t.c. ankara Ün Đvers Đtes Đ sosyal b …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc...

438
T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI OSMANLI ĐMPARATORLUĞU’NDA SÜREKLĐ DĐPLOMASĐ’YE GEÇĐŞ SÜRECĐ Doktora Tezi Gökhan Erdem Ankara, 2008

Upload: others

Post on 05-Jan-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

T.C.

ANKARA ÜN ĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI

OSMANLI ĐMPARATORLU ĞU’NDA

SÜREKLĐ DĐPLOMASĐ’YE GEÇ ĐŞ SÜRECĐ

Doktora Tezi

Gökhan Erdem

Ankara, 2008

Page 2: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

T.C.

ANKARA ÜN ĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI

OSMANLI ĐMPARATORLU ĞU’NDA

SÜREKLĐ DĐPLOMASĐ’YE GEÇ ĐŞ SÜRECĐ

Doktora Tezi

Gökhan Erdem

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu

Ankara, 2008

Page 3: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

i

ĐÇĐNDEKĐLER

GĐRĐŞ………………………………………………………………………………………..1

I. BÖLÜM:

DĐPLOMASĐ’NĐN TARĐHSEL GEL ĐŞĐMĐ .................................................................7

A) AD HOC DÖNEM.................................................................................................7

1- Diplomasi’nin Ortaya Çıkışı ............................................................................7

2- Ad Hoc Diplomasi Kavramı .............................................................................8

3- Antik Yunan’da Diplomasi...............................................................................9

4- Roma Đmparatorluğu’nda Diplomasi ..............................................................13

5- Bizans Đmparatorluğu’nda Diplomasi.............................................................19

6- Çin Đmparatorluğu’nda Diplomasi ve Evrimi.................................................26

7- Japonya’da Diplomasi ve Evrimi ...................................................................41

8- Đran’da Diplomasi ve Evrimi ..........................................................................51

B) SÜREKLĐ DĐPLOMASĐ’YE GEÇĐŞ ..................................................................69

1- Sürekli Diplomasi Kavramı ...........................................................................69

2- Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Nedenleri ........................................................71

a) Siyasal Etkenler…………………………………………………………..71

i) Dış Siyasal Etkenler……………………………………………………71

ii) Đç Siyasal Etkenler……………………..………………………..…….74

b) Ekonomik Etkenler………………………………………………………80

c) Kültürel Etkenler………………………………………………………....84

d) Dinsel Etkenler…………………………………………………………..86

e) Tarihsel Etkenler…………………………………………………………89

3-Sürekli Diplomasi Anlayışının Doğuşu ve Gelişimi………………….……..93

a) Sürekli Diplomasi’ye Geçiş Öncesi Diplomasi’nin Đşleyişi………....…..93

b) Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Gerçekleşmesi……………….…….…….98

c) Sürekli Diplomasi Anlayışı’nın Avrupa’ya Yayılışı……………...……..99

Page 4: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

ii

II. BÖLÜM:

OSMANLI ĐMPARATORLU ĞU’NDA D ĐPLOMASĐ VE EVRĐMĐ…………....103

A) AD HOC DÖNEM: GELENEKSEL OSMANLI DĐPLOMASĐSĐ………….106

1- Kurumsal Boyut………………………………………………………….106

a) 1299–1453 Dönemi…………………………………………………...106

b) 1453–1699 Dönemi……………………………………………………108

c) 1699–1793 Dönemi……………………………………………………116

2- Üslup Boyutu……………………………………………………………..127

a) 1299–1453 Dönemi……………………………………………………127

i) Osmanlı Diplomasi Anlayışı’nın Teorik Kaynağı Olarak Đslam……128

ii) Gaza/Gazi Devleti Tezi…………………………………………….132

iii) Diplomasinin Yürütülmesi………………………………………...137

b) 1453–1699 Dönemi……………………………………………………141

c) 1699–1793 Dönemi……………………………………………………163

B) OSMANLI DĐPLOMASĐSĐ’NDE DÖNÜŞÜM………………………….….185

1- Sürekli Diplomasi’ye Geçişi Sağlayan Etkenler…………………………185

a) Dış Etkenler ( Uluslararası Konjonktür)………………………………185

i) Siyasal Konjonktür…………………………………………………185

ii) Ekonomik Konjonktür……………………………………………..192

iii) “Do ğu Sorunu”nun Ortaya Çıkışı…………………………………197

b) Đç Etkenler…………………………………………………………….206

i) Đmparatorluğun Çöküş Sürecine Girmesi…………………………..206

- Güçsüzlüğün Farkına Varma:1768 Öncesi Barış Politikası…..…..206

- “Doğu Sorunu”nun Yarattığı Kırılma…………………………….210

- Güçsüzlüğe Karşı Bir Araç/Çare Olarak Diplomasi………………223

ii) Modernleşme………………………………………………………267

iii) Sivil Bürokrasinin Yükselişi…………………………………….. 278

2- Sürekli Diplomasi’nin Oluşturulması……………………………………285

a) Đlk Sürekli Elçiliğin Açılması Đçin Đngiltere’nin Seçilmesi ve

Nedenleri ...…………………………………………………………..286

b) Đlk Sürekli Elçiliğin Kurulma Hazırlıkları……………….……………290

i) Mehmet Raşit Efendi-Ainslie Görüşmesi……………………….….290

Page 5: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

iii

ii) Sürekli Diplomasi’yle Đlgili Đlkelerin Belirlenmesi ve Đlk Elçilik

Heyetinin Oluşturulması……………………………………….….295

3- Đlk Đkamet Elçilikleri ve Faaliyetleri…………………………………….301

a) Londra Büyükelçiliği……………………………………………...….301

i) Yusuf Agah Efendi Dönemi……………………………………….301

ii) Đsmail Ferruh Efendi Dönemi……………………………………..320

b) Paris Büyükelçiliği…………………………………………………...330

i) Seyyid Ali Efendi Dönemi………………………………………...330

ii) Mehmet Sait Halet Efendi Dönemi……………………………….338

iii) Abdurrahim Muhib Efendi Dönemi……………………………...347

c) Berlin Büyükelçiliği (Ali Aziz Efendi)………………………………356

d) Viyana Büyükelçiliği (Đbrahim Afif Efendi)………………………....360

4- Sürekli Diplomasi’nin Kesintiye Uğraması……………………………..362

a) Sürekli Diplomasi’nin Kesintiye Uğramasının Nedenleri…………....363

i) Avrupa Diplomasisine Duyulan Güvensizlik………………………363

ii) Avrupa Devletleri’nin Tutumu…………………………………….364

iii) Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đç Sorunları…………………………366

- Genel Sorunlar…………………………………………………..366

- Yunan Đsyanı…. .………………………………………………..368

b) Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Osmanlı Diplomasisi’ne Etkileri……..371

i) Diplomasi Anlayışının Değişmesi………………………………….371

ii) Yabancı Elçilere Muamelenin Değişmesi…………………………373

iii) Diplomasi Teşkilatının Gelişmesi………………………………...376

c) Sürekli Diplomasi-Osmanlı/Türk Modernleşmesi Etkileşimi………..378

5- Ara Dönem: Ad Hoc Anlayışın “Restorasyonu”?.....................................381

6- Sürekli Diplomasi’ye Kesintisiz Geçiş: Osmanlı Diplomasisi’nin

Modernleşmesi…………………………………………………………..386

a) Đkamet Elçiliklerinin Yeniden Açılması………………………………386

b) Hariciye Nezareti’nin Kurulması……………………………….…….389

SONUÇ ...........................................................................................................................393

KAYNAKÇA .................................................................................................................402

ÖZET .............................................................................................................................430

ABSTRACT ...................................................................................................................431

Page 6: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

1

GĐRĐŞ

Siyasi Tarih çalışmaları, esas olarak, devletler arasındaki diplomatik ili şkileri

ele almaktadır. Aynı oranda olmasa da, bizatihi “diplomasi”nin tarihi de Siyasi Tarih

disiplininin araştırma alanı içindedir. Nitekim, diplomasinin kurumsal ve üslup

boyutlarında gelişiminin incelendiği çok sayıda Siyasi Tarih çalışması

bulunmaktadır.

Tarihin en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı Devleti’nin siyasi

tarihi, gerek Türkçe, gerek yabancı literatürde en fazla ele alınan konulardan biridir.

Osmanlı diplomasisinin tarihi üzerine çalışmalar ise –yukarıda belirtilen duruma

uygun biçimde- daha azdır.

Son yıllarda, Osmanlı diplomasisinin tarihiyle ilgili çalışmalar, gene de

önemli ölçüde artmıştır.

Sözkonusu çalışmaların bir kısmında Osmanlı diplomasisinin kurumsal

gelişimi incelenirken, bir bölümünde ise diplomasi anlayışı, diplomasinin

yürütülmesi ve diplomatik usuller gibi, diplomasinin üslup boyutuyla ilgili konular

ele alınmıştır. Diplomasiyi her iki boyutuyla inceleyen çalışmalar da mevcuttur.

Dünyada ve Türkiye’de Osmanlı diplomasisi hakkındaki çalışmalar, uzun

süre “geleneksel” ya da “ortodoks” olarak adlandırılabilecek bir yaklaşıma

dayanmaktaydı. Bu yaklaşım, Osmanlı Đmparatorluğu’nu bir din devleti konumunda

ele almakta ve onu dinî motiflerle şekillenen “kaba bir savaş makinası” olarak

görmekteydi.

Sözkonusu yaklaşıma sahip yazarlar, Osmanlı Đmparatorluğu’nda

diplomasinin çok uzun süre gelişmediğini ileri sürmekteydiler. Bu eğilimdeki

araştırmacılara göre, devlet, güçlü olduğu dönemlerde diplomasiye önem

vermemiştir. Yine onlara göre, bu dönemlerde esas olan askeri güç kullanımıdır.

Page 7: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

2

Osmanlı Đmparatorluğu’nda diplomasinin gelişmesi için, devletin gücünü kaybetmesi

ve mevcudiyetini sürdürebilmek için diplomasiye muhtaç hale gelmesi gerekmiştir.

Bu yaklaşımdaki yazarlara göre, Đslam da, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batılı

Hıristiyan ülkelerle ilişkilerini büyük oranda sınırlandıran, dolayısıyla diplomasinin

gelişmesini engelleyen bir etki yapmıştır. Çünkü, sözkonusu araştırmacılara göre,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış dünyaya bakışı mutlak bir Müslüman-Gayrımüslim

ayrımına dayanmaktadır.

Sözkonusu araştırmacılar, Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye,

bu diplomasi anlayışının/uygulamasının ortaya çıktığı tarihten yaklaşık 350 yıl sonra

geçmesini de, Osmanlı yöneticilerinin diplomasiye önem vermemelerine örnek

göstermektedirler. Bu araştırmacılara göre, dini ve askeri saiklerce belirlenen

Osmanlı diplomasi anlayışı ve uygulamaları, sürekli diplomasiye geçişi ve Osmanlı

diplomasisinin modernleşmesini çok uzun süre geciktirmiştir.

Son yıllarda “geleneksel” ya da “ortodoks” yaklaşım, yerini “revizyonist”

veya “heterodoks” olarak adlandırılabilecek yeni bir bakış açısına bırakmaya

başlamıştır. Akademik çevrelerde daha fazla kabul gören bu yaklaşıma sahip

araştırmacılar, Osmanlı Đmparatorluğu’nun tamamen dine dayalı “kaba bir savaş

makinası” olarak ele alınmasını eleştirmektedirler. Revizyonist yaklaşım, öncelikle,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun toplumsal ve siyasal yaşamında Đslam’ın tek belirleyici

olgu olduğu varsayımını reddetmektedir. Ayrıca, Osmanlı toplumsal ve siyasal

örgütlenmesinde Đslam’dan sonra ikinci temel belirleyicinin askeri yapı olduğu

varsayımını da kabul etmemektedir.

Revizyonist ya da heterodoks yaklaşımdaki yazarlara göre, Osmanlı

diplomasisi, mutlak anlamda din tarafından belirlenen bir olgu değildir. Osmanlı

Đmparatorluğu ile Batı dünyası arasında Müslüman-Gayrımüslim ayrımına dayanan

Page 8: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

3

bir “demirperde” yoktur. Osmanlı yöneticilerinin Batı’ya bakışı, sadece dini ve

askeri saiklerle belirlenen gaza ve fütühat anlayışı çerçevesinde şekillenmemiştir.

Osmanlı yöneticileri gerek kuruluş, gerek yükseliş, gerekse duraklama dönemlerinde

Hıristiyan devletlerle siyasi, ticari, kültürel vb. ili şkiler kurmaktan kaçınmamışlardır.

Sözkonusu yazarlar Osmanlı diplomasi anlayışının kendine özgü niteliklerini

vurgulayarak, Osmanlı diplomasisinin gelişmişlik düzeyinin sadece sürekli

diplomasiye geçilip geçilmediği ölçütüyle belirlenmesini de eleştirmektedirler.

Đşte bu tezde, yukarıda ele alınan iki yaklaşımdan ikincisi çerçevesinde,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçiş süreci incelenmeye

çalışılacaktır.

Tezin dayandığı temel varsayım ise şudur:

Osmanlı Đmparatorluğu, kurulduğu tarihten itibaren diplomasiye önem

vermiştir. Diplomasi, devletin büyük bir imparatorluğa dönüştüğü özellikle 16.

yüzyıldan itibaren, daha önce tarih sahnesine çıkmış büyük imparatorluklarda olduğu

gibi “üniversalist” bir anlayışla yürütülmeye başlamıştır. Bu anlayış, devletin eski

gücünü kaybettiği 18. yüzyılın başlarından itibaren tedrici bir biçimde değişecektir.

Değişim, 18. yüzyıl sonunda sürekli diplomasiye geçişle yeni bir boyut kazanacaktır.

Osmanlı yöneticileri, sürekli diplomasiyi siyasal amaçlarla olduğu kadar, girilen

reform sürecini beslemesi için de benimsemişlerdir. Bu durum, Osmanlı

yöneticilerinin Osmanlı uygarlığının ve devletinin mutlak üstünlüğü düşüncesinden

ve söyleminden vazgeçmelerinin hem bir sonucudur, hem de en somut

göstergelerinden biridir. Đkamet elçilikleri de reform isteğinin bir sonucu olarak

kurulmuştur. Đkamet elçilikleri zamanla modernleşme sürecini besleyen en önemli

unsurlardan biri haline gelmişlerdir. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren, sürekli

diplomasi ve modernleşme, birbirlerini besleyen olgular/dinamikler olmuşlardır.

Page 9: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

4

Osmanlı Đmparatorluğu’nun büyük bir siyasal, ekonomik ve askeri güce sahip

olmasına, gelişmiş bürokrasisine ve köklü devlet geleneğine rağmen, sürekli

diplomasiye geç bir tarihte geçmesi dikkat çekicidir. Osmanlı Đmparatorluğu, Avrupa

devletleriyle karşılaştırıldığında ad hoc diplomasiyi çok daha uzun süre kullanmıştır.

18. yüzyılın sonlarında ikamet elçiliklerinin açılmasıyla, sürekli diplomasiye

geçilmesi yolunda ilk adım atılmıştır. Fakat, ilk deneme uzun ömürlü olmamış,

sürekli diplomasiye tam anlamıyla geçilmesi için bir süre daha beklenmesi

gerekmiştir.

Sürekli diplomasiye geçiş, Osmanlı siyasi tarihinin ve “diplomasisi”nin

tarihinin en önemli gelişmelerinden biridir. Gerçekten de, sürekli diplomasiye geçiş,

hem büyük bir değişimin sonucudur, hem de değişimin daha da büyük bir ivme

kazanmasına neden olmuştur.

Bu nedenlerle, Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçiş

sürecinin incelenmesi büyük önem taşımaktadır.

Tezin I. bölümünün ilk kısmında, konuya genel bir giriş amacıyla, diplomasi

ve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmuştur. Daha sonra, Antik Yunan,

Roma ve Bizans uygarlıklarında diplomasinin gelişimi ele alınmıştır. Bu çerçevede,

devletlerarası sistemin yapısı, güç ve üniversalist anlayış gibi hususlar üzerinde

durulmuştur.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişinin neden geciktiğinin

ortaya çıkartılabilmesi için, özellikle kendisiyle büyük benzerlikler taşıyan Çin,

Japonya ve Đran örnekleriyle karşılaştırılması yerinde olacaktır. Bu varsayımdan

hareketle, tezin I. bölümünde öncelikle sözkonusu ülkelerin geleneksel diplomasi

anlayışları ve uygulamaları ele alınmış, daha sonra sürekli diplomasiye geçiş

süreçleri incelenmiştir.

Page 10: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

5

Tezin I. bölümünde daha sonra sürekli diplomasi kavramı ele alınmıştır.

Ardından, Avrupa’da sürekli diplomasiye geçişi sağlayan etkenler üzerinde

durulmuştur. Böylece, sürekli diplomasi anlayışının hangi koşullarda ortaya çıktığı

belirlenmeye çalışılmıştır. I. bölümün son kısmında ise, Đtalya’da sürekli diplomasiye

geçiş süreci ve Avrupa’ya yayılması konusu ele alınmıştır.

Tezin II. bölümünde ise, ilk olarak Osmanlı diplomasisinin ad hoc

dönemdeki işleyişi üzerinde durulacaktır. Böylece, Osmanlı diplomasisinin sürekli

diplomasiye geçiş öncesi nasıl bir evrim yaşadığı belirlenmeye çalışılacaktır. Bu

şekilde, hem sürekli diplomasiye geçişteki gecikmenin nedenleri, hem de sürekli

diplomasiye geçişi sağlayan etkenlerin neler olduğu ortaya konulacaktır.

Ad hoc dönemdeki geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışı ve uygulamaları iki

ayrı boyutta ve üç ayrı dönemde incelenmeye çalışılmıştır. Birinci boyutta Osmanlı

diplomasi teşkilatının kurumsal gelişimi ele alınmıştır. Đkinci boyutta ise, Osmanlı

diplomasi anlayışı ve uygulamaları üzerinde durulmuştur. Üç ayrı dönem ise,

Osmanlı diplomasisinin sürekli diplomasiye geçiş öncesinde farklı özellikler

gösterdiği 1299–1453, 1453–1699 ve 1699–1793 devirlerinden oluşmaktadır.

Bu bölümde, yukarıda belirtilen “revizyonist” ya da “heterodoks” yaklaşım

benimsenerek, “geleneksel” veya “ortodoks” yaklaşım eleştirilmi ştir. Bu bağlamda,

“geleneksel” veya “ortodoks” yaklaşım tarafından din ve askeri güç anlayışı ile

diplomasi arasında kurulan bağ sorgulanmaya çalışılmıştır.

II. bölümün ikinci kısmında ilk ele alınan husus, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişini sağlayan etkenlerdir. Bu çerçevede,

öncelikle uluslararası konjonktür ele alınmış, burada da özellikle 18. yüzyılda

Batı’nın siyasal ve ekonomik olarak tüm dünyayı kontrol altına alma sürecinin

başladığının altı çizilmiştir. Bu kısımda ayrıca, 18. yüzyılda Osmanlı

Page 11: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

6

Đmparatorluğu’nun içine düştüğü kötü durumun, dış politikasına ve diplomasisine

nasıl yansıdığı belirtilmeye çalışılmıştır.

II. bölümün bir sonraki kısmında sürekli diplomasiye geçiş hazırlıkları ele

alınarak, ilk ikamet elçiliklerinin kuruluşları ve faaliyetleri incelenmiştir. Bu

kısımda, gerek ilk ikamet elçiliği olması, gerek birincil kaynaklara ulaşılabilmesi

nedeniyle, Yusuf Agah Efendi’nin Londra sefareti üzerinde özellikle durulmuştur.

II. bölümün son kısmında ise, Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk sürekli

diplomasi denemesinin 1821’de sona ermesinin nedenleri araştırılmış, elçiliklerin

tekrar faaliyete geçmeye başladığı 1834’e kadarki dönemin bir “restorasyon” olarak

görülüp görülemeyeceği hususu tartışılmıştır.

Son olarak, ikamet elçiliklerinin tekrar faaliyete geçmeleri ele alınmış,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun 1834’te başlayan ikinci sürekli diplomasi denemesinin,

1836’da Hariciye Nezareti’nin kurulmasıyla artık çok daha sağlam bir temele

dayandığı belirtilmiştir.

Page 12: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

7

I. BÖLÜM:

DĐPLOMASĐ’NĐN TARĐHSEL GEL ĐŞĐMĐ

A)Ad hoc Dönem

1-Diplomasi’nin Ortaya Çıkışı

En genel çerçevede “dış ili şkilerin yürütülme biçimine ilişkin kaidelerin

tümü”1 olarak tanımlanabilecek olan diplomasi, tarih öncesi devirlerde insanların

gruplar halinde yaşamaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Diplomasinin, toplumsal

örgütlenmelerin görülmeye başladığı dönemle birlikte ortaya çıktığı görülmektedir.2

Nicolson, diplomasinin kökenlerinin farklı insan grupları arasında avlanma

sahalarının sınırlarının belirlenmesi hususunda yapılan anlaşmalarda aranması

gerektiğini belirtmektedir.3

Kökenleri tarih öncesine uzanmasına rağmen, diplomasinin günümüzdeki

anlamına yakın bir biçimde ortaya çıkması için yerleşik hayata geçilmesi ve devlet

olgusunun ortaya çıkması gerekecektir. Nitekim, bu olgunun ilk ortaya çıktığı yer

olan Mezopotamya’da bir devletler sistemi belirecek, diplomasi kurumsal ve üslup

boyutlarında hızla gelişecektir. Mezopotamya ve Yakın Doğu’da MÖ 15. yüzyıl

dolaylarında bir devletlerarası sistemin ortaya çıktığı, bu devletler arasında işleyen

1 Ömer Kürkçüoğlu, “‘Dış Politika Nedir?’ Türkiye’deki Dünü ve Bugünü”, AÜSBF Dergisi, C.

XXXV, No:1-4, (Ocak-Aralık 1980), s. 312. Diplomasi’nin diğer tanımları ve bu tanımların tarihsel

evrimi için bkz. Neville Brand, Satow’s Guide to Diplomatic Practice, 4. Ed., London-New York-

Toronto, Logmans Green and Co, 1957, s. 1-4. 2 Diplomasinin en temelinde müzakereye dayalı olduğu düşünüldüğünde, hiç kuşkusuz insanoğlunun

dilsel yeteneklerinin gelişiminin belirli aşamaya gelmesi çok önemlidir. Dilin uygarlığın gelişimindeki

önemli rolü için bkz. Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, Çev:Mete Tunçay ve Alaeddin Şenel, 7.

B., Đstanbul, Alan Yay., 1998, s. 14-17. 3 Harold Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, London, Cassell Publishers, 1954, s. 2.

Page 13: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

8

bir diplomatik bağ olduğu, bu ilişkinin gönderilen elçiler ve yapılan siyasal ve

ekonomik anlaşmalarla belirli oranda süreklilik arz ettiği de görülmektedir.4

Ortaya çıkan devletlerarası sistem, diplomasinin gelişimi açısından çok

gerekli olan bir olguya, sistem içi aktörlerin yani devletlerin egemen eşitli ğine

dayanmaktaydı. Bu dönemde hiçbir aktör diğer aktörleri kontrol altına alacak güce

sahip olmadığından, devletler birlikte var olma ve işbirliği yapma durumunda

kalıyorlardı. Dolayısıyla, MÖ 10. yüzyıldan Yakındoğu’da Asur, Babil ve Pers

devletleri gibi ilk imparatorlukların ortaya çıkışına kadar geçen dönemde, diplomasi

devletlerarası ilişkilerde kullanılan temel araçtır. Büyük imparatorlukların ortaya

çıkışı diplomasinin ve barışçı yöntemlerin yerini güç kullanımının almasına neden

olmuştur. 5

2-Ad Hoc Diplomasi Kavramı

Diplomasi, 15. yüzyıla kadar ad hoc nitelik göstermiştir. Ad hoc diplomasi

tek yanlı ve süreklilik göstermeyen bir diplomasi çeşididir. Bu diplomasi anlayışı

4 Marc Van De Mieroop, Antik Yakındo ğu’nun Tarihi , Çev:Sinem Gül, Ankara, Dost Yay., 2006, s.

164-171. Antik Yakındoğu’da diplomatik ilişkileri arkeolojik bulgular çerçevesinde ele alan bir

çalışma için bkz: William L. Moran, The Amarna Letters, Baltimore, Johns Hopkins University

Press, 1992, passim. Antik Yakındoğu’da diplomasinin gelişimi için ayrıca bkz: Joan M. Munn-

Rankin, “Diplomacy in the Western Asia in the Early Second Millennium B. C.”, Diplomacy, Vol. II.,

Chister Jonsson ve Richard Langhorne(ed.), London, Sage Publications, 2004, s. 1-39. Cohen ise,

diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarıyla Yakın Doğu’da ortaya çıktığını, buradan tarihsel süreçte

Antik Yunan’a ve Roma’ya geçtiğini vurgulamaktadır. Raymond Cohen, “The Great Tradition: The

Spread of Diplomacy in Ancient World”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 12, No:1, (March 2001), s.

23-38. 5 Bertrand Lafont, “International Relations in the Ancient Near East: The Birth of a Complete

Diplomatic System”, Diplomacy and Statecraft, Vol.12, No:1, (March 2001), s. 41; 42. McNeill

imparatorlukların kurulmasında demir çağı’na geçişin ve süvariye dayalı savaş yöntemlerinin

benimsenmesinin etkili olduğunu vurgulamaktadır. William McNeill, Dünya Tarihi , Çev:Alaeddin

Şenel, 3. B., Ankara, Đmge Kitabevi, 1994, s. 65-70.

Page 14: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

9

çerçevesinde, bir devlet tarafından gönderilen elçilerin diplomatik eylemleri sadece

belirli konu ya da konuları ihtiva etmekte, elçiler görevlerini ve amaçlarını yerine

getirdikten sonra ülkelerine dönmektedirler.6 Ad hoc diplomaside, ülkeler arasında

diplomatik temas; kısa süreli, dar kapsamlı ve tek taraflıdır. Bir devletten ötekine,

belli sorunların görüşülmesi, törenlere katılımın veya savaş açıldığının bildirilmesi,

barış koşullarının müzakeresi ya da belli haberlerin iletilmesi amacıyla elçi

gönderilir.7

Sözkonusu anlayış, diplomasinin kesintisiz ve profesyonelleşme gerektiren

kurumsal bir süreç olmadığı görüşüne dayanmaktadır. Bu yüzden, diplomatik

temsilci gönderen ülkenin merkezinde doğrudan diplomasiyle ilgili bir örgütlenmeyi

zorunlu kılmamaktadır. Gönderen ülkenin, gönderilen ülkede sürekli bir temsilcilik

makamı ve örgütü bulundurması da gerekli değildir.

Ad hoc diplomasi anlayışı Avrupa’da hızla gerileyerek, 15. yüzyılda yerini

sürekli diplomasi anlayışına bırakmaya başladı. 19. yüzyıldan itibaren de tüm dünya

ülkeleri tedrici bir biçimde sürekli diplomasiye geçerek, ad hoc diplomasi anlayışını

terk etmiştir.

3-Antik Yunan’da Diplomasi

Yakındoğu’da başlayan diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarındaki

gelişim süreci, Antik Yunan’da daha da büyük bir ivme kazanmıştır. Diplomatik

dokunulmazlık, konsolosluk kurumu, çok yanlı diplomasi, diplomatik temsilci

seçimine ve yetkinliğine gösterilen önem gibi kurumsal özelliklerin yanı sıra, ittifak

sistemi, ilkel anlamda güç dengesi anlayışının ortaya çıkışı gibi üslupla ilgili

6 Hüner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, 2. B., Ankara, Ümit Yay., 1995, s. 14. 7 Seha L. Meray, Devletler Hukukuna Giri ş, C. II., 4. B., Ankara, AÜ SBF Yay., 1975, s. 12.

Page 15: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

10

özellikler de Eski Yunan’da bugünkü anlamına yaklaşmıştır.8 Antik Yunan’da

diplomasinin gelişmişliğinin en önemli göstergesi, bugün kullanılan diplomasi

kelimesinin Yunanca’dan türemesidir. “Đkiye katlanmış yaprak, belge” anlamına

gelen “diploma” Antik Yunan’da ortaya çıkmış ve diğer dillere geçmiştir.

Antik Yunan dünyasında diplomasinin gelişmesinin birkaç nedeni

bulunmaktadır. Bu nedenler ana hatlarıyla şu şekilde sıralanabilir:

Birincisi, devletlerarası sistemin birbirleriyle yakın ilişki içindeki çok sayıda

aktörden oluşması diplomatik ilişkileri yoğunlaştırmaktaydı. Antik Yunan tarihi

boyunca, çok kısa dönemler haricinde hiçbir güç ya da blok diğer güçler üzerinde

tam hâkimiyet kuramadı ve sistem çok aktörlü yapısını sürdürdü.9 Bu çerçevede, hem

diplomasinin öznesi olan aktörler varlıklarını korudular, hem de diplomasi bizatihi

bu yapının sürdürülmesi açısından sıkılıkla başvurulan bir araç oldu. Aktörler

varlıklarını sürdürmek, güç dengesi anlayışı çerçevesinde ittifak ilişkileri kurmak ve

geliştirmek amacıyla diplomasiyi kurumsal ve yöntemsel açıdan geliştirdiler.10

Bunda Yunanistan’ın coğrafi koşullarının siyasal birliğin kurulmasını engelleyen

özelliklerinin de büyük rolü bulunmaktaydı.

8 Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 16-19. 9 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp(der.), 2.

B., Đstanbul, Đletişim Yay., 1997, s. 31. Yunan devletlerarası sisteminin analizi için bkz: K. J. Holsti,

International Politics: A Framework for Analysis , 2. Ed., London, Open University Press, 1974, s.

45-53. Yunan kent-devletleri arasındaki ilişkiler ve diplomasinin işleyişi üzerine ayrıntılı bir çalışma

için bkz: Frank Adcock ve D. J. Mosley, Diplomacy in Ancient Greece, London, Thames and

Hudson, 1975. 10 Bu durum sadece Yunan kent-devletlerinin kendi aralarındaki mücadelelerinde değil, aynı zamanda

dışarıdan gelen bir güce karşı tavırlarında da görülmektedir. Örneğin, MÖ 481’deki Pers saldırısında

birbirlerinin en büyük rakibi olan Sparta ve Atina, diğer kent-devletleriyle beraber bir ittifak

kurmaktan çekinmemişlerdi. Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz

Uygarlıkları , Çev:Suat Kemal Angı, Ankara, Dost Kitabevi, 2003, s. 187.

Page 16: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

11

Çok aktörlü sistem çerçevesinde devletler arasında en basit anlamda da olsa

egemen eşitli ğin ortaya çıkması ve kabul edilmesi, diplomasinin gelişimi açısından

olumlu etkide bulundu. Nitekim, bu bağlamda devletler arasında ilk örgütlenmeler de

ortaya çıktı. “Amphictyonic Lig” olarak adlandırılan ve Yunan dünyasında ortaya

çıkan kimi sorunların görüşüldüğü bu birlikler, Yunan devletleri arasında -genel ve

sürekli olmasa da- örgütlenme ve kurallaşmanın yolunu açtı. Đlk defa Yakındoğu’da

ortaya çıkmakla birlikte, diplomasinin gelişimi açısından çok önemli bir olgunun,

diplomatik dokunulmazlığın Antik Yunan’da korunduğu ve geliştirildi ği de

vurgulanmalıdır.11

Đkincisi, Antik Yunan ekonomisinin ticarete dayalı yapısı diplomasinin

gelişiminde büyük rol oynadı. Ticaret, toplumlar arasındaki ilişki ve etkileşimi

geliştiren yönü ve çatışma yerine uzlaşmayı temel alan doğası gereği diplomasinin

gelişiminde etkili oldu. Nitekim, bir site devletine gelen tüccarların ticari haklarının

yurttaşlık bağıyla bağlı oldukları site tarafından korunması amacıyla konsolosluğun

ilk örneğini oluşturan “proxenos”luk kurumunun oluşturulmasında, ticaretin büyük

etkisi olmuştur.12 Yunanistan’da ticaretin gelişmesinin diplomasi açısından bir başka

olumlu etkisi de, diplomatik ilişkilerin sadece Yunan kentleri arasında değil aynı

zamanda Yunan kentleri ile Yakın Doğu uygarlıkları arasında da gelişmesini

sağlamasıdır. Akdeniz havzasında kurulan Yunan kolonileri bu gelişimi daha da

arttırmıştır.13

Üçüncüsü, Yunan kent-devletlerinin ortak dile, dine, kültüre ve benzer siyasal

sisteme sahip olmaları diplomasinin gelişiminde çok etkili oldu. Devletlerarası

11 Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 17. 12 Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 8. 13 MÖ 9. yüzyıldan itibaren Yunan kentlerinin Yakın Doğu’yla ticarete ağırlık verdikleri, bu bağlamda

iletişimin ve karşılıklı etkileşimin arttığı görülmektedir. Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik

Akdeniz Uygarlıkları , s. 117–124.

Page 17: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

12

sistemin kurulması ve işleyebilmesi açısından ortak noktaların fazlalığının önemli bir

avantaj olduğu açıktır.14 Benzer sosyo-ekonomik yapılar; benzer kültürel, dinsel ve

ideolojik yapıların ortaya çıkmasını sağladı. Bu ortaklık ya da benzerlik, kolektif bir

bilincin ve kimliğin ortaya çıkışında büyük rol oynamıştır. Örneğin, yukarıda

belirtilen “Amphictyonic Lig”ler, Antik Yunan’da kent-devletleri gelişim

sürecindeyken, kutsal bir mekânın saldırılara karşı müştereken korunması amacıyla

oluşturulan birliklerdi. Bu lige giren kent ya da kabileler, aralarındaki anlaşmazlıkları

ortadan kalkmış sayarlardı.15

Ayrıca, bu ortaklaşalık/benzerlik, Yunan kent-devletlerinin birbirlerini

etkileyerek ortaya çıkardıkları kurum ve anlayışları ihraç edebilme yolunun

açılmasını da kolaylaştırdı. Yunan kent-devletleri arasındaki diplomatik sistemin

altında kökleşmiş bir sosyo-ekonomik yapının ve bu temelin üzerinde de bir siyasal,

kültürel, askeri ve ideolojik etkileşim ağının olduğu açıkça görülmektedir.

Bütün bu olumlu dinamiklere rağmen, Yunan kent-devletleri açısından

barışın korunmasına önem verildiği söylenemez. Yunan kent-devletleri için savaş

olağan ya da normal durumdu. Bu çerçevede kent-devletleri arasındaki

müzakerelerde tehditlere başvurulması oldukça yaygındı.16 Ayrıca, diplomasinin ve

diplomatlığın bir profesyonel uğraş olarak görülmemesi, diplomasinin temsil, hitabet

incelikleri gibi alanlarda yeterince gelişememesine yol açtı. Diplomasi

günümüzdekinden çok daha doğrudan, uzlaşmayı engelleyecek kadar realist bir

retoriğe dayanmaktaydı. Bu da diplomasinin uzlaşmayı ve barışı sağlamasında

14 Keith Hamilton ve Richard Langhorne, The Practice of Diplomacy: It’s Evolution, Theory and

Administration , London and New York, Routledge, 1995, s. 9. 15 Arif Müfid Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, 6. B., Ankara, TTK Yayınları, 1995, s. 104. 16 Anna Missiou-Ladi, “Coercive Diplomacy in Greek Interstate Relations”, The Classical

Quarterly , Vol.37, No:2, (1987), s. 337.

Page 18: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

13

olumsuz rol oynadı.17 Bütün bunların yanısıra, Yunan devletleri arasındaki ortak

siyasal, ekonomik, dinsel, kültürel bağlara rağmen, genel anlamda kent-devletleri

arasında bir kurallaşmaya gidilememesi, ortak bir devletlerarası hukuk

yaratılamaması da dikkat çekicidir.18

4-Roma Đmparatorluğu’nda Diplomasi

Antik Yunan’ın kültürel anlamda en büyük mirasçısı olan Roma’nın,

diplomasinin gelişimi açısından yaptığı katkıların fazla olmadığı görülmektedir. Bu

durum, Roma’nın sosyo-ekonomik, coğrafi, siyasi, askeri ve ideolojik koşullarının

Antik Yunan’dan çok farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu koşullara

bakıldığında şu sonuçlara varılabilir:

Birinci olarak, Roma Đmparatorluğu MÖ 6. yüzyılda küçük bir kent-devleti

olarak tarih sahnesine çıkmasına rağmen, MS 1. yüzyılda tüm Akdeniz havzasını ve

Batı Avrupa’yı kontrol altına alan büyük bir güce dönüştü. Bu coğrafyadaki

neredeyse bütün siyasal aktörleri teker teker tasfiye ederek, bir siyasal sisteme

eklemlenmek yerine kendini bir sisteme dönüştürdü. Dolayısıyla diplomatik ilişkiler,

aktörlerin bizzat Roma tarafından tasfiyesiyle -diplomasinin en azından iki taraflı bir

süreç olduğu düşünüldüğünde- öznelerini kaybetmeye başladı. Roma’nın hızla artan

17 Antik Yunan’la ilgili çeşitli belgeleri inceleyen Grant bu sonuca varmaktadır. J. R. Grant, “A Note

on the Tone of Grek Diplomacy”, The Classical Quarterly, Vol. 15, No:2, (November 1965), s. 261–

266. 18 Amos S. Hershey, “The History of International Relations During Antiquity and Middle Ages”, The

American Journal of International Law , Vol.5, No:4, (October 1911), s. 912.

Page 19: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

14

gücü ve genişleme yanlısı dış politikası, diplomasiye ve onun temsil ettiği uzlaşma

ve barış anlayışına değil, çatışma ve güce dayalı siyasal anlayışa dayanmaktaydı.19

Bu anlayış Roma’nın ideolojik anlamda kendini tanımlaması ve bu çerçevede

politika izlemesinin de bir sonucuydu. Sahip olduğu güç çerçevesinde çevresindeki

diğer devletleri eşit olarak görmeyen Roma’nın, diplomasi açısından çok önemli olan

“egemen eşitli ği” kabul etmediği görülmektedir.20 Dolayısıyla, diplomatik ilişkilerin

yürütülmesinde diğer devletlerin bir taraf ya da özne olarak değil, bağımlı ve ileride

ele geçirilecek ülkeler olarak görülmesi diplomasinin ikinci plana atılmasına neden

oldu. “Pax-Romana” (Roma Barışı) olarak adlandırılan bu anlayış Roma

genişlemeciliğinin ideolojik kaynağını oluşturmaktaydı. Sözkonusu ideoloji

çerçevesinde Roma kontrolü dışındaki bütün ülkeler Roma egemenliğine alınması

gereken yerler olarak görülmekteydi. Roma’nın askeri güce dayalı anlayışının,

devletin güçlendiği ve Đtalya yarımadasının ötesine sıçradığı MÖ 3. yüzyıldaki

Kartaca savaşları sonrasında çok daha belirginleştiği gözlenmektedir.

Đkinci olarak, Roma ekonomisinin Antik Yunan’ın aksine esas olarak tarıma

dayandığı görülmektedir.21 Tarıma dayalı ekonomi; sosyal, siyasal ve askeri

örgütlenmenin de tarımsal örgütlenme çerçevesinde şekillenmesini sağladı. Ayrıca,

Roma açısından dış dünyayla yürütülen ticaret çok daha tali bir öneme sahip oldu.

19 Romalılar için barışın korunması doğrudan doğruya ezici askeri gücün korunmasıyla ilgili bir

olguydu. Brian Campbell, “Diplomacy in the Roman World (c.500 BC-AD 235)”, Diplomacy and

Statecraft, Vol.12, No:1, (March 2001), s. 2. 20 Roma, gelişme sürecinde bir kent-devletiyken, çevresindeki kent-devletleriyle egemen eşitli ği ve

karşılıklılı ğı temel alan anlaşmalar yaptı. Bu anlayış çerçevesinde, yarımadadaki diğer devletlerle

oluşturulan Latin Konfederasyonu, zamanla kuruluş ilkelerinden uzaklaşmaya başladı. Bir süre sonra,

Roma Senatosu egemen eşitli ği ve oydaşmayı reddederek bütün kontrolü eline aldı. Nicolson, The

Evolution of Diplomatic Method, s. 16. 21 Robert Lerner, Standish Meacham ve Edward Mcnall Burns, Western Civilizations: Their History

and Culture, 12. Ed., New York and London, W W Norton & Company, 1993, s. 162.

Page 20: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

15

Dolayısıyla, diplomasinin gelişimi açısından çok büyük bir öneme sahip bulunan

ticaret, bu gelişimi sağlamakta pek yeterli olamadı.

Bunun yanında, tarıma dayalı ekonomi aynı zamanda fetihçi anlayışı da

beslemekteydi. Savaşlar ve bunun sonucunda yeni topraklar ele geçirme arzusunun

ekonomik temelleri de çok belirgindi. Yeni tarım alanları ve kölelerin ele geçirilmesi

ve fethedilen ülkelerin zenginliklerinin ve kaynaklarının yağmalanması, özellikle

cumhuriyet döneminde gücü elinde tutan aristokrasinin temel arzusuydu. Yeni ele

geçirilen topraklar aynı zamanda artan nüfusun bu bölgelere yerleştirilmesini ve bu

sayede sosyal huzursuzlukların azaltılmasını da sağlıyordu.22 Bu fütuhatçı anlayış,

askeri güçle ekonomi arasında çok belirgin bir bağın ortaya çıkmasına neden olmuş,

ekonomik gücün korunması yeni askeri başarılara, yeni askeri başarılar da toprak

fethine, dolayısıyla yeni kaynakların ekonomiye kazandırılmasına bağlı hale

gelmişti.

Üçüncü olarak, Đtalyan yarımadası MÖ 10. yüzyıldan itibaren yoğun bir göçe

sahne olmuş, değişik halklar yarımada üzerinde farklı uygarlıklar kurmuştur. Eski

Yunan’ın aksine bu topraklar üzerinde ortak bir dil ve kültürün ortaya çıkışı doğal

süreçte olmamıştır. Roma, büyüyüp çevresine yayıldıkça ortak bir dili (Latince) ve

kültürü kendisi dayatmıştır.23 Roma’nın genişledikçe bölgeyi asimilasyonuna

dayanan bu süreç, benzer dile, kültüre, inançlara ve siyasal yapılara sahip

devletlerden oluşan bir sistemin gelişimini önledi. Bütün toplumlar dış sistem

oluşmadan Roma’nın iç sisteminin bir parçası oldular. Dolayısıyla, diplomasinin

konusu olacak bütün sorunlar kısa sürede birer iç siyasal soruna dönüştü. Bu da

diplomasinin gelişimine büyük darbe vurdu.

22 Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, s. 384. 23 Halil Demircioğlu, Roma Tarihi, C. I., 3. B., Ankara, TTK Yay., 1993, s. 204.

Page 21: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

16

Roma’nın diplomasiyi uzun erimli ve sürekli bir süreç olarak da

görmemekteydi. Bunun da ötesinde, Roma’ya komşu ülkeler ya da bağlı ülkelerle

ilgili bir diplomatik uyuşmazlık ortaya çıktığında, bunun öncelikli olarak askeri bir

konu olduğu düşünülmekteydi. Genelde bu tip konularla askeri makamlar

ilgilenmekteydi. Sorunun önemli bir dış politika konusu olarak görülmesi,

dolayısıyla diplomasinin devreye sokulabilmesi için, krizin büyümesi ve basit askeri

tedbirlerin ötesinde bir boyuta ulaşması gerekliydi.24

Yukarıda vurgulanmaya çalışılan tüm olumsuz dinamiklere rağmen,

Roma’nın bütünüyle diplomatik süreçten uzak olduğunu söylemek de mümkün

değildir. Đmparatorluk en güçlü olduğu dönemde bile diplomatik süreçte yer alarak

diplomasiyi kullanmıştır.25 Burada vurgulanması gereken, Roma’nın diplomasiyi

algılama biçimidir.

Roma, özellikle bir büyük güç haline geldiği MÖ 3.-2. yüzyıldan itibaren dış

politikasını askeri güce ve genişlemeye dayandırdı ve diplomasinin gelişimi

açısından çok önemli olan devletlerarası eşitlik ilkesini tamamen reddetti. Sorunları

mümkün olduğunca askeri yöntemlerle çözme yolunu seçerek, dış politikasını güç

politikası üzerine oturttu. Bu dönemde geliştirilen “Pax-Romana” anlayışı da barışın

ve düzenin sadece Roma hâkimiyeti altında olabileceğinin, dolayısıyla çevre

ülkelerin ortak ya da taraf değil, sadece “henüz kontrol altına alınamamış ülkeler”

olarak görülmesinin ideolojik bir ifadesiydi.

Roma’nın güce dayalı dış politika teorisi ve retoriği, bu güç çerçevesinde

diğer aktörleri küçük görme ve ezme anlayışı kendisini diplomasi uygulamalarında

göstermekteydi:

24 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 13. 25 Campbell, “Diplomacy in the Roman World (c.500 BC-AD 235)”, s. 18.

Page 22: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

17

Roma’nın diğer ülkelere ve bağlı devletlere gönderdiği ve Đmparatorluğa

geçişe kadar Senato tarafından belirlenen elçilerin26, genelde senatörler kimi zaman

da üst düzey askeri komutanlardan seçildiği görülmektedir.27 Bu üst düzey görevli

tercihinin, elçinin gönderilen devlet nezdinde itibar görmesi ve Roma’nın

büyüklüğünü yansıtması kaygısına dayandığı ileri sürülebilir. Böylece Roma, elçi

gönderdiği ülkeye gücünü ve azametini bir kez daha göstermiş, gücü temel alan

anlayışını diplomasisine de yansıtmış oluyordu.

Roma’ya gelen yabancı elçilerin ise, ilke olarak diplomatik dokunulmazlığa

sahip olmalarına rağmen, sıkıca kontrol edildikleri, ülkeleriyle özgürce

haberleşmelerinin bile engellendiği bilinmektedir. Roma kanunlarına aykırı

davranışlarda bulunan yabancı elçiler Romalı görevliler eşliğinde zorla sınır dışına

çıkarılmakta ve kendi ülke yetkilileri tarafından cezalandırılmaları sağlanmaktaydı.

Roma’ya gelen elçi ve maiyetlerinin bütün giderlerinin Roma Devleti tarafından

karşılanması da Roma’nın büyüklüğünün gösterilmesi çabası açısından dikkat

çekicidir. Roma devleti güçlendikçe, kimi durumlarda başkente elçi göndermek yerel

Roma generalinin iznine bağlı hale gelecek, bir elçilik heyetinin başkente girmesi

bile “quastor urbanus” adı verilen Roma yetkilisinin onayıyla gerçekleşebilecekti.

Senatoya gelerek mesajını ileten yabancı elçiye Senatörler soru sorabilmekte, hatta

elçi adeta sorguya çekilebilmekteydi.28

Roma’da diplomasi kurumsal olarak da gelişmemiştir. Bu durumun Roma

gibi Antik çağın en önemli ve güçlü bürokratik mekanizmasını oluşturan bir

uygarlıkta olması dikkat çekicidir. Roma bürokrasisi içinde, doğrudan doğruya

26 Roma elçilerine “nuntii” ya da “oratores” adı verilmekteydi. Nicolson, The Evolution of

Diplomatic Method s. 17. 27 Ibid., s. 6. 28 Ibid., s. 18–19.

Page 23: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

18

diplomasi ya da daha geniş anlamda dış politika konusunda uzmanlaşmış hiçbir

kurum ya da görevlinin olmadığı görülmektedir.29 Dış politikayla

ili şkilendirilebilecek tek kurum olan “Fetials Koleji” ise savaş ilanına hukuksal

açıdan karar vermek ve bunun biçimsel yönlerini uygulamaktan sorumluydu.30

Sorumluluk sahası sadece bu eylemlerin gelenekler ve kurallar çerçevesinde

uygulanmasını denetlemek ve sağlamak olan bu kurulun 20 üyesinden hiçbirinin dış

politikanın belirlenmesi ve yönetilmesiyle ilgili herhangi bir yükümlülüğü ve hakkı

bulunmamaktaydı.31

Đmparatorluğun özellikle gücünün doruğunda olduğu MÖ 3. ve MS 3.

yüzyıllar arasında egemen olan bu anlayış, zayıflamayla beraber değişmeye başladı.

Her ne kadar Roma, kendi uygarlığının emsalsiz olduğu ve kendisi dışındaki

dünyanın bir taraf olarak kabul edilemeyeceği yönündeki teorisini/iddiasını sürdürse

de, reel-politikanın dayattığı dinamikler Roma’nın rakip güçlerle diplomatik

ili şkilerini daha fazla geliştirmek zorunda kalmasına neden oldu. Pax-Romana

anlayışı resmen olmasa da fiilen geçerliliğini yitirdi. Bu durumun temel göstergesi,

imparatorluğun genişlemeci siyasetini terk ederek, sınırlarını korumaya dayalı

statükocu ve dolayısıyla barışçı bir politikaya dönmesiydi. Kendisini ilk olarak

kuzeyde Germen kabilelerine karşı Ren nehri boyunca sabit bir savunma hattı

kurulmasıyla gösteren bu değişiklik, devletin yeni dış politikasını açıkça

göstermekteydi. Öte yandan, MS. 1. ve 2. yüzyıllarda doğuda beliren Parth tehlikesi,

bu büyük gücün sadece askeri tedbirlerle değil aynı zamanda diplomasinin etkin

29 Campbell, “Diplomacy in the Roman World (c.500 BC-AD 235)”, s. 12. 30 Bu kurulun Senato’nun kontrolü altında olduğu unutulmamalıdır. Hershey, “History of

International Relations”, s. 920. 31 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy s. 14. Tuncer ise bu kurula daha büyük bir

önem vermektedir. Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 19-20.

Page 24: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

19

biçimde de kullanılarak dengelenmesini gerektirmişti.32 Đmparatorluk kendisine rakip

olacak unsurları güce dayalı anlayışı çerçevesinde askeri güç kullanarak ele geçirme

ve kendi sistemine katma imkânını kaybetmişti. Bir başka ifadeyle, Pax-Romana’nın

maddi dinamikleri ortadan kalkmış, bu durum dış politikaya, dolayısıyla diplomasiye

de yansımaya başlamıştı. Bu çerçevede, Romalıların, “barbar” olarak adlandırdıkları

Germenleri sadece askeri güçle kontrol yerine, diplomatik yollarla dizginlemeye

çalıştıkları görülmektedir. Bunu da sözkonusu kabilelerle ticari ve diplomatik bağlar

kurma, birleşmelerini engellemek için birbirlerine karşı oynamak, rüşvetle satın

almak gibi yollarla yapmaya çalıştılar.33

Görüldüğü gibi, Roma gücündeki zayıflama ve diğer reel-politik dinamikler,

Roma’nın güce dayalı politikasını değiştirmiş, fütühata dayalı siyaseti terk ederek

statükocu ve barışçı dış siyasete yönelmek zorunda kaldıkça devletin diplomasiyi

kullanma kaygısı artmıştır. Bu durumun, devletin dayandırıldığı ve Roma’nın

biricikli ği ve onun sınırları dışındaki dünyanın devletlerarası sistem açısından bir

özne olamayacağı doğrultusundaki felsefeyi de fiilen ortadan kaldırdığı açıktır.

Dolayısıyla, Roma bir devletlerarası sistemi ve onun öznelerinin varlığını kabul etti

ve bu sistem içinde iletişim kanalı olarak diplomasiyi daha belirgin bir biçimde

kullanmaya başladı. Roma zayıfladıkça, diplomasi bizatihi devletin korunması

açısından merkezi bir önemi haiz olacaktı.

5-Bizans Đmparatorluğu’nda Diplomasi

4. yüzyılda doğu ve batı olarak ikiye ayrılan Roma Đmparatorluğu’nun

doğusu, bir yüzyıl kadar sonra ortadan kalkan batısının aksine varlığını 15. yüzyıla

32 Arther Ferril, “Roma Đmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi”, Paul Kennedy(ed.), Savaşta ve Barışta

Büyük Stratejiler , Çev:Ahmet Fethi, Đstanbul, Eti Kitapları, 1995, s. 115-116. 33 Freeman, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları, s. 538.

Page 25: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

20

kadar sürdürdü. Helen kültürünün ve Ortodoksluğun etkisiyle geçirdiği değişime

rağmen Bizans34, Roma’nın ana mirasçısıdır. Dolayısıyla, Roma’nın diplomasi

anlayışı bağlamında geçirdiği değişimin incelenmesinin Bizans tarihi çerçevesinde

de yapılması yerinde olacaktır.

Roma açısından diplomasinin tedrici bir biçimde anlam değiştirdiği ve

bunun diplomatik üsluba yansıdığı yukarıda belirtilmişti. Bu çerçevede vurgulanması

gereken ilk nokta, Bizans’ın Roma’nın aksine diplomasiyi kurumsal ve üslup

boyutlarında geliştirdiğidir. Bunun temel nedeni, Bizans’ın Roma’nın sahip

bulunduğu güce hiçbir zaman sahip olamaması ve reel-politik koşulların

diplomasinin yoğun ve etkili bir biçimde kullanılmasını zorunlu kılmasıdır. Bizans

için diplomasi her şeyden önce bir varlığını sürdürme yolu ve çabasıdır.

Roma’nın zayıflayarak parçalanmasına, daha sonra batısının yıkılmasına ve

tarih sahnesine yeni güçlerin girmesine neden olan Kavimler göçüyle başlayan

süreçte, Bizans kendi varlığını koruyabilecek ve rakiplerini tasfiye edecek güçten

yoksun duruma düştü. Bunun yanısıra devletlerarası sistemin o döneme kadar tarihin

hiçbir döneminde olmadığı kadar çok-aktörlü hale gelmesi sorunu daha da

büyütmekteydi. Germen ve Slav kabileleri, Türk boyları ve devletleri, Đslam

devletleri, Persler, Haçlılar gibi çok sayıda ve farklı güçlü düşmanla karşı karşıya

kalan Bizans, aynı zamanda ülke içindeki ayrılıkçı merkezkaç güçlerle de

uğraşmaktaydı. Bu tehditleri ortadan kaldıracak askeri ve ekonomik güce sahip

olamayan Bizans, doğal olarak siyasetin, dolayısıyla diplomasinin kanallarını

kullanma yolunu seçti. 35

34 Aslında tarihte kendini Bizans olarak adlandıran hiçbir devlet yoktur. Doğu Roma kendini Roma

Đmparatorluğu olarak adlandırmaktaydı. Bizans adı imparatorluk yıkıldıktan yüzyıllar sonra Alman

tarihçiler tarafından verilmiştir. 35 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 14–15.

Page 26: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

21

Bizans’ın diplomasi anlayışı ve diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarına

yaptığı katkıların analizinden önce vurgulanması gereken bir başka husus daha

bulunmaktadır. Bizans, her ne kadar diplomasi olgusuna ve kullanımına verdiği

önem çerçevesinde Roma’dan farklılaşsa da, devletin dayandığı felsefe anlamında bir

süreklilik göstermekteydi. Bu da, “Roma’nın tek gerçek ve meşru güç olduğu,

sınırları dışında kalan dış dünyanın sadece daha kontrol altına alınamamış, taraf/özne

olamayacak ötekiler olduğu” düşüncesidir.36

Bizans Đmparatorluğu’nun özellikle Nikephoros Phokas, Ionnas Çimiskes ve

II. Basileios yönetiminde güçlendiği ve yeni fetihler yaptığı 10. yüzyılda bu anlayışın

ve söylemin sıklıkla kullanıldığı görülmektedir.37 Roma’nın dinsel inanışlardan

büyük ölçüde bağımsız, siyaseten ürettiği bu felsefe, Bizans’ta dinsel inanışla

desteklenerek, Ortodoks Hıristiyanlık sözkonusu söylemin kurgulanmasında ve

meşrulaştırılmasında yoğun bir biçimde kullanıldı. Bu söylem esas olarak şöyle

özetlenebilir:

Roma imparatorluğu Đsa’nın dünyada yeniden zuhuruna kadar sürecektir.

Ayrıca, Tanrı takdir ettiği için Batı’da kaybedilen topraklar, kaçınılmaz olarak

imparatorluğa geri dönecektir. Tek bir imparator vardır, o da Konstantinapolis’te

oturan Roma imparatorudur. Diğer ülkelerin liderleri kendilerini sadece kral olarak

adlandırabilirler. Yalnızca Şarlman gibi çok başarılı olanları imparatorun kardeşi

olabilir, diğerleri sadece onun oğulları ya da yeğenleridir. Hıristiyan ailesinin

(oikoumene) başı/babası (paterfamilias) Roma imparatorudur. Tanrı tarafından

36 Uygar dünya-barbar dünyası ayrımına dayanan bu anlayış, Antik Yunan’dan Roma’ya geçmişti.

Dimitri Obolensky, “The Principles and Methods of Byzantine Diplomacy”, Diplomacy, Vol. II.,

Chister Jonsson ve Richard Langhorne(ed.), London, Sage Publications, 2004, s. 121. 37 Bu yeniden güçlenme ve genişleme dönemi için bkz: Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi,

Çev: Fikret Işıltan, 4. B., Ankara, TTK Yay., 1995, s. 264-296.

Page 27: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

22

seçilen, taçlandırılan ve korunan imparator, Tanrı kelamının görüntüsü, hükmettiği

imparatorluk da cennetteki krallığın dünyaya yansımasıdır.38

Teorikliğin ötesine neredeyse hiçbir zaman geçemeyen bu söylem Bizans’ın

kurguladığı hiyerarşiyi ve ötekileştirmeyi göstermesi açısından dikkat çekicidir.

“Gentiles” olarak adlandırılan Bizans dışındaki tüm toplumlar, Roma’dakine benzer

bir biçimde ötekileştirilmekteydi. Bu ötekileştirme, devletin gücünü tamamen

kaybettiği 13. yüzyıldan çöküşe kadar geçen dönemde anlamını tamamen kaybetti.

Nitekim, çöküşün son aşamasında Bizans hükümdarları, “Hıristiyan dünyasının

babası imparatorlar”, “oğulları” Batılı kralların ayaklarına giderek yardım için

başvurmakta39, bizzat Roma’ya gidip “sapkın” Papa’dan yardım istemekte, hatta

Katolik inancına geçmekte40, taht mücadelelerinde “kafir” Türklerle ittifak

yapmakta41, “barbar ve kafir” Altınordu devletiyle evlilik yoluyla42 siyasal bağlar

kurmakta tereddüt etmeyeceklerdi.

Güçsüzleşme ve devletin içine girdiği genel kriz, genel devlet felsefesi ve

dolayısıyla diplomasi teorisiyle siyasal pratik arasındaki tezadı gittikçe

derinleştirmişti. Bu durum, devletin, çöküşün son döneminde Katolik Kilisesi ile

Ortodoks Kilisesinin birleştirilmesi sayesinde Batı dünyasının desteğini alma

çabasında ortaya çıktığı gibi, çok güçlü dinsel dogmalara aykırı bir çelişkiyi bile

göze almasına neden olmaktaydı. Siyasal pratikteki değişimin diplomatik eylem

üzerindeki etkisi öylesine belirgindi ki, 10. yüzyılda devletin güçlü olduğu dönemde

38 Donald M. Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), Çev: Bilge Umar, 2. B., Đstanbul, Tarih

Vakfı Yurt Yay., 2003, s. 77. Bizans resmi söylemini yansıtan bu hiyerarşik kurgu için bkz: Georg

Ostrogorsky, “The Byzantine Empire and the Hierarchical World Order”, The American Slovanic

and East European Review, Vol. XXXV, No: 84, (1956), s. 1–14. 39 Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 494. 40 Ibid. , s. 495-496. 41 Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., 7. B., Ankara, TTK Yay., t.y., s. 134-135. 42 Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), s. 87.

Page 28: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

23

imparator Nikeforos Fokas, Almanya’dan gelen bir elçi kendisine “Roma

imparatoru” yerine “Greklerin imparatoru” diye hitap edince sert tepki göstermiş,

buna mukabil 13. yüzyılda imparatorluk çöküş sürecindeyken, VIII. Mikhael, Papa

kendisine “Konstantinapolis imparatoru” diye hitap edince buna karşı çıkamamıştı.43

Bizans imparatorlarının sözkonusu çelişkiyi aşabilmek ve bu çelişkiye neden

olan siyasal eylemlerini meşrulaştırabilmek için gene siyaset felsefesine

başvurdukları görülmektedir. Bu bağlamda geliştirilen ve kullanılan kavram/ilke

“oikonomia” (uzlaşma) dır. Bu çerçevede, gelecekte daha büyük yararlar elde etmek

için, şimdi küçük ödünler verilmesinin yönetim açısından gerekli olduğu ileri

sürülmektedir.44 Doğu toplumlarındaki “hikmet-i hükümet” anlayışına benzerliği

dikkat çeken bu siyasal pragmatizmin kendini en açık bir biçimde gösterdiği başlıca

alanlardan biri de diplomasi olmuştur. Bizans’ın diplomasinin gelişimine yaptığı

büyük katkılar bu olgu gözönünde tutularak incelendiğinde daha kolay

anlaşılabilecektir.

Bizans’ın diplomasinin kurumsal boyutuna yaptığı katkıları şu şekilde

özetleyebiliriz:

Bizans imparatorları tarihte ilk defa uzmanlık alanı dış ili şkiler olan bir kamu

birimi kurdular. Bu birim yabancı ülkelere gönderilecek elçilerin profesyonel birer

görüşmeci olarak eğitilmelerini sağlıyordu. Bu eğitim çerçevesinde, elçilere

görevlerini yaparken dikkat etmeleri gereken protokol, görüşme metodu gibi hususlar

öğretilmekteydi. Ayrıca, elçilere göreve başlamadan önce verilen yazılı yönergede

dikkat edilmesi gereken genel ve özel hususlar bir kez daha vurgulanmaktaydı.

Benzer bir bürokratikleşmenin protokol ve merasim işleri açısından da

gerçekleştirildi ği görülmektedir. “Skrinion Barbaron” adı verilen bu birim yabancı

43 Ibid. , s. 79-80. 44 Ibid. , s. 79.

Page 29: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

24

elçilerin karşılanması, ağırlanması, huzura kabulleri ve hatta kontrol edilmeleri gibi

işlerden sorumluydu.45

Profesyonelleşme, diplomasinin Bizans açısından taşıdığı önemin bürokratik

yapıya da yansıdığını göstermesi açısından önemlidir. Diplomasinin, ülkenin gücünü

ve varlığını korumanın temel yöntemi haline gelmesi, genel bürokratik

örgütlenmenin bu boyut çerçevesinde şekillendirilmesinde rol oynamıştır.

Diplomasinin üslup boyutuna bakıldığında da çeşitli olguların altı

çizilebilecektir:

Öncelikle, ayrıntılı biçimde düzenlenen protokol kuralları ve merasimlerde

yabancı elçilerin imparatorluğun gücü ve ihtişamından etkilenmelerinin sağlanmaya

çalışıldığı görülmektedir. Bu güç ve ihtişam gösterisi, yabancı ülkelere giden Bizans

elçileri açısından da sözkonusudur. Diplomasinin şeklî unsurlarının bile diplomatik

sürecin çok önemli bir parçası olarak görüldüğü, yürütülen diplomasinin hedefi

açısından bir kazanç olması için uğraş verildiği gözlemlenmektedir.46

Đkinci olarak, Roma’nın aksine genel olarak barışçı yöntem ve bu bağlamda

diplomasi, her zaman savaşa yeğ tutulan birinci tercih niteliğindedir. Bu durum,

yukarıda vurgulandığı gibi devletin içinde bulunduğu reel-politik koşullardan

kaynaklanmaktaydı. Dolayısıyla, Bizans için diplomasi, bizatihi dış politikasının

merkezine oturan bir olgu oldu.

Üçüncü olarak, Bizans’ın diplomatik yöntemi her yönüyle kullanmaya

çalıştığı görülmektedir. Bu çerçevede diplomatik yöntem sadece görüşme, pazarlık,

anlaşma gibi “olağan” boyutlarıyla değil, aynı zamanda aldatma, rüşvet, birbirine

saldırtma, entrika, suikast gibi daha “olağandışı” boyutlarıyla da kullanılmıştır.

Nitekim, yabancı adamlarının devletin yüce çıkarları adına satın alınması meşru bir

45 Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 25-26. 46 Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 22.

Page 30: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

25

davranış olarak görülmekteydi.47 Bizans açısından parayla satın almanın maliyeti, bir

savaşı kaybetmenin maliyetinden çok daha önemsizdi.48 Bunun yanısıra, o zamana

kadar hiç görülmediği bir biçimde, diplomatik sürecin taraf ülkelerden bilgi

toplamak, yani istihbarat amacıyla da kullanıldığı bilinmektedir.

Dördüncü olarak, Ortodoks Hıristiyanlık dış politika ve diplomasinin

yürütülmesinde işlevsel biçimde kullanılmaktaydı. Bizans 7. yüzyıldan itibaren

doğudan gelen Đslam tehlikesine karşı Hıristiyanlığın savunucusu olduğunu

vurgulayarak, Batılı Hıristiyan güçlerden destek almaya çalıştı. Đstanbul’un Ortodoks

Hıristiyanlığın merkezi olması, Bizans’a ayrı bir güç ve meşruiyet sağlamaktaydı.

Bunun yanısıra, Bizanslı rahipler imparatorluğun hâkimiyet sahası dışındaki

alanlarda Ortodoks inancının yayılması için çabalıyordu. Bu sadece Ortodoksluğun

değil, aynı zamanda Ortodoksluğun merkezi Konstantinapolis’in de diğer toplumlar

üzerinde etkinlik kazanmasının bir yoluydu. Böylece, Bizans Ortodoksluk yoluyla bu

toplumlar üzerinde hegemonya kurabiliyordu. Bizans değerleri, yaşam biçimi ve

düşünce yapısı bu toplumlarda yayılıyordu.49

Görüldüğü gibi, Bizans, diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında

gelişimi açısından önemli bir tarihsel sürece sahne olmuştur. Tez açısından Bizans

döneminin en önemli etkisi ise, bu deneyimin sürekli diplomasinin doğduğu Đtalya’ya

ve Roma/Bizans geleneğinin en önemli mirasçısı Osmanlı Đmparatorluğu’na etkisidir.

Bu etkiler ileride incelenecektir.

47 Ibid. , s. 22. 48 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 17. 49 Ibid. , s. 16–17.

Page 31: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

26

6-Çin Đmparatorluğu’nda Diplomasi Anlayışı ve Evrimi

Kökenleri tarımsal üretimin ve yerleşik hayata geçişin başladığı MÖ 3000

‘lere uzanan Çin uygarlığı, MÖ 11. yüzyılda iktidarı ele geçiren Çou Hanedanı

döneminde merkezi birliğin büyük oranda sağlanmasıyla hızla gelişti. Çin’in birçok

bölgesini kontrol altına alan Çou Hanedanı’nın MÖ 8. yüzyılda zayıflamaya

başlaması, merkezi birliği ortadan kaldırdı ve yerel prenslerin birbirleriyle iktidar

mücadelesine girdiği bir dönemin başlamasına neden oldu.50

MÖ 8. yüzyılda başlayan ve MÖ 5. yüzyıla kadar geçen bu yeni dönem

“Bahar ve Güz” dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde, merkezi otoritenin

zayıflamasına paralel olarak feodalizmin ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir.

Feodalleşme süreci Çin’de bağımsız küçük devletçiklerden oluşan bir sistemin

belirmesine yol açtı. Oluşan çok-aktörlü sistemde, aktörler arasındaki güç

mücadeleleri Yunan kent-devletleri arasında olduğu gibi sıklıkla görülmekteydi51 Bu

da, diplomasinin kullanılmasına ve gelişmesine etkide bulunmuştur.52

Güç mücadeleleri Çou Hanedanı’nın tamamen yıkıldığı MÖ 5. yüzyılda

başlayan ve MÖ 3. yüzyıla kadar süren “Savaşan Devletler” döneminde daha da

artmıştır. Bu dönemde sistemdeki aktör sayısı azalmakla birlikte, daha da güçlenen

devletler arasında istikrarlı ittifaklar azalmış, kutuplar gevşemiştir.53 Güç

mücadelelerinin sistem-içi ilişkileri daha esnek hale getirmesi, diplomasinin çok

daha gündelik bir nitelik kazanmasına, dolayısıyla öneminin artışına neden olmuştur.

Ayrıca, Çinli prenslerin Çin kültürü dışındaki “barbar” güçlerden yeni müttefikler

50 William H. Mcneill, Dünya Tarihi , s. 122–123. 51 Holsti, International Politics, s. 31. 52 Adam Watson, Diplomacy: The Dialogue Between States, Routledge, London, 1982, s. 91. 53 Holsti, International Politics, s. 31.

Page 32: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

27

bulma yolundaki çabaları da diplomatik ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmuş, Çin

kültürü ve değerleri daha geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.54

MÖ 202’de Han Hanedanı’nın bütün kontrolü ele alarak siyasal birliği tekrar

sağlamasıyla, Çin’in 19. yüzyıla kadar varlığını koruyacak olan geleneksel yapısının

temelleri atılmıştır. Bu yapı, imparatorluğun sosyo-ekonomik örgütlenmesi,

dolayısıyla siyaset ve diplomasi anlayışının belirlenmesi açısından büyük önem

taşımaktadır. Şöyle ki:

Çin uygarlığının dış dünya algısı, tıpkı Roma gibi, bir “ötekileştirme”ye

dayanmaktaydı. Bu algının Roma’dakinden farkı, “ötekileştirme”nin siyasal, etnik ya

da teritoryal değil kültürel bir temele dayanmasıdır.55 Çinliler kendi kültürlerinin

dünyanın en üstün kültürü, dolayısıyla Çin’in de dünyanın kültürel merkezi olduğu

söylemini dile getirmekteydiler. Çin kendisini dünyanın kültürel merkezi olarak

görmekte ve dış dünyadaki toplulukları Çin kültüründen, dolayısıyla uygarlıktan

uzak “barbarlar” olarak nitelendirmekteydi. 56 Fakat, barbarların Çin’in uygarlığın

merkezi olma iddiasını kabul etmeleri ve bu çerçevede Çin kültürünü

benimsemelerinin yolu yine de açıktı. “gel ve dönüş”57 olarak özetlenebilecek bu

anlayış, Çin’in siyasal sınırlardan çok kültürel sınırlara sahip bulunduğunu, bu

54 McNeill, Dünya Tarihi, s. 123. 55 John King Fairbank ve Merle Goldman, China: A New History, Enlarged Edition, Cambridge and

London, Harvard University Press, 1999, s. 44. 56 John K. Fairbank (ed.), The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911,

London-New York-Melbourne, Cambridge University Press, 1978, s. 29. Bu anlayış, tarıma dayalı

yerleşik toplumlar ile hayvancılığa dayalı göçebe toplumlar arasındaki ilişki çerçevesinde

yorumlanmalıdır. Uygarlığın geliştiği erken dönemde, Kuzey Çin’deki yerleşik toplumlar kuzeydeki

göçebelerle ilişkilerini kendilerinin kültürel üstünlüğü söylemine dayandırdılar. Bu da kaçınılmaz

olarak “uygar-uygar olmayan” ayrımının belirmesine neden oldu. J. K. Fairbank ve S. Y. Teng, “On

The Ch’ing Tributary System”, Harvard Journal of Asiatic Studies, Vol. 6, No:2, (June 1941), s.

137. 57 J. K. Fairbank, “Tributary Trade and China’s Relations with the West”, The Far Eastern

Quarterly , Vol.1, No:2, (February 1942), s. 29.

Page 33: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

28

sınırların da geçişken olduğunu göstermekteydi. Çin kültürünün üstünlüğünün

kabulünün doğal sonucu ise, Çin imparatorunun mutlak egemenliğinin kabulü

olacaktı.

Sözkonusu “üniversal merkezilik söylemi” temelde kültürel bir çerçevede

kurgulanmakla birlikte, doğal olarak siyaset felsefesini de etkilemiştir. Bu etkinin en

önemli boyutunu kurumsal açıdan imparatorluğa verilen anlam ve kişisel olarak

imparatorun sahip olduğuna inanılan misyon oluşturmaktadır. Bu anlam ve misyon

dinsel bir meşruiyete dayandırılmıştır. Kökenleri Çin’de animist inanışların ortaya

çıktığı tarih öncesi dönemlere kadar giden bu anlayış, insani ilişkileri doğayla

açıklamak inancına dayanmaktaydı. Bu inanca göre, Yer, Gök’ün kontrolü

altındaydı. Gök’ün takdiri, Yer’in, dolayısıyla da insanların kaderini tayin

etmekteydi. Gök, Yer’in yönetimini, yani iktidarı özel olarak seçtiği imparatora

vermiştir. Đmparator, “Gök’ün oğlu” olarak dindar ve doğru davrandığı sürece

iktidarını sürdürecek, yeryüzünü yönetecektir.58 Bu inancın siyaset felsefesine

aktarımı, MÖ 11. yüzyılda iktidarı ele geçiren Çou Hanedanı dönemiyle başlamıştır.

Hanedan mensupları bu inanç çerçevesinde kendi iktidarlarının da Gök’ün takdiriyle

olduğunu ileri sürerek, iktidarlarına meşruiyet kazandırmak istemişlerdir.

Sözkonusu erken dönemde, imparatorluğun dayandığı siyaset felsefesi

açısından en büyük etkiyi Konfüçyüsçülüğün ortaya çıkışı yapmıştır. Konfüçyüs

(MÖ 551–479) tarafından ortaya atılan dinsel fikirler kısa zamanda yayılarak,

toplumsal organizasyonun, dolayısıyla siyaset anlayışının da temelini oluşturmuştur.

Konfüçyüs, toplumun ve insanın mutluluğunun Gök ve Yer arasında uyumlu ilişkiler

kurulmasından geçtiğini ileri sürmekteydi. Konfüçyüs’e göre, evrende bir hâkimiyet

hiyerarşisi bulunmaktadır. Çocuklar anne ve babalarına, kadınlar erkeklere bağlıdır.

58 McNeill, Dünya Tarihi, s. 123–124.

Page 34: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

29

Bütün insanların yerine getirmek zorunda olduğu bir rolü vardır. Herkesin rolünü

yerine getirmesi toplumsal düzen açısından çok önemlidir. Bu organizmacı

toplum/devlet anlayışında doğal olarak hiyerarşi piramidinin tepesinde Çin

Đmparatoru yer almaktaydı.59

Çin Đmparatoru “Gök’ün oğlu” olarak Gök’ün Yer üzerindeki hâkimiyetinin

simgesidir. Dolayısıyla, egemenliğinin kaynağını bizzat kozmik düzenden alan

imparator, yeryüzünün biricik meşru otoritesidir. Bu da, teorik olarak, imparatorun

egemenliğinin sadece ülkesi için değil, aynı zamanda tüm yeryüzü için geçerlilik

taşıdığı söylemine neden olmuştur. Bu “üniversal krallık”60 söylemi de, Çin’in

yukarıda belirtilen dünyanın merkezi olma iddiasının dinsel ve ideolojik dayanağını

oluşturmaktaydı.

Dünyanın merkezi olma anlayışı, Çin’in diplomasi algılamasını doğrudan

etkilemiştir. Bu anlayışın somutlaşmış biçimi, “haraca dayalı sistem” (tributary

system)’dir. Çin, dış ili şkilerini ve diplomasisini, özellikle MS 13. yüzyıldan 19.

yüzyıla kadar geçen Ming ve Mançu hanedanları döneminde, en gelişmiş biçimde

kurumsallaştırmış ve bu sistem çerçevesinde yürütmeyi başarmıştır. Çin’in Doğu

Asya’da çok uzun bir süre tek büyük güç olması ve bölgenin uzun bir süre dış

etkilerden büyük oranda uzak kalmasının etkisiyle işleyebilen sistem, Çin ve

periferisindeki ülke ve toplumlar arasındaki ilişkilerin içinde aktığı bir kanal

niteliğindedir. Bu çerçevede, Çin’in merkezilik konumunu kabul eden ve bunu

periyodik elçilik ziyaretleriyle somutlaştıran ülke ve topluluklar (barbarlar), Çin

nezdinde meşruiyet kazanmakta ve desteğini alabilmekteydiler.

Aslında, haraca dayalı sistemde periferi ülkelerinin Çin’e bir haraç ya da

vergi vermelerinden, yani maddi boyuttan çok, onun üstünlüğünü ve merkeziliğini

59 Fairbank ve Goldman, China: A New History, s. 51–52. 60 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800–1911, s. 32.

Page 35: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

30

kabul etmelerine dayalı manevi boyut önemliydi.61 Bu çerçevede, vergi ya da haraç

verilmesi değil, bağlılığın bildirilmesi esastı. Saygı ve bağlılık sunumu, Çin

Đmparatorunun adeta lütufta bulunarak bu ülkeleri meşru kabul etmesini ve

desteklemesini sağlayacaktı.

Çin’in dış ili şkilerini dayandırdığı bu sistemin doğal sonucu, diplomasiyi

daha çok tek-taraflı bir süreç olarak algılamasıydı.62 Merkezilik iddiası ve bu iddia

üzerine temellendirilen haraca dayalı sistem, diplomasinin sadece merkezde, yani

imparatorluk sarayında yürütülen ve sistem-içi bir olgu olması sonucunu

doğurmaktaydı. Merkeze, sisteme bağlı çevre ülkelerden düzenli olarak elçiler gelse

de, Çin’in bu ülkelere elçi göndermesi daha nadirdi. Gönderilen elçiler de temelde,

Çin’in haraca dayalı sistem çerçevesindeki “süzeren” rolünün kabulünün sağlanması

ve bunun gösterilmesi işlevini yerini getirmekteydiler.63

Çin, diplomasinin eşitlik ya da çok-taraflılık temelinde algılanmamasının

belki de en bariz örneğidir. Özelikle, haraca dayalı sistemin kurumsallaştığı ve en

belirgin biçimde uygulandığı 13. ve 18. yüzyıllar arasında, Çin’in bütün diplomatik

ili şkilerini tek-taraflı biçimde ve dış dünyadan herhangi bir ülkeyi eşit taraf olarak

görmeden sürdürmeye çalıştığı görülmektedir.

Çin, kendi dışındaki toplulukları esas olarak diplomatik bir taraf gibi

görmekten ziyade, merkeze bağlılığını sunması gereken sistem-içi bir alt birim

biçiminde algılama eğilimindeydi. Roma’dan farklı olarak fütühatı temel alan bir dış

politika izlemediğinden, fiili işgal ya da doğrudan kontrol yerine haraca dayalı sistem

çerçevesinde bir çeşit “süzeren-vassal” ilişkisi kurarak dolaylı denetim ve egemenlik

yolunu seçmiştir.

61 Fairbank, “Tributary Trade and China’s Relations with the West”, s. 133. 62 Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, s. 30. 63 Fairbank, “Tributary Trade and China’s Relations with the West”, s. 136.

Page 36: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

31

Çin’in diplomatik ilişkilerini yüzyıllar boyunca temellendirdiği bu sistem,

aslında devletin daha güçsüz olduğu dönemlerde teorik olarak varlığını sürdüyse de,

pratikte teoriyle çelişen uygulamalar da görülmüştür. Devlet, dışarıdan gelen

saldırıları önleyecek askeri güce sahipken diplomatik yöntemlerin geri plana itildiği,

buna karşılık zayıfsa diplomasiyi kullandığı görülmektedir. Nitekim, MÖ 3. yüzyılda

başlayan Han Hanedanlığı döneminde Çin, saldırgan güçleri yatıştırabilmek için

sıklıkla bunlara tahıl ve ipek gibi maddeler vermiştir. Bunun da ötesinde, sözkonusu

dönemde Çin’in, tıpkı Bizans’ta olduğu gibi evlilik yoluyla akrabalık bağı kurmayı

bir diplomatik yöntem olarak benimsediği de gözlemlenmektedir. Bu çerçevede,

Çinli prenseslerin “barbar” toplumlara gelin olarak verildiği sıklıkla görülmektedir. 64

Fakat, diplomatik yöntemin daha eşitlikçi ve çok-taraflı kullanıldığı bu dönemler,

politik koşullar nedeniyle ortaya çıkmış, Çin 19. yüzyıl sonlarına kadar temel siyaset

felsefesini değiştirmemiştir.

Çin’in haraca dayalı sisteminin diplomasinin kurumsal boyuttaki gelişimine

belli oranda etkisi olmuştur. Çin, 19. yüzyıla kadar gelişmiş bürokratik geleneğine

rağmen, dışişlerinden ve diplomasiden sorumlu özel bir kuruma sahip değildi. Buna

rağmen, sözkonusu sistemin yürütülmesinden sorumlu bir kurumu ise vardı.

“Resepsiyon Bölümü” olarak adlandırılan bu kurum, “barbarların” huzura

kabullerinin törensel boyutlarıyla uğraşan bir protokol örgütüdür. Elçilik heyetlerinin

kabullerinin, hediye ve vergi sunumlarının, ülkeye geliş ve gidişlerinin en ince

ayrıntılarına kadar kurallara bağlandığı, Resepsiyon Bölümü’nün de bu kurallara

uyumdan sorumlu olduğu görülmektedir.65 Sözkonusu kurumsallaşma, Çin’in

diplomasiyi sistem-içi bir olgu olarak gördüğünün bir başka göstergesidir.

64 Fairbank ve Goldman, China: A New History, s. 61. 65 J. K. Fairbank ve S. Y. Teng, “On The Ch’ing Tributary System”, s. 149.

Page 37: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

32

Diplomasinin yürütüleceği alan, Çin’den ve onun çevresindeki ülkelerden oluşan

sistemdir.

Çin’in kurduğu haraca dayalı sistem ve bu çerçevede gelişen diplomasi

anlayışının değişiminde en önemli etken, sisteme yeni güçlerin/aktörlerin girmesi

olmuştur. Yeni aktörler ise 16. yüzyılda tüm dünyaya yayılmaya başlayan Batılı

ülkelerdi. 17. yüzyılın başlarından itibaren Đngiliz ve Hollandalı tüccarlar Çin’de

faaliyet göstermeye başladı. Böylece, Çin’in genel anlamda değişim süreci de

başlamış oldu. Batılı aktörlerle ticaret temelinde gelişen temaslar, kaçınılmaz olarak

Çin’in diplomatik ilişkilerinin nitel ve nicel anlamda gelişmesini sağlayacaktır.

Öncelikle, artan ticaret Çin’de Batılı bir ticaret topluluğunun ortaya

çıkmasına neden olmuştur. Bu çerçevede, daha önce haraca dayalı sistem

çerçevesinde periferideki ülkelerle kurulan diplomatik ili şkiler, hem Đngiltere’den

Papalığa kadar uzanan bir coğrafyayla kurulan yeni diplomatik ilişkilerle muazzam

biçimde genişlemiş,66 hem de Çin’de sürekli ikamet etmeye başlayan Batılı ticaret

topluluğunun ortaya çıkışıyla -kısıtlı da olsa- düzenli ve sürekli bir nitelik

kazanmıştır. Çin’le Batılı ülkeler arasındaki ticaret 18. yüzyılın ikinci yarısından

itibaren daha da gelişmiş, Kanton bölgesi kıtalararası bir ticaret merkezine

dönüşmüştür. 18. yüzyılda Batı yayılmasının da büyük etkisiyle haraca dayalı

sistemin çatırdamaya başlamasıyla, Çin’in güç kaybettiğini anlamaya başlaması,

Çinli yöneticilerin kıtalararası ticareti geliştirme yolunda adımlar atmasına neden

olmuştu. Çin’li yöneticiler, dış ili şkilerde sınırlı bir ticarete izin vererek iç ve dış

istikrarı sağlamayı amaçlamışlar, bunu da “hikmet-i hükümet” anlayışı çerçevesinde

meşrulaştırmaya çalışmışlardır.67

66 Çin diplomasisindeki büyük hareketlilik için bkz: Ibid. , s. 155–157. 67 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911, s. 163.

Page 38: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

33

Fakat bu değişim tedricidir. Nitekim, Batılı güçler 19. yüzyılın ortalarına

kadar yine de haraca dayalı sisteme uygun hareket etmek ve bu sistemin getirdiği

diplomatik yöntemi benimsemek zorunda kalmışlardır. Komşu devletler gibi Batılılar

da haraca dayalı sistem çerçevesinde Çin’in dünyanın merkezi ve Đmparatorun

Gök’ün oğlu olduğunu kabul eder görünmüşlerdir. Fakat, Batı’nın artan gücü,

zamanla Çin’in geleneksel sisteminden duyulan rahatsızlıkların daha yüksek sesle

dile getirilmesine neden olacaktır. Batılılar, ticarete getirilen kısıtlamaların

azaltılmasını sağlamak ve Çin hukukuna tabi olmalarının yarattığı sıkıntıları aşmak

amacıyla kendileri için kapitüler haklar verilmesini talep etmeye başladılar.

Ayrıca, Đmparatorun lütfuyla Çin’de iş yapabilen “ikinci sınıf barbarlar”

olarak görülmeleri de, Batılılar için büyük bir sıkıntı kaynağıydı. Haraca dayalı

sistem çerçevesinde tabi tutuldukları diplomatik törenler ve protokol da, tepki

kaynağıydı. Örneğin, huzura çıkanların giymek zorunda bırakıldıkları “kotow” adı

verilen giysi Batılıların hayli tepkisini çekmekteydi.68 “Kotow”, Çin uygarlığının

üstünlüğünün kabulünün sembolü olması yanında, Çin Đmparatorunun, giyeni

aşağılamasına da olanak veriyordu.69

Bu çerçevede, Batılılar haraca dayalı sistemi yıkmak ya da en azından onun

dışına çıkmak yolunda girişimlerde bulunmaya başladılar. Bu doğrultuda ilk olarak

diplomatik kanalları kullanma yolunu seçtiler. Öncelikle Çin’le modern yöntemlere

dayalı kurumsal bir diplomatik ilişki kurulması gerekliydi. Bunun için yapılması

gereken, başkent Pekin’de sürekli elçiliklerin kurulmasıydı. Bu yolda ilk adım,

1793’te Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından atıldı. Lord George Macarthney

başkanlığındaki bir Đngiliz heyeti, ticaret olanaklarının geliştirilmesi, gümrük

68 Fairbank ve Teng, “On The Ch’ing Tributary System”, s. 190. 69 Giysi konusunda benzer bir uygulama Osmanlı Đmparatorluğu’nda da görülmektedir. Bu hususa

ileride değinilecektir.

Page 39: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

34

oranlarının düşürülmesi ve Pekin’de sürekli diplomatik temsilcilik açılmasına izin

verilmesi gibi isteklerde bulundu.70

Bu istekler karşısında Çin Đmparatoru’nun Đngiltere Kralı’na gönderdiği

mektup,71 Çin’in geleneksel anlayışını göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Đmparator mektubunda, başkentte diplomatik temsilcilik bulundurmanın kendi

hanedanlarının devlet sistemiyle uyuşmadığını, geleneksel olarak bazı hizmetleri

yerine getirmek için başkente gelen yabancılara izin verildiğini ama bunların Çin

sarayında Çin kıyafetleri giymeye, belirli yerlerde oturmaya ve kendi onayları

olmadan ülkelerine dönmemeye mecbur olduklarını vurgulamıştır. Mektupta, Çin’in

Đngiltere ile talep edilen çerçevede diplomatik ilişki kurma ihtiyacının olmadığı, hatta

“tenezzül bile etmeyeceği” de belirtilmiştir.72 1816’da Lord Amherst başkanlığında

benzer isteklerle gelen bir başka heyete ise daha sert davranılmış, kabaca muamele

edildikten sonra heyet ülke dışına çıkarılmıştır.73

Çin’in Batı’yla diplomatik ilişkilerindeki bu tavrı, değişen reel-politik şartları

kavramamakta gösterdiği ısrardan ve muhafazakâr tutumundan kaynaklanmaktadır.

Aslında değişen dünya dengeleri ve modernleşmenin, önüne geçilemez bir biçimde

hız kazanması Çin’in arkaik anlayışını sürdürmesinin mümkün olamayacağının

sinyallerini vermekteydi. Çin ve Doğu Asya’nın Avrupa’ya görece uzaklığı, Batı’nın

doğrudan ve dolaylı etkisinin, Yakın Doğu’ya nazaran devreye daha geç girmesine

neden olmuştu. Fakat, Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi’yle girilen süreçte Batı,

önüne geçilmez biçimde tüm dünyayı, dolayısıyla Doğu Asya’yı da dönüştürecek

adımları atmakta gecikmeyecektir.

70 Fairbank ve Goldman, China: A New History, s. 196. 71 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 8. 72 Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, s. 30. 73 Fairbank ve Goldman, China: A New History, s. 197.

Page 40: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

35

Çin’in, haraca dayalı sistemi Batı’ya karşı devam ettirme çabası, gerekli olan

en kısıtlı reformun bile yapılamamasına neden oldu. Bunun sonucu ise, reform

yerine, dıştan gelen baskılarla büyük bir dönüşümün yaşanması olacaktır. Bu

dönüşüm büyük oranda Batı tehdidi ve baskısıyla şekillenecektir. Batı, haraca dayalı

sistemi ortadan kaldırmayı diplomatik yollardan sağlayamamıştı. Ancak, bunu şimdi

silah zoruyla yapmaktaydı:

Đngiltere’nin, Çin yönetiminin Afyon ticaretini yasaklaması nedeniyle Çin’e

saldırması, sözkonusu sistemin silah zoruyla değiştirilmesinin ilk adımını

oluşturacaktır. 1839-1842 yılları arasında süren Afyon Savaşı sonunda imzalanan

Nanking Antlaşması’yla, Çin, Kanton dışında beş limanın daha uluslararası ticarete,

dolayısıyla yabancılara açmayı kabul etti. Ayrıca, bu limanların her birinde sürekli

Đngiliz konsolosluklarının kurulması da bağıtlandı. Antlaşmada Çin’in diplomatik

yöntemindeki zorunlu değişimin temel göstergesi olarak yer alan madde ise, aynı

rütbedeki resmi görevliler arasında düzenli ve eşit ili şkinin kurulmasıyla ilgiliydi.74

Görüldüğü gibi, Afyon Savaşı’nın Çin’in uluslararası sistemin bir parçası

haline gelmesinde büyük etkisi olmuştur. Çin’in ağır bir yenilgiyle karşılaşması ve

bizatihi varlığının tehlikeye girmesiyle sonuçlanan savaş, haraca dayalı sistemin ve

Çin’in geleneksel anlayışının artık geçerli olmadığını çok açık bir biçimde

göstermiştir.75

74 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911, s. 211–212. Savaş

sırasında, Đngiliz diplomatların, Osmanlı Đmparatorluğu’yla kurdukları kapitülasyon sistemini örnek

göstererek, kendi uyrukları için Çin hukukundan muafiyet talep etmeleri dikkat çekicidir. Fairbank ve

Goldman, China: A New History, s. 203. 75 Afyon Savaşı’nın, Çinli aydınlar arasında daha erken sayılabilecek bir dönemde reformist fikirlerin

doğmasına neden olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Batı’ya bakış değişmeye, Çin’in Batı’yla

ili şkilerini daha farklı bir çerçevede kurması gerektiği vurgulanmaya başlamıştır. Örnek için bkz: Fred

W. Drake, “A Mid-Nineteenth-Century Discovery of the Non-Chinese World”, Modern Asian

Studies, Vol.6, No:2, (1972), s. 205–224.

Page 41: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

36

Geleneksel siyaset felsefesinin fiili olarak iflası olan bu gelişmeye rağmen,

Çin’de dönüşümün tam olarak başlaması için yaklaşık 20 yıllık bir sürenin daha

geçmesi gerekecektir. Bunu sağlayan gelişme Taiping Đsyanı olacaktır. 1851’de

başlayan ve 1864’e kadar kontrol altına alınamayan Taiping Đsyanı, Çin’in,

geleneksel yapısını ve anlayışını tamamen terk etmek zorunda kalmasına neden

olmuştur. Bu isyan, ortaya çıkışı, gelişimi ve sonuçları itibarıyla Batı etkisinin

belirleyiciliğini ve Çin’in geleneksel anlayışının kofluğunu göstermesi açısından çok

önemlidir. Her şeyden önce, isyanın çıkışında dolaylı bir Batı etkisi bulunmaktadır.

Đsyanın lideri, Nanking Antlaşması’ndan sonra faaliyetleri daha da kolaylaşan

Hıristiyan misyonerlerden etkilenmiştir.76

Đkinci olarak, Đngilizler ve Fransızlar, ilerleyen safhalarında isyanın

bastırılmasında aktif olarak rol oynamışlardır. Çin hükümetine silah satışından,

hükümet güçlerine Batılı subayların komuta etmesine dek uzanan bu durum, 1860’da

Đngiliz ve Fransız ortak gücünün başkent Pekin’i işgal etmesine kadar varmıştır.77

Dünyanın merkezi olduğu söylemini yüzyıllarca dış ili şkilere bakışının temeline

oturtan Çin’in, “barbar” güçlerin desteğini almadan varlığını bile sürdüremediği çok

açık biçimde ortaya çıkmştır. Varlığını sürdürebilmek için Batılı güçlerle ilişkilerini

geliştirme ihtiyacı, doğal olarak Çin diplomasisinin büyük bir değişim sürecine

girmesine neden olmuştur. Üstelik bu değişim, isyanda görüldüğü gibi, sadece dış

dünyadan gelen tehditlere karşı değil, aynı zamanda ülkenin içinden gelen tehditlere

karşı da gerekliydi. Çin artık ülke bütünlüğünü koruma yolunun diplomasiyi

kullanmaktan geçtiğinin farkına varmıştır.

76 Protestan misyonerlerin faaliyetleri ve 19. yüzyılın ortasına kadarki dönemdeki etkileri için bkz:

Suzanne Wilson Barnett, “Protestant Expansion and Chinese Views of the West”, Modern Asian

Studies, Vol.6, No:2, (1972), s. 129–149. 77 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911, s. 418, 425-427.

Page 42: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

37

Bu çerçevede, 1861’de iktidarı ele geçiren yeni Mançu hanedanı farklı bir dış

politika benimseyerek, bu zorunlu dönüşümü bir ölçüde kendi elleriyle yapma

yolunu seçmiştir. Đmparatoriçe Cixi, Prens Gong ve Yüksek Konsey Başkanı

Wenxiang tarafından belirlenen yeni dış politika, Çin’in yabancı güçleri yatıştırmak

için Batı tarafından dayatılan “antlaşmalar sistemi”ni kabul etmesi temeline

oturmaktaydı.78 Çin’in kısa bir sürede yarı-sömürge haline gelmesine neden olacak

antlaşmalar sistemi, Batılı güçlerin Çin’le yaptıkları, tamamen kendi lehlerine eşitsiz

ve kapitüler hakları ihtiva eden ticari anlaşmalara dayanacaktır.

Görüldüğü gibi, eşitsizlik ili şkisi, bu kez tersten söz konusudur. Yeniden

kurulmuş, kendi dışındaki dünyayı muhatap bile almaya kolay kolay tenezzül

etmeyen Çin, yaklaşık 20 yılda -üstü kapalı da olsa- “ikinci sınıflığı” bu kez kendisi

kabul etmek zorunda kalmıştır.

Taiping Đsyanı’nın bastırılmasıyla başlayan dönemde, 1860’ların ikinci yarısı

ve 1870’lerde Çin’de modernleşmeci anlayışın belirgin bir biçimde etkisini arttırdığı

görülmektedir. Dünyanın merkezi olma söylemi tamamen terk edilerek, Batı’yla

temas kurma yolundaki çabalar arttırılmıştır. Bunun temel nedenleri şunlardır:

Đlk olarak, bu dönemde benimsenen “kendi kendine güçlenme” anlayışı,

Çin’in, güçsüzlüğünü görerek kendini modernleştirmesi ilkesine dayanmaktadır.

Batılı güçler karşısında çok açık bir biçimde ortaya çıkan askeri yetersizlikler,

öncelikle ordunun modernleştirilmesi çabalarına önem verilmesine neden olmuştur.

Ordunun modernleştirilmesinin ekonomik gücün arttırılmasına bağlı olduğu da, Çinli

yöneticiler tarafından tespit edilmiştir. 79 Bunu sağlamanın yolu ise, Batı’nın

ekonomik, kültürel, askeri ve siyasi üstünlüğünün kabulüyle, bu reformları Batı

desteği ve vasıtasıyla yapmaktan geçmektedir.

78 Fairbank ve Goldman, China: A New History, s. 212. 79 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911, s. 491.

Page 43: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

38

Đkinci olarak, Batılı güçler tarafından işgal edilen, iç isyanları bile Batılı

güçlerin yardımı olmadan bastıramayan Çin’in yöneticileri, Batı politikalarının

ülkenin birliği ve bağımsızlığı açısından temel belirleyici haline geldiğini görmüştür.

Batı’yla dostluk ilişkilerinin kurulması ve bunların korunması gerekliliği hemen

hemen bütün Çinli yöneticiler tarafından kabul edilmiştir. Çinli yöneticiler ülkede

reformlar yapabilmek için uluslararası çatışmalardan uzak durularak barışın

korunması gereğini benimsemişlerdir.80 Barışın korunması ihtiyacı, Çin’in Batılı

güçlere sürekli olarak tavizler verme politikasının da temel nedenidir.

Bu yeni anlayış diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında önemli

gelişmelere yol açmıştır:

Üslup boyutuna bakıldığında ilk vurgulanması gereken nokta, Çin’in

geleneksel sistemi çerçevesinde benimsediği diplomatik yöntemleri tamamen terk

etmesidir. Yabancı elçilere uygulanan protokol anlayışı ve diğer kurallar gibi bütün

usuller kesin olarak terk edilmiştir. Çin’e özgü bazı uygulamalar belli oranda korunsa

da, diplomatik biçem büyük oranda Batılılaşmıştır.

Đkinci önemli nokta, Çin’in sürekli diplomasi anlayışını benimsemesidir. Bu

çerçevede, daha önce şiddetle karşı çıkılan Batılı ülkelerin başkentte sürekli elçilik

açma talepleri kabul edilmiş, 1860’da Đngiltere, Fransa, Rusya ve ABD Pekin’de ilk

sürekli elçiliklerini açmışlardır. Çin ise ilk sürekli elçiliğini 1877’de Londra’da

açmıştır. Ertesi yıl ise bunu Washington, St. Petersburg ve Tokyo’da açılan elçilikler

izlemiştir. 81

Üçüncü önemli nokta ise, Çin’in yukarıda belirtilen varlığını ve bütünlüğünü

koruma amacıyla diplomasiyi kullanma politikası çerçevesinde, diplomatik

eylemlerini çağdaş uluslararası hukuk çerçevesinde meşrulaştırmaya çalışmasıdır.

80 Ibid., s. 492. 81 M. S. Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, London and New York, Longman, 1993, s. 108.

Page 44: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

39

Çin’in uluslararası sistemin bir parçası olduğunun kabulünün çok açık bir ifadesi

olan bu anlayış, merkezdeki ve dışarıdaki (kurulacak elçiliklerde) Çinli diplomatların

en önemli uğraşlarından biri olacaktır. Uluslararası sistemin içinde yer aldığını artık

hem teorik, hem de pratik olarak kabul eden Çin, bu sistemin kuralları çerçevesinde

hareket etmeyi ve bu kurallardan kendi çıkarları açısından yararlanmayı

diplomasisinin merkezine oturtacaktır.82

Kurumsal boyuttaki en önemli gelişme ise, Büyük Konsey altındaki Özel

Komite yapısı içinde bir dış ili şkiler biriminin oluşturulmasıdır. 1861’de kurulan

“Zongli Yamen” adındaki bu büro, dış ili şkilerin yürütülmesinde bir ölçüde de olsa

etkinlik kazanacaktır. Fakat, ilerleyen dönemde büronun yetkileri kimi zaman başka

kurum ve kişilerce kullanılacaktır. Buna rağmen, 1901’de Dışişleri Bakanlığı’nın

kuruluşuna kadar, dışişleri alanındaki en önemli kurumsallaşma “Zongli Yamen”

olmuştur.83 Bu büronun, diplomatik ilişkilerin yürütülmesi yanında Uluslararası

Hukuk konusunda da çalışmalar yaptığı görülmektedir.

Kurumsallaşma yolunda atılan önemli bir adım da, artan diplomatik ili şkilere

ve Çin’in çağdaş diplomatik yöntemleri benimsemesine paralel olarak, yabancı dil

eğitimine önem verilmeye başlanmasıdır. Bu çerçevede, çevirmen ihtiyacının

karşılanması amacıyla Batı dillerinin öğrenilmesi için, Mançu Hanedanı’nın önemli

ailelerinden 24 genç seçildi. Batı dillerini bilen Çinli bulunamadığından, bu gençleri

82 Emperyalizm çağında Batılıların, Uluslararası Hukuk’un önemini sıklıkla vurgulamalarına rağmen,

kuralları bizzat kendilerinin çiğnemeleri Çinli bürokratlarda hayal kırıklığı yaratmıştır. Batı’nın ahlaki

zafiyet içinde olduğu hususu Çin’de sıklıkla dile getirilmiştir. John Crammer-Byng, “The Chinese

View of Their Place in the World: An Historical Perspective”, The China Quarterly, No:53,

(January-March 1973), s. 69–70. 83 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 113.

Page 45: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

40

eğitmek amacıyla önce bir Đngiliz misyoneri görevlendirildi. Daha sonra bir Fransız

rahip ve Rus tercüman da öğretmenliğe başladı. 84

Yabancı dil bilen bürokratlar yetiştirme politikası, atılan bu ilk adımlardan

sonra daha da hız kazandı. Bu çerçevede, yurtdışına öğrenci gönderme fikri de ortaya

çıktı. Çinli yöneticilerin aynı dönemde benzer bir açılım içinde olan Japonya’dan

esinlendikleri anlaşılmaktadır. Đlk kez 1864’de gündeme gelen bu fikir, uzun

hazırlıklar sonucunda uygulamaya konuldu. 1875’de ilk grup ABD’de eğitime

başladı. Bunu takiben, diğer öğrenci grupları da Đngiltere ve Fransa’ya gönderildi.

Bulundukları ülkenin dilini kısa sürede öğrenen bu öğrenciler, Batı kültürünü de

benimsediler. Eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerinde önemli mevkilere gelen

bu öğrenciler, modernist aydınlar olarak yurtlarının çağdaşlaşmasında çok etkili

oldular.85

Çin’lilerin, o zamana kadar hiç önem vermedikleri barbar dillerini

öğrenmenin önemini de kavradıkları görülmektedir. Bu durum, ilk planda diplomatik

ili şkilerin yürütülmesinde acil çevirmen ihtiyacından doğmuştur. Fakat, temelde çok

daha geniş bir temele oturmakta; Çin’in modernleşme ihtiyaçlarının karşılanmasına,

Batı teknolojisi, kültürü ve uygarlığının ülkeye getirilmesi amacına dayanmaktadır.86

Diplomatik ilişkilerin yürütülmesi ihtiyacı, modernleşmenin ülkeye girmesinde ve

modernist elitlerin oluşumunda büyük rol oynayacaktır.

84 Fairbank, The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing 1800-1911, s. 525–526. 85 Ibid. , s. 537–542. 86 Çin’in özelikle Batılı ülkelerdeki büyükelçilikleri mesailerinin önemli bir kısmını yeni silah,

teçhizat ve gemiler hakkında bilgi toplamaya ve bunların teminini sağlamaya ayırmaktaydılar.

Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 109.

Page 46: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

41

7-Japonya’da Diplomasi ve Evrimi

Japonya’da siyasal ve toplumsal örgütlenme esasen MS 2. ve 3. yüzyıllarda

ortaya çıkmıştır. Bu örgütlenmenin feodal bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Her ne

kadar MS 7. yüzyıldan itibaren imparator unvanını kullanan bir merkezi otorite

varlığını sürdürdüyse de, 19. yüzyıl sonuna kadar ülkede merkezi birliğin tam

anlamıyla sağlandığı dönemler istisnai olmuştur. Bu istisnai dönemlerde bile feodal

birimlerin güçlerini belli oranda da olsa korudukları görülmektedir. Güçlü feodalizm,

Japonya’nın Osmanlı Đmparatorluğu, Çin ve Đran’dan farklı bir tarihsel süreç

yaşamasına neden olmuştur. Merkezi birliğin tam olarak kurulamaması, Japonya’nın

diplomasi anlayışında ve uygulamasında diğerlerinden farklı özellikler göstermesinin

en önemli nedenlerinden biridir.

Japon uygarlığının dayandığı siyaset felsefesine bakıldığında, dinsel

inanışların Japon siyaset felsefesine de hayli etkide bulunduğu görülmektedir.

Đmparator unvanının kullanılmaya başlandığı 7. yüzyıldan itibaren, Japon kralları

soylarını “Güneş Tanrıçası”na dayandırmışlardır. “Güneş kültü” Japonya’da çok

uzun dönemden beri yaygın olarak benimsenen bir inanıştı. Bu inanışın kullanılması,

“Güneş’in oğlu” olduğunu iddia eden Đmparatora din temelli siyasal meşruiyet

kazandırmaktaydı. Ayrıca, kökenleri Antik döneme uzanan bu inanışa yapılan vurgu,

imparatorluk kurumunun kadim olduğunun da altının çizilmesini sağlamaktaydı.87

Sözkonusu inanış çerçevesinde, Đmparatorların kendilerine doğrudan

tanrısallık atfetmelerinin, Çin’dekine benzer bir siyaset felsefesi ve söylemi

doğurması olasıydı. Japon imparatorları da, ülkelerinin dünyanın merkezi olduğu,

kendilerinin üniversal imparator olduklarını dile getirebilirlerdi. Fakat, Japonya’nın

87 Janet E. Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu: 1853’den Günümüze, Çev:Müfit Günay, Ankara,

Đmge Yay., 2002, s. 17-18.

Page 47: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

42

içinde bulunduğu koşullar, bu söylemin daha çok içe yönelik bir nitelik taşımasına

neden olmuştur. Japon Đmparatorları, feodal birimlerin gücü ve bir ada devleti olması

nedeniyle, bu söylemini dış dünyaya karşı da ileri sürebilecek kudretten uzaktılar.

Dolayısıyla, bu söylem Đmparatorun zaten çok da sağlam temellere dayanmayan

egemenliğini koruması ve meşruiyetini sürdürmesi amacıyla kullanılmıştır. Japon

siyaset felsefesi emperyal bir perspektife sahip olmamıştır.

Bu durumun en önemli nedenlerinden biri de, Çin’in bölgedeki gücü ve

etkinliğidir. Japonya, Çin’in kültürel ve siyasal üstünlüğünü ve merkezi konumunu

kabul ederek, bu ülkenin geliştirdiği haraca dayalı sistemin bir parçası olmuştur.

Japonya yüzyıllar boyunca dış ili şkilerini haraca dayalı sistem içinde yürütme yolunu

seçmiştir. Haraca dayalı sistemin kabulünün doğal sonucu, Çin tarafından ileri

sürülen, “uygar dünya ve barbarlar dünyası” ayrımının benimsenmesidir. Ülkeye Çin

yoluyla giren Konfüçyüsçülüğün de yaygın destek bulması, bu anlayışın

benimsenmesinde etkili olmuştur. Japonya, “barbar” bir ülke olarak sistem içinde yer

almayı ve bu yolla uygarlaşmayı seçmiştir.88

Japonya’nın bu tercihi, diplomasi anlayışı üzerinde doğrudan etkilerde

bulunmuştur: Japonya, Çin merkezli sistem içinde yer alarak ikinci sınıf bir güç

olduğunu kabul etmiştir. Bu da Çin’in aksine diplomasinin “yeganelik ve üstünlük”

iddiası çerçevesinde görülmesini engellemiştir. Bu durum, Japonya’nın diplomatik

ili şkilerinin gelişimi ve biçimlenmesinde etkili olmuştur. Çin’e, haraca dayalı sistem

çerçevesinde düzenli olarak elçilik heyetleri gönderilmiş, bu büyük gücün desteğinin

sağlanması için diplomasi yoğun bir biçimde kullanılmıştır.

Ayrıca, yine haraca dayalı sistem içinde yer alan Kore gibi ülkelerle de

düzenli diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişkilerin ülkeler arasında “eşitlik”

88 Tashiro Kazui ve Susan Downing Videen, “Foreign Relations During the Edo Period: Sakoku

Reexamined”, Journal of Japanese Studies, Vol. 8., No:2, (Summer 1982), s. 285.

Page 48: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

43

temelinde kurulması diplomasinin gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca diplomasinin çok-taraflı bir süreç olduğu anlayışı yerleşmiştir.89

Haraca dayalı sistem çerçevesinde yürütülen diplomatik ili şkiler, sahneye

yeni aktörlerin girmesiyle farklı bir boyut kazanacaktır. Bu yeni aktörler ise ticari

ili şkilerini geliştirmek için Dünyaya yayılan Batılı ülkelerdir:

16. yüzyıl ortalarında Portekizli denizcilerin Japonya’ya gelerek ticari

ili şkiler kurma girişimi ilk aşamada olumlu karşılanmıştır. Japonya haraca dayalı

sistem çerçevesinde Batılarla ticari ilişkileri sınırladıysa da, Çin’den farklı olarak bu

ili şkileri daha eşit bir temelde yürüttü. Bunun temel nedeni, Japonların, Batılıları

Çinliler gibi “barbarlar” olarak görmelerine rağmen, Çin’in üniversal merkez olma

iddiasına Japonya’nın sahip olmamasıdır. Bu yüzden, Japonya ticari ilişkilerin

gelişmesinde çok daha destekleyici ve kolaylaştırıcı bir tavır almıştır.

Batı’yla ilişkilerin hızla gelişimini sağlayan önemli etkenlerden biri de,

Japonya’nın bu dönemde iç karışıklıklar ve çatışmalar içinde bulunmasıdır. Feodal

güç mücadelelerinin arttığı ve Đmparatorun merkezi egemenliğini büyük oranda

kaybettiği sözkonusu dönemde, Batı’yla ticaret konusu feodal beylerin yetkisi altına

girmiştir.

Özellikle Portekizlilerle hızla gelişen ticari ilişkiler, Japonya’da Batı etkisinin

kısa sürede önemli sonuçlar doğurmasına neden olmuştur. Öncelikle, feodal beyler

Batılılarla ticareti geliştirmenin kendi güçlerini arttırmayı sağladığını görmüşlerdir.

Çünkü, Batılılarla yapılan ticaret, Batı’nın üstün silah ve teçhizatlarının hammadde

karşılığında alınabilmesini ve rakip beylere karşı kullanılabilmesini sağlamaktaydı.

Feodal beyler arasında Batı silah ve teçhizatının kullanılmaya başlaması, güç

dengesini hızla değiştirecektir. Savaş alanlarında üstün Batı teknolojisinin ürünü

89 Ibid. , s. 289–290.

Page 49: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

44

silahlardan yararlanmanın sağladığı avantaj, kendini kısa sürede gösterecektir.

Ayrıca, daha uzun vadede, artan silahlanma maliyetlerinin sadece geniş ekonomik

kaynaklara sahip beyler tarafından karşılanabilmesi, Japonya’da merkezi birliğin

tesisinde ve istikrarın sağlanmasında büyük rol oynayacaktır. Silahlanma

maliyetlerini karşılayamayan daha küçük feodal beyler tasfiye edilecektir. 90

Đkinci olarak, Batı etkisi kısa sürede toplumsal yaşama doğrudan yansımıştır.

Japonya’nın geleneksel sosyo-kültürel yapısına Batı kökenli olgular girmiştir. Batılı

giyim tarzının Japonlar arasında hızla yayıldığı, başlayan misyoner faaliyetlerinin

hemen etkili olduğu görülmektedir. Kısa sürede çok sayıda Japon Hıristiyanlığı

benimsemiştir.91

Japonya’nın belki de Batılılaşmaya 400 yıl kadar önce başlamasına neden

olacak bu durum, Japon yöneticilerde geleneksel düzenin sarsılmakta olduğu

yönünde endişe doğurdu. Bu endişe, Japon yöneticilerin Batı etkisinin azaltılması

hatta tamamen önlenmesi yolunda adımlar atmasına neden olacaktır.

1582’de, Samuray Hideyoşi’nin Japonya’nın tamamında kontrolü sağlaması,

feodal güç mücadelelerinde Batı silah ve teçhizatına duyulan ihtiyacı büyük oranda

azaltmıştı. Japonya üzerindeki Batı etkisini azaltma yolunda ilk adım da Hideyoşi

tarafından atıldı. 1587’de, Hideyoşi tarafından Hıristiyan misyonerlerin Japonya’dan

sürülmesi yolunda bir buyruk çıkartıldıysa da, Hideyoşi Portekizlilerin ticareti

keserek misilleme yapacağı kaygısıyla bunu kendisi uygulamadı.

17. yüzyıl başından itibaren, misyoner faaliyetlerinden uzak duran Protestan

Hollandalıların da Japonya’yla ticarete başlamaları Japon yöneticilere daha cesur

adımlar atmaları için fırsat veren bir gelişme oldu. Çünkü, o zamana kadar tek Batılı

ortak olan Portekizlilere olan bağımlılık azalmıştı. Japonya’da yaşayan

90 Mcneill, Dünya Tarihi , s. 386. 91 Idem.

Page 50: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

45

Hıristiyanların baskı altına alınmalarıyla başlayan süreç, 1637’de Hıristiyanların

ayaklanma çıkarması ve bunun hemen şiddetle bastırılmasıyla devam etti.

Ayaklanmanın bastırılmasıyla Japonya açısından yeni bir dönem başlayacaktı.92

Başlayan yeni döneme damgasını vuran olgu, Japonya’nın dış dünyayla

ili şkilerini en aza indirmeye çalışması olacaktır. Đlişkilerin en aza indirilmeye

çalışıldığı dış dünya ise Batı’dır93 1639’da Tokugawa Bakufuku yönetimi, Batı’yla

ili şkilerin sadece ticaret temelinde yürütülemeyeceği, özellikle Hıristiyan

misyonerlerinin faaliyetlerinde somutlaştığı gibi Batı etkisinin geleneksel yapıyı

ortadan kaldıracağı düşüncesiyle Batı’yla ilişkileri en aza indirme kararı aldı. Bu

karar uyarınca, Batılıların Japonya’daki ikametleri ve ticari faaliyetleri

Nagazaki’deki Deşima adasında bulunan Hollanda ticaret merkeziyle sınırlandırıldı.

Japon yurttaşlarının Avrupalılarla bireysel temasları kesildi ve Batı düşüncesini

taşıyan her türlü sanat eserinin ve kitabın ülkeye sokulması yasaklandı.94 Japon

yöneticiler, bu kararı alırken, içte ve dışta barış ile istikrarın sürdürülmesinin ülkenin

mümkün olduğunca dış etkilerden korunmasına bağlı olduğunu düşünmekteydiler.

Japonya’nın bu tarihten itibaren yaklaşık 250 yıl boyunca izlemeye çalıştığı

ve “sakoku” olarak adlandırılan inziva politikası, aslında dış ili şkilerin, dolayısıyla

diplomasinin geri plana atılması anlamına gelmemekteydi. Merkezi otoritenin

yeniden sağlandığı 1582’den beri, Japonya’nın Çin’le haraca dayalı sistem

çerçevesinde kurduğu ilişkiler bozulmaya yüz tutmuştu. Hideyoşi’nin, 1590’larda

Kore’yi işgal girişimi, Çin’in tepkisini çekmiş ve Japon kuvvetleri geri çekilmek

zorunda kalmıştı. Japonya, izlemeye başladığı “sakoku” politikasıyla geleneksel

92 Ibid. , s. 388. 93 Kazui ve Viedeen, bu dönemde Japonya’nın Doğu Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirerek

sürdürdüğüne dikkat çekmektedirler. Kazui ve Viedeen, “Foreign Relations During the Edo Period:

Sakoku Reexamined”, s. 284–285. 94 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 34.

Page 51: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

46

ili şkilerini restore etmek ve Çin’le yakınlaşmak istemekteydi. Çin’den alacağı destek,

Hideyoşi’nin ülke içinde de meşruiyet kazanması açısından çok önemliydi.95

Dolayısıyla, Japonya’nın içe kapanma çabası Batı’dan ve Batı kaynaklı etkilerden

kurtulma ihtiyacından doğmuştur. Bu da Japon diplomasinin tekrar geleneksel

yapısına ve anlayışına dönmesine neden olmuştur.

Fakat 18. yüzyılda, Çin’in zayıflamasına paralel olarak haraca dayalı sistemin

de etkinliğini yitirmeye başlaması, Japonya’nın sürdürdüğü geleneksel diplomatik

ili şkilerin de eski önemini kaybetmesine neden olacaktır. Dolayısıyla, 18. yüzyılda

diplomatik faaliyetler Japonya açısından yoğunluğunu daha da kaybetmiştir. Bu

durum ise, yüzyılın sonundan itibaren Batı etkisinin kendini göstermesiyle

değişmeye başlayacaktır.

18. yüzyıl sonlarında Doğu Asya’da, önce Çin üzerinde başlayan Batı baskısı

yavaş yavaş Japonya üzerinde de görülmeye başladı. Bu baskının iki farklı boyutta

ortaya çıktığı görülmektedir: Birinci boyutta, Batılı güçlerin, ticari faaliyetlerini

yürütebilmek için bölge ülkelerine yaptıkları uluslararası ticarete daha fazla açılma

yönündeki genel baskıları yer almaktadır. Doğu Asya’ya yönelik bu baskıdan,

Japonya da payını düşeni alacaktır. Đkinci boyutta ise, özel olarak Japonya’nın

doğrudan doğruya askeri tehditle karşı karşıya kalması bulunmaktadır. Rusya’nın 18.

yüzyıl sonundan itibaren Sibirya üzerinden bölgeye inmeye çalışması, Japonya’nın

toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdit oluşturmaya başlamıştır.

Batılı güçler, Çin’deki girişimleriyle eş zamanlı olarak, 1790’lardan itibaren

ticari bağların kurulması yönünde Japonya’dan da isteklerde bulundular. Hollanda,

Đngiltere, ABD ve Rusya’nın çeşitli tarihlerde heyetler göndererek yaptıkları bu

girişimler, Japonya’nın Nagazaki dışında başka bir limanı açmayacağını bildirmesi

95 Ronald P. Toby, “Reopening the Question of Sakoku: Diplomacy in the Legimitation of the

Tokugawa Bakufuku”, Journal of Japanese Studies, Vol.3, No:2, (Summer 1977), s. 329–331.

Page 52: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

47

nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.96 Çin gibi ilk aşamada bu isteklere direnebilen

Japonya üzerindeki baskı, Afyon Savaşı sonrasında daha da artmaya başladı. 19.

yüzyılın ilk yarısını mali sıkıntılar ve iç karışıklıklarla geçiren Japonya’nın

güçsüzleşmesi, baskılara direnmesinin daha fazla mümkün olamayacağını

göstermekteydi.97

Nitekim, Pasifik ticaretini geliştirmek isteyen ve bu yüzden Japon limanlarına

ihtiyacı artan ABD, 1853’te Japonya’ya doğrudan askeri güç kullanma tehdidinde

bulunmaya karar verdi. Amiral Perry yönetimindeki Amerikan donanması Temmuz

1853’te Uraga limanına girdi. Amiral Perry, ABD Başkanı Fillmore’un

mektubunun98 Japon Đmparatoru’na iletilmesini istedi. Başkan Fillmore’un mektubu;

Japon limanlarının ticarete açılması ve Amerikan gemilerinin bu limanlardan ikmal

yapabilmesi gibi hususları içermekteydi. Perry, sözkonusu mektuba ek olarak

gönderdiği kendi mektubunda bu “mantıklı ve barışçı önerilerin” kabul edilmemesi

halinde, gelecek baharda daha büyük bir kuvvetle geri döneceğini belirtiyordu.

ABD’den gelen bu tehditkâr istekler Japonya’da büyük bir dalgalanma

yarattı. Yüzyıllardır süren izolasyona rağmen, 18. yüzyıl sonlarından itibaren Japon

aydınlar ve yöneticiler arasında Batı dünyasına ilgi artmaya başlamıştı. Batılı

güçlerin bölgeye yayılmaları ve sahip oldukları teknoloji Japonların dikkatini

çekmiş, Batı üstünlüğü karşısında Japonya’nın fazla dayanamayacağının farkına

varılmaya başlanmıştı. Dünyanın merkezi olma iddiasındaki kadim Çin uygarlığının,

Afyon Savaşları’yla içine düştüğü durum da Japonlar tarafından dikkatle

izlenmekteydi. Nitekim, Japonya’nın ABD ültimatomu karşısında istekleri kabul

96 W. G. Beasley, The Modern History of Japan, London, Weidenfield and Nicolson, 1963, s. 39-45. 97 L. M. Cullen, A History of Japan, 1582-1941: Internal and External Worlds, Cambridge,

Cambridge University Press, 2003, s. 165-172. 98 Beasley, The Modern History of Japan, s. 57–58.

Page 53: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

48

etmesinde, Batı’nın önlenemez gücünün farkında olmasının ve Çin örneğinden ders

çıkartılmasının büyük rolü olacaktı.99 ABD’nin isteklerinin reddedilmesinin,

Japonya’nın bir savaşa girmesine neden olacağı görülmekteydi. Japon yöneticileri

yaklaşık 50 yıldır ABD’nin isteklerine karşı koyabilmelerine rağmen, bu kez

durumun çok ciddi olduğunu, reddin savaş anlamına geleceğini

öngörebilmekteydiler.

Japon yöneticiler 1854 baharında Japonya’ya daha büyük bir güçle geri gelen

Perry’e isteklerinin kabul edildiğini bildirdiler. Bunun üzerine imzalanan bir

anlaşmayla100, birkaç liman Amerikan gemileri için sığınma limanı olarak açıldı. Bu

limanlarda ABD’li konsolosların bulundurulması kabul edildi. Ticaretle ilgili

konuların görüşülmesi ise ileriki bir tarihe bırakıldı. Bu anlaşmanın hemen ertesinde,

Đngiltere ve Rusya da Japonya ile bu yönde anlaşmalar yapacaktır.

Japonya üzerindeki Batı baskısı hızını kaybetmeden devam etti. 1856’da

atanan ilk ABD’li Konsolos Harris’in çabalarıyla, 1858’de ABD-Japonya Dostluk ve

Ticaret Anlaşması imzalandı.101 Çin modelini esas alan bu anlaşmayla, limanlar

yabancı ticaret gemilerine tamamen açılmaktaydı. Söz konusu anlaşmayı, diğer Batılı

güçlerle yapılan benzer “eşitsiz” anlaşmalar izledi. Bu anlaşmalarla Japonya Batı

kapitalizmine eşitsiz bir biçimde açılmakla kalmıyor, Japonya’da bulunan Batılılar

kendi ülke hukuklarına bağlı olmak gibi kapitüler nitelikli haklar da kazanıyorlardı.

1858 Anlaşması’yla başlayan ve daha sonra imzalanan benzer anlaşmalarla

da beslenen süreçte, Japon diplomasisi açısından önemli bir gelişme de, Batılı

ülkelerin Japon topraklarında diplomatik temsilcilikler açmasıdır. Başkent Edo’daki

99 Ibid. , s. 47–52, 59. 100 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 36. 101 Ibid. , s. 37.

Page 54: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

49

elçiliklerden ve limanlardaki konsolosluklardan oluşan bu temsilciliklerle sürekli

diplomasinin bir ayağı kurulmuştur.

Japonya’nın dış baskılar sonucu dünyaya açılması, modernleşmesinin de

yolunu açmıştır. Japon yönetimi Batı baskısından ve onun simgesi olan “eşitsiz

anlaşmalar sistemi”nden kurtulmanın tek yolunun topyekûn bir modernleşmeden

geçtiğini görmüştür. Özellikle, 1868 yılında imparator Meiji’nin 8 yıl süren iç savaş

sonucunda kontrolü yeniden sağlamasıyla, topyekûn modernleşme anlayışı kesin

olarak yerleşmiştir. Bu modernleşme anlayışı, Batı karşısında siyasal, askeri ve

ekonomik boyutlarda durabilmenin, bizatihi ona benzemekten geçtiği düşüncesine

dayanmaktadır.

Söz konusu anlayış çerçevesinde hızla modernleşmeye başlayan Japonya,

güçsüzlüğünün farkında olarak Batı teknolojisini alabilmek ve Batı baskısından

kurtulabilmek için, dış ili şkilerini hızla geliştirme ihtiyacını duydu. Bu atılımın doğal

sonucu diplomasinin kurumsal olarak ve uslüp açısından gelişmesidir.

Kurumsal boyutta, Meiji Restorasyonu’nun başlamasının hemen ertesinde

(1869’da) kabine sistemine geçilmiş ve bağımsız bir dışişleri bakanlığı

oluşturulmuştur.102 Topyekûn modernleşme anlayışı çerçevesinde Batı ülkelerine

eğitim amacıyla gönderilen öğrenciler, bakanlığın gelişiminde ve etkinlik

kazanmasında büyük rol oynamışlardır.103 Zamanla artan nitelikli eleman sayısı,

bakanlığa girmek isteyen adayların 1894’ten itibaren sınavla seçilmesine olanak

vermiş, böylece profesyonelleşme yolunda önemli bir adım atılmıştır.104

102 Beasley, The Modern History of Japan, s. 102. 103 Yurtdışına öğrenci gönderilmesi Meiji Restorasyonu’ndan öncedir. 1865’de Satsuma derebeyliği

15 öğrenciyi Đngiltere ve Fransa’ya göndererek bu yolda ilk adımı atmıştır. Cullen, A History of

Japan, 1582–1941, s. 191. 104 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 124.

Page 55: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

50

Diplomatik üslup boyutuna bakıldığında, Japon diplomasisinin

modernleşmesinde bu açıdan da kısa sürede büyük adımlar atıldığı görülmektedir.

1850’lerin ikinci yarısından itibaren ülkeye gelen Batılı temsilcilerle kurulan

ili şkiler, Japonya’nın modern diplomatik usulleri benimsemesinde etkili olmuştur.

Batılı ülkelerin diplomatik temsilciliklerinin faaliyete geçmesinden kısa bir süre

sonra, Japonya da sürekli diplomasi anlayışını benimseyerek yabancı ülke

başkentlerinde elçilikler açmıştır. 1873’de Japonya’nın ABD ve önemli Avrupa

ülkelerindeki elçiliklerinin sayısı 9’a ulaşmıştır.105

1870’lerden itibaren çok uzun bir dönem boyunca Japon diplomatların temel

uğraş alanlarının “anlaşmalar sistemi”nin ortadan kaldırılması, ya da en azından

tadili olduğu dikkate alınırsa, Japonya’nın diplomasiyi ulusal çıkarlarını korumak

için temel yol olarak benimsediği görülecektir. Japon diplomatları, Japonya’nın artan

gücüne paralel olarak bu çabalarında zamanla başarılar elde edeceklerdir.

Japonya’nın, uluslararası sistemin önemli aktörlerinden biri haline gelmesi,

Batılıların bu ülkeyle diplomatik ilişkilerini geliştirme yolunda adımlar atmalarına

neden olmuştur. Nitekim, 1904–1905 Rus-Japon savaşındaki galibiyetten sonra,

Batılı ülkelerdeki Japon elçilikleri ve Batılı ülkelerin Japonya’daki elçilikleri

büyükelçilik seviyesine çıkarılacaktır. Bu durum, Japonya’nın uluslararası sistemin

en önemli güçlerinden biri olduğunun Batılı ülkeler tarafından da tanınması anlamına

gelmektedir.106

Görüldüğü gibi, Japonya Çin’den farklı bir yol izleyerek Batı’yla ili şki

kurmayı çok daha barışçı bir çerçevede kabul etmiştir. Japonya’nın, konumu

itibarıyla, Batı emperyalizminin müdahalesinden görece daha uzak kalabilmesi de,

Batı’yla ilişkilerinin daha sorunsuz olmasını sağlamıştır.

105 Ibid. , s. 109. 106 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 113.

Page 56: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

51

Fakat, Çin ve Japonya arasındaki temel fark, modernleşmeye bakıştan

geçmektedir. Çin gibi kadim ve gelişmiş bir uygarlığa sahip olmaması, Japonya için

büyük bir avantaj sağlamıştır.107 Bu sayede Japonya hem modernleşme sürecine daha

kolay girebilmiş, hem de Batı’nın gücünün farkında olmasını önleyecek içi boş bir

ideolojik söylem geliştirmemiştir. Modernleşmeyle artan gücü, Japonya’nın

uluslararası sistemde kısa sürede önemli bir aktör olarak belirmesini sağlamıştır. Bu

da Japon diplomasisinin etkinliğinin hem nedeni, hem de sonucudur.

8-Đran’da Diplomasi ve Evrimi

Đran uygarlığının MÖ 6. yüzyılda Pers Đmparatorluğu’nun kurulmasıyla

başlayan gelişim süreci, ülkenin MS 7. yüzyılda Arap egemenliğine girmesiyle yeni

bir boyut kazandı. Bu boyut, Arap egemenliğinin Đran’ı Đslamlaştırmasıdır.

Đslamlaşma, Đran’ın tüm toplumsal kurum ve ilişkilerinin Đslam çerçevesinde yeniden

biçimlenmesini sağlamıştır. Toplumsal ilişki ve kurumların yeniden biçimlenişi

siyasal alana da yansımıştır. Fakat, Đslamlaşmanın siyasal alandaki etkilerinin açık

bir biçimde ortaya çıkabilmesi için, Đran’ın bağımsız bir ülke olarak tarih sahnesinde

yeniden belirmesi gerekecektir.

Arap egemenliğiyle başlayan ve daha sonra Selçuklu ve Timur

Đmparatorluğu’yla devam eden yabancı hâkimiyeti 15. yüzyıldan itibaren çözülmeye

başlamıştır. 15. yüzyıl sonunda ortaya çıkan Safeviler Đran’da kontrolü tamamen ele

geçirmiş, böylece Đran yeniden bağımsız bir ülke olmuştur. Safevi Hanedanlığı

bugünkü Đran’ın temellerini atarak, günümüze kadar devam eden devlet yapısını

kurmuştur. Dolayısıyla, Đran’ın diplomasi anlayışının evriminin incelenmesinin,

Safevi Hanedanlığı’yla başlatılması uygun olacaktır.

107 Oral Sander, Siyasi Tarih: Đlkçağlardan 1918’e, 9. B., Ankara, Đmge Yay., s. 276-277.

Page 57: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

52

Safevi egemenliğindeki Đran’ın, Çin ve Japonya’nın aksine, diplomasiye daha

ilk kurulduğu dönemden itibaren büyük önem verdiği görülmektedir. Bunun temel

nedenleri; dayandığı siyaset felsefesinin olumlu etkisi, jeopolitik konumunun Çin ve

Japonya tarzı bir izolasyona izin vermemesi, ekonomik yapısında ticaretin oynadığı

rol ve heterojen demografik yapısıdır.

Bu nedenler ana hatlarıyla irdelendiğinde şu sonuçlara varılabilir:

Şah Đsmail tarafından kurulan yeni devletin resmi mezhep olarak Şiili ği

benimsemesi, Đran’ın tüm siyasal kurumlarının bu mezhep çerçevesinde örgütlenmesi

sonucunu doğurmuştur. Bu da, doğal olarak, Đran’ın diplomasi anlayışının Şiilik

çerçevesinde şekillenmesine neden olmuştur.

Şiilik, Safevi Hanedanı’nın Đran toplumu üzerinde egemenlik kurmasına

yarayan bir meşruiyet kaynağı olarak benimsenmiştir. Safevi Hanedanı üyeleri, Đran’ı

Şiileştirmiş; bu sayede demografik olarak büyük bir çeşitlilik görülen coğrafyada

ortak dinsel değerlere sahip bir kitle yaratmayı hedeflemişlerdir. Đran’ın

Şiileştirilmesi, Şah’ın Şii doktrinini kendi mutlak egemenliğini sağlaması açısından

da işlevseldi. Şah, “yedinci imamın torunu, Safevi tarikatının bir şeyhi ve kayıp

imamın bir bedene bürünüşü”ydü.108 Đran Şiili ği, kuruluşu itibarıyla daha çok içsel

bir nitelik taşımış, Şah’ın Đran üzerindeki egemenliğinin dinsel ve ideolojik aygıtı

olarak kullanılmıştır.

Đran’ın Şiili ğe geçişinde dış politik etkenlerin de büyük rolü bulunmaktadır.

1501’de kendini Đran Şahı ilan eden Đsmail, Sünni egemenliğindeki bir coğrafyada

ayrı bir siyasal yapı oluşturabilmek için farklı bir meşruiyet kaynağı yaratmanın

108 Ira M. Lapidus, Đslam Toplumları Tarihi Cilt 1: Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla,

Çev:Yasin Aktay, Đstanbul, Đletişim Yay., 2002, s. 407.

Page 58: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

53

gerekliliğini görmüştür.109 Şah Đsmail, o dönemde Đslam dünyasında egemen olan üç

büyük devletin (Osmanlı, Memluk ve Şeybani) Sünniliğe dayandığından hareket

ederek, yeni bir devletin yeni ideolojik temellere oturması gerektiğini düşünmüştür.

Sünni güçler arasında yeni bir siyasal yapının oluşturulması ve devletin dıştaki

meşruiyetinin sağlanması, ancak farklılık yaratılmasıyla mümkün olacaktı. Bunu

sağlamak için de Şiili ğe başvurulmuştur.110

Şiili ğin benimsenmesinin ve Đran’ın siyaset felsefesinin temeline

oturtulmasının çeşitli sonuçları olmuştur:

Öncelikle, Şiili ğin benimsenmesi Đran’ı Sünni Đslam dünyasıyla yüzyıllar

boyunca etkili olacak bir karşıtlığa sokmuştur. 16. yüzyıl başında Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Sünni dünyasının liderliğini kesin bir biçimde almasıyla, Osmanlı

Đmparatorluğu-Đran rekabetiyle somutlaşan Sünni-Şii karşıtlığı, Đran’ın elindeki bütün

imkânları, bu bağlamda diplomasiyi de, kullanmaya çalışmasının yolunu açmıştır.

Şiili ğin benimsenmesinin bir başka önemli sonucu da, Đran’ın tüm Đslam

dünyası üzerinde bir “üniversal merkez” olma iddiasına sahip olmasını

engellemesidir. Đslam dünyasının büyük çoğunluğunun Sünni olması ve Đran’ın

uzlaşmaz ve militan Şii anlayışı, Şah’ın bütün Đslam dünyası üzerinde üniversal bir

imparatorluk kurmak gibi bir söyleme sahip olmasını teoride ve pratikte çok

zorlaştırmaktaydı. Şah Đsmail’in, Safevi yönetimini kurduğu ilk dönemde bu yönde

bir söylemi olsa da, Osmanlı Đmparatorluğu karşısında 1514’te Çaldıran’da alınan

yenilgi bunun geçerliliğini büyük oranda ortadan kaldırdı. Şah Đsmail’in temsil ettiği

109 Gibb ve Bowen, Şah Đsmail ve Safevilerin Sünnilik karşısında büyük oranda güç kaybeden Şiili ği

yeniden dirilterek, adeta ulusal bir kilise kurduklarını belirtmektedirler. H. A. R. Gibb ve Harold

Bowen, Islamic Society and the West, Vol.I., Part II, 4. Ed., London, Oxford University Press, 1969,

s. 73. 110 Mehrdad Kia, “Pan-Đslamism in Late Nineteenth-Century Iran”, Middle Eastern Studies, Vol.32,

No:1, (January 1996), s. 32.

Page 59: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

54

“mehdici-sufist” akım, yerini kısa sürede muhafazakâr bir Şiili ğe bıraktı. Mehdici-

sufist anlayışın devrimci yanı, kurulan yeni siyasal düzen açısından da tehlikeli

olabilecekti.111

Şiili ğin muhafazakârlaşması, Safevi Hanedanlığı’nın siyasal söylemini

değiştirmiştir. Bu çerçevede, Đran kendini Đslam dünyasının büyük çoğunluğundan

ayırarak, Đslam dünyası içinde üniversal liderlik söylemini dile getirmekten

kaçınmaya başlamıştır. Bu durum diplomasisinin gelişiminde olumlu rol oynamış,

Đran erken dönemlerden itibaren çok-yanlılığa ve tarafların egemen eşitli ğine dayalı

diplomasi anlayışını benimsemiştir.

Đran’ın jeopolitik konumu da diplomasi anlayışı üzerinde derin etkilerde

bulunmuştur. Đran, coğrafi konumu itibarıyla yüzyıllar boyunca değişik aktörlerin

güç mücadelelerine sahne olmuştur. Bölgenin güç mücadelelerine sahne olması,

Đran’ın çeşitli güçlerin diplomatik ilişkilerinin odağında olması sonucunu

doğurmuştur. Ayrıca, bulunduğu coğrafyanın merkezi konumu ve Doğu ile Batı

arasındaki köprü niteliği, Đran’da hüküm süren bütün yönetimlerin Balkanlar’dan

Çin’e, Orta Asya’dan Hint Körfezi’ne kadar geniş bir coğrafyayla askeri, siyasal,

ekonomik ve kültürel ilişkiler içinde olmasını zorunlu kılmıştır.

Đran’ın jeopolitik konumunun yol açtığı bu tarihsel miras, Safevi devrinde de

dış ili şkilerin -döneme göre önem derecesi değişmekle birlikte- sürekli biçimde ülke

gündeminde en önde yer almasına neden olmuştur. Safevi Hanedanı, kurulduğu ilk

günden itibaren, özellikle Osmanlı Đmparatorluğu’yla güç mücadelesine girdiğinden,

gerek Osmanlı Đmparatorluğu, gerek diğer ülkelerle diplomatik ilişkilerini geliştirme

ihtiyacı içine girmiştir.

111 Lapidus, Đslam Toplumları Tarihi, s. 406.

Page 60: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

55

Jeopolitik konumu, Đran’ın dış politika ve diplomasi anlayışının reel-politik

dinamiklerden uzak, idealist bir çerçeveye oturmasını da engelleyen bir etken

olmuştur. Đran, Osmanlı Đmparatorluğu’nun hemen ardından 19. yüzyılın getirdiği

koşulların farkına varmış, dış politikasını yeni konjonktüre uygulamakta Çin ve

Japonya’ya nazaran daha erken davranmıştır.

Jeopolitik konumunun da etkisiyle Đran’ın, dinsel ve ideolojik dogmatizmden

görece daha uzak olduğu da görülmektedir. Kurulduğu dönemden itibaren, Đran da,

tıpkı Osmanlı Đmparatorluğu gibi, ittifak ve işbirliği arayışlarında dinsel ve ideolojik

anlayışını belli oranda aşarak daha pragmatik bir dış politika izleyebilmiştir. Aslında,

Şii anlayışına rağmen Đran da Osmanlı Đmparatorluğu gibi dış politikasını Đslami

temellere dayandırmaktaydı. Bu da, ileride inceleneceği gibi, Đslam hukukçuları

tarafından geliştirilen ve gayrı-Müslim ülkelerle ilişkileri düzenleyen “Dar-ül Harb,

Dar-ül Đslam” anlayışının Đran tarafından da benimsenmesini sağlamıştı. Buna

rağmen, dış politikada Đran’ın da, Osmanlılar gibi, reel-politik kaygılarla hareket

ettiği görülmektedir. Örneğin, Đsmail’in kendini Đran Şahı ilan ettiği 1501’de,

Venedik’le Osmanlılara karşı ittifak görüşmeleri yaptığı ve Venedikliler’den silah

sağladığı bilinmektedir.112 Bu reel-politik anlayış, birkaç yıl sonra Basra Körfezine

gelerek bölgeye yerleşen Portekizlilere karşı da sürdürülmüştür. Nitekim, 1515’de

Đran ve Portekiz arasında Osmanlı Đmparatorluğu’na karşı bir ittifak antlaşması

imzalanmıştır.113 Kuruluşundan itibaren bölgede etkili bütün ülkelerle diplomatik

ili şkilerini geliştiren Đran, bu anlayışını 20. yüzyıla kadar hiç terk etmeden

sürdürecektir.

112 Adel Allouche, Osmanlı-Safevi Đlişkileri: Kökenleri ve Geli şimi , Çev:Ahmed Emin Dağ,

Đstanbul, Anka Yay., 2001, s. 90-91. 113 Abdul Aziz M. Awad, “The Gulf in the Seventeenth Century”, Bulletin (British Society for

Middle Eastern Studies), Vol.12, No:2, (1985), s. 123.

Page 61: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

56

Đran’ın diplomasi anlayışını etkileyen bir diğer etken ise, binlerce yıldır

kıtalararası ticaretin geçiş noktası olmasıdır. Đpek ve Baharat yollarının Đran’dan

geçmesi Đran’ı kıtalararası ticaretin en önemli ülkelerinden biri haline getirmiştir.

Ayrıca, Đran’da ipek üretiminin 13. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlaması, 15.

yüzyılda Đran’ın dünya ipek üretimi ve ihracatında çok önemli bir yere sahip olmasını

sağladı. Sözkonusu dönemde ipek ihracatının Đtalya’ya kadar uzandığı

görülmektedir.114 Bu durum, Đran’ın doğusu ve batısındaki birçok ülkeyle ticari

temaslarının, dolayısıyla diplomatik ilişkilerinin artmasına neden olmuştur.

Đran yöneticilerinin genel olarak ticareti teşvik eden tutumları, ticaretin

gelişmesinde rol oynayan bir başka etkendir. Ülkede ticaretin gelişmesi için gerekli

bütün kolaylıkları sağlamada gösterilen özen, Batılıların ticari faaliyetlerde

bulunmak için Đran’a gelişlerini cesaretlendirmiştir. Đran, ülkeyi dış ticarete açmakta

Çin ve Japonya’nın gösterdiği kısıtlayıcı ve engelleyici tutumun aksine, Osmanlı

Devleti gibi istekli ve destekleyici bir tutum takınmıştır.

Bu bağlamda, 1507’de Portekizlilerin Basra Körfezi’nde ticari faaliyetlere

başlamaları, Osmanlı Devleti’ne karşı bir destek sağlama amacını taşımakla birlikte,

aynı zamanda ticaretin geliştirilmesi ve ticaret yollarında Osmanlı Devleti’ne

bağımlılığının azaltılması için de Đranlılarca desteklenmiştir. Özellikle, 16. yüzyıl

sonunda tahta çıkan Şah I. Abbas döneminde, ülke içinde üretimi arttırmak için

önemli adımlar atılmıştır.115

16. yüzyıl başından itibaren Đngiliz tacirlerin bölgeye gelişleri, Đran’ın

Portekizlilere olan bağımlılığını azaltmış, Batı’yla farklı bir kanalla da ticari bağ

kurulabilmesinin yolunu açmıştır. 1616’da Đngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası

114 Ahmad Seyf, “Silk Production and Trade in Iran in the Nineteenth Century”, Iranian Studies,

Vol.XVI, No:1-2, (Winter-Spring 1983), s. 52. 115 Lapidus, Đslam Toplumları Tarihi, s. 400.

Page 62: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

57

Đran’da serbest ticaret yapma hakkını elde etmiş, bunun karşılığında Đngilizler,

Portekizlilerin bölgeden uzaklaştırılması için Đran’la askeri işbirliği yapmıştır.116

Đngilizleri, 1645’de Hollandalılar, 1664’te de Fransız Doğu Hindistan

Kumpanyası vasıtasıyla Fransızlar izledi. Bu üç ülke de, bölgede Đranlılar tarafından

sağlanan ticari ve hukuksal imtiyazlardan ve haklardan yararlanarak, üretim ve

ticaret merkezleri kurdular.117 Bu ülkelerin vatandaşı olan tacirlerin, faaliyetlerini

kısa bir sürede Đran’ın diğer bölgelerine de kaydırdıkları görüldü.118

Đran’ın bölge ve Batı ülkeleriyle ticaretinin artması, diplomasinin üslup

boyutunda gelişiminde önemli bir rol oynadı. Đran yöneticileri ticari bağlar kurdukları

ülkelerle diplomatik ilişkilerini de geliştirmiş, bu sayede Osmanlı Đmparatorluğu’na

karşı destek sağladıkları gibi, Batılı güçleri birbirlerine karşı da kullanmışlardır.

Đran’ın sahip olduğu gayri-Müslim nüfus da diplomatik ilişkilerin gelişiminde

rol oynamıştır. Đran’da yaşayan özellikle Ermeni ve Yahudilerin, başka ülkelerdeki

diğer diaspora gruplarıyla bağları ve temasları dolaylı olarak Đran’ın da o ülkelerle

ili şkilerinin gelişmesini sağlamıştır. Bu bağlar, Đranlı yöneticiler tarafından, Đran’ın

ticari ilişkilerinin gelişmesi için kullanılmıştır. Özellikle, himaye edilen Ermeni

tüccarlar, Đran’ın yabancılarla ticari ilişkilerinde arabulucu rolü oynamışlardır.

Bunlar, yakın ilişki içinde oldukları Đngiliz, Hollandalı ve Fransız tüccarlarla

ortaklıklar kurarak, Đran’ın ticaretinde önemli bir yere sahip olmuşlardır.119 Batılı

ülkelere sosyo-kültürel açıdan daha yakın olan gayrı-Müslim topluluklar, Đran’ın

116 Awad, “The Gulf in the Seventeenth Century”, s. 125. 117 Lapidus, Đslam Toplumları Tarihi, s. 401. 118 Batılı tacirlerin artan faaliyetleri için bkz: Rose Greaves, “Iranian Relations with European

Trading Companies to 1798”, The Cambridge History of Iran, Vol.7, Cambridge, Cambridge

University Pres, 1991, s. 350–373. 119 Lapidus, Đslam Toplumları Tarihi, s. 400, 402.

Page 63: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

58

Batı’yla ticaret temelinde kurduğu, fakat diğer alanlara da yansıyacak ilişkilerin

gelişiminde önemli rol oynayacaklardır.120

Şah I. Abbas döneminde gücünün doruğuna çıkan Đran, 17. yüzyılın ikinci

yarısında ise gerileme dönemine girmiştir. Bu dönemde artan iç sorunlar, Đran’ın

gerilemesindeki en önemli nedeni oluşturmaktadır. Devletin sürüklendiği iç

karışıklar, 1722’de Safevi Hanedanı’nın doğudan gelen Afgan güçleri tarafından

yıkılmasına yol açtı. Ayrıca, Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya’nın durumdan

yararlanarak Đran’ın çeşitli bölgelerini işgaliyle, Đran’ın bağımsızlığı ciddi bir tehlike

içine girdi. Đran’ı, içine girdiği bu durumdan kurtaracak gelişme ise, Rusya ve

Osmanlı Đmparatorluğu arasında Đran topraklarının paylaşımı konusunda anlaşmazlık

çıkması oldu.

Đran tahtını Safevi Hanedanı adına yeniden ele geçiren Şah Tahmasp Mirza,

ülkeyi içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak için bundan yararlanmaya çalıştı.

Tahmasp Mirza, 1723’te Rusya ile bir anlaşma imzalayarak, Rusya’nın askeri destek

karşılığında Azerbaycan topraklarını işgalini kabul etti.121 Bu anlaşma, Đran’ın,

diplomasiyi varlığını sürdürmek için kullanmasının ilk örneğini oluşturmaktadır.

Fakat, Osmanlı Đmparatorluğu’yla Rusya arasında Đran topraklarının geleceği

hususunda Fransa’nın arabuluculuğuyla anlaşma sağlanması, Đran diplomasisinin

başarısının kısa süreli olmasına yol açtı. 1724’te Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya,

Đran topraklarının paylaşımında anlaştılar.122 Ancak, Rusya’nın, bu anlaşmaya

rağmen, Osmanlıların Đran’da önemli alanları denetlemesini istemediği kısa sürede

anlaşıldı. Bu durum, Đran’da dengelerin değişmesini sağlayacaktır.

120 Bu durum, Osmanlı Đmparatorluğu’ndaki gayrı-Müslim azınlıkların oynadığı rolle büyük benzerlik

göstermektedir. 121 F. Kazemzadeh, “Iranian Relations with Russia and the Soviet Union to 1921”, The Cambridge

History of Iran , Vol.7., Cambridge, Cambridge University Press, s. 318–319. 122 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., s. 189–194.

Page 64: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

59

Topraklarının önemli bir kısmı Osmanlı, Rus ve Afgan işgalinde bulunan

Đran’da, Nadir Şah’ın 1727’de iktidarı eline almasıyla yeni bir dönem başladı.

Diplomasi ve askeri gücün birlikte kullanımını içeren akıllı bir strateji belirleyen

Nadir Şah, önce doğuya yönelerek Afganlıların elindeki Đran topraklarını geri aldı.

Daha sonra batıya, Osmanlı Đmparatorluğu’na dönen Nadir Şah, Rusya’nın desteğini

alarak saldırıya geçti. O dönemde kendi de iç sorunlarla boğuşan Osmanlı

Đmparatorluğu elindeki Đran topraklarını kaybetmeye başladı. Rusya’yla giriştiği

diplomatik süreç, Đran’ın Osmanlıları yenilgiye uğratmasında çok önemli rol

oynamıştır.

Osmanlılar karşısındaki askeri başarıları, Rusya’nın işgal ettiği Đran

topraklarından çekilmeyi kabul etmesiyle kazanılan diplomatik zafer izledi. Đran,

Rusya’yla 1735’de imzaladığı Gence Antlaşması’yla büyük bir diplomatik başarı

kazandı.123 Bunu, Osmanlı-Đran savaşını sona erdiren ve Osmanlıların işgal ettikleri

Đran topraklarından çekilmesini içeren 1736 tarihli Osmanlı-Đran Antlaşması izledi.124

Nadir Şah, ülkeyi içine düştüğü kriz ve bölünme tehlikesinden kurtardıysa da,

yaşanan bu süreçte Đran’ın güçsüzlüğü kendini göstermeye başlamıştır. Đranlı

yöneticiler ülkenin bütünlüğünü sadece kendi askeri güçleriyle koruyamamış,

diplomatik yolları kullanmak zorunda kalmışlardı. Rusya’nın Osmanlı

Đmparatorluğu’na karşı Đran’ı desteklemesi, Nadir Şah’ın başarısının temel nedeni

olmuştu. Ayrıca, Rusya, Nadir Şah’a sadece siyasal destek vermemiş, Đran’a topçu

kuvveti ve mühendis subaylar göndererek doğrudan askeri yardımda da

123 Rauhollah K. Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, Charlottesville, University

Press of Virginia, 1966, s. 23–25. 124 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. IV., s. 230-234.

Page 65: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

60

bulunmuştu.125 Yani, Đran’ın askeri alanda gerilediği yavaş yavaş görülmeye

başlamıştır.

Bu durum, Đran’ın bağımsızlığını korumak için dengeleri gittikçe daha fazla

kolladığı ve yabancı güçlerin Đran üzerindeki etkinliklerini arttırdığı bir döneme

girildiğini göstermekteydi. Aynı dönemde, benzer bir sürece giren Osmanlı

Đmparatorluğu Đran üzerindeki etkinliğini yitirecektir. 18. yüzyıl sonunda

belirginleşeceği gibi, Đran üzerinde belirleyici güçler Rusya ve Đngiltere olacaktır. 19.

yüzyıl başından itibaren, Đran’ın iç ve dış politikası Rusya ve Đngiltere’nin dış

politikaları ve bu iki ülke arasındaki rekabet tarafından şekillendirilmeye, hatta

belirlenmeye başlayacaktır.126

Đran’ın uluslararası sisteme tamamen dâhil olmak zorunda kalmasını başlatan

süreç, 19. yüzyılın hemen başında ortaya çıkmıştır. Đngiltere, Napolyon’un 1798’de

Mısır’ı işgal etmesi ve Rusya ile ortak bir Hindistan seferi projesinden duyduğu

endişe nedeniyle, Đran’la ilişkilerini geliştirme ihtiyacı duydu. 1799’da Tahran’a

gönderilen John Malcom, uzun görüşmeler sonucunda, 1801’de iki ülke arasında bir

ittifakın ve ticaret anlaşmasının imzalanmasını sağlamayı başardı.127 Đran’ın

Afganistan’a karşı Đngiltere’nin desteğini almak istemesi, antlaşmayı

imzalamasındaki en önemli nedendi. Đran, imzaladığı ilk ittifak olan bu antlaşmayla,

çağdaş diplomasi usullerini kullanma yolunda ilk adımı atmıştır.

Bu antlaşmayı Fransa’yla 1807’de imzalanan bir başka ittifak antlaşması

izledi.128 Fransa’yla yapılan ittifakla, Đran, Rusya tarafından ele geçirilmiş olan

Gürcistan topraklarını geri almayı planlamaktaydı. Đttifak antlaşması, Napolyon’un

125 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 24. 126 Ibid. , s. 36. 127 J. C. Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics: A Documentary Record,

Vol.I, 2. Ed., New Haven and London, Yale University Press, 1975, s. 122-123. 128 Ibid. , s. 184–185.

Page 66: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

61

gücünün doruğunda olduğu bu dönemde, Đranlı yöneticilerin uluslararası dengelerden

yararlanmaya çalıştıklarının önemli bir örneğidir.

Bu antlaşmanın bir başka önemli yanı, Đran’ın, askeri alandaki güçsüzlüğünün

farkına vararak, Fransa’nın desteğiyle ordusunu modernleştirme girişimlerine de

başlamasına olanak sağlamasıdır. Tahran’a gönderilen Fransız diplomatik

misyonunda bulunan General Gardane, Đran ordusunun yeniden organizasyonu ve

modernleştirilmesi çalışmalarını başlatmıştır.129

Đttifak Antlaşması’nın 5. maddesi, Fransa’nın Tahran’da bir sürekli

diplomatik temsilcilik açmasını içermekteydi. Dolayısıyla, bu antlaşma, Đran’da

yabancı bir ülkenin ilk defa diplomatik temsilcilik açmasına olanak sağlaması

itibarıyla da önem taşımaktaydı. Bu antlaşmanın sadece iki yıl yürürlükte kalması

nedeniyle, açılan diplomatik temsilcilik kısa ömürlü olmuştur.130

Fransa’nın Đran üzerinde etkinlik kazanmasından endişelenen Đngiltere, Đran’a

yeni bir ittifak önerdi. Napolyon’un bu sırada Rusya’yla yakınlaşması131 Đran’da

rahatsızlık yaratmıştı. Tilsit Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra Rus

birlikleri Nahçıvan ve Erivan’a girmişti. Bu bölgeleri kendi toprağı olarak sayan Đran,

Fransa’nın Rusya’ya destek verdiğini görmüştü. Bu durum, 1809’da Đran-Đngiltere

ittifakının yeniden doğuşunu sağladı.

Đmzalanan bu ittifak antlaşması132 uyarınca, Đran diğer ülkelerle yaptığı bütün

anlaşmaları iptal edecek, hiçbir ülkenin kendi toprakları üzerinden Hindistan’a

129 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 40–41. 130 Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics, s. 184. Fransa, Tahran’daki

sürekli diplomatik temsilciliğini 1855’de yeniden açacaktır. Anderson, The Rise of Modern

Diplomacy, s. 108. 131 1807’de iki ülke arasında imzalanan Tilsit Antlaşması’yla ittifak kurulmuştu. 132 Rose Greaves, “Iranian Relations with Great Britain and British India, 1789–1921”, The

Cambridge History of Iran , Vol.7, Cambridge, Cambridge University Press, s. 384.

Page 67: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

62

saldırmasına izin vermeyecekti. Đngiltere ise, Đran’a askeri ve mali destek verecekti.

Đran herhangi bir Avrupa ülkesinin saldırısına uğrarsa, Đngiltere o ülkeyle barıştaysa

önce arabuluculuk yapacak, eğer arabuluculuk başarısızlıkla sonuçlanırsa Đran’a

askeri yardımda bulunacaktı.

Bu anlaşma iki açıdan büyük öneme sahiptir: Birincisi, üstü kapalı da olsa,

antlaşma, Đran’ın, toprak bütünlüğünü korumak için artık bir başka gücün desteğine,

hatta garantisine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Đran açısından

diplomasi, ülkenin bütünlüğü açısından çok önemli bir nitelik kazanmıştır. Đkincisi,

bu antlaşmanın diplomasinin kurumsal yönden gelişimi açısından da önemi

büyüktür. Çünkü, bu antlaşmayla Đngiltere, Tahran’da “gerçek anlamda” sürekli

diplomatik temsilcilik açan ilk ülke olmuştur. Antlaşmanın imzalandığı yıl bu

temsilcilik faaliyete geçmiştir. Böylece, Đran açısından, sürekli diplomasinin

benimsenmesi yolunda ilk adım atılmış oldu. 1809’da, Đran da, Londra’ya bir

diplomatik heyet göndererek Batılı hükümetlerle doğrudan temasa geçme yolunda ilk

adımı attı. Daha önce Avrupalı güçlerle diplomatik ili şkiler, Körfez bölgesinde

bulunun ticari ve askeri üsler vasıtasıyla yürütülmekteydi.133

1809 Antlaşması’nın ardından, 1812’de Đngiltere’yle yeni bir antlaşma daha

imzalandı.134 Bu antlaşmayla, Đran Hindistan’a herhangi bir Avrupa ülkesi tarafından

yapılacak saldırıyı engellemeyi kabul ederken, Đngiltere de, Đran’ın herhangi bir

Avrupa ülkesinin işgaline uğraması durumunda, askeri ve mali destek sağlamayı

kabul etmiştir.

Fakat, Đngiltere’nin verdiği bu garantinin kağıt üzerinde kaldığı görülecektir.

1812’de Rusya ile Đran arasında Gürcistan meselesi yüzünden çıkan savaşta Đran ağır

133 Peter Avery, Modern Iran , New York and Washington, Frederick A. Praeger Publishers, 1965, s.

36. 134 Greaves, “Iranian Relations with Great Britain and British India, 1789–1921”, s. 385.

Page 68: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

63

bir yenilgiye uğradı. O dönemde, Đngiltere ve Rusya, Napolyon’un Rusya’ya saldırısı

nedeniyle müttefik olmuşlardı. Bu yüzden Đngiltere anlaşmayı uygulamadı.135 Sadece

iki ülke arasında barış için arabuluculuk yaptı. 136 Savaş sonunda 1813 ekiminde

imzalanan Gülistan Antlaşması’yla137, Đran, Rusya’nın Kafkasya üzerindeki

egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Antlaşma ayrıca, Hazar Denizi’nde Rus

donanması bulunabilmesini ve Rus tüccarlara ticari kolaylıklar sağlanmasını da

içeriyordu. Antlaşma’nın 7. maddesi her iki ülkenin birbirlerinin başkentlerinde

sürekli elçilik açmasını içermekteydi. Fakat bu madde uygulanmadı.

Đran’ın Rusya karşısında aldığı ağır yenilgi, Đngiltere’ye olan ihtiyacını daha

da arttırmıştır. Bu çerçevede, 1814’de, 1809 ve 1812 Antlaşmaları doğrultusunda

yeni bir antlaşma imzalandı.138 Tahran’da imzalanan Đran-Đngiltere Savunma

Antlaşması’yla, 1809 ve 1812 antlaşmalarının hükümleri bir kez daha teyid edildi.

Yeni olan hüküm ise, Đngiltere’nin Đran’a yıllık ödemeler şeklinde mali destek

vermeyi kabul etmesidir. Ayrıca, Đngiltere’nin, Đran’ın daha disiplinli ve güçlü bir

ordu kurma çalışmalarını desteklemesi de kararlaştırılmıştır.

Đran, Gülistan Antlaşması’yla Rusya’nın Gürcistan üzerindeki egemenliğini

tanımak zorunda kaldıysa da, bu antlaşma ülkede memnuniyetsizliklerin artışına

neden oldu. Rusya’nın 1826’da Gökçay bölgesini işgal etmesi üzerine, Şii din

adamlarının öncüğündeki bir grup Rusya’ya karşı cihat ilan edilmesi için Şah’a baskı

yaptı.139

Şah’ın bu kesimlerin baskısına dayanamaması Rusya’yla yeni bir savaşın

başlamasına yol açtı. Đki yıl süren savaş, Đran’ın yenilgisiyle sonuçlandı.

135 Kazemzadeh, “Iranian Relations with Russia and the Soviet Union to 1921”, s. 334. 136 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 45. 137 Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics, s. 198. 138 Ibid ., s. 199–201. 139 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 46.

Page 69: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

64

Đngiltere’nin, 1814 Antlaşması hükümleri çerçevesinde Đran’a destek vermekten

kaçınması, Đran’ın Rusya karşısındaki yenilgisini daha da kolaylaştırmıştır.

Savaşı sona erdiren 1828 tarihli Türkmençay Antlaşması çok ağır hükümler

içermekteydi.140 Antlaşma uyarınca, Đran Rusya’nın Erivan ve Nahçıvan üzerindeki

egemenliğini tanıdı. Đki ülke arasında Rusya lehine kapitüler bir rejim kuruldu.

Rusya’nın Đran’daki Hıristiyanların hamisi olduğu kabul edildi ve Đran ağır bir savaş

tazminatı ödemek zorunda kaldı. Đran tarihindeki “en utanç verici antlaşma”141

olarak nitelendirilen bu antlaşma, Đran’ın artık Rus tehdidini çok daha açık bir

biçimde hissetmesine neden olacaktı.

Bu antlaşmanın içerdiği bir başka önemli hüküm ise, 1813 Gülistan

Antlaşması’nda yer alan, fakat uygulamaya geçemeyen, karşılıklı olarak sürekli

diplomatik temsilcilik açılmasının tekrar bağıtlanmasıdır. Bu hüküm uyarınca, Rusya

1828’de Tahran’da sürekli elçilik açmış, daha sonra bir Đran diplomatik heyeti de St.

Petersburg’a gitmiştir. Antlaşma, Đran’ın sürekli diplomasi anlayışını benimsemesi

açısından çok önemli bir kilometre taşı olmuştur.

Türkmençay Antlaşması’yla başlayan dönemde, Đran artık tam anlamıyla iki

büyük gücün (Đngiltere ve Rusya’nın) etkisi altına girmiştir. 20. yüzyılın ortalarına

kadar uzanan bu süreçte, Tahran’da bulunan Rus ve Đngiliz elçiliklerinin temel

görevi, Đran’da herhangi bir gücün etkinlik kazanmasını engellemek, bu yönde

Đran’ın iç ve dışişlerine müdahale etmek ve birbirlerini dengelemek olacaktır. 142

Buna rağmen, Đran’ın, özelikle yüzyılın ilk yarısında, sözkonusu yeni reel-

politik durumu anlamak ve o çerçevede hareket etmek açısından çok da başarılı

olduğu söylenemez. Bunun temel nedenleri şunlardır:

140 Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics, s. 231–237. 141 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 46. 142 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 108.

Page 70: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

65

Öncelikle, Đran’ın sosyo-ekonomik yapısı, dış politikanın kesintisiz biçimde

realist anlayışla belirlenmesi ve izlenmesini engellemiştir. Bunun en önemli nedeni,

Şii din adamlarının siyasal sistem içindeki kırılamayan etkileridir. Genel olarak,

modernleşme sürecine karşı muhalefet yürüten Şii din adamları, yabancı güçlerle

işbirliğine dayalı barışçı bir dış politika anlayışını da sürekli olarak eleştirmişlerdir.

Halk üzerindeki etkileri, Đran yöneticilerinin dış politika konularında ister istemez

daha geleneksel ve Đslami bir tutum almalarına yol açmıştır. Bu da Đran’ın çoğu

zaman gereksiz yere büyük güçlerle sorunlar yaşamasına neden olmuştur.

Đkinci önemli neden ise, bizzat Đran Şahları ve yöneticilerinin eski

imparatorluk anlayışından kopmakta gösterdikleri başarısızlıktır. Çoğu durumda eski

imparatorluk geleneği canlanmış, bu çerçevede, Đran’ın Afganistan ve Kafkasya’daki

irredantist hevesleri kabarmıştır. Đran yöneticileri ve halkında, Đran’ın Şah Đsmail, Şah

Tahmasb, Şah Abbas ve Nadir Şah dönemlerindeki gücü ve sahip olduğu sınırları,

hep yeniden ulaşılması gereken bir hedef olarak görülmüştür. Bu anlayış, özellikle

19. yüzyılın ilk yarısında çok belirgindir.143 Nitekim, Đran’ın 1856-1857’de Herat’ı

ele geçirmek için Đngiltere’yle savaşa girmek zorunda kalmasında, bu anlayışın

etkileri rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.144

Bütün bu geleneksel anlayışın etkilerine rağmen, Đran’ın modernleşme

yolunda önemli adımlar attığı/atmak zorunda kaldığı görülmektedir. Her şeyden

önce, Đran’da modernleşme doğrudan doğruya Batı’nın ülke üzerindeki etkisinin

artışının bir sonucudur. Yukarıda vurgulandığı gibi, 19. yüzyıl başında

güçsüzlüğünün farkına varmaya başlayan Đran, Batı’nın askeri üstünlüğü karşısında

modernleşmesini askeri alanda başlatmıştır. Đlk dönemde imzalanan bütün ittifak

143 Ramazani, The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, s. 49. 144 Greaves, “Iranian Relations with Great Britain and British India, 1789-1921”, s. 394–395.

Page 71: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

66

antlaşmalarında, Đran’ın, ordusunu modernleştirmek için Batılı ülkelerden askeri

eğitmenler getirtmesi hükmü bulunmaktadır.

Bu dönemde Đran açısından belirginleşmeye başlayan bir diğer olgu da,

Đran’ın kesin bir biçimde, bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumasının Batılı ülkelerle

kuracağı diplomatik bağlardan geçtiğini görmesidir. Đran, Batılı güçlerle ittifaklar

kurarak ülkesel çıkarlarını sağlamaya çalışmıştır. Özellikle Rus tehdidinin

belirginleşmesi, Đran’ın hem Đngiltere’yi bir denge unsuru olarak görmesine, hem de

Rusya’yı yatıştırmak için bu ülkeyle diplomatik ilişkilerini sağlamlaştırma çabalarına

girmesine neden olmuştur. Bu da, Đran diplomasisinin kurumsal boyutta ve üslup

boyutunda gelişmesini sağlayacaktır.

Batı’yla siyasal, ekonomik ve askeri ilişkilerin artışı, Đran’da Batı’nın kültürel

etkisinin de yayılmasına neden olacaktır. Bunu sağlayan temel olgu, modernist

aydınların ortaya çıkışıdır. 1809’da Đngiltere’yle imzalanan antlaşmanın hemen

ertesinde 5 kişilik bir öğrenci grubu Londra’ya gönderilmiştir. Bunu, değişik yıllarda

gene Londra’ya, Paris’e ve St. Petersburg’a gönderilen öğrenci grupları izleyecektir.

Bu öğrenciler ülkeye dönüşlerinde modernleşmenin en önemli yandaşları

olacaklardır.145

Modernist aydınların yetiştirilmesi amacıyla ülkede eğitime önem

verilmesiyle, Đran’ın diplomatik ilişkilerini geliştirmesi ihtiyacı arasında da doğrudan

bir bağ bulunmaktadır. Nitekim, 1851’de Tahran’da kurulan Darülfünun’un

amaçlarından birini de, dış ili şkilerin yürütülmesinde görev alacak, yabancı dil bilen

145 Hafız Ferman Feryaman, “19. yy. Đran’ında Modernleşme Güçleri: Tarihi Mütalaa”, Ortadoğu’da

Modernleşme, William R. Polk ve Richard L. Chambers(ed.), ç.y., Đstanbul, Đnsan Yay., 1995, s. 171-

179.

Page 72: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

67

öğrencilerin yetiştirilmesi oluşturmaktaydı.146 Açılan okul, kısa sürede Đran

diplomasi teşkilatının en önemli eleman kaynağı haline gelecektir.

Bu konuyla ilgili bir başka boyut ise, Đran’ın 1830’lardan itibaren yurtdışında

görev yapan diplomatlarının, Đran’da modernleşme yanlısı kesimlerin en önde

gelenlerini oluşturmasıdır. Bu diplomatlar arasında adı ilk akla gelenlerden olan

Malkam Han Londra’da, Mohsen Han ise Đstanbul’da uzun yıllar diplomatik

görevlerde bulunmuşlardı. Bu diplomatlar, bulundukları ülkeleri gözlemleyerek,

Đran’ın içine girdiği olumsuz durumdan kurtulması için modernleşmesi gerektiğini

ileri sürmeye başladılar.147 Özellikle, 19. yüzyılın ikinci yarısında iktidarı alan

Nasriddin Şah’ı reform yapılması konusunda ikna eden grubun büyük çoğunluğu

diplomatlardan oluşmaktaydı.148

Đran’ın 19. yüzyıl ortalarından itibaren sürekli diplomasi anlayışını geri

dönülmez biçimde benimsediği görülmektedir. St. Petersburg ve Londra’da açılan

diplomatik temsilcilikleri, 1849’da Đstanbul’daki elçilik izlemiştir. Aynı yıl Osmanlı

Đmparatorluğu da Tahran’da sürekli elçilik açmıştır. Böylece, tarihte ilk defa iki

Đslam ülkesi arasında sürekli diplomasiye geçilmiştir.149

Diplomasinin kurumsal olarak gelişimine bakıldığında, Đran’ın ülke dışında

sürekli diplomatik temsilcilikler kurmasıyla birlikte bir dışişleri bürokrasisinin ortaya

çıktığı görülmektedir. Yurtdışında okuyan öğrenciler ve açılan Darülfünun’da yetişen

146 Avery, Modern Iran , s. 82. 147 Oluşan modernist aydınlar grubu, Đran’da 1906’da yapılan devrimle anayasal monarşiye geçişin

fikri ve sınıfsal önderliğini yapacaktır. Bu konuda bkz: Abdul-Hadi Hairi, “European and Asian

Influences on the Persian Revolution of 1906”, Asian Affairs, Vol.62, No:2, (1975), s. 155–164. 148 Saul Bakbash, Iran: Bureaucracy and Reform under Quajars, 1858–1896, London, Ithaca

Press, 1978, s. 210–211. 149 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 112. 19. yüzyıl sonunda Đran’ın Osmanlı

topraklarındaki diplomatik temsilcilerinin sayısı 12’ye ulaşacaktır. A. Reza Sheikoleshami, “The Sale

of Offices in Qajar Iran, 1858-1896”, Iranian Studies, Vol. 4, No:2, (1971), s. 107

Page 73: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

68

öğrencilerin Batı dillerini öğrenmeleri, Batı kültürünü benimsemeleri ve Batılı tarzda

bürokratik yetenekler kazanmaları, dışişleri bürokrasisini yetkinleştirmiştir. Đran

kamu yönetimi teşkilatı içinde dışişleri bürokrasisi ayrı bir yere sahip olmuştur.

1859’da, Đran’daki modernleşme anlayışı çerçevesinde kabine sistemine

geçilmiştir. Fakat, patrimonyalizmin etkisi kırılamamış, bakanlıklar Şah’ın

sekreterlikleri olma niteliğinden kurtulamamıştır. Oluşturulan başbakanlık

kurumunun etkisizliği ve bakanların doğrudan Şah’a bağlı çalışmaya devam etmeleri,

gerek örgütlenmeleri, gerekse işlevlerini yerine getirebilmeleri açısından istenilen

sonuçların ortaya çıkmasını engellemiştir. 150

Dışişleri Bakanlığı’nın kurulması da bu süreçte gerçekleşmiştir. Đlk kurulan

bakanlıklardan biri olan Dışişleri Bakanlığı, yukarıda değinilen olumsuz durumun

dışında kalmayı diğerlerine nazaran daha fazla başarabilmiştir. Dışişleri Bakanlığı

kurulduğu tarihten itibaren en iyi örgütlenmiş bakanlık olmuştur. Kurulan diğer

bakanlıkların aksine, bakanlık bünyesinde kısa sürede ihtisas daireleri

oluşturulmuştur. Bu da, bakanlığın işlevini yerine getirmedeki başarısında çok etkili

olmuştur.151

Dışişleri Bakanlığı’nın patrimonyalizmin getirdiği olumsuzluklardan daha az

etkilendiğinin en önemli göstergelerinden biri de, o dönemde sıklıkla görülen önemli

kamu görevlerinin “satılması” uygulamasının belli oranda da olsa dışında

kalabilmesidir. Nitekim, Đngiliz ve Rusların da etkisiyle Başbakanlık ve Dışişleri

Bakanlığı, Şah’a en fazla para verenin sahip olduğu makamlar olmamıştır.152 Đran’da,

1906’da yapılan devrimle girilen anayasal monarşi döneminde bile patrimonyal

anlayışın kırılabildiği tek kurum dışişleri bakanlığı olmuştur. Bu dönemde

150 Avery, Modern Iran , s. 84–85. 151 Sheikoleshami, “The Sale of Offices in Qajar Iran, 1858-1896” s. 107. 152 Ibid. , s. 109.

Page 74: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

69

modernleşme yanlısı milliyetçilerin liyakata dayalı bir bürokratik yapı oluşturma

girişimleri sadece dışişleri bakanlığında gerçekleştirilebilmiştir.153

Görüldüğü gibi, Batılı güçlerin baskılarının 19. yüzyıl başlarından itibaren

Đran tarafından hissedilmeye başlaması, Đran’ın uluslararası sisteme girişinde temel

etkendir. Đran, Çin ve Japonya’nın aksine Batılı güçlerle yüzyıllardır ticari ve siyasi

ili şkilerini sürdürdüğünden, uluslararası sisteme giriş süreci daha kolay

gerçekleşmiştir. Đran’ın, Batı baskısını, coğrafi konumu nedeniyle, Çin ve

Japonya’dan yaklaşık 40 sene önce hissetmesi, uluslararası sisteme onlardan daha

erken girişinde büyük rol oynamıştır.

Đran ilk bakışta, teorik olarak, kadim imparatorluk geleneği çerçevesinde

küresel bir hâkimiyet anlayışına sahip görünse de, yukarıda belirtildiği gibi bu

söylem hiçbir zaman diplomasi anlayışının merkezine oturmamıştır. Bu yüzden

Đran’ın, diplomasinin gelişimi açısından çok önemli olan iki-yanlılığı çok uzun bir

zamandır benimsediği görülmektedir. Bu da, Đran’ın sürekli diplomasiye geçişi

açısından hayli olumlu bir tarihsel mirasa sahip olmasını sağlamıştır.

B)Sürekli Diplomasi’ye Geçiş

1-Sürekli Diplomasi Kavramı

Kökenleri tarih öncesi dönemlere uzanan diplomasinin, yüzyıllar boyunca ad

hoc bir nitelik gösterdiği yukarıda belirtilmişti. Diplomasi, 15. yüzyılda ad hoc

niteliğinden uzaklaşarak, süreklilik kazanmaya başlamıştır. Süreklilik, devletler

arasındaki diplomatik ilişkilerin belirli bir zaman dilimine bağlı olmayan, devam

eden ve sona ermeyen bir süreç olmasından çok, diplomatik faaliyetlerin yürütülme

153 Avery, Modern Iran , s. 148.

Page 75: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

70

biçimiyle ilgilidir. Çünkü, ad hoc diplomasi anlayışında da diplomatik ilişkilerin

zamansal sürekliliği bulunmaktadır. Ad hoc dönemde de çoğunlukla, iki devlet

arasındaki diplomatik ilişkiler, bu devletlerden biri ortadan kalkmadıkça

sürmekteydi. Dolayısıyla, ad hoc dönemde de diplomasinin bu anlamda süreklilik

gösterdiği rahatlıkla söylenebilir.

Sürekli diplomasi anlayışına rengini veren esas olgu, bu anlayışın

benimsenmesiyle oluşturulan kurumsallaşma yoluyla diplomatik ilişkilere süreklilik

kazandırılmasıdır. Bu kurumsallaşma, ülkelerin diğer ülkelerde diplomatik

faaliyetlerini, kurdukları sürekli diplomatik temsilcilikler yoluyla sürdürmelerine

dayanmaktadır. Ad hoc anlayıştan farklı olarak, bu yeni anlayışta, belirli amaçlar için

belirli bir dönem için gönderilen elçilerin yerini, süre ve konu kısıtlamasından

bağımsız elçi, daha doğrusu elçilik almıştır. Bu çerçevede, sürekli diplomaside

bireyden çok kurum, diplomatik temsilciden çok diplomatik temsilcilik ön plana

çıkmıştır. 154

Anderson, sürekli diplomasiyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Diplomatik

temsilcilerin yabancı bir ülkede diplomatik faaliyetlerini yerine getirmek ve o ülke

hakkında bilgi göndermek amacıyla dikkate değer bir süre için-en azından birkaç ay

ya da genellikle birkaç yıl- bulunmasıdır.”155 Bu tanımda, sürekli diplomasinin

belirleyici özelliğinin süre olarak gösterildiği görülmektedir. Oysa, yukarıda

belirtildiği gibi, önemli olan diplomatik temsilcinin diplomatik faaliyetinin süresi

değil, diplomasinin kurumsallaşmasıdır. Diplomatik faaliyetin süresinin temel ölçüt

olarak alınması durumunda, sürekli diplomasinin, ortaya çıktığı kabul edilen 15.

yüzyıldan çok daha önce benimsenen bir uygulama olduğu rahatlıkla ileri

154 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between States, s. 100–101. 155 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 5–6.

Page 76: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

71

sürülebilecektir. Nitekim, Antik Mezopotamya’da 20 yılı bulan diplomatik

temsilcilik örnekleri görülmüştür.156

Kurumsallaşma, diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinin, yani diplomasinin

üslup boyutunda karşılaşılan sıkıntıların aşılması ve bu bağlamda daha etkili bir

diplomatik faaliyet yürütülmesi ihtiyacından doğmuştur. Queller’in de vurguladığı

gibi, sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesinde, diplomatik faaliyetlerin daha

ekonomik ve pratik bir biçimde yürütülmesi ihtiyacının büyük etkisi

bulunmaktadır.157 Zamanla diplomasinin iki boyutu birbirini beslemiş, kurumsal

boyut uslüp boyutunda, üslup boyutu da kurumsal boyutta gelişmeye yol açmıştır.

Sürekli diplomasi uygulaması/anlayışı, Đtalya’da ortaya çıkmıştır. Sürekli

diplomasinin ortaya çıkışını sağlayan etkenler aşağıda ana hatlarıyla incelenecektir.

Fakat, öncelikle vurgulanması gereken husus, sürekli diplomasinin Avrupa’da ortaya

çıkan ve siyasetten kültüre, ekonomiden dinsel inanışlara uzanan genel bir değişimin

sonucu/örneği olduğudur. Dolayısıyla, sürekli diplomasiye geçiş 15. yüzyıl Đtalya’sı

koşullarından daha geniş bir çerçevede ele alınmalıdır. 15. yüzyıl Đtalya’sı,

Avrupa’nın yaşamakta olduğu değişimin birçok boyutunun ilk kez görüldüğü yer

olması nedeniyle, bu yeni diplomasi anlayışına öncülük etmiştir.

2-Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Nedenleri

a)Siyasal Etkenler

i)Dış Siyasal Etkenler

14. yüzyıl başlarında Batı Avrupa birbirlerinden bir ölçüde bağımsızlaşmış

çeşitli bölgesel alt-sistemlere bölünmüştü. Feodalizmin gücünü kaybetmeye

156 Lafont, “International Relations in the Ancient Near East”, s. 49. 157 Donald E. Queller, The Office of Ambassador in the Middle Ages, Princeton, Princeton

University Press, 1967, s. 82.

Page 77: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

72

başlamasının da etkisiyle, yerellik yerini bölgeselliğe bırakmaya başlayacaktır.

Bölgeselleşme, alt-sistemlerin ortaya çıkışının temel nedenidir. Bir alt-sistem içinde

yer alan ülkeler/birimler arasındaki ilişkiler gün geçtikçe daha sıkılaşmış ve düzenli

bir nitelik kazanmıştır.158 Bu durum, özellikle sistem içi diplomatik ilişkilerin artışına

yol açmıştır.

Đtalya, özellikle kuzey Đtalya, bu alt-sistemlerin en fazla sistemsel özellikler

taşıyanıydı. 14. yüzyılın ortalarında Đtalyan yarımadası küçük ve iyi örgütlenmiş

küçük devletlere bölünmüştü. Bu kent-devletlerinin en önde gelenleri; Milan

Düklüğü, Floransa Cumhuriyeti, Napoli Krallığı, Papalık Devleti, Venedik

Cumhuriyeti ve daha ikinci planda kalan Cenova ve Montava kent-devletleriydi.

Đtalyan kent-devletlerinin oluşturduğu bu alt-sistemin ortaya çıkışında dünya

konjonktürünün de büyük rolü bulunmaktadır. 14. yüzyılın ikinci yarısı ve 15.

yüzyılın ikinci yarısında, Đtalya coğrafyası Mattingly’nin tabiriyle “görece izolasyon”

içindeydi.159 Bunu sağlayan temel etken, o dönemde bölgede etkili olabilecek büyük

güçlerin içinde bulundukları durumdu. Bizans’ın çöküş sürecine girmesi, Kutsal

Roma-Germen Đmparatorluğu’nun zayıflaması, Fransa’nın Yüzyıl Savaşları

nedeniyle kendi sorunlarıyla uğraşması, Papalığın o dönemde yaşanan anlaşmazlıklar

nedeniyle bölünmesi gibi olgular, Đtalyan kent-devletlerinin büyük güçlerin

müdahalesi olmadan ilişkilerini yürütmelerinde çok etkili olmuştur.

Sözkonusu izolasyon, bu ülkeler arasında uzunca süren bir güç mücadelesinin

ortaya çıkmasında rol oynamıştır. Mücadele, kısmen ülkelerarası ticarette girişilen

rekabetten kaynaklanmaktaysa da, çoğunlukla bu ülkelerin doğrudan doğruya

varlıklarını sürdürme ve birbirleri üzerinde hâkimiyet kurma çabaları nedeniyle

ortaya çıkmıştı. Kent-devletleri arasındaki güç mücadelesi, yöneticileri bir derin

158 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 2. 159 Garrett Mattingly, Renaissance Diplomacy, 3. ed., London, Butler&Tanner, 1963, s. 61.

Page 78: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

73

güvensizliğe sürüklemiştir. Yöneticiler, dışardan gelebilecek her türlü tehdide karşı,

sürekli olarak tetikte olma zorunluluğu hissetmekteydiler. Bu durum, sadece

dışarıdan gelebilecek tehditleri değil, aynı zamanda kendi egemenliklerini

sarsabilecek iç tehditleri de içermekteydi. Đtalyan yöneticileri açısından dış

konjonktürdeki belirsizlik, içeride de sorunlar yaratmaya adaydı. Bu dönemde Đtalyan

siyaset kültüründe, devletin ya da devlet yöneticilerinin sürekli olarak bir “kuşatma

altında” oldukları görüşü yaygındı.160

Đtalyan kent-devletlerinin kendi varlıklarını tek başlarına sürdürecek güce

sahip olmamaları, bu ülkelerin sürekli olarak ittifaklar aramalarına neden olmuştur.

Bu durum, diplomasinin gelişiminde çok etkili olmuştur. Çünkü, bu ülkelerin

varlıklarını korumaları açısından ittifakların asli bir önemi haiz olması, ittifak

arayışının, dolayısıyla bunu sağlamak için diplomatik faaliyetlerin büyük önem

kazanmasına yol açmıştır.161

Dışarıya duyulan güvensizlik ve sürekli olarak dış politik dengeleri kollama

kaygısı, Đtalyan kent-devletlerinin birbirlerini gözleme ve bilgi alma ihtiyacı içine

girmelerine neden olmuştur. Ayrıca, ortaya çıkabilecek gelişmelerde hemen harekete

geçebilme kaygısı, diplomasinin etkinlik, hız ve organizasyon açısından daha etkili

bir şekilde yürütülebilmesi ihtiyacını daha da arttırmıştır. Bu ihtiyaç, sürekli

diplomatik temsilciliklerin kurulmasında çok etkili olmuştur. 15. yüzyılın

ortalarından itibaren, bölge dışı güçlerin de bölgeyle tekrar ilgilenmeye başlamaları

bu ihtiyacın daha da artmasına neden olacak, sürekli diplomasi anlayışı çerçevesinde

Đtalyan alt-sistemi dışında yer alan ülkelerde de sürekli diplomatik temsilcilik

kurulmaya başlanacaktır.162

160 Ibid. , s. 57. 161 Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 23. 162 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 3.

Page 79: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

74

Đtalyan kent-devletleri arasındaki güç dengesi, bu devletlerde çok kısa sürede

ortaya çıkan değişimler yüzünden neredeyse sürekli olarak yeniden kurulmak

zorunda kalmaktaydı. Bu durum, diplomatik faaliyetin süreklilik arz etmesinde, hatta

bir anlamda gündelik bir nitelik kazanmasında büyük rol oynamıştır. Nicholson’un

belirttiği gibi, “bu güncel tehlike durumu, uzun dönemli politikalar yerine o günü

kurtarmayı amaçlayan aktüel görüşme sanatının önem kazanmasına neden

olmuştur”.163

Devletler, siyasal ve askeri alandaki güçsüzlüklerini, diplomasinin gücüyle

telafi etmek istemişlerdir. Bu güçsüzlük, devletlerin mensup oldukları Roma

geleneğinin aksine, “üniversalist” bir siyaset felsefesine ve söylemine hiçbir zaman

sahip olmamalarında etkili olmuştur. Bu yüzden Đtalyan kent-devletlerinden hiçbiri

diplomasinin gelişimi açısından çok önemli olan egemen eşitlik anlayışını

reddetmemiştir. Bu da diplomasinin çok-taraflı bir nitelik kazanmasında büyük rol

oynamıştır.

ii)Đç Siyasal Etkenler

Đtalyan kent-devletlerinin önderlik yaptığı, aşağıda incelenecek olan sosyo-

ekonomik dönüşümün kendini doğrudan gösterdiği alanlardan biri de siyaset

olacaktır. Hem siyasal örgütlenme biçimi, hem de siyaset felsefesi büyük bir değişim

geçirecek, birkaç yüzyıldır egemen olan Ortaçağ anlayışı ve örgütlenme tarzı, yerini

yeni bir anlayışa ve tarza bırakacaktır. Bu da, yeni bir diplomasi anlayışı ve

örgütlenme tarzını getirmiştir. Bu değişimin analizi, sürekli diplomasiye geçişin

anlaşılabilmesi açısından büyük önem taşımaktadır:

163 Nicholson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 31.

Page 80: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

75

Siyasal örgütlenme boyutuna bakıldığında, gözlemlenebilecek en genel olgu,

feodalizmin ilk ortadan kalktığı coğrafyanın Kuzey Đtalya olduğudur. Feodal

örgütlenme, sosyo-ekonomik dinamiklerin etkisiyle, tedrici biçimde yerini

merkeziyetçi bir örgütlenme tarzına bırakmıştır. Đtalyan kent-devletleri, Avrupa’da

ülkesel otoritenin egemen krallar ya da hükümetlerde toplandığı ilk siyasal birimler

olmuştur. Böylece, feodal güç odaklarının siyasal, askeri, ekonomik ve hukuksal

yetkileri ve imtiyazları merkezi otoriteye geçmiş, feodal yapılar tasfiye edilebilmiştir.

Geleneksel feodal sisteme dayalı feodal meşruiyet, yerini merkezi otoritenin sahip

olduğu ülkesel ve genel bir meşruiyete bırakmıştır.164

Đtalyan kent-devletlerinin –Venedik bir ölçüde bunun dışındadır- sahip

oldukları topraklar açısından küçük olmaları, merkezileşme süreci açısından olumlu

etki yapmıştır. O dönemde, Avrupa’nın geri kalanındaki daha büyük monarşilerin

aksine, Đtalyan kent-devletleri küçük ölçeğe sahip olmanın avantajına sahiplerdi.

Ulaştırma imkânlarının ölçek küçüklüğü nedeniyle kolay olması, vergi toplama,

denetim gibi hususlarda merkezi otoritenin elini güçlendirmekteydi.165 Ayrıca, bu

durum, merkezi otoritenin feodal güç odaklarını tasfiyesini de kolaylaştırmıştır.

Çünkü, Batı ve Orta Avrupa’da olduğu gibi, Đtalya’da da büyük feodal güçler

sözkonusu olsaydı, Đtalyan kent-devletlerinin merkezi otoriteleri, bu büyük yapıları

tasfiye etmekte çok zorlanacaklardı. Bu durum, sözkonusu devletlerin büyük askeri

güçlere sahip olmadığı hususu da hesaba katıldığında daha kolay anlaşılabilecektir.

Nitekim, Avrupa’nın geri kalanında merkezileşme sürecinin başlaması bir yüzyıl

kadar sonra gerçekleşecektir.

164 Feodalizmin ayrıntılı analizi için bkz. March Bloch, Feodal Toplum, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay,

2. B., Ankara, Gece Yayınları, 1995. Ayrıca, feodalizmin çöküşü ve merkezi devletlerin ortaya çıkış

süreci için bkz. Norbert Elias, Uygarlık Süreci, C. II., Çev: Erol Özbek, Đstanbul, Đletişim Yayınları,

2002. 165 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 59.

Page 81: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

76

Bu merkezileşme sürecinin dış politikaya ve diplomasiye yansıması ise şu

şekilde olmuştur:

Merkezileşme, merkezi otoritenin diğer dış politik aktörlerle sürekli ve

düzenli ilişkiler geliştirebilme, ittifaklar kurabilme gibi dış politikanın temeline

oturan hususlarda daha sağlam adımlar atabilmesinde büyük rol oynamıştır.166 Her

şeyden önce, merkezileşme sayesinde, dış politikayı neredeyse tamamen kendi

kontrolüne alan etkili ve düzenli bir merkezi yapı ortaya çıkmıştır. Merkezileşme,

ayrıca, yerel güç odaklarının etkisinden büyük ölçüde uzak, senkronize, tutarlı ve

ülkesel bir dış politika izlenebilmesini, dış politikanın tek elde toplanabilmesini

sağlamıştır. Dış politikanın, doğası gereği, ilk çağlardan günümüze kadar merkezi

otoritenin belki de en fazla tekelinde tutmaya çalıştığı alan olduğu gözönüne

alındığında, merkezileşmenin önemi daha kolay anlaşılabilecektir.

Dış politikanın tek elde toplanmaya başlaması, kaçınılmaz olarak

diplomasinin de kurumsal ve uslüp boyutlarında değişimine ve gelişimine yol

açmıştır. Kurumsal boyutta, merkezileşme, diplomatik faaliyetlerin de

merkezileşmesini ve bu bağlamda bir bürokratik yapının ortaya çıkışını sağlamıştır.

Dolayısıyla, sürekli elçiliklerin kurulması, merkezileşmenin getirdiği bir

bürokratikleşme sonucunda gerçekleşmiştir.167 Üslup boyutundaki gelişime

bakıldığında ise, merkezileşme diplomasinin tek elde toplanarak çok daha senkronize

ve tutarlı bir biçimde yürütülmesini sağlamış, ülkesel çıkarların doğrudan doğruya

gözetilebilmesine imkân vermiştir.

Siyaset felsefesi alanına bakıldığında ise, Đtalya’nın Avrupa’da Ortaçağ’a

egemen olan feodalizm ve Hıristiyanlık tarafından biçimlendirilmiş siyaset

166 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between the States, s. 96. 167 Michael Mallett, “Italian Renaissance Diplomacy”, Diplomacy & Statecraft, Vol.12, No:1,

(March 2001), s. 63.

Page 82: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

77

felsefesinin etkinliğini kaybettiği ilk bölge olduğu görülmektedir. Ortaçağ’a egemen

olan, siyasal meşruiyeti Hıristiyanlığa ve feodal hak ve yükümlülüklere dayandıran

anlayış, Katolik dünyasında etkisini 14. ve 15. yüzyıllara kadar sürdürmüştür. Bu

anlayışın devlete bakışı ise, temelde devlete ikincil bir rol verme olgusuna

dayanmaktadır. Hıristiyanlığın etkisiyle siyasal iktidarın dinsel iktidar karşısındaki

konumu tali bir nitelik kazanmıştır. Bu durum, maddi dünyanın değil, manevi

dünyanın önemli olduğunu vazeden Hıristiyan inancı çerçevesinde, bireylerin dış

dünyayla kurması gereken ilişkinin sonucudur. Zaten bu anlayışa göre, maddi dünya

da manevi dünyanın bir uzantısıdır ve Tanrı tarafından yaratılmıştır. Maddi dünyanın

önemsizleşmesi, bir maddi dünya kurumu olan devletin de önemsizleşmesi anlamına

gelmektedir. Hıristiyanlık çerçevesinde tali bir kurum olarak kurgulanması, devletin

meşruiyetini dinden alan ve din çerçevesinde faaliyet göstermek zorunda olan bir

toplumsal kuruma dönüşmesine neden olmuştur. Bu da, devletin (feodal

örgütlenmenin de etkisiyle) hem güçsüzleşmesine ve etkisizleşmesine, hem de

siyasal iktidarı elinde tutanların Hıristiyanlık tarafından biçimlendirilen bir hukuki-

ahlaki boyutta hareket etmek zorunda kalmalarına neden olmuştur.168

Đtalya, sözkonusu siyaset felsefesinde köklü bir kopuşa sahne olmuş, bu

özelliğiyle de bütün Avrupa’yı etkilemiştir. Đtalya’daki bu gelişim, meşruiyetin dinsel

bağlamından koparılarak sekülerleştirilmesine dayanmaktadır. Böylece, din temelli

meşruiyet, yerini siyasal iktidar sahiplerinin iktidara fiilen sahip olmalarından

kaynaklanan bir meşruiyet biçimine bırakmıştır. Rönesans Đtalyası’nda bu değişim

kendisini “stato” (devlet) kavramındaki anlamsal değişmeyle de göstermektedir.

Buna göre, güç ya da egemenlik, hukuki ve ahlaki ya da bir başka ifadeyle de jure

anlamından çok, de facto anlamıyla değerlendirilmelidir. Yani, siyasal iktidar

168 Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 7. B., Beta Basım Yayım, Đstanbul, 1995, s. 74.

Page 83: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

78

açısından önemli olan güç, hukuk ya da din tarafından belirlenmiş bulunan değil,

fiilen ( reel olarak) sahip olunan güçtür. 169

Bu değişim, aynı zamanda, yönetsel erki elinde tutan makamların

“güçlerinin”, ülkesel ölçeğin ötesine geçtiği düşüncesinin de gelişmesine yol

açmıştır. Bu düşünceye göre, güç sahibi prensler/hükümetler daha az güce sahip olan

prensler/hükümetlerle ilişkiye girerler ve onları istediklerini yaptırmaya zorlarlar.

Bunu yaparken kendilerini sınırlandıran tek olgu ise, sahip oldukları gücün

derecesidir. Dinsel ve hukuksal meşruiyet ve bu meşruiyet çerçevesinde ortaya çıkan

kısıtlamalar ve kurallar önem taşımaz. 170

Yeni siyaset felsefesinin benimsenmesi, Đtalyan kent-devletleri arasındaki güç

mücadelelerinin ve egemenlerin otoritelerinin meşrulaştırılmasını sağlayacak teorik

zemini ortaya çıkarmıştır. Bu durumun diplomasinin kurumsal ve uslup boyutundaki

gelişimine de etkilerde bulunması kaçınılmazdır:

Öncelikle, meşruiyeti bizzat kendi gücünden kaynaklanan bir siyasal

otoritenin mutlaklığının kabulü, yukarıda belirtilen merkezileş(tir)me olgusunun

teorik arkaplanını oluşturması açısından büyük önem taşımaktadır. Böylece, siyasal

egemeninin otoritesinin biricikliği ve mutlaklığı üzerine kurulu siyaset felsefesi,

merkezileş(tir)me olgusunun sosyo-ekonomik dinamikleriyle birleşerek diplomasinin

kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamıştır.

Đkinci olarak, siyaset felsefesinin temeline mutlak bir güç anlayışının

oturtulması, siyasal egemenlerin güçlerini, hem içte hem de dışta arttırma çabasına

girmelerine neden olmuştur. Đçte, siyasal egemenlerin bütün diğer merkezkaç güç

169 Machiavelli “Prens” adlı eserinde bu yeni güç anlayışını açıkça savunan ilk yazar olmuştur.

Örneğin, Machiavelli’ye göre, “bir prens yetkisini kurmayı ve sürdürmeyi başarıyorsa, araçları onurlu

sayılacak ve herkesçe onaylanacaktır.” Niccolo Machiavelli, Prens, Çev: Semra Kunt, Alkım

Yayınevi, Ankara, 1997, s. 66. 170 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between the States, s. 98.

Page 84: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

79

odaklarını tasfiye etmeye çalışmalarına ve toplum üzerinde tekelci bir egemenlik

kurmalarına dayanan bu çaba, dışarıda ise egemenliğin diğer güçlere tanıtılması,

korunması ve genişletilmesine dayanmaktaydı.171 Sözkonusu çabanın, yukarıda

vurgulanan nedenlerle sadece askeri güçle gerçekleştirilemeyeceğinin anlaşılması,

kaçınılmaz olarak diplomasinin bunu sağlamada bir yöntem olarak daha fazla

benimsenmesine neden olmuştur. Bu da, diplomasiye verilen önemin artışını

sağlamış, diplomasinin çok daha gündelik bir nitelik kazanmasına yol açmıştır. Bu

bağlamda diplomasinin sürekli bir temele oturtulması ihtiyacı, sürekli diplomatik

temsilciliklerin kurulmasında önemli bir etkide bulunmuştur.

Üçüncü olarak, siyaset felsefesinin sekülerleşmeye başlaması, ilerde

değinilecek olan Hıristiyanlığın siyasal birimler arasındaki ilişkileri biçimlendiren ve

ona ahlaki ve hukuki bir çerçeve çizen etkisinin ortadan kalkmasına neden olmuştur.

Böylece, evrensel bir Hıristiyan ailesi anlayışına dayanan ve feodalizmden de

beslenen hiyerarşik dünya kurgusu, yerini güç mücadelesine giren ve kendini

Hıristiyanlık’la eskisi kadar bağlı hissetmeyen, dinsel ve siyasal hiyerarşiye karşı

mücadele eden egemen siyasal birimler arası mücadeleye bırakmaya başlamıştır.

Hiyerarşinin teoride ve pratikte reddedilmesi, oluşmaya başlayan sistemin laik,

eşitlikçi ve çok-yanlı bir iç işleyiş dinamiğine kavuşmasına sebebiyet vermiştir.

Sistem içi ilişkilerin kazandığı bu yeni veçhe, diplomasinin gelişimine doğrudan

etkide bulunmuştur. Artık, diplomasi, sistem içinde ilişkilerin yürütülmesinde hiç

171 Nitekim, zamanla elçi göndermek ve kabul etmek bir egemenlik göstergesi olarak kabul edilmeye

başlamıştır. Sadece, egemen hükümdarların ya da hükümetlerin elçi gönderebileceği ve kabul

edebileceği ilkesi benimsenmiştir. Queller, The Office of Ambassador in the Middle Ages, s. 11.

Fakat, sürekli diplomasiye geçildiği 15. yüzyılda, bu ilkenin hemen benimsenmediği, feodalizmin

etkisinin bir süre daha sürdüğü görülmektedir. Bu dönemde de egemen ve bağımsız olmayan

birimlerin elçi gönderdiği ve kabul ettiği bilinmektedir. Anderson, The Rise of Modern Diplomacy,

s. 5.

Page 85: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

80

olmadığı kadar önem kazanacaktır. Bu da, diplomasinin kurumsal ve uslüp

boyutundaki gelişimini, bu bağlamda sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesini

sağlayacaktır.

b)Ekonomik Etkenler

Roma Đmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Avrupa’nın girdiği ve

yüzyıllarca süren kargaşanın yerini istikrara bıraktığı ilk bölgelerden biri de Đtalya

olmuştur. Đtalya’da bütün Avrupa’ya hakim olan feodal üretim biçimi

benimsenmekle birlikte, ülkenin özellikle kuzeyi sosyo-ekonomik yapılanma

açısından Avrupa’nın çoğu bölgesinden farklılık göstermektedir. Feodalizm tarıma

dayanan bir sosyo-ekonomik sistem olmasına rağmen, Đtalyan kent-devletleri,

Yüksek Ortaçağ’da Avrupa’da dinamikleri ortaya çıkmaya başlayan ticari

kapitalizmin doğduğu bölgelerden biri oldu.

Ticari kapitalizm, Đtalyan kent-devletlerinin tüm toplumsal alanlardaki

örgütlenmesini etkileyecektir. Bu da, Đtalya’nın Avrupa’nın modernleşme sürecinde

yaşayacağı değişimin ilk kez görüldüğü coğrafya olmasını sağlayacaktır. Sürekli

diplomasi anlayışının benimsenmesinin altında bu sosyo-ekonomik değişim

yatmaktadır.

Her şeyden önce, ticari kapitalizm Đtalyan kent-devletlerinin dış politika

anlayışlarında etkilerde bulunmuştur. Bunun temel nedeni, ticari kapitalizmin

etkisiyle sözkonusu kent-devletlerinin ülkesel güç kavramına farklı bir anlam

yüklemeye başlamalarıdır. Antik çağlardan beri ülkeler gücü, sahip olunan topraklar

ve askeri güçle ölçmekteydiler. Bu geleneksel anlayış, teritoryal bir mantığa

dayanmaktaydı. Daha çok toprak sahibi olmak, o ülkenin, daha doğrusu o ülkenin

Page 86: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

81

egemenlerinin gücünü artıracak temel olguydu. Bu anlayışın doğal sonucu, fütühatın

dış politikanın merkezine oturmasıydı.

Đtalyan kent-devletleri ise bu teritoryal güç anlayışından uzaklaşarak, gücü,

sahip olunan ekonomik kaynaklarla ölçmeye başladılar. Kapitalizmin bu ülkelere

getirdiği zenginlik ve güç, teritoryal anlamda birer “cüce” olan bu ülkelerin, dünya

siyasetinde sahip oldukları topraklarla hiç de orantılı olmayan bir etkinliğe

kavuşmalarını sağlamıştı. Dolayısıyla, bu devletler açısından askeri güçle kazanılan

teritoryal büyüme ve etkinlik, yerini ticaretle elde edilen ekonomik güce bıraktı. Bu

da, askeri yöntemlere verilen önemin, barışçı yöntemler lehine azalmasına yol açtı.

Dış politikada barışın korunması amacı da, diplomasinin gelişmesinde çok önemli bir

etkiye sahip olmuştur.

Savaş, ticari kazancı azaltacağı ve ülkelerin ekonomik kaynaklarını

aşındıracağı için kapitalist rasyonaliteye aykırıydı. 15. yüzyılın ilk yarısında

sözkonusu kent-devletleri arasında yaşanan uzun çatışmalar, bu bilincin

yayılmasında çok etkili oldu.172 Bu çerçevede, zaman ilerledikçe, Đtalyan kent-

devletleri savaşın getireceği maliyetin, savaş sonunda elde edebilecek kazançtan çok

daha az olduğu düşüncesini daha sağlam bir inançla benimsediler. Bu da, savaşın

önlenmesi ve barış içinde ekonomik zenginliklerin arttırılması çabalarının, dış

politika hedeflerinin başına oturmasına neden oldu. Dış politika hedeflerinde yaşanan

sözkonusu değişim, diplomasinin gelişimine neden olacaktır. Bu değişimin

somutlaşmasıysa, sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesiyle olmuştur. 173

172 Michael Mallett, “The Northern Italian States”, The New Cambridge Medieval History, Vol.

VII, Cristopher Allmand(ed.), Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 549. 173 Giovanni Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl: Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri, Çev:Recep

Boztemur, Ankara, Đmge Yay., 2000, s. 69.

Page 87: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

82

Ticari kapitalizmin gelişmesinin bir başka önemli etkisi de, Đtalyan kent-

devletlerinin, gerek kendi aralarında, gerekse diğer ülkelerle kurdukları düzenli ve

sürekli ticari ilişkilerin, diplomatik ilişkilerin gelişiminde yarattığı olumlu etkidir.

Düzenli, sürekli ve yoğun ticari ilişkilerin, siyasal ilişkilerin de benzer nitelikler

kazanmasında etkili olması çok doğaldır. Ticari ilişkiler, siyasal ilişkilerin içinde

akacağı bir kanal rolü oynamıştır. Ticaret, doğası gereği, taraflar arasında iletişim

kanallarının açık tutulmasını sağladığından, siyasal ilişkilerin de gelişimini

sağlamıştır. Arrighi’nin vurguladığı gibi, ”kapitalist oligarşiler tarafından denetlenen

uzun mesafeli ticaret, diplomatik ilişkilerin, üzerine kurulacağı hazır ve kendi

maliyetini karşılayan kurumsal yapıyı sağlamaktaydı”.174

Đtalyan tüccarlar, ticari ilişkilerde bulundukları ülkeler hakkında sürekli

olarak bilgi toplamaktaydılar. Bu bilgiler sadece ticari değil, aynı zamanda politik

nitelikteydi.175 Bu durum, sürekli diplomasiye geçiş açısından çok olumlu etkilerde

bulunmuştur. Zamanla, bilgi toplama işinin örgütlenmesi ihtiyacı sürekli diplomatik

temsilciliklerin açılmasında büyük rol oynayacaktır.

Đtalyan kent-devletleri ekonomilerinde ülkelerarası ticaretin sahip olduğu

önem, kamu yönetiminin örgütlenmesine de etkilerde bulunmuştur. Sosyo-ekonomik

altyapının, siyasal kurumların ortaya çıkışında, değişiminde ve ortadan kalkışında

temel belirleyici olduğu kabul edilirse, bu durum daha iyi anlaşılabilecektir.

Kentlerde iktidarı ellerinde tutan yöneticiler güçlerini ticari zenginliğe

dayandırmaktaydılar. Venedik örneğinde görüldüğü gibi, bu kentlerin önemli bir

kısmında da ticareti denetleyen ailelerin oligarşik yönetimi sürmekteydi. Dolayısıyla,

ülkelerarası ticaretin kontrolüne verilen önem, bürokratik yapının işleyişinde ve

kurumsal gelişiminde merkezi bir öneme sahipti. Ticaretin denetimi ihtiyacının kamu

174 Ibid. , s. 71. 175 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between the States, s. 96.

Page 88: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

83

yönetimi örgütlenmesinde yarattığı en önemli etki ise, sürekli diplomatik

temsilciliklerin açılmasıydı. Sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesi, merkezi

bürokraside de bu yönde yeni örgütlenmelerin ortaya çıkışını tedrici bir biçimde

sağlayacaktır.

Đtalyan kent-devletlerinin ticarete dayalı ekonomileri aynı zamanda

diplomatik faaliyeti yürütecek kişilerin içinden çıktığı sınıfsal tabanı yaratması

açısından da önem taşımaktadır. Oluşmaya başlayan burjuvazi, diplomatik

faaliyetleri yavaş yavaş kontrolü altına almaya başlamış, tüccarlar diplomasinin en

önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Yukarıda belirtilen ticari ilişkilerin siyasal

ili şkilerin gelişiminde oynadığı önemli rol göz önüne alındığında, bu durum hiç de

şaşırtıcı değildir. Ticaretin, doğası gereği müzakereye dayanması diplomasinin

mantığıyla örtüşmektedir. Đtalyan tüccarlar, müzakerenin, dolayısıyla sözlerin, çoğu

zaman çatışmadan, dolayısıyla kılıçlardan daha etkili olduğunu bilmekteydiler.176

Tüccarların diplomatik temsilciler olarak kazandıkları önemin yanısıra, bazı

durumlarda diplomatik faaliyetler bizzat onlar tarafından organize edilmekte ve

yürütülmekteydi. Çoğunlukla bağlı oldukları ülkenin yöneticilerinin bilgisi dahilinde

olmakla birlikte, tüccarlar doğrudan doğruya kendi inisiyatifleriyle elçi

göndermekteydiler. Elçilerin masrafları gene tüccarlar tarafından karşılanmakta,

gittikleri ülkelerde, temsil ettikleri tüccar grupları için ticari ve hukuksal avantajlar

ve haklar elde etmeye çalışmaktaydılar.177 Bu durum, ticaretle diplomasi arasındaki

ili şkinin en belirgin örneklerinden birini oluşturmaktadır.

176 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 62. 177 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 4.

Page 89: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

84

c)Kültürel Etkenler

Đtalya’da sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesinde, bu coğrafyada

yaşayan toplumların ortak bir kültüre sahip olmaları da önemli bir etken olmuştur.

Toplumların ortak ya da benzer kültürel yapılara sahip olmalarının

diplomatik ilişkilerin gelişimi açısından olumlu etkide bulunduğu, yukarıda Antik

Yunan’da diplomasinin gelişimi bahsinde vurgulanmıştı. Đtalyan kent-devletleri ortak

dinsel inanışlara, ortak bir dile, ortak adetlere sahip olduklarından, aralarındaki

toplumsal iletişim diplomatik bağların kolaylıkla kurulmasında olumlu bir rol

oynamıştır.

Sürekli diplomasi açısından bu husus büyük önem taşımaktadır. Çünkü, ortak

kültür, sürekli elçiliklerin kuruldukları ülkenin toplumsal ve siyasal yapısına çok

daha kolay adapte olabilmelerini sağlamıştır. Özellikle, dilsel ortaklık bu süreçte çok

olumlu bir işleve sahip olmuştur.178 Diplomasinin temelde dile dayalı bir süreç

olduğu düşünüldüğünde bu olumlu etki daha kolay anlaşılabilecektir.

Kültürel ortaklığın bir diğer önemli etkisi de, Đtalyan kent-devletleri

arasındaki toplumsal etkileşimi kolaylaştırmasıdır. Bu sayede, bir kent-devletinde

ortaya çıkan yeni bir olgu, diğer kent-devletlerine kolaylıkla ve hızla

ulaşabilmekteydi. Bu durum, diğer alanlarda olduğu gibi, diplomasi alanında da

ortaya çıkan bütün yeniliklerin, diğer kent-devletlerince öğrenilebilmesine ve

benimsenmesine yol açmıştır. Sürekli diplomasiye geçişte gösterilen başarının

altında yatan önemli dinamiklerden biri de budur.

Đtalya’da doğan sürekli diplomasi anlayışının, bir yüzyıl içinde Orta ve Batı

Avrupa’ya yayılmasında da, Avrupa toplumlarının benzer bir kültürel yapıya sahip

olmasının çok büyük etkisi bulunmaktadır. Benzer kültürel yapılar, toplumlar

178 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 31.

Page 90: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

85

arasındaki iletişim ve etkileşimi kolaylaştırmıştır. Bunun sonucunda, diplomasinin

gelişimi ve ortak diplomatik kuralların ve adetlerin benimsenmesi, yani bir anlamda

ortak bir “diplomasi kültürü”nün doğması mümkün olmuştur.

Đtalya’nın sürekli diplomasi anlayışına öncülük etmesini sağlayan bir başka

kültürel etken ise, 15. yüzyılda Avrupa’nın kültürel açıdan en gelişmiş bölgesi

olmasıdır. Ortaçağ’ın ilk dönemlerinden itibaren, Avrupa’nın Karanlık Çağ’da içine

düştüğü kültürel gerilemeden kendini en çabuk kurtaran bölge Đtalya olmuştur.

Đtalya’da özellikle elitlerin eğitsel ve kültürel seviyelerinin yüksek olması,

diplomasinin gelişimi açısından olumlu etkide bulunmuştur. Çünkü, iyi eğitimli ve

kültürel açıdan daha donanımlı elitler, hem genel olarak diplomasiye daha önem

veren bir düşünsel olgunluğa, hem de daha sofistike diplomatik usullerin

benimsenmesine yatkın bir entelektüel seviyeye sahip olmuşlardır. Entelektüel

kapasitesi daha yüksek yöneticilerin ülkelerinin çıkarlarını korumak için savaş

dışındaki yöntemleri daha kolay benimseyecekleri düşünüldüğünde, genelde

diplomasiye verilen önemin artışı, özelde ise sürekli diplomasi anlayışının yerleşmesi

daha kolay anlaşılabilecektir. Ayrıca, eğitimli insanların görece fazlalığı, dışişlerini

yürütebilecek bir bürokratik yapılanmanın temellerinin atılabilmesi açısından da

önemlidir. Böylece, hem sürekli elçiliklerde diplomatik faaliyeti yürütebilecek, hem

de merkezde bu faaliyetleri organize edebilecek bir insan kaynağı ortaya

çıkabilmiştir. 179

Yüzyıllar boyunca Đtalya’nın bir kültürel ve entelektüel merkez olması,

öğrencilerden, din adamlarına, sanatçılardan prenslere değişik kesimlerden ve

Avrupa’nın birçok bölgesinden insanın Đtalyan kentlerine akın etmesine yol

179 Ibid. , s. 30.

Page 91: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

86

açmıştır.180 Bu durum, Ortaçağ’da Đtalya’nın Avrupa’nın geri kalan bölgelerini

etkileme potansiyeline sahip olmasına neden olmuştur. Đtalya’da ortaya çıkan sürekli

diplomasi anlayışının Avrupa’ya hızla yayılmasını sağlayan önemli etkenlerden biri

de budur.

Rönesans’ın bu coğrafyada doğması, Đtalya’nın sözkonusu kültürel

gelişmişliğinin doğal sonucudur. 14. yüzyıl başlarında ortaya çıkan Rönesans,

Ortaçağ kalıplarına ve anlayışına bir karşı çıkış niteliğindedir. Đnsanın doğaya bakışı

ve doğada konumlandırışında köklü bir değişimi ihtiva etmektedir. Bu çerçevede,

Ortaçağa egemen olan statükonun sürdürülmesi düşüncesi, yerini daha iyiye ulaşmak

için değişim düşüncesine bırakmıştır.181 Bu değişim anlayışı sanattan siyasete tüm

alanlarda etkili olmuştur. Dolayısıyla, diplomasiye de yeni bir bakış getirme

çabasının, Rönesans’ın getirdiği yeni ruhla yakından ilişkili olduğu rahatlıkla ileri

sürülebilir. Nitekim, Mattingly, sürekli diplomasiye geçişle sembolleşen yeni

diplomasi anlayışıyla, Rönesans ruhu arasında doğrudan bir bağ olduğunu, hatta

sürekli diplomasiye geçişin temel nedeninin Rönesans’ın etkisi olduğunu ileri

sürmektedir. Mattingly’e göre, Đtalya’da 1300–1450 yılları arasında yeni kurumların

ve yeni bir anlayışın benimsenmesi yeni bir diplomasi stilinin benimsenmesini

sağlamıştır.182

d)Dinsel Etkenler

Feodalizmle birlikte, Ortaçağ Avrupası’nı şekillendiren iki temel olgudan biri

olan Hıristiyanlık, siyasal birimler arasındaki diplomatik ilişkilerin de

180 Michael Mallett, “Italian Renaissance Diplomacy”, s. 63. 181 Norman Davies, Avrupa Tarihi , Çev: Burcu Çığman (et. al.), Ankara, Đmge Yayınevi, 2006, s.

513. 182 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 55.

Page 92: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

87

şekillendirilmesinde çok önemli bir role sahipti. Asıl ilgi çekici nokta ise şudur:

Đtalya’da bu rolün sorgulanması ve Hıristiyanlığın siyasal alandaki etkinliğinin

azaltılması da sürekli diplomasinin gelişiminde etkili olacaktır.

Ortaçağ Hıristiyanlığı’nın dünya kurgusu, keskin bir Hıristiyanlar-Hıristiyan

olmayanlar ayrımına dayanmaktaydı. En somut biçimde St. Augustine tarafından

doktrine edilen bu anlayış, Hıristiyan dünyası içinde bir evrenselliğin olması

gerektiğini vazetmekteydi.183 Buna göre, tüm Hıristiyan dünyası tek ve bütün bir

ülkeye/cumhuriyete (Respublica Christiana) aitti. Bu yapının tepesinde ise Tanrı’yı

temsil eden Kilise bulunmaktaydı. Söz konusu anlayış, siyasal birimler arası

ili şkilerin çerçevesini, din ve onun temsilcisi Kilise tarafından çizilen bir meşruiyet

zeminine oturtma çabası göstermekteydi. Örneğin, savaş gibi, siyasal birimler arası

ili şkilerdeki en temel olgular, din tarafından çizilen meşruiyet sınırları içinde

değerlendirilmekteydi.

Dinin bu kısıtlayıcı çerçevesinin, diplomasinin gelişimi açısından olumlu

etkilerde de bulunduğu görülmektedir. Watson, sürekli diplomasinin köklerinin,

“Respublica Christiana” anlayışı doğrultusunda siyasal birimler arasında gelişen ad

hoc diplomatik ilişkilerde aranması gerektiğini vurgulamaktadır.184 Watson

tarafından ileri sürülen bu tezde haklılık payı bulunmaktadır. Çünkü, bu anlayış

çerçevesinde Avrupa’daki siyasal birimler arasında diplomatik faaliyet sürekliliği

ortaya çıkmış, diplomasi gelişme yolunda üzerine sağlıklı biçimde oturabileceği bir

tarihsel sürece sahip olabilmiştir.

Bu durum, aynı zamanda, Avrupa’da bir ülkelerarası sistem kurulabilmesi

açısından da önem taşımaktadır. Çünkü, siyasal birimler, aralarındaki bütün çatışma

ve çekişmelere rağmen kendilerini büyük Hıristiyan ailesinin bir parçası olarak

183 Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, s. 36–37. 184 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between States, s. 97.

Page 93: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

88

görmekteydiler.185 Dolayısıyla, siyasal birimler arasında kolektif bir kimliğin varlığı,

ili şkilerin içinde geliştiği bir sistemin ortaya çıkmasını sağlamaktaydı.

Bu tarihsel miras, modernleşme sürecinin başlamasıyla dinin rolü azalmasına

rağmen, etkisini günümüzde bile kısmen ve dolaylı da olsa hala sürdürmektedir.

Hıristiyanlığın bir başka etkisi ise, ülkelerarası sistemin işleyişi açısından

önem taşıyan düzenlemeler ve kuralların ortaya çıkışına etkide bulunarak, devletler

hukukunun gelişiminde önemli bir rol oynamasıdır. Sekülerleşmeyle paralel biçimde,

bu dinsel etki de zamanla önemini kaybetse de, ülkeler arasındaki ilişkilerin ve bu

bağlamda diplomasinin yürütülmesinde düzenleyici rol oynayan kurallaşmalarda

Hıristiyanlığın büyük katkısı bulunmaktadır. Nitekim, o dönemde gelişmeye

başlayan devletler hukukunun üç kaynağından birini Hıristiyanlık oluşturmaktadır.

Diğer iki kaynak ise Roma ve Germen hukuklarıdır.186

Hıristiyanlığın diplomasinin gelişimi açısından bir başka önemli etkisi de,

Papalığın seküler iktidarları dengeleyerek, “üniversalist” bir söyleme sahip olan bir

büyük gücün oluşumunu engellemesidir. Yukarıda belirtildiği gibi, “üniversalist” bir

gücün oluşumu, kaçınılmaz olarak diplomasinin gelişimi açısından çok gerekli olan

çok-aktörlü ve egemen eşitli ğe dayalı bir sistemin doğuşunu engellemektedir. O

dönemde, sözkonusu “üniversalist” söyleme en fazla sahip olması beklenebilecek

Kutsal-Roma Germen Đmparatorluğu’nun bile, Papalığın da yoğun çabalarıyla, bunu

dile getirecek güce ulaşamadığı görülmektedir.

185 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 18–20. 186 Ibid. , s. 24.

Page 94: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

89

e)Tarihsel Etkenler

Đtalya’da sürekli diplomasi’ye geçiş, diplomasinin kurumsal ve uslüp

boyutları açısından çok önemli bir değişime tekabül etse de, hiç kuşkusuz bunun

altında ad hoc dönemin birikimi de yatmaktadır. Yani, özellikle Roma/Bizans

döneminde ve Avrupa’da diplomasi alanında yaşanan önceki deneyimler, Đtalyan

kent-devletlerinin diplomasi anlayışlarının gelişiminde önemli etkilerde bulunmuştur.

Roma/Bizans etkisinin, Batı ve Orta Avrupa’da kendisini en fazla gösterdiği

bölge, Batı Roma Đmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra, uzun bir süre Bizans

Đmparatorluğu’nun kontrolünde kalan Đtalya olmuştur. Zaten, Roma

Đmparatorluğu’nun siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan merkezi de Đtalyan

yarımadasıydı. Ayrıca, özellikle Venedik’in, bağımsız bir siyasal birim olarak ortaya

çıktığı 9. yüzyıldan, yıkıldığı 15. yüzyıla kadar Bizans’la siyasal, ekonomik ve

kültürel ilişkilerini sürdürmesi, Đtalya üzerindeki Bizans etkisinin süreklilik arz

etmesini de sağlamıştır. Kuzey Đtalya’daki kent-devletleri için Doğu ticaretinin

taşıdığı önem, kimi zaman ortaya çıkan ve taraflar arasında savaşa kadar giden

sorunlara rağmen, bu ilişkilerin sürekliliğindeki temel etkendir.187

Yüzyıllar boyunca Batı ve Orta Avrupa’nın içinde bulunduğu görece

izolasyon döneminde, başta Venedik olmak üzere, bütün önemli Đtalyan kent-

devletleri Batı’nın Doğu’yla temasını sağlayan esas aktörler olmuştur. Bu durum,

Doğu’nun siyasal ve kültürel birikiminin temelde Đtalyan kent-devletleri tarafından

Batı’ya aktarımını sağlamıştır. Belirtilen nedenle, Doğu ve Batı arasında bir köprü

niteliği taşıyan Đtalya, Doğu etkisinin kendini Batı Avrupa’da en fazla gösterdiği yer

olmuştur. Sözkonusu etkinin önemli boyutlarından/kanallarından birini de, diplomasi

187 Venedik-Bizans ilişkileriyle ilgili önemli bir çalışma için bkz. Donald M. Nicol, Bizans ve

Venedik: Diplomatik ve Kültürel Đlişkiler Üzerine, Çev:Gül Çağalı Güven, Đstanbul, Sabancı

Üniversitesi Yayınları, 2000, passim.

Page 95: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

90

oluşturmaktadır. Bu etkiye bakıldığında vurgulanabilecek başlıca hususlar ise

şunlardır:

Öncelikle, yukarıda “Bizans Đmparatorluğu’nda Diplomasi” başlığı altında

belirtildiği gibi, 11. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başlayan Bizans Đmparatorluğu

açısından diplomasi, ülkenin birliği ve bütünlüğünü koruma bakımından çok büyük

önem kazanmıştır. Bu durum, diplomasinin kurumsal ve üslup boyutundaki

gelişiminde rol oynamıştı. Đşte bu olgu, Bizans diplomasisinde en önemli aktörlerden

biri haline gelen Venedik’in, Bizans’taki gelişimden belki de en fazla etkilenen ülke

olmasını sağlamıştır. Nicolson’un belirttiği gibi, Venedik, Bizans diplomasi teorisini

anlayarak benimseyen ilk Batılı güç olmuştur.188

Diplomasinin üslup boyutu açısından bakıldığında, Bizans’ın diplomasiyi

kullanarak güçleri birbirine düşürme, anlaşmazlıklardan yararlanma, ittifaklar kurma

gibi taktikleri Venedikliler tarafından yakından gözlenmiş, çoğu zaman bizatihi

Venedikliler bu süreçlerin bir parçası olmuşlardır. 189 Zamanla, başta Ceneviz olmak

üzere, diğer Đtalyan kent-devletlerinin de Bizans’la ilişkilerini geliştirmeleri, Bizans

etkisinin Đtalya üzerinde daha da belirginleşmesinde rol oynamıştır. Bizans

diplomasisinin üslup boyutuna ilişkin özellikleri Đtalyan kent-devletleri

yöneticilerince kavranmış, benimsenmiş ve uygulanmaya başlamıştır. Bunun gerek

15. yüzyıl öncesi ad hoc dönem Đtalya’sında, gerek 15. yüzyılda sürekli diplomasiye

geçişte ve sonrasında önemli etkilerde bulunan bir olgu olduğu görülmektedir.

188 Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 27. 189 Bizans ve Venedik arasındaki diplomatik ilişkilerdeki kaygan zemin için bkz: Nicol, Bizans ve

Venedik, s. 80–98.

Page 96: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

91

Bizans’la ilişkilerin sürekli diplomasiye geçişteki en önemli etkilerinden biri

de, hiç kuşkusuz “balio”luk kurumunun oluşturulmasıdır.190 “Balio” Đstanbul’da

bulunan Venedik ticaret kolonisinin başı durumunda bulunan ve Venedik yurttaşları

üzerinde siyasal, yönetsel ve hukuksal yetkilere sahip, merkezce atanan bir

memurdu.191 Ticari ilişkiler çerçevesinde oluşan ve temelde ticari işlev gören bu

makam, aslında bir konsolosluktur. Bu özelliğiyle, Đtalyan kent-devletlerinin 12.

yüzyıldan itibaren Doğu limanlarında kurduğu konsolosluklara benzemektedir.

Fakat, Mattingly, Đstanbul’da bulunan “balio”nun farklı durumuna işaret ederek,

diğer konsoloslukların aksine, diplomatik işlevinin süreklilik arz ettiğini ve daha

sonra kurulacak Venedik sürekli elçiliklerinin bir öncülü olarak görülmesi gerektiğini

vurgulamaktadır.192 Gerçekten, genel olarak bütün konsolosluklar, özelde ise

Đstanbul’daki sözkonusu konsolosluk, sürekli diplomasiye geçiş açısından büyük

önem taşımaktadır. Bu konsolosluklar, sürekli elçiliklerin bir prototipi olmuş ve

sürekli diplomasiye geçişte Đtalyan kent-devletlerine esin kaynağı ve model işlevi

görmüştür.

Bizans’la Venedik arasındaki diplomatik bağların diplomasinin gelişimindeki

etkisinin bir başka göstergesi de, diplomatik yazışmaların düzenliliği ve

saklanmasında gösterilen özendir. Roma/Bizans bürokratik geleneğinden gelen

etkiyle, Venedikliler bir devlet arşivi kurarak dış ülkelerle ve konsolosluklarla

yapılan yazışmaları saklamışlardır. Bu düzenli arşiv, 883 yılından Venedik

190 Balio’luk kurumunun ilk kez ne zaman ortaya çıktığı çok açık bir biçimde bilinmemektedir. Fakat,

1268’de Bizans ve Venedik arasında imzalanan bir antlaşmada, bu kurumun oluşturulması ve

statüsüyle ilgili açık ve ayrıntılı düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Ibid. , s. 180-181. 191 Đstanbul’un ele geçirilmesinden sonra Osmanlı Đmparatorluğu’na da miras kalan bu kurum, Đtalyan

kent-devletlerinin Doğu ticaretine verdikleri ağırlığı ve sürekli diplomasiye geçişte ekonomik

etkenlerin rolünü göstermesi açısından da önemlidir. Tayyip Gökbilgin, “Konsolos”, Đslam

Ansiklopedisi, C. VI, s. 836. 192 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 68.

Page 97: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

92

Cumhuriyeti’nin Napolyon tarafından ortadan kaldırıldığı 1797’ye kadar geçen

dönemdeki belgeleri ihtiva etmektedir.193

Bizans’ın Đtalya’da diplomasinin gelişimindeki bir başka etkisi de,

Rönesans’ın ortaya çıkışındaki rolünden kaynaklanmaktadır. Rönesans, temelde

kadim Yunan düşüncesi ve kültürünün restorasyonuna dayanmaktadır. Yunan

düşüncesi ve kültürünün Đtalya’ya girişi ise Bizans üzerinden olmuştur. Dolayısıyla,

yukarıda siyaset felsefesinin değişimi bahsinde değinilen Rönesans’ın diplomasi

anlayışı üzerindeki etkisinde, Bizans’la yüzyıllardır sürdürülen ilişkilerin önemi

ortaya çıkmaktadır.

Đtalya’da sürekli diplomasiye geçişte Avrupa’nın ad hoc dönemden

kaynaklanan mirasının da önemli bir katkısı olduğu görülmektedir. Feodalizmin çok

aktörlü yapısı, Hıristiyanlığın evrenselci niteliği ve Kilisenin düzenleyici etkisi ad

hoc dönemde diplomatik ilişkilerin gelişiminde önemli rollere sahiptir. Temelde

mutlak bir hiyerarşiye dayanmasına rağmen, feodalizm Orta Çağ boyunca Avrupa

siyasal hayatında çok aktörlü bir yapının ortaya çıkışını sağladı. Özellikle,

Avrupa’nın belirli bir istikrara kavuşmaya başladığı 11. yüzyıldan sonra, siyasal

aktörler arasındaki ilişkiler daha düzenli bir nitelik kazanmıştır. Bu durumun sonucu,

en belirgin bir biçimde 13. ve 14. yüzyıllarda diplomatik ilişkilerin ve diplomatik

faaliyetlerin artmasıdır. Bunun da ötesinde, sözkonusu dönemde diplomatik ilişkiler

sadece siyasal birimler arasında değil, aynı zamanda ekonomik, kültürel, dinsel ve

toplumsal birimler arasında da geliştirilmi ştir. Nitekim, bu dönemde diplomatik

faaliyetler sadece prensler ve özgür şehirler arasında değil, aynı zamanda feodal

beyler, tüccar birlikleri ve hatta üniversiteler arasında da görülmekteydi. Bu aktörler,

193 Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 27.

Page 98: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

93

birbirlerine, Mattingly’nin tabiriyle, “yarı-diplomatik temsilciler”194

göndermekteydiler. Bu durum, diplomasinin gelişimi açısından büyük önem taşıyan

çok taraflılığın, Orta Çağ Avrupası’nda sürekli diplomasiye geçiş öncesinde de

görülmeye başladığını göstermektedir. Ayrıca, çok sayıda aktörün diplomatik süreçte

yer alması, o dönemde diplomatik faaliyetlerin önemli bir yoğunluğa sahip olduğunu

da ortaya koymaktadır.

Ad hoc dönemdeki bu yoğunluk, diplomasi alanında belirli kavramların,

kuralların ve kurumların ortaya çıkmasında da etkili olmuştur. Bu kavram, kural ve

kurumlar o dönemde Avrupa’nın uygarlığının köklerini oluşturan Hıristiyan, Roma

ve Germen geleneklerinin etkisiyle ortaya çıkmış ya da şekillendirilmiştir. Nitekim,

elçi dokunulmazlığı, elçi gönderme hakkı, diplomatik protokol gibi diplomasinin

temeline oturan çok önemli kavram ve ilkelerin Ortaçağ Avrupası’nda 15. yüzyıl

öncesinde benimsendiği ve şekillendiği görülmektedir. Bu kurum, ilke ve

kavramların sürekli diplomasiye geçiş öncesinde nasıl algılandığı ve uygulandığı ise

bir sonraki başlık altında incelenecektir.

3-Sürekli Diplomasi Anlayışının Doğuşu ve Gelişimi

a)Sürekli Diplomasi’ye Geçiş Öncesi Diplomasi’nin Đşleyişi

Avrupa 4. ve 5. yüzyılda girdiği istikrarsızlık döneminden, 9. yüzyıldan

itibaren feodal yapının kurumsallaşmasıyla çıkmaya başladı. 15. yüzyıl sonlarına

kadar süren Ortaçağ’ın karakteristik özelliklerinin ortaya çıktığı yeni dönem,

diplomasi açısından da önemli gelişmelere sahne olmuştur. Sürekli diplomasiye geçiş

öncesindeki bu dönemde, diplomasinin kurumsal ve uslüp boyutlarında belirli bir

sürekliliğin ve kurallaşmanın ortaya çıktığı görülmektedir.

194 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 27.

Page 99: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

94

Diplomasinin işleyişi açısından en önemli olgu, yukarıda vurgulanan,

“ respublica Christiana” anlayışı çerçevesinde diplomatik aktörler arasında bir

diplomatik alanın/sistemin ortaya çıkmasıydı. Böylece, oluşan ortak diplomatik

alan/sistem, diplomatik faaliyetlerin artmasını, istikrar kazanmasını ve düzenli bir

biçimde yürütülebilmesini sağlamıştır.

Hukuk, oluşan sözkonusu alanın/sistemin ortaya çıkışı ve işleyişi açısından

çok belirleyici bir öneme sahiptir. Ortaçağ boyunca, genelde toplumsal hayata,

özelde ise diplomasiye hakim olan hukuksal yapının Kilise, Roma ve Feodal hukuk

kaynaklarından beslendiği yukarıda belirtilmişti. Özellikle, Kilise ve Roma

Hukuku’nun, Avrupa’da ortaya çıkan diplomatik alan/sistem açısından daha etkili ve

belirleyici olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, Kilise ve Roma hukuk sistemlerinin,

Avrupa ölçeğinde üniversal(ist) bir nitelik göstermesiydi. Üniversal(ist) nitelik de,

diplomasinin, kurallaşmalar açısından çok daha elverişli bir yapıya oturmasını

sağlamaktaydı.

Özellikle, 11. yüzyıldan itibaren Kilise hukukçularının ülkeler arası ilişkiler

hakkında çeşitli çalışmalar yapmaya başladıkları görülmektedir. Sözkonusu

çalışmalarda antlaşmaların kutsallığı, barışın korunması, tarafların hakları ve savaşın

olumsuz yönlerinin azaltılması gibi konular üzerinde durulmaktaydı.195 Ortaçağ’ın

sonlarına doğru Kilise’nin prestijinin ve etkinliğinin azalmasıyla, Roma Hukuku

bağlamında gelişen sivil hukuk diplomasi açısından daha ön planda yer almaya

başlamıştır. Bu durum, diplomasinin laik ve daha rasyonel bir temele oturtulmasında

önemli bir etkide bulunmuştur.196 Feodal Hukuk, dayandığı şövalyelik felsefesi

çerçevesinde, habercilere, esirlere ve gayri-muhariplere yapılacak muamele ve

195 Ibid. , s. 22. 196 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 23.

Page 100: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

95

anlaşmalara sadakat gibi, diplomasinin de alanına giren konularda düzenlemelerde ve

etkilerde bulunan bir hukuksal kaynak niteliğindeydi.197

Kilisenin, hukuksal bağlamdaki bu etkisinin yanısıra, bir diplomatik aktör

olarak da Avrupa diplomasinin işleyişinde rol oynadığı görülmektedir. Papalık

görevlileri ve Papalık nezdindeki temsilciler, Ortaçağ Avrupası’ndaki en önemli bilgi

ve iletişim kaynağı olmuşlardır.198 Bir başka ifadeyle, Kilise örgütü, diplomatik

aktörler arasında iletişimi, yani diplomasinin yürütülmesini sağlayan bir kanal

niteliği taşımıştır.

Ayrıca, Kilise’yle Kutsal Roma Germen Đmparatorluğu arasında sürüp giden

güç mücadelesi ve Papalığın ikiye bölünmesi sonucunda ortaya çıkan ve 1378–1417

yılları arasında görülen “büyük bölünme”199 döneminde yaşanan diplomatik

hareketlilik, Kilise’nin Avrupa diplomasisinin en faal aktörlerinden biri haline

gelmesini sağlamıştır. Bu durum, zayıflamış da olsa Kilise’nin, toplumlar üzerindeki

etkisi göz önüne alındığında, diplomatik faaliyetlerin tüm Avrupa’da daha da

artmasına neden olmuştur.

Sürekli diplomasiye geçiş öncesinde diplomasinin kurumsal ve uslüp

boyutunda önemli bir gelişme de elçilik olgusunun kazandığı yeni özelliklerdir.

Ortaçağ boyunca tüm diplomatik temsilciler genel olarak “legati” ( legatus) olarak

adlandırılmaktaydı. Ortaçağ’ın sonlarına doğru ortaya çıkan “ambaxiator” kelimesi

de, Roma döneminden miras kalan “legati”yle eş anlama sahipti. Bu eş anlamlılık

yavaş yavaş ortadan kalkacak, “legati” kelimesi, özel olarak Kilise temsilcilerini

nitelendirmek için kullanılmaya başlayacaktır. Böylece, günümüzde de büyükelçileri

197 Idem. 198 Watson, Diplomacy: The Dialogue Between States, s. 96. 199 David Nicholas, The Transformation of Europe 1300–1600, London, Arnold Publishers, 1999, s.

128–129.

Page 101: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

96

tanımlamak için kullanılan “ambaxiator” kelimesi diplomatik literatürde yerini

alacaktır. 200

“Ambaxiator” kelimesinin kullanılmaya başlaması, aynı zamanda diplomatik

temsilciliğin hiyerarşik durumu açısından da önemlidir. En yüksek temsilcilik

derecesine sahip diplomatik temsilciler için sözkonusu kelime, daha düşük seviyeli

diplomatik temsilciler için ise “nuncio” (nuncii) ve “procurator” kullanılmaktaydı.

“Nuncio”ların ortaya çıkışı Ortaçağ’ın başlarına kadar uzanmaktadır.201

“Nuncio”lar temelde taraflar arasında mektup iletimini sağlayan birer mesajcı olma

niteliği taşımaktaydılar. Fakat, taraflar arasında iletişimi sağlayan daha önceki

elçilerden farklı olarak, “nuncio”ların gönderen tarafın mesajlarını sözel olarak ifade

ettikleri görülmektedir. Hamilton ve Langhorne’un tabirleriyle birer “canlı

mektup”202 olan bu temsilciler, yüzyıllardır süren diplomatik uslüba yeni bir boyut

kazandırmışlardır. Bu durum, elçilik kurumunun evriminde önemli bir kilometre

taşıdır. Fakat, “nuncio”ların temsil kabiliyetlerinin kısıtlı olduğunun da altı

çizilmelidir. Çünkü, “nuncio”lar sadece kendilerine verilen mesajı iletmeye

yetkiliydiler. Yani müzakere yapmaya yetkili değildiler.

“Nuncio”ların temsil yeteneklerinin ve görev alanlarının kısıtlılığı, diplomatik

aktörler arasındaki ilişkilerin Ortaçağ’ın sonuna kadar sınırlı oluşuyla ilgilidir.203

Diplomatik faaliyetlerin niceliksel ve niteliksel bir atılım gösterdiği sözkonusu

döneme kadar, “nuncio”lar yine de diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinde yeterli

olmuştur.

200 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 29. 201 Donald E. Queller, “Thirteenth Century Diplomatic Envoys: Nuncii and Procuratores”, Speculum,

Vol. 35, No:2, (April 1960), s. 196. 202 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 24. 203 Ibid., s. 25.

Page 102: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

97

Ortaçağ’ın son döneminde diplomatik ilişkilerin artışı ve diplomatik ilişkiye

konu olan alanların kompleks bir nitelik kazanması, diplomatik faaliyetlerin

yürütülmesini sağlayacak diplomatik temsilcilerin de bu yeni koşullara uyumunu

zorunlu kıldı. Merovenj döneminden beri neredeyse görev alanları ve statüleri hiç

değişmemiş olan “nuncio”ların yerini başka bir diplomatik temsilci türü almaya

başladı. Bu yeni diplomatik temsilcilere “procurator” adı verilmekteydi. Aslında

“procurator”luk yeni bir kurum değildi. Fakat, daha önce bu kurum diplomasiden

çok hukuk işleriyle ilgiliydi. “ Procurator”lar 11. yüzyılın sonlarına doğru Papaların

özel akitler imzalamak için gönderdikleri temsilcilerdi.204

13. yüzyılın başlarından itibaren devletler “nuncio”ların yerine

“procurator”ları göndermeye başladılar. “Procurator”lar, “nuncio”lardan farklı

olarak diplomatik temsil açısından çok daha güçlü bir statüye sahiptiler. Müzakere

yapma yetkileri bulunmaktaydı. Bu durum tarafların artık diplomasiyi daha etkin bir

biçimde kullanabilme isteklerinden kaynaklanmaktaydı. Birbirinden uzaktaki siyasal

birimler arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamış ve temsil yeteneği kısıtlı

“nuncio”larla diplomasiden verim alabilmek zorlaşmıştı.

“Procurator”ların temsil güçlerinin yüksekliği ve yetkilerinin artışı, sürekli

diplomasiye geçiş açısından son önemli kilometre taşı niteliğindedir. Çünkü, bu

elçilik türü, sürekli diplomasinin ortaya çıkışı açısından iki önemli etkide

bulunmuştur:

Birinci olarak, “procurator”ların müzakere yapabilmeleri, elçilerin diplomatik

faaliyetlerinin sadece mesaj iletme işlevinden çıkmasını sağlayarak, diplomatik

sürecin uzamasına ve belirli bir süreklilik kazanmasına neden olmuştur.

204 Ibid. , s. 26.

Page 103: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

98

Đkincisi, “procurator”lar sahip oldukları temsil gücü sayesinde prestij ve

etkinlik kazanmışlardır. Böylece, diplomatik temsilciliğin profesyonel bir mesleğe

dönüşmesi yolunda çok önemli bir adım atılmıştır.

b)Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Gerçekleşmesi

Đtalyan kent-devletleri arasındaki siyasal ve ekonomik güç mücadelesi 13.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren artmaya başladı. Ayrıca, Đtalya, başta Fransa

olmak üzere, diğer Avrupalı güçlerin etkinlik kurmak için gittikçe daha fazla

ilgilendiği bir bölge oldu. Bu durum, Đtalya’da ad hoc diplomasiye çok daha sıklıkla

başvurulmasına ve diplomatik bağların süreklilik kazanmaya başlamasına yol açtı.

Buna paralel olarak, diplomatik aktörler arasında artan ekonomik ilişkilerin

konsolosluk kurumlarının yaygınlaşmasına neden olduğu da görülmektedir. Nitekim,

1380–1450 yılları arasında Kuzey ve Merkezi Đtalya’da, konsolosluk ve ticari

temsilcilik gibi yarı-diplomatik, fakat süreklilik taşıyan birimler hızla artan bir

biçimde yaygınlaştı205

Bu durumun doğal sonucu, diplomatik temsilin de gündelik, kesintisiz ve

sürekli bir biçimde yapılandırılması olacaktır. Bu da sürekli/yerleşik diplomatik

temsilciliklerin açılması sürecini başlatacaktır.

Đlk sürekli elçiliğin ne zaman ve nerede kurulduğu tartışmalıdır. Mattingly,

ilk sürekli elçiliğin Đtalyan kent-devleti Montava tarafından Bavyera Prensi Louis

nezdinde 1341 gibi erken bir tarihte kurulduğunu ileri sürmektedir.206 Gene

Mattingly’e göre, Đtalyan kent-devletleri arasında karşılıklı sürekli elçilik açılması ilk

205 Mattingly, Renaissance Diplomacy, s. 69. 206 Ibid. , s. 71.

Page 104: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

99

defa 1375 ve 1379 yılları arasında Milano ve Montava’da gerçekleşmiştir. Fakat bu

deneyim kısa sürmüş, 1379’dan sonra her iki taraf da yerleşik elçi atamamışlardır.207

Mattingly, 1425–1432 yılları arasında Milano Düklüğü ve Macaristan

arasında da karşılıklılık temelinde, yerleşik diplomatik temsilcilerle yürütülen bir

sürekli diplomasi bağı olduğunu belirtmetedir.208 Fakat bu deneyim de belli bir süre

sonra kesintiye uğramıştır.

Anderson ise, fiili olarak ilk sürekli elçiliği Milano tarafından Floransa’ya

1446’da gönderilen ve 20 yıl kadar görev yapan Nicodemus’un kurduğunu

belirtmektedir.209 Bunu 10 yıl kadar sonra Napoli, Cenova, Roma ve Venedik’te

kurulan Milano elçilikleri izlemiştir.210

Sürekli diplomasiye geçiş için en uygun tarih 1460 olacaktır. Çünkü, bu

tarihte Savoy Düklüğü tarafından Roma’ya gönderilen büyükelçi, resmi ve açık bir

biçimde “yerleşik” olarak nitelendirilmiştir (“orator et ambaxiator continuus et

procurator”).211

c-Sürekli Diplomasi Anlayışının Avrupa’ya Yayılışı

Đtalya’da ortaya çıkan ve gelişen bu yeni diplomasi anlayışının, kısa sürede

Batı ve Orta Avrupa’da da yerleştiği görülmektedir. Sürekli diplomasinin bu hızlı

yayılımı, işlevselliğinin bütün siyasal aktörlerce yavaş yavaş anlaşılması sayesinde

gerçekleşmiştir.

207 Ibid., s. 71–72. 208 Ibid. , s. 76–77. 209 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 7. 210 Idem. 211 Ibid., s. 6.

Page 105: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

100

15. yüzyılın sonunda Đtalyan kent-devletleri siyasal ve ekonomik sebeplerle

Đtalya dışındaki ülkelerde de sürekli diplomatik temsilcilikler açmaya başladılar. Bu

çerçevede, Đspanya, Đngiltere, Fransa ve Avusturya’da sürekli elçilikler

oluşturuldu.212 Sürekli diplomasi anlayışının Đtalya dışında da tanıtılmasında büyük

rol oynayan bu gelişme, “ikinci dalga” olarak adlandırılabilecek bir etkide

bulunmuştur.

Şöyle ki, 16. yüzyılın başlarına tekabül eden dönemde Batı ve Orta

Avrupa’daki güçler de sürekli diplomasi anlayışını benimsemeye başladılar. Bu

dönemde Batı ve Orta Avrupalı güçler hem Đtalyan kent-devletlerinde, hem de

birbirlerinde sürekli elçilikler açmaya başladılar. Bu gelişme, Avrupalı devletler

arasındaki diplomatik bağın daha önce hiç olmadığı kadar güçlenmesine,

diplomasinin kurumsal ve uslüp boyutlarında büyük bir gelişme göstermesine yol

açtı.213

“ Đkinci dalga” olarak adlandırdığımız süreçte Fransa’nın sürekli diplomasi

anlayışını benimsemekte gösterdiği çekingen tutum, yukarıda sürekli altı çizilmeye

çalışılan güç ve diplomasi arasındaki ilişkinin güzel bir örneğini oluşturmaktadır. 16.

yüzyılın başında Fransa, diğer ülkelerin aksine sürekli elçilikler kurmaktan büyük

oranda kaçınmıştır. Çünkü, bu dönemde Avrupa’nın en güçlü devleti Fransa’ydı.

Fransa’nın 16. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar kurduğu tek sürekli elçilik, 1509’da

Avusturya nezdinde olandır. Kral I. Fransuva’nın 1525’de Pavia Savaşı’nda

Avusturya Đmparatoru V. Charles’a yenilmesi, Fransa’nın ittifak arayışına, bu

çerçevede diplomatik bağlarını geliştirme ihtiyacı içine girmesine neden oldu. Bu

212 Hamilton ve Langhorne, The Practice of Diplomacy, s. 36. 213 Sürekli diplomasi anlayışının bütün büyük güçler tarafından büyük bir istekle benimsendiğini

söylemek mümkün değildir. Sürekli diplomasinin doğası gereği karşılıklılık, egemen eşitlik, eşit ya da

eşitli ğe yakın protokol uygulamaları gibi unsurları barındırması, bu yeni anlayışın benimsenmesinden

yüzyıllar sonra bile taraflar arasında çok önemli sorunların ortaya çıkışını engelleyemeyecektir.

Page 106: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

101

durumun doğal sonucu, Fransa’nın sürekli diplomasi anlayışını benimsemesi ve

sürekli elçilikler kurmaya başlamasıydı. Nitekim, 1515’te 1 olan sürekli elçilik

sayısı, Fransuva’nın öldüğü 1547’de 10’a yükselmişti.214

Fransa sürekli diplomasiye geçişte gösterdiği bu çekingenliğe rağmen, yeni

anlayışı hızla benimseyecek ve Đtalyan kent-devletlerinin ardından diplomasi

açısından bir model haline gelecektir. 15. ve 16. yüzyıllar, sürekli diplomasi

anlayışının içinde doğduğu Đtalya tarafından şekillendirildiği dönemdi. Diplomasi,

17. yüzyıldan, “yeni diplomasi”nin ortaya çıktığı 20. yüzyıla kadar ise Fransız

etkisiyle şekillenecektir.215

Fransız etkisi, diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarının tüm

yansımalarında kendini göstermektedir. Kurumsal boyutta örnek vermek gerekirse:

Dışişleri bakanlığının ilk kurulduğu, mesleki profesyonelleşmenin tam anlamıyla

ortaya çıktığı yer Fransa olmuştur. Uslüp boyutunda ise, Fransızca yüzyıllarca

uluslararası diplomasi dili olmuş, müzakereler Fransız modeline göre yapılmıştır.

Görüldüğü gibi, 16. yüzyılda Avrupa’nın büyük güçleri arasında sürekli

diplomasi anlayışının benimsenmesiyle oluşan gelişkin bir diplomatik sistem

bulunmaktaydı. Bu ülkelerde diplomasi kurumsal ve üslup boyutlarında büyük

gelişme göstermişti. Bu diplomatik sistemin dışında kalan Đskandinav ülkelerinde ve

Đskoçya, Portekiz, Polonya, Rusya gibi periferik ülkelerde ise sürekli diplomasi

anlayışının henüz benimsenmediği görülmektedir.216

Bu ülkelerde sürekli diplomasi anlayışının benimsenmesi, özellikle 17.

yüzyılın sonunu ve 18. yüzyılın başını bekleyecektir. Örneğin, Rusya’da sürekli elçi

214 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 9. 215 Nicolson, 17. yüzyıldan sonra diplomasinin gelişimini, “Fransız Sistemi” başlığı altında ele

almaktadır. Nicolson, The Evolution of Diplomatic Method, s. 48–71. 216 Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 27-28.

Page 107: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

102

olarak nitelendirilebilecek ilk atamanın yapılması 1673 yılını bulacaktır. Bu tarihte

Rusya ilk defa Varşova’ya sürekli elçi göndermiştir. Fakat Rusya’nın sürekli

diplomasi anlayışını kesin bir biçimde benimsemesi, 18. yüzyıl başında Rus

modernleşmesinin öncüsü I. Petro devrinde olabilmiştir.217

Görüldüğü gibi, Avrupa’nın geri kalanının sürekli diplomasi anlayışını

benimsemesi, 18. yüzyılın başında ortaya çıkan “üçüncü dalga”da gerçekleşmiştir.

Bu tarihten sonra Avrupa’da daha kapsayıcı bir ortak diplomatik sistemden/alandan

sözetmek mümkün olacaktır.

19. yüzyılda ise sürekli diplomasi anlayışı bir “dördüncü dalga” halinde

tüm dünyaya yayılacak, Osmanlı Đmparatorluğu buna katılan ilk devlet olacaktır.

217 Ibid. , s. 69-70.

Page 108: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

103

II. BÖLÜM:

OSMANLI ĐMPARATORLU ĞU’NDA

DĐPLOMASĐ VE EVRĐMĐ

Yaklaşık 600 yıl boyunca varlığını korumayı başaran bir devlet olarak

Osmanlı Đmparatorluğu, yüzyıllar boyunca bölgesinin ve dünyanın en önemli

aktörlerinden biri olmuştur. Bu durum, sadece imparatorluğun sahip olduğu büyük

siyasal, askeri ve ekonomik güçle açıklanamaz. Osmanlı Đmparatorluğu’nun bu

başarısının altında hiç kuşkusuz diplomasiyi kullanma becerisi de yatmaktadır.

Osmanlı Đmparatorluğu kuruluşundan yıkılışına kadar, diplomasiyi hem

genişlemek, hem devletlerarası dengenin kendi aleyhine dönmesine mani olmak ya

da kendi lehine çevirmek, hem de varlığını sürdürmek için kullanmıştır. Yukarıda

belirtilen Japonya’nın mutlak izolasyon ya da Çin’in kısmi izolasyon anlayışlarının

aksine, Osmanlı Đmparatorluğu diplomatik ilişkiler kurma ve geliştirmede hayli

istekli davranmıştır. Bunda, hiç kuşkusuz, Osmanlı Đmparatorluğu yöneticilerinin bu

yöndeki politikalarından çok, devletin içinde bulunduğu coğrafi, siyasal, ekonomik,

askeri, toplumsal ve kültürel koşulların etkisi vardır.

Sözkonusu koşulların değişimi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış

politikasının, diplomasiye bakışının, diplomasiyi kullanma biçiminin ve diplomatik

örgütlenmesinin de değişimine neden olmuştur. Dolayısıyla, bütün diğer devletlerde

olduğu gibi, Osmanlı diplomasisinde de, tarihsel süreç içinde bir evrim yaşanmıştır.

Bu evrim, Osmanlı Đmparatorluğu’nun yaşadığı genel değişimin diplomasi

bağlamında da görülebilmesi açısından önemli ipuçları vermektedir. Bir başka

ifadeyle, diplomasideki değişim, genel değişimin hem bir sonucu, hem bir simgesi

Page 109: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

104

niteliğindedir. Örneğin, 18. yüzyılda Batı karşısında tüm alanlarda belirginleşen

gerileme, diplomasi anlayışı ve örgütlenmesinde hemen akisler yaratmıştır.

Osmanlı siyasi tarihi üzerine birçok çalışmada, sürekli diplomasiye geçişin

bir “kırılma” yarattığı tezi kabul görmektedir.218 Bu çerçevede, Osmanlı diplomasisi

ad hoc ve sürekli diplomasi dönemleri olarak iki alt dönemde incelenmektedir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun, yüzyıllardır sürdürdüğü ad hoc anlayış yerine, 18.

yüzyıl sonunda sürekli diplomasi anlayışını benimsemesi gerçekten de önemli bir

kırılma noktasıdır.

Sürekli diplomasiye geçilmesi bu tezde de temel alınan önemli bir kırılma

noktası olmakla birlikte, diğer tüm ülkelerdeki değişime paralel olarak, Osmanlı

Đmparatorluğu’nda diplomasinin gelişimi devrimsel değil evrimsel bir çizgi

izlemiştir. Yukarıda, “Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Nedenleri” başlığı altında

incelenmeye çalışıldığı gibi, Avrupa’da da sürekli diplomasiye geçiş uzun bir zaman

diliminde, belirli koşulların oluşmasıyla mümkün olabilmiştir. Đleride inceleneceği

gibi, bu durum Osmanlı Đmparatorluğu için de geçerlidir.

Benzer bir evrim Osmanlı diplomasisinin ad hoc döneminde de

görülmektedir. Ad hoc diplomasi anlayışı, imparatorluğun kurulduğu 14. yüzyıl

başlarından, sürekli diplomasiye geçtiği 18. yüzyıl sonuna kadar, kurumsal ve üslup

boyutlarında çeşitli değişimlere uğramıştır. Bu durum, ad hoc dönemin de belirli alt

dönemlere ayrılarak incelenmesini gerekli kılmaktadır.

Hurewitz, Đstanbul’un fethedildiği ve akabinde ikamet elçilerinin kabul

edildiği 1453’den, Đmparatorluğun yıkıldığı 1923’e kadar süren dönemde, Osmanlı

218 Örneğin bkz: Ömer Kürkçüoğlu, “The Adaption and Use of Permanent Diplomacy”, Ottoman

Diplomacy: Conventional or Unconventional?, Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke, Palgrave, 2004, s.

131; Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s. 50.

Page 110: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

105

diplomasisinin 4 döneme ayrılarak incelenmesi gerektiğini ileri sürmektedir.219

Hurewitz’e göre, bu 4 dönem şu şekildedir:

1-1453’den 1699’a, Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasına kadar süren

dönem.

2-1699’dan 1793’e, ilk ikamet elçiliğinin açıldığı ve böylece sürekli

diplomasiye geçilmesine kadar süren dönem.

3-1793’den 1821’e, ikamet elçiliklerinin çalışmalarına ara vermesine kadar

süren dönem.

4-Đkamet elçiliklerinin yeniden açıldığı 19. yüzyıl ortalarından,

imparatorluğun tarihe karıştığı 1923’e kadar süren dönem.

Görüldüğü gibi, Hurewitz ad hoc dönem içinde Osmanlı diplomasisini 2 alt

döneme ayırmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299’dan 1453’e kadar süren

dönemin de Osmanlı diplomasisi açısından dikkate alınması gerektiği düşünülürse,

Hurewitz’in bu dönemleştirmesine ekleme yapılması zorunluluğu ortaya çıkacaktır.

Bu nedenle, tezde ad hoc dönem 3 alt döneme ayrılarak incelenerek, Osmanlı

diplomasisinin kurumsal ve üslup boyutlarında değişim ve süreklilik gösterdiği

yanları belirlenmeye çalışılacaktır.

219 J. C. Hurewitz, “The Europenanization of Ottoman Diplomacy: The Conversion from

Unilateralism to Reciprocity in the Nineteeenth Century”, Belleten, C. 25, S. 99., (1961), s. 460–461.

Page 111: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

106

A)Ad Hoc Dönem: Geleneksel Osmanlı

Diplomasisi

1)Kurumsal Boyut

a)1299–1453 Dönemi

Osmanlı Đmparatorluğu’nun kurulduğu 1299’dan, Đstanbul’un fethiyle bir

imparatorluğa dönüştüğü 1453’e kadar geçen süre, devletin siyasal örgütlenmesinin

temellerinin atıldığı dönem olmuştur. Bürokratik yapı da bu dönemde filizlenmeye

başlamıştır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir beylik olarak ortaya çıktığı ilk dönemde,

toplumsal örgütle(n)me ihtiyacının kısıtlı olması, devletin temel fonksiyonlarının dar

bir çevre tarafından yürütülebilmesine olanak sağlamaktaydı. Yönetici çevreyi de,

Osmanlı Beyi ve çevresindeki savaşçı reisler oluşturmaktaydı. Bu durum, sözkonusu

dönemde dikkate değer bir bürokratik yapının kurulmamasına ve ayrı şubelere

ayrılmış, görevleri farklılaşmış bir yönetici sınıfın ortaya çıkmamasına neden

olmuştur.220

Bürokratik yapının yok derecesinde olması, bu dar kadroyu beyliğin dış

ili şkilerinin yürütülmesinde de tek yetkili durumuna sokmaktaydı. Bu ilk dönemde,

dış ili şkilerle ilgili savaş, barış, anlaşma yapılması gibi temel konularda karar, bey ve

çevresindeki savaşçı reislerden oluşan dar çevre tarafından verilmekteydi. Bu

nedenle, ilk dönemde Osmanlı diplomasisinde karar makamı ve yürütücü makam

arasında büyük oranda bir özdeşlik olduğu görülmektedir.

220 Carter V. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform: Bâbıâli (1789-1922), Çev:Latif

Boyacı ve Đzzet Akyol, Đstanbul, Đz Yayıncılık, 1994, s. 41.

Page 112: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

107

Beyliğin yavaş yavaş bir devlet halini almaya başladığı Orhan Bey

döneminde, daha gelişmiş bir siyasal yapının kurulması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Nitekim, Orhan Bey döneminde “vezirlik” kurumunun ortaya çıktığı ve devletin

önemli işlerinin görüşülerek karara bağlandığı bir “divan”ın oluşturulduğu

görülmektedir. Oluşturulan vezirlik makamı ve divan, bürokratikleşme yolunda

atılmış önemli bir adımdır. Çünkü bu kurumsallaşma bürokratik bir sınıfın (“katip

sınıfı”nın) doğuşunu sağlamıştır.221

Divan ve buna paralel olarak katip sınıfının gelişmesi, ülkenin genişlemesi

ve toplumun örgütlenmesi ihtiyacının artışına paralel olarak, I. Murat ve Yıldırım

Beyazıd dönemlerinde daha da belirginleşmiştir. Bu dönemde divanın düzenli

toplanan, yürütülen işlerin belirli kurallara bağlandığı bir kurum haline geldiği

görülmektedir. Böylece, dış politikanın belirlenmesinde ve diplomasinin

yürütülmesinde Divan temel bürokratik birim haline gelmiştir.

Bu dönemde Divan içinde diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinden

sorumlu en önemli görevlinin Nişancı olduğu görülmektedir. Nişancılık makamının

tam olarak ne zaman oluşturulduğu ve Divan’da yer aldığı bilinmemektedir.

Nişancı’nın temel görevi, ferman, berat, menşur, name, mektup, ahidname, hüküm

gibi resmi devlet evrakının baş tarafına padişahın imzası işlevini haiz tuğrayı

çekmekti.222 Sahip olduğu bu görev, Nişancı’nın Osmanlı yazışmalarını yürüten katip

sınıfının başı olmasını sağlamıştı.223 Diplomasi açısından bakıldığında ise, diğer

ülkelerle yapılan yazışmaların Nişancı’nın sorumluluğunda hazırlanması, kendisini

kısmen dış politikanın belirlenmesinde, çoğunlukla ise diplomasinin yürütülmesinde

ön plana çıkarmıştır.

221 Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun, Ankara, Phoneix, 2007, s. 2. 222 Tayyip Gökbilgin, “Nişancı”, Đslam Ansiklopedisi, C. IX, s. 299. 223 Mumcu, Divan-ı Hümayun, s. 27–29.

Page 113: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

108

Osmanlı Đmparatorluğu’nun bu ilk döneminde diplomasinin kurumsal

boyutta çok önemli bir gelişme göstermediği görülmektedir. Doğrudan doğruya

diplomasinin yürütülmesi konusunda uzmanlaşmış bir birim yoktur.

b)1453–1699 Dönemi

Devletin artık bir imparatorluğa dönüştüğü bu dönemde, Osmanlı

uygarlığının tüm kurum ve kurallarıyla klasik bir nitelik kazandığı görülmektedir.

Özellikle, 16. yüzyılın son çeyreği, birçok açıdan Osmanlı uygarlığının en

karakteristik özelliklerini gösterdiği bir zirve olmuş, daha sonrasında ise değişim

başlamıştır.224 Bu durum Osmanlı Đmparatorluğu’nun diplomasi anlayışının kurumsal

boyutu açısından da geçerlidir.

Bu dönemde Osmanlı Đmparatorluğu’nda diplomasinin kurumsal

boyutundaki gelişmeyi sağlayan birkaç etken bulunmaktadır:

Öncelikle, 1453 sonrası dönem devletin bir imparatorluğa dönüştüğü,

siyasetten ekonomiye, dinden kültüre kadar tüm toplumsal alanlarda büyük bir atılım

yaptığı dönem olmuştur. Bu çerçevede, çok geniş bir coğrafyaya yayılan, büyük ve

heterojen bir nüfus barındıran imparatorluğun yönetimi çok daha geniş kapsamlı bir

kurumsallaşmayı gerektirmiştir. Bu da, tüm bürokratik yapıda olduğu gibi,

diplomasinin yürütülmesiyle ilgili bürokratik birimlerde de gelişime yol açmıştır.

Đkinci olarak, bu dönemde imparatorluğun siyasal yapısının, oluşan yeni

koşullar nedeniyle geçirdiği genel evrim, özelde, diplomasinin yürütülmesiyle

görevli bürokratik yapıda da görülmüştür. Nitekim, dönemin sonuna doğru

224 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev:Ruşen Sezer, Đstanbul,

YKY, 2004, s. 9-10.

Page 114: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

109

diplomasinin yürütülmesiyle ilgili yetkinin, genel evrime paralel olarak el

değiştirdiği gözlemlenmektedir.

Üçüncü olarak, genişlemesine ve gücünün artışına paralel biçimde,

imparatorluğun diğer ülkelerle ilişkileri artmış, siyasal ve ekonomik bağlar

kuvvetlenerek daha gündelik bir nitelik kazanmıştır. Dolayısıyla, diplomatik

faaliyetler Osmanlı merkez bürokrasisinin görev sahasında çok daha büyük bir yer

işgal etmeye başlamıştır. Bu da, bürokrasinin nitel ve nicel olarak -özellikle Batı’da

15. ve 16. yüzyılda görülen gelişmeyle mukayese edildiğinde sınırlı da olsa-

kurumsal bir gelişme göstermesini sağlamıştır.

Son olarak, 15. yüzyıldan itibaren Batılı ülkelerin sürekli diplomasiye

geçmeleri sonucunda Osmanlı Đmparatorluğu topraklarında da mukim elçilikler

açmaları225, Osmanlı diplomasisinin dolaylı da olsa sürekli diplomasiyle tanışmasına

yol açmıştır. Bu gelişme, esas etkisini özellikle 18. yüzyılda göstermeye

başlayacaktır. Fakat, yine de, yabancı elçilerle kurulan diplomatik bağların süreklilik

taşımaya başlaması, Osmanlı diplomasisinin kurumsal anlamda gösterdiği sınırlı

gelişime etkide bulunan bir olgu olmuştur.

Sözkonusu dönemde -önemini kaybetmeye başlayacağı 16. yüzyıl sonlarına

kadar- diplomasinin kurumsal boyutu açısından en ağırlıklı kurum “Divan-ı

Hümayun”226 olmaya devam etmiştir. Divan-ı Hümayun, ülkenin yönetimiyle ilgili

tüm kararların alındığı, dolayısıyla dış politikanın da belirlendiği temel kuruldur.

Ayrıca, dış ili şkilerdeki önemi kendini birkaç noktada daha göstermektedir:227

225 Đlk mukim elçilik 18 Nisan 1453 Osmanlı-Venedik Antlaşması’yla kurulması bağıtlanan ve aynı yıl

faaliyete geçen Venedik Elçiliği’ydi. Mahmut Şakiroğlu, “Venedik Cumhuriyeti’nin Đstanbul’daki

Temsilcileri: Balyoslar, Çalışmaları ve Etkinlikleri”, Tarih ve Toplum, S. 59., (Kasım 1988), s. 46. 226 Divan, II. Mehmet döneminde “Divan-ı Hümayun” adını almıştı. Recep Ahıskalı, “Divan-ı

Hümayun Teşkilatı”, Osmanlı, Güler Eren(ed.), C. VI., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 24. 227 Mumcu, Divan-ı Hümayun, s. 59–60.

Page 115: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

110

-Bir devletle siyasal ilişki kurulması Divan’da karara bağlanmakta, oradan

çıkan bir “icazet-i hümayun” ile hukuksal anlamda tanıma gerçekleştirilmekteydi.

-Osmanlı ülkesine gelen yabancı elçilerin ülkede güvenlik içinde seyahat

edebilmelerinin sağlanabilmesi için alınması gereken tedbirlerin görüşüldüğü, karara

bağlandığı ve ilgililere talimat verildiği yer Divan’dı.

-Gelen elçilere, geldikleri ülkeye verilen önem ve değer doğrultusunda

takınılacak tutum -bu çerçevede nasıl bir protokole tabi tutulacakları- Divan

tarafından belirlenerek ilgililere bildirilirdi.

Sultan II. Mehmet’in yaptığı düzenlemelerle Divan’ı güçlendirmesi bu

durumu daha da belirginleştirmiştir.228 II. Mehmet, sadrazamı “padişahın mutlak

vekili” konumuna getirmiş, padişahın divan toplantılarına başkanlık etmesi usulünü

kaldırmıştır. Sadrazamın artan yetkileri, Divan-ı Hümayun’un tedrici bir biçimde

ülke yönetimiyle ilgili işlerin yürütülmesinde tek yetkili organ haline gelmesini

sağlamıştır. Daha öncesinden farklı olarak, ülke yönetimiyle ilgili işler padişahın

doğrudan doğruya içinde yer aldığı bir çerçeveden çıkmıştır. Yürütme erki padişaha

karşı sorumlu olan sadrazama geçmiş, padişah denetleyici bir rol oynamaya

başlamıştır. Özellikle I. Süleyman sonrasında hüküm süren padişahların çoğunun

ülke yönetimini sadrazamlara bırakma eğiliminde olması da, sadaretin etkinliğinin

artışının bir başka önemli nedenidir. Böylece, sadaret zayıflayan padişahlık kurumu

karşısında daha da güçlenmiştir. Bu durumun bir göstergesi ve sonucu olarak,

sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divan toplantıları daha çok önem

kazanmıştır. Böylece, Divan-ı Hümayun toplantıları yavaş yavaş biçimsel hale

gelmiştir. Bu da, bir kurul olarak Divan-ı Hümayun’un önemini ve işlevini

228 Bu düzenlemelerin temelinde, Sultan II. Mehmet’in klasik Osmanlı siyasal yapısını oluşturduğu

temel kuralları barındıran Kanunname’si bulunmaktadır. Bkz: Kânunnâme-i Âli Osman (Tahlil ve

Kar şılaştırmalı Metin) , Abdülkadir Özcan (yay. haz.), Kitabevi, Đstanbul, 2003, passim.

Page 116: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

111

kaybetmesine yol açmıştır. 1650’den itibaren, sadrazamlara mahsus sürekli bir konak

tahsis edilmiş, yürütme organının Saray’la bağı çok daha dolaylı bir nitelik

kazanmıştır.229

Doğal olarak, bu durum, sadrazamın dış politikayla ilgili konularda da

yetkisinin ve öneminin artmasına neden olmuştur. Sözkonusu dönemde, dış

politikada esas karar alma yetkisi padişaha ait olarak kalmakla beraber,

sadrazamların dış politika kararlarının alınmasında padişahtan sonra en önemli kişi

oldukları görülmektedir. Ayrıca, sadrazamlar rutin diplomatik faaliyetlerin

yürütülmesinde de çok büyük oranda tek başlarına karar alabilir duruma gelmişlerdir.

Sadrazamların ülke yönetimiyle ilgili bütün meselelerle doğrudan

ilgilenmeleri, tek başlarına altından kalkamayacakları bir yükün altına girmelerine

neden olmuştur. Bu yüzden, sadrazamlar gün geçtikçe daha büyük bir bürokrasiye

ihtiyaç duymuşlardır. Bu da, Osmanlı merkez bürokrasisinin, dolayısıyla diplomatik

faaliyetlerin yürütülmesinden sorumlu bürokratik birimlerin genişlemesine yol

açmıştır. Doğrudan sadrazama bağlı bürokrasinin gelişimini incelemeden önce,

kuruluş döneminde diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinden sorumlu en önde gelen

makam olan Nişancılık makamının önemini kaybetmeye başladığının altını çizmek

gerekmektedir.

Nişancılık, Divan-ı Hümayun içinde diplomatik faaliyetlerin

yürütülmesinden sorumlu makam olmaya devam etmiştir. Fakat, Nişancı’nın hukuki

düzenlemelerden arazi işlerine kadar uzanan geniş bir görev sahasının olması,

kendisine bağlı bir makamın -“Reisülküttap”lığın- önem kazanmasına neden

olmuştur. Nişancı’nın birinci yardımcısı olan Reisülküttap hukuken Nişancı’ya bağlı

kalsa da, zamanla fiilen maliye bürokrasisi dışındaki merkezi bürokrasinin gerçek

229 Ahıskalı, “Divan-ı Hümayun Teşkilatı”, s. 24.

Page 117: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

112

yöneticisi haline gelmiştir. Reisülküttap, ayrıca Divan-ı Hümayun sekreteri

konumuna da yükselmiştir. 230

Reisülküttap’lığın kazandığı bu önemin altında da, sadrazamlığın padişahlık

karşısında güç kazanması yatmaktadır. 16. yüzyılda başlayan ve 1650’de son

noktasına varan süreçte, sadrazamlığın kurumsal olarak Saray’dan kopuşu,

Reisülküttap’ın Nişancı’ya bağlı görev yapmasını, fiili durumdan uzak, sadece

göstermelik bir hukuki kurala dönüştürmüştür. Çünkü, Reisülküttap Sadrazama bağlı

olarak onun konağında çalışmaya başlamıştır. Böylece, Osmanlı merkez

bürokrasisinin birinci halkasını oluşturan kâtiplerin başı olarak Reisülküttap’ın

önemi ve etkisi artmıştır. Buna mukabil, Saray’da kalarak gerçek iktidar odağından

uzaklaşan Nişancı’nın önemi ve etkinliği hayli azalmıştır.231

Saray’dan ayrılarak sadrazamın maiyetinde görev yapmaya başlayan

Reisülküttap’ın zamanla sadrazamın birçok yetkisini fiilen kullandığı görülmektedir.

Sadrazamın, artan merkezileşmeye paralel olarak iş yoğunluğunun artışı, resmen

olmasa da fiilen birçok iş ve yetkinin Reisülküttap’a devrini zorunlu kılmıştır.

Devletin kendisine bağlı kalemlerce yürütülen gizli ya da açık bütün yazışmalarının,

bürokrasinin işleyiş kuralları gereği Reisülküttaplık makamından geçmesi,

Reisülküttap’ın iç ve dış siyasetle ilgili tüm konularda çok önemli role sahip olmaya

başlamasını sağlamıştır.232

Osmanlı siyasal sistemindeki bu evrimin yanısıra, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durum da Reisülküttaplık makamının önemini

ve etkinliğini arttırmasında etkide bulunmuştur. Ele aldığımız dönemin ilk 150

230 Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttablık (XVIII. Yüzyıl) , Đstanbul, Tarih

ve Tabiat Vakfı Yayınları, 2001, s. 9.; Mumcu, Divan- ı Hümayun, s. 40. 231 Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 48. 232 Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttablık , s. 10–11.

Page 118: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

113

yılında Osmanlı Đmparatorluğu en güçlü devrini yaşarken, sonraki 100 yılda bu

durum tersine dönmeye başlamıştır. Đronik biçimde, imparatorluğun yükselişi de,

duraklaması da, Reisülküttap’lığın öneminin tedrici artışında olumlu etkide

bulunmuştur.

Đlk 150 yıllık dönemde imparatorluk çok hızlı biçimde büyüyerek, çok

geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Ayrıca, sözkonusu dönemde imparatorluk dünyanın

en önemli güçlerinden biri haline gelmiştir. Bu da devletlerarası sistemin en önemli

aktörlerinden biri olmasını sağlamıştır. Bu durum imparatorluğun çok sayıda ülkeyle

doğrudan ya da dolaylı olarak ilişki kurmasına neden olmuştur. Diplomatik

ili şkilerdeki bu niceliksel ve niteliksel artışta, hiç kuşkusuz Batılı ülkelerin Osmanlı

Đmparatorluğu’yla siyasal ve ekonomik ilişkilerini geliştirme doğrultusundaki

politikaları ve bu çerçevede Đstanbul’da ikamet elçilikleri açmalarının da büyük etkisi

bulunmaktaydı. Dolayısıyla, imparatorluğun dış politika ve diplomasi gündemi

yoğunlaşmış ve çeşitlilik arz etmeye başlamıştır. Her ne kadar, özellikle 1453–1699

yılları arasındaki dönemde diplomasinin yürütülmesiyle ilişkisi daha sınırlı da olsa,

Reisülküttaplar da bu süreçten etkilenmişlerdir. Diplomatik ilişkilerin artışı,

Reisülküttab’lığın görev alanında diplomatik faaliyetlerin daha fazla yer almasına

neden olmuştur.

150 yıllık yükseliş dönemini takip eden 100 yıllık duraklama devrinde

Osmanlı Đmparatorluğu’nun gücünü kaybetmeye başlaması, Reisülküttap’ın

diplomasi alanındaki öneminin artışı açısından –yukarıda belirtildiği gibi- gene

olumlu etkilerde bulunmuştur. 16. yüzyıl sonlarından itibaren, Đmparatorluğun

siyasal, ekonomik ve askeri yönden duraklama dönemine girmesi ve bunun

sonucunda savaş meydanlarında başarısızlıklarla karşı karşıya kalması, diplomasinin

Page 119: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

114

daha yoğun ve etkin bir biçimde kullanılmasını gerektirmiştir. Bu da, Reisülküttap’ın

diplomasiyle ilgili görevlerine daha fazla zaman ayırmasına neden olmuştur.

Görüldüğü gibi, iç ve dış dinamiklerin etkisiyle Reisülküttaplık diplomasi

alanında gittikçe daha fazla önem kazanan bir makam olmuştur. Fakat,

Reisülküttap’lığın yetkileri, görevleri, sorumlulukları ve işlevleri açısından en

gelişmiş biçimde ortaya çıkışı 18. yüzyılda olacaktır. Bu yüzden Osmanlı

diplomasisinin kurumsal boyutu açısından çok önemli bir yere sahip olan bu

makamın daha ayrıntılı biçimde incelenmesi bir sonraki başlık altında yapılacaktır.

Osmanlı diplomasisinin kurumsal boyutu açısından üzerinde durulması

gereken bir başka husus da, diplomatik faaliyetlerin örgütlenmesiyle ilgilidir. Bu

dönemde, Osmanlı merkezi bürokrasisinin diplomatik faaliyetleri yürütmesinde

belirli oranda kurumsallaşma ve kurallaşma sağlanabilmiştir. Sözkonusu dönemde,

Batılılar tarafından kurulan ikamet elçiliklerinde görev yapan diplomatik

temsilcilerin tabi tutulacakları hukuki rejimin en klasik biçimiyle ortaya çıktığı

görülmektedir.

Yukarıda belirtildiği gibi, sözkonusu dönem Avrupalı büyük güçlerin

çoğunun imparatorluk topraklarında ikamet elçilikleri açtıkları bir dönem olmuştur.

1454’te Venedik, 1535’de Fransa, 1583’de Đngiltere ve 1612’de Hollanda ikamet

elçilikleri açılmıştır.233 Elçiliklerin tabi olacakları hukuksal rejimin tüm kurum ve

kurallarıyla ortaya çıkışı, Osmanlı diplomasi teşkilatının kurumsallaşmasında önemli

katkılar sağlamıştır. Böylece, protokol, yabancı elçilerin çalışma ve görev sahalarının

belirlenmesi, diplomatik yazışmaların standartlaşması, yazışmaların korunması gibi

hususlarda önemli kurallaşma ve teamüller ortaya çıkmıştır.

233 Kemal Girgin, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri Hariciye Tarihimiz (Teşkilat ve Protokol),

3. B., Đstanbul, Okumuş Adam Yayınları, 2005, s. 47.

Page 120: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

115

Açılan sürekli diplomatik temsilciliklerin temelde Osmanlı kapitülasyon

sistemi çerçevesinde oluşturuldukları ve bu sistem çerçevesinde faaliyetlerini

yürüttükleri görülmektedir. Yaygın olarak ticaretle ilgili görülse de, kapitülasyonlar

aslında tüm yabancıların Osmanlı toprakları üzerindeki varlıklarının ve

faaliyetlerinin hukuki çerçevesini oluşturan çok daha geniş kapsamlı bir olgudur.

Dolayısıyla, ad hoc ya da sürekli olsun, yabancı ülke tebaası kişilerce yürütülen

bütün diplomatik faaliyetler de kapitülasyon sistemi çerçevesine oturtulmuştur.

Teorik olarak, Đslam ülkesine gelen ve “harbi” olarak tanımlanan tüm

gayrımüslim ülke tebaalarının cezalandırılması ve mallarının yağmalanması

meşrudur. Sözkonusu kişilerin ülkeye girebilmeleri, ikamet edebilmeleri ve her türlü

faaliyette bulunabilmeleri için kendilerine “aman” verilmesi gerekmektedir. Bu ise,

bir izin beratı (ahidname) ile yapılmaktadır. Ahidnameler bir yönleriyle “mütareke

belgesi” niteliği de taşımaktadırlar. Nitekim, Hıristiyan ülkelerle yapılan barış

antlaşmalarına da ahidname adı verilmekteydi.234 Özellikle 1699 Karlofça

Antlaşması’na kadar antlaşmalar bu anlayış çerçevesine oturtulmuş, yapılan

anlaşmaların Osmanlı yöneticileri tarafından ilgili devletlere “ihsan edilen” tek taraflı

bir “lütuf” olduğu izlenimi verilmeye çalışılmıştır.235

Kapitülasyon sistemi, dayandığı bu “üstün gücün verdiği lütuf” anlayışına

rağmen, klasik dönemde Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupalılarla siyasal

ili şkilerinin geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır. Naff, Osmanlı padişahı

234 Đlber Ortaylı, Türkiye Đdare Tarihi , Ankara, Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi Yayınları,

1979, s. 243. Bu konuda, ayrıntılı bir analiz için ayrıca bkz: Viorel Panaite, “Peace Agreements in

Ottoman Legal and Diplomatic View (15th-17th Century)”, Pax Ottomana: Studies in Memoriam

Prof. Dr. Nejat Göyünç, Kemal Çiçek (ed.), Haarlem ve Ankara, Sota ve Yeni Türkiye Yayınları,

2001, s. 277–307. 235 Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , 2. B., Ankara, Türk

Tarih Kurumu Basımevi, 1984, s. 273.

Page 121: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

116

tarafından verilen kapitülasyonlarda -tek taraflılığa dayalı diplomasi anlayışının

aksine- her zaman karşılıklılık olmasına önem verildiğine dikkat çekmektedir.236 Bu

durum, diplomasi anlayışında ve diplomasinin yürütülme biçiminde olmasa da,

kurulan diplomatik bağlar açısından iki yanlılığın ortaya çıkmaya başladığını

göstermektedir. Osmanlı merkez bürokrasisinde, genelde kapitülasyonlar, özelde ise

bu çerçevede yürütülen diplomatik ilişkiler çok daha önemli bir meşguliyet alanı

haline gelmiştir. Osmanlı bürokratları arasında bu tür konularla uğraşanların hem

sayıları hem de önemleri artmıştır. Reisülküttap’ın dış ili şkilerdeki öneminin

artışında bu gelişmenin de hayli etkisi vardır.

1453–1699 döneminde diplomasinin kurumsal boyutundaki bir başka

önemli gelişme de protokolle ilgili hususlarda görülmektedir. Osmanlı

Đmparatorluğuyla diğer devletler arasında gerek kurulan ikamet elçilikleri, gerek

diğer ülkelerce gönderilen ad hoc heyetler, gerekse Osmanlı Đmparatorluğu

tarafından diğer ülkelere gönderilen ad hoc heyetler bağlamında artan ilişkiler,

protokol kurallarının gelişimine etkide bulunmuştur. Osmanlı merkezi bürokrasisi

protokol kurallarının uygulanmasıyla gün geçtikçe daha fazla ilgilenir hale

gelecektir. Protokoldeki bu gelişme daha çok diplomasinin uslüp boyutuyla ilgili

olduğundan ileride incelenecektir.

c)1699–1793 Dönemi

Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasıyla açılan bu yeni devir sadece

Osmanlı Đmparatorluğu’nun siyasal tarihi açısından değil, aynı zamanda genel tarihi

bakımından da bir dönüm noktası olarak görülmektedir. Bu yaygın yaklaşım, 1699

236 Thomas Naff, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth Century: Patterns

and Trends”, Studies in Eigteenth Century Islamic History, Thomas Naff ve Roger Owen(ed.),

Carbondale&Edwardsville, Southern Illionis University Press, 1977, s. 98–99.

Page 122: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

117

sonrasını, Osmanlı Đmparatorluğu açısından bozulmanın günyüzüne çıktığı ve

çöküşün başladığı bir dönem olarak nitelendirmektedir. Sözkonusu yaklaşım, 18.

yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’nda belirginleşmeye başlayan modernleşme

çabasını ve bunun siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel vb. alanlardaki

yansımalarını büyük oranda gözardı etmektedir. 18. yüzyıl, Osmanlı modernleşmesi

açısından bu yönde dikkate değer adımların atıldığı bir dönem olmuştur. Bunun en

somut göstergelerinden birini de, diplomasinin kurumsal boyutunda ortaya çıkan

gelişmeler oluşturmaktadır. Sözkonusu dönemde diplomasinin kurumsal boyutundaki

değişimi ya da gelişimi belirleyen etkenlere bakıldığında şu olgular ön plana

çıkmaktadır:

Birincisi, bu dönem, klasik Osmanlı sisteminin -toprak düzeninden, askeri

örgütlenmeye kadar- büyük oranda ortadan kalktığı, ya da en azından hukuki düzenin

fiili durumla bağdaşmaktan uzaklaştığı bir devir olmuştur. Ayrıca, Osmanlı

yöneticileri yavaş yavaş bozulan klasik düzeni koruma ve yeniden tesis etme yolunda

değil, aksine yeni bir düzen kurma yolunda görüşler ileri sürmeye ve bu yönde

adımlar atmaya başlamışlardır. Klasik düzenin kurumları tedrici biçimde değişime

uğramış, ayrıca yeni kurumlar belirmeye başlamıştır. Tedrici değişimin rahatlıkla

gözlemlenebildiği kurumlardan biri de Osmanlı diplomasi teşkilatıdır.

Đkincisi, sözkonusu dönemde Osmanlı Đmparatorluğu-en gelişmiş örneği

olsa da- bir Ortaçağ imparatorluğu olmaktan çıkmaya başlayarak, Batı’da doğan pre-

modern mutlak monarşilere benzer biçimde, sınırlı da olsa bir evrime girmiştir.

Yoğunlaşan toplumsal ilişkiler nedeniyle artan toplumsal örgütlenme ihtiyacı,

merkezi bürokrasinin niteliksel ve niceliksel gelişimini zorunlu kılmaktaydı. Bu

durum, III. Selim ve özellikle II. Mahmut dönemlerinde ortaya çıkacak

Page 123: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

118

merkezileşmenin belirtilerinin daha 18. yüzyılda belirmesini sağladı. Merkezi

bürokrasideki bu gelişme, doğal olarak diplomasi teşkilatını da etkilemiştir.

Üçüncüsü, Osmanlı padişahlarının yürütme erkini büyük oranda

sadrazamlara bırakma yolundaki eğilimlerini bu dönemde de sürdürdükleri

görülmektedir. Böylece, sadrazamın ve ona bağlı çalışan merkezi bürokrasinin devlet

işleri üzerindeki etkinliği daha da artmıştır. “Kalemiye” olarak adlandırılan sivil

bürokrasi, askeri bürokrasinin aleyhine güç kazanmıştır. Bu durum, iç siyasette

olduğu kadar dış siyasette de merkezi sivil bürokrasinin daha fazla işleve sahip

olmasını, bu da diplomasi teşkilatının nitel ve nicel gelişimini sağlamıştır.237

Dördüncüsü, Osmanlı Đmparatorluğu’nun gün geçtikçe artan diplomatik

ili şkileri, diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinde daha fazla ve daha yetkin memura

ihtiyaç duyulmasını zorunlu kılmıştır. Bunda, Osmanlı Đmparatorluğu’nda bulunan

ikamet elçiliklerinin ve faaliyetlerinin artışının büyük payı vardır. Ayrıca, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun bu dönemde ad hoc diplomatik faaliyetlere çok daha fazla

başvurduğu ve bu faaliyetlere gittikçe artan bir önem verdiği görülmektedir. Üslup

boyutu incelenirken değinileceği gibi, bu dönemde Osmanlı yönetici elitinin

diplomasiye bakışında ve diplomasinin işlevi konusundaki yaklaşımı değişmeye

başlamış, bu da diplomasi teşkilatının yapılandırılmasında önemli etkilerde

bulunmuştur.

Reisülküttap’lığın, özellikle 17. yüzyıl ortalarından itibaren genelde

Osmanlı merkezi bürokrasisi, özelde ise diplomasi teşkilatı açısından gittikçe daha

fazla önem kazandığı yukarıda belirtilmişti. Reisülküttap’lığın diplomasinin

yürütülmesinde merkezi önemi haiz olması ise 18. yüzyılda olacaktır. Bu dönemde,

237 Findley, 18. yüzyıl sonunda kalemiye memurlarının sayısının 1000 ila 1500 arasında bir rakama

ulaştığını belirtmektedir. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 49.

Page 124: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

119

Reisülküttap gerçek anlamda adı konulmamış bir “dışişleri bakanı” haline

gelecektir.238 Bu gelişmenin birkaç nedeni bulunmaktadır:

Osmanlı diplomasi anlayışındaki değişime önemli etkileri ileride

incelenecek olan 1699 Karlofça Antlaşması’nın görüşmelerinde, Reisülküttap Rami

Mehmet Efendi’nin Osmanlı heyetinin üyesi olarak bulunması ve müzakerelerdeki

başarısı Reisülküttap’lığın prestijini arttırmıştır. Bu durum, Osmanlı yöneticilerinde

Reisülküttap’ların dış ili şkilerin yürütülmesinde başarılı olduğu inancını yerleşmesini

sağlamış ve diplomasi ile ilgili işler bu makama bırakılmıştır.239

Ayrıca, yoğunlaşan diplomatik ilişkiler sonucunda, Osmanlı

Đmparatorluğu’na gelen ad hoc elçilik heyetlerinin artışı ve Batılı ülkelerin ikamet

elçiliklerinin genişleyen faaliyetleri, Reisülküttap’ın sözkonusu diplomatik heyetlerle

ilgili birçok konuda birinci muhatap haline gelmesine yol açmıştır.240 Bu durum,

Reisülküttap’ın dışişleriyle ilgili görev ve yetkilerinin netleşmesini de beraberinde

getirmiştir.

Dış ili şkilerin yürütülmesi açısından çok önemli bir husus olan yabancı

ülkelerle yazışmaların da, 17. yüzyıl başlarından itibaren tedrici bir biçimde

Reisülküttaplar’ın görev alanına girdiği görülmektedir. Bu durum 18. yüzyılda

belirginleşmiştir. Nitekim, bu dönemde, Reisülküttap’ın diplomasinin yürütülmesiyle

ilgili temel görevleri şunlardı: Diğer ülkelere gönderilecek namelerin hazırlanması,

alınan namelerin tercüme ettirilmesi, Osmanlı ülkesine gelen yabancı elçilerle ilgili

238 Carter V. Findley, “The Legacy of Tradition to Reform: Origins of the Otoman Foreign Ministry”,

International Journal of Middle East Studies, Vol.1, No:4, (October 1970), s. 336. 239 Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 245. Karlofça Antlaşması

görüşmelerinde Reisülküttap Rami Mehmet Efendi’nin rolü için bkz: Rifa’at Ali Abou-El-Haj,

“Ottoman Diplomacy at Karlowitz”, Ottoman Diplomacy: Conventional or Unconventional?, A.

Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke, Palgrave Macmillan, 2004, s. 89-113. 240 Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 245.

Page 125: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

120

izin belgelerinin hazırlanması, bu elçilerin yol ve konaklamalarıyla ilgili

düzenlemeler yapılması, ahidnamelerin saklanması, gerekli durumlarda

ahidnamelerle ilgili bilgi verilmesi.241

Görevlerinden de anlaşıldığı gibi, diplomatik faaliyetlerin yürütülmesinde

en önemli kişi haline gelen Reisülküttap, dış politikanın belirlenmesinde de en

ağırlıklı konumda olmuştur. Bu dönemde de, Divan-ı Hümayun teorik ve hukuksal

olarak dış politikanın belirlenmesi açısından asli niteliğini korusa da, yukarıda

belirtildiği gibi, 17. yüzyılda bu konudaki yetki ve güç fiilen Sadrazama ve onun

Divanı’na geçmiştir.242 Sadaret bürokrasisi içinde görev alanının önemi ve genişliği

nedeniyle tedrici bir biçimde en ağırlıklı ki şi haline gelen Reisülküttap’ın dış politika

konularındaki etkisi arttı. Çünkü, Divan-ı Hümayun üyesi olmayan Reisülküttap,

ülke siyasetinin belirlendiği Sadrazam Divanı’nın en önemli aktörlerinden biri haline

gelmişti. Ayrıca, Osmanlı Đmparatorluğu’nun diplomatik ilişkilere verdiği önemin

artışına ve diplomasiye bakışındaki değişime paralel olarak Reisülküttap’ın

diplomasi alanındaki artan bilgisi ve uzmanlığı, karar verme mekanizmasında önce

yer bulmasına, daha sonra ise mekanizma içinde etkisini arttırmasına neden oldu.243

Reisülküttaplar’ın dış politikada önemlerinin arttığının en önemli

göstergelerinden biri de, 18. yüzyıl sonlarından itibaren başlıca dış politika

kararlarının alındığı kimi toplantılara eskisine nazaran çok daha sıklıkla

katılmalarıdır. Bu nitelikteki toplantılar şunlardı:

—Padişah ve sadrazam arasında yapılan toplantılar.

—Sadrazamın düzenlediği dar katılımlı hususi toplantılar.

241 Ahıskalı, Osmanlı Devletinde Reisülküttablık, s. 200. 242 Mumcu, Divan-ı Hümayun, s. 61. 243 Ahıskalı, Osmanlı Devletinde Reisülküttablık, s. 201.

Page 126: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

121

—Devlet ricalinin geniş katılımıyla yapılan ve “meşveret” adı verilen

toplantılar.

—Yüksek dereceli eski memurların da katıldığı “meşveret-i amme” adı

verilen toplantılar.244

Reisülküttaplar’ın dış politikanın belirlendiği bu toplantılarda bilgi vermek

yanında, fikirlerini de bildirdikleri görülmektedir. Özellikle III. Selim’in tahta

çıkışından sonra, Reisülküttaplar saraya daha çok çağrılmaya başlanmış ve padişah

kendilerinden doğrudan bilgi almayı tercih etmiştir. Ayrıca, Reisülküttaplar

izlenmesi gereken dış politika konusunda padişaha “layiha”lar sunarak bir anlamda

danışman rolü de oynamaya başlamışlardır.245

18. yüzyılın son çeyreğinde önemi ve işlevleri artan Reisülküttaplık

kurumsal olarak da en fazla geliştiği döneme girmiştir.246 Bu dönemde,

Reisülküttap’a bağlı olarak çalışan Divan-ı Hümayun kalemlerine bakıldığında,

diplomasi açısından ön plana çıkanların Beylikçi, Mektubi, Amedi kalemleri ile

Divan-ı Hümayun Tercümanlığı olduğu görülmektedir.

Beylikçi Kalemi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun mali konular dışındaki bütün

yazışmalarının yürütüldüğü, yazışma örneklerinin saklandığı birimdir. Yani,

fermanlar, barış antlaşmaları, protokoller, ahidnameler, kanunlar, hattı hümayunlar

gibi dış politikayla ilgili bütün yazışmalar bu kalem tarafından yapılmaktadır.

Ayrıca, yabancı ülke elçiliklerinde çalışan tercümanlar da isteklerini ve sorunlarını

öncelikle Beylikçi Kalemi’ne iletmekteydiler.247

244 Ibid. , s. 212–213. 245 Ibid. , s. 213. 246 Findley, bu dönemde dış politikanın belirlenmesiyle ilgili kurumsal yapıyı şematik olarak ortaya

koymuştur. Bkz: Findley, “The Legacy of Tradition to Reform”, s. 337. 247 Gül Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı , Konya, y. y., 2000, s. 94-95.

Page 127: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

122

Mektubi Kalemi, sadrazamın ülke yönetimiyle ilgili önemli konularda yerel

mercilere gönderdiği emirlerin ve yabancı devletlere gönderilen mektupların

hazırlandığı birimdir. Bu işlevi, içişlerinde olduğu kadar, diplomaside de önem

kazanmasına neden olmuştur.248

Amedi Kalemi, diğer Divan-ı Hümayun kalemlerinden daha geç ortaya

çıkmıştır. Ne zaman ortaya çıktığı konusunda değişik görüşler vardır. Daha çok

kabul edilen görüş, ortaya çıkışının 18. yüzyılın son çeyreğinde I. Abdülhamit

döneminde olduğu yönündedir.249 Bu kalem, temelde sadrazam tarafından padişaha

gönderilen “telhis”lerin hazırlanması işlevini yerine getirmekteydi. Bu işleviyle

Amedi Kalemi, Osmanlı sisteminde yürütmenin iki kanadını oluşturan padişah ve

sadrazam arasındaki bağı sağlayan en önemli organ niteliğindeydi. Osmanlı

Đmparatorluğu’nun yönetimiyle ilgili en önemli ve gizli bilgilerin öncelikle bu odaya

mensup kâtiplerin elinden geçmesi, kurulmasını müteakip çok kısa sürede Divan-ı

Hümayun kalemlerinin en önemlisi haline gelmesini sağlamıştır.

Amedi Kalemi’nin genelde yönetim mekanizması içinde sahip olduğu bu

önemli işlev, özelde diplomasi alanında da kendisini göstermektedir. Amedi Kalemi,

kurulduktan sonra Beylikçi ve Mektubi kalemlerinin dışişleriyle ilgili görevlerini

büyük oranda kendi bünyesine almıştır. Nitekim, sadrazamların yabancı devlet

başkanlarına gönderdiği mektuplar, antlaşma, ahidname ve protokoller, elçi,

konsolos, tercüman ve yabancı tüccarlarla ilgili her türlü evrak bu kalem tarafından

hazırlanmış ve örnekleri saklanmıştır. Kalemin başında bulunan Amedi Efendi,

Reisülküttap’ın yabancı elçilerle yaptığı görüşmelerin “mükaleme mazbatası” adı

verilen tutanaklarının hazırlanması ve saklanmasından da sorumluydu. 1793’te

248 Ibid. , s. 104. 249 Halil Đnalcık, “Reisülküttap”, Đslam Ansiklopedisi, C. IX., s. 678.; Ahıskalı, Osmanlı Devletinde

Reisülküttablık, s. 136-138.

Page 128: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

123

sürekli diplomasiye geçilmesiyle birlikte, Amedi Kalemi yurtdışındaki Osmanlı

elçilikleriyle merkez arasındaki yazışmaları da yürüten birim haline gelecektir. Bu

yeni dönemde Amedi Kalemi, elçiliklerden gelen raporların resmi kayıtlarını tutma,

şifrelerini çözerek gerekli cevapları ve merkezin direktiflerini yazarak elçiliklere

gönderme işlevlerini de yerine getirmeye başlayacaktır.250

Divan-ı Hümayun Tercümanlığı ise, diplomatik görüşmelerde çok önemli

bir işleve sahip olmuştur. Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde devlet

işlerinin çok dilli yürütülmesi tercümanlığın ilk dönemden itibaren önemli bir görev

olmasını sağlamıştır. 16. yüzyılda Arapça istisna tutulursa, bütün resmi belgelerde

sadece Osmanlıca kullanılması uygulamasına geçilmiştir.251 Divan-ı Hümayun

Tercümanları Đstanbul’daki yabancı elçiliklerden gelen yazıları tercüme etmiş,

Padişah ya da Sadrazamların ve Reisülküttaplar’ın yabancı elçilerle yaptıkları

görüşmelerde taraflar arasında çevirmenlik görevini yerine getirmişlerdir.252

Osmanlı yöneticilerinin 19. yüzyıla kadar Batı dillerini öğrenmekten

kaçınmaları, diplomatik görüşmelerin yürütülebilmesi için bu dilleri bilen

tercümanlara olan ihtiyacı ortaya çıkarmıştı. Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk

dönemlerinde tercümanlık görevi, ihtida etmiş Batılılar tarafından yerine

getiriliyordu. 17. yüzyıldan itibaren bu görevin Fenerli Rum aileler tarafından yerine

getirilmeye başlandığı görülmektedir. Fenerli Rum ailelere mensup gençler

Avrupa’ya tahsile giderek Batı dillerini öğrenmişler ve böylece “dil oğlanı” 253

olarak Divan-ı Hümayun Tercüme Kalemi’nde yer almaya başlamışlardır. Divan

250 Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı, s. 108. 251 Gilles Veinstein, “Osmanlı Yönetimi ve Tercümanlar Sorunu”, Osmanlı, Güler Eren(ed.), C. XI.,

Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 256. 252 Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı, s. 113. 253 Bu konuda ayrıca bkz: Frederic Hitzel, “Dil Oğlanları”, Çev:Aksel Tibet, Toplumsal Tarih, S. 21,

(Eylül 1995), s. 37-43.

Page 129: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

124

tercümanlığının, Fenerli Rum ailelerin Osmanlı yönetici sınıfına eklemlenmesi

yolunu açması, bu kaleme olan ilgiyi canlı tutmuştur. Ayrıca, bu kalemden yetişen

Rum gençleri Eflak ve Boğdan voyvodalıklarına atanmaktaydılar. 254

Görüldüğü gibi, sürekli diplomasiye geçiş öncesinde Osmanlı diplomatik

teşkilatı belirli bir gelişkinlik düzeyine ulaşmıştır. Đmparatorluğun Batı’yla artan

ili şkilerine paralel olarak diplomasi teşkilatı da büyümüştür. Fakat, Osmanlı

diplomatik teşkilatı katettiği bu aşamaya rağmen Batı’daki muadillerinin çok

gerisindedir. Bunun temel sebebi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun siyasal ve toplumsal

örgütlenmesinin çağın ihtiyaçlarını karşılamaktan gittikçe uzaklaşması, arkaik bir

nitelik taşımasıdır. Osmanlı Đmparatorluğu, Batı ülkelerinde yaklaşık olarak 16.

yüzyılda başlayan ve yönetici elitlerin devleti yeniden şekillendirerek bütün

toplumsal alanları kontrol altına alması ihtiyacı çerçevesinde gelişmiş bir bürokrasi

kurmasına dayanan sürece 19. yüzyılda girebilecektir. Bu çerçevede, bürokraside

esas değişim ve gelişim de 19. yüzyılda, özellikle Tanzimat sonrasında ortaya

çıkacaktır. Dolayısıyla, Osmanlı Đmparatorluğu’nda modernleşme çerçevesinde

devletin işlevlerinin artışı ve bunları yerine getirmek için bürokrasinin niteliksel ve

niceliksel olarak büyümesinin sağlanması temelde 19. yüzyıla ait bir olgudur.

18. yüzyılda, gerilemeye paralel olarak bazı alanlarda reformlar yapılmıştır.

Fakat, ileride inceleneceği gibi, bu yüzyıldaki reform çabaları gayet sınırlı, yetersiz

ve eklektiktir. Reform anlayışı çerçevesinde bürokratik yapıda gerçekleştirilen

düzenlemeler rasyonel planlara dayanmamaktadır. Bu durum diplomasi teşkilatının

gelişiminde de görülmektedir. Findley, diplomasi teşkilatındaki gelişimin, rasyonel

254 Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 79–80. Osmanlı hizmetinde çalışan

tercümanlar konusunda ayrıca bkz: Cengiz Orhonlu, “Tercüman”, Đslam Ansiklopedisi, C. XII, s.

175–181. Yabancı elçiliklerde görevli tercümanlar için ise bkz: Kenan Đnan, “Osmanlı Döneminde

Yabancı Elçilik ve Konsolosluklarda Görevli Tercümanların Statüleri”, Tarih ve Toplum, S. 154.,

(Ekim 1996), s. 4-9.

Page 130: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

125

planlardan çok, imparatorluğun çeşitli dönemlerde ortaya çıkan ihtiyaçları

çerçevesinde ortaya çıktığını vurgulamaktadır.255 Findley’in bu tespiti, bir

olumsuzluğa işaret etse de, Osmanlı yönetici elitine hakim olan “pragmatik” anlayışı

göstermesi açısından önemlidir. Pragmatik anlayışın diplomasinin uslüp boyutunda

da önemli etkileri bulunmaktadır. Bu etkilere ileride değinilecektir.

Ele aldığımız dönemde, diplomasinin kurumsal boyutta Osmanlı bürokratik

sisteminin genel yapısından kaynaklanan üç önemli ve olumsuz etkenle daha karşı

karşıya kaldığı görülmektedir. Bu üç önemli ve olumsuz etken, ortadan büyük oranda

kaldırıldığı 19. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar, diplomasi bürokrasisinde

uzmanlaşmanın önünde büyük engel oluşturmuştur:

Bunlardan birincisi, Osmanlı bürokratik sistemine yüzyıllar boyunca

egemen olan ve Findley tarafından “çarkıfelek hareketliliği” 256 olarak adlandırılan

memur atama sistemidir. Bu sistemde, Kalemiye mensubu memurlar, herhangi bir

yüksek rütbeli “hacegan”a intisap ederek memuriyete adım atmaktaydılar.257 Đntisap

ettikleri hacegan’ın siyasal ikbaline paralel olarak da yükselebilmekteydiler. Bu

sistem, Avrupa’daki sınıflar arası hareketliliği engelleyen anlayışın aksine, yönetici

elit açısından sınıfsal bir geçirgenliği ihtiva etmekte, bu bağlamda olumlu bir işlev

görmekteydi. Fakat, çoğu zaman da ehliyetsiz, gerekli liyakatten yoksun kimselerin

önemli görevlere gelebilmesine yol açıyordu. Ayrıca, sistemin memurlar açısından

çok hızlı yükselişleri olduğu kadar çok hızlı düşüşleri de getirmesi, görevlerin

icrasında süreklilik sağlanmasını engellemekteydi. Bürokratik yapıdaki konumun,

255 Findley, “The Legacy of Tradition to Reform”, s. 338. 256 Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 32. 257 Hoca, efendi, ağa gibi anlamlarda kullanılan Hace kelimesinin çoğulu olan Hacegan sözcüğü,

Devlet ricalini oluşturan Divan-ı Âli efendileri manasında kullanılmaktaydı. Ferit Devellioğlu,

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 24. B., Ankara, Aydın Kitabevi Yayınları, 2007, s. 305,

hace ve hacegan kelimeleri.

Page 131: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

126

kişinin ya da dahil olunan hizbin siyasal gücüne ve konumuna bağlı olması,

bürokrasinin işleyişinde hayli olumsuz bir durum yaratmaktaydı.258 Her ne kadar,

diğer bürokratik organlara nazaran Divan-ı Hümayun kalemleri -özellikle alt düzeyli

memurlar açısından- sözkonusu sistemin olumsuz etkilerinden daha az etkilenseler

de, bu durum onlar için de geçerliydi.

Osmanlı diplomasisinin karşılaştığı ikinci olumsuz etken, memurların

“aşırı” hareketliliğine neden olan “tevcihat usülü”dür. Bu usüle göre, memurlar birer

seneliğine değişik memuriyetlere atanmakta, başarılı bulunanlar görevlerinde daha

uzun süre kalabilmekteydiler. Tevcihat usulü çerçevesinde memurlar çok değişik ve

birbirleriyle ilgisi olmayan görevlere atanabilmekteydiler. Dolayısıyla, memurlar

daha görevlerini yerine getirebilecek bilgi ve tecrübeye sahip olamadan, başka

görevlere atanabilmekteydiler. Bu durum bürokrasinin genelinde uzmanlaşmayı

önlemekteydi.259

Diplomasi teşkilatı açısından uzmanlaşmayı önleyen bir başka etken de,

Reisülküttaplık ve Divan-ı Hümayun kalemleri incelenirken görüldüğü gibi, ilgili

birimlerin görev alanlarının çok geniş olmasıdır. Ülkenin iç ve dış işlerinin birlikte

yürütülmesi, diplomasi alanında gerçek anlamda bir uzmanlaşmanın olmasını

engellemiştir. Reisülküttaplar -her ne kadar 18. yüzyılda dış ili şkilerle ilgili görevleri

ön plana çıksa da- bu dönemde de devlet yönetiminde çok geniş bir sahada faaliyet

göstermeye devam etmişlerdir.

18. yüzyıl sonunda Batı’da diplomasi, kurumsal olarak büyük bir gelişme

göstermiştir. Batılı büyük güçlerle karşılaştırıldığında, Osmanlı diplomasisinin

kurumsal boyutta geride olduğu açıktır. Fakat, sözkonusu dönemde, Osmanlı

diplomasi teşkilatının aynı kategori içinde değerlendirilebilecek Çin, Japonya ve Đran

258 Ali Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004, s. 26–27. 259 Ibid. , s. 24–25.

Page 132: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

127

örnekleriyle karşılaştırıldığında ise çok daha gelişmiş olduğu görülmektedir.

Dolayısıyla, Osmanlı diplomasisinin yeni şartlara uyum sağlamaya çalıştığı ve bunun

da kurumsal boyutta belirli bir gelişimi beraberinde getirdiği rahatlıkla ileri

sürülebilecektir. Zaten sürekli diplomasiye geçiş de, böylesine bir kurumsal gelişim

ve birikim üzerinde şekillenmiştir. Osmanlı Đmparatorluğu, Avrupa’da yüzyıllar

boyunca şekillenen kurumsal gelişimi yaklaşık 50 yıl içinde büyük oranda kendine

mal edebilmiştir.

2-Uslüp Boyutu

a)1299–1453 Dönemi

Osmanlı Đmparatorluğu’nun kurulduğu ve hızla büyüdüğü bu dönem,

Osmanlı diplomasisinin kurumsal boyutta olduğu gibi, üslup boyutunda da klasik

biçimini aldığı bir devre değildir. Buna rağmen, sözkonusu dönemde, Osmanlı

diplomasinin dayandığı ilkeler, işleyiş biçimi ve belirleyici etkenler açısından daha

sonraki devrelerde de önem taşıyan kimi hususların ortaya çıktığı görülmektedir.

1299–1453 dönemi, Osmanlı diplomasisinin temellerinin atıldığı dönem olmuştur.

Bu çerçevede, genelde tüm Osmanlı diplomasi tarihi, özelde sürekli

diplomasiye geçiş dönemi açısından büyük önem taşıyan bazı hususların bu başlık

altında incelenmeye çalışılması yerinde olacaktır. Bu yüzden, öncelikle Đslam’daki

diplomasi anlayışı ve uygulamalarına değinilecektir. Daha sonra ise, Đslam’la

bağlantılı olan ve özellikle bu dönemin diplomasi anlayışı ve uygulamaları açısından

büyük önem taşıyan “gaza/gazi devleti teorisi” üzerinde durulacaktır.

Page 133: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

128

i)Osmanlı Diplomasi Anlayışı’nın Teorik Kaynağı Olarak Đslam

Bütün büyük dinler gibi Đslam dini de, tabiatı gereği, kesin bir

ötekileştirmeye, inananlar-inanmayanlar ayrımına dayanmaktadır. Dünyanın bu

ayrım çerçevesinde ele alınmasının doğal sonucu, Đslami söylem içinde “birlik”,

“evrensellik”, “teklik” ve “bütünlük” gibi unsurların merkezi bir öneme sahip

olmasıdır.260 Çünkü, Đslami söylem, Đslam’ın tek meşru din olduğunu vazederek

teklik ve evrensellik iddiasını, inananların kardeşliğini vazederek de bütünlük

iddiasını bünyesinde barındırmaktadır.

Böylesine bir ayrımın açık bir biçimde vurgulanması, aynı zamanda,

inananlar ve inanmayanlar arasında sürekli rekabet ve çatışma olduğu sonucunu

doğurmaktadır. Đslam’da bu çatışma durumu “cihat” kavramıyla ifade edilmektedir.

Cihat, bir Müslüman’ın kuvvetini Allah yolunda sarfetmesi, Allah inancını yayması

ve O’nun kelamını bu dünyada üstün kılmasıdır.261 Cihat, yaygın olarak sıcak savaş

halini ifade eder biçimde ele alınsa da, aslında barışçı yollarla da sürdürülebilen bir

faaliyettir. Müslümanlara farz kılınan Đslamı yayma görevi, sadece zor yoluyla

yapılması gerekli olan bir faaliyet değildir. Hadduri’nin belirttiği gibi, cihat daimi bir

savaş halinden çok, daimi bir savaş hali doktrinidir.262 Önemli olan, cihat kavramının

Đslami ve Đslami olmayan dünya arasında her zaman mevcudiyetini sürdüren ve kimi

zaman da kendini sıcak çatışma biçiminde gösteren çatışma ve rekabetin teorik ve

potansiyel olarak mutlaklığını ortaya koymasıdır.

Đslam’ın içerdiği bu ayrım, dünyanın iki ayrı çerçevede değerlendirilmesi

sonucunu doğurmuştur: “Dar-ül Đslam” ve “Dar-ül Harb”. “Dar” kelimesi Arapça’da

260 Yurdusev, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, s. 38. 261 Macid Hadduri, Đslam Hukukunda Savaş ve Barış, Çev:Fethi Gedikli, Đstanbul, Yöneliş

Yayınları, 1999, s. 65. 262 Ibid. , s. 73.

Page 134: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

129

“bina, arsa, mahalle ya da bina ve arsaların toplandığı yer” anlamına gelmektedir.

Kelimenin bir diğer anlamı ise, “bir kavmin konakladığı, yerleştiği yer”dir. Bu

anlamıyla ülke kelimesiyle özdeşleşmektedir. Đslam Hukuku’nda bu anlamıyla

kullanılmaktadır.263

Bu iki çerçeve, Đslam dünyasında özellikle laikleşme yolunda adımların

ortaya atıldığı 19. yüzyıla kadar, genelde dış dünyaya bakışı, özelde ise dış dünyayla

kurulan ilişkileri etkileyen çok önemli bir husus olmuştur. Đslam hukukçuları, bu iki

çerçeveyi şöyle tanımlamaktadırlar:

Dar-ül Đslam, Müslümanların egemenliğinde olan, Đslam Hukuku’nun

uygulandığı ve Đslami usullere göre yönetilen ülkeleri kapsamaktadır. Dar-ül Harb

ise, Dar-ül Đslam’ın aksine, Müslümanların egemenliğinde olmayan Đslam

hukukunun uygulanmadığı ve Đslami usullere göre yönetilmeyen ülkeleri

içermektedir.264

Görüldüğü gibi, bu ayrım temelde bir ülkede hukuk sisteminin ve idare

tarzının Đslami olup olmadığı ölçütüne dayanmaktadır. Bu kavramlar, Kuran’da ve

Sünnet’te açık bir biçimde yer almamaktadır. Din alimleri ve hukukçuları tarafından

geliştirilmi ştir. Zaten cihat kavramı gibi, bu kavramların da anlamları, nitelikleri ve

içerdiği hususlar üzerinde tam bir görüş birliği bulunmamaktadır.265 Dolayısıyla, bu

ayrımın ve kavramların temel bir Đslami kaide olduğunu ileri sürmek mümkün

değildir.

Bu kavramların yanısıra bir başka kavram olan “Dar-ül Ahd” (ya da Dar-ül

Sulh) da, Đslam âlimleri ve hukukçuları tarafından kullanılmaktadır. Dar-ül Ahd

263 Ahmet Özel, Đslam Hukukunda Ülke Kavramı: Darül Đslam DarülHarb, Đstanbul, Đz Yayıncılık,

1998, s. 73. 264 Ibid. , s. 82–83. 265 A. Ahmed Ebu Süleyman, Đslam’ın Uluslararası Đlişkiler Kuramı , Çev:Fehmi Koru, Đstanbul,

Đnsan Yayınları, 1985, s. 33-38.

Page 135: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

130

kavramı Đmam Şafi tarafından geliştirilmi ştir ve Đslam devletiyle anlaşma yapmış

bulunan gayrı-Müslim ülkeleri tanımlamak için kullanılmaktadır.266 Dar-ül Ahd

kavramı, yukarıda belirttiğimiz mutlak ötekileştirmenin aksine, Đslam’ın dünya

teorisinde bir esnekliğin de sözkonusu olduğunu göstermektedir. Bu esneklik, Đslam

ülkelerinin gayrı-Müslim ülkelerle ilişkilerini sadece savaş ve düşmanlık temelinde

kurmak istemediğinin göstergesidir. Dolayısıyla, bu kavramın kullanılması, Đslam

ülkelerinin gayrı-Müslim ülkelerle diplomatik ilişkiler geliştirirken meşruiyet sorunu

yaşamamalarında etkili olmuştur. Bu durum, politik koşulların zamanla teoride de

yeni açılımları zorunlu kıldığını göstermesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Nitekim, Đslam tarihine bakıldığında bu kavramların farklı dönemlerde

farklı biçimlerde algılandığı ve kullanıldığı görülmektedir. Đslam’ın ortaya çıktığı ilk

dönemde Đslam toplumunun tek bir siyasal örgüte/devlete sahip olması, Dar-ül Đslam

anlayışını bir olgu haline getirecek olan din-devlet özdeşliğini sağlayabilmişti.

Özellikle 1258’de Bağdat’ın Moğollarca ele geçirilmesi sonucu Abbasi Halifeliği’nin

yıkılmasından sonra Đslam dünyasının siyasal birliği ortadan kalkmıştır. Bu durum

hukuki birliği de ortadan kaldırmış, ortaya çıkan yeni siyasal otoriteler,

egemenliklerindeki ülkelerde örfi ve sultani hukuk uygulamalarına çok daha sıklıkla

başvurmuşlardır. Dar-ül Đslam’ın bu şekilde bütünlüğünü yitirerek daha küçük

parçalara ayrılması ve Dar-ül Đslam’ın belirlenmesinde ana ölçüt olarak kabul edilen

hukuk sisteminin -temelde Đslami karakterini korumakla birlikte- gittikçe daha

dünyevi bir nitelik alması, Dar-ül Đslam-Dar-ül Harb ayrımının temellerinin

aşınmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, Osmanlı Đmparatorluğu’nun doğduğu 14.

266 Ibid. , s. 34.

Page 136: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

131

yüzyıla girerken, Dar-ül Harb-Dar-ül Đslam ayrımının zaten teoride kalan mutlaklığı,

politik dinamiklerin etkisiyle daha da önemsizleşmiştir.267

Đslam dünyasının, Dar-ül Harb-Dar-ül Đslam anlayışı çerçevesinde dış

dünyayla ilişkilerini sadece çatışmaya ve savaşa dayalı bir biçimde yürütmediği de

görülmektedir. Đslam dünyasında Hz. Muhammed’ten itibaren Müslüman olmayan

topluluklarla barışçı yollarla da ilişkiler kurulmuş, bu bağlamda diplomasiden

yararlanılmıştır.268 Örneğin, Hz. Muhammed diplomatik faaliyetler sonucunda gayrı-

Müslim topluluklarla barışçı ilişkiler kurmuş, antlaşmalar imzalamıştır. Benzer bir

anlayışın Dört Halife, Emevi ve Abbasi dönemlerinde de sürdürüldüğü

görülmektedir. Đslam Đmparatorluğu’nun en güçlü olduğu devirlerde bile askeri güç

anlayışı ikinci plana atılarak, Ermenistan, Sasani Devleti ve Bizans Đmparatorluğu

gibi gayri-Müslim devletlerle zaman zaman diplomatik ili şkiler geliştirilebilmiştir. 269

Đslam dünyasında özellikle 8. ve 9. yüzyıllarda, Abbasi ve Endülüs

Emevileri arasında artan rekabet, gayrı-Müslim devletlerle yürütülen diplomatik

ili şkilere yeni bir boyut katmıştır. Sözkonusu dönemde Đslam dünyasının iki büyük

gücü olan Abbasiler ve Endülüs Emevileri birbirleriyle olan rekabette, Avrupa’nın

iki büyük gücü olan Frank Krallığı ve Bizans Đmparatorluğu’ndan destek arama

yolunu seçmişlerdir. Abbasiler Frank Krallığı’yla, Emeviler de Bizans

Đmparatorluğu’yla ili şkilerini geliştirmişlerdir. Sözkonusu devletler birbirlerine çok

267 Hadduri, Đslam Hukukunda Savaş ve Barış, s. 270–271. 268 Hadduri, Dar-ül Đslam – Dar-ül Harb ayrımının mutlak olduğunu ve Müslümanlarla gayri-

Müslimler arasında savaş halinin kesintisiz olarak devam ettiğini belirterek, Đslam tarihinin ilk

dönemlerinde Đslam ülkelerinde diplomasinin barışçıl amaçlara hizmet eden bir araç olarak değil,

savaşa yardımcı bir araç olarak görüldüğünü ileri sürmektedir. Ibid. , s. 239. Đslam Hukuku’nda

diplomatların korunması yönünde güvenceler içeren düzenlemeler bulunmaktadır. Bu konuda bkz: M.

Cherif Bassiouni, “Protection of Diplomats under Islamic Law”, The American Journal of

International Law , Vol. 74., No:3, (July 1980), s. 609-633. 269 Bu faaliyetler için bkz: Yasin Đstanbuli, Diplomacy and Diplomatic Practice in the Early

Islamic Era, Karachi, Oxford University Press, 2001, s. 36–51.

Page 137: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

132

sayıda elçi göndermişlerdir.270 Açık bir biçimde, denge arayışının ifadesi olan ve

taraflar arasında örtülü bir ittifaka yol açan bu durum, Dar-ül Harb- Dar-ül Đslam

anlayışının çok erken tarihlerde bile sözde kalabileceğini göstermesi bakımından

hayli önem taşımaktadır.

ii)Gaza/Gazi Devleti Tezi

Osmanlı Devleti’nin küçük bir uç beyliğiyken Đmparatorluğa dönüştüğü bu

dönemde gerçekleştirdiği muazzam büyüme, dayandığı fütühatçı anlayışı

göstermektedir. Fütühatçı anlayışı benimseyen Roma Đmparatorluğu’nun dış

politikasının temeline askeri gücü oturttuğu, bu yüzden diplomasiyi ikinci planda

algıladığı yukarıda belirtilmişti. Osmanlı Đmparatorluğu’nun da kuruluşundan

itibaren, benzer biçimde fütühatçı anlayışı benimsediği görülmektedir. Osmanlı

fütühatının analizi, diplomasiyi nasıl anlamlandırdığını ve konumlandırdığını

görebilmek açısından hayli önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Osmanlı fütühatının

analizinin yapılabilmesi açısından ortaya atılan ve özellikle son dönemlere kadar

ilgili literatürde büyük kabul gören “gaza tezi” üzerinde durmak gerekmektedir:271

Wittek tarafından ortaya atılan, “gaza tezi” ya da “gazi devleti tezi”,

Osmanlı Beyliği’nin kısa sürede gerçekleştirdiği fütühatı, Đslami değerler

çerçevesinde Hıristiyan güçlere karşı savaşı kutsallaştıran, toprak ve ganimet

kazanmak için savaşan gazilerin varlığına bağlayan bir yaklaşıma dayanmaktadır.272

270 Hadduri, Đslam Hukukunda Savaş ve Barış, s. 246–248. 271 Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluş dönemini bu çerçevede ele alan çalışmalar için örneğin bkz:

Đnalcık, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ, s. 12-13; Stanford Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve

Modern Türkiye , C. I., Çev:Mehmet Harmancı, Đstanbul, E Yayınları, 1982, s. 32-33; Oral Sander,

Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir Deneme, Ankara, Đmge

Yayınları, 1993, s. 30-31. 272 Paul Wittek, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nun Doğuşu, Çev:Fatmagül Berktay, 2. B., Đstanbul,

Pencere Yayınları, 2000, s. 47-68.

Page 138: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

133

Buna göre, fanatik bir dinsel bağlılık taşıyan savaşçılar/gaziler, devletin topraklarını

genişleterek Đslamı egemen kılmaya ve ganimet kazanmaya çalışmışlardır. Osmanlı

Beyliği’ni, Anadolu’daki diğer beyliklerle mukayese edildiğinde öne çıkaran, gaza

yaparak, yeni ganimetler kazanabilecekleri imkânlar sağlayarak gazileri kendisine

çekebilmeyi ve örgütleyebilmeyi en fazla başaran beylik olmasıdır.

Görüldüğü gibi, sözkonusu yaklaşım, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

dayandığı siyaset felsefesini Đslami esasa oturtmakta, bunun sosyo-ekonomik

temellerini yağma ekonomisinde aramaktadır. En genel anlamda, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun siyaset felsefesinin Đslami bir çerçeveye oturduğu ileri sürülebilir.

Çağdaşı diğer devletler gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’nda da, hukuktan siyasete tüm

toplumsal kurum ve ilişkilerde, dinin çok merkezi ve belirleyici bir öneme sahip

olduğu açıktır. Fakat, Osmanlı Beyliği’nin, kuruluşundan itibaren siyaset felsefesinde

ve toplumsal örgütlenmesinde dinin yeni yorumlarını kullandığı, din tarafından

muğlak bırakılmış ya da bırakıldığı düşünülen konu ve alanlarda yeni anlayışlar

geliştirdiği, kimi zaman da din dışı, hatta dine aykırı uygulamalarda bulunduğu

bilinmektedir. Bu durumun en somut göstergesi, devletin hukuk sisteminde din

kaynaklı olmayan “örfi” ya da “sultani” kuralların yer alabilmesidir.273

“Gaza” tezini merkeze alan yaklaşımın ileri sürdüğü hususlardan biri de, ilk

dönemde Osmanlı Beyliği’nin sadece askeri güce dayandığı ve özellikle komşu

273 Osmanlı toplumunun siyaset anlayışında ve siyasal örgütlenmesinde dinin belirleyiciliğinin çok da

fazla olmadığı, hukuk sisteminin Şer’i değil, Örfi olduğu yolunda görüşler bulunmaktadır. Özellikle,

kamu hukuku alanında örfi hukukun ve sultani hukukun çok büyük önem taşıdığı görülmektedir. Bu

doğrultudaki görüşler için örneğin bkz: Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Đmparatorluğu Teşkilat ve

Müesseselerinin Şer’ili ği Meselesi”, Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. XI, S.3-

4., (1945), s. 203-224; Đnalcık, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ, s. 76-82. Bu konuda daha farklı

yeni bir çalışma için ayrıca bkz: Ümit Hassan, Osmanlı: Örgüt-Đnanç-Davranış’tan, Hukuk-

Đdeoloji’ye, 5. B., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, passim.

Page 139: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

134

olduğu Hıristiyan toplumlarla barışçı yollarla ilişki kurmaktan kaçındığıdır.274

Böylece, Osmanlılar açısından savaş mutlaklaştırılmakta, Dar-ül Đslam-Dar-ül Harb

anlayışının kesin bir biçimde benimsendiği öne sürülmektedir. Buradan hareketle,

çok sayıda yazar, Osmanlı diplomasisinde Dar-ül Đslam- Dar-ül Harb anlayışının bu

dönemden 18. yüzyıla kadar en belirleyici olgu olduğunu iddia etmektedirler.275

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sadece askeri güce dayalı bir savaş mekanizması olarak

görülmesi, barışçı yöntemleri -dolayısıyla diplomasiyi- tamamen geri plana attığı

gibi bir sonuca varılmasına neden olmaktadır. Oysa, aşağıda inceleneceği gibi,

Osmanlılar fütühatı temel almalarına rağmen, diğer toplumlarla barışçı ilişkiler de

kurmuşlardır. Bu da, Osmanlıların daha ilk dönemden itibaren diplomatik yöntemleri

benimsediklerini göstermektedir.

Bunun birkaç nedeni bulunmaktadır:

Birincisi, Osmanlı Đmparatorluğu bu dönemde kuruluş aşamasında

olduğundan, mutlak askeri güce dayalı bir dış politika anlayışını benimseyecek

durumda değildir. Sözkonusu dönem, siyasal, askeri ve ekonomik açıdan devletin

gücünü arttırmaya çalıştığı bir dönemdir. Dolayısıyla güçsüzlük, varlığını

sürdürebilmek ve güçlenebilmek için diplomasiye başvurulmasını zorunlu

kılmaktadır.

Đkincisi, bu dönemde Osmanlı Beyliği’nin bulunduğu coğrafyada

devletlerarası sistem çok-aktörlüdür. Nitekim, Bizans gibi çöküş sürecinde olan

274 Örneğin, Lybeyr, Osmanlı yönetimi ile ordusu arasında ayniyet olduğunu belirterek, hükümetin -

dolayısıyla ordunun- dışarıdaki belirleyici ve temel işlevinin savaş olduğunu ileri sürmektedir.

Gressimos Karabelias, “The Evolution of Civil-Military Relations in Post-War Turkey”, Middle

Eastern Studies, Vol. 35, No:4, (October 1999), s. 130’dan Albert Lybeyr, The Goverment of the

Ottoman Empire in the Time of the Suleiman the Magnificent, Cambridge, MA, 1913, s. 90–91. 275 Örneğin, Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 71–72.; Thomas Naff, “The Ottoman

Empire and the European States System”, The Expansion of International Society, Hedley Bull ve

Adam Watson(ed.), New York, Oxford University Press, 1985, s. 144.

Page 140: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

135

kadim bir imparatorluk, Anadolu’daki çok sayıda Türk beyliği, gelişmeye çalışan

Sırp ve Bulgar Krallıkları ve Bizans Đmparatoru’ndan bağımsız hareket etmeye

çalışan Bizans tekfurlukları gibi onlarca farklı aktör bulunmaktadır. Üstelik bu

aktörler sadece niceliksel olarak değil, aynı zamanda niteliksel olarak da büyük bir

çeşitlili ğe sahiptir. Farklı kültürlere, dinlere ve siyasal yönetimlere sahip çok sayıda

aktörün bulunduğu bir devletlerarası sistem sözkonusudur. Eski Yunan ve Ortaçağ

Đtalyası örneklerinde gördüğümüz gibi, sistemin çok-aktörlü olması diplomasinin

gelişiminde pek olumlu bir rol oynamaktadır.

Üçüncüsü, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluşundan itibaren sadece tarıma

ve hayvancılığa dayalı bir ekonomik yapıya sahip olmaması (ticarete de önem

vermesi), diğer toplumlarla ekonomik bağlar kurmasını sağlamıştır. Ekonomik bağlar

kurma ve ticareti geliştirme yönündeki anlayış, Anadolu Selçuklularının Batı’yla

diplomatik ilişkilerinde de önemli rol oynamıştı.276 Osmanlı Beyliği de, diğer çoğu

Anadolu beyliği gibi bu politikayı devam ettirmiştir. Ekonomik bağlar kaçınılmaz

olarak diplomatik ilişkileri de olumlu yönde etkilemiştir. Dolayısıyla, Osmanlı

Beyliği değişik toplumlarla ticari bağlarını arttırmasına paralel olarak, diplomatik

ili şkilerini de geliştirme yolunu seçmiştir.

Dördüncüsü, Osmanlı yöneticilerinin kuruluştan itibaren farklı kültürlerden

ve devlet anlayışlarından etkilenmeye dönük olmaları, diğer ülkelerle ilişkilerini

geliştirme konusuna olumlu bakmalarını sağlamıştır. Zaten, Osmanlı uygarlığı Arap,

Đran, Bizans ve Türk uygarlıklarının sentezidir. Osmanlı yöneticileri pragmatik ve

eklektik bir anlayışa sahip olduklarından, diğer uygarlıklarla ilişki kurarak, onların

değerlerini, kurumlarını, yöntemlerini ve anlayışlarını kendi bünyelerine katma

konusunda çok istekli davranmışlardır. Bu yaklaşım, diplomasinin farklı uygarlıklara

276 Melek Delilbaşı, “The First Relations Between the Turkish States and West”, Turkish Review, C.

I., S. 3., (1986), s. 59-66.

Page 141: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

136

açılan ve oralardan çeşitli ögelerin ithal edilmesini sağlayan bir kanal oluşturmasını

sağlamıştır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun kurulduğu ilk dönemden itibaren dış dünyaya

bakışında din tek belirleyici etken değildir. Dolayısıyla, Dar-ül Đslam – Dar-ül Harb

ayrımı çerçevesinde geliştirilen “gaza/gazi devleti” teorisinin, Osmanlı

Đmparatorluğu’nu dış dünyayla sadece “(kutsal) savaşa dayalı ilişki kuran devlet”

olarak ele alan yaklaşım geçerli değildir. Kaldy-Nagy’in belirttiği gibi, Osmanlı

fütühatının gaza ve cihat kavramları çerçevesinde betimlenmesi sonraki dönem

Osmanlı tarihçileri tarafından yapılmıştır.277 Bu yaklaşım, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Anadolu’daki Müslüman Türk beylikleri aleyhine genişlemesini

de açıklayamamaktadır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun gelişim dinamiğinin ve dış dünyaya bakışının

sadece dinsel bir temele oturtulması, diplomasisiyle ilgili kimi yorumlarda da dinin

temel belirleyici olduğu sonucuna varılmasına neden olmuştur. Böyle bir sonuç da,

Osmanlı diplomasinin gelişiminde dinin olumsuz bir rol oynadığı tezini içermektedir.

Bu yüzden, dinin rolünün kısmi olduğunun, politik koşulların ve güdülerin dış

politikanın belirlenmesinde ve diplomasinin yürütülmesinde çok daha belirleyici

nitelik taşıdığının altının çizilmesi gerekmektedir.278 Bu tespit, Osmanlı

277 Gyula Kaldy-Nagy, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đlk Yüzyıllarında Kutsal Savaş (Cihat)”,

Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı Devleti’nin Kurulu şu Üzerine Tartışmalar, Oktay Özel ve

Mehmet Öz(der.), 2. B., Ankara, Đmge Yayınları, 2005, s. 402. 278 Bu doğrultuda bir görüş için bkz: A. Nuri Yurdusev, “The Ottoman Attitude toward Diplomacy”,

Ottoman Diplomacy: Conventional or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke,

Palgrave, 2004, s. 16. Arı, Osmanlı diplomasisinin, Đslami prensiplere saygı çerçevesinde, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun -politik koşullarınca yürütüldüğünü ve kendine özgü bir nitelik taşıdığını

vurgulamaktadır. Bülent Arı, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, Ottoman Diplomacy:

Conventional or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.), Palgrave, Basingstoke, 2004, s. 37.

Page 142: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

137

Đmparatorluğu’nun sadece kuruluş dönemi için değil, sonraki devirleri için de

geçerlidir.

iii)Diplomasinin Yürütülmesi

Osmanlı yöneticilerinin diplomasiyi temelde üç ayrı bağlamda kullandıkları

görülmektedir:

-Fütühat politikasının bir aracı olarak diplomasinin kullanılması.

-Güç dengesinin sağlanması, aleyhe dönmesinin önlenmesi ve lehe

çevrilmesi amacıyla diplomasinin kullanılması.

-Devletin ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla diplomasinin

kullanılması.

Fütühat politikasının bir aracı olarak diplomasinin kullanılması,

Đmparatorluğun gücünün zayıflamasına paralel olarak fütühat politikasını terk etmek

zorunda kaldığı 17. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.

Đleride inceleneceği gibi, diplomasi, Đmparatorluğun en güçlü olduğu

devirlerde bile, güç dengesi anlayışı çerçevesinde de kullanılmıştır. 18. yüzyıl

sonlarından itibaren ise bu çerçevede yürütülen diplomasi, Osmanlı diplomasisinin

temel bağlamı haline gelmeye başlamıştır. Bu durum 19. yüzyılda çok açık biçimde

ortaya çıkmıştır.

Ekonomik ihtiyaçlar bağlamında yürütülen diplomasi ise, devletin

kuruluşundan yıkılışına kadar varlığını sürdürmüştür. Özellikle, Batı’yla ekonomik

bağların arttığı 17. yüzyıldan itibaren bu durum daha da belirginleşmiştir.

Đlk bağlama bakıldığında, Osmanlı Đmparatorluğu’nun, diplomatik

yöntemleri fütühat siyasetini desteklemek amacıyla kuruluş döneminden itibaren

kullandığı görülmektedir. Bu çerçevede, çeşitli devletlerle ittifaklar yapma, iktidar

Page 143: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

138

mücadelelerinde kimi kişilere destek vererek çıkar sağlama, evlilikler yoluyla

diplomatik ilişkileri güçlendirme ve bu sayede yeni topraklar kazanma gibi yollar

fütühat politikasının barışçıl yönlerini oluşturmaktaydı.

Bu çerçevede çeşitli örnekler verilebilir:

Devletin kurucusu olan Osman Bey, Bizans Đmparatorluğu aleyhine

genişlemeyi sürdürürken, Bizans tekfurları arasındaki güç mücadelelerinden

yararlanmayı başarmıştır. Osman Bey’in tekfur Mihail’le geliştirdiği ittifak bu

yöndeki ilk girişimlerden biridir. Kimi zaman Osmanlı Sultanları Bizans

Đmparatorları ile benzer ittifaklar yapmış, özellikle Balkanlar’da Sırp, Bulgar ve yerel

Rum despotlarıyla savaşlarında askeri destek sağlamışlardır. Böylece yeni topraklar

kazanmışlar ve Osmanlı yönetimine giren Türkmen savaşçılara ganimet ve iş

sağlayarak daha da güçlenmişlerdir.279

Osmanlılar, gün geçtikçe zayıflayan ve iç kargaşaya düşen Bizans

Đmparatorluğu’nun içişlerine daha fazla etkide bulunmaya başlamışlardır. Orhan Bey

döneminde, taht mücadelesi yapan Kantakuzen’in yardım talebi kabul edilmiş,

Kantakuzen’in başarılı olması sonucunda Bizans ve Osmanlı arasında kısa süreli bir

ittifak oluşmuştur. Đttifak döneminde Osmanlılar, Kantakuzen’e askeri yardımda

bulunmuşlardır. Yardımın karşılığı olarak, Đmparatorun Çimpe kalesini Orhan Bey’e

vermesi, Osmanlıların Rumeli’ye geçmelerini sağlamıştır. Bu gelişme de,

Rumeli’deki fütühatın başlangıç noktasını teşkil etmiştir.280

Orhan Bey’in Đmparator Kantakuzen’in kızıyla evlenerek, akrabalık yoluyla

siyasal bağların güçlendirilmesi, Bizans’ın diplomatik yöntem olarak hanedanlar

279 Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Doğuşu Meselesi”, Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı

Devleti’nin Kurulu şu Üzerine Tartışmalar, Oktay Özel ve Mehmet Öz(der.), 2. B., Ankara, Đmge

Yayınları, 2005, s. 229. 280 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 36.

Page 144: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

139

arası evlilikleri kullanmasının en güzel örneklerinden biridir. Osmanlı Devleti

açısından da, evliliğin fütühat için doğrudan ya da dolaylı olarak kullanılmasının ilk

örneğidir. Osmanlı yöneticileri sözkonusu politikayı daha sonra da devam

ettirmişlerdir. Nitekim, I. Murad, Yıldırım Beyazıt gibi sultanlar hem Bizans

hanedanıyla, hem Balkanlardaki Hıristiyan devlet hanedanlarıyla, hem de

Anadolu’daki Anadolu Beylikleri hanedanlarıyla akrabalık bağları kurmuştur.281

Böylece, Osmanlılar, sözkonusu ülkelerin yönetimleri üzerinde etkide bulunmaya,

toprakları üzerinde hak iddia etmeye başlamışlardır. Yıldırım Beyazıt’ın

Germiyanoğulları Beyi’nin kızıyla evlenmesi sonucunda, çeyiz olarak Kütahya ve

civarının alınmasında görüldüğü gibi, evlilik nedeniyle doğrudan toprak bile

kazanmışlardır.

Osmanlıların devletlerarası güç dengesini sağlama ve koruma bağlamında

da diplomasiyi kullanmaları konusuna ilişkin olarak da şunlar eklenebilir: Bu

çerçevede, Bizans tekfurları arasındaki güç mücadelesinde kimi tekfurlara destek

verilmiştir. Bazen Bizans Đmparatoru desteklenirken, kimi zaman da Bizans’a karşı

olan güçlere arka çıkılmıştır. Ayrıca, Venedik’e karşı Cenevizlilerle işbirliğine

gidilmesi de Osmanlı denge politikasının en güzel örneklerinden biridir.

Osmanlıların, devletin ekonomisini güçlendirme çerçevesinde diplomatik

ili şkiler kurma çabalarına gelince: Osmanlı siyaset anlayışında -Ortadoğu siyaset

felsefesi geleneğinden kaynaklanan- devletin gücünün reayanın ekonomik gücüne

bağlı olduğu ilkesi önemli bir yer tutmaktaydı. Buna göre, iktidar askeri güce, askeri

güç de reayanın ürettiği ekonomik zenginliğe bağlıydı.282 Osmanlı yöneticileri de

281 Donald Quataert, Osmanlı Đmparatorlu ğu: 1700-1922, Çev:Ayşe Berktay, 3. B., Đstanbul, Đletişim

Yayınları, 2004, s. 57. 282 Norman Itzkowitz, Ottoman Empire and Islamic Tradition , New York, Alfred A. Knopf, 1972,

s. 88.

Page 145: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

140

ekonomik zenginliğin artması ve toplumun ihtiyaçlarının sağlanması için ticaretin

geliştirilmesine hayli önem vermişlerdir. Goffman, Osmanlılar ile Avrupalılar

arasındaki ilişkilerin kimi konularda düşmanlık öğeleri barındırsa da, iki dünyayı

birbirine en kuvvetli biçimde bağlayan alanın ekonomi olduğunu vurgulamaktadır.283

Gerçekten de, Avrupa’yla artan ticari bağlar diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinde

büyük rol oynadı. Nitekim, Venediklilerle siyasal ilişkiler zaman zaman sıcak

çatışmalara dönüşse de, Osmanlıların 14. yüzyıl sonlarından itibaren bu ülkeyle

diplomatik ilişkilerini geliştirdikleri görülmektedir. 284

Ele aldığımız dönemde, Osmanlılar, diplomatik yöntemleri devletin

gelişmesine ve daha farklı siyasal aktörlerle ilişki kurmasına paralel biçimde, artan

bir yoğunlukla kullanmışlardır. Sözkonusu dönemde Osmanlı yöneticilerinin,

diplomatik ilişkilerin gelişimi açısından büyük önem taşıyan “çok-taraflılık” ve

“egemen eşitlik” gibi olgulara hiç de soğuk bakmadıkları görülmektedir. Hatta,

diplomatik ilişkilerini genel olarak bu çerçevede sürdürmüşlerdir.

Fakat, sözkonusu dönemde Osmanlı yöneticilerinde esasen güçlülük

devrinde ortaya çıkacak anlayış değişiminin ilk işaretleri de kendini göstermeye

başlamıştır. Nitekim, Sırbistan ve Bulgaristan gibi bu dönemde fethedilen ülkelerle

yürütülen ilişkiler tedrici bir biçimde değişmiştir. Önce büyük oranda eşitlik

temelinde yürütülen ilişkiler, bu ülkelerin fethinden sonra himaye kurulmasıyla, belli

283 Daniel Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa: 1300–1700, Çev:Ülkün Tansel, Đstanbul, Kitap

Yayınevi, 2004, s. 25. 284 Maria Pia Pedani-Fabris, “Ottoman Diplomats in the West: The Sultan Ambassadors to the

Republic of Venice”, Tarih Đncelemeleri Dergisi, S. 11., (1996), s. 187. Ticaretin Osmanlı-Venedik

ili şkilerindeki rolü ile ilgili olarak bkz: Şerafettin Turan, “Venedik’te Türk Ticaret Merkezi”, Belleten,

S. 125., (Ocak 1968), s. 247-283; Fatma Mansur Coşar, “Venedik ve Osmanlı Arasındaki Bağ:

Tüccarlar”, Toplumsal Tarih, S. 2., (Şubat 1994), s. 17-21. Venedik, 17. yüzyılın ortalarına kadar, Batı

dünyasının Osmanlı Đmparatorluğu ile ilgili temel bilgi kaynağı olacaktır. Bu hususta bkz: Robert

Mantran, XVI-XVIII Yüzyıllarda Osmanlı Đmparatorlu ğu, Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara,

Đmge Yayınevi, 1995, s. 85–90.

Page 146: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

141

bir süre sonra da sözkonusu ülke hanedanlarının tasfiye edilerek doğrudan yönetim

kurulmasıyla sonuçlanmıştır. 285

Kuruluş döneminde Osmanlı sarayının yabancı elçilik heyetlerinin kabulü

ve elçilik heyetleri gönderilmesi açısından gittikçe daha faal hale geldiği

görülmektedir. Sürekli diplomasi anlayışının ortaya çıkmadığı bu dönemde, Osmanlı

padişahlarının diğer ülkelere çok sayıda ad hoc elçi göndermesi ve elçi kabul etmesi,

diplomasinin fütühatçı anlayışla güzel bir biçimde bağdaştırıldığının ve

desteklendiğinin önemli bir göstergesidir.

Osmanlılar tarafından kabul edilen ilk elçilik heyetinin -Bizans’dan gelenler

dışında- I. Murat döneminde gelen Raguza heyeti olduğu sanılmaktadır.286 Unat,

Osmanlı topraklarına katılan ülkelere -Bizans’a, Erdel’e ve Mısır’a- gönderilen

elçilik heyetlerini dâhil etmediği listesinde, ilk Osmanlı elçilik heyetinin 1417’de (I.

Mehmet döneminde) Venedik’e gittiğini belirtmektedir.287 Fakat, Osmanlı

kaynaklarında sözkonusu dönemle ilgili belgelerin çeşitli nedenlerle ortadan

kalkmasından dolayı288, gönderilen ve kabul edilen elçilik heyetleri hakkında yeterli

bilgi bulunmamaktadır.

b)1453–1699 Dönemi

Döneme rengini veren temel olgu, Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluğa

dönüşmesidir. Bu dönüşümün altında, devletin hızla genişleyerek siyasal, askeri,

285 Halil Đnalcık, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı Devleti’nin Kurulu şu

Üzerine Tartışmalar, Oktay Özel ve Mehmet Öz(der.), 2. B., Ankara, Đmge Yayınları, 2005, s. 443. 286 Onur Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Ankara, Đmge Yayınları, 2006, s. 113–114. 287 Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara, TTK Yayınları, 1992, s. 221. 288 Devletin Đstanbul’dan önceki başkentleri olan Bursa ve Edirne’deki arşivlerin Timur Đstilası ve

çıkan yangınlar sebebiyle yok olduğu tahmin edilmektedir. Necati Aktaş, “Osmanlı Dönemi

Arşivciliğimiz”, Osmanlı, Güler Eren (ed.), C. VI., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 304.

Page 147: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

142

ekonomik ve kültürel açıdan büyümesi olduğu kadar, II. Mehmet’in devleti bir

imparatorluğa dönüştürme yolundaki politikası ve icraatları da yatmaktadır. II.

Mehmet Osmanlı Đmparatorluğu’nun gerçek kurucusu olarak görülmektedir.289

II. Mehmet tarafından temelleri atılan imparatorluk kurumları ve geliştirilen

“emperyal” anlayış, Osmanlı Đmparatorluğu tarihinde klasik ya da kadim olarak

nitelendirilebilecek dönemin başlamasını sağlamıştır. Osmanlı diplomasisinin

tarihinde de klasik dönemin II. Mehmet’le başlatılması yerinde olacaktır.

II. Mehmet’le başlayan klasik dönemin 1699 Karlofça Antlaşması’na kadar

sürdüğü söylenebilir. Fakat, sözkonusu dönem de kendi içinde iki ayrı alt döneme

indirilebilecektir:

-15. yüzyılın ilk yarısından 17. yüzyıl başına kadar süren mutlak güçlülük

dönemi.

-17. yüzyıl başından 18. yüzyıl başına kadar süren görece güçlülük dönemi.

Đlk dönemde imparatorluk geleneksel yapısını korumuş, fütühatçı anlayış

çerçevesinde sürekli olarak büyümüş ve gelişmiştir. Đkinci dönemde ise, geleneksel

yapı bozulmaya başlamış, fütühatçı anlayış sürse de fetihler hayli azalmıştır. Đkinci

dönemde ortaya çıkan bu gelişme, ileride incelenecek olan 1699–1793 dönemini

etkileyecek dinamiklerin de filizlenmeye başlamasını sağlamıştır.

Sözkonusu dönemde, Osmanlı diplomasinin üslup boyutunda üç dinamiğin

asli bir öneme sahip olduğu görülmektedir:

Osmanlı Đmparatorluğu’nun diplomasi anlayışında ve diplomasinin

yürütülmesinde en belirleyici olgu, sahip olduğu güçtür. Kendini en somut biçimde

savaş meydanlarındaki başarılarla gösteren bu olgu, imparatorluğun siyasal,

ekonomik, askeri ve toplumsal alanlardaki gücünden kaynaklanmaktadır. 17. yüzyıla

289 Đnalcık, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ, s. 34.

Page 148: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

143

kadar, Osmanlı Đmparatorluğu yapılan hemen hemen bütün savaşlarda (1529’daki I.

Viyana Kuşatması’ndaki başarısızlık, 1571’de Đnebahtı’da alınan ağır yenilgi gibi

istisnalar dışında) başarılı olmuştu. Bu durum diplomasinin daha geri plana

düşmesine sebebiyet vermişti. Çünkü, Osmanlılar dış politik hedeflerini büyük

oranda diplomasinin barışçı yöntemlerine ihtiyaç duymadan askeri yollarla

gerçekleştirebilmeyi başarmışlardı. Bu dönemde diplomatik yöntemlere ihtiyacı olan

taraf, Osmanlı Đmparatorluğu karşısında askeri alanda başarısız olan ve onunla

ekonomik ilişkiler kurmak isteyen Batılı devletler olacaktır.

Nitekim, Batılı devletler diplomatik yöntemlere duydukları ihtiyaca binaen,

Osmanlı Đmparatorluğu’na çok sayıda ad hoc elçi gönderecekler ve Đstanbul’da

ikamet elçilikleri kuracaklardır. Böylece, Batı’yla Osmanlı arasındaki diplomatik

süreçte aktif konumda bulunan Batı olacaktır.

Đkinci olarak, Osmanlı Đmparatorluğu’nun sahip bulunduğu güç, devletin dış

politika söylemine de yansımıştır. Sözkonusu dönemde, Osmanlı padişahlarının

“üniversalist” bir söylemi benimsedikleri görülmektedir. Bu söylemin en genel

olarak ifadesi “nizam-ı alem”di. Bu kavramın da işaret ettiği gibi, Osmanlı

padişahları dünyaya düzen getirmeyi vazetmekte, bunun da bütün dünyanın Osmanlı

yönetimi altına alınmasıyla mümkün olacağını düşünmekteydiler. Barış ve düzen

sadece Osmanlı yönetimi altında sağlanabilecekti. Meşru olan Osmanlı yönetimi ya

da Osmanlı barışı (Pax Ottomana) idi.290 Fütühatçı anlayışın Đslami bir çerçevede

sunulmasına dayanan bu söylem, doğal olarak Osmanlı sınırları dışında kalan

dünyadaki siyasal yönetimlerin meşru olmadığı tezini de içermekteydi. Dolayısıyla,

devletin temel görevi “Pax-Ottomana”nın üniversal bir olgu haline getirilmesiydi.

290 Đlber Ortaylı, “Osmanlı Barışı”, Osmanlı Barışı, 4. B., Đstanbul, Ufuk Kitapları, 2004, s. 11-22.

Page 149: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

144

Roma’daki diplomasi anlayışı incelenirken görüldüğü gibi, Roma’nın dış

dünya algısına çok benzeyen bu yaklaşımın geliştirilmesinde, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Roma/Bizans mirasına sahip çıkma ve bu geleneği sürdürme

politikasının da büyük rolü bulunmaktadır. Özellikle, bu anlayışın mimarı olan II.

Mehmet’in Roma/Bizans geleneğini sürdürme konusunda çok açık bir politika

izlediği görülmektedir. Nitekim, II. Mehmet “kayzer-i Rum” unvanını kullanmakta

hayli ısrarlı olmuştur. Dolayısıyla, Roma/Bizans’ın, kendi imparatorluklarının

dünyanın merkezini teşkil ettiği ve dünyayı yönetme hakkına sahip tek meşru güç

oldukları doğrultusundaki söylemleri, Osmanlılar tarafından da büyük oranda

benimsenmiştir.291

Osmanlıların dış dünyaya bakışını gösteren bu anlayış, doğal olarak

diplomasiye de yansımıştır. Bu anlayış çerçevesinde, Osmanlı Đmparatorluğu

dışındaki ülkeler meşru bir taraf olarak görülmemektedir. Bu yüzden, Osmanlılar

diplomasi açısından çok önemli olan “egemen eşitlik”li ği klasik dönemde kabul

etmemişlerdir. Dolayısıyla, diplomasi daha çok tek taraflı bir süreç olarak

algılanmıştır. Fakat, Osmanlıların diplomasiyi Çinliler gibi mutlak anlamda tek

taraflı bir süreç olarak da görmedikleri açıktır. Nitekim, ad hoc nitelikte çok sayıda

elçi, taraf kabul edilmeyen ülkelere gönderilmiştir.292 Bu çerçevede, diğer taraflar,

eşit olarak görülmese ve diplomatik süreçte bu eşitsizlik her boyutta gösterilmeye

291 Ortaylı, Roma/Bizans mirasının Osmanlı Đmparatorluğu’nun şekillenmesinde çok temel bir rol

oynadığını ileri sürmektedir. Osmanlıların üniversal imparatorluk anlayışı, Roma/Bizans geleneğinin

sürdürülmesiyle ortaya çıkmıştır. Ortaylı’ya göre, Osmanlı Đmparatorluğu bizatihi 3. Roma’dır. Đlber

Ortaylı, “Osmanlı: Üçüncü Roma Đmparatorluğu”, Osmanlı Barışı, 4. B., Đstanbul, Ufuk Kitapları,

2004, s. 45-47. Köprülü ise, Osmanlı Đmparatorluğu’nun üniversal imparatorluk anlayışının

Roma/Bizans mirası olduğu görüşünü eleştirmektedir. Köprülü’ye göre, bu anlayış Türk-Đslam

geleneğinden kaynaklanmaktadır. Fuat Köprülü, Bizans Müesseslerinin Osmanlı Müesseselerine

Tesiri, 3. B., Đstanbul, Kaynak Yayınları, 2002, s. 113-125. 292 Örneğin, 1384–1672 yılları arasında sadece Venedik’e 150’den fazla elçilik heyeti gönderilmiştir.

Pedani-Fabris, “Ottoman Diplomats in the West”, s. 187.

Page 150: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

145

çalışıldıysa da, diplomatik ilişkilerin yürütülmesinde mutlak anlamda teorik bir

katılığın olmadığı söylenebilecektir.

Üçüncü olarak, sözkonusu dönemde Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đslam’ın

ağırlığını arttırması, diplomasi anlayışına da etkilerde bulunmuştur. Aslında, II.

Mehmet, 1453 sonrasında çok daha kozmopolit bir devlet ve toplum yapısı

oluşturmaya çalışmıştı. Bu politika yukarıda belirtilen Roma/Bizans geleneğini

sürdürme anlayışının bir uzantısıydı. Fakat, II. Mehmet’ten sonra tahta çıkan II.

Beyazıt’la beraber Osmanlı siyaset anlayışı ve devlet yönetiminde Đslam’ın etkisi

artmaya başlamıştır. I. Selim döneminde Suriye, Mısır ve Hicaz’ın ele geçirilmesiyle,

siyaset anlayışında ve devlet yönetiminde Đslam’ın o zamana kadar olmadığı ölçüde

önem kazandığı görülmektedir.293 Bunun temel nedeni, sözkonusu ülkelerde yaşayan

milyonlarca Müslüman’ın imparatorluğa katılması sonucunda, Đslam’ın birleştirici

bir unsur olarak daha fazla kullanılmasına ihtiyaç duyulmasıdır. Đslamileşme’nin

diğer nedenleri, Hilafetin Osmanlı padişahlarına geçmesi ve Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Đslam dünyası içinde Şii Đran’la artan mücadelede Sünni Đslam’ın

lideri rolüne soyunmasıdır. Ayrıca, Osmanlılar Memluk Devleti’nin ve bu ülkede

bulunan Abbasi Halifeleri’nin tasfiyesiyle Hıristiyanlığa karşı -Şii Đran’ı bir kenara

bırakacak olursak- temel Müslüman güç haline gelmişlerdi.

Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đslam’ın etkisinin artması, dış politikada din

unsurunun daha merkezi bir konuma gelmesini sağlamıştır. Üniversalist söylemde

Müslüman-gayrı Müslim ayrımı daha fazla vurgulanır hale gelmiş, özellikle

Hıristiyan ülkelere yönelik fütühat, Đslam’ın hâkimiyetinin sağlanması çerçevesine

293 I. Selim dönemindeki Đslamileşme eğiliminin analizi için bkz: Andrew C. G. Hess, “The Ottoman

Conquest of Egypt (1517) and the Beginning of Sixteenth-Century World War”, International

Journal of Middle East Studies, Vol. 4., No:1., (January 1973), s. 70-74.

Page 151: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

146

oturtulmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla, fütühat artık çok daha belirgin bir biçimde

Đslami meşruiyet zemininde ifade edilmeye başlamıştır.

Bu gelişmenin doğal sonucu, diplomasinin ikinci planda kalmasıdır. Çünkü,

artan biçimde Đslami değerlerle beslenen fütühat anlayışı, Hıristiyanlarla barışın değil

savaşın esas olmasını getirmekteydi. Özelikle kuruluş döneminin başlarında

Hıristiyan devletlerle daha eşitlikçi bir temelde yürütülen diplomasi, Đslam’ın

Hıristiyanlık üzerindeki mutlak üstünlüğünü vazeden Đslami söylemden etkilenmiş ve

görece eşitlikçi anlayış tamamen terk edilmiştir.

Yukarıda belirtilen dinamiklerle beslenen ve savaş meydanlarındaki büyük

başarılarla somutlaşan Osmanlı Đmparatorluğu’nun emperyal anlayışının doğal

sonucu, diğer ülkelerle ilişkilerin mutlak bir üstünlük temelinde kurgulanmasıdır. Bu

anlayışa göre, Osmanlı Đmparatorluğu diğer ülkelerden siyasal, ekonomik, askeri,

kültürel vb. açıdan mutlak anlamda üstündür. Dolayısıyla, diğer ülkelerle diplomatik

ili şkiler de bu mutlak üstünlük çerçevesinde yürütülmelidir. Üstünlük kurgusunun en

somut örneklerinden biri, I. Süleyman’ın Fransa Kralı I. Fransuva’ya gönderdiği

mektupta görülmektedir. Sözkonusu mektupta, I. Süleyman sahip olduğu onlarca

ülkeyi sayarak, kendisinin bir dünya hâkimi olduğu vurgusunu yaparken, I. Fransuva

için sadece “Fransa Kralı” unvanını kullanmaktaydı. Bu şekilde, 16. yüzyılda

Avrupa’daki en önemli iki güçten biri olan Fransa Krallığı’nın aşağılandığı, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun mutlak üstünlüğünün ise çok açık bir biçimde vurgulandığı

görülmektedir.294

Mutlak üstünlük anlayışı, Osmanlı Đmparatorluğu’nun bu dönemdeki başka

diplomasi uygulamalarına bakıldığında da rahatlıkla görülmektedir.295 Örneğin,

294 Yurdusev, “The Ottoman Attitude toward Diplomacy”, s. 19. 295 Roosen, diplomatik törenlerin devletler açısından sahip olduğu anlamı ele aldığı makalesinde,

egemenlik ve güç vurgusuna verilen önem ile diplomatik törenler arasındaki bağı çok açık bir biçimde

Page 152: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

147

yabancı elçilerin kabullerinde Osmanlı’nın gücünün ve üstünlüğünün yansıtılmasına

hayli önem verilmekteydi.296 Yabancı elçilerin Osmanlı sarayına kabullerinde

uygulanan bazı kurallar üzerinde biraz daha durmak yerinde olacaktır:

Öncelikle, yabancı elçileri kabul şekilleri ve kabul sırasında yapılan

merasimler- Osmanlı saray görevlileri tarafından büyük bir özenle uygulanan genel

kurallara bağlı olsa da- elçinin gönderildiği ülkeye verilen önem çerçevesinde yine

de bazı değişiklikler göstermekteydi. Osmanlı Đmparatorluğu’yla elçi gönderen ülke

arasındaki ilişkiler iyiyse ya da sözkonusu ülke Osmanlı yöneticileri tarafından özel

önem verilen bir ülkeyse, elçiye yapılan muamele çok daha sıcaktı. Gönderen ülkeyle

ili şkiler kötüyse ya da bu ülkeye verilen önem az ise muamele daha soğuktu.297

Osmanlı Đmparatorluğu’na gelen ad hoc nitelikli yabancı elçiler, sınırda

karşılandıktan sonra Osmanlı topraklarından çıkışlarına kadar masrafları Osmanlı

hazinesi tarafından karşılanırdı.(Tayinat Usülü)298 O dönemde Avrupa’dakinin tam

aksine olan bu uygulamayla, padişahın yabancı elçilerin masraflarını bile

karşılayarak onlara ihsanda bulunduğu izlenimi verilmekte, dolayısıyla devletin

büyüklüğü gösterilmekteydi.

ortaya koymaktadır. Roosen’e göre, diplomatik törenlerin evrimiyle egemen ulus-devletin evrimi

arasında yakın bir ilişki vardır. William Roosen, “Early Modern Diplomatic Ceremonial: A Systems

Approach”, The Journal of Modern History, Vol. 52., No:3, (September 1980), s. 452-476. 296 Bu konuda aşağıda atıfta bulunulan kaynaklar dışında ayrıca bkz: Olga Zigoreviç, “Yabancı

Elçilerin Osmanlı Memleketlerinde Seyahatleri ve Huzura Kabulleri”, Belgelerle Türk Tarih

Dergisi, S. 4., (1968), s. 45-49. 297 Hakan T. Karateke, Padişahım Çok Yaşa!, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004, s. 123. Aslında,

diplomatik ilişkilerdeki bu yaklaşım diplomasinin kurumsallaştığı ve geliştiği Avrupa’dan pek de

farklı değildi. Avrupa’da da, diplomasi sürekli diplomasiye geçiş sonrasında büyük bir gelişme

göstermişti. Fakat, 1815 Viyana Kongresi’ne kadar diplomasinin yürütülmesi hususunda çok önemli

bir uluslararası kurallaşma sağlanamamıştır. Meray, Devletler Hukukuna Giri ş, C. II., s. 14. 298 Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 277.

Page 153: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

148

Elçilerin huzura kabullerinin de benzer bir anlayışla yapıldığı görülmektedir.

Bir teamül olarak, elçilerin huzura kabulleri Kapıkulu ocaklarına ulufe dağıtıldığı

Salı gününe dek getirilir, bu vesileyle yapılan görkemli törenlerden elçilerin

etkilenmesi sağlanırdı.299 Devletin gücünün gösterilmesi için olumsuz olayların da

elçilere seyrettirildiği görülmektedir. Bu amaçla, yüksek düzeyli bir Osmanlı

memurunun rütbesinin indirilmesi, sürgün edilmesi, hatta idam edilmesi gibi olaylar

da kullanılmaktaydı.300

Elçilere, huzura kabul edilmeden önce “hil’at” adı verilen bir kürk

giydirilirdi. Aslında bu uygulama onur vermek amacıyla yapılsa da, özellikle Batılı

elçilerce aşağılayıcı bir uygulama olarak görülmekteydi. Çünkü, üstü kapalı bir

biçimde, elçilerin “kendi kıyafetleriyle huzura kabul edilemeyecek kadar düşük

seviyede oldukları” izlenimi verilmekteydi. Padişahın huzuruna çıkabilmek için

“medeni” bir kıyafet giyilmesi gerekmekteydi.301 Huzura kabul edilen elçinin iki

koluna birer kapıcıbaşı girer, elçinin padişah karşısında eğilmesini sağlarlardı.

Padişahların “itimatname”sini sunan elçilere döneme göre farklı davrandıkları

görülmektedir. Örneğin, Osmanlı Đmparatorluğu’nun gücünün doruğunda olduğu

devirde hüküm süren I. Süleyman elçilerle hiç konuşmamıştır. Đmparatorluğun

zayıflamasının etkisiyle diplomasiye ihtiyacın arttığı sonraki devirlerde ise,

299 Ibid. , s. 289. Fakat, bazı acil durumlarda elçinin kabulü için Ulufe Divanı’nın beklenmediği de

görülmektedir. Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttaplık , s. 239. Elçi kabul törenleri

ile ilgili Batılıların gözlemleri için örneğin bkz: s. 87-89. Antonie Galland, Đstanbul’a Ait Günlük

Anılar (1672-1673), C. II., Çev:Nahid Sırrı Örik, 3. B., Ankara, TTK Yayınları, 1998, s. 62-65;

Edmund D. Chishull, Türkiye Gezisi ve Đngiltere’ye Dönüş, Çev:Bahattin Orhon, Đstanbul, Bağlam

Yayınları, 1993, s. 86-89. 300 Karateke, Padişahım Çok Yaşa!, s. 123. 301 Benzer bir uygulamanın Çin’de de yapıldığı ilgili başlık altında belirtilmişti.

Page 154: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

149

padişahların elçilerle konuşarak, kendilerinin ve mensubu oldukları ülkenin kralının

hatırını sordukları görülmektedir. 302

Batılı ülkelerden gelen elçilerin, kabul törenlerindeki uygulamaları

aşağılayıcı buldukları bilinmektedir. Örneğin, Baron de Tott, 18. yüzyılın ortası gibi

Osmanlı Đmparatorluğu’yla Batılı devletler arasındaki ilişkilerin fiilen çok daha

eşitlikçi bir temele oturduğu devirde bile, büyükelçilerin huzura kabul törenlerinde

karşılaştıkları “aşağılayıcı” hareketlerin ortadan kaldırılması gerektiğini

vurgulamaktaydı.303

Osmanlı Đmparatorluğu’nun, diplomasi uygulamalarında somutlaşan

“üniversal bir imparatorluk” olarak gücü esas alan yaklaşımının, diplomasinin

gelişimi açısından olumsuz etkide bulunduğu açıktır. Fakat, Osmanlı Đmparatorluğu

en güçlü olduğu sözkonusu devirde bile diğer devletlerle diplomatik ilişkiler

kurmaktan kaçınmamıştır. Çin örneğinde görüldüğü gibi kısmi izolasyon, Japonya

örneğinde görüldüğü gibi mutlak bir izolasyon herhangi bir zaman sözkonusu

olmamıştır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun diplomasiyi sürekli ya da ad hoc nitelikli yabancı

elçilik heyetlerini kabul etmek ve diğer ülkelere elçilik heyetleri göndermek şeklinde

her iki şekilde de kullandığı görülmektedir. Osmanlı Đmparatorluğu elçilik heyetleri

göndermek ya da kabul etmek yoluyla Avrupa diplomasi sahnesinde çok önemli ve

canlı bir aktör olmuştur. Goffman, modern diplomasinin temellerinin atıldığı

Rönesans döneminde Osmanlıların çok silik bir unsur olarak ele alınmasını

eleştirerek, Đtalya’da diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında gelişiminde çok

302 Ibid. , s. 124. 303 Baron De Tott, 18. Yüzyılda Türkler: Türkler ve Tatarlara Dair Hat ıralar , Çev:M. Reşat

Uzmen, Đstanbul, Elips Kitap, 2004, s. 17.

Page 155: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

150

önemli bir rolleri olduğunu ileri sürmektedir.304 Goffman’a göre, balyosluk kurumu

ve Đtalyan kent-devletleri tarafından Osmanlı topraklarında kurulan konsolosluklar

sürekli elçiliklerin birer proto-tipidir. Ayrıca, Osmanlılar tarafından verilen

kapitülasyonlar, Avrupa ülkelerine, diplomasinin temel taşlarından olan “elçilik

hakkı”, “diplomatik dokunulmazlık” gibi hususları içermesi nedeniyle örnek

oluşturmuştur. “Osmanlı tehdidi”ne karşı Batılıların ittifak yapmaları ihtiyacı da bu

ülkeler arasındaki diplomatik temasların sıklaşmasına neden olmuştur. Böylece, bu

ülkeler arasında gelişen diplomatik ilişkiler Avrupa diplomasisinin

kurumsallaşmasını, dolayısıyla sürekli diplomasi anlayışını benimsemelerini

sağlamıştır.

Bu dönemde Osmanlı Đmparatorluğu ad hoc diplomasi anlayışı çerçevesinde

birçok ülkeye diplomatik heyetler göndermiştir. Bu heyetlerin gönderiliş nedenleri

çeşitlilik göstermektedir:305

-Barış görüşmelerinde bulunmak.

-Padişahların tahta çıkışlarını, kazanılan zaferleri bildirmek.

-Tahta çıkan kralları tebrik etmek ve taç giyme törenlerinde bulunmak.

-Vergi, siyasal ya da askeri destek istemek.

-Yapılan antlaşmalarla ilgili görüşmelerde bulunmak.

-Padişahların mektuplarını iletmek.

-Diğer devletlerin Osmanlı Devleti hakkındaki görüşlerini almak.

Osmanlıların çevresindeki ülkeler dışında, Avrupa’daki diğer güçlerle de

diplomatik ilişkilerini geliştirmeye başlamaları 15. yüzyılın sonlarında olmuştur. Bu

durum, Osmanlı iç siyasetindeki gelişmelerin sonucudur:

304 Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa, s. 216-221. 305 Hüner Tuncer, “Osmanlı Devletinde Đlk Diplomasi Uygulamaları”, Tarih ve Toplum, S.12,

(Aralık 1984), s. 57–58.

Page 156: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

151

II. Mehmet’in ölümünden sonra, şehzadeler Beyazıt ve Cem arasındaki taht

mücadelesini Beyazıt kazandı. Bunun üzerine Cem Rodos’a kaçmak zorunda kaldı.

Adayı ellerinde tutan Rodos Şövalyeleri, Cem’i Osmanlılara karşı bir pazarlık unsuru

olarak kullandılar. Cem’in tekrar Anadolu’ya geçerek iktidar talebiyle harekete

geçmesinden korkan II. Beyazıt, Rodos Şövalyeleri’yle iyi ilişkiler kurmak istedi. Đki

taraf arasında yoğun bir diplomatik süreç yaşandı.306 Cem, daha sonra önce

Fransa’ya, oradan Papalığın merkezi olan Roma’ya götürüldü. Hıristiyan güçler,

Cem’i ellerinde tutarak Osmanlı Đmparatorluğu’na şantaj yapmak, bu sayede tavizler

koparmak istiyorlardı. II. Beyazıt, Avrupa’da Cem’in salıverilmesini önlemek için

etkili bir diplomasi yürüttü. Osmanlı Đmparatorluğu’yla Papalık arasında bir

antlaşma307 imzalanmasıyla somutlaşan bu diplomatik süreç, Osmanlıların “zafiyet”

durumunda diplomasiyi kullanmak zorunda kalmalarının o tarihe kadarki en güzel

örneğiydi. Đnalcık’a göre, diplomatik temasların yoğunlaştığı bu devir, Osmanlı

tarihinde Avrupa devletleriyle sıkı ilişkiler kurma bakımından bir dönüm

noktasıdır.308

Cem Sultan meselesi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir anlamda “istem dışı”

biçimde Avrupa diplomasi sahnesinde yer almasına neden olmuştur. Üstelik,

diplomatik faaliyetlerin sıklığı, Osmanlıların diplomasi sahnesindeki en aktif

ülkelerden biri olmasını sağlamıştır. Yaklaşık 30 yıl sonra, Osmanlılar bu sefer

istekleri doğrultusunda Avrupa diplomasi sahnesinde çok aktif bir biçimde yer

almaya başlayacaklardır. Sözkonusu gelişmede, sadece Osmanlıların bu yöndeki

306 Bu süreç için bkz: Nicolas Vatin, Rodos Şövalyeleri ve Osmanlılar: Doğu Akdeniz’de Savaş,

Diplomasi ve Korsanlık, Çev:Tülin Altınova, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004, s. 151–197. 307 Bu antlaşma için bkz: Halil Đnalcık, “A Case Study in Renaissance Diplomacy: the Agreement

between Innocent VIII and Bayezid II on Djem Sultan”, Ottoman Diplomacy: Conventional or

Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke, Palgrave, 2004, s. 72-80. 308 Halil Đnalcık, “Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve Osmanlı”, Doğu Batı, S.14, (2001), s. 123.

Page 157: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

152

iradeleri değil, Avrupa’daki gelişmeler sonucunda Avrupalı devletlerin Osmanlı

Đmparatorluğu’na bakışlarını tedrici bir biçimde değiştirmelerinin de hayli etkisi

vardır. Şöyle ki, 16. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

fiilen Avrupa devletler sisteminin bir parçası haline geldiği görülmektedir. Osmanlı

Đmparatorluğu, artan gücü çerçevesinde kendisine daha saygın bir konum edinmeye

başlamıştır. Avrupalı devletler, Osmanlı Đmparatorluğu’nu kendi aralarındaki güç

mücadelelerinde önemli bir aktör olarak görmeye başlamışlardır. Bunun iki ana

nedeni bulunmaktadır:

Birincisi, Avrupa’da feodalizmin çöküşüyle beraber ulusal monarşilerin

yükselmesidir. Ulusal monarşiler daha laik temellere oturmaktaydılar. Ayrıca,

Protestanlığın ortaya çıkışıyla Hıristiyan dünyasının bir kez daha bölünmesi,

Hıristiyan birliği anlayışının temellerine büyük bir darbe vurmuştu. Bu nedenle,

Avrupalı güçler artık çok daha açık bir biçimde, Hıristiyan birliği yerine kendi

çıkarlarını merkez alan politikalar izlemeye yöneldiler. Böylece, Osmanlı

Đmparatorluğu’na karşı izlenen politika da değişmeye başladı. Artık, Papalık

önderliğinde yapılan Osmanlı aleyhtarı ittifaklar ve Müslümanlara karşı mutlak savaş

politikası eskisi kadar taraftar bulamayacaktı.

Nitekim, 16. yüzyıl başlarında Osmanlılarla ilişkiler konusunda farklı fikirler

ortaya çıktı. Habsburg Đmparatoru Şarlken, Avrupa Hıristiyan dünyasını tek bir

imparatorluk altında birleştirmek ve bu bağlamda Osmanlılara karşı Haçlı seferi

başlatmak eğilimindeydi. Ortaçağ Avrupası’nın “respublica Christiana” anlayışının

uzantısı olan bu politika, Avrupa’daki bazı ülkeler tarafından benimsenmedi. Hatta,

tam aksine, bazı ülkeler Osmanlılarla işbirliği yapma eğilimindeydiler. Fransa,

Đngiltere ve Alman Prenslikleri Habsburg hegemonyasından rahatsızlık

duymaktaydılar. Bu yüzden, Şarlken’e karşı bağımsızlıklarını destekleyecek

Page 158: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

153

“herhangi” bir devletle işbirliği yapmaktan çekinmediler. Đşbirliği yapılan devletin,

“sürekli düşman” olarak görülen Osmanlı Đmparatorluğu olmasında da bir sakınca

yoktu. Nitekim, Habsburglara karşı Avrupa’da denge arayan ülkeler, bunu sağlamak

için, 16. yüzyılın en güçlü devleti olan Osmanlı Đmparatorluğu’na ya başvurdular ya

da başvurma tehdidinde bulundular. Özellikle Fransa’nın Osmanlıların desteğini

alma yolundaki çabalarıyla açık bir biçimde ortaya çıkan bu durum, Osmanlıların

Avrupa açısından sadece bir sistem-dışı “öteki” olarak değil, aynı zamanda sistem-içi

“aktör” olarak görüldüğü anlamına gelmekteydi. 309

Đkincisi, Avrupa’da ticari kapitalizmin yükselmesi yeni politikaların ortaya

çıkmasına neden oldu. Özellikle, Batı Avrupa ülkeleri ticari ilişkilerini geliştirmek ve

dünyanın diğer bölgeleriyle iktisadi bağlar kurmak istediler. Bu çerçevede, ticari

anlamda ilk girilecek bölgelerden biri de Akdeniz olacaktı. 16. yüzyıla kadar,

Akdeniz - ya da genel olarak Doğu-Batı- ticareti temelde Đtalyan kent-devletleri

tarafından yürütülmekteydi. Ticaret sonucunda ortaya çıkan büyük kazançtan pay

almak isteyen Fransa, Hollanda ve Đngiltere gibi ülkeler, Osmanlılarla ilişkilerini

geliştirme ihtiyacı duydular. Bu yüzden Osmanlı Đmparatorluğu’yla diplomatik

bağlar kurdular. Ekonomik çıkarlar, Avrupalı güçlerin Osmanlılara karşı sadece

savaşı temel alan bir Hıristiyan birliği politikası izlemesine engel oluşturmaya

başlamıştı. Osmanlılar artık sadece bir düşman değil, aynı zamanda ticari ortaktı.

Osmanlılar da, Batılı ülkelerin kendileriyle ilişkilerini geliştirerek diplomatik

bağlar kurma yönündeki politikalarına kayıtsız kalmamışlardır. Nitekim, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun en güçlü devrinde I. Süleyman, Fransa Kralı I. Fransuva’dan

gelen yardım isteğini kabul etmiştir. 1530’ların başında, Osmanlılar Akdeniz’de

Habsburg ve Venedik donanmaları karşısında güç durumda kalmışlardı. Bunun da

309 Ibid. , s. 127.

Page 159: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

154

etkisiyle, iki ülke arasında fiili bir askeri ittifak kurulması fikri Osmanlılar tarafından

da benimsenmiştir. Karşılıklı elçi ziyaretleriyle yürütülen görüşmeler, bir ittifak

antlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlandı. Đki ülke Akdeniz’de eşzamanlı hatta ortak

askeri harekâtlar yaptılar. I. Fransuva’nın oynak politikası nedeniyle, 1540’ların

ortalarına kadar süren bu ittifak tam hedefine ulaşamadı. Çünkü, I. Fransuva bir

yandan Osmanlılarla ittifak yaparken, diğer yandan bu ittifakın getirdiği

yükümlülüklere uymakta isteksiz davranıyordu. I. Fransuva, Şarlken’in “Fransa’nın

Osmanlılarla işbirliği yaparak Hıristiyanlığa ihanet ettiği” propagandası nedeniyle

zor duruma düşmüştü. Avrupa’daki desteğini kaybetmemek için, ittifakı gizlemekte

ve kimi yükümlülükleri yerine getirmemekteydi. Fransa’nın ikircikli tutumu ve

ortaya çıkan ciddi sorunlara rağmen, I. Süleyman’ın ittifakı koruma, bu sayede

Hıristiyan dünyasını bölme politikasını izlemeye devam ettiği görülmektedir.310

Osmanlıların güç dengesini kendi lehlerine çevirme doğrultusundaki

diplomatik faaliyetlerinin bir başka örneğini de, Protestan hareketini desteklemeleri

oluşturmaktadır. I. Süleyman, Katolik Habsburglulara karşı savaşan Protestan Alman

Prenslerine gönderdiği mektupta311 Papalığa ve Şarlken’e karşı Fransa’yla işbirliğini

sürdürmelerini tavsiye etmiş, Osmanlı ordusunun da bu savaşta kendilerini

destekleyeceğini vurgulamıştı.312 Itzkowitz’in belirttiği gibi, sözkonusu dönemde -

Fransa, Protestanlar ve Đspanya’dan kovulan Yahudi ve Müslümanlar gibi- Habsburg

karşıtlarının desteklenmesi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa politikasının temel taşını

310 Ibid. , s. 129–131. Bu konuda ayrıca bkz: De Lamar Jensen, “The Ottoman Turks in Sixteenth

Century French Diplomacy”, Sixteenth Century Journal, Vol. 16., (Winter 1985), s. 451-470. 311 Đnalcık, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ, s. 42. 312 I. Süleyman’ın Protestanlara destek politikası ve bu politikanın Avrupa’daki etkileri için bkz:

Stephen A. Fischer-Galati, Ottoman Imperialism and German Protestanism: 1521–1555, New

York, Octagon Books, 1972, passim.

Page 160: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

155

oluşturacaktı.313 Görüldüğü gibi, Osmanlılar güç dengesini kendi lehlerine çevirmek

ve Avrupa’da genişlemeyi kolaylaştırmak için diplomatik yolları kullanmaktan

kaçınmamışlardır. Đmparatorluğun en güçlü olduğu, yani fütühatın en çok görüldüğü

devirde bunun yapılması, Osmanlıların, çıkarlarını korumak için diplomasiyi

maharetle kullanabildiklerinin güzel bir örneğidir.

Osmanlı Đmparatorluğu, 16. yüzyılın son çeyreğinden itibaren rakipleri

karşısındaki mutlak üstünlüğünü kaybetmeye başlamıştır. Bu durum, sadece Batı’nın

güçlenmesiyle ilgili değildi, aynı zamanda imparatorluğun siyasal, ekonomik ve

askeri açıdan içine düştüğü krizin de etkisiyle ortaya çıkmıştı. Đç ve dış etkenler

nedeniyle geleneksel düzeninin bozulmaya başlaması, Đmparatorluğun 16. yüzyıl

sonlarından itibaren büyük bir krize girmesine neden olmuştur. Bu kriz, Osmanlı

Đmparatorluğu’ndaki sosyal uyumu da bozmuş, yüzyılın sonlarında ortaya çıkan

Celali Đsyanları Osmanlı yöneticilerini yıllarca uğraştırmıştır.314

17. yüzyılda, özellikle Batı karşısında askeri başarıların azalması ve buna

bağlı olarak fetihlerin hemen hemen durması, Osmanlılara gücü temel alan

yaklaşımın artık gerçeklikle bağdaşmadığını göstermekteydi. Dolayısıyla, Osmanlı

diplomasinin yeni bir çerçeveye oturtulması gerekliliği ortaya çıkmaktaydı. Fakat, bu

durumun Osmanlı diplomasi anlayışında çok temel bir değişiklik ya da kırılma

yaratmadığı görülmektedir. Bunun temel nedenleri ise şunlardır:

Birincisi, sözkonusu dönemde Batı karşısındaki gerileme çok açık bir

biçimde ortaya çıkmamıştır. Osmanlı Đmparatorluğu, Batı karşısındaki görece

üstünlüğünü, tedrici bir biçimde azalmasına rağmen sürdürmektedir. Dolayısıyla,

313 Itzkowitz, Ottoman Empire and Islamic Tradition , s. 34. 314 Celali Đsyanları özelinde Osmanlı Đmparatorluğu’nda sözkonusu dönemde yaşanan büyük bunalımı

ve etkilerini ele alan önemli bir çalışma için bkz: William J. Griswold, Anadolu’da Büyük Đsyan:

1591-1611, 2. B., Çev:Ülkün Tansel, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, passim.

Page 161: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

156

Osmanlıların, Batı’yla ilişkilerinde, savaş meydanlarındaki ağır yenilgilerle

somutlaşacak ve geleneksel yaklaşımlarını değiştirmesine neden olacak bir kırılma

daha ortaya çıkmamıştır.

Đkincisi, 17. yüzyılın başlarında Avrupalı büyük güçler arasında çatışmaların

ortaya çıkması, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı karşısında gerilemeye başladığını

erken bir tarihte görmesini belli oranda engellemiştir. Osmanlı Đmparatorluğu’nun

Batılı rakipleri, 1618–1648 yılları arasında süren 30 Yıl Savaşları sırasında, Avrupa

içi meselelerle ilgilendiklerinden Osmanlılar Batılı güçler karşısında genel olarak

rahat bir dönem geçirmişlerdir.315 Avrupalı güçlerin kendi aralarındaki sorunlarla

ilgilenmeleri, sözkonusu devirde büyük iç karışıklar yaşayan Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Batılılar karşısında yenilgiler almasını engellemiştir. Dolayısıyla,

1683–1699 yılları arasında alınan ağır yenilgiler sonucunda imzalanacak Karlofça

Barış Antlaşması’nın, Osmanlıların diplomasi anlayışında yarattığı büyük kırılma

benzeri bir gelişme bu dönemde ortaya çıkmamıştır.

Üçüncüsü, sözkonusu dönemde Osmanlıların Batı’yla ilişkilerinde siyaset

felsefelerinde bir değişim yapmamaları diplomasi anlayışlarında kırılma yaratacak

önemli bir farklılaşmanın ortaya çıkışını engellemiştir. Batı karşısında üstünlüğün

siyasal, ekonomik, askeri, teknolojik vb. dinamikleri ortadan kalktıysa da,

Osmanlılar “dünyanın merkezi” oldukları söylemine ve diğer ülkelerle mutlak

eşitsizliğe dayanan anlayışlarını değiştirmemişlerdir. Hâlbuki, aşağıda görüleceği

gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun diğer ülkelerden üstün olduğu anlayışı, 1606’da

Avusturya ile imzalanan Zitvatorok Antlaşması’yla açık bir biçimde ortadan

kalkmıştı. Buna rağmen, 17. yüzyılda, mutlak üstünlük teorisi ve söylemi varlığını

korumuştur. Bu yüzden, Osmanlıların diplomasi anlayışı, Osmanlı

315 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 112.

Page 162: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

157

Đmparatorluğu’nun mutlak üstünlüğünü temel alan klasik çağ siyaset felsefesinin bir

uzantısı olmaya devam etmiştir.

Dördüncü olarak, Osmanlı yöneticilerinin devletin gerilemesi hususundaki

muhafazakâr yaklaşımları da diplomasi anlayışında kırılma yaşanmasını

engellemiştir. Đleride ortaya konulmaya çalışılacağı gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

diplomasi anlayışındaki ve uygulamalarındaki değişim, sadece dış politik koşulların

zorlamasıyla değil, aynı zamanda reform çabalarının bir sonucu olarak da ortaya

çıkmıştır. 18. ve özellikle 19. yüzyıldakinin aksine, 17. yüzyılda, Osmanlılar farkına

varmaya başladıkları gerilemenin nedenini dünyadaki gelişimde değil, kendi

geleneksel yapılarındaki değişimde aramışlardır.316 Osmanlı yöneticilerine göre,

gerileme, devletin yeniden I. Süleyman dönemindeki yapısına ve işleyişine (yani

klasik ya da kadim çağa) dönmesiyle sona erecek, Batı karşısındaki mutlak üstünlük

yeniden sağlanabilecektir. Bu çerçevede, 17. yüzyıldaki ıslahat çabalarının odak

noktasında “yenilik” değil, “restorasyon” anlayışı bulunmaktadır. Batı’nın en

azından askeri ve teknolojik anlamda üstünlüğünün kabul edilmeye başlaması, 18.

yüzyıl sonlarında ortaya çıkacak bir olgudur.

Sözkonusu anlayış, Osmanlıların Batı uygarlığının maddi ve manevi öğelerini

bir bütün olarak küçümsemeleri sonucunu doğurmuştur. Osmanlı uygarlığının

“biricikli ği”nin ve üstünlüğünün hiçbir şekilde tartışma konusu yapılmaması ve

sorunun sadece klasik yapının bozulması şeklinde görülmesi, Batı’nın uygarlık

öğelerinden faydalanmanın sözkonusu bile edilmemesi sonucunu doğurmuştur. Çoğu

kez Đslami bir çerçevede vazedilen mutlak üstünlük ve uzlaşmaz karşıtlığa dayanan

316 Bu anlayışın en bilinen örneği Koçi Bey Risalesi’dir. IV. Murat’a sunulan bu risalede, kötüye

gidişin önlenmesinin Sultan Süleyman dönemindeki düzenin yeniden kurulmasıyla mümkün olacağı

vurgulanmaktadır. Koçi Bey Risalesi, Haz: Ali Kemali Aksüt, Đstanbul, Vakit Matbaası, 1939, s. 61-

64.

Page 163: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

158

söylem, aslında dinsel bir bağnazlıktan değil, olgunluk döneminin ileri aşamalarında

olan her uygarlıkta ortaya çıkan doğal muhafazakârlıktan kaynaklanmaktaydı.

Nitekim, Osmanlı Đmparatorluğu’nun kuruluş döneminde eklektik anlayışın nasıl

içtenlikle benimsendiği unutulmamalıdır. Yükselme dönemindeki büyük gelişmenin

Osmanlı yönetici sınıfına verdiği özgüven ve “bilinç”, Batı uygarlığının mutlak bir

“öteki” olarak görülmeye devam etmesini sağlamıştı.317 Bu nedenle, Batı’yla

diplomatik ilişkilerin gelişiminde sonraki devirlerde çok önemli bir rol oynayacak

olan “Osmanlı’ya Batı uygarlığının öğelerini diplomasi yoluyla taşıma” anlayışı

sözkonusu dönemde ortaya çıkmamıştır.

17. yüzyılda, Osmanlı yöneticilerinin diplomasi anlayışında kırılma olarak

nitelendirilebilecek bir değişim, belirtilen nedenlerle gerçekleşememiştir. Ancak,

politik koşullar diplomasi uygulamalarında dikkate değer bir değişimi zorunlu

kılmıştır. Đmparatorluğun giriştiği savaşlarda eski görkemli başarıların elde

edilememesi, diğer devletlerle ortaya çıkan sorunların çözümünde diplomasinin çok

daha belirleyici bir önem kazanmasına neden olmuştur. Bu nedenle, Osmanlı

diplomasisi niteliksel bir değişime uğramıştır.

Đmparatorluğun parlak devirlerinde, savaşlar sonucunda yapılan barış

görüşmeleri, tamamen Osmanlıların rakipleri karşısında muharebe meydanlarında

kazandıkları askeri başarıların bir uzantısıydı. Doğal olarak, diplomatik çözüme, yani

barışa yönelinmesi, çoğunlukla yenilen rakiplerin isteği üzerine gerçekleşmekteydi.

Barış da, Osmanlıların rakiplerine verdikleri bir “ihsan” anlamındaydı. Kazanılan

askeri başarı, yenik güçler tarafından görüşmelerde adeta tescil edilmekteydi.

Böylece, barış görüşmeleri, Osmanlılar lehine yeni bir statüko yaratılmasının siyasi

ve hukuki boyutunu oluşturmaktaydı.

317 Şerif Mardin, Đdeoloji, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1995, s. 120.

Page 164: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

159

17. yüzyılda Osmanlıların savaş meydanlarındaki mutlak üstünlüklerini

kaybetmeye başladıkları görülmektedir. Osmanlı Đmparatorluğu, Avusturya ya da

Đran gibi büyük güçler bir yana, gittikçe zayıflayan ve diğerleriyle karşılaştırıldığında

ikinci planda kalan Venedik gibi bir güç karşısında bile başarısız olmaya

başlamışlardı. Bu başarısızlıklar, Osmanlı diplomasisinin niteliksel bir değişime

uğramasına neden olmuştur. Diplomasi, Osmanlıların askeri başarılarının görüşme

masasında teyidi olmaktan gittikçe belirginleşen bir biçimde çıkmıştır. Diplomasi,

rakip devletlerin Osmanlılarla güç dengesini sağlamalarına paralel olarak, statükonun

Osmanlılar lehine yeniden oluşturulması değil, statükonun korunması işlevini haiz

hale geldi. Böylece, diplomasi, asli anlamına uygun olarak karşılıklı ödünlerle ve

pazarlıklarla yürüyen bir şekle büründü.318

Kaçınılmaz olarak, diplomasinin aldığı bu yeni şekil Osmanlılarla rakipleri

arasındaki ilişkinin çok daha eşitlikçi bir çerçeveye oturmasını sağladı. Barış

antlaşmaları Osmanlıların rakiplerine bahşettiği bir “ihsan” olmaktan çıktı. Her ne

kadar Osmanlılar mutlak üstünlük anlayışını ve söylemini korumaya devam ettiyseler

de, bu anlayışın ve söylemin dayandığı koşulların aşınmaya başladığı görülmektedir.

Nitekim, daha 17. yüzyılın başlarında, 1606’da imzalanan Zitvatorok Antlaşması’yla,

artık yeni koşulların ortaya çıktığının ilk işaretleri belirmişti:

Zitvatorok Antlaşması319 Osmanlılarla Avusturyalılar arasında 1592’de

başlayan ve iki tarafın da, belirleyici bir başarı kazanamadıkları için kendi lehlerine

sonuçlandıramadıkları uzun süreli bir savaşın sonunda imzalandı.320 Avrupa

318 Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa, s. 274. 319 Antlaşma metni için bkz: Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I.

(Osmanlı Đmparatorlu ğu Andlaşmaları), Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları,

1953, s. 19–21. 320 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. IV., s. 190-191.

Page 165: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

160

devletleriyle Osmanlılar arasında “Devletler Hukuku’na uygun olarak yapılan bir

ilk” 321 diye nitelenen Antlaşma, özelikle 3 açıdan önem taşımaktadır:322

Birincisi, Antlaşma tarafsız bir yer olan Macaristan’da imzalanmıştır.

Sözkonusu Antlaşma’ya kadarki bütün antlaşmalar, karşı tarafın gönderdiği elçilerle

yapılan görüşmeler sonucunda, Đstanbul’da imzalanmaktaydı. Bu durum,

Osmanlıların cihan hâkimiyeti çerçevesinde geliştirdikleri “dünyanın merkezi” olma

anlayışının bir sonucuydu. Yenilen taraf, Đstanbul’a gelerek padişahtan barış ihsan

etmesini dilemeliydi. Zitvatorok Antlaşması’nın tarafsız bir yerde imzalanması, bu

anlayışın ilk kez geçerliliğini yitirdiğini göstermesi açısından çok önemliydi.

Görüşmeler sonucunda varılan bu barış antlaşması, bir lütuf ya da ihsana değil,

uzlaşmaya dayandığı izlenimini çok açık biçimde vermekteydi.

Đkincisi, Osmanlı padişahları Zitvatorok Antlaşması’yla Avusturya

Đmparatoru’nun “kayzer” unvanını kullanmasını ilk defa kabul etmişlerdi. Oysa,

Osmanlılar, o tarihe kadar Avusturya Đmparatoru için sadece “Nemçe Kralı” unvanını

kabul etmekte ve resmi yazışmalarda da bu unvanı kullanmaktaydılar. Osmanlı

Sultanı ile Avusturya Đmparatoru arasında unvan açısından bir eşitli ğin olduğu

Osmanlılar tarafından ilk defa kabul edilmişti. I. Süleyman’ın Fransa Kralı I.

Fransuva’ya sadece “Fransa Kralı” diye hitap ettiği ve Osmanlı hükümdarlarının, I.

Mehmet’ten beri “Kayzer-i Rum” unvanını kullandıkları hatırlanırsa, bu durumun

önemi daha iyi anlaşılabilecektir.

Zitvatorok Antlaşması’nın üçüncü önemi süresiyle ilgilidir. Osmanlı

Đmparatorluğu’yla diğer ülkeler arasındaki daha önceki antlaşmalar ya kısa süreliydi;

ya da, Osmanlı’nın üstünlüğünü gösterir biçimde, “karşı taraf ateşkesi ihlal edene

kadar” hükmü yer almaktaydı. Buna mukabil, Zitvatorok Antlaşması 20 yıl gibi uzun

321 Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 18. 322 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 113–114.

Page 166: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

161

bir süre için imzalanmıştır. Dolayısıyla, bu özelliğiyle de, Osmanlıların Hıristiyan

güçlere bir lütuf olarak verdiği “geçici” bir ateşkes değil, bir barış antlaşması niteliği

kazandığını göstermektedir. Ayrıca, antlaşma gerçekte 20 yıl değil yaklaşık 60 yıl

yürürlükte kalmıştır. Bu da Osmanlı dış politikasında dikkate değer bir değişimin

ortaya çıktığını göstermektedir.

Nitekim, Osmanlıların, Zitvatorok Antlaşmasıyla girilen yeni devirde

geleneksel fütühat politikalarını yavaş yavaş terk etmek zorunda kaldıkları, temelde

statükoyu bozmaya değil korumaya yöneldikleri görülmektedir.

Bu yüzden, 16. yüzyılın aksine 17. yüzyıl, barış dönemlerinin daha fazla

yaşandığı bir asır olmuştur. IV. Murat dışında, bu devirde hüküm süren padişahlar

eski gaza geleneğini sürdür(e)memişler, seferlerde ordularının başında yer

almamışlardır. Yürütme erkinin sadarete geçmesine paralel olarak, dış politikanın

belirlenmesinde daha belirgin bir rol oynamaya başlayan ve Köprülü Mehmet Paşa

gibi sözkonusu devrin önde gelen sadrazamları da, daha çok, gittikçe ağırlaşan iç

meselelerle uğraşmak zorunda kaldıklarından barışçı bir dış politika çizgisini

benimsemişlerdir.323

Bir yandan Osmanlı Đmparatorluğu’nun daha barışçı bir dış politika çizgisi

izlemesi, öte yandan ise Avrupa devletlerinin açtıkları ikamet elçilikleri ve

gönderdikleri ad hoc elçilik heyetleri vasıtasıyla diplomatik faaliyetlerini arttırmaları,

Osmanlı diplomasi gündeminin daha da yoğunluk kazanmasını sağlamıştır.

Osmanlılar da sözkonusu devirde değişik ülkelere ad hoc elçilik heyetleri

göndermişlerdir.324

323 Naff, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth Century”, s. 88. 324 Bu heyetler için bkz: Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, ekli liste, s. 225-

229.

Page 167: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

162

Osmanlı diplomasisinin yoğunlaşan gündeminin bir göstergesi, yabancı

elçilerle ilgili düzenlemeleri içeren bir kanunnamenin çıkarılmasıdır. “Kanun-ı

Elçiyan”325 olarak da adlandırılan 1657 tarihli Tevkii Abdurrahman Paşa

Kanunnamesi’nde yabancı elçilere uygulanacak protokol ayrıntılı biçimde

düzenlenmiştir. Daha önce teamüller çerçevesinde yürütülen teşrifat işleri, ilk defa

çok açık bir biçimde kurallara bağlanarak kanunlaştırılmıştır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’da ortaya çıkan diplomatik kuralları ve

teamülleri de sözkonusu dönemde yavaş yavaş benimsemeye başladığı

görülmektedir. Bunun en somut göstergelerinden biri ise, yabancı elçilerin ikametiyle

ilgili yeni düzenlemeler yapılmasıdır. Osmanlı Đmparatorluğu’na gelen elçiler I.

Đbrahim’in saltanat devrine kadar, Đstanbul’da Çemberlitaş’ın karşısında bulunan

“Elçi Hanı”nda ikamet ederlerdi.326 1646 yılından itibaren Galata’ya yerleşmelerine

ve burada elçilik binaları yapmalarına izin verildi. Elçilik binalarının korunması

görevi de “yasakçı” denilen yeniçerilere verildi. Elçi Hanı ise Eflak, Boğdan, Erdel

ve Raguza gibi bağlı devletlerin maslahatgüzarları tarafından kullanılmaya devam

etti.327 Yabancı elçilerin kendi binalarına taşınmalarına izin verilmesi, o devirde

Avrupa’da da benimsenen “elçilik hakkı”, “elçilik binalarının dokunulmazlığı” gibi

ilkelerin Osmanlı yöneticileri tarafından da benimsendiğini göstermesi açısından

önemlidir.

325 Bu kanunname için bkz: Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, s. 161–162. 326 Elçi Hanı için bkz: Semavi Eyice, “Elçi Hanı”, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih

Dergisi, S. 24, (1970), s. 93–130. 327 Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 278.

Page 168: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

163

c)1699–1793 Dönemi

Osmanlı Đmparatorluğu 17. yüzyılın başlarından itibaren fütuhatçı politikasını

artık terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat, aynı yüzyılın ortasında işbaşına gelen ve

on yıllarca bu makamı ellerinde tutan Köprülü ailesine mensup sadrazamlar, başarılı

icraatlarıyla iç sorunların belli oranda üstesinden gelinmesini sağladılar. Sander’in

belirttiği gibi, “Köprülüler dönemi Osmanlı devleti için içeride istikrarın sağlanması,

dışarıda ise prestij ve gücün göreli olarak artması dönemidir”.328 Köprülülerin

icraatlarıyla devletin güçlenmesi Osmanlı yöneticilerinde fütühat yönünde yeni bir

girişim yapılması isteğini canlandırdı. Bu bağlamda 17. yüzyılın üçüncü çeyreğinde,

Avusturya, Venedik ve Polonya ile savaşlar yapıldı. Savaşlar sonucunda,

Kandiye’nin alınmasıyla Girit adasının tamamen Osmanlı topraklarına katılması ve

Podolya’nın ele geçirilmesi dışında önemli bir başarı kazanılamadı. Hatta,

Osmanlılar, 1663’te, Avusturya ile Erdel meselesi yüzünden çıkan savaştaki St.

Gotthard muharebesinde ağır bir yenilgi de almışlardı. Belirtilen toprak kazanımları,

özellikle 16. yüzyılın fetihleriyle karşılaştırıldığında çok sönük kalmaktaydı.

Osmanlıların sözkonusu devirdeki başarılarının çok sönük olduğu, bu

savaşlar sonunda imzalanan barış antlaşmalarında da görülmektedir Osmanlılarla

Avusturyalılar arasında 1606 tarihli Zitvatorok Antlaşması’yla kurulan ve iki ülke

arasında çeşitli görüşme ve antlaşmalarla yaklaşık 60 yıl korunan barış 1662’de

bozulduysa da, iki yıl süren savaş statükoda herhangi önemli bir değişiklik

yaratmadan sona ermiştir. Nitekim, savaş sonunda imzalanan 1664 tarihli Vasvar

Antlaşması temelde Zitvatorok Antlaşması’nın yenilenmesiydi.

Vasvar Antlaşması Osmanlı diplomasisi açısından bir başka olguyu daha

gözler önüne sermekteydi: Antlaşma’nın imzalanması ve taraflarca onaylanması

328 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 116.

Page 169: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

164

sırasında yaşanan diplomatik süreç, Osmanlıların Batılı diplomatik teamülleri gün

geçtikçe daha çok benimsediğini göstermesi açısından da önem taşımaktadır.

Osmanlıların Zitvatorok Antlaşması’yla Avusturya ile ilişkilerini artık çok daha

eşitlikçi bir temelde yürütmeyi kabul ettikleri, Vasvar Antlaşması’yla ilgili

görüşmeler sırasında ve Antlaşma’nın hükümlerinde bir kez daha teyit edilmiştir.

Nitekim, Vasvar Antlaşması imzalandıktan sonra her iki taraf da birbirlerine

ad hoc heyetler göndermişlerdir. Osmanlı tarafında “Rumeli Beylerbeyi” payesi

verilen büyükelçi Kara Mehmet Paşa’nın, Avusturya tarafında ise Büyükelçi Walter

de Leslie’nin başkanlığındaki heyetler ülkelerin başkentlerinde önemli diplomatik

faaliyetlerde bulunmuşlardır. Her iki taraf da birbirlerine önemli hediyeler

göndermiş, heyetler gerek Osmanlı Sultanı, gerek Avusturya Đmparatoru nezdinde

büyük itibar görmüşlerdir.329 Her iki tarafın da diplomatik teamüllere uygun hareket

ettikleri görülmektedir.

Osmanlıların yukarda belirtilen savaşlarda çok küçük başarılar

kazanabilmeleri, Osmanlı yöneticileri tarafından yeterince analiz edilememiştir.

Osmanlılar, Avrupalı güçlerin, 30 Yıl Savaşları’nın sona ermesiyle yeniden

güçlenmeye başladıklarını anlayamamışlardır. Ayrıca, devletin içteki reformlarla bir

süreliğine krizi atlatması, reformların çok daha yapısal olması gerekliliğinin de

anlaşılamamasına yol açmıştır. Bu da, özellikle bazı Osmanlı yöneticilerinde devletin

yeniden güç kazandığı intibaını uyandırmıştır.

Osmanlı yöneticilerinin, fütühat politikasının artık iç ve dış koşullar itibarıyla

geçerliliğini yitirdi ğini tam olarak anlayamadıkları, 1683’te girişilen II. Viyana

kuşatmasıyla330 çok belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Köprülü ailesinden

329 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. IV., s. 200–201. 330 Kuşatma’nın askeri ve siyasi boyutlarıyla anlatımı için bkz: John Stoye, Viyana Kuşatması, Çev:

Selahattin Atalay, Đstanbul, Dilek Matbaası, 1983, passim.

Page 170: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

165

Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın, Viyana gibi çok önemli bir kenti ele geçirerek 16.

yüzyıldaki fütühat politikasını canlandırma, hatta aşma isteği, o tarihlerde Osmanlı

yöneticilerinin en azından bir kısmındaki yanlış algılamayı ortaya koymaktadır.

Ayrıca, Viyana’yı ele geçirme hareketi, Osmanlıların en güçlü oldukları I. Süleyman

döneminde bile izledikleri “Avrupa’nın Osmanlı’ya karşı ortak hareket etmesinin

önlenmesi” politikasının artık dikkate alınmadığını da göstermektedir.

II. Viyana kuşatmasının büyük bir yenilgiyle sonuçlanması ve bu kuşatma

sonrasında Papalık, Avusturya, Venedik, Alman Prenslikleri, Lehistan ve Rusya’nın

bir ittifak oluşturmaları (Kutsal Lig), Osmanlıların (15. yüzyıl başındaki Timur işgali

bir kenara bırakılacak olursa) o tarihe kadar karşı karşıya kaldıkları en büyük krize

neden olmuştur. Yaklaşık, 16 yıl süren savaş Osmanlı ordularının ardarda gelen

yenilgileriyle sonuçlanmış, çok büyük miktarda Osmanlı toprağı ittifak kuvvetlerinin

eline geçmiştir.

Osmanlılar, aldıkları ağır yenilgiler sonucunda barış istemek zorunda

kaldılar. Aslında, Osmanlı yöneticileri, savaşın ağır yenilgilerle devam ettiği

sıralarda da barış girişimlerinde bulunmuşlardı. Sadrazamlar Melek Đbrahim Paşa ve

Sarı Süleyman Paşa devirlerinde barış isteği Avusturyalılara iletilmiş, fakat,

Avusturya Đmparatoru I. Leopold, ordularının kazandığı başarılar nedeniyle bu

girişimlere sıcak bakmamıştı. Osmanlıların, savaşın olumsuz seyrine paralel olarak,

barış yapma konusundaki çabalarını daha da arttırdıkları görülmektedir. 1687’de, II.

Süleyman’ın tahta çıkışını bildirmek ve bu vesileyle mümkün olursa bir barış

antlaşması imzalamak için Zülfikar Efendi başkanlığında bir Osmanlı heyeti

Viyana’ya gönderilmişti. Heyetin Viyana’da yaptığı görüşmeler Avusturyalıların ağır

koşullarda ısrar etmeleri yüzünden başarılı olamadı. 331

331 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. III., s. 586.

Page 171: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

166

Savaş esnasında, savaş dışında kalan bazı Avrupalı güçlerin de Osmanlılar

üzerinde diplomatik yoldan etkide bulunmaya çalıştıkları görülmektedir:

Đstanbul’daki Fransa büyükelçisi ise savaşın sürdürülmesi yönünde

diplomatik faaliyetlerde bulunmuştur. Bunun nedeni, Fransa’nın o sırada Đngiltere ve

Hollanda’nın da içinde bulunduğu bazı ülkelerle savaş halinde olmasıydı. Fransa, en

önemli rakibi Avusturya’nın Osmanlılarla savaşı sürdürerek gücünü ikiye bölmek

zorunda kalmasına çalışıyordu. Đngiltere ve Hollanda ise, Avusturya’nın doğu

cephesinde savaşı sona erdirerek, bütün gücüyle batı cephesinden Fransa’ya

yüklenmesini istemekteydi. 332

Đngiltere ve Hollanda’nın barış çabaları başarısızlıkla sonuçlandıysa da,

sözkonusu girişimler iki açıdan önem taşımaktadır:

Birincisi, Đngiltere, Fransa ve Hollanda’nın girişimleri, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Avrupa devletler sisteminin hukuken olmasa da, fiilen bir parçası

olduğunu açık biçimde göstermektedir. Avrupalı büyük güçler, güç dengesini

sağlamak açısından Osmanlı Đmparatorluğu’nu çok önemli bir faktör olarak

görmektedirler. Aslında, Osmanlılara karşı kurulan Kutsal Lig’in, Papa’nın

önderliğinde olması, dolayısıyla Haçlı seferlerini anımsatan bir Hıristiyan ittifakı

özelliği taşıması, bu yönüyle respublica Christiana anlayışının devam ettiği yolunda

bir kanıt bile sayılabilirdi. Ancak, Đngiltere, Fransa ve Hollanda’nın Hıristiyan birliği

anlayışı çerçevesinde değil, kendi çıkarları doğrultusunda bir politika yürüttüğü

açıktır. Zaten, bu durum 1648 Westphalia Antlaşmasıyla ivme kazanan dış

politikanın sekülerleşmesi sürecinin de güzel bir örneğini oluşturmaktadır.

332 1692 haziranında Đngiliz Büyükelçisi Paget ve Hollanda Büyükelçisi Henskerke, Sultan II.

Ahmet’in huzuruna çıkarak Osmanlılarla-Avusturyalılar arasında barış yapılması önerisinde

bulunmuşlardı. Sultan II. Ahmet’in önerilen şartları kabul etmemesi nedeniyle bu girişim akim kaldı.

Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. III., s. 549.

Page 172: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

167

Đkincisi, sözkonusu girişimler Đstanbul’da bulunan ikamet elçiliklerinin

Osmanlı diplomasisindeki önemlerinin arttığını göstermektedir. Artık, elçiler

Osmanlı yöneticileriyle çok daha sık ve yoğun bir görüşme trafiğine girmeye

başlamışlardır. Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış politikasının belirlenmesindeki

etkileri daha da artmıştır. Ayrıca, bu tarihten başlayarak Đstanbul’daki büyükelçiler,

Osmanlı Đmparatorluğu’yla savaş halinde bulunan devletler arasında bir köprü rolü

oynamışlar, savaşlar sırasında kesilen diplomatik bağların dolaylı olarak yeniden

kurulmasını arabuluculuk yoluyla sağlamışlardır. Böylece, Avrupalı devletlerin

büyükelçileri, Osmanlıların sürekli diplomasiye henüz geçmemesinin yarattığı

olumsuzlukların giderilmesinde belli ölçüde ikame edici bir işlev görmüşlerdir.

Osmanlı yöneticilerinin de, Osmanlı Đmparatorluğu’nun savaş

meydanlarındaki başarısızlıklarının artmasına ve statükonun korunması yolundaki dış

politikalarına paralel olarak, bu durumdan yararlanmaya çalıştıkları görülmektedir.

Nitekim, 18. yüzyılın başlarından Đmparatorluğun yıkıldığı 20. yüzyıla kadar,

Osmanlı diplomasisinde büyük güçlerin arabuluculuk rolü, gittikçe artan bir biçimde

kendisini gösterecektir.

Kutsal Lig üyesi müttefik ülkeler, Osmanlılar tarafından yapılan barış

girişimlerine sıcak bakmasalar da, Avusturya Đmparatoru savaşın son döneminde

fikrini değiştirmeye başladı. Avusturya ve Fransa arasındaki savaş, 1697’de

imzalanan Ryswick Barışı ile sona ermişti. 333 Avusturyalılar, bu sayede iki cephede

savaşma zorunluluğundan kurtulmuşlardı. Sözkonusu gelişme Avusturya’ya

Osmanlılarla daha rahat savaşma fırsatı vermişti. Fakat, I. Leopold Fransa’yla

yapılan barış antlaşmasının geçici olduğunu anlamıştı. Bu nedenle Osmanlılarla barış

yapılması fikrine sıcak bakmaya başladı.

333 William Doyle, The Old European Order: 1660-1800, 2. Ed., New York, Oxford University

Press, 1992, s. 272.

Page 173: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

168

Osmanlı tarafında ise, Đngiltere ve Hollanda büyükelçilerinin barış yapılması

için girişimlerini sürdürdükleri görülmektedir. Özellikle, Đngiliz Büyükelçisi Paget,

kendisiyle aynı fikirde olan Kırım Hanı’yla birlikte Veziriazamı etkilemeyi

başarmıştı. Veziriazam da, Padişah II. Mustafa elden çıkan yerlerin en azından bir

kısmını geri almadan barış yapmak istememesine rağmen, hemen barış fikrini dile

getirmeye başladı. Veziriazam, Padişah ve devlet ricali ile yaptığı görüşmelerde; 16

yıldır süren savaşın devletin iç durumunu bozduğunu, mali vaziyetin ve asayişin

kötüleştiğini, bu yüzden savaşı devam ettirmek için gerekli askeri kaynakların

tedarikinin mümkün olmadığını vurguladı. Yapılan uzun tartışmalar sonucunda, barış

yapılması fikri, Padişah ve devlet ricali tarafından da benimsendi.334

Osmanlılar ve karşısındaki müttefiklerin barış için görüş birliğine varmaları

sonucunda, barış görüşmelere uygun bir yer belirlenmesi çalışmalarına başlandı.

Ancak, bu konuda anlaşmazlık çıktı. Müttefikler, görüşmelerin Viyana’da veya

Yukarı Macaristan’da bulunan Dobreçin kasabasında yapılmasını isterken,

Osmanlılar hududa yakın bir yerde ısrar etmekteydiler. Sonunda Osmanlı tarafının

isteği ağır bastı ve Belgrad yakınlarındaki Karlofça kasabasında karar kılındı.335

Yerin belirlenmesi hususunda Osmanlı görüşü kabul edildiyse de, artık barış

görüşmelerinin Osmanlı başkentinde yapıldığı günlerin geçmişte kaldığı bir kez daha

görülmektedir.

Barışın esaslarına ilişkin olarak Avusturya ve Venedik delegelerinin

gönderdikleri beyanname Osmanlı tarafınca kabul edildi. Reisülküttap Rami Mehmet

Efendi ve Divan-ı Hümayun Tercümanı Đskerletzade Aleksandro Mavrokardoto

delege tayin edildi. Rami Mehmet Efendi başkanlığındaki bir heyet Karlofça’ya

gönderildi. Görüşmelere Avusturya, Polonya, Rusya ve Venedik delegelerinin

334 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. III, s. 587–588. 335 Ibid. , s. 589.

Page 174: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

169

yanısıra, barış yapılması için uzun süredir çaba gösteren Đngiliz ve Hollanda

büyükelçileri de katılmaktaydı. Đngiliz büyükelçisi Paget ve Hollanda büyükelçisi

Colliere görüşmelerde arabulucuk görevini üstlenmekteydiler.336

Görüşmeler başlamadan önce, uygulanacak protokol kuralları konusunda

büyük bir anlaşmazlık yaşandı. Taraf devletler arasında, delegelerin oturma düzeni,

hangi sırayla toplantı salonuna girecekleri, görüşmelerin yapılacağı masanın biçimi

gibi hususlarda ortaya çıkan görüş ayrılıkları büyük bir krize neden oldu. Görüşmeler

yapılamaz hale geldi. 337

Protokol krizi, Osmanlı delegesi Mavrokardato’nun çabalarıyla aşılabildi.

Mavrokardoto’nun önerileri doğrultusunda toplantı salonuna delege sayısı kadar kapı

açıldı. Açılan her bir kapı ayrı bir ülke delegesinin salona girişine ayrıldı. Delegeler,

çadırlarını kendi kullanımları için açılan kapının yanına kuracaklardı. Delegeler

görüşme salonuna kendi kullanımlarına ayrılan kapıdan “aynı anda” girecekler,

böylece bir eşitlik durumu yaratılacaktı.338 Çünkü, dönemin protokol teamülleri

gereği salona son giren temsilcinin diğerlerinden üstün olduğu izlenimi doğmaktaydı.

Görüşme masası da bir üstünlük izlenimi vermeyecek biçimde yuvarlak olacak,

böylece delegeler (dolayısıyla devletler) arasında gene bir eşitlik durumu

sağlanacaktı.

13 Kasım 1698’de başlayan barış görüşmeleri yaklaşık 2,5 ay sürdü.

Görüşmelerde büyük tartışmalar yaşandı. Barış görüşmelerinin ağır bir yenilgi

sonrasında yapılması Osmanlı tarihinde ilk defa gerçekleşiyordu. Bu nedenle,

Osmanlı tarafının diplomatik görüşmelerde pek de başarılı olamaması beklenirdi.

336 Dimitri Kantemir, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi , C. II., Çev:Özdemir

Çobanoğlu, 6. B., Đstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 2005, s. 826. 337 Ibid. , s. 827. 338 Idem.

Page 175: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

170

Oysa, Osmanlı delegesi Rami Mehmet Efendi görüşmeler sırasında hayli başarılı

olmuştur. Rami Mehmet Efendi görüşmelerde Osmanlı tarafının görüşlerini çok iyi

savunmuş, müttefik delegelerinin önerilerine yerinde ve yetkin itirazlarda

bulunmuştur. Kısacası, müttefik delegeleri üzerinde hayli olumlu bir izlenim

bırakmıştır.339

Görüşmeler sonunda 26 Ocak 1699’da imzalanan Karlofça Barış

Antlaşması340 Osmanlılar açısından çok ağır şartlar içermekteydi. Ancak, Osmanlı

Đmparatorluğu o tarihe kadarki en ağır yenilgisini almasına rağmen, müttefik

devletlerin bu ağır koşulları adeta “dikte ettirmeleri” sözkonusu olmamıştı. Yani,

dişe diş bir müzakere cereyan etmiş, dolayısıyla Osmanlı Devleti görüşmelerde

önemli bir diplomatik başarı kazanmıştır.341 Bu durum, Osmanlıların diplomasiyi

kullanma açısından çok da yetersiz olmadıklarını göstermektedir.

Sonuç olarak, Karlofça Antlaşması Osmanlı diplomasi tarihi açısından birkaç

açıdan önem taşımaktadır:

Birincisi, Osmanlı tarihinde sözkonusu antlaşmayla yeni bir devir

başlamıştır. Artık, fütühat politikası geçerliliğini neredeyse tamamen yitirmiş,

Osmanlılar Đmparatorluğu için statükonun sürdürülmesi, 17. yüzyılda olduğundan

çok daha fazla önem kazanmıştır. Bu nedenle, Osmanlılar, barışın korunması

doğrultusunda bir dış politikayı 18. yüzyılda çok daha belirgin bir biçimde izlemeye

başlamışlardır. “Dar-ül Đslam -Dar-ül Harb” ayrımına dayanan ve Avrupalı güçlerle

mutlak bir savaş durumunu içeren dış siyaset felsefeleri teoride değişmese de, artık,

339 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. III, s. 590. 340 Barış Antlaşması’nın maddeleri için bkz: Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih

Metinleri, s. 27–35. 341 Abou-El-Haj, “Ottoman Diplomacy at Karlowitz”, s. 107.

Page 176: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

171

pratikte bir savunma durumu sözkonusudur.342 Aktif bir savaş durumu ve anlayışı

geçerliliğini yitirmi ştir. Sözkonusu değişim, ilk defa Karlofça Antlaşması’yla

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sınırlarının çok açık ve ayrıntılı bir biçimde

düzenlenmesinde kendini göstermektedir. Daha önceki antlaşmalarda sınırlar çok

daha muğlak bir biçimde belirlenirken, Karlofça’da ayrıntılı düzenlemeler

yapılmıştır. Antlaşma uyarınca, Osmanlı ve Avusturya delegelerinden oluşan ortak

bir komisyon daha sonra sınırların belirlenmesi çalışmalarını yürütmüştür. Abou-El-

Haj’a göre, sınırların böylesine ayrıntılı ve kesin bir biçimde belirlenmesi,

Osmanlıların Avrupalılarla savaş halinin mutlaklığı yolundaki anlayışlarındaki büyük

kırılmayı göstermektedir. Çünkü fütühat süreklilik arz eden bir olgudur. Yani,

sınırların belirlenmesi, Osmanlıların fütühatçı anlayışlarının sona erdiğini gözler

önüne sermektedir. 343

Karlofça Antlaşması’ndan sonra ortaya çıkan barış politikasının sonucu

olarak, 18. yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu ile Avrupalı güçler arasında uzun süreli

barış dönemleri görülmüştür: 1718–1736, 1739–1768, 1774–1787 ve 1792–1798

sözkonusu barış dönemleridir.344

Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasından sonra 1703’te tahta çıkan III.

Ahmet barışın korunması politikasını açık bir biçimde benimseyen ilk padişahtır. III.

Ahmet, Osmanlı Đmparatorluğu’nun yeni bir savaşa katılmasını istemiyordu. Bu

nedenle, Đspanya tahtına kimin oturacağı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle

1702’de çıkmış bulunan savaşa girilmesini istemedi. Sözkonusu dönemde sadrazam

olan Çorlulu Ali Paşa da, Osmanlıların Avrupalı güçler arasındaki savaşlara

342 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 125. 343 Rıfat A. Abou-El-Haj, “The Formal Closure of the Ottoman Frontier in Europe: 1699–1703”,

Journal of the American Oriental Society, Vol. 89, No:3, (July-September 1969), s. 467–475 ve

Anderson, The Rise of Modern Diplomacy, s. 99. 344 Naff, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eigteenth Century”, s. 89.

Page 177: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

172

katılmasına karşıydı. Sadrazam, Osmanlı yönetici elitindeki -Kırım Hanı gibi- savaş

yanlılarının görüşlerine itibar etmemekteydi.345

Osmanlıların 1699’dan sonra yeniden savaşa girmeleri kendi isteklerinden

çok, şartların zorlaması nedeniyle olacaktır: 1710’da Rus birliklerinin Đsveç Kralı’nı

izlemek bahanesiyle Osmanlı topraklarına girmesi sonucunda Rusya’ya savaş

açılmak zorunda kalındı. Rusya’yla yapılan savaşta başarı kazanılması Osmanlılarda

fetihçi ruhu yeniden canlandırdı ve 1699’da kaybedilen toprakların geri alınabileceği

düşüncesinin taraftar kazanmasına yol açtı. Sözkonusu düşünceyi savunan grubun

önde gelen ismi Silahtar Damat Ali Paşa sadrazamlığa getirildi. Dirilen fetih ruhu

çerçevesinde, kaybedilen Mora’nın geri alınması amacıyla Venediklilere savaş ilan

edildi. Başlangıçta, eski gücünü kaybeden Venedikliler karşısında önemli başarılar

kazanılıp Mora’da birçok kale ele geçirildiyse de, Avusturyalıların devreye girmesi

durumu değiştirdi.

1716’da Avusturya ve Venedik’in Osmanlılara karşı yeni bir ittifak kurmaları

sonucunda, Osmanlı ordusu ağır yenilgiler almaya başladı. Durumun gittikçe

kötüleşmesi nedeniyle, Avusturya ve Venedik’le barış yapılması düşüncesi kabul

gördü. Bunun üzerine, Đngiliz ve Fransız büyükelçileri, Karlofça Antlaşması

öncesinde olduğu gibi tekrar arabuluculuk yaptılar. Sonuçta, 1718’de, Osmanlı

Đmparatorluğu ile Avusturya ve Venedik arasında Pasarofça Antlaşması imzalandı.346

Osmanlıların çok geniş toprak kaybına uğradığı bu antlaşma, fütühatın geçerliliğini

tümüyle yitirdiğini göstermekteydi.

345 Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, C. I., s. 313; Akdes Nimet Kurat, “XVIII.

Yüzyıl Başı ‘Avrupa Umumi Harbi’nde Türkiye’nin Tarafsızlığı”, Belleten, C. VII., S. 26., (1943), s.

262. Barışın korunması düşüncesi sadece yönetici elit içinde değil, toplumda da büyük destek

bulmaktaydı. Bu konuda bkz: Ali Fuat Bilkan, “Đki Sulhiyye Işığında Osmanlı Toplumunda Barış

Özlemi”, Türkler , C. XII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 598-605. 346 Antlaşma metni için bkz: Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 63–71.

Page 178: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

173

Karlofça Antlaşması sonrasında benimsenen barışçı politikaların esas alındığı

yeni dönem, görüldüğü gibi aslında Pasarofça Antlaşması’yla başlamaktadır. Ruslara

karşı Prut’ta kazanılan zafer geçici bir “restorasyon” denemesine imkan sağlamıştır.

Fakat bu girişim büyük bir başarısızlıkla sonuçlandığından, Osmanlı yöneticileri

statükocu ve barışçı politikaları çok daha belirgin bir biçimde benimsemeye

başlamışlardır. Pasarofça sonrasında Osmanlılar için kural barışın ve statükonun

korunması, istisna ise savaş ve revizyonizm olacaktır. Şimdi bu gelişmeleri ele

alalım:

1718’de Pasarofça Antlaşması’nın imzalanmasıyla başlayan ve 1736’daki

Patrona Halil Ayaklanması’yla sona eren “Lale Devri”, savaş ve fetih düşüncesinin

Osmanlı yöneticilerinin dış politika vizyonlarından büyük oranda çıktığı ilk dönem

olmuştur. Lale Devri’nde sadrazamlık görevini yürüten Damat Đbrahim Paşa,

Osmanlı yönetici elitindeki barış yanlılarının önde gelenlerindendi. Sadarete gelişi de

1717’de, Avusturya karşısında ağır yenilgiler alınmasından sonra olmuştu.347

Yaklaşık 12 yıl sadaret makamında kalan Damat Đbrahim Paşa, izlediği barışçı dış

politika nedeniyle Avrupalı güçlerle daha sıkı ilişkiler kurma yolunda çaba gösteren

o tarihe kadarki en kararlı sadrazam olmuştur. Bu bağlamda, diplomasiyi kullanma

yolunda çok istekli davranmıştır.348

Karlofça Antlaşması’nın Osmanlı diplomasisi tarihi açısından diğer bir önemi

de, Osmanlıların diplomasi anlayışlarında ve uygulamalarında yarattığı değişimle

ilgilidir. Karlofça Antlaşması, çıkarlarını koruma açısından Osmanlı

Đmparatorluğu’nun diplomasiye artık çok daha fazla ihtiyacı olduğunu

göstermektedir. Askeri alandaki güçsüzlük, statükonun korunması için diplomasiden

daha fazla yararlanılmasını zorunlu kılmıştır. Avrupalı güçlerle güç dengesinin gün

347 Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, C. I., s. 316. 348 Ibid. , s. 317.

Page 179: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

174

geçtikçe Osmanlılar aleyhine daha da bozulması, askeri alanda oluşan açığın

kapatılabilmesi için diplomatik yöntemlerin kullanılmasını zorunlu kılmıştır.

Osmanlıların bir müttefik olmadan başarı kazandıkları son savaş 1738–1739

yılları arasında Avusturya ile yapılmıştır. Osmanlılar artık Avrupa güç dengesine çok

daha bağımlı hale gelmişlerdir.349 Dolayısıyla, Avrupa devletler sisteminin bir

parçası olduklarının farkına daha fazla varmaya başlamışlardır. Avrupa sistemine

bağımlılığın her geçen gün artması ve Osmanlı yöneticilerinin bu durumun bilincine

varmaları, kaçınılmaz biçimde Avrupa diplomasi anlayışının ve diplomatik

kurallarının Osmanlılar tarafından da benimsenmesinde çok etkili olmuştur. Böylece

Osmanlıların mutlak üstünlüğü söylemine dayanan kadim diplomasi anlayışı ve

diplomatik gelenekleri yavaş yavaş geçerliliğini yitirmeye başlamıştır.350

Ortaylı, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa devletler sistemine, Viyana

Kongresi’nden önce katılmış olarak görülebileceğini ileri sürmektedir. 351 Ortaylı’ya

göre, Osmanlılar uluslararası hukuk kurumlarına, ticari ve konsolosluk bağlarına

saygı göstermekte, misyonerlere kendi topraklarına serbestçe yerleşme hakkı

tanımakta ve seyrüsefain güvenliği gibi konulardaki uluslararası kuralları kabul

etmekteydi. 18. yüzyılda Osmanlıların Avrupalı diplomatik teamülleri ve kurumları

benimsediklerinin ve sözkonusu dönemde gelişmeye başlayan uluslararası hukuk

kurallarını kabul ettiklerinin en önemli göstergesi, imzalanan antlaşmalarda bu yönde

hükümler bulunmasıdır. Nitekim, Avusturya’yla imzalanan 1718 tarihli Pasarofça ve

1739 tarihli Belgrad Antlaşmaları’nda352 dönemin uluslararası hukuk ve diplomasi

kurallarına uygun olarak, “seyrüsefain özgürlüğü”, “Osmanlı karasularında bayrak ve

349 Naff, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eigteenth Century”, s. 90. 350 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 126. 351 Đlber Ortaylı, “Ottoman-Habsburg Relations 1740–1770, and Structural Affairs of Ottoman State”,

Ottoman Studies, Đstanbul, Bilgi University Press, 2004, s. 112–113. 352 Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 83–92.

Page 180: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

175

taşımacılık hakkı”, “konsolosların hukuksal statüleri ve vergi yükümlülükleri” ve

“esirlerin değişimi” gibi hususlarda düzenlemeler yer almaktaydı.353

Osmanlı Đmparatorluğu’nun geleneksel diplomasi anlayışında önemli bir

değişim olduğunun bir başka göstergesi de, Avrupalı devletlerle yürütülen

diplomatik temasların biçimsel değişikli ğe uğramasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi,

daha önce Osmanlı’nın dünyanın merkezi olduğu ve diplomatik temasın

Osmanlıların verdiği bir lütuf olduğu düşüncesi çerçevesinde yürütülen diplomatik

ili şkilerde “elçilerin aşağılanması” uygulaması süreklilik taşımaktaydı. Elçiler de

aşağılanmayı kabul etmek zorunda kalmaktaydı. Çünkü, diplomatik süreçte

“talepkar” ve “güçsüz” taraf çok büyük oranda Batılılardı. Bu yüzden, sözkonusu

muameleler Batılı elçilerce sineye çekilmekteydi. 18. yüzyılla birlikte, Osmanlıların

Batılılarla diplomatik bağlar kurmaya olan ihtiyaçlarının artmasıyla ve Batı

karşısındaki üstün konumlarını kaybetmeye başlamalarıyla, elçilere uygulanan

protokol kuralları ve gösterilen muamele değişmek zorunda kalacaktır. Seydi Ali

Bey’in belirttiği gibi, Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasından sonra elçilere çok

daha fazla hürmet edilmeye başlanmıştır.354

18. yüzyılda gelen elçilerin saygınlıklarının korunmasına önceki

yüzyıllardakine oranla daha fazla çalışıldığı görülmektedir. Đstanbul’a gelen

fevkalade elçiler görevlerinin önemine ve rütbelerine binaen “alâ”(iyi), “evsat”(orta)

veya “ednâ”(zayıf) olarak değerlendirilip, buna göre hüsnü kabul görüyorlardı. Bu

değerlendirme çerçevesinde bazen sultanın huzuruna çıkmalarına izin veriliyor,

353 Bu konuda ayrıca bkz: Đlber Ortaylı, “1727 Tarihli Osmanlı-Avusturya Seyrüsefain Sözleşmesi”,

AÜ SBF Dergisi, C. XXVIII, S. 3–4, (1973) s. 97–110. 354 Đbrahim Şirin, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, Ankara, Lotus Yayınevi, 2006, s. 131-132’den: Ali

Seydi Efendi, Teşrifat ve Teşkilatımız , Đstanbul, y.y., t.y., s. 140-142.

Page 181: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

176

bazen de sadece Sadrazam ve Kaymakam Paşa’yla Babıali’de görüşmek zorunda

kalıyorlardı.355

Elçiler arasında belirgin bir biçimde ayrım yapılmasına rağmen, yine de tüm

elçiler sözkonusu dönemde Avrupa’da gelişen protokol ve teşrifat kurallarından daha

fazla yararlandırılmaktaydı. Dolayısıyla, Osmanlı diplomasisinin üslup boyutunda

asıl 19. yüzyılda yaşanacak büyük değişimin tarihsel kökleri 18. yüzyılda uç vermeye

başlamıştır.

Osmanlıların diplomasi anlayışlarındaki ve diplomasinin işlevi konusundaki

değişimin kendisini gösterdiği bir başka boyut da, gönderilen elçilere verilen yeni

görevlerle ilgiliydi. 16. yüzyılda, esas itibariyle Osmanlılarca tek taraflı olarak

“lütfedilen” barış koşullarını “bildirme” görevini yerine getiren elçilerin görevlerinin

kapsamı değişmiş ve genişlemiştir. 17. yüzyılda elçiler, artık barış koşullarını çok

daha eşit koşullarda “müzakere etme” görevini yerine getirmeye başlamışlardır. 18.

yüzyılda ise Osmanlı elçilerinin sözkonusu müzakere görevlerinin yanısıra, yeni bir

görevi/işlevi daha yerine getirmeye başladıkları görülmektedir: Batı’nın üstünlüğünü

sağlayan olguları bulmak ve Osmanlı’ya getirmek.

Aslında Osmanlılar en güçlü oldukları devirde bile çevrelerindeki gelişmeleri

izlemeye çalışmaktaydılar. Bu çaba, hem çevredeki ülkelerdeki siyasal gelişmeleri

izlemek, hem de teknolojik gelişmelerden haberdar olmak -mümkünse bu gelişmeleri

Osmanlı bünyesine katmak- şeklindeydi. Osmanlıların sözkonusu çabalarında

yararlandıkları esas bilgi kaynakları ise, Eflak, Boğdan ve Raguza gibi bağlı ya da

haraca dayalı ülkelerden gelen raporlardı.356 Ayrıca, Avrupa’da Osmanlılar için

355 Karateke, Padişahım Çok Yaşa!, s. 124. 356 Arı, “Early Ottoman Diplomacy”, s. 45. Osmanlı istihbaratında Raguza’nın büyük bir öneme sahip

olduğu görülmektedir. Bu konuda bkz: N. H. Biegman, “Ragusan Spying for the Ottoman Empire”,

Belleten, C. 27., S. 106, (1963), s. 237-255. Raguza, aynı zamanda Doğu ve Batı arasında bir

Page 182: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

177

çalışan casuslar bulunmaktaydı.357 Osmanlı elçileri de bulundukları ülke hakkında

edindikleri bilgileri döndüklerinde Padişaha ve Sadrazama verdikleri raporlarla

sunmaktaydılar.358

Osmanlıların 16. yüzyılın sonlarından itibaren içe döndükleri ve çevrelerine

olan ilgilerinin azaldığı görülmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, 17. yüzyılda

Batı karşısındaki mutlak üstünlüğün kaybedilmesine ve devletteki gerilemenin

Osmanlı yöneticilerince de hissedilmesine rağmen, Batı’nın yükselişinin değil,

Osmanlı sisteminin bozulmasının nedenleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Kurtuluş

çaresi Đmparatorluğun kadim dönemine, II. Süleyman devrindeki işleyişe dönüş

olarak sunulmuştur.

Sözkonusu “restorasyoncu” yaklaşım, 18. yüzyıla girilmesiyle çok yavaş ve

sathi de olsa değişmeye başlamıştır. Yönetici elit içinde farklı fikirler ortaya

çıkmıştır. Batı’nın Osmanlı karşısında en azından bazı açılardan üstün olduğu fikri,

üstü örtülü bir biçimde de olsa kabul edilmeye başlamıştır. Đşte bu noktada,

diplomasi, Batı üstünlüğünü sağlayan unsurları bulmak ve Osmanlı’ya getirmek

işlevini yüklenmiştir. Dolayısıyla, özellikle Batı’yla ilişkilerde “bilgi”, salt istihbari

istihbarat köprüsü niteliği kazanarak, bağımsızlığını kaybettiği 19. yüzyıl başlarına kadar dünya

istihbaratında çok önemli bir yere sahip olmuştur. Stevan Dedijer, “Ragusa Intelligence and Security

(1301–1806): A Model for the Twenty-First Century?”, International Journal of Intelligence and

Counter Intelligence, Vol.15, No:1, (2002), s. 101–114. 357 Osmanlılar için Avrupa’da casusluk faaliyetlerinde bulunan kişiler genellikle Yahudiler’den ve

özel olarak yetiştirilmi ş Hıristiyanlar’dan seçilmekteydi. “Martalos” adı verilen bu casuslar, özellikle

Avrupalı güçlerin askeri durumları ve savaş teknikleri konusunda Osmanlı Sarayı’na bilgi

aktarmaktaydılar. Abdülkadir Özcan, “Türk Devletlerinde Casusluk”, Đslam Ansiklopedisi, C. VII, s.

168. Osmanlı Đmparatorluğu’nda istihbarat faaliyetlerinin doğuşu ve gelişimi için ayrıca bkz: Hamit

Pehlivanlı, “Osmanlılarda Đstihbaratçılık”, Türkler , C. XIII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002,

s. 653-667. 358 Örneğin bkz: John E. Woods, “Turco-Iranica I: An Otoman Intelligence Report on Late

Fifteenth/Ninth Century Iranian Foreign Relations”, Journal of Near Eastern Studies, Vol. 38.,

No:1., (January 1979), s. 1-9.

Page 183: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

178

bağlamından ötede, Batı’yı tanıma anlamını da kazanmıştır. Bir başka ifadeyle

“bilgi”, dar anlamda sadece “malumat” olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır.

Osmanlı diplomasi tarihinde bu yeni anlayış çerçevesinde ilk diplomatik

faaliyetin, 28 Mehmet Çelebi’nin 1720–1721 yılları arasındaki Paris elçiliği sırasında

yürütüldüğü görülmektedir. Dönemin güçlü Sadrazamı Damat Đbrahim Paşa,

Osmanlıların Avrupa’daki iç sorunlara müdahil olmaması yolunda bir politika izlese

de, Avrupa’daki gelişmeleri de yakından takip etmek istemekteydi. 28 Mehmet

Çelebi de Sadrazamın sözkonusu politikası çerçevesinde görevlendirilmiştir. 28

Mehmet Çelebi’nin bir başka ülkeye değil de Fransa’ya gönderilme nedeni ise,

sözkonusu devirde Fransa ile ilişkilerin sıcak olmasıydı. Osmanlılar Fransa ile

ili şkileri daha da geliştirmek istemekteydiler.359

Dönemin Fransız Büyükelçisi Bonnac, Sadrazam Damat Đbrahim Paşa’yla

yakın bir dostluk kurmuştu. Bonnac, Sadrazama, Padişahın Fransa’ya bir elçi

göndermesinin iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişmesini sağlayacağı

telkininde bulundu. Bonnac’ın sözkonusu tesiri, Đstanbul’da bulunan ikamet

elçilerinin Osmanlı diplomasisinin tedrici değişiminde oynadıkları rolün güzel bir

örneğidir. Sadrazam Damat Đbrahim Paşa’nın 28 Mehmet Çelebi’yi seçmesinde

kendisinin hacegan mensubu olması ve Pasarofça Antlaşması görüşmelerinde ikinci

delege olarak görev yapması nedeniyle diplomasi deneyiminin olmasının hayli etkisi

bulunmaktaydı.360

Zaten, 28 Mehmet Çelebi’nin elçi olarak seçilmesinin taşıdığı önem de bu

hususla ilgilidir. Daha önce, Osmanlıların yabancı ülkelere gönderdikleri elçiler

“çavuş”, “müteferrika”, “kapıcıbaşı” gibi düşük rütbeli devlet görevlilerinden

seçilmekteydi. Đlk aşamada Fransa’ya Đnci Kara adında bir kapıcıbaşının atanması

359 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. IV., s. 150. 360 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 54–55.

Page 184: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

179

düşünülmekteydi. Bonnac, Sadrazam’la görüşerek gönderilecek kişinin “bilinen bir

saygınlığı olan ve başka görevlerle kendini daha önce göstermiş” biri olması

gerektiğini belirtmiştir. Bunun üzerine, istenen niteliklere uygun olan 28 Mehmet

Çelebi görevlendirilmiştir.361 Böylece, bu tarihten itibaren Osmanlıların

gönderdikleri elçiler yüksek rütbeli kişilerden seçilmeye başlamıştır. Sözkonusu

durum, Osmanlı Đmparatorluğu’nun, azalan gücü ve diplomasiye verdiği önemin

artışına paralel olarak diplomasinin egemen eşitlik ilkesini daha açık bir biçimde

benimsemeye başladığını göstermektedir.

28 Mehmet Çelebi’nin resmi görevi Fransa ile diplomatik ilişkileri

geliştirmek gibi gözükse de, aslında Fransa’ya farklı bir amaçla daha

gönderilmekteydi: Sadrazam, 28 Mehmet Çelebi’ye “vesait-i umran ve maarifine

dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanlarının takriri” (bayındırlık ve

eğitim araçları konusunda da gereğince bilgi edinerek, uygulanabilir olanlarının

yazıyla bildirilmesi) talimatını vermişti.362 Sözkonusu talimat iki açıdan önem

taşımaktaydı:

Đlk olarak, Osmanlıların dış dünyaya ve özellikle Hıristiyanlara karşı

benimsedikleri mutlak üstünlük söylemleri bizzat Osmanlı yöneticileri tarafından

geçersiz hale getiriliyordu. Üstelik, 17. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlılar’ın

diplomasi pratiklerine yansımaya başlayan devletlerarası eşitlik, artık üstü örtülü

biçimde uygarlık sahasında da gündeme gelmiştir. Osmanlı’nın her alandaki mutlak

üstünlüğü anlayışının ortadan kalkmaya başladığı görülmektedir. O döneme kadar

sürekli olarak hakir görülen Batı uygarlığının, bazı yönlerinin Osmanlı uygarlığına

361 Gilles Veinstein, Đlk Osmanlı Sefiri 28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Anıları: Kafirlerin Cenneti ,

Çev: Murat Aykaç Erginöz, Đstanbul, Ark Kitapları, 2002, s. 21, 23. 362 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, Çev:Metin Kıratlı, 8. B., Ankara, TTK Yay., 2000,

s. 46–47; Lord Kinross, The Ottoman Centuries: The Rise and Fall of the Turkish Empire, New

York, Morrow Quill Paperbacks, 1977, s. 380.

Page 185: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

180

nazaran üstün olduğu düşüncesi kabul görmüştür. Batı uygarlığının bazı unsurlarının

alınabileceği düşüncesi yerleşmeye başlamıştır. Osmanlı modernleşmesinin başlangıç

noktasını teşkil eden bu husus ileride daha ayrıntılı incelenecektir.

Đkincisi, Batı uygarlığının özelikle maddi kültür unsurları açısından üstün

olabileceği düşüncesinin belirginleşmeye başlamasıyla, Osmanlı diplomasisi yeni bir

işlev kazanmıştır. Bu da, Batı uygarlığına ait unsurların Osmanlı’ya geçişinde

diplomasinin bir kanal rolü oynamasıdır.

Batı uygarlığının Osmanlı’ya getirilmesinde diplomasinin oynadığı rol,

yabancı ülkelere gönderilen Osmanlı elçilerinin dönüşlerinde kaleme aldıkları

“sefaretnameler”le somutlaşmaktadır. Sefaretnameler, Osmanlı diplomasisinin özgün

bir kurumunu oluşturan, Osmanlı elçilerinin gittikleri ülkelerde vazifelerini nasıl ifa

ettiklerini, gözlemlerini ve izlenimlerini içeren raporlardır. 363

Osmanlı tarihinde sefaretnamelere ancak 17. yüzyılın ikinci yarısından

itibaren tesadüf edilmekteydi. Bilinen ilk sefaretname, Vasvar Antlaşması’ndan

sonra Avusturya ve Osmanlı Đmparatorluğu arasında dostluk münasebetlerini yeniden

kurmak amacıyla 1665’de Viyana’ya gönderilen Kara Mehmet Paşa’nın

Sefaretnamesi’dir.364 28 Mehmet Çelebi’nin sefaretnamesine kadarki bütün

sefaretnameler Osmanlı’nın Batı’ya bakış açısını yansıtan ve Batı karşısında

Osmanlı’nın bir devlet ve bir uygarlık olarak mutlak üstünlüğü söylemi çerçevesinde

yazılmış metinlerdi. Bu özellikleriyle Batı’yı tanıma ve Batı uygarlığından

yararlanmayı değil, gidilen ülkelerle ilgili malumat verme işlevini haizdiler.

363 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 1; Hadiye Tuncer ve Hüner Tuncer, Osmanlı

Diplomasisi ve Sefaretnamaler, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1998, s. 47. 364 Şirin, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, s. 149. Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 47–

49.

Page 186: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

181

Kara Mehmet Paşa’nın elçilik heyetinde bulunan Evliya Çelebi’nin

Seyahatnamesi’nde de benzer bir yaklaşımın egemen olduğu görülmektedir.365 Kara

Mehmet Paşa’nın resmi bir rapor şeklinde hazırladığı sefaretnamesinin

yüzeyselliğine karşın, Evliya Çelebi, seyahatnamesinde heyetin gidiş, karşılanış,

ağırlanış ve dönüşünü kapsayan süreci çok daha ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır.

Ayrıca, Viyana hakkındaki gözlemlerini de edebi bir dille aktarmıştır. Avusturya’nın

kültür ve sanat alanındaki gelişmişliği Evliya Çelebi tarafından övülse de,

seyahatnamede Osmanlı uygarlığının büyüklüğü ve üstünlüğü sürekli olarak

vurgulanmıştır. Dolayısıyla, Evliya Çelebi de geleneksel Batı’yı küçük görme

anlayışından pek kopamamıştır.

28 Mehmet Çelebi’nin Sefaretnamesi ise, mutlak üstünlük anlayışının ve

bunun türevi olan Batı’dan alınacak hiçbir unsur olmadığı düşüncesinin açık bir

biçimde ortadan kalktığı ilk sefaretnamedir. Sözkonusu sefaretnameyi öncekilerden

farklı kılan temel olgu, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Karlofça Antlaşması’yla girdiği

yeni dönemin getirdiği farklı koşullardır. Yukarıda belirtildiği gibi, Đmparatorluğun

Batı karşısındaki üstün konumunu kaybettiğinin çok açık bir biçimde ortaya çıkması

ve bundan daha önemlisi Osmanlı yönetici elitinin sözkonusu durumun farkına

varmaya başlaması, 28 Mehmet Çelebi’ye ve sefaretnamesine de yansımıştır. 28

Mehmet Çelebi, Sadrazam Damat Đbrahim Paşa’nın kendisine verdiği talimat

doğrultusunda, Fransa üzerinden Batı’ya -tabiri caizse- “alıcı gözle bakan” ilk

Osmanlı elçisidir.

365 Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. VII., Đstanbul, Devlet Matbaası, 1928, s. 202-225.

Page 187: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

182

28 Mehmet Çelebi Sefaretnamesi’ni Evliya Çelebi Seyahatnamesi’yle

karşılaştıran Tanpınar, yukarıda vurgulanan durumu çok güzel bir biçimde analiz

etmektedir:366

“ (…) Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi 1721’de gittiği Parisi,

Evliya Çelebi’nin Viyana’yı seyrettiği gibi Kanuni asrının şanlı hatıraları

arasından ve bir serhat mücahidinin mağrur gözü ile görmez. O, XVIII. asır

Paris’ine Karlofça’nın ve Pasarofça’nın milli şuurda açtığı hazin gediklerden

ve devlet işlerinde pişmiş zeki bir memurun tecrübesiyle bakar. Filhakika

aradaki zaman zarfında imparatorluk iki büyük ve kanlı macera geçirmiş,

cihangir muharip ve mücahit gururu yaralanmış, üstüste Budin’i ve Belgrat’ı

kaybetmiş velhâsıl, şartlar muhim bir surette ve aleyhimizde olarak değişmiş

bulunuyordu.”

Tanpınar, ayrıca, sefaretnamenin Batılılaşma tarihimizde bir milat olarak

görülmesi gerektiğini ileri sürmektedir:367 “Hiç bir kitap garplılaşma tarihimizde bu

küçük Sefaretname kadar mühim bir yer tutmaz. (…) hemen her satırında gizli bir

mukayese fikrinin beraberce yürüdüğü görülür. Hakikatte bu sefaretnamede bir

program gizlidir.”

Lewis’in belirttiği gibi, aslında Fransa ile Osmanlı arasındaki mukayese

Sefaretname’de çok açık bir biçimde yer almamaktadır. 368 Fakat, 28 Mehmet Çelebi

Fransa’da gördüğü, tiyatro ve opera gibi kültürel faaliyetleri, bayındırlık alanındaki

gelişmeleri, sosyal hayatı hep hayranlıkla ve uzun uzadıya aksettirmekte, böylece,

366 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi , 9. B., Đstanbul, Çağlayan Kitabevi,

2001, s. 43-44. 367 Ibid. , s. 44. 368 Bernard Lewis, Müslümanların Avrupa’yı Ke şfi , Çev:Nimet Yıldırım, Erzurum, Birey

Yayıncılık, 1997, s. 154.

Page 188: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

183

üstü kapalı bir biçimde Osmanlı uygarlığının sözkonusu alanlardaki durumuna

göndermeler yapmaktadır.369

28 Mehmet Çelebi ve kaleme aldığı sefaretname, Osmanlı modernleşmesinde

çok önemli bir rol oynamışlardır. 28 Mehmet Çelebi’nin Lale Devri’nin en önemli

kişilerinden biri olduğu ve elçilik heyetinde bulunan oğlu Sait Çelebi’nin matbaanın

Osmanlı’ya getirilmesindeki rolü hatırlandığında bu durum daha iyi

anlaşılabilecektir. Yazdığı Sefaretname, döneminde en fazla okunan kitaplardan biri

olmuştur. Fransa izlenimleri, Osmanlı başkentinde bir Fransız modasının doğmasına

yol açmış, sözkonusu dönemde girişilen ıslahat hareketlerinde yönetici elite -başta

Sadrazam Damat Đbrahim Paşa- esin kaynağı olmuştur.370

Böylece, Osmanlı Đmparatorluğu’nda diplomasi, Batı’ya sadece siyasal ve

askeri değil aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir köprü rolü oynamaya

başlayacaktır. 28 Mehmet Çelebi’den sonra Batı’ya gönderilen elçiler -ölçüsü

zamanla değişmekle birlikte- Batı uygarlığına ait maddi ve manevi unsurların

Osmanlı’ya taşınmasında en önemli rolü oynayacaklardır. Artık, Osmanlı dünyasında

Batı imgesi değişmeye başlayacak, Osmanlı Đmparatorluğu’nun mutlak üstünlüğü

anlayışı ve söylemi büyük oranda kağıt üzerinde kalacaktır.371

Batı’ya giden Osmanlı elçilerinin yazdıkları sefaretnameler, yönetici elitin

zihniyetlerinin değişiminde hayli etkili olacaktır. 18. yüzyılın bir “sefaretnameler

asrı” olarak görülmesinde bu etkinin payı büyüktür. Elçiler, sefaretnamelerde gittikçe

369 28 Mehmet Çelebi’nin hayranlığı Marly Sarayı ve çevresindeki bahçelere yaptığı gezide en çarpıcı

biçimde ortaya çıkmaktadır: “Bu bahçeyi görünce, ‘Dünya mü’minlerin zindanı; kafirlerin cennetidir’

buyuran Hz. Muhammed’in sözünün anlamını daha iyi kavramış oldum.” Veinstein, Đlk Osmanlı

Sefiri 28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Anıları: Kafirlerin Cenneti, s. 105. 370 Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, s. 47. 371 Bu doğrultuda bir görüş için bkz: Namık Sinan Turan, “Osmanlı Diplomasisinde Batı Đmgesinin

Değişimi ve Elçilerin Etkisi (18. ve 19. Yüzyıllar)”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.

V., S. 2., (Aralık 2004), s. 57-86.

Page 189: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

184

daha fazla “Batı üstünlüğünün nedenleri” sorunsalı üzerinde durmaya

başlayacaklardır. Zaten, Osmanlı Sarayı da elçilere bu yönde talimatlar verecektir.

Batı uygarlığının Osmanlı uygarlığından en azından bazı yönlerden üstün

olduğu, dolayısıyla Batı uygarlığından bazı unsurların alınması gerekliliği, Osmanlı

elçilerinin zihinlerine diğer bürokratik zümrelerden çok daha önce yerleşmiştir.

Ortaylı’nın belirttiği gibi, 18. yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’ndaki “adı

konulmamış Batılılaşma”, bu yüzyılda yazılan sefaretnamelerde somutlaşmaktadır.372

Bu başlık altında analiz edilmeye çalışıldığı gibi, 18. yüzyılda Osmanlı

diplomasisi üslup boyutunda da önemli bir değişim geçirmiştir. Osmanlı

Đmparatorluğu’nun mutlak üstünlüğü söylemine dayanan kadim diplomasi

geleneğinin ve bu gelenek çerçevesindeki diplomasi uygulamalarının tedrici bir

değişime uğradığı görülmektedir. Osmanlı Đmparatorluğu’nun diğer devletlerle

diplomatik temasları, özellikle bir içe kapanış yaşanan önceki yüzyıla (17. yüzyıla)

oranla hayli artmıştır. Osmanlılar, 1703–1774 tarihleri arasındaki dönemde kayıtlara

geçmiş 68 antlaşma ve sözleşme imzalamışlardır.373 Bu durum Osmanlı

diplomasisindeki hareketliliği göstermektedir. Osmanlılar 18. yüzyılın sonuna kadar

sürekli diplomasiye geçmeseler de, sözkonusu diplomatik hareketlilik ad hoc

çerçevede diplomasinin yoğun ve etkili biçimde uygulandığının bir kanıtıdır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyılda uzun sayılabilecek barış dönemleri

geçirmesi de, Osmanlı diplomasisinin hiç de küçümsenemeyecek bir başarıya sahip

olduğunu göstermektedir. Daha önceki devirlerde güce dayalı anlayış çerçevesinde

372 Đlber Ortaylı, “Osmanlı’da 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına Dair Notlar”, Modern Türkiye’de

Siyasi Düşünce, C. I. Tanzimat ve Meşruiyet’in Birikimi , Mehmet Ö. Alkan(ed.), Đstanbul, Đletişim

Yayınları, 2001, s. 40. 373 Quataert, Osmanlı Đmparatorlu ğu: 1700–1922, s. 125.

Page 190: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

185

yürütülen diplomatik faaliyetler, artık ikincil konumdan çıkmaya başlayarak bizatihi

gücün bir parçası olarak görülmeye başlamıştır.

B) Osmanlı Diplomasisi’nde Dönüşüm

1-Sürekli Diplomasi’ye Geçişi Sağlayan Etkenler

a)Dış Etkenler (Uluslararası Konjonktür)

18. yüzyılın son çeyreği Avrupa ve Dünya tarihi açısından çok önemli

gelişmelerin ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Avrupa’da kökenleri 15. yüzyıla

uzanan değişim, 18. yüzyılın son çeyreğinde doruk noktasına ulaşmış, bu dönemde

ortaya çıkan siyasal, ekonomik ve sosyal devrimlerle modern Avrupa’nın ve

Dünya’nın temelleri atılmıştır.

i)Siyasal Konjonktür

Siyasal alandaki gelişmelere bakıldığında, konumuz açısından öncelikle

vurgulanması gereken olgu, uluslararası sistemin yeniden şekillenmesidir:

Uzun bir süre devam eden savaş ve karmaşa döneminden sonra, 1648 yılında

imzalanan Westphalia Antlaşması’yla temelleri atılan modern uluslararası sistem,

Avrupa’ya düzen ve istikrar getirmişti. Avrupa’daki düzen ve istikrarın sürmesi için,

güç dengesi politikasına başvurulmaktaydı. Böylece sistem içinde yer alan çok

sayıda aktör, denge politikası çerçevesinde birbirlerine karşı ittifaklar kurabilmekte

ve bir büyük gücün ya da ittifakın bağımsızlıklarını ortadan kaldırmasını

engelleyebilmekteydiler. Aynı dönemde Avrupa’da yaşanan sekülerleşme ve

rasyonelleşme süreci de, dış siyasetin dinsel dogmalardan daha da uzaklaşmasına, bu

Page 191: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

186

sayede devletlerin güç dengesi anlayışı çerçevesinde politikalar izleyebilmelerine

yardımcı olmaktaydı.374

Avrupa’daki uluslararası sistemin güç dengesine dayalı yapısı, kaçınılmaz

olarak diplomasinin önem kazanmasına neden olmuştu. Çünkü, denge arayışlarına

dayalı Avrupa sisteminin kendini yeniden üretebilmesi için, sürekli değişen dengeler

nedeniyle ülkeler arasındaki temasları sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyacı vardı. Bu

mekanizma ise diplomasiydi. Tezin “Sürekli Diplomasi’ye Geçiş” başlığı altında da

belirtildiği gibi, 17. ve 18. yüzyıllarda diplomasi kurumsal boyutta ve üslup

boyutunda büyük bir gelişme gösterdi ve yeni diplomasi anlayışı Avrupa’nın

batısından kuzeyine ve doğusuna doğru yayıldı. Sürekli diplomasi temsilciliklerinin

kurulmasından, elçi hak ve ayrıcalıklarına, dışişleri bakanlıklarının

oluşturulmasından, arşivleme ve şifrelemeye kadar modern diplomasinin çoğu

kavramı ve olgusu sözkonusu dönemde ortaya çıktı, gelişti ve yayıldı.375

Avrupa’da diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında gelişmesi, Osmanlı

Đmparatorluğu’nu önce dolaylı olarak, sonra ise doğrudan etkiledi. Daha önce de

belirtildiği gibi, Avrupa ülkelerinin Đstanbul’daki temsilcilikleri Osmanlı devlet

adamlarının çağdaş diplomasiyle tanışmasında büyük rol oynamıştı. 18. yüzyılda

Batı’yla artan temaslara paralel olarak ad hoc nitelikli Osmanlı elçileri de Avrupa

ülkelerinde görev yapmış, bu sayede Avrupa tarzı diplomasi hakkında -bir ölçüde-

bilgi ve deneyim sahibi olmuşlardı. Bu nedenle, Osmanlı devlet adamları sürekli

diplomasiye geçişe karar verdiklerinde, az ve yetersiz de olsa bir miktar bilgi ve

deneyime sahiptiler.

374 Sander, Siyasi Tarih, C. I., s. 76. 375 Sözkonusu dönemde diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında gelişimi için bkz: Anderson,

The Rise of Modern Diplomacy, s. 41–102.

Page 192: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

187

Đlk kez açık bir biçimde Ahmet Resmi Efendi’nin dile getirdiği gibi, 18.

yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı devlet adamları Avrupa’daki sistemin güç

dengesine dayandığını, güç dengesinin de ittifaklar yoluyla sürdürüldüğünü ve

Avrupalı güçlerin ulusal çıkarları uğruna dinsel yargılarını bile bir kenara

atabildiklerini gördüler. Osmanlı Đmparatorluğu, içine düştüğü krizden ancak bir

yandan reformlar yaparak öte yandan da barışı ve statükoyu sürdürmek için ittifaklar

kurarak çıkabileceği düşüncesinin Devlet katında kabul görmesiyle, Avrupa

sisteminin bir parçası olmaya çalışacaktır. Dolayısıyla, Osmanlı devlet adamlarının

dönemin ruhuna uygun biçimde güç dengesi anlayışını benimsemeleri, Avrupa

sisteminden ne kadar etkilendiklerini göstermektedir.

18. yüzyılın sonunda uluslararası ilişkilerin girdiği yeni süreç, Osmanlı

yöneticilerinin statükonun ve uluslararası dengelerin korunmasının ne kadar önemli

olduğunu daha iyi anlamalarını sağlamıştır.

18. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa devletler sistemi revizyonist meydan

okumalarla karşı karşıya kalmış, sistem içinde dengeleri kendi lehine çevirerek ve

sistem içindeki küçük aktörleri tasfiye ederek genişlemek isteyen büyük güçler

ortaya çıkmıştır. Özellikle, Prusya ve Rusya genişleme politikası izleyerek dengeleri

değiştirmeye çalışmışlardır.

Polonya’nın parçalanarak, bağımsızlığına son verilmesi uluslararası ilişkilerin

girdiği yeni sürecin en önemli örneğidir. Rusya ve Prusya’nın Avusturya ile

anlaşarak Polonya’yı üç seferde paylaşmaları ve Đngiltere ile Fransa gibi diğer büyük

güçlerin bunu desteklemeleri ya da engelleyememeleri Osmanlı ricalinde derin bir

endişe yaratmıştır. Polonya gibi köklü ve büyük bir devletin kısa zamanda ortadan

kaldırılabilmesi, gerilemenin farkına varan Osmanlı yöneticilerinin benzer bir

durumun Osmanlı Đmparatorluğu açısından sözkonusu olabileceğini düşünmelerine

Page 193: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

188

neden oldu.376 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nın, Babıâli’nin, Polonya’nın Rusya

tarafından işgaline tepki göstermesiyle başladığı göz önüne alındığında sözkonusu

durum daha iyi anlaşılmaktadır. Đleride ele alınacağı gibi, Osmanlı Đmparatorluğu,

Polonya meselesi nedeniyle girdiği savaştan büyük bir yenilgiyle ayrılmış, çok ağır

şartları ihtiva eden Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı.

Babıâli’yi savaşa teşvik eden Fransa ise söz verdiği desteği sağlamamış, Rusya ile

anlaşma yolunu seçmişti.

Diğer taraftan, Osmanlı yöneticileri Đsveç ve Prusya ile ittifak görüşmelerinde

de sözkonusu ülke yöneticilerinin nasıl “kaypak” politikalar izlediklerine şahit

olmuş, diplomasinin pragmatik/oportünist yanını görmüşlerdi. Osmanlı

yöneticilerinin uluslararası ilişkilerin değişken yapısını bir ölçüde de olsa anlamaları,

ülkenin hesapsızca girilen 1768–1774 ve 1787–1792 savaşları nedeniyle içine

düştüğü krizle bütünleşince, dış politikada dengelerin mümkün olduğunca korunması

düşüncesinin benimsenmesini sağlamıştır.377

18. yüzyılın sonlarında uluslararası ilişkilerdeki değişimi sağlayan esas

gelişme ise, 1789 Fransız Devrimi’dir. Devrim ilk ortaya çıktığı andan itibaren

Avrupa’da büyük bir kaos yaratmış, etkilerini kısa sürede kıtanın her yanında

376 Ahmet Cevdet Paşa, Polonya’nın 1793’te birkez daha paylaşılması haberinin Đstanbul’a

ulaşmasından sonra, “bundan ibret alınarak gerekli düzenin yerine getirilmesine bir kat daha aşırı

derecede yapışmak lazım geldiğininin” düşünüldüğünü belirtmektedir. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i

Cevdet, C. III., sadeleştiren: Dündar Günay, Đstanbul, Üçdal Neşriyat, 1993, s. 1478. 377 1768’de Polonya meselesi nedeniyle Rusya’yla alelacele savaşa giren Osmanlı yöneticileri,

Polonya’nın Prusya ve Rusya tarafından bir kez daha bölüşülmesi üzerine Polonyalı milliyetçiler

tarafından 1794’te başlatılan isyana bu defa destek vermediler. Fransız elçisinin ve Polonyalı

milliyetçilerin bütün girişimlerine rağmen, Babıâli isyanı açıkça desteklemekten özenle kaçındı.

Osmanlı yöneticileri, yardım isteklerini “Osmanlı Đmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durumun

Rusya’nın tepkisini çekecek bir yardıma izin vermediği” gerekçesiyle reddetmişlerdi. Jan Reychman,

“1794 Polonya Đsyanı ve Türkiye”, Belleten, C. XXXI., S. 131., (1967), s. 85-91.

Page 194: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

189

göstermeye başlamıştı.378 Avrupa’da dengeleri tamamen değiştiren Fransız Devrimi,

Avrupa ülkelerinin hem iç, hem de dış politikalarında etkilerde bulundu. Devrim

sonrasında oluşturulan Fransız yönetimine karşı yeni bir denge kurulması amacıyla

yapılan girişimler, Avrupa diplomasisinin en önemli ve sürekli uğraşısı haline geldi.

Avrupa devletleri arasındaki diplomatik temaslar arttı ve diplomasi çok daha

gündelik bir nitelik kazanmaya başladı.379

III. Selim’in tahta çıkışından birkaç ay sonra gerçekleşen Fransız Devrimi’nin

Osmanlı Đmparatorluğu’na da etkilerde bulunması kaçınılmazdı. Aslında, Osmanlı

Đmparatorluğu Avrupa ülkelerinden çok farklı bir siyasal, ekonomik ve toplumsal

yapıya sahip olduğundan, Fransız devriminin etkilerini farklı biçimde yaşadı.

Devrimin “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” ilkeleri çerçevesinde şekillendirilen siyaset

felsefesi, Avrupa ülkelerinde görüldüğünün aksine Osmanlı Đmparatorluğu’nu hemen

değil bir süre sonra etkiledi. Bu etki de, kendini öncelikle Đmparatorluğun Hıristiyan

unsurları arasında milliyetçi, liberal ve laik fikirlerin yayılmasıyla gösterdi.

Sözkonusu etki, Đmparatorluğun egemen unsuru olan Müslümanlar arasında ise esas

itibariyle 19. yüzyılın ortalarında ortaya çıkacaktı.380

378 Fransız Devrimi’nin ortaya çıkışı ve çeşitli ülkelerdeki etkileri için bkz: R. R. Palmer, The World

of French Revolution, New York, Harper and Row Publishers, 1972, passim. 379 Fransız Devrimi aynı zamanda diplomasiye de yeni bir boyut kazandırmıştır. Devrim yönetimi,

Rousseau gibi radikaller tarafından savunulan dış politikanın hanedan kontrolünde değil, ulusal

denetim altında olması düşüncesini benimsemiştir. Milliyetçilik dı ş politikanın sadece izlenen politika

boyutuna değil, aynı zamanda kurumsal boyutuna da etkide bulunmuştur. Patricia Chastain Howe,

“Charles-Francois Dumouriez and the Revolutionizing of French Foreign Affairs in 1792”, French

Historical Studies, Vol. 14., No:3, (Spring 1986), s. 377-378. 380 Şerif Mardin, “The Influence of the French Revolution on the Ottoman Empire”, International

Social Science Journal, Vol. 41, No:1, (February 1989), s. 17. Fransız Devrimi’nin belirtilen yöndeki

etkileri kısa bir süre içinde Osmanlı Đmparatorluğu’na ulaşacaktır. 19. yüzyılın başından itibaren

Osmanlı anasırı (ulusları) arasında başlayan milliyetçi ayaklanmalar, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

dağılış sürecini başlatacaktır. Fransız Devrimi’nin sözkonusu etkileri, 19. yüzyılda Osmanlı

diplomasisinin en önemli meşguliyet sahasının, “milliyetçi taleplere Avrupalı güçlerin destek

Page 195: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

190

Fransız Devrimi’nin Osmanlı Đmparatorluğu’na hemen baştaki önemli etkisi

ise dış politika alanında oldu:

Osmanlı yöneticileri, doğal olarak Fransız Devrimi’nin ilkelerinden pek de

hoşlanmamışlardı. Fakat, Osmanlı yöneticileri Devrimin öncelikle Fransa’nın ve

Avrupa Hıristiyan dünyasının bir iç işi olduğunu düşündüklerinden, bu konuyla çok

da ilgilenmediler.381 Zaten, Osmanlı yönetiminin sözkonusu dönemde en önemli

uğraşısı Avusturya ve Rusya ile sürdürülen savaştı.

Devrim’in Fransa’da yerleşmesi ve yeni yönetimin devrimin hemen ertesinde

izlemeye başladığı statükocu politikayı terk ederek daha aktif bir politikaya

yönelmesi nedeniyle, Avusturya’nın Osmanlı Đmparatorluğu’yla barışa yanaşması

Osmanlı yöneticilerinde memnuniyet yarattı. 1791’de Avusturya’yla barışın

imzalanmasından sonra, 1792’de Rusya’nın da –yine Fransız Devrimi’nin etkisiyle-

Osmanlı Đmparatorluğu’yla savaşı sona erdirmek istemesi, Osmanlı yöneticilerinin

Devrim’in Avrupa devletler sistemindeki etkilerini çok daha iyi anlamalarını sağladı.

1792’de Fransa’nın Avusturya önünde kazandığı zafer Đstanbul’da sevinçle

karşılandı.382 Rusya ve Avusturya’nın güç kaybetmeleri ve dikkatlerinin Osmanlı

Đmparatorluğu’ndan uzaklaşması, doğal olarak, Osmanlı yöneticilerini memnun

ediyordu.383 Babıâli, Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da başlayan genel savaşta

vermesini gene Avrupalı güçlerden destek alarak engellemek” olmasına sebebiyet verecekti. Fransız

Devrimi, bu boyutuyla da Osmanlı diplomasisinin gelişiminde orta ve uzun vadede hayli etkide

bulunmuştur. 381 Örneğin, dönemin Fransız elçisinin Đstanbul’da bir basımevi kurarak devrimle ilgili haberleri ve

Đnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi’ni Türkçe, Arapça, Yunanca, Sırpça gibi dillerde yayınlamasına

hiç müdahale edilmemiştir. Orhan Koloğlu, “Doğu’nun Fransız Devrimi’ne Bakışı”, Tarih ve

Toplum, S. 68., (Ağustos 1989), s. 95. 382 Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., Ankara, TTK Yayınları, y.y., s. 22. 383 Nitekim, III. Selim’in sırkatibi şöyle bir temennide bulunmuştu: “Hemen hazret-i Hak Françe

Đhtilalini, Devleti Aliyye’nin düşmanı olanlara dahi sirayet ettirip ve çok zaman birbirine düşürüp,

Page 196: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

191

tarafsız kalmayı seçtiyse de, Fransa’nın yeni yönetiminin kalıcı olduğunun

anlaşılmasıyla, Fransa’yla ilişkilerini geliştirmeye başladı.384 Avusturya ve

Đngiltere’nin bütün protestolarına rağmen, hem Osmanlı Đmparatorluğu’nda bulunan

Fransızların Devrim yönetimini destekleyen faaliyetlerine izin verildi, hem de

Fransa’nın yeni yönetimi fiilen tanınarak diplomatik ili şki kuruldu.385

Böylece, Fransız Devrimi uluslararası sistemde yarattığı değişikliklerle,

Osmanlı yöneticilerine dış politikada dengeleri kullanma yönünde çok önemli bir

fırsat sunarken, Osmanlı diplomasisinin kurumsal ve üslup boyutlarında gelişiminde

de önemli katkılar sağladı:

Birincisi, Fransız Devrimi sonucunda Avrupa’da diplomatik temasların artışı

ve gündelik bir nitelik kazanması Osmanlı Đmparatorluğu’nun da diplomatik

gündeminin yoğunluğunu arttırdı. Fransız Devrimi’nin etkilerinin tüm Avrupa’ya

ulaşmasıyla gerek Fransa, gerek bu ülkeye karşı oluşturulan Koalisyon Güçleri

(Đngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya) Osmanlı Đmparatorluğu nezdindeki

Devleti Aliyye’ye hayırlı neticeler müyesser eyleye”. Koloğlu, Doğu’nun Fransız Devrimi’ne Bakışı”,

s. 95. 384 Fransa’yla ilişkilerin güçlendirilmesinde başka etkenlerin de payı vardır: Osmanlı

Đmparatorluğu’nun 16. yüzyıldan itibaren Fransa’yı Avrupa’da kendisine en yakın güç olarak görmesi,

III. Selim’in Fransa’ya olan yakınlığı ve giriştiği reform hareketlerinde bu ülkenin desteğine ihtiyacı

gibi. Gerçekten de, Osmanlı yöneticilerinin 18. yüzyıldaki reformlarının çoğunda Fransa’nın katkısı

bulunmaktaydı. Fransa ve Fransızca Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı’ya açılan en önemli

penceresiydi. Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, s. 57–58. 385 Fransa’nın yeni yönetimiyle ilişkiler güçlendirilse de, Osmanlı yönetiminin dış politikada

Đmparatorluğu büyük sıkıntılara sokabilecek maceralara girmenin yaratabileceği sıkıntıyı anladığı

anlaşılmaktadır. Özellikle, Osmanlı Đmparatorluğu’nun geleneksel düşmanları olan Rusya ve

Avusturya’ya karşı Fransa’yla ilişkilerin güçlendirilmesinin stratejik yararları görüldüyse de, savaşa

neden olabilecek ittifaklardan ve sözkonusu ülkelere karşı sert bir dış politika izlenmesinden -

Fransa’nın bu yöndeki çabalarına rağmen- özenle kaçınılmıştır. Avrupa’nın içinde bulunduğu durum,

Osmanlı yöneticilerinin başlattıkları Nizam-ı Cedit reformlarını yapabilmeleri açısından bir fırsat

olarak görülmüştür. Osmanlı yöneticilerinin, Đmparatorluğun içinde bulunduğu koşulları fark ederek

rasyonel bir dış politika izledikleri görülmektedir.

Page 197: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

192

diplomatik faaliyetlerini arttırdılar. Đstanbul’daki elçilerle yürütülen diplomatik

temasların artması hem Osmanlı diplomasisinin çağdaş diplomatik usüllerle daha da

yakından tanışmasını sağladı, hem de diplomatik temasların sadece Đstanbul’daki

yabancı elçilikler ve zaman zaman gönderilen ad hoc elçilerle yürütülemeyeceğinin

anlaşılmasına neden oldu.

Đkincisi, Fransız Devrimi’nin yarattığı karmaşa aynı zamanda Osmanlı

yöneticileri arasında yeni bir ayrışmaya neden oldu. Daha önce hiç olmadığı biçimde,

Osmanlı yöneticilerinin bir kısmı Fransa, bir bölümü ise Đngiltere yanlısı bir

politikayı savunmaktaydılar.386 Đmparatorluğun hangi ülkeyle ittifak yapması

gerektiği konusunda 19. yüzyılda çok açık bir biçimde ortaya çıkacak ayrışma ilk

defa açık biçimde sözkonusu dönemde görüldü.

Üçüncüsü, Fransız Devrimi’nin Avrupa’da yarattığı kaos sonucunda

uluslararası ilşkilerin her gün farklı bir biçim alması, Osmanlı yöneticilerinin

Avrupa’dan daha sağlıklı bilgi alma ihtiyacı içine girmesine neden oldu. Uzun

yıllardan beri kullanılan geleneksel bilgi kaynaklarının (Đstanbul’daki yabancı elçiler,

ad hoc Osmanlı elçileri, Eflak ve Boğdan’dan gelen raporlar, Osmanlı hizmetine

giren yabancılar, Avrupa’da bulunan Osmanlı casusları ve tüccarları gibi) yetersiz

kalması, yeni bir bilgi kaynağı aranmasına neden oldu. Yeni bilgi kaynağı, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun yabancı ülkelerde kuracağı sürekli elçilikler olacaktır.387

ii)Ekonomik Konjonktür

Yukarıda belirtilen siyasal etkenlerle birlikte, dönemin uluslararası

konjonktürünü şekillendiren ekonomik etkenler de, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

386 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz: Ahmet Kuyaş, 6. B., Đstanbul, Yapı Kredi

Yayınları, 2004, s. 120. 387 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1480.

Page 198: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

193

sürekli diplomasiye geçişinde etkili olmuştur. Bu yüzden sözkonusu dinamikler

üzerinde de durmak yerinde olacaktır:

18. yüzyılın son çeyreği siyasal alanda olduğu kadar, ekonomik alanda da

büyük bir devrime sahne oldu. Sözkonusu devrim, buhar makinesinin bulunmasıyla

başlayan Sanayi Devrimi’ydi. Sanayi Devrimi üretimin kitleselleşmesini sağlamış,

artan üretim pazar ve hammadde ihtiyacını hayli arttırmıştır. Böylece, Avrupa’da 15.

ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkan ticari kapitalizm yerini sınaî kapitalizme bırakmaya

başlamıştır.388 Ticari kapitalizmin ortaya çıkışıyla tüm dünyaya yayılan Batılı güçler,

sınaî kapitalizme geçişle tüm dünyayı pazar ve hammadde kaynağı olarak kontrol

etme ihtiyacı içine girdiler.389 Sözkonusu ihtiyaç, büyük güçler arasındaki

çatışmaların da zamanla en önemli nedenini oluşturacaktır.

16. yüzyılda başlayan globalleşme sürecinde bir üst aşamaya geçişi sağlayan

Sanayi Devrimi, doğrudan ve dolaylı yollardan, önce Avrupa’daki daha sonra ise tüm

dünyadaki geleneksel yapıların çözülmesine neden oldu.390 Sanayi Devrimi’nin bu

dönüştürücü etkisi kendisini çok kısa bir sürede gösterecekti. Batılı güçler

dikkatlerini geleneksel siyasal birimlere yönelttiler.

18. yüzyılın sonlarında, Batılı güçlerin geleneksel siyasal birimleri kontrol

altına alma çabaları, öncelikle ülke pazarlarının Batılı tüccarlara tamamen

açılmasının sağlanması ve Batılı ülke tüccarlarının yerli tüccarlar karşısında eşitlik,

hatta ayrıcalık kazanması yönündeydi. Bunu sağlamanın yolu da, geleneksel siyasal

birimler üzerinde öncelikle diplomatik baskı kurulması, bu yöntemin başarısız olması

388 Eric Hobsbawm, Devrim Çağı: 1789-1848, Çev:Bahadır Sina Şener, 2. B., Ankara, Dost Kitapevi

Yayınları, 2000, s. 37-38. 389 Avrupa’nın 17. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanan dönemde geçirdiği

değişim ve bunun etkileri için bkz: Jeremy Black, Europe and the World: 1650–1830, London and

New York, Routledge, 2002, passim. 390 Sander, Siyasi Tarih, C. I., s. 109-110.

Page 199: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

194

durumunda ise, askeri yollara başvurmaktı. Çin, Japonya ve Đran’ın sürekli

diplomasiye geçiş süreçleri incelenirken belirtildiği gibi, önce Batılı ülkeler

çıkarlarını korumak için sürekli diplomatik temsilcilikler açmak yolunda baskı

yapmıştı. Sonra da sözkonusu ülkeler sürekli diplomatik temsilcilikler açmak

zorunda kalmışlardı. Batılı ülkelerin geleneksel yapıya sahip ülkelerdeki baskılarının

18. yüzyılın sonunda başlaması, sınai kapitalizme geçişle doğrudan bağlantılıydı.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun -özellikle Çin ve Japonya’yla

karşılaştırıldığında- 18. yüzyıl sonunda yaşanan ekonomik değişimden etkilenmesi

daha farklı olmuştur. Kuruluşundan itibaren izolasyonist bir politika izlemeyen ve

Avrupa’yla siyasi, ekonomik, askeri hatta belli oranda kültürel bağlarını hiç

kesmeyen Osmanlı Đmparatorluğu, Batılı güçlerin ekonomik faaliyetlerini özgürce

yürütmelerine büyük ölçüde izin vermekteydi. Özellikle kapitülasyon mekanizması

Batılı güçlerin ihtiyaç duyduğu ticari hak ve ayrıcalıkların korunmasında çok

etkiliydi.

18. yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa ekonomik sistemine

eklemlenmesiyle ilgili önemli gelişmeler olmuştu. Bu gelişmelerde, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun dış politikasının ve diplomasisinin de çok belirleyici bir rolü

vardı. Alınan yenilgiler sonucunda imzalanan antlaşmalarda Avusturya ve Rusya gibi

devletler, tüccarlarının serbestçe ticaret yapabilmeleri ve çeşitli ayrıcalıklardan

yararlanmaları yönündeki maddeleri antlaşma metinlerine sokmuşlardı.391 Ayrıca,

Fransa ve Đngiltere gibi devletler de, barış görüşmelerinde arabuluculuk yaparak

kapitüler haklarını genişletme şansı elde etmişlerdi. Süreç içinde, kapitülasyon

sistemi genişletilmiş, başka ülkelere de kapitülasyonlar verilmişti. Böylece, Osmanlı

391 Örneğin, Avusturya ile 1739’da imzalanan Belgrad Antlaşması’nda ve Rusya ile 1774’te

imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nda, sözkonusu ülke tüccarlarının faaliyetlerini ve haklarını

genişleten hükümler yer almaktaydı.

Page 200: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

195

Đmparatorluğu, Sanayi Devrimi öncesinde Avrupa ülkeleriyle ekonomik bağlarını

geliştirmişti.

18. yüzyılda ortaya çıkan bir başka gelişme ise, Avrupa ülkeleriyle Osmanlı

Đmparatorluğu arasındaki ticaretin artışıydı. Ticaret artışının nedeni, sadece Avrupa

devletlerinin kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı Đmparatorluğu’na yaptıkları ihracatı

arttırmaları değildi. Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’ya yaptığı ihracatta da

büyük artışlar ortaya çıkmıştı. 18. yüzyılın başlarında Osmanlı Đmparatorluğu’nun

Balkan vilayetlerinden Avrupa’ya yönelik kaçak tahıl ihracatıyla başlayan süreçte

ihracat, 18. yüzyılın ikinci yarısında hem Sanayi Devrimi’nin yarattığı talep, hem de

Avrupa devletleri arasındaki savaşlar nedeniyle pamuk, tütün, üzüm gibi maddelerle

daha da gelişti.392

Osmanlı Đmparatorluğu’yla Avrupa ülkeleri arasındaki resmi ya da gayrı

resmi yollardan gelişen ticaret, kaçınılmaz olarak her iki taraf arasındaki bağları daha

da güçlendirdi. Batılı ülkeler artan ticari faaliyetlerine paralel olarak, Osmanlı

topraklarındaki konsolosluklarını arttırma yolunu seçtiler.393 Bunun sonucu, taraflar

arasındaki diplomatik temasların artışı, dolayısıyla diplomatik bağların güçlenmesi

olacaktı. Avrupa’yla gelişen ticaret Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye

geçişinde dolaylı bir etki yaptıysa da, 19. yüzyılda Osmanlı ekonomisinin Avrupa

392 Reşat Kasaba, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Dünya Ekonomisi, Çev:Kudret Emiroğlu, Đstanbul,

Belge Yayınları, 1993, s. 23. Osmanlı Đmparatorluğu ile Avrupa arasında gelişen ticaret;

Balkanlardaki Hıristiyan unsurların bundaki rolleri ve gelişen ticaretin sözkonusu unsurlar üzerindeki

etkileri için bkz: Traian Stoianovich, “The Conquering Balkan Ortodox Merchant”, The Journal of

Economic History, Vol. 20., No:2, (June 1960), s. 234-313. 393 Örneğin, Osmanlı Đmparatorluğu’ndaki Đngiliz konsolosluklarının sayısı, 17. yüzyıldaki ve 18.

yüzyıl başlarındaki gerilemeden sonra, 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren hızla artmaya başladı. 19.

yüzyılın ilk çeyreği biterken, 11 Osmanlı kentinde Đngiliz konsolosluğu bulunmaktaydı. Bu sayı

Đngiltere’nin Fransa’daki konsolosluklarıyla eşitti. Bu konuda bkz: Uygur Kocabaşoğlu,

Majestelerinin Konsolosları: Đngiliz Belgeleriyle Osmanlı Đmparatorlu ğu’ndaki Đngiliz

Konsolosları (1580–1900), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004, s. 27–39.

Page 201: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

196

ekonomik sistemine eklemlenmesiyle iktisadi faktör, siyasal ilişkilerin

şekillenmesinde çok daha belirleyici bir rol oynamaya başlayacaktır.394

Sözkonusu dönemde, Avrupa’yla artan ticaretin ve Osmanlı

Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişi açısından daha önemli olan ve kısa

vadede ortaya çıkan etkisi ise, Osmanlı yönetici elitinin Avrupa’ya bakışındaki

değişim üzerindeki rolüdür:

18. yüzyıldan itibaren, Sanayi Devriminin bir sonucu olarak, ucuz ve kaliteli

Batı mallarının Osmanlı pazarlarına girmesi, özellikle Osmanlı sivil bürokrasisinde

Batı’nın sadece askeri alanda değil, aynı zamanda ekonomik alanda da üstün olduğu

düşüncesinin yerleşmesinde etkili olmuştur. Böylece, 18. yüzyılın sonundan itibaren

sivil bürokrasi Avrupa modelinden esinlenmiş reformlarla Avrupa kapitalizmi

arasında bir bağ kurmuştur. Avrupa kapitalizmiyle bütünleşme ve Avrupa modeli

çerçevesinde reform yapma politikası birbirini besleyen dinamikler haline

gelmiştir.395

Öte yandan, Osmanlı pazarına giren Avrupa malları, Osmanlı halkının bunları

edinebilen çeşitli kesimleri arasında tüketim kalıplarının değişmesini sağlamıştır. 18.

yüzyılın başlarında başlayan süreçte, “Batı mallarına sahip olmak ve Batılı formlar

kullanmak, statü sembolü diğer eşyaları gölgede bırakan bir önem kazandı.”396

Değişen tüketim kalıpları zamanla Osmanlı Đmparatorluğu üzerindeki Batı etkisini

arttırmıştır. Özellikle, hayat tarzı ve tüketim kalıpları değişmeye başlayan sivil

394 Osmanlı Đmparatorluğu’nun 19. yüzyılda uluslararası kapitalist sisteme eklemlenme süreci için

bkz: Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi’nde Bağımlılılık ve Büyüme: 1820-1913, 3. B., Đstanbul

Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005, passim. Ayrıca, Orta Doğu merkezli bir çalışma için bkz: Roger

Owen, The Middle East in the World Economy 1800-1914, London and New York, Methuen, 1981,

passim. 395 Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 6. B., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, s. 43. 396 Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükseli şi, Đmparatorlu ğun Çöküşü: Osmanlı Batılılaşması

ve Toplumsal Değişme, Çev: Đbrahim Yıldız, Ankara, Ayraç Yayınevi, 1999, s. 89.

Page 202: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

197

bürokrasi, hem Batı’yla diplomatik bağları kuran ve yürüten kesim haline gelecek,

hem de sözkonusu ilişkilerin arttırılmasını savunacaktır.

iii)”Do ğu Sorunu”nun Ortaya Çıkışı

“Doğu Sorunu”, ilk bakışta Osmanlı Đmparatorluğu’nun gücünü kaybetmeye

başlamasıyla ortaya çıkmış bir sorun gibi gözükse de, aslında, paradoksal biçimde

Osmanlı Đmparatorluğu’nun daha kuruluşu ve yükselişiyle doğmuş da sayılabilir.

Avrupa Hıristiyan Dünyası, Doğu’dan gelen Osmanlı yayılmasını çok uzun bir süre

en önemli tehdit olarak görmüştür. Osmanlı Đmparatorluğu’na karşı girişilen Haçlı

ittifakları bu tehdite karşı geliştirilen ortak çabanın bir sonucuydu.

Yine de yaygın bilinen biçimiyle, “Doğu Sorunu”, esas olarak Osmanlı

Đmparatorluğu’nun çöküş sürecine girmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, “Doğu

Sorunu, Osmanlı Devleti’nin gücünü kaybetmeye başlamasıyla birlikte, bulunduğu

bölgede ortaya çıkan otorite boşluğundan doğan sorunlara ve bu durumdan kendi

lehlerine sonuçlar çıkarmak isteyen Avrupa devletlerince yürütülen politikaların yol

açtığı gelişmelerin bütününe verilen addır”. 397

“Doğu Sorunu” birbiriyle bağlantılı iki farklı unsurdan kaynaklanan

gelişmelerin sonucudur:398

Sözkonusu iki unsurdan birincisi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun iç

dinamikleridir. Osmanlı Đmparatorluğu’nun, 17. yüzyılın başlarından itibaren siyasal,

ekonomik, askeri, kültürel vb. açılardan gerilemeye başlaması, merkezi otoritenin

zayıflamasına ve sosyal barışın bozulmaya yüz tutmasına neden olmuştur. Bu

397 Çağrı Erhan, Türk-Amerikan Đli şkilerinin Tarihsel Kökenleri , Ankara, Đmge Kitabevi, 2001, s.

245. 398 Ibid. , 245–246.

Page 203: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

198

yüzden, Đmparatorluğun parçalanma sürecine girmesine sebebiyet verecek iç dinamik

ortaya çıkmaya başlamıştır.

“Doğu Sorunu”nu ortaya çıkaran diğer unsur ise, dış dinamiklerdir:

Uluslararası sistemde 18. yüzyılın son çeyreğinde meydana gelen gelişmeler, “Doğu

Sorunu”nun ortaya çıkışında hayli etkili olmuştur. Rusya’nın 18. yüzyılın başından

itibaren Avrupa politikasının en önemli aktörlerinden biri haline gelmesi,

Đngiltere’nin hegemon bir dünya gücüne dönüşmeye başlaması, Fransa’nın eski

etkinliğini ve gücünü kaybetmesi ve Prusya’nın yükselişi gibi gelişmeler, “Doğu

Sorunu”nun ortaya çıkışına ve gelişimine etkide bulunmuştur. Avrupalı büyük güçler

küresel boyutta yürüttükleri mücadeleye paralel biçimde, Osmanlı Đmparatorluğu

üzerinden de güç yarışına girdiler. 19. yüzyılda çok daha açık bir biçimde ortaya

çıkacağı gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’yla ilgili gelişmeler ve meseleler Avrupa

diplomasisinin en önemli mesai alanlarından biri olmaya başlamıştır. Bunda en

önemli pay, hiç kuşkusuz Rusya’ya aittir. Şöyle ki:

18. yüzyılın başlarında, I. Petro yönetiminde büyük bir Avrupa gücü haline

gelmeye başlayan Rusya, komşuları Đsveç, Polonya ve Osmanlı Đmparatorluğu

aleyhine genişleme politikası izlemeye yöneldi.399 Rusya, izlediği genişleme

politikasında arzuladığı başarıyı 18. yüzyılın ilk yarısında yakalayamadıysa da,

Đsveç’le yapılan savaşlar sonucunda Baltık Denizi kıyılarının ele geçirilmesi gibi

önemli kazanımlar elde etti. Sözkonusu dönemde, Rusya’nın Osmanlı

Đmparatorluğu’yla yapılan savaşlarda toprak kazançları sınırlı olsa da, Çarlık,

Osmanlı Đmparatorluğu için gelecekte en büyük tehdit olacağının sinyallerini

vermeye başladı. Nitekim, daha 1730’lardaki Çariçe I. Katerina devrinde, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun tamamen yok edilerek, Osmanlı Ortodoks halklarının Rus Kilisesi

399 Stephen J. Lee, “Onsekizinci Yüzyılda Rus Dış Siyaseti”, Avrupa Tarihinden Kesitler: 1494–

1789, Çev: Ertürk Demirel, Ankara, Dost Kitabevi, 2002, s. 225–226.

Page 204: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

199

ve Çarlığı etrafında bağımsızlıklarını kazanması düşüncesi dile getirilmeye

başlandı.400

Fakat, Rusya’da Osmanlı Đmparatorluğu’nun paylaşılması yönündeki

düşüncelerin çok açık bir biçimde vurgulanması ve bu yönde bir politika izlenmeye

başlanması esas itibariyle 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında olmuştur. “Doğu

Sorunu”ndan sözedilmeye başlanması da bu savaşın hemen ertesinde olacaktır. Bu

husus, Rusya’nın “Doğu Sorunu”nun ortaya çıkışındaki ve gelişimindeki asli rolünü

göstermektedir.

1768–1774 Savaşı’nda, Osmanlı Đmparatorluğu’nun çok ağır bir yenilgi

alması, Osmanlı gücünün büyük bir zafiyet içinde olduğunu göstermiştir. Bu da,

Rusya ve Avusturya’nın topraklarını Osmanlı Đmparatorluğu aleyhine genişletme,

hatta Osmanlı Đmparatorluğu’nu tamamen ortadan kaldırma “cüretini” göstermeye

başlamasına neden olmuştur. Avusturya, Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya arasındaki

savaşa iştirak etmediyse de, 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması’nın

imzalanmasının hemen ardından bir “oldu bitti” yaratarak Osmanlı toprağı olan

Bukovina’yı ele geçirmiştir. Babıâli de bu “oldu bitti”yi kabul etmek zorunda kalmış,

iki ülke arasında 1775’de imzalanan bir antlaşmayla, Bukovina’nın Avusturya

tarafından ilhakı tanınmıştır.

Rusya ve Avusturya, Bukovina’nın ele geçirilmesiyle başlayan dönemde,

Osmanlı Đmparatorluğu’na karşı müttefik olarak hareket etmişlerdir.401 Rusya ve

Avusturya arasındaki ittifakın amacı, Osmanlı Đmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak,

ya da en azından topraklarından daha büyük parçalar koparmak olacaktır. Aynı

400 Albert Sorel, The Eastern Question in the Eigteeenth Century, New York, Howard Fertig, 1969,

s. 9. 401 Sander, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü, s. 143.

Page 205: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

200

dönemde iki ülkenin Polonya’nın paylaşılması meselesinde de anlaşma sağlamaları,

aralarındaki ittifakı daha da kolaylaştırmıştır.

Avusturya, Osmanlı Đmparatorluğu’ndan daha büyük parçalar koparılması

konusunda Rusya’yla ortak hareket etse de, Osmanlı Đmparatorluğu’na karşı radikal

teklifler hep Rusya’dan gelmiştir. 1782’de, Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya

arasında Kırım meselesi nedeniyle ilişkiler gerginleşirken, Rusya Avusturya ile olan

ittifakını daha da sağlamlaştırmıştı. Đttifakla ilgili temaslar sırasında, dönemin Rus

Çariçesi II. Katerina tarafından ortaya atılan Osmanlı Đmparatorluğu’nun

paylaşılması projesi, Rusya’nın “Doğu Sorunu”na verdiği anlam açısından önemlidir.

“Grek Projesi” olarak bilinen ve Avusturya Đmparatoru II. Joseph’e sunulan öneri,

Osmanlı topraklarının büyük bir bölümünün Rusya ve Avusturya tarafından

paylaşılmasına dayanmaktaydı. Projeye göre, sadece Osmanlı Đmparatorluğu’nun

Rum nüfusunun yaşadığı yerleri değil, aynı zamanda Bulgaristan, Trakya,

Makedonya ve Đstanbul’u da kapsayan ve Rus Kraliyet ailesinden Grandük

Konstantin’in hükümdar olacağı bir Yunan Đmparatorluğu kurulacaktı. Rusya, Bug

ve Dinyester nehirleri arasındaki toprakları alacak, Eflak ve Boğdan ise Rus

etkisinde bağımsız devletler haline gelecekti. Avusturya ise, Eflak Eyaleti’nin batı

kısmını, Sırbistan’ın Belgrad dahil olmak üzere önemli bir bölümünü ve Adriyatik

kıyısındaki bazı bölgeleri alacaktı.402

II. Katerina’nın teklifi, II. Joseph tarafından ilke olarak kabul edildiyse de,

Avusturya -Prusya faktörü nedeniyle- bu konuda önemli bir adım atmaktan çekindi.

Prusya’nın Osmanlı Đmparatorluğu’yla ili şkilerini geliştirmeye başlaması ve

Avusturya’nın Prusya’ya karşı destek aldığı Fransa’nın “Grek Projesi”ne sıcak

402 Mathew Smith Anderson, Doğu Sorunu 1774–1923: Uluslararası Đli şkiler Üzerine Bir

Đnceleme, Çev: Đdil Eser, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2001, s. 28.

Page 206: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

201

bakmayacağının bilinmesi, II. Joseph’i ihtiyatlı bir politika izlemeye mecbur

bırakmaktaydı.

1783’de Kırım meselesi nedeniyle Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya bir

savaşa giderken, Avusturya verdiği ültimatomla Babıâli’nin Rus tarafının isteklerini

kabul etmesi gerektiğini bildirmiş ve aksi halde olası bir savaşta Avusturya’nın

Rusya’yı “aktif bir biçimde” destekleyeceğini vurgulamıştı. Babıâli, Avusturya’nın

ültimatomunun da büyük etkisiyle Rusya’nın isteklerini kabul etmek zorunda

kalmıştı.403

Rusya ve Avusturya arasındaki -Osmanlı Đmparatorluğu’na yönelik- ittifak,

1787’de başlayan Osmanlı-Rus savaşında bir kez daha uygulamaya sokuldu.

Avusturya savaşın başlamasından yaklaşık 6 ay sonra, 1788’de Osmanlı

Đmparatorluğu’na karşı savaşa girdi. Avusturya ve Rusya’nın Osmanlı

Đmparatorluğu’na büyük bir darbe daha indirme hesapları, 1789’da Fransız

Devrimi’nin bütün dengeleri değiştirmesi nedeniyle tutmadı.

“Doğu Sorunu” nun ortaya çıkışını sağlayan Rusya-Avusturya ittifakı,

1792’de sona erdi. Đttifakın sona ermesinde, Avusturya’nın Fransız Devrimi’nin

etkisiyle iç ve dış sorunlara odaklanmak zorunda kalmasının, II. Joseph’in yerine

tahta çıkan II. Leopold’un dış politikayı değiştirmesinin ve Rusya ile Avusturya

arasında Balkanlar üzerinde rekabetin tedrici bir biçimde başlamasının rolü vardı.

Bundan sonra, 18. yüzyılın son on yılından itibaren, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun yıkıldığı 20. yüzyılın başlarına kadar, “Doğu Sorunu”nu

gündemde tutacak temel güç Rusya olacaktır. Rusya sürekli olarak, (1830’larda

ortaya çıkan Kavalalı Mehmet Ali Paşa ayaklanması gibi istisnalar haricinde) “Doğu

403 Ibid. , s. 30.

Page 207: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

202

Sorunu”nun Osmanlı Đmparatorluğu’nun paylaşılması ve ortadan kaldırılması yoluyla

çözülmesini talep edecektir.

“Doğu Sorunu”nun Avrupa diplomasisinin en önemli meselelerinden biri

haline geldiği yukarıda belirtilmişti. Rusya’nın “Doğu Sorunu”nu istediği biçimde

çözememesinin en önemli nedeni de, sorunun niteliği ve çözümü hususunda büyük

güçler arasındaki anlaşmazlıklardı. Anlaşmazlığın ortasındaki zıt eğilimli ülkeler ise,

Rusya ve Đngiltere’ydi. Đngiltere, Rusya’nın aksine “Doğu Sorunu”nun çözümünü

Osmanlı Đmparatorluğu’nun paylaşılmasında ve ortadan kaldırılmasında görmüyordu.

Bilakis Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü korunmalıydı.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması ilkesinin Đngiliz

dış politikasına yerleşmesi esasen 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkan bir gelişmedir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun geleceği konusunda Đngiltere ve Rusya arasındaki

anlaşmazlık da aynı dönemde ortaya çıkmıştır.

Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma

politikası, temelde ekonomik etkenlerle ilgilidir:

Đngiltere, 18. yüzyılın son çeyreğine kadar ticari faaliyetlerini temelde

Atlantik Okyanusu üzerinden yürütmekteydi. Akdeniz havzası ve Osmanlı

Đmparatorluğu ile yapılan ticaret ise, Đngiliz dış ticaretinin bütününde çok küçük bir

yere sahipti.404 Zaten, Fransa Akdeniz ticaretini 16. yüzyıldan beri elinde tutmakta ve

bölgeye yeni aktörlerin girmesini engellemeye çalışmaktaydı. Bu nedenle, 1780’lerin

404 Đngiltere Kralı III. George 1760’ta tahta çıktığında, Osmanlı Đmparatorluğu ile Đngiltere arasındaki

ticaret en düşük düzeye inmişti. Ali Đhsan Bağış, “III. George Döneminde Đngiltere’nin Osmanlı

Đmparatorluğundaki Ekonomi Siyaseti”, Türk- Đngiliz Đli şkileri: 1583–1984 (400. Yıldönümü),

Ankara, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985, s. 43. Osmanlı

Đmparatorluğu ile Đngiltere arasındaki ticaretin 18. yüzyıldaki gerilemesi ve bunun nedenleri için bkz:

Alfred C. Wood, History of Levant Company, 2. ed., London, Frank Cass, 1964, s. 134-178.

Page 208: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

203

sonuna kadar hiçbir Đngiliz hükümeti Yakındoğu’ya ciddi bir ilgi göstermemişti.405

Đngiltere, Rusya’yla Baltık üzerinden yaptığı ticarete, Osmanlı Đmparatorluğu’yla

Akdeniz yoluyla yürüttüğü ticarete nazaran çok daha büyük önem vermekteydi.

Đngiltere ve Rusya arasındaki ilişkilerin 18. yüzyıl boyunca hayli sıcak olmasında

sözkonusu hususun çok büyük etkisi vardı.

Akdeniz ticaretinin Đngiltere açısından önem kazanması 18. yüzyılın son

çeyreğinde ortaya çıkan gelişmeler nedeniyle olmuştur:

Đngiltere’nin 18. yüzyıl ortalarında Hindistan’a sadece ticari olarak değil aynı

zamanda siyasi ve askeri anlamda da yerleşmesi Đngiliz Đmparatorluğu’nun ağırlık

merkezini Atlantik’ten Hint Okyanusu’na kaydırmıştı.406 Buna ek olarak;

Đngiltere’nin 1756–1763 Yedi Yıl Savaşları’nda Fransa’yı yenerek Akdeniz

havzasına girebilmek için en önemli engeli bir ölçüde aşabilmesi, 1774–1776

Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda alınan yenilgi nedeniyle Atlantik ticaretinin darbe

alması ve Sanayi Devrimi nedeniyle artan pazar ve hammadde ihtiyaçları, Akdeniz

havzasının -dolayısıyla Osmanlı Đmparatorluğu’nun- önemini arttıracaktır.

Belirtilen genel etkenler yanında, daha özelde Đngiltere ve Rusya arasındaki

ili şkilerin eski sıcaklığını kaybetmeye başlamasının da, Đngiltere’nin bölgeye

ilgisindeki artışta etkili olduğu görülmektedir. Rusya’da 1762’de tahta çıkan II.

Katerina’nın, daha pragmatik bir dış politika izlemeye karar vermesi, bu doğrultuda

Rusya’nın ittifaklar konusunda daha esnek bir tutum benimsemesi407 Đngiltere’yle

ili şkileri etkilemiştir. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında Avrupa’nın bütün

denize kıyıdaş devletlerinin Đngiltere’ye karşı tavır alarak “silahlı tarafsızlık” içine

405 Anderson, Doğu Sorunu, s. 35. 406 P. J. Marshall, “The British in Asia: Trade to Dominion, 1700–1765”, The Oxford History of the

British Empire, The Eigteenth Century, P. J. Marshall(ed), New York, Oxford University Press,

2001, s. 487 407 Lee, “Onsekizinci Yüzyılda Rus Dış Siyaseti”, s. 231.

Page 209: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

204

girmeleri ve bu politikanın Rusya tarafından da benimsenmesi, Đngiliz ileri gelenleri

arasında egemen olan “Rusya’nın Đngiltere’nin doğal müttefiki olduğu” düşüncesinin

ortadan kalkmasına yol açmıştır.408 Özellikle, Rusya’nın Đngiltere’yle 1766’da

imzaladığı 20 yıl süreli ticaret anlaşmasını 1786’da yenilememesi ve Fransa’yla “en

çok gözetilen ülke ilkesi”ne dayalı bir ticaret anlaşması imzalaması409 Đngiltere’nin

ileri gelen çevrelerinde sıkıntı yaratmıştır. Rusya’nın, 1774 Küçük Kaynarca ve 1783

Aynalıkavak Antlaşmaları’yla Karadeniz’de ticaret yapma hakkını kazanması

sonucunda Đngiltere’ye ihtiyacının azaldığı, Đngiliz hükümetince gözlenmiştir.

Aynı dönemde, Đngiliz tüccarları Osmanlı pazarının önemine işaret eden

görüşleri ihtiva eden raporlarını Đngiltere hükümetine iletmeye başlamışlardır.

Raporlarda, Osmanlı ülkesinin Đngiltere’nin ticareti açısından önemli olduğu,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun kapitülasyon politikasının Đngiliz tüccarları bakımından

büyük bir fırsat yarattığı gibi unsurların yanısıra, Rusya’nın Osmanlı topraklarını ele

geçirmesi halinde sahip olacağı kaynaklarla Đngiltere’nin dünya üzerindeki ticari

hâkimiyetine büyük bir tehlike oluşturacağı hususları da yer almaktaydı.410

Đngiliz tüccarlarından gelen bu yöndeki raporların da etkisiyle Đngiltere’nin

dış politikasındaki değişimin ilk işaretleri ortaya çıkmaya başladı. 1784’de,

Đngiltere’de başbakanlık görevine gelen William Pitt, başlarda Amerikan Bağımsızlık

Savaşı’nın yarattığı olumsuzluklar nedeniyle ülkenin iç meseleleriyle ilgilenmeye

öncelik verdi ve Rusya’yla iyi ilişkileri sürdürme doğrultusundaki geleneksel Đngiliz

dış politikasını sürdürdü. Ancak, Pitt 1780’lerin sonuna doğru bu politikayı

değiştirmeye başladı. Faaliyetleri Đngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından da hararetle

408 Anderson, Doğu Sorunu, s. 36. 409 Ali Đhsan Bağış, “Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun Toprak Bütünlüğü Politikası ve Türk

Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan

Tebliğler 15-17 Ekim 1997, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999, s. 46. 410 Ibid. , s. 46–47.

Page 210: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

205

desteklenen Đstanbul’daki Đngiliz elçisi Sir Robert Ainslie, 1787–1792 Osmanlı-Rus

Savaşı’nın hemen öncesinde, savaş açılması konusunda Babıâli’yi cesaretlendirmişti.

Ayrıca, Đngiliz Hükümeti, 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ndakinin aksine, Rus

donanmasına Baltık Denizi’nden Akdeniz’e gitme konusunda yardım etmeyi de

reddetmişti.411

Sözkonusu gelişmelerin ardından, Đngiltere’nin Rusya’ya karşı açık bir

biçimde tavır alması da gecikmedi. Rus yayılmacılığına ilk açık karşı çıkış 1791

yılında ortaya çıkan “Ochakov sorunu” nedeniyle gerçekleşmiştir: Ochakov, Bug ve

Dinyester nehirlerindeki ticareti kontrol etme açısından büyük önem taşıyan ve

1788’de Rus kuvvetleri tarafından ele geçirilen bir Polonya kalesiydi. Rusya, kalenin

düşürülmesiyle Doğu Avrupa ve Karadeniz ticaretini ele geçirme yönünde çok

önemli bir adım atacaktı. Bu durumun Rusya’yı Đngiltere aleyhine çok

güçlendireceğini düşünen Đngiliz Hükümeti, Rus yönetimine kalenin terk edilmesini

içeren bir ültimatom gönderdi.412

Başbakan Pitt’in 1791 ilkbaharında Rusya’yla ilişkilerin bozulmasına yol

açan kuvvet kullanma tehdidi, o dönemde Đngiliz kamuoyu tarafından eleştirildi ve

Pitt de verdiği ültimatomu geri almak zorunda kaldı. Ancak, sözkonusu ültimatom

Đngiltere’nin Rusya’ya ve Osmanlı Đmparatorluğu’na yönelik politikası açısından

önemli bir aşamaya geçişi ifade etmektedir.

411 Anderson, Doğu Sorunu, s. 36. 412 Ibid. , s. 36–38. Đngiliz hükümetinin Rus yayılmasından endişelenmeye başlamasının altında yatan

temel etkenlerden biri de, Đngiltere’nin 18. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa güç dengesi sisteminde

oynamaya başladığı “dengeleyici” roldür. Fransa’nın Avrupa üzerinde hegemonya kurmasını

engellemek amacıyla büyük bir Avrupa koalisyonu kurmayı başaran Kral Oranj’lı William

yönetimindeki Đngiltere, Avrupa devletler sistemi içindeki dengeleyici rolünü sürdürmüş, Avrupa’da

herhangi bir gücün etkisinin artmasına karşı önlemler almayı dış politikasının temel ilkelerinden biri

haline getirmişti. Henry Kissinger, Diplomasi, 3. B., Çev:Đbrahim H. Kurt, Đstanbul, Türkiye Đş

Bankası Kültür Yayınları, 2002, s. 63-64. Rus yayılmasının engellenmesi, sözkonusu dengeleyici

rolün bir gereğiydi.

Page 211: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

206

Gerçi, Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma

politikasının 1791’de başladığını ileri sürmek çok da doğru olmayacaktır. Çünkü,

Osmanlı Đmparatorluğu’na yönelik Đngiliz politikası, 19. yüzyılın başlarından itibaren

Palmerston, Canning ve Disraeli gibi başbakanlar tarafından izlenen politikalarla

gerçek anlamını bulacaktır. Buna rağmen, Đngiltere’de 18. yüzyılın sonundan itibaren

Rusya’ya yönelik bir güvensizliğin ortaya çıktığını ve Đngiliz hükümetinin

Yakındoğu ile o zamana kadar hiç olmadığı kadar ilgilenmeye başladığını söylemek

yerinde olacaktır. 413

b)Đç Etkenler

i)Đmparatorluğun Çöküş Sürecine Girmesi

—Güçsüzlüğün Farkına Varma:1768 Öncesi Barış Politikası

16. yüzyılın sonlarından itibaren hasımları karşısındaki mutlak üstünlüğünü

kaybetmeye başlayan Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış politikası 18. yüzyılda tedrici

bir değişim yaşamıştır. Đmparatorluğun eski gücünü kaybettiği gerçeğinin Osmanlı

yöneticileri tarafından kabulüne dayanan yeni dış politika, esas olarak statükonun

korunmasına yönelikti. Đmparatorluğun güçsüzlüğü de, statükonun korunmasının

sadece askeri güçle değil aynı zamanda diplomasiyle de yapılmasını zorunlu

kılıyordu. Diplomasi statükonun korunmasının dolayısıyla barışın korunmasının en

önemli aracı haline gelmekteydi.

Daha önce de belirtildiği gibi, 18. yüzyılın Osmanlı Đmparatorluğu açısından

en barışçı yüzyıl olması bu yargıyı desteklemektedir. Özellikle 1739 Belgrad 413 Anderson, Doğu Sorunu, s. 39. 1791 krizini Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak

bütünlüğünü koruma politikasının “başlangıcı” olarak gören yazarlar da bulunmaktadır. Örneğin,

Süleyman Kocabaş, Türkiye ve Đngiltere: Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar , Đstanbul,

Vatan Yayınları, 1985, 18–19. ve Rlfkı Salim Burçak, Türk-Rus-Đngiliz Münasebetleri (1791-1941),

Đstanbul, Aydınlık Matbaası, 1946, s. 13.

Page 212: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

207

Antlaşması’yla girilen ve 1768’e kadar devam eden dönem, imparatorluk tarihindeki

en uzun barış dönemi olmuştur. Bu durum sadece Osmanlı Đmparatorluğu’nun temel

hasımları olan Rusya ve Avusturya’nın, Avusturya Taht Savaşları (1740–1748) ve

Yedi Yıl Savaşları (1756–1753) ile meşgul olmalarından kaynaklanmamaktadır.

Sözkonusu dönemde iş başına gelen Osmanlı sadrazamlarının çoğu imparatorluğu

savaşlardan uzak tutma yönünde kararlı bir politika izlemişlerdir. Savaşlara

katılmama politikası sadece Batılı güçlere karşı değil, Osmanlı’yla benzer bir

gerileme süreci yaşayan Đran’a yönelik olarak da kararlılıkla izlenmiştir.414

Barış politikası kendisini iki boyutta göstermektedir:

-Osmanlı Đmparatorluğu’nun savaşa girmemesi.

-Osmanlı Đmparatorluğu’nun, kendisini savaşa sokacak ya da sokabilecek

ittifaklara girmemesi.

18. yüzyılın en önemli sadrazamlarından olan Koca Ragıp Paşa, barış

politikasının önde gelen savunucularından biridir. 1736–1739 Osmanlı-Rus Savaşı’nı

bitiren Belgrad Antlaşması görüşmelerinde Mektupçu ünvanıyla görev yapan Koca

Ragıp Paşa, diplomasiyle ilgilenmesi (müzakerecilik yapması ve yabancı

diplomatlarla temasları) nedeniyle bu alanında önemli bir birikime sahipti. Bu

özelliği 1741’de Reisülküttap’lığa getirilmesinde büyük rol oynamıştı.415 Sultan’ın

kızkardeşiyle evlenerek Saray içindeki konumunu daha da sağlamlaştıran Koca

Ragıp Paşa, ölümüne kadar Osmanlı devlet yönetiminde çok etkili olmuştur. Sahip

olduğu güç ve etkinlikle, kendisi gibi reformist olan Damat Đbrahim Paşa’yla

benzeşmekteydi.

414 Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, C. I., s. 334. 415 Virginia Aksan, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı: Ahmed Resmi Efendi (1700–

1783), Çev:Özden Arıkan, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997, s. 16.

Page 213: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

208

Koca Ragıp Paşa ve benzer görüşlere sahip hacegan mensupları, askeri ve

mali vaziyeti düzeltmeden savaşlara katılmanın imparatorluğu çok olumsuz

durumlarla karşı karşıya bırakacağının bilinciydiler. Koca Ragıp Paşa’nın, savaş

yanlısı olan III. Mustafa’yı birçok kez engellediği bilinmektedir. Cevdet Paşa,

Sadrazam’ın, savaşa katılmak isteyen III. Mustafa’ya şu şekilde uyardığını

belirtmektedir:416

“Büyük Devletimiz zaferler kazanmışken harbin ve birçok büyük

olayların geçmişi yabancıların gözünde korkacakları kadar vardır. Ancak

şimdiki halde zaferden yoksun olup muharebe sırasında burası herkesce

bilindiğinden düşman anlarsa hal müşkül ve dönülmez olur, hemen askere

nizam verilsin de, sonra bu davranışlara düşülsün (…)”

1763’te ölen Koca Ragıp Paşa’nın halefi olan Hamid Hamza Paşa da aynı

doğrultuda bir politika izlemiştir. O sırada Prusya’nın ittifak teklifine neden olumlu

cevap verilmediğini soran Padişah III. Mustafa’ya cevabı ilgi çekicidir.417 Söz

konusu cevap, Osmanlı yöneticilerinin, devletin içindeki olumsuz durumun, savaşta

başarı kazanacak bir güce sahip bulunmadığının ve bu yüzden barışın korunmasının

Osmanlı Devleti için bir zorunluluk olduğunun ne kadar farkında olduklarını

gösteren bir başka örnektir:

“Ve Prusyalu’nun ittifakında olan mahzurların had ü hasrı [hadd-i

hesabı] olmayıp bizim düşmanlar ile mukabaleye kudretimiz ne derecede

idüğü malûm. Cümlesi birlik olup bahren adalar ve berren memâlik-i

hüsrevaniyi taksim niyetinde olmalarından ve neticesinde Allah göstermesin

mülk-i mevrûs-ı şahânenin düşman eline gideceği mülâhazasından havf

olunur; kulları ve cümleten, ittifakı istihsan etmeyip (yani müttefikân Prusya

ile ittifaka karar vermeyip) mücerred şer’in hilafına söz söylemekten hazar

eylemiş olduğumuzu tekrar huzûr-ı hüsrevaniyi arz ve beyan ederiz (…)”

416 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s. 77. 417 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. IV., s. 349-350, dipnot 1.

Page 214: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

209

Avrupa ittifaklar sisteminden uzak kalma kaygısı 1750’ler ve 1760’larda

izlenen dış politikada çok etkili olmuştur. Prusya’nın, Rusya ve Avusturya’ya karşı

ittifak teklifleri, dönemin Osmanlı padişahı III. Mustafa’nın Prusya yanlısı çizgisine

rağmen kabul görmemiştir. Prusya ile yapılan görüşmelerde Osmanlı yöneticileri

diplomatik ustalık göstermişlerdir. Görüşmelerde ittifak teklifi kabul edilmemekle

birlikte açıkça reddedilmemiş, Prusya Kralı Büyük Frederick’e gönderilen cevapta

“iki tarafa hayırlı olan bazı maddelerin mahzurdan âri olacak şekilde derc ve ilhakı

muvafık olduğu kaydıyle nameye kapalı ve mübhem bir ibare kaydolunmuştur.” 418

Ayrıca, önerilen ittifak yerine bir ticaret ve dostluk antlaşmasının imzalanmasının

daha iyi olacağı belirtilmiştir. Sonuçta, 1761 Temmuz’unda bir iki ülke arasında bu

yönde bir antlaşma imzalanmıştır. 419

Sadrazam Koca Ragıp Paşa’nın ve haleflerinin kararlılıkla izlediği barış

politikası, Osmanlı yüksek bürokratlarının önemli sayıdaki bir bölümü tarafından da

desteklenmekteydi. Buna mukabil, Sadrazam’ın ve taraftarlarının siyasal muhalifleri,

Osmanlıların savaşa girmesini istemekteydi. Koca Ragıp Paşa’nın ölümünden sonra

savaş yanlılarının etkinliklerini arttırmaları, Osmanlı Đmparatorluğu’nu büyük

yıkımla sonuçlanacak bir savaşın içine sokacaktır.

418 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 346. 419 Kinross, 1761 Antlaşması’nı Ragıp Paşa’nın Avusturya ve Rusya’ya karşı denge arayışının bir

ürünü olarak görmektedir. Kinross’a göre, Koca Ragıp Paşa sözkonusu antlaşmayı ileride bir ittifaka

dönüştürmek için imzalamıştır. Kinross, The Ottoman Centuries, s. 394. III. Mustafa’nın ve Prusya

Elçisi’nin tüm ısrarına rağmen, Koca Ragıp Paşa’nın bu antlaşmayı Osmanlı Đmparatorluğu’nu savaşa

sokacak bir ittifaktan kaçınmak için bir ortayol çözümü olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bu

doğrultuda bir görüş için bkz: Kemal Beydilli, Büyük Frederick ve Osmanlılar: XVIII. Yüzyılda

Osmanlı-Prusya Münasebetleri, Đstanbul, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1985,

s. 55.

Page 215: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

210

-“Doğu Sorunu”nunYarattığı Kırılma

Osmanlı Đmparatorluğu’nun tarihinde büyük bir dönüm noktası olan Küçük

Kaynarca Antlaşması, 1768–1774 Osmanlı-Rus savaşını sona erdirmiştir. Sözkonusu

savaş Osmanlı Đmparatorluğu’nun yaklaşık 30 yıldır tutarlı bir biçimde izlemeye

çalıştığı “statükonun ve barışın korunması” politikasına aykırı ilk ve en önemli

gelişmedir:

Aslında, 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı yöneticilerinin savaş

çıkarma isteklerinin sonucu değildir. En azından Osmanlı yönetici elitinin önemli bir

bölümünün isteği bu yönde olmamıştır. Osmanlılar Lehistan meselesi nedeniyle

çıkan savaşa adeta sürüklenmişlerdir. Fakat, başta Sultan III. Mustafa olmak üzere

Osmanlı yönetici elitindeki savaş yanlısı grup, Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya

arasında çıkan bunalımı kullanarak, savaş yanlısı politikalarının benimsenmesini

sağlamışlardır. Böylece barış yanlısı grup ve uzun bir zamandır Osmanlı dış

politikasının saptanmasında belirleyici olan görüşleri, bir süreliğine etkisini

kaybetmiştir. Şimdi, Savaş’a varan gelişmelere biraz daha yakından bakalım:

Osmanlı Đmparatorluğu’nun barışçı dış politikasında değişim yaratan süreç,

Lehistan’ın Prusya ve Rusya tarafından işgal edilmesiyle başlamıştır.

1764’te Avusturya’nın onayını alan Prusya’nın ve Rusya’nın Polonya’yı işgal

etmeleri ve bu ülkede kukla bir yönetim kurmaları Osmanlıların tepkisine yol açtı.420

Osmanlı yöneticileri Polonya’nın paylaşılması üzerine başlangıçta Rusya’ya karşı

temkinli bir politika izledi. Bunun temel sebebi, sadarette bulunan Koca Ragıp

420 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 365. Osmanlılar 16. yüzyılın ikinci yarısından

itibaren, Lehistan Krallığına seçilecek olan kişilerin Avusturya ya da Rusya’nın desteklediği kişiler

olmamasına yönelik bir politika izlemekteydiler. Osmanlı Devleti bu politikasında hayli başarılı da

olmuştu. Özellikle, Rusya’nın Lehistan’ın içişlerine karışması önlenmeye çalışılmaktaydı. Nitekim,

1711 tarihli Prut Antlaşması’na Osmanlıların ısrarıyla, Rusya’ya Lehistan’ın içişlerine karışmamaları

yükümlülüğü getiren bir hüküm konulmuştu.

Page 216: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

211

Paşa’nın, barış yanlısı politikada ısrar etmesiydi. Koca Ragıp Paşa’nın savaş yanlısı

III. Mustafa’nın bu yöndeki isteğine verdiği cevap, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

gücünü kaybettiğinin ve bu yüzden barış politikası izlemesi gerektiğinin Osmanlı

elitindeki bir grubun nasıl da farkında olduğunu göstermesi bakımından dikkat

çekicidir:421

“Devlet-i aliyeniz eskiden beri yapmış olduğu savaşlarda bir muharip

aslan olduğunu düşmanlarına göstermiştir. Fakat şimdiki halde tırnakları

aşınmış olup muharebe esnasında düşman bu halini anlarsa vaziyet müşkil

olur, askere nizam verdikten sonra bu iş düşünülsün.”

Osmanlı Đmparatorluğu’yla Rusya arasındaki bunalım sürerken vefat eden

Koca Ragıp Paşa’nın yerine geçen Muhsinzade Mehmet Paşa da barışın korunması

yanlısıydı. Muhsinzade Mehmet Paşa, Osmanlı yönetici elitindeki savaş yanlısı gruba

direnmekte, Rusya gibi büyük bir devlete hazırlıksız savaş ilan edilmesinin büyük

sıkıntılar doğuracağını belirtmekteydi. Bu sırada, Lehistan’dan kaçan Rusya karşıtı

Bar Konfederasyonu mensuplarını izleyen Rusların Osmanlı topraklarına girerek

Lehlileri ve Müslümanları öldürmeleri savaş yanlısı gruba istediği fırsatı verdi. Bu

olaylar gelişirken, Sadrazam Muhsinzade Mehmet Paşa’yı barış yanlısı

politikalarıyla destekleyen Şeyhülislam Veliyüddün Efendi’nin ölmesi ve yerine

savaş yanlısı Pirizade Mehmet Molla’nın geçmesi, savaş yanlısı grubu daha da

güçlendirdi. Savaş yanlıları Sadrazamı “korkaklıkla” suçlayarak III. Mustafa

tarafından azledilmesini sağladılar.422

Savaş yanlısı grup halk arasında da propaganda faaliyetinde bulunuyordu.

Özellikle Leh sığınmacılara karşı halkta uyanan ilgi, savaşa girilmesinin Đstanbul

halkı tarafından da desteklenmesini sağladı ve savaş yanlısı grup kamuoyunun

421 Ibid. , s. 366. 422 Ibid. , s. 367-368.

Page 217: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

212

desteğini alarak durumunu daha da kuvvetlendirdi. Dönemin önemli şahsiyetlerinden

olan Ahmet Resmi Efendi savaş yanlısı grubun propagandasıyla ilgili gözlemlerini şu

şekilde aktarmaktadır:423

“Otuz seneden beru sulh u mütâreke müstemirr olmak [barış ve silah

bırakışması sürdüğünden] takribi ile evvelki cenkleri görmüş tekellüme kâdir

[konuşabilecek] âdem kalmadığından gayrı, mevcud olanlar dahi sakalı

değirmende ağartmış tecrübeden bi-nâsib, encâm-ı kârı [işin sonunu]

mülâhazadan behresi olmayup [nasibini almamış] gün bu gündür dimeğe

alışmış kurnazlar, seferi seyre gitmek gibi zann idüp, ne güçlük var

meydanda, düşman yok, muhasara olunacak kal’a yok, üç ayda gider, üç ayda

gelürüz, mansıb [makam] alur, pâye kat ideriz, lillahilhamd asker çok, hazine

çok, bir ye’s yok diyerek yeleklenüp padişahı tergib [isteğe yöneltip] ve

himmetine imdad ider oldular”

Đçerideki savaş yanlısı grubun yanısıra dışarıdan da bu yönde etkiler

gelmekteydi. Bu dış etkinin kaynağı Fransa’ydı. Fransa’nın Osmanlıları Rusya’ya

karşı savaşa sokma çabaları daha da öncelere dayanmaktaydı. Yedi Yıl Savaşları

(1756–1763) sırasında Đstanbul’da bulunan Fransız Büyükelçisi Vergennes,

Osmanlıları Rusya ve Avusturya’ya karşı savaşa sokmaya çalışmıştı.424 Fransa’nın o

dönemdeki çabaları başarılı olmasa da, yaklaşık 10 yıl sonra Fransız Dışişleri Bakanı

Choisel, Osmanlıları Rusya’ya karşı kullanma politikasını yeniden uygulamaya

koydu. Yedi Yıl Savaşları’nın intikamını almak için Đngiltere’yle mücadeleyi tekrar

başlatma niyetinde olan Choisel, Đsveç’i, Lehistan’daki Bar Konfederasyonu’nu ve

Osmanlı Đmparatorluğu’nu, Avusturya ve Rusya’nın dengelenmesi için kullanmayı

planlamaktaydı. Avusturya ve Rusya, oluşturulması planlanan Fransa yanlısı ittifakla

uğraşmak zorunda kalacağından Đngiltere’ye yardım edemeyeceklerdi. Choisel,

423 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 123. 424 Sorel, The Eastern Question, s. 20.

Page 218: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

213

büyükelçilik görevini yerine getirmeye devam eden Vergennes’e Osmanlı’yı

Rusya’ya karşı harekete geçirmek amacıyla, Osmanlı Sarayı’nda faaliyetlerde

bulunma görevi vermişti. Ayrıca Vergennes’in emrine bu amaçla kullanılmak

amacıyla 3 milyon lira para da tahsis edilmişti.425

Vergennes’in bu yöndeki çabaları başlangıçta çok etkili olmadıysa da426,

yukarıda belirtilen dinamikler Osmanlıların Fransa’nın isteğine uygun olarak savaşa

girmesine neden oldu. Savaş yanlısı grubun halk tarafından da desteklenmesi

sonucunda, Osmanlı-Rus Savaşının fitili ateşlendi. Padişah huzurunda 4 Ekim

1768’de yapılan bir toplantıda, Rusya’nın mevcut antlaşmalara aykırı davranmak

suretiyle barışı bozduğu tespit edilerek, Rusya’ya savaş açılması kararlaştırıldı.

Sözkonusu toplantıda, Muhsinzade Mehmet Paşa’nın yerine sadarete getirilen

Silahdar Mahir Hamza Paşa’nın ısrarıyla, savaş ilanından önce Rus sefirine bazı

teklifler yapılması ve ancak bunların reddi halinde savaşa gidilmesi kabul edildi.427

Sadrazam’ın Rus sefiri Alexio Obreskov’la yaptığı görüşmede, Osmanlı

tarafının istekleri kendisine iletildi. Bu istekler, Rusya’nın Lehistan’dan çekilmesi,

Rusya’nın Lehistan’ın içişlerine karışmaması ve Osmanlı Đmparatorluğu’yla yaptığı

antlaşmalara sadık kalması ve Danimarka, Prusya, Đngiltere ve Đsveç hükümetlerinin

kefalet vermesi hususlarını içeriyordu. Yapılan görüşmede Rus sefirinin sadece

425 Ibid. , s. 24–25. 426 Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rusya’ya savaş ilanında Vergennes’in Osmanlı Sarayı’nda yürüttüğü

faaliyetlerin de payı vardır. Vergennes’in faaliyetleri, 18. yüzyılda Đstanbul’da bulunan yabancı

elçilerin Osmanlı dış politikasında hayli önem kazandıklarını göstermesi bakımından önemlidir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, Đstanbul’daki mukim yabancı elçiler, 16. yüzyılın başlarından itibaren,

Osmanlı diplomasisinde etkili olmaya başlamışlardır. Yabancı elçilerin Osmanlı Đmparatorluğu’yla

Avrupalı devletler arasında arabuluculukla başlayan etkinlik kazanma süreci, zamanla karar verme

mekanizmasına etki edecek güce kavuşmaları derecesine kadar ulaşacaktır. 19. yüzyılda ise yabancı

elçilerin Osmanlı Đmparatorluğu’nun içişlerine bile müdahale etmelerinin sayısız örneği görülecektir. 427 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 368.

Page 219: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

214

zaman kazanmak istediğine hükmedilmesi sonucunda Rusya’ya savaş ilan edilmiş ve

1769 ilkbaharında ordunun sefere çıkması kararlaştırılmıştır. 428

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rusya’ya savaş ilan etmesi üzerine, Đngiltere

Kralı II. George III. Mustafa’ya 12 Kasım 1768’de gönderdiği bir mektupla, savaşı

önlemek amacıyla arabuluculuk teklifinde bulundu.429 II. George, sözkonusu

mektubunda, Rusların Lehistan’dan kaçan Lehlileri takip ederek Osmanlı

topraklarına girdikleri sırada vermiş oldukları zararın tazmin edilmesini

sağlayacağını belirtmekteydi. Rusya’yla savaş konusunda kararlı olan III. Mustafa,

Ocak 1769’da gönderdiği cevapta, bu teklifi memnuniyetle karşıladığını bildirmekle

beraber, Rusya’nın antlaşmalara aykırı davranışları ve Osmanlı topraklarındaki

eylemleri nedeniyle şer’an savaş ilanına karar verildiğini belirterek, (savaş ilanı ile

ilgili olarak çıkarılmış) fetvaya aykırı hareket edilemeyeceğini ileri sürmüş ve

bundan dolayı teklifi reddetmiştir. 430

Özellikle 18. yüzyılın başından itibaren, Avrupa devletlerinin arabuluculuk

tekliflerini kabul ederek, dış politika sorunlarını büyük bunalımlara ve savaşlara

sebebiyet verecek kadar tırmandırmama yolunu seçen Osmanlı yöneticilerinin savaş

politikasındaki kararlılıklarını göstermeleri, dış politika ve diplomasi anlayışlarındaki

değişimi yansıtması bakımından önemlidir. Buna mukabil, III. Mustafa’nın

Đngiltere’nin arabuluculuk teklifini “memnuniyetle” karşıladığını belirtmesi, Osmanlı

diplomasisinde Avrupalı güçlerin oynadıkları rolün ve kazandıkları önemin hayli

dikkat çekici bir örneğidir. Görüldüğü gibi, Osmanlı ricali Avrupa’yla ilişkilerinde

arabuluculuk gibi diplomatik yöntemleri benimsemiş, daha da önemlisi bunları

428 Ibid., s. 368-370. 429 Ibid., s. 370–371. 430 Ibid. , s. 371 dipnot: 2.

Page 220: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

215

kullanma alışkanlığını kazanmıştır. Bu da Osmanlı diplomasisindeki olgunlaşmayı

göstermektedir.

Osmanlı ordusunun, kararlaştırıldığı gibi 1769 ilkbaharında sefere çıkmasıyla

başlayan savaş, özellikle 1770 yılında ardı ardına alınan ağır mağlubiyetlerle kısa

sürede büyük bir bozguna dönüştü. Rus ajanlarının başlangıçta genel olarak

Balkanlar’da ve ertesi yıl özellikle Mora’da örgütlediği ayaklanmalar, Osmanlı

ordusunun Rus ordusu karşısındaki durumunu daha da zorlaştırmaktaydı. Rus

ordusunun 1770 ağustosunda Kartal’da kazandığı görkemli zafer sonucunda Eflak’ı

işgal etmesiyle, Bulgaristan üzerinden Đstanbul’a giden yol da Rusya’ya açılmış

oldu.431

Baltık’tan gelen ve Đngiltere’de ikmal yapan Amiral Orlov komutasındaki bir

Rus donanmasının Akdeniz’de görülmesi ve 1770 temmuzunda Çeşme’de Osmanlı

donanmasına çok ağır bir darbe vurması Osmanlı Đmparatorluğu açısından durumu

daha da kötüleştirdi. Rus donanmasının Çanakkale Boğazı’na yönelmesi Đstanbul

halkında büyük endişe yarattı. Rus donanmasının Çanakkale’den geçmesi,

Đstanbul’un büyük bir tehlike içine girmesine neden olacaktı. Böyle bir durum,

yüzyıllardan beri dünya hâkimiyeti iddiasında bulunan bir imparatorluğun başkentini

bile koruyamayacak duruma geldiğini gösterecekti.432 De Tott’un gayretleriyle

Çanakkale Boğazı’ndaki savunmanın kuvvetlendirilmesi, Rus donanmasının

Đstanbul’a yönelme planlarını gerçekleştirmesine engel oldu. Ege’de kazanılan bu

431 Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, s. 337. 432 III. Mustafa’nın isteğiyle Çanakkale Boğazı’ndaki savunmayı örgütleyen Baron De Tott,

hatıratında Rus donanmasının Çanakkale’de görünmesinin Đstanbul’da yarattığı durumu şu şekilde

tasvir etmektedir: “Kainata hükmetmek ümidinden pek kısa bir zaman sonra mahvolma fikri galebe

çaldı. Rusların göründüğü haberi üzerine bütün Đstanbul aklını kaybetti. Başarıya ulaşmam için toplu

dualar yapılıyor ve gayretime inanmış olan fakat ne yazık ki şu an için hiçbir şey yapamayan Padişah

da ancak ben hareket ettikten sonra rahat nefes alabiliyordu.” De Tott, Türkler , s. 189.

Page 221: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

216

sınırlı başarıya rağmen, aynı tarihlerde Rus ordularının Kırım’ı işgali Osmanlılar için

çok büyük bir darbeydi. Rusların, işgali Tatar soylularıyla anlaşarak

gerçekleştirmeleri bu darbenin etkisini daha da arttırdı.

Đmparatorluğun savaş nedeniyle içine düştüğü büyük bunalım, III.

Mustafa’nın fikrini değiştirerek, barış yapılmasını istemesine yol açtı. 1771 sonunda,

barış politikasını savunanlardan biri olan Muhsinzade Mehmet Paşa’nın ikinci kez

sadarete getirilmesi, hem III. Mustafa’nın politika değişikli ğinin bir sonucuydu, hem

de Osmanlı ricali içinde savaş yanlılarının gücünü kaybettiğini göstermekteydi.

Osmanlı tarafında barış yapılması görüşü ağırlık kazanırken, Rusya’da da

eğilim aynı yöndeydi.433 Çariçe II. Katerina Rusya’nın elde ettiği kazanımların

yeterli olduğunu düşünüyor, Avrupa’da Rusya aleyhine bir gelişmenin doğmasından

çekiniyordu. Lehistan’ın paylaşılması konusunda Avrupalı büyük güçler arasındaki

görüş ayrılıkları sona erdirilememişti.434 Arabuluculuk teklif eden Avusturya ve

Prusya’nın çabalarıyla 30 Mayıs 1772’de Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya arasında

bir ateşkes anlaşması yapıldı.435

433 Uzunçarşılı, Çariçe II. Katerina’nın, Ruslara esir düşen Kırım Seraskeri Đbrahim Paşa vasıtasıyla

III. Mustafa’ya barış yapılması için mektup gönderdiğini ileri sürmektedir. Uzunçarşılı, Büyük

Osmanlı Tarihi, C. V., s. 413. Unat ise, Đbrahim Paşa’nın maiyetinde bulunan Necati Efendi’nin

sefaretnamesinden hareket ederek, Đbrahim Paşa’nın böyle bir rol oynamadığını belirtmektedir. Unat,

Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 128. 434 Nitekim, Avusturya ve Rusya arasında Lehistan meselesi nedeniyle süren görüş ayrılıkları

Avusturya’nın Osmanlı Đmparatorluğu’nu desteklemesine neden olmuştu. 6 Temmuz 1771’de

imzalanan gizli bir antlaşmayla, Eflak’ın bir bölümünün Avusturya’ya verilmesi ve 20 bin kese akça

ödenmesi karşılığında, Viyana Hükümeti Rusya tarafından ele geçirilen bütün Osmanlı topraklarının

iadesini ve Lehistan’ın bağımsızlığını kazanmasını sağlamayı kabul etmişti. Fakat, Avusturya’nın

1772 nisanında Lehistan’ın paylaşılması hususunda Rusya ve Prusya’yla anlaşması sonucunda bu

antlaşma geçersiz olmuştu. Đsmail, Hami Danişment, Đzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi , 4. C., 2. B.,

Đstanbul, Türkiye Yayınevi, 1961, s. 53 435 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 413–414.

Page 222: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

217

Ateşkes anlaşmasını müteakip, barış görüşmelerinin başlatılması için taraflar

arasında diplomatik temaslar yürütüldü. Görüşmelerin yapılacağı yerin Eflak-Boğdan

sınırında bulunan Fokşani kasabası olması kararlaştırıldı. Osmanlı tarafında eski

Reisülküttap Osman Efendi ile Đstanbul Kadısı Yasinzade Osman Efendi müzakereci

olarak atandılar. Rus tarafının müzakerecileri ise, Đstanbul Büyükelçisi Obreskov ve

Kont Gregory Orlov’du. Görüşmelerde ayrıca arabulucu olarak Avusturya ve

Prusya’nın Đstanbul elçileri de yer alacaktı.436

Rus tarafı, 19 Ağustos 1772’de başlayan görüşmelerde, barış antlaşması

yapılabilmesi için ön şart olarak Kırım Tatarlarına bağımsızlık verilmesi gerektiğini

belirtti ve Osmanlı Đmparatorluğu Kırım Tatarlarının bağımsızlığını kabul etmediği

sürece diğer hususlarda müzakere yapmayacaklarını bildirdi. Osmanlı tarafı ise,

Kırım Tatarlarının bağımsızlığını ilke olarak kabul etmekle birlikte, Kırım Hanları ve

kadılarının seçiminin Osmanlı Sultanı tarafından yapılması gerektiğini dile getirdi.

Rus delegeleri bunu kabule yanaşmadı. Yaklaşık bir ay süren görüşmelerde

meselenin çözülememesi üzerine, konferans sonuç alınamadan dağıldı.437

Görüşmeler sonucunda barışın tesis edilememesi karşısında Osmanlı Serdar-ı

Ekrem’i Mehmet Paşa endişeye kapıldı ve Rus orduları başkomutanı Romanzov’a bir

mektup göndererek müzakerelere yeniden başlanması isteğini iletti. Romanzov’un

sözkonusu isteğe olumlu bakması sonucunda, Kasım 1772’de Bükreş’de yeni bir

konferans toplandı. Osmanlı delegesi bu kez Reisülküttap Abdürrezzak Bahir

Efendi’ydi. 6 ay gibi hayli uzun bir süre devam eden ve şiddetli tartışmalara sahne

olan Bükreş Konferansı da, Osmanlıların Kerç ve Yenikale’nin Ruslara terkini ve

436 Ibid. , s. 414. 437 Ibid. , s. 414-415.

Page 223: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

218

Rus ticaret gemilerinin Akdeniz’de ve Karadeniz’de seyrüsefain özgürlüğüne sahip

olması hususlarını kabul etmemesi üzerine sonuç alınamadan dağıldı.438

Osmanlı delegelerinin barış yapılması için gerek Fokşani, gerek Bükreş

görüşmelerinde gösterdikleri yoğun çabaya rağmen, müzakerelerin sonuçsuz

kalmasının en önemli nedeni, Đstanbul’da bulunan savaş yanlısı grubun etkili

kesimlerinden birini oluşturan ulema sınıfı mensuplarının olumsuz tavrıdır.439

Özellikle Müslümanların yaşadığı Kırım’ın terki konusu, Đslami hassasiyetleri

yüksek olan sözkonusu kesimde sert bir muhalefete neden olmaktaydı. Ulemanın

halk üzerindeki etkisini bilen ve ulema ile Yeniçeriler arasında daha önce sıklıkla

görülen ittifakların yeniden belirmesinin kendi durumlarını tehlikeye sokacağını

tahmin eden Padişah ve yüksek bürokratlar, böylesine önemli bir adımı atmaktan

çekinmekteydiler.440

Barış görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine 1773 ilkbaharında yeniden

başlayan savaşta, Osmanlı ordusu yapılan muhaberelerde çok ağır yenilgiler almaya

devam etti. Rus orduları Bulgaristan’a girdi ve Edirne’yi tehdit etmeye başladı.

Osmanlı Ordu karargâhında kurulan Sadrazam divanına katılan herkes

muhaberelerde alınan ağır yenilgiler nedeniyle savaşa devam etmenin mümkün

olmadığı yolunda görüş bildirmiş, barış yapılmasının zorunlu olduğunu belirtmişti.

Durumun vehameti Osmanlı tarafının barış yapılması için yeniden girişimlere

başlamasını zorunlu kıldı. Osmanlı Sarayı’ndaki savaş yanlısı grubun lideri

438 Ibid. , s. 415-417. 439 Ahmet Resmi Efendi, savaş yanlısı grubun önde gelenlerinden biri olan eski elçi Osman Efendi

örneği çerçevesinde, savaş yanlısı grubun irrasyonel görüşlerini şiddetle eleştirmektedir. Ahmet Resmi

Efendi’ye göre, Osman Efendi III. Mustafa’yı süslü konuşmalarıyla etkileyerek, Bükreş görüşmeleri

çerçevesinde bir barış antlaşması imzalanmasını engellemiştir. Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 161–

162. 440 Kinross, The Ottoman Centuries, s. 403–404.

Page 224: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

219

durumundaki Padişah III. Mustafa’nın 1774 ocağında ölümü ve yerine daha ılımlı bir

çizgide olan I. Abdülhamit’in tahta çıkması da sözkonusu girişimleri

kolaylaştırmaktaydı.

Osmanlı tarafından gelen barış teklifi Rusya tarafından da kabul edildi. Rus

tarafının, elde ettikleri başarılara ve Osmanlı ordusunun ciddi bir mukavemet

gösterebilecek durumda olmamasına rağmen barış teklifini kabul etmesinin nedeni, o

dönemde Rusya’nın karşı karşıya kaldığı iç sorunlarıyla ilgilidir.441

Barış görüşmelerinin başlaması hususunda tarafların görüş birliğine

varmalarının ardından, Sadaret Kethüdası Ahmet Resmi Efendi nişancı rütbesiyle

birinci, Reisülküttap Đbrahim Münib Efendi ise ikinci delege olarak tayin edildiler.

Osmanlı delegeleri 12 Temmuz 1774’de yola çıkıp, görüşme yeri olarak belirlenen

Küçük Kaynarca kasabasına geldiler. Rus tarafının delegesi ise General Repnin

idi.442

Fokşani ve Bükreş’te yapılan uzun müzakerekelerin aksine, Küçük

Kaynarca’daki görüşmeler hayli kısa sürmüştür. Ahmet Resmi Efendi ve General

Repnin arasında 16 Temmuz’da yapılan ilk görüşmeden sonra, 21 Temmuz’da barış

antlaşması imzalanmıştır. Görüşmelerin bu kadar kısa sürmesinin nedeni, Rus

tarafının belirttikleri şartlar dışında herhangi bir antlaşmayı kabul etmeyeceklerini

çok kesin bir biçimde ifade etmesidir. Aslında, Osmanlı tarafı görüşmelerde

441 Osmanlı Đmparatorluğu’yla yapılan savaşın olumsuz etkileri, köylülerin Çariçe II. Katerina

yönetimine olan sadakatini zayıflatmıştı. 1773’te Pugaçev isimli bir Kazak’ın başlattığı ayaklanma

hızla yayıldı. Kendisini “Çar” ilan eden Pugaçev kısa sürede ayaklanmayı büyük bir sosyal harekete

dönüştürecek güce ulaştı. Yaklaşık iki yıl süren ve 1775’de Pugaçev’in yakalanarak idam edilmesiyle

sonuçlanan ayaklanma, Rusya’nın Osmanlı Đmparatorluğu’yla barışa yanaşmasındaki en önemli

nedendi. II. Katerina barış yaparak hem ayaklanmayı bastırmak için daha fazla askeri kuvvetten

yararlanmak, hem de savaşın halk üzerindeki olumsuz etkilerini azaltarak ayaklanmanın sosyal

dinamiğini ortadan kaldırmak istiyordu. Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917’ye

Kadar , 3. B., Ankara, TTK Yayınları, 1993, s. 283-284. 442 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 422; Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 165.

Page 225: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

220

öncelikle bir ateşkes sağlamayı, barış görüşmeleri devam ederken de durumlarını

biraz daha düzeltmeyi amaçlamaktaydı. Fakat, Rus ordularının komutanı olan

Mareşal Romazonov, ateşkes teklifini redderek derhal nihai bir barış antlaşması

imzalanması gerektiğini bildirdi.

Bu durumda, Osmanlı delegesi Ahmet Resmi Efendi’ye göre Rus tarafı ne

önerirse kabul etmekten ve teslim olmaktan başka bir çare yoktu.443

Sonuçta, Osmanlı tarafı temelde kendisine dikte ettirilen bir barış

antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Küçük Kaynarca Antlaşması, tazminat

şartları dışında büyük ölçüde Abdürrezzak Efendi ile Obreskov’un Bükreş

görüşmeleri sırasında önerdiği şartlara dayanarak hazırlanmıştı. 28 madde ve iki ek

maddeden oluşan sözkonusu antlaşmadaki en önemli düzenlemeler şunlardı:444

-Rusya Karadeniz’in kuzey kıyısında bulunan Kılburun, Yenikale ve Kerç

limanlarını alacak; buna mukabil savaş sırasında işgal ettiği Boğdan, Eflak, Bucak,

Gürcistan ve bazı Ege adalarından çekilecekti.

-Karadeniz, Akdeniz ve Boğazlarda Rus ticaret gemileri seyrüsefain

özgürlüğünden yararlanacaklardı.

-Kırım Tatarları bağımsızlıklarını kazanacaklardı.

-Osmanlı Devleti savaş tazminatı olarak toplam 15 bin kese akçe ödeyecekti.

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın çok önemli bir boyutunu da Rusya’nın

Osmanlı Ortodoks tebası üzerinde koruyuculuk rolü kazanması oluşturmaktadır.

Rusya, özellikle 19. yüzyılda, Antlaşma’nın 7. ve 14. maddeleri çerçevesinde

443 Ahmet Resmi Efendi, Osmanlı ordusunun kuşatılmış olduğunu, ihanet eden askerlerin firar etmekle

kalmayıp kendi karargahlarını bile yağmaladıklarını, orduya komuta eden Sadrazamın ağır hasta

olmasının durumu daha da güçleştirdiğini, bu nedenler yüzünden Osmanlıların direnme gücünün

olmadığını belirtmektedir. Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 166. 444 Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I., s. 121-137.

Page 226: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

221

Ortodokslar üzerinde hamilik iddiasında bulunmuştur.445 Rusya’nın, antlaşma nasıl

yorumlanırsa yorumlansın, Ortodoks Hıristiyanların hamisi olma söylemini, 19.

yüzyılda dış politikasının merkezine oturttuğu görülmektedir. Antlaşma hükümleri

uyarınca Rusya’nın Đstanbul’da sürekli elçilik kurma hakkını elde etmesi de

önemlidir. Osmanlılar yüzyıllarca Rusya’nın daimi elçilik açmasına izin vermemiş,

bunu Osmanlıların evrensel üstünlüğü anlayışına aykırı bulmuşlardı. Küçük

Kaynarca Antlaşması’yla Rusya’nın bu hakkı kazanması, Osmanlı-Rus ili şkilerinin

artık çok daha eşitlikçi bir çerçeveye oturduğunu göstermesi bakımından dikkat

çekicidir. Bu durum, Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyıl boyunca tedrici bir

biçimde terk etmek zorunda kaldığı mutlak üstünlük anlayışında açılan çok önemli

bir gedik niteliğindedir.

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın ve bu antlaşmayla ortaya çıkan “Doğu

Sorunu”nun, Osmanlı diplomasisi açısından önemli bir kırılmaya tekabül ettiği ileri

sürülebilir. Bunun nedenlerine bakıldığında şu hususlar ön plana çıkmaktadır:

Birincisi, Küçük Kaynarca Antlaşması’yla girilen süreçte büyük güçler tedrici

bir biçimde Osmanlı Đmparatorluğu’nun içişlerine müdahale edebilme imkânlarını

arttıracaklardır. Bunun nedeni sadece Rusya’nın Ortodoks teba üzerindeki hamilik

iddiası değildir. Devletin gücünü kaybetmeye başlaması, Batılıların Osmanlı

coğrafyasına yönelik ilgisiyle çakışınca, büyük güçler Osmanlı Đmparatorluğu’nun

içişlerine daha fazla karışacaklardır. Dolayısıyla, 18. yüzyıl boyunca Osmanlı

Đmparatorluğu’nun dış politikasını etkileme güçlerini arttıran büyük güçler,

445 Antlaşma’nın sözkonusu maddeleri tarihçiler tarafından farklı yorumlanmaktadır. Bu konuda

mevcut görüşleri ele alan farklı ve eleştirel bir görüş için bkz: Roderic H. Davison, “Rus Becerisi ve

Türk Aptallığı: Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Gözden Geçirilmesi”, Osmanlı Türk Tarihi (1774–

1923), Çev: Ömer Moralı, Đstanbul, Alkım Yayınları, 2003, s. 61–86.

Page 227: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

222

etkinliklerini daha da yoğunlaştıracaklar, bu çerçevede Osmanlı Đmparatorluğu’nun

içişlerinin de bir anlamda uluslararasılaştığı bir döneme girilecektir.

Đkincisi, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Osmanlı modernleşmesi açısından

önemli bir başlangıç teşkil etmesidir. Osmanlı Đmparatorluğu’nun 1768–1774

Savaşı’nda aldığı ağır yenilgiler, onlarca yıldır süren barış döneminde çok da farkına

varamadığı, “Batı karşısında gücünü tamamen kaybettiği” gerçeğini çok açık

biçimde gözler önüne sermiştir. Lale Devri’nde başlayan reformlar, hem

muhafazakâr güçlerin muhalefeti nedeniyle devam ettirilememiş, hem de sözkonusu

reformlar hayli yüzeysel kalmıştır. Batı’nın teknolojik alandaki bariz üstünlüğünün,

Osmanlı ricali tarafından görülmesi 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’yla olmuştur.

Savaş sırasında başlayan askeri alandaki reformlar, I. Abdülhamit döneminde

artmıştır. Osmanlı modernleşmesinin köklerini oluşturan sözkonusu reformların

diplomasiyle yakından ilişkisi bulunmaktadır. Bu ilişki ileride incelenecektir.

Üçüncüsü, Osmanlı yöneticileri, fütuhat politikasının realiteyle hiçbir şekilde

bağdaşmadığını 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’yla çok acı bir biçimde görmüştür.

Yukarıda belirtildiği gibi, aslında barışın ve statükonun korunmasının Osmanlı

Đmparatorluğu açısından bir zorunluluk olduğu, Osmanlı yönetici elitinin özellikle

sivil bürokrasi kanadı (Kalemiye) tarafından bilinmekteydi. 18. yüzyılın başından

beri, barış yanlısı grup, Osmanlı dış politikasının belirlenmesinde görüşlerini kabul

ettirmiş ve bu yönde bir politika izlenmesini sağlamışlardı. Fakat, 1768–1774

Savaşı’nda özellikle askeri bürokrasi (Seyfiye) ve ulema tarafından benimsenen

savaş yanlısı politika anlayışının, barış yanlısı grubun tüm muhalefetine rağmen

benimsenmesi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun büyük bir felaketle karşılaşmasına neden

olmuştu. Karşı karşıya kalınan büyük felaket, Osmanlı yönetici eliti içindeki barış

yanlılarının haklılığını ortaya çıkardı ve sözkonusu grubun itibarı daha da arttı. Buna

Page 228: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

223

mukabil, savaş yanlısı askeri bürokrasi ve ulema gibi muhafazakâr güçlerin itibarı

azaldı. Barış yanlısı grubun kazandığı itibar, Osmanlı dış politikasının şekillenmesine

doğrudan etkide bulundu. Bu çerçevede, 1774 sonrası süreçte kadim dönemin fütuhat

politikası çerçevesinde dile getirilen savaş yanlısı dış politika anlayışı tedrici bir

biçimde ortadan kalktı. 19. yüzyıl Osmanlı dış politikası barışın ve statükonun

korunmasını temel alacaktır.

— Güçsüzlüğe Karşı Bir Araç/Çare Olarak Diplomasi

1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı Đmparatorluğu’nun güçsüzlüğünün

ortaya çıkması bakımından katalizör işlevi görmüştü. Osmanlı yöneticilerinin

devletin içinde bulunduğu güçsüzlüğün farkına varmaları, 18. yüzyıl başından

itibaren tedrici bir değişim gösteren diplomasi anlayışlarında önemli bir olgunlaşma

sağlayacaktır.446 1774 sonrasında Osmanlı diplomasisi olgunlaşsa da, dış politika

anlayışında kısa süreli bir geriye dönüş de sözkonusu olmuştur. Gerçekten de,

1774’ten 1792’e kadar süren devirde Osmanlı yöneticilerinin fütuhata dayalı

geleneksel dönem anlayışlarının zaman zaman yeniden ortaya çıktığı görülmektedir.

Statükonun Osmanlı Đmparatorluğu lehine değiştirilmesine dayanan ve bu yönüyle

fütuhata dayalı anlayışın tesisi anlamına gelen sözkonusu revizyonist yönelimin

ortaya çıkışının temel sebebi Kırım’ın geri alınması isteğidir.

Aslında bu revizyonist yaklaşım yeni de değildir. 1699 Karlofça

Antlaşması’yla kaybedilen toprakların geri alınması için 18. yüzyılın ilk yarısında

Venedik, Avusturya ve Rusya’yla yapılan savaşlar da benzer bir revizyonist eğilimin

sonuçlarıydı. Yukarıda belirtildiği gibi, sözkonusu savaşlar neticesinde revizyonist

446 Ahmet Resmi Efendi, Osmanlı Đmparatorluğu açısından statükonun korunmasının taşıdığı önemi şu

şekilde ifade ediyordu: “Ömürleri uzun ve adları yaygın olan devletler, çöküş yaşlarına yaklaştıkları

sıralarda kendi topraklarıyla yetinmek zorundaydı.” Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 193.

Page 229: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

224

girişimlerin başarısızlıkla sonuçlanması, barışın ve statükonun korunması

politikasının uygulanmaya başlamasına yol açmış, uluslararası konjonktürün de

olumlu etkisiyle, yaklaşık 30 yıl süren barış dönemi yaşanabilmişti.

Đşte, 1774 sonrasında dış politikadaki revizyonist yönelim, ilk bakışta

geleneğin restorasyonu gibi gözükmektedir. Fakat dış politikadaki revizyonist

yönelim hem çok kısa süreli olmuş, hem de kadim dönemdekinden çok daha farklı

bir nitelik taşımıştır. Osmanlı diplomasisi ise paradoksal biçimde revizyonizmden

olumlu etkilenmiştir. Bunun temel nedeni, Osmanlı yöneticilerinin devletin

güçsüzlüğünü ikame etmek için diplomasiyi çok daha fazla kullanma ihtiyacı içine

girmeleridir. Temelde askeri güce dayanan revizyonist anlayış bile diplomasiyi

revizyonist hedeflere ulaşmak için olmazsa olmaz bir olgu olarak görmüştür.

Osmanlı yöneticilerinin sözkonusu devirde diplomasiyi kullanmaları temelde

iki bağlamda gerçekleşmiştir:

Birincisi, Osmanlılar dış politikalarını uluslararası konjonktürün realitelerini

gözönünde tutarak belirlemeye çalışmışlar, diplomasiyi uluslararası konjonktürü

çözümleyebilmek ve kendi lehlerine çevirmek için kullanmaya yönelmişlerdir.

Đkincisi, Osmanlılar diplomasiyi kullanarak çeşitli devletlerle ittifak

arayışlarına girmeye başlamışlardır.

1774’ten 1792’ye kadar Osmanlı dış politikası temelde revizyonist bir

çerçeveye otursa da, diplomatik yöntemlerin dış politikanın merkezine yerleştiği

görülmektedir. 1774 sonrasında, Osmanlı diplomasisinin olgunlaşmasının altında dış

politika anlayışının temellendirildiği üniversalizm düşüncesinin büyük oranda terk

edilmesi yatmaktadır. 18. yüzyıl boyunca yavaş yavaş etkisini kaybeden üniversalist

söylem -en azından teorik olarak- Osmanlıların, dış politika sürecini uluslararası

konjonktürden kopuk bir olgu olarak görmelerine neden olmaktaydı. Bu çerçevede,

Page 230: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

225

uluslararası sistemin varlığı -gene teorik olarak- reddedilmekteydi. 1774 sonrasında

bu anlayış tamamen terk edilecek ve diplomasi, doğasına uygun olarak çok aktörlü

bir olgu olarak görülecektir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış politikasındaki ve diplomasisindeki yeni

açılım kendisini ilk olarak Kırım meselesinde göstermiştir. Dolayısıyla yeni açılımı

Kırım meselesinin çerçevesinde izlemek yerinde olacaktır:

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 3. maddesi uyarınca Kırım’ın bağımsızlığını

kazanması Osmanlı elitinde ve toplumunda derin bir üzüntü yaratmıştı. Kırım Hanı

III. Selim Giray’ın 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Đstanbul’a kaçması

nedeniyle, hanlığa Rusya’nın desteğini alan Sahip Giray gelmişti. Kırım toplumunda

da Kırım’ın Osmanlı Đmparatorluğu’ndan ayrılmasından ve ülkede Rus etkisinin

artışından rahatsızlık duyan büyük bir kitle vardı. Kırım ulemasından ve Kırım

mirzalarından oluşan bir heyet Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasını

müteakip Đstanbul’a geldi. Heyet, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Kırım Hanlığı’nı

himaye etmesi, hanların Osmanlı Sultanı tarafından tayin edilmesi ve Kırım’da

okutulacak hutbe ve kesilecek sikkelerin Sultan adına olması gibi isteklerde

bulundu.447 Sahip Giray, hanlığının Osmanlı Sultanı tarafından tanınmasını

sağlayarak meşruiyet kazanmak da istemekteydi.

Osmanlı tarafı sözkonusu isteklerin, imzalanmasına rağmen henüz taraflarca

tasdik edilmemiş Küçük Kaynarca Antlaşması hükümlerine aykırı olduğunu bilmekle

beraber, sözkonusu antlaşma hükümleri arasında yer alan “din işlerinin halife olan

Osmanlı Padişahı tarafından görülmesi” maddesini kullanma kararını verdi. Fakat

Sadrazam, bir oldu bitti yaratmak yerine, konuyu Rus orduları başkomutanı olan

447 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 443.

Page 231: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

226

Mareşal Romanzov’a sundu. Romanzov’un onayının alınmasından sonra, Sahip

Giray’ın hanlığı onaylandı ve kendisine berat gönderildi.448

Bu gelişmeler yaşanırken, Kırım’da çıkan bir ayaklanmayla Sahip Giray

hanlıktan indirildi. Ayaklanmanın arkasında eski Hanlardan olan III. Devlet Giray

bulunmaktaydı. III. Devlet Giray Kırım’da yaptığı propagandada, Kırım’ın tekrar

Osmanlı Đmparatorluğu’na bağlanmasını ve Kerç, Yenikale ve Kılburun kalelerinin

Ruslardan alınmasını sağlayacağını iddia ediyordu. 449

III. Devlet Giray’ın böylece tekrar tahta çıkmasının ardından Đstanbul’a yeni

bir Kırım heyeti geldi. Heyet, III. Devlet Giray’ın sözkonusu isteklerinin Osmanlı

tarafınca da benimsenmesini ve bu doğrultuda kendilerine destek verilmesini istedi.

Osmanlı tarafı Kırımlılara destek verilmesinin Küçük Kaynarca Antlaşması’nı

geçersizleştireceğini ve Rusya ile yeni bir savaşa sebebiyet vereceğini görüyordu.

Öte yandan, Kırım Tatarlarına red cevabı verilmesinin Tatarları Osmanlılardan

koparacağı da bilinmekteydi. Bu yüzden, Kırım Heyeti’ne kati bir cevap verilmeyip,

konunun Đstanbul’a gönderilecek olan Rus elçisiyle görüşüleceği bildirildi. 450

Rus elçisiyle daha sonra yapılan görüşmelerde Kırım Heyeti’nin talepleri

gündeme getirilse de bu konuda herhangi bir gelişme olmadı.451

Sahip Giray’ın yerine III. Devlet Giray’ın tahta çıkmasına başta karşı

koymayan Rusya, Kırım’da yeni bir darbe örgütledi. “ Đç karışıklıklar nedeniyle III.

Devlet Giray’ı desteklemek” bahanesiyle Kırım’a asker sokan Rusya’nın gerçek

niyetinin Şahin Giray’ı tahta çıkarmak olduğu kısa sürede anlaşıldı. III. Devlet

448 Ibid. , s. 443-444. 449 Ibid. , s. 444-445. 450 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s. 314. 451 Ibid. , s. 364.

Page 232: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

227

Giray’ın Đstanbul’a kaçmasıyla Rusya’nın desteğini alan Şahin Giray Kırım Hanı

oldu.452

Şahin Giray’ın Kırım tahtına oturmasının Rusya’nın Kırım’ı örtülü bir

biçimde kontrol altına alması anlamına geldiğini gören Osmanlı yöneticileri, önceki

tutumlarının aksine bu sefer çok daha büyük bir tepki gösterdiler.453 Kırım halkı da

Şahin Giray’ın Rus yanlısı politikalarından ve Rus kültürünü benimsemesinden

rahatsızlık duymakta, Osmanlı Sultanı’nın tercih edeceği her Hanı kabul etmeye

hazır olduklarını Osmanlı Sarayı’na gönderdikleri elçiler vasıtasıyla bildirmekteydi.

Osmanlı ricali içinde, Kırım meselesinde ılımlı bir politika izlenmesini savunanlar

etkinliklerini kaybetmeye başladılar. Divan şahinlerin kontrolüne girmekteydi.454

Osmanlı yönetimi, Rusya’ya karşı sert bir politika izlenmesi görüşü ağırlık

kazanmasına rağmen, öncelikle diplomatik yolları kullanmaya karar verdi. Bu

çerçevede, Rusya’nın Kırım’ın bağımsızlığı hilafına yaptığı girişim, Đstanbul’daki

Rus elçisi vasıtasıyla şiddetle protesto edildi. Bunu müteakip, 1778 başında yapılan

bir toplantıda, Kırım halkına yardımcı olmak amacıyla askeri hazırlıklara başlanması

kararı alındı. Karar Đstanbul’da bulunan diğer yabancı elçilere de bildirildi. Osmanlı

tarafının askeri hazırlıklara başlaması üzerine Ruslar da aynı şekilde davrandılar.455

Fakat, hem Osmanlılar hem de Ruslar henüz büyük bir savaşa hazır durumda

değillerdi. Nitekim, Prusya elçisi De Goffron’un aracılığıyla Reisülküttap ve Rus

elçisi arasında meseleyi çözmek için yapılan görüşmelerde, her iki tarafın da

452 Sahip Giray’ın kardeşi olan Şahin Giray, daha önce görevi nedeniyle Rus Sarayı’nda bulunmuştu

ve Rusya taraftarı olan bir kişiydi. Tahta çıkmasının ardından bir Rus subayını da yaver olarak

atamıştır. Idem. 453 Şahin Giray’ın Kırım Hanı olduğunu öğrenen I. Abdülhamit vezirine yazdığı bir hattı hümayunda,

“Şahin Giray bir alet-i mülahazadır, Rusyalunun meramı Kırım’ı zabt eylemektir” ifadesini

kullanmıştı. Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 446. 454 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 173. 455 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 447.

Page 233: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

228

diplomatik süreci uzatmak yönünde çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır.456 Fakat,

görüşmelerde sonuç alınamamıştır.457

Diplomatik görüşmelerde başarı sağlanamaması üzerine, beş kalyondan

oluşan bir Osmanlı donanmasının Kırım’a gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu askeri

müdahale kararına rağmen, 1774 Küçük Kaynarca barışının Osmanlı tarafınca

bozulmadığını göstermek için Rusya’ya savaş ilan edilmemesi de dikkat çekicidir.458

Osmanlı yönetimi, kendi içinde savaş yanlılarının ağırlık kazandığı ve askeri

müdahale seçeneğinin uygulamaya sokulduğu bir aşamada bile diplomasi kapısını

açık bırakmaya çalışmaktaydı.

Osmanlı yönetiminin Rusya’yla açık bir savaştan kaçındığının bir başka

göstergesi de, “örtülü savaş” yolunu kullanmaya çalışmasıydı: Divan’da alınan karar

uyarınca, Đstanbul’da bulunan eski Kırım Hanlarından Selim Giray, Şahin Giray’a

karşı başlayan ayaklanmayı yaygınlaştırmak amacıyla Kırım’a gönderildi. Mart 1778

başlarında küçük bir Osmanlı deniz gücünün Kırım’da giriştiği harekat Rusya

tarafından kolaylıkla savuşturuldu. Selim Giray da Kırım’a geldiğinde isyanın

Ruslarca bastırıldığını gördüğünden geri dönmek zorunda kaldı.

Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya arasında sıcak çatışma başlamasına rağmen,

her iki taraf da resmen bir savaş içinde değildi. Çünkü her iki taraf da birbirlerine

savaş ilan etmekten kaçınmaktaydılar. Zaten Reisülküttap ile Rus elçisi arasındaki

müzakereler de devam etmekteydi.459

456 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s. 366. 457 Yorga, Osmanlı Tarihi, C. V., Çev:Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları,

1948, s. 17. 458 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s. 368. 459Ahmet Resmi Efendi, Osmanlı Đmparatorluğu’yla Rusya arasındaki “savaş olmayan savaş”

durumunu göstermek ve Reisülküttap ile Rus elçisi arasındaki müzakerelerin “garipliğini” şu şekilde

yorumlamaktaydı: “Moskov üzerine seferimiz var disek evvelki gibi olur, Tatar üzerine yürisek şürut-

Page 234: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

229

Kırım’a gönderilen deniz kuvveti başarısız olmasına karşın, Divan içindeki

şahin kanat daha büyük bir kuvvetle yeni bir girişimde daha bulunulmasını

istemekteydi. Bunun üzerine Hasan Paşa komutasındaki bir donanmanın Kırım’a

gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak, hazırlanan donanma, rüzgâr durumu uygun

olmadığından, denize açılmak için 6 hafta kadar beklemek zorunda kaldı.

Hasan Paşa, Kırım’a varıldığında, bu kadar gecikmeden sonra başarının

mümkün olmadığını görerek karaya asker çıkarmaktan kaçındı. Denizden yapılan

küçük saldırılar da etkili olmadı. Dolayısıyla, bu girişim de önceki gibi başarısızlıkla

sonuçlandı ve Osmanlı donanması kışın yaklaşması nedeniyle Đstanbul’a dönmek

zorunda kaldı. Böylece, Kırım’ı kurtarmak için yapılan son askeri girişim de

başarısızlıkla sonuçlanmış oluyordu.460

Görüldüğü gibi, 1778 ilkbaharından itibaren taraflar arasındaki kriz sıcak

çatışmaya dönse de, ilginç bir şekilde ne Osmanlı Đmparatorluğu, ne de Rusya

birbirlerine savaş ilan etmemişlerdir.

Osmanlı tarafı, Rusya karşısında Batılı güç ya da güçlerden destek almadan

başarılı olamayacağını bilmekteydi. Özellikle Osmanlı Đmparatorluğu’na destek

vermesi muhtemel olan Fransa’nın, Amerikan bağımsızlık savaşı nedeniyle Đngiltere

ile savaş durumunda olması Osmanlıların bu ülkeyle ittifak şansını çok

azaltmaktaydı. Fransa, 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki politikasının aksine,

bu defaki krizde Osmanlıların Rusya’yla savaşmasını engellemeye çalışmaktaydı.

Đstanbul’daki Đngiliz elçisi -Đngiltere o sırada Fransa’ya karşı Rusya’nın desteğini

kazanmak istediğinden- Kırım meselesinin Rusya lehine barışçı yollarla çözülmesini

sağlamak amacıyla Babıâli nezdinde girişimlerini sürdürmekteydi. Avusturya ise

u müsalemeye [barış koşullarına] muhalif olmağla yine bozuşmak iktizâ ider. Bu rey-i fasid [bozuk

görüş] olduğun kimse lisana getürmeğe kadir olmadı.” Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 174. 460Anderson, Doğu Sorunu, s. 25–26.

Page 235: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

230

Bavyera veraset sorunu nedeniyle Prusya ile gerginlik yaşadığından, barış yapılması

yönünde Babıâli’ye öneride bulunmuştu.

Uluslararası konjonktürün farkında olan ve gelen telkinleri kabul etmek

zorunda kalan Osmanlı yöneticilerinin, revizyonizm çerçevesinde askeri güç

kullanma yönünde bir harekette bile diplomatik kanalları hep açık tutmaya

çalıştıkları görülmektedir. Yukarıda vurgulanan “diplomasinin olgunlaşması” yargısı

bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Rus Çariçesi II. Katerina da iç sorunlarla uğraştığından ve Kırım’daki durum

kendi lehine olduğundan meselenin barışçı yollarla çözülmesini istemekteydi.461

Sonunda, Osmanlı tarafının meseleyi diplomatik yollarla çözmeyi kabul

etmesi üzerine, Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya arasında görüşmelerin başlaması

Fransız elçisi Saint-Priest’in arabuluculuğuyla kararlaştırıldı. 1778 sonunda

Đstanbul’daki Aynalıkavak Sarayı’nda başlayan görüşmelerde Osmanlı tarafını temsil

eden heyette, Abdürrezzak Bahir Efendi ve Küçük Kaynarca Antlaşması’nı

imzalayan Đbrahim Münib Efendi de bulunmaktaydı.462

Fransız elçisi Saint-Priest’in de önemli katkılarda bulunduğu görüşmeler 21

Mart 1779’da antlaşmanın imzalanmasıyla sonuçlandı. Küçük Kaynarca

Antlaşması’nın yeniden onaylanması anlamına gelen Aynalıkavak Antlaşması’nın

(Tenkihnâme) içerdiği en önemli hususlar şunlardı: 463

- Her iki tarafın da Kırım’ın bağımsızlığına saygı göstermesi.

-Osmanlı Đmparatorluğu’nun Şahin Giray’ı Kırım Hanı olarak tanıması.

461 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 451; Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s.

384–385; Anderson, Doğu Sorunu, s. 26. 462 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 174–175. 463 Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I., s. 151-158.

Page 236: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

231

-Tahta çıkacak her Han’ın Osmanlı Padişahı tarafından onaylanması.464

-Osmanlı tarafının Kırım Tatarlarına yönelik bütün hak ve himaye talebinden

vazgeçerek, bir daha hiçbir surette hak ve himaye talebinde bulunmamayı kabulü.

-Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya arasında bir anlaşmazlık vuku bulduğunda

tarafların diplomatik temasa geçmeden hiçbir tedbire başvurmamayı kabul etmeleri.

-Rusya’nın Kırım’da bulunan kuvvetlerini çekmesi.

Aynalıkavak Antlaşması ilk bakışta çok ağır şartlar taşımıyor görünmesine

rağmen, bu antlaşma ile Osmanlı Đmparatorluğu’na zayıf, ihtiyarlamış ve kendini

savunmaktan aciz bir devlet muamelesi yapılmış, yaşamasının Rusya tarafından

gösterilecek iyi niyete ve merhamete bağlı olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu

durum, Osmanlı yöneticileri arasında devletin gücünü tamamen kaybettiği

düşüncesinin daha da belirgin biçimde dile getirilmesine neden olmuştur. I.

Abdülhamit’in itibarı halk arasında da azalmış, yaşlı padişahın devleti yeniden

kuvvetlendiremeyeceği düşüncesi egemen olmaya başlamıştır.465

Osmanlı yönetici eliti içinde devletin gücünü kaybettiği düşüncesini

benimseyenlerin artması özellikle önemlidir. Daha önce vurgulandığı gibi, 18.

yüzyılın başından itibaren Osmanlı yöneticileri içinde savaş ve barış yanlısı gruplar

olmuştur. 1768–1774 Osmanlı- Rus Savaşı’ndan itibaren Osmanlı Đmparatorluğu’nun

girdiği her savaş çok olumsuz sonuçlar doğurmuş, bu da savaş yanlısı grubun

itibarını daha da azaltmıştır. Savaş yanlıları bile, Osmanlı Đmparatorluğu’nun gücünü

kaybettiğini bildiklerinden, uluslararası dengelerin gözetilmesi ve bu çerçevede

464 Aslında sözkonusu onay hakkı semboliktir. Çünkü, antlaşmaya göre Osmanlı Padişahı’nın

kendisine sunulan kişiyi onaylamama gibi bir hakkı bulunmamaktadır. 465 Yorga, Osmanlı Tarihi, C. V., s. 23.

Page 237: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

232

diplomasinin kullanılması zorunluluğunu takdir etmeye başlamışlardır. Aynalıkavak

Antlaşması bu süreçteki en önemli kilometre taşlarından biridir.466

Nitekim, 1779 sonrasında Kırım meselesinin girdiği süreç Osmanlı

Đmparatorluğu’nun, tüm revizyonist çizgisine rağmen, mümkün olduğunca iç ve dış

konjonktürü dikkate alan bir dış politika izlemeye çalıştığını, diplomatik yöntemleri

de bu çerçevede kullandığını göstermektedir.

Kırım ile Osmanlı Đmparatorluğu arasındaki bağ Aynalıkavak

Antlaşması’ndan sonra gün geçtikçe zayıfladı. Osmanlı Đmparatorluğu’nun içinde

bulunduğu olumsuz durumu bilen Rusya, Fransa’nın da üstü kapalı desteğini alarak

Kırım üzerindeki nüfuzunu daha da arttırdı. Kırım’ı topraklarına katmak isteyen Rus

Çariçesi II. Katherina, Tatarlar arasında Şahin Giray’a karşı olan tepkiyi kullanmıştır.

1782 ortalarında ayaklanan halk Şahin Giray’ı devirerek yerine kardeşi Bahadır

Giray’ı hanlığa getirdi. Bahadır Giray Đstanbul’a bir heyet göndererek hanlığının

tanınmasını istedi. Bahadır Giray’ın hanlığa getirilmesinden memnuniyet duyan

Babıâli, yeni hanı tanıma amacıyla bir teşrifat heyeti göndermeyi kararlaştırdıysa da,

Fransız Büyükelçisi’nin devreye girmesi üzerine bu girişimini askıya aldı.467

Rusların desteğini alan Şahin Giray, Kırım’a tekrar giderek hanlığı geri almak

için hazırlık yaparken, Babıali de diplomatik yöntemleri kullanmaya başladı. Bu

çerçevede, Đstanbul’da bulunan Rus elçisi vasıtasıyla Rus Sarayı ile görüşmelere

466 Aynalıkavak Antlaşması’nı imzalayan Abdürezzak Bahir Efendi’nin, görüşmeler sırasındaki

hizmetleri nedeniyle başarılı bulunarak Reisülküttaplığa atanması dikkat çekicidir. Ahmet Cevdet

Paşa, Tarih-i Cevdet, C. I., s. 395. 467 Fransız büyükelçisinin Babıâli’ye gönderdiği mesaj, Osmanlı yöneticilerinin uluslararası dengeleri

gözetmekte nasıl özen gösterdiklerini göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Üç ay mukaddem Fransa

padişahının emriyle bana başvekilimizden bir mektup geldi; mealinde devlet-i aliye canibine göz

kulak ol; şu aralıkta olur olmaz birşey için bir muharebe ve sefer küşad eylemesinler, hakimane

muamele ve mümkün mertebe müdara [yalandan dostluk] semtini tutsunlar, zira cenk açılacak vakit

değildir (…)” Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 487-488.

Page 238: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

233

girişilmiştir. Görüşmeler sürerken 1782 ekiminde Rus kuvvetleriyle birlikte Kırım’a

giren Şahin Giray, Bahadır Giray’ı tahttan indirerek yeniden Han oldu.468

Rusların Küçük Kaynarca ve Aynalıkavak antlaşmalarına aykırı olarak,

Kırım’ın içişlerine müdahale etmeleri Babıâli’yi zor durumda bıraktı. Babıâli ya

Şahin Giray’ın hanlığını tanıyacak, ya da Rusya’ya savaş ilan edecekti. Bu sırada,

1782 aralığında Babıâli’ye bir Rusya-Avusturya ortak notası verildi.469 Notada,

Babıâli’den Rus gemilerinin boğazlardan geçişini engellememesi, Eflak ve

Buğdan’la ilgili yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Şahin Giray’ı bağımsız

Kırım’ın meşru Hanı olarak tanıması isteniyordu. Babıâli notaya yönelik sert bir

tepki vermekten özenle kaçındı ve bu konularda müzakereler yapılmasını önerdi.470

1783 nisanında II. Katherina’nın Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edildiğini

açıklaması, ne Osmanlı tarafında, ne de Tatarlar için büyük bir sürpriz olmadı. Fakat,

Đstanbul halkı ve Osmanlı Sarayı içindeki şahin kanat bu gelişmeye karşı sert tepki

gösterilmesini istemekteydi. Sadrazam Halil Hamit Paşa’nın başını çektiği ılımlı ve

barış yanlısı kanat ise, Rusya’ya sert tepki gösterilmesinin mümkün olmadığını,

bunun Osmanlı Đmparatorluğu’nu hiç de hazır olmadığı bir savaşın içine sokacağını

biliyordu. Konuyu değerlendirmek için yapılan toplantıda, şahin kanattan olan

Şeyhülislam ile Kaptan-ı Derya Hasan Paşa, ilhakı hemen kınamama yolundaki

politikası nedeniyle Sadrazamı şiddetle eleştirdiler. Toplantıya katılan şahinler,

468 Ibid. , s. 489. 469 Avusturya-Rusya ortak notası, iki ülkenin Osmanlı Đmparatorluğu’na karşı ortak hareket ettiğini

göstermekteydi. Đki ülke arasındaki -zaten varlığından kuşku duyulan- ittifak somutlaşmıştı. Bu

durum, Babıâli’nin savaş yerine diplomatik yöntemlere başvurma alternatifini kullanmaya

çalışmasında hızlandırıcı bir etki yaptı. 470 Yorga, Osmanlı Tarihi, C. V., s. 29-30.

Page 239: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

234

Sadrazam’ın derhal sefer hazırlıklarına başlamasını istemekteydiler. Sonuçta, şahin

kanadın baskısıyla ilhakın resmen kınanması kararlaştırıldı.471

Alınan karara rağmen, Babıâli sorunu askeri yöntemlerle değil, diplomatik

yoldan halletmeye çalıştı. Nitekim, öncelikle –yine kararlaştırıldığının hilafına-

kınama belgesinin Rus Sarayı’na gönderilmesi geciktirildi. Buna paralel olarak,

Đngiliz ve Fransız elçilerinin arabuluculuğu sağlanmaya çalışıldı.472 Diplomatik süreç

devam ederken, Babıâli’de yapılan toplantılarda kınama belgesinin gönderilmesinin

1783 yılı sonuna kadar bir kez daha ertelenmesi kabul edildi.473 Babıâli’nin ilhak

karşısında tepki gösteremediğini gören Çariçe II. Katherina, Đstanbul’daki

büyükelçisi Bulgakov vasıtasıyla Kırım, Kuban ve Taman’ın Rusya tarafından

ilhakının Osmanlı Đmparatorluğu’nca kabul ve tasdik edildiğine dair bir senet istedi.

Böylece kriz daha da büyüdü.474

Divan’da şahin kanadın en önemli temsilcisi olan Kaptan-ı Derya Hasan Paşa

da, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rusya’yla bir savaşı kazanamayacağı düşüncesini

benimsemeye başladı ve Sadrazamın görüşlerine yaklaştı. Babıali bir savaş

durumunda Avusturya’nın Rusya ile ortak hareket edeceğini bilmekteydi. Đngiliz ve

Fransız büyükelçileri de Kırım, Kuban ve Taman’ın Rusya’ya bırakılması yönünde

baskı yapmaktaydılar.475

Kasım 1783’te yapılan bir toplantıda konu bir kez daha ele alındı. Toplantıda

başta Sadrazam Halil Hamit Paşa olmak üzere devlet ricali Kırım’ın ilhakını

tanımamanın Osmanlı Đmparatorluğu’nu sadece Kırım’da değil, aynı zamanda

471 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 179. 472 Ali Đhsan Bağış, Britain and the Struggle for Integrity of the Ottoman Empire: Sir Robert

Ainslie’s Embassy to Đstanbul: 1776–1794, Đstanbul, Isis Yayınları, 1984, s. 14. 473 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 179–180. 474 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 493. 475 Aksan, Ahmet Resmi Efendi, s. 180.

Page 240: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

235

Balkanlar’da da savaşmak zorunda bırakacağını ve ordunun hem Rusya hem de

Avusturya ile savaşacak hazırlıklara sahip olmadığını dile getirdi. Görüşmeler

sonucunda “ilhakın reddedilmesi, ama görüşmelere ağırlık verilmesi” kararı alındı.

Bu çerçevede, Kaptan-ı Derya Hasan Paşa Đngiltere Büyükelçisi Ainslie vasıtasıyla,

Sadrazam Halil Hamit Paşa da Fransa Büyükelçisi Saint Priest kanalıyla bu ülkelerin

arabuluculuğunu sağlamaya çalıştılar.476

Đngiltere ve Fransa’nın arabuluculuk girişimleri ise Rusya tarafından kesin bir

dille reddedildi. Diplomatik yöntemlerin Kırım meselesinin Osmanlı tarafının

istediği biçimde çözülmesini sağlayamadığının görülmesi üzerine, Sadrazam 1783

aralığında yeni bir toplantıda konunun tekrar görüşülmesini istedi. Toplantıda, uzun

tartışmalar sonucunda Osmanlı ordusunun olası bir savaşta başarı sağlayamayacağı

konusunda ortak bir kanaat doğdu. Divanın muhafazakâr kanadını temsil eden

ulemanın da mevcut durumda barışın “ehven-i şer” olduğu fetvasını vermesi

sonucunda, Kırım’ın Rusya tarafından ilhakının kabul edilmesi yönünde görüş

birliğine varıldı.477 Çariçe II. Katherina’nın istediği Kırım, Kuban ve Taman’ın

Rusya tarafından ilhakının kabulüne ilişkin senet büyükelçi Bulgakov’a 9 Ocak 1784

tarihinde yapılan bir görüşmeyle verildi.478

Görüldüğü gibi, başta Sadrazam olmak üzere Osmanlı yöneticileri devletin

güçsüzlüğünü ve hem Rusya hem de Avusturya’yla savaşmasının ağır bir yenilgiye

uğramasına neden olacağını bildiklerinden, sorunu diplomasi yoluyla çözmek

zorunda kalmışlardı. Avrupa’daki siyasal konjonktürün Osmanlı Đmparatorluğu

aleyhine olduğu görülmüş, bu çerçevede Fransa, Đngiltere ve Prusya’dan destek

alınamaması kuvvet kullanma seçeneğinin rafa kaldırılmasına neden olmuştu. Yani,

476 Bağış, Britain and the Struggle, s. 16–18. 477 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 590-600. 478Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 493-494.

Page 241: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

236

Osmanlı yöneticileri 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde olduğunun aksine,

devletin çıkarları açısından barışı korumanın çok daha akıllıca olduğunu

görmüşlerdi. Dış politikada “rasyonelleşme”nin geldiği seviyenin önemli bir

göstergesi olan bu durum, yukarıda belirtilen “diplomasinin olgunlaşması” olgusuyla

birlikte değerlendirilmelidir.

Osmanlı diplomasisindeki bu olumlu değişikli ğe rağmen, sözkonusu

gelişmenin çizgisel olmadığı, yani zaman zaman geri dönüşler de yaşandığı

unutulmamalıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1774’den 1792’ye kadarki devirde

Osmanlı dış politikasında esas itibariyle revizyonist çizginin egemen olduğu bir

süreç yaşanmıştır. Bunun da temel nedeni, Kırım’ın kaybedilmesinin yarattığı

travmadır.

Osmanlı yöneticilerinin birer Đslam ülkesi olan Kırım, Koban ve Taman’ı

ilhak etmelerini onaylamak zorunda kalması, ülkede büyük bir heyecan yarattı. Halk,

Rusya’nın bu ilhakına büyük bir tepki duymaktaydı. 479 Sadrazam Halil Hamit Paşa

halk nezdindeki itibarını kaybetmekteydi. Oluşan büyük tepkinin temel nedeni,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk defa Müslümanların yaşadığı toprakları

kaybetmesiydi. Osmanlılar, 1699’dan beri önemli toprak kayıpları yaşamaktaydı.

Ancak, Kırım’ın kaybedilmesi kadar büyük bir üzüntüyü o zamana kadar

yaşamamışlardı. Gerçekten de Kırım’ın kaybı büyük bir utanç ve üzüntü kaynağı

olarak görüldü.

Osmanlı yönetici eliti içindeki barış yanlısı grubun mensuplarından biri olan

Sadrazam Halil Hamit Paşa, ordunun ıslahı çabalarına ağırlık vererek devleti

Rusya’yla muhtemel bir savaşa hazırlamaya başladı. Sadrazamın, barışçı ve

statükocu çizgisine rağmen bunu yapmasının iki nedeni bulunmaktaydı:

479 Ibid. , s. 499.

Page 242: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

237

Öncelikle, yönetici elit içindeki şahin kanat, alınan başarısızlıklara rağmen

etkinliğini hala sürdürmekteydi. Üstelik halk da Kırım’ın geri alınmasını

istemekteydi. Sadrazamın, halkın tepkisini kullanan şahin kanadın isteklerini

yatıştırması gerekmekteydi. Aksi halde, zaten azalan itibarını büsbütün

kaybedebilirdi. Đkincisi, ne kadar barış ve statükonun korunması yanlısı olursa

olsunlar, bütün Osmanlı ricali Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmekle yetinmeyeceğini,

nihai hedefinin Osmanlı Đmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak olduğunu biliyordu.

Rusya ve Avusturya’nın Osmanlı topraklarını paylaşmak, böylece “Doğu Sorunu”nu

çözmek yönünde anlaştıkları bilinmekteydi. Bu yüzden, çok kötü durumda olan

Osmanlı ordusunun çıkması muhtemel bir savaş için, ıslahı ve kuzey sınırlarının

güçlendirilmesi zorunluluktu.

Aynalıkavak Antlaşması’nı takip eden yaklaşık üç yıl boyunca Osmanlı

yöneticileri sınırlı ve yüzeysel de olsa ordunun ıslahı çalışmalarına yöneldiler. Halil

Hamit Paşa’dan sonra sadarete getirilen Koca Yusuf Paşa da bu yöndeki çalışmaları

sürdürdü. Ordunun ıslahında az da olsa belli bir mesafe alınması, Osmanlıların askeri

açıdan 1783–1784 bunalımına oranla daha güçlü olmalarını sağladı. Bu da, Osmanlı

elitindeki şahin kanadı cesaretlendirdi ve Kırım bağlamındaki revizyonist taleplerin

daha da belirgin bir biçimde dile getirilmeye başlamasına sebep oldu. Başta padişah

I. Abdülhamit olmak üzere, Sadrazam ve devlet ricalinin çoğunluğu savaşa

karşıydılar. Fakat, halkın bu yöndeki baskısı gün geçtikçe artmaktaydı. Yaşlı bir

padişah olan I. Abdülhamit’e duyulan inanç azalmaktaydı. Halk I. Abdülhamit’in

Osmanlı Đmparatorluğu’nu içine düştüğü durumdan kurtaracağına ve Kırım’ın

kaybedilmesinin yarattığı utancı sileceğine inanmıyordu. Halkın, hatta Osmanlı

ricalinin içinde Şehzade III. Selim’in tahta çıkarılması gerektiği düşüncesi büyük bir

desteğe sahipti. Dolayısıyla, I. Abdülhamit halk desteğini korumasının Rusya’ya

Page 243: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

238

savaş açılmasına dayanan revizyonist talepleri yatıştırmakla mümkün olabileceğini

görmekteydi. Koca Yusuf Paşa da, Rusya’ya savaş açılması hususunda çekingen

davranan I. Abdülhamit’e, halkın galeyanına atıfta bulunarak, bu yönde adım

atmazsa hükümdarlıkta kalamayacağını açık bir biçimde belirtmişti.480 Bu durum,

1787’de başlayacak Osmanlı-Rus-Avusturya savaşının temel nedeni olacaktı.

Đçteki baskılara rağmen, I. Abdülhamit ve Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın

uluslararası konjonktürün kendi lehlerine olduğuna kani olmadan adım atmak

istemedikleri görülmektedir. Nitekim, Rusya’nın genişlemesinden endişe duyan

Prusya ve Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’na destek vereceklerini bildirmeleri

ve Rusya’ya karşı savaş için kışkırtmaları, Sadrazam’ın savaş açılması noktasına

gelmesini sağlamıştır. Sadrazam’ın, özellikle Đngiliz Büyükelçisi Robert Ainslie’yle

yaptığı uzun görüşmeler sonucunda savaş yanlısı politikasını belirginleştirdiği

anlaşılmaktadır.481

Osmanlı yöneticilerinin kesin olarak savaş yanlısı bir tutum almalarını

sağlayan ve Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya arasındaki ilişkileri krize sokan

gelişme 1787 yılında ortaya çıkmıştır. Đki ülke arasında 1774 Küçük Kaynarca ve

1784 Aynalıkavak Antlaşmalarının uygunlanmasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle

zaten sorunlar bulunmaktaydı. Özellikle, Eflak ve Boğdan ile Kafkasya konularına

ek olarak, Rus tüccarlarının Osmanlı topraklarındaki faaliyetleri ve Rusya’nın

Osmanlı topraklarında açtığı ve açmak istediği konsolosluklarla ilgili sorunlar

bunların en önemlileriydi.482 1787 başlarında Rus elçisi Rusya’nın bu konulardaki

480 Ibid. , s. 500–501. 481 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 867-870. Görüşmeler için bkz: Bağış, Britain and

the Struggle, s. 29-31, 34-35. 482 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Balkanlarda Rus konsolosluklarının kurulması,

faaliyetleri ve Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya ilişkilerine etkileri için bkz: Osman Köse,

Page 244: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

239

isteklerini içeren bir mektubu Babıâli’ye iletti. Babıâli barışı korumak istediğinden

sözkonusu isteklere ilk anda ılımlı bir cevap verme yolunu seçti. Nitekim, Şubat

ayında Rus elçisi Bulgakov ve Reisülküttap Süleyman Feyzi Efendi arasında yapılan

görüşmelerde genel olarak Rus tarafının isteklerinin yerine getirileceği bildirildi. 483

Baştaki bu olumlu havaya rağmen, Đskenderiye’de bulunan Rus konsolosun

Mısır’daki bazı Çerkez beylerini Osmanlı yönetimi aleyhine kışkırttığının ortaya

çıkması durumu tamamen değiştirdi. Rus tarafının yukarıda belirtilen istekleri

arasında yer alan Varna’da konsolosluk açma isteği Babıâli tarafından kabul

edilmedi. Bir süreden beri Rusya ile savaşa taraftar olan Sadrazam Koca Yusuf Paşa,

Rus Elçisi Bulgakov’a Osmanlı tarafının isteklerini iletmesini Reisülküttap

Süleyman Feyzi Efendi’den istedi. Bu istekler arasında firari Eflak Voyvodası’nın

teslimi, Eflak ve Boğdan’daki Rus konsolos vekilinin azli ve Rus kuvvetlerinin

Gürcistan’dan çekilmesi gibi hususlar bulunmaktaydı. 484

Rus elçisinin Osmanlı tarafının taleplerini Rus Sarayı’na ileteceğini

bildirmesine rağmen, Sadrazam kendisi gibi savaş taraftarı olan Şeyhülislam

Müftizade Ahmet Efendi’nin fetvasını alarak, Divan’da üç gün içinde Rusya’ya

savaş ilan edilmesi kararı verilmesini sağladı.485

Divan’ın aldığı savaş kararı onay için I. Abdülhamit’e sunulduğunda, padişah

tereddüt etmiş, barışın korunması yolundaki görüşünü bir kez daha belirtmiştir.

Fakat, savaş yanlısı görüşün halkın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsendiğini

“Balkanlarda Rus Konsolosluklarının Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Turkish Studies/Türkoloji Dergisi ,

C. I., S. 2., (2006), s. 141-155. 483 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 501. 484 Ibid. , s. 502. 485 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 875. Rus elçisine iletilen taleplerin ağırlığı ve

Sadrazam’ın diplomatik görüşmelerin sona ermesini bile beklemeden Divan’dan savaş kararı

çıkartması göz önüne alındığında, Osmanlı yöneticilerinin savaş açılması yönünde daha önceden karar

verdikleri ve iki ülke arasındaki bunalımı bir bahane olarak kullandıkları anlaşılmaktadır.

Page 245: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

240

ve yönetici elit içindeki savaş yanlılarının kazandığı gücü gören I. Abdülhamit,

çıkardığı bir hattı hümayunla kararı onaylamak zorunda kalmıştır.486 Barış yanlısı

Kaptan-ı Derya Gazi Hasan Paşa’nın, çıkan bir isyanı bastırmak amacıyla Mısır’da

bulunması da, Divan’daki savaş yanlılarını dengeleyebilecek güçlü bir kişinin

müdahale edememesine sebebiyet vermişti.487 Sonuçta, savaş yanlıları Osmanlı

Đmparatorluğu’nu sonu felaketle sonuçlanabilecek yeni bir maceraya daha sürüklemiş

oluyorlardı.

Savaş ilanı, her ne kadar temelde konsolosluk meselesi yüzünden yapılmış

gibi görünse de, Osmanlı yöneticileri ve halkının Kırım’ın kaybedilmesine gösterdiği

tepkinin doğal sonucudur. Öte yandan, bu krizde 1783–1784’dekinin aksine

Đngiltere’nin ve Fransa’nın Babıâli’yi önleyici değil, bilakis teşvik edici biçimde

etkilemeleri de önemli rol oynamıştır. Yukarıda belirtildiği gibi, özellikle Đngiliz

hükümeti, Đstanbul’daki büyükelçisi Ainslie vasıtasıyla Rusya’ya karşı sertlik

politikası izlenmesini tavsiye etmiş, Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’na destek

vereceğini bildirmiştir. Ayrıca, Đsveç’in savaş ilanı öncesi 1788 temmuzunda

Rusya’ya savaş açması ve Đsveç ordularının savaşın başlarında başkent St.

Petersburg’u tehdit edecek kadar başarı kazanmaları da Rusya’nın zor durumda

kalmasına neden olmuştu.488

Yani, Osmanlı yöneticilerinin savaş ilanına karar vermelerinde şüphesiz bu

gelişmeler de rol oynamıştır.

Sözkonusu savaş kararı Osmanlı yöneticilerinin uluslararası dengeleri ne

kadar gözetmek zorunda olduklarını göstermekte, denge arayışlarını ve uluslararası

486 Idem., s. 875. 487 Shaw, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, C. I., s. 349. Gazi Hasan Paşa, Đstanbul’a

dönüşünde, Sadrazam’ı savaşın açılmasında gösterdiği acelecilik yüzünden suçlamıştır. Ahmet Cevdet

Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 876. 488 Anderson, Doğu Sorunu, s. 33.

Page 246: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

241

konjkonktürü dış politikada karar mekanizmasının merkezine yerleştirdiklerini ortaya

çıkarmaktadır. Denge arayışları çerçevesinde, savaş ilanı öncesinde yürütülen

diplomatik temaslar Osmanlı diplomasisindeki olgunlaşmanın bir başka önemli

işaretidir. Osmanlı Đmparatorluğu adım adım Avrupa devletler sisteminin -resmen

olmasa da- fiilen bir üyesi haline gelmektedir.

Nitekim, savaş ilanı kararının I. Abdülhamit tarafından onaylanmasıyla ilgili

hattı hümayunla birlikte, savaş ilanına neden olan gelişmeleri içeren bir bildiri de

kaleme alınarak Đstanbul’da bulunan elçilere gönderilmiştir.489 Babıâli, bildiriyle hem

diğer devletlerden destek almak, hem de savaş ilanının haklı sebeplere dayandığını

bildirerek bir anlamda eylemini meşrulaştırmak istemekteydi.

Savaş ilanı açısından bir başka dikkat çekici husus da, savaş ilanını müteakip

Rus elçisinin Yedikule’de zorunlu ikamete tabi tutulmasıyla ilgilidir. Aslında, savaş

ilan edilen ülkenin elçisinin Yedikule’de hapsedilmesi Osmanlı diplomasisinin

geleneksel yöntemlerinden biridir. Burada ilginç olan husus, Fransız ve Avusturya

elçilerinin Rus elçisinin serbest bırakılmasına ilişkin taleplerine başlangıçta sıcak

bakılması, fakat Đngiliz elçisinin isteğiyle bundan vazgeçilmesidir.490 Elçi

dokunulmazlığıyla ilgili uluslararası teamüllerin Osmanlılar tarafından

benimsenmeye başladığının önemli bir göstergesi olan bu durum, Osmanlı

diplomasisinin üslup boyutundaki gelişimini de gözler önüne sermektedir.

1787 ağustosunda başlayan savaşta, iki tarafın da büyük bir taarruz

yapabilecek hazırlıklara sahip olmaması nedeniyle, 1788 ilkbaharına kadar önemli

bir askeri harekât ve muharebe olmamıştır. Kış boyunca her iki taraf da askeri

hazırlıklarını sürdürürken, 1788 şubatında Avusturya’nın Rusya yanında savaşa

girmesi durumu tamamen değiştirmiştir.

489 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 875-876. 490 Ibid. , s. 875.

Page 247: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

242

Osmanlı yöneticileri Rusya ve Avusturya arasında Osmanlı Đmparatorluğu

aleyhine bir ittifakın olduğunu bilmelerine rağmen, özellikle Fransız büyükelçisinin

Avusturya’nın Rusya yanında yer almayacağı teminatı üzerine savaş ilanına karar

vermişlerdi. Fakat, 9 Şubat 1788’de Avusturya elçisi Herbert Rathkeal Babıâli’ye bir

takrir gönderek, Avusturya’nın, Rusya ile olan ittifakı uyarınca Osmanlı

Đmparatorluğu’na savaş ilan ettiğini bildirdi. Bu durum, Osmanlı yönetici elitindeki

savaş taraftarlarında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Zira, başta Sadrazam olmak

üzere savaş yanlısı grup böyle bir gelişmeyi beklemiyordu ve Osmanlı

Đmparatorluğu’nun her iki ülkeyle aynı anda savaşacak güce sahip olmadığını da

biliyordu. Buna rağmen Sadrazam geri adım atmalarının mümkün olmadığını

belirterek savaşı sürdürme kararı verdi.491

Avusturya’nın savaş ilanının yarattığı şaşkınlık, Osmanlı yöneticilerinin

uluslararası dengeleri gözetmekteki çabalarını, aynı zamanda bunu yaparken

karşılaştıkları başarısızlığı da göstermektedir. Avusturya’nın Rusya yanında savaşa

gireceğini hiç düşünmeyen Osmanlı yöneticileri böylece hem ittifak siyasetinin

önemini, hem Avrupa devletler sistemindeki oynaklığı, hem de Đstanbul’daki elçilerle

yürütülen diplomatik temasların uluslararası dengeleri kavramakta yetersiz kaldığını

görmüşlerdir.

Kış boyunca hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı ordusu ve donanmasının

baharda sefere çıkmasıyla savaş şiddetlenmeye başladı. 1788’deki ilk muhaberelerde

her iki taraf da çok büyük bir zafer kazanamadı. Rusya askeri hazırlıklarını

tamamlayamaması yüzünden büyük bir taarruza geçemedi. 1774’ten beri orduda

yapılan çeşitli reformlara ve hazırlıklara rağmen Osmanlı ordusundaki yetersizliğin

devam ettiği de kısa sürede görüldü. Bunun etkisiyle, Osmanlı ordusu genelde

491 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 522-523.

Page 248: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

243

savunma ağırlıklı bir savaş stratejisi benimsemek zorunda kaldı. Özellikle merkezi

otoritenin zayıflaması sonucunda yeteri kadar askerin seferber edilememesi büyük

sıkıntılar yarattı. Yorga’nın belirttiği gibi, savaş taraftarı grup bile, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun topraklarının genişliğine ve egemenliği altında tuttuğu halkların

çokluğuna rağmen, başarılı olabilecek bir ordu hazırlayacak kudretten yoksun bir

hale geldiğini kısa sürede anlamıştı.492

Osmanlı tarafı, Avusturya ve Rusya ile iki cephede savaşmanın yarattığı

sorunlar, ordusunun yetersizlikleri ve Rusya’nın hazırlıklarını tamamlayarak daha

büyük kuvvetleri cepheye sürmesi neticesinde, 1788 sonlarından itibaren önemli

yenilgiler almaya başladı. 1789 ocağında Özi kalesinin düşmesiyle durum daha da

kötüleşti. Savaşın başından itibaren buranın muhafazasına özel bir önem veren I.

Abdülhamit kalenin düşmesi haberinin gelmesiyle rahatsızlandı ve birkaç ay sonra da

(Nisan’da) öldü.493

Amcası I. Abdülhamit’in ardından tahta çıkan III. Selim, şehzadeliğinden beri

devletin iç ve dış durumu üzerinde düşünmekte ve kendisini padişahlığa hazırlamaya

çalışmaktaydı. Kafes hayatını I. Abdülhamit’in yumuşak karakterli bir kişi olması

nedeniyle hayli rahat geçirmişti. Bu nedenle, devlet işleriyle daha fazla ilgilenme

fırsatı bulmuş, devlet ricalinden kimi kişilerle görüşmeler yapabilmişti. III. Selim

Đmparatorluğun içinde bulunduğu kötü durumun giderilebilmesi için, tahta geçtiği

sırada yapacağı işleri daha şehzadeyken tasarlamaya başlamıştı. III. Selim bu

492 Yorga, Osmanlı Tarihi, C. V., s. 58. 493 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 543. Yaşlı ve hasta bir padişah olan I. Abdülhamit,

1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda alınan ağır yenilgi ve Kırım’ın kaybedilmesi nedeniyle halk ve

yönetici elit nezdindeki itibarını büyük oranda kaybetmişti. Nitekim, Osmanlı yöneticilerinin bir

kısmının kendisini tahttan indirerek yerine Şehzade III. Selim’i getirmek istemeleri üzerine, I.

Abdülhamit bu darbe girişimini haber alıp başta Sadrazam Halil Hamit Paşa olmak üzere sorumluları

tasfiye etmiş ve Şehzade üzerindeki kontrolünü biraz daha arttırmıştı. Enver Ziya Karal, III.Selim’in

Hatt-ı Hümayunları, Ankara, TTK Yayınları, 1942, s. 10.

Page 249: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

244

yöndeki çabasını Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaşmaya kadar vardırmıştı. III.

Selim’in XVI. Louis’le mektuplaşmaları konumuz açısından iki açıdan önem

taşımaktadır:

Birincisi, III. Selim mektuplarında I. Abdülhamit’i -babası III. Mustafa’nın

aksine- Fransız dostluğuna önem vermemekle eleştirmekteydi. III. Selim, XVI.

Louis’e Osmanlı Đmparatorluğu’nun içinde bulunduğu zor durumdan dost devletlerin

ve özellikle Fransa’nın yardımıyla çıkabileceğini bildirmekteydi. III. Selim’e göre,

Osmanlı Đmparatorluğu “dost ülkeler”le işbirliğini geliştirmek ve ittifak yapmak

zorundadır. III. Selim’in bu yazdıkları, Osmanlı Đmparatorluğu’nun artık kendi

gücüne dayanarak varlığını koruyamayacağını, padişah olacak bir kişinin ilk defa çok

açık bir biçimde ifade ettiğini göstermektedir. Bu durum aşağıda değinilecek olan III.

Selim döneminde Osmanlı Đmparatorluğu’nun ittifak arayışlarının anlaşılabilmesi

açısından hayli önemlidir.

Đkincisi, III. Selim, XVI. Louis’e yolladığı mektuplarda yakın çevresinden bir

kişiyi Fransa’ya gönderme isteğinden bahsetmişti. XVI. Louis’in bu isteği kabul

etmesi neticesinde, dönemin Fransız elçisi Ch. Gouffier vasıtasıyla Đshak Bey

1786’da Fransa’ya gönderilmiştir. Bir anlamda “gelecekteki padişahın elçisi” olarak

Fransa’ya gönderilen Đshak Bey, hem III. Selim’le XVI. Louis arasındaki

haberleşmeyi sağlayacak, hem de Fransız ordu ve donanmasıyla ilgili önemli bilgileri

yerinde gözleyerek öğrenecekti.494 III. Selim’in bu girişimi de Avrupa’yla diplomatik

bağlar kurma doğrultusundaki fikirlerinin daha tahta çıkmadan önce şekillendiğini

göstermesi açısından önemlidir. Osmanlı tarihinde hiç görülmedik şekilde bir

şehzadenin tahta çıkmadan elçi göndermesi, sürekli diplomasiye geçişin neden III.

494 Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları , s. 12–13.

Page 250: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

245

Selim döneminde gerçekleştiğinin anlaşılmasında mutlaka dikkate alınması gereken

bir olgudur. 495

III. Selim tahta çıktığında Rusya ve Avusturya ile devam eden savaşta

sıkıntılı bir aşamaya girilmişti. Özi kalesinin düşmesi nedeniyle Osmanlı ordusunun

durumu daha da zorlaşmıştı. III. Selim tahta çıkar çıkmaz bir bildiri yayınlayarak

orduya moral vermek istemişti.496 Bildiri III. Selim’in savaşı sürdürme kararlılığını

göstermekteydi. III. Selim de Kırım’ın kaybedilmesinden büyük bir üzüntü

duymakta, geri alınmasını istemekteydi. Bu hedefi doğrultusunda bizzat ordunun

başına geçmek için cepheye gitmeye niyetlendiyse de, bu girişimi devlet ricali

tarafından engellenmişti.

III. Selim’in tahta çıkışı, uzun bir süredir bunu bekleyen halkta, devlet

ricalinde ve orduda yeni bir heyecan yarattıysa da, 1789 yılı boyunca ordu, padişahın

bütün çabalarına rağmen ağır yenilgiler almaya devam etti. Rus orduları Boğdan’ın

içlerine kadar ilerlerken, Avusturyalılar ise Belgrad’ı ve Eflak’ın bir bölümünü ele

geçirdiler.497

Bu gelişmelerin sonucunda, bütün çabalarına rağmen Osmanlı ordusunun

yetersiz kaldığını gören III. Selim, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rusya ve

Avusturya’ya karşı tek başına başarılı olamayacağını anladı. Ordunun aldığı

yenilgilerin yarattığı olumsuzluğun yanında devletin mali vaziyetinin de bozulması

sıkıntıyı daha da arttırmaktaydı. Zaten, 1787’de savaş ilanına karar verildiğinde ülke

hazinesi 1768’deki durumun aksine savaşın yükünü kaldıracak durumda değildi.

Savaşın başlamasıyla ortaya çıkan mali sıkıntılar, savaş uzadıkça daha da artmıştı.

495 Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Selim III’ün Louis XVI ile Muhabereleri”, Belleten, C. II., S. 5-6,

(1938), s. 191-246. 496 Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları , s. 25–27. 497 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 547-559.

Page 251: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

246

Aslında, daha I. Abdülhamit döneminde, mali sıkıntıların aşılabilmesi için

yapılan toplantılarda dost Avrupalı ülkelerden borç alınması gibi o zamana kadarki

Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir öneri bile gündeme gelmişti. Dış borç

alınması konusu I. Abdülhamit’e arz edilmişti. Borç alınması düşünülen ülke

Hollanda’ydı. Đstanbul’daki Hollanda elçisiyle bu konuda görüşmelere bile başlandı.

Fakat nihai bir karar verilemediğinden konu bir süreliğine kapandı.498

Yukarıda belirtildiği gibi, III. Selim de, tahta çıkışının hemen ertesinde mali

sıkıntılarla karşı karşıya kaldı. Ordunun artan harcamalarının finansmanı gün

geçtikçe zorlaşmaktaydı. Dış borç konusu bir kez daha gündeme geldi. III. Selim’in

isteğiyle, bu kez Đspanya elçisiyle görüşme yapıldı. Yapılan görüşmede, Đspanya

elçisi ülkesinin tarafsız olduğunu bildirerek borç talebini reddetti. Bunun üzerine,

borç almak amacıyla Fas Sultanı’na başvurulduysa da bu girişimden de bir sonuç

alınamadı. Mali bunalım, altın ve gümüş eşyaların toplanarak bunlardan sikke

kesilmesi yoluna gidilmesiyle, bir süreliğine atlatıldı.499

Ülkenin mali vaziyetinin büyük bir savaşı kaldırabilecek durumda

olmadığının açık bir biçimde ortaya çıkması, barışın korunmasının Osmanlı

Đmparatorluğu için önemini bir kez daha göstermekteydi. Bu husus, III. Selim’in

ittifak politikasına yönelmesinde de etkili oldu. Hem askeri alanda, hem de ekonomik

alanda gücünü yitiren Osmanlı Đmparatorluğu için mevcudiyetini sürdürmenin

yegâne yolu; uluslararası dengelere oynamak, dengeyi korumak için ittifaklara

girmek ve bunları sağlamak için de diplomasiyi etkin bir biçimde kullanmak

olacaktı.500

498 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 989-991. 499 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 600-602. 500 Naff, “The Otoman Empire and the European State System”, s. 161.

Page 252: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

247

Daha önce de belirtildiği gibi, aslında Osmanlı Đmparatorluğu en güçlü

döneminde bile ittifak ve denge siyaseti izlemiştir. III. Selim devriyle ortaya çıkan

durumun yeniliği, ittifak ve denge siyasetinin Osmanlı dış politikasının merkezine

oturmasından kaynaklanmaktadır. O döneme kadar kendi gücüne dayanabilen,

mevcudiyetini sürdürebilen Osmanlı Đmparatorluğu artık bu yeteneğini/özelliğini

kaybetmiştir. Dolayısıyla, denge politikası artık etkinliğini artırmanın değil, bizatihi

gücünü ve mevcudiyetini korumanın bir aracı haline gelecektir. Daha önce üstü

kapalı ve fiili olan ittifaklar artık resmi bir nitelik kazanacaktır. Devletin geleneksel

üniversalist söyleminin tamamen terki anlamına gelen bu gelişme, sürekli

diplomasiye geçiş açısından çok önemli bir dönüm noktası olacaktır.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun III. Selim döneminde izlediği ittifak siyaseti

birbiriyle ili şkili 2 eksende gelişmiştir: Đsveç ve Prusya’yla yapılan ittifaklar. Aslında

her iki ittifakın temelleri de I. Abdülhamit döneminde atılmıştır. Fakat, ittifak

antlaşmalarının bağıtlanması III. Selim döneminde olmuştur.

Đsveç’le yapılan ittifak, 1787’de, Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlamasının

hemen ertesinde gündeme geldi. Rusya’nın genişleme politikalarından ve

Avusturya’yla ortak hareket etmesinden rahatsız olan müttefik devletler (Đngiltere ve

Prusya), mali ve askeri yardım sözü vererek Đsveç’in Rusya’ya savaş ilan etmesini

sağladılar.501 Đsveç de, Rusya’nın kendi yönetiminde bulunan Finlandiya halkını

ayaklandırma girişimlerinden rahatsızlık duymaktaydı. Rusya’ya karşı harekete

geçme kararı alan Đsveç Kralı III. Gustav, Đstanbul’daki elçisi vasıtasıyla Babıâli’ye

işbirliği teklifinde bulunmayı kararlaştırdı. Bunun üzerine, Đsveç elçisi,

Reisülküttap’la yaptığı görüşmede, Đsveç’in Rus sınırına asker kaydırarak ve Baltık

501 1787’de imzalanan Đngiltere-Prusya-Hollanda ittifakı, aynı zamanda, üç devletin Fransa’ya karşı

ortak hareket etme isteklerinin de bir sonucuydu. Franklin L. Ford, Europe: 1780-1830, 2. Ed.,

London and New York, Longman, 1989, s. 69.

Page 253: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

248

Denizi’ne donanma indirerek Rus kuvvetlerini meşgul edeceğini, buna karşılık

Osmanlı tarafının da hükümetinin askeri masraflarını karşılaması için senede 3 bin

kese akçe vermesi gerektiğini bildirdi. Reisülküttap Süleyman Efendi ise Đsveç’in

askeri yığınak yapmasının yeterli olmayacağını, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

istenilen mali yardımı bu ülkenin Rusya ile savaşa girmesi halinde yapacağını

belirtti. Bunun üzerine, Đsveç elçisi savaşa girilmesi karşılığında yardımın

arttırılmasını, savaş yıllarında yılda 8 bin, savaşın sona ermesinden sonra da 10 yıl

boyunca yılda 3 bin kese akçe verilmesini istedi. Reisülküttap bu isteği olumlu

karşıladı.502

Đngiltere ve Prusya’dan olduğu gibi Osmanlı Đmparatorluğu’ndan da olumlu

mesajlar alan III. Gustav, görüşmenin ertesinde, taleplerini içeren bir ültimatomu

Rusya’ya verdi. Ültimatomun reddedilmesi üzerine de savaş ilan etti. Rusya’nın

başkenti St. Petersburg’a ilerleyen Đsveç kuvvetleri, Rusların kısa sürede durumu

düzeltmeleri nedeniyle başarılı olamadı. Bu sırada, Rusya’yla ittifak yapan

Danimarka’nın Đsveç’e savaş ilan etmesi Đsveç’in durumunu daha da güçleştirdi.

Dolayısıyla, Đsveç’in Rusya’ya savaş açması Osmanlı Đmparatorluğu açısından

istenilen faydayı sağlayamasa da, Rus donanmasının Akdeniz’e inişinin önlenmesi

yine de önemli bir rahatlık sağlamıştır. 503

Öte yandan, Đsveç’in Rusya’ya savaş ilan etmesi, Osmanlı Đmparatorluğu’nu

bu ülkeye mali yardım yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakmıştı. Fakat, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun mali vaziyetinin kötülüğü, vaat edilen meblağın Đsveç’e

verilebilmesini çok zorlaştırmaktaydı. Osmanlı Đmparatorluğu kendi ordusunun temel

ihtiyaçlarını bile karşılayabilecek mali kaynaklara sahip değildi. Đsveç elçisinin, vaat

502 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 980. 503 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C.V., s. 545. Đsveç donanmasına karşı Baltık denizini

korumak zorunda kalan Rus donanması, Akdeniz’deki harekât planlarını ertelemek zorunda kalmıştı.

Page 254: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

249

edilen 8 bin kese akçenin gönderilmesi yönündeki talepleri Babıâli tarafından

sürüncemede bırakılarak geçiştirilmeye, bu sayede de zaman kazanılmaya

çalışılıyordu. Đsveç’e gerekli yardımın yapılamaması, iki ülke arasında imzalanması

planlanan ittifak antlaşmasını da geciktirmekteydi.504

Babıâli, Đsveç’e vaat edilen maddi yardımların verilmesinin mümkün

olmadığını görmesine rağmen, özellikle, Đsveç’in savaşı sürdürmesinin Rus

donanmasının Akdeniz’e inişini engellemesi nedeniyle görüşmeleri mümkün

olduğunca uzatmak, böylece Đsveç’in Osmanlı Đmparatorluğu’ndan ümidi keserek

Rusya ile barış yapmasını engellemek istiyordu.505

III. Selim’in 1789 nisanında tahta çıkmasından sonra, Đsveç’le ittifak

yapılması konusunda daha fazla çaba gösterilmeye başlandı. Aşağıda değinileceği

gibi, tahta çıkışından sonra Prusya ile de ittifak yapılması doğrultusundaki girişimleri

hızlandıran III. Selim, I. Abdülhamit’in ittifaklar konusundaki çekingen politikasını

tamamen terk etmiştir. III. Selim, ittifaklar kurarak özellikle Rusya’ya karşı savaşı

sürdürmek istemekteydi. III. Selim’in Kırım’ın geri alınması isteği, savaşı sürdürme

yanlısı tutumunun en önemli nedeniydi. Bu nedenle, Fransız elçisinin Rusya’yla

barış yapılması doğrultusundaki girişimlerine, Fransa’ya olan yakınlığına rağmen

sıcak bakmadı.506

Cephede bulunan Sadrazam’ın divanında, Đsveç’e mali yükümlülüklerin

yerine getirilmesinin ordunun zaten sınırlı olan kaynaklarının ısrafı olacağı yönünde

504 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 993. 505 Konunun ele alındığı Divan toplantılarında, Rus donanmasının Akdeniz’e inmesinin büyük bir

tehlike yaratacağı, Rus donanmasına karşı Akdeniz’e bir donanma göndermenin ise çok pahalıya mal

olacağı hususu üzerinde sıklıkla durulmuştu. Yapılan toplantıların birinde, Kaptan-ı Derya’ya

Akdeniz’e donanma göndermenin ne kadara mal olacağı sorulmuş, ancak, Đsveç’in istediği meblağın

verilerek Rus donanmasının Akdeniz’e inmesinin engellenmesinin daha ucuza mal olacağı

anlaşılmıştır. Đsveç’e verilecek meblağın düşürülerek ittifak yapılması kararı alınmıştır. Ibid. , s. 1045. 506 Ibid. , s. 1109-1110.

Page 255: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

250

karar alınmasına rağmen, III. Selim Đstanbul’daki Divan toplantılarında oluşan ittifak

fikrini destekledi. Böylece ittifak görüşmeleri yeniden hızlandı. Đsveç tarafının da

isteklerini azaltma yoluna gitmesi sonuca ulaşılmasında büyük rol oynadı. 1789

yazında Osmanlı tarafının ittifakın yapılması için gerekli yükümlülükleri yerine

getiremediğini gören Đsveç, mali yardım konusundaki talebini tadil ederek, zaten

fiilen devam eden ittifaka resmiyet kazandırmak istedi. Đsveç Elçisi ile yapılan

görüşmeler sonucunda 11 Temmuz 1789’da ittifak antlaşması imzalandı.507

Đsveç’le imzalanan ittifak antlaşmasının da etkisiyle cephede başarılar

kazanmak isteyen III. Selim, ittifak siyasetini genişletme çabası içine girdi. III.

Selim’in amacı, Đngiltere ve Prusya ile de ittifak antlaşmaları yaparak Osmanlı

Đmparatorluğu, Đngiltere, Prusya ve Đsveç arasında bir ittifak sistemi kurmaktı.508

III. Selim’in ittifak sistemi kurma politikası, Osmanlı dış politikasındaki

büyük değişimi göstermesi açısından önemlidir. Đttifak politikası, aşağıda görüleceği

gibi, başarısızlıkla sonuçlansa da artık Osmanlı dış politikasında yeni bir dönem

açılmaktadır. Osmanlı Đmparatorluğu, Avrupa devletler sisteminin bir parçası olma

yolunda çok daha belirgin biçimde ilerlemeye başlamıştır.509

Osmanlı Đmparatorluğu’nun ittifak siyasetinin ikinci, ama daha önemli

ekseninde ise Prusya’yla yapılan ittifak yer almaktadır. Daha önce de değinildiği

gibi, Osmanlı Đmparatorluğu ile Prusya arasındaki ilişkiler özellikle 18. yüzyılın

ortalarından itibaren hızla gelişmiş, III. Mustafa döneminde iki ülke arasında bir

507 Ibid. , s. 1115. Đttifak antlaşması uyarınca, Osmanlı tarafı Đsveç’e toplam 20 bin kese mali yardım

yapacaktı. Rusya’yla savaş devam ettiği sürece yıllık 2 bin kese verilecek, savaş sonrasında bakiye

eşit taksitlere bölünerek on taksitte ödenecekti. Sözkonusu antlaşmayla her iki taraf da yalnız başlarına

Rusya’yla barış yapmama yükümlülüğü altına girmekteydiler. Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi ,

C. V., s. 546, dipnot: 1. 508 Stanford J. Shaw, Between Old and New: The Ottoman Empire under the Sultan Selim III

1789–1807, Cambridge, Harvard University Press, 1971, s. 37. 509 Naff, “The Ottoman Empire and the European State System”, s. 161.

Page 256: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

251

ittifak yapılması bile gündeme gelmişti. Her ne kadar Prusya Kralı II. (Büyük)

Frederick’in ihtiyatlı politikası nedeniyle iki ülke arasında bir ittifak yapılması fikri

hayatiyet kazanmadıysa da, Prusya Osmanlı dış politikasında artan bir öneme sahip

olmuştur. Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyıl sonlarına doğru Avusturya ve

Rusya’ya karşı denge arayışının hızlanması ve Fransa’nın geleneksel dengeleyici

rolünü yerine getirememesi Prusya’ya verilen önemi arttırmıştır.510

Yukarıda belirtildiği gibi, II. Frederick Rusya ve Avusturya’nın tepkisini

çekmemek için ihtiyatlı bir politika izleyerek Osmanlı Đmpararatorluğu’na doğrudan

destek vermekten kaçınmaktaydı. Buna karşılık, Prusya Başbakanı Graf von

Hertzberg Prusya’nın Babıâli nezdinde daha aktif bir politika izlemesi gerektiği

düşüncesindeydi. II. Frederick’in 1786’da ölmesinden sonra Prusya tahtına oturan II.

Frederick William, selefinin ihtiyatlı dış politikasını tedrici biçimde değiştirme kararı

aldı. Bu çerçevede, öncelikle Đstanbul’daki Prusya temsilciliği maslahatgüzarlıktan

ortaelçiliğe yükseltildi. Bu karar Babıâli tarafından memnuniyetle karşılandı ve

Prusya’nın artık daha aktif bir politika izleyeceği şeklinde yorumlandı.511

Prusya dış politikasındaki değişim sinyallerini gören Babıâli, Rusya’ya karşı

Prusya’yla işbirliğini geliştirme yönünde adım atma kararı aldı. 1787 şubatında

göreve gelen Reisülküttap Süleyman Feyzi Efendi Prusya ile ittifak fikrinin en

önemli savunucularından biriydi. Süleyman Feyzi Efendi Đstanbul’daki Prusya elçisi

von Diez’le yaptığı görüşmelerde, şartlarını bizzat Prusya Kralı’nın belirleyeceği bir

ittifaka Babıâli’nin hazır olduğunu bildirdi. Zaten Prusya’nın daha aktif bir politika

izlemesinden yana olan Diez, Berlin’e Osmanlı Đmparatorluğu’yla yapılacak bir

510 18. yüzyılda, Osmanlı-Prusya ilişkilerinin kurulması ve gelişimi ile III. Mustafa döneminde ittifak

kurulması meselesi için bkz: Salahaddin Tansel, “Osmanlı-Prusya Münasebetleri Hakkında”,

Belleten, C. 10., S. 38., (1946), s. 271-292 ve Salahaddin Tansel, “Büyük Friedrich Devrinde

Osmanlı-Prusya Münasebetleri Hakkında”, Belleten, C. 10., S. 37., (1946), s. 133-165. 511 Beydilli, Büyük Frederich ve Osmanlılar, s. 150–151.

Page 257: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

252

ittifakın Prusya’ya önemli kazanımlar sağlayabileceği yönünde destekleyici raporlar

gönderdi. Fakat, o sırada Hollanda meselesi ile uğraşan Prusya hükümeti, Osmanlı

Đmparatorluğu’yla ittifak yapılmasını kabul etmedi. Diez’e gönderilen talimatlarda

Babıâli’ye ittifak konusunda ümit verilmemesi, ama Osmanlı yöneticilerinin hiçbir

şekilde küstürülmemesi bildirildi.512

Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya arasında 1787 yazında ortaya çıkan krizde

Prusya, Babıâli’ye itidal politikası izlenmesini tavsiye ettiği ve başlayan savaşta bir

an evvel barış yapılması isteğini ilettiği halde, Hollanda meselesinin çözülmesi ve

Avusturya’nın da savaşa girmesi nedeniyle, politikasını aynı yılın sonlarından

itibaren değiştirmeye başladı. Yani, Prusya daha aktif bir politika izlemeyecekti.

Osmanlı Đmparatorluğu ve Rusya arasında barışın Prusya’nın arabuluculuğuyla

sağlanması ve bu arada Prusya’nın menfaatlerinin de korunması yönünde bir çaba

içine girildi.

Tam bu sırada Von Hertzberg gizli bir plan hazırladı. Plan, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Eflak ve Boğdan’ı Avusturya’ya, Kırım, Özi ve Besarabya’yı ise

Rusya’ya bırakmasını; Tuna ve Unna nehirlerinin Osmanlı Đmparatorluğu ile

Hıristiyan dünyası arasında “ebedi sınır” olmasını, Prusya, Fransa ve öteki

devletlerin bu yönde garanti vermelerini içeriyordu. Ayrıca, plan uyarınca Rusya,

Gürcistan ve Kuban’ın öte tarafındaki bütün topraklarındaki egemenlik hakkından

vazgeçecek ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun içişlerine müdahale etmemeyi taahhüt

edecekti.513

Von Hertzberg tarafından gizli tutulan sözkonusu plan II. Frederick William

tarafından da onaylandı. Ancak, böylesine cüretkâr bir planın Babıâli tarafından

kabul edilmesinin kolay kolay mümkün olmadığı da bilinmekteydi. Alınan karar

512 Ibid. , s. 152. 513 Ibid. , s. 154–157.

Page 258: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

253

uyarınca, Prusya elçisi von Diez planı Babıâli’ye sunma işini, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun savaşta ağır yenilgiler alması sonrasına bırakmaktaydı.

Plan konusunda gizli hazırlıklar yapılmaya devam edildi. Barış yapılması için

Đspanya ve Fransa’nın 1788 sonunda Babıâli nezdinde girişimlere başlamaları

Prusya’da endişe yarattı.514 Çünkü, Đspanya’nın veya özellikle Fransa’nın

arabuluculuğuyla barış yapılması hem Prusya’nın etkinlik ve kazanç sağlamasını

önleyecek, hem de planın uygulanmasını engelleyecekti.

Đspanya ve Fransa elçilerinin arabuluculuk girişimlerinin duyulması üzerine

harekete geçen von Diez, Reisülküttap’la 1788 aralığında bir görüşme yaptı. Von

Diez, görüşmede, Prusya’nın sınıra yığdığı kuvvetlerle Avusturya ordusunun bir

bölümünü bağladığı ve Prusya, Đngiltere ve Hollanda arasındaki ittifak nedeniyle Rus

donanmasının Akdeniz’e inemediği hususlarını ileri sürerek, Prusya dostluğunun

Osmanlılar açısından ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalıştı. Von Diez daha

sonra Lehistan meselesinden söz açarak, Babıâli’nin Lehistan hükümetine Rusya ile

ittifak yapmaması yönünde bir uyarı mektubu göndermesini istedi. Von Diez’e göre,

Rusya o sırada Osmanlı Đmparatorluğu’yla savaştığından, Prusya’nın Lehistan’daki

eylemlerine mukabele edememekteydi. Fakat, muhtemelen, Osmanlı

Đmparatorluğu’yla süren savaşın bitmesinden sonra Rusya Prusya’yla savaş

durumuna gelecekti. Bu yüzden, Osmanlı Đmparatorluğu Prusya ve Đngiltere’nin

haberi olmadan düşmanlarıyla barış yapmamalı ve bunu vereceği bir “senet” ile

514 Đspanya ve Fransa elçilerinin girişimleri için bkz: Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s.

994-998.

Page 259: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

254

taahhüt etmeliydi. Diez, hükümetinin istediği senedin bir taslağını da görüşme

sonrasında tercümanı vasıtasıyla Babıâli’ye gönderdi.515

Prusya’nın bu isteği Osmanlı tarafında büyük bir şaşkınlık yarattı. Osmanlı

tarihinde böyle bir senedin verilmesi hiç görülmemiş bir uygulamaydı. Konu I.

Abdülhamit’e arz edildiğinde, padişah senedin verilmesi yönünde görüş bildirmekle

birlikte, meşveret meclislerinde de ele alınmasını istedi. Aylarca süren görüşmelerde

ise bu konuda kesin bir karar alınamadı. Müzakereler sürerken Đsveç ve Fransa

elçilerinin görüşlerine de başvuruldu.516 Osmanlı yöneticilerinin tamamına yakını

Prusya’yla ittifakı desteklemekle birlikte, ortada bir ittifak antlaşması henüz yokken

Osmanlı Đmparatorluğu’nun tek taraflı bir yükümlülüğe girmesinin mahzurlu

olduğunu ileri sürmekteydiler. Ayrıca, Prusya’nın politik tutumunun istikrarsız, bu

yüzden güvenilmez olduğu da belirtilmekteydi.517

Fakat yine de kati bir red cevabı verilmekten özenle kaçınıldı ve çerçevesi

çok belirgin olan bir ittifak antlaşmasının imzalanması şartıyla senet verilmesinin

kabul edileceği von Diez’e bildirildi.

I. Abdülhamit döneminde bir türlü sonuçlandırılamayan senet verilmesi

meselesi, III. Selim’in tahta çıkmasıyla tekrar gündeme geldi. 1789 yılı boyunca

Osmanlı ordusunun ağır yenilgiler alması, savaşı sürdürmek isteyen III. Selim’de

derin bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Cephede bulunan devlet yöneticileri ve ordu

515 Beydilli, Büyük Frederich ve Osmanlılar, s. 171-174; Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C.

II., 999-1009 Von Diez’le yürütülen görüşmelerde, Osmanlı tarafının üzerinde en fazla durduğu

hususlardan biri de, Prusya’nın arabuluculuğunun “mecburi” değil, “ihtiyari” olmasıydı. 516 Beydilli, Büyük Frederich ve Osmanlılar, s. 177–178. Yabancı elçilerin Osmanlı dış

politikasında kazandıkları önem açısından dikkat çekicidir. 517 Görüşmeler sırasında, bazı Osmanlı devlet adamlarının ileri sürdükleri şu fikir, dönemin diplomasi

anlayışı açısından çok önemlidir: “Hıristiyan devletlerin her zaman Osmanlı Devleti’ni aldatma

kaydında oldukları farz olsa bile, bu devletlerden hangisinin Osmanlı Devleti’ni aldatmasının işine

çok gelmediğinin araştırılarak, o devletin sözüne daha fazla itibar etmek gerekmektedir.” Ahmet

Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. II., s. 1013.

Page 260: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

255

komutanları da barış yapılması yönünde görüş bildirmekteydiler. 1789 Fransız

Devrimi’nin uluslararası alandaki etkilerini gün geçtikçe arttırdığı bir ortamda Rusya

ve Avusturya da barış yapılmasında istekli bir tutum takınmışlardı.

Padişahın da onayını alan Sadrazam Gazi Hasan Paşa, Bender’de bulunan

Rus ordusu komutanı Prens Potemkin’e ön görüşmeler yapmak amacıyla Kapıcıbaşı

Hacı Bekir Ağa’yı gönderdi. Bu sırada Prusya ile ittifak yapılması konusunda

Saray’dan görüş sorulmuştur. Divan’da bulunan bütün devlet ricali ittifak yönünde

olumsuz görüş dile getirerek, biran önce barış yapılması gerektiğini

bildirmişlerdir.518

III. Selim ise Prusya ittifakına meyilliydi. Tam bu sırada Bender kalesinin

Rusların eline geçmesi, Prusya’yla ittifak yanlılarını güçlendirdi. III. Selim, mağlup

bir padişah olarak barış yapmak zorunda kalmış gibi görünmek istemediğinden,

ittifak için adım atmaya karar verdi. Meşveret meclisindeki görüşmelerde de, Ruslara

karşı bir zafer kazanıldıktan sonra barış yapılması düşüncesi öne çıktı.

Prusya ile ittifak yapılmasına karar verildikten sonra, ittifakın dinen uygun

olup olmadığı sorusu gündeme geldi. Dönemin Şeyhülislamı Hamizade Mustafa

Efendi, Prusya ile ittifak yapılmasının dinen uygun olduğunu, Hz. Muhammet’in

Hıristiyan Arap kabileleriyle yaptığı antlaşmaları örnek vererek belirtti ve bu yönde

fetva verdi.519

Đttifak kararının alınmasından sonra, Rumeli Kazaskeri Aşir Efendi ve

Reisülküttap Raşid Efendi, Prusya elçisi von Diez’le görüşmeler yapmak için

518 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1159-1160. 519 Ibid. , s. 1161. Đttifakın dinen uygunluğu konusu görüşülürken, kazaskerlerden bazıları Hıristiyan

bir devletle ittifakın meşru olmadığını çeşitli ayet ve hadisler çerçevesinde ileri sürmüşlerdi. Buna

karşılık, Şeyhülislam sözkonusu itirazları cevaplandırmış ve ittifak akdinin dinen meşru olduğunu

bildirmişti. Prusya ittifakına büyük önem veren III. Selim bu izahdan çok memnun olmuştur.

Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi , C. V., s. 560-561, dipnot:2.

Page 261: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

256

görevlendirildi. Görüşmeler sonucunda, 1 Şubat 1790’da beş maddelik Osmanlı-

Prusya ittifak antlaşması imzalandı.520

Đttifak antlaşmasının en önemli maddeleri şu düzenlemeleri içeriyordu:

Birinci madde uyarınca, Prusya; Rusya ve Avusturya kuvvetlerinin Tuna’nın

güney sahiline geçmeleri durumunda, 1790 yılı ilkbaharında bütün gücüyle Rusya ve

Avusturya’ya savaş açacak ve Osmanlı Đmparatorluğu iyi bir barış elde edinceye

kadar karada ve denizde yardım yaparak Đstanbul’un emniyetini sağlayacaktı.

Osmanlı Đmparatorluğu ise, Leh hükümetine ait olup Avusturya işgalinde bulunan

Galiçya’nın tekrar Lehistan’a verilmesini Avusturya ve Rusya ile yapılacak barış

görüşmeleri sırasında sağlamaya çalışacaktı.

Üçüncü madde uyarınca, Osmanlı Đmparatorluğu Rusya ve Avusturya ile

barış yapmadıkça Prusya da bu iki ülkeyle barış yapmayacaktı. Buna karşılık,

Prusya, Đsveç ve Lehistan; Rusya ve Avusturya ile birlikte ya da ayrı ayrı barış

yapmadıkça Osmanlı Đmparatorluğu da Rusya ve Avusturya ile barış yapmayacaktı.

Ayrıca, barış yapılmasından sonra Avusturya ya da Rusya; Prusya, Đsveç veya

Lehistan’a saldıracak olursa Osmanlı Đmparatorluğu bu saldırıyı kendine yapılmış

sayarak sözkonusu devletlere savaş açacaktı. Prusya da; Avusturya ve Rusya

Osmanlı Đmparatorluğu, Đsveç veya Lehistan’a saldırırsa bu devletlere karşı savaşa

girme yükümlülüğüne girmişti.

Dördüncü madde uyarınca, Prusya, Osmanlı Đmparatorluğu ile Rusya ve

Avusturya arasında imzalanacak barış antlaşmasında Osmanlı tarafının elinde

bulunan toprakları koruyacağını garanti etmekteydi. Prusya ayrıca sözkonusu

520 Ibid. , 560-561. Shaw ve Yorga gibi kimi yazarlar ise, antlaşmanın imza tarihini 31 Ocak 1790

olarak göstermektedirler. Shaw, Between Old and New, s. 46; Yorga, Osmanlı Tarihi, C. V., s. 93.

Naff ise, antlaşmanın tarihinde büyük bir yanlışlık yaparak, 31 Ocak 1791 biçiminde vermiştir. Naff,

“Ottoman Diplomatic Relations with Europe”, s. 105. Naff, bu yanlışlığı daha ileri tarihli bir

çalışmasında da sürdürmüştür. Naff, “The Ottoman Empire and the European States System”, s. 161.

Page 262: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

257

garantiye Đngiltere, Felemenk, Đsveç ve Lehistan’ın katılmasını sağlamayı da vaat

etmekteydi.

Osmanlı-Prusya ittifakı, 1789’da yapılan Osmanlı-Đsveç ittifakıyla birlikte

Osmanlı diplomasisinde önemli bir dönüm noktasıdır.521 Her iki ittifak da Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Avrupa devletler sisteminin bir üyesi olmasını perçinleştirmiştir.

Tezin başından beri sıklıkla vurgulanmaya çalışıldığı gibi, Osmanlı yöneticileri

devletin en güçlü döneminde bile “fiili ittifaklar” yapmış, Hıristiyan güçler

arasındaki çelişkilerden yararlanmış, Avrupa’daki güç dengesini kendi lehlerine

çevirmeye çalışmışlardır. Avrupa en azından teorik olarak bir Hıristiyan bütünlüğü

şeklinde algılanmış, Hıristiyan güçlerle yapılan fiili ittifaklara stratejik değil daha

çok taktik önem verilmiştir.522 Temelleri I. Abdülhamit döneminde atılan ve III.

Selim döneminde gerçekleşen ittifaklarla, sözkonusu anlayış tamamen terk

edilmiştir. 1787’de başlayan savaşta, başta Kırım olmak üzere kaybedilen

Đmparatorluk topraklarının büyük bir güçle işbirliği yapmadan geri alınmasının

mümkün olmadığının anlaşılması, kısa bir süreliğine de olsa depreşen fütühat

politikasının ve bu çerçevede “Osmanlı revizyonizmi”nin ilginç bir biçim almasına

neden olmuştur: “Batı’ya karşı, ama Batı’yla birlikte.”

Osmanlı dış politikasındaki rasyonelleşmenin önemli bir aşamasına tekabül

eden ittifak politikası, kaçınılmaz olarak diplomatik temasların ve faaliyetlerin

521 1790 Osmanlı-Prusya Đttifakı’nın, Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir Hıristiyan güçle yaptığı ilk resmi

ittifak olduğu belirtilmektedir. Oysa 1789 yılında Đsveç’le yapılan ittifakın, muhtevası itibariyle ilk

olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Aslında, Osmanlılar yüzlerce yıl boyunca birçok Hıristiyan

devletle “fiili ittifaklar” yapmıştır. 522 Ahmet Cevdet Paşa’nın Prusya ile yapılan ittifakı değerlendirdiği şu satırları dikkat çekicidir:

“Eskiden Avrupa’nın durumunu bilen olmadığından bütün Hıristiyan devletlere birleşmiş kuvvet

olarak bakılırdı. Gerekse bile ittifak yapmaya yanaşılmazdı. (..) Avrupa devletleri ise tutumları ve

mezhep anlaşmazlıkları nedeniyle birbirlerine muhalif olduklarından başka, bir süredir din ve mezhep

muharebelerini bırakıp savaş ve kavgaları özel menfaatleri davasına bağlı olacak ittifak, aralarında

mülk menfaatlerine iştirakden ibaret kalmıştır.” Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1160.

Page 263: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

258

artmasına ve bu nedenle daha modern diplomatik yöntemlerin benimsenmesini

sağlamıştır. Daha rasyonel bir dış politika arayışı, daha olgun bir diplomasi

anlayışını, dolayısıyla diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında gelişmesini

beraberinde getirmiştir. Đttifak politikasının benimsenmesinden çok kısa bir süre

sonra gerçekleşecek olan sürekli diplomasiye geçiş, bu çerçevede

değerlendirilmelidir.523

Đsveç’le ve özellikle Prusya’yla ittifak yapılmasından sonraki gelişmeler,

ittifak politikasının ilk dönemde nasıl bir çerçeveye oturtulduğunu göstermektedir:

Tahta çıkışından itibaren, 1774’te kaybedilen toprakların geri alınması

amacıyla savaşı sürdürmede kararlı ve inatçı bir tutum alan III. Selim, Prusya’yla

itifak yapılır yapılmaz Avusturya ve Rusya’ya yeni bir saldırı için ordunun

hazırlanmasına -savaşın kötü seyrine rağmen- başladı. III. Selim, cephede bulunan

devlet ricalinin barış yapılması yönündeki görüşlerine rağmen Prusya ittifakını barış

için değil savaş için kullanma kararı almıştır.524 Bir süreliğine gizli tutulan ittifak

antlaşmasının 22 şubatta açıklanmasıyla, Şumla’daki Osmanlı karargahında Osmanlı

temsilcileri ile Avusturya ve Rusya temsilcileri arasında sürdürülen ön barış

görüşmeleri de kesilmiştir.525

Đttifakın imzalanmasının ardından, Prusya tarafından onaylanmasını bile

beklemeden saldırıya geçme kararı almış olan III. Selim, Đngiliz Elçisi Robert

Ainslie’nin arabuluculuk çabalarını ise, ittifak hükümlerini ileri sürerek ve Prusya ile

523 Benzer bir görüş için bkz: Kürkçüoğlu, “The Adaption and Use of Permanent Diplomacy”, s. 132. 524 Bu durum, III. Selim’in ve devlet ricalinin bir bölümünün, ittifak politikasını ilk anda “savunmacı”

değil “saldırgan” bir çerçeveye oturttuğunu göstermektedir. Aşağıda görüleceği gibi saldırgan saiklere

dayanan ittifak politikası kısa sürede iflas edecek, artık savunmaya dayalı ittifak politikası

benimsenecektir. Đttifak ve denge arayışlarının savunmaya yönelik olarak belirlenmesi,

Đmparatorluğun yıkıldığı 1. Dünya Savaşı’na kadar genel olarak sürecektir. 525 Shaw, Between Old and New, s. 47.

Page 264: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

259

Đsveç Avusturya ve Rusya’yla anlaşmadan hiçbir şey yapamayacağı gerekçesiyle

reddetmiştir.526 Savaşın sürdürülmesi kararı doğrultusunda, bir süreden beri Osmanlı

Đmparatorluğu ile barış yapılması fikrinde olan Avusturya ve Rusya’nın tekliflerine

de itibar edilmemiştir.

Avusturya’ya karşı sertlik politikası izlemeye karar veren Prusya Kralı II.

Frederick William savaş hazırlıklarını sürdürürken, bu sırada Avusturya’nın uzlaşma

yolunda adım atması uluslararası dengeleri tamamen değiştirmiştir. 1790 şubatında

ölen II. Joseph’in yerine Avusturya tahtına çıkan II. Leopold, selefinin aksine

genişleme politikası yanlısı değildi. II. Leopold, imparatorluğunun çok da iyi

durumda olmadığını bildiğinden, sürdürülen genişleme politikasının Avusturya’nın

Prusya’yla savaşa sürüklenmesine yol açmasından endişe ediyordu. Ayrıca, Rus

Çariçesi II. Katerina’ya da güven duymuyordu. 1789 Fransız Devrimi’nin “olumsuz”

etkilerinin ülkesine de sıçramasını engellemek istiyor, Osmanlı Đmparatorluğu’yla

barış yaparak dikkatini ve kaynaklarını Fransa’daki yeni rejime yönlendirmeyi

planlıyordu.527

Bu nedenlerle, II. Leopold, II. Frederick William’a bir mektup göndererek iki

ülke arasındaki sorunların barışçı yollarla çözülmesi yönündeki dileğini iletti.

Avusturya’ya karşı sertlik yanlısı politikasını bir anda terk eden II. Frederick, II.

Leopold’un uzlaşma isteğini olumlu karşıladı. Bunun üzerine, iki ülke ile Đngiltere,

Đsveç ve Polonya temsilcilerinin katılımıyla 1790 haziranında Reihenbach’ta bir

konferans toplandı.

526 Bağış, Britain and the Struggle, s. 89. III. Selim, evvelce kaybedilen toprakları, devam eden

savaşta Prusya ile ittifak yaparak başarı kazanmak suretiyle, geri alabileceği umudunun ne uluslararası

konjonktürle, ne de Đmparatorluğun içinde bulunduğu durumla bağdaşmadığını kısa sürede görecektir. 527 Anderson, Doğu Sorunu, s. 35.

Page 265: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

260

Konferanstan olumlu sonuç alınması üzerine, iki ülke arasında 27 Temmuz

1790’da imzalanan antlaşmayla, II. Leopold Đngiltere, Prusya ve Hollanda’nın

aracılığıyla Osmanlı Đmparatorluğu ile barış yapmayı kabul etti.528

Osmanlı Đmparatorluğu Reihenbach Konferansına ne davet edilmiş, ne de

konferans görüşmeleri sırasında kendisine bilgi verilmiştir. Babıâli, Prusya

temsilcilerinin kendi haklarını da koruyacağını sadece ümit etmekteydi.529 Osmanlı

Đmparatorluğu’nun, kendisinin ana gündem maddesi olduğu bir konferansa davet

edilmemesi dikkat çekicidir. Osmanlıların, resmen girmeye çalıştıkları Avrupa

devletler sisteminin “oynaklığını” anlamaları açısından bir ilk olan bu gelişme, III.

Selim’in ittifaklar aracılığıyla başarı kazanma hevesine de büyük bir darbe

indirecektir. Bu durum, Osmanlıların; diplomasinin günlük değişimlere açık

olduğunu ve geleneksel diplomatik yöntemlerinin yetersiz kaldığını anlamaları

açısından da önemli bir örnek olacaktır. 530

Reihenbach Antlaşması 18 Ağustos’da Osmanlı karargahına gelen Prusya’nın

Viyana elçisi tarafından Sadrazam Yusuf Paşa’ya bildirildi. Prusya elçisi,

Sadrazamdan ordusunu Tuna’nın güneyine çekmesini ve Avusturya ile barış

528 Ibid. , s. 36. 529 Shaw, Between Old and New, s. 53. 530 Beydilli, Osmanlı ricalinin devletlerarası ilişkilere bakışlarındaki değişime işaret ederek, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun güçlü olduğu dönemde antlaşmaların devletler arasındaki güç ilişkilerinin bir

sonucu olarak görüldüğünü belirtmektedir. Sözkonusu dönemde “ahde vefa” ilkesine önem

verilmemiştir. 1699 Karlofça Antlaşması sonrasında ise devletlerarası antlaşmalara uyulmasının ve

“ahde vefa” gösterilmesinin devletin çıkarları açısından gerekli olduğu düşüncesi benimsenmiştir.

Kemal Beydilli, “Osmanlı ve Avrupa Devletleri Arasındaki Đttifaklar”, Çağdaş Türk Diplomasisi:

200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Tebliğler 15-17 Ekim 1997, Ankara, Türk Tarih Kurumu

Basımevi, 1999, s. 35-37. Osmanlı ricalinin dış politika anlayışı, başta ahlaki olmayan realist bir

felsefeye dayanmaktayken, daha sonra realist saiklerle benimsense de ahlaki ve idealist bir felsefeye

dayandırılmıştır.

Page 266: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

261

görüşmelerini başlatmasını istedi. Sadrazamın Padişaha Prusya elçisinin isteklerini

iletmek üzere gönderdiği haberci 24 Ağustos’da Đstanbul’a ulaştı.

Reihenbach Antlaşması ve Prusya’nın istekleri, Padişah ve devlet ricalinde

büyük bir şaşkınlık ve kızgınlık yarattı. Osmanlı yöneticileri Prusya tarafından

aldatıldıklarını ve Prusya’nın Osmanlı Đmparatorluğu’nu “dizleri üzerine çöktürmek

için” düşmanla anlaştığını düşündüler.531

Tam bu sırada Osmanlı Đmparatorluğu’nun ittifak politikası ikinci bir darbe

daha yedi: Rusya karşısında başarı kazanamayan Đsveç, Valara’da bir antlaşma

imzalayarak savaştan çekildi. Đsveç’in Rusya’yla anlaşması hem Osmanlı-Đsveç

ittifak antlaşmasına aykırıydı, hem de batı cephesindeki Rus birlikleri bu durumda

serbest kalarak güney cephesine çekilebilecekti. Ayrıca, Osmanlı ricali 1768–1774

Osmanlı-Rus Savaşı’nda Akdeniz’e inen Rus donanmasının neden olduğu felaketi

unutamadığından, Rusya’nın açılan Baltık yolunu kullanarak tekrar Akdeniz’e

sarkmasından hayli endişe etti. Fransız elçisinin Osmanlı Sarayına sunduğu Rus

donanmasının tekrar Akdeniz’e gönderilebileceği yönündeki takriri endişeyi

arttırmıştı. Đsveç’in savaştan çekildiği haberi III. Selim’i çok kızdırmış, sadaret

kaymakamına gönderdiği hatt-ı hümayunda, “Đsveçli’ye bu kadar akçe verildi; böyle

bivefalık olur mu? Bu keyfiyeti tahkik edin, aslı var mıdır?” ifadesini kullanmıştı.

Haberin doğru olup olmadığını anlamak için Đsveç elçisiyle yapılan görüşmelerde,

Valara Antlaşması’nın gerçekten imzalandığının öğrenilmesiyle, Osmanlı

Sarayı’ndaki kızgınlık ve endişe iyice arttı.532

III. Selim’in isteğiyle, Ağustos ayı sonlarında, bu iki gelişmenin ele alınması

amacıyla genişletilmiş bir Divan toplantısı düzenlendi. Toplantıya katılan devlet

adamlarının bir kısmı savaşa devam edilmesi, bir kısmı ise bir an önce barış

531 Shaw, Between Old and New s. 55. 532 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1213.

Page 267: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

262

yapılması yönünde görüş bildirdiler. Ulema ve bazı Divan üyeleri, savaşın

sürdürülmesi gerektiğini; Avusturya’nın iç meselelerle uğraştığını belirttiler. Bu

görüşte olanlara göre, Avusturya Osmanlı Đmparatorluğu’yla mecburen anlaşmak

isteyecek, savaşta ele geçirdiği yerleri ve hatta kendi sınırları içinde bulunan Galiçya

ve Bukovina’yı dahi Osmanlı Đmparatorluğu’na geri vermek zorunda kalacaktı.

Sözkonusu görüşe rağmen, Divan’da Avusturya ile Reichenbach Antlaşması kararları

çerçevesinde barış görüşmelerine başlanılması kararı alındı.533

Avusturya’yla barış görüşmelerine başlanmadan önce çatışmaları sona

erdirecek bir mütareke yapılması gerekliydi. Bunun için görevlendirilen Reisülküttap

Abdullah Berri Efendi, Avusturya temsilcisiyle görüşerek 9 ay geçerli olacak

mütarekeyi 18 Eylül 1790’da imzaladı.534

Pek istemese de Avusturya’yla mütareke yapılmasını kabul eden III. Selim,

Avusturya’yla savaş durumunun en azından 9 aylığına ortadan kalkmasından

yararlanarak bütün gücüyle Rusya’ya saldırmaya karar verdi. Ordu komutanlarının

Rusya ile de barış yapılması yönündeki görüşlerine ise iltifat etmedi.535 Osmanlı

Đmparatorluğu’nun yeni politikası “Avusturya’yla barış, Rusya’yla savaş”tı.536 III.

Selim, Reichenbach Antlaşması nedeniyle yaşadığı büyük hayal kırıklığına rağmen,

Prusya’nın Rusya’ya karşı harekete geçeceğini hala ümit edebiliyordu.537 Prusya’yı

533 Shaw, Between Old and New, s. 56. 534 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 570. 535 III. Selim, cephede bulunan ve barış yapılması görüşünde olan Sadrazam’a gönderdiği mektupta,

“Kırım alınmadıkça Devleti Aliyyenin asıl düşmanı olan Rusyalu ile sulh yoktur” diyordu. Karal,

Selim III.’ün Hatt-ı Humayunları , s. 43. 536 Shaw, Between Old and New, s. 57. 537 III. Selim’in Sadrazam’a gönderdiği bir başka mektupta, Prusya ile ittifaka hala ümitle baktığı ve

her şeye rağmen antlaşmaya uymaya kararlı olduğu açıkça görülmektedir: “Ayrı olarak Ruslarla sulh

antlaşması yapılırsa Prusya ittifakı ortadan kalkar. Bir kez olsun düşünmez misiniz, böyle tedbir mi

olur?”. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1204.

Page 268: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

263

Rusya’ya karşı savaşa sokabilmek amacıyla, Berlin’e elçi olarak Ahmet Azmi Efendi

gönderildi.538

Ancak, III. Selim’in Prusya’yı savaşa sokma girişimi başarılı olamadı. Prusya

elçisi de Rusya’yla barış yapılmasını sürekli olarak Babıâli’ye telkin ediyordu. III.

Selim, 1789 Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan durumu

görememişti. Yani, Avrupa monarşilerinin Fransa’nın devrimci yönetimine karşı

birleşme ihtiyacı içinde olduklarını anlayamamıştı.

III. Selim’in bütün çabalarına rağmen, Osmanlı ordusu 1790 yılının

sonbaharında Rusya’yla Balkan ve Kafkas cephelerinde yapılan savaşlarda başarılı

olamadı, hatta bazı bölgeler Rus kuvvetlerince ele geçirildi. Özellikle, 1791 yılı

başında Đsmail Kalesi’nin kaybı Osmanlı ordusunu büyük bir sıkıntıya soktu.539

Öte yandan, Avusturya ile barış müzakereleri de Aralık 1790’da Ziştovi’de

başlamıştı.540 Osmanlı tarafını Reisülküttap Abdullah Berri Efendi başkanlığındaki

bir heyet temsil etmekteydi. Yoğun tartışmalara sahne olan müzakereler yaklaşık 9

538 Ahmet Azmi Efendi’nin faaliyetleri ve sefaretnamesi için bkz: Unat, Osmanlı Sefirleri ve

Sefaretnameleri, s. 149–153. 539 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 574–584. 540 Babıâli ile Avusturya arasında müzakerelerin başlamasından önce, toplantı yeri konusunda görüş

ayrılıkları çıkmıştı. Avusturya tarafının, görüşmelerin Bükreş’te yapılması yolundaki önerisi,

Bükreş’in o sırada Avusturya’nın işgalinde olması nedeniyle Babıâli tarafından reddedilmişti. Çünkü,

dönemin diplomasi anlayışına göre, müzakere yapılan yer hangi tarafın kontrolündeyse, karşı taraf

yenik addedilmekteydi. Osmanlı tarafı, müzakere yerinin kendi kontrolünde bulunan Ziştovi kasabası

olmasını, yapılan ön müzakereler sonucunda kabul ettirdi. Geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışının

belirli ölçüde de olsa etkisini sürdürdüğünü gösteren bu durum, Osmanlı tarafını ummadığı bir

sıkıntıya da sokacaktır. Tezin geleneksel Osmanlı diplomasisiyle ilgili kısmında da belirtildiği gibi,

ülkeye gelen diplomatların maddi ihtiyaçlarının Osmanlı tarafınca karşılanması esastı. III. Selim

devrinin ileriki yıllarında sürekli diplomasiye geçişle terk edilecek bu uygulama, o sırada zaten mali

vaziyeti çok kötü olan Osmanlı Đmparatorluğu’na büyük bir yük getirmiştir. Görüşmelerin uzun

sürmesi yükü daha da arttırdı. Ziştovi’de bulunan Osmanlı temsilcilerinin artan para talepleri zorlukla

karşılanabildi. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1208–1210. Tezin ilerleyen

kısımlarında da görüleceği gibi, mali sıkıntılar sürekli diplomasiye geçildikten sonra da etkili oldu ve

sürekli diplomasiden beklenen faydanın sağlanamamasında rol oynadı.

Page 269: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

264

ay sürdü. Bir ara Avusturya tarafı müzakereleri terk etmişti. Ancak, Avusturya Kralı

II. Leopold’un bir an önce barış yapılmasını istemesi üzerine müzakereler tekrar

başlayabilmişti.541

Müzakereler 4 Ağustos 1791’de imzalanan barış antlaşmasıyla sonuçlandı. 14

maddelik antlaşma 50 yıl geçerli olacaktı. Antlaşma uyarınca, iki ülke arasındaki

sınırlar savaş öncesindeki gibi olacak, sadece bazı yerlerde küçük düzeltmeler

yapılacaktı.

Rusya’yla barış konusuna gelince:

Avusturya ile nihai barış antlaşması sürecine girildiği sırada, beklenildiğinin

aksine, Osmanlılar Rusya’yla da barış yapılması fikrine sıcak bakmaya başladılar.

Aslında, Osmanlı orduları Avusturya cephesinin getirdiği yükten artık tamamen

kurtularak yalnızca Rusya ile savaşma fırsatı elde edecekti. Fakat, Osmanlı

ordusunun vaziyeti ve alınan yenilgiler barış yanlısı grubun fikirlerini kabul

ettirmesine yol açtı. Yukarıda da belirtildiği gibi, özellikle cephede bulunan devlet

ricali uzun zamandır barış yanlısı görüşlerini padişaha iletiyorlardı. Ordunun vaziyeti

nedeniyle büyük bir askeri başarı kazanma ümidini yitiren III. Selim, hiç olmazsa

küçük de olsa bir muhabere kazanılmasını, böylece Ruslarla görüşme masasına daha

güçlü oturulabilinmesini istiyordu. Kazanılacak küçük bir muharebeyle devletin

saygınlığını koruyacağını düşünüyordu. Fakat, sonunda Prusya’dan beklediği Rusya

saldırısının da artık gerçekleşmeyeceğini anlayan III. Selim, Rusya’yla mütareke

yapılması için Sadrazam’a izin verdi.542

Sadrazam’ın elçi olarak görevlendirdiği Vasıf Efendi Rus karargâhında Rus

orduları komutanı Prens Repnin’le görüşmeler yaptı. Repnin, mütareke ve barış için

541 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 571. Görüşmelerin ayrıntılı anlatımı için bkz:

Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1293-1342. 542 Karal, Selim III’ün Hatt-ı Humayunları , s. 45.

Page 270: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

265

bazı ön koşullar ileri sürdü: Küçük Kaynarca Antlaşması ve sonrasında yapılan

Osmanlı-Rus antlaşmalarının geçerli olduğu kabul edilecek ve Turla (Dinyester)

nehri iki ülke arasında sınır olacaktı. Bunlara karşılık, Rusya, işgalinde bulunan

Eflak ve Boğdan’ı Osmanlı Đmparatorluğu’na iade edecekti. 543

Rus tarafının ön koşulları hem Sadrazam Divanı’nda, hem de Đstanbul’daki

Meşveret Meclisi toplantılarında uzun süre müzakere edildi. Müzakereler sonunda

Repnin’in ileri sürdüğü koşulların kabul edilmesi ve mütareke yapılması

kararlaştırıldı. 1791 ağustosunda Ziştovi Antlaşması’nın imzalanmasından da birkaç

gün önce önce Osmanlı-Rus mütarekesi imzalandı.544

Barış antlaşması için toplantı yeri olarak Yaş kasabasının belirlenmesinin

ardından, Ziştovi Antlaşması görüşmelerini yeni bitirmiş olan Osmanlı heyeti Rusya

ile de müzakere etmek üzere görevlendirildi. Kasım ayında başlayan müzakereler

Ocak 1792’ye kadar devam etti. General Repnin’in barışın çerçevesini oluşturan ön

şartları zaten önceden kabul edildiğinden, Ziştovi barış görüşmelerinin aksine

sözkonusu müzakereler çok daha kısa sürmüştür. Rus tarafının savaş tazminatı isteği

bir süreliğine sıkıntıya neden olduysa da, daha sonra bundan vazgeçilmesiyle

müzakereler sonuçlandırılabilmiştir.545

10 Ocak 1792’de imzalanan 14 maddelik Yaş Antlaşması’nın en önemli

hükümleri şunlardır:546

Đkinci Madde uyarınca, Osmanlı tarafı 1774 Küçük Kaynarca ile 1779 ve

1784 Aynalıkavak Antlaşmaları’nı bir kez daha teyid ediyor, Kırım ve Taman’ın

Rusya tarafından ilhakını onaylıyordu.

543 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s.1285. 544 Ibid. , s. 1285-1288. 545 Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, C. V., s. 591. 546 Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics , Vol. I., s. 106-109.

Page 271: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

266

Üçüncü Madde’ye göre, iki ülke arasındaki sınır Turla nehri olacaktı.

Dördüncü Madde uyarınca, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın Boğdan’la ilgili

hükümleri geçerli olacak, Boğdan’ın Babıâli’ye olan bütün borçları silinecek, iki yıl

boyunca buradan vergi alınmayacaktı.

Ziştovi ve Yaş Antlaşmaları Osmanlı dış politikası ve diplomasisi açısından

hayli önemli etkilerde bulunmuştur:

Öncelikle, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında Kırım’ın geri

alınması hedefi çerçevesinde yürütülen revizyonist açılım büyük bir başarısızlıkla

sonuçlanmış oluyordu. Bundan sonra Osmanlı dış politikasında revizyonizm değil,

statükoculuk esas alınacaktır. Babıâli, Avrupa sorunlarına -kendisini etkilemediği

sürece- müdahil olmama çabası içine girecektir.547

Đkincisi, revizyonist hedefler çerçevesinde girişilen ittifak politikası da

başarısızlığa uğramıştır. Bu tarihten sonra ittifak politikası saldırgan ve revizyonist

hedefler çerçevesinde değil, statükoyu korumaya dönük savunmacı amaçlar

doğrultusunda yürütülecektir. Đttifak politikası ve bunun beraberindeki denge

arayışları, 19. yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’nun bizatihi varlığını koruma

amacının temel aracı haline gelecektir. Đttifak politikası ve denge arayışları da,

kaçınılmaz olarak diplomatik temasların arttırılmasına neden olacaktır. Osmanlı

diplomasisinin temel uğraşı bu arayışlar olacaktır.

Gerçekten de, Babıâli 1774–1792 yılları arasında belki de o zamana kadar hiç

görülmediği kadar diplomatik faaliyete sahne olmuştur. Yabancı elçilerin Osmanlı

dış politikası üzerindeki etkilerini ve hatta belirleyiciliklerini arttırdıkları sözkonusu

dönemde, Osmanlı diplomatları da Batılı tarzda diplomasinin inceliklerini belirli

ölçüde de olsa öğrenme fırsatı bulmuşlardır. Osmanlı tarafının, Prusya ve Đsveç’le

547 Naff, “The Otoman Empire and European States System”, s. 161–162.

Page 272: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

267

yapılan ittifaklarda oyalandığını ve aldatıldığını görmesi, Batı tarzı diplomasinin

olumsuz yanlarının da çok daha açık bir biçimde fark edilmesini sağlamıştır.

Diplomasinin büyük oranda Đstanbul’da bulunan yabancı elçiler eliyle

yürütülmesinin çok da mümkün olmadığı anlaşılmış, diplomatik sürecin iki taraflılık

ve süreklilik kazanması fikri ortaya çıkmıştır.

ii)Modernleşme

Osmanlı Đmparatorluğu’nda reform ve değişim fikri/ihtiyacı, aslında 18.

yüzyılın sonunda ortaya çıkmamıştır. Đmparatorluğun 17. yüzyılın başından itibaren

savaşlarda eski başarıları kazanamaması, idari ve mali sistemin bozulması, sosyal

huzursuzlukların artışı gibi olumsuzluklar, reform fikrinin/ihtiyacının devletin

gündemine yerleşmesine neden olmuştur. Özellikle, muharebe meydanlarında eski

görkemli başarıların kazanılamaması ve fütühatın büyük oranda durması, reformun

gündeme gelmesinde çok önemli bir rol oynamıştır.

Gerçekten de, Osmanlı devlet adamlarının, sistemin sağlıklı biçimde işleyip

işlemediğini esas olarak savaşlarda kazanılan başarılara endekslemesi, reform

girişimlerinin doğrudan doğruya askeri alanla ilişkilendirilmesine yol açmıştır.548 Bu

nedenle, Osmanlı Đmparatorluğu’nda reform girişimleri orduda başlamış ve uzun bir

süre de ordu ile sınırlı tutulmak istenmiştir.549 Sınırlı ve yüzeysel kalan reformlara

548 Ortaylı, Osmanlı-Türk modernleşmesinin bir askeri modernleşme hareketi olarak doğduğunu

vurgulamaktadır. Ortaylı’ya göre, “askeri modernleşme, kuşkusuz Osmanlı modernleşmesinin

çekirdeği ve itici gücü olmuştur (…)” Đlber Ortaylı, Đmparatorlu ğun En Uzun Yüzyılı, 3. B.,

Đstanbul, Hil Yayınevi, 1995, s. 37. 549 Mevlüt Bozdemir, Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları , Ankara, AÜSBF Yayınları, s. 65.

Page 273: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

268

sahne olan Lale Devri bir kenara bırakılacak olursa, sözkonusu eğilim 18. yüzyıl

sonlarına kadar devam etmiştir.550

17. yüzyılın başından itibaren, Osmanlı ordusunun Batılı ülkeler karşısında

yetersizliğinin ve güçsüzlüğünün ortaya çıkması ve bunun sonucunda toprak

kayıplarının da başlaması, reform çabalarının tedrici biçimde nitelik değiştirmesine

neden olmuştur. Şöyle ki, daha önce ordudaki reform çabaları içteki imkân ve

kaynaklarla sürdürülmeye çalışılırken, artık Batılı askeri teknolojinin ve tekniklerin

üstünlüğü kabul edilmiş, Batılı askeri uzmanlardan yararlanılmaya başlanmıştır.551

18. yüzyıl boyunca Avrupa’ya giden Osmanlı elçilerinden, gittikleri ülkelerdeki

askeri örgütlenme tarzı, silah ve araç modelleri gibi hususları dönüşlerinde iletmeleri

istenmiştir.

III. Selim devrinde ise, reform politikasının genel olarak değişim

göstermesine paralel biçimde, askeri reform farklı bir boyut kazanacak, önceki

reformların aksine askeri eğitim ve örgütlenme tamamen değiştirilmeye

çalışılacaktır. Reform düşüncesi askeri alanda doğmuş ve ilk adımlar sözü edilen

alanda atılmış olsa da, III. Selim dönemine kadar, bunlar “ince bir Batılılaşma cilası

çekme”nin ötesine geçememiştir.552

Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyılın son çeyreğinde gerek içte, gerek

dışta büyük bir kriz içine girmesi, reform ihtiyacının o tarihe kadar hiç görülmediği

biçimde aciliyet ve önem kazanmasına neden olmuştur. Đmparatorluğun artık

550 III. Selim devri öncesinde yapılan reformların kısa bir özeti için bkz: Necdet Hayta ve Uğur Ünal,

Osmanlı Devleti’nde Yenileşme Hareketleri (XVII. Yüzyıl Ba şlarından Yıkılı şa Kadar), 2. B.,

Ankara, Gazi Kitapevi, 2005, s. 9-62. 551 Örneğin, 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı Đmparatorluğu’nda bulunan Baron De

Tott, Rus donanmasına karşı Çanakkale savunmasını örgütlemek için III. Mustafa tarafından tam

yetkiyle ordu komutanlığına getirilmişti. De Tott, Türkler , s. 188–189. 552 Roderic Davison, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nda Reform, 1856–1878, Çev:Osman Akınhay,

Đstanbul, Agora Kitaplığı, 2005, s. 22.

Page 274: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

269

yüzeysel ve sınırlı reformlarla Batı karşısında başarılı olamayacağının ve hatta

varlığını dahi koruyamayacağının anlaşılmasıyla reform girişimlerine hız verilmiştir.

Artık, reform yapılması hedefiyle devletin varlığının korunması hedefi

özdeşleşmiştir. Osmanlı ricalinin en azından bir bölümü, reformun eski güçlü

dönemlere dönüş için değil, her şeyden önce Đmparatorluğun daha fazla toprak

kaybetmemesi ve ortadan kalkmaması için gerekli olduğunu anlamıştır. Batı’ya karşı

direnebilme ihtiyacına dayanan ve Rustow tarafından “savunmacı modernleşme”553

olarak adlandırılan bu reform anlayışı, doğal olarak çok daha köktenci bir yaklaşımı

ihtiva edecektir.

Osmanlı modernleşmesi açısından çok önemli bir kırılma noktasını da,

Osmanlı ricaline egemen olan, “Osmanlı Devleti ve uygarlığının mutlak üstünlüğü”

felsefesi ve söyleminin, 18. yüzyılın başlarından itibaren tedrici biçimde terk

edilmesi oluşturmaktadır. Dış politikada daha önce terk edilmek zorunda kalınan

sözkonusu felsefe ve söylem 19. yüzyıl başında etkisini tamamen kaybedecektir.

Bunun temel nedeni, Osmanlı ricalinin reformların Osmanlı Đmparatorluğu’nun en

güçlü dönemine dönüş (özellikle Kanuni Sultan Süleyman dönemi) için yapılmasının

gerçeklikle bağdaşmayacağını anlamış olmalarıdır.554 Artık, Batı’nın Osmanlı

Đmparatorluğu karşısındaki üstünlüğü kabul edilmiş, reform çabaları eskiye dönüş

553 Dankwart Rustow, “The Military”, Political Modernization in Japan and Turkey, Robert E.

Ward ve Dankwart A. Rustow(ed.), Princeton and New Jersey, Princeton University Pres, 1964, s.

353. 554 18. yüzyılda yazılan layiha ve risaleleri inceleyen Savaş, bunlarla daha önceki yüzyıllardakiler

arasında tespit ve öneriler açısından büyük bir benzerlik olduğunu vurgulamaktadır. Ali Đbrahim

Savaş, “Layiha Geleneği Đçinde XVIII. Yüzyıl Osmanlı Islahat Projelerindeki Tespit ve Teklifler”,

Bilig , S: 9., (Bahar 1999), s. 109-110. 18. yüzyıl sonuna gelinceye kadar, reformun eskinin

restorasyonu tarzında değil, yenilik çerçevesinde olması gerektiğini açık biçimde vurgulayan yegane

kişi Ahmet Resmi Efendi olacaktır. Ahmet Resmi Efendi’nin kaleme aldığı eserlerde ileri sürdüğü

görüş, hem çağdaşlarını hem de kendisinden sonra gelenleri hayli etkilemiştir. Aksan, Ahmet Resmi

Efendi, s. 200–201.

Page 275: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

270

hedefine değil, Batılı örnekler çerçevesinde yenilenme amacına yönelmiştir.

Yaklaşık 200 yıldır sürdürülen, kadim Osmanlı sisteminin “restorasyonu”na dayalı

reform çabaları sona ermiştir.

Đlk kez III. Selim döneminde açık bir biçimde kendini gösteren sözkonusu

değişim, reform çabalarının artık çok daha genel ve kapsamlı bir çerçeveye

oturtulmasını sağlayacaktır. Bu nedenle, Osmanlı reform çabaları artık bir

modernleşme süreci halini alacaktır. Modernite’nin Avrupa’nın bir ürünü olduğu

gözönüne alınırsa, Osmanlı modernleşmesinin, Avrupa uygarlığının üstünlüğünün

kabul edilmesiyle ve Avrupa uygarlığına ait unsurların benimsenmesiyle başladığı

ileri sürülebilir. Đlk aşamada Batı’nın öğretim, teknoloji, askeri örgütlenme gibi

maddi kültür öğelerinin Osmanlı Đmparatorluğu’na getirilmesiyle başlayacak olan

Osmanlı modernleşmesi, 19. yüzyılda nitelik değiştirecektir. Batı’nın sadece maddi

kültür alanında değil, uygarlığın tüm alanlarında üstün olduğu kabul edilecektir.

Osmanlı modernleşmesinin belirtilen biçimde şekillenmesinde diplomasinin

çok önemli bir rolü bulunmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren, Đstanbul’daki

Avrupalı elçiler -Osmanlı iç ve dış siyasetinde artan önemlerine paralel olarak-

reform girişimlerini desteklemişlerdir. Reform yanlısı padişahlar ve devlet ricali,

elçilerin görüşlerine başvurmuş, elçiler de çeşitli biçimlerde reform girişimlerine

katkıda bulunmuşlardır. Đstanbul’daki yabancı elçilikler, çok uzun bir dönem

boyunca Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı’ya açılan başlıca pencerelerinden biri

olmuştur.

Fakat, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı’ya ve modernleşmeye açılan en

önemli penceresi Avrupa’ya gönderilen ad hoc nitelikli Osmanlı elçileri olmuştur.

Osmanlı elçilerinin 18. yüzyılın ortalarında gittikleri yerlerdeki gözlemleri çoğu

zaman sadece askeri olgularla sınırlı kalmamış, Batı’nın maddi kültür alanındaki

Page 276: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

271

gelişmişliği de elçiler tarafından yansıtılmaya çalışılmıştır. 18. yüzyıla ait

sefaretnamelerin çoğunda sözkonusu hayranlık az ya da çok

gözlemlenebilmektedir.555 Sefaretnamelerde 18. yüzyılın sonuna doğru daha bir

kararlılıkla vurgulanmaya başlayan Batı’nın gelişmişliği hususu, onları okuyan

Osmanlı ricalinde reform fikrinin daha da güçlenmesini sağlamıştır. Avrupa’ya giden

Osmanlı elçileri hem döndüklerinde Osmanlı yönetici eliti içinde reform

düşüncesinin önde gelen savunucuları haline gelmişler, hem de yazdıkları

sefaretnamelerle yönetici eliti reform düşüncesiyle tanıştırmışlardır.

Modernleşme çerçevesinde atılmaya başlanan ilk adımlarda Viyana’ya

gönderilen Ebu Bekir Ratip Efendi’nin büyük katkısı vardır:

Şehzadeliğinden itibaren devletin kurtuluşu için mutlaka radikal reformlar

yapılması görüşünü benimseyen III. Selim, devlet ricali içinde reform fikrinin en

önemli destekçilerinden olan Ebu Bekir Ratip Efendi’yi Zi ştovi Barış Antlaşması’nın

imzalanmasından sonra Viyana’ya gönderdi. Ebu Bekir Ratip Efendi’nin görevi,

Avusturya’nın durumunu incelemek ve diğer Avrupa ülkeleri hakkında bilgi almaktı.

1791’de Viyana’ya giden ve burada yaklaşık 1 yıl kalan Ebu Bekir Ratip Efendi,

555 Şirin, Osmanlı’nın Batı’ya bakışındaki değişimi, Osmanlı elçilerinin Batı’ya yaptıkları seyahatlar

sonucunda kaleme aldıkları raporların açık bir biçimde gösterdiğini belirtmektedir. Osmanlı

Đmparatorluğu’nun güçlü devirlerinde Batı karşısındaki üstünlüğünü yansıtan ve mutlak bir

ötekileştirmeye dayanan “gazevatname” egemendir. Osmanlı Đmparatorluğu ile Avrupa arasında

dinsel anlamdaki karşıtlığı yansıtan gazevatnamelerde, Batı uygarlığı sürekli olarak hor görülmekte ve

Osmanlı uygarlığının her açıdan üstünlüğü vurgulanmaktadır. 18. yüzyılda ise gazevatnameler yerini

sefaretnamelere bırakmıştır. Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı karşısındaki gücünü belli oranda

sürdürdüğü dönemde yazılan sefaretnamelerde ise, çok daha dengeli bir bakış açısı göze çarpmaktadır:

Osmanlı Đmparatorluğu’nun üstünlüğü vurgulansa da, Batı imgesi değişmeye başlamış, Batı

uygarlığının gelişmişliği çoğu zaman üstü kapalı da olsa yansıtılmaya çalışılmıştır. Şirin, Osmanlı

Đmgeleminde Avrupa, s. 353–356.

Page 277: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

272

dönüşünde başta Avusturya olmak üzere Avrupa’daki devletlerin askeri ve siyasal

sistemleri ve sosyal durumları hakkında ayrıntılı bir rapor sundu.556

Ebu Bekir Ratip Efendi, sözkonusu raporu da ihtiva eden Nemçe

Sefaretnamesi’nin yanısıra “Tuhfe-tü’s Sefare” başlıklı geniş hacimli bir başka eser

daha kaleme almıştır. Sözkonusu eserde Avusturya’nın askeri, hukuki, ekonomik ve

siyasal durumu anlatılmakta, ayrıca Prusya, Fransa ve Rusya hakkında da kısa

bilgilere yer verilmekteydi.557

Ebu Bekir Ratip Efendi’nin Nemçe Sefaretnamesi ve yukarıda belirtilen eseri

diğer sefaretnamelerden hayli farklıdır. Öncelikle, Ebu Bekir Ratip Efendi doğrudan

doğruya Avrupa ülkelerinin sosyal sistemlerini incelemek ve bir reform programı

sunmak amacıyla elçi olarak Avusturya’ya gönderilmiştir.558 Dolayısıyla, o zamana

kadar gönderilen hiçbir Osmanlı elçisine verilmemiş bir göreve sahipti.

Ebu Bekir Ratip Efendi, kendisine verilen görevi layıkıyla yerine getirmiş,

“Tuhfe-tü’s Sefare” başlıklı eseriyle “Osmanlı Devleti tarihinde Avrupa’nın askeri,

556 Abdullah Uçman, Ebubekir Ratip Efendi’nin Nemçe Sefaretnamesi, Đstanbul, Kitabevi, 1999, s.

29-94. 557 Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Tosyalı Ebubekir Ratip Efendi”, Belleten, C. 39., S. 153., (1975), s. 58-

59. Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı elçileri kaleme aldıkları sefaretnamelerde gittikleri ülkeler

hakkındaki gözlemlerini aktarmaktaydılar. Osmanlı devlet adamlarının Batı’ya bakışını yansıtan

sefaretnamelerde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun mutlak üstünlüğü anlayışı sürdüğünden, Batı model

olarak alınması gereken bir yer olarak görülmüyordu. Dolayısıyla, elçilerin sefaretnamelerinde ve

ülkelerine döndüklerinde sundukları raporlarında verdikleri Batı’yla ilgili bilgiler daha çok istihbari

nitelikteydi. Elçiler, gittikleri ülkelerde Batı’nın teknolojik üstünlüklerini gözlemlemeye

çalışmaktaydı. Özellikle askeri teknolojinin Osmanlı Đmparatorluğu’na getirilmesi hedefi

güdülmekteydi. Ayrıca, sözkonusu sefaretnameler tarz itibarıyla daha çok “seyahatname”yi

andırmaktaydı. Çünkü elçiler, yolculuk hikâyelerini ve gittikleri ülkelerde gördüklerini bir gezi

anlatımı tarzında kaleme almaktaydılar. 558 Aslında, görünüşte Ebu Bekir Ratip Efendi’nin elçi olarak gönderilme nedeni, Ziştovi

Antlaşması’nın 13. maddesinde Osmanlı Đmparatorluğu ve Avusturya’nın elçi teatisini bağıtlamış

olmalarına dayanmaktaydı. III. Selim kendisini Reisülküttap olarak atamayı düşündüğünden, önce

Avrupa’yı yakından tanımasını istemişti. Ibid. , s. 55, 61.

Page 278: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

273

idari ve mali teşkilatı hakkında mahallinde yapılmış esaslı ve en mufassal ilk tetkiki”

yapmıştır”.559 Sözkonusu eserinde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Batı karşısındaki

mutlak üstünlüğü anlayışını ve söylemini neredeyse tamamen terk ederek, artık

Batı’nın üstün olduğunu, Osmanlı Đmparatorluğu’nun eski gücüne kavuşabilmesi için

Batı kurumlarını ve anlayışını benimsemesi gerektiğini çok açık bir biçimde dile

getirmiştir. Ebu Bekir Ratip Efendi’ye göre, Osmanlı Đmparatorluğu klasik/kadim

döneme dönerek değil, Batı’ya benzeyerek ve eskiden tamamen uzaklaşarak

güçlenebilecektir. Bu görüşleriyle Osmanlı modernleşmesinin öncü isimlerinden biri

olmuştur.

Ebu Bekir Ratip Efendi’nin Osmanlı diplomasi tarihinde önemli bir yere

sahip olmasında, kişisel özelliklerinin de hayli etkisi vardır. Ebu Bekir Ratip Efendi

18. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı ricali içinde bilgisi ve yeteneğiyle en önde

gelen simalardan biriydi. Avrupa siyaseti hakkında büyük bir bilgi birikimi

bulunmaktaydı. Az da olsa Fransızca bilmesi ve bu dildeki kitaplardan yararlanması

da çok önemliydi.560 Zira, Osmanlı yönetici eliti içinde bir Batı dilini –biraz da olsa-

öğrenen ilk kişilerdendir. Kişisel özellikleri, kendisine verilen görevi büyük bir

başarıyla yerine getirmesini sağlamıştı. Nitekim, Viyana’da bulunduğu sürede

yöneticiler üzerinde çok olumlu bir izlenim bırakmış, Osmanlı-Avusturya

ili şkilerinin normalleştirilmesinde büyük katkısı olmuştu. Tuncer’in belirttiği gibi,

Ebu Bekir Ratip Efendi Osmanlı diplomasisinde “yeni diplomat tipini”

simgelemekteydi.561 Elçiliği sırasında teşrifat gibi ayrıntılarla değil, Avusturya’nın

kurumlarının ve sisteminin gözlemlenmesi gibi çok daha önemli hususlarla

559 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnamaleri, s. 158. 560 Uzunçarşılı, “Tosyalı Ebubekir Ratip Efendi”, s. 49. 561 Hüner Tuncer, “Osmanlı Elçisi Ebubekir Ratip Efendi’nin Viyana Mektupları (1792)”, Belleten, C.

43., S. 169., (1979), s. 73.

Page 279: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

274

ilgilenmişti. Ebu Bekir Ratip Efendi’den itibaren, Avrupa’ya gönderilen Osmanlı

elçilerinin en önemli görevlerinden biri, Batı düşüncesinin, sisteminin ve

teknolojisinin Osmanlı’ya tanıtılması ve getirilmesi olacaktır.

Osmanlı modernleşmesi açısından Ebu Bekir Ratip Efendi’ye kurucu bir rol

biçen Şirin, onun sefaretnamesiyle ve diğer eseriyle Nizam-ı Cedit ve Tanzimat’ın

fikri altyapısını oluşturduğunu ileri sürmektedir.562 Şirin’in bu tezi hayli iddialı

görünse de, Osmanlı modernleşmesi açısından bir milat olan “Nizam-ı Cedit”

kavramının ilk kez Ebu Bekir Ratip Efendi tarafından kullanılmış olması, onun

modernleşme açısından çok önemli bir rol oynadığının en somut göstergesidir. Ebu

Bekir Ratip Efendi, Avusturya’daki devlet düzenini “Nizam-ı Cedit” olarak

adlandırmıştı. 563 Daha önce Osmanlı tarihinde bu kavram sadece Sadrazam Fazıl

Mustafa Paşa tarafından “devlete verilen iç düzen” anlamında 17. yüzyılda

kullanılmıştı. Dolayısıyla, III. Selim dönemi reformlarının tümünün Nizam-Cedit

olarak adlandırılmasında Ebu Bekir Ratip Efendi’nin etkili olması çok güçlü bir

olasılıktır.564

562 Şirin, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, s. 206. 563 Karal, “Nizam-ı Cedit” kavramının dar ve geniş olarak iki anlama sahip olduğunu belirtmektedir:

Nizam-ı Cedit dar anlamda, “III. Selim devrinde Avrupa usülünde yetiştirilmek istenen talimli

asker”dir. Geniş anlamda ise, “III. Selim’in yeniçeri ocağını kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak,

Osmanlı Đmparatorluğu’nu Avrupa uygarlığının bilim, sanat, ekonomi gibi alanlardaki gelişmişliğine

ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketlerinin tümüdür”. Karal, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., s.

61. Berkes, Nizam-ı Cedit kavramını dar anlamda kullanmayı tercih etmekte ve sadece talimli

birliklerden ordu kurulması olduğunu ileri sürmektedir. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 94.

Osmanlı modernleşmesinin askeri niteliği çok açık olsa da, Nizam-ı Cedit devri reformlarının çok

daha geniş bir çerçeveye oturması, bu kavramın sadece dar anlamda yorumlanmasını geçersiz

kılmaktadır. 564 Ebu Bekir Ratip Efendi’nin Nizam-ı Cedit açısından en önemli kişi olduğu görüşünü savunan

Karal, buradan hareketle, III. Selim’in reformlarında sanıldığının aksine Fransa’nın değil,

Avusturya’nın etkili olduğunu ileri sürmektedir. Enver Ziya Karal, “Ebu Bekir Ratip Efendi’nin

Nizam-ı Cedit Islahatı’ndaki Rolü”, V. Türk Tarih Kongresi 12–17 Nisan 1956, Ankara, TTK

Yayınları, 1961, s. 352.

Page 280: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

275

Ebu Bekir Ratip Efendi’nin Osmanlı modernleşmesi açısından kurucu bir rol

oynadığını söylemek pek doğru olmayabilir. Ancak, reform çabalarında çok önemli

bir role sahip olduğu rahatlıkla ileri sürülebilecektir. Padişah ve devlet ricali üzerinde

hayli etkili olan eserlerinin yanı sıra, hem Viyana elçiliği öncesinde hem de

sonrasında III. Selim’in en yakınındakilerden biri olması bu yargıyı

desteklemektedir. Ayrıca, Viyana’dan dönüşünde devlette üst düzey görev alarak,

Nizam-ı Cedit reformlarının uygulayıcılarından biri olmuştur.

Ebu Bekir Ratip Efendi’nin 1795’de Reisülküttaplığa atanması kendisine

Padişah tarafından verilen önemin en güzel kanıtıdır.565 Kısa süren Reisülküttaplığı

sırasında Osmanlı ordusunu yetiştirmek üzere Fransa, Đsveç ve Đngiltere’den subay ve

öğretmenler getirtilmesinde de rol oynamıştır.566

Son olarak, sürekli diplomasiye geçişle ilgisi nedeniyle, Nizam-ı Cedit

devrinin nasıl başladığına bakalım;

III. Selim’in reform hareketinin gerçek anlamda başlaması 1792 yılında

olacaktır. Avusturya ile savaşın sona ermesi, Rusya ile savaşın ise sona ermek üzere

olması III. Selim’e içte radikal reformlar yapabilme fırsatı verecektir. Osmanlı

Đmparatorluğu’nun savaşlarda başarı kazanamayacağının anlaşılması, hem

statükonun korunması politikasının yerleşmesine neden olmuş, hem de reformların

ancak savaşların ağır yüklerinin olmadığı barış döneminde yapılabileceğini ortaya

çıkarmıştı.

III. Selim, Đmparatorluğun güçlenebilmesi için ne tür reformlar yapılması

gerektiği hususunda Osmanlı ricalinin görüşlerini almak istedi. Bu çerçevede, sivil-

565 Ebu Bekir Ratip Efendi, Reisülküttaplığı sırasında III. Selim’in kendisine verdiği desteğe

güvenerek pervasızca hareket etmiş, bu da rakiplerinin elini kuvvetlendirmiştir. Rakiplerinin olumsuz

propagandaları sonucunda 1796’da azledilmiştir. Uzunçarşılı, “Tosyalı Ebubekir Ratip Efendi”, s. 61. 566 Enver Ziya Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat I, Đstanbul, 1999, s.

26.

Page 281: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

276

asker bürokratlardan ve ulemadan gelen önemli devlet adamlarından imparatorluğun

zayıflığının nedenlerini ve bu zayıflığı giderebilmek için ne gibi reformlar yapılması

gerektiğini, yazacakları layihalarla bildirmeleri istendi. Đlginç bir şekilde,

kendisinden layiha yazması istenen kişiler arasında, Osmanlı ordusunda hizmet veren

Bertrand adlı bir Fransız subay ile Đstanbul’daki Đsveç Elçiliği’nin Ermeni tercümanı

Mouradgea d’Ohsson da bulunmaktaydı.567 III. Selim tarafından layiha yazması

istenen kişilere gönderilen emirde, “kimsenin haddi ve vazifesi aranmayıp, hatasının

gözetilmeyeceği” de önemle vurgulanmıştı.568

III. Selim’e iletilen layihalarda çok çeşitli görüşler yer almaktaydı:569

Layihaların ortak noktasını askeri reform yapılmasının zorunluluğu hususu

oluşturmaktaydı. Fakat, askeri reformun nasıl yapılacağı konusunda görüş ayrılıkları

bulunmaktaydı. Bu çerçevede layiha sahiplerini 3 ana gruba ayırmak mümkündür:

Birinci gruptaki layiha sahipleri eski Osmanlı sistemine geri dönülmesini önerirken,

ikinci gruptakiler Batılı silahların ve askeri eğitimin orduya yavaş yavaş

benimsetilmesini önermekteydiler. Üçüncü gruptakiler ise, en radikal görüşü

savunmakta, tamamen Batılı tarzda eğitilmi ş ve donatılmış yeni bir ordu kurulmasını

önermekteydiler.570

III. Selim’in devlet ricalinin reform konusundaki görüşlerine başvurması

sadece reform politikasının hangi unsurları içermesi gerektiği hususunda basit bir

zihin yoklaması değildi. Daha önce de belirtildiği gibi, genç padişah şehzadeliğinden

itibaren reform yanlısı görüşlere sahipti. Dolayısıyla, III. Selim’in devlet ricalinin

etkisinde kalarak reform yapma kararı almadığı açıktır. III. Selim’in amacı, devlet

567 Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, s. 58–59. 568 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1407. 569 Layihalar için bkz: Ibid. , s. 1411-1449. 570 Lewis, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, s. 59.

Page 282: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

277

ricalinin bir bütün olarak reform politikasına nasıl baktığını görebilmekti. III. Selim

reformlarının temelde ordunun düzeltilmesi hedefine yönelik olduğu

unutulmamalıdır. Kendisinden önce ordudaki her reform girişiminin Yeniçerilerin

muhalefeti sonucu başarısız olduğunu bilen III. Selim, devlet ricalinin reform

konusundaki tutumunu öğrenmek ve onları da işin içine katarak desteklerini

kazanmak istemekteydi.

Reform yanlısı kesimlerin zayıflığı, III. Selim’i mümkün olduğunca yavaş ve

kontrollü adımlar atmak zorunda bırakacaktır. Ayrıca, reform yanlısı kesimlerin

zayıflığı ve ilk başta çoğunun bu konuda çok da net fikirlerinin olmaması, reformun

kaynağını oluşturan Batı düşüncesi ve tekniğinin ülkeye getirilmesinde diplomasinin

bir süreliğine neredeyse “tek kanal” işlevi görmesine sebebiyet vermiştir. Bu

nedenle, III. Selim ve reform yanlısı devlet adamları diplomasi kanalının

genişletilmesi ve zenginleştirilmesinin önemini anlamışlardır. Osmanlı

imparatorluğu’nda bulunan yabancı elçilerle yürütülen temaslar ve reform

konusundaki destekleri ile ad hoc nitelikli Osmanlı elçilerinin sefaretname, rapor ve

sözlü bildirimlerinin, diplomasi kanalının genişletilmesi açısından yeterli olmadığı

kısa sürede görülmüştür. Reform ihtiyacının çok kısıtlı olduğu önceki dönemde

yeterli olan bu geleneksel iletişim biçimleri, reformizmin aldığı yeni boyut nedeniyle

işlevlerini görmekten uzaklaşacaklardır. Artık, diplomasi kanalının genişletilmesi

için yeni bir diplomasi anlayışının benimsenmesi ve diplomatik üslubun da

yenilenmesi gerekecektir. Sözkonusu adım için de fazla beklenilmeyecek, Nizam-ı

Cedit devrinin gerçek anlamda başladığı, ordudan maliyeye kadar çeşitli alanlarda

Page 283: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

278

reformların uygulamaya sokulduğu, “düzenlemeler yılı”571 olarak adlandırılan

1793’te Osmanlı diplomasisi çok önemli bir değişime sahne olacaktır.

iii)Sivil Bürokrasinin Yükselişi

Osmanlı siyasal sisteminin merkezinde yer alan padişahlık kurumu, Osmanlı

geleneksel yapısının değişimine paralel olarak, güç kaybetmeye başlamıştır. II.

Mehmet devrinde başlayan ve I. Süleyman devrinde doruk noktasına ulaşan,

padişahın bütün siyasal aktörlerin aleyhine iktidarını mutlaklaştırma süreci, özellikle

17. yüzyılın ortalarından itibaren tersine dönmeye başlamıştır. Aynı yüzyılın

başında, IV. Murat’ın büyük zorluklarla yeniden güçlendirmeye çalıştığı padişahlık

kurumu, kendisinin ölümünden sonra gücünü tekrar kaybetmiştir.

Osmanlı padişahlarının, 17. yüzyıldan itibaren, siyasal iktidarı siyasal ve

dinsel elitlerle paylaşmak zorunda kalması, bir bütün olarak bürokrasinin (askeri sınıf

ve ilmiye sınıfının) önemini ve etkinliğini arttırmasının sonucudur.572 Böylece,

geleneksel Osmanlı sisteminin en gelişmiş döneminin yaşandığı 16. yüzyıldaki

sosyal ve siyasal yapı değişmiştir. 17. yüzyılda sipahiler tarafından temsil edilen

taşra bürokrasisi ortadan kalkarken, ilmiye sınıfı (ulema) ise tamamen

bürokratikleşmiştir. Bu nedenle, siyasal güç; padişah, askeri bürokrasi (Yeniçeri

Ocağı) ve sivil bürokrasinin iki kanadını oluşturan Kalemiye ve Đlmiye tarafından

paylaşılır hale gelmiştir.

571 Ahmet Rasim, Osmanlı’da Batışın Üç Evresi: III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit , bas. haz. H.

V. Velidedeoğlu, 3. B., Đstanbul, Evrim Yayınları, t. y., s. 68. 572 Klasik Osmanlı toplumsal sistemi temelde yönetenler-yönetilenler ayrımına dayanıyordu.

Yönetenlere genel olarak “askerî”, yönetilenlere ise “reaya” adı verilmekteydi. Osmanlı sınıf yapısı ve

geçirdiği evrimin şematik bir özeti için bkz: Sina Akşin, “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye

Tarihi C. III., Sina Akşin(yay. yönetmeni), 5. B., Đstanbul, Cem Yayınevi, 1997, s. 186.

Page 284: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

279

Osmanlı toplumsal sisteminin en önemli özelliklerinden biri de, ekonomik

gücün siyasal güçle elde edilebilmesidir. Sözkonusu sınıflardan oluşan yönetici elit

de siyasal konumunu ekonomik kaynakları kontrol etme amacıyla kullanmıştır.

Yönetici elit mensupları ekonomik kaynakları kontrol ederek, diğer toplumsal sınıf

ve kesimler üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir.573

18. yüzyılla birlikte Osmanlı Đmparatorluğu’nun değişen şartları, yönetici elit

içinde yer alan unsurlar arasındaki uyumu bozmaya başlamıştır. Tezin, Kurumsal

Boyut başlıklı kısmında belirtildiği gibi, 17. yüzyılın ortalarından itibaren önem

kazanmaya başlayan Kalemiye, 18. yüzyılda devlet yönetiminde en etkili kesim

haline geldi. Bunun altında yatan en büyük etken, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

fütühat yapabilme imkânını tamamen kaybetmesidir. Fütühat devrinde doğal olarak

askeri bürokrasi önemliyken, fütühatın sona ermesiyle sivil bürokrasi ağırlık

kazanmıştır. Đmparatorluk artık fütühat yoluyla yeni ekonomik kaynaklar elde

edemediğinden, eldeki kaynakların daha iyi kullanılması gerekmekteydi. Dolayısıyla,

bürokratlar arasında askeri yeteneklere sahip olanlar değil, mali ve idari konularda

liyakatı bulunanlar tercih edilir oldu. Mali ve idari konularda yetenekli olan sivil

bürokratların yetişme yerleri ise Sadrazam ve Paşa konaklarıydı. Sadrazam ve

Paşaların hizmetine giren gençler, bir okul görevi gören bu konaklarda mali ve idari

meselelerle ilgili işleri öğreniyor, böylece maiyetlerinde yer aldıkları kişilerin siyasal

geleceklerine bağlı olarak zamanla daha üst görevlere yükseliyorlardı. Kariyerleri

boyunca evlilik gibi yollarla Sarayla ve nüfuzlu çevrelerle bağlar kuran bu

bürokratlar, kontrollerinde bulunan vakıflar, malikâneler ve tacirlerle oluşturdukları

ortaklıklar yoluyla ekonomik hayatın içinde de yer alıyorlardı. Sahip oldukları güç ve

kendilerine duyulan ihtiyaç nedeniyle hızla yükselen sivil bürokratlar, tedrici

573 Kemal Karpat, Osmanlı Modernleşmesi: Toplum, Kuramsal Değişim ve Nüfus, Çev: Akile

Zorlu Durukan ve Kaan Durukan, Ankara, Đmge Kitabevi, 2002, s. 37–38.

Page 285: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

280

biçimde devletin iç ve dış politikasının belirlenmesinde ve yürütülmesinde asli unsur

haline geldiler.574

Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısındaki savaşlarda alınan ağır yenilgiler ve

ordunun perişan durumu askeri bürokrasinin prestijine büyük bir darbe vurdu. 17.

yüzyıldan itibaren, iktidar mücadelesinde sürekli olarak ulema ile ittifak yapan askeri

bürokrasi, buna rağmen sivil bürokrasinin yükselişini engelleyemedi. Fakat, hem

zaman zaman padişahları tahttan bile indirecek şekilde kullandığı silahlı gücü, hem

ulema ile ittifakı nedeniyle bir nevi dinsel meşruiyete sahip olması, hem de Đstanbul

esnafıyla kurduğu organik bağ sayesinde halkın geniş kesimlerini harekete

geçirebilmesinden dolayı en azından bir veto gücü olarak etkinliğini korumaktaydı.

Daha önce de vurgulanmaya çalışıldığı gibi, Kalemiye mensupları barış

politikasının yönetici elit içindeki en önemli savunucularıydı. Đlk bakışta, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun dış politikası ve diplomasi anlayışı bağlamında düşünülecek bu

durum, aslında iç politikayla da yakından ilişkiliydi. Barış politikasını ve Avrupalı

güçlerle diplomatik ilişkilerin geliştirilmesini savunan Kalemiye mensuplarının bu

düşünceleri askeri bürokrasiyle sürdürdükleri iktidar mücadelesinin yansımasıydı.

Doğal olarak, savaşlar askerlerin etkinliklerini arttırıp iktidarlarını pekiştirirken, barış

dönemlerinde ise kâtiplerin etkinlikleri artmaktaydı. Dolayısıyla, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun barış politikasını benimsemesinde ve Avrupa ülkeleriyle

diplomatik ilişkilerin güçlendirilmesinde Kalemiye mensuplarının iktidarı kontrol

etme isteklerinin hayli etkisi vardır.575

Osmanlı Đmparatorluğu’nda 18. yüzyılın özellikle 2. yarısında ortaya çıkan

bir başka önemli gelişme de, merkezi yönetimin ülke üzerindeki kontrolünü

kaybetmesidir.

574 Quataert, Osmanlı Đmparatorlu ğu, s. 81. 575 Şirin, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, s. 138.

Page 286: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

281

Merkezi otoritenin zayıflaması süreci aslında 17. yüzyılda başlamıştır.

Sipahiliğin kaldırılması ve böylece tımar sisteminin kuruluş ilkelerinden tamamen

uzaklaşması sonucunda taşrada iktidar ayanın eline geçmişti. Ayan, yıllar içinde

merkezi yönetim aleyhine iktidarlarını daha da kuvvetlendirdiler. Özellikle 1768–

1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı merkezi kuvvetlerinin büyük bir darbe

yemesi, Đstanbul’un taşra üzerindeki kontrolünü daha da azalttı. Ayanın Đstanbul’dan

gün geçtikçe daha bağımsız hareket etmeleri padişahı ve merkezde bulunan devlet

yöneticilerini çok rahatsız etmekteydi. Zaten büyük bir mali bunalım yaşayan

merkezi yönetim, ekonomik kaynakların ayanın eline geçmesi nedeniyle daha da zor

bir duruma düştü. 576

Yaşanan bu feodalleşme sürecinin önlenebilmesi için ayanı dize getirecek bir

askeri harekât yapılması gerekmekteydi. Fakat, elde bunu başarabilecek bir ordu

yoktu. Merkezi yönetimin ordusu olan Yeniçerilerin böylesi zor bir işi başarması

mümkün değildi. Zaten, 1768–1774 ve 1787–1792 savaşlarında Osmanlı ordusunun

çok büyük bir bölümü ayan tarafından gönderilen kuvvetlerden oluşmuştu.

Bu olumsuz durum karşısında, III. Selim ve devlet ricali Nizam-ı Cedit

hareketinin temelini oluşturan politikayı belirlediler. Yeni politikanın amacı; tahta

tamamen sadık yeni bir ordu kurulması, bu sayede ayanın gücünün kırılması ve

ülkenin ekonomik kaynakları üzerinde Đstanbul’un tam hâkimiyetinin yeniden tesis

edilmesiydi. 577 Belirtilen hedefler, özellikle Kalemiye mensupları tarafından verilen

layihalarda kimi zaman doğrudan kimi zaman ise dolaylı olarak yer almıştı. Askeri

bürokrasiye karşı yaklaşık yüzyıldır reformizmin bayraktarlığını yapan Kalemiye,

askeri alanda reform yapılmasını ve bu bağlamda yeni bir ordu kurulmasını isteyen

III. Selim’in tam desteğini aldı.

576 Shaw, Between Old and New, s. 103. 577 Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, s. 79.

Page 287: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

282

Yeni bir ordu kurulması kaçınılmaz olarak askeri bürokrasinin tepkisini

çekecekti. Yönetici elit içindeki diğer önemli bir kesimi oluşturan ulemanın da,

geleneksel müttefiki Yeniçeri Ocağı’nın tasfiyesine yol açabilecek bu girişime pek

de sıcak bakmayacağı açıktı. Ortak çıkarlara sahip olan III. Selim ve sivil bürokrasi

arasında ilk planda/aşamada ayanlara karşı, aslında ise stratejik olarak askeri

bürokrasiye yönelmiş bir ittifak kuruldu. III. Selim devrinde kurulan sözkonusu

ittifak, gerçek hedefine II. Mahmut devrinde ulaşacak ve askeri bürokrasiyi tasfiye

edecektir.

Böylece, III. Selim devri, yönetici elit içinde yer alan askeri ve sivil bürokrasi

arasında 17. yüzyılda başlayan ayrışmanın son aşamaya girmesine sahne olmuştur.

19. yüzyılda kesin bir biçimde gerçekleşecek olan ayrışma “Osmanlı

modernleşmesinin getirdiği yapısal bir özelliktir”.578 Bürokrasinin iki kanadı

arasındaki ayrışma sonucunda sivil bürokrasi, iktidarın (Padişah’ın) en önemli ortağı

haline gelecektir.

Sivil bürokrasinin askeri bürokrasi ve ulema aleyhine güç kazanması,

kaçınılmaz olarak Osmanlı dış politikasına ve diplomasisine de etkilerde

bulunmuştur:

Öncelikle, sivil bürokrasinin devlet yönetiminde edindiği güç ve etkinlik,

sivil bürokratların, Osmanlı Đmparatorluğu’nun başta Avrupalı devletler olmak üzere

diğer ülkelerle ilişkilerinde barışçı yolları esas alması gerektiği yönünde uzun bir

süredir sürdürdüğü görüşlerini artık çok daha kolay biçimde uygulama fırsatı

kazanmasını sağlamıştır. Sivil bürokratlara göre, Osmanlı Đmparatorluğu’nun barışı

ve statükoyu koruyabilmesinin temel yolu ise diplomasiyi çok daha etkili bir biçimde

kullanabilmesidir. Diplomasinin etkili biçimde kullanılabilmesi, hem diğer

578 Ortaylı, Đmparatorlu ğun En Uzun Yüzyılı, s. 119.

Page 288: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

283

devletlerle olan sorunların barışçı yollarla çözümünü sağlayacak, hem de böylece

Osmanlı Đmparatorluğu ittifaklara girebilecekti. Bu sayede, toprak kayıplarını kendi

gücüyle önleyemeyen Osmanlı Đmparatorluğu güçlü Batılı devletlerle ittifaklar

kurarak küçülmeyi durduracaktı.

Bu bağlamda, diplomasiyi temel yöntem olarak benimseyen sivil bürokrasi,

reformun devletin ana gündem maddesini oluşturduğu Nizam-ı Cedit devrinde,

diplomasinin kurumsal ve üslup boyutlarında yenilenmesini önerecektir. Sivil

bürokrasi, bu düşüncesini III. Selim’e de benimsetecektir.

Đkincisi, sivil bürokrasi Osmanlı modernleşmesinin ideolojik önderliğini

yaparak, Avrupa uygarlığının başlangıçta maddi öğelerinin, daha sonra ise manevi

öğelerinin Osmanlı Đmparatorluğu’na getirilmesinin en büyük savunucusu olacaktır.

Ahmet Resmi Efendi, Ebu Bekir Ratip Efendi, Ahmet Azmi Efendi gibi Kalemiye

mensupları 18. yüzyılın ortalarından beri, Osmanlı uygarlığının biricikliği ve mutlak

üstünlüğü anlayışını ve söylemini sorgulayan düşüncelerini gerek

sefaretnamelerinde, gerek yazılı ve sözlü raporlarında, gerekse diğer eserlerinde dile

getirmekteydiler. Sivil bürokrasi içinden çıkan bu görüşler zamanla bu kesimin

neredeyse tamamı tarafından benimsenir hale gelecektir.

Nizam-ı Cedit devri, “kadimden cedide geçişin” ilk aşaması olarak, ıslahat

düşüncesinin ülke gündemine geri döndürülemez bir biçimde yerleşmesine neden

oldu. Bu gelişmede, hiç kuşkusuz sözkonusu politikanın ve düşüncelerin en önemli

savunucusu olan sivil bürokrasinin asli rolü vardı. Sivil bürokrasi ıslahatın teorik ve

pratik kaynağı olan Batı’yla daha sıkı bağlar kurulması gerektiğini düşünmekteydi.

Batı’nın tanınması ve Batı biliminin ve kurumlarının ülkeye getirilmesi için bu

gerekliydi. Batı’yla bağların sıkılaştırılmasının ve yeni iletişim kanalları açılmasının

en önemli yollarından birini de diplomatik bağların arttırılması oluşturacaktı. Bu

Page 289: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

284

çerçevede, diplomasi, Batı’yla Osmanlı Đmparatorluğu arasında “yeni”nin aktığı bir

kanal olacaktı. Osmanlı reform hareketlerinin başarı kazanabilmesi için sözkonusu

kanalın “sürekliliğinin” sağlanması gerekliydi. Bunun da doğal sonucu, Batı’yla

diplomatik temasa süreklilik kazandırılmasıydı.

Üçüncüsü, Batı’yla ilişkilerin sıkılaştırılması gerektiğini düşünen sivil

bürokrasi, bu fikrin sadece savunucusu olmakla kalmayıp, aynı zamanda

somutlaşmış halini almaya başladı. Bir başka ifadeyle, sivil bürokrasi

modernleşmenin sadece nesnesi değil, aynı zamanda öznesi haline gelecektir.579 18.

yüzyılın sonundan 19. yüzyılın sonuna uzanan süreçte, sivil bürokratlar Osmanlı

toplumu içinde Batılı hayat tarzını, tüketim kalıplarını, düşüncesini ilk benimseyen

toplumsal kesim oldular.

Sürekli diplomasiye geçiş öncesinde sözkonusu dinamik, görece zayıf ve

muğlâk olsa da, yine de sürekli diplomasiye geçişte etkili olmuştur. Gerek

Đstanbul’da bulunan Batılı elçilerle yürütülen temaslar ve kurulan bağlar, gerek

Avrupa ülkelerine yapılan ad hoc nitelikli diplomatik seyahatler, gerekse 18. yüzyıl

boyunca Batı’dan ithal edilen tüketim malları ve ortaya çıkan tüketim kalıplarının

sivil bürokrasi tarafından benimsenmesi gibi etkenler sivil bürokrasinin Batıcı

yönünün ortaya çıkışında çok etkili olmuştur. Dolayısıyla, sivil bürokrasi Osmanlı

toplumu içinde Batı’ya en yakın duran kesim olarak, Batı’yla bağların

geliştirilmesine destek vermiştir.

Sürekli diplomasiye geçişle Batı’yla çok daha sıkı ve doğrudan bağlar

kurulmaya başlanması, sivil bürokrasinin Batıcı niteliğinin daha da belirginleşmesini

sağlayacaktır. Gerek kurulan sürekli elçilikler, gerek merkezde diplomasiyle uğraşan

sivil bürokrasinin etkinliğinin artmasıyla Hariciye bürokrasisi sivil bürokrasi içindeki

579 Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, s. 19–20.

Page 290: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

285

en Batıcı ve reformist kesim haline gelecektir. 19. yüzyılda, Osmanlı

modernleşmesinin en önemli mimarlarının Hariciye bürokrasisi içinden çıkması

çıkması da şaşırtıcı olmayacaktır.

Görüldüğü gibi, sivil bürokrasinin yükselişiyle, savunduğu Batı’yla ilgili

düşüncelerin yükselişi arasında doğrudan bağ vardır. Sivil bürokrasi, reform ve barış

politikalarının başlıca savunucusu olarak, sözkonusu fikirlerin bir devlet politikası

haline gelmesini sağlamıştır. Devlet politikası haline gelmesi ise bu politikanın

uygulayıcısı olarak sivil bürokrasinin öneminin ve etkinliğinin artmasını sağlamıştır.

2)Sürekli Diplomasi’nin Oluşturulması

Osmanlı yönetiminin yurtdışında sürekli elçilikler hususunda kesin kararını

ne zaman aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat, bu yönde prensip kararının

1792 başlarında alındığı düşünülmektedir.580

Askeri, ekonomik vb. alanlardaki Nizam-ı Cedit reformlarındakinin aksine,

diplomasi alanındaki reformun ve bu doğrultuda yurtdışına sürekli elçiler

gönderilmesi kararı büyük oranda bizzat III. Selim tarafından alınmıştır. Daha önce

incelendiği gibi, Nizam-ı Cedit reformlarıyla ilgili olarak sunulan layihalarda

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini barışçı zemine oturtması

düşüncesi dile getirilmesine rağmen, yurtdışında sürekli elçilik açılması hakkında bir

öneri bulunmamaktaydı.

580 Enver Ziya Karal, Selim III’ün Hat-tı Humayunları: Nizam-ı Cedit 1789 –1807, Ankara, TTK

Basımevi, 1946, s. 165-166; Đsmail Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi

Münabesetleri (1789-1802), 2. B., Ankara, TTK Yayınları, 1987, s. 106; Ercümend Kuran,

Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu ve Đlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 1793–

1821, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1968, s. 13 ve Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “Bir

Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul: 1792-1798 Dönemi Đngiliz Kaynaklarına Göre”,

Osmanlı, Güler Eren(ed.), C. I., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 663.

Page 291: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

286

Daha önce de belirtildiği gibi, III. Selim şehzadeyken Fransa’ya Đshak Bey

isimli bir elçi göndermişt. Şehzadeliğinde ve padişahlığında özellikle Fransız

elçileriyle yakın ilişki kurarak onlardan reformlar konusunda görüş almıştı. 1791’de

Viyana’ya gönderilen Ebu Bekir Ratip Efendi’nin sürekli elçilik kurulması yönünde

III. Selim’e muhtemelen tavsiyede bulunması veya uzun süreli Viyana elçiliğinin en

azından başarılı olması gibi etkenler Padişahın bu yönde bir karar almasında etkili

olmuştur. Ayrıca, III. Selim’in tüm alanlarda Avrupa tarzının benimsenmesi

görüşünde olması, doğal biçimde Avrupai diplomatik usüllerin de benimsenmesini

beraberinde getirmiştir.581

Sürekli diplomatik temsilcilik kurulması kararının alınmasından sonra, ilk

elçiliklerin “nerede ve nasıl” olacağı hususu gündeme gelmiştir.

a)Đlk Sürekli Elçiliğin Açılması için Đngiltere’nin Seçilmesi ve

Nedenleri

Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk sürekli elçilik yeri olarak seçmesi en

muhtemel yer Fransa’ydı. Osmanlı Đmparatorluğu’yla Fransa arasında kökenleri 16.

yüzyıla uzanan işbirliği ve Fransa’nın çok uzun bir süredir Osmanlı diplomasisindeki

en önemli aktör olması, ilk sürekli elçiliğin bu ülkede açılmasının doğal sebepleriydi.

Ayrıca, III. Selim’in Fransa’ya olan sempatisi ve yakınlığı da, yukarıda belirtilen

genel etkenlerle birlikte düşünülmesi gereken bir özel faktördü. Nizam-ı Cedit

reformlarında da Fransa en önemli esin kaynağı olarak görülmekteydi. 582

Osmanlı yöneticilerinin sözkonusu nedenlerle ilk sürekli elçiliğin açılması

hususunda Fransa’yı tercih etmeleri doğal olacaktı. Fakat, Fransa ilk sürekli elçiliğin

581 Karal, Selim III’ün Hat-tı Humayunları: Nizam-ı Cedit , s. 165–166. 582 Cevdet Paşa, sürekli elçilikler açılması hususunda önce Fransa’yla görüşmeler yapıldığını

belirtmektedir. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1480.

Page 292: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

287

açılmasında tercih edilmemiştir. Fransa’nın tercih edilmemesinin nedenleri

şunlardır:583

Birincisi, Fransa’da 1789’daki devrimden sonra genel bir karmaşa

yaşanmaktaydı. Devrimi yapan gruplar arasındaki görüş farklılıkları ve güç

mücadeleleri, yeni rejimin istikrar kazanmasını engellemekteydi. Ayrıca, Fransız

Devrimi’nden ve devrimin dayandığı fikirlerden rahatsız olan Avrupalı büyük güçler,

Fransa’da eski rejimin yeniden kurulmasını -askeri müdahale de dahil olmak üzere

çeşitli yöntemleri kullanarak- sağlamaya çalışmaktaydılar. Fransa’daki belirsiz

ortam, Osmanlı yöneticilerinin sürekli diplomasiye geçiş gibi çok önemli bir adımı,

Paris’e sürekli elçi göndererek atmamalarında etkili olmuştur.

Đkincisi, Osmanlı yöneticileri sözkonusu dönemde tüm Avrupa ülkelerinin

cephe aldığı ve yeni rejimini tanımadığı bir ülkeye sürekli elçilik açmanın

Fransa’daki yeni rejimi “resmen” tanımak anlamına geleceğini, bunun da diğer

ülkelerin tepkisini çekeceğini düşünüyorlardı. Yukarıda da belirtildiği gibi, Osmanlı

Đmparatorluğu aslında Fransa’daki yeni rejimi “fiilen” tanımaktaydı. Osmanlı

Đmparatorluğu belki de Avrupa’da Fransızların devrimci fikirlerini engellemeden

ifade edebildikleri yegâne ülke durumundaydı. Osmanlı yöneticileri sürekli elçilik

açma gibi önemli bir adımın, Osmanlı Đmparatorluğu’nun izlemeye çalıştığı denge

politikasına halel getirmesini asla istememekteydiler. Zaten, denge politikası

izlenmeye çalışılmasının sürekli diplomasiye geçişte hayli etkisi vardı.584

583 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1480; Kürkçüoğlu, “The Adaptation and Use of

Permanent Diplomacy”, s. 133; Kuran, Avrupa’da Đlk Đkamet Elçiliklerinin , s. 13; Tuncer, Eski ve

Yeni Diplomasi, s. 50. 584 Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk

Đkamet Elçisinin Rolü”, Toplumsal Tarih, S. 32., (Ağustos 1996), s. 46.

Page 293: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

288

Dolayısıyla, Fransa’nın seçilmemesinde Osmanlı yöneticilerinin -politik kaygıları rol

oynamıştır.585

Đlk sürekli elçinin gönderilmesi hususunda Fransa’nın belirtilen nedenlerle

benimsenmemesinden sonra, yeni bir alternatif arayışına girilmiştir. Osmanlı

yöneticileri bu kez Đngiltere’yi düşünmüşlerdir. Đngiltere’nin seçilme nedenleri ise

şunlardır:586

Birincisi, Đngiltere, Yedi Yıl Savaşları’ndan sonra en büyük rakibi Fransa’nın

yenilmesinin de sayesinde Avrupa’nın en güçlü ülkesi haline gelmeye başlamıştır.

Sahip olduğu ekonomik güç, Avrupa devletler sisteminindeki dengeleyici ve

düzenleyici rolünü pekiştirmiştir. Đngiltere’nin Avrupa diplomasisinin “yükselen

yıldızı” olması, Osmanlı yöneticileri tarafından da dikkate alınmıştır. Sürekli

diplomasiye geçişte hem Đngiltere’nin uluslararası politikadaki ağırlığı hem de Đngiliz

diplomasisinin kurumsal olarak gelişmişliği etkili olmuştur.

Đkincisi, Osmanlı Đmparatorluğu ile 16. yüzyılın sonlarında diplomatik bağ

kuran ve 1583’de Đstanbul’daki sürekli elçiliğini açan Đngiltere’nin, Osmanlı dış

politikası ve diplomasisi üzerindeki etkisi özellikle 18. yüzyılın başlarından itibaren

artmaya başlamıştır.587 Daha önce de değinildiği gibi, Đngiliz hükümetlerinin ve

585 Shaw, Fransa Kralı XVI. Louis’in idamının, şehzadeliğinde kendisiyle mektuplaşan III. Selim’de

tepki yarattığını, bunun da ilk sürekli elçiliğin açılacağı yer olarak Fransa’nın tercih edilmemesinde

rol oynadığını ileri sürmektedir. Shaw, Between Old and New, s. 187. Koloğlu ise, III. Selim’in,

padişahların tahttan indirilmelerinin ve hatta öldürülmelerinin “olağan” kabul edildiği Osmanlı

Đmparatorluğu’nda, Avrupa krallarına benzer bir tepki göstermesinin mümkün olmadığını

belirtmektedir. Koloğlu ayrıca, III. Selim’in XVI. Louis’in tahttan indirilmesi ve idamına tepki

gösterdiğine dair hiçbir belgenin bulunamadığını da vurgulamaktadır. Koloğlu, “Doğu’nun Fransız

Devrimi’ne Bakışı”, s. 95 586 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1480; Kürkçüoğlu, “The Adaptation and Use of

Permanent Diplomacy”, s. 133. 587 Osmanlı-Đngiliz diplomatik ilişkilerinin kurulması ve Đstanbul’daki Đngiliz elçiliğinin açılması

hususunda bkz: Susan Skilliter, “William Harborne: Đlk Đngiliz Elçisi, 1583-1583”, Türk- Đngiliz

Page 294: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

289

Đstanbul’daki sürekli elçilerinin, Osmanlı Đmparatorluğu’yla -başta Avusturya ve

Rusya olmak üzere- diğer Avrupa güçleri arasındaki sorunlarda ve savaşlar sonrası

barış görüşmelerinde arabuluculuk yapması 18. yüzyılda çok sıklıkla görülmüştür.

Bunun da ötesinde, Đstanbul’daki Đngiliz elçileri Osmanlı dış politikasının

belirlenmesinde ve şekillenmesinde önemli roller oynamaya başlamış, Osmanlı

yöneticileri üzerindeki etkilerini arttırmışlardır. Aşağıda değinileceği gibi Osmanlı

yöneticilerinin sürekli elçiliğe geçiş hazırlıklarında Đngiltere elçisinden

yararlanmalarında Osmanlı-Đngiliz ili şkilerinin böylesine bir geçmişe sahip olmasının

hayli etkisi vardır.

Üçüncüsü, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiltere’yle ilişkilerinin iyi olması ve

iki devlet arasında o devre kadar hiçbir savaş yaşanmaması da, Osmanlı

yöneticilerinin ilk sürekli elçiliğin açılması hususunda Đngiltere’yi seçmelerinde

etkide bulunmuştur.588

Đlişkileri, 1583-1984, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985, s.

21-31; Đ. Hakkı Uzunçarşılı, “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz Münesabatına Dair

Vesikalar”, Belleten, C. XIII., S. 51., (1949), s. 573-579; Susan A. Skilliter, “ The Organization of the

First English Embassy in Đstanbul in 1583”, Asian Affairs, Vol. 10., No:2, (June 1979), s. 159-165;

Arthur Leon Horniker, “William Harborne and the Beginning of Anglo-Turkish Diplomatic and

Commercial Relations”, The Journal of Modern History, Vol. 14., No:3, (September 1942), s. 289-

316; V. L. Menage, “The English Capitulation of 1580: A Review Article”, International Journal of

Middle East Studies, Vol. 12., No:3, (November 1980), s. 373-383 ve Wodd, A History of the

Levant Company, s. 7-14. 588 Cevdet Paşa, Đngiltere’nin sadece Osmanlı Đmparatorluğu’yla değil, genel olarak Müslümanlarla

yüzyıllardır dostane ve barışçı ilişkilere sahip bulunmasının Đngiltere’nin seçiminde etkili olduğunu

belirtmektedir. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1480. Đki devlet arasında 18. yüzyılın

sonuna kadar “doğrudan” bir savaş olmamasına rağmen, iki devlet daha önce “dolaylı” olarak

çatışmaya girmişlerdir: 1396’da Osmanlı Devleti’ne karşı Macar Kralı Sigismund komutasında

toplanan ve Niğbolu Savaşı’nda mağlup olan Haçlı Ordusu’nda, bin kişilik bir Đngiliz birliği de

bulunmaktaydı. Đ. Hakkı Uzunçarşılı, “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar”, s. 573. Daha önce

belirtildiği gibi, 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Baltık Denizi’nden gelen Rus donanması

Đngiliz limanlarında ikmal edilmiştir. Bu donanma daha sonra Akdeniz’e inerek Osmanlı donanmasına

Çeşme’de çok ağır bir darbe vurmuştur.

Page 295: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

290

Sürekli elçilik kurulan bir devletle çok kısa bir süre sonra savaşa girilmesi, ilk

deneyimin başarı şansını ortadan kaldıracaktı. Đngiltere ise, Osmanlı yöneticileri

tarafından Rusya ve Avusturya gibi hasım ya da düşman olarak görülmemekteydi.

Bu nedenle, ilk sürekli elçiliğin açılacağı bir ülkeyle olası çatışma riski en aza

indirilebilecekti. Üstelik, Đngiltere’den sürekli diplomasiye geçiş hususunda da bilgi

desteği alınabilecekti. Ayrıca, “Dar-ül Harb-Dar-ül Đslam” anlayışı çerçevesinde,

“Dar-ül Harb”te açılacak ilk elçiliğin göreli olarak dost kabul edilen bir ülkede

açılması çok doğaldı.589 Đlk sürekli elçiliğin Đngiltere’de açılması kararlaştırıldıktan

sonra, bu karar uyarınca çalışmalar yapılması gerekecekti. Bu yönde atılacak ilk

adım da, Đstanbul’daki Đngiliz elçisiyle temas kurulması olacaktı.

b)Đlk Sürekli Elçiliğin Kurulma Hazırlıkları

i)Mehmet Raşit Efendi-Ainslie Görüşmesi

Sürekli diplomasiye geçiş kararı alındığı sırada, Đngiltere’nin Đstanbul elçisi

Sir Robert Ainslie’ydi. Đskoçya’nın köklü ailelerinden birine mensup olan Ainslie,

1776’dan beri Đstanbul’da görev yapmaktaydı.590 Ainslie, göreve başladığı tarihten

kısa bir süre sonra Osmanlı devlet adamlarıyla sıcak ili şkiler kurmuş, onların

güvenini kazanmıştı. Đngiltere’nin Osmanlı diplomasisindeki etkisinin ve öneminin

artışına paralel olarak, Ainslie de kurduğu bağlarla bu yönde başarılı katkılarda

bulunmaktaydı.

Osmanlı yöneticileri, hem sürekli diplomasiye geçiş konusunda bilgi almak,

hem de ilk sürekli elçiliği Londra’da açma niyetlerini bildirmek amacıyla 1793

yazında Ainslie’yle temasa geçtiler. 30 Haziran 1793’te Reisülküttap Mehmet Raşit

589 Geleneksel anlayışın belli oranda da olsa halâ etkili olduğunu dikkate almak gereklidir. 590 Bağış, Britain and the Struggle, s. 1.

Page 296: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

291

Efendi Babıâli’nin ikamet elçiliği açma talebini Đngiliz elçiliği tercümanı aracılığıyla

Ainslie’ye iletti.591 Reisülküttap’ın gönderdiği mesajda, Sultan III. Selim’in sürekli

elçilik açılmasındaki kararlılığı ve hemen adım atılması isteği vurgulanmakta,

Ainslie’nin bu konudaki görüşünün ne olduğu ve sürecin nasıl işlemesi gerektiği

hususları da yer almaktaydı.

Ainslie, Reisülküttap’a gönderdiği cevapta -elçinin statüsü ve teşrifatla ilgili-

gerekli hazırlıklar yapılıncaya kadar, elçi gönderilmesinin ertelenmesini önerdi.

Ayrıca, -veba tehlikesi nedeniyle- gönderilecek Osmanlı elçisinin kara yolculuğunu

tercih etmesini salık verdi.

Ainslie, daha sonra Đngiliz Dışişleri Bakanı Lord Grenville’e yolladığı

raporda, Osmanlı elçisinin gönderilmesinin “gerekli hazırlıklar yapılıncaya kadar

ertelenmesi” yolundaki önerisinin Osmanlı tarafınca kabul görmediğini

bildirmektedir.592

Reisülküttap Mehmet Raşit Efendi, 9 Temmuz’da Ainslie’ye bir mesaj daha

gönderdi. Mehmet Raşit Efendi, sürekli elçilik açılması hususunu Ainslie’yle

görüşmesi konusunda Sultan’dan talimat aldığını ve mümkünse 13 Temmuz’da bu

görüşmeyi yapmak istediğini bildirmekteydi. Ainslie, Reisülküttap’ın görüşme

teklifini kabul etti.593

Mehmet Raşit Efendi ile Ainslie arasındaki görüşme Bebek bahçesinde

bulunan Reisülküttaplık köşkünde 13 Temmuz’da yapılmıştır.594 Görüşmeye, Rumeli

591 PRO, FO 78/14 No:17, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 July 1793. 592 PRO, FO 78/14 No:17, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 July 1793. 593 PRO, FO 78/14 No:17, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 July 1793. 594 Naff, görüşme tarihini yanlışlıkla 10 Temmuz 1793 olarak vermektedir. Naff, “Reform and

Conduct of Ottoman Diplomacy”, s. 303.

Page 297: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

292

Kazaskeri Tatarcık Abdullah Efendi de katılmıştır. Görüşmede, temelde üç husus

üzerinde durulmuştur:595

-Sürekli elçiliklerin gereği ve önemi

-Elçinin tayininde yerine getirilmesi gereken formaliteler

-Elçinin Đngiliz Hükümeti nezdinde göreceği itibar.

Đlk konuda taraflar özet olarak şu görüşleri dile getirdiler:

Ainslie, diplomasinin ve elçilerin devletler arasındaki dostluklar açısından

çok önemli olduğunu bildirdi. Ayrıca, devletler arasındaki ilişkilerin artışı nedeniyle

ad hoc diplomatik temsilciliklerin yetersiz kaldığını dile getirdi. Ainslie’ye göre,

yabancı devletlerde sürekli elçi bulundurmak devletlerin menfaatlerini korumalarını

sağlıyordu. Sürekli elçiler, bulundukları ülke ve komşuları hakkında bilgi sahibi de

oluyorlardı. Dolayısıyla, Babıâli’nin sürekli elçilik açması önemli yararlar

sağlayacaktı. Reisülküttap da Ainslie’nin sözlerinden memnuniyet duyduğunu,

Babıâli’nin sürekli elçi göndermekteki amacının, iki ülke arasındaki ilişkilerin

geliştirilmesi ve diplomatik temasın arttırılması olduğunu söylemiştir.596

Taraflar, bundan sonra elçi tayinin biçimsel yönleriyle ilgili görüşmelere

geçtiler:

Mehmet Raşit Efendi gönderilecek elçi hususunda Đngiliz yönetiminden kime

mektup yazılması gerektiğini Ainslie’ye sordu. Ainslie, Đngiltere’de yabancı elçilerin

dışişleriyle ilgili konuları Đngiliz dışişleri bakanıyla görüştüğünü söyledi. Mehmet

595 Karal, Selim III’ün Hat-tı Humayunları , Nizam-ı Cedit, s. 169. Görüşme tutanağı için bkz:

BOA, HH15090A Mükaleme Mazbatası, 4 Zilhicce 1207. Karal, sözkonusu görüşme tutanağını

günümüz Türkçesi’ne çevirmiştir. Karal, Selim III’ün Hat-tı Humayunları , Nizam-ı Cedit, s. 190–

198. (Bu kısmın yazımında Karal’ın çevirisi kullanılmıştır.) Ainslie de, Đngiliz Dışişleri Bakanı’na

gönderdiği raporda görüşmeyle ilgili bilgiler vermiştir. PRO, FO 78/14 No: 18, “Ainslie’den

Grenville’e”, 25 July 1793. 596 Karal, Selim III’ün Hat-tı Humayunları , Nizam-ı Cedit, s. 170–171.

Page 298: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

293

Raşit Efendi ise, mektubun Sadrazam tarafından yazılacağını, bu nedenle dışişleri

bakanına hitaben kaleme alınmasının protokole uygun olmayacağını belirtti.597

Sadrazam’ın mektubu Kral’a ya da başbakana yazmasını önerdi. Ainslie,

Reisülküttap’ın önerisine sıcak bakarak, bu konunun Osmanlı yönetiminin takdirinde

olduğunu söyledi. Ainslie’den aldığı olumlu cevapla rahatlayan Mehmet Raşit

Efendi, konuyu Sadrazam’a arz edeceğini bildirdi.598

Protokolle ilgili görüşmelerden sonra, Mehmet Raşit Efendi, Babıâli’nin

gönderilecek elçinin Londra’da çok iyi muamele görmesi yönündeki isteğini ifade

etti. Mehmet Raşit Efendi’ye göre, Londra’ya gönderilecek elçinin göreceği

muamele, Osmanlı Đmparatorluğu ile Đngiltere arasındaki dostluğu pekiştirecek, bunu

“çekemeyenleri” ve “haset edenleri” müteessir edecekti. Ainsilie, Reisülküttap’a

garanti vererek, bu hususla bizzat ilgileneceğini bildirdi.599

Daha sonra, tayin edilecek Osmanlı elçisinin hangi yolla Đngiltere’ye gideceği

konusuna geçildi:

Mehmet Raşit Efendi, Osmanlı elçisinin hangi yolu kullanması gerektiği

hususunda Ainslie’nin düşüncelerini öğrenmek istedi. Ainslie, kara ve deniz yolu

olmak üzere iki alternatif olduğunu söyleyerek, deniz yolunu kullanmanın sıkıntılar

yaratabileceğini vurguladı. Ainslie’ye göre, deniz yolu kullanılırsa, elçi çok uzun bir

süre Malta ya da Venedik’te karantinada tutulabilecek, bu da Londra’ya varışının 3-4

597 Osmanlı Đmparatorluğu’nda dışişleri bakanlığı ya da ona muadil bir makamın bulunmaması, elçi

tayinindeki önemli sorunlardan birine neden olmaktaydı. Çünkü, dışişlerinin yürütülmesinden sorumlu

olan Reisülküttap, direkt Sadrazam’a bağlı çalıştığından, doğrudan bir sorumluluğa ve yetkiye sahip

değildi. Dışişleri’yle ilgili bütün sorumluluk ve yetki Sadrazam’a aitti. Bu yüzden, Babıâli’nin

herhangi bir ülkeye elçi gönderme hususunu bildirmesi gibi bir işlem, ancak Sadrazam tarafından

yapılabilirdi. Fakat Sadrazam’ın bir ülkenin dışişleri bakanıyla doğrudan muhabere etmesi protokol

açısından uygun değildi. Ibid. , s. 171. 598 Ibid. , s. 172. 599 Ibid. , s. 172–173.

Page 299: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

294

ay kadar sürmesine neden olacaktı. Deniz yolu kullanılacaksa, hasım devletlerin olası

düşmanca eylemleri nedeniyle tarafsız ülke gemileri tercih edilmeliydi. Ainslie,

ayrıca, elçinin unvanını kullanmamasını, elçiliğinin Londra’ya varıncaya kadar gizli

tutulmasını önerdi. Çünkü, elçinin görevi resmen ilan edilirse, geçtiği heryerde

kendisine merasim düzenleneceğinden Londra’ya gitmesi çok uzun sürecekti.

Ayrıca, elçi merasimler nedeniyle çok da yorulacaktı.600

Ainslie’nin gizlilik önerisi Mehmet Raşit Efendi’nin itirazına neden oldu.

Mehmet Raşit Efendi, devlet kuralları gereği elçiye törenle hil’at giydirileceğini, bu

durumda gizliliğin olamayacağını dile getirdi. Ainslie, ise, hil’at giydirilmesinin

gizlili ğe mani olmayacağını, gizliliğin seyahat için gerekli olduğunu belirtti.601

Görüşmenin son bölümünde ise, Londra’ya gönderilecek Osmanlı elçisinin

rütbe ve payesinin ne olacağı hususu üzerinde duruldu:

Görüşmede ele alınan önceki hususların aksine, sözkonusu nokta Ainslie

tarafından gündeme getirildi. Ainslie, Londra’ya gönderilecek Osmanlı elçisinin

yüksek bir rütbeye sahip olması gerektiğini vurguladı. Ainslie’ye göre, Osmanlı

elçisi yüksek bir rütbeye sahip olursa, Londra’da görev yaptığı sürece protokolde

önde yer almada hiçbir şekilde sıkıntı çıkmazdı. Osmanlı elçisinin protokolde

Avusturya ve Rusya elçilerinin önünde yer alması için “nazır” (minister) rütbesine

sahip olması gerekliydi. Fakat, Osmanlı devlet düzeninde nazırlık rütbesi

bulunmadığından, gönderilecek elçinin büyükelçi olması yeterliydi. Londra’ya

ortaelçi yerine büyükelçi rütbesinde birisinin gönderilmesi, Osmanlı hazinesine yıllık

250 kese altın fazladan bir yük getirecekti. Bu yüzden, Babıâli protokol sorunlarını

aşmak için, bir başka yolu daha kullanabilirdi: Büyükelçilik ile ortaelçilik arası bir

nitelik taşıyan “olağanüstü orta elçi” rütbesinde birisinin görevlendirilmesi halinde,

600 Ibid. , s. 173. 601 Ibid. , s. 174.

Page 300: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

295

Londra’daki Avusturya ve Rusya elçileri protokolde önde yer alma hususunda

itirazda bulunamayacaklardı.602

Mehmet Raşit Efendi, Osmanlı elçisinin protokolde önde yer alması için

hangi yolun seçilmesi gerektiğini Ainslie’ye sordu. Ainslie, Babıâli’nin senelik 250

kese altın fazladan masrafa katlanıp büyükelçi rütbesinde bir elçi göndermesinin

daha doğru olacağını belirtti. Mehmet Raşit Efendi bu hususu da Sadrazam’a arz

edeceğini belirterek görüşmeyi sona erdirdi.603

ii)Sürekli Diplomasi’yle Đlgili Đlkelerin Belirlenmesi ve Đlk Elçilik Heyetinin

Oluşturulması

Babıâli, Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişinde çok büyük

önem taşıyan bu görüşmenin ardından, elçi gönderilmesi için gerekli olan hazırlıklara

hemen başladı.

Đlk olarak, yurt dışına gönderilecek elçilerle ilgili ilkeler belirlendi:

Yurtdışına gönderilecek elçiler 3 yıllık süre için görevlendirilecekti.604

Elçilerin maiyetlerinde memurlar ve tercümanlar da olacaktı. Maiyet memurları

602 Ibid. , s. 174–175. 603 Ibid. , s. 175. 604 Babıâli, elçilerin görev sürelerini 3 yılla sınırlayarak, daha fazla Osmanlı memurunun Avrupa

ülkeleri hakında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlıyordu. Bunun da ötesinde, 3 yıllık sürenin bir

“Osmanlı diplomat zümresi” yaratma hedefine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Kuran, Avrupa’da

Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 11–12; Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik

Reform, s. 109 ve Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri s. 168.

Yaçınkaya, elçilerin görev süresinin 3 yıl olarak belirlenmesinde, Babıâli’nin Đstanbul’daki yabancı

elçiliklerin uygulamalarından etkilenmiş olabileceğini ileri sürmektedir. Özellikle, Đstanbul’daki

Venedik Balyosu’nun -1503’de Osmanlı Đmparatorluğu ile Venedik arasında yapılan anlaşma

uyarınca- görev süresinin 3 yıl olarak belirlenmiş olması Babıâli tarafından dikkate alınmıştır.

Yalçınkaya’ya göre, Babıâli sürekli diplomasiye geçerken, Avrupa’da mevcut olan diplomatik usülleri

takip etme eğilimindedir. Yalçınkaya, “Bir Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul”, s. 663.

Yalçınkaya’nın sözkonusu tespiti, ilk elçiliğin açılması hususunda Ainslie’yle yapılan görüşme

Page 301: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

296

özellikle gençlerden seçilecekti. Bu memurların temel görevi ise, yabancı lisan ile

devlet hizmetinde yarar sağlayacak diğer bilgileri öğrenmek olacaktı.

Đlk sürekli elçiliklerin açılmasıyla ilgili temel ilkelerin belirlenmesinden

sonra, Londra’ya gönderilecek elçilik heyetinin kimlerden oluşacağı da

kararlaştırılmıştır. Londra’ya gönderilmesi kararlaştırılan kişi, o sırada Kalyonlar

Katibi605 olarak görev yapmakta olan Yusuf Agah Efendi’dir.606

1744’te Mora’nın Trapoliçe kentinde doğan Yusuf Agah Efendi, I.

Abdülhamit devri ricalinden Süleyman Penah Efendi’nin oğludur. Ağabeyi Osman

Efendi defterdarlık yapmıştır. Eniştesi Seyyid Ali Efendi ise Fransa’ya gönderilen ilk

sürekli Osmanlı elçisi olacaktır. Yusuf Agah Efendi’nin ailesi dönemin yazarları

tarafından “Moralı” ve “Moraviyülasl” olarak zikredilmektedir. Osmanlı Kalemiye

sınıfı içinde yer alan ve önemli memuriyetlere getirilen köklü bir ailedir. Yusuf Agah

Efendi daha sonra Đstanbul’a gelerek Kalemiye sınıfına dahil olmuştur. 1774’te

Sadaret Mektubi kalemine giren Yusuf Agah Efendi kısa sürede yükselmiş ve

hacegan rütbesini almıştır. 1780’de Mevkufatçı, 1784’de Enderun Emini olan Yusuf

Agah Efendi, 1792’de Kalyonlar Katibi tayin edilmiştir.607

dikkate alındığında daha da güçlenmektedir. Gerçekten de, Ainslie’yle yapılan görüşmede, sadece

Londra’ya elçi gönderilmesi değil, daha geniş bir çerçevede sürekli diplomasiye geçişin usülü

hakkında bilgiler edinilmeye çalışılmıştır. 605 Kalyonlar Katipliği, kalyonlarda görev yapan askerlerin özlük ve mali işlerini yürütmekle ve

kalyonların bütün levazım ve ihtiyaç defterlerini tutmakla görevli üst düzey bir memuriyetti.

Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 430. 606 Ainslie, Londra’ya gönderilecek kişinin Yusuf Agah Efendi olduğunun Babıâli tarafından

kendisine 23 Temmuz günü bildirildiğini belirtmektedir. PRO, FO 78/14, No:18, “Ainslie’den

Grenville’e”, 25 July 1793. 607 “Yusuf Agah Efendi”, Türk Ansiklopedisi , C. I., Đstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1968, s. 198;

Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 168-169; Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden

Yapılanması”, s. 46. Unat, diğer yazarlardan farklı olarak, Yusuf Agah Efendi’nin Girit doğumlu

olduğunu belirtmektedir.

Page 302: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

297

Yusuf Agah Efendi, Londra elçiliğine atanmadan önce, diplomasiyle

doğrudan ilgili bir görev almamıştır. Fakat, döneminin en açık görüşlü ve işbilir

devlet adamlarından biri olduğu bilinmektedir.608

Yusuf Agah Efendi, III. Selim tarafından 23 Temmuz 1793’te atanmasının

hemen ardından, 24 Temmuz’da Sultan’ın huzurunda yapılan hil’at giydirme

töreninden sonra resmen görevine başlamıştır.609

Yusuf Agah Efendi sözkonusu tarihte elçi olarak atanmasına rağmen, elçilik

payesinin ne olacağı ise belirlenmemişti. Yukarıda belirtildiği gibi, Ainslie, 13

Temmuz’da yapılan Bebek toplantısında Londra’ya atanacak Osmanlı elçisinin

büyükelçi payesine sahip olması yönündeki görüşünü Reisülküttap’a iletmişti.

Reisülküttap Mehmet Raşit Efendi de, konuyu Sadrazam’a arz edeceğini bildirmişti.

Konuyu görüşen Osmanlı yöneticileri, 6 Ağustos’ta Yusuf Agah Efendi’ye büyükelçi

payesini verdiler.610

Đngiltere’ye gönderilecek elçinin atanmasından sonra, elçiye eşlik edecek

elçilik heyetinin belirlenmesi çalışmaları başlamıştır. Bu hususta da hızlı hareket

edilmiştir. 10 Ağustos gibi erken bir tarihte Ainslie, Grenville’e gönderdiği raporda,

608 Göreve atanmasından sonra Yusuf Agah Efendi ile tanışan Ainslie de, hakkında olumlu izlenimler

edinmiştir. Ainslie, Yusuf Agah Efendi’yi, “canlı”, “içten” ve “açık fikirli” sıfatlarıyla betimlemiştir.

Ainslie’ye göre, “daha kaba davranışlı olan Türkler arasında bu özellikleriyle pek görülmeyen bir

karaktere sahiptir.” Ainslie, Yusuf Agah Efendi’nin bu “farklı” durumunu, “doğum yeri nedeniyle

Yunanlılar arasında yaşamış olmasına" bağlamaktadır. Ainslie, ayrıca Yusuf Agah Efendi’nin çok iyi

derecede Yunanca ve biraz da Đtalyanca bildiğini belirtmektedir. PRO, FO 78/14, No: 19, “Ainslie’den

Grenville’e”, 10 August 1793. 609 PRO, FO 78/14, No:18, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 July 1793. 610Ainslie, Osmanlı Sarayı’nın, Majesteleri’nin Đstabul’daki elçisine benzer bir paye verdiğini,

Grenville’e gönderdiği raporda satırlarından hissedilen bir mutlulukla vurgulamaktadır. PRO, FO

78/14, No: 19, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 August 1793.

Page 303: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

298

elçilik heyetinin yaklaşık 10 kişiden oluştuğunu ve 20 kişilik bir yardımcılar

grubunun da heyete ayrıca katılacağını bildirmekteydi.611

Yusuf Agah Efendi’den sonra elçilik heyetindeki en önemli kişi, elçilik

sekreteri olarak görev yapacak, Mahmut Raif Efendi’diydi. Mahmut Raif Efendi 12

Ağustos’da hil’at giydirilerek “sırkatibi” olarak atandı.612 Mahmut Raif Efendi,

Yusuf Agah Efendi gibi kalemiye sınıfına mensup bir Osmanlı memuruydu. Küçük

yaşta Mektub-i Sadr-i Âli Kalemi’ne giren Mahmut Raif Efendi, yetenekli ve başarılı

birisi olarak tanınmaktaydı. Ayrıca, inşa ve kitabetteki (kaleme alma ve kâtiplikteki)

başarıları yanında, coğrafya ve musiki alanında da geniş bir bilgiye sahipti. Musiki

alanındaki bilgisi ve yeteneği “tanburi” ünvanını kazanmasını sağlamıştı.613

Yusuf Agah Efendi ve Mahmut Raif Efendi dışında, Osmanlı elçilik

heyetinde görev yapacak önemli kişilerden biri de Baştercümanlığa atanan Emanuel

Persiani’ydi. Đstanbullu bir Rum olan Persiani Đtalya’da Padua Üniversitesi’nde

öğrenim görmüştü. Doğu dillerinin yanı sıra Latince, Fransızca ve Đtalyanca da

bilmekteydi.614

611 PRO, FO 78/14, No: 19, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 August 1793. 612 PRO, FO 78/14, No: 20, “Ainslie’den Grenville’e”, 24 August 1793. Ainslie, Mahmut Raif

Efendi’nin atanmasında yeteneklerinin yanısıra, Reisülküttap Mehmet Raşit Efendi’ye yakınlığının da

rol oynadığını belirtmektedir. Ainslie, Mahmut Raif Efendi’nin yükselmeyi hedefleyen hırslı bir kişi

olduğunu yazmaktadır. Ergin de, Mahmut Raif Efendi’nin Babıâli’de üst düzey görevlere gelmek

arzusunda olduğunu, bu nedenle Avrupa’ya seyahat ederek bir yabancı dil öğrenmek istediğini

belirtmektedir. Vahdettin Engin, “Mahmut Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati

Gözlemleri”, Prof. Dr. Đsmail Aka’ya Armağan, Đzmir, 1999, s. 136. 613 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 178. Mahmut Raif Efendi hakkında ayrıca bkz:

Đhsan Sungu, “Mahmud Raif ve Eserleri”, Hayat Mecmuası, S. 16, (1929), s. 9–12. 614 PRO, FO 78/14, No: 19, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 August 1793.

Page 304: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

299

Ağustos ayı içinde kesinleştirildi ği anlaşılan Osmanlı elçilik heyetinde

memur statüsünde görevlendirilenler şu kişilerden oluşmaktaydı:615

Yusuf Agah Efendi (Büyükelçi)

Mahmut Raif Efendi (Sırkatibi)

Mehmet Derviş Efendi (Hazinedar ve Ataşe)

Mehmet Tahir Efendi (Ehl-i Đslam Kişizadesi)

Emanuel Persiani (Tercüman-ı Evvel)

Gregorio Valerianus (Tercüman-ı Sani)

Yanko Savrud (Zımmi Kişizadesi)

Elçilik heyetinde bulunanlara rütbeleri nispetince harcırah ve yolluk da

bağlandı: Yusuf Agah Efendi 50.000 kuruş maaş, 15.000 kuruş harcırah; Mahmut

Raif Efendi 10.000 kuruş maaş, 4.000 kuruş harcırah; Mehmet Derviş Efendi 3.000

kuruş maaş, 2000 kuruş harcırah; Mehmet Tahir Efendi 3.000 kuruş maaş, 2000

kuruş harcırah; Emanuel Persiani 8.000 kuruş maaş, 3.000 kuruş harcırah; Gregorio

Valerianus 6.000 kuruş maaş, 2.500 kuruş harcırah ve Yanko Savrud 2.500 kuruş

maaş, 1.500 kuruş harcırah alacaklardı.616

615 Mehmed Alaaddin Yalçınkaya, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of Yusuf Agah Efendi:

The First Permanent Ottoman-Turkish Ambassador to London (1793-1797)”, OTAM , S. 5., (1994), s.

406. Mehmet Tahir Efendi ve Yanko Savrud, Avrupa ahvalini ve dillerini öğrenmek amacıyla

gönderilmiş gençlerdi. Yukarıda belirtildiği gibi, III. Selim’in sürekli diplomasiye geçişteki

amaçlarından biri de, ikamet elçiliklerinde görevlendirilecek gençlerin Avrupa’yı tanımaları ve

yabancı dil öğrenmelerinin sağlanmasıydı. Ainslie de, raporunda bu hususu belirtmektedir. PRO, FO

78/14, No: 22, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 September 1793. 616 BOA, Name-i Hümayun Defteri 9, varak 302. Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden

Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”, s. 46; 52 dipnot:11. Belirtilen belge üzerinde

çalışan Yalçınkaya, bazı yazarların maaşlar ve harcırahlar hususunda yanlışlık yaptığını

vurgulamaktadır. Örneğin, karşılaştırmak için bkz: Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s.

1480; Karal, Selim III.’ün Hat-tı Humayunları-Nizam-ı Cedit- , s. 176.

Page 305: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

300

Londra’ya vardığında, Đngiliz Hükümeti yol harçlığı teklif ederse, bunu kabul

etmemesi de Yusuf Agah Efendi’ye sıkı sıkıya tenbihlenmişti.617

Elçilik heyetinde yer alacak kişilerin belirlenmesine paralel olarak,

Đngiltere’de Kral ve ailesi ile Başbakan Pitt ve Dışişleri Bakanı Grenville’e sunulacak

hediyelerin hazırlanması işine de girişildi. Hazırlanan hediyeler şu şekildeydi: Kral

III. George’a sunulmak üzere, kılıç, tüfek, çeşitli cinste kumaşlar; Kraliçe’ye

sunulmak üzere elbise ve sorguç; Veliaht Prens’e sunulmak üzere çeşitli cinste

kumaşlar ve kılıç; Başbakan’a Pitt’e ve Dışişleri Bakanı Grenville’e sunulmak üzere

ise çeşitli cins kumaşlar. Bu hediyelere ek olarak, Kral’a, veliaht Prens’e, Başbakan’a

ve Dışişleri Bakanı’na sunulmak üzere pahalı koşum takımlarıyla süslenmiş atlar da

hazırlandı.618

Elçilik heyetinin Londra’ya karayoluyla gidişinin kesinleşmesinden sonra,

hazırlanan hediyelerin ise çok olması nedeniyle denizyoluyla gönderilmesi

kararlaştırıldı. Bu nedenle kiralananan “La Colombo Fortuna” adlı bir Raguza

gemisine, gönderilecek hediyeler yüklendi. Gemi 12 Ekim’de Đstanbul’dan denize

açıldı.619

Ainslie de Osmanlı heyetinin karayolu vasıtasıyla Londra’ya gidişiyle ilgili

hazırlıklara çok aktif bir biçimde katılmaktaydı. Reisülküttap, hazırlıklarla ilgili

olarak Ainslie’ye sürekli bilgi vermekte ve fikirlerini almaya çalışmaktaydı.620 Öte

yandan, Ainslie, Osmanlı heyetinin gidiş güzergâhının belirlenmesinde de etkili

617 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1514. 618 Bu husustaki Hattı-Humayun Uzunçarşılı tarafından günümüz Türkçesi’ne çevrilmiştir: Bkz:

Uzunçarşılı, “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz Münesabatına Dair Vesikalar”, s.

584–589. Ainslie de, Grenville’e gönderdiği raporda, Đngiltere’de önde gelen kişilere verilmek üzere

Sultan III. Selim tarafından hazırlatılan hediyeler hakkında bilgi vermektedir. PRO, FO 78/14, No: 19,

“Ainslie’den Grenville’e”, 10 August 1793. 619 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793. 620 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793.

Page 306: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

301

olmakta ve heyetin rahat bir yolculuk yapması için girişimlerde bulunmaktaydı.

Ainslie, heyetin özellikle Osmanlı sınırlarından çıktıktan sonra Londra’ya kadar olan

yolculuğunun düzenlemesinde rol oynadı. Bu çerçevede, Đngiltere’nin Viyana

Büyükelçisi Sir Morton Eden’la haberleşerek, elçilik heyetinin Viyana’dan Ostend’e

kadar yapacağı seyahatte yardımcı olmasını kendisinden istedi. 621

Osmanlı elçilik heyetinin Londra’da konaklaması için gerekli yerin

ayarlanması için de hazırlıklar Đstanbul’da yapılmıştı. Ainslie’nin bildirdiğine göre,

Yusuf Agah Efendi’nin Đstanbul’da bankerliğini yapmakta olan Peter Tooke adlı bir

Đngiliz, Londra’da oturan vatandaşı William Robinson’u Osmanlı heyetinin

konaklaması için otel kiralamakla görevlendirdi. 622 Tooke, Osmanlı elçilik heyetinin

maaş ve harcırahlarının Đstanbul’dan Londra’ya transfer edilmesinde de yardımcı

olmuştu.623

Hazırlıkların tamamlanmasının ardından, Yusuf Agah Efendi başkanlığındaki

Osmanlı heyeti 14 Ekim 1793’te Đstanbul’dan Londra’ya doğru yola çıktı.624

3-Đlk Đkamet Elçilikleri ve Faaliyetleri

a)Londra Büyükelçiliği

i)Yusuf Agah Efendi Dönemi

14 Ekim 1793’te Đstanbul’dan yola çıkan Osmanlı heyeti 9 günde Rusçuk’a

vardı.625 Rusçuk’tan Tuna’yı geçen Heyet, daha sonra Eflak Beyi Alexander

621 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793. 622 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793. 623 Yalçınkaya, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of Yusuf Agah Efendi: The First

Permanent Ottoman-Turkish Ambassador to London (1793–1797)”, s. 405–406. 624 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793.

Page 307: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

302

Moussi’nin gönderdiği arabalarla 2 günde Bükreş’e ulaştı, Heyet, seyahate devam

etmek için gerekli malzemeleri temin etmek amacıyla 1 hafta orada kaldı. Eflak

Beyi, Heyet’in Bükreş’ten Hermannstadt’a kadar yapacağı yolculukla ilgili

hazırlıkları yürütmekteydi. Ayrıca, Eflak Beyi, yolculuk hazırlıklarının yanısıra

Heyet’in sınırda Avusturya yetkililerince karşılanması ve Avusturya’ya girişte

karantinaya alınması hususunda da temaslar yaptı.626 Heyet, hazırlıkların

tamamlanmasından sonra, Transilvanya üzerinden Avusturya topraklarına girdi.

Burada 10 gün karantinada kalan Heyet, Hermannstadt üzerinden Viyana’ya vardı.

Viyana’ya ulaşan Osmanlı Heyeti, burada Đngiltere’nin Viyana Büyükelçisi

Sir Morton Eden’in yardımlarından yararlandı. Yukarıda belirtildiği gibi, Ainslie

daha Heyet yola çıkmak üzereyken Eden’a mektup göndererek yardımcı olmasını

istemişti. Zaten, Eden’in gönderdiği bir uşak, Heyeti daha Hermannstadt’tayken

karşılamış ve Viyana’ya kadar olan yolculuğunda eşlik etmişti.627

Viyana’da kısa bir süre kalan Heyet, Kasım ayı sonlarında kentten ayrıldı.

Eden’in görevlendirdiği bir Đngiliz’in rehberliğinde, Prusya ve Belçika üzerinden

Ostend’e doğru yola çıktı. Yusuf Agah Efendi ve beraberindekiler, yolculuk

sırasında Nüremberg, Koblenz, Bonn, Köln, Liege, Brüksel, Gent ve Brugges gibi

şehirlerden geçtiler. Sonunda, 13 Aralık’da Ostend’e varıldı. Burada birkaç gün

625 Yolculuğun ayrıntıları, Mahmut Raif Efendi’nin Đngiltere seyahatini ve oradaki faaliyet ve

izlenimlerini anlatmak amacıyla Fransızca olarak kaleme aldığı “Journal du Voyage de Mahmoud Raif

Efendi en Angleterre Ecrit par Lay Meme” başlıklı eserden yararlanılarak anlatılmaktadır. Sözkonusu

eserin tam metin olarak Türkçe’ye çevirisi Vahdettin Engin tarafından yapılmıştır. Engin, “Mahmud

Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati Gözlemleri”, s. 140–151. Mahmut Raif

Efendi’nin eseri, sadece Yusuf Agah Efendi’nin Londra elçiliği ve faaliyetleri açısından önemli

değildir. Mahmut Raif Efendi, bir Batı diliyle eser yazan ilk Osmanlı devlet adamıdır. 626 PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793. 627 Babıâli de, Eden’in Osmanlı Heyeti’nin karşılanması hususunda yardımcı olmasından memnundu.

Reisülküttap, Eden’le yazışmaları hakkında Ainsilie’den bilgi almak istemekteydi. PRO, FO 78/14,

No: 25, “Ainslie’den Grenville’e”, 12 November 1793.

Page 308: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

303

kaldıktan sonra, Manş Kanalı’nı geçmek üzere bir gemiye binen Heyet, deniz

yolculuğu sırasında kopan fırtına nedeniyle sıkıntılı bir yolculuk yaptı.

Gemi yolculuğunun ardından Dover’de Đngiltere topraklarına ayak basan

Osmanlı Heyeti, burada büyük bir törenle karşılandı. Heyeti, Đngiliz Hükümeti adına

General Smith karşıladı. Karşılama töreninden sonra bir otele yerleşen Heyet, Albay

Bastard tarafından General Smith’in vereceği kahvaltıya davet edildi. Kahvaltı

sırasında General Smith’le tanışan Heyet mensupları, aynı gün (20 Aralık 1793)

Londra’ya doğru yola çıktılar. Heyetin kentten ayrılışı sırasında da askeri birliklerce

uğurlama töreni düzenlendi. 628

Canterbury’de geceleyen ve burada da askeri birliklerce karşılanan ve

uğurlanan Osmanlı Heyeti, ertesi gün (21 Aralık 1793) Londra’ya vardı. Heyet, Pall-

Mall semtinde bulunan Royal Hotel’e yerleşti. Ertesi gün, Đngiliz Dışişleri Bakanı

Grenville’in özel sekreteri Goddard, Bakan’ın iyi dileklerini iletmek için otele geldi.

Goddard’la, Mahmut Raif Efendi görüştü. Bu, Heyetin Đngiltere’de yaptığı ilk

diplomatik görüşmeydi.629

Sözkonusu görüşmeden birkaç gün sonra, Osmanlı Heyeti Lord Grenville’i

ziyaret etti. Ziyarette, Lord Grenville “bütün samimiyeti ile, Babıâli’nin

büyükelçisini görmekten duyduğu memnuniyeti belirterek, Kralın da merasim

gününden önce (…) görüşmek arzusunda bulunduğunu ifade etti”.630

628 General Smith, Grenville’e yolladığı mektupta Osmanlı Heyetinin karşılanışı ve uğurlanışıyla ilgili

bilgiler vermektedir. Smith, Osmanlı Heyeti hakkındaki izlenimlerini de aktarmıştır. Smith’e göre,

Yusuf Agah Efendi, “samimi”, “saygıdeğer” ve “eski tip” birisidir. Mahmut Raif Efendi ise, “genç” ve

“zeki” bir kişidir. PRO, FO 78/14, “Smith’den Grenville’e”, 21 December 1793. 629 Engin, “Mahmud Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati Gözlemleri”, s. 142;

Yalçınkaya, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of Yusuf Agah Efendi: The First Permanent

Ottoman-Turkish Ambassador to London (1793–1797)”, s. 410. 630 Engin, “Mahmud Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati Gözlemleri”, s. 142.

Page 309: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

304

8 Ocak 1794’te Yusuf Agah Efendi, Mahmut Efendi ve Persiani ile birlikte

güven mektubunu sunmak amacıyla III. George’un huzuruna çıktı. Kral, Osmanlı

Heyetini özel bir odada kabul ederek, kendileriyle uzun süre görüştü. Heyet, Ocak

ayı içinde Kraliçe ve Veliaht Galler Prensi tarafından da kabul edildi. 631

Osmanlı Heyeti Đngiliz Sarayı’na yapılan ilk ziyaretlerin yanısıra, Đngiltere

Hükümeti’nin önde gelen isimleriyle de görüşmeler yaptı. Bu çerçevede, Yusuf Agah

Efendi 15 Ocak 1794’te başbakanlık binasında Başbakan Pitt’i ziyaret etti.

Görüşmeye Mahmut Raif Efendi ve Persiani de katıldılar. Aynı günün akşamı,

Osmanlı Heyetine Londra Tavernası’nda (London Tavern) Pitt, Grenville, birkaç üst

düzey devlet yöneticisi ve Levant Company üyelerinin katıldığı görkemli bir akşam

yemeği verildi. Yemek Levant Company tarafından Yusuf Agah Efendi şerefine

verilmişti. 18 Ocak’ta ise, Lord Grenville kendi evinde Heyete bir yemek verdi. 632

Yusuf Agah Efendi, Londra’ya varışının daha ilk ayında sözkonusu ziyaretler

ve etkinlikler vasıtasıyla çok sayıda kişiyle tanıştı. Yusuf Agah Efendi’nin tanıştığı

kişiler arasında -yukarıda belirtilenlerin dışında- Lordlar Kamarası üyeleri, Kral’ın

kardeşleri olan dükler ve Londra’da bulunan misyon şefleri de bulunmaktaydı.633

Londra’daki ilk temaslardan sonra, Osmanlı Heyetindekiler kaldıkları otelden

ayrılarak, kendilerine tahsis edilmiş olan evlere yerleştiler. Heyete tahsis edilen evler,

Londra’nın Adelphi semtinde, Thames nehri kıyısındaydı. 634

III. Selim tarafından Đngiliz yönetiminin ileri gelenlerine sunulmak üzere

hazırlatılan hediyelerin deniz yoluyla gönderildiği yukarıda belirtilmişti. Yusuf Agah

631 Idem. 632 Yalçınkaya, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of Yusuf Agah Efendi: The First

Permanent Ottoman-Turkish Ambassador to London (1793–1797)”, s. 412–413. 633 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 47. 634 Engin, “Mahmud Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati Gözlemleri”, s. 142.

Page 310: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

305

Efendi, hediyelerin Londra’ya ulaşması geciktiği için görevine resmen başlayamadı.

Fakat, Osmanlı Heyeti Londra’ya gelişinden, resmi takdim töreni yapılıncaya kadar

geçen dönemde, kentteki törenler, davetler, kabuller gibi diplomatik etkinliklere

katılmaya özen gösterdi.635

Đstanbul’dan 1793 ekiminde yola çıkarılan hediyeler, 8 ay gibi hayli uzun bir

sürenin sonunda 1794’ün yaz başlarında Londra’ya ulaşabildi. Hediyelerin gelişinden

sonra da, önce Kral’ın tatilde olması nedeniyle, ardından da tören hazırlıklarının iyi

bir biçimde yapılabilmesi amacıyla resmi takdim merasimi yaklaşık 6 ay daha

gecikti.636

Sonunda, Yusuf Agah Efendi, 29 Ocak 1795’te yapılan görkemli bir törenle,

III. Selim’in III. George’a gönderdiği name-i hümayunu637 ve hediyeleri takdim

etmek üzere St. James Sarayı’nda huzura çıktı. III. Selim, name-i hümayunda,

Osmanlı Devleti’yle Đngiltere arasındaki dostluğu daha da kuvvetlendirmek istediğini

belirtiyordu. Name-i humayunda, ayrıca, Yusuf Agah Efendi’nin ikamet elçisi olarak

atanma amacının iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesinin, iki ülke

uyruklarının birbirlerinin topraklarında rahat seyahat edebilmelerinin ve ticaret

yapabilmelerinin sağlanmasına katkıda bulunmak olduğu da ifade edilmişti.

Yusuf Agah Efendi misyonunun Đngiltere’deki faaliyetleri temelde 5

boyutta olmuştur:

635 “(…) her hafta düzenli olarak sefir günlerinde saraya gitmeye ve aristokrat toplantılarına katılmaya

başladık”. Idem. Osmanlı Heyetinin çok kısa bir sürede Avrupa tarzı faaliyetleri benimsemesi,

Londra’da bulunan Đngiliz soyluları ve yabancı diplomatlarla ilişkilerini geliştirmesi dikkat çekicidir.

Bu durum, Osmanlı diplomasisinin 18. yüzyılda olgunlaşmaya ve Avrupai diplomatik usüllerin

benimsenmeye başladığını göstermektedir. 636 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 47. 637 BOA, Name-i Humayun Defteri, No:9, s. 296, 11 Safer 1208. Sözkonusu name-i humayun

Uzunçarşılı tarafından günümüz alfabesine çevrilerek yayınlanmıştır. Bkz: Uzunçarşılı, “On

Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz Münesabatına Dair Vesikalar”, s. 624–626.

Page 311: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

306

-Osmanlı Đmparatorluğu’yla Đngiltere arasındaki diplomatik ilişkilerin

yürütülmesi.

-Đngiltere ve Avrupa ile ilgili haberlerin Babıâli’ye iletilmesi.

-Osmanlı Đmparatorluğu’nun ihtiyaç duyduğu maddelerin ve uzmanların

temin edilmesi.

-Londra’da bulunan diğer diplomatlarla temas kurulması.

-Diğer yarı-diplomatik faaliyetler.

Yusuf Agah Efendi’nin iki ülke arasındaki diplomatik ili şkilerle ilgili

faaliyetleri, Avrupa konjonktürünün uygunluğu ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun o

dönemde izlediği dış politika nedeniyle, nispeten önemli sıkıntılarla karşılaşılmadan

sürdürülebilmiştir. Bu yüzden, öncelikle şu tespitte bulunmak yerinde olacaktır:

Avrupa devletlerinin Fransız Devrimi nedeniyle kendi iç sorunlarıyla

uğraştığı ve uluslararası ilişkilerin gündelik değişimlere açık olduğu bir

konjonktürde, Osmanlı yönetimi önceki deneyimlerin (savaş ilan etmek ve ittifaklara

katılmak gibi) olumsuz sonuçlarından ders çıkararak, Fransa ve Müttefikler

arasındaki savaşta tarafsız kalmayı tercih etmekteydi. Savaşa iştirak edilerek

girişilebilecek yeni bir maceranın, Osmanlı Đmparatorluğu’nun yok olmasıyla

sonuçlanabileceği gerek III. Selim, gerek Osmanlı ricalinin büyük çoğunluğu

tarafından bilinmekteydi. Bu nedenle, Osmanlı Đmparatorluğu Avrupa’da savaşa

girmesine yol açacak bir ittifak yapmaktan da özenle kaçınmaktaydı. Avrupa’nın

içinde bulunduğu kaotik durum, aynı zamanda III. Selim’e ve reformcu kadrolara,

dış tehdit ve savaşın yaratabileceği olumsuzluklar olmadan Nizam-ı Cedit

reformlarını yapabilme fırsatı da vermişti.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun çok önemli bir uluslararası sorun olmadan

geçirdiği bir dönemde görev yapan Yusuf Agah Efendi de, elçili ği sırasında büyük

Page 312: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

307

bir sıkıntıyla karşı karşıya kalmadı. Zaten, Osmanlı-Đngiliz ili şkilerinde yüzyıllardır

genel olarak büyük bir sorun yaşanmamıştı.

Yusuf Agah Efendi’nin büyükelçiliği döneminde, Osmanlı Đmparatorluğu ile

Đngiltere arasındaki en önemli sorunlar ise Fransa nedeniyle ortaya çıktı:

1794 yazında Đzmir limanına sığınan “Sybille” adlı bir Fransız fırkateyni,

limandan çıktıktan sonra beraberindeki ticaret gemileriyle birlikte Miknos (Mikonos)

adası önünde Đngiliz filosu tarafından esir alındı. Mikonos o dönemde Osmanlı

toprağıydı ve gemiler de Osmanlı karasularında esir alınmıştı. Mikonos’ta bulunan

Osmanlı tebası da bu çatışma sırasında zarar görmüştü. Bu durum, Osmanlı

egemenlik haklarının çiğnenmesiydi ve dolayısıyla devletler hukuku ilkelerine açıkça

aykırıydı.638

Babıâli, Đstanbul’daki Đngiliz elçiliği kanalıyla gemilerin iadesi ve tazminat

ödenmesi için girişimlerde bulundu.639 Yusuf Agah Efendi de bu konuda Đngiliz

Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmakla görevlendirildi. Bunun üzerine, Yusuf

Agah Efendi Dışişleri Bakanı Lord Grenville’le yaptığı çeşitli görüşmelerde konuyu

gündeme getirdi. Osmanlı büyükelçisi, gemilerin iadesini ve tazminat olarak 400

kese altın verilmesini talep etti. 640 Lord Grenville, Yusuf Agah Efendi’ye konunun

ele alınacağını bildirdi. Yusuf Agah Efendi de Reisülküttap’a gönderdiği raporda,

gemilerin iadesi ve tazminat hususlarını Grenville’e ilettiğini, Đngiliz tarafından

cevap gelirse Đstanbul’a durumu bildireceğini belirtti. Yusuf Agah Efendi,

638 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 17. Fransa’nın, Mikonos

hadisesiyle ilgili olarak Babıâli nezdindeki girişimleri için bkz: Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-

Fransız Diplomatik Münasebetleri, s. 126. 639 Örneğin, PRO, FO 78/16, No:5, “Linston’dan Grenville’e”, 25 February 1795. 640 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere, Yusuf Agah Efendi Tahriratı Külliyatı, Fatih Millet

Kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları, No:840. “Yusuf Agah Efendi Sefaretnamesi” olarak da bilinen bu

eserde, Yusuf Agah Efendi’nin Đngiltere’deki faaliyetleri, Đstanbul’a gönderdiği haberler ve

Babıâli’yle yazışmaları yer almaktadır.

Page 313: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

308

Đngiltere’den olumlu yanıt gelmesinin beklenmemesi ve Babıâli’nin Fransız gemi

sahiplerine 400 kese altını ödemesi tavsiyesinde de bulundu.

1796 yılı başlarında ise bu sefer bir Fransız gemisi bir Đngiliz gemisini Đzmir

limanı açıklarında ele geçirdi. Fransızlar ele geçirdikleri Đngiliz gemisini Đzmir’e

getirdiler. Babıâli, olayın tahkikatı sonuçlanana kadar gemilerin Đzmir limanını terk

etmemesi yönünde bir emri Đzmir’e gönderdi. Ayrıca, Babıâli, Đngiliz Hükümeti’ne

konuyla ilgili bilgi verilmesi için Yusuf Agah Efendi’yi görevlendirdi. Bunun

üzerine, Yusuf Agah Efendi, Lord Grenville’le yaptığı görüşmede konuyla ilgili

tahkikatın devam ettiğini ve Fransız yetkililerin Đngiliz gemisinin Osmanlı karasuları

dışında (3 milin dışında) zapt edildiğini bildirdiklerini söyledi.641 Lord Grenville de,

Osmanlı Devleti’nin tarafsız olması nedeniyle tahkikatın ehil kişilerce ve

Fransızların iddialarına itimat edilmeksizin yapılmasını istedi.

Kuran, tahkikatın Đngiltere lehine sonuçlandığını kaydetmektedir. Bunu da,

Yusuf Agah Efendi’nin bir süre sonra Mikonos hadisesiyle ilgili olarak Đngiltere’den

tazminat girişimlerini yeniden gündeme getirmesine bağlamaktadır.642 Nitekim,

Babıâli Đngiliz Hükümeti’ne verilmek üzere bir takrir göndermiştir.643 Takrirde,

Đngiltere ve Osmanlı Devleti arasındaki dostluğa ve Babıâli’nin savaşta tarafsızlığını

sürdürmesine rağmen, sorunun yaklaşık 2 seneden beri çözülemediği

belirtilmekteydi. Osmanlı Devleti’nin zarar görenlere ödeyeceği tazminat bir an önce

Babıâli’ye teslim edilmeliydi.

641 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. Sözkonusu hadise, o sırada Đstanbul’da

maslahatgüzar olarak görev yapmakta olan Spencer Smith’in en önemli uğraşısı haline gelmişti. Smith

konuyla ilgili olarak Osmanlı Devleti nezdinde birçok girişimde bulundu. Örneğin, bkz: PRO, FO

78/17, No:5, “Smith’den Grenville’e”, 2 February 1796 ve PRO, FO 78/17, No:1, “Smith’den

Grenville’e”, 10 February 1796. 642 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 18. 643 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere.

Page 314: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

309

Đngiliz Hükümeti’nin resmi bir cevap vermesi çok uzun sürmüştür. Sonunda,

1797 ekiminde karar açıklanarak, Yusuf Agah Efendi’nin yerine Londra

Büyükelçiliğine atanan Đsmail Ferruh Efendi’ye bildirilmiştir.644 Yazıda, Osmanlı

Devleti’nin tarafsız olmasına rağmen bazı Osmanlı memurlarının buna uymayarak

Đngiltere’nin düşmanı olan Fransa’ya ait gemilerini korudukları vurgulanmaktaydı.

Fransızların Osmanlı karasularında Đngilizlere verdikleri zarar daha fazla

olduğundan, Babıâli’nin Mikonos hadisesi nedeniyle istediği tazminatın verilmesi

mümkün değildi.

Babıâli de Đngiliz Hükümeti’nin kat’i cevabından sonra bu hususta bir daha

girişimde bulunmamıştır.

Yusuf Agah Efendi’nin elçiliği döneminde Osmanlı-Đngiliz ili şkilerinde

gündeme gelen bir başka husus ise, 1795 başlarında Đngiltere ve Rusya arasında

imzalanan ittifak antlaşmasıdır.645 Đttifak antlaşması, iki devletin topraklarına

yönelecek bir saldırıya karşı birbirlerine yardım etmeleri ilkesine dayanmaktaydı.

Antlaşma’nın Fransa’ya karşı olduğu açıktı.

Yusuf Agah Efendi, antlaşmanın metnini Babıâli’ye gönderdi. Đstanbul’da

bulunan Đngiliz Elçiliği Maslahatgüzarı Spencer Smith de, antlaşmanın Fransa’ya

karşı olduğunu ve Osmanlı Đmparatorluğu aleyhine hiçbir maddeyi ihtiva etmediğini

Babıâli’ye bildirdi. Fakat, Osmanlı ricali sözkonusu antlaşmayla ilgili iki nokta

yüzünden tereddüt içindeydiler. Bunlardan birincisi; Đspanya ve Portekiz antlaşma

hükümleri dışında tutulurken, Osmanlı Đmparatorluğu’nun istisna edilmemiş

olmasıydı. Đkincisi ise, Đngiltere’nin, Rusya ile Asya devletleri arasında çıkacak bir

644 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 18. 645 Ibid. , s. 19.

Page 315: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

310

savaşta Rusya’ya yardım etmek zorunluluğunda olmamasıydı. Đstanbul’da “Asya

devletleri” tabirinden Đran ve Çin’in kast olunduğu söylentileri dolaşmaktaydı.646

Babıâli, bu yöndeki endişelerini gidermek amacıyla Yusuf Agah Efendi’nin

Lord Grenville’le görüşmesini istedi. Yusuf Agah Efendi de, 1796 martında

Grenville’i ziyaret ederek Babıâli’nin endişelerini dile getirdi. Grenville ise Yusuf

Agah Efendi’ye cevabında, antlaşmanın Fransa’ya karşı olduğunun altını çizerek,

antlaşmada Đspanya ve Portekiz’den başka Đtalya’nın da istisna tutulduğunu, fakat

sözkonusu ülkelerle ilgili bir durumun ortaya çıkması durumunda antlaşmanın asker

göndermek yerine para yardımı şeklinde uygulanacağını ifade etti. Grenville, ayrıca,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun bir Asya devleti olmadığını, Avrupa’da da toprakları

olduğunu ekledi. Grenville’e göre, bu nedenle antlaşmada yer alan “Asya devletleri”

ifadesi, Osmanlı Đmparatorluğu’yla ilgili değildi.647

Yusuf Agah Efendi, Grenville’le yaptığı görüşmeyi bir raporla Babıâli’ye

bildirdi.648 Yusuf Agah Efendi, raporunda bu konudaki kendi görüşünü de ifade etti.

Rusya, Osmanlı Đmparatorluğu’na saldırırsa Đngiltere kesin olarak Rusya’ya yardım

etmeyecekti. Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rusya’ya saldırması durumunda ise,

Đngiltere Rusya’ya yardım edecekti. Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu hakkındaki

iyi niyetine inanılabilirdi. Bu devletin Rusya’yı rakip olarak görmesi, Babıâli

açısından emniyet subabı teşkil ediyordu.

646 Idem. 647 Ibid. , s. 20. Grenville’in Osmanlı Devleti’nin bir Avrupa Devleti olduğu cevabı, tezde sıklıkla

vurgulanmaya çalışılan Osmanlı Đmparatorluğu’nun “fiilen” Avrupa devletler sisteminin bir parçası

olduğu yönündeki görüşü desteklemektedir. 648 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. Yusuf Agah Efendi, raporunda Đngiltere hakkındaki

olumlu düşüncelerine rağmen, “küfrü milletün vahide” [kafirler tek millettir] düsturunun hep nazarı

dikkate alınacağını da vurgulamaktan kaçınmamıştı.

Page 316: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

311

Yusuf Agah Efendi’nin Londra’daki faaliyetlerinin 2. boyutunu da, Đngiltere

ve Avrupa’yla ilgili haberleri Babıâli’ye iletmesi oluşturmaktadır:

Yusuf Agah Efendi ve elçilikteki görevliler, edindikleri haberleri düzenli

olarak Đstanbul’a göndermekteydiler. Elçiliktekilerin haber kaynaklarının başlıcaları

ise; Đngiltere basınında çıkan haberler, Đngiliz ileri gelenleriyle ve Londra’daki diğer

diplomatlarla yapılan görüşmelerdi.649

Yusuf Agah Efendi’nin Babıâli’ye gönderdiği haberler incelendiğinde, Fransa

ile Müttefikler arasındaki savaştaki gelişmeler, Avrupa devletleri arasındaki

diplomatik temaslar, Avrupa’nın çeşitli ülkeleriyle ilgili gelişmeler, Đngiliz

Hükümeti’nin faaliyetleri, Đngiliz ordusunun durumu ve Đngiltere Kralı’nın

Parlamento’da yaptığı konuşma gibi Đngiltere’deki iç gelişmelerin raporlarda en fazla

yer alan hususlar olduğu görülmektedir.650

Yusuf Agah Efendi’nin Londra’daki faaliyetlerinin 3. boyutunu ise, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun ihtiyaç duyduğu malzeme ve yabancı uzmanların temin edilmesi

oluşturmaktaydı:

Osmanlı Đmparatorluğu savaş sanayii açısından çok önemli olan bazı

maddelerde dışa bağımlıydı. Sözkonusu maddelerin başta gelenlerinden biri de

kalaydı. Kalay çok uzun bir süredir Đngiltere’den temin edilmekteydi. Daha önce, bu

maddenin temini Đngiliz tüccarları vasıtasıyla yapılıyordu. Londra’da ilk ikamet

elçiliğinin kurulması, kalay ve benzeri maddelerin doğrudan temin edilmesini

sağlayacaktı.

649 Yusuf Agah Efendi, özellikle Đsveç Büyükelçisi M. De Asp ve Danimarka Büyükelçisi De Wadel

ile çok sıcak ilişkiler kurmuştu. M. De Asp, Londra’dan önce bir süre Đstanbul’da Đsveç elçisi olarak

görev yapmıştı. Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet

Elçisinin Rolü”, s. 48. 650 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere.

Page 317: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

312

Yusuf Agah Efendi de kendisine verilen talimat uyarınca, kalay madeninin

satın alınması işini Londra’dan takip etmiştir. Yusuf Agah Efendi’nin girişimleri

sonucunda, 900 yüz kantar kalay satın alınmıştır. Đlk partide 100 kantarı Đstanbul’a

gönderilmiş, geri kalan kısmı ise bir Raguza gemisiyle Đzmir’e yollanmıştır. Babıâli

de, satın alınan kalayın bedeli olarak 50 bin kuruşu Yusuf Agah Efendi’ye

göndermiştir.651

Yusuf Agah Efendi, elçiliği sırasında, Osmanlı Đmparatorluğu’na gerekli olan

yabancı askeri uzmanların bulunarak Đstanbul’a gönderilmesi işiyle de meşgul oldu:

Daha önce de belirtildiği gibi, gerek genel olarak Osmanlı/Türk

modernleşmesinin, gerek özel olarak Nizam-ı Cedit reformlarının merkezinde askeri

reform düşüncesi yer almaktadır. Askeri reformlar ise Nizam-ı Cedit adlı yeni bir

ordu kurulması652 ve Osmanlı ordusu ve donanmasının modern silah ve cephaneyle

teçhiz edilmesi gibi birbirinden ayrılamaz iki unsurdan oluşmaktaydı. Osmanlı

yönetimi, hem yeni ordunun kurulması ve modern usüllerle eğitilmesi, hem de

Osmanlı ordu ve donanması için modern silahlar ve cephane sağlanması için Batılı

uzmanlara ihtiyaç duymaktaydı. Bu çerçevede, Fransız, Đngiliz, Prusyalı, Đsveçli,

Avusturyalı, Đspanyol, Đtalyan gibi birçok farklı millete mensup uzmandan

yararlanılmaya çalışıldı.653 Fransa, Đngiltere, Prusya ve Đsveç monarkları da III.

Selim’e hediye olarak savaş araçlarına ait planlar ve modeller, bombalar, toplar ve

tüfekler göndermekteydiler. Avrupalı monarkların sözkonusu hediyeleri

göndermekteki amaçları, Avrupa’nın Fransız Devrimi’yle girdiği kaotik ortamda

651 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. 652 Nizam-ı Cedit ordusunun kurulması, gelişimi ve lağv edilmesiyle ilgili olarak bkz: Stanford J.

Shaw, “The Origins of Ottoman Military Reform: The Nizam-ı Cedid Army of Sultan Selim III”, The

Journal of Modern History , Vol. 37., No:3, (September 1965), s. 291-306. 653 Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “Nizam-ı Cedid Döneminde Osmanlı Devleti’nin Modernleşmesinde

Đngilizlerin Rolü”, Osmanlı, Güler Eren, (ed) C. VI, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 685.

Page 318: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

313

Osmanlı Đmparatorluğu’nun desteğini alabilmekti.654 III. Selim de, değişik ülkelerin

uzmanlarından ve teknolojik desteklerinden yararlanmaya özellikle dikkat etmiştir.

Tek ülkeye bağlı kalmamak, Osmanlı yöneticilerinin önem verdikleri bir husustu.655

Đngiltere, Osmanlı yöneticilerinin askeri reformlarını Fransa’yla birlikte en

dikkatli izleyen ve askeri reformlara katkı yapan ülkelerin başında gelmekteydi.

Daha Nizam-ı Cedit ordusunun kurulma hazırlıkları yapılırken, Đstanbul’da bulunan

Đngiliz Büyükelçisi Ainslie -Đngiliz Hükümetinin III. Selim’e yardımcı olunması

talimatına uygun tarzda -Osmanlı yöneticilerine “resmi” olmayan biçimde bazı yeni

tüfekler ve süngüler sağlamıştı.656 Đngilizlerin Nizam-ı Cedit ordusuna ve askeri

reformlara ilgileri ve katkıları daha sonra da devam etti.657

Đstanbul’daki Đngiliz Büyükelçiliği hem askeri reformlar konusunda

Babıâli’ye danışmanlık, hem de gerekli uzmanların ve silahların temin edilmesinde

aracılık yapmaktaydı.658 Yusuf Agah Efendi’nin Londra’da göreve başlamasından

654 Shaw, Avrupalı güçlerin Osmanlı Đmparatorluğu’nun desteğini bu yolla alma girişimlerinin, III.

Selim’i bazı açılardan büyük güçler arasındaki mücadeleleri manipüle eden ve sözkonusu güç

mücadelesini kendi ülkesinin gelişmesini sağlamak için avantaja çeviren bir monark yaptığını

belirtmektedir. Bu yönüyle III. Selim gelişmekte olan ülkelerin yöneticileri arasında tarihsel olarak bir

ilktir. Shaw, Between Old and New, s. 141. III. Selim’in askeri reformlar konusundaki bu siyaseti,

Osmanlı Đmparatorluğunun -19. yüzyılda gerçek anlamını bulacak olan- büyük güçler arasındaki çıkar

çatışmalarından yararlanma politikasının ilk örneklerinden biridir. 655 19. yüzyılda da büyük oranda korunacak bu politika, Osmanlı silahlı kuvvetlerinin eklektik bir yapı

taşımasına sebebiyet vermesi nedeniyle olumsuz sonuçlar doğurmuştur. 19. yüzyılın başlarından I.

Dünya Savaşı’na kadar süren dönemde, kara kuvvetleri Prusya, donanma Đngiltere, jandarma ise

Fransız etkisinde kalmış ve buna göre örgütlenmiştir. Bu durum, Osmanlı Đmparatorluğu’nun genel

denge politikasının doğal bir sonucudur. 656 Shaw, “The Origins of Ottoman Military Reform”, s. 293. 657 Đngiliz Büyükelçisi Liston, Nizam-ı Cedit ordusu ve askeri reformlarla ilgili olarak Đngiliz

Dışişlerine sürekli biçimde ayrıntılı bilgiler vermektedir. Örneğin bkz: PRO FO 78/15 No:31,

“Liston’dan Grenville’e”, 25 December 1794 ve PRO FO 78/16 No:24, “Liston’dan Grenville’e”, 25

June 1795. 658 Yalçınkaya, “Nizam-ı Cedid Döneminde Osmanlı Devleti’nin Modernleşmesinde Đngilizlerin

Rolü”, s. 686.

Page 319: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

314

sonra, Đstanbul’daki Đngiliz Büyükelçiliği Osmanlı Đmparatorluğu’yla Đngiltere

arasında yabancı uzmanların ve silahların temini açısından tek kaynak olmaktan

çıkmıştır.

Yusuf Agah Efendi, görevi sırasında Osmanlı ordusunun ve donanmasının

modernleştirilmesi için gerekli uzmanların sağlanması amacıyla aşağıdaki doğrudan

girişimlerde bulunmuştur:

Babıâli, 1788–1793 yılları arasında Osmanlı ordusunda çalışan ve daha sonra

ülkesine giden Alman kökenli Đngiliz yurttaşı Yarbay Koehler’in yeniden Osmanlı

hizmetine dönmesinin sağlanması amacıyla 1794 yılı ortalarında Yusuf Agah

Efendi’yi görevlendirdi.659 Yusuf Agah Efendi de, Lord Grenville’le temasa geçti.

Yusuf Agah Efendi’nin isteğine rağmen Koehler’in Osmanlı hizmetine girmesi

gerçekleşmedi.

Yusuf Agah Efendi, bu ilk girişiminde başarılı olamadıysa da, daha sonra

bazı Đngiliz uzmanların Osmanlı hizmetine girmelerini sağladı. Bu çerçevede, bir

gemi mühendisi olan White, havuz mimarı Olaf ve daha önce Osmanlı hizmetinde

çalışmış Daniel gibi isimler Yusuf Agah Efendi’nin girişimleriyle Osmanlı

Devleti’nde görev almışlardır. 1796 yılı başlarında Yusuf Agah Efendi Đstanbul’a

gelen Đngiliz Mühendis Nathaniel Cooke da, bizzat Yusuf Agah Efendi’yle

Londra’da yaptığı mukavele uyarınca, 5000 kuruş harcırah ve 1000 kuruş maaşla

Osmanlı hizmetine girmiştir. Yusuf Agah Efendi sadece Đngilizlerin değil, başta

Fransız Devrimi’nden kaçan Fransız sığınmacılar olmak üzere Đngiltere’de ikamet

eden birçok ulustan uzmanın da Đstanbul’a gönderilmesini sağlamıştır.660

659 Ibid. , s. 690. 660 Ibid. , s. 690–691.

Page 320: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

315

Yusuf Ağah Efendi, yabancı uzman temini konusunda hayli çaba sarfettiyse

de, Đstanbul’a gelen Đngiliz uzmanların çokbüyük kısmının mesleki yetersizlik gibi

nedenlerle pek kısa bir sürede ülkelerine geri döndükleri anlaşılmaktadır.

Yusuf Agah Efendi’nin Londra’daki faaliyetlerinin 4. boyutunu ise,

Londra’da bulunan diğer büyükelçilerle temaslar oluşturmaktadır:

Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı Elçilik Heyeti Londra’ya varışından

itibaren çok kısa bir sürede, Đngiliz ileri gelenleri ve yabancı diplomatlardan oluşan

topluluğa dahil olabilmeyi başarmıştı. Başta Đsveç ve Danimarka büyükelçileri olmak

üzere çeşitli ülke diplomatlarıyla kurulan ilişkilerin de etkisiyle, Avrupa

devletlerindeki gelişmeler hakkında bilgiler alınmış ve Babıâli’ye iletilmiştir.

Yusuf Agah Efendi, yabancı diplomatlarla iyi ilişkiler kurmasına paralel

olarak, Babıâli’den gelen talimatlar doğrultusunda, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

Avrupa’daki duruma bakışını diğer ülkelerin büyükelçilerine aktarma görevini de ifa

etmeye çalıştı. Örneğin, Babıâli, Yusuf Agah Efendi’ye 19 Nisan 1796 tarihli (11

Şevval 1210) bir “tenbihname”661 gönderdi. Tenbihname’de, Babıâli’nin Đsveç,

Fransa ve Danimarka arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinden yana olduğu,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Danimarka’ya yakınlık ve dostluk duyduğu

belirtilmekteydi. Tenbihname’de, ayrıca, Babıâli’nin sözkonusu görüşlerinin

Đstanbul’da bulunan Danimarka Maslahatgüzarı’nın “deneyimsizliği” nedeniyle bunu

sızdırabileceğinden kendisiyle konuşulamadığı belirtilmekteydi. Bu nedenle, Yusuf

Agah Efendi Londra’da bulunan Danimarka elçisine Osmanlı Devleti’nin Đsveç,

Fransa ve Danimarka arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi görüşünü dile getirerek,

Danimarka’ya dostluğunu bildirecek ve Danimarka tarafından verilecek cevabı da

Babıâli’ye iletecekti.

661 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere.

Page 321: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

316

Yusuf Agah Efendi, Londra’da bulunduğu sürede sadece Avrupalı

diplomatlarla temas etmemiştir. Osmanlı Đmparatorluğu’na bağlı olan Tunus’un

yönetimi tarafından önce Fransa’ya, daha sonra Đngiltere’ye gönderilen Tersane

Emini Mehmed Hoca’yla temasa geçerek kendisine Londra’daki diplomatik

faaliyetlerinde yardımcı olmuştur.662

Yusuf Agah Efendi’nin Londra’daki faaliyetlerinin son boyutunu ise, yarı-

diplomatik etkinlikler oluşturmaktaydı:

Yusuf Agah Efendi ve Osmanlı Elçilik görevlileri sadece diplomatik

faaliyetlere değil, temsil görevlerine uygun olarak çeşitli kültürel ve sanatsal

etkinliklere de katılmışlardır. Tiyatro oyunları ve konserler Osmanlı Elçilik

görevlilerinin katıldığı sanatsal faaliyetlerden biridir.663

Yusuf Agah Efendi maiyetiyle birlikte çeşitli sohbetlere ve davetlere de

katılmış ve Đngiliz sosyetesi mensuplarıyla sıcak ilişkiler kurmuştur.664

Osmanlı Elçilik Heyeti’nin Londra’da genel olarak iyi bir izlenim bıraktığı

görülmektedir. Heyet, Londra’ya gelişinden itibaren ahalinin yoğun ilgisiyle

karşılaşmıştır. Đngiliz halkında Osmanlı adetlerine ilgi başlamış; şerbet, oyalı

662 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 49. 663 Mahmut Raif Efendi, eserinde Londra’daki tiyatrolar hakkında kısaca bilgi vererek onlardan

övgüyle sözetmektedir. Engin, “Mahmud Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere Seyahati

Gözlemleri”, s. 149–150. 664 Sözkonusu toplantılara Đngiliz kadınları da katılmış, Yusuf Agah Efendi onlarla da samimi ilişkiler

kurmuştur. Bu toplantıların birinde, bir Đngiliz kadın Osmanlı Đmparatorluğu’nda çok kadınla evliliğe

izin verildiğini söyleyince, Yusuf Agah Efendi çok ince bir cevap yöneltmiştir: “Sizin sahip

olduğunuz cazibe ve hüneri ancak birden fazla kadında bulma şansına sahibiz”. Yalçınkaya, “Osmanlı

Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”, s. 48.

Page 322: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

317

mendiller gibi maddi kültür unsurları ahali arasında çok popüler olmuştur. Türk tarzı

sigara ve nargile içimi de Londra halkının çok ilgisini çekmiştir.665

Yusuf Agah Efendi başta Dışişleri Bakanı Grenville olmak üzere dönemin

Đngiliz yönetiminin ileri gelenleriyle sıcak ilişkiler kurmuştur. Özellikle Lord

Grenville’le kurduğu yakın ilişkiler, karşı karşıya kaldığı çeşitli zorluklarda

Grenville’den yardım almasını kolaylaştırmıştır. Osmanlı yönetiminin ilk ikamet

elçiliği açmak için Londra’yı seçmesi Đngiliz Hükümeti’nde büyük bir memnuniyet

yaratmış, bu da Yusuf Agah Efendi’nin başarısında etkili olmuştur.666

Yusuf Agah Efendi’nin Londra elçiliği, o tarihe kadar Osmanlı

Đmparatorluğu-Đngiltere ilişkilerindeki tek kanal olan Đstanbul’daki Đngiliz elçiliğinin

önemini bir miktar azaltmıştır. Babıâli, Đstanbul’daki Đngiliz elçiliğini tamamen

devreden çıkarmasa da, daha önce Đngiliz elçiliği kanalıyla gerçekleştirilen birçok

faaliyet -yukarıda da belirtildiği gibi- Londra’daki Osmanlı elçiliği yoluyla

uygulanmaya başlamıştır.667

665 Idem., W. P. R. Cope isimli bir müzisyen de, Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya gelişi anısına

“Türk Elçisi’nin Büyük Marşı” isimli bir marş bestelemiştir.

http://www.ottomanist.nl/laocm/pages/the_music.htm#top (Erişim tarihi: 7 Mayıs 2007) 666 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 49. 667 Đngiliz Büyükelçisi Robert Liston, Grenville’e 1794 kasımında gönderdiği raporda Londra’da

açılan Osmanlı ikamet elçiliğinin Đstanbul’daki Đngiliz elçiliğinin işlevini azaltacağını belirtmişti. PRO

FO 78/15 No:24, “Liston’dan Grenville’e”, 24 November 1794. Babıâli’nin Londra elçiliğinin

açılmasıyla iki ülke arasındaki ilişkilerde mütekabiliyeti ön plana çıkaran bir yaklaşımı benimsemeye

başlaması, Đngiliz Hükümeti’ni rahatsız etmiştir. Liston’ın elçilik görevini tamamlamasından sonra bir

süre yerine atama yapılmamış, diplomatik temsil düzeyi fiilen maslahatgüzarlığa indirilmiştir.

Yalçınkaya, “Bir Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul”, s. 669. Babıâli bu durumdan rahatsız

olmuştur. Yusuf Agah Efendi’ye gönderilen bir talimatta, Đngiliz Elçisi’nin [Liston] Amerika’ya

[ABD] tayin olduğu, yerine ise atama yapılmadığı belirtilerek, Đngiltere’nin Rusya’nın isteğiyle

Đstanbul’a artık elçi yerine maslahatgüzar yollayacağı yönünde duyumlar alındığı ifade edilmekteydi.

Talimat uyarınca, Yusuf Agah Efendi, böyle bir durumun iki dost ülke arasında kötü sonuçlar

Page 323: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

318

Yusuf Agah Efendi, elçiliği sırasında Osmanlı dış politikasının

belirlenmesinde de etkilerde bulunmuştur. Yukarıda belirtilen Đngiltere ve Rusya

arasındaki ilişkilerle ilgili analizi dışında, iki konuda daha Babıâli’yi uyarma ihtiyacı

görmüştür:

Bunlardan birincisi, Babıâli’den gelen ve Danimarka’yla ili şkilerin

geliştirilmesi yolundaki –yukarıda değinilen- talimata cevaben yazdığı rapordur.668

Yusuf Agah Efendi, Babıâli’ye gönderdiği raporda Danimarka gibi küçük bir ülkenin

dostluğundan çok fazla bir şey beklenmemesi gerektiğini bildirmiştir.

Đkincisi, Yusuf Agah Efendi Đstanbul’a yeni tayin edilen Fransa

büyükelçisinin, kabulü sırasında Osmanlı yöneticileri tarafından “aşırı” iltifat ve

yakınlık gördüğünün Avrupa gazetelerinde yer aldığını, eğer doğruysa bunun uygun

olmadığını Babıâli’ye bildirmiştir.669

Daha önce de belirtildiği gibi, Londra’ya gönderilen elçilik heyetinde yer alan

gençlerden Avrupa ahvali hakkında bilgi sahibi olmaları ve bunun için de yabancı dil

öğrenmeleri istenmişti. Mahmut Raif Efendi, Mehmet Derviş Efendi ve Mehmet

Tahir Efendi Londra’da görev yaptıkları sırada diplomatik çevreden Fransızca

öğrenmeye muvaffak olmuşlardır. Sözkonusu elçilik mensupları kaleme aldıkları

birer Fransızca risaleyi III. Selim’e göndermişler, Sultan da kendilerini maddi olarak

ödüllendirmiştir.670 Özellikle Mahmut Raif Efendi Fransızca’sını hayli

geliştirmiştir.671

vereceğini belirterek acilen bir elçi atanması hususunu Đngiliz Hükümeti’ne bildirecekti. Yusuf Agah

Efendi, Havadisname-i Đngiltere. 668 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. 669 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1618. 670 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 51. 671 Yalçınkaya, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of Yusuf Agah Efendi”, s. 419.

Page 324: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

319

Yusuf Agah Efendi 3 yıllık görev süresinin bitimiyle birlikte yerine yeni bir

atama yapılmasını ısrarla Babıâli’den talep etti. Maaşlarının yetersiz kalması

nedeniyle Londra’da büyük maddi sıkıntılar yaşayan Yusuf Agah Efendi ve Elçilik

görevlileri, ülkeye dönmek için sabırsızlanıyorlardı.672 Ayrıca, Đngiltere’nin yağışlı

havası ve ülkelerine olan özlemlerinin artması da, dönüş hususunda Babıâli’den

sürekli talepte bulunmalarında rol oynamaktaydı.673

Babıâli, Yusuf Agah Efendi’nin talebine olumlu cevap verdi. Sadrazam

tarafından Yusuf Agah Efendi’ye 1796 kasımında gönderilen yazıyla674, yerine

Đsmail Ferruh Efendi’nin atandığı, ikinci katibin ise birinci katip olarak Londra’da

kalmasının uygun görüldüğü bildirildi.

Yusuf Agah Efendi, Babıâli’den aldığı talimat uyarınca, Đsmail Ferruh Efendi

gelinceye kadar elçilik görevini sürdürdü. 1797 temmuzunda Đsmail Ferruh

Efendi’nin Londra’ya ulaşmasından sonra da, gene aldığı talimat uyarınca, kendisini

elçilik işlerinin yürütülmesi ve Avrupa’daki durum hakkında bilgilendirdi.675

19 Temmuz’da Kral’a veda ziyareti yapan Yusuf Agah Efendi, Đsmail Ferruh

Efendi’nin 26 Temmuz’da -Kral’a- güven mektubunu sunarak göreve başlamasının

ardından yolculuk hazırlıklarına girişti. Ostendt’e gitmek için bir gemi tedarik

olunmasını Lord Greenville’den rica eden Yusuf Agah Efendi, isteğinin kabulünden

672 Yusuf Agah Efendi elçiliği sırasında yaşanan mali sıkıntılarla ilgili çok sayıda mektubu Babıâli’ye

göndermişti. Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. Yusuf Agah Efendi’nin, yaşadığı maddi

sıkıntılar nedeniyle Reisülküttap’a yazdığı bir mektupta, Babıâli tarafından gönderilen meblağın

yetersizliğini vurgulamak için, yollanan miktarı komedi ve dram tiyatrosu biletlerinin fiyatlarıyla

mukayese etmesi dikkat çekicidir. Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s.

21, dipnot: 28. 673 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 51. 674 Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere. 675 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 50.

Page 325: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

320

sonra 1 Ağustos’ta heyetiyle birlikte Londra’dan ayrıldı. Osmanlı heyeti Eylül

ortalarında Đstanbul’a vardı.676

Yusuf Agah Efendi, Đstanbul’a dönüşünden sonra Sadrazam’ın ve

Reisülküttap’ın da bulunduğu bir kabulde III. Selim’in huzuruna çıktı. Yusuf Agah

Efendi, III. George’un gönderdiği mektubu677 kabulde III. Selim’e sunmuş ve elçiliği

hakkındaki hususları şifahen aktarmıştır.678

ii)Đsmail Ferruh Efendi Dönemi

“Tersane-i Amire Anbarları Emiri” Đsmail Ferruh Efendi, 1796 ekiminde

“Süvari Mukabelecisi”679 ünvanıyla Yusuf Agah Efendi’nin yerine Londra

Büyükelçisi olarak tayin edilmiştir.680

Đsmail Ferruh Efendi, büyükelçi olarak atandıktan sonra, maiyetini Yusuf

Agah Efendi’yi örnek alarak oluşturmuştur.681 Đsmail Ferruh Efendi’nin maiyetinde

676 Idem. Đstanbul’da bulunan Đngiliz maslahatgüzarı Smith Yusuf Agah Efendi’nin “mükemmel bir

sağlıkla” döndüğünü bildirmektedir. PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e”, 16 September 1797. 677 Sözkonusu mektup Tuncer tarafından yayınlanmıştır. Bkz: Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, s.

105–107. Fakat, mektubun tarihi hususunda yanlışlık vardır: 20 Temmuz 1794 olması mümkün

değildir. 678 Yalçınkaya, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”,

s. 50. 679 Süvari Mukabelecisi Kalemi Osmanlı Maliye teşkilatı kalemlerinden biriydi. Kapıkulu

süvarilerinin ve Saray ağalarının maaş defterleri bu kalemde tutulurdu. Süvari Mukabelecisi, 4. sınıf

hacegandandı. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 69, 356. 680 Đsmail Ferruh Efendi’nin ilmi meselelere vakıf biri olduğu ve çok sayıda kitap yazdığı

bilinmektedir Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1602. Dönemin Đngiliz maslahatgüzarı

Smith, Đsmail Ferruh Efendi’nin önemli bir tüccarın oğlu olduğunu, babası gibi ticarete atılarak bu

alanda ün kazandığını bildirmektedir. PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e” No:6, 10 April 1797. 1

Kasım 1796 tarihli raporuyla Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçisi olarak tayin edildiğini

Grenville’e bildiren Smith, Đsmail Ferruh Efendi’yi orta yaşlı, yetenekli ve Batılılarla kolay temas

kurabilen birisi olarak tasvir etmekteydi. PRO FO 78/17 “Smith’den Grenville’e” No: 21, 1 November

1797.

Page 326: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

321

sırkatibi olarak Yusuf Efendi yer aldı. Londra’ya gidecek heyette ayrıca, Hacı

Süleyman Efendi adında bir imam, Đsmail Ferruh Efendi’nin yeğeni olan Hasan

Beyzade isimli bir Đslam kişizadesi, John ve George Arghiropolo isimli Rum

tercümanlar ve yabancı dil öğrenmesi için gönderilen bir genç bulunmaktaydı.682

Đsmail Ferruh Efendi, Yusuf Agah Efendi’nin aksine, Londra’ya gitmek için

deniz yolunu seçti. Đsmail Ferruh Efendi ve maiyeti 1797 nisanında Đstanbul’dan

hareket etti. Elçilik Heyeti, bir Đngiliz kaptan tarafından kumanda edilen ve Osmanlı

bayrağı taşıyan “Ramazan” isimli gemiyle Marsilya’ya ulaşmıştır.683 Burada bir süre

karantinada kalan Heyet 1797 Haziran sonunda (ya da Temmuz başında) Paris’e

doğru yola çıktı. Paris’te bir süre kalan Heyet, Temmuz sonlarında Dover üzerinden

Londra’ya vardı.684

Daha önce de belirtildiği gibi, 26 Temmuzda Kral III. George’a güven

mektubunu sunan Đsmail Ferruh Efendi görevine resmen başladı.

Đsmail Ferruh Efendi’nin büyükelçilik dönemi, tıpkı Yusuf Agah

Efendi’ninki gibi çok da sıkıntılı olmamıştır. Bunun temel nedeni, Büyükelçi’nin

görev süresi içinde Osmanlı-Đngiliz ili şkilerinde büyük bir kırılma yaratacak gelişme

olmamasıdır. Aşağıda görüleceği gibi, Đsmail Ferruh Efendi’nin elçilik döneminde iki

681 Đsmail Ferruh Efendi’nin Elçilik Heyeti’nin bileşimi ile memurların aldıkları maaş ve harcırahlar

da Yusuf Agah Efendi misyonunun örnek alındığını göstermektedir. Gerçekten de, Heyet’teki

görevlilerin ünvanları ve aldıkları maaş ve harcırahlar Yusuf Agah Efendi’nin heyetindekilerle çok

benzerdir. Bkz: Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve

Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”, Pax Ottomana: Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç,

Kemal Çiçek(ed.), Haarlem ve Ankara, Sota ve Yeni Türkiye Yayınları, 2001, s. 387. 682 PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e” No: 6, 10 April 1797. 683 Đsmail Ferruh Efendi Marsilya’da karantinada bulunduğu sırada, kendisini ziyaret eden Fransa’daki

ilk Osmanlı ikamet elçisi Seyid Ali Efendi ile de görüşmüştür. Maurice Herbette, Fransa’da Đlk

Daimi Türk Elçisi: Moralı Esseyit Ali Efendi (1797–1802), Çev:Erol Üyepazarcı, Đstanbul, Pera,

1997, s. 28. 684 Yalçınkaya, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”,

s. 387.

Page 327: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

322

ülke arasında güçlü ittifak bağları da tesis edilmiştir. Ayrıca, Đsmail Ferruh Efendi de

Yusuf Agah Efendi gibi, başta Dışişleri Bakanı Grenville olmak üzere Đngiltere

Hükümeti’nin önemli isimleriyle yakın sayılabilecek ili şkiler kurabilmeyi

başarabilmiştir.685 Yusuf Agah Efendi’nin Londra’dan ayrılmasından önce,

Avrupa’daki ve Đngiltere’deki durum ile elçilik işlerinin yürütülmesi hakkında Đsmail

Ferruh Efendi’yi bilgilendirmesi, işini gerçekten kolaylaştırmıştır.

Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra’daki en önemli diplomatik faaliyeti, 1

Temmuz 1798’de Napolyon komutasındaki bir Fransız ordusunun Mısır’ı işgali

nedeniyle ortaya çıkan gelişmelerle ilgili oldu. 1792’den beri izlemeye çalıştığı

denge ve savaşa katılmama politikasını terk etmek zorunda kalan Osmanlı

Đmparatorluğu, Fransa’ya karşı önce 23 Aralık 1798’de Rusya’yla, daha sonra 5

Ocak 1799’da Đngiltere’yle ittifak antlaşmaları imzaladı.686 Đngiltere ile imzalanan

ittifak antlaşmasının görüşmeleri Đstanbul’da yapılmış ve Đsmail Ferruh Efendi’nin bu

süreçte önemli bir işlevi olmamıştı. Fakat, 24 Ocak 1800’de El-Ariş’te, Osmanlı

Đmparatorluğu’yla Fransa arasında Mısır’ın boşatılmasına ilişkin bir Sözleşme687

imzalanmasından sonra, Đsmail Ferruh Efendi Londra-Đstanbul arasındaki ilişkilerde

daha fazla rol oynamaya başladı.

Babıâli, El-Ariş Sözleşmesi’nin Đngiltere tarafından da onaylanmasının

sağlanması için Đsmail Ferruh Efendi’ye bir talimat gönderdi. Bunun üzerine, Đsmail

Ferruh Efendi Lord Grenville’le görüşmek istedi. Grenville görüşme isteğine uzun

685 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 41. 686 Sözkonusu antlaşmalar için bkz: Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I., s.

195-204. Đngiltere’yle imzalanan Đttifak Antlaşması’nın imza ve onaylanmasıyla ilgili belgeler,

Uzunçarşılı tarafından günümüz alfabesine çevirilerek yayınlanmıştır. Uzunçarşılı, “On Dokuzuncu

Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz Münesabatına Dair Vesikalar”, s. 590–592; 628–631. 687 El-Ariş Sözleşmesi için bkz: Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics ,

Vol. 1., s. 142-145.

Page 328: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

323

süre cevap vermedi. Sonunda, Grenville, 6 Mart 1800’de yapılan görüşmede

hükümetinin El-Ariş Sözleşmesi’ni kabul etmediğini Đsmail Ferruh Efendi’ye

bildirdi. Đngiltere Hükümeti’ne göre, sözkonusu sözleşme hükümlerinin aksine,

Mısır’da bulunan Fransız kuvvetleri Fransa’ya nakledilmemeli, esir alınmalıydı.688

Grenville’in bu cevabı Đsmail Ferruh Efendi’de büyük bir hayal kırıklığı

yarattı. Đngiltere Hükümeti’nin El-Ariş Sözleşmesi’ni kabul etmemesi, Babıâli’ye

yapılmış büyük bir saygısızlıktı. Çünkü, El-Ariş Sözleşmesi Mısır’da bulunan Đngiliz

kuvvetlerinin komutanı olan Sydney Smith tarafından önerilen şartlar esas alınarak

hazırlanmış, Smith de sözleşmeyi onaylamıştı.689

Babıâli tarafından Viyana büyükelçisi Đbrahim Efendi’nin bir kuryesi

vasıtasıyla Đsmail Ferruh Efendi’ye gönderilen bir başka mektup ise Nisan 1797

sonlarında Londra’ya ulaştı. Babıâli tarafından gönderilen mektup 5 Mart 1797

tarihliydi, yani Đsmail Ferruh Efendi’nin Grenville’le yukarıda belirtilen

görüşmesinden önce gönderilmişti. Đngiltere Hükümeti’nin El Ariş Sözleşmesi’nin

onaylanması hususundaki cevabının gecikmesi üzerine gönderilen mektupta, Đngiliz

tarafının görüşünün ne olduğu bir kez daha soruluyordu. Đsmail Ferruh Efendi de

sözkonusu mektubu tercüme ettirerek bir üst yazıyla ve hiç bekletmeden Grenville’e

iletti. Grenville, cevabı gene geciktirdi. 13 Mayıs 1800’de Đsmail Ferruh Efendi’ye

gönderilen cevap yazısında, Đngiltere Hükümeti’nin El-Ariş Sözleşmesi’ni reddetmek

hakkına sahip olduğu bildirilmekle beraber, “Osmanlı Devleti’ne hürmeten”

sözleşmeye aykırı davranmamaları hususunda Đngiliz komutanlarına talimat verildiği

belirtiliyordu.690

688 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 39. 689 Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri, s. 292–293. 690 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 39.

Page 329: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

324

Đngiltere Hükümeti bu cevabıyla Babıâli’nin talebini kerhen de olsa kabul

etmiş görünmekle beraber, Đngiliz donanması komutanı Amiral Keith, daha önce

Mart ayında Hükümeti’nin El-Ariş Antlaşması’nı tanımadığını Mısır’daki Fransız

kuvvetlerinin komutanı General Kléber’e bildirmişti. Bunun üzerine Fransız

kuvvetleri savaşa tekrar başlamış ve Mısır’da bulunan Osmanlı ordusuna saldırmıştı.

Saldırı sonucunda, Fransız kuvvetleri Osmanlı ordusunu bozguna uğratarak Filistin’e

çekilmek zorunda bırakmıştı.691 Dolayısıyla, El-Ariş Sözleşmesi geçerliliğini zaten

yitirmişti.

Babıâli, Mısır’daki durumun tekrar kendi aleyhine dönmesi nedeniyle,

Đngiltere Hükümeti’ne yeniden başvurdu. Đsmail Ferruh Efendi, kendisine gönderilen

talimat uyarınca, 27 Haziran 1800’de Lord Grenville’le bir kez daha görüştü.

Grenville, görüşmede hükümetinin El-Ariş Sözleşmesi hükümlerine hiçbir itirazı

olmadığını söyledi. Đsmail Ferruh Efendi, Grenville’den aldığı cevabı Babıâli’ye

iletti. Kendisi, meselenin sadece müzakere yoluyla çözülemeyeceğini, Mısır’ı geri

almanın ancak Fransız ordusunun yenilgiye uğratılmasıyla mümkün olacağını

düşünüyordu.

Grenville’in, misafirlerine evinde verdiği yemekte Đsmail Ferruh Efendi,

Mısır meselesinden söz açarak, Đngiliz donanmasının Mısır’daki Fransız kuvvetlerine

yardıma gelmesinin engellenmesinin önemini vurguladı. Đsmail Ferruh Efendi’nin bu

isteğine o sırada cevap vermeyen Grenville, daha sonra 27 Haziran’daki bir

görüşmede, Mısır’a Fransa’dan yardım ulaşmasının engellenmesi için Akdeniz’deki

Đngiliz komutanlarına talimatlar yollandığını bildirdi.692

Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra’daki önemli faaliyetlerinden bir diğeri ise,

Babıâli’nin Đngiltere’den borçlanma isteğiyle ilgilidir:

691 Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri, s. 297–298. 692 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 40.

Page 330: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

325

1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan bu yana büyük mali sıkıntılar yaşayan

Osmanlı Đmparatorluğu’nun mali vaziyeti, Mısır’ın işgali yüzünden Fransa’yla

yürütülen savaş nedeniyle daha da bozulmuştu. Bu nedenle, Babıâli, “dost ve

müttefik” bir ülke olan Đngiltere’den gayrı-resmi yoldan borç istenmesi teşebbüsünde

bulundu. Đsmail Ferruh Efendi’ye Đngiliz yetkililerle bu konuda görüşmeler yapılması

doğrultusunda bir talimat gönderildi. 1799 aralığında Đsmail Ferruh Efendi ve

Grenville arasında yürütülen gayrıresmi görüşmeler sonucunda, Osmanlı

Đmparatorluğu’na -gümrük hasılatından geri ödenmesi şartıyla- %6 faizle 1 milyon

Sterlin borç verilmesi yönünde prensip kararı alındı. Olumlu cevap üzerine,

Reisülküttap, Đsmail Ferruh Efendi’ye yeni bir talimat göndererek, Babıâli’nin, borç

miktarının 2 milyon Sterlin’e çıkartılması talebini iletmesini istedi. Fakat, 6 Mart’ta

yapılan görüşmede, Grenville Đngiltere’deki bütçe sıkıntısı nedeniyle bu kez borç

verilmesinin mümkün olamayacağını Đsmail Ferruh Efendi’ye bildirdi. Buna rağmen,

III. Selim 1800 ağustosunda III. George’a bir mektup693 yazarak borçlanma isteğini

tekrarladı. Fakat sonuç alınamadı ve zamanla konu gündemden tamamen çıktı.694

Đsmail Ferruh Efendi Londra’da bulunduğu sırada diğer ülke diplomatik

temsilcileriyle de görüşmeler yapmıştır. Bu görüşmelerin en önemlileri ise Portekiz

ve ABD elçileriyle yaptığı görüşmelerdir:

Londra’daki Portekiz elçisi Almieda, 1798 yılı ortalarında Đsmail Ferruh

Bey’e iki ülke arasında bir dostluk ve ticaret anlaşması yapmayı teklif etti. Đsmail

Ferruh Efendi sözkonusu teklifi Babıâli’ye iletti. Babıâli, Portekiz elçisinin teklifini

693 Mektup, Uzunçarşılı tarafından günümüz alfabesine çevirilerek yayınlanmıştır. Bkz: Uzunçarşılı,

“On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz Münesabatına Dair Vesikalar”, s. 594–596. 694 Yalçınkaya, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”,

s. 405.

Page 331: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

326

reddetmemekle birlikte, o dönem için kabul de etmemeyi kararlaştırdı. Bu yöndeki

talimat da Đsmail Ferruh Efendi’ye iletildi.

Babıâli’den olumsuz cevap alan Portekiz yönetimi, bu sefer 1799 yılı

başlarında Lizbon’da çalışan Đngiliz tüccarlardan birini Osmanlı konsolosu olarak

atadı. Atama kararı Đsmail Ferruh Efendi’ye bildirilerek, Babıâli’nin sözkonusu

atamayı tanıması istendi. Đsmail Ferruh Efendi bu oldu-bitti karşısında, ancak iki ülke

arasında bir anlaşma imzalandığı takdirde Lizbon’a konsolos tayin edilebileceğini,

konsolosu da Osmanlı Sultanı’nın belirleyeceğini belirten bir yazı kaleme alarak

Portekiz elçisine gönderdi. Bu esnada, Lord Grenville Portekiz’le Osmanlı

Đmparatorluğu arasında bir anlaşma yapılması için devreye girdi, Grenville, bu

yöndeki görüşünü Đsmail Ferruh Efendi’ye iletti. Babıâli, Đngiliz Hükümeti’nin de

ısrarlarına rağmen bu yönde adım atmamakta direndi. Đsmail Ferruh Efendi’nin görev

süresinin sona ermesinden sonra da konu gündemden çıktı.695

ABD’nin Đngiltere elçisi olan Rufus King de, ABD ve Osmanlı Đmparatorluğu

arasında bir ticaret anlaşması imzalanması için 1799 haziranında Đsmail Ferruh

Efendi’yle görüştü. King, bu konuda Đngiltere Hükümeti’nin desteğini sağlamak

amacıyla Lord Grenville’le de görüştüğünü söyledi. Grenville ise daha sonra Đsmail

Ferruh Efendi’yle yaptığı görüşmede bu konuda hiçbir şey söylemedi. Grenville’in

ABD’nin bu yöndeki isteğini desteklememesi, hatta üstü kapalı bir biçimde olumsuz

bakmasının da etkisiyle, sözkonusu teklif de kısa sürede gündemden düştü.696

Đsmail Ferruh Efendi de, Londra’da bulunduğu sürede, Yusuf Agah Efendi

gibi yarı-diplomatik faaliyetlere, sosyal ve kültürel etkinliklere katılmıştır. Bu

695 Ibid. , s. 392–395. 696 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 40.

Page 332: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

327

etkinliklerin başlıcaları; çeşitli diplomatik davetlere, Londra sosyetesince verilen

davetlere ve çeşitli tiyatro oyunlarına katılımdı.697

Đsmail Ferruh Efendi’nin görev süresi 1800 yılı Temmuz ayında sona erdi.

Yerine yeni bir büyükelçi atanmaması üzerine 1-2 ay daha görevini sürdürdü. Yeni

bir büyükelçi atanmayınca, Đsmail Ferruh Efendi ikinci tercüman olarak görev yapan

John Argiropolos’u Babıâli’den aldığı talimat çerçevesinde maslahatgüzar olarak

bırakıp, Đstanbul’a dönüş için yola çıkmıştır. Đsmail Ferruh Efendi Eylül ortalarında

Đstanbul’a ulaşmıştır.698

Yusuf Agah Efendi’le karşılaştırıldığında, Đsmail Ferruh Efendi’nin

büyükelçilik dönemi çok da etkili olamamıştır. Bunun temel nedeni, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun izlemeye çalıştığı denge politikasının Fransa’nın Mısır’ı işgali

nedeniyle sona ermek zorunda kalmasıdır.

697 Yalçınkaya, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”,

s. 388. Đsmail Ferruh Efendi ve Sırkatibi Yusuf Efendi’yle alakalı ilginç bir bilgi daha bulunmaktadır:

Türk kökenli Đranlı bir prens olan Mirza Abu Talip Han, 1799–1803 yılları arasında Asya, Afrika ve

Avrupa ülkelerini kapsayan bir geziye çıkmıştır. Gezideki gözlemlerini 1808’de Kalküta’da Farsça

kaleme aldığı bir eserde yazmıştır. Abu Talip Han sözkonusu eserde 1800–1801 yılları arasında

Londra’da bulunduğu sırada, mason olması için teklifler aldığını, fakat bu teklifleri kabul etmediğini

belirtmektedir. Abu Talip Han’a göre, Đsmail Ferruh Efendi ve Yusuf Efendi ise kendilerine yapılan

teklifi kabul ederek mason olmuşlardır. Orhan Koloğlu, “Masonluk Karşısında Đlk Doğulu Tepkisi

[Mirza Abu Talip Han’ın Konuyla Đlgili Bir Kitabı Hakkında]”, Tarih ve Toplum, S. 29, (Nisan

1986). Abu Talip Han’ın aktardıkları doğruysa, Đsmail Ferruh Efendi ve Yusuf Efendi’nin

Londra’daki ileri gelenlerle ilişkilerinin ne dereceye vardığı belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Masonluk gibi Müslüman toplumlarda dinsizlik olarak görülen bir cemiyete katılım, aynı zamanda

Osmanlı diplomatlarının kurum ve adetleriyle Batı’ya kısa zamanda nasıl adapte olabildiklerini de

göstermektedir. Osmanlı toplumunda bilinen ilk Müslüman masonun 1720–1721 yılları arasında

Paris’te elçi olarak görev yapan Yirmisekiz Mehmet Çelebi olması da bu durumu doğrulamaktadır.

Đlhami Soysal, Türkiye ve Dünyada Masonluk ve Masonlar, 2. B., Đstanbul, Der Yayınları, 1978, s.

173. 698 Yalçınkaya, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”,

s. 406.

Page 333: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

328

Đngiltere’yle geniş kapsamlı bir ittifak antlaşması imzalanmasına rağmen, El-

Ariş Sözleşmesi’nin uygulanması meselesinde olduğu gibi, Đngiliz Hükümeti kendi

çıkarlarını gözeterek Osmanlı Đmparatorluğu’nun menfaatlerini gözardı edebilmiştir.

Ayrıca, Mısır’ın işgali nedeniyle, Osmanlı-Đngiliz ili şkilerinin yürütülmesinde ağırlık

büyük oranda Đstanbul’a kaymıştır. Konunun aciliyeti nedeniyle, görüşmeler

doğrudan Đstanbul’daki Đngiliz Büyükelçiliği kanalıyla yapılmaya başlamıştır. Bu

gelişmede, dönemin Đngiliz maslahatgüzarı Spencer Smith’in Babıâli nezdindeki

etkinliğinin de hayli etkisi bulunmaktadır.

Paris’e, Berlin’e ve Viyana’ya gönderilen ilk ikamet elçilerinin faaliyetlerine

geçmeden önce, Osmanlı yönetiminin Londra dışındaki diğer ikamet elçiliklerinin

açılma kararını nasıl aldığı hususu üzerinde durmak gerekmektedir:

Babıâli, 1793’te Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya gönderilmesinin ardından

Avrupa’nın diğer bazı ülkelerinde de ikamet elçilikleri açılmasını planlamaktaydı.

Yusuf Agah Efendi’nin ilk ikamet elçiliğinin başarılı olması, Babıâli’yi bu yönde

adım atmak için daha da cesaretlendirdi. Bu çerçevede, 1795’de, Đbrahim Afif

Efendi’nin Viyana’ya, Seyyid Ali Efendi’nin de Berlin’e ikamet elçileri olarak

atanmaları kararlaştırıldı. Fakat, Đstanbul’da bulunan Fransa elçisi Verninac’ın,

Fransa’ya da bir büyükelçi atanması yönünde Babıâli’ye yaptığı baskılar nedeniyle,

Đbrahim Afif Efendi ve Seyyid Ali Efendi’nin görev yapacakları ülkelere gitmeleri

ertelendi. Gerçekten de, Fransız elçisi Fransa’nın Osmanlı Đmparatorluğu’na

yakınlığının ve dostluğunun diğer yabancı devletlerden daha fazla olduğunu

belirterek, Babıâli’yi sürekli biçimde etkilemeye çalışmaktaydı.699

699 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1602. Fransa Hükümeti, Yusuf Agah Efendi’nin

büyükelçi olarak Londra’ya gönderileceğinin haber alınması üzerine, Đstanbul’daki elçisi

Descorches’e bir talimatname göndermişti. Talimatnamede, Osmanlı Đmparatorluğu-Fransa

ili şkileriyle ilgili di ğer bazı hususların yanısıra, Osmanlı yönetiminin Londra’ya bir ikamet elçisi

Page 334: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

329

Verninac’ın çabaları sonucunda, Babıâli -Viyana ve Berlin’e olduğu gibi-

Fransa’ya da bir ikamet elçisi göndermeye karar verdi. Karar, III. Selim tarafından da

onaylandı. O sırada Fransız Hükümeti’nin Đstanbul’a yeni bir büyükelçi atayacağı

yönünde haberler gelmesi üzerine, Fransa’ya gönderilecek elçinin belirlenmesi işi

biraz daha geciktirildi. Buna paralel olarak, Đbrahim Afif Efendi ve Seyyid Ali

Efendi’nin ülkeden ayrılmaları da ertelendi.700

Bir süre sonra, Fransa Hükümeti tarafından Đstanbul’a büyükelçi olarak

atanan Aubert du Bayet’in Osmanlı sınırlarına ulaştığı haberinin alınması üzerine,

Paris büyükelçiliğine yapılacak tayin konusu bir kez daha gündeme geldi. Babıâli,

Fransa’ya gönderilecek zatın diğer ülkelere gidecek olanlardan daha zeki ve bilgili

olmasını istiyordu. Yapılan istişare sonucunda, Osmanlı devlet adamları arasında

böyle niteliklere sahip birisinin olmadığına kanaat getirilerek, daha önce Berlin’e

tayin edilmiş bulunan Seyyid Ali Efendi’nin Paris’e atanması kararlaştırıldı.701

Berlin’e ise Ali Aziz Efendi tayin edildi.

Böylece 1796 yılı sonlarında tayinleri tamamlanan yeni ikamet elçileri, 1797

yılı başlarından itibaren Đstanbul’dan ayrılarak görev yerlerine gittiler.

göndermesinin engellenmesi hususu da yer almaktaydı. Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya

hareketinden sonra Decorches’e ulaşması nedeniyle, sözkonusu talimat geçerliliğini yitirmi şti. Kuran,

Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 23; Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-

Fransız Diplomasi Münasebetleri, s. 123. 700 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s. 1602. 701 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 24, dipnot:4. Kuran, Osmanlı

devlet adamları arasında Paris’e büyükelçi olarak gönderilecek liyakatta bir zatın bulunamamasını,

kendilerinin “ikbal merkezi” olan Đstanbul’dan ayrılmak istememelerine ve elçiliğin itibarlı bir görev

sayılmamasına bağlamaktadır.

Page 335: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

330

b)Paris Büyükelçiliği

i)Seyyid Ali Efendi Dönemi

Mora’lı bir aileye mensup olan Seyyid Ali Efendi, daha önce de belirtildiği

gibi Yusuf Agah Efendi’yle de akrabaydı.702 Mora’dan Đstanbul’a gelerek

Kalemiye’ye intisap eden Seyyid Ali Efendi, Babıâli’nin maliye kalemlerinde görev

yapmıştır.703

Seyyid Ali Efendi, Paris büyükelçiliğine 1796 ekiminde resmen atanmış ve

III. Selim kendisine “Muhasebe-i Evvel”704 ünvanı vermiştir.

1797 martında Đstanbul’dan yola çıkan Seyyid Ali Efendi ve maiyetindekiler,

Marsilya’ya kadar deniz yoluyla gittiler. Marsilya’da bir süre karantinada kalan

Heyet, Temmuz ayında Paris’e ulaştı. 28 Temmuz da görkemli bir törenle Direktuvar

Hükümeti’ne güven mektubunu sunan Seyyid Ali Efendi, böylece büyükelçilik

görevine resmen başladı.705

Seyyid Ali Efendi’nin büyükelçilik döneminin, diğer ikamet elçilerinin

durumlarıyla karşılaştırıldığında çok daha zor koşullarda geçtiği görülmektedir.

Fransa’nın neredeyse bütün Avrupa ülkeleriyle çatışma içinde bulunması, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Fransa ile ilişkilerinde de sorunlara neden olmaktaydı. Çünkü,

hem Fransa Hükümeti Osmanlı Đmparatorluğu’nu kendi tarafına çekmeye

702 Mora’lı olması nedeniyle, gayet iyi Rumca konuşan Seyyid Ali Efendi’nin çok az derecede

Fransızca da bildiği yönünde iddialar vardır. Dönemin Đstanbul’daki Fransa elçisi Verninac, Seyyid

Ali Efendi’yi “açık ve uysal tabiatlı” olarak betimlemekteydi. Ibid. , s. 25. 703 Herbette, Moralı Esseyit Ali Efendi, önsöz ,s. XXIII. 704 Osmanlı Maliye teşkilatının en önemli kalemi olan Muhasebe-i Evvel Kalemi, Osmanlı Devleti’nin

bütün irad ve masrafının kaydının tutulduğu birimdi. Muhasebe-i Evvel de, sözkonusu kalemin

yöneticisine verilen addı. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 346–

347. 705 Seyyid Ali Efendi’nin yolculuğu ve kabul töreninin ayrıntıları için bkz: Herbette, Moralı Esseyit

Ali Efendi, s. 14–86.

Page 336: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

331

çalışmaktaydı, hem de Fransa karşıtı Koalisyon güçleri Osmanlı Đmparatorluğu’yla

Fransa arasındaki ilişkilerin belli bir seviyede tutulması için Babıâli’ye sürekli olarak

baskı yapmaktaydılar. Babıâli, sözkonusu zıt baskılar nedeniyle tarafsızlık siyaseti

izlemekte büyük güçlükler yaşamaktaydı. Aşağıda değineceğimiz gibi, Seyyid Ali

Efendi’nin büyükelçilik görevine başlamasından yaklaşık 1 yıl sonra, Napolyon

komutasındaki Fransız kuvvetlerinin Mısır’ı işgal etmesi nedeniyle, Osmanlı

Đmparatorluğu’yla Fransa arasında savaş çıkması ise Seyyid Ali Efendi’nin

durumunu büsbütün kötüleştirecektir.

Seyyid Ali Efendi, büyükelçiliğinin ilk yılında, Babıâli’ye Fransa ve diğer

ülkelerle ilgili haberleri mutad biçimde nakletmek görevi dışında, iki ülke arasındaki

ili şkilerle ilgili konularda da diplomatik faaliyetlerde bulundu:

Sözkonusu faaliyetlerden ilki, hayli önemli bir meseleyle ilgiliydi. Seyyid Ali

Efendi, Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand’la yaptığı bir görüşmede706, Fransız

tüccarların Osmanlı topraklarında sahip olduğu hakların, aynı şekilde Fransa’da

faaliyet gösteren Osmanlı tüccarlarına da verilmesini istedi. Seyyid Ali Efendi’ye

göre, Osmanlı-Fransız Ticaret Anlaşması “mütekabiliyet esası” çerçevesinde

yenilenmeliydi. Kapitülasyonların ortadan kalkması ya da en azından nitelik

değiştirmesi anlamına gelecek bu öneriye Fransa Hükümeti’nin olumlu cevap

vermesi pek olası değildi. Nitekim, Talleyrand’ın soğuk bakması üzerine, Seyyid Ali

Efendi bir daha bu yönde bir girişimde bulunmadı.

Seyyid Ali Efendi’nin Paris’teki bir diğer önemli faaliyeti ise, Fransız

Hükümeti tarafından önerilen, Osmanlı Đmparatorluğu ile Fransa arasında bir dostluk

antlaşması imzalanması hususuyla ilgiliydi:

706 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 26-27.

Page 337: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

332

Babıâli, Talleyrand tarafından Seyyid Ali Efendi’ye iletilen öneriye ne

olumlu, ne de olumsuz bir cevap verdi. Seyyid Ali Efendi’nin Talleyrand’a

Babıâli’nin bu çekingen tutumunu bildirmesi Fransız Hükümeti’ni rahatsız etti.707

Fransa, bir daha da böyle bir teklifte bulunmadı.

1797’ye kadar, tarafsızlık siyaseti izlemeyi ısrarla sürdürmek isteyen

Osmanlı Devleti, hem Avrupa ülkelerinin birbirleriyle uğraşmaları, hem de

Babıali’nin düşman olarak gördüğü Avusturya’nın Fransız ordularına yenilmesi

nedeniyle, Fransa’daki yeni yönetime üstü kapalı bir sempati beslemekteydi. Fakat,

Fransa’nın 1797 Campo Formio Antlaşması’yla Dalmaçya kıyılarını almasıyla

Osmanlı Đmparatorluğu’na komşu olmasından ve yayılma yönündeki girişimlerinden

endişe eden Osmanlı yöneticileri, bu ülke hakkındaki düşüncelerini değiştirmeye

başladılar.708 Fransa’ya karşı Đngiltere ve hatta Rusya’yla ilişkilerin daha da

geliştirilmesi kararı alındı.

Osmanlı ricalinin, Fransa’nın Osmanlı topraklarında yayılma niyetleri

bulunduğu hususundaki endişelerinin hiç de temelsiz olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

1798 baharından itibaren, Fransa’dan, Doğu’ya yapılacak bir sefer için Toulon

limanında bir donanma hazırlandığı haberleri gelmekteydi. Seyyid Ali Efendi de

ortalıkta dolaşan söylentilerle ilgili bir raporu Babıâli’ye gönderdi.709 Raporda,

hazırlıklarından bahsedilen seferin iki amacı olabileceği yönünde farklı şaiyalar

707 Ibid. , s. 27-28. 708 Dönemin Reisülküttap’ı Atıf Efendi’nin 1797’de kaleme aldığı bir raporda, Fransa’nın güç

kazanmasının ve Fransızların özellikle Mora’daki Hıristiyan unsurlar üzerindeki faaliyetlerinin

yaratacağı tehlikelere işaret ettiği görülmektedir. Atıf Efendi’ye göre, Fransız Devrimi’nin yıkıcı

hareketlerinin önlenebilmesi için Osmanlı Đmparatorluğu da “vargücüyle” çaba harcamalıydı. Ahmet

Rasim, Osmanlı’a Batışın Üç Evresi, s. 80-88. 709 Rapor, Karal tarafından günümüz alfabesine çevrilerek yayınlanmıştır. Bkz. Enver Ziya Karal,

Fransa-Mısır ve Osmanlı Đmparatorlu ğu (1797–1802), Đstanbul, Đstanbul Üniversitesi Yayınları

No:63, 1938, s. 149–150.

Page 338: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

333

bulunduğu bildirilmekteydi. Bazı şaiyalara göre, sefer Hindistan’daki Đngiliz

kuvvetlerine yönelikti. Đskenderun’da karaya çıkacak birlikler, Irak ve Đran yoluyla

Hindistan’a saldıracaklardı. Diğer şaiyalara göre ise, sefer Akdeniz’deki Đngiliz

donanmasına yönelik olacaktı. Fransız kuvvetleri Sicilya’daki isyanı bastırarak

Malta’yı Đngilizlerin elinden alacaktı. Seyyid Ali Efendi raporunun sonuna kendi

görüşünü de ekledi. Ona göre, seferin amacı “Đngilterenin Akdenizle alakasını

kesmek, yani Đngilizlerin elinden Cebelüttarığı [Cebelitarık’ı] almak, yahut Sicilya

ceziresine [adasına] hücuma hazırlanmak”tı.710

Napolyon komutasındaki Fransız donanmasının Toluon’dan hareket ettikten

sonra Malta’yı kuşatarak ele geçirmesi, Seyyid Ali Efendi’yi memnun etti. Çünkü,

raporunda ileri sürdüğü görüşün doğru olduğu ortaya çıkmıştı. Fakat, tam bu sırada

Babıâli’den, Napolyon’un aslı hedefinin Mısır olduğu yolunda haberler alındığı, bu

konunun Đstanbul’daki Fransa maslahatgüzarı Ruffin’e sorulduğu ve kendisinin bunu

açıkça yalanlayamadığı hususlarını içeren bir mektup geldi.711 Babıâli, Seyyid

Efendi’ye bu hususları Talleyrand’la görüşmesi talimatını vermekteydi.

Seyyid Ali Efendi de, Babıâli’nin talimatı doğrultusunda 21 Temmuz

1798’de Talleyrand’la bir görüşme yaptı.712 Seyyid Ali Efendi, gazetelerde Fransız

kuvvetlerinin asıl hedefinin Mısır’ın işgali olduğu yönünde haberler bulunduğunu

ifade ederek, Mısır’a yapılacak bir saldırıya Padişah III. Selim’in kayıtsız

kalmayacağını belirtti. Talleyrand ise seferin amacının Malta’nın zaptı olduğunu

söyledi. Bir korsan yatağı olan Malta’nın zaptından Babıâli’nin memnuniyet duyması

gerektiğini belirtti. Direktuvar Hükümeti’nin amacının sadece Malta’yı fethetmek

olduğunu tekrar çok açık bir biçimde ifade etti.

710 Ibid. , s. 62. 711 Mektup, Karal tarafından günümüz alfabesine çevrilerek yayınlanmıştır. Bkz: Ibid. , s. 154-157. 712 Görüşme için bkz: Herbette, Moralı Esseyit Ali Efendi, s. 142–146.

Page 339: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

334

Taleyrand’ın açıklamalarına ve samimi tavırlarına kanan Seyyid Ali Efendi,

Fransız kuvvetlerinin Mısır’a çıkmayacağına inandı. Halbuki, sözkonusu

görüşmeden günler önce (1 Temmuz’da) Fransız kuvvetleri Đskenderiye’ye çıkmıştı.

Gelişmeden haberi olmayan Seyyid Ali Efendi, Babıâli’ye bir mektup yazarak,

Malta’yı ele geçiren Fransızların Müslüman esirleri serbest bıraktıklarını, bunun

karşılığında Osmanlı ülkesinde bulunan Maltalı esirlerin de serbest bırakılmasını

istediklerini Babıâli’ye bildirmekteydi.713

Mısır’ın Fransız kuvvetleri tarafından işgal edildiği haberi Eylül ayı

başlarında Paris’e ulaşmıştır. Gazetelerdeki haberler üzerine Seyyid Ali Efendi de

hemen Talleyrand’la görüşmek istedi. Yapılan görüşmede Talleyrand bu hususta bir

bilgisi olmadığını söyledi.714

Seyyid Ali Efendi Mısır’ın işgal edildiğini Eylül ayı ortalarında kesin bir

biçimde öğrenecektir. Talleyrand tarafından defalarca kandırılmış bulunması

kendisine çok acı gelmiş olmalıydı.

Fransa Hükümeti, Mısır’a asker çıkartmasının Osmanlı Đmparatorluğu’na

karşı bir hareket olmadığı propagandası yaptığından, resmen savaş bile ilan

etmemişti. Osmanlı yöneticileri de Fransa’ya savaş ilanını, gerekli hazırlıkları

yapmak amacıyla Eylül ayına kadar geciktirmişlerdi. Bu dönemde Seyyid Ali Efendi

Fransız hükümetiyle diplomatik temaslarına devam etti. Fakat, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Fransa’ya savaş ilan ettiği ve Fransız elçilik görevlilerinin

Yedikule’de zindana atıldığı haberleri Paris’e ulaşınca, Seyyid Ali Efendi’nin

durumu da değişti.

713 Mektup, Karal tarafından günümüz alfabesine çevirilerek yayınlanmıştır. Bkz: Karal, Fransa-

Mısır ve Osmanlı Đmparatorlu ğu (1797–1802), s. 176–177. Kendisine arz edilen mektubu okuyan

III. Selim, Seyyid Ali Efendi’nin aymazlığı karşısında hiddetlenmiş, mektubun kenarına “ne eşek

herifmiş” diye not düşmüştür. 714 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 31.

Page 340: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

335

Sözkonusu haberlerin gelmesini müteakip, Seyyid Ali Efendi eşyalarını

topladı ve 13 Ekim 1798’de Talleyrand’la görüşmeye gitti.715 Talleyrand, görüşmede

Đstanbul’dan “can sıkıcı haberler” geldiğini, bunların doğru çıkması halinde

Direktuvar Hükümeti’nin “mukabele-i bilmisil” ilkesi uyarınca Osmanlı elçisini

hapsetme hakkı olacağını belirtti. Seyyid Ali Efendi de cevabında elçilik görevinin

devam ettiğini ve Direktuvar Hükümeti’nin kendisi hakkındaki her türlü tasarrufuna

razı olduğunu söyledi.

Seyyid Ali Efendi, 1 Kasım’da da Babıâli’nin Fransa’ya savaş ilan edildiği ve

kendisinin geri dönmesi yolundaki talimatını aldı.716 Bunun üzerine, Seyyid Ali

Efendi Talleyrand’la bir kez daha görüşerek Fransa’yı terk etmesine izin verilmesini

talep etti. Talleyrand konuyu Direktuvar Hükümeti’ne sunacağını söyledi. Kasım

sonlarında Seyyid Ali Efendi’ye gönderilen yazılı cevapta, memleketine dönebilmesi

için Osmanlı ülkesinde hapsolunmuş elçilik erkânından başka, Fransa

konsoloslarının ve memurlarının da iade edilmesi şart koşuluyordu.

Babıâli’nin sökonusu şartı kabul etmemesi nedeniyle, Seyyid Ali Efendi

maiyetiyle birlikte birkaç yıl daha Paris’de ikamet etmek zorunda kaldı. Bu süre

zarfında Fransız Hükümeti’yle yazışmalarında “eski Osmanlı Elçisi” ünvanını

kullandı.717 Fransa Hükümeti kendisine genellikle iyi muamele yaptıysa da, mali

kaynaklarının kuruması Seyyid Ali Efendi ve maiyetindekilerin büyük sıkıntılar

çekmesine neden oldu. Seyyid Ali Efendi’nin maiyetindekilere yönelik hırçın

davranışları, mali sıkıntının yarattığı olumsuzlukla birleşince, elçilikte görevli

memurlar üzerindeki otoritesi de gün geçtikçe azaldı.718

715 Ibid. , s. 32. 716 Ibid. , s. 33. 717 Herbette, Moralı Esseyit Ali Efendi, s. 153. 718 Ibid., s. 158–162.

Page 341: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

336

Seyyid Ali Efendi, özellikle, Osmanlı Đmparatorluğu ile Fransa arasındaki

ili şkilerin en kötü durumda olduğu 1799 yılında çok büyük sıkıntılar çekti. Fransız

polisi tarafından da yakından izlenmekteydi. Đki ülke arasındaki ilişkilerin 1800’den

itibaren yumuşamaya başlamasıyla, Seyyid Ali Efendi’nin üzerindeki baskı hafifledi.

Fransa Hükümeti’nin Mısır’dan çekilme kararı almasından sonra, Seyyid Ali Efendi

“dondurulan” diplomatik faaliyetlerine yeniden başladı.

Bu çerçevede, Seyyid Ali Efendi Babıâli’den gelen talimat uyarınca

Fransa’yla barış antlaşması imzalanması için Talleyrand ve Napolyon’la görüşmeler

yaptı. Seyyid Ali Efendi’nin sözkonusu faaliyetleri, El-Ariş Sözleşmesi’nin

hükümsüz kalması üzerine bir neticeye varamadı.719 Seyyid Ali Efendi 1800

şubatında yaptığı görüşmeleri Babıâli’ye gönderdiği raporlarla bildirdi.

1800 yılı sonlarında, Fransa Hükümeti’yle barış antlaşması imzalanması

amacıyla öngörüşmeler yapılması yolunda talimat alan Seyyid Ali Efendi, bu konu

üzerinde yoğun biçimde çalıştı. 9 Ekim 1801’de de Talleyrand’la bir ön antlaşma

hazırladı. Bu sırada, 1802’de Amiens’de Fransa ile Koalisyon Güçleri arasında

yapılacak konferansa, Babıâli tarafından Osmanlı delegesi olarak atandı. Ancak,

Napolyon’un Osmanlı tarafının konferansa katılımına muhalefet etmesi nedeniyle

Seyyid Ali Efendi bu görevi de yerine getiremedi. Seyyid Ali Efendi ve Talleyrand

tarafından hazırlanan ön antlaşma da gündemden düştü.720

Böylece, elçiliğinin ikinci döneminde de önemli bir başarı kazanamayan

Seyyid Ali Efendi, Babıâli nezdindeki itibarını iyice kaybetti. Ayrıca, Babıâli, Seyyid

719 Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri, s. 315-316. 720 Ibid. , s. 318–327.

Page 342: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

337

Ali Efendi’nin baştercümanı Codrika’nın Fransa hesabına casusluk yaptığını da

öğrendi.721

Bütün bunlar karşısında, Babıâli de, 1802’de Fransa’yla Paris’te yapılacak

barış görüşmelerinde Osmanlı Đmparatorluğu’nu temsil etmek üzere yeni bir kişiyi

Paris’e gönderme kararı aldı. Amedi Galip Efendi “fevkalede büyükelçi” olarak

Paris’e gönderildi. Amedi Galip Efendi’nin gelişinden sonra da, Seyyid Ali Efendi

Đstanbul’a dönmek üzere 1802 temmuzunda yola çıktı.722

Seyyid Ali Efendi, iyi niyet sahibi, yenilik yanlısı ve Batı’ya olumlu gözle

bakan bir kişi olmasına rağmen, diplomatlık için gerekli sezgilere sahip bulunmadığı

için, ilk dönem Osmanlı ikamet elçileri içindeki belki de en başarısızı sayılabilir.

Seyyid Ali Efendi’nin başarısızlığında Osmanlı Đmparatorluğu ile Fransa arasındaki

ili şkilerin çok kötü bir döneminde olmasının kuşkusuz belirleyici etkisi vardır.

Ayrıca, Talleyrand gibi usta bir diplomatla muhatap olması, kendisinin en büyük

talihsizliklerinden biridir.

Seyyid Ali Efendi’nin, özellikle büyükelçiliğinin ilk aylarında Paris

ahalisinden büyük ilgi görmesi, kendisinin de bunu karşılıksız bırakmayarak çok

sayıda etkinliğe katılması, elçiliğin “temsil” yönüne ve yarı-diplomatik faaliyetlere

gereksiz bir ağırlık vermesine neden olmuştur.723 Bu husus da başarısızlığındaki

önemli etkenlerden biri olarak görülebilir.

721 Seyyid Ali Efendi Codrika’nın casusluk yaptığını anlayamamış, hatta mükâfatlandırılmasını

Babıâli’den istemişti. Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 34. 722 Ibid. , s. 34–35. 723 Seyyid Ali Efendi’nin Paris ahalisinde yarattığı ilgi ve merak için bkz: Herbette, Moralı Esseyit

Ali Efendi, s. 96–105. Seyyid Ali Efendi Paris elçiliğini anlattığı bir sefaretname de kaleme almıştır.

Bkz: Belkıs Altuniş-Gürsoy, “Seyyid Ali Efendi’nin Sefaretnamesi”, Erdem, C. XII, S. 36., (Mayıs

2000), s. 711-812.

Page 343: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

338

Yukarıda belirtildiği gibi, Elçilik baştercümanı Codrika’nın Fransa Hükümeti

hesabına casusluk yapması da başarı şansını tamamen ortadan kaldırmıştır.

ii)Mehmet Sait Halet Efendi Dönemi

Seyyid Ali Efendi’nin ayrılışından sonra Paris’teki diplomatik temsilcilik

görevi bir süre Amedi Galip Efendi tarafından yerine getirildi. Amedi Galip Efendi,

Paris’te kaldığı yaklaşık 4 aylık süre zarfında Osmanlı Đmparatorluğu ile Fransa

arasındaki barış antlaşması görüşmeleriyle meşgul oldu. Amedi Galip Efendi’nin

Napolyon ve Talleyrand’la yaptığı görüşmeler sonucunda, 25 Temmuz 1802’de

imzalanan Barış Antlaşması Eylül ayında her iki tarafça da onaylanarak yürürlüğe

girdi. 724

Amedi Galip Efendi, Barış Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, 1802

sonlarına doğru Đstanbul’a döndü. Bu sırada Osmanlı Đmparatorluğu’nun Londra,

Berlin ve Viyana büyükelçiliklerine henüz yeni atamalar yapılmamıştı ve diplomatik

temsilcilik görevi maslahatgüzarlar tarafından yerine getirilmekteydi. Diğer ülkelere

henüz büyükelçi atanmadığı bir sırada, Paris’e ise yeni bir büyükelçi tayini

gerçekleştirilecektir. Bunun temel nedeni, Babıâli’nin o sırada gücünün zirvesinde

olması nedeniyle Fransa’ya özel bir önem vermesiydi. Ayrıca, Rusya’nın Gürcistan,

Eflak-Boğdan ve Mora’daki faaliyetlerinden çok rahatsız olan Babıâli, Fransa’yla

724 Amedi Galip Efendi’nin Paris’teki faaliyetleri ve Osmanlı Đmparatorluğu’yla Fransa arasında

imzalanan Barış Antlaşması için bkz: Đsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Âmedi Galip Efendi’nin

Murahhaslığı ve Paris’ten Gönderdiği Şifreli Mektuplar”, Belleten, C. I., S. 2., (1937), s. 357-363;

Soysal, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri, s. 330-337 ve Karal, Fransa-

Mısır ve Osmanlı Đmparatorlu ğu, s. 139-143. Amedi Galip Efendi, günümüze sadece bir bölümü

ulaşabilmiş bir sefaretname de kaleme almıştır. Bkz: Belkıs Altuniş-Gürsoy, “Âmedi Galip Efendi

Sefaretnamesi”, Erdem, C. IX., S. 27., (Ocak 1997), s. 911-941.

Page 344: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

339

ili şkilerini geliştirerek, ittifak antlaşmalarıyla bağlı olduğu Rusya ve Đngiltere’ye

karşı elini güçlendirmek istemekteydi.

Böylece, 1802 sonbaharında Halet Efendi, selefi Seyyid Ali Efendi gibi

“Muhasebe-i Evvel” payesiyle Paris’e büyükelçi olarak atandı. Kırımlı Đlmiye

sınıfına mensup bir aileden gelen Halet Efendi, babasının yönlendirmesi sonucunda

Đlmiye içinde yetişmişti. Fakat, bir süre sonra hatırlı dostları sayesinde, Kalemiye

sınıfına intisap etmiş ve kısa sürede hacegan rütbesine yükselmeyi başarmıştı.725

1802 sonbaharında büyükelçi olarak atanmasına rağmen, Halet Efendi’nin

Paris’e gidişi hazırlıklar nedeniyle biraz gecikti. 1803 temmuzunda Đstanbul’dan yola

çıkan Halet Efendi ve maiyetindekiler karayoluyla yaptıkları yaklaşık 70 günlük bir

seyahatin sonunda 22 Eylül 1803’de Paris’e ulaştılar. Heyet Fransa sınırında resmi

bir mihmandar tarafından karşılanmamıştı. Ayrıca, Heyet’in Paris’e girişinde

karşılama töreni de yapılmamıştı. Fransa Hükümeti’nin ilgisiz tavrı Halet Efendi’yi

çok hiddetlendirdiyse de, bu durumu diplomatik krize döndürecek bir adım da

atmadı.726

Buna rağmen, iki ülke arasında teşrifat nedeniyle bir krizin çıkması da

gecikmedi. Halet Efendi, Paris’teki elçilik binasına yerleşmesinden hemen sonra,

gelişini bildirmek üzere başkâtibi ve tercümanını Dışişleri Bakanı Talleyrand’a

gönderdi.727 Talleyrand, Elçilik görevlilerini çok uzun bir süre bekletti. Nihayet,

başkentten ayrılacağını bildirdiği Napolyon’un, Halet Efendi’yle hemen görüşmek

istediğini söyledi. Yani, Halet Efendi hemen Napolyon’la görüşmeye gitmeliydi.

725 Abdurrahman Şeref, Tarih Konu şmaları, Bas. Haz. Eşref Eşrefoğlu, Đstanbul, Kavram Yayınları,

1978, s. 23-24; Enver Ziya Karal, Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802-1806), Đstanbul,

Đstanbul Üniversitesi Yayınları, 1940, s. 9. 726 Ibid. , s. 12. 727 Ibid. , s. 11–14.

Page 345: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

340

Elçilik görevlileri, Talleyrand’ın kendilerine yaptığı muameleyi ve sözkonusu

isteğini Halet Efendi’ye bildirdiler. Halet Efendi ise, Talleyrand’ın isteğini kati

biçimde reddeden bir cevap yolladı. Talleyrand da bu isteği tekrar iletmek üzere bu

kez kendi başkâtibini Osmanlı Büyükelçiliği’ne gönderdi. Halet Efendi de -Osmanlı

elçilik görevlilerine Talleyrand’ın davrandığı gibi- Fransız başkâtibe çok soğuk bir

muameleyle, daveti bir kez daha reddetti.

Talleyrand, Halet Efendi’yi korkutmak niyetinde olduğundan, tehdit etmeye

karar verdi. Bu kez de gönderdiği bir başka görevli vasıtasıyla, Halet Efendi’ye

kendisiyle görüşmeye gelmemesi halinde “sonucun kötü olacağı” mesajını iletti.

Halet Efendi ise, tehdite boyun eğmeyerek, istenilirse hemen Đstanbul’a

dönebileceğini bildirdi ve Fransa Hükümeti’nin pasaportunu vermesini istedi.

Halet Efendi’nin Seyyid Ali Efendi gibi kolaylıkla manipüle edilemeyecek

bir kişi olduğunu anlayan Talleyrand, sonunda tavrını değiştirdi ve Halet Efendi’yi

evine yemeğe davet etti. Halet Efendi de teklifi kabul ederek yemeğe katıldı. Yemek

sırasında yapılan görüşmede, Talleyrand ortada bir yanlış anlama olduğunu

söyleyerek özür diledi. Böylece, kriz Halet Efendi’nin istediği şekilde aşılmış

oldu.728

Krizin böylece aşılmasından sonra, Halet Efendi 2 Ekim 1803’de Napolyon’a

güven mektubunu729 sundu. Tören sırasında Halet Efendi, Đstanbul’dan Fransız

ricaline gönderilen hediyeleri de verdi.730

728 Halet Efendi’nin krizdeki tavrı dikkat çekicidir. 1802 Barış Antlaşması sonucunda iki ülke

arasındaki ilişkilerin yeniden normalleştirilmeye çalışıldığı ve Babıâli’nin Fransa ile yakınlaşma

ihtiyacı içinde olduğu bir dönemde, Halet Efendi protokol hususunda çok kararlı bir tavır almış, gayet

onurlu çıkışlar yapmıştır. 729 Güven mektubunda, Halet Efendi’nin en önemli vazifesinin Fransa’daki Osmanlı tüccarlarına,

faaliyetlerini Osmanlı topraklarındaki Fransız tüccarlarına tanınan şartlarla yürütmesinin sağlanması

olduğu belirtiliyordu. Görüldüğü gibi, Osmanlı yönetimi mütekabiliyet ilkesinin sağlanmasını

amaçlamaktaydı. Ibid. , s. 51-52.

Page 346: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

341

Güven mektubunu sunduktan sonra görevine resmen başlayan Halet

Efendi’nin ilk diplomatik girişimi, Osmanlı-Đmparatorluğu ile Fransa arasındaki

ticari ilişkilerle ilgiliydi. Halet Efendi 21 Aralık 1803’de Talleyrand’la yaptığı

görüşmede731, Fransız tüccarlarının Osmanlı topraklarındaki ticari faaliyetleri için %

3 gümrük resmi ödemelerini talep etti. Talleyrand ise mevcut düzenleme uyarınca

Fransız tüccarların % 1.5 gümrük resmi ödemelerinde diretti. Sonuçta, bu mesele bir

netice alınamadan gündemden düştü.

Halet Efendi’nin büyükelçiliği döneminde iki ülke arasındaki ilişkilerde

gündemi en fazla işgal eden hususlardan ilki, Fransa’nın Osmanlı Đmparatorluğu’yla

bir ittifak antlaşması imzalamak isteğiydi. Đstek, 25 Şubat 1804’de yapılan bir gizli

görüşme sırasında ilk olarak Napolyon tarafından Halet Efendi’ye bildirildi.732

Napolyon, görüşmede Rusya’nın Osmanlı topraklarında gözü olduğunu belirterek,

ittifak teklifini Sadrazam’a bildirmesini Halet Efendi’den istedi. Halet Efendi de,

Napolyon’un ittifak önerisini Babıâli’ye iletti. Babıâli, hem Mısır Seferi nedeniyle

Fransa’ya duyulan güvensizliğin sürmesi, hem Đngiltere ve Rusya’yla ittifakın devam

etmesi, hem de Osmanlı Đmparatorluğu’nun bu iki ülkeyle bir savaşa sürüklenmek

zorunda kalabileceği endişesiyle sözkonusu teklife sıcak bakmadı. Nitekim, Temmuz

ayında Halet Efendi vasıtasıyla Napolyon’a gönderilen mektupta733, III. Selim

“Fransa’ya karşı duyduğu dostluk hislerini belirtmekle beraber, topraklarının

emniyeti hususunda herhangi bir endişesi olmadığını” bildiriyordu. Yani, Osmanlı

Devleti’nin Fransa’yla ittifaka ihtiyacı yoktu.

730 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 48–49. 731 Ibid. , s. 49. 732 Idem. 733 Idem.

Page 347: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

342

Osmanlı yönetiminin ittifak teklifini reddetmesinden rahatsızlık duyan

Napolyon, buna rağmen çok da ısrarcı olmadı. Zaten, o sırada iki ülke arasındaki

ili şkilerde büyük bir kriz yaratacak bir başka mesele de ortaya çıkmıştı:

Fransa’da yönetimi elinde tutan Napolyon, 1804 mayısında Paris’te Papa’nın

da katıldığı bir törenle taç giyerek imparator oldu.734 Napolyon’un imparator ünvanı

başta Đngiltere olmak üzere Avrupa’daki birçok devlet tarafından tanınmadı. Osmanlı

yöneticileri Napolyon’u imparator olarak tanımaya sıcak baksalar da, Đngiltere ve

Rusya’nın tepkisinden çekindiklerinden bu yönde bir adım atmaktan

sakınmaktaydılar.735 Nitekim, Fransa’nın Đstanbul Büyükelçisi General Brune,

Napolyon’un imparator olarak tanınmasını Osmanlı Dveleti’den isteyince, kendisine

Babıâli’nin konuya ilke olarak olumlu baktığı, Avrupa devletleri arasında bu hususta

bir anlaşmaya varılması halinde Babıâli’nin de memnuniyetle uyacağı bildirilmi şti.736

Napolyon’un imparatorluk ünvanının Babıâli tarafından tanınmamasından

rahatsız olan Fransa Hükümeti, girişimlerini Halet Efendi kanalıyla da sürdürdü.

Talleyrand, Halet Efendi’yle 1804 ağustosunda yaptığı bir görüşmede konuyu tekrar

gündeme getirdi.737 Halet Efendi, diğer Avrupa devletlerinin imparatorluk ünvanını

tanımaları halinde Osmanlı yönetiminin de hemen bu yönde adım atacağını belirterek

Babıâli’nin görüşünü tekrarladı.

Hem Đstanbul’daki Fransa büyükelçisi, hem de Halet Efendi vasıtasıyla

girişimlerini sürdüren Talleyrand, 1804 yılı içinde Halet Efendi’yle yaptığı çeşitli

734 David Thompson, Europe Since Napoleon, London, Penguin Books, 1990, s. 60. 735 Đstanbul’daki Đngiltere ve Rusya büyükelçileri, Babıâli’nin Napolyon’un imparatorluk ünvanını

tanıması halinde ittifak antlaşmalarının geçerliliğini yitireceğini çok açık bir biçimde bildirmişlerdi.

Karal, Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802–1806), s. 69. 736 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. IV., s. 1956. 737 Karal, Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802–1806), s. 71–72.

Page 348: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

343

görüşmelerde konuyu hep gündeme getirdi.738 Halet Efendi ise sürekli olarak

Babıâli’nin görüşünü tekrarladı ve zaman kazanmaya çalıştı.739

Aralık 1804’te Büyükelçi General Brune’in, Babıâli’nin Napolyon’un

imparatorluk ünvanını tanımamasını protesto ederek Đstanbul’dan ayrılmasından

sonra iki ülke arasındaki ilişkiler iyice gerildi.740 Divan, III. Selim’in isteğiyle

toplanarak konuyu uzun süre görüştü. Görüşmeler sonucunda Halet Efendi’ye bir

talimat741 gönderilmesi kararlaştırıldı. Talimatta, Babıâli’nin Napolyon’un imparator

ünvanını tanımak istediği, fakat Đngiltere ve Rusya’nın baskısı nedeniyle bunu

yapamadığı belirtiliyordu. Halet Efendi bu hususları Talleyrand ve diğer Fransa

yöneticilerine bildirerek onları ikna etmeliydi.

Fakat, Halet Efendi’nin bu konuda bir girişimde bulunması mümkün

olmamış, hatta büyükelçilik görevini “fiilen” icra edemez duruma gelmiştir. Çünkü,

1805 yılı boyunca Fransa Hükümeti, Halet Efendi’yi mutad siyasi toplantılara ve

haftalık resmi geçitlere bile davet etmemiştir. Bu dönemde, Halet Efendi Talleyrand

ile görüşme fırsatı da bulamamıştır. Halet Efendi kendisine yönelik tavrı Babıâli’ye

aksettirmemiş, yaklaşık 1 yıllık dönemi ilişkilerin düzeltileceği ve normal görevlerini

yerine getirebileceği umuduyla geçirmiştir.742

738 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 50-51. 739 Halet Efendi, Babıâli’ye gönderdiği bir raporda, Prusya, Đspanya ve Portekiz’in Napolyon’un

imparatorluk ünvanını kabul ettiklerini, Avusturya’nın da tanımak üzere olduğunu belirterek, Osmanlı

Devleti’nin de Rusya’yı razı ederek bu yönde adım atmasını önermişti. Halet Efendi’nin bu görüşünü

beğenen III. Selim rapora “Halet Efendi’nin mütalaası şayanı dikkattir” notunu düşmüştür. Karal,

Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802–1806), s. 73. 740 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 51. 741 Talimat, Karal tarafından günümüz alfabesine çevrilerek yayınlanmıştır. Bkz: Karal, Halet

Efendi’nin Paris Büyükelçili ği (1802–1806), s. 77–78. 742 Ibid. , s. 80.

Page 349: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

344

Sözkonusu dönemde Halet Efendi daha çok Avrupa’daki olayları ve

Napolyon’un askeri ve siyasi faaliyetlerini izlemekle geçirmiştir. Önemli bulduğu

haberleri Prusya’nın Paris Elçisi Luccehesini vasıtasıyla Babıâli’ye ulaştırmıştır.743

1806 ilkbaharından itibaren, Fransa Hükümeti Halet Efendi’ye tekrar itibar

göstermeye başladı. Bunun temel nedeni, Napolyon’un Osmanlı Đmparatorluğu’na

yönelik sert bir politika izlemekten vazgeçmesidir. 1805’de Fransa’nın Avusturya’yı

Austerlitz Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğratması nedeniyle Babıâli’nin Paris’le daha

yakın ilişkiler kurmak isteyeceğini düşünen Napolyon, bu tahmininde yanılmamıştır.

Nitekim, Avusturya’nın ağır bir yenilgiye uğraması Osmanlı ricalinde büyük bir

sevinç yaratmış, Fransız ordularının doğuya (Lehistan’a) doğru ilerlemesi

memnuniyetle karşılanmıştır.744

Yeni şartlar karşısında politikasını değiştirme kararı alan Babıâli, Fransa’yla

ili şkilerini geliştirmek istedi. Bu yolda atılacak ilk adım, hiç kuşkusuz Napolyon’un

imparator ünvanının tanınması olacaktı. Durumu öğrenen Đstanbul’daki Fransa

Maslahatgüzarı Ruffin, sözkonusu tanımanın Babıâli tarafından Paris’e özel bir elçi

gönderilerek yapılmasının daha uygun olacağını söyledi.745

Ruffin’in önerisinin Babıâli’ce uygun bulunması üzerine, Abdurrahim Muhib

Efendi yeni Paris büyükelçisi olarak atandı. 1806 martında Đstanbul’dan ayrılan

743 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 51. 744 Napolyon Austerlitz zaferini bir mektupla III. Selim’e bildirerek, Rusya barışa yanaşmazsa

Lehistan’a da saldıracağını belirtti. Napolyon’un mektubu alınmadan 1 gün önce, Rusya ile Osmanlı

Đmparatorluğu arasında 1798 Đttifak Antlaşması’nın süresini uzatan yeni bir antlaşma imzalanmıştı.

Osmanlı yöneticileri Rusya ve Đngiltere’nin baskısıyla imzalamak zorunda kaldıkları Antlaşmanın,

Austerlitz zaferi haberinin gelmesinden 1 gün önce imzalanmasına çok üzüldüler. Çünkü, bu zafer

Avrupa’daki dengeleri tamamıyla değiştirecekti. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. IV., s. 1889-

1990. 745 Ibid. , s. 1990.

Page 350: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

345

Muhib Efendi 20 Mayıs’ta Paris’e vardı. Muhib Efendi’nin gelişinden sonra birkaç

ay daha Paris’te kalan Halet Efendi, Đstanbul’a dönmek için Ekim’de yola çıktı.746

Halet Efendi, görev yaptığı dönemde başarılı sayılabilecek faaliyetlerde

bulunmuştur. Gerçi, “diplomatik zafer” sayılabilecek bir başarı kazanamadı. Ancak,

Napolyon’un imparator ünvanının tanınması meselesinde Babıâli’nin zaman

kazanmasındaki katkısı gibi başarılı hizmetleri olmuştur.747 Halet Efendi, selefi

Seyyid Ali Efendi’nin aksine Talleyrand’ın manipülasyon girişimlerine de

kanmamıştır. Protokol gibi hususlarda, mümkün olduğunca devletlerarası

mütekabiliyet ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde hareket etmeye çalışmıştır. Fransız

muhataplarıyla yaptığı görüşmelerde sert ve sağlam kişili ğini bir silah olarak

kullanabilmiştir.

Halet Efendi, Avrupa’daki ve Fransa’daki gelişmeleri mümkün olduğunca

takip etmeye çalışmış ve önemli bulduklarını sürekli biçimde Babıâli’ye

göndermiştir.748 Elbette, Halet Efendi’nin katkısı sadece malumat sağlamak olmamış,

gönderdiği raporlarda öne sürdüğü düşüncelerle Osmanlı dış politikasının

belirlenmesinde de etkide bulunmuştur. III. Selim, Halet Efendi’nin faaliyetlerini

yakından takip etmiş, ifade ettiği görüşlerden hoşnut olmuştur.

Halet Efendi, Avrupa’ya gönderilen ilk Osmanlı ikamet elçileri içinde,

Avrupa uygarlığı hakkında en olumsuz görüşlere sahip olanıdır. Görev yaptığı sürece

gönderdiği raporlarda Avrupa uygarlığını sürekli biçimde eleştirmiş, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun teknoloji ve eğitim dışında her açıdan Avrupa’dan üstün

746 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 51. 747 Halet Efendi, ilk ikamet elçileri içinde mali sıkıntıyı en fazla yaşayan/dile getiren olmuştur.

Mektuplarında para talebini sürekli olarak Babıâli’ye iletmiştir. Halet Efendi, elçiliği sırasında

Napolyon’dan bile borç almıştı. Halet Efendi’nin mali sıkıntılarıyla ilgili olarak bkz: Karal, Halet

Efendi’nin Paris Büyükelçili ği (1802–1806), s. 18–30. 748 Halet Efendi’nin Babıâli’ye gönderdiği gazete tercümelerinden örnekler için bkz: Ibid. , s. 36-37.

Page 351: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

346

olduğunu belirtmiştir.749 Avrupa uygarlığını çözümleyebilecek zeka ve bilgi

seviyesinde olmasına rağmen, Halet Efendi’nin Avrupa medeniyetine mutlak

biçimde karşı görüşler ileri sürmesi, politik tercihleri ve sınıfsal konumuyla

alakalıdır:

Halet Efendi, büyükelçi olarak Paris’e gönderilmeden önce, Osmanlı ricali

içinde Nizam-ı Cedit’e muhalefet eden muhafazakâr kesimin bir üyesiydi.

Büyükelçiliği sırasında da Avrupa uygarlığını sürekli eleştirerek, içinde olduğu

zümrenin propagandasına yardımcı olmaktaydı.750 Böylece, kendisini destekleyen

Nizam-ı Cedit karşıtı devlet adamlarını hoşnut etmekte, ülkeye dönüşünde politik

kariyerinde yükselebilme imkânını arttırmaktaydı.

Halet Efendi’nin Avrupa uygarlığıyla ilgili olumsuz değerlendirmelerinde

sınıfsal konumunun hayli etkisi de şundan ileri geliyordu: Đlmiye sınıfı içinden

gelmesi, Mevlevi Dergahı’nın bir üyesi olması ve Yeniçeri Ocağı’yla yakın ilişkiler

içinde bulunması, Nizam-ı Cedit karşıtı grubun içinde yer almasında çok etkili

olmuştu.751 Halet Efendi, hem Paris’ten gönderdiği raporlarla, hem de ülkeye

dönüşünden sonraki faaliyetleriyle Nizam-ı Cedit hareketine büyük zarar vermiştir.

Bu durum, Osmanlı modernleşmesinde ilk ikamet elçilerinin oynadığı olumlu rolle

büyük bir tezat teşkil etmektedir.

749 Örnekler için bkz: Ibid. , s. 31–37. 750 Ibid. , s. 38–39. 751 Şirin, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, s. 201–202.

Page 352: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

347

iii)Abdurrahim Muhib Efendi Dönemi

Đstanbul’lu olan Abdurrahim Muhib Efendi Divan-ı Hümayun’dan yetişmişti.

Beylikçi Kalemi’nde yükselerek hacegan rütbesine ulaşmıştı. Kuvvetli bir kalemi

olan Muhib Efendi, siyasi konularda geniş bilgi birikimine ve yetkinliğe de sahipti.752

Yukarıda da belirtildiği gibi, 1806 yılı başlarında “Nişancı” payesiyle

büyükelçi olarak atanan Muhib Efendi’ye, Đstanbul’dan ayrılmadan önce bir

talimatname verilmişti.753 Talimatname’de, Muhib Efendi’nin elçilik görevini yerine

getirirken gözetmesi istenen hususlar yer almaktaydı.

Muhib Efendi, Paris’e gelişinden hemen sonra diplomatik faaliyetlerine

başlayıp, 21 Mayıs’ta Talleyrand’la ve Đstanbul’a büyükelçi olarak atanan Sebastiani

ile görüştü.754 Bu görüşmelerin ardından iki ülke arasında diplomatik bir kriz ortaya

çıktı:

Muhib Efendi’nin getirdiği güven mektubunda Napolyon’un imparatorluk

ünvanı tanınmakla birlikte, “Đtalya Kralı” ünvanı yer almamaktaydı.755 Napolyon’un

imparatorluk ünvanını tanıyan Osmanlı yönetiminin, Đtalya Kralı ünvanını

tanımaması sözkonusu olamazdı. Bu durum bir unutkanlık sonucunda ortaya

çıkmıştı.

752 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 185. 753 Talimatname’de yer alan hususların başlıcaları şunlardı: Muhib Efendi’nin; Paris’e girerken tören

yapmaması, Fransa Hükümeti’nden tayinat kabul etmemesi, maiyetindeki memurların disiplinlerine

gereken özeni göstermesi, Fransız ricali ve halkıyla iyi ilişkiler kurmaya çalışması, Osmanlı

Devleti’nin Nizam-ı Cedit’le kuvvetlendiğini temasta bulunduğu kişilere anlatması (propaganda

yapması), Fransa’daki mülki ve askeri sistem hakkında bilgi edinerek Đstanbul’a aktarması ve elçilik

memurlarının yabancı dil öğrenmesinin sağlanması. Karal, Selim III’ün Hat-tı Hümayunları-

Nizam-ı Cedit, s. 180–182. 754 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 187–188. 755 Karal, Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802–1806), s. 83

Page 353: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

348

Talleyrand, güven mektubuna Đtalya Kralı ünvanının da eklenmesini talep

etti.756 Muhib Efendi ise, Talleyrand’ın isteğini reddederek, padişahının mektubuna

yeni bir eklemenin mümkün olmayacağını belirtti. Bunun üzerine, Talleyrand, Muhib

Efendi’yi tehdit ederek, Osmanlı Elçisi’nin sözkonusu isteği reddi halinde Fransız

ordularının Osmanlı topraklarına gireceğini Sebastiani vasıtasıyla bildirdi. Muhib

Efendi ise, bu tehdide karşı geri adım atmadı ve “Padişah’ın mektubuna bir kelime

bile eklemektense ölümü tercih edeceğini” Sebastiani’ye söyledi.

Büyük bir kriz çıkmasına neden olan bu mesele, Fransız tarafının geri adım

atmasıyla aşılabildi. Artık ısrar edilmeyeceğini Talleyrand’dan öğrenen Muhib

Efendi rahatladı. Krizin aşılmasının ardından, 5 Haziran’da yapılan kabul töreninde

Muhib Efendi güven mektubunu Napolyon’a sundu. Güven mektubuna Đtalya Kralı

ünvanını da eklemedi.757

Muhib Efendi bu krizde ciddi tehditlere rağmen, gayet dirayetli bir tutum

takınmış ve ülkesinin onurunu korumaya çalışmıştı. Fakat, Fransa ile dostluğun bir

an önce sağlamlaştırılmasını isteyen III. Selim, sözkonusu meseleden haberdar

olduğunda, Muhib Efendi’ye kızmış ve böyle “önemsiz bir meselede kararlı

davranmasını yersiz bulmuştu”.758 Đronik biçimde, Muhib Efendi’nin Osmanlı

Đmparatorluğu’nun onurunu koruması, kendi Hükümeti nezdindeki prestijinin

azalmasına sebebiyet vermiştir.

756 Idem. 757 Fakat, Fransız tarafı diplomatik bir oyun oynamaktaydı. 6 Haziran’da çıkan “Monitor” isimli resmi

gazete, Muhib Efendi’nin güven mektubunu yayınladı. Yayınlanan metinde Napolyon için “Đtalya

Kralı” ünvanı da kullanılmıştı. Ibid. , s. 84. 758 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 53. Konuyla ilgili olarak

kendisine gönderilen telhisi inceleyen III. Selim, Sadrazam’a gönderdiği hattı humayunda şu ifadeleri

kullanmıştır: “Böyle vakitde Paris’e gidecek elçi değilmiş. Đtalya krallığını nutka alma deyû bu herife

tenbih mi olundu? Fesübhanallah ne acaib adem imiş”. Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri,

s. 190.

Page 354: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

349

Krizin aşılmasından sonra diplomatik faaliyetlerine yeniden başlayan Muhib

Efendi, 7 Haziran’da Napolyon’un yaptığı kapalı bir görüşmede, III. Selim’in gizli

bir mektubunu sundu.759 Mektupta, III. Selim, Rusya ile barış yapılırken Osmanlı

Đmparatorluğu ile Rusya arasında imzalanan Đttifak Antlaşması’nın ilgası ile Eflak ve

Boğdan eyaletlerinin Rusya vesayetinden çıkarılarak, eskiden olduğu gibi Osmanlı

hâkimiyetine bırakılması hususlarını Napolyon’dan rica etmekteydi. Napolyon da,

III. Selim’in ricasını dikkate alacağını Muhib Efendi’ye söyledi.

Muhib Efendi, Napolyon’la görüşmesinin ardından Fransa’nın Dubrovnik’i

ele geçirmesiyle ilgili haberlerin gazetelerde yer alması nedeniyle, Talleyrand’la da

görüşmeler yaptı.760 Raguza Cumhuriyeti yüz yıllardan beri Osmanlı

Đmparatorluğu’na tâbi bir kent-devletiydi. Fakat, görüşmelerden bir sonuç alınamadı.

Fransa ve Rusya arasındaki barış görüşmeleri 20 Temmuz’da imzalanan bir

antlaşmayla sonuçlandı. Fakat, Rus Çarı I. Alexandre’ın antlaşma şartlarını kabul

etmemesi nedeniyle, yürürlüğe giremedi. Napolyon da Prusya ve Rusya’ya karşı

askeri bir harekât başlatmak üzere doğuya hareket etti.761

Fransa-Rusya ilişkilerinin tekrar gerginleşmesi Muhib Efendi’nin Paris’deki

diplomatik faaliyetlerinin daha da artmasına yol açtı. Üstelik, tam da o sıralarda

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiltere ve Rusya’yla ilişkileri de hızla bozulmaktaydı.

Đstanbul’daki Fransa Büyükelçisi Sebastiani -Napolyon’un kendisine verdiği

talimatlar doğrultusunda- Osmanlı Đmparatorluğu’nun sözkonusu iki ülkeyle

ili şkilerinin bozulması ve Fransa’nın Babıâli üzerindeki etkinliğinin arttırılması

759 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 53-54. 760 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 188-189. 761 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, (1789-1914), 2. B., Ankara, TTK Yayınları, 1999, s.

65-66.

Page 355: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

350

hususlarında başarılı olmuştu.762 Babıâli’nin, Sebastiani’nin çabalarıyla, Boğazları

Rus gemilerinin geçişine -Đttifak Antlaşması hükümlerine aykırı biçimde- kapatması

Rusya’nın tepkisini çekmişti. Ayrıca, Babıâli, Rusya yanlısı Eflak ve Boğdan

beylerini görevden almış, Rusya’nın sert tepkisi nedeniyle daha sonra göreve iade

etmek zorunda kalmıştı. Fakat, Babıâli’nin Fransa’nın kontrolüne girdiğini düşünen

Rus Çarı, Ekim ayında ordularına Osmanlı topraklarına girmeleri talimatını verdi.

Rusya’nın ardından Đngiltere de Osmanlı Đmparatorluğu’na saldırdı.763

Bu gelişmeler, Osmanlı Đmparatorluğu’yla Fransa arasındaki ilişkilerin hızla

yakınlaşmasına yol açtı. Daha önce Napolyon’un ittifak tekliflerine soğuk bakan

Osmanlı yönetimi, ittifak talebini bu kez kendisi dile getirmeye başladı.

Bu çerçevede, Muhib Efendi de 1806 yılı sonlarında ve 1807 başlarında

çeşitli görüşmeler yaptı. Görüştüğü kişiler arasında Fransa Đmparator Vekili Prens

Kanitzer ve Paris’teki Avusturya Büyükelçisi Metternich de bulunmaktaydı.764

Muhib Efendi sözkonusu görüşmeleri kendi düşüncelerini de ekleyerek raporlarla

Babıâli’ye iletmekteydi. Ayrıca, Paris’te çeşitli kaynaklardan elde ettiği bilgileri de

Babıâli’ye iletmeye azami gayret göstermekteydi.

Bu sırada, Babıâli’nin birinci dış politika önceliği, Fransa’yla bir ittifak

antlaşması imzalanmasıydı. Đttifak antlaşmasına özel bir önem veren Osmanlı

yöneticileri, 1806 yılı sonlarında fevkalade büyükelçi ünvanını haiz Vahit

Efendi’yi765 Napolyon’un karargâhını kurduğu Varşova’ya gönderdiler. Vahit

Efendi, önce Varşova’da, daha sonra Paris’te Napolyon ve diğer Fransız yöneticilerle

762 Napolyon’un Sebastiani’ye verdiği talimatlar için bkz: Azmi Süslü, “Osmanlı-Fransız Diplomatik

Đlişkileri, 1798-1807”, Belleten, C. 47, S. 185, (1983), s. 269-270. 763 Karal, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., s. 50-51. 764 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 190–191. 765 Vahit Efendi hakkında daha geniş bilgi için bkz: Azmi Süslü, “Fransa’ya gönderilen Türk Elçileri

ve Vahid Paşa”, Türk Kültürü , C. XXVII., S.318., (1989), s. 613-622.

Page 356: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

351

görüşmeler yaptıysa da, Fransız tarafının oyalamaları nedeniyle bir sonuç

alınamadı.766 Vahit Efendi’nin fevkalade büyükelçi olarak görev yaptığı bu dönemde,

Muhib Efendi ikinci plana düştü.

Napolyon’un Rusya seferinden vazgeçerek Rus Çarı’yla 7 Temmuz 1807’de

Tilsit Antlaşması’nı imzalaması, Babıâli’de büyük bir endişe yarattı.767 Rusya’ya

karşı Fransa’nın yardımına güvenen Babıâli, çok sıkıntılı bir duruma düşmüştü.

Vahit Efendi’nin Babıâli tarafından geri çağrılmasından sonra, Muhib Efendi bir

türlü sonuç alınamayan Osmanlı-Fransız ittifak antlaşması görüşmelerini

sürdürmekle görevlendirildi. Muhib Efendi’nin diğer görevi de, Tilsit Antlaşması

hükümleri uyarınca Osmanlı Đmparatorluğu’yla barış görüşmeleri yapmak üzere

Paris’e gelecek Rus elçisiyle müzakereleri yürütmek olacaktı. 768

Tam o sıralarda Đstanbul’da çıkan bir ayaklanma sonucunda III. Selim’in

tahttan indirilerek, yerine IV. Mustafa’nın padişah olması, Muhib Efendi’nin IV.

Mustafa tarafından gönderilen yeni bir güven mektubunu Napolyon’a sunmak

zorunda kalmasına sebebiyet verdi.769 Bu amaçla 1 Kasım 1807’de yapılan törende,

Napolyon diplomatik teamüllere aykırı biçimde Muhib Efendi’ye çok sert davrandı:

Napolyon, III. Selim’in tahttan indirilmesi sırasında Đstanbul’da meydana gelen

olaylarda Fransız yurttaşlarına kötü davranıldığını belirterek, Yanya Valisi

Tepedelenli Ali Paşa’nın Fransa karşıtı hareketlerinden şikâyet etti.

766 Süslü, “Osmanlı-Fransız Diplomatik Đlişkileri, 1798-1807”, s. 275-276. 767 Tilsit Antlaşması görüşmeleri sırasında en önemli gündem maddelerinden biri de Osmanlı

Đmparatorluğu’nun geleceği konusuydu. Napolyon, I. Alexandre’la yaptığı görüşmelerde Osmanlı

topraklarının paylaşılması hususunda yeşil ışık yaktı. Azmi Süslü, “Osmanlı Đmparatorluğunu

Paylaşma Projeleri, 1807-1812”, Belleten, C. 47., S. 187, (1983), s. 747-752. 768 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 192. 769 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 55.

Page 357: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

352

Muhib Efendi’nin 1807 kasımından itibaren uzun bir süre temel diplomatik

faaliyeti, Rus elçisiyle yapılacak barış antlaşması görüşmelerinin başlamasını

sağlamaya çalışmak oldu. Fakat, görüşmeler bir türlü başlayamadı. Rus tarafı sürekli

çeşitli gerekçeler ileri sürerek görüşmelere başlanmasını ertelemekteydi. Muhib

Efendi, Rus tarafının tavrından şikâyet etmek amacıyla çeşitli defalar Fransa

makamlarıyla görüşmeler yaptıysa da, Fransız yetkililer de Muhib Efendi’yi

oyaladılar.770

Rusya’yla yapılan mütarekenin bozulmasından endişe eden Babıâli,

Rusya’yla barış antlaşmasının neden hala imzalanmadığını Muhib Efendi’ye

sormaktaydı.771 Babıâli, barış antlaşmasının hala imzalanamamasını Muhib

Efendi’nin yetersizliğine ve başarısızlığına bağlamaya başlamıştı. Yani, Muhib

Efendi’nin Babıâli nezdindeki prestiji önemli bir darbe daha aldı. Babıâli Fransa’yla

temaslarını Đstanbul’daki Fransız Büyükelçisi Sebastiani kanalıyla yürütmeye

başladı. Bundan sonra Muhib Efendi’ye Babıâli tarafından çok uzun bir süre hiçbir

talimat ya da bilgi gönderilmedi.

Muhib Efendi bu dönemde Rus elçisiyle barış görüşmelerine başlamak ve

Rusya ile Fransa arasındaki müzakereler hakkında bilgi edinmek için büyük bir

gayret gösterdiyse de, çabalarında başarılı olamadı. Fransa ve Rusya arasında

Osmanlı Đmparatorluğu üzerinden yürütülen pazarlıklar Muhib Efendi’nin başarı

şansını ortadan kaldırmaktaydı.

Üstelik, 1808 yılı sonlarından 1809 yılı başlarına kadar, Muhib Efendi’nin

diplomatik temsil görevi de “meşruiyetini” bir ölçüde kaybetmişti: IV. Mustafa’nın

tahttan indirilerek yerine II. Mahmut’un getirildiği haberlerinin Paris’e ulaşmasından

sonra, Fransız yetkililer yeni bir güven mektubu Napolyon’a sunuluncaya kadar

770 Ibid. , s. 56-58. 771 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 196–197.

Page 358: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

353

Muhib Efendi’ye itibar etmemeye karar vermişlerdi. Fransız yetkililer Muhib

Efendi’yi uzun bir süre hiçbir resmi kabule davet etmediler. 772

Muhib Efendi, Rus elçisiyle barış görüşmelerine bir türlü başlayamaması

nedeniyle de büyük bir sıkıntı içindeydi. Neyse ki, 1809 şubatında Babıâli tarafından

gönderilen bir mektup, Muhib Efendi’nin sıkıntısını büyük oranda ortadan

kaldırdı.773 Mektupta, Đngiltere ile barış antlaşmasının (Kala-i Sultaniye Antlaşması)

imzalandığı ve Reisülküttap Galip Efendi’nin Rusya’yla barış görüşmeleri yapmak

üzere Bükreş’e gittiği belirtilerek, Muhib Efendi’nin Rus temsilcilerle müzakereleri

yürütme görevinin artık sona erdiği bildiriliyordu.

Bu sırada Muhib Efendi’nin 3 yıllık görev süresi sona ermek üzereydi.

Babıâli’ye bir mektup gönderdi ve Đkinci Tercüman Panayotaki Argiropulos’u yerine

maslahatgüzar olarak bırakıp Đstanbul’a dönmesine izin verilmesini talep etti.774

Babıâli’nin gönderdiği cevapta ise Đngiltere ile barış antlaşması imzalandığı bir

sırada, Osmanlı Büyükelçisi’nin Paris’den ayrılmasının Fransa’ya karşı bir hareket

olarak algılanacağını, bu yüzden 1-2 ay daha kalması gerektiği ifade ediliyordu.

Babıâli tarafından belirtilen süreye rağmen, Muhib Efendi Paris’de yaklaşık

2 yıl daha kaldı. Bu dönemin başlarında Fransız yetkililerinden kaynaklanan

sıkıntıları sürdü. Napolyon, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiltere ile barış antlaşması

imzalaması nedeniyle, Muhib Efendi’yi resmi kabullere çağırmadı. Fransa ve Rusya

arasındaki ilişkilerin çok iyi olduğu ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun paylaşılması

772 Ibid. , s. 198-199. 773 Ibid. , s. 199. 774 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 61.

Page 359: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

354

hususunda pazarlıklar yapıldığı bu dönemde Fransa Hükümeti Babıâli’ye karşı çok

mesafeliydi.775

Muhib Efendi büyükelçiliğinin son zamanlarında ise, Fransa Hükümeti

nezdindeki itibarını yeniden kazandı. Bunun temel nedeni, Erfurt Antlaşması’ndan

sonra Fransa ve Rusya arasındaki ilişkilerin bozulmaya başlamasıydı.776 Ayrıca,

Osmanlı Đmparatorluğu’yla Rusya’nın Bükreş’te yaptıkları barış görüşmeleri

sonuçsuz kalmış, iki ülke arasında savaş yeniden başlamıştı.

Napolyon, değişen konjonktür gereği Fransa Hükümeti nezdindeki itibarını

yeniden kazanan Muhib Efendi’yi 1809 aralığında Saray’da düzenlenen bir baloya

uzun bir aradan sonra davet etti.777

Ertesi yıl, Muhib Efendi, Napolyon’un Avusturya Đmparatoru’nun kızı Marie-

Louise’le evlenmesi nedeniyle Paris’e gelen Avusturya Başbakanı Metternich’le

görüştü. Metternich, başbakan olmadan önce Paris’te büyükelçilik görevinde

bulunduğundan Muhib Efendi ile sıkı bir dostluk kurmuştu.778

Muhib Efendi, uzun süreden beri Babıâli’den beklediği dönüş iznini 1811

başında aldı. Dönüş hazırlıklarına başlayan Muhib Efendi, yeni güven mektubunu II.

Mahmut’un hala göndermemiş olması nedeniyle Napolyon’a veda ziyaretinde

bulunamadı. Buna karşın, Napolyon Muhib Efendi’ye hediye olarak 60 bin frank

göndermiştir.779 Muhib Efendi ise hediyeyi kabul etmemiştir.

775 Bu sırada (1808’de) Fransa ve Rusya arasında Erfurt Antlaşması da imzalanmıştı. Antlaşma’yla,

Fransa Rusya’nın Eflak ve Boğdan üzerinde egemenlik kurmasını kabul etmişti. Süslü, “Osmanlı

Đmparatorluğunu Paylaşma Projeleri, 1807-1812”, s. 765. 776 Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 71; 95 777 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 61. 778 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 199. 779 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 62-63.

Page 360: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

355

Yerine maslahatgüzar olarak Sırkatibi Galip Efendi’yi bırakan Muhib Efendi,

Ağustos ortalarında Paris’den ayrıldı. Yaklaşık 4 ay süren bir kara yolculuğu

sonunda Aralık sonuna doğru Đstanbul’a döndü.780

Muhib Efendi, büyükelçilik görevini elinden geldiğince iyi yapmaya, Fransız

devlet adamlarının tehditlerine ve kötü muamelelerine rağmen soğukkanlılığını

korumaya çalışmıştır. Sürekli olarak Avrupa’daki ve Fransa’daki gelişmeleri takip

etmeye çalışan Muhib Efendi, elde ettiği bilgileri düzenli biçimde Babıâli’ye

göndermiştir. Muhib Efendi, Fransız devlet adamlarıyla ve diğer yabancı

büyükelçilerle görüşmeler yapmaya çalışmıştır. Hem bu görüşmeleri hem de kendi

kanaatlerini, gönderdiği raporlarla Babıâli’ye aktarmıştır. Yukarıda değinildiği gibi,

Muhib Efendi’nin daha göreve başlar başlamaz karşı karşıya kaldığı Napolyon’un

Đtalya Kralı ünvanı meselesindeki tavrı, Babıâli nezdindeki itibarını zedelemişti.

Rusya ile barış görüşmelerine bir türlü başlanamamasının faturası da haksız bir

biçimde kendisine çıkarılmıştı. Muhib Efendi, Fransa’nın ikiyüzlü dış politikası

nedeniyle büyük başarılar kazanamamıştır.

Muhib Efendi’nin büyük başarılar kazanamamasında Babıâli’nin kendisine

yönelik tavrının da hayli etkisi bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi,

kendisine çok uzun süre güven mektubu gönderilmemiştir. Hatta bir ara kendisiyle

muhabere tamamen kesilmiştir. Muhib Efendi Paris’te yalnız bırakılmıştır. Buna

rağmen diplomatik faaliyetlerini mümkün olduğunca yerine getirmeye çaba

göstermiştir.

Muhib Efendi de, diğer ikamet elçileri gibi mali sıkıntılar çekmiştir. Örneğin,

Babıâli’ye gönderdiği bir mektupta, kuryelere yol parası bulmakta çektiği

sıkıntılardan bahsederek, Paris sarraflarından birinde kendisi adına kredi hesabı

780 Ibid. , s. 62.

Page 361: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

356

açılmasını talep etmişti. 781 Muhib Efendi, Elçilik binasının satılması üzerine,

masrafları kısmak için daha mütevazı bir binaya taşınmayı da kabul etmişti.782

Muhib Efendi, selefi Halet Efendi’nin aksine Batı uygarlığına büyük bir ilgi

göstermiştir. Fransa’daki sosyal hayatla ve kurumlarla ilgili gözlemlerini bir

sefaretname yazarak aktarmıştır.783 Sefaretnamede, Fransa’daki sosyal hayat ve

kurumlardan övgüyle sözedilmektedir.

c) Berlin Büyükelçiliği (Ali Aziz Efendi)

Girit’li bir aileye mensup olan Ali Aziz Efendi, “Anadolu Muhasebecisi”784

payesiyle büyükelçi olarak atandığı Berlin’e Haziran 1797 başlarında ulaştı. Ali Aziz

Efendi’nin maiyetinde, sırkatibi olarak görev yapan oğlu ve iki tercümanı da

bulunmaktaydı.785

Ali Aziz Efendi’nin büyükelçilik dönemi de önemli bir protokol sorunuyla

başladı:

Ali Aziz Efendi ne Prusya sınırında, ne de Berlin’e girişinde mihmandar

tarafından karşılanmamış, kendisine hiçbir tören yapılmamıştı. Ali Aziz Efendi,

781 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 196. Muhib Efendi, Paris’den ayrılırken nadide

şalları rehin bırakarak, Paris esnafından 60 bin frank borç almak zorunda kalmıştı. Kuran, Avrupa’da

Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 63, dipnot: 59. 782 Ibid. , s. 61. Osmanlı Elçilik Binası, o dönemde Paris’in en şık mahallesi olan Saint Dominique

Sokağı’nda bulunuyordu. Osmanlı Elçiliği, “Monaco Konağı” olarak adlandırılan bu binadan 1810’da

ayrılarak, Lille Sokağı’nda bulunan başka bir binaya taşınmıştır. Taner Timur, “1789’dan Günümüze

Paris’te Osmanlı Elçilikleri”, Tarih ve Toplum, S. 93., (Eylül 1991), s. 31-32. 783 Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, s. 185. 784 Anadolu Muhasebesi Kalemi, padişahların ve vezirlerin Anadolu’da bulunan vakıfların

hesaplarının tutulduğu kalemdi. Tımar tezkirelerinin tetkik ve ihraç edilmesi ile Erzurum dışındaki

Anadolu kalelerinin maaş ve berat işleri de burada görülürdü. Anadolu Muhasebesicisi de kalemin

yöneticisiydi. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , s. 341. 785 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 41.

Page 362: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

357

kaldığı otelde 2 gün geçirmesine rağmen Prusya Hükümeti’nden haber gelmemesi

üzerine, Berlin’deki Fransa Büyükelçisi’ne başvurdu. Fransa Büyükelçisi de, Ali

Aziz Efendi’ye tercümanını göndererek, gelişini Prusya Hükümeti’ne bildirmesini

tavsiye etti. Ali Aziz Efendi Fransa Büyükelçisi’nin tavsiyesine uydu. Prusya

Hükümeti yetkilileriyle kurulan temas sonucunda, Ali Aziz Efendi’nin resmi bir

törenle karşılanmamasının nedeni anlaşıldı: Prusya Hükümeti, Ali Aziz Efendi’nin

büyükelçi değil, ortaelçi olduğunu zannetmişti. Yerleşik diplomatik teamüllere göre,

ortaelçiler mihmandar tarafından karşılanmamakta ve kendilerine resmi tören

yapılmamaktaydı. Đstanbul’daki Prusya Büyükelçisi, Ali Aziz Efendi’nin büyükelçi

ünvanı taşıdığını Prusya Hükümeti’ne bildirmemişti.786

Ortada bir yanlış anlama olduğunun anlaşılmasından sonra, Prusya Hükümeti

Ali Aziz Efendi’den özür diledi. Bu şekilde sorunun aşılmasından sonra, 15

Haziran’da Ali Aziz Efendi güven mektubunu, beraberinde getirdiği hediyelerle

birlikte II. Friedrich William’e sunarak görevine resmen başladı.787

Ali Aziz Efendi kısa süren büyükelçiliği sırasında çok önemli bir diplomatik

faaliyette bulunmadı. Elçiliği dönemindeki en önemli diplomatik faaliyeti, Osmanlı

yönetiminin Napolyon’un Mısır seferi nedeniyle yayınladığı beyannameyi 11 Ekim

1798’de Prusya Hükümeti’ne sunmasıdır.788 O sıralarda Fransa ile iyi ilişkilere sahip

olan Prusya Hükümeti beyannameye çok da sıcak bakmadı.

786 Idem. Cevdet Paşa, bu durumu Ali Aziz Efendi’nin diplomasi bilgisinden yoksun olmasına

bağlamaktadır. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., 1626. Ali Aziz Efendi’nin Berlin’e

gelişiyle ilgili olarak ayrıca bkz: Ahmed H. Schmiede, “Prusya Kaynaklarına Göre Giritli Ali Aziz

Efendi’nin Berlin’e Gelişi,” Türk Edebiyatı , S. 224., (Haziran 1992), s. 40-41. 787 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 42. 788 Idem.

Page 363: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

358

Ali Aziz Efendi, önemli bulduğu gazete haberlerinin çevirilerini de

Babıâli’ye iletmiştir.789

Ali Aziz Efendi’yi diğer ikamet elçilerinden ayıran temel husus, büyükelçilik

dönemini siyasi faaliyetlerden çok edebi ve akademik etkinliklerle geçirmesidir. Ali

Aziz Efendi, Berlin’de bulunduğu sırada “Muhayyelat-ı Ledün Đlahi” başlıklı bir

hikâye külliyatı yazmıştır.790

Yurtdışına gönderilen diğer ikamet elçilerinin çoğu gibi Ali Aziz Efendi’nin

de Batı uygarlığına olumlu baktığı anlaşılmaktadır. Berlin’de bulunduğu sırada

Prusya’nın eski Đstanbul Büyükelçisi Von Diez’le temas kurmuştur.791 Önemli bir

Şarkiyatçı olan Von Diez, Ali Aziz Efendi’ye bir mektup göndererek Doğu

edebiyatıyla ilgili bazı soruları cevaplandırmasını dilemişti. Von Diez’in sorularını

cevaplandıran Ali Aziz Efendi, Berlin’de bunaldığını belirterek ondan yeni sorular

sormasını istemişti.

Von Diez’in bir başka mektupla gönderdiği yeni soruları da cevaplandıran

Ali Aziz Efendi, yanıtlarını elçilik tercümanına Fransızca’ya çevirterek bir risale

şeklinde Von Diez’e yolladı. Ali Aziz Efendi risaleyi bastırmak niyetinde

olduğundan, Von Diez’in metni gözden geçirerek gerekli düzeltmeleri yapmasını

istiyordu. Von Diez ise, Ali Aziz Efendi’nin risalesinde Batı felsefesiyle ilgili birçok

eksiklik ve yanlışlık buldu ve gönderdiği mektupta risaleyi bastırmamasını tavsiye

789 Idem. 790 Ercüment Kuran, “Osmanlı Daimi Elçisi Ali Aziz Efendi’nin Alman Şarkiyatçısı Friedrich Von

Diez Đle Berlin’de Đlmi ve Felsefi Muhaberatı”, Belleten, C. XXVI., S. 105., (Ocak 1963), s. 46. Ali

Aziz Efendi’nin sözkonusu eseri, 19. yy’da matbaanın verdiği imkanlar sayesinde çok sayıda basılmış

ve Osmanlı şair ve yazarları tarafından çok okunan bir yapıt olmuştur. Tanpınar, 19 uncu Asır Türk

Edebiyatı Tarihi , s. 26. 791 Kuran, “Osmanlı Daimi Elçisi Ali Aziz Efendi’nin Alman Şarkiyatçısı Friedrich Von Diez Đle

Berlin’de Đlmi ve Felsefi Muhaberatı”, s. 47–50.

Page 364: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

359

etti. Ali Aziz Efendi de Von Diez’in tavsiyesine uyarak risaleyi bastırmaktan

vazgeçti.

Ali Aziz Efendi, daha görev süresinin 1.5 yılını doldurmadan 29 Ekim

1798’de aniden vefat etti ve Berlin’de defnedildi.792 Ali Aziz Efendi’nin vefat

haberinin Đstanbul’a ulaşmasından sonra, Babıâli Berlin’e yeni bir büyükelçi

yollamayı kararlaştırdı. Fakat, Prusya Hükümeti’nin yeni bir büyükelçi

gönderilmesine sıcak bakmaması nedeniyle, Esad Efendi maslahatgüzar olarak

Berlin’e yollandı.793

Ali Aziz Efendi’nin kısa süren büyükelçilik dönemi diplomatik açıdan çok

sönük geçmiştir. Bunun nedenleri siyasal ve kişisel olarak ikiye ayrılabilir:

Siyasal nedenler olarak şunlar belirtilebilir: Osmanlı Đmparatorluğu ile Prusya

arasındaki ilişkiler, daha önce değinilen ittifak antlaşmasının başarısızlığından sonra

eski sıcaklığını ve yoğunluğunu kaybetmişti. Prusya’nın gündeminde Lehistan’ın

paylaşılması meselesi vardı. Ayrıca, 1795’te Fransız karşıtı koalisyondan ayrılan

Prusya, o dönemde Fransa’ya yakın bir politika izlemekteydi.794 Ali Aziz Efendi’nin

büyükelçiliğinin son dönemine denk gelen Temmuz-Ekim 1798 arasında ortaya

çıkan Mısır’ın işgali meselesinde Prusya’nın Fransa’yı desteklediği anlaşılınca,

ili şkilerde soğuma olması kaçınılmazdı.

Ali Aziz Efendi’nin büyükelçilik döneminin çok sönük geçmesinin kişisel

nedenlerine gelince: Ali Aziz Efendi ilk ikamet elçileri içinde siyasi meselelere en

uzak kişiydi. Berlin’deki mesaisini diplomatik faaliyetlerden çok kendi akademik ve

edebi çalışmalarına ayırmıştır. Bu nedenle, Ali Aziz Efendi ilk ikamet elçileri

792 Bu konuda bkz: Ahmed H. Schmiede, “Berlin’de Bir Türk Yatırı [Giritli Ali Aziz Efendi’nin

Mezarı]”, Türk Edebiyatı , S. 144, (Ekim 1985), s. 49–51. 793 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 42–43. 794 Davies, Avrupa Tarihi , s. 770.

Page 365: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

360

arasında kişisel özellikleri bakımından diplomatlığa en az uygun kişi olarak göze

batmaktadır.

d)Viyana Büyükelçiliği (Đbrahim Afif Efendi)

Viyana’ya gitmek üzere 1797 nisanında Đstanbul’dan yola çıkan Đbrahim Afif

Efendi’ye de, Ali Aziz Efendi gibi “Anadolu Muhasebecisi” payesi verilmişti.

Viyana’ya varmasından sonra, Đbrahim Afif Efendi önce 7 Eylül’de Sadrazam’ın bir

mektubunu Avusturya Başbakanı Thugut’a sundu. Daha sonra 13 Eylül’de yapılan

törenle de güven mektubunu Đmparator II. Franz’a sunarak görevine resmen

başladı.795

Đbrahim Afif Efendi’nin Viyana’daki ilk önemli faaliyeti, Fransa ile

Avusturya arasında imzalanan Campo Formio Antlaşması’nı Babıâli’ye bildirmesi

oldu.796

Đbrahim Efendi’nin Viyana’daki en önemli faaliyeti ise, 1798 Osmanlı-Rus

Đttifak Antlaşması’na Avusturya’nın da katılımını sağlamaya çalışmasıdır:

Đbrahim Afif Efendi, Babıâli’den aldığı talimat797 uyarınca sözkonusu ittifak

antlaşmasının metnini Thugut’a takdim ederek, Avusturya’yı da ittifaka katılmaya

çağırdı. Thugut da ittifaka girmeyi vaad ederek, bu hususta Đstanbul’daki

büyükelçileri Herbert’e talimat gönderileceğini söyledi.798 Herbert, aldığı talimat

uyarınca Osmanlı yetkileriyle görüşmeler yaptıysa da, bir sonuç alınamadı.799

795 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 43. 796 Idem. 797 Talimat için bkz: Karal, Fransa-Mısır ve Osmanlı Đmparatorlu ğu, s. 104. 798 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 43. 799 Ibid. , s. 44.

Page 366: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

361

Babıâli, ittifak görüşmelerinin başarısız olmasına rağmen ümidini

kaybetmedi. 1800 eylülünde ittifak antlaşması önerisinin Avusturya Hükümeti’ne

iletilmesi Đbrahim Afif Efendi’ye tekrar emredildi. Đbrahim Afif Efendi öneriyi bir

kez daha iletmesine rağmen, bu defa Thugut’tan kesin bir cevap alamadı.800 Đttifak

meselesi kısa bir süre sonra Fransa ile Avusturya’nın barış antlaşması imzalaması

nedeniyle gündemden tamamen çıktı.

Đbrahim Afif Efendi, görevi süresince diğer ülkelerin Viyana’da bulunan

diplomatik temsilcileriyle de temaslar yürüttü:

Bu çerçevede, Babıâli’den gelen talimatlar uyarınca Đstanbul’daki Đsveç elçisi

Mouradgea d’Ohsson’un ve Đspanya Maslahatgüzarı Bouligny’nin görevden

alınmaları hususunu Viyana’daki Đsveç ve Đspanya diplomatları aracılığıyla

hükümetlerine iletti.801 Her iki diplomat da, Fransa yanlısı görüş ve faaliyetleri

nedeniyle Babıâli’nin tepkisini çekmekteydiler. Đbrahim Afif Efendi’nin de

katkılarıyla, Mouradgea d’Ohsson ve Bouligny görevlerinden alınarak yerlerine yeni

atamalar yapıldı.

Đbrahim Afif Efendi, Adriyatik kıyılarına yerleşen Fransız kuvvetlerine karşı

savaşan Osmanlı ve Rus donanmalarını ihtiyaçlarının karşılanmasıyla da meşgul

oldu. Bir defasında, iki fırkateynin levazımının tedarik edilmesi için Trieste’ye bizzat

gitti.802

Đbrahim Efendi’nin Viyana büyükelçisi olarak bir diğer önemli görevi de,

Babıâli’yle Londra, Paris ve Berlin’de bulunan elçiler arasındaki muhaberatı

800 Idem. 801 Ibid., s. 44–45. 802 Ibid. , s. 45.

Page 367: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

362

sağlamasıydı. Viyana’nın Avrupa’nın merkezinde olması nedeniyle, sözkonusu

muhaberat oradaki Osmanlı Büyükelçiliği vasıtasıyla yapılıyordu.803

Đbrahim Afif Efendi de Viyana’da duyduğu haberleri ve gazete havadislerini

Babıâli’ye düzenli olarak iletti. 804

Viyana’daki görev süresini 1800 eylülünde dolduran Đbrahim Afif Efendi

Đstanbul’a dönüş için Babıâli’den izin aldı. Yerine tercümanı Dibalto’yu

maslahatgüzar olarak bırakarak, 1800 yılı sonlarında Viyana’dan ayrıldı.805

Đbrahim Afif Efendi’nin büyükelçiliği hayli sönük geçmiştir. Bunun temel

nedeni, iki ülke arasındaki ilişkilerde yukarıda belirtilen ittifak görüşmeleri dışında

kayda değer bir gelişme olmamasıdır. Avusturya Hükümeti’nin görüşmeleri

Đstanbul’daki büyükelçileri kanalıyla yürütmek istemeleri de, Đbrahim Efendi’nin

önemli bir rol oynamasını engellemiştir.

4-Sürekli Diplomasi’nin Kesintiye Uğraması

Abdurrahim Muhib Efendi’nin 1811’de görevini tamamlayarak Fransa’dan

ülkeye dönmesinden sonra, Osmanlı Đmparatorluğu’nun yurtdışında görev yapan

hiçbir büyükelçisi kalmadı. Zaten, Londra ve Viyana elçiliklerine 1800’den, Berlin’e

ise 1798’den beri büyükelçi atanmamıştı.

Son olarak Paris elçiliğinin de eklenmesiyle, bütün elçiliklerde diplomatik

temsilcilik görevi maslahatgüzarlara bırakıldı. Maslahatgüzarların çoğunluğunu da

Fenerli Rumlar oluşturuyordu. Maslahatgüzarlar temsil seviyeleri düşük olmasına

rağmen, büyükelçilerin bazı görevlerini yerine getirdiler. Bu görevlerin başında,

bulundukları ülke hakkındaki haberleri Babıâli’ye iletmek geliyordu.

803 Idem. 804 Idem. 805 Idem.

Page 368: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

363

Diplomatik temsilin Londra, Viyana ve Berlin’de yaklaşık 20, Paris’de ise 10

yıl maslahatgüzarlarla yürütüldüğü dönem, 1821’de II. Mahmut’un bütün elçilikleri

kapatma kararı alması nedeniyle sona erdi. Elçiliklerin 1821’den 1834’te tekrar

açılmaya başlamasına kadarki dönemde, Osmanlı Đmparatorluğu büyük ölçüde ad

hoc diplomasiye geri döndü.

a)Sürekli Diplomasi’nin Kesintiye Uğramasının Nedenleri

i)Avrupa Diplomasisine Duyulan Güvensizlik

Osmanlı yöneticileri 1792’de Yaş Antlaşması’nın imzalanmasının ardından,

Đmparatorluğu, içteki reform çalışmalarını yürütmek için ihtiyaç duydukları barış

dönemine sokabilmeyi başarmışlardı. Fransız Devrimi nedeniyle Avrupa’nın kendi iç

sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalması da, Osmanlı yöneticilerine dışta bir

süreliğine çok büyük gailelerle uğraşmadan içe dönebilme imkanı vermişti. Fakat,

1798’de Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle, Babıâli hiç beklemediği bir anda

kendisini dış tehditle karşı karşıya bulmuştu. Tarafsızlık ve barış siyasetinin

mecburen sona ermesine neden olan bu gelişme sonucunda, Osmanlı Đmparatorluğu

tekrar ittifak politikasına dönmek zorunda kalmıştı.

1790’ların başlarında izlenen ittifak politikasının başarılı olamaması ve

Osmanlı ricalinin Avrupa diplomasisinin oynak ve kaypak yapısıyla tanışması, kötü

bir deneyim yaşanmasına yol açmıştı. 1790’ların sonundan, 1810’ların ortalarına

kadar geçen dönemde de, sürekli değişen iç ve dış konjonktür nedeniyle farklı ittifak

ve yakınlaşma arayışlarına giren Osmanlı yöneticileri, ilk dönemdeki gibi kötü

sonuçlarla karşı karşıya kaldılar. Avrupa’nın büyük güçlerinin, Osmanlı

Đmparatorluğu’na karşı diplomatik oyunlarla ikiyüzlü politikalar izlemesi, Osmanlı

yöneticilerinde Avrupa tarzı diplomasiye karşı bir güvensizlik yarattı.

Page 369: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

364

Đlk ikamet elçileri, diplomatik oyunlarla en fazla karşı karşıya kalan Osmanlı

görevlilerinin –doğal olarak- başında gelmekteydiler. Seyyid Ali Efendi’nin Mısır’ın

işgali meselesinde Talleyrand tarafından kandırılması örneğinde en belirgin biçimde

görüldüğü gibi, ilk ikamet elçileri sürekli olarak Avrupalı mahir diplomatların

aldatma girişimleriyle karşı karşıya kaldılar. Bu durum, Osmanlı yöneticilerinde

Avrupa tarzı diplomasiye karşı duyulan güvensizliği daha da arttırdı. Avrupa tarzı

diplomasiye karşı duyulan güvensizliğin artması, Osmanlı tarihi boyunca ilk kez

girişilen sürekli diplomasi uygulamasının daha fazla devam ettirilmemesinde –

kaçınılmaz biçimde- etkili oldu.

ii)Avrupa Devletleri’nin Tutumuı

Babıâli, ilk ikamet elçiliklerinin açılmasıyla, yüzyıllardır Avrupa ülkeleriyle

ili şkileri temelde Đstanbul’daki Avrupa diplomatik temsilcilikleri üzerinden yürütme

politikasını/uygulamasını terk etmek istiyordu. Avrupa’da açılan ikamet elçilikleri,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sözkonusu ülkelerle ilişkilerinin yürütülmesinde yeni

(ikinci) kanal olacaktı. Fakat, Osmanlı ikamet elçilikleri bu amacı/işlevi yerine

getiremediler. Çünkü, Avrupa hükümetleri Osmanlı ikamet elçilikleriyle açılan yeni

kanalı kullanmakta isteksizlik duydu. Sözkonusu elçiliklerin açılmasından sonra

ortaya çıkan gelişmeler de bu kanalları işlevsizleştirdi.

Gerçekten de, Osmanlı yönetiminin ikamet elçilikleri açtığı Avrupa

ülkelerinin hükümetleri başta memnuniyet duydularsa da, elçiliklerin yukarıda

belirtildiği gibi yeni bir kanal olma işlevlerini yerine getirme çabalarını pek de hoş

karşılamadılar. Osmanlı elçilerinin mütekabiliyet esasını ileri sürmeleri ve ülke

çıkarlarını korumak amacıyla ellerinden geldiğince çıkışlar yapmaları diplomatik

krizlere de sebebiyet vermekteydi. Avrupalı yöneticilerin Osmanlı elçilerini

Page 370: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

365

manipüle etme girişimleri de çoğu zaman sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine, Avrupa

hükümetleri Osmanlı Đmparatorluğu’yla ili şkilerini -eskiden olduğu gibi-

Đstanbul’daki elçileri vasıtasıyla yürütmeye, böylece kendi başkentlerindeki Osmanlı

elçilerini de etkisizleştirmeye/işlevsizleştirmeye çalışmak yolunu seçtiler. Bu

çerçevede, Avrupalı yetkililer, önemli meselelerde, Đstanbul’daki elçilerinin Osmanlı

yöneticileriyle -başta Sadrazam ve Reisülküttap olmak üzere- doğrudan temasa

geçmesini tercih ettiler.

Özellikle Fransa’yla ilişkilerde görüldüğü gibi, Osmanlı elçileri, Osmanlı

Đmparatorluğu’yla ilgili bir mesele ortaya çıktığında, bulundukları ülkenin

yöneticileriyle çok uzun dönemler görüşme imkânı dahi bulamadılar. Seyyid Ali

Efendi, Halet Efendi ve Muhib Efendi’nin büyükelçilik görevlerini çok uzun

dönemler fiilen yapamadıkları hatırlanırsa, ilk ikamet elçilerinin görevlerini yerine

getirmede karşı karşıya kaldıkları zorluklar daha iyi anlaşılacaktır.

Đlk ikamet elçiliklerinin işlevlerini yerine getirememesinde, Fransa’nın

Mısır’ı işgaliyle girilen süreç de etkili olmuştur. Fransa’ya karşı Đngiltere ve Rusya

ile birlikte yürütülen savaş, Osmanlı Đmparatorluğu’nun diplomatik faaliyetlerinin

odak noktasının kaçınılmaz olarak Osmanlı coğrafyasına kaymasına neden oldu.

Savaş nedeniyle diplomasinin çok daha gündelik bir niteliğe bürünmesi sonucunda,

diplomatik temaslar aciliyet kazandı. Đlk ikamet elçileriyle muhabere imkânları zaten

iyi olmayan Osmanlı yöneticileri, müzakereleri daha çok Đstanbul’daki yabancı

elçilikler vasıtasıyla yürütmek zorunda kalmıştır. Bu da, ilk ikamet elçiliklerinin

işlevlerini kaybetmesinde hayli etkili olmuştur.

Böylece, Babıâli ilk ikamet elçiliklerine verdiği önemi tedrici bir biçimde

azalttı. Üstelik, Muhib Efendi döneminde Fransa’yla ittifak antlaşması imzalanması

meselesinde görüldüğü gibi, Osmanlı elçileri Babıâli tarafından verilen önemli

Page 371: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

366

görevlerde başarılı da olamamışlardı. Başarısızlık da, Babıâli’nin Muhib Efendi’yle

muhaberatı uzun bir süre kesmesi gibi kötü bir durumun ortaya çıkmasına neden

olmuştu. Babıâli, yeni ikamet elçileri atamama kararı alırken bu gibi

“başarısızlıklardan” etkilendi.

iii)Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đç Sorunları

-Genel Sorunlar

Osmanlı Đmparatorluğu’nun iç siyasetindeki gelişmeler de sürekli

diplomasinin kesintiye uğramasında etkili oldu. 1792’de Rusya’yla savaşın sona

erdirilmesinden sonra Nizam-ı Cedit dönemini başlatan III. Selim, birçok alanı

kapsayan hızlı bir reform programını uygulamaya sokmuştu. Fakat, III. Selim’in

reformları daha sonuçları bile tam olarak alınamadan rafa kaldırılmaya başladı.

Zira, 1798’de Mısır’ın işgal edilmesi, reformları uygulamak için Osmanlı

yönetimine gerekli olan barış ortamını ortadan kaldırmıştı. Ayrıca, Vahabi isyanının

bir türlü bastırılamaması, Balkanlar’da milliyetçi fikirlerin kök salması ve bunun ilk

sonucu olarak 1804’de Sırpların isyan etmesi Osmanlı yönetimini daha da büyük

sıkıntılara soktu. Bu gelişmelere paralel olarak, ayanın hızla güç kazanmaları

sonucunda merkezi yönetimden bağımsızlaşmaları da, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

içten parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açmıştı.806

Đmparatorluğun karşı karşıya kaldığı tehlikeler, Osmanlı yönetiminin

mecburen iç sorunlara yönelmesine sebep oldu. Osmanlı yönetimi dikkatini,

enerjisini ve kaynaklarını iç sorunlara odaklamaya başladı. Đkamet elçiliklerine

ayrılan dikkat, enerji ve kaynaklar kaçınılmaz biçimde çok daha az olacaktı. Aslında

bu durum, Đmparatorluğun, birliğini, hatta mevcudiyetini korumak için diplomasiye

806 Ayanın merkezi yönetim aleyhine güç kazanmalarıyla ilgili olarak bkz: Shaw, Between Old and

New, s. 211–246 ve 283–317.

Page 372: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

367

daha fazla ihtiyaç duymakta olmasıyla çelişmektedir. Yine de, Avrupalı güçlerle

ili şkiler eskiden olduğu gibi Đstanbul’daki elçilikleri vasıtasıyla sürdürülebilirdi.

Dolayısıyla, ikamet elçiliklerine önem verilmemesiyle ortaya çıkacak olumsuzluk bir

şekilde telafi edilebilirdi.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun 19. yüzyıl başlarında karşı karşıya kaldığı bu

sıkıntılar, Nizam-ı Cedit reformlarının kesintiye uğramasına neden oldu. Daha da

önemlisi, III. Selim ve Osmanlı yönetimi içindeki reformcu kadrolar prestij kaybına

uğradılar. III. Selim, Nizam-ı Cedit karşıtı güçlere daha fazla taviz vermek zorunda

kaldı: Halk üzerindeki etkilerini, dinsel temaları da kullanarak hızla arttıran reform

karşıtı muhafazakâr muhalefet, yönetim aygıtı içinde yeni mevziler kazandı. III.

Selim de, ülkenin birliğini ve kendi saltanatını koruyabilmek için, muhafazakâr

kesimlerin Nizam-ı Cedit karşıtı isteklerini belli ölçüde de olsa yerine getirdi.

Muhafazakâr kesimler, devlet yönetiminde reformcuların aleyhine etkinliklerini

tedrici bir biçimde arttırdılar.807

Sözkonusu gelişme, Nizam-ı Cedit reformlarının önemli bir parçası olan

sürekli diplomasi uygulamasının büyük bir darbe yemesine yol açtı. Daha önce de

vurgulanmaya çalışıldığı gibi, sürekli diplomasiye geçilmesinin en önemli

nedenlerinden biri de, Avrupa’nın üstünlüğünü sağlayan unsurların neler olduğunun

incelenmesi ve bu unsurların -en azından bir kısmının- Osmanlı Đmparatorluğu’na

getirilmesiydi. Bizatihi reform girişimlerinin ve düşüncesinin geri plana itildiği bir

ortamda, sürekli diplomasi uygulamasından beklenen bu işlev anlamını kaybetmişti.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun 1768–1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan beri mali

vaziyetini bir türlü düzeltememesi, sürekli diplomasi uygulamasının kesintiye

uğramasında bir ölçüde de olsa etkide bulundu. Daha önce belirtildiği gibi,

807 Ibid. , s. 367–377.

Page 373: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

368

Avrupa’ya gönderilen ikamet elçilerinin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de,

mali kaynaklarının yetersizliğiydi. Zaten mali açıdan sıkıntılar çeken ve Nizam-ı

Cedit reformları çerçevesinde özellikle askeri alanda büyük harcamalar yapan

Babıâli’nin yukarıda belirtilen işgal ve isyanlar nedeniyle mali vaziyeti daha da

bozulmuştu. Üstelik, ayanın güç kazanarak taşradaki mali kaynaklara el koymaları,

merkezi yönetimin mali sıkıntılarını büsbütün arttırmıştı.

Đlk ikamet elçiliklerinin temsil seviyesinin büyükelçilik düzeyinde olması,

Babıâli’ye belli bir mali külfet getirmekteydi. Mali vaziyetin kötüleşmesi, en çok

önem verilen askeri harcamalar dururken ikamet elçilikleri gibi “tali” bir alana

kaynak aktarılmasının sorgulanmasına yol açacaktı.

-Yunan Đsyanı

Temsil düzeyi maslahatgüzarlığa indirilen Osmanlı ikamet elçiliklerinin

tamamen kapatılmasına neden olan gelişme Yunan Đsyanı’dır. 1820 sonlarında Eflak

ve Boğdan’da başlayan isyan, 1821’de Mora’ya sıçradı ve Babıâli için büyük bir

sorun haline geldi. Đsyan hazırlıkları hakkında gerek yabancı kaynaklardan gerek

yerel yöneticilerden çeşitli uyarılar gelmesine rağmen,808 Osmanlı yöneticileri

hazırlıksız yakalandılar. Đsyanı bastırmak isteyen Osmanlı yöneticileri

hazırlıksızlıklarının da etkisiyle çok sert tedbirler almaya çalıştılar. Hatta, isyan

haberinin alınmasıyla çok hiddetlenen II. Mahmut, Đmparatorluk topraklarında

yaşayan bütün Rumların katledilmesi yönünde bir emir verdiyse de, Şeyhülislam ve

Sadrazam’ın araya girmesiyle emir geri alındı. Bunun yerine, sadece sorumluların

bulunarak ağır bir şekilde cezalandırılmaları kararlaştırıldı.809

808 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. VI., s. 2723-2728. 809 Ibid. , s. 2743-2744.

Page 374: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

369

II. Mahmut’un verdiği “Rumların katledilmesi emri”, uygulanmamasına

rağmen Osmanlı ricalinin Osmanlı Đmparatorluğu’nda yaşayan Rumlara duyduğu

tepkiyi göstermesi açısından önemlidir. Đsyanın başlamasından sonra başta Rum-

Ortodoks Patriği olmak üzere birçok Rum idam edilmiştir. Đsyanın liderliğini önemli

Fenerli Rum ailelerine mensup kişilerin yapması, Osmanlı yöneticilerinin hiddetini

daha da artırmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi, Fenerli Rum ailelerine mensup

kişiler yaklaşık 100 yıldan beri Eflak ve Boğdan beyleri olarak atanmaktaydılar.

Ayrıca, Divan-ı Hümayun Tercümanlığı başta olmak üzere, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun dışişleriyle ilgili tercümanlık makamları da Fenerli Rum ailelere

mensup kişiler tarafından doldurulmaktaydı. Đlk ikamet elçiliklerindeki tercümanlar

da Rumlardan seçilmişti.

Đsyanın liderliğinin Osmanlı sistemine bu derece eklemlenmiş kişiler

tarafından yapılması, Rumlara duyulan güvensizliği daha da arttırdı. Bunun

sonucunda, devlet hizmetinde çalışan Rumların çoğunun görevden uzaklaştırılması

kararı alındı. Rumların en fazla istihdam edildiği alanın –donanma dışında-

tercümanlık olduğu dikkate alınırsa, tasfiyenin doğrudan Osmanlı diplomasi

teşkilatını etkilemesi kaçınılmazdı. Nitekim, isyanın liderliğini yapan Fenerli Rum

ailelerden Ipsilantilerle akraba olan Divan-ı Hümayun Tercümanı Kostaki Bey

(Constantine Mourouzi), isyancılarla bağlantısı tesbit edilerek idam edildi.810 Kostaki

Bey’in yerine Mühendishane’de öğretmenlik yapan Bulgarzade Yahya Efendi811 ve

oğlu Ruhu’l Din Efendi, Rumca ve Fransızca belgeleri tercüme etmek ve 1 ya da 2

yardımcıyı eğitmek amacıyla tayin edildiler. Fakat, bu atamalarla istenilen sonucun

810 Ibid. , s. 2758-2759. 811 Ortaylı, Yahya Efendi’nin ihtida etmiş bir gayrı-Müslim olduğunu belirtmektedir. Đlber Ortaylı,

“Osmanlı Diplomasisi ve Dışişleri Örgütü”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.

I., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1985, s. 278.

Page 375: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

370

alınamayacağı görüldüğünden, güvenilir bir kişi olduğu düşünülen Rum Stavraki

Aristarchi, kısa bir süre sonra Divan-ı Hümayun Tercümanlığı’na getirildi.

Aristarchi, Yahya Efendi tarafından denetlenecekti.812

Đşlerin yürümemesi nedeniyle mecburen yapılan bu atama da kısa süreli

olmuş, Aristarchi Efendi 1822 Nisanında azledilerek sürgüne gönderilmiştir.813 Bu

tarihten sonra hiçbir Rum, Divan-ı Hümayun Tercümanlığı görevine getirilmedi.

Kendilerine duyulan güvensizliğin büyüklüğü gözönüne alındığında,

Rumların devlet hizmetinden tasfiyesinin sınırlı kalması düşünülemezdi. Daha önce

de belirtildiği gibi, Avrupa ülkelerinde bulunan Osmanlı elçiliklerinde görev yapan

maslahatgüzarların çoğu Rum’du. Üstelik, Rum görevlilerin bir kısmının Avrupalı

güçlerle ve Rum isyancılarla bağlantısı olduğu düşünülüyordu. Bu düşünce -Seyyid

Ali Efendi’nin baştercümanı Codrika’nın Fransa hesabına casusluk yaptığı

hatırlanırsa- pek de yersiz değildi. Yunan Đsyanı başlayınca, Rum maslahatgüzarların

yanlış haberler gönderdiğinin anlaşılması, bardağı taşıran son damla oldu.814 II.

Mahmut, Rum maslahatgüzarları da azletti ve ikamet elçiliklerini kapattı.

Burada, II. Mahmut’un, azlettiği Rum maslahatgüzarlar yerine Müslüman

maslahatgüzarlar atayarak, yani ikamet elçiliklerini kapatmadan sürekli diplomasi

uygulamasına neden devam etmediği sorusu akla gelmektedir:

Bunun nedeninin; sürekli diplomasi uygulamasından yeterli verimin

alınamaması dışında, Rumların Osmanlı diplomasisinin yürütülmesindeki asli

işlevlerinin o anda ikame edilememesi olduğu ileri sürülebilir. Đlk ikamet elçilerinin

faaliyetleri bahsinde belirtildiği gibi, büyükelçilerin ve maiyetlerinde yer alan

Müslüman memurların yabancı dil ve diplomatik usülleri bilmemeleri nedeniyle,

812 Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 114. 813 Idem. 814 Kuran, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu, s. 64.

Page 376: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

371

Rum tercümanlar diplomatik faaliyetlerin her aşamasında çok önemli rollere

sahiptiler. Büyükelçilerin, faaliyetlerini tercümanları olmadan yürütmesi mümkün

değildi. Yunan Đsyanı’nın başlamasından sonra, Đstanbul’da bulunan Rum

memurlarların çoğu görevden alınmıştı. Rumlara duyulan genel güvensizlik sonucu,

yerlerine yeni Rum memurların atanması da artık sözkonusu olamazdı. Osmanlı

yönetici sınıfı içinde yabancı dil ve diplomatik usülleri bilen Müslümanların

neredeyse hiç olmaması, Babıâli’yi ikamet elçiliklerinde istihdam edilebilecek insan

kaynağından mahrum bırakmaktaydı. Üstelik, yabancı dil bilgisine sahip sınırlı

sayıdaki Müslüman da, Nizam-ı Cedit reformları çerçevesinde açılan Mühendishane

ve Topçu Okulu gibi yerlerde kullanılmaktaydı. Dolayısıyla, ikamet elçiliklerinin

faaliyetlerini yeni atamalarla sürdürebilmeleri hayli zordu.

b)Sürekli Diplomasi’ye Geçişin Osmanlı Diplomasisi’ne Etkileri

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasi uygulaması -özellikle

büyükelçilik düzeyinde- hayli kısa sürdüyse de, Osmanlı diplomasisine -bazıları orta

ve uzun vadede görülecek- etkiler yapmıştır:

i)Diplomasi Anlayışının Değişmesi

Sürekli diplomasiye geçiş Osmanlı yöneticilerinin diplomasi anlayışını geri

döndürülemez bir şekilde değiştirmiştir. Bu dönemde, artık Osmanlı

Đmparatorluğu’nun üniversalist büyüklük anlayışı ve söylemi kesin olarak ortadan

kalkmıştır. Sürekli diplomasiye geçişin hemen öncesinde belirginleşen bu durum,

aslında sürekli diplomasiye geçişin de bir nedenidir. Sürekli diplomasiye geçiş de,

sözkonusu kadim diplomasi anlayışının terk edilmesini hızlandırmıştır.

Page 377: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

372

Osmanlı yöneticileri, önce ittifak politikası uygulamaya çalıştıkları dönemde

karşı karşıya kaldıkları Avrupa diplomasisinin oynak zeminine, ilk ikamet elçilerinin

faaliyetleri sırasında bir kez daha şahit olmuşlardır. Özellikle, Paris’e gönderilen

Osmanlı elçilerinin yaşadıkları sıkıntılar, Osmanlı yöneticilerinin Avrupa

diplomasisinin “mahiyeti”yle çok daha yakından tanışmalarına neden olmuştur. 18.

yüzyılın sonunda Đstanbul’daki diplomatik hareketliliğin yarattığı tecrübeye paralel

biçimde, ilk ikamet elçilikleri de Osmanlı yöneticilerinin Avrupa diplomasisi

hakkında bilgi edindikleri ikinci kanal olmuştur.

Osmanlı yöneticilerinin çağdaş diplomasiyle tanışmaları sıkıntılı sonuçlar

doğurduysa da, bu süreç Osmanlı diplomasisinin olgunlaşmasına ve dış politikasının

rasyonelleşmesine de olumlu ve önemli katkılar yaptı. Osmanlı yöneticileri, Avrupa

diplomasisinin “yalan”, “aldatma” ve “oyalama” gibi yöntemleriyle karşı karşıya

kalarak “mağdur” oldular. Ancak, Osmanlı yöneticileri de sözkonusu yöntemleri

Avrupalılara karşı kullanmaya başladılar. Örneğin, 1797’de Fransa’nın Osmanlı

Đmparatorluğu’nu kendi yanına çekme girişimleri oyalama taktikleriyle

savuşturulabilmişti.815 Babıâli, 1792 sonrasında titizlikle izlemeye çalıştığı tarafsızlık

politikası çerçevesinde Avrupa’nın büyük güçlerinden gelen ittifak tekliflerini

diplomatik manevralarla savuşturabilmekte hayli başarılı olmuştu. Eğer, Fransa

Mısır’ı işgal ederek, Osmanlı Đmparatorluğu’nu Đngiltere ve Rusya ile ittifak kurmak

zorunda bırakmasaydı, Babıâli diplomatik manevraların yardımıyla muhtemelen

tarafsızlık politikası izlemeye devam edecekti. Ortaylı’nın ifade ettiği gibi, “kritik

815 Cevdet Paşa, Fransa’nın ittifak teklifinin “Đstanbul’da yeni icad edilen diplomat diliyle bazı

anlaşılmaz sözlerle geçiştirildi ğini” belirtmektedir. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. III., s.

1646.

Page 378: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

373

dönemlerde müzakere ve oyalama politikası da Osmanlı diplomasisinin bir taktiği

olarak gelişti.” 816

Sürekli diplomasiye geçişle birlikte, mutlak üstünlük anlayışının ve

söyleminin yerini, mütekabiliyet ve eşitlik almaya başlamıştır. Zaten, 1792’de III.

Selim tarafından Reisülküttaplığa getirilen Mehmet Raşid Efendi de, Avrupa

devletleriyle ilişkilerin devletlerarası hukuk kuralları çerçevesinde mütekabiliyet

esasına göre belirlenmesini Osmanlı yönetimine kabul ettirmişti.817 Đlk Osmanlı

ikamet elçilerinin faaliyetleri kısmında belirtildiği gibi, Osmanlı büyükelçileri sürekli

olarak mütekabiliyet esasını ön plana çıkarmaya çalışmışlardı. Mütekabiliyet ve

eşitlik esaslarının vurgulanması, hiç kuşkusuz Osmanlı Đmparatorluğu’nun ikamet

elçilikleri açmasıyla doğrudan ilişkiliydi. Çünkü, artık Babıâli’nin de Đstanbul’daki

yabancı elçilerle aynı haklara sahip olmasını istediği elçileri bulunmaktaydı.

ii)Yabancı Elçilere Muamelenin Değişmesi

Sürekli diplomasiye geçiş, yukarıda belirtildiği gibi, Đstanbul’daki yabancı

elçilere uygulanan teşrifat kurallarında ve yapılan muamelede de değişikler yarattı:

Sözkonusu değişimin kendisini ilk gösterdiği alan, tayinat usülünün

kaldırılmasıdır. Yusuf Agâh Efendi’nin Londra büyükelçiliğine atanması, Osmanlı

hazinesine ağır yük getiren tayinat usülünün kaldırılması için büyük bir fırsat olarak

görülmüştü. Tezin ilgili kısmında belirtildiği gibi, yola çıkmadan önce, Đngiltere

Hükümeti’den para kabul etmemesi Yusuf Agâh Efendi’ye sıkıca tenbih edilmişti.

Tam da bu sırada, tayinat usulünün kaldırıldığı açıklandı ve Đngiltere’nin Đstanbul

816 Ortaylı, “Osmanlı Diplomasisi ve Dışişleri Örgütü”, s. 279. 817 Yalçınkaya, “Bir Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul,” s. 666. Mehmet Raşid Efendi ve

faaliyetleri için ayrıca bkz: Mehmet Ali Yalçınkaya, “Türk Diplomasisinin Modernleşmesinde

Reisülküttab Mehmed Raşit Efendi’nin Rolü”, OTAM , C. XXI, (2001), s. 109–134.

Page 379: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

374

büyükelçisi olarak Ainslie’nin yerine atanan Liston tayinat verilmeyen ilk büyükelçi

oldu.818

Daha önce de belirtildiği gibi, 18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı

yöneticileri özellikle Batılı ülkelerin diplomatik temsilcilerine eskisine nazaran daha

iyi muamele etmeye başlamışlardı. Batılı diplomatik temsilcilere yapılan

muameledeki olumlu değişim, sürekli diplomasiye geçildiği dönemde çok daha

belirginleşmiştir. Elbette, sözkonusu değişimi sadece sürekli diplomasiye geçilmiş

olmasına bağlamak doğru olmayacaktır. Değişim, Osmanlı Đmparatorluğu’nun eski

gücünü kaybetmesi ve birliğini hatta, mevcudiyetini korumak için Batılı büyük

güçlere her geçen gün daha bağımlı hale gelmesinin bir sonucudur. Fakat, sürekli

diplomasiye geçilmesiyle, Osmanlı Đmparatorluğu ile Batılı ülkeler arasında her iki

tarafın da birbirlerinde sürekli diplomatik temsilcilikleri olması anlamında tam bir

denklik meydana gelmiştir. Seyyid Ali Efendi’nin Paris’ten ayrılmasına izin

verilmemesi örneğinde açık bir biçimde görüldüğü gibi, artık Babıâli’nin

Đstanbul’daki elçilere karşı her fiili hemen karşılık bulacaktır.

Batılı elçilere yönelik kadim Osmanlı geleneğinden gelen ve Osmanlı

Đmparatorluğu’nun büyüklüğünü elçilerin aşağılanmasıyla vurgulamayı esas alan

teşrifat kurallarının ve uygulamalarının, III. Selim devriyle birlikte büyük oranda

yumuşatılmaya başladığı görülmektedir. Artık, elçiler artık çok daha iyi muamele

görüyorlar, kabul merasimlerinde “onur kırıcı” ve “aşağılayıcı” uygulamalara daha

az yer veriliyordu.

Bu durum, sadece Osmanlı yöneticilerinin uygulamaları yumuşatma

tercihleriyle de ilgili değildi. Osmanlı Đmparatorluğu’nun gün geçtikçe zayıfladığını

ve Avrupalı büyük güçlere muhtaç hale geldiğini gören Batılı elçiler de, eski teşrifat

818 Yalçınkaya, “Bir Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul,” s. 664.

Page 380: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

375

uygulamalarının değiştirilmesini sıklıkla talep etmeye başladılar. Yabancı elçilerin

bazı durumlarda büyük diplomatik krizler çıkartan talepleri Osmanlı yöneticilerinin

tavizler vermesiyle sonuçlandı.819 Bunun da ötesinde, Babıâli, yabancı elçilerin kimi

zaman diplomatik teamüllere uymayan kaba ve küstahça davranışlarına da katlanmak

zorunda kalmaya başladı.820

Osmanlı yöneticilerinin sürekli diplomasiye geçişle birlikte Avrupa tarzı

diplomatik uygulamaları benimsemeye başladıklarının en önemli göstergelerinden

biri de, elçilerin hapsedilmesi usülünün terk edilmesidir. Daha önce de belirtildiği

gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’yla herhangi bir ülke arasında savaş çıkması

durumunda, o ülkenin elçisi ve maiyetindekiler savaş sona erenceye kadar

Yedikule’de hapsedilmekteydiler. Avrupa ülkelerinin tepkisini çeken ve dönemin

diplomatik teamüllerine de aykırı olan bu uygulamaya 1806’da son verildi. O yıl

819 Örneğin, 1796 sonlarında Đstanbul’a gelen Fransa Büyükelçisi Aubert Dubayet’in, güven

mektubunu sunması sırasında uygulanacak teşrifat kurallarıyla ilgili istekleri Babıâli’de büyük bir

şaşkınlık yarattı. Çünkü, Dubayet Osmanlı Sarayı’na büyük bir askeri alayla ve mızıka çaldırarak

girmek istiyordu. Dubayet, ayrıca huzura kabulü sırasında kapıcıbaşıların kendisinin ve

maiyetindekilerin koluna girmemesi gibi isteklerde de bulundu. Osmanlı yöneticileri, geleneksel

teşrifat kurallarının sadece Padişah’ın hatt-ı hümayunuyla değişebileceğini bildirerek Dubayet’in

taleplerini reddetiler. Elçi eski kurallara uymayı kabul ettiyse de, saraya girişi sırasında “oldu bittiler”

yaparak, isteklerinin fiilen gerçekleşmesini sağladı. Huzura kabul töreninde de buna benzer “oldu

bittiler”le karşılaşmak istemeyen Osmanlı yöneticileriyle Dubayet arasında tören sırasında

uygulanacak kurallarla ilgili yazılı bir anlaşma yapıldı. Dubayet, bu sayede isteklerinin bir kısmını

resmen kabul ettirmeyi başardı. Böylece, elçilerini “küçük düşürücü” olarak algılanan geleneksel

Osmanlı teşrifat uygulamalarından kurtaran ilk devlet Fransa oldu. Karateke, Padişahım Çok Yaşa!,

s. 130-137. Fakat, yabancı elçiler için yapılan törenlerde uygulanan geleneksel teşrifat kurallarının

neredeyse tamamen ortadan kalkması II. Mahmut ve Abdülmecit devirlerinde olacaktır. 19. yüzyılın

ortalarından itibaren, Osmanlı Đmparatorluğu’nun teşrifat kuralları, Avrupa ülkelerinde uygulananlarla

çok büyük oranda benzeşecektir. 820 Örneğin, 1799’da Rusya ve Đsveç elçilerinin Süleymaniye Camii’ne yaptıkları ziyaret sırasında Rus

elçisinin yere tükürmesi medrese öğrencilerini çok sinirlendirmiş, öğrenciler elçiyi camiden zorla

çıkarmışlardı. Bu olay nedeniyle Rusya Hükümeti’yle bir kriz yaşanmasını istemeyen Osmanlı

yöneticileri telaşlanmış, elçiyi camiden çıkartan medrese öğrencileri tutuklanarak dövülmüş, bir kısmı

da sürgüne gönderilmişti. Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. IV., s. 1798.

Page 381: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

376

başlayan Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle Rusya’nın Đstanbul Büyükelçisi

Ditaninski’nin Yedikule’ye hapsedilmesi sözkonusuyken, Fransa Büyükelçisi

Sebastiani’nin Babıâli nezdindeki girişimleri sonucunda bundan vazgeçilmiştir.

Ditaninski, Babıâli’ye çağrılarak, kendisine iyi muamale edilmiş ve 10 gün içinde

ülkeden ayrılması istenmiştir.821

Babıâli, Avrupa’da egemen olan diplomatik kurallara uyma konusunda çok

kısa sürede önemli adımlar atmıştır. Nitekim, 1815 Viyana Kongresi’nde diplomatik

temsil ile ilgili olarak alınan kararlar –Kongre’ye temsilci gönderilmemesine

rağmen- Osmanlı yöneticileri tarafından benimsenerek uygulanmaya başlamıştır.

Karateke’nin belirttiği gibi,822 “elçilere yönelik törenlerde uluslarüstü düzenlemelere

uymuş olmak, ister istemez Osmanlı Devletinin bu çeşit merasimlerde ve uluslararası

protokolde rasyonalizasyonu anlamına gelmişti.”

Batılı elçilere gösterilen ilgi ve saygının artışı, elçilerin Osmanlı

yöneticileriyle çok daha doğrudan ve yakın ilişkiler kurabilmesini sağlamıştır.

Kendilerine gösterilen saygı ve ilginin hem bir nedeni, hem de sonucu olarak, Batılı

elçiler daha önce sahip olmadıkları bir konuma ulaşmışlardır. Tezin ilgili

kısımlarında da belirtildiği gibi, yabancı elçiler Osmanlı Đmparatorluğu’nun dış

politikasının belirlenmesinde çoğu zaman dolaylı, kimi zaman da doğrudan etkilerde

bulunmaya başlamışlardır. Hatta, yabancı elçilerin etkisi, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun içişlerine doğrudan müdahaleye kadar varacaktır.

iii)Diplomasi Teşkilatının Gelişmesi

Sürekli diplomasiye geçiş, Osmanlı diplomasi teşkilatının gelişimini de

etkilemiştir:

821 Ibid. , s. 2034-2035. 822 Karateke, Padişahım Çok Yaşa!, s. 186.

Page 382: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

377

Bu çerçevede, sürekli diplomasiye geçişle birlikte atılan en önemli adım,

1797’de Mühimme Odası’nın kurulmasıdır. Mühimme Odası’nın kurulmasına kadar,

devletin en mahrem yazışmaları Beylikçi ya da ona bağlı olarak çalışan güvenilir

birkaç kâtip tarafından yürütülmekteydi. Fakat, Beylikçi Kalemi’ne yabancı elçilerin

tercümanları serbestçe girip çıkabiliyorlardı. Elbette devletin mahrem ve önemli

evrakının gözönünde yazılması sakıncalıydı. Bu nedenle, mahrem yazışmaların

yürütüleceği ayrı bir odanın kurulması düşünüldü ve Mühimme Odası kuruldu.

Tecrübeli kâtiplerin görev yapacağı Mühimme Odası’nın tek işlevi, mahrem ve

önemli devlet meseleleriyle ilgili belgelerin kaleme alınmasıdır. Mühimme Odası’na

yabancı elçilik tercümanlarının ve diğer yabancı vatandaşların girmesi yasaklandı.823

Mühimme Odası, Osmanlı yöneticilerinin bu birime çok büyük önem ve destek

vermeleri sonucunda kısa sürede büyüdü ve personel sayısı 30’u aştı.824

Mühimme Odası’nın kurulmasıyla, önemli bir kalem daha Osmanlı diplomasi

teşkilatına eklenmiş oldu.

Sürekli diplomasiye geçişin Osmanlı diplomasi teşkilatındaki bir başka etkisi

de, Osmanlı tebasının ticari çıkarlarının korunması için konsoloslukların

(şehbenderliklerin) kurulmaya başlamasıdır.825 1802 yılından itibaren belirli

823 Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı , s. 122–123. 824 Hamit Ersoy, “Batılılaşma Girişimleri ve Osmanlı Hariciye Nezareti’nin Kuruluşu”, Osmanlı, C.

VI., Güler Eren(ed.), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 267. 825 Aslında, III. Selim devrinden önce de Osmanlı Đmparatorluğu’nun konsoloslukları bulunmaktaydı.

Đmparatorluk tebası Ortodoks tüccarlar, aralarındaki ihtilafları çözüme bağlayacak bir konsolosun

başkanlığında ticari ortaklıklar ve tüccar loncaları kurmuşlardı. Fakat, bu konsoloslar kısmen resmi bir

statüye sahiptiler. III. Selim döneminde, kısmen resmi olan bu konsolosluklara tamamen resmi bir

statü verildi. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 109–110.

Page 383: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

378

merkezlere konsolos tayinleri yapıldı. Malta’ya Thodoraki, Marsilya’ya Selanik’li

Dimitrios ve Trieste’ye Kiryaki Thodori konsolos olarak atandılar.826

c)Sürekli Diplomasi-Osmanlı/Türk Modernleşmesi Etkileşimi

Daha önce de belirtildiği gibi, sürekli diplomasiye geçiş, bizatihi –sınırlı ve

adı konulmamış da olsa- değişim ve modernleşme isteğinin bir sonucudur. Avrupa

başkentlerine gönderilen Osmanlı ikamet elçileri ve maiyetlerindekiler, Avrupa’nın

Osmanlı Đmparatorluğu karşısındaki üstünlüğünün nedenlerini bulmaya çalışacak ve

gözlemlerini Đstanbul’a ileteceklerdi. Böylece, III. Selim ve reform yanlısı Osmanlı

elitleri tarafından başlatılan reformlara yeni boyutlar kazandırılmasına çalışacaklardı.

Dolayısıyla, Osmanlı reformları sadece Đstanbul’dan değil, aynı zamanda Londra,

Paris, Berlin ve Viyana’dan da şekillendirilecekti. Đkamet elçilikleri Osmanlı

Đmparatorluğu’nun Batı’ya açılan pencereleri olacaktı.

Đkamet elçilikleri, ilk sürekli diplomasi denemesinde reformlara ilham ve

bilgi desteği verme hususunda beklenilen başarıyı gösteremediler. Bunun temel

nedenleri ise; ilk sürekli diplomasi denemesinin çok kısa süreli olması, Đstanbul’da

yürütülen reformların muhafazakâr kesimlerin muhalefeti nedeniyle önce hızını

kaybetmesi, daha sonra neredeyse tamamen rafa kaldırılması ve elçilik görevlilerinin

Avrupa uygarlığını derinden anlayabilecek bilgi ve kültür birikiminden büyük oranda

yoksun bulunmalarıydı.

Đkamet elçiliklerinin işlevi, sadece yapılacak reformlar için bilgi sağlamak

olmayacaktı. Çünkü Osmanlı elçiliklerinde görev yapan özellikle genç memurlar,

826 “Konsolos”, Đslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, s. 179. Nevşehirli Damat Đbrahim Paşa,

1725’de Viyana’ya konsolos olarak Ömer Ağa’yı atamıştı. Fakat, bu atamanın arkası gelmemişti.

Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 109.

Page 384: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

379

bizatihi reformun bir nesnesi olacaklardı. Gönderilen memurlara Avrupa dillerini ve

usüllerini öğrenmeleri salık verilmişti.

Đlk ikamet elçiliklerinin önemi de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Đlk

ikamet elçilerinin tamamına yakını, Avrupa uygarlığının özellikle maddi unsurlarına

gayet olumlu bakmıştır. Elçiler, yazdıkları sefaretnamelerle ve ülkeye

döndüklerindeki faaliyetleriyle Avrupa uygarlığının üstün yanlarını devletin yönetici

katmanlarına aktardılar. Bu dönemde gönderilen ad hoc elçiler de aynı şekilde

davrandılar. Böylece, yönetici elit içinde III. Selim’in modernleşmeci reformlarının

bir anlamda propagandasını yaptılar.827 Elçiler ve maiyetlerindekiler, yönetici elit

mensuplarının zihinlerindeki Avrupa imgesinin olumlu yönde değişiminde önemli

etkilerde bulunmuşlardır. Bu durumun tek istisnası ise Halet Efendi’dir:

Daha önce de belirtildiği gibi, politik hırsları nedeniyle Halet Efendi, Nizam-ı

Cedit hareketine muhalefet eden Yeniçeri Ocağı ve Đlmiye sınıfıyla ilişkilerini iyi

tutmaktaydı. Diğer ikamet elçilerinin aksine, Halet Efendi gerek Paris’den

gönderdiği mektuplarla, gerek ülkeye dönüşünden sonraki faaliyetleriyle hep

olumsuz bir Avrupa imgesi çizmiş, reform karşıtlarının propagandalarına hizmet

etmiştir. Ülkeye dönüşünden sonra politik yetenekleriyle hızla yükselen ve

Nişancılık görevini 13 sene gibi hayli uzun bir süre elinde tutan Halet Efendi,

Yeniçeri Ocağı’nın da desteği sayesinde II. Mahmut üzerinde büyük nüfuz

kurmuştu.828 Reformların büyük oranda hız kestiği 1808–1826 arasındaki dönemde

yönetici elitin en önde gelen kişilerden birinin Halet Efendi olması tesadüf değildir.

827 Osmanlı elçilerinin sefaretnameler yoluyla aktardıkları görüş ve izlenimlerinin analizi için bkz:

Belkıs Altuniş Gürsoy, “Türk Modernleşmesinde Sefir ve Sefaretnamalerin Rolü”, Bilig , S. 36, (Kış

2006), s. 139–165. 828 Abdurrahman Şeref, Tarih Konu şmaları, s. 26–27.

Page 385: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

380

Halet Efendi önemli bir istisna olarak değerlendirme dışı bırakılırsa, Osmanlı

ikamet elçiliklerinde görev yapan diplomatların, “Osmanlı aydın tipinin ilk

temsilcileri” 829 konumunda görülmesi hiç de zor değildir. Bu yönde verilebilecek en

iyi örnek de, hiç kuşkusuz, Mahmut Raif Efendi’dir. Daha önce de belirtildiği gibi,

Yusuf Agâh Efendi’nin sırkatibi olarak Londra’da görev yapan Mahmut Raif Efendi,

orada Fransızca öğrenmişti. Đstanbul’a dönüşünden sonra Fransızca bir kitap da

kaleme almıştı. Avrupa uygarlığına, kendisine “Đngiliz Mahmut” lakabı verilecek

ölçüde olumlu baktığı anlaşılan Mahmut Raif Efendi, hem kaleme aldığı Đngiltere

gözlemleriyle, hem de ülkeye döndükten sonraki faaliyetleriyle Osmanlı elitinin

Avrupa’ya bakışının müspet yönde değişiminde çok önemli bir rol oynamıştır.

Ayrıca, Mahmut Raif Efendi 1800–1805 yılları arasında hayli uzun bir süre

Reisülküttap olarak görev yaparak Osmanlı diplomasisinin modernleştirilmesinde de

etkili olmuştur.830

Đkamet elçilikleri, Osmanlı toplumunun Batı uygarlığıyla tanışmasında 18.

yüzyılın son çeyreğinde açılmaya başlanan ve Batılı tarzda eğitim veren

Mühendishane gibi okullarla birlikte, rol oynayan unsurlardan biri oldu. Fakat

Elçiliklerin Osmanlı toplumunu kısa sürede etkilediğini ileri sürmek de pek mümkün

değildir. Hiç kuşkusuz, yeni fikirlerin ve uygulamaların devlet yöneticileri tarafından

benimsenebilmesi ve bunların toplumda filizlenebilmesi için belirli bir sürenin

geçmesi gereklidir. Yeni Avrupa tarzı fikirlerin ve usüllerin, tamamen farklı bir

829 Ekrem Işın, “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye

Ansiklopedisi, C. II., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1985, s. 352. 830 Mahmut Raif Efendi, 1807’de başlayan Kabakçı Mustafa Ayaklanması’nda öldürülen ilk kişidir. O

sırada “Boğaz Nazırı” olarak görev yapan Mahmut Raif Efendi, Đstanbul Boğazı’nı koruyan

yamakların Nizam-ı Cedit tarzı üniforma giymelerini sağlamak için gittiği karargahta öldürülmüştür.

Bu olayla başlayan isyan kısa sürede yayılarak III. Selim’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanmıştır.

Karal, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., s. 81-83.

Page 386: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

381

düşünsel iklime ve paradigmaya sahip olan Osmanlı uygarlığında filizlenmesinin pek

kolay olmayacağı da aşikârdır. Yine de, yeni fikirler ve reform düşüncesinin etkisi

kendisini bir süre sonra gösterecek, yaşanan paradigmal kırılma sonucunda

modernleşmenin yolu açılacaktır.

5-Ara Dönem: Ad Hoc Anlayışın “Restorasyonu”?

Daha önce de belirtildiği gibi, Osmanlı Đmparatorluğu’nun ilk sürekli

diplomasi denemesi 1821’de bütün ikamet elçiliklerinin kapatılmasıyla sona erdi.

1821’den, sürekli diplomatik temsilciliklerin yeniden açıldığı 1834’e kadarki

dönemde, Babıâli çeşitli vesilelerle değişik ülkelere ad hoc elçiler göndermeye

devam etti.

Bu durum, Osmanlı Đmparatorluğu’nun geleneksel ad hoc diplomasi

anlayışına dönüşü müdür; ya da bir başka ifadeyle ad hoc anlayışın “restorasyonu”

mudur? Hemen belirtmek gerekir ki, elbette öyle değildir. Her şeyden önce, Osmanlı

yöneticilerinin artık sürekli diplomatik temsilci göndermemelerinin nedeni, şartların

uygun olmamasıyla ilgilidir:

Öncelikle, Osmanlı diplomasi teşkilatında çok önemli görevler yapan

Rumların Yunan Đsyanı nedeniyle tasfiyesi sonucunda, sürekli elçiliklerde

çalıştırılacak nitelikli memur bulmak çok zorlaşmıştır. Elçiliklerde görev yapabilecek

nitelikli Müslümanların yetiştirilebilmesi için daha beklemek gerekliydi.

Đkincisi, Osmanlı Đmparatorluğu önce Yunan Đsyanı, daha sonra –aşağıda

değineceğimiz- 1831’de Mehmet Ali Paşa Đsyanı nedeniyle büyük bir krize girmişti.

Ülkenin içten parçalanmaya başladığını ve Osmanlı yönetiminin buna engel

olamadığını gösteren sözkonusu isyanlar, büyük bir karmaşa yarattı. 1826’da

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla sonuçlanan olaylar, karmaşayı daha da körükledi.

Page 387: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

382

Böylesine sıkıntılı bir dönemde Osmanlı yönetiminin dikkatinin iç gelişmelere

yönelmesi kaçınılmazdı.

Son olarak, Avrupa’nın büyük güçlerinin (Đngiltere-Fransa-Rusya) 1827’de

Navarin’de Osmanlı donanmasını yakarak Yunan Đsyanı’na -Osmanlı Đmparatorluğu

aleyhine- müdahale etmeleri, Babıâli’yi sözkonusu ülkelerle karşı karşıya bıraktı.831

Navarin’deki askeri müdahaleye rağmen, Osmanlı Đmparatorluğu Đngiltere ve

Fransa’yla savaşa girmediyse de, 1 yıl sonra Osmanlı-Rus harbi başladı. Osmanlı

Đmparatorluğu’nun ağır yenilgisiyle sonuçlanan savaş 1829’da Edirne’de imzalanan

barış antlaşmasıyla sona erdi.832 Böylece, Osmanlı egemenliğindeki bir ülke ilk defa

Batılı büyük güçlerin yardımıyla bağımsızlığını kazanmış oldu. Batılı ülkelerin

Yunan Đsyanı’nı desteklemeleri Osmanlı yöneticilerinde derin bir hayal kırıklığı

yarattı ve onlara olan güvensizliği daha da arttırdı. Üstelik Babıâli’nin Avrupalı

güçler arasında geleneksel olarak kendisine en yakın bulduğu Fransa da, Osmanlı

Đmparatorluğu’na bağlı bir devlet olan Cezayir’i 1830’da işgal etmişti.833 Batılı

güçlere ve diplomasiye karşı güvensizliğin arttığı böyle bir konjonktürde, sürekli

elçililiklerin yeniden açılması pek de mümkün değildi.

Fakat II. Mahmut gibi, ikamet elçiliklerinin gerek Batı uygarlığına açılan

pencereler olarak toplumsal, gerek siyasal anlamdaki yararlarını bilen bir padişahın,

sürekli diplomasiden vazgeçmesi ve geleneksel ad hoc uygulamalara dönmesi pek de

olası değildi. Nitekim 1821–1834 yılları arasındaki dönemde ortaya çıkan gelişmeler

831 Batılı ülkelerin Yunan Đsyanı’ndaki politikaları ve isyanın gelişimi için bkz: Hüner Tuncer,

Metternich’in Osmanlı Politikası (1815–1848), Ankara, Ümit Yayıncılık, 1996, s. 60-76 ve

Anderson, Doğu Sorunu, s. 73-95. 832 Osmanlı-Rus Savaşı’nın gelişimi ve Edirne Antlaşması için bkz: Alexander Bıtıs, “1828-1829

Türk-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması”, Türkler , C. XII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s.

703-720 ve Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 279-286. 833 Karal, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., s. 124.

Page 388: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

383

-sürekli diplomasiye bu kez hiç kesintiye uğramadan- dönülmesinin yolunu

açacaktır. II. Mahmut devrinde sürekli diplomasiye tekrar dönülmesi açısından en

önemli gelişmeler şunlardı:

1831 yılında, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Yunan Đsyanı’nı bastırması

karşılığında II. Mahmut tarafından kendisine vaat edilen Suriye, Girit ve Trablusşam

valiliklerinin verilmesini istedi.834 II. Mahmut’un, Mehmet Ali Paşa’nın isteklerini

reddetmesi üzerine, Mısır Valisi’nin emriyle harekete geçen oğlu Đbrahim Paşa

1831’de, Yafa, Gazze ve Kudüs’ü işgal etti. Bununla da yetinmeyen Đbrahim Paşa,

1832’de Akra ve Şam’ı da ele geçirdi. Sözkonusu işgaller Đstanbul’da büyük bir

sıkıntı yarattı. Đbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusunun üzerine gönderilen

Osmanlı kuvvetleri yenildi. 1832 ortalarında Anadolu’ya giren Mısır ordusu,

karşısına çıkan Osmanlı kuvvetlerini bir kez daha yenerek hızla ilerledi. 1832

sonlarında Kütahya’ya giren Mısır ordusunun Đstanbul’a kadar ilerlemek niyetinde

olduğu anlaşıldı.

Đbrahim Paşa’nın Đstanbul’a girerek saltanatını sona erdirmesini

engelleyemeyeceğini anlayan II. Mahmut, mecburen dış destek aramaya başladı.

Aranan dış destek de Rusya ve Avusturya’dan geldi. Böylece sorun bir anda

uluslararasılaştı. Mısır ordusunun Đstanbul’a yürümesinin Avrupalı büyük güçlerin

çabalarıyla önlenebilmesi, Babıâli’nin diplomasinin ne kadar önemli olduğunu bir

kez daha anlamasını sağladı. Üstelik Batı müdahalesi Yunan Đsyanı’ndakinin tersine,

bu kez Babıâli lehine sonuçlanmıştı. Bu da, Avrupa diplomasisine duyulan

güvensizliğin bir ölçüde de olsa azalmasını sağladı.

Đkincisi, muhafazakâr muhalefet 1807’de III. Selim’in tahttan indirilerek

yerine IV. Mustafa’nın geçirilmesiyle reform sürecine büyük bir darbe vurmayı

834 Mehmet Ali Paşa ayaklanmasının gelişimi için bkz: Anderson, Doğu Sorunu, s. 95–104.

Page 389: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

384

başarmıştı. Fakat, daha sonra Bayraktar (Alemdar) Mustafa Paşa’nın ve çevresindeki

“Rusçuk Yaranı” olarak adlandırılan reform yanlısı kişilerin desteğiyle II. Mahmut

IV. Mustafa’nın yerine tahta çıkarıldıysa da, reformlar uzun bir süre III. Selim

devrindeki hızına ulaşamadı.

Zaten, II. Mahmut, saltanatının ilk 4 yılını iktidarını sağlamlaştırmakla

geçirmişti. 835 Bu dönemde iktidar devlet ricalinin çeşitli kesimleri arasında

paylaşılmaktaydı. II. Mahmut, ilk dönemde konumunu belli ölçüde sağlamlaştırdıysa

da, iktidarı tam anlamıyla ele geçirebilecek kudretten hala yoksundu. Yeni bir reform

süreci başlatmanın iktidarını kaybetmesine yol açacağını bildiğinden, uzun bir süre,

güvendiği kişileri önemli devlet memuriyetlerine yerleştirerek iktidarı tam olarak

alacağı anın gelmesini beklemekle yetindi.836

II. Mahmut’un 18 yıl süren bekleyişi, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın

kaldırılmasıyla sona erdi. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla, sadece reformlara karşı

çıkan muhafazakâr muhalefetin en önemli bileşenlerinden biri tasfiye edilmekle

kalmadı, aynı zamanda muhalefetin iktidara karşı kullandığı temel silahlı unsur da

bertaraf edilmiş oldu. Artık, II. Mahmut’u ve Osmanlı yönetici elitindeki

reformcuları durdurabilecek bir güç kalmamıştı.

Bu gelişmenin sonucunda, II. Mahmut, reform sürecini –üstelik III.

Selim’den çok daha radikal hamlelerle- tekrar başlattı. II. Mahmut, Avrupa

uygarlığının sadece maddi unsurlarının değil, manevi unsurlarının da alınmasının

zorunlu olduğunu anlayan ilk padişahtı. 1839’a kadar süren iktidarı boyunca, bir

835 II. Mahmut’un ilk dönemi ve iktidarını sağlamlaştırma çabaları için bkz: Avigdor Levy, “Merkezde

Đktidar Politikaları, 1808-1812 Osmanlı Padişahlığının Silkinişi”, Tarih ve Toplum, S. 41., (Mayıs

1987), s. 52-56. 836 Stanford Shaw, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Geleneksel Reformdan Modern Reforma Geçiş:

Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud Dönemleri”, Türkler , C. XII., Ankara, Yeni Türkiye

Yayınları, 2002, s. 620.

Page 390: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

385

“aydınlanmacı despot”837 olarak Osmanlı/Türk modernleşmesinin belki de en önemli

adımlarını attı.

Radikal bir modernleşme pojesini uygulamaya sokan II. Mahmut’un,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Batı’ya açılan pencerelerinden biri olan ikamet

elçiliklerini yeniden açmaması düşünülemezdi.

Daha önce de belirtildiği gibi, eskiden beri Rumların elinde bulunan Divan-ı

Hümayun Tercümanlığı’na 1821’de ilk defa bir Müslüman atanmıştı. Divan-ı

Hümayun Tercümanlığı’na, Müslüman öğrencilere Fransızca öğretilmesi

emredilmişti. Bu bağlamda, Divan-ı Hümayun Tercümanlığı bünyesinde oluşturulan

Tercüme Odası 1824’te faaliyetlerine başladı.838 Kısa sürede, çok sayıda Müslüman

gencin eğitildi ği Tercüme Odası, Babıâli’ye diplomasinin yürütülmesinde ihtiyaç

duyduğu kadrolara sahip olma imkânı verdi. Böylece, ikamet elçiliklerinin

faaliyetlerine yeniden başlamasının önündeki önemli engellerden biri daha kalktı.

Üstelik Avrupa başkentlerine gönderilecek diplomatlar, dil bilmeleri ve Avrupa

kültürüne -en azından okudukları kitaplar nedeniyle- çok daha aşina olmalarından

dolayı artık daha başarılı çalışmalar yapabileceklerdi.

Tercüme Odası’nda çalışan görevlilere 1830’ların başlarından itibaren yüksek

maaşlar verilmeye başlanması, bu birime ilgiyi daha da arttırdı. Tercüme Odası, kısa

837 “Aydınlanmacı despotizm” kavramı için bkz: Lee, “Aydınlanmış Despotizm: Genel Bir Bakış”

Avrupa Tarihinden Kesitler 1494–1789, s. 260–268. Ayrıca bkz: H. M. Scott(ed.), Enlightened

Despotism: Reform and Reformers in Late Eighteenth-Century Europe, Ann Arbor, University

of Michigan Press, 1990, passim. 838 Tercüme Odası’yla ilgili olarak bkz: Findley, Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform, s.113-

115; Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı , s. 154-158. Faik Reşit Unat, “Başhoca

Đshak Efendi”, Belleten, C.XXVIII., S.109, (1964), s.89-115.

Tercüme Odası’nın kurulma tarihiyle ilgili farklı görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşler için bkz:

Kınlı, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, s. 130–132.

Page 391: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

386

sürede “yeni Müslüman Kalemiye memuru tipinin oluşumunda ana merkez”839

niteliği kazandı. Üstelik, Tercüme Odası sadece Osmanlı diplomasisinin ihtiyaç

duyduğu nitelikli elemanları değil, aynı zamanda Osmanlı/Türk modernleşmesini

yürütecek kadroları da yetiştirmiştir. Alî Paşa, Fuat Paşa, Safvet Paşa gibi 19. yüzyıla

damgasını vurmuş Sadrazamların ve Hariciye Nazırlarının Tercüme Odası’ndan

yetişmiş olması bu yargıyı desteklemektedir.

Yukarıda belirtilen gelişmeler sonucunda, sürekli diplomasi uygulamasına

yeniden dönülmesi için gerekli konjonktür ve imkanlar ortaya çıkmış oluyordu.

6-Sürekli Diplomasi’ye Kesintisiz Geçiş: Osmanlı

Diplomasisi’nin Modernleşmesi

a)Đkamet Elçiliklerinin Yeniden Açılması

Mehmet Ali Paşa Đsyanı’nın yarattığı kriz 1832’de tam anlamıyla uluslararası

bir nitelik kazanmıştı. Yukarıda da belirtildiği gibi, Mehmet Ali Paşa Đsyanı sırasında

Babıâli’ye en fazla destek veren ülkelerin başında Avusturya ve Rusya gelmekteydi.

Özellikle, Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunmasını Avrupa

sisteminin en önemli unsurlarından biri olarak gören Avusturya Dışişleri Bakanı

Metternich’in Babıâli’ye verdiği destek çok açıktı.840

Metternich’in bu dönemde Babıâli’yle gayet sıcak ilişkiler kurması, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiyi bir kez daha benimsemesinde de rol oynadı.

1832’de, Avusturyalı yetkililer Viyana’daki Osmanlı elçiliğinin yeniden faaliyete

839 Findley, Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform, s. 113. 840 Tuncer, Metternich’in Osmanlı Politikası , s. 90.

Page 392: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

387

geçirilmesini Babıâli’ye önerdiler.841 Babıâli, sözkonusu öneriye sıcak baktı ve

Yanko Mavroyeni842 maslahatgüzar olarak Viyana’ya gönderildi.

Mavroyeni, Avrupa’daki tek Osmanlı sürekli diplomatı olması nedeniyle, bir

süre sadece Avusturya Hükümeti nezdinde görev yapmadı. Viyana’da göreve

başlayışından kısa bir süre sonra, Babıâli’den Londra’ya gitmesi talimatını aldı.843

Babıâli’nin Mavroyeni’yi Londra’ya göndermesinin nedeni, bu kentte yapılan ve

Osmanlı Đmparatorluğu ile Yunanistan arasındaki sınırın belirlenmesiyle ilgili

konuların görüşüldüğü konferansta alınacak kararları etkilemekti. Ayrıca,

Mavroyeni, 1830’da Fransa tarafından işgal edilen Cezayir’in Osmanlı yönetimine

tekrar girmesi için Đngiltere Hükümeti’nin desteğini de almaya çalışacaktı.

Mavroyeni, Babıâli’nin istekleri çerçevesinde diplomatik faaliyetlerde bulunduysa da

başarılı olamadı.

Mavroyeni’nin Londra’ya gönderilmesiyle yetinmeyen Babıâli, Avrupa’da

başlattığı diplomasi atağını 1832 sonlarında bu kez Mehmet Namık Paşa’nın “özel

görevli elçi” (sefaret-i mahsusa) ünvanıyla Londra’ya gönderilmesiyle sürdürdü.844

Mehmet Namık Paşa da Mavroyeni’ye verilen görevler çerçevesinde faaliyetler

yapacaktı. Mavroyeni, Mehmet Namık Paşa’nın Londra’ya ulaşmasıyla, onun

maiyetine katıldı.

841 Carter V. Findley, “The Foundation of the Ottoman Foreign Ministry: The Beginnings of

Bureaucratic Reform under Selim III and Mahmud II”, International Journal of Middle East

Studies, Vol. 3., No:4, (October 1972), s. 404. 842 Mavroyeni, 1821’de ilk ikamet elçiliklerinin faaliyetlerine son verilmeden önce Viyana’da

maslahatgüzar olarak görev yapmaktaydı. 843 Findley, “The Foundation of the Ottoman Foreign Ministry”, s. 404, dipnot: 4 844 Mehmet Namık Paşa, bir Batı dilini (Fransızca) bilen ilk Osmanlı devlet adamlarından biriydi.

1826’da Osmanlı Đmparatorluğu’yla Rusya arasında imzalanan Akkerman Antlaşması görüşmelerine

tercüman olarak katılmıştı. Mehmet Namık Paşa, ayrıca iki ülke arasında 1829’da imzalanan Edirne

Antlaşması’dan sonra St. Petersburg’a gönderilen Osmanlı elçilik heyetinde de yer almıştı. Ibid. , s.

404, dipnot: 5.

Page 393: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

388

Mehmet Namık Paşa Londra’daki faaliyetlerinde başarılı olamadı. Bir süre

sonra, Londra’dan St. Petersburg’a gönderildi.845 Bu sırada, Babıâli Mısır ordusunun

Kütahya’yı ele geçirmesi üzerine Rusya’nın yardımını istemiş, Rus kuvvetleri de

Đstanbul’a gelmişti. Mehmet Namık Paşa, St. Petersburg’a giderek Rusya’yla gelişen

ili şkilerin daha iyi yürütülmesini sağlayacaktı.

Rusya’yla gelişen ilişkilere paralel olarak, 1833’de bu kez Ahmet Fevzi Paşa

özel görevli elçi ünvanıyla St. Petersburg’a gönderildi.846 Mehmet Namık Paşa ise St.

Petersburg’da yaklaşık 1 yıl kaldıktan sonra Londra’ya döndü. II. Mahmut, Avrupa

başkentlerine özel görevli elçiler göndermeye devam etti. Amedi’lik görevini yürüten

ve II. Mahmut’un yakın çevresinden olan Mustafa Reşit Bey 1834 haziranında özel

görevli elçi ünvanıyla Paris’e atandı.847 Mustafa Reşit Bey, elçiliği sırasında

Amedi’lik ünvanını da kullanmaya devam edecekti. Mustafa Reşit Paşa’ya verilen

temel görev, Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Mısır meselesi nedeniyle Avrupa

kamuoyunda doğan olumsuz imajını silmeye ve meselenin hukuk ve Babıâli’nin

çıkarları çerçevesinde çözülmesine çalışmaktı.

Mustafa Reşit Bey, Paris’e giderken Viyana’ya da uğradı ve Metternich ile

görüştü.848 Paris’de yaklaşık 1 yıl görev yaptıktan sonra, yerine maslahatgüzar olarak

Ruhiddin Efendi’yi bırakarak 1835’de Đstanbul’a döndü. II. Mahmut’a, temasları ve

Avrupa’daki durum hakkında bir layiha sundu. Mustafa Reşit Bey’in fikirlerini çok

845 Idem. 846 Sâlnâme-i Nezâret-i Umur-ı Hâriciyye: Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Yıllığı (1306/1889), C. II.,

Ahmed Nezih Galitekin (Haz.), Đstanbul, Đşaret Yayınları, 2003, s. 73. 847 Reşit Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, 3. B., Ankara, TTK Yayınları, 1991, s. 63. 848 Idem.

Page 394: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

389

beğenen II. Mahmut, kendisini bu defa büyükelçi payesiyle bir kez daha Paris’e

gönderdi.849

Babıâli, Mustafa Reşit Bey’in Paris’e büyükelçi olarak atanmasıyla sürekli

diplomasiye yeniden dönmüş oluyordu. Fakat sürekli diplomasi uygulamasına tam

anlamıyla dönülebilmesi için daha atılması gereken adımlar vardı. Bu adımların

atılması da gecikmedi:

1835’de Nuri Efendi Londra’ya, Ahmet Fethi Paşa ise Viyana’ya özel görevli

elçiler olarak gönderildi. Ahmet Fethi Paşa’ya 1836’da büyükelçi ünvanı verildi.

Yine 1836’da Nuri Efendi Londra’dan Paris’e, Mustafa Reşit Bey ise Paris’ten

Londra’ya büyükelçi olarak atandılar.850

1837’de Kamil Paşa’nın Berlin’e elçi olarak gönderilmesiyle, 1821’den önce

faaliyet gösteren tüm elçilikler yeniden açılmış oluyordu.851 Artık, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun ikinci sürekli diplomasi denemesi başlamıştı. Bu ikinci deneme,

ilkinin aksine başarılı olacak ve ikamet elçilikleri, Đmparatorluğun tarih sahnesinden

çekildiği tarihe kadar faaliyetlerini sürdüreceklerdi.

b)Hariciye Nezareti’nin Kurulması

II. Mahmut, 1826’da başlattığı reformlarla sadece devleti güçlendirmeyi

hedeflememekteydi. Devleti güçlendirme amacı, Sultan’ın toplum üzerinde mutlak

bir otorite kurma hedefine içkindi. Bu çerçevede, II. Mahmut, 18. yüzyılın son

çeyreğinde güçleri çok artan ayanı tekrar egemenliği altına almak için harekete geçti.

849 Mustafa Reşit Bey de Paris’e hemen dönmek istediğini II. Mahmut’a bildirmişti. Kaynar, Mustafa

Reşit Paşa ve Tanzimat, s. 79–80. 850 Babıâli, Nuri Efendi’nin Londra’ya uyum sağlayamaması nedeniyle bu şekilde bir yer değiştirmeyi

uygun bulmuştu. Sâlnâme-i Nezâret-i Umur-ı Hâriciyye: Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Yıllığı

(1306/1889), C. II., s. 66, 69-70. 851 Ibid. , s. 72.

Page 395: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

390

II. Mahmut’un merkeziyetçi politikaları yerel güç odaklarına yönelik

eylemlerle de sınırlı kalmadı. Sultan, aynı zamanda Đstanbul’daki askeri/sivil

bürokrasiyi ve diğer güç odaklarını da kontrol altına almak istemekteydi. Bunu

sağlamak için de, doğrudan padişaha bağlı yeni kadroların işbaşına geçirilmesi

gerekmekteydi.852

Hem yerel güçlere, hem de Đstanbul’daki geleneksel güç odaklarına karşı

uygulamaya konulan merkeziyetçi politikalar, kaçınılmaz olarak kamu bürokrasisinin

de yeniden yapılandırılmasına yol açacaktı. II. Mahmut’un yönetici elit içinde

kendisine en yakın bulduğu Kalemiye, yeni yapılanmada yıldızı parlayacak sınıf

olacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, 18. yüzyıldan itibaren tedrici bir biçimde

güçlenen Kalemiye sınıfı, II. Mahmut’un merkeziyetçi politikalarıyla, kısa sürede

yönetici elit içinde başat konuma gelecektir. Kalemiye, II. Mahmut’un kurmaya

çalıştığı çağdaş devlet yapısı içinde görev yapacak modern(ist) bürokratları

oluşturacaktır.853 Kalemiye’nin Mülkiye’ye dönüşümü olarak tanımlanabilecek

süreç, Osmanlı/Türk modernleşmesinin en önemli aşamalarından birini teşkil

etmektedir.

Yukarıda belirtilen dönüşümü sağlayan en önemli gelişmelerden biri de,

Osmanlı Đmparatorluğu’nun kabine sistemine geçmesiydi. II. Mahmut kabine

sistemine geçerek yeni modern(ist) elite örgütsel bir temel oluşturdu. Kurulacak ilk

nezaretlerden birinin Hariciye Nezareti olması doğaldı. Çünkü, II. Mahmut’un yeni

852 Seyitdanlıoğlu, merkezi otoriteyi güçlendirme politikasının önemli bir boyutuna dikkat

çekmektedir: II. Mahmut gibi aydın mutlak bir monark, merkezi güçlendirirken, şahsında topladığı

yetkileri, kendisi adına kullanacak kurumlara devretmeğe başlamıştır. Mehmet Seyitdanlıoğlu,

“Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Türkler , C. XIII. Ankara, Yeni Türkiye Yayınları,

2002, s. 564. 853 Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform, s. 108.

Page 396: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

391

yönetici elitinde ön plana çıkacak memurların çoğu Tercüme Odası’ndan ya da yurt

dışında görev yapan diplomatlardan oluşmaktaydı. 854

II. Mahmut, 11 Mart 1836’da yayınladığı hatt-ı hümayunla855 Sadaret

Kethüdalığı’nı Umur-u Mülkiyye (daha sonra Dâhiliye) Nezareti’ne, Reisülküttaplığı

da Hariciye Nezareti’ne dönüştürdü.856 1832’den beri Reisülküttaplık görevini

yürüten Mehmet Akif Efendi, ilk Hariciye Nazırı olarak atandı.

Hariciye Nezareti’nin kurulmasından sonra, örgütsel yapısının

oluşturulmasıyla ilgili adımlar da birbiri ardına atılmaya başladı:

1836 kasımında Hariciye Nazırı’na bağlı bir müsteşarlık makamı oluşturuldu.

Yine aynı yıl, Mülkiye ve Hariciye nazırlıklarının rütbelerin “en mühimi ve

mutenası” olduğu belirtilerek her iki nazıra da paşalık rütbesi verildi. 857

1837’de ise en önemli adım atılarak, Hariciye Nezareti’nin sadece dışişleriyle

ilgili faaliyetleri yürütmesi sağlandı.858 Şöyle ki, 1836’da Mülkiye ve Hariciye

Nezaretleri kurulmasına rağmen, örgütsel anlamda tam bir ayrışma olmamıştı.

Devletin tüm yazışmaları, Hariciye Nazırı’na bağlı kalemler tarafından

yürütülmekteydi. Fakat, Mülkiye ve Hariciye nazırlarına bağlı olarak çalışacak

kalemlerin ve katiplerin kesin biçimde ayrılması zorunlu hale gelmişti. Nitekim,

1837’de yapılan başka bir düzenlemeyle her iki nezarette görev yapan memurlar

kesin olarak ayrıldı. Amedi ve Mektubi Kalemleri personeli Mülkiye ve Hariciye

olarak ikiye bölündü. Daha sonra diğer kalemlerde de benzer düzenlemeler yapılarak

854 Ibid. , s. 118–119. 855 Hatt-ı Hümayun için bkz: Đsmail Soysal, “Umûr-ı Hariciye Nezâretinin Kurulması (1836)”,

Çağdaş Türk Diplomasisi 200 Yıllık Süreç, Ankara, TTK Yayınları, 1999, s. 74–75. 856 Sâlnâme-i Nezâret-i Umur-ı Hâriciyye: Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Yıllığı (1301/1885), C. I.,

s. 152. 857 Akyılmaz, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı , s. 167. 858 Ibid. , s. 168–169.

Page 397: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

392

her iki nezaretin kesin biçimde ikiye ayrılması sağlandı. Daha sonra,

profesyonelleşme açısından çok önemli bir adım atılarak tevcihat usülü de 1838’de

terk edildi.859

Hariciye Nezareti’nin kurulması, Tercüme Odası’yla başlayan

“profesyonelleşme” sürecinin ikinci ve en önemli aşamasına geçilmesini sağlamıştır.

Artık, Osmanlı diplomasi teşkilatı, gerek nitelikli insan kaynağı, gerek daha tutarlı ve

etkili bir dış politika izlenebilmesi açısından çok daha sağlam temellere oturmuştur.

Đmparatorluğun parçalanma sürecine girdiği bir dönemde, Hariciye Nazırı, kısa

sürede Sadrazam’dan sonra en saygın ve önemli kabine üyesi haline gelecektir. 860

Hariciye Nezareti, kurulmasından kısa bir süre sonra, Avrupa tarzı

diplomasinin Osmanlı Đmparatorluğu tarafından benimsenmesini sağlamıştır. 19.

yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı diplomasisi gerek kurumsal, gerek üslup

boyutunda Avrupa’daki muadilleriyle büyük oranda benzeşir hale gelmiştir.

Gerçekten de, Hariciye Nezareti’nin kurulması ve gelişmesi Osmanlı

diplomasisinin modernleşmesi açısından bir milat niteliğindedir.

859 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), Đstanbul,

Eren Yayınları, 1993, s. 82-83. 860 Kürkçüoğlu, “The Adoption and Use of Permanent Diplomacy”, s. 137.

Page 398: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

393

SONUÇ

Diplomasi, özünde barışçı bir anlam taşımasına rağmen, ilk ortaya çıktığı

dönemden beri “güç” kavramıyla yakından ilişkili olmuştur. Bu ilişkinin, “güçlü olan

diplomasiyi kullanmaz” biçiminde algılanması elbette doğru değildir. Bütün siyasal

birimler, insanlığın ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren, güç dereceleri ne olursa

olsun, diplomasiden yararlanmışlardır. Tarih boyunca, güçlü siyasal birimleri, daha

zayıf siyasal yapılardan ayıran özellik, diplomasiden yararlanıp yararlanmamaları

değil; diplomasiyi nasıl gördükleri ve diplomasi anlayışının ve uygulamalarının ne

gibi farklılıklar gösterdiğidir.

Devletlerarası siyasal sistemi büyük oranda kontrol edebilen güçler,

büyüklüklerini temel alan siyaset felsefeleri geliştirmişlerdir. Bu siyaset

felsefelerinin ortak özelliği, içinde doğdukları uygarlığın ve devletin mutlak

üstünlüğünü, yegâneliğini ve kadimliğini vazetmeleriydi. Dolayısıyla, bu felsefe

kaçınılmaz olarak, dış dünyanın ötekileştirilmesine yol açacaktı. Sözkonusu

ötekileştirme, dış dünyanın “henüz” ele geçirilememiş bir yer olarak görülmesini

sağlayacaktır. Büyük güçlerin siyaset felsefeleri, aynı zamanda, ele geçirmenin

meşruiyetini sağlayacak dinsel, siyasal ya da kültürel motifleri de içinde

barındırmaktadır.

Dış dünya algısı, diplomasi anlayışı ve uygulamalarını da belirleyecektir.

Büyük güçler için diplomasi, mevcudiyetini koruma değil, daha küçük güçlerin

varlığını sona erdirme aracıdır. Diplomatik ilişkiler, küçük güçlere verilen bir

lütuftur. Büyük devletlerin diplomasi uygulamaları, sürekli olarak kendi

üstünlüğünün vurgulanması ve küçük devletlerin aşağılanması ilkesine

dayanmaktadır. Diplomatik süreçte talepkar olan taraf büyük güçler değildir.

Page 399: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

394

En belirgin örneklerini Roma ve Bizans Đmparatorluklarında gördüğümüz bu

anlayış, kadim geleneği sürdüren Osmanlı Đmparatorluğu’nda da mevcuttur. Osmanlı

Đmparatorluğu da, mutlak üstünlüğü, yegâneliği ve kadimliği temel alan bir siyaset

felsefesi geliştirmişti. Üstelik, bu üniversalist söylem, Đslam’ın Dar’ül Harp, Dar’ül

Sulh teorisinde, dini açıdan da sağlam bir meşruiyet zemini buluyordu. Osmanlı

Devleti, özellikle büyük bir imparatorluğa dönüştüğü 15. yüzyılın sonlarından

itibaren, sözkonusu anlayışı ve söylemi siyaset felsefesinin temeline yerleştirdi.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sözkonusu anlayışı ve söylemi benimsemesi,

diplomasi anlayışını ve uygulamalarını da şekillendirdi. Diplomasi, Avrupa’dan

Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyada, Osmanlı etkisinin artması için kullanıldı.

Üstelik, diplomasinin, sahip bulunulan büyük askeri gücün sağladığı muhkem bir

zemini de vardı.

Osmanlı Đmparatorluğu, tarihinin her döneminde -siyasal ilişkilerin en kötü

olduğu dönemlerde bile- Batı’yla sıkı ekonomik ilişkiler içindeydi. 15. yüzyıl

ortalarından itibaren Batılı büyük güçlerin Osmanlı Đmparatorluğu’nda sürekli

elçilikler açmaları da, sadece siyasal nedenlere değil, aynı zamanda ekonomik

nedenlere dayanmaktaydı.

Avrupa’da 15. yüzyılda ortaya çıkan sürekli diplomasi anlayışı Osmanlı

Đmparatorluğu tarafından hemen benimsenmemiştir. Çünkü, sürekli diplomasi

Avrupa’nın kendine özgü şartlarında doğmuştu. Đtalya’nın ve Batı Avrupa’nın gerek

siyasal, gerek sosyo-ekonomik dinamikleri, sürekli diplomasi anlayışını ortaya

çıkarmıştı.

Osmanlı Đmparatorluğu ise, Batı Avrupa’da ortaya çıkan şartların hiçbirine

sahip değildi. Ayrıca, 18. yüzyılın başına kadar, diplomasinin geliştirilmesini

gerektirecek reel-politik şartlar da yoktu.

Page 400: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

395

Çin ve Japonya ise, Osmanlı Đmparatorluğu’nun aksine, Batı’yla siyasal ve

ekonomik ilişkiler kurmak istemediler. Hatta, mevcut ekonomik ilişkilerini bile en alt

seviyeye indirdiler. Özellikle, Osmanlı Đmparatorluğu gibi üniversalist anlayışa sahip

olan Çin, Batılıların ticari ve diplomatik temsilcilikler açma girişimlerini reddetmişti.

Osmanlı Đmparatorluğu ise üniversalist anlayışı çerçevesinde diplomasi anlayışını ve

uygulamalarını sürdürmesine rağmen, Batı’yla ve diğer ülkelerle ilişkilerini hiçbir

zaman kesmemiştir. Dolayısıyla, Osmanlı Đmparatorluğu’nda -farklı çerçevesine

rağmen- diplomasi tamamen gözardı edilen bir olgu değildir.

Osmanlı Đmparatorluğu, hiçbir döneminde, çevresindeki gelişmeleri takip

etmeyen, tamamen izolasyonist bir politika izlememiştir. 16. yüzyılda -en güçlü

devrinde- bile, Avrupa’daki gelişmeleri izlemiş, kimi zaman -Fransa’yla kurulan

ittifak ve Protestan hareketinin desteklenmesi gibi- olaylara doğrudan müdahale de

etmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Avrupa’ya olan ilgisinin 17. yüzyılda belirgin

bir biçimde azalmasının nedeni, kendi iç sorunlarına dönmek zorunda kalmasıdır. Bu

yüzyılda, Batı’nın yükselişi tam olarak anlaşılamamıştır. Buna karşılık, Osmanlı

yöneticileri imparatorluğun artık eski gücünde olmadığını da görmeye başlamışlardı.

Bu nedenle, gerileyişin önlenmesiyle ilgili görüşler, “kadim”e -II. Süleyman dönemi

düzenlemelerine ve politikalarına- dönüşü esas almaktaydı.

17. yüzyıldaki bu görece içe kapanma döneminden sonra, Karlofça

Antlaşması’yla başlayan süreçte, Osmanlı Đmparatorluğu açısından dış politika ve

dolayısıyla diplomasi, devlet gündeminin en önemli maddesi haline gelmiştir.

Đmparatorluğun gücünü kaybettiğinin artık çok açık biçimde görülmesi, Osmanlı

diplomasisinin, kurumsal ve üslup boyutlarında tedrici bir değişim sürecine

girmesine neden oldu.

Page 401: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

396

Bu çerçevede, Reisülküttaplık büyük bir önem kazandı. Reisülküttaplar,

dışişlerinin yürütülmesinde çok daha fazla yetki ve sorumluluk almaya başladılar. Bu

gelişme, kurumsallaşma yolunda atılan ilk adımlardan birini oluşturdu. Bu dönemde,

geleneksel fütühat politikası büyük oranda terk edildi ve barışın korunmasına

çalışıldı. Sözkonusu politika değişikli ğinin doğal sonucu, Batılı ülkelerle barışçıl

ili şkilerin geliştirilmesi için diplomasiden yararlanılması olmuştur.

Yine bu yüzyılda, anlaşmazlıkların ve savaşların sona erdirilebilmesi için

Batılı ülkelerin arabuluculuk yapması, Babıâli tarafından sıklıkla talep edildi. Bu

dönemde, Đstanbul’daki Batılı ikamet elçileri Osmanlı dış politikasının

belirlenmesinde artan bir önem kazandılar. Bunun sonucu ise, Batılı elçilerin -daha

önce olmadığı kadar- iyi muamele görmeleriydi. Yabancı elçilere uygulanan

“aşağılayıcı” davranışlar bir ölçüde de olsa azaldı. Batılı elçiler de, Osmanlı

yöneticilerinin, Avrupai diplomatik usullerle daha yakından tanışmasını sağladılar.

Batı’yla artan temaslar, diplomasinin büyük bir canlılık kazanmasına neden

oldu. 18. yüzyılda çok sayıda ad hoc elçi yurtdışına gönderildi. 28 Mehmet Çelebi

gibi bazı Osmanlı elçileri gittikleri ülkelerde daha önce olmadığı kadar uzun süreler

kaldılar. Artan diplomatik temaslar, Batı’yı tanımaya yönelik adımların -başta

çekingen de olsa- atılmasını sağladı. Özellikle sefaretnameler, Batı’nın Osmanlı

yöneticilerince tanınmasında rol oynadı.

Bu yönüyle diplomasi, Osmanlı/Türk modernleşmesinde ilk kıvılcımların

çakılmasını sağladı. Çünkü, Batı, geleneksel Osmanlı uygarlığının mutlak üstünlüğü

açısından bakılan bir yer olmaktan yavaş yavaş çıkmaktaydı. Artık, Batı’nın Osmanlı

uygarlığından üstün yanları olduğu görülmekteydi. Sefaretnameler vasıtasıyla,

sözkonusu üstünlüğün öncelikle maddi unsurları –ordu, teknoloji, bayındırlık gibi-

Osmanlı toplumuna aksettirilmeye başlandı.

Page 402: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

397

1768–1774 Osmanlı-Rus savaşında alınan ağır yenilgi, Osmanlı Devleti’nin

Batılı ülkeler karşısında mevcut durumuyla askeri başarılar kazanmasının mümkün

olmadığını artık çok açık bir biçimde göstermişti. Bu durum, Osmanlı

diplomasisinin, sürekli diplomasiye geçiş öncesindeki son evreye girmesine neden

oldu. 17. yüzyıldan itibaren gündemde bulunan, gerilemenin çaresinin “kadim”e

dönüş olduğu düşüncesinin yetersiz kaldığı da anlaşılmıştı. Üstelik, Batı’ya giden

Osmanlı elçileri de, Batı’nın üstünlüğünün mutlaklığı hususunda çok daha doğrudan

bilgiler getirmişlerdi.

Reform yanlısı Osmanlı yöneticileri, bu krizi aşmak için iki ayrı ama

bağlantılı politikayı uygulamaya sokmayı denediler:

18. yüzyılın başlarından itibaren, devlet ricalinin bir kesimi tarafından sürekli

olarak savunulan barış politikası sürdürülmeye çalışılacak, ayrıca, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun geleneksel düşmanları Rusya ve Avusturya’ya karşı Batılı

güçlerle ittifaklara girilecekti. Aslında, ittifak politikası çok da yeni bir politika

değildi. Kuruluştan itibaren, Osmanlı yöneticileri -Hıristiyan devletler de dahil-

çeşitli güçlerle ittifaklar yapmışlardı. 18. yüzyılın son çeyreğindeki ittifak

politikasının yeniliği, bunun resmi bir çerçeveye oturtulması ve Osmanlı dış

politikasının temel ilkelerinden biri haline getirilmesiydi.

Osmanlı yöneticilerinin krizi aşmak için uygulamaya soktukları ikinci

politika ise, Batı’nın üstünlüğünü sağlayan unsurların neler olduğunun belirlenmesi

ve bunların ülkeye getirilmesiydi. Kurtuluş çaresi olarak “kadim”e dönüşün

gündemden tamamen çıkması anlamına gelen bu politika, doğal olarak, Batı’yla

iletişim kanallarının -açılan okullar, ülkeye gelmeye başlayan yabancı uzmanlar ve

Avrupa’ya gönderilen elçilerle- açılmasını gerektirmekteydi.

Page 403: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

398

Batı’nın üstünlüğünü sağlayan unsurların birinci elden görülmesi ihtiyacı ve

ittifak arayışları, kaçınılmaz olarak, diplomasinin ve diplomatların ön plana

çıkmasını sağlayacaktı.

III. Selim’in tahta çıkmasıyla, devlet ricali içinde bu görüşleri savunan

reformist gruplar önemli bir destek elde etmiş oldu. Özellikle Kalemiye mensupları,

Đlmiye ve Seyfiye sınıflarıyla girdikleri iktidar mücadelesinde, reformizmin

bayraktarlığını yaparak ön plana çıkmaktaydılar. Reformların konumlarını

sarsacağını bilen muhafazakâr kesimler ise, III. Selim’in reform hazırlıklarına karşı

çıkmaktaydılar. III. Selim de muhafazakâr muhalefete karşı destek alabileceği yeni

bir sınıf bulmuştu.

1787’de başlayan Osmanlı-Rus-Avusturya savaşı sırasında, yukarıda

belirtilen ittifak politikası çerçevesinde Đsveç ve Prusya’yla kurulan ittifaklardan da

bir sonuç alınamamıştı. Babıâli’nin, Avrupa diplomasisinin “oynak” ve “kaypak”

zeminini görmesini sağlayan sözkonusu ittifaklar, bu yönüyle olumlu bir rol

oynamıştır. Babıâli’nin uğradığı hayal kırıklığı, Osmanlı dış politikasının

rasyonelleşmesi ve diplomasisinin olgunlaşması açısından müspet bir etki yapmıştı.

Savaşın -Fransız Đhtilali’nin yarattığı konjonktürde- sona erdirilmesi, III.

Selim’e ve onu destekleyen devlet ricaline reformların başlatılması imkânını

sağlamıştır. Uygulamaya sokulan Nizam-ı Cedit reformları, temelde askeri saiklerle

yapıldıysa da, Osmanlı/Türk modernleşmesinin ilk büyük atılımını başlatmıştır.

Nizam-ı Cedit reformlarının en önemlilerinden biri, sürekli diplomasiye

geçilmesidir. 1793’te Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya gönderilmesini müteakip,

1797’de Paris, Berlin ve Viyana’ya da elçiler atanmıştır. Đkamet elçiliklerinin

açılmasında hem siyasal, hem de toplumsal yararlar gözetilmiştir:

Page 404: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

399

Siyasal boyutta, Osmanlı Đmparatorluğu’yla Batılı güçler arasındaki

ili şkilerin güçlendirilmesi hedeflenmiştir. Başta III. Selim olmak üzere, Osmanlı

yöneticilerinin önemli bir bölümü, Avrupalı büyük güçlerin desteğini almadan

imparatorluğun gerilemesinin önlenemeyeceğini, özellikle Rusya’nın yayılmacı

politikalarının engellenemeyeceğini görmüşlerdi. Fransız Đhtilali’nin Avrupa’daki

konjonktürü sık sık ve çok kısa sürelerde değiştirmesi, Osmanlı yöneticilerinin,

ikamet elçilikleri açarak durumdan daha çabuk ve sağlıklı biçimde haberdar

olabilmelerini sağlama yolunu seçmelerinde etkili oldu.

Toplumsal boyutta, Batı kültürünün maddi unsurlarının ülkeye getirilmesi

amaçlanmıştır. Đkamet elçilikleri, Nizam-ı Cedit reformlarını destekleyecek, Batı’ya

açılan pencereler olacaktı. Üstelik, bu elçiliklerde görevlendirilen memurlar -

özellikle genç elemanlar- yabancı dil öğrenerek Batılı anlayışın, ülkeye getirilmesini

de sağlayacaklardı.

Görüldüğü gibi, ikamet elçilikleri, Osmanlı Đmparatorluğu’nun siyasal ve

toplumsal hedeflerinin kesişiminden doğmuştu.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişinde dış dinamiklerin

çok önemli bir etkisi vardır. Osmanlı yöneticilerinin, sürekli diplomasiye geçişi de

barındıran reformlarında “Doğu Sorunu”nun ortaya çıkışı çok belirleyici olmuştur.

“Doğu Sorunu” ortaya çıkmasaydı, Osmanlı yöneticileri reform sürecini başlatma

ihtiyacını muhtemelen duymayacaktı.

Yine de, Osmanlı Đmparatorluğu’nda, genelde reform ve modernleşme,

özelde sürekli diplomasiye geçiş, Çin ve Japonya örneklerinin aksine, Batı’nın zor

kullanımıyla ya da zor kullanımı tehdidinde bulunmasıyla gerçekleşmemiştir.

Osmanlı yöneticileri, devletin varlığını sürdürmesinin ancak reformlarla ve Avrupa

diplomasisinin dengelerine oynanmasıyla mümkün olabileceğini çok daha önceden

Page 405: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

400

gördüler. Dolayısıyla, sürekli diplomasiye geçiş, Osmanlı yöneticilerinin değişen

şartlara uyum gösterme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Bu durum, Osmanlı

yöneticilerinin büyük güçler arasındaki çıkar çatışmalarını ustaca kullandığı ve bu

sayede devletin ömrünü bir süre de olsa uzatabildiği 19. yüzyıl gelişmeleri dikkate

alındığında çok daha açık bir biçimde görülmektedir.

Đlk sürekli diplomasi denemesi kısa ömürlü olmuştur. 1811’de Paris’teki

elçinin ülkeye dönüşüyle maslahatgüzarlar eliyle yürütülmeye başlayan sürekli

diplomasi, 1821’de elçiliklerin kapatılmasıyla tamamen sona erdirilmiştir. Yunan

Đsyanı, sürekli diplomasiye kısa vadede büyük bir darbe vurduysa da, aslında orta

vadede çok olumlu bir etkide bulunmuştur: Yunan Đsyanı nedeniyle, Rum

memurların görevden alınmaları, Müslüman elemanların yetiştirilmesinin yolunu

açmıştır. Tercüme Odası’nın kurulmasıyla da gerçek anlamda bir profesyonelleşme

süreci başlamıştır. Bu süreç, 1834’de ikamet elçiliklerinin yeniden açılmasıyla ve

1836’da Hariciye Nezareti’nin kurulmasıyla daha da büyük bir ivme kazanacaktır.

Đlk ikamet elçileri, ellerindeki imkânlar ölçüsünde görevlerini yürütmeye

çalışmışlardır. Fakat, diplomasi konusunda bilgi ve deneyimlerinin çok kısıtlı olması,

başarılarını engellemiştir. Mısır’ın işgali meselesinde olduğu gibi, çok büyük

başarısızlıklarla da karşı karşıya kalmışlardır. Maddi imkânlarının yetersizliği,

Babıâli’nin bazen elçilerle muhabereyi kesecek kadar ilgisiz davranması,

maiyetlerinde bulunan Rum tercümanların bazılarının başka ülke hesabına casusluk

yapması gibi etkenler de bu başarısızlıkta etkili olmuştur. Üstelik, Avrupa’nın usta

diplomatlarıyla muhatap kalmaları, zaten çok yabancısı oldukları diplomaside daha

da zor durumlara düşmelerine yol açmıştır. Fakat, Osmanlı ikamet elçilerinin etkili

olmalarını engelleyen en önemli neden, Osmanlı Đmparatorluğu’nun içine girdiği

çöküştür. Đçten parçalanma süreci yaşayan ve mevcudiyetini dahi Batılı ülkelerin

Page 406: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

401

desteğini almadan koruyamayacak duruma giren Osmanlı Đmparatorluğu’nun elçileri,

devletinin itibarı kadar saygınlık görmüş, devletinin gücü kadar etkili olmuşlardır.

Sürekli diplomasiye geçilmesi, bu ilk dönemde, siyasal boyutta istenilen

sonuçları vermediyse de, toplumsal boyutta etkili olmuştur. Đlk ikamet elçiliklerinde

görev yapan Mahmut Raif Efendi gibi yenilikçi kişiler, Batı uygarlığının sadece

maddi değil, aynı zamanda düşünsel unsurlarının da Osmanlı toplumuna

tanıtılmasında etkili olmuşlardır. Đlk Osmanlı aydınlarının, yurtdışındaki elçiliklerde

ve Tercüme Odası’nda yetişen memurlar arasından çıkması tesadüf değildir.

Page 407: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

402

KAYNAKÇA

I-ARŞĐV BELGELER Đ:

PRO, FO 78/14 No:17, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 July 1793.

PRO, FO 78/14, No:18, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 July 1793.

PRO, FO 78/14, No: 19, “Ainslie’den Grenville’e”, 10 August 1793.

PRO, FO 78/14, No: 20, “Ainslie’den Grenville’e”, 24 August 1793.

PRO, FO 78/14, No: 22, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 September 1793.

PRO, FO 78/14, No: 24, “Ainslie’den Grenville’e”, 25 October 1793.

PRO, FO 78/14, No: 25, “Ainslie’den Grenville’e”, 12 November 1793.

PRO, FO 78/14, “Smith’den Grenville’e”, 21 December 1793.

PRO FO 78/15 No:24, “Liston’dan Grenville’e”, 24 November 1794.

PRO FO 78/15 No:31, “Liston’dan Grenville’e”, 25 December 1794.

PRO, FO 78/16, No:5, “Linston’dan Grenville’e”, 25 February 1795.

PRO FO 78/16 No:24, “Liston’dan Grenville’e”, 25 June 1795.

PRO, FO 78/17, No:5, “Smith’den Grenville’e”, 2 February 1796.

PRO, FO 78/17, No:1, “Smith’den Grenville’e”, 10 February 1796.

Page 408: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

403

PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e” No: 6, 10 April 1797.

PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e”, 16 September 1797.

PRO FO 78/18 “Smith’den Grenville’e” No: 21, 1 November 1797.

Yusuf Agah Efendi, Havadisname-i Đngiltere, Yusuf Agah Efendi Tahriratı

Külliyatı, Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kitapları, No:840.

II-K ĐTAPLAR:

Adcock, Frank ve D. J. Mosley, Diplomacy in Ancient Greece, London, Thames

and Hudson, 1975.

Ahıskalı, Recep, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttablık (XVIII. Yüzyıl) ,

Đstanbul, Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, 2001.

Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, 6 Cilt., sadeleştiren: Dündar Günay, Đstanbul,

Üçdal Neşriyat, 1993.

Aksan, Virginia, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı: Ahmed Resmi

Efendi (1700–1783), Çev: Özden Arıkan, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

1997.

Akyıldız, Ali, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-

1856), Đstanbul, Eren Yayınları, 1993.

Akyıldız, Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, Đstanbul, Đletişim Yayınları,

2004.

Akyılmaz, Gül, Osmanlı Diplomasi Tarihi ve Teşkilatı , Konya, y. y., 2000.

Page 409: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

404

Allouche, Adel, Osmanlı-Safevi Đlişkileri: Kökenleri ve Geli şimi , Çev: Ahmed

Emin Dağ, Đstanbul, Anka Yay., 2001.

Anderson, M. S., The Rise of Modern Diplomacy, London and New York,

Longman, 1993.

Anderson, M. S., Doğu Sorunu 1774–1923: Uluslararası Đlişkiler Üzerine Bir

Đnceleme, Çev: Đdil Eser, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2001.

Armaoğlu, Fahir, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, (1789-1914), 2. B., Ankara, TTK

Yayınları, 1999.

Arrighi, Giovanni, Uzun Yirminci Yüzyıl: Para, Güç ve Çağımızın Kökenleri,

Çev:Recep Boztemur, Ankara, Đmge Yay., 2000.

Avery, Peter, Modern Iran , New York and Washington, Frederick A. Praeger

Publishers, 1965.

Bağış, Ali Đhsan, Britain and the Struggle for Integrity of the Ottoman Empire:

Sir Robert Ainslie’s Embassy to Đstanbul: 1776–1794, Đstanbul, Isis Yayınları,

1984.

Bakbash, Saul, Iran: Bureaucracy and Reform under Quajars, 1858–1896,

London, Ithaca Press, 1978.

Beasley, W. G., The Modern History of Japan, London, Weidenfield and Nicolson,

1963.

Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, yay. haz. Ahmet Kuyaş, 6. B., Đstanbul,

Yapı Kredi Yayınları, 2004.

Beydilli, Kemal, Büyük Frederick ve Osmanlılar: XVIII. Yüzyılda Osmanlı-

Prusya Münasebetleri, Đstanbul, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları,

1985.

Page 410: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

405

Black, Jeremy, Europe and the World: 1650–1830, London and New York,

Routledge, 2002.

Bloch, March, Feodal Toplum, 2. B., Çev: Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara, Gece

Yayınları, 1995.

Bozdemir, Mevlüt, Türk Ordusunun Tarihsel Kaynakları , Ankara, AÜSBF

Yayınları, 1982.

Brand, Neville, Satow’s Guide to Diplomatic Practice, 4. Ed., London-New York-

Toronto, Logmans Green and Co, 1957.

Burçak, Rıfkı Salim, Türk-Rus-Đngiliz Münasebetleri (1791-1941), Đstanbul,

Aydınlık Matbaası, 1946.

Childe, Gordon, Tarihte Neler Oldu, Çev:Mete Tunçay ve Alaeddin Şenel, 7. B.,

Đstanbul, Alan Yay., 1998.

Chishull, Edmund D., Türkiye Gezisi ve Đngiltere’ye Dönüş, Çev: Bahattin Orhon,

Đstanbul, Bağlam Yayınları, 1993.

Cullen, L. M., A History of Japan, 1582-1941: Internal and External Worlds ,

Cambridge, Cambridge University Press, 2003.

Danişment, Đsmail Hami, Đzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi , 4. C., 2. B., Đstanbul,

Türkiye Yayınevi, 1961.

Davies, Norman, Avrupa Tarihi , Çev: Burcu Çığman (et. al.), Ankara, Đmge

Yayınevi, 2006.

Davison, Roderic, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nda Reform, 1856–1878, Çev: Osman

Akınhay, Đstanbul, Agora Kitaplığı, 2005.

Demircioğlu, Halil, Roma Tarihi , C. I., 3. B., Ankara, TTK Yay., 1993.

Page 411: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

406

Doyle, William, The Old European Order: 1660-1800, 2. Ed., New York, Oxford

University Press, 1992.

Ebu Süleyman, A. Ahmed, Đslam’ın Uluslararası Đlişkiler Kuramı , Çev:Fehmi

Koru, Đstanbul, Đnsan Yayınları,1985.

Elias, Norbert, Uygarlık Süreci, C. II., Çev:Erol Özbek, Đstanbul, Đletişim Yayınları,

2002.

Erhan, Çağrı, Türk-Amerikan Đlişkilerinin Tarihsel Kökenleri , Ankara, Đmge

Kitabevi, 2001.

Erim, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, C. I. (Osmanlı

Đmparatorlu ğu Andlaşmaları), Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Yayınları, 1953.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. VII., Đstanbul, Devlet Matbaası, 1928.

Fairbank, John K. (ed.), The Cambridge History of China, Vol. 10 Late Ch’ing

1800-1911, London New York Melbourne, Cambridge University Press, 1978.

Fairbank, John King ve Merle Goldman, China: A New History, Enlarged Edition,

Cambridge and London, Harvard University Press, 1999.

Findley, Carter V., Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform: Bâbıâli (1789-1922),

Çev:Latif Boyacı ve Đzzet Akyol, Đstanbul, Đz Yayıncılık, 1994.

Fischer-Galati, Stephen A., Ottoman Imperialism and German Protestanism:

1521–1555, New York, Octagon Books, 1972.

Ford, Franklin L., Europe: 1780-1830, 2. ed., London and New York, Longman,

1989.

Page 412: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

407

Freeman, Charles, Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları , Çev:Suat

Kemal Angı, Ankara, Dost Kitabevi, 2003.

Galand, Antonie, Đstanbul’a Ait Günlük Anılar (1672-1673), C.2, 3. B., Çev:

Nahid Sırrı Örik, Ankara, TTK Yayınları, 1998.

Gibb, H. A.R. ve Harold Bowen, Islamic Society and the West, Vol.I., Part II, 4.

Ed., London, Oxford University Press, 1969.

Girgin, Kemal, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri Hariciye Tarihimiz (Teşkilat

ve Protokol), 3. B., Đstanbul, Okumuş Adam Yayınları, 2005.

Goffman, Daniel, Osmanlı Dünyası ve Avrupa: 1300–1700, Çev: Ülkün Tansel,

Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004.

Göçek, Fatma Müge, Burjuvazinin Yükseli şi, Đmparatorlu ğun Çöküşü: Osmanlı

Batılılaşması ve Toplumsal Değişme, Çev: Đbrahim Yıldız, Ankara, Ayraç

Yayınevi, 1999.

Göze, Ayferi, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 7. B., Đstanbul, Beta Basım

Yayım, 1995.

Griswold, William J., Anadolu’da Büyük Đsyan: 1591-1611, 2. B., Çev: Ülkün

Tansel, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002.

Hadduri, Macid, Đslam Hukukunda Savaş ve Barış, Çev: Fethi Gedikli, Đstanbul,

Yöneliş Yayınları, 1999.

Hamilton, Keith ve Richard Langhorne, The Practice of Diplomacy: It’s Evolution,

Theory and Administration , London and New York, Routledge, 1995.

Sâlname-i Nezâret-i Umur-ı Hâriciyye: Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Yıllığı

(1301/1885), C. I., Ahmed Nezih Galitekin (Haz.), Đstanbul, Đşaret Yayınları, 2003.

Page 413: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

408

Sâlname-i Nezâret-i Umur-ı Hâriciyye: Osmanlı Dışişleri Bakanlığı Yıllığı

(1306/1889), C. II., Ahmed Nezih Galitekin (Haz.), Đstanbul, Đşaret Yayınları, 2003.

Hassan, Ümit, Osmanlı: Örgüt-Đnanç-Davranış’tan, Hukuk- Đdeoloji’ye, 5. B.,

Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.

Hayta, Necdet ve Uğur Ünal, Osmanlı Devleti’nde Yenileşme Hareketleri (XVII.

Yüzyıl Başlarından Yıkılı şa Kadar), 2. B., Ankara, Gazi Kitapevi, 2005.

Herbette, Maurice, Fransa’da Đlk Daimi Türk Elçisi: Moralı Esseyit Ali Efendi

(1797–1802), Çev: Erol Üyepazarcı, Đstanbul, Pera, 1997.

Hobsbawm, Eric, Devrim Çağı: 1789-1848, 2. B., Çev: Bahadır Sina Şener, Ankara,

Dost Kitapevi Yayınları, 2000.

Holsti, K. J., International Politics: A Framework for Analysis , 2. Ed., London,

Open University Press, 1974.

Hunter, Janet E., Modern Japonya’nın Doğuşu: 1853’den Günümüze, Çev:Müfit

Günay, Ankara, Đmge Yay., 2002.

Hurewitz, J. C., The Middle East and North Africa in World Politics: A

Documentary Record, Vol. I, 2. Ed., New Haven and London, Yale University

Press, 1975.

Itzkowitz, Norman, Ottoman Empire and Islamic Tradition , New York, Alfred A.

Knopf, 1972.

Đnalcık, Halil, Osmanlı Đmparatorlu ğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev:Ruşen Sezer,

Đstanbul, YKY, 2004.

Đstanbuli, Yasin, Diplomacy and Diplomatic Practice in the Early Islamic Era,

Karachi, Oxford University Press, 2001.

Page 414: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

409

Kantemir, Dimitri, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi , C. II.,

6. B., Çev: Özdemir Çobanoğlu, Đstanbul, Cumhuriyet Kitapları, 2005.

Karal, Enver Ziya, Büyük Osmanlı Tarihi , C. I., Ankara, TTK Yayınları, y.y.

Karal, Enver Ziya, Fransa-Mısır ve Osmanlı Đmparatorlu ğu (1797-1802),

Đstanbul, Đstanbul Üniversitesi Yayınları No:63, 1938.

Karal, Enver Ziya, Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği (1802-1806), Đstanbul,

Đstanbul Üniversitesi Yayınları, 1940.

Karal, Enver Ziya, III. Selim’in Hatt-ı Hümayunları, Ankara, TTK Yayınları,

1942.

Karal, Enver Ziya, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları: Nizam-ı Cedit 1789 –1807,

Ankara, TTK Basımevi, 1946.

Karateke, Hakan T., Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devletinin Son Yüz Yılında

Merasimler, Đstanbul, Kitap Yayınevi, 2004.

Karpat, Kemal, Osmanlı Modernleşmesi: Toplum, Kuramsal Değişim ve Nüfus,

Çev: Akile Zorlu Durukan ve Kaan Durukan, Ankara, Đmge Kitabevi, 2002.

Kasaba, Reşat, Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Dünya Ekonomisi, Çev: Kudret

Emiroğlu, Đstanbul, Belge Yayınları, 1993.

Kaynar, Reşit, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, 3. B., Ankara, TTK Yayınları,

1991.

Keyder, Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, 6. B., Đstanbul, Đletişim Yayınları,

2000.

Kınlı, Onur, Osmanlı’da Modernleşme ve Diplomasi, Ankara, Đmge Yayınları,

2006.

Page 415: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

410

Kinross, Lord, The Ottoman Centuries: The Rise and Fall of the Turkish

Empire, New York, Morrow Quill Paperbacks, 1977.

Kissinger, Henry, Diplomasi, 3. B., Çev: Đbrahim H. Kurt, Đstanbul, Türkiye Đş

Bankası Kültür Yayınları, 2002.

Kocabaş, Süleyman, Türkiye ve Đngiltere: Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna

Yapılanlar , Đstanbul, Vatan Yayınları, 1985.

Kocabaşoğlu, Uygur, Majestelerinin Konsolosları: Đngiliz Belgeleriyle Osmanlı

Đmparatorlu ğu’ndaki Đngiliz Konsolosları (1580–1900), Đstanbul, Đletişim

Yayınları, 2004.

Koçi Bey Risalesi, Ali Kemali Aksüt (Haz.), Đstanbul, Vakit Matbaası, 1939.

Köprülü, Fuat, Bizans Müesseslerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, 3. B.,

Đstanbul, Kaynak Yayınları, 2002.

Kuran, Ercümend, Avrupa’da Osmanlı Đkamet Elçiliklerinin Kurulu şu ve Đlk

Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 1793–1821, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma

Enstitüsü, 1968.

Kurat, Akdes Nimet, Rusya Tarihi: Başlangıçtan 1917’ye Kadar, 3. B., Ankara,

TTK Yayınları, 1993.

Lapidus, Ira M., Đslam Toplumları Tarihi Cilt 1: Hazreti Muhammed’den 19.

Yüzyıla, Çev:Yasin Aktay, Đstanbul, Đletişim Yay., 2002.

Lewis, Bernard, Müslümanların Avrupa’yı Ke şfi , Çev: Nimet Yıldırım, Erzurum,

Birey Yayıncılık, 1997.

Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Do ğuşu, Çev: Metin Kıratlı, 8. B., Ankara,

TTK Yay., 2000.

Page 416: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

411

Machiavelli, Niccolo, Prens, Çev: Semra Kunt, Ankara, Alkım Yayınevi, 1997.

Mansel, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, 6. B., Ankara, TTK Yayınları, 1995.

Mantran, Robert, XVI-XVIII Yüzyıllarda Osmanlı Đmparatorlu ğu, Çev: Mehmet

Ali Kılıçbay, Ankara, Đmge Yayınevi, 1995.

Mardin, Şerif, Đdeoloji, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1995.

Mattingly, Garrett, Renaissance Diplomacy, 3. ed., London, Butler&Tanner, 1963.

McNeill, William, Dünya Tarihi , Çev: Alaeddin Şenel, 3. B., Ankara, Đmge

Kitabevi, 1994.

Meray, Seha L., Devletler Hukukuna Giri ş, C. II., 4. B., Ankara, AÜ SBF Yay.,

1975.

Moran, William L., The Amarna Letters, Baltimore, Johns Hopkins University

Press, 1992.

Mumcu, Ahmet, Divan-ı Hümayun, Ankara, Phoneix, 2007.

Nicholas, David, The Transformation of Europe 1300-1600, London, Arnold

Publishers, 1999.

Nicol, Donald M., Bizans ve Venedik: Diplomatik ve Kültürel Đlişkiler Üzerine,

Çev:Gül Çağalı Güven, Đstanbul, Sabancı Üniversitesi Yayınları, 2000.

Nicol, Donald M., Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), 2. B., Çev: Bilge Umar,

Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yay., 2003.

Nicolson, Harold, The Evolution of Diplomatic Method, London, Cassell

Publishers, 1954.

Page 417: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

412

Ortaylı, Đlber, Türkiye Đdare Tarihi , Ankara, Türkiye ve Orta Doğu Amme Đdaresi

Yayınları, 1979.

Ortaylı, Đlber, Đmparatorlu ğun En Uzun Yüzyılı, 3. B., Đstanbul, Hil Yayınevi,

1995.

Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, 4. B., Çev: Fikret Işıltan, Ankara, TTK

Yay., 1995.

Owen, Roger, The Middle East in the World Economy 1800-1914, London and

New York, Methuen, 1981.

Özcan, Abdülkadir (Yay. Haz.), Kânunnâme-i Âli Osman (Tahlil ve

Kar şılaştırmalı Metin) , Đstanbul, Kitabevi, 2003.

Özel, Ahmet, Đslam Hukukunda Ülke Kavramı: Darül Đslam DarülHarb , Đstanbul,

Đz Yayıncılık, 1998.

Palmer, R. R., The World of French Revolution, New York, Harper and Row

Publishers, 1972.

Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisi’nde Bağımlılık ve Büyüme: 1820-1913, 3. B.,

Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005.

Quataert, Donald, Osmanlı Đmparatorlu ğu: 1700-1922, 3. B., Çev: Ayşe Berktay,

Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004.

Queller, Donald E., The Office of Ambassador in the Middle Ages, Princeton,

Princeton University Press, 1967.

Ramazani, Rauhollah K., The Foreign Policy of Iran: 1500–1941, Charlottesville,

University Press of Virginia, 1966.

Page 418: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

413

Rasim, Ahmet, Osmanlı’da Batışın Üç Evresi: III. Selim, II. Mahmut,

Abdülmecit, bas. haz. H. V. Velidedeoğlu, 3. B., Đstanbul, Evrim Yayınları, t. y.

Sander, Oral, Anka’nın Yükseli şi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine

Bir Deneme, Ankara, Đmge Yay., 1993.

Sander, Oral, Siyasi Tarih: Đlkçağlardan 1918’e, 9. B., Ankara, Đmge Yay., 2001.

Scott, H. M. (ed.), Enlightened Despotism: Reform and Reformers in Late

Eighteenth-Century Europe, Ann Arbor, University of Michigan Press, 1990.

Shaw, Stanford J., Between Old and New: The Ottoman Empire under the

Sultan Selim III 1789–1807, Cambridge, Harvard University Press, 1971.

Shaw, Stanford J., Osmanlı Đmparatorlu ğu ve Modern Türkiye, C. I., çev:

Mehmet Harmancı, Đstanbul, E Yayınları, 1982.

Sorel, Albert, The Eastern Question in the Eigteeenth Century, New York,

Howard Fertig, 1969.

Soysal, Đlhami, Türkiye ve Dünyada Masonluk ve Masonlar, 2. B., Đstanbul, Der

Yayınları, 1978.

Soysal, Đsmail, Fransız Đhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-

1802), 2. B., Ankara, TTK Yayınları, 1987.

Stoye, John, Viyana Kuşatması, Çev: Selahattin Atalay, Đstanbul, Dilek Matbaası,

1983.

Şeref, Abdurrahman, Tarih Konu şmaları, Bas. Haz: Eşref Eşrefoğlu, Đstanbul,

Kavram Yayınları, 1978.

Şirin, Đbrahim, Osmanlı Đmgeleminde Avrupa, Ankara, Lotus Yayınevi, 2006.

Page 419: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

414

Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi , 9. B., Đstanbul,

Çağlayan Kitabevi, 2001.

Thompson, David, Europe Since Napoleon, London, Penguin Books, 1990.

Tott, Baron De, 18. Yüzyılda Türkler: Türkler ve Tatarlara Dair Hat ıralar , Çev:

M. Reşat Uzmen, Đstanbul, Elips Kitap, 2004.

Tuncer, Hadiye ve Hüner Tuncer, Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler,

Ankara, Ümit Yay., 1998.

Tuncer, Hüner, Eski ve Yeni Diplomasi, 2. B., Ankara, Ümit Yay., 1995.

Tuncer, Hüner, Metternich’in Osmanlı Politikası (1815–1848), Ankara, Ümit

Yayıncılık, 1996.

Uçman, Abdullah, Ebubekir Ratip Efendi’nin Nemçe Sefaretnamesi, Đstanbul,

Kitabevi, 1999.

Unat, Faik Reşit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara, TTK Yayınları,

1992.

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi , 6 Cilt, 7. B., Ankara, TTK Yay.,

t.y.

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı , 2. B.,

Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984.

Van De Mieroop, Marc, Antik Yakındo ğu’nun Tarihi , Çev:Sinem Gül, Ankara,

Dost Yay.,2006.

Vatin, Nicolas, Rodos Şövalyeleri ve Osmanlılar: Doğu Akdeniz’de Savaş,

Diplomasi ve Korsanlık, Çev: Tülin Altınova, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

2004.

Page 420: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

415

Veinstein, Gilles, Đlk Osmanlı Sefiri 28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Anıları:

Kafirlerin Cenneti , Çev: Murat Aykaç Erginöz, Đstanbul, Ark Kitapları, 2002.

Watson, Adam, Diplomacy: The Dialogue Between States, London, Routledge,

1982.

Wittek, Paul, Osmanlı Đmparatorlu ğu’nun Doğuşu, 2. B., Çev: Fatmagül Berktay,

Đstanbul, Pencere Yayınları, 2000.

Wood, Alfred C., History of Levant Company, 2. ed., London, Frank Cass, 1964.

Yorga, Osmanlı Tarihi , C. V., çev: Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, Ankara Üniversitesi

Yayınları, 1948.

III-MAKALELER ve K ĐTAP BÖLÜMLER Đ

Abou-El-Haj, Rıfat A., “The Formal Closure of the Ottoman Frontier in Europe:

1699–1703”, Journal of the American Oriental Society, Vol. 89, No:3, (July-

September 1969).

Abou-El-Haj, Rifa’at Ali, “Ottoman Diplomacy at Karlowitz”, Ottoman

Diplomacy: Conventional or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.),

Basingstoke, Palgrave Macmillan, 2004.

Ahıskalı, Recep, “Divan-ı Hümayun Teşkilatı”, Osmanlı, C. VI., Güler Eren(ed.),

Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Akşin, Sina, “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi C. III., Sina Akşin (yay.

yönetmeni), 5. B., Đstanbul, Cem Yayınevi, 1997.

Aktaş, Necati, “Osmanlı Dönemi Arşivciliğimiz”, Osmanlı, C. VI., Güler Eren (ed.),

Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Page 421: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

416

Arı, Bülent, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, Ottoman Diplomacy:

Conventional or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke, Palgrave

Macmillan, 2004.

Awad, Abdul Aziz M., “The Gulf in the Seventeenth Century”, Bulletin (British

Society for Middle Eastern Studies), Vol.12, No:2, (1985).

Bağış, Ali Đhsan, “III. George Döneminde Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğundaki

Ekonomi Siyaseti”, Türk- Đngiliz Đlişkileri: 1583–1984 (400. Yıldönümü), Ankara,

Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 1985.

Bağış, Ali Đhsan, “Đngiltere’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun Toprak Bütünlüğü

Politikası ve Türk Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200

Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Tebliğler 15-17 Ekim 1997, Ankara, Türk

Tarih Kurumu Basımevi, 1999.

Barkan, Ömer Lütfi, “Osmanlı Đmparatorluğu Teşkilat ve Müesseselerinin Şer’ili ği

Meselesi”, Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. XI, S.3-4.,

(1945).

Barnett, Suzanne Wilson, “Protestant Expansion and Chinese Views of the West”,

Modern Asian Studies, Vol.6, No:2, (1972).

Bassiouni, Cherif, “Protection of Diplomats under Islamic Law”, The American

Journal of International Law , Vol. 74., No:3, (July 1980).

Beydilli, Kemal, “Osmanlı ve Avrupa Devletleri Arasındaki Đttifaklar”, Çağdaş

Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Sempozyuma Sunulan Tebliğler 15-17 Ekim

1997, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1999.

Bıtıs, Alexander, “1828-1829 Türk-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması”, Türkler , C.

XII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.

Page 422: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

417

Biegman, N. H., “Ragusan Spying for the Ottoman Empire”, Belleten, C. 27., S. 106,

(1963).

Bilkan, Ali Fuat, “Đki Sulhiyye Işığında Osmanlı Toplumunda Barış Özlemi”,

Türkler , C. XII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.

Campbell, Brian, “Diplomacy in the Roman World (c.500 BC-AD 235)”, Diplomacy

and Statecraft, Vol.12, No:1, (March 2001).

Cohen, Raymond, “The Great Tradition: The Spread of Diplomacy in Ancient

World”, Diplomacy and Statecraft, Vol. 12, No:1, (March 2001).

Coşar, Fatma Mansur, “Venedik ve Osmanlı Arasındaki Bağ: Tüccarlar”, Toplumsal

Tarih , S. 2., (Şubat 1994).

Crammer-Byng, John, “The Chinese View of Their Place in the World: An Historical

Perspective”, The China Quarterly, No:53, (January-March 1973).

Davison, Roderic H., “Rus Becerisi ve Türk Aptallığı: Küçük Kaynarca

Antlaşması’nın Gözden Geçirilmesi”, Osmanlı Türk Tarihi (1774–1923), Çev:

Ömer Moralı, Đstanbul, Alkım Yayınları, 2003.

Dedijer, Stevan, “Ragusa Intelligence and Security (1301–1806): A Model for the

Twenty-First Century?”, International Journal of Intelligence and Counter

Intelligence, Vol.15, No:1, (2002).

Delilbaşı, Melek, “The First Relations Between the Turkish States and West”,

Turkish Review, C. I., S. 3., (1986).

Drake, Fred W., “A Mid-Nineteenth-Century Discovery of the Non-Chinese World”,

Modern Asian Studies, Vol.6, No:2, (1972).

Ergin, Vahdettin, “Mahmut Raif Efendi Tarafından Kaleme Alınmış Đngiltere

Seyahati Gözlemleri”, Prof. Dr. Đsmail Aka’ya Armağan, Đzmir, y. y., 1999.

Page 423: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

418

Ersoy, Hamit, “Batılılaşma Girişimleri ve Osmanlı Hariciye Nezareti’nin Kuruluşu”,

Osmanlı, C. VI., Güler Eren(ed.), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Eyice, Semavi, “Elçi Hanı”, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih

Dergisi, S. 24, (1970).

Fairbank, J. K. ve S. Y. Teng, “On The Ch’ing Tributary System”, Harvard Journal

of Asiatic Studies, Vol. 6, No:2, (June 1941).

Fairbank, J. K., “Tributary Trade and China’s Relations with the West”, The Far

Eastern Quarterly, Vol.1, No:2, (February 1942).

Ferril, Arther, “Roma Đmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi”, Savaşta ve Barışta

Büyük Stratejiler , Paul Kennedy(ed.), Çev:Ahmet Fethi, Đstanbul, Eti Kitapları,

1995.

Feryaman, Hafız Ferman, “19. yy. Đran’ında Modernleşme Güçleri: Tarihi Mütalaa”,

Ortadoğu’da Modernleşme, William R. Polk ve Richard L. Chambers(ed.), ç.y.,

Đstanbul, Đnsan Yay., 1995.

Findley, Carter V., “The Legacy of Tradition to Reform: Origins of the Ottoman

Foreign Ministry”, International Journal of Middle East Studies, Vol.1, No:4,

(October 1970).

Findley, Carter V., “The Foundation of the Ottoman Foreign Ministry: The

Beginnings of Bureaucratic Reform under Selim III and Mahmud II”, International

Journal of Middle East Studies, Vol. 3., No:4, (October 1972).

Gökbilgin, Tayyip, “Konsolos”, Đslam Ansiklopedisi, C. VI.

Gökbilgin, Tayyip, “Nişancı”, Đslam Ansiklopedisi, C. IX.

Grant, J. R., “A Note on the Tone of Greek Diplomacy”, The Classical Quarterly,

Vol. 15, No:2, (November 1965).

Page 424: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

419

Greaves, Rose, “Iranian Relations with European Trading Companies to 1798”, The

Cambridge History of Iran , Vol.7, Cambridge, Cambridge University Press, 1991.

Greaves, Rose, “Iranian Relations with Great Britain and British India, 1789–1921”,

The Cambridge History of Iran, Vol.7, Cambridge, Cambridge University Pres,

1991.

Gürsoy, Belkıs Altuniş, “Âmedi Galip Efendi Sefaretnamesi”, Erdem, C. IX., S. 27.,

(Ocak 1997).

Gürsoy, Belkıs Altuniş, “Seyyid Ali Efendi’nin Sefaretnamesi”, Erdem, C. XII, S.

36., (Mayıs 2000).

Gürsoy, Belkıs Altuniş, “Türk Modernleşmesinde Sefir ve Sefaretnamelerin Rolü”,

Bilig , S. 36, (Kış 2006).

Hairi, Abdul-Hadi, “European and Asian Influences on the Persian Revolution of

1906”, Asian Affairs, Vol.62, No:2, (1975).

Hershey, Amos S., “The History of International Relations During Antiquity and

Middle Ages”, The American Journal of International Law, Vol.5, No:4, (October

1911).

Hess, Andrew C. G., “The Ottoman Conquest of Egypt (1517) and the Beginning of

Sixteenth-Century World War”, International Journal of Middle East Studies,

Vol. 4., No:1., (January 1973).

Hitzel, Frederic, “Dil Oğlanları”, Toplumsal Tarih , Çev:Aksel Tibet,S. 21, (Eylül

1995).

Horniker, Arthur Leon, “William Harborne and the Beginning of Anglo-Turkish

Diplomatic and Commercial Relations”, The Journal of Modern History, Vol. 14.,

No:3, (September 1942).

Page 425: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

420

Howe, Patricia Chastain, “Charles-Francois Dumouriez and the Revolutionizing of

French Foreign Affairs in 1792”, French Historical Studies, Vol. 14., No:3, (Spring

1986).

Hurewitz, J. C., “The Europenization of Ottoman Diplomacy: The Conversion from

Unilateralism to Reciprocity in the Nineteeenth Century”, Belleten, C. 25, S. 99.,

(1961).

Işın, Ekrem, “Osmanlı Modernleşmesi ve Pozitivizm”, Tanzimattan Cumhuriyete

Türkiye Ansiklopedisi , C. II., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1985.

Đnalcık, Halil, “Avrupa Devletler Sistemi, Fransa ve Osmanlı”, Doğu Batı, S.14,

(2001).

Đnalcık, Halil, “A Case Study in Renaissance Diplomacy: the Agreement between

Innocent VIII and Bayezid II on Djem Sultan”, Ottoman Diplomacy: Conventional

or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke, Palgrave Macmillan,

2004.

Đnalcık, Halil, “Osmanlı Fetih Yöntemleri”, Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı

Devleti’nin Kurulu şu Üzerine Tartışmalar, 2. B., Ankara, Đmge Yayınları, 2005.

Đnalcık, Halil, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Doğuşu Meselesi”, Oktay Özel ve

Mehmet Öz(der.), Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı Devleti’nin Kurulu şu Üzerine

Tartı şmalar, 2. B., Ankara, Đmge Yayınları, 2005.

Đnalcık, Halil, “Reisülküttap”, Đslam Ansiklopedisi, C. IX.

Đnan, Kenan, “Osmanlı Döneminde Yabancı Elçilik ve Konsolosluklarda Görevli

Tercümanların Statüleri”, Tarih ve Toplum, S. 154., (Ekim 1996).

Jensen, De Lamar, “The Ottoman Turks in Sixteenth Century French Diplomacy”,

Sixteenth Century Journal, Vol. 16., (Winter 1985).

Page 426: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

421

Kaldy-Nagy, Gyula, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đlk Yüzyıllarında Kutsal Savaş

(Cihat)”, Oktay Özel ve Mehmet Öz(der.), Söğüt’ten Đstanbul’a: Osmanlı

Devleti’nin Kurulu şu Üzerine Tartışmalar, 2. B., Ankara, Đmge Yayınları, 2005.

Karabelias, Gressimos, “The Evolution of Civil-Military Relations in Post-War

Turkey”, Middle Eastern Studies, Vol. 35, No:4, (October 1999).

Karal, Enver Ziya, “Ebu Bekir Ratip Efendi’nin Nizam-ı Cedit Islahatı’ndaki Rolü”,

V. Türk Tarih Kongresi 12–17 Nisan 1956, Ankara, TTK Yayınları.

Karal, Enver Ziya, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat I,

Đstanbul, 1999.

Kazemzadeh, F., “Iranian Relations with Russia and the Soviet Union to 1921”, The

Cambridge History of Iran , Vol.7, Cambridge, Cambridge University Press., 1991.

Kazui, Tashiro ve Susan Downing Videen, “Foreign Relations During the Edo

Period: Sakoku Reexamined”, Journal of Japanese Studies, Vol. 8., No:2, (Summer

1982).

Kia, Mehrdad, “Pan-Đslamism in Late Nineteenth-Century Iran”, Middle Eastern

Studies, Vol.32, No:1, (January 1996).

Koloğlu, Orhan, “Doğu’nun Fransız Devrimi’ne Bakışı”, Tarih ve Toplum, S. 68.,

(Ağustos 1989).

Koloğlu, Orhan, “Masonluk Karşısında Đlk Doğulu Tepkisi [Mirza Abu Talip Han’ın

Konuyla Đlgili Bir Kitabı Hakkında]”, Tarih ve Toplum, S. 29, (Nisan 1986).

Köse, Osman, “Balkanlarda Rus Konsolosluklarının Kuruluşu ve Faaliyetleri”,

Turkish Studies/Türkoloji Dergisi , C. I., S. 2., (2006).

Page 427: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

422

Kuran, Ercümend, “Osmanlı Daimi Elçisi Ali Aziz Efendi’nin Alman Şarkiyatçısı

Friedrich Von Diez Đle Berlin’de Đlmi ve Felsefi Muhaberatı”, Belleten, C. XXVI., S.

105., (Ocak 1963).

Kurat, Akdes Nimet, “XVIII. Yüzyıl Başı ‘Avrupa Umumi Harbi’nde Türkiye’nin

Tarafsızlığı”, Belleten, C. VII., S. 26., (1943).

Kürkçüoğlu, Ömer, “‘Dı ş Politika Nedir?’ Türkiye’deki Dünü ve Bugünü”, AÜSBF

Dergisi, C. XXXV, No:1-4, (Ocak-Aralık 1980).

Kürkçüoğlu, Ömer, “The Adaption and Use of Permanent Diplomacy”, Ottoman

Diplomacy: Conventional or Unconventional?, Nuri Yurdusev(ed.), Basingstoke,

Palgrave Macmillan, 2004.

Lafont, Bertrand, “International Relations in the Ancient Near East: The Birth of a

Complete Diplomatic System”, Diplomacy and Statecraft, Vol.12, No:1, (March

2001).

Lee, Stephen J., “Aydınlanmış Despotizm: Genel Bir Bakış” Avrupa Tarihinden

Kesitler 1494–1789, Çev: Ertürk Demirel, Ankara, Dost Kitabevi, 2002.

Lee, Stephen J., “Onsekizinci Yüzyılda Rus Dış Siyaseti”, Avrupa Tarihinden

Kesitler: 1494–1789, Çev: Ertürk Demirel, Ankara, Dost Kitabevi, 2002.

Lerner, Robert, Standish Meacham ve Edward Mcnall Burns, Western

Civilizations: Their History and Culture , 12. Ed., New York and London, W W

Norton & Company, 1993.

Levy, Avigdor, “Merkezde Đktidar Politikaları, 1808-1812 Osmanlı Padişahlığının

Silkinişi”, Tarih ve Toplum, S. 41., (Mayıs 1987).

Mallett, Michael, “The Northern Italian States”, The New Cambridge Medieval

History , Vol. VII, Cristopher Allmand(ed.), Cambridge University Press,

Cambridge, 1998.

Page 428: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

423

Mallett, Michael, “Italian Renaissance Diplomacy”, Diplomacy & Statecraft,

Vol.12, No:1, (March 2001)

Mardin, Şerif, “The Influence of the French Revolution on the Ottoman Empire”,

International Social Science Journal, Vol. 41, No:1, (February 1989).

Marshall, P. J., “The British in Asia: Trade to Dominion, 1700–1765”, The Oxford

History of the British Empire, The Eigteenth Century (ed) P. J. Marshall, New

York, Oxford University Press, 2001.

Menage, V. L., “The English Capitulation of 1580: A Review Article”, International

Journal of Middle East Studies, Vol. 12., No:3, (November 1980).

Missiou-Ladi, Anna, “Coercive Diplomacy in Greek Interstate Relations”, The

Classical Quarterly, Vol.37, No:2, (1987).

Munn-Rankin, Joan M., “Diplomacy in the Western Asia in the Early Second

Millennium B. C.”, Diplomacy, Vol. II., Chister Jonsson ve Richard Langhorne(ed.),

London, Sage Publications, 2004.

Naff, Thomas, “The Ottoman Empire and the European States System”, Hedley Bull

ve Adam Watson(ed.), The Expansion of International Society, New York, Oxford

University Press, 1985.

Naff, Thomas, “Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth

Century: Patterns and Trends”, Studies in Eigteenth Century Islamic History,

Thomas Naff ve Roger Owen(ed.), Carbondale&Edwardsville, Southern Illionis

University Pres, 1977.

Obolensky, Dimitri, “The Principles and Methods of Byzantine Diplomacy”,

Diplomacy, Vol. II., Chister Jonsson ve Richard Langhorne(ed.), London, Sage

Publications, 2004.

Orhonlu, Cengiz, “Tercüman”, Đslam Ansiklopedisi, C. XII.

Page 429: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

424

Ortaylı, Đlber, “1727 Tarihli Osmanlı-Avusturya Seyrüsefain Sözleşmesi”, AÜ SBF

Dergisi, C. XXVIII, S. 3–4, (1973).

Ortaylı, Đlber, “Osmanlı Diplomasisi ve Dışişleri Örgütü”, Tanzimattan

Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. I., Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1985.

Ortaylı, Đlber, “Osmanlı’da 18. Yüzyıl Düşünce Dünyasına Dair Notlar”, Modern

Türkiye’de Siyasi Düşünce, Tanzimat ve Meşruiyet’in Birikimi, C. I. Mehmet Ö.

Alkan(ed.), Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2001.

Ortaylı, Đlber, “Ottoman-Habsburg Relations 1740–1770, and Structural Affairs of

Ottoman State”, Ottoman Studies, Đstanbul, Bilgi University Press, 2004.

Ortaylı, Đlber, “Osmanlı Barışı”, Osmanlı Barışı, 4. B., Đstanbul, Ufuk Kitapları,

2004.

Ortaylı, Đlber, “Osmanlı: Üçüncü Roma Đmparatorluğu”, Osmanlı Barışı, 4. B.,

Đstanbul, Ufuk Kitapları, 2004.

Ostrogorsky, Georg, “The Byzantine Empire and the Hierarchical World Order”,

The American Slovanic and East European Review, Vol. XXXV, No: 84, (1956).

Özcan, Abdülkadir, “Türk Devletlerinde Casusluk”, Đslam Ansiklopedisi, C. VII.

Panaite, Viorel, “Peace Agreements in Ottoman Legal and Diplomatic View (15th-

17th Century)”, Pax Ottomana: Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç,

Kemal Çiçek (ed.), Haarlem ve Ankara, Sota ve Yeni Türkiye Yayınları, 2001.

Pedani-Fabris, Maria Pia, “Ottoman Diplomats in the West: The Sultan Ambassadors

to the Republic of Venice”, Tarih Đncelemeleri Dergisi, S. 11., (1996).

Pehlivanlı, Hamit, “Osmanlılarda Đstihbaratçılık”, Türkler , C. XIII., Ankara, Yeni

Türkiye Yayınları, 2002.

Page 430: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

425

Queller, Donald E., “Thirteenth Century Diplomatic Envoys: Nuncii and

Procuratores”, Speculum, Vol. 35, No:2, (April 1960).

Reychman, Jan, “1794 Polonya Đsyanı ve Türkiye”, Belleten, C. XXXI., S. 131.,

(1967).

Roosen, William, “Early Modern Diplomatic Ceremonial: A Systems Approach”,

The Journal of Modern History, Vol. 52., No:3, (September 1980).

Rustow, Dankwart, “The Military”, Robert E. Ward ve Dankwart A. Rustow(ed.),

Political Modernization in Japan and Turkey, Princeton and New Jersey,

Princeton University Press, 1964.

Savaş, Ali Đbrahim, “Layiha Geleneği Đçinde XVIII. Yüzyıl Osmanlı Islahat

Projelerindeki Tespit ve Teklifler”, Bilig , S: 9., (Bahar 1999).

Schmiede, Ahmed H., “Berlin’de Bir Türk Yatırı [Giritli Ali Aziz Efendi’nin

Mezarı]”, Türk Edebiyatı , S. 144, (Ekim 1985).

Schmiede, Ahmed H., “Prusya Kaynaklarına Göre Giritli Ali Aziz Efendi’nin

Berlin’e Gelişi,” Türk Edebiyatı , S. 224., (Haziran 1992).

Seyf, Ahmad, “Silk Production and Trade in Iran in the Nineteenth Century”,

Iranian Studies, Vol.XVI, No:1-2, (Winter-Spring 1983).

Seyitdanlıoğlu, Mehmet, “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Türkler , C.

XIII. Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.

Shaw, Stanford J., “The Origins of Ottoman Military Reform: The Nizam-ı Cedid

Army of Sultan Selim III”, The Journal of Modern History, Vol. 37., No:3,

(September 1965).

Page 431: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

426

Shaw, Stanford J., “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Geleneksel Reformdan Modern

Reforma Geçiş: Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud Dönemleri”, Türkler , C.

XII., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 2002.

Sheikoleshami, A.Reza, “The Sale of Offices in Qajar Iran, 1858-1896”, Iranian

Studies, Vol. 4, No:2, (1971).

Skilliter, Susan A., “The Organization of the First English Embassy in Đstanbul in

1583”, Asian Affairs, Vol. 10., No:2, (June 1979).

Skilliter, Susan A., “William Harborne: Đlk Đngiliz Elçisi, 1583-1583”, Türk- Đngiliz

Đlişkileri, 1583-1984, Ankara, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel

Müdürlüğü, 1985.

Soysal, Đsmail, “Umûr-ı Hariciye Nezâretinin Kurulması (1836)”, Çağdaş Türk

Diplomasisi 200 Yıllık Süreç, Ankara, TTK Yayınları, 1999.

Stoianovich, Traian, “The Conquering Balkan Ortodox Merchant”, The Journal of

Economic History, Vol. 20., No:2, (June 1960).

Sungu, Đhsan, “Mahmud Raif ve Eserleri”, Hayat Mecmuası, S. 16, (1929).

Süslü, Azmi, “Osmanlı-Fransız Diplomatik Đlişkileri, 1798-1807”, Belleten, C. 47, S.

185, (1983).

Süslü, Azmi, “Osmanlı Đmparatorluğunu Paylaşma Projeleri, 1807-1812”, Belleten,

C. 47., S. 187, (1983).

Süslü, Azmi, “Fransa’ya gönderilen Türk Elçileri ve Vahid Paşa”, Türk Kültürü ,

C. XXVII., S.318., (1989).

Şakiroğlu, Mahmut, “Venedik Cumhuriyeti’nin Đstanbul’daki Temsilcileri: Balyoslar,

Çalışmaları ve Etkinlikleri”, Tarih ve Toplum, S. 59., (Kasım 1988).

Page 432: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

427

Tansel, Salahaddin, “Büyük Friedrich Devrinde Osmanlı-Prusya Münasebetleri

Hakkında”, Belleten, C. 10., S. 37., (1946).

Tansel, Salahaddin, “Osmanlı-Prusya Münasebetleri Hakkında”, Belleten, C. 10., S.

38., (1946).

Timur, Taner, “1789’dan Günümüze Paris’te Osmanlı Elçilikleri”, Tarih ve

Toplum, S. 93., (Eylül 1991).

Toby, Ronald P., “Reopening the Question of Sakoku: Diplomacy in the Legimitation

of the Tokugawa Bakufuku”, Journal of Japanese Studies, Vol.3, No:2, (Summer

1977).

Tuncer, Hüner, “Osmanlı Elçisi Ebubekir Ratip Efendi’nin Viyana Mektupları

(1792)”, Belleten, C. 43., S. 169., (1979).

Tuncer, Hüner, “Osmanlı Devletinde Đlk Diplomasi Uygulamaları”, Tarih ve

Toplum, S.12, (Aralık 1984).

Turan, Namık Sinan, “Osmanlı Diplomasisinde Batı Đmgesinin Değişimi ve Elçilerin

Etkisi (18. ve 19. Yüzyıllar)”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. V.,

S. 2., (Aralık 2004).

Turan, Şerafettin, “Venedik’te Türk Ticaret Merkezi”, Belleten, S. 125., (Ocak 1968).

Unat, Faik Reşit, “Başhoca Đshak Efendi”, Belleten, C.XXVIII., S.109, (1964).

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, “Âmedi Galip Efendi’nin Murahhaslığı ve Paris’ten

Gönderdiği Şifreli Mektuplar”, Belleten, C. I., S. 2., (1937).

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, “Selim III’ün Louis XVI ile Muhabereleri”, Belleten, C.

II., S. 5-6, (1938).

Page 433: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

428

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, “On Dokuzuncu Asır Başlarına Kadar Türk-Đngiliz

Münesabatına Dair Vesikalar”, Belleten, C. XIII., S. 51., (1949).

Uzunçarşılı, Đsmail Hakkı, “Tosyalı Ebubekir Ratip Efendi”, Belleten, C. 39., S. 153.,

(1975).

Veinstein, Gilles, “Osmanlı Yönetimi ve Tercümanlar Sorunu”, Osmanlı, C. XI.,

Güler Eren(ed.), Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Woods, John E., “Turco-Iranica I: An Otoman Intelligence Report on Late

Fifteenth/Ninth Century Iranian Foreign Relations”, Journal of Near Eastern

Studies, Vol. 38., No:1., (January 1979).

Yalçınkaya, Mehmed Alaaddin, “Mahmud Raif Efendi as the Chief Secretary of

Yusuf Agah Efendi: The First Permanent Ottoman-Turkish Ambassador to London

(1793-1797)”, OTAM , S. 5., (1994).

Yalçınkaya, Mehmet Alaaddin, “Osmanlı Devleti’nin Yeniden Yapılanması

Çalışmalarında Đlk Đkamet Elçisinin Rolü”, Toplumsal Tarih , S. 32., (Ağustos

1996).

Yalçınkaya, Mehmet Alaaddin, “Bir Avrupa Diplomasi Merkezi Olarak Đstanbul:

1792-1798 Dönemi Đngiliz Kaynaklarına Göre”, Osmanlı, C. I., Güler Eren (ed.)

Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Yalçınkaya, Mehmet Alaaddin, “Nizam-ı Cedid Döneminde Osmanlı Devleti’nin

Modernleşmesinde Đngilizlerin Rolü”, Osmanlı, C. VI, Güler Eren(ed.), Ankara,

Yeni Türkiye Yayınları, 1999.

Yalçınkaya, Mehmet Alaaddin, “Đsmail Ferruh Efendi’nin Londra Büyükelçiliği ve

Siyasi Faaliyetleri (1797–1800)”, Pax Ottomana: Studies in Memoriam Prof. Dr.

Nejat Göyünç, Kemal Çiçek(ed.), Haarlem ve Ankara, Sota ve Yeni Türkiye

Yayınları, 2001.

Page 434: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

429

Yalçınkaya, Mehmet Ali, “Türk Diplomasisinin Modernleşmesinde Reisülküttab

Mehmed Raşit Efendi’nin Rolü”, OTAM , C. XXI., (2001).

Yurdusev, A. Nuri, “Uluslararası Đlişkiler Öncesi”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila

Eralp(der.), 2. B., Đstanbul, Đletişim Yay., 1997.

Yurdusev, A. Nuri, “The Ottoman Attitude toward Diplomacy”, Ottoman

Diplomacy: Conventional or Unconventional?, A. Nuri Yurdusev(ed.),

Basingstoke, Palgrave Macmillan, 2004.

Zigoreviç, Olga, “Yabancı Elçilerin Osmanlı Memleketlerinde Seyahatleri ve Huzura

Kabulleri”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S. 4., (1968).

IV-D ĐĞER KAYNAKLAR

“Konsolos”, Đslam Ansiklopedisi, C. 26., Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2002.

“Yusuf Agah Efendi”, Türk Ansiklopedisi , C. I., Đstanbul, Milli Eğitim Basımevi,

1968.

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 24. B., Ankara, Aydın

Kitabevi Yayınları, 2007.

http://www.ottomanist.nl/laocm/pages/the_music.htm#top (Erişim tarihi: 7 Mayıs

2007)

Page 435: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

430

ÖZET

Bu tezde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyıl sonlarında sürekli

diplomasiye geçişi ele alınmaktadır. Bu çerçevede, Osmanlı Đmparatorluğu’nun

sürekli diplomasiye geçişini sağlayan faktörler, ilk ikamet elçilikleri ve faaliyetleri,

ilk sürekli diplomasi uygulamasının kesintiye uğraması ve nedenleri ile 19. yüzyılda

sürekli diplomasiye yeniden geçiş incelenmiştir.

Tezin birinci bölümünde, diplomasinin gelişimi tarih süreç içinde ele alınmış,

Osmanlı Đmparatorluğu’yla benzer nitelikler taşıyan Çin, Japonya ve Đran’ın

geleneksel diplomasi anlayışları ve sürekli diplomasiye geçişleri araştırılmıştır. Daha

sonra, sürekli diplomasi kavramı üzerinde durulmuş, sürekli diplomasiyi ortaya

çıkartan etkenler belirlenmiştir.

Tezin ikinci bölümünde ise, öncelikle geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışı

ve uygulamalarının ortaya çıkışı ve bunların değişimi ele alınmıştır. Đkinci bölümün

sonraki kısmında ise, tezin ana konusunu oluşturan sürekli diplomasiye geçiş süreci

analiz edilmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişinin hem iç, hem de dış

etkenler sonucunda ortaya çıktığı, sürekli diplomasinin özellikle 18. yüzyılda doğan

Osmanlı diplomasi anlayışı ve uygulamalarındaki değişimle hayatiyet kazanan bir

olgu olduğu sonucuna varılmıştır. Đlk sürekli diplomasi denemesi, gene iç ve dış

etkenler nedeniyle çok da başarılı olmamıştır. Fakat ilk denemenin en önemli etkisi,

Osmanlı/Türk modernleşmesindeki olumlu katkısı olmuştur.

Page 436: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

431

ABSTRACT

This thesis has discussed the transition into permanent diplomacy in the

Ottoman Empire at the end of the 18th century. In this context, the factors ensuring

the Ottoman Empire to have passed into the permanent diplomacy, the first residence

missions and their activities, interruption in the implementation of the permanent

diplomacy and its reasons and also the retransition into the permanent diplomacy in

the 19th century, have been highlighted.

The first chapter of this thesis, has discussed the development of the

diplomacy in historical evolution and analyzed traditional diplomacy concept and

transition into the permanent diplomacy of China, Japan and Iran which carry the

same characteristics with the Ottoman Empire. Then, the concept of the permanent

diplomacy has been deliberated and the factors revealing the permanent diplomacy

have been presented.

In the second chapter of this thesis, appearing of traditional Ottoman

diplomacy concept and practices and also its changes have been firstly discussed. In

the other part of the second chapter, evolution of transition into the permanent

diplomacy process as the main subject of this thesis, has been analyzed.

It has been concluded that transition into the permanent diplomacy in the

Ottoman Empire revealed as the result of internal and external factors and the

permanent diplomacy was a fact which gained vitality by changes in Ottoman’s

diplomacy understanding and practices in the 18th century.

The first permanent diplomacy attempt was not enough to have been

successful due to both internal and external factors. But, most important effect of the

first attempt had been its positive contribution to Ottoman/Turkish modernization.

Page 437: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

Erdem, Gökhan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Sürekli Diplomasi’ye Geçiş Süreci,

Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, 431 s.

Bu tezde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun 18. yüzyıl sonlarında sürekli diplomasiye

geçişi ele alınmaktadır. Bu çerçevede, Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye

geçişini sağlayan faktörler, ilk ikamet elçilikleri ve faaliyetleri, ilk sürekli diplomasi

uygulamasının kesintiye uğraması ve nedenleri ile 19. yüzyılda sürekli diplomasiye yeniden

geçiş incelenmiştir.

Tezin birinci bölümünde, diplomasinin gelişimi tarih süreç içinde ele alınmış,

Osmanlı Đmparatorluğu’yla benzer nitelikler taşıyan Çin, Japonya ve Đran’ın geleneksel

diplomasi anlayışları ve sürekli diplomasiye geçişleri araştırılmıştır. Daha sonra, sürekli

diplomasi kavramı üzerinde durulmuş, sürekli diplomasiyi ortaya çıkartan etkenler

belirlenmiştir.

Tezin ikinci bölümünde ise, öncelikle geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışı ve

uygulamalarının ortaya çıkışı ve bunların değişimi ele alınmıştır. Đkinci bölümün sonraki

kısmında ise, tezin ana konusunu oluşturan sürekli diplomasiye geçiş süreci analiz

edilmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun sürekli diplomasiye geçişinin hem iç, hem de dış

etkenler sonucunda ortaya çıktığı, sürekli diplomasinin özellikle 18. yüzyılda doğan

Osmanlı diplomasi anlayışı ve uygulamalarındaki değişimle hayatiyet kazanan bir olgu

olduğu sonucuna varılmıştır. Đlk sürekli diplomasi denemesi, gene iç ve dış etkenler

nedeniyle çok da başarılı olmamıştır. Fakat ilk denemenin en önemli etkisi, Osmanlı/Türk

modernleşmesindeki olumlu katkısı olmuştur.

Page 438: T.C. ANKARA ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4193/4673.pdfve ad hoc diplomasi kavramları üzerinde durulmu ştur. Daha sonra, Antik Yunan, Roma ve Bizans

Erdem, Gökhan, The Transition Period to Permanent Diplomacy in the Ottoman

Empire, Phd Thesis, Advisor Prof. Dr. Ömer Kürkçüoğlu, 431 p.

This thesis has discussed the transition into permanent diplomacy in the Ottoman

Empire at the end of the 18th century. In this context, the factors ensuring the Ottoman

Empire to have passed into the permanent diplomacy, the first residence missions and their

activities, interruption in the implementation of the permanent diplomacy and its reasons

and also the retransition into the permanent diplomacy in the 19th century, have been

highlighted.

The first chapter of this thesis, has discussed the development of the diplomacy in

historical evolution and analyzed traditional diplomacy concept and transition into the

permanent diplomacy of China, Japan and Iran which carry the same characteristics with

the Ottoman Empire. Then, the concept of the permanent diplomacy has been deliberated

and the factors revealing the permanent diplomacy have been presented.

In the second chapter of this thesis, appearing of traditional Ottoman diplomacy

concept and practices and also its changes have been firstly discussed. In the other part of

the second chapter, evolution of transition into the permanent diplomacy process as the

main subject of this thesis, has been analyzed.

It has been concluded that transition into the permanent diplomacy in the Ottoman

Empire revealed as the result of internal and external factors and the permanent diplomacy

was a fact which gained vitality by changes in Ottoman’s diplomacy understanding and

practices in the 18th century.

The first permanent diplomacy attempt was not enough to have been successful due

to both internal and external factors. But, most important effect of the first attempt had

been its positive contribution to Ottoman/Turkish modernization.