t.c. Çukurova Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ ... · küreselleşme ile artan...

224
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA DİN VE TERÖRİZM Hüseyin SALUR Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN YÜKSEK LİSANS TEZİ ADANA / 2006

Upload: others

Post on 30-Oct-2019

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

T.C.

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA DİN VE TERÖRİZM

Hüseyin SALUR

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA / 2006

Page 2: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

ÖNSÖZ

Hemen hemen birçok çalışma, alanındaki bir boşluğu doldurma iddiasını taşır.

Kimi bunu gerçekleştirir, kimi ise amacına ulaşamaz. Bizim iddiamız alanımızdaki bir

boşluğu doldurmaktan ziyade, anlam karmaşası içindeki kavramlarımızı anlamak daha

sonra açıklamak olacaktır. Bu çerçevede daha önce doğru veya yanlış olarak sunulan

bilgileri farklı bir bakış açısıyla değerlendireceğiz. En azından çalışmamızın

kavramlarını yerli yerinde kullanmaya özen gösterip, onlara gerekirse apayrı bakış

açısıyla kritiğe tabi tutmaya çalışacağız. Bu anlamda tezimizin de amacına ulaşmış

sayacağız. Bu bağlamda öncelikle mümkün mertebe birbirine zıt fikirleri vermeye

çalışarak daha sonra ise bu konudaki ön yargıları, yanlı ve yanlış bilgileri, doğru bilgiler

vererek ve olabildiğince objektif olmaya çalışarak değerlendirmeye çalışacağız.

Bu çalışma küreselleşme, din ve terör fenomenleri arasındaki ilişkisini irdeleyen

ve özelliklede Soğuk Savaş sonrası dönemi anlamaya çalışan Din Sosyolojik bir

çalışmadır. Küreselleşme ve terörün tanımları da tıpkı din tanımları gibi oldukça

karmaşık olduğundan rahatlıkla üzerine farklı anlamlar yüklenilmektedir. Bu durum ise

olguların açıklanmasını veya yansız değerlendirilmesini oldukça zorlaştırmaktadır. Bu

zorluğun temelinde esasen terör, küreselleşme ve din kavramlarının nasıl anlaşılıp

tanımlandığı sorunu yatmaktadır.

Şu halde çalışma alanımızın meşakkatli olması öncelikle olguların tanım

problemlerinde yatmaktadır. Şimdiye kadar terörizm konusunda yapılan açıklamalar

Soğuk Savaş öncesine uygun olup bugüne pek uymamaktadır. Üstelik bu olgunun

birçok tanımı daha çok politik, dönemsel ve bölgesel olabilmektedir. Bazen bu kavram

özellikle belirsiz bırakılıp tanımı muğlâk bırakılmaktadır. Esasen durumun böyle olması

terörizm üzerinden siyasi, teknolojik ve ekonomik menfaat elde etmek isteyen egemen

güçlerin çıkarlarına uygun düşmektedir. Özellikle bu konuda otorite olarak kabul edilen

fikir adamlarının birbirlerinden tutarsız açıklamaları, olguyu anlamayı daha da

zorlaştırmaktadır. Terörizm herkesimi az çok ilgilendiren bir olgu olması nedeniyle bu

konuda uzman olan ve olmayan herkesin açıklama ve yorumlarda bulunması bir bilgi

kirliliğini oluşturmaktadır.

Terörizm toplumun her kesimini etkileyen ulusal değil uluslar arası bir

meseledir. Bu çerçevede terörizm konusunda uluslar arası alanda birçok anlaşma

yapılmıştır. Ancak bu anlaşmalara yine uluslar arası menfaatler işin içine karıştığından

dolayı pek uyan bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bu çifte standartlara oldukça

Page 3: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

ii

fazla maruz kalmıştır. Batı dünyası özellikle bu konuda Müslüman ülkelere

islamophobia (Islam phobia) davranışlarını sıklıkla sergilemektedir.

Bu konuyla doğrudan veya dolaylı ilgili olan birçok bilim dalında farklı

çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, bu araştırma alanı Din Sosyolojisinde oldukça

yenidir. Küreselleşme olgusu, dünyanın bugünkü durumunu tanımlama çabasına giren

son dönem sosyolojik araştırmalarının temel konularından biri olmuştur. Bu çerçevede

Soğuk Savaş sonrası artacağına inanılan eşitlik, insan hakları ve demokrasi özellikle 11

Eylül saldırılarından sonra yerini küresel terörle mücadele dönemine bırakmış

gözükmektedir. Yani teorikte açlığın, sefaletin giderilebileceği ve özgürlüklerin

artacağına olan inancın yerini, pratikte eşitsizliğin daha da yaygınlaşması ve güvenlik

gerekçesiyle özgürlüklerin rafa kaldırıldığı bir döneme bırakmış sayılabilir.

Her ideoloji, kendi düşmanını ve günah keçisini yaratır, ona karşı nefreti ve

şiddeti seferber eder. İdeolojilerin yaşaması için karşıt bir düşmana ihtiyacı vardır.

Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte, kapitalizmin (ABD-Batı) karşısındaki

komünizm düşmanı ortadan kalkmıştır. Kapitalist sistemin yaşaması için yeni düşman

yaratmak veya bulmak zorunda kalan Batı dünyası 11 Eylül saldırılarıyla aradığı fırsatı

yakalamış ve mükemmel bir şekilde değerlendirmiştir. Böylece bir belirsizlik dönemi

olan 1990’lı yıllar sona ermiş yeni düşman din kaynaklı küresel terör olarak ilan

edilmiştir. Bu çerçevede terör ve küreselleşme ilişkisi nasıl anlaşılmalıdır?,

küreselleşme ile artan din-terör ilişkisini kurmak ne kadar doğrudur? ve eğer varsa bu

ilişkinin boyutları ne kadardır?, mealindeki merak edilen sorulara çalışmamız içerisinde

tatminkar cevap verildiği kanaatindeyiz.

Bu çalışmada başından beri maddi ve manevi anlamda beni destekleyen,

cesaretim kırıldığı zaman beni cesaretlendiren değerli hocam ve tez danışmanın Yrd.

Doç. Dr. Abdullah ALPEREN’e en içten teşekkürlerimi sunmayı kendime bir borç

bilirim. Kendisine ayıracağım zamandan fedakârlık eden eşim Songül Hanıma; Abim

Hasan SALUR, Dr. Oğuzhan ÖZCAN, Dr. Özcan DOĞANAY, Av. Ayhan PERÇİN,

Avnican PEKER, Abdurrahman İŞLEK ve Mustafa ATEŞ’e; Ç.Ü. Sosyal Bilimler

Enstitüsünden H. İbrahim AYKAN ve Sibel KOÇAŞ’a her türlü desteklerinden dolayı

teşekkür ederim.

Hüseyin SALUR

Page 4: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

iii

ÖZET

KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA DİN VE TERÖRİZM

Hüseyin SALUR

Yüksek Lisans Tezi: Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

Haziran 2006, 215 Sayfa

Bu çalışmada, küreselleşme süreci içerisinde din ve terör ilişkisinin ne boyutta

olduğu konu edinilmiştir. Bu bağlamda ilk olarak konuyla ilgili kavramlar izah

edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra kavramların tarihsel köklerinden ve uğradıkları

değişimden yola çıkılarak bugünkü durumu ele alınmıştır. Bu çerçevede genelde din

özelde ise İslam dininin teröre esin kaynağı olup olmadığı sorgulanmıştır. Aynı şekilde

küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya

çalışılmıştır. Araştırmanın sınırları ise, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra artan İslami

terör kavramı üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Terör, Din, Cihad, Sekülerleşme, İslam Fobisi.

Page 5: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

iv

ABSTRACT

RELIGION AND TERRORISM IN THE PROCESS OF GLOBALIZATION

Hüseyin SALUR

Master Degree Thesis, The Department of Philosophical and Religious Sciences

Supervisor: Yard. Doç. Dr. Abdullah Alperen

Haziran 2006, 215 Pages

In this study, the situation of the relation between religion and terror in the

process of globalization was discussed. Therefore, firstly, the concepts concerning the

subject were tried to be explained. After that, considering the historical roots of the

concepts and the changes that they had in the past, their circumstances of today were

searched. In this connection it was investigated that if in general religion and especially

Islam inspired and originated terror or not. The scope of the research intensifies on the

Islamic terror (or Islamist terror) concept which has an increasing usage after the attacks

in 11 September 2001.

Key Words: Globalization, Terror, Religion, Jihad, Secularism, Islam phobia.

Page 6: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

v

KISALTMALAR

a.s. = Aleyhi’s Selam

AB = Avrupa Birliği

ABD = Amerika Birleşik Devletleri

AGİT = Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

APEC = Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği

ASALA = Ermeni Terör Örgütü

ASAM = Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

ASEAN = Güney-Doğu Asya Ulusları Birliği

BDT = Bağımsız Devletler Topluluğu

bkz. = Bakınız

BM = Birleşmiş Milletler

Çev. = Çeviren

ÇUŞ = Çok Uluslu Şirketler

Der. = Derleyen

ETA = Ayrılıkçı Bask Hareketi (İspanya)

G-8 = Gelişmiş Sekiz Ülke

Haz. = Hazırlayan

Hz. = Hazreti

IMF = Uluslar arası Para Fonu

IRA = İrlanda Cumhuriyet Ordusu

M.Ö. = Milattan Önce

M.S. = Milattan Sonra

MERCUSOR = Latin Amerika Ticari Bloğu

NAFTA = Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması

NATO = Kuzey Atlantik Paktı

OECD = İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı

PKK = Kürdistan İşçi Partisi

s. = Sayfa

STÖ = Sivil Toplum Örgütleri

TODAİE = Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü

vs. = Vesaire

WB (DB) = Dünya Bankası

Page 7: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

vi

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ………………………………………………………..…………………...….i

ÖZET……………………………………………………………………….…….….iii

ABSTRACT…………………………………………………………………….……iv

KISALTMALAR……………………………………………………….….…...……v

I. BÖLÜM

GİRİŞ

1.1. Araştırma Konusunun Belirlenmesi ve Sınırlandırılması………..………….…….1

1.2. Araştırmanın Amacı ve Önemi…………………………………………….…..….2

1.3. Araştırmada Kullanılacak Yöntem ve Kuramlar…………………….……....……3

1.4. Varsayımlar……………………………………………………………….…….....6

1.5. Kavramlar…………………………………………….……………………………8

1.5.1. Anarşizm………………………………………………………..…………...8

1.5.2. Nihilizm……………………………………………………..………….…..11

1.5.3. Popülizm ve Narodnoya Volya……………………………….……………12

1.5.4. Vandalizm……………………………………………………………..……13

1.5.5. Post-Modernizm………………………………………………….….……..13

1.5.6. Fundemantalizm ve Radikalizm………………………………....…………15

1.5.7. Gerilla…………………………………………………………….….…......16

1.5.8. Şiddet ve Savaş………………………………………….……….….……...18

1.5.9. Sekülerleşme……………………………………………………..…...….…21

1.5.10. Küreselleşme……………………………………………….….…………..21

1.5.11. Islamophobia………………………………………………….…………..22

1.5.12. İslami Anlayışlar……………………………………………….….….…..23

II. BÖLÜM

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TERÖRİZM OLGUSU

2.1. Terörizmin Tarihsel Gelişimi ve Bugünkü Durumu…………….…………....…...24

2.2. Terörizm Kavramının Tanımı ve Mahiyeti Üzerine Tartışmalar………………….38

2.2.1. Terörün Etimolojik Anlamı…………………………………….…….….…..38

2.2.2. Terör ve Terörizm Farkı…………………………………………….…….…43

2.2.3. Terörizm ve Suç Ayrımı……………………………………………..………44

2.2.4. Terör Tanımlarının Eleştirisi……………………………………….….…….47

2.2.5. Tanım Probleminin Sebepleri……………………………………….….……49

2.2.6. Terörizm Türleri………...…………………………………………….….….54

Page 8: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

vii

2.2.6.1. Dinsel Terör……………………………...………………….….……57

2.2.6.2 İdeolojik Terör…………………………………..……………………59

2.2.6.3 Etnik Terör…………………………...……………………….……....60

2.2.6.4. Siber Terör…………………………………………………...………61

2.2.6.5. Pasif Terör veya Psikolojik Savaş…………………………..……….62

2.2.6.6. Devlet Terörü…………………………….…………….……….…...64

2.2.7. Terör ve Teröristin Çift Anlamlılığı ve Kavramların Çarpık Kullanımı….……..67

2.2.8. Terörizm Çalışmalarında Karşılaşılan Problemler………………….……….…..72

2.2.9. Terörizm Hakkındaki Birkaç Nokta………………………………………….….74

2.2.10. Terörizm Çalışmalarında İzlenecek Yol……………………………………….79

2.2.11. Aşırı Genelleme, Aşırı İndirgeme ve Terörist Tipolojisi………………………81

2.2.12. Terörizmin Olası Nedenleri ve İleri Sürülen Gerekçeler………………...…….83

2.2.13. Terör Eylemlerine Başvuranların Gerekçeleri ve Örgütsel Bağ…………....….88

III. BÖLÜM

KÜRESELLEŞME OLGUSUNUN TANIMI VE MAHİYETİ

3.1. Küreselleşmenin Tanımı ve Mahiyeti…………………………………………..….92

3.2. Küreselleşmenin Boyutları………….………...………………………………….103

3.2.1. Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu………...………………….…………..103

3.2.2. Küreselleşmenin Siyasal Boyutu………………………………….………..107

3.2.3. Küreselleşmenin Kültürel Boyutu………………………………..………...110

3.3. Küreselleşmenin Hâlihazırdaki Sonuçları……………………………………......112

IV. BÖLÜM

DİN, TOPLUM VE CİHAD ANLAYIŞI

4.1. Sosyolojik Bakımdan Din ve İşlevleri……………………………...….......……..122

4.2. Din ve Sosyal Değişme………………………………………………..……….....127

4.2.1. Sosyal Değişmeyi Engelleyici Faktör olarak Din………….…………..…...128

4.2.2. Sosyal Değişmeyi Sağlayıcı Faktör Olarak Din……………………..….….129

4.2.3. Sosyal Değişme Hadisesinin Din ve Dini Hayat Üzerinde Etkileri………..130

4.3. Cihad Kavramı……………………………………………………………….…...131

4.4. Kur’an-ı Kerimde Cihadın Sistematiği…………………………………..….……135

Page 9: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

viii

V. BÖLÜM

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE DİN VE TERÖRİZM

5.1. Din ve Terörizm……………………………………………….………………….145

5.2. Küreselleşme Terör İlişkisi……………………………………….…….………...161

5.3. Küreselleşeme Din İlişkisi………………………………………………………..168

5.4. Küreselleşme Sürecinde Din ve Terörizm……………………………….……….180

SONUÇ ve ÖNERİLER…………………………………………………..……...….188

KAYNAKÇA……………………...………………………………………...………..193

ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………….………215

Page 10: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

I. BÖLÜM

GİRİŞ

1.1. Araştırma Konusunun Belirlenmesi ve Sınırlandırılması

1991’de Doğu Blok’u tamamen dağıldıktan sonra Batı kültürü kesin zaferini ilan

etmiş ve çok hızlı bir şekilde dünyayı, gerek kültürel gerekse de siyasi olarak etkisi

altına almıştır. Bu bağlamda terör, şiddet, din gibi kavramlarda hızlı bir değişim ve

dönüşüm geçirmişlerdir. Hatta geleneksel anlamdaki savaşlar bile oldukça farklılaşmış,

gayrı medeni savaşlar, psikolojik savaşlar, enformasyon savaşları, sibernetik savaşlar,

terör savaşları, meskûn mahal muharebeleri gibi oldukça çeşitlenip çoğalmışlardır.

Öte yandan globalleşen dünyada terörün tanımı geçmiş tanımlardan oldukça

farklılaşmış ve daha kaypak bir zemine oturmuştur. Günümüzde birilerinin kurtarıcı

olarak gördüğü hareketi bir diğeri terörist hareket olarak niteleyebilmektedir. Buna

göre, terörizm kavramı kendisine yakın olan kavramlarla ayrımı net bir şekilde ortaya

konmamıştır. Bunun yanı sıra terörizm kavramının bu güne kadar yerine oturmuş net ve

ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Durum böyle olunca kavram istenildiği tarafa

çekilmiş, yanlış anlaşılıp öyle tanımlanmış veya yerinde kullanılmadığı anlaşılmıştır.

Bu çerçevede araştırmamızın konusu, dünya siyasi tarihinde büyük bir değişme

diye kabul edebileceğimiz Doğu Blok’unun dağılmasından sonra belirginleşen

Küreselleşme, Terör ve Din, daha özelde ise İslam ilişkisiyle sınırlandırılmıştır.

Araştırmamızda küreselleşme sürecinde terörün nasıl tanımlandığını ve nasıl

anlaşılması gerektiği üzerinde özellikle durulmuştur. Şu halde çalışmamızda, genelde

İslam toplumları özelde ise Türk toplumunda küreselleşme çerçevesinde din ile terör

arasındaki doğru veya yanlış olarak kurulan ilişkiler ele alınacaktır. Esasen dinin iddia

edildiği gibi terörizmi besleyip beslemediği araştırılacaktır. Bilhassa küreselleşme

sürecinde İslam ve terör ilişkisi incelenecektir.

Biz bu araştırmamızda terör ve din, özellikle de İslam dini ile terör arasında

kurulan bağlantıları objektif bir biçimde inceleyip ortaya koymaya çalışacağız.

Konumuzu din ve terörizm diye belirledikten sonra onun sınırlarını şu şekilde

çizebiliriz. İslam dini terörizme kaynaklık eder mi? İslam dininin teröre bakış açısı

nedir? Küreselleşmenin dine etkileri nelerdir? Küreselleşmenin terörizme etkileri

nelerdir? Din terörü besler mi? Küreselleşme sürecine İslam dini, terörizm ile neden

Page 11: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

2

yaftalandı? Küreselleşme ile at başı giden fundamentalist akımların tepki nedenleri

nelerdir? gibi sorularla olguyu genişletip anlamaya çalışacağız. Bu çerçevede eğer varsa

terörizme dinsel esin kaynağı olabilecek temel metinler sorgulanacaktır. Kısaca

İslam’da terör var mı? sorusuna cevap aranacaktır.

Terörizm, küreselleşme sürecinde nasıl bir işlev görmektedir? Küreselleşme ne

tür bir süreçtir? İslami terör kavramı neye hizmet etmektedir? Soğuk Savaş sonrası

dönemde hızla değişen dünyada çatışmaları artıran nedenler ve bunların din ile

ilişkisinin boyutları ne kadardır? Emperyalizmin ve sömürgeciliğin yerini bugün ne

doldurmaktadır? Şu an var olan mevcut durumun, kimin ya da kimlerin yararına

olduğunu, kimlere hizmet ettiğini ve kimleri bağımlı kıldığını anlamaya çalıştık. Bu tür

zihni kurcalayan problemler bilimsel çerçevede irdelenecektir.

Kısaca çalışmamızda, genel hatlarıyla Küreselleşme Bağlamında Din ve Terör

ilişkisi ele alınacaktır. Daha özelde ise 11 Eylül saldırıları sonrası İslam ve Terörizm

ilişkisi irdelenecektir. Araştırmamız teorik olacağı için daha çok genel kavramlar

üzerinde yoğunlaşacağız. Yani olguların sadece genel hatları ortaya koymaya

çalışacağız. Ancak gerekli gördüğümüz yerlerde derinlemesine inceleme yapacak, yer

yer örneklendirmelere gideceğiz.

1.2. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Bu çalışmamız, küreselleşme çerçevesinde din ile terörizm arasında kurulan

ilişkiyi olduğu gibi betimlemek ve bundan çıkarımlar yaparken de olabildiğince objektif

olmaya çalışarak yorumlamayı esas aldık. Terör ve Küreselleşme konularında o kadar

çok literatür olmasına rağmen bu konu bir o kadar karışık ve netlikten uzaktır. Bu

çerçevede araştırmamızın temel amaçlarından biri öncelikle kavramlarda netliği

sağlamak olacaktır. Özellikle Doğu Blok’unun yıkılmasından sonra ABD ve Batı

dünyası, yüzünü İslam Dünyasına çevirmiştir. Bu çerçevede baskın teknoloji ve kültür

olan Batı başta olmak üzere ABD, tüm bu kavramları tekrar revize etmiştir. Bu

bağlamda İslam dini kanaatimizce bazen terör adına bezen de ideoloji adına istismar

edilmekte veya kasıtlı olarak kurban edilmektedir. Çalışmamızda, toplumsal olguların

kendi kulvarında anlaşılıp tanımlanması, olası anlam kaymalarına mahal bırakmamak

ve ona göre de yorumlamak esas alınmıştır. Daha doğrusu bu tanımların evrensel kabul

görmüş meşru tanımları üzerinde yoğunlaşmaktır.

Page 12: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

3

Din, toplumsal olaylarla az veya çok karşılıklı ilişki içerisinde olduğundan bu

sistem içerisinde önemli bir işleve sahiptir. Bu günün dünyasında toplumsal sistem

içerisinde meydana gelen herhangi bir değişim yine toplumsal bir kurum olan din

üzerinde doğrudan veya dolaylı olarak ciddi bir etkide bulunacağı muhakkaktır. Bundan

dolayı küreselleşme bağlamında din-terör ilişkisi ve bu ilişkinin karşılıklı boyutlarının

incelenmesi doğrudan Din Sosyolojisinin çalışma sahasına girmektedir. Gayemiz

birbirlerinin yerine kullanılan ve yanlış anlamalara yol açan kavramları netleştirmek ve

açıklığa kavuşturmaya çalışmak olacaktır. Şu halde gerekirse kavramlara tekrar doğru

bir şekilde anlamlar yüklemeye çalışacağız.

Çalışmamızın çerçevesini küreselleşme bağlamında İslam ve terör ilişkisini ve

bu ilişkinin karşılıklı boyutları oluşturmaktadır. Bu çerçevede küreselleşme bağlamında

din ve terör arasında ilişki veya ilişkiler varsa ne düzeyde olduğu? Nasıl ve hangi

şartlarda ortaya çıktığı? gibi sorulara, Din Sosyolojisi çerçevesinde cevap aranacaktır.

Bu çalışmamızın amacı ise, üstünde sıkça tartışılan terör ve İslam dini ilişkisine açıklık

getirmeye çalışmak olacaktır.

Bu çalışma, sorumluluk ve cesaret isteyen ciddi ve ağır bir misyonu üzerine

almıştır. Esasen konu çok kaypak bir zeminde oturduğundan nereye çekilirse oraya

gideceği muhakkaktır. Şu halde çalışmamızın önemini ortaya koymuş olmaktayız.

1.3. Araştırmada Kullanılacak Yöntem ve Kuramlar Metot (yöntem), belirli bir amaca ulaşmada kullanılan yolların bütünü olarak

tanımlanabilir. Amaca götüren yol yöntem, hedeflere ulaşmak için kullanılacak araçlar

tekniktir (Gökçe, 1992: 40). Bu çalışmamız daha çok kuramsal olacağı için, dolaylı

gözlem yani tarihsel metot tekniğinden yararlanıldı. Bu çerçevede bilgi ve belge

toplarken literatür taraması ve dökümantasyon çalışması yapıldı. Daha sonra olayın

fotoğrafını çeker gibi durum tasviri dediğimiz, tasvir (deskriptif) metodu kullanıldı. Bu

betimleme işi farklı bakış açılarıyla kritiğe tâbi tutuldu. Bu konudaki lehte ve aleyhteki

konular mümkün mertebe araştırıldı. Bu çerçevede kısmen karşılaştırma metoduna ve

kısa örneklemelere yer verildi. Belgeleri analiz ederken anlama ve yorumlama

metotlarını da kullandığımızı da belirtmemiz gerekir.

Kuşkusuz bir konunun tek bir metotla izah edilmesi güvenilirliği ve geçerliliği

(Karasar, 1998: 147-153) sarsacak ve çalışma eksik kalacaktır. Çalışmamızda öncelikle

bilgi ve belge toplarken dünyada ve Türkiye’mizde de gelişen güncel olay ve olguları

Page 13: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

4

takip ederek değerlendirmeye tâbi tuttuk. Nitekim bir araştırmaya orijinallik katan şey

toplanan bilgi ve belgelerin özgün şekilde yorumlanmasıdır (Karasar, 1998: 184).

Esas olarak bu konuda otorite olanların yanı sıra, çoğu çevrilmiş ve birçok yazar

ve düşünürün, akademisyenlerin, siyasilerin ve askerlerin, ülke politikacılarının ve

araştırmacı yazarların konuyla ilgili yazdıkları dikkate alındı. Bu bilgi ve belgeler

mümkün mertebe tarafsız olarak değerlendirilmeye çalışıldı. Bu durumda

araştırmamızda tümden kabul veya tümden retçi yaklaşımlardan ziyade anlayıcı-

açıklayıcı-yorumlayıcı yaklaşım tarzını benimsedik.

Bu çerçevede Alman filozof Dilthey tarafında geliştirilen bir metot olan anlama

metodu, yani olayları, kişileri veya toplumları kendi ruh halleri içinde anlama, özellikle

de tarihi ve psikolojik yaşantılarla ilgili olduğunu ve yaşanan o şeylerin de sadece o

fiilleri veya halleri anlama metodu ile anlaşılabileceğini ileri sürer. Onun deyişi ile

“doğayı açıklarız, ruhsal olayları ise anlarız”. Bu anlamları açığa çıkaracak olan

yöntem de, bir tür anlama ve yorumlama sanatı olarak, hermeneutic’tir. Dolayısıyla her

devri ve olayı kendi şartları içerisinde değerlendirmek gerekir. Bu metodun esas amacı,

tarihsel ve kültürel bağlamı içinde insan eylemini anlamak olarak açıklanabilir (Gökçe,

1992: 32-35; Akarsu, 1994: 136-141; bkz: Arslan, 2002). Anlayıcı bilim geleneği Din

Sosyolojisi çalışmalarında önemli bir yeri vardır. M. Weber ve J. Wach bu hususta

örnektir (Wach, 1995: 5-11; Turner, 1997: 11-241; Taplamacıoğlu, 1983: 104-106).

Anlayıcı metodu tamamlar nitelikte gördüğümüz, değerlendirici-hümanistik bir

sosyoloji kuramı ortaya koyan ve iktidar seçkinleri tezi ile bilinen Wright Mills’ten de

faydalanmakta yarar gördük (Poloma, 1993: 285-303). Görüldüğü üzere çalışmamızda

bir tek metot yerine değişik metotlardan istifade edilmiştir.

Araştırmamızın konusu bizi, kısmen yapısal fonksiyonel denge kuramı, kısmen

de çağdaş çatışmacı kuramdan istifade etmeye zorlamıştır. Bu çerçevede bu iki kuramın

sentezini yapan ve çalışmamızda da yöntemlerini esas aldığımız kişiler Lewis Coser ve

Ralf Dahrendorf’tur (Poloma, 1993: 97-127). Ancak, esas olarak çalışmamızı bağımlılık

teorisinin üzerine oturtmaya çalıştık. Çünkü son dönem gelişmelerinden biri olan

küreselleşme, terör ve din ilişkilerini ortak olarak oturtacağımız bir zemin veya nazariye

tam olarak bulunmamaktadır. Araştırmamız içerisinde görüleceği üzere daha bu

olguların olgunlaşmış bir tanımı dahi yokken ve henüz sağlam bir zemine oturmamışken

“küreselleşme bağlamında din ve terörizm” konusunu salt bir nazariyeye (kurama)

oturtmayı ve böylece açıklamayı uygun bulmadık.

Page 14: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

5

Başlıca temsilcileri T. Parsons, R. K. Metron, W. Ogburn, W. Buckley, E.

Tiryakian olan yapısal fonksiyonel denge kuramına göre toplum, kendisini oluşturan

parçaların toplamından farklı bir bütün oluşturmaktadır. Bu kurama göre toplum, sosyal

sistemin bütünüdür. Toplumu oluşturan parçalar arasında ise bir uyum (harmoni) olması

gerekir. Bir düzen olarak toplum, değerler, normlar ve kurallar içerir. Toplumun en

önemli fonksiyonu ise bütünleşmedir. Bütünleşmeyi gerçekleştiren güç, toplumun

çoğunluğu tarafından kabul görmüş ortak amaç, ilke ve değerlerdir. Bu çerçevede

yasalar bütünleşmeyi sağlar. Ancak toplumda mükemmel bütünleşme hiçbir zaman

gerçekleşmez. Bununla beraber sosyal sistemlerin özünde sürekli bir denge durumu

hâkimdir. Toplum iç ve dış etkileri, mevcut değer yargısı ve norm sisteminin ihtiyaçları

doğrultusunda sosyal kurum ve tampon mekanizmaları ile kendi içinde eriterek yeni bir

uyum ve dengeye yönelir. Toplumun her parçası sisteme katkıda bulunur. Katkı bazen

olumlu bazen de olumsuz olabilmektedir. Olumsuz olduğu zaman yani sistemi

bozuyorsa dis-fonksiyonel olarak adlandırılır. Bir toplumda disfonksiyonlar,

gerginlikler ve sapmalar olabilir ve uzun süre varlığını da devam ettirebilir. Bunlar ise

zaman içerisinde kurumsallaşmaya yönelir, ya tampon kurum çıkar ya da toplum bunu

dengeler. Fonksiyon bozuklukları bu şekilde zamanla toplum içinde eriyerek

bütünleşmeye gider (Kızılçelik, 1994: 9-16; Tezcan, 1984: 66-76).

Başlıca temsilcileri R. Dahrendorf, T. Veblen, R. Park, L. Coser, C. W. Mills, D.

Riesman, J. Rex olan çağdaş çatışmacı kurama göre toplum, temel maddi gereksinimler

ve kaynaklar için savaş veren zıt grupların bir sistemi olarak görülmektedir. Bu

çerçevede toplumda zorlamaya dayalı bir denge vardır. Çatışmacılar, toplumu gücü elde

etmek için savaşım veren gruplardan oluşan bir arena olarak görür. Bu nazariye

mensupları, toplumsal bütünleşme fonksiyonu olan yasaları, toplumdaki diğer grupları

sömürmede bazı grupların çıkarlarına hizmet eden bir özel düzeni tanıma ve koruma

yolu olarak görürler. Kısaca bu kurama göre toplumda yer alan insanların istedikleri,

elde etmek için çaba sarfettikleri birçok temel çıkarları vardır. Toplumsal çatışmalar ya

da sınıf çatışmaları, belli organizasyonel veya toplumsal koşullar gereğince meydana

gelir. Toplumsal çatışma, monopolleşme ve kaynakların kıtlığından doğar. Çatışma

toplumun değişmesine ve ilerlemesine katkıda bulunduğu gibi toplumun bütünlüğü için

fonksiyoneldir (Kızılçelik, 1994: 17-19; Tezcan, 1995: 18-23; Gökçe, 1992: 41-44).

Bağımlılık teorisini (dependecy theory) savunanlar ise, dünyadaki ileri kapitalist

ülkelerin sosyo-ekonomik ve siyasal üstünlüklerini, diğer gelişmekte olan toplumları

sömürerek elde ettikleri ve üçüncü dünya ülkelerini kendilerine bağımlı kıldıkları

Page 15: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

6

görüşünden hareket ederler. Yani bir taraftan merkez (central) ülkeler diğer taraftan

çevre (peripheral) ülkeler mevcuttur ve çevre ülkeler (üçüncü dünya ülkeleri, az

gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler) merkez ülkelere (ABD, Avrupa, Japonya gibi)

bağımlıdır. Başlangıçta sadece Güney Amerika bağlamında geliştirilen bu kuram

şimdilerde nerdeyse tüm dünyayı içerisine almaktadır. Bu teorinin en önemli

temsilcileri Immanuel Wallerstein, Samir Amin, Paul Baran, Frank ve Andre

Gunder’dir. Bağımlılık teorisini savunan bu düşünürlere göre, üçüncü dünya ülkeleri

kendi geleneksel toplumsal örüntülerini sürdürdüklerinden dolayı az gelişmişlik

çemberinde kalmadılar. Aksine, Batı kapitalizminin kendilerini sömürmelerini

engelleyemediklerinden dolayı az gelişmiş ülke pozisyonuna düşmüşlerdir. Bu

düşünürlerin birleştikleri tema ise Batı dünyasının dünyayı sömürmesinden dolayı

ilerlediği, başta teknolojik ve ekonomik olarak her alanda gelişme sağladığıdır. Böylece

üçüncü dünya ülkeleri yoksullaşmış ve her açıdan batıya bağımlı duruma gelmişlerdir.

Bu yazarlar ayrıca politik, demokratik, ekonomik ve toplumsal eşitlik yanlısı olup, insan

hakları gibi değerleri ön plana çıkarırlar (Kızılçelik, 1994: 31; Tezcan, 1995: 163; Geniş

Bilgi İçin bkz: Wallerstein & Frank & Arrighi & Amin, 1984).

1.4. Varsayımlar Bir araştırmada sosyal olgular ve bunlar arasındaki ilişkiler hakkında gerçeğe

uygun fikirlere sahip olmak, ortaya bir takım varsayımlar koyarak teorilere, teorilerden

de kanunlara ulaşmak ilmi bir çalışmanın en önemli sonuçlarından kabul edilmektedir

(Duverger, 2002: 314-315). Araştırmada, bazı başlangıç noktalarının, ayrıca

kanıtlanmasına gerek görülmeden, doğru olarak kabul edilmesi gerekebilir. Bu kabule

varsayım (sayıtlı, faraziye, assumption) denir. Varsayım, deneyle kanıtlanmamış

olmakla birlikte kanıtlanabileceği umulan kuramsal düşünüşü ya da “varmış ve

gerçekmiş gibi kabul edilerek bir şeyde dayanak olarak kullanılan” bir olayı açıklamada

yararlanılan ilke olarak tanımlanabilir. Varsayım, denenmeyen yargıdır, bu nedenle de

denenmek üzere geliştirilen yargı olan hipotez (denence) ile karıştırılmamalıdır

(Karasar, 1998: 70-71).

Çalışmamızın varsayımlarını şöyle sıralayabiliriz.

1. Terörizm yaşadığımız dünyada bir fonksiyon icra etmektedir. Nitekim terörizm

insandan ve sistemden kopuk değil bizzat sistem içidir. Bu bağlamda terörizm

endüstrisinden fayda sağlayanlar ve onun bitmesini istemeyenler var olacaktır.

Page 16: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

7

2. Terörizm çağımızda düşük maliyetli, yüksek etkide bir savaş stratejisi olarak

ortaya çıkmış ve bu stratejiye gruplardan devletlere kadar her kesimce

başvurulabilmektedir.

3. Savaşta sivil kayıp göze alınabilir bir durumdur. Ancak sivil kayıp, askeri kaybı

katbekat aşıyorsa bu ya soykırım ya katliam ya da terörizmdir. Öte yandan,

terörizmle mücadelede, teröristlerce benimsenen ve kullanılan yöntem ve

taktikler benimsenip kullanılabiliyor ve aynı şekilde misillemede bulunuluyor,

hukukun dışına çıkılıyorsa bu da bir çeşit terörizm olmaktadır.

4. Küreselleşme kendi başına işleyen bağımsız bir süreç değil ona yön veren, etki

eden amiller vardır. Bu çerçevede ise din, özelde İslam dini ve terörün eşdeğer

tutulması, bu tarz işleyen küreselleşme ve ondan menfaat bekleyenlere uygun

olmaktadır.

5. Esasen küreselleşme ile birlikte eşitlik, insan hakları ve demokrasiden çok önce

yoksulluk, hastalık ve terör de küreselleşmiştir.

6. Soğuk Savaş sonrası Batı dünyası ve ABD’nin ötekisiz yaşayamayacağı, kendine

düşman yaratma ihtiyacından dolayı İslamcı Terör olgusunu meydana

getirmiştir. Neden bunca öteki dururken İslamcı terör sorusu ise, İslam

coğrafyasından kaynaklanan stratejik önemleri ve doğal zenginlikleri cevabı

yeterli olacaktır.

7. İslamcı terör kavramını 11 Eylül 2001 tarihli saldırıdan sonra kasıtlı olarak,

özellikle de Batılı politikacı, stratejistler ve medya tarafından kullanılıp

yaygınlaştırılmıştır.

8. Sami dinlerin özlerinde şiddet barındırdığı ve bu yüzden dinlerin esasen şiddete

kaynaklık ettiği düşünülmektedir. Ancak dinlerin çatışma ve şiddeti

körüklemekten ziyade uyum ve bütünleşmeye vurgu yaptıklarını söyleyebiliriz.

9. Dinsel görünen birçok şiddet hareketinin temelinde etnik, ideolojik ve ekonomik

sebepler yatmaktadır. Bu çerçevede Müslüman âlemindeki birçok şiddet hareketi

İslami olmaktan çok etnik, siyasi, ekonomik ve antiemperyalisttir.

10. Din insana bir hayat tarzı sunar. Şu halde din insanın dünyayı anlamlandırma ve

ona göre yaşamasında önemli bir fonksiyon icra eder. İnsanoğlu yaptığı bir fiile

meşruiyet kaynağı bulmak ister. Bu bağlamda insan kendi fiillerini

meşrulaştıracak bir dayanağı her zaman arar ve bulur. Din bir insanın fiillerini

kolaylıkla meşruiyet zeminine çekmesine yardımcı olabilecek güçtedir. Şu halde

Page 17: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

8

din, insanın doğru veya yanlış fiillerini yine insani yorumlar çerçevesinde

meşruiyet sağlayan en önemli dayanaktır.

11. İslam dünyası yekpare değildir. Esasen bir dinin müntesibinin yaptığı yanlışların

yine o dine mal edilemeyeceği varsayılan bir dünyada yaşamaktayız. Bundan

dolayı farklı Müslüman kesimin yaptıkları yanlışlar tüm İslam âlemine ve

İslama ve tüm Müslümanlara mal edilemez. Dini kendine has çerçevesi içinde

değerlendirmek gerektiği, bu bağlamda ona yorumda bulunan ve o dine

inananların yaptıkları hata veya yanlışları dinin kendisine mal etmenin doğru

olmayacağını gerçeği İslam dini söz konusu olunca göz ardı edilmektedir.

12. İslam dininde terör yaratacak davranışlar yoktur. İslam ve terör kavramlarını bir

arada özellikle zikredenler, klasik İslam düşmanlığı dediğimiz islamophobia

davranışları sergilemektedirler. Bu çerçevede onların İslam dinine çifte standart

ile yaklaşmaları normal ama yanlıştır.

1.5. Kavramlar

Burada konumuzu daha bir anlaşılır kılmak için çalışmamızda sıkça geçecek

olan bir takım kavramlar genel hatlarıyla açıklanmıştır. Esas itibariyle araştırmamıza

temel teşkil edecek bu kavramlar, çalışmamıza bir ön hazırlık olması hasebiyle

verilmiştir.

1.5.1. Anarşizm Fransız devrimiyle ortaya çıkan felsefi-politik bir öğreti olan anarşizm, Antik

Yunancada komutansız, yöneticisiz, efendisiz, otoritenin yokluğu anlamlarına

gelmektedir. Anarşizm sanıldığının aksine bir toplumsal düzensizlik anlayışının

savunuculuğunu yapmaz, daha ziyade, otoritesiz, bireysel özgürlüğün var olduğu bir

düzen anlayışını savunur. İnsan, toplum, devlet, sosyal ilişkiler gibi birçok konuda,

Marksizm ve Anarşizm arasında derin ayrılıklar vardır (Cevizci, 2003: 370). Anarşizm

esas olarak 19. yüzyılın düşünsel öğretilerinden biridir. Temel iddiası her türlü

otoritenin insan gelişimini engellediği, dolayısıyla insanın devlette dâhil herhangi bir

otoriteye ihtiyacı olmamasıdır. Anarşizm 19. yüzyılda bir ret (otorite) ve bir istekten

(özgürlük) doğan ideolojik akımdır (Cirhinlioğlu, 2004: 25; Güçlü & Uzun & Yolsal,

2003: 62-63; Büyük Larousse, 1992: Cilt: 2, s. 583-584). Bir başka açıdan anarşizm,

insan toplumlarının en iyi biçimde bir hükümet ya da otorite olmadan işleyeceğini

Page 18: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

9

savunan, insanların doğal halleriyle, herhangi bir dış müdahale olmadan, birlikte uyum

içerisinde ve özgürce yaşayacaklarını ileri süren felsefi ve siyasal konumdur. Bu açıdan

anarşi kaosun değil, kendiliğinden düzenin yolunu açar. Anarşist felsefe pek çok

biçimde ortaya çıkmış ve aşırı sağdan aşırı sola kadar tüm bir siyasal yelpazeyi

kucaklamıştır. Anarşizm kuramını geliştiren ilk kişi İngiliz irrasyonalist William

Godwin (1756-1836)’dir. Anarşizmin, Marksizm gibi, doktrinleşmiş bir sınıf teorisi

yoktur (Zileli, 2005: 41-42; Marshall, 2003: 23-24).

Anarşizm sınırlandırılmamış özgürlük idealini savunur. Ana hatlarıyla ikiye

ayrılırlar. a) Bireyci anarşizm ve liberteler (özgürlükçü): Birey her şeyin üstündedir. M.

Stirner, Mackay, Spooner gibi. b) Toplumcu anarşistler: Bireysel özgürlüğün komünal

yapı içerisinde gerçekleşeceğini savunurlar. Proudhon (karşılıkçılık), Bakunin

(kollektivist anarşizm), Kropotkin (anarko-komünizm), Rocker, Sorel (anarko-

sendakalizm), Bookchin (eko-anarşizm), Goldman, Michhel, Cleyre (anarko-feminizm),

Kazinski, Zezan (anarko-pirimitivizm), Tolstoy, Day, Maurin (hıristiyan anarşizmi),

Tolstoy, Gandhi, Thoreau, Nieuwerhuis (anarko-pasifizm), Malatesta (isyancı-

anarşizm) gibi türleri vardır (Cevizci, 2003: 370-379).

Anarşist öğretilerindeki toplumsal düzen ve toplumsal örgütlenme kendi

aralarında tartışma nedeni olmuştur. Erken dönem sayılabilecek 19. yüzyıl anarşistleri,

özelliklede Bakunin’in önderliğinde olanlar Marx’çı partici örgütlenme biçimine,

dayatmacı ve iktidara dayalı bir model olması nedeniyle karşı çıkmışlardır. W. Goldwin

gibi anarşistler bu tür geçiş süreci için şiddet karşıtı, ussal bir aydınlanmayı savunurken;

Tolstoy gibileri dinsel bir yeniden uyanışı önermişlerdir. Bakunin ve Kropotkin in

izinden gidenler ise bilime dayanan bir uzlaşmayı esas almışlardır (Güçlü & Uzun &

Yolsal, 2003: 64). 20. yüzyılın son çeyreğinde göz önüne alınacak olunursa üç ana

düşünce çizgisinin anarşist öğretiyle yakından bağ kurduğu, anarşizmin temel

öğretilerini kendi düşünce başlangıç noktası yaptıkları görülmektedir. Bunlar, Feminizm

(Feminist Anarşizm-Emma Goldman 1869-1940), Ekoloji (Ekolojik Anarşizm-Murray

Bookchin) ve Postmodernizm (Postmodern Anarşizm-Foucault, Deleuze, Lyotard, Todd

May) dir (Güçlü & Uzun & Yolsal, 2003: 65).

Olumlu anlamıyla anarşizm, hiççilikten çok politik liberalizme yakındır.

Olumsuz anlamıyla ise, devletsiz toplumun devrim yoluyla kurulacağını, yasaya ve

düzene en küçük bir saygı göstermeyen, toplumun yıkılması yoluyla kaosa erişilmesi

için etkin bir çaba sarf eden ve amacına ulaşmak için bireysel terörizmi kullananlardır.

Her iki anarşizmde de insanın özgürlük ve eşitlik idealinin hiçbir ödün vermeden,

Page 19: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

10

mutlak bir biçimde ve her türlü hâkimiyet ilişkilerini dışlayacak, devletin meşruiyetini

tümüyle yadsıyacak şekilde yorumlanır (Cevizci, 2002: 57-59).

Bu çerçevede terör her zaman anarşi anlamına gelir, fakat her terörist anarşist

olarak kabul edilmez. Çünkü kurtuluş savaşları da bazen terör kapsamına alınır

(Demirel, 2002: 26). Anarşisti, toplumda kargaşa ve düzensizlik çıkaran kişi, anarşizm

ise tarihi şartlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldırılmasına çalışan öğreti olarak

Türkçe’de kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, her terörist bir anarşisttir, fakat

her anarşist bir terörist değildir. Başta teröristin ve anarşistin eylem ve amaçlarında

farklılık vardır. Türkiye’de 1980 öncesi terör ve anarşi aynı anlamda kullanılmıştır.

Siyasal anlamda anarşistlerin, genellikle, pek silahlı mücadele yaptıklarına

rastlanmamıştır (Çınar, 1997: 214; Cirhinlioğlu, 2004: 25). Anarşizmin teorik ve felsefi

altyapısı, bir sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı vardır. Terörizmin ise belli bir doktrini,

felsefi bir alt yapısı yoktur. Terörizm az bir masrafla yapılan savaş stratejisidir

(Çitlioğlu 99-106, 166). Bugün ise daha çok bireysel anlamda bir pasif anarşizmden

bahsedilmekte, bunların ise tepkileri bireysel ve demokratik olarak görülmektedir.

Anarşizmin, kuramcıları dışında özellikle düşün ve sanat dünyasında pek çok

kişiyi etkisi altına almış olduğu, bunlar arasında besteci (Wagner, Çaykovski), yazarlar

(Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev, Çernisevski), filozoflar (Hegel, Heidegger,

Nietzsche) ve daha sayılacak pek çok ünlü adın varlığı düşünüldüğünde bile en azından

anarşizmin terörizmden farkı ortaya çıkmaktadır (Çitlioğlu, 2005: 158). 19. yüzyılın

sonlarına doğru terörizm, kimi zaman anarşizmle kimi zaman da nihilizmle bir arada

zikredilmiştir. Nihilistler yetkeye, dine, sanata, ahlaka karşıdırlar. Anarşizm ise, aslında

belirli ilkelere dayalı siyasal bir düzen istemidir. Kimine göre nomokrasi, kimine göre

ise bir ütopyadır. Kişiyi göklere çıkarır, mülkiyete karşıdır, bu bağlamda insanlar

arasında eşitlik ister. Kişinin özgürlüğünü yok ettiği için devletin ortadan kaldırılması

gerektiğini düşünür, bu çerçevede egemen yokluğundan yanadır. Yalnızca yasaların

sözünün geçmesini ister (Güzel, 2002: 9). Anarşizm, siyasal felsefe olarak var olan

bütün sistemlere karşı olmasına rağmen, aslında kendisi de bir alternatiftir (Çınar, 1997:

209).

Page 20: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

11

1.5.2. Nihilizm (Yoksayıcılık) Latincedeki hiçbir şeyin var olmadığı nihil sözcüğünden türetilmiştir. İnsan var

oluşunu, bilgiyi, değerleri bütünüyle yok sayan, şeyler arasında anlamlı ya da yararlı

birtakım ayrımlar yapmanın gereksiz olduğunu düşünen, bütün değerlerin temelsiz

olduğunu, hiçbir şeyin ilkece bilinmesinin ya da iletilmesinin olanaklı olmadığını

savunan felsefi anlayıştır. Sosyal gelenek ve göreneklerin karşı benimsenen eleştirel

tutumdur (bu anlamda nihilizm terimini ilk defa Ivan Turgenyev in 1862 de yazdığı

babalar ve oğullar adlı romanında kullanıldı) (Çitlioğlu, 2005: 160; Güçlü, Uzun,

Yolsal; 2003: 1604). Nihilistler var oluşu hiçbir durumda evetlemeyen sonuna dek

götürülmüş kötümserlik ve kuşkuculuk anlayışlarıyla bilinirler. Gerçek nihilist bu

anlamda hiçbir şeye inanmayan, var olan hiçbir şeye karşı içtenlikle bağlılık duymayan,

yıkıp, dökmek dışında yaşamda başka bir amaç taşımayan bir kimsedir. Bunlar ümitsiz

olduklarından gelecek beklentileri yoktur (Güçlü & Uzun & Yolsal, 2003: 1605; Erkal

& Baloğlu, 1997: 209-210).

Bütün toplumsal amaç, değer ve ahlaki yargıları ve hayatın anlamına ilişkin öne

sürülen bütün öğretileri yadsıyan, sosyal, siyasal ve ahlaki gerekçelerle yapılan tüm

baskılara karşı koymayı en temel fazilet olarak gören yaklaşım (Demir & Acar, 1993:

162) olarak nihilizm Nietzsche’ye göre, yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden

kaynaklanan olumsuz düşünce tutumudur. Nihilizm, Rusya’nın dışarıda (Kırım

yenilgisi) ve içerde (Çar II. Alexsandr’ın giriştiği reformların başarısızlığı) derin bir

buhran geçirdiği 1860’larda Rus aydınların bir önceki kuşağın savunduğu değerleri

reddetmesi ile ortaya çıkan devrimci eğilim olarak ortaya çıkmıştır. Bir siyasi parti değil

de bir zihniyet meselesi olan Nihilizm, Çernisevski’nin ne yapmalı? (1863), sorusunu

kendilerine soran aydınların umutsuzluğunu yansıtmanın ötesinde, bu umutsuzluğun

kendisi olarak ortaya çıkar (Çitlioğlu, 2005: 160-161). Başlangıçta şiddet öğesi

barındırmayan bu kimseler, başkalarından çok kendilerine zarar (intihar gibi)

vermişlerdir (Çitlioğlu, 2005: 163). Genel çerçevede nihilizm, felsefi nihilizm, ahlaki

nihilizm, bilgi kuramsal nihilizm, siyasal nihilizm, kozmik nihilizm, varoluşçu nihilizm

olarak altıya ayrılmıştır (Güçlü & Uzun & Yolsal, 2003: 1605-1612).

Gerek anarşizm gerek nihilizmin, temelde terörizmden ayrılan temel yönleri,

onların felsefi boyutları olduğu gerçeğidir. Bu her iki akım, Çarlık Rusya’sında yani

monarşik bir rejimin egemen olduğu bir dönemde ortaya çıkmış ve temel hedef olarak

devrimi almışlardır. Bu iki akım bireyin üzerindeki her türlü otoriteyi reddeder. Ancak

Page 21: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

12

terörizmin devrim anlayışı yoktur. Devrimci hareketler aslında doğrudan terörizmle

açıklanması mümkün olmayan daha çok anarşizme dayalı bir eylemler dizisidir

(Çitlioğlu, 2005: 167). Anarşizm (Rusya’daki adı nihilizm), popülizm (Rusya’daki adı

narodnizm) halkçılık anlamında kullanılır (Akyol, 2005: 120).

1.5.3. Populizm ve Narodnoya Volya 1892’de Popülist Party’nin (halkçı parti) kurulmasıyla birlikte Amerikan siyaset

sözlüğüne giren sözcük, temelde ülkenin güneyinde ve batısında yaşayan küçük

çiftçilerin, bankalar tarafından ipoteklerine el konulmasını önlemeyi, demiryolu

taşımacılığının devletleştirilmesi ve ucuzlaması anlamında ortaya çıkmış bir kavramdır

(Marshall, 2003: 592; Erkal & Baloğlu, 1997: 221). ABD’de 1891’de kurulan,

demiryolları ve gelir verginsin halk tarafından kontrol edilmesi, arazi sahibi olmanın

sınırlandırılması gibi düşüncelerle öne çıkaran bir siyasi parti. Popülüzmin diğer bir

anlamı ise, 1870-1880’lerde Rusya’da (narodniki’ler) ortaya çıkan ve kolektivizmi

savunan siyasi bir hareketin adıdır. Bu iki anlamının yanı sıra Popülizm ayrıca

Fransa’da, halkın duyuş ve davranışlarını dile getirmeyi amaç edinen yazarlarca

(halkçılar), 1929-1930 yıllarında kurulan edebi bir kolun adı anlamına da gelmektedir

(Çitlioğlu, 2005: 173-174).

Rusçada halkın özgürlüğü anlamına gelen Narodnoya Volya, 1877 yılında

kurulan ve Çarlığı ihtilal yoluyla devirmeye amaçlayan, tüm devrimcilerin çatısı altında

toplandığı gizli bir örgüttür. Anarşistler, Nihilistler ve Narodovoltsıy’ları çarlık

rejiminden kurtulmak için bir araya getiren bu gizli örgüt, Çar II. Aleksandr’ın 1881’de,

St. Petersburg’da bombalı saldırı sonucu öldürmüşlerdir (Çitlioğlu, 2005: 170).

Narodnoya Volya’nın gizli bir devrimci örgüt olduğu ve amaçlarına ulaşmak için

suikastlere başvurarak terörist yöntemler izlediği ne kadar doğruysa, Narodnik’lerin

yani Narodniçevsto yanlısı olan (halkçı hareket) popülistlerin, Narodnoya Volya örgütü

ile ilişkili olduğu ve bu adı mensubu oldukları örgütten aldıkları inancı da o kadar

yanlıştır. Rusça da popülist, halkçılık hareketi yanlısı anlamına gelen Narodniki, 19.

yüzyıl Rusya’sında, tarım kesimine mensup reformcuları adlandırmak için kullanılan bir

deyim olup, nihilizm ile ilişkisi olmaktan çok popülizm akımı ile doğrudan bağlantılıdır.

Bu noktada popülizm, nihilizmin kabuk değiştirmiş biçimidir (Çitlioğlu, 2005: 169).

Narodya Volya’nın devrimi amaç edinen gizli bir terör örgütü olarak doğmuş olduğu

Page 22: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

13

bilinmekle birlikte nihilizmin doğuşunun teröre dayalı bir kuram olduğunu söylemek

olası görülmemektedir (Çitlioğlu, 2005: 174).

1.5.4. Vandalizm Sanat, ilim eserlerini tahrip eden kimse vandal, güzel şeyleri yıkıp bozma

meyline vandalizm denmektedir (The Oxford Dictionary, 1991: s. 588). Şiddetin

denetimsiz ve sürü psikolojisi olarak dışavurumu olan şiddet hareketleridir. Futbol

maçından sonra ortaya çıkan taşkınlık gösterileri, vitrin taşlama, üniversite işgalleri,

illegal örgüt sempatizanlarının yasadışı gösterileri çerçevesinde polisin taşlanması,

etrafın harap edilmesi, çevreye zarar ve rahatsızlık verilmesi, fanatik futbol taraftarların

yıkıp dökme eğilimleri, cenazelerde meydana gelen taşkınlıklar, bir anlık duygu

patlamaları gibi. Vandalizm, Fransız devrimiyle “etrafı kırıp geçirmek” anlamında

ortaya çıkmıştır (Büyük Larousse, 1992: Cilt: 23, s. 12086). S. Dönmezer bu sözcüğü

“yarar amacı gütmeyen bedava şiddet” anlamında kullanmıştır (Dönmezer, 2005: 217).

Zaman zaman başta İstanbul, Ankara, Adana, Diyarbakır gibi metropolerde

düzenlenen protesto gösterilerinin, yığın-kitle psikolojisi sonucu, denetimden çıkarak ya

da provoke edilerek, bilinçli olarak çıkarılarak, korsan gösterilere dönüşmesi sırasında

yaşanan şiddet dozu yüksek eylemler (yoldan geçen araçların taşlanması, yakılması,

mağaza banka vitrinlerinin kırılması, yollarda lastik yakarak trafiğin engellenmesi,

polise taşlı sopalı karşı koymalar gibi) terör eylemi olarak medya tarafından

adlandırılmakta ve kamuoyuna bu şekilde tanıtılmaktadır. Ancak bir anda ateşlenen,

tırmanan ve sönen ya da söndürülen, içinde şiddet barındıran bu tür eylemler, terör

eylemi değil vandalizm olarak adlandırmak daha uygundur. Bu tür eylemleri terör

eylemleri perspektifinde değerlendirmek pek doğru olmamaktadır (Çitlioğlu, 2005:

168).

1.5.5. Post-Modernizm Postmodernizm modernizmin içsel eleştirisidir. Modernist kuramların ve uluslar

arası üslubun yarım yüzyıl boyunca kurduğu egemenliğin tartışılmasına dayanan çağdaş

hareket. Mimarlığın, 1960’lı yılların başından beri yaşadığı evrim, modernizme olan

inanca ve teknoloji efsanesine, iyimserliğine ilk kez kuşkuyla bakılması biçiminde

özetlenebilir (Büyük Larousse, 1992: Cilt: 18, s. 9535). Kavramı postmodernlik

şeklinde kullanan kişi Arnold Toynbee’dir. II. Dünya Savaşı sonrası batı medeniyetinin

Page 23: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

14

içine girdiği modern süreci tanımlamak için kullandığı bu kavram, 1960’larda meşhur

olmuştur (Şen, 2004: 179).

Modernizmin kültürel eleştirisi (Turner, 2002: 274) ve modernizm sonrası veya

ötesi anlamına gelip, Batıda gelişen kapitalist refah devletlerinin bunalımları ile ortaya

çıkan kültürel oluşumdur. Postmodernizmle ne anlatılmak istendiği henüz tam olarak

anlaşılamamış olmasına rağmen genelde bilgi toplumu, sanayi sonrası toplum

anlamında kullanılmaktadır (Marshall, 2003: 592-594). Önceleri mimarlık alanında

kendini gösteren postmodernizm 1980 ve 1990’lı yıllarda kültür, sanat, siyaset, ekonomi

ve sosyoloji sahasında yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Fransız düşünürü Jean

Francois Lyotard’ın (1924-1998) Postmodern Durum (1990) adlı eserinde gündeme

getirilen postmodernist söylemin gelişiminde Michel Foucault’un (1929-1984) eserleri

oldukça etkilidir (Kirman, 2004: 180; Heywood, 2006: 90).

Aynı paradigmal çerçeveyi ya da uygarlık düzlemini paylaşmakla beraber,

modernliğe ve onun düşünce tarzı olan modernizme yapılan içsel eleştiri ve alternatif

geliştirmeye yönelik çabaların tümüdür. Felsefe, bilim, sanat, mimari, estetik, şiir ve

sosyal yaşamın değişik alanlarında modernizmi eleştiren, sorgulayan, reddeden anlayış

gibi düşünce oluşumlarını bu başlık altında toplamak mümkündür. Modernizme,

modernizmin öznelliği temele alma tavrına, bilgimize duyduğu aşırı güvene, insanların

her yerde aynı olduğu inancına karşı çıkan, evrensel ben yerine yerel ben’i, birlik ve

tutarlılık yerine, çelişki ve farklılığı ön plana çıkaran anlayış biçimidir. Nostaljiyi içeren

toplumsal ve kültürel kuramdır (Demir & Acar, 1993: 293; Güçlü & Uzun & Yolsal,

2003: 1160).

Postmodernizmin, kültürel bir hareket olarak modernizmin mantıksal bir devamı

olduğu görüşü benimsenmektedir. Ancak postmodern tartışma alanı, esas olarak kendisi

hakkında konuşan modernlikten ibarettir, aydınlatılmış modernliktir. Bu bakımdan

postmodern kuram, modern ötesi ya da sonrası değil, modernliğin tarihsel ve toplumsal

şartlar içerisindeki sürecin adıdır. Tartışma, kabaca, modernliğin özgürleştirici

potansiyellerini kabul edip modernizm adını verdikleri kısıtlayıcı sonuçlarını

eleştirenler (Habermas, Berman gibi) ile modernliği genel olarak kısıtlayıcı bir dönem

ya da müsebbip olarak görenler (Lyotard, Baudrillard, Rorty gibi) arasında ve bu iki

görüş arasında iyimser siyaset olanaklarını araştıranların da (Kellner, Ryan gibi)

katılımıyla sürmektedir (Mısır, 2005: 478-479).

Page 24: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

15

1.5.6. Fundamentalizm ve Radikalizm (Köktencilik) I. Dünya Savaşı sırasında ABD’de gelişen Protestan kökenli tanrıbilimsel akım

olan fundamentalizmin kökeni 1910-1918 arasında, Hıristiyanlığın temel öğretilerine

ilişkin broşürlerin yayımlanmasına dayanır. Fundamentalizmin kutsal yazı’ların

yalnızca sözsel esine dayanan, sözcüğü sözcüğüne anlamı kabul eden, bilimsel ya da

tarihsel tüm yorumlara karşı çıkar ve yaratımcılık’a dayanır. Fundamentalizm,

modernizmin yoğun eleştirileriyle karşılaştı ve 1925’te, bir devlet okulunda evrim

öğretisini okutan Tennessee’li bir ilkokul öğretmenine karşı açılan dava dünya çapında

bir tartışmaya konu oldu (Büyük Larousse, 1992: Cilt: 9, s. 4326; Demir & Acar, 1993:

140; Erkal & Baloğlu, 1997: 167-168, 225). ABD’de 1919’da (World’s Fundamentals

Association), Dünya Hıristiyan Fundamentalist Derneği’nin kurulmasıyla ortaya çıkan

Protestan orjinli fundamentalizm (köklere, öze dönüş) kavramı, son yıllarda Müslüman

ülkelerde çok yaygın olan İslam kaynaklı siyasal şiddet hareketlerini tanımlamak için

kullanılmaya başlanmıştır. Kavram İslam köktenciliğinden islamophobia’ya dönüşme

sürecidir (Delibaş, 2004: 1-39; Kirman, 2004: 85). Kısaca bildirilmiş dinin temel

metinlerine dönmeyi isteyen ya da temellerine geri dönmeyi isteyen bir hareket ya da

inanç. Modern dönemde ortaya çıkmış öze dönüş hareketleridir. Modernizme yine

modern dinsel bir tepki hareketidir (Marshall, 2003: 251; Heywood, 2006: 89).

Radikalizm, genel anlamda bilimde, dinde, siyasette ya da herhangi bir başka

alanda kökten yenilikler yapma tutumu. Ele alınan konunun son nedenlerine, en son

köklerine ya da ilk temellerine inme amacıyla yürütülen düşünme yöntemidir. Bir

gerçeği ya da ilkeyi hiçbir ödün vermeden kayıtsız şartsız, doğruluğu önceden

kabullenilmiş belli ilkelere bağlı kalarak sonuna dek sürdürme tutumu, savunulan

düşünsel konumun doğruluğunu, gerçekliğini ya da değerce üstünlüğünü ne pahasına

olursa olsun sonuna dek götürme üzerine kurulu düşünme biçimidir (Güçlü & Uzun &

Yolsal, 2003: 845-846). Felsefi anlamda radikalizm, bir gerçeği ya da bir düşünceyi hiç

bir taviz vermeden yalnızca belli bir ilkeye bağlı kalarak sonuna kadar sürdürme tutumu

olarak tanımlanmaktadır (Akarsu, 1988: 119). Köktencilik, mevcut toplumsal ve

ekonomik düzenden ve statükodan hoşnut olmayan ve mümkün olan en kısa zamanda

sert yöntemlerle değiştirilmesini savunma anlamına da gelmektedir. Gelenekle,

kurumlaşmış ve yerleşik geçmişle olan tüm ilişkileri koparmak, yeni bir sayfa açmak

isteyen kişilere radikal denir. İlk defa İngiltere’de 18. yüzyılda dikkat çeken radikalizm,

bilim, din ve siyaset gibi alanlarda problemlerin çözümü için sosyal paradigmada köklü

Page 25: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

16

bir değişim, geniş çaplı yenilikler yapma eğilimini savunan teori ve hareketler şeklinde

açıklanabilir (Kirman, 2004: 185).

1.5.7. Gerilla Siyasal sistemi kısmen veya tamamen değiştirmek amacıyla düzenli ordu

birlikleriyle veya ülkesini işgal eden yabancı askerlerle savaşan yerel düzensiz birlikler.

Başka bir anlamda ise soygun, gasp, yağma ve bunun gibi yasadışı yollarla geçim

sağlamayı yaşam tarzı haline getirmiş guruplar kastedilir (Demir, Acar, 1997: 73).

Anlamı küçük savaş olan, geleneksel biçimde üstün olan güçlere karşı toplumsal, siyasal

ve coğrafi üstünlüklerden yararlanılarak yürütülen düşük yoğunluklu ya da düzensiz

savaşlar için kullanılan İspanyolca bir terimdir. Gerilla, daha çok köylülerin

direnişleriyle birlikte anılır ve 1945’ten sonra, Mao Zedung ile Che Guevara’nın

geliştirdiği gerilla savaşı kuramları temelinde, devrimci ve anti-sömürgeci hareketin bir

biçimi olarak yayılmıştır. Gerilla fikri çok fazla romantikleşmiş olmakla birlikte, bazı

pratik başarılar kazanmıştır. Kır ve kent gerillası diye iki türde orta çıkmıştır (Marshall,

2003: 267). Bir düşman ordusunun yanlarına, gerilerine ve muharebe irtibatları üzerine

düzenli birlikler ya da partizan çeteleriyle yapılan baskın, pusu kurma, hırpalama gibi

sürekli olmayan eylemlerle gerçekleştirilen savaş biçimi. Bu çerçevede hafif silahlarla

donatılmış ve düşmanı hırpalamakla görevlendirilmiş askeri birlik anlamındadır (Büyük

Larousse, 1992: Cilt: 9, s. 4528).

Gerilla ile terörizm arasındaki fark kavram farkı olmayıp nitelik farkıdır. Gerilla,

düzenli orduya savaş açan gayrı düzenli askerlerdir. Bunlar düzenli askeri kuvvetlere

karşı savaşırlar, sivillere saldırmazlar. Teröristler ise kasten masumları hedef alırlar.

Terörist kendini gerilla olarak tanımlar. Fakat gerillalar terörist değillerdir. Bunlar,

sivillere karşı değil, askeri birliklere karşı savaşan düzensiz savaşçılardır. İlk defa bu

kavram 1810’da Napolyon’un askerlerine karşı savaşmak için oluşturulan birlik için

Spaniards tarafından kullanıldı. Aslında yöntem, amaç ve daha birçok yönden gerilla

teröristin tam karşıtıdır (Çınar, 1997: 211; Altuğ, 1995: 17).

Gerilla savaşının özünde kırsal alanda kurtarılmış bölgeler oluşturmak vardır.

Sayı güç ve teçhizat olarak giderek büyüyecek olan askeri birlikler kurarak, hükümet

birliklerine karşı mücadele etmek amaçlanır. Genel olarak bakıldığında gerilla

kuvvetlerinin ara sıra terörist tekniklere başvurdukları görülür. Cezayir ve Vietnam da

yaşananlar gibi. Fakat teröristlerin gerilla tekniklerini kullandıkları hemen hemen hiç

Page 26: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

17

görülmemiştir (Laqueur, 2002: 103-104). Gerillalar genellik hafif silahlı küçük

gruplarla çarpışabilirler, fakat esir alıp değiştirerek ve savaşmayanların haklarına saygı

göstererek savaş teamüllerine uygun olarak savaşabilirler ya da genellikle savaşırlar.

Savaş kurallarına uyarlar. Teröristler ise, kullanılan yöntemlerde sınır tanımazlar ve

sivil halk üzerinde terör estirmeleriyle bilinirler (Wilkinson, 2002a: 148).

Gerillalar, amacı uluslar arası hukukça da kabul edilen haksız yere işgal edilmiş

toprakları geri almak için organize olmuş, hem siyasal hem kültürel hem de askeri

alanda mücadele etmeyi ve genellikle sivillere saldırmamayı hedeflemişlerdir (Çınar,

1997: 212). Bu çerçevede gerilla savaşı, halkın çoğunluğunun gayrı meşru olarak

gördüğü bir hükümete karşı yapılıyorsa yasal telakki edilebilir. Örneğin II. Dünya

savaşı sırasında Vichy hükümeti işgalci Almanya’nın kurdurduğu bir uydu hükümetiydi

(Altuğ, 1995: 17). Bugün Irakta ABD tarafından kurdurulan Irak hükümeti de bu

bağlamda değerlendirilebilir.

Özellikle I. ve II. Dünya Savaşlarından sonra sömürgeci işgalcilere karşı direnen

yerli direnişçilere veya ulusal kurtuluş savaşı veren halklar özgürlük savaşçıları bazen

de gerilla olarak adlandırılmışlardır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası hız kazanan

kurtuluş savaşları ve savaşçıları öncelikle sömürgecilere karşı ulus devlet olma yolunda

ulusal bağımsızlık savaşı vermişlerdir. Bu süreç daha sonraları II. Dünya savaşıyla

devam etmiştir.

Bu gün ise gerilla hareketleri oldukça azalmıştır. Eskiden işgal güçlerine karşı

zayıf olan halkların kullandıkları vur-kaç taktiğini kullanan gerillalar, artık 11 Eylül

saldırılarından sonra ismen dahi telaffuz edilmez oldular. Zira 11 Eylül saldırılarından

sonra dünyanın çeşitli merkez kentlerine yapılan saldırılarından sonra bu tür

isimlendirmeler (gerilla, özgürlük savaşçısı, anarşist gibi) ve hareketler dönüşüme

uğrayarak “ya teröristsiniz ya da değilsiniz” bağlamında ele alınmaya başlanmış, birçok

ülke bu çerçevede kanun çıkartıp uluslar arası antlaşmalar yapmaktadır.

Page 27: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

18

1.5.8. Şiddet (Violence) ve Savaş (War) Sosyal, siyasi, ekonomik, psikolojik gibi akla gelebilecek fiziksel veya zihinsel

baskıyı ifade eden şiddet kavramı, basit olarak bir bakışta bulunabildiği gibi, yoğun

olarak işkence, katliam, soykırım, terör ve savaşlarda bulunur. Kısaca karşı tarafa ne

verildiği değil, karşı tarafın ne hissettiği esas alınır. Şu halde burada esas olan

başkasının özgür iradesine, iradesi dışında fiziksel ve zihinsel baskı yapmak şiddet

olarak nitelenebilir.

İnsanlarda şiddet kullanma, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret

etmek, onurunu kırmak, sükûnet ve huzura son vermek; birinin hakkını çiğnemek,

hırpalamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak; yıkıcı aşırı davranışlarda

bulunmak, aşırı derecede öfke ifade etmek şekillerinde kendini gösteren davranışlar

(Erten, Ardalı, 2005: 143). Şiddet iktidar için kullanılan bir araçtır. En büyük şiddet

araçları da devlette bulunur. İktidarın meşruluğunda meydana gelebilecek zayıflama

şiddeti artıracaktır. Şiddet kendi başına bir kavram olarak değil de bir amaç için

kullanılan bir araç olarak değerlendirildiğinde, iktidar ile şiddet arasında yakın ilişki çok

daha iyi görülür. Şiddet iktidarın sürdürülmesi, ele geçirilmesi ya da yıkılması için bir

araçtır. Ayrıca iktidarın ellerinin arasından kayıp gittiğini görenler şiddetin cazibesine

çok rahat kapılırlar (bkz: Arendt, 1997). Şiddet ile ilintili olan saldırganlık (aggression)

ise, hâkim olmak, yenmek, yönetmek amacı ile güçlü, şiddetli, etkili bir hareket, fiil,

işlem; bir işi bozma, engelleme, boşa çıkarmaya karşı düşmanca, yaralayıcı, hırpalayıcı

ve tahrip edici (yıkıcı ve yokedici) amaç taşıyan bir davranıştır. Şiddet ve terör

saldırganlığın bir çeşididir (Erten, & Ardalı, 2005: 143). Bununla beraber saldırganlık

her zaman şiddete çevrilmez (Candansayar, 2002: 414).*

Eric From (1994), şiddet biçimlerini şu şekilde sıralamıştır. Şiddetin en normal

ve hastalıksız biçimi oyunda ortaya çıkan şiddet’tir. Bu tür şiddet yıkıcılık ya da

nefretten doğmayan, yıkım amacı gütmeyen hüner gösterilerinde ortaya çıkar (From,

1994: 18). Bir insanın kendisinin veya bir başkasının yaşamını, özgürlüğünü, onurunu

ve malını korumak için ortaya çıkan şiddet türü ise tepkisel şiddet’tir. Bu şiddet türü

genelde korkudan doğar. Bu tür şiddet, ölümün değil yaşamın hizmetindedir; amacı da * Şiddet ve Saldırganlık kuramlarını ve ne olduklarını daha iyi anlayabilmek için bkz: Eric From, İnsanda Yıkıcılığın Kökenleri I (1993)-II (1995), Çev.: Şükrü Alpagut, İstanbul: Payel Yayınları; Keane, John (1998). Şiddetin Uzun Yüzyılı, Çev.: Bülent Peker, Ankara: Dost Kitabevi; Ankay, Aydın (2002). Psiko-Siyasal Yönüyle Saldırganlık ve Terör, Ankara: Turhan Kitabevi; David Riches (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet, Çev.: Dilek Hattatoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları; Girard, Rene (2003). Şiddet ve Kutsal, Çev.: Nemciye Alpay, İstanbul: Kanat Yayınları; Akyol, Taha (2005). Politkada Şiddet, İstanbul: Truva Yayınları.

Page 28: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

19

yıkım değil korumadır (From, 1994: 19). Tepkisel şiddete benzer ama hastalığa ondan

bir adım daha yakın başka bir şiddet türü de öç alıcı şiddet’tir. Tepkisel şiddette temel

amaç, tehdidin getirdiği zararı başka bir yöne çevirmektir; bundan dolayı yaşamı

sürdürmek gibi biyolojik bir işleve hizmet eder. Oysa öç alıcı şiddette zarar zaten

verilmiş olduğundan şiddetin savunma işlevi artık yoktur. Öç alıcı şiddeti ilkel ve uygar

topluluk ve bireylerde de bulunabilir (Kan davası gibi, Çocukken inancın yıkılması

karşısında doğan yıkıcılık gibi) (From, 1994: 21). Ödünleyici şiddet, güçsüzlükten

doğan, güçsüzlüğü telafi eden bir şiddet türüdür. Yaratmayan insan yok etmek ister;

yaratırken, yok ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer. Bu dürtü sadizmin

özünü oluşturur (From, 1994: 25). Şiddet türleri arasında en yıkıcı olanı kana

susamışlıktır. Öldürmek en ilkel düzeyde en büyük sarhoşluk, en büyük kendini

doğrulamamın yoludur. Savaşlarda, soykırımlarda, kan davalarında, ruh hastalarında,

psikopat ve katiller gibi kimselerde bulunur (From, 1994: 26). Bu çerçevede Girard’ın

dediği gibi “temiz olan hiçbir şiddet türü yok” tur (Girard, 2003: 55). Ancak şiddet her

zaman nefret edilen bir eylem değildir, yapıldığı yere, zamana, kimin yaptığına ve

neden yaptığına göre değişebilir (Cirhinlioğlu, 2004: 125). Bu çerçevede şiddet ve

şiddet biçimler kültürden kültüre değişiklik gösterebilmektedir. Şiddetin tanımını

meşruluk-gayrı meşruluk, yasallık-yasadışılık gibi zamana ve topluma göre değişkenler

belirler (Candansayar, 2002: 403-404).

Şiddet terörün hem aracı hem de ön şartıdır. Şu halde fiili şiddet eylemi ihtiva

etmeyen hiçbir eylem, terör eylemi sayılmaz (Hazır, 2001: 18) Terörle şiddet aynı şey

değildir. Terör, daha ziyade şiddetin tüm iktidarı tahrip ettikten sonra geri çekilmediği,

tam tersine tüm kontrolü elinde tuttuğu bir anda var olmaya başlayan bir hükümet

biçimidir (Arendt, 1997: 61). Tiranlığı, diktatörlüğü ve totalitarizmi terör rejimleri

olarak gören Arendt’e göre (1997: 60-61) terör ve şiddet aynı şeyler değillerdir. Terör

daha çok şiddetin tüm iktidarı tahrip ettikten sonra geri çekilmediği, aksine tüm

kontrolü eline geçiren ve oraya yerleşen bir hükümet biçimidir. Arendt’e göre (1997:

64-69) iktidar (güç), gerçekten de devletin özüne ilişkindir, ama şiddet böyle değildir.

Şiddet doğası gereği araçsaldır. Tüm diğer araçlar gibi daima amacın rehberliğine ve

onunla meşrulaştırılmaya gereksinim duyar. İktidar (power), tam da siyasal

toplulukların var oluşluna içkin olduğundan dolayı hiç bir haklılaştırmaya ihtiyaç

duymaz. Ama yaptığı şey meşrulaştırmaya muhtaçtır (Arendt, 1997: 58).

Şiddet ve terörizm farklı şeyler olduğu, şiddetin her zaman var olduğu, ikisini

birbirine karıştırmamak gerektiği sıklıkla ifade edilir. Bununla birlikte şiddet, terörizmin

Page 29: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

20

hem amacı, hem de ön şartı olurken, bunu tamamlayan bu şiddetin siyasal amaçlı

olmasıdır. Genel anlamda şiddet, siyasal amaç taşımayan, buna karşılık yok etmeye

kadar varan, bütün zarar verici saldırıları kapsamaktadır (Ergil, 1980: 3).

Ticari, politik, diplomatik yöntemlerle elde edilemeyeni şiddet yoluyla elde

etmeye savaş denmektedir (Bal, 2003: 32). Savaşın yegâne aracı şiddet (Arendt, 1997),

amacı ise irademizi düşmana kabul ettirmektir (Bal, 2003: 75). General Carl Von

Clautswitze’nin deyimiyle savaş, “politikanın farklı araçlarla sürdürülmesi”dir.

Clautswitze için savaş, kendi içinde birtakım ilkeleri bulunduran, kaynağı hep kendinde

olan bir süreçtir (Clautswitze, 1999; Spranger, 2001: 251). Savaşlar medeniyetlerin

gelişmesine de yardımcı olduğunu savunan yazarlarda azımsanmayacak kadar çoktur

(Çitlioğlu, 2005: 27-28). Organize şiddet eylemlerinin en uç noktası savaşlardır. Bu

çerçevede o, düşmanın isteklerimize boyun eğmesi için uygulanan bir şiddet hareketi

olmasına rağmen genellikle belli bir hukuku ve ahlakı vardır.

Savaşlar, saldırgan tarafın (bazen iki taraf da saldırgandır) gurup ve

kişisel kimliğini; geri dönmekle ve kirletmekle tehdit eden dışsallaştırılmış

ve yansıtılmış kötü unsurlardan temizleyen bir tedavi olarak algılanabilir.

Ancak bu tedavinin kendisi patolojiktir ve yıkıcı eylemlerle bağlantılıdır.

Buradaki durum kimliğini kaybetme tehdidi altında olan şizofren hastanın

ikilemine benzemektedir. O kişi dehşet hisseder, geriler, kimliğini kaybeder

ve kendini iyileştirme çabaları içinde yeni bir tanesi gelişir. Ancak yeni

kimlik gerçekçi değildir (Volkan, 1999: 139).

Hem modern savaşlar hem de modern devrimler terörist taktik ve stratejilere

kendilerini fazlaca kaptırmışlardır. Savaşlardaki en çarpıcı örnek, sivil nüfusu

bombalamak, masum insanları (savaşın dışındakiler, savaşa taraf olmayanlar) rast gele

öldürmek ya da sakatlamak, sivil taşıma araçlarını kaçırmak ve yolcuları öldürmekle

tehdit etmek veya imha etmek, ormanların tahribatı, ekinlerin talan edilmesi, köylerin

yakılıp yıkılması, köylülerin katledilmesi, ırzına geçilmesi ve insanların göçe

zorlanması gibi ya terörist ya da terörizm içeren başka tekniklere de başvurulduğu

bilinmektedir (Coady, 2005: 269). Konumuzun ilerleyen aşamalarında terörizmin bir

savaş biçimi şekline doğru evrildiğini göreceğiz. Esas olarak çalışmamızda ısrarla

vurgulayacağımız bir durum vardır. O da, savaşta sivil kayıp göze alınabilir bir

durumdur. Ancak sivil kayıp, askeri kaybı katbekat aşıyorsa bu ya soykırım ya katliam

ya da terörizm olarak ifade edilebilir.

Page 30: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

21

1.5.9. Sekülerleşme (Secularization) Dünyevileşme. Beşerileşme. Doğaüstü güçlerden veya kutsaldan uzaklaşma

yönünde gerçekleşen bir eğilim olan sekülerleşme toplumsal açıdan dinin günlük

hayatta her geçen gün etkisizleşerek önemini kaybetmesi, bilimin ve aklın egemen

olması durumunu ifade eder. 1805’den itibaren kullanılmaya başlanılan bu kavram,

evrimci yaklaşımın bir uzantısı olarak ileri sürülmüş, teknik olarak ileri ve modern

toplumların ortaya çıkmasıyla gelişmiştir. Dünyevileşmenin, din ve dünya işlerinin

birbirinden ayrılması anlamında politik ya da siyasi alandaki özel hali laiklik olarak

bilinir. Son yıllarda sekülerleşme tezinin öngörülerinin aksine bazı gelişmeler

yaşanmasıyla birlikte bir sorgulama sürecine girilmiş ve bu çerçevede yeni

paradigmalar ortaya çıkmıştır (Kirman, 2004: 196; Heywood, 2006: 90). Seküler

(dünyevi) kavramı, bu dünyada meydana gelen çağdaş vakıaları, yani şimdiki zamanda

olan olayları ifade ederken, sekülerlik bir durumu, sekülerleşme ise bir süreci

nitelemektedir. Sekülerleşmenin (dünyevileşme) bir ideoloji olarak algılanması

anlaşılması ise sekülerizm olarak adlandırılır (Kirman 2005: 51-60; Özkan, 2006: 31-

33). Bu çerçevede o, dinsel olan veya dinsellikle atfedilen bütün değer ve ilkeleri

bireysel ve toplumsal yaşamın dışına iten, sadece bu dünyayı yaşanabilir kabul edip, öte

dünyadan ilişkisini koparma temeline dayalı insanmerkezci düşünme ve yaşama

biçimidir. Sekülerizm belirli bir hayat anlayışı iken, laiklik ise seküler yaşam tarzının

siyasi ifadesidir (Demir & Acar, 1993: 314-315).

1.5.10. Küreselleşme (Globalization) Modernizasyon sürecinin bir parçası olarak, özellikle 20. yüzyılın son

çeyreğinde ve Doğu Blok’unun yıkılmasından sonra, tek kutuplu bir dünyada ortaya

çıkan kültürel sisteme, dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yapılaşması

sürecine verilen isimlendirmedir. Bu süreçte, ulus devletinin egemenliğinin azalması,

insan hakları ve demokrasinin yaygınlık kazanması, kültürler arası karşılıklı etkileşim,

küresel tüketim modellerinin doğuşu, bilgi ve bilişimin yaygınlaşması, sınır tanımayan

ekonomik ve ticari etkileşimin hızlanması, global spor etkinlikleri, gezegeni tehdit eden

ekolojik krizin farkına varılması, kozmopolit yaşam tarzlarının gelişmesi, seyahat

özgürlüğü, AIDS, Ebola, Sars, Kuş Gribi gibi tüm dünyaya kolaylıkla yayılabilen sağlık

problemleriyle karşılaşma, milli kültür ve dinsel canlanma, küresel siyasi ve ekonomik

oluşumlar (AB, G-8, BM, IMF, Şangay Topluluğu), kadın hareketleri, göç, eğitimin

Page 31: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

22

yaygınlaşması, dünyanın küçük bir köy haline gelmesi gibi süreçleri içermektedir

(Cevizci, 2002: 646-647; Marshall, 2003: 449-450; Erkal & Baloğlu, 1997: 122-123).

Küreselleşme, dünyanın küçülmesini; iletişim, ticaret, sermaye ve ekonomik

örgütlenmenin uluslar arasılaşmasını; ekonomi, siyaset, hukuk, bilim ve kültür

alanlarında dünyadaki ülkelerin birbirlerine daha bağımlı hale gelmelerini ifade eden bir

kavram olarak anlaşılır. Bu süreçte medya çok önemli bir sosyal değişme aracı olduğu

için küreselleşme, aynı zamanda İngilizcenin ve Amerikan eğlence endüstrisinin uluslar

arası kültürel iletişim üzerindeki hâkimiyetini de ifade eder. Küreselleşme bir yönüyle

homojenite ve evrenselliğin, diğer taraftan da partikaülarizm ve heterojenliğin

oluşturduğu bir süreç olarak değerlendirilir. Diyalektik bir süreç olarak işleyen

küreselleşmeye karşı son yıllarda tüm dünyada çok güçlü direnç ve protesto hareketleri

sergilenmektedir (Kirman, 2004: 139; Özkan, 2006: 41-43; Heywood, 2006: 200).

Tarafsız anlamı ile küreselleşme insanlar, toplumlar, uluslar arasındaki karşılıklı

ekonomik, ticari, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin dünya ölçeğinde gelişmesi,

yaygınlaşmasıdır (Başkaya, 2005: 325).

1.5.11. Islamophobia (İslam Fobisi, Müslüman Karşıtlığı, İslam Düşmanlığı) ABD’ de 1919’lu yıllarda Dünya Hrıstıyan Fundamentalist Derneği’nin

kurulmasıyla ortaya çıkan Protestan orjinli fundamentalizm (köktencilik, öze dönüş)

kavramı son yıllarda Müslüman ülkelerde çok yaygın olan İslam kaynaklı siyasal şiddet

hareketlerini tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır. Kavram, İslam

köktenciliğinden islamophobia’ya dönüşme sürecidir. İngiltere’de Runnymede

Vakfı’nın 1997’de “İslam Fobisi: Hepimiz İçin Bir Sorun” başlıklı raporunda aleni bir

şekilde durumun vehameti anlatılmıştır. Antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) kavramının

Avrupa tarihinde benzeri koşullarda, yani Yahudi karşıtlığı ve düşmanlığı arttığı bir

dönemde ortaya çıkması gibi bu kavramda İslam ve Müslüman karşıtlığı için

kullanılmaya başlanmıştır. İslamophobia kavramı, İngiltere’nin bağımsız düşünce

kuruluşu olan bu vakıf tarafından 1968 yılında ortaya atılmıştır (Delibaş, 2004: 1-39).

Page 32: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

23

1.5.12. İslami Anlayışlar Kaynağını İslam dininden almakla birlikte kültürel değerlerin de önemli bir yer

tuttuğu İslami anlayışa Geleneksel İslamcılık demekteyiz. Daha ziyade halk arasında

yaygın olan geleneksel İslamcılık kültürel mirasa sahip çıkarken, İslam dinini de bir

bütün olarak, kural ve kurumları ile yaşanması gereken bir düzen olarak kabul eder. Bu

anlayışta dini olan ile olmayan birbiri içine geçmiştir. Klasik İslami anlayış ise,

kaynağını İslam dininin tarihsel süreç içerisinde yorumlanmasından ve temel İslami

kaynaklara uygun olduğu iddiasından alan Sünni bir anlayıştır. Zaman zaman

gelenekleri eleştirdikleri de görülür. Kaynağını İslam dininden almakla beraber din ile

bilim arasında bir uzlaşma olduğunu kabul eden anlayış ise Modern İslamcılık olarak

adlandırılır. Modern İslamcılar, Batının ilim ve tekniğine karşı olumlu tavır sergilerken

onun özellikle de aile ve kadın konusundaki ahlak anlayışı karşısında olumsuz tavır

takınırlar. Radikal İslamcılık ise, ilk ortaya çıkış itibariyle kendisini kitap ve sünnete

dönmek biçiminde ifade eden, Batı’ya ve Batı’nın tüm değerlerine karşı İslami bir

alternatif olarak sunan, devrimci özellikler taşıyan İslami anlayıştır. Daha sonra sadece

Kur’ana dönüş fikrini temsil ettiği bilinen bu akım (Göçeri, 2004: 20-21), son

dönemlerde yukarıdan İslamileştirme yerine aşağıdan İslamileştirmeye dönüşmüş,

küresel dünyada hemen hemen İslami devlet stratejileri kaybolmuştur. Bu çerçevede

bütün radikaller şiddete yatkındır imajı da yanlıştır. Yine son dönemlerde siyasi, sosyal

ve ekonomik birçok tepkinin din adı altında verildiğide göz ardı edilmemelidir.

Page 33: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

24

II. BÖLÜM

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TERÖRİZM OLGUSU

2.1. Terörizmin Tarihsel Gelişimi ve Bugünkü Durumu Bu gün artık evrensel bir olgu olarak ortaya çıkmış olan terör, insanlığın

başlangıcından günümüze kadar bir toplumsal realite olarak süregelmiştir. Sami kökenli

dinlere göre, ilk insan olan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocukları Habil ve Kabil

kıssasıyla başlayan şiddet ve öldürme eylemleri, toplumsal bir olgu olarak farklı biçim

ve görünümlerde olmak üzere, geçmişten günümüze her zaman var olagelmiştir.

Araştırmamızın sınırları içerisinde konuyu fazla dağıtmadan, kısa da olsa terörün

tarihsel köklerine inmeyi faydalı buluyoruz. Esasen bu tür çalışmalarda hemen hemen

her bilim dalı için, kendi temellerini veya kavramsal köklerini geçmişte aramak,

irtibatlandırmak ve oradan temellendirmek neredeyse adet olmuştur. Bu bağlamda,

aşağıda terörün tarihteki ilk tohumları sayılabilecek örneklerini göstermeye çalışacağız.

Terörizm, tarihin aşağı yukarı her dönemde ve neredeyse bütün ülkelerde

bireysel ya da örgütlü bir eylem olarak görüldüğü bir vakıadır. Hırsızlık, fuhuş veya

bizzat katl gibi terör de evrenseldir. Yani mekânı yoktur, zamanla sınırlı değildir ve

yaygındır. Bugüne kadar terör olmuştur, çeşitli maskeler ve şekiller altında kalıp

değiştirerek bundan sonrada az veya çok var olacaktır (Çitlioğlu, 2005: 16).

Bununla beraber daha ilk çağlarda Platon ve Aristo, baskıcı yönetimleri, bir

sapma ve sapıklık, nihayetinde en kötü hükümet şekli olarak görmüşlerdi. Eski Yunanda

zorbaları öldürenler nerdeyse milli kahraman olarak görülüyordu. Çiçero, zorbaların

daima acıklı bir ölümle yok edildiklerini ve Romalıların bu öldürme işini yapanları

alkışladıklarından bahsetmiştir. “Bir müstebitin kanından fazla hiçbir kurban Tanrı’nın

hoşuna gitmez” sözü Seneka’ya atfedilir. “Hükümdarın görevi adaleti tesis etmektir,

aksini yapıyorsa öldürülmelidir” fikri yaygınlık kazanmıştır. “Hayır, istibdadın da bir

sınırı vardır ve son çare olarak başka bir şey işi halletmiyorsa insanın kılıcı vardır”

diyen Schiller’in tahammül edilemez eza ve işkence karşısındaki hür insanların silaha

sarılma hakkı hep hatırlatılmıştır (Altuğ, 1995: 55-59; Laquer, 2002a: 21, 26). Matta’da

(26:52) “kılıç tutanlar kılıçla yok olacaklardır” uyarsısı, zalim hükümdarın

öldürülmesine ahlaki olarak kaynaklık ediyordu. İlk ve orta çağda zalim müstebitin

öldürülme fikri filozofların ve dinlerin etkisinden beslenebiliyordu. Sezar’ın Brütüs

Page 34: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

25

tarafından öldürülmesi gibi tarihteki bazı önemli suikastlar, bireysel terör olaylarının

tarihteki örneklerini vermektedir. Nitekim bu anlamda Hz. Ömer’in, Hz. Osman ve Hz.

Ali’nin suikast sonucu öldürülmesi, İslam dünyasında derin yara bırakmasının ötesinde

Sünni, Şii ve Harici diye İslam dünyasını çeşitli fraksiyonlara bölmüştür (Laquer,

2002a: 23; Kongar, 2002: 78). Karlsson’a göre (2005: 178), milliyetçiliğin, anarşizmin,

komünizmin, kapitalizmin terör saldırılarına ilham kaynağı olacağı 1800’lerin ortalarına

kadar (çeşitli faktörlerin yanında) bu saldırıların arkasındaki itici güç genel anlamda din

olarak gözükmektedir.

Bu çerçevede tarihte terör grupları olarak addedilecek birkaç örneği kısaca izah

etmeyi faydalı bulmaktayız. İngilizcede fanatik sözcüğü (zealot), Romalılara karşı vergi

ayaklanmasını başlatan Yahudi özgürlük hareketi selot’lara uzanmaktadır. Bu

ayaklanma, güçlü dinsel öğeleri olan Jewish Zealots liderliğinde milliyetçi bir

başkaldırıdır. M.Ö. 70’lerde Tapınaklarının ve Kudüs’ün yıkımıyla son buldular. Bu

grubun, kayadan kale olan Masada’ya çekildikleri, Romalıların uzun kuşatmaları ve

şiddetli saldırıları karşısında M.Ö. 73 yılında topluca olarak intihar ettikleri

bilinmektedir. Kurbanlarını gündüz kalabalık yerlerde ve hançerlerle öldürmeleri ile

tanındıkları için, yarattıkları panik ve korku, cinayetlerinden daha telaş verici

olabilmekteydi (Karlsson, 2005: 177; Demirel, 2002: 25).

Zealots’un bir alt grubu olarak nitelendirilen sicariler tarihte ilk kez intihar

saldırılarında bulunan örgüttür. Örgüt adını, eylemlerde kullandıkları ve giysilerinin

altına sakladıkları sica adlı kısa suikast kılıcından almıştır (Demirel, 2002: 25). M.Ö.

73-66 arasında Filistin’de din adamlarının kurdukları ve son derece iyi organize olmuş

bir dini mezhep şeklinde ortaya çıkmış olan sicariler, aşırı milliyetçi ve Roma aleyhtarı

olarak bilinirler. Romalılara karşı birçok sabotajlar düzenlemelerinin yanında ılımlı

Yahudileri de katletmişlerdir. Ortaçağın sonunda tekrar ve güçlü bir şekilde ortaya

çıkmışlardır (Çeşme, 2005: 43; Altuğ, 1995: 26-44; Bal, 2003: 96).

İngilizcede thug (çeteci) sözcüğü de din bağlantılı terörizme dayanmaktadır.

Thuglar 600’lerin sonundan 1800’lerin ortalarına kadar bin yıldan fazla süren ve

kurbanlarının çoğunu elleriyle boğarak öldüren Hindu terörizminin adıdır. Bunlar Hindu

terör ve yıkım tanrıçası olan Kali’ye kurban etmek üzere kırsal bölgelerdeki yolcuları

sistematik bir biçimde öldüren, katil ve hırsızlardan oluşan Hintli dinsel birliğin adıdır

(Karlsson, 2005: 178; Altuğ, 1995: 29; Çeşme, 2005: 45). Yine Hindistan’da Sihlerin,

bütün yabancı etkilerden temizlenmiş bir Khalistan yani temizler ülkesini kurmayı

düşledikleri bir şiddet hareketi olan sih terörizmi Hindulara karşı kanlı eylemler

Page 35: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

26

içerisindedir. Hintlilerin ünlü pasif direnişçisi Gandhi’yi öldüren de bu guruptur (Altuğ,

1995: 84-85; Karlsson, 2005: 182; Comb, 1997: 22; Cirhinlioğlu, 2004: 38).

İslam dininin farklı ve bağnaz anlaşılmasına sebebiyet veren haricilerin de

İslam’daki ilk terörist hareket olarak nitelenebilir. Hz. Ali döneminde iç karışıklıklar

sırasında hakem olayıyla ortaya çıkmış ve dinsel bağnazlığıyla bilinen bir fraksiyondur.

Düşüncelerini taassupla savunmalarının nedeni, Kur’anın zahirine göre hükmetmeleri

ve düşüncelerinin yüzeyselliği (Ebu Zehra, 1983: 72; Ecer, 2001: 12-14), bedevi çöl

Arapları olmaları (Ebu Zehra, 1983: 75), eskiden kalan kabilesel düşmanlık, kan

davaları (Ebu Zehra, 1983: 76), dinsel taassuplarıyla ün salmış olan bu grup bir çok

Müslüman kanı dökmüş, Müslüman halkı terörize etmişlerdir (Ecer, 2001: 9-11). “La

hükme illa lillah” ayetini doğru dürüst anlamadan slogan haline getiren bu mezhep,

Kur’anın harfi/zahiri yorumuna bağlı, katı ve dışlayıcı izahlarıyla kendilerinden farklı

düşünen herkesi tekfir etmişlerdir (Esposito, 2003: 60, 134; Akyol, 2000: 19, 53; Ecer,

2001: 7-15). Bu gurup İslam’daki ilk dini-siyasal radikal hareket olmasının ötesinde,

İslam dünyasındaki ilk teröristleri (tedhişçiler) olarak da bilinirler. İhlâslı ama bir o

kadar saplantılı olan bu hizip (Ebu Zehra, 1983: 73), Hz. Ali’yi bile kâfir diye

öldürmüşlerdir (Akyol, 2000: 7). Kendi aralarında o kadar çok ayrılıklara düşmüşlerdir

ki neredeyse tarihte hiç bir grup kendi arasında bu kadar fazla parçalanmamıştır (Ebu

Zehra, 1983: 87; Akyol, 2000: 54). İslam’da terör hareketlerinin başlamasına tarihsel bir

bakış açısı ile yaklaşan Taha Akyol, “şiddet yolu ile siyasi erki (otorite ve gücü) ele

geçirmenin İslam’da çok eski zamanlardan beri var olduğunu” belirtmektedir. Ona göre,

hariciler kendileri dışında kalan kimseleri kâfir olarak niteliyor ve yok edilmesi gereken

mahlûklar olarak bakıyorlardı. Bu bağlamda İslam tarihinde hiçbir grup ve hiç kimse

kan dökmede hariciler kadar ifrata gitmeyecektir. Esasen bu kadar ifrata gitmelerinin

sebebi, kabile zihniyeti ve cahil bedevi çöl Arapları olmalarının yanında, Kur’ani

mananın derinine inmeden onu ancak günlük konuşma dili kadar anlayıp

yorumlamalarında aranmalıdır (bkz: Akyol, 2000; Ebu Zehra, 1983: 71-95).

Her ne kadar kendileri terör grubu olmamalarına karşın İslam’ın radikal

yorumlarına sahip vehhabilik hareketinden de bahsetmekte fayda bulmaktayız. Hariciler

gibi vahhabilerin de tarihin belli dönemlerinde kendilerine karşı çıkan veya direnen kim

varsa kâfir ilan edip öldürdükleri bilinmektedir (Esposito, 2003: 67). Esasen bu tür

gruplar ister ideolojiden ister dinden besleniyor olsun, ortak noktaları damgalama,

hoşgörüsüzlük, bağnazlık ve dışlayıcılıktır (Akyol, 2000: 24). İslam’ın katı denebilecek

yorumu ve bu yorumu için mücadele eden, insan öldüren, kendilerince yeni bir düzen

Page 36: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

27

kurmaya çalışan gruplar her devirde olduğu gibi yaşadığımız devirde de türeyecektir.

Bütün bunların çıkış noktası benim dediğim doğru ve tartışılmaz diğerleri ise yanlış

yolda hatta kâfirdirler sözünden çıkmaktadır. Oldukça şaibeli bir örgüt olup kime

hizmet ettiği belli olmayan Türk Hizbullah*ı buna güzel bir örnektir.

Esasen birçok dinsel grup, dine ilişkin en doğru yorumun kendi yorumları

olduğunu ileri sürmektedir (Ercan, 1997: 48). Nitekim 1990’lı yıllarda ortaya çıkan

Hizbullah grubunun felsefesi de aşağı yukarı harici zihniyeti görünümündedir. Nitekim

bu grupta da “…bizden olmayan bize düşmandır, bizden olmayan ise öldürülmelidir”

düşüncesi hâkimdir (Akyol, 2000: 54). Şu halde, bu tür gruplar en çok İslam ve

Müslümanlara zarar vermişlerdir.

11. yüzyılda ortaya çıkıp 13. yüzyılda Moğol istilasında ortadan kaldırılan

haşhaşinler, İsmailliye mezhebinin bir kolu olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim din kökenli

siyasal terörü kurumlaştıran ilk kişi, Şeyh El-Cebel olarak da bilinen Hasan Sabbah

(1049-1134)’tır. Haşhaşinler, cinayetlerini mukaddes ayin edasıyla hançerle yapmış ve

halka derin korku salmışlardır. Bu grup, hac yapmak isteyen Hıristiyan batılıları da

terörize etmiştir. İngilizce ve Fransızcadaki gaspçı-suikastçı-katil anlamına gelen

assasin’in kelimesinin, Batı dillerine bu şekilde geçtiği sanılmaktadır. Taraftarları yeni

bin yıllık döneme inanmış zahid kişilerdir. Selçuklu döneminde terörü sistemli bir araç

haline getiren Hasan Sabbah’ın, çağdaş anlamı ile terörizmin kurucusu olduğu

söylenebilir. Hasan Sabbah, korkunun, düşünce ve mantık süreçlerini bozarak insanları

sürüleştireceğini anlayan ve kullanan bir kişidir (Kongar, 2002: 78; Mercan, 2006: 143-

145; Arıboğan, 2005: 168; bkz: Anıl, 2003; Bulut, 2002). Bu hizip cinayetlerini bir tarzı

siyaset olarak uygulamış, Nizamülmülk ve daha dönemin tanınmış birçok simalarını

öldürmüşlerdir (Gökdemir, 2005: 33).

Profesyonel terör örgütlerinin ilki ise, Afrika’da bir kabile olan Kabalalar

olduğu söylenmektedir. Kabalalar, geçimlerini siyasal suikastlardan sağladıklarından,

kabilenin her ferdi profesyonel birer katil olarak yetiştirilmekteydi (Demirel, 2002: 26).

* Daha çok Güneydoğuda örgütlenen bu örgütün temel misyonu PKK ile mücadele olmuştur. Türk Hizbullah’ı (İlim Gurubu) denmesinin nedeni Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kendine has bir oluşum olduğundan dolayıdır. Elemanlarının birçoğu doğulu kürt gençlerinden oluşmuştur. Misyonlarını tamamlanıncaya kadar devlet tarafından oldukça müsamaha ile karşılanmış daha sonra ise vahşet derecesindeki eylemleri fazlaca göze battığından ortadan kaldırılmışlardır. İran ve Lübnan Hizbullah’ı ile organik bağı bulunmamaktadır. Mahir Kaynak’ın deyimiyle Hizbullah, köydeki korucuların şehirdeki versiyonlarıdır (Kaynak, 2003: 122; Demirel, 2002: 514-556). Geniş Bilgi İçin Bakınız: Faraç, Mehmet (2001). Batmandan Beykoza Hizbullahın Kanlı Yolculuğu, İstanbul: Günizi Yayınları; Citlioğlu, Ercan (2001). Tahrah-Ankara Hattında Hizbullah, Ankara: Ümit Yayınları; Akyol, Taha (2000). Hariciler ve Hizbullah; İslam Toplumunda Terörün Kökenleri, İstanbul: Doğan Kitap. Lübnan Hizbullahı için bkz: Erdin, Murat (1999). Hizbullah ve Hamas, İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Page 37: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

28

Fransa’da jakobenlerin 1793-1794 arasında hüküm sürdüğü ve toplam 13 ay

süren döneme terör rejimi adı verilir. Bu dönemde Fransız devrimci Maximilen de

Robespierre önderliğindeki Jakobenler, devamlı tedhiş ve korkuyu yaygınlaştırarak

Fransa’yı kana boğmuş, 27 milyonluk kitlenin tamamına dehşet salmışlardır. Terörizm

bu dönemde, siyasal baskı ve sosyal kontrol aracı olarak kullanılan devlet eylemiyle eş

anlamında ortaya çıkmıştır. Bu süreçte kitle terörü, devlet yönetimini elde tutanların

iktidarlarını kuvvetlendirmek, muhalifleri ve masum halk gruplarını sindirmek için

kullanılan siyasi bir taktik olarak ortaya çıkmıştır (Şehirli, 2000: 93; Mango, 2005: 11).

Her devrim ilk önce kendi çocuklarını yer gerçeğiyle bu rejim daha sonra kendi

çocuklarına dönmüş ve sonları giyotinde bitmiştir. Kısaca terör kavramının bu

dönemdeki anlamı, devrimi korumak için, devrim ve devlet düşmanlarının yok

edilmesidir. Bu süreçte 17.000 ila 40.000 kişinin giyotinle idam edildiği söylenir. Bu

çerçevede terör, kavram olarak Fransız devrimiyle literatürlere girmiş ve yaygınlık

kazanmıştır (Altuğ, 1995: 26, 48; Bal, 2003: 50). Bu dönemden sonra terör

kurumsallaşıp sonraki yüzyıllara esin kaynağı olmuştur.

Amerika iç savaşlarından (1861-1865) sonra yenilgiye uğrayan güneyliler,

yeniden inşa yanlılarını sindirmek için kurdukları ve günümüze kadar devam eden Ku

Klux Klan adlı terör örgütünü kurmuşlardır. Bunlar daha çok siyah amerikan

vatandaşlarını vahşice, genellikle yakarak katletmişlerdir (Kurt, 1998: 14; Çitlioğlu,

2005: 26).

Yukarıda değinildiği üzere ilk ve ortaçağlarda temellendirilmiş zalim-zorba

hükümdarı öldürme fikri, 19. yüzyılda iyice belirginleşmeye başlayan terör

düşüncesinin de ilham kaynağı olmuştur. Nitekim çağdaş anlamda sistematik terörizm

19. yüzyılda ortaya çıkmış bir olgu olarak kabul edilir. O günden bu günlere, Karl

Heinzen, Jean Paul Sartre, George Sorel, Carlo Bianco, Errico Malatesta, Carlos

Marighela, Regis Debray gibi daha bir çok şiddet yazarı, olgun bir çağcıl terörizm

öğretisi ortaya koyup şekillendirmişlerdir (Coady, 2005: 262; Laqueur, 2002a: 23-28;

Altuğ, 1995: 57; Mango, 2005: 12). 19. yüzyılın ikinci yarısında Bakunin, Nachaev gibi

anarşizmin sözcüleri, terör eylemlerinin yaygınlaşmasını ve sistematikleşmesine neden

olmuşlardır. Bu dönemde anarşizm, Batıda ihtilalci ve oldukça şiddetli bir süreçte

gelişmiştir. Yine bu evrede teröristler, ihtilalin öncü askerleri olarak addedilmişlerdir

(Çitlioğlu, 2005: 99-158; Altuğ, 1995: 65-66). Böylece 19. ve 20. yüzyıllarda

entelektüel ve teorik yapılaması tamamlanan terörizmin bu gün her türlü görünümü

ortaya çıkmış ve hala çıkmaya devam etmektedir. Bugün terörizm çoğunlukla aşağıdan

Page 38: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

29

gelen (devlet eliyle yapılmayan her türlü terörizm) ve var olan politik düzende karışıklık

yaratma, onu yıkma, ya da basitçe ona karşı olan öfkeyi ifade etme girişimi olarak

tanımlanır. Aşağıdan gelen terörizm adını alan bu durum en azından iki bin yıldır var

olmasına karşın, birçok bilim adamı aşağıdan gelen modern terörizmin 19. yüzyılda

Rusya’da kendini halkın iradesi (Noradya Volya) olarak adlandıran ideolojik bir grup

tarafından ortaya çıkması ile başlatmaktadır (Volkan, 1999: 182). Bu çerçevede 19.

yüzyılda terörizm, birçok kez de baskı ve zulme karşı gelişmiştir (Altuğ, 1995: 47).

Yine bu yüzyılın sonlarında anarşist ve nihilistler öncülüğünde suikastlar, bomba

atmalar, krallara ve imparatorlara yönelen saldırı dalgası tüm dünyaya yayılmıştır

(Altuğ, 1995: 49). Nitekim I. Dünya savaşının çıkış sebebi, diğer şartları bir kenara

koyarsak Sırplı bir milis tarafından Avusturya-Macaristan veliaht’ının suikast sonucu

öldürülmesidir.

Kavramın 20. yüzyılın ilk yarısındaki anlamı ise, milli mücadele, ulusal kurtuluş

ve bağımsızlık hareketlerinin sömürgeci işgalcilere ve onun yerli işbirlikçilerine karşı

yürütülen milli mücadele şeklinde gelişmesidir (Bal, 2003: 51). Bu çerçevede ulusal

kurtuluş savaşları I. Dünya Savaşı sonrasına tekabül etmektedir. II. Dünya Savaşından

sonra daha çok rejimi değiştirmeye yönelik ideolojik çarpışmalar, iç savaşlar

yaşanmıştır. II. Dünya savaşından sonra da kısmi olarak sömürgeciliğin tasfiyesine karşı

şiddet kullanılmıştır.

Terörizm konusunda farklı dönüşümlerde yaşanmıştır. Örneğin, 20. yüzyıla

kadar terör örgütlerinin hedefleri toplumun geneline yönelmekten ziyade, siyasette

ağırlığı olan ve simgesel anlamı olan yöneticilere sahip yöneticileri hedef almışlardır.

Yani saldırılarını direk sorumlu tuttukları kişilere yöneltmişlerdir. 20. yüzyılda ise,

kurbanlar kötü gidişten sorumlu tutulanlar değil, sorumlulara mesaj ileten kişilerden

seçilmeye başlanmıştır (Arıboğan, 2005: 24).

Kavramın 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yüklendiği anlam, ilk yarıda

ifade edilen anlamdan soyutlanarak, Doğu ve Batı blokları arasında karşılıklı ya da bu

iki sistemden bağımsız kalmak isteyen ülkelere yönelik olarak, savaşın yoğun psikolojik

ve fiziki unsurlarının kullanıldığı, işbirlikçi, taşeron veya kiralık örgütlerin

görüntüsünün hakim olduğu bir savaş biçimidir (Bal, 2003: 51). II. Dünya Savaşı

sonrasında Yalta konferansı ile (Harvey, 2004: 46) ABD ve SSCB merkezli, çift

kutuplu dünyanın da sınırları çizildi. 1960’lı yıllarda terör, iki ayrı bloğun birbirine

karşı yürüttüğü gayrı resmi bir savaş aracı olarak kullanılmaktaydı. Soğuk Savaş

döneminde, Ulusal Kurtuluş Savaşları olarak dışa yansıyan ama özünde ABD ve

Page 39: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

30

müttefikleri ile SSCB ve müttefiklerinin çıkarları için gerçekleşen savaş ve çatışmalar

şeklinde cereyan etmiştir. Bu dönemin belirgin bir diğer özelliği de dünyada olası

nükleer savaş korkusundan dolayı hakim olan dehşet dengesidir (Altuğ, 1995: 49; Bal,

2003: 62; Kaynak, 2003: 35). Yine bu evrede SSCB ve ABD, birbirlerine karşı

topyekûn savaşı göze alamadıklarından birbirlerine ve müttefiklerine terörü psikolojik

savaş stratejisi olarak kullandılar. Bu meyanda terörist örgütleri birbirlerinin üzerilerine

saldırtarak, savaşlarını genelde bir üçüncü dünya ülkesi üzerinden yürütmekten

çekinmediler (Bal, 2003: 15). Gerçi bu durum bağlantısızlar diye daha az gelişmiş

ülkelerin ortaya çıkmasını ve buna izin vermek istemeyen iki süper gücün bunlar

üzerinden birbirlerine karşı terör aracılığıyla yürüttüğü savaşlarda yaşanmıştır.

II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Rusya, Almanya ve İtalya’da

iktidarların gerçekleştirdiği devlet terörü oldukça dikkat çekici bir konudur. Rusya’da

Stalin, Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini yönetimi, öncelikle yurttaşlarına karşı

geniş çapta şiddet uyguladılar. Böylece birbirlerine karşı olan iki ideoloji, komünizm ile

faşizm, terörü aynı amaç için yani halkı mevcut düzene bağlamak ve karşı çıkamaz hale

getirmek için başvurulacak bir yol olarak kullanmışlardır. Yani bu süreçte de teröre

bakış, Fransız devrimi sırasında olduğu gibidir (Altuğ, 1995: 27; Çeşme, 2005: 32;

Güzel, 2002: 10; bkz: Devlet Terörü Bölümü).

1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla başlayan süreç Sovyetler Birliğinin

kendi kendini lağvetmesiyle dünyada kısa süren bir belirsizlik döneminin oluşmasına

sebep oldu. SSCB’nin bu ani ve beklenmedik dağılması dünyada iki kutuplu dönemin

de doğal olarak sonunu getirmiştir. Bu savaşın galibi ve yeni dönemin dünya

jandarmalığına soyunan ABD, Yeni Dünya Düzeni, Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika

Projelerini ortaya koyarak dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışmıştır.

Bu açılan yeni dönemde, Soğuk Savaş için var olan NATO’nun durumu

tartışılmaya başlanmıştı. Nitekim NATO, Soğuk Savaş sonrası için yeni tehdit

değerlendirmelerini 1990’larda yapmıştır. Bu tehditler ise, “uluslar arası terörizm ve

orta menzilli balistik füzelerin başını çektiği sınır tanımayan silahlar, mafya tarzı

oluşumlar, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı, kökten dincilik ve etnik bölgesel

çatışmalar” şeklinde sıralanmıştır. (Sever, 2001: 39; Dursunoğlu, 2005: 184). Bu

tehditler ekseninde kendini yeniden yapılandıran NATO, 2004’teki İstanbul zirvesinde

açıkça İslam dinindeki bazı oluşumları da bu yeni tehdit değerlendirmesi içine almıştır

(Dursunoğlu, 2005: 30). Çoğu bölgesel sorun sayılabilecek bu sorunlar, kendini hür

Page 40: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

31

dünyanın efendisi olarak ilan eden ABD tarafından küresel tehditler olarak ortaya

konmuştur (Dursunoğlu, 2005: 32).

Bir ara süreç olan bu belirsizlik dönemini (1990’lı yıllar), terör örgütlerini bir

arayış içine itmiştir. Bir kısım örgütler siyasallaşırken, bir kısım örgütler kendini tasfiye

etmiştir. İddia edildiği üzere kaynağını dinden alan birçok kurtuluş hareketi terörist grup

olarak ilan edilmiştir. Kısaca bu yeni dönemde dünün kurtuluş savaşçıları bu günün

teröristleri olarak nitelendirilmişlerdir (Afganistan’daki birçok grup gibi), hem de

küresel ölçekte. Diğer birçok grup ise ABD ve AB’nin güdümüne geçmiş ve onlara

hizmet etmiştir.* Bilindiği üzere kimi devletler terör stratejileriyle ve terör örgütlerini

yönlendirilerek dış politikalarda söz sahibi olmak istemektedirler. Çünkü bilfiil

girişilecek bir savaşın maliyeti oldukça yüksektir. Bu süreçte terör örgütleri ticari birer

firmaya, bir nevi kiralık savaş araçları olarak kullanılmaktadır (Bal, 2003: 13-14, 62,

263; Özakıncı, 2005; Manaz, 2005; Klara, 2004). Hatta bu dönemde kendisinde

faydalanılan bir terörizm endüstrisinden dahi söz edilebilmektedir (Chomsky & Herman

& O’Sullivan & Alexander, 1999: 49-103). Bu dönemin savaşları, güçlü ülkelerin

rekabet alanlarındaki pazarı ve onları besleyen ham madde kaynaklarının denetimini ele

geçirme ve kontrol etme mücadelesi olmuştur. Örneğin bu dönemde Türkiye, PKK,

DHKP-C, Hizbullah gibi terör örgütleriyle meşgul edilerek dışarıya ve özellikle de Orta

Asya’ya açılamamıştır. Nitekim bu gün terörün dış destekçileri inkar edilemeyecek

şekilde ortaya çıkmıştır (Aydoğan, 2003: 33; Şehirli, 2000: 435; Çeşme, 2005: 77-92;

Kaynak, 2003: 12-13, 39).

Bu endüstriden, savaş ve diplomasiyle elde edilemeyen sonuçların terörist

stratejilerle elde etme şeklinde yararlanılmaktadır. Terörizm burada bir ideoloji değil

savaş stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Yani kendisi bir amaç değil bir araçtır (Altuğ,

1995: 14; Cangızbay, 2003: 99; bkz: Bal, 2003). Böylece terör, düşük maliyetli, sınırlı * Terör bu değişik fraksiyonların, güç ve denetim elde etme yarışlarında bir sektör olarak karşımıza çıkmış, çıkar ve rekabetlerin güdümünde yapılan mücadele şekline dönüşmüştür (Bal, 2003: 239-240). Bunun en açık ve en basit örneği Özdemir Sabancı suikastı ile Belçika’da yargılanan Fehriye Erdal’ı (ve DHKP-C lideri Dursun Karataş) Türkiye’ye iade etmek bir yana, mahkeme kararından sonra kaçmasına göz yumulmuştur. Bu Türkiye’ye karşı çifte standardın ve ön yargının en yalın ifadesidir. Bu çerçevede terör örgütleri ABD ve Batının güdümünde gözükmektedir. Öte yandan bir dönem Kuzey Irak’a konuşlandırılan Çekiç Güç’ün bölgedeki amacı Kuzey Iraktaki Kürtleri korumak değil, Türkiye’yi kontrol ederek PKK’ya uygun ortam sağlamaktır. Durumun böyle olduğunu Çekiç Güçteki ABD’lilerin yaptıkları ispat edilmiştir (Şehirli, 2000: 435; Vatandaş, 2003: 33; Kaynak, 2003: 36; bkz: Arvasi, 2000). Amerikan Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi eski görevlilerinden John Marks, 30 Haziran 1977 tarihli International Herald Tribune’de “ Son 35 yıldır ABD hükümeti terörizmden bir dış politika aracı olarak olağan biçimde yararlanmıştır” açıklamasını yapmıştır (Demirer, 2005: 600). Bu bağlamda Türkiye’de şiddet eylemlerin gerisinde yabancı ülkelerin haber alma örgütlerinin de parmağı bulunduğu iddiaları yabana atılamaz (Ünsal &Keleş, 2005: 94). Ayhan Songar, Anıl Çeçen, Mahir Kaynak’a göre Türkiye’de terör örgütlerinin arkasında Batılı ülkeler vardır (Çitlioğlu, 2005: 71-72).

Page 41: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

32

insan kaynağı gerektiren günümüz en etkili savaş yöntemi-stratejisi olarak yerini

almıştır (Eymür, 2006: 290; Çitlioğlu, 2005: 15). Dolayısıyla devletlerarası mücadelede

terör, üstünlüğü ele geçirme gayesiyle özellikle 20. yüzyılda yoğun bir şekilde

kullanılmaya başlanmıştır. Esasen sıcak savaşlarda verilecek olan insan kaybı, bu tür

eylemleri destekleyen ülkeler açısından neredeyse sıfıra inmektedir (Çeşme, 2005: 15).

Bu yüzden teröre sadece teröristler değil devletler de başvurmaktadırlar. Devletler

terörizmi, diğer devlet veya devletleri ekonomik, siyasal ve benzeri yönlerden zayıf

düşürmek bir strateji olarak kullanmaktadırlar (Eymür, 2006: 290). Esasen bu şekilde

kimi devletler, başka ülkeler için bir terör diplomasisi oluşturmuş, dolayısıyla da birçok

devleti ve ulusu tehdit etmekte veya çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmektedirler.

Yukarıda izah edildiği üzere Marksizm’in aksine terörizm, bir ideoloji olmayıp

farklı siyasi kanattaki kişiler tarafından kullanılabilen bir savaş stratejisidir. Terörizm,

her amaç için kullanılabilir, bu yüzden bir değer hükmü taşımaz (Altuğ, 1995: 160; Bal,

2003: 46; 32-33). Bugünkü İrlanda, Cezayir ve İsrail’in terörizm stratejisini kullanarak

devlet kurdukları unutulmamalıdır (Özmen, 2002: 56; Ahmed, 2002: 215; Yılmaz,

2004: 374; Özbudun, 2001a: 16). Bu yüzdendir ki bu stratejiden ne devletler ne de

gruplar kolay kolay vazgeçecek gibi gözükmemektedir.

Kısaca bu belirsizlik (1990’lı yıllarda) döneminde, geçmişte sosyalist sistem ile

kapitalist sistem arasında yapılan mücadelelerin, kapitalist sistemin değişik fraksiyonları

arasındaki sistem içi mücadeleler şekline dönüşmüştür. Bu anlamda dünyada tek

ekonomik sistem ancak çok kutupluluk ve bölgesel oluşumlarda yaygınlık

kazanmaktadır. Hür dünyanın SSCB’ye karşı lideri ABD, düşmansızlık krizi yaşarken

diğer taraftan müttefiklerini yavaş yavaş kaybetmeye başlamış, bu çerçevede ABD

liderliğine gereksinim kalmadığı düşünülmeye ve tartışılmaya başlanmıştır. Bu

bağlamda tüm dünyada çok kutupluluk güçlenmeye başladı. Tam da bu esnada global

terör efsanesi yaratıldı ve bu belirsiz düşmana karşı savaş ilan edildi. Kendisine ihtiyaç

duyulmayan bir dünyadan “tüm dünyayı liderliğimiz altında zafere ulaştıracağız”

söylemleri yaygınlık kazandı (Sever, 2001: 48-49; Dursunoğlu, 2005: 45, 62).

Şu halde, küresel dönemde “vekil savaşlarından, açık saldırganlığa” geçişte söz

konusudur. ABD, örtülü olarak veya vekiller aracılığıyla yürüttüğü savaşları, Soğuk

Savaş sonrası küreselleşen dünyada alenen saldırganlığa dönüştürmekte, bu bağlamda

da terörizm endüstrisinden oldukça fazla yararlanmaktadır (Mamdani, 2005: 187-270).

Soğuk Savaşın sona ermesini müteakip çift kutuplu dünya yerini çok kutuplu

ama tek ekonomik sisteme dayalı bir yapıya bırakmış gözükmektedir. Buna bile

Page 42: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

33

tahammülü olmayan ABD, saldırgan dış politika güderek yeni bir Amerikan

İmparatorluğu (bkz: Yaraşır, 2005) yolunda ilerlemeye ve dünyaya yeniden şekil

vermeye başlamıştır*. ABD’nin tavır ve politikaları, küresel bir imparatorluk rolü

çerçevesinde işlemektedir (Canbolat, 2003: 55, 134; Dursunoğlu, 2005: 214; Demirer,

2001b: 135). Örneğin, dünyadaki terörün nedeni olarak ABD politikalarını görenler,

Batı Avrupa’da % 36, Asya’da % 60, İslam ülkelerinde % 76 düzeyinde iken,

Amerikalıların yalnızca % 18 böyle düşünmektedir (Canbolat, 2003: 135; Cangızbay,

2003: 128).

Bilindiği üzere yerel medeniyetler değerlerini evrensel medeniyete iki yoldan

taşırlar. Bunlardan birincisi hikmet (değerlerini insanlık için kullanma) yolu, ikincisi ise

kuvvet (siyasi, iktisadi ve teknolojik güce dayalı zor kullanımı) yoludur (Çaha, 2004:

46). Özellikle 11 Eylül saldırılarını bahane eden ABD, kaybettiği itibarını sert, tepkisel

ve bir o kadar da acımasız stratejilere dayalı politikalarla tekrar tesis etmek istemesi,

dünyayı kaosa sürükleyeceği endişesi yaratmaktadır. Nitekim yaptığı saldırılar hukuk

dışı olmakta ve kınanmakta, aynı zamanda saldırı için gösterdiği tüm deliller bomboş

çıkmakta**, bu ise ABD’ye yönelik nefreti körüklemekte ve dünyanın tepkisini

çekmektedir.

* Avrupa ordusu girişimiyle askeri açıdan ABD’den bağımsızlaşma iradesi ortaya koyan AB gibi, Rusya ve Çin’in de Asya’da hegemonik bir güç merkezi olarak ortaya çıkma potansiyeli taşımaları (1996 yılında Çin, Rusya Federasyonu, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında kurulan ve Asya’da Rusya ile Çinin kontrolünü artıran “Şangay Beşlisi”, çok kutuplu bir dünya düzeninin etkin bir aktörü olma potansiyeline sahip görünmektedir), 1990’lı yılların sonuna doğru çok kutuplu bir dünya sistemine evrilmesi olasılığını güçlendirmiştir. Oysa ABD’nin küreselleşmeden beklediği nihai amaç, Amerikan hegemonyasına dayalı tek kutuplu bir dünya sistemidir (Özdek, 2002: 23). ABD Soğuk Savaş Sonrası kendini küresel dünyanın hür efendisi olarak ilan etmiş bu çerçevede gücü paylaşmak yerine imparatorluk siyaseti gütmüştür. Bu doğrultuda tek taraflı olarak ABM (1972 tarihli anti balistik füze sistemlerini sınırlayan anlaşma) anlaşmasından çekildi. Zararlı gazların üretiminin azaltılmasını öngören Kyoto Sözleşmesinden çekildi. CTBT (Nükleer silah denemelerini önleyen anlaşma) Antlaşmasını Senatonun onaylamamasını gerekçe göstererek kabul etmeyeceğini açıkladı. Güney Afrikanın Durban kentinde yapılan Uluslar Arası Irkçılık Karşıtlığı toplantısını ihlal ederek, toplantıyı terk etti. Biyolojik silahların önlenmesni ön gören konvansiyon sürecini baltaladı ve uygulanamaz hale getirdi. CWC Konvansiyonu’nun (Kimyasal silahların önlenmesi) uygulanmasını, ulusal güvenliği ile bağdaşmadığı için gerekçesiyle engelledi (Dursunoğlu, 2005: 55, 223). ** Tony Blair’in dış işlerinden sorumlu özel yardımcısı Robert Cooper çok açık bir dille şunları söylüyor “çifte standart fikrine alışmamız gerekir. Düşmanlarımızın suçlarını cezalandıracak, dostlarımızın suçlarını ödüllendireceğiz” (Ali, 2001: 310-313). Bu konuda oldukça çifte standart bir şekilde davranan ABD ve Batı, işgal için Irakta nükleer, kimyasal ve biyolojik silah olduğunu iddia ederek saldırmıştır. Eğer, şüphelenilen teröristleri barındırmak, bombalamayı gerektiren bir suç ise, ABD’de dahil olmak üzere, dünyanın büyük bir bölümüne derhal harekat başlatılıp bombalanması gerekmektedir (Chomsky, 2001b: 87). ABD saldırıları genellikle hukuk dışıdır (Canbolat, 2003: 121; Geniş Bilgi İçin bkz: Sökmen, 2006; Çubukçu, 2006). Üstelik bir ülkeye saldırmak için bu sebepler gerekiyorsa, İsrail, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Kore, İngiltere, Fransa ve daha sayamadığımız birçok ülke yerle bir edilmeli, bombalanmalı, işgale uğramalıdır. En önemlisi ise bu konuda iyi ve kötü olana kim karar verecek? Benim adıma karar verme hakkını size kim verdi? Bu saldırı ve işgallere karar verme hakkı kimindir? İşgale karşı direnenler ne zamandan beri terörist olarak yaftalanmaktadır? gibi sorular bir yana, burada insan

Page 43: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

34

Esasen ABD, Soğuk Savaş bitiminde, uluslar arası hegamanyosını dayandırdığı

dış politika paradigmasını kaybetti. ABD müttefiklerini, özellikle de Japonya ve

Avrupa’yı hangi düşmana karşı kendi liderliği altında birleştirecekti? Körfez Savaşı bile

bu soruna kalıcı bir çözüm getirememişti (Demirer, 2001b: 152). Böylece “ya bizden ya

onlardan, bizden olmayanların yaşam hakkı yoktur” gibi söylemler terörizmi

desteklediklerinden şüphelenilen ülkeleri saldırıya açık, yok edilmeyi hak etmiş olarak

göstermenin (Demirer, 2001b: 153) yanı sıra, ABD’nin tekrar hegemonik güç olma

isteğini göstermektedir. Bu çerçevede 11 Eylül sonrası insanlar adeta “düşük teknolojili

terörizm ile yüksek teknolojili terörizm” arasında tercihe zorlanmıştır (Yılmaz, 2004:

363; Cangızbay, 2003: 128). Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tabloda

ABD’nin varlığı, Avrupa (Bal, 2003: 18-20), Uzak Doğu, Latin Amerika başta olmak

üzere daha bir çok yerdeki durumu tartışılır olmuştu. Batı nezdinde ABD ve kapitalizm

Soğuk Savaştan galip çıkmasına rağmen ötekisiz ayakta duramayacağını bildiğinden

(Hard & Negri, 2002: 143-146), yeni arayışlara girmiştir.

Belirsizlik döneminde (1990’lı yıllar) ABD ve Batı yeni arayışlar içine girmiştir.

Bu arayışa, Soğuk Savaş stratejisti ve CIA eski başkanı Fukayama, Tarihin Sonu tezini

ve ardından Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezini ileri sürerek son vermişlerdir.

Görüşlerini Arnold J. Toynbee’nin “meydan okuma ve karşı koyma” kuramına

dayandıran Milli Güvenlik Konseyi eski başkanı ve Soğuk Savaş stratejisti Samuel P.

Huntington’un bütün çözümlemelerini, çöken Sovyetler Birliği yerine, Batı uygarlığı

için yeni bir düşman yaratma gayreti üzerine inşa ettiği açıkça görülmektedir (Kongar,

2002: 46, 56-60). Soğuk Savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan belirsizlik dönemi

olmasının ötesinde, Batı dünyasını yeni arayışlara ittiği de görülmektedir. Daha da ötesi,

Doğu-Batı ikilemi bu yeni dönemde, medeniyetler çatışmasın ihtimalinden daha çok

Kuzey-Güney (Zengin-Fakir) çatışmaları şeklinde cereyan etmesi kuvvetle muhtemeldir

(Wallerstein, 2004: 129; Falk, 2003: 24; Kongar, 2002: 170). Böylece Huntington,

Fukayama, Brezinski gibi stratejistler, amaçlarının sadece Batı uygarlığının karşısına

yeni bir düşman çıkartmak değil, bu düşmanı kullanarak, Batı’nın dünyayı yeniden

biçimlendirmesi gerektiğine işaret etmektedirler (Kongar, 2002: 66). Bir diğer açıdan bu

bir uygarlıklar veya dinler savaşının işaretlerinden çok, dünya tarihinde eşi görülmemiş

bir “zengin-yoksul yarılmasının”, “küresel bir sınıf savaşının” belirtileridir (Civelek,

2001a: 12). Pakistan kökenli İngiliz yazar Tarık Ali’ye (2002) göre ise bugün yaşanan

hakları çiğnenmiş, ülkelerin iç işlerine karışmama hakkı bertaraf edilmiş ve en önemlisi hukuksuzluk ve kanunsuzluk yapılmıştır.

Page 44: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

35

süreç bir medeniyetler çatışması değil aksine fundamentalizmler çatışması olduğunu

söylemekte ve en büyük fundamentalistin Amerikan İmparatorluğu olduğunu

belirtmektedir.

Bu çerçevede Amerika batılı ülkeleri ortak bir düşmana karşı yanına alamamakta

veya fiillerini meşrulaştırmakta oldukça zorlanmaktadır. ABD bir taraftan NATO’nun

Kuzey Atlantik ittifakı niteliğinden dünya düzenini sağlayıcı bir güç şekline

dönüştürmek isterken diğer taraftan ekonomik yapıyı dönüştürmek üzere IMF, DB,

DTÖ, OECD gibi kurumlarını devreye sokmaktadır. Bu uluslararası kuruluşların

kuruluş amacı farklı olsa bile bugün Amerikan etkisini sağlama yönünde fonksiyon icra

ettikler gözlemlenmektedir. Böylece yardım isteyen ülkelere ekonomik politikalar

dayatmakta (Yılmaz 2004: 33) ve ülkelerin iç kurumlarında değişiklik talep etmektedir.

Bu mücadele şeklinin yani tek ekonomik sistem ama çok kutuplu dünyanın olası

ihtimalleri şunlardır.

a) ABD ile AB ve Japonya arasındaki sermaye birikimi olma odağı yarışması ve

bunlara yeni katılan Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın oluşturduğu

Şangay Topluluğu gibi yeni bölgesel oluşumlar.

b) Kuzey ile Güney arasındaki mücadele ya da dünya ekonomisinin çekirdek

bölgeleri arasındaki çekişme (Heywood, 2006: 203).

c) Kollektif olarak inşa etme niyetinde olduğumuz dünya sistemi türü hakkında

Davos ruhu ile Porto Alegre ruhu arasında ki mücadele (Wallerstein, 2004: 241).

d) Son zamanlarda ABD’nin arka bahçesi olarak da bilinen Güney ve Latin

Amerika’da iktidara gelen sol partiler veya anti-amerikancılar (Venezüella, Şili,

Nikaragua, Guatemala, Küba) ve İran, Sudan, Kore muhalifliği.

Öte yandan modern dünyanın askeri (Pentagon) ve ekonomik (Dünya Ticaret

Merkezi) merkezlerinin vurulması, deyim yerindeyse ABD ve diğer Batılı ülkelerin

kâğıttan bir kaplan olduğunu göstermiştir (Wallerstein, 2001: 265; Fisk, 2001f: 126).

ABD ve medya kamuoyunu yanıltarak bu olayın “uygarlığa, özgürlüğe, insanlığa ya da

hür dünyaya yönelik korkakça bir saldırı” olduğunu sıklıkla ve ısrarla dile

getirmişlerdir. İfade edilenin aksine bu onların özgürlüklerine ve yaşam tarzlarına

yönelik bir saldırı değildi. Uygarlıklar savaşı ise hiç değildir. Eğer öyle olsaydı daha

kolay ve daha savunmasız hedefler olan, Vatikan ve Özgürlük Anıtı gibi yerler hedef

olurdu. Oysaki muhtemelen ve en kuvvetli olgu, ABD’nin saldırgan dış politikasının

hedeflenmiş olduğudur. Bu ABD’nin Ortadoğuda ve daha dünyanın bir çok bölgesinde

izlediği politikanın bir sonucu olarak görülebilir (Özbudun, 2001b: 304; Ali, 2001: 310-

Page 45: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

36

313). Sontag bu durumu “bu olay, Amerika Birleşik Devletleri politikası, çıkarları ve

faaliyetlerinin bir sonucu olarak gerçekleştiği neden kimse tarafından itiraf edilmedi?

Eğer korkak sözcüğünü ağzımıza alacaksak, bunu, öldürmek için ölmeye razı olanların

yolundan gitmeyip, yükseklerde uçan uçaklar kullanarak intikam vuruşları yapanlar için

sarf etmek gerekir” şeklinde izah etmektedir (Sontag, 2001: 130). Hatta Filistin’de

İsrail’in, Afganistan’da ve Irakta ABD’nin yaptığı, kendini riske atmadan yüksek

teknolojili silahlarla uzaktan gerçekleşen eylemlerle karşılaştırıldığında, kendini feda

eden intihar eylemcilerinin eylemleri etik açıdan daha meşru bulunması bile daha

mümkündür (Yılmaz, 2004: 352; Dursunoğlu, 2005: 76).

Kısaca hür dünyanın Şer İmparatorluğunun (SSCB) karşısındaki lideri

konumunda bulunan ABD, 1990’lı yıllarda düşmansızlık krizi yaşamıştır. Bu dönemde

NATO ve ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerdeki varlığı rahatsızlık yaratmaya başlamış

ve otoritesi tartışılmaya başlanmış, hatta sarsılmıştır. Daha da ötesi iki kutuplu

dünyadan çok kutuplu bir dünya ortaya çıkmıştır. Çok geçmeden 11 Eylül 2001

saldırıları gerçekleşmiş ve yeni düşman terörizm adıyla Radikal İslam olarak ortaya

konmuştur. Bu aşamada ileriki yılların görünüşü aşağı yukarı belirginleştirilmeye

çalışılmıştır.

Bu süreçte ABD derhal NATO’nun 5. maddesini devreye sokmak suretiyle, terör

kavramına bambaşka bir boyut kazandırmış oldu. 11 Eylül olaylarından sonra

NATO’nun 5. maddeyi yürürlüğe koyması, terörü bir savaş biçimi olarak tanıdığının da

göstergesidir (Güzel, 2002: 18). Bu çerçevede Soğuk Savaş sonrası BM Güvenlik

Konseyi ve NATO, neredeyse sadece ABD’nin jeopolitik hedeflerine hizmet eder hale

gelmiştir (Dursunoğlu, 2005: 58). Aslında terörizm savaş yerine geçen bir hal almaya

başlamıştır. Böylece küçük örgütler doğrudan veya dolaylı devlet desteğiyle ulusal

düzeyde siyasi savaş yürütebilmekte ve sonunda uluslar arası ölçekte güç dengesini

değiştirmekte başarılı olabilmektedir. Bu yüzden NATO’nun 5. maddesi devreye girmiş

ve artık kabul edilmiştir (Alexander & Myers, 2002: 213). Kısaca terörizm bir savaş

sebebi olabilmekte ve o yüzyılımızın savaşma aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Esasen

terörün bir savaş biçimi olduğunu ilk defa dile getiren kişi, terörist teorisyeni Regis

Debray’dır (Türkdoğan, 1996: 341; Arıboğan, 2005: 25).

Bu çerçevede İslam, İran Devriminden sonra 11 Eylül’le bir kez daha Batı’nın

ötekisi haline getirilmiştir (Civelek, 2001b: 16). Batı dünyası ise hep öteki ile kaimdir

(Wallerstein, 2004: 93-135). Daha özelde ise öteki şu anda hepsinden çok Müslüman

veya Müslüman Arap’tır (Özbudun, 2001b: 306). Batının düşmansızlık-ötekisizlik krizi

Page 46: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

37

bir ihtiyaç yaratmıştır. Bu çerçevede özellikle 11 Eylül sonrası Radikal İslamcı güçler

şeytani, Batı ise masum kurban rolüne bürünmüştür (Yılmaz, 2004: 357). Bu bağlamda

İslami terör kavramı, tamamen batının ve onun medyası tarafından, düşman yaratma

gayesine yönelik yanlı ve kasti çalışmalarının ürünüdür (Wallerstein, 2004: 97). Bu

meyanda “Batı iblissiz yapabilir mi? Batı devasa bir krizle karşı karşıyadır, sadece

ekonomik değil, temelde toplumsal ve siyasi kriz. Kapitalist dünya ekonomisi tarihsel

bir toplumsal sistem olarak krizdedir” (Wallerstein, 2004: 110). Fransız yazar Ignacıo

Ramonet, 11 Eylül Saldırılarını savaş sebebi olarak görüp adeta tüm dünyaya savaş ilan

eden ABD politikası için şunları ifade etmektedir: “Sovyetlerin çöküşünden sonraki 10

senedir nihayet yeni bir umut doğdu onlara…Yeni bir umut, yeni bir düşman: Radikal

İslam. Yeni bir McCharty*cilik. Küreselleştirme karşıtlarını hedef alan yeni bir

McCharty’cilik. Komünizmle mücadeleyi sevmişmiydiniz? Öyleyse buyrun İslamcılıkla

mücadeleye! Anti-Komünizmi beğendiniz mi? Anti-İslam’a bayılacaksınız” (Ignacıo,

2001: 278).

Tartışmalı da olsa terörizmin tarihsel evreleri aşağı yukarı şunlardır. a) Anarşist

Dalga. b). Anti Koloniyal Dalga. c) Yeni Sol dalga. d) Dini Dalga. 1880’lerde başlayıp

40 yıl süren Anarşist dalgayı, 1920’lerde başlayan Anti Koloniyal dalga, bunu

1960’larda gündeme gelerek 1990’lı yıllara değin süregelen ve bir bölümü Sri Lanka,

İspanya, Fransa, Peru, Kolombiya ve Türkiye’de devam eden Yeni Sol dalga ve nihayet

1979’da başlayıp günümüzde de devam eden dini dalga izlemektedir (Çitlioğlu, 2005:

308).

Türkiye’de terör ise yine bu gruplamayla paralellik göstermektedir. Bunlar; a)

Birinci Terör Dalgası (Ermeni Terörü). b) İkinci Terör Dalgası (1970’li yıllardaki Sağ-

Sol Çatışması). c) Üçüncü Terör Dalgası (Etnik Milliyetçi veya Bölücü Terör: PKK). d)

Dördüncü Terör Dalgası (İbda-C, Türk Hizbullahı nezdinde Dinci Terör) (Kongar,

2002: 86-97).

2005’li yıllarda dünyanın belli başlı kentlerinde yoğun olarak artan terör

saldırılarına (İstanbul, Madrit, Londra, Şarm El Şeyh, Bağdat) hedef olduğu için dünya

kamuoyunda medeniyetler çatışması yerine medeniyetler ittifakından sıklıkla söz

edilmeye başlanmıştır. Hatta İspanya ve Türkiye dönem başkanlığını beraber * 1950’li yıllarda, ABD’yi esir alan komünizm paranoyası, Senatör McCarthy’e Senato tarafından verilen, ABD orduda, Dışişleri Bakanlığı ve Hollywood’daki komünistleri, ülkeye sızan Sovyet ajanlarını bulup ayıklama yetkisiyle doruk noktasına ulaştı. Muhalif olduğu şüphelenilen herkes izlendi. Özgürlükler arka plana itilip güvenlik öne çıkarıldı Daha sonra görevini kötüye kullandığı gerekçesiyle, McCarthy’nin yetkileri elinden alındı ama McCarthysm, siyasi amaçlar uğruna mesnetsiz suçlamalarda bulunmak anlamında kullanılan bir sözcük olarak siyasi jargonda yerini almıştır (Harvey, 2004: 33, 44).

Page 47: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

38

yürütmektedir. Bu çerçeve Hatay ilimizde geniş katılımlı bir dinler arası diyalog

sempozyumu (2005) yapılmıştır. Medeniyetler ittifakı olmasa bile diyalog ve saygının

gerekliliğine inananlar artmaktadır.

2.2. Terörizm Kavramının Tanımı ve Mahiyeti Üzerine Tartışmalar

2.2.1. Terörün Etimolojik Anlamı

Sosyal bilimcilerin siyasal şiddetle ilgilenmesi 1960’lı yıllara denk düşmektedir

(Laquer, 2002b: 110). Hollandalı siyaset bilimci Alex P. Schimid’in belirttiği gibi 1936-

1981 arası 109 ayrı terör tanımı yapılmıştır (Şehirli, 2000: 94). Bu bağlamda tutarlı bir

terörizm tanımı da bulmak oldukça zordur (Ahmed, 2002: 216). Evrensel bir tanımı

olmadığından yapılacak bütün tanımlar spesifik olmaktan öteye geçmeyecektir (Bal,

2003: 35). Bu çerçevede terörizme ilişkin tüm spesifik tanımlar kusurludur. Çünkü

olgusal gerçeklik daha zengin ve daha karmaşıktır. Bu yüzden değişmeyen tek bir

terörizm olmayıp birçok terörizm biçimi (Laqueur, 2002: 99) var olduğundan ortaya

konan tanımlarda farklılaşmaktadır. Yapılan terör tanımları çoğunlukla siyasi bir içerik

taşımaktadır. Siyasi anlamlar ve semboller ise zamana, mekâna ve topluma göre

değişmektedir. Terörün tanımlanamaması, genelde kavrama siyasi anlamlar yüklenince

başlamaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 34).

Fransızca terreur, Latince terrere (korkutmak) kelimesinden türetilmiş olan terör

(tedhiş) kavramı, bir gücü veya bir iktidarı, zorla kabul ettirmek amacıyla sistemli bir

biçimde şiddet kullanma, yıldırma ve tedhiş anlamına gelmektedir (Büyük Larousse,

Cilt: 22: s. 11444-11445). 13 Mart 1793 tarihiyle 27 Temmuz 1794 tarihleri arasındaki

döneme terör dönemi adı verilir. Bu dönemde terör siyasi literatüre bir nevi devletin

istibdat rejimi olarak girmiştir (Güzel, 2002: 7; Ünsal & Keleş, 2005: 93). Tiranlığı,

diktatörlüğü ve totalitarizmi terör rejimleri olarak gören Arendt’e göre terör ve şiddet

aynı şeyler değillerdir. Terör daha çok şiddetin tüm iktidarı tahrip ettikten sonra geri

çekilmediği, aksine tüm kontrolü eline geçiren ve oraya yerleşen bir hükümet biçimidir

(Arendt,1997: 60-61). Bununla birlikte şiddet, terörizmin hem amacı, hem de ön şartı

olurken, siyasal amaç bunu tamamlar (Ergil, 1980: 3).

Latince terrere’den, Fransızca terreur kelimesinden dilimize geçmiş olan terör

sözcüğünün “şaşırtma, korkutmak, dehşete düşürmek, korkutup kaçırmak, caydırmak,

yıldırmak, yoğun baskı” gibi anlamları vardır. Çoğu zaman bütün bunların başına siyasi

bir amaç için yapılıyor olması eklenmiştir (Güzel, 2002: 15). Terör, belli bir gruptaki

Page 48: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

39

insanların devamlı korku içinde tutmak amacıyla sistemli olarak şiddet hareketlerine ve

cinayetlere başvurmaya denir (Demirel, 2002: 27; Şehirli, 2000: 93). Burada

heyecanlandırmak, şaşkınlık yaratma yoluyla aşırı korku ve dehşet uyandırmak,

cezalandırmak ve yıldırma söz konusudur. Terörde korkuyu kısa aralıklara yayarak

kişide ve kitlelerde acil ölüm kalım güdülenmesi yaratacak belli bir hedefe yöneltmek

amacı vardır (Erten & Ardalı, 2005: 143-144). Belirli bir alt kültüre dayanan görüşü,

gücü, yetkeyi baskıyla, korkuyla, zorla kabul ettirmek amacıyla sistemli biçimde şiddet

kullanmayı içerir (Köknel, 1996: 25).

Türkçe karşılık olarak terör, “dehşet, tedhiş” anlamına geldiği gibi (Ergil, 1980:

1) “siyasal nitelikli şiddet” anlamında da kullanılmaktadır (Çınar, 1997: 198). Ayrıca

Keane, terörün en kötü yıkım şekli olduğunu ve onun “gayrı medeni savaş” olduğunu

sıklıkla vurgulamıştır (Keane, 1998: 125-170). Dönmezer’e göre terör, devletle savaşır.

Devlet güçlerini pasifize ve tahrip etmeye amaçlar (Dönmezer, 2005: 217). Terörün

dehşet salmak olduğu ve bu korkunun kimin başına ne zaman ve ne geleceğinin

bilinmemesi demektir (Cangızbay, 2003: 107-108). Cangızbay’a göre terör, siyasi

amaçlarına ulaşmak amacıyla insanları dehşete düşürmek, dehşet içinde tutmak

suretiyle paralize etmek, felçli duruma sokmaktır. Cangızbay’a göre bu stratejiyi en çok

devletler kullanmaktadır (Cangızbay, 2003: 127).

Artun Ünsal ve Ruşen Keleşin tanımlarında terörizm “siyasi iktidarı ele

geçirmek isteyen güçlerin onu yıpratmak ve bu arada, sindirdikleri yığınları da sahipsiz

kaldıkları inancına yöneltmek için, şiddet eylemlerinden yararlanmaktır (Ünsal & Keleş,

2005: 93). Suat İlhana göre ise, örgütlü ve kuralsız şiddet hareketleridir (İlhan, 2002: 6).

Terör, şiddetin esas olarak sadece harekâta katılan asker ve polise, ya da kamu ve özel

kesime ait ekonomik yerlere değil de, savaşçı olmayan gruplar ve genellikle silahsız

sivillere yöneltilmesidir (Kışlalı, 1996: 37). Webster’ın sözlüğünde, “kanunsuz olarak

uygulanan şiddete terör” denmektedir. “Nitekim şu ya da bu sebebe göre terörizmin

tanımının değişmemesi gerekmektedir”. Esasen önemli olan kanunilik, hukukilik,

anayasaya uygunluk gibi kavramlardır. Bu tanım ister belli gruplar ister devletler

tarafından yapılsın kanunsuz uygulanan şiddetin üzerinde durmaktadır (Ahmed, 2002:

218).

Bireylerin ya da azınlıkların şiddete dayanan ve kişilere, mallara ya da

kurumlara yönelik siyasal eylemi ve bu şiddet eylemlerin tümüne terörizm denir.

Bireysel ya da ortaklaşa terörizmin çeşitli biçimleri (cinayet, rehin alma, patlayıcı

yerleştirme, sabotaj gibi) olabildiği gibi, çeşitli erekleri (ülkenin bağımsızlığı, bir siyasal

Page 49: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

40

rejimin devrilmesi, devlet siyasetinin bazı yönlerine itiraz gibi) de olabilir (Büyük

Larousse, 1992: Cilt: 22, s. 11445).

Sulhi Dönmezer’e göre ise, şiddetin; sosyal, ulusal, ırki, dinsel, fesat çıkarıcı ve

benzer diğer maksatlarla ve sosyal sınıflar arasında çatışma, savaşı tahrik etmek üzere

planlı ve hukuk dışı olarak kullanılmasını terörizm olarak tanımlamıştır (Kurt, 1998:

14). Şahin Kurt ise terörizmi, bireylerin, grupların ya da devletlerin siyasal bir amaçla

başka kişi ve gruplara karşı giriştiği, savaş dışı sistemli şiddet eylemleri olarak

tanımlamıştır. Diğer bir anlatımla, siyasi amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli, terör

kullanmayı yöntem olarak benimseyen strateji anlayışına terörizm denmektedir (Kurt,

1998: 14).

Doğu Ergil’e (1980: 1) göre terörizm, adam kaçırmadan cinayete kadar uzanan

ve amacı sindirme olan şiddet eylemleridir. Kısaca o, şiddet ve dehşet olgularının

birleştikleri eyleme genel olarak terörizm demektedir (Ergil, 1980: 39). Terörizm, bir

ideoloji etrafında örgütlenen birden fazla kişinin, şiddet eylemleri temelinde mevcut

siyasi iktidarı ve rejimi hedef alan faaliyetleri şeklinde gören Alkan’a göre (2002: 14)

terör, çoğu zaman siyasi mücadele aracı olmaktan çıkıp, bir ülkenin başka bir ülkeyi

zayıflatması, istikrarsızlık içine sokması için bir araç olarak kullanılmaktadır (Alkan,

2002: 17).

Terörizm (tedhişçilik) ise politik, dini, ideolojik, etnik ve diğer çeşitli hedeflerde

sonuç almak amacıyla devlet, toplum veya grup üzerinde ya da kişiler ve mülklere

yönelik zorlayıcı, şiddet ve tehdide dayalı fiillerin tümünü kapsamaktadır (Öztürk,

2000: 137). Bu anlamda terörizm, siyasi amaca ulaşmak için korku, dehşet salma ve

yıldırma faaliyetlerini düzenli olarak kullanma olarak tanımlanabilir (Mango, 2005:

122; Demirel, 2002: 27; Örgün, 2001: 16). Şu halde terörizm, siyasal amaçlar uğruna

bilinçli ya da tesadüfen seçilmiş hedefler üzerine, korkutmak ve caydırmak için

kullanılan şiddet eylemleri olarak tanımlanabilir (Gürsoy, 2005: 110).

Terörizm, örgütlü bir grup ya da partinin, bireylerin veya azınlıkların, siyasi

amaçlarına ulaşmak için, şiddeti sistemli bir biçimde kullanma tavrı ve yöntemi, söz

konusu tavrın gerisindeki teoriye denir. Bir hükümet, yönetim veya toplumu radikal bir

siyasi ya da sosyal değişmeyi kabul etmeye zorlamanın bir aracı olarak şiddeti kullanma

tavrıdır (Cevizci, 2002: 1025). Terörist (tedhişçi) ise siyasi maksadını, ideolojisini ve

üstünlüğünü kabul ettirmek için halkı ve karşı tarafı ürkütecek, dehşete düşürecek

hareket ve faaliyetlerde bulunan kimsedir. Bu çerçevede siyasi emellerini

Page 50: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

41

gerçekleştirmek veya kabul ettirmek amacıyla karşı tarafa korku verecek davranışlarda

bulunma (Demirel, 2002: 27) amacını taşır.

ABD hükümetlerinin genel olarak kabul ettik tanıma göre terör, “belli bir insan

grubunu etkileme amacına sahip, (görev başında olmayan askerler ve silahsız askerler

de dâhil olmak üzere) masum hedeflere karşı yönlendirilmiş, önceden tasarlanmış,

siyasi amaçlara sahip şiddet” hareketleridir (Cirhinlioğlu, 2004: 27). Bu şekliyle

terörizm siyasal savaş demektir. Terörizm, kasten ve ayrım gözetmeden masum

insanları (savaşın dışındakiler) öldürerek, kendine karşı çıkanların iradesini kırmayı

hedefler (Brezinski, 2001b: 213).

Terör, en ucuz, büyük organizasyonlar gerektirmeyen, asimetrik nitelikleri

nedeniyle kaynağından yok edilmesi son derece zor bir hareket kabiliyetine sahip, sınırlı

insan kaynağı gerektiren, muhatap açısından uluslar arası hukuk temelinde boşluklarla

karşılaşılan günümüz yeni savaş stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır (Çitlioğlu,

2005: 14-15). Esasen terör ya da terörizmden kastedilen, terörist eylemlerin sonuçları ve

ortaya çıkardıkları durum ile bu eylemlerin yapılış tarz, yöntem ve metotlarından başka

bir şey değildir (Bal, 2003: 31). Terör, bir davranış biçimi, bir tutum, tercih edilen bir

tarz, yöntem ve metottur. Terör, düşünceyi eyleme dönüştürme biçimi ve şeklidir. Bu

şekliyle o, bir yaşam biçimi değildir. Siyasal, ideolojik ve askeri anlamda, savaşma

yöntemlerinden sadece birisidir. Politikanın kendisi değil, ama stratejik unsurudur.

Terör ilan edilmemiş, ancak yürürlüğe konmuş bir savaştır. Onu gizli savaş ya da kirli

savaş olarak da tanımlayabiliriz (Bal, 2003: 32).

Terörizm bir yöntem (Coady, 2005: 264) ve taktiktir (Coady, 2005: 275).

Terörizm, hükümet karşıtı guruplar tarafından başkalarını yıldırma, korkutmak yoluyla

etkilemek için kullanılan taktiktir. Terörizmin ruhunda, aslolan halkı yıldırmaktır.

Mağdurlar tesadüfî ve sadece hedefe ulaşmada araçtırlar. Bu hedefler, a) Teröristlerin

nedenlerinin reklamı, b) Kamuoyuna bireysel acizlik duygusunu verme, c) Hükümeti

halkın desteğine mal olabilen baskılayıcı sosyal kontrolüne karşı (kışkırtmak) provoke

etmek şeklinde sıralanabir. Hedeflerin çoğu zaman belirsiz ve tesadüfi olması toplumun

üzerinde panik yaratacaktır (İçli, 2002: 706-707). Kısaca yukarıda zikredildiği üzere

birçok yazara göre, siyasal amaçlarına ulaşmak için şiddeti gayri hukuki olarak araç

kılmayı ve masum halkı sindirmeyi genel anlamda terörizm olarak adlandırmaktadırlar

(Balcıoğlu, 2001: 132; bkz: Akyol, 2005; Türkdoğan, 1996).

Siyasal şiddeti “fiziksel gücün meşru ve yasal olmayan biçimlerde kullanılması”

olarak ele aldığımızda, bireysel şiddetin dinsel ve etnik çatışmalara, gerilla

Page 51: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

42

hareketlerine, iç savaşa veya devlet teröründen askeri müdahalelere, hatta uluslar arası

savaşlara kadar uzayan zengin bir çeşitlilik gösterdiği ortaya çıkar. Bu nedenledir ki,

son yıllarda dillerden düşmeyen terör kavramının belli siyasal şiddet türlerinden

yalnızca biri olarak ele alınması gerekmektedir (Keleş & Ünsal, 2005: 92).

Terör bir anlamda tarihteki açık savaşların gizli bir biçimde yapılmasını da

simgelemekte hatta buna olanak vermektedir. Terör ve terörizm kavramlarının

çağrıştırmış oldukları ortak noktaları çok kısa olarak yeniden vurgulamak gerekirse

şunlar söylenebilir. a) Siyasi amaçları vardır, b) Şiddet içerir, korkuyu yaymak isterler,

c) Genellikle masum insanları ve o toplumun stratejik öneme sahip noktalarını hedef

alırlar, d) Ulusal ve uluslar arası boyutu vardır, e) Planlı, sistemli ve örgütlüdür, f)

Tarihseldir. Tarih dışlandığında terör anlaşılmaz, g) Karmaşık bir yapı içerdiğinden

disiplinler arası bir yaklaşımı zorunlu kılar (Cirhinlioğlu, 2004: 32). Terör tek bir olgu

olmasına rağmen yazardan yazara ülkeden ülkeye toplumdan topluma, hükümetlerden

hükümetlere göre tanımları farklılık göstermektedir. Dolayısıyla sosyal şiddet, her

ülkenin kendi toplum yapısı ve değer sistemlerinin bir yansımasını ortaya koymaktadır

(Türkdoğan, 1996: 405).

Alex P. Schmid ve Jorgman adlı yazarlar 190 adet terör tanımında yayınlamış ve

bu tanımlarda incelendiğinde önemli vurguları şunlar olmuştur.

• Şiddet ve güç (violance and force) % 83.5,

• Siyasi içerik (political content) % 65,

• Endişe ve sindirme (fear and terror) % 51,

• Korkutma (threat) % 46,

• Psikolojik etki (psychological effect) % 41.5 (Çınar, 1997: 198; Hazır, 2001: 45).

Başka terör tasniflerinde ortaya çıkan ortak noktalar ise kısaca, a) Şiddet veya

zor kullanımı, b) Amacı zararlı olan endişe ve kaos yaratmak, c) Şiddetin hukuk dışı

olarak kullanılması (Denker, 1997: 5; Altuğ, 1995: 23).

Günümüzde başkaldırmalar, gerilla eylemleri veya sosyal hareket biçimleri,

ülkelerin tarihi gelişimi, sosyal ve kültürel şartları ile lider kadrosunun kimliği açısından

farklılaşma gösterebilir. Dış yardımı kabul eden ve etmeyenler olduğu gibi (Türkdoğan,

1996: 342). Terör örgütleri, eylemleri ve kendileri birbirlerinden çok farklıdırlar,

farklılıklar benzerliklerinden fazladır. Söz konusu devlet terörü olduğunda iş daha da

karmaşıklaşır (Candansayar, 2002: 375). Buradan anlaşılan odur ki terör ve terörizm

çok karmaşık bir olgudur. Terörizm tanımları neredeyse terörist eylemler sayısınca

Page 52: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

43

çoktur. Terörizmin ortaya çıktığı siyasi ve sosyal şartlar, tarihi ve kültürel ortam

önemlidir. Örneğin, IRA mensupları ile ETA mensupları, eylemleri ve bunların

eylemlerini uygulanış tarzları arasında fark olacağı gibi, aynı grubun zamanla kendi

amaç ve araçlarında farklı stratejileri benimsemesi de muhtemeldir.

2.2.2. Terör ve Terörizm Farkı Terör ve terörizm kavramları ile siyasal terörizm ile siyasal olmaya terörizm

arasında farklar olup birbirlerinden ayrılmaktadır (Çınar, 1997: 200; Wilkinson, 2002a:

143; Beşe, 2000). Terör ve terörizm arasında anlamsal farklılık olmasına rağmen, çoğu

zaman bu iki kavram günlük dilde aynı maksadı ifade etmek için birbiri yerine

kullanılmaktadır. Terörün bilinçli, planlı ve bir siyasi amaç güdülerek yürütülmesi

terörizm olarak ifade edilir (Çeşme, 2005: 41). Yani terörizmden kastedilen şey bu

şiddet hareketinin sistemli ve kasıtlı olarak belli bir menfaat elde etmek için yaratılan

terör ortamı olmasıdır.

Her ne kadar günlük dilde terör ve terörizm aynı anlamda kullanılsa bile, terör

ve terörizm kavramları eylemin kimden geldiğine göre de ayrımlaşmışlardır. Eylem

toplumun yöneten üst kesimlerinden geldiğinde terör, yönetilen alt kesimlerden

geldiğinde terörizm olduğu söylenmektedir. Ancak temel ayrım burada da değil daha

farklı noktadadır. “Buna göre, bu bir terördür dendiğinde bir şey, bu bir terörizmdir

dendiğinde bir başka şey anlatmış olmamız gerekir. İlkinde daha çok bir olaya ve bu

olayın simgelediklerine gönderme yapılırken, ikincisinde bu olayın oluşması

sürecindeki yol, yöntem, düşünce ve tekniklere gönderme yapılmaktadır”. Gerçektende

izm’lerle biten ifadeler genellikle ideolojileri çağrıştırsa bile, burada terörizmden

kastedilen bir ideoloji olmaktan çok bir olgusal durumdur (Cirhinlioğlu, 2004: 24). İzm

ile biten ifadelerin çoğu ideoloji ya da inanç sistemleri için kullanılan sözcüklerde

geçer, fakat düşünülürse söz konusu sözcüğün sonundaki izm’in, yöntem ya da taktiğin

göreceli sistematik yapısından başka bir şeye gönderme yapmadığıdır (Coady, 2005:

261). Bir başka anlatım ile terör kavramı özeli/olayı, terörizm kavramı ise geneli/olguyu

dile getirmektedir. Herhalde terör uygulayan kişiye terörist dememizde de bir beis

yoktur (Cirhinlioğlu, 2004: 25).

Terör çoğu kez gayri iradi olarak meydana gelebilir. Birçok savaş, terör ve kitle

terörünün veya ihtilal maksadıyla ayaklanmanın kontrol edilemez olduğu bilinmektedir.

Diğer taraftan terörizm ise siyasi maksatlarla iradi olarak terör yaratmadır. Terörün

Page 53: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

44

sistematik ve hesaplı kullanımıdır, ne kadar ham olursa olsun bir felsefe, bir teori veya

ideolojiye dayanır (Altuğ, 1995: 18). Terör çoğu kez gayri iradi meydana gelebildiği

için tek başına ele alındığında, her türlü şiddet hareketini terör olarak tanımlamak

mümkündür. Terörizmden kastedilen şey ise, siyasi unsuru içeren, yani bir ideolojisi

bulunan ve mevcut sistemi şiddet yoluyla tahribe yönelmiş olan durumdur (Alkan,

2002: 13). Yani terör her zaman terörizm olmamaktadır (Çınar, 1997: 198). Coady,

terörizmin politik amaçlar doğrultusunda kullanılan bir teknik ya da kullanılan teknik

bir araç olduğu ve ahlaki açıdan da bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade

etmiştir (Coady, 2005: 267).

Kısaca terör, toplumda korku, kargaşa, endişe, kaos ve belirsizlik durumunun

hakim olmasıdır. Terörizm ise bir durum değil süreçtir. Aynı zamanda o bir savaşma

aracı ve stratejisidir. Yani terörizm, masum siviller üzerinde şiddeti bilfiil kullanarak bir

tarzı siyaset gütmektir.

2.2.3. Terörizm ve Suç Ayrımı Suç, toplum yasalarına yönelmiş saldırgan davranışlarla başlar, saldırının amaca

ulaşması ile kesinleşir. S. Dönmezer’e göre (1984) suç evrensel ve genel bir olaydır.

Tarihin en eski devirlerinden itibaren var olmuştur. İnsanların içindeki ihtiraslarla

birlikte toplum halinde çeşitli sosyal sınıfların varlığının gerektirdiği sosyal çelişkiler,

uyumsuzluklar var oldukça suç da var olacaktır.

Suçun insanın özgür seçimi olmasından öte, suçlunun yetiştiği sosyal ortam ve

diğer faktörler hala araştırılmaktadır. Ancak genel bir anlayışla suçun insanın özgür

seçimi olduğuna inanılır. Türk kriminologların üzerinde anlaştıkları temel nokta suçun

politik süreçlere dayanan yasal bir kavram olduğudur. Bu çerçevede suçun katı bir

şekilde bilimsel değil yasal olduğu ortaya çıkmaktadır (İçli, 2002: 633). Böylece suç,

yasalarda korunması güvence altına alınmış, mevcut toplum kurallarının yıkılması ve

sarsılmasına yönelik fiil ve davranışlardır (Balcıoğlu, 2001: 49). Suç, belli bir yer ve

belli bir zamanda var olan toplumsal koşulların ortaya çıkardığı bir olaydır. Sonuç

olarak hukuk düzeninin cezalandırması beklenilen fiil demektir. Bu çerçevede suçun ne

olduğu toplumsal kurumlara bağlıdır. Esasen suç, yasalar ve hükümetler tarafından

tanımlanan ve onların izin vermediği eylemlerdir (Giddens, 2000b: 186, 220).

Ceza kanunlarında ve doktrinde suçlar genel olarak “adi ve siyasi” suçlar diye

ikiye ayrılmaktadır. Siyasi suçlar genel anlamda devlete ve devletin varlığına karşı

Page 54: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

45

suçlar olup, ülke sınırları ve güvenliği, ülkenin birlik ve bütünlüğü, siyasal düzeni ve

anayasası ile kurumsal düzenine karşı işlenen suçtur (Yılmaz, 2003: 306). Siyasal suç

terimi, tarihsel olarak düşünüldüğünde, komplo girişimlerini ve siyasal yöneticilere ya

da kutsal otoriteye meydan okuma eylemlerini anlatır. Siyasal suçlular, muhtemelen

sıradan ya da adi suçlulardan çok daha dehşet verici cezalar çekmişlerdir. Günümüzde

siyasi iradenin sert muhalifleri veya düşünce suçluları olarak bilinirler. Politik bir tavrı

kapsar. Zamana göre değişir. Zamanla suç sayılan şey meşru, meşru sayılan şey suç

olabilmektedir (Marshall, 2003: 666).

Siyasi suçları adi suçlardan ayıran en önemli unsur düşünce ve fikir öğesidir.

Terör suçları ile siyasal suçlar arasındaki ayırımda da bu ölçütten yararlanılmaktadır.

Adi suçlarda siyasi amaç ve düşünce unsuru bulunmaz veya düşük düzeyde bulunurken,

siyasi suçlarda fikir öğesi öndedir. Terör suçunu siyasi suçtan ayırma ölçütü ise

kullanılan yöntem ve şiddetin siyasi amacı ortadan kaldırması olarak belirtilmektedir.

Bu sınıflandırma esas alındığında fikir ve eylem karışımına göre suçlar, a) Adi suçlar,

b) Terör suçları, c) Siyasi suçlar ve d) Düşünce suçları (Yılmaz, 2003: 307) şeklinde

sınıflandırılmaktadır.

Görüldüğü üzere demokrasilerin teröre karşı kendilerini korumaları (devletlerin)

kabul edilmekle birlikte terör kavramının ne olduğuna ilişkin ortak bir tanımda

bulunmamaktadır. Genel olarak terör suçu, siyasal amaçlar için şiddete başvurmak

olarak alınmakta, toplumda korku ve panik yaratmak için şiddetin strateji olarak

kullanılması üzerinde durulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, terör suçunun oluşması

için her şeyden önce şiddetin bilfiil araç olarak kullanılması gerekmekte, amaç olarakta

toplumda, tedirginlik, korku, güvensizlik, yılgınlık yaratmak veya hakimiyet kurmak

hedefi belirtilmektedir (Bayraktar, 1982: 163-164; Yılmaz, 2003: 308).

1991 tarihli, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu: “Terör, cebir ve şiddet

kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle,

Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik

düzeni değiştirmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek,

temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya

genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek

her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” (Yalvaç, 2005: 1027).

Bu çerçevede kanun terörü değil, terör eylemlerini tanımlamıştır. Bu tanımlama

ile terör, laik Türkiye Cumhuriyetinin düzenini değiştirmek veya bölmek maksatlı siyasal

amaçlı devlete yönelik şiddet hareketi olarak belirtilmiştir. Terörist eylemlerde bulunma

Page 55: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

46

yalnızca siyasi amaçlara indirgenmiştir. Buna göre siyasi amaç gütmeyen şiddet

eylemleri terör değildir. Terörizmin mutlaka bir örgüte mensup kişi veya kişilerce

gerçekleştirilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bağımsız veya bireysel terör eylemlerini bu

suç içerisinde değerlendirmemektedir. Öte yandan kanunda da açıkça belirtildiği üzere

terör suçunun olmazsa olmaz koşulu cebir ve şiddettir.

Sulhi Dönmezer’e göre terörizmin iki temel amacı vardır: Bunlardan birincisi

yakın amaç olarak nitelenen şiddet, cebir, tehdit, korkutma, yıldırma yoluyla kamu

düzenini esaslı şekilde ihlal etmektir. İkincisi ise nihai (esas) amaç olarak nitelenen,

ülkenin bir parçasını koparıp orada ayrı bir devlet kurmaktır (Dönmezer, 1996: 43-47).

Bu çerçevede 2006 yılında meclisten çıkarılmaya çalışılan yeni Terörle Mücadele

Kanununun özgürlükleri kısıtlayıcı hükümleri hukukçularca çekingenlikle

karşılanmaktadır.

BM güvenlik konseyinin 19 Ekim 1999’da oy birliğiyle aldığı 1269 sayılı kararı

her ne kadar terörü lanetlemiş, metot ve pratiklerini yasa dışı bulmuş olsa da, terörün ne

olduğunu ortaya koymamıştır. Şimdilik en fazla kabul gören tanım “sivil halka karşı

siyasi amaçlara ulaşmak için bilinçli güç kullanımı”dır (Demirer, 2001b: 54). Uluslar

arası antlaşmalar genelde ikili antlaşmalar şeklinde olmaktadır. Suçluların iadesi

konusunda, karşılıklı suç ve terörü önleme çabaları vardır. Ancak her devlet imza

koyduğu uluslar arası antlaşmadan önce kendi iç hukukunu ön plana koymaktadır. BM,

hemen hemen her sene bununla ilgili kararlar almakta, suçun önlenmesi suçlulara

yapılacak muamele, terörizmin önlenmesi ve mücadele gibi kararlar almaktadır. Alınan

bu kararlar genelde uygulanamamaktadır. Bu çerçevede AB, kendi oluşumu içerisinde

birçok antlaşma yapmakta ve görünürde uygulamaya çalışmaktadır (bkz: İlhan, 2002;

Beşe, 2002).

BM’nin en önemli organı olan Güvenlik Konseyinin terörizme ilgisinin dönüm

noktası, Taliban hareketi ve El-Kaide yani Usame B. Ladin olarak görülmektedir.

Nitekim BM, terörün bu şeklinin Batıyı daha açık bir söylemle ABD çıkarlarını tehdit

etmesine kadar, terörizm konusunda bu kadar ciddi adımlar atmamıştır. BM Güvenlik

Konseyinde, terörizmle mücadele bağlamında bugüne değin alınan karar sayısı altıdır.

Bunlar; 1267, 1269, 1333, 1368, 1373, 1390 sayılı kararlardır (Çitlioğlu, 2005: 216-

222). 11 Eylül 2001’den sonra BM Güvenlik Konseyi iki adet geniş kapsamlı anti-terör

karar kabul ettiler. Birincisi 1368 numaralı 12 Eylül 2001 tarihli ve bir gün öncesi olan

saldırıyı kınayan karar, ikincisi 1373 numaralı ve 28 Eylül 2001 tarihli, devletlerin

terörizm karşısında tek başına veya toplu olarak kendini koruma hakkını teyit edici

Page 56: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

47

nitelikte olan karardır (Mango, 2005: 103). Türkiye’nin yoğun ısrarı üzerine AB, 2

Mayıs 2002 tarihinde PKK ve DHKP-C yi terörist örgüt listesine ilave etmiştir (Mango,

2005: 110). Liberal demokrasilerde yani Batı dünyasında Türkiye aleyhine olan terörist

aktiviteleri destekledikleri su yüzüne çıkmış bir gerçekliktir. Güçlü bir Türkiye

istemeyen Batı dünyası, her fırsatta terörizmi ve ekonomik yaptırımları kullanarak

Türkiyeyinin ilerlemesini engellemektedir (Mango, 2005: 115; Şehirli, 2000: 425-440)*.

Türkiye Cumhuriyetinin asıl başarısı ise, Aralık 1993 tarihinde Birleşmiş

Milletler Genel Kurulunun insan haklarıyla görevli sosyal komitesi olan 3. Komitesine

sunduğu tasarıdır. Bu tasarı (terörizmin, insan hakları ihlali olarak kabulü), BM Genel

Kurul’unda da oy birliğiyle kabul edilerek BM Genel Kurul Kararı olmuştur. Böylece

BM tarihinde ilk defa Türkiye’nin elde ettiği başarı sayesinde, bir çok dünya devleti;

“teröristlerin başta hayat hakkı olmak üzere insan haklarını ihlal ettiklerini” kabul

etmiştir (Milliyet Gazatesi, 8 Aralık 1993; Cumhuriyet Gazatesi, 22 Aralık 1993; Altuğ,

1995: 24-25).

2.2.4. Terör Tanımlarının Eleştirisi 13 Mart 1793 tarihiyle 27 Temmuz 1794 tarihleri arasındaki döneme terör

dönemi adı verildiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bu dönemde terör siyasi literatüre bir

nevi devletin istibdat rejimi olarak girmiştir. Terör siyasi bir amaç için, örgütlü bir

biçimde birilerine, genellikle iktidara karşı zora, şiddete başvurarak kaygı yaratıp

istekleri kabul ettirmek ya da birilerini cezalandırmak için gerçekleştirilen bir eylem

biçimi olarak tanımlandığında (Büyük Larousse) bu biçimi ile terörün ilk kez devlet

eliyle gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olmaz.

Her ne kadar bugün terörizm terimi, çoğunlukla aşağıdan gelen var olan politik

düzende karışıklık yaratma, onu yıkma ya da basitçe ona karşı olan öfkeyi ifade etme

* PKK ve DHKP-C, Mayıs 2002’ye kadar ABD ve AB’nin terörist örgütler listesinde yer almamıştır. Bütün bunlar uluslar arası hukukta Türkiye Cumhuriyeti mevzu bahis olduğunda işin içine çifte standartlar girmektedir. 2002’den sonra ise bu örgütleri, terör örgütleri listelerine almış olmaları, Türk basını tarafından diplomatik zafer olarak verilmiştir. Oysa Batı dünyasının bu örgütlerle işi bittikten sonra onları terörist örgüt listesi almışlar ya da almamışlar o kadar önemli mi? 2003 Mayısında Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “…güçlü ülkeler, kendi ulusal çıkarlarını göz önüne alarak tanımladıkları tehdit algılamalarını empoze etmek suretiyle kendilerinden daha zayıf ülkelerin ulusal çıkarlarına acaba zarar vermiyorlar mı..?” Yine 30 Ağustos 2005 Orgeneral İlker Başbuğ, Zafer Bayramı münasebetiyle yaptığı konuşmasında “…pek çok AB, NATO ülkesi ve ABD’nin PKK’yı desteklemesini hazmedemediğini…” söylemiştir. 23 Mart 2006’da “Küresel Terörizm ve Uluslar Arası İşbirliği” Sempozyumunda, Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök “Aynı eylem nedeniyle bir devlet özgürlük savaşçısı, diğeri baş hain olamaz. Kimse küresel ekonomideki payına güvenmemeli, kimse terörle savaşı tek başına kazanacağını sanmasın…” gibi açıklamalarla bu alandaki çifte standartlara son verilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Radikal Gazetesi, 24 Mart 2006).

Page 57: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

48

girişimi olarak ifade edilmesine karşın (Volkan, 1999: 182), terörizm stratejisine daha

çok devletlerin başvurduğu görülmektedir (Civelek, 2001a: 13). Öte yandan her terörist

eylemin devleti yıkmaya yönelik olmadığı gibi çıkmazlara gireriz.

Terörizmi, ister Anarşizmden ister Marksizmden esinlensin, mevcut toplumsal

düzeni ve devleti yıkmayı amaçlayan devrimci terörizm veya ihtilalci terörizm ile bir

tutarsak, o zaman da sol düşünceden beslenmeyen birçok terörist örgütü ihmal etmiş

olacağız. Bu durumda sağ kökenli terörizm göz ardı edilmiş olacaktır.

Bir hükümet tarafından ortaya konmuş şiddet rejimi (H. Arendt), kaynağını

devletin kendisinden alır (Kuçuradi, 2002: 332; Civelek, 2001a: 13) denirse, kaynağını

devletten almayan ve hükümetlerce ortaya konmamış yüzlerce terörist grup ve onların

eylemlerine açıklık getirmeyiz.

Terörizmi, ihtilalci gruplar tarafından icra edilmiş şiddet eylemleri şeklinde

tanımlayarak, bu olgunun çoğunlukla demokrasilerde daha özelde batılı demokrasilerde

yer bulduğunu ve totaliter rejimlerde yaşama şansının olmadığını iddia edilirse (Altuğ,

1995: 14, 47), Doğu Blok’u ve köktenci devletlerin terörist şiddete demokrasilerden çok

daha fazla maruz kalmış oldukları bu gün su yüzüne çıkmış bir gerçek (Chomsky &

Herman & Gerry &George, 1999: 59) olduğunu açıklamakta zorlanırız.

Eğer terörizmi düşmanın siyasal davranışında değişiklik yaratmak için

tasarlanmış simgesel bir eylem olduğunu iddia edersek o zamanda her terörizm

davranışı siyasal içerik taşımayabilir. Nadiren de olsa bu durum söz konusu olabilir.

Nitekim 11 Eylül Saldırısında görünürde hiçbir siyasal istekte bulunulmamıştır.

Her siyasi nitelikli eylemi bir terör eylemi olarak kabul etmek ne kadar zor ise,

aynı derecede terör eylemlerini diğer eylemler sınıfına sokarak değerlendirmek de aynı

derecede sakıncalıdır (Çınar, 1997: 247). Hayri Kozakçıoğlu gibi “terörün beşiği

varoşlardır” diyen idarecilere göre terörizmin sebeplerini işsizlik, gecekondulaşma,

çarpık kentleşme gibi nedenlere bağlayarak açıklamak, olgunun diğer sebeplerini ihmal

etmektedir. Bu düşüncelerde haklılık payı bulunsa bile (Bal, 2003: 36; Keleş & Ünsal:

2005: 100) büyük bir yanılgıya düşeceğimiz kesindir. Bunlar terörü ortaya çıkarmaz

ama onu besler. Salt ekonomik nedenlerin terörizmi doğuran sebep olarak ele alırsak,

Ermeni (ASALA) terörünün ekonomi ile alakasını (bkz: Çalık, 2006) kuramayız.

Almanya’da Türklere yönelik saldırganlık, ABD tarihinde zencileri linç girişimleri salt

ekonomiye bağlanamaz (Cirhinlioğlu, 2004: 76). Bu yüzden genelleme yapmak oldukça

zordur. Kırıkkanat’ın deyimiyle “Terörizmin anası, yoksulluk ve cehalet diyorlar. Bence

yanlış olmasa bile, yeterli bir açıklama değil. Eğer yoksulluk ve cehalet terörün anası

Page 58: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

49

olsalar da, yazar Pascal Brucker’in deyişiyle son otuz yıldır dünyayı kana bulayan en

vahşi teröristler Afrika kıtasından çıkması gerekirdi” (Radikal Gazetesi, 30 Eylül 2001,

Mine Kırıkkanat, “Vasat, Kesat ve Son”). Mehmet Ali Bal gibi (2003) şiddet

eylemlerinin nerdeyse her türlüsü, sıradan suç unsurlarını bile terör kategorisine alınırsa

o zaman da terör ve diğer adi suçlar arasındaki ayrım bozulmuş olur.

Taktik olarak terörizmin ayırıcı özelliği dehşet salmak, korku yaymak ve bu

şekilde toplumsal ilişkileri dondurmaktır. Bu iddia, terörizmin sosyolojisi ile ilgili bir

anlayışa dahildir ama bu tanımla ilgili bir mesele değildir (Coady, 2005: 265). Nitekim

terörist saldırıların, korku ve moral çöküntüsü yaymak için değil, kararlılığı

güçlendirmek ve meydan okumak için ortaya çıkması da mümkün (Coady, 2005: 266)

gözükmektedir.

2.2.5. Tanım Probleminin Sebepleri Terör örgütlerinin ifade ettikleri amaçlara değil, eylemlerin sonunda neyin

gerçekleştiğine bakarak fiilin ne olduğuna karar verilir. Yani terörizm, eylemin

biçiminden yola çıkılarak tanımlanırsa (Göka, 2004: 206) bile birçok problemle

karşılaşılacaktır. Genel olarak terör ya da terörizmle kastedilen, terörist eylemlerin

sonuçları ve ortaya çıkardıkları durum ile bu eylemlerin yapılış tarz, yöntem ve

metotlarıdır (Bal, 2003: 31). Bu çerçevede terörizm olgusuna genellikle siyasal ve

ideolojik yaklaşımlarla tanım getirilmiştir.

Genellikle bir terör eylemi siyasi menfaat gütmektedir. Ancak her siyasi nitelikli

eylemi bir terör eylemini olarak kabul etmek ne kadar zor ise, aynı derecede her terör

eylemi siyasi nitelikte değerlendirmek doğru olmayacaktır. Şu halde her terör eylemi

terörizme yol açmayabilir. Şiddet ise terörün vazgeçemediği bir araçtır. Terörizm ile

siyasal suç ve terörizm ile şiddet mutlaka ayrı şeylerdir ancak bu bizim konumuzun

sınırları dışında olduğu için az da olsa yukarıda değinmiş olduk. Bununla beraber

evrensel bir terörizm tanımı henüz uluslar arası arenada ortaya konmamış ve uzun bir

sürede de ortaya konacak gibi de görünmemektedir. Bize göre bunun sebepleri 7 farklı

açıdan değerlendirilebilir. Bunlar;

a) Birinin teröristi diğerinin kurtuluş savaşçısı-özgürlük savaşçısı olduğundan

dolayı. BM’de milli kurtuluş hareketleri zarar görür endişesiyle terörizm tanımı hep

muallâkta bırakılmıştır (Güzel, 2002: 11; Altuğ, 1995: 154; Çınar, 1997: 192). İnsan

hakları evrensel beyannamesinde geçen; a) isyan hakkı ve b) kendi kaderini tayin hakkı

Page 59: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

50

(self-determinasyon) terörizm ve terörist tanımını zorlaştırmaktadır (Beşe, 2002: 28, 50-

54). Bu noktada birinin özgürlük savaşçısı veya direnişçisi diğerinin teröristi

olmaktadır. Kimileri için terörizm olan şey kimileri için kahramanlıktır. Bunun içindir

ki üzerinde ittifak edilen terörist grup ve tanımlar pek az sayıdadır. Bu konu gerçekten

oldukça karmaşık ve içinden çıkılamaz bir durumdur. Örneğin, FKÖ ile ASALA

arasında bir fark olmadığını söylemek ne kadar gerçekçi olmaktadır (Candansayar,

2002: 379). Zalime uygulanıyorsa terör iyidir, değilse kötüdür. Ne ki birinin zalimi

diğerinin kurtarıcısı olabilmektedir ya da tersi bir durum söz konusu olabilmektedir

(Güzel, 2002: 13).

b) Tanım probleminde siyasal nedenler en baştadır. İlk problem, kavramın farklı

ideolojik ve politik değer yargılarını yansıtan içeriğinden kaynaklanmaktadır (Beşe,

2002: 30). İkinci problem ise uluslar arası hukuktan doğan tanım problemidir. E. Beşe

burada şu soruyu sormaktadır: “Politik yönü ağır basan uluslar arası hukuk, gerçekten

hukuk mudur?” (Beşe, 2002: 35). Devletlerarası terörizmle mücadele antlaşmalarının

uygulanabilirlik sorunu, suçluların iadesi*, terörizmle mücadelede ortak tavır ve siyasi

iltica, terörizm siyasal suç mudur değil midir? gibi problemler karşımızda durmaktadır

(Beşe, 2002: 58-68).

O halde rahatlıkla söylenebilir ki, terör kavramına yüklenen anlamlar, içinde

yaşanılan zamanın koşullarına göre değişmektedir (Cirhinlioğlu, 2004: 27).

Devletlerarası ilişkilerde de açıkça görüldüğü üzere terör tanımının, çoğunlukla siyasi

bir içerik taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Siyasi anlamlar ve semboller ise

değişkendir, zamana, mekâna ve topluma göre değişmektedir (Cirhinlioğlu, 2004: 28).

Bu bağlamda terörizmin de zamana, mekâna ve topluma göre değiştiğini söylemek

yanlış olmayacaktır.

c) Tarif, efradını cami ağyarını mani olmalıdır (Tanım, konuyu kapsamalı, konu

dışındakileri içermemelidir). Terörün kendine has muğlaklığından ve farklı

karakterlerde kendini ortaya koyduğundan dolayıdır ki üzerinde ittifak edilen çok az

tanım vardır.

Tanımlar ihtiyaca binaen yapılır. Bir tanımı sübjektif kılan farklı ihtiyaçlardır

(Bal, 2003: 36-37). Her toplum hukuki açıdan terörü kendi ihtiyaçlarına göre tanımlar

* Bunun en açık ve en basit örneği Özdemir Sabancı suikastı ile Belçika’da yargılanan Fehriye Erdal (ve DHKP-C lideri Dursun Karataş’ı) Türkiye’ye iade etmek bir yana mahkeme kararından sonra kaçmasına göz yumulmuştur. Gerekçe olarak bu teröristin kendilerine söz verdiği ve sözünde durmayarak kaçtığını ileri sürmüşleridir. Bu gerekçenin komik olması bir tarafa, adeta Türkiye ile dalga geçilmiştir. Aynı zamanda bu Türkiye’ye karşı ön yargının en yalın ifadesidir.

Page 60: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

51

(Bal, 2003: 46). İhtiyaçlar hiyerarşisi, çevremizle olan ilişkilerimizde davranış, tutum,

kimlik ve maneviyatımızı belirler. Bu çerçevede terörizmi sübjektif yapan farklı

ihtiyaçlardır. Bir ülkenin hukukçuları, entelektüelleri, askeri ve diğer tüm ilgilileri tanım

ve kavramların tartışılmasında o ülkenin ihtiyaçlarından yola çıkmaktadır. Başka ülke

kendi ihtiyaç, çıkarları, sosyal ve siyasi yapılarını gözeterek yaptığı tanımı biz alırsak

büyük çarpıklığa düşeceğimiz kesindir (Bal, 2003: 38, 47).

Her ülke, her ideoloji, terör kavramına kendi hedeflerine ulaşmayı

kolaylaştıracak bir anlam yükler. Çünkü ihtiyaçları ve milli çıkarları bu yöndedir.

ABD’ye göre terör kendisinin ve yandaşlarının çıkarlarına tehdit veya saldırılardır.

Afrika için ırkçılıktır. AB için terör kavramı tanımlanamaz bir olgu (Bal, 2003: 42)

olmasına rağmen Batı’ya ve Batılı demokrasileri yıkmaya yönelik saldırılardır. Libya,

Küba gibi ülkelere göre ise ABD’nin faaliyetleridir. Rusya açısından Çeçen ve

Afganlardır. Çin açısından Tibet, Doğu Türkistan ve Tayvan’dır. Hintliler açısından

Keşmir Müslümanlarıdır. İsrail açısından Filistinlilerdir. Filistin, İran ve Lübnan

açısından İsrail’in her türlü faaliyetleridir.

d) Herhangi bir zaman dilimindeki egemen görüşler, güçlü olanın çıkarını

yansıtır (Thompson, 2004: 53). Terörizm ile diğer şiddet içeren eylemler arasındaki

ayrım, savaş ile terörizm arasındaki ayırım, gerilla savaşı, terörizm arasındaki ayırım ve

terörizm ile ulusal kurtuluş savaşı arasındaki sınırlar bilimin kaleminden çok ideoloji ve

politika tarafından çizilmektedir (Candansayar, 2002: 374).

Kavramları genellikle ekonomik, siyasal, kültürel, bilimsel ve teknolojik olarak

egemen güç belirler ve paradigmalar bu çerçevede şekillenir. Küreselleşmenin egemen

gücü merkez ülkeler başta olmak üzere ABD olarak gözükmektedir. Ancak terörizm

konusunda yaptığı yanlı ve çelişkili açıklamalarda bu kavramın doğru dürüst oturmasına

en büyük engeli de o oluşturmaktadır. Örneğin ABD, Irak işgalini gerçekleştirmeden

hemen önce, Irak ordusunda silah bırakmayan her askeri terörist olarak

addedileceklerini basından duyurmuştur. Düşünün ki bir ülkenin savunması için

kurulmuş silahlı kuvvetlerini bir anda terörist olarak nitelendirebilmektedir.

Bu madde ile öne çıkan bir diğer husus ise terör saldırılarının kime

yöneltildiğidir. Ekonomik, siyasal, teknolojik yönden güçlü devletler kendilerine

yönelik eylemleri rahatlıkla terörist eylemler olarak nitelerken, az gelişmiş ülkelere

yönelik benzer eylemleri kendi çıkarlarına zarar vermediği sürece terörist eylem olarak

nitelememektedirler (Güzel, 2002: 19). Günümüzde dünyanın küçük bir köye

döndüğünü, sosyal değişmelerin baş döndürücü hızda gerçekleştiği bu küreselleşen

Page 61: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

52

dünyada, güçler dengesi de hızla değişmektedir. Bu çerçevede küreselleşme sürecinde

terörizmden kastedilen şey ABD ve Batıya yönelik tüm saldırılardır. Özellikle 11 Eylül

saldırılarından sonra “ya bizden ya onlardan; bizden olmayan herkes teröristtir” gibi

resmi söylemler yaygınlık kazanmıştır. Bu anlayışın bilimsellikten ne kadar uzak ve sığ

bir görüş olduğu ortadadır. Yani terör ve tanımı, ABD çıkarlarına tehdit olarak ilan

edilmiştir.

Terör eyleminin kime yöneldiği, dikkate alınması gereken en önemli nokta olarak

ortaya çıkmaktadır. Burada ise egemen güç faktörü veya bilimsel paradigmaların kimler

tarafından belirlendiği problemi ortaya çıkmaktadır. Egemen güce (ABD ve Batı)

yönelik saldırıysa terör, egemen gücün saldırıları ise meşru müdafaadır (Güzel, 2002:

19). Örneğin, 11 Eylül olaylarından sonra Nato’nun 5. maddeyi işletmesi terörü bir

savaş biçimi olarak tanıdığının da göstergesidir (Güzel, 2002: 18). Bu çerçevede bir

çalışma yapılması ve kabul görmesi için egemen kültür, onun bilim çevrelerinin ve yerli

uzantılarının onayından geçmesi gerekmektedir. Terör ne, Terörist kim? Terör nerede

başlayıp nerede bitiyor? gibi soruların cevabı işte bu çerçevede cevaplandırılacaktır.

Bununla beraber eylemcinin haklılığını ya da haksızlığını değerlendiren araştırmacıların

da, içinde bulunduğu zaman ve mekana bağlı olduğu gibi tarihsel koşullarına da bağlı

olmaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 40-41). Yani yapılan şey değil de, yapanın kim ve

kimlerden olduğuna göre, terör kavramı tanımlanır olmuştur (Cangızbay, 2003: 98).

Daha da tehlikelisi, kimin terörist olup, kimin de olmadığını belirleme gücünü

tekellerinde bulunduranların terörüdür (Cangızbay, 2003: 100, 124).

e) Aşırı indirgemecilik ve genellemecilik tutumları da (Candansayar, 2002: 378)

terörizm olgusunu anlamayı güçleştirmektedir. Terörizm denince ilk önce akla,

grupların ya da bireylerin, siyasal amaçlar uğruna örgütlü ve ayrım gözetmeden

uygulanan sistemli şiddet gelmektedir. Bunun gibi terörizmi sadece devlet dışı

huzursuzluk kaynaklarından gelen siyasal şiddetle özdeşleştirmek gibi kavramsal bir

tuzak (Falk, 2002b: 317) vardır. Terörizm tanımı yapılırken objektif olunamamakta,

ideolojiler, çıkarlar gibi birçok etken devreye girmektedir.

Bu konuda özellikle çifte standartları ile ün salmış Batı dünyası bu kavramı

özellikle muğlâk bırakmaktadır. Batının terörizm endüstrisinin ve basının neden devlet

terörünü görmezden gelip dağınık terörün üzerinde durmak zorunda olduğu açıktır.

Devlet terörünün boyutları devasadır ve bunun başlıca failleri, Batı ve Batı yandaşlarıdır

(Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 68). Bu bakımdan devletlerin tutumu

insanlara hayrette bırakacak niteliktedir. Bir yandan terörist diye koca bir ülkeyi (Libya-

Page 62: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

53

Tunus-Irak) bombardıman eden ABD, diğer yandan McFarlane adlı üst düzey

yöneticisini terörist devlet diye nitelendirdiği İran’a silah satmaya veya rehinelerle silah

değiştirmeye yollamaktadır (Altuğ, 1995: 86). Kısacası dış politikalarda bu çifte

standartlar var oldukça, uluslar arası düzeyde terörizm her zaman yer bulacaktır.

Nitekim tarih boyunca güçlünün güçsüzü ezmesi, mağdur olanı terörün kucağına

itmektedir (Said, 2002: 179-181; Ahmed, 2002: 220-221).

f) Bununla birlikte bir terörist grup bir diğerine benzememekte ve hemen hemen

her olay-eylemde farklı olmaktadır. Bunların benzerlikten çok farklılıkları vardır.

Amaç, ideal, metot farklılıkları gibi (Türkdoğan, 1996: 342). Terörizmin genel kabul

görmüş bir tanımının olmamasından dolayı değil, gerçek dünyada terörist gruplar

arasındaki farklılıkların çok büyük olmasından kaynaklıdır (Laqueur, 2002: 125). Bir

eylemin terör eylemi olup olmadığını belirlerken, söz konusu eylemin gerçekleştirilme

amacının kişilere, topluluklara, dinsel, ırksal, ideolojik özelliklere göre

değişebildiğinden dolayı ortaya böyle sonuçlar çıkması kaçınılmaz (Candansayar, 2002:

375) olduğu gerçeğidir.

g) Literatür de terörü tanımlamak zordur, üzerinde şimdiye kadar anlaşmaya

varılamamıştır gibi ifadeler aslında kavramın özünü anlamamaya yönelik yaklaşımdır.

Elbetteki, kavram üzerinde bir anlam birliği kurulamayacaktır, çünkü uzun tarihsel

geçmişi olan bir kavrama sürekli olarak siyasi anlamlar yüklenmekte, doğal olarak bu

kavramda dönüşüm yaratmaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 28; Wilkinson, 2002b: 181).

Cirhinlioğlu’na (2004: 34) göre terörün tanımlanmaması, kavrama siyasi anlamlar

yüklenince başlamaktadır. Bu nedenle terörün önlenememesinin nedeni, ortak bir bakış

açısı geliştirilemediğinden değil, ülkelerin farklı siyasal, tarihsel ve kültürel konumlara

sahip olduğundan kaynaklanmaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 35).

Ortak bir tanım yapıldığında dahi uluslar arası arenada ortak bir mücadele veya

ortak bir tavır geliştirip geliştirilemeyeceği meçhul bir konudur. Yani tanım ortada dahi

olsa bu konuda tüm dünyanın ortak mücadele içine girip ortak yaptırım sağlanması

oldukça zor gözükmektedir. Bu yüzden tanımlardan çok nedenler üzerinde çareler

aranmalıdır. Her ülkenin ulusal çıkar, tehlikenin ve tehdidin boyutları ve bunu algılama

biçimi, kendine özgü tehdit anlayışlarının farklı olması doğaldır. Yani ulusal çıkarlar

söz konusu olduğu zaman elbette ki birçok ülke kendi menfaatleri doğrultusunda

hareket edecektir. Bu yüzden ortak tanım olmamasından doğan şikâyetler bir bakıma

anlamsızdır. Buna bağlı olarak bir diğer faktör, terörizm en ucuz en etkili bir savaş

yöntemi olmasından dolayı birçok istihbarat ve ülke bunu kullanmaktan

Page 63: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

54

çekinmeyecektir. Devletler çoğu zaman terörü dış siyasetlerinde kullandıkları için açık

net bir şey söylemezler. Özellikle devletler terörist saldırılara çoğu zaman yine aynı

şekilde misillemede bulundukları için, yapacakları tanımın kendi meşru misillemelerini

de terörizm kategorisine konulacağından açık ve net bir terörizm tanımı yapmaktan

çekinirler.

Bu maddeyle ilintili olarak bir misal vermek gerekirse, örneğin, bombalı mektup

gönderme, Danimarka ve İrlanda’da bir yıl, Birleşik Krallık, İzlanda ve Avusturya’da

ömür boyu hapse tâbidir. Bu örnek AB oluşumunda bile bu suçun ortak bir cezası,

yaptırımı veya düzenlemesi (George & Watson, 2002: 191-192) olmadığını

göstermektedir. Kaldı ki tüm dünya sathına yayıldığı düşünülürse, meselenin zorluğu

buradan anlaşılacaktır. Buradan çıkan bir başka sonuç ise, suç ve cezanın kültürden

kültüre, coğrafyaya, topluma ve siyasi sisteme bağlı değişken bir olgu olduğudur.

2.2.6. Terörizm Türleri Genelde bu konuda çalışanlar siyasal olan ve olmayan terörizmden bahsederler.

Terör eylemlerine bakarak terörizm sınıflandırmasını yapmak Amerikalı yazarlar

arasında oldukça yaygındır (Çınar, 1997: 233). Bununla birlikte; a) Eylemlerde

kullanılan silah ve benzeri maddelere göre olan (Kimyasal, Biyolojik ve Nükleer Terör

gibi) sınıflandırmalar. b) İdeolojilerin belirleyici olduğu (Marksist, Faşist Terör gibi)

sınıflandırmalar. c) Etnik kökene ya da inançlara göre yapılan sınıflandırmalar. d) Terör

örgütlerini (PKK, IRA, ETA gibi) öne çıkararak yapılan sınıflandırmalar (Çınar, 1997:

234) bulunmaktadır. Bütün bunların yanında terörizmin bu gün uygulanan her çeşidi

bulunmaktadır.

Cirhinlioğlu’nun (2004: 127-129) sınıflandırması ise şöyledir. a) Bireysel

terörizm, b) Grup terörizmi, c) Devlet terörizmi, d) Devrimci terörizm, e) Siyasi

terörizm, f) Suç temelli terörizm, g) Uyuşturucu terörizmi, h) Anayasal terörizm, k)

Uluslar arası terörizm ve devlet desteğine sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde bir

ayrıma tâbi tutmuştur. İkbal Ahmed ise terörizmi beşe ayırmaktadır. a) Devlet

terörizmi, b) Dini terörizm, c) Mafya, yani suç örgütlerinin terörizmi, d) Müstakil

grupların siyasi terörizmi, e) Patalojik vakalar (Ahmed, 2002: 218).

Keleş ve Ünsal’a (2005: 93-95) göre ise, a) Devlet Terörü (Şah dönemi İran

gibi). b) Devlete Karşı Terör: Bunlarda, a) Siyasal sistemi yıkmaya yönelik terör, b)

Page 64: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

55

Ayrılıkçı akımlar ve terör, c) Öç alma amacıyla terör, d) İlginç beraberlikler (uluslar

arası terör) olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Albayrak, İslam Hukukuna dayanarak verdiği sınıflandırmada siyasal terör ve

sosyal terör kavramları üzerinde durmaktadır. Ona göre bu ayrımın temel farkı halk

desteği kriteridir. İslam hukuku isyan sırasında işlenen suçları “tam ve bağlı siyasal suç”

olarak değerlendirmiş, halk desteğine sahip olmayan eylemleri sosyal terör veya sosyal

suç, tabandan destek bulan isyanlara siyasal terör veya siyasal suç demiştir. Bu

çerçevede tabandan destek bulamayan hareketlerde siyasal bir amacın olamayacağı

kabul edilmiştir (Albayrak, 1997: 116).

Uygulanma alanlarına göre (yerli veya iç terör, uluslar arası terör gibi) ayırım

yapanlar da bulunmaktadır (Çeşme, 2005: 37). Diğer yandan yayıldıkları alan itibariyle

de sınıflandırmalar mevcuttur. Bunlar bölgesel veya ulus içi olabileceği gibi uluslar

arasıda olabilmektedir. Gelişen teknolojik ve iletişim ile bu örgütlerin birbirleriyle

ilişkisi eskiye nazaran daha bir artmıştır. Küreselleşme ile bu gün birçok terör örgütü

uluslar arası bir çapta ortaya çıkmaktadır (Denker, 1997: 8; Şehirli, 2000: 97; Çınar,

1997: 234). Bir diğer sınıflandırma ise toplum üzerindeki yıkıcı etkilerinden dolayı

günlük dilde ve daha çok basın mensupları tarafından kullanılan Gıda Terörü, Trafik

Terörü, Ekolojik Terör, Ekonomik Terör gibi ve nerdeyse her kötü gidişatı terör olarak

addeden anlayış vardır.

Uluslar arası terörizm, birden fazla ülke toprağına ve yurttaşlarına yönelik

terörizmdir (Cirhinlioğlu, 2004: 27). Örneğin, 1972 de Japon Kızıl Ordu mensuplarının,

Filistin Kurtuluş Hareketi lehine İsrail havaalanında giriştikleri operasyonda 27 kişi

ölmüştür (Demirel, 2002: 28). Bu ve buna benzer birçok örgütün, bugün uluslar arası

bağı az çok su yüzüne çıkmıştır. Uluslar arası arenada örgütler birbirleriyle az çok

işbirliği içerisindedir. Nevarki 11 Eylül saldırılarına kadar terör uluslar arası iken bu

saldırılardan sonra kavramsal değişikliğe uğrayarak küresel terörizm adını almıştır

(Cirhinlioğlu, 2004: 89-124). Bu konjöktür içerisinde küreselleşen dünyada terör uluslar

arası değil küresel olmalıydı. Nitekim ABD öncülüğünde küresel terörizm

adlandırılması konulup ardından bu belirsiz düşmana savaş açılmıştır. Bu kavramın

içeriği nelerden oluştuğuna dikkat etmeden uluslar arası arenada ve bizlerde hemen

kabul görmüştür.

Uluslar arası terörizm, a) Yabancılara veya yabancılara ait hedeflere

yöneltilmesi (turistlerin veya diplomatların kaçırılması gibi). b) Hükümetler veya bir

devletten fazla devletlerin beslediği, desteklediği unsurlarca yapılmasıdır. c) Bir yabancı

Page 65: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

56

hükümetin veya uluslar arası örgütlerin siyasetlerini etkilemek için yapılırsa uluslar

arası nitelik kazanır. Uluslar arası terörizme ulus aşırı terörizm de denmektedir.

Şimdilerde ise küresel terörizm denmektedir (Altuğ, 1995: 23; Şen, 1993: 251). Uluslar

arası terörizmin siyasal, ekonomik, etnik, dini boyutlarının biri veya birkaçı vardır.

Bununla beraber, uluslar arası terörizmin, bir bakıma uluslar arası ilişkilerde etkinliği

sağlamak için kullanıldığı ve bu nedenle de yaygınlaştığını ileri sürenler vardır (Çınar,

1997: 241). Bütün bu yukarıda tasnifleri yapılan terör türlerinin hemen hemen hepsi

uluslar arası düzeyde de yankı bulmakta ve gelişmiş bilgi ve teknolojiyle

küreselleşmektedir. Bu yüzden biz bu çalışmamızda uluslar arası terörizm diye başlık

atmaya gerek duymadık.

Bireye ait terörizme ajite terörizm (kışkıştıcı terörizm) olarak, devlet terörizmi

ise zor kullanma (enforcement terörizm) olarak adlandırılır ve ajite terörizme göre daha

sistematiktir (Cirhinlioğlu, 2004: 127). Buradan hareketle bugüne kadar terörün

uygulanışında iki temel husus ön plana çıkmaktadır. Bunlardan biri aşağıdan terörizm

dediğimiz etnik kökenlerden, ideolojilerden, dinlerden, grup veya bireylerden

kaynaklanan terör hareketleridir. Yani devlet destekli olmayan terörizm biçimidir ve

genelde hedef rejimler, sistemler, devletler ve ideolojilerdir. Bu alt edilebilir bir durum

olup kontrol altına alınabilir. İkincisi yukarıdan terörizm dediğimiz devlet terörizmidir.

Devletin kendi halkına veya başka halklara direkt veya dolaylı olarak uyguladığı

sistematik dehşette denebilir. İşte bunu alt etmek zordur çünkü bu komple rejimin

ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. Kimileri buna yasal terörizm de demektedir.

Bütün bu yukarıda sayılan terörizmin çeşitlerinin toplumdaki görünümleri iç içe

de olabilmektedir. Hem etnik hem dini veya hem etnik hem de ideolojik olabilmektedir.

Biz buradan hareketle terörizmi belirtilen amaçlara göre 6’ya ayırabiliriz.

Page 66: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

57

2.2.6.1. Dinsel Terör Dinin doğrudan doğruya, terörizme kaynaklık etmediğini alenen bilmekteyiz. Bu

yüzden dinsel terör kavramına ve kavramlaştırmasına şiddetle karşı çıktığımızı

belirtelim. Ancak günlük konuşma dilinde ve akademik dilde yanlış da olsa yerleşmiş

olan dinsel terör kavramını istemesek bile, olgunun anlaşılması yönünde kullanmak

durumunda kalmaktayız.

Tarihe bakacak olursak teröristlerin çeşitli dinlere mensup veya dinsiz

olabildiklerini görürüz. Bir terörist işlediği cinayetini dini sebeplere bağlayacak olursa,

siyasi emelleri için dini kötüye kullanıyor demektir. Bu bakımdan İslami terörizm

deyimini kullanırken, siyasi amaçlarla dini kötüye kullanıp şiddete başvuranları

kastetmek daha doğrudur (Mango, 2005: 83). Sık sık belirttiğimiz gibi terörün giysisi

etnik, ideolojik olabileceği gibi dinsel de olabilmektedir. Çıkarlarına hizmet ettiği

sürece din her kesimin istismarına açıktır. (Yeşil kuşak projesi, Radikal İslam’a karşı

ılımlı İslam’ın desteklenmesi, Türk Hizbullah’ı, güç ve para peşinde koşan sahte şeyler,

oy peşinde koşan siyasetçiler, hatta bir dilencinin üç kuruş para koparabilmesi için

yaptığı dua gibi).

Bu bağlamda Ferhan Ercan dinsel şiddeti ikiye ayırmaktadır. Biri yönetimlerin

kullandığı dinsel terördür ki çoğu zaman dinler; bazı kişi, grup, devlet ya da devletlerin

çıkarlarını savunmada veya yeni çıkarlar elde etmede ortaya çıkarılan çatışmalara

giydirilen, etnik, dinsel veya ulusal giysilerdir. Yani din kisvesi altında ekonomik ve

siyasal savaşlardır. Bunun en tipik örneği Haçlı Seferleridir. Bu seferin birden fazla

amacı olmasına karşın kutsal yerler için yapılan bir din savaşı olarak sunulmuştur.

Görünüm itibariyle dinler arası çatışmalardan doğan terördür. Örneğin, SSCB’ye karşı

ABD destekli yetiştirilen Talibanlar gibi (Ercan, 1997: 49, 53, 61, 64; Tarhan, 2003: 88;

Gündüz, 2002: 42, 57). Bir diğeri ise dinsel yönetimlerin uyguladığı terördür. Uluslar

arası hukuku hiçe sayarak vatandaşlarına ve rejim muhaliflerine gösterilen

müsamahasızlıkları, insan hakları ihlalleri bu kategoriye alınabilir. Öte yandan mezhep

faklılıklarından doğan ve farklı dinsel yorumlara sahip grupların birbirlerine karşı

uyguladıkları şiddet hareketleri (Ercan, 1997: 59) ise tarihte az olmayacak kadar çoktur.

Ortaçağda engizisyon mahkemeleri, Haricilerin katliamları, Türk Hizbullah’ının vahşet

uygulamaları, Iraktaki ve İrlanda’daki mezhep çatışmaları gibi.

Ülkemiz açısından din genellikle ikili bir rol oynar. En az gelişmiş olan

bölgelerde, hakim toplumsal ya da ekonomik grupların çıkarlarını korumaya (statüko

Page 67: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

58

karşısındaki destek) yarar. Daha gelişmiş bölgelerde ise hızlı gelişmeden olumsuz

etkilenmiş bireyler ya da gruplar için protesto hareketi işlevi (protestonun dinsel

tezahürü) görür (Tapper, 1993: 17). Bu çerçevede son dönem dinsel terör, yoğun göç ve

yoksulluk ile beslendiği aynı zamanda küreselleşen dünyadaki hızlı değişim karşısında

kimlik krizine giren bireylerin kendilerince çıkış yolu aramalarında yatmaktadır. Zira bu

anlamda din bir koruma kalkanı vazifesi sağlamaktadır (Ercan, 1997: 123). Nitekim

artık modası geçmiş aşırı Marksizm, ayrılıkçı milliyetçilik ve din terörizmi genelde aynı

sosyal çevrede, ülkenin az gelişmiş bölgelerinde veya bu kesimlerden göçenlerin

arasında gelişmiştir (Mango, 2005: 86).

Köktendincilik, 1920’lerde ABD Hıristiyanları kendilerini tanımlamak için

kullandıkları terim olarak ortaya çıkmıştır. Şurası kesindir ki, pratikte her inanç

sisteminde (Hıristiyanlık, Musevilik, Müslümanlık, Hinduizm, Sihlik, Budizm ve

Konfüçyüsçülük) köktendinci guruplar vardır (Volkan 2005: 168). Kuşkusuz diğer

köktendincilikler gibi İslami köktendincilik de şiddete başvurulmasını asla gerektirmez.

Ciddi bir gözlemci, bir gurubun İslam dünyasının tek ve otantik sesi olduğu yolundaki

savları daha ilk bakışta reddedecektir (Mango, 2005: 208; Esposito, 2003: 158). Buna

rağmen Amerika ve Batı tarafından, gerçekten de “köktendinciyi”, “Müslüman”

sözcüğünün alışılmış bir tamamlayıcısı olarak değerlendirme ve her ikisini de terörist

eylemlerle ilişkilendirme yönünde bir eğilim geliştirmiştir (Volkan, 2005: 167). Bu

çerçevede İslam, sokaktaki adamın zihninde soyut ve aşağılayıcı bir kavram olarak,

kötü ile eşdeğer bir hale getirilmiştir (Volkan, 2005: 249).

Hoffman’dan nakleden Cirhinlioğlu’na göre “din temelli terör yapan gruplar laik

terör guruplarından daha tehlikelidir, çünkü şiddeti ilahi bir görev olarak

düşünmektedirler”. Dinsel terörizm sadece Ortadoğu’daki İslamcı gruplarla sınırlı

değildir, aynı zamanda Amerikalı beyaz aşırı Hıristiyanlar arasında ve Hindistan’daki

radikal Sih’ler arasında da yaygındır (Cirhinlioğlu, 2004: 170-171). Bu çerçevede dinsel

terörizmi laik terörizmden ayıran şey, her şeyden önce dinsel olanın şiddeti bir çeşit

ayin, tanrısal bir görev gibi görmesidir (Karlsson, 2005: 180). Bu çerçevede dinden

esinlenen terör eylemlerini diğer terör eylemlerinden ayıran en başat özellik belki de

eylemcilerine diğer hiçbir ideolojinin veremeyeceği kadar güçlü bir inançtan

kaynaklanan eylemlerdeki kararlılık ve azimdir (Cirhinlioğlu, 2004: 168).

Fransız ihtilalinde, hürriyet, kardeşlik, eşitlik adı altında yapılan katliamlar gibi

haricilerin de hüküm ancak Allahındır, zalimlerden beri olma adına Müslümanlara

yapmadıkları zulüm kalmamıştır (Ebu Zehra, 1983: 73). Esasen tarihteki en çetin

Page 68: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

59

katliamlar genellikle hep ezilenler adına yapılmamış mıdır? Nitekim insanlık, insan

sevgisi, hürriyet, adalet, eşitlik, özgürlük, ezilenlerin kurtuluşu veya vatan, millet, din

gibi güzel sloganların altında en vahşi zulümlerin, işkencelerin, cinayetlerin, terör ve

savaşını görmedi mi? (Akyol, 2005: 30). Şu halde din, yapılan eyleme meşruluk verme

veya iyi bir kamufle (gizlenme) aracıdır. Bu çerçevede terör kutsal olanı sadece bir

paravan olarak kullanmaktadır. Terörist bir gurup sırf Müslüman veya sırf Hıristiyan

diye o dini tümden yıkıp kötülemenin bir manası yoktur. Yine insan içindeki şiddet, her

devrin konjoktörüne göre şekillenmekte ve öylece dışarıya çıkmakta, ona göre şekil

almaktadır. Örneğin, devir ekonomiyi veya ideolojiyi popüler kılsaydı terör örgütlerinin

birçoğu bu görünümde çıkardı.

İlber Ortaylı’dan nakleden Çitlioğluna göre “hiç kimse terörü bir dine,

coğrafyaya, bir etnik grubun özellikleriyle bağlayarak açıklamasın. Bunlar metafiziktir”

(Çitlioğlu, 2005: 33). Terörün ırk, din, mezhep, coğrafya ile ilişkisinin bulunmadığı,

koşulların uygunluk taşıdığı ve insan unsurun bulunduğu her yerde yaşanabileceği,

yaygın bir inanç ve kabul edilebilir bir görüşe dönüştüğünde, bu güne kadar terör

konusunda üretilen ve kitlelere empoze edilmesine çalışılan tüm değerler sistemi alt üst

olacaktır. Çünkü bugün küresel anlamda kabul gören inanış, din temelinde İslam’ın, ırk

temelinde Arapların terörizmin başat aktörleri olduğudur. Siyasal nedenler ve çıkarlar

gereği kimi odaklarca beslenen bu önyargının temelsizliği son derece açık olsa da, bu

gün gelinen bu noktada, bu görüşler gerçekliğin önüne geçmiştir (Çitlioğlu, 2005: 35).

2.2.6.2. İdeolojik Terör Bir ideoloji etrafında örgütlenen birden fazla kişinin, şiddet eylemleri temelinde

mevcut siyasal iktidarı ve rejimi hedef alan faaliyetlerdir. Soğuk savaş döneminde güçlü

bir etkiye sahip olan ideolojik (Çeşme, 2005: 35) teröre aşağıdan terörizmde

denmektedir. Belirgin özellikleri siyasal nitelik taşıması, devrimci veya bölücü nitelik

göstermesi veya var olan sistemi değiştirme amacını taşır.

Bu başlığa siyasal terörizm de denebilir. Siyasal nitelikli terör, siyasal sistemin

içinde yaşayanların var olan siyasal sisteme karşı yönelttikleri bir terördür. Siyasal

amacı gerçekleştirmek için yapılan her türlü tedhiş hareketi olan siyasal terörizm aynı

zamanda en etkili psikolojik savaş silahıdır (Hazır, 2001: 62; Çınar, 1997: 235-236).

Aşağıdan terör veya devrimci terörizmi de bu grupta değerlendirebiliriz.

Page 69: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

60

Siyasal terör, yani siyasal amaçla bireysel ve toplumsal şiddete başvurulması,

kendilerini dünyaya nizam vermekle görevli görenlerin genellikle başvurdukları

yöntemdir. 20. yüzyılın pek çok diktatörlüğü bu yolla kurulmuş ve yine bu yolla

iktidarlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların içinden ırkçı-milliyetçi rejimler olduğu gibi,

sınıfsal tabanlı ya da din kökenli olanlarda vardır (Kongar, 2002: 79; Cirhinlioğlu,

2004: 160-183).

2.2.6.3. Etnik Terör Belirli bir etnik kimliğe sahip grupların, içinde yaşadıkları ülkenin siyasi yapısı

içerisinde tek unsur olmamaları durumunda, yaşadıkları ülkeden toprak talebiyle birlikte

ayrılıp kendi devletlerini kurmak amacıyla girişilen hareketlerdir (Çeşme, 2005: 29).

Yaşadıkları toprak parçasının üzerinde hak iddia ederek, bütünden bu parçayı ayırıp

bağımsızlaştırmaya çalışmak. Bu Wilson prensipleriyle her millet kendi kaderini tayin

hakkına (self determination) sahiptir öğretisine dayanmaktadır. Etnik terör bir nevi

şiddet yoluyla aidiyettir. ETA, PKK, IRA gibi. Ancak bunlar içinden çıktıkları etnik

gurubun tamamını temsil etmemektedirler (Volkan, 1999: 183).

Etnik terör, genellikle bir etnik gruba mensup kişilerin terör örgütlerinde ya da

eylemlerinde çoğunlukla yer aldıkları terör türüdür. Dolayısıyla etnik nitelikli terör

eylemlerine milliyetçi terör de denmektedir. Ayrıca bu maddeyi devrimci terörizm

içerisinde de değerlendirilebilir (Çınar, 1997: 245). Etnik kökenli terör eylemleri de

kendi kimliklerini göstermek, tükenmediklerini kanıtlamak için şiddeti yöntem olarak

seçebilirler. Bu modelin benimsenmesi sık rastlanan bir olgudur. Kendi etnik gruplarını

silahlı propagandaya ikna etmek için verilmediği düşünülen kültürel hakları argüman

(kanıt-delil) olarak kullanabilirler (Tarhan, 2003: 44).

Günümüzde her etnik grubun devlet kurması zaten oldukça zordur. Gündüz

Aktan’dan aktaran Çitlioğlu’na göre, etnik kökene dayalı bağımsızlık hareketleri, eğer

terörizmin temel nedenleri arasında yer alıyorsa, bunun dünyadaki tüm etnik grupları

kapsayan bir genelleme içinde olması gerekmektedir. Ancak var olan 3000 etnik

gruptan yalnızca % 3’ünün haklarını silah yoluyla arıyor oluşu, yaygın olarak ileri

sürülen bu tezin çok da doğru olmadığını göstermektedir. Sonuç olarak, etnisitenin

doğrudan bir terör nedeni olmaktan çok bazı özel nedenleri (daha çok dışsal)

bünyesinde bulundurması halinde terörizme yönelebileceğidir (Çitlioğlu, 2005: 246-

247).

Page 70: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

61

2.2.6.4. Siber Terör Bilgi çağında ve bilginin üstün olduğu bir dönemde yaşamaktayız. Bu bilgi kimi

zaman insanlığın yararına kullanıldığı gibi zararına da çok rahat bir şekilde

kullanılabilmektedir. Bilginin özellikle de silah olarak, hükmetme ve sömürme aracı

olarak kullanıldığında ise daha korkunç olasılıklar mümkündür.

Bir kişi, örgüt, istihbarat servisi veya devletin sahip olduğu bilgi ve teknoloji

vasıtasıyla hedef sistemleri kontrol veya kısa süreli ele geçirmesi ile ya bu sistemin

imhası ya da sistemin işlevinin felakete göre düzenlenmesi şeklinde olabilir. Diğer terör

türlerinden farklı olarak fiziki güç yerine bilgiyi kullanmasıdır. Örneğin, biri bankayı

silah zoruyla soyarken diğeri internet üzerinden soymakta; bir trene veya uçağa bombalı

saldırı düzenlerken diğeri bu sistemlere girip aynı ölçüde zarar vermektedir. 20. yüzyılın

sonlarına doğan siber terör, ilk olarak Synergy lakaplı bir genç tarafından

kullanıldığında henüz 14 yaşındaydı. Robert Morris ile devam eden bu süreç daha sonra

hackerlere ve istihbarat örgütlerine esin kaynağı olmuş ve bunlar tarafından yaygın

şekilde kullanılmıştır (Bal, 2003: 55-60; Çınar, 1997: 101-145; Daha fazla bilgi için

bkz: www.sanalteror.gen.tr). Siber terörün vereceği zarar bazen silahlı propagandanın

vereceği zarardan fazla olabilmektedir. Siber terörü, devlet gibi güçlü organizasyonlar

tarafından kullanılabildiği gibi çoğu zaman birey veya gruplar tarafından

kullanılmaktadır. Bugün bu gücü istihbarat örgütlerinden hackerlere kadar uzanan geniş

bir yelpazede herkes kullanmaktadır. Sanal ortama yayılan bir virüs veya hacklenen bir

devlet kurumu milyonlarca euro zarar verebilmektedir.

ABD’de yaklaşık 36 istihbarat örgütü vardır ve çoğu birbirinden bağımsızdır.

Geniş istihbarat ve gizli servis ağının tamamı, ABD’ye yılda 20 milyar dolara mal

olmaktadır. Bu istihbarat örgütlerinin en güçlüsü NSA’dır. 21.000 görevlisi, 3,6 milyar

dolar bütçesi ile neredeyse dünyanın birçok yerindeki iletişimini dinlemektedirler.

Mercury uydusu ile denizaltı gemi iletişimini bile dinleyebilen bir teknoloji olan

Echelon (Çimen, 2003; Sever, 2001: 70; Cirhinlioğlu, 2004: 158; Arıboğan, 2005: 104;

bkz: Keefe, 2006), bu elektronik istihbarat ağının adıdır. Sinyal ve görüntü istihbaratı

yapmasının yanı sıra neredeyse tüm haberleşme ağını izler ve dinler. Askeri ve

ekonomik süper güç olan ABD’nin dünya ülkelerinin her türlü sırlarını öğrenmeye

çalıştığı elektronik kulağı olan bu sistem, her türlü iletişimi deşifre etmek, kontrol

etmek ve dinlemek için kullanılır (Tarhan, 2003: 46; Vatandaş, 2005). Devletlerin

kullandıkları uydu dinleme sistemlerinin yanı sıra nükleer ve biyolojik terörden daha

Page 71: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

62

fazla zarar verecek elektronik bombalar vardır ki bunlar bütün iletişimi felç edip

insanlığı bir hayli geri götürebilecek niteliktedir (Örgün, 2001: 49-61; Tood & Bloch,

2006).

Öte yandan son zamanlarda özellikle Internet üzerinden istenilen yerin, şehrin,

alanın uydu fotoğraflarını bulunabilmektedir. Her türlü insan, uyuşturucu ve silah

pazarıyla yakından ilişki kurulabilmekte ve hatta her türlü silahın bombanın yapımını bu

yolla rahatlıkla sağlanabilmektedir. Son olarak Rus yetkililer, google adlı arama

motorunun uydudan şehirlerin ve stratejik noktaların resimlerini yayınlamasına (google

earth) tepki duyarak bu sitenin teröristlere yardımcı olduğunu ve onları desteklediklerini

belirtmişlerdir (Milliyet Gazatesi, 3 Eylül 2005).

2.2.6.5. Pasif Terör veya Psikolojik Savaş Psikolojik savaş; klasik anlamdaki savaşın kazanılması veya kaybedilmesinde,

savaştan sonra da üstünlüğün devam etmesinde veya savaşa hazırlık yapılmasında yahut

sorunların çözülmesinde insanların ruh haline etki ederek sonuç almak olarak

tanımlanır. Psikolojik savaşın birinci adımı, hasmını ve kendini iyi tanımaktır. İkinci

adımı ise, baskı ve ikna yöntemlerini ustaca kullanarak karşı tarafı psikolojik çöküntüye

uğratmaktır (Tarhan, 2003: 15-16).

Bilindiği üzere terörizmin kendi amacına ulaşmak için kullandığı unsurlar,

“korkutmak, yıldırmak, sindirmek, panik yaratmak, mevcut rejim ve sisteme güveni yok

etmek, bireyleri ve toplumları doğrularla yanlışlar arasında kararsızlığa iterek yön

duygularının kaybetmesine neden olmak, özelde bireyler genelde toplulukların sağlıklı

düşünme ve karar verme yetilerini erozyona uğratmak, toplumda çözülme yaratarak

önlerine konulan dayatmaları irade dışı kabule zorlamak, bireyler ve toplumları pasif

konuma iterek mücadele güçlerini tüketmek, sorgulama-irdeleme-araştırmaya yönelik

bireysel ve toplumsal zihinsel faaliyetleri bloke etmek, teslimiyetçi bir toplum

yaratmak” olarak özetlenebilir (Çitlioğlu, 2005: 67). Bu amaçlara ulaşmak için

başvurulan yöntemler ise, “baskı, dayatma, zorlama ve zorbalık, kaba kuvvet, tehdit,

şantaj, gasp, cinayet, yaralama, toplu kıyım, rehin alma, bombalama, kaçırma” gibi

içinde psikolojik şiddetten fiili şiddete uzanan geniş bir yelpaze içinde tarif edilebilir.

Bütün bunlar göz önüne alındığında terörizmin varmak istediği sonucun psikolojik

ağırlıklı olduğu ortaya çıkar. İşte bu psikolojik savaş türüdür ve medya propaganda

yoluyla halkın direncini kırma yönüyle bunun en büyük destekçisidir. Psikolojik savaşın

Page 72: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

63

bir diğer adı ise pasif terördür Terörizmin varmak istediği sonucun psikolojik

ağırlıklıdır ve medyanın propaganda yoluyla halkın direncini kırma yönüyle bunun en

büyük destekçisi olduğu bilinmektedir. Psikolojik savaşın bir diğer adı ise pasif terördür

(Çitlioğlu, 2005: 68; Baştürk, 2005: 105-121). Şiddetin aktif kullanımı dışında içerisinde

her türlü eylemi barındırır. Örneğin, ABD’nin İran’ın nükleer silah çalışmalarını

gerekçe göstererek bu ülkeye askeri yaptırım uygulanacağı en üst düzeyde yetkililerin

(Bush, Cheney, Rice) açıklıyor oluşu, İran ve Kore halkı üzerinde fiili şiddet hariç her

türlü psikolojik savaşın yürütüldüğünü (Çitlioğlu, 2005: 68) göstermektedir. Kısaca,

içinde şiddet olgusu barındırmayan ama gerekirse şiddet kullanımını öngören ve şiddet

eylemlerine yardımcı olunabileceği satır aralarına gizlenerek yapılan açık bir kışkırtma,

sonuçları itibariyle pasif terör tanımına uygun düşen söylemdir (Çitlioğlu, 2005: 70).

Chomsky’nin ilerleyen konularda izah edilecek olan propagandacı yaklaşımın

bir ürünü olarak medya da bugün psikolojik savaşın en önemli aracıdır. Bu yaklaşım

tarzı batılı sanayi demokrasilerindeki medya ile bilim çevrelerinde büyük oranda kabul

görmüştür (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 7). Bu amaçla da Batı,

terörün sorumluluğunu elinde bulundurduğu enformasyon araçlarıyla, terörü

kurbanlarının üzerine yıkma konusunda oldukça başarılı olmuştur (Chomsky & Herman

& Gerry & George, 1999: 55). Enformasyon araçlarının ve özellikle de medyanın bu

savaştaki rolü oldukça etkilidir. Nitekim ABD’nin Irak’ı işgal edeceği ve ettiği zaman

elinde bulundurduğu basın-yayın gruplarıyla bu silahı çok etkili olarak kullanmıştır.

Dolayısıyla propagandanın insanlar üzerindeki gücü küçümsenmemelidir. Bu

çerçevede enformasyon araçları ve medya bugün psikolojik savaşın en önemli

silahlarıdır (Chomsky, 2002: 209-273; Arıboğan, 2005: 97-116). 1991’de çöl fırtınası

operasyonu öncesi petrole bulanmış karabatak görüntüsü CNN’de sürekli yayınlandı.

Bu ve buna benzer birçok propaganda* ile dünya halkları Müttefiklerin haklılığına

inandırıldı. Sonradan bunun Fransa’da tanker kazası ile petrole bulanmış karabatak

olduğu anlaşıldı (Tarhan, 2003: 12; Fisk, 2001b: 347-349). Aynı şekilde 2003’te Irak’ı

* Propaganda: Bir topluluğun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını, tavır ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge, doktrin ve görüşlerdir. (Tarhan, 2003: 36; Baştürk, 2005: 110). Psikolojik Savaşın Stratejik Amaçları: 1. Düşmanın siyasi, ekonomik, sosyal ve moral bakımdan zayıflığı istismar edilerek onun savaş gücünü zayıflatmak. 2. Kurtarılan veya karışıklık çıkan bölgeleri teşkilatlandırıp kontrolü kolaylaştırmak. 3. Düşmanın yenilgisini sağlamak için, düşünce, heyecan, eğilim ve davranışlar üzerinde ısrarlı etkiler yaparak; direniş ve savaş azmini kırmak, moralini bozarak manevi çöküntüye uğratmak ve korku duygusu uyandırarak cesaretlerini kırmak (Tarhan, 2003: 23). Psikolojik Savaşın Taktik Hedefleri: 1. Toplumda itaat duygusunu arttırmak. 2. Uluslar arası kamuoyunu yanıltmak. 3. Halkla yönetimin arasını açmak. 4. Komutanları ve idarecileri yanıltmak. 5. Kültür değişimini sağlamak (Tarhan, 2003: 24).

Page 73: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

64

işgal eden ABD ve İngiliz birliklerinin sınır kasabası olan Ummu Kasr’ı ele

geçirdiklerini bildirdiler. CNN ve FOX televizyonları gibi güdümlü yayın yaparak tüm

dünyaya bu haberi geçtiler. Ancak El-Cezire televizyonu olay yerinden canlı bağlantılar

yaparak bu bölgenin düşmediğini tüm dünyaya göstermiştir. Bu durum 14 gün boyunca

ele geçirdik, hayır geçirmediler şeklinde devam etmiştir. Bu açıdan bakıldığında bu

savaşın bir nevi enformasyon savaşlarına dönüştüğünü izledik (Irak enformasyon bakanı

Es-Sahaf’ın açıklamaları ile Beyaz Saray sözcülerinin açıklamaları bize bunun en güzel

örneğini sunmaktadır).

Batı medyasının savaşları nakledişi genelde bunaltıcı derecede bilindik çizgiler

taşır. Birinci aşama kriz, ikinci aşama düşman liderinin canavarlaştırılması, üçüncü

aşama düşmanın bireyler düzeyinde canavarlaştırılması (onlar şeytan biz ilahi, onlar

kötü biz iyi, tanrı adına gibi), dördüncü aşama zulüm ve gaddarlık hikâyeleri

(Knightley, 2001: 350). Düşmanın şeytan olarak tanımlanması, karşı tarafın ne denli

kötü ve zararlı olduğunu gösterdiği gibi, onunla mücadele edenlerin ne kadar kutsal bir

dava güttüğünü ve haklılığını da vurgulamaktadır (Arıboğan, 2005: 71, 126). Bu tür

durumlarda karşısındakini insanlıktan çıkarıp metalaştırmak ve hatta günah keçisi ilan

etmek vardır. “Onlar şeytan biz melek bütün kötülükleri onlardan biz iyiyiz” tarzı

ifadelerle kamuoyunu amaçları doğrultusunda yönlendirmek ve yaptıkları işlerin meşru

ve haklı olduğuna inandırma sürecinde geçen bazı ifadelerdir.

2.2.6.6. Devlet Terörü Devlet tarafından insanlarına yapılan sindirme hareketi veya başka halklara karşı

girişilen sindirme hareketleri olarak tanımlanır. Devletin mevcut siyasi rejimi koruma

amacıyla vatandaşlarına karşı, kendi koyduğu hukuk kurallarının dışına taşarak

sindirme, işkence, korkutma, kötü muamele, faili meçhul cinayetler, muhalifleri ortadan

kaybetme gibi eylemler bulunmasına devlet terörü denmektedir (Çeşme, 2005: 31).

Devlet terörü ilk kurulu sistematik devletin varlığından beri az veya çok devam

edegelen bir süreç olduğu söylenebilir. Ancak terim olarak ilk kez Fransız devrimiyle

ortaya çıkmış, dönemin devlet yönetimini kasteder.

Devlet en güçlü şiddet araçlarını elinde bulundurma tekeline sahip olduğu gibi

bunu kullanma tasarrufuna da sahiptir (Arendt, 1998: 194). Dolayısıyla devletin

yapacağı hukuksuzluk, adaletsizliğin veya bir yanlışın devasa boyutta olacağını açıkça

göstermektedir. Diğer terör türlerinin yanında bedeli en ağır olan devlet terörüdür

Page 74: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

65

(Ahmed, 2002: 219). Bu çerçevede şunu ifade edebiliriz. Devlet terörü iki farklı şekilde

uygulanabilmektedir. İlki, kendi halkını sindirmek için diğeri ise kendi sınırları dışında

politik bir araç olarak terörü kullanma, dış politikada söz sahibi olma gibi nedenlerdir.

Combs’tan nakleden Cirhinlioğlu’na göre bazı devletlerin bir strateji olarak

teröre başvurmalarının sebebi maddi ve siyasi açıdan düşük maliyet, yine maddi ve

siyasi açıdan yüksek getiri ve düşük risk taşımasıdır (Cirhinlioğlu, 2004: 153). Öte

taraftan uluslar arası arenada kolay ispat edilemediği gibi dış politika aracı olarak da

örtülü terörizm sıklıkla kullanılmaktadır. Bu meyanda terörizm, ilan edilmemiş savaş

aracıdır (Cirhinlioğlu, 2004: 147).

Kısaca devletin rejimi korumak ya da otoriter yapısının devamı için terörü bir

araç olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. Bu çerçevede devlet destekli terörizm,

örtülü veya açık destek şeklinde olabilir. Örtülü olanlara en güzel örnek bir çok NATO

ülkesinde varlığı ortaya çıkarılan “gladio” ve içerde ve dışarıda yetiştirilen “kontralar”

verilebilir (Çınar, 1997: 243-244; Aytaç, 1997).

Aşağıda devlet terörünün devasa boyutlarını görmek için birkaç örnek vereceğiz.

Örneğin diktatör Mao’nun yönetimindeki Çin’in Doğu Türkistan üzerindeki asimile

politikaları; Sırpları sivil Bosna halkına yönelik uygulamaları ve Kosova’daki

katliamları; Saddam Hüseyin dönemindeki Irak; Suriye’de rejim muhalifleri oldukları

gerekçesiyle Hama’da 20 bin kişinin öldürülmesi; Stalin dönemi Rusya’da yaklaşık 40

milyon insanın yok edilmesi; Nazi Almanya’sının Yahudi soykırımı; İsrail’in Filistin

üzerindeki katliamları; Pol Pot yönetimindeki Kamboçya’daki katliamlar;

Afganistan’daki Taliban yönetiminin Afgan halkına yaptığı baskılar (Çeşme, 2005: 32-

34; Demirel, 2002: 31; Keane, 1998: 125). Bu çerçevede İngilizlerin bir dönem

Hindistan ve diğer sömürgelerinde, Fransızların Cezayir’de giriştikleri insanlık dışı

şiddet ile konuyu uzatabiliriz. ABD’nin Guatemalada 1950 den sonraki 40 yıl içinde

100 binden fazla Guatemala’lıyı ABD destekli kontralar katletmiştir (Emre, 2004: 553-

552; Gökdemir, 2005: 20; Turhan, 1999). 11 Eylül 1973’te Şili de demokratik yollarla

başa geçen Allende, CIA aracılığıyla devirdiği (Harvey, 2004: 8), bu çerçevede dost

hükümetlerin kurulması ya da bekasını sağlamak için askeri gücüne, örtülü

operasyonlara ve her türlü ekonomik baskıya başvurulduğu bilinmektedir. Bu amaçla,

demokratik yollarla seçilmiş hükümetlerin devrilmesini desteklemeye ve ABD

çıkarlarına muhalif olduğu düşünülenleri doğrudan ya da dolaylı taktiklerle yerinden

etmeye her zaman hazırdı. Nitekim İran, Guatemala, Brezilya, Kongo, Dominik

Page 75: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

66

Cumhuriyeti, Endonezya, Şili ve başka yerlerde bu taktiklere başvurulmuştur

(Grossman, 2001: 230-238; Harvey, 2004: 46; Galeano, 2001: 282)

İspanyol ve Portekiz kâşiflerin ortaçağlarda giriştikleri toplu kıyımlar, zor ve

zorbalığa dayalı Hıristiyanlaştırma çabalarından tutunda sanayileşme sonrası Fransa’nın

Cezayir’de, İngiltere’nin Hindistan ve Ortadoğu’da neredeyse işlemedikleri insanlık

suçu kalmamış gibiydi (Çitlioğlu, 2005: 25; Laquer, 2002a: 57).

Nikaragua’ya karşı kullanılan ve aleni olarak ABD tarafından desteklenen

Sandinista gerillaları ve bunların vahşet dolu yıkımlarından dolayı 1986 yılında,

Nikaragua ABD’yi uluslar arası mahkemeye verdi. Beklenildiği gibi Regan hükümeti

bu mahkemeyi tanımadı. Mahkeme sonuç olarak 12’ye karşı üç oyla şu kararı almıştır.

“ABD, yürürlükteki uluslar arası hukuka göre, hiç bir devletin diğer bir devletin iç

işlerine karışamayacağı yolunda ki bağlayıcı hükmüne karşın, Nikaragua’daki devlet

güçlerine karşı gelen militer ve paramiliter güçleri destekleyerek, cesaretlendirerek

eğitim vermek, teçhizat ve iaşe sağlayarak, maddi yardımlarda bulunarak Nikaragua

cumhuriyetine karşı eylemlerde bulunmuştur” (Cirhinlioğlu, 2004: 147; Demirel, 2002:

30). Başkan Bill Clinton kendinden önceki hükümetlerin yaptıklarından dolayı Orta

Amerika ülkelerinden özür diledikten sonra işin vahameti daha bir anlaşılır olmuştur

(Cirhinlioğlu, 148). Clinton sonrası Bush döneminde ise artık bu işi dolaylı yapmaktan

çok, Afganistan ve Irakta olduğu gibi bir takım müttefiklerde kullanarak direkt

yapmaktadır.

BM Kalkınma programının 2002 yılı için yayımlanan İnsani Kalkınma

Raporunda, 20. yüzyılda kendi hükümetleri tarafından katledilen sivil insan sayısı 169

milyondur. Bunların 138 milyonu totaliter, 29 milyonu otoriter, 2 milyonu ise

demokratik yönetimler tarafından gerçekleştirilmiştir (Arıboğan, 2005: 147).

BM raporlarına itibar edilecek olursa, Irak ambargosunun yol açtığı kötü

beslenme, tıbbi malzeme ve ilaç yokluğu Irakta 567 bin çocuğun ölümüne neden

olmuştur ki bu 1995 yılı rakamıdır. Aynı kurumun raporlarına göre ayda 4500 çocuk

ölmektedir. Sudan bombalandığında bir ilaç fabrikası özellikle hedef seçilmiştir, Libya

bombalanmasında 17500 sivil ölmüştür (Civelek, 2001b: 11; Chomsky, 2001c: 24). Bu

çerçevede diğer halklara uygulanan çifte standartlar bu konuda öne çıkan önemli bir

husustur. Bu bağlamda Robert Fisk (2001f: 125), “Filistin’de 1996’da 60 Yahudi

öldürülünce bütün dünya yedi gün toplanıp bu eylemi kınıyor (aynı şekilde 11 Eylülü

de), ama öte yandan BM yaptırımlarından ölen 600 bin ıraklı çocuk aynı ilgiye mazhar

olamıyor. Bu çocukları öldürmek İslam’a yönelik haçlı seferidir” demektedir. Nitekim

Page 76: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

67

1982 de İsrail Lübnan’ı işgal ettiğinde 17 500 kişi katledildi onlar için mum yakılmadı,

olay kınanmadı (Fisk, 2001g: 158). Sorulması gereken neden birkaç masum kişi diğer

binlerce masumdan daha önemli olsun (Fisk, 2001d: 211) sorusudur.

Halkı aşağılamak, devlet ya da özel terörün ortak paydalarındandır. Hepsi insan

hayatını hiçe saymak noktasında buluşuyor (Galeno, 2001: 282). Bizim bu madde ki

amacımız herhangi bir ülke ya da dinin karşılaştırmasını yapmak değildir. Üzerinde

ısrarla belirtmek istediğimiz şey, hangi dinden ırktan olursa olsun insan hayatının o

kadar da ucuz olmaması gerektiğidir.

2.2.7. Terör ve Teröristin Çift Anlamlılığı veya Kavramların Çarpık Kullanımı

Çoğu zaman anlaşılan terörün yalnızca asiler, teröristler ve bizden olmayan

herkes için kullanılmasını sağlamaya yarayan anlambilimsel aygıt olarak misilleme ve

karşı terör kavramları sıklıkla kullanılır. Bu bağlamda ABD, İsrail ve Batı yalnızca

misilleme yaparlar ve karşı teröre başvururlar. Kurbanlarıyla diğer düşmanlar ise terör

uygularlar. Bu anlamda Batılılar kendilerine yönelen şiddete yalnızca karşılık verirler

(Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 71, 123; Cangızbay, 2003: 124).

Misilleme adı altında aynı terörist taktik kullanılmakta, hele birde devlet eliyle

olduğunda sivil kayıplar katliam derecesi ulaşmaktadır. Aynı şekilde son Irak ve

Afganistan işgalinde sivil kayıplar askeri kayıpları oldukça fazla aşmıştır. Kanaatimizce

bir savaşta sivil kayıplar göze alınabilir bir durumdur. Ancak önemli olan sivil

kayıpları asgari düzeyde tutabilmektir. Yok, eğer sivil kayıp askeri kaybı katbekat aşmış

ise bunun adı savaş değil de soykırım, katliam veya terör olmaktan öteye gitmemektedir.

Bu çerçevede misilleme, yapılan saldırılara meşruiyet sağlamak için kullanılan

bir kavramdır. Terörizmle misilleme kavramları, anın gereklerine çok iyi uyarlanan

esnek araçlardır (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 45). Bu tarz ile

misilleme kavramı yararlı bir ideolojik savaş aracıdır. Karşılıklı şiddete dayalı bir döngü

boyunca, taraflar kendi edimlerini, karşı tarafın uyguladığı teröre misilleme olarak

görürler (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 43; Dursunoğlu, 2005: 266).

Ortadoğu’daki İsrail Arap çatışması bu konuda bizlere oldukça fazla örnek sunmaktadır.

Batı, yalnızca diğer insanların zor kullanmasına karşılık vermektedir. Her

nedense ortaya çıkan sivil kayıp yalnızca üzüntü verici olarak addedilir (Chomsky &

Herman & Gerry & George, 1999: 56). Irak işgali öncesinde uygulanan ambargo

sayesinde bir ayda sadece binlerce çocuk (işgalden sonra değişen bir şey olmadı)

Page 77: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

68

ölmekteydi. 1996 yılında Madeleine Albright, ABD Dışişleri bakanıyken ulusal

televizyonda kendisine, Amerikanın uyguladığı ekonomik ambargo nedeniyle ölen 500

000 ıraklı çocuğun konusunda ne hissettiğini soruldu. Bakan bu soruya karşılık, bunun

çok güç bir seçim olduğunu söylemiş, ama tümden bakıldığında buna değer diye

düşünüyoruz demiştir. O günden bugüne, özellikle işgal ile bu ölümler daha da artmıştır

(Roy, 2001a: 70). Şu halde Bush ve Blaire göre, terörizmle (!) savaşmak uğruna

ülkelere saldırılması, masumların ölmesi, kıtlık baş göstermesi ve uluslar arası hukuk

hiçe sayılabilir (Pilger, 2001a: 79).

Hemen hemen birçok yönetim, ister terörist olsun isterse de terörist eylemlere

maruz kalan hükümetler olsun, kendi şiddet eylemlerinin saldırganlıkla ilişkisini

bozarken, karşı tarafın eylemini saldırgan ve insanlık dışı olarak gösterme çabasındadır.

Filistin İsrail çatışmalarında, Filistinli bir eylemcinin intihar saldırısının görüntüleri

medya ve egemen siyasi güç tarafından tüm ayrıntılarıyla, kurbanların parçalanmış

görüntüleri, yakınlarını yitirenlerin üzüntü ve feryatları dakikalarca gösterilmektedir.

Ancak saldırı yurtseverlik, özgürleştirme, insani yardım, barış ve demokrasi adına

yapılıyorsa, Körfez savaşında olduğu gibi, sadece bilgisayarlarla biçimlendirilmiş uydu

görüntüleri verilmektedir (Candansayar, 2002: 406). Son yirmi otuz yılda birincil

terörün ana kaynağını olmasına rağmen Batı, terörün sorumluluğunu terör kurbanlarının

üzerine yıkmakta oldukça başarılı olmuştur. Başvurulan en etkili yol ise kitle iletişim

araçlarıdır. Diğeri ise misilleme kavramının ikili kullanımıdır (Chomsky & Herman &

Gerry & George, 1999: 55).

Şu halde Batı, kendi eylemlerini ve suçlarını örtmek için terörizm endüstrisinin

hizmetlerine çok fazla gereksinim duymuştur (Chomsky & Herman & Gerry & George,

1999: 52). Batının terörizm endüstrisinin ve basının neden devlet terörünü es geçip

dağınık terörün üzerinde durmak zorunda olduğu açıktır; devlet terörünün boyutları

devasadır ve bunun başlıca failleri ABD, Batı ve onların destekçileridir (Chomsky &

Herman & Gerry & George, 1999: 68).

Medya ile ilgili bir başka ve önemli problem ise taraflı, sorumsuz, güdümlü ve

yüzeysel haber yapma meselesidir. Medya insanların haber alma özgürlüğünü olumsuz

etkilemekte, farkında olarak veya olmayarak terörün propagandasını yapılabilmekte ve

hatta teşvik edici rolüne bile bürünebilmektedir. Terörizmin amacı reklâm yapmak,

derin korku ve panik yaratmak, yaymaktır. Maalesef çoğu zaman reklâmını basın-yayın

organları tarafından icra edilmektedir. Dolayısıyla medyanın kullandığı dil, kavram ve

görüntüler önem arz etmektedir (Çınar, 1997: 221-225; Bozdağ, 2006: 305-308).

Page 78: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

69

Bu bağlamda medyanın kendini otokontrole tâbi tutması gerekir. Newyork,

Londra, İspanya ve İstanbul saldırılarında takınılan medya tavrı bu anlamda önemli bir

örnektir. Türk güvenlik güçleri gayet başarılı ve soğukkanlılıkla olayları çok kısa bir

sürede çözmüş olmasına rağmen, medyamız tarafından her haber bülteninde geniş bir

şekilde ve birkaç gün boyunca parçalanmış cesetler, panikleyen halk, polislerin acizliği

gibi konulardan dem vurup adeta teröre hizmet edercesine ülkede panik havası

yaratmışlardır. Basın özgürlüğü adı altında çarpıtılmış ya da yalan haber verme,

gazeteci sorumluluğundan yoksun olarak bir olayı detaylı araştırmadan eksik anlatmak,

çarpıtmak, olayı derinlemesine araştırmamak, konunun uzmanları varken ehil olmayan

insanların yorumlarına başvurma gibi nedenlerden dolayı maalesef Türk medyasının

içinde bulunduğu birkaç zaaftan bazılarıdır. İlkeli, düzeyli, magazinsel olmayan haber

nerdeyse yok gibidir. En önemli sorun ise, yapılacak haberin sorumluluğunu taşımaktır.

Yoksa “çamur at, tutmazsa izi kalır” anlayışıyla vatandaşa yalan ya da sorumsuz haber

yapmanın anlamı yoktur. Haber neye sebep olacak, ucu nereye varacak, bütün bunlar

dikkate alınmalıdır. Öte yandan toplumun ahlaki, manevi, kültürel anlayışını

zedelememelidir*.

Bu bağlamda medyamız kimin güdümündedir? Kimlere hizmet etmektedir? diye

sormadan edemiyoruz. Nitekim AB sürecinde olumsuz gelişmeler üzerine Orgeneral

Tuncer Kılıç, Avrupa Birliği olmaz ise Rusya ve İran’ın içinde olduğu alternatif

bölgesel ittifaklar yapılabileceğini söyledikten hemen sonra medyamız hiç olmadığı

kadar, bu seviyedeki bir paşayı şiddetli bir şekilde eleştirmişlerdir. Bu olayla Türkiye’de

ilk defa medya silahlı kuvvetleri bir nevi karşısına almıştır.

Misilleme veya karşı-terörü bu çerçevede ele almak gerekmektedir. Misillemede

esas alınan, tarafsız kimsenin yoktur veya masum insan yoktur düsturudur. (Volkan,

1999: 189), ya bizdensiniz ya da onlardan anlayışıdır. Bu gün teröristlerin seçtikleri

eyleme bakılırsa sistemin yanında duran herkes düşmandır. Onların yok edilmesinde

sakınca yoktur. Aynı şekilde 11 Eylül sonrası ABD’nin söylemlerine de bakacak

olursak ya bizdensiniz ya da onlardan anlayışı da bu doğrultudadır. Savaş kuralı veya

yasası tanımazlar. Onlara göre tarafsız kimse yoktur. Bundan dolayıdır ki terörizmin

hedefi herkes olabilir. Göze göz, dişe diş, kana kan, nasıl saldırdıysalar daha şiddetle

saldırarak karşılık vermek, misillemenin temel felsefesidir.

* Daha Geniş Bilgi İçin bkz: Chomsky, Noam (2002); Medya Gerçeği, Çev., Abdullah Yılmaz, Osman Akınhay, İstanbul: Everest Yayınları. Bozdağ, İsmet (2006). Basın Kurt mu? Kuzu mu?, İstanbul: Emre Yayınları. Cemal, Hasan (2005). Cumhuriyeti Çok Sevmiştim, İstanbul: Doğan Kitap.

Page 79: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

70

Misilleme bir nevi kan davasıdır ve bir kısır döngü içerisinde şiddetin devamını

sağlar. Gandhi’nin dediği gibi “göze göz dünyayı kör eder” (Galeano, 2001: 283).

Esasen misillememede bulunmak bir tuzaktır. Hukukun intikamdan önce geldiğinin

öğrenilmiş olduğu varsayılan bir dünyada yaşadığımızı sanıyoruz. Misilleme

misillemeyi ve daha büyük bir misillemeyi getirmektedir. Başka bir deyişle, bu sonu

olmayan bir savaştır (Fisk, 2001g: 155-157).

Terörle mücadelede esas olan yasallık ve hukukiliktir. Bu mücadelede terörist

araç, yöntem ve taktiklerini güvenlik kuvvetleri, dolaylı olarak devlet kullanmaya

kalkarsa açmazlarla karşılaşacaktır. Bu açmazlardan biri, mücadele ettiğiniz terörist

veya terörizmle aynı strateji ve taktikler kullanılıyorsa daha da ileri giderek onların

yaptığı zulmü bu kez devlet eliyle gerçekleştirilmeye kalkışılması otomatik olarak

terörist ve terörizme meşruiyet kazandıracaktır. Kısaca aralarında bir farkın kalmaması

demektir. Örneğin terörist için amacı ön plandadır ve bunun için çoluk-çocuk, masum

sivil veya asker katletmesi sadece amacına hizmet ettiği sürece kullanır. Oysa devletin

en büyük görevi bunları taklit etmek değil en basitinden halk ile teröristi (suçluyu)

birbirinden ayırmak olacaktır. Bu açmazlardan bir diğeri ise, devletler misillemede

bulunurken uluslar arası hukuku, insan haklarını ve en önemlisi kendi iç hukukunu ve

yasalarını hiçe sayarlarsa, otomatik olarak terörist addettiklerinden farkları

kalmayacaktır, çünkü onlarda bütün bunları hiçe saymaktadırlar. Böylece ya iki taraf da

terörist olmakta ya da iki taraf da meşru bir savaş yürütmektedir. Eğer kolluk kuvvetleri

bu metod ile meşru müdafaa yaptığını iddia ediyor ise, suçlu gurubu da bu yolla meşru

müdafaa yaptığını ileri sürecek ve meşruiyet kazanacaktır. Unutulmamalıdır ki, terörle

mücadele yöntemindeki en büyük sorun, bu mücadele adı altında işlenen suçlar

oluşturmaktadır.

Nitekim insanlık; insan sevgisi, hürriyet, adalet, eşitlik, özgürlük, ezilenlerin

kurtuluşu veya vatan, millet, din gibi güzel sloganların altında en vahşi zulümleri,

işkenceleri, cinayetleri, terör ve savaşı görmedi mi? (Akyol, 2005: 30). Bu çerçevede

insan haklarının terör ortamında bile korunması gereken (Bölügiray, 1996: 98) önemli

bir değer olduğunu ifade edebiliriz. Aksi halde devlet ile terörist arasında bir farkın

kalmayacağı, insanların özgürlük mü güvenlik mi ikilemine sokulmaması gerektiği

(Göka, 2004: 204; Sever, 2001: 67-68; Ankay, 2002: 47) sıklıkla vurgulanır ve terörle

mücadele ancak bu perspektifte yapılırsa meşru olur. Kısaca keyfi davranışlar yerine

hukuk ve yasa çerçevesinde işler yürütülmelidir (Ahmed, 2002: 218).

Page 80: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

71

Kavramların egemen güce göre çarpıtılması, çifte standartların nasıl yapıldığı ve

terör ne terörist kim konusunun coğrafya, kültür ve zamana göre nasıl değiştiğini

anlamak için birkaç örnek vermekte yarar bulmaktayız. “SSCB’nin, Afganistan’ı işgal

edip, Babrak Karmal’ın kişiliğinde, kendisine sadık uydu bir yönetim oluşturmasına

direnen Taliban, Suudi finansmanı ve Pakistan’ın askeri danışmanlığında CIA

tarafından örgütlenirken yurtsever Afganlılardan oluşuyordu da, sıra ABD’nin

çıkarlarına direnme noktasında geldiğinde niçin çağdışı teröristler olarak anılmaya

başlandılar” sorusu, terörizm olgusunun irdelenmesinde ve mutlaka yansız yanıtlanması

gereken bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır (Citlioğlu, 2005: 57). Yeşil kuşak

mimarı Z. Brezinski “Dünya tarihine bakışta daha önemli olan hangisiydi? Taliban mı?

Yoksa Sovyet İmparatorluğunun düşüşü mü? Sorun yaratan birkaç Müslüman mı?

Yoksa Orta Avrupa’nın kurtuluşu ve Soğuk Savaşın sonu mu?” (Ali, 2001: 311) derken,

kendi ulusal çıkarları için her türlü projeyi meşru gördüğünü ifade etmektedir. Net

olarak verilmek istenen ama bir türlü anlamak istemeyen dünyaya karşı şu imajı

vermektedirler: Çıkarlarımız için her şeyi yaparız, kaz gelecek yerden tavuğu niye

esirgeyelim hele tavukta bizim değilse. Kısmen yukarıda bahsettiğimiz üzere önemli

olanın tehdidin kime yöneldiği meselesi olmaktadır. Ulusal çıkarlar mevzu bahis

olduğunda din, para, ideoloji gibi her şey araç olarak kullanılabilmektedir.

I. Dünya Savaşı sonrasında işgal altındaki İstanbul’da orduya ait depoları

basarak, kurtuluş savaşı için Anadolu’ya silah ve insan kaçıran Karakol ve MİM grubu

üyeleri İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığına göre isyancı ve günümüz ölçütlerine

göre teröristtir ama Anadolu ve Ankara için yurtseverdirler. Yine ulusal kurtuluş

savaşında Anadolu’da örgütlenen ve İstanbul’daki meşru hükümet ve padişaha karşı

direnişi başlatan Kuvayi Milliye, günümüzün yanlı değer ölçüleri içinde terörist bir

hareket olmalıdır. İşgal güçleri ile işbirliği içinde bulunan saray ve damat Ferit

hükümetine karşı ulusal bir direnişi başlatan Kuvva-i Milliye ile örneğin bugün Irakta

ABD ile işbirliği yapan Allavi hükümetine başkaldıran direnişçiler arasında yöntem

ayrılığı dışarıda tutulursa temelde hiçbir fark bulunmamaktadır (Çitlioğlu, 2005: 48).

Savaş öncesi Irakta bulunmadığı yapılan araştırmalar sonucu açıklananan kitle

imha silahlarının (MDW) varlığını bahane edip tüm dünyayı aldatıcı fabrikasyon bilgi

ve belge yayarak bu ülkeyi işgal eden ABD’ye göre, işgale direnen Iraklılar ve onların

silahlı kuvvetleri teröristtirler. Ama aynı ABD ve İngiltere’ye göre, II. Dünya savaşında,

İşgal altındaki Fransa’da, Alman ordularına direnen yeraltı örgütleri mensupları

yurtseverlerden oluşmuştur ve ülkelerini savunma reflekslerini yerine getirmişlerdir. II.

Page 81: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

72

Dünya Savaşı Fransa’sında; Alman ordularına cephane ve asker taşıyan konvoyları

pusuya düşürmek kahramanlık, 2005 Irak’ında, asker ve cephane taşıyan amerikan

konvoylarını vurmak terörizmdir (Çitlioğlu, 2005: 45-46).

2.2.8. Terörizm Çalışmalarında Karşılaşılan Problemler Terörizm konusunda yapılacak çalışmaların zorluğu kendine hastır. Bu konuda

birkaç şey söylemek ve ucunun nereye gideceğini tahmin edilemeyeceği için oldukça

cesur bir tavır istediği muhakkaktır. Bunun yanı sıra araştırmacıların üzerindeki

baskılarda bir başka problemdir. Şu halde araştırmacılar isteyerek ya da istemeyerek

bağımsız davranmakta zorlanmaktadırlar. İdeolojik bakış açısından, resmi söylemin

etkisinden, belli bir grubun sözcülüğünü yapmaktan ziyade bağımsız bilimsel

gerçeklikle yapılacak çalışmalar dolayısıyla birçok engel ile karşılaşılacağı aşikârdır.

Terörizm üzerine çalışan araştırıcılar açısından bazı sınırlamalar vardır. Bunlardan

birkaçını aşağıda zikretmeye çalışacağız.

Terörizmle ilgili araştırma talebi genellikle devletten ve özellikle de kriz

zamanlarında gelmektedir. Daha baştan bilimsel değil politik bir talep söz konusudur.

Eldeki, genellikle devlet tarafından sağlanmış, bölük pörçük ve son derece karmaşık

bilgilerin incelenmesi, açıklanması, eksik bilgilendirmeler, anlamaktan çok durdurmaya

ya da önlemeye yönelik çözümler bulunması beklenilir. Bu bilgiler devletin ulusal

güvenlik ya da benzeri kavramlarına (resmi ideolojiye) ters düştüğü düşünülünler

ayıklandıktan sonra araştırmacıların kullanımına açılır. Bu çerçevede terörle ilgili

yazılan kitap ve makalelerin neredeyse birçoğu savcı mantığı ile kaleme alınmıştır.

(Candansayar, 2002: 375-376).

Öte yandan alenen devlet düşmanlığı yapamayanların da terörizm uzmanlığı adı

altında sisteme ve devlete zarar vermeye çalıştıkları, kendilerini bağımsız araştırmacılar

olarak lanse ettikleri de unutulmamalıdır. Bu husus, yani araştırmacının belli

basmakalıp dogmalara veya ideolojilere saplanıp kalma tehlikesidir (Örneğin, bütün

kötülükleri devletten bilme, ideolojik kalıplar içinde ülkeye zarar verme, rejimi tehdit

gibi). Nitekim tek taraflı düşünceler (terörün sadece devlet eliyle yaratıldığına inananlar

ya da terörü sadece küçük ideolojik gruplar yaratır anlayışıyla indirgeme veya

genelleme yapan sübjektif araştırmacılar) bilimsel olmaktan çok uzaktır.

Terörizm çalışmalarında bir başka problem ise entelektüeller üzerinde muazzam

maddi baskıların var olduğu gerçeğidir. Bunun yanında kariyer baskıları da en az onlar

Page 82: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

73

kadar büyüktür, yok bu ikisi işe yaramıyorsa siyasi baskılar (Wallerstein, 2004: 165) ve

en son şiddet devreye girecektir. Resmi bir araştırmacı veya görevlendirilmiş bir uzman

değilseniz zaten bağımsız çalışma yapma olasılığınız yahut da kaynakları ulaşma

zorluğu bir realite olarak karşınızda duracaktır.

Öncelikle terör, terörizm ve terörist tipolojiyle ilgili çalışmalar genellikle

araştırıcının yansız olmadığı, en azından hâkim ideolojinin yanında ya da devletçe

desteklenen çalışmalardır. Dolayısıyla araştırıcının devletin politikası ve ideolojisinden

etkilenmesi riski çok büyüktür. 1997 yılında yapılan bir araştırmada, terörizm üzerine

yapılan çalışmaların %32 sinin doğrudan ABD hükümetince, %41’inin hükümet ya da

CIA gibi diğer devlet kuruluşlarınca desteklenen özel araştırma şirketlerince

gerçekleştirildiği, %12’sinin üniversite bünyesinde yapıldığı ortaya çıkmıştır

(Candansayar, 2002: 376-377). Bu tanımların birçoğu ise Amerikan hükümeti

tarafından yapılmış olması ayrıca dikkat çekmektedir (Hazır, 2001: 45). Terörizmin

akademik çözümlemecisi Alex P. Schmid, konuyla ilgili bir yığın yazı çiziyi ve uzman

görüşlerini derlediği (Political Terrorism-North Holland Puplishing Company, 1983)

adlı kitabında, anketi yanıtlayan 50 terör uzmanından yalnızca birinin devlet terörüyle

ilgili özgün veriler ortaya koyduğunu, onsekizinin ise devlet dışı terörden söz ettiğini

belirtmektedir (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 51).

Bununla ilintili olan diğer bir konu ise bu konuda çalışmalar yürütenler

genellikle, farklı ülkelerin kendi ihtiyaçları doğrultusunda geliştirdikleri konseptlerin

kaba uygulayıcı ve taklitçisi (Bal, 2003: 317) olma durumuna düşebilmektedirler.

Bilindiği üzere bir sosyal olay, zamana, şartlara ve toplumdan topluma farklılık

göstermektedir. Bu çerçevede Türkdoğan’a göre terör ve anarşinin sebep değil, sonuç

olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız (Türkdoğan, 1996: 13). Bu durumda terör bir

sonuçtur asla bir neden gibi sunulmamalıdır. Örneğin, 11 Eylül saldırısı bir sonuç

olmasına rağmen nedenmiş gibi algılanıp sunuldu. Burada önemli olan trajediye

davetiye çıkararak onu yaratan nedenlerdir (Demirer, 2001a: 21). Önemli olan yapılan

farklı tanımları motamod alıp kendi ülkemize uygularsak büyük yanlışlar yapılacağı

meselesidir.

Page 83: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

74

2.2.9. Terörizm Hakkındaki Birkaç Nokta a) Terörün sebepleri ortadan kaldırılırsa terör biter. Terörizmi doğuran veya

tetikleyen, hiç olmazsa onun yeşerdiği toprağı bilmenin ve onunla bu şekilde mücadele

etmenin terörizmi oldukça azaltacağı ve onunla mücadele etmeyi bir o kadar kolay

kılacağı gerçektir. Ancak terörizm hiçbir zaman bitmez, o ancak kontrol altına alınabilir

ya da azaltılabilir. Bu çerçevede “terörizmin kökünü kazıyacağız, bataklığı kupkuru

yapacağız” söylemleri gerçeği ifade etmeyen duygusal yaklaşımlardır.

Bu bağlamda terörizmi besleyen birden çok neden olabilir ancak bütün bunların

yanında ağır basıp tetikleyen bir etmen olabilir. Toplumsal olaylar tek bir nedene

indirgenemez. Buna bağlı olarak tek faktör açıklamalar bu gün sosyoloji ve din

sosyolojisinde terkedilmiş durumdadır. Asam Başkanı emekli Büyükelçi Gündüz

Aktan’a göre “terörizmin nedenleri vardır, bu nedenleri çözümlemeden terörizmi

çözemezsiniz… Ancak yapılan araştırmalarda terörizmle, nedenleri arasında hiçbir

deterministik ilişki bulunmadığını” zikretmektedir (Çitlioğlu, 2005: 243, 245-246).

b) Teröristleri destekleyip kışkırtmakta büyük çıkarı olan sponsorların yardımı

kesildiği takdirde şiddette büyük azalma yaşanacağı yolundaki görüştür (Laqueur, 2002:

136). Bu çerçeve terörün, gerçekten de iç ve dış desteği kesildiği takdirde kan

kaybedeceği aşikârdır. Terörizme karşı sadece sert tedbirler almak onu artırır.

Terörizmi tırmandıran asıl şey halka baskı yapılması suretiyle teröristlere sempatizan

kazandırmaktır. Halk ile teröristi birbirine karıştırıldığında ülke iç savaşa sürüklenir

(Altuğ, 1995: 149-150). Ancak terör içerde ve dışarıda size karşı topyekûn açılan bir

savaştır (Bal, 2003: 312). Bu savaşın unsurlarından biriyle değil hepsiyle mücadele

etmek gerekir. Burada sadece kolluk gücüyle yürütülen terörle mücadele, elbetteki tam

anlamıyla başarıya ulaşmayacağına dikkat çekilmektedir (Özdağ, 2005: 105). Sert

tedbirler (silahlı mücadele) bunlardan sadece biridir. Ancak daha da önemlisi

terörizmle, iç etkenler kadar dış desteklerinin de üzerine gitmek gerekir. Belki de

bunlarla birlikte onunla fikir, sanat, ideoloji gibi alanlarda da mücadele etmek

gerekmektedir.

c) Bazı yazara göre (P. Wilkinson, Y. Alexander, Y. Altuğ gibi) demokratik

rejimler nitelikleri gereği, totaliter ve otoriter rejimlerden daha fazla terörizmden

etkilenir (Hazır, 2001: 44; Arıboğan, 2005: 154). Eğer terörizm başarıya ulaşmışsa bu

demokratik hükümetler ile etkisiz miadını doldurmuş ya da iki arada kalmış

diktatörlüklere karşı olmuştur (Laqueur, 2002: 137; Altuğ, 1995: 4). Terörizm

Page 84: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

75

demokrasilerde doğup yaşar (Altuğ, 1995: 14) teorilerine karşın E. S. Herman ve G.

O’Sullivan’ın da belirttiği gibi, gerçekte Doğu Blok’u ve köktenci devletlerin terörist

şiddete demokrasilerden çok daha fazla karşılaşmış olduklarını uzun uzun belgeleriyle

ortaya koymuşlardır (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 59). Öte yandan

Batının iletişim aracıyla yaptığı propagandanın en başında gelen demokrasileri güçten

düşürmeye yönelik çeşitli girişimler Sovyet desteklidir (Chomsky & Herman & Gerry &

George, 1999: 57) paradigmasının yerini, bugün İran ekseninde Suriye, Pakistan ve

daha da genelde köktenci İslam’dır anlayışı almıştır. Bütün bunların yanında

küreselleşen dünyada terörizm her yerde ve her ideolojide ortaya çıkabildiği gerçeği göz

ardı edilmektedir.

d) Güvenlik gerekçeleriyle insani özgürlükler rafa kaldırılmalıdır. İnsanları

güvenlik ve özgürlük ikilemine sokan bu anlayış totaliter bir anlayıştır. Terörizmin

amaçları içerisinde korku, kargaşa ve kaosu hâkim kılarak demokrasiyi rafa kaldırmak

bu çerçevede haklılıklarını ispat etmek yatmaktadır. Yani bu ikilemden sonraki amaç ile

terörizmin amaçları uyuşmaktadır.

11 Eylül saldırısından sonra uygulamaya giren “terörle mücadele” sürecinde,

küreselleşmenin totaliter eğilimleri daha bariz şekilde ve yavaş yavaş kendini

göstermeye başlamıştır. 11 Eylül 2001 sonrasında ABD’nin gizli servisine suikast

yetkisi verdiğini açıklamasından, yeni yargısız infazlar ve kayıplar döneminin açılacağı

anlaşılmaktadır. Son dönemde işkenceyi savunan görüşlerin cüretle ortaya atılışı ise,

belki de Hitler döneminden sonra işkencenin de yeniden yasallaştırılacağı bir sürece

kapı aralamaktadır (Özdek, 2002: 36). Nitekim İsrail Parlamentosunun, eleştirmenlerce

işkence olarak tanımlanan sorgulama taktiklerine izin veren bir yasa kabul etmesi

(Cumhuriyet Gazetesi, 13 Şubat 2002, “İşkence Yasallaştırıldı”), Afganistan işgalinden

sonra CIA’nın hemen hemen her ülkede işkence ve sorgulama evlerinin ortaya çıkması,

bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu bağlamda E. Göka, Terörle Mücadele Çağı olarak

nitelenen bu dönemin önündeki en önemli ikilemin özgürlük-güvenlik açmazı olduğu

söylemekte ve bu konuda yapılacak terörle mücadelenin sakıncalarına dikkat

çekmektedir (Göka: 2004: 204).

Önemli olanın kaos ortamında bile ülke ve vatandaş güvenliğinin sağlanmasıdır.

Yoksa karşılaşılan bu tür problemlerle her fırsatta demokrasi ve insan haklarının rafa

kaldırılması olmamalıdır. Kısaca özgürlüğü göz ardı etmeden güvenliği sağlayabilmeli

ve bu çerçevede terörle mücadele yöntem ve taktiklerini geliştirmelidir.

Page 85: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

76

e) Teröristle bilinçsizce ve çaresizlikten terör eylemlerine başvurmaktadır.

Kısmen gerçeklik payı bulunan bu düşüncenin yanlıları azımsanmayacak kadar çoktur.

İlber Ortaylı’dan nakleden Çitlioğluna göre “demek ki bir terör organının muvaffak

olması için mutlaka çarpıştığı adaletsizlik kadar adaletsiz olması gerekmektedir”

(Çitlioğlu, 2005: 33). Nasıl ki devletler başka alternatifleri olmadıklarına inandıkları

zaman savaşa girişiyorlarsa, teröristler içinde aynı durum söz konusudur. İddia ettikleri

üzere, amaç masum sivil öldürmek değildir. Bu iddiayı 11 Eylül sonrası daha çok ABD,

işgal ettiği yerler için kullanmaya başlamıştır. Her nedense ölenler çoğunlukla masum

siviller olmaktadır (Coady, 2005: 275).

Bir başka açıdan ise, teröristler bilinçsizce ve çaresizlikten ötürü terör

eylemlerine başvurmamaktadırlar. Terör eylemlerinde bulunanların çoğunluğun pek

rağbet etmediği, seçenekler arasında en etkili olan bu yolu seçtikleri belirtilmektedir. Bu

çerçevede saldırganlar “en etkili, en masrafsız ve en kısa yolla hedefe ulaşmaya

çalışırlar” diyen Cirhinlioğlu (2004: 185), bunu şöyle izah etmektedir; “bireyleri teröre

iten nedenler toplumsal siyasal, ekonomik, tarihsel olabileceği gibi, eğer aynı toplumda

yaşayan ve bu şartlara maruz olarak büyümüş bir birey, terör eylemlerini tercih ediyor,

diğer birey tercih etmiyorsa, bu durumda, terör eylemleri tercih etme bakımından

bireysel özelliklerinde payı olduğu ileri sürülebilir” (Cirhinlioğlu, 2004: 186)

demektedir.

Terörist davranışa ilişkin daha sempatik bir açıklama, bireylerin içinde

yaşadıkları dayanılmaz koşulların onlara seçenek bırakmadığı ve terörizme zorladıkları

gerekçesidir (Long, 2002: 417; Arıboğan, 2005: 26). Kimi zaman terör eşitsizlikten

beslenmekte, çaresizlik ve umutsuzluğu dindiren çığlık olmaktadır (Cirhinlioğlu, 2004:

114). Terör adaletsizliğe karşı bir cevaptır. Ne zaman büyük adaletsizlikler yapılır o

zaman terör ortaya çıkar. Dolayısıyla eğer adaletsizlik-eşitsizlik ortadan kaldırılırsa

terörizm büyük ölçüde kaybolur (Laqueur, 2002: 136). Zira eşit olmayan güçler

arasında savaş yürütmenin etkili yolu terör (Güzel, 2002: 19) olduğu bilinmektedir.

Terörizm son çare olarak kullanıldığı durumlar vardır, ancak, terörizm birçok

seçenekten sadece biri olarak tercih edilmiş davranıştır. Kimi zaman uluslar arası

saldırganlık bazı halkları zoraki terörizme itmiştir. Zaten terörist olarak

yaftalanmışlardır. Eğer bir insanın elinden her şeyini (özgürlüğünü, vatanını, can ve mal

güvenliğini gibi) alınırsa elbetteki artık onun normal bir insan gibi davranması

beklenemez. Karşımızdaki kadar adaletsiz ve merhametsiz olmadıkça bir sonuca

ulaşamayız anlayışı hâkimdir. Kısaca bu insan anlamlı bir şekilde yaşayamadığını

Page 86: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

77

anlayınca, anlamlı bir şekilde ölmek isteyecektir. Yaşarken anlamlı yaşayamadığından

dolayı ölümüne anlam katmak isteyecektir. Özellikle intihar komandolarını bu

çerçevede değerlendirebiliriz. Eğer birileri sizin insanca yaşamanızı engelliyorsa sizde

onun insanlığını alın tarzı düşünceleri bu çerçevede değerlendirebiliriz. Nitekim en

etkili gerekçe ve terörizmin yol açtığı yıkım ancak bu şekilde anlaşılabilir.

İçerisinde her ne kadar haklılık payı bulunsa bile durumun tamamen böyle

olmadığı da bilinmektedir. Esasen yukarıda izah edildiği üzere teröristler en etkili, en

masrafsız ve en kısa yolla hedefe ulaşmaya çalışırlar. Dolayısıyla terör eylemcisini

eyleme iten en önemli dürtü intikam hissidir (Cirhinlioğlu, 2004: 202). Bu çerçevede

her zorluk çeken, dayanılmaz koşullar altında ezilenler terörist olmamakta veya terörist

eylem tarzına başvurmadığı da bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda adaletsizliğe karşı

adaletsiz davranmakta başka adaletsizlikler doğuracağı unutulmamalıdır.

f) Normal insanların terör eylemlerinde bulunamayacağını söylenir. Diğer bir

şartlanma terör eylemcilerin ahlak kurallarını tanımadıklarını ve ahlaken zayıf

olduklarını dile getirilmesidir (Cirhinlioğlu, 2004: 208). Bu kanı genel olarak

çürütülmüş bir fikir olarak vardır (Candansayar, 2002: 376, 381-387; Long, 2002: 417).

O. Roy bu tür insanların çoğunun çelik gidi iradeye sahip olduklarını zikretmektedir

(Roy, 2003: 107). Nitekim terör örgütlerinin hiç değilse kendi ahlaki sistemleri ve inanç

bağları vardır. Kendi içlerinde tutarlıdırlar, çünkü bizim inandığımız değerler ile

onlarınki oldukça farklıdır.

Esasen, uygun ortamlarda her türlü insan vahşet uygulayıcısı olabilir (Göka,

2004: 209, 225; Arıboğan, 2005: 81). Aslında bireylerin terör eylemlerine girmeleri ya

da bunu tercih etmeleri, içinde bulundukları ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal

nedenler kadar psikolojik nedenler ile (Cirhinlioğlu, 2004: 209) ve yakın duygusal

ilişkilerden doğan grup kimliği ile (Göka, 2004: 208-219) ilişkilidir. Genelde

teröristlerin neden eylem yaptıkları ve nasıl şartlarda ortaya çıktığı anlamak, bir bakıma

onlara haklılık vermek demek olduğundan açmazlarla karşılaşmaktayız (Cirhinlioğlu,

2004: 209).

Bireyin terörist davranışının psikolojisini bireyin içinde yaşadığı çevreye

bağlayan kavramsal bakış açısı yani kimlik önemlidir. Kimlik, boşlukta gelişen kavram

değildir. Bireyin etnik, aile, kültür, toplum ve ülke bazındaki deneyimleri ile ilgilidir.

(Long, 2002: 422)* Terörist eylemin psikolojik patalojiden kaynaklanmadığını birçok

* Kimlik konusunda birçok çalışma bulunduğundan burada onun açıklamasına girilmeyecektir.

Page 87: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

78

yazar tarafından kabul edilmektedir. Örneğin, aynı çevrede yetişmiş iki kişi, birinin

ılımlı bir diğerinin terörist olmasını açıklayamaz. Terörist eylem en başta bir gurup

eylemidir. Birbirlerini tanımıyor olsalar dahi aynı amaç ve hedef doğrultusunda eylem

ortaya koyabilmektedirler. Çünkü bütün bunlar geniş gurup kimliği veya yakın akran

grupları olduğundan buraya aidiyet hissiyle hareket edilmektedir (Göka, 2004: 208-219;

Cirhinlioğlu, 2004: 227; Volkan, 2005).

g) Eylem sonucunun nereye gideceği ve nasıl sonuçlanacağının belirsiz oluşu.

Terörün sürmesi, fikir haklı olsa da davanın haksızlığa sürüklenmesine ve olayın

taraftar kaybetmesine yol açacaktır. Terör ne kadar uzun sürerse bir o kadar tepki alır ve

çözümlerin ortadan kalkmasına yol açar. Sonuçta savunulan dava önemini yitirir.

Nihayetinde birbirinden nefret eden uzlaşması oldukça zor iki kutup yaratır (Altuğ,

1995: 9). Terörizm yaşadığımız dünyada bir fonksiyonu icra etmektedir. Terörizm

insandan ve sistemden kopuk değil bizzat sistem içinden çıkmaktadır. Eylemin

sonucundan kim yararlanmakta, kimlerin amaçlarına hizmet etmekte, bu çerçevede

eylemin sonucu kimlerin işine gelmekte ve menfaat sağlamakta ise, terör eylemlerinin

arkasındaki güçler muhtemelen bu kişilerdir (Kaynak, 2003: 3; Mango 2005: 20).

Bütün bunlara rağmen kimi zaman eylemler ters de tepebilmektedir. Bir amaca

hizmet etsin diye yapılan eylem o kadar farklı mecralara kayar ki, zıt bir amaca da

hizmet edebilir. Yani insanları kışkırtmak için düşünülüp yapılmış bir eylem bazı

durumlarda insanları birleştirebilmektedir. Eylem amacına yönelik ters tepmiştir. Bu

çerçevede icra edilen hiçbir şiddet eylemi boşa gitmemektedir. Terörizmin sonuçlarının

veya şiddetinin nereye kayacağı belirsizdir. Hiç umulmadık sonuçlarda

doğurabilmektedir. Bir şiddet eyleminin içerisine çok farklı faktörler yer alabilmektedir

ki bundan dolayı eylemin sonucunun kestirilmesi bazen oldukça güç olmaktadır.

Örneğin 1978 de İtalya’yı iç karışıklık ve kaosa sürüklemek isteyenler, İtalyan

lideri Aldo Moro’yu kaçırıp öldürmeleri üzerine, İtalya’da iç dayanışma hiç olmadığı

kadar artırmıştır (Altuğ, 1995: 48). Sovyetlerle çarpışan Afgan mücahitlere,

Amerikalılar ulusal kurtuluş savaşı diyerek desteklerken bu silahın kendilerine

döneceklerini tahmin etmişler miydi acaba? Kuzey Osetya’da Beslan katliamı, Çeçen

davasının dünyada prestij kaybettireceğini bilselerdi bu eyleme girişirler miydi acaba?

Yine bu bağlamda şiddet şiddeti, terör de terörü ürettiğinden kısırdöngünün içine

girilir. Örneğin İspanyanın Bask bölgesinin bağımsızlığı için savaşan ETA örgütü ve bu

örgütün yaptığı her eylem karşılığında ETA’nın destekçilerini ya da sempatizanlarını

öldürmek üzere GAL adıyla başka bir terörist örgüt kurulmuştur. Bunlar ETA’nın her

Page 88: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

79

eylemine karşılık ETA sempatizanlarını öldürmeleriyle tanınmaktadırlar (Altuğ, 1995:

86).

Merak edilen bir diğer husus ise, terörist sayılan bir grup başarıya ulaştığı anda

veya barış görüşmeleri başladığı anda tekrar terörizme devam ederek bu süreci bozmak

istemesini üç nedene bağlayabiliriz. Bunlar, a) Birileri bu durumun devam etmesini

istemektedir. b) Barış sürecinde grup dağılabilir. O yüzden grubu muhafaza etmek ve

onun yaşamasını sağlamak için bu tür süreçlere girilmemeli (Long: 2002: 429) dir. c)

Terör hiç bir zaman kendi kendisinin amacı olmayıp, sadece bir araçtır (Cangızbay,

2003: 99). Ancak savaşı ya da terörü bir araç olarak görmekle başlayıp, kaçınılmaz bir

biçimde amaç olarak ele almakla bitirenlerin olduğundan söz etmek mümkündür

(Coady, 2005: 263). Artık amaç ve araç birbirine karışmıştır. Hatta bir süre sonra

terörizm sıradan bir iş, alışkanlık olarak devam edecektir.

Hangi nedenle olursa olsun şiddet ve zorbalığı bilfiil masum insanların

üzerinden herhangi bir siyasi amaç için yapıldığı zaman, bunu her kim yapıyorsa, kabul

edilemez bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu terörizmi insanlık suçu olmaktan

çıkarmamaktadır.

2.2.10. Terörizm Çalışmalarında İzlenecek Yol Noam Chomsky’e göre terörizmin çalışmalarında tutulacak başlıca iki yol

vardır. İlki, konuyu ciddiye alan gerçekçi, edebi ve doğru yaklaşımdır. Bu yaklaşım ile

terörizm olgusunu anlamaya ve neyin terörizm olduğunu belirlemeye çalışırız. Sonra

olaylar ve görüngüleri üzerinde yoğunlaşarak bu olguyu araştırır, nedenler, çareler

saptamaya çalışırız. Gerçekçi yaklaşım söz konusu olduğunda, terörizmi oluşturan

faktörleri belirlenerek işe başlanılır. Daha sonra ve eğer ciddiysek, bu konuda önemli

örnekler üzerinde yoğunlaşarak olayın koşullarını araştırır, nedenleri ve çözümleri

belirleriz. İkincisi ise, terörizmi belirli bir güç sisteminin çıkarları doğrultusunda

kullanıldığı veya herhangi bir iktidar sisteminin hizmetinde kullanılacak ve onu bir silah

olarak gören propagandacı yaklaşımdır. Burada ise terörizmin sorumlusunun resmen

belirlenmiş belli bir düşman olduğu savından yola çıkılır. Buna bağlı olarak terörist

edimleri tespit ederiz. Bu edimlerin, kabul edilebilir olsun ya da olmasın, istenen

kaynağa yüklenebildiği durumlarda terörist diye niteleriz, eğer bunu biz yapıyorsak

bunlar görmezden gelinmeli, örtbas edilmeli ya da misilleme, öz savunu diye

adlandırılmalıdır. Bu tarz yaklaşım genel olarak hükümetlerce, bir de totaliter

Page 89: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

80

devletlerdeki hükümet aygıtlarınca benimsenmesi pek şaşırtıcı değildir. Kısaca burada

şartlandırılma ve resmi ideolojinin dışına çıkamama durumu söz konusudur (Chomsky

& Herman & Gerry & George, 1999: 7).

Bu bağlamda Batı’da terörizm hakkındaki uzmanların görüşleri iki ana gurupta

toplanılabilir. Birinci gruptakilere göre (Henry Kissinger, Paul Wilkinson, Walter

Laquer, Yonah Alexander gibi), terörizm eylemleri temel olarak Batılı demokrasileri

hedef almaktadır. Bu da üçüncü dünya ülkelerinin Ortadoğu’da ve Sovyet temelli bir

terör ağından kaynaklanmaktadır. Esasen günümüzde Sovyetler yerini köktenci

İslamcılara bırakmış görünmektedir. Terörizmi batıya ve batılı demokrasileri yıkmaya

yönelik, ihtilalci veya köktendinci hareketler olarak algılarlar. Yabancı ve yerli birçok

terör uzmanı da bu görüştedir (Güzel, 2002: 13). Birinci gruptakiler çoğunlukla

aşağıdan gelen terörizmle ilgilenirler. Devlet terörünü ise sadece ikinci dünya

savaşındaki Nazi Almanyası için, karşıt ideolojideki Sovyet Rusyası için ve son olarak

ta Batı çıkarlarını tehdit eden her devleti, terörist devlet diye sınıflarken

kullanmaktadırlar. Ne ABD’nin, dünyanın hemen hemen her yerinde, ne İsrail’in

özellikle Ortadoğu’da, ne İngiltere’nin özellikle İrlanda’da, ne de genel olarak bir Batılı

devletin uyguladığı terörden söz edilmektedir. Bunların saldırıları her nedense meşru

misillemeler olarak görülmektedir (Güzel, 2002: 14; Chomsky & Herman & Gerry &

George, 1999: 28, 35, 43). Bu araştırmacılar terör olarak sadece kişilerin ve grupların

uyguladığı terörden bahsetmekte, devlete karşı yapılan terörü göz önüne almadığı için

eksik bir açıklama tarzı olarak kalmaktadır.

İkinci gruptakilere göre, terörün asıl olarak devletler tarafından uygulandığını,

terörizmde Batılı devletlerin, İsrail’in özellikle de ABD’nin sorumluluğunun çok fazla

olduğunu savunurlar. Bunlara göre (Noam Chomsky, Alexander George, Michael

McClintock, Robert Fisk, Richard Falk gibi) terörizm batılı şiddete verilen zorunlu

karşılık olarak görülmektedir (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 50). Bu

guruptakiler ise, kişilerin ya da grupların uyguladığı teröre değinmemekte yalnızca

devletlerin, ABD’nin ve İsrail’in ama özellikle de Batılı devletlerinin terör

eylemlerinden söz etmektedir (Güzel, 2002: 14-15). İlk grup için uluslar arası

terörizmin tırmanmasında en büyük etmen olarak gördüğü FKÖ, ikinci grubun

çözümlemelerinde İsrail’in devlet terörüne karşılık veren bir örgüt olarak yer alır

(Güzel, 2002: 14). Bu biçimi ile söz konusu her iki değerlendirme de tek yanlı

açıklamalar olduğundan dolayı eksik, fakat birbirini tamamlayıcı niteliktedir.

Page 90: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

81

2.2.11. Aşırı Genelleme, Aşırı İndirgeme ve Terörist Tipolojisi Bağımsız araştırmacıların tespitleri ve elde ettikleri verilerin çarpıtılması veya

yanlış kullanılması büyük hatalara yol açacağı kesindir. Bu çerçevede aşırı

genelleştirme veya aşırı indirgemeci tutumlar daha büyük risk taşırlar. Örneğin, 12

Eylül 1980 yönetimin kendi uygulamalarını meşrulaştırmak amacıyla, teröristlerin ruh

hastaları olduğu iddia edilen çalışmalar yaptırılmıştır (Candansayar, 2002: 376, 378).

İndirgemecilik gibi genellemelerde çok vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu günlerde

Amerikalılar için neredeyse her Arap’ın potansiyel terörist, Filistin’de taş atan her

çocuk İsrail tarafından terörist olarak görülmesi gibi.

İndirgemeci ve genellemeci yaklaşımın tipik iki örneği, yani terörizme bahane

olarak gösterilen ekonomik nedenler ve teröristlerin ruh hastaları oluşlarıdır. Bu

çerçevede Ermeni terörünün ekonomiyle ilgisinin olmadığı açıktır. Terörist

tipolojilerinin hepsini ruh hastalısı olarak görmek ve teröristleri ahlaki değerleri zayıf,

deli, psikopat, cani diye nitelemek, duygusal olarak rahatlatıcı, olayı anlamaktan uzak,

basit açıklamadır. Nitekim bugün bu savların çoğu çürütülmüştür (Long, 2002: 415-

416; Candansayar, 2002: 381; Göka, 2004: 206). Bu çerçevede birinin ruh hastası

diğerinin kahramanı ise bu bir hastalık değildir. Zira öz değeri düşük, işe yaramaz,

beceriksiz birinin saldırgan davranış göstermesi beklenemez. Bu görüşler politik-

ideolojik amaçla üretildiğinde daha bir tutarsızdır (Candansayar, 2002: 391).

Bununla beraber terörist davranışı anti sosyal, psikopat ya da şeytanın temsilcisi

olarak açıklamak bireysel psikoloji üzerinde odaklanır ve politik, ekonomik sosyal

çevreyi tamamen göz ardı eder. Bununla beraber terörizmi çevresel belirleyiciliğe

dayandırarak açıklamakta bireysel psikolojiyi göz ardı eder. Tek faktör açıklamalar bu

gün terk edildiğine göre bu yaklaşımlar propagandist söylemler olmaktan öteye

gidememektedir (Long, 2002: 417). Bu çerçevede terörist diye nitelenen kişi, nadiren

ruhsal hastası, sosyopat veya psikopattır. Kişisel kimlik sorunları fazlada olsa (Volkan,

1999: 187) bir çoğu genellikle stratejik planlama yeteneğine sahip, normal bir

yaşantıları olan, batılı eğitim sisteminden geçmiş iyi eğitimli ve zeki insanlar

(Huntington, 2001: 329-331; Yılmaz, 2004: 249) olmaları, onları teröre iten nedenler

üzerinde daha iyi düşünmemizi sağlamalıdır.

Bu çerçevede teröristlerin hepsinin ruhsal bozukluk içinde oldukları yanlış ve

yanlı propagandadır (Demirel, 2002: 27; Demirer, 2001b: 58; Çınar, 1997: 249).

Örneğin IRA üzerinde yapılan bir araştırmada mensuplarının hiç birinin ruhsal

Page 91: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

82

bozukluğa rastlanmamış olup aksine kendilerine aşırı güven duymaktadırlar (Demirel,

2002: 27; Çınar, 1997: 259; Yılmaz, 2004: 261). Yine O. Roy’un belirttiği üzere

Ortadoğu’daki intihar eylemcileri veya bu eyleme gönüllü olan kişilerin çelik gibi

iradelerinden bahsetmiştir (Roy, 2003: 107). İşte bütün bunların aksine birçoğunun ruh

sağlığı yerinde ve anında karar verme yetilerine sahiptirler. Teröristler nadiren çılgındır,

elbette ki eylemlerinde istikrarsız insanları kullanmış olabilirler (Altuğ, 1995: 151).

Teröristler arasında idealistler, suçlular, psikopatlar bulunabilir. Ancak onların tamamı

bu şekildedir demek uygun değildir. Farklarına rağmen ortak noktaları, hemen hemen

hepsi kitleler adına dünyayı daha iyi bir yer yapmak için şiddetin esas olduğunu

savunan siyaset filozoflarının etkisindedirler. Önce tahrip etmek sonra kurmak

sevdasındadırlar. Bu çerçevede onların akıllı olmaları olayı daha da korkunç yapar

(Altuğ, 1995: 88; Çitlioğlu, 2005: 231; Yılmaz, 2004: 361).

Hemen hemen bütün teröristlerin ve eylemlerinin ortak yönü onların yaratıcı-

yıkıcı zekâlarının olmasıdır Bize, yapılamaz ve imkânsız gibi gelen şey bir teröristin

yaşam amacıdır. Bir kere onun eşyaya bakma şekli farklıdır, başkadır. Her şeye hedef

olarak baktıkları gibi, hedefe de zaaf arayan gözlerle bakarlar (Bal, 2003: 265-267;

Volkan, 1999: 188). Crenshaw’dan aktaran Cirhinlioğluna göre, terörist eylemlerin

irrasyonel olmayacağını çünkü yapılan araştırmalar, terör eylemcilerinin aslında eylem

olanaklarını tükettikten sonra teröre başvurdukları değil, birçok olasılık arasından terörü

seçtikleri görülmektedir (Cirhinlioğlu, 2004: 194, 200; Çınar, 1997: 249). Şu halde bir

düzeyde terörizm, mantıklı seçim sonucudur (Long, 2002: 427). Bu çerçevede terörist

insan dışı bir varlık değildir. Bizatihi tarihin, inançların birleşiminden süzülen, rafine

olmuş bir kimliktir (Bal, 2003: 26). Terörist eylemlerinin bize her defasında şok edici ve

şaşırtıcı gelmesinin sebebi biz kendi mantığımız bilgi birikimimizle olayları

değerlendirmeye çalışmaktayız, oysa bizim aklımızdan geçmeyen şeyi yaptıklarından

dolayı şok ve dehşete düşeriz.

Terörist, hem askeri eğitim almış hem teknolojik hem de ideolojik eğitim almış

kimsedir. Terör eylemleri kimilerinin iddia ettiği gibi bilinçsizce, akılsızca yaptıkları

eylemler değillerdir. Tam aksine çoğunlukla bir davaya gönül vermiş hatta bu dava için

can almaya ve can vermeye hazır kimselerdir (Cirhinlioğlu, 2004: 30). Bireyin terörist

olma süreci yakın çevresiyle, çevreden kaynaklanan sorunlar, ülke sorunlarının bireyi

etkilemesi, aile ve eğitimin olumsuzluğu, bireye ilişkin sorunlar, dış faktörler gibi

nedenler sıralanıp uzatılabilinir (Bal, 2003: 281-282). Ancak belirgin bir neden yoktur,

her olay, her eylem, her grup kendine has ve özel olmasından dolayı bir grubu harekete

Page 92: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

83

geçiren neden diğer grubun umurunda olmaz, bu yüzden belirgin bir neden yoktur,

ancak hepsini göz önünde bulundurduğumuz zaman birçok neden ortaya çıkmaktadır.

Teröristlerin kişiliği daha henüz sistematik bir şekilde araştırılmamıştır. Bundan

dolayı terörist kişilik üzerine belirli bir tipoloji çıkarılmış değildir. Kısaca iyi eğitim

alandan eğitimsize, normal birinden anormal birine, işi gücü olan zenginden işsiz

güçsüz fakire, çocuk yaştakinden tutun yaşlıya kadar herkes bu guruba girebilmektedir.

Kısaca bugünün teröristinin belli klişe olmuş (yaş, meslek, cinsiyet, medeni durum, din

gibi) bir tipi yoktur (Göka, 2004: 205-206; Cirhinlioğlu, 2004: 194, 256-257;

Çitlioğlu,2005: 227-244). Bütün bunların yanında dikkat edilmesi gereken önemli nokta

şudur: “İnsan bir gecede terörist olmaz” (Laqueur, 2002: 124-125; Arıboğan, 2005: 87;

Çitlioğlu, 2005: 230). İnsan bir günde terörist olmadığı gibi terörist olarak da doğmaz,

bu uzun bir süreç gerektirir.

2.2.12. Terörizmin Olası Nedenleri ve İleri Sürülen Gerekçeler Uygun koşullar gerçekleştiğinde her insan bir vahşet uygulayıcısı haline gelebilir

(Göka, 2004: 225). Bu çerçevede belirli koşullar, saldırganlığı azaltabilir veya

çoğaltabilir (Ankay, 2002: 93). Bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden

ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimi olan kişilik; çevre (M. Mead, Bandura,

Berkovitz, Watson, Skinner, E. Fromm, B.Russel) ve kalıtımın (Freud, Lorenz)

ürünüdür (Atkinson & Smith & Bem & Hqeksema, 2002: 422-486; bkz: İsen & Batmaz,

2006), ancak kişide var olan saldırganlık dürtüsü daha çok sosyal çevre ve grupta ortaya

çıkar (Ankay, 2002: 2, 91; Cüceloğlu, 1999: 430-432). Kimlik ve kişilik bir

madalyonun iki yüzü gibidirler. Bir birey, kendisini algıladığı zaman, bunun adı

kimliktir. Bir başka kişi, bu kimliğin dışa yansıyan ifadelerini gözlemlediği zaman

bunun adı kişiliktir (Volkan, 2005: 264). Bu çerçevede saldırganlık dürtüsü evrensel bir

olay değildir. Belirli koşullar altında azaltılabilir ya da çoğalabilir (Ankay, 2002: 93;

Göka, 2004: 209).

Terörün birçok nedeni olabilmektedir. Bir toplumda ekonomik sıkıntılar

terörizmi tetikleyen ana unsur olurken bir başka toplumda ise etnik köken terörü

tetikleyen başat faktör olabilmektedir. Unutulmaması gereken terörün tek bir nedeni

olmadığı ve tek bir sebebe dayanarak açıklamanın olguyu anlamaktan uzak olduğudur.

Bu yüzden sosyal olaylar tek nedene indirgenerek açıklanma durumu çoktan

terkedilmiştir.

Page 93: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

84

Örneğin, terörün kaynağını ekonomik nedenlere indirgendiğinde ve sadece

ekonomi temelinde bir çözüm üretilmeye çalışıldığında, ekonomik koşullar iyileştiğinde

dahi terör devam edebilecek ya da terörü üretenler, sorunlarının yeteri kadar

anlaşılmamış olduğuna inanarak kendilerini aşağılanmış hissedecekler ve belki de terör

artarak devam edecektir (Cirhinlioğlu, 2004: 75).

Bu çerçevede birçok yazar kendine göre terörizmin nedenleri üzerinde

durmuştur. Keleş ve Ünsal’a göre (2005: 97-101), Türkiye’de teröre yol açan bazı

etkenler şunlardır. a) Dış Etkenler. b) İç etkenler. c) Toplum yapısı ve şiddet. d)

Bütüncül bir yaklaşım gereğidir. Toplumsal yabancılaşma ve şiddet arasında sıkı bir

ilişki olduğunu söyleyen Ergil, şiddet yanlılarının psikolojisini incelemeye ağırlık

vermiştir (Ergil,1980: 53-167).

Terör aslında ekonomik nedenlerden ziyade siyasi nedenlerden hatta daha da

fazlaca tarihsel nedenlerden beslenmektedir (Cirhinlioğlu, 2004: 88). Terör konusunda

yapılan derinlemesine araştırmaların hemen birçoğu terörün dış ilişkileri, tarihçesi,

materyaller ile nasıl uygulandığına dairdir. Oysa yapılması gereken en önemli

çalışmalardan biride terörün uygulayıcısı olan insan süjesi, onun ortaya çıktığı

toplumsal yapıdır. Buna rağmen terörün nedenleri salt, kültürel, tarihsel, ekonomik,

siyasaldır da denemez (Bal, 2003: 270; Candansayar, 2002: 381). Terör ideolojisi

yalnızca bir tane değildir. O birçok etmenden beslenir. Terörist eylemin teröristlerin

sayısı kadar çok nedeni olabilir (Long, 2002: 415). Terör salt dışarıdan veya salt

içeriden kaynaklanan bir sorun değildir. Terörün iç ve dış dinamikleri vardır. Bunun

yanı sıra ortam hazırlayıcı nedenler ile ortaya çıkarıcı sebepleri bulunmaktadır (Ankay,

2002: 34-44; Bal, 2003: 46; Kaynak, 2003: 12-13). Yani belirleyici nedenler (toplumun

yapısal ve kültürel değerler ile ilgilidir) ve tali nedenler dediğimiz etkileyici nedenleri

(dış destek, provakasyon, tahrik gibi) birbirinden ayırmak gerekir (Ankay, 2002: 92).

Dünya çapında 49 toplum üzerinde yürütülen bir araştırmada, sosyal şiddet veya

anti-sosyal davranışın ortak tablosu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bunlar; Ferdi gelir

eşitsizliği, siyasi şiddet, bolluk, sosyal hareketlilik, sosyo-kültürel heterojenlik, sosyal

değişme oranı, nüfus büyüklüğü gibi yedi belirleyici, temel unsur olarak kabul

edilmiştir (Türkdoğan, 1996: 346). Ayhan Songar’dan aktaran Orhan Türkdoğan’a

(1996: 412) göre terörizmin sebepleri şunlardır; Ekonomik güçsüzlük ve eşitsizlikler;

Eğitim noksanlığı; Çevrenin kötü tesiri; Hükümetteki zaaf ve iktidar yetersizliği; Aile

ve okuldaki otorite eksikliği; Dış tesirler. Bölügiray’ göre (1996; 212, 206-207) ise

terörün nedenlerini eğitim, kültürel sorunlar, sağlık sorunları, medya sorunları, yerel

Page 94: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

85

yönetimler sorunu gibi bir takım nedenler sıraladıktan sonra terörün aslı nedeninin;

çözümsüz kalan sorunların teröre uygun bir ortam yarattığı söylemektedir. Yani

ülkemizde yaşanan ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal sorunlar, terör eylemlerinin

tek başına nedeni olmazsa bile bunlar birleşince ve çözülmeyince uygun zemin olur.

Çınar (1997: 247-260) ve Şehirli’ye (2002: 98) göre terörizmin nedenlerini, ülke

içi ve ülkeler arası çıkar çatışmaları, uluslar arası dengelerde değişiklik ve hızlı

toplumsal değişim, güvenlik önlemlerindeki boşluklar, milli şuurdaki zayıflama, yasal

boşluklar ve otorite boşluğu, eğitim öğretim, ekonomik ve psikolojik nedenleri

sıraladıktan sonra bunların tek tek terörizmi ortaya çıkarmadıklarını söylemektedirler.

Örneğin, ekonomik sebepler, terörün sebebi değil, terörün devam etmesini sağlayan

sebeplerdir yani onun tetikleyicilerindendir. Bu meyanda psikolojik durum dediğimiz

sebepler de terörizmi doğurmaz, sadece bu kişiler daha kolay terör örgütlerine

kayabilirler.

Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Dünyada failleri tarafından meşru

sayılmayan terör hadisesi hemen hemen bulunmamaktadır (Akyol, 2000: 174). Bu yolla

terörist, davranışının meşrululuğu duygusunu, amacın yöntemi meşru kıldığı inancından

alır (Altuğ, 1995: 46; Arendt, 1997: 57; Moses, 2005: 24; Candansayar, 2002: 411-424).

Yoksa yaptığı işin baskısına başka bir şekilde katlanması imkânsızlaşır. Bu yüzden

tedhişçinin (teröristin) kendisinin kahraman ve fedakar olarak tarif etmesi doğaldır (Bal,

2003: 281-282).

Terörizme yukarda sayılan nedenlerin yanında aşağıda sayacağımız nedenler de

etkilidir.

a) Otorite boşluğundan kaynaklanan sorunlar. Kimi zaman devletin zayıf

olduğu ve koruyamadığı yerlerde bölge insanı terörist ve korucu ikilemine sokulmasının

sonucunda daha bir güvensiz olan halk, sonraları değer değişmesi yaşayacak ve bir süre

sonra ise güçlü olanın yanında yer alma gibi riyakâr tavır içine girmesi kaçınılmaz

olacaktır. Örneğin Tansu Çiller döneminde Doğudaki bütün Kürtler ya devletin (korucu

vs) ya da terörün (PKK) yanında yer almak zorunda bırakılması bu duruma örnektir.

Böylece bölge insanı sıradan halk olma özelliklerini kaybetmiş oldu (Kaynak, 2003:

137). Oysaki vatandaş devletini hem yanında hem de güçlü görmek ister. Yukarıdaki

durum ise vatandaşı hiç olmaması gereken duruma yani tercih noktasına, bu çerçevede

ise taraf seçme zorunluluğuna itmenin, vatandaşın devlete güven zaafı oluşturmakta,

devleti ise geri dönülemez yanlışların içine sokabilmektedir.

Page 95: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

86

b) Terörle Mücadele. Hastalığı teşhis etmeden tedaviye girişmek gibi terörle

mücadele ederken terörü daha da pekiştirme, artırma. Terörle mücadele sadece polisiye

ve askeri bir olay değil, sosyolojik, ekonomik, kültürel, psikolojik, politik ve tarihi bir

bakış açısı ile ele alınmak ve incelenmek zorunda olan sosyal bir olaydır (Özcan, 1997:

7). Terörle mücadele salt kolluk kuvvetlerinin yürütmesi, sosyal, hukuk, siyasal ve

benzeri alanlarda birçok hata yapılacağının göstergesidir. Çünkü silahlı mücadele,

terörle mücadelenin birçok ayağından sadece birini yerine getirmektedir. Kısaca Terörle

Mücadele, Ağustos 2005’te Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün de belirttiği üzere

“toplumun her kesiminin bil fiil katılacağı topyekûn bir mücadele olması gerektiği”ni

özellikle vurgulamıştır.

Bu çerçevede ele alınacak diğer konu ise fişleme-mimleme hastalığıdır. Ülke

vatandaşlarını sürekli şucu-bucu (laik-antilaik, sünni-alevi, kürt-türk, vatansever-vatan

haini) gibi kategorilere ayırarak, özellikle muhafazakâr kesim üzerinde aşağılayıcı bir

şekilde şeriatçı, dinci, mürteci, yobaz, tarikatçı, nurcu, cemaatçi ve benzeri yaftalamalar

ile inanan insan rencide edilmekte, buna rağmen diğer kategorilere kıyasla bu kesimler

şiddete neredeyse hiç bulaşmamışlardır. Ancak bilinmelidir ki bu tür yaftalarla kendi

vatandaşına üçüncü sınıf muamele etmenin devlete olan güveni sarsacağı kanaatindeyiz.

Bu tür damgalar, insanları zihinsel ve fiziksel olarak kamplara bölmekte bu da

kaçınılmaz olarak kişi ve grupların birbirlerine karşı şüphe ve güvensizlik duymasına en

nihayetinde de toplumda kargaşa, kaos ve şiddetin ortaya çıkmasına yol açmış olacaktır.

c) Baskı politikaları, vurdumduymazlık ve ayrımcılık veya ülkenin belli bir

kesimine uygulanan etnik, dinsel, ideolojik veya ekonomik baskı. Ülkenin belli

kesimlerine karşı kayıtsızlık ve onların sorunlarını görmezlikten gelme. Bu maddenin en

önemli bölümünü ülkenin halkı ile teröristi ayıramayan güvenlik güçlerinin yarattığı

zorbalıktır. Bu baskı bir ülkenin iç işlerinde olduğu gibi başka ülkenin diğer ülkelere

karşı da yapabilmektedir. Bu anlamda terörle mücadele adı altında yapılan kanunsuzluk

ve hukuksuzluk dikkat çekmektedir. Bu maddenin bir diğer önemli konusu ise

özelliklede halkı Müslüman olan ülkelerde yaygın olarak uygulanmaktadır. Bu tür

ülkelerde iç politika azınlıkların isteklerine göre yönlendirilmekte ve halkın

çoğunluğunun istekleri, değerleri ve ihtiyaçları bir avuç azınlık uğruna göz ardı

edilmektedir. Bütün bunlar terörün sebebi olmazsa bile artmasına ya da zemin

hazırlamasına neden olmaktadır.

d) Toplumsal Sorunlar. Hızla değişen ve gelişen çalkantılı dünyada kimlik

sorunu, sosyal değişme, dini ve toplumsal değerlerde dönüşüm, toplumda kargaşa

Page 96: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

87

yaratmakta ve hızla artan tüketim toplumuna doğru gidişatın verdiği değersizlik ve

metalaşma karşısında bocalayan insan ve toplum. Hızlı sosyo-kültürel ve teknolojik

değişmelerle oluşan huzursuzluk ve kimlik karmaşası karşısında belirsizlik yaşayan

insanın tepkisi. Yine çağın gerektirdiği ekonomik, sosyal ve siyasal reformları

yapamayan hükümet ve devlet, teb’asına karşı bir süre sonra kayıtsız kalacaktır. Bu

durum ise huzursuzluğu artıracak nedenlerden biridir.

16 / 11 / 2001 tarihinde BM Genel Kurulu toplantısında taraflar, 11 Eylül

saldırısını tartışmış, çoğunlukla terörizmi yaratan ve çoğaltan koşullar olarak, bir

kenara itilme ve yoksulluk koşullarının ortadan kaldırılmadan yok edilemeyeceği

vurgulanmış ve yabancı işgallere karşı kendini savunma ve kendi geleceğini belirleme

hakkından doğan meşru haklar ile terör eylemleri arasında bir ayrım yapılması

istenmiştir (Cirhinlioğlu, 2004: 48). Nitekim soğuk savaşın bitimini izleyen birkaç yılda

içerisinde eşitsizliğe ve yoksulluğa bağlı hastalıklardan ölen kişi 200 milyondur. Bu

rakam şiddet sonucu ölenlerden çok fazladır (Cirhinlioğlu, 2004: 63). Bu noktada

dikkati çeken bir diğer nokta açlıktan, susuzluk ve hastalıktan neredeyse her yıl

onbinlerce insan ölmesine karşın yeterince tedbir ve önlem alınmamakta, ancak bir terör

saldırısında altıbin kişinin ölmesi (11 Eylül) dünyayı şekillendirmeye ve bununla ilgili

tedbirler almaya itmektedir. Elbette ki bu başka şüphe ve soruları da berberinde

getirmektedir.

Bu çerçevede görüldüğü üzere terörün çok farklı sebepleri vardır. Bu sebepler

terör eylemlerinin gerçekleştiği yerlere, amaca ve zamana göre değişebilir. Eğitim ve

Öğretim noksanlığı, Ekonomik, Sosyal, Kültürel, Siyasi, Dini, Etnik, Psikolojik

sebeplerden biri veya birkaçı olabilmektedir. Ancak herhangi bir yerdeki terörün sebebi

başka bir yerde var olan terörün beslendiği kaynaklar ile aynı olmayabilir. Terörizm

tanımlanmasında olduğu gibi sebepleri hakkında da görüş birliği yoktur. Bunun en

önemli sebeplerinden biri her toplumun şiddet ve terör anlayışlarının farklı olmasının

yanı sıra, o toplumun tarihsel koşulları şiddet anlayışını da belirlemektedir.

Page 97: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

88

2.2.13. Terör Eylemlerine Başvuranların Gerekçeleri ve Örgütsel Bağ Terörizmi ayrım gözetmeden yapılan sistemli şiddet olarak tanımlarsak, sivil

hedeflere ve masum insanlara saldırmalarını şu şekilde açıklayabiliriz. Öncelikle

terörist eylemler, birçok kimsenin onlara dikkat kesilmelerini istemektedirler.

Şu halde terör eylemlerinin temel amaçları, halkın gözünde siyasal iktidarı

yıpratmak ve giderek, devletin manevi otoritesini zayıflamasını sağlamaktır. Bu

çerçevede toplumu yanlışı-doğruyu ayırt etmesini engellemek amacı da vardır (Keleş &

Ünsal, 2005: 96).

Eşitlik, özgürlük, adalet, daha iyi bir dünya için, ezilmişlik ve fakirlikten

sorumlu olanları cezalandırma, tatmin edici olmayan sisteme karşı çıkma, ütopik

ideolojiler ve idealler uğruna, çaresizlik, bunalım ve karışıklık yaratma, sisteme bireysel

veya toplu tepki, siyasi, ideolojik, etnik, dini amaçlar uğruna, devlet terörü bağlamında

çıkarların kullanılması gibi daha onlarca neden sayılabilir (Güzel, 2002: 17-18). Terör

eylemine başvurmanın gerekçesi, durumu anlamaya, terör eylemlerinin ortadan

kalkması için gösterilecek çabalara yardımcı olabilir olmasına ama gerekçesi ne olursa

olsun ister öç alma, cezalandırma, intikam, ister yapılan bir haksızlığa dikkati çekme,

terör eylemlerinin sonuçları aynıdır: “Korkutma, yıldırma, öldürme. İnsan yaşamını

tehdit etme veya yok etme. İnsan haklarını ihlal” (Güzel, 2002: 14). Terör olayları,

temellerindeki inançlar ideolojiler meşru olsa bile kullandıkları taktikler bakımından

namertçedir, hele bu saldırılarda hedef masum sivillerse, menfurdur (Altuğ, 1995: 44).

Toplum üzerinde korku, endişe, kargaşa ve kaos yaratmak suretiyle devletin

kurumlarını felce uğratıp işleyemez duruma getirmek. Saldırılarımızdan kimse muaf

değildir, herkes hedef olabilir anlayışını hakim kılarak toplumda infial yaratmak. Bu

eylemler ile hiç kimsenin güvende olmadığını ve herkesin hedef olabileceğini

göstermektedir. Güvensiz, huzursuz ve kargaşa haline getirilmiş bir ortam sağlamak

suretiyle fertlerin ve devletin direncini kırılması ve böylelikle o toplumu istenilen şeyi

yapma kıvamına getirilmesi amaçlanır. Eylemin gücü genellikle toplumun tümünde

yarattığı gerginlik ve korkuya göre ölçülür. Teröristler ölenlerin sayısıyla ilgilenmezler

onlar toplum üzerinde yarattığı etkiyle ilgilenirler. Bu çerçevede toplumda dokunulmaz

olarak bilinen yer ve kişilere (İkiz kuleler, Pentagon, Danıştay gibi) yapılan eylemler ile

düşündüğünüz kadar güçlü değilsiniz gibi mesajlar verilmektedir (Candansayar, 2002:

396-397). Bu yönüyle terör en ucuz ve en güzel reklâm biçimidir. Enformasyon

Page 98: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

89

araçlarıyla eylemlerinin yarattığı etki her yere yayılacağını bildiklerinden en iyi dikkat

çekme yöntemi olarak bu tarzı kullanırlar.

Terörizm eylemlerinin etkisi, ölenlerin çokluğuyla değil kalanlar üzerinde

yarattığı etkisi ile ölçülür. Birçok kişiyi öldürmelerine rağmen teorik olarak amaçları

kitle katliamı değildir. Daha çok kitlelerin kendilerini seyretmesini, dinlemesini ve

eylemlerinden etkilenmelerini isterler. Dolayısıyla terörizmdeki şiddet rastgele ve

akılsızca değil, bilinçli ve belirli amaçlara yönelik planlı, hesaplı bir şiddettir (Çeşme,

2005: 48). Bu eylemler ile toplumda infial yaratırken bu arada eylemlerine meşruiyet

kazandırmaya da çalışmaktadırlar. Bu çerçevede birey yapacağı eylemi haklılık içinde

ve belli meşruiyet kazandırarak yapmaktadır. İnsanlığa hizmet, Tanrıya hizmet, yüce

idealler uğruna savaşmak, özgürlük ve bağımsızlık adına savaşmak, vatanını işgalden

kurtarmak, yaşamına anlam katmak, kişisel, toplumsal ve ekonomik çıkarlar olabildiği

gibi (Bal, 2003: 278-280) ortada bir nedene gerek duymayanlar bile olabilir.

İnsanlık tarihinin belli periyotlarda savaş geçirdiğini, ancak zamanımızda bunun

yerine daha tehlikeli ve kronikleşmiş bir hastalık olan terör ve anarşinin geçtiğini

belirten Ayhan Songar, anarşinin teorik temelleri ile örnekler vermiştir. Terör ve

anarşinin iki amacı vardır. Birincisi, cinayet korku ve sabotajlarla toplumun edilgen hale

sokmak ikincisi ise, dil, inanç, ahlak aile ile ilgili kavramları da kargaşalık yaratarak

neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kuşku uyandırma sundukları reçeteyi

itirazsız kabul etmek (Ayhan Songar’dan nakleden A. Ankay, 2002: 23).

Bu çerçevede teröristin içinde barındığı ve genel kabul gördüğü sosyal grup da

önem kazanmaktadır. Bu bakış açısıyla sosyal durum ikiye ayrılır. Bunlar birliktelik

durumları ve grup durumlarıdır. Bir birliktelik durumunda yer alan kişilerin istikrarlı

statü ve rol ilişkileri yoktur, dolayısıyla da birbirlerine karşı yerleşmiş beklentileri

yoktur. Grup ise, birbirleriyle (az çok) belirli statü ve rol ilişkileri içinde bulunan

kişilerden oluşan ve en azından grubu ilgilendiren önemli meselelerde üyelerin

davranışlarını düzenleyen kendine ait bir dizi değer ve normu olan sosyal bir birimdir

(Şerif & Şerif, 1996: 143-144). Grup, sosyal yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.

Toplum içinde yaşayan her kişi, en küçük grup olan aile biriminden başlayarak, değişik

sosyal, ekonomik, dinsel ve mesleksel gruplara üyedir (Cüceloğlu, 1999: 532). Bu

çerçevede norm, bir sosyal birimin üyeleri için kabul edilebilir ve edilemez olan tutum

ve davranışlarının yayılımını tarif eden bir değerler ölçeğidir (Arkonaç, 1998: 461).

Grup normlarının üyelerin, tutumları, fikir ve davranışları üzerinde derin ve kalıcı etkisi

Page 99: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

90

vardır (Arkonaç, 1998: 468). Bu çerçevede grup normları sosyal normlardan daha

baskındır (Cüceloğlu, 1999: 546-550).

E. Göka’ya (2003) göre insanlar genellikle kişisel benzerlik ilkesine göre yani

yakın-duygusal bağlar içeren gruplara girdikleri belirtmektedir. Vamık D. Volkan

(2005) ise bireylerin yaptıkları eylemlerde veya davranış tarzlarında birebir gruba

girmese dahi kendilerini o gruptan görebilme imkânı veren ve adına geniş grup dediği

durumda ise fertler kendilerini bu geniş grubun parçası olarak görür, birbirlerinden

kopuk olsa dahi aynı amaca hizmet eden eylemler icra edebilirler. Volkan, kriz ve terör

dönemlerinde ferdi veya toplumsal, bağımlı bağımsız eylemleri geniş grubu ait hissetme

dürtüsü ve liderin rolü üzerinde durmaktadır. 11 Eylül saldırılarını yapanlar bilfiil üye

değilse bile kesinlikle geniş gurupla bağ kurmuşlardır. Bu konuda Eric Hoffer,

“Stalin’in gizli polisi önünde korkan ve dalkavuklaşan bu aynı kişiler, Stalin tarafından

affedildikten sonra, Nazi orduları karşısında eşsiz kahramanlıklar gösterdiler. Tezat

teşkil eden bu davranışların nedeni, Stalin polisinin Alman ordularından daha zalim

oluşu değil, Stalin’in polisi karşısında kendilerini sıradan bir Rus vatandaşı olarak gören

bu kişilerin Almanlar karşısında kendilerini şanlı bir geçmişe ve şanlı bir geleceğe sahip

büyük bir ırkın üyesi olarak gördüler” (Hoffer, 1998: 78).

Terör örgütlerinde, son derece kuralcı ve katı bir hiyerarşik yapılanma vardır.

Liderin mutlak egemenliği ve her türlü yetkiyi tanır ve yetki kullanımın sorgulanması,

öz eleştirel düzen içinde dahi mümkün değildir (Çitlioğlu, 2005: 306). Kısaca belirli bir

süre sonra kişi var olduğu tüm bağlardan kendini arındırıp grup kimliğiyle

bütünleşmektedir. Bu çerçevede örgüt, teröristi ödül ve ceza temelinde koşullandırmış

ve şartlamıştır. Bu anlayışta masum insan yoktur. Bu tür bir yaşama elbette ki siyah ve

beyaz hâkimdir. Örgüt, unsurlarında grup psikolojisini kökleştirir. Yaşamının her

alanında örgüt vardır, grup üye üzerinde etkili ve söz sahibidir, bundan dolayı kişi

tamamen gruba aittir. Böylelikle kişi örgütle birleşir, onun potasında erir. Terörist

ideoloji ve inançlarının yanında, terörist örgüt ve etkinliklerin ayakta durmalarında

önemli rol oynayan bir diğer etken sadakat ve boyun eğmektir (Wilkinson, 2002b: 185;

Long: 2002: 423-424; Arıboğan, 2005: 90; Volkan, 1999: 189).

Bu anlamda Sartre’nin deyimiyle bağlı oldukları gruplar tek gerçek kardeşlik

birliği haline gelmektedir (Wilkinson, 2002b: 171). Bir insanı savaşmaya ve ölmeye

hazır duruma getirme tekniği, o insanın kişiliğini bedeninden ayırmaktan ibarettir, yani

kendi gerçek kişiliğine sahip olması önlenecektir. Bu çerçevede uygulanan kod adı

geçmişi bir nevi inkar anlamındadır. Bireyin kendine özgü kimliği silip gurup kimliği

Page 100: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

91

ön plana çıkarsa kendini dava uğruna şehit eder. O artık kendini toplulukta yok etmiştir,

topluluğun devamı onun var olma modudur (Hoffer, 1998:74; Long, 2002: 429). “Bir

kişi, işkence veya yok edilme durumuna düştüğü zaman kişisel gücüne güvenmesi

imkânsızdır. Onun tek güç kaynağı kendi kendisi olmak değil, güçlü, görkemli ve

yıkılmaz bir grubun bir parçası olmaktır. Bu açıdan bakıldığında inanç (iman) genellikle

bir kimlik kazanma işlemidir ve bu işlemle kişi, kendi kendisi olmaktan vazgeçerek

ölümsüz bir şeyin parçası olur. Bir dinin, bir ulusun, ırkın, siyasi partinin veya ailenin

kaderine olan inanç, hümaniteye olan inanç, gelecek nesillere olan inanç, yok edilme

durumuyla karşılaşmış olan benliğimizi bu ölümsüz şeye bağlanmaktan başka bir şey

midir?” (Hoffer’in, 1998: 77).

Page 101: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

92

III. BÖLÜM

KÜRESELLEŞME OLGUSUNUN TANIMI VE MAHİYETİ

3.1. Küreselleşmenin Tanımı ve Mahiyeti

Küreselleşme ile ilgili birçok teorik yaklaşım ve bir o kadar da tanım

bulunmaktadır. Bütün bunları burada zikretmek büyük bir emek istemesinin yanında

oldukça güç bir iştir. Ancak bizim burada yapmak istediğimiz şey küreselleşmeyi

detaylı bir şekilde incelemek yerine, onun din ve terörle ilişkisini anlamak için bir geçiş

aşaması olarak kullanacağız. Bütün bu değerlendirmelerden önce kısaca

küreselleşmenin ne olduğundan bahsedilecektir.

Globalization sözcüğü, Türkçe’de globalleşme veya küreselleşme olarak

kullanılmaktadır. Dünyalık, evrensellik, genellik anlamında 1960’larda yaygınlaşmaya

başlamıştır (Medjalkova, 2003: 3). Bu kavram, Kanadalı sosyoloji profesörü Marshall

McLuhan tarafından, 1963 yılında küresel köy kavramını ortaya atmasıyla yaygın bir

şekilde kullanılmaya başlanmıştır (Giddens, 2000b: 631; Başkaya, 2005: 325). Bu

çerçevede Roland Robertson, 1985 yılında yazdığı bir makaleyle toplumbilimde

küreselleşme kavramını ilk olarak kullanması ve tartışmaya açmasıyla tanınmıştır

(Kızılçelik, 2003: 3). Globalleşme söylemlerinin gündemi yoğun bir şekilde meşgul

ettiği dönem ise Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla dünyanın tek kutup etrafında

şekillenmeye başlandığı ve Yeni Dünya Düzeni söylemlerinin dünyaya empoze edildiği

1990’lı yıllara denk düşmektedir (Şen, 2004: 123-124).

Genellikle coğrafyanın toplumsal ve kültürel olarak dayattığı kısıtlamaların

azaldığı, insanların ise bu azalmayı giderek daha çok fark etmeye başladıkları bir

toplumsal süreç olan küresellik, yeni bir bilinç şekillenmesidir (Marshall, 2003: 449-

450). Aynı zamanda o, geleceği görebilme çabasının adıdır (Usta, 2003: 180).

Küreselleşme, her alanda mesafenin daha az önemli hale gelerek, siyasal ekonomik,

sosyal ve kültürel alanlarda dünyanın daha çok bütünleşmesidir. Tek yanlı bir süreç

olmayıp daha çok diyalektik bir süreçte, zıt eğilimleri de ihtiva ederek gelişmektedir

(Bozkurt, 2000: 30). Küreselleşme, dünyadaki farklı halklar, bölgeler ve ülkeler

arasında artan karşılıklı bağımlılık ya da dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin

yoğunlaşmasıdır (Giddens, 2000b: 619). Bu günkü küreselleşmeyi ortaya çıkaran

teknolojik, ideolojik ve ekonomik faktörlerdir (Bozkurt, 2000: 26-28).

Page 102: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

93

Bu çerçevede küreselleşme temelde, iletişim-bilişim devriminin yani hızlı

teknolojik gelişimin ve siyasal alandaki gelişmeler ve Sovyetler Birliğinin çökmesiyle,

Soğuk Savaş* sürecinin sona ermesinin bir ürünüdür (Kongar, 2002: 21). Modernleşme

sürecinin bir devamı olan küreselleşmenin temel dayanakları teknolojik ve ekonomik

olsa da bunlar, hukuk, siyasal, kültürel ve psikolojik değişikliklere yol açmaktadır.

Dolayısıyla siyasetten ekonomiye ve insan ilişkilerine kadar derin ve köklü değişiklikler

oluşmaktadır (Yılmaz, 2004: 148, 179). Bu yönüyle de küreselleşme bir birikimin

sonucudur (Medjalkova, 2003: 12-13).

20. yüzyılın sonunda dünya, iletişim, ulaşım ve bilgi alanlarındaki gelişmeler ve

ekonominin giderek uluslar arasılaşması sonucunda küresel bir toplum ve pazar haline

gelmiştir. 1980’li yıllarda ortaya atılan bir kavram olan küreselleşme, sınırlar ötesi ve

dünya çapında etkileri olan ve toplumları teknoloji, siyaset, hukuk, ekonomi, kültür,

çevre, gibi alanlardaki gelişmeler sonucunda zaman ve mekân sınırı tanımadan birbirine

bağlayan süreçleri betimlemektedir (Güvenç, 1998: 318). Küreselleşme olgusu dünya

düzeninde köklü değişikliği ifade eder (Friedman, 1999: 45). En genel anlamıyla

dünyanın bir bütün olarak küçültülmesi diye tanımlanan küreselleşme, yerelliklerin

irtibatını kapsar. Küreselleşme ayrıca, geleneğin icadı düşüncesiyle aynı genel anlamda,

yerelliğin icadı ve onun tahayyülünü kapsar (Robertson, 1996: 127). Robertson

küresellik sorununu nesnel ve öznel süreçler olarak formüle eder. Bu bağlamda

küreselleşme, hem dünyanın küçülerek yoğunlaşmasına, hem de bir bütün olarak dünya

bilincindeki yoğunlaşmaya gönderme yapan bir terimdir (Friedman, 1999: 83).

Bir olgu farklı ve çok sayıda insanı aynı anda etkiliyorsa bu sistem küreselleşme

olarak adlandırılabilir (Friedman, 1999: 16-17). Bu çerçevede küreselleşme, yerel

oluşumların millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği ya da yerel bir olayın dünya

çapındaki etkileri veya dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak

tanımlanabilir. Giddens’a göre küreselleşme kavramı en iyi şekilde zaman ve mekânın

birbirinden ayrılmasının temel boyutlarının ifadesi olarak anlaşılmalıdır (Giddens, 1998:

* Soğuk Savaş kavramı, ilk kez Amerikalı yazar Bernard Baruch tarafından kullanılmıştır. Esasen bu kavramı Walter Lippman (1889-1974) tarafından yaygınlaştırılmıştır. Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı sonrasında dünyanın ideolojik kutuplara ayrıldığı bir dönemde, şimdi çökmüş olan Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği ve Asya’nın komünist sistemleri ile ABD’nin öncülük ettiği müttefikleri ve dünyanın kapitalist toplumları arasında karşılıklı düşmanlık ilişkilerini niteler. 1945 yılında Yalta toplantısında, dünya resmen Batı ve ABD ile Sovyetler birliği arasında paylaştırıldı. 1991’e kadar ABD ve SSCB Soğuk Savaşın dehşet dengesi içinde yan yana var oldular. Soğuk Savaşa dehşet dengesi denildiği gibi 3. Dünya Savaşı da denildi. Bu statüko sadece ciddi bir biçimde üç kez sınandı. Bunlar; 1948-49 Berlin ablukası, 1950-53 kadar süren Kore Savaşı ve 1962’de Küba füze krizi (Wallerstein, 2004, 21; Kirman, 2004: 205; Heywood, 2006: 191).

Page 103: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

94

55). Yani modern sonrası gelişmenin en önemli iki unsuru zaman ve mekân anlayışının

değişmesidir (Yılmaz, 2004: 184). Giddens, küreselleşmeyi modernliğin dünya sathına

yayılması olarak görür. Bu haliyle o bir nevi modernliğin genişlemesidir (Giddens,

1998: 66-71).

Sosyolojik açıdan küreselleşme ise, mahalli kültürlerin ve geleneksel toplumsal

bağların çözüldüğü, milli devletlerin belirleyiciliğinin azaldığı, sosyal devletin gittikçe

küçüldüğü, gruplar ve kişiler arasındaki her türlü ilişkinin kolaylaşıp yaygınlaştığı,

üretimin ve bölüşümün yeni bir dönüşüm içine girdiği, gerek toplumlar arasında gerekse

aynı toplum içindeki sürtüşmelerin yayılma tehlikesinin her zamankinden daha çok

olduğu, sınırların ve geleneksel aktörlerin azaldığı, farklı bir bireyselciliğin geçerli

olduğu, geleneksel toplumsal kurumların fonksiyonlarını yitirdikleri, dayanışmanın

azaldığı, küresel ekonomik rekabetin belirleyici olduğu, değerler sistemi henüz ortaya

konmamış bir süreç olarak ifade edilebilir (Koçdemir, 2002: 254-255).

Küreselleşme kavramı bugün ekonomiden siyasete, kültürden sanata,

cinsellikten modaya toplumla ve yaşamla ilgili hemen her alandaki değişimi ifade etmek

için kullanılan bir sembol haline getirilmiştir (Soyak, 2002: 7). Küreselleşme, bilimin ve

teknolojinin artan önemiyle ilgilidir. Teknolojiye dayalı bu toplum, coğrafyanın ve ham

maddenin öneminin büyük ölçüde azaldığı, teknolojik yeniliklerin tarihi hızlandırdığı ve

değişimin hızlı olduğu toplumdur. Değişimin itici gücü ise bilgi ve teknolojidir (Yılmaz,

2004: 31). Teknolojik değişimin ilk ve en geniş etkisi üretim düzenini değiştirme

üzerinde hissettirmiştir. Üretim ve ticaret düzeninin değişmesi ise insanların tutum ve

davranışlarından kültürlerine kadar her alanda değişiminin kendisini hissettirmesidir

(Şaylan, 2003: 123, 169). Küreselleşme esas itibariyle iletişim ve bilişim devrimiyle

ilişkili bir olgu iken, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ve Soğuk Savaşın sona ermesi de

bu süreçte önemli rol oynamaktadır (Kongar, 2002: 29). Bu bağlamda o, iki kutuplu

yapı ile siyasal ve ekonomik engellerin ortadan kalkmasına tekabül eder. Bu şekilde

dünya global bir köy haline gelmiştir. Bu küresel köy tek bir siyasal gücün etkin olduğu,

ABD’nin askeri ve ekonomik üstünlüğüne işaret etmesine rağmen yine de küreselleşme,

temelde tarım ve sanayi devrimlerinden sonra ortaya çıkan iletişim ve bilişim

devriminin bir uzantısıdır (Yılmaz, 2004: 22-23). Kısaca küreselleşme önceki

dönemlerinden farklılık arz ederek, toplumların sanayi toplumundan enformasyon

toplumuna dönüşmesi, ulus devletler yerine bölgesel devletler ve küresel hâkimiyetin

geçtiği, beraberinde etnik farkındalık ve federalleşmenin canlandığı, devlet yerine

şirketlerin ön plana çıktığı, şirketlerin hem ekonomik hem de siyasal güce sahip olduğu,

Page 104: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

95

geleneksel toplum yapılarının ve cemaatlerin parçalandığı bir döneme işaret etmektedir

(Yılmaz, 2004: 11).

Küreselleşme, nüfus artışı, göçler, ticaret ve gezgincilik, turizm gibi doğal

etkenler, olgular ve ihtiyaçlarla insanlığın kendi kendine bütünleşmesi, doğal bir

yakınlaşma süreci olduğundan karşılıklı ilişkileri içerir. Küreselleşme kavramına yakın

duran kavramlar arasında, kültürleşme, katılım ve uyumculuktur. Küreselleştirme ise,

baskın bir siyasi ve ideolojik gücün kendi değerleri etrafında ve belirli amaçlar için

doğrudan ve dolaylı yollarla belirlenen bir plana göre sevk ve idare etmesidir. Buna

yakın kavramlar ise, sömürgecilik (emperyalizm), sosyal darvinizm, enternasyonalizm,

sosyalizm, kapitalizm ve komünizm’dir (Bayrakdar, 2003: 150). Hemen belirtilmelidir

ki globality (küresellik), modern batı tarihi süreci içerisindeki durumdur. Globalizm

(küreselcilik) ideolojik ve politik bir tutumdur (Koçdemir, 2002: 251-253). Bu

doğrultuda ise küreselleşmenin belirsiz ve hala işleyen bir süreç olduğu, bu durumdan

kimileri çok iyi nasiplenmekte kimileri ise dışlanmakta (Uşak, 2003: 271-368) olduğu

görüşleri de mevcuttur. Hâlihazırda küreselleşme hala devam eden süreçtir. Nereye

doğru yol alaca aşağı yukarı belli olmasına rağmen nihai sonucun ne olacağı yine

bilinmemektedir. Bununla beraber küreselleşme, her ülkede her yerde aynı dönüşümleri

ve değişimleri göstermemektedir, ülkelerin farklı tecrübe ve deneyimlerine göre farklı

küreselleşme dizeleri yaşanmakla beraber (Falk, 2003: 92; Yılmaz, 2004: 163), doğal

olarak bugünkü süreçte saf bir kültür veya medeniyet bulunamamaktadır (Aslanoğlu,

1998: 273). Bütün bunlara rağmen küreselleşmeyi neyin izleyeceği hala meçhul

(Brecher& Costello & Smith, 2002: 4, 15) bir durum olarak karşımızda durmaktadır.

Bu bağlamda küreselleşme yaklaşımlarını üç kategoride ele almak

gerekmektedir. Bunlardan ilki kavrama olumlu anlam yükleyenler (radikaller-

küreselleşme yanlıları) ile yerellik tartışmaları ve bu tartışmalar içerisinde farklılık

ilişkisinin düzenlenmesi konusunda özellikle Hall, King, Keyman, Sarıbay ve

Wallerstein’in görüşleri önem arz etmektedir. Bunlar ulus devletin önemini kaybettiğini,

piyasanın politikanın yerini aldığını ve devletten daha güçlü olduğunu, küreselleşme

dünyaya barış, özgürlük, insan hakları ve demokrasiyi yaygınlaştıracağı, ekonomik

refahın artacağını öngörürler. Küreselleşme kavramına olumsuz anlam yükleyenler

(şüpheciler-küreselleşme karşıtları) ve onun kutuplaştırıcı niteliğini vurgulayarak

eşitsizliğin global ölçekte yayıldığını savunanlar ise Bauman, Samir Amin, Cangızbay,

Aytekin Yılmaz gibi yazarların görüşleri önem arz etmektedir. Bunlar küreselleşmenin

yeni bir süreç olmadığı onun yeni emperyalizm olduğunu belirtmekte, halihazırdaki

Page 105: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

96

sonuçlarının pek iç açıcı olmadığını, dünyanın oldukça hızlı bir şekilde zengin-fakir

olarak ikiye bölündüğünü yine dünya bütünleşme yerine bölgesel, dini ve etnik

çatışmaların arttığı, insan hakları ve demokrasinin sözde kaldığını savunurlar (Şen,

2001: 181; Yılmaz, 2004: 163; Bozkurt, 2000: 19-22; Cirhinlioğlu, 2003: 96-101).

Günümüz sosyal demokrasi arayışında öne çıkan ve şüphecilerden çok

radikallere yakın duran dönüşümcü yaklaşım taraftarları, küresel kapitalizmi daha insani

kılmak niyetindedirler. Üçüncü yol yaklaşımcıları, küreselleşme yanlıları ile karşıtları

arasındaki indirgemeci ve kutuplaşmacı tartışmanın ötesinde, küreselleşme fenomenini

çözümlemeye çalışmakta ve küreselleşme sürecini toplumsal değişim perspektifinde ele

almaktadırlar. Küreselleşme ciddi bir sorgulama ve eleştiri sürecine sokulması gereken

toplumsal bir olgudur. Bunlara göre küreselleşme oldukça karmaşık bir süreç olup, onun

nereye gideceğinin ön görülemez olduğudur. Küreselleşmeyi bir süreç olarak ele alıp

onun niteliğini, gelişimini ve aşamalarını ortaya koymaya çalışırlar. Dinler arası

diyalogcular, insan hakları, sivil toplumcular, insani yardım dernekleri bu tavrı

takınmaktadırlar (Yılmaz, 2004: 164). Bu kategoride yer alanlar ulus devlet ve

kurumlarının hızla değişen siyasi, sosyal ve ekonomik şartlara göre adapte olmasını ve

yeniden yapılanmasını savunanların tavrıdır (Bozkurt, 2000: 23). Bu bağlamda Ali Y.

Sarıbay’ın deyimiyle, küreselleşme kendi başına ne şeytani ne de rahmani bir güçtür

(Aydın & Erdoğan & Sarıbay & Bolay. & Altan, 2002: 52; Yılmaz, 2004: 26).

Küreselleşmeye dair argümanları şüpheciler ve radikaller şeklinde iki gurupta

toplayan ve daha çok radikallerden yana tavır takınan Giddens, küreselleşmenin

tamamen gerçek olduğunu, sonuçlarının kendisini her yerde hissettirdiğini ileri sürer.

Bütünleşmiş tek bir dünyada tüm toplumların etkileşimlerinin kaçınılmaz olduğunu dile

getirmektedir (Giddens, 2000a: 20-24; Giddens, 2001: 45). Gidense göre küreselleşme

modernliğin bir sonucudur. Bu bağlamda bu durum postmodern bir dönem değil de

modernliğin sonuçlarının evrenselleştiği bir dönemde olmaktadır. Yine o zaman ve

mekânda oluşan dönüşümlerle ilgilidir. Söz konusu dönüşümlerin tek merkez olan

batıdan dağılarak tüm küreye yayılmasıdır. Zaman ve Mekânın ayrılması ile eylemler

belli bir yere bağlı olmaktan çıkmış ve kilometrelerce uzaktaki yerler ile etkileşim içine

girilmiştir. Kültürel süreçleri yeterince ele almamış olan Giddens’a göre

küreselleşmenin maddi temeli, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler

olmuştur (bkz: Giddens, 1998). Ancak teknoloji, gelişme yön, biçim ve hızı kendi

içinde belirlenmiş yansız bir veri değildir. Ona yön veren bir hâkim kültür mutlaka

vardır (Cangızbay, 1998: 166). Bu çerçevede küreselleşmenin yansız bir veri olduğuna

Page 106: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

97

inanmak oldukça zor gözükmektedir. Bu gün küreselleşme, genelde küreselleştirme

doğrultusunda devam etmektedir (Bayrakdar, 2003: 150).

Giddens’e göre küreselleşme çok boyutlu karmaşık bir süreçtir ve tek boyuta

indirgenemez. Bu çerçevede o, tek yönlü değil çift yönlü işleyen karşılıklı bir süreçtir

(Giddens, 2000a: 24-28). Bu çerçevede Robertson’a göre de küreselleşmenin iki yüzü

bulunmaktadır. Küreselleşme, evrenselciliğin tikelleşmesini ve tikelciliğin

evrenselleşmesini içeren ikili bir sürecin kurumsallaşma biçimidir (Robertson, 1999:

120). King ve Hall’e göre küreselleşmenin homojenleştirme ve heterojenleştirme

süreçlerinin ikisini de kapsamaktadır. Özellikle farklılıkların temsiline olanak

sağlayarak ona meşruiyet kazandırmakta, daha sonra ise bir üst düzey olan global

ölçekte de kendi içinde eritmektedir. Bauman’a göre ise global ölçekte bir taraf

küreselleşme sürecini yaşarken diğer taraf yerelleşme süreci içindedir. Yani

küreselleşme insanı kutuplaştırmaktadır. Globalleşen, teknolojiyi elinde bulunduran üst

kültür yani elit kesimdir. Buna rağmen alt kültür ve alt sınıf yerel kalmaktadır. Bu

eşitsizliğin dünya sathında derinleşmesine ve kalıcı olmasına sebep olmaktadır. Bu

bağlamda yerel olan için melezleşmenin kültürel güçsüzlenme anlamına geldiğini

söyleyen Bauman’a göre teknolojik gelişmeler, farklı kültürlerin karşılaşıp

kaynaşmasını çok kutuplaştırma ve bölme amacına hizmet etmektedir. Teknolojik

gelişmeler bu yüzden küreselleşmenin ayrılmaz parçası olan mekanı bölme, ayırma ve

dışlama amacına hizmet eder. Hall, bu olguyu daha çok kültür ve emperyalizm

bağlamında ele almaktadır (Bauman, 1999: 9-14; King & Hall, 1998: 32, 48).

E. Fuat Keyman, küreselleşmenin çok boyutlu ve eş zamanlılığa işaret eden

tarihsel bir süreç olduğunu belirtmektedir. Küreselleşmeyi, salt homojenleştirici ya da

salt heterojenleştirici bir süreç değil, her iki süreci içinde barındırdığı, bu çerçevede

yerel (geleneksel) olanın evrenselin (modern) içinde yeniden canlanması olarak

görmektedir. Bu durumun global ölçekte çok kültürlülüğe katkıda bulunan gelişmesini

sağlayan ve bu doğrultuda demokratikleştirme ivme kazanacaktır (Keyman, 1998b: 26-

27; Heywood, 2006: 172). Küreselleşmenin çok boyutluluğu üzerinde duran Keyman ve

Sarıbay, kavramın günlük konuşmalarda en sık kullanılan kavramlardan biri olmasına

rağmen, küreselleşmeden kastedilen şeyin net bir görünüme sahip olmadığını belirtirler.

“Kavram, bazen dünya toplumlarının birbirlerine benzeme süreçlerini, buna bağlı olarak

tek bir global kültürün ortaya çıkmasını; bazen de toplumların ve kimliklerin kendi

farklılıklarını ifade etme ve tanımlama sürecinde kullanılabilmektedir” (Keyman &

Sarıbay, 1998a: 9).

Page 107: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

98

Bu tanımlamalardan farklı olarak küreselleşme geçmişten kopuk olmayıp devam

eden bir süreç olarak da addedilir. Bu anlayış doğrultusunda dünyada ilk büyük

dönüşüm M.Ö. 7000’li yıllarda tarım devrimiyle yaşanmıştır. Bu dönemde insanlar

yerleşik hayata geçip medeniyetler kurmaya başlamıştır. Coğrafi genişlik ve yönetim

aygıtı açısından bilinen en gelişmiş ve adeta küresel nitelikli ilk devlet Roma

İmparatorluğudur. Her yol Roma’ya çıkar sözü bunu göstermektedir. İkinci önemli

dönüşüm 18. yüzyılda sanayi devrimi ile yaşanmıştır. Bu dönemin küresel devleti ise

üzerinde güneş batmayan ülke olarak addedilen, dönemin en büyük sömürge devleti

Britanya İmparatorluğudur. İnsanlığın bu bilgi birikimi en nihayetinde 21. yüzyılda yeni

bir dönüşüm iletişim ve bilgisayar devrimi olan enformasyon devrimi ile yaşanmaktadır

(Yılmaz, 2004: 9-10; Kongar, 2002: 23). Buradan hareketle Ömer Çaha ise tarihte ana

hatlarıyla iki büyük küreselleşme dalgasının bulunduğunu ifade eder. Birincisi, Büyük

İskenderin öncülüğünde başlayan siyasal küreselleşmedir. İkincisi ise, 16. yüzyıldan

itibaren coğrafi keşifler ve kapitalist ekonomiyle birlikte başlayan, zaman zaman

aktörleri değişen ve yükselişi hala devam eden ekonomik küreselleşme dalgasıdır (Çaha,

2004: 40)

Yukarıda izah edildiği üzere bir kısım düşünüre göre dünya tarihi çok daha

erken dönemde küreselleşme olgusuna tanıklık etmiştir. Roland Robertson’a göre

bugüne kadar pek çok küçük küreselleşme dizeleri yaşanmıştır (Robertson, 1999: 94).

Küreselleşme, hem dünyanın küçülmesi hem de bir bütün olarak dünya bilincinin

güçlenmesine gönderme yapan Robertson’a (1999: 21) göre küresellik ise, oldukça

yakın bir zamanda ortaya çıkan sosyolojik bir oluşumu simgelemektedir. Dünya

toplumu anlayışı doğrultusunda coğrafi olarak uzak toplumların iç içe geçmesi

durumunu simgeleyen küresellik, günümüzde bilişim ve teknolojilerin gelişmesiyle

artan karşılıklı bağımlılık, hiçbir ülke yada topluluğun kendisini diğerlerine

kapatmasına imkan tanımamaktadır (Giddens, 2000b: 619; Robertson, 1999: 130-133).

Bertrand Russel ve Tabb’a göre bugünkü küreselleşme tarihsel kökleri

mevcuttur ve uzun bir geleneğin devamıdır. Bu devamlılık halkların boyunduruk altına

alınması, doğal ve insani kaynakların talanıyla süreklilik arz eder (Yılmaz, 2004: 39, 43;

Medjalkova, 2003: 38-43). Baskın Oran’a göre daha önce de küçük çapta

küreselleşmeler yaşanmıştır. Denizdeki gelişmeler ve keşifler sömürgeciliği,

sanayileşmeyle devam eden emperyalizm ve iletişim-bilişim devrimiyle gelen

globalleştirme ise bu günkü kapitalizmin devam eden süreci olarak addedilebilinir

(Oran, 2000: 9; bkz: Yusufoğlu, 2005). Kısaca küreselleşmenin tarihsel kökleri

Page 108: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

99

olduğunu ileri sürenler, bu olguyu hem modernitenin temel sonuçlarından biri, hem de

yüzlerce yıllık kapitalizm ve sömürgeciliğin ürünü olarak görmektedir (Başkaya, 2005:

327; Kızılçelik, 2003: 94; Giddens, 2001: 133).

Bu ise karşımıza küreselleşme sürecinin evrensellik düzeyinde işleyip işlemediği

sorununu ortaya çıkarmaktadır. Hemen belirtelim ki şimdilik öyle olduğu söylenemez.

Küreselleşme, öncelikle uluslar arası sermayenin ve dominant kültürün tüm küreyi

kuşatarak ötekileri baskı altına alması şeklinde meydana çıkıyor, hatta söz konusu amaç

için, gerektiğinde, askeri müdahale de olasılık dahilinde görülüyor (Canbolat, 2003: 45).

Diğer taraftan küreselleşmenin nasıl cereyan ettiği ve bağımsız bir süreç olup olmadığı

problemi de ortaya çıkarmaktadır. Küreselciliğin, hâkim söylemin kendi amacı

doğrultusunda küresel-bütünleşmiş bir dünya oluştururken, aynı zamanda kültürler arası

farklılaşmayı parçalanma düzeyinde gerçekleştirmekte, yerel ve alt kültürlere ya da batı

dışı toplumların kendilerini yeniden tanımlamalarına dair imkân sunmaktadır. Bu

haliyle küreselleşme tek yönlü, bütünleşmeye doğru giden bir süreç değildir.

Yerelleşme ve bölgeleşme de bunun bir parçasıdır. Bu bağlamda küreselleşme

birleştirirken parçalara da ayırmaktadır. Bunun yanı sıra BM insan hakları komisyonu

bu sürecin sadece ekonomik bir süreç olmadığını, sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve

hukuksal boyutları da olduğunu vurgulamaktadır. Küreselleşme, malların, hizmetlerin,

paranın, teknolojinin, enformasyonun, kültürün, sınır ötesine taşınmasıdır (Yılmaz,

2004: 78-79).

Yukarıda zikrettiğimiz problemle ilintili diğer bir sorun ise, içinde yaşadığımız

bu dönem, küresel bir dünya mı, yoksa Amerikanın tek süper güç ve hakim olduğu bir

imparatorluk dönemi olduğu tartışmalı olsa bile, bu dönemin egemen gücü ABD

nezdinde Batı olduğu fikri kuvvet kazanmıştır (Yılmaz, 2004: 9-10; Kongar, 2002: 23).

Gücün Avrasya dışında Amerika’ya kaydığı son dönemlerde Amerikanın ticaretten çok

küresel askeri hegemonya ile dünya çapında hâkimiyet kurma yönündeki imparatorluk

stratejisi de göze çarpan önemli bir husustur. ABD hâkimiyeti artık güçler dengesine

değil şok ve dehşete yani korkuya dayanmaktadır (Gerger, 2004: 491-504; Foster,

2005). İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla, egemen güce karşı diğer devletlerin

pazarlık şansını ortadan kaldırılmıştır. Küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak

uluslar arası politikada tek ekonomik sistem (kapitalizm) ama daha fazla bölünmüş bir

dünya karşımıza çıkmıştır. Uzun yıllar süren bölgesel, etnik ve dini çatışmaları Yeni

Dünya Düzeni mimarları tarafından istenildiği zaman müdahale edilip bitirilmekte,

Page 109: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

100

istenilmediği zaman bu çatışmalar sürmekte veya artırılmaktadır (Thompson & Hırt,

2003: 39; Şaylan, 2003: 223-224).

Bugünkü küreselleşme denen olgu tamamen ABD’nin dünya siyasi liderliği ve

emperyalizmin modern görüntüsünden başka bir şey olmadığı, dolayısıyla küreselleşme,

Amerikanlaşmanın da ötesinde yeni sömürgeciliğin diğer (Ertekin, 2005: 38-39, 65;

Demirer, 2001b: 177) bir adı olmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin dünya siyasi liderliği

ve yeni emperyalizm (Foster, 2005), şeklinde tanımlanan küreselleşme yeni dünya

düzeni tasarlayıcılarının sömürgecilik anlayışının dünya sathına yaygınlaştırılması

olduğu (Harvey, 2004; Kongar, 2002: 163) fikrini savunanlar oldukça fazladır.

Bauman’a göre (1999: 69) küreselleşme yeni dünya düzensizliğinin yanı sıra,

kapitalizmin dünya ölçeğine yeni sömürgeleştirme olarak yayılmasıdır (Kızılçelik,

2003: 5; Cirhinlioğlu, 2004: 105). Bu çerçevede günümüzün bilimsel ve politik söylemi

içinde emperyalizmin yerini küreselleşmeye bırakmıştır (Boratov, 2000: 15-25; Ertekin,

2005: 273-287).

Küreselleşme her devrin kendi konjonktürüne göre oluşmuş olsa da bu günkü

şekliyle ortaya çıkmamıştır. Yani küreselleşmenin bu güne has bir fenomen olduğu, bu

süreçte ABD’nin dünyada ilk ve tek küresel güç olduğu görüşü yaygınlık kazanmıştır

(Brzezinski; 2005a: 26-50). Bu çerçevede küresel merkez ABD ve AB’dir.

Küreselciliğin asıl itici gücü ise ABD oluşturmaktadır. Küreselleşme batı modernliğinin

bir sonucu da olsa tüm dünyayı kapsamakta ve ilgilendirmektedir (Brzezinski, 2005b:

114-115). Bu durumun gerekli olduğunda ısrar eden Brezinski, bundan önce asla

küresel hegemonya, demokratik ve çoğulcu bir devlet tarafından uygulanmadığını

söylemektedir (Brzezinski, 2005b: 242). Brezinski, Amerikanın küresel hegemonyası

artık hayatın bir gerçeği olduğunu ve dünyanın başka seçeneği olmadığını ısrarla

vurgulamakta (Brzezinski, 2005b: 257) hatta var gücüyle bunu dayatmaktadır.

Küresel gelişmeler, Sovyetlerin çöküşü ve iki kutuplu dünyanın yıkılmasıyla

birlikte yoğunluk kazanırken, Fukayama (2003) bunun tarihin sonuna ve liberal

demokrasilerin zaferine işaret ettiğini belirtiyordu. Brzezinski (2005b) ise Sovyetlerin

çöküşü ile ilk defa gerçek anlamda küresel bir gücün dünya hâkimiyetini sağlama

pozisyonuna geldiği ve bu yeni dönemin Amerikan dönemi olduğunu belirtiyordu. O,

her ne kadar toplumsal geçmişi olmasına rağmen küreselleşmenin bugüne has bir olgu

olduğunda ısrarlıdır. Brezinski tarihte ilk kez Avrasyalı olmayan küresel bir gücün

ortaya çıktığı ve ilk kez bir devletin gerçek küresel güç olarak belirdiğini

vurgulamaktadır. Bugün küresel gücü belirleyen askeri, ekonomik teknolojik, iletişim,

Page 110: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

101

kültürel ve bilimsel alanda ABD’nin önde olduğu su götürmez bir gerçektir. Brzezinski

(2005a) küreselliği ağırlıklı olarak hâkimiyet kurma şeklinde tanımlamakta özelliklede

Amerikan hâkimiyeti olarak ele almaktadır Bu süreçte ise Huntington (2002) artık

kapitalizm-komünizm ayrımı ölürken geleneksel medeniyet savaşlarının baş

göstereceğini belirtmektedir. Huntington, küreselleşme ile ulus devletlerin zayıflarken

yerine bölgesel-kültürel oluşumlar geçeceği bunun da medeniyet çatışmalarına yol

açacağını iddia etmiştir.

Globalleşme modernitenin bir devamı olmasına rağmen, modernizmin birçok

değer yargılarını sorgulama sürecine girmiştir (Şen, 2004: 178). Bu çerçevede

postmodernizm ile ilişkisi kurulabilir. Robins ve Morley, post-modernizmi en iyi

anlama biçimlerinden biri olarak, batının dışında kalanların batı modernitesinin

küreselleşmesine gösterdikleri tepki olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederler.

Çünkü onlara göre Batı modernitesi dışında modernliklerin olabileceğini

göstermektedirler (Aslanoğlu, 1998: 258). Böylelikle küreselleşme ile postmodern

söylemlerin koşutluğu çok net olarak karşımıza çıkar. Küreselleşme, postmodern kültür

zemininde işleyen ve onunla çok yakın ilişkili olan bir süreçtir (Amin, 1999: 177-200).

Küreselleşme, ekonomik, siyasal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde

oluşmuş birikimlerin ulus dışına taşarak dünya geneline yayılmasıdır. Bun haliyle o,

modernizm ve post-modernizm süreçlerinin bir getirisidir (Şen, 2004: 180). Kısaca

günümüzde kapitalizmin girdiği krizlerden çıkış noktası araması sonucu küreselleşme

sürecine girilmiştir. Yani kapitalist sistemin 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşadığı

krizden kurtulmak için, yeniden yapılandığı ve bir çıkış noktası olarak küreselleşme

sürecine, kapitalizmin gelişmesine paralel bir biçimde dünyaya yerleşmiştir (Şen, 2004:

124; Mahçupyan, 1997: 94).

Kökenleri sömürgeciliğin başlangıcına dek dayandırılabilecek küreselleşme

sürecinin günümüzdeki evresinin ayırt edici yanı, çok uluslu şirketlerin elinde

yoğunlaşan uluslar arası sermaye ve metaların devingenliğinin olağanüstü hızı ve bunun

karşısındaki engellerin kaldırılması yönündeki neo-liberal politikalardır (Özbudun,

2002: 53). Globalleşme, dünya ekonomik sistemlerinin ortaya çıkışının bir uzantısı

olmasına rağmen sosyologlar daha çok onun kültürel küreselleşmesiyle ilgilenmesi

(Turner, 2002: 26) gayet doğaldır. Küreselleşme bugünün dünyasına damgasını vurması

hasebiyledir ki hiçbir ulus bu sürecin dışında kalamamaktadır. Bu çerçevede

küreselleşme vazgeçilebilir bir olay değildir. İstesekte istemesekte bu süreç

işlemektedir. Bu sürece dâhil olup olmama bir tercih meselesi olmadığını

Page 111: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

102

belirtilmektedir (Aydın & Erdoğan & Sarıbay & Bolay & Altan, 2002: 20; Yılmaz,

2004: 26).

Bu çerçevede hem global çapta zengin ülkelerle fakir ülkelerin arasındaki fark

açılmakta hem de bir ülke içinde zenginlerle fakirler arasındaki gelir uçurumu

büyümektedir. Bir yandan global çapta zenginlik yaygınlaşır ve tarihte beklide ilk defa

insanların açlık ve sefaletten kurtulma umudu doğarken diğer yandan sosyal

politikalarla desteklenmesi gereken pek çok insanın dışlanması küreselleşmenin en

temel çelişkilerindedir. Eşitlik, adalet, insan hakları ve zenginlik yerine bugün artık

yoksulluk küreselleşmiştir (Yılmaz, 2004: 24; Chossudovsky, 1999). Küreselleşme bir

yandan dünyanın global bir köye dönüşmesini ve ortak dünyada yaşama bilincine

varılmasını sağlarken diğer yandan bizi birbirimizden koparmaktadır. Nitekim Giddens

bu sürece eşitsizliğin yayılması demektedir Küreselleşme, çok az insanın refah yolunda

ilerlediği, çok hızlı bir biçimde zenginleştiği, büyük bir çoğunluğun ise sefalet için

yaşamaya mahkûm edildiği, kazanandan çok kaybedenler dünyası inşa etmiştir

(Giddens, 2000a: 27-28; Heywood, 2006: 204-205). Küreselleşme eşitsizlikleri

körüklemekte yoksulluğu artırmaktadır. Dünyanın merkez (zengin) ülkeler ile çevre

(fakir) ülkeler arasındaki ilişkiler, merkez-çevre kuramcılarına göre küreselleşme ile

birlikte eşitsizlikler daha da artmıştır (Amin, 1992: 10, 44). Bu çerçevede dünya hiç

olmadığı kadar bütünleşme yerine parçalanmaya, bölgeselleşmeye ve çok kutupluluğa

doğru yol almaktadır (Cirhinlioğlu, 2004: 113; Heywood, 2006: 207-209). Şu halde

eskinin doğu batı nezdindeki soğuk savaşını şimdilerde zengin-fakir yani Kuzey-Güney

çatışması olarak görmek muhtemel olacaktır (Kongar, 2002: 170).

Robertsona göre, küreselleşme tartışmalarının ilk kuşağında homojenleştiriciler

(Giddens ve bir çok Marksist fonksiyonalist gibi) ve heterojenleştiriciler (Edward Said,

Stuart Hall ve bazı düşünümsel antropologlar) diye iki ana düşüncenin var olduğunu ve

bunlar arasındaki ayrımları ortaya koyduktan sonra, bu kavramların adeta bir sentezi

olan glokalleşme kavramını ortaya atar (Robertson, 1996: 113-121). Bu çerçevede

glokalleşme, global (küresel) ve lokalin (yerel) kısaltılmasıyla elde edilen bir

kavramlaştırmadır. Küresel yerelleşme (global localization) anlamına gelen ve bir nevi

evrenseli yerli şartlara uydurma olan Japon glokalleşme (dochakuka) fikrinden

esinlenilmiştir. Robertson glokalleşme kavramının önemi üzerindeki vurgusu

küreselleşme (globalleşme) kavramının kullanımlarının çoğundaki büyük zayıflık

olduğunu ifade eder ve o küreselleşme kavramı yerine glokalleşme kavramını ikame

etmek ister (Robertson, 1996: 118, 134-135).

Page 112: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

103

Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dünyanın somut yapılanmasına yönelik

süreçleri tanımlayan sosyolojik kavramlaştırmadan ibaret olduğunu ve kapitalizmin

bunalımlarının bir çıkış noktası aramasıyla ortaya çıktığı bir postmodern süreç olarak

ifade edilebilir. Bu yönüyle Batı merkezli bir tarihi sürecin ürünü olan küreselleşme,

yaşadığımız dünyanın bu günkü durumunu çözümleme iddiasında bulunan bir olgudur.

3.2. Küreselleşmenin Boyutları Küreselleşme ister modernizmin devamı ve genişlemesi ister farklı bir dönem

olarak ele alınsın siyasal, ekonomik ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Yine bu sürece

bağlı olarak hukuk alanında da dönüşümler görülmektedir (Kongar, 2002: 23; Keyman,

1998c: 36-37). 11 Eylül saldırıları ile küreselleşmenin güvenlik ayağı ön plana çıkmıştır

(Yılmaz, 2004: 18, 68). Bu çerçevede küreselleşme, ekonomik, siyasal ve kültürel

olmak üzere üç temel sac ayağı vardır (Heywood, 2006: 201).Hemen belirtelim ki bu tür

ayrımlar genellikle analitik olup, olguyu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaya

yöneliktir. Nitekim bütün bu boyutların toplumsal görünümleri iç içe geçmiş şekilde

ortaya çıkmaktadır.

3.2.1. Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu Küreselleşme esas itibariyle, ekonomik faaliyetlerin dünya çapında

serbestleşmesini ve bütünleşmesini içermektedir. Sermaye piyasalarının liberalleşmesi

bu gelişmelerin en önemli kollarında biridir. Küreselleşmenin ekonomik boyutu yani

ekonominin küreselleşmesi farklı ülkelerin üretim ve pazarlarının giderek artan bir hızla

birbirine daha bağımlı hale gelmesini ifade eder. Uluslar ötesi ekonomik faaliyetler ise

siyasi ve hukuki yapıların değişmesi sonucunu doğurur ve dolayısıyla toplumsal hayat

bir bütün olarak bu süreçlerden etkilenir (Aydın, 2002: 14). Küreselleşme bir nevi

uluslar arası sermayenin egemenliği anlamına gelmektedir. Bir ülkenin bir başka

ülkedeki yatırımları ve bunların ardındaki büyük şirketler demek olan uluslar arası

sermaye, neler üretileceği, nerede üretileceği, kaça üretileceği, kaça satılacağı, gibi

konuları belirlemektedir (Kongar, 2002: 24-25). Küreselleşmenin bu çerçevede ortaya

çıkardığı hukuki boyutu öncelikle BM, AB, AGİT ve benzer uluslar ötesi kurumları

gündeme getirmektedir. Ayrıca uluslar arası sivil toplum örgütleri de hukukun

küreselleşmesinde önemli rol oynamaktadırlar (Durugönül, 2002: 753). Uluslar arası

nitelik taşıyan antlaşmalara imza atan ulus devlet bir süre sonra egemenliğinin bir

Page 113: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

104

kısmını bu kurumlara devretmek zorunda kalmaktadır. Bu ise ulus devletin tam

bağımsızlığına gölge düşürmesi şeklinde algılanmaktadır.

Bu süreçte uluslar arası şirketler ön plana çıkarken, geleneksel yapı ve ulusal

sanayi anlayışları çözülmektedir. Çok uluslu veya uluslar arası sermaye girdiği ülkede

kendi menfaatlerini gözeteceğinden ulusal sanayinin kendi aleyhine gelişmesini elbette

istemeyecektir. Finansal piyasaların liberalleşmesi sonucu sermaye yatırıma dönüşmek

yerine ani giriş çıkışlarla ekonomik dengeleri bozmakta, gelişmekte olan ülkeler

krizlerle karşı karşıya kalmakta, bunun yanında birikmiş sermaye varlıkları da risksiz

diye tabir edilen gelişmiş ülkelere akmaktadır (Yılmaz, 2004; 133). Kısaca,

küreselleşme yanlılarının bekledikleri gibi yabancı sermayenin tamamı ülke refahını

artırmamakta veya her yerde aynı sonucu vermemektedir. 1994 Meksika, 1997 Asya ve

Rusya krizleri ile 2000’de Türkiye ve Arjantin krizleri işlerin beklenildiği gibi iyi

gitmediği göstermektedir. Kâr dışında bir amacı olmayan sermayenin girdiği ülkelerde

az bir risk görünce, ülkeyi terk ederek daha büyük krizlere yol açmaktadır. Şu halde

krizlerle sermaye geldiğinden daha hızlı kaçmaktadır (Falk, 2003: 189; Yılmaz 2004,

143, 145, 298; Uşak, 2003: 238). Bu çerçevede ulusal politikalar ve tercihler, yeni

dünya ekonomisin piyasa güçleri tarafından etkisiz hale getirilmiş olmaktadır. Çünkü

sermaye artık hareketlidir ve hiçbir ulusal bağlılığı yoktur, ekonomik avantajlar nereye

yönelirse oraya yerleşir (Hirst & Thomsom: 2000: 209). Krizden kurtulmak isteyen

birçok ülke borçlandırılmakta böylelikle devletler, IMF ve Dünya Bankasının dayattığı

politikalarla yönetilmekte veya piyasa ekonomisinin kurallarına göre yeniden

şekillendirilmektedir.

Günümüzde uluslar arası yatırımcılar, ulusal borsalara rahat bir şekilde girip

çıkabilmektedirler. Aynı şekilde bu gün ekonomik entegrasyon ileri boyutlara ulaşmış,

neredeyse bir çok ülkenin kendi kendine yeterli bir ekonomi oluşturma şansı

kalmamıştır (Yılmaz, 2004: 73-75). Nitekim 1970’lere kadar, dünya genelinde finans

hareketlerinin % 90’nı ticaret ve yatırım amaçlı iken, bugün % 90’nı spekülasyon

amaçlıdır. Bugünün şirketleri çok uluslu olmasının yanı sıra birçok devletten zengin

durumdadırlar. Örneğin, dünyadaki en büyük 100 ekonominin 51’ülkeler değil

şirketlerdir. En güçlü 500 şirket ise dünya ticaretinin % 70’ini temsil etmektedir.

Dünyanın mamul mal ticaretinin dörtte üçünü ulus aşırı şirketler üretmektedir. Bu gün

dünyada en zengin 200 kişinin serveti 2,5 milyar insanın toplam gelirinden fazladır.

Örneğin; ABD dünya nüfusunun yaklaşık % 5’ini oluştururken, dünyadaki üretimin

dörtte birini yapmakta, enerji kaynaklarının üçte birini tüketmektedir. Dünya petrol

Page 114: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

105

üretiminin dörtte birini Amerikanın tükettiğini, 1 Amerikalı çocuğun İsveç’in 2,

İtalya’nın 3, Brezilyanın 13 ve Çad’lı çocuğun 280 katı yeryüzünü kirlettiği

belirtimliktedir. BM’nin 90-99 yıları raporu 54 ülkede ortalama gelirin düştüğü, 21

ülkenin de milli gelir, yaşam kalitesi, temel eğitim ve sağlık sorunu gibi insani gelişme

açısından gerilediği vurgulanmıştır (bkz: Yılmaz, 2004). Bu çerçevede ABD nüfus

araştırmaları kurumu PRB yaptığı araştırmaya göre dünya nüfusunun yarıdan fazlası

günlük 2 doların altında bir parayla yaşamaktadır. Şu anda dünyada 1 milyar 300

milyon kişi açlık sınırı olan günlük 1 doların altında yaşamaktadır. Dünya nüfusunun

%20’si olan Batı toplumları dünya kaynaklarının % 80’nini tüketiyorlar (Milliyet

Gazetesi, 25 Ağustos 2005; Tarhan, 2003: 88).

Şu ana kadar ki göstergeler küreselleşmenin ekonomik boyutundan sadece

gelişmiş ülkelerin aslan payını aldığını göstermektedir. Yani bu süreçte bazıları aşırı

kazanırken bazılarının dışlandığı, G-8, AB, NAFTA, ASEAN gibi bölgesel ekonomik

yapılaşmaların da güçlendiği gözlenmekte, geleceğin çatışmalarının AB ile ABD

arasında veya yükselen Uzak Doğu ve Asya ekonomileri arasındaki rekabet ve

hakimiyet mücadelelerine sahne olacağı öngörülmektedir (bkz: Özakıncı, 2005). Kısaca

gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasındaki gelir eşitsizliği derin uçurumlar

yaratmaktadır. BM insani Gelişme Raporuna göre 1960’lı yıllarda zengin ülkeler

yoksullardan 30 kat zenginken 1990’larda bu oran 150 katına çıkmıştır. Bu fark

gittikçede artmaktadır. Dünyanın en zengin 3 kişinin serveti en yoksul 48 ülkesinin

üretim toplamını aşmıştır (Yılmaz, 2004: 119-121; Falk, 2003: 26).

Bu dönemin karakteristik bir diğer özelliği ise bilgi, bilim, teknoloji ve sermaye

sınır tanımazken, emek, iş gücü veya insan faktörü denetime tâbi tutulmakta ve oldukça

fazla sınır getirilmektedir (Uşak, 2003: 231). Bu çerçevede sanayi toplumundan farklı

olarak maddi üretim değer yitirmekte, üretimde hammaddenin payı azalmakta, bilgi

birikimi ve düşüncenin rolü ve payı artmaktadır. Bu çerçevede niteliksizler

engellenirken nitelikli elemanlar göç etmekte, bu ise ulusa bağlılığı zayıflatmaktadır

(Yılmaz, 2004: 184, 185). Ancak sınır tanımaz sermaye veya uluslar arası şirketler ise

doğal olarak kâr dışında hiçbir etik ilke tanımamaktadır. Bu tarz bir küreselleşmenin

ahlaktan yoksun olacağı, dolayısıyla sadece şirket anlayışıyla dünya sorunlarının

çözülemeyeceği ve dünyanın yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkabileceği ön

görülmektedir (Yılmaz, 2004: 85, 123). Cangızbay’a göre globalleşmiş bir dünyada her

yer pazardır ve her şey pazar içindir (Cangızbay, 1998: 167; Baudrillard, 2002: 369-

370). Cangızbay’a göre küreselleşen dünyanın insan eylemine ilişkin yegâne ölçü,

Page 115: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

106

deyim yerindeyse iş bitiriciliktir. Bitirilen işin ne olduğundan ve nasıl bitirildiğinden

tümüyle bağımsız olarak, bir nevi ahlakilikten yoksun olarak (Cangızbay, 1998: 178).

Kısaca küreselleşme ile çok uluslu şirketler, ulusal sermaye ile anlaşamadığı yerlerde

onu kendi potası içinde eritmektedir. Sermaye sınır tanımayarak adeta ulus devletin

sonunu getirmektedir (Cirhinlioğlu, 2004: 108). Bu süreçte en büyük sorunlardan biri

de, sermaye ve malların serbest dolaşımı sağlanırken emeğin dolaşımına sınır

getirilmekte ve emeğin küreselleşmesi engellenmektedir. Bu çerçevede emek işçilerinin

sayıları eksilirken bilgi işçilerinin sayısı artmaktadır (Boratav, 1997). Pek çok yazar

(Uriel Beck gibi) modern sonrası bu dönemi, risk toplumu olarak değerlendirmektedir.

Bu çerçevede modernleşme sonrası küreselleşme sürecinin hem bireyler hem de sosyal

gruplar için risk artışını içermektedir (Turner, 2002: 247). Hele terörün de

küreselleşmesi ile küreselleşmenin günlük yaşamı riske sokması ve belirsizlik yaratması

kaçınılmaz olmaktadır (Yılmaz, 2004: 352). Bu süreçte başınıza nerde, ne zaman, ne

geleceği bilinmez, (Cangızbay, 2003: 96) hatta binanıza bir uçak saplanabilir, evinize

bir tır girebilir veya ülkeniz bir günde terörist ilan edilip bombalanabilir.

Capra’dan nakleden Yılmaz’a göre üçüncü dünya ülkelerine yapılan ekonomik

ve teknolojik yardım programları çoğu kez bu ülkelerin emek ve doğal kaynaklarını

sömürmek amacıyla çok uluslu şirketlerce gerçekleştirilmektedir. Batıdaki alaycı

ifadeyle ekonomik yardım, “zengin ülkelerde oturan yoksul halktan parayı alıp, yoksul

ülkelerdeki zengin zümreye vermekten ibarettir’. Bunun sonucunda ise yoksul ülkelerde

gelir uçurumu hızla büyür ve kalıcılaşır (Yılmaz, 2004: 28; Kongar, 2002: 32).

Eşitsizliklerin büyüme ile azalacağı görüşü yanlışlanmış, aksine aradaki uçurum gittikçe

arttığı (Cirhinlioğlu,2004: 51) tespit edilmiştir. Nitekim bu durumda küreselleşme

karşıtları da hızla artmaktadır. Örneğin, 1999 kasımında Seatle’de başlayan gösteriler ve

2001’de Davos zirvesine gösterilen tepkilerin sonucunda Porto Alegre zirvesi kurulmuş,

başka bir dünya mümkün sloganıyla, Davos zirvesine alternatif bir oluşum (Chomsky,

2004: 153-159-199) başlatmışlardır.

Bu çerçevede Anti-Amerikancılığın yükselişi, 11 Eylül saldırısının akabinde

ABD’nin dünya siyasetini şok ve dehşet dengesi ile belirlemesinin fiili yansımalarından

sonra arttığı da gözden kaçmamalıdır. Dünyanın yoksul bölgelerindeki benzer tepkiler

gibi, İslam dünyasındaki çoğunluk için konu aslında kapitalizm değil, Batı’nın

ekonomik hegemonyası ve onun tehlikeli ve keyfi dayatmalarıdır (Esposito, 2003: 159).

Bu bağlamda küresel pazarlar oluşmakta ama küresel toplum oluşmamaktadır. Küresel

kültürün hâkim söylemi, insanların ve toplumların kendi kültürünü korumaya yönelik

Page 116: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

107

tepkileri de artırmaktadır. Cola Turka reklâmı, Turka cipsi gibi. Yüzbinlerce adet satan

Amerika ve Türkiye savaşını konu alan politik kurgu romanın Metal Fırtına (2004-

2005) kitabı ve 2006’da vizyona giren Kurtlar Vadisi Irak filmlerine gösterilen

olağanüstü ilgi, Anti-Amerikancılığın veya anti-emperyalizmin ülkemizde dahi ne

boyutta olduğunu göstermektedir.

3.2.2. Küreselleşmenin Siyasal Boyutu Küreselleşmenin siyasal boyutu kısaca ABD’nin siyasal liderliği ve dünya

jandarmalığıdır (Kongar, 2002: 23). Bu bağlamda ABD, Şer İmparatorluğu olarak

gördüğü Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, bu boşluğu tek başına ve zor

kullanarak doldurmak istemiştir. Bundan dolayıdır ki küreselleşmenin şu ana kadar ki

itici gücü Batı nezdinde ABD görünmektedir. İşlerini yürütürken IMF, Dünya Bankası,

BM, NATO gibi kuruluşları kullanmaktadır. Bu yüzden dünyanın birçok yerine

müdahale etmeyi (BM’yi devre dışı bırakarak, devre dışı bırakamadığını NATO

dahilinde yeni tehdit konsepti çerçevesinde değerlendirerek) kendine hak olarak

vermiştir. Bu maddeyi sadece bu etmene indirgemek yanlış olmasa bile küreselleşmenin

siyasal boyutu sadece bundan ibarette değildir. Bu haliyle küreselleşme sürecinde hukuk

ve siyaset alanında birçok dönüşüm yaşanmaktadır.

Kapitalizmin ilk yıllarında sömürü daha çok devlet gücüyle ve silah zoruyla

sağlandığı, sermayenin gittiği yerin kural ve hukuk sistemine tâbi olduğudur. Ama

şimdi ulus ötesi yayılımlar askeri olmaktan çok ticari ilişkilerle olmaktadır. Tüm yasalar

ve politikalar sermaye çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmekte, sermayenin

çıkarları öne geçmektedir (Yılmaz, 2004: 110). Devletler için bağlayıcı olan birçok

kural uluslar arası şirketler için geçerli değildir. Bu perspektifle şirketlerin ellerindeki

büyük ekonomik güç ile devletlerin siyasetlerini etkilemeleri ve kendi çıkarları

doğrultusunda değiştirmeleri, bu çerçevede egemenlik haklarının bir kısmının devri dahi

söz konusudur (Giddens, 1998: 68-69). Nitekim şirketlerin birinci önceliği ise ulusal ve

kamusal çıkar değil kendi global çıkarıdır. Bu süreçte hükümetler bile şirketlerin

etkisinde kalmaktadır. Güçlü şirketler vergilendirme, hukuk ve hızlı para giriş çıkışı gibi

nedenlerden dolayı krizlere sebep olabilmektedirler.

Küreselleşme dünyayı global bir köy haline getirirken ülkelerin yasal ve

kurumsal yapılarını da dönüştürmektedir. Bu süreçte ulus devlet ve ulusal ekonomi eski

önemini yitirmekte uluslar arası şirketler ve onların hukuku önem kazanmaktadır.

Page 117: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

108

Küreselleşme, ulus-devlet bütünlüğünü tehdit etmesinin yanında onun dayandığı hem

siyasal topluluğun sosyolojik mahiyetini, hem de bu topluluğun meşru kıldığı

egemenliği, yani siyasal iktidarı dönüştürmektedir (Sarıbay, 1998b: 16). Bu anlamada

bir küreselleşme, devletin nerdeyse bütün sosyal ve ekonomik ilişkilerden vazgeçmesi,

bunun yanında, bir de pazarın dünya ölçeğinde tek pazar haline gelmesinin (Kansu,

1997: 9) işaretidir. Ulus devletler bu süreçte egemenliklerinin sınırlanması ve

kısıtlanması süreciyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu bağlamda bağımsız nitelikli ulus

devletlerin egemenlikleri çok uluslu veya uluslar arası şirketlerce tehdit edilmektedir.

Bir yandan devletler üstü oluşumların (AB, Şangay Topluluğu, Çok Uluslu Şirketler

gibi), devletler üstü ayrıcalıklar elde etmesi, ulus devletlerin egemenlik haklarını

yukardan tehdit etmektedir. Ayrıca ulus devletlerin içindeki farklı kültür guruplarının

özerklik eğilimleri, etnik milliyetçilik, ulus devletleri aşağıdan da zorlamaktadır

(Kongar, 2002: 30; Hırst & Grahame: 2003: 203-231). Şu halde ulus devletin karşı

karşıya kaldığı en büyük tehdit globalleşme olarak görülmektedir (Heywood, 2006:

143).

Yine bu süreçte ayrı bir kültür grubunun, ait olduğu siyasal birlikten

koparılması, özerk bir siyasal yapıya kavuşturulması teşvik edilmektedir. Ancak bazı

ülkeler dağılırken, AB oluşumunda olduğu gibi bazılarında da bütünleşerek güç dengesi

oluşturarak küresel dünyaya uyum sağlamaya çalışılmaktadırlar. Dolayısıyla

bütünleşme ve parçalanmanın küreselleşmenin iki yüzü olduğu söylenebilir (Kongar,

2002: 28). Kısaca ulus devletin üstten (ulus-üstü, dışardan) ve alttan (ulus-altı, içten)

aşındırma süreci (Hırst & Thomson, 2003: 219-227; Yılmaz, 2004: 173, 328; Cooper,

2005) ulus devleti yıpratmaktadır. Gerek ulus üstü (uluslar arası hukuk, uluslar arası

örgütler ve oluşumlar, çok uluslu şirketler ve ulus üstü şirketler, insan hakları, bölgesel

güçler ve AB gibi) gerekse ulus içi, (etnik gruplar, dinsel cemaatler, yerel topluluklar,

sivil toplum örgütleri, baskı gurupları gibi) faktörler nedeniyle, egemenlikten söz etmek

oldukça zorlaşmıştır (Şen, 2004: 4). Bütün bunlara rağmen ulus devlete yönelik

hareketler olarak değerlendirilen ulus-üstü ve ulus-altı akımları, ulus-devlet yerine

alternatif bir güç oluşturabilecek potansiyele sahip değillerdir (Şen, 2004: 224).

Bu bağlamda küreselleşme ile tek bir dünya devletine varmak istercesine, ulus

devletler, bir nevi şehir devletlerine dönüşmeye başlamıştır (Erkal, 2003: 59). Giddens

(2000a: 25) bu süreci, ulusun artık büyük problemleri çözemeyecek derecede küçük

kaldığı, ama küçük problemleri çözemeyecek kadar da büyük birim haline geldiği

şeklinde tasvir etmektedir.

Page 118: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

109

Tüm bunların yanı sıra ulus devleti sınırlayan bir diğer husus sivil toplum

örgütleridir. Sivil toplumu, devletle kişiler arasında yer alan ve aynı anda hem kişiyi

otoriteyle ilişkilendiren, hem de kişiyi mutlak siyasi kontrolden koruyan; üretken bir

kurumlar ağı, kilise, aile, klüp, lonca, dernek ve cemaatler olarak tanımlayabiliriz

(Turner, 2002: 48). Sivil toplum örgütleri (STÖ) gönüllü, kendi kendini oluşturan, kendi

desteklerine sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında aracı niteliğinde örgütlü

bir sosyal yapılanmadır. Bu hem devlet iktidarını sınırlayıcı, hem de o iktidarı hukuka

dayandığı sürece meşrulaştırıcı bir gücü bağrında taşır (Sarıbay, 1998a: 90; Çaha, 2004:

181-198). Bu günkü sivil toplum örgütleri küresel çapta bulunabilmekte, ülkelerin

siyasetlerinde büyük ölçüde söz hakkına sahip bulabilmektedirler. Genellikle

demokrasilerde, toplumsal duyarlılık (insan hakları, kadın ve çocuk hakları, hayvan

hakları, demokrasi bilinci, çevre bilinci vs) perspektifinde çoğalmışlardır.

Dünyaya ve ülkesine faydalı olmaya çalışan sivil toplum örgütlerinin varlığı

inkâr edilemez. Bunların gerekli olduğuna da inanmaktayız. Ancak STÖ’ler adı altında,

bilinçli veya bilinçsiz olarak farklı amaçlara hizmet edenlerin sayısı da az değildir.

Örneğin ünlü Spekülatör G. Soros yüz milyarlarca doları ülkeden ülkeye dolaştırmakta;

adeta gittiği her yerde sivil darbeler olmaktadır. Ukrayna’dan başlayan Orta Asya’yı

saran turuncu darbelerde, sivil toplum örgütlerinin izini bulabilmekteyiz. Bu eski Doğu

Blok’unun yeni demokrasilerindeki birçok STÖ’lerin CIA tarafından desteklendiği

şaibesi bulunmaktadır. Her nedense bu ülkelerdeki Rus yanlısı devlet başkanları

kaybetmekte ABD yanlıları kazanmaktadır (Yıldırım, 2005; Milliyet Gazetesi, 1 Eylül

2005).

Ancak ulus devlet, en güçlü siyasal birim olma özelliğini günümüzde hala

sürdürmektedir. Esasen ulus devletin ve ulusal egemenliğin özünün korunması gerektiği

üzerinde duran Michael Hard ve Antonio Negri uluslar arası siyasette beliren yeni bir

imparatorluk ya da ortaçağ tehdidine karşı koyabilecek tek kale hala ulus devlet

olduğunu belirtmektedirler (Hard & Negri, 2002). Ulus devletin kaybettiği birçok işlev

olmasına rağmen hala koruduğu işlevler ise, a) Ulus devlet hala meşru şiddet araçlarını

kullanma tekeline sahiptir. b) Teknolojinin gelişmesi için gerekli olan Ar-Ge projelerine

gerekli olan en büyük finansman desteğini sağlar. c) Ulus devlet günümüzde hala büyük

harcamalar yapmakta, büyük yatırımlar yapmakta, büyük vergiler toplamakta ve büyük

borçlar almaktadır. Bu yönüyle o hâla en büyük işverendir. d) Sınır kontrolleri hala ulus

devletin tekelindedir (Şen, 2004: 226-233; Heywood, 2006: 176-178).

Page 119: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

110

Küreselleşme süreci siyaset tarzı ve üslubunu de değiştirmektedir. Modern

demokrasi ulus temelli yapılanırken bugün ekonomik, toplumsal ve kültürel açıdan

büyük güçler ulus devleti oluşturan bağları zayıflatmaktadır. Siyasette vatandaşın

etkinliğinin azalması, geleneksel kurumsal siyaset biçiminin önemini yitirmesiyle yeni

siyaset biçimlerinin ortaya çıktığı görülmektedir (Yılmaz, 2004: 172). Nitekim

küreselleşme ile siyasal alandaki dönüşümlerden biri ulusların sahip oldukları

egemenliği, siyasetçilerin de olayları etkileme yeteneklerini büyük ölçüde

kaybettikleridir (Yılmaz, 2004: 28).

Küreselleşme, siyasi anlamda geçmişte ulusal, yerel ve bölgesel olarak algılanan

sorunların çoğunun artık dünya sorunu haline dönüşmesini ifade eder (Durugöl, 2002:

752). Herhangi bir yerde olan gelişme anında evimize girebilmektedir. Örneğin,

Danimarka’daki bir gazetenin Hz. Muhammed’in hakaret içeren karikatürünü basın

özgürlüğü gerekçesiyle yayınlamasıyla gazete nezdinde bu ülke, Müslümanların sert

tepkilerini toplamıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde görülen kuş gribi vakıası birkaç

gün sonra yanı başımızda olabilmektedir. Bu çerçevede günümüzde insan hakları ve

demokrasiden önce hoşgörüsüzlük, terör, hastalık, fakirlik, katı milliyetçilik

küreselleşmiştir.

3.2.3. Küreselleşmenin Kültürel Boyutu Küreselleşmenin kültürel boyutunun iki temel özelliği vardır. Bunlardan

birincisi tek düze tüketim kültürünün dünya geneline yaygınlaşmasıdır. Yani bütün

dünyada insanlar aynı gazozu içmekte (Pepsi Cola, Coca Cola), aynı köfteyi yemekte

(Hamburher, McDonalds, Burger King), aynı ayakkabıyı (Nike, Adidas) ve aynı

pantolonu (Blue Jean, Lewis, Wrangler) giymekte ve aynı filmleri (Hollywood)

izlemektedir (Kongar, 2002: 26; Çuhadar & Çoşar, 2003: 24; Erkal, 2003: 60). İkincisi

ise, birinci maddenin tamamen zıddıdır. Kaba ve sınırlı deyimiyle mikro-milliyetçilik ve

mikro-dinsellikte artış olarak ifade edilebilir. Her bir ayrı alt kültür grubunun, ait olduğu

siyasal birlikten koparılması ve ayrı bir özerk siyasal yapıya kavuşturulması eğilimidir

(Kongar, 2002: 27; bkz: Ritzer & George 1998).

Küreselleşmenin kültürel boyutu onun bir taraftan insanları tekdüze bir tüketim

kültüründe, marka, tad ve firma imajlarıyla bütünleştirilmesi, diğer taraftan kültür, din,

milliyetçilik adı altında siyaseten ulusları parçalaması olarak belirtilebilir (Kongar,

2002: 28). Bununla beraber bu evre, dünya çapında kültürlerin benzeşmesi, tek

Page 120: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

111

düzeleşmesi ve tüketim kültürünün hâkim olması şeklinde gelişmektedir. Artık ulus,

din, dil gibi değerler yerine tüketim, moda, marka, tad gibi hususlar ön plana

çıkmaktadır. Küresel toplumda kişiler mesleklerinden çok kültür ve yaşam tarzları ile

önem kazanmaktadır. Bu çerçevede parayı kazanmak kadar nasıl tüketildiğinin de önem

kazandığı, asıl farklılaşmanın meslekten ziyade yaşam biçimiyle ilgili olduğu devirdir.

Bu çerçevede küreselleşme sürecindeki toplumunun en önemli özelliği onun tüketim

toplumu olmasında yatmaktadır (Boudlarid, 2004; Yılmaz, 2004: 32, 170). Zira çağ,

artık imaj çağı olmakta, en çağdaş uğraşı, uzmanlık, hatta bilimsel araştırma alanı da

image-making (imaj inşa etme, yaratma, kazandırma) tir. Bu çerçevede ortaya çıkmış

olan kitle kültürü ve popüler kültür ise kesinlikle tesadüf değildir (Cangızbay, 2003:

34). Friedman’a göre, kültürel küreselleşme tamamen değilse de büyük ölçüde

Amerikanlaşmanın küresel ölçekte yaygınlaşması anlamına gelir. Bu ise Amerikanın en

iyi ve en kötü yanlarının küreselleşmesi anlamına gelmektedir (Friedman, 1999: 31, 36,

382, 387). Hatta pek çok bilim adamı yazar yeni dönemi tüketim kültürü nitelemesiyle

ele almakta, geçmişin değerlerinin önem yitirdiğine, tüketime ilişkin değerlerin öncelik

kazandığına işaret etmektedir.

Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na göre dindarlar için artık

en büyük tehdit ateizm değil popüler kültürdür. Ona göre “bugün dindarlığa kültürel

bağlamdaki asıl tehdit ateist mülahazalardan değil, popüler kültürden gelmektedir”

(Milliyet Gazetesi, 17 Şubat 2006). Kitle kültürü veya popüler kültür olarak ifade edilen

ferdin ve toplumların iradeleri dışında, onlara dayatılan ve medya bağımlılığı ile kabul

ettirilen yaşam tarzı, sosyal değişmede önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağımlılık ile

gelen unsurlar genelde Batı ve ABD kaynaklıdır (Erkal, 2003: 60).

Küreselleşme sürecinde iletişim ve ulaşımın gelişmesiyle ile zamanın ve

mekânın önemini yitirmesiyle sanal kimlikler ve cemaatler ortaya çıkmakta, gerçek

topluluklar yerini sanal topluluklara bırakmakta, bu ise bireyin dönüşmesini

sağlamaktadır (Yılmaz, 2004: 189). Bilindiği üzere kimlik duygusu zamana, mekâna ve

kültüre bağımlı bir olgudur. Mekân önem yitirirken, aidiyeti tanımlayan kimlik

çatışması gündeme gelmektedir. Yeni yapıyla birlikte, etnik topluluk ve ulus gibi

bağlılıkların zayıflaması ile geleneksel otorite biçimlerinin çözülmesi kimlik krizini

artırmaktadır (Yılmaz, 2004: 149).

Toplumlar benzeşme ve bütünleşmeye doğru giderken bireyler birbirinden

uzaklaşmaktadır. E. Fromm’un da belirttiği gibi çağımızın en temel sorunu yalnızlıktır.

Kişiler arası ilişkinin metalaştığına dikkat çeken Fromm sevgi hissinin ihmal

Page 121: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

112

edilmişliğini vurgular. Birey bu yalnızlık karşısında ya dünyadan uzaklaşır el etek

çeker, ya toplumla kaynaşıp kişiliğini toplumda eriterek yok eder (From, 1995b).

Modernden post-moderne doğru gidişi, M. Berman (1994), “katı olan her şeyin

buharlaştığı” bir süreç olarak nitelemektedir. Boudrillard (2004), toplumun tüketim

toplumuna dönüşmesini ve kapitalizmin gelişmesiyle insanların günlük hayatlarının

metalaşması sürecine dikkati çeker. Siyasal statü yerine tüketim öne geçtiği ve bir var

olma modu haline geldiğini, bireyin ancak bu yolla kimlik ve prestij sahibi olduğu

(Featherstone, 2005) devirdir. İnsandaki en önemli arayışının anlam arayışı olduğunu ve

bireyin sürekli bu arayış içinde olduğunu söyleyen I. Yalom (2001) ve V. E. Frankl

(2000), barış ve düzenin tamamen ahlaktan yoksun maddi temellere dayanamayacağını

belirtmektedir. Bunun yanı sıra modern toplumda geleneksel bağların çözülmesi ve

genel ahlakın etkisini kaybetmesinin insana daha fazla seçenek sunacağı ve insanı

özgürleştireceği genel bir beklenti olmasına rağmen modern insan özgürlükten kaçmayı

seçebilmiş, bunun sonucunda otoriter ve totaliter rejimler ortaya çıkmıştır (From, 1996).

Kısaca bilim ve teknoloji artmasına paralel olarak özgürlük artmamakta, hatta çoğalan

seçenekler arasında özgürlük bilinci bir nevi baltalanmaktadır.

Küreselleşme ile zaman ve mekânın önemini yitirmesi ve değişimin hızlanması

ile süreklilik ve istikrar duygusunun kaybolmaya başlamıştır. Bunun sonucunda fert ve

toplum parçalanma ve bütünlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Parçalanan

ve bütünlüğünü yitiren insanın buna tepkisi, intihar hislerine kapılması, sıra dışı dini

mezheplere katılması, hippiliğe yönelmesi, sanal cemaatler oluşturma, küçük tedhiş

grupları oluşturmasına kadar bir dizi sosyal hareketin oluşacağı belirtilir. Bu dönemde

sisteme yönelik tepkiler genelde sistem dışından değil sistem içinden gelmektedir. 11

Eylül 2001’de ikiz kulelere saldırıda bulunanlar, yine bu sistemin yetişdirdiği

kimselerdir. Bu, sistem içi ve modern tepkidir (Yılmaz, 2004; 191; Arıboğan, 2005: 88).

3.3. Küreselleşmenin Hâlihazırdaki Sonuçları Toplumların hızlı sosyal değişmelere maruz kaldıklarında gerginlik ve

çatışmalar artmakta bu geçiş sürecini oldukça dönemleri sancılı geçirmektedirler

(Akyol, 2005: 65; Sezen, 1998: 135). Bu çerçevede küreselleşmenin hâlihazırda devam

eden bir süreç olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu sürecin dünyayı şu an nereye

götüreceği meçhul olsa da kimilerinin hızla yükselip kimilerinin hızla dibe çakıldığı bir

dönem olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede geçmişte yaşanılan sosyal adalet

Page 122: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

113

mücadelesi bu dönemde de yaşanabilir. Globalleşme, makro yapılar düzeyinde

totalitarizmler-entegrizmler çağı olarak somutlaşırken, mikrososyolojik açıdan da bir

fanatizmler çağı olarak yaşanması da (Cangızbay, 2003: 88) muhtemeldir. Bilindiği

üzere toplumsal değişmelerin hızlı olduğu dönemlerde henüz kurumlar ve tampon

kurumlar tam oturmadığından belirsizlikten karmaşa ve başıbozukluk doğmaktadır. Bu

çerçevede küreselleşmenin insani kılınması için şu anki durumundan farklı olarak kendi

tampon kurumlarını üretmesi ve dünyayla uyum içerisinde bütünleşebilmesi

gerekmektedir. Aksi halde kanaatimizce haritaları değiştirecek nice 11 Eylüller

yaşanacaktır.

Küreselleşme tek bir boyuta indirgenemeyecek nitelikte sosyal, ekonomik,

kültürel, siyasal ve düşünsel boyutları da olan çok daha karmaşık bir süreç olduğunu

yukarıda belirtmiştik. Bu çerçevede küreselleşme bir realite olarak karşımızda durmakta

ve mecrasını bulmaya çalışan su gibi yoluna hızla devam etmektedir. Biz istesek de

istemesek de bu süreç işleyecektir. Küreselleşme olgusu tek başına kullanıldığında nötr

bir anlam taşımaktadır. Asıl olan küreselleşmeye karşı veya yandaş olmak değil bu

gerçeği kabul edip ona göre yaşamaktır. Zira onu ancak anlayarak yönetebileceğimiz

gibi, yarattığı fırsatları kullanmak ve risklerini bertaraf etmek de ancak onu anlayarak

mümkündür. Yoksa tek başına yandaş veya karşıt olmak bizi bir yere götürmeyecektir.

Zira küreselleşme vazgeçilmez bir süreçtir, ama tercih yaratmayan bir süreçte değildir

(Yılmaz, 2004: 25-26). Bu çerçevede küreselleşme bir okyanustur, aslolan

yüzebilmektir. Küreselleşme, yutulması mümkün olmayan ama mücadele edilmesi

gereken bir realitedir. Okyanusu yutamayacağımıza göre ya kaçacak ya da üzerinde

durup yüzmeyi öğreneceğiz (Soyak, 2002: 7-8).

Nitekim, küreselleşme yansız bir olgu mudur? tartışması bu sürecin başından

beri devam etmektedir. Küreselleşme modern batı tarihinin bir ürünü olarak yaşanan bir

realitedir. Ancak o tamamen yansız değil, yön vericileri bulunmaktadır. Yani

küreselleşmeye yön verenler bu süreci az çok çizmeye çalışmaktadırlar. Bizde oluşan

kanaate göre günümüzün bilimsel ve politik söylemi içinde emperyalizmin yerini,

globalizm almıştır. Görünen o ki kürselleşme, yeni dünya düzeni söylemi içerisinde

ABD’nin dünya siyasi liderliği ve yeni emperyalizmin adı olmaktadır.

Küreselleşmenin yirmi yıllık uygulaması, onun öznesiz bir süreç olmadığını

göstermiştir. Bu özne, genel anlamıyla sermaye, daha özel olarak ise merkez

sermayedir. Küreselleşmenin avantajlarından öncelikle yararlananlar da ABD, Avrupa,

Japonya ve ulusal temelinde yer alan çok uluslu şirketlerdir. Ancak küreselleşme, her

Page 123: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

114

şeyden önce ABD hegemonyacılığının güncel adıdır. ABD, ekonomik, politik ve askeri

açıdan dünya liderliği vasfını, küreselleşme sürecinde sağlamlaştırma amacını

izlemektedir. ABD için küreselleşme, ulusal çıkarlarının korunması ve geliştirilmesiyle

özdeş (Özdek, 2002: 21) olarak da görülebilir.

Her şeyin Pazara indirgendiği bu dönemde önemli olan iş bitiriciliktir. İş

bitirirken her yol mubahtır, ahlaki olması gerekmemektedir (Cangızbay, 2003: 57, 81).

Her şeyin pazar-içinleşip pazarlık konusu edilebilir hale gelmesine tekabül eden

globalleşme, herkese eşit mesafede cereyan eden nötr bir olgu değil, kim ki daha fazla

pazarlık gücüne sahip, işte ondan yana işleyen, ve de onun tarafından stratejik hedef

ittihaz edilip kendisi dışındakilere dayatılan bir süreç (Cangızbay, 2003: 32, 35) olarak

cereyan etme eğilimindedir. Bu süreç, Haçlı seferlerinden Batı emperyalizmine

(Esposito, 2003: 98) ve globalizme kadar uzayan bir süreçtir. S. Hayri Bolay’ın

deyimiyle “küreselleşme, iktisadi, kültürel, teknolojik ve bilimsel faaliyetler boyutuyla,

modernizmin ortaya çıkmasından bu yana tabii (doğal) bir süreç gibi görünmektedir.

Fakat arka planda onun siyasi, iktisadi ve kültürel bir ideoloji olduğunu görebilmek

lazımdır” (Çuhadar & Çoşar, 2003: 24). Bu çerçevede dünya kendi haline bırakılmış

değildir. Dünya kendi iç dinamikleriyle bir değişme süreci değil, tersine bir değiştirilme

süreci yaşamaktadır (Erkal, 2003: 59). Bu çerçevede küreselleşmenin yansız bir veri

olduğuna inanmak oldukça zor gözükmektedir. Esasen bu gün küreselleşme,

küreselleştirme doğrultusunda devam etmektedir (Bayrakdar, 2003: 150).

Globalleşmenin maddi temeli, ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişme

olduğunu belirtmiştik. Şimdi bu gelişme ve değişmelerin yönünü/biçimi/hızı kendi

içinde belirlenmiş yansız bir veri değildir. Yani, teknoloji ne bir ruha sahip ne de nereye

doğru gideceğine kendisi karar veriyor, ne de bir doğal olgu da, hangi aşamalardan

geçip sonuçta ne tür bir biçime ulaşacağı nesnel bir düzenlilik çerçevesinde baştan

belirlenmiştir (Cangızbay, 2003: 45). Esasen bütün bu sıkıntı ve olumsuzluklara rağmen

küreselleşme hala açık uçlu bir olgudur. Riskleri ve külfetlerinin yanından imkanları

avantajları dünya ölçeğinde yaşamakta olan, açık uçlu bir olgu (Uşak, 2003: 287-300;

Kongar, 2002: 24) olmasına rağmen onun hangi yönde ilerleyeceği, küresel sistem

içerisinde tahakküm unsuru olarak ortaya çıkan globalizmi oluşturan Amerikanın

izlediği politikalar, dünyayı zorla düzene ve bütünleşmeye mi, yoksa yepyeni

düzensizliklere ve belirsizliklere mi sürükleyeceği konusunda bize biraz da olsa fikir

vermektedir. Dünyamız, dinsel ve etik söylemler, Amerikan globalizminin ortaya

çıkardığı kimlik problemi, geleneksel ve yerel değerlerin asimilasyonu, ekonomik

Page 124: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

115

eşitsizlik, açlık ve yoksulluk, hastalık ve ekolojik (çevre) problemler, tırmandırılan terör

tehlikesi ve gelir dağılımındaki dengesizlik gibi pek çok sosyal ve ahlaki problemle

karşı karşıya kalmıştır.

Globalleşme ve lokalizasyon bir arada gelişmektedir. Nerede bir global uyanış

ortaya çıkıyorsa, orada anti-global hareketi teşvik edecek bir reaksiyon da ortaya

çıkmaktadır (Turner, 2002: 26). Artan etnik milliyetçilikler ve fundamentalist eğilimler

bunun en önemli göstergesidir. Yani bir taraftan dünya bütünleşmeye doğru giderken,

yerel anlamda ise paramparça olmaktadır. Bununla birlikte küreselleşme açıklayıcı bir

konsept olarak istikrarını kaybediyor ve kendi karşıt hareketini yaratıyor (Davos’a karşı,

Porto Alegre gibi).

Bu açıdan küresellik modern batı tarihi içindeki tecrübelerle elde edilmiş ve

dünya ölçeğine yayılmış bir fenomendir. Küreselleşme toplumsal alanda meydana gelen

tüm değişim ve dönüşümleri içermektedir. Yansız anlamı söz konusu olduğunda

küreselleşme yaşadığımız süreci açıklamaya çalışan bir olgu olarak karşımızda

durmaktadır. Ali Y. Sarıbay’ın deyimiyle, küreselleşme kendi başına ne şeytani ne de

rahmani bir güçtür (Aydın & Erdoğan & Sarıbay & Bolay & Altan, 2002: 52; Yılmaz,

2004: 26). Dolayısıyla küreselleşmeyi, günümüz toplumsal alanda meydana gelen

gelişmelerin müsebbibi olarak görmek yerine, yaşadığımız dünyanın bu günkü

durumunu olumlu veya olumsuz yönleriyle tanımlayan genel bir isim olarak

değerlendirmek daha uygundur. Ancak onun ortaya çıktığı sosyal şartları ve ona yön

vermek isteyen faktörleri egemen kültürden bağımsız düşünmek olguyu anlamadan

uzak bir yaklaşım olacaktır. Dolayısıyla bu gün karşı karşıya kaldığımız küresellik

olgusunu, batı düşünce tarihinden bağımsız olarak değerlendiremeyiz. Bu günkü

küreselleşme daha çok ideolojik ve politik tutum ve tavır alışı simgeleyen globalizm

şeklinde cereyan etmektedir.

Küreselleşme süreci, olumlu ve olumsuz olmak üzere iki faklı şekilde

değerlendirilebilinir. Genel bir değerlendirme ile globalizm olgusuna olumlu

yaklaşanların ön plana çıkardığı özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz. Çok uluslu

şirketler, ucuz emek ve ucuz hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için gelişmemiş

ülkelere yatırımlar yaparak, teknoloji ve sıcak para akışı sağlamaktadırlar. Sermayenin

girdiği yerde ise refah seviyesi yükselecektir. İş alanlarının çoğalmasıyla yeni iş

imkânları doğmuştur. Bunun yanı sıra üçüncü dünya ülkelerindeki demokratik olmayan

yönetimlerin demokratikleştirilmesi ve özgürleştirilmesi buna dayalı olarak insan

hakları konusunda ilerleme sağlayabilmek. Kısaca demokrasi, insan hakları, özgürlük

Page 125: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

116

kavramları ön plana çıkmıştır. İletişim ve bilişim yaygınlaşmış, bilgiye ulaşma ve

kullanma daha kolay hale gelmiştir. Eğitim-Öğretim olanakları yanında yaşadığımız

doğal çevre bilincini de artırmıştır. Küreselleşmenin sonuçlarını bu perspektiften

değerlendirenler, Amerika, Avrupa ve Japonya gibi bu işten karlı çıkan ülkeleri esas

alarak olumlayanlar, dünyanın yarısından fazlasını görmezden gelip ihmal

etmektedirler. Küreselleşme süreci içerisinde kazananlardan fazla kaybedenlerin

olduğunu göz ardı etmektedirler.

Globalizm olgusuna olumsuz yaklaşanların ön plana çıkardığı özellikleri ise şu

şekilde sıralayabiliriz. Ulus devletler ve onların ekonomileri oldukça zayıflamış hatta

çoğu zaman dışarıya bağımlı hale gelmişlerdir. Esasen karşılıklı bağımlılık yerine çevre

ülkelerin merkez ülkelere bağımlılığını artırmıştır. Bu bağlamda azınlığın zenginliği,

çoğunluğun emeği ve yoksulluğu sayesinde sürmektedir. Bu süreçte birileri çok az

kazanırken birileri sürekli kazanmaktadır. Bunun sonucunda zenginlik değil

yoksulluğun küreselleşmekte ve toplumsal memnuniyetsizlik çoğalmaktadır. Bu süreçte

adaletsizliğin ve eşitsizliğin artarak devam etmesiyle birlikte dünyanın yeni sosyal

adalet anlayışlarına gebe olduğu ve bu gebeliği oldukça sancılı geçireceği ileri

sürülmektedir. Herhangi bir yerdeki en ufak bir toplumsal hareketlenme dünyanın her

yerinde hissedilebilir bir durumdadır. 1997 Asya krizinde olduğu gibi (Bu kriz IMF’nin

bilinçli ya da bilinçsiz olarak, yanlış politikalarının sonucu olduğu bir gerçektir.

Nitekim kurum, bunu krizden sonra açıklamıştır) dünyanın herhangi yerinde meydana

gelen bir kriz küresel olarak herkesi etkilemektedir.

Küreselleşmenin genel olarak yaşam standartlarını yükseltmesi

öngörülmekteydi. Ama yaşam standardı yükselenler kadar kaybedenler ve dışlananlar

oldukça fazlalaşmıştır. Küreselleşme sürecinden herkes aynı, eşit veya adil düzeyde

yararlanmamakta bazıları kaybetmektedir. Nitekim küreselleşmenin en önemli

sorunlarından biri zengin ile fakir ülkeler arasındaki gelir farklılığıdır. Doğal olarak

ülke içi ve ülkeler arası eşitsizlikler arası uçurum vardır (Falk, 2002a; Cirhinlioğlu,

2004: 65). 1980’lerde gündeme giren neoliberal küreselleşme politikalarının ilk yirmi

yıllık uygulama dönemi iki ana sonuç üretmiştir. Birincisi, gelir bölüşümündeki

adaletsizliğin dünya çapında artması ve toplumsal sınıflar arasında eşitsizlik ve

çelişkilerin derinleşmesidir. İkincisi, uluslar arası bağımlılık ve sömürü ilişkilerinin

derinleştirilmesidir. Küreselleşmenin her iki sonucu da, onun bir sermaye stratejisi

olmasıyla ve emperyalist bir karakter taşımasıyla bağlantılıdır (Özdek, 2002: 39-40).

Görüldüğü üzere, küreselleşmeye yapılan en önemli eleştiri, zenginlerle fakirlerin

Page 126: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

117

arasındaki mesafeyi açtığıdır. Daha ötede ise azgelişmiş ülkelerin küresel ekonomide

hiç yer edinemedikleri vurgulanmaktadır. Küresel sürecin gelişmemiş ülkeleri

bütünleştirmek yerine dışladığı vurgulanmaktadır (Falk, 2003: 26; Yılmaz, 2004: 181).

Bu çerçevede küreselleşmenin ekonomik boyutu kapitalizmin küreselleşmesi

şeklinde cereyan etmektedir. Kemal Karpat’ın ifadesiyle, küreselleşme aleyhtarı

hareketler globalleşmeye karşı değildir, bu tepkiler dünyanın çektiği birçok dertlerin

ifadesidir. Bu çerçevede globalleşmenin ana sorunu ekonomik eşitsizliktir (Uşak, 2003:

335, 359). Fakirlik sorunları, çevre sorunu, nüfus artış sorunu, sağlık sorunları ve eğitim

sorunu gittikçede artmaktadır (Ertekin, 2005: 113-141; bkz: Ponting, 2000; Önder,

2003). Küreselleşme ve kapitalizmin herkese refah getireceği sanılmakta aksine zengin

fakir uçurumu (dünya şimdiye kadar tanık olduğundan daha adaletsiz) daha da artırmış,

eşitsizlik ve fakirlik yaygınlaşmıştır. Nihayetinde küreselleşme deneyimi bu vaatleri

(küreselleşme vaatlerinden hiçbirini) yerine getirmedi (Brecher & Costello, 2002: 9).

Beklenildiği gibi bu süreç, yoksulluk açlığı önleyememiş aksine (Çuhadar & Coşar,

2003: 24) artırmıştır. Fakirlik ve yoksulluk bu döneme has bir olgu değildir. Ancak

küreselleşme bu durumu daha bir derinleştirip keskinleştirdiği de bilinmektedir. Şu ana

kadar ki süreçten anlaşılan, küreselleşmenin paylaşım sürecini içermediğidir.

Bağımlılık (merkez-çevre) teorisinden hareketle, küreselleşme ile artması

beklenen ekonomik olarak karşılıklı bağımlılık ne yazık ki bu gün tek taraflı bağımlılık

olarak gerçekleşmektedir. Sermaye genelde ABD, AB, Japonya, G-8 gibi yerlerde

büyümektedir. Bunların çevresinde yer alan ve dışarıda kalanlar ise ekonomik açıdan

merkeze bağlıdırlar. Öte yandan sermayenin girdiği her yerde refahın aynı hızla

artmadığı, ulusal sanayiyi baltaladığı, riskli durumlarda ise ülkeden çıkarak krizler

yarattığı da bir gerçektir. Sadece ekonomik olarak değil küreselleşme nimetlerinin

birçoğundan eşit ölçüde yararlandığını söylemek oldukça zordur. Bu nimetlerinden yine

en fazla refah devletleri yararlanmaktadır. Kısaca bu işten karlı çıkan insanlık değil,

merkez ülkeler ve onların ulus aşırı şirketleri olmuştur.

Şu anda bu süreç, tek düze bir tüketim kültürünün egemenliğinde, yerel ve ulusal

kültürlerin zayıflaması şeklinde cereyan etmektedir. Küresel tüketim kültürü ve dili ile

ulusal kültür ve dil arasındaki büyük bir rekabet yaşanmaktadır. Serbest ticaretin tüm

çalışanlara ve yoksullara fırsat yaratacağı şeklinde ön görülen hâkim anlayış bugün

yanlışlanmıştır. Bu süreç şu ana kadar zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir

olması şeklinde işlemiştir (Kongar, 2002: 32). Küreselleşmenin hali hazırdaki

sonuçlarının iç açıcı olmadığını, ve insanlığın büyük bir kısmının aleyhine olduğu

Page 127: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

118

görülmektedir (Kızılçelik, 2003: 56-94). Beklenildiğinin aksine üçüncü dünyanın refah

seviyeleri artmamış aksine bu ülkelerdeki yetişmiş fertleri beyin göçüyle gelişmiş

ülkelere kaydığı ortaya çıkmıştır. Devletler hukukunun yerini çok uluslu şirketlerin

kuralları geçmesiyle de ulus devlet politikalarında söz sahibi olmuşlardır. Ulus devlet

egemenliğini, ulus altı (STÖ’ler, etnik ve yerel dinsel guruplar gibi) ve ulus üstü

(Bölgesel oluşumlar, AB, Şangay Beşlisi, ÇUŞ gibi) güçler tarafından egemenliği

aşındırılmaktadır.

Küreselleşme, dünya tarihinde yaşanan diğer küreselleşme örneklerinden farklı

olmasının yanı sıra bu güne ait bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Küreselleşme

homojenlik (türdeşlik) ve heterojenlik (farklılık) süreçlerinin birlikte işlemesidir. Yani

dünya hızla bütünleşip benzeşirken (tad, kültür, bölgesel aktörler vb) etnik milliyetçilik

ve yerel dinsel cereyanlar sonucu ulus altı yapılanmalarla hızla bölünmektedir. Bu

bağlamında ulus devletinin kontrol mekanizmalarının bir kısmını sivil inisiyatife

devretmektedir. Artık sivil toplum örgütleri de küresel nitelikte ortaya çıkmakta, insan

hakları, çevre kirliliği, barış gibi küresel konularda etkin hale gelmektedir.

Küreselleşme süreciyle birlikte insan hakları ve demokrasi znlayışının yaygınlık

kazanacağı öngörülmekteydi. Ancak insan hakları ve demokrasi sadece sözde kalmakta

hatta kimi zaman başka bir ülkeyi işgal etme aracı olarak kullanılabilmektedir. İnsan

hakları, toplumdan kopuk bireycilik gibi, demokrasi ise bireyi yalnızlaştırıp ezen bir

liberal piyasa demokrasisi yönünde gelişme göstermiştir (Kongar, 2002: 34).

Küresel anlamda bir etik oluşturulamadığından sorunlar gittikçe

derinleşmektedir. Küreselleşmenin egemen gücü Amerika, askeri gücünün üstünlüğüne

dayanarak dünya sorunlarını çözme arayışı, barış ve huzura katkı sağlamak yerine

anlaşmazlık ve çatışmaları artırmaktan öteye geçmemektedir. İslam dünyasında ortaya

çıkan radikal dini hareketlerin pek çoğu, Amerikan saldırganlığına ve yayılmacılığına

bir tepkidir. Nitekim ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra canlı bombalarda ve intihar

saldırılarında artış olduğu gözlenmiştir. Yine bu süreçte ABD, BM’yi işlevsiz hale

sokmuş, NATO’yu ise kendi politikalarına yardımcı olarak kullanmaktadır.

Hatırlanmalıdır ki II. Dünya Savaşı öncesinde de, Cemiyeti Akvam adaletsiz işlemeye

başlamış, kimsenin hakkına riayet edilmediği ve sadece birkaç devletin söz hakkına

sahip olmasını hazmedemeyenler II. Dünya Savaşını çıkarmışlardır. Bugün aynı retorik

hatta daha fazlası BM içinde geçerlidir.

Yeri gelmişken hemen belirtelim ki teknolojik üstünlük, ahlaki ve medeni

üstünlük anlamına gelmez. Yani zenginlik ve fakirlik uygarlığın, ahlakiliğin,

Page 128: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

119

medeniliğin ölçütü değildir. Bizce küreselleşme olgusunu kendi çıkarları için

yönlendiren ve şekillendiren Amerika, teknolojiktir ama medeni değildir. Bu çerçevede

ahlaktan yoksun bir küreselleşmenin intihar, depresyon, nefret, şiddet gibi duyguları

dünya sathında körüklemektedir. Nitekim 2005 Ağustosunun son günlerinde ABD’nin

New Orlens eyaletini vuran Katrina Kasırgası bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler

önüne sermektedir. Küreselleşmenin egemen gücünün (ABD) ne küresel bir ahlaka ne

de yerel bir ahlaka sahip olmadığını tüm dünya görmüştür. En azından evrensel ahlak

ilkelerinden yoksun olan bir ülke, tüm dünyaya hangi ahlaki değerleri dayatmaya

kalkıyor? sorusu önem arz etmektedir. Daha önce belirttiğimiz gibi tek amacı kâr elde

etmek olan piyasa ekonomisinin ahlaki anlayışı, sosyal devleti dönüştürmektedir. Bu

bağlamda şirketlerin sınır tanımayan hukuk kurallarını mı ahlaki değer olarak

tanıyacağız? Katrina Kasırgası ile ABD, 11 Eylül saldırıları ile oluşmuş suni

bütünleşme havasını kaybetmiştir. Yeri gelmişken bu olayın önemli iki sonucunu ortaya

koymak gerekir. İlki, kasırga dehşetinden sonra toplumsal yardımlaşma bir yana,

yağmalar, adam öldürmeler, tecavüzler alabildiğine artmıştır. Evet, dünya küçük bir

köye dönmüştür, fakat bu köyde sosyal değerler değişmiş, birey duyarsızlaşmış ve tek

başına kalmıştır. İkincisi ve daha da vahimi modern ırkçılığın su yüzüne çıkmasıdır.

Nitekim bu felakette kentteki beyazlar tahliye edilmiş yaşlı beyazlar ve siyah halk

kaderine terkedilmiştir. Bir diğer örneğimiz ise ülkemizde sıklıkla karşılaştığımız

elektrik kesintileridir. 2003 yılı içerisinde Kanada ve ABD’de basit bir elektrik kesintisi,

olağanüstü hal ilan etmeye yetmektedir.

Bu olgu bir başka sorunu ortaya çıkarmaktadır. Kendi ahlak ilkelerinden yoksun,

otokontrolü bulunmayan neredeyse çapulcu sürüsüne dönen ABD’nin değerleri mi

küresel ahlakın yerini alacak? Bu çerçevede kime ve neye göre ahlak ilkeleri

benimsenecek? Dünya küreselleştiği ölçüde küresel ahlak yerini yerele (coğrafya,

kültür, ırk, din gibi) bırakmaktadır. Şu halde, bilim ve teknoloji bakımından üstün olmak

uygarlık ve medeniyet olarak ileri olmayı gerektirmeyeceğinin en güzel örneğini küresel

ahlaktan yoksun ABD’de bulabilmekteyiz.

Bireysel ve ulusal ahlak anlayışını aşan, dünyadaki tüm insanları kapsayan

ahlaki bir duyarlılığı ve sorumluluğu ifade eden bir kavram olan küresel ahlak (global

ethics), aynı zamanda, bireyin, aile gibi en yakın çevresinde ulusal aidiyete kadar olan

yerel sınırları aşması ve eylemlerinde kendisi tüm insanlığa karşı görevli ve sorumlu

hissetmesi olarak anlaşılır (Kirman, 2004: 138; bkz: Fahri, 2004). Bu bağlamda dünya

dinleri parlamentosu 1993 yılında Chicago’da kabul ettiği küresel ahlak

Page 129: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

120

deklarasyonundan, bugün ne uygulanmış olan tek bir maddesi ne de ciddiye alınmış

olan bir maddesi (Tarhan, 2003: 93) vardır.

Hal böyle iken bilim alanındaki gelişmelerde de ahlaki problemler çıkarmaktadır

(Bayet, 2000). Genetik bilimindeki gelişmeler ahlaki ve hukuki sorunlar yaratmaktadır.

DNA çözülmesiyle genlere olan müdahaleden tutun da anne karnındaki cenine

müdahale, klonlama gibi pek çok etik sorunla karşı karşıya kalan bilim dünyası (nano

teknoloji ve biyo-teknoloji) neyin ahlaken doğru neyin yanlış olduğunu karar verecek

merci değildir. Öte yandan bu döneme özgü olarak suç bile DNA’ya indirgenmeye

çalışılmaktadır. Küreselleşme süreci bu ve bunun gibi etik alanda birçok tartışmayı da

beraberinde getirmiştir (Yılmaz, 2004: 211-218).

Küreselleşme insanı özgürleştirmiyor sadece kuralları kaldırıyor onun yerine de

tüm kuralları piyasa kurallarına indirgiyor (Baudrillard, 2002: 370). Enformasyon,

iletişim ve ulaşım imkânı artarken insanların birbirinden uzaklaşması ve güven yitimi

gibi gelişmeler de bu sürece eşlik etmektedir. Dahası küresel gelişmelerle birlikte zıt

yönde yerel ve etnik bilinç ve duygular da canlanabilmektedir. Dolayısıyla siyasetten

ekonomiye ve insan ilişkilerine kadar derin ve köklü değişiklikler oluşmaktadır

(Yılmaz, 2004: 179). Bu günkü sorunun temelinde, küreselleşmenin yayılmasından çok,

sermayenin sınır tanımaz şekilde öne çıkması ile siyasal süreçlerin denetimini ele

geçirecek şekilde genişlemesinde yattığı vurgulanmaktadır. Dolayısıyla tepki tek ve yek

düze bir dünyaya olduğu gibi daha çok nasıl bir dünya yaratıldığı ve hangi değerlere

öncelik verildiğiyle ilgilidir (Yılmaz, 2004: 36).

Elbetteki bunun yanı sıra küreselleşmenin kültür ve sanat alanında etkileri

bulunmaktadır. Örneğin, İngilizcenin uluslar arası ortak dil olma yolunda ilerlediği, en

basitinden bugün Internet alanında bile İngilizcenin hâkimiyetinden bahsedilebilir.

Küreselleşmenin yalnızca batılılaşmak olmadığını hatta aksi yönde bile cereyan

ettiğini düşünen sosyologlar da vardır. “Globalleşme hakkındaki eleştirilerden birisi de

onun yalnızca Batılılaştırmaktan ibaret olduğu eleştirisidir. Ancak Japonya ve Asya

bölgesinin diğer güçlü ekonomilerinden yayılan köklü kültürel hareketler vardır ve bu

hareketler dünyayı öylesine şekillendirmektedir ki, modern kültürlerin

doğululaştırılmasından da ayını kuvvette söz edilebilir” (Turner, 2002: 26).

En parlak dönemini 90’lı yıllarda yaşayan küresel kuram ve globalleşme

eğilimleri, son zamanlarda gerilemektedir. Piyasanın ortaya çıkardığı sorunlar,

dengesizlikler ve belirsizlikler nedeniyle devlete yeniden dönüş muhtemel bir gelişme

olacaktır (Yılmaz, 2004: 132). Amerika’da korumacılık suretiyle, İslam dünyasında

Page 130: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

121

artan fundamentalist akımlar, Avrupa’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı şeklinde

kendini göstermekte yani bir nevi eski sisteme dönüşler yaşanmaktadır. Bu çerçevede

ulusal devletlerin, global güç yerine geçmeleri de muhtemeldir. Yine dünya üzerinde

çeşitli güç odakları ve ekonomik merkezlerin (ABD, Avrupa, Rusya, Çin, Japonya)

oluşması muhtemeldir (Kaynak, 2003: 48-49). Tek ekonomik sistem (kapitalizm) ama

çok kutuplu (AB, Şangay Topluluğu, Güney Amerika Sol İktidar ittifakları gibi) ve çok

kurumlu (IMF, WB, WTO, WHO, GATT, AGSK, AGIT, NAFTA, ASEAN, BDT,

Şangay Beşlisi, MERCUSOR gibi) bir dünya eğilimleri güç kazanıyor.

Kısaca küreselleşme ekonomistlere göre, ekonomide ulusal sınırların kalkması

ve pazarın ulusal otoritelerin denetiminden kurtulmasıdır. Siyasal anlamda ise, yeni

siyasal aktörlerin ve ilişkilerin oluşmasına tekabül etmektedir. Ulus devletler ana aktör

olmak yerine çoğul bileşenlerden biri haline gelir Kültürel alanda küreselleşme, tüm

ülkelerin veya farklı halkların aynı tadı alabilmesi (Yılmaz, 2004: 61-67) demektir.

Sonuç olarak küreselleşme elbette ki insani kılınabilir. Başta ekonomik adalet

olmak üzere her türlü eşitlik, insan hakları ve demokrasi, dinler ve kültürler arası

diyalog ve hoşgörü gibi kavramlar yaşama geçirilebilir. Ama bu kavramları yaşama

geçirmek oldukça zor hatta mümkün görünmemektedir. Çünkü bu uzun bir süreci

gerektirdiği ve çoğu dünya politikasında söz sahibi, etkili ve zengin ülke ve şirketlerin

birçok haklarından feragat etmesi, fedakâr davranması, dünyayı daha bir yaşanılabilir

kılmasına çalışmaya başlamak kolay kolay taraflarından kabul edilebilecek bir durum

değildir. Öte yandan çevre ülkeler veya diğer ülkeler ise bu anlamda yapacakları olumlu

gelişmeler okyanusun karşısında küçük bir akarsu gibi kalacaktır. Zira okyanus bu işi

istememektedir. Falk’ın da dediği gibi (2002), küreselleşme devam eden bir süreç

olmasının yanında nereye gideceği kestirilemeyen ancak bugünkü görünümü itibariyle

belli izlenimler yaratabilen bir süreçtir. Bugünkü şartlarda insani küreselleşme mümkün

ve arzulanır bir şeydir, hatta gereklidir. Ancak şu anda bu mümkün görünmemekte, hal

böyle iken durum içler acısı olabilmektedir.

Page 131: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

122

IV. BÖLÜM

DİN, TOPLUM VE CİHAD ANLAYIŞI

4.1. Sosyolojik Bakımdan Din ve İşlevleri M. Weber, P. Berger ve C. Geertz, T. Luckmann gibi önde gelen din

sosyologları, insanların yüzyıllardır varoluşlarına bir anlam yüklemek için aradıkları

temel kaynağı dinde bulduklarını belirtirler (Hamilton, 2000: 529). Bu çerçevede din,

mensuplarına belirli bir dünya görüşü vermektedir. Din, mensuplarını dünyaya ve

hadiselere karşı tavır almaya götürür ve bu haliyle de o kültürleri şekillendirir. (Sezen,

1990: 224). Şu halde S. Kartopu’nun da belirttiği üzere din insanın anlam arayışına en

güzel cevabı verecek potansiyeli içinde barındırmaktadır (Kartopu, 2006). Bu bağlamda

geçmişten günümüze dinin, toplumda her zaman yaşamış ve yaşamakta olan sosyal bir

realite (Berger, 1993) olduğu ifade edilebilir.

Din, bireysel ve toplumsal kimliği şekillendirir, müntesiplerine belli bir zihniyet

kazandırarak öteki karşısında konumunu oluşturur. Nitekim bu çerçevede din, “insanın

dünya kurma girişiminde stratejik bir rol oynamaktadır” (Berger, 1993: 58). Şu halde

din evrenin tamamını insan açısından manidar bir varlık olarak kavramanın cüretkâr bir

girişimi (Berger, 1993: 59) olarak ifade edilebilir. Bu yüzden, “din tarih boyunca insan

deneyiminin merkezinde yer almış, insanların yaşadığı çevreyi algılama biçimlerinin de

ve bu çevreye verdikleri tepkilerde etkili olmuştur” (Giddens, 2000b: 462).

Genel olarak bir dinde, a) Teolojik yön (ilahi veya aşkın boyut), b) Bireysel yön

(subjektif-öznel boyut), c) Sosyolojik yön (objektif-nesnel boyut) olmak üzere üç temel

yön vardır. Bu çerçevede din, sadece ilahi boyutu olan bir müessese değildir. O aynı

zamanda tek tek bireylere nüfuz eden ve sonuçta, genel toplumsal yapıya şu veya bu

şekilde tesir eden inançlar ve uygulamalar bütünüdür (Günay, 1998: 208). Esasen bu

noktada dinin nasıl tanımlanabileceği problemi karşımıza çıkmaktadır. J. Milton Yinger,

birkaç saat içinde yüzlerce din tarifini toplayabileceğini ifade ederek, dinin çok kolay

bir şekilde tek tanımla ortaya konulamayacağını dile getirmektedir (Kehrer, 1992: 9).

Bununla birlikte din, hiçbir şekilde tanımlanamaz, açıklanamaz ya da ifade edilemez bir

şey de değildir. En azından bireysel ve toplumsal din denilen olgularla karşılaşmaktayız.

Öte yandan dinin sadece insana ve insanın ayırt edici niteliği olduğunu ifade ettiğimiz

zaman, buna herhalde hiç kimsenin itirazı olmayacaktır (Bilgiseven, 1985: 1).

Page 132: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

123

Biz burada, Sosyoloji ve Din Sosyolojisi açısından din nedir ne anlam ifade

etmektedir? sorularının cevaplarını bulmaya çalışacağız. Esasen sosyal bilimciler dinin

evrensel bir fenomen olduğu konusunda hemfikir olmalarına rağmen, tanımı konusunda

ortak bir görüşe sahip değillerdir. Sosyal bilimciler bu hususta, belli noktalarda benzer

belli noktalarda ise farklılaşan açıklamalar getirmektedirler (Bilgiseven, 1985: 1).

Onların bu açıklamaları aşağı yukarı gerek Latincede, gerekse Arapçadaki kökenleriyle

yakından ilişkilidir. Bu bağlamda eski Yunancada din, korku ile karışık saygı ve sevgi

(beynel havfi verreca) anlamındadır. Latincede din religio sözcüğü ile anlatılır. Bunun

iki kökten geldiği söylenir. Çiçeron’a göre din, religere kökünden gelmekte, bir işin

tekrar tekrar ve dikkatlice yapmak anlamına gelmektedir. Bu bakımdan din, kendini

ibadete verme, tören ve yortulara katılma anlamındadır. Hıristiyan Çiçeron diye

tanınmış olan Lactantitus’a göre din, religare kökünden bağlanmak anlamından

gelmektedir. Bu ise insanların din yoluyla Tanrıya bağlanmasını ifade eder

(Taplamacıoğlu, 1983: 49; Sezen, 1998: 29; Volkan, 2005: 32; Pazarlı, 1982: 27-31).

Arapçada din sözcüğünün üç anlama gelmektedir. a) Öz Arapçada din, usul, adet,

hüküm, tutulan yol, mükafat, mülk ve huy gibi manalarına gelmektedir. b) Arami-İbrani

dillerinden gelen anlamı ceza ve yargıdır. c) Farsça kökten gelen anlamı Zend-

Avesta’daki daena sözünden alınan din ve mezhep edinmek, inanmak, adet edinmek

manalarına gelmektedir (Taplamacıoğlu, 1983: 50; Günay, 1998: 192-193; Şahin, 2001:

73-77; bkz: Tümer & Küçük, 1997: 1-5).

Elmalılı M. Hamdi Yazır’a göre din kelimesi Arapçada ceza, hesap, kaza

(hüküm verme), siyaset, itaat etme, adet, durum, kahır ve bütün bunlarla ilgili ve

hepsinin üzerinde kurulduğu ve hepsinin ölçüsü olan millet ve şeriat manalarına gelir

(Yazır, 1992: 91-92). İslam kelamında din, Allah tarafından vahiy yoluyla ve

peygamberleri aracılığıyla va’z edilen ve saliklerini (mensuplarını) dünya ve ahirette

saadet ve necata (kurtuluşa) götüren, itikat (inanç) ve amellerden (davranış) mürekkep

bir müessese olarak tarif edilmektedir (Günay, 1998: 194; Taplamacıoğlu, 1983: 51;

Sezen, 2004: 160-164). Hamdi Yazır’a göre hak din, akıl sahiplerine kendi güzel

arzuları ile bizzat iyilikleri yapmaya sevk eden bir ilahi nizamdır. Dinin şartı akıl ve

ihtiyardır (Yazır, 1992: 92-93). Kısaca İslam’a göre din, Allah tarafından kurulup

mensuplarını dünya ve ahirette saadet ve kurtuluşa götüren iman, ibadet ve ahlaktan

oluşan bir müessesedir. İslam dini, akıl sahiplerine yönelik hitap olup, onları kendi

iradeleriyle hayırlara sevk eden bir vaz-ı ilahidir (Tümer & Küçük, 1997: 8). Bu

sistemin insanların mutluluğu, huzurunu ve toplumsal ahengini tesis edici olduğu

Page 133: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

124

vurgulanmakta, her şeyden önce akıl sahiplerine hitaben yapılan teklif hem bireysel

hem de sosyolojik anlamda tezahür ettiğini ortaya koymaktadır.

Bu çerçevede dinlerin özü sayılan kutsal fikrinin kaynağı hakkında belirgin

olarak dört fikir ortaya çıkmaktadır. Bunlar, a) Ruhçuluk (animizm), b) Tabiatçılık

(natürizm), c) Totemcilik (totemizm) ve d) Vahiycilik (revelationizm) tir

(Taplamacıoğlu, 1983: 66-84). J. Wach ise dinleri, geleneksel ve kurucusu olan dinler

şeklinde ikiye ayırmıştır (Wach, 1995: 364-365). İslam alimlerine göre ise dinler hak ve

batıl olmak üzere ikiye ayrılmıştır (Taplamacıoğlu, 1983: 91-92; bkz: Tümer & Küçük,

1997: 27-38; Sezen, 1998: 13-16).

Yukarıda kısaca değindiğimiz bu linguistik açıklamalar bize yol gösterecek

mahiyettedir. Zira gerek Arapça da ki din, gerekse Latincedeki religare veya religere

olsun, ortak anlam itibariyle kutsala bağlanma anlamını ifade etmektedir. Nitekim J.

Wach, G. Mensching, G. Van Leeuw gibi önde gelen din sosyologlarının üzerinde

önemle durdukları Rudolf Otto’nun din tanımı esas alacak olursak din, “büyüleyici ve

korkutucu sır olan kutsalın tecrübesi” olarak ifade edilmektedir (Taplamacıoğlu, 1983:

174). R. Otto dini, kutsalın tecrübesi olarak tanımlamıştır. Kişinin bir yandan

hayranlıkla, öte yandan korkuyla kutsal kabul ettiği varlığa bağlanması, ona ruhsal

hayatında yer vermesidir. Bu çerçevede ona bağlanan kimselerin hem iç dünyalarında

hem de fiillerinde yaşatmalarıdır. Bu tanıma göre her ne kadar din psikolojik bir vakıa

olarak ferdi ilgilendiriyorsa da aynı şekilde sosyal bir vakıa olmasından dolayı toplumu

ilgilendirmektedir (Wach, 1995: 37; Kehrer, 1992: 32-33; Günay, 1998: 208-210;

Elliade, 1990: 24). R. Otto’nun bu tanımı kendisinden sonra gelen pek çok sosyal

bilimciye genelde ise fenomonolojik yorum taraftarlarına esin kaynağı olmuştur

(Kehrer, 1992: 33). Gerek sosyologlar gerekse antropologlar din konusunu incelerken

ve tanımlarken onun farklı unsurlarına vurgu yapmakta ve farlı hususları ön plana

çıkarmaktadırlar. Bu yüzden sosyal bilimcilerin genelinin bu tanımdan yola çıktıklarını

söylemek hatalı olur. Zira dine hangi açıdan bakılırsa ya da onun hangi özelliği daha

çok vurgulanmış ise ortaya o denli farklı bir tanım çıkmaktadır (bkz: Morris, 2004;

Ayten, 2006).

Aslında saf bir din bulmak hemen hemen mümkün gözükmemektedir. Din

olgusunun sadece en önemli veçhelerini zikretsek bile, onun aynı zamanda tarihi,

sosyolojik, kültürel ve psikolojik bir olay olduğunu söyleyebiliriz (Eliade, 1995: 20). Bu

çerçevede değişen din değil, dindarlık biçimidir. Yani inananın dinle bağını kurma ve

yaşama tarzıdır (Roy, 2003: 17, 59). Elbetteki din değişmez ama insanların din ile ilgili

Page 134: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

125

anlayışları zamana, mekâna ve daha birçok faktöre göre değişebilir (Güngör,1989: 35).

Burada vurgulanması gereken esas nokta, insanların din anlayışları, yaşadıkları

coğrafyaya, kültüre ve millete göre farklılık yarattığı gerçeğidir. Hatta aynı dinin

içerisindeki mezhepler arasında bile düşünüş ve biçim farklılıkları olabilmektedir (Ebu

Zehra, 1983: 76). Şu halde katıksız, saf bir dini olay mevcut değildir. Beşeri bir

fenomen olan din, bir toplum olayıdır ve onun filolojik, ekonomik, kültürel gibi yönleri

de bulunmaktadır (Günay, 1998: 343). Dinin ne sadece psikolojik, ne sadece sosyal, ne

de sadece rasyonel tarafı vardır. Din bunların hepsini içinde barındırır, bütün bu

unsurların toplamından daha büyük bir gerçekliktir (Göçeri, 2004: 317; Elliade, 1990:

39).

Her ne kadar dinler, inanç muhtevaları, ritüelleri ve meydana getirdikleri

minimum cemaatin yapısı ve nitelikleri itibariyle birbirlerinden farklılaşsalar da temelde

bazı ortak noktalar onları din adı altında birleştirmektedir. Din her şeyden önce inanç,

ibadet ve ahlak sistemi olarak üç boyutta ele alınabilir. Yani bir dinde bulunan üç

özellik vardır. Bunlar; inanan, inanılan ve aralarındaki ilişkidir (Yavuz, 1982: 88;

Akseki, 1993). Başka bir deyişle din, aşkın bir varlığa bağlanma ve buna ait inancın

geliştirdiği düşünce ve uygulamalar bütünüdür. T. Parsons’un görüşünden hareketle

toplumbilimsel anlamda din deyince, bir toplumda yaygın olarak kabul edilen bir inanç

sistemini anlıyoruz. Bu sistemin açık vasfı ise deneyici değil değerlendirici olmasıdır.

Zira sosyolojik anlamda din dediğimiz zaman, sosyal bağlayıcılığı olan inanç

sistemlerini kastetmekteyiz (Kehrer, 1992: 9; Sezen, 1998: 78). Doğal olarak yaşamak

isteyen bir din sosyal münasebetler kurmak zorundadır (Wach, 1995: 54)

Dinin birey ve toplum ilişkisi açısından açıklığa kavuşturulması gereken önemli

problemlerden biri olan, insanın mı dine din vasfı verdiği yoksa dinin mi insana insan

vasfı verdiği meselesidir. A. K. Bilgiseven bu hususta insanı, insan-ı kamil haline

getirenin din olduğunu kabul etmektedir (Bilgiseven, 1985: 1-2). Keza A. Comte, E.

Durkheim gibi sosyologlar, insanın dine din vasfını verdiğini belirterek, dinin sosyal

vicdandan doğduğunu öne sürmüşlerdir. Bu çerçevede Durkheim için din, sosyal

tecrübenin yansımasıdır (Elliade, 1990: 1, 15; Tümer, Küçük, 1997: 29). Menşeci din

teorisyenleri hemen hepsi bu çerçeve içerisinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Tek tanrı

inancını savunan teoriler ise A. K. Bilgiseven’in de belirttiği üzere kutsal kavramı

üzerine yoğunlaşmışlardır.

M. Taplamacıoğlu, dinin bireysel mi yoksa toplumsal mı olduğu sorusunu sorar

ve hemen akabinde dinin öncelikle bireysel daha sonra ise toplumsal olduğunu ifade

Page 135: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

126

etmektedir (Taplamacıoğlu, 1983: 173-175). Din ve toplum arasındaki karşılıklı

ilişkileri açık bir şekilde ortaya koyan J. Wach ve Ü. Günay ise, öncelikle dinin ferdin

işi mi yoksa toplumun işi mi olduğu meselesi üzerinde durulması gerektiğini dile

getirmektedir. Daha sonra da dinin mahiyeti icabı başta tek tek fertlere nüfuz ettiğini ve

daha sonra zorunlu olarak fertlerin üzerine çıktığı ve toplumsallaştığı sonucuna

varmaktadır. Din öncelikle tek tek bireylere nüfuz ederek kök saldıktan sonra, fertlerin

fevkine yükseldiği, topluma mal olup objektifleştiği yani kurumsallaştığını ifade

etmektedirler (Wach, 1995: 37-39; Günay, 1998: 209-211). Bu çerçevede din, öncelikle

bireylere nüfuz ederek onlara bir hayat tarzı sunmakta, daha sonra ise topluma aksedip

orada yaşamayı istemektedir. Ferdin yaşantısına giren din orada hayat bulduktan sonra

topluma müdahale edebilecek duruma gelmiştir. M. Weber, din ve toplum arasındaki

karşılıklı bir ilişki olduğu görüşüyle her dinin müntesiplerine bir zihniyet

kazandırdığına dikkat çekerek karizmatik liderler arasında peygamberlerin toplumu

şekillendirdiği ifade etmektedir (bkz: Karagöz, 2003).

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi sosyoloji, dinin objektif (nesnel) yönüyle

ilgilenmektedir (Taplamacıoğlu, 1983: 50). Sosyologlar dine toplumsal bir olgu olarak

bakarlar. Sosyologlar için dinin kurum olma özelliğini gösteren toplumdaki yansımaları

önemlidir. Kısaca, toplumbilimciler dinin saf inanç ve ilahi yönüyle fazla ilgilenmezler.

Onlara göre sadece inanç sınırında olup ideoloji olarak kalan inançlar sosyolojide din

kategorisinde kabul edilmezler. Bu çerçevede J. Wach’ın da ifade ettiği gibi dinin teorik

ve pratik yönleri vardır. Teorik tarafı, dinin inanç ve akide kısmını oluşturur. Pratik

tarafı ise dinin ibadet yönünü oluşturur. Bununla birlikte sosyolojik anlamda din henüz

tam değildir. Zira üçüncü bir kısma ihtiyaç vardır ki bu da onun sosyolojik anlatımı yani

cemaat oluşturma veya toplumsal bir kurum olma özelliğinde toplanmaktadır (Wach,

1995: 43-61). Çünkü yaşamak isteyen bir din, tabiatı icabı toplumsal münasebetleri

kurmak ve sürdürmek zorundadır (Taplamacıoğlu, 1983: 186).

Bu çerçevede Din Sosyologları, dini tecrübenin görünüm biçimleriyle ilgili

farklı yaklaşımlar ortaya koymuşlardır (Taplamacıoğlu, 1983: 176-191; Günay, 1998:

214-217). Ancak biz burada din sosyolojisinde otorite olarak kabul edilen J. Wach’ın

dini tecrübenin objektifleşme tasnifini esas alacağız. J. Wach, dini tecrübenin ifade

biçimlerini üçlü tasnifle hareketle tahlil etmektedir. Bunlar, a) Teorik anlatım; yani bir

dinin inanç-akide sistemi kastedilir, b) Pratik anlatım; yani bir dinin ibadet-amel

yönünü oluşturan pratikler, c) Sosyolojik anlatım; yani bir dinin cemaat oluşturma veya

kurumlaşmasıdır. Bu aynı zamanda bir dinin sosyolojik anlatımıdır (Wach, 1995: 43-61;

Page 136: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

127

Günay, 1998: 217-229). Bu sınıflandırmaya son olarak M. Weber’in eklediği, d)

Zihniyet ve Ahlak boyutu da bulunmaktadır. Yani her din müntesiplerine dünyayı

diğerlerinden farklı algılayacakları bir anlayış sunar, bir haleti ruhiye kazandırır

(Günay, 1998: 230-231).

Bununla beraber toplumsal alanda ortaya çıkan sosyal değişim ve dönüşümler

(modernleşme, laiklik, sekülerleşme gibi), genel anlamda sübjektif dini etkilemezken,

daha çok dinin objektif alanında etkili olmaktadırlar. Toplumsal dalgalanmalar ve

farklılıklar dinin objektif yönünü daraltarak, onu bütünüyle sübjektif alana itmektedir.

Bu durum ise, sosyolojik olarak dini, din olmaktan çıkarmaktadır (Sezen, 1998: 79).

Esasen din, bir taraftan toplumun içine nüfuz etmek suretiyle onu sosyolojik olarak

şekillendirirken, diğer taraftan da içinden çıktığı sosyolojik çevrenin etkisi altında

kalmaktadır.

Kısaca, objektif din denilince, dinin kişisel kabullerden farklı olan toplumsal

kısmı akla gelmektedir. Sübjektif dinden anlaşılan ise, dinin tek tek bireylerin hayatına

akseden yönü anlaşılmaktadır. Bu ise ferdin dini algılayış şekli olup, dinin fertte

yaşayan kısmıdır. Dini tecrübenin ferdi din (sübjektif) ve kolektif (objektif) din ayrımı

analitik bir ayrım olup, yaşayan bir vakıa olarak dini hayatın bu iki veçhesi bir

madalyonun iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz bir bütün teşkil ederler (Günay, 1998:

208).

4.2. Din ve Sosyal Değişme Sosyal değişme, farklı zaman dilimlerinde toplumsal yapı içerisinde meydana

gelen nitelik ve nicelik farklılaşmalarına denir. Zaman içerisinde bir toplumda

gözlenebilen ve toplumun sosyal teşkilatının yapısının veya fonksiyonlarının geçici

(moda gibi) olarak değil de sürekli ve köklü bir şekilde değişikliğe uğramasına sosyal

değişme denmektedir. Sosyal yapı unsurlarında, yani normlarda, değerlerde, maddi

kültür unsurlarında ve sembollerde meydana gelen gelişmeler bu çerçevede

değerlendirilir (Kızılçelik & Erjem, 1994: 372-373; Güven, 1999: 214-215; Günay,

1998: 323-332; Tezcan, 1984: 2-6)

Toplumsal değişme insan topluluklarının en önemli özelliklerinden olup, gerek

yavaş gerekse hızlı olarak bütün toplumlarda meydana gelir. Değişme maddi kültür

unsurlarında daha hızlı görülmesine karşın sosyal ilişkilerde, değer yargılarında ve

toplumu işleten diğer müesseselerde daha yavaş gerçekleşebilmektedir (Erkal &

Page 137: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

128

Baloğlu, 1997: 244-246). T. Parsons yapı bakımından sosyal değişmeyi üçe ayırmıştır.

Bunlar; sosyal değerlerde değişme, kurumsal değişmeler ve kişiler üzerinde olan

değişmelerdir (Günay, 1998: 329).

Toplum tek tek bireylerden bağımsız olmakla birlikte yine de fertlerin faaliyet ve

ilişkilerini göz ardı etmek olanaksızdır. İnsanoğlu bir nevi içinde yaşadığı toplumun bir

ürünüdür. Bu şekliyle sosyal çevre ferdi şekillendirir. Ancak insan üzerindeki doğuştan

gelen yani kalıtımın da etkilerini unutmamak gerekir. İnsanın toplumu, toplumun da

insanı etkilediği önemli bir gerçektir. Bilindiği üzere bireyin kişiliğinin oluşumunda ve

gelişiminde kalıtım ve çevre faktörü bir madalyonun iki yüzü gibi birbirinden

ayırmamız olanaksızdır (Arkonaç, 1998: 377-381; Cüceloğlu, 1999: 403-432).

Weber, dinin toplumsal değişime neden olabileceğine ilişkin düşüncesiyle

tanınırken; Marx, genellikle, dinin mevcut toplumsal düzeni meşrulaştırdığı ve haklı

çıkardığı, dolayısıyla değişimi engellediği görüşüyle bilinir (Thompson, 2004: 52). Bu

çerçevede dinin toplum üzerinde etkisi olduğu gibi toplumun da din üzerinde etkileri

vardır. Toplumsal yapıda meydana gelen değişmeler dini hayatı derinden

etkileyebilmektedir. Geniş ve hareketli sosyal hayat, din dışı hayatı şekillendirdiği gibi

dini hayatı da aynı ölçüde etkileyebilmektedir (Mensching, 1994: 1-12). Bu çerçevede

din ve sosyal değişme arsındaki ilişki (Günay, 1998: 333-343; Thompson, 2004: 52-88)

şu şekilde sıralanabilir.

4.2.1. Sosyal Değişmeyi Engelleyici Faktör Olarak Din Bacon’un belirttiği gibi, din insanlığın en güçlü bağıdır (Wach, 1995: 29). Din,

hemen hemen herkes tarafından bir düzen ve istikrar faktörü olarak

değerlendirilmektedir. Esasen din sosyal bütünleşmeyi amaçlar. Bu yönüyle din

temelinde muhafazakârdır. Muhafazakârlık ise değişime karşı bir hadisedir (Günay,

1998: 335; Sezen, 1998: 130). Bu çerçevede din bazen mevcut statükoyu koruma işlevi

görmektedir. Bu bağlamda kimi zaman egemen sınıfların (kast sistemi) egemenlik aracı

olarak din toplumsal değişmeye karşı güçlü bir fren vazifesini görmektedir (Tezcan,

1984: 41-42). Geleneği, kültürü ve kimliği muhafazasının yanında, dinin kendisinin

devamlılık kazanması inançlarının değişmeyen yönleri sayesindedir (Sezen, 1998: 132).

Esasen dinin özüne dönüp dini saf, katışıksız ve ilk haliyle yaşamak adı altında

ortaya çıkan dini ikaz, itiraz ve protestolarda bir nevi değişmeye karşı bir tutum

sergilemektedir. J. Wach, dinin sosyal değişmeye engel teşkil eden bu yönünün, yani

Page 138: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

129

sosyal birlik ve bütünlüğü sağlayıcı tarafının, parçalayıcı yönünden çok ağır bastığını

ifade etmektedir Günay, 1998: 294).

Weber’de tıpkı Marx gibi, dinin sık sık toplumun mevcut toplumsal ve

ekonomik düzeninin haklı çıkarılması ve meşrulaştırılmasına hizmet ettiğini ifade eder.

Durkheim’e göre din, toplumsal değişime neden olabilecek bir güç değil var olan

toplumsal sistemi destekleyici bir kuvvettir Örneğin, dini meşrulaştırma, tıpkı Hint kast

sisteminde olduğu gibi, sosyal eşitsizliği haklı göstermek için kullanılmıştır (Thompson,

2004: 53).

4.2.2. Sosyal Değişmeyi Sağlayıcı Faktör Olarak Din Tarihsel süreç içerisinde, dinlerin ilk ortaya çıktığı zamanlar mevcut toplumsal

düzeni değiştirip onun yerine yeni bir hayat tarzı getirmeyi vazife edindiği

bilinmektedir. Bu anlamda bir toplumun din alanında çıkan değişmeler toplumun diğer

alanlarda da değişikliklerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Yani bir toplumsal

kurumdaki değişme az veya çok diğer kurumları da etkilemektedir.

Din insana öncelikle bir inanç sistemi verir. Daha sonra kendini fiil, fikir ve

yaşantı da gösterir. Bu bağlamda dini hareketler süreklilik arz eder. Din ise olması

gereken görüş olduğu için büyük ölçüde devrimci gücü içinde barındırır. Örneğin, bir

dinin ortaya çıkışı çoğu zaman bir devrim niteliğinde olup sosyal değişmeyi potansiyel

olarak içinde barındırmaktadır (Sezen, 1998: 131). Weber’de dini, ahlaki, fikri ve sosyal

değerlerin, sosyal değişmeyi yaratan güç olarak ifade etmiştir. O daha açık bir şekilde

din ile sosyal değişme arasında karşılıklı bir ilişkinin var olduğu söylemekte, sosyal

değişme fonksiyonunu icra eden karizmatik liderler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hatta

yerine göre onların bu konuda hakim unsur olarak karşımıza çıkabileceğini önemle

belirtmektedir (Günay, 1998: 335-336). Buna örnek olarak Batıda modern kapitalizmin

doğuşunda Protestanlığın oynadığı rolü göstermektedir. M. Weber, karizmatik liderlerin

toplumsal değişmeyi gerçekleştirmedeki güçlerinden sıkça bahsetmektedir (Turner,

1997: 53-81; Thompson, 2004: 62-63). Bu bağlamda örneğin Amerika’da köleliği

kaldırılmasında (Sezen, 1998: 132), I. ve II. Dünya Savaşları sırasında din

sömürgeciliğin tasfiyesinde önemli bir meşruluk fonksiyonu icra etmiştir.

M. Taplamacıoğlu, kültür ve medeniyetlerin ilerlemesinde dinin etkin bir güç

olduğu vurgulamaktadır (Taplamacıoğlu, 1983: 97). Sosyal değişme olumlu ve olumsuz

anlamda olabilmektedir. Bu çerçevede din, her zaman birleştirici rol oynamamış, bazı

Page 139: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

130

hallerde ayrılıklara sebep olmuştur. R. K. Metron, dinin bölücü fonksiyonuna (din ve

mezhep çatışmaları gibi) işaret etmiştir (Kehrer, 1992: 106).

4.2.3. Sosyal Değişme Hadisesinin Din ve Dini Hayat Üzerinde Etkileri Toplumsal yapıda meydana gelen değişiklikler belli bir süreç içerisinde

toplumda yaşanan dinin, örgütsel yapı, dünya görüşü, değerler ve pratikler düzeyinde

değişmeler yaşanmasına imkân hazırlamaktadır (Perşembe, 1991: 179). M.

Taplamacıoğlu, toplumsal ve tabii çevrenin, aynı zamanda kültür ve medeni çevrenin,

din üzeride etkili olduğunu vurgular (Taplamacıoğlu, 1983: 92-96). Daha sonra ise o,

dinin kültür medeniyet üzerindeki etkilerini zikretmiştir (Taplamacıoğlu, 1983: 97-100).

Esasen toplumların büyüyen ve karmaşıklaşan yapıları karşısında dinin

toplumsal rolündeki ağırlık giderek azalmaktadır. Modern dünyada sosyal

hareketlilikler ve sosyal değişmeler karşısında dinin daha çok etkilenen konumda

olduğu ve birçok toplumda artık kişisel kabul noktasında vicdana yönelik bir değer

manzumesi haline geldiği müşahede edilmesine rağmen (Günay, 1998: 338-342),

küresel dünyada olumlu ve olumsuz anlamda da olsa dinsellikte bir artış yaşanmaktadır.

Yeni dini hareketlerin ortaya çıkması ve dini çoğulculuk ve bu dönemin birçok

özelliğinden sadece biridir.

Toplumsal kurumlar doğal olarak karşılıklı etkileşimlerde bulunup birbirlerini

etkilerler. Bu etkileşimde dinin önemli bir fonksiyonu vardır. Aynı zamanda bir devletin

takip etmiş olduğu siyaset ve toplumsal yapı din kurumuna da belli bir şekil

vermektedir. Hatta aynı din farklı idarelerde farklı fonksiyonlar üstlenebilmektedir. Bu

çerçevede yine aynı din farklı toplumlarda farklı şekil ve görünümler arz

edebilmektedir. Bu ayrımı halkı Müslüman olan ülkelerde bariz bir şekilde görmekteyiz

(Arap, Türk, İran ve Batı Müslümanlıkları gibi). Yine aynı dinin kendi alt kollarında,

aynı coğrafya ve kültür paylaşımını rağmen, dinin farklı yorumlanmasından

kaynaklanan uygulama farklılıkları bulunmaktadır (bkz: Kehrer, 1998: 30-40; Yapıcı,

2004).

İslamiyet’in, Hıristiyanlığın, Hinduizmin ve Budizm’in bazı veçheleri, hâkim

oldukları yahut tesir ettikleri medeniyetin değişik safhaları boyunca tadilata uğradılar ve

şekil değiştirdiler. İslam’da ilk taraftarlarının Müslümanlığı ile Abbasi ve Emevi kültürü

arasında, Kuzey Afrika’nın Berberi devletleri veya 19. yüzyıl Sudan Krallığı ve

Osmanlı İmparatorluğu arasında, bir yandan Mısır, Tunus ve Türkiye ile Suudi

Page 140: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

131

Arabistan, İran ve Afganistan arasında olduğu gibi bariz farklar bulunabilmektedir.

Aynı dinin en saf şekli içerisinde gelişmiş olduğu ülkeler ve devirler ile azınlık

içerisinde ve karma bir durumda ortaya çıktığı haller arasında da farklar vardır (Wach,

1995: 331).

İslam dini, Mecellede belirtildiği üzere “ezmanın tegayyürü ile ahkâmın

tegayyürü”nü (zamanın değişmesi ile hükümlerin değişebileceğini) prensip olarak kabul

eder (Günay, 1998: 339; Taplamacıoğlu, 1983: 93). Üstelik zamanla değişen şartlar bu

din içerisinde ister akide alanında isterse ibadet ve teşkilat alanında olsun yeni birçok

anlayışların, mezheplerin, ekollerin ve fikir akımlarının ortaya çıkışına imkân vermiştir.

Aynı durum Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm, Yahudilik ve Hıristiyanlık ve İslam’da

da görmek mümkündür (Günay, 1998: 339-340).

Kısaca din, menşei dini tecrübeye ve onun ifadesi olan mukaddes metinlere

bağlılık olmak itibariyle değişmeye engel oluştururken, öte yandan o, yine o bu menşei

tecrübenin içinde bulunduğu dinamik ruh sayesinde yerine göre sosyal değişmenin asli

kaynağı fonksiyonunu üstlenmekte ve nihayet zamanla toplumda ortaya çıkan sosyal

değişmelerin dini yaşayış üzerinde yankıları olmaktadır. Her din içinden neşet ettiği

siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel sınırların ötesine taştığı andan itibaren, yeni şartlara

uyum sağlamak zorunda kalmaktadır (Günay, 1998: 341).

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz her üç durum da toplumda yaşamış ya da

yaşamakta olan bir gerçekliktir. Birçok din, farklı devirlerde veya aynı dönemlerde,

farklı çevrelerde bazen değişmede motor gücü olurken bazen de ona fren olmuştur.

Buna rağmen yine de her iki durumda da en fazla din kurumu etkilenmiştir. Din ister

sosyal değişmeye direnç göstersin ister sosyal değişmede motor güç olsun, her

halükarda bu etkileşim ve ilişkilerden en fazla dinin kendisi etkilenmektedir.

4.3. Cihad Kavramı

Cihad, (c-h-d) kökünden türemiş bir kelime olup “meşakkat, güç yetme, gayret

etme, çaba harcama” gibi anlamlara gelir (İbn Manzur, 1994: 133; Ez Zebidi, 1980:

534; El İsfehani,101). Cihad kelimesi Kur’anda müştaklarıyla beraber kırk bir yerde

geçer (Abdülbaki, 182-183). Bu ayetlerin hemen hemen tamamı kendi nefsi dâhil olmak

üzere iyiliği emr, kötülükten şartlara göre nehyi içerdiği söylenebilir. Özel olarak harp

anlamına gelen bir manası yoktur. Bu çerçevede İslam, insanların kalplerini kazanmak

için harp yolunu kullanmaz. Din yaymak için cihad (harp anlamında) yapılmaz. Bu

Page 141: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

132

çerçevede insanlara zorla din değiştirilmesi İslam dininde kesinlikle yoktur (Bakara,

256; Esposito, 2003: 90). Şu halde İslam dininde inanmak veya inanmamak bir hak ve

özgürlüktür (Bayrakdar, 1995: 54-55). Öyleyse cihad, insan hayatında her doğru şeye

ulaşmada bir gayret ve çaba olarak nitelenebilir. Örneğin, bir öğrencinin cihadı

derslerine iyi çalışması, bir öğretmenin dersini en iyi şekilde vermesi, bir idarecinin en

iyi ve adilane şekilde teb’asını yönetmesi, bir hâkimin adil olması yani bir nevi işinin

ehli olup onu bihakkın yapmak gibi anlamlara da gelebilir.

Yeri gelmişken iki noktayı açıklamakta yarar buluyoruz. Bunlardan birincisi,

İslam tarihinde cihad için birbirlerine karşı birçok politik fetva çıkarılmıştır. Esasen

geçmişten günümüze Kutsal Savaş için tümüyle politik-ekonomik amaçlı birçok fetva

çıkarılmıştır (Karlsson, 2005: 170). Hatta birçok Müslüman ülkede mezhep veya dini

liderlerin zaman zaman cihad fetvası çıkarmıştır. Ancak bu cihad çağrısı bütün

Müslüman âleminde aynı etkiyi gösterememekte ve çok cüzi kalmaktadır. Bu yüzden

cihad kavramı, değişik ve sıkça da karşıt amaçlar için kolaylıkla kullanılabilmektedir

(Karsson, 2005: 172).

İslam devletlerinin veya halkı Müslüman olan milletlerin dini önderlerinin

birbirlerine karşı verdikleri fetvalar, İslam devletinin başka devletler veya halklar için

verdiği fetvalar, sömürgeciler tarafından çıkarılan sömürgeleştirmeyi meşrulaştırıcı

fetvaların birçoğu ekonomik ve politiktir. Dolayısıyla birçok kimse yaptıkları eylemleri

meşrulaştırmak için fetvaya başvurur. Bu çerçevede Müslüman âlemi içindeki en büyük

problemlerden biriside bu çerçevede önüne gelenin Kur’an ve Sünneti işine geldiği gibi

yorumlamasıdır. Kısaca ayetlerin hangi ortamda, şartlarda ve niçin indiğini yine

Kur’anın bütünlüğü içerisinde değerlendirmemektedirler.

Cihad, bir milletin veya bir devletin tekelinde değildir, ümmetin (Müslüman

topluluğu) tamamına aittir, sınır tanımaz simgesel bir alandır. Zira cihad, çoğu zaman

yapılan işe meşruiyet referansı olarak kullanılmıştır (Roy, 1995: 203). Bunlardan

ikincisi ise, Türkiye gibi bağımsızlığını kaybetmemiş halkı Müslüman olan ülkelerde

genellikle cihad anlayışı, dil ile tebliğ, eğitim-öğretim anlamında yorumlanmaktadır.

Ancak Mısır, Pakistan gibi, II. Dünya savaşına kadar sömürge olarak kalmış halkı

Müslüman olan ülkelerde ise cihad anlayışı doğal olarak savaş ve silahlı mücadele

şeklinde gelişmiştir. Elbette ki birinci maddeyle bağlantılı olarak milliyetçilik

akımlarının güçlenmesi, sömürgecilik karşıtlığının yaygınlaşmasıyla ve bu iki anlayışın

doğrudan dini yorum ile yoğrulmasının tabii (doğal) bir sonucu olarak ortaya bu

Page 142: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

133

manzara çıkmıştır. Esasen yaşanılan dönemin ve toplumun sorunlarına göre insanların

din anlayışı da şekillenmektedir.

Cihad kavramının karşılığı İngilizcede holy war (kutsal savaş) değil struggle

(çaba-gayret) dır (Karlsson, 2005: 165). Kur’an, cehd (didinme) ve say’ (çalışma)

anlamına gelen cihad kavramını özellikle seçtiği görülmektedir. Savaş zorunlu hallerde

insan yaşamının bir parçasıdır. Kur’anda savaş ayetleri veya savaş hukukunun geçtiği

yerlerde genellikle kital kelimesi geçmektedir (Bakara, 190; Nisa, 75; Hucurat, 9 gibi).

Kur’anın hiçbir yerinde kalıcı şiddete izin verdiği görülmez. Bu çerçevede müminlerin

içlerinde ve dışlarında küfürle savaşmaları demek olan cihad, daima fitneden kurtulmak,

merhamet göstermek ve adil olmak gibi sınırlamalara tâbidir (Keane, 1998: 99).

Eğer cihadı gazve veya kital anlamına indirgemiş olsak dahi, bu anlamdaki

İslam'da cihad hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. Kur’anda savaşma ve savaş düzenli

olarak Allah yolunda ibaresiyle gelir. Yani cihad, Allah yolunda, Allah rızası için

maksadıyla sınırlandırılmış olup (i’lay-ı kelimetillah ve fi sebilillah) için, bu

mücadelenin karşılığında mal-mülk, şan-şeref, rütbe ve dünyalık elde etme düşüncesi

taşımamaktadır. Cihad, sosyal şartlar neyi gerektiriyorsa, Allah yolunda canla, malla, dil

ile bütün gücün ve takatin sarf edilmesidir (Buhari, cihad 15, hums 10, ilim 35, tevhid

28; Müslim, imaret 49; Tirmizi, fedailul cihad, 6; Bakara, 193).

Cihad, Batı’da genellikle yalnızca saldırgan kutsal savaş ile eşitlenmeye

çalışılmıştır. Kur’anın bazı yerlerinde, canlarıyla mallarıyla Allah yolunda cihad

edenler (Enfal, 74; Tevbe, 20; Bakara, 218 gibi) ibaresi geçmektedir. Bundan dolayı

Batı dünyasında cihad, savaş ile aynı anlamda değerlendirilmektedir (Watt, 1997: 147).

Elbette ki bu anlayışın arkasında müsteşriklerin (bkz: Said, 2004; Hourani, 1994) ve

İslam düşmanlığının yanı sıra, buna bir kısım İslam düşünürleri de sebep olmuştur.

Esasen bu bağlamda sorulması gereken birkaç önemli soru vardır. Örneğin, cihad

kavramı hangi dönemden itibaren savaş anlamını almaya başlamıştır? Cihad kavramını

savaş anlamına indirgenmesi Müslüman düşünürlerce mi gerçekleştiği yoksa dışardan

(oryantalist gibi) kaynaklanan nedenler mi etkili oldu? Sorularına verilecek cevaplar

konuyu aydınlatma yönünden önem arz etmektedir.

Bu durumu W. Montgomery Watt (1997: 153) “İslamı hasım bir dünyaya karşı

savaşa hazır bir durumda bekliyor olarak görmek bir hata olur. Batı’da, entelektüel

açıdan İslam’a saldırıda bulunulduğunu kabul eder, ancak bunların da özellikle İslama

husumet beslediklerinden dolayı değil, fakat genel olarak dine düşman olduklarından

dolayı öyle davranıyorlar” şeklinde izah etmiştir.

Page 143: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

134

Batıdaki yaygın düşünce, İslam’ın bir savaş dini olduğu, Müslümanların

inançlarını yaymak ve dayatmak için güç kullanma ve savaşma da dâhil her aracı

kullanmayı gerekli bulduklarıdır (Esposito, 2003: 89). Bu çerçevede değerlendirilen ve

İslam’ın kutsal savaşını temsil eden cihad kavramı, fanatizm, gaddarlık, hoşgörüsüzlük

çağrışımları yaratmaktadır. Oysa temel anlamıyla savaş ile hiçbir ilgisi yoktur. Cihad

(c-h-d) sessiz harflerinden oluşur ve fizik moral ya da entelektüel gayreti anlatır. Allah

yolunda yapılan her meşru gayret, cihattır. Hz. Muhammed 622’de Mekke’den

Medine’ye hicrete zorlanınca, kendi gurubunun yaşayabilmesini garanti altına almak ve

saldırılara karşı koymak için savunma (meşru müdafa) yapmıştır. Bu da Arapçada gazve

(savaş) olarak tanımlanmıştır (Karlsson, 2005: 165).

Karlsson’a göre (2005: 173) cihad, a) İslam’ın yayılması hakkında olan ve b)

Müslüman cemaati savunmak için yapılan şeklinde ikiye ayırmaktadır. Esposito’ya göre

(2003: 87), Kur’anın silahlı mücadele olarak (savaş hukukuyla ilgili olarak) cihada

göndermede bulunduğu bölümler kabaca iki kategoriye ayrılır. Bunlar, a) Saldırıya

karşı savaşmayı öne çıkaran ve savunmaya yönelik olanlar, b) Daha genel olarak, bütün

inançsızlara karşı savaşmayı ve İslam’ın bildirisine ve kamu düzenine ya da Pax

İslamica’yı yaymayı emreden saldırı ya da yayılmaya yönelik olanlar. Bu çerçevede

cihad, a) Müslüman olmayanlara karşı yapılan savaşlar, b) Müslüman’ın tek başına

yürüttüğü cihat (Noth, 1999: 29; Esposito, 2003: 57) gibi ayrımlara tâbi tutulmuştur.

İslam hukukçu ve düşünürleri siyasi açıdan Müslümanların yaşadıkları toprakları, Darul

İslam, Darul Harp ve Darul Sulh diye üçe ayırmışlardır (Adıvar & Arat & Ateş &

Kafesoğlu & Yazıcı, 1997: 490-493; Esposito, 2003: 53). Beldelerin bu siyasi

durumlarına göre Müslüman’ın dini-ahlaki emir ve yasaklara uyup uymama

zorunlulukları değişkenlik gösterir (Bayrakdar, 1995: 8).

Yanlış olduğunu bile bile ve en basit şekliyle cihadı salt savaş anlamına

indirgesek dahi, Kur’an savaşın yürütülmesi konusunda ayrıntılı ilke ve kurallar

getiriyor. Kur’an, kimlerin savaşacağı, kimlerin savaş yükümlülüğü dışında bırakılacağı

(Fetih, 17; Tevbe, 91), tutsaklara nasıl davranılacağı (Muhammed, 4) belirtir. Aynı

şekilde o, savaşta denge ve orantıyı vurgular (Bakara, 194), diğer ayetlerse barış

yapmayı emreder (Enfal, 61; Nisa, 90). Bu çerçevede şehitlik övünülecek bir makamdır

(Al-i İmran, 157-158, 169). Bununla beraber cihad süreğen bir şeydir, başlayıp bitmez

her zaman vardır, bu bazen savaşa dönüşür. Benzer şekilde İslam literatüründe Cihadul

Ekber (Büyük Cihad: İnsanın kendi nefsiyle yaptığı) ve Cihadul Asgar (Küçük Cihad:

Savaş, Gazve gibi) diye ikiye ayırmıştır. En şiddetli cihad (mücadele-savaş) insanın

Page 144: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

135

kendi nefsiyle yaptığı savaştır (Acluni, 1988, 424; Karlsson, 2005: 166). Bu anlamda

“mücahid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizi, fedailul cihad, 2).

Hz. Peygamber (s.a.v.) kendilerini İslam’a davet etmeden önce hiç bir kavimle

kesinlikle savaşmamıştır (Müslim, cihad, 3; Tirmizi, siyer, 48). İbn Ömer,

“Rasullullah’ın (a.s) katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu.

Rasullullah (a.s), bunun üzerinde kadınların ve çocukların öldürmeyi yasakladı” ğını

ifade eder (Buhari, cihad, 47, 148; Müslim, cihad 24; Tirmizi, cihad, 9).

A. Erkilet, İslami hareketlerin ve onun yaslandığı cihad kavramını sosyoloji

literatüründe yaygın biçimde tartışılmış olan üç yaklaşım (psikolojik, ekonomik ve

modernleşmeci indirgemecilikler) tarafından doğru bir biçimde kavranıp

değerlendirilemediği iddiasındadır. Erkilet’e göre, İslami hareketleri doğuran ana

etmen, psikolojik bir yaklaşımın iddia ettiği üzere bir psikopatoloji, yani topluma dahil

olmamaktan kaynaklanan ruhsal yahut psikolojik bir marjinallik olmadığı gibi,

ekonomik indirgemeciliğin iddia ettikleri gibi yoksulluk (özellikle kent yoksulluğu)

yahut sınıfsal, konumsal ve ekonomik bir marjinallik de değildir. İslami hareketlerin

kökeni, modernleşmeci kuramın iddia ettiği üzere modernleşmenin başarısızlıkları da

değildir. Bu açıdan bakıldığı takdirde anlamlı bir tutarlılık ve tekrarlılık arz eder. Bu

çerçevede söz konusu yaklaşımları olgunun kökenine inmeyen dışsal açıklama

biçimlerine yaslandıkları gerekçesiyle eleştirmekte ve olgunun iç dinamiklerine bağlı

olarak açıklanması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu iç dinamikler, İslam’ın Kur’an ve

Sünnetinde dile getirilmiş bulunan temel hüküm ve değerlerdir (Erkilet, 2004: 10;

Güngör, 1989: 17-31).

4.4. Kur’an-ı Kerimde Cihadın Sistematiği İslam dininin emir ve yasakları göz önüne alındığında beş şeyin muhafazası

üzerinde temellendiği görülecektir. Nefsi muhafaza, Aklı muhafaza, Nesli muhafaza,

Malı muhafaza ve Dini muhafaza (Akseki, 1993: 100), ayrıca bir Müslüman’ın dini

vecibelerini yerine getirmek için hür ve akil-baliğ olması şartı da aranır. İslam dininde

bunlar olmadan ne bir insandan ne de bir insani özgürlükten bahsedilebilir. İnsanın

özgür olmadığı bir ortamda ise dini vecibeleri ondan düşer.

Özgür atmosfer inanmanın ya da inanmamanın temelidir. İslam, din olarak özgür

bir ortam ister. Bu çerçevede her şeyden önce bireyin ve vatanın hürriyeti esastır. Din

için, özgürlük en temel şarttır. Bu haliyle İslam akıl ve özgürlük dinidir (Bayrakdar,

Page 145: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

136

1995: 8). Hıristiyanlık anlayışında insan, günah ve ölümün tutsağı olan bir varlık olarak

görülmesine rağmen İslam’da insan, iradesini kullanabilen sorumlu bir varlıktır

(Gündüz, 2002: 85-102).

Bu bağlamda bireyin önce insanca yaşaması gerekir ki diğer dinsel ve toplumsal

vazifelerini yerine getirebilsin. Eğer bunlar yoksa İslam dini önem sırasına göre bunları

temine çalışmayı tavsiye eder, bunun için gerekirse savaşılır. Bu çerçevede örneğin,

vatanınız işgal altındaysa özgürlüğünüz için, canınız, malınız, ırz ve namusunuz veya

dininiz tehdit altındaysa meşru daire içerisinde ferdin-toplumun kendini savunmasına

veya savaşmasına izin verilmiştir.

Bu çerçevede dinler ve özelde İslam dini geliştikleri ortamlarda özellikle

toplumsal adaletsizliğin giderilmesi için var güçleriyle çalışırlar. İslam dini insani güdü

olan şiddet-saldırganlığı yok saymamış onu çerçeveleyip kullanımını şartlara bağlamış

veya sınır getirmiştir. İslam dini, ortaya çıkan savaşları bile başıboş bırakmamakta onu

belli periyotlara ve şartlara bağlamaktadır. İslam, terör ve kargaşaya neden olması bir

tarafa, düzeni, emniyeti ve sosyal yardımlaşmayı tesise çalışan bir dindir (Beşer, 1987:

17). Şu halde, İslam dinine bir bütün olarak bakıldığı takdirde, İslam’ın insandaki

olumsuz yönleri iman, ibadet ve ahlak ilkeleriyle olumlu yöne çevirmeye çalışıldığı

görülmektedir.

Esasen köktenciliği ve terörizmi İslam ile eş tutulamaz. Çünkü o, hoşgörüye

dayalı bir dindir (Eco, 2001a: 184). Bilindiği üzere İslam kelime olarak barış, emniyet,

güven demektir. Bu çerçevede o, hep birden barışa girilmesini istemektedir (Bakara,

208). Bunun yanı sıra yukarıda izah edildiği üzere, İslam dini insanın belirli koşullarda

hak arama ve meşru müdafaa haklarını saklı tutmaktadır. Elbetteki bu durum oldukça

doğal bir davranıştır. Sırf bundan dolayı İslami terör yakıştırmasını kesinlikle

reddetmekteyiz. Çünkü İslam dini, masum sivillere ve savaşa katılmayanlara

dokunmamayı emreder. Terörizmin özünde ise, masum siviller üzerinden şiddeti bilfiil

kullanarak tarzı siyaset gütmektir.

Her ne kadar konu başlığımız Kur’an-ı Kerimde Cihadın Sistematiği şeklindeyse

de, çalışmamız bizi Kur’anda genellikle kital anlamın geçen ve savaş hukukunu

ilgilendiren alana kaymıştır. Bu çerçevede cihadı salt savaş ve savaş hukuku anlamına

indirgediğimiz zaman bile, Kur’an-ı Kerimin buna bir sistem getirdiği görülecektir.

Aşağıda geçen Kur’an-ı Kerimin ayetleri kendi bütünlüğünden, tarihsel bağlamından ve

sebebi nüzulünden koparılarak sıralanmıştır. Herhangi bir tefsire ve yoruma

girilmemiştir.

Page 146: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

137

a) Haksız yere adam öldürmek ve kan dökmek haram kılınmıştır. Aynı şekilde

toplumlar arası veya toplum içinde fitne ve bozgunculuk yaratmak adam öldürmekle eş

değer tutulmuştur. Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz

değildir. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin

ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mümin, size düşman bir

topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir

millettense, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azat etmek gerekir. Bulamayana,

Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak gerekir. Allah

bilendir. Hakim'dir (Nisa, 92). Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli

kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır

(Nisa, 93). İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları'na şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya

yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa

bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış

gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da

onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler (Maide, 32). “…fitne çıkarmak,

adam öldürmekten daha kötüdür…” (Bakara, 191).

b) İslam dinine göre bir saldırıya karşı kendini savunmak için barış

zamanlarında tedbirli davranıp olası düşmanlara karşı silahlanma gereksinimi vardır.

Savunma amaçlı silahlanma esastır. Cihad için devrin ve şartların gerektirdiği en üstün

silahlara sahip olmak Kur’anın emridir. Düşmanının silahıyla silahlanmak gerekir.

Nitekim güçlü olmak caydırıcı olmaktadır. Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği

kadar Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin

bilmediklerinizi yıldırmak üzere kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarf

ettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir (Enfal, 60). Ey

İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun, Allah'a

karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz (Al-i imran, 200). Ey İnananlar!

İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep birden savaşa gidin (Nisa, 71).

c) Ehli kitapla savaşmadan önce onlarla en güzel şekilde mücadeleyi önerir.

Toplumların birbirlerinden farklı olduğunu kabullenip diyalog ve hoşgörüyle

bakılmasını ister. Kur’anda diyalog çağrısı vardır. Dinin yaygınlaşması ancak barışçıl

şekilde olmalıdır. Savaşta mağlubiyet, zorla dinlerini değiştirme aracı olarak

kullanılamaz. Kitap ehlinden zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele

edin, şöyle deyin: "Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrımız da,

sizin Tanrınız da birdir, biz O'na teslim olmuşuzdur" (Ankebut, 46). Ey İnananlar! Allah

Page 147: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

138

için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi

adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha

yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır (Maide, 8).

Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları)

inkar edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah

işitendir, bilendir (Bakara, 256). Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi

inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? (Yunus, 99). Allah'ın izni

olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azab verir (Yunus

100). Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış;

doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en

iyi bilir (Nahl, 125).

Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar

kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar

kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla

çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler,

işte onlar zalimlerdir (Hucurat, 11). Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir

dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca

tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok

sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır (Hucurat, 13). Kur’anı, önce gelen Kitap'ı

tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında

hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her

biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı,

fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin

dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir (Maide, 48). Sizin dininiz

size, benim dinim bana (Kafirun, 6).

d) İlk saldıran ve haksızlık yapan siz olmayın, aşırıya gitmeyin. Cihad (Savaş),

daha çok savunmaya yönelik ve zulmedenlerle mücadele şeklindedir.

Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup

savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadir'dir (Hacc, 39).

Onlar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır” dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır.

Allah insanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve

içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım

edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür (Hacc, 40). Sizinle

Page 148: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

139

savaşanlarla Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin; doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez

(Bakara, 190).

e) Eğer savaş kaçınılmaz olmuş ise Müslümanlar topyekün cihada

katılmalıdırlar. Bu dönüşü olmayan yola girildiği vakit, cihad her müslümanı

ilgilendirmekte ve savaş teşvik edilmektedir. Savaş yarım bırakılmamalı nihai sonuç

alınmalıdır. Çatışmalara ne zaman son verilmesi gerektiği, antlaşmanın ne zaman

yapılması gerektiği, barışa ve aralarınızdaki anlaşmaya sadık kalınması gibi

gerekliliklerden bahseder. Antlaşmaya sadık kalındığı sürece ve onlar bu antlaşmayı

bozmadıkça düşmana dokunulmamalıdır. Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi

çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha

kötüdür. Mescidi Haram'ın yanında, onlar savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın.

Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. İnkâr edenlerin cezası böyledir (Bakara,191).

Vazgeçerlerse onları bağışlayın; şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder (Bakara,

192). Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer

vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur (Bakara, 193).

Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin

iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz,

Allah bilir (Bakara, 216).

Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından

bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet" diyen zavallı çocuklar,

erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? (Nisa, 75). İnananlar

Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın

dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır (Nisa, 76).Onlar kendileri inkar

ettikleri gibi, keşki siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret

etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz

yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin (Nisa, 89). Ancak, sizinle

kendileri arasında anlaşma olan bir millete sığınanlar yahut sizinle savaştan veya kendi

milletleriyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları

üzerinize çullandırırdı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz,

size barış teklif ederlerse Allah onlara dokunmanıza izin vermez (Nisa, 90). Diğerlerinin

de sizden ve kendi milletlerinden güvende olmayı istediklerini göreceksiniz. Ne var ki

fitneciliğe her çağırıldıklarında ona can atarlar; eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif

etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte

onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik (Nisa, 91). Düşman milleti kovalamakta

Page 149: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

140

gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi

acı çekiyorlar; oysa siz Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz. Allah

Bilendir, Hakim olandır (Nisa, 104).

İnkâr edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve

tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle (Enfal, 38). Fitne

kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler

ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür (Enfal, 39). Anlaşma yaptığın kimseler,

sonucundan sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar. Savaşta onları

yakalarsan, arkalarındakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et (Enfal, 56-57). Eğer

onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir

(Enfal, 61). Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kâfidir. Seni ve

inananları yardımıyla destekleyen, kalblerini uzlaştıran O'dur. Eğer yeryüzünde olan her

şeyi sarfetsen bile, sen onların kalblerini uzlaştıramazdın, ama Allah onları uzlaştırdı.

Doğrusu O Güçlü'dür, Hakim'dir (Enfal, 62-63). “Müminleri savaş için coştur...” (Enfal,

65).

Eğer andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa,

inkarda önde gidenlerle savaşın, çünkü onların yeminleri sayılmaz, belki vazgeçerler

(Tevbe, 12). Yeminlerini bozan, Peygamberi sürgüne göndermeye azmeden bir

toplumla savaşmanız gerekmez mi ki, önce onlar başlamışlardır? Onlardan korkar

mısınız? Eğer inanıyorsanız bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'tır (Tevbe, 13).

Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azablandırsın, rezil etsin ve sizi üstün

getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah

dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah Bilendir, Hakimdir (Tevbe, 14-15). “…sizinle

topyekün savaşa tutuştukları gibi siz de müşriklere karşı topyekün savaşın…” (Tevbe,

36). Ey mü'minler gerek hafif gerek ağırlıklı olarak el-birlik savaşa çıkın. Allah yolunda

mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır (Tevbe,

41). Ey Peygamber! İnkarcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran.

Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür (Tevbe, 73).

f) Savaşta misliyle mukabele edilmeli yani aynı şekilde (kısas) karşılık verilmeli.

Bununla beraber savaşın caiz olmadığı yer ve zamanlar vardır. Hürmetli ay, hürmetli

aya mukabildir, hürmetler karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene (saldırana), size

saldırdıkları gibi saldırın. Allah'tan sakının ve Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu

bilin (Bakara, 194). Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve

Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle,

Page 150: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

141

boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın (Tevbe, 29). Eğer ceza

vermek isterseniz size yapılanın aynıyla mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu,

sabredenler için daha iyidir (Nahl, 126). Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı

sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr

etmek, Mescidi Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak Allah katında daha

büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür". Güçleri yeterse,

dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. İçinizden dininden dönüp

kâfir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte

cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler (Bakara, 217).

Allah'tan ve Peygamberinden, kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere

ihtardır: Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı,

Allah'ın inkarcıları rezil edeceğini bilin (Tevbe, 1-2). Yalnız, andlaşma hükümlerinde

size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle

yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin. Allah sakınanları sever (Tevbe, 4).

Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp

hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât

verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder (Tevbe,

5). Puta tapanlardan biri sana sığınırsa, onu güvene al; ta ki Allah'ın sözünü dinlesin.

Sonra onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur (Tevbe,

6). Mescidi Haram'ın yanında andlaştıklarınızın dışında, puta tapanların Allah katında

ve Peygamberi önünde nasıl bir andlaşmaları olabilir. Size doğru davrandıkça siz de

onlara doğru davranın. Allah, sözleşmelerini bozmaktan sakınanları sever (Tevbe, 7).

g) Savaşmayan korunacaktır, yıkıcı bir ekonomik savaşa, talana yağmaya izin

yoktur, kadınlara ve çocuklara dokunulmayacaktır. Savaş sonrası tutsakların

durumunun ne olacağını izah eder. Savaşa katılmamış ve yardımcı olmamış olanlara

adil davranılacaktır. Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun;

sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya

karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç

alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir (Muhammed, 4).

Allah'ın sizinle, düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında bir sevgi yaratması umulur;

Allah Kadir'dir, Allah bağışlayandır, acıyandır (Mümtehine, 7). Allah, din uğrunda

sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara

karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever (Mümtehine, 8).

Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve

Page 151: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

142

çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte

onlar zalimdir (Mümtehine, 9). Onlar işbaşına geçince yeryüzünde bozgunculuk

yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çabalarlar (Bakara, 205).

h) Cihad fi sebilillah ve Allahın rızası için olmalıdır, dünya malı, san-şöhret için

değil. Gazvelerde yükümlülük, gönüllülük ve fedakârlık esastır. Ancak hiçbir Müslüman

özürsüz olarak bundan muaf tutulamaz. Canlarıyla ve mallarıyla cihat her Müslüman’a

farz kılınmıştır. Bütün bunlara karı dünyada ve ahrette ödül ve ceza vardır. Şehitlik,

gazilik; mükâfat ve ceza bu bağlamda verilir. Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı

zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir

yardımcı lutfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda

savaşmıyorsunuz? (Nisa, 75). Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât

verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı

hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Bize

savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?" derler. De

ki: “Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size

zerre kadar zulmedilmez” (Nisa, 77). İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar

ile, mal ve canlariyle cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah

hepsine de cenneti vadetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler,

dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder (Nisa,

95-96).

Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere

yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah

Güçlü'dür, Hakim'dir (Enfal, 67). Hiçbir peygambere ganimete ve millet malına hiyanet

yaraşmaz; haksızlık kim yaparsa, kıyamet günü yaptığı ile gelir, sonra, haksızlık

yapılmaksızın herkese kazanmış olduğu ödenir (Al-imran, 161). Allah yolunda

öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve

rahmet vardır (Ali-imran, 157). Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis

Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde

rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku

olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler (Ali-imran, 169-

170). Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamberin çağrısına koşanlara,

hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır (Ali-imran, 172). İnsanlar onlara:

"Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu,

onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir" dediler (Ali-imran,

Page 152: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

143

173). Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nimet ve bollukla geri

döndüler; Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir (Ali-imran, 174).

İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselere

Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte kurtulanlar onlardır. (Tevbe, 20). Rableri

onlara katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan cennetleri

müjdeler. Doğrusu büyük ecir Allah katındadır. (Tevbe, 21-22). Ey inananlar! Size ne

oldu ki, "Allah yolunda, savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Oysa dünya

hayatının geçimi ahirete göre pek az bir şeydir. (Tevbe, 38). Eğer (gerektiğinde savaşa)

çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden

başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah

her şeye kadirdir (Tevbe, 39). Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, temelli

kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler

vadetmiştir. Allah'ın hoşnut olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur (Tevbe,

72). Allah'ın Peygamberinin hilafına geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah

yolunda mallariyle ve canlariyle cihat hoşlarına gitmedi. "Sıcakta savaşa çıkmayın"

dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke bilseydiler! (Tevbe, 81).

Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar (Tevbe, 82).

Allah seni geri döndürüp, onlardan bir toplulukla karşılaştırdığı zaman, senden savaşa

çıkmak için izin isterlerse, de ki: "Benimle asla çıkamayacaksınız, benim yanımda

hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız; çünkü baştan, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık

geri kalanlarla beraber oturun" (Tevbe, 83). "Allah'a inanın ve Peygamberinin yanında

savaşın" diye bir sure inmiş olsa, onların gücü yetenleri sizden izin isterler ve "Bizi

bırak oturanlarla beraber kalalım" derler (Tevbe, 86). Geri kalan kadınlarla beraber

bulunmaya razı oldular. Kalbleri kapanmıştır, bu yüzden anlamazlar (Tevbe, 87). Ama

Peygamber ve onunla beraber bulunan müminler, mallariyle ve canlariyle savaştılar.

İşte iyilikler onlaradır, saadete erişenler de onlardır (Tevbe, 88). Allah onlara temelli

kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur

(Tevbe, 89). Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve

Peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur. İyi davrananlara

sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır, merhamet edendir (Tevbe, 91). Binek vermen

için sana geldiklerinde, "Size binek bulamıyorum" dediğin zaman, sarfedecek bir şey

bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere de sorumluluk yoktur

(Tevbe, 92).

Page 153: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

144

Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak, kazançlı bir yolu size

göstereyim mi? Allah'a ve Peygamberine inanırsınız; Allah yolunda canlarınızla,

mallarınızla cihat edersiniz; bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur (Saff, 10-11). Böyle

yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere,

Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş budur (Saff, 12).

İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini

umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder (Bakara, 218). Musa'dan sonra

İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine, "Bize bir

hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya savaş size farz

kılındığında gitmeyecek olursanız?" demişti. "Memleketimizden ve çocuklarımızdan

uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?" demişlerdi. Ama savaş

onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz cevirdiler. Allah zalimleri bilir (Bakara,

246).

Esesan şartlar oluştuğunda cihad yapmak her Müslümana farz olmaktadır. Velev

ki biz cihadı, Kur’anın bütünlüğünden koparıp salt savaş anlamına indirgediğimiz

zaman bile, bu başıboş bir savaş değil dinin öngördüğü şartlar içerisinde ve belli bir

hukuk çerçevesinde olmalıdır. Yukarıdaki ayetlerin çoğu genel bir hüküm olmayıp özel

durumlarda geçerli olan yasalardır. Aynı zamanda bu ayetlerin birçoğunda cihat

kavramı değil kital kavramı geçmektedir. Şu halde bu ayetlerin genel olarak savaş

hukukuyla ilgili olduğu ortaya çıkmaktadır. Binaenaleyh bu hükümler genel bir yargı

taşımaz, her zaman geçerli değil de özel şartlar oluştuğunda uygulanacak yasalardır.

Page 154: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

145

V. BÖLÜM

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE DİN VE TERÖRİZM

5.1. Din ve Terörizm Her insan var olan bir inanç sisteminde bir toplumsal değerler ortamında, bir

kültür kalıbı içerisinde dünyaya gelir. Bütün bunlar ister iradi, ister gayri iradi olsun

bireyin benliğine işlenir. Bu yüzdendir ki, kendi inancına saygı duyulmasını isteyen her

insanın başkalarının inançlarına da saygı duyması gerekmekte, hatta bu evrensel bir

zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Aksi durumlar ise hoşgörüsüzlüğe,

düşmanlığa ve şiddete yol açacaktır. Görünüşü, inancı, ırkı, cinsiyeti, dili ne olursa

olsun insan yaşamı tüm değerlerin üstündedir. Terörizmin masum ve kutsal olan cana

kastettiği için bir insanlık suçu olduğu hatırlanmalıdır.

Din, mensuplarına dünyayı anlamlandırmanın yanında (Berger, 1993: 58-59;

Giddens, 2000b: 462; Hamilton, 2000: 529), etnik ve ulusal politikalarda ve uluslar

arası ilişkilerde geniş grup kimliğinin bir belirleyicisi olarak, çoğu kez anahtar rolü

oynamaktadır (Volkan, 2005: 34). Binaenaleyh bütün dinler, en azından görünür

iddiaları dikkate alındığında, insanın yapısında var olan kötü hasletleri engelleme, bu

çerçevede insanın kötülüğe, isyana ve inançsızlığa meyletmesini önleme çabasındadır.

Bu bağlamda dinler, hitap ettiği insana, inanç ve düşünceleriyle tavır ve davranışlarında

kendisini mutluluğa ve kurtuluşa iletecek yolu izlemesini önerirler (Gündüz, 2002: 22).

Bu çerçevede genelde dinler özelde ise İslam dini insan yaşamını kutsal saymıştır.

Hemen hemen her kutsal kitapta veya dinsel bir metinde barışı öven veya şiddeti

meşrulaştıran doktrinler bulmak mümkündür. Biz çok rahat bir şekilde herhangi bir

dinde şiddeti öven veya bunu yeren kutsal metinler, ayetler, buyruklar bulabiliriz. Bu o

dinin kendisini şiddet eylemini teşvik eden veyahut da tamamen şiddeti reddeden bir din

olarak algılamamızı gerektirmez. Ancak, din şiddeti veya meşru savunmayı hangi

durumlarda ve ne zaman gerekli görüp tasvip ettiği, ne zaman şiddeti yerdiği ve

kaçınılması gereken durum olarak bahsettiği konusu üzerinde önemle ve dikkatle

durulması gereken bir husustur.

İncilde; “Yeryüzüne selamet getirmeğe geldim sanmayın; ben selamet değil,

fakat kılıç getirmeğe geldim… çünkü ben adamla karısının, kızla anasının ve gelinle

kaynanasının arasına ayrılık koymağa geldim…” (Matta, Bab 10: 34-35). “…kılıcı

Page 155: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

146

olmayan abasını satıp kılıç alsın…” (Luka, Bab 22: 36). Tevratta ise; “…ve onların her

şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme; ve erkekten kadına, çocuktan emzikte

olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür” (I. Samuel, Bab 15: 3).

Kur’anda; “Onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yerden sizde

onları çıkarın…” (Bakara, 191). “Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın

oluncaya kadar onlarla savaşın” (Enfal, 39).

Yukarıda bahsedilen örnekte olduğu gibi kutsal metinlerden dolayı hiç kimse

İslam’ın, Hıristiyanlığın veya Yahudiliğin şiddet ve nefret dinleri olduğunu*, terörizme

kaynaklık ettiğini söyleyemeye hakkı yoktur. En azından teoride bunun böyle olmadığı

bilinmektedir. Bilindiği üzere İslam’ın Allah’ı, her zaman merhametli ve bağışlayandır.

Kur’andaki 114 suresinin 113’ü “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” diye başlar.

İslam’ın Tanrı’sı esirgeyen ve bağışlayandır. İslam sözcüğü ise barış ve emniyet

anlamına gelen selam ile aynı kökten türemiştir. Bu çerçevede İslam iman, ibadet ve

ahlak ilkeleriyle bir bütün olarak okunmalıdır.

Hıristiyan, Yahudi ve İslam dinleri, bir takım şartlar altında savaşı uygun

görürler (Taplamacıoğlu, 1983: 210). Elbette ki dinler özelde İslam dini toplumsal

adaletsizliğe bir nevi isyandır. Bu isyanı her din kendi mensuplarına nasıl

gerçekleştirmeleri gerektiğinin, hangi meşru dairede hareket edileceğinin sınırlarını

çizmiştir.

Dinsel yorumlar, şartlara, algılamalara ve bakış açısına bağlı olarak

değişebilmektedir. Her kutsal metin gibi Kur’anda farklı yorumlanabilir ve birbirinden

farklı anlamlara çekilebilir. Şu halde her dinsel metin gibi Kur’anda farklı okumalara

konu olabilir (Roy, 2003: 14). Esasen birçok inanç sisteminde olduğu gibi, İslam

dininde de haksız yere kan dökmek ve fitne çıkarmak kesinlikle yasaklanmıştır (Bakara,

191; Nisa, 93). Zaten dinlerin genel amacı da insana daha iyi bir dünya sunmak değil

midir? Evrensel dünya dinlerinin hemen hepsinde ama özellikle de İslam dininde var

olan bir diğer özellik ise, kişinin kendisi için istediği bir şeyi bir başkası için de istemesi

ya da kendisi için istemediği şeyi bir başkası için de istememesi ilkesidir. Birçok dinin

temel kaynaklarında bu öğretiye ağırlıklı yer verilir. Bu ilke, kendisi kadar başkalarını

düşünmesini, başkalarının da hak ve değerlerine saygılı olmasını öngörür (Gündüz,

2002: 22-23). * İslam dini ile karşılaştırıldığında gerçektende Yahudilik ve Hıristiyanlığın daha şeddat oldukları gerçeği unutulmamalıdır (Çitlioğlu, 2005: 237). Bu konuda ayrıca bkz: Gündüz, Şinasi (2002). Dinsel Şiddet: Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine Hıristiyanlık, Samsun: Etüt Yayınları; Adam, Baki (2004). Kutsal Toprak, Mesih ve Terör, Ankara: Dini Araştırmalar, Cilt: 7, Sayı: 20.

Page 156: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

147

Bütün bu açıklamaları bir kenara koyarsak, Batı dünyası, İslam’daki cihadın ne

anlama geldiğini aşağı yukarı bilmelerine rağmen, art niyetli olsun veya olmasın

küreselleşme ve özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında İslam dinini terörizm ile

eşdeğer tutmuştur. Batı dünyasında, genelde İslam dünyasına karşı özelde ise

Türkiye’ye karşı ön yargı ve çifte standardının, diğer bir adlandırma ile

islamophobianın (İslam fobisi, Müslüman karşıtlığı)* geçmişten günümüze devam ettiği

(Esposito, 2003: 150; Çaha, 2004: 61; Delibaş, 2004; Mango, 2005) bilinen bir

gerçekliktir (Ateş, 2001: 86). 11 Eylül 2001 saldırıları ile ABD ve Batı dünyasından

tüm dünyaya empoze edilen, İslam’ın şiddet ürettiği ve terör dini olduğunun son

göstergesi Şubat 2006’da Danimarka ve Fransa başta olmak üzere, Batı medyasında Hz.

Muhammedi terörist gibi gösteren karikatürlerin basın-yayın organlarında gösterilmesi

ise artık olağan islamophobia davranışlarıdır. Bu bağlamda daha düne kadar terör

denince akla sol gruplar gelirken ne oldu, nasıl bir değer değişmesi yaşandı ki 11

Eylül’den sonra akla İslam dışında başka bir şey gelmez oldu?

Amerika dış işleri bakanlığının 1980’deki terör örgütleri listesi hiçbir dinsel

grubu kapsamıyordu. 1994’te 49 terör grubundan 16’sı dinsel olarak nitelendirildi. Onu

izleyen yıl bu sayı, 56’da 26 oldu ve dış işleri bakanı Madeleine Albright 1998’de

dünyanın en tehlikeli 30 terör örgütünü açıkladığında bunların yarısı, ideolojik temelini

dinden alıyordu (Karlsson, 2005: 180). Bu durum açıkça göstermektedir ki, egemen

kültür, terör tanımından terörist grubun kim ve kimler olduğunu dahi belirlemektedir.

Joachim Wach, Din Sosyolojisi adlı eserinde, din tasnifleri arasında bulunan,

savaşçı dinler başlığı altında İslam dinine yer vermemiştir (Wach, 1995: 316-319).

Bilim adamlarının dünya milletlerinin aralarında 1480 ile 1940 yılları arasında geçen

460 yılda 244 önemli savaşın yapıldığını belirtmesine karşılık, sadece ikinci dünya

* Batı’da bir Sih türbanı yüzünden işten çıkarılmazken bir Müslüman işten çıkarılabilmektedir (Roy, 2003: 65). Tarık Ali’ye (2002) göre; “Allahın öcü, Allah bizden yana ve tanrı ABD’yi korusun gibi sloganlarla, dinsel sembollere dayalı bir savaş çılgınlığı tarihe geri getiriliyor. Bilmek gerekir ki, fundamentalizm İslama özgü değildir, dinsel fundamentalizmin yanında din dışı fundamentalizmler vardır ve tarihe baktığımızda Yahudi ve Hıristiyan fundamentalizmi çok daha kan dökücü ve zalimdir”. Körfez savaşının ABD’nin önderliğinde birkaç gün içinde bitirilmesine karşın Bosna Hersek Savaşının 5 yıldan fazla sürmesi gizli bir Hıristiyanlık köktendinciliği (fundamentalizm) olarak görülmektedir. Batıda dünyasında son zamanlarda İslam düşmanlığı ve islamophobia’nın arttığı bilinen bir gerçektir. Filistin-İsrail arasında bitmek bilmeyen düşmanlık ve savaşta zaman zaman Musevi köktendinciliğinin açık belirtileridir. Hindistan’daki Budistlerin İslam camilerini yakmış olmaları ve daha bunun gibi davranışlar göze batan batıcı fundamentalist hareketlerdir. Batı medyası var gücüyle islamophobia’ya hizmet etmekte ve bu kini yaymaktadır. Nitekim aralarında Salman Rüşdi, Teslime Nesrin, Ayan Hırsi Ali, Bernard Henri Levy’ninde olduğu bir kısım yazarlar Fransa’nın ünlü dergisi Charli Hebdo’da “Faşizm, Nazizm ve Stalinizmin üstesinden geldikten sonra dünya şimdi de yeni bir küresel tehditle yüzleşiyor: İslamizm…” diye ortak bildiri yayınlamışladır (Milliyet Gazetesi, 3 Mart 2006).

Page 157: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

148

savaşından 1993 yılına kadar 149 savaş yapılmıştır. Burada hemen şunu belirtmek

gerekir ki yaygın kanaatin aksine, bu savaşlardan çoğu Müslüman milletlerin dışında

gerçekleşmiştir (Köylü, 2002: 416).

Kimi yazarlarca saldırı kuşağının İslam ülkelerinde yoğunlaşmasının temel

sebepleri şunlardır:

a) Dünyanın enerji kaynaklarının çoğunluğunun İslam ülkelerinde

yoğunlaştırdığı ve iştah kabarttığı. Tüm dünyanın din temelli terör deyince çoğunlukla

İslam bölgelerini hatırlamalarının nedeni İslam ülkelerinin hem belli ölçülerde dünya

zenginliklerini ellerinde bulundurmaları hem de buna paralel olarak dünya siyasetinde

söz sahibi olmamalarından doğan dengesizliklerdir. Yine çatışmaların bu bölgelerde

yoğunlaştığı göz önüne alındığında ve genelde İslam dünyası hedef olduğunda,

buraların oldukça zengin kaynaklara sahip olduğu tezi yabana atılmamalıdır

(Cirhinlioğlu, 2004: 168; Kaynak, 2003: 44; Arıboğan, 2005: 216; Klare, 2004). Esasen

küreselleşme ile başlayan ve 11 Eylül saldırıları ile hız kazanan 4. Dünya Savaşının, 21

İslam ülkesini hedef alması ise bu ülkelerin sahip oldukları yer altı kaynakları,

jeopolitik konumları ve dini-kültürel değerleri ile ilgili gözükmektedir (Erkilet, 2004:

11; Dursunoğlu, 2005: 45, 225; Güngör, 1989: 18).

Görüldüğü kadarıyla Amerika, Irak ve Afganistan harekâtı ile petrol ve enerji

kaynaklarını denetim altına almayı, İsrail’in güvenliğini sağlamayı ve bölgedeki radikal

İslam’ın kökünü kazımayı hedeflemektedir (Bilgin, 2005). Hitlerin yaşam alanı

teorisiyle Almanya’nın arka bahçesinde hâkimiyet kurmaya çalışması ile küresel bir

köye dönen dünyada, ABD’de dünya hâkimiyeti kurmak istemekte hassas bölgelere ve

enerji kaynaklarına yerleşmektedir (Yılmaz, 2004: 369, 385). Bütün bu işgal ve

saldırıların tamamen jeo-politik ve jeo-stratejik konum ile ilgili olduğunu ve Türkiye’nin

bunun tam ortasında olduğu gerçeği (Arıboğan, 2005: 216; bkz: Eslen, 2005) ise

unutulmamalıdır. Z. Brzezinski (2005a) Ortadoğu ve Asya’yı büyük bir satranç tahtası

olarak gördüğünü ifade eder. Bu çerçevede geçmişten günümüze Ortadoğu’ya hakim

olan dünyaya hakim olur (Dursunoğlu, 2005: 28) anlayışı hakimdir.

11 Eylül Saldırıları, daha önce var olan Amerika politikalarını daha da

hızlandırdığı gözlenmiştir. Küresel dünyada ABD’nin terörle mücadele anlayışı, kendi

imparatorluğunu genişletmek, gerekli enerji kaynaklarını askeri güç yoluyla sağlama

almak, stratejik noktaları tutmak, gibi tamamen farklı hedeflerin yolunu açmak için

durmadan propaganda yaptığı bir terörle mücadele efsanesi yaratmaktadır (Yılmaz,

2004: 252; Fisk, 2001d: 208-212).

Page 158: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

149

b) Soğuk Savaş sonrası kapitalizm kendine alternatif düşman yaratma çabaları

sonucunda İslamı ötekinin yerine koyma, medeniyetler çatışması bağlamında önceden

adı konulmuş (Haçlı Seferi, Ebedi Özgürlük vs) daha sonra inkâr edilmiş gayrı resmi

savaş. Bu anlayış çerçevesinde İslam ülkelerine yapılan saldırılar sonucunda, kimi

zaman o milletleri zorla terörizm bataklığına iterek onlara terör dışında seçenek

bırakmamakla ve böylelikle de bu dinin mensuplarının zaten böyle olduğu tezini

haklılaştırmak.

Yeni muhafazakârların etkili isimlerinden Michael Ledeen ve CIA eski başkanı

James Woolsey, 11 Eylül sonrası yaşanan süreci 4. Dünya Savaşı kavramıyla ifade

etmişlerdir. Woolsey’in 21 Mayıs 2003 yılında California Üniversitesinde yaptığı

konuşmada, ABD’nin 22 ülke ile savaş halinde olduğunu ve bununda 4. Dünya Savaşı

olarak nitelemektedir. Bu ülkelerde Kuzey Kore hariç diğerlerinin İslam ülkesi olduğu

(Dursunoğlu, 2005: 11) vurgulayan Woolsey’e göre bu savaşın hedefleri şunlardır: a)

Siyasal İslamı bütünüyle ortadan kaldırması, b) İslam dünyasındaki rejimlerin

değiştirilmesi, c) İslam ülkelerinin sınırlarının değiştirilmesini (Dursunoğlu, 2005: 74)

içermektedir. Düşünülmesi gereken, acaba bu süreçte adı konulmuş ama aleni bir

şekilde ilan edilmemiş bir savaş mı yaşanmaktadır (Eco, 2001a:181), konusudur.

İslam dünyası SSCB’nin dağılmasıyla birlikte küresel kapitalist sistem

karşısındaki yegâne muhalefet odağı olarak kalmıştır. Bu anlamda İran devriminden

sonra İslam bir kez daha batının ötekisi olmuştur (Erkilet, 2004: 10; Civelek, 2001b: 16-

17; Wallerstein, 2004: 16). Bu çerçevede ABD’nin hâlihazırda savaşta olduğu 22

ülkeden biri hariç diğerlerinin İslam ülkeleri olunca ister istemez akla şu soru

gelmektedir. Acaba denildiği gibi terörle mücadele mi edilmekte yoksa İslam ile adı

konulmamış bir savaş mı yaşanmaktadır? (Dursunoğlu, 2005: 12-13). Küreselleşme

sürecinin yanı sıra 11 Eylül saldırıları ve akabinde ki gelişmeler, batı dünyasında İslam

karşıtlığının giderek yükselmesine tepki olarak, İslam dünyasındaki entelektüel, sosyal

ve dini reaksiyonların çoğalmasına neden olmuştur.

11 Eylül ikiz kule ve pentagon saldırısı sonrası Batıda İslam ile terörü

özdeşleştirme düşüncesi hâkim olmuş ve İslam’a karşı saldırgan bir tutum takınılmıştır.

Komünizm çöktükten sonra İslam, yeni tehdit olarak görülmüştür. Bu çerçevede bir

nevi terörle mücadele adı altında İslam ve Müslüman ile mücadele edilmektedir. Elbette

ABD başta olmak üzere bunun Batı dünyasına birçok getirisi vardır. Örneğin ABD,

dünyada ekonomik, siyasi, jeopolitik çıkarlarını korumaya yönelik olarak yeraltı ve yer

üstü zengin ve stratejik öneme sahip ülkeleri işgal (kimini fiilen, kimi borçlandırarak

Page 159: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

150

gibi) etmektedir. Elbette bunun modern bir haçlı seferi olduğunu düşünenlerin sayısı az

değildir.

c) İslam dinin şiddet ve terör dini olduğuna gerçekten inananlar, zaten varolan

fetih, cihad, gaza anlayışlarının bu dine içkin olduğu ve bu dinin taraftarlarının Batı

üstünlüğü karşısında birer barbar oldukları inancı. Haçlı seferlerinden tutun da İslam’ın

fetih anlayışı çerçevesinde dinlerin şiddeti ürettiğidir.

Dinler nerdeyse tanımları gereği evrenselcidir. Dünyadaki en yaygın üç din

(Hıristiyanlık, İslam ve Budizm) de tebliğcidir. İlk ikisi tebliğciliği saldırganlığa bile

vardırabilirler (Wallerstein, 2004: 121). Bu çerçevede en genel anlamıyla ise sami

kökenli dinler zaten şiddete meyillidir ve şiddet üretirler (Ercan, 1997: 62) tarzı

düşünceler. Bu bağlamda Müslüman ülkelerin birçoğu şiddeti içkin olarak içlerinde

barındırırlar. Bununla beraber şu anda Müslüman coğrafyalar hep şiddetle iç içedir. Bu

çerçevede Huntington, “İslamın sınırları kanlıdır, içleride” sonucuna vardı. Toptancı

yargısı İslami köktenciliğin ötesine geçerek İslamın kendisine yönelmiştir (Esposito,

2003: 157).

Öncelikle şunu belirtelim ki kendi dinini muaf tutup bir başka dine saldırıda

bulunursanız, karşılığını alırsınız. Genelde Musevi ve İseviler İslamın şiddet ürettiğini

iddia ederler. Hâlbuki yukarıda ifade edildiği üzere bu iki din İslamdan daha şeddattır.

Şu halde Allah, Yehova, Tanrı hepsi aynı kutsallığın üç farklı adı (Galeano, 2001: 283)

değil midir?

Bu çerçevede “Müslüman ülkelerde ortaya çıkan terör olayları acaba yalnızca

bu toplumların şiddete yatkınlığından mı, yoksa bu ülkelere yönelik uyarıcıların

güçlülüğünden mi kaynaklanmaktadır? Aynı uyarıcılar aynı kapsam ve şiddette, örneğin

Amerikan toplumuna sistematik olarak verilse, ortaya çıkacak tablo Ortadoğu

coğrafyasında yaşananlardan daha mı farklı olacaktır?” sorularına verilelecek cevaplar

oldukça önemlidir (Çitlioğlu, 2005: 32).

İlber Ortaylıdan nakleden Citlioğluna göre, “Filistin 1920’lerde savaşmayı

bilmeyen bir ulusun toprağıydı. Ürdün Krallığında orduyu kurmakla görevlendirilen

paşa ‘bu memlekette askerliği tesis etmenin imkânsız olduğunu, çünkü bu adamlar

saldırgan değil’ diyor. Yani annesi hakkında iyi temennilerde bulunduğunuzda hemen

tornavida ve bıçağa sarılan Türklerin aksine, bu halk lafla münakaşayı tercih eder ve

zaten savaşçı değildir. Eğer böyle bir kavimden bir asrın içinde, özellikle de son kırk

yılda gözü dönmüş kamikazeler çıkıyorsa bu herhalde Arapların iç dinamiği ile ortaya

çıkan bir gelişme değildir. Bu bağlamda coğrafya ve renklerle aynileştirilemeyecek bir

Page 160: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

151

olguyla karşı karşıyayız. Kısaca terör her zaman için yaygındır, terör gençliğin arasında

olur, terör orta yaşta olur, terör ileri yaşta olabilir” (Çitlioğlu, 2005: 34).

İlber Ortaylı’dan nakleden Çitlioğlu; “…laik tutumu dolayısıyla bir Türk

vatandaşı, İslam’ın terörist ve kavgacı bir din olduğunu söyleyebiliyor. Bu bir

bumerangdır, bir müddet sonra üzerinden kazıyamayacağı kimliği dolayısıyla kendisi

bu önyargının kurbanı olacaktır. Bu pratik açıdan budalalıktır. Ama ilmi bakımdan da

müthiş bir yanlıştır…” (Çitlioğlıu, 2005: 33).

d) İslam ülkelerinin çoğunlukla anti-demokratik olması, nükleer tehdit

taşımaları, kadın haklarının ihlali gibi nedenlerden dolayı buralara yapılan

operasyonların gerçekten özgürlük ve insan hakları adına yapıldığıdır.

Bu maddeye yönelik oldukça fazla eleştiri bulabilmek mümkündür. Nitekim

geçmişte olduğu gibi bugün de insanları, insan hakları ve demokrasi adına,

medenileştirme veya özgürleştirme adına, o ülkelerin sömürgeleştirme amacına dönük

olduğu ortaya çıkmıştır. Aslında ülkeler rejimlerinden çok (demokrasi ikame etmek

değil), ABD ve Batı’nın çıkarlarını ne kadar destekleyip yakın durduğu daha bir önem

kazanmaktadır. Örneğin, ABD, İran’da demokratik yollarla seçilmiş olan Musaddık’ı

1953’te devirmiş ve diktatör şah rejimini başa geçirmişti (Harvey, 2004: 9).

Yukarıda üç aşağı beş yukarı çerçevesini çizmeye çalıştığımız var olan durum

ABD ve Batının neden İslam ülkelerini hedef aldığının çözümlemesini yapmaya çalışan

düşüncelerdir. Her durumda da haksızlığa uğrayanın, çifte standarda tâbi tutulan İslam

dini ve Müslümanlar olduğu gözden kaçmayacaktır.

Saldırganlık, kişiliğin oluşması için zorunlu, canlının sosyal ve coğrafi ortamda

yerini alabilmesini sağlayan bir istidattır (Dönmezer, 2005: 215). İnsanda doğuştan

gelen saldırganlık dürtüsü, genel olarak öz savunma ve varlığını sürdürmeye yöneliktir

(Erten & Ardalı, 2005). Bu çerçevede kişilik; çevre (M. Mead, Bandura, Berkovitz,

Watson, Skinner, E. Fromm, B.Russel) ve kalıtımın (Freud, Lorenz) ürünüdür, ancak

kişide var olan saldırganlık dürtüsü daha çok sosyal çevre ve grupta ortaya çıkar

(Ankay, 2002: 2, 91). Nitekim saldırganlık dürtüsü evrensel bir olay değildir. Belirli

koşullar altında azaltılabilir ya da çoğalabilir (Ankay, 2003: 93; Göka, 2004: 209, 225).

İslam dini insani güdü olan şiddeti yok saymamış onu çerçeveleyip kullanımını şartlara

bağlamış ve sınır getirmiştir (bkz: Cihad Bölümü). Esasen insani bir güdünün dışarıya

çıkıp kendini ifade etmesi bazen çok farklı olabilmektedir. Bazen kendini politik bir

biçimde, bazen kendini ekonomik bir biçimde dışa vurabilmektedir. Yaşanılan dönemde

din kurumu güçlüyse, ya da o öne çıkıyorsa şiddette bu biçime bürünecektir. Bu şekil

Page 161: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

152

altında meşruiyet bulmaya çalışacaktır. İnsani bir güdü olarak karşımıza çıkan şiddet,

din kisvesi altına da çok rahat girebilmektedir. Eğer dünya konjöktöründe ekonomik ve

siyasal paylaşım yoğunluktaysa, şiddet de kendini bu şekilde ifade edecektir. Nitekim

Fransız ihtilalinden bugüne değin şiddet daha çok kendini siyasal ve ekonomik

çerçevede ortaya koymuştur. Kısaca, bir güdüyü harekete geçiren amiller ile onun

toplumsal görünümü çoğu zaman farklı olabilmektedir. Bu tıpkı psikolojideki savunma

mekanizmalarına benzemektedir. Örneğin, okuyamayan birinin okul yaptırması, şiddete

meyilli birinin asker, polis olması gibi psikolojik savunma mekanizmalarına

benzemektedir. Kısaca insani bir güdü kendini dışarı çıkartırken meşrulaştırma ihtiyacı

duymaktadır.

Bununla beraber her inanç, yani her ideoloji taraftarları arasında her zaman

egemenlik sorununun, haklı veya haksız, doğru veya yanlış, ancak ve sadece terörizmle

çözülebileceğine inanan kişiler, gruplar vardır. Bu insanlar genellikle fanatik ya da

köktenci yani radikal bir biçimde şiddetin gerekliliğine inanırlar (Kongar, 2002: 74).

Nitekim Müslümanlar arasında İslam dininin (Kur’an ve Sünnet) yorumlarından

kaynaklanan birçok ayrılıklar mevcuttur. Bu çerçevede İslam dünyası bütünleşebilmiş

değildir, yani İslam dünyası yekpare değildir. (Huntington, 2001: 329-332; Roy, 2003:

64; Tapper, 1993: 20). Kaldı ki, Müslümanlar da kendi aralarında bir sürü kavgaya

(fikri ve bedeni) tutuştuklarından görüleceği üzere, tek bir İslam yoktur. Aslında bu

çeşitlilik, bazı taraftarların etraflarına umutsuzca sınırlar çizmeye çalışsalar ve kendi

inançlarını tek bir çizgide göstermeye çalışsalar bile bütün gelenekler, diller ya da

uluslar içinde geçerlidir (Said, 2001: 144). Bu çerçevede John L. Esposito, “ne İslam

dünyası ne de Batı yekpare değildir. Kimliği ortak kaynakları (dil, din, tarih, kültür),

ulusal ya da bölgesel çıkarlar tehlikeye girdiği zaman geri çekilir” şeklinde ifade eder.

(Esposito, 2003: 158). Kısaca tekparça bir İslam’ın olmadığının kanıtı çoktur. Milliyet

farklılıkları, Mezhep farklılıklar, İslam ülkelerinin coğrafi ve çıkar çatışmaları. Bunun

en önemli kanıtı farklı devirlerde ve oldukça çok yapılan cihad çağrısının İslam

dünyasının bütününde yankı uyandırmadığını görmekteyiz (Esposito, 2003: 159;

Karlsson, 2005: 170). Esasen Müslüman kimliği taşıyan birinin yaptığı eylem sadece

kendisini bağlar, diğerlerini ve İslamı bağlamaz. Tarık Ali’ye (2002) göre, “Her din gibi

İslam’da yekpare değildir ve çeşitli iç mücadelelerden geçtikten sonra günümüze

gelmiştir. Şimdilerde Üsame Bin Ladin’le ön plana çıkan İslam ise, Suudi Krallığının

parasal katkılarıyla, Pakistan’ın lojistik desteği ve ABD’nin bilgi ve silah akışının

Page 162: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

153

sağlanmasıyla gelişen Vehhabi İslamıdır”. Hangi İslam ve kimin islamı bu çerçevede

sorulması gereken önemli sorulardır (Esposito, 2003: 194).

Nitekim II. Dünya savaşı sırasında Rusya (komünist) ve Amerika (kapitalizm),

ittifak halinde Almanya’ya (faşizm) karşı savaşmışlardır. Müslümanların katılmadığı,

Hıristiyanlar arasında olan dünyanın bu en kanlı savaşı, din birliğinin ülkelerin

birbirleriyle olan savaşına engel olamamıştır. Buradaki çatışmayı ne ideolojiyle, ne de

dini bağlılıklarla açıklayabiliriz. Esasen devletler söz konusu olduğu zaman gerçek

kriterler, ülkenin stratejik konumları ve çıkarlarıdır (Kaynak, 2003: 56).

Hemen belirtilmelidir ki terör saldırısında bulunan ve Müslüman olduğunu

söyleyen insanların İslam’ın imajına zarar verdikleri açıktır. Bu konuda Ekber Ahmed

11 Eylül saldırılarının akabinde “hayatımı İslam’ın imajını onarmaya çalışmakla

geçirdim; hepsi boşuna mıydı?” demektedir (Ahmed, 2001: 165). Bütün bunları bahane

edip dine, İslama veya Tanrıya dil uzatmak daha büyük bir yanlıştır. Elbetteki Allah,

kendi adına işlenen suçlardan sorumlu değildir ve sorumlu da tutulamaz (Galeano,

2001: 283). Bu çerçevede İslam adına terörizmin mazereti veya ona bu yakıştırmaları

yapmanın mazereti yoktur. İntihar saldırıları, bombalamalar, mayın döşemeler ve

suikastlar hangi dava uğruna olursa olsun, ister Tanrı, ister adalet, ister devlet güvenliği

adına haklı gösterilsin, terörizm gene terörizmdir. Allah adına suç işlenemez, onun

adına masum insan öldürülmez ve Allah’a bu tür bir suç isnat edilerek iftira edilemez

(Esposito, 2003: 195; Eymür, 2006: 290). Hâlbuki dinlerin en temel görünür

hedeflerinin birisinin, bünyesinde zıt unsurlar barındıran insanı kötülükten alıkoyarak,

kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlamak olduğu (Gündüz, 2002: 85) gerçeğidir.

Hal böyleyken şiddete başvuranlar, şiddet içeren tavır ve davranışlarını

meşrulaştıracak bir dayanağa ihtiyaç duyarlar. “Şiddet doğası gereği araçsaldır; tüm

diğer araçlar gibi daima amacın rehberliğine ve onunla meşrulaştırılmayı gereksinir”

(Arendt, 1997: 57). Rafael Moses’in ifadesiyle “insanlar, planlanmış bir şiddet eylemini

haklı göstermeye çalışarak vicdanlarını rahatlatmak zorundadırlar” (Moses, 2005: 24).

Dinsel görünümlü her şiddet eyleminin ya da tavrının ardında bile (ya da aynı zamanda)

politik, ekonomik ve benzeri nedenler tespit etmek mümkündür. Bununla birlikte din ve

dinsel metinlerin, hangi nedenlerden kaynaklanırsa kaynaklansın şiddeti

meşrulaştırmada önemli bir fonksiyon üstlenmiş oldukları bir gerçektir (Gündüz, 2002:

26).

Page 163: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

154

Bugün İslamcı teröristler olarak addedilen, şiddet taraftarları tutumlarının

aslında Osmanlı düzenine karşı bir hareket olan vehhabi-selefi* ekolünden doğduğu da

söylenmektedir (Mango, 2005: 84).

Bu çerçevede geçmişten günümüze dünyada ve ülkemizde çoğu zaman kirli

savaşlar çoğunlukla din ve ulus adına yürütülmüştür (Gökdemir, 2005: 206). Kutsallık * Vahhabilik: Muhammed ibn Abdulvahhab (1703-1787) tarafından kurulan bu akımın mensupları kendileri için vahhabi ismini değil de muvahhidun adını verirler ve hanbeli olduklarını söylerler. İslam’daki tevhit akidesinin önemini vurgulayan Abdulvahhab, toplumdaki bid’atlara, insanlara tazime ve yatır, mezar ve benzeri bir takım yerleri kutsallaştırmaya karşı çıkarlar ve bunların kişiyi şirke götürdüğüne inanırlar. Abdulvahhab, Arabistan’daki Suud ailesiyle ilişki kurmuş ve onların Osmanlılara karşı yörede bağımsızlık yanlısı hareketlerine destek vermişlerdir. 19. yüzyılın başlarında kısmi bir başarı elde eden Suudlar, Hicaz bölgesinde 1924 yılına kadar tam bir hâkimiyet kuramamışlardır (Gündüz, 1998: 380). Selefi ekolün devamı sayılabilecek vahhabiler kendilerinden öncekilerden farklı olarak, a) İbadetlerin, sadece Kur’an ve Sünnet-i Seniyyenin beyan ettiği ve ibn-i Teymiyye’nin anlattığı şekilde yapılmasıyla yetinmeyip, örf ve adetlerinde tamamen İslam çerçevesinde devam etmesi gerekli görmüşlerdir. b) Vahhabilik sadece inanç ve amel şeklinde kalmadı. Kendilerine muhalif olanlara karşı harbe girdiler, zora başvuran dini davetlerde bulundular. Bidat ve hurafelerle savaşma adına insanlar tarafından kutsal sayılan türbe, kabir gibi yerleri yaktılar (Ebu Zehra, 1983: 260-263; Ecer, 2001: 51-249). Son derece mıhafazakar dini ideoloji olan vahhabilik ile sömürgecilik karşıtı deobandi ideolojisi birleşince (Vamık, 2005: 232), doğal olarak sömürgeciliğin tasfiyesi için dinin meşrulaştırdığı şiddet hareketleri ortaya çıkmıştır.

Selefiyye: Hicri 4 asırda ortaya çıkan bu grup hanbeli mezhebine mensupturlar. Hicri 7 asırda selefiye inancı İbn Teymiyye tarafından ihya edilmiştir. İbn Teymiye’den sonra talebesi olan İbn Kayyim el Cevziyye tarafından savunulmuştur. Hicri 12 asırda Muhammed b. Abdulvahhab tarafından Arap yarımadasında yeniden ortaya çıkmıştır. İtikadi meselelerde yalnızca Kur’an ve Sünneti tanırlar, başka delile ihtiyaç duymazlar. Akıl yalnız nakli desteklediği zaman, inancı kuvvetlendirmek ve itaat, boyun eğmek için vardır (Ebu Zehra, 1983: 232-235; Ecer, 2001: 15-50, 260-263). İslam’da Sahabe ve Tabiun dönemi Müslümanları için kullanılan isimlendirme. Sonraki devirlerde yaygın olarak kelami tartışmalardan uzak durmaları, sade yaşam tarzları, ihlas ve samimiyetleriyle tanınmaktadırlar. Dinin temel kaynağı olarak nassı (Kur’an ve Sünneti) ön planda tutarlar ve itikadi konularda aklın hüküm kaynağı olamayacağını kabul ederler. Yoruma ve tevile girmez, asli kaynak dışında kaynak tanımazlar (Gündüz, 1998: 336). Bu anlamda selefilik, a) kutsal kitaba bağlılık ve b) kültürel batı aleyhtarlığıyla bilinir. Hanbeli geleneğinde olduğu gibi, Kur’an mesajına çok katı ve harfilik yanlısı bir bakışı temsil eder (Roy, 2003: 125; Dökmeciyan, 1992: 30).

Devrimci Cihadın Hareketleri ve İdeologları: Radikal İslam üzerinde İbni Teymiyye (1268-1328) çokça etkili oluştur. 13. yüzyılda kendi toplumunun sorunlarını dile getirmişse de, onun düşünceleri Suudi Arabistan’ın 18. yüzyıl Vehhabi hareketini, Mısırın modern eylemci ideologu Seyyid Kutub’u, İslami cihattan Muhammed El Farac’ı ve Üsame bin Ladin gibi çağdaş aşırılık yanlılarını etkilemiş, onlarda Teymiyye’yi kendilerine mal etmişlerdir (Esposito, 2003: 64). Muhammed bin Abdulvahhab (1703-1791) dinsel bağnazlık ile askeri gücü birleştirdi ve dini-siyasi bir hareket oluşturmak için yerel aşiret reisi Muhammed bin Suud ile ittifak yaptı. Hariciler gibi vahhabilerde kendilerine karşı çıkan veya direnen kim varsa kâfir ilan edip öldürüyorlardı (Esposito, 2003: 67). Düşünce ve eylem bağlamında modern İslami reform görüşünü oluşturmada üç kişi çok etkili olmuşlardır. Hasan el Benna (1909-1966) Mısır’daki Müslüman kardeşleri, Mevlana Mevdudi (1903-1979) ise Pakistan’daki Cemaati İslami yi kurdular. Değişimin yavaş ve ıstıraplı olacağını kabul etmekle beraber gelecek nesilleri yetiştirmeyi amaç edinmişlerdi. Seyyid Kutub (1906-1966), Hasan el Benna ve Mevdudinin görüşlerini geliştirip radikalleştirdi. Yüzyıllarca yıllık Selefiyeci (Yeniden canlanışçı) geleneğin parçası olsalar da bu üç fikir adamı tepkilerinde moderndiler ve İslam’ın temellerine kaynaklarına dönme anlamında yeni köktencilerdi. İslam’ın kaynaklarını modern dünyaya meydan okumak için yeniden yorumladılar (Esposito, 2003: 70; Ecer, 2001: 201-239; Watt, 1997: 75-97; bkz: Turan, 2002). Bu onların öğretilerinde, örgütlerinde, stratejilerinde, taktiklerinde ve modern bilim ile teknolojiyi kullanışlarında görünür. Gerçektende çok sayıda İslami eylemci, modern eğitimin ürünüdür, doktorların, mühendislerin, hukukçuların, gazetecilerin, üniversite hocalarının ve öğrencilerin mesleki kuruluşlarından ibarettir. İslami siyasi ideologlar ihtilalci eğilimli olup ve genelde din âlimi değillerdir. (Esposito, 2003: 71; Roy, 2003). Bu çerçevede gelişen radikal eğilimler sömürgeciliğin tasfiyesinde daha sonra Filistin ve Afganistan’dan oradan da Bosna-Hersek’e ve 11 Eylül ile modern dünyanın her yerine dağılmışlardır.

Page 164: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

155

halesi taşıyan her kavram genelde maddi-siyasal çıkarlardan doğrultusunda

kullanılmaya elverişli olduğunu yukarıda bahsettik. Modern siyasal hareketlerin

kullandığı kutsal kavramlarda tek süreklilik, var olan egemenlik ilişkisinin devamı için

kullanılan bir araç olmasıdır (Noth, 1999: 8).

Son on yılda İslami gruplar da giderek artan şekilde terörü kullanmaktadırlar.

Ancak terör ve İslami canlanma siyasi, ekonomik ve sosyal kriz dönemlerinde canlılık

kazanmaktadır. Bu anlamda bile dini canlanma, toplumun ezilmişlerin, itilmişlerin,

yarından umudunu kesmişlerin, adil bir toplum umudunun henüz yok olmadığını

göstermektedir (Yılmaz, 2004: 359, 366). Terörizmi İslam’a ait bir olgu olarak

düşünmek oldukça ideolojik bir yaklaşım ve büyük bir hatadır. Terör, hem dini

gruplarca hem de la-dini gruplarca bir strateji olarak kullanabilmektedirler. Tüm bu

grupların yanında devletler de, bu etkili silahı dışarıya karşı koz olarak

kullanabilmektedirler.

Dolayısıyla terörist dinsiz olabileceği gibi Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman da

olabilir. Bu gayet doğal bir durum olmasının yanında, bu o dine herhangi bir halel

getirmez. Din unsurunu herkes kendi menfaatleri yönünde kullanmakta veya istismar

edilebilmektedir. Aynı zamanda din, herkesin kendi fiillerini meşrulaştırmada bir araç

olarak kullanılabilmektedir.Dini, kimi olduğu gibi, kimileri ise işine geldiği gibi

yorumlamaktadır. Esasen bu dinin kendisine bir halel getirir mi? veya dinin esasında

kötü olduğunu mu gerektirir? Atatürk*ü veya Kemalizm’i dahi bugün en sağından en

soluna kadar, hemen hemen herkes yeri geldiğinde rahatlıkla kendi çıkarları

doğrultusunda kullanabilmekte, bu çerçevede işlerine geldiği gibi yorumlamaktadır.

Şimdi bu Atatürk’ün şahsına bir halel getirir mi?

Küreselleşme bölümünde izah edildiği üzere dünyanın üçte biri açlık sınırının

altında yaşamaktadır. Bir taraf refah ve lüks içinde yaşarken diğer taraf temel

gereksinimlerini karşılayamadığından dolayı ölüme mahkûm edilmektedir. Diğer

taraftan etnik, mezhep çatışmaların Soğuk Savaş sonrası arttığı da bilinmektedir. İşte bu

süreçte tepki ve huzursuzluk artmakta ve dünya kontrolden çıkma riskini taşımaktadır.

Nitekim İslami hareketler Batı tipi modernliği reddederken esasta bu eşitsizliğe karşı

belirgin tavır almaktadır (Yılmaz, 2004: 35). Bu çerçevede militan cihat hareketlerinin

ve terörizmin yalnızca sapkın bireylerin ya da ister çoğunluğa uygun, ister aşırı

* Örneğin; Fenerbahçe eski başkanlarından Ali Şen, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, ruhsatsız olan klüp tesislerinin, dönemin asker belediye başkanı tarafından yıkılmak istendiğini; Atatürk büstünü dikerek bu yıkımı engellediklerini açıkça beyan etmiştir (Zaman Gazetesi; 11 Aralık 2005).

Page 165: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

156

yorumlarıyla dini öğretinin değil, siyasi ve ekonomik şartların da ürünü olduğu gerçeği

gözden kaçmamalıdır (Esposito, 2003: 187).

“Kur’anı iyi bilmiyorlar ama içlerinde onları harekete geçirecek güçlü bir öfke

ve umutsuzluk var” (Fisk, 2001a: 32). Bu çerçevede kendisine şiddet kullanmak dışında

bir alternatif bırakılmayan Müslüman kişi ve topluluklar veya kendisini şiddet yoluyla

ifade edebileceğini sanan Müslümanlar için Baudrillard (2002: 371), “onları teröre iten

dinsel bir şey değil. Köktencilik, geri çevirmenin ve reddetmenin semptomik biçimidir,

köktenciler somut bir şey yaratmak istemiyorlar, onlar kimliklerine karşı tehdit olarak

algıladıkları bir şeye karşı çılgınca ayaklanıyorlar” demektedir. Buradanda anlaşılacağı

üzere din kisvesi altında birçok tepki verilebilmektedir. Şu halde köktencilik

(fundamentalizm), globalleşmeye (küreselleşmeye), çok kültürlülüğe ve postmodern

çoğulculuğa karşı bir dinsel tepki olarak görülmelidir (Turner, 2002: 273). Esasen

Müslüman âlemindeki birçok şiddet hareketi İslami olmaktan çok anti-emperyalisttir

(Roy, 2003: 23). Günümüzde İslam, sömürgeciliğe karşı (tamamen modern bir oluşum

olan) ulusçu bir tepkiyi dillendirmek üzere başvurulan bir çerçevede durmaktadır

(Özbudun, 2001b: 306).

Bu bağlamda Üsame Bin Ladin gibiler Müslüman bir geleneğin ifadesi olmadığı

gibi, Ortadoğu’nun çatışmalarını da yansıtmamaktadır. Filistin’de, Türkiye’de,

Suriye’de, Lübnan’da El-Kaide yoktur. Kısaca, Müslüman ülkelerdeki İslami şiddet

bazen batıdan ithal edilen bir şey gibi görünmektedir. Kaldı ki bunların bile ne stratejisi

ne de siyasal hedefleri vardır (Mango, 2005:97; Roy, 2003: 25). Bundan dolayı

İslamcılık hala protestocu halk seferberliğinin tek ideolojisi olarak kalmaktadır; yetersiz

demokrasi ve Müslüman kamuoyunun ABD’ye karşı artan husumetiyle beslenmektedir.

Büyük İslamcı hareketlerin nerdeyse hepsi siyasal şiddeti bırakmış ve iç siyaset

programları çok muhafazakâr kalsa bile, İslamcıdan ziyade milliyetçileşmiştir (Roy,

2003: 32, 36).

Müslüman toplumların Batıyı reddetme yönünde sergiledikleri tutum daha çok

20. yüzyılın birinci ve ikinci yarısında gelişmiştir. Bunun da iki nedeni söz konusudur.

Birincisi, 20. yüzyılın başında İslam ülkelerinin topyekûn Batının istilasına maruz

kalmış olmasıdır. I. Dünya Savaşında, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla özellikle

Kuzey Afrika, Orta Asya ve Orta Doğu’da Müslüman toplumları kucaklayacak bir güç

kalmayınca bu toplumlar büyük ölçüde batılı toplumların istilası ve işgali altına girdiler.

II. Dünya Savaşına gelindiğinde İslam ülkelerinin aşağı yukarı üçte ikisinin Batılı

ülkeler tarafından kolonileştirildiğini görmekteyiz. Müslüman toplumları Batıya karşı

Page 166: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

157

reaksiyoner bir tutum almaya sevk eden ana nedenlerden biri bu olmuştur. Bu, aynı

zamanda, İslam ülkelerindeki merkeziyetçi diktatöryel rejimlerin doğmasının ana

nedeni olmuştur. II. Dünya savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan birçok İslam

ülkesi, bağımsızlıkta rol oynayan lider ve partilerin diktatöryel yönetimi altına geçtiler

(Çaha, 2004: 52). Müslümanları modernleşmeye karşı reaksiyoner duruma getiren ikinci

husus ise, “modernleşmenin batılılaştırılması” olmuştur. Batılılar medeniyete kendi

kimliklerinin kisvesini giydirmeye çalışarak onu insanlığın ortak ürünü olmaktan

çıkardırlar. Batılı modernistler, batılılar ve ötekiler (ilkel-barbar) ayrımı yapıp diğer

halklar aşağıladırlar. Moderleşmeye karşı yükselen tepkileri burada aramak lazımdır

(Çaha, 2004: 53). Dinsel milliyetçilik bu koşullar altında mücadelesini, Batının siyasal-

kültürel hegamonyası ile bunun ajanı olarak gördükleri içerdeki seküler iktidar

güçlerine karşı yürütmektedir. Dinsel şiddet motifleri, dinsel savaş çağrıları bu siyasal

iktidar mücadelelerinin çevresinde döndüğü simgesel ekseni oluşturmaktadır.

Sekülerizme, batı hegamonyasına ve bunun içerideki ajanlarına karşı savaş çağrısı,

kendini dinsel simgeler sistemi üzerine oturttuğu ölçüde kitleler üzerinde harekete

geçirici bir rol oynayabilecektir (Özbudun, 2001b: 310). Terörizm siyasal savaş

demektir. Terörizm, kasten ve ayrım gözetmeden masum insanları öldürerek, kendine

karşı çıkanların iradesini kırmayı hedefler (Brezinski, 2001b: 213). Fanatik dinsel

inançları canlandırıp terörizmi besleyen şey genel olarak dinin kendisi değil, siyasal

kızgınlıktır (Brezinski, 2001b: 214). Bu çerçevede cihad adına terörizm zeminini

hazırlayan şey, ABD’nin Ortadoğu’daki çifte standardı ve zalimlikleridir (Galeno, 2001:

283).

Bilindiği üzere uygun ortamda engeller yasal yollarla aşılır. Eğer meşru olarak

engelleri aşma yolları kapatılmışsa o zamanda engeller illegal yollardan aşılmaya

çalışılır. Bu ise gizli örgütlenmeyi gerektirdiği gibi kaçınılmaz olarak bünyesinde

şiddeti barındırır (Ercan, 1997: 25). Göka’nın da belirttiği gibi uygun koşullar

gerçekleştiğinde her insan bir vahşet uygulayıcısı haline gelebilir. Nitekim vahşet insan

olana içkindir. İnsan zihni, en kabul edilemez davranışları bile sergileyebilme özelliğine

sahiptir (Göka, 2004: 209; Arıboğan, 2005: 140). Yani direniş anlamdaki terörizm,

başka hiçbir savunma şekli kalmadıysa ortaya çıkmaktadır (Baudrıllard, 2002: 370-

371). Toplumsal kargaşa, kaos, sorunlar, ümitsizlikler, tehlikeler, kimlik bunalımı ve

bilinmezliklerin olduğu yerde dini duyguların ön plana çıktığı muhakkaktır. Din bir

çıkmazdan çıkar yolu bulma umududur. M. Weberin deyimiyle karizmatik liderler,

insanların bir kurtarıcı, bir mehdi bekledikleri, bu toplumsal buhran dönemlerinde

Page 167: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

158

ortaya çıkmışlardır (Thompson 2004: 63). Bu çerçevede 11 Eylülden sonra dünyada

küresel terörizmi tüm dünyaya uygulayan ve bunu bahane ederek işgaller yapan

ABD’nin ta kendisidir. Geri kalanlar ise bu saldırılara yine meşru müdafaada

bulunmakta ve bazen de teröristçe saldırılarda bulunarak kendilerini korumaktadırlar.

Bu anlamda saldırı altındaki Müslüman halklar dünyanın teröristleri olmak bir yana

terörün kurbanlarıdır (Pilger, 2001b: 244).

Neden en radikal antiemperyalist söylem bu gün İslami referanstan

beslenmektedir? Bunun kuşkusuz sosyolojik nedenleri vardır. Toplumun dışlandığı

alanlar (yani banliyöler ve tehlikeli mahalleler-Batıda) büyük ölçüde Müslüman kökenli

nüfusun oturduğu yerlerdir. Güney ile Kuzey arasında kırılma hattı da aynı şekilde

Müslüman halkların yaşadığı ülkelerden geçmektedir. Bu çerçevede İslam’a dönüş

protestocu bir kimlik niteliğindedir (Roy, 2003: 27). Bütün bunlar sıklıkla değindiğimiz

gibi, Soğuk savaş sonrası Batının kendine yeni düşman olarak bu zümreyi seçtiği için,

Müslüman kesim kendini birden bire karşı tarafta, otomatik olarak öteki ve düşman

olarak buldular. Bu bağlamda kimi Müslüman halklar terörizmin kucağına zorla

itilmektedir. Elbetteki bu zorla itilme yapılan fiili meşrulaştırmamaktadır.

Aslında her ülkede terör yapmak için bir takım nedenler bulunabilir. Sosyolojik

her farklılık (ideolojik, ekonomik, ırk, inanç farklılıkları gibi) rahatlıkla bir terör nedeni

olarak kullanılabilir. Nasıl ki insanlar dini siyasete alet edebiliyorlarsa, teröre de alet

edebilir. Bu çerçevede dini bir terör nedeni olarak sayıp din üzerine gittiğiniz zaman, bu

defa teröristin oyununa alet olunur. Teröristin hedefi de bir grubu dini motiflerle

harekete geçirmek ve bu yolla da bütün o kitleyi bir başkasının karşısına dikmektir. Bu

bakımdan, oynanan oyun bu düzeyde olabileceği gibi medeniyetler çatışması düzeyinde

de olabilmektedir (Kaynak, 2003: 43, 87).

Din insanlar arasında sosyal bütünleşmeyi sağladığı gibi insanların kaybolmaya

yüz tutmuş sosyal kimliklerine karşı birleştirici, yönlendirici, meşrulaştırıcı ve

sığınılacak güçlü bir limandır. Bu anlamda dışlayıcıdır, ötekini saptayabildiği gibi,

gerektiğinde ötekini yaratabilmektedir (Coşar, 2000: 11). Dinsel güdümlü teröristler

kendilerini, düşüncelerini paylaşmayanların kötülerin tarafında yer aldığını, iyi ile kötü

arasında topyekûn bir savaşın içinde görmektedirler (Karlsson, 2005: 181). 11 Eylül

2001’den sonra Ladin ve Bush’un açıklamaları (ya bizdensiniz ya da onlardan, biz iyi

(ilahi) onlar kötü (şeytani), söylemleri paralellik göstermesi tesadüf değildir. Görüldüğü

gibi bu bakış açısını taşıyanlar genellikle aynı retoriği kullanmaktadırlar.

Page 168: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

159

Dinsel terörizmi, diğer terör biçimlerinden ayıran temel özellik, şiddetine

kutsallık atfedişi olmasıdır. Yani bu tür eylemlerin din adına yapılması mevzubahistir.

Din adına şiddet ve terörün yine de en güzel örneğini Engizisyon mahkemeleri ve Haçlı

Seferlerinde* bulabilmekteyiz. Din adına her türlü cinayet ve işkence uygulanmış, şüphe

üzerine suçsuz bir çok insan cadı avına kurban gitmiştir (Ercan: 1997: 69-118).

Ülkemizde terörizm tehdidini, sosyologlarımız genel olarak sağ terör, sol terör,

bölücü terör ve dinci terör olarak sınıflandırılmıştır (Cirhininlioğlu, 2004: 238; Kongar,

2002: 86-95; Demirel, 2002: 20-21). Ancak ilk üçünü çok şiddetli geçirmiş ve

geçirmekte olan ülkemizde, diğerlerinin yanında oldukça zayıf etkide bulunan din

kaynaklı şiddet hareketleri ya da gerçek anlamda kaynağını dinden alan terörist bir

hareket olduğunu söylemek oldukça zordur (Mango, 2005: 96, 97; Kaynak, 2003: 117,

122).

1985 yılına kadar temel olarak köktenci 91 grubun, coğrafi olarak beslendikleri

ve ortaya çıktıkları yerler (Mısır: 29, Irak: 12, Suriye: 12, Lübnan: 6, Sudan:5, Suudi

Arabistan: 5, Ürdün/Batı Şeria: 4, Tunus: 4, Cezayir: 3, Fas: 2, Kuveyt: 2, Körfez: 2,

Yemen: 1, Bahreyn: 1, ABD: 1, İsrail: 1, Almanya: 1) içerisinde Türkiye yoktur

(Dökmeciyan, 1992, 78). Ülkemizde dinci terör adına gösterilen Türk Hizbullahı ve

birkaç İran sempatizanı oldukları söylenen, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun

ve Uğur Mumcu gibi kişilerin cinayetine bulaşmış, kim tarafından kullanıldığı

bilinmeyen şaibeli tetikçilerdir. Kaldı ki bu cinayetler hala şaibeliklerini korumaktadır

(Kaynak, 1999: 61-62). Eğer bir sıralama yapacak olursak Türkiye dinci terörden

katbekat fazlasını ideolojik sağ ve sol terörden çekmiş bundan da katbekat fazlasını

* 1184 yılında İtalya Verona’da kurulan din mahkemesi olan Engizisyon 1808 yılında resmen sona erdi 600 yıl sürmüştür. Papa IX. Gregorius zamanında (1227-1241) kurulmuştur. Kilise en az altı asır boyunca bu akıl dışı uygulamalarını din adına sürdürmüştür. Aynı dinin içindeki farklılıkların bile kabul edilmemesi ve farklı düşünenlerin akla hayale gelmedik işkence ve ölüm dolu cezalara çarptırılmışlardır. Bu çerçevede 12. yüzyıl ortalarından itibaren Avrupa ve Balkanlarda Katolik Kilisesi tarafından organize edilen ve Katolik inancının dışında ortaya çıkan yeni anlayışlara meyledenlere karşı uygulamaya konulan bir yargılama ve cezalandırma usulüdür. “Bezdirici, baskıcı soruşturma ve sorgulama” anlamına gelen engizisyon kelimesiyle ifade edilen bu mahkeme, halk kitleleri arasında yayılan dinden sapmalara, Hıristiyanlıktan dönme ve dini esaslara başkaldırma teşebbüslerine, kısmen Yahudi ve Müslüman gruplarına özellikle de Katharcılık ve Valdesçilere (Hıristiyan tarikatları) son verme isteğinden doğmuştur. Başta Hırıstiyan olmak üzere Yahudi ve Müslümanlarda dahil geniş halk kitlelerini terörize etmiştir. En hafif ceza aforoz (dinden çıkarma) en ağır ceza ise odun aleviyle diri diri yakılmaydı. (Önder, 2002: 203 & Aydın, 2005: 201-203 & Geniş Bilgi İçin Bakınız: Testas, Testas (2003). Engizisyon: Ortaçağ Hıristiyan Dünyasında Dinsel Şiddet, Çev.: Ali Erbaş, İstanbul: İnsan Yayınları. Haçlı seferleri, Batılı Hıristiyanların görünürde Kudüs’ü ve diğer Hıristiyan bölgeleri kurtarmak için yaptıkları seferlere (sekiz sefer) denir. Bu seferlerin esas nedeni ise doğunun zenginliklerini talan etmek, din kisvesi altında yapılmış savaşlardır. 1096’de başlamış 1272 yılında sona ermiştir. 200 yıl kadar süren kadar süren bu seferler Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler çok büyük kayıplar vermişlerdir. Bu seferler ile Batı, İslam dünyasından kültür ve medeniyet olarak etkilenmiştir (Aydın, 2005: 274-275 & Ercan, 1997: 65; Geniş Bilgi İçin Bkz: Runciman, Steven (2005). Haçlı Seferleri, İstanbul: NoktaKitap.

Page 169: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

160

etnik milliyetçi terörden çekmiş ve hala çekmektedir (Mango, 2005: 117-118). Bu

çerçevede dinsel terörün veya İslamcı addelilen teröristlerin, hem eylem alanları hem de

örgütlenmeleri Türkiye’de yok denecek kadar az olduğu bilinmesine rağmen tehdit

sıralamasında en üst seviyeye konması da oldukça şaşırtıcıdır. Bütün bunlara rağmen

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri ve MGK tarafından, özellikle 28 Şubat 1997’den beri

ülkenin tehdit algılamalarında ilk sıra, her zaman din eksenli belirlemesine pek anlam

verememekteyiz. Esasen tehdit sıralamasını bu şekilde belirlemenin şu anda bir tek

açıklaması vardır. O da uluslar arası literatüre paralel (NATO, AB ve ABD) ve uygun

yol izlenmiş olduğudur.

Terörizmi tarih anlayışından yoksun dinsel ve siyasal soyutlamalarla,

indirgemeci efsanelerle ilişkilendirmek, onu eksik ve yanlış anlamanın ötesine

gitmiyecektir. Bu tür eylemler ancak çok küçük bir grup üstlenildiği ve bu insanlar

gerçekten hakları olmadığı halde bir davanın temsilcisi olduklarını iddia ettikleri zaman,

masum insanların topluca katledilmesini hiç bir dava, hiç bir Tanrı ve hiçbir soyut fikir

haklı gösterilemez (Said, 2001: 145).

İslami terörizm deyimini kullanırken, siyasi amaçlarla dini kötüye kullanıp

şiddete başvuranları kastetmek daha doğrudur (Mango, 2005: 83). Genelde geçmişteki

savaşlar ekonomik, siyasi, etnik, ideolojik ve dini sebeplerden dolayı olmaktaydı. Bazen

bunların hepsinin az çok etkisi olurken bazen de bu sebeplerden biri diğerlerinden daha

baskın görünmekte ve savaşın çıkmasının görünür sebebi olmaktadır. Küresel dünyanın

bu günkü durumunda bir savaş söylentisi bile ekonomileri alt üst etmekte, insanları

moralmen çökertmektedir.

İnsanlar en büyük zararı, temel gereksinimlerinin (özellikle açlık, susuzluk,

yoksulluksağlık sorunları ve güvenlik gibi) karşılanmamasından dolayı görmektedirler.

Ancak dünyaya şekil veren eşitsizlik, adaletsizlikler, yoksulluk gibi durumlar olmazken

bunların yanında çok daha cüzi zarar veren terör, küresel belanın en üst zirvesine

oturtulmakta, hatta dünya bu bahane ile tekrar şekillendirilmektedir*.

* BM raporlarına itibar edilecek olursa, I. Körfez Savaşından sonra ambargonun yol açtığı kötü beslenme, tıbbi malzeme ve ilaç yokluğu Irak’ta 567 bin çocuk ölümüne neden olmuştur. Ortalama ayda 4500 çocuk ölmektedir. Bill Clinton döneminde Sudan’ın tek ilaç fabrikası bombalandı, ne kadar ölü olduğu bilinmiyor. çünkü BM’nin soruşturma yapması engellendi. Libya bombalanmasında 17500 sivil ölmüştür (Civelek, 2001b: 11 & Chomsky, 2001c: 24). Silahlanma ve savaş söz konusu olunca insanların iki büyük gereksinimi öne çıkıyor. Bunlardan birincisi, “korkudan kurtulma özgürlüğü”, öbürü “yoksulluktan kurtulma özgürlüğü” dür. Dünya gıda programının (WFP) rakamlarına göre dünyadaki her yedi kişiden biri açlık çekiyor. WFP’ye göre dünyada açlık çeken insan sayısı 800 milyondan fazla. Her gün 24 bin kişi açlık nedeniyle ölmektedir (Helvacı, 2002: 408-409).

Page 170: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

161

5.2. Küreselleşme Terör İlişkisi Küreselleşme algılamasını doğru tespit edebilirsek onun nereye doğru yol

aldığını ve bu arada din ve terör üzerindeki muhtemel sonuçları görebiliriz. Soğuk

Savaş sonrası var olan durumu izah etmeye çalışan ve modern batı tarihi içerisinde bir

realite olarak ortaya çıkan küreselleşme olgusu, 11 Eylül sonrası dönemde hızla

küreselciliğe (globalizm) dönüşmüştür. Bu çerçevede elbette ki terörizm de, globalizme

yön verenin menfaatlerini koruma görevi görecektir. Nitekim daha düne kadar uluslar

arası terör kavramını kullanıyorken, 11 Eylül saldırılarından hemen sonra küresel terör

kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Esasen terörizm endüstrisinden faydalanan büyük

bir kesimin çıkarları için, bir söylemle ve bir günde terör küreselleştirilmiştir

(Cirhinlioğlu, 2004: 89-124). Bundan dolayıdır ki dünyada gereğinden fazla ve kasıtlı

olarak gerginlik üretilmektedir. Bu çerçevede küreselleşen dünyada günlük yaşamda

belirsizlik ve risklerle dolu gözükmektedir. Hal böyle iken, izlediğiniz sinema salonuna

bir bomba konulmayacağının, beklediğiniz bir tren istasyonunda kimyasal bir gaz ile

zehirlenmeyeceğinizin, bindiğiniz uçağın bir gökdelene çakılmayacağının teminatı

yoktur. Küresel dünyada ülkeniz, bir gecede terörist ilan edilebilir. Böylelikle bu

belirsiz dünyada saldırıya veya işgale uğramayacağınızın, bombalanmayacağınızın, aç

ve susuz bırakılmayacağınızın garantisi yoktur.

Dünya, kuzey (zengin) ve güney (fakir) şeklinde şekillenmektedir. Dünya kaynaklarının yağmaya dönüşmesi; yolsuzlukların yaygınlaşması temel besin maddeleri üretiminin insanlığın ihtiyacının % 110 civarında iken, yılda ortalama 30 milyon insan açlıktan ölmesi bu çarpıklığın bir sonucudur (Yılmaz, 2004: 113). Her yıl açlıktan ve susuzluktan binlerce insan ölmektedir. Bolluğa yakın ama ona ulaşamayan kesimlerin varlığı kıskançlığı artıracağını, bu dönemde yeni belki de farklı bir sosyal adalet mücadelesi verilecektir. (Yılmaz, 2004: 124 & Falk, 2002a). Modern dönemde dengesiz sosyal ve siyasal gelişmeler otoriter siyasi yapılara yol açmıştır. Bunlar Komünizm, Faşizm ve Nasyonel Sosyalizmdir. Sosyalist sistemin çökmesi de sorunu ortadan kaldırmamaktadır. Hatta tersine, sosyalizmi doğuran şartların çok daha belirgin şekilde yeniden ortaya çıkmasından bahsedebiliriz. (Yılmaz, 2004: 15, 19). Kısaca geçmişte sosyal adalet ihtiyacından farklı “izm” ler doğdu. Esasen bu gün, eskiye nazaran daha büyük ayrımlar eşitsizlikler var. Yeni dönemde dünya, sosyal adalet mücadelelerine tanık olabilir. Nitekim soğuk savaşın bitimini izleyen birkaç yılda içerisinde eşitsizliğe ve yoksulluğa bağlı hastalıklardan ölen kişi 200 milyondur. Bu rakam şiddet sonucu ölenlerden çok fazladır (Cirhinlioğlu, 2004: 63). Kabaca bir tabirle terörle bir yılda ölen kişinin sayı 1 ise, açlıktan ve ona bağlı sağlık sorunlarından ölen kişilerin sayısı 1000’dir. 11 Eylül 2001’den sonra terörizm tehlikesi nedeniyle, neredeyse tüm dünya tekrar şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede gelecekteki asıl tehlike yoksulluk, açlık, eğitimsizlik ve eşitsizlik gözükürken her nedense kayıpları bundan binlerce kat aşağıda bulunan terörizm tehlikesinden bahsedilmesi oldukça gariptir. Bu tehdit algılaması ile daha özelde İslami terör olarak adlandırılmasının nedeni ise açıkçası politik çıkarlardır. Bu çerçevede Terörle Mücadele efsanesi yaratıldı. Esasen dünya terörüne karşı savaşmamız istenmiyor. İstenilen ABD düşmanlarıyla savaşmamız. İnsan olarak eşit isek, bir ülkedeki masum halk niçin diğer ülkedeki masum halklardan daha önemli ve daha değerli olabilmektedir? (Fisk, 2001h: 301). ABD müdahaleleri sorun çözmeye değil kendi vicdanını tatmindir. Ancak bir şekilde kabul etmemiz istenmektedir ki, bir Amerikalının hayatı bir Ruanda’lının bir Yugoslav’ın, bir Vietnamlının bir Korelinin bir Japonun bir Filistinlininkinden daha değerlidir. İşte kabul edilemez olan da budur (Ali, 2001: 313). Anlaşılan o ki bu savaş teröre karşı değil ABD düşmanlarına karşı bir savaştır (Fisk, 2001d: 208).

Page 171: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

162

Küreselleşme ile kitle iletişimin araçlarının yaygınlaşması ve dünyanın küresel

bir köy haline dönüştürmüştür. Bununla birlikte terör, ulusal çaptan uluslar arası boyutta

ve daha yaygın bir şekilde ortaya çıkmıştır. Kısaca, bu yeni dünyada insan haklarına

dayalı demokrasiden önce terör, hastalıklar (SARS, Ebola, Kuş Gribi, AIDS) ve

eşitsizlik küreselleşmiştir. Sınırlar önemsiz hale gelince sadece insanlar, eşyalar ve

sermaye gibi, suç ve hastalıklar da özgürce hareket etmektedir. Öte yandan bugün

dünyanın herhangi bir yerinde yazılan bilgisayar virüsleri tüm dünyaya rahatlıkla

yayılabilmektedir (Ünsal, 2003: 7; Cirhinlioğlu, 2004: 96; Kongar, 2002: 97; Yılmaz,

2004: 250).

11 Eylül 2001’de küreselleşmenin ekonomik ayağına (Dünya Ticaret Örgütü),

güvenlik ve askeri ayağına (Pentagon) ve siyasi ayağı olarak görülen Beyaz Saraya

saldırı nedeniyle günümüz dünyasının güvenlik ve terör sorunu gündemi oldukça fazla

meşgul etmektedir. Ayrıca saldırının batıda genel bir İslam düşmanlığına

(İslamophobia: Müslüman karşıtlığı) ortam yaratması nedeniyle İslam ve terör boyutu

da ele alınmıştır. ABD’nin imparatorluk siyaseti izlemesi, Irak ve Afganistan’a

müdahale ederek (müdahaleler devam edecek sinyalleri verilmektedir) muhaliflerini

sindirmeye çalışmasıyla öne çıkan sert tutumu ve İsrailleşme eğilimi küresel dünyanın

pek de iyi yönde gitmediğini göstermektedir. Noam Chomsky’in deyimiyle bu dönemde

kimse imparatorluk siyaseti güden ABD saldırganlığından muaf değildir (Chomsky &

Herman, & Gerry, & George, 1999: 15; Yılmaz, 2004: 19). Müdahale alanı

küreselleştirilirken, ABD’nin ulusal çıkarları da “küresel çıkarlar” olarak

tanımlanmaktadır (Özdek, 2002: 24). Kendilerine karşı terörist yöntemler kullanan

devletler kendilerini korumak için aynı yöntemlere başvurunca terörizm bir anlamda

küreselleşmektedir. Yani hem bireysel terör hem de devlet terörü birbirini destekleyen

bir sarmal halinde tırmanmaktadır (Kongar, 2002: 31). Ortadoğu bu bakımdan zengin

örneklerle doludur.

11 Eylül 2001’de ABD’ye gerçekleştirilen saldırıdan sonra ise, şiddet faktörü

küreselleşmenin bundan sonraki evresini karakterize edecek biçimde birinci sıraya

yerleşmiştir. Bu dönüşüm, “insan hakları ve demokratikleşme” söylemine dayanan ilk

20 yıllık küreselleşme döneminin, yerini “terörizmle mücadele” evresine bırakmasında

belirmektedir. Bu yeni evre, olağanüstü hal yönetimlerini küreselleştirme eğilimini de

taşımaktadır (birçok ülkede getirtilmeye çalışılan TMK’lar güvenlik bahanesiyle

özgürlükleri askıya alma peşindedir). İmparatorluğun, fetih siyaseti alenileşmiş ve

oldukça sertleşmiştir. Bu çerçevede yaratılan ve bir ABD stratejisi olan, yeni terörle

Page 172: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

163

mücadele efsanesi, gerçekte ABD’nin ulusal güvenlik stratejisidir. Her ne kadar uluslar

arası strateji olarak sunulsa da, küreselleşme ile ABD yayılmacılığına hizmet

etmektedir. Bu çerçevede terörle mücadelenin iki amacı bir işlevi vardır. İlki,

küreselleşmenin güvenliğini sağlamaktır. Küreselleşme sürecine karşı çıkan her dinamik

potansiyel tehdit ve terörist olarak damgalanır. İkincisi ise, terörist devlet argümanına

dayanarak dünyanın toprak bakımından yeniden paylaşımıdır. Stratejinin iki boyutu da

ABD’nin ulusal çıkarlarını korumak ve genişletmek işlevidir (Özdek, 2002: 21-22). Bu

çerçevede başta ABD hükümeti olmak üzere birçok hükümet yeni bir mccahartizme

benzer şüphe ve paranoya ortamı yaratılarak, sivil haklar ve kişisel mahremiyet rafa

kaldırmaktadır (Said, 2001a: 239).

Terör, masrafsız ve maliyetsiz bir savaş stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bununla birlikte günümüzde terör saldırılarının artık savaş sebebi sayılabildiğini

bilmekteyiz. Bu çerçevede çağımızda klasik savaşların geçerliliğini kaybettiğini ve

bunun yerine ucuz ve en etkili silah olan terör stratejisinin kullanıldığı bilinmektedir.

Hal böyleyken teröre sadece teröristler değil, devletler diğer devletleri ekonomik,

siyasal yönlerden zayıf düşürmek için kullandıkları bir strateji olduğu ise zaten

bilinmekteydi (Eymür, 2006: 290). Bütün bunların yanında NATO’nun tehdit

algılamasında ön plana çıkan, terörizmle mücadele ise bu stratejilerin artık bu adla

uygulanacağı sinyallerini vermektedir. Yani istenmeyen rejimler şer ekseninde (Soros,

2005: 57-59) olduğu açıklanacak daha sonra bush doktrini çerçevesinde (Soros, 2005:

17-35) terörist ilan edilecek son aşama olarak ise terörle mücadele veya

demokratikleştirme adı altında o ülke işgale uğrayacaktır (Irak ve Afganistan örneği

gibi) (Roy, 2003: 192). Bu çerçevede ortaya çıkan ve özellikle 11 Eylül 2001 sonrası

belirginleşen zayıfların direniş, güçlülerin ise bir baskı aracı olarak kullandıkları

terörizmin her türlüsüne karşı çıkmak ahlaki bir görevdir (Uşak, 2003: 371). Kendi

içinde ve kendisi için bir ideolojiye dönüşen terörün suçlanması ve dışlanması gereken

bir durum olarak kabul edilmedikten sonra herhangi bir gelişme beklenemez (Kongar,

2002: 98). Devletler hukukunda terör fiili, sadece masum sivillerin öldürülmesinden

ibarettir. Bu nedenle terörizm her şart altında suç sayılmakta ve terörist şiddet

yasaklanmaktadır. Hangi gerekçeyle olursa olsun, ölen masum ise, ülkenin rejiminin

demokrasi veya diktatörlük olması pek fark etmemektedir. Kısaca terör terördür

(Radikal Gazetesi, 15 Eylül 2001, Gündüz Aktan, “Terörün Anlamı, Anlamsızlığı”).

İster köktendinciler, ister milisler veya direniş hareketleri tarafından

gerçekleştirilsin, hiç bir şey bir terör eylemini mazur göstermez. Hatta bu 11 Eylül

Page 173: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

164

sonrası ABD’nin intikam savaşı görünümüne bürünse dahi, bu, mazeret kabul

edilemeyecek bir eylemdir. Bush ve Blaire göre, terörizmle savaşmak uğruna (ki bu

terör kendi tehdit algılamalarıdır) ülkelere saldırılması, kıtlık baş göstermesi,

masumların ölmesi ve uluslar arası hukuk hiçe sayılabilir (Pilger, 2001a: 79). Bu

çerçeve terörle mücadele adı altında Afganistan’ın bombalanması ve daha sonra Irak’ın

işgal edilmesi, New York ve Washington’un intikamı değildir. Yine bu bağlamda

insanlığa karşı işlenmiş yeni bir terör eylemidir (Roy, 2001: 319). Robert Fisk, 11

Eylüle gösterilen tepkilerin, adalet ve barışı yerine getirmeye dönük olmadığını

belirtmektedir. Çünkü o bu durumu “…dünya terörüne karşı savaşmamız istenmiyor.

İstenilen, Amerika’nın düşmanlarıyla savaşmamız…” şeklinde izah eder. R. Fisk,

1982’de Sabra ve Şatilla kampı katliamında 1800 kişiyi öldürenlerden, başta Ariel

Şaron’un yargılanmadığını, Hama’da 20000 sivili öldüren Rıfat Esat’ın

yargılanmadığını, 1982’de 17500 kişinin ölümüne sebep olan İsrailli subayların

yargılanmadığını belirterek, bunların inandırıcı olmadığını söylemektedir. Yani terörle

mücadele etmek değil de ABD düşmanları ile savaşmamız istenmektedir (Fisk, 2001h:

301).

11 Eylül sonrası Terörle Mücadele Çağı olarak açıklanırken, terörizmin tanımı,

nedenleri ve mücadele tarzı hakkında ise genel bir ilerleme sağlanamamıştır. Bu

çerçevede terörü silahlı mücadele ile çözmek isteyen ile teröre yol açan sosyal,

ekonomik ve siyasi ortamı yok ederek çözmek isteyen görüşler birbirleriyle ciddi bir

şekilde çatışmaktadır. İlkine göre, sadece silahlı kuvvetler meseleyi çözer. Her ne kadar

kısa vadede çözüm sağlasa da, Ortadoğu örneğinde olduğu gibi, şiddetin şiddeti daha bir

körükleyeceği bir gerçektir. Öte yandan teröre kaynaklık eden nedenler üzerinde

durulmadığından terör sürekli artarak devam edecektir. İkincilere göre, bugün artık

sıkça söylenildiği üzere terörizmle mücadele, her yönüyle ve topyekûn mücadele

olmalıdır. Sosyal, siyasi, ekonomik mücadele başta olmak üzere gerekirse silahlı

mücadeleyede başvurulmalıdır. Çünkü büyük çoğunlukla yoksulluk ve dışlanmışlıkla

ilgilidir. Bu gün dünya nüfusunun yarısı yoksulluk sınırı olan günde 2 doların altında

yaşıyor. Üçte biri açlık sınırı olan günde 1 doların altında yaşıyor. Böyle bir dünyada

istikrar olmayacağı gibi her an patlamaya hazır barut fıçısı görünümündedir. Terörle

silahlı mücadele kısa vadede etkili olsada uzun dönemde artmasına neden olmaktadır.

Ancak terörle siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik mücadelenin yanında silahlı

mücadele uzun vadeli ama en etkili yöntemdir, bu yöntein meyvalarını çok sonra alınır.

Page 174: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

165

Pakistan kökenli İngiliz yazar Tarık Ali ise çözümün askeri değil siyasi olması

gerektiği üzerinde önemle durmaktadır (Ali, 2001: 311). Şu halde sorunu medeniyetler

savaşı veya Ortadoğu sorunu gibi gören yaklaşımlar teröre karşı mücadeleyi salt savaşa

indirgeyecek, dolayısıyla terörü meşrulaştıracaktır (Yılmaz, 2004: 353). 11 Eylülle

terörün siyasi, sosyal, ekonomik, dinsel diyalog yolları denenmeden salt mücadele

savaşa indirgemiştir. Oysa bu mücadelede bir savaşta geçen savaş hukuku yoktur.

Kuzey-Güney; Doğu-Batı veya medeniyetler savaşı şeklinde ifade edilen şey, gerçekte

kapitalizmin dünyayı köye çevirmesiyle başlayan bir menfaat çatışmasıdır.

Enformasyon ve bilgisayar teknolojilerine gelişmeler, silah teknolojisini oldukça

ileri taşımış, bu ise savaşlarda yeni çığır açmıştır. Bu çerçevede küreselleşme, klasik

anlamda savaşları da dönüşüme uğratmıştır. Şu halde savaşların dönüşümünü üç şekilde

sıralayabiliriz.

a) Klasik harp, kara harekâtı ile karadan ve denizden kuşatma şeklinde

yapılırken bugün hava hareketleri ve uzaydan hedefi vurma teknolojilerinin yanı sıra

kıtalararası füzeler ön plana çıkmıştır. Nükleer, biyolojik, kimyasal silahların yanında

bugün hidrojen bombası, kıyamet toplarından bahsedilmektir. Bu bağlamda savaşların

asıl objesi insanken onun yerini makineler almıştır. Hal böyleyken savaşlar uzaktan

kumanda ile oynanan Play Station oyununa dönmüştür.

b) Bu konuda ikinci önemli dönüşüm ise propaganda ve psikolojik savaşı ön

plana çıkarmıştır. Yaşadığımız çağda bir nevi enformasyon ve sibernetik savaşları

yaşanmaktadır. Enformasyon araçları ile kamuoyunu ikna etmek, saldırılara meşruiyet

kazandırmak, haklılığa inandırmak, propaganda ve haber ile kamuoyunu aldatmak gibi.

Birçok örneğini Irak işgali sırasında yaşanmıştır (Irak enformasyon bakanının

açıklamaları ile ABD açıklamaları arasındaki tezatlar. BBC, FOX, CNN’in yaptığı yanlı

ve propaganda haberleri ve EL Cezire TV’nin yayınlarının ortaya çıkardığı Ummu Kasr

örneğinde olduğu gibi).

c) Genelde Silahlı Kuvvetler kendilerini MMS (Meskûn Mahal Muharebeleri)

tarzı savaşlara hazırlamakta, eğitimlerini bu tarzda almaktadırlar. Bu tarz bir savaş daha

çok yerleşim birimlerinde olan, tehlikenin nereden geleceği belli olmayan riskli

çatışmalardır.

Savaş ve artık onun özel bir biçimi olmuş terörizm, her ideoloji içinde yer

bulabilen ve şiddet yanlılarınca savunulduğu için herhangi bir ideolojinin tek başına

suçlanması, terörü ve savaşı önlemek için yeterli olmadığı gibi meseleyi anlamaktan

uzaktır. Aynı şekilde terör çığırtkanlığı yapan ve en fazla kimse ondan faydalanacak

Page 175: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

166

olan da bu kimselerdir (Kongar, 2002: 98). Başlı başına din değil, fanatik dini inançlarla

harekete geçirilen siyasi ve ekonomik husumet terörü beslemektedir. Elbetteki burada

dinin toplumsal ve bireysel algılanış şekli ön plana çıkmaktadır.

Yeşil kuşak projesinin mimarlarından, şimdilerde ise radikal İslamcılara karşı

ılımlı İslamcıların destekçisi Brzinskinin ifadesiyle “IRA terörüne karşı mücadele

Hıristiyanlara karşı olmadığı gibi şu anki terörle mücadelede İslam’a karşı değildir”

demektedirler (Brezinski, 2001a: 212-213). Genel anlamda Batılı ve ABD’li

düşünürlerin kamuoyuna açıkladıkları düşünceler bu perspektifte yer almaktadır. Ancak

durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Bu çerçevede söyledikleri ile uyguladıkları farklılık

arz etmektedir. Kısaca, bu bizlere pek inandırıcı gelmemektedir. Nitekim ABD yeni

muhafazakârları en etkili isimlerinden Michael Ledeen ve CIA eski başkanı James

Woolseye göre, 11 Eylül sonrası ABD 22 ülke ile savaş halindeydi ve Kuzey Kore

istisna edilecek olunursa geri kalanların hepsi İslam ülkeleri (Dursunoğlu, 2005: 7)

olduğu gerçeği nasıl izah edilecektir? Bu çerçevede Brezinski “nasıl ki gerillalara karşı

savaş onları destekleyen toplumlardan koparılmalarını gerektiriyorsa, terörizme karşı

siyasi savaşın da fanatiklerin karşısına ılımlıları çıkarmak gereklidir” (Brezinski, 2001a:

213). Anladığımız kadarıyla şu anki projede radikallere karşı ılımlıları kullanmak

olmalıdır. Tıpkı Talibana karşı, suçları onlardan aşağı kalmayan kuzey ittifakını

kullandıkları veya Saddama karşı Irak muhalifleri ve yine kuzey ittifakını kullandıkları

gibi (Fisk, 2001e: 284-286; Fisk, 2001c: 39-41).

Robert Fisk 11 Eylül sonrası Afganistan’daki durumu ele alırken, sonuçta

dünyanın en gelişmiş askeri gücünün dünyanın en fakir Müslüman ülkesini

bombaladığını belirtmekte ve “her zaman ki gibi Afganlıların bizim düşmanımız

olmadığını söyleniyor. 1991 (ve 2003’de) Irak’ı bombalamadan öncede böyle

söylenmişti, 1985’te Libya’yı bombalamadan öncede, 1982 de Lübnan’ı füzelemeden

öncede böyle denildi. Aslında 1956’da Mısırlıları Süveyş kanalında bombalamadan

öncede böyle denmişti, Müslümanlar artık buna inanırlar mı?” Tahmin edilebileceği

gibi bu saldırılarından en fazla zararı gören her zaman ki gibi masum siviller ve

özelliklede çocuklar olmuştur (Fisk, 2001: 338) Bu çerçevede N. Chomsky’in dediği

gibi “Eğer şüpheli teröristlere yataklık etmek bombardımanı gerektiren bir suç ise, o

zaman ABD de dahil dünyanın hemen hemen bütün ülkeleri derhal bombalanmalı. Bu

yorum bile gerektirmeyecek kadar açık” bir durumdur (Chomsky, 2001a: 349).

Bu bağlamda ABD, saldırılarına meşruiyet kazandırmak için üç yol

kullanmaktadır. İlki, demokrasi, insan hakları ve özgürlük adına müdahale ettikleri

Page 176: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

167

bahanesidir. İkincisi, İslam ülkelerinin nükleer tehdit taşıdıkları ile ilgili öne sürdüğü

bahanelerdir. Üçüncüsü ise terörizm tehdididir.

Bu çerçevede çoğu zaman enformasyon araçları ile gerçekleştirdikleri

propaganda ve kamuoyunu aldatıcı fabrikasyon bilgilerin, bir süre sonra o ülkeyi işgal

için uydurulmuş bilgiler olduğu açıkça ortaya çıkmış ve çıkmaya devam etmektedir.

Başka ülkelerin iç işlerine karışma hakkını kendinde bulan ABD, demokrasiyi tehdit ve

şantajla uygulamaya çalışıyor. Demokrasi ise bu şekilde kendi kendini sabote

etmektedir (Baudrıllard, 2002: 370). En güzel örneklerini Irak işgalinde yaşadığımız ve

daha önce bunun bir provası olan Sudan’ın nükleer santral diye o ülkenin tek ilaç

fabrikasının bombalanmasını görmedik mi?

19. yüzyılda İngiltere hegemonyası güçler dengesine dayanırken 20. yüzyılda

ABD yüksek teknolojili silah gücüne, yani şok ve dehşet dengesine dayandırmaktadır

(Yılmaz, 2004: 377). Amerikalıların zannettiği gibi demokrasiyi, insan haklarını,

özgürlüğü, savunduğu için nefret edilmediğini, geçmişte ve bugün dünyanın birçok

yerinde uyguladıkları haksız politikalar nedeniyle nefret edildiğini bilmelidirler. Esasen

onlar, bugün terör olarak dönen politikaların yarın nükleer terör (Yılmaz, 2004: 365)

olarak dönebileceği ihtimalini de göz ardı etmemelidirler. Bu çerçevede adalet ilkesi

yok olduğunda şiddetin her türlüsü uluslar arası hukukun muhtemel kurucusu olacaktır.

Nitekim bu gün uluslar arası hukukta adalet ilkesi pek işler gözükmemektedir.

Küreselleşme ile dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan ABD, Birleşmiş

Milletler gibi küresel kurumları bazen Afganistan’da olduğu gibi kullanırken bazen de

Irakta olduğu gibi iradesine tâbi olmadığı zamanlar kolayca göz ardı edebilmektedir.

Amerika küresel bir dünya düzeni kurma yerine küresel bir imparatorluk peşindedir. Bu

savaşta ülkelerin iç işlerine karışmama hakkı çiğnenmiştir. Müdahale için BM kararları

beklenmemiş, hukuk hiçe sayılmıştır. Hiçbir delil göstermeden saldırılan ve gösterilen

delillerinden boş çıkması bize ABD’nin saldırganlığından kimsenin muaf olmadığı

göstermektedir (Chomsky & Herman & Gerry & George, 1999: 15). Uzaktan

kumandayla savaş, fertleri vicdanen yoksun kılmış bir nevi katliamdan sorumlu

tutulmamışlar. Bu tür politikalar amerikan yaşam tarzını ve demokrasisini tehdit ettiği

gibi tüm dünya içinde tehlikedir. Bu çerçevede küresel dünyaya asıl tehdit yerel küçük

alt grup teröristlerinden değil, amerikan faşizminden gelmektedir (Yılmaz, 2004: 386;

bkz: McGowan, 2005).

Her terör eylemi masum sivillere yönelik olduğundan kabul edilemez derecede

ahlak dışıdır. Çnkü o, insan haklarının en temeli olan, insanın yaşam hakkını elinden

Page 177: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

168

almaktadır. İnsanların güven içinde yaşaması engellenirken korku ve kaos ortamına

sokulmaktadırlar. Terörizmin nedeni her ne olursa olsun hiçbir şekilde haklılaştırılamaz.

Ancak bu eylemi insanlık suçu kabul edip, diğer yandan sivil ve masum insanların yok

olmasına yol açan bir şekilde savaşla cevap vermek de aynı şekilde kabul edilemez bir

eylemdir. Başka bir ifadeyle bireysel ve grup terörü kabul edilemeyeceği gibi devlet

eliyle terörde bizler açısından kabul edilemez bir durumdur.

BM Güvenlik Konseyinde işgal, yeni yerleşimler, sivillerin bombalanması

konusunda İsrail aleyhine alınan her kararın ABD tarafından veto edilmesi, ABD’li

vatandaşlar için bir şey ifade etmeyebilir ancak bir Filistinli, bir Lübnanlı veya bir

Mısırlı tarafından asla unutulmayacak ve ciddi yaralar açan bir olgu olarak kalacaktır

(Said, 2001a: 238). Küreselleşmenin mevcut egemen güçlerinin güçlerini kötüye

kullanmaları (adilane değil) ile çifte standart uygulamaları, Bosna ve Filistin’de olduğu

gibi insanların gözünde hakkaniyet ve adalet duygusunu ve bu egemen güçlere olan

güvensizliği artırmıştır. Bunun yanında tepkilerde küresel anlamda yayılarak artmaya

devam edecektir. Bu tür ulus çaptaki çatışmaların bu kez global çapta ortaya çıkmasına

neden olacaktır. Bu anlamda küreselleşmeyle ilgili temel sorunlardan biri süper terörizm

korkusudur. Küreselleşme dünyayı bir köy haline getirirken, küreselleşmeye tepki de

küreselleşmekte ve şiddetini artırmaktadır. Terör örgütleri de gelişen teknoloji

imkanlardan yararlanmakta, biyolojik silahlardan, canlı bombalara, uçaklardan kitle

imha silahlarına ulaşılabilmekte (Japon sarin gazı), bilgisayar virüsü saldırılarına doğru

bir dönüşüm geçirmektedir (Yılmaz, 2004: 349-352; Arıboğan, 2005: 148-149, 183).

5.3. Küreselleşme Din İlişkisi Bilimin, teknolojinin, felsefenin ve ahlakın nihai olarak sabit sınırları yoktur.

Bunlar tek bir halkın, uygarlığın ya da dinin tekelinde değildir. Benzer olarak

uygarlıklar da yekpare ve durağan değildir. Sürekli değişen, gelişen ve farklılaşan

toplumlarda dini anlayış da değişir, gelişir ve zamana uyum sağlar. Diğer taraftan dinler

bulundukları toplumun şeklini almaya da müsaittirler. Bundan dolayıdır ki küreselleşme

ile birlikte değişime uğrayan, ekonomi, siyaset, kültür, hukuk, devlet gibi, evrensel bir

fenomen olan din kurumunun da etkilenmesi elbette ki doğaldır (Esposito, 2003: 152-

153).

Evrensel iddia taşıyan her din, tanımı gereği küresel vizyona taliptir ve

yayılmayı hedefler (Uşak, 2003: 88, 124). Bu çerçevede İslam dini dünyanın birçok

Page 178: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

169

yerinde olduğu gibi Batı’ya da geçmiştir. Bu süreçte bir fetih ya da kitlesel bir biçimde

din değiştirme ile değil, Batı’da iş ya da daha iyi yaşam koşulları aramaya giden

Müslüman toplulukların gönüllü yer değiştirmesi sonucunda olmuştur (Roy, 2003: 11,

50-63). Küreselleşme sürecinde dinler, doğdukları yerde ve belli bir nüfuz alanında

değil dünyanın hemen hemen her yerinde serbestçe dolaşmaktadırlar. Daha önceleri

çoğunlukla bir bölgede yoğunlaşan din ve dinsel grup şimdi her yerde olabilmektedir.

Bu sebeple gelişmiş telekomünikasyon araçları, bizleri diğer kültür ve dinlerden doğal

olarak haberdar etmektedir.

Din, bugün olduğu gibi, insanlığın başlangıcından beri küreselleşmenin ve

küreselleştirmenin en eski fakat en etkili nedenidir. Hatta bazı antropologlar ve kültür

tarihçilerine göre, din başlangıçta insanın her şeyiydi. Devlet, hukuk, ahlak, felsefe,

bilim ve sanat hepsi dinden neşet etmiştir. Yahudilikte yeryüzü krallığı,

Hıristiyanlıktaki yeryüzünü incilleştirmek demek olan ekümenizm ve misyonerlik

hareketi, İslam’daki ümmetçilik anlayışı bunun en tipik örnek öğeleridir (Bayrakdar,

2003: 151). Esasen ana dinlerin hepsi zorunlu olarak küresel süreçlere dâhil olmuştur

(Turner, 2002: 121).

Modern dönem dinin, toplumsal alandaki etkisini zayıflatmakta ve dini daha çok

kişisel alana itmekte, genel olarak bireylerin vicdan meselesi olarak görmektedir (Falk,

2003: 44, 55, 71). Bu süreçte dinin marjinalleşip neredeyse nostalji görünümü arz

etmesine rağmen, dinin artık kaybolacağına dair ön görüler geride kalmıştır (Alperen,

2003). Esasen modernlik tartışmaları içerisinde oluşan dinin kaybolmaya yüz tutmaya

başlanacağı iddiası da küreselleşme süreci içinde geçerliliğini yitirmiştir (Falk, 2003:

44, 78). Genel olarak dinlerin toplumsal gelişmeye karşısında kendilerini yeniden

yorumlama gücünü potansiyel olarak içlerinde barındırdıklarından dolayı bu gün hala

ayakta kalmışlardır (Amin, 1993: 15).

Modern dönemden farklı olarak, küreselleşme süreci bir yandan sekülerleşmeyi

içerirken diğer yandan geleneksel dinlerin (etnik, ulusal gibi) canlanmasına ve yeni dini

hareketlerin doğmasına yol açacak sosyo-kültürel zemin hazırlamıştır. Nitekim farklı

dinlerden iyi eğitim almış bir çok ferdin din ile modernite arasındaki ilişkiyi yeniden

düşünme ve değerlendirmeleri, dinin küresel anlamda yeniden canlanışını

hızlandırmıştır (Esposito, 2003: 153-154).

Bu çerçevede İslam dünyasında sömürgeciliğin gelişimi, Batıda eğitim görmüş

ve batılı bakış açılarını benimsemiş, ancak hiçbir zaman batı sistemiyle bütünleşememiş

bir yeni yerel memur bir entelektüeller gurubun ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bu

Page 179: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

170

haliyle batılılaşma ve sömürgecilik karşıtı milliyetçilikler yaşanmıştır. Böylelikle Batı

sömürgeciliğine bir tepki de İslami kaynaklara dönüşle meşrulaştırılan kasıtlı bir

sekülarizasyon politikasının benimsenmesi olmuştur (Turner, 2002: 134). Turner bu

süreci sömürgecilikten köktenciliğe dönüş olarak tanımlamaktadır. Dini canlanma daha

çok, bu batılı tarz eğitim görenler arasında oluşmuştur (Roy, 1995: 57, 124; Alperen,

2000: 477). Esasen modern İslami hareketler, İslami yeniden canlanışın ardındaki itici

güç olmuştur (Esposito, 2003: 110). Modernizmin dini ferdin vicdanına hasretme

sürecinden farklı olarak, küreselleşme sürecinde dinsel canlanma sanıldığı gibi çok da

olumlu bir gelişme değildir. Çünkü belli bir dinin yine belli gruplarını veya

mezheplerini marjinalleştirerek veya etnik ulusal dinleri tekrar yeşerterek onu dünyadan

soyutlama çabası gözden kaçmamaktadır. Bu durumda hemen hemen birçok dinde

ortaya çıkan fundemantalist akımlar göze çarpmaktadır. Buna rağmen din ve dini

dirilişlerin hepsi sevindirici olmasa bile dinsel canlanmalar kesinlikle tehdit biçiminde

de algılanmamalıdır (Falk, 2003: 1). Olumlu veya olumsuz, dinin küresel yeniden

canlanışı özellikle uluslar arası siyasette apaçıktır. Soğuk Savaş sonrası dünyada barış

ve sükûnetin yer bulacağına dair öngörüler yapılmaktaydı. Bunun aksine küresel süreçte

etnik ve dini çatışmaların eskitye nazaran daha fazla arttığı ve yoğunlaştığı dönem

olmuştur. Somali, Ruanda, Lübnan, Bosna, Kosova, Irak, Afganistan, Keşmir,

Hindistan, Sri Lanka gibi bitmez tükenmez kimlik çatışmaları yaşanmıştır ve hâla

yaşanmaktadır (Esposito, 2003: 156).

Batının etkisi ve onun el altından yaydığı modernlik ideolojisi, günümüz İslam

dünyasında bilinç parçalanmalarına, kültürel kimlik çatışmalarına ve çeşitli direniş

alanlarına yol açmıştır (bkz: Shayegan, 1991). Henüz birçok ülke modernlik hakkında

oturmuş bir görüşe malik değilken, bunun üzerine postmodernlik ve hemen akabinde

küreselleşme tartışmaları girince hatta bunların tam göbeğine din oturunca, durum iyice

garip bir hal almış oldu. Esasen hızla değişen ve dönüşen dünyada, toplumlar

değişimleri oldukça sancılı geçirmektedirler. Bu anlamda din, hem meşru direnişin, hem

milliyetçiliğin ve kimliğin muhafazası hem küreselleşme karşıtı hem de küreselleşme

amili çerçevesinde birbirine oldukça zıt roller biçilmektedir.

Din Sosyolojisi perspektifinden, modern İslam kültürlerinde iki ayrı, ama

bağlantılı süreç vardır. İlki global İslam politik sisteminin ortaya çıkış ve ikincisi de

İslam köktenciliğinin, Batıcılık ve tüketim kültürüne karşı kültürel reaksiyonudur. İslam

köktenciliği, kültürel ve sosyal ayrımcılık ve bölünmeye karşı bir reaksiyon olarak

Page 180: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

171

görülmektedir. Bu anlamda köktencilik, ayrımcılığın ortadan kaldırılması teşebbüsüdür

(Turner, 2002: 121).

Bu çerçevede küreselleşme ile fundamentalist eğilimlerde de oldukça artış

gösterdiği görülmektedir. İslami köktencilik, sosyal krizlere karşı (kimlik krizi,

meşruiyet krizi, hatalı yönetim/baskı, sınıf çatışması, askeri güçsüzlük, kültürel kriz

gibi) tepki olarak ortaya çıkan bir olay olarak görülebilir (Dökmeciyan, 1992, 16, 39).

Bunun sonucunda İslam dünyasında her çöküş dönemi dirilişçi bir tepkiyi, yani

karizmatik bireylerin sevkinde bir İslami köklere dönüş hareketini ateşlemiştir

(Dökmeciyan, 1992, 23, 31). Fundamentalizm toplumsal tabanı, İslamcılığın tabanını

oluşturan modern eğitimli sınıflardan kopmuş aydınlar ve yakın zamanda kentli yaşama

katılmış kalabalıklar ile geleneksel fundamentalizmin tabanını (tüccarlar, küçük kent

burjuvazisi) bir araya getirmektedir (Alperen, 2000: 477; Esposito, 2003: 153-154).

Siyasal İslam’ın taraftarları esas olarak modern eğitim sisteminden çıkmış, ancak

toplumsal bakımından sınıflarından kopmuşlardır. Bu gruplar geleneksel ulemayı

eleştirirken bile onlar kadar İslami bilgiye vakıf değillerdir (Roy, 1995: 57, 124).

Fundamentalizm akımı içerisinde gelenekçiler ve reformcular vardır. Gelenekçi

ekol, temel olarak taklidi alır ve hemen hemen kendinden önce söylenen her şeyi kabul

etmekle beraber en küçük yeniliğe karşı çıkarlar. Çoğunlukla fıkhi, kelami ve tasavvufi

bağları kuvvetlidir. Temel metinlere (Kur’an ve Sünnet) dönmeyi isteyen reformcu

fundamentalizm ise geleneği, şerhi, halk dindarlığını, bidat ve hurafeleri şiddetle

eleştirmişlerdir. Fundamentalizm ve İslamcılık arasında geçişi sağlayan selefiye adlı

fundamentalist akım ve onun çizgisinde yeşermiş olan vehhabilik, reformcu

fundamentalizm çizgide ortaya çıkmıştır (Roy, 1995: 50). Ancak selefiye ekolü hiçbir

zaman siyasal bir harekete dönüşmemiştir (Roy, 1995: 54, 147). Buna rağmen

köktencilik olayı temel metinlere, öze dönüş hareketi olarak her zaman Peygamber

ortamının hayat tarzının kör taklidi anlamına gelmez. Günümüz köktenci hareketlerden

bazıları, modern şartlara uygulanabilirliklerini güçlendirmek için, farklı oranlarda yeni

uygulama ve değerleri benimsemeye çalışırlar (Dökmeciyan, 1992, 56).

Küreselleşmenin nimetlerinden en iyi şekilde yararlanmayı bilen bu gruplar

telekomünikasyon araçlarından da faydalanmaktadırlar. Bu çerçevede, internet

ortamındaki yoğun etkinlik, sanal bir ümmet oluşturmuştur. Tüm uluslardan, tüm

topluluklardan, hatta her türlü toplumsal durumdan kopuk, bireyci, bir müminler

cemaati şekillenmiştir. Bu sitelerin birçoğunda takdim edilen İslam, kuralcı ve

Page 181: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

172

fundamentalist köktenci bir İslam’dır (Roy, 2003: 152, 158, 169). Bir anlamda

küreselleşen din, özelde İslam dininin fundamentalist biçimidir.

Küreselleşme süreci dünyanın küçük bir köye dönmesini sağlamış ve

nerwedeyse sınırları kaldırmıştır. Bu değişim ise yeni fundamentalistre büyük imkanlar

yaratmıştır. Bu imkânlardan biri de göçebe cihatçılık anlayışıdır. Afganistan’da cihat

eden ve dünyanın birçok yerinden gelen Müslüman savaşçılar, buranın kurtulmasından

sonra dünyanın birçok yerine (Bosna-Hersek, Çeçenistan, Sudan, Cezayir, Filistin, Irak

gibi) dağıldılar (Roy, 2003: 175; Roy, 2001a: 72; Esposito, 2003: 191-193). Şu halde

köktencilik ve militan İslam’ın doğuşu 1970 ve 1980’li yıllar olduğu söylenebilir

(Turner, 2002: 137). Bu çerçevede kendilerini geniş grubun (İslam Ümmeti) bir parçası

olarak gören ve bu gruba karşı sorumlu hisseden fundamentalist guruplar, küreselliğin

sunduğu imkânları kullanarak, küresel ölçekte propagandalarını yapmaktadırlar.

Küreselleşme ile birlikte İslamcılar için devlet gitgide daha az hedef olmaktadır.

Köktendinci saldırıların temelinde bir İslami devlet kurma modeli bulunmamaktadır

(Roy, 2003: 7). Bu anlamda yeni fundamentalizm hareketinin Türkiye’de doğrudan

devleti ele geçirmesine yönelik bir strateji izlemekten ziyade tabandan gelişen bir

hareketler toplumun ve devletin İslamileştirilmesini hedef almaktadır. Siyasal İslam

yukarıdan aşağıya İslamlaşmayı öne sürerken, kültürel İslam aşağıdan yukarıya doğru

gelişen bir İslamileştirme çizgisi takip etmektedir (Alperen, 2000: 489). Bu çizgiden

hareketle yeni fundamentalistler birbirlerinden genelde kopuk olmasına rağmen (Roy,

2003: 170), küreselleşme ile at başı gitmektedirler (Roy, 2003: 129, 134). Soğuk

Savaşın bitmesi, bir nevi ideolojilerinde sonunu getirmiştir (Heywood, 2006: 91-92). Bu

bakımdan ideolojileştirilen din anlayışında da çözülmeler olmuştur. Şu halde

küreselleşme sürecinde yeniden İslamileşen Müslüman bireyler, siyasal İslam’dan

kültürel İslam’a kaymışlardır. Zira 1980’li yıllar boyunca siyasal İslamcılığın bir yeni

fundamentalizme kaydığı da bir gerçekliktir. O güne kadar İslam devrimi için çalışan

militanlar, artık aşağıdan yukarıya bir yeniden İslamileşme süreci içine girmiştir (Roy,

1995: 107; Roy, 2003).

Gerek militan, gerekse pasif şekliyle çağdaş İslami köktencilik üç genel niteliğe

sahiptir. Yaygınlık, çok merkezlilik ve ısrar. İslami köklere dönüş hareketi, değişik milli

ortamlarda bulunan özel kriz şartlarına bir tepki olarak yerel bir karakter kazandı.

Ancak, farklı toplumlarda kriz durumlarının benzer olduğu ölçüde, İslami hareket

sonunda gerçekten ulusal sınırları aşan bir karaktere bürünebildi. Son olarak, İslami

köktencilik son asır ve önceki dönemler boyunca evrimi şekillendiren sosyo-politik

Page 182: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

173

süreci aşma eğilimiyle birlikte, alışılmışın dışında bir ısrarlılık gösterdi (Dökmeciyan,

1992, 14).

Küresel dönemde fundamentalizmin yükselişinin bir başka nedeni ise Amerikan

globalizminin küreselleştirici etkisine karşı, ezilenlerin alt sınıflarının yükselen

tepkileridir. Ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda da hakim globalizm tarafından

devamlı dışlanmaya ve kaybetmeye mahkum edilenler, temel metinlere yani kökenlere

geri dönme özlemi içerisine girerler (Thurow, 1997: 195; Giddens, 2000a: 61-62).

Fundamentalist hareketlerin güçlenmesine yol açan faktörlerin biri de halkın

modernizmin sonuçlarına duyduğu tepki (Alperen, 2000: 478) ve batı kültürünün diğer

kültürleri yozlaştırıcı etkisidir (Roy, 1995: 115). Bu çerçevede toplumsal hoşnutsuzluk

İslami dirilişin filizlenmesinin şüphesiz önemli bir parçasıdır (Watt, 1997: 78). Etnik

temele dayalı milliyetçilik hareketlerinin önemli kültürel oluşturucularından birinin din

olduğundan kuşku yoktur. Şu halde etnik temele dayalı mücadelelerin de fundamentalist

akımları güçlendirdiği söylenebilir (Alperen, 2000: 479). Esasen birçok milliyetçi tepki,

din görünümlü ortaya çıkabilmektedir (bkz: Dökmeciyan, 1992). Kısaca küresel süreçte

köktendinci hareketler, küreselliğin ortaya çıkardığı anlamsızlık, başıboşluk, değersizlik

ve belirsizlik, hâkim globalizmin sekülerleşme yönündeki baskısı gibi nedenlerden

dolayı, bu grupları dinsel metinlere yönlendirmiştir. Bu gruplar kendilerinin

diğerlerinden farklı olduklarını tepkisel bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Modern dönemde İslamcı alternatifin veya dinin cazibesini Dökmeciyan (1992:

65) şu şekilde sıralamıştır: a) Sosyal-manevi anlamda yollarını kaybeden yabancılaşmış

bireylere yeni bir kimlik kazandırması. b) İyi ve kötü kaynaklarını teşhis ederek,

inananların dünya görüşlerini çok açık bir şekilde tanımlaması. c) Acımasız bir ortamda

baş edecek alternatif yollar göstermesi. d) Yerleşik düzene karşı bir isyan ideolojisi

sağlaması. e) Bir onur ve ait olma veyahut da belirsizlikten manevi bir kurtuluş duygusu

bahşetmesi. f) Muhtemelen dünyada ve kesinlikle cennette daha iyi bir yaşam vaat

ediyor olmasıdır.

Küreselleşen dünyamızda fundemantalist hareketlerin artması ve yükselişe

geçmesi yukarıda saydığımız sebeplerin yanında şu temel temel nedenlere

dayanmaktadır. Küreselleşme ile dünyanın, özelde ise İslam coğrafyasının yeniden

şekillenmesinden, yaygınlaşan insani ve ekonomik eşitsizlikten dolayı; a) Din, kimliğin,

geleneğin, kültürün, ulusun muhafazasını sağlamakta ve küreselleşmeye verilecek

tepkiyi meşrulaştırma görevi üstlenmektedir. Bunlar çoğu zaman din adı altına

gizlenmiş milliyetçi, ekonomik ve kültürel tepkilerdir. b) Hızla küreselleşen ve

Page 183: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

174

bütünleşen dünyada birey daha çok yalnızlaşmış ve anlam yitimine uğramıştır. Bu

süreçte birey tükettiği ölçüde varolabilmiştir. Bundan dolayıdır ki anlamsızlaşan ve

değerlerini yitiren, maddeleşen insan, kimliğin muhafazası için dine müracaat hissi

yaşamaktadır. Küreselliğin çoğulcu yapısı, toplumların sosyo-kültürel alanlarında

belirsizlik durumu oluşturmuş, bu potada erimek istemeyenler din, milliyetçilik ve

kültür ön plana çıkmıştır. c) Küreselleşme ile toplumun ve bireyin diğer dinlerden

haberdar olup tanıdığı, kimi zaman ise diyalog ve hoşgörü çağrılarıyla melezleşme

korkusunun, dinin giderek eriyip gitmesi veya bu anlamda metalaşmasına duyulan

tepkiden dolayı, dinin temel metinlerine sıkı sıkı sarılma şeklinde kendini gösteren dinin

kendisini koruma eğilimleri. d) Fundamentalist artış veya köktenciliğin bu dönemde

artması ve yaygınlık göstermesinin en önemli nedenlerinden biri de, Amerikan

globalizminin küreselleştirici etkisine karşı, ezilenlerin, alt sınıf grupların, hor

görülenlerin yükselen tepkilerine, din meşruluk sağlamaktadır. e) Köktendinci

hareketler, egemen kültürün küreselleştiricisi etkisine, onun maddeleşme yönündeki

sekülerleşme etkisine ve bütün bunların ahlakilikten yoksun olmasına tepki

duymaktadırlar. Bu ise onları yaygın bir şekilde dinselliğe itmektedir. Nitekim dinin bu

süreçte metalaşması dindarları harekete geçirmektedir.

Türkiye’de dahil olmak üzere hemen hemen hiçbir İslam ülkesinin batılı

anlamda bir modernleşme tecrübesi yaşamadığı bilinmektedir (bkz: Alperen, 2003).

Dolayısıyla Batıda ve özellikle ABD’de Hıristiyanlık içinde modern zaman neşet eden

fundamentalizm akımını, diğer dinlerde de var mı? ve onları da kapsar mı? Çağdaş

İslami hareketleri fundamentalizm olarak değerlendirmek mümkün müdür? Bu

çerçevede ortaya çıkan İslami hareketlerin batılı kıstaslara göre değerlendirilmesi ne

kadar da doğrudur? diye soran A. Alperen (2000: 482), haklı olarak dikkatleri bu

noktaya çekmektedir.

Küreselleşme, bireyselleşme ve batılılaşma olguları, halk İslamı denen biçimleri

de etkilemektedir. Yeni tarikatlar diye adlandırdığımız, çoğunun kurucusu hala

yaşamakta olan, yakın zamanda kurulmuş olan birçok tarikat gün yüzüne çıkmıştır.

Bunlar genellikle Lübnan, Suriye, Türkiye ve Almanya’da yaygınlık kazanmışlardır

(Roy, 2003: 118).

Din insanlık tarihinin büyük bölümünde tek bir ideoloji olma özelliğini

sürdüregelmiş ve toplumsal kurumların temel meşruluk kaynağını oluşturmuştur.

Siyasal, toplumsal ve ekonomik çatışmalar, iktidar mücadeleleri, yayılmacılık

politikaları, uygarlık tarihinin büyük bölümünde din sancağı ve dinsel kavramlar altında

Page 184: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

175

yapılmıştır. Toplum ve kültür alanlarının dini kurumlar ve sembollerin egemenliğinden

çıkarıldığı süreç anlamına gelen sekülerizm (Berger, 1993: 163; Thompson, 2004: 31-

51) ise yeryüzünün dar bir coğrafyasına, Batı’nın ulus-devlet oluşumlarına tekabül eden

oldukça yeni bir olgudur (Özbudun, 2001b: 307). Bundan dolayıdır ki modern döneme

ait sekülerleşmenin bu gün gerilediği gerçeği gözden kaçmamaktadır. Dinin kamusal

profilindeki bu değişimler modernleşme modellerinin laik beklentilerine meydan

okumakta ve onları çürütmeye çalışmaktadır. Laikleşme kuramının önemli

sözcülerinden önde gelen din sosyologu Peter Berger, sekülerizmin gerilemesinden

bahsederek düşüncelerini aksi yönde değiştirdiği bilinmektedir (Kirman, 2005: 60-72;

Berger, 2002; Luckmann, 2003). Nitekim uluslar arası ilişkilerden din giderek anahtar

öğe olarak kabul edildikçe, toplumun laiklikten uzaklaşması üstünde artık daha çok

durulmaktadır (Esposito, 2003: 156; Coşar, 2000: 12).

Bu çerçevede İslamiyet küreselleşme önünde engel teşkil etmemektedir, ancak

küreselleşme sürecine direnebilecek ve kendini yeniden üretebilecek bir alternatif

kaynak olarak görülebilir (Uşak, 2003: 114). Esasen İslam’a bağlanana tepkiselliğin

dinamiklerini irdelerken bakılması gereken bir başka nokta, İslam’ın bir yönetim

ideolojisi oluşturma kapasitesini potansiyel olarak içinde barındırmasıdır. İslam,

yalnızca bireylerin Kutsal ile ilişkilerini düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal

ve siyasal yaşama ilişkin bütünsel bir proje sunar. Bununla beraber İslam dünyası

ezilenler-dışlananlar coğrafyasında olduğu ve ikinci sınıf muamelesi gördüğü de

bilinmektedir (Özbudun, 2001b: 311).

Bu noktada A. Erkilet iki seçenek ile karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, İslam

dünyası SSCB’nin dağılmasıyla birlikte küresel kapitalist sistem karşısındaki yegâne

muhalefet odağı olarak kalmıştır (Erkilet, 2004: 10). İkincisi ise, muhalefetleri yalnızca

anti-emperyalist, sömürgecilik karşıtı siyasal ve askeri bir muhalefet yahut karşı çıkış

olmayıp, küresel kapitalizmin tüm değerleri için gerçek bir alternatif olma potansiyeli

taşımaktadır. Afganistanın ve Irakın işgali ile başlayıp, İran ve Suriyenin tehdit

edilmesiyle süren ve İslam dünyasının dört bir yanının askeri üslerle kuşatılması ile

perçinlenen bir saldırı dalgasının başlamasına neden olan da bu potansiyeldir (Erkilet,

2004: 11; Güngör, 1989: 19). Bununla beraber “dünyanın her yerinde laik ve

fundamentalist kamplarda, önümüzdeki elli yılın en önemli siyasal-toplumsal

mücadelesini öngörüyorum” diyen I. Wallerstein (2004: 112), tarzında düşünceler de

azımsanmayacak kadar çoktur. Bu düşünce tarzı özellikle sekülerizmin gerilediğine

inanan yazarlar arasında yaygındır.

Page 185: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

176

Diğer yandan küresel dönemde kaybolan, anlamsızlaşan bireyin amaç, ilke, ideal

yokluğunun da dinin canlanmasına yol açtığı da görülmektedir. Bununla birlikte

geçmişte din ile modernlik arasında var olduğu sanılan çatışma ve uyumsuzluğun bugün

olmadığı ifade edilmektedir (Yılmaz, 2004: 209). Bu gün Nietszche’nin (1999) aksine

Tanrının Ölümü değil, Gilles Kepel’in (1992) deyimiyle Tanrının İntikamından

bahsedilebilir. J. M. Gueherno’dan nakleden Yılmaz’a göre (2004: 187), bugün

şebekeler çağının insanı iletişim kuruyorum o halde varım demektedir. Birey yok

olurken amaçsızlık ve anlamsızlık öne çıktı. Anlamı olmayan insan da kendini

göstergeler dünyasında bir gösterge haline getirmektedir. Her şeyin bir işleve sahip ama

anlamının olmadığı bir çağda son anlam sığınağı olarak belirsizlik oluşmaktadır. Bu

süreçte tek evrensel değer paradır.

Bu çerçevede dinsel inanca karşı asıl tehdit günlük hayatın ticarileşmesidir.

İnsanlar inanç sistemlerini sadece entelektüel açıdan uygun olup olmadıkları gibi

gerçekçi gerekçelerle benimsemiyor ya da reddetmiyorlar. İnançlar, günlük ihtiyaç ve

sorunlara cevap verip vermediğine göre benimseniyor ya da reddediliyor. Globalleşen

postmodern bir toplumda dinsel inanç ya da dinsel sadakati problem haline getiren

husus, günlük hayatın, politik liderler, entelektüeller ya da dini liderler tarafından

kolaylıkla etkilenemeyen (Turner, 2002: 27) bir ticari malların değişimine ilişkin global

bir sistem parçası haline gelmesidir. Eski inançların yozlaşmasına, rasyonel tartışmalar

ya da varsayımların rasyonel şeklinde incelenmesi ve Batı sekülarizmin anlaşılır hale

gelmesi değil, Tina Turner ve Coca Cola neden olacaktır (Turner, 2002: 28). Bu

anlamda pek çok yazar post-modern döneme tekabül eden küreselleşme sürecine

tüketim kültürü demektedir. Ulus, din, dil gibi değerler yerine tüketim, moda, marka, tad

gibi hususların ön plana çıktığı binmektedir.

Din bu süreçte muhtemelen üç şekilde değerlendirilecektir. İlki Cangızbay’ın da

belirttiği gibi, her şeyin pazar için olduğu, pazar içinse önemli olanın müşteri

memnuniyeti, kar etmek ve arz-talep dengeleridir. Her şeyin Pazar için olması kimin

işine yarar, elbetteki kimin pazarlık gücü daha yüksekse ona yarar. Bundan dolayı güçlü

daha güçlü, zengin daha zengin fakir daha fakirdir (Cangızbay, 2003: 18-19, 81).

Küreselleşme sürecinde herşey ancak taşıdığı değişim değeri kadar dikkate

alınmaktadır (Cangızbay, 2003: 27). Hal böyle iken bırakın dini, canın bile ölçütü

budur. Canlar pazar için üretilir (canımı pazarda bulmadım-atasözü), pazara sunulur,

pazardan alınır, kısacası değişim değeri üzerinden hesaba katılan bir meta

konumundadir (Cangızbay, 2003: 28-29). Bu anlamda dini gelenek şimdi artık

Page 186: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

177

pazarlanmalıdır. O bundan böyle “satın almak” zorunda olmayan bir müşteriye

“satılmalıdır”. Çoğulcu konum her şeyden önce bir pazar konumudur. Orada dini

kurumlar birer teşhir merkezleri haline gelirken (global sistemde dinler sergi alanına

çıkmış) dini gelenekler ise birer tüketici malları haline dönüşür. Bu durumda her nasıl

olursa olsun hatırı sayılır bir ölçüde dini aktivite Pazar ekonomisinin mantığına göre

belirlenmeye başlar (Berger, 1993: 201). Bu çerçevede din, günlük sosyal yaşamlarına

ne kadar cevap verebildiği, fert ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayabildiği ölçüde, yani

tüketilebildiği ölçüde ve tüketicinin isteklerini göz önünde bulunduğu sürece rağbet

görecektir. Bu çerçevede vaizin malını müşteriye sattığı bir din piyasasının ortaya

çıktığı bile söylenebilinir (Roy, 2003: 105). Esasen dinsel inanç ve değerlerin

parçalanmasına temel oluşturan neden, tüketici hayat biçimlerinin hızla çoğalmasıdır

(Turner, 2002: 140).

Küreselleşme ile toplumların karşılıklı bağımlığının artması sonucu oluşan çok

kültürlü yapı, değişik dinsel ve dünyevi dünya görüşlerin birbirleriyle rekabete

girmelerine zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda Turner, “İnsanlar yalnızca rasyonel

eleştirinin bir sonucu olarak Tanrı’ya inanmaktan vazgeçmiş değillerdir. İnsanlar daha

çok dini inancın; inancı imkânsız ya da gündem dışı hale getiren günlük hayat

dönüştürmeleri yüzünden yıprandığı zaman inanmaktan vazgeçmektedirler.” Kültürün

postmodernleşmesi, sunilik deneyimi yaratırken, ayrıca dinin günlük yaşam düzeyinde

de sorgulanmasını gündeme taşımaktadır. Çok kültürlü bir toplumda dinsel inançların

çoğalması, bu günlük yaşam dünyasında köklü bir göreceleştirme etkisine sahiptir. Bu

görecelik Ernest Gellner’in Postmodernism, Reason and Religion (1992)’da yazdığı eski

ateist türden değildir. Postmodern kültürlerin göreceliliği daha çok, global (küresel)

çeşitlilik ve farklılık konteksi içinde günlük tüketim deneyimine ilişkindir” (Turner,

2002: 273). Batı tüketim kültürü, geleneksel yaşam tarzlarının temellerini yıpratmakta

ve bu nedenle geleneksel dinsel uygulamaları, bilinç düzeyinde değil, Ancak Pierre

Bourdieu’nun adlandırdığı şekliyle alışkanlıklar düzeyinde çürütmektedir (Turner,

2002: 274).

Tüketim kültürü bağlamında küreselleşmenin din, bu arada İslam üzerindeki

muhtemel etkilerinden ikincisi, onu küresel bütüne çekerek geçmişte özdeşleşmiş

olduğu gelenekten uzaklaştırması ve sosyal alanda etkisinin azaltılmasıdır (Sarıbay,

1998b: 26). Küreselleşme ve din her ikisi de sosyal alanı inşaya talip, bu çerçevede

küreselleşme dini özelleştirmekte ve izafileştirme sürecine sokmaktadır (Uşak, 2003:

88). Din ise bu süreçte doğal olarak dönüşüme uğrayarak marjineleşmektedir. Bir

Page 187: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

178

üçüncüsü ise, din kontrolden çıkmış tüketimciliğin ve sahte evrenselciliğin

homojenleştirici etkilerine karşı panzehir (Falk, 2003: 2) olarak görülebilir. Bu

çerçevede beklenenin aksine dünya sathında yükselen dini canlanış, küreselleşmenin

homojenleştirici etkilerine tepki durumundadır (Falk, 2003: 82). İslam, modernizasyona

bir sıkı çalışma ve disiplin asketik (zühdi) etiği geliştirerek cevap verirken, çağdaş İslam

ise, postmoderniteye, köktenci global cemaat politikaları aracılığıyla ve klasik İslam

doktrinine dayalı, tüketim kültürü karşıtı ahlaki saflık etiği ile cevap vermektedir

(Turner, 2002: 142). Din, küreselleşme karşısında kaybolmaya yüz tutan birey, toplum,

millet gibi değerlerin yok olmasına karşı korumacılık kalkanı ve kimliğin muhafazası

rolünü üstlenmektedir. Sonuçta saydığımız bu üç durumda dahi en fazla etkilenen

kurumun din olduğunu söylememiz gerekir yani bu şekil altında dini anlayış dönüşüme

uğramaktadır.

Daha farklı bir bakış açısıyla dinin (İslam) küreselleşme karşısındaki durumunu

üç kategoride ele almak mümkündür. İlki, küreselleşmeye bizatihi karşı olma ya da

küreselleşme karşıtlığının dinden yararlanması. İkincisi, küreselleşmeyi destekleyici

olma ya da küreselleşme taraftarlığına destek oluşturması (Usta, 2003: 180). Üçüncüsü

ise küreselleşmenin dine ihtiyacının olmasıdır. Küreselleşme çağında en önemli ve en

pahalı gereksinim güvenliktir. Teknik, hukuk, yasa gibi etmenler suç unsurunu caydırıcı

olmaya, azaltmaya çalışırlar ancak yeterli olamamaktadırlar. Dinler inanç, ibadet ve

ahlak fonksiyonları itibariyle insanlığa huzur ve güven vermeye çalışırmanın yanında

beşerin vicdani eğitimini üstlenirler. Kısaca küreselleşmenin muhtaç olduğu ahlakiliği

beslemesi itibariyle son derece kullanışlıdır. Din, suç işleme eğilimini metafizik ve

ahlaki bağlantılarla asgari düzeyde tutmakta önemli bir potansiyele sahiptir (Usta, 2003:

181).

R. Robertson’un görüşlerini benimseyen Y. Coştu’ya göre globalleşme

sürecinde, homojen ve heterojen olmak üzere çift kutuplu bir etkileşim süreci takip

etmektedir. Birinci süreçte “küreselleşme, özelleştirme ve izafileştirme süreçleriyle

dinin ontolojik temellerini tahrip etmekte ve toplumsal alandaki etkisini

zayıflatmaktadır” (Coştu, 2003: 71). İkinci süreçte ise küreselleşme, “geleneksel

dinlerin canlanmasına veya yeni dini hareketlerin doğmasına zemin hazırlamakta ve

böylelikle küresel arenanın şekillenmesinde dine önemli bir imkân sunmaktadır (Coştu,

2003: 74). Globalleşme süreci, din konusunda günümüz insanını, muhafazakâr ve

liberal tercih yapma durumunda bırakılmıştır (Coştu, 2003: 73).

Page 188: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

179

Küreselleşmenin din alanında asıl etkisi, yeni dini hareketlerin ortaya çıkması ve

çoğalmasında göstermektedir. Elbetteki bu yeni dini hareketlerin hepsi olumlu anlamda

değildir (Özkan, 2006). Bu çerçevede küreselleşmenin din alanındaki yansıması kısaca,

bir yandan dini bağlılık ve sınırlı bir kesim için radikallikte artış iken diğer yandan

dünya dinlerinin giderek daha çok ilişkiye girmesidir. Dini çoğulculuk, diyalog ile

hoşgörü bu dönemin bir başka özelliğidir (Yılmaz, 2004: 81). Dünyanın sayılı yerlerinin

bombalanması medeniyetler çatışmasının aksine medeniyetler ittifakını ve diyalogunu

devletler düzeyinde ön plana çıkarmıştır. BM’nin, 2006 yılını medeniyetler ittifakı yılı

ilan edeceği söylenmektedir. İspanya ve Türkiye’nin önderlik ettiği medeniyetler ittifakı

ve Hatay’daki hoşgörü sempozyumları bunun örnekleridir.

Özellikle Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra din sık sık kimliği ve geleneği

muhafaza etme, iltica ve direnme mekânı haline gelmiştir (Falk, 2003: 80). Dinin

dışlayıcı ve kapsayıcı rolü vardır. Dışlayıcı yönü, ötekine göre kendini tanımlamak ve

kimliğin muhafazasıdır. Dışlanmış, aşağılanmış, fakir ve unutulmuşlar için din esas

olarak tepkici ve koruyucudur. Kapsayıcı ve uzlaşmacı yönü ise diyalog ve hoşgörü

çalışmalarıdır. Her türlü faklılığın bir arada, insanca yaşamasını arzu eder ve bu yönüyle

küreselleşmeye açıktır (Falk, 2003: 84-85). Küresel gelişmeler sonucu ortaya çıkan

sorunlara bir cevap olarak dini değerler, etnik kültür vb ön plana çıkmaktadır.

Küreselleşme ile eski değerleri yitirme duygusu ve bunun kimlik krizi yarattığı buna en

iyi şekilde dinin cevap verdiği; (kendilerinin yöresel ve bölgesel kültürlerine sahip

çıkma) dolayısıyla dinin küresel canlanması yine bu sürecin bir sonucudur.

BM 1995 yılını “Hoşgörü Yılı” ilan etti, UNESCO da 16 Kasım 1995 tarihinde

hoşgörünün ilkeleri bildirgesini yayınladı. Dünyada barış, adalet ve özgürlük için en

ciddi tehditlerden biri de din ve inanca dayalı hoşgörüsüzlüktür. Bunu göz önüne alan

BM, “din ya da inanca dayalı her türlü hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın kaldırılmasını”

öngören bir bildirge kabul etti. Bildirge, din ve inanç özgürlüğüne ilişkin konularda

anlayış, hoşgörü ve saygıyı geliştirmeyi ve bu konuda ortaya çıkan hoşgörüsüzlüğü her

biçim ve görünüşüyle ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu çerçevede ırkçılık, etnik ve

dinsel ayırımcılık şiddeti besleyen yaklaşımlardır (Helvacı, 2002: 412). Dini çoğulculuk

ve dinler arası diyalogda bu dönemin belirgin özelliğidir. Zahirde din savaşlarını

önlemeye, dinler arası kardeşliğin tesisi, en azından karşılıklı saygıyı kurabilme

çalışmaları, devletler, cemaatler ve milletler arası yapılabilmektedir. Elbette aralarında

art niyetliler her zaman bulunması (Bayrakdar, 2003: 156) sürecin ana fikrine (karşılıklı

saygı) zarar vermeyecektir.

Page 189: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

180

Dönemin bir başka özelliği ise geçmişte din adına verilen yerel tepkiler bu gün

küreselleşme ölçeğinde işlemektedir. Örneğin, Hz. Peygambere hakaret içeren

karikatürlerin Hollanda’da yayımlanmasıyla birlikte bu ülkeye Müslümanlardan global

ölçekte tepki yağmıştır.

Bu madde başlığı altında son olarak söyleyeceğimiz, çağdaş toplumdaki

anlamlılık sorununu (Turner, 2002: 140) din çözebilecek güçtedir. Duygudan ve

ahlaktan yoksun yırtıcı küreselleşmeyi (Falk, 2001) ancak din, insani kılabilir (Falk,

2003: 92).

5.4. Küreselleşme Sürecinde Din ve Terörizm Küresel terörizm insandan ve sistemden kopuk değildir, bizzat bu sistemin bir

ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Üstelik bu olgu yaşadığımız dünyada kendine

kalıcı bir yer edinmiş ve birçok fonksiyonu icra etmekle vazifelendirilmiştir.

Yaşadığımız dünyada terörizm birçok kimseye bir savaş aracı olarak hizmet etmektedir.

Bu hizmetten bireyler, gruplar, devletler, istihbarat servisleri yararlanmaktadır. İslam

dini ise, özünde fitne, kaos ve şiddeti barındıran, masum sivil üzerinden tarzı siyaset

icra etmeye izin vermemiş, hiçbir şart altında meşru kılmamıştır.

Bilindiği üzere din, yapılan eyleme meşruluk verme işlevine de sahiptir.

Veyahutta yapılan bir dini olmayan eylem, din kisvesi altında sunulabilir. Çünkü burada

esas amaç, asıl niyeti kamufle etmek olabilmektedir. Çünkü insani bir fiil eğer toplum

tarafından kabul görmüyorsa; a) ya devrin en geçerli konjöktörü ile meşrulaştırılır, b) ya

da aklileştirilerek bahaneler üretilir. Her ikisinde de asıl amaç gizlidir. Binaenaleyh

insanoğlunun içkin bulunan şiddet ve saldırganlık dürtüsü her devrin konjoktörüne göre

ortaya çıkmakta ve ona göre biçim almaktadır. Örneğin, devir ekonomiyi veya

ideolojiyi popüler kılsaydı terör örgütlerinin birçoğu bu görünümde ortaya çıkacaktı.

Çıkarlarına hizmet ettiği sürece din her kesimin istismarına açıktır (yeşil kuşak,

türk hizbullahı, gurbetçi parasını dolandıranlar, sahte şeyhler, oy peşindeki siyasetçiler

gibi). Bugün de doğru veya yanlış olsun, ılımlı İslam ile radikal İslam’ın önünü kesmeyi

amaçlamak da (Brezinski, 2001a: 213; Ercan, 1997: 131) dini din ile istismar etmektir.

Bu çerçevede İslam dininin herhangi bir biçimde terörün kamufle aracı olarak

kullanılması ve terörist bir grubun sırf Müslüman diye desteklenmesi ciddi bir hatadır.

Bunun dışında, Batı dünyasının bu tür bahanelerle İslam’a saldırması daha büyük bir

yanlıştır. Yani terörist bir grubu bahane ederek tüm Müslümanların batıya düşman

Page 190: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

181

olduğunu, terörist olduğunu, insan haklarına riayet etmediğini, çoluk çocuk katlettiğini

söylemeleri halinde asıl amaç terörü lanetlemek değil, İslam dinini karalamak

olmaktadır (Kaynak, 2003: 44). Ayrıca bu saldırıları yapanlara ve bu yakıştırtmaları

yapanlara, kastettiğiniz hangi İslam ve kimin İslam’ı? diye sormak gerekir (Esposito,

2003: 194).

Terör bugün kutsal olanı sadece bir paravan olarak kullanmaktadır. Aynı şekilde

bunu dine karşı saldırıda ve karalamada malzeme olarak kullananlarda dine aynı şekilde

davranmaktadırlar. Bu davranış şekilleri tezimizde görüldüğü üzere islamophobia veya

din düşmanlığından kaynaklanan davranışlardır. Bunun için bizce bu iki taraf veya bu

iki anlayış arasında herhangi bir fark yoktur. Biri dini, yaptığı şiddete alet etmekte,

diğer ise bunu fırsat bilip o dini ve o dine inananları karalamakta, aşağılamakta,

psikolojik baskı yapmakta hatta şiddet uygulamaktadırlar. Bu çerçevede terörist bir grup

sırf Müslüman veya sırf Hıristiyan diye o dini tümden hiçe sayıp kötülemenin bir

manası yoktur. Unutulmamalıdır ki her iki durumdan da rant sağlayan ve fayda görenler

bu durumunun devam etmesini sağlayacaklardır.

Bu çerçevede terör olgusu, tarih anlayışından yoksun dinsel ve siyasal

soyutlamalarla, genelleyici veya indirgemeci efsanelerle ilişkilendirildiği zaman yanlış

değerlendirmelere yol açacaktır. 11 Eylül gibi büyük eylemlere girişenler, üstelik bunu

da çok küçük bir grup üstlenildiği ve bu insanlar gerçekten hakları olmadığı halde bir

davanın temsilcisi olduklarını iddia ettikleri zaman, masum insanların topluca

katledilmesini hiç bir dava, hiç bir tanrı ve hiçbir soyut fikir haklı gösterilemez (Said,

2001: 145). Kaldı ki, Müslümanlarda kendi aralarında bir sürü kavgaya tutuştuklarından

görüleceği üzere, tek bir İslam yoktur (Türk-Arap Müslümanlığı gibi, Mezhep, Tarikat,

Cemaat hatta siyasi görüş ayrılıkları gibi). Nasıl bir sürü Amerika varsa, aynı şekilde

çok sayıda İslam vardır. Bu çeşitlilik, bazı yandaşları umutsuzca etraflarına sınırlar

çizmeye çalışsalar ve kendi inançlarını tek bir çizgide göstermeye çalışsalar bile bütün

gelenekler, diller ya da uluslar içinde geçerlidir (Said, 2001: 144).

Küreselleşme sürecinde İslam’a ve Müslümanlara karşı içeride ve dışarıda adeta

modern bir cadı avı başlatılmıştır (Özbudun, 2001a: 14-19; Demirer, 2001b: 32-33;

Gündüz, 2002: 42; Cangızbay, 2003: 103; Ercan, 1997: 69-118). Bu av geçmişten daha

boş dayanaklara dayanmakta, daha fazla şiddet içererek bu kez dünya sathında kendini

göstermektedir. Zaten amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olunca binbir türlü

bahane üretilebilir.

Page 191: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

182

Bu durum kimi Müslümanlarca şiddetli tepkiye sebep olmaktadır. Kimileri

eğitim seferberliği ile karşılık vererek, kimi hoşgörü ve sükûnet çağrısı yapmakta, kimi

İslam’da bu tür şeylerin olmadığı ve İslam’ın imajını düzelmeye çalışmakta gibi farklı

türden tepkilerle vermektedirler. Her nasıl tepki verilirse verilsin ama özellikle de şiddet

yüklü bir tepki verildiği vakit, bu Batı tarafından, İslam’ın terör dini Müslümanların da

terörist olduklarını kanıtlamak için kullanılır. Her halükarda onlar Müslüman’ı

potansiyel terörist olarak görmekten vazgeçmeyeceklerdir. Her durumda da ister içerden

ister dışardan kaynaklansın, Müslüman kişi yoğun psikolojik baskılarla zorla terörün

içine çekilmektedir. Bunu böyle bilen kimi Müslümanlar ise “zaten öyle biliyorlar o

halde öyle olalım” demektedirler. Batı ise bu durumun sonucunda tepkisini ortaya

koyan Müslüman’a karşı, “bakın dememiş miydik, bütün bunlar terörist diye” demek

için fırsatı hiç kaçırmamaktadırlar. Bütün bunlara rağmen, terörizmin İslam’ın özüne

terstir ve terör davranışı meşru sayılmamaktadır.

Terörizm, olmaması gereken ama olan insani bir tepkidir. Esasen terörizm

günümüzde bir savaşma aracı olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda o, insanlık

suçudur. Kendisini Müslüman addeden şiddet yanlısı bir grup veya kişi teröre başvurma

gerekçelerini açıklamamız oldukça zordur. Ancak empati kurarak ve ihtimaller öne

sürerek olguyu belki anlayabiliriz. Fiilleri din tarafından kesinlikle yasaklanmış olan

terör ve terörizm davranışlarına kendisini Müslüman addeden bir kimsenin başvurma

gerekçesinin olası ihtimalleri şunlardır. a) Terör yeni konsept içinde zaten savaş biçimi

olarak kabul edilmiştir. O halde meşru müdafaa yapılmaktadır. b) Kastedilen masum

sivillerin kaybı ise, karşı taraf Müslümanlardan katbekat fazla masum kişi

katletmektedir. c) Karşı taraf kadar ekonomik ve teknolojik üstünlükleri olmadığından

dolayı bu savaşı asimetrik olarak yürütmektedirler. Terörizm, burada orantısız süren

savaşları dengede tutan savaşma aracıdır. d) İslam coğrafyasının birçok kaynakları,

zenginlikleri ve özgürlüğü Batı dünyası tarafından ipotek altına alınmıştır. Bu yerlerin

birçok bölgesinde çatışmalar sürmekte ve Müslümanlar haksız yere katledilmektedir.

Adına ne derseniz deyin Müslümanlar sadece karşılık vermektedirler. Çoğu zaman

ekonomik ve siyasal gibi nedenlerden beslenen bu tepkilerini din ile de temellendirerek

meşruluk sağlamaktadırlar. Yani terörizm olarak adlandırılmış bu tepkilerini, insani

bulmakta ve meşru müdafaa olarak değerlendirmektedirler. e) Cihad çağrısı

yapmalarının nedeni kendilerine kamuoyu yaratmak ve taraftar bulmak içindir. Herkese

duyurulan bu çağrı, kamuoyunda desteklerini artırmak ve haklı olduklarını göstermek

içindir. Bu aynı zamanda en güzel reklâm aracıdır. f) İslam dünyası zaten üçüncü dünya

Page 192: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

183

vatandaşı gözüyle bakılmakta, değersiz ve fakir görülmekte, böylelikle canlarını,

mallarını, namuslarını ve vatanlarını koruyamamakta ve zillet altında yaşamaktadırlar.

Şu halde “anlamlı bir şekilde yaşayamıyorsak anlamlı bir şekilde ölürüz” anlayışı

doğmakta ve yaygınlaşmaktadır.

Esasen yukarıda sayılan maddeler tamamen düşünme amaçlı faraziyelerdir.

Görüleceği üzere bu maddeleri sayarken haklı gibi görünebilirler. Ancak daha önemli

bir mevzu ortaya çıkmaktadır. O da bu tür kıyasların yanlış olduğu, çünkü “onlar

yapıyor diye biz yapalım” dendiği vakit hem karşı tarafın kıyas ve ölçütlerini

kullanılmış olacak hem de karşı tarafın yaptığı haksızlığı siz de yapacaksınız. Bu bir

açmazdır. Oysa Müslüman kendi dinin iç dinamiklerinden hareket etmeli başkasından

değil, haklılığını kendi kaynağından almalıdır, başkası yapıyor diye değil. Bu çerçevede

İslamın lanetlediği bir fiili Müslümanın yapması bu durumu değiştirmez yani dine bir

halel gelmez. Öte taraftan bu tür fiilleri Müslüman aleminin hepsine genellediğimiz

zaman, bu fiilleri icra edenlerin azınlıkta kalacağı görülecektir. Yine bundan dolayı tüm

İslam alemini ve İslam dinini sorumlu tutmak gibi genelleme yapılması ise açık bir

islamophobia davranışıdır.

Esasen küreselleşme sürecinde asıl tehlikeli olan şey, terörün dinin içine itilmesi

yönünde gelişen anlayışlardır. Böylelikle dine ve dindarlara en büyük kötülük

yapılmaktadır (Cirhinloğlu, 2004: 180). Küreselleşme sürecinde en önemli

kavramlarından biri haline gelmiş olan terörle mücadele esasen dinsel terörle mücadele

şeklinde cereyan etmektedir. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen İslam ve Müslüman

düşmanları ise İslam ve Müslüman alemi ile mücadele etmektedir.

Küreselleşme ile birlikte her ne kadar dinsel canlanma olmuş olsa bile İslam

artık kişisel tercih noktasındadır (Roy, 2003: 78). Nitekim bu süreçte fetva, bir emir ya

da hüküm değil, yetkili bir görüş, basit bir hukuki danışmanlık haline gelmektedir.

Eninde sonunda kararı mümin vermektedir, yasa ya da toplum değil (Roy, 2003: 79).Bu

aynı zamanda İslam dünyasının yekpare olmadığının da kanıtıdır. Çünkü Kahire

müftüsünün verdiği fetva Diyaneti, Diyanetin verdiği fetva Tahran dini liderlerini ve

halklarını bağlamamaktadır. Esasen artan kitle iletişim alanlarından özellikle de internet

üzerinden sanal cemaatler oluşmakta bu çerçevede ferdin toplumla bağı kopmaktadır.

Terörizmi şiddet ve baskıyla uygulayarak ezeceğini düşünenler genelde

yanılmışlardır. Terörizm hastalığın belirtisidir, kendisi değil. Terörizmin ülkesi yoktur.

Ulusal sınırların ötesine uzanır, büyük şirketler gibi küresel bir kurumdur. Sorun

çıkacağı belli olunca ve küreselleşmenin de nimetlerinden faydalanarak, teröristler tası

Page 193: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

184

tarağı toplayıp daha iyi bir iş olanağı için, iş yerlerini bir ülkeden öteki ülkeye

taşıyabilirler, tıpkı çok uluslu şirketler gibi. Bu çerçevede terörizm bir olgu olarak hiç

bitmeyebilir (Roy, 2001a: 75). Öte yandan bir terör eyleminin temelinde kaçınılmaz

olarak arz-talep kanunu, pazarlama teknik ve yöntemlerinin bulunduğu dikkate

alınmadığı sürece, terörizmle mücadelede sağlıklı yöntemler geliştirilmesi çok da

olanaklı görülmemektedir (Çitlioğu, 2005: 22).

Terör bir sonuçtur, neden değildir. Bu çerçevede onunla mücadele ederken arka

planını da görmek lazım gelir. Bu çerçevede terörizmi anlamak veya kavramın üzerinde

ittifaka varılması onu ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü terörizmle mücadele ağırlıklı

olarak sonuç üzerine yapılmakta ve daha etkili olan uzun vadeli yatırımı gerektiren

nedenler üzerinde pek de durulmamaktadır. Kısaca bir olayın daha başlarına 5N’i (Ne,

Nerede, Ne Zaman, Neden, Nasıl) üzerinde fazlaca durulmadan ve araştırılmadan, 1K

(Kim) üzerinde oyalanılmamalıdır. Yani olgunun 5N+1K sıralaması önemlidir. Dikkat

edilirse bir olay olduğunda sadece kim yaptığı üzerinde durulur (11 Eylül Saldırıları,

Ülkemizde işlenen birçok faili meçhul cinayetler gibi), aysbergin suyun altında kalan

kısmı kurcalanmamaktadır.

11 Eylülde yeniden ilan edilen teröre karşı savaş ilk kez 20 yıl önce aşağı yukarı

aynı retorikle (iyinin ve kötünün savaşı, dünya artık eskisi gibi olmayacak) ve yüksek

mevkide birçoğu aynı insan tarafından ilan edilmişti (Chomsky, 2003: 107, 111).

Etzioni’den nakleden Cirhinlioğluna göre, ABD 1982 yılında Reagan’ın ağzından

SSCB’nin Şeytan İmparatorluğu ilan etmişti. Aynı şekilde başkan Bush da 11 Eylül

olayından sonra Ortadoğu ki bazı ülkeleri şeytani ülkeler (evildoers) şeklinde

tanımlamıştı. Bu iki terimde İncil de geçmekte ve yoğun dinsel içerik taşımaktadır.

Acaba her iki başkanında dinsel terimler kullanarak düşmanlarını tanımlamaları tesadüfî

midir? (Cirhinlioğlu, 2004: 177-178). Bu çerçevede iyinin kötüye karşı mücadelesinde

öldürülen hep sıradan insanlar olmuştur (Galeano, 2001: 280). Kahramanlar canavara

dönüşürken canavarlar da ansızın kahraman oluverirler. Bu yeni bir şey değildir. Alman

bilim adamı Werner Von Braun, Hitlerin Londra’ya karşı kullandığı V-2 bombardıman

uçaklarını icat ettiği için kötüydü ama yeteneklerini ABD’nin hizmetine sununca birden

iyi oluverdi. Stalin II. Dünya Savaşında iyiydi, fakat savaş bitip şer imparatorluğunun

lideri haline gelince kötü oldu. Bir zamanlar Saddam Hüseyin kimyasal silahlarını

Kürtlere ve İranlılara karşı kullanırken iyiydi, sonra şeytan Saddam oluverdi. Ladin,

Afganistan’da komünizme karşı savaşırken özgürlük savaşçılarının önde geleniydi.

Başkan Regan bu kahramanları, ahlaki açıdan azizler kadar kutsal ilan ettiğinde baba

Page 194: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

185

Bush başkan yardımcısıydı. Hollywood yapımcıları Rambo tarzı filmler çekerken de

aynı fikirdeydiler. Oğul Bush döneminde ise kötünün kötüsü oldular (Galeano, 2001:

281). Hollywood filmlerinde kötü adam daha düne kadar Ivan’ken bugün Muhammet,

Mustafa, Ahmet gibi Müslüman isimler olmaktadır. Tarık Ali’ye (2002) göre, “… Allah

bizden yana ve tanrı ABD’yi korusun gibi sloganlarla, dinsel sembollere dayalı bir

savaş çılgınlığı tarihe geri getiriliyor. Bilmek gerekir ki, fundamentalizm İslama özgü

değildir, dinsel fundamentalizmin yanında din dışı fundamentalizmler vardır ve tarihe

baktığımızda Yahudi ve Hıristiyan fundamentalizmi çok daha kan dökücü ve zalimdir”.

Yüzyıllar boyu, kan akıtan bütün dini savaşlar ateşli duygulardan ve biz-onlar, iyi-kötü,

beyaz-siyah gibi basit karşıtlıklardan doğmuştur (Eco, 2001b: 319). 11 Eylül Sonrasını

hatırlayacak olursak Başkan Bush, bunun iyi ve kötünün savaşı olduğunu söylüyordu.

Bizimlesiniz ya da bize karşısınız. Ama bu tam da Bin Ladin’in söylediği şey değil

miydi? (Fisk, 2001b: 349). Örneğin kimin için İlahi Adalet ya da Sürekli Özgürlük?

Amerikanın bu savaşı, Amerikadaki teröre karşı mı yoksa genel olarak teröre karşımı

(Roy, 2001a: 70) olduğu hususunda çok ciddi şüpheler vardır.

Bu çerçevede elbette ki dünya artık eskisi gibi olmayacaktı. Savaşlar, açlık ve

hastalıklar, etnik ve dini çatışmalar, istikrarsızlıklar, kargaşa ve kaos, yaratılan bu

gerilimli ortamlarda muhtemelen artacaktır. Bu belirsizlik içerisinde çok net olan bir şey

var, o da artık dünyada demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinin daralacağı (Sever,

2001: 67) gerçeğidir. Bu bağlamda “ya güvenlik ya da özgürlük” ikileminden

güvenliğin öne çıkması kuvvetle muhtemel (Sever, 2001: 68) bir gelişme olacaktır.

Bunun iki sakıncası vardır. İlki zaten terörizmin amacı insan hak ve özgürlükleri rafa

kaldırmaktır. Bir diğeri ise devletler totaliter, faşist, diktatöryel ya da askeri yönetimlere

kayabilmektedir. Bu bağlamda dünya neredeyse olağan üstü hal veya sıkıyönetimle

yönetilme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmektedir.

11 Eylül ve ondan sonra gelen saldırılardan sonra (İspanya, İngiltere, Mısır,

Türkiye), Batı dünyası başta olmak üzere birçok devlet kendi iç hukukunda özgürlükleri

kısıtlama yönüne gitmiştir (Yılmaz, 2004: 383-384). Bütün bir toplumu hapishaneye

çevirmenin anlamı yoktur. Terör fobisiyle dünyayı yaşanmaz hale getirmeye kimsenin

hakkı yok, öte yandan bu baskıcı rejim doğuracaktır, demokrasiyi yıkacaktır, ya da bir

süre askıya alacaktır. Korkutulmuş dünyamız savunma ve güvenlik için akıl almaz

harcamalar yapılıyor. Oysa nedenler üzerinde durulsa, daha adil ve insani yönde

atılacak adımlar terörü engelleyecek, terörü besleyen sosyal ve siyasal ortamın

düzeltilmesi de terörü azaltır. Terör eylemlerinden ziyade yöneticilerin toplulukları

Page 195: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

186

söylemleriyle germesi, kasıtlı olarak ortaya atılan güvenlik mi özgürlük mü ikilemine

sokulmuştur insanlar.

Siyasal iktidarlar, terörizmi önleme gayesiyle kendileri teröre başvurdukları

hallerde, terör daha da şiddetlenmektedir. Bu çerçevede çıkarılan baskı yasaları ve

anayasal özgürlüklerin kısıtlanması, derde deva olmaktan uzaktır (Ankay, 2002: 47).

Binaenaleyh kanuna ve hukuka riayet etmeden (o zamanda mücadele ettiğiniz şeyden

farkınız kalmaz) terörle mücadeleyi herkes yürütebilir. Önemli olan ise kanuna, hukuka,

insan hak ve özgürlüğüne riayet ederek bu mücadeleyi her alanda verebilmektir.

Bu çerçevede artan anti emperyalizm, anti sömürgecilik, hızla globalleşen

dünyada daha da yaygınlaşan zengin-fakir uçurumuna tepki, artan sağlık ve çevre

sorunları, hızla gelişen ve değişen teknoloji ve toplumlar karşısında artan kimlik

bunalımları, eğitim yoksunluğu, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik ve toplumsal

buhranlar gibi daha sayacağımız pek çok neden veya nedenlerden ötürü fundamentalist

söylemler güçlü bir şekilde artmakta ve radikalleşmektedir. Yaşadığımız dünyada

Batı’nın karşısında baskın ve rakip ideoloji olmadığından, yine batı tarafından öteki

seçilen İslam bu fonksiyonu icra etmeye yöneltilmiştir.

Hemen hemen hiç bir devletin İslami stratejisi yoktur. Bu çerçevede ortaya çıkan

cihatçıların da devlet stratejisi yoktur. Şu halde devlete yönelik herhangi bir tehdit

yoktur (Roy, 2003: 189, 191). Esasen terörizmle suçlanan şebekelere karışan İslamcı

militanlar, batılılaşma ve küreselleşmenin kusursuz ürünleridir (Roy, 2003: 182). Yani

Allah adına kutsal savaşa zemin hazırlayan şey, ABD’nin Ortadoğu’daki kıyımlarıdır

(Galeano, 2001: 283; Esposito, 2003: 187). Sadece Ortadoğu değil, nerdeyse dünyanın

birçok yerinde geçmişten günümüze yürüttüğü şiddet yüklü merhametsiz politikalarında

aranmalıdır (Jameson, 2001: 282-283). Esasen durumun böyle olması tasvip edilecek

bir durum değildir. Nitekim masum sivillerin öldürülmesi Kur’anda özellikle

yasaklanmış olan bir fiildir. Kur’anda tek bir masum insanın öldürülmesi tüm insanlığın

öldürülmesiyle aynı anlama gelir (Ahmed, 2001: 167). Nitekim her terör eylemi suçlu

suçsuz ayrımı yapmadığından ahlak dışı bir eylemdir. İnsan haklarını hiçe sayan bir

insanlık tarajedisidir. Bu nedenle de kabul edilemez. Hiçbir şekilde haklılaştırılamaz.

Ancak bu eylemi insanlık suçu kabul edip diğer yandan sivil ve masum insanların yok

olmasına yol açan bir şekilde savaşla cevap vermek de aynı şekilde kabul edilemez bir

eylemdir (Yılmaz, 2004: 352).

ABD’nin Afganistan ve Irakı bombalaması ve işgali salt 11 Eylül Saldırılarının

intikamını almak için değildir. ABD’nin açtığı savaş, elbette politik ve ekonomik

Page 196: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

187

hedefler olmadan çıkmazdı (Demirer, 2001b: 157). Umberto Eco, Amerikan işgali ve bu

konudaki çifte standarda dikkat çekerek “ acaba Bahama adalarını da bombalar mıydık”

demekte, sırf Üsame Bin Ladin ile ilişkisi var diye Irak ve Afganistanın işgalinin

gerçekçi olmadığını onunla iş yapmamış neredeyse hiçbir ülke kalmadığı, parasının

Bahama ve İsveç bankalarında olduğu için buraların neden bombalanmadığı ya da işgal

edilmediğini sormaktadır (Eco, 2001a: 182). Nitekim kendi çılgınlıklarını

meşrulaştırmak için düşmana ihtiyaç duyanlar, sadece dinsel fanatikler değillerdir. Silah

endüstrileri ve bunları tekelinde bulunduran, başta ABD olmak üzere Batının devasa

silah sanayisi de varlığını meşrulaştırmak için düşmana ihtiyaç duyarlar (Galeano, 2001:

280).

Page 197: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

188

SONUÇ ve ÖNERİLER

Günümüz dünyasında düşük maliyetli, yüksek etkide bir savaş stratejisi olarak

ortaya çıkmış olan terörizme, gruplardan devletlere kadar her kesimce

başvurulabilmektedir. Bu çerçevede terörizmi, masum insanlar üzerinden şiddeti bilfiil

kullanarak tarzı siyaset gütmek olarak tanımlayabiliriz.

“Yeryüzününde masum bir kimseyi öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir”,

İslam anlayışından hareketle, masum birini katletmeyi hiçbir dava, hiçbir ideoloji hiçbir

amaç ve hiçbir inanç meşru gösteremez, haklılaştıramaz. Sadece bu İslami dustur göz

önüne alındığında bile İslam dininin terör durumuna ve terörizme ne kadar uzak olduğu

görülecektir. Buradan hareketle terörist sıfatı taşıyan Müslüman öncelikle İslama ve

Müslümanlara zarar vermiş olacaktır. Dolayısıyla genelde dünyanın özelde ise Batı

dünyasının bunu bahane ederek İslama ve Müslümanlara saldırmalarını önlemek

gerekir. İslamcı teörist, dinci terör, İslami terör gibi yanlış anlamlarda ve yanlış olarak

kullanılan bu kavramların, en kısa zamanda tekrar ele alınarak revize edilmeli, daha

doğru bir şekilde açıklanmalıdır.

Terörizm yaşadığımız dünyada bir fonksiyon icra etmektedir. Nitekim terörizm

insandan ve sistemden kopuk değil bizzat sistem içidir. Bu bağlamda terörizm

endüstrisinden fayda sağlayanlar ve onun bitmesini istemeyenler var olacaktır. En açık

ifadeyle, merkez ülkelerin çevre ülkeleri sömürme ve kendilerinde bağımlı tutmak için

zaman zaman strateji değişikliğine gitmişlerdir. Merkez ülkeler bu stratejiler ile kendi

haksız fiillerine meşruiyet sağlamaya çalışmışlardır. Dolayısıyla Batı dünyası, kendi

çıkarlarını korumak için öncelikle medeniyetlerinin üstün olduğunu dikte eder daha

sonra ise her şeyi insanlık için doğru olanı yaptıklarını savunur. Böylelikle dünyanın

birçok yerine müdahale hakkını kendinde bulur. Şimdilerde bu fonksiyonu yerine

getiren araç, insan hakları ve demokrasi adına terörle mücadele, küresel terörle

mücadele özel olarak ise İslami terör ile mücadele olarak ifade edilebilir. Bu çerçevede

savaşlarda sivil kayıp göze alınabilir bir durumdur. Ancak sivil kayıp, askeri kaybı

katbekat aşıyorsa bu ya soykırım ya katliam ya da terörizmdir. Öte yandan, terörizmle

mücadelede, teröristlerce benimsenen ve kullanılan yöntem ve taktikler benimsenip

kullanılabiliyor ve aynı şekilde misillemede bulunuluyor, hukukun dışına çıkılıyorsa bu

da bir çeşit terörizm olmaktadır.

Page 198: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

189

Soğuk Savaş sonrası Batı dünyası ve ABD, ötekisiz ayakta kalamayacağının

farkındadır. Bu çerçevede kendilerine düşman yaratma ihtiyacından dolayı İslamcı

Terör olgusunu meydana getirmişlerdir. İslamcı terör kavramını 11 Eylül 2001 tarihli

saldırıdan sonra kasıtlı olarak, özellikle de Batılı politikacı, stratejistler ve medya

tarafından kullanılıp yaygınlaştırılmıştır.

Yaşadığımız dünyayı tanımlama iddiası taşıyan küreselleşme süreci her ne kadar

bu güne has oluşumlarıyla ortaya çıkmış ise de o Batı tarihinin, sömürgeciliğin ve

emperyalizmin bir devamı olarak görülebilmektedir. Soğuk Savaş sonrası küresel

dünyada çok kutuplu bir dünya düzeninin yansımaları ortaya çıkmıştır. Esasen

küreselleşme sürecinin her ne kadar nereye varacağı kestirilemezse de bugün onun

kendi başına işleyen bağımsız bir süreç olmadığı, ona yön veren, etki eden amillerin

varlığı muhakkaktır. Şu halde bu tarz işleyen bir küreselleşme sürecinde, İslam dini ve

terörizmin bir arada zikredilmesi tesadüfî değildir. Buradan hareketle İslami terör

kavramı, bu tarz işleyen küreselleşme sürecinden menfaat umanların beklentilerine

uygun olmaktadır. Aslında küreselleşme ile birlikte eşitlik, insan hakları ve

demokrasiden çok önce yoksulluk, hastalık, terör gibi insanlığın baş belaları

küreselleşmiştir.

Küreselleşme, bir taraftan homojenleşmeyi içerirken diğer taraftan yerelleşmeyi

kapsayarak birbirine zıt iki fonksiyonu içinde barındırmaktadır. Bugün Soğuk Savaş

dönemi gibi dünya iki kutuplu değil çok kutupluludur. Çok kutuplu bir dünya düzeninin

ise nereye doğru yol aldığı belirsizdir ve dengeler yerine henüz yeterince oturmamıştır.

Bu çerçevede ulus devlet ile küresel sermaye arasında ciddi mücadeleler yaşanmaktadır.

Küreselleşme sürecine paralel ortaya çıkan küresel terör tehdidi nedeniyle birçok

ülke başta kendi uluslarını olmak üzere başka ulusları güvenlik-özgürlük ikilemine

sokmakta hatta kasıtlı olarak gerginlikler yaratılmaktadır. Nasıl ki demokrasi,

demokrasiyi yıkma özgürlüğünü kapsamıyor veya ülkeyi bölme hürriyetini içermiyor

ise terörle mücadele de insan hak ve özgürlüklerini rafa kaldırmamalıdır. Nitekim

terörizmin amacı da özgürlüklerin kalkması, korku, endişe ve kaosun hâkim olmasıdır.

Terörle mücadelenin olmazsa olmaz şartı; a) Bir kere terörizm, sadece silahlı mücadele

ile değil, sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda da mücadele edilmesi gerekn bir

olgudur. b) Terörle mücadelede esas olan yasallık ve hukukiliktir. Bu çerçevede verilen

mücadele ile insan hak ve özgürlükleri korunmuş olmakla birlikte terörist taktik ve

hedefler reddedilir ve terörist ile aynı kefeye girilmesi engellenilir. Bu çerçevede hem

terörle mücadele edilir hem de ülkenin meşru müdafa hakkı kullanılmış olur.

Page 199: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

190

Öte yandan küreselleşme süreci, haklı olanın güçlü olduğu bir devir değil, güçlü

olanın haklı olduğu devir olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslar arası arenada

yagınlaşan çifte standartlar, halkların küçük görülmesi, ekonomik ve sosyal eşitsizliğin

yaygınlaşması ve derinleşmesi insanları düşündürmekte ve öfkeli bir duruma

sokmaktadır. Dolayısıyla küresel dünyada, eskiye nazaran daha ciddi sosyal adalet

mücadelesi öngörülebilinir. Çünkü dünyada inanılmaz derecede eşitsizlik ve

adaletsizlikler yaygınlaşmış durumdadır. Bir taraf lüks içinde ve güvenli bir şekilde

yaşarken diğer taraf açlık, susuzluk, hastalık ve yaşam savaşı içerisinde yaşamaktadır.

Kitle iletişim araçlarının da artmasıyla dünyaki büyük bir çoğunluk eskiye nazaran

bütün bu olan biteni izlemekte, kızgınlık duymakta ve her an patlamaya hazır bomba

gibi beklemektedir.

Çalışmamız esnasında, sami dinlerin özlerinde şiddet barındırmadığı ve bu

yüzden dinlerin esasen şiddete kaynaklık etmediğini, şiddetin insani bir fiil olarak

meşruiyetini her yerden alabileceği kanaati gelişti. Aslında dinler, çatışma ve şiddeti

körüklemekten ziyade uyum ve bütünleşmeye vurgu yaparlar.

İslam dini barış ve hoşgörünün dinidir. İslam dininde terör davranışların ve

terörizme yol açacak nedenlerin dahi Kur’an tarafından yasaklandığını çalışmamız

esnasında kaleme aldık. Şu halde İslam ve terör davranışlarını özellikle bir arada

zikredenler ve Müslüman alemine çifte standart ile yaklaşanlar, klasik İslam düşmanlığı

dediğimiz islamophobia davranışları sergilemektedirler.

İslam dünyası yekpare değildir, bir bütün değildir. Bundan dolayı farklı

Müslüman kesimlerin yaptıkları yanlışların tüm İslam âlemine ve İslama ve tüm

Müslümanlara mal edilemeyeceği kanaatindeyiz. Dini kendine has çerçevesi içinde

değerlendirmek gerektiği, bu bağlamda ona yorumda bulunan ve o dine inananların

yaptıkları hata veya yanlışları dinin kendisine mal etmenin doğru olmayacağı ortaya

çıkmaktadır. Dini din olarak değerlendirmek lazım ona yorumda bulunan ve o dine

inananların yaptıkları hata veya yanlışları dine mal etmenin faydası yoktur. Bu o dine

zarar vermemelidir. Müslümanlar da bu konulara dikkat etmeli başkalarının oyununa

gelmemelidir. Şu halde terörist sıfatı taşıyan Müslüman, İslam dünyasının ve

Türkiye’nin zararınadır

Din insana bir hayat tarzı sunar. Şu halde din insanın dünyayı anlamlandırma ve

ona göre yaşamasına yardım eder. Bu çerçevede insan kendi fiillerini meşrulaştıracak

bir dayanağı her zaman arar ve bulur. Din bir insanın fiillerini kolaylıkla meşruiyet

zeminine çekmesine yardımcı olabilecek güçtedir. Din insanın doğru veya yanlış

Page 200: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

191

fiillerini, yine insani yorumlar çerçevesinde meşruiyet sağlayan en önemli dayanaktır.

Dinsel görünümlü birçok şiddet hareketinin temelinde etnik, ideolojik ve ekonomik

sebepler yatmaktadır. Dolayısıyla Müslüman âlemindeki birçok şiddet hareketi İslami

olmaktan çok etnik, siyasi, ekonomik ve antiemperyalisttir.

Bu bağlamda İslam dini terör üretir anlayışının çözümlemesini üç şekilde

yapabiliriz.

a) İslam dini insanda var olan şiddet ve saldırganlık dürtüsünü inkâr etmez onu

ehlileştirmek veya iyiliğe kanalize etmek için kullanmak ister. Bu insanın fıtratına

(doğasına) aykırı bir durum olmayıp gayet doğal ve makuldür. Esasen bu sebepten ötürü

İslam dininin şiddet dini olduğunu söylemek öncelikle insani güdüleri inkâr anlamı

gelir. Sonra bu yaklaşımın propagandist ve subjektif niteliğini ortaya çıkarır.

Dolayısıyla insanı bir bütün olarak ele alan İslam, beşerin neleri yapıp neleri

yapmayacağını bildiğinden yap-yapma (ödürmeyeceksin… zina etmeyeceksin… kul

hakkı yemeyeceksin… fitne çıkarmayacaksın… doğru sözlü olacaksın… iyilik ve

ihsanda bulunacak, yardım edeceksin… düşüneceksin…) tarzında sistem getirmiştir. Bu

çerçevede eğer kıyaslama yapacak olursak Hırıstiyanlığın ve Yahudiliğin, hem teoride

hem de pratikte İslam dininden daha fazla şiddet içerdiği görülecektir. Esasen o dinin

mensuplarınca işlenmiş fiilleri cımbızla seçip dinin kendisini itham etmemek gerekir.

b) Eğer birinci maddeyi elersek (islamın şiddete kaynaklık ettiği, dinin

kendisinde şiddet barındırdığı) ikinci olarak önümüze sürülen İslam dinine mensup

kişilerin fiilleridir, yani Müslüman kimsenin bu tarz eylemlerini ne ile açıklarsınız.

Konumuz gereği aşağı yukarı şunu öğrendik. İslam dünyası yekpare değildir.

Müslümanlar arası düşünüş ve uygulama biçimleri vardır. Ancak Müslüman kişi farklı

yorumlardan dolayı şiddet hareketini girişmez. Salt radikal anlayış dahi bunun için

yeterli değildir. O sosyal, siyasal, tarihsel, kültürel ve ekonomik sebeplerle birleşince

ortaya böyle bir görüntü çıkmaktadır. Bunun göstergesi ise sıkça yapılan cihad çağrısına

tüm Müslümanların iştirak etmediğini, bütün Müslümanlar aynı inanca bağlandıkları

halde aynı davranışları sergilemedikleridir. Şu halde aşırı genelleme ve indirgemeci

durum olan bu tutumlara itibar edilmemelidir.

Kısaca insani bir güdü olan şiddet ve saldırganlık, diğer sosyal şartlarında

oluşmasıyla kendini her şekil altında ortaya çıkarabilmektedir. Bu eleştiriyi yapanlar,

terör davranışlarının kendi dini mensupları tarafından gerçekleştirildiğinde, bunu

Hıristiyan terörizmi olarak mı adlandırmakta? yoksa işin içine insani faktörlerin

girmesinden dolayı bağımsız bir olay olarak mı değerlendirilmektedir?

Page 201: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

192

c) Yine konumuz içerisinde belirttiğimiz üzere küresel dönemde şiddet

hareketlerinin İslam coğrafyasında yaygınlaşması, genellikle bu bölgelerin stratejik

önem ve doğal zenginliklerinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca İslam, bu yeni dönemde

Batının öteki (düşman) ihtiyacını karşılamaktadır. Kanaatimizce İslam dünyasından

gelen terör tehditleri bu anlamda Batı dünyasının çıkarlarına hizmet etmektedir.

Esasen bugünün teröristi geçmişten farklı olarak küreselleşmenin verdiği tüm

imkânlardan en iyi şekilde yararlanmaktadırlar. Tepkilerini terörizm stratejisiyle ortaya

koyan bu kimseler geçmişten farklı olarak bugün çifte standartları açıkça görüyorlar.

Dolayısıyla düşmanlarını iyi tanıyorlar, teknolojiyi kullanabiliyorlar ve birbirlerinden

bağımsız hareket edebiliyorlar. Esasen düşündürücü olan, bu kimselerin birçoğu batılı

eğitim sisteminden geçmiş iyi eğitimli insanlar olmalarıdır.

Küresel dünyada Türkiye Cumhuriyetine düşen görev ise dünyadaki yerine

karar vermek ve her ne pahasına olursa olsun uygulamak olacaktır. Yani bu konu

Türkiyenin, Ortadoğu ve dünyadaki rolünü nasıl oynayacağı ile ilgilidir. Türkiye, ABD

çizgisinde mi? NATO perspektifinden mi? AB vizyonundan mı? Çin ve Rusyanın bakış

açılarıyla mı? Batı’da mı Doğu’da mı? yer alacağı, yoksa kendi bir karar mercii mi

olacağına karar vermelidir. Çünkü büyük ve güçlü devlet olma koşulu, ileriye dönük

planlamalar yapmak, stratejiler geliştirmek ve bununla da dünyada söz hakkına sahip

olmak gibi esaslardır. Yoksa başkalarının verdiği kararı uygulamak acizlik, basiretsizlik

ve güçsüzlük olduğu gibi büyük satranç tahtasında sadece bir piyon vazifesini görür.

Piyonlar ise savaşta ilk feda edilenlerdir.

Sonuç olarak terörizm, disiplinler arası incelenmesi gereken bir olgudur. Esasen

onun küreselleşme-din ilişkisini incelemek bunu zorunlu kılmaktadır. Bu olguların

birbiriyle olan ilişkilerinin, disiplinler arası incelenmesi sonucunda ortaya çıkacak

sonuçlara göre yapılacak terörle mücadele muhtemelen en etkili mücadele şekli

olacaktır. Yani eğitimci, hukukçu, siyasetçi, psikolog, ilahiyatçı, psikiyatr, biyolog,

antropolog, sosyolog, kriminolog, iktisatçı, sivil toplum örgütleri, uzman yazar ve

akademisyenler, emniyet birimleri ve askeri yetkililer kısaca alanlarında uzman ve bu

konuyla yakından uzaktan ilgisi olan herkesin geniş katılımıyla gerçekleşecek

çalışmalar veya alt komisyonlar bu olguları hem anlamada hem de terörle mücadelede

etkili olacaktır. Bu çerçevede araştırmacılara her türlü maddi ve manevi destek

verilmelidir.

Page 202: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

193

KAYNAKÇA

Abdülbaki, M. Fuad (Tarihsiz). El Mucemul Müfehres Lielfazil Kur’an, Çağrı

Yayınları.

Acluni, Muhammed b. İsmail (1988). Keşfü’l Hafâ ve Müzilu’l İlbas, Beyrut:

Daru’l Kütübi’l İlmiyye, Cilt: I, 1362 Nolu Hadis.

Adam, Baki (2004). “Kutsal Toprak, Mesih ve Terör”, Ankara: Dini

Araştırmalar, Cilt: 7, Sayı: 20.

Adıvar, A. & Arat, R. & Ateş, A. & Kafesoğlu, İ. & Yazıcı, T. (1997). İslam

Ansiklopedisi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi, MEB Yayınları, Cilt: 3.

Ahmed, Ekber (2001). “Hayatımı İslam’ın İmajını Onarmaya Çalışmakla

Geçirdim; Hepsi Boşuna Mıydı?”, Der.: Metin Sever & Ebru Kılıç,

Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Ahmed, İkbal (2002). “Terörizm: Bizimki ve Onlarınki”, Der.: Yücel Demirer &

Sibel Özbudun, İsyanın Adı: Filistin-İntifada Kazanacak, Ankara:

Ütopya Yayınevi.

Akarsu, Bedia (1988). Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

Akarsu, Bedia (1994). Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılâp Kitabevi.

Akseki, Ahmet Hamdi (1993). İslam Dini: İtikad-İbadet-Ahlak, Ankara: Nur

Yayınları.

Akyol, Taha (2000). Hariciler ve Hizbullah; İslam Toplumunda Terörün

Kökenleri, İstanbul: Doğan Kitap.

Akyol, Taha (2005). Politikada Şiddet, İstanbul: Truva Yayınları.

Albayrak, Fatih Mehmet (1997). İslam Hukukunda Terör Niteliği Taşıyan

Suçlar, Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Blimler Enstitüsü,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Alexander, Yonah & Myers, Kenneth A. (2002). “Avrupa’da Terörizm”, Haz.:

Cemal Güzel, Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç

Yayınevi.

Ali, Tarık (2001). “Askeri Değil, Siyasal Çözüm”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara:

Ütopya Yayınları.

Page 203: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

194

Ali, Tarık (2002). Fundamentalistler Çatışması, Çev.: Abdullah Yılmaz,

İstanbul: Everest Yayınları.

Alkan, Necati (2002). Gençlik ve Terörizm, Ankara: TEMÜH Yayınları.

Alperen, Abdullah (2000). “Türkiye’de İslami Modernleşme ve Fundamentalist

Eğilimler Üzerine Bir Araştırma”, Kayseri: Erciyes Üniversitesi

Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9.

Alperen, Abdullah (2003). Sosyolojik Açıdan Türkiye’de İslam ve Modernleşme,

Adana: Karahan Kitabevi.

Altuğ, Yılmaz (1995). Terörün Anatomisi, İstanbul: Altın Kitaplar.

Amin, Samir (1992). Üçüncü Dünya Demokrasisi ve Sosyalizm, Çev.: Y. Bener,

Fikret Başkaya, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları.

Amin, Samir (1993). Avrupa Merkezcilik, Çev.: Mehmet Sert, Ankara: Ayrıntı

Yayınları.

Amin, Samir (1999). Küreselleşme Çağında Kapitalizm, Çev.: V. Erenus,

İstanbul: Sarmal Yayınları.

Anıl, Yaşar Şahin (2003). Alamut Terörünün Kaynakları ve Hasan Sabah,

İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları.

Ankay, Aydın (2002). Psiko-Sosyal Yönüyle Saldırganlık ve Terör, Ankara:

Turhan Kitabevi.

Arendt, Hannah (1997). Şiddet Üzerine, Çev.: Bülent Peker, İstanbul: İletişim

Yayınları.

Arendt, Hannah (1998). Totalitarizmin Kaynakları-2: Emperyalizm, Çev.:

Bahadır Sina Şener, İstanbul: İletişim Yayınları.

Arkonaç, Sibel Ayşen (1998). Psikoloji, İstanbul: Alfa Yayınları.

Arslan, Hüsamettin (2002). Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimler, İstanbul:

Paradigma Yayınları.

Arıboğan, Deniz Ülke (2005). Tarihin Sonundan Barışın Sonuna & Nefretten

Teröre, Ankara: Ümit Yayıncılık.

Arvasi, Seyyid Ahmed (2000). Doğu Anadolu Gerçeği, İstanbul: Burak

Yayınları.

Aslanoğlu, Rana A. (1998). “Bir Kültürel Karışım Olarak Küreselleşme”, Der.:

E. Fuat Keyman, Ali Yaşar Sarıbay; Küreselleşme Sivil Toplum ve

İslam, Ankara: Vadi Yayınları.

Page 204: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

195

Ateş, Toktamış (2001). Türk Devrim Tarihi, İstanbul: Der Yayınları.

Atkinson, Richard C. & Atkinson, Rita L. & Smith, Edward E. & Bem, Daryl J.

& Hqeksema, Susan Nolen (2002). Psikolojiye Giriş, Çev.: Yavuz

Alagon, Ankara: Arkadaş Yayınları.

Aydın M. & Erdoğan M. & Sarıbay A. Y. & Bolay S. H. & Altan M. (2002).

Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme, İstanbul:

Ufuk Kitapları.

Aydın, Mehmet (2005). Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya: Din Bilimleri

Yayınları.

Aytaç, Önder (1997). Medyanın Gözüyle Çeteler ve Susurluk, Ankara: Sam

Yayınları.

Ayten, Ali (2006). Psikoloji ve Din, İstanbul: İz Yayıncılık.

Bal, Mehmet Ali (2003). Savaş Stratejilerinde Terör, İstanbul: IQ Kültür-Sanat

Yayıncılık.

Balcıoğlu, İbrahim (2001). Şiddet ve Toplum, İstanbul: Bilge Yayınevi.

Başkaya, Fikret (2005). Kavram Sözlüğü & Söylem ve Gerçek, Ankara: Özgür

Üniversite Yayınları.

Baştürk, Rabi (2005). Psikolojik Harp ve Kültür Savaşları, İstanbul: IQ Kültür-

Sanat Yayıncılık.

Baudrillard, Jean (2002). “Amerikanın Terör Karşı Başlattığı Harekât”, Haz.:

Cemal Güzel, Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç

Yayınevi.

Baudrillard, Jean (2004). Tüketim Toplumu, Çev.: Hazal Deliçaylı, Ferda

Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Zygmunt (1999). Küreselleşme-Toplumsal Sonuçları, Çev.: Abdullah

Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bayet, Albert (2000). Bilim Ahlakı, Çev.: Vedat Günyol, İstanbul: Türkiye İş

Bankası Yayınları.

Bayrakdar, Mehmed (1995). İslamda Düşünce Özgürlüğü, Ankara: Türk

Demokrasi Vakfı Yayınları.

Bayrakdar, Mehmed (2003). “Küreselleştirme ve Küreselleşme”, Ankara: Dini

Araştırmalar, Cilt: 6, Sayı: 17.

Bayraktar, Köksal (1982). Siyasal Suç, İstanbul: İÜHF Yayınları.

Page 205: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

196

Berger, Peter L. (1993). Dinin Sosyal Gerçekliği, Çev.: Ali Coşkun, İstanbul:

İnsan Yayınları.

Berger, Peter L. (2002). “Sekülerizmin Gerilemesi”, Haz.: Ali Köse, Sekülarizm

Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitapları.

Berman, Marshall (1994). Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, Çev.: Ümit Altuğ,

Bülent Peker, İstanbul: İletişim Yayınları.

Beşe, Ertan (2002). Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Ankara: Seçkin

Yayınları.

Beşer, Faruk (1987). İslamda Sosyal Güvenlik, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı

Yayınları.

Bilgin, Mert (2005). Avrasya Enerji Savaşları, İstanbul: IQ Kültür-Sanat

Yayıncılık.

Bilgiseven, Amiran Kurtkan (1985). Din Sosyolojisi, İstanbul: Filiz Kitabevi.

Boratav, Korkut (1997). “Ekonomi ve Küreselleşme”, Der.: Işık Kansu;

Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme, Ankara: İmge Kitabevi.

Boratov, Korkut (2000). “Emperyalizm mi? Küreselleşme mi?”, Der.: Ahmet

Tonak, Küreselleşme, Ankara: İmge Yayınları.

Bozdağ, İsmet (2006). Basın Kurt mu? Kuzu mu?, İstanbul: Emre Yayınları.

Bozkurt, Veysel (2000); Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Bursa: Alfa Yayınları.

Bölügiray, Nevzat (1996). Anarşi ve Terör Nasıl Önlenir?, İstanbul: Tekin

Yayınları.

Brecher, Jeremy & Costello, Tim & Smith, Brendan (2002). Aşağıdan

Küreselleşme, Çev.: Berna Kurt & Zeynep Kutluata & Şirin Özgün

& Aysel Yıldırım, İstanbul: Aram Yayınları.

Brzezınski, Zbigniew (2001a). “Çok Yönlü Misilleme Lazım”, Der.: Mehmet

Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Brzezinski, Zbigniew (2001b). “Bir Siyasal Savaş Planı”, Der.: Metin Sever &

Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Brzezinski, Zbigniew (2005a). Büyük Satranç Tahtası, Çev.: Yelda Türedi,

İstanbul: İnkılap Yayınları.

Brzezinski, Zbigniew (2005b). Tercih; Küresel Hakimiyet mi? Küresel Liderlik

mi?, Çev.: Cem Küçük, İstanbul: İnkılap Yayınları.

Page 206: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

197

Buhari, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail (1982). El-Cami’u’s Sahih, İstanbul:

Çağrı Yayınları, Cilt: I-VIII.

Bulut, Faik (2002). Hasan Sabbah Gerçeği, İstanbul: Berfin Yayınları.

Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (1992). İstanbul: Milliyet Yayınları.

Cilt: 9, 22, 23.

Canbolat, İbrahim S. (2003). Savaş ve Barış arasında Dünya, İstanbul: Alfa-

Aktüel Yayınları.

Candansayar, Selçuk (2002). “Terörizm ve Psikiyatri”, Haz.: Cemal Güzel,

Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Cangızbay, Kadir (1998). “Globalleşme ve Kamusal Alan”, Der.: E. Fuat

Keyman & Ali Yaşar Sarıbay, Küreselleşme Sivil Toplum ve İslam,

Ankara: Vadi Yayınları.

Cangızbay, Kadir (2003). Globalleştirme Terörü, Ankara: Odak Yayınları.

Cemal, Hasan (2005); Cumhuriyeti Çok Sevmiştim, Doğan Kitap, İstanbul.

Cevizci, Ahmet (2002). Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Cevizci, Ahmet (2003). Felsefe Ansiklopedisi-1, İstanbul: Etik Yayınları.

Chomsky, Noam & Herman, Edward S. & Gerry, O’sullivan & George,

Alexander (1999). Terörizm Efsanesi, Çev.: Bahadır Sina Şener,

Ankara: Ayraç Yayınları.

Chomsky, Noam (2001a). “Amerikanında Bombalanması Lazım”, Der.: Mehmet

Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Chomsky, Noam (2001b). “Seni Besliyorum, Seni Öldürüyorum”, Der.: Mehmet

Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Chomsky, Noam (2001c). “Şimdi Karşımızda Daha Korkunç Olasılıklar Var”,

Der.: Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm,

Saldırganlık ve Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Chomsky, Noam (2002); Medya Gerçeği, Çev.: Abdullah Yılmaz, Osman

Akınhay, İstanbul: Everest Yayınları.

Chomsky, Noam (2003). İmparatorluğa Karşı Durmak, Çev: Nuri Ersoy,

İstanbul: Aram Yayınları.

Page 207: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

198

Chomsky, Noam (2004). 11 Eylül ve Sonrası; Dünya Nereye Gidiyor?, Çev.:

Taylan Doğan, Nuri Ersoy, Ali Kerem, Mehmet Kara, İstanbul:

Aram Yayınları.

Chossudovsky, Michel (1999). Yoksulluğun Küreselleşmesi: IMF ve Dünya

Bankası Raporlarının İçyüzü, Çev.: Neşenur Domaniç, İstanbul:

Çivi Yazıları Yayınları.

Cirhinlioğlu, Zafer (2004). Terör ve Toplum, İstanbul: Gündoğan Yayınları.

Civelek, Mehmet Ali (2001a). Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve

Gerçeği, Ankara: Ütopya Yayınları.

Civelek, Mehmet Ali (2001b). Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık

ve Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Clautswitze, Carl Von (1999). Savaş Üzerine, Çev.: H. Fahri Çeliker, İstanbul:

Özne Yayınları.

Coady, C. A. J. (2005). “Terörün Ahlakı”, İstanbul: Cogito, 6-7, Kış-Bahar,

Yapı Kredi Yayınları.

Cooper, Robert (2005). Ulus Devletin Çöküşü, Çev.: Berrin Karahan, İstanbul:

Güncel Yayınları.

Coşar, Fatma Mansur (2000). Din Savaşları, İstanbul: Büke Yayınları.

Coştu, Yakup (2003). “Homojenlik ve Heterojenlik Arasında Küreselleşme Din

İlişkisi”, Ankara: İslamiyat, Cilt: 6, Sayı: 2.

Cüceloğlu, Doğan (1999). İnsan ve Davranışı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Çaha, Ömer (2004). Açık Toplum Yazıları, Ankara: Liberte Yayınları.

Çalık, Mustafa (2006). Ermeni Soykırımı İddiaları, Ankara: Cedit Neşriyat.

Çeşme, Ahmet (2005). Psikolojik Hareket ve PKK, İstanbul: IQ Kültür-Sanat

Yayıncılık.

Çınar, Bekir (1997). Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör, Ankara: Sam

Yayınları.

Çimen, Ali (2003). Echelon, İstanbul: Timaş Yayınları.

Çitlioğlu, Ercan (2001). Tahran-Ankara Hattında Hizbullah, Ankara: Ümit

Yayıncılık.

Çitlioğlu, Ercan (2005). Gri Tehdit: Terörizm, Ankara:Ümit Yayınları.

Çubukçu, Mete (2006). Ortadoğunun Yeniden İşgali, İstanbul: Kal-Kedon

Yayınları.

Page 208: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

199

Çuhadar, Cengiz & Çoşar, Hakan (2003). “Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay ile

Küreselleşme Üzerine”, Ankara: Dini araştırmalar, Cilt: 6, Sayı:

17.

Delibaş, Kayhan (2004). “İslam Fundamentalizmden İslam Fobisine: Batı

Dünyasında Gelişmekte Olan Islamophobia, Yeni Bir Eşitsizlik

Kaynağı Olarak Görülebilir mi?”, Sakarya: Bilgi, Sosyal Bilimler

Dergisi, Sayı 9.

Demir, Ömer & Acar, Mustafa (1993). Sosyal Bilimler Sözlüğü, İstanbul: Ağaç

Yayınları.

Demirel, Emin (2002). Terör, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.

Demirer, Temel (2001a). “Tehlikeli Bir Labirent”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve Savaş, Ankara:

Ütopya Yayınları.

Demirer, Temel (2001b). “Terörist mi Dediniz? Küreselleşme ve Terör”, Der.:

Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve

Gerçeği, Ankara: Ütopya Yayınları.

Demirer, Temel (2005). “Terör”, Editor: Fikret Başkaya Kavram Sözlüğü &

Söylem ve Gerçek, Ankara: Özgür Üniversite Yayınları.

Denker, M. Sami (1997). Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, İstanbul:

Boğaziçi Yayınları.

Dökmeciyan, Hrair R. (1992). Arap Dünyasında Köktencilik, Çev.: Muhammed

Karahanoğlu, İstanbul: İlke Yayınları.

Dönmezer, Sulhi (1984). Kriminoloji, İstanbul: Filiz Kitabevi.

Dönmezer, Sulhi (1996). YORUM “Hukuk Devletinde Terör ve Örgütlü Suçla

Mücadele”, İstanbul: Umut Vakfı Yayınları.

Dönmezer, Sulhi (2005). “Çağdaş Toplumda Şiddet ve Mafia Suçları”, Cogito,

6-7, Kış-Bahar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Dursunoğlu, Alptekin (2005). Dördüncü Dünya Savaşı ve Ortadoğu, İstanbul:

Anka Yayınları.

Durugöl, Esma (2002). “Küreselleşme ve Toplumlar”, Haz.: İhsan Sezal,

Sosyolojiye Giriş, Ankara: Martı Yayınları.

Duverger, Maurice (2002). Metodoloji Açısından Sosyal Bilimlere Giriş, Çev.:

Ünsal Oskay, İstanbul: Bilgi Yayınevi.

Page 209: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

200

Ebu Zehra, Muhammed (1983). İslam’da Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler

Tarihi, Çev.: Hasan Karakaya & Kerim Aytekin, İstanbul: Hisar

Yayınevi.

Ecer, Ahmet Vehbi (2001). Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara,

ASAM Yayınları.

Eco, Umberto (2001a). “Bahama Adalarını da Bombalar mıydık?”, Der.: Metin

Sever & Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest

Yayınları.

Eco, Umberto (2001b). “Tarih İki Uçlu Bir Kılıçtır”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör II; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara:

Ütopya Yayınları.

el-İsfehani, El-Hüseyin b. Muhammed er Rağıb el İsfehani (Tarihsiz). El

Müfredat fi Garibil Kur’an, Tahkik: Muhammed Seyyid Kilani,

Darul Marife, Beyrut.

Elliade, Mircae (1990). Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, Çev.: Mehmet

Aydın, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları No: 1236.

Emre, Halil Can (2004). “Guatemala: Orta Amerika’da Sonu Gelmeyen

İdeolojik Çatışma” Editörler: Kemal İnat & Burhaneddin Duran &

Muhittin Ataman, Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel

Yayınları.

Ercan, Ferhan (1997). Dinsel Şiddet, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.

Erdin, Murat (1999). Hizbullah ve Hamas, İstanbul: Sarmal Yayınları.

Ergil, Doğu (1980). Türkiye’de Terör ve Şiddet, Ankara: Turhan Kitabevi.

Erkal, Mustafa E. & Baloğlu, Burhan & Baloğlu, Filiz (1997). Ansiklopedik

Sosyoloji Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları.

Erkal, Mustafa E. (2003). “Küreselleşme, Değişme ve Dini Hayat”, Ankara: Dini

Araştırmalar, Cilt: 6, Sayı: 17.

Erkilet, Alev (2004). Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler, Ankara:

Hece Yayınları.

Ertekin, Bülent Aydın (2005). Amerikanın Küresel Hakimiyeti ve Saldırı Planı,

İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.

Erten, Yavuz & Ardalı, Cahit (2005). “Saldırganlık, Şiddet ve Terörün

Psikososyal Yapıları”, Cogito, 6-7, Kış-Bahar, İstanbul: Yapı Kredi

Yayınları.

Page 210: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

201

Eslen, Nejat (2005). Küresel Hamleler, Anahtar Stratejiler, Ankara: Tek Ağaç

Yayınları.

Esposito, John L. (2003). Kutsal Olmayan Savaş; İslamcı Terör, Çev.: Nuray

Yılmaz, Ertan Yılmaz, İstanbul: Oğlak Yayınları.

Eymür, Mehmet (2006). Sentez, İstanbul: Milenyum Yayınları.

ez-Zebidi, Muhammed Murteza el Hüsyn (1980). Tacul Arus, Tahkik: Abdus

Sabur Muhammed Harun, Cilt: IIV, Beyrut: Darul Hidaye.

Fahri, Macid (2004). İslam Ahlak Teorileri, Çev.: Muammer İskenderoğlu,

Atilla Arkan, İstanbul: Litera Yayıncılık.

Falk, Richard (2002a). Yırtıcı Kürselleşme: Bir Eleştiri, Çev.: Ali Çaksu,

İstanbul: Küre Yayınları.

Falk, Richard (2002b). “Son Dönem ABD Dış Politikasının Terörist Temelleri”,

Haz.: Cemal Güzel, Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara:

Ayraç Yayınevi. 304-331.

Falk, Richard (2003). Küreselleşme ve Din, Çev.: Hasan Tuncay Başoğlu,

İstanbul: Küre Yayınları.

Faraç, Mehmet (2001). Batmandan Beykoz’a Hizbullahın Kanlı Yolculuğu,

İstanbul: Günizi Yayınları.

Featherstone, Mike (2005). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çev.: Mehmet

Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Fisk, Robert (2001). “ABD’ye Kim İnanır”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara:

Ütopya Yayınları.

Fisk, Robert (2001a). “Canlı Bomba Aramızda”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve Savaş, Ankara:

Ütopya Yayınları.

Fisk, Robert (2001b). “Bush ve Bin Ladin’in Söylemi Aynı”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Fisk, Robert (2001c). “Savaş mı Adalet mi?”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve Savaş, Ankara:

Ütopya Yayınları.

Page 211: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

202

Fisk, Robert (2001d). “Bu Savaş Teröre Karşı Değil, Amerikanın Düşmanlarına

Karşı Bir Savaştır”, Der.: Metin Sever, Ebru Kılıç; Düşmanını

Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Fisk, Robert (2001e). “Batının Tecavüzcü ve Katil Müttefikleri”, Der.: Mehmet

Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Fisk, Robert (2001f). “Usame Bin Ladin, Terörün Babası Mı?”, Der.: Metin

Sever, Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest

Yayınları.

Fisk, Robert (2001g). “Bush Bir Kapana Doğru İlerliyor”, Der.: Metin Sever &

Ebru Kılıç; Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Fisk, Robert (2001h). “ABD İçin Savaşmamız İsteniyor”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Foster, John Bellamy (2005); İmparatorluk ve Yeni Emperyalizm, Çev.: Çiğdem

Çidamlı, İstanbul: Devin Yayınları.

Frankl, Victor E. (2000). İnsanın Anlam Arayışı, Çev.: S. Budak, Ankara:

Edesos Yayınları.

Friedman, Thomas (1999). Küreselleşmenin Geleceği, Çev.: Elif Özsayar,

İstanbul: Boyner Holding Yayınları.

From, Eric (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri-1, Çev.: Şükrü Alpagut,

İstanbul: Payel Yayınları.

From, Eric (1994). Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Çev.: Yurdanur Salman &

Nalan İçten, İstanbul: Payel Yayınları.

From, Eric (1995a). İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri-2, Çev.: Şükrü Alpagut,

İstanbul: Payel Yayınları.

From, Eric (1995b). Sevme Sanatı, Çev.; Yurdanur Salman, İstanbul: Payel

Yayınları.

From, Eric (1996). Özgürlükten Kaçış, Çev.; Şemsa Yeğin, İstanbul: Payel

Yayınları.

Fukayama, Francis (2003). Tarihin Sonu Mu?, Der.: Mustafa Aydın, Ertan

Özensel, Ankara: Vadi Yayınları.

Page 212: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

203

Galeano, Eduardo (2001). “Şeytan ve Meleğin Dansı”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

George, Bruce & Watson, Timothy (2002). “1992 Sonrası Terörizmle

Uluslararası Mücadele”, Haz.: Cemal Güzel, Silinen Yüzler

Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Gerger, Haluk (2004). Kan Tadı-Belgelerle ABD’nin Kanlı Tarihi, İstanbul:

Ceylan Yayınları.

Giddens, Anthony (1998). Modernliğin Sonuçları, Çev.: Ersin Kuşdil, İstanbul:

Ayrıntı Yayınları.

Giddens, Anthony (2000a). Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Çev.: Osman

Akınhay, İstanbul: Alfa Yayınları.

Giddens, Anthony (2000b). Sosyoloji, Çev.: Hüseyin Özel, Cemal Güzel,

Ankara: Ayraç Yayınevi.

Giddens, Anthony (2001). Üçüncü Yol ve Eleştirileri, Çev.: Nihad Şad, Ankara:

Phoenix Yayınları.

Girard, Rene (2003). Şiddet ve Kutsal, Çev.: Nemciye Alpay, İstanbul: Kanat

Yayınları.

Göçeri, Nebahat (2004). Dini Grupların Eğitim Anlayışı, Adana: Karahan

Kitabevi.

Göka, Erol (2004). Topluluklar ve Zihniyetleri, Ankara: Odak Yayınları.

Gökçe, Birsen (1992). Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Ankara: Savaş

Yayınları.

Gökdemir, Orhan (2005). Faili Meçhul Cinayetler Tarihi, İstanbul: Çivi Yazıları

Yayınları.

Grossman, Zoltan (2001). “Wounded Knee’den Afganistan’a… Yüz Yıllık ABD

Askeri Müdahaleleri”, Der.: Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme ve

Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara: Ütopya Yayınları.

Güçlü, Abdülbaki & Uzun, Erkan & Uzun, Serkan & Yolsal, Ümit Hüsrev

(2003). Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Günay, Ünver (1998). Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları.

Gündüz, Şinasi (1998). Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara, Vadi Yayınları.

Gündüz, Şinasi (2002). Dinsel Şiddet: Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine

Hristiyanlık, Samsun: Etüt Yayınları.

Page 213: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

204

Güngör, Erol (1989). İslamın Bugünkü Meseleleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Gürsoy, Barış (2005). Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit, İstanbul: IQ

Kültür Sanat Yayıncılık.

Güvenç, Nazım (1998). Küreselleşme ve Türkiye, İstanbul: BDS Yayınları.

Güzel, Cemal (2002). “Korkunun Korkusu: Terörizm”, Haz.: Cemal Güzel,

Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Hall, Stuart (1998). “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, Der.:

Anthony D. King; Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sitemi,

Çev.:Ümit Hüsrev Yolsal & Gülcan Seçkin, Ankara: Bilim Sanat

Yayınları.

Hamilton, Malcolm B. (2000). “Din ve Anlam”, Çev.: Vahap Taştan, Kayseri:

Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9.

Hard, Michael & Negri, Antonio (2002). İmparatorluk, Çev.: Abdullah Yılmaz,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Harvey, David (2004). Yeni Emperyalizm, Çev.: Hür Güldü, İstanbul: Everest

Yayınları.

Hazır, Hayati (2001). Siyasal Şiddet ve Terörizm, Ankara: Nobel Yayınları.

Helvacı, Nevzat (2002). “Şiddet, Yoksulluk ve İnsan Hakları (Silahlanma,

Savaş, Terör, İşkence)”, Editör: Yasemin Özdek; Yoksulluk, Şiddet

ve İnsan Hakları, Ankara: (TODAİE) Türkiye Ortadoğu Amme

İdaresi Enstitüsü, İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi.

Heywood, Andrew (2006). Siyaset, Çev.:Bekir Berat Özipek & Bican Şahin &

Mete Yıldız & Zeynp Kopuzlu & Bahattin Seçilmişoğlu & Atilla

Yayla, Editör: Buğra Kalkan, Ankara: Liberte Yayınları.

Hoffer, Eric (1998). Kesin İnançlar, Çev.: Erkıl Günur, İstanbul: Toplum Bil-İM

Yayınları.

Hourani, Albert (1994). Batı Düşüncesinde İslam, Çev.: Celal A. Kanat,

İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Huntington, Samuel P. (2001). “İslam Bütünleşebilmiş Değil”, Der.: Mehmet

Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Huntington, Samuel P. (2002). Medeniyetler Çatışması, Der.: Murat Yılmaz,

Ankara: Vadi Yayınları.

Page 214: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

205

Işık, Kansu (1997). Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, Ankara: İmge

Yayınları.

İbn Manzur (1994). Lisanül Arab, Darus Sadr, Cilt: III, Beyrut.

İçli, Tülin Günşen (2002). “Toplumdan Kopuş: Suç ve Şiddet”, Haz.: İhsan

Sezal; Sosyolojiye Giriş, Ankara: Martı Yayınları.

İlhan, Suat (2002). Terör: Neden Türkiye?, Ankara: ASAM Yayınları.

İsen, Galip & Batmaz, Veysel (2006). Ben ve Toplum, İstanbul: Salyangoz

Yayınları.

Jameson, Fredric (2001). “Saldırının Tohumları, Amerikanın Sol’a Yönelik

Toplu Katliamlarında Aranmalıdır”, Der.: Metin Sever & Ebru

Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Karagöz, Emel Öztürk (2003). Max Weber’de Anlayış Sosyolojisi ve Din Olgusu,

İstanbul: Derin Yayınları.

Karasar, Niyazi (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi, Ankara: Nobel Yayın

Dağıtım.

Karlsson, Ingmar (2005). Din, Terör ve Hoşgörü, Çev.: Turhan Kayaoğlu,

İstanbul: Homer Kitabevi.

Kartopu, Saffet (2006). Dini Yaşayışta Hayatı Sorgulama, Adana: Çukurova

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans

Tezi.

Kaynak, Mahir (1999). Komplo Yok, İstanbul: Timaş Yayınları.

Kaynak, Mahir (2003). Sil Baştan, İstanbul: Timaş Yayınları.

Keane, John (1998). Şiddetin Uzun Yüzyılı, Çev.: Bülent Peker, Ankara: Dost

Kitabevi.

Kefe, Patrick Radden (2006). Echelon- Dünyayı Dinleyen İstihbarat Örgütleri,

Çev.: Sinem Gül, İstanbul: Defne Yayınları.

Kehrer, Gühter (1992). Din Sosyolojisi, Çev.: Semahat Yüksel, İstanbul:

Kubbealtı Neşriyat.

Kehrer, Günter (1998). Din ve Toplum, Çev. ve Der.: Yasin Aktay & M. Emin

Köktaş, Ankara: Vadi Yayınları.

Keleş, Ruşen & Ünsal, Artun (2005). Kent ve Siyasal Şiddet, Cogito, 6-7, Kış-

Bahar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Kepel, Gilles (1992). Tanrının İntikamı, Çev.: Selma Kırmızı, İstanbul: İletişim

Yayınları.

Page 215: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

206

Keyman, E. Fuat & Sarıbay, Ali Yaşar (1998a). Küreselleşme Sivil Toplum ve

İslam, Ankara: Vadi Yayınları.

Keyman, E. Fuat (1998b). “Globalleşme Söylemleri ve Kimlik Talepleri: Türban

Sorununu Anlamak”, Der.: E. Fuat Keyman & Ali Yaşar Sarıbay;

Küreselleşme Sivil Toplum ve İslam, Ankara: Vadi Yayınları.

Keyman, E. Fuat (1998c). “Globalleşme ve Türkiye: Radikal Demokrasi

Olasılığı”, Der.: E. Fuat Keyman & Ali Yaşar Sarıbay;

Küreselleşme Sivil Toplum ve İslam, Ankara: Vadi Yayınları.

Kışlalı, Mehmet Ali (1996). Güneydoğuda Düşük Yoğunluklu Çatışma, Ankara:

Ümit Yayınları.

Kızılçelik, Sezgin & Erjem, Yaşar (1994). Açıklamalı Sosyoloji Terimler

Sözlüğü, Ankara, Atilla Kitabevi.

Kızılçelik, Sezgin (1994). Sosyoloji Teorileri 1, Konya, Emre Yayınları.

Kızılçelik, Sezgin (2003). Küreselleşme ve Sosyal Bilimler, Ankara: Anı

Yayınları.

King, Anthony D. (1998). “Kültür Mekanları, Bilgi Mekanları”, Der.: Anthony

D. King; Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sitemi, Çev.:Ümit Hüsrev

Yolsal & Gülcan Seçkin, Ankara: Bilim Sanat Yayınları.

Kirman, Mehmet Ali (2004). Din Sosyolojisi Terimler Sözlüğü, İstanbul: Rağbet

Yayınları.

Kirman, Mehmet Ali (2005). Din ve Sekülerleşme, Adana: Karahan Kitabevi.

Klare, Michael T. (2004). Kaynak Savaşları, Çev.: Özge İnciler, İstanbul: Devin

Yayınları.

Knightley, Philip (2001). “Dezenformasyon Kampanyası”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Koçdemir, Kadir (2002). Küreselleşme, İstanbul:Ötüken Yayınları.

Kongar, Emre (2002). Küresel Terör ve Türkiye, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Köknel, Özcan (1996). Bireysel ve Toplumsal Şiddet, İstanbul: Altın Kitaplar

Yayınları.

Köylü, Mustafa (2002). “Küresel Bir Sorun Olarak Savaş Endüstri ve Dengesiz

Ekonomik Dağılım”, Editör: Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve

İnsan Hakları, Ankara: TODAİE Yayınları.

Page 216: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

207

Kuçuradi, İoanna (2002). “İnsan Haklarından Devlet Kavramına”, Haz.: Cemal

Güzel, Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi

Kurt, Şahin (1998). Uygulamada Terör Suçları ve İlgili Mevzuat, Ankara:

Seçkin Yayınevi.

Laquer, Walter (2002a). “Bomba Felsefesi”, Haz.: Cemal Güzel, Silinen Yüzler

Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Laquer, Walter (2002b). “Terörizmin Yorumlanması”, Haz.: Cemal Güzel,

Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Long, David E. (2002). “Terörist Davranışı Anlamak”, Haz.: Cemal Güzel,

Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Luckmann, Thomas (2003). Görünmeyen Din / Modern Toplumda Din

Problemi, Çev.: Ali Coşkun, Fuat Aydın, İstanbul: Rağbet

Yayınları.

Mahçupyan, Etyen (1997). “Devlet-Liberalizm ve Kapitalizm”, Doğu-Batı

Dergisi, Ankara: Sayı:1, FSK Yayıncılık.

Mamdani, Mahmood (2005). İyi Müslüman Kötü Müslüman, Çev.: Sevinç

Altınçekiç, İstanbul: 1001 Kitap Yayınları.

Manaz, Abdullah (2005). Türkiye’ye Yönelik Terör Odakları, İstanbul: IQ

Kültür-Sanat Yayıncılık.

Mango, Andrew (2005). Türkiye’nin Terörle Savaşı, Çev.: Orhan Azizoğlu,

İstanbul: Doğan Kitap.

Marshall, Gordon (2003). Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay, Derya

Kömürcü, Ankara: Bilim-Sanat Yayınları.

McGowan, David, Amerikan Faşizmi, Çev.: M. Bahadır Gülle, İstanbul: Okul

Yayınları.

Medjalkova, Anna (2003). Kim Korkar Küreselleşmeden, Çev.: Ahmet Hüseyin.

Mensching, Gustav (1994). Dini Sosyoloji, Çev.: Mehmet Aydın, Konya: Din

Bilimleri Yayınları.

Mercan, Şeref (2006). Dünya Tarihini Etkileyen Gizli Örgütler ve Tarikatlar,

İstanbul: Nokta Kitap.

Mısır, Mustafa Bayram (2005). “Postmodernizm”, Editor: Fikret Başkaya;

Kavram Sözlüğü & Söylem ve Gerçek, Ankara: Özgür Üniversite

Yayınları.

Page 217: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

208

Morris, Brıan (2004). Din Üzerine Antropolojik İncelemeler, Çev.: Tayfun Atay,

İstanbul: İmge Kitabevi.

Moses, Rafael (2005). “Şiddet Nerede Başlıyor?”, Cogito, 6-7, Kış-Bahar,

İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Müslim, Ebu’l Huseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyri (1982). El-Cami’u’s Sahih,

Tahkik: M. Fuad Abdülbaki, İstanbul: Çağrı Yayınları, Cilt: I-III.

Nietzsche, Friedrich (1999). Böyle Buyurdu Zerdüşt, Çev.: A. Turan Oflazoğlu,

İstanbul: Cem Yayınevi.

Noth, Albrecht (1999). Müslümanlıkta ve Hıristiyanlıkta Kutsal Savaş ve

Mücadele, Çev.: İhsan Çatay, İstanbul: Özne Yayınları.

Oran, Baskın (2000). Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara: İmaj Yayınları.

Önder, Ali Tayyar (2002). Türkiye’nin Etnik Yapısı, İstanbul: Pozitif Yayınları.

Önder, Tuncay (2003). Ekoloji, Toplum ve Siyaset, Ankara: Odak Yayınları.

Örgün, Faruk (2001). Küresel Terör, İstanbul: Okumuş Adam Yayınları. s: 16.

Özakıncı, Cengiz (2005). Euro-Dolar Savaşı, İstanbul. Otopsi Yayınları.

Özbudun, Sibel (2001a). “Modern Dünyadaki Cadı Avı”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Özbudun, Sibel (2001b). “Uygarlıklar/Dinler Çatışması mı?”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınları.

Özbudun, Sibel (2002). Küresel Bir “Yoksulluk Kültürü” Mü?, Editör: Yasemin

Özdek; Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, Ankara: TODAİE

Yayınları.

Özcan, Nihat Ali (1997). PKK Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, Ankara: ASAM

Yayınları.

Özdağ, Ümit (2005). Türkiye’de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve PKK, Ankara: 3

OK Yayıncılık.

Özdek, Yasemin (2002). “Küresel Yoksulluk ve Küresel Şiddet Kıskacında

İnsan Hakları”, Editör: Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan

Hakları, Ankara: TODAİE Yayınları.

Özkan, A. Rafet (2006). Kıyamet Tarikatları ve Yeni Dini Hareketler, İstanbul:

IQ Kültür Sanat Yayıncılık.

Page 218: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

209

Özmen, Süleyman (2002). Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail,

İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.

Öztürk, Osman Metin (2000). “Avrupa ve Ortadoğu Ülkelerinin Terör

Karşısındaki Konumları”, Der: Ümit Özdağ & Osman Metin

Öztürk, ASAM Yayınları.

Paul Hirst, & Thomson, Graheme (2000). Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev.:

Çağla Erdem, Elif Yücel, Ankara: Dost Kitabevi.

Pazarlı, Osman (1982). Din Psikolojisi, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Perşembe, Erkan (1991). Toplumsa Değişme ve Din İlişkileri Üzerine, Samsun:

O.M.Ü.İ.F. Yayınları, V. Sayı.

Pilger, John (2001a). Peki ya “Değersiz Kurbanlar”lar, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınevi.

Pilger, John (2001b). “Beklemiyorduk Ama Kapı Çalındı Sonunda”, Der.:

Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve

Gerçeği, Ankara: Ütopya Yayınlar.

Poloma, Margaret M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev.: Hayriye Erbaş,

Ankara: Gündoğan Yayınları.

Ponting, Clive (2000). Dünyanın Yeşil Tarihi – Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü,

Çev.: Ayşe Başçı Sander, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları.

Ramonet, Ignacıo (2001). “Muhalif”, Der.: Mehmet Ali Civelek, Küreselleşme

ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara: Ütopya Yayınları.

Riches, David (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet, Çev.: Dilek Hattatoğlu,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Ritzer, George (1998). Toplumun McDonaldlaştırılması, Çev.: Şen Süer Kaya,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Robertson, Roland (1996). “Glokalleşme: Zaman-Mekan ve Homojenlik-

Heterojenlik”, Der.: Abdullah Topçuoğlu, Yasin Aktay;

Postmodernizm ve İslam-Küreselleşme ve Oryantalizm, Ankara:

Vadi Yayınları.

Robertson, Roland (1999). Küreselleşme-Toplum Kuramı ve Küresel Kültür,

Çev.: Ümit Hüsrev Yolsal & Gülcan Seçkin, Ankara: Bilim Sanat

Yayınları.

Page 219: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

210

Roy, Arundhati (2001a). “Sonsuz Adaletin Matematiği”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör II; Terörizm, Saldırganlık ve

Savaş, Ankara: Ütopya Yayınevi.

Roy, Arundhti (2001). “Lütfen Savaşı Durdurun”, Der.: Mehmet Ali Civelek,

Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği, Ankara:

Ütopya Yayınevi.

Roy, Oliver (1995). Siyasal İslamın İflası, Çev.: Cüneyt Akalın, İstanbul: 1995.

Roy, Oliver (2003). Küreselleşen İslam, Çev.: Haldun Bayrı, İstanbul: Metis

Yayınları.

Runciman, Steven (2005). Haçlı Seferleri, İstanbul: Nokta Kitap.

Said, Edward (2001). “İslam ve Batı Yetersiz Bayraklardır”, Der.: Metin Sever

& Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest

Yayınları.

Said, Edward (2001a). “Kuşkuculuğun Zorunluluğu, Tepkiler ve Geriye İz

Sürme”, Der.: Metin Sever & Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş,

İstanbul: Everest Yayınları.

Said, Edward (2002). “Barış Süreci Çifte Standarttan İbaret”, Der.: Yücel

Demirer & Sibel Özbudun, İsyanın Adı: Filistin-İntifada

Kazanacak, Ankara: Ütopya Yayınevi.

Said, Edward W. (2004). Şarkiyatçılık & Batı’nın Şark Anlayışları, Çev.: Berna

Ülner, İstanbul: Metis Yayıncılık.

Sarıbay, Ali Yaşar (1998a). Türkiye’de Demokrasi ve Sivil Toplum, Ankara:

Vadi Yayınları.

Sarıbay, Ali Yaşar (1998b). “Küreselleşme, Potsmodern Uluslaşma ve İslam”,

Der.: E. Fuat Keyman & Ali Yaşar Sarıbay; Küreselleşme Sivil

Toplum ve İslam, Ankara: Vadi Yayınları.

Sever, Metin (2001). “Şiddet ile Demokrasi Arasındaki Dünya”, Der.: Metin

Sever, Ebru Kılıç, Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest

Yayınları.

Sezen, Yümni (1990). Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve

Tartışmalar, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Vakfı Yayınları No: 39.

Sezen, Yümni (1998). Sosyoloji Açısından Din, İstanbul: Marmara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, No: 22.

Page 220: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

211

Sezen, Yümni (2004). İslam’ın Sosyolojik Yorumu, İstanbul: İz Yayıncılık.

Shayegan, Daryush (1991). Yaralı Bilinç, Çev.: Haldun Bayrı, İstanbul: Metis

Yayınları.

Spranger, Eduard (2001). İnsan Tipleri, Çev.: Ahmet Aydoğan, İstanbul: İz

Yayıncılık.

Sontag, Susan (2001). “Katiller Korkak Değildi”, Der.: Metin Sever & Ebru

Kılıç; Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Soros, George (2005). Amerikan Üstünlüğünün Hayali, Çev.: Doğan Selçuk

Öztürk, İstanbul: Truva Yayınları.

Soyak, Alkan (2002). Küreselleşme, İstanbul: OM Yayınları.

Sökmen, Müge Gürsoy (2006). Irak Dünya Mahkemesi & Nihai İstanbul

Oturumu, İstanbul: Metis Yayınları.

Şahin, Adil (2001). İslam ve Sosyoloji, İstanbul: Bilge Yayıncılı.

Şaylan, Gencay (2003). Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni işlevi, Ankara:

İmge Kitapevi.

Şehirli, Atilla (2000). Türkiye’de Bölücü Terör Hareketleri, İstanbul: Burak

Yayınları.

Şen, Sabahattin (1993). Ortadoğu’da Terör & Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu,

İstanbul: Bağlam Yayınları.

Şen, Y. Furkan (2004). Globalleşme Sürecinde Milliyetçilik ve Ulus Trendleri,

Ankara: Yargı Yayınları.

Şerif, Muzaffer & Şerif, Carolayn W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I-II, Çev.:

Mustafa Atakay & Aysun Yavuz, İstanbul: Sosyal Yayınları.

Taplamacıoğlu, Mehmet (1983). Din Sosyolojisi, Ankara: Ankara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 156.

Tapper, Richard (1993). Çağdaş Türkiye’de İslam, Çev.: Özden Arıkan,

İstanbul: Sarmal Yayınevi

Tarhan, Nevzat (2003). Psikolojik Savaş & Gri Propaganda, İstanbul: Timaş

Yayınları.

Testas, Guy & Testas, Jean (2003). Engizisyon: Ortaçağ Hıristiyan Dünyasında

Dinsel Şiddet, Çev.: Ali Erbaş, İstanbul: İnsan Yayınları.

Tezcan, Mahmut (1984). Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara: Ankara

Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 129.

Tezcan, Mahmut (1995). Toplumsal Değişme, Ankara: Feryal Matbaası.

Page 221: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

212

The Oxford English-Turkish Dictionary (1991). Oxford-İnkılap Yayınları, 1991

İstanbul.

Thompson, Grahame & Hırst, Paul (2003). Küreselleşme Sorgulanıyor, Çev.:

Çağla Erdem & Elif Yücel, Ankara: Dost Kitabevi.

Thompson, Ian (2004). Odaktaki Sosyoloji–Din Sosyolojisine Giriş, Çev.: Bekir

Zakir Çoban, İstanbul: Birey Yayıncılık.

Thurow, Lester C. (1997). Kapitalizmin Geleceği, Çev.: M: Küpüşoğlu, İstanbul:

Sabah Kitapları.

Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa (1981). Sünen, İstanbul: Çağrı Yayınları,

Cilt: I-V.

Tood, Paul & Bloch, Jonathan (2006). Küresel İstihbarat, Çev.: Enver Günsel,

İstanbul: Truva Yayınları.

Turan, Ömer (2002). İslami Hareketler & Tarihi, Fikir Örgüsü ve Metodları,

İstanbul, (ISBN: 975-92554-0-5).

Turhan, Talat (1999). Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri,

İstanbul: Sorun Yayınları.

Turner, Bryan S. (1997). Max Weber ve İslam, Çev.: Yasin Aktay, Ankara: Vadi

Yayınları.

Turner, Bryan S. (2002). Oryantalizm Postmodernizm ve Globalizm, Çev.:

İbrahim Kapaklıkaya, İstanbul: Anka Yayınları.

Tümer, Günay & Küçük, Abdurrahman (1997). Dinler Tarihi, Ankara: Ocak

Yayınları.

Türkdoğan, Orhan (1996). Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, İstanbul: Timaş

Yayınları.

Usta, Niyazi (2003). “Küreselleşme ve Din”, Dini Araştırmalar, Ankara: Cilt: 6,

Sayı: 17.

Uşak, Cemal (2003). Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme,

İstanbul: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları. 5. Abant

Toplantısı.

Ünsal, Artun (2003). Anadolu’da Kan Davası, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Vatandaş, Aydoğan (2003). Armagedon Türkiye İsrail Gizli Savaşı, İstanbul:

Timaş Yayınları.

Volkan, Vamık D. (1999). Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre, İstanbul:

Bağlam Yayınları.

Page 222: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

213

Volkan, Vamık D. (2005). Körü Körüne İnanç (Kriz ve Terör Dönemlerinde

Geniş Gruplar ve Liderleri), Çev.: Özgür Karaçam, İstanbul:

Okuyanus Yayınları.

Wach, Joachim (1995). Din Sosyolojisi, Çev.: Ünver Günay, İstanbul: Marmara

Üniversitesi İlahiyat Vakfı Yayınları No: 98.

Wallerstein, Imanuel & Frank, A. G. & Arrighi, G. & Amin, Samir (1984).

Genel Bunalımın Dinamikleri, Çev.: F. Akar, İstanbul: Belge

Yayınları.

Wallerstein, Immanuel (2001). “11 Eylül 2001, Niçin?”, Der.: Mehmet Ali

Civelek, Küreselleşme ve Terör I; Terör Kavramı ve Gerçeği,

Ankara: Ütopya Yayınları.

Wallerstein, Immanuel (2004). Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir

Dünyada ABD, Çev.: Tuncay Birkan, İstanbul: Metis Yayınları.

Wallerstein, Immanuel (2005). Modern Küresel-Sistem, Çev.: M. Kürşad Atalar,

İstanbul: Pınar Yayınları.

Watt, W. Montgomery: (1997). İslami Hareketler ve Modernlik, Çev.: Turan

Koç, İstanbul: İz Yayıncılık.

Wilkinson, Paul (2002a). “Terör ve Terörizm: Kavramlar, Özellikler ve

Tipoloji”, Haz.: Cemal Güzel, Silinen Yüzler Karşısında Terör,

Ankara: Ayraç Yayınevi.

Wilkinson, Paul (2002b). “Terörist İdeolojiler ve İnançlar”, Haz.: Cemal Güzel,

Silinen Yüzler Karşısında Terör, Ankara: Ayraç Yayınevi.

Yalom, Irwin (2001). Varoluşçu Psikoterapi, Çev.: Z. İ. Babayiğit, İstanbul:

Kabalcı Yayınevi.

Yalvaç, Gürsel (2005). TC Anayasası (TCK, CMK, CGTİK), İstanbul: Adalet

Yayınları.

Yapıcı, Asım (2004). Biz ve Onlar: Din Kimlik ve Önyargı, Adana: Karahan

Kitabevi.

Yaraşır, Volkan (2005). İmparatorluğun Yeni Av Sahaları, İstanbul: Kurumsal

Kitaplık-Mefisto Yayınları.

Yavuz, Kerim (1982). “Din Psikolojisinin Araştırma Alanları”, Erzurum:

Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 5.

Yazır, Elmalılı M. Hamdi (1992). Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Azim

Yayınları, Cilt: 1.

Page 223: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

214

Yıldırım, Mustafa (2005). Sivil Örümceğin Ağında, Ankara: Ulus Dağı

Yayınları.

Yılmaz, Aytekin (2003). Çağdaş Siyasal Akımlar, Ankara: Vadi Yayınları.

Yılmaz, Aytekin (2004). İkinci Küreselleşme Dalgası, Ankara: Vadi Yayınları.

Yusufoğlu, Yalçın (2005). Küreselleşme-Emperyalizm, İstanbul: Belge

Yayınları.

Zileli, Gün (2005). “Anarşizm”, Editor: Fikret Başkaya; Kavram Sözlüğü &

Söylem ve Gerçek, Ankara: Özgür Üniversite Yayınları.

Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali (1994). Elmalılı M. Hamdi Yazır, İstanbul:

Huzur Yayınları.

Kitab-ı Mukaddes (1976). İstanbul: Ser Ofset, Kitab-ı Mukaddes Şirketi.

Gazeteler

Cumhuriyet

Milliyet

Radikal

Zaman

www.sanalterör.gen.tr

Page 224: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · küreselleşme ile artan İslam ve terör birlikteliği söyleminin perde arkası aralanmaya çalışılmıştır

215

ÖZGEÇMİŞ

KİŞİSEL BİLGİLER

Adı Soyadı : Hüseyin SALUR

Doğum Yeri ve Yılı : Mardin -1978

Medeni durumu : Evli

Adres : Yeniyurt Mah. 33. Sok. No: 1. Seyhan / Adana

Telefon : 0505 2617524

E mail : [email protected]

EĞİTİM DURUMU

2002-2006 Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Adana.

1996-2001 Lisans, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Adana.

1992-1996 Lise, İmam Hatip Lisesi, Diyarbakır.

1989-1992 Ortaokul, İmam Hatip Lisesi, Diyarbakır.

1984-1989 İlkokul, Birlik İlköğretim Okulu, Diyarbakır.

Yabancı Dil : Arapça, İngilizce.

İş Durumu : İşsiz.