrovskii, a.g.e.11 Danilov, 1996, s: 363hareketi” olarak şekillenmiş ve Rus Çarlığı’nın yıkılışına dek söz konusu durumdeğişmemiştir; Rusya’da modernleşme her zaman sıkı bir şekilde merkezi yönetiminkontrolünde sürdürülmüştür.Petro öldükten sonra aristokratlar, oluşturdukları “yüksek özel kurul”a önemli yetkilervererek hükümdarın otoritesini az çok frenlemeyi başarsalar da bu durum fazla uzun sürmedi.Gerçek bir toprak aristokrasisi olan Boyarlar’ın üzerlerinde artık bir bürokratik asiller sınıfıkurulmuştu12. Çarlık ile asiller arasında gelişen asillerin bağımlılığına dayalı ilişki tarzı Rus

siyasal sisteminin önemli bir karakteristiğidir; asiller kendilerini, devletin hükümranlıksahasında dengeleyici bir unsur olarak hiçbir zaman hissettirememişlerdir. Aristokrasioldukça geniş imtiyazlara sahip olmasına karşın devlete karşı kayda değer bir yaptırım gücünesahip değildi. Ancak bu durum devletin asillere muhalif bir tutum takındığı anlamına gelmez.Örneğin, II. Katerina’nın saltanat döneminde (1762-1796) asiller, mahalli idarenin yönetimineortak olmuş ve “Asiller İmtiyaz Kanunu” ile devlet hizmetlerinde aldıkları görevlerarttırılmıştır; ancak bu onlara devlet yönetimi üzerinde herhangi bir güç odağı yaratma şansıgetirmemiştir13. Otokrasi, 18. ve 19.yüzyıllarda asiller sınıfının çıkarına değilse bileisteklerine aykırı politikaları ertelemiştir; ancak söz konusu durum asillerin gösterdiğidirenişten çok, devlet cihazının yavaş işleyişinden kaynaklanmıştır14.Yayıldığı topraklar üzerinde tartışmasız egemen olarak gelişen Rus otokrasisiBatı’daki emsallerine göre ülkesindeki tüm güç odaklarını kontrolüne almış gözüküyordu.Ancak köylü kitlelerinin köleliği, ülkenin kanayan yarasıydı. Az çok kişisel kabul edileceksayısız bölgesel ayaklanma dışında, bizzat köylüler 17.yüzyılda Razin ve 18.yüzyılda12 LIEBMAN, M., Rus İhtilali (Bolşevik Başarısının Kaynakları, Gelişmesi ve Anlamı), İstanbul, VarlıkYayınevi, 1968, s: 1313 Mosse, 1996, s: 914 Liebman, 1968, s: 13Pugatçev isyanları olmak üzere devletin tüm sistemini yerle bir etme potansiyeli taşıyan ikiisyan hareketine kalkıştılar; ancak her iki hareket de toplumsal düzeni bütünüyle yıkmak gibiradikal bir düşünce etrafında gelişmemiş, doğrudan düşmana yani kır ve şehir aristokrasisi ileişbirlikçi idarecilere, yönelmiştir. Sonuçta bunlar kendiliğinden ve bilinçsiz hareketlerolmanın ötesine geçememişlerdir. Bu isyanların yenilgiye uğratılmasını takiben, devlet, dinadamları zümresi ve muhafazakar unsurları yanına çekerek köylülere boyun eğdirmeyibaşarmış ve en azından psikolojik açıdan büyük isyan girişimlerini neredeyse imkansız halegetirmiştir15.1.2. 19. Yüzyılda Rus Otokrasisi

19.yüzyıl Rus Çarlığı açısından son derece çalkantılı geçmiştir. Bu yüzyıl tümAvrupa’yı kasıp kavuracak denli büyük bir uluslararası olayla, Fransa’da monarşi sistemininyıkılmasına yol açmış olan devrim ile başladı. Napolyon’un 1804’de kendini imparator ilanetmesi ve Avrupa’da Fransız hegemonyasını kurması üzerine Fransa’ya karşı oluşturulandevletler bloğuna Rusya da etkin olarak katılmıştı. 1812 yılında Napolyon’un Rusya’yı istilaetme girişimi başarısızlığa uğradı. Rus savunmasının başarısında, tüm maddi ve manevigüçlerini seferber ederek savaşmalarının ve halkın tüm vatanseverlik hislerinin kamçılanaraksavaşın bir ölüm kalım mücadelesi mahiyetine sokulmasının etkisi büyüktür. Çar I. Aleksandrtüm Avrupa’yı kontrol altında tutan Fransız imparatoruna karşı galip gelmiş bir devletinhükümdarı olarak Rusya’nın Avrupa’daki prestijini en üst seviyeye taşımış oldu.Napolyon’un istilasının Alman siyasal yaşamına olan kökten etkisi Rusya’da görülmedi.Almanlar Leipzig Savaşı’nı ulusal bir efsane haline getirdiler ve böylece savaş halk tabanındaAlman milliyetçiliğinin yeşermesine yol açtı. Ancak, Moskova savunması aynı tür bir sonuçdoğurmadı. Bu durum Rusya’daki ulusal bilincin zayıflığı ve siyasal gündemle halkın günlük15 VOLINE, Rus Devrimleri, İstanbul, Babil Yayınları, 2000, s: 9yaşamı arasındaki geniş bir uçurumun varlığı ile açıklanabilir16. 1815 yılında Napolyonkasırgasının bertaraf edilmesini izleyen Viyana Kongresi’nde Çar Aleksandr’ın teklifi üzerineAvusturya ve Prusya’nın katıldığı “Kutsal İttifak” kuruldu. Kongre sonrasında uzun zamanAvrupa politikasında önemli rol oynayan bu ittifakın üyeleri, Kutsal İncil’in emirlerine görehareket etmeyi prensip edindiklerini ve her ülkede meşhur olan hanedanın üyelerininhakimiyeti için birbirlerine yardım etmeyi taahhüt ediyorlardı. Bu üç devlet arasındakurulmuş olan ittifaka diğer Avrupa devletleri de katıldı*. Rusya’nın kongre esnasındaPolonya Krallığı’nı da bünyesine katması Batı’yla, özellikle de Almanya ile ilişkileriniarttırdı17.

19.yüzyılın ilk Çar’ı olan I. Aleksandr (1801-1825), Rusya için tamamen Batı Avrupatarzında bir gelişim evrimi kurguladı; Çar, anayasal bir düzen kurmayı ve serfliği kaldırmayıplanlayacak kadar ileri görüşlüydü. Çar’ın sağ kollarından biri olan Speranski Rus tarihinin enbüyük reformcularından biri olarak kabul edilir. Siyasal sistemde hukuksal reformlaragidilmesi gerektiğini savunan Speranski, bir anayasa taslağı da hazırlamıştı. 19.yüzyılınbaşlarında bir çok Rus gibi, Speranski de sistemde yapılacak bir revizyon için “yukarıdan”bahşedilecek bir anayasanın serflerin özgürleştirilmesinden daha az sorunlu olacağınıdüşünüyordu. Anayasa sadece toplumsal hakların genişletilmesini içerecekti; oysa serflerin16 THOMSON, D., Europe Since Napoleon, New York, Alfred A. Knopf, Inc., 1982, s: 102* Bu ittifaka giren devletler arasında 1818-1822 döneminde dört kongre yapıldı ve Avrupa’nın çeşitli yerlerindebaş gösteren ihtilalci hareketlerin önü alındı. İttifakın önderliği Çar Aleksandr’dan Avusturya baş vakiliMetternich’e geçince Çar ittifak ruhuna aykırı hareket etmeye başladı ve gayri resmi olarak Osmanlı padişahınakarşı isyan eden Yunanlılar’a yardım etti. Ancak Avusturya ve İngiltere’nin resmi müdahaleleri sonucu Ruslaryardımı kestiler.17 Thomson, 1982, s: 105özgürleştirilmesi nüfuzlu bir çok serf sahibinin haklarını sınırlayacaktı18. Bu bağlamda,ivedilikle bir anayasanın hazırlanıp kabul edilmesini; ancak serflerin özgürleştirilmesikanunun ertelenmesi gerektiğini düşünüyordu. Aynı zamanda mülkiyet kualifikasyonunadayalı oy kullanımı sonucu eyaletlerden seçilecek vekilleri içeren bir yasama organınınoluşturulması fikrini önerdi. Bu yasama organının kararları, İmparator’un onayına tabiolacaktı. Aleksandr, Speranski’nin, planlarını sempatiyle karşılamış olsa da bunların çoğuhayata geçirilmedi. Yine de kanun geçirme ve beyanname yayınlama gücü olan bir devletkonseyi kurulabildi; ancak konseyin* tüm eylemleri Çar’ın onayına bağlıydı ve yüzden debürokratik bir kurum olmanın ötesine geçemedi19. Speranski 1812 yılında savaşın arifesindeSt.Petersburg’dan sürüldü ve kariyeri sona erdi. Napolyon’a karşı yapılan savaşlar ve

Rusya’nın zaferi Çar Aleksandr’ın reformist siyasetinde de değişime yol açtı. I. Aleksandr19.yüzyıl muhafazakar Çarlar silsilesi içinde bir istisna olsa da anayasal düzenin ilkelerinibenimseyecek ya da serfliği kaldırma gibi bir riski alacak denli cesur değildi. İktidarının sondöneminde ilk dönemine oranla daha muhafazakar bir tavır sergiledi. Reform planlarınınuygulamaya geçirilmesindeki tereddütleri ve bunları ertelemeye gitmesi Rusya için büyük birşansın kaçırılmasına neden oldu.Otokratik rejimi hedef alan ve az çok anayasal bir rejim kurulmasını amaçlayan birprograma sahip olan ilk bilinçli devrim hareketi, 1825 yılında Çar I. Aleksandr’ın doğrudanbir mirasçı bırakmadan öldüğü dönemde gerçekleşti. Çar, oğlu olmaksızın ölünce büyükkardeşi Konstantin’e hükümdarlık hakkı geçti. Senatörlerin diğer kardeş olan Nikola’ya18 CHERNUKHA, V.G. & ANAN’ICH, B.V., Russia Falls Back, Russia Catches Up: Three Generations OfReformers, Reform In Modern Russian History (Progress Or Cycle), Der: Theodore Taranovski, New York,Woodrow Wilson Center Press & Cambridge University Press, 1995, s: 56* Konsey, 1905 devrimine kadar varlığını korudu; 1905’te ise parlamentonun üst komisyonunadönüştürüldü(Bkz. Chernukha & Anan’ich, a.g.e.19 Chernukha & Anan’ich, a.g.e.bağlılık yemini etmelerini engellemek için 30 subay, 3 bin askerin başında yürüyüşe geçti.Ayaklananlar 10 tane ölü vererek çabucak yenildiler. Ayaklanma Aralık (Rusça “Dekabre”)ayında gerçekleştiği için ayaklananlar “Dekabristler” olarak adlandırılır. Hareket ezilensınıflardan çok, ayrıcalık sahibi kesimler içinde destek bulmuştur. Hanedanın içindebulunduğu kararsızlıktan yararlanan yönetim karşıtları uzun zaman önce hazırlamış olduklarıplanı uygulamaya geçirdiler. Adaletsiz ve keyfi bir düzen altında kölelik, cehalet ve yoksullukiçinde çırpınan halkları görmekten acı duyan aristoktasi kökenli ve yüksek tahsilli kişilerinyanı sıra, 1812 ve 1813 yıllarındaki Napolyon savaşlarında orduya hizmet eden ve ülkelerininBatı’dan ne denli geri kalmış olduğunun bilincine varan bir çok subay da hareketin aktif

kanadını oluşturdular. Söz konusu subaylar Rusya’ya dönüşlerinde gizli örgütler halindebirleştiler ve devrimci planlar üretmeye başladılar. “Rus Şövalyeleri Tarikatı”, “KurtuluşBirliği” ve “Kamu Yararı Birliği” gibi gizli cemiyetler kuruldu; cemiyetlerin en yoğunfaaliyet gösterdiği yer St.Petersburg’du20.Dekabrist ayaklanma Fransız Devrimi’nin özgürlük ve adalet fikirlerindenetkilenilerek düzenlenmiştir. Dekabristler, Rusya’yı bir Avrupa devleti olarak gördüler veDespotik yönetime ve serfliğe karşı dururken yurttaşların özgürleştirilmesinin gereğinisavundular. Dekabrisler’in liderlerinden biri olan Paul Pestel, programında bizzat sosyalistmotifler içeren bazı fikirleri telaffuz eder21. Dekabristler taktik olarak askeri darbeyi kabulettiler, ancak şiddeti en az düzeyde tutabilmeyi amaçladılar. Darbeyi zorunlu bırakıldıkları biryöntem olarak gördüler ve hükümetin reformları ertelemesinin hareketlerini gerekli kıldığınısavundular22. Pestel’in yönetimi altında gerçekleşen ayaklanma hızla bastırıldı ve Pestel ile20 Liebman, 1968,s:3221 Voline, 2000, s: 1022 Chernukha & Anan’ich, 1995., s: 60birlikte diğer ele başları da kendilerini darağacında buldular. Başarısızlıkla sonuçlanmasınarağmen Dekabrist ayaklanma Rus tarihinde önemli bir yer edinmiştir; ayaklanma, rejiminzorbalığı ve tekelci tutumuna karşı, demokratik bir amaç çerçevesinde birlik olarakgerçekleştirilen ilk iktidar karşıtı hareketti. Dekabristler 19.yüzyılın huzursuz gençkuşaklarına örnek olacak bir eylem gerçekleştirmişlerdi. Hareketin zor kullanmaya başvurmuşolması iktidara karşı artık barışçıl yöntemlerle muhalefet etmenin bir sonuç getirmeyeceğineduyulan inançtı23 ki bu da Rus devrim tarihi açısından ulaşılmış önemli bir bilinçsel safhadır.Olağanüstü koşullar altında tahta çıkmış olan I. Nikola, muhalif unsurların ulaşmışolduğu bu düzey karşısında tavrını polis devleti yaratmak yönünde koydu. Tahtta kalmanın veotokrasiyi korumanın tek yolunun toplumsal güçleri sindirmek olduğu görüşünden hareketle

tam bir baskı ve yıldırı rejimi kuran I. Nikola’nın saltanatı, modern Rus tarihinin en karanlıkdönemlerinden biri olmuştur. Nikola rejiminin en ayırt edici özelliklerinden biri, “3. Bölüm”adı altında siyasi bir polis örgütü oluşturarak Rusya’da hayatın her alanına sızabilen tipik birpolis devletinin temelini atmış olmasıdır. Kurduğu özel jandarma birimi de bu paramiliterörgütün yürütme kolu işlevini görmüştür. Gizli polis örgütü bir çok devlette olduğu gibi,Rusya’da da uzun zamandır varlığını sürdürüyordu; ancak Nikola’nın yarattığı 3. Bölüm,devlet güvenliği olgusunun aşırı öne çıkartılmış olması bağlamında yeni bir durum arzediyordu24. Bu noktada daha da önemli olan Nikola’nın amacıdır;büyük Petro’dan beri hiçbirÇar Batılılaşma ereğine sırtını dönmemişti. Nikola, Batılı fikirleri otokrasi için yıkıcı bularakRus tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir sansür uygulamasına gitmiştir ve geniş muhbirler ağıda onu bu amacında başarılı kılmıştır. Sansür, ayrıca resmi bir ideolojinin propagandasıyla dadesteklenmiştir. Eğitim bakanı Kont Uvarov’un özetlediği ünlü slogan “Ortodoksluk,Otokrasi ve Ulus” Nikola rejiminin temel ilkeleri olarak tüm resmi kurumlarda özellikle23 Voline, a.g.e.24 Mosses, 1996., s: 18vurgulanmıştır. Ulusal şovenizm, bir yandan Ortodoks dini ile ilişkilendirilirken diğer yandanmonarşiye kendini adama hissiyatıyla desteklenmiştir25. Dönemin bir çok düşün insanı gibisürgüne gönderilmiş olan* ünlü yayıncı Aleksandr Herzen, Nikola rejiminin tasvirini yaptığıbir yazısında şöyle der:“Avrupalı olmayı bıraktı, ama Rus da olamadı...Sisteminde bir motoryoktu...her özgürlük çığlığını her ilerleme düşüncesini kovuşturmak dışındahiç bir şey yapmadı...Saltanatı esnasında tek tek her kurumu etkiledi; heryere felç, ölüm unsurları yaydı.”26Nikola, kendi evinde sürdürdüğü gerici rejimle kalmayıp, Orta ve Doğu Avrupa’dakimilliyetçi ve liberal hareketlere karşı Avusturya ve Prusya’ya tam destek çıktı. Sırayla 1931yılında Polonya’da, 1948’de Macaristan’da patlak veren liberal ayaklanmaları ezerek

Avrupa’nın polisliği rolüne soyundu. Rus reformcuları tarihinde Nikola dönemi tamamenboştur; reformcu önerilere karşı aldığı uzlaşmaz tavır Batı Avrupa’daki devletlerin veA.B.D.’nin ekonomilerinin kalkışa geçtiği zamanda Rusya için büyük bir zaman kaybına yolaçtı. I. Aleksandr döneminde gündemi oldukça meşgul eden serfliği kaldırma reform tasarısıkonusunda Nikola gayet korkakça bir tavır sergiledi; toplumsal ve siyasi istikrarınbozulmasından çekindiği için hakim düzene dokunmadı. İngiltere’de Endüstri Devrimi’ninbaşlamış olduğu ve Avrupa’nın sanayileşmeye ve demiryolu inşalarına yoğunlaştığı dönemdeI. Nikola ülkenin ekonomik kaynaklarını geniş Rus ordusunun ayakta kalabilmesi içinseferber ediyor ve ülkenin ekonomik kalkınması için geriye çok az kaynak bırakıyordu. Dahada önemlisi Nikola’nın bu durumu gayet bilinçli olarak yaratmasıydı; sınai kalkınmanın25 Mosses, a.g.e.* Dönemin en ünlü sürgünlerinden biri, anarşist düşüncenin önde gelen ideologlarından olan Bakunin’dir. BüyükRus yazarı Feodor Dostoyevski ise idam kararının infazına 30 saniye kala affedilmiştir.26 Zikreden, M. Berman, 1999., s:255toplumsal değişime ve siyasi huzursuzluğa yol açtığı gerçeğini Batı’da olup biteni izleyerekfarketmişti. Örneğin Çar’a uzun süre maliye bakanı olarak görev yapmış olan Kont Karkin,bazı bölgelerde demiryolu hatlarının inşası üzerine gelen teklifleri, demiryolunun sık velüzumsuz yolculukları teşvik ederekten çağın huzursuz ruhsal durumunu arttırmaktadırşeklinde bir savunmayla reddetmiştir27. Ekonomik gelişmenin toplumsal hareketliliğiarttırması ve Batı Avrupa’da olduğu gibi burjuvazi ve proleterya gibi modern sınıflarıniktidara karşı talepkar tutumlarda bulunmaları, otokrasinin karabasanıydı ve Nikola sağlambastığı toprağın ayaklarından kaymaması için elinden geleni yaptı.İçeride ayakları yere sağlam basan Nikola, darbeyi dışarıdan aldı; Osmanlı’ya karşıbaşlattığı savaş Rus tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. 1915 yılında toplanan Viyanakongresinde şekillenen yeni Avrupa güçler dengesinin sadık savunucusu olan ve dengeyi

bozacak milliyetçi hareketlerin savuşturulmasında komşularına tam destek veren Rusya,Osmanlı devletine karşı açtığı emperyalist amaçlı savaşla tüm Avrupa’yı karşısına aldı.Viyana kongresinden itibaren Avrupa’da önemli bir uluslararası savaş olmamıştı; bu dönemdeAvrupa çoğunlukla sınıfsal olan ve yer yer azınlık milliyetçiliğine dayanan kargaşalarlaçalkalanıyordu. 1848 devrimlerinden etkilenmeyen tek büyük Avrupa devleti, Rusya’ydı.Avrupa’daki istikrarsız durumdan medet uman Çar, Avrupa’nın hasta adamı Osmanlıİmparatorluğu’ndan koparabileceği kadarını almak için giriştiği bu büyük savaşta tahminininçok çok üzerinde bir bozguna uğradı. İngiltere ve Fransa tüm Avrupa’nın desteğini alarakdengeyi bozmaya çalışan Nikola karşısında Osmanlı Devleti’nin tarafına geçti. Nikola, kesinyenilgiyi görecek kadar yaşayamadı. Kırım savaşındaki yenilgi rejimin tamamen iflasıanlamına geliyordu. Rusya’nın, gelişmişlik açısından Avrupa’dan ne denli geri olduğu artıkaşikardı. Yönetici katman, özellikle Rusya’nın büyük güç statüsünü kaybetmesinden veAvrupa’dan izolasyona doğru kaymasından endişe etmekteydi.27 Danilov, 1996., s: 363Rus tarihinin en önemli hükümdarlarından biri olan II. Aleksandr, I. Nikola gibiolağanüstü şartlarda tahta geçti. Ancak I. Nikola’nın Dekabrist ayaklanmadan çıkardığı dersmuhafazakar siyasete gömülmek olurken, II. Aleksandr farklı bir istikamet izledi ve Rusya’daköklü reformlar dönemini başlattı. Rus tarihinde reform ihtiyacının farkına varılması geneldedış faktörlerle bağlantılıdır; özellikle bir savaşta yenilme sonucu Batı’dan ne denli gerikalındığının anlaşılması şeklinde reform ihtiyacı kendini açığa çıkartmıştır. Ancak dışpolitikadaki başarılar aksi etkiler yapmış ve hakim düzenin korunması yönünde bir siyasetemeyledilmiştir28. Kırım Savaşı halen sürerken Rusya’nın ivedilikle bir iktisadi reformakalkışmasının gereği ortaya çıkmıştı; özellikle bütçe açığı tehlikeli boyutlara ulaşmıştı.Devletler geniş bir reform programı hazırlamak için güçlü bir dürtüye ihtiyaç duyarlar; Kırım

savaşındaki yenilgi de Rusya’da bu işlevi gördü. Yenilgi, Rusya’nın ekonomik, askeri veteknolojik geriliğini gözler önüne sermesinin ve Avrupa’daki statüsünü tehdit etmesinin yanısıra kırsal kesimdeki huzursuzluk, büyüyen aydın muhalefeti ve iktisadi istikrarsızlık gibi içgelişmelere de zemin hazırlayarak yeni Çar’ı etkili bir reform programını hayata geçirmekyönünde bir zorunlulukla karşı karşıya bıraktı. II. Aleksandr öncelikle Nikola dönemininreform konusuna hiçbir alaka göstermeyen bürokratik elitlerinin tasfiyesi ile işe başladı.Reformdan başka seçenek yoktu; tek problem halen serf düzeninin hüküm sürdüğü Rusya’nınkapitalist bir ülkeye nasıl dönüştürüleceği idi. 1850’lerin sonu itibariyle basında sansüroldukça gevşetildi. 30 yıllık Nikola dönemi sonucu reformist düşünce durağanlığa itilmişti.Bu yüzden II. Aleksandr başa geçtiğinde halihazırda hiçbir reform programı yoktu ve Çar bukonuda basından medet umdu. Sansürün gevşetilmesini takiben Rus basını Avrupa’nın tarımreformunu, idari özerklikleri ve adil yönetimi ne şekilde gerçekleştirdiği üzerine yorumlarla28 Danilov, 1996., s: 371-372doldu29. Toplumun genelindeki huzursuzluk, aydınların baskısı, muhtemel bir köylüayaklanmasına yönelik korku ve son olarak da taşradaki toplumsal düzenin yarattığıekonomik sıkıntılar II. Aleksandr’ı 1861 yılında Rus tarihinin en köklü reformlarından biriolacak olan serfliğin kaldırılması kararını almaya zorladı. Serfliğin kaldırılmasından taşradakitoprak sahiplerinin mağdur olmaması için Aleksandr bir takım önlemler almayı da ihmaletmedi.Serliğin kaldırılması ve aristokratların idari ve adli bir çok yetkilerinin ellerindenalınması, yerel yönetim alanında da bir takım yeniliklere gidilmesini zorunlu kıldı. Buçerçevede 1964 yılında eyaletlerde ve taşrada “zemstvo” adlı öz yönetim birimlerioluşturularak kamu yaşamının bazı alanlarına bir takım özerklik unsurları kazandırıldı.Zemstvolar merkezi yönetimden ayrı gerçek öz yönetim birimleri olarak Rus toplumsal

hayatına eklemlendiler. Zemstvoların, eğitimin yaygınlaştırılması, tarım, ticaret ve sanayiningeliştirilmesi, yolların inşası, gıda temini gibi geniş bir sorumluluk sahası vardı. Rusya’dakitoplumsal hareketler üzerine yapılan analizlerde önemli yer tutan zemstvo birimleri özellikle19.yüzyılın sonlarında oldukça keskinleşen devlet-toplum mücadelesinde siyasal muhalefetinyöneldiği odak noktalarından birini teşkil etmişlerdir. Zemstvo birimlerinin kurulması,otokratik bir devletin yerel öz yönetim birimleri oluşturduğu tek örnek olması30 yönüyle ilgiçekicidir.II. Aleksandr döneminde yapılan reformlar bütüncül ve koordineliydi. Genel olarakBatılı bir karakter taşıyan reformlar yine de içlerinde muhafazakar ve slavofil temalariçerdiler. Örneğin II. Aleksandr, I. Aleksandr’ın tersine anayasal yönetime geçilmesi yönündehiç bir vaadde bulunmadığı gibi bu yöndeki taleplerin aleyhine tavır aldı. I. Aleksandr29 WALKIN, J., The Rise Of Democracy In Pre-Revolutionary Russia, New York, Frederick A. Praeger, Inc,1962, s: 11130 Walkin, a.g.e.dönemindeki reformcular Batı modellerini adapte ederek anayasal bir rejim kurmayıplanlarken, II. Aleksandr, Rus devletinin milli karakterine vurgu yaparak ülkenin anayasalrejime henüz hazır olmadığı kanaatiyle hareket etti; temsili unsurların otokrasiyi güçlendiricinitelikte olması ön koşuluyla sisteme kattı31. Reformları eskiye göre ileriye yönelik önemliatılımlar içermesine rağmen gelişen sınıfların özlemlerini karşılamaktan hayli uzaktı. Baskıeskisi gibi kaldı. Yurttaşlık haklarına ilişkin herhangi bir ilerleme olmadı. Köylüler bireyselözgürlüklerini aldılar ancak bunun bedelini üzerlerine bindirilen aşırı ödemeyükümlülükleriyle oldukça ağır ödediler.II. Aleksandr reformlarının yanlışlığı ve eksikliği 1870’lerde oldukça hissedilirboyutlara ulaştı. Taşrada yapılan reformun kofluğu iyice aşikar olmuştu; köylülerin yaşamseviyesi düşmeye devam ediyordu. Şehirlerin emekçi nüfusu ise gittikçe artan sömürükarşısında eli kolu bağlı bırakılmıştı. Basın ve düşünce özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar ve

otokrasiye muhalif siyasal örgütlenmenin mutlak surette yasak olması Rusya’nın karakteristikolguları olmaya devam ediyordu. 1870’lerde Batı Avrupa’daki sınıf çatışmaları kendinioldukça yoğun bir şekilde hissettirmekteydi. Bu dönemde sosyalist propaganda yaygınlaşmış__________ve işçi sınıfı Marksizm önderliğinde siyasal örgütlenmesini gerçekleştirme yolunda önemliadımlar atmaya başlamıştı. 1871 Paris Komünü bu yöndeki sürecin ulaştığı boyutun simgesiolmuştur. Batı’daki düşünsel ve siyasal gelişmelerden oldukça renkli düşünsel geleneğe sahipRusya’nın da etkilenmesi kaçınılmazdı. 1861’de “Genç Rusya” ve 1862’de “Toprak veÖzgürlük” gibi illegal örgütler, zorba otokratik rejimi yıkmak için harekete geçmeye kararlıilk Rus devrimcilerini bir araya getirdiler. Köylülerin vurdumduymazlığı ve siyaseteilgisizliği, işçi sınıfının belli belirsiz olması ve burjuvazinin güçsüzlüğü, bu örgütlerinkitlelere güvenmesini imkansız kıldı. Söz konusu durum, bu devrimcilerin Çarlık otoritesine31 Chernukha & Anan’ich, 1995, s: 67karşı savaşımlarında “tedhiş” yöntemini kullanmaya itti32. 1860’lar bu örgütlerin bir çoksuikast girişimlerine tanık oldu; 1866’da II. Aleksandr’a karşı düzenlenen suikast girişimibaşarısızlıkla sonuçlandı. 1870’lerin sonlarına doğru Toprak ve Özgürlük örgütünün zorkullanma yönünde tavır alan fraksiyonun oluşturduğu “Narodnaya Volya (Halk Özgürlüğü)”hareketi, 1879 ile 1881 yılları arasında tüm Rusya’yı teröre boğdu. Parti, Çar II. Aleksandr’ıhedef tahtasına yerleştirdi; 1979 yılı Eylül’ünde örgüt Çar’ı ölüme mahkum ettiğini açıkladı.Narodnaya Volya’yı yönetenlerin düşüncelerine göre ancak hükümdarı öldürmek zihinlerdederin etki yaratarak halk arasında da yankı bulacaktı33. Narodnikler, amaçlarına 1 Mart1881’de ulaştılar; bindiği kızağa iki bomba atarak Çar’ı öldürdüler.Çar’ın ölümü Narodnikler için bir zafer değil, tersine sonun başlangıcı oldu. Çokgeçmeden Narodnik hareketinin ele başları idam edildi ve hareket tamamen yok edildi. Çar’ınsuikastını takiben tahta çıkan büyük oğlu Aleksandr, baskıcı bir siyaset yönünde tavrını

koydu. 28 Nisan 1881 tarihli bildirisinde “ülkemin kaderini bundan böyle ancak Tanrı iletartışacağım” diyordu34. Kendini Rusya’daki otokrat rejimin muhafazasına adayan Çar, II.Aleksandr zamanında başlamış olan devrimci hareketleri kökünden temizlemeyi amaçladı.1880’ler tam bir durgunluk dönemi oldu; daha çok bir önceki iktidarın yaptığı reformlaramuhafazakar, siyasal ve toplumsal ilkelerle tekrar şekil verilmesi söz konusuydu35. II.Aleksandr döneminin son yıllarının en nüfuzlu bakanlarından biri olan Loris-Melikov, yarımeşrutirejim yönünde projeler sunmuş olsa da bunlar Çar’ın sağ kolu olan Kutsal Sinod (Rus32 Liebman, 1968., s: 5233 Liebman, a.g.e.34 Liebman, 1968, s: 1735 ZAKHAROVA, L. G., From Reform ‘From Above’ To Revolution ‘From Below , Reform In ModernRussian History (Progress Or Cycle), Der: Theodore Taranovski, New York, Woodrow Wilson Center &Cambridge University Press, 1995, s: 99Kilisesi İşleri) başkanı C. Pobyedonotsev’in gerici zihniyetine kurban edildi. III.Aleksandr’ın, saltanatının başından beri anayasal talepler karşısında olumsuz ve küçümser birtavır takınmıştır. Batı Avrupa modelinde anayasal reformlar yerine Rusya’nın ulusalkarakterlerine uygun evrimi teorisinin vurgulandığı bu dönemde, iç politikada milliyetçitemalara vurgu artmıştı. I. Nikola döneminin simgesel sloganı olan “Ortodoksluk, Mutlakiyetve Milliyetçilik” söylemi yeniden güncelleştirildi. Ortodoksluk ve Rus milliyetçiliği I. Nikoladöneminde olduğundan bile daha fazla vurgulanarak, mutlak monarşi sisteminin oturduğuideolojik taban görevini gördü. Dinsel zulüm ve azınlıklara karşı takınılan hoşgörüsüz tutumözellikle imparatorluğun sınır bölgelerinde yoğunlaştı. Polonya’da Katolikler, Baltıkeyaletlerindeki Lutherciler ve Transkafkasya’daki Müslümanlar ağır baskı gördüler. Polonyakültürünü bastırmak için ilkokullarda dahi eğitim genelde Rusça yapılmaktaydı. Ancak en sertayrımcılığa maruz kalan, Yahudiler oldu. Hem III. Aleksandr hem de yakın danışmanları,ateşli anti-semitistlerdi ve özellikle de bir çok Yahudinin devrimci teröristlerin saflarında yer

almaları, bu ayrımcı tavırları için mazeret oldu36.Dönemin kilit adamları olan Katkov ve Pobyedonotsev, otokrasiyi güçlendirmek içinulusal sanayinin geliştirilmesine dayalı bir ekonomi politikasının benimsenmesi yönündegörüş bildirdiler. Hükümetin işine yarayacak sanayi dalları da sermaye birikiminindesteklenmesi, korumacılık, gümrük işlemlerinde sıkı devlet kontrolü ve kapitalist tarımaiktisadi destek, planlarının merkezinde yer alıyordu. Ulusal ekonominin gelişmesi, taşradakikomünal mülkiyetin desteklenmesi ile eş güdüm içinde olması siyaseti benimsendi37. Liberalekonomik politikalarının kendi içlerinde bir çok çelişki ihtiva etmesi ülkenin kapitalizmdoğrultusundaki sosyo-ekonomik evrimini gecikmeye uğrattı. 1891-1892 arasında yaşanantrajik kıtlık tüm dünyaya Rus halkına aciz durumunu bir kez daha gösterdi. Kıtlık, Rus36 Chernukha & Anan’ich, 1995., s: 8137 CHARQUES, R., Twilight Of Imperial Russia, London, Oxford University Press, 1965, s: 44tarihinde sıradan bir olgu olsa da artık toplum kıtlıklardan hareketle ülkenin geri kalmışlığınıkavrayacak bilince ulaşmıştı. Kıtlık hem devrimci hem de reformist hareketin gelişmesineelverişli bir zemin hazırladı. III. Aleksandr döneminde sosyalist hareket zayıf olsa da kendinihissettirmeye başlamıştı. 1872’de Marks’ın Kapital’i Rusça’ya çevrilmişti. Yurtdışındasürgün yaşayan “Rus Marksizmi’nin Babası” Georgi Pleakhanov, 1883’de “EmeğinKurtuluşu” örgütünü kurarak Rus devrim hareketinin tümünü Marksçılık’ta toplamayıamaçlayan büyük bir işe girişmişti38. III. Aleksandr döneminde başlatılan sanayileşmehamlesine paralel olarak genişleme sürecine giren proleter sınıfı, Rus Marksizmi için gelecekvaadetmekteydi.III. Aleksandr’ın 1894’teki ölümünü takiben tahta, Rus Çarlar’ının sonuncusu olacakolan II. Nikola geçti. Babasının akıl hocası olan Pobyedonotsev tarafından eğitilen Nikola,temsili sistemlerin otokrasiyi zehirleyen nitelik taşıdıkları yönündeki eğilimini iktidarının

sonuna dek sürdürmüştür. Nikola tahta geçtiğinde parlamentosu olmayan sadece üç taneAvrupa ülkesi kalmıştı: Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Karadağ. Rusya gibi dev bir ülkeyiyönetmek için Nikola, ne yeterli dünya görüşüne ne de idari yeteneğe sahipti. Eğitimi bu rolüüstlenmek için oldukça yetersizdi: tek yol gösterici ilkesi, otokrasinin doğruluğu ve tarihselgerekliliğiydi39.II. Nikola döneminin en öne çıkan temaları hızlı sanayileşme ve bunu izleyentoplumsal hareketliliğin devrimci bir yapı kazanarak muhafazakar kalmakta ısrar eden siyasalsistemi yerle bir etmesidir. 1890’lardaki iktisadi kalkınmanın mimarı olan Maliye BakanıSergei Witte, dönemin en popüler ekonomisti olan Alman Frederick List’in görüşleri ışığında38 POKROVSKII, M. N., Tsarism And 1917 Revolution , Russia In World History (Selected Essays By M.N.Pokrovskii), Der: Roman Szporluk, Michigan, The University Of Michigan Press, 1970b, s: 10639 ROGGER, H., Russia In The Age Of Modernization And Revolution (1881-1917), London & New York,Longman Inc.,1983, s: 18ekonomik güçle siyasal nüfuz arasındaki bağlantıyı vurgulayarak imparatorluğun bakikalması için sanayileşmenin zorunlu olduğunu savunmuş ve bu erek doğrultusunda hızlı birsanayileşme planını yürürlüğe koymuştur. Söz konusu sanayileşme hamlesinde devlet hemsüreci denetleyerek hem de gerekli sermayeyi sağlayarak kontrolü elinde tutmuştur. Ancak19.yüzyılın sonunda geniş ölçekte kullanılan dış kredi Rusya’yı dünyanın en çok dış borcuolan ülkesi durumuna getirdi40. Bunun yanı sıra Witte’nin sanayileşme hamlesinisürdürebilmek için gerekli finansmanı taşradaki sınıflara ağır vergi uygulayarak sağlamayaçalışması ülkedeki tarımsal krizin boyutunu arttırmış ve köylülerin proleterleşme sürecinebüyük bir ivme kazandırmıştır. Hızlı sanayileşme, tarım krizi ve artan kentleşme sonucu Rusproletaryasının nüfusunda patlama yaşandı. Proletaryanın genişlemesi, Narodnikler’in ütopiksosyalizmini Marksist bir temele oturtan Pleakhanov’un düşünsel öncüsü olduğu sosyalistdevrimciler için kitlesel tabanın oluşturulmasına hizmet etmekteydi. 1890’larda artan grevler

karşısında, Nikola’nın polis devletinin yapabildiği tek şey grevcilerin arasına işbirlikçilergöndermekti. Ancak 1905’te silah geri tepti ve işçilerin Çar’a itaatini sağlamak amacıylapropaganda için görevlendirilen Papaz Gapon bir anda kendini tamamen tersi yönünde gelişenbir hareketin öncüsü konumunda buldu. 1905’in Şubat ayında Çar’dan merhametini dilemekiçin Gapon’un önderliğinde yürüyüşe geçen, kadın ve çocukların da içinde bulunduğu işçikitlesine ateşle karşılık verilmesi ve bunun sonucunda katledilen yüzlerce insan Çarefsanesinin bitişinin resmini çekti. Kışlık sarayı önündeki katliamı Çarlık’ın moral temelininyıkılışını simgelediği, üzerinde görüş birliği olan bir olgudur.II. Nikola yönetimi ezilen sınıfların durumunu daha da kötüleştirmekle kalmamış,hakim sınıflar da taleplerine cevap alamamıştır. İçişleri bakanı Plevhe’nin aktif olaraktakipçisi olduğu baskı rejimi, burjuvazinin yanı sıra aristokrat sınıfın liberal eğilimlikatmanını da muhalefetin saflarına çekti ve bir kısım liberal sosyalist hareketle işbirliği40 Rogger, 1983, s: 103yaparak Çarlık’ın meşruti rejime geçmesini zorlayacak harekete iştirak ettiler. Hakimsınıfların da gözünden düşen Çar, 1905 yılında tabandan gelen ve Ekim genel grevinde gövdegösterisi yapan anti-monarşist hareket karşısında eli kolu bağlı kaldı. Emperyalist amaçlarlagirişilen Rus-Japon savaşındaki hezimet devletin güçsüzlüğünü bir kez daha ortayaçıkarırken, akabinde gelen genel grev Çar’ı, “Ekim Bildirgesi” olarak tarihe geçen bildirgeyiyayınlayarak meşruti rejime geçmeyi ve Rus parlamentosu Duma’yı göreve çağırmayı kabuletmeye mecbur bıraktı. Ancak 1905’te verilen ödünü hiç bir şekilde hazmedemeyen Nikolaeski düzene geri dönmek için elinden geleni yaptı. Ekim bildirgesi ile tanınmış olan bazıözgürlükler, Japonya ile savaşın bitirilmesi ve hükümetin ekonomik krizi bertaraf edecekfinansmanı Fransa’dan borçlanarak bulması sonucu ortaya çıkan güven ortamı içinde gerialındı. Yeniden iş başı yapan hükümet, 1905 yılının sonlarına doğru devrimci basını yasakladı

ve toplu tutuklamalara başladı. Devrimci ve işçi örgütlerinin hareket kapasitelerini engelleyicitedbirler aldı, ancak bu partiler faaliyetlerini açık ve legal olarak sürdürebiliyorlardı. Witte,çok radikal bir reformist olduğu için iktidarı varlığıyla rahatsız etti; devrimci dalga çekilirçekilmez istifaya zorlandı ve yerini koyu bir reaksiyoner olan Goremyıkın getirildi. İktidar,Duma’ya dokunmaya cesaret edemedi. Zaten Duma mutlakıyetçiliğin karşısına dikilebilecekbir kurum olarak görünmüyordu; anayasal bir kurum olması sıfatıyla sadece gereklidurumlarda yetkililere yardım edecekti. Bu yüzden iktidar Duma’nın muhtemel bir muhaliftutumuna tepki gösterileceği ön kararıyla sol partilerin seçim propagandalarına toleransgösteriyordu41. 1905’ten önce ülkede illegal faaliyet gösteren iki parti vardı: Sosyal DemokratParti ve Sosyalist Devrimci Parti. Ekim bildirgesinden sonra monarşistler, “Rus HalkınınBirliği Partisi”, görece daha az gerici unsurlar ise “Oktobrist Parti” etrafında toplandılar. Ortasınıfa mensup hali vakti yerinde kesimler ve aydınların çoğunluğu monarşiyi koruyan ancakyetkilerine çok ciddi sınırlamalar getiren “Anayasal-Demokrat Parti (KADET)” adını alan41 COQUIN, E. X., 1917 Rus Devrimi, İstanbul, İzlem Yayınları, 1966, s: 18partide toplandılar.1905 ile Çarlık’ı yerle bir edecek 1917 Ekim Devrimi arasında geçen 12 yıllık süre,Rus halkına özgürlük açısından kayda değer hiç bir şey getirmedi. Gericilik her alanda hakimolmayı sürdürdü. Sosyalist devrimcilerin sürekli olarak kitlesel tabanlarını genişletmeleri veiktidarın halk tabanında olan biteni anlamaktaki beceriksizliği siyasal sistemi krize soktu.1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda Rusya’nın askeri başarısızlıklara uğraması zatenoldukça kırılgan bir durumda olan otokrasiyi gittikçe sona yaklaştırdı. II. Nikola’yı 1917yılında tahttan sosyalistler değil, Duma’nın liberal kanadı indirdi. Çar’ın saltanatının sonaerdirilmesini takiben oluşan otorite boşluğunda, çanlar Bolşevikler için çaldı. Ve devasaimparatorluğun yıkıntıları üzerinden sosyalist bir devlet yükseldi.

Rus Çarlık’ının yönetim sistemi, kurulduğu tarihten 1905 yılına dek tekelci bir yapısergiledi. Büyük Petro’nun iktidarı sırasında otokrasi rejimi köklü bir yapılanmaya gitmiş veRomanov hanedanının son Çar’ına dek hükümdarların iktidarı paylaşmama yönündekitavırları inatla sürdürülmüştür. Rusya’daki toplumsal sınıfların iktidara yaptırımuygulayabilme yetilerinin zayıflığı –ki bu otokrasinin bilinçli olarak yarattığı bir durumduÇarlar’ınbu güç tekellerini sürdürebilmelerini sağlayan temel neden olmuştur. Troçki’nin Rustoplumsal tarihine ilişkin şu yorumu bu olguyu açıklamak için oldukça aydınlatıcıdır:“Daha zengin olan Avrupa’nın baskısı altındaki Rus devleti, Batı’ya oranla,halkının zenginliğinin çok daha büyük bir kısmını yuttu ve böylelikle sadecehalkını iki misli fakirliğe mahkum etmekle kalmayıp mülk sahibi sınıflarıntemellerini de zayıflattı. Aynı zamanda, mülk sahibi sınıfların desteğineihtiyaç duyduğunda onları gelişmeye zorladı ve tasnif etti. Sonuç olarakbürokratize edilmiş sınıflar asla kendilerine ait bir güce ulaşamadılar veRus devleti böylece daima Asyatik Despotizm’e daha yakın durdu42.42 Aktaran, MELOTTI, U., Marx And The Third World, Stokholm, The MacMillan Press, 1982, s: 93.Muhalif unsurları şiddetle cezalandırma eğilim Rus Çarlar’ında daima had safhalardaolmuştur. Muhalefeti bastırmak için barbarlık boyutuna ulaşan katliamlardadançekinilmemiştir; Petro 1698 yılının Ekim ayında başarısızlığa uğrayan bir ayaklanmanınardından 700’e yakın insanı idam ettirirken43 yaklaşık iki yüzyıl sonra II. Nikola, 1905Ocak’ında merhametini dilemek için saraya yürüyen işçileri kurşun yağmuruna tutup yüzlercekişiyi katlettirmekte tereddüt etmemiştir. Muhalefeti bastırmanın kan dökülmeden yapılanşekli de sansürdü; Batı’dan gelen zararlı fikir akımları ya da otokrasinin varlığına muhalifolarak nitelendirilen her türlü fikre karşı uygulanan katı sansür modern Rus tarihinin en öneçıkan karakteristiklerinden biri olmuştur. Rus düşünce geleneğinin öne çıkankarakteristiklerinden biri olan soyut uslamlama alışkanlığında sansürün büyük rolü vardı44.Sansürün yanı sıra gizli polis örgütlenmesi muhalif unsurları etkisizleştirme aygıtı olarakotokrat rejimin simgelerinden biri olmuştur. 19.yüzyıl boyunca Çarlık rejimi varlığını idame

ettirebilmek ve Batı’yla arasındaki gelişmişlik uçurumunu en aza indirebilmek için çeşitlireform hareketlerine girişmiş olsa da otokrasiden taviz vermeyen bakış açısı bu hareketlerinbaşarı şansını oldukça zayıflatmıştı.1.3. 19.Yüzyılda Rus Çarlığı’nın Sosyo-ekonomik YapısınınDönüşüm Süreci1.3.1. Köylüler ve Aristokratlar: Rus Taşrasının AçmazlarıÇarlık Rusya’sında hakim toplumsal yapı köylülüktü: 20.yüzyılın başında dahi rusköylüsünün tüm nüfusa oranı aşağı yukarı yüzde 80 gibi oldukça büyük bir rakamdı. Dağınık,kendine yeter, küçük köy topluluklarından oluşan Rus taşrası 1861’de II. Aleksandr’ın serfliğikaldıran reformuna kadar kendine özgü feodal ilişkiler sistemi içinde durağan bir yapı43 Liebman, 1968., s: 2244 Charques, 1965, s: 40göstermiştir. 1861’e dek serflik Rus taşrasında en öne çıkan unsur olmuştur. Serfler ekipbiçtikleri toprağın demirbaşı idiler; toprakla birlikte alınıp satılırlardı. Çarlık’a ait topraklardayaşayan serfler ise diğerlerine göre daha şanslıydı. Toprak beylerinin uyruğu olan serflerefendilerinin keyfi yönetimlerine tabiydiler. 1649 yılında çıkarılan kanun çerçevesinde asiller,serflerinin hemen hemen mutlak sahibi haline geldiler; 18.yüzyılda ise bu yetkileri daha daarttırıldı. Toprak sahiplerinin serflerini öldürme hakkına dahi sahip olması serflerin ne denliaciz konumda olduğunu açıklamak için yeterlidir. Ayrıca gerek gördüklerinde serfleriniSibirya’ya sürgüne gönderebiliyorlardı; örneğin, 1766’dan 1772’ye kadar geçen sürede20.000 köylü Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Aynı zamanda serfleri aile halinde toplu olarak yada aileleri dağıtıp bireyleri tek tek satma hakkı da toprak sahiplerine bahşedilmişti45.Pleakhanov’un “serflere özgürlük verilmeden önce Rusya bir çeşit Çin’di”46 şeklindekiyorumu Rusya’daki toplumsal şartları açıklaması açısından oldukça çarpıcıdır.Köylü kitlelerinin köleliği ülkenin kanayan yarasıydı. Köylüler 17.yüzyılda Razin ve18.yüzyılda Pugatçev gibi iki büyük ayaklanma hareketine giriştiler. Ancak bu isyanlar hakim

taşra düzenininde herhangi bir değişim yaratacak nitelikte sonuçlar üretemedi;zaten bunlarınsistemi yıkmaya yönelik olmaktan öte yerel bir bakış açısı ve kişisel basit amaçlarlaşekillendikleri üzerinde akademik çevrelerde görüş birliği vardır. 18.yüzyılda devrimci fikirlerRuslar’ın eğitimli kesiminde yankı bulmaya başlamıştı ancak bunların Pugatçev isyanındaetkisi olduğu üzerine hiçbir kanıt yoktur47. Köylülerin bir yandan devlete karşı ayaklanmaları,diğer yandan Çarlar’a körü körüne bir itaat ve içten sadakat göstermeleri arasında aslında birçelişki yoktu. Öncelikle köylü hareketleri daima görünen zorbalara yani toprak sahiplerine,45 Liebman, 1968., s: 24-2546 Aktaran, Melotti, 1982., s: 9147 ROBINSON, G. T., Rural Russia Under The Old Regime (A History Of The Landlord-Peasent World And APrologue To The Peasent Revolution Of 1917), New York, Green & Company, 1932, s: 207devlet memurlarına ve güvenlikle sorumlu kişileri hedef almıştı. Çar’ın bu kişilerin hamisiolduğu gerçeği köylü tarafından idrak edilememişti. 1861’de II. Aleksandr’ın serfliğikaldırması köylülerden gelen yakarış yada isyan hareketinin sonucu olmadı*. Özellikle I.Nikola döneminde serflerin özgürleştirilmesi yönündeki istekler bir hayli yoğunlaşmıştı,ancak muhafazakar Çar verdiği sözlere rağmen bu reformu hasır altı etti. Kırım savaşındauğranan yenilgi ve ülkenin ne denli geri kalmış olduğu herkesçe aşikar olunca, savaş dahabitmeden saltanata geçen II. Aleksandr bu yapısal reformdan artık kaçış olamayacağınıgörmüştü. Daha da önemlisi savaş, ekonomiyi oldukça zora sokmuştu ve acilen yapısalönlemlerin alınması gerekmekteydi. Serflik düzeni Rusya’nın kapitalist ekonomik düzenigerçekleştirmesi yönünde atacağı adımlar için büyük bir engeldi. Köydeki nüfus toprağa çivilikaldığı sürece sanayinin muhtaç olduğu emekçileri bulmak mümkün değildi. Köylerinkendine yeter yapısını değiştirerek dışarıya açılmalarını sağlamak için para ve emeğin serbestdolaşım üzerindeki engelleri kaldırmak zorunluluk arz ediyordu.Serfliğin kaldırılması konusuna toprak sahipleri açısından bakıldığında bu sınıfın

19.yüzyılın başından beri bir birlik göstermiyor olması önemli bir ayrıntıdır. Rus buğdayınındünya pazarına açılması asillerin topraklarını buğday üretim fabrikalarına çevirmeleriniberaberinde getirmişti. Güney ve özellikle de Güney-Doğu’daki bakir topraklarda gübre bilegerekmeksizin sadece iş gücü kullanılaraktan muazzam ölçüde verime ulaşılıyordu. Buradakitarım sahaları Amerikan plantasyonlarını andırıyordu; sadece zencilerin rolünü serfleroynuyordu. Fakat Rusya’nın iç kesimlerinde toprak beyleri makinalı tarıma dayalı kompleksbir ekonomiye geçişi gerçekleştirmeye başlamışlardı ve tek ihtiyaçları, sermayeydi. Bunlar,* 1830’dan başlayaraktan Sovyet historiyografisi, serflerin özgürleştirilmesinde köylü hareketlerinin rolünüfazlaca abartmıştır. Aslında köylerdeki huzursuzluk isyan boyutunda değildi; daha çok çıkması muhtemel olanbu kararın beklenmesi genel tavırdı. (Bkz, Larissa G. Zakharova, 1995, s: 101)köle plantasyonlarının daha az karlı olduğunu savunuyorlardı48. Sanayiciler, daha kapitalistmantıkta düşünen tarafı desteklediler. Toprak sahipleri içinde çoğunluk reforma karşıçekimser tavır alsa da sonuç, köylülerden çok bunların lehine oldu. II. Aleksandr reformplanını hazırlarken aristokratların çıkarını zedelememek için büyük çaba harcadı.Reformun kaçınılmaz zorunluluk olduğu bu dönemde süreci sürükleyecek bilince veörgütlenmeye sahip herhangi bir sınıfın olmaması reform tasarısının şekillenmesinde devletinbaştan sona lider rolü oynamasını gerektirdi. Serflerin özgürleştirilmesi programının ilksafhasında, mülk sahibi köylülerin kişisel bağlardan kurtarılması ve ulaşılacak son safhada datüm köylülerin küçük toprak sahiplerine dönüşmeleri beklenmiştir; bu süreç içindearistokratların mülklerinin ve geniş sahada tarımın korunması amaçlanmıştı. Fransa vePrusya’daki deneyimler kullanılaraktan Rus koşullarına uygun bir taslak ortaya çıkarılmayaçalışıldı. Programın kilit noktası komün ve komünal toprak sahipliğinin korunması idi.Böylece köylülerin mülksüzleşmesi ve proleterleşmesi önlenerek Batı Avrupa’da söz konusuolan tarzda devrimci ayaklanmaların önüne geçilebileceği hesap edilmişti49. Bu çerçevede

özgürleştirme, köylüleri toprak beylerine bağımlı olmaktan kurtarırken komünalsorumluluklar yükledi.Serflere bahşedilen özgürlük ekonomik olmaktan çok hukuksal nitelikteydi.Üzerlerinde yaşadıkları topraklar ancak yüksek bir tazminat bedeli ödedikten sonrakendilerinin olabilecekti. Daha da çarpıcı olan, borcunu ödedikten sonra dahi eski serfintoprağının mülkiyetini kazanamayıp, ancak bundan yararlanma hakkına sahip olabilmesiydi.Yani köylünün tuttuğu toprak özel mülk değil, geleneksel toprak kurulu olan “Mir”in kolektifmülkiyetinde bir paydı. “Mir” köydeki bütün erkeklerin katıldığı dernekti; ekonomik, adli vemali sorumluluk alanları vardı. Bu tarz bir örgütlenme köylünün hareket kabiliyetini oldukça48 Pokrovskii,1970b., s: 99-10049 Zakharova, a.g.e.sınırladı. Ticaret yapma ya da köyden başka yere göçmek için Mir’in izni gerekiyordu. Ancakkomünler ortak olarak vergilendirildiğinden ve bireylerin ayrılması diğerlerinin yükünüarttıracağından bu iznin verilmesinde oldukça çekimser tavır alınıyordu50. Komünalbağlayıcılıkların yanı sıra birde hane içinde bireyler arasında bağımlılık tarzında bir ilişkivardı. Haneler, vergi ve rehin bırakma işlerinde ortak sorumluluğa tabiydiler. Busorumluluklar o kadar katıydı ki hanedeki bir bireyin herhangi bir mali taahhüdü yerinegetirmemesi durumunda hanedeki herhangi bir birey zorunlu çalışmaya tabi tutulabiliyordu51.Buradan da anlaşılacağı gibi özgürleştirme kanunu köylüleri bireyler olarak değil grup olaraktanıyor ve bireysel işlevleri grup içinde tanımlıyordu. İktidar özgürleşen serflerin üzerine aşırıödeme yükümlülükleri getirmişti ve bu ödemelerin yapılabilmesini sağlamak için hane vekomün gibi köy hayatının iki geleneksel kurumunu yasal garantilerle sağlamlaştırdı52.Sonuç olarak reform eski serfler için tam bir hayal kırıklığı oldu. Reform bildirgesininardından köylerde ciddi kargaşalıklar baş gösterdi. Özellikle paylarına düşen toprakhisselerinin yetersizliği ve araziler çok yüksek tazminat bedellerinin biçilmesi köylülerin

huzursuzluğunu arttırdı. Kreditör olan devlet toprak beylerine verdiği paranın üç katınıköylülere tazminat bedeli olarak ödetti53. Doğal olarak reform sonrası köylerin yaşamstandardı düşmeye devam etti ve şehre göç hızlandı. Köylülerin yanı sıra küçük toprak beyleride tatminsizler cephesinde yer aldı. Genel olarak bakıldığında aristokrat sınıf reformlardanfazlasıyla karlı çıkmıştı; hem serflerin yükünü üzerinden atarken hem de serflerden aldıklarıdevir tazminatlarıyla ellerine yüklü miktarda para geçti. Ancak reform, büyük toprak50 Thomson, 1982., s: 30451 Robinson, 1932., s: 6752 Robinson, a.g.e.53 Zakharova, 1995., s: 116beylerinin ihtiyaçlarına göre hazırlanmıştı, karlarını temel olarak emek sömürüsüyle sağlayanküçük toprak beyleri için serflerini kaybetmek oldukça aleyhte sonuçlar üretti54. II.Aleksandr’ın reformlarının yanlışlığı 1870’lerde iyiden iyiye hissedilir hale geldi. Aleksandrher ne kadar reformcu bir Çar olsa da politikaları halkın yararı değil otokrasiyi güvence altınaalma gayesiyle tasarlanmıştı. Taşranın aşırı vergilendirilmesi, devletin köylülere yeterincerehberlik etmemesi ve köylülerin elindeki toprakların geçimlerini sağlamaya yetmemesisorunların sadece bir kısmını oluşturuyordu. Taşradaki asıl problem, düşük üretkenlikti;gelişmiş tarım metodlarının kullanımı, makinalaşma ve pazara kolay erişim gibi tarımdaverimi arttıracak önlemlerin alınması gerekiyordu ancak bu konuda fazla bir ilerlemekatedilmedi. Komünal mülkiyet –ki ülkedeki tüm köylü hanelerinin yüzde kırkbeşinikapsamaktaydı- üretkenliğin arttırılmasına önemli bir engel teşkil ediyordu. Çünkü bu tarzmülkiyet ilişkisi hem geniş ölçekli planlama hem de modern tarım metodlarınınuygulanabilmesi için uygun değildi55. Tarımdaki üretkenliğin artışı nüfus artışınıdengeleyemiyordu. Örneğin 1883-1903 yılları arasında üretkenlik yüzde on artarken nüfus vefiyatların artışı bunun çok çok üstünde olmuştu56.1861-1905 yılları arasında devlet hazinesinin masraflarının yüzde sekizyüz artması

çoğu tüketici vergilerine uygulanmış olan bir çok yeni vergiyi de beraberinde getirdi57.Köylünün toprak tazminatının yanı sıra bu vergileri de ödemek zorunda kalması taşradakimevcut gerilimi daha da arttırdı. 1881-1887 yılları arasında Maliye Bakanlığı yapan Bunge,köylülerin mali yükümlülüklerini yüzde 25 azaltmış olsa da bu sadece mütevazı bir rahatlama54 Pokrovskii, 1970b, s: 10355 ASCHER, A., The Revolution Of 1905 (Russia In Disarray), Stanford & California, Stanford UniversityPress, 1988, s: 2656 Rogger,1983, s: 8057 Ascher, a.g.e.yarattı. Devlet köylülere ne denli yüklendiğinin farkında olmasına rağmen zengin sınıflarıkendinden uzaklaştırma korkusundan dolayı köklü bir vergi reformuna gitmekten kaçındı58.1897’deki hasatın düşük olması dönemin maliye bakanı Witte’nin kırsal kesimde var olankrizi görmesini sağladı. Ülkenin sınai gelişimini hızlandırmak ve dış yatırımı çekebilmek içinkırsal kesimde aşırı vergilendirme politikasını güden Witte, tarımsal krizi daha daderinleştirmişti. 1898’de bakanlar konseyinin özel bir toplantısında Witte, çare olarak köylüyetoprağı üzerinde tam bir mülkiyet hakkının verilmesini yani üstü kapalı olarak komününtasfiye edilmesini önerdi. Daha önceki yıllarda toprak komünlerinin korunmasını savunmuşolan bakan, bu kez bireylerin mali hükümlülüklerinde komünal sorumluluğun ve toplucezalandırmaların kaldırılmasını teklif etti. Ancak dönemin muhafazakar İçişleri BakanıPlevhe, bu yönde bir adımın getireceği sosyo-politik sonuçların tahmin edilmesinin zorolacağından hareketle fikre olumsuz tavır koydu ve statükoyu bozmaya zaten pek gönüllüolmayan hükümet de onun yanında yer alarak projeyi erteledi59. Gecikmeli de olsa 1903’tekolektif mali yükümlülükler, 1904’te ise toplu cezalandırmalar kaldırıldı; fakat komün halaayaktaydı*.Serfliğin kaldırılması iktidarın hesaplarının aksine aristokrat sınıfta önemli ölçüde güçyitimine yol açtı. Aristokratlar, 1861-1905 arası satışlarla yada ipotekleri

kaldıramadıklarından dolayı topraklarının yüzde 41’ini kaybettiler60. II. Aleksandr serfliğinkaldırılması bu sınıfı olumsuz etkilemesin diye serflerin üzerine aşırı yüklenmişti. III.Aleksandr ise aristokratları otokrasinin dayandığı temel toplumsal sınıf olarak görmüş ve58 Rogger, a.g.e.59 Mosses, 1996., s: 117-118* 1906-1910 yılları arasında başbakanlık görevini yapan Stolipin tarım reformu çerçevesinde Mir’in tasfiyesisürecini başlatmıştır.60 Rogger, 1983, s: 89bunların yararına bir çok politika üretmişti. Aristokratlar dışında hiç bir sınıf devletle bu denlikader bağı kurmadı; aristokratların ekonomik bağımlılıkları söz konusu durumun temelnedeniydi. Fakat sahip oldukları mülkleri kapitalist temelde işletemeyen bir çok aristokratmülklerini satmak zorunda kaldı. Bunun yanı sıra 19.yüzyılın son çeyreğinde meydana gelentarım krizleri ve ürünlerin fiyatlarındaki keskin düşüşler bu sınıfın ekonomik kapasitesinioldukça düşürdü. Serflik düzeni sırasında çok çalışma idari beceriler ya da tutumluluk gibiyararlı özellikler geliştirememiş olan bu sınıfın büyük bir kısmı Pazar ekonomisindebocaladı61.1861’de yapılan reformlar aristokrat sınıf bir de siyasal nüfus kaybına uğramasına yolaçtı. Serflik döneminde geniş yerel idari yetkileri olan sınıf bulundukları kazalardaki adlimakamları işgal etmişlerdi; ayrıca vergi toplama ve ordu için adam toplama gibi işleri deüzerlerine almışlardı. 1861 reformu aristokratların bir çok idari yetkilerini Mir’edevretmelerini beraberinde getirdi. Sağlık, eğitim, köy hizmetleri ve vergi toplama gibi birçok işlevi kapsayan geniş etkinlik sahası olan zemstvo kurullarının yaratılmasıyla, taşradakiidari örgütlenmenin çehresi değişti. Üyelerinin yüzde 42’sini asillerin oluşturduğu bukurullarda 1890 yılında yapılan değişikliklerle grubun oranı daha da arttırıldı. Bürokratikkontrolden kısmen uzak özerk örgütlenmeler niteliğindeki kurulların yetkileri III.Aleksandr’ın karşı reformları kapsamında oldukça kırpıldı. 1890’ların ortalarında zemstvolar

ulusal konularla da ilgilenmeye başladılar; bürokrasiye ve bir ölçüde otokrasiye muhalifnitelik kazandılar. Böylece “zemstvo hareketi” olarak bilinen ve liberal muhalefeteeklemlendirilen akım ortaya çıktı. Ancak yine de aristokratların otokrasiye karşı genel birmuhalefeti hiç bir zaman oluşmadı. Sınıf içindeki çıkar bölünmeleri, ortak bir bilinç ve hedeftutturmayı engellemişti ve çoğunluk iktidara desteğini sonuna dek sürdürmüştür.20.yüzyılın başı itibariyle Rus taşrası tam bir açmazdaydı. Yaşam standartları temel61 Ascher, 1988., s: 28-29hayati ihtiyaçları karşılayamayacak denli düşen köylüler akın akın şehrin yolunu tuttular.1890’lardaki hızlı sanayileşme hamlesini desteklemek için Witte’nin taşrayı şehre kurbaneden politikaları varolan tarım krizini daha da derinleştirdi. 1902 yılında Karkov ve Poltovaeyaletlerinde isyan hareketleri meydana geldi. 160’dan fazla köy isyana destek verdi ve birkaçgün içinde sadece Poltova eyaletinde 75’i asillere ait olan 80 mülke saldırı düzenlendi62.Genel olarak bakıldığında taşrada huzursuzluklar daima söz konusu olmasına rağmen siyasalya da toplumsal değişime yol açacak potansiyelde herhangi bir başkaldırma hareketi meydanagelmedi. Cehaletin kol gezdiği* Rus kırsalı siyasal bilinçten yoksundu. Narodnikler’inbaşlattığı köylüyü iktidara karşı bilinçlendirme amaçlı devrimci aydın hareketleri hiç bir ilgigörmedi; hatta çoğu kez düşmanca karşılandı. Rus muhalif ve devrimci hareketleri için Rusköylüsü tam bir kapalı kutu görünümü arz ediyordu. Köylünün ne yönde saf tutacağı belirsizolduğu için onlara güvenilemiyor ancak nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan bu kitlearkasına alınmadan da girişilecek herhangi bir hareketin de başarısı aynı derecede şüpheuyandırıyordu.1.3.2. Rusya’da Burjuva Sınıfının GelişimiRusya’da burjuvazi sınıfının ortaya çıkışı ülke tarihinin oldukça geri dönemlerineuzanır. 10.yüzyılda Kiev Prensleri ve Bizans İmparatorluğu arasında yapılan bir anlaşmada

“tüccar” kelimesine rastlanmıştır. Özellikle IV. Ivan döneminde Moskova’lı tüccarların içpolitikadaki nüfuzu oldukça güçlüydü ve tam bir sınıfsal görünüm arz ediyorlardı. Ivan’ın62 Robinson, 1932., s: 138* 1897’deki nüfus sayımına gore köylerde yaşları 20 ve 59 arasında değişen erkek nüfusun sadece yzde 37’siokur-yazardı. (Bkz, Rogger, 1983 s: 84)saltanatının yarı zamanını alan Livonya mücadelesi tam bir ticari savaş karakterindeydi63.Büyük Petro’nun sıcak denizlere ulaşmak için yaptığı savaşlarda da yine ticari burjuvazininçıkarı gözetilmişti. Burjuvazi, Petro rejiminin mali aygıtı işlevini gördü. Batı Avrupa’daolduğu gibi Rusya’da da bu sınıf gelişirken büyük ölçüde devlet desteğinden yararlandı. FakatBatı Avrupa’da burjuvazi 18.yüzyılda mutlakıyetçi rejimden kendini ayırabilmişken Rusburjuvazisinin otokrasi ile girdiği ittifak 20.yüzyılın başına dek sürdü. Rus burjuvazisininbileşim tarzı da Batı Avrupa’dakinden farklıydı; Batı’da girişim sahiplerinin oluşturduğusınıf, Rusya’da büyük çoğunlukla memur ve serbest meslek sahiplerini ihtiva etmekteydi64.Söz konusu durum Rus burjuvazisini enerjik bir iktisadi ve toplumsal temeldenyoksunluğunun göstergesidir. Bunun yanı sıra Rusya’da kent nüfusunun kırsala oranınınBatı’ya oranla oldukça düşük olması ve şehirlerin ticari aktivitelerden öte idari ve askerimerkezler olma özellikleriyle öne çıkmaları burjuva sınıfının toplumda belirleyici bir unsurolarak güçlenmesini engellemiştir.Rus sanayisinin temelleri 19. yüzyılın başındaki Napolyon Savaşları esnasında atıldı.Napolyon’un uyguladığı Kıta Bloku sonucu dış dünyadan izole edilen Rusya’da tüketicipazarına hizmet edecek ilk tekstil fabrikaları kuruldu. Sınai sermaye önceli olan ticarisermayeyle karşılaştırıldığında iktidarla daha yoğun bir bağımlılık ilişkisi geliştirdi. Rusya’dasanayileşme süreci Çarlık’ın prestijine ve askeri amaçlarına hizmet edecek şekilde yukarıdanbiçimlendirildi65. Sanayi burjuvası uygun vergi yükümlülükleri ve dış rekabeti önleyicikorumacı tarifelerle devlet tarafından sıkı bir şekilde desteklendi. I. Nikola, Büyük Petro gibi

dış politikanın yönünü Rus kapitalizminin çıkarları doğrultusunda belirledi; ancak bu sefer63 POKROVSKII, M. N., iBourgeoisie In Russia, “Russia In World History (Selected Essays By M.N.Pokrovskii), Der: Roman Szporluk, Michigan, The University Of Michigan Press, 1970c, s: 69-7064 Liebman, 1968., s: 3465 Melotti, 1982., s: 86söz konusu olan ticari değil sanayi burjuvazisinin çıkarları idi. Sanayi kapitalizmi gelişimindedoğal olarak feodal emek ilişkileriyle çelişkiye düştü. Fabrikalarda çalışan işçiler, realitedekazançlarının bir kısmını toprak beylerine ödeyen serflerdi. Bundan dolayı 1830-1840 yıllarıarasında Rusya’da işçi aylıkları örneğin Almanya’dakinden daha yüksekti66. Aynı zamandaserf sahipleri köylülerin nafakalarını en aza indirerek iç pazarın genişlemesini de engellediler.Sonuç olarak burjuvazi feodal düzenin tepesinde oturan otokrasiye düşman olmasa da enbaşından beri serflik düzenine karşı oldu. Serfliğin kaldırılması sanayi burjuvasına verilen ilködün oldu. Ancak bu reform sınai kalkınmada belirgin bir yükselme eğrisine yol açmadı.1861’i izleyen bir çeyrek yüzyıl içinde sınai büyüme oldukça düşük düzeyde kaldı. Bunun enönemli sebebi iktidarın sanayiyi destekleyen tutarlı bir politika izlemeyi başaramamasıdır67.Yine de sınai kalkınmada patlamanın yaşandığı 1890’lara dek otokrasi boş durmadı. KırımSavaşı’nın yaraları sarılır sarılmaz İç Asya’yı ele geçirmek için sefer düzenlendi ve 1870’lerinbaşından itibaren Yakın Doğu’da etkin bir politika izlenmeye başlandı. Otokrasi her ikihamlesinde de hem ticari hem de sanayi burjuvazisinin çıkarlarını öne çıkarttı. 1878’de yüzde50 arttırılan gümrük tarifeleri otokrasinin korumacı politikalarında yeni bir safhayı temsilediyordu; otokrasi ve sanayiciler arasında artık çok daha sıkı bir ittifak söz konusuydu.Korumacı politikalar 1891 tarifesiyle en yüksek noktasına ulaştı ve yeni ittifak Witte’ninbakanlığıyla taçlandırıldı.Witte, Rus devletinin sınai kalkınma olmaksızın büyük devlet olarak kalmasınınimkansız olduğunun farkındaydı. II. Nikola’ya sunduğu bir momerandumda Witte, Rusya’nın

Batı Avrupa karşısındaki ekonomik pozisyonunun daha çok koloni-metropol ilişkisiniandırdığını ve ülkenin sanayi ürünleri satın almak için dışarıya ucuz tarım ürünleri satan bir66 Pokrovskii, 1970c, s: 7667 Rogger, 1983, s: 101ekonomik kimliğin ötesine geçememiş olduğunu vurgulamıştı68. Rusya’nın artık kendisininmetropol olması gerektiği hedefiyle yola çıkan Witte’nin sanayileşme projesinde en öne çıkanunsurlarından biri yabancı sermayenin öneminin çok fazla vurgulanmasıydı. Yabancı sermayeyerel sermaye birikimini hızlandıracaktı. Bu doğrultuda dışarıdan kredi bulunmasına öncelikverildi. Rublenin istikrara kavuşturulması ve 1897’de parada altın standardına geçilmesi dışkaynakların ülkeye akışını kolaylaştırdı. Ancak yurtdışına buğday satan toprak sahibi sınıf vetüccarlar bu politikanın bedelini oldukça ağır ödediler; yurtdışından makina getiren fabrikasahipleri içinse söz konusu durum oldukça kazançlıydı69. Demiryolu inşa ağlarınıngenişletilmesi hızlı sanayileşme programında anahtar rol oynayan bir diğer konuydu. Ülkeninbirbirinden izole parçalarını ve halkını birleştirmenin yanı sıra pazarı bütünleştirecek olandemiryollarının etki alanı muazzamdı. Demiryolu inşası projesinin kilit hattı olan Trans-Sibirya hattıyla Rusya’nın Uzak Doğu ile olan ekonomik bağlarını güçlendirme amacıgüdülmüştü. Bu hat sayesinde İngiltere’nin Çin pazarından uzaklaştırılması ve Rusya-Çinilişkilerinin güçlendirilmesi bekleniyordu. Bu yöndeki beklentiler Rus emperyalizmi için debir dönüm noktasıydı; söz konusu durum 1871’den itibaren dünyanın büyük sanayiimparatorluklarının küresel ölçekte sürdürdükleri emperyalist yayılma aktivitelerineRusya’nın da etkin katılımına işaret ediyordu. Sonuç olarak Witte’nin dönemindedemiryollarının uzunluğu büyük ölçüde arttı; 1855’te sadece 850 mil olan demiryollarınınuzunluğu 1885’ten itibaren 17.000 mile ulaşmıştı; 1896 ve 1902 yılları arasında ise 17.000mil daha eklendi ve 1905 yılına gelindiğinde demiryollarının toplam uzunluğu 40.000 mile

ulaşmıştı70. Demiryolları ağının genişlemesinin ağır sanayinin gelişimine destek olacağı68 Mosses, 1996., s: 9969 Pokrovskii, 1970c, s: 7770 Demiryolları hakkında istatistiksel veriler için, Bkz. Rogger, 1983, s: 105hesaplanmıştı.Rus sanayileşme programının bir diğer öne çıkan unsuru, devletin sınai yatırımlaraaşırı orandaki iştirakı idi. Devlet, tüm sanayileşme sürecini kontrol etmek ve gerekli desteğisağlamakla yetinmiyor, Batılı hiçbir ülkede görülmeyen oranlarda ulusal ekonomiye nüfuzediyordu. Örneğin 1899’da devlet tüm metalurji üretiminin hemen hemen üçte ikisinin alıcısıdurumundaydı; 20.yüzyılın başlarında demiryollarının yüzde 70’ini devlet işletiyordu71. Buyoğun iştirak, özel girişimcilerin kaderlerini geniş ölçüde St. Petersburg’daki otoritelerinellerine bırakıyordu ki bu durum burjuvazinin siyasal olarak takındığı pasif tavırın en önemlinedenlerinden biriydi. Tüm 19.yüzyıl boyunca ülkedeki liberal hareket, burjuvazi tarafındandeğil de girişimci karaktere sahip olan aristokratlar tarafından yürütülmüştür. Bunun en barizörneği, dekabrist ve zemstvo hareketleri idi. 1870’lerden itibaren proletarya yavaş yavaşsiyasal olarak örgütlenmeye başlamıştı; 20.yüzyılın başında kendi partileri dahi vardı.Burjuvazi ise ilk siyasal partisini 1905 Devrimi’nden sonra kuracaktı. Bu tarihe kadar çıkar yada baskı grupları şeklinde örgütlenmeyi seçtiler. 1874’ten itibaren sanayinin çeşitlibranşlarında faaliyet gösteren girişimciler periyodik kongreler düzenlediler ve çalışmalarınıkoordine edebilmek için bürolar açıp kurullar organize ettiler72. Ancak otokrasi ile açıkşekilde çatışılmamaya daima itina gösterildi. Burjuvazinin devlete bu denli bağımlı olmasıRus modernleşme tarihinin kendine has sürecini belirleyen en önemli unsurlardan biri oldu.Batı’daki orta sınıfların yararlandığı ileri derecedeki özgürlük bu sınıfları dinamik kılarken,ülkelerindeki sosyo-politik hareketlerde çekim merkezi ve öncü olmak konumunayükseltmişti. Rusya hem ekonomik hem de ideolojik açıdan bir sanayi toplumu değildi.

Sanayi toplumlarında bireylerin ekonomik çıkarlarını her şeyin üzerinde tutması en öne çıkanunsurlardan biridir. Rusya’da ise bu durum ne iktidar ne de tebaa için söz konusu değildi;71 Ascher, 1988., s: 2172 Rogger, 1983, s: 123sadece iş çevreleri için kısmen geçerliydi. Bir çok burjuva tüm girişimlerinden el ayakçekerek taşrada toprak alıp, aristokrat bir hayat sürmeyi tercih etmişti73. Bu ironik durum Rusburjuvazisinin sınıfsal bilincindeki eksikliği ve tarihte oynaması gereken rolün niteliğinikavrayamamış olduğunu gösterir. Daha da önemlisi burjuvanın siyasal olarak geri kalmışlığıülkedeki devrimci hareketi temelden etkileyecekti. Rus burjuvazisi hiçbir zaman yozlaşmışotokrasinin yapılarını sarsacak denli radikal ve bağımsız bir hak arama mücadelesinegirişmedi. Ancak 20.yüzyılın başında anayasal bir yönetimin ne denli kendi çıkarlarınaolacağını sezmeye başlayarak muhalif hareketlerle bütünleşmeye başladılar. Hatta devrimciörgütleri materyal anlamda destekleyecek kadar ileri gittiler.1.3.3. İşçi Sınıfının DoğuşuRusya’da sanayi üretiminin gelişmeye başlamasıyla işçi sınıfı da genişleme sürecinegirdi. İşçi sınıfının Rusya’da sınıfsal bir karakter kazanması serfliğin kaldırılması kararındansonra olmuştur. Serflik döneminde işçilerin fabrikadaki kazançlarının bir kısmını toprakbeylerine ödemelerinden anlaşılacağı üzere ekonomik ve hukuki açıdan taşradan bağlarınıkoparamamışlardı. Serfliğin kaldırılmasıyla hukuksal bazda bireysel bağımsızlıklarınıkazanan sınıf, ekonomik olarak oldukça düşük hayat standartlarına mahkum olmayı sürdürdü.Bu durum Rusya’ya özgü değildi; sanayileşmenin başlangıç evrelerinde Avrupa’da da çalışmakoşulları oldukça ağır ve ücretler de bir o kadar düşüktü. İşçileri destekleyecek herhangi birörgütsel yapılanma da henüz mevcut olmadığından kaderleri işverenlerin insafına terkedilmişti. 1890’lara dek Rus sanayileşmesinin ağır aksak ilerlemesi paralelinde işçi sınıfınıngenişleme hızını da yavaşlattı. 1890’lardaki sınai kalkınma bu sınıfın nüfus içindeki

yoğunluğunu arttırırken toplumsal etkinlik alanının da genişlemesine yol açtı. 1905’e kadar73 Rogger, a.g.e.işçilerin sayısı 2 milyon 700 bine ulaşmıştı74. Rus işçi sınıfının gerçek bir toplumsal sınıfhüviyetini kazanması da doğal olarak bu döneme rastlar. 1890’lardaki hızlı sınai kalkınmayımümkün kılan en önemli olgulardan biri ülkenin ucuz işgücü cenneti olmasıydı. Taşradakidüşük üretkenlik ve toprak yetersizliği Rus tarımını tam anlamıyla bir kaosa sürüklemişti.1890’ların başı itibariyle Avrupa Rusya’sında köylülerin üçte ikisinden fazlası kendilerineyetecek kadar dahi üretimde bulunamıyorlardı75. Bunun yanı sıra hemen her yıl taşranın vergiyükümlülüklerinin arttırılması köylüleri nakit sıkıntısına soktu. Köylerdeki ekonomikdurumun bu denli kötüleşmesi köylüleri şehirlere doğru göç yollarına döktü; göç seçimolmaktan öte zorunluluktu. 1897’de St. Petersburg nüfusunun yüzde 38’i, Moskova’nın iseyüzde 21’i diğer eyaletlerden göç edenlerden oluşmaktaydı76. Ancak Rus işçi sınıfınınköylerle bağlantısı halen oldukça güçlüydü; köylerden yeni ayrılmış olmalarının yanı sırasanayi üretiminin önemli bir bölümü sayısı altı milyona kadar varan mevsimlik işçilerlesağlanmaktaydı77. Bunlar harman zamanı köylere gidiyorlar, ölü mevsimde ise fabrikalaradönüyorlardı. Söz konusu durum işçilerin bağımsız bir sınıfsal bilinç kazanmalarınıengelleyici bir unsurdu. Rus sanayisinin temel karakteristiklerinden biri yüksek seviyedemerkezileşmiş olmasıydı. 1895 itibariyle binden fazla işçi çalıştıran işletmelerin oranı yüzde31 gibi büyük bir rakamdı ki bu oran Almanya’da yüzde 13’te kalmaktaydı78. Büyükişletmelerin bu denli yoğunluğu emekçi örgütler ve siyasi propaganda için oldukça uygun birortam yaratıyordu.74 Liebman, 1968., s: 2975 VON LAUE, T. H., Russian Labor Between Field And Factory(1892-1903), California Slavic Stalies,Vol:III, 1964, s: 3676 Von Laue, a.g.e.77 Liebman, 1968., s: 29978 Rogger, 1983, s: 113

Sanayileşmenin ilk evrelerinde ortak bir olgu olan uzun çalışma saatleri Rusyaörneğinde de söz konusu idi; bir iş günü 12-14 saat arası bir süreyi kapsıyordu. 1897’de St.Petersburg işçilerinin çalışma saatlerinin kısaltılması için yaptıkları grev sonuç verdi veçıkarılan kanun sonucu erkekler için 11.5, çocuklar için ise 9 saatlik çalışma süreleribelirlendi. Ayrıca kanun Pazar gününü tatil olarak kabul etti. Köylülerin ucuz emek rezervleriolarak iş beklediği ortamda ücretlerin oldukça düşük tutulması gayet normaldi. Bölgeler arasıücretlerde farklılaşma vardı; örneğin emekçinin az olduğu Güney’de, özellikle de madensanayisinde, ülkedeki en yüksek ücretler ödeniyordu, kırsal kesimin tam bir yıkım içindebulunduğu Penza eyaletinde ise en düşük ücretler söz konusuydu79. Ücretlerin ödenme şekliişverenlerin keyfine bırakılmıştı. İş sırasındaki tahribatlar yüzünden ücretlerde aşırı kesintiyegidilmesi, saat ücretlerinden yapılan kırpmalar oldukça sık rastlanır durumlardı. 1886’daçıkarılan kanunla işçilerin refahını arttıracak faaliyetler dışındaki para kesintileri veanlaşmalardaki ücretlerden düşük meblağlar ödenmesi yasaklandı. Ödemelerin nakit olarakyapılması zorunlu kılındı. Ancak iktidar işçileri savunur düzenlemeler yaparken grevebaşvuranların cezalarını da arttırmaktaydı. 1903 yılına dek iş kazaları ile ilgili herhangi birdüzenleme yapılmadı. Bu zamana dek kazalar nasıl meydana gelirse gelsin işçi herhangi birtazminat talep edemiyordu. Genel olarak iktidarın işçilere verdiği tavizler gönüllü olarakverilmedi; işçiler yaptıkları eylemlerle bunları elde ettiler80. Yine de amaçlarına ulaşmak içinkanuni yollar işçilere kapalı tutuldu. Sendikaların varlıklarının iktidar tarafından tanınması1906 yılını buldu. O zamana dek her türlü sendikal faaliyet sistematik olarak önlendi. 1905yılına dek işçi yığınları otokrasiyle değil işverenleriyle mücadele etti. 1862-1869 yıllarıarasında toplam altı grev hareketi olurken; 1870-1885 yılların arasında ortalama olarak yıldayirmi grev meydana gelmişti. Artan sanayi işletmeleri sayısına paralel olarak 1886-189479 Von Laue, 1964., s: 54

80 Liebman, 1968., s: 87arasında yıllık grev ortalaması da otuz üçe yükseldi; 1895-1904 yılları arasında iseyüzyetmişaltı gibi bir orana ulaşarak çok büyük bir sıçrama gösterdi81. 1899 yılındafabrikadaki ekonomik hayatı ve işçilerin çalışma koşullarını denetlemek için kurulan ancakasıl amacı potansiyel grev liderlerini saptamak ve greve gidilmeden önce onları tutuklamakolan iç işlerine bağlı bir polis ağı örgütlendi. Ancak bu istihbarat örgütü muhalif eylemlereengellemekte yeteri kadar başarılı olamıyordu. 1900’den itibaren devrimci propagandanınfaaliyet alanının genişlemesi ve işçi topluluklarının bu illegal örgütlere sempati göstermesihükümeti oldukça tedirgin etti. Çare olarak hükümet, dizginleri kendi eline alacak biçimdeişçi örgütlerini yasal bir prosedüre sokma kararı aldı. Başarılı olunduğu taktirde hem işçisınıfının sempatisi kazanılacak hem de devrimci ajitasyon tehdit olmaktan çıkacaktı. Hükümetişçileri tamamen kendi ideolojisini empoze edebilmek için toplumsal ve ekonomik bazıtavizler vermeyi dahi göze almıştı. Bir çeşit polis sosyalizmini andıran bu deneysel girişimadeta iktidarın elinde patlayacak bir bomba oldu ve 1905 yılındaki devrime zemin hazırladı.1.4. 1905 Devrimi Arifesinde Rusya’da Siyasal HareketlerRusya’daki otokrat rejim Batı Avrupa’daki siyasal rejimlerle karşılaştırıldığında çokdaha zayıf muhalefetle karşılaştı. Ülkedeki tüm sosyo-ekonomik ve siyasal unsurları sıkı birdenetim altında tutarak tam bir güç tekeli kuran Rus Çarları 19. yüzyıla dek, arasıra patlakveren köylü isyanları dışında iktidara yönelen çok ciddi bir iç tehdide maruz kalmadılar.Otokrasinin ülkedeki sosyo-ekonomik süreç içindeki yoğun kontrol kabiliyeti ve feodaltabanlı toplumsal düzenle iktidarın uyumu bu rejimi mümkün kıldı. Ancak özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısında ekonomik yaşamda meydana gelen hızlı ve yoğun dönüşüm sürecibürokratik-polis devlet karakterindeki Rus yönetim metodlarını çıkmaza soktu. Ekonomik81 Rusya’daki grev istatistikleri için, Bkz. Ascher, 1988., s: 22-23

hayattaki çeşitlenme toplumun sınıf kompozisyonunu ve çıkar ilişkilerini baştan aşağıyenilerken, otokrasi, siyasal yapıda oluşacak açılımlara karşın savunmacı bir politika izledi.Ancak bu yüzyılda yüzlerini Batı’ya çevirmiş olan aydın kesim ülkenin ne denli geri kalmışolduğunun fazlasıyla bilincindeydi; daha da önemlisi bunun sorumluluğunu otokrat yönetimmetodlarına yükleyecek kadar iktidardan düşünsel kopuş safhasına gelinebilmişti. 19.yüzyılRus aydınlarının önceki nesillerden farkı düşündüklerini eyleme dökmenin gereğini anlayarakpasif konumlarından sıyrılmaları ve kendilerine kitlesel taban arayışına girişerek otokrasiyiyıkacak devrimin temellerini atmaya çabalamalarıydı.1.4.1. Liberaller19.yüzyılda otokrasiye karşı yönelen ilk ayaklanma hareketi toplumun liberal eğilimlikesiminden geldi. Batılı eğitim almış aristokrat kökenli gençlerin başını çektiği ve aynızihniyetteki subayların da fiili olarak katıldığı isyan hareketi, Rus tarihine "dekabristayaklanma” olarak geçti. Ayaklanma iktidar tarafından bastırılmış olsa da dekabristlerarkalarında önemli bir düşünsel miras bıraktılar; otokrasinin kendini ıslah etmeyeyanaşmamasına karşın ilk defa zora başvurularak çare aranmaya çalışılmış olunması,Rusya’yı modernleştirmek için devrimden başka çıkar yol olmadığı fikrini gelecek nesillerede aşıladı82. Dekabristlerin başarısızlığını takiben liberal hareket, I. Nikola’nın despotyönetimi karşısında durgunluk dönemine girdi. Reformcu Çar II. Aleksandr, yerel öz-yönetimbirimleri olarak oluşturduğu zemstvo örgütlerinin Rus siyasal hayatında yeni bir dönembaşlattığının ve sürecin anayasanın kabulüne doğru ilerleyeceğinin farkındaydı83. Ancak şu aniçin Rus toplumunun anayasal bir yönetim için yeteri kadar olgun olmadığını düşünüyordu.Konuya Rus liberal çevreler açısından bakıldığında ise Rus liberalizmin kökenleri itibariyle82 Liebman, 1968. s:5183 Walkin, 1962. s:156ılımlı olduğu ve bu görüştekilerin önemli bir kısmının da daima böyle kalmayı başardığı

görülüyor. Monarşi ile liberal değerlerin uzlaştırılabileceği ve işbirliğinin mümkün olduğudüşüncesi liberaller arasında yaygın kanıydı. 1879 yılında Cherginov’da zemstvo lideri olanIvan Petrunkeviç, liberalleşen otokrasi fikrini reddetmiş ve Rus hükümetinin gidişatınıbelirleyecek seçilmişlerin oluşturduğu bir kurucu meclisten bahsetmiş84 olsa da 20. yüzyıladek bu tarzda devrimci çıkışlar çok nadirdi.Rus liberalizminde zemstvo örgütleri hareketin çekim merkezi olma işlevini yerinegetirdiler. Merkezi yönetimden ayrı yerel öz-yönetim birimleri olan ve aristokratların üyeleriçinde çoğunluğu oluşturduğu bu örgütler, II. Aleksandr dönemindeki hareket kabiliyetlerini,III. Aleksandr döneminde büyük ölçüde yitirdiler. Bir önceki saltanat döneminde sahipoldukları yetkilerin kırpılmasının yanı sıra merkezi yönetim karşısında bağımsız hareketkabiliyetleri oldukça sınırlandı. Ancak 1890’lara dek zemstvo üyeleri siyasetle oldukçayakından ilgilenmelerine rağmen, iktidara karşı ılımlı tavır sergilemeye devam ettiler.1891’de kırsal alanda başgösteren kıtlık üzerine zemstvo üyeleri ortak bir örgüt altındabirleşme çalışmalarına başladı. 1895’te II. Nikola’nın zemstvoların bu yöndeki çalışmalarını“saçma düşler” olarak nitelendirerek reddetti. Aldıkları bu sert cevaba rağmen zemstvoüyeleri iktidara sadık tavırlarını muhafaza ettiler85. Zemstvo konferansları 1900 yılına dekillegal olarak düzenlendi, ancak, bu tarihten sonra yavaş yavaş kendilerini ortaya sermeyebaşladılar.20.yüzyılın başlarında liberal akımlar için en çarpıcı olan yasalara dayalı yönetimin vetemsili hükümetin oluşması için barışçı yöntemlerle mücadelenin artık mümkün olmadığınainanan yeni bir akımın ortaya çıkmasıydı. Yeni jenerasyon liberaller hükümetle uzlaşmanınboş düşler olduğunu ve siyasal sistemde radikal reformlar gerçekleştirmek için otokrasinin84 Rogger, 1983, s:15585 Rogger,1983, s: 157yıkılarak, yerine Batı tarzında parlamenter rejimin kurulmasının ön koşul olduğunun ayırdına

varmışlardı. Yeni liberal trendi daha da radikal kılan bir diğer unsur, varolan devrimcihareketi kendileri için kaçınılmaz müttefik görmeleriydi. Bu eğilimler çerçevesinde bir arayagelen liberaller, devrimci sosyalist partiler gibi illegal bir örgütün yanı sıra yurtdışında basılan“osvobozhdenie (özgürlük)” adında bir yayın organı da kurdular. 1902 yılında Stutgart’tayayın hayatına başlayan gazetenin editörlüğünü Peter Struve üstlendi. Rus liberalizminin soladoğru meyletmesinin fikir babalarından olan Struve, eski bir sosyal demokrattı. Revizyonizmakımı çerçevesinde Marksizm’den liberalizme kayan Struve, özgürlüğe ulaşma gibi bir etikdüşüncenin tek bir sınıfın edimleriyle gerçekleştirilemeyeceğinin ve siyasal özgürlük hedefineulaşmak için en iyi yolun geniş tabanlı bir liberal partinin kurulması olduğunu savunuyordu86.Yeni liberal akımın toplanacağı çatı görevini görmesi için “Özgürlük Birliği” adlı bir örgütünkurulması planı 1903 yılında Almanya’da oluşturuldu. Almanya’daki toplantının ardındanKarkov’da bir araya gelinerek Birlik’in öncelikle zemstvo eyaletlerinde örgütlenmeye gitmesive mümkün olduğunca diğer eyaletlere de yayılmasını içeren bir plan yapıldı. 1904 yılınınOcak ayında St. Petersburg’da Özgürlük Birliği’nin kurucu kongresi yapıldı. Önceliklezemstvo eyaletlerinde örgütlenmeye gidilmesi, buralarda zaten güçlü bir örgütsel yapınınmevcut olmasıyla ilgilidir. Hem Osvobozhdenie’nin yayınlanmasında hem de ÖzgürlükBirlik’inin örgütlenmesinde iki farklı grup faaliyet gösterdi: zemstvo üyeleri ile profesör vegazeteciler. Bu iki grup Almanya’daki toplantılarda da St Petersburg’da seçilen kurulda daeşit olarak temsil edildi. Liberalizmdeki bu yeni trendin fikir babaları doğal olarak profesör vegazetecilerdi. Rus hayatının realitelerinden öte teoriler ışığında hareket yönü belirleyen bugrup, zemstvoların o zamana dek liberalizme yaptıkları katkıları küçümsüyordu. Otokratikyönetimin yıkılması hedefi çerçevesinde kitlesel huzursuzluğun iktidara karşı muhalefeteyönlendirilmesinin gereğine inanan grup, ulaşmak istedikleri amaç her ne kadar farklı olsa da

86 Ascher, 1988. s:34devrimcilerle benzer taktikler benimsemişti87. Devrimcilerle ittifakın gerekli görülmesiüzerine 1904 yılının Eylül ve Ekim aylarında Paris’te diğer partilerin temsilcileri ile işbirliğikurma yönünde görüşmeler yapıldı. Azınlıkların liberal ve devrimci partileri ile Soyalist-Devrimci Parti görüşmelere katılırken, Sosyal Demokratlar burjuva partileriyle herhangi biranlaşmaya gidemeyeceklerini belirterekten görüşme teklifini geri çevirdiler. Müzakerelersonucunda otokrasiyi yıkmak için birbirlerine paralel eylemlere girişilmesi yönünde biranlaşmaya varıldı. Ancak anlaşmanın olumlu noktaları, her partinin kendine uygun olduğusürece işbirliği yapılacağı şeklinde pratik olarak net olmayan terimler içeriyordu88. Liberallerher ne kadar devrimcilerle ilişkiye girmiş olsalar da varmak istedikleri hedef diğerlerindenoldukça farklıydı; onlar bir cumhuriyet değil anayasal monarşi peşindeydiler.Özgürlük Birliği’nin 1904 yılında kabul edilen programı, otokrasinin tasfiyesini,anayasal bir hükümetin kurulmasını, azınlıkların kendi geleceklerini kendilerininbelirlemelerini ve sosyo-ekonomik reformların gerçekleştirilmesini içeriyordu. Ayrıcaprogram detayla bir açıklaması yapılmadan işçi sınıfının çıkarlarının savunulmasındanbahsetmekteydi. Ancak bir çok zemstvo üyesi liberalizmin bu denli radikalleşmesine karşıçıktı. Bu çerçevede liberal hareket kendi içinde anayasal düzen savunucuları ve yasalarabağlılık gösteren otokrasi savunucuları olarak keskin şekilde bölündü89. Gerçekte ÖzgürlükBirliği bir parti değil, farklı politik eğilimi olan kişi ve grupların ittifakıydı. Birlik’inkonseyinde altı zemstvo üyesi bulunmasına rağmen yönetim, zemstvolu anayasalcılara göresola yakın olan entelektüellerin elindeydi90. Birlik, liberal hareketin hakimiyetini ele geçirdi87 Walkin, 1962. s:19488 Walkin, a.g.e.89 Ascher, 1988 s: 19690 Walkin, 1962, s: 201ve kitlelerin ilgisini çekmeye başladı. Ama hiçbir zaman devrimci hareketlerin yarattığı

kitlesel katılım oranlarını ve grup içinde bir hedef doğrultusunda birleşme olgusunuyakalayamadı. Liberallerin hareket sahalarını kısıtlayan en büyük engel, hakim sınıflar olanburjuva ve aristokratların genel eğilim olarak otokrasi ile çatışmak istememeleriydi. Rusliberal hareketini Batı’dakilerden bir ölçüde farklı kılan unsur, burjuvalardan çok Batılıgörüşe sahip aristokrat sınıfın hareketi desteklemesiydi ve bunun en büyük göstergesi dezemstvo birimlerinin hareketin çekim merkezini oluşturmasıdır.1.4.2. Sosyalistler19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rusya’da toplumsal yapıda köklü değişimlereyol açan kapitalistleşme süreci yaşanırken, eş zamanlı olarak ülkede radikal siyasal hareketlerde filizlenmeye başladı. II. Aleksandr’ın sertliği kaldırma kanununu takiben hakim sosyoekonomikdüzenin çözülmesi ve yapılan reformların yetersiz olmasının yanı sıra yanlışlığı,varolan toplumsal huzursuzluğun boyutlarını daha da genişletti. 1860’ların başında kurulan“Genç Rusya” ve “Toprak ve Özgürlük” hareketleri otokrat rejimi yıkmak gibi radikal biramaç çerçevesinde toplanan ilk Rus devrimcilerini bir araya getirdi. Bu dönemde iktidarmuhaliflerinin kafalarını en çok meşgul eden sorun, siyasete karşı oldukça ilgisiz kalankitlelerin devrimci harekete iştiraklerinin nasıl sağlanabileceği idi. Bu konudaki tartışmalardaiki cephe belirdi: halka eğitim yoluyla ulaşarak iktidarın zorbalığı konusunda onlarıbilinçlendirmeyi savunanlar ve iktidar temsilcilerine yapılacak suikastlerle kitlelerin ilgisiniçekerek onları bu savaş yönünde cesaretlendirebileceklerini savunanlar. Her iki cephe dehalkın kendi kaderini eline alması gerektiğine inanıyordu ve temel olarak halka inançbeslemektelerdi. 1860-1890 yıllarındaki tüm devrimci hareketlerin ana ilham kaynağı halkainanç olacaktı91. Proletaryanın belli belirsiz olduğu bu dönemde nüfusun ezici çoğunluğunu91 Liebman, 1968. s:54oluşturan köylüler, hedef kitle olarak belirlendi.Dönemin aydınlarının ve üniversite öğrencilerinin parola olarak benimsedikleri “halka

gidiş”, bir anda eyleme odaklanan örgütlü bir hareket kimliğini kazandı. 1874 yılı baharındayola çıkan çoğunluğu öğrenci olan, sayıları 2 ile 3 bin arasında değişen devrimci kitle, köyleregiderek orada onların hayatını sürmeye başladı. Köylülerin arasına girerek onlarınbilinçlenmesini sağlayacaklarını sananlar, kısa sürede hayal kırıklığına uğradılar; köylüleronları sahiplenmenin aksine çoğu kez ele verecek denli düşmanca tavır sergiledi. Halka doğrusefer bir çok devrimcinin tutuklanmasıyla son buldu. 1876’da kurulan “Toprak ve Özgürlük”örgütü halkçı harekette yeni bir safha açtı; artık devrimci hareket daha sistemli ve teorik biryapı kazanmıştı. Örgüt, köylülerin memnuniyeti esasına dayanan bir program yazmakla işebaşladı; programa göre büyük toprak sahiplerinin arazileri ellerinden alınarak köyderneklerine devredilecek ve onlar da bu toprakları yeni baştan köylülere dağıtacaktı92.Ulaşmak istedikleri hedef, iktidardaki zorba bürokrasiyi devirerek yerine köylü sınıfınınbaşrolü oynayacağı halkçı bir düzen kurmaktı. Ancak örgüt içinde faaliyet yöntemikonusunda ayrılıklar baş gösterdi; tedhiş yönteminin örgüt içinde ağırlık kazanmasındanrahatsız olanlar, 1879 yılında “Topyekün Bölüşme (Çernyi Peredel)” grubunu kurarak başınaGeorgi Pleakhanov’u getirdiler. Bu grup, zor kullanılmasına karşı olmamakla beraberyığınlara eğitim, propaganda ve kışkırtma faaliyetleri çerçevesinde ulaşılmasınısavunuyorlardı. Suikastleri ve terörü esas faaliyet yöntemi olarak görenler ise “NarodnayaVolya (Halk Özgürlüğü)” hareketi içinde yeni baştan toparlandılar. 1879 ile 1881 yıllarıarasında tüm Rusya’yı teröre boğan Narodnaya Volya, 1 Mart 1881’de Çar II. Aleksandr’akarşı suikast düzenleyerek ölümüne sebebiyet verdi. Ancak bu suikast hesaplanandan çokdaha farklı bir sonuç doğurdu. Hükümet Narodnik avı başlatarak ele başlarını idam etti vehareketi yok etti. Narodnik hareketi devrimden başka hedefi bulunmayan ve kendini tamamen92 ROSENBERG, A., Bolşevizm Tarihi, İstanbul, e Yayınları, 1969, s:55

halka adamış profesyonel devrimcileri ortaya çıkardı, ancak fikirlerinde varolan kargaşalıkhareketin başarısını oldukça aleyhte etkiledi. Narodnikler, Rusya’nın kapitalist dünyadaeşitlikçi tarım toplumu hayaliyle yaşayamayacağı gerçeğini bir türlü kabul etmiyorlardı.Sanayileşme Rusya’da ne gibi bir değişim sağlayacak sorusunu yanıtsız bırakıyorlardı;kapitalizmi, Rus sorunundan ya ayrı tutmak istiyorlar ya da tamamen görmezliktengeliyorlardı93. Davalarında kendi yanlarına çekmek istedikleri köylülerden hiçbir ilgigörememelerinde düşüncelerindeki zaafların büyük etkisi vardır. Sonuç olarak Narodnikler,ütopik sosyalistler olarak Rus devrimci tarihinde yerlerini aldılar.Narodnaya Volya’nın Çarlık’a karşı yürüttüğü şiddet eylemlerinin başarısızlığı 1881sonrasında ülkedeki devrimci hareketin düşünsel dönüşümüne büyük etkide bulundu.Devrimciler, hareketin handikapları üzerine bir hayli kafa yordular. Narodnikler’inbaşarısızlığını takiben devrimci hareketin düşünsel dönüşümünde en öne çıkan unsur,Marksist düşüncenin devrim fikrine eklemlenmesiydi. 1880’lerin ortasında Çarlık rejimininaskeri ihtiyaçlarını karşılamak için girişilen sanayi hamlesi, yabancı sermeyenin deyardımıyla bir anda ülkenin çehresini değiştirmeye başladı. Büyüme sürecine giren işçi sınıfı,devrimciler için köylüler dışında kitlesel bir alternatif yarattı. 1871 yılında Marks’ın Kapital’iRusça’ya çevrilmişti ve 11 yıl sonra ilk Rus Marksist grup yurtdışında oluştu. Daha önceNarodnik hareketin saflarında yer alan ancak örgütün terör yöntemini tasvip etmediği içinyolunu ayıran Georgi Plekhanov, devrimci hareketi Marksizm çatısı altında toplamayıamaçladığı büyük projesine girişerek “Rus Marksizminin babası” payesine erişti. İsviçre’desürgünde yaşayan Plekhanov, 1883’te kurduğu “Emeğin Kurtuluşu” adlı grubuyla devrimciharekete yeniden hayat aşıladı. Plekhanov, kapitalizmin ve de çelişkilerinin daha üst dereceyevarabilmesinin ancak otokrat rejimin yıkılmasıyla mümkün olabileceğini ve Rus

kapitalizminin de zaten otokrasinin temellerini sarsacak denli ilerlemiş olduğunu93 Rosenberg, 1969, s:56düşünmekteydi. Yakın gelecekte bu rejimin sona ereceğini tahmin ediyordu. Rusdespotizmini, geleneksel tarım toplumu olarak adlandırılan sosyo-ekonomik ve kurumsalkompleksin üst yapısı olarak gören Plekhanov, kapitalizm yönünde ilerleyen ekonomikdönüşüm çerçevesinde oluşan yeni toplumsal güçlerin Rus siyasal sisteminde anakronizmyarattığını belirledi. Sosyo-ekonomik düzlemdeki Avrupalılaşmaya uygun biçimdeotokrasinin bir devrimle yıkılıp siyasi Avrupalılaşmanın da gerçekleşeceğini ve böylecesiyasal düzenle sosyo-ekonomik düzen arasında uyumlu bir ilişkinin kurulabileceğineinanmaktaydı. Plekhanov, muhalif ve devrimci kombinasyonlar için burjuvazi ve proletaryadışında güvenilecek toplumsal bir güç görmüyordu. Zihinsel gelişmişlik açısından geribulduğu köylü sınıfını potansiyel bir devrimci güç olarak kabul etmeyen Plekhanov onlarınkatkısını istikrarlı bir şekilde küçümsedi94.Plekhanov, devrimci strateji olarak otokrasiye karşı burjuvazi ve proletarya arasındakikarşılıklı ilişkiler konusuna yoğunlaştı. Sınıfsal çatışma konusunda proletaryanıneğitilmesinin gereğine inanarak yukarıdan empoze edilecek devrim fikirlerini, sosyalistideallere ihanet olarak gördü95; işçilerin sosyal demokrat liderlik şemsiyesi altındamücadeleye girmelerini ve süreç içinde bağımsız ve kendi çıkarları peşinde koşan bir güçolarak savaşımlarını sürdürmelerini savundu. Lenin’in aksine Pleakhanov asla burjuvaziyidışlamadı; rejimin siyasal özgürlüğü için burjuvazi ve onun temsilcilerince yapılacak herhangiçabanın desteklenmesinin gereğini savundu.Bu çerçevede “Kanlı Pazar” olayına dek “ayrıyürü, birlikte vur” sloganını benimseyecekti96. Gelecekteki Rus devriminin 1848’de Orta94 BARON, S.H., Pleakhanov And The Revolution Of 1905, Essays In Russian And Soviet History (InHonour Of Geroid Tanquary Robinson) içinde, Der: John Shelton Curtiss, New York, Columbia UniversityPress, 1963, s: 134

95 Charques, 1965. s: 4196 Baron, a.g.e.Avrupa’da meydana gelen devrimlerin ilerisine geçmemesi gerektiğini savundu; mütevazı,düzenli küçük bir devrim olması gereğini vurgulamasının yanı sıra 1789’daki Fransız devrimikadar büyük olmaması yönünde adeta uyarıda bulundu97.1880’lerde Marksist düşünce sanayi işçilerine henüz ulaşmamıştı. Marksizmentelektüel bir hareketti ve özellikle de üniversite öğrencileri tarafından büyük ilgiylekarşılanıyordu. 1884’teki üniversitelerle ilgili bir Çar fermanı hem akademik personele hemde öğrencilere düşünce özgürlüğüne dair sınırlamalar getirirken tüm toplu öğrenciaktivitelerini de yasakladı. Buna rağmen öğrenciler, 19.yüzyılın ikinci yarısında da Çarlık’amuhalif tavırlarını ve devrim hareketine bağlılıklarını koruyabilmişlerdir. 1890’ların başındanitibaren Marksist sınıf mücadelesi doktrininin basitleştirilmiş versiyonu küçük sanayi işçigruplarınca da benimsenmeye başlandı. Lenin bu dönemde Marksist düşüncenin Rusya’dayayılışını şöyle ifade etmiştir:“Otokrasinin egemen olduğu bir ülkede, tamamen köleleştirilmiş birbasınla, en küçük bir siyasal huzursuzluk ve karşı gelmenin filizlenmesininezildiği kudurgan bir siyasal gericilik döneminde, devrimci Marksizm’inteorisi, birdenbire, sansür altında bulunan yazına girme yolunu buluyor veEzop dilinde ifade edilmekle birlikte, “ilgili” herkes tarafındananlaşılıyor… Hükümetin olup biteni anlamasına kadar ve koca sansürcülerve jandarmalar ordusu yeni düşmanı keşfedip üzerine çullanana kadar(bizim Rus ölçülerimize göre) epey zaman geçti. Oysa bu süre içinde,Marksist kitaplar birbiri ardına yayınlanıyordu. Marksist dergiler vegazeteler kuruluyordu; hemen hemen herkes Marksist olmuştu, Marksistlerövülüyorlardı, onlara binbir iltifat yağıyordu, yayınevleri Marksist97 Pokrovskii, 1970b, s: 140yapıtların olağanüstü hızlı satışlarından çok memnunlardı.”981890’larda Marksizm, öğrenci ve aydınların başı çektiği entelektüel bir hareketolmaktan çıkıp örgütsel taban arayışına girdi. Çarlık’ın ilk sosyalist partisi 1888’dePolonya’da kuruldu. Yahudi işçi ve zanaatkarların kendi çıkarları için oluşturdukları örgütler,1897’de Litvanya, Polonya ve Rusya Yahudi İşçi Federasyonu altında birleşerek “Bund”adındaki organizasyonu oluşturdular. Rusya’da ise 1890 yılına doğru bir sosyal demokrat

derneği Petersburg’da bir çok işçiyi üye yazabilmeyi başarmıştı. Fabrika işçileri ile sıkıbağlar kuran ilk grup “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Savaş Birliği” oldu. O zamanlar adısadece Vladimir İlyiç Ulyanov olan genç Lenin’in de kurulmasında pay sahibi olduğu buörgüt, 1895-1900 yılları arasında Rusya’da ortaya çıkan benzer bir çok kuruma örnek oldu99.19.yüzyılın son yıllarında sosyalist grupların sayısında hızlı bir artış oldu ve 1898 yılındaBund’un ön ayak olmasıyla ulusal ölçekte sosyalist bir parti kurmak için ilk girişim yapıldı.Minsk’te yapılan kongrede “Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi” kuruldu. Yine aynı yılPlekhanov liderliğinde İsviçre’de “Yabancı Ülkelerdeki Rus Sosyal Demokratları Birliği”kuruldu. Birlik, anavatandaki işçi sınıf ve örgütleriyle olabildiğince sıkı ilişkiler kurmayıamaçlıyordu. Ancak Plekhanov bu örgütlenme çabalarından pek de memnun değildi, çünkükendisi tamamen teorici bir çizgideydi100. Sosyalist hareketin örgütlenmeye giriştiği budönemde Plekhanov’un nüfuzu düşüşe geçti. Onun söz konusu itibar kaybını Troçki şöyleifade etmiştir:“… onun gücünü, Lenin’e güç veren şey kırdı –devrim yaklaşımı.Plekhanov’un tüm eylemleri hazırlayıcı, teorik günlerde ortaya çıkmıştı.98 LENIN, V. I., Ne Yapmalı? (Hareketimizin Canalıcı Sorunları), Ankara, Sol Yayınları, 1998, s: 2299 Liebman, 1968., s: 63-64100 Liebman, a.g.e.O, temelde, Marksist bir propagandacı ve polemistti, fakat proleteryanındevrimci bir politikacısı değildi.”101.Plekhanov’un eylem yönündeki handikabı üzerine sürgün cezası biten Lenin, 1900yılında Rusya’dan Almanya’ya geçtikten sonra örgütsel çalışmaların yürütülmesinde sözsahibi olmaya başladı. Lenin’in faaliyet planının öne çıkan noktalarından biri olan devrimcibasın organı kurma fikri doğrultusunda hem Rus işçi militanlarını bilinçlendirmek hem deörgüt içindeki koordinasyonu sağlamak için 1901’den itibaren İskra (Kıvılcım) adlı haftalıkgazete çıkarılmaya başlandı. Plekhanov, Martov ve Lenin’in en öde çıkan yazarları olduğugazete, ideolojik ve faaliyetlere ilişkin taktik problemleri üzerine yoğunlaştı. İskra ekibi

özellikle Marksistleri devrimci eğilimlerinden vazgeçirme tehlikesi yaratan akımları hedefalmışlardı. Gazete içinde Plekhanov’la Lenin legal Marksistler’le ekonomizm savunucularınatam anlamıyla savaş açmıştı102. Bu dönemde Lenin, eylemci kişiliğinin yanı sıra teoriknitelikleriyle de öne çıktı. Lenin’in Marksist düşüncesinin ana teması, işçi sınıfının kendibaşına asla sınıf bilincine ulaşamayacağı idi. İşçilerin ekmek kavgası peşinde burjuvaideolojisine hizmet etmeyi sürdüreceği öngörüsüyle bunların bilinçlendirilmesinde devrimcisosyalist aydınların üzerine düşen görevleri vurgulamıştır. Lenin’in işçi bilinci teorisi özdeMarks’ın sınıfsız topluma giden tarihsel süreçte ekonomik öğelerin belirleyiciliği fikriyleçelişikti. Lenin, işçi sınıfının düzen karşıtı mücadelesinin kendiliğinden oluşması fikrine “NeYapmalı?” adlı eserinde şöyle karşı çıkmıştır:“…işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onun burjuvaideolojisine tabi olmasına, … yol açar; çünkü kendiliğinden işçi sınıfıhareketi, trade-union’culuktur, … ve trade-union’culuk, işçilerinburjuvaziye ideolojik köleliği demektir. Demek oluyor ki görevimiz, sosyal101 TROTSKY, L., My Life, New York, Penguin Books, 1979, s: 155102 Liebman, 1968, s: 67demokrasinin görevi, kendiliğindenciliğe karşı savaşmak, işçi sınıfıhareketini burjuvazinin kanatları altına sokma yolundaki bu kendiliğindentrade-union’cu çabadan uzaklaştırmak, ve devrimci sosyal demokrasininkanadı altına sokmaktır.”103Lenin “trade-unionist” dediği zamanın İngiliz sendikalarına özgü eylem şeklinikesinlikle reddediyordu. Rus sosyal demokratlarının kışkırtma ve propagandalarının tüm halkkatmanlarında, özellikle de köylüler arasında devam etmesi gerektiğini ve işçilerinfabrikalardaki huzursuzluklarının genelleştirilerek bu stres birikiminin tüm kötülüklerinkaynağı olan Çarlık rejimine yöneltilmesini savundu. Parti’yi yığınların faaliyetlerinde genelçekim odağı olacak şekilde hareketin merkezine koyan Lenin öğretisi, Rus sosyalistlerininönemli bir bölümünün tepkisini çekti. Böylece iki ayrı akım açığa çıktı. Birinci akım Russosyal demokrasisinin görev olarak, proletaryanın durumunu düzeltmeyi üstüne alacak birişçi partisi olmasını ve Çarlık rejimine karşı verilen siyasal savaşta yerini almasını

savunuyordu. Buna göre gelecekteki Rus devriminin her şeyden önce bir burjuva devrimiolacağından hareketle devrimin gidişatına biraz da burjuvazi karar verecekti. İkinci cephe,Rus sosyal demokrasisinin profesyonel devrimcilerden kurulu gizli bir örgüt halini almasınıve halk yığınlarının burjuva devrimini itme görevini üstlenmesini savunuyordu104. 1903yılının Ağustos ayında Londra’da toplanan kongre Rusya Sosyal Demokrat Partisi’ninkurulmasıyla sonuçlandı. Ancak kongre delegelerin dayanışma duygusunu ateşlemekten çokfarklılıkların açığa çıkmasını körükledi. Parti tüzüğü hazırlanırken daha ilk paragraftauyuşmazlıklar ortaya çıktı ve kimin parti üyesi olarak nitelendirileceği üzerine çıkan tartışmaiki cepheyi karşı karşıya getirdi. Lenin, “bir parti örgütüne bağlı olan kişi parti üyesidir”denmesini savunurken, Martov “parti denetiminde çalışan kişi parti üyesidir” denmesini103 Lenin, 1998., s: 48104 Rosenberg, 1969., s: 60-61istiyordu105.Bu kavramsal anlaşmazlık partiyi parçaladı. Kongredeki oylama esnasında birkaç oy fazla alan Lenin’e bağlı olanlar bundan sonra çoğunluk anlamına gelen “Bolşevik”adıyla, Martov’u destekleyenler ise azınlık anlamına gelen “Menşevik” adıylatanımlanacaklardı. Dünya tarihinin en önemli sayfalarından birini yazacak olan Bolşeviklerböyle bir ortamda doğmuş oldu.Bolşevik ve Menşevikler’in teorik yaklaşımları arasındaki farklar üzerine oldukçafazla görüş mevcuttur. Öncelikle farklılık bir demokrasi problemiydi; temelde Bolşevizmaktif bir azınlığın önderliğini esas alırken Menşevizm, kitlelerin aktifleşmesini vurguladı;Bolşevizm’in temel fikri “liderlik” iken, Menşevikler “hizmet” temasını öne çıkardılar.Bolşevizm mantıksal olarak bakıldığında diktatörlüğe ait kavramsallaştırmalar ve pratiklergeliştirirken, Menşevizm tamamen demokratik kaldı106. 1904’ün sonlarına dek tartışmalarorganizasyonlar üzerinde yoğunlaştı. Devrimci taktiklerdeki farklılaşmalar ise özellikle1905’in başındaki Kanlı Pazar eylemini takip eden süreç içinde ortaya çıktı. Genel olarak

bakıldığında Bolşevizm gençlere ve özellikle de üniversite öğrencilerine daha çekicigeliyordu. Kendisi de 1905 yılında bir Bolşevik olan Solomon Schwarz, en ateşli ve aktifgenç sosyal demokratların Bolşevik olmayı seçtiklerini ve Menşevik taktiklerinianlayamadıkları için Bolşevik olmanın oldukça doğal olduğunu ifade etmiştir107. Ancak budönemde Bolşevikler’in sosyal demokratlar içinde çoğunluğu oluşturduklarını söylemekoldukça zordur. Lenin, organizasyon yönündeki kişisel becerileri ve Rus koşullarına dahafazla hitap eden fikirleri sayesinde süreç içinde sosyalist hareketin lideri olma konumunagelmeyi başaracaktı.105 Rosenberg, a.g.e.106 SCHWARZ, S.M., The Russian Evolution Of 1905 (The Worker’s Movement And The Formation OfBolshevism And Menshevism), Chicago, The University Of Chicago Press, 1969, s: 29107 Schwarz, a.g.e1901 yılından başlayarak devrimci faaliyet yeni bir öğeyle zenginleşti; SosyalDemokrat Parti’nin yanında programı hatırı sayılır bir başarı kazanan Sosyalist-DevrimciParti de Rus siyasal yaşamındaki yerini aldı. Felsefi ve sosyolojik olarak anti-marksist olanParti, strateji ve doktrinleriyle eski Narodnik hareketin dirilişini temsil etmekteydi.Köylülerin çıkarlarıyla sosyalizmi uzlaştırmaya çalışan hareket, taşradaki “Mir”organizasyonu emsal göstererek Rus köylüsünün doğuştan sosyalist olduğunu savunuyordu.Bu çerçevede köylü sorununa yaklaşımları sosyal demokratlardan oldukça farklıydı; sosyaldemokratlar işçi sınıfına dayanarak köylülüğün önemini göz ardı ediyor ve köylülerin hızlaproleterleşeceğini düşünüyordu, ancak sosyalist devrimciler, köylünün proleterleşmesininbeklenemeyeceğinden hareketle bu kitleyi devrimci harekete eklemlendirebilmek için taşradaetkin bir propaganda faaliyeti yürütüyordu. Programında tüm toprakların doğrudankamulaştırılmasına yer veren parti, taşra siyasetinde sadece köylere ait toprak hisselerininarttırılmasını tasarlayan sosyal demokrat partiden oldukça ayrılıyordu108. Sosyalistdevrimciler köylüye bu denli odaklanmalarına karşın sanayi proletaryasını göz ardı etmiyor

ve işçileri gelecekteki sosyalist devrimin muhafızları olarak görüyorlardı, ancak yine deköylüler devrimin ana ordusu olacaktı109. Her iki partinin bir diğer farklılaştıkları konudevrimci faaliyetin yöntemiydi; sosyal demokratlar her türlü suikast ve terör eyleminireddederken, sosyalist devrimciler belli şartlar altında iktidar güçlerine karşı düzenlenecekşiddet eylemlerini gerekli buluyor ve bunu gerçekleştirmekle görevli merkez komitesinebağlı özel bir birimi de bünyelerinde barındırıyorlardı. Genel olarak bakıldığında bunlarınfaaliyet planı taşradaki propagandayla hükümet güçlerine uygulanacak yıldırı eylemlerininbirleşimiydi. Sosyalist devrimciler sosyal demokratlar gibi sosyalizme doğru evrime yolaçacak olan demokratik burjuva devrimini hedeflemiyor ve sosyalist devrimin hemen108 Voline, 2000., s: 25-26109 Charques, 1965., s: 69gerçekleştirilebileceğini düşünüyorlardı.1.5. 1905 Devrimi’nin Oluşum ve Yayılma Süreci1.5.1. Papaz Gapon Hareketi1890’ların sonundan itibaren giderek faaliyet alanını genişleten devrimcipropagandalar ve bunların işçiler arasında sempati kazanmaya başlaması Çarlık hükümetinioldukça rahatsız etmeye başladı. İktidar, sosyalist tehdidin kendi varlıklarına yöneldiğiniidrak ederek bu yönde çözümler aramaya başladı. İktidar daha önce başvurulmuş olan sansür,sürgün cezaları ve fabrikalardaki hükümet ajanlarının yetersiz savunma araçları olduğununfarkına vararak işçi hareketini ele geçirmek için oldukça riskli bir plan yaptı. İşçileri kendiyanına çekmek ve hükümete olan güvensizliklerini ortadan kaldırmak amacıyla onlarınarasına işçi psikolojisinden anlayan ve iktidara sadakati onaylanmış ajanlar gönderilecekti.Moskova için Zubatov, St. Petersburg için ise Peder Gapon hükümetin bu projesinde görevalmaya talip oldular.Moskova’da Zubatov’un maskesi çabuk düştü, ancak St. Petersburg’da işler oldukçaiyi gidiyordu. Usta bir ajitasyoncu ve örgütleyici olan Gapon, hükümetle işbirliği içinde

bizzat liderliğini yaptığı sözde “işçi seksiyonları”nı faal hale getirdi; 1904’ün sonuna doğrubu seksiyonların üye sayısı on bine ulaştı. İşçiler akşamları sorunlarını konuşmak, gazeteleregöz atmak ve birkaç konferans dinlemek için kalabalık gruplar halinde bu seksiyonlarınlokallerine geliyorlardı. Lokallere geliş, Gaponcu işçiler tarafından sıkıca denetleniyor vedevrimci militanların buralara sızmalarına kesinlikle izin verilmiyordu110. Kısa süredeişçilerin güvenlerini kazanan Gapon, onlara devrimci militanlardan uzak durmalarınıngerektiğini ve siyasi değil ekonomik çıkarlarına odaklanmalarını tavsiye ediyordu. Ancakhareket kısa sürede yoğunluk kazanarak farklı bir istikamete yöneldi. 1904 yılının Aralık110 Voline, 2000., s: 28ayında, Gapon’un çok sayıda taraftarının çalıştığı St. Petersburg’un en önemlifabrikalarından biri olan Putilov fabrikasının işçileri eyleme başlama kararı aldılar. Gapon’unyardımıyla hazırladıkları oldukça ılımlı ekonomik talepler listesini fabrika müdürünesundular, fakat talepleri kabul edilmedi. Yasal yolla mücadelenin başarısız olması sonucuoluşan hayal kırıklığı işçilerin kendilerini aldatılmış hissetmesine yol açtı. Gapon, prestijinikorumak için hepsinden daha kızmış gibi görünerek Putilov fabrikasının işçilerini vargücüyle tepki göstermeye teşvik etti. İşçiler davalarını grev yoluyla sürdürmeye kararverdiler ve böylece Rusya’daki ciddi boyutlara ulaşan ilk işçi grevi olan Putilov fabrikalarıgrevi, Aralık 1904’te başlamış oldu. Greve, St.Petersburg’taki tüm işçi seksiyonları destekverdi111. Gapon’a güvenen hükümet duruma müdahale etmedi.Putilov grevi bir kaç gün içinde adeta St. Petersburg genel grevine dönüştü. Baştaekonomik konulara odaklanan işçilerin siyasal talepler yönünde seslerini yükseltmeleri fazlazaman almadı. 5 Ocak 1905 tarihinde Gapon, Çar’a sunulacak bir dilekçe hazırlama fikriniortaya attı. Bunu önerirken kafasında işçi kitlesini sakinleştirme beklentisi vardı ve iki günsonra da bunun hakkında şehrin idarecilerini bilgilendirdi. Sonraki üç gün boyunca Gapon,

işçi gruplarıyla görüşerek plana destek vermelerini istedi ve onlara Çar’ın iyi bir insanolduğunu, amaçlarını anladığında mutlaka halkına yardım edeceğini söyledi. Ancak, II.Nikola’nın kendilerini dinlemeyi reddetmesi durumunun söz konusu olması halinde Gaponşunu belirtti: “O zaman bizim Çar’ımız yok”112.Papazın biri işçi davasında kendini bu denli lider konumuna yükseltirken hemBolşevikler hem de Menşevikler olan biteni hiç de hoş karşılamadılar. 4 Ocak’taMenşevikler, işçileri hükümetin hizmetçileri tarafından kurulan cemiyetlere itibar ederek asılçıkarlarını izlemekten sapmamaları yönünde uyaran broşürler dağıttılar. Bolşevikler ise111 Voline, 2000, s: 29112 Ascher, 1988., s: 83Gapon’un taktiklerine daha sert şekilde karşı çıktılar ve 8 Ocak’ta Çar’dan ricadabulunmanın ne denli boş olduğuna dair broşürler dağıttılar. Broşürlerinde şunlar yazılıydı:“Özgürlük kanla satın alınır, özgürlük sert bir muharebede silahla kazanılır. Çar’a dilenme,hatta ondan hiçbir şey talep etme.113” Sosyal demokratlar bu görüşlerini Gapon’uncemiyetlerinde işçilere anlatmaya çalıştılar ancak buralardaki ateşli işçilerce susturuldular vebazen de kapı dışarı edildiler; Gapon’a desteklerini belirtmedikleri hallerde kesinlikleözgürce konuşturulmuyorlardı.Bu arada dilekçe vakası, çeşitli siyasi örgütlere üye muhaliflerin Gapon’a müdahaleederek yazacaklarında daha sert ve daha onurlu üslup kullanması yolundaki ikna çabalarısonucu farklı mahiyete bürünmeye başladı. İlerici iş çevreleri de Gapon üzerinde benzerbaskılar uyguladılar114. Bunu izleyen günlerde Gapon dilekçesinde bunların telkinleriçerçevesinde değişiklikler yaptı. Son biçimiyle dilekçe115 tam bir çelişki durumu arzediyordu; yazılış tarzı ile içeriği arasında uyum yoktu; Çar’a “baba olarak” hitap edilendilekçenin özellikle ilk kısımlarında halkın ne denli aciz durumda yaşadığını oldukçadokunaklı biçimde anlatılıp ondan merhamet dilenilirken dilekçenin yarısından sonrası bir

reform paketini andırmaktaydı. “Halkın temsili gerekli; bu halkın kendisine yardım etmesi vekendisini yönetmesi için gereklidir” gibi radikal bir talebin yanı sıra ifade, basın, toplanma veibadet özgürlükleri gibi modern insan hakları istemleri söz konusuydu. Dilekçenin ilkkısımlarında Çar’a yalvaran ifadeler, ikinci kısımda tüm yurttaşlar için medeni haklarınmaddelendiği içeriğe bürünüyordu. Demokratik seçim sistemi, insan hakları, sendika kurmahakkı ve 8 saatlik çalışma günü istemleri ile Gapon açıkça kendini iktidardan ayrılıp muhalif113 Schwarz, 1969., s:68114 Voline, 2000., s: 31115 Dilekçenin örneği için Bkz. Ascher, 1988., s: 87-89hareket saflarına katılmış görüntüsü veriyordu. Ancak dilekçede kesinlikle mutlakıyetinkaldırılması ya da isteklerinin kabul edilmemesi halinde şiddete başvuracakları gibi tehdidkarifadeler yer almıyordu; dilekçe tamamen Çar’a karşı samimi bir tonda yazılmıştı. Çar’a birdilekçe ile toplu müracaat edilmesi halkın onun iyi niyetine olan safça inancını gösteriyordu.Rusya’daki işçiler taşradan bağlarını tamamen koparmış değildi ve köylülerin onu babaolarak gören sadakat geleneği halen üzerlerinde etkiliydi. İşçi lokallerinde dilekçe örneğiokunarak işçilerden imza toplandı ve Kışlık Sarayı önündeki Çar’la randevularından haberdaredildiler. Polis ise Gapon’a güvendiğinden dolayı gelişen olayların gerçek mahiyetinikavrayamamış ve bunları engellemekte oldukça geç kalmıştı.9 Ocak* Pazar günü aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu sayısı 50 bin ile 100bin arasında olduğu tahmin edilen* devasa işçi yığını Gapon’un önderliğinde kışlık sarayadoğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşü önceden haber almış olan güvenlik güçleri de harekatplanlarını oluşturmuşlardı; buna göre kalabalık kesinlikle saraya yaklaştırılmayacak ve eğerısrarlı olunursa kimsenin gözünün yaşına bakılmaksızın ateş açılacaktı. Olayların gelişimi debu yönde seyretti; başkentin sokaklarında katledilen yüzlerce insanın ardından 1905 yılının 9Ocak günü tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçti. Olayların bilançosu hakkında resmi kaynaklar –

ki sayıyı daha az göstermiş olmaları mümkündür- 130 ölü ve 299 yaralı olduğu şeklinde birkayıt düşmüştür116. Ne Çar’ın ne de adamlarının bir katliam planlamadıkları üzerinde görüşbirliği vardır. II. Nikola’nın o gün kışlık sarayda bulunmuyor olması dahi hedef tahtasınayerleştirilecek kişiyi değiştirmedi; tüm kamuoyu katliamda Çar’ı sorumlu tuttu. Halkınhissiyatını o günlerde Odessa’da görev yapan Birleşik Devletler Konsolosu şöyle ifade* Ruslar’ın eski takvimine göre verilen 9 Ocak günü miladi takvimde 16 Ocak gününe karşılık gelir.* Kışlık saraya yürüyen kitlenin sayısı konusunda tam bir mutabakat olmayıp olaya şahit olanlar kitlenin çokbüyük olduğunu ve sayının bu rakamlar arasında olacağını söylemişlerdir. Bkz. Ascher, 1988, s: 90116 Ascher, a.g.e.etmiştir: “Tüm sınıflar, otoriteleri ve özellikle de Çar’ı suçluyor. Şu anki hükümdar Rushalkının sevgisini tamamen yitirdi ve gelecek bu hanedan için ne saklıyorsa saklasın, şimdikiÇar bir daha asla halkının arasında güvende olamayacaktır.”117. Yaşanan bu olaylarda ençarpıcı olan Çar’ın halkının gözündeki yüce imgesinin tamamen yerle bir olmasıydı;yüzyıllardır yaşatılan Çar efsanesine bizzat Çar, kendi elleriyle son vermişti. Katliamın ertesigünü başkentte tek bir atölye ya da fabrika işbaşı yapmadı. Grev yapmanın illegal olduğu vebir çok işçinin bir tane greve katılırken bile yoğun psikolojik ikilemler yaşadığı bu ülkede,tüm sonuçlarını göze alarak böyle bir eyleme girişilmesinin taşıdığı anlam muazzamdır.Başkentin yanısıra diğer şehirlerde yaşayan işçiler de iş durdurma eylemleriyle katliamatepkilerini gösterdiler. Gapon’un liderlik ettiği işçi eylemleri gibi St. Petersburg grevi dekendiliğinden gelişti. Grevin başlamasında hiçbir siyasi parti ya da grev komitesinin rolüyoktu.Kanlı Pazar’dan üç hafta sonra ülkedeki işçi huzursuzluğunun nedenlerini araştırmakve çözümler üretmek amacıyla hükümet bir komisyon kurdu. Senato ve devlet konseyi üyesiShidlovski’nin başına atandığı ve bu yüzden “Shidlovski Komisyonu” olarak adlandırılan

platformun, devletin temsilcileri ve işverenlerin yanı sıra işçiler tarafından bizzat oykullanılarak seçilecek işçi temsilcilerinden oluşması öngörülmüştü. Hükümet daha önce deişçi huzursuzluğunun sebeplerini inceleyen komisyonlar kurdurmuştu, fakat hiç biri işçilerinseçilmiş temsilcilerini içermiyordu. Menşevikler düzenlenecek olan temsilci seçimi süreciniajitasyon için bulunmaz bir fırsat olacağı öngörüsüyle konuyla ilgilenmeye karar verdiler;Bolşevikler ise komisyona küçümser bir edayla yaklaştılar118. Menşevik ajitasyonun etkisiyleişçi seçmenleri komisyona seçilecek temsilciler için konuşma özgürlüğü ve kişiseldokunulmazlık gibi haklar talep etti. Hükümet taleplerini cevapsız bırakınca işçi temsilcileri117 Aktaran, Ascher, a.g.e.118 Schwarz, 1969 , s: 27komisyona katılmayı reddetti ve komisyon hiç toplanamadan dağılmış oldu. Komisyonsonuç itibariyle bir fiyasko olsa da işçi temsilcilerini seçmek için düzenlenen kampanyalarSt. Petersburg’daki işçilerin siyasal eğitiminin gelişmesinde ve özellikle de “İşçi TemsilcileriSovyeti” fikrine hazırlanmalarında oldukça etkili olmuştur. Kampanyalar, Menşevikler’infikirlerini de etkilemiş ve kitlelerle daha yakın iletişimi sağlayacak örgütsel biçimlereyönelişi teşvik etmiştir119.1905 yazıyla birlikte ordu ve donanmada büyük çapta karışıklıklar ortaya çıktı.Haziran ayında Potemkin adlı Karadeniz donanmasına ait bir zırhlıda çıkan isyan bunların enünlüsüdür. Tüm ülke yavaş yavaş kaosa sürükleniyordu. Rus-Japon savaşında ard arda gelenbozgunların zayıflattığı iktidar, muhalif harekete karşı savaşabilmek için gereken paradan dayoksundu. Çarlık rejiminin düştüğü bu aciz durum kitleler tarafından da gözle görülür bir halalırken muhalif güçler de mücadelelerinde cesaretleniyorlardı. Axelrod’un liderliğindekiMenşevikler, 1905 yılının bahar aylarından itibaren kitlelerle ilişkilerinde iki yöntememeylettiler; birincisi, Rus işçilerinin partizan olmayan geniş bir işçi örgütü kurmaya teşvik

etmekti; ikincisi ise tüm Rus halkının kendilerini ifade edebilmelerini sağlamak amacıyla bumücadele içinde yer almaya ve devrimci kendi kendini yöneten yerel kuruluşlar kurmayaçağırmaktı. Axelrod, Iskra bünyesinde bu fikirlerini geliştirirken, Lenin’den sert eleştirileremaruz kaldı. Lenin’e göre Axelrod saçmalıyor ve tam bir ihanet sergiliyordu. Axelrod’unzamanla milli kongre şekline dönüşeceğini düşündüğü kendi kendini yöneten devrimci yerelörgütler fikri merkezden güdümlü devrim anlayışına aykırıydı. Lenin, milli kongrenin,dağınık ve örgütsüz kitlelerin ve de yerel toplulukların delegelerinin toplanmasıyla değil,büyük ölçüde örgütlenmiş bulunan devrimci partinin delegelerinin toplanmasıyla oluşmasıgerektiğini düşünüyordu. Lenin, partinin devrimin ve devletin öncüsü ve de yönetici gücünçekirdeği olmasının gerektiğini savunurken, Axelrod aşağıdan başlayan ve sonunda milli119 Schwarz, 1969 , s: 28-29temsil oluşumuna dönüşecek bir devrimi savunuyordu120.Lenin’in Menşevikler’le ayrıldığı bir diğer nokta sınıflara yaklaşım tarzıydı. Lenin,1905 yılındaki olayları izleyerekten aynı yılın Haziran ayında yayınladığı “Burjuva-Demokratik Devriminde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı çalışmasında proletarya veköylünün demokratik diktatörlüğü fikrini ilk kez formüle etti. Buna göre Rusya’da oluşmayabaşlayan devrim, burjuva devrimi olmalıydı ve eğer bu devrim başarılırsa sadece, BatıAvrupa’daki gibi medeni haklar ve siyasal özgürlükleri içeren burjuva karakterli parlamentersistemin kurulmasına yol açmalıydı. Fakat Rus burjuvazisinin bir devrime önderlik etmekiçin çok zayıf olmasından dolayı Parti tarafından önderlik edilecek işçi sınıfı, lider rolünüoynayacaktı. İşçi sınıfı bu savaşımında köylüyle ittifaka girmeliydi. Lenin, işçi-köylüittifakından bahsederken Menşevikler burjuvaziyi müttefik olarak seçme yanlısıydı.Menşevikler, köylüyü geri, siyasete ilgisiz ve ne yapacağı kestirilemeyeceğinden dolayıgüvenilmez buluyordu. Lenin de köylülerin bu niteliklerini inkar etmiyordu ancak onların

daha fazla toprağa sahip olmak içten içe besledikleri yıkıcı potansiyelin farkındaydı. Ayrıcaköylü kitlelerinin son kertede kaybedecek çok daha fazla şeyi olan burjuvalara görekolaylıkla devrimci harekete eklemlendirilebileceklerini düşünüyordu121 ki tarih onu buyönde fazlasıyla haklı çıkaracaktı.1905 yılında şehirler kadar olmasa da köylerde de yoğun huzursuzluklar sözkonusuydu. Özellikle de sosyalist devrimci parti ülkenin dört bir yanında yürüttüğü devrimcipropagandasında taşraya odaklanmıştı. Bunlar, köylüleri toprak beylerine karşı kışkırtaraktarım sahalarında genel bir greve yol açmak ve eğer bununla da hükümet dize getirilemezse120 WOLFE, B.D., Devrim Yapan Üç Adam, Ankara, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları, 1969, s: 370-371121 MC KENZIE, K.E., Lenin’s “Revolutionary Democratic Dictatorship of the Proletariat and Peasantry”,Essays in Russian and Soviet Historiographi (In Honour of Geroid Tanquary Robinson), Der: J. SheltonCurtiss, New York, Columbia University Press, 1963, s: 153vergi ödememe ve orduya asker vermeme gibi boykot girişimlerine yönlendirmek gibitaktikler benimsemişlerdi122. Sosyalist devrimcilerin Moskova’da Mayıs ayındadüzenledikleri bir kongrede bir araya gelen köylü delegeleri “Bütün Ruslar’ın Köylü Birliği”adında bir örgüt kurmaya karar verdi. 31 Temmuz’da toplanan birliğin ilk kongresinde 22eyaletten gelen delegeler, Sosyalist Devrimcilerin söz konusu taktiğini kabul ettiler. Yapılankongre esnasında taşradaki soruna, toprakta özel mülkiyetinin kaldırılması ve toprağın tümköylülerin ortak mülkiyetine geçirilmesi şeklinde çözümler önerildi. Köylü birliği tümköylünün bakış açısını vermekten oldukça uzaktı; delegeler daha çok sosyalist devrimci vediğer radikal entelektüel hareketlerin etkisinde olduklarından dolayı görüşleri de bunlarınetkisinde şekillendi123. 1905 yılındaki köylü ayaklanmalarında bu birliğin kışkırtmalarıoldukça etkili oldu. Ekonomik stres, devrimci kışkırtmalar ve özellikle sınır bölgelerindekiyerleşim yerlerinde beliren milliyetçilik köylü ayaklanmalarının geniş ölçekte yayılmasısonucunu verdi. Japonya ile halen süren savaşın Rusya adına kötü geçtiği üzerine köylere

ulaşan haberler, cepheye bir çok insanını göndermiş bu kesimde iktidara karşı kızgınlığınartmasına yol açtı. Daha çok toprak beylerinin mülklerini yakıp yağmalamak şeklinde gelişenbu isyanların örgütlenme ve siyasallaşma boyutu ülke tarihi içinde örneği görülmemişoranlara vardı124.Ülke bu denli kaynarken liberaller de boş durmadı; Mayıs ayında Moskova’dayapılan bir toplantıyla “Birlikler Birliği” kuruldu ve başkanlığına da Prof. Milyukov seçildi.Bunlar önceden var olan özgürlük birliği ve zemstvo hareketiyle birlikte bir yasama meclisikurulması yönündeki kampanyaya katıldılar. Üç liberal hareket de aynı eğilimdeki kişilerce122 SETON-WATSON, H., The Russian Empire (1801-1917), London, Oxford University Press, 1967, s: 602123 Charques, 1965 .,s: 162124 Rogger,1983, s: 210kontrol ediliyor olsa da üyeleri en radikal olanlar Birlikler Birliği’nin saflarında yeralıyordu125. Zemstvo hareketi de 1905’in ortalarından itibaren tam bir parlamenter yönetimisteyen eğilimin hakimiyetine geçmişti. 6 Haziran 1905 tarihinde Çar’ı ziyaret eden zemstvoüyelerinin oluşturduğu bir heyet, Duma’nın çağrılması gerektiğini kendisine iletti. Ülkedekihuzursuzluktan telaşlanan hükümet, 6 Ağustos tarihli bir kanunla Duma’nın çağrılacağınıilan etti. İçişleri bakanı Buligin tarafından hazırlanan Duma projesi tam bir hayal kırıklığıoldu, çünkü bu Duma, ancak danışma mahiyetinde olacak şekilde tasarlanmıştı; yani tekbaşına kanun çıkarma gibi bir işlevi olamayacaktı. Ayrıca Duma'nın seçimlerindebenimsenmesi öngörülen sistem, eşitsizlik üzerine kuruluydu; seçmenlerin yüzde 43.4’ünüköylüler, yüzde 33.4’ünü toprak beyleri ve yüzde 23.3’ünü varlıklı kentlilerin oluşturacağıbir seçim sisteminde kentliler, fakirler ve gayri-Ruslar için ayrımcılık arz eden bir çok noktavardı126. Hükümetin bu kararı, halk çapında hoşnutsuzluğu arttırmaktan başka bir işeyaramadı ve zemstvo üyelerinin de çok küçük bir azınlığını memnun edebildi. Ağustos ayısonunda “Anayasal-Demokratik” adını taşıyacak bir parti kurmak için zemstvo birlikleri ve

Özgürlük Birliği ortak bir komisyon oluşturdu. Bu noktada köklü zemstvo hareketi ikiyebölündü; çoğunluk radikal bir politik programı kabul ederken, azınlıkta kalan bir kısım üyesadece danışma niteliği taşıyan bir meclisle yetinilmesi gerektiği şeklinde tavır aldı. AnayasalDemokrat Parti’nin kuruluş kongresi 17 Ekim manifestosuyla aynı günde yapılacaktı.1.5.2. Ekim Genel GreviPapaz Gapon’un önderliğindeki işçi gösterisi ve akabinde gelen katliamın ateşiniyaktığı devrimci süreci sonuca bağlayacak olan tarihsel olay, Ekim Genel Grevi’dir. Grev,Rus tarihinin yanı sıra dünya tarihi için de o zamana dek eşi benzeri görülmemiş devasa bir125 Seton-Watson, 1967 ., s: 603126 Rogger, 1983, s: 212hareketti. Tüm ulusun topluca gittiği başka bir grevin örneği tarihte yaşanmamıştı. EkimGenel Grevi, Kanlı Pazar olayının ertesi günü yapılan greve oranlandığında daha azkendiliğindendi; aylar öncesinden böyle bir grevin yapılacağı dedikoduları tüm ülkeyeyayılmış, çok sayıda grev komitesi ve Sovyet tarafından planlanma ve örgütlenmeçalışmalarına girişmişti. Ancak grevin adım adım planlanmış olması gibi bir durum dakesinlikle söz konusu değildi. Grev ateşinin yakılmasının ardından peş peşe gelen meslekgruplarının katılımları sayesinde hareket genişledi. Grevin en öne çıkan unsurlarından biriplanlamada ve yürütmede herhangi bir siyasal örgütün tekelci bir pozisyonunun olmayışıydı;tüm sınıfların ve muhalif örgütlerin otokratik rejimi yıkmak için girdikleri geçici ittifak,grevin en öne çıkan niteliğiydi.Kanlı Pazar olayını takiben Ekim ayına dek Rusya’da son on yılda olan grevindendaha fazla grev olmuştu. Ekim’deki genel greve giden grev zincirini ise başlatan 19 Eylültarihinde Moskova’daki matbaa işçilerinin yaptığı genel grevdi; fırın ve tütün sektöründeçalışan işçiler de kısa süre sonra onlara eşlik ettiler. 7 Ekim tarihinde Moskova-Kazandemiryolu işçilerinin başlattığı grevin ülke hayatına etkisi çok daha büyük oldu; çünkü bu

sektörün işçileri kadar hareket kabiliyetine sahip bir başka sektör olamazdı. Bir gün birşehirde diğer gün başkasında olabilen demiryolu işçileri grevin yaygınlaşması için büyükçaba harcadılar; 26 bin millik demiryolu hatlarındaki 75 bin işçi ve diğer personel on güniçinde greve katıldı127. Demiryollarının durması tüm Rus sanayisinin durması anlamınageliyordu. 11 Ekim’de grev, tüm fabrika ve kuruluşlara yayılarak genel bir hal aldı. Rusya’datüm demiryolu, fabrika, posta-telgraf işçileri ve okullar faaliyetlerini durdurdular. Bu noktadaorta sınıf aydınları, serbest meslek sahipleri ve sanayicilerin de greve katılmış olmalarınınönemi büyüktü. İşverenlerin çoğu greve sempatiyle bakıyorlar ve bazıları greve gidenişçilere yarım ücret ve hatta tam ücret ödemeye devam ediyordu. Bunun yanı sıra işverenlerin127 Pokrovskii, 1970b ., s: 148bir kısmı devrimci basını da maddi olarak destekledi. Bolşevikler’in yayın organı olanNovaya Zhin gazetesinin parasının büyük kısmını zengin kapitalistler verdi; Menşevik veSosyal Devrimciler’in günlük gazetelerinde de aynı durum söz konusuydu128. AnayasalcıDemokrat Parti ilk ulusal genel kurul toplantısını grev esnasında yapmış ve grevidesteklediğini bildirmişti.Ekim Genel Grevi’nin en öne çıkan yanlarından biri, 13 Ekim’de St. Petersburg’dakiişçilerin grevi yönetme amacıyla temsilciler seçme şeklinde “İşçi Temsilcileri Sovyeti*”kurma girişimleriydi. Grevin en karışık günlerinde kurulan St. Petersburg Sovyet’i, sosyalistörgütler tarafından değil, Shidlovski komisyonu için daha önceden seçilmiş kişilerceoluşturuldu. Menşevikler’in, Shidlovski komisyonu çerçevesinde yoğun çalışmaları sonucusovyetin kurucularının bu fraksiyona eğilimleri daha güçlüydü, ancak kurulan SovyetMenşevik ve Bolşevikler’in dışında bir girişimdi. Ekim Genel Grevi esnasında St. PetersburgSovyeti’nin genel başkan yardımcılığını yapacak olan Troçki, oluşumu şu şekildenitelendirmiştir:“Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak

ortaya çıktı. Otorite sahibi olan ama hiçbir geleneğe dayanmayan Sovyet,gerçekte hiçbir örgütsel mekanizmaya sahip değilken, dağınık durumdakiyüzbinlerce insanı hemen içine alabilen; proleterya içindeki devrimciakımları birleştiren, insiyatif ve kendiliğinden bir öz denetim yeteneğinesahip olan; ve hepsinden önemlisi 24 saat içinde yer altından çıkabilen birörgütlenmeydi…Böylesi bir örgütlenme, ortaya çıktığı gün kitleleringözünde otorite sahibi olmak için, en geniş temsile dayanmak zorundaydı.Bu nasıl başarılırdı? Yanıt kendiliğinden geldi. Üretim süreci, örgütsel128 Wolfe, 1969 ., s: 381* Sovyet, Rusça’da “meclis” anlamına gelir.anlamda henüz oldukça deneyimsiz olan proleter kitleler arasında tek bağolduğundan, temsil fabrika ve tesislere uygulanmak zorundaydı.”129Sovyetlerin kurulması konusu daha önceleri Bolşevik ve Menşevikler arasındahararetli tartışmalara konu olmuştu. Menşevikler, Sovyetler’in kurulmasını savuna geldikleri“partizan olmayan işçi örgütleri” fikriyle paralel görerek oluşumda etkin rol almayasoyundular. Bolşevikler ise Parti’nin yerine, kontrolü imkansız ve güvenilemez olarakniteledikleri bu tarz oluşumlara sıcak bakmıyorlardı; hatta Bolşevikler’in PetersburgKomitesi toplantıları boykota dahi kalkıştı130. Ancak daha sonra fikirlerini değiştirerekoluşuma iştirak ettiler. St. Petersburg Sovyeti her ne kadar kendiliğinden ortaya çıkmış olsada kurulduğu andan itibaren Menşevikler, sovyet içinde etkin bir rol oynamaya soyundular.Ekim ayındaki genel grevi yönetecek işçi kurulunun belirlendiği seçimlerde, Menşeviklerdelegeler arasında çoğunluğu elde ederek, sovyet üzerinde güçlü bir nüfuz kurdular. Partiliolmayan Georgii Nasar adında bir hukukçuyu Sovyet Birinci başkanlığına getirenMenşevikler, sovyet içindeki kendi grupları için sovyet başkan yardımcılığı görevini deTroçki’ye verdiler. Ekim Grevi’nin başlarında Finlandiya’da bulunan Troçki, grev başlarbaşlamaz St. Petersburg’a gelmişti. O ana dek gelecek vadeden bir partili olan Troçki,sovyetteki görevi esnasındaki başarıları sayesinde bir anda oluşumun en parlak önderi oldu.Ekim Genel Grevi’nin kendisinin de hem teorik görüşünde hem de siyasal kariyerinde çokbüyük önemi olduğunu anılarında belirten Troçki, grev esnasında proletaryanın devrimci

önderlik niteliğinin kendini kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkarmasını, kendisine aitolan “sürekli devrim” teorisinin geçirdiği ilk başarılı test olarak görmüştür131.129 TROÇKİ, L., 1905, İstanbul, Tarih Bilinci Yayınları, 2000, s: 103130 Wolfe, 1969 , s: 376131 Trotsky, 197., s: 185Ekim Grevi esnasında ülke çapında görülen muazzam birlik ve dayanışma duygusukarşısında Çarlık hükümetinin eli kolu bağlı kaldı. Kentlerin grevine köylülerin ağalarınıntopraklarını yakıp yağmalayarak ve ordudaki özellikle erlerin de isyan ve yağmagirişimleriyle eşlik ettiği böyle bir ortamda Nikola’nın direnmeye gücü kalmamıştı. Eskimaliye bakanı, hükümet kabinesinin yeni başkanı Witte, ne yapacağını şaşıran hükümetüyelerini Duma’nın çağrılmasının ve halkı tatmin edecek bir bildirinin gereği konusunda iknaetmeyi başardı. II. Nikola her ne kadar ilkelerine aykırı olsa da başka bir çıkar yolbulamadığından dolayı Witte’nin önerisini onayladı ve 17 Ekim 1905 tarihinde otokrasiyimeşruti monarşi rejimine dönüştürecek olan ünlü “Ekim Bildirisi” yayınlandı. BildiriyleÇar, en kısa zamanda basın, örgütlenme, toplanma ve düşünce özgürlüklerini içeren siyasalhakların halka bahşedileceğinin ve ülke yönetiminde kendisine yardımcı olması içinDuma’nın toplantıya çağrılacağı vaadinde bulundu. Sonuç olarak bu şekliyle bildiri, biranayasa sözünün verildiği anlamına geliyordu. Bu bildiriyi imzalarken Nikola’nın ne denliçaresiz bir durumda kaldığı, annesine yazdığı mektuptaki şu satırlarda açıkça görülebilir:“hatırlayacaksınız, kuşkusuz, “Kanlı Pazar” sonrası Ocak ayı günlerini.O zamanlar hep beraber Tsarkov’daydık. Çok yoksul ve zavallılardı, öyledeğiller miydi? Fakat bunlar; şimdi olup bitenler hiç onlara benzemiyor…Beni hasta ediyorlar… Bakanlarım zamanında ve tez kararlar alacaklarıyerde, ürkütülmüş tavuklar gibi nazırlar kuruluna giriyorlar ve ortaklaşabir karar almaksızın tavuklar gibi gürültü patırtı ediyorlar… insan yazortasındaki gök gürlemesi ve fırtınaların kokusunu duyuyor sanki… Açıkkalan sadece iki yol vardı: enerjik bir asker bulmak ve (ordu ile) ihtilali,kuvvet kullanıp bastırmak… böyle bir şey demek, seller gibi kan akması vesonunda gene, ilk başladığımız noktaya gelmemiz demek olacaktı… Diğerçıkar yol ise halkın siyasal hürriyetlerini tanımak, söz ve basın hürriyetinikabul etmek ve ayrıca Devlet Duma’sının tespit edeceği kanunlara baş

eğmek –bu, hiç kuşkusuz, bir anayasa demek olacaktı. Bunu iki günsüreyle tartıştık ve sonunda, Allah’ın yardımına sığınarak, imzaladım…Boyun eğmekten ve kim ne istiyorsa vermekten başka çare kalmamıştı…İdare cihazımız görünür bir başıboşluk içindeyken, kendimizi bir ihtilaliniçinde bulduk. En büyük tehlike devlet cihazının bu başıboşluğunda…132Çar’ın bildirisinin ardından ülkede tam bir ihtilal havası yaşandı; caddelerde ihtilalcigösteriler yapılıyor, mitingler düzenleniyor ve ateşli nutuklar atılıyordu. Ancak Bildirge,devrimci eylemleri bıçak gibi kesemedi; St. Petersburg örneğinden etkilenilerek, Moskova,Odessa ve diğer bazı şehirlerde de sovyetler kuruldu. Hatta Mançurya’da bulunup henüzterhis edilmemiş askeri kıtaların bazılarında “Asker Murahhasları Sovyeti” kuruldu. 27 Ekimtarihinde Petersburg’un yanı başındaki Kronştad’taki deniz erleri ayaklanarak şehri elegeçirdiler ve şehrin subaylarının ve zenginlerinin mülklerini yağmaladılar. Hükümete sadıkkalan kıtaların yetişmesiyle isyan bastırıldı. Bu arada her ne kadar ülke çapında grev veayaklanmalar devam ediyor olsa da Bildiri, halkın ılımlı kısmını grevden ayırma olanamacına ulaşmıştı. Grevin ateşli günlerinde hükümet dize getirmek için lokavt yoluylaişçileri sokağa döken sanayiciler, bu sefer lokavtı işçi hareketini bastırmak için kullandılar133.Bunun yanı sıra, Bildirge ile uğruna savaştıkları şeylere ulaştıklarını sanan işçiler büyükkitleler halinde savaşımlarından geri çekilmeye başlıyorlardı. 31 Ekim’de Moskova grevibiterken, 3 Kasım’da Petersburg Sovyeti düzenli bir şekilde fabrikalarda işbaşı yapılacağınıduyurdu. Kasım ayında 8 saatlik işgünü için bir genel grev düzenlendi ancak işverenlerinkarşı safa geçmesi sonucu başarısız oldu. Aralık ayında Moskova’da başlayan ve işçilerinyanı sıra köylü ayaklanmaları ve askeri birliklerdeki isyanların eşlik etmesiyle genel grev132 Aktaran, Wolfe, 1969, s: 382133 Pokrovskii, 1970c, s: 80havasına bürünen hareket, öncekilerin aksine katılımcıların silahlanması çerçevesinde farklıbir niteliğe büründü. Grev, hükümetin sert tedbirler alması çerçevesinde Moskova şehrinindörtte birinin topçu bombardımanına tutulmasıyla sonuçlandı.

1.5.3. Devrim Sonrasında Çarlık’ta Siyasal YaşamEkim Grevi’ni sonlandıran Çar Manifestosu Rus siyasal sisteminde parlementerdönemin başlangıcı oldu. Manifestonun ardından geçen bir buçuk aylık süre “ÖzgürlükGünleri” olarak anılır. Sansür bir hayli gevşetildi; bu dönemde söz konusu olan tek sansür,Sovyet’in basımevi dizgicilerini kullanarak kendilerine sataşan yazı ve kitaplarınbasılmaması için yürüttükleri basını engelleyici çabalardı. Ayrıca hapishanelerdeki bir kısımmahkum serbest bırakıldı. Ancak Japonya’yla olan savaşı bitiren ve Fransa’dan borç alınarakekonomik olarak güven kazanan hükümet, Ekim Bildirgesi’yle verilen kimi özgürlükleri gerialmaya başladı; 1905 sonuna doğru devrimci basın yasaklandı ve toplu tutuklamalar başladı;el altından devrimcilerin ve işçilerin örgütlerinin tasfiyesine başlandı. Özelliklekarışıklıkların yoğun olduğu bölgelerde sert polisiye önlemler alındı. Hükümet, verdiklerinibir bir toplarken, dokunmaya cesaret edemeyeceği tek bir kurum vardı; yakında toplanacakolan Duma. 11 Aralık 1905’te Başbakan Witte’nin hazırladığı seçim kanununda seçme hakkıherkese verilmiyordu; kadınlar, 50’den az kişi çalıştıran işletmelerdeki işçiler, topraksızköylüler, fiilen askerlik yapanlar ve öğrenciler oy kullanamayacaktı. Seçmenlerde yaşsınırının 25 olacağı seçimlerde toprak sahipleri 2 bin, şehirliler 7 bin, köylüler 30 bin veişçiler 90 bin kişide bir milletvekili seçebileceklerdi134. Seçim sistemindeki bu eşitsizlik hali,iktidarın halen en yakın müttefik olarak toprak beylerini gördüğünün ve en çok da işçilerinsiyasi katılımından korktuğunun göstergesiydi. Ama asıl hayal kırıklığı Duma’nıntoplanmasından birkaç gün önce, 27 Nisan 1906’da “Devlet Temel Yasaları” idi. Yasa,134 Rogger, 1983, s:53Duma’yı birçok yönden kısıtlayan maddelerle doluydu; öncelikle Duma’nın anayasayıdeğiştirme yönündeki yetkilerini es geçiyordu; hükümet Duma’yı yılda sadece iki ayçağıracaktı. Yasaya göre, Rusya Devleti içinde en yüksek hakimiyet Çar’a ait olacaktı ve

eğer Çar temel kanunlarda değişiklik yapma gereği görürse bunu Duma’da görüşmeksizinyapabilecekti. Bunun yanı sıra Duma’nın sahip olduğu hakların aynısına sahip olan birDevlet Konseyi’nin varlığı söz konusuydu; iki yüz üyesi bulunan konseyin üyelerinin yarısıÇar tarafından atanırken, geri kalan kısmı Ortodoks kilisesi, zemstvolar, üniversiteler,aristokratların birlikleri ve ticaret ve sanayi örgütleri tarafından seçilmek suretiyleoluşturulacaktı. Kanun teklifleri önce Duma’da müzakere edilip kabul edildikten sonraDevlet Konseyi’ne gidecek ve burada kabulünü takiben Çar’ın onayına sunulacaktı; Çar bukabulleri onaylamak yada reddetmekte özgürdü. Çar, böylece tüm yürütme erkini bir şekildeyine elinde tutmuş oluyor ve tüm yasama faaliyetlerinde karar mercii olma durumunusürdürüyordu. Temel Yasa’nın 87. Maddesine göre Duma toplantı halinde değilse, dahasonra onaylaması kaydıyla, aciliyet gerektiren konularda kendi başına ferman yayınlamahakkı da Çar’a tanınmıştı. Bunun yanı sıra Devlet Konseyi’nin oluşturulmuş olması datamamen Duma’nın yasama faaliyetlerindeki nüfuzunu kırmak maksadını taşıyordu. Buhaliyle Duma’nın konumu tamamen bir danışma organı olmaktan öteye gidemiyordu; temelfaaliyet alanı çıkarılacak yasaları tartışmak, üzerlerinde düzeltme yapmak ve bakanlardangelecek önerileri onaylamak olacaktı. Faaliyeti bu kadar kısıtlanmış olan Duma, BatıAvrupa’daki parlamentolara göre oldukça sınırlı hareket alanı olan bir kurumdu. Halka böylebir parlamento bahşederek Nikola, 17 Ekim Bildirgesi’nde dile getirilmiş olan yeni yönetimilkelerinden de sapmış oluyordu. Çar’ın radikal bir reformist olduğu için Witte’yibaşbakanlıktan azlederek yerine koyu reaksiyoner olan Goreyemkin’i getirmesi de yenirejimin mahiyetini açıklayıcı bir durum teşkil ediyordu.Ekim Bildirgesi’ne kadar Rusya’da sadece iki parti vardı; Sosyal Demokrat Parti veSosyalist Devrimci Parti. İllegal olarak faaliyet gösteren bu partilere, Bildirge yayınlanır

yayınlanmaz kurulan “Anayasal-Demokrat Parti (KADET)” eklendi. Şehirli memur veserbest meslek sahipleri, liberal toprak ağaları ve liberal aydınların çoğunluğunu arkasınaalan Kadet Partisi büyük iş çevrelerinin çıkarlarını savunuyordu. Ticari ve tefeci sermayeninçıkarları ise Oktobrist Parti tarafından gözetilecekti. Ülkenin muhafazakar unsurları ise “RusHalkının Birliği Partisi” çatısı altında buluştular. Siyasetin sağ kulvarında yer alan bu partileriçinde Kadetler ilk seçimdeki başarılarıyla öne çıktılar ve liberal eğilimin odak merkezinioluşturdular. Parti, Ekim Genel Grevi’ni desteklemiş olsa da, sular durulduğu gibi monarşiyisavunur bir taktiği benimsedi.Ekim Bildirgesi’ni izleyen bir buçuk aylık özgürlük günlerinde Sosyal-DemokratParti geniş ve özgür bir hareket sahası buldu. Bu durum St. Petersburg Sovyeti için degeçerliydi. Ancak Kasım ayının sonunda hükümet Sovyet genel başkanı Nassar’ı tutukladı ve3 Aralık’ta Sovyet binası zaptedilerek 190 kişi tutuklandı, bunların arasında Troçki de vardı.Hükümet bununla da kalmayarak Moskova ve diğer eyaletlerdeki sovyetleri dağıttı. Sosyal-Demokrat gazeteler kapatıldı ve sosyalist olan olmayan tüm işçi örgütleri ardarda ortadankaldırılmaya başlandı. Sosyal-Demokrasi bir anda kendini, Ekim Grevi öncesindeki sıkıntılıdurumunda buldu; her ne kadar parti artık legal olsa da faaliyetleri büyük baskı altındaydı.Nisan 1906’da Sosyal Demokrat Parti 4. Kongresini Stokholm’de düzenledi. KongredeBolşevikler ve Menşevikler bir araya gelebilmiş olsalar da aralarındaki ayrılıklarkeskinleşmeye devam ediyordu. Kongrede üyeler Duma seçiminde alacakları tavrı tartıştılar.Partinin geneli, seçimleri boykot etmek yönünde eğilim sergiledi; silahlı devrimci eylemlerinbaşarıya ulaşma şansı olabileceğini tahmin ettikleri bu ortamda gerçek bir politik güce sahipolunmadan iştirak edilecek yarı-parlamenter nitelikteki bir seçimin kitleleri asıl hedeflerindensaptırabileceğini düşünüyorlarlardı135. Kongre sonunda Parti’nin Duma’da bir grup135 Seton-Watson, 1967 , s: 620

oluşturmasına ve söz konusu grubun partinin merkez teşkilatının direktifleri doğrultusundahareket etmesine karar verdi. Parti, 1906’daki seçimlere, güçlü oldukları Transkafkasyabölgesi dışında katılmadı.1906 yılının Nisan ayındaki seçimleri takiben oluşan ilk Duma’da 179 vekil çıkaranKadetler en güçlü grup oldu. Sosyalist Devrimciler seçimlere girmemiş olsalar da kendisempatizanlarını seçtirmeyi başardı ve bunların “Emekçi Grubu” adıyla oluşturdukları birlik94 kişiyle Duma’nın ikinci büyük grubu oldu. Sosyal Demokratlar, çoğunluğu Gürcistan’dangelen 18 milletvekiliyle temsil edilirken, Oktobristler 17 ve Rus Halkının Birliği Partisi’ndetoplanan aşırı muhafazakarlar 15 vekille Duma’da yer aldılar136. Bunların yanı sıra azınlıklarda güçlü bir şekilde mecliste temsil edildiler. Mayıs’ta toplanan I. Duma, monarşiye muhalifbir yapı arz ettiğinden dolayı Çar tarafından beğenilmeyip feshedildi. Çar, bunu yaparkenDuma’nın tamamen ortadan kaldırılmasını istemiyor ancak daha itaatkar bir meclisinseçilmesini arzuluyordu. I. Duma dağıtıldığı sırada Çar Goremyıkin’i azledip, kabine başkanıolarak yerine Stolipin’i getirdi. II. Duma’yı oluşturacak seçimlerde Kadetler’in oyu yarıyarıya azalırken, daha muhafazakar olan Oktobristler güçlendi. Bu seçimlerde SosyalDemokratlar 65, Sosyalist Devrimciler 34 vekil çıkardılar. II. Duma ilkine oranla daha dikkafalı bir tutum takındı ve bunun sonucunda dört ay sonra dağıtıldı. III. Duma seçimleriyapılmadan önce Stolipin seçim kanununda ülkenin muhafazakar unsurlarının milletvekiliseçme oranlarını arttıran bazı değişiklikler yaptı. Değişiklikler etkisini hemen hissettirdi veIII. Duma’da Oktobristler 120 sandalyeyle en fazla temsilciye sahip oldu. Rus Milliyetçileri76 sandalyeyle onları takip ederken, eski Kadet yeni “Halkın Özgürlük Partisi” 52sandalyeyle kan kaybını sürdürdü; Sosyal Demokratlar ise 14 sandalyeyle yetindiler137. III.Duma 1907-1912 yılları arasındaki normal süresini doldurabildi. 1912’de seçilen ve136 Seton-Watson, a.g.e.

137 Seton-Watson, 1967 , s: 623çoğunluğunu Oktobristler’in oluşturduğu IV. Duma da varlığını 1917’ye dek sürdürdü. 1905Devrimi’yle gelen parlamenter rejim, Çar’ın otoriteyi paylaşmama yönündeki istikrarlıtutumu ve Duma’ya olan müdahaleleri sonucu içi boşaltılmış bir niteliğe büründü. Yeni rejimhalk tabanında tam anlamıyla hayal kırıklığı yaratırken her geçen gün sayıları artan Çarlıkkarşıtı kesimlerin şiddete eğilimleri de bu paralelde artmaktaydı. Devrimin neredeyse tekçıkış yolu olarak kaçınılmaz hale geldiği ülke ortamında eksik olan kıvılcım 1914’te geldi. I.Dünya Savaşı’ndaki başarısızlık ülkeyi devrimin kucağına sürüklerken proletarya 1905yılında başladığı işe 1917 yılının Ekim ayında Çarlık’ın külleri üzerinden yükselttiğisosyalist cumhuriyetle son noktayı koyacaktı.BÖLÜM II. 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ1908 yılının Temmuz ayında Makedonya’da bulunan İttihat ve Terakki örgütünebağlı askerlerin anayasal rejim talepleriyle Osmanlı hükümetini dize getirmeleri ve 30 yılıaşkındır süren II. Abdülhamit’in istibdat rejimine son vermeleri sonucunu doğuranayaklanma hareketi, Osmanlı İmparatorluk tarihinin dönüm noktalarından birini teşkiletmektedir. Fransız Devrimi’nin ardından dünyayı saran ulusalcı akımların iyiden iyiyezayıflatmış olduğu çok uluslu İmparatorluğun yaşama ya da yaşatılma sebebi 19.yüzyılınsonu itibariyle sadece yıkıldıktan sonra kopacak gürültüden Büyük Devletler’inçekinceleriydi. Özellikle Endüstri Devrimi’nden sonra gelişmiş kapitalist devletlerle yarısömürgetarzı bir ekonomik ilişki kuran Osmanlı Devlet’i, kapitülasyon rejimi yüzündenülkenin kaynaklarını yabancılara sunmaya zorlanırken içinde bulunduğu kriz sürekliderinleşti. Bu yüzyılda Batı’ya öykünen aydın bir bürokrat grubun imparatorluğu yıkımdankurtarmak için giriştiği sistematik reformlar, ülkenin sosyo-politik yapısında devrimcidönüşümlere zemin hazırlarken, eşzamanlı olarak dönüşen aydın kesim siyasal katılımtalepleriyle iktidara karşı ciddi bir muhalefet yarattı. II.Abdülhamit’in despotik polis devleti

niteliğindeki rejimi esnasında kurulan İttihat ve Terakki Örgütü, Jön Türk olarak adlandırılanbu muhalif aydınların düşünsel mirasını devralarak, idealize edilen siyasal düzeni kurmakiçin eyleme geçti. Daha önce bürokratik bir karar olarak adapte edilen anayasal rejimin bukez bu rejime kökten inanan kişilerce zor kullanarak tekrar uygulamaya konması ülketarihinde eşi benzeri olmayan bir devrimci başkaldırı hareketidir.1908 Devrimi, imparatorlukta ilk modern devrim hareketidir. Ülkenin 19.yüzyıldageçirmiş olduğu modernleşme sürecinin ortaya çıkardığı aydın tabaka, siyasal alandaAbdülhamit’in reaksiyoner-despot rejimiyle çatışması devrimci başkaldırıya zeminhazırlamıştır. Devrim, modern olanın gelenekseli ezdiği dünyadaki sayısız örneklerindenbiridir. İttihatçı kadrolar devleti çözülmekten kurtarmaya çalışırken aynı zamanda sosyoekonomikyapıyı modern nitelikte dönüştürmeyi amaçlamışlardı. 1908 Devrimi I. DünyaSavaşı’ndaki yenilgi yüzünden çok kısa bir süre iktidarda kalacak olan İttihat ve TerakkiPartisi her ne kadar İmparatorluk’u yıkılmaktan kurtaramasa da iktidarı boyuncagerçekleştirmeye çalıştıkları toplumsal mühendislik yönündeki çabaları, İmparatorluk’unyıkıntıları üzerinden yükselen Türkiye Cumhuriyeti için tamamlanması gereken bir ödevolmuştur.2.1. Osmanlı Siyasal Sisteminin Kökenleri13.yüzyılda küçük bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği’nin 16.yüzyılın ortalarına deksüreklilik gösteren istikrarlı büyüme süreci, devasa genişlikte topraklara yayılan dev birimparatorluğu vücuda getirmiştir. Osmanlı Beyliği’nin Anadolu’daki diğer beyliklerinarasında liderliği nasıl ele geçirdiği ve üç kıtaya yayılan genişleme başarısını mümkün kılaniç ve dış mekanizmalar üzerinde bu konuda çalışan uzmanların görüş birliğine vardıkları birçok nokta vardır. Öncelikle zaman ve mekanın Osmanlı Beyliği’ne sağladığı uygun koşullarböyle bir genişleme sürecinin yolunu açmıştır; Bizans İmparatorluğu’nun özellikle12.yüzyıldaki Haçlı Seferi’nden sonra sürekli olarak güç yitirmesi, daha sonra Osmanlı

egemenliğine tabi olacak Balkanlar bölgesindeki devletlerin dağınık ve güçsüz oluşları veOsmanlı Beyliği’nin coğrafi olarak Anadolu’nun kuzey-batı bölümünde yerleşik olmasısonucu diğer beyliklere göre uygun bir yayılım sahasında bulunması Avrupa’ya doğrugenişlemeyi mümkün kılmıştır. Osmanlılar’ın genişleme sürecinde öne çıkan bir diğer unsur,“Gaza” fikridir; İslam aleminin tüm dünyayı kaplamasına dek sürdürülecek dini savaşidealinin özellikle Hıristiyan Bizans’a komşu olan bir beylikte çok güçlü bir esin kaynağıolması kaçınılmazdı. Gaza dini bir görev olarak uç beyliklerinde yaşayan toplulukların tümtoplumsal değer sistemlerine nüfuz etmişti138. Ancak bu dini savaş, gayri-müslimleri yoketmek ya da İslam’a döndürmek için değil onlara boyun eğdirilmesini öngörüyordu. Osmanlıdevleti hiçbir zaman fethettiği yerlerde yerleşik olan halkın dini inançlarına uygun bir şekildeyaşamalarını engelleyecek uygulamalara gitmedi.Osmanlılar’ın 13.yüzyılın sonu ve 14.yüzyılın başını kapsayan dönemdekispektaküler yükselişi, küçük toprak beylerinin, yerel ve göçebe aşiret reislerinin ve onların138 İNALCIK, H., The Ottoman Empire (The Classical Age 1300-1600), New York, Praeger Publishers, 1975,s: 6mahiyetlerindekilerin askeri bir yönetici gruba dönüşmelerinin sonucuydu139. OsmanlıDevleti’nin kuruluş döneminde dayandığı bir diğer toplumsal grup, esnaf ve zanaatkarlarıntüm Anadolu yerleşim birimlerinde örgütledikleri “ahi” teşkilatıydı. Anadolu’nun büyükşehirlerinde önemli bir nüfusa sahip olan ahiler, ekonomik bir örgüt olmanın yanı sıratoplumsal olarak bütünleştirici işlevlere sahipti. Beylik döneminde Osmanlı merkeziotoritesinin temel işlevi askeri işbirliği sağlamak, toplumun katmanları arasında görevdağılımını belirlemek ve uçbeyleri arasında yüksek hakem olarak hareket etmekti140. Beylerhüküm sürdükleri toprakları üzerinde kendi ordularını oluştururlar ve savaş zamanı merkeziotoriteden gelen direktifler doğrultusunda ordularının başına geçip onları savaştırırlardı. Bu

yönden bakıldığında Osmanlılar bir aşiret konfederasyonunun işbirliğine dayalı bir sosyoekonomikve askeri oluşumun tepesinde oturan bir yönetici aile görünümü vermektedir.Osmanlı sisteminin temel mekanizmasını işleten temel unsur fetihlerdi; tam bir savaşmakinesi görünümü arz eden Osmanlı siyasal ve toplumsal düzeninde askeri unsur kilitnoktaydı. Osmanlı toplumsal sisteminde askeri sınıf yönetici katmanı oluştururken, toplumungeri kalan unsurları sürü anlamına gelen “reaya” olarak adlandırılmıştır. Padişahın başınıçektiği askeri sınıfı, ulema ve yürütme ile ilgili işler gören ve kul statüsündeki askerleroluşturmaktaydı. Yönetenler, ulema örneğinde de görülebileceği üzere askerlikle doğrudanya da dolaylı bir ilişkileri olmasa da askeri sınıfa mensup sayılırlardı. Yürütmeyle ilgili olanişlerin başlıcaları yönetim ve askerlik olup bu işleri gören yeniçeriler, sipahiler ya da devletinüst düzey adamlarının hepsi padişahın kulu statüsündeydi. Padişahın tek emriylekatledilebilecek denli kırılgan bir konumda olan kulların, öldükleri takdirde mallarına devlet139 KARPAT, K. H., Structural Change, Historical Stages Of Modernization And The Role Of Social Groups InTurkish Politics, Social Change And Politics In Turkey: A Structural-Historical Analysis, der: Kemal H.Karpat, Leiden, E.J.Brill, 1973, s: 28140 Karpat, a.g.e.tarafından el konurdu141. Yönetilen sınıf olan reaya, yönetici sınıfa dahil olmayan ve devletevergi ödeyen Müslüman ya da gayri-müslim herkesi kapsayan bir kategoridir. Reaya arasındada Müslüman-gayri müslim, şehirli-köylü, yerleşik-göçebe şeklinde kategoriler mevcut olupher grup farklı statü ve vergi yükümlülüklerine tabiydi. Buradan da anlaşılacağı üzere vergi,Osmanlı toplumunun sınıfsal kategorizasyonunda en öne çıkan göstergedir.Osmanlı ülkesinde tüm topraklar hukuki açıdan padişahın malı sayılırdı. Bizansİmparatorluğu’nda da bütün topraklar şeklen devlete ait olduğu için Osmanlılar fethedilenyerlerin toprak mülkiyetini üzerlerine almakta herhangi bir sorun yaşamadılar. Bizansdöneminde hakim olan bağımsız köylülük, imparatorluğun son döneminde gerileme

göstermiş ve özellikle 11.yüzyıldan sonra otoritenin bölünmesi ve köylülüğün bağımlı birstatüye sokulması, Bizans toplumsal yapısının çökmesine yol açmıştı. Feodalleşmeninbaşlangıcı görülmeye başlandığı esnada iktidarın Osmanlı eline geçmesi bu gelişmeye sonverirken Avrupalı anlamda bir aristokrat sınıfın evrimini de durdurmuştur142. Osmanlı’datarım arazisinin kullanımını düzenleyen hukuksal yapıyı şeriat ve padişahların koyduğu örfikanun belirliyordu. Şeriat, bireyin genel anlamda toprak üzerindeki tasarruf haklarınıgüvenceye alırken, kanun daha çok devlet denetiminin devam ettirilmesine odaklanıyordu.Devletin toprak üzerindeki denetiminde en öne çıkan unsur tımar sisteminin adaptasyonudur.Tımar sisteminde toprağın ve tarımsal üretimin denetimi fiilen devlet, sipahi ve çiftçiarasında paylaştırılıyordu; sipahiye bir tımar verilir ve o da maaş olarak sınırları belli birarazide sabit ölçekteki devlet gelirini köylülerden toplardı. Toprağın belli kişiler tarafındankullanımı ya da başkasına devri konusunda devletin koyduğu kuralları uygulatan dasipahilerdi. Osmanlı tarım sisteminde bir diğer unsur çift hane sistemidir. Çift hane sistemitarımsal üretimin, her birine bir çift ya da çiftlik verilmiş köylü haneleri temelinde141 AKŞİN, S., Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ankara, İmaj Yayıncılık, 1996, s: 7142 KEYDER, Ç., Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999, s: 20-21düzenlenmesidir. Bu çiftlikler, bir hanenin yaşam nafakasını çıkarmasına ve devlete kirayıödemesine yetecek genişlikte araziler olup, bunların büyüklüğü toprağın verimli oluşuna göre60 ile 150 dönüm arasında değişmektedir. Tımar sistemi ve devletin katı denetimi altındaişleyen çift hane sistemi, büyük toprak mülkiyetinin güçlenmesinin merkezi yönetimtarafından kontrol edilebilmesini sağladı.Osmanlı, 14.yüzyıl itibariyle güçlü daimi ordusu ve geniş bürokratik örgütlenmesiolmadığı dönemde gücünü büyük ölçüde beylerin işbirliğine dayandırsa da gelecektekuracağı büyük ölçüde merkezileşmiş bürokrasinin tabanını erken dönemlerinden itibaren

oluşturmaya başlamıştı143. Genellikle İslam'a döndürülen Hıristiyan ailelerin çocuklarındanoluşturulan “devşirme”ler devlet yüksek bürokrasisinin personeli olacak şekilde küçükyaşlardan itibaren eğitime tabi tutulmaktaydı. Sahip oldukları her ş__________eyi padişaha borçlu olandevşirmeler (ya da kullar) zamanla bürokrasideki Türk unsurunun yerini aldılar. Özellikle II.Mehmet döneminde yayınlanan ve 19.yüzyıla dek varlığını sürdüren “Kanunname”imparatorluğun temel idari yapısına şekil verdi. Bu yasa ile beylerin bürokratize edilmesisüreci hız kazanırken toprakları katı bir denetime tabi kılındı144. II. Mehmet İstanbul’unfethinin hemen ertesinde güçlü Türk ailelerine karşı saldırıya geçmiş ve ilk iş olarakBizans’la mali ilişkileri olan Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmüş ve de dört kuşaktan beri veziriazamlığı ellerinde tutan Çandarlı sülalesinin siyasal gücünü kırmıştır. Çandarlılar’ın yanısıra iktidar kavgası güden tüm feodal eğilimli aristokrat ailelerde bu saldırıdan paylarınadüşeni almış ve çiftlikleri müsadere edilmiştir. Balkanlar Türk egemenliğine geçtikten sonrabölgedeki feodal çiftlikler, kendi isimleriyle yeni sisteme eklemlenmiştir. Osmanlı merkezigüçleri bunları “miri arazi” olarak mümkün olduğunca tımar sistemi içinde bütünleştirmeyeçalışsalar da, tımar sisteminin kendisi de feodal gelişime elverişliydi; tımarlı sipahiler daima143 Karpat,1973., s: 30144 Karpat, 1973, s:30hassa çiftliklerini raiyet çiftlikleri aleyhine geliştirme eğilimindeydiler. Ayrıca Osmanlıpadişahları anti-feodal yaklaşımlarında çelişkili durumların ortaya çıkmasına yol açacakdavranışlar göstermişlerdir. Örneğin, tımar sistemini mülk sistemi aleyhine yaygınlaştırmayaçalışılırken aynı zamanda güçlü ailelere büyük malikaneler niteliği kazanacak ölçüde geniştımar arazileri bahşedilmiştir145.Fetihler, tüm Osmanlı politik ve sosyo-ekonomik sisteminin motor gücüydü; fetihlerdurduğunda sistemin tüm çelişkileri ve açmazları su yüzüne çıktı. Osmanlı, 16.yüzyılın

ortalarında sınırları üç kıtayı kapsayan muazzam büyüklükte bir imparatorluk haline gelmişti;Avrupa’da güçlü devletlerle sınır olan Osmanlı’nın daha ileriye gitmesi oldukça zorlaşmıştı.Fetihlerin azalması ve zorlaşması ülkenin ekonomik düzenini sarsan etkiler yaptı; savaştakazanılan gelirlerin azalması imparatorluğun mali dengelerini sarstı. Osmanlı’nın destansıdevrinin kapanmasının en önemli sebeplerinden biri coğrafi keşifler sonrası ticaret yollarınındeğişmesi ve Avrupa’daki fiyat devrimiydi. Yeni Dünya’nın keşfinin ardından İspanya’nınvasıtasıyla Avrupa’ya altın ve gümüşün akışı, para miktarının artışına ve dolayısıyla buülkelerde parasallaşma ve enflasyona yol açtı. Avrupa’daki fiyat devrimi, Osmanlı’da dakendisini göstererek ekonominin bir ölçüde parasallaşmasına ve köylüyü pazar ilişkilerinesokmaya başladı. Ayrıca 1550’lerden sonra nüfusun hızla artması ve bunu karşılayacak denliüretim artışının sağlanamaması sefalet ve açlığın yanı sıra kanunsuzluk ve eşkıyalığı daberaberinde getirdi146. Tarımdan çıkarılan artı-değer hükümetin modern ateşli silahlaralmasına ve sayıları artan askeri sınıfı beslemeye yetmemeye başlamıştı. Ayrıca eyaletlerdekitımarlı sipahilerin gözden düşmesi ve ateşli silahlara sahip Yeniçerilerin sayılarınınarttırılması, kırsal alandaki hakim sistemin çözülmesine yol açtı. Gelirlerin masraflarıkarşılayamadığı noktada, eyaletlerdeki idareciler yasadışı faaliyetlere yöneldi. Anadolu’daki145 Timur, T., Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s: 134-135146 Akşin, 1996, s: 10-11sosyo-ekonomik sistemin feodalleşmesinin başlangıcı olan Celali isyanları, merkezihükümetin gelir kaynakları üzerinde denetimini kaybetmesinin ve gelirlerin eyalet idarecilerive vakıflar üzerindeki nüfuzlarıyla ulema tarafından kontrol edilmesinin sonucuydu147.Toplumsal statü ve gelir kaybına uğrayan sipahiler, feodal ailelerin ve yöneticilerinçocuklarının yanı sıra ortakçı köylülerin de etkin olarak katıldığı isyan dalgası, sınıf tabanlıyeni bir sosyal örgütlenmeye yol açacak evrimi başlattı148.

Devletin ateşli silah kullanabilen yaya askerlere odaklanması maaşlarını hemen alanyeniçerilerin sayısının artmasına yol açtı. Bu duruma bir de askeri teçhizattaki masraflareklenince, vergilendirme tarzının yeni koşullara uygun olmadığı ortaya çıktı. Devletin temellikidite kaynağı olan ve gümrük, hayvan vergisi gibi belirli bazı gelir kaynaklarına uygulananiltizam sistemi, 17.yüzyılın başından itibaren geleneksel tarım vergisi öşüre deuygulanılmaya başlandı. Mültezimler devlete ödünç para sağlarken aynı zamanda kırsaldatefecilik tarzı ekonomik ilişkiler dönemini başlattı. Tefecilik hiçbir zaman küçük köylümülkiyetini temel alan sistemi yıkacak boyutlara ulaşamasa da bağımsız köylülük şartlarınıortadan kaldırdı ve sermaye birikimi sağladı149. Gelişen yeni ekonomik ilişkiler çerçevesindetarımsal alanın vergilendirmesi kapsamında merkezi yönetime nakit sağlayan bir anlayışlayeniden düzenlenmesi, buradaki köklü asillere yeni bir ekonomik saha açtı. Daha öncehükümetle köylüler ve şehirlerde ikamet edenler arasında ilişkiyi sağlayan aracılar rolü görenayanlar vergi toplayan ve köylülerin devletin topraklarındaki kiracılık koşullarınıdenetleyenler olarak büyük bir ekonomik güce ulaştılar. Ayanlar, feodal toprak beyleri147 İSLAMOĞLU, H.&KEYDER, Ç., “The Ottoman Social Formation”, The Asiatic Mode of Production ,Science and Politics, içinde, der: Anne M. Bailey&Joseph R. Liobena, London, Routledge and Kegan Paul,1981, s: 2148 Karpat,1973., s: 34149 İslamoğlu&Keyder, a.g.e.değillerdi; daha çok yükselişe geçen bir toplumsal katman görünümü çizen bu kişilerinekonomik etkinlik sahası tarım dışında ticaret ve imalat sektörlerini de kapsamaktaydı150.Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal sistemi 17.yüzyıldan itibaren büyük ölçüdedeğişime uğradı. Güçlü padişah figürlerinin olmadığı ve askeri-ulema takımının devletinidaresinde sürekli nüfuzunu arttırdığı bu dönemin en öne çıkan özelliği eski mutlu günlerigeri getirmek için birçoğu başarısızlığa mahkum olacak reform hareketlerine girişilmesidir.

Dışarıdan gelen tehditlere karşı padişah ve bürokratlarının giriştiği reformlar, genel olarakbakıldığında geleneksel düşünce kalıplarıyla ele alınmış ve askeri kaygılara odaklanmış birgörünüm arz etmektedir. Reformlar padişah ve yakın çevresinin kaygılarıyla biçimlenmişolmasının yanı sıra 16.yüzyıldan itibaren Batı’daki sosyo-politik ilişkilerin kapitalistekonomiyle şekillendiği sürecin içsel bir değerlendirmesinin gereğince yapılamamış olduğubarizdir. Ayrıca, eyaletlerdeki ulemanın ve gücünü sürekli arttıran ayanlar kendi çıkarlarınaters geldiği durumlarda reformlar karşı direnişi, bunların sınırlı olan başarı ihtimalini daha daaşağıya çekmiştir.17.yüzyılda, az çok topraklarını elinde tutmayı başaran Osmanlılar 1699 yılındaimzaladıkları Karlofça Anlaşması’yla Avrupa’da büyük toprak kayıplarına uğradılar. KanuniSultan Süleyman’ın saltanatın son dönemlerinden itibaren ülke idaresi, padişahlardan çoksaray içindeki güç odaklarının eline geçmiştir. Osmanlı padişahlarının düştüğü aciz durumunen sembolik örneklerinden biri II. Osman’dır. Bu padişah, yeniçerilerin ve ulemanın gücüneset çekmek için yaptığı planlar daha uygulamaya geçirilmeden bu güç odaklarının tepkisiniçekmiş ve muhalefetleri, padişahı Yeniçeriler tarafından boğularak öldürülmesine varacakdenli şiddet içermiştir. Devletin siyasal ve ekonomik anarşi içinde bulunduğu bir dönemdebaşa geçen IV. Murat ise geleneksel kurumların işlemesinde kişisel çıkarların önüne geçmeyidenemiştir. Demir yumruğuyla imparatorluğa kısa bir süre de olsa disipline edebilmiş olsa da150 Karpat, 1973, s: 37-38geleneksel yöntemlerin ve kurumların Avrupa’da olanlardan daha üstün olduğu öncülüyle151kalkışan reformlar ülkedeki yapısal sorunları çözmeye yetmemiştir. Köprülü Döneminde deaynı şekilde işleyen bir reform mantığı söz konusudur. Bu dönemin en anlamlı olanunsurlarından biri artık Osmanlı tarihinde padişahlardan çok sadrazamların kişiliklerinin öneçıkması ve de sadrazamlığın bir hanedanlık mantığında aynı aileden kişilere kesintisiz

geçebilmiş olmasıdır. Köprülü sadrazamlarının sonuncusu olan Kara Mustafa Paşa’nınyeterince hazırlanmadan girişmiş olduğu Viyana seferi sonunda imzalanan KarlofçaAnlaşması ise Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarından çekilme sürecini başlatmış veimparatorluktaki gerilemenin henüz farkında olmayan Avrupa devletlerini adetauyandırmıştır.18.yüzyıl Osmanlı için bir öncekini aratacak denli çökertici olmuştur. Bu yüzyıldanitibaren defansif bir konuma itilen imparatorluk Avrupa’da yükselen yeni büyük güç olanRusya’yla adeta bir varolma mücadelesine girmiştir. Toprak kayıplarının sürdüğü budönemde, yeniçeriler şiddet ve yıldırı yoluyla devletin üst mevkilerine yerleştirdikleriüyeleriyle güçlü pozisyonlarının devamını sağlamışlardı. Ülkenin eğitim, dini ve kültürelkurumlarında tekelci bir hakimiyeti olan ulema sınıfı ise yayınladıkları fetvalarla hükümetişlerinde etkin nüfuzlarını sürdürmekteydiler. Eğitim yoluyla kitlelere dolaysız ulaşabilen busınıfın elindeki en büyük silah çıkarları için binlerce insanı sokağa dökebilme yetileriydi kibu Yeniçeri birliklerinden sonra en etkili yıldırı silahıydı152. Denetimleri altındaki vakıfarazileri ve mülkleri sayesinde önemli bir ekonomik güce sahip olan ulema sınıfınınkazalarda ve naipler yoluyla kazalardaki adli örgütlenmede de büyük bir otoriteye sahipti.Osmanlı’nın gerileme döneminde idari yapının bozulması sonucu büyük miktardamiri arazi vakıflara ve özel şahıslara ait çiftliklere dönüştürüldü. Borcu olan pek çok köylü,151 Shaw, 1978, s: 197152 Shaw, 1978, s: 282yerel kadının bir kararıyla topraklarını bölgedeki ayana ve sipahilere vermek durumundakaldı. Süreç içinde bu topraklar özel mülkiyete dönüştü153. Bunun yanı sıra iltizamhiyerarşisini denetim altında tutan ayanlar 18.yüzyılda hakimiyetlerini daha da arttırdılar.Bulundukları bölgelerde devletin otoritesini temsil ederek tarımsal artığa el koyan bu kişiler,

köylüden topladıkları vergilerle kırsal kesimde hakimiyet sağlamalarının yanı sıra ticarete deel koyarak şehir ekonomisini yönetmeye başladılar. 18.yüzyılın ikinci yarısından itibaren,taşra merkezlerindeki ayan meclisleri Batı Avrupa’dakine benzer bir şehir aristokrasisi olmaboyutuna erişti; bu meclisler ekonomiyi düzenleyen bir çok kararların yanı sıra, şehir gelirlerive harcamalarıyla ilgili kararlar da vermeye başladı. Ayanın nüfuzuna gittikçe daha fazlaboyun eğmeye başlayan hükümet taşradaki bu tarz örgütlenmeyi tanımak zorunda kaldı154.18.yüzyılın sonu itibariyle Osmanlı devleti tam bir kısır döngü içinde bir görünüm arzetmekteydi. Merkezi yönetim, saray içindeki güç odaklarınım çekişmeleri sonucunda galipolanın yörüngesinde şekillendiği bu ortamda yeni başa geçecek padişahın tahta çıkma evresitam bir entrika yumağıydı. Yeniçeri, ulema ve saray kadınlarının kendi çıkarları için en iyiadayı seçmeye çabaladıkları bu ortamda güçlü kişiliklerin tahta çıkabilmesi ya da tahtaçıkanların özgür hareket edebilmeleri çok zayıf ihtimallerdi. Ayanların güçlerini kendiçıkarlarına alet etmeleri sonucu idare, yerel bazda daha da yozlaştı. Herhangi bir temsilgücüne sahip olmayan reaya sıfatındaki kitlelerin yaşam koşulları durağan ve verimsiz üretimilişkileri ve de merkezi-yerel güç odaklarının işbirliği içindeki sömürüsü sonucu sürekliseviye kaybına uğradı. Hükümetin başı sıkıştığı yerde yeni vergiler koyması, köylünün artıdeğerinindaha yüksek oranlarda sömürüsüne zemin hazırlarken bu kitleyi yoksulluğamahkum etti. Temel toplumsal yapısını köylülüğün oluşturduğu imparatorluk, taşradaki153 İNALCIK,H., “Çiftliklerin Doğuşu”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım içinde, der: Ç. Keyder& F. Tabak, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s: 23154 Keyder, 1999, s: 26-27idarenin yozlaşması beraberinde başıbozukluk ve illegal ekonomik ilişkileri getirerek tümsistemi kaosa sürükledi. Her alanda tam bir yapısal çürümenin yaşandığı imparatorluk,Avrupa’nın gücüyle tam bir gövde gösterisi yapacağı 19.yüzyıla enkaz halinde girdi.2.2. Osmanlı Siyasal Sisteminin Modernleşme Süreci

Osmanlı İmparatorluğu’nun en çalkantılı dönemine sahne olan 19.yüzyıl, kesintisizdevam eden siyasal ve sosyo-ekonomik çözülme sürecini dizginlemek için planlananreformlar zincirine sahne oldu. 19.yüzyıldaki Avrupa’nın siyasal ve ekonomik olarak tümdünyadaki geleneksel iktidarları tehdit ettiği ve hatta yuttuğu ortam Osmanlılara öncekiyüzyıllardaki rehaveti gibi bir lüksü tanımamıştır. Bu yüzyıla damgasını vuran FransızDevrimi’nin beraberinde getirdiği ulusçuluk düşüncesi, bünyesinde bir çok etnik halkıbarındıran Osmanlı İmparatorluğu için kaçınılmaz bir tehdit oluşturduğu ortamda toprakbütünlüğünü korumak için birçok reformlara girişildi. Önceki yüzyıllara göre daha kapsamlıve bütüncül karakter gösteren reformların en çarpıcı özelliklerinin başında Batılılaşma ereğiçerçevesinde ele alınmış olmalarıydı. 17. ve 18.yüzyıllardaki Osmanlı’nın destansıdönemlerindeki sistemin üstünlüğü ve geleneksel olanı diriltme fikriyatı oldukça gözdendüştüğü bu yüzyılda, reformlar imparatorluk nasıl kurtulur telaşıyla gönüllü ya da Batılıdevletlerin baskılarıyla hayata geçirildi. Batı’nın kurumlarının ve metodlarının adaptasyonusonucu ortaya çıkan yapısal dönüşümler ülkenin siyasal ve sosyo-ekonomik evriminedamgasını vurmuştur. Daha önceki yüzyıllarda Osmanlı’nın Batı’yı yeterince tanımaması veorada olup bitenlerin kendi gelecekleri için teşkil ettiği yıkıcı gelişim potansiyelinikavrayamama, yapılan reformların sınırlı bir çerçevede ele alınmış olmasına yol açmıştı.19.yüzyılın hemen başında tahta geçen III. Selim saltanatı, Osmanlı Batışlılaşmasındabir dönüm noktası teşkil eder . III. Selim reformlarında155 temel dürtünün, imparatorluğuaskeri yönden güçlendirmek ve özellikle de en büyük tehdit unsuru olan Rus Çarlığıkarşısında direnmekti ve bu bağlamda öncellerinden pek de farklı olmayan bir reformfelsefesine sahipti. Onu farklı kılan ise amacına geleneksel olmayan yollardan ulaşmayaçalışmasıdır; reformlarını siyasal ve toplumsal alanlara yaymasıyla, daha çok kendilerini

askeri alanla sınırlayan öncellerinden ayrılmıştır. Hakim düzende köklü dönüşümler yapmayıhedefleyen III. Selim’in tüm yenilik girişimleri “Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen)” başlığı altındaanılır. “Nizam-ı Cedit” terim olarak ilk kez Fazıl Mustafa Paşa tarafından imparatorluğagetirilen iç düzen için kullanılmıştır ve III. Selim’e dek bu terimin kullanımına bir daharastlanmamıştır. İktidarının başlarında Viyana’ya gönderdiği Ebubekir Ratıb Efendi,Avusturya örgütleri ve siyaset hakkında yazdığı bir yazıda Avusturya’daki mevcut idaredüzenini Nizam-ı Cedit olarak adlandırmaktadır. Bunun yanı sıra Fransız Devrimi sonundakurulan yeni rejim de Osmanlı devletinde “Fransa Nizam-ı Cedidi” şeklinde anılmıştır.Buradan da anlaşılacağı üzere “Nizam-ı Cedit”, Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut idaridüzenin yerine yenisinin konulması anlamını taşımaktadır156.III. Selim, yeniçerilerindevletten çok kendine hizmet eder bir vaziyette olduklarını ve böyle bir ordununİmparatorluğun ihtiyaçlarının çok gerisinde olduğunun bilincindeydi. Ancak mevcut askerocaklarını bir çırpıda kaldırmanın ve yerine yenisini kurmanın imkansız olduğunukavrayarak, bir yanda Batı tarzında modern bir ordu kurma hazırlıklarına başlarken diğeryandan eski ocakları olabildiğince düzene sokmaya çalıştı. Bu çerçevede Nizam-ı Ceditadında modern silahlarla donatılmış bir ordu kurdu ve çoğunlukla Anadolu’daki Türkköylerinden toplanan yeni ordunun askerleri, Avrupa tarzında bir eğitime tabi tutuldu. Yeni155 III. Selim döneminde yapılan reformların geniş bir özeti için, Bkz. KARAL, E.Z., Osmanlı Tarihi, 5. Cilt,Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, s: 13-76156 Karal, 1995, s:61ordunun yetiştirilmesine paralel olarak tophane, tersane ve mühendishanenin dedüzenlenmesine girişildi. Bu çerçevede kurulan daha önce kurulmuş olan Mühendishane-iBahri Hümayun (Deniz Okul)’un yanında Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Topçu Okulu)kuruldu. Bu girişimlerde Avrupalı ve özellikle de Fransız uzmanlardan geniş ölçüdeyararlanıldı.

III. Selim’in ordudaki modernleşmenin bu denli üzerinde durmasının bir diğer nedeniülkedeki ayanlaşma sürecinin doruğa ulaşarak ülke bütünlüğünü tehdit eder boyutlaragelmesiydi. Ayanların aracılığı olmaksızın hükümetin asker ya da vergi toplamasının çok zorolduğu bu koşullarda ayanlaşmanın padişahın otoritesini kısıtladığı açıktı157. Kendi emirlerialtında hareket edecek bir ordu hem yeniçerilerin hem de ayanların hakim konumunusarsacaktı. Bunun yanı sıra yeni orduyu finanse etmek için kurulan “İrad-ı Cedit” adındakiayrı özel hazinenin, belirli mevki ve ayrıcalık sahibi toplumsal kesimlerden toplanacakvergilerle ayakta tutulması öngörülmüştü Bu durum ilk olarak ayanların tepkisini çekti158.1806 yılında askeri reformların Balkanlar bölgesine genişletilmesi amacıyla yeni birliklerinAnadolu’dan buraya sevk edilmesi planı, ayanların büyük tepkisini çekti.Anadolu’dakilerden daha güçlü olan Balkanlar’daki ayanlar, Edirne’de toplanarak bubirliklerin ilerlemesine karşı çıktılar; Selim’in geri çekilmek zorunda kalması sonunbaşlangıcını hazırladı. Bu geri çekilme Nizam-ı Cedit düşmanlarını cesaretlendirdi; ulema veyeniçerilerin aktif bir propagandayla yürüttükleri muhalif hareket 1807 yılında doruğa ulaştı.Yeniçeri yamaklarının kurduğu örgütün başlattığı isyan, Nizam-ı Cedit’in kaldırılmasını talepetmekteydi. Kabakçı Mustafa İsyanı olarak tarihe geçen hareket yeniçeri birliklerinin veulemanın aktif katılımıyla daha da genişledi ve sonunda Selim’in Nizam-ı Cedit ordusunukaldırmasına sebep oldu. Bu olayı takiben Şeyhülislam Ataullah Efendi’nin yayınladığı157 Akşin, 1996, s: 17-18158 İnalcık, 1964, s: 50Selim’in halifeliğe uygun olmadığı ve sorumsuzluğuyla gücünü kötüye kullanarak Müslümanhalka zulmettiği yönündeki ferman 159 asilere eylemlerinde meşruiyet bahşetmiş oldu.Köşeye sıkışan Selim, tahttan çekildiğini bildirdi.III. Selim’in reformlarının bu yüzyıl boyunca devam edecek modernleşme çabalarıiçin yolu açma işlevi görmüş olduğu şüphesizdir. Askeri reformların yanı sıra uluslararası

ilişkilerde Osmanlı’nın kendi başının çaresine bakacak güçte olmadığı kavranarak, Batılıdevletlerle karşılıklı anlaşmalar yapıldı ki bu Osmanlı’nın denge politikasına adapteolmasının başlangıcıydı160. Bu yeni uluslararası politika, 19.yüzyıl boyunca devletin ayaktakalmasını sağlayacak başlıca unsurlardan biri olacaktır. Avrupa’da daimi elçiliklerinkurulması da yine bu politikayı tatbik edebilmek için Batı’yı tanıma gereğinin biryansımasıdır. Daimi elçilikler, imparatorluğa Batı etkisinin sızmasını oldukçakolaylaştırmıştır.III. Selim’in makamından çekilmesini takiben isyancılar, saf ve cahil olan IV.Mustafa’yı, kendilerinin asi eylemleri için cezaya tabi tutulmayacakları sözünü alarak,padişah tahtına oturttular. Bu iktidar değişikliği yeniçeri ve ulemanın hükümette tam kontrolüele geçirmesini sağladı. Ancak Nizam-ı Cedit taraftarı ayanlar Rusçuk ayanı AlemdarMustafa Paşa önderliğindeki 15 bin asker İstanbul’a yürüdü. Geliş amaçları, saraydahapsedilen III. Selim’i kurtarmak ve Nizam-ı Cedit’in tekrar yürürlüğe konmasınısağlamaktı. İstanbul’da güç toplayan Alemdar Mustafa Paşa yeniçerileri bastırsa da III.Selim’in katledilmesini engelleyemedi. Saraya girdiğinde onun cesedini bulan Alemdar,Şehzade Mahmut’u yeniçerilerin elinden kurtardı. Şehzade’yi II. Mahmut olarak tahtageçirirken kendisini de onun sadrazamı yaptı. Daha önce ayanlar hiçbir zaman yeniçeribirliklerine karşı ittifak oluşturmamıştı. 1806’da Rumeli ayanları, III. Selim’e karşı159 Karal, 1995, s: 83160 Karal, a.g.eyeniçerilerle işbirliğine girerken, Anadolu’daki bazı güçlü ayanlar Nizam-ı Cedit’idesteklediler. Fakat şu an hem Rumeli hem de Anadolu ayanları gericilere karşı birleşirken,reformlara sempatilerinden çok merkezi hükümeti kontrol etmek ve eyaletlerdekikonumlarını güvence altına alma güdüleriyle harekete geçmişlerdi161.Alemdar Paşa, 17.yüzyılın sonlarından beri iyice keskinleşen merkezi yönetim-ayançekişmesine bir anlaşma yoluyla son verilmesi gerektiğini düşünüyordu ve bu nedenle

valileri ve ünlü ayanları başkente davet etti. Ayanlar yapılan müzakerelerden sonra orduyaSened-i İttifak adındaki ünlü belge hazırlandı. Sened-i İttifak, Osmanlı tarihi açısındanbenzeri bulunmayan bir belgedir; devlet ayanların varlığını tanımış olmanın yanı sıra bukişilere dokunmamayı ve alacağı vergileri dahi bunlarla pazarlık ederek saptayacağını kabulediyordu. Bunun karşılığında ayanlar, padişaha başkaldırmamayı, eğer aralarından birisiayaklanırsa onu yola getirmek için aralarında ittifak kuracaklarını ve İstanbul’da herhangi birayaklanma olduğu taktirde yine onun yardımına koşacaklarını taahhüt ediyorlardı. Buanlaşmayla Osmanlı tarihinde ilk kez padişahın yetkileri sınırlanıyordu. Sened-i İttifak buyönüyle Magna Carta’ya benzetilmiş olsa da şekil olarak benzer karakter gösterir; MagnaCarta, İngiltere’nin liberal-demokratik gelişmesinde bir safhaya denk düşerken, Sened-iİttifak yerel güç odaklarının kurmuş oldukları feodal sistemi meşrulaştırmalarıydı.II. Mahmut Sened-i İttifak’ı gönülsüzce imzaladı ve onu hazırladığı için de AlemdarPaşa’ya büyük öfke duydu. Ayanların eyaletlerine dönmelerinden hemen sonra Alemdar, eskiNizam-ı Cedit ordusu tarzında kurduğu askeri ocağa tepki çekmemesi için Segban-ı Ceditadını verdi. Yeni askeri ocağın kuruluşuna paralel olarak yeniçeri ocaklarında giriştiğidüzenlemeler büyük tepki çekti. Yeniçeriler ayaklanarak Alemdar’ı öldürdü; Mahmutsadrazamının öldürülmesi karşısında kılını kıpırdatmadı. İsyanın devam etmesi üzerinepadişah, Segban-ı Cedit ordusunu kaldırdı ama kafasındaki düşünce yeniçeri ocağını161 İnalcık, 1964, s: 51kaldırmaktı ve uygun zamanı beklemeye koyuldu. 1821’de çıkan Yunan isyanı karşısındayeniçerilerin ne denli beceriksiz ve disiplinsiz oldukları bir kez daha ortaya çıktı. Budönemde İstanbul halkı ve ulema arasında da yeniçerilere karşı düşmanlık ve nefretgelişmeye başlamıştı. Osmanlı tarihine “Vaka-i Hayriye” olarak geçen Yeniçerileri ocağının

kaldırılması tam bir ihtilal havası içinde oldu. Yeniçeri ocağının yanında kurulan yenibirliğin askerleri, yanlarında ulema, medreseliler ve İstanbul halkı ile yeniçerilere karşısaldırıya geçtiler. Binlerce yeniçerinin öldürülmesinin yanı sıra, ocakla ilgisi olanların veolduğu sanılanların kısa bir sorgulama sonrasında katledilmesiyle II. Mahmut tam anlamıylaterör estirdi162. Kuruluş amacının tamamen dışına çıkarak sadece kendine hizmet edenyeniçerilik kurumu, sistemde yapılmak istenen her türlü reform hareketine direnerekimparatorluğun gelişmesine ket vuran başlıca unsurlardan biri olmuştu. Bu gerici güçodağının tasfiyesi sırf II. Mahmut’un değil, onların mirasçılarının da modernleşmeçabalarında yolu temizlemiştir.Yeniçerilerin kaldırılmasını takiben yerine Batı tarzında Asakir-i Mahsure-iMuhammediye adında yeni bir ordu kuruldu. Askeri reformları idari alana da yayan II.Mahmut padişah, sadrazam ve şeyhülislamda toplanmış yetkileri nezaret sistemi kurarakçeşitli bakanlıklara paylaştırdı. II. Mahmut’tan önce yapılan reform çalışmaları hükümetkurumlarının yapısına dokunmamıştı; yüzyıllardan beri geleneksel yapının korunmuş olduğuimparatorlukta hükümetin örgütsel yapısında yapılan değişiklikler, Batılılaşma yönündeönemli adımlardı163. II. Mahmut ana hedef olarak, merkezi otoriteyi tüm imparatorlukçapında etkin kılmak ve merkezi yönetimin de kendi içinde bütünlük arz eden bir yapıyakavuşmasını istiyordu. Ayanlar bu hedef için büyük bir tehditti ve padişah bu grubu tasfiyeetme amacındaydı. Ancak, bu ayanların en güçlülerinden biri olan Mısır valisi Kavalalı162 ORTAYLI, İ., İmparatorluğun En Uzunyüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları, 1999, s: 38163 Karal, 1995, s: 194Mehmet Ali Paşa’nın isyanı, devletin adeta varlığını tehdit eder bir mahiyete büründü.Mehmet Ali Paşa, Mısır’da Fransızlar’dan yardım alarak geniş ölçüde askeri ve ekonomikreform çalışmalarına girişmiş ve bir hayli de başarılı olmuştu. Reformlarına II. Mahmut’tanönce başlayan ve ondan daha başarılı olan Paşa ile padişah arasındaki çekişme iç savaş

boyutlarını da aşarak uluslararası bir sorun haline geldi. Anadolu’nun içlerine kadar gelen veİstanbul’daki hanedanın varlığını tehdit eden isyan, Büyük Devletler’in yardımıylabastırılabildi.Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu içlerine ilerlediği esnada ölen II. Mahmut, devletinsarsılan otoritesini tekrar kurmak için giriştiği reformlar mevcut sistemi disipline etmeninçok da ilerisine geçemedi. Batılı yöntem ve kurumlar padişah otoritesini tartışmasız kılmakamacıyla adapte edilmişti, ancak devletin dayanakları önceki devirlerde olduğu gibi kaldı164.II. Mahmut, güçlerinin doruğundayken siyasal ve ekonomik tabanlarını yok ettiği ayanlariçin asıl vurucu darbe Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun iç evrimi karşısındakitavırlarını netleştirerek Mehmet Ali Paşa’nın isyanında merkezi yönetimin tarafınıtutmalarıydı165. Bu dönemde idarenin merkezileşmesi yönündeki atılımlar içinde özellikle ilknüfus sayımının yapılması ve ülkede posta teşkilatının kurulması önemli gelişmelerdir. II.Mahmut’un eğitim alanına gösterdiği ilgi, kayda değerdir; ilköğretimin zorunlu kılınması veAvrupa’ya ilk kez öğrenci gönderilmesi onun dönemine rastlar. Batı tarzında bir müfredatınizlendiği yüksek öğrenim kurumlarının kurulması gelecek nesil Osmanlı aydınlarınınyetişeceği ortamın temellerini atmıştır.1839’da babasının ölümü üzerine tahta geçen Abdülmecit’in sadrazamı olan MustafaReşit Paşa, Osmanlı’nın en köklü reform hareketine giriştiği Tanzimat Dönemi’nin mimarıolacaktı. 3 Kasım 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu’yla başlayan bu dönemde164 Karal, 1995, s: 143165 Keyder, 1999, s: 27imparatorluğu çözülmekten kurtarmak için girişilen geniş kapsamlı ve köklü reformlaragirişilmiştir. Fransız Devrimi’nin getirdiği ulusçuluk akımı Osmanlı İmparatorluğu’ndayıkıcı etkilerini çok çabuk göstermişti. İmparatorluğun çeşitli dinlere ve etnik kökenleremensup unsurları arasında 16. yüzyıldan beri gerek kültürel gerek kısmen ulusal nitelikli

kıpırdanmalar zaten mevcuttu. Özellikle Balkan halklarının ulusal bilinci onlara Ortaçağ’dakiulusal karakterli devletlerinin ve kültürlerinin mirasıydı. Bu yüzden Balkanlar’daki ulusalhareketlerin sebebi doğrudan doğruya Fransız Devrimi’ne bağlı değildi.166 Devrimin sözkonusu mirası bu halkların gözünde bir gelecek hedefi olarak tekrar gözden geçirerekhareketlerine taban oluşturmalarını sağlayacak düşünsel açıyı vermiş olduğu söylenebilir.Balkanlar’daki ulusal hareketlerde, bu ulusal efsanelerin yanı sıra, 18.yüzyıldan beri gelişenticari hayatın yarattığı burjuva nitelikli sınıfların doğuşu ve burjuvaların Osmanlı iktidarınıkendileri için bir yük ve engel olarak görmeye başlamalarının etkisi çok büyük olmuştur.1804’te maruz kaldıkları kötü idarenin düzeltilmesi için padişaha ricada bulunan Sırpların eliboş gönderilmesinden sonra milliyetçi bir niteliğe bürünen ayaklanma, süreç içinde Ruslar’ında aktif desteğiyle 1916 yılında Sırbistan’a özerklik verilmesiyle sonuçlandı. 1815 yılındabaşlayan ve en başından beri milliyetçi karakter gösteren Yunan ayaklanması ise AvrupalıBüyük Devletler’in de bu halk lehinde taraf olmaları sonucu 1830 yılında Yunanistan’ınbağımsızlık kazanmasıyla son buldu. Osmanlı’nın milliyetçi ayaklanmalar sonucuBalkanlar’daki iki önemli bölgesini kaybetmesi, imparatorluğun geleceği açısından oldukçaendişe verici nitelikteydi. Ayrıca Büyük Devletlerin özellikle Yunan isyanında takındıklarıOsmanlı aleyhtarı tutum, yöneticileri fazlasıyla telaşlandırmış ve acil reform ihtiyacını suyüzüne çıkartmıştır. Bu çerçevede, azınlık milliyetçiliklerinin Osmanlı modernleşmesinihızlandırdığı söylenebilir.Tanzimat Fermanı Osmanlı tarihinde tam bir dönüm noktası olmuştur; daha önceki166 Ortaylı, 1999, s: 61dönemlerde askeri ve siyasal alanda sıkışıp kalan modernleşme çabaları, Tanzimatdöneminde sosyo-ekonomik yapıyı da içine alarak “toplumsal mühendislik projesi” şeklinedönüştü. Tanzimat döneminde girişilen reformlar, nitelik olarak bürokrat elitin toplumu

yukarıdan dönüştürmek için giriştiği modernleşme çabaları kategorisinin tipik örneğidir167.Eski güzel günleri geri getirmek yönündeki klasik yaklaşımını tamamen bir yana atılarak,Batı’nın üstünlüğünü kabul edilip bu gelişmişlik düzeyini yakalamak için girişilen Tanzimatreformları her şeyden öte imparatorluğun tarihsel evriminde Batı medeniyetine dahil olmakiçin verilen büyük ve cesur bir karardır168. “Nizam Verme” (düzenleme) sözcüğünün çoğuluolan “Tanzimat” sözcüğü, Lale devrinde yeni tarzda tertip edilmiş birliklerden oluşan ordudüzenlemesi anlamına gelirken, bu dönemde hükümet yönetimine yeni bir düzen vermeanlamına geçti169.Aydın bürokratik bir kadronun sürüklediği Tanzimat reformları, Osmanlıbürokrasisinin dönüşümünün ulaşmış olduğu modernleşme düzeyi bakımından oldukçaçarpıcıdır. Tanzimat bürokratlarının en ayırıcı özellikleri askerlikten habersiz kişiler olupbürokrasi içinde yetişerek yükselen devlet memurları olmalarıydı; Batılı ülkelerinbaşkentlerinde görev yaptıkları esnada bu kültürle iletişime geçen bu kişiler Avrupa devletyapılarını ve zamanın uluslararası koşullarını inceleme fırsatı bulmuşlardı. Fransızca konuşanve diplomasi üstatları olarak yetişen bu kişiler, güçlerini askeri yada ulemalık kariyerlerindendeğil kişisel becerilerinden almaktaydılar. Yeni bürokrasi ne “kul” ne de “din adamı”ydı;bunlar, diplomat nitelikleriyle öne çıkan devlet memurlarıydı. Bu çerçevede Osmanlı167 Bu tarz bir kategorik yaklaşım için Bkz. BLACK, C.E., Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri, Ankara, İş BankasıKültür Yayınları, s: 100-104168 Sina Akşin, Tanzimat dönemini, Türk toplumunun Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçmesi olarak niteler, Bkz Akşin,1996, s: 17169 BERKES, N., Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1973, s: 187bürokrasisinin bu dönemde laik bir nitelik kazanmış olduğu söylenebilir. Babıali’ninyönetimde egemen unsur olduğu Tanzimat dönemi, Osmanlı tarihinde modern merkeziyetçidevlet yapısının kurulduğu dönemdir; Osmanlı bürokrasisi geleneksel yapısını, ideolojisini,eğitim ve çalışma biçimini dönüştürerek toplumu kontrol etme tekniklerini ve tarzını

değiştirmiştir170. Modern toplumsal sınıfların oluşma süreçlerinin başlarında oldukları vedevlet yönetimine baskı yapma safhasına henüz ulaşamadıkları imparatorlukta, modernzihniyetli bürokratların iş başına gelmelerinin anlamı kuşkusuz çok büyüktü.Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği tarihsel koşullara bakıldığında Balkanlar’dakiazınlık ayaklanmalarının etkisinden daha çok Kavalalı Mehmet Ali’nin isyanı öne çıkar. Birvalinin devlete bu denli kafa tutacak gücü bulması ve devletin ordularını bozgunauğratmasının yarattığı eziklik psikolojisi, yöneticileri derinden etkiledi. Nizip savaşınınkaybedilmesi gün yüzüne çıkan askeri iflasın171, Batı’nın yardımıyla bertaraf edilmesidüşüncesi çerçevesinde 1838 yılında İngiltere’yle Balta Limanı Anlaşması olarak bilinenOsmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması imzalandı. İngiliz mallarına iç gümrüklerin kaldırıldığı vebazı ürünlere Osmanlı’nın uyguladığı tekelin kırıldığı bu anlaşma imparatorluğun gelecektekisosyo-ekonomik evrimine yön verecek nitelikler arz etmekteydi. Bir dönem Londrabüyükelçiliği yapan ve zamanın Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın girişimleriyleimzalanan anlaşma, İstanbul’daki İngiliz nüfuzunun güçlenmesinin yolunu açmıştır.İngilizlere yakınlığıyla bilinen Mustafa Reşit Paşa, Osmanlı Devleti’nin kendi başınavarlığını sürdüremeyeceği ve Avrupa güçler dengesinin koruyucu şemsiyesi altında toprakbütünlüğünü destekleyen İngiltere ve Fransa’yla yakınlaşmasının gerektiğini düşünüyordu.Osmanlı Devleti’nin kurumsal yapısının Batı tarzında dönüştürülmesi hem devleti170 Ortaylı, 1999, s: 90171 Akşin, 1996, s: 23güçlendirecek hem de İngiltere ve Fransa’nın güveninin kazanılmasını sağlayacaktı172.Tanzimat Fermanı dış müdahalenin en fazla yoğunluk kazandığı dönemde bu Paşa tarafındanhazırlandı. Kendisinden önce zaten başlamış olan reformların çerçevesini genişletmek vedevamını sağlamak amacıyla kaleme alınan Tanzimat Fermanı, Avrupa ya da İngilizbaskısına bir ödün değil gönüllü olarak girişilen bir çabanın eseriydi.

3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan Gülhane Hattı, bir anayasa yada kanun olmayıp daha çok Avrupalı hükümdarların halkları ile arasındaki ilişkilerdedeğişiklikler yapılacağını vadeden bir “charter” (senet) türünde bir belgedir. Böyle birbelgeye dayanılarak bir yazılı anayasa ya da bir dizi yeni kanun hazırlanmasınagidilebilirdi173. Osmanlı bürokratları ise ikinci yolu benimsemiştir. Osmanlı tarihinin gerçekanlamda ilk anayasal belgesi olan Hatt, tüm uyruklara yurttaşlığa ilişkin temel haklartanırken, bu hakları düzenleyen yasalara bizzat padişahın da uyacağını açıkça belirtmiştir.Ancak, buna uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımların belirtilmemesi belgeninanayasalcılık yönünden çok büyük bir eksiğidir174. Osmanlı hükümdarı bu belgeyle kendiiradesinin sınırlanmasını kabul etmiş; halkın can, namus ve mülkünün güvencesini kendiiradesinin dışına, kanunların yargılarına bırakmıştır. Hükümet yönetiminin hükümdarınkeyfiyetine göre değil, “Mevadd-ı Esasiye” (temel ilkeler) olarak nitelendirilen ölçülerleyapılacak kanunlar doğrultusunda yürütüleceğini ilan etmiştir175. Bunun yanı sıra Müslümangayri-müslim tebaaların kanun önünde eşit kılınması devletin halkına yaklaşımında devrimcibir dönüşüme karşılık gelse de, gayri-müslimlerin haklarını asıl genişleten Islahat Fermanı172 Karal, 1995, s: 170173 Berkes, 1973, s: 187174 EROĞUL, C., Anatüzeye Giriş, Ankara, İmaj Yayıncılık, 1997, s: 180-181175 Berkes, 1973, s: 138olacaktır. Devlet adamlarına can ve mal güvenliğini bahşeden Gülhane Hattı bürokratları“kul” statüsünde ele alan klasik Osmanlı anlayışının kırılmış olduğuna işaret eder. Bunlarınyanı sıra Hatt, İltizam usulüne son vermiş olsa da, devlet, örgütsüzlüğünden dolayı bu işiyürütememiş ve 2 yıl sonra iltizama geri dönülmüştür.Tanzimat bildirisi her ne kadar Osmanlı modernleşmesi için atılmış dev bir adımolarak görülse de, eksikler ve çelişkilerle doluydu. Bunların pratikte yarattığı en büyükhandikap, padişahın iradesini sınırlayacak halkı temsil eden bir meclisin bulunmadığı

ortamda reformların Babıali tarafından büyük devletlerin müdahaleleri ile yürütülmeyeçalışılmasıydı. Hükümetin askeri, mali, hukuksal alanlar gibi bir çok alanda merkezileşmeçerçevesinde sorumluluğu artmasına rağmen sorumlu bir kabine sisteminde az çok geriyedönüş bile söz konusu olmuştur176; bakanların ataması ya da azledilmesi padişah veçevresindeki kişilerin eline kalmış olmasının yanı sıra büyük devlet elçileri baskı venüfuzlarıyla hükümet işlerine daha fazla karışmaya başlamışlardı. Bu yüzden Tanzimatdönemi hükümetleri sürekli ve tutarlı hükümetler olamamışlardır. Tanzimat Fermanı’ndagöze çarpan bir diğer eksiklik teoride Müslüman ve gayri-müslim tebaa arasında eşitliksağlansa da bunun pratik alanda uygulaması yönünde kayda değer bir gelişmeninkaydedilememesiydi. Söz konusu sorunu Osmanlı bürokratları çözemeyince Kırım Savaşı’nıtakiben 1856’da toplanan Paris Kongresi esnasında konu gündeme geldi. Kongre sürerkenyayınlanan “Islahat Fermanı”, Osmanlı devlet adamları, şeyhülislam ve Büyük Devletler’inelçilerinin müzakereleri sonucunda ortaya çıkarılmış bir belgedir. Gülhane Hattı’ndakiilkeleri tekrarlayan ve genişleten Islahat Fermanı, genel olarak ülkedeki gayri-müslimtebaanın durumuna odaklanıyordu. Ali ve Fuat Paşa’ların çaresizlik içinde imzaladıklarıferman adeta Kırım Savaşı’ndaki yardımlarından dolayı Büyük Devletler’e ödenen birdiyetti. Büyük Devletler’in Osmanlı üzerindeki garantörlük isteklerini savmak amacıyla176 Berkes, 1973, s: 192Osmanlı devletinin gerekli reformları kendinin yapacağını göstermek için ilan edilen ferman,Tanzimat Fermanı gibi anayasa benzeri bir nitelik taşımaktan çok ondaki vaatlerigerçekleştirecek somut reformları öngörmüştür177. Müslüman- gayri-müslim tebaa arasındakieşitlik konusunda cizyenin kaldırılması ve gayri-müslimlerin de askerlik yapması gibiyenilikler getiren ferman, Müslüman halktan büyük tepki çekti. Öncelikle Müslümanlar,

kendilerini devletin sahibi olarak görüyorlardı. Gayri-müslimlerin bir kısmı, Batısermayesiyle işbirliği içinde zenginleşerek göze batan bir hayat seviyesini yakalamışlardı. Buda yetmez gibi bir de eşitlik haklarını elde etmeleri Müslümanları oldukça kızdırmıştı178.İronik biçimde Hıristiyanlar da pek memnun olmuşa benzemiyordu; öncelikle kilisemensupları, millet sistemi çerçevesinde sahip oldukları yetki ve çıkarlar kısıtlandığındandolayı fermandan rahatsız oldular. Hıristiyan halk sağlanan haklardan memnun olmasınarağmen, askerlik görevi kısmından hoşnut kalmadı. Askerliğin yapılmaması durumundaödenecek bedelin, kaldırılan cizyenin yeniden geri çağrılması olarak gördüler. Bunların yanısıra ferman her ne kadar Büyük Devletler’in azınlıkları bahane ederek iç işlerinekarıştırmasını bertaraf etmek amacıyla ilan edilmiş olsa da söz konusu durumda herhangi birgerileme olmadı.Tanzimat döneminde, birçok alanda göze çarpan gelişmeler kaydedilmiştir. Bualanlardan biri eğitimdir; bir komisyon çerçevesinde ele alınan reformlar, ilk, orta ve yükseköğrenim kurumlarında ulemanın nüfuzunu kırarak bunların devlet otoritesi altına alınmasınısağlamaya yönelikti179. Ancak bu amaca tam anlamıyla ulaşılamadı; medreseler yerindekalırken, Batı tarzında eğitim veren okullar açıldı. Eğitimdeki bu ikilik birbirinden tamamen177 Berkes, a.g.e.178 Akşin, 1996, s: 27179 Karal, 1995, s: 182farklı düşünce sistemine sahip nesillerin yanyana yaşayacağı koşullar yarattı. Eğitiminmodernleşmesi konusunda ulemanın tavrı da oldukça kayda değerdir; 19.yüzyıldan itibarenOsmanlı’da Batılı eğitim veren okullar kurulmuş ve bunlar dini eğitim verenlerin aleyhineyayılıp gelişmeye başlamışlardı. Osmanlı reformcuları, din adamları ve kurumlarıyla hiçbirzaman çatışmadılar. Ulemanın ve medreselerin dışında laik eğitim örgütlenip laikbürokrasiye taban oluştururken, ilmiye sınıfı bir kenarda kaldı ve modernleşme sürecinden

bir şekilde izole oldu180.Tanzimat reformlarının başarısı ya da başarısızlığı tartışmaya açıktır; ancak şu birgerçektir ki ekonomik alanda başarısız olunmuş ve ülkenin Büyük Devletler tarafındanmaruz bırakıldığı yarı sömürge tarzı ilişkilerin niteliğinde herhangi bir değişim olmamıştır.1854 yılından itibaren Avrupa’dan borç alınmaya başlanmış ve bu paralar kazançlı ekonomikyatırımlara dönüştürülemeyip büyük oranda sarayın lüks harcamaları ve silah alımındakullanılmıştır. Kaçınılmaz olan 6 Ekim 1875 yılında geldi ve Sadrazam Mahmut NedimPaşa, borçlarını erteleme kararını açıkladı. Karar Avrupa kamuoyunu Osmanlı aleyhinedöndürdü. Bunun yanı sıra Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da ayaklanmaların çıkması işleriiçinden çıkılmaz hale soktu. Sıkıntıların faturası tahttaki padişah Abdülaziz’e kesildi; 1876yılının Mayıs ayında iktidara gelmiş olan Mütercim Rüştü Paşa hükümeti Abdülaziz’i tahttanindirerek yerine V. Murat’ı geçirdi. Hükümet sarayın harcamalarını denetim altına almakistiyordu. Bunu yapabilmek için önlerinde iki seçenek belirdi; Mithat Paşa’ya göremeşrutiyet ilan edilirse seçilecek olan meclis sarayın israflarına kısıtlama getirebilirdi; bakanolan Hüseyin Avni Paşa ise görüntüde bir padişahla hükümet tüm yetkileri eline almalıydı.Başlarda ikinci görüş öne çıktı, ancak Hüseyin Avni Paşa’nın öldürülmesi ve ardından V.Murat’ın akli dengesini kaybetmesi meşrutiyet yanlılarının yolunu açtı181. Tahta geçtiğinde180 Ortaylı, 1999, s: 186181 Akşin, 1996, s: 32-33meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdülhamit başa geldi.İmparatorluğun meşruti yönetime geçmesinin mimarı olan Mithat Paşa, anayasa veparlamentonun adaptasyonu padişahın yetkilerinin kısıtlanmasından öte, önemli toplumsalgruplar arasında denge ve işbirliği sisteminin kurulabilmesi için araç olarak görmekteydi.Merkezi otorite ve yerel güçler arasında sağlıklı bir denge kurmak için geçerli bir yöntemaranmaya başlanması, siyasal bir idealizmden çok orta sınıfın artan gücünün tanınmasıydı ki

Mithat Paşa bu toplumsal gerçeğin farkındaydı ve yapmaya çalıştığı da bununla başaçıkılmasıydı182. Abdülhamit de Paşa’ya verdiği sözü boşa çıkarmayarak iktidara geçergeçmez anayasa hazırlanması için bir komisyon kurdurdu ve müzakerelere etkin biçimdekatılarak istediği değişiklikleri yaptırdı; Padişaha muhaliflerini sürgün etme yetkisini veren113. madde hükmü de Abdülhamit’in komisyon üyeleriyle yaptığı pazarlıklar sonucuydu.Meşrutiyet, Balkanlar bölgesinde gereken düzenlemeleri görüşmek üzere bir araya gelenBüyük Devlet temsilcilerinin düzenlediği Tersane Konferansı açılmak üzereyken ilan edildi.Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi Batı tarzında bir yasamaişlevleri öngörürken, anayasa ve yürütme organı arasındaki ilişkiler, İslam’dan gelen şura(konsey) ve meşverete (danışma) atıfta bulunularak meşrulaştırılmıştır. Anayasa, padişahlıkmakamını ülkenin en yüce ve yetkili kurumu olarak kabul etmiştir. Yürütme organının başısaydığı padişaha, bakanları atama ve azletme yetkisi bahşeden yasa, hükümeti de yasamaorganına sorumlu kılmadı. Kanun-i Esasi böylesine güçlü yürütme organı karşısında, oldukçazayıf nitelikte bir parlamentoyu öngörmüştü. İki kanattan oluşacak olan parlamentonun“Heyet-i Ayan” kanadının üyeleri tümüyle padişah tarafından seçilerek yaşam boyu görevdekalacak kişilerden oluşturulurken, Heyet-i Mebusan üyeleri dört yılda bir yapılacak genelseçimle belirlenecekti. Her iki kanadın başını da padişahın seçtiği parlamentonun hükümeti182 KARPAT, K., The Transformation of the Ottoman State, 1789-1908”, Int. Middle East Studies 3,1972, s:267-268düşürme yetkisi yoktu ve hükümetin Heyet-i Mebusan’la tartışmaya girdiği taktirde en az altıay içinde yenisi toplanmak şartıyla padişaha heyeti dağıtma yetkisi verilmişti.Sancak ve kazalardaki idari meclis ve seçim komiteleri tarafından belirlenenadaylarda, halk arasında itibar kazanmış olma ve vergiye tabi mülklerinin olması gibikoşulları arandı. İki dereceli seçimler sonucunda oluşan meclis, 20 Mart 1877’de ilk keztoplandı. Anayasa ilanından kısa bir süre sonra Abdülhamit, Mithat Paşa, Ziya Paşa ve

Namık Kemal’i malum 113. maddeye dayanarak sürgüne göndermiş olması, padişahın yenirejime karşı takınacağı olumsuz tavrın işaretlerini vermeye başlamıştı. Böyle bir hava içindesiyaset hayatına başlayan Osmanlı Meclisi tüm olumsuzluklara rağmen başarılı bir meclisti.Eyaletlerden gelen mebuslar, padişaha, İslam’a ve devlete bağlı olduklarını sürekliyinelerken, kendi pratik taleplerini tartışma sırası geldiğinde gayet gerçekçi ve işlevsel tutumtakınıyor olmanın yanı sıra bürokrasiyi de açıkça eleştiriyorlardı. Mebusların büyük kısmıAvrupa’yla hiçbir iletişime geçmemiş ve hatta onun kültürüne ve politikalarına düşman olsada bunların önemli bir kısmı Batı liberalizminin terminolojisine aşinaydı183. Mebuslar adil veverimli bir vergi sistemi, basın özgürlüğü, özel mülkiyetin korunması, paranın değeriyle fazlaoynanmaması, girişim özgürlüğü ( ki bu çoğunlukla gayri-müslimlerin fazlaca ilgilendiği birkonuydu) gibi gayet liberal-burjuva mantığında taleplerini dile getirdiler.II. Abdülhamit, meşrutiyetin ilan edilmesi sürecinde her ne kadar uzlaşmacı bir tutumsergilese de içten içe söz konusu durumdan hiç de haz etmediği, sonraki eylemlerindenanlaşılabilir. Mithat Paşa’yı Tersan Konferansı’nın son bulmasından 16 gün sonra azletmişti.İlk Mebusan Meclisi’nin toplandığı sıralarda imparatorluk Rusya ile savaş halindeydi veSırbistan ve Karadağ’da ayaklanmalar sürüyordu. Meclis, bu olan bitenler karşısındahükümeti oldukça sert biçimde eleştirerek tam anlamıyla bir meclis olduğunu kanıtlamıştır.Bu çıkışlardan gözü korkan Abdülhamit, 28 Haziran 1877’de mebus meclisini dağıtırken,183 Karpat, 1972, s: 268Ahmet Vefik Paşa’nın da söylediğine göre, söz dinleyen yeni mebusların gelmesinin yolunuaçmak istemiştir184. Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açarken, geleneksel çıkarlarının yanısıra Fransız Devrimi’nden bu yana mutlakçılığın kalesi olarak Osmanlı’daki meşruti rejimede duyduğu öfkeyle güdülenmiş olması ihtimali yüksektir185. Arada yapılan seçimler sonucu13 Aralık 1877’de toplanan yeni meclis eleştirisellik açısından diğerini aratmamış ve bu kez

padişah öncekinden daha kısa bir süre sonunda, 14 Şubat 1878’de meclisi tatil etmiştir. Rusordusu İstanbul önlerindeyken verdiği bu karara rağmen, Nisan 1880’e kadar Abdülhamit,meşrutiyet devam edecekmiş gibi davranmıştı. Bu tarihe dek kanunlar, meclis toplandığındagörüşmek üzere diye çıkarılmış ve ayan meclisine üyeler atanmıştı. Fakat Nisan 1880’deİngiltere’de açıkça Türk düşmanı olan Gladstone’un partisi iktidara gelince, Abdülhamitmeşrutiyeti yaşatacakmış gibi görünmenin gereksiz olduğunu düşünmüş olduğu ihtimaliyüksektir186. Bu tarihten sonra da Abdülhamit rejimi sıkılaştırarak sert bir polis devlet olmayoluna sokmaya başladı.Abdülhamit dönemi Osmanlı tarihinin en tartışmalı dönemlerinden biridir. Kurduğudespot rejimden dolayı “Kızıl Sultan” diye de anılan bu padişah, 33 yıl gibi uzun bir dönemsaltanat sürdü. Abdülhamit’in otoriteyi eline alması, aynı zamanda tohumları yeniçerilerinkaldırılmasıyla atılan ve Tanzimat dönemi boyunca kesintisiz süren “Babıali” yanibürokratlar iktidarının da sonunu getirdi; 1876’dan imparatorluğun sonuna dek hiçbirsadrazam, Tanzimat dönemindeki gibi bir güce ve hareket özgürlüğüne sahip olamadı.Abdülhamit bütün yürütme gücü üzerinde etkili bir kontrol kurarak sadrazamları idari memurdurumuna düşürdü. II. Mahmut da yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra otokrat bir yönetim184 Eroğul, 1997, s: 188185 Akşin, 1996, s: 35186 Akşin, 1996, s: 35sürmüştü ancak o bunu yaparken eski Osmanlı geleneği olan hüküm ve örfe yani yürütmeninmutlak kudretiyle devletin iyiliği için otoritenin ele alınması fikrine dayanıyordu. O, hiçbirzaman otoritesinin meşrutiyetini İslami kurallarda aramadı; sadece yaptıklarının İslam’labağdaşır mahiyette olduğunu öne sürdü. II. Abdülhamit ise bu büyük ölçüde laik siyasalgeleneği bozarak hükümet işlerine İslam’ı öne çıkararak eylemlerine meşrutiyet aradı vehalife olma statüsünü kullanarak kendi için yarı ilahi, otokrat bir padişah imajı oluşturdu187.

III. Selim döneminden beri padişahların kaderlerinin başta yeniçeri, ulema ve daha sonrabürokratlar tarafından belirlenmiş olması onda büyük bir komplo korkusu yaratmıştı.Genelde “istibdat rejimi” olarak nitelendirilen Abdülhamit döneminin en öne çıkanyanlarından biri padişahın jurnalci denen kuşkulu kişileri ihbar eden kimseleri teşvik etmesive bunları ödüllendirmesiydi. Bunun yanı sıra gizli polis teşkilatına çok önem verenAbdülhamit , hafiyeleriyle halka büyük korku ve tedirginlik yaratmıştı. Abdülhamit’in polisdevletininbir diğer baskı aracı, basına uyguladığı bazen güldürücü boyutlara varan aşırısansürüydü. Öyleki devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi kendisini münasebetsiz birduruma düşüren bir baskı yanlışı yüzünden 1890’da kapatıldı ve 1908’e kadar da bir dahayayınlanmadı188. Abdülhamit devrine kadar Osmanlı’da oldukça renkli bir basın hayatı vardı.Özellikle gazeteler Osmanlı düşünsel hayatını zenginleştirerek yeni Osmanlı aydınlarınınyuvalandığı merkezler halini almıştı. Gazetenin kamuoyunda ne denli etkileyici bir nüfuzasahip olduğunun farkında olan Abdülhamit, başlarda gazetecileri yanına çekmek için onlarlayakın ilişkiler kurmaya çalışmış olsa da aşamalı olarak basın özgürlüğünü kısıtlamayabaşladı. Gazeteler, devletin icraatları ve yurt dışındaki padişahı ya da Türkler’i öven yazılarla187 Karpat, 1972, s: 271188 Akşin, 1996, s: 37dolduruldu189. Söz konusu sansür durumu 1908 Devrimi’ne dek kesintisiz sürdü.Abdülhamit döneminde en büyük sorunlardan biri dış borçların devletin ödemegücünü aşmış noktaya ulaşmış olmasıydı. 1875 yılında devletin aldığı borçların faiziniödeyemeyeceğini ilan etmesinden itibaren 1881 yılına dek yabancı tahvil sahiplerinintemsilcileriyle Osmanlı devlet adamları devletin iflasını tartıştı ve çözüm olarak Düyun-uUmumiye İdaresi’nin kurulması kararlaştırıldı. Elinde Osmanlı tahvilleri bulunan Avrupa’lıyatırımcıları korumak amacıyla kurulan bu kurum, devletin bazı sektörlerden alacağı

vergileri toplayarak doğrudan alacaklılara verecekti. Düyun-u Umumiye merkezi otoritekarşısında Avrupalılar’ın daha önceki dönemlerde merkezileşmeyi desteklerkenbenimsedikleri çelişkili yola meyletti; bir yandan Babıali’yi uluslararası sahnede daha itibarlımuhatab haline getirirken, aynı zamanda içerde radikal bir dğeişimi ve mali reformuengelledi190.19.yüzyılın son çeyreğinde ikinci endüstriyel devrim çerçevesinde sömürgecilik yarışıhız kazanırken, gelişmiş kapitalist ülkeler dünya üzerinde ayak basılmadık yer bırakmadılar.Bu yarışa geç katılmış ülkelerden özellikle Almanya, hiç Müslüman sömürgesi olmaması veAbdülhamit’in islamcı politikasını desteklemesinden dolayı imparatorlukta yükselen değeroldu. Almanya’nın Ermeni sorunundaki tarafsız tutumu ve İngiltere’ye rakip olacak birduruma gelmesini Osmanlı’ya nefes alma olanağı sağlayabileceğinin düşünülmesi191 buyakınlaşmayı güdüleyen diğer nedenler oldu. Fransa ve İngiltere’nin 1870’lerden itibarenimparatorluğu parçalama eğilimleri artarken, Abdülhamit, bütünlüğü savunan II.Wilhelm’eyaklaştı. Kayzer ise bu ilişkide imparatorluğun ekonomik zenginliklerine göz dikmiş olmanın189 KARPAT, K. H., Mass Media in Turkey, Political Modernization in Japan and Turkey, içinde, der:Robert E. Ward&Dankwart A. Rustow, New Jersey, Princeton University Press, 1964, s: 264-266190 Keyder, 1999, s: 61191 AKŞİN, S., Jön Türkler ve İttihat Terakki, Ankara, İmge Kitabevi, 1998, s: 20yanı sıra padişahın halifelik statüsünü öne çıkararak Abdülhamit’le kurulacak samimiyetsayesinde dünya Müslümanları arasında sempati kazanmak istiyordu. Dünya Müslümanları,hilafeti üniversal ruhani bir kurum gibi görüyordu ki Batı da aynı imgeye sahipti. Panislamistbir politika izleyen Abdülhamit kendi sınırları dahilindeki gayri-Türk Müslüman halktan çok,halife sıfatıyla Rusya, Britanya, Fransa ve Hollanda kolonilerinde Müslümanlar üzerinde biretki kurmuş ve onlar arasında sempati kazanmıştı192.Abdülhamit döneminin başarı hanesine yazılabilecek gelişmelerin başında eğitim

alanı gelir. Bu dönemde ortaokulların sayısının katlanarak arttığı ve askeri okul ve lisesisteminin yaygınlaştığını ve bir çok yeni yüksek okulun açılırken mevcut olanların dageliştirildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra demiryolu inşası alanında da büyük çaptagelişmeler olmuştur. Despot Abdülhamit yönetiminin en büyük handikapı ise yeni jenerasyonbürokrat ve memur takımına ve kendinin yaygınlaştırdığı eğitim kurumlarında yetişenOsmanlı aydınlarına sadakat aşılayamamasıydı; Mülkiye ve Harbiye gibi okullarda yetişenyeni jenerasyon, el altından ulaştıkları Yeni Osmanlılar’ın vatansever fikirleri kadar liberalve anayasal düşünce sistemlerini de cazip bulmaktaydılar193. İçerdeki baskıcı yönetimdendolayı bu dönemde Osmanlı fikir hayatı, Avrupa’ya kaçan ya da sürgün edilen aydınlarcaoralarda sürdürülüyordu. Abdülhamit aydınları küstürmekle kalmadı, mektepli subaylarınbüyük çoğunluğu da tatminsizler cephesine itildi. Abdülhamit, sadık bulduğundan dolayıorduda mekteplilerin yerine alaylıları terfi ettiriyordu. Örneğin, sarayda ve İstanbul’dabulunan I. Ordu’da alaylı subayları tercih edilirken mektepliler başta Makedonya eyaletiolmak üzere, İstanbul dışında en çok kendilerine ihtiyaç duyulan yerlere yollanıyordu.Böylece aralarında bir çok devrimci olan mektepli subayların başkentte kalması önlenerek192 ORTAYLI, İ., 19.yüzyılda Panizlavizm ve Osmanlı Hilafeti, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi veSosyal Değişim (Makaleler I), Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2000, s: 247193 ZURCHER, E. J., Turkey (A Modern History), London,&New York- I.B. Tauris, 1994, s: 90tehlike savuşturuluyor, hem de oralardaki yetenekli asker ihtiyacı karşılanıyordu. Ancak buayrımcı tutum meyvelerini vermekte gecikmedi; ihtilal Abdülhamit’in kapısınıMakedonya’dan çaldı. 1889’da Askeri Tıbbiye’de kurulan İttihad-i Osmanlı adındaki gizliörgütün serüveni 1908 yılında Makedonya’daki subayların eylemciliğiyle hedefine ulaştı veAbdülhamit’in istibdat rejimini dize getirdi.19.yüzyılda Osmanlı Devleti geleneksel kalıplarını kırmış ve derin ve kapsamlıreformlar zinciriyle hem kendini hem de toplumu dönüştürmüştü. Abdülhamit dönemine deksüreklilik arz eden Batılılaşma nosyonu tek bir hedefe yönelmişti; imparatorluğu

parçalanmaktan kurtarmak. Osmanlı devlet adamları, milliyetçilik çağında, her ne kadarçözülmeyi durduramamış olsalar da arkalarında Batı’nın sistemi ve değerleriyle paralelkurumlar ve daha da önemlisi bunları özümsemiş bireyler bıraktılar. Abdülhamit dönemindegeleneksele daha doğrusu gericiliğe meyledilmesi, önceki dönemlerin temelini attığı yeniilerici jenerasyon tarafından hazmedilememiş ve Osmanlı tarihinde ilk kez ilerici unsur saraydarbeleriyle değil Batılı anlamda bir devrimle iktidara ortak olmuştur. Atılan ok geri dönmezilkesi çerçevesinde I. Meşrutiyet’in tanıştırdığı anayasal rejim bir kez realite olunca,Abdülhamit rejiminin gericiliği baki kalamamıştır.2.3. 19. Yüzyılda Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısının DönüşümSüreci2.3.1. Reaya SınıfıOsmanlı İmparatorluğu’nun klasik kurumsal yapısı, az çok birbirine yakın büyüklüktetoprakları elinde tutan ve merkezin atadığı memurlara oransal vergi ödemekle yükümlübağımsız bir köylü kitlesinin varlığına dayanır194. İmparatorluktaki tüm toprakların padişaha194 Keyder, 1999, s: 22ait olduğu ve köylülerin toprağı işlemek ve keyfince boş bırakmamakla yükümlü kiracılaroldukları bu sistemde, topraklar çift-hane sistemi çerçevesinde 60-150 dönüm arasındadeğişen arazi ölçüsüyle sınırlandırılmıştı. Batı Avrupa’dakine benzer bir feodal sisteminOsmanlı ülkesinde ortaya çıkmamasının sebeplerinden biri, arazinin bu şekilde geçimlikölçekte tutularak, köylüler arasındaki toprak devri hususunun sıkı bir devlet denetimine tabitutulmasıydı. Devletin kırsal alandaki denetim aygıtı, tımar sistemi çerçevesinde belirliölçüde toprakta yerleşik olan tımarlı sipahilerdi. Güçlü bir merkezi otoritenin varlığınıgerektiren bu toprak sistemi, İmparatorluğun güçten düşmeye başlamasıyla çözülmeyebaşladı. Merkezkaç kuvvetlerin illegal yollarla ya da yöneten sınıfa dahil kişilerin devlettenbağış yoluyla elde ettikleri topraklar, taşrada geniş topraklara sahip bir sınıfı vücuda getirdi.

16.yüzyılda Avrupa’da gerçekleşen fiyat devrimi çerçevesinde ekonominin parasallaşması,Osmanlı ekonomik yapısında da etkisini çabuk gösterdi195. 17.yüzyıldan itibaren devlet, nakitihtiyacından dolayı, kendisine parayı peşin veren ve devletin vergilerini köylüden bizzattoplayan kişilerin yön verdiği iltizam sistemini geleneksel tarım vergisi öşürü de kapsayacakşekilde genişletti. Ateşli silahların Avrupa’da savaş tekniklerini değiştirmesi çerçevesindeOsmanlı ordusunda nüfuzunu kaybeden tımarlı sipahilerin ekonomik olarak da ihmaledilmesi tımar sisteminin çözülmesine yol açtı. Bu durumun en önemli sonucu taşradakidevlet denetiminin zayıflamasıydı. Köylüden toplanan vergilerde denetimi ele geçiren yerelidareciler ve köklü aristokrat aileler ayanlar olarak eyaletlerde ekonomik ve siyasal nüfuzelde ettiler. Osmanlı tarihinin en tartışmalı olaylarından biri Anadolu’daki Celali isyanları195 16.yüzyıl fiyat devriminin etkisi çerçevesinde Osmanlı ekonomik dönüşümünü yorumlama eğilimi özellikleünlü Fransız tarihçisi Fernand Braudel’in görüşlerinden etkilenen Ö.L. Barkan ve H. İnalcık’ın eserlerindeoldukça öne çıkar. ZaferTtoprak ise fiyat devriminin etkisinin, ekonominin çok sınırlı kesiminin parasallaştığıortamda Osmanlı sistemini temelden sarsmasının güç olduğunu, ancak klasik yapıyı çözücü etkide bulunmuşolabileceğini, ancak yapısal dönüşümlerin ortaya çıkışının 19.yüzyılda gündeme gelebilmiş olduğunu öne sürer.Bkz. TOPRAK, Z., İktisat Tarihi, Türkiye Tarihi (Osmanlı Devleti, 1600-1908), IV. Cilt, Der. Sina Akşin,Ankara, Cem Yayınevi, 1988, s: 193-194böyle bir ortamda yeşerdi. Devletin denetim aygıtlarının zayıfladığı bir ortamda merkezkaçgüçler ve ortakçı köylülerin sürüklediği isyan dalgası zincir halinde genişleyerek, merkeziotoritenin varlığını kritik bir noktaya getirdi. Celali isyanları, tarımda değişen veçeşitlenmeye başlayan sınıfsal ilişkilerin kendini ortaya döktüğü bir tarihsel sahne olarak,Osmanlı sistemindeki feodalleşmenin vardığı boyutları gösterme açısından oldukçaanlamlıydı. Celali isyanlarının kendisi de feodalleşmeyi arttırıcı etki yaptı; kimi bölgelerdeCelali isyanlarından kaçan köylülerin toprakları nüfuzlu kişilerce sahiplenilerek kendi özelarazileri şekline dönüştürüldü196.

Avrupa’daki klasik aristokrat sınıftan oldukça farklı bir nitelik arz eden ayan sınıfı,ekonomik gücünün kaynağını, vergi gelirlerinin toplanmasında denetleyici konumundanalıyordu.Ayanlar, köylünün tarımsal artığının önemli bir kısmına el koyarak büyük servetlerelde ettiler. Bulundukları bölgelerdeki ticari hayatın üzerindeki denetim güçleriyle bualandan da sağladıkları gelirler de oldukça önemli miktarda idi. 18.yüzyılın özellikle ikinciyarısında Avrupa’daki ticaret devrimi çerçevesinde Doğu Akdeniz bölgesinin tarımürünlerine dış talebin artması eş zamanlı olarak ayanlarında gücünü arttırdı. Ayanlar budönemde çift-hane sistemine bağlı miri araziyi muktaa olarak tasarruf altına alırken, terkedilmiş toprakları ya da mevat statüsündeki arazileri de tarıma açtılar197. 16.yüzyılınortalarından itibaren klasik Osmanlı toprak sisteminin çözülmesiyle birlikte gelişen kendineözgü bir tarzda feodal ilişkiler sisteminin iktidar tarafından tanınması, 1807 tarihli Sened-iİttifak belgesiyle gerçekleşmiştir. Gücünün zirvesindeki ayan sınıfının, teoride padişahıntekelinde olan iktidar otoritesini yerel güç sahipleriyle paylaşmaya zorladığı bu belge, hiçbirzaman uygulamaya geçirilmedi. Sened-i İttifak’ın imzalanmasını takiben merkezi otorite,adeta ayanların üzerine yaylım ateşi açarak sınıfın hem siyasal hem de ekonomik gücünü196 İnalcık, 1998, s: 22197 İnalcık, 1998, s: 25kırdı. Bunu tek başına başaramadığı tek örnek olan Mısır valisi Kavalalı Mehmet AliPaşa’yla savaşımında ise Büyük Devletlerin yardımına başvurularak badire atlatıldı.19.yüzyılın başındaki bu merkezi ve yerel otoriteler arasındaki denge değişimini takiben,merkez, yerel muhalefeti besleyen kaynakları kurutmak için atağa geçti. İçi boşaltılmış veişlerliği kalmamış olan tımar sistemi 1831 yılında resmen kaldırıldı. Miri topraklarüzerindeki fiili tüm mülkiyet şekilleri tasfiye edildi ve büyük malikaneler kamulaştırıldı.Merkezi yönetime geri döndürülen bu topraklar vergilendirimeleri için mültezimlere

kiralandı. Ancak bu önlemlerle merkezi hükümetin amaçlarının ne kadarına ulaşmış olduğutartışmalı olsa da Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgelerinde dahi Kürt aşiret beylerininelinden topraklarının hacz edilerek bir kısmının küçük köylüye dağıtıldığı örneklermevcuttur198. Tüm bu gelişmeler merkezi otoritenin yerel feodal ilişkileri çözerken, tarımsalyapıda küçük köylülüğün tabanını sağlamlaştırmıştı.19.yüzyılın başı itibariyle Osmanlı toplumsal sistemi, önceki devirlerden süregelenkendine yeter geçimlik yapısını genel ölçekte kırabilmiş olmaktan uzaktı Klasik toplumsalyapıdaki tüm iktidar ilişkilerindeki denge değişimlerine rağmen hakim toplumsal yapı, enönemli yükümlülüğü yıllık öşür ödemek olan bağımsız köylü üreticilere dayanmaya devametmiştir. Ayanların alternatif bir emek kullanım sistemi meydana getirememiş olmalarının vekırsal üretimin özüne dokunamamasının söz konusu durumda payı büyüktü. Osmanlıülkesinde tarımsal üretim biçiminde en öne çıkan yapısal niteliklerden biri, toprağın emeğeoranla fazla oluşudur. Düşük nüfus yoğunluğu toprakta mülksüzleşme ve emek fazlasıoluşumunu engellerken küçük üreticiliğin yaygınlığı ve bölgesel bağımlılığı, emeğindolaşımını sınırlamıştır. Ancak bu güçlü küçük köylülüğe dönük yapı tarımın198 PAMUK, Ş., Commodity Production for World-Markets and Relations of Pruduction In Ottoman Agriculture,1840-1913, The Ottoman Empire And The World Economy, içinde, der: Nuri İslamoğlu-İnan, CambridgeUniversity Press, 1987, s: 183kapitalistleşmesinin önünde büyük bir engeldi. Kapitalist tarımsal üretimin temellerinioluşturan özel mülkiyet, işletme ölçeğinde üretimin yoğunlaşması, tarım dışına itilen biremek fazlalığı gibi koşullar Osmanlı toplumunun henüz ulaşılabilmiş olduğu aşamalardeğildi Osmanlı köylüsü proleterleşmeyi doğuracak bir mülksüzleşme ve kıtlık yaşamamıştır.Büyük çiftliklerdeki ortakçılık ise toprak edinmenin güçlüğünden değil, köylünün elindekiçift hayvanlarını yada tarım araçlarını kaybetmesinden kaynaklanmaktaydı199. Osmanlıülkesinde kapitalist tarım işletmeleri gelişimlerini engelleyen faktörlerden biri emeğin

pahalılığıydı. Söz konusu toprak-emek oranı ve köylülerin marjinal arazilere yayılmalarınıngörece kısıtlı olmadığı bir toplumsal oluşumda, ücretlerin yüksek olması kaçınılmazdı.Örneğin 20.yüzyılın başlarında İzmir-Aydın, Adana ve Selanik gibi hayli ticarileşmiştarımsal üretimin söz konusu olduğu bölgelerde, büyük toprak sahiplerinin bazıları, kıt olanemekçilere bağımlılıklarını azaltmak için yurtdışından tarım aletleri ve emek tasarrufusağlayan makinaları ithal etmeye başlamışlardı200.Osmanlı kırsalındaki pre-kapitalist öğelerin güçlü olmasının ülkenin kapitalistilişkileri adaptasyonuna set çekmesi beklenemezdi. Her şeyden önce 19.yüzyıl itibariyleOsmanlı, Avrupalı kapitalist devletlerin ortak sömürgesiydi. 16.yüzyıldan beri Osmanlılar,Batılı tüccarlarla ilişkileri çerçevesinde Avrupa’nın sosyo-ekonomik etkisine maruzkalmışlardır. Ancak merkantalist çağın Osmanlı ülkesi üzerindeki etkisi, Sanayi Çağı’ndakietkisiyle karşılaştırılamayacak denli sınırlıdır. Osmanlı’nın Batı’yla yoğun bütünleşme süreciNapolyon Savaşları’nın hemen ertesinde 1820’lerde başlamıştır; 1838 yılında İngilizler’leimzalanan Baltalimanı Sözleşmesi ve onu izleyen diğer devletlerle yapılan ticareti199 Keyder, 1999, s: 31200 Pamuk, 1987, s: 184sözleşmeler bu bütünleşmenin yasal düzenlemeleridir201. Tanzimat Fermanı’ndaki tebaayacan ve mülk güvencesinin bahşedilmesi de merkezi otorite ve bürokrasinin ayanlarlasavaşımında kitleleri canlandırmak için bir girişimdi202. Toprağın mülkiyetinin devletteolması liberal bir ekonominin önünde engel olduğu, yabancı danışmanlarca sürekli olarakvurgulanıyordu. Devlet topraklarının sirkülasyonunun arttırılması ve burada ekim şartlarınıngeliştirilmesinin buraların parasal değerini arttıracağı fikri devlet erkanının da ilgisini çekmişolsa da 1858’deki Toprak Kanunu büyük devletlerin baskısıyla çıkarıldı. Kanun, prensipolarak miri topraklardaki devletin ünvanını korurken kiracılık haklarını büyük ölçüdegeliştirdi. Sonunda kanun, özel mülkiyetteki toprak devri ve satışı mantığı işleyecek denli

kiracılık haklarını genişletti203. Bu durum, özel girişime dayalı olarak ekonominindönüşmesinin temelini attı. Bu gelişmenin açtığı yol çerçevesinde toprak biçimindeki tarımsermayesi geniş ölçüde yerel Müslüman-Türk elitlerin ellerinde birikti.1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Anlaşması, ticaret tekellerini kaldırarak yabancılarıOsmanlı tüccarları önünde daha avantajlı duruma getirerek olası bir toplumsal çözülme veişsizlik koşulları hazırladı. Bu durumun köylüye yansıması ise sınırlıydı. Küçük köylü taban,pazarlanabilir artık ürün hacminin yanı sıra, geçimlik ürünlerden ihraç ürünlerine yöneliküretimin geçiş hızını da sınırladı. Riskten kaçınan çok sayıda üreticinin geçimlik üretimdentek ürüne dayalı ticari üretime geçişi oldukça yavaş ve güçlükle gerçekleşebilirdi204 Sonuçitibariyle, ticari üretim, Anadolu’nun güney ve batısındaki kıyı kesimleri ve Balkanlarbölgesinde gelişirken, Anadolu’nun kıyılarla bağlantısı az olan kesimlerinde geleneksel201 Toprak, 1988, s: 195202 Karpat, 1972, s: 258203 Karpat, 1973, s: 43204 Keyder, 1999, s: 47yapısını az çok korudu. Tarımda üretkenliğin arttırılmaması da bu alanın kapitalist ticariilişkilere açılamaması yönünde bir diğer engeldi.2.3.2. Kayıp BurjuvaziYeni dünyanın keşfi ve buralarda kurulan geniş sömürge ağı sonrasında Avrupa’dagörülen üretim artışı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ile arasında olan ticareti yoğunlaştırdı.Ticareti teşvik etmek için ilk kez 15.yüzyılda İtalyanlar’a tanınan kapitülasyonlar daha sonradiğer Avrupa ülkelerine de tanınmaya başlandı. Kapitülasyonlar, 18.yüzyılda OsmanlıDevleti’nin bunları tek taraflı feshetme yetkisini yitirmesiyle birlikte gittikçe Batılılarınlehine işleyen mahiyete büründü. Avrupa’daki sanayi devrimini takip eden dönemdekapitülasyonların sosyo-ekonomik yapıyı çözündürücü etkileri açığa çıkmaya başladı.Kapitalist dünya ekonomisine hammadde ihraç eden ve karşılığında sınai ürün ithal eden birülke konumunda eklemlenen Osmanlı İmparatorluğu’nun 19.yüzyıldaki sosyo-ekonomik

gelişimi büyük ölçüde bu olgu çerçevesinde şekillenmiştir. Kısa sürede Avrupa’dan gelensınai metalarla dolan ülke piyasası, yüksek maliyetle mal üreten geleneksel imalat sektörünüçökertmeye başladı. Bunun yanı sıra Balkanlar’da imparatorluğun diğer bölgelerine göredaha erken başlayan Batı’yla yoğun ticari ilişkilerin sonucu ortaya çıkan ticari burjuvaziOsmanlı yönetimini kendi gelişimi için elverişsiz görmüş ve Fransız Devrimi’nin deideolojik etkisi çerçevesinde bağımsızlık savaşımına girmiştir. Bu durumu en iyi örnekleyenolaylar Sırp ve Yunan uyrukların bağımsızlık mücadelesidir. Buralardaki Türk köylülerigeçmişteki ekonomik ilişkilerini sürdürürken Hıristiyan köylülerinden zenginlik açısındangeride kaldı. Şehirlerde ise Müslüman-Türkler daha çok idari görevler ve imalat sektöründevarlık göstermekteydiler. 18.yüzyıl sonu ve 19.yüzyılın başlarını kapsayan yoğun ticariilişkiler süreci içinde bunlar, Hıristiyan burjuvazi tarafından arka plana itildiler205.205 Karpat, 1972, s: 249Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalistleşme sürecinde handikap yaratan bir diğerunsur, milli bir burjuvazinin oluşamamasıdır. Osmanlı ülkesinde burjuvazi,ancak dış güçlerleişbirliği yapan komprador nitelikli bir sınıftı. Büyük oranda gayri-müslim teba mensubukişilerin oluşturduğu “Levanten” olarak adlandırılan bu sınıf kapitülasyon rejiminin biruzantısıydı. Osmanlı’nın iyiden iyiye güçten düştüğü 18.yüzyılda güçlenen bu sınıf, yabancıdiplomatların müşterilerinin kendi devletlerinin güvencesinde olduğunu belirten “berat”adındaki belgeleri elde ederek büyük bir ayrıcalığa sahip oldular. Beratların içerdiğiayrıcalıkların nesilden nesile miras yoluyla aktarılabilir bir niteliğe bürünmesi bu sınıfıngerçek anlamda doğuşuna karşılık gelir206 Bu çerçevede kapitülasyonlar imparatorluktanyabancılaşmış bir burjuva sınıfını vücuda getirmiş oldu. Yabancılara yakın duran azınlıklarkültürel yakınlık ve onların dilini bilmek gibi iki önemli avantaja sahiptiler. Bunlar yabancı

ülkelerin vatandaşlığına girerek cizye ödemekten muaf olmanın ve sultanın mallarınımüsadere etme tehlikesini savuşturmanın yanı sıra onların sahip oldukları ticari ayrıcalıklarakavuşuyorlardı. Bunların bir tanesi özellikle önemliydi: Yabancıların ödedikleri rüsummiktarı Osmanlı tacirlerinin ödemek zorunda olduklarından çok daha düşüktü207. Osmanlıülkesinde iş gören yabancı tüccarlar karşılaştıkları ekonomik engeller karşısında gayrimüslimtüccarları arabulucu olarak kullanıyorlardı. 18.yüzyılın sonuna dek padişah, Avrupalıtacirlerin Karadeniz bölgesinde ticaret yapmalarını kati suretle engellediğinden dolayı bunlar,azınlıkları kullanarak ticari taleplerini karşılıyorlardı. Oysa sultan aynı şekilde Karadeniz’deticaret yapan Müslümanların sayısını da sınırlamıştı ki bu durum da onların çıkış noktası206 SUGAR, P., “Economic and Political Modernization In Turkey”, Political Modernization inTurkey&Japan, içinde, der: R.E.Ward&A. Rustow, New Jersey, Princeton University Press, 1966, s: 154-155207 GÖÇEK,F.M.,Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun.Çöküşü (Osmanlı Batılılaşması ve ToplumsalDeğişme), Ankara, Ayraç Yayınevi, 1999, s: 205olamamıştı208. Sonuçta giderek daha fazla sayıda azınlık mensubu tüccar yabancı bandıralıgemilerle Osmanlı’nın Batı’yla yaptığı ticaretten büyük zenginlik elde etmiş ve ortayaAvrupa devletleriyle kader birliği yapmış olan komprador nitelikli bir burjuva sınıfı çıkmıştı.Bu sınıfın Osmanlı Devleti’ni kendilerinin olarak algıladıklarını söylemek zordur, ancak sözkonusu durumu tüm gayri-müslim topluluklara genellemek de bir o kadar hatalı olur. Azınlıktopluluklarının Osmanlı Devleti’ne yaklaşımları, topluluğun Avrupa’nın hakim olduğuekonomik sektörle ne kadar bütünleşmiş olduğuyla dolaysız olarak bağlantılıydı209.Komprador sınıfı, varolan ticari ilişkilerini sürdürmek için devlet otoritesinin zayıf olmasınamuhtaçtılar.18.yüzyılda yoğunlaşmaya başlamış olan ticari faaliyetler çerçevesinde Osmanlı’nın1873’te 4.4 milyon Sterlin olan Avrupa’yla ticaret hacmi, 1845 yılında 12.2 milyon, 1876’da54 milyon olarak sürekli bir artış gösterirken, 1911 yılına gelindiğinde toprak kayıplarına

rağmen 63.5 milyon Sterlin’e ulaşacaktı210. Söz konusu ticari hacmindeki genişleme etkisini,ilk Balkanlar bölgesinde ve sonrasında ise Akdeniz havzası boyunca gösterirken en son içbölgelere yayılmıştı. Rum, Ermeni, Kıpti ve Maruniler’in oluşturduğu Hıristiyan topluluklarbu ticaretten aslan payını alırlarken Yahudiler’in karı daha sınırlı ölçülerde kalmıştı.Ticaretin genişlemesi, makam sahibi olmayı ticari kariyerden daha çekici kılan bürokratsınıfa pek kar getirmedi211. Bunlar ticareti ek gelir kaynağı olarak görüp fazla uzmanlarken,özellikle Balkanlar ve Ege bölgelerinde yaşayanlar başı çekmek üzere ayanlar, padişahın208 Göçek, a.g.e.209 AHMAD, Feroz, “Vanguard of a Nascend Bourgea’sie : The Social and Economic Policy of Young Turks”,Social and Economik History of Turkey, içinde, der: O. Okyar&H. İnalcık, Ankara, Meteksan Yayınları,1980,s: 330210 Karpat, 1973, s: 40211 Göçek, 1999, s: 198kontrolü dışında oldukça canlı bir ticaret hayatı yürütebilmişlerdir. Ancak 19.yüzyıldadevletin merkezileşme çabaları çerçevesinde hedef tahtasına yerleştirilen ayanlar büyük birservet kaybına uğradılar.Varlığı Sanayi Devrimi’ne dek kendini yıkıcı bir nitelik taşımayan Kapitülasyonlar,19.yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra imparatorluğun tüm sosyo-ekonomik dengelerinialt üst etti. Bu süreçte, 1838 tarihli İngiliz-Osmanlı ticaret anlaşmasının ve bunu takip edendiğer devletlerle yapılan aynı mantıktaki anlaşmaların ticaret tekellerini ve iç gümrüklerikaldırarak piyasayı ucuz mamül ürünlere boğmasının etkisi büyüktür. Geleneksel imalatsektörünü işsizliğin ve kargaşanın kucağına atan bu gelişme, aslında Müslüman birburjuvazinin oluşma dinamiğini yok eden başlıca sebep değildi. Öncelikle siyasal faktör,imparatorluktaki imalat sanayisini, sermaye birikimine izin vermeyen, önceden belirlenmişbir iş bölümü sınırları içine hapsediyordu. Siyasal otoriteden bağımsız sermaye birikiminingarantisinin olmadığı ortamda, geleneksel zanaatlerin yıkıma uğramasının Batı tarzı kapitalist

gelişmenin muhtemel bir dinamiği yok ettiğini söylemek zor olacaktır212. Tüm çelişkilerinerağmen Osmanlı Devlet’i Batı’nın ekonomik nüfuzunu kırmak için yerli bir sanayigeliştirmeye çalıştı. Bu amaçla devlet öncülüğünde fabrika ve şirketler kurulması, 1867yılında bir sanayi mektebinin açılması ve yerli ürünlere piyasa olanaklarının sağlanması gibibir dizi uygulamanın hayata geçirilmesine rağmen, kendi pazarını korumaktan aciz kalındığınoktada bu önlemler kalıcı sonuçlar doğuramadı. 1840-1860 yılları arasında yaklaşık 160fabrika kuruldu; ancak bu fabrikalar sermaye kıtlığı ve nitelikli işgücü azlığının yanı sıra Batıürünleriyle rekabet edemediklerinden dolayı işletilemedi213. Sanayii teşvik amacıyla 1873tarihli bir kanunla fabrika kuracaklara gümrük ve vergi muafiyetleri tanınmış, 1897’de iseyeni tesisler için 10 yıl vergi muafiyeti gibi geniş ayrıcalıklar sağlanmış olsa da istenen verim212 Keyder, 1999., s: 49213 Göçek, 1999., s: 247bir türlü alınamadı214. Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sermaye yatırımı ileOsmanlı’nın hem devlet hem de özel girişimler aracılığıyla gerçekleştirdiği yatırımlararasında uçurum 19.yüzyıl boyunca derinleşmeye devam etti. 1883 ile 1913 yılları arasındamilli sermayeyle kurulan kuruluşların sayısı 46, bunlara yatırılan sermaye ise 110 milyonkuruşta kalırken, aynı dönemde yabancı yatırımcıların kurdukları 39 işletmenin toplamsermayesi 1 milyar kuruşu bulmuştur215. Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayileşme ataklarındailk göze çarpan unsurlardan biri büyük tesislerin devlet tarafından kurulmuş olmasıdır;bunların çoğunluğu askeri ihtiyaçları karşılamak için işletime geçirilmiştir. İmparatorlukciddi bir sanayileşme projesi için 1908 devrimiyle işbaşına gelerek kadroları beklemekzorunda kalmıştır.Osmanlı Devleti, 19.yüzyılda liberal bir ekonomi politikası izlemiştir; bu durumdaBüyük Devletler’in yaptırımlarının önemli bir rolü olmasına karşın Tanzimat bürokratlarının

da Batılı liberal tutumları etkilidir. Ancak kapitülasyon rejiminin sonucu maruz kalınanolumsuz koşullar, hem sınai girişimleri hem de Müslüman bir burjuvazinin oluşumunuengelleyici sonuçlar doğurmuştur. Batı’dan alınan borçları milli bir burjuvaziyi finanseetmek için kullanmak yerine askeri teçhizat ve sarayın lüks harcamaları gibi verimsizalanlara aktaran devlet, borçlarını ödeyemediği noktada mali iflasa giderek kaynaklarınıyabancı devletlerin denetimine sundu. Gelinen bu noktada kapitalizmin dinamizmiylegeleneksel toplumsal yapıları yerle bir eden etkilerinin yanı sıra bürokrasinin de payı esgeçilemez. Bürokrasi sınıfı, özel mülkiyetle olmasa da bilgi ve becerileriyle edindikleri idarikonum ve Batı tarzında toplumsal ve ekonomik gayelerle eylemlerine yön vermeleri214 ELDEM, V., Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara, Türk TarihKurumu Yayınları, 1994, s: 59215 Eldem, a.g.e.çerçevesinde bir çeşit burjuva niteliğine sahip toplumsal grup oluşturdular216. Padişahınimparatorluk içindeki ekonomik ve toplumsal kaynakları denetleme erkini elinden alan busınıf, kendisine dar alanda, devlet memuru olarak ayrıcalıklarını devam ettirebileceği birkapitalist bütünleşme modeli yönünde tavrını koydu217. Batılı liberal değerlere yakın duranbu sınıf fiiliyatta çelişik bir karakter gösterir. Bürokrasi rakip güç odaklarının doğmasınıkendi varlığı için tehdit gören anlayışları yüzünden, milli burjuvazinin oluşabilmesi içinyeterince destek olmamışlardı; komprador burjuvazi ise kapitülasyonların koruyucuşemsiyesi altında iş gördüğü için denetim dışı gelişmişti. Bürokrasinin bu duruşu,imparatorlukta 1908 yılında gerçekleşen burjuva-demokratik devriminin, burjuva sınıfıyerine, bürokrasinin burjuva ideolojisiyle hareket eden tatminsizler kesimi tarafındansürüklenmiş olmasında etkisi büyük olacaktır. 1908 yılında iktidarı ele alacak İttihat veTerakki Cemiyeti mensuplarının, ülkede milli nitelikte bir burjuvazi ve milli ekonomi inşa

etme yönündeki kararlı girişimlerinin, Tanzimat bürokrasisinden farklılaştıkları başı çekenunsurlardan biri olması da kayda değerdir.2.3.3. Osmanlı’da İşçi Sınıfının DoğuşuOsmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat dönemi sonrasında girdiği liberal ekonomiksüreç çerçevesinde modern ortamda ilk sınai işletmelerinin kurulması, ülkede bir işçisınıfının doğuş koşullarını hazırladı. 1908 devrimine dek toplumsal yapı içinde belli belirsiz,çok küçük bir sayısal orana ulaşabilen işçi sınıfı en fazla Balkanlar bölgesinde yoğunlukgöstermekle birlikte, Anadolu ve Arap vilayetlerinde de varlığı hissedilir boyuta ulaşmıştı.Osmanlı işçi sınıfı her biri ayrı mantığa göre iş gören, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan,hatta taban tabana zıt değerlere ve tarihçeye sahip iki farklı kesime bölünmüştü: ekonominin216 Bu yönde bir yorum için bkz. Göçek, 1999, s:176-189217 Keyder, 1999., s: 44modern sektöründe istihdam edilenler ile geleneksel zanaat sektöründe iş görenler. Modernsanayi kesiminde çalışan işçiler sınıf bilincine sahip bir görünüm arz ederken kapitalist sektördışında küçük atölye ve evlerde çalışan geleneksel sanayi işçileri ise hem sınıf bilinci hem debağımsız sınıfsal örgütlenmelerden habersiz çalışma hayatlarını sürdürmüşlerdir218.19.yüzyılda piyasaya dolan yabancı sanayi ürünleriyle yarışabilmek için açılan modernişletmeler nitelikli işçi ihtiyaçlarını zanaatkar kesimden karşılamıştır ve bunun sonucundaortaya geleneksel değerlere sahip bir işgücü çıkmıştır219.1908 yılı itibariyle Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan sanayi işçilerinin sayısının200-250 bin sayıları civarında olduğu tahmin edilmektedir220. Gelişmiş Batı ülkeleriylekarşılaştırıldığında oldukça düşük olan nüfus içindeki sayısal oranlarının yanı sıra etnikişbölümü temelinde fabrikalar içinde konumlanmış olmaları da işçilerin sınıfsal bilinceulaşmalarının yolunu tıkayan önemli bir engeldi221. Osmanlı İmparatorluğu içindeki işçilerinaralarında herhangi bir organik bağdan söz etmek güçtür; etnik ve lokal bağlamda örgütlenen

işçiler genellikle birbirlerinden bağımsız gündemlere sahiptiler. Bu işçi kitlesi arasında Türkunsurunun oldukça zayıf olması da dikkate değer bir diğer olgudur. İstatistiki verilere göre,20.yüzyılın başlarında 1587 işletmenin ancak 60’ı fabrikaydı ve buraların çoğu yabancıuyruklar ya da yerel azınlıkların elinde bulunuyordu; söz konusu işletmelerde çalışan218 VATTER, S., “Şam’ın Militan Tekstil Dokumacıları: Ücretli Zanaatkarlar ve Osmanlı İşçi Hareketleri, 1850-1914”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine İşçiler, 1839-1990, içinde, der: D. Quartaert&E. J. Zürcher,İstanbul, İletişim Yayınları, 1998, s: 56219 Vatter, a.g.e.220 KARAKIŞLA, Y.S., “Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu, 1839-1923”, Osmanlı’dan CumhuriyetTürkiye’sine İşçiler, 1839-1950, içinde, der: D. Quataert&E.J.Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998, s: 51221 AHMAD, F, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Milliyetçilik ve Sosyalizm ÜzerineDüşünceler”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, içinde, der: M.Tuncay & E.J. Zurcher,İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 16işçilerin çoğunluğu da Türk asıllı değildi222. Sınai üretimde yoğunlaşma bakımından en öneçıkan Osmanlı şehri Selanik’ti. Şehir, güçlü imalat sektörü sayesinde ve toplam şehirnüfusunun tahminen %17’sini kapsayan sanayi işçisi kitlesiyle imparatorluk içinde eşibenzeri olmayan bir sanayileşme örneği sergilemiştir223.Osmanlı İmparatorluğu’nda modern anlamda ilk işçi hareketleri ülkeye yeni yenigirmeye başlayan Batı teknolojisi ve makinalarına tepki olarak bu makinaları tahrip etmeçerçevesinde gelişmiştir; 1839’da Slevne’de bir fabrikada kadın işçiler kendileriniyerlerinden edeceği korkusuyla makinalara isyan ederken, 1851’de Samakof’ta kadın tekstilişçileri aynı şekilde bir tekstil tarağını kırma girişiminde bulunmuşlardır224. İmparatorlukiçindeki ilk grev hareketine, 1872 yılında Beyoğlu telgraf işçileri tarafından girişilmiş olduğuileri sürülse de225, daha önce 1963’te Zonguldak kömür madenindeki işçiler grevegitmişlerdir226. 1908 öncesindeki grevleri ücret konusuna odaklanan, ekonomik nedenlihareketlerdi; ancak bunun yanı sıra iş saatlerinin kısaltılması için de greve giden işçiler

vardı227. 1908 devrimi öncesinde imparatorlukta çalışma hayatını ya da işyeri koşullarınıdüzenleyen kanunların olmaması da bu grevlerin oluşumuna zemin hazırlamıştır.222 YALIMOV, İ., “1876-1923 Döneminde Türkiye’de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketin Gelişmesi”,Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, içinde, der: M. Tuncay&E.J. Zurcher, İstanbul,İletişim Yayınları, 2000, s: 134223 QUATAERT, D., “Selanik’te İşçiler, 1850-1912”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler, 1839-1950, içinde, der: D. Quataert&E.J. Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 1998, s: 28224 Her iki olayı da Oya Sencer’in Türkiye’de İşçi Sınıfı (1969-İstanbul) kitabından aktaran, Karakışla, 1988, s:28225 Oya Sencer (1969)’in saptamasını, aktaran, Karakışla, 1988, s: 30226 Anon’un (İlk İşçi Hareketleri, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, IV. Cilt, İstanbul, 1989)verdiği bilgiyi aktaran Karakışla, a.g.e., s: 30227 Karakışla, a.g.e.1908 öncesi itibariyle henüz işçilerin sınıfsal bilinci oluşmasa da hak talepleri içingenelde fabrika sınırlarına sıkışan grev hareketlerine kalkışmaları bu kişilerin modern işçisınıfı potansiyeline bir ölçüde sahip olduklarına işaret eder. Ancak işçilerde yaygın birsosyalist bilincin oluşacağı koşullar için, imparatorluk henüz çok erken bir sanayileşmesafhasındadır. Görece az sayıdaki alan işçi nüfusu genelde zanaat sektöründe istihdamedildiğinden dolayı bunlar kendilerini sınıflarından çok çalıştıkları işkollarıyla özdeşleştirmetutumu içindeydiler228. Tüm bu olumsuzluklar imparatorluğu özellikle 19.yüzyılın sonyıllarında yayılma gösteren, sosyalist düşüncelerin girmesini engelleyemedi. İmparatorluğunBatı kısmında, azınlık grupları arasında yayılan sosyalizm, milliyetçilikle el ele gitmiştir.Ermeni kurtuluş hareketinde Taşnak Partisi ile birlikte başı çeken Hınçak Partisi kurulduğu1887 yılından beri Marksist olduklarını savunmaktaydılar. Bunun yanı sıra Makedonya’nınbağımsızlığı ve sonrasında Bulgaristan’a katılmasını sağlamak için kurulan IMRO(Makedonya İç Devrimci Örgütü) içinde önemli roller üstlendiler. 1905 yılında örgüttenkendisini ayıran bu grup Bulgar Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ni kurmuşlardı. Bunun yanı

sıra Selanik’te üyelerini çoğunlukla Yahudilerin oluşturduğu bir işçi federasyonukurulmuştur.2.4. Dönüşen Osmanlı Aydını ve Jön Türk İdeolojisinin Doğuşu19. yüzyıl, Osmanlı düşünce tarihi açısından sözcüğün tam anlamıyla dönümnoktasıdır. Osmanlı Devleti yüzyıllardır sürdürdüğü gelenekçi çizgisini kırıp Batı’yayönelirken, yeni gidişat etkisini düşünsel hayatta dolaysız şekilde hissettirdi. III. Selimdöneminden itibaren yurtdışında daimi elçiliklerin açılmaya başlaması ve II. Mahmutdöneminden başlayarak gönderilen öğrenciler, imparatorlukta Avrupa’yı tanıyan ve Osmanlıülkesiyle Batı arasındaki gelişmişlik uçurumunu yakından görme fırsatı bulmuş kişileri228 Ahmad, 2000, s: 16vücuda getirdi. Batı’yla doğrudan temasa geçmiş kişilerin çekirdek kadrosunu oluşturduğuTanzimat bürokratları, iktidarı ele alır almaz toplumsal mühendislik olarak danitelendirilebilecek bir Batılaşma projesini uygulamaya koydu. Gelenekselle çatışmadanyanlarına ek olarak adapte edilen Batı tarzı kurumlar, tam bir düalite şeklinde seyredecekşekilde yapılanacak olan Osmanlı modernitesine hız verdi. Bu ikilik siyasi ve toplumsalhayata damgasını vururken Batı’yla geleneksel arasında sıkışan bir aydın kesimindedoğuşuna zemin hazırladı.Avrupa kültür hayatında devrim yapan matbaanın Osmanlı ülkesine icat edilişinden279 yıl sonra 1729’da girebilmiş olması ve varlığına fazla gerek duyulmamış olmasımuhtemeldir ki229, açıldıktan 13 yıl sonra sadece 17 kitap basıldıktan sonra kapanmasıOsmanlı’da canlı bir popüler kültür olmadığını işaret eder. Eğitimin, millet olarak tanımlanandini cemaatlerin ruhani kurumlarının elinde olduğu bir ortamda özellikle Müslümantabakanın ne denli Batı’daki kültürel ve bilimsel gelişmelerden tecrit olmuş şekilde yetişmişolabileceği kolaylıkla tahmin edilebilir. Osmanlı’nın klasik döneminden çıkıp kurumlarınınsistematik bir yozlaşmaya gittiği 17. ve 18. yüzyıllarda ulema tabakasındaki bağnazlık,

Müslümanların kültürel hayatını felç edecek seviyeye ulaşmıştı. Lale Devri’nde başlayıp 18.yüzyıl boyunca süren reformlar da zayıf hareketler olarak kalmış ve hakim düzen yolunadevam etmişti. Tanzimat ise bir kopuştur çünkü Batılılaşmaya ve modernleşmeye doğruatılmış kesin bir adımdır.Tanzimat hareketinin en büyük başarılarından biri, kendi insanını yani “Tanzimataydını”nı yaratabilmiş olmasıdır. Modern basın organlarıyla ilk kez Tanzimat Dönemi’ndetanışan imparatorluk, özellikle gazeteler yoluyla kamuoyu denen olguyla da eşzamanlı olaraktanışmış oldu. 1831 yılında kurulan Takvim-i Vekayi, devletin resmi gazetesi olarak Osmanlıbasın tarihinin başlangıcı olurken, 1843 yılında William Churchill adında bir İngiliz229 Akşin;1996, s: 15tarafından çıkarılmaya başlanan Ceride-i Havasi yarı özel bir nitelikte yayın hayatına girdi.Osmanlı’da gazeteciliğin asıl başlangıcı olarak kabul edilen Tercüman-ı Ahval ilk özelgazete olarak 1860 yılında İbrahim Şinasi ve Agah Efendi tarafından kuruldu. 1862’de deTasvir-i Efkar adında haftada iki kez yayınlanan gazetenin kurulmasında da rol oynayanŞinasi, hem çağdaşlığa mantıksal, tutarlı ve yansız bakışıyla öne çıkarken dilin kullanımındayaptığı yeniliklerle aydın ve kitleler arasındaki iletişim kurulmasının yolunun açılmasınakatkıda bulunmuştur230. Batı’nın temsili kurumlarını Osmanlı Devleti’nin de adapte etmesiniisteyen Şinasi, bu görüşünü Ziya Paşa’nın Rüyası adlı eserinde şöyle savunmaktadır:“…Bir kere Avrupa kıt’asının üzerindeki devletlere nazar buyurunuz. Rusyadevletinden başka yerde hiç hükûmet-i müstebide kaldı mı? O dahi tedric ilesair Avrupa devletlerindeki nizamâtı taklid etmeye uğraşmıyor mu? Fransa,Avusturya imparatorlarının, İtalya ve Prusya krallarının ve İngiltereKraliçesi’nin azamet ve şevketleri Rusya’da noksan mıdır? Madem kiAvrupa’nın efkâr-ı umumiyesi seyl-ül-arz gibi bu cihete akmakda ve Napolive İspanya devletlerinin muhafaza-i istikbâl içün uğradıkları tahavvülât veizmihlâtat meydandadır ve madem ki Devlet-i Aliyye dahi Avrupadevletlerinden madûddur. Bütün âleme muhalif olarak bizim bu haldebekâmıza imkan olmaz…”2311860’larda Tercüman-ı Ahval’in yanında kurulan Muhbir, Vatan ve Ayniyye-i Vatan

gibi yeni siyasal gazetelerle basın daha da çeşitlenerek zenginleşti. Ancak basında hükümetieleştiren yazıların çoğalması, gazete mensuplarına hapis, para, gazete kapatma gibi cezaları230 Karpat, 1964, s: 259231 Şinasi’nin Ziya Paşa’nın Rüyannamesi adlı eserinden alıntıyı aktaran, HANİOĞLU, M.Ş., Bir Siyasal ÖrgütOlarak “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük”, 1889-1902, İstanbul, İletişim Yayınları, s:27-28öngören 1864 tarihli Matbuat Kanununnun çıkarılmasını beraberinde getirdi. Ali Paşahükümeti zamanında basına uygulanan baskılar ve sansür ülkenin basına hayatını felç etti.Matbuat kanununun yayınlanmasından 1 yıl sonra İttihad-ı Hamiyet (ya da Meslek) adındagizli bir örgüt kuruldu. Hükümet karşıtı altı genç tarafından kurulan bu örgütünkurucularından biri de Şinasi Avrupa’ya kaçtıktan sonra Tasfir-i Efkar’ın editörlüğünü yapanNamık Kemal’di. Bu kişileri bir araya getiren ortak neden Ali ve Fuat Paşaların politikalarınakarşı olmalarıydı; iktidardaki bu kişilerin, Büyük Devletler’e yaklaşımlarını fazla tavizkarbuluyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği ve bütünlüğünün yeteri kadarkorunamadığından dolayı devletin dağılmaya doğru yaklaştığını düşünüyorlardı232. Çözümü,halka siyasal haklar tanımakta bulan bu kişiler, böylece gayri-müslim halkın OsmanlıDevleti’nden ayrılmak istemeyeceğini ve bunun sonucu Büyük Devletler’in azınlıklar adınadevlet işlerine müdahale edecek tabanlarının kalmayacağını düşünüyorlardı. Böyle birdüzende halkın hem Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerden faydalanacağını hem de kendisiyasal kaderlerini kendilerinin tayin edeceğini savunarak bu şekilde Tanzimatbürokratlarının da baskılarının sona ereceğine inanmaktaydılar233.1867 yılında Paris’te sürgün olan Mustafa Fazıl Paşa, ülkesindeki meşrutiyetçi akımıdesteklediğini göstermek için Fransızca yazdığı bazı mektupları yayınladı. Bunlardan birindekendisinin “Genç Türkiye Partisi”nin temsilcisi olduğu yolunda bir ibare vardı: YakıştırmaAvrupa’da tutulunca, daha önce kurulmuş olan örgütü Paris’te tekrar dirilten Namık Kemal,

Ziya Paşa ve Ali Suavi yeni örgüte “Yeni Osmanlılar Cemiyeti” ismini benimsediler234. Butarihten sonra Osmanlı’daki özgürlükçü ve meşrutiyetçi akımlar, Fransızca’dan adaptasyonla232 Akşin, 1998, s: 22233 Akşin, a.g.e234 Akşin, 1998, s: 23“Jeune Turc (Genç Türk)” olarak adlandırılmaya başlandı.Ali Paşa’nın ölümünün ardından yeni sadrazamın genel af ççıkarmasından yararlananbazı cemiyet üyeleri ülkeye geri döndüler, ancak kısa sürede iktidarın basına karşı tutumundaçok da fazla birşeyin değişmediğini gördüler. Dönenlerin arasında Namık Kemal 1872’deİbret gazetesini kurdu, ancak gazete 3 kez tatil edildiği gibi Namık Kemal’de defalarcasürgün yedi. Bu kapatmalardan birinin sebebi Namık Kemal’in şaheseri olan “Vatan yahutSilistre” adındaki oyundu. Basit şekilde vatanseverlik temasını işleyen oyun, sergilendiğidaha ilk gecede seyircilerde büyük bir duygu hezeyanına yol açmış ve hem tiyatro içindehem de sokaklardaki insanlar Namık Kemal lehinde gösteriler yaptı. İktidarın tepkisine yolaçan oyun sonrası yazar, yine sürgüne gönderildi.Namık Kemal’in düşünsel bağlamda yapmaya çalıştığı, Fransızlar’ın Aydınlamasıgeleneğinin demokratik-liberal görüşlerini İslam’a harmanlayarak bir sentez yaratmaktı. Buçabasında özellikle Kuran’da geçen”meşveret” yani danışma kavramına başvurarakparlamenter yönetimin İslamla çelişmediğini ortaya koymaya yani parlamentoyumeşrulaştırmaya çalışıyordu. John Locke’la benzer şekilde doğa haklarını ilahi temeledayandıran Namık Kemal, toplum sözleşmesini kabul ediyor ancak zorba bir iktidara isyanımeşru saymıyordu235. O da diğer Genç Osmanlılar’ın çoğu gibi devleti amaçları ve çıkarlarıaçısından tüm toplumsal yapıyla bir tutarken, model aldıkları Batı dünyasında devlet-toplumilişkisinin asıl ilişki tarzını kavrayabilmiş değildi236. Aydınlar Avrupa medeniyetinin yetenekve yaratıcılık sayesinde yaratıldığını düşünürken toplumsal güçlerin etkisini gözden

kaçırıyorlardı. Batı kurumlarını kendi bürokratik geçmişlerinin ışığında algılamayaçalışmaları da bir diğer handikaptı.235 AKŞİN, “Düşünce ve Bilim Tarihi (1839-1908)”, Türkiye Tarihi, III. Cilt, içinde, der: S. Akşin, Ankara,Cem Yayınevi, 1988, s: 324236 Karpat, 1964, s: 261Tanzimat’la başlayan laikliği Osmanlı kurumlarına yayma süreci, etkisini Osmanlıdüşünürlerinde gösterdi. Ancak, diğer İslam ülkelerinin modernleşme tarihlerinde de sık sıkgörülen Batı-İslam düalitesi bu yüzyılın hem Osmanlı bürokratını hem de aydınını etkisialtına aldı. Osmanlıcılık fikri çerçevesinde Namık Kemal tüm unsurları Osmanlı Devletialtında bütünleştirecek bir ulusçuluk yönünde tavrını koyarken Türkçülük ve İslamcılıkunsurlarını da düşüncesine eklemlendirmekteydi. Nüfus ve yetenek sahibi olması açısındanTürkler’in Osmanlı Devleti’nde öne çıkan unsur olduğunu savunan yazar, Türkler’inarkalarına aldıkları zengin geçmişlerinin ve Batı’ya yakın coğrafi konumlarının yardımıylatüm diğer Asyalı toplumları da uyandırabileceğini düşünüyordu237. Yeni Osmanlılar’ın öneçıkan isimlerinden biri olan Ali Suavi de Türkler’in yüksek niteliklere sahip bir ırk olduğunuveİslam uygarlığına en büyük katkıların Türkler tarafından yapıldığını ileri sürdü. Suavi,Namık Kemal gibi hukukun temelinin ilahi olduğunu kabul ederek demokrasi düşüncesiniİslam’la temellendirmeye çalıştı, ancak Namık Kemal’den ileri giderek zorba iktidara isyanetme fikrini İslami bir takım gerekçelerle meşrulaştırarak savunabilmiştir238. YeniOsmanlılar’ın Osmanlı politik kültürüne en büyük katkıları “Vatan” kavramı ile tüm dini,etnik ve yerel aidiyetlerin önüne geçen tüm ulusu bir noktada birleştiren üst kimlik yaratmaçabalarıydı. Daha önce etnik ya da dinsel çerçevede kendine sadakat ve aidiyet şekillerigeliştirmiş olan Osmanlı toplumunda tüm alt kimlikleri kendinde toplayan “vatan bağlılık”ve “vatan sevgisi” kavramları ile formüle edilen bu üst kimlik, Osmanlıcılık düşüncesinin depratiğe geçirilmesini amaçlayan dev bir adımdı. Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”

oyunundaki kahraman “İslam Bey” vatanı “bir çok insanı besleyen ya da herkesin haklarını237 Akşin, a.g.e.238 Akşin, 1988, s: 326ve canını koruyan bir anne”239 olarak görmekteydi. Namık Kemal, “vatan” temasını öneçıkararak bunu milliyetçi bir ideolojiyle harmanlaması Batı’daki ideolojik, kavramsalçerçeveyle paralel bir çizgideydi; o sadece İslami değerlerle Hristiyan değerleri yerdeğiştirmişti.Yeni Osmanlılar’ın ulusçu ve meşrutiyetçi fikirleri ve Fransız Aydınlanm düşününüOsmanlı koşullarına adapte etme çabaları, ülkenin 1876-77 arasındaki meşruti rejimdeneyinde de etkili oldu. Bu kişilerin devrimci, ulusçu ve liberal eksende oluşturmayaçalıştıkları ideoloji, 1908 devrimini örgütleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup gençkuşağın ideolojik gelişiminde etkisi büyük oldu. Ancak, ülkeye “pozitivist” düşünceyi ithaleden Ahmet Rıza, “bireycilik” kavramına vurgu ile toplumsal dönüşümü öne çıkaran PrensSabahattin ve Pan İslamist Mehmet Murat ikinci Jön Türk dalgasını harekete geçiren kişilerolarak hem ideolojik hizmetleri hem de örgütsel faaliyetleriyle İttihatçılığın gerçek fikiradamları oldular. Entellektüel etkinlikleri II. Abdülhamit’in istibdat rejimiyle eş zamanda –kibu Ahmet Rıza ve Sabahat için daha çok geçerlidir- Avrupa’daki sosyo-politik ve düşünselhayatının da nabzını tuttular.Fransa’ya ziraat öğrenimi için giden Ahmet Rıza yurda döndükten sonra çeşitlimemuriyet görevlerini üstlendi. Memuriyetleri esnasında Fransa ve ülkesi arasındaki hemmateryal hem de zihinsel gelişmişlik uçurumundan fazlasıyla etkilenerek Fransa’ya geridöndü ve orada geri kalmış halkların geriliklerini incelemeye koyuldu. Bu incelemeleriesnasında Fransada’ki pozitivist çevrelerle yakın temasa geçen Ahmet Rıza, metafiziğireddederek bilimin üstünlüğüne dayanan ve toplum olaylarının bilimle açıklanabileceğinisavunan bu akımın saflarına dahil oldu. Ünlü sosyolog Auguste Comte’um kurduğu

pozitivizm bilimselliğe aşırı vurgusuyla ilerici bir görünüş arz etse de toplumsal olaylarıaçıklarken tutucu bir tutum göstererek kendi tespit ettikleri toplum yasaları çerçevesinde239 Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre oyunundan alıntı yapan, Karpat, 1972, s: 266toplumsal ilerlemenin düzen içinde gelişebileceğini ve bu durumda devrime gerek olmadığınıöne çıkarıyordu. “Düzen” ve “ilerleme” unsurlarının öne çıktıı pozitivist düşünce aynızamanda dini az çok dışlayan bir perspektife sahipti. Pozitivizm Hristiyanlıkla doğrudanilişkisinin olmaması da akımı Ahmet Rıza için cazip kılmıştır240. Bunun yanı sırapozitivizmin devrim düşüncesini reddetmesi, dağılma potansiyeli yüksek olan OsmanlıDevleti için uygun bir durum arz ediyordu. Ayrıca pozitivizmin uzmanları yani seçkinleritopluma yön verecek kişiler olarak öne çıkarması hem Ahmet Rıza’nın sınıfsal konumunahem de bu çerçevedeki “tepeden inmeci” tavırlarına oldukça uygundu241. Ahmet Rıza’nınithal etmiş olduğu pozitivist düşünce elitist yönetime meyilli ittihatçi subayları etkilemeklekalmamış, Cumhuriyet Devri Türk yöneticilerini de fazlasıyla cezbetmiştir.Kafkasya’dan göçen ve Rus jimnazında eğitim alan Mehmet Murat 1873’teMoskova’ya üniversite öğrenimi görmeye gönderilirken kaçarak İstanbul’a geldi242.Abdülhamit zamanında yükselerek tanınmış bir yazar ve Mülkiye’de profesör olan MehmetMurat 1866’da çıkarmaya başladığı haftalık “Mizan” gazetesinden dolayı “Mizancı Murat”olarak tanınır. Murat, liberal ve meşrutiyetçi bir profesör olmakla birlikte onu asılilgilendiren konu, Abdülhamit’in halifeliği etrafında tüm İslam dünyasının birleştirilmesi vemeşveret usulünün uygulanmasıyla birlikte tüm Müslümanların ortak kanunu olan şeriataltında büyük bir Müslüman Meşrutiyet rejiminin kurulmasıydı243. Gezetesinde padişahaövgüler yağdırıp, eleştirilerini sadece hükümete yönelten Murat, buna rağmen 1890’daMizan’ın kapatılmasına engel olamadı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle de sınırlı şekilde de240 Akşin, 1988,- s: 333241 Akşin, 1988, s: 333242 Berkes, 1973, s: 348243 Berkes, a.g.e.

olsa temasa geçmiş olan Murat, belki de bundan dolayı Abdülhamit’ten yeterince yüzbulamadı244 ve Fransa’ya giderek oradaki Osmanlı aydınlarına katıldı. Ancak Ahmet Rıza veçevresinden pek yüz bulamadı. Murat, padişahın mutlak otoritesini şeriatın meşveret ilkesibağlamında kısıtlamak ve imparatorluktaki milletler arasında karşılıklı güven yaratmakdoğrultusunda gerçekleştirilecek reformlar önerdi. Ahmet Rıza dürüst bir yönetim kurularakeğitimin ve bilimsel hayatın geliştirilmesini sağlamak düşüncesini öne çıkarırken Murat,şeriatı uygulayacak bir Pan-İslam devletinin kurulmasını amaçlamaktaydı. Bu iki kişinintemsil ettiği gruplar çatışmaya girince Ahmet Rıza grubu onun islamcılığıyla alay etmeye oda bu grubu dinsizlikle suçlamaya başladı245. Murat daha sonra Kahire’ye geçerek Mizan’Iorada çıkarmaya başladı.Hanedana mensup bir kişinin oğlu olan Sabahattin, padişahla itilafa düşen babasınınAvrupa’ya kaçması, onun yurtdışındaki muhalif aydın çevresine dahil olmasını sağladı.Avrupa’da kendisine prestij kazandırır diye isminin önüne “prens” ünvanını getirenSabahattin’in Paris’e gelmesi oradaki aydınlar arasında yeni ayrılıklara yol açtı. Sabahattinpozitivist Ahmet Rıza’nın aksine rakip Le Play okuluyla bağlantı kurdu. Hem pozitivizmhem de Le Play okulu o zamanlarda bilimsel nitelikteki iki sosyoloji akımları olmaktan çok,ideolojik temelli akımlardı; her ikisi de Fransız Devrimi’nin düşünceliğine tepki niteliğitaşıyorlardı246. Le Play’cilerden Edmond Demolins’in “Anglo Saksonların Üstünlüğü Nedenİleri Geliyor” adlı eseri Sabahattin’in görüşleri üzerinde büyük etki yaptı. Demolins bukitabında toplumları, “communautaire” ve “particulariste” olarak ikiye ayırıyordu; ilkkategorideki toplumlarda aile, kabile, klan ya da devlet gibi toplumsal zümreler öne çıkarak244 Akşin, 1998, s: 44245 Berkes, 1973, s: 349246 Berkes, a.g.e.bireyin kişisel iradesine kendi dışında yön veriyorken; ikinci kategoride bireyin belirleyiciliği

öne çıkarak toplumsal zümreler bireyler etrafında şekilleniyordu. Birinci kategoriyi Doğutoplumları temsil ederken, ikinci kategori için en iyi örnek Anglo-Sakson toplumsalyapısıydı. Bu görüş çerçevesinde Sabahattin Osmanlı toplumunun birinci kategoriye dahil,kişisel girişimi ezen bir yapıya sahip olduğu sonucunu çıkarmıştı. İmparatorluğun gerikalmışlığını sosyolojik temellere vurgu yaparak açıklamaya girişmesi Sabahattin’i diğerOsmanlı aydınlarından farklı bir noktaya sürüklüyordu. Ancak Sabahattin’in toplumun bireyedayanması gerektiğini açıkladığı şu satırlarda dahi Kuran’dan alıntılarla meşruiyet aramasıdiğer aydınlarla ortak bir çizgiye kendisini çeker:“Kur’an-ı Kerim’de ‘Ey iman edenler! Sizler kendinizi düzeltmeyebakın! (Maide/105)’ ve İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur.(Necm/39)’ mübarek ayetleriyle kesin olarak varlığına işaret edilen‘Teşebbüs-i Şahsi’ye gelince, bu ‘bir toplumu meydana getiren fertlerdenher birinin hangi cemiyette olursa olsun yaşamak için ailesi, akrabası vehükümetine dayanacak yerde doğrudan doğruya kendine güvenmesi,başarısını kendi teşebbüsünde aramasıdır’”247.Osmanlı Devleti’ndeki aşırı merkezi idare yapısıyla özel girişimin ilerlemesininimkanı olmayacağını savunan Sabahattain’in, Yemen’le Selanik gibi birbirleriyle ilgisiz ikihalkın bulunduğu bölgelerin aynı merkezden aynı zihniyetle yönetilmesini eleştirmesi248 deoldukça çarpıcıdır. Sabahattin’in asıl davası Abdülhamit’i devirmekten öte bu doğulutoplumsal yapı ve Doğulu zihniyetten kurtularak Batı toplumlar yönünde dönüşümüdür.247 PRENS SABAHATTİN, Görüşlerim, Der: Ahmet Zeki İzgöer, İstanbul, Buruc Yayınları, 1999,s: 41248 Sabahattin, 1999, s: 39Bu üç hizibin dışında biri olan Rusya göçmeni Yusuf Akçura, ilhamını pozitivizm yada Le Play’cilikten değil Science Politiquw okulunda ders aldığı Albert Sorel, Emily Boutmyve Funck Brentano gibi tarih, ekonomi ve milliyetler sorunlarıyla ilgilenen profesörlerdenalıyordu249. Rus Çarlığı’ndan göçen Kazan’lı bir Tatar olan Akçura panislavist politikalardanve milliyetçilik davalarını güden halklardan oldukça etkilenmişti. Kazan’da islamiyetiçağdaşlaştırmak için bir çok girişimde bulunmuş olmasının yanı sıra aydınlarla halkı

yakınlaştırmak için dilin sadeleştirilmesi üzerine çalışmalar yapmıştı. Bu ortamda yetişen ençok etkilendiği düşünür, Müslüman-Türk halklarının kültür ve eğitim yoluyla birleşmesini vebunun laik bir temel üzerinden yapılmasını savunan İsmail Gaprisnki idi250. Akçura,Osmanlı’nın birliğinin çözülme halinde bulunduğunu ve içindeki milletlerin ulusalamaçlarına odaklanmış olduğunun farkındaydı. Ermeni, Rum ve Arnavutlar’daki milliyetçikıpırdanmaları diğer Osmanlı aydınlarına göre daha akılcı değerlendirebilen Akçura, buayrılıkçılara açıkça hak verecek cesareti kendinde bulamadığından ses çıkaramıyordu.Sürgündeki yazarlar arasında, reform sorununun yalnız yönetim sistemini değiştirecek değiltüm toplumu kapsayacak bir devrim sorunu olduğunu gören tek kişi Akçura olmuştur251.1904’te çıkan “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı yazısında İslam birliği, Osmanlı birliği ve Türkbirliği olarak ayırdığı bu üç politikayı üstü kapalı biçimde tartışmaya açan yazar, Osmanlımilletinin yaratılmasının imkansızlığına dikkat çekerken, İslam birliğinin de Müslümanlarınçoğunlukla Büyük Devletler’in kolonileri altında yazdıklarından dolayı buna büyük tepkigöstereceklerini savunmuştur. Bu çağ__________da dinlerin toplumsal alandan kişisel alana kaydıklarınıve artık siyasette, ırkların rol oynadığını belirterek252 pan-Türkist bir siyasete göz kırpmıştır.249 Berkes, 1973, s: 352250 Akşin, 1988, s: 338251 Berkes, 1973, s: 353252 Akşin, 1988, s: 339Açıkça Turancılığı savunamayan Akçura bu fikriyatı aydınların dikkatine sunmuştur. Bunuyaparken de Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü ayrı politikalar olarak işlemiş olması veTürkçülüğü ayrı bir siyaset olarak işlemesi oldukça kaydadeğerdir253.1860’larda Tanzimat bürokratlarının tekelci yönetimlerinin vücuda getirdiği muhalifOsmanlı aydın tabakası yurtdışında edindikleri siyasal fikirleri Osmanlı koşullarınauygulama çabalarıyla ülkenin düşün hayatına Batılı tarzda bir açılım getirdiler. JönTürkler’in muhalefete geçişleri temelde siyasal olmayıp bir zihniyet sorunuydu. Siyasal

alandaki yazılar, genelde çağdışı görülen rejimden şikayetler ya da Fransız İhtilali’nininsanlığın önünde açtığı yeni ufuklara işaret ederek Osmanlı’da da böyle bir değişikliğinolmasının gereğinden bahislerle doluydu254. Ülkedeki baskıcı rejim karşısında kabuklarınaçekilmek ya da konformist yaklaşımla düzende tutunmak yerine yurtdışında kurdukları basınorganlarıyla muhalefetlerini açık açık direnmeleri oldukça anlamlıdır. Fransız Aydınlanmageleneğini İslami değerlerle uzlaştırmaya çalışan bu aydınlar, merutiyet istemlerini deİslamdaki meşveret ve şura kavramına atıfta bulunarak savunmuşlardı. Fransız İhtilali’ndensonra Osmanlı’daki unsurların millet sistemi içinde tasnif edilmesinin kullanışlılığını yitirdiğinoktada vatan kavramı çerçevesinde bir üst-kimlik yaratmaya çalışmış ve ancak anayasal birrejim çerçevesinde modern anlamda vatandaş yaratılarak mevcut kötü gidişin önlenebileceğisavunulmuştur. Eğitim, toplumu çağdaş şekilde dönüşümü için yegane çözüm olarak öneçıkarılması tüm Osmanlı aydın kesiminde ortak yaklaşımdır. Osmanlı aydınları, II.Abdülhamit’in istibdat rejimi çerçevesinde başkentte fazla tutunamamış ve bir çok kişieyaletlerde ve yurtdışında faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu muhalif aydınların ve bunlardanetkilenen genç subayların yön verdiği İttihat ve Terakki Cemiyeti daha çağdaş bir siyasalrejim için eyleme geçerek düşüncelere pratik uygulama alanı açmıştır.253 Akşin, a.g.e.254 Hanioğlu, a.g.e., s: 6262.5. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kuruluşu ve 1908 Devrimi’ninÖrgütlenme Aşamaları2.5.1. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Oluşum ve Yayılma SüreciII. Abdülhamit’in kurmuş olduğu despot rejime karşı ilk kımıldanışlaryükseköğretime devam eden gençler arasında başladı. 1889’da Askeri Tıbbiye’de öğrenimgören İshak Süküti, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Hüseyinzade Ali,“İttihad-i Osmani” adında gizli bir dernek kurdular. Derneğin Fransız Devrimi’nin 100.yılında kurulmuş olması bu kişilerin ilham kaynakları açısından çarpıcı bir ayrıntıdır. Askeri

Tıbbiye’den diğer yüksek okullara da yayılan dernek, İtalyan ihtilalci Carbonari örgütündenesinlenerek hücreler halinde örgütlenmeye çalıştı. Örgüt uzun süre iç eğitim şeklindetoplantılar düzenlemekle kaldı, propaganda ve eyleme geçmekte acele etmedi255. Bazı örgütüyeleri Abdülhamit’in polisi tarafından tutuklanıp sonra salıverildi. Yurtdışına kaçan İbrahimTemo’nun başını çektiği bir grup örgüt üyesi, Paris’teki meşrutiyet yanlısı sürgün aydınçevresiyle ilişkiye geçti. Bu aydın çevresinin en öne çıkan kişiliği olan Ahmet Rıza ileİstanbul’daki İttihad-i Osmani üyeleri arasındaki haberleşmeler sonucu 1889 ile 1895 yıllarıarasında bir tarihte örgütün adı “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi256.Derneğin bu ismi seçmesinde pozitivist düşüncenin iki temel ilkesi olan düzen (intizam) veilerleme (terakki)’den etkilenme söz konusudur. Pozitivist Ahmet Rıza’nın telkinleri sonucu“terakki” sözcüğü benimsenirken “intizam” sözcüğünün muhtemelen devrimci ya dadevrimci olması gerektiği düşünülen bir derneğe uygun olmayacağı kanaatine varıldı. “İttihat(birlik)” sözcüğü ise Osmanlıcılık fikrine vurguyla örgütü gayri-müslimlere de çekici kılmak255 Akşin, 1998, s: 26-27256 Akşin, a.g.e.için yapılmış bir manevra olarak seçiliş olması ihtimali yüksektir257. 1895 yılında AhmetRıza’nın editörlüğünü yaptığı “Meşveret” adlı gazetenin Fransızca ve Osmanlıca olarakçıkarılmaya başlanmasıyla örgüt kendine ait bir yayın organına da sahip olmuştur.1894-96 yılları arasında başgösteren Ermeni krizi esnasında Abdülhamit hükümetipopülaritesini daha fazla yitirmiş ve uluslararası çerçevede iyiden iyiye yalnızlığa itilmişti.Bu dönemde İT’in üye sayısı hızlı bir artış gösterdi. Ermenilerin de imparatorluktan kopmasıtehlikesinin çözülmeyi derinleştirecekti. Ayrıca Ermeniler’in daha önce kopan Rum ya daSırplar gibi belirli bir şekilde yoğunlaştıkları bir bölgenin olmaması ve ciddi bir sayıyaulaşan nüfuslarıyla imparatorluğun her yerinde yerleşik olmaları, bunların Büyük

Devletler’den alacakları ayrıcalıkları imparatorluğun bütünlüğü açısından daha da tehlikelikılıyordu. Ittihatçilar Ermeni isyanından fazlasıyla etkilenerek eyleme geçme kararı aldı.Örgüt ilk kez bildirge hazırlayarak gizlice dağıttı. Bildirgelerde Ermenileri küstahlığındandolayı kınayan ifadelerin yanı sıra böyle davranmalarının istibdat rejiminin yol açtığı kötüidare ve zulümden ileri geldiğinin belirtilmiş ve halka da Ermenileri ıslah etmek yerinedevlet kapılarını idareyi kötü yola sevkedenlerin başına yıkmaları öğütlenmişti258. Bunoktada ittihatçıların Ermeniler’I dışlamayarak onları bir ölçüde anlayışla karşılamaları gözeçarpıyor ki ilerki safhalarda bu durum bir çeşit işbirliği halini alacaktı. Örgüt, bildiridağıtmanın yanı sıra 1896 ve 1897 yıllarında iki başarısız darbe girişiminde bulundu.İttihat ve Terakki örgütü tarihi belirsiz 39 maddelik örgüt nizamnamesinde kuruluşamacının hali hazırdaki hükümetin adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını çiğneyen, tümOsmanlılar’ı ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı egemenliği altına düşüren yönetime257 Akşin, a.g.e.258 Akşin, 1998, s: 33karşı Müslüman ve Hristiyan yurttaşları uyarmak olduğu belirtilmiştir259. Cemiyet, 3.maddede hedeflerini rejimi insan haklarını koruyan ve uygarlıkta ilerlemenin kaynağı olan“usulü meşveret”e döndürmek, “hüsnü ahlak”I korumak, genel eğitimin ilerlemesine ve genelolarak insanlık ve uygarlığa hizmet etmek olarak özetlemiştir. Tüzükte, cemiyetin merkezininİstanbul’da olacağı ve bir reis ve dört üyeden oluşan “İstanbul Meclis-i İdaresi”nin örgütünbeyin takımını oluşturacağı öngörülmüştür. Taşra teşkilatı için de bir reis ve iki üyedenoluşan şube meclis-i idareleri şeklinde bir yapı geliştirilmiştir. Örgütlenme planına göre herüye, kendisini örgüte alan bir üstünü ve diğer bir üstü ve de kendisinin örgütekazandırabileceği bir astını içeren üç kişiyi tanıyabilir. Her üyenin bir kol ve sıra numarasıvardır ve doğru haberler küçük numaradan büyüğe doğru iletilirken, emirler ters istikameti

izleyerek ulaştırılır. Tüzüğün 15. maddesine göre cemiyetin esas defteri güvenlik nedenleriile bir yurtdışı şubesinde tutulacaktı260.1896 yılındaki darbe girişimi sonrası sertleşen hükümet denetimi sonucu İstanbulgüvensiz bir ortam halini alınca, İttihatçı hareketin ağırlık merkezi yurtdışına kaydırıldı ve1906 yılına kadar da örgütün gidişatı bu sürgünler tarafından belirlendi. Ancak, Parismerkezli bu sürgün yoğunlaşması hareketi beslerken aynı zamanda rekabet ve saflaşmalarada zemin hazırladı. Göç edenlerin hepsi Ahmet Rıza’nın liderliğinde hareket etmeye hazırdeğildi. Sıkı bir pozitivist olan Ahmet Rıza’nın dini dışlayan düşünsel konumu, birçokittihatçinin kabul edebileceği sınırları aşmıştı261. Ahmet Rıza’nın liderliğinde ilk büyük tehdit1896’da Mizancı Murat’ın Paris’e varmasıyla ortaya çıktı. Ahmet Rıza’nın sert ve uzlaşmazkişiliğinin yanı sıra dine yaklaşımından da rahatsız olanlar, çoğunluk elde ederek Murat’ı259 Akşin, a.g.e.260 İT tüzüğünü aktaran, Akşin, 1998, s: 36-37261 Zurcher, 1994, s: 91örgütün Paris şubesinin başkanlığına getirdiler. Ancak onun görüşlerinin örgütleuyuşmayacağı kısa bir süre sonunda ortaya çıktı. 1897’de Murat, örgütün merkeziniCenevre’ye taşıdı.Abdülhamit, 1897’de Yunanlılar’a karşı açtığı savaşta başarı kazanınca, artanprestijini kullanarak içeride ve dışarıda filizlenen muhalif hareketleri sindirme kararı aldı.Içeride Harbiye Mektebi’nde ortaya çıkarılan iktidar muhalifi hareketi, sorumlulara ağırcezalar vererek ezen padişah, yurtdışındaki ittihatçı muhalefetle uzlaşma yoluyla başa çıkmagirişiminde bulundu. Yurtdışındaki muhalifleri, yurda dönmeleri koşuluyla affedeceğine dairbir bildiri hazırlandı. Bununla da kalınmadı ve dönecek olanlara parasız pasaport, yolluk vehak ettikleri memuriyetlere yerleştirilecekleri sözü verildi. Mizancı Murat, Abdülhamit’ingönderdiği arabulucuyla anlaşarak, İstanbul’a geri döndü ve bir grup ünlü Jön Türk de onuizledi. Padişahla bu uzlaşma örgüt içinde büyük bir çözülmeyi beraberinde getirdi. Murat’ın

yaptığı anlaşmanın örgütü bağlayıcı niteliğinin olmamasına rağmen, padişahın hükümet yada diplomatik servislerindeki arpalıklarının bir kısım Jön Türk tarafından kabul edilmişolması, hareketin güvenirliğini büyük ölçüde zedeledi262. Söz konusu durum, Ahmet Rıza’yayaradı ve tekrar örgütte saygın bir konum kazandı. Ülkeye geri dönenler ise Abdülhamit’inoyununa geldiklerini kısa sürede anladılar. Padişah, söz verdiklerinin birçoğunugerçekleştirmedi.1899 yılında Abdülhamit’in Bağdat demiryolu inşaa projesinde Almanlar’a ayrıcalıktanıması ve Almanya ile gelişen dostane ilişkiler, İngiliz çevrelerinde ve çıkarlarını bu ülkeyebağlayan bazı Osmanlı çevrelerinde tedirginlik yarattı. Jön Türk akımı, bu çevrelerden gelendestek ve katılımlarla tekrar canlılığa kavuştu263. Abdülhamit’in kardeşiyle evli olan MahmutCelalettin Paşa, bu projede Almanlar’a verilen paya kızan kesimdendi ve bu karar üzerine262 Zurcher, 1994, s: 92263 Akşin, 1998, s: 53oğulları Sabahattin ve Lütfullah’ı da yanına alarak aynı yıl Paris’e kaçtı. Paşa’nın gelişi JönTürkler’i oldukça heyecanlandırdı. Bu noktada büyük oğul Sabahattin (Prens) örgüt içindelider pozisyona oynamaya başladı. Le Play okuluna bağlı sıkı bir liberal olan Sabahattin,pozitivist ve Osmanlıcı fikriyatı olan Ahmet Rıza ile büyük bir rekabete girişti. Bu rekabetörgüt içinde hizipleşme yaratmaya başladı. Sabahattin ve Lütfullah’ın girişimleriyle ilk JönTürk kongresi 1902 yılında Paris’te toplandı. Osmanlı toplumunda yaşayan bir çok azınlığıntemsilcilerinin de hazır bulunduğu toplantıda varolan hizipleşme somut niteliğe bürünerekörgütün bölünmüşlüğü gözler önüne serildi. Abdülhamit rejimini devirmek için hangitaktiğin kullanılacağı konusunda çıkan tartışmada Sabahattin grubu, Avrupa müdahalesininzorunlu olduğu yolundaki Ermeni tezlerini destekleyerek264 Osmanlı hükümetinin imzakoyduğu anlaşmalardaki hükümleri yerinde getirmeye zorlamak için Büyük Devletler’i

göreve çağıran bir öneriyi olumlu buldu. Dış müdahalenin yanı sıra devrimin sadecepropaganda ve yayınlarla yapılamayacağını, askeri kuvvetlerin de bu çalışmalara çekilmesigereğini belirten İsmail Kemal’in görüşüne karşı çıkan olmadı265. Ahmet Rıza ve grubu iseözellikle dış müdahale konusunda sert tepki verdiler. Dış müdahale istemleri kongrekararlarına266 yansımadı. Kongre sonucu örgüt, savaşımı için kendine üç hedef seçmişti:Osmanlı Devleti’nin bölünmez bütünlüğü, ilerlemenin koşulu olması itibariyle içtegüvenliğin ve barışın sağlanması ve başta 1876 tarihli Kanun-i Esasi olmak üzere OsmanlıDevleti’nin temel yasalarına saygının sağlanması.İttihat ve Terakki örgütü için 1905 ve 1906 yılları önemli gelişmelere sahne olmuştur.264 MİNASSİAN, A. T., “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda veGelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 211265 Akşin, a.g.e.266 Kongrede alınan kararlar için, bkz. Akşin, 1998, s: 59-601905 yılındaki Rus devrimi sonrasında Çar’ın halkına bir parlemento bahşederek sınırlı olsada anayasal monarşi rejimine geçilmesi, Osmanlı’daki muhalif kesimi derinden etkiledi.Rusya gibi Avrupa’da mutlakiyetçiliğin kalesi olarak görülen bir imparatorlukta bile halkınÇar’ı dize getirmesi, bu kesimleri oldukça umutlandırdı. 1906’da meydana gelen İranDevrimi’nin parlemento ve anayasanın kabulüyle sonuçlanması, Osmanlı İmparatorluğu’ndaRusya’dakine benzer bir etki yarattı. İran Devrimi, geri bir ülkede dahi anayasal rejimegeçilmiş olmasına örnek teşkil etmesi itibariyle oldukça kayda değerdi. Osmanlı’dakieğitimli kesim arasında Rusya ve İran’da meydana gelmiş olaylar tartışılmaktaydı.Buralardaki devrimci olaylara giderek daha fazla atıfta bulunulması, bazılarının gidişatıdurdurmak için bir devrime ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurduklarınıgöstermekteydi267. Osmanlı’nın komşularının devrimlerle sarsılması ittihatçılara da moralverirken, pratik düzeyde bu yıllarda önemli gelişmeler oldu. Şam’da bu yıllarda “Vatan” ve

“Vatan ve Hürriyet” adlarında iki ayrı örgüt kuruldu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nde osıralar Şam’da 5. Ordu’da görev yapan Mustafa Kemal lider konumdaydı. 1906 yılındaSelanik’te devlet memuru on arkadaş “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni kurdular. Bu örgütünöne çıkan kişiliği olan Mehmet Talat, Selanik posta idaresinde çalışan bir memurdu. Örgütkurucularından bazıları 1896’daki İttihatçi avından önce bu örgütle ilişkisi olmuş kimselerdive Talat da bunlardan biriydi268. Bu örgütün Makedonya’da hızlı bir şekilde yayılmasıTalat’ın üstün örgütleyici yetenekleri sayesinde gerçekleşecekti. Gerek Şam, gerekseSelanik’teki bu örgütlenmelerin kuruluşunda, 1905 Rus Devrimi ve 1906 İran Devrimlerisonucu bu ülkelerde kurulan meşrutiyet rejimlerinin etkili olduğu kuşkusuzdur.Selanikte’tekimeşrutiyet yanlısı örgütün kuruluşunda Makedonya’da dış müdahalenin artması durumunun267 KANSU, A., 1908 Devrimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 1995, s: 66268 Zurcher, 1994, s: 93birebir etkisi olmuştur .269.1908 Devrimi’nde bitirici rolü oynayacak olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ninbölgedeki subay kesiminden almış olduğu desteği açıklayabilmek için askeri sınıf hakkındagenel bir değerlendirme konumuz açısından yerinde olacaktır. İttihat ve Terakki örgütününüye tabanına bakıldığında Batı tarzında eğitim kurumlarında yetişmiş gençlerin öne çıktığıgörülmektedir. Tanzimat döneminden itibaren orta ve yüksek dereceli okulların sayılarınınkatlanarak artması eş zamanlı olarak aydın kesimin de genişlemesi sonucunu getirdi. Devletepersonel yetiştirmek amacıyla kurulan teknik okullardan çıkan kişiler, bürokrasibasamaklarında ilerlemeyi amaçlayan orta sınıf mensubu geniş bir toplumsal tabakayı vücudagetirdi. Profesyonel eğitim veren bu okullar sonuçta yeni bir siyasal elitin yetiştiği kurumlaroldu. İlk modern eğitim veren okulların askerleri yetiştirmek amacıyla açılmış olması askerisınıfı bir adım öteye taşıdı. Sivillerin okulları ise, idari kurumların yeni alanları kapsayacakşekilde genişlediği ortamda personel ihtiyacını gidermek için açıldı. Askeri okullarda

eğitimin doğal olarak daha disiplinli ve organizasyon yetenekleri yüksek bireyler yaratmasıbu kişileri içeren gizli bir örgüt için de bulunmaz nimet olacağı kuşkusuzdur. İlk gerçekanlamda modern askeri okul olan Mekteb-i Ulüm-u Harbiye 1834’te kurulmuştu. Bu okuluözel kılan en önemli gelişme 1861 yılında Erkan-ı Harb (kurmay subaylar) sınıfınınyaratılmasıydı. Erkan-ı Harb personeli, sivil bürokratlar gibi padişahın ya da adamlarınınsadakatinden dolayı ödül alarak ya da bürokrat bir ailenin çocuğu olması vasıtasıyla değil,sıkı bir rekabet ortamından çıkarak makam sahibi olabiliyordu270. Mutlaka yabancı bir dilbilen ve çoğu yurtdışında eğitim görmüş bu kişiler daha sonra Makedonya’da kurulacak olanİttihatçi örgütün yönerim kadrolarını oluşturacaktı.1908 devrimi için özellikle önem arz eden bir diğer unsur, ordunun mektepli olarak269 Akşin, 1998, s: 83270 Karpat, 1972, s: 277nitelendirilen modern eğitim kurumlarında yetişmiş subaylarının İstanbul’da değilde ülkeninkarışıklı olan yerlerine gönderilmeleriydi. 1895’ten itibaren kendini açığa vurmaya başlayanİttihatçi örgüt, Abdülhamit’in nazarından kaçmadı. Padişah örgütün gücünü kırmak içinhafiye ve jurnal örgütlerini genişletmekle kalmayarak ve kendine özgü olan sürgüne yollamaya da daha iyi bir mevki vererek kazanma yöntemini daha geniş ölçüde kullanmayabaşladı271. Ancak bu tedbirler yeterince etkili olamadı ve hatta öyle bir zaman geldi kiyönetim tarafından sürgün edilmek Avrupa’ya gidebilmenin en iyi yolu oldu. Avrupa’dakiJön Türkleri sürgünlerle besleyen padişah, Makedonya’daki kritik durumdan dolayı, en gençkurmay subayları Edirne ve Selanik’teki iki ordunun kadrolarına ataması burada devrimcisubay yoğunluğuna yol açtı. Abdülhamit merkezde kendisine sadık olduğundan kuşkuduymadığı alaylıları tutarken, güvenmediği mekteplileri yetenekli subayların varlığınıgerektiren kritik bölgelere atayarak başkentten uzak tutarken bir taşla iki kuş vurduğunu

düşündüğü kuşkusuzdur. Bunu yanı sıra padişah, sıra ödüllendirmelere geldiğindebaşkentteki alaylı takıma öncelik verirken, mektepli subaylar çoğu kez unutuluyordu. Bumektepli subayların mevcut düzenle uyuşmazlıklarının bir de ekonomik boyutu vardı. Busubaylar, çoğunlukla orta alt sınıfa mensup ailelerin çocuklarıydı. 19.yüzyılda meydana gelenyerli ekonomideki tahribat, bu sınıfı oldukça aleyhte etkiledi. Bu dönemde devlet memuru veordudaki küçük rütbeli subayların yaşam standartlarında belirgin düşüşler söz konusuolmuştu272. Bunlar Saray ve Babıali’nin yarattığı himaye ilişkilerinden dolayı kendilerininsınıf atlamasını imkansız hale getiren sistemi öfke duyuyorlardı.. Mevcut iktidarın, içten vedıştan gelen bölücü tehditlerin karşısında duracak güce sahip olmadığını gördükleri içinhuzursuzdular.İmparatorluk çökerse, subay ve memur olmaları münasebetiyle yönetici sınıfadahil olan kendilerinin de bu afetten yara alacağı kuşkusuzdu Kendilerine bir şekilde fırsat271 Berkes, 1973, s: 344272 AHMAD, F., Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul, 1995, s: 55-56verilirse imparatorluğun çürüyen sistemini dönüştürebileceklerini düşünüyorlardı. Muhalifhareketin saflarına geçerken temel hedefleri imparatorluğu çözülmekten kurtaracak zihniyetesahjip olmayan Abdülhamit rejimini yıkmaktı.Abdülhamit’in en genç ve yetenekli subayları Makedonya’ya göndermesi, bölgeninözel koşullarından dolayı çok önemli sonuçlar doğurdu. Selanik, Manastır ve Kosovavilayetlerini kapsayan Osmanlı Makedonyası’nda Trakyalı, İlliryalı, Yunan, Slav, Türk,Arnavut ve Yahudi kökeninden gelme bir halklar karışımı söz konusuydu. 18.yüzyılınortalarından itibaren bölgede istikrarlı bir şekilde genişleyen ticari hayat imparatorlukölçeklerinde yüksek bir şehirleşme oranını da beraberinde getirdi. 1870’lerin sonundanitibaren sanayileşme yönünde gösterdiği atılımlarla Makedonya bölgesi ve özellikle deSelanik şehri imparatorluğun en gelişkin ekonomik alt yapısına sahipti. 20.yüzyılın başı

itibariyle Makedonya bölgesi etnik çeşitliliğinden dolayı adeta kaynayan kazan görünümü arzediyordu. Alman romantik düşün geleneği ve Avrupalı etnografyacıların etkisi altında kalanBalkan milliyetçileri, hangi ulustan olduklarını gösteren ölçüt olarak dini değil dili öneçıkarıyorlardı273. Toplumsal aidiyeti belirleyici faktör olarak dilin, dinin önüne geçmişolması, Balkanlar’daki en yoğun etnik çeşitlilik arz eden bölge olması itibariyleMakedonya’nın bütünlüğü için büyük tehlike arzediyordu. Nüfusun yeni alt-bölünmeleremeyletmesiyle bölgedeki halklar arasında düşmanca saflaşmalar oluştu.Yükselen Balkan milliyetçiliklerinin siyasal arenada kendini hissettirmesinin birsonucu olarak ortaya çıkan “Makedonya Sorunu” –ki günümüzde dahi çözülmüş olmaktanuzak bir nitelik arz eder- ilk safhada bir kilise sorunu olarak öne çıktı. Sırp ve Yunanlılar’agöre oldukça geç filizlenen Bulgar milliyetçiliği başlangıç itibariyle Osmanlı yönetimini273 ADANIR, F., Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun İle Sosyalizmin Oluşması ve Gelişmesi: MakedonyaÖrneği, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923),içinde, der: M. Tuncay&E.J.Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 36değil kiliselerindeki Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin nüfuzuna bir tepki olarak ortaya çıktı.Tüm Ortodoks halklarını bir gören “millet sistemi”ne tepki niteliği arz eden bu çıkışı,halklarının ulus bilincine erişmesi için zorunlu bir safha olarak gören Bulgar milliyetçileri,amaçlarına 1870 yılında padişah fermanıyla kurulan Bulgar Eksharlığı ile ulaştılar. Bu kilisesorunu Bulgarların bağımsızlık mücadelesinin temelini attı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşıertesinde imzalanan Ayastefanos Anlaşması, tüm Makedonya’yı yeni kurulan Bulgardevletine bırakınca, yine 1878'’e toplanan Berlin Kongresi’nde Büyük Devletler karara karşıçıkarak bölgedeki Osmanlı egemenliğini tekrar tahsis ettiler. Yeni kurulan Bulgar Prensliği,Makedonya’yı Trakya ile birleştirmeyi kendisrine ulusal hedef olarak belirledi. Bu çerçevede1893 yılında kurulan Bulgar Makedonya-Edirne Devrimci Komiteleri Selanik’te kuruldu.

Daha sonra Makedonya Devrimci Örgütü (İMDO) olarak tanınacak bu örgüt bölgede yoğunbir terör dalgası başlattı. Bölgede karışıklık yaratıp Büyük Devletler’in müdahalesinisağlayarak buranın Bulgaristan’la birleştirilebileceği şeklindeki taktik plan, bu devletlerdenilgi görmedi.Batılı devletler, Bulgar milliyetçiliğinin hamisi durumundaki Rusya’nınAkdeniz’e inmesi anlamına gelen bu birleşmenin karşısında tavır alarak statükoyudesteklediler. Bunun yanı sıra, bir çok etnik grubun bu denli iç içe yaşadığı bölgeyebağımsızlık verilmesi ardı ardına bir çok karışıklığı beraberinde getireceğinden, Batı, tavrınıbölgenin istikrarından yana koydu. 1902 yılına dek rutin şekilde süren Bulgarların terörfaaliyetleri, bu yıldan itibaren yoğunluk kazanınca Abdülhamit bölgede reform niteliğindebazı düzenlemelere başvurdu. Ancak sorunun Avrupa kamuoyunun da dikkatini çekmesisonucu bölgede Batılı devletler (Almanya dışında) ortak bir denetleme mekanizmasıkullanarak yabancı subaylardan oluşan jandarma birliklerini vilayetlere sevk ettiler. Ancakçetelerin terör faaliyetlerinin ardı arkası kesilemedi.Makedonya’da ortaya çıkan bu kritik duruma önlem olarak, Abdülhamit Harbiyeokulundan yeni çıkmış yetenekli subayları buraya gönderdi. Askeri okullarda daha öncekurulan muhalif gizli örgütlerden dolayı mektepli subay takımına güvenmeyen padişah,onları Makedonya’ya gönderirken bölgenin çeşitli siyasal akımlarla renkli olan ortamını fazlahesaba katmamış olsa gerek. Makedonya tecrübesi, padişaha muhalif asker ve memurtakımını hem düşünsel hem de devrimci taktik olarak fazlasıyla etkilemiştir. Milliyetçiideolojileri doğrultusunda eleirnden ne geliyorsa yapan çetecilere tanık olan bu subaylarındurumdan kendilerinin amaçları için ne kadar faaliyetsiz kaldıklarını görme fırsatı buldular.Bunun yanı sıra yılda ancak 6 ay maaş alabilen subaylar, durumları kendilerinden kat katüstün olan Avrupalı meslekdaşlarının yanında oldukça eziklik hissine kapılmış oldukları

ihtimal dahilindedir274. İmparatorluğun göz bebeği Rumeli’nin kayıp gitme tehlikesiOsmanlıcı ideolojiye sahip bu subaylarda acilen birşeyler yapma sorumluluğunu uyandırdı.Balkan yerleşimlerindeki Müslümanlarla iletişime geçme şansı bulan bu genç bürokratlar,halkın da özgürlükçü rejim yönündeki istemlerine şahit oldular. Yörelerin nüfuzlu Müslümankesiminin düzenlediği toplantılar sayesinde olası bir devrimci hareket için kitle desteği dealabileceklerini gördüler275.Makedonya tecrübesi devrimciler için örgütlenme tarzı açısından da önemliydi.İttifak-ı Hamiyyet örgütünden beri Carbonari tarzında örgütlenmeye giden gizli dernekgeleneği, burada yeni bir örgütleniş modeliyle karşılaştı. Türk subayları çetelerle savaşmakiçin dağlara gönderilirken sanılanın aksine bu çetelerin hepsinin eşkiya olmadığını ve hattayine Bulgar, Rum ya da Sırp ulusçuları dışında başka bir gizli örgütün olduğunun da farkınavardılar. Kendilerinin kurmaylık eğitiminde öğrenmedikleri gerilla taktiğini uygulayançetecilerin arkasında bütün dinleri ve halkları eşit sayan ulusçuluk üstü, laik ve halkçı birideoloji güden devrimci bir örgütün varlığı söz konusuydu; onlar büyük ihtimallebilmiyorlardı, ancak bunların ideolojileri Rus Panislavizmine karşı halkçılık yani narodniklik274 Akşin, 1998, s: 67275 Karpat, 1972, s: 280akımından geliyordu276 . Bunların modelini yakından tanıma fırsatı bulan genç subaylaryavaş yavaş gerilla komitecileri haline gelmeye başladılar. Ayrıca, Selanik’in eski birmasonluk merkezi oluşunun sağladığı gizlilik geleneği devrimci harekete yarar sağladı.Muhalif hareket Makedonya’da kök salarken, 1906 yılında Anadolu’da bazı kitleselhuzursuzluklar baş göstermeye başladı. Vergi ayaklanmaları olarak bilinen ve 1906 yılınınbaşlarında patlak vermeye başlayan bu olayların temel nedeni hükümetin biri kişilerdenalınacak “Şahsi Vergi”, diğeri de hayvanlar mülkiyeti çerçevesinde konan “Hayvanat-ı

Ehliye Rusumu” adında iki yeni vergi toplama kararıydı277. 1904 baharından beri vergiyükünden dolayı kırsal kesimde bir stres birikiminin varlığı söz konusuydu. Hem toprakağalarına hem de Hezimlere ağır biçimde borçlanmış olan köylü sürekli artan vergilerle iyicedarboğaza sürülmüştü. 1906 Ocak ayı sonlarında Kastamonu’da patlak veren huzursuzluklar,belediye meclisi üyelerinin seçimleri esnasında başladı. Şehir halkı vergilendirme veharcamalar üzerinde hiç bir denetimleri olmadığı gerekçesiyle seçimi boykot etti.Vilayetlerdeki tüm yüksek rütbeli devlet memurlarının vergiden muaf olduğu için kendileride bunu ödemeyi reddediyorlardı. Kastamonu’da ki ticari faaliyetler üzerinde nüfuz sahibiolan 32 esnaf ve zanaatkar bu konuda bir dilekçeyi merkezi hükümete gönderdi. Ancakdilekçe dikkate alınmayınca 21 Ocak’ta yaklaşık 500 kişilik bir grup vilayet konağı önündegösteri düzenledi ve daha sonra da telgrafhane binasını ele geçirmişdi278. Şehrin ilerigelenlerinin de desteğiyle on gün süren telgrafhane işgali sırasında işgalciler taleplerini kabuletmesi için merkezi hükümetle sürekli olarak bağlantı kurmaya çalıştı. 31 Ocak günü,276 Berkes, 1973, s: 345277 1906-7 Vergi Ayaklanmalarını taban alarak 1908 Devrimi’ni sadece bürokrat kesimin içinden gelen bir eylemolarak sunan geleneksel Türk tarih tezine “1908 Devrimi” adlı eserinde karşı çıkan Aykut Kansu bu konuüzerine yapılan çalışmalara yeni bir bakış açısı getirmiştir. Aynı söylemle olayı inceleyen bir diğer eser için bkz.KARS, H. Z., 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 1997278 Kansu, 1995, s: 40-41Müslüman, Ermeni ve Rumlar’dan oluşan büyük bir kalabalık gösterileri yeniden başlatırken,destek için dükkan ve işyerleri de gün boyu kapalı kaldı279.Abdülhamit rejimi sürgünlerinin yoğun olarak burada toplanmasından başka diğerAnadolu kasabalarından farklılaşan önemli bir özelliği olmayan280 Kastamonu’da, ortayaçıkan bu ayaklanmaların benzerleri Sinop, Ankara ve Trabzon’da da görüldü. Keyfi davrananvali ve memurların görevden alınmasını, hükümet dairelerinde yolsuzlukların önüne

geçilmesini ve vergilerin azaltılmasını talep eden bu ayaklanmalar merkezi hükümetintaşradaki otoritesini oldukça tahrip etti. Bu vergi ayaklanmaları zincirindeki en önemlihalkaları Doğu Anadolu vilayetleri oluşturmuştur. Bunlar içinde en ünlüsü ise 1906 yılınınŞubat ayında başlayan Erzurum ayaklanmasıdır. 1902’den beri Vali Nazım Paşa’nın kötüyönetimine maruz kalan halk için yeni konan vergilerin açıklanması bardağı taşıran sondamla oldu. Vergilere en şiddetli tepki şehrin varlıklı kesimini oluşturan tüccarlardan geldi.Y. A. Petrosyan’a göre, Doğu Anadolu’da baş gösteren isyanlara, 1894-1895 Ermeniolaylarından sonra bölgesel ticareti ele geçiren Türk ticaret burjuvazisinin,kapitülasyonlardan yararlanarak kolayca başarıya ulaşan yabancı tüccarlara tepkisinin etkisibüyüktü281. Erzurum’daki isyankar havayı oluşturan bir diğer etmen Abdülhamit’in fazlaliberal ya da Jön Türk yanlısı subayları Anadolu’ya sürmesi çerçevesinde bu vilayet JönTürkler’in ileri gelen merkezlerinden biri haline gelmişti282. Erzurum ayaklanmasıbaşladığından beri diğer vilayetlerdekilere göre çok daha ileri düzeyde örgütlenmiş ve dahageniş kitleye yayılmıştı. İstanbul’a taleplerini bildirmiş olan Erzurum’un ileri gelenleri ve279 Kansu, a.g.e.280 Kansu, a.g.e.281 Y.A. Petrosyan’ın Sovyet gözüyle Jön Türkler (Ankara, 1974) adlı eserinde belirttiği görüşü aktaran, Kars,1997, s: 23282 Minassian, 2000, s: 212İttihak ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri, “Can Veren” adı altında örgütlenerek yerel hükümettemsilcilerine karşı radikal bir hareket başlatma kararı aldılar283. 28 Mart’ta valinin görevdenalınma isteği yinelendi ve Erzurum’un tüm dükkanları kepenk indirdi; memurlar dahi işegidemedi. Protesto gösterilerinin sürdüğü on gün boyunca şehirdeki devlet otoritesi fiiliolarak ortadan kalkarak, denetim halkın eline geçti. Istanbul’dan verilen kovuşturma emrindeayaklanmanın İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paris’teki merkezinden yönetilmekte olduğunadikkat çekilerek soruşturmanın özellikle bu yönüne önem verilmesinin gerektiği

vurgulanıyordu284. İsyanlarda halkla subayların eşgüdümiçinde hareket etmeleri, isyancılaragüven aşıladı. Erzurum’daki Rus Konsolosu Skaryabin, 1907 Ocak’ındaki raporunda,ihtilalcilerin hükümetin baskı ve cezalandırmasından korkmadıklarını, çünkü kendileriniaskerlerin destekleyeceğinden emin olduklarını yazıyordu285. İttihatçıların işbirliği dışındaErzurum’daki ayaklanmayı ilginç kılan noktalardan biri arkasındaki sınıf desteğidir.Selanik’teki muhalif hareketlerde olduğu gibi Erzurum’daki Can Veren örgütünün arkasındatüccar, küçük burjuva memurlar ve küçük dereceli bürokratlar vardı286Ülke içinde de propaganda çalışmalarına 905 yılından itibaren başlamış olan İttihat veTerakki Cemiyeti ülkeye kaçak olarak soktuğu kendi yayın organlarıyla Abdülhamit’inrejiminin itibarını yıkmaya çalışıyordu. 1907 yılı başlarına gelindiğinde cemiyet, Kafkasya,Bulgaristan, Girit, Mısır ve Kırım şubelerini kurduktan sonra Türkler’in yaşadığı yerlerdeancak 1906 yılından itibaren örgütlenebilmişti. Türklerin yaşadığı yerler içinde ilk olarak283 Kansu, 1995, s: 45284 Kansu, 1995, s: 51285 Kars, 1997, s: 34286 TEKELİ, İ & İLKİN, S., İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal YapısınınBelirleyiciliği, The Social and Economic History of Turkey (1071-1920), Der: O. Okyar & H. İnalcık,Ankara,Meteksan Yayınları, 1980, s: 120Selanik’te örgütlenen cemiyet daha sonra Anadolu’nun iç bölgeleriyle temasa geçti. 1906-7yılındaki vergi ayaklanmalarının örgütlenmesine fiilen katılan örgüt üyeleri, bunlarınbaşarılarında büyük pay sahibi oldular. Anadolu’da yer yer, Doğu Anadolu’da ise hemen hervilayette etkisini gösteren bu ayaklanmalar, hükümetin yeni konulan vergileri kaldırmasınayol açarken halkın tepki gösterdiği yerel yöneticiler de görevden alındılar.İttihat ve Terakki Cemiyeti ülke içinde örgütlenme faaliyetlerine hız verdiği budönemde, yurtdışındaki sürgünlerde boş durmuyorlardı. Sabahattin’in ve Ahmet Rıza’nıngrupları arasında somut şekilde kendini gösteren hizipleşmenin 1906 yılında Sabahattingrubunun “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurmasıyla hareketin

bölünmesiydi. Aynı yıl İttihatçılar yeni bir örgüt nizamnamesi yaptılar. Bu nizamnamedehücre örgütlenmesi yerine, her şubenin kendi iç nizamnamesi olmasının öngörülmesi örgütiçinde bir çeşit federatif yapıya gidildiğini gösterir287. 1907 yılında toplanan II. Jön TürkKongresi, İttihatçı hareket için oldukça önemlidir. 1907 yılında Rusya ve İngiltere’ninyapılan bir anlaşmayla, İran, Afganistan ve Tibet gibi uyuşmazlıklarının olduğu bölgelerdesorunları çözdüler. Bu zamana dek Rusya’nın Osmanlı aleyhine yayılmasını önlemek içinbüyük çaba sarfetmiş olan İngiltere’nin böyle bir anlaşmaya gitmesi oldukça önemli birdurum arz ediyordu. Osmanlı’daki çevreler, bu anlaşmayı İngiltere’nin Osmanlı üzerindekigeleneksel himaye politikasını bırakarak, ülkenin bölünmesine artık olur verebileceğişeklinde yorumladılar. Ortaya çıkan yeni durumun, Jön Türk kongresinin toplanmasıkararında etkili olduğu kuşkusuzdu.II. Jön Türk Kongresi’nde öne çıkan en önemli unsurlardan biri Ermeniler’in ihtilalciTaşnak örgütünün bu platformda oynadığı etkin roldü.İzledikleri siyaset bakımındanKafkasyalı sosyal demokratların eleştirilerine maruz kalan Taşnaklar, Osmanlı287 Akşin, 1998, s: 80İmparatorluğu’nda izlemiş oldukları strateji ve taktikleri gözden geçirdiler288. 1905 RusDevrimi’nin Ermeni sorununda hiçbir ilerlemeye sebep olmadığını gören Taşnaklar, Osmanlıİmparatorluğu’ndaki devrimci oluşumlara odaklandılar. Ermeni girişiminin toplanmasındabüyük pay sahibi olduğu II. Jön Türk Kongresi 27 Aralık 1907 günü Ahmet Rıza, Sabahattinve Khaşadur Malümyan’ın ortak başkanlığında toplandı. 29 Aralık’ta çıkarılan bildirgeye,İttihat ve Terakki Cemiyeti, Ahd-ı Osmani Cemiyeti (Mısır), Londra’da Türkçe ve Arapçaçıkan Hilafet adlı yayın organının yazı kurulu, Taşnaksutyan Cemiyeti, Mısır Cemiye-iİsrailiyesi ve bazı Ermeni yayın organlarının yöneticileri imza koyarken, Bulgar, Arnavut veRum örgütlerinden kongreye katılım olmamıştı289. Yapılan ortak açıklamada Abdülhamit’in

otuz yıllık yönetiminin yalnızca Hristiyanlar değil, Müslüman halka da büyük zarar verdiğinibelirttiler. İstibdat rejiminin siyasal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlaması ve verimliçalışması gereken kamu kuruluşlarını yozlaştırması sert dille eleştirildi. Tüccarlara pasaportverilmemesi de bir diğer eleştiri konusuydu, yönetimin bu davranışıyla kişilerin seyahat etmeözgürlüğünü kısıtlamakla kalmayıp, ticaret ve sanayinin gelişmesi için de engeloluşturduğundan yakınılıyordu290. Bu yönde bir çok şikayetlerini dile getiren devrimcilerdaha fazla zaman kaybetmeden mutlakiyetçi rejimi sona erdirme konusunda anlaştılar.Abdülhamit’i istifaya zorlayıp, varolan yönetim sistemini kökten değiştirerek meclisüstünlüğüne dayanan liberal demokratik bir yönetim kuracaklardı.2.5.2. Makedonya’da AyaklanmaAvrupa’lı Jön Türkler rejimi yıkmak için tek yol devrim kararı alırken, imparatorluk288 Minissian, 2000, s: 212289 Akşin, 1998, s: 91290 Kansu, 1995, s: 108içindeki huzursuzluk kendini iyice göstermeye başladı. Ülkedeki askeri huzursuzluk sivilitaatsizlikten daha ciddi boyutlardaydı; ittihatçı örgüt geciken maaş ödemelerindenkaynaklanan gerilimi kullanarak erler arasında sürekli bir propaganda etkinliğinegirişmişti291. Ülkenin dört bir yanında askerler arasında huzursuzluk ve itaatsizlik hadsafhaya ulaşmıştı. Ancak merkezi hükümeti asıl ciddi olarak tehdit eden gelişmeler,Makedonya’da yaşandı. 3 Mart 1908’de İngiliz hükümeti Makedonya’daki üç vilayetin(Kosova, Manastır ve Selanik) nasıl yönetileceğine dair bir plan sundu; söz konusu planagöre vilayetler, görev süresi önceden belirlenmiş ve ancak Avrupa devletleri onaylarsagörevden alınabilecek tek bir Genel Vali tarafından yönetilecekti. Genel Vali, yabancısubaylar ve Avrupalılar’dan oluşan jandarma birlikleri ile desteklenecekti. Kamu görevlileride yerli hıristiyanlar arasından ve Genel Vali tarafından seçilecekti. Makedonya ile merkezi

hükümet arasındaki bağları koparmak ve bu vilayetleri özerk kılmak amacı taşıyan bu planınöğrenilmesi üzerine İttihat ve Terakki örgütünün Paris merkezi hemen harekete geçti. 16Mart’ta örgütün Selanik şubesinden bu bölgedeki Müslüman halk arasında propagandayapmasını ve planın yaygın bir şekilde protesto edilmesi için kasaba ve şehirlerdetelgrafhanelerin işgal edilerek İstanbul’daki merkezi hükümete telgraf çekilmesininsağlanması isteniyordu292. Raporda İngiliz tasarısı uygulandığı taktirde Makedonya’nınbağımsız olacağını ve Arnavutluk’un da bu durumda elden çıkacağını ve de sınır İstanbul’adayandığından başkentin Asya’ya taşınması gerekeceği belirtiliyordu. Bütün bunları OsmanlıDevleti’ni Avrupa devletleri arasından çıkaracak “ikinci ve hatta üçüncü derecede bir Asyadevleti” haline getireceği vurgulanıyordu293.291 Kansu, a.g.e.292 Kansu, 1995, s: 120293 H.K. Bayur’un Türk İnklap Tarihi adlı kitabından aktaran, Akşin, 1998, s: 98-99İttihatçılar Mayıs ayında İngiltere ve Rusya’nın ortaklaşa olarak Makedonya’daki tümçeteleri ortadan kaldırmak amacıyla Avrupalılar’dan oluşan jandarma birliklerinin kurulmasıyönünde bir plan hazırladıklarını öğrendiler. Makedonya’da İngiltere ve Rusya’nın birliktehareket edecek olması ihtimalinin iyice kendini belli etmesi cemiyeti alarma geçirdi.Bölgenin dış güçlerce yönetileceği anlamına gelen bu müdahale, hem imparatorluğunbütünlüğünü tehlikeye atacak hem de ittihatçıların bölgede sürdürdüğü devrimci hareketeengel teşkil edecekti294. Bu gelişmeler üzerine Cemiyet bölgedeki faaliyetleriniyoğunlaştırma kararı verdi. Avrupa devletlerine çeşitli nedenlerden dolayı sonuçsuz kalmayamahkum bu plandan vazgeçip kurtuluşu için Makedonya’yı kendi halinde bırakmalarıgerektiğine dair bir bildiri yayınlanarak tüm Avrupa hükümetlerinin temsilcilerine gönderildi.Cemiyetin yayınladığı bildiriden yaklaşık bir hafta sonra 10 Haziran’da İngiltere Kralı VII.Edward ve Rus Çar’ı II. Nikola Reval’de görüştü ve görüşmeden bir kaç gün sonra da

Makedonya’nın barışa kavuşması üzerine hazırlanan İngiliz-Rus ortak önerisinin ayrıntılarıdiğer Avrupalı ülkelere bildirildi. Reval’de Makedonya’yı Osmanlı’dan tamamen ayırmakyolunda bir anlaşmanın yapıldığı üzerine kuşkular üzerine ittihatçılar- acilen birşeyleryapmanın zorunlu olduğuna karar verdiler.1908 Devrimi’nin ateşini yakan olay, 3 Temmuz günü Kolağası Niyazi Bey’in 200kadar asker, subay ve gönüllü ile Anayasa’nın yeniden yürürlüğe sokulmasını talep ederekdağa çıkmasıydı. Niyazi Bey’i yola getirmek için iki taburla Mitroviçe’de Manastıragönderilen Kosova vilayeti komutanı General Şemsi Paşa 7 Temmuz’da Manastırdanayrılmak üzereyken İttihatçı bir subay tarafından öldürüldü. Niyazi Bey, çetesiyle birliktebirer sancak merkezleri olan Dehre, İlbasan, Görive Ohri’yi ziyaret ederek Abdülhamit’ebağlı subayları etkisiz hale getirmek ve kurtarılmış bölgelerde düzeni sağlamak için birArnavut milis gücü oluşturmaya çalıştı. Görice ve Ohri’deki Arnavut komiteleri dağlarda294 Kansu, a.g.e.bulunan gerillalara, ayaklanmış Türk birliklerine katılmaları için çağrıda bulundu295. İttihatçısubayların faaliyetleri sayesinde her geçen gün büyüyen ayaklanma, Abdülhamit’i adetakapana kıstırdı. Bölgedeki subaylara, cemiyetin etkisinde olduklarından dolayı güvenemeyenpadişah, 9 Temmuz 1908’de yayınladığı iradeyle İzmir, Ankara ve Yozgat bölgelerindeseferberlik ilan etti296.Bu arada Kosova’da bulunan bazı yabancılar, Firzovik’te bir eğlence düzenlemeyitasarlarlar. Bu eğlence hazırlıklarını Avusturya’nın bölgede askeri bir işgal yapma girişiminiörtecek bir hile olarak algılayan Arnavutlar, olayı protesto etmek için toplandılar297. 7Temmuz’da Üsküp’teki jandarma birliğinin başı olan Galip Bey, Kosova valisi MehmetŞevket Paşa’dan toplantıyı dağıtmasını isteyen bir emirle Firzovik’e geldi. İttihat ve TerakkiCemiyeti’nin Selanik’teki liderleri, kendisi de bir İttihatçı olan Galip Bey’den Firzovik’teki

Arnavutlar’ı, cemiyetin liberal-demokratik bir düzen isteyen bildirgelerini desteklemedikleriiçin ikna etmesini istedi. Galip Bey Firzovik’e gelir gelmez Kosova vilayetinin bir çokkasabasına telgraf ve haberci göndererek gösterinin daha büyük boyutlara taşınmasınısağladı. Çabaları sonuç verince birkaç gün içinde Firzovik’te toplanan silahlı Arnavut sayısı30 bine ulaştı. İttihatçı bir Arnavut olan Mehmet Necip (Draga) da buraya gelerekAbdülhamit rejimini kötülemek ve Arnavutlar’ı da davalarına kazandırmak için elindengeleni yaptı298. Sonunda Firzovik’teki gösteriye ittihatçı damgası vuruldu. 20 Temmuz günüpadişaha 1876 Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe koyması ve meclisi açması yönünde birtelgraf yollandı. Cevap alınamayınca 22 Temmuz’da bir telgraf daha çekilerek halkın teskin295 Kansu, 1995, s: 124296 Kars, 1997, s: 56297 Akşin, 1998, s: 105298 Kansu, 1995, s: 126olmadığı belirtildi. Bu durum, ordudaki isyana halk isyanı boyutları katmasının yanı sıraisyan edenlerin de Abdülhamit’in çok güvendiği Arnavutlar’ın olması bağlamında oldukçaçarpıcıydı299.Abdülhamit tüm çabalarına rağmen Rumeli’deki isyanı bastıramadı. 23 Temmuzgünü Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti meşrutiyeti ilan etti. Kolağası Niyazi Bey,şehrin tüm memur ve asker takımının, ayaklanmayı bastırmak için İzmir’den sevk edilentaburların ve onbinlerce Hıristiyan ve Müslüman halkının oluşturduğu kalabalığa seslenirkenyeni bir anayasal düzen içinde özgürlük ve kardeşliğin hayata geçirilmiş olduğunu müjdeledi.Mollalar dua etti; İttihatçı örgütün temsilcileri ile şehrin Rum Metropoliti konuşmalar yaptıve tören top atışlarıyla sona erdi300. Aynı gün içinde Cemiyet, Rumeli’nin bir çokmerkezinde meşrutiyet ilan etti ve İstanbul’a çekilen bir çok telgrafla padişahın da bunauyması istendi. Durumun böyle olacağını anlayan Abdülhamit 21-22 Temmuz gecesigörevdeki sadrazamı azlederek yerine Avlonyalı Feriz Paşa’yı atadı. Kamil Paşa’yı da Devlet

Bakanlığına atayan Abdülhamit böylece liberal ve İngilizler’e yakın olarak tanınan iki paşayıgöreve getirmiş oldu. Saraya çekilen sayısız telgraf karşısında bürokratlar bir türlü nihaikararı veremeyince, Abdülhamit tüm sorumluluğu üzerine aldı ve 23-24 Temmuz gecesigayet renksiz şekilde, sanki sıradan resmi bir ilan yaparmış gibi Meşrutiyeti ilan ettirdi301.Ilan, üç satırlık Meclis-i Mebusan’ın açılacağını bildiren resmi tebliğ ile yapılmıştı. Başka biraçıklamanın yapılmamış olması ve halkın Balkanlar’da olup biteni tam olarak bilmemesiilanın kuşkuyla karşılanmasına neden oldu. Gazeteci Ahmet Emin Yalman o günü şöyleanlatıyor:299 Akşin, a.g.e.300 Kansu, 1995, s: 132301 Akşin, 1995, s: 106-107“İlk çekingen nümayişler, sokaklardan askeri kıtalar geçerken askerialkışlamak ve ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırmak hududunu geçemedi…Öğle saatine kadar olup bitenler, birbirine çok güveni olanların tebliğin nedemek olduğuna dair kafa kafaya verip yorumlara girişmelerinden ibaretkaldı… Biz gazeteciler ecnebi gazeteleri gördüğümüz için Genç Türkhareketinin yurdun bazı yerlerinde köprü başları kurduğunun ve kazanlarınkaynamaya başladığının farkındaydık. 1906 ve 1907 Erzurum’da kopanisyanlar hakkında Times gazetesinde çıkan bir makale serisini dikkatleokumuş, yazılanları arkadaşlarıma bildirmiştim. Niyazi Bey’in Resne’dekıtasiyle beraber dağa kalktığına dair de Neve Freie Presse gazetesindehaberler geçmişti. Zaten Sabah gazetesinde çalışanlar arasında İttihatTerakki Teşkilatı’nda vazife almış kimseler vardı… bu sebeple işin içindeSaray’ın bir oyunu filanı olmadığını, istibdatın artık aciz hale düştüğünü,silahlı kuvvetler tarafından desteklenen Genç Türk cephesinin durumahakim olduğunu biliyorduk…”302.Anadolu’daki halk, Makedonya’da olan bitenin dışında kaldığı için Meşrutiyet ilanınıen başta kuşkuyla karşılamış olsa da daha sonra olayın mahiyetini anlayarak sokaklaradökülmüş ve istibdat rejiminin sonunun gelmiş olmasını sevinç içinde kutladı. Balkanlar’datüm din ve unsurların kutlamalara birlikte katıldığı görüntülere buralarda da rastladı. Halk,başlarında bazı okullu generallerin önderliğinde Yıldız’a, Babıali’ye ya da başka resmikurumlara giderek içeridekileri pencereye çağırıyor, meşrutiyete bağlılık sözleri vermeye

zorluyordu. 26 Temmuz’da Yıldız’a giden kalabalık 50 bin kişiyi bulurken, yine aynı gün302 Ahmet Emin Yalman’ın “Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 1888-1918” (İstanbul, 1970) adlı kitabındanaktaran, Emiroğlu, K., Anadolu’da Devrim Günleri (II. Meşrutiyet’in İlanı), Ankara, İmge Kitabevi, 1999, s:21Beyazıt’ta 10 bin kişinin katıldığı bir miting düzenlenmişti303. Bu tür gösterilerin önünüalmak amacıyla 27 ve 28 Temmuz’da Abdülhamit’in meşrutiyetçiliğini açıklayan ve devletişlerinin yürütülebilmesi için halkın işine dönmesini isteyen resmi ilanlar çıktı. 28Temmuz’da Şeyhülislam, Abdülhamit adına ittihatçı örgütün temsilcilerini çağırıp, padişahınKanun-i Esasi’yi tamamıyla uygulamaya sokacağına dair yemin ettiğini bildirdi. Bunakarşılık olarak Rıza Tevfik, örgüt adına gösterilere son verildiğini açıkladı. Buna rağmengösteriler devam etti. İttihatçılar, kendi çabalarıyla gerçekleşen meşrutiyet rejimi içinpadişaha teşekkür edilmesinden rahatsız oldular. Edirne’de “Padişahım Çok Yaşa!)yazılarıyla karşılanan 3. Ordu subayları bu yazıları indirtip oradaki askerlere meşrutiyetinnasıl ilan edildiğini anlatmaya kalkışınca, askerlerin buna tepki göstermesi, örgüttekilereAbdülhamit’e karşı davranışlarında dikkatli olmaları gerektiğini hatırlattı304. Bunun yanı sıraRumeli dışında kalan yerlerde kendini meşrutiyeti asıl ilan eden olarak kamuoyunda padişahısunması bir çok kişiyi aldattı305.2.5.3. Devrim Sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Siyasal Yaşam23 Temmuz’u izleyen bir kaç ay içinde tam anlamıyla özgürlük günleri yaşandı.Sansür gevşetildi, Abdülhamit döneminde gizli faaliyet gösteren örgütler yüzeye çıkaraksevinç gösterilerine katıldılar ve özellikle Rumeli eyaleti başta olmak üzere birçok yerde,işçiler grev hareketlerine giriştiler306. Ancak bu durum uzun süremedi. Herşeyden önce,303 Akşin, 1998, s: 116304 Akşin, a.g.e.305 Zurcher, 1994, s: 98306 Meşrutiyet’in ilanından sonra ciddi bir grev dalgası söz konusuydu. Maaş arttırımı talep eden işçi grevlerininsayısı altı ay içinde yüzü geçti.

ittihatçı örgütün idareyi eline alarak yönetimi fiilen kendinin götürmek istememesi oldukçaçarpıcıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti devrimci bir örgüttü ve eylemlerini iktidarı yıkmakgüdüsüyle sürdürmüştü. Ancak çoğunluğu gericilerin oluşturduğu ve asıl ruhunu da bugençlikten alan örgüt, iktidar alaşağı edildiğinde ne yapacağına dair fazla bir hazırlıkyapmışa benzemiyordu. Osmanlı gibi geleneksel toplumda gençlerin başa geçmesiyaırganacağından hareketle kendilerine güvenemediklerinden, meşrutiyet ilanından sonraidareyi ele almadılar. Zaman zaman Talat, Cavit gibi örgüt mensupları bakanlık görevinegelebilmiş olsalar da 1913’e dek sadrazamlardan hiçbiri örgütün üyesi değildi. Ancak başageçen hükümetlere yapacakları yönünde talimat verebildiklerinden dolayı iktidarın dışınaatılmış da değillerdi. İttihatçılar 1913’e dek tam iktidardan farklı olarak bir denetleme iktidarışeklinde yönetimde yer almışlardı307.Meşrutiyet’in ilanını izleyen süreçte devrimi yapanların yeni düzeni nasılbiçimlendirecekleri yönünde kısmen bocalamalarının bir nedeni de, istibdatı yıkmak için biraraya gelmiş güçlerden oluşan Jön Türkler’in kendi içinde de bölünmüşlükleriydi. Sayısızfraksiyon içermesine rağmen Jön Türk hareketindeki bölünmeler iki grupta toplanabilir:Liberaller ve İttihatçılar308. Liberaller, Osmanlı toplumunun üst tabakasına dahil, eğitimli,Batılılaşmış ve genellikle de Fransız kültürüne adapte olmuş kişilerdi. Kendileriyle aynıtoplumsal gruba mensup yüksek bürokratların denetiminde bir anayasal monarşidenyanaydılar. İdeoloji olarak Osmanlıcılığı benimseyen bu kişiler, imparatorluğun tüm etnik vedini cemaatlerinin devlete sadakat ölçeğinde bütünleştirilmesi ve bu haliyle imparatorluğunBatı Avrupa’nın hakimiyetindeki dünya sisteminin içinde yer almasını arzuluyordu.İttihatçılar ise alt-orta sınıf olarak betimlenecek bir toplumsal kesimden geliyorlardı. Sarayve Babıali’nin himaye ilişkileri içinde kendilerinin yükselmesini engelleyen yozlaşmış307 Akşin, 1996, s: 46308 Ahmad,1995, s: 54

düzene karşı oldukça tepkiliydiler. Kendilerinin doğrudan yönetimini tutucu toplumunhoşgörmeyeceğinin farkında olan bu kişiler, ayrıca Avrupa elçilikleriyle uğraşma ibi bir işinde altından kalkamayacaklarının da bilincindeydiler309. İttihatçılar, hakim sosyo-politikdüzenin kendilerinin aleyhine nitelik arzettiğini anlayarak sahnenin gerisinde kalmaya kararverdiler.Meşrutiyet’in ilanından sonra aynı yılın Kasım-Aralık aylarında Meclis-i Mebusan’ıoluşturmak için seçimler düzenlendi. devrimden önce sadece Rumeli vilayetlerinde güçlüyerel örgütlenmeler gerçekleştirebilmiş olan İT, şimdi imparatorluğun geri kalan kısmında daaynı örgütsel gücü kurmaya çalıştı. Genel olarak öğretmen, avukat, doktor gibi profesyonelmeslek gruplarına, Müslüman tüccarlara ve büyük toprak sahiplerine çekici gelen cemiyet,toplumun ilerici liberal-demokratik keismlerine hitap ediyordu310. Ittihatçı komitenintamamına yakın kısmı Müslüman ve büyük ölçüde de Türk olmasına rağmen, azınlıklarındesteğini alabilmek için fazlasıyla çaba gösterdi. Seçimlerde ittihatçılara rakip olacak tekparti, Eylül ayında Prens Sabahattin tarafından kurulan Osmanlı Ahrar Fırkası’ydı. Ancakbunlar ülke çapında ciddi bir örgütlenme kurabilmeyi başaramadı. Seçimler, İttihat veTerakki Partisi’nin tartışmasız zaferiyle sonuçlandı. Ancak meclisteki ittihatçı nüfusu dolaylıolarak kendini hissettirebildi. Bu duruma yol açan en büyük sebep, Rumeli dışında sağlambir örgütlenmesi olmayan Parti’nin imparatorluğun bir çok yerinde seçimlerde yörenin ilerigelenlerine bağımlı kalması ve onların etkisiyle seçilecek adayları belirlemiş olmasıydı.İttihatçılar, meclisteki parti gruplarını çok da benimsemiş değillerdi. Devrim’den sonraİttihatçı hareket, cemiyet ve parti olarak ikili bir yapı gösterdi. Asıl olan cemiyetti; parti,yalnızca mebusan meclisindeki partili millet vekilleriydi. 1912’ye dek bu vekillerin çoğuetiketli ittihatçılar olduğu için cemiyet partiyi kendinden uzak tuttu. Örneğin, cemiyetin genel309 Ahmad, a.g.e.

310 Zurcher, 1994, s: 99kongresine partiden sadece üç kişi katılabiliyordu311. Devrimden sonra bile basına vekamuoyuna kapalı olarak düzenlenen bu kongreler, örgütün gizli kalma ilkesinisürdürdüğünün işaretiydi. Kamuoyunun bu gizliliği tuhaf karşılayacağı düşünülmüş olsagerek ki cemiyet, üyeleri olan Enver ve Niyazi’yi “kahraman-ı hürriyet” olarak halka sunduve heryere kişilerin resimleri asılaraktan cemiyet kendini görünür kıldı312.Seçimlerdeki İttihatçı zaferi sarayın gücünü kırdı, ancak tamamen yok edemedi.Babıali’nin ileri gelen bürokratları bir kez daha bağımsız siyasal güce sahip kişilikler olarakortama hakim oldular. Cemiyet ise sahnenin gerisinde kalarak meclisteki çoğunluğusayesinde hükümeti kontrol etti. Süregiden bu ilişkilere darbe, 1909 yılının Nisan ayındageldi. Türk tarihine “31 Mart Vak’ası” olarak geçen olay, karşı devrim niteliğinitaşımaktaydı. 6 Nisan 1909 gecesi muhalif niteliğiyle öne çıkan Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi’nin suikast sonucu öldürülmesi gündeme bomba gibi düştü. Muhalefet,suikasti İttihatçılar’a mal ederken, cemiyet kendini savunmak için fazla bir çabagöstermeyince cinayet adeta üzerlerinde kaldı313. 13 Nisan 1909’da İstanbul garnizonundakiayaklanmayla huzursuzluk en üst boyuta sürüklendi. Ayaklanmaya softalar olarak bilinen,garnizon saflarına sızmış az sayıda reaksiyoner dinci önderlik ediyordu. Bunlar Müslümandini yasası olan Şeriat’in yerine anayasanın geçirildiğini iddia ederek şeriatın gerigetirilmesini talep ettiler. Dini sembolleri amaçlarına malzeme ederek 1908’deki iktidardeğişikliğine tepki gösteren bu kişiler halktan da destek gördü. Muhalifler İttihatçı komiteyiüretim dışına atmak için o kadar hevesliydiler ki Adana’da bir Ermeni katliamıörgütlemekten dahi çekinmediler. Amaçları bir İngiliz-Fransız donanmasını Hıristiyanlar311 Akşin, 1996, s: 55312 Akşin, a.g.e.313 Akşin, 1996, s: 55lehine müdahaleye kışkırtaraktan İttihatçı komiteyi yıkıma uğratmaktı314. Olayların

başlangıcına tam olarak kimin sebep olduğu üzerine tam bir görüş birliği sağlanamamıştır315,ancak fatura Abdülhamit’e kesildi. Selanik’te kurulan, başında III. Ordu komutanı MahmutŞevket Paşa’nın bulunduğu Hareket Ordusu, İstanbul’u işgal ederek ayaklanmayı bastırdı. 27Nisan günü ise Şeyhülislam’ın verdiği fetvaya dayandırılarak Abdülhamit tahttan indirildi,yerine iktidar için pek hırsı olmayan, uyumlu bir kişilik V. Mehmet tahta geçirildi. 33 yıl gibiuzun bir süre iktidarda kalan Abdülhamit’in saltanatı sona erdirilirken kendisinin İstanbul’daikameti de zararlı görülerek Selanik’e sürüldü. Daha önce Abdülhamit’in zararlı görüpSelanik’e sürdüğü subayların bir gün gelip kendisini aynı sebeple oraya sürmesi tarihin civesiolsa gerek.Anayasal hükümet, Devrim’i izleyen ilk beş yılda siyasal iktidar için verilen süreklibir mücadele içinde iş görmeye çalıştı. Devrim, imparatorluğun siyasi modernleşmesiaçısından dev bir adımdı, ancak onun bütünlüğünü korumasını sağlayacak mekanizmalarüretebilmiş olmaktan uzaktı. İttihatçılar devrime dek azınlıklardan oldukça ilgi gördü;Arnavut, Ermeni ve Yahudiler’in kurduğu muhalif örgütler Jön Türkler’e destek verdiler,ancak Rum asıllı Osmanlı vatandaşları için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir.Osmanlıcılık ideolojisi her biri ekonomik, siyasal ve kültürel yönden birbirleriyle oldukçafarklılaşmış halkları bir hanedana bağlamak için oldukça zayıf kalıyordu. Ne Rumlar ne deErmeniler Osmanlı Devleti’ni kendi çıkarlarının temsilcisi olarak görmedikleri, 1908 sonrada oldukça açıktı. Kapitülasyon ve millet sistemi içindeki geleneksel haklarını savunmak için314 Ahmad, 1995, s: 58315 Sina Akşin, ayaklanmayı kimin çıkarmış olabileceği üzerine üç ihtimali tartışmaya açmıştır. Buna göre,ayaklanmanın sonunda iktidarını perçinlediğine göre İttihatçılar, ortaya çıkan iktidar boşluğundan yararlanmasımünasebetiyle II. Abdülhamit ya da devrimden sonra kurulan düzende aradığını bulamayan Prens Sabahattin buolayın mihrakları olabilirdi. Yazar, ayaklanmanın Prens Sabahattin tarafından çıkarılmış olmasının dahamümkün olduğunu belirtmiştir, bkz. Akşin, 1996, s: 49-50

yeni rejime karşı kararlı mücadelelerinde hiç bir sapma yaşanmadı. İttihatçılar’ın kurmayaçalıştıkları merkeziyetçi devlete açıkça karşı koymaya çalıştılar. Rumlar’ın çoğu kendileriniİstanbul’dan çok Atina’ya bağlı hissederken, Ermeniler’in İstanbul’da ikamet eden bir kısmıİttihatçıları ve yeni rejimi destekledi, ancak genel olarak Ermeni toplumu Osmanlı’daki yenidönüşümlere karşı direndi316. Bunların tersine, Osmanlı Yahudiler’i geleneksel, kapitalizmöncesi sosyo- ekonomik yapının ayrılmaz bir parçası olarak kaldı. Onlar, kapitülasyonrejiminden herhangi bir yarar sağlayamıyorlardı ve bu yüzden de Müslüman kesimlezıtlaşmadan Selanik’ten Bağdat’a kadar tüm Yahudi topluluğu İttihatçılara tam destekvermişlerdir317. Aslında Türkler dışındaki Müslüman halklar da İttihatçılar’ın anladığıanlamda bir Osmanlı ulusu olarak bu bütünün bir parçası olmak istemeyecek denli düşünselbilinçlenmeye ulaşmışlardı. Ne Arnavutlar ne de Araplar geleceklerini Osmanlı çatısı altındaaramadılar. İronik olarak aslında İttihatçılar’ın büyük bir kısmı da Osmanlıcılık ideolojisineimparatorluğun yıkılmasını engelleyici bir işlev görmesi mahiyetinde benimsemişlerdi, içteniçe Türkçülük fikriyatına dahil kişilerdi; ancak bunu açığa vurmaları hiç de uygunolmayacağından Kurtuluş Savaşı’na dek içlerinde gizli tuttular. 1912 yıllarının sonlarındaYunan, Sırp ve Bulgarlar’ın ortak bir girişimi olarak Osmanlı’ya karşı başlatılan BalkanSavaşı devlet için tam bir bozgun oldu. Osmanlı’nın en eski başkentlerinden biri olan Edirnedahi elden çıkarak imparatorluk Asya’ya hapsedildi. İttihatçı hareketi desteklemiş olanArnavutlar’ın da bağımsızlık mücadelesi verip imparatorluktan kopmaları ayrıca kaydadeğerdir. Muzafferler kazanımlarını pay etmekte birbirlerine düşünce bu şehir geri alınmışolsa da yeni rejimin imparatorluğu güçlendiremediği açıkça ortaya çıktı.I. Balkan Savaşı esnasında Edirne’nin kuşatılması üzerine İttihatçılar Babıali’yiyürüyerek buranın genel bir taarruz harekatıyla geri alınmasını talep ettiler. “Babıali Baskını”316 Ahmad, 1980, s: 331317 Ahmad, a.g.e.

olarak bilinen bu eylem, görevdeki sadrazamın zorla istifa ettirilmesiyle sonuçlandı. Edirnegeri alındıktan sonra Babıali Baskını’nın kahramanı Enver haklı konuma geçti ve cemiyetiçindeki konumunu güçlendirdi. Bu olaydan sonra İttihatçılar tam olarak iktidara geçtiler.Ancak kafalarındaki imparatorluğu eski düzenden kurtarıp Avrupa denetiminden bağımsızkılma ideallerini uygulamaya koyacak zemin I.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla oluştu. Buzamana dek siyasal alanda süregelen modernleşme çabaları, 1 Ekim 1914’te İttihatçılar’ın tektaraflı olarak kapitülasyonları kaldırmasıyla ekonomik alana da sıçradı. Kapitülasyonlarınkaldırılması İttihatçıların temel hedefleri olan ulusal ekonomi ve ulusal burjuvazininyaratılması için hareket özgürlüğü sağlandı. Milliyetçi aydınlar ve eylemci bürokratlar,serbest dış ticaretin, iktisadi bağımlılığın ve komprador burjuvazinin doktrini olarakgördükleri liberalizme karşı saldırıya geçerek Listçi bir milli ekonomi politikasınabağlandılar. Bu görüşe göre milli bilincin kazanılmasına ve ekonomik hedefleringerçekleştirilmesine yukarıdan yani devlet tarafından katkıda bulunmak gerekiyordu;bireylerin girişimciliği devletin açmış olduğu yol sayesinde gelişecekti318. Bu çerçevedehareket eden İttihatçı yönetim işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen kanunlar çıkardı; köylülere,toprak beylerinin haklarına tecavüz etmeyecek şekilde toprak dağıtıldı ve kredi verildi; vegenel olarak ülkenin ekonomik gelişimi yönünde önlemler alındı.1908-1922 dönemindeki ekonomik gelişmeleri belirleyen unsurlar, kapitalist birdevletin kurumsallaşması doğrultusundaki yasal düzenlemeler, sanayileşme veşirketleşmenin teşviki, ekonomik bağımsızlık yönünde çabalar ve savaş ekonomisiyöntemlerinin kullanımı şeklindeki politikalardı319. Meşrutiyetin ilanını takiben yoğunlaşangrev hareketlerini dizginlemek için sendikalaşmayı yasaklayarak grev hakkını kısan 1909tarihli“Tatil-i Eşgal Kanunu”, yeni iktidarın işverenlerden yana olacağının işaretiydi.318 Keyder, 1999, s: 89

319 BORATAV, K., Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1988, s: 20“Teşvik-i Sanayi” kanunu da yine bu yönde bir adımdı. Ancak İttihatçılar da öncelleri gibisanayileşememe sorunsalının devletin hükümranlık haklarının ve kapitülasyonlarınengellemelerinden ibaret görmüş, emperyalizmin dayattığı bağımlılık mekanizmalarınınvarlığı yeterince kavrayamamıştır320. Toprak sahiplerinin köylü üzerindeki denetimleriniarttıran yasalar çıkarılması köylülerin devletten yabancılaşmaları sonucunu doğurdu.Verimliliği ve üretimi arttırmak yerine köylünün sömürülmesi, özellikle I. Dünya Savaşıesnasında servet biriktirmenin başlıca kaynağı haline geldi. Savaş döneminde Müslüman işadamlarının kar etmesi için en çabuk ve kolay başarı getirecek olan alan ticaretti. Savaşekonomisi de bu yönde karları mümkün kılarak Müslüman burjuvazinin sermaye birikiminekatkıda bulundu. Savaş sonunda Türk ve yabancı gözlemciler Türkler’in hakimiyetinde birulusal ekonominin oluştuğunu, burjuvazi niteliğinde bir sınıfın da doğduğunu kaydetmeyebaşladılar321.İttihatçılar için I. Dünya Savaşı ekonomik alanda hareket serbestliği sağlarken, siyasalalanda tam bir yıkıma hazırlık oldu. Almanya’yı savaş partneri seçen İttihatçılar onunlabirlikte yenilgiyi kucakladılar. Ermeniler’in savaş sırasındaki sadakatsiz tutumlarını bertarafetmek için girişilen techir uygulaması ve bu sırada ölen bir çok insan İttihatçıların alnına karaleke olarak yapıştı. Savaş sırasında askeri alanda Enver Paşa ve siyasi alanda Talat Paşa’nınçevresinde gelişen İttihatçı diktatörlüğü ülkede büyük yaralar açacak sonuçlar üretti. 1908’dedevleti kurtarmak için ayaklanarak iktidarı alan örgüt, aynı devletin kendi yönetimlerini tamolarak kurdukları anda yıkılışa sürüklenmiş olması fazlasıyla anlamlıydı. İttihatçılarherşeyden önce idealistlerdi. Ancak kibirleri ve uzlaşmaz tavırlarıyla realitelerle başa çıkmakiçin de bir o kadar güçsüzlerdi.320 Boratav, a.g.e.321 Ahmad, 1995, s: 67

BÖLÜM III. 1905 RUS DEVRİMİ İLE 1908 JÖN TÜRK DEVRİMİ’NİNKARŞILAŞTIRMASIRusya ile Osmanlı İmparatorluklarında üç yıl gibi oldukça kısa aralıklı olarakgerçekleşen 1905 ve 1908 devrimleri, burjuva-demokratik nitelikleriyle hakim siyasal yapınındönüşümünde oldukça önemli bir safhaya denk gelirler. Geleneksel yönetim sistemlerinin birçok benzerlikler gösterdiği bu iki imparatorluk, devasa topraklar üzerinde, güçlü merkeziyönetim mekanizmaları kurmuşlardı. Toplumun egemen sınıflarını sürekli denetime tabitutarak merkezi otoriteye rakip güçlerin oluşumunu engelleme çabası her iki imparatorluğunmodernleşme sürecinde derin izler bırakmıştır. Modernleşme ereği çerçevesinde merkeziotoritenin lider rolü oynayacağı ve hakim iktidarın yönetim erkini tekeli altında tutacağı birmodele meyleden her iki devlet, tüm süreci baştan sona denetimleri altında tutmayaçalışmıştır. Böyle bir modelin seçilmesinde, dayandıkları toplumsal sınıfların modernleşmeyisürükleyecek yetenekte olmamasının rolü büyüktür. Ancak bu sınıfların güçsüzlüğünün birnedeni de iktidarın, herhangi bir sınıfın öne çıkarak kendisine rakip bir konuma gelmesiniengelleyici mekanizmalarıdır. Rus ve Osmanlı devletlerinin modernleşme çabaları, yukarıdanaydın bir zümrenin sürüklediği modernleşme hareketi niteliğindedir.Ancak toplumun belli birsosyo-ekonomik gelişmişlik ve siyasal bilinçlenme safhasına gelmesiyle, bu zümreninotoritesine karşı muhalefet hareketleri ortaya çıkmıştır. Modernleşme serüvenine 17.yüzyılda,Osmanlı Devleti’ne göre bir yüzyıl erken başlayan Rus Çarlığı, sosyo-ekonomik bazda çokdaha uzun bir yol katetmişti. Bu yüzden 1905’teki devrimci savaşım, Osmanlı Devleti’ndemeydana gelen 1908 Devrimi’ndekine oranla çok daha ciddi kitlesel boyutlara ulaşmıştı.Kapitalist dünya ekonomisiyle yarı-sömürge koşullarında bütünleşen Osmanlı İmparatorluğu,bu handikapından dolayı sosyo-ekonomik düzeyde büyük ilerlemeler kaydedememiştir.

Kitlelerin geleneksel yaşam biçimlerinin yeterince dönüşemediği bu ülkede, modernleşmeyisağlam ve süreklilik arz eden şekilde yapılandırmak amacıyla yönetici sınıfa mensupaydınlanmış bir grup, II.Abdülhamit’in otokrat yapıya bürünen rejimini yıkmak için devrimcihareketi sürüklemiştir.3.1. Rusya ve Osmanlı İmparatorluklarının Geleneksel YönetimYapılarının KarşılaştırmasıRus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu, her ikisi de Asya ve Avrupa kıtalarının geçişsahaları üzerinde kurulmuş, devasa büyüklükte topraklara hükmeden, çok ulusluimparatorluklardı. Oldukça sert ve elverişsiz iklim şartlarının hüküm sürdüğü ve sıcakdenizlere çıkışı olmayan topraklar üzerinde kurulan Rus Çarlığı’nın bu olumsuzluğu yenmekiçin sürdürdüğü mücadele, ülke tarihinin en öne çıkan olgularından biridir. Büyük Petro’nunsaltanat döneminden itibaren, ticaretin yoğunlaştığı Akdeniz ve Baltık denizlerinde hakimiyetkurma çabası, Rusya için tarihsel bir misyon olmuştur. Bu çerçevede, Osmanlı Devleti’ningücünü kırmak amacıyla 18. ve 19.yüzyılarda sayısız savaş ve çekişmelere yol açarak oldukçaagrasif bir politika güdüldü. Osmanlı İmparatorluğu ise Rusya’nın tersine ılıman ve sıcakiklim kuşağı üzerindeki topraklar üzerinde yayılırken, Karadeniz’de tam bir hakimiyetkurmuş, Akdeniz’de ise Balkanlar ve Kuzey Afrika bölgelerini elinde tutarak büyük birhakimiyet sahasına sahip olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu 14.yüzyıldan başlayarak16.yüzyılın ortalarına dek az çok kesintisiz bir coğrafi genişleme süreci geçirmiş ancaksonrasında sürekli güç kaybederek, 19.yüzyılda özellikle yoğunlaşan, toprak kayıplarınamaruz kalmıştır. Komşu Rusya Devleti ise tam aksine Büyük Petro’nun başa geçmesiyle17.yüzyılın sonlarından itibaren altın çağına girmiş ve genişlemesinin yolundaki en büyükengellerden biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü tehdit eden en önemli dış

mihrak olmuştur. Devasa insan ve doğal kaynaklarıyla Avrupa’yı tehdit eden bu genişlemepotansiyeli karşısında Büyük Devletlerin ittifakı, Osmanlı’nın yaşama sebeplerinden biriolmuştur.Coğrafi olarak birbirlerine yakın konumlanan Osmanlı ve Rus imparatorlukları benzeruygarlıkların nüfuz sahalarında gelişimlerini sürdürmüşler ve kendi sistemlerini oluştururkenbunlardan büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Bizans İmparatorluğu ve uygarlığı hem Ruslar hemde Osmanlılar için büyük bir ilham kaynağı olmuştur. 10.yüzyılda Hristiyanlığın Bizansversiyonu olan Ortodoksluğu kabul ederek bu kültürün nüfuz sahasına giren Ruslar, BatıKatolik dünyasından kısmen izole şekilde kendi yönetim geleneklerini oluşturdular. OrtaçağKatolik dünyasındaki hükümdar-kilise çekişmesini, Rusya’da görülmemesinin başlıcasebeplerinden biri de Ruslar’ın Bizans yönetim geleneklerinden etkilenerek kiliseyi iktidarahizmet eder bir yapıda kurgulamış olmalarıdır. Ruslar böylece bu kurumun iktidar yönündeistemlerinin oluşmasını sağlayacak güce kavuşmasına ket vurmayı başarmışlardır. Osmanlılarise 11.yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan yoğun göçlerle Bizans topraklarına yerleşen Türkaşiretlerinden sadece biriydi. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren sürekli olarak Bizansaleyhine genişlemiş ve 1453 yılında İstanbul’u ele geçirerek bu köklü imparatorluğun sonunugetirmiştir. Özellikle İstanbul’un alınıp, başkent yapılmasından itibaren Osmanlılar, buuygarlığın bir çok öğesini kendi sistemlerine eklemlemişlerdir. İstanbul’da yaşayan genişRum nüfusu, devlet içinde önemli mevkilere gelerek Bizans uygarlığının mirasını yeniiktidara da aktarmışlardır.Bizans’ın yanısıra Orta Asya yönetim geleneklerinin etkileri de hem Rus hem deOsmanlı devlet yapılarının önemli unsurları olarak kendilerini hissettirmişlerdir. KökenleriOrta Asya’ya dayanan Osmanlılar, kendi sistemlerini oluştururken, tarihsel öncüleri olanSelçuklu devletinin yönetim metodlarını büyük ölçüde kopyaladılar. Orta Asyalı göçebe

kavimlerinin fetihçi siyasetini aynen devralarak, askeri unsurun belirleyici olduğu bir siyasalve sosyo-ekonomik yapıyı vücuda getirdiler. Bir fetih makinesi görünümünü arz edenOsmanlı siyasal ve toplumsal sisteminin sade, gösterişsiz ve tamamen işlevsel nitelikli biryapı olarak ortaya çıkmasında Orta Asya geleneklerinin etkisi belirleyici olmuştur. RusDevleti ise 12.yüzyılda yoğunlaşmaya başlayan Batı’yla olan ilişkilerinde, aynı yüzyıldagerçekleşen Moğol-Tatar isyanından dolayı kopma yaşadı. Bu Orta Asya topluluklarınınboyunduruğu altına giren Rus knezleri, 14.yüzyılın ortalarında yeni bir istila dalgası yaşadı.Türk kökenli efsanevi fatih Timurleng’in kuzeyde Rusya’daki Altınordu devletindenAkdeniz’e kadar genişleyen Semerkant merkezli imparatorluğunu kurmak için giriştiği,1360’lardan itibaren tam kırk yıl süren büyük fetih hareketi Ruslar kadar Osmanlılar’ı daderinden etkiledi. Timurleng, Anadolu’da Ankara Savaşı’ndaki zaferinin ertesinde Anadolubirliğini kurmuş olan Osmanlı Devleti’ni bir varolma mücadelesine sürükledi ve o zamanadek istikrarlı süren Osmanlı genişleme sürecini sekteye uğrattı. Ancak Anadolu Beyliklerinetekrar hayat aşılayıp, bölgeyi vergiye bağlamakla yetinildi ve buradaki hakim ilişkilerdekalıcı bir etki bırakılmadı. Bu topraklarda bütünlüğü sağlayacak en etkili mekanizmayıkurabilen Osmanlı devleti, kısa süreli çözülme dönemini atlatarak gelişme çizgisini sürdürdü.Rusya örneğinde ise Timurleng’in bölgedeki hakim Tatar yönetimini Kırım ve KazanHanlıkları olarak ikiye bölmesi, Tatar birliğini çökerterek hakimiyetlerinin zayıflamasına yolaçtı. Bu güç kaybı Ruslar’ın bağımsızlıkları ve kendi devletleri altında bütünleşebilmelerininyolunu açtı. Tatar yönetimi altında diğer knezliklerin önüne geçen Moskova Knezliği,15.yüzyılda fetihçilerin hakimiyetinin son bulmasını takiben, kendi bağımsız yönetimgeleneklerini oluştururken Tatar yönetim metodlarından fazlasıyla etkilendi, hatta bir nevitaklit etti. Rus otokrasisinin güç tekeline dayanan niteliği ve bunu kurmak için terör

yöntemine meyletmesi, büyük ölçüde Tatar mirasının etkisinden ileri gelmekteydi.Osmanlı ve Rus yönetim geleneklerinin analizi doğrultusunda en öne çıkannoktalardan biri “Asyatik Despotizm” kavramının sıkça vurgulanmış olmasıdır. Batı’danbakıldığında hem Rusya hem de Osmanlı İmparatorlukları, hükümdarların kuralsızyönetimleri altında ezilen ve her başkaldırılarının ardından iktidarın demir yumruğuna maruzkalan halkların yaşadığı ülkeler olarak görülmüştür. Ortaçağ Batı Avrupa’sının genelkarakterini veren feodalite sistemi ve akabinde gelişen sınıf-iktidar ilişkileri Rusya veOsmanlı’da oldukça farklı şekilde gelişmiştir. Öncelikle Batı Avrupa’daki hükümdarların,büyük toprakları denetimlerinde tutan aristokrat sınıfla, birbirlerinin hükümranlık ve eylemsahalarını ritüel halinde karşılıklı verilen sözlerle ayırmış oldukları bir iktidar bölüşmesifeodalite sisteminin en öne çıkan unsurlarından biridir. İktidara tekelci bir çerçevedenyaklaşan Rus ve Osmanlı hanedanları, toplumsal sınıfların kendi yönetimleri altındaalternatif güçler olarak sivrilmelerini sistematik şekilde engellemişlerdir. Rusya örneğinebakıldığında aristokrat-serf geleneğine dayanan güçlü bir feodal sistem, hakim toplumsalilişkilerde en öne çıkan unsurdur. 15.yüzyılda güçlenen Moskova Knezliği, Tatarlarınhakimiyet döneminden de fazlasıyla etkilenerek, hükümdarın keyfiyetine dayalı ve devletintoplum üzerinde aşırı denetim uyguladığı bir yönetim yapısı oluşturmuştur. Komşu Rus şehirdevletlerini yutarak genişleyen Knezlik, güçlü bir merkezi sistem yaratma yolunda varolanaristokrat sınıf, bayarların nüfuzunu kırarak toplumsal unsurları devlete hizmet eden birmantık içinde tasnif etmiştir. 15.yüzyılın ikinci yarısında saltanat süren IV. İvan’ın terörhalinde gelişen bayarlara başeğdirme mücadelesinde, devletin topluma bu şekildeyaklaşımını, kazanan taraf olması itibariyle kökleştirmiştir. Rus Çarlığı, yönetimi altındatuttuğu egemen sınıfların zayıflıklarını ve ekonomik girişimlerinde devlete bağımlıkonumlarını kullanarak sistemini inşa etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, Batı Avrupa’yla karşılaştırıldığında oldukça farklı bireksende kendi sistemini kurdu. Bizans toprakları üzerinde genişlerken, buralarda söz konusuolan feodal ilişkilerin gelişimine ket vurulmudu. Osmanlılar başlangıçta tanımak zorundakaldıkları feodal hak ve yükümlülükleri zamanla askeri bir düzen çerçevesinde kendisistemleri ile bütünleştirmeye çalışmışlardır. Bu eğilim, merkezi iktidarın kurulmasında16.yüzyılın sonlarına dek, “miri arazi” rejiminin genişletilmesi ve askeri yükümlülükleriolmayan bir çok mülk ve vakıfların tımar sistemi içine alınmasıyla gerçekleşmiştir322.Kuruluş döneminde özerk Türk beylerinin işbirliğine dayanan toplumsal ve askeri oluşumuntepesinde oturan Osmanlı hanedanı, yönetimde tekelci bir eğilim sergilemekten çok bu özerkaşiretler arasında koordineyi sağlamaya yönelmiştir. Bu haliyle Osmanlı yönetim çemberi birfetih anında, içinde barındırdığı tüm toplumsal unsurları bu yöne seferber eden birmekanizmanın kontrol kulesi işlevini görmekteydi. Ancak en başından beri merkeziyetçieğilimleri devlet, askeri ve idari yapısını sağlamlaştırdıktan sonra bu özerk unsurlar üzerindetam denetim kurmaya yönelmiştir. Bu özerk Türk aristokrat sınıfı, devşirme sınıflarınınyükselişi ile dengelemeye çalışan devlet, varlıklı sınıfların içinde sivrilmeye yüz tutanlarakarşı müsadere silahını kullanmıştır. Merkezkaç güçlerinin oluşumunu engellemek içinkullanılan bir diğer mekanizma, köylüyü geçimlik ölçekte bir toprak parçasında sınırlayarak,toprak devirlerinin sıkı bir denetime tabi kılınması olmuştur. Bu dengeleme siyasetinde birbütün olarak yönetilenler sınıfı, reayayı varlıklı sınıflara karşı korumuştur. Devlet, vergikonusunda sade ve yumuşak bir tavır takınmıştır; taşradaki yöneticilere merkezdengönderilen adaletnamelerle halka iyi davranmaları ve haksız vergilerle ezmemeleri322 Timur, 2000, s: 247istenmiştir323. Oysa, Rusya’da serfler tamamen aristokratların keyfi yönetimine bırakılmış vedevlet bu sınıf için kayda değer bir koruma mekanizması geliştirmemiştir. Osmanlı

Devleti’nin bu oldukça babacan görünen köylüye yaklaşımı ise onu ekonomik krize girdiğidönemlerde bu kesime ağır vergilerle yüklenmekten alıkoymamıştır. 17. ve 18.yüzyıllardafetihlerin durma aşamasına gelmesiyle sürekli kan kaybeden devlet, merkezkaç güçlerintaşradaki yönetim aygıtları üzerinde büyük bir nüfuz sahası kurarak köylüyü olabildiğincesömürmelerini de engelleyememiştir.Osmanlı Devleti’nin düşüşe geçmesiyle eşzamanlı olarak şahlanan Rus Çarlığı, aydınbir despot olan I. Petro’nun saltanat döneminde geniş ölçekli bir modernleşme hareketinegirişti. Hristiyan bir Avrupa halkı olan Ruslar’ın daha önceki tarihsel koşullar dolayısıylaBatı’yle sınırlı olan ilişkilerini, yakınlaşma ve Batı kurumlarını adapte etme boyutuna taşıyanPetro, modern Rus devletinin de temellerini attı. Kapitalizmin merkantalist çağındabünyesinde barındırdığı burjuva sınıfından da destek alarak girişilen bu büyük modernleşmeatağı, Rusya’yı Avrupa’nın büyük devletlerinin arasına taşıdı. Oysa Osmanlı Devleti,Batı’nın etkilerinden olabildiğince izole şekilde varlığını sürdürmeye çalışırken ana gayesi,efsanevi çağına dönmek için klasik dönemdeki kurumlarını tekrar işler hale getirebilmekti.Batı’nın rakip ya da düşman algılandığı ve ulema sınıfının güçlenmesiyle birlikte bir ölçüdedinsel taassubun da yönetim eğilimlerini etkilediği bu ortamda, varolan iktidar ilişkilerindeve kurumlarda herhangi bir açılıma gitmek isteyenler, ulema-yeniçeri ittifakının serttepkilerine maruz kaldı. Oysa, Hristiyan Rus halkının başı olan Petro, sindirilmiş toplumsalunsurları kendi amaçları doğrultusunda istediği gibi kullanabilmiş ve St. Petersburg’labirlikte yeni bir Rusya inşa etmişti.323 Timur, a.g.e.3.2. Rus ve Osmanlı Modernleşmesinin Karakteristik Özellikleri veİtici Güçleri Üzerine Bir DeğerlendirmeBurjuva sınıfının ortaya çıkmasıyla eşzamanlı olarak modern merkezi devletlerAvrupa’da kendini yapılandırmaya başladı. Coğrafi keşifler ve teknolojik ilerlemeler

sayesinde sürekli güçlenen Batılı devletler, ekonomik ilişkiye ya da askeri mücadeleyegirdikleri diğer devletleri de kendi yollarını izleyerek yapılarını dönüştürmeye daha doğrusu,gelenekselle bağları koparıp modernleşmeye yönelttiler. Batı’nın daha gelişmiş toplumsal veekonomik ilişkilerinin baskısı altında kalan Rusya, özellikle askeri alanda ayakta kalabilmekiçin Batı’nın teknolojisini ve kurumlarını adapte etmenin gereğini, Osmanlılara göre biryüzyıl önce anladı. İsveçliler’le savaşımında yeni bir donanma ve ordu geliştirmesi gereğininayırdına varan I. Petro (1682-1725), askeri alanla sınırlı kalmayacak geniş ölçeklimodernleşme projesine girişirken ülke tarihinde tertemiz bir sayfada, yeni bir başlangıç yaptı.Petro’nun reformları, Rusya’nın pencerelerini Batı’ya açarken, bu istikamette birdönüşümünde temelleri atılmış oldu. Yeni rejimin simgesel anıtı olan St. Petersburg şehriülkenin batı ucunda bataklıklar üzerinde on yıl gibi kısa bir sürede inşa edildi ve yirmi yıliçinde Avrupa’nın en gözde metropollerinden biri oldu. Eski başkent Moskova, Rusgeleneğinin simgesi olarak bir tarafa bırakılırken, yeni Batılı Rusya’yı St. Petersburg şehritemsil etti. Petro’nun en büyük çabalarından biri ülkedeki aristokrat sınıfın karşısınaburjuvaziyi çıkararak güçlerini dizginlemesiydi. Devlet kurumlarında aristokratların nüfuzukırılarak mevkiler, soy ya da toplumsal pozisyonlara bırakılmaksızın yetenekli ve eğitimlikişiler arasında dağıtıldı. Burjuvazinin finans desteğiyle yürütülen Petro reformları, bu sınıfınyolunu açmak için oldukça saldırgan bir dış siyaset izledi; açık denizlere ulaşma isteği ileticari burjuvazinin çıkarları arasında dolaysız bir ilişki vardı. Bunun yanı sıra yeni kurduğuordunun ihtiyaçlarını karşılamak için ülkenin imalat sanayisinde büyük ilerlemelerkaydedildi.Petro, Batılılaşma ereği çerçevesinde ülkede taş üstünde taş bırakmazken, aydındespothükümdar geleneğinin en karakteristik örneklerinden biri olarak dünya tarihine

geçmiştir. Reformlarını gerçekleştirmek için barbarca kabul edilecek yollara meyleden Petro,ülkesinin özellikle insan kaynağını muazzam ölçüde sömürmüştür. Rusya’yı Batılılaştırmakiçin Doğulu metodlara başvurarak, otokrat Rus yönetim geleneğinin kurucusu olmuştur.“Otokrasi” terim olarak, 18-19.yüzyıl Rusya’sındaki rejimi tanımlamak için kullanılır. Terimsadece baskıcı, özgürlüklerin yok edildiği, polisiye önlemlerle halkın sindirildiği rejiminitelemek için muhalefet tarafından ortaya atılmış değildi; Rus Çarları “veliko samoderjetz (büyük otokrat )” ünvanını siyasal muhaliflerinin tersine olumlu bir anlamda kullanırdı324.Otokrasi rejimi, 20.yüzyılın totaliter rejimleriyle bir değildir; otokrasi hiçbir zaman totaliteryönetimin kontrol aygıtlarına sahip olamamıştır. Otokrasi, can ve mal güvenliğini hiçe sayanmüsadereci bir rejim de değildir ancak oldukça baskıcıdır. Rejim, eğitimi geliştirir ancakbunun sonucunda ortaya çıkacak genç kuşakların laik bir dünya görüşü benimsemelerini veözgür düşünce sahibi olmalarını istemediğinden, tarih, felsefe ve hukuk gibi düşünselalanlarda sansürlü bir eğitim uygular. Bürokrasi güçlenir ve uzmanlaşır ancak başat güç yinede askeri sınıftır325. Siyasal özgürlükler ve temsili yönetim mekanizmaları bu rejimdeişlemez.Rus ve Osmanlı modernleşmelerinde en öne çıkan olgu, defansif bir nitelikarzetmeleridir. Avrupa’nın modernleşmesi kendi bünyesinde ortaya çıkan gelişmelerinürünüydü; herhangi bir adaptasyon ya da dış tehditlere karşı bir önlemler bütünü değildi.Ancak diğerleri modernleşmeyi bir zayıflık hissiyatıyla kucaklamışlar ve bu yüzden de birçok yapısal sorunla karşılaşmışlardır. Batı’nın yanıbaşında Hıristiyan bir ülke olması sıfatıylaerken bir dönemde bu sürece kendini dahil eden Rusya, gelişmiş askeri gücüyle Osmanlı’yakarşı tehdit oluşturarak onun da bu yola sürüklenmesinde en etkili sebeplerden birini teşkil324 Ortaylı, 1999, s: 40325 Ortaylı, a.g.e.etmiştir. Petro’nun kapitalizmin merkantalist döneminde modernleşme sürecini başlatmış

olması, Rusya için oldukça büyük bir ilerleme şansı yaratmıştır. Oysa Osmanlıİmparatorluğu’nda sistematik modernleşme hareketinin başlaması, kapitalizmin sanayileşmeaşamasına geldiği 19.yüzyıla denk düşer ki bu çok büyük bir handikapı da beraberindegetirmiştir. 18.yüzyıl boyunca Osmanlılar, klasik Osmanlı kurumlarının Batılı olanlardanüstün olduğu inancını taşıdıklarından dolayı tüm reformist çabalar eskiyi diriltmekdoğrultusunda ele alınmıştır. Batı’dan kendini izole eden Osmanlı Devleti, bu kültürle fazlabir ilişki kurma gayretine girmedi. 17. ve 18.yüzyıllarda Batılı devletler karşısında katastrofikyenilgilere maruz kalındığında ise sadece bunların askeri teknolojilerini ithal etmeçabalarıyla yetinildi. Bu çerçevede davet edilen Batılı teknik uzmanlar, devlet servisiyle ilişkiiçindeki gayri-müslimlerle birlikte, Avrupa’da olup bitenler hakkında bilgi alınan ilk elkaynaklar işlevini gördüler. Osmanlı İmparatorluğu, askeri gereksinimlerinden dolayı Avrupadünyasına, düşünce ve edebiyattan daha önce teknik anlamda yaklaşmak zorunda kaldı.18.yüzyılda Osmanlılar Rusya’da olup biteni hayranlıkla ya da ciddiye olarak izlememişlerdi.Büyük Petro döneminde Rusya’ya elçi giden Mehmet Ağa, Çar’ın yaptığı geçit törenini“Çar’ın maskaralıkları” olarak nitelendirmiştir326. Oysa II. Katerina döneminde Rusya’yagiden Mustafa Rasih Paşa, burada olup bitenler hakkında daha etraflı ve takdir eder bir kanıedinmiştir. Sefaretnamesinde, Rusya örneğinde olduğu gibi Batı’ya yönelmenin gerekliolduğunu ve onun kullandığı çeşitli yöntemlerin Osmanlı ülkesinde de tatbik edilmesininyararlı olacağını belirtmiştir327.Osmanlı Devleti, Batılılaşmaya başından beri işlevsel bir bakışla yaklaştı. OsmanlıBatılılaşması, bu uygarlığa duyulan bir hayranlıktan değil, imparatorluğu yıkımdan326 ORTAYLI, İ., “Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde “Batılılaşma” maddesi,İstanbul, İletişim Yayınları, s: 137327 Rasih Paşa’nın Sefaretnamesinden bu yönünde fikirlerinden yapılan alıntılar için Bkz. Hanioğlu, a.g.e., s: 11kurtarmak için zorunlu olduğu düşüncesiyle başlatılmış bir süreçti. 19.yüzyılın başı itibariyle

Osmanlı yönetimi istikrarlı bir yapı göstermekten oldukça uzaktı; merkezi yönetim, yeniçerive ulemaların hükümdarların eylemlerinde kendi çıkarları doğrultusunda aşırı belirleyiciolduğu bir hava içinde ağır aksak iş görüyordu. Taşra düzeyinde ise yeniçeri ve ulemalara birde yarı feodal nitelikli bir sınıf olan ayanlar eklenerek tam bir idari yozlaşmayı vücudagetirmişlerdi. Merkezden uzak eyaletlerdeki ayanlaşma süreci, artık merkezi hükümeti açıkçatehdit eder boyutlara gelmiş olduğu bu aşamada ciddi yapısal reform girişimleri ülkeninbütünlüğü açısından kaçınılmaz bir zorunluluk arz ediyordu. Bunun yanı sıra birde Sırp veYunanlar gibi ortaçağda kendi ulusal devletleri olan azınlıkların, Fransız Devrimi’nin deetkisiyle isyanlara kalkışması ve Avrupa devletlerinin de desteğiyle başarılı olmaları, devletadamlarının durumun ciddiyetini görebilmelerini sağladı. Bir çok yönden I. Petroylakarşılaştırılan II. Mahmut bu ortamda radikal bir eyleme imza attı: 17.yüzyılın ortalarındanitibaren adeta devlet içinde devlet olan Yeniçeri Ocağı’nı tasfiye etme girişiminde III.Selim’in açtığı yolu takip ederek, ulemayla birlikte gericiliğin kaynağı olan bu kurumukaldırdı. Bir yüzyıl önce I. Petro da eski Rusya’nın isyankar Kapıkulu askerleri olanStrelitzler’i Kremlin meydanında yokettirmişti328. II. Mahmut da Petro gibi kanlı şekildeYeniçeri ocağını kaldırmış ve yerine de modern bir ordu kurmuştur. Bunun yanı sıra,iktidarının başında ayanlar tarafından kendisine onların bölgelerindeki hükümranlık haklarınıtanımak zorunda bırakıldığı belgenin de öfkesiyle, iktidardaki gücünü sağlamlaştırdığı gibibu sınıfın üzerine yürümüş ve tüm otoritelerini kırmıştır. Yönetim mekanizması içindeistikrarlı bir bütünlük sağlamak amacıyla merkez-kaç güçlere yöneltilen bu şiddet, Mısırvalisi Mehmet Ali Paşa örneğinde ise başarıya ulaşamamıştır. Ancak II. Mahmut buamacında o kadar kararlıydı ki en amansız düşmanı olan Rusya’nın yardımını da bu uğurdakabul etmiş ve ona Akdeniz’e inmesini sağlayacak ödünler vermiştir. Durumdan hoşnut

328 Ortaylı, 1999, s: 38olmayan Batılı devletler araya girerek Rusya’yı bu uluslararası önem arz eden durumundışında bırakmışlardı. Siyasal kaygılarının ekonomik olanların daima önüne geçtiği Osmanlıyönetimi ise aldığı yardım karşısında İngiltere’ye ülkesini yarı-sömürgeye dönüştüreceğiticaret ayrıcalıklarını bahşetmiştir.II. Mahmut döneminde yapılan idari reform hareketleri ve Batı’da daimi elçiliklerinaçılması, Osmanlı’nın siyasal ve toplumsal dönüşümüne önderlik edecek aydın bir bürokratkadronun da güçlenip işbaşına gelmesinin yolunu açmıştır. Yeni bürokrasi ve ideolojisiOsmanlı Devleti’nin 19.yüzyılda geçirmiş olduğu evrimde tartışmasız öneme sahip,belirleyici unsurlardan biri olmuştur. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından önce kularistokrasisi olarak tanımlanabilecek asker tabanlı bürokratlar, padişahın iradesi karşısındaboynu kıldan ince ve tüm kariyerini ona borçlu olan devşirmelerden oluşmaktaydı. Yenibürokrasiyi ise askerler değil, çoğnluğu diplomatik bir kariyere sahip kişiler oluşturuyordu.Gücünü eğitimlerinden ve başarılı kariyerlerinden alan bu kişiler aydınlanmış-despot birbürokrasiyi hayata geçirdiler. Kırk yılı aşkın sürecek Babıali diktatörlüğünü kuracaksözkonus bürokratlar, 1876’da tahta çıkan II. Abdülhamit dönemine dek padişahları geriplana iterek iktidar üzerinde tam bir tekel kurmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman saltanatınınsona erdiği 17.yüzyıl ortalarından beri padişahı gölgede bırakarak iktidarı yönlendiren birçok sadrazam olmuştur. Hatta “Köprülüler Devri” olarak bilinen dönemde aynı aileden gelendört sadrazam peşpeşe iktidara gelebilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ve II. Mahmutdevirleri arasında geçen bir buçuk yılı aşkın sürede IV. Murat dışında tam iktidar kurmuş birpadişaha rastlanmamıştır. Oysa, Rus tarihinde böyle bir bürokrat saltanatı dönemi yokgibidir. Özellikle I. Petro’yu takip eden hükümdarların tamamı yönetime kişisel damgasınıvurmuşlardır; modern Rus tarihinde bürokratların öne çıktığı tek dönem II. Nikola saltanatı

esnasında ülkeyi ekonomik bakımdan kalkındırma projesini aktif olarak yürürlüğe sokanWitte’nin maliye bakanlığı ve başbakanlık yaptığı 1880’lerin sonundan 1906’ya kadaruzanan süredir. Ancak bu dönemde Witte’nin liberal politikaları, gerici ve despot kişilikliiçişleri bakanı Pobyodonotsev tarafından eleştiriye maruz kalmış ve kısmen engellenmeyeçalışılmıştır. Witte, iktidarın yönelimlerini belirlemekten çok uygulamaya koyduğupolitikaların ülkenin sosyo-ekonomik yapısının dönüşümünde derin etkiler yaptığı için öneçıkmış bir kişiliktir.Osmanlı’nın Tanzimat döneminde girişmiş olduğu bütüncül bir karakter gösterenreformlar dönemi, Rusya’da I. Petro’nun bu yöndeki eylemlerine benzerlik gösteren asıldönem olmuştur. Ancak Tanzimat bürokrasisi bu geniş ölçekli Batılı reformlara başlarken,yapılan yeniliklere ne denli inandığı da tartışmaya açıktır. Ahmet Cevdet Paşa ve LütfiEfendi gibi dönemin tarihçileri, reformları Mehmet Ali Paşa isyanı karşısında Batı’nınyardımını alabilmek için bir manevra olarak yorumlamışlar ve ulemanın da durumu buşekilde gördüğü için muhalefet etmediğini belirtmişlerdir329. Tanzimat bürokratları, Batıkurumlarını ve teknolojisini adapte etmeye dayalı reformları uygulamaya koyarken, beşerifaktörü gözden kaçırmış oldukları şüphesizdir. Ulusal burjuvazisi olmayan ve bu sınıfınetkinliklerini komprador nitelikli gayri-müslim tüccar grupların sürdürdüğü ortamda modernkurumların bekçisi ya da dayanağının kimin olacağı sorunuyla fazla ilgilenilmedi.Toplumdan kopuk bir şekilde bürokratik elitlerin tek başlarına sürdürdüğü ve BüyükDevletlerin sürekli müdahaleleriyle karmaşıklaşan bu modernleşme süreci, Rusya’dakiörnekten oldukça farklılaşır. I. Petro’nun reformları ülkede zaten var olan burjuva sınıfınadayandırılmıştır; ancak burada sorun, aristokrasinin toplumdaki hakim pozisyonununkırılmadan, feodal nitelikli kurumların yanına burjuva nitelikli olanların eklenmesiydi.

19.yüzyılın ikinci yarısına dek bu durum değişmedi. Devlet burjuvazinin yolunu açmayaçalışırken doğal partneri olan aristokrasiyi de bir kenara atamadı. Bu durumun ne denli329 TİMUR, T., Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde “Batılılaşma” Maddesi,İstanbul, İletişim Yayınları, s: 140ülkenin zararına olduğu, Kırım Savaşı’nda uğranan yenilgiyle anlaşıldı. Savaş, Rusya’nınzayıflığını gözler önüne sererken, yeni hükümdar II. Aleksandr uzun zamandır gündemdeolan ancak toplumsal yapıda çok büyük kargaşa yaratacağı korkusuyla sürekli ertelenenserfliğin kaldırılması kararını sonunda verdi. Geçmişten kesin bir kopuşa karşılık gelen 1861tarihli serfliğin kaldırılması kanunu, ülkenin kapitalistleşme yönünde seyredecek gelişmesüreci için atılmış kesin bir adımdır. Ancak Rus Devleti bu kanunla dahi aristokrat sınıfıezdirmemiş ve faturayı köylüye çıkarmıştır. Serfliğin kaldırılması, sanayi burjuvazisineverilen ilk ödün oldu. Osmanlı’daki Tanzimat ile Rusya’daki serfliğin kaldırılması gibi ikibüyük reform girişiminde ortak olan nokta, askeri bir başarısızlığın ardından sistemde radikaldönüşümlerin yapılması yönünde ortaya çıkan ihtiyaca cevap vermiş olmalarıdır. Her ikidurumda da reformlar, baştan sona yönetici elitlerin liderliği altında hayata geçirilmiştir.Sistemdeki Batılı yöndeki bu açılımlar, gelenekselle çatışmadan yanlarına yeni tarzdakurumların getirilmesi şeklinde biçimlenmiştir.Hem Rus hem de Osmanlı modernleşmesinde öne çıkan bir diğer nokta, yöneticisınıfın kendi konumunu ya da gücünü kaybetmeyeceği tarzda modellerle meyledilmesiydi.Rus Çarlığı başından beri hanedanın gücüne rakip olacağı düşüncesi etrafında aristokratkesimin gücünü burjuvaziye verilen ödünlerle dengelerken, burjuva sınıfını da girişimlerindedevlete bağımlı kılarak üzerinde aşırı kontrol kurmuştur. Devletin sağladığı kalın gümrükduvarlarının içinde rekabetten uzak şekilde serpilen burjuva sınıfı, tüm girişimlerindedevletin öncülük etmesine ihtiyaç duymuştur. Batı’daki burjuvazi de erken dönemlerinde

böyle bir devlet korumacılığından yararlanmış olsa da süreç içinde kendini devletten ayırıponu çıkarları doğrultusunda dönüştürmüştür. Rısya’da ise ticari burjuvazi bir yana ardılı olansınai burjuvazi devletle daha da bağımlı ilişkiler kurmuş ve 1905’teki devrim günlerine dekiktidar karşıtı bir tavır sergilememiştir. Rusya’da bir diğer öne çıkan durum, otokrasininköylüye karşı takındığı aşırı olumsuz tavırdır. Bu kesimin ürettiği artı-değeri aşırı vergiyüküyle tamamen kendine çeken devlet aristokrat ve burjuvaziyle ortak ittifakıyla taşradatam bir sömürü sistemi kurmuştur. Osmanlı modernleşmesinin toplumsal gruplarla ilişkisitamamen farklı bir boyutta gerçekleşmiştir. Rusya’da olduğu gibi devletin tanıdığı aristokratbir sınıfın bulunmadığı ülkede fiiliyatta yarı-feodal bir nitelik gösteren ayan sınıfının19.yüzyılın başında iyice sivrilmesi, merkezi yönetimi oldukça rahatsız etmiştir. II. Mahmutdöneminde ayanların aleyhine olacak siyasetler güdülmesi, bu sınıfın siyasal ve ekonomikgücünü büyük ölçüde yok etmiştir. Bu yüzyılda yapılan reformların bir diğer özelliği deküçük köylülüğün tabanının desteklenmiş olmasıdır. Bu yüzden Rusya’da olduğu gibi tarımdışına atılan emek olgusu ve akabinde gelişen proleter sınıfı Osmanlı’da önemli bir boyutaulaşmamıştır. Tanzimat bürokrasisi, milli bir burjuvazi yaratma konusunda önemli bir çabagöstermemiştir. Kapitülasyon rejiminin uzantısı olan komprador gayri-müslim burjuvazinindevletin aleyhine geliştirdiği ekonomik ilişkiler ise engellenememiştir. Batılı devletlerinkoruyucu şemsiyesi altındaki bu sınıf, mensubu oldukları milletlerin ulusçuluk davalarındabaşı çekmiş ve imparatorluğun çözülmesi yönünde büyük bir tehlike yaratmışlardır. RusDevleti, kalın gümrük duvarlarıyla burjuvazisini koruyup gelişimine yardımcı olurken, içpazarına dahi sahip çıkamayan Osmanlı Devleti kendisiyle kader birliği yapacak böyle birsınıfa sahip olamamıştır. Rusya’da burjuvazinin zayıflığı ve devlete bağımlılığı, Osmanlı’daise böyle bir sınıfın olmaması reform sürecini tamamen bürokrat takımının kararlarıyla

yönlendirmesinde etkili bir neden olmuştur. Ancak bu yukarıdan empoze edilenmodernleşme sürecinde, liderlik zorunluluktan ileri gelmedi. Örneğin, Tanzimat dönemireformcuları, model olarak Fransa’yı seçerken bu ne Fransız Devrimi’ne ne de monarşiyeolan sempati ya da hayranlıkla ilgili bir karar olmayıp, Fransa’nın merkeziyetçiliğininOsmanlı reformcularına uygun görünmesiyle ilgiliydi330.Rusya’da ise daha da güçlü olandevlet, seçimini daima aşırı merkeziyetçilikten ve egemen toplumsal sınıfların330 Ortaylı, 1999, s: 140bürokratikleştirilmesinden yana kullanmıştır.Osmanlı ve Rus reformcuları arasında farklılık yaratan bir diğer unsur iseOsmanlı’dakilerin kitlelerden böyle bir talep gelmemesine rağmen onlara modern vatandaşlıkhaklarını bahşederken, Rus otokratlarının reformcu bürokratlardan gelen bu yöndeki önerilerisürekli gözardı etmesidir. Tanzimat Fermanı’yla devlet tebaasına can ve mal güvenliğigarantisi ile farklı dinlere mensup vatandaşları arasında ayırım gözetmeyeceği sözünüverirken, kitlelerden bu yönde bir talep gelmemişti. Avrupa’daki kitleler bu haklarını almakiçin yüzyıllar süren mücadeleler verirken, Osmanlı yönetimi bunları bir çırpıda halkınabahşetmiştir. Hatta bu halka, 1876 yılında denetleme sahası oldukça sınırlı olsa da birparlemento dahi verilmişti. Bu reformların arkasında kitlelerin bulunmaması yüzünden debahşedilen parlemento ve anayasa II. Abdülhamit tarafından kitlesel bir tepkiye maruzkalmadan bir çırpıda geri alınmıştı. Oysa Rus Çarları, serflik gibi çağdışı bir kurumukaldırmak için uzun süre ayak diremişlerdi. 1861’de serflik kaldırılırken temel dürtü kitleselhuzursuzluğu gidermek değil bu kurumun kapitalist gelişimin önünde tabu olarakdurmasından dolayı, engeli bertaraf etmekti. Bunun yanı sıra Rus toplumunda 19.yüzyıldanberi anayasa ve parlamentoyu isteyen aydın kesimler vardı ve hatta 1825 yılında otokrasiyihedef alan bir ayaklanma dahi gerçekleşmişti. Ancak Rus Çarları, sürekli olarak toplumunçoğulcu bir yönetim için henüz yeterli gelişmişlik düzeyine gelmediğini öne sürerek bu talebi

geçiştirmişlerdir. Osmanlılar Batı’ya olumlu bir imaj vermek için bu kitlelere bir çok hakbahşederken, bu yönde fazla bir kaygısı olmayan ve mutlakçılıklarıyla, bir anlamda da butekelci yönetimi sürdürecek güce sahip olmalarıyla daima övünen Rus Çarları aslahükümranlık haklarından ödün vermeye yanaşmamışlardır.Fransız Devrimi’nin etkileri çok-uluslu imparatorluklarda genel anlamda yıkıcı birtehdit oluşturmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, adından da anlaşılacağı üzere herhangi birulusa dayanmamıştır. Kurucuları itibariyle Türk unsura dayanan Osmanlı hanedanı, ırksalunsuru geri planda tutarak hanefi-Müslüman yönünü öne çıkarmıştır. II. Mehmet dönemindetemelleri atılan millet sistemi çerçevesinde tüm teba, tabi oldukları dinler çerçevesindetanımlanarak tasnif edilmiştir. Hıristiyanlar söz konusu olduğunda her ayrı mezhep için ayrıbir kilise ve bu bağlamda ayrı milletler şeklinde kurumsal düzenlemeler yapılırken,Müslümanların mezhepsel ayrışmalarında sünnilik ortodoks bir konumda yeralmış veözellikle de şiilikle açıkça mücadele edilmiştir. Fransız Devrimi’nin getirdiği ulusçulukakımı karşısında millet sistemi fazlasıyla ilkel kalmış ve özellikle de Balkan bölgesindekiHıristiyanlar için devlete bağlılık yönünde herhangi bir cezbedici durum yaratamamıştır.Tanzimat Fermanı’yla gönüllü olarak, Islahat Fermanı’yle ise Batı’nın dayatmaları sonucu bugayri-müslim tebaalarla Müslümanlar arasındaki eşitsiz ilişkilerin giderilmesine çalışılmıştır.Tanzimat döneminin arkasında yatan ideoloji olan “Osmanlıcılık”, herbiri farklı gündemleresahip halkları hiçbir şekilde devlete bağlayamadı. Oysa Çarlık başından beri Rus unsurunadayanmaktaydı. Yayıldığı alanda Ruslar haricinde bir çok Slav halklarını, önemli birmiktarda Yahudi nüfusu ve Müslüman halkları barındırmasına rağmen, Ortodoks ve Rustabanına dayanmıştır. Habsburg ve Osmanlı imparatorlukları aksine Çarlık, varlığını tehditeder boyutta milliyetçilik hareketlerine maruz kalmadı. Bu yönde en sorun çıkaran milletler

ise kendi ulusal devlet geleneğine sahip olup sonradan Rus boyunduruğuna giren Polonya veFinlandiya halklarıydı. Ancak bunlar Osmanlı’daki Balkan ulusları gibi o zaman içindavalarını sahiplenecek büyük bir devlet bulamamışlardır. Çarların, azınlık milliyetlerine vedinlerine mensup halklara ayrımcılık uygulamaları daima geçerli bir durum olmuştur.Özellikle III. Aleksandr döneminde Ortodoks itikatının ve Rus milletinin üstünlüğü eşibenzeri görülmedik bir biçimde öne çıkarılmıştır. Alman idealist felsefesinin etkisiyle aydınbir kitle arasında “slavofil” olarak adlandırılan ırkçı bir akım da vücuda gelmiştir. Farklıdinlere ve milliyetlere karşı yürütülen baskıcı ve ayırımcı tutumlar, özellikle sınırbölgelerinde oldukça şiddetlenmiştir. Polonya’daki Katolikler, Baltık eyaletlerindekiLutherciler ve Transkafkasya’daki Müslümanlar oldukça baskıcı bir yönetime maruzkalmıştı. Ancak bu hoşgörüsüzlükten en fazla nasibini alanlar Yahudiler olmuştu. Yaşam vehareket alanları aşırı şekilde kısıtlanan Yahudiler özellikle 1880’lerde kitleler halindeülkeden göç etmek durumunda bırakılmıştı. Rus Çarlarının azınlık millyetçiliğine karşıtakındığı sert tavır, kendi eviyle de sınırlı kalmamış, özellikle Habsburg monarşisininbütünlüğünü korumak için büyük çaba sarf edilmiştir. 1848 Devrimler’i esnasında ciddişekilde parçalanma tehlikesiyle yüz yüze gelen Habsburglar’ın yardımına koşan Rusya,Osmanlı’ya karşı ise tam aksi bir tutum sergilemiştir. Çarlar, burada yaşayan Slav halklarınhamisi konumuyla bunların tüm milliyetçi savaşımlarını desteklemiş ve hatta bir bakımakışkırtmıştır. Sonuç olarak Rus ve Osmanlı monarşileri varlıklarını tehdit eden FransızDevrimi’nin yıkıcı etkilerini bertaraf etmek için azınlıklar konusunda farklı siyasetlerizlemişlerdir. Osmanlılar milliyetçiliğin Müslüman olanlara göre oldukça erken filizlendiğigayri-müslim tebaayı iktidarın asıl tabanı olan Müslümanlarla eşit kılma yönünde uzlaşmacıbir tutum sergilemiş ancak bu hareketler isyan boyutuna geldiğinde demir yumruğunu

göstermiştir. Büyük Devletleri arkasına almayı başaran Balkanlı uluslar isyan hareketlerinibağımsızlıkla taçlandırmayı başarmışlardı. Rusya ise tam tersi bir tutum takınarak Ortodoksya da Rus olmayan halklara karşı tam bir baskı ve sindirme politikası izlemiş, özellikle deSlavlar üzerinde Ruslaştırma politikası gütmüştür.Rus ve Osmanlı modernleşmeleri, halktan kopuk yönetici bir elit tarafındanyürütülmüş olması çok büyük bir handikapı da beraberinde getirmiştir; sürecinsürdürülmesinin hükümdarların kişiliğine oldukça bağımlı olması otokrat eğilimli birhükümdar başa geçtiğinde tüm yönetme erkini elinde toplayarak modernleşme çabalarınıdurma noktasına getirmesi gibi bir tehlike yaratmıştır. Örneğin 1825 yılında başa geçen I.Nikola, despot-polis devleti şeklinde bir düzen kurarak, Batılılaşma ereğine sırtını dönen ilkRus Çarı olmuştur. Otuz yılı aşkın saltanat dönemi boyunca reformlar hanesi bomboşkalmışdır. Tahtta kalmanın ve otokrat devleti korumanın tek yolunun toplumsal güçlerisindirmek olduğu görüşünden hareketle tam bir baskı rejimi kuran Çar, Batılı fikirlerinülkeye girmesini önlemek için eşi benzeri görülmemiş bir sansür uygulamasına gitti. I.Nikola saltanatı, Rusya’nın modernleşme sürecinde kopuşun yaşandığı ilk dönem olmuştur.Nikola’yı takiben iktidara gelen II. Aleksandr ise sistemde radikal dönüşümler yapmakistediğinden dolayı ilk olarak Nikola döneminin bürokratlarını tasfiye ederek işe başladı.Ülke tarihinin en köklü reformlarının başında gelen serfliği kaldırma kanununu imzalayanÇar, ortaya çıkan yeni durumun gereklerini karşılamak için özellikle yerel idare başında birdizi yeni açılımları gerçekleştirdi. Reformlarını yanlış ve yetersiz bulan çevrelerin hışmınauğrayan II. Aleksandr 1881 yılında suikaste kurban gidince yerine III. Aleksandr geçti. YeniÇar, kendini otokrat rejimin muhafazasına adayarak karşı-reformcu nitelikte bir siyasetizledi. Dönemin reformcu bürokratları, Çar’ın sağ kolu olan Pobyedonotsev’in gericizihniyeti yüzünden gözden düştüler. Saltanatının başından itibaren anayasal yönetim

yönündeki talepleri geri çeviren III. Aleksandr, Rusya’nın ulusal karakterine uygun birsiyasal evrim düşüncesi çerçevesinde hem içeride hem dışarıda Ortodoks-milliyetçi temalarınaşırı vurgulandığı bir siyaset izledi. Ancak saltanatının son dönemlerinde maliye bakanlığınagetirilen Witte, milliyetçi bir ekonomi siyasetinin izlenmesi gerektiği yönündeki tavrısayesinde, geniş ölçekli sanayileşme planını devreye sokabileceği bir ortam bulabildi.1894’te ölen III. Aleksandr’ın yerine geçen II. Nikola ise babasının akıl hocasıPodyedonotsev tarafından eğitilmişti. Siyasal sistemde otokrat tabanı zedeleyecek herhangibir açılım yapmanın şiddetle karşısında duran II. Nikola, ekonomik alanda ise bakanıWitte’ye Rus sanayisinin geliştirilmesi için tam destek verdi. 1880’lerin sonundan itibarenhızlı sanayileşme sürecinin toplumsal yapıda ortaya çıkardığı yeni ilişkileri görmezden gelenÇar, Rus sosyo-ekonomik yapısının otokrat yönetim sistemiyle uzlaşamayacak denli gelişmişolduğunu anlamamakta direndi. Sayısı her geçen gün katlanarak büyüyen proleter sınıfıiçlerine gönderdiği işbirlikçilerle, iktidarla uzlaştırabileceğini düşünen Podyedonotsev’idesteklemesi, kendi sonun getirecek gelişmelere zemin hazırladı. 1905 Şubat’ında Çar’danmerhamet dilemek için kışlık saraya yürüyen içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu işçikitlesine ateş açılması sonucunda katledilen yüzlerce insan, hem Nikola’nın hem de genelolarak Çarlık kurumunun Rus halkı üzerindeki yüce imgesini yerle bir etti. Moral temellerihalkın gözünde hiçe inen çarlık rejimi, aynı yıl meydana gelen Ekim Genel Grevi’ne dekhükümranlık haklarından geri adım atmadı. Tüm Ruslar’ın toplu olarak greve girmesikarşısında eli kolu bağlı kalan II. Nikola, Duma’yı çağırarak yarı-meşruti bir rejimi kabuletmek zorunda kaldı. Ancak Fransa’dan bulduğu finans desteğiyle kendini güçlü hissedenÇar, zaten danışma organı olmaktan ileri gidemeyen Duma’nın özgür çalışmasına da müsadeetmeyerek, bu kurumun içini boşaltarak kendi yönetiminin basit bir aygıtı durumuna getirdi.

1905’te olanlar Çarlık rejiminin ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne sermişti, ancakNikola rejim yönünde herhangi bir açılıma geçit vermedi. I. Dünya Savaşı’nda uğranılanhezimet ise Nikola’yla birlikte Çarlığın da sonunu getirecek tarihsel koşulları hazırladı.Osmanlı Devleti’ne bakıldığında ise 19.yüzyılın ilk padişahı olan III. Selim’den,1876’da başa geçen II. Abdülhamit’e dek modernleşme süreci padişahların muhalefetinemaruz kalmadan yol aldı. III. Selim’i tahtından eden yeniçeri-ulema ittifakını, yeniçeriocağını kaldırarak ve ulema sınıfını az çok uysallaştırarak bertaraf eden II. Mahmut, hemkendi reformist çabaları hem de kendinden sonra gelecek kuşak için yolu temizlemiş oldu.Aydın-despot hükümdar tipinin Osmanlı padişahları içindeki en öne çıkan temsilcisi olan II.Mahmut, iktidarı boyunca devletin tarihinde eşi benzeri görülmemiş şekilde geniş tabanlı birmodernleşme çabasına girişmiştir. II. Mahmut’un ilerici siyaseti, Osmanlı tarihinde enbütüncül ve koordineli modernleşme girişimi olarak kabul edilen Tanzimat reformlarınazemin hazırlamıştır. Onun saltanatının sonlarında Batı’da görevli bulunan elçiler, krallarınotoriteyi temsilciler meclisiyle paylaşmadıkları ülkelerde dahi ulusal bir devlet kurmakisteyen hükümdarların tebaanın mülkiyet haklarını garanti altına almasının zorunluluğunu veeğitimi halka yaymanın getireceği faydaları idrak etmişlerdi. Milli devletlerin kurulmasına veorta sınıfların güç kazanmasına yol açacak olan bu politika aynı zamanda feodal imtiyazlarıtemizlemeyi amaçlıyordu. Zamanın Avrupa’sında bu öğeleri barındıran politikaya“kameralizm” adı veriliyordu331. Bu politikanın Osmanlı gibi dağınık bir ülkeyibirleştirebileceğini düşünen devlet adamları, bu çerçevede Tanzimat Fermanı’nı yayınlayarak1839-1876 yılları arasını kapsayan Tanzimat Dönemi’ni açtılar. Bu dönemin en öne çıkanolgusu Babıali, yani bürokratların devletin tepesinde tüm kararları alarak sürece yönvermeleriydi. I. Abdülmecit ve II. Abdülaziz iktidar hırsları olmayan uzlaşmacı padişahlardı.Bu kişiliklerinden dolayı da bürokratlar hükümdarlarla çatışmak durumunda kalmadı. Hatta

çok müsrif olduğu için devletin mali iflasınas sebep olduğu gerekçesiyle Abdülaziz’i tahttanindiren de Babıali bürokratlarıydı. Dönemin bürokratlarından Mithat Paşa, sarayın israflarınakısıtlama getirebilir düşüncesiyle meşrutiyetin ilan edilip bir meclisin kurulması fikrini öneattı. Abdülaziz’in yerine padişah yapılan V. Murat’ın akli dengesi bozulunca, şehzadeAbdülhamit’e meşrutiyeti ilan etmesi koşuluyla padişahlık makamına getirilebileceğişeklinde bir pazarlığa girişilmiştir. Tahta geçtiği gibi sözünü tutan II. Abdülhamit meşrutiyetiilan etti ve böylece Osmanlı’nın ilk anayasası 1876 yılında kabul edildikten sonra, ilk meclis20 Mart 1877’de toplandı. Gerekli gördüğünde meclisi dağıtabilme yetkisini elindebulundurmasına ve oluşan meclisin danışma organı olmaktan öte kendisine karşı herhangi biryaptırımı olmamasına rağmen II. Abdülhamit olan bitenden hiç memnun kalmadı. İlk meclisidağıtan padişah, yeni oluşturulan meclisi Ruslarla olan savaşı bahane ederek tatil etti ve1908’deki ayaklanmaya dek bir daha göreve çağırmadı. II. Abdülhamit, bu tavrıyla19.yüzyılın başından beri kesintisiz süren siyasal modernleşme hareketini sekteye uğrattı.331 MARDİN, Ş., Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde “Batılılaşma” Maddesi, İstanbul,İletişim Yayınları, s: 246İktidar erkini kendi tekeline alan padişah, Babıali diktatörlüğüne son vererek yerine kendipolis devletini kurdu. Kendisine dek 19.yüzyıl boyunca sürdürülen laik siyasal geleneği yerlebir ederek, eylemlerinde İslam’ı öne sürerek meşruiyet aradı. Halife olma statüsünükullanarak yarı ilahi, otokrat bir imaja bürünerek ülkeye Batılı fikirlerin girmesiniengellemek için aşırı bir sansür uyguladı. Gizli polis teşkilatı sayesinde halkı sindirenAbdülhamit, bir çok yönelimiyle despot Rus Çar’ı __________I. Nikola’nın saltanat dönemine oldukçabenzer nitelikte bir yönetim kurdu. Her iki imparator da paramiliter örgütleriyle halkagözdağı vererek, iktidara muhalefeti adeta terör estirerek kırmışlardır. Uyguladıkları katı

sansürle ülkeye Batılı düşüncelerin girmesini engelleyerek modernleşme sürecini tersiistikamete yöneltmeye çalıştılar. I. Nikola, Ortodoksluk ve Rusluğa vurgu yaparken,Abdülhamit İslam’ı öne çıkarmıştır. Dönemin Rusya’sının panislavist yayılma politikasına,panislamizmle yanıt veren Abdülhamit, dönemin trendinin ulusçuluk yönünde gittiğini gözardı etmişti. Abdülhamit’in polis devletinde tutunamayan muhalifler ya sürgün ya da kendiçabalarıyla yurtdışında ve imparatorluğun merkezden uzak yerlerinde yuvalanarak, bu rejimisona erdirecek örgütsel çalışmalara giriştiler. 1908 Devrimi’yle Abdülhamit’in bir çırpıdageri aldığı anayasa ve parlamentoyu bu kez zor kullanarak iade etmesini sağladılar. Böyleceyukarıdan aşağıya bahşedilen meşrutiyet rejimi, aşağıdan yukarıya devrimci bir hareketlegeri alınmış ve halka maledilerek temelli yerine oturtulmuştu.19.yüzyıl Rus ve Osmanlı yönetici katmanları, ülkelerini Batılı-gelişmiş ülkelerdüzeyine çıkarmak için bir çok reforma girmiş olsalar da kendilerinin tartışmasız liderkonumunu hiçbir şekilde tehlikeye atmayacak modellere yönelmişlerdir. Toplumdaki egemensınıflara yaklaşımları da hep onları iktidarın denetimine tabi kılmak yolunda olmuştur.Azgelişmişlik sorunsalı ile boğuşurken Batı kurumlarını işlevsel yaklaşımla adapte etmeyeçalışan Rus ve Osmanlı reformcuları, modernleşmenin bütüncül bir olgu olduğu unsurunubilinçli ya da bilinçsiz olarak göz ardı etmişler ve bu yüzden kitleler liberal-demokrattaleplerle üzerlerine geldiğinde eli kolu bağlı kalmışlardır.3.3. 19.Yüzyılda Rus ve Osmanlı İmparatorluklarının Sosyo-Ekonomik Yapılarının Dönüşüm Süreçlerinin Karşılaştırması16.yüzyılda Batı Avrupa’da temelleri atılan kapitalist sistem, yerini alacağıfeodaliteye göre çok önemli bir farklılığı içinde barındırır; kapitalizm doğası gereği bir dünyapazarının oluşmasını öngörür ve pazar yayıldıkça ulaştığı her yerde yerel ilişkileri kökündesöküp atarken, kendi çıkarı doğrultusunda yenilerini kurar. Durağan, içine kapalı, yerelnitelikli feodalizmin aksine bir dünya sistemi olan kapitalizm, doğuşundan itibaren motorgücü burjuva sınıfının enerjisiyle tüm yerel üretim ve bölüşüm ilişkilerini yerle bir etmiştir.

Batılılaşma ve modernleşme kavramları temelde aynı şeye karşılık gelir; kapitalistleşme vetoplumsalın tüm alanlarının bu sistemin işlemesini sağlayacak şekilde dönüşmesi. Kapitalizmyapısında ihtiva ettiği yıkıcı enerjiyle ayak bastığı her yerde geleneksel sistemleri çökerterek,tüm dünyayı bir nevi kargaşaya sürüklemiştir. Marks, kapitalizmin motor gücü burjuvazininenerjisini Komünist Manifesto’da şöyle betimlemiştir:“Burjuvazi, ancak yüz yılı bulan egemenliği sırasında, daha öncekikuşakların tümünün yaratmış olduklarından daha kütlesel ve çok dahadevasa üretici güçler yarattı. Doğa güçlerine egemen olunması, makinalar,kimyanın sanayi ve tarımda uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları,elektrik, telgraf, koskoca kıtaların tarıma açılması, nehirlerin su yollarıhaline getirilmesi, yerden bitercesine nüfus çoğalması – toplumsal emeğinbağrında böylesine üretici güçlerin yatmakta olduğunu daha önceki hangiyüzyıl sezebilmişti?332”19.yüzyılın başında İngiltere’de meydana gelen Sanayi Devrimi ile kapitalist sistemin332 MARKS, K. & ENGELS, F., Komünist Parti Manifestosu, Ankara, Sol Yayınları, 1998 ,s:43-44kendi iç dönüşümü yeni boyutlar alırken, sistemin dünyaya ihraç edilmesi de aciliyet arz etti.Ticari burjuvazi, meta dolaşımının hacmini arttırarak sermaye birikimini hızlandırırken,özellikle tarımsal sahada üretkenliği arttıracak yeni ilişkileri açığa çıkartmıştı. Kapitalizminsanayileştiği safhada ise piyasaya dolan ucuz mamül ürünler, geleneksel zanaat sektörleriniyerle bir etmiştir. Tarımda makinalaşma çok büyük bir insan kitlesini emek fazlası olarakkırsal alanın dışına atarken, şehirlerdeki fabrikalarda iş tutan bu emekçiler, burjuvaziden deyeni bir sınıf olan proleteryayı tarih sahnesine çıkardılar. Proleteryanın düşük ücretler veakabinde düşük hayat standartlarına maruz bırakılması şehirlerde büyük bir stres birikiminide beraberinde getirdi. 19.yüzyılda ortaya çıkan bir diğer olgu da kapitalizmin sanayileşmesafhasına gelmesiyle birlikte dünyada ayak basılmadık yer bırakmayan yeni emperyalizmdalgasıydı. 1871 yılından itibaren olabildiğince fazla sayıda koloniye sahip olmak, devletlerarasında en belirgin prestij unsuru olmuştur.Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu’nda geç ve ağır ilerleyen kapitalistleşme

süreci, azgelişmişlik sorunsalını da beraberinde getirerek bu toplumların 19.yüzyıldageçirdiği sosyo-ekonomik evriminde en belirleyici öğelerden biri oldu. Güçlü merkeziyönetim geleneği olan Rus ve Osmanlı imparatorluklarında, sömürgeciliğe özgü olandoğrudan doğruya yabancı yönetiminden doğan sorunlarla karşılaşmadılar. Rusya,Avrupa’nın gelişkin ekonomik ve siyasal ilişkilerinin baskısı altında kalması çerçevesindedevletin lider role soyunduğu bir kapitalistleşme sürecine kapıları araladı. Avrupa’nıngelişkin sosyo-ekonomik ilişkilerinin etkisi- herşeyden önce askeri teknoloji şeklinde kendiniaçığa çıkardı. Daha iyi askeri donanıma sahip Batılı ordular karşısında durabilmek için RusDevleti tahakküm altında tuttuğu toplumsal güçleri re-organizasyona tabi tuttu. Rus ülkesininkapitalistleşmesinde en öne çıkan sorunsallardan biri feodal ilişkilerin Avrupa ölçeğindedeğerlendirildiğinde oldukça yavaş tasfiye süreci izleyerek 20.yüzyılın başlarına dek kendinitoplumsal düzeyde hissettirebilmiş olmasıdır. Rusya’nın kapitalistleşmesinin önünde duranduran en büyük tabu olan serflik kurumunun kaldırılması, 1861 gibi oldukça geç bir tarihtegerçekleştirilebilmiştir. 1860 yılı verilerine göre toprak sahiplerinin topraklarında çalışanköylü kitlesi 11 907 000, devlet topraklarında 10 347 000’i bulurken bağımsız köylü sayısı870 000 gibi oldukça düşük bir sayıda kalmıştır333 Ancak 1861’de II. Aleksandr, serfliğikaldırırken, amacı aciz durumdaki köylü kitlelerini memnun etmek değildi. KırımSavaşı’ndaki hezimet Rusya ile Batılı devletler arasındaki gelişmişlik uçurumunu gözlerönüne sererken, dönemin devlet adamları artık kapitalist gelişimin önündeki engellerin cesurşekilde bir bir ortadan kaldırılmasının zorunlu olduğunu kavramışlardı. Büyük bir emekordusu toprağa çivili kaldığı sürece Rus sanayileşmesinin muhtaç olduğu emekçileribulmanın imkansız olduğundan hareketle kaldırılan serflik kurumu, devletin sanayiburjuvazisine verdiği ilk ödündür. Ancak kanunun dolaysız muhatabı olan köylüler,

yüzyıllardır devletin takındığı zalim ve sömürücü tavırla bir kez daha yüz yüze geldiler;devlet, özgürlükleri için köylülerin çok büyük mali faturalar ödemek zorunda kalacağı birplanı yürürlüğe koydu. Bunun sonucunda yüzyılın geri kalan kısmı, sadece bu kesimin dahada fakirleşeceği ve 1880’lerden sonra akın akın şehirlere göç edeceği bir toplumsalmaznaraya şahitlik etti.Rus kapitalistleşmesini iç çelişkilere ve çıkmazlara sürükleyen en önemli unsurlardanbiri devletin doğal partneri kabul ettiği aristokrat sınıfın tarihin zorunlu kıldığı tasfiyesürecini harekete geçirmek için bir ölçüde ayak diremesiydi. Batı Avrupa’da feodal sınıfınyararlandığı hareket özgürlüğüne ya da devlete yaptırımlar getirdiği güce hiçbir zamanulaşamayan Rus aristokrasisi, özellikle IV. İvan’ın saltanat sürdüğü 15.yüzyılda devletehizmet eder nitelikte bir hareket alanı içinde sınırlandırılıp, muhalefet yetileri oldukçazayıflatılmıştı. 16.yüzyıldan itibaren Batı’yla gelişmeye başlayan ticari ilişkiler içindeRusya’nın Avrupa’nın tahıl ambarı durumuna gelmesiyle, tarımsal üretimde ticarileşme333 1860 yılı tarımda mülkiyet ilişkilerini gösterir istatistik için, Bkz, Troçki, 2000, s: 34boyutu da öne çıkmaya başlamıştı. 19.yüzyılın başına gelindiğinde ise artık kendi içindebirlik göstermekten uzak olan toprak sahibi sınıf, serfliğin kaldırılmasını destekleyen ve karşıduran hizipleşmelere meyletti. Genel olarak hakim toplumsal ilişkilerde bir kaosa yolaçmaktan çekinen ve bu yüzden de uzun süredir gündemde olmasına rağmen bir türlü serfliğikaldıracak kanunu çıkarmayan devlet, iktidarının temel müşterisi olan aristokratlara fazlazarar vermeyeceğine hükmettiği bir toprak reformu modelini benimsedi. Ancak, yeniekonomik süreçler, iktidarın hesaplarının aksine aristokratların kader bağı kurduklarıotokrasiyle birlikte tasfiyesini getirecek gelişmeleri beraberinde getirdi.19.yüzyılın ortasında Rus taşrasında devrim yapan serfliğin kaldırılması kanunu, Rusgeleneksel komün örgütlenmesi olan “mir”i taşradaki denetim organı olma işlevi

doğrultusunda yeniden tanımlayarak, faaliyet alanını genişletti. Belirli bir tarım sahasındayerleşik köylülerin ortak mülkiyetine dayanan bu örgütlenme tarzında, toprak köylü ailelerarasında periyodik olarak taksim edilmekteydi. Mülkiyet hakkından öte işletim hakkınadayanan bu toprak rejimi, köy hanelerinin ekonomik eylemlerini sürdükleri toprağınbölünmesi ya da devrini yasaklayan sıkı denetim mekanizmaları içermekteydi. Serflikkanunu çerçevesinde ağır bir ödeme yükü altına giren eski serfler, sadece mirin ortakmülkiyetinde bir paya erişmiş oldular. Toprağın kullanım şekli ve devrinde tam bir denetimesahip olan mir, köylünün özgür hareket kabiliyetini oldukça sınırladı. Serflik kanununda öneçıkan unsurlardan biri devletin köylüyü birey olarak değil grup olarak tanıyor olmasıydı;mirin sorumluluk ve nüfuz alanının bu denli genişletilmesi de bu anlayışın bir sonucuolmuştur. Bu tarz bir mülkiyet ilişkisi, Rus kırsalının en büyük sorunsallarından biri olandüşük üretkenliği daha da derinleştirdi. Tarımdaki üretkenlik nüfus artışını dengeleyemediğibu koşullarda bir de ağır vergiler devreye girince kırsal alanda büyük krizler başgösterdi. Rustoplumsal tarihinin evriminde büyük bir yeri olan kıtlıklar, 19.yüzyılın ikinci yarısında dakendini göstererek kırsalda önemli stres birikimine neden oldular.Dünya kapitalist sistemine kapitülasyon rejiminin ortaya çıkardığı aleyhte ilişkilerzinciri yüzünden, ülkenin yarı sömürge durumuna düşürüleceği bir mekanizma çerçevesindeeklemlenen Osmanlı İmparatorluğu, sosyo-ekonomik evriminde bu unsurun yarattığıolumsuz etkilere had safhada maruz kaldı. Kapitalist sistemin ortaya çıkmasının etkilerini ilksafhada ekonominin parasallaşması çerçevesinde hissedildi. Osmanlı klasik ekonomik düzeniile dönemin Avrupa feodalitesi arasındaki keskin farklar, Osmanlı’nın kapitalistleşmesürecinde bir çok kendine has öğeyi beraberinde getirmiştir. Avrupa’daki aristokrat-serfkurumlarına dayalı feodal sistemin Bizans İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Balkanlar ve

Anadolu’da yaygınlaşıp güçlenmeye başladığı tarihsel safhada, Osmanlı fetihleri bu yöndegelişime ket vuran bir nitelik arz etmiştir. Ancak Doğu ve Güneydoğu Avrupa’dakifeodalleşme süreci Batı’da olandan daha farklı bir biçimde gerçekleşmiştir. Bu durumunsebebi söz konusu bölgelerde aşiret yapılarının çözülmesi sonucu ortaya çıkan komünalilişkilerin çok daha yaygın ve sürekli oluşlarıdır334. Bunun yanı sıra bu yapılar üzerine inşaedilen devlet sistemlerinin istikrarlı bir anti-feodal mücadeleye girişmeleri buralardaki sosyoekonomiksüreçleri Batı’dakilerden farklı istikametlere sürüklemiştir. Klasik Osmanlıkurumsal yapısı, merkeze belirli vergi ödeyen görece bağımsız köylü kitlesine dayanır.Reaya olarak tabir edilen köylü toplulukları tamamen bağımsız olmayıp, kendilerinibulundukları toprakta bağlı kılan bir çok sınırlayıcı kanun ve mekanizmaya tabiydiler.Devletin köylüler arasında yaptığı ayrımcılık temel olarak din temelliydi; Müslümanolmayanlar, diğerlerine göre iki kat fazla vergi vermeye mecbur edilmişlerdi. Osmanlıİmparatorluğu’nda pratik ya da kurumsal ölçekte serflik rejimi oluşmamıştır. Ancak reayadanfarklı olarak tamamen ayrı bir hukuki statüye tabi tutulan ortakçı veya kesimci kullar bir çoknoktalarda Batı Avrupa ülkelerindeki serflilerle kıyaslanabilecek durumdaydılar. Bunlarıntamamen azat edilmedikçe reaya arasına karışmamaları için bazı önlemler alınmıştır. Diğer334 Timur, 2000, s: 188çiftçilerden özenle ayrı tutulan ortakçı kulların durumunun fazlasıyla serflere benzemesi,reaya sınıfının serflerle aynı haklara ve koşullara sahip köylülerden oluşan bir yarı-köle sınıfolarak kabul edilmesini imkansız kılar335. Osmanlı klasik sisteminde öne çıkan bir diğernitelik de toprağın 60 ile 150 dönüm arası bir genişlikte tutulduğu çift-hane sistemiçerçevesinde, toprak devrinin de sıkı bir denetime tabi kılınmasıyla büyük toprak sahibisınıfların ortaya çıkmasının engellenmeye çalışılmasıydı. Osmanlı devleti merkezi gücünüarttırdığı dönemde, kuruluş döneminde işbirliği yaptığı köklü Türk beylerinin nüfuzu kırmış

ve bu sınıfı devşirme aristokrasisi ile dengelemeye çalışmıştır. Bu çerçevede devletin aşırıdenetimiyle bu özerk Türk beylerinin bürokratize edilmesi süreci gelişmiştir. Aslında buyönde bir süreç, Rusya’daki Çarlık yönetimi tarafından da sürüklenmiştir; merkezi hükümet,Osmanlı aksine hükümranlık haklarını tanıdığı aristokrat sınıfı, ekonomik olarak devletebağımlı kılarak bürokratize etmeye çalışmıştır. Petro döneminde ticari kapitalizmingelişmesiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkan modern anlamda bürokrasi, aristokrat sınıfınaleyhine nüfuz sahasını genişletmiştir336.Osmanlı’nın sınıfları katı bir denetime tabi tutuğu, durağan ve kendine yeterli olmaunsurlarına dayalı klasik sistemi, herşeyden önce güçlü bir merkezi otoritenin varlığınıgerektirmekteydi. 16.yüzyılın ortalarından itibaren merkezi otoritenin bütüncül bir karaktergöstermekten uzaklaşmaya başlaması, taşradaki merkez-kaç güçlere hareket sahası yarattı.Taşradaki nüfuzlu aileler ve yerel yöneticiler, toplanan vergi üzeirndeki denetim güçlerisayesinde büyük bir ekonomik nüfuz elde ederek, buralarda feodal nitelikli bir toplumsalgelişim sürecinin doğmasını sağladılar. Batı Avrupa’daki aristokrat sınıftan oldukça farklınitelikli bir toplumsal sınıf olan ayanlar, ekonomik güçlerini ortakçı köylülere ektirdikleri335 BARKAN, Ö.L., Türkiye’de “Servaj” Var Mıydı?, Türkiye’de Toprak Meselesi (Toplu Eserler I),İstanbul, Gözlem Yayınları, 1980, s: 723336 Liebman, 1968, s: 13toprak mülkiyetlerinden ve vergi toplanması esnasındaki denetleyici konumlarındanalıyorlardı. 18.yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’yla yoğunlaşan ticari ilişkilerden, ayansınıfı büyük karlar elde etti. 19.yüzyılın başlarında güçlerinin zirvesine ulaşan ayanlar, II.Mahmut’a taşrada gelişen ilişkilerin merkez tarafından da tanınmasının yazılı belgesi olan1807 tarihli Sened-i İttifak’ı imzalattılar. Kanunen tüm iktidarın tek sahibi olan padişahınyerel güç odaklarının bölgelerindeki daha önce illegal şekilde eyleme geçirilen otoritelerinitanıması imparatorluk tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir durumdu. II. Mahmut, ayanların

bu denli sivrilip devlet içinde devlet yaratır durumuna gelmelerini hazmedemedi ve bu sınıfınsiyasal ve ekonomik hareket alanlarını sınırlayan mekanizmalarla nüfuzlarını kırdı. OsmanlıDevleti, Müslüman tebaanın başı çekeceği Junker tipi bir kapitalist çiftlikleşme süreciniMakyavelist yöntemlerle durdurmuştur337. 19.yüzyılın başı itibariyle Osmanlı taşrası, öncekidevirlerden süre gelen geçimlik yapısını genel ölçekte kırabilmiş olmaktan uzaktı.Osmanlı ve Rus köylü kitlelerinin yaşam koşulları arasında bir karşılaştırmayapıldığında bir çok farklılık öne çıkar. Öncelikle serflik kurumunun oluşmadığı Osmanlı’daözellikle klasik dönemde tüm kurumsal yapısıyla bağımsız köylü statüsünü desteklemiştir.Merkezin kontrol yetisinin zayıflamasıyla ortaya çıkan feodal nitelikli ilişkiler de bu yapıyıçökertemedi. Tarımsal artı-değer her ne kadar yerel idareci ve organların ellerindeyoğunlaşmaya başlasa da sömürü oranının artmasına rağmen bağımsız köylülüğün kendineyeter üretim kalıpları kırılmadı. Avrupa’daki ticari kapitalizmin gelişmesi çerçevesindeRusya kıtanın tahıl ambarı durumuna gelirken plantasyon benzeri tarımsal üretim ilişkileri deözellikle ülkenin güneyindeki verimli topraklarda yaygınlaştı. Serflerin köleliğine dayananbu üretim yapısı Osmanlı’da geniş ölçekli geçerliliği bulunan bir olgu değildir. Miri ya damevcut arazinin, tarımın ticarileşmesi sonucu plantasyon benzeri çiftliklere dönüşmesi süreci337 TİMUR, T., Tanzimatçı “Merkeziyetçilik”ten “Jakoben” Cumhuriyete, Sürüden Ayrılanlar (Siyasal İktidarAydın Tarih ve Özgürlük), Ankara, İmge Kitabevi, 2000, s: 99ve akabinde gelişen köylülerin toprağa giderek yabancılaşması ve üreticilerin topraksahiplerince daha fazla sömürüye maruz bırakılması, yalnızca dış etkiye açık, şehirleşmişbölgelerde yaşanan gelişmelerdi338. Rusya’ya oranlandığında tarımda ticari üretiminyaygınlaşması oldukça sınırlı kalmıştır. Emeğin toprağa oranla kıt olduğu Osmanlı ülkesinde,Rus taşrasında ortaya çıkan mülksüzleşme olgusu kendini ciddi şekilde hissettirmemiştir.Mülksüzleşme ya da sistemi kaosa sürükleyecek denli kıtlıkların yaşanmadığı Osmanlı

ülkesinde, köylünün proleterleşmesi ya da tarım dışına itilen emek fazlalığı koşullarıoluşmamıştır. Rusya’da serflerin özgürlüğü kanunu hazırlanırken proleterleşme koşullarınınoluşmaması için dikkatli davranılmaya çalışılmıştır. Komün ve komünal mülkiyetingenişletilmesi ve korunması çabalarının altında yatan amaç köylülerin proleterleşmesininönüne geçilerek, Batı Avrupa’daki devrimci ayaklanmaların Rusya’da ortaya çıkmasına ketvurmaktı339. Ancak süreç bu yönde ilerlemedi ve sürekli düşen yaşam standartları köylüleriaçlıkla yüz yüze bıraktığı noktada şehirlere akın başladı.Osmanlı ve Rus imparatorluklarının 19.yüzyıldaki tarihsel evriminde kapitalist dünyasistemine eklemlenme şekilleri en belirleyici unsur olmuştur. Rusya, kapitalist sisteminAvrupa’da ortaya çıkmasından itibaren gelişen ilişkilere hemen hemen eş zamanlı olarakkendini adapte etmiş olsa da kapitalist gelişmişlik düzeyi olarak Avrupa’nın oldukçagerisinde kaldı. Özellikle IV. İvan’ın saltanat döneminden başlayarak Rus tüccarları tam birsınıfsal karakter göstererek devletin özellikle dış politikasının oluşturulmasında büyük rolleroynadılar. Büyük Petro döneminde ise tüm agresif dış politika burjuvazinin çıkarlarıçerçevesinde ele alınmıştı. Rus burjuvazisi doğuşundan beri devletin korumacı şemsiyesialtında dış rekabetten görece uzak bir ortamda gelişimini sürdürdü. Rus hükümetinin sıkıgümrük politikası Avrupa mallarına giriş yolunu neredeyse tamamen kapatıyordu. Rusya’da338 İnalcık, 1998, s: 24339 Zakharova, 1995, s: 13ürünlerinin fiyatını düşürebilme olanağının ellerinden alındığı bu koşullarda yabancı sermayebu devasa doğu pazarına finans çerçevesinde giriş yaptı. Rus finans pazarının her canlanışıdaima dışarıdan yeni borçların alınması sayesindeydi340. Osmanlı örneğine bakıldığında isedevletin kendi iç pazarını yabancılara bahşedilen kapitülasyonlar yüzünden kontroledemediği görülmekteydi. Kapitülasyon rejimi, yabancı tüccarlara verilen ayrıcalıklardan

dolayı milli burjuvazinin yaratılma ve desteklenme koşullarının oluşmasını zora soktu.Rusya’nın tersine iç pazarı yabancı denetiminden kurtarabilme mekanizmalarını üretemeyenOsmanlı Devleti, ülkedeki gayri-müslim unsurların kapitülasyon rejiminden yararlanmayabaşlamalarıyla birlikte ekonomik alanda ciddi bir sorunla yüz yüze kaldı. Gayri-müslimlerinoluşturduğu işbirlikçi burjuvazinin yabancı tüccarların tüm ayrıcalıklarından yararlanabiliyorolması, ülkede oluşacak Müslüman unsurların başı çekeceği milli burjuvazinin oluşacağıkoşulların ortaya çıkma sürecine ket vurdu.Avrupa sermayesi, Rus duvarını para şeklinde, Osmanlı duvarını ise tek tarafın lehineişleyen ticari anlaşmalar çerçevesinde geçerek her iki ülkenin kapitalistleşme sürecinde farklıetkilenimlere yol açmışlardır. Avrupa’dan sosyo-ekonomik ve teknik geriliğin bilincine varanRus Devleti’nin kapitalistleşme sürecine kendi rızasıyla oldukça erken dönemlerde başlamışolması, Rus feodal ilişkilerinin de eş zamanlı olarak çözülmesinin gerçekleşmemesiyüzünden ülkenin sosyo-ekonomik yapısında dualite görünümünü arz eden koşulları daberaberinde getirdi. Rus hükümeti kapitalistleşmeyi tutarlı bir politika izleyereksürükleyememesi özellikle 19.yüzyılda ülkenin sosyo-ekonomik ilişkilerini kaosa sürükledi.1861 tarihli serfliği kaldırılma kanunu Rusya’nın sanayi kapitalizmini etkin biçimdeyapılandırması için çok büyük bir aşama oldu ancak 1880’lerin ikinci yarısına dek Çarlığıntutarlı ve aktif bir sanayileşme politikası izlememesi ülkenin bu yöndeki gelişmesiniyavaşlattı. Osmanlı Devleti ise Rusya gibi milli bir burjuvazi yaratamamıştı. Ticaretin340 Troçki, 2000, s: 27yoğunlaştığı Balkanlar bölgesinde gelişen burjuva sınıfı Osmanlı tahakkümünü çıkarlarınaters görerek buralardaki ulusçu hareketlere tam destek vererek imparatorluğun çözülmesürecini derinleştirmişlerdir. Rusya gibi Batı’yı tehdit eden bir askeri gücü olmayan OsmanlıDevleti, çözülmeyi durdurmak için Batı’dan aldığı desteği oldukça ağır ekonomik diyetler

ödeyerek temin edebilmiştir. 19.yüzyılın sonlarında Rusya, Batılı devletlerin yön verdikleriemperyalizm yarışına katılacak güçte kendini hissetmiş ve Ortadoğu ve Uzakdoğu’da izlediğiaktif emperyalist eylemleri özellikle İngilizler’i oldukça rahatsız etmiştir.Dünya kapitalist düzeniyle farklı şekillerde bütünleşen Rus ve Osmanlıimparatorluklarının sınai gelişmişlik düzeyleri arasında adeta uçurum vardı. Rusya, Batı’nınteknolojik gelişmelerini özellikle askerlik alanında olanlar başta olmak üzere dikkatle takipetti. Fiili bir üretici fonksiyon geliştiremeyen Rus şehirleri askeri ve idari merkezler olaraköne çıkmışlardı. Rus sanayileşmesi Napolyon Savaşları esnasında ortaya çıkan ülkenin tecritdurumu dolayısıyla iç pazarın ihityaçlarını karşılamak için oluşturuldu. Ancak ciddi birsanayi atılımının yapılması, 1880’lerin ortaları gibi Batı Avrupa’yla kıyaslandığında oldukçageç bir tarihi buldu. Ünlü Alman ekonomisti List’in milli ekonominin öncelliğininvurguladığı tezinden etkilenen dönemin maliye bakanı Witte, Rusya’nın uluslararasıetkinliğinin artmasıyla ülkenin ekonomik gelişmişliği arasında dolaysız ilişki bulunduğugörüşünden hareketle geniş ölçekli bir sanayileşme projesinin hayata geçirilmesinde büyükrol oynadı. Listçi ekonomi anlayışı özellikle İttihatçılar’ın iktidara tam olarak yerleştikleri1912 yılından beri temel esin kaynakları olması bakımından Osmanlı İmparatorluğu için deyol gösterici olacaktır. Almanya’daki anti-liberal, himayeye dayalı Listçi ekonomipolitikasının Rusya ve Osmanlı gibi totaliter siyasal sistemlerle yönetilen ülkelere cazipgelmesi oldukça doğaldır. Witte, Rusya’nın ucuz tarım ürünleri ihraç ederek dışarıdan sınaimetalar alan konumunun Batı’yla ekonomik ilişkilerinde metropol bir ülke olma aşamasınagelmesinin yolunun hızlı bir sanayileşmeden geçtiği sonucuna varmıştır. Witte’ninsanayileşme projesinde yabancı sermayenin ülke içine akışının kilit rol oynaması hızlıaşamalar kaydedilmek istenmesiyle ilgiliydi. Yabancı sermaye, yerli sermaye birikiminihızlandıracaktı. Ancak bu hızlı sanayileşme projesi çerçevesinde Rus Devleti, Batılı ülkelerin

hiçbirinde görülmemiş oranda sürece iştirak ederek tam bir kontrol kulesi olma işleviniüstlenmesi, sanayi burjuvazisinin Çarlık’la önceli olan ticari burjuvaziden çok daha yoğun birbağımlılık ilişkisi geliştirmesinin de ortamını hazırladı. Burjuvazinin Çarlıkla bu denli kaderbirliği yapması, gelecekteki Rus devriminin gidişatı üzerinde belirleyici bir unsur oldu.Bağımlı ve zayıf Rus burjuvazisi çağdışı otokrat rejime başkaldırmak ya da onu dönüştürmekiçin oldukça pasif bir konumda kalarak, Batı Avrupa’daki burjuvaziden devrimci kapasite vetavır olarak keskin şekilde farklılaştı. Hobsbawm’a göre 19.yüzyılın belki de en hızlı gelişenekonomisine sahip Rusya’nın I. Dünya Savaşı olmasaydı, devrimden kaçınarak liberal birtoplum olma yönünde geliştirebileceği yönündeki savlar oldukça geçersizdir; 20.yüzyılın başıitibariyle devrimin istenir olmaktan çok kaçınılmaz da olduğuna inanılan bir devlet varsa oda Rus Çarlığı’ydı341. Hızlı sanayileşmenin tarımsal kesimi adeta açlıkla yüz yüze bırakacakdenli geniş bir sömürü sayesinde sürdürüldüğü ortamda, ülkenin sosyo-ekonomik yapısınınkaotik dönüşümlere gebe bırakılması madalyonun sadece bir yüzüydü. Proleteryayı doğrudansömüren ve köylüleri de devlet aracılığıyla soyan Rus burjuvazisi daha en baştan halkkitlelerinden kendini soyutlayarak, Çarlıkla işbirliğine girmişti. Bu durumda BatıAvrupa’daki gibi burjuvazinin toplumsal sınıfları kendi çıkarı doğrultusunda bir iktidarkarşıtı savaşıma sürüklemesinin koşulları ortadan kalkmıştır. Rus burjuvazisi, 1905’e dekiktidar karşıtı herhangi bir yönelim göstermeye yaraşmadığı için liberal hareket ağırlıklıolarak aydın aristokrat kesim tarafından sürüklendi.Osmanlı İmparatorluğu’nda ise sanayileşme 19.yüzyılın sonu itibariyle varla yokarası bir durum arz etmekteydi. Yüzyılın başındaki Sanayi Devrimi’ne dek kapitülasyonlar341 HOBSBAWM, E.J., İmparatorluk Çağı, 1875-1014, Ankara, Dost Kitabevi, 1999, s: 316yıkıcı bir nitelik taşıyacak denli ciddi tehditler yaratmadı. Ancak sanayi kapitalizmi,merkantalist dönemle karşılaştırıldığında Osmanlı’daki gibi zayıf bir teknolojiyle üretim

yapan bir ekonomiye çökertici bir etki yapma kapasitesi kuşkusuz çok daha güçlü olacaktı.1838 İngiliz-Osmanlı ticaret anlaşması ile iç gümrüklerin ve bazı mallardaki ticari tekellerinkaldırılması yabancı tüccarlar için geniş bir hareket serbestisi sağladı. Piyasanın ucuz sanayimamülleriyle doldurulması geleneksel imalat sektörünü büyük ölçüde çöküşe sürükledi.Osmanlı’nın sanayileşme ya da genel anlamda milli burjuvazisini oluşturmasına engel teşkileden bir çok yapısal sorunu vardı. Bunlardan biri geleneksel olarak Müslüman unsurlarınticari hayata fazla bir alaka göstermeyerek tarım sektöründe üreticiler olarak yaşamlarınısürdürmeleriydi. Osmanlı’nın kapitalistleşmesi için devlet, Rusya’daki gibi etkin bir öncürolü üstlenmemiş ya da üstlenmemişdi. Teoride ülkedeki tüm toprakların tek sahibi olanpadişah, taşradaki geniş toprak sahibi sınıfların ortaya çıkışını engelleyememişlerdi. Ancakbunların hepsi sonuçta illegal yürütülen faaliyetler olup, siyasal otoriteden bağımsız sermayebirikiminin garantisi yoktu. Gayri-müslim tüccarların, yabancı pasaportu almalarını teşvikeden nedenlerden en öne çıkanlarından biri de bu mallarının müsadere edilebileceğitehlikesini bertaraf etmekti. Herşeyden önce, Batı’daki mülkiyet biçimi, her an geri alınabilenayrıcalıkların yerini, sağlamlaşmış hakların almasına dayanmaktadır. Kapitalist mülkiyetilişkilerinin temeli olan bu olgu, iki noktayı öne çıkarır: öncelikle mülk bir mutlaktır vekişinin belli bir mülk üzeirndeki sahiplik hakları geri alınamaz. İkinci olarak mülkiyeaktarılabilir ki bu da toprağı diğerlerinden farksız bir metaya dönüştürür. Avrupa’da güçlütoprak mülkiyeti haklarının ortaya çıkmasıyla birlikte üretim sistemleri devrim niteliğindedönüşümler geçirdi. Mülkiyet, devletin tecavüzüne karşı bir savunma ve devletin ihlaledemeyeceği bir meşruiyet zeminiydi. Osmanlı’daki mülkiyet biçimi bu tarz bir mülkiyetdeğildir. Tanzimat bürokratları da devletin müsaderesi tehlikesi olduğu sürece ülkedekapitalist dönüşümün gerçekleşemeyeceğinin farkındaydılar. Tanzimat Fermanı’yle tebaaya

bahşedilen mal güvencesi yine de modern anlamda mülkiyet ilişkilerinin kurulabilmesi içinyeterli olmaktan uzaktı. 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi Büyük Devletlerin baskıları sonucuçıkartılmış ve topraktaki kiracılık koşullarını devletin ünvanını koruyarak büyük ölçüdegenişletmiştir. Ancak bu çerçevede dağıtılan tapular ihlal edilemez mülkiyet haklarınıngöstergesi değil, toprağın kesintisiz olarak işlenmesine bağlı tasarruf haklarının ifadesiydi342.Modern mülkiyet haklarının tam anlamıyla tebaaya bahşedilmemesi, ülkenin kapitalistleşmesürecine aleyhte etkilerde bulunurken yine de 19.yüzyılın sonunda büyük toprak sahibi sınıfhissedilir ölçüde gelişmiştir.Osmanlı sanayileşme çabaları pazardaki yabancı ve gayri-müslim egemenliğininkırılamamasından dolayı başarısızlığa mahkum oldu. Osmanlı Devleti Batı’nın ekonomiknüfuzunu kırmak için fabrika ve şirketlerin kurulmasını teşvik etmeye ve yerli ürünlere Pazarolanaklarını sağlamaya çalıştı. 1873 tarihli bir kanunla fabrika kuracaklara gümrükkolaylıkları ve vergi muafiyetleri tanınmasına rağmen amaçlanan gelişmeler sağlanamadı.Osmanlı Devleti, Rusya’da olduğu gibi büyük ölçekli tesisleri kendi kurmaya çalıştı. Devlet,özellikle 19.yüzyılın ikinci yarısında oldukça önemli oranlarda dış borçlanmaya gitti, ancakbu borçlar, Rusya’nın 1890’larda yaptığı gibi milli bir burjuvaziyi finanse etmek yerineaskeri teçhizat ve sarayın lüks harcamalarına aktarıldı. Ülkedeki en sanayileşmiş bölgeler iseBatı’yla daha yoğun ilişkiye geçen Balkanlar bölgesiydi ve özellikle Selanik vilayeti ülkeninen gözde ticari limanlarından biri olmasının da etkisiyle modern imalat sanayiininfilizlenişiyle öne çıkmaktaydı. Selanik’te de yoğun Müslüman nüfuza rağmen bu modernişletmeler tamamen Hıristiyan ve Yahudiler’in ellerindeydi.1905 Rus Devrimi’nde en aktif rolü oynayacak olan proleter sınıf, 1890’lardaki çokhızlı seyreden sanayileşme sürecinin bir çırpıda ortaya çıkardığı bir toplumsal tabakaydı..342 ARICANLI, T., 19. Yüzyılda Anadolu’da Mülkiyet, Toprak ve Emek, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve

Ticari Tarım, içinde, der: Ç. Keyder & F. Tabak, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s: 134Serfliğin kaldırılmasından önce kazanımlarının bir kısmını toprak beylerine ödeyenemekçiler bu kanunla bireysel bağımsızlıklarını kazanarak gerçek bir toplumsal sınıf olmayoluna girdi. 1890’lardaki sınai kalkınma işçilerin nüfus içindeki oranında patlamaya yolaçarken, bunların kolektif bir sınıf bilincine ulaşmalarının koşullarını da yaratmıştır.Rusya’daki sanayi üretiminde binden fazla kişi çalıştıran işletmelerin büyük bir orana sahipolması, hem işçi bilincinin gelişmesi hem de siyasal propagandalar için oldukça lehtesonuçları beraberinde getirmiştir. Tarımdaki düşük üretkenlik ve devlet-burjuvazi-aristokrasiüçlüsünün yoğun sömürüsü köyleri ucuz emek rezervlerine çevirdiği ortamda işçi ücretlerioldukça düşük tutulmuştu. Ücretlerin ödenme şeklinin işverenlerin keyfine bırakıldığı veçalışma esnasında meydana gelen tahribatlardan dolayı ücretlerden önemli kesintileregidildiği ortamda işçiler tamamen işverenin insafına terk edildi. 1886’da çıkarılan kanunücretlerin ödenmesi konusunda işçilerin leyhine önlemleri öngörürken, greve başvuranlarıncezalarını arttırmaktaydı. 1906’ya dek sendikaların yasal olmaması işçilerin legal olaraktaleplerini dile getirmelerinin de önünü tıkadı. Buna rağmen özellikle 1895-1904 yıllarıarasında grev sayılarında büyük sıçramalar oldu. 1905 yılına dek Rus proleteryası tepkileriniotokrasiye değil doğrudan işverenlere yöneltti.Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf sınai gelişimi, proleter sınıfın genişleme koşullarınıortadan kaldırmıştır. Tanzimat dönemi esnasında yavaş yavaş sınai bir altyapının kurulmasıyönündeki çabalar ülkede böyle bir sınıfın doğuş koşullarını hazırlamış olsa da,imparatorluğun yıkılmasına dek işçiler toplumsal yapı içinde oldukça dar bir kesimioluşturabilmişlerdir. Nüfus içindeki düşük sayısal oranlarının yanı sıra etnik işbölümütemelinde fabrikalar içinde konumlanmış olmaları işçilerin kolektif sınıf bilincine

ulaşmalarını engelleyici sonuçlar doğurmuştur. İmparatorluk içindeki işçilerin etnik ve yerelbağlamda örgütlenmeleri, birbirlerinden bağımsız gündemlere odaklanmalarını daberaberinde getirmiştir. 20.yüzyılın başı itibariyle hem işletmeci hem de çalışanlar olarakTürk unsurunun belli belirsiz olması ve özellikle Hıristiyan azınlıkların öne çıkması dikkatedeğer bir diğer olgudur. 1908 yılı öncesinde ülkedeki grev hareketleri genel olarak ekonomiktaleplere yoğunlaşmıştır. İşçi-işveren ilişkilerini ya da işyeri koşullarını düzenleyenkanunların olmamasının grev hareketlerinin oluşumunda etkisi büyüktür. Genelde gelenekselzanaat sektöründe istihdam edilen Osmanlı işçilerinin sosyalist bilince ulaşmaları imkansızayakın bir ihtimaldi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen sosyalist hareket özellikleimparatorluğun daha fazla sanayileşmiş Batı kesiminde 19.yüzyılın sonlarında kendinihissettirmeye başladı. Ancak sosyalizm Osmanlı ülkesinde azınlık milliyetçiliğiyle iç içegeçmişti.1905 Rus ve 1908 Jön Türk devriminin gerçekleştirilme tarzında, kapitalistgelişmişlik düzeyi belirleyici bir unsur olmuştur.Kapitalist gelişme sürecine, Batı’yla kültürelyakınlığından dolayı Osmanlılar’dan çok daha erken dönemde başlayan Rus Çarlığı, OsmanlıDevleti’ne göre bu uğurda oldukça yol alabilmişti. Ancak ülkenin kaynaklarını güçlü biraskeri kompleks kurmak için seferber eden çarlık, ülkenin ekonomik kalkınması için yeterderecede bir sermaye birikiminin burjuvazi tarafından yapılabilmesinin de bir bakımdanönünü tıkadı. Geleneksel partneri aristokrasiyi feda etmekte uzun süre direnen aristokrasi,kendi varlığını idame etmek için aşırı boyutlara varan köylü sömürüsüne dayandı.Otokrasinin aristokrat ve burjuva sınıflarını bürokratize ederek bunları kendi yörüngesindedöndürdü. Özellikle burjuvazinin Çarlık rejimiyle geliştirdiği bağımlılık ilişkisi ve zayıflığı,çağdışı yönetimi alaşağı etmek isteyen radikal hareketler için tam bir sorunsal durumu arzediyordu. Kendi tarihsel misyonunun bilincine varamayan burjuvazi iktidara muhalefet

edemeyince, kendisinden daha yeni bir sınıf olan proleterya, dünya tarihinde de bir ilke imzaatarak 1905 yılındaki liberal-burjuva karakterli devrimi kendi araçlarıyla hayata geçirdi.Burjuvazi, proleteryanın bu savaşımında Çarlık’la açık bir çekişmeye girmeden malidesteğiyle direnişi destekledi. Sadece üç yıl gibi kısa bir süre sonra bir liberal-burjuvadevrimiyle sarsılan Osmanlı İmparatorluğu’nda ise devrimci süreç, kitlelerden görecebağımsız şekilde gelişmişti. Avrupa’dan kültürel izolasyon ve dünya kapitalizmiyle yarısömürgekarakterli bütünleşme imparatorluğun, toplumsal güçlerinin modernleşme sürecinioldukça yavaşlatmıştır. 20.yüzyılın başında ülkede burjuva olarak nitelendirilebilecek asılunsur, kapitülasyon rejiminin yarattığı işbirlikçi gayri-müslim tüccar sınıfıydı. Devletin asılmüşterisi olan Müslümanların girişimci bir sınıf yaratamamış olmaları, Osmanlı Devleti’ninliberalleşme sürecinin toplumsal kitlelerden kopuk bir karakter arz etmesinin temelnedenlerinden biridir. Kapitalist üretim ilişkilerinin ve bu yönde şekillenecek sınıfilişkilerinin sınırlı gelişimi, kitlelerin iktidarı dönüştürmek için bilinçsel ya da ekonomikaltyapıya sahip olmalarını engellemiştir. Rusya’yla karşılaştırıldığında 19.yüzyılda görecedaha yoğun bir liberalleşme süreci yaşayan Osmanlı Devleti, ekonomik alanda bunudestekleyemeyince kazanımları korumakta aciz kalmıştı. Bu çerçevede karşı-devrimci II.Abdülhamit’in anti-liberal yönelimlere karşı durmak, toplumsal sınıflardan çok bürokrasiiçindeki memnuniyetsiz, aydın tabakaya kalmıştı.3.4. 19. Yüzyılda Rus ve Osmanlı İmparatorluklarında OluşanMuhalif Siyasal Hareketler Üzerine Bir Karşılaştırma1789 Fransız Devrimi’nin öncelikle Avrupa’nın 19.yüzyıldaki sosyo-politikdönüşümüne düşünsel ilham verdiği ortamda, kıtanın doğu sınırında iki imparatorluk olanRusya ve Osmanlı’da, geleneksel yönetim sisteminde liberal dönüşümleri talep edentoplumsal kesimlerin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Kapitalist dünya sisteminin yapısal unsuru

olan emperyalizmin bağımlı dünyanın seçkinlerine ya da seçkin olma potansiyeli taşıyankesime sunduğu temel şey, batılılaşmaydı343. Gelişmiş Batı dünyasıyla karşı karşıya kalanülkelerin hükümetleri ve elitleri için batılılaşmanın bir var olma mücadelesi olduğu, özellikle19.yüzyılın son çeyreğinde açıkça görülebilen bir olguydu. Avrupalı olmayan toplumların343 Hobsbawm, 1999, s: 90giderek aşağı, zayıf, geri ve hatta çocuksu olarak görülmeye başlanmaları, yine 19.yüzyılıngetirdiği bir yenilikti344. Avrupa’nın doğu sınırı olan Rus ülkesi, Batı uygarlığının hem içindehem dışında olması itibariyle kendi koşullarına özgü bir modernleşme çizgisine sahiptir.Modernleşme sürecini, Avrupalı toplumlardan geç, ancak dünya ölçeğindedeğerlendirildiğinde oldukça erken başlatan Rusya, uluslararası askeri prestijine rağmen içgelişim koşulları bağlamında pre-kapitalist ve hatta ilkel bir çok niteliği içindebarındırmaktaydı. Gerikalmışlığın verdiği öfke, Rus siyasal ve kültürel yaşamında 1820’lerdeSovyet dönemine dek merkezi bir tema olarak kalmıştır. Rusya, 19.yüzyılda Asya, Afrika veLatin Amerika halklarının ve uluslarının daha ileri tarihlerde yüzleşeceği sorunsallarlaboğuşmaktaydı. Bundan dolayı 19.yüzyıl Rusya’sı, 20.yüzyılda beliren Üçüncü Dünya’nınbir arketipi olarak görülebilir345. Rusya gibi Avrupa’nın doğusunda konumlanan Osmanlıİmparatorluğu ise Batı ile her dönemde, ticaret bir yana savaşlar yoluyla daima yakın biretkileşimde bulunmuştur. Ancak Batı’daki kapitalist toplumun ortaya çıkış koşullarını,Rusya’nın bir ölçüde yapabildiği gibi değerlendirme durumuna gelinememesinin altındayatan en önemli sebep, hakim siyasal ve toplumsal tebaanın Müslüman olması itibariyleDoğu dünyasına aidiyetti. Avrupa dünyası, haçlı zihniyetinin de etkisiyle, Osmanlılar’a ortakdüşman gözüyle bakmaktaydı. Osmanlıları Hıristiyan halkların haklarına ve egemenliklerinetecavüz eden barbar bir halk olarak gören Avrupalılar ve de daima kendi medeniyetini üstüntutan Avrupa’yı darül harb olarak gören Osmanlılar arasında, aslında 19.yüzyıla dek kültürel

bazda yakın bir iletişim kurulamamıştı. Osmanlı’nın Batı dünyasından tecrit durumu, gerikalmışlığının da en önemli sebeplerinden biridir. Osmanlı devlet adamları, 19.yüzyıla deksistemde yaptıkları her yenilikte imparatorluğun destansı eski dönemlerindeki gelenekselyapıyı revize etmeye yönelmişti ki bu tutumda kendi klasik kurumlarının Batı’da olanlardan344 Hobsbawm, 1999, s: 92345 Berman, 1999, s: 235üstün olduğu düşüncesinin etkisi büyüktü. Oysa Petro, 17.yüzyılın sonlarında Batıdünyasındaki ilerici dinamiğin Rus sisteminde olmadığının farkına vararak, ilerlemenin veAvrupalı ordular karşısında ayakta durabilmenin yolunun Batılılaşmaktan geçtiğinikavrayabilmişti.Rus ve Osmanlı imparatorlukları, toplumsal yapıda ezici çoğunluğu oluşturanköylülerin geniş oranda bir sömürü ve baskı rejimiyle artı-değerlerinin merkeze ya da yerelidari ve feodal unsurlara aktarımı çerçevesinde ayakta durmaktaydı. Taşradaki durgunyapının ve kendine yeter üretim süreçlerinin yanı sıra, şehirlerin üretici faaliyetlerinden çokidari ve askeri merkezler olarak öne çıkmaları Rus ve Osmanlı toplumsal yapılarınınhantallığını ve yavaş gelişme kabiliyetlerini de beraberinde getirdi. Genel olarak bakıldığındahem Rus hem de Osmanlı köylüleri, kendileri aleyhine işleyen iktidar ilişkilerine muhalifciddi bir toplumsal tehdit oluşturamadılar. Rusya’da 17 ve 18.yüzyıllarda ortaya çıkan Razinve Pugatchev ayaklanmaları, her ne kadar yerel ölçekte büyük sarsıntılar yaratarak, merkezihükümeti de tehdit edecek boyutlara varsa da ülke devletin istikametini değiştirecek denliciddi etkiler yaratamadılar. Osmanlı’yla karşılaştırıldığında toplumsal güçler üzerinde dahagüçlü bir denetim sistemi kurmayı başaran Rus Devleti, genel itibarla daha zayıf muhalefetlekarşılaştı. Aristokrasi ile sıkı ittifak, bunların taşrada merkezi otoritenin denetimmekanizmalarında etkin bir görevi üstlenmeleriyle, toplumsal yapıda önemli ölçüde istikrarsağlandı. Oysa daha zayıf bir otoriteye Osmanlı hükümdarları, merkezde dahi güç tekeli

kuramazken taşradaki egemen unsurlara karşı daha sınırlı bir hareket serbestisine sahipolabildiler. Bundan dolayı, Osmanlı’da iktidara karşı muhalefet, genel olarak merkez vetaşradaki yönetici sınıflardan yükseldi.Rus ve Osmanlı toplumlarında muhallif düşünsel hareketlerin ortaya çıkmasıylasosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi arasında sıkı bir bağlantı vardır, ancak Rusya örneğindebu unsur daha belirgin şekilde kendini göstermektedir. Avrupa’nın düşünsel hayatındadevrimci dönüşümlere zemin hazırlayan matbaanın, icat edilişinden neredeyse üç asır sonraithal eden Osmanlı’da ise düşünsel dönüşümlerin yavaş olması ve kitlesel tabandan kopukolması kaçınılmazdır. Rusya’da sosyo-ekonomik hayat Avrupa toplumlarıylakarşılaştırıldığında oldukça yavaş ilerlerken ülkedeki düşünsel hayat çok daha hızlı ve canlıbir gelişim süreci izlemiştir ki özellikle 19.yüzyılda Rus düşünsel hayatı felsefi ve yazınsalplatformda üretilen bir çok şaheserle taçlandırılmıştır. Ancak pragmatik bir Batılılaşmaanlayışı çerçevesinde, kendi için zararlı gördüğü fikirlerin ithalini var gücüyle engellemeyeçalışan Rus otokratları, özellikle katı sansürle düşünsel hayatı felç etmişlerdi. Bu durumözellikle 1820’lerde işbaşına gelerek otuz altı yıl iktidarda kalan I. Nikola dönemindeuygulanan sansür, bu duruma verilecek en iyi örnektir. Osmanlı’nın Batılılaşma yönündekesin adımlar attığı Tanzimat döneminde ise benzer bir durum ortaya çıktı. Batılılaşmanınvücuda getirdiği kitlesel basın hayatı, iktidara karşı eleştirinin yükseltildiği durumlarda sıkısansürlerle kesintiye uğratıldı. Batılılaşmaya en az Çarlık kadar pragmatist yaklaşan Osmanlıyönetici elitleri, sürecin kendi iktidarına tehdit oluşturduğu boyutlara gelindiğinde otoritesiniortaya koymakta gecikmedi. Oysa basına getirilen kısıtlamalar, muhalifleri iktidardanyabancılaştırarak, tavırlarında daha da keskinleştirdi ve ülkenin Batılılaşması ve çöküşe durdemesi için devrimden başka yol olmadığı fikrine yöneltti.Fransız Devrimi, 19.yüzyıldaki liberal demokratik hareketin tüm Avrupa’dahakimiyet kurarak, halihazırdaki rejimlerin bu yönde kendilerini yapılandıracağı süreci

başlatmıştır. Fransız Devrimi’ne karşı oluşan muhafazakar ittifakta başı çeken devlet olanRus Çarlığı, bu yüzyıl boyunca Avrupa’da gericiliğin kalesi oldu. Ancak otokrasi, 1821’dekigibi erken bir tarihte, toplumun liberal eğilimli kesiminin sürüklediği bir ayaklanmagirişimiyle sarsılmıştı. Ülkenin Batılı eğitim almış aristokrat gençlerinin ve aynı zihniyettekisubay takımının vücuda getirdiği dekabrist ayaklanma, liberallerin ülke tarihindegerçekleştirmiş oldukları ilk ve tek devrimci başkaldırı olmuştur.Ancak yine de Rusliberalizmi, Batı Avrupa’yla karşılaştırıldığında oldukça uysal ve uzlaşmacı bir karaktergösterdi. 19.yüzyılın sonuna dek liberaller, monarşi ile liberal değerlerin uzlaştırılabileceğive işbirliğinin mümkün olduğu kanısıyla hareket etmişlerdi. Bu yüzyıl boyunca işbaşınagelen tüm Çarlar ise anayasa ve parlemento talepleri karşısında, Rusya’nın bunları sistemeadapte edecek denli bir toplumsal gelişmişlik düzeyine ulaşmadığı bahanesine sarılmışlardır.Rus liberalizminin gelişimini engelleyen ve çelişkilere sevk eden en önemli faktör, egemensınıfların aşırı ölçekte bürokratize edilmesiydi. Rus burjuvazisi, 1905 Devrimi’ne dekotokrasiyle çatışmaya girmemek için özel çaba sarf etti. Devletin Batılı hiç bir ülkedegörünmeyen oranlarla ulusal ekonomiye nüfuz etmesi, beraberinde Batı’dakilerden çok dahauzun süre kendini devletten ayıramamış bir burjuva sınıfını da beraberinde getirdi. Rusliberalizminde daha da ilgi çekici olan hareketin ağırlıklı olarak aydınlanmış aristokratlartarafından yönlendirilmesiydi. II. Aleksandr’ın taşra reformu çerçevesinde yerel öz yönetimbirimleri olarak oluşturduğu zemstvo kurulları, liberal hareketin çekim merkezi haline geldi.1881 tarihinden sonra zemstvolar, ortak bir örgüt altında birleşme çabalarına başladılar,ancak 1900 yılına dek konferanslarını illegal olarak düzenlemek zorunda bırakıldılar.20.yüzyılın başında ise liberal akım, radikal unsurların belirmesiyle farklı yöne çekilmeyebaşladı. Yeni jenerasyon liberaller, otokrasiyle uzlaşmanın boş düşler olduğu öncülüyle,

mevcut sistemin yıkılarak yerine Batı tarzında parlamenter bir rejimin kurulması gerektiğinidüşünüyorlardı. Yeni liberal trendi, daha radikal kılan bir diğer unsur, var olan sosyalistdevrimci hareketleri kendileri için kaçınılmaz müttefik görmeleriydi. Radikal liberaller,Almanya’da 1903 yılında kurdukları “Özgürlük Birliği” çatısı altında toplandılar. Zemstvoüyeleri ile liberal profesör ve gazetecilerin oluşturdukları örgüt, kitlesel huzursuzluğuniktidara karşı yönlendirilmesini savunarak, amaçları farklı olsa da devrimcilerle aynı taktiğibenimsemişti346. Liberaller, devrimciler gibi cumhuriyet peşinde olmayıp anayasal monarşi346 Rus liberallerinin stratejileri için bir inceleme, Bkz. ROGGER, H., The Formation of the Russian Right,rejimini talep etmeleri çerçevesinde farklılaşmaktaydılar. Devrimci partilerle ittifakarayışları, muhafazakarların tepkisine hedef olunca liberal hareket ikiye bölündü. Rusya’daliberalizm, hiçbir zaman büyük bir kitlesel destek sağlayamadı. Burjuva ve aristokratlarınotokrasi karşısındaki güçsüz durumları ve sürtüşmeden kaçınmaları, liberal hareketin eylemsahasını sınırlayan etmenlerin başında gelmiştir. Hareketin burjuvaziden çok Batılızihniyetteki aristokratlarca sürüklenmesi, Rus liberalizminin en karakteristik öğelerinden biriolmuştu.Osmanlı İmparatorluğu içinde ise Rusya’da olduğu gibi belirgin toplumsal çıkargrupları çerçevesinde sürüklenen bir liberal hareket olgusuna rastlanmaz. Ancak Jön Türkhareketi, hedefleri ve düşünsel çerçevesiyle Türk tarihinde liberal bir düşün geleneğininöncüsü sayılabilecek bir yere sahiptir. Osmanlı’nın Batılılaşmayı, düzenli ve koordinelireformlarla bir gelecek hedefi haline getirdiği Tanzimat Dönemi’nin en büyükkazanımlarının başında, kendi aydınını yaratabilmiş olması gelir. Modern basın hayatıyla ilkkez bu dönemde tanışan Osmanlılar, eş zamanlı olarak canlı bir düşünsel hayat geleneğininde oluşmasına şahit oldular. Ancak basın, otokrat bürokrasiyi hedef almaya başladığı gibisansür olgusu da Osmanlı’daki basın hayatını felç etti. Babıali bürokratlarının tekelci

idarelerine ve düşünsel hayatın özgürlüğünü engelleme girişimlerine tepki olarak yurt dışınakaçan aydınlar, Osmanlı yönetim sistemine liberal-demokrat öğelerin kazandırılmasıgerektiği üzerine yazdıkları eserlerle Jön Türk akımına hayat verdiler. Tam anlamıyla biraydın hareketi olarak başlayan Osmanlı liberalizmi, tam bir açmazlar ve çelişkileryumağıydı. Herşeyden önce Osmanlı toplumu, hem sosyo-ekonomik hem de kültürelbağlamda Batılı toplumlarla karşılaştırılamayacak denli zayıf bir gelişmişlik düzeyine sahipti.19.yüzyılın başlarında yurtdışında açılan elçilikler ve oralara gönderilen öğrenciler sayesindeOsmanlı İmparatorluğu’nda Batı dünyası ile tanışık Müslüman elitler ortaya çıkmıştı.1900-1906, California Slavic Studies, Vol III, 1964Özellikle Tanzimat döneminde yaygınlaşan modern eğitim kurumları, Batılılaşmayı az çoközümsemiş bir çok bireyi de yaratmıştı. Bu eğitim kurumları modernleşen ve genişleyenOsmanlı kurumlarına eleman yetiştiren nitelikte oldukları için Batılılaşmada, gayri-müslimunsurlar bir kenara bırakıldığında, başı çeken Osmanlı yönetici tabakasıydı. Babıali rejiminemuhalif “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”ni yurtdışında kuranlar da bir dönem devletin çeşitlikademelerinde görev yapmış gazetecilerdi. Bu bağlamda Osmanlı’nın ilk dönemliberallerinin, Rusya’dakinin aksine sosyo-ekonomik bir tabanda hareket eden kişilerolmayıp, imparatorluğun Batılılaşması için yönetim sisteminde bazı temsili unsurlarınadaptasyonuna odaklanan fikirler üreten yönetici sınıf mensupları olduğu göze çarpmaktadırOsmanlı sisteminde liberal dönüşümler talep eden aydınların en büyükhandikaplarından biri, Avrupa medeniyetinin yetenek ve yaratıcılık sayesinde yaratılmışolduğunu düşünürken toplumsal güçlerin etkisini gözden kaçırmış olmalarıydı. Osmanlıtoplumunun hakim unsuru olan Müslümanların ezici çoğunluğunun Doğulu değer sistemiiçinde düşündüğü ve daha da önemlisi modern toplumsal sınıfların varla yok arası olduğu birortamda siyasal açılımlardan daha da önemli olan buna taban oluşturacak sosyo-ekonomik

dönüşümlerdi. Batı ve Doğu arasında sıkışıp kalma, Osmanlı aydınının bir diğer sorunsalıydı;Batı’daki temsili sistemlerin adaptasyonunu Kuran ve dolayısıyla İslam medeniyetinedayanarak meşrulaştırma girişimleri hem aydınlar hem de Osmanlı’da kısa süreli meşrutiyönetim deneyini gerçekleştirmiş olan bürokratlar için ortak yönelimdi. Jön Türkler’in,Osmanlı liberal düşüncesine yaptıkları en büyük ataklardan biri ise parçalanmaya yüz tutmuşimparatorluğu, etnik tabiyetleri kendinde toplayacak bir Osmanlı üst-kimliği ilebütünleştirme çabalarıydı. Ancak ulusçuluk çağında, pratik anlamda yabancı bir hanedanabağlılık şeklindeki bu pragmatist ulusçuluk özellikle gayri-müslim halk arasında hiç birsempati yaratmadı. Tanzimat dönemi bürokratlarının da öne çıkardığı Osmanlıcılık fikri,kendi bilincine varmış unsurları bir arada tutmak için çok zayıftı. Ancak imparatorluğunparçalanması tehditi Osmanlı Batılılaşması için hızlandırıcı sebeplerin başında gelmeklebirlikte, 1905’teki devrimin de yakın sebebi olmuştur. Osmanlı liberalizmi ise ana hedefolarak imparatorluğun çözülmesini önlemeye odaklanması itibariyle defansif bir nitelikgösterir. Kaba güç olarak 19.yüzyıl boyunca zirveye ulaşan Rusya örneğinde ise liberalizmunsurları bir arada tutmak için önlemler geliştirmekten çok dönüşen ve farklılaşan Rustoplumunun ihtiyaçlarına cevap veremeyen siyasal sisteme katılımcı öğeler kazandırmayaodaklanmıştır.Osmanlı’daki liberal demokrat hareket, Rusya’da olduğu gibi monarşi düzeninidevirerek Cumhuriyet kurulması gibi bir hedefe yönelmeyerek hakim siyasal yapınınanayasal ve parlamenter sistemin adaptasyonunu talep etmiştir. 20.yüzyılın başındaAvrupa’daki parlamentosu olmayan üç ülke, Rusya, Osmanlı ve Karadağ’dı. Osmanlıİmparatorluğu’nda 1876’da bürokratik bir karar olarak adapte edilen parlemento, II.Abdülhamit saltanatı esnasında yine bürokratik bir karar olarak rafa kaldırıldı. Rusya’da ise

böyle bir deneyim hiç bir zaman olamadı. 19.yüzyıldaki Rus çarları, Osmanlı padişahlarınagöre ayakları daha yere basan, güçlü hükümdar kişilikleri gösterdiler ve kendi iktidarlarınısınırlayacak hiç bir siyasal dönüşüme izin vermediler. Osmanlı’da ise, ileriye atılan ok geridönmez kuralı çerçevesinde, sınırlı olsa da topluma tanıştırılmış olan meşrutiyet rejimi, gerikazanımını amaç edinmiş aydınlar ve ilerici asker-memur takımının yarattığı eylemcimuhalifharekete bir gelecek hedefi sağladı. Osmanlı liberalleri, Rusya’dakilerlekarşılaştırıldığında daha eylemci bir tavır sergileyerek, iktidarla açık bir müdahaleyegirmekten çekinmemişlerdi. Tanzimat döneminde yurtdışından yayınlar ve düşünsel eserlerleyapılan muhalefet, II. Abdülhamit döneminde ciddi bir örgütlenmeye girişilerekten az çokdevrimci bir nitelik kazanmıştı. İttihat ve Terakki örgütünün genç subaylar arasındayayılmasıyla, muhalif hareket devrimci bir yola girmiş ve 1908 yılında da Abdülhamitköşeye sıkıştırılaraktan anayasa ve parlamentonun geri getirilmesi sağlanmıştı. Rus liberalleriise 1900’lerin başına dek muhalefle açık bir mücadeleye girmekten kaçınırken, Osmanlıaydınları gibi yurtdışında örgütlenen radikal liberallerin kurduğu Özgürlük Birliği sayesinderehavetlerini bir ölçüde üstlerinden atmışlardır. Sosyalist hareketle otokrat rejimi yıkmak içinittifak arayışına giren radikaller, 1905 Devrimi’ne giden süreç içinde sınırlı bir etkiye sahipoldular. 1900’lerin başından beri partileşen sosyalist harekete rağmen, liberaller partileşmeyiancak devrimden sonra başarabildiler.19.yüzyıldaki Rus siyasal düşünce geleneği, sosyalist düşünce ile tam anlamıylaçalkalandı. 1870’lerde Narodnikler’in ütopik sosyalizm olarak nitelendirilen hareketi, Russosyalizminin temellerini attı. Otokrat rejimi yıkmak için biraraya gelen ilk Rus devrimcikuşağını temsil eden Narodnikler, kitlelerin harekete katılımını sağlamak için toplumunyapıtaşı köylülere yönelerek taşrada geniş bir propaganda faaliyetine giriştiler. Halkınkaderini kendi eline alması gereğine inanarak, iktidardaki zorba bürokrasiyi devirip yerine

köylü sınıfının öncülüğünde halkçı bir düzen kurmayı hedeflediler. Kitlelerin ilgisiniçekebilmek için hükümet temsilcilerine suikast düzenlemeyi esas faaliyet yöntemi gören“Narodnaya Volya” hizibi, 1881’de Çar II. Aleksandr’ı öldürmüştü. Bu olaydan sonra devlettarafından yok edilen Narodnikler’i takiben sosyalist hareketin dönüşümünde en öne çıkanunsur, Marksizmin devrim fikrine eklemlenmesiydi. 1880’lerin ikinci yarısından itibarenyoğun sanayileşme, ve akabinde genişleyen proleterya sosyalistler için umut vericiydi.1890’lara dek enellektüel bir hareket olan sosyalizm, 1903 yılında Sosyal-Demokrat Parti’ninkurulmasıyla yeni bir ivme kazandı. Ancak Parti’yi kitlesel faaliyetin merkezi olacak şekildekurgulayarak, sosyalist devrime giden süreçte aktif bir azınlığın önderliğini esas alan Lenin,Martov grubunun tepkisini çekti. Bunlar kitlelerin kendi iradesini öne çıkararak Parti’ninproleteryanın durumunu düzeltmeye çalışacak bir işçi partisi olması gerektiğinin üzerindeduruyorlardı. Kuruluş kongresindeki bu teorik tartışma Parti içindeki Bolşevikler veMenşevikler şeklinde tanımlanacak olan hizipleşmeyi keskinleştirdi. Her iki cephe degelecek devrimin otokrasiyi yıkacak bir liberal-burjuva devrimi karakterinde olmasıgerektiğinde görüş birliği içindeydiler. Zaten bu dönemde muhalif hareketlerin çoğu buyönde bir devrimi destekliyordu. Bu duruma tek istisna 1901 yılında kurulan ve eskiNarodnik hareketini dirilten Sosyalist Devrimci Parti’ydi. Anti-Marksist olan parti, taşradaki“mir” organizasyonu olduğu öncülüyle, bunlar arasında etkin bir propaganda faaliyetinegirişmişti. Sosyalist devrimin gerçekleşmesi için zamanın uygun olduğunu düşünenSosyalist-Devrimciler, iktidar güçlerine karşı düzenlenecek şiddet eylemlerinigerçekleştirecek özel bir birim kurmuşlardı. Sosyal-Demokratlarla karşılaştırıldığında buparti, oldukça eylemci bir karakter göstererek özellikle taşradaki ajitasyonlarla köylükitlelerinin 1905 Devrimi esnasındaki ayaklanma ve taşkınlık girişimlerinde önemli toloynamıştı.

Sanayileşme açısından bir arpa boyu dahi yol katedememiş Osmanlı toplumundasosyalist hareketin gelişmesi için gerekli toplumsal koşullar henüz oluşmuş değildi.1876’daki Meşruti dönem öncesinde Türkçe basında sosyalist düşünce dine ve ahlaka aykırıolduğu gerekçesiyle olumsuz bir tavıra maruz kalmıştı. Bu genel tavıra tek istisna, NamıkKemal ve arkadaşlarının bizzat yerinde gözlemledikleri Paris Komünü’nü savunmuşolmalarıydı. 1876 sonrasında sosyalist ve komünist düşünce arasında ayrım yaparaksosyalizmin İslamla bağdaşabileceğini savunan Şemsettin Sami ve Sava Paşa gibi düşünürlerortaya çıkmıştır347Ancak imparatorluğun ekonomik olarak daha gelişmiş olan Rumelieyaletinde azınlık milliyetçiliğiyle harmanlanmış sosyalist hareketler, 19.yüzyılın sonlarındaoldukça kendilerini hissettirmişlerdir. Milliyetçilik ve sosyalizm gibi fikirler imparatorluğaAvrupa’dan sızmaktaydı ve özellikle gayri-müslim azınlıkların Avrupa’yla daha yakın veyoğun ilişkileri olması bu hareketlerin ilk uğrakları olmalarını beraberinde getiriyordu.347 TUNÇAY, M., Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876-1923, der: M. Tunçay & E.J. Zürcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 2000, s: 248-249Müslümanlar içinde burjuva ve proleter sınıfının oluşmaması bu modern hareketlerin bukesim içinde yayılmasını önleyici bir etkendi. Gayri-müslim gruplar içinde bu gibi sınıflardoğmuştu ancak etnik gruplar arasındaki görece izolasyon fikirsel etkileşime fazla olanakvermiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusal savaşım sorununu incelemiş olan RozaLuxemburg şöyle bir sonuca varmıştı:...Türk yönetiminin hantallığı kapitalizmi bile üretmekte yetersiz olmuşturneredekaldı ki, sonunda sosyalizmi türetebilsin; onun için, ne kadar çabukyıkılır ve ulusal kurucu öğelerine ayrılırsa o kadar iyi olur –o zaman, bugeri bölge, tarih diyalektiğinin olağan sürecine katılabilecektir348.Osmanlı azınlıkları da adeta Luxemburg’un görüşünü izleyerek bağımsızlıkmücadeleleri ile sosyalizmi bir potada eritmişlerdir. Hınçak Partisi’nin kurulduğu 1887 ileErmenistan Cumhuriyeti’nin Sovyetleştirilmesinin tarihi olan 1921 yılları arasında Ermeni

bağımsızlık hareketinde sosyalizm ile milliyetçilik ayrılmaz biçimde iç içe geçmiştir349.1890’da Tiflis’te kurulan Boşnak Partisi de Hınçaklar gibi sosyalistti. Ermeni sosyalistleridışında Makedonya’nın Bulgaristan’a katılması için uğraş veren IMRO içinde de etkin roloynayan bir Bulgar sosyalist grubu vardı. Bunlar 1905 yılında IMRO’dan ayrılarak Bulgar-Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’ni kurmuşlardı. Bunun yanı sıra Selanik’te üyelerininçoğunluğunu Yahudiler’in oluşturduğu bir işçi federasyonu kurulmuştu. Diğerlerinin aksineSelanik Yahudileri’nin çoğunun Osmanlıcılık öğretisini benimseyerek, statükocu tavır aldığıdönemin koşullarında federasyon da Osmanlıcı idi. Ancak Osmanlıcılığa, sosyalizm ışığıaltında bakıyor ve imparatorluğun proleteryasını birleştirme çabalarını pekiştirmek için348 J.P. Nett, Roza Luxemburg, Cilt I (Londra, 1966) adlı eserde alıntılanan Luxemburg’un “Die NationalenKömpfe in der Turkei und die Sozial-demokratie”, adlı makalesinden aktaran, Ahmad, 2000, s: 17349 Minissian, 2000, s: 165ondan yararlanmayı umuyorlardı350. Osmanlı’daki bu azınlık sosyalistleri genel olarak kendigündemlerine odaklanmışlardı, ancak Ermeniler’in Taşnak Partisi yurtdışında örgütlenen JönTürkler’le iletişime geçerek 1907’de Paris’te toplanan konferansın örgütlenmesinde büyükpay sahibi oldular. Ancak 1908 Devrimi’nde sosyalist örgütlerin ya da sosyalist temanınkayda değer bir etkisi olmadı. Oysa, 1905 Rus Devrimi’nde sosyalist parti ve örgütlerözellikle Ekim Grevi’nde işçi kitlelerini savaşıma çekmek için büyük çabalar göstermişlerdir.3.5. 1905 Rus ve 1908 Jön Türk Devrimleri’nin Oluşum veÖrgütlenme Karakterleri Üzerine Bir Karşılaştırma1905 Rus ve 1908 Jön Türk devrimleri, I. Dünya Savaşı esnasında kurulan SovyetlerBirliği ve Savaş sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandıkları rejimler açısındanhazırlayıcı safha işlevini görmüştür. 1905 Rus Devrimi’nin öncü kolu proleterya, 1917’desosyalist cumhuriyeti kurarken, 1908 Jön Türk devrimi’nin aktif önderi olan askerler 1923’te

kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde en belirleyici rolü oynamışlardır. Bu iki devrimdekitlelerin oynadığı rol, tartıştığımız konu açısından oldukça önemlidir. 1905 Rus Devrimi’ninoluş şeklinde devrimci sürecin en başından sonuna dek kitlelerin aktifliği söz konusudur.Çarlığın güç tekeline ve keyfi idaresine karşı, proleter sınıfı, toplumdaki itici güç olma rolünesoyunarak burjuvazi ve köylüleri peşinde sürüklemiştir. Rusya’da bu tarihsel görevi üstünealacak karakterde bir burjuvazinin olmayışı, burjuva-liberal devriminin toplumun diğermodern unsuru proletarya tarafından sürüklenmesi koşullarını yaratmıştır. 1905 Devrimi,dünya tarihinde proletaryanın öncü rolü oynadığı ilk devrim olma özelliğiyle de kaydadeğerdir. Dünyanın ilk sosyalist rejiminin Rusya’da kurulmuş olmasını da sağlayan sözkonusu proletaryanın diğer ülkelerdeki sınıfdaşlarına oranla eylemcilik yönündeki350 DUMONT, P., Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu, Osmanlıİmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876-1923, der: M. Tunçay & E. J. Zürcher, İstanbul, İletişimYayınları, 2000, s: 79üstünlükleriydi. 1908 Jön Türk Devrimi’nde ise Osmanlı Devleti’nin Müslüman unsurlarıarasında modern sınıfların ortaya çıkmamış olması, devletin dayandığı bu temel toplumsaltabanın hareketliliğini de sınırlamıştır. Ülkede, II. Abdülhamit devrindeki otokratyönelimlere muhalefet edecek bir burjuva sınıfının olmayışı, burjuva-liberal devrimin ilericigücü olma görevini ülkedeki aydınlara ve askerlere yüklemiştir. Anadolu’da 1906-7yıllarında meydana gelen vergi ayaklanmaları, kitlelerin hakim siyasal düzenden rahatsızolduklarını ve en azından yerel ölçekte kendi yaptırım güçlerini ellerine aldıklarınıngöstergesi olması açısından anlamlıdır. Ancak bu ayaklanmalar devrimci bir dönüşüme yolaçamamışlardı. Devrim, imparatorluğun Rumeli bölgesinde görev yapan subayların merkezekarşı ayaklanmalarının eseriydi. Bu subaylar, Rumeli’deki halkın daha özgürlükçü bir rejimistemlerinden etkilenmiş ve bölgenin Müslüman ileri gelenleriyle karşılıklı görüş alışverişi

ve işbirliği yapmışlardı. Ancak, 1905’te Rusya’da olan devrimdeki kitlesel katılımlakarşılaştırıldığında, Jön Türk Devrimi halktan oldukça kopuk gerçekleştirilmiş bir hareketolarak gözükmektedir.Söz konusu iki devrim arasında en göze çarpan bir diğer farklılık örgütlenme tarzındaortaya çıkmaktadır. 1905 Rus Devrimi’nin en karakteristik yanlarından biri devrimci sürecibaştan sona kontrol eden herhangi bir örgütün bulunmayışıdır. 1905 Devrimi, öncelikle“tuhaf” diye tabir edilebilecek bir hareket olup, özellikle iktidar açısından bir çoktalihsizliğin peş peşe gelmiş olması açısından da ilginçtir. III. Nikola yönetiminin riskliplanları ve sürekli olarak bedelini çok ağır ödeyeceği yanlış adımları bu devrimi vücudagetirirken, süreç, aniden ortaya çıkan durumların kitlelerden aldığı tepkilerin ışığındailerlemiştir. 1905’te iktidar karşıtı bir çok siyasal ve toplumsal örgütler otokrasiyi devirerekyerine anayasal bir yönetimin getirilmesini sağlamak için kısa süreli ittifaklara girmiştir,ancak olan bitenler, bu ittifakın kontrolünden öte proletaryanın büyük ölçüde “kendiliğinden”olarak tanımlanabilecek irade ve tavırlarının bir sonucuydu. 1905 yılı Rusyası içinsöylenebilecek tek söz vardır: Olaylar durmaksızın çığrından çıktı. Ülkedeki işçi kesimarasındaki huzursuzluğun kontrol edilmesini sağlamak ve hükümete olan güvensizlikleriniortadan kaldırmak için II. Nikola’nın kurmaylarının yaptığı oldukça riskli planın hesaplarıtamamen alt üst ederek çok farklı yöne kayması 1905’teki devrimci sürecin ateşini yakmıştı.İşçilerin arasına hükümete sadakatleri onaylanmış ajanlar gönderilerek, bu kesimin özelliklesosyalist ajitasyondan izole edilmesini sağlamaya dayalı bu deneyin St. Petersburg ayağınıüstlenen Peder Gapon tüm hesapları alt üst etti. Akıl hocası olarak iktidarla uzlaştırmayaçalıştığı işçiler, işverenlerle itilafa düştüğünde Gapon, bir yerde çaresiz kaldı. Yaşamayamaruz bırakıldıkları kötü koşulları düzeltmesi için Kışlık Saray’a yürüme fikri ona aitti.

Ancak yürüyüşe geçen kalabalığa ateş açarak bir katliama sebep olunması ise Gapon’aoynayan iktidarın yaptığı yanlış hesaplardan dolayı şaşkınlığıyla yapılmış ölümcül bir hataoldu. Kanlı Pazar olayının tüm halk bazında iktidara karşı yarattığı öfke, tüm muhaliförgütlerin toplanıp yapabileceğinden kat kat daha derin olduğu tartışmasızdır. Kanlı Pazar,olayı çarlığın halkın gözünde imajını yerle bir ederken, yarattığı öfke ve kargaşa halimuhalefet için ihtiyaç duyduklarının da üzerinde elverişli koşullar sağladı. Olayın ertesi günütüm çalışanların kendiliğinden iş durdurarak olanları protesto etmeleri de oldukça anlamlıydı.1905’in Ekim ayına kadar tüm ülke grevlerle ve ayaklanmalarla çalkalanırken, bunlarsosyalist-devrimcilerin taşradaki ajitasyonları dışında, çoğunlukla kendiliğinden gelişti. 1905Ekim Grevi ise dünya tarihine geçecek değerde bir toplumsal ayaklanma girişimi oldu. Otarihe dek Rusya bir yana dünyada böyle geniş kitlesel katılım sahip bir greve rastlanmışdeğildi. 1905 yılı Ekim ayında tüm ülke toptan greve gitti. Ancak Ekim Grevi, aynı yıl olangrev ve ayaklanmalara göre daha az kendiliğindendi; ülkedeki tüm muhalif örgütler, liberalya da sosyalist ayırd etmeksizin kısa süreli bir ittifaka girerek otokrat rejimi yıkmak için güçbirliği ettiler. Ekim Grevi’nde öncü kol proletarya idi, ancak esnaf kesim de kepenk indirerekgreve katılırken, bazı işverenler, grevdeki işçilerine yarı ve hatta tam ücret vererek oluşumudesteklemişlerdi. Grev esnasında büyük iş çevrelerinin sosyalist basına da mali destekyapması bir o kadar kayda değerdi. Grev esnasında işçiler arasında iletişimi ve düzenisağlamak amacıyla kendiliğinden oluşan “sovyet” adı altındaki işçi meclisleri bu kesiminörgütlenme kabiliyeti açısından oldukça çarpıcıydı. Sovyetler, sosyal-demokrat ya dasosyalist-devrimcilerin kurguladığı ya da kurulma aşamasında bizzat söz sahibi olduğuoluşumlar değildi. Bunlar, grevin ihtiyaçlarına yanıt vermek için daha çok Menşevik eğilimliişçilerin vücuda getirdiği oluşumlar olup, sosyalist partiler, bunların kuruluşundan sonra

içerilerinde etkin rol oynamaya çalışmışlardır.1908 Jön Türk Devrimi’ne bakıldığında tartışmasız tek örgütün hareketin başındansonuna dek tekelci konumunu elinde tuttuğunu görmekteyiz. 1860’larda Babıali hükümetininbaskıcı tavırlarına tepki olarak yurtdışına kaçan aydınların oluşturduğu Yeni Osmanlı (JönTürk) hareketinin mirasının, Devrim’i gerçekleştiren 1889’da kurulan İttihat ve TerakkiCemiyeti’ne dolaysız etkisi vardır. Jön Türkler’in ve Batılı, özellikle de Fransız, düşüngeleneğinin etkisiyle beş tıbbiyeli genç tarafından bir düşünce kulübü niteliğinde kurulanörgüt, II. Abdülhamit’in despot rejimine muhalefetlerinden dolayı yurtdışına kaçanaydınların da katılımıyla çeperini ve eylem sahasını sürekli genişletmiştir. 1876’da kurulanve Abdülhamit tarafından bir buçuk yıldan az bir süre sonra sonlandırılan meşruti rejimi gerigetirmek için bir araya gelen kişilerin oluşturduğu örgüt, homojen bir yapı göstermiyordu.Osmanlıcılardan İslamcılara, bir çok görüşe sahip kişiler örgüt saflarında yer alırkenTürkçülük adı konmasa ve açıkça dile getirilmekten çekinilse de güçlü bir düşünceydi. Örgüt,1895 yılına dek özellikle başkentteki askeri ve mülki okullarda okuyan öğrenciler tarafındanilgi gördü, ancak 1895’te Abdülhamit’in baskı ve yıldırıları ile karşılaşıldığında etkinliksahası yurtdışına kayınca, Paris’te sürgün aydınlar öncü konuma yükseldi. 1906 yılına dekkitlelerden kopuk şekilde, aydınların kendi basın organları ve düzenledikleri konferanslarlaAbdülhamit rejiminin itibarını yurtdışında düşürme çabaları ana eylem yöntemi oldu. Ancak1906’dan sonra imparatorluğun merkezden uzak yerlerinde örgütlenilmeye başlandı. 1906-7yıllarında Anadolu’da baş gösteren vergi ayaklanmalarının örgütlenmesinde İttihatçılarınönemli rolü vardı. 1906’da Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Rumeli’dekiMüslüman kitlelerin yanısıra azınlıkların oluşturduğu özgürlükçü örgütlerle temasa geçtiler.İttihat ve Terakki Örgütü’nün Selanik kolu 1908 yılının Temmuz ayında ordudaki subayların

ayaklanması ile İstanbul’u dize getirirken kitlelere dayanmaktan öte daha çok askeri darbeolarak tanımlanabilecek bir yönteme başvurmuştur. İttihatçılar, Firzovik olayındaArnavutlar’ın Avusturya karşıtı gösterilerini kendi denetimleri altına alarak İstanbul’uayaklanmalarının kitlesel desteğe sahip olduğu şeklinde bir imaj vermeye çalıştılar. II.Abdülhamit’in istibdat rejimi tüm imparatorluk çapında hoşnutsuzlukla karşılanmasınarağmen, Rusya’da II. Nikola’ya karşı girişilen kitlesel gösterilere Osmanlı örneğinderastlanmamıştır. Aslında ittihatçı örgüt de özellikle ülke içi örgütlenmelerinde kitleleriharekete geçirmeye çalışsa da devrim, büyük ölçüde askeri kaba güçle başarılmıştır.Rusya’daki devrimin oluş şekli ile karşılaştırıldığında karşımıza çıkan bu keskin farklılıköncelikle her iki imparatorluk arasındaki toplumsal modernleşme ve sınıf bilinci açısındanfarklılaşmanın ürünüdür. Rus proletaryasının sahip olduğu bilinç bir yana, Osmanlıtoplumunda özellikle Müslüman halk arasında böyle bir sınıfın varlığı dahi söz konusudeğildi.İncelediğimiz iki devrimsel olayda üzerinde durulması gereken bir diğer konu, aydınfaktörüdür. Rusya’da, ülkenin gelişmişlik koşullarına bakıldığında olağanüstü olaraknitelendirilebilecek düşünsel hayattaki canlılık, devrime de damgasını vurmuştu. Ruslar,19.yüzyılda özellikle felsefe ve edebiyat alanında dünya çapında şaheser kabul edilen eserlerüretmişlerdi. Otokrat yönetimin engellemelerine rağmen Rus aydınları Batı’daki düşünselhayatın nabzını tutabilmiş ve düşünsel bir çok alanda kendilerine has açılımlar yapmayıbaşarabilmişlerdir. Şehir hayatının Avrupa’yla karşılaştırıldığında oldukça sınırlı olduğuböyle bir ülkede bu denli canlı bir düşünsel hayatın yanısıra aydınların aktivizmi de o denligöz alıcıdır. 1820’lerdeki dekabrist ayaklanma ile ilk ipuçlarını veren aydın eylemliliği,1870’lerdeki ütopik sosyalist olarak nitelenen Narodnik hareketiyle birlikte çarpıcı boyutlara

ulaşmıştır. 1880’lerin ikinci yarısında ülkeye giren ve aydınlar arasında büyük ilgi görenMarksist düşünce, 90’larda işçilere de basitleştirilmiş bir versiyonda sunulmuştu. 1901yılında kurulan Sosyalist-Devrimci Parti, eski Narodnik hareketini canlandırmaya çalışırken,1903 yılında kurucu kongresi yapılan Sosyal Demokrat Parti, Marksistler’in bir girişimiydi.Sosyalist-Devrimciler, Narodnikler’in izinde köylü kitlelere devrimci bilinç aşılamayaçalışarak onları otokrasiye karşı ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştılar. Oysa Sosyal-Demokratlar için kitlelerle ve özelde proletarya ile iletişim tarzı belirleme çalışmaları, ateşlitartışmalara ve hatta hizipleşmelere sahne oldu. Bolşevik hizibinin en öne çıkan kişiliği olanLenin, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden oluşamayacağı ve işçilerin ekmek kavgası peşindeburjuva ideolojisine tabi olacaklarını savunurken sosyalist aydınların işçilerinbilinçlendirilmesinde etkin olmaları gereğine inanıyordu. Parti’yi yığınların faaliyetlerindegenel çekim ve kontrol merkezi olacak şekilde kurgulayan Lenin, elitist eğilimli görüşleriyleMenşevik olarak tabir edilecek bir kısım sosyal-demokrat aydınların tepkisini çekti. Dahademokratik eğilimleri olan Menşevikler, Parti’nin proletaryanın durumunu düzeltmeyiamaçlayan bir işçi partisi olarak otokrasiyle savaşında yerini alması gerektiğinidüşünüyorlardı. 1905 Devrimi’nde proletaryanın kendiliğinden, devrimci potansiyelini açığaçıkararak sovyetler şeklindeki örgütlenmeleri yaratmış olmaları Menşevikleri haklı çıkarırnitelikteydi. Axelrod’un işçiler arasında öz yönetim birimlerinin oluşması fikriyle paralelgiden sovyet oluşumları, Menşevik eğilimli işçilerin kendi yarattıkları örgütlenmelerdi.Ancak bu örgütlenmeler içinde herhangi bir partinin tekelci tutumu söz konusu değildi. St.Petersburg Sovyeti’nin yönetim kadroları için yapılan seçimlerde Menşevikler çoğunluk eldeederek güçlü bir nüfuza sahip olmuşlardı. Ancak bunlar, partili Zborovski’yi Sovyet BirinciBaşkanlığına getirdikten sonra, bunun kendi görüşleri olan “geniş partizan olmayan

örgütlenme” fikrine ters düşeceğini görerek bir kaç gün sonra yerine partili olmayan birhukukçuyu getirmişlerdi351.Rusya’daki devrimde aydınların çalışmalarının başarıda büyük rolü olmuştur, ancakasıl belirleyici olan kitlelerin otokrasinin keyfi yönetimine karşı takınmış oldukları uzlaşmaztavırdır. Osmanlı’daki devrime ise kitleler değil, aydınlar damgasını vurmuştur. Özellikledevrimi hazırlayan İttihatçı örgüt 1860’lardaki Jön Türk hareketinin mirası üzerindeoturmaktaydı. 1895’ten 1906’ya dek örgütün genişlemesini sağlayanlar, özellikle Paris’temesken tutan sürgündeki Jön Türk aydınlarıydı. Bunlar tıpkı Rus aydınları gibi devletin baskırejimi yüzünden kendilerine yurt içinde hareket sahası bulamamış ya da sürgün edilmişkişilerdi. Bu dönemde hem Rus hem Osmanlı muhalif hareketleri yurt dışında yaşayanaydınlar tarafından basın organları yoluyla sürdürülmeye çalışılmıştır. Jön Türkler, Osmanlıiçinde milliyetçi amaçları için mücadele veren azınlık örgütleriyle de iletişime geçerekhareketlerinin tabanını genişletmeye çalışmışlardır. 1906 yılında imparatorluk içinde örgütünyerel şubelerini kurma işini ciddiyetle ele almalarından önce bu aydınların kitlelerle iletişimiyok gibiydi. Devrimi gerçekleştiren Selanik örgütü de çoğunlukla subay ve memurlarındesteklediği bir oluşumdu. Batılı eğitim kurumlarında yetişen bu kişiler, Osmanlı’daki ortasınıf aydın kesimini oluşturuyorlardı ki bunların yaptığı devrim de aydın hareketi olmasıniteliğiyle öne çıkmıştır. 1908 Devrimi’nde özellikle ordunun genç subayları eylemciçabalarıyla sürece damgalarını vururken, Rusya’da askeri kesimden ayaklananlar çoğunluklaerler içinden çıkmıştır.Osmanlı’daki devrimde askeri unsurun bu denli öne çıkmasındaki en önemlietkenlerden biri, ülkede kurulan ilk ve en sağlam modern eğitim kurumlarının askeri okullarolmasıydı. Buralarda yetişen subaylar, kaçınılmaz olarak II. Abdülhamit rejiminin gerici351 Wolfe, 1969, s: 375zihniyetiyle çelişkiye düşmüşlerdir. Bunun yanı sıra padişahın, eğitimli subayları güvenilmez

bularak başkentten uzak tutması ve ödüllendirmelere gelindiğinde kendisine sadık, eğitimsizolan alaylıları öne çıkarması tepki yaratmıştı. Subaylar, sınıf atlama şanslarını oldukçazayıflatan hakim düzene büyük öfke duymaktaydılar. Ayrıca mevcut yönetiminimparatorluğun parçalanmaya giden sürecini engelleyemeyeceğini düşünüyorlardı ki sözkonusu parçalanma kendileri için de hayati bir mesele olduğu kuşkusuzdur. Ancak bunlar,iktidarı ele aldıklarında ne yapacaklarından çok onu bir şekilde ele geçirmeye odaklanmışoldukları, devrim başarıldıktan sonra ortaya çıkan bir realite olmuştur. Benzer bir durumRusya’da Ekim Grevi’ne katılanlar için de söz konusuydu. Otokrasiyi dize getirmeyeodaklanan bu kitleler, çarın manifestosundan sonra amaçlarına ulaştıkları kanaatiyle bir birnormal hayatlarına geri dönmeye başlamışlardı. Proletaryanın kendi koşullarını iyileştirmetaleplerini kabul ettirememesinin bir sebebi de bu yanılgıydı. Çar,Ekim Manifestosu ilepolitize olmamış işçileri radikal olanlardan ayırmayı başarmıştı. Manifesto sonrasındakigevşeme, 8 saatlik iş günü talebiyle Kasım ayında yapılan grevleri, Ekim’deki tüm toplumkesimlerini kapsayan dayanışmaya ortamı kaybolması ve işverenlerin iktidarın yanınageçmesinden dolayı sonuçsuz bırakmıştı352. Hatta Aralık ayında Moskova’da düzenlenen veişçilerin silahlanmasına da sahne olan grevler, çarın şehrin dörtte birini topa tutmasıylasonuçlanmıştı. Rusya’daki devrimin asıl itici olan proletarya, devrimden materyal anlamdakayda değer pek bir kazanım elde edememesine rağmen, Osmanlı’daki askeri sınıf, ülkeyönetiminde belirleyici rol oynayan bir pozisyona gelerekten toplumsal ve siyasal statüleriniönemli ölçüde yükseltmişlerdi.1905 Devrimi’nin Rus çarlığı için en önemli sonuçlarından biri, Çarlık makamınınhalkın gözündeki yerinin tamamen tahrip olmasıydı. 9 Ocak’ta Kışlık saraya doğru yürüyüşegeçen işçi kitlelerinin üzerine ateş açılması sonucu yüzlerce kişinin öldürülmesi, tüm Rus352 Wolfe, 1969, s: 287

halkında büyük bir tepki yarattı. Çar II. Nikola, o gün Saray’da olmamasına rağmen tüm olanbitenlerin sorumlusu olarak görüldü. Çarların tebaalarına karşı şiddete başvurması olgusu,Rus tarihinde görülmedik bir şey değildi; ancak 20.yüzyılın başında bireyler böyle birkatliamı sineye çekmediler ve ertesi gün iş başı yapmayarak olayı protesto ettiler. EkimGrevi’nde ise bir çok grubu ve insanı bir araya getiren temel dürtü, Çarın keyfi yönetimineson verilmek istenmesiydi. Bu bağlamda 1905’teki ayaklanmaların çarlığın moral temelininyerle bir olmasının göstergesi olduğunu söylebiliriz. Ancak 1908 Devrimi, padişahlıkmakamı için bu denli radikal bir sonuç üretmedi. Rusya’da olan bitenlerin merkezi St.Petersburg olurken padişaha karşı ayaklanma Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı sınırındameydana gelmişti. Olaylara uzak kalan İstanbul ve Anadolu halkı olan bitenin tam olarakbilgisine ulaşamamıştı. Rumeli’deki ayaklanmanın dize getirdiği Abdülhamit, İstanbul’dameşrutiyeti ilan ederken bunu kendisi halka ihsan etmiş görüntüsü verdi. Halk olaylardanhabersiz olduğu için ilanı en başta kuşkuyla karşılamış ancak daha sonra durumun ciddiyetinianlayarak istibdat rejiminin sonunun gelmiş olmasını coşkulu bir şekilde kutlamıştır.İttihatçılar ise kendi çabalarıyla gerçekleşen meşrutiyetin ilanı için padişaha teşekküredilmesinden rahatsız oldular. Fakat var olan havanın koşullarının bilincine vardıklarında,Abdülhamit’e karşı çıkışlarında dikkatli olmaları gerektiğinin ve padişahlık makamınınhalkın gözünde yüce imajını silememiş olduklarının farkına vardılar. Rusya’da, Kanlı PazarOlayı’ndan sonra Çarlık makamının prestiji yerle bir olurken, Osmanlı’da I. DünyaSavaşı’ndan sonraki dönemde Büyük Devletler’le işbirliği yaptığı ileri sürülerek suçlananVahdettin’e dek saltanat halkın gözündeki yüce imajını az çok korumuştur.Hem Rusya’da hem Osmanlı İmparatorluğu’nda devrimleri izleyen günlerde,ülkelerin tarihinde eşi benzeri görülmemiş özgürlük ortamı söz konusuydu. Her iki ülkede desansür büyük ölçüde gevşetildi ve gizli örgütler yüzeye çıkarak sevinç gösterilerine katıldılar.

Ancak daha sonraki süreç tamamen farklı gelişmiştir. Rus Devrimi’nde iktidarı denetleyecekgüçte bir örgüt öne çıkamadığı için Çar II.Nikola, Ekim Bildirgesi’nde verdiği tümözgürlükleri teker teker geri almaya başlarken, parlamentoya (Duma) dokunmaya cesaretedemedi. Ancak bu kurumu elinde uysal bir oyuncağa çevirmek için her yola başvurdu. 1906yılının Nisan ayında bir anayasa yapılmış ve bu anayasayı herhangi bir şekilde değiştirmeyetkisi olmayan daha doğrusu gerçekte hiç bir yaptırım gücü olmayan Duma, yine aynı ayiçinde ilk kez toplanmıştı. Fakat Rusya’daki meşruti rejim, Batı Avrupa’dakilerle hiç birşekilde karşılaştırılamayacak denli saltanatın yörüngesinde idi. Çar, en yüksek hakimiyetmakamının kendine ait olacağı ve Duma’nın sadece bir danışma meclisi konumunda işgöreceği bir rejim kurgulamıştı. Bu tarz bir temsili sistem, Osmanlı’daki I. Meşrutiyetdöneminde olanla bir hayli benzerlikler taşır. Her iki örnekte de padişah, parlamentokarşısında geniş bir hakimiyet ve yaptırım gücüyle donatılmıştı. Yürütme organının başısayılan hükümdarlar, parlamentonun kabul ettiği yasaları onaylamak zorunda değildi. I.Meşrutiyet’te Abdülhamit parlamento içinde tamamen kendi tarafından atanan kişilerdenoluşan Heyet-i Ayan kanadı ile seçilmişleri milletvekillerinden oluşan Heyet-i Mebusan’ıdengelerken, Rusya’da aynı niyetle “Devlet Konseyi” adı altında bir kurum oluşturulmuştu.Duma’nın dışında üye sayısının yarısını Çar’ın belirlediği konsey, parlamentonun yasamafaaliyetlerindeki gücünü kırmak için kurgulanmıştı. Bu çerçevede Duma’nın görevleri,yasaları tartışmak, üzerlerinde düzeltme yapmak ve bakanlardan gelen önerilerionaylamaktan fazla ötesine geçemiyordu.Daha da önemlisi I. Meşrutiyette olduğu gibi,Çarparlamentoyu dağıtma yetkisni elinde bulundurmayı başarmıştı ki bu durun Rusparlamenter yaşamını adeta felç eden gelişmelere zemin hazırlyacaktı.1908 Devrimi’nden sonra Osmanlı’da saltanat-parlamento ilişkisi, Rusya’dakinden

daha farklı bir seyir izlemiştir. II. Meşrutiyet ilan edilir edilmez 1876 tarihli Kanun-i Esasiüzerinde değişiklik yapılmadan tekrar yürürlüğe kondu. Devrimin itici gücü olan İttihat veTerakki örgütü, meşrutiyet ilan edildikten sonra iktidar içinde nasıl bir rol alacağı sorusunapek de hazırlıklı değildi. İttihatçı subaylar, güvensizliklerinden ve gençlerin doğrudaniktidarının toplumda hoş karşılanmayacağını düşündüklerinden dolayı arka plana geçtiler.Milletvekilleri seçiminde oyları silip süpüren İttihatçı Parti, seçilenlerin etikette İttihatçılarolmasından dolayı örgütle partiyi ayrı tutmuştu. 13 Nisan 1909’da meydana gelen ve tarihe“31 Mart Vakası” olarak geçen karşı-devrimci ayaklanmaya dek Abdülhamit yerinde kaldı.Ancak başlatanı belli olmayan ve ordudaki alaylıların fiili olarak başı çektiği buayaklanmanın faturası padişaha kesildi. Yeni rejimle uyuşamayacağı sonucuna varılarakpadişah tahttan indirildi ve 1908 yılının Ağustos ayında mevcut anayasada önemlideğişikliklere gidildi. 1909 Kanun-i Esasi’si Meclis-i Mebusan’ı padişahlık kurumununönüne geçirememişti. Saltanat makamının harcamaları parlamentonun denetimine tabikılınırken, padişahın Meclis-i Mebusan’ı dağıtma yetkisi kısıtlanmış ve dağıtma halinde engeç üç ay içinde yenisinin toplantı yapması hükme bağlanmıştı. Padişahın veto yetkisielinden alınarak, Ayan ve Mebusan meclislerinin üçte iki çoğunlukla kabul ettiği yasayıyürürlüğe koymak zorunda olduğu ilkesi kabul edilmişti. Yürütme ile ilgili en kayda değerdeğişiklik, padişahın atadığı bakanların, hem bireysel hem de toplu olarak Meclis-iMebusan’a karşı sorumlu olmasıydı353. Sonuç olarak 1909’daki anayasa değişiklikleriyleimparatorluk parlamenter yönetim yönünde köklü ve tutarlı atılımlar yapmıştı. Bu durumdolaysız olarak siyasal hayatta parlamentonun devlet yapısı içinde ağırlık kazanmasısonucunu beraberinde getirdi.Rusya ve Osmanlı’da devrimlerden sonra meydana gelen anayasal düzenlemelerin

mahiyeti imparatorlukların yıkılmasına dek siyasal hayatın gidişatına damgasını vurmuştu.Rusya’daki çar yörüngesinde olacak şekilde kurgulanan yeni siyasal rejim, parlamenterhayatta katı sınırlamalar ve istikrarsızlıkları da beraberinde getirdi. Devrimin hemenakabinde siyasetin sağ kulvarında kurulan bir çok parti, zaten var olan sosyalist partilerle353 Eroğul, 1997, s: 191birlikte ülkenin siyasal hayatına çeşitlilik getirmişti. İlk seçimlerden en başarılı parti olarakçıkan Anayasal Demokratlar’ın (Kadetler) yanısıra daha muhafazakar Otokrat Parti ile sağınen öne çıkan oluşumları oldular. Mülksüzlerin, şehirlilerin, işçilerin ve azınlıkların temsilinikısıtlayan seçim sistemine karşı tavır alan Sosyal-Demokratlar, bu yarı-parlamenter siyasalhayata katılmak yönünde ikilemler yaşadılar. Yurt çapındaki örgütlenmeleri sınırlı olduğuiçin ilk Duma seçimlerine sadece güçlü oldukları Transkafkasya bölgesinde dahil oldular.Kendisine zorla kabul ettirilmiş olan parlamenter rejimi başından beri hazmedemeyen Çar II.Nikola, yeni siyasal hayatı soysuzlaştırmak ve içini boşaltmak için elinden geleni yaptı. İlkDuma’yı muhalefetinden dolayı beğenmeyip dağıtırken parlamenter rejimi yıkmak için değilyerine daha uysal bir yapı arz edenin gelmesine yol açmak istiyordu. II. Duma, hesaplarınınaksine daha dikkafalı bir tutum gösterince dört ay sonra onu da dağıttı. Seçim sistemindeyapılan değişikliklerle, 1907 yılında oluşturulan III. Duma’yı kendisine itaatkar bularak,normal süresini doldurmasını engelleyemedi. III. Duma gibi muhafazakar oktobristlerinçoğunlukta olduğu IV. Duma’da varlığını çarlığın yıkıldığı 1917 yılına kadar sürdürebildi.Sonuç olarak II. Nikola, tüm siyasal sistemi kendi çeperinde döndürürken, halkta oluşanhayalkırıklığı çarlığı yerle bir edecek dönüşümlere taban hazırlamaktaydı.Rusya’dakinin aksine 1908 Devrimi Osmanlı’da güçlü bir parlamenter rejimintemellerini atmıştı. Devrimin arkasında askeri bir gücün duruyor olması saltanat makamınınözgür hareket yetisini kısıtlamıştı. Rusya’da ise devrim ittifaka geçen birbirlerinden farklı

siyasal ve toplumsal güçlerin bileşimi sayesinde kazanılmıştı. Devrimin ertesinde ittifakdağılınca Çar’ı dengeleyecek ya da denetleyecek güçte bir örgüt ya da oluşum ortayaçıkamadı. Osmanlı’da ise İttihatçı subaylar tam tersine oldukça birlik içinde ve istikrarlı birbütün oluşturarak, 1912’ye dek sahnenin gerisinden takip ettiler. Kendilerine rakip olacak birsiyasal partinin ortaya çıkamamasının da bu birlikte rolü büyüktü. Ancak I. BalkanSavaşı’nın imparatorluğun çözülmesini daha da derine çektiği ortamda iktidarı tamamenellerine aldılar. II. Dünya Savaşı döneminde ise İngiliz ve Fransız denetimi ortadan kalkıncahedeflerini gerçekleştirmek için özgür bir hareket sahası önlerinde açıldı. Bu dönemde tambir ittihatçı diktatörlüğü söz konusuydu ve bu durum savaştaki yenilgiye kadar sürdü. Tüccarve büyük toprak sahibi kesimle işbirliğine giren İttihatçılar, köylünün durumunda hiç biriyileştirme sağlayamayınca yeni rejim halkta, Rusya’dakine benzer bir hayalkırıklığı yarattı.Savaştaki yenilgi sonrasında ülke itilaf güçlerinin işgaline uğrarken, ulusal bir bağımsızlıksavaşı başlatmaya çalışan Mustafa Kemal’in köylü kitlelerinden destek almakta zorlanmasıda bu hayalkırıklığının sonucuydu.I. Dünya Savaşı Avrupa’daki imparatorluk yönetimlerinin sonunu hazırlamıştı. Rusve Osmanlı imparatorluklarının yerine kurulan cumhuriyet yönetimlerinin siyasalrejimlerinin belirlenmesinde 1905 ve 1908’de olan devrimlerin köklü etkileri söz konusudur.1905’te Rusya’da olan bitenler 1917 Devrimi’nin bir nevi provasıydı. 1905’te dünyatarihinde ilk kez devrim yapan işçi sınıfı, başarısından herhangi bir kazanç çıkartamamıştı.Savaş çarlığın gücünü en aşağı seviyeye çekerken, II. Nikola’yı 1917 yılının Şubat ayındatahttan indiren Duma’daki liberallerdi. Ancak bunların yanlış hesapları ve kitlesel destektenyoksunluğu, işçi-köylü ittifakını yaratmayı başaran Lenin’in önderliğindeki Bolşevikleriiktidara taşıdı. Bolşevikler, dünyanın ilk sosyalist rejimini Rusya’da kurmayı başaracakları

devrime imza atarken, arkalarındaki işçi kitlesi ilk siyasal deneyimini 1905 yılındaki EkimGrevi esnasında kazanmıştı. Grev sırasında vücuda getirilen sovyetler yeni rejimin kurucuöğeleri olmuş ve yeni cumhuriyet, Sovyetler Birliği adını almıştır. Osmanlıİmparatorluğu’nda ise 1908’de devrim yapan Batılı zihniyetteki subay kesimi, I. DünyaSavaşı’ndaki yenilgi sonucu itilaf güçlerince ülkenin parçalandığı ve yönetimdeki padişahınve kadrosunun durumu tersine çevirmekte aciz kaldığı ortamda bir kez daha liderlik rolünesoyundular. Kendisi de bir zamanlar İttihatçı bir subay olan Mustafa Kemal, Osmanlı’nınenkazından Türk unsuruna dayanan bir ulus-devlet yaratmak için örgütlenmeye giriştiğibağımsızlık savaşında İttihatçı örgütün eski mensuplarının büyük desteğini aldı. 1908’deparlamenter rejimi ülkede yeniden tesis eden askerler, 1923’te tarih sahnesine çıkan TürkiyeCumhuriyeti’nin kurulması aşamasında öncü rol oynadılar. I. Dünya Savaşı’na dekTürkçülük düşüncesini hiç bir zaman tamamıyla açığa vuramayan İttihatçıların aksine yenicumhuriyetin yönetici kadroları Türk unsuruna dayanan bir ulus-devletin temellerini attılar.İttihatçılar’ın bir nevi mirasçısı olan Mustafa Kemal’in kurduğu Halk Partisi kadroları,pozitivist düşünceyi devralarak toplumu yukarıdan dönüştürmek için yönetimde tekelci birtutuma meyletmişlerdir.SONUÇBu tez çalışmasında 1905 Rus ve 1908 Jön Türk Devrimlerinin meydana gelmekoşulları, Rus ve Osmanlı İmparatorluklarının 19.yüzyılda geçirdikleri modernleşme süreciçerçevesinde incelenmeye çalışılmıştır. Batı’nın gelişmiş sosyo-ekonomik ve askeri sistemikarşısında ayakta kalabilmek hedefiyle Rus ve Osmanlı İmparatorluklarında dar bir yöneticielit grubunun başlattığı sistematik modernleşme hareketleri, tam bir açmazlar ve çelişkileryumağı olarak gelişmiştir. Bu ülkelerin yönetici elitlerinin kendi siyasal statü ve önderpozisyonlarını kaybetmeyecekleri modernleşme tarzlarını topluma dayatmış olmaları süreci

daha çelişkili ve tutarsız kılmıştı.19.yüzyılda Avrupa’da gericiliğin kalesi olan Rusya,otokratyönetim geleneklerinden hiçbir şekilde taviz vermeye yanaşmazken, toplumun aydınkesiminden gelen çoğulcu yönetim talepleri toplumun bu yönde bir gelişmeye hazır olmadığıöne sürülerek sürekli geri çevrildi. .Burjuvazinin zayıf ve iktidara bağımlı olduğu ülkede,1890’lardaki sanayileşme atağının bir çırpıda yarattığı Rus proleteryası,1905 burjuvademokratolarak nitelenecek devrimi,tüm toplum katmanlarını arkasına alarak grev gibitamamen kendine özgü başkaldırı yöntemi ile vücuda getirdi. Oysa Osmanlıİmparatorluğu’nda sosyo-ekonomik alandaki gelişmişlik, siyasal alandaki modernleşmeninoldukça gerisinde kalmış olmasından dolayı Batı’nın kuruımlarını adapte etmek şeklindegelişen modernleşme süreci çerçevesinde kazanılan çağdaş vatandaşlık hakları, kitlelertarafından sahiplenilememişti. Bu durumda 19.yüzyılın son çeyreğinde saltanat süren ve buyüzyıldaki siyasal modenleşme sürecine otokrat nitelikteki rejimiyle ket vuran II. Abdülhamityönetiminin dize getirilmesi görevini, milli bir burjuva sınıfının olmadığı ortamda, kendileride yönetici sınıf içinde yeralan ancak hakim düzenin aleyhlerine işlediği genç subay takımıüzerine almıştır .Aydınların yarattığı muhalif örgütü sahiplenen batılı zihniyetteki busubaylar, onu demir yumruklarıyla iktidara taşımışlardır1905 ve 1908 Devrimleri, mevcut otokrat yönetim sistemlerini dize getirerek Rus veOsmanlı İmparatorluklarında anayasal monarşi sistemlerinin yapılandırılmasına yol açmalarıçerçevesinde bu ülkelerin tarihsel evrimlerinde ileriye doğru atılmış dev adımlar olmuştur.Ancak burjuva sınıflarının arka planda kaldığı bu devrimlerin itici güçleri Rusya’daproletarya Osmanlı’da ise aydın ve subaylar olmuştur.. 1905 Rus Devrimi Lenin’in de işaretettiği üzere “proletaryanın araçlarıyla kazanılan bir burjuva devrimi”ydi. Ve 1917’de aynısınıf yarım bıraktığı işi tamamlayarak dünyanın ilk sosyalist devleti olan Sovyetler Birliğiniyaratacaklardı. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal rejiminin arkasında yatan

ideoloji Jön Türk aydınlarının mirasından büyük ölçüde beslenirken 1908’de devrimigerçekleştiren askeri unsur, yine lider pozisyonuna geçerek yeni cumhuriyete damgasınıvurmuştur.TEZ ÖZETİRus Çarlığı’nda 1905 ve Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 yıllarında meydana gelendevrimler bu devletlerin mutlakçı yönetim sistemlerinin meşruti monarşiye dönüştürülmesisonucunu doğurmuşlardır. Rusya’da 17.yüzyılın sonlarında, Osmanlı’da ise 19.yüzyıldabaşlatılan sistematik Batılılaşma süreci, modern toplumsal sınıfların gelişimini de beraberindegetirmiştir. Geleneksel kalmakta direnen siyasal sistemi kendi çıkarları için engel gören busınıflar, dar bir elit grubun çevresinde sıkışmış olan sisyasal yaşamda kendileri için de sözhakkı talep etmeleri söz konusu devrimlere yol açmıştır. Rusya’da 1890’larda girişilen hızlısanayileşme hamlesinin bir çırpıda genişlettiği işçi sınıfı, 9 Ocak 1905 tarihinde Çar II.Nikola’nın güvenlik güçlerince yapılan işçi katliamı sonrasında siyasallaşarak, otokrasi karşıtıayaklanmada lider konumunu almıştır. İşçilerin tüm toplumu peşinden sürüklediği ortamdagerçekleşen 1905 Devrimi çok sayıda siyasal ve kitlesel örgütlerin geçici ittifakı sayesindegerçekleşmiştir. Osmanlı’daki 1908 Devrimi ise baştan sona İttihak ve Terakki Örgütütarafından yönlendirilmiştir. 1876’da bürokratik bir karar olarak adapte edilen meşruti rejimirafa kaldıran II. Abdülhamit’in otokrat eğilimli rejimine karşı aydınların önderlik ettiği İttihatve Terakki Cemiyeti hakim düzenden memnun olmayan Batılı zihniyetteki subaylar arasındada yayılmıştır. Makedonya’da askerlerce başlatılan ayaklanmanın karşısında duramayaniktidar meşruti rejimi yeniden tesis etmek zorunda bırakılmıştır. Burjuva-demokratik olaraknitelendirilen 1905 Rus ve 1908 Jön Türk Devrimleri, Rus ve Osmanlı siyasal yaşamında yeniaçılımlar sağlayarak bu imparatorlukların yıkılışının ardından kurulan yeni rejimler içinhazırlayıcı safhalar olmuşlardır.SUMMARY

The Russian Revolution of 1905 and The Jeune Turc Revolution in the OttomanEmpire were resulted in transformation of these absolute monarchies into the constitutionalones. The sistematic Westernisation process, beginning in the end of the 17th century in theRussian Tsardom and 19th century in the Ottoman Empire, brought development of modernsocial classes within. These classes, which saw these political sistems resisting to remaintraditional as an obstacle for their interests, raised their demand of a voice in political lifewhich was locked in narrow bureucratic groups and created these revolutions. The workingclass, which was enlarged rapidly by the industrialization attack of 1890’s, became politicisedafter the frustration created by the worker massacre taken by the Czar’s security forces on 9January 1905 and took the position of leadership in the anti-Czarist uprising. The 1905Revolution, holding attention of many social classes to follow the workers, was realized bythe temporary alliance of many political and mass organizations. In contrary, the Jeune TurcRevolution of 1908 was directed by a single organisation, the Commitee of Union andProgress (CUP), from its very beginning till the end. CUP, leaded by the intellectualsopposing the autocratic rule of Abdülhamit the Second who had desolved constitutionalregime adopted as a bureuctaric desicion in 1876, was gradualy spreaded among the militaryofficers unsattisified with his order. The authority couldn’t resist the uprising headed by thelatter and was forced to re establish the constitutional regime. The Revolutions of 1905 and1908, which are classified as bourgeois-democratic, provided new opennings for Russian andOttoman political lives and became preparatory stages for the new regimes established on theruins of these empires.KAYNAKÇA1. ADANIR, F., “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ulusal Sorun İle Sosyalizmin Oluşması veGelişmesi: Makedonya Örneği”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve

Milliyetçilik (1876-1923) içinde, der: M. Tuncay & E.J. Zurcher, İstanbul, İletişimYayınları, 20002. AHMAD, F., Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul, 19953. AHMAD, F., “Vanguard of a Nascent Bourgeoisie: The Social and Economic Policyof Young Turks”, Social and Economic History of Turkey, içinde, der: O.Okyar&H. İnalcık, Ankara, Meteksan Yayınları,19804. AHMAD, F, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemlerinde Milliyetçilik veSosyalizm Üzerine Düşünceler”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm veMilliyetçilik içinde, der: M.Tuncay & E.J. Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 20005. AKŞİN, S., “Düşünce ve Bilim Tarihi (1839-1908)”, Türkiye Tarihi, III. Cilt,içinde, der: S. Akşin, Ankara, Cem Yayınevi, 19886. AKŞİN, S., Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ankara, İmaj Yayıncılık, 19967. AKŞİN, S., Jön Türkler ve İttihat Terakki, Ankara, İmge Kitabevi, 19988. ARICANLI, T., 19. Yüzyılda Anadolu’da Mülkiyet, Toprak ve Emek, Osmanlı’daToprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım içinde, der: Ç. Keyder & F. Tabak, İstanbul,Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 19989. ASCHER, A., The Revolution Of 1905 (Russia In Disarray), Stanford & California,Stanford University Press, 198810. BARKAN, Ö.L., Türkiye’de “Servaj” Var Mıydı?, Türkiye’de Toprak Meselesi(Toplu Eserler I), İstanbul, Gözlem Yayınları, 1980, s: 72311. BARON, S.H., “Pleakhanov And The Revolution Of 1905”, Essays In Russian AndSoviet History (In Honour Of Geroid Tanquary Robinson), içinde, Der: JohnShelton Curtiss, New York, Columbia University Press, 196312. BERKES, N., Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, Bilgi Yayınevi, 197313. BERMAN, M., Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İstanbul, İletişim Yayınları, 199914. BISSONETTE, G. A. A., “Peter The Great And The Church As An EducationalInstitution”, Essays In Russian And Soviet History (In Honour Of GeroidTanquary Robinson), Der John Stelthon Curtiss, New York, Colombia UniversityPress, 196315. BLACK, C.E., Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri, Ankara, İş Bankası Kültür Yayınları

16. BORATAV, K., Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 198817. CHARQUES, R., Twilight Of Imperial Russia, London, Oxford University Press,196518. CHERNUKHA, V.G. & ANAN’ICH, B.V., “Russia Falls Back, Russia Catches Up:Three Generations Of Reformers”, Reform In Modern Russian History (ProgressOr Cycle), Der: T. Taranovski, New York, Woodrow Wilson Center Press &Cambridge University Press, 199519. COQUIN, E. X., 1917 Rus Devrimi, İstanbul, İzlem Yayınları, 196620. DANILOV, A. A., The History of Russia, New York, Heron Press, 199621. DUMONT, P., Yahudi, Sosyalist ve Osmanlı Bir Örgüt: Selanik İşçi Federasyonu,Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876-1923, der: M.Tunçay & E. J. Zürcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 200022. ELDEM, V., Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik,Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 199423. EMİROĞLU, K., Anadolu’da Devrim Günleri (II. Meşrutiyet’in İlanı), Ankara,İmge Kitabevi, 199924. EROĞUL, C., Anatüzeye Giriş, Ankara, İmaj Yayıncılık, 199725. GÖÇEK, F. M., Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun.Çöküşü (OsmanlıBatılılaşması ve Toplumsal Değişme), Ankara, Ayraç Yayınevi, 199926. HANİOĞLU, M.Ş., Bir Siyasal Örgüt Olarak “Osmanlı İttihat ve TerakkiCemiyeti ve Jön Türklük”, 1889-1902, İstanbul, İletişim Yayınları27. HOBSBAWM, E., İmparatorluk Çağı, 1875-1014, Ankara, Dost Kitabevi, 199928. İNALCIK, H., “The Nature Of Traditional Society In Turkey” PoliticalModernization In Japan&Turkey içinde, der: Robert E. Ward&Dankwart A.Rostow, New Jersey, Princeton University Press, 196429. İNALCIK, H., The Ottoman Empire (The Classical Age 1300-1600), New York,Praeger Publishers, 197530. İNALCIK, H., “Çiftliklerin Doğuşu”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve TicariTarım içinde, der: Ç. Keyder & F. Tabak, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 199831. İSLAMOĞLU, H. & KEYDER, Ç., “The Ottoman Social Formation”, The Asiatic

Mode of Production , Science and Politics içinde, der: Anne M. Bailey & Joseph R.Liobena, London, Routledge and Kegan Paul, 198132. KANSU, A., 1908 Devrimi, İstanbul, İletişim Yayınları, 199533. KARAKIŞLA, Y.S., “Osmanlı Sanayi İşçisi Sınıfının Doğuşu, 1839-1923”,Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler, 1839-1950 içinde, der: D. Quataert& E.J.Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 199834. KARAL, E.Z., Osmanlı Tarihi, IV. Cilt, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları,199535. KARPAT, K. H., “Mass Media in Turkey”, Political Modernization in Japan &Turkey içinde, der: Robert E. Ward&Dankwart A. Rustow, New Jersey, PrincetonUniversity Press, 196436. KARPAT, K. H., “The Transformation of the Ottoman State, 1789-1908”, Int.Middle East Studies 3,197237. KARPAT, K. H., “Structural Change, Historical Stages Of Modernization And TheRole Of Social Groups In Turkish Politics”, Social Change And Politics In Turkey:A Structural-Historical Analysis, der: Kemal H. Karpat, Leiden, E.J.Brill, 197338. KARS, H. Z., 1908 Devrimi’nin Halk Dinamiği, İstanbul, Kaynak Yayınları, 199739. KEYDER, Ç., Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul, İletişim Yayınları, 199940. KOENIGSBERGER, H. G., Medieval Europe, 400-1500, London, 199141. LENIN, V. I., Ne Yapmalı? (Hareketimizin Canalıcı Sorunları), Ankara, SolYayınları, 199842. LIEBMAN, M., Rus İhtilali (Bolşevik Başarısının Kaynakları, Gelişmesi veAnlamı), İstanbul, Varlık Yayınevi, 196843. MC KENZIE, K.E., “Lenin’s Revolutionary Democratic Dictatorship of theProletariat and Peasantry”, Essays in Russian and Soviet Historiography (InHonour of Geroid Tanquary Robinson), Der: J. Shelton Curtiss, New York,Columbia University Press, 196344. MARDİN, Ş., Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde“Batılılaşma” Maddesi, İstanbul, İletişim Yayınları45. MARKS, K. & ENGELS, F., Komünist Parti Manifestosu, İstanbul, İnter Yayınları,

199846. MELOTTI, U., Marx And The Third World, Stokholm, The MacMillan Press, 198247. MİNASSİAN, A. T., “1876-1923 Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda SosyalistHareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde Ermeni Topluluğunun Rolü”, Osmanlıİmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik (1876-1923), İstanbul, İletişimYayınları, 200048. MOSSE, W.E., Economic History of Russia (1856-1914), London & New York,I.B.TAURIS, 199649. ORTAYLI, İ., İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, İletişim Yayınları, 199950. ORTAYLI, İ., “19. Yüzyılda Panizlavizm ve Osmanlı Hilafeti”, Osmanlıİmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim (Makaleler I), Ankara, TurhanKitabevi Yayınları, 200051. ORTAYLI, İ., Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde“Batılılaşma” maddesi, İstanbul, İletişim Yayınları52. PAMUK, Ş., “Commodity Production for World-Markets and Relations of PruductionIn Ottoman Agriculture, 1840-1913”, The Ottoman Empire And The WorldEconomy içinde, der: Nuri İslamoğlu-İnan, Cambridge University Press, 198753. POKROVSKII, M. N., “Bureaucracy In Russia”, Russia In World History (SelectedEssays By M.N. Pokrovskii), Der: R. Szporluk, Michigan, The University OfMichigan Press, 1970a54. POKROVSKII, M. N., “Tsarism And 1917 Revolution”, Russia In World History(Selected Essays By M.N. Pokrovskii), Der: Roman Szporluk, Michigan, TheUniversity Of Michigan Press, 1970b55. POKROVSKII, M. N., “Bourgeoisie In Russia”, Russia In World History (SelectedEssays By M.N. Pokrovskii), Der: Roman Szporluk, Michigan, The University OfMichigan Press, 1970c56. PRENS SABAHATTİN, Görüşlerim, Der: Ahmet Zeki İzgöer, İstanbul, BurucYayınları, 199957. QUATAERT, D., “Selanik’te İşçiler, 1850-1912”, Osmanlı’dan CumhuriyetTürkiyesi’ne İşçiler, 1839-1950 içinde, der: D. Quataert & E.J. Zurcher, İstanbul,

İletişim Yayınları, 199858. ROBINSON, G. T., Rural Russia Under The Old Regime (A History Of TheLandlord-Peasent World And A Prologue To The Peasent Revolution Of 1917),New York, Green & Company, 193259. ROGGER, H., Russia In The Age Of Modernization And Revolution (1881-1917),London & New York, Longman Inc.,198360. ROGGER, H., The Formation of the Russian Right, 1900-1906, California SlavicStudies, Vol III61. ROSENBERG, A., Bolşevizm Tarihi, İstanbul, e Yayınları, 196962. SCHWARZ, S.M., The Russian Revolution Of 1905 (The Worker’s MovementAnd The Formation Of Bolshevism And Menshevism), Chicago, The University OfChicago Press, 196963. SETON-WATSON, H., The Russian Empire (1801-1917), London, OxfordUniversity Press, 196764. SHAW, S., History Of The Ottoman Empire and Modern Turkey (Vol I: EmpireOf The Gazis: The Rise And Decline Of The Ottoman Empire, 1280-1808),Cambridge, London, New York, Cambridge University Press, 197865. SUGAR, P., “Economic and Political Modernization In Turkey”, PoliticalModernization in Turkey & Japan içinde, der: R.E.Ward&A. Rustow, New Jersey,Princeton University Press, 196666. TEKELİ, İ & İLKİN, S., “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’inToplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, The Social and Economic History of Turkey(1071-1920) içinde, Der: O. Okyar & H. İnalcık, Ankara, Meteksan Yayınları, 198067. THOMSON, D., Europe Since Napoleon, New York, Alfred A. Knopf, Inc., 198268. TİMUR, T., Osmanlı Kimliği, İstanbul, Hil Yayınları, 199469. TİMUR, T., Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara, İmge Kitabevi, 200170. TİMUR, T., Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi (I. Cilt) içinde“Batılılaşma” Maddesi, İstanbul, İletişim Yayınları71. TİMUR, T., Tanzimatçı “Merkeziyetçilik”ten “Jakoben” Cumhuriyete, Sürüden

Ayrılanlar (Siyasal İktidar Aydın Tarih ve Özgürlük), Ankara, İmge Kitabevi,200072. TOPRAK, Z., İktisat Tarihi , Türkiye Tarihi (Osmanlı Devleti, 1600-1908), IV.Cilt, Der. Sina Akşin, Ankara, Cem Yayınevi, 198873. TROÇKİ, L., 1905, İstanbul, Tarih Bilinci Yayınları, 200074. TROTSKY, L., My Life, New York, Penguin Books, 197975. TUNÇAY, M., Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876-1923,der: M. Tunçay & E. J. Zürcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 200076. VATTER, S., “Şam’ın Militan Tekstil Dokumacıları: Ücretli Zanaatkarlar ve Osmanlıİşçi Hareketleri, 1850-1914”, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler, 1839-1990 içinde, der: D. Quartaert & E. J. Zürcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 199877. VOLINE, Rus Devrimleri, İstanbul, Babil Yayınları, 200078. VON LAUE, T. H., Russian Labor Between Field And Factory (1892-1903),California Slavic Studies, Vol:III, 196479. WALKIN, J., The Rise Of Democracy In Pre-Revolutionary Russia, New York,Frederick A. Praeger, Inc, 196280. WOLFE, B.D., Devrim Yapan Üç Adam, Ankara, Türk Siyasi İlimler DerneğiYayınları, 196981. YALIMOV, İ., “1876-1923 Döneminde Türkiye’de Bulgar Azınlığı ve SosyalistHareketin Gelişmesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilikiçinde, der: M. Tuncay&E.J. Zurcher, İstanbul, İletişim Yayınları, 200082. ZAKHAROVA, L. G., From Reform ‘From Above’ To Revolution ‘From Below’,Reform In Modern Russian History (Progress Or Cycle), Der: TheodoreTaranovski, New York, Woodrow Wilson Center & Cambridge University Press,199583. ZURCHER, E. J., Turkey (A Modern History), London&New York- I.B. TAURIS,1994TEZ ÖZETİAtalı, Esra, 1905 Rus Devrimi İle 1908 Jön Türk Devrimi’nin Karşılaştırmalı İncelemesi,Yüksek Lisans Tezi, Danışman; Prof. Dr. Taner Timur, 276s.Rus Çarlığı’nda 1905 ve Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 yıllarında meydana

gelen devrimler bu devletlerin mutlakıyete dayanan yönetim sistemlerinin meşrutimonarşiye dönüştürülmesi sonucunu doğurmuşlardır. Rusya’da 17. yüzyılın sonlarında,Osmanlı İmparatorluğu’nda ise 19. yüzyılda başlatılan sistemli Batılılaşma süreci, moderntoplumsal sınıfların gelişimlerini de beraberinde getirmiştir. Geleneksel kalmakta direnensiyasal sistemi kendi çıkarları için engel gören bu sınıflar, dar bir elit grubun çevresindesıkışmış olan sisyasal yaşamda kendileri için de söz hakkı talep etmeleri söz konusudevrimlere yol açmıştır. Rusya’da 1890’larda girişilen hızlı sanayileşme hamlesinin birçırpıda genişlettiği işçi sınıfı, 9 Ocak 1905 tarihinde Çar II. Nikola’nın güvenlik güçlerinceyapılan işçi katliamı sonrasında siyasallaşarak, otokrasi karşıtı ayaklanmada liderkonumunu almıştır. 1905 Devrimi, çok sayıda siyasal ve kitlesel örgütlerin geçici ittifakısayesinde gerçekleşmiştir. Osmanlı’daki 1908 Devrimi ise baştan sona İttihak ve TerakkiÖrgütü tarafından yönlendirilmiştir. 1876’da bürokratik bir karar olarak tesis edilenmeşruti rejimi rafa kaldıran II. Abdülhamit’in otokrat eğilimli rejimine karşı aydınlarınönderlik ettiği İttihat ve Terakki Cemiyeti, hakim düzenden memnun olmayan Batılızihniyetteki subaylar ve memurları da kendine çekmiştir. Makedonya’da askerlercebaşlatılan ayaklanmanın karşısında duramayan iktidar meşrutiyeti yeniden ilan etmekzorunda bırakılmıştır. Burjuva-demokratik olarak nitelendirilen 1905 Rus ve 1908 JönTürk Devrimleri, Rus ve Osmanlı siyasal yaşamında yeni açılımlar sağlayarak buimparatorlukların yıkılışının ardından kurulan yeni rejimler için hazırlayıcı safhalarolmuşlardır.SUMMARYAtalı, Esra, The Comparative Analysis of The 1905 Russian Revolution and The 1908 JeuneTurc Revolution, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Dr. Taner Timur, 276p.The Russian Revolution of 1905 and The Jeune Turc Revolution in the Ottoman

Empire were resulted in transformation of these absolute monarchies into theconstitutional ones. The systematic Westernisation process, beginning in the end of the17th century in the Russian Tsardom and in the beginning of 19th century in the OttomanEmpire, brought development of modern social classes within. These classes, which sawthese political systems resisting to remain traditional as an obstacle for their interests,raised their demand of a voice in political life which was locked in narrow bureucraticgroups and created these revolutions. The working class, which was enlarged rapidly by theindustrialization attack of 1890’s, became politicised after the frustration created by theworker massacre taken by the Czar’s security forces on 9 January 1905 and took theposition of leadership in the anti-Czarist uprising. The 1905 Revolution was realized by thetemporary alliance of many political and mass organizations. In contrary, the Jeune TurcRevolution of 1908 was directed by a single organisation, the Commitee of Union andProgress (CUP), from its very beginning till the end. CUP, leaded by the intellectualsopposing the autocratic rule of Abdülhamit the Second who had desolved constitutionalregime adopted as a bureuctaric desicion in 1876, was gradualy spreaded among themilitary and civil officers unsattisified with his order. The authority couldn’t resist theuprising headed by the latter and was forced to re-establish the constitutional regime. TheRevolutions of 1905 and 1908, which are classified as bourgeois-democratic, provided newopennings for Russian and Ottoman political lives and became preparatory stages for thenew regimes established on the ruins of these empires.