İstanbul buluŞmalari “krİz ve İstanbul”...2 İletişim ve sekretarya tmmob Şehir...

201
TMMOB Şehir Plancıları Odası İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL” Yayına Hazırlayanlar Doç. Dr. Pınar Özden Akif Burak Atlar Saadet Tuğçe Tezer Çare Olgun Çalışkan Ekim, 2010 İSTANBUL

Upload: others

Post on 14-Aug-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

TMMOB

Şehir Plancıları Odası

İSTANBUL BULUŞMALARI

“KRİZ VE İSTANBUL”

Yayına Hazırlayanlar

Doç. Dr. Pınar Özden

Akif Burak Atlar

Saadet Tuğçe Tezer

Çare Olgun Çalışkan

Ekim, 2010

İSTANBUL

Page 2: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

2

İletişim ve Sekretarya

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No: 1/1 Beşiktaş Tel : 0 212 275 43 67 – 0 212 288 99 60 Faks : 0 212 272 91 19 GSM : 0 533 372 84 32 e-post a : [email protected][email protected] Web adresi : www.spoist.org – www.spo.org.tr

Page 3: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

3

PROGRAM 1. GÜN Yer: İTÜ Taşkışla Kampüsü 127 No.lu Salon 09:00-09:30 Kayıt İşlemleri ve Çay-Kahve Servisi 09:30-10:00 Açılış Konuşmaları - Prof. Dr. Orhan HACIHASANOĞLU- İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı - Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU - İTÜ Mim. Fak. Şehir ve Bölge

Planlama Bölüm Başkanı - Erhan DEMİRDİZEN - TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul

Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı 10.00-11:00 Davetli Konuşmacılar - Erdoğan BAYRAKTAR – T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi - Mustafa SÖNMEZ – Cumhuriyet Gazetesi 11:00 – 11:30 Çay/Kahve Arası

11:30 -13:00 I. Oturum: Sayılarla Kriz

Moderatör: Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU – İTÜ - Prof. Dr. Hayri KOZANOĞLU – Marmara Üniversitesi - Prof. Dr. Ümit ŞENESEN – İstanbul Teknik Üniversitesi - Yrd. Doç. Dr. Şule NECEF - Marmara Üniversitesi 13:00-14:00 Yemek Arası 14:00-16:00 II. Oturum: Kriz ve Sektörel Yatırımlar – I Moderatör: Yrd. Doç. Dr. P. Pınar ÖZDEN – Şehir Plancıları Odası - Bahadır TEKER – İstanbul Mortgage Finansman A.Ş. CEO - B. Gül DELİKTAŞ – Strateji ve Geliştirme Daire Başkanlığı - Prof. Dr. Fulin BÖLEN - İstanbul Teknik Üniversitesi - Ertan ŞİMŞEK – İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama - Doç. Dr. Azime TEZER – İstanbul Teknik Üniversitesi

Page 4: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

4

16:00 – 16:15 Çay/Kahve Arası 16:15-18:15 III. Oturum: Kriz ve Sektörel Yatırımlar – II

Moderatör: Erhan DEMİRDİZEN – Şehir Plancıları Odası - Firuz SOYUER - ULI Türkiye Yönetim Komitesi - Prof. Dr. Cengiz GİRİTLİOĞLU - İstanbul Teknik Üniversitesi - Alper AKSOY - Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği

2. GÜN Yer: İTÜ / Taşkışla Kampusü / 127 No.lu Salon 10:30-12:30 IV. Oturum: Kriz Ortamında İstanbul’un Yönetimi

Moderatör: Doç. Dr. Fatma ÜNSAL - Mimar Sinan Güzel Sanatlar

Üniversitesi - Mevlüt UYSAL - Başakşehir Belediye Başkanı - Fikret TOKSÖZ - Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı -Ahmet TURGUT - Şehir Plancısı -Asuman Yeşilırmak - Mimar 12:30-14:00 Yemek Arası

14:00-16:30 V. Oturum: Krizin Toplumsal Yansımaları Moderatör: Prof. Dr. Ayşenur ÖKTEN – Yıldız Teknik Üniversitesi - Prof. Dr. Bozkurt GÜVENÇ - Hacettepe Ün.Emekli Öğretim Üyesi - Prof. Dr. Çağlar KEYDER - Boğaziçi Üniversitesi - Doç. Dr. Hatice KURTULUŞ - İstanbul Üniversitesi - Özgür TEMİZ - Şehir Plancısı 16:30-17:00 Çay/Kahve Arası

17:00-18:00 Değerlendirme Moderatör: Prof. Dr. Zekai GÖRGÜLÜ – Yıldız Teknik Üniversitesi 18:00-19:00 Kokteyl ve Müzik Dinletisi

Page 5: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

5

SUNARKEN… Dünyayı derinden etkileyen, sarsan ve son yüzyılın en ciddi krizi

olarak nitelendirilen ekonomik kriz, İstanbul’un gündemine de damgasını vurdu. Ülkenin makro-ekonomik göstergelerinin paralelinde, İstanbul’da da kriz birçok sektörü derinden sarsıyor; toplum üzerinde derin izler bırakıyor. Uluslararası ağlar kadar yerel ağlar da krizden önemli ölçüde etkileniyor. Kentte bir yandan sanayi, finans, sigorta, gayrimenkul, inşaat gibi sektörler krize bağlı olarak kapasite küçültürlerken, bu sürecin toplumsal yansımaları da farklı düzlemlerde kendini gösteriyor. Üretim ve yatırımlardaki yavaşlama, işsizlik, gelir dağılımı dengesizliği ve yoksulluğun artması şeklinde kentsel alanlara yansıyor. 2008 yılında 2 bin 345 aile ve 17 bin 489 kişi İstanbul`dan göç etti. Plansız ve kontrolsüz bir şekilde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin ekonomik kalbi niteliğindeki İstanbul’un hâlihazırda da önemli ölçüde darboğaz içinde olan kent mekânına ve kent yaşamına olumsuz etkiler yapıyor.

2007 yılında düzenlenen İstanbul Buluşmaları, “Büyük Projeler”

konusunu gündemine almıştı. 2008 yılında düzenlenen İstanbul Buluşmaları etkinliği ise “Belirsizlik Ortamında Planlama” teması etrafında gerçekleşti. İçinde bulunduğumuz kriz dönemi, başta değişen planlama paradigmalarına hazırlıksız yakalanan ülkemizde, kentlerimiz ve planlama açısından mevcut bulunan belirsizliklere yenilerinin eklemesi düşüncelerini tartışma gündemine taşıyor.

2009 yılı ile birlikte, birçok kesim için belirsizlik ortamı, yerini kriz

ortamına bıraktı. Bu kapsamda 19-20 Ekim 2009 tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Buluşmaları’nın ana teması “Kriz ve İstanbul” olarak belirlendi. Dünya genelinde yaşanan ekonomik krizin, İstanbul’un farklı sektörlerine, yatırımlarına, toplumsal yapısına etkilerinin iki gün boyunca, planlama, yatırımlar, kent yönetimi ve toplumsal yapı zemininde oluşturulan oturumlarda tartışılması hedeflendi. İstanbul Buluşmaları 2009, üçüncü kez, sivil toplum, kent yöneticileri, meslektaşlar ve kent yöneticileri gibi ilgili tarafları bir araya getirerek 2009 yılının gündemi olan ekonomik krizi, planlama ortak paydası altında farklı sektörlerle birlikte masaya yatırdı. Ekonomik krizin neleri ne ölçüde etkilediği ve bundan sonra bizleri nelerin beklediği, bu ortamda planlamanın nerede durduğu cevap aranması gereken temel sorular olarak karşımıza çıktı.

İstanbul Buluşmaları 2009, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık

Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama bölümü ev sahipliğinde, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan

Page 6: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

6

Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümleri işbirliği ile gerçekleştirildi.

İstanbul Buluşmaları 2009’un düzenlenmesinde emeği geçen değerli

akademisyenlere, oturumlarda yer alarak bilgi ve birikimlerini bizlerle paylaşan konuşmacılara, katkılarını eksik etmeyen kurum temsilcilerine, etkinliği katılımlarıyla zenginleştiren izleyicilere ve Düzenleme Kurulu’na sonsuz teşekkürlerimizi sunuyor, bu kitabın, okuyanlarına katkı koymasını, eksikleri ve hatalarıyla, gelecek İstanbul Buluşmaları’nın düzenlenmesine katkı sağlamasını diliyoruz.

İstanbul Buluşmaları 2009 Düzenleme Kurulu

Page 7: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

7

TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI İSTANBUL ŞUBESİ

İSTANBUL BULUŞMALARI 2009 “KRİZ VE İSTANBUL”

19–20 Ekim 2009 BİRİNCİ GÜN

AÇILIŞ KONUŞMALARI ----&----

EBRU KERİMOĞLU- Değerli katılımcılar; Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü, Yıldız Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü işbirliğiyle düzenlenen “İstanbul Buluşmaları” bu yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü ev sahipliğinde “Kriz ve İstanbul” temasıyla gerçekleşmektedir. Hepiniz hoş geldiniz.

İstanbul Buluşmaları 2009’un açılış konuşmasını yapmak üzere İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan HACIHASANOĞLU’nu kürsüye davet ediyorum.

Prof. Dr. ORHAN HACIHASANOĞLU (İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı)- Günaydın.

T.C Başbakanlık Toplu Konut İdaresi’nin Sayın Başkanı, Sayın Öğretim Üyeleri, değerli meslektaşlarım, sevgili misafirler, sevgili öğrenciler; İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Taşkışla binasına hoş geldiniz. Hepinizi, Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri adına saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

“İstanbul Buluşmaları 2009” İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nün ev sahipliğinde, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi; Yıldız Teknik Üniversitesi; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümleri’nin işbirliğiyle gerçekleştirilmektedir.

Bu yılki İstanbul buluşmasının teması “Kriz ve İstanbul”. Belki Öğretim Üyelerimiz hatırlar; 8–9 Ekim 2009 tarihlerinde yine İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ev sahipliğinde, İstanbul Teknik Üniversitesi

Page 8: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

8

Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü de, “Tasarım veya Kriz” başlıklı bir toplantı düzenledi. Doğal olarak krizin olduğu dönemlerde akademisyenlerin de krizle ilgili çalışmalarını paylaşıma açmak, görevlerinden birisi oluyor.

Krizin, bu toplantının ana temasını açıklayan metinde belirtilen olumsuz yönleri olduğu gibi, bir önceki tasarım ve kriz toplantısında belirtilen bazı olumlu yönleri de olduğu söylenebilir. Bunların arasında en öne çıkan herhalde krizdeki rekabet dolayısıyla özgün tasarımların, özgün işlerin rekabette öne çıkmasıdır. Kişiler, gruplar veya organizasyonlar; özgün işleriyle krizle rekabet şansına sahip olabiliyorlar.

Krizin aslında eğitimi de etkilediği düşünülebilir. Ancak, izlediğimizde üniversitemizde ve diğer üniversitelerde lisans ve lisansüstü eğitiminde, kriz dönemlerinde ciddi bir değişim, farklılık olmadığını görebiliyoruz. Gerek 2001’de, gerekse bu dönemde yaşadığımız krizde lisans öğrencilerimizde artış olduğu gibi, bunun yanı sıra lisansüstü öğrenci sayımızda da belirgin artış görülmeye devam ediyor.

Bugün, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde Mimarlık Ana Bilim Dalı’ndaki Doktora programlarında 199(bu rakamın altını özellikle çizmek istiyorum), Şehir ve Bölge Planlama Ana Bilim Dalı’ndaki Doktora programında 60 doktora öğrencimiz var. Bunlar çok büyük rakamlar. Mimarlık Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans programlarında 500 Yüksek Lisans öğrencimiz, Şehir ve Bölge Planlaması Ana Bilim Dalında ise 79 Yüksek Lisans öğrencimiz var. Bunlar da oldukça yüksek rakamlar.

Görüldüğü gibi, mezunlarımız uzmanlık almak ve bu uzmanlıklarını gelecekte kullanmak için çaba sarf ediyorlar. Bunlar özellikle, krizde rekabet için uygun sonuçlar oluşturuyor.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen “İstanbul Buluşmaları”nın birincisi “Büyük Projeler”, ikincisi “Belirsizlik Ortamında Planlama”, üçüncüsü ise “İstanbul ve Kriz” şeklinde tanımlanmış. Bunların arasında olumlu ve olumsuz başlıklar var. Genellikle İstanbul'u olumsuz yönleriyle ele alan temalar olduğunu görüyoruz. Her şeye rağmen, her kesimin ilgisini çeşitli şekillerde çekmeye devam eden İstanbul kenti için yapılacak daha çok girişim olduğunu düşünüyoruz.

Yapılacak iş ve geliştirilecek politikaların geleceğin İstanbul sakinlerine, en az bugünkü İstanbul sakinlerinin İstanbul'dan aldıklarına eşdeğer olanaklar sağlayacak şekilde olması üzerinde durulmasının faydaları, kaçınılmaz olarak çok büyüktür.

“İstanbul Buluşmaları 2009” toplantısını ortaklaşa gerçekleştiren İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümleri’ne, organizasyonu

Page 9: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

9

yapan Öğretim Üyeleri ve yardımcılarına, Türkiye Mühendis Mimarlar Odaları Birliği Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi yetkililerine Fakültem adına teşekkürlerimi sunarım. “İstanbul Buluşmaları 2009” toplantısının verimli geçmesini diliyor, herkese sevgi ve saygılarımı iletiyorum.

Teşekkür ederim.

EBRU KERİMOĞLU- İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Başkanı Prof. Dr. Handan Türkoğlu’nu kürsüye davet ediyorum.

Prof. Dr. HANDAN TÜRKOĞLU (İstanbul Teknik Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlaması Bölüm Başkanı)-

Günaydın.

Sayın T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı, Sayın (Kartal Belediyesi) Belediye Başkanı, Sayın Dekanımız, Sayın katılımcılar; “İstanbul Buluşmaları 2009” kapsamında gerçekleştireceğimiz “Kriz ve İstanbul” konulu, iki gün sürecek toplantıya hoş geldiniz.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ev sahipliğinde, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan bu etkinliğin amacı, İstanbul'daki şehir planlama eğitimi veren üniversitelerimiz ve şehir plancıları tarafından İstanbul'un güncel sorunlarının tartışılmaya açılmasıdır.

2007 yılında düzenlenen İstanbul Buluşmaları, “Büyük Projeler” konusunu gündeme almıştı. 2008 yılında düzenlenen İstanbul Buluşmaları etkinliği ise, “Belirsizlik Ortamında Planlama” teması çerçevesinde gerçekleşti.

Bu yıl İstanbul Buluşmalarının ana teması ise söylediğim gibi, “Kriz ve İstanbul”dur. Dünyayı etkileyen ekonomik kriz, ülkemizi de derinden etkilemiştir. Sanayi sektöründe üretim kapasitesinin azaldığı, buna paralel olarak tüm sektörlerde istihdamda daralma yaşandığı gözlenmektedir. Bu gelişmelerin sonucunda işsizlik, fakirleşme, yaşam kalitesinde azalma kaçınılmaz olacaktır.

İstanbul'un; sahip olduğu potansiyellerle dünyada finansal merkez, lojistik merkez, kültür ve turizm merkezi olarak öne çıkmaya çalışırken, aynı zamanda diğer ülkelerdeki benzer kentlerle bir rekabet içinde olduğu da bilinmektedir. Gelecek için yatırım ve finans merkezi, lojistik merkezi, kültür ve turizm merkezi olarak planlanan kentimiz, dünyada krizden en fazla etkilenen şehirlerden birisidir.

İstanbul için belirlenen bu vizyonun yanı sıra kentte; göçün etkileri, yoksulluk, yoğunluk, aşırı yoğunluk, çevresel riskler, yetersiz altyapı ve kısmen düşük yaşam kalitesi gibi hassasiyetlerin olduğu da bilinmektedir.

Page 10: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

10

Dünya genelinde yaşanan krizin İstanbul’un; farklı sektörlerine yapılan yatırımlara, kentsel mekânına, toplumsal yapısına etkilerinin iki gün boyunca planlama, yatırımlar, kent yönetimi ve toplumsal yapı zemininde oluşturulacak oturumlarla tartışılması hedeflenmektedir.

Toplantının gerçekleştirilmesinde bizden desteğini esirgemeyen Sevgili Dekanımız Prof. Dr. Orhan HACIHASANOĞLU’na, Düzenleme Kurulu üyelerine; bizi kırmayarak, davetimizi kabul eden ve deneyimlerini bizimle paylaşan değerli konuşmacılara teşekkürlerimi sunuyor ve toplantının başarılı, verimli geçmesini diliyorum.

EBRU KERİMOĞLU- “İstanbul Buluşmaları 2009”un açılış konuşmalarının ilkini yapmak üzere Sayın Erhan DEMİRDİZEN’i kürsüye davet ediyorum.

ERHAN DEMİRDİZEN (Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı)- Sayın konuklar, Sayın Toplu Konut İdaresi Başkanı, Sayın Dekan, Sayın Bölüm Başkanı, değerli meslektaşlarım, hocalarım, sevgili öğrenciler; bu yıl İstanbul Buluşmaları’nın 3.’sünü gerçekleştiriyoruz.

“Kriz ve İstanbul” teması ile gerçekleştirdiğimiz bu İstanbul Buluşmaları’nda üstün çabalarıyla, emekleriyle bize ev sahipliği yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne ve özellikle Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’ne, başta Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU olmak üzere bölümün bütün üyelerine huzurlarınızda Şehir Plancıları Odası adına teşekkür etmek istiyorum.

Değerli katılımcılar; üç yıldır İstanbul'un çeşitli güncel sorunlarını, İstanbul'un planlanmasını güçleştiren sorunları bu salonlarda tartışıyoruz. İstanbul'un geleceğe taşınması, potansiyellerinin, kaynaklarının kamu yararına, toplum yararına planlama disiplini içerisinde nasıl geleceğe taşınabileceğinin yolunu nasıl bulabiliriz? Bu salonlarda üç senedir bunları, derinlemesine iki gün boyunca tartışıyoruz.

Bilim ve meslek insanlarımızın, uzmanlarımızın yoğun olarak katılım gösterdiği bu toplantılarda, İstanbul’la ilgili belirlediğimiz bütün temel problemlerin, temel sorun alanlarının bütün ilgililerinin katılımını amaçlıyor ve gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu sorunların bütün tarafları bu toplantılara katılacak ki, biz de şehir plancıları, meslek insanları, kent planlamasının uzmanları ve akademisyenleri olarak, planlama mesleğinin doğasından gelen görüşlerimizi, yaklaşımlarımızı taraflarla paylaşabilelim.

Burada çok farklı fikirler, yaklaşımlar; tavır ve duruşlar var. Şehir Plancıları Odası olarak bizim nerede durduğumuz, bütün bu meselelere, sorun alanlarına nereden baktığımız belli. Kayıtlara geçmesi için Şehir Plancıları Odası’nın duruşunu, tavrını, görüşünü size hatırlatmak istiyorum.

Page 11: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

11

Sevgili meslektaşlarım; biz planlama mesleğinin temel ilkelerinden, şehirciliğin temel esaslarından, kamu ve toplum yararından bakıyoruz. Bu uğurda böyle bakarken de bazen kurumlarla, bazen politikacılarla ters düşüyoruz, ciddi tartışmalar yaşıyoruz; meslek odası olarak böyle bir hedefimiz olmadığı halde. Biz bir siyasi kurum değiliz. Türkiye'de mesleğini uygulamak isteyen meslek insanlarının üye olmakla yükümlü oldukları, hepsinin mesleki çıkarlarını, çalışmalarını kolaylaştırmak üzere, yasayla kurulmuş olan bir meslek kuruluşuyuz. Ancak, maalesef Türkiye'de bazen kurumlarla, siyasetçilerle başka ülkelerde olmadığı kadar karşı karşıya geldiğimiz oluyor.

Yasalardan gelen yetki ve görevlerimizi kullanarak; kendilerini uyarıyoruz, yapılan yanlışları söylüyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz. İkna edemezsek, itiraz ediyoruz ve dava açıyoruz. Aslında olağan olarak olması gereken bunlar değil.

Batı ülkelerinde meslek kuruluşlarının, meslek örgütlerinin toplantılarına katıldığımızda görüyoruz ki; meslek odaları bu kadar itiraz eden, tartışan, dava açan, bu yolla kurumları ikna etmeye çalışan, meslek ilkelerini kamuoyunda hatırlatmaya çalışan kurumlar değil. Türkiye'nin ulaşmayı hedeflediği Avrupa Birliği ülkelerinde bu böyle değil. Bu durumda şunu tespit ediyoruz ki, meslek odalarıyla, meslek kurumlarıyla, özerk meslek odalarıyla, meslek kurumlarıyla, özerk meslek odalarıyla bizde olduğu gibi danışma mekanizmaları işliyor. İcrave uygulama kurumları karar almadan önce etkin bir şekilde danışma mekanizmalarını hayata geçiriyor.

Zaman zaman bu ülkelerde, meslek odalarının yetkilileriyle o ülkelerdeki bakanlık yetkilileri ortak konular etrafında konuşabiliyorlar. Çünkü, çok uzun bir müzakereyi, tartışmayı, görüşmeyi muhakkak arkalarında bırakmış oluyorlar.

Bizim meslek odalarımızın kuruluş yasası da bize bu görevleri, bu yetkileri veriyor. Bu anlamda meslek odalarımızın yasaları, dünya standartlarının gerisinde değil. Yasa bize şu görevi veriyor; muhakkak Türkiye'de planlamayla, belediyecilikle, imarla ilgili uygulama yapan bütün kurumlarla görüşlerinizi paylaşın, varsa bu kurumların yanlışlarını zamanında uyarın, kurumların yanlış yapmasını önceden engellemeye çalışın.

Biz bunu yapmaya çalışıyoruz; kamuoyuyla görüşlerimizi paylaşıyoruz, yanlışlar noktasında kurumlarımızı uyarıyoruz, çaresiz kaldığımızda yargıya gitmek durumunda kalıyoruz. Tabii, Türkiye zaman zaman söylemlerin sertleştiği bir ülke. Türkiye'nin kültürel atmosferi biraz böyle.

Bu nedenle; bazen gerçekten anlamakta zorlandığımız, herhangi mantığa, izana sığdıramadığımız açıklamalarla da, tepkilerle de karşılaşıyoruz. Burada ben bir Meslek Odası’nın Başkanı olarak, geçtiğimiz

Page 12: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

12

günlerde yapılan ve meslek odalarımızı yakından ilgilendiren bir tartışmaya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir tören sırasında Sayın Başbakan bizim için “sizlere yazıklar olsun” demiş, niye; Galataport’u engelledik diye. Arkasından da şunu eklemiş “Galataport nedir diye sorun, bilmezler”. Basına Sayın Başbakan’ın bu sözleri aynen böyle yansımış.

Üç sene önce Galataport farklı boyutlarıyla gündeme gelip, bizler Galataport’taki yapılaşmaları, kıyıyla ilgili Anayasa hükümlerine ve Kıyı Yasası’na aykırı bulup, yargıya götürdükten sonra; Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi olarak gelin bu konunun tarafları olarak Özelleştirme İdaresi, denizcilikle, turizmle, planlamayla, İstanbul ile ilgili kurumlar, kişiler, örgütler dâhil olmak üzere bir araya gelelim çağrımız üzerine, tüm bu kurum ve kişiler dahil olmak üzere bir araya geldik ve Galataport’un kitabını yazdık.

Türkiye'de bir kurvaziyer limanın içerisinde neler olması gerektiğini ve neler olması gerekmediğini, Türkiye'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı dahi bilmiyorken, güncel bir tartışmaya açtık. Ben o nedenle burada bir kez daha nazikçe söylemek istiyorum; Sayın Başbakan’ı yanlış bilgilendiriyorlar. “Galataport” adı altında tarihi Galata Limanı’nın kıyı kesiminde yapılmak istenen on binlerce metrelik alışveriş merkezine ve otel inşaatına karşı çıkıyoruz.

“Galataport” olarak önümüze gelen Proje ile bunlar, kıyıda yapılmak istenildi. 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar kıyıda bunları yapabilmiş hiçbir yatırımcı yok. Galataport ile ilgili özel bir yasal düzenleme, mevzuat düzenlemesi yapılmaya kalkışıldığında; bu ülkenin meslek insanlarının tartışmaya açması kadar doğal bir durum olamaz.

O nedenle; Galataport’u biz engellemedik; hukuk, Türkiye'nin hukuku engelledi. Çünkü, Türkiye'de kıyının hukuku çok açık, net, hiçbir yoruma gerek yok. Anayasamız “kıyılar toplumun genel kullanımına açık olacak” diyor, bunu biz söylemiyoruz, biz icat etmedik bu kavramları, bunu evrensel hukuk söylüyor.

Bu nedenle; altını sürekli çizmeye çalıştığımız husus, hukuka uygun planlar projeler. Bütün istediğimiz bu olduğu halde bazen kurumlarımızın yöneticileriyle anlaşamıyoruz; ülkemizin kültürel atmosferi bir araya gelip bunları etraflıca tartışmamıza izin vermiyor.

Bu nedenle, TC Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı Sayın Erdoğan BAYRAKTAR’a katılımı nedeniyle hepinizin huzurunda tekrar teşekkür etmek istiyorum. Ancak, bu tartışmalardan birisini geçtiğimiz günlerde maalesef Sayın Bayraktar da bizlere yönelik dile getirmiş, basından takip ettiğimiz, kendisine atfedilen ifadelerden anladığımız kadarıyla.

Altını çiziyorum; bütün isteğimiz hukuka uygun planlar ve projelerdir. O nedenle; Sayın Bayraktar’a atfen bir ulusal gazetemizin yazdığı gibi,

Page 13: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

13

“meslek odaları olarak rüşvet istediğimiz” şeklindeki ifadeler bizi üzmüştür, ama bunun hafif bir ifade olduğunun da farkındayım. Meslek odaları olarak rüşvet istediğimiz basına yansıdı ve gazetede yer alan ifadelere göre, Türkiye'nin en genci 50–60 yıllık bir geçmişe sahip olan ve yasal faaliyetlerini yerine getirmeye çalışan meslek odalarımızla ilgili olarak kamuoyunda böyle konuşuluyor.

Ben bir not olarak bunu huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Bu Geçtiğimiz hafta gündeme gelen bu konular; maalesef, Sayın Başbakan’ın Galataport ile ilgili söyledikleri ve T.C Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı Sayın BAYRAKTAR’ın açtığımız davalarla ilgili olarak söylediği sözler aynı gün basına yansıdı. Bu konuda fazlasıyla üzülüyoruz, fazlasıyla tepkiliyiz; bunu meslek camialarımıza karşı bir haksızlık olarak değerlendiriyoruz..

Sayın konuklar; bu nedenle bir kez daha “İstanbul Buluşmaları”yla ilgili olarak altını çizmek isterim ki, biz burada kurumlar arasındaki tartışmaları bu sözünü ettiğim düzeyde yapmamak için “İstanbul Buluşmaları”nı yapıyoruz. Planlamayla, İstanbul’la, bu toplumla ilgili konuların teknik ve bilimsel düzeyini koruyabilmek için bu salonlarda bir araya geliyoruz.

Uzmanlık ve bilimin rehberliğinden ayrılmadığımızı, ayrılmayacağımızı tekrar tekrar ifade etmek için bir araya geliyoruz. Bu kavramları sadece deprem ve sel gibi acı olaylardan sonra hatırlamamak için bir araya geliyoruz. Ne düşündüğümüzü birbirimizin yüzüne karşı doğruca söyleyebilmek için; karşılıklı görüşlerimizi, yaklaşımlarımızı, sorun tespitlerimizi ve çözümlerimizi paylaşmaktan bu ülke için bir fayda umduğumuz için burada bir araya geliyoruz. Bu amaçlarla üç yıldır bir araya geliyoruz, bunun için “İstanbul Buluşmaları”nı düzenliyoruz. Bunun için ilgili her kurumu davet ediyoruz buraya.

Bakın, son günlerde bazı tartışmalar var bunlarla ilgili. Şehir Plancıları Odası olarak buraya davet ettiğimiz kurumlar, , , planlamayla ilgili akademik camia olarak hiçbir zaman özel olarak ilgi duyduğumuz, sempati duyduğumuz için davet edilmiyor. Özel olarak düşmanlık beslediğimiz, kavga etmek istediğimiz için de değil. Meslek kurumu olarak ve bir meslek örgütü olarak buna benzer duygularla hareket etmemiz mümkün değil zaten.

Bu nedenle; kimseye karşı olumlu ya da olumsuz özel bir duygumuzun olmadığını tekrar ifade etmek istiyorum ve huzurlarınızdan ayrılırken bir kez daha; İstanbul Teknik Üniversitesi’ne, Düzenleme Kurulu’nda görev alan Yıldız Teknik Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyelerimize, Odamız’ın Yönetim Kurulu üyelerine ve çalışanlarımıza, bütün arkadaşlarımıza tekrar teşekkür

Page 14: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

14

ediyorum, sizlere de katılımlarınız için ayrıca çok teşekkür ediyorum; İstanbul Buluşmaları’nın verimli geçmesini diliyorum.

EBRU KERİMOĞLU- "İstanbul Buluşmaları 2009"un davetli konuşmacısı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı Sayın Erdoğan Bayraktar’ı kürsüye davet ediyorum.

ERDOĞAN BAYRAKTAR (TC Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanı)- Çok değerli hocalarımız, Kartal Belediye Başkanımız, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanımız, çok değerli katılımcılar, çok değerli öğrenciler; İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin ve Şehir Plancıları Odası’nın müştereken hazırlamış olduğu "İstanbul Buluşmaları" etkinliğinin İstanbul’umuza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Konunun başlığı, “Kriz ve İstanbul” güzel bir başlık. Etkinliği organize eden herkese ve katılımcılara teşekkür ediyorum. Efendim, ülkemizin durumu, konumu belli, bunu biliyoruz; İstanbul’umuzu da biliyoruz. Tabii ki biz yurtdışına; Çin’e, Endonezya’ya, Kore’ye, Japonya’ya ve Amerika’ya gittiğimiz zaman, “neredensiniz, nereden geldiniz?” dediklerinde, biz “Türkiye” dediğimiz zaman, “İstanbul’un Türkiye’sinden mi?” diye soruyorlar. Bu çok enteresan bir şey, İstanbul Türkiye'den çok daha önde; Türkiye'nin nüfusunun yüzde 20’sini, ekonomisinin yüzde 50’ye yakınını, konfirmasyonunun ve tanıtımının büyük bir kısmını önde tutan bir dünya kenti.

Türkiye'de krizden çıkmak için İstanbul’a çok iyi bakmak lazım. Dünyadaki belli başlı krizler; düzenli ekonomiye geçtikten sonra 1929 Büyük Dünya Ekonomik Buhranı, arkasından 2. Dünya Savaşı’ndan sonra olan bir dizi kriz olarak ifade edilebilir. Yine geçtiğimiz yıllarda, 2001 yılında ülkemizde yaşanan ekonomik kriz, 2008 ve 2009 yıllarında tüm dünyada yaşanan büyük bir kriz ciddi şekilde dünyayı etkilemekte; yurdumuzu da.

Ben şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Bugün Almanlar, Fransızlar, İngilizler, Avrupa'nın birçok ülkesi, hatta Amerika, Brezilya, Avrupa’nın kalkınmakta olan Romanya, Polonya gibi diğer ülkeleri Türkiye'den yatırımcı çekmek için çok ciddi gayret içindeler. Yine 1968-1970’li yılların başından itibaren başta Almanya olmak üzere, Fransa, Belçika ve diğer Avrupa ülkelerine giden yurttaşlarımızın ikinci üçüncü nesilleri bugün o ülkelerdeki hayatlarını devam ettirmek için Türkiye'den para talep etmekte. Türkiye'deki yakınlarından yardım alarak oradaki hayatlarını idame ettirmektedirler.

Bunu ben bizzat yaşayarak biliyorum. Oradaki birçok insanımıza burada iş vermek veya onları çeşitli yollardan desteklemek suretiyle oradaki yaşam standartlarını artırmaya ve yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyoruz. Böyle bir ortamdayız.

Page 15: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

15

İstanbul'u Türkiye'den ayrı düşünemeyiz, ama biraz daha ileride İstanbul’u Türkiye ile beraber düşünmek lazım. Diyarbakır’ı, Kayseri’yi, Gaziantep’i, Denizli’yi kalkındırmadan, İstanbul'u kurtarmak; yalnızca İstanbul'u geliştirerek, Türkiye'nin ekonomisini kurtarmak mümkün değil. İstanbul'un çevresinde Çorlu’yu, Bandırma’yı bir çekim merkezi yapmadan, Karasu’da yeni bir liman kenti kurmadan, Düzce’yi, Çanakkale’yi geliştirmeden, İstanbul'u kurtarmak mümkün değil.

İzmir olmadan İstanbul olmaz. İzmir’in mutlaka Barselona’dan daha ileriye geçmesi lazım. Bugün İspanya’da Katalan bölgesi İspanyollardan daha zengin; çok daha zengin ve Barselona bugün bir çekim merkezi. Madrid’in, İspanya’nın büyük ölçüde yükünü almakta. Biz de bugün İstanbul'dan çok daha kötü durumda olan İzmir’i, geliştirmeden, bir cazibe merkezi haline getirmeden İstanbul’un yükünü hafifletemeyiz. İzmir'de Küçük Menderes, Büyük Menderes ovaları, arkasında Manisa, Denizli, Muğla, Aydın; Balıkesir illeri İzmir’i çok ciddi şekilde beslemekte; adeta İzmir’e arka banliyölük yapmaktadır. Bu bakımdan mutlaka İzmir’i, Bursa’yı İstanbul’la beraber düşünmemiz şarttır.

Bütün bunların yanında, İstanbul'u kalkındırmamız, geliştirmemiz için ulaşım problemini mutlaka çözmemiz lazım. İstanbul'da yeraltını ulaşım için kullanmadan, İstanbul'u kurtaramayız. İnsanlarımızın, işlerine, okullarına, sağlık tesislerine gidebilmek için kısa sürede ulaşımı sağlayacak yeraltı sistemini kullanmaları lazım. Özel arabaları ile gitmeyi tercih edenler, o zaman trafikte beklesin, alternatifini biz oluşturalım.

Bu büyük bir olgu. Diğer taraftan salt olarak bizim mesleğimize geldiğimizde, İstanbul'un kentsel dönüşümü; yaşam kalitesinin, konut kalitesinin artırılması, yılların birikimiyle gelişen bir olgu. Şimdi, burada çok değerli hocalarımız, Şehir Plancıları Odamızın Değerli Başkanı, çok güzel görüşlerini ifade ettiler.

Bugün İstanbul'da 3 milyonun üzerinde konut var. Bu konutların yüzde 70’inin yaşanamayacak durumda olduğunu biliyoruz. Belki yüzde 80’ine yakını ya temel ruhsatı (inşaat başlama ruhsatı) ve iskân müsaadesinden (yapı kullanma izni) yoksun, ama daha vahimi mühendislik bilimine, mimarlık bilimine, şehir planlama kriterlerine uygun olmadan yapılaşmış yapılar. Bunlar 1940’lı yıllarda başladı, 1950’li yıllardan itibaren hızını artırarak devam etti. 1980’li yıllardan sonra ivme artırdı, 1990’lı yıllarda İstanbul'un her tarafını kaçak ve çarpık yapılaşma, gecekondulaşma kapladı.

Bu yapılaşma İstanbul'un tarihi dokusunu, sit alanlarını, dere yataklarını, yeşil alanlarını, orman alanlarını ciddi manada tahrip etti, şehrin gelişmesini durdurdu ve bu yapılaşmalar şehrin ortasında kalmaya başladı.

Bugün ruhsatlı, iskânlı binalar olması gereken kalitede olmasa bile, kentte esas vahameti oluşturan, ruhsatsız ve kaçak yapılardır. Bizim, bu

Page 16: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

16

toplumun insanları, belli bir yaşa gelmiş insanlar olarak tabii ki sorumluluğumuz var. Ama başta varlıklı, eğitimli, kültürlü, diplomalı insanların daha çok sorumluluğu var. Kendi memleketinde aş, iş bulamayan, kaliteli yaşam bulamayan insanlar büyük şehirlere göç ettiler. Diyarbakır’ın köylüleri Diyarbakır’ın şehir merkezine, Diyarbakır’ın şehir merkezindekiler İstanbul'a derken, bu böyle devam etti.

Bunu mutlaka engellememiz lazım. Türkiye bugün Avrupa Birliği’ne girme sürecinde, gelişme ve kalkınmada ciddi adımlar atarken, bugün G–20 zirvesinde Türkiye Cumhuriyeti artık eskisi gibi değil. Daha başı dik konuşabilir bir duruma geldiyse, bu Türkiye'nin geliştiğini ve dünya milletleri arasında daha iyi bir noktaya gelmeye çalıştığının bir göstergesidir.

Bugün gerek Avrupa'da, gerekse tüm dünyada Türkiye daha ciddi bir duruş ve daha ileri bir pozisyona gelmiştir. Esas söylemek istediğim şu: Türkiye'de gerçek manada kentsel dönüşüm sağlanmadan, insanlar kaçak yapılardan, depreme dayanıksız evlerden kurtulmadıkça; gerçek kalkınmadan, gerçek refahtan söz edemeyiz.

Bunu hep birlikte, beraberce halletmemiz lazım. Biz bugün TOKİ olarak; gerek ekonominin gelişmesi, işsizliğin azalması, Türkiye'deki kaliteli konut sunumunun artması, Türkiye'deki kiraların azalması, ev fiyatlarının aşağıya çekilmesi, kayıtsız ekonominin kayıt içine alınması için, ev almak için yeterli parası olmayan insanlarımızın ev alabilmesi için ciddi bir gayret içerisindeyiz.

Şunu da ifade etmek istiyorum: Tabii ki, biz belki kendi haddini aşan bir yapılanma içerisinde biraz çok açıldık. Ama biz Sulukule’deki kentsel dönüşümü, Ankara kent girişi Protokol Yolu’ndaki kentsel dönüşümü yapmasak, Odalarımız kimi eleştireceklerdi? Bugün Türkiye'de TOKİ 400 bin konuta ulaştı. Bu, nüfusu 100 binden fazla 15 şehir demektir. Ama TOKİ kesinlikle sadece konut yapmıyor. Modern hayatın gerektirdiği donatılarla bezenmiş yaşam birimleri, kent parçacıkları yapıyor. Bunu yapmaya çalışıyor, ama bazen çok yanlış da yapıyoruz.

Bilimsel kriterler, şehircilik kriterleri manasında, tarihten gelen Selçuklu, Osmanlı ve daha eskilere giden mimari yapı tarzlarında, yöresel ve klasik mimari yapı tarzlarında çok yanlışlarımız ve eksiklerimiz var. Ama, biz burada teknik açıdan meslek erbapları olarak ortak bir dilde; krizle, ekonomiyle daha çok bağlantılı olan görüşmeler yapıyoruz.

Biz kendi cephemizden baktığımız zaman, Türkiye'de büyük problem başta İstanbul olmak üzere, hâlihazırda gelişmiş İzmir, Bursa, Adana, Diyarbakır ile yeni gelişen Batman, Van, Samsun gibi şehirlerimizde çok ciddi boyutlarda gecekondulaşma ve kaçak yapılaşmanın olması. Türkiye bu kaçak yapılaşmadan, bu kaynak israfından kurtulmadan, bu şehir birimlerinde yaşayan insanlarımızın devlete bakış açısını düzeltmeden,

Page 17: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

17

devlete ve millete olan aidiyet duygusunu artırmadan; kalkınmadan bahsedemeyiz, gerçek kalkınmayı yakalayamayız.

Yine aynı şekilde gerçekten barınmaya ihtiyacı olup da, ev alacak parası olmayan, parasını beslenmeye, giyimine, sağlığına, eğitimine ancak ayırabilen ve parası diğer ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyen insanlarımızın konut problemini çözmeden, kalkınmadan bahsedemeyiz. Bu bakımdan, sorumlu olan herkesin çok daha ciddi manada başını iki elinin arasına koyarak düşünmesi, çalışması ve sorumluluğunun bilincinde olması lazım.

Bizler uygulayıcılar olarak mutlaka bilimin ışığında, bilimin gereklerine göre hareket etmek, teoriye ve yasalara bağlı olmak zorundayız. Ama, bir taraftan da üretimdir işin esası; , yatırım ve kaliteli üretim olmadan kalkınmadan bahsedilemez.

Mühim olan sunum yapabilmek, kullanıma hazır bir eser meydana getirmektir. Beslenmede de, sağlıkta da, barınmada da böyledir. Türkiye'nin gerçek kalkınmayı yakalayamamasının sebeplerinden bir diğeri ise Osmanlı’nın 1500-1600’lü yıllardan sonra fabrikalarının, kağnılarının çalışmaya, üretime dayalı sisteminin çökmesi, savaşa dayalı ekonomik yapı sonucunda yurtdışından getirtilen hazır paralarla geçinmeye başlaması, Avrupa’nın görece çok ileriye gitmesinden dolayı oldu. Durum böyle olunca, tabii İstanbul'a ve İstanbul'da yaşayanlara çok görev düşüyor. İstanbul'a göç getirmememiz gerekli. 12 milyonu aşan İstanbul nüfusunun, 5712 kilometrekarelik İstanbul yüzölçümünün, İstanbul'un ulaşımının, altyapısının, elektriğinin, suyunun, telefonunun, doğalgazının, eğitiminin, sağlığının artık İstanbul'u taşıyamadığını görüyoruz. İstanbul’un tarihinden gelen bu özelliğini vitrine çıkarmak suretiyle; belki sağlık, eğitim, turizm özelliklerini öne çıkarmak suretiyle, sanayiyi yakın bölgelere biraz daha desantralize ederek daha sonra Türkiye'ye yaymak suretiyle bu krizden çıkacağız.

Kriz olunca para kendini koruyacak köşelere çekiliyor. O zaman, devletin yatırımlarını artırması lazım. Türkiye'de bugün kriz gerçek manada Avrupa’dan daha az etkili. Bizim gelir seviyemiz 7–10 bin dolarlar civarında, Avrupa’nınki ise 30 bin dolar civarında. Onların kişi başına yıllık gelirleri 20 bin dolara düşüyor. Bizim kişi başına düşen yıllık gelirimiz ise 4 bin dolara düşüyor. Tabii ki onlardan kötü durumdayız, ama krizden daha az etkilendiğini söyleyebiliriz. Neden? Çünkü devlet yatırımları ve devlet harcamaları arttı. Biz TOKİ olarak, krizin dünyayı kasıp kavurduğu dönemde, yatırımlarımızı artırmaya devam ettik. Özellikle, inşaatlarımızda vasıfsız elemanların çalıştığı; , yatırımlarımızın daha çok özel sektörün gitmediği Doğu ve Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere, Türkiye'nin 81 vilayetine, 650 ilçesine yayıldığı düşünüldüğünde, devlet yatırımlarının sosyal devlet anlayışı içerisinde artarak devam etmesi gerekliliği de ortaya çıkmaktadır.

Page 18: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

18

Bu bakımdan, bu bilimsel sempozyum ve toplantıların gençlerimizi bilinçlendirmede, toplumumuzun sorumluluğunu artırmada ve üretime katkı sağlamada daha cesur davranmalarını temin etmede çok önemli fonksiyonlar içerdiğini görmekteyiz.

Ben özellikle çok yoğun olmama rağmen, aldığım davet üzerine buraya katılmayı, sizlerle beraber olmayı bir görev bildim. Ben de meslektaşınızım. Ayağımızda çizme, harcımızla, demirimizle inşaatlardayız. Bugün Türkiye'nin her tarafına yayılan 1500’e yakın şantiyede işimizi yürütmeye çalışıyoruz.

Şöyle ters bir olgu da var. İnşaat sektörü; altyapı, baraj yatırımları, gölet yatırımları, seralar, havaalanları, demiryolları, konutlar ve çeşitli prestij yapıları gibi çok geniş bir yelpazeye yayılmakta. Türkiye’ye bakıyoruz, Ticaret Odası’na kayıtlı 200 bin yüklenici ve müteahhit var. Almanya'nın nüfusu 85 milyona yakın ve dünya ekonomilerinde üçüncü büyük ekonomi; 4 bin müteahhitleri var. Bunların da mutlaka disipline edilmesi gerekli.

Bugün eğer Şehir Plancıları Odası çok ciddi eleştiriler yapıyorsa, bizim konuşmalarımızda birtakım yanlış anlaşılmalar oluyorsa, diğer devlet kademelerinde daha dikkatle konuşması gerekenlerin birtakım ifadelerinde yanlış anlaşılacak sapmalar oluyorsa; bu Türkiye'nin genel pozisyonundan kaynaklanıyor.

Bizim, Sulukule’de yaptığımız kentsel dönüşüm tartışılabilir. Roman vatandaşlarımızın, bizim hakikaten o kültürü yaşatmamız lazım. Ama inanın, orası çok kötü bir yerdi. Ben Fatih’te büyüdüm. Altyapı, su, tuvalet yok. Biz, orada hak sahibi, tapu sahibi olan herkese yerinden konut verdik. Kiracılara da Gaziosmanpaşa Taşoluk’tan ev verdik. Nasıl? Peşinatsız, evine taşındıktan sonra ayda 180–220 bin lira arasında taksit ödeyerek; ama o evlere gitmediler, kültürleri oraya uygun değil. Çoğu 30–40 bin lira devir parası alarak bıraktılar, gitmediler. Tekrar “Biz Sulukule’de oturacağız” diyerek geldiler.

Türkiye'de problemi çözebilecek kadro belki var, ama bu probleme destek verecek ekonomik güç yok. İhtiyacı olanın parası yok. İşsizlik sorunu bugün bütün dünyada var, ama Türkiye'de yüzde 14-15’ler seviyesinde. Bunun aşağıya çekilmesi lazım.

Kentsel dönüşümleri mutlaka Üniversitelerimizle, akademisyenlerimizle, Mimarlar, , Mühendisler, Şehir Plancıları Odalarımızla, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte tartışarak yapmamız lazım. Çağdaş ülkelerde olduğu gibi imar planlarını halkın katılımıyla yapmamız lazım. Fakat, biz henüz o duruma gelemedik. O duruma gelmemiz için bir defa bilimsellik, kültür, eğitim bakımından geçmemiz gereken aşamalar var.

Page 19: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

19

Maddi bakımdan ulaşmamız gereken belli bir seviye var. Bu bakımdan, bizim İstanbul'a olan göçü engellememiz, İstanbul'un ekonomisini turizm ile geliştirerek, Türkiye ekonomisine katkı sağlamamız lazım.

Çanakkale’den Ege sahillerine geçiş için imkân sağlamamız, Altınova’da şehir kurmamız, Karasu’da mutlaka bir liman kenti kurmamız, Düzce’deki sanayiyi mutlaka artırmamız lazım. Bandırma’yı İstanbul'un yükünü alacak düzeyde daha çok geliştirmemiz lazım. İzmir’i, Bursa’yı geliştirmeden İstanbul’u kurtaramayız; İstanbul'u kurtarmadan Türkiye'nin ekonomisini geliştiremeyiz. Türkiye'nin ekonomisini kalkındıracak, geliştirecek olan İstanbul’dur. Biz bugüne kadar büyük ihale olarak ifade edilebilecek 30 katrilyon tutarında 3500 ihale yaptık. Bugüne kadar harcadığımız para; ödediğimiz hakediş rakamı bütün Türkiye'de 20 katrilyon (eski rakamla), bugünkü rakamla 20 milyar TL.

Bu paranın yüzde 90’ını İstanbul'dan kazandık. Hazineden bir pay almıyoruz, çağdaş ülkelerin, modern ülkelerin yaptığı gibi; yargı, güvenlik ve denetimin dışında bütün ülkelerde, bütün kurumlar kendi kaynağını bularak kendi çarkını döndürüyor; üniversiteler de buna dâhil. Devletten, hazineden destek alabilir. Ama esas itibariyle kendi döner sermayesi ile çarkını döndürecek durumda. Bilimsel açıdan gelişmiş ülkelerde böyle; Amerika, Japonya, Almanya’da böyle, sadece hiç geri dönüşü olmayan yargı, güvenlik ve denetim. Bu alanlarda kaynağı tamamen Devlet, Hazine verir. Bunun dışındaki sağlık, eğitim dâhil tüm alanlarda devletin sübvansiyonu vardır, mutlaka olacaktır; Türkiye'de daha fazla olacaktır. Ama tüm birimler kendi çarkını döndürecek şekilde, kendi finansman sistemini de kurmak zorundadır.

TOKİ olarak biz böyle yapıyoruz. Hazineden aldığımız arsaları geliştiriyoruz ve bunlarla kazandığımız paralarla bugün ulaştığımız 400 bin konut rakamının 300 bin adedi sosyal konuttur. Bu konutların 100 bin adedi, taksitleri 250 liranın altında olan konutlardır. Evine taşındıktan sonra 100 lirayla, 250 lira arasında adeta aidat öder gibi bir aylık giderle ev sahibi olması için çalıştığımız insanlarımızdır bu konutlarda yaşayanlar. Ama yine ifade ediyorum; çok iş yaptık, çok yanlış yaptık, çok eleştiri alıyoruz, eleştiri almamız, eleştiriye de açık olmamız lazım. Bilimselliğin bizim rehberimiz olması lazım.

Biz Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi ile fiziksel olarak ve çalışma olarak çok yakınız. Hocalarımız da gelip bize yanlışlarımızı söylüyorlar, bizi uyarıyorlar. Yine geçtiğimiz altı aylık dönem içerisinde dünyadan ve Türkiye'den akademisyenlerin de dâhil olduğu çok ciddi bir mimari yarışma yaptık. 93 katılımcı oldu, bunlardan zannediyorum 12 proje ödüle, değerlendirmeye layık görüldü. Bunları aldık, sergiledik, kitap haline getirdik ve bunlar bize rehberlik yapıyor. Fakat o kadar yoğun bir çalışma temposu var ki, çünkü Türkiye'de işsizlik, gecekondu had safhada.

Page 20: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

20

Türkiye'de çok ciddi bir kentsel dönüşüm ihtiyacı var. Bugün İstanbul'da biz Küçükçekmece, Ayazma, Tepeüstü, Kayabaşı, Gaziosmanpaşa, Tuzla, Maltepe, Kadıköy, Fatih ve Bağcılar’da kentsel dönüşümler yapıyoruz; ciddi bir gayret içerisindeyiz.

Küçükçekmece’de, Küçükçekmece Belediye Başkanı ile birlikte 3 bin gecekondu yıktık. Gecekondu sakinlerinin hepsine anlaşma yapmak ve ikna etmek suretiyle ev verdik. Kiracı olanlara uzun vadeli ödemek koşuluyla ev temin ettik, ev sahibi olanları enkaz bedellerini peşinattan düşmek ya da arsa bedelini vermek suretiyle ev sahibi yaptık.

Bugün Ayazma’da gecekonduların yıkılmasıyla boşalttığımız iki vadi, rekreasyon alanı olacak şekilde düzenlenecek. Halkalı turnikeleri yakınında, Başakşehir yolu üzerindeki gecekonduları yıktık, orasını çok güzel bir rant alanı haline getirdik.

Trabzon’da Zağnos Deresi’ndeki gecekonduları kaldırdık, rekreasyon alanı yaptık. Erzincan’da Çarşı Mahallesi’nde gecekonduları yıktık; orada az katlı ve az yoğunluklu, yöresel mimariye de uygun konutlar yaptık. Karabük’te, Denizli’de, Samsun’da, Diyarbakır’da, Ankara'da; ülkenin birçok yerinde çok yoğun bir kentsel dönüşüm çalışması içerisindeyiz.

Gecekondu dönüşümü yaptığımız zaman, birçok kurum bize yüklenerek, “Yapmayın” diyor. Gecekonduda yaşayan insan diyelim ki masumdur; peki, Hakkâri’nin bir köyünde çok daha mağdur olan, gecekondu yapamayan vatandaşımızın, ülkenin 781 bin kilometrekaresinin her zerresinde daha çok hakkı yok mu? Bunları düşünürken, geleceğe ve geçmişe yönelik muhasebesini yaparak, elimizdeki imkânlarla neyi daha kolay ve pratik yapabiliriz? Ülkemizin menfaatine olan, vatan eksenli, millet eksenli boyut nedir, vatanımızı, milletimizin yaşam seviyesini geliştirmek için neler yapabiliriz?

Bizim hiçbir şeklide, bir devlet kurumu olarak siyaset yapmak gibi bir hakkımız yok. Ama iş yaparken, şu anda iktidarda olan partinin, hükümetin programlarını yürütüyoruz. Tabii ki, bu sefer siyasi kuruluşların hükümete yönelik tepkisi, bize de yansıyor. Böyle zor bir dönem içerisinde, bütün bu zorluklar içerisinde üretim yapmamız, kalkınmayı yakalamamız lazım. Burada İstanbul'un konumunu, krizden çıkıştaki önemini vurgularken, ülkemizin dünya içerisindeki, önemli bir köşe olma konumunu, ülkemizin komşularıyla olan ilişkilerini, tarihinden gelen yükleri de düşünmek zorundayız. Bugün ülkemiz hakikaten; Suriye, Irak, İran, Ermenistan, Gürcistan, Ukrayna, Rusya, Moldovya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ile çok ciddi bir yakınlaşma içerisindedir.

Bu düşünce ve gayretle çalışmak zorundayız. Biz burada üniversitemiz, fakültemiz, akademisyenlerimiz ve siz gençler geleceğe teknik açıdan bakan, üretim boyutunu öne çıkarmaya çalışan insanlar olarak bu

Page 21: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

21

düşünceyle ülkemizde hangi siyasi yelpaze ve hangi düşünceden olursa olsun, ülkenin kalkınmasına elbirliğiyle sarılmamız, birleşebildiğimiz noktalarda alt ana eksenimizi kurarak, kalkınmaya daha çok destek vermemiz lazım.

Biz TOKİ olarak 550 tane Ankara'daki merkezimizde 550, İstanbul Uygulama Başkanlığı’mızda 100 arkadaşımız var. İki tanesi büyük şirketler olmak üzere, toplam beş tane şirketimiz var yatırım yapan. Birincisi, Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı, ikincisi ise Emlak Pazarlama Projelendirme A.Ş. Çalışanlarımızın yüzde 85’i sosyal hayatından fedakârlık yaparak, çok yoğun bir gayret içerisindedir.

Onun için, biz TOKİ olarak Ticaret Odaları ve Borsalar Birliği, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği ve benzeri diğer kurumlar dâhil olmak üzere meslek odalarımızdan; akademisyenlerimizden, üniversitelerimizden de destek bekliyoruz.

İstanbul'un ulaşım problemini çözme mecburiyetimiz var. İstanbul'da deprem olursa, İstanbul Türkiye 200 milyar dolar yükün altına girecek. Bu tehdidi ortadan kaldırmak ve bir deprem dönüşümü gerçekleştirmek için şu anda Kayabaşı’nda 65 bin konut yapıyoruz; bunun 25 binini özel sektör, 40 binini ise TOKİ yapacak. Biz diyoruz ki, bugün İstanbul'da deprem riski olan 70 bin hane var; ağır hasarlı veya hasarlı. Bunların içinde hala oturulan 17 bin tanesine biz yazı yazdık. “Gelin biz size Kayabaşı’ndan peşinatsız, taşındıktan sonra ödemek ve oturduğunuz hasarlı evi de yeni evin bedelinden düşmek suretiyle ev vereceğiz” dedik. Çok ciddi bir geri dönüş alamadık buradan. Yasal destek gerekli. İstiyoruz ki, deprem riski olan evlerde insanlarımız oturmasın.

Kayabaşı’ndaki planlara da çok ciddi itirazlar oldu. Net emsal 1,8’, brüt emsal ise 0,60 civarındaydı. Emsali net üzerinden 0,90’a çektik; bu kadar eleştiri almayalım, Şehir Plancıları Odamız, Mimarlar Odamız işlerimize daha hoşgörülü baksın diye. Brüt üzerinden emsalimiz şu anda Kayabaşı’nda 0,38 civarında. Taksim Meydanı’nın dört katı büyüklüğünde meydanlar, kültür alanları, teknik altyapı alanları, ulaşım bakımdan çok zengin alanlar yapıyoruz. Hakikaten, İstanbul'a alternatif yeni bir uydu kent kurmaktayız.

Bir hocam beni uyardı; “Şehrin içerisindeki kentsel dönüşümlere biraz daha hız verin, bu şehirlere nefes aldıralım”. Çok doğru bir tespit ve uyarı. Ama inanın, bu, dünyanın en zor işi. İstanbul'da kentsel dönüşümleri yapmak için; İstanbul'u kaçak ve depreme dayanıksız yapılardan, modern hayatın gerektirdiği donatıları bulundurmayan yörelerden kurtarmak için herkes biraz daha birbirine destek vermeli.

Page 22: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

22

Burada birileri mutlaka mağdur olacak. Biz masum olan insanları koruyalım derken, beş tane gecekondusu olan insanlara, gecekondu ticareti yapanlara da ev veriyorsunuz.

Gecekondu bölgelerinde oturanların yüzde 40’ı kiracı. Bunların hepsini iyi irdelememiz lazım. İstanbul'da tarihin verdiği çok büyük bir zenginlik; Megaralılar’dan, Roma’dan, Bizans’tan gelme çok ciddi tarihi derinliği var. Osmanlı’nın bu şehre vurduğu çok ciddi bir mühür var.

Bizim bu tarihi zenginlikle beraber İstanbul'u müstesna bir hale getirmek için olanca gayretimizle çalışmamız gerekmektedir. Bu bakımdan, “Kriz ve İstanbul” toplantısının özellikle İstanbul’umuza, Türkiye’mize ve bütün insanlığa faydalı olmasını diliyorum. Katılımınız için herkese teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

----&----

Page 23: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

23

TEMATİK KONUŞMA

“KRİZ VE İSTANBUL”

Konuşmacı: Mustafa SÖNMEZ (Cumhuriyet Gazetesi Yazarı)

----&----

EBRU KERİMOĞLU- “İstanbul Buluşmaları 2009” un tematik konuşmasını yapmak üzere Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Sayın Mustafa SÖNMEZ’i kürsüye davet ediyorum.

MUSTAFA SÖNMEZ (Cumhuriyet Gazetesi Yazarı)- Değerli konuklar; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Size “Kriz ve İstanbul” başlıklı bir sunum hazırladım, onu takdim edeceğim. Tabii, haliyle bu küresel bir kriz olduğu için, bir dış dünya bağlamıyla başlayıp, oradan Türkiye'ye gelip ve oradan İstanbul'a odaklanmayı düşünüyorum.

Şimdi, bu bir dünya krizi ve şu grafikte gördüğünüz gibi - bu Dünya

Bankası’nın bir çalışması- Dünya kapitalizmi son 150 yılda dönem çeşitli krizler yaşamış. Biraz zayıf görünmekle beraber, silik gibi görünen çizgiler dünya ekonomisinde önemli kriz dönemlerini yansıtıyor. Örneğin, 1870’lerde bir kriz var, 1890’larda bir kriz var. Sonra arkasından 1910’lara doğru bir kriz var ve dünya savaşı var. Arkasından 1929 krizi var ve İkinci Dünya Savaşı

Page 24: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

24

var. Sonra 1950’lerden, 1980’lere kadar çok tarihe geçmiş kriz görmüyoruz, ama 80’lerden sonra krizlerin sıklaştığına tanık oluyoruz.

80’lerde Latin Amerika borç krizi, arkasından Japonya’da yaşanan kriz, 90’larda Asya ve Rusya krizi. Türkiye'nin yaşadığı 1994 ve 2001 krizleri ile günümüzde yaşanan küresel kriz. Yani, bu 150 yıllık dönem içerisinde dikkat çeken olgu, dünya ekonomisinin bu mavi çizgide görüldüğü gibi, bu süreç içerisinde sürekli büyüyor olması. Sermaye birikimi bir şekilde ilerliyor, krizler oluyor, krizleri aşıyor, hatta bazı dönemlerde savaşlarla bunu aşıyor. Savaşlarla krizlerin yakın bağlantısı var. Aslında, savaş bir düzeltici unsur olarak da kullanılıyor dünya krizlerini aşmada.

80’lerden bu yana bu krizlerin aralığının sıklaştığını görüyoruz. Bugün geldiğimiz ve içinden geçmekte olduğumuz kriz de bu dünya tarihinin en önemli krizlerinden birisi. Bu krizin ortaya çıkış nedenin çok fazla üzerinde durmayacağım, ama bu sürece damgasını vuran bir gelişme var; finansallaşma ve balonlaşma. Bu grafikte de görüldüğü gibi, 80’li yıllarda gerçek mal ve hizmet üretimiyle, bu üretimin senetlere, kâğıtlara, yani menkul kıymete dönmesi birbirine çok yakındı. 10 trilyon dolara, 12 trilyon dolar.

GSMH-Finans:Balonlaşma;1980-2007

0

50

100

150

200

250

0

50

100

150

200

250

300

350

400

GSYH (Trilyon Dolar) 10 22 32 55

Mali Stok (Trilyon Dolar)* 12 43 94 196

Derinlik (MS/GSYH) % 119 195 297 356

1980 1990 2000 2007

Bakın, sonraki yıllarda ne oluyor? Milli gelir ve dünya hâsılası

büyüyor, fakat bu menkul kıymet stoku dediğimiz kâğıtlaşma olağanüstü bir büyüme gösteriyor. Yani, gerçek hayattan çok daha fazla katlanarak bir menkul kıymet stoku, finansallaşma, balonlaşma yaşanıyor ve bu durum, krizde zirveye ulaşıyor. Bu krizde dünya kapitalizmi artık öyle bir yere gelmiş

Page 25: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

25

durumda ki, gerçek mal ve hizmet üretiminden bağımsız olarak bir kâğıtlaşma, balonlaşma, finansallaşma yüksek bir seviyeye ulaştı ve bu yolla azami kârı elde etme saplantısına düşüldü, Sonuçta da Amerika'da mortgage kredileri, senetleri üstünden izlenen balonlaşma patladı ve Amerika'da finansta başlayan hareket, giderek bütün dünyada reel sektörü de içerisine alacak şekilde bütün sektörleri kapsayan bir bunalıma dönüştü.

Bu grafik de yine IMF’nin son raporunda dünya ekonomilerinin

krizden nereye doğru yol aldıklarına dair sembolleri gösteriyor. Kırmızılar krizin en şiddetli hissedildiği ayları gösteriyor, kırmızıdan pembeye doğru geçiş etkinin hafiflemesi, sarı, giderek açık yeşil ve koyu yeşile geçişse krizden çıkışa dair işaretleri simgeliyor.

Görüldüğü gibi, ekonomi özellikle mart ayına kadar çok diplerde seyretmiş bütün dünyada. Sonra yavaş yavaş bazı ülkelerde daha az iyileşme, “en kötü”yü geride bırakma, bazılarında biraz daha hızlı bir iyileşme şeklinde görülmüş. İyileşmenin daha çok görüldüğü coğrafyaların Asya olduğunu, özellikle Çin’in hızlı bir toparlanmayla iyileşmeye geçtiğini, onun yanı sıra Hindistan’ın biraz daha toparlandığını, ama diğer bölgelerde iyileşmenin görece daha yavaş seyrettiğini görüyoruz. Türkiye'ye dair IMF gözlemine bakarsak, ocak ayından itibaren “en kötü” geride kalmış gibi görünüyor. Giderek açık yeşile, yani iyileşmeye doğru bir toparlanma gözlemi var. Bu, IMF’nin, dünya krizinin nereye seyrettiğine dair bir analizi.

Türkiye, IMF ve Dünya Bankası tarafından Avrupa'nın yükselen ekonomileri içerisinde gösteriliyor. Yine IMF’nin tespitlerinden hareketle

Page 26: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

26

baktığımızda, Türkiye'nin Avrupa'nın yükselen ekonomileri içerisinde krizi en derinden yaşayan ülkelerden birisi olduğunu görüyoruz.

IMF; 2008 yılını yüzde 1 dolayında bir büyümeyle kapadıktan sonra, bu yıl ekonominin yüzde 6,5 küçüleceğini öngörmüş. Ama 2010’a dair yüzde 3,7’lik bir büyüme öngörüsü var. Bölgenin diğer ülkelerine baktığımızda, küçük Baltık ülkelerinin en şiddetli şekilde krizden etkilenerek yüzde 17 daraldığını, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya’nın da hatırı sayılır küçülmeler yaşadıklarını görüyoruz. Ama Türkiye ekonomisinin 700 milyar dolarlık bir ekonomi olması ve yüzde 7’yi bulabilecek bir küçülme öngörüsü, bu bölgenin krizden en ciddi şekilde etkilenen ülkesi olduğunu söylememize imkân veriyor.

Haliyle, Türkiye'de 2008’in son çeyreğinden bu yana üç mevsimdir ekonomik daralma yaşanıyor. Önce kriz, özellikle Ekim 2008’den itibaren Türkiye'de hissedilmeye başlandı. Yüzde 6 dolayındaki daralmanın arkasından, ilk çeyrekte yüzde 14 gibi tarihi bir küçülme yaşandı. İkinci çeyreğin küçülmesi de yüzde 7 civarında gerçekleşti.

Üçüncü çeyreğin küçülmesinin, -üçüncü çeyrek bitti, ama henüz sonuçları açıklanmadı - yüzde 6–7 civarında bir küçülme olduğunu tahmin ediyoruz. Dolayısıyla bakıldığında, Türkiye ekonomisi özellikle 2002–2007 döneminde dünyadaki likidite bolluğunun, bu finansallaşmanın, balonlaşmanın ortaya çıkardığı dünyadaki Lale Devri’nin etkisiyle 2001 krizinden sonra ardı ardına epey bir yüksek büyüme dönemi yaşadıktan sonra, dünya kriziyle beraber bu Lale Devri’nin bitmesi sonucunda ciddi bir daralma sürecine de girmiş oldu.

Kriz merkez ülkelerde finans krizi olarak başladı, hatta bu yüzden Türkiye'de de 2001 döneminde finans krizi yaşandığını ve arkasından 20 küsur bankanın devlet eliyle kurtarıldığını, bunun da bedelinin ciddi ölçüde IMF’den borçlanılarak gerçekleştirildiğini, bu borcun süreç sonunda topluma ödetildiğini hatırlayalım.

Finans krizi, finans sektörü daha 2001 krizinden ayıklanmış olarak çıktığı için, “Bu kriz Batı’da finans krizi olarak çıktı, bizim finans sektörümüz sağlam olduğuna göre biz hiçbir şey olmaz” denildi. Galiba bundan dolayı da birileri Başbakan’a “Kriz bizi teğet geçti, diyebilirsin” dedi. Dünya finans sektöründen, krizi yaşamayan bütün coğrafyalar, bütün o kâğıtların finansına bulaşmamış ülkeler krize dâhil oldular, kriz bulaştırıldı.

Bu, reel üretim üstünden dünya ekonomisiyle, reel ekonomi üstünden bütünleşmelerinden dolayı gerçekleşti. Asya’dan, Latin Amerika’ya, Doğu Avrupa’dan, Ortadoğu’ya kadar. İster sanayi ürünleri şeklinde, ister enerji ve hammadde üstünden merkeze bu şekilde eklemlenmiş olan ülkeler merkezdeki talep daralmasından dolayı kendilerini çok ciddi bir kriz

Page 27: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

27

içerisinde buldular. İşte ne oldu? Her şeyden önce ihracatları düştü, Türkiye'de olduğu gibi.

Türkiye özellikle son on yıldır sanayi üretimini ağırlıkla ihracata ve Avrupa Birliği’ne odaklamıştı. Avrupa Birliği krize girdiğinde, finans ayağında ne oldu? Öncelikle sanayi ürünlerine, yani Türkiye'den ve Türkiye gibi ülkelerden temin ettiği sanayi ürünlerine talebi düştü. Talep düşünce, Türkiye'de ihracatı tökezlediği için, sanayisi kapasite kullanımı da zorluğa girdi ve kendisini krizin içinde buldu.

Bu grafikte gördüğünüz gibi, ihracat aydan aya çok ciddi kan

kaybetmiş ve yüzde 30’un üstünde bir daralma yaşamış. Keza, dış talepteki bu daralma iç talepte de yaşandı. İç talepte de ihracattaki azalmayla beraber fabrikalar kapasiteleri düşürdüler, tensikatlara başvurdular, ücretleri düşürdüler. Bu alım gücünü, Türkiye için de düşürdü. Ayrıca, insanlar tabii ne olur, ne olmaz diyerek taleplerini düşürdüler. Böylece bu dış taleple, iç talep daralması sanayide git gide bir üretim kaybını ve üretim düşüşünü getirdi.

Nitekim sanayi üretimi şubat ayında ciddi ölçüde dibe vurdu, ama sonraki aylarda da çok fazla toparlanabildiği söylenemez. Kapasite kullanım

Page 28: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

28

oranı bir ara düzelse bile, son iki ayda ciddi ölçüde düşüyor. Bu, toparlanma iddiasını büyük bir soru işaretiyle karşılanması gerektiğini bize söylüyor.

Haliyle bu daralmanın, küçülmenin en önemli sonucu olan işsizlik, büyüme döneminde, yani 2007 döneminde bile Türkiye için ciddi bir sorundu. İstihdam yaratmayan bir büyüme yaşanıyordu. Burada yüzde 10’larda kemikleşmiş bir işsizlik vardı. Bu yeni dönemle beraber bu eşik yüzde 10’lardan, yüzde 15’lere doğru seyrediyor. Bazı aylarda, özellikle mevsimsel istihdamla beraber turizm, inşaat, tarım gibi bu biraz yumuşasa, yüzde 13-14’e seyretse bile, yüzde 15’e doğru ilerleyen bir resmi işsizlik var. Bunun resmi işsizlik olduğunun özellikle altını çizelim. Üç milyon küsuru aşan bir resmi işsiz sayısı, ama bir de Türkiye'de sayılmayan işsizler var. Yani, insanlar eğer iş aramıyorlarsa, iş aramaktan umutlarını kaybetmişlerse, mevsimlik işçilerse, bunları TUİK işsiz, işgücü ve işsiz havasına katmıyor.

Hâlbuki bunlar dikkate alındığında işsizlik oranı yüzde 20’lere ve işsiz sayısı da 6 milyona yaklaşıyor. Bunun çok önemli bir kısmının genç işsizler olduğunu, hatta lise ve üniversite mezunu 1 milyonu aşkın bir işsiz kitlesinin bulunduğunu da burada hatırlatalım. Tabii, bu kriz sürecinde esas bu aşağıdan gelen iş bekleyen, krize işsiz olarak yakalanan insanlara ek olarak kriz sürecinde işlerinden çıkarılan insanlar eklendi. Özellikle, krizin şiddetle yaşandığı 2008 sonu ve 2009 başlarında çok ciddi tensikatlar söz konusu oldu. Dolayısıyla, bu yedek işsizler ordusu krizin yaratmış olduğu tensikatlarla beraber biraz daha büyüdü.

Dünyada tabii bu küresel bir kriz olduğu için, özellikle küresel ekonomiye birebir eklemlenmiş bölgeler krizi daha yakından ve birebir hissediyorlar. Haliyle, İstanbul da dünyadaki bu kentlere baktığımızda, üçüncü kademe bir kent olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, dünyadaki bu altüst oluştan hemen etkilenen, bütün etkilerini hisseden bir kent. Aslında, daha önceki diğer bölgesel ya da kendi iç dinamiklerimizden kaynaklanan krizlere baktığımızda, yine İstanbul'un ülke genelinde yaşanan krizi daha derinden hissettiğine tanık oluyoruz.

Örneğin, 1994 krizinde Türkiye ekonomisi yüzde 5,5 küçülürken, İstanbul'un yüzde 10,5 küçüldüğünü görüyoruz. Keza, 2001 krizinde ülke genelinde yaşanan yüzde 7,5 oranındaki daralma İstanbul'da yüzde 10’u aşmıştı. Yani, İstanbul'un dünya ekonomisiyle kenetlenmiş ve ülke içerisindeki ağırlığının yüzde 20’leri aşıyor olmasından dolayı kriz şartları İstanbul'u daha derinden vuruyor.

İstanbul özellikle 2001 krizinden sonra, 2002–2007 dönemindeki büyümeden hatırı sayılır bir pay almıştı. Yani, bütün bu bölgesel dengesizlikleri azaltma, İstanbul'u desantralize, Anadolu’yu ihya etme ve böylece İstanbul'u nüfus baskısından kurtarma iddialarına rağmen büyüme

Page 29: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

29

dönemlerinde de İstanbul çok önemli bir çekim merkezi ve yine yatırımları kendisine topluyor.

2002–2007 döneminin yatırım teşviklerine baktığımızda, toplam yatırımlardan İstanbul'un yine yüzde 25 pay aldığını görüyoruz. Yani, bütün bu bölgesel denge iddialarına rağmen, kendi haline bıraktığımızda, sermaye dönüp dolaşıp İstanbul'a geliyor. Hatta İstanbul'dan sanayiyi desantralize edelim iddialarımıza rağmen, imalat sanayiine yapılan yatırımların yüzde 24’ünün yine İstanbul’a yöneldiğini görüyoruz.

Eğer planlama yoksa, bir iradi çaba, kararlı bir teşvik sistemi yoksa, böyle küresel rüzgârlara terk ettiğimiz anda, sermaye nüfus dönüp dolaşıp, mekânsal olarak neresi en yüksek kârı sağlıyorsa, oraya yoğunlaşıyor. İstanbul'un başına da bu kriz öncesinde yine bu geldi. Yine yatırımların önemli bir kısmı, nüfus İstanbul'da toplandı, hatta sanayi ciddi ölçüde yine İstanbul'a akın etti.

Krizde ne oldu? Bu defa az önce bahsettiğim gibi Türkiye ve İstanbul krizi reel sektörden yaşadı. İstanbul'da finans sektöründe herhangi bir darbe yok. Ama konfeksiyon, tekstil sektörü -İstanbul'un en fazla yoğunlaştığı alanlardan birisi -, inşaat sektörü, gıda dışındaki bir dizi sanayi sektörleri krizden ciddi ölçüde yara almış durumdalar. Keza gayrimenkul rantına dönük sektörlerde bütün bu alışveriş merkezleri, plaza yatırımlarında, konut sitelerinde ve konut satışlarında ciddi bir durgunluk ve kriz yaşanıyor.

Türkiye'de bütün bu bölgesel denge iddialarına karşın hiçbir ters rüzgâr yaşanmıyor. Türkiye'de özellikle 1980 sonrası bu planın iyice kulak ardı edilmesiyle, liberalleşme ve küreselleşmenin yüceltilmesiyle birlikte nüfus ve kaynakların mekânsal dağılımı daha Batı, İstanbul ve çevresi lehine yaşandı.

İstanbul hiç durmaksızın, olağanüstü bir nüfus basıncı altına girdi. İkinci bir eğilim kıyılaşmaydı, turizmin gelişmiş olduğu, gelişmekte olduğu Antalya, Muğla yörelerine doğru bir nüfus akışı oldu. Bu da tabii bu bölgelerin çok ciddi şekilde betonlaşmasına ve çevresinin ciddi ölçüde tahribatına neden oldu.

Üçüncü bir eğilim; küresel ekonomiye dönük meta üretimi yapan bazı Anadolu vahalarında; Kayseri, Antep, Denizli gibi şehirlerde küçük yığılmalar oldu, ama genel eğilim aksi doğrultuda gerçekleşti. 1980’den bu günlere baktığımızda, hiçbir dönemde bölgesel dengenin tersine seyrettiğini ve Anadolu’yu yerinde tutacak bir sürecin hiçbir plan döneminde gerçekleşmediğini görüyoruz. Bunda da yine en ağırlıklı unsur plana inançsızlık; piyasayı, neoliberalizmi her şeyin önüne koyma ve onun her şeye kadir olduğuna olan inanç. Bunun sonucunda da bu kıyılaşma ve İstanbul'un üstüne olağanüstü bir yükün binmesi gibi sonuçlar ortaya çıkıyor.

Page 30: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

30

Haliyle, İstanbul’da olan kriz onun çekim alanı içerisinde olan bütün illere de yansıyor; örneğin Bursa ve Kocaeli, bugün krizi çok derinden yaşayan bölgeler. Bu durum, zaman zaman Tekirdağ, Adapazarı, hatta Bilecik ve Eskişehir’i bile etkisi altına alıyor. Yani, İstanbul esas olarak krizi sadece kendi coğrafyasında değil, bütün bölgesiyle beraber yaşıyor, oralara yansıtıyor.

Bir gösterge gerekirse, Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı ücretli kişi sayısına baktığımızda, krizin etkilerinin hissedildiği Ekim 2008’den, Haziran 2009’a kadar bırakın sigortalı sayısında artışı, aksine azalma yaşandığını görüyoruz. Ama mevsimsel istihdamlarla beraber bugün bile Sosyal Güvenlik Kurumu’nda 200.000’in altında bir sigortalı kaybı var.

İstanbul özeline baktığımızda, 157 bin sigortalı insan, yani kayıtlı ücretli bu kriz döneminde işini kaybetmiş görünüyor. Bu, yüzde 5,5 oranında bir kayıp anlamına geliyor. Yani, Türkiye genelinin üstünde; İstanbul bu anlamda krizi derinden yaşıyor, bunun bir göstergesi olarak kayıtlı ücretli sayısını gösterebiliriz.

Keza, bu 15 ilin tahliline baktığımızda, İstanbul'un konumsal olarak etrafında bulunan Bursa, Kocaeli, Tekirdağ illeri yine çok ciddi kayıtlı ücretli kaybı yaşayan illeri oluşturuyor. Bu 15 il içerisinde krizi atlatmış gibi görünen ya da istihdam kaybını telafi etmiş olanlar, bekleneceği gibi, turizm ve seracılıkta uzmanlaşmış olan, Antalya ve Muğla bölgeleri, bir de kamu istihdamının ağırlıkta olduğu Ankara olarak görünüyor. Onun dışında, Türkiye'nin istihdamında yüzde 70’e yakın payı olan bu iller dışında, bir de Konya var. Onu dışarıda bıraktığımızda, tüm diğer illerin ciddi ölçüde kayıtlı istihdam kaybına uğradığını ve krizi yaşadığını görüyoruz; ama bunu özellikle İstanbul yaşıyor.

İstanbul'un küresel ve dünya ekonomisiyle bütünleşmiş bir kent olmasına karşın, istihdam ve nüfus özellikleri henüz ciddi bir kapitalistleşme ve kapitalist kent görünümünü vermiyor. 12,5 milyonluk nüfus içerisinde istihdama katılabilenler İstanbul nüfusunun ancak 1/3’i; burada işgücüne katılma oranı Türkiye genelinden farklı değil. Yani, İstanbul aslında gerçekten kocaman bir köy.

Nüfusun önemli bir kısmının, özellikle kadın nüfusun işgücüne katılım oranı hâlâ çok düşük. Kayıtsız istihdam da ona keza ağırlık taşıyor. İstanbul'un bir diğer özelliği de, bir ücretli kenti olması; istihdam edilenlerin yüzde 81’i ücretli. Ülke genelinde yüzde 62 olan ücretlilik oranı İstanbul'da yüzde 81’e çıkıyor. Bu anlamda İstanbul bir proleter kenti ve giderek de mülksüzleşen bir merkez.

Bu nüfusun bir kısmı kayıtlı, bir kısmı kayıt dışı; fakat önemli bir kısmı kayıt dışı ve örgütlü bir ücretli kesim de değil.. Aynı şekilde,

Page 31: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

31

sendikalılık oranı son derece düşük. Bu anlamda bölüşüm ilişkilerinde İstanbul'da olağanüstü bir eşitsizlik var.

Sektörel olarak baktığımızda, İstanbul'un sanayiden arındırıldığı ya da sanayinin desantralize edildiği iddialarına rağmen, hâlâ sanayinin istihdamda yüzde 40 payı olduğunu görüyoruz. Bu küçük ve orta ölçekteki işletmeler özellikle; tekstil, konfeksiyon, oto yan sanayileri, oto bakımla ilgili sektörler ve deri sektörü. Bütün bunlar alt alta konulduğunda, İstanbul güya otomotiv endüstrisini Bursa’ya, diğer bir dizi ana metal sanayisini Kocaeli ve Tekirdağ’a desantralize etmiş görünmesine rağmen, hatrı sayılır bir sanayi nüfusunu barındırmaya devam ediyor. Hâlâ organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinde büyük bir sanayi nüfusu yaşıyor.

İşsizlik gerçekten bu krizde İstanbul’un en önemli sorunlarından biri haline geldi. TÜİK en son 2008 yılı bölgesel işsizlik rakamlarını vermişti. Orada işsiz sayısı 2008 yılı sonunda İstanbul'da 493 bin görünüyor. Ama bu sayılmayan işsizler, yani kayıt dışı işsizler de 115 bini buluyor. Bunlarla beraber 68 bin işsiz var İstanbul'da. Bu, Türkiye işsizlerinin yüzde 14’ü demek.

İşgücüne katılma oranı İstanbul'da Türkiye genelinden farklı değil. Ancak, yüzde 46,5 oranında bir nüfus işgücüne katılıyor. Çok önemli bir büyüklükte işgücü dışında kalan nüfus söz konusu. Krizin İstanbul'u nasıl vurduğuna dair bir göstergeyi de ihracattan görebiliyoruz. İhracatın ilk dokuz ayı şunu gösteriyor; İstanbul Türkiye ihracatında yüzde 55 gibi çok önemli bir paya sahip.

2008’in 9 aylık sürecinde 51 milyar dolar ihracat yapılırken, bu kriz döneminde İstanbul'un ihracatının 35 milyar dolara düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla, ihracatta yüzde 30 oranında bir azalma var. Bu, Türkiye genelini yansıtıyor. Aynı durumu ithalatta da görüyoruz. İthalatta yine İstanbul'un payı yüzde 55 ve baktığımızda, ithalatın İstanbul'da yüzde 40 daraldığını tespit ediyoruz. Dış ticaret merkezi sayılan İstanbul bu krizde yüzde 40’a yakın gibi bir daralmayla çok ciddi bir küçülmeye gitmiş görünüyor. Bu hem istihdamda, hem de dış ticarette görünüyor.

Yatırımlara bakıldığında, Türkiye genelinde 2008 ve 2009’un sekiz aylık yatırımlarını karşılaştırdığımızda, Türkiye genelinde toplam yatırımlarda yüzde 59’a yakın bir düşüş var, ama İstanbul'da bu oran daha fazla. İstanbul’daki yatırımlarda geçen seneye göre yüzde 65 oranında düşüş var.

Birkaç yıl geriye gidip baktığımızda, İstanbul daha 2006 yılında toplam yatırımların yüzde 26’sını yaparken, bugünkü küçülmeyle beraber payı yüzde 13’e kadar gerilemiş. Bu yatırımlar da gösteriyor ki, İstanbul'da kriz çok ciddi ölçüde ve derinden yaşanıyor. Bu durumu aynı zamanda vergi tahsilâtında da görebiliyoruz.

Page 32: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

32

Türkiye'nin vergi tahsilâtında İstanbul'un payı bazı yıllarda yüzde 35–40 arasında değişir. Bu yılın ilk 9 ayına baktığımızda, İstanbul'da toplanan verginin ancak yüzde 0,50 artış gösterdiği görülüyor. Ama unutmayalım ki, bu cari rakamlarla enflasyonu dikkate aldığımızda, reel anlamda yüzde 5,5 oranında gerileme var. Yani, İstanbul Hazine’ye olan katkısında da geriye gitmiş.

Buna karşılık giderler tabii Türkiye genelinde kamu harcamaları krize rağmen durmadığı için, özellikle yerel seçimlerde krize biraz daha hafif atlatmak için sürdürülen kamu harcamaları İstanbul'da da yüzde 14 artış göstererek seyretmiş.

İstanbul'da kamu harcamalarının yapıldığı yerlere bakıldığında; örneğin, emniyete yapılan harcamaların sağlığa yapılan harcamaların iki puan üstünde olduğu; emniyet harcamaları yüzde 14’ü bulurken, sağlık harcamalarının yüzde 12’de kaldığını görüyoruz.

Dolayısıyla, özellikle ekonomiye ilişkin yatırımlar toplam harcamalar içerisinde önemli bir paya sahip değil. TOKİ yatırımları, tabii ki bunun içinde değil. Çünkü biliyorsunuz TOKİ yatırımları denetim dışında olan yatırımlar olduğu için kamu harcamaları ve yatırımları içinde görünmüyor. Bundan dolayı TOKİ’nin bu harcamalar içerisindeki payını araştırırsanız, bir sonuca ulaşamazsınız. Bunun demokratikleşme ve şeffaflık açısından nasıl bir durum olduğu, ayrıca konuşulması gerek bir konu.

Şimdi, kriz döneminde olabileceklere bakalım. İstanbul çok ciddi bir nüfus baskısı altında. 1980 yılında 5 milyonu bile bulmayan nüfus, 10 yılda 7,3 milyona, arkasından gelen 10 yılda 10 milyona ulaştıktan sonra, 2008 yılı sonunda 12,5 milyon gibi bir rakama ulaştı. İstanbul, olağanüstü bir nüfus baskısı altında. Bu nüfus baskısı altında bir kent tabii ki bunalır, kentin altyapı yatırımı yetersiz kalır, kent her türlü çevre kirliliği ve tarihi mirası koruyamama durumuyla karşı karşıya gelir. Dolayısıyla, yıllardır söylenen iddialara rağmen, İstanbul bu nüfus baskısının, bu basıncın altında nefes alıp vermeye çalışıyor, ne kadar nefes alabiliyorsa.

Baktığımızda, İstanbul hala net göç alan - yani biraz Antalya’ya, Bursa’ya, İzmir’e doğru olan göçler artmış durumda - ve sonuçta baktığınızda, 2008 yılında yine 27 bin net göç alan bir kent durumunda.

Buna karşılık tabii, İstanbul'a bu müthiş büyüklükteki nüfusla, otomobilleşme, olağanüstü sermaye ve nüfusun mekânsal dağılımındaki olağanüstü kutup olmaya bir altyapı gereksinimi ortaya çıkıyor. Buna altyapı da yetişmiyor. İstanbul Türkiye genelindeki kamu harcamalarından da diğer illerin aleyhine ciddi paylar alıyor, ama bunlar yine yetişmiyor ve gelin görün ki, yapılan bütün bu kamu yatırımlarında yüzde 65-70’e yakını sadece ulaştırmayla ilgili yatırımlar. Yani, tam bir keşmekeş, frenlenemeyen bir nüfus

Page 33: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

33

ve olağanüstü bir otomobilleşme. Bütün bu otomobilleşme sürecine yetişebilmek için durmadan ulaştırma yatırımı yapılıyor.

Dönüp baktığımızda, İstanbul'un yatırımlarının çok büyük bir kısmını ulaştırma yatırımları olarak öngörüyoruz. Ama bu kriz döneminde bu yatırımlara da tabii kaynak yetmeyecek, çünkü ister Büyük Şehir Belediye aracılığıyla, ister muhtelif Bakanlıklar tarafından yürütülen projeler olsun, bunların gerçekleşme oranları henüz çok gerilerde. Bakın, İstanbul ve muhtelif iller kapsamındaki yatırımlarda gerçekleşme oranı ancak yüzde 41; sadece İstanbul'da yüzde 20, muhtelif illerle birlikte bu yüzde 41, toplamda yüzde 30 gibi. Yani, bir proje stoku var, bu proje stokunun ancak yüzde 30’u gerçekleşebilmiş veya yüzde 70’i için kaynak gerekecek.

Bu daralan mali koşullarda azalan vergiler, bütçenin bu yıl 63 milyar TL’yi bulması ve önümüzdeki yıllarda ortalama 50 milyar TL’yi bulacak olması, İstanbul'un bu kaynak ihtiyacı ve yatırımları tamamlama ömrünün de epey bir ileriye atılacağını, bunların aksayacağını bize gösteriyor. Dolayısıyla, krizin yaratacağı en önemli olgulardan birisi, bu artan altyapı ihtiyaçlarına karşılık olarak yapılacak yatırımların zamanında bitirilememesi durumudur.

Bu süreç içerisinde büyük bir krizin yaşandığı İstanbul dünyanın bölüşüm meselesinde en adaletsiz metropollerinden birisi. Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde gelirin bölüşümünde Meksika’yla beraber dünya birincisi, İstanbul özelini alırsanız, İstanbul dağıtılan toplam gelirin yüzde 30’a yakınını alıyor ve bunun içerisinde de yüzde 1’lik bir nüfus var ki, bu pastanın yüzde 30’una karşılık geliyor.

Kriz dönemleri, bu bölüşüm ilişkilerini daha da kötüleştirir. Çünkü insanlar işsiz kalır, küçük ve orta işletmeler mülksüzleşir, ama birileri bu kriz ortamında bile durumunu daha da iyileştirir. Bu günün İstanbul'unda durumu iyileşen kesim, bankalara karşılık geliyor. Banka sistemi olağanüstü kâr ediyor. Sadece sekiz ay itibariyle geçen yılki kârları 10 milyar TL’den, bu sene 14 milyar TL’ye çıkmış; yani kârlarında yüzde 40 artış var.

Dolayısıyla, bu krizdeki İstanbul'da 2001 krizinden farklı olarak yüzü gülen kesim, finans kesimi oluyor..Hatırlarsanız, 2001 krizinde finans sektörü büyük ölçüde çökmüş, bankacılar işsiz kalmıştı. Buna bağlı olarak bir beyaz yakalı işsizliği vardı. Ama bugünün İstanbul’unda yüzü gülen bankacılar oluyor, kârlarını yüzde 40 artırarak.

Dış pazarla olan duruma baktığımızda, İstanbul'da ihracatta ve ona bağlı olarak ithalatta bir daralma görüyoruz. İç ve dış talep iyileşmesinde bir gecikme hem İstanbul'da, hem de Türkiye genelinde sanayide bir tahribat yaratacak. Bu durum tabii İstanbul turizminde de bir tempo kaybına neden oluyor. Aslında, İstanbul'a gelen yabancı sayısında hep artışlar gözleniyor, ama İstanbul'a gelen yabancıların çok önemli bir kısmı çevre ülkelerdeki

Page 34: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

34

yoksul ve işsiz insanlardan oluşuyor. Bugün turizm istatistiklerine baktığımızda, ülkemize en fazla yabancının geldiği ülke Gürcistan. Hemen yakınında Bulgaristan, arkasında İran, Irak, yani komşu ülkeler.

Buradan gelen yabancılar daha çok İstanbul'a ya akrabaların yanına taşınmak, geçici işler bulmak, kaçak işgücü olarak çalışmak ve benzeri alışverişler yapmak için, geliyorlar. Bu durum, İstanbul turizminde ciddi bir canlanma gibi yansıtılıyor. Yanıltmasın, bu çevre ülkelerden gelen yabancı trafiğiyle ilgili bir durum ve İstanbul aslında ancak kurvaziyer turizm ve kültür turizmi için gelecek insanlarla katma değeri yüksek bir turizm yakalayabilir, fakat henüz İstanbul'da böyle bir portföy yok. Keza, bu krizin transit trafiği İstanbul'da azaltması gibi bir tehlike var. Yine gemi inşaatı ve lojistik gibi sektörlerde bir daralmaya yol açması mümkün.

İç talepte de bir canlanma olmadığı için, bütün bu ciklet, oyuncak, çiçek reklamlarıyla iç talebe “alın satın, verin, can verin” düşüncesini aktaranlar, şunu anlamıyorlar. Özellikle bu son 20–30 sene içerisinde, ülke içerisinde orta sınıf eritildi ve para harcayabilecek olan bir orta sınıf kalmadı.

Dolayısıyla, bugün iç talep canlanmıyor. Türkiye'de 72 milyon nüfus olmasına rağmen, uygulanan dış pazar kaybı içeriden telafi edilemiyorsa, bunun nedeni bu kutuplaşmanın yaratılması, bu bölüşümün bu kadar insafsız bir duruma getirilmesi bu sınıfın bırakılmamasıdır. İnsanlar bugün tüketmiyorlarsa, iç taleple dış talep kaybını telafi etmiyorlarsa, bu para olmadığı içindir. Bu yoksullaşma da gerçekten bu son 30 yıllık neoliberal, piyasacı, özelleştirmeci zihniyetin sonucudur.

Bu piramidin bu kadar dar tabanlı olması; sermayenin, varlığın, servetin en yukarıdaki yüzde 1-5 oranındaki azınlığın elinde toplanmasından kaynaklanır. Gidin o kesime harcayın deyin, ne kadar harcarlar ki? En lüks arabaları alıyorlar, en lüks evleri kullanıyorlar, ama ceplerindeki parayı bir türlü eritemiyorlar. Yapabileceğimiz şey o piramidi geniş tabanlı yapmak, aşağıya doğru bastırmak. Bunu yapamadığınız sürece iç talebi de canlandıramazsınız, kayıplarla da baş edemezsiniz.

Dolayısıyla, bu İstanbul’da da böyle sürüyor. Bu dış pazarlarda bir açılma olmadığı takdirde, iç pazarda, iç pazarın bölüşümünde herhangi bir dramatik politika değişikliği yapılmadığı takdirde, iç talebin canlanması ve bunu tüketime dönüştürmesi oldukça zor. Bu da İstanbul içinde gayrimenkul, , inşaat, ticaret ve finans dışı hizmetler sektöründeki durgunluğu, bunlara ek olarak dakamu ve belediye yatırımlarındaki durgunluğu getirecek.

Bunun istihdama yansıması işsizlikte artış şeklinde olabilir. Özellikle mevsimlik istihdamlar. Çünkü turizm ve inşaat sezonları bittiğinde, yeniden bir işsizlik artışı olabilir. Bu küresel bir kriz olduğu için çevre ülkelerde hissedilen işsizliğin kaçak işgücü girişi şeklinde İstanbul'a yansıması da söz konusu, bundan da bahsettim. Bir süre sonra bu reel sektördeki kriz banka

Page 35: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

35

finans sistemini etkilemeye başlayabilir ki, tahsile gecikmiş ya da batık kredi oranı yüzde 5’i aştı. Bu beraberinde bir hizmet sektörü daralmasına ve beyaz yakalı işsizliğine de yol açabilir.

KOBİ’ler düzeyinde gerçekten hem protestolu senetlerde, hem karşılıksız çeklerde bir yaprak dökümünü İstanbul’da da yaşıyoruz. Bu süreç İstanbul'a iç göçü yavaşlatır mı? Görünen o ki, henüz öyle bir şey yok. En azından adrese dayalı nüfus sayımları 2008 yılında İstanbul'a hâlâ net 26 bin kişinin geldiğini gösteriyor. Bunu yaşayarak göreceğiz tabii. Bir geriye göç eğilimi olabilir mi?

Belediye özellikle bazı insanları teşvik ediyor, “köylerinize dönün” diye, ama bunun sayısal boyutunu bilmiyorum. Çok da işe yaradığını sanmıyorum. Çünkü gelenlerin çoğu gemileri yakarak geldiler. Yani, gidip dönecekleri bir köy, barınacakları bir yer kaldı mı, emin değilim. Bu küresel işsizlikten dolayı özellikle Türk kökenli vatandaşların Avrupa’dan, diğer merkez ülkelerden Türkiye’ye gelip, Türkiye'de iş aramaları söz konusu olabilir; böyle bir eğilim söz konusu olabilir.

Bu duruma uzun vadeli olarak baktığımızda, ters göçün olması pozitif vasıflı bir elemanın gelecek olması iyi bir şey sayılabilir, ama burada da vasıflı bir işgücü iş bulamazken, bir dibe doğru yarışı, rekabeti de beraberinde getirebilir. Sosyal ve siyasal olarak ciddi bir yoksullaşma zaten yaşanıyor. Bu artabilir, İstanbul özelinde. Dediğim gibi kamu ve belediye yatırımları aksadığı takdirde, bu altyapı sıkışıklığı, bütün bu trafikte yaşanan ıstırap, depreme karşı hazırlıksızlık, her tür sağlık koşullarından uzak bir İstanbul; daha uzun yılların İstanbul'u olabilir.

Bildiğiniz gibi, İstanbul öteden beri bir küresel kent olarak takdim ediliyor, vitrine konuluyor; dünya pazarına böyle satılmaya çalışılıyor. Bunun sonucunda da İstanbul'un taşı toprağı daha rantı yüksek bir yer haline getirildi. Hükümet de bütün bunları fırsat bilerek, sattığı onca KİT, kamu kuruluşundan sonra İstanbul'un arsalarını paraya tahvil etmeye yöneldi ve bir dizi kamu arsasını sattıktan sonra işte geriye kalan Galata projeleri, Haydarpaşa projeleri hâlâ askıda duruyor. Ama yakın zamanlarda yapacakları; tekrar 2B arazilerini veya başka rantı yüksek kamu arazilerini satmak. Bu gözden bakılıyor İstanbul'a.

İstanbul’un rantı, arsası paraya tahvil edilecek bir varlık olarak görülüyor. Onun ötesinde, başka bir değer atfedildiğini sanmayalım. Bu krizle sıkışıklık şartları içerisinde İstanbul'a biraz daha kıyabilirler, onu söyleyeyim. Bu yönde biraz daha fütursuz davranabilirler. O anlamda, İstanbul'a sahip çıkalım. Bütün bu şartlar içerisinde İstanbul, daha otoriter ve daha muhafazakâr bir yönetime maruz kalabilir. Bütün bunlara karşı da tetikte olalım.

Page 36: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

36

İstanbul'un 2010 yılında bir Avrupa kültür başkenti, bu kriz şartları içerisinde ne kadar başarabileceğini yaşayarak göreceğiz. Çünkü, bu krizin 2010 yılında İstanbul'da bu kara bulutların dağılacağını da beklemeyelim. Biliyorsunuz, İstanbul'u bir de finansal merkez yapma iddiası projeleri var. Sermaye Piyasası Kurulu’nu, Halk Bankası’nı, Ziraat Bankası’nı, hatta vazgeçmediler; Merkez Bankası’nı da alıp, İstanbul'a götürmek ve burayı iyice içinden çıkılmaz hale getirmek niyeti var.

Bakalım şimdi, bu nasıl bir küreselleşme olacak; bu dünya finans düzeni nasıl bir düzen olacak; bu finanstan, bu yıkıntıdan geriye ne kalacak? İstanbul umulduğu ve sanıldığı gibi, küresel kent iddiasını taşımaya devam edebilecek mi? Bütün bunları yaşayarak göreceğiz.

Şu kadarını söyleyeyim. İstanbul'u bütün bu dünya ekonomisi içerisinde bir ülkenin bir küresel kenti tayin edip, oradan rant sağlama, orayı satarak para kazanma, sermaye biriktirme fikri şu ana kadar değişmiş değil. Yani, şu ana kadar hem ülke genelinde bu iktidarın, yaşanan krizden bir ders çıkardığını, bir B planı hazırladığını gözlemleyemiyoruz.

Umulan şu ki; dünya ekonomisi bir kriz yaşadı. Film koptu, film tekrar yapıştırılacak ve eskiden olduğu gibi her şey dünyada kendi seyrinde, kendi yatağında akacak. Bu anlamda bir teslimiyetçilik söz konusu, bunun dışında bir B planı yok. Yani, başka türlü uzarsa bu kriz, bu ülkede biz ne yapabiliriz? Biz kendi dinamiklerimizi, kendi imkânlarımızı, potansiyel imkânlarımızı kullanarak, nasıl bir rota izleriz yönünde bir B planı yok.

Bu, İstanbul için de yok. İstanbul hâlâ eski ezberle “dünya pazarına pazarlanacak bir küresel kent”. Taşı toprağı ranta dönüştürülecek bir coğrafya olarak görülüyor. Bunun dışında bir B planı üretilemediği için, bu krizin uzamasıyla beraber hasar daha da uzayacak. Oysa bizim bu B planını yapma imkânımız var, onu söyleyelim. Bu B planı; bu ülke 72 milyonluk bir ülkedir; altyapısı itibariyle, hammaddesi, coğrafyası, iklimi, jeopolitik yapısı ile çok önemli potansiyellere sahiptir.

30 yıldır sürüklendiği piyasalaşma, neoliberalleşme ve küresel kapitalizmin bir tür çevre uydusu olması bir kader değildir. Aslında, buradan farklı bir kurgu, farklı bir mimari mümkündür; bunu inşa etmek mümkündür. Bu da kendi imkânlarımızı çok iyi kullanarak, daha kamusal hedefleri; kâr ve sermaye birikimini değil, esas olarak insanın ihtiyaçlarını, sosyal ihtiyaçları ön planda tutan yeniden bir planlama, ekonomide yeniden kamunun önemli bir aktör olarak yer alması ve hem mekânı, hem nüfusu, hem sermayeyi yeniden kurgulayarak, daha kamusal, daha insani ihtiyaçlara cevap veren bir paradigmaya doğru yol almak mümkündür. Hem yeni bir İstanbul mümkündür, hem yeni bir Türkiye mümkündür. Bu tamamen kendi elimizde, kendi tercihlerimizdir.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Page 37: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

37

Prof. Dr. HANDAN TÜRKOĞLU- Konuşmacılarımıza ve tabii ki sizlere değerli katılımlarınız için çok teşekkür ederiz. Şimdi, 15 dakika çay kahve arası veriyoruz. 11.30’da “İstanbul Buluşmaları 2009”un Birinci Oturumu’nda buluşmak üzere hoşçakalın.

-----&-----

Page 38: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

38

BİRİNCİ OTURUM

Oturum Başkanı: Prof. Dr. HANDAN TÜRKOĞLU

----&----

OTURUM BAŞKANI (Prof. Dr. Handan TÜRKOĞLU)- Hepiniz tekrar hoş geldiniz.

Şimdi konuşmasını yapmak üzere Sayın Prof. Dr. Hayri KOZANOĞLU’na sözü veriyorum.

Prof. Dr. HAYRİ KOZANOĞLU- Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar; hepinize merhaba.

Zaman zaman böyle krizlerin pozitif bir dışsallığı iktisatta çok kullanılır. Pozitif bir dışsallığın ilk anda öngörülmeyen bir faydası olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü farklı disiplinlerden arkadaşlarımızla, dostlarımızla, meslektaşlarımızla bize iletişim olanağı tanıyor. Mesela, ben geçtiğimiz hafta yine bu salonda, biraz daha kalabalıktı, endüstriyel tasarımcılar ile beraber krizi tartıştım ve daha evvel gene size yakın bir meslek grubu olan harita mühendisleriyle tartıştık.

Böylelikle, depremciler gibi olmasa da, bir vatandaş olarak zaten depremcilere hiçbir zaman öne çıktıkları bir dönem yaşamayalım diye temennide bulunalım, krizler olduğu zaman, iktisatçılar veya bu konu üzerine kafa yoranlar biraz daha fazla hatırlanıyor. Belki de bu nedenle öyle bir espri yapılıyor. “İktisatçılar her üç krizin beşini doğru biliyorlar” diye. Hele bizim gibi iktisada soldan bakan, emekten yana bakan sosyalist iktisatçılara gelince de her halde her üç krizin onunu doğru biliyoruz gibi bir projeksiyon yapmak mümkün.

Şimdi, “sayılarla kriz” denildi. Ben kapsama uygun bir şekilde sayılara biraz gireceğim, ama farklı bir disiplinden gelmemiz nedeniyle sayılara her zaman çok fazla aldanılmaması gerektiğini de hatırlatayım. Aslında, şehir plancıları bildiğim kadarıyla her konudan az çok anlayan insanlar. Genel olarak kafa yapıları çok disiplinli olmaya yatkın. Zaten, şehircilik ve mimariyle ilgili bir formasyonumuz, plancı bir özelliğimiz var. Bunun için sosyoloji, politika bilimi ile antropolojik kültüre yatkınlık olması gerektiğini biliyorsunuz.

Bu açıdan işiniz hem zor; çok farklı disiplinlerle iç içesiniz, hem bir taraftan kolay; çünkü bildiklerinize cevap vermek, öne çıkmak, ama diğer konularda da konuyu mimarlara bırakalım veya sosyologlara bırakalım deme şansına sahipsiniz ve benim de böyle biraz farklı diplomalarım olduğu için, bunun avantajlarımı ve dezavantajlarını bilirim.

Page 39: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

39

Onun için, zaten ortak bir dil kurmamız çok zor olmayacak sanırım. Ama rakamlara çok fazla aldanmamak gerektiğini bir kez daha vurgulayayım. Şöyle ki; genel olarak ekonomileri büyüme hızlarıyla ölçeriz, pastanın büyüdüğünden bahsederiz. Bu pastadan ortalama olarak insanlar ne alıyorsa, kişi başına o karşılık gelir deriz. Bu pastanın ne kadar eşit dağıldığından söz ederken, gelir dağılımı analizlerine başvurmamız gerekir. Ama birçoklarınızın bildiği gibi, tek başına gelir bir şey ifade etmez. Bunun satın alma gücüne indirgenmesi önemlidir. Yani, insanların o geliri ile nasıl bir yaşam standardı sağladığı önemlidir.

Genel bir bilgi olarak şunu söyleyebilirim. Genellikle bizim gibi orta gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde gelire satın alma gücü temelinde bakıldığı zaman, gelişmiş ülkelerle aradaki farkın biraz kapandığını görürsünüz, ama aşağı yukarı bütün ülkelerde benzer bir eğilim vardır. Mesela, benim bildiğim bir tane de kişi başına geliri düşük olup, satın alma gücünde üst düzeyde olan bir ülke yoktur. Türkiye diyelim ki, Meksika, Arjantin, Güney Afrika gibi ülkelerin satın alma gücüyle ölçtüğünüz zaman, İsveç’e,Norveç’e ki, Norveç dünyada geliri en yüksek olan ülke,Amerika Birleşik Devletleri’ne yaklaşır, Özal bunu çok kullanırdı. “3 bin dolar deniliyor, aslında 8 bin dolar” derdi. Güzel, doğru, ama diğer kişi de 40 bin dolar kazanıyor, yani aramızdaki fark 12–13 kat değil de, 3–4 kat. Onun için bir tarafıyla da kişi başına gelir, fikir verecek bir istatistiktir. Keza, Avrupa ülkelerine baktığımız zaman, onlar da bizle aradaki farkı biraz kapatırlar, ama hiçbir zaman alt gelir grubundaki bir ülke gelişmişlik bakımından bir üst düzeye sıçrayamaz.

Dünyada da bu konu üzerine aslında bu aralar çok ciddi çalışmalar yapılıyor. Belki izleyenleriniz olmuştur. Fransa’da Nobel iktisat ödülü sahibi olan Amartya Sen’le, bu arada adı çok duyulan ve İstanbul'a da gelen, bir dönem Dünya Bankası Başekonomisti olan Joseph Stiglitz’in de içinde bulunduğu bir komisyon “Nasıl ekonomide neyi ölçüleriz?”i araştırıyor. İki temel eğilim var.

Birincisi; “Gelirle ölçmeyelim, insanları mutluluğuyla ölçelim; insanlar kendini nasıl mutlu hissediyorsa” diyorlar. Mesela, şöyle söyleyelim: Bir toplumda mafya ilişkileri varsa; insanlar yaralanıyor, bıçaklanıyor, dövülüyorsa; gidip ondan sonra hastanede de tedavi oluyorsa, bu geliri artıran bir şey, böyle ilişkiler hiç olmadığı zaman; gelir düşük oluyor, ama insanlar daha mutlu ve memnun oluyorlar.

Bu aşırı bir örnek, ama şu, en klasik örnek: Bir ülkede iklim çok ılımansa eğer, kombi işine ihtiyaç duyulmuyor, evlerin özellikle çok korunaklı yapılması gerekmiyor, Akdeniz iklimiyse, orada kişi başına gelirden öte, insanların yaşam standardı biraz daha yüksektir. Ama, Afrika’da veya kutuplarda insanların yaşam standardı düşer.

Page 40: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

40

Mutluluk belki iyi bir ölçü. İnsanlar kendini rahat hissediyor mu, içinde bulunduğu psikolojik durum nasıl, ihtiyaçlarını tatmin ettiğini düşünüyor mu? Ama diğer taraftan da bunun tek başına yeterli olmadığı düşünülüyor. Neden? Bir insan hiç okumadan, müzik dinlemeden, dünyada ne tip gıdalar ve meyveler olduğunu bilmeden, kapalı bir toplumda kendi köyünden dışarı çıkmadan, kendini mutlu hissedebilir. Sabah akşam buğday çorbası, patates yer, kendisi türkü çağırıp, televizyon bile seyretmez, kendini çok mutlu hissedebilir. Bu insanın kendini mutlu hissetmesi, mutsuz hissetmesinden daha iyidir belki, ama böyle köyde yaşayan ve sınırlı bir tüketim kapasitesi olan bir insan, her gün kocasından dayak yiyen bir kadından kendini belki daha mutlu hissediyordur; bu da objektif ölçüde vardır. “Bu tek başına geçerli olabilir mi?” denildiği zaman, o zaman Amartya Sen’in çalışmalarını yoğunlaştırdığı, insanların becerilerini, yeteneklerini, potansiyellerini ortaya çıkarma fırsatı devreye giriyor. İnsanlar kendi becerilerini geliştirebiliyorsa, ülkeyi, dünyayı algılamalarında ilerleme sağlayabiliyorsa, gerçekten bilgiye, farklı kültürlere, farklı coğrafyalara ulaşabiliyorsa; istenilen budur, yani insanın kendini geliştirmesi, gerçekleştirmesi üzerinden ölçelim diyorlar.

Bunları niçin söylüyorum? Tek başına rakamlar aldatıcı olabilir. Bu arada çok yaygın bir şekilde gündeme gelen bir istatistik var. Çin ekonomisi 2050’ydi, şimdi 2040’a, 2030’a çekildi. Projeksiyon yaptığınız zaman, “Amerika’yı geçecek, dünyada bir numaralı ekonomi olacak” deniliyor. Doğrudur, böyle bir olasılık var, ama bu olasılık, Çin’in 8–9-10’luk büyüme hızlarını devam ettirmesine bağlı. Bu devam eder mi? Edebilir, etmeyebilir de, burada kesin bir şey yok. Mesela, bir dönem Japonya için aynı şey konuşuluyordu. Gerçekten, Japonya ekonomi büyüklüğü olarak Amerika’ya çok yaklaştı ki, aşağı yukarı dörtte biri nüfusa sahip bir ülke.

Tam yakalayamadı, ama Tokyo Borsası New York Borsası’nı 1989 sonbaharında yakaladı. İşte “Japonya geriden geldi, Amerika'nın önüne geçti” denildi. Sonra 2000’li yıllara gelirken, 2000’li yılların başında Amerikan Borsası en yüksek noktaya geldiği zaman Japon Borsası, Amerikan Borsası’nın yüzde 10’u. Tek başına borsanın bir gösterge olmadığını biliyoruz, belki söylemeye gerek bile yok. Onun için bunlar, geleceğe yönelik rakamlar. Projeksiyonlar da aldatıcı olabilir.

İlk olarak ben krizin o klasik Türkiye'den başlayarak, klasik ölçütler içerisinde pasta, pastanın dağılımı, pastanın büyüme hızı ve ne durumda olduğuna çok kısa değineyim. Zaten, Mustafa SÖNMEZ arkadaşımız gayet güzel bir sunuş yaptı, ama ben buradaki aldatıcılıklar üzerinde de biraz durayım. Üç çeyrek göz önüne alınırsa, yani 2008’in son çeyreği ve 2009’un ilk altı ayı göz önüne alınırsa, ekonomi yaklaşık olarak yüzde 7 küçüldü; yani pasta 100 iken, şu anda 93’e düştü.

Page 41: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

41

Muhtemelen, bu eğilim üçüncü çeyrekte de devam edecek. Eksi dörtlük (-4) bir büyüme, yıllık bazda olursa bu da pastanın 92’ye inmesine neden olacak. Yani, bu toplam ekonomi büyüklüğüne baktığımız zaman, gerçekten çok ciddi bir krizle karşı karşıya. Ama dediğim gibi, neresinden baktığınıza bağlı. Mesela, bazı yorumcular var. Televizyonlarda en çok onları görüyorsunuz. Hangi rakam açıklansa, nasıl bir gelişme olsa, hükümete bir pay çıkartacak bir tutma noktası yakalıyorlar. O bakımdan başarılılar.

Dünyada kriz başladı. Bildiğiniz gibi, Tayyip Erdoğan bize “teğet geçecek” dedi. “Bakın arkadaşlar, rakamlarla konuşun, Türkiye ekonomisi yüzde 4 büyüyecek, diğer ekonomiler daralıyor, ekonomi büyürken, niye rakamlara, Başbakan’a değil de, yurtdışındaki bir kısım olumsuzluklara aldanıyorsunuz, bir kısım baykuşlara kulak veriyorsunuz?” diye.

Zaman ilerledi, görüldüğü gibi büyüme hızları gittikçe düşürüldü, düşürüldü eksilere geçti. Şimdi, orta vadeli program açıklandı. Ekonominin 2009 yılında yüzde 6 küçüleceği açıklandı, bu sefer de “İşte örnek bir hükümet var, yüzde 6 küçüleceğini şimdiden kabul ediyor. Daha birkaç ay var, gerçekçi, dünya standartlarında bir hükümetle karşı karşıyayız” diye. Zaten, büyüyecek diyen bu hükümetti; büyüyeceğini iddia eden Başbakan’dı.

Zaten bizim gibi insanlar, genel olarak iktisatçılar, özel olarak da biraz daha soldan bakan, hükümete yaranmak ve hükümetin yüzünü güldürmek için özel çabası olmayanlar zaten bu işin böyle olacağını söylüyorlar.

Onun için, istatistikleri yorumlamanız çok önemli. Hava bültenlerinde genellikle sıcaklıktan, bir de hissedilir sıcaklıktan bahsedilir. Rüzgâr durumuna göre o daha aşağıya düşebilir, güneşin durumuna göre yukarı çıkabilir. Bu Türkiye'de sade vatandaşın hissettiği kriz, gerçek krizin altında gibi geliyor.

Burada bence birkaç neden var. Burada karşılaştırmayı 2001 kriziyle yapıyorum. Şimdi, görüldüğü gibi, 2001 krizi kadar vahim bir tablo ortalıkta. Pasta o zaman ne kadar küçülmüşse, o kadar küçülmüş. 2001 krizinde küçülme bu noktaya geldikten sonra durmuştu, şimdi bunun ne kadar devam edeceği de bilinmiyor. Ama neden bu kriz daha az etkili gibi bir izlenim uyandırıyor? Bence konumuzun başlığı İstanbul burada etken. İstanbul’da yaşayanlar, özellikle İstanbul'da orta üst sınıf gelirler elde eden ve bu tip istihdamlara sahip olanların sesi her zaman daha fazla çıkıyor, onlar medyaya daha yakınlar.

Mesela, 2001 krizinde en fazla darbe yiyen finans kesimiydi. Onlarda işten çıkartmalar olduğu zaman, çok daha kolay seslerini duyurabiliyorlar. Bunun objektif nedenleri de var. Siz bankacıysanız, reklamcıysanız, beyaz yakalı bir iş yapıyorsanız, muhtemelen işten çıkartıldığınız zaman, sığınacak bir yeriniz yok. Kiranızı ödemek zorundasınız, cep telefonu faturanızı

Page 42: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

42

ödemek zorundasınız, yaşamınızı ancak böyle devam ettireceksiniz. İnternete bağlı olacaksınız ki, işlere başvurabilesiniz falan.

O zaman bankacılık başta olmak üzere, reklamcılık ve medyaya etkisi çok daha fazlaydı. Kriz o nedenle kamuoyuna daha fazla yansıtılıyordu. Bunun başka nedenleri de var, ona da geleceğim.

Şimdiyse, Mustafa SÖNMEZ’in sunuşunda da vardı. İmalat sanayii çok büyük bir darbe yedi. İmalat sanayiinin özellikle periferik şehirlerde bulunan kesimleri, kırsal toplumla bağlantılarını daha fazla sürdürüyor. Mesela, ben Denizli’ye gitmiştim birkaç ay öncesinde. Havaalanından şehre geliyoruz, her iki işletmeden birisi kapanmış. Diğerlerinde işçi çıkartılmış, kapasitenin çok altına düşülmüş, alışveriş merkezleri var; ya kapılarına kilit vurulmuş ya da “burada 100 dükkân vardı, 15’i çalışıyor” falan gibi istatistikler yapılıyor.

Günlük hayattaki yansıma, sosyal tepkinin daha sınırlı olduğunu görürüz, nedeni şu: Hızlı bir büyüme olmuş, orada küçük-orta işletmeler kurulmuş, onlar yurtdışından bazı tezgâhları oraya getirmişler, özellikle tekstilde kırsal kesimler oraya gelmiş ve insanlar iş bulmuşlar, işlerini kaybedince köylerine dönmüşler. O tip kesimlerde dayanışma ilişkileri daha güçlü, bir nedeni bu.

Benim görebildiğim diğer bir nedeni de şu: O dönem hatırlanırsa, 2001 krizinde üçlü bir koalisyon vardı. Büyük sermaye veTÜSİAD çevreleri, bu durumdan pek memnun değildi. Yani, böyle üç ayaklı bir koalisyon, sürekli pazarlıklar, her ne kadar Dünya Bankası tarafından o dönem ekonominin dümeni Kemal Derviş’e emanet edilmişse ve ondan memnunlarsa da, krizin etkilerini gizlemek gibi bir düşünce yoktu, tam tersine abartmak vardı. İnsanlara öyle sunulunca, ister istemez daha şiddetle hissediyor insanlar bedelini. Şimdiyse, medyanın durumunu biliyorsunuz, hükümeti de rahatsız edecek ve hükümetin şimşeklerini üstüne çekecek hiçbir haber neredeyse yayınlanmıyor veya çok dikkatli bir şeklide, çok dikkatli bir dille yayınlanıyor.

Mesela, bu IMF, Dünya Bankası toplantıları sırasında dikkatinizi çekmiş olabilir. Muhalif iktisatçılar, IMF, Dünya Bankası’nı eleştirenler, neden bu toplantı burada yapılıyor dersek, ilginç rakamlar var. Türkiye dünyada IMF politikalarını en uzun süre uygulayan ülke. 51 yılın 27’si IMF’yla geçmiş, dünyada böyle bir ülke daha yok.

Çok basit, iktisatçı olmaya gerek yok. Bir ülke IMF’yla bu kadar uzun yıllar geçirmişse, dünyanın IMF başarılıysa, doğru reçeteler öneriyorsa, dünyanın en başarılı ülkeleri arasında olması lazım veya başladığı yer ile farkı kapatması lazım. Şimdi, böyle bir durumun olmadığını biliyoruz. Bunun iktidarları aşan bir durum olduğunu da biliyoruz. Neredeyse, adını bildiğimiz

Page 43: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

43

bütün siyasi partiler, Meclis’te grup kurabilmiş bütün siyasi partilerin, bütün iddialı görünen liderlerin bir IMF dönemi, IMF flörtleri olmuş, bu birincisi.

İkincisi; bir medya ortamı. Üçüncüsü; şimdi bize deseler ki, “Kıyamet geliyor, hepimiz yarın öleceğiz”. İnsanın hoşuna gitmez bir paniğe kapılır, ama “Yarın sen olmayacaksın, diğer insanlar burada olacak veya yarın sen yakınlarını kaybedeceksin, eviniz başınıza yıkılacak, ama başka kimseye bir şey olmaz, olmayacak” denilirse, daha fazla etkilenir insan. Göreceli bir şeydir; herkes ölürken ölmek, insan biraz da başkalarına göre akıbetinin daha karanlık olmasından paniğe kapılır.

Şimdi bakıyoruz, dünyanın her yerinde kriz var. “Ne yapalım, hükümetin de suçu değil, başka ülkelerin de tek tek suçu değil, dünyada kriz gibi genel geçer bir olgu var, bize de ister istemez, bizim kapımızı da çaldı” demek mümkün. Bu insanları daha az rahatsız eden bir durum.

Aslında, rakamlara çok fazla girmemiş oldum, ama bilmiyorum bundan şikâyetçi misiniz? En çok verilen örnek, bu geçtiğimiz dönem bankacılık krizi oldu. Bakın Türkiye bankacılık sistemi sapasağlam. Bu şuna benziyor. Bir yemek yediğiniz zaman, fatura yüksek veya düşük, bir kere faturaya ödersiniz. Aynı yemeğe iki kere fatura ödemeye zaten insanların itiraz etmesi gerekiyor. Biz bu faturayı ödemiştik. 2001 krizi sırasında değişik hesaplamalara göre 30–50 milyar dolar arasındaki bir faturayla, bankacılık sistemini nispi bir istikrara kavuşturduk.

Zaten, şimdi Amerika’daki bankacılık sistemine, onların gayrı safi milli hâsılasına baktığımız zamanki ilk paket 750 milyar dolardı. Bir benzer paket daha eklenince, toplam ekonomiye oranı çok farklı değil. Biz bu krizle zaten karşılaşmıştık. Bana sade vatandaşı sordu bir yerde, “Hocam, Amerika’da da krizin büyük bir faturası var” diye. Bildiğiniz gibi, Amerika'da henüz ödenmiş rakamlarından bahsettim. Verilen güvenceler, garantiler, kamulaştırmalar, hepsini hesapladığınız zaman, 10 trilyon doları aşan bir durum söz konusu. “Sade vatandaşla bunun ilişkisi ne, veya bizim bankacılık kriziyle ilişkisi ne?” demişlerdi.

Benim aklıma şu fıkra geldi. Klasik bir fıkradır bilirsiniz. “Yine Milli Piyango’dan kazanamadım.” demiş. “Bilet almış mıydın?” “Yok, bilet almamıştım” denilir ve gülünür. Şimdi, burada benzer bir durum söz konusu. “Kumarda kaybettim, Allah kahretsin” falan. “Kumar oynamış mıydın?” “Oynamamıştım, ama kaybettim” “Nasıl kaybettin?” Bir sade vatandaşsam, bir kere Mustafa SÖNMEZ de söyledi. Rakamlar ortada, bu yıl bütçe açığı 60 milyar TL olacak, seneye tahminler çıkarsa, 50 milyar TL’ye düşecek.

Bir kere bunu kapatmak için ileride ödeyeceğim yüksek vergilerle. Sade bir vatandaşsam, kamudan her ne kadar Toplu Konut İdaresi Başkanı’mız gece bekçisi devleti gibi bir devlet tanımladı İse de; sadece güvenlikle, emniyet işleriyle, dış politikayla uğraşan; ama böyle

Page 44: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

44

düşünmüyorsanız, kamudan ben sağlık, eğitim, sosyal güvenliğe ilişkin belli hizmetler bekliyorsam veya bunların kalitesinde bir düşüş olacak ise, ben kumar oynamadan kaybetmiş olacağım ki, bir de kumar oynayanlar var. O kumar oynayanların durumu da şöyle.

Bunlar özellikle, bu türev piyasalardan bahseder, oradan bir örnek verip, bunlar sıkı toplanma oyunlardır. Bunlar, şuna benzetilebilir. Oturduğunuz zaman, masada poker oynuyorsa dört kişi, birilerinin kayıplarıyla, öbürlerinin kazançlarını topladığınız zaman sıfır çıkar. Parasına bir dolu tavla oynuyorsanız, gene sonuç sıfır çıkar. Birisi eve gidip de, maaşı kaptırdık diyorsa, birisi de maaşını ikiye çıkartır. Genellikle maaş alanlar kaybederler, onları kazananlar başka tiplerdir, ayrı durumlar ama aslında bu da ona benziyor.

Birileri kaybediyorsa, birileri kazanıyor. Ama kimse dönüp de kazananlara niye kumar oynuyorsunuz, verin o paraları demedi şimdiye kadar. Zaten kriz dönemleri belli insanların, belli grupların arasında sermayenin toplandığı, onların krizden sonra daha da güçlü çıkabildikleri alanlardır. Zarar edenlere “Durun, aman ekonomi batar, biz sizin zararınızı karşılayacağız” dediler. Yani, bilinen zararlar kamusal, kârlar özel durumu ortaya çıktı bu da bizim hayatımızı karartan, önümüzdeki yıllarda da muhtemelen bu krizi konuşmamıza neden olacak bir durum. Biraz da Mustafa SÖNMEZ’in her ne kadar konunun başlığı rakamlarla, krizse de, benim önümde bir dolu rakam varsa da, çok doyurucu bir sunum yaptığı için rakamlarla çok detaya girmeyeceğim, ama sorularınız olursa, cevap verebilirim.

Genel olarak şunu söyleyeyim: Bir rakam vererek, bütün dünyadaki insanların gelirlerini bir araya, bir havuzda topladığınız zaman, dünya nüfusu biliyorsunuz 6,5–7 milyar arasındadır, en yüksek gelir grubuna sahip yüzde 10, gelirlerin yüzde 90’ını elde ediyor. En düşük gelire sahip yüzde 90 da gelirlerin yüzde 10’unu elde ediyor. Bunu çapraz olarak hesapladığınız zaman, üst birimde yer alanlar, alt birimde yer alanların yüzde 81 ölçüsünde bir kazanca sahip. Bu hesabı nasıl yapıyoruz? Mesela, Mustafa SÖNMEZ’in söylediği Türkiye Meksika’nın, OECD’nin en bozuk gelir dağılımına sahip ülkeleri olması olgusu bir yerde, ama sen tek başına, Türkiye tek başına Meksika’dan da bu kadar vahim sonuçlar çıkmaz. Ne yapıyoruz? Dünyadaki en zengin yüzde 10, yani Norveç’in nüfusunun yüzde 95’ini, Amerika’nın nüfusunun yüzde 90’ını, İngiltere’nin yüzde 80’ini yüzde 10’da topluyoruz, 600 milyarı buluyoruz.

Bangladeş’in nüfusunu yüzde 99,09’unu, Güney Afrika’nın yüzde 90’ını, ülkeye göre Türkiye'nin yüzde 90’ını aşağı torbaya koyduğunuz zaman 80 kat çıkıyor. Çünkü dünya krizi olduğuna göre, dünya çapında bir değerlendirme yapmak daha doğru.

Page 45: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

45

Buradan nasıl sıyrılabiliriz? Detaylarını konuşuruz, ama genel olarak dünyada insanlar arasındaki gelir ve servet farklarını azaltmadan, toplumsal müdahalelerde bunları eşitleyici, daha hakkaniyetli, daha dayanışmacı bir hale getirmeden, bu işin içinden sıyrılmak mümkün değil.

Mustafa arkadaşın da söylediği gibi, “çiçek al, çiklet al” ile bu sorun çözülmez. O “çiklet al, çiçek al” dedikleri insanlara işler zaten çok kötü değil, daha iyiye gidiyor umudu veriliyor. İnsanlar gerçekten size kandılar, kıyıdaki köşedeki paralarını harcadılar, yarın onların kim elinden tutacak? Siz bu insanların gerçekten gelirlerini artırdığınız zaman, gelirlerini artırmasanız bile, daha iyi kamusal hizmetlerle, toplumsal ücretlerini artırdığınız zaman iş çözülmeli.

Zaten krizde şöyle bir sorun var. Son cümlelerim, “Bu krizden dünyayı yoksullar kurtaracak” diyenler arasındayım. Bunun bir nedeni de şu: En zenginler krizle karşılaşınca, zaten tüketimlerinin çok büyük bir kısmı lüks tüketim olduğu için, tüketimlerini hemen kesebiliyorlar. Toplumdaki talep daralıyor, neden? “Zaten yüzüme estetik yaptırdım, gözümün altını toparlattım, boynumu toparlattım, şu yanaklar biraz kalsın. Zaten bu aralar botoks işi biraz tartışmalı hale geldi, hemen gelen anlıyor, açığa çıktı. Karayipler’e üç kere gittim, biraz da videodan gittiğim yerleri izleyeyim, zaten şehrin en lüks lokantalarına gittim, bir iki yemek kitabı alayım da evde pişireyim” diyor. Böyle olunca ne yapıyor? İçlerine kapanıyorlar, harcamalarını düşürüyorlar. Ama yoksul insanlar “Benim çocuğun süt içiyor, yarın süt içmesin, param var, ama süt içmese de olur bu çocuk, biraz kavruk kalsın. Bu kışı ısınmadan geçiririz, gelecek kış ısınırız.” demezler veya “Bu gece aç yatayım da, yarın tok yatarım.” demez insanlar. Eğer parası varsa, demez insanlar, öyle yapmak zorunda olanlar oluyor.

O bakımdan yapılması gereken, geliri ve serveti büyük ölçüde aşağı kesimlere, sınıflara doğru kaydırmamak, dünya ekonomisinin düzenini buna göre yapmak.

Şimdilik teşekkür ediyorum. Dinlediğiniz için sorularınız olursa tekrar tartışırız.

OTURUM BAŞKANI- Sözü Ümit Beye bırakıyorum, buyurun.

Prof. Dr. ÜMİT ŞENESEN- Ben, benden önce arkadaşlarıma teşekkür ederek başlayayım. Ben burada bu küresel bunalım ile ne demek istediğimi biraz sonra açacağım. Bu sözlerle başlamak istiyorum. Biliyorsunuz, bu ayın başında IMF, Dünya Bankası’nın toplantıları İstanbul'da. Oradaki toplantıda Uluslararası Para Fonu Başkanı, Gayri Safi Yurtiçi Hasılayla ölçüyorlar. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış, Mustafa SÖNMEZ de; Hayri KOZANOĞLU da sözünü etti, daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum- bu bir kere piyasaya çıkan mal ve hizmetlerin toplamıdır. Piyasaya çıkmayan birtakım hizmetler varsa, yani parasız

Page 46: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

46

görülen birtakım işler varsa onlar bu toplama girmez. Mesela, ev kadının evde yaptığı çalışma, yaşlı bakımı, çocuk bakımı, yemek yapımı, gibi işler bu toplama girmez.

Bunu yine Uluslararası Para Fonu’nun verilerine dayanarak incelemek istiyorum. Orada 33 gelişmiş ülkeyle ilgili bazı veriler var. Türkiye bunların arasında değil, Türkiye'yi ben kattım. Diğer ülkelerden de buraya konulması gerekebilirdi, ama işsizlik rakamları diğer ülkeler için yok o raporda, benim görebildiğim kadarıyla yok. Onun için sadece bu 33 ülke, artı Türkiye'yi ele alacağım.

%

2010200920082007

10

5

0

-5

-10

0

GSYH BÜYÜME ORANLARI, 2007-2010

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın büyüme oranlarını ele alıyorlar,

toparlanmanın başladığını göstermek için. Ben bunu biraz değişik bir çizimle size sunmak istiyorum. Burada dört yıldaki durumu görüyorsunuz. Her bir çizim bir yıla ait. 2007 yılından başlayalım isterseniz. Burada 34 ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Büyüme oranları var. Ortadaki kutu orta bölgedeki yüzde 50 ülkeyi gösteriyor; yani 34 ülkenin 17’si o kutunun içinde, 8 tanesi kutunun üstünde, 8 tanesi de kutunun altında. Bazıları çizginin üzerinde olduğu için, toplam 34 ediyor. Böyle bir büyüme oranı gösteriyorlar. Gördüğünüz gibi, en aşağıdaki ülke bile pozitif bir büyüme oranı gösteriyor, 2007 yılında.

2008 yılına geldiğimizde bir düşüş var; bütün olarak bir düşüş var. Tek tek ülkeleri ele almıyorum, bazılarında düşüş, bazılarında yükseliş olabilir, ama çok büyük bir kısmında düşüş var. Gördüğünüz gibi, birtakım ülkeler negatif büyüme oranına gidiyorlar ve hemen hepsinde aşağıya doğru

Page 47: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

47

bir gidiş görüyorsunuz. Ayrık olarak, yıldız olarak gösterilen ülkeler diğer ülkelerden biraz daha farklı konumda olanlar; bütüne pek uymayan, aykırı durumda olan ülkeler.

2009’a geldiğimizde, bunlar artık IMF’nin tahminleri, neredeyse bütün ülkeler negatif büyüme hızı gösteriyor. Pozitif olanlar da yüzde 1’in altında neredeyse. Böyle bir aşağıya doğru iniş var, 2007’den, 2009’a; 2010 tahminlerine göre IMF’nin, bir “V” harfinin başlangıcı çıkıyor. İktisatçılar V mi olacak, W mu olacak, yoksa başka bir şey mi olacak diye tartışıyorlar. Ben de onun için harf kullanıyorum. “V” harfinin yukarı doğru çıkmaya başladığını IMF tahmin ediyor. Büyüme hızları biraz daha sıfırın üstüne çıkmış. Hâlâ negatif olanlar olmakla birlikte, bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu yukarı çıkmış.

Dikkatinizi çekmiştir, bu 33 ülkenin hepsi gelişmiş ülke sınıflamasına giriyor. Burada Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya falan gibi ülkeler yok; büyük ölçüde OECD ülkeleri ile Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya’dan ülkeler var burada. Şimdi, bu resme baktığımız zaman, hakikaten bir toparlanma görünüyor gibi. Yalnız, buna aldanmamak lazım. Bunlar büyüme oranları, doğrudan doğruya gelir rakamları değil. Büyüme oranları bizi yanıltabilir, çok basit bir örnek vereyim Türkiye'den. 2008’de 100’ken, burada IMF’nin tahmini yüzde 6,5 küçüleceği yolunda, Türkiye'nin 2009’da. Bu düştüğü zaman, gelir 93,5’a iniyor toplam olarak. Ertesi yıl yüzde 3,7 büyüme tahmin ediliyor Türkiye'de.

Dikkat ederseniz, 96–96 yani 100 lira hâlâ 3 liradan daha az geride; buradakine göre 3 liradan, 6,5’la 3-7’nin farkını alarak bulamayız, yani onu demek istiyorum. 6,5 büyüsek bile biz 2010’da, hâlâ 100 liranın altındayız. Onun için, bu toparlanmayı çok da olduğu gibi algılamamak lazım. Basit bir aritmetik işlemi bile bir kere aynı hızla küçülüp, aynı hızla büyürseniz bile, eski düzeyinizi yakalayamayacağınızı gösteriyor.

Page 48: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

48

D. Strauss-Kahn UPF Başkanı2 Ekim 2009, İstanbul, Çırağan Sarayı:

“Neyse ki küresel ekonomi şimdiden kendini toparlamaya başlamış durumdadır.”

(Fortunately, the global economy has already embarked on recovery.)

Bunu vurguladıktan sonra, Uluslararası Para Fonu Başkanı’nın ikinci

bir sözü daha var bu da işsizlikle ilgili. Burada işsizliğin kötüye gideceğinden söz ediyor. Ben niye bu ikisini aldım? Ben de daha önce konuşan arkadaşlarım gibi gelir dağılımının önemli olduğunu düşünüyorum. Gelir dağılımı rakamları yok, böyle bir tahmin yok 2009–2010 için. Ancak, işsizlik bunu dolaylı olarak gösterir diye düşünüyorum. İşsizlik arttıkça, gelir dağılımının bozulacağı aşikâr.

D. Strauss-Kahn UPF Başkanı

2 Ekim 2009, İstanbul, Çırağan Sarayı:

“Ancak daha da kötüye gideceği kesin olan bir şey varsa o da işsizliktir. Bu durum sadece talebi etkileyecek olan ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda aileler ve toplumlar açısından acı sonuçlar doğuran sosyal bir sorundur.”

(What is certain to get worse, however, is unemployment. This is not just an economic problem that will affect demand, but a serious social problem, with painful consequences for families and communities.)

O nedenle; bir de işsizlik rakamlarına bakalım diyorum. Aynı 34 ülke, 33 gelişmiş ülke, artı Türkiye. Burada “V” harfi yok, işsizlikte herhangi bir

Page 49: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

49

azalma yok tahminlere göre. 2009’da işsizlik artıyor, 2010’da da artıyor, birçok ülkede artıyor. Çok az sayıda bir iki ülkede işsizlikte düşüş var, ama birçoğunda hâlâ işsizlik artıyor.

Bir bütün olarak bu 34 ülkenin işsizliğinde 2010’da da yukarıya doğru gidiş tahmin ediliyor. Bu şaşırtıcı görülebilir, hem ekonomi büyüyor, hem de işsiz sayısı artıyor, bu nasıl olabilir? Buna şöyle birlikte bakarsak, belki daha rahat görebiliriz. Gelir “V” harfi çizip daha rahat görebiliriz. Gelir "V" harfi çizip, yükselmeye başladığı halde, işsizlik git gide büyüyor. İstihdam yaratmadan büyüme.

Bu Türkiye'nin pek yabancısı olduğu bir şey değil. 80 sonrası Türkiye ekonomisinin önemli bir özelliği bu. İstihdam yaratmadan büyüme. İthal ikâmeciliğinden, ihracata dayalı bir büyümeye geçiş yapıldı Türkiye'de. Hem dış ticaret işlemlerinde, hem mali işlemlerde, yani Türkiye'ye sıcak paranın giriş çıkış işlemlerinde çok büyük serbestlikler tanındı, birçok gelişmiş ülkede olmayan düzeyde serbestlikler tanındı.

Bu, 2000’lerde bir ihracat patlamasına yol açtı. Bu durum, ihracatta özellikle imalat sanayi ürünlerinde oldu. Türkiye'de kapasite kullanımı ve emek verimliliğinde bir artış oldu. Böylece başlıca ihracat kesimleri düşük istihdam yaratmaya başladı. İhracat çok arttığı halde, istihdam artmıyordu. Sıcak para girişi ve Türk parasının da aşırı değerlendirilmesinin yarattığı bir ortamda ithalat da çok yaygınlaştı. Hem ara mallarda, hem nihai mallarda ithalat çok arttı.

Az önce Denizli’den bahsetti Hayri KOZANOĞLU. Ben de Denizli’ye gittim, “Denizli Basma” diye büyük bir firma vardı, Denizli’nin en önemli firmalarından birisiydi DEBA. Onun patronuyla da konuştum hatta. Şöyle bir şey söylemişti, bu söylediğim 5-6 yıl önce. “Biz artık bezi Denizli’den almıyoruz, Çin’den alıyoruz, çünkü daha ucuz. Onlar basma sanayiini öğrendikleri anda, basmayı da onlar yapacak, biz satamayacağız burada” dedi. DEBA bugün iflas etmiş durumda. Geçenlerde haberlerde görmüşsünüzdür, o aileden birisi intihar etti, böyle sonuçları da var.

Sürekli bir yüksek işsizlik oranı var Türkiye’de. Yüzde 10’un üzerinde seyrediyor son yıllarda. En son açıklanan veriler Temmuz 2009’da 12–8 diye açıklandı, ama Mustafa SÖNMEZ de söyledi, inşaat, turizm, tarım mevsimi nedeniyle bu biraz aşağıda oldu. Tarım dışı işsizlik de yüzde 16,3 ve genç nüfusta yüzde 23’ten fazla bir işsizlik. Bu, vahim bir durum.

Şöyle bir şey hatırlıyorum. Bundan 35–40 yıl kadar önce İngiltere'de bazı madenler kapatılıyordu verimsizlik nedeniyle, orada çalışanlar işsiz kalıyorlardı. Televizyonda röportaj yapıyorlar, böyle işsiz kalanlardan birisiyle. Spiker işçiye soruyor. “İşsizlik yüzde 4’ü geçti, 5’e doğru tırmanıyor, ne diyorsunuz?” diyor. Adamın cevabı şu: “Ben yüzde 100 işsizim, yüzde 4–5 beni ilgilendirmiyor” diyor.

Page 50: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

50

Peki, bu “istihdam yaratmadan büyüme” nasıl olabilir? Çeşitli şeyler söylenebilir. “Boş kapasite var, yeni işçi almadan üretim artabilir” diye. Ama bu aynı yerde kalmasını gerektiren işsizliğin artmasını değil. Bir başka açıklama, “verimlilik artıyor, daha az işçiyle aynı üretim yapılabilir” deniliyor. Bu hem üretimin artması, hem de işsizliğin artması için verimliliğin çok ciddi boyutlarda olması gerekiyor.

Bir başka açıklama belki, “dış alıma bağımlılık artıyor”; dış alıma bağımlılık artınca böyle bir şey oluyor. Üretim artarken, işsizlik de artabiliyor. Bunu çok kısa olarak şöyle açıklamaya çalışayım. Bu girdi-çıktı analizleriyle ilgilenenler bilirler. Bir ülkedeki toplam üretim ara malı üretimiyle, yine nihai mal üretiminin bir araya gelmesinden oluşuyor. Nihai mal üretimi dediğimiz şey aslında, teknik terim ile Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla. Yani, bu eşitliğin sağındaki iki terimden Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyüyor. Bunu büyütürken, siz ara malı üretimini yerli de kullanabilirsiniz, ithal de kullanabilirsiniz.

Şöyle bir örnek alalım. 100 liralık bir üretimin 20 lirası Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, 80 lirası ara malı üretimi olsun ve bunlar 40–40 paylaşılsın, yerli ve ithal diye. Çalışan işçi sayısı da toplam 60 kişi olsun, 20’si Gayri Safi Yurtiçi Hâsılayı oluşturan nihai malların üretiminde, 40 işçi de yerli ara malı üretiminde çalışıyor olsun. Tabii, 40 liralık ithalat için, dışarıdaki işçileri buradaki istihdama katmıyoruz.

Bir sonraki aşamaya geçelim. Verimlilik aynı kalsın, ama dış alıma bağımlılık artıyor olsun. Yani, yerli ithal oranını biraz ithal lehine değiştirdiğimizi düşünelim. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da da bir artış olsun. 20’den 21’e çıkıyor Gayri Safi Yurtiçi Hasıla. 40–40 olan bölüştürme, verimlilik aynı kalınca, 40 işçi 38 işçiye düşecek, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla 21 işçiye çıkacak, toplam 59 işçi kalarak, işsizlik artacak, istihdam düşecek, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla artacak. Böyle bir mekanizmayla istihdam yaratmadan büyüme sağlayabilirsiniz, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da.

Toparlayacak olursak, küreselleşme bizim için dışa açılma gibi bir anlam yaratıyor. Bu, yeni istihdam yaratmadan büyüme anlamına geliyor. Bu, sıcak paraya bağımlılık demek; bu da yeni bunalımlardır.

İstanbul'a ilişkin hiçbir şey söyleyemedim, kusura bakmayın, teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Üçüncü konuşmacımız Yrd. Doç. Dok. Şule NECEF, buyrun.

Yrd. Doç. Dr. ŞULE NECEF ŞENESEN- Herkese merhaba.

Aslında, benden önceki konuşmacılar gerekli tahlilleri yaptılar, bana çok bir şey kalmadı. Ama şöyle bir şey yapmak istiyorum. Ufacık bir boşluğu doldurmak anlamına gelebilir. Şimdi, dünya ekonomileri hasta. Ben dünya

Page 51: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

51

ekonomilerini hasta olarak nitelendiriyorum ve böyle bir dünyayı, böyle hastalıklı bir iktisadi, siyasi düzeni istemiyorum. Şimdi, bilim insanı olarak da bunun tedavisinin yöntemlerini bulmak zorundayım. Yani, sadece sorun tespit etmek değil, “Nasıl bir çözüm olacak, nedir bu iktisat denilen şey, biz ne yapacağız?” Buraya hükümetin yetkilileri de geliyor, şöyle bir genel çerçeve çiziliyor: “Krizler vardır, krizler olur, çok doğaldır ve tüm dünyada kriz vardır; Türkiye'de de kriz vardır”, sonra söylenecek hiçbir şey kalmıyor.

İşte, özellikle iktisatla doğrudan ilişkisi olmayan insanların da kolayca kapılabileceği bir söylem bu. “Demek ki çözümü yok bunun, tüm dünyada da çıkınca bu kriz, Türkiye ne yapsın?” noktasına kolaylıkla gelebiliyor herkes.

Şimdi, sadeleştirmek burada çok önemli. Yani, iktisat dediğiniz şey böyle karmaşık, çok zor anlaşılan bir şey de değil. Sadeleştirdiğimizde de aslında ben buradaki kendi oluşturduğum tabloda gerek dünyadaki teknolojik anlamdaki dönüşümler, gerekse iktisat teorilerindeki dönüşümleri şu kadarcık resmin içine sığdırabildim. Aslında, dünyada tarihsel olarak iktisadi anlamda yaşanan gelişmeler kısaca böyle. Yani, elimizde üç tane deney var.

Birincisi; liberal iktisat üzerinden yaşanan bir deney. İkincisi; Keynesyen iktisat üzerinden yaşanan bir deney; üçüncüsü de “sosyalizm” deneyimi olarak adlandırılabilir. Kapitalizmin gelişme dönemlerinden itibaren 1944 yılına kadar dünya ekonomileri liberal iktisadın önermeleri doğrultusunda yönetildi. Daha sonra, daha doğrusu 1929 krizinin sonucunda ortaya çıkan aşırı birikim ya da talep yetersizliği dediğimiz sorunu çözmek üzere bir faaliyet geliştiği söylenebilir ve 1944 yılında dünya başka bir iktisadi alternatifi denedi, dünya ekonomileri, yani kapitalist ekonomilerden bahsediyorum.

1917’den sonra bir sosyalizm deneyimi oldu. Onu bir kenarda bırakarak konuşuyorum. Kapitalist ekonomiler içerisindeki dönüşümler bunlar. 1944’ten başladı bu dönüşüm, 1973 yılında bu iktisadi alternatife son verdiler.

Bunların nedenlerini özellikle üretim sistemine de bakarak; yani hem altyapıyı, hem de üst yapıyı analiz ederek, bu cevapları çok net biçimde vermemiz mümkün.

Şimdi, “Keynesyen iktisat bitirildi ve tekrar neoliberal bir düzene geçildi” dedik. Burada özellikle, “Hem dünyada, hem Türkiye'de, hem de İstanbul'da nasıl daha insanca bir düzende yaşayabiliriz?” denilince aklımıza gelen, liberal iktisat mekanizmalarının ortadan kaldırılması gerektiği. Şimdi, biz liberal iktisatla barışık bir biçimde adım atmaya devam edersek, ne İstanbul İstanbul'a benzeyecek, ne Ayamama Deresi’nin üzerine inşaatlar yapmaya son verilecek. O zaman, bizim liberal iktisatla bir derdimiz olmak zorunda, başka bir İstanbul istiyorsak. Yani, bu hastalığa tedavi yöntemlerini bulmak zorundayız.

Page 52: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

52

O anlamda, şöyle bir çerçevede bu iki farklı iktisadi alternatifi anlatabiliriz. Keynesyen iktisat ve liberal iktisadın farkı nedir, ne yapar bunlar? Üstteki, kâr oranları kutucuğu. Bir şekilde elinizdeki sermaye liberal iktisat çerçevesinde iki tane yol ayrımına gelir. Yani, evdeki sermayeye o iktisadi düzen iki ayrı yatırım olanağı sağlar. Bunun birincisi, finans kesimi yatırımları, diğeri de reel sektör yatırımlarıdır.

Şimdi, liberal iktisatta iki tarafa da gitme özgürlüğüne sahip. Keynesyen iktisat ne yapıyor? Keynesyen iktisat şunu yapıyor. Finans kesimi yatırımlarına gidecek kanalı yasaklıyor, bunun başka yolu yoktur. Yani, ekonomiye ortak aklın, ortak ahlâkın diyorum ben bir de ona, ortak ahlâkın müdahalesi gerekir.

Finans kesimine gidecek parayı uluslararası düzeyde yasaklarsanız, nereye gider bu para? Bu para, reel yatırımlara gider. Oradan nereye gider? Üretim potansiyelinin genişlemesine, daha fazla üretime, daha çok gelir ve istihdama gider. Daha sonra vergi adaletine gider. Üreten insanların, üreticilerin vergi vereceği bir düzene gider. Sosyal devlet vergi toplayan, kasası dolu devlettir. Daha sonra o sosyal devletin planlama fonksiyonlarını yerine getirmesi söz konusu olur. O zaman, gerçek anlamda “şehir ve bölge planlaması”ndan bahsederiz.

Kasası boş olan bir devlet hiçbir şeyi planlayamaz. O zaman haktan, o zaman kamu hakkından bahsederiz. Şimdi, şu sahada gördüğünüz sirkülâsyonun tamamlanması için sosyal devletin, mesela talebin geliştirilebilmesinden bahsediyorlar. “Sakızdı, güldü” falan diye alay ediyorlar insanlarla. Şimdi, bunun olabilmesi için dediğim gibi sahadaki döngünün tamamlanması lazım. Bunu bir puzzle gibi düşünün, o puzzle’ın her parçası birbirini tamamlıyor. Şimdi, siz bugün ne yapmışsınız? Bugün, o finans kesiminin musluğunu açmışsınız.

Finans kesiminin yasaklanması; Dünya ekonomileri bunu yaptılar. 1944 yılında bütün dünya ülkeleri Bretton Woods diye bir anlaşma yaptı ve o dediğim o kanalı yasakladılar. 1 ons altın 35 dolara eşitlendi, para üzerinden para kazanma mekanizmalarını durdurdular. Ondan sonra da dünya altın çağlarını yaşadı.

Bizim “şehir ve bölge planlaması” yapabileceğimiz, sosyal devletin geliştiği, talebin sürekli arttığı, gelirlerin sürekli arttığı bir dönemi kapitalist ekonomiler dahi yaşadı, biz bunun yollarını biliyoruz ve analiz ediyoruz.

Sonra ne oldu, Bretton Woods Anlaşması’nı 1973’te Amerika sona erdirdi, süreci başlatan da Amerika’ydı. Bunun nedenleri için bir gün umarım toplanırız, bunun nedenlerini de açıklıyoruz, biliyoruz, ama Amerika bu anlaşmayı iptal etti ve dünya tekrar neolibarel düzene girdi. Neoliberal düzene girmek ne demek: Reel sektöre giden yatırımlar diye bahsetmiştik, bir de finans kesimi yatırımları demiştik. Bugün dünyada bir dolar reel sektör

Page 53: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

53

yatırımlarına gidiyorsa, işte James Petras’a göre 35 dolar ya da 50 dolar finans kesimi yatırımlarına gidiyor.

Biz bu yanlış gelişmenin üzerinde debeleniyoruz, istihdam yaratmaya, işsizlikle mücadele etmeye, Ayamama Deresi’yle uğraşmaya çalışıyoruz. O bir doların hastalıklı dolaşımı üzerinden çözüm bulmaya çalışıyoruz. Güçler dengesinin; devletin doğrudan denetiminin finans kesiminin eline geçmesi gibi bir süreç yaşıyoruz, uluslararası finans kapital dünyayı yönetiyordur, Türkiye bunun en uyumlu, en iyi uyum sağlamış ülkelerinden birisidir dünyada. Neoliberal politikaların özelliklerini görüyorsunuz zaten.

Reel sektörün kâr oranları üzerindeki yoğun baskı; bunu ele almamız lazım. Çünkü siz finans üzerinden kendi sermaye birikiminizi sağlamanın yolunu açtığınızda, finans kesiminden elde edilen kârlara çok ciddi bir baskı var, reel sektör kârları üzerinde. Reel sektörün kârları üzerindeki o baskı, emek maliyetini zorluyor. Emek maliyetini bize “küreselleşme” adı altında nasıl bir düzende dayatıyorlar?

Aslında, hepsi zincirli olarak birbirine bağlı faktörler. Dünyada finans sektörünün nasıl etkili olduğunu, mal ve hizmetlerin durumunu görüyorsunuz. Küreselleşme dedikleri boyutta da reel sektörün ürettiği ürünlerin uluslararası düzeyde fiyatının belirlenmesi söz konusuydu. Liberalizm bu demek, “Küreselleştik, dünyaya açıldık”. Dünyaya açılmak, şöyle bir adaletsizliğin içerisinde gördüğünüz gibi dünyadaki aylık ücretler birbiriyle aynı değil. Siz böylesine bir karmaşanın içine bir ürün atıyorsunuz. Herhangi bir metayı bu pazara atıyorsunuz. O zaman, neden etkileniyor bu Pazar ve bu metanın fiyatı? Bütün bu eşitsizliklerden etkileniyor.

Türkiye aşağı yukarı ortalarda bir yerde ve bu, daha da problemli bir durum. Emek maliyetiniz düşükse, Çin ya da Hindistan’sanız uluslararası pazarlarda rekabet etme şansınız daha da artıyor. Bizim gibi orta düzeyde bir ülkeyseniz, pazarları hızla kaybediyorsunuz ve olan budur. İthalat bazlı gelişme dedikleri, aslında biz Çin’in ara mallarını alıyoruz, üzerine bir şeyler katıp, ihraç ediyoruz gibi bir gelişme var.

Bunu da doğuran, ücretler arasındaki büyük dengesizlik. Buradan ticaret açıklarımız meydana geliyor. Devletin en hoş tanımını Joachim Hirsch yapıyor; “Artık günümüzün devleti rekabet devletidir” diyor. Yani, uluslararası pazarlara bu ülkeyi en iyi pazarlayan devlet. Artık sosyal devlet falan yok.

Ücretlerin çok farklı olduğu uluslararası pazarlarda bir küreselleşme süreci yaşandı. Ondan sonra ülkelerin dünya bütçesinde ekonomik durumları nasıl oldu diye baktığımızda, 1996’dan, 2006’ya kadar gelinen süreçte şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Metropol ülkeleri 1936’da artı 36’yken, şu anda metropol eksi 597; metropol içinde kimler yer alıyor, Amerikan ekonomisi. 1996’da eksi 118’deymiş, 2006’da eksi 812’de Amerikan ekonomisi.

Page 54: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

54

Japonya artı 66’da iken, şu anda artı 170’te. Geri kalan Batı ülkeleri 88’de iken, sonra 45’e düşmüş. Ciddi bir biçimde ekside bir ekonomi var; Amerikan ekonomisi karşımızda. Peki, bunu kim dolduruyor dünya bütçesinde, kim karşılıyor bu eksiği diye baktığımızda, petrol ihracatçısı ülkeler karşımıza çıkıyor. 1996’da artı 39’larken, şu anda artı 423’teler. Çin 1996’da 7’deyken, şu anda artı 250’de. Dünya piyasalarını dibe doğru yarış ve yoksulluk üzerinden aldı götürdü. Emek maliyetinin ucuzluğu üzerinden, ekolojik tahribat bedelini dünyaya ödeterek götürdü. Yani, dibe doğru yarıştan bizim kastettiğimiz Çin’in bu artı 250’ye geçişi; dünyanın hem sosyal, hem de ekolojik koşulları pahasına elde edilmiş bir avantajdır. Diğer çevrede de böyle bir tablo var.

Şimdi, dünyadaki siyasetleri de belki yorumlarken, bu iktisadi anlamdaki dünya bütçesi de bizi aydınlatıyor. Çünkü, “neden petrol ihracatçısı ülkeler bu kadar önemli; ne oluyor bu bölgede?” dediğinizde de durum çok aşikâr, bu bölge dünyaya çok ciddi bir artı sağlıyor, birilerinin eksisinin tamamlayıcı unsurunu oluşturuyor.

Türkiye nasıl bir ülke diye düşündüğümüzde, çok tipik olarak faiz ödeyen bir ülke olduğumuzu söyleyebiliriz. Yüksek reel faiz sunarak, uluslararası spekülasyon oyunu içerisinde ayrıcalıklı bir konum kapma uğraşı aslında, 2001 krizi sonrasında Türkiye'ye bizzat IMF tarafından telkin edilmiştir. IMF programı Türkiye'yi, dünya ekonomisi içerisinde, yüksek reel faiz sunan ve sıcak para girişleriyle ekonomisini istikrara kavuşturmaya çalışan bir ülke olarak değerlendirmektedir.

Uluslararası finans sermayesi şebekesi Türkiye gibi yeni yükselen piyasalarda reel faizlerin yüksek olmasından büyük bir rant elde etmekte ve bu ülkelerin sunduğu spekülatif finansal getiriyi kaybetmemek için piyasa dahili veya harici her türlü şantaja başvurarak, faiz getirisini yüksek kılmaktadır.

Türkiye'de hükümet edenlerin bu bağlantısını gözden kaçıranlar ne iktisattan, ne siyasetten anlamamaktadır diyebiliriz, gayet rahatlıkla.

Mustafa SÖNMEZ’in çalışmalarını ben derslerimde de çok kullanıyorum. Burada da yine onun derlediği bir çizim var. Bizim borçlarımızın nasıl geliştiğine dair çok anlamlı bir grafik. 2001’den itibaren bizim ülkemizin borçlarının nasıl bir yukarıya doğru ivme izlediğini görüyorsunuz. Alttaki borçlar da IMF’ye ilişkin borçlar. Yani, mesele IMF borcu değil; IMF borcu 1/10’unu oluşturuyor Türkiye'deki borçların.

Toplam dış borcu vermiş; bir de burada özel sektörün borcunu vermiş. Mavi ile işaretlenmiş toplam borçla birlikte yükselen kısım, aslında özel sektörün borcu. Yani, biz bütün ülke olarak bu özel sektör borcunun altına imza atıyoruz. Buradan sonra başımıza neler gelecek? Türkiye ekonomisi dünyanın en kırılgan ekonomilerinden birisi olarak gösteriliyor. Bu

Page 55: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

55

kadar borçla, üretimsizlikle; sanayisizleşmenin doruk noktalarına yaklaştığı bir ülke olarak parlak bir tablo sergilemediğini söyleyebiliriz.

Ben şuna inanıyorum. Bir kere tedavi yöntemleri de bizim arzu ve isteklerimize göre şekillenmiyor. Çünkü iktisat, güç ve iktidar demek. Yani, güç ve iktidar odaklarının sergilediği bir tablo iktisat. O zaman, biz bu güç ve iktidar odaklarının tümüyle ortadan kalktığı bir dünyayı tabii ki arzuluyoruz, ben de o arzunun içerisindeyim. Ama bunun koşulları var. Bu güç ve iktidar odakları böyle birdenbire ortadan kalkmıyor.

Ben şu aşamada iktisaden dünyanın kapitalist ekonomiler bazında en azından bir urdan kurtulması gerektiğini düşünüyorum. O ur da dediğimiz gibi finans kesimine akan o kaynakların durdurulması, yasaklanması. Dünya çapında buna dair faaliyetler var. Yani, bunun arkasını o iktisat görüşünü egemen kılmak için tabii ki bir siyasi, politik hareketlilikle dolduruyor insanlar.,Ama karşımızda büyük bir canavar var. Yani, reel sektörün 50 katı büyüklüğüne çıkmış bir finans sermayesi var. Bu müthiş güçle nasıl savaşabiliriz? Bence bütün finans kesimi dışındaki beslenebilecek diğer bütün kesimleri yanımıza alarak, topyekûn bir politik mücadele ve cephe oluşturulabilir diye düşünüyorum. Başka da çıkış yolu görmüyorum.

Liberal iktisat kanserli bir hastanın, ur taşıyan bir hastanın varlığına işarettir. Bu urun kendisi, finans kesimi yatırımlarıdır ve ortadan kalkması gerekir. En azından hastanın dolaşımının sağlanabilmesi, kanserden kurtulabilmesi için. Bunun dışında, bu hastanın beyninin iyileşmesi ve özgürleşmesi tabii ki olması gereken bir şeydir, ama önce uru bir temizleyelim, ondan sonra da beynini de özgürleştirmeye çalışırız diyorum.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Şule Hanım’a çok teşekkür ediyoruz.

Sorular varsa, on dakika alabiliriz; bu arada benim de ekonomistlere bir sorum var. Doğrusu hiç aklım almıyor, onun için sormak zorunda hissediyorum kendimi. Tamam, finans sektörü yerine reel sektörü geliştirelim, bu çok mantıklı, çok haklısınız. Ama reel sektörü de aslında tanımlamak lazım. Mesela, üretimi artırmak demek, yeni sanayi açısından bakıldığında, fabrikalar açmak demek veyahut hizmetler sektörüne bakıyoruz. Yine ulaşım desteği artıyor, her taraftan uçaklarla oraya buraya gidiş söz konusu.

Bütün bu gelişmeler aynı zamanda hem şehirleşmeyi, hem de çevre kirliliğini yaratmıyor mu? Belki de istihdam konusunu yeniden düşünmemiz, neyi üreteceğimizi, neyin üretilmesi gerektiğini, üretim denilirken neleri kastettiğimizi netleştirmemiz gerekiyor. Durmadan tişört üretmek de fabrikalarda, yine onları piyasaya salmak da uygun bir şey değil. Belki bu istihdama ihtiyacı olan fakir kesimlere başka bir sistemle yaklaşmak da söz

Page 56: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

56

konusu olur. Dünyayı tehdit etmeyecek bir sanayi, çünkü sanayiden de üretim olmasına rağmen, aslında çok çektik. Üç bin yıllık dünyamız son yüzyılda üç bin yıl kadar kirlendi.

Bu açıdan ne düşünüyorlar diye merak ediyorum. Yani, şehircilik açısından reel sektörü bize tanımlayabilirler mi acaba?

Prof. Dr. HAYRİ KOZANOĞLU- Öncelikle dünyanın en önemli sorunlarından birisinin yaklaşan ekolojik felaket olduğunu biliyoruz. Onun için bütün ekonomik çözümler de ekolojik dengeleri gözeten, insanların geleceğini, gelecek nesilleri gözeten bir yerden tasarlanmalı. Ekonomik kriz şöyle bir avantaj da getirebilir. Her şey yeniden yapılandırılacaksa ki son günlerde sanki bu krizin geride kaldığı, fazla bir düzenlemeye gitmeden aşılabileceği gibi bir yanılgı var. Ben buna katılmıyorum, krizin devam edeceği ve bu konuyu ciddi bir şekilde tartışmaya devam edeceğimizi düşünüyorum.

Bu anlamda, ekolojik faktörler göz önüne alınmalı. Tabii ki, burada şehircilerin, şehir plancıların da çok önemli bir görevi olacak. Mesela, verdiğiniz örnek güzel. Dünyada ekolojik duyarlılığı olanlar bazen bir mal ve hizmeti alırken, onun kalitesi kadar hangi koşullarda, nerede üretildiğine de bakıyorlar. Hani nerede üretildiği denilirken; sendikalı, sosyal hakları bulunan işçiler tarafından mı üretilmiş, yoksa insanları kölelik ücretiyleçalıştırarak mı üretmiş? Bir kısmı bu, ama sizin sorduğunuzla en yakından ilişkili kısım şu; armut alacağınızı farz edelim. Columbia veya Peru’dan 2800 mil yol kat ederek İngiltere’ye gelmiştir. Fiyatı da işte diyelim ki 1 Pound’dur, diyor. Ekolojik duyarlılığı olan bazı insanlar 1,25 Pound veya 1,5 Pound verip, Avrupa’da veya İngiltere’de üretileni alıyorlar. Çünkü, Peru’dan gelen bir armudu veya elmayı Peru’dan İngiltere’ye veya Hollanda’ya kadar taşırken, ekolojik dengeleri çok fazla bozuyor. Tabii ki, bunlar çok detaylı bir şekilde konuşulabilir, ama tek başına üretim fetişizmi yapmamak; bunu ekolojik faktörleri göz önüne alarak, bugünkü nesillerle, yarınki nesillerin çıkarlarını uzlaştırarak düşünmek gerekir. Yoksa yarın bizlerden sonra çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek nesillere yaşanacak bir dünya kalmamış olur.

Prof. Dr. ÜMİT ŞENESEN- Bu ekoloji gerçekten çok önemli. Çok iyi bildiğim bir konu değil, ama bu konularda çalışan bir arkadaşımın bulgularına dayanarak bir iki şey söyleyebilirim. Alper GÜZEL ODTÜ’deydi, şimdi 19 Mayıs Üniversitesi’ne geçti. O bu konularda ciddi olarak çalışmalar yapıyor. Onun önerisi de şu: Özellikle, ekolojik tarım için Doğu Anadolu’da hiç, suni gübre görmemiş, ilaçlanmamış bir sürü arazi var. Buraların ekolojik tarıma açılmasını, çünkü batı bölgelerinde ekolojik tarım yapılmasının pek mümkün olmadığını söylüyor.

Teşekkür ederim.

Page 57: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

57

Yrd. Doç. Dr. ŞULE ŞENESEN- Burada ekolojiye, liberal iktisat çerçevesinde sahip çıkamayız, gibi bir önermenin altında durmak istiyorum. Yani, liberal iktisatla ekolojik düzelme bağdaşmayan şeyler. Bunun farkı ne? Çünkü birisi dibe doğru, öbürü yukarı doğru bir yarış. Yani, biz finans kesimini durduramazsak, oraya giden sermayeye bir sınır koyamazsak, reel kesimin kârları üzerinde çok müthiş bir baskı oluşmaya devam edecek. Bu dibe doğru bir yarış olacak. O yarışı yukarıya doğru çekeceğiz.

O zaman, ekolojik duyarlılık yükselebilecek. Yani, insanların alım gücü, bilinçleri de artınca, insanların cebindeki para üzerinden bu kadar müthiş bir rekabet yürütülürken, ekolojik ürünleri tüketin demek alay etmek gibi oluyor. Ekolojik anlamda bir şeyleri tahrip etmeyi güya kontrol altına almaya çalışıyorlar, ama bu çabalar liberal iktisat içinde mümkün değildir.

Bunu yaratan da, finans kesimi kârlarının reel kesim üzerinde yarattığı müthiş baskıdır. İkisi arasında çok fark var. Biz ancak, Keynesyen iktisat çerçevesinde bir düzen kurabilirsek, o zaman gerçek anlamda ekolojik mücadeleyi verecek bir altyapıyı da bulabiliriz. Hem ürün kalitesi düzeyinde, hem de ekolojik düzeyde, planlama düzeyinde, şu anda hiçbir şey planlayamıyorsunuz, ama ortak akla, planlamaya ve denetime, sınırlandırmaya, yasaklara ihtiyacı var dünya ekonomisinin.

OTURUM BAŞKANI- Buyurun.

SALONDAN: Şule Hanım’a teşekkür ederiz. TOKİ Başkanı da çok basite indirerek şöyle söyledi. “Küçükçekmece’de yaptığımız konutlarla orayı bir rant alanı haline getirdik.” Şimdi, tabii bazı kentsel müdahalelerle o bölgede rantı artırmak, sadece Küçükçekmece’de yapılmıyor..

Ben bunu sormak istiyorum. Reel yatırımlar ve finans sektörü yatırımları dediniz. Bu rant, kentsel rant bunun neresinde?

Yrd. Doç. Dr. ŞULE ŞENESEN- Kentsel rant aslında toplumsal anlamda kendi kentini denetleyen insanlarla beraber son verilebilecek bir şey. Bu toplum ne kadar bilinçli, kendi hakkına, hukukuna sahip çıkacak bir hale gelirse, o zaman bu rantlar üzerinde de daha fazla denetimde bulunabilecek. Sosyal devlet dediğimiz mekanizma, aslında bunların hepsi bir bütün oluşturuyor. Kamu yararının gözetilmesi, bunun için kaynak ayrılması ve her şeyin bu kadar vahşi bir rekabet ortamında ve aslında antidemokratik mekanizmalarla yok edildiği bir sürecin dönüştürülmesi; kente sahip çıkacak bireylerin oluşmasını da engelliyor liberal iktisat.

Bunu her yerde görebiliyoruz. İşsizlik kentsel rantın denetlenmesinin önündeki bir engel, çünkü işsiz insan hiçbir şeye sahip çıkamaz. İşsiz insan, değersiz hisseder. Ne kentine, ne toplumuna, hiçbir şeye sahip çıkamaz. Ama işte liberal iktisat sonucunda bütün dünyada ortaya çıkan insan topluluğu, böyle hiçbir şeyine sahip çıkamayan bir insan topluluğu oldu.

Page 58: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

58

Gerçekten sosyal devletin gelişmesi, tam istihdamın sağlanması, herkesin nitelikli işe sahip olması, vasıflarını geliştirebilmesi, kendi kentine sahip çıkmasını da beraberinde getirecek. Yani, bu rantın engellenmesi bir toplumsal bilinç sorunu, bunu engelleyen bir şey oluyor, neoliberal iktisatın yarattığı işsiz, eğitimsiz kesimlerle.

SALONDAN- Oturuma katılan hocalarıma çok teşekkür ediyorum, bize çok önemli bilgiler verdiler.

Ben de aslında bu rant meselesine değinecektim. Bu finansın gelişmesiyle, yani reel üretime 50 kat bir fark atmasıyla beraber, ne yazık ki kentlerimizde daha çok metalaşıyor ve kentin kendisi bir rant alanı haline dönüştürülüyor. Aslında, biz bunu biraz böyle görüyoruz. Yani, bugün İstanbul'un ormanlarını, su havzalarını kaybetmesini, ulaşım sisteminin daha özel bir biçimde sunulmasını, biraz da bu finansın iyice şişirilmesinin tetiklediğini düşünüyoruz, ama şimdi İstanbul için biz bir Çevre Düzeni Planı yaptık.

Plancılar olarak, meslek alanımızda bazı öğretilerle büyüdük. Mesela, bundan bir 6-7 sene önce bizim projelerimizde dünyada finans merkezleri ölçeğinde küresel kentleri incelediğimiz, “Alfa, Beta, Gama” olarak bunları derecelendirdiğimizde, İstanbul'un en kötü durumdan Gama’dan, Beta’ya nasıl yükselebileceğini, bunun için finansın, bunun için turizmin ne kadar şişirilebileceğini bize öğrettiler aslında, bunlar önümüze ders olarak geldi, hepimiz bu doğrultuda projeler yaptık.

Şimdi, yapılan Çevre Düzeni Planı’na baktığımız zaman da benzer bir durum, sanayinin belirli bir oranda tasfiyesi, turizmle şişirilmesi ve finans merkezi haline dönüştürülmesi Ortadoğu’da belirli bir payın, finans üzerinden Ortadoğu’daki para akışı üzerinden belli bir payın alınması üzerine bir kurgu var. Plan bu, ister çizili, ister kafamızda olsun, görünen bu. Ama sizin çizdiğiniz tabloya ve rakamlara baktığımızda, aslında bu finans balonunun artık bu kadar şişemeyeceğini anlıyorum.

Dolayısıyla, bizim plan ne oldu, ya da ne olur? Onu sormak istiyorum. Yani, finansın üzerinde kentlerimiz daha ne kadar yaşayabilir, o balonun içinde kentlerimiz ne kadar daha yaşayabilir? Ekonomiler bunun için önemli bir etken. Onu sormak istiyorum, teşekkürler.

SALONDAN- Neoliberal sistemde İstanbul sizin, sistem bu, ama diğer sistemler çok ideal çözücüdür demiyorum. Mutlaka, bir de hocama şunu sormak isterdim, strüktürel, yapısal, optimum çözüm diye bir anlayış, bir alan açılması var. Bu bana göre olumlu bir yaklaşım iktisatta.

Bu çerçevede çözümler olarak neoliberalizmin kaotik fırınını daha fazla kızdırıyoruz. Ne yapıyoruz? Mesela, çok basit ve kısa bir örnek vereyim, özgün bir şey. Mesela, raylı sistem, tüpgeçit diyoruz. Ben şahsen

Page 59: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

59

bütün bunlara 15 yıldan beri karşı çıktım ve çıkıyorum. Çünkü bu, sistematiği ve kaosu artırıcı bir çözümdür. Hız yerleşimi artırır, yerleşim hızı türev üsler bir anlamda çoğaltır, bu da kaosu çoğaltır. Dolayısıyla, biz buna katkı koymuş oluyoruz. Çözüm üretelim derken, ben bu anlayışın Türkiye bilimsel, yani kent bilimi açısından yeniden ele alınmasını, yeniden gözden geçirilmesini, kavramsal olarak incelenmesini istiyorum.

Yrd. Doç. Dr. ŞULE ŞENESEN- Birileri için, birilerinin kâr mekanizmalarının sürmesi açısından bu istenilir bir şey olabilir, ama bütün toplumun menfaati açısından korkunç bir şeydir. Bu konuda aslında doğa bizi en azından uyarıyor, sürekli gözümüzün içine sokuyor, ama hâlâ aklımız başımıza gelmiyor.

Bu şekilde bir İstanbul, hem de deprem kuşağında bir İstanbul'u çok kötü günler bekliyor. Finans merkezi olma doğrultusunda, kendi yapılanmasını geliştiren, ama işte bütün varoşlarıyla ve plansız kent görüntüsüyle her türlü tahribata açık bir İstanbul; yani buradan çıkış yok diyorum.

OTURUM BAŞKANI- Katılımcılara çok teşekkür ediyoruz.

----&----

İKİNCİ OTURUM

“KRİZ VE SEKTÖREL YATIRIMLAR”

Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. PINAR ÖZDEN

----&---- OTURUM BAŞKANI (Yrd. Doç. Dr. Pınar Özden)- İkinci Oturumla

programımıza devam ediyoruz. İkinci Oturumumuzun konusu “Kriz ve Sektörel Yatırımlar”. Biz aslında bu oturumu iki ayrı aşamada düzenledik. Çünkü gerçekten de oldukça geniş kapsamlı bir konu. Dolayısıyla, biz “Kriz ve Sektörel Yatırımlar -1” başlığı altında daha çok konut ve ulaşım konularını ele almayı düşündük. Burada alt başlıklar olarak yazmasa da, İkinci Oturumda da daha çok turizm ve merkezi iş alanları konusuna değinilecek.

Sorularımız var. Programda da zannediyorum inceleme şansı buldunuz. Konut ve ulaşım konusunu çeşitli bakış açılarıyla, bulundukları noktalardan, bulundukları konumlardan bakarak değerlendirmeye çalışacaklar. Kriz ortamında konut ve ulaşım yatırımları nasıl etkilendi, bunların kente, kent mekânına yansımaları nasıl oldu; üst ölçekli planlama süreçleri bunun neresinde duruyor ya da bu yatırımların azalması, durması, durağanlaşması ve üst ölçekli planlama ile arasındaki ilişkiler kenti hangi

Page 60: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

60

noktaya götürecek, hangi noktalara taşıyacak? Biraz bunlara değinmeye çalışacağız.

Ben izninizle, programdaki sırayla gitmek istiyorum, eğer bir itiraz yoksa. İlk konuşmacımız Bahadır Teker, İstanbul Mortgage Finansman AŞ’den katılıyor, buyurun.

BAHADIR TEKER (İstanbul Mortgage Finansman AŞ Genel Müdürü)- Ben süreye bağlı kalmadan daha kısa tutmayı düşünüyorum bu güzel İstanbul gününde öğleden sonra çok fazla sıkmamak adına.

Hem GYODER’de, hem de UAI’da Yönetim Kurulu Üyesiyim ve Türkiye'deki ilk, aslında banka olmayan Mortgage Şirketi olan İstanbul Mortgage’nin hem ortağı, hem de yöneticisiyim.

Bizim de ortağımızın çok büyük yabancı yatırımcı olması dolayısıyla bu kriz ortamı hakkında hem uluslararası piyasada, hem de Türkiye'nin durumu ve gayrimenkul yatırımları konusunda aslında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Sorularınız olursa daha detaya ineriz.

İlk olarak dünyadaki krizin geldiği aşama nedir? Hepimiz zaten takip ediyoruz, ama şu anda hâlâ suni teneffüsle aslında ayakta durmak ortamındayız. Birçok insan yavaş yavaş bu suni teneffüsün hastayı ayağa kaldırabileceğine dair iyimser tahminlerde bulunmaya başladı ve onun için gördüğünüz piyasalarda daha bir alım yönünde hareketlenmeler, biraz daha yatırımcı yönünde iyimserlikler var. Ama geldiğimiz nokta itibariyle henüz hiçbir şey bitmiş değil.

Özellikle, dünyadaki finansal sistem kendini toparlayabilmiş değil, en az iki üç senede bir kâğıt devresi geçirmesi gerekiyor ve geçirecektir de. Herkesin korktuğu bir ikinci çöküş olma olasılığı hâlâ gündemde, ama zayıflayarak gündemde. Bunun olasılığını artık çok fazla piyasalar satın almıyorlar. Bizim gördüğümüz daha çok bu yatay, böyle sıkıcı bir evreye girip, yatırımların aslında durağan gitmesi, önümüzdeki birkaç sene boyunca.

Türkiye'ye gelince, Türkiye krize çok iyi girdi. Biliyorsunuz, mali sektör itibariyle ve 5-6 senelik yüksek kârlı çalışma potansiyeli ve şirketlerin birikimleriyle girdi. Ancak, kurulan set maalesef bu dalgaları etkilemeye ya da engellemeye yetmedi. Hepiniz biliyorsunuz, derin piyasalarda ya da derin denizlerde olan dalgalar aslında sığlığa gelince dalga boyu hem yüksek olur, hem de tahribatı fazla olur.

Türkiye'de maalesef, diğer gelişmiş ülkelere nazaran her ne kadar setler inşa etmiş olsa dahi, sığ bir piyasaya sahip olduğu için etkilenmesi de bir o kadar kötü oldu. Bunu işsizlik rakamında da görüyoruz; yatırımların anında kesilmesi açısından da görüyoruz ve birçok mal fiyatlarındaki ani

Page 61: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

61

düşüşlerde de görüyoruz. Bunun aslında istisnası galiba biraz gayrimenkul. Türkiye'de gayrimenkul fiyatları aslında diğer emtia piyasalarına nazaran daha az etkilendi.

Şöyle bir bakarsanız, Amerika’daki konut fiyatlarında yaklaşık yüzde 30’lara varan bir düşüş var; geçtiğimiz bir sene içerisinde. Bu yaklaşık olarak 2001–2002 konut fiyatlarının tekrar bugün gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor, özellikle Amerika için konuşursak.

İngiltere’de yine yaklaşık aynı rakamları görüyoruz. Türkiye dalga boyunun daha yüksek olmasını beklerken, aslında sadece yüzde 10-15’ler civarında konut fiyatlarında düşüş yaşadı. Bu da özellikle şehir merkezi dışındaki şehrin çevre çeperlerinde yaşandı. Bunun da birkaç nedeni var. Birincisi, hepimiz biliyoruz Türkiye potansiyel talep anlamında, yani konut talep etme açısından çok bakir bir ülke. Hâlâ yaklaşık olarak yüzde 52’si enformal yapılaşmaya sahip olan, binalarının yüzde 18’i ruhsatlı olan, insanların sürekli konut talep ettikleri, nüfusun artığı, nüfusun artmasının yanında insanların konut tercihlerinin değiştiği bir ülkede yaşıyoruz.

Bakarsanız, İstanbul özelinde konuşmak gerekirse, yaklaşık konutların tamamının yüzde 19’u civarında bir ruhsatlı konut stoku ve eğer bu stokları düzeltip, gelecek nüfus artışını ve sosyal değişimleri göz önüne alırsak da 2015’e kadar 2 100 adet yeni konut ihtiyacı olan bir megakentten bahsediyoruz. Şu andaki konut stokunun 3 200 olduğunu düşünürseniz, önümüzdeki on yıl içerisinde İstanbul'da yaklaşık yüzde 70-80 daha fazla konut yapmamız lazım ki, bizim şu anda içinde yaşadığımız kötü yapılaşmayı bir şekilde ortadan kaldırıp, gelen talebi eritelim. İşin esas kısmı zaten bundan sonra başlıyor. Bu yapılabilir mi, yapılabilirse nasıl yapılabilir ve bu kriz ortamının bunun yapılabilirliğine etkisi nasıl?

Çok kaba bir hesapla söylemek gerekirse, sırf maliyet açısından bakarsanız, -kusura bakmayın, ben finansçı olduğum için, hep maliyet açısından konuşacağım, zaten burada çok değerli hocalarımız var, şehirleşme açısından konuşurlar- bizim yaklaşık on senedir 170 milyar dolara ihtiyacımız var, sırf konut stokunu yenilemek için. Bunun içerisinde ulaşım yok, altyapı yok, hastaneler yok, sosyal donatılar yok, hiçbirisi yok. “Bu miktarda parayı İstanbullu karşılayabilir mi; bu nasıl yapılabilir?” sorusu var. İstanbul'un gelir dağılımına bakarsanız, her ne kadar Türkiye'den daha zengin bir şehir olmakla beraber, nüfusun yüzde 60-70’i şu anda 100 bin liralık bir evi dahi alabilecek tasarruf etme olanağına sahip değil. İstanbul'daki nüfusun yüzde 65’i şu anki gelir yapısı itibariyle 100 bin liralık bir evi sıfırdan başlayıp, alabilme şansına sahip değil. Bu bahsettiğim rakamı, yaklaşık 20 sene tasarruflarını biriktirmekle ilgili olarak bahsediyorum.

Page 62: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

62

İstanbul'un nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i eğer vadeler uzarsa, eğer faizler düşerse, eğer arsa fiyatları da artmazsa, 50 bin liralık bir evi alma şansına sahip. Bu birinci gerçektir. Demek ki, İstanbul'da gerçekten böyle bir şey yapabilmemiz için çok ucuz maliyetli konutlar üretmemiz lazım ve uzun vadeli tonlamalara ihtiyacımız var.

İkinci konu; İstanbul'da hep bahsettiğimiz arsa konusudur. Arsa konusu kangren haline dönüşmüş, şehrin merkezinde, ama İstanbul'un metrekare olarak bakarsanız, yaklaşık -yanlış hatırlamıyorsam- 5500 kilometrekare civarında bir alanı var. Bu alanın içerisinde yaklaşık 3 200 kilometrekaresi halen devlete ait. Şehir merkezi dışındaki alanları da düşünürseniz, İstanbul Şehri’nin yaklaşık yüzde 60’ı hâlâ devlete ait. Bu arsaların bir şekilde hayata geçmesi ve bunların uzun vadeli korunarak, daha ucuz fiyatta evlerin yapılması gereği ve çözümü ortada duruyor.

Krizin etkisi nedeniyle maalesef şu anda uzun vadeli kaynak Türkiye'ye giremiyor. Türkiye'de de uzun vadeli yatırım yapacak bir kaynak yok. Burada da yapılması gereken iki tane şey var.

Birincisi; dıştan biraz sermaye çekmeye yine çalışacağız, belki daha da önemlisi iç kaynakları harekete geçirmemiz lazım. Maalesef, Türkiye'de de sermaye birikimi olan insanların sermayeleri toplulaştırıp, böyle büyük yatırımlara girme şansı ya da ortamı şu anda yok, hatta isteği de yok, biraz da.

Diğer yandan bakarsanız -özellikle geçen hafta da Exporial’deydik, evvelki hafta Münih’te, daha önce de birçok yerlerde temaslarımız oldu- bütün yabancı yatırımcıların söylediği şey, önümüzdeki 10-15 sene içerisinde Türkiye'nin çok büyük bir potansiyele sahip olduğu ve yatırım için belki de dünyada gidilebilecek iki-üç ülkeden birisi olduğudur. Bunu yabancı yatırımcılar söylerken, hâlâ bizim Türk yatırımcılar bu konuya inanmakta zorluk çekiyorlar ama fandımentıllara bakarsanız, Türkiye'nin dinamiklerine bakarsanız, Türkiye'de çok büyük bir büyüme potansiyeli var. Bu büyüme potansiyeli de bir şekilde özellikle yabancı yatırımcıların harekete geçireceğini ve Türk yatırımcıların önümüzdeki dönemde bundan faydalanacakları aslında açıkça gözüküyor.

Kısaca toparlamak gerekirse, bu kriz Türkiye'nin ya da İstanbul'un gelişimini aslında biraz duraklattı. Ama 2006 gibi bir senenin tekrar yaşanması aslında zaman meselesi. Bir seneye kadar ya da üç seneye kadar ya da dört seneye kadar tekrar çok canlı bir gayrimenkul piyasası ve buna bağlı olarak da yatırımcıların çok rahatlıkla yatırım yaptığı bir piyasa gelişecek. Çünkü, iç dinamikleri çok büyük bir ülke olması, büyüme potansiyeli, nüfusunun geç olması, müteşebbis olması gibi birçok şeyi ark arkaya eklediğiniz zaman ülkemizde bunun kaçınılmaz olduğu bir gerçek.

Page 63: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

63

Ben bu noktada keseyim. Belki daha sonra sorularla beraber daha detayda birkaç şey konuşmak mümkün olur, teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz de teşekkür ediyoruz. Eminim, bu konuda epey soru alacaksınız. Çünkü hepimizin aklına takılan bu konuyla ilgili gerçekten çok şey var.

İkinci sırada Sayın Gül Deliktaş var. Strateji ve Geliştirme Daire Başkanlığından, buyurun.

GÜL DELİKTAŞ (Strateji ve Geliştirme Daire Başkanlığı)- Değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bize iletilen sorulara geliştirdiğimiz cevaplarla bir 20 dakikayı belki bulmayacak bir çerçeve çizmek istiyorum.

Toplu Konut İdaresi Başkanlığını temsilen katıldığım için, ben bu krizdeki kamunun aldığı pozisyon ve kamu-özel işbirliklerindeki etkilenme düzeyi; kamu eliyle sunulan konutlardaki talep değişiklikleri ve müşteri memnuniyeti; yatırımların azalması, şehirlerdeki yatırım oranlarımızla ilgili, satış grafikleriyle ilgili size bilgi vereceğim ve bundan bizim gelecek dönemdeki vizyonumuzun nasıl etkilendiğinden, stratejik planlamadaki ana kararlarımızın nasıl etkilendiğinden bahsetmek istiyorum.

Öncelikle biliyoruz ki, kamu-özel işbirlikleri konut alanında oldukça yaygın; kentsel altyapı alanında da oldukça yaygın. Bunun kriz sonrası etkileri her ne kadar Amerika'da hepimizin şimdiye kadar gayet iyi öğrendiği konut piyasasında başlayan, türev piyasalarda yoğunlaşan, daha sonra Avrupa’ya sıçrayan, ülkemizde de gerek üretim sektöründe, gerekse de diğer sektörlerde etkilerini yansıtan krizin konut alanındaki yansımaları yine –biraz- Türkiye özelinde kendisini gösterdi.

Türkiye hem konjonktürel gelişmeleri izleyen bir ülke; bunlardan etkilenen bir ülke, hem de çok baskın bir konut talebi olan bir ülke. Bizde, konut sektöründe devletin ve belediyelerin ciddi bir konut yatırımı var. Belediye eliyle üretilen konutlar, gerek 775 sayılı Gecekondu Önleme Yasası çerçevesinde, gerekse sosyal konut politikalarının uygulandığı dönemlerde, kooperatiflere kamu kaynaklarıyla bir finansman önerildiği dönemlerde devlet tarafından yapılarak ya da devlet tarafından finanse edilerek, konuta aktarılan kamusal finansmanlar çok yoğun Türkiye'de.

Dolayısıyla, kriz dönemlerinde işsizlik, hane gelirlerinde azalma, belirsizlik gibi etkilerle konut talebinin baskılandığını görüyoruz. Ancak, gerçek konut ihtiyacının değişmediğini tespit edebiliriz.

Dolayısıyla, tüm bu faktörler göz önüne alındığında, Türkiye'deki bu dominant konut talebi, konut ihtiyacı, konuta erişemeyen kesimlerin kriz öncesinde ve kriz sonrasında da bu erişimlerinin hâlâ çok zor ve seçeneksiz bir piyasada olması sebebiyle, biz konuta olan talebin azalmayacağını

Page 64: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

64

düşünüyoruz. Azalmadığını da kendi hizmet verdiğimiz hedef kitlenin hareket ve davranışlarından izleyebildik.

İnşaat sektörü tabii ekonomide çok önemli, çarpan etkisi çok fazla olan bir sektör. İnşaattaki bir gelişme ya da inşaattaki olumsuz bir dalgalanma diğer sektörlere de bu malzemeler, işçilik, yatırım yapılan şehirlerdeki diğer sektörlerde ortaya çıkan talep ve arzlarla ciddi bir etki yaratıyor. Hatta Türkiye Müteahhitler Birliğinin web sitesinde de güncel olarak yayınlanan verilere baktığımızda, sektörün istihdama katkısı yüzde 15 gibi ciddi bir katkıdır. Gayri Safi Hâsıla içerisinde yüzde 8’lik bir payı var.

Diğer sektörler de işin içine katıldığında, inşaat sektöründeki yatırımların durmaması kriz döneminde çok önemli. Çoğu ülkedeki siyasi otoriteler kamu yatırımlarını kriz döneminde bir lokomotif olarak tercih edebiliyorlar. Geçmiş kriz dönemlerinde yurtdışı örneklerinde de var. Şu anda da kamu yatırımları hükümet politikalarında hâlâ çok gündemde. Dolayısıyla, kamu yatırımları eliyle de ekonominin canlandırılması tercih edilen bir metot şu anda.

İnşat sektörü tabii toplumların gelişmişlik seviyesiyle de gelişiyor. Ama Türkiye özeline ve kriz dönemine baktığımızda, talep eden grupları değişik kategorilerde incelediğimizde, biz toplu konut olarak bir köprü finansman yapmaya çalışıyoruz. Hasılat paylaşımı dediğimiz, gelir paylaşımı dediğimizde, iştiraklerimizle ilgili de genellikle metropol kentlerde yönetmeye çalıştığımız üst ölçekli, üst gelir grubunu hedefleyen daha pahalı, daha büyük, daha değişik finansman yöntemleriyle ve değişik satış teknikleriyle belli gelir grubunu hedefleyen projelerimizle, gerek ihale sürecindeki talepte, gerekse de bunların satış grafiklerinde çok dramatik olmasa da, olumsuz bir gelişme oldu diyebiliriz.

Yani, bu bir beklenti, bir bekleme düzeyi. Bu talebin ertelenmesi, bu konutların satışında bir bekleme süreci, bir tedirginlik oldu konut döneminde. Bu fiyatlara da yansıdı. Ancak, diğer tarafta bu finansman havuzunu aktardığımız alt gelir grubu ve fakir gruplarında konut ihtiyacı çok baskın ve piyasa içerisinde ödenebilir seçenek oldukça az olduğu için, buradaki talepte bir azalma yok.

İdare olarak illerde yaptığımız alt gelir, orta gelir ve fakir konutu uygulamalarında bir talep azalması olmadı. Bunların tamamına yakını hâlâ başvuru yöntemiyle değil, arz edilen konut sayısı talepten az olduğu için bir kura yöntemiyle -2009’da da bu değişmedi- böyle bir çerçeve içerisinde satılıyorlar. Çünkü uzun vadede düşük taksitlerle kimi zaman peşinatsız, kimi zaman çok düşük peşinatlarla bir satış var ve bunun da çok fazla özel sektör eliyle uygulanma seçeneği yok.

Şunu da gördük: İnsanlar üst gelir grubunda, lüks tüketimde hocalarımızın da bahsettiği gibi, bu tercihlerini erteleyebiliyorlar,

Page 65: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

65

vazgeçebiliyorlar, hayati bir şey yok, yalnız konut Türkiye'de insanlar için hayati bir tercih gibi görünüyor hâlâ. Çünkü ne olursa olsun, biz o 200 lira taksitlerin ödendiğini gördük. Ödeyememeden dolayı Toplu Konut İdaresi iade oranı çok düşük, yüzde 1 ve 300 bin konut satıldı. Bunun da metrekare bazında, 100 metrekare ve altındakilere baktığımızda, yüzde 78’i sosyal konut ve yüzde 1 ödeyememe oranı olarak iade bize ne olursa olsun, bir taksitin ödenmeye çalışıldığını, hedef kitlenin konuttan kopmamaya çalıştığını gösteriyor.

Biz bu dönemde özellikle kentsel yenileme projeleri, yasal anlamıyla kaçak yapılaşmış bölgelerin, gecekondu bölgelerinin tasfiyesi projelerinin de zaman içerisinde daha çok gündeme geleceğini ve kamusal yatırımlar kadar, özel sektör yatırımlarıyla gündeme geleceğini düşünüyoruz. Ancak, yine fakir gruba ödeme güçlüğünde olan halka, ödeyebilir, erişilebilir taksitlerle konut sunumu düşünüldüğünde ve diğer taraftan kente göç etmiş ve yine kiralık sektörde bulunan konut mülkiyet talebinde bulunan insanlar için, alt gelir grubu, orta gelir grubu, memurlar, ücretli çalışanlar. Bunların da talebi düşünüldüğünde, biz bu kriz sonrası dönemde ve önümüzdeki 5–10 yıllık periyotlar halinde kamusal yatırımların konut sektöründe hâlâ piyasada baskın olacağını düşünüyoruz.

Türkiye'de eğitim aldığımız üniversitelerde gördüğümüz, sektörde uygulayıcılar olarak dile getirdiğimiz gibi nitelikli konut talebi de var. Türkiye'de bir “yap-sat”çılık gerçeği var. Tek parselde, tek bir konut üretimi ve bunun yarattığı, bunların bir araya gelmesinden yaratılan konut çevreleri. Bunun krizden etkilenmesi, kriz karşısında aldıkları önlemler daha farklı. Toplu konut üretimi yapan, İstanbul'da örneğin gibi, Türkiye genelinde Toplu Konut İdaresi gibi, burada ölçek maliyetleri, ölçek ekonomileri, yaratılan çevre içerisinde hane halklarına sunulmaya çalışılan eğitim, sağlık, kültür gibi hizmetler bir arada sunulduğunda, bunun maliyetlere çok fazla arttırıcı etki yapmadığını ya da ilerleyen dönemde bu maliyetleri yine sineye çekerek, toplu yatırımların devam edeceğini düşünüyoruz.

Özel sektör yatırımcıları için baktığımızda, biz şöyle bir hedef de görüyoruz: Özel sektör yapısı gereği, prensibi gereği maliyetlerini dikkate almak zorundadır. Dolayısıyla, buradaki piyasadaki dalgalanmalar ve fiyat değişikliklerinin özel sektörün aldığı daha değişik imajlarda konut sunumu, bunların pazarlanması, bunlarla ilgili satış politikaları, maketten satışlar, yap-satçılık değil de, “sat-yap”çılığa dönüşler. Bunlar kriz öncesi zaten başlatılan, kriz sonrası da bir araç olarak kullanılan unsurlar. Ama kamusal alanda yine kamu kaynaklarının özellikle bu erişimde sıkıntı duyan dezavantajlı gruplar için konut açısından yine pazara aktarılacağını düşünüyoruz.

Üst ölçekli planlamaya gelince, üst ölçekli planlar tabii kentlerin bölgesel ve yakın çevresiyle olan gelişimlerinde belli bir bütünlük sağlanmasını hedefleyen planlar. Sadece plan yaparak kentsel ekonomilere

Page 66: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

66

katkıda bulunmak işin bir noktası. Planlarımızı mevcut ekonomik, sosyal, kültürel değişimlere uğrayan kentlerimizde ya da o kentin sebep olmadığı, fakat maruz kaldığı değişiklikler için revize etme noktasında da plancılar olarak belki yeni bir gündem tartışması yapabiliriz.

Burada sosyal adalet ve ekonomik verimlilik birbirlerine karşı gelen ve sadece denge prensibiyle bir araya gelebilecek kavramlar. Eğer, kamu kaynaklarının ekonomik olarak en verimli şekilde dağılmasından bahsediyorsak, burada Türkiye'nin doğusunu görüyoruz. Sadece batısını görüyoruz, sosyal adaletten bahsettiğimizde, o zaman Türkiye'nin doğusunu da görür hale geliyoruz.

Kriz döneminde bence en önemli kamu politikalarından birisi ulaşım konusunda da, eğitim konusunda da, sağlık konusunda da, yani bir vatandaşa verilmesi beklenilen hizmetler konusunda baktığımızda, bu dengenin kurulması için hem üst ölçekli planlarda, hem alt eylem planlarında yeni politikaların geliştirilmesi olacaktır diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Prof. Dr. Fulin Bölen buyurun.

Prof. Dr. FULİN BÖLEN- Teşekkür ederim.

“İstanbul Buluşmaları”nın bu üçüncü yılında tekrar bir arada olmaktan dolayı çok mutlu olduğumu söylemek istiyorum ve bütün düzenlemeyi yapan arkadaşları kutluyorum ve teşekkür ediyorum.

Ben de bu oturumda “global krizde konut sektörü ve biraz da planlama ne oldu?” sorusu üzerinde duracağım. Ben belki biraz daha arka planına bakmak istiyorum. Sonra krizin niteliğini biraz inceledikten sonra, İstanbul'daki konutun krizden önceki durumu ve kriz sırasındaki durumunu inceleyerek, belki sizin sorularınızı yanıtlamayı başarabilirim.

Global kriz diyoruz. Global kriz aslında böyle sayılarla ifade edildiği zaman, finansman olayı gibi karşımıza çıkıyor. Aslında bunun arkasında bütün dünyayı etkileyen çok politik şeyler de var ve onları da görmemiz gerekiyor. Çünkü bunlar da bizim planlamamızı etkileyen dünya görüşlerini içeriyor.

Globalleşmenin aslında geriye doğru gittiğimiz zaman, birtakım temel taşları var. Onlardan birincisi; 1973’te petrol krizinden sonra, İngiltere’de iktidara gelen Thatcher’le, Amerika'da iktidara gelen Reagan arasında ve onların belki tesadüfen veya aynı görüşte oldukları için geliştirdikleri birtakım neoliberal ekonomik politikaların ortaya çıkmasıyla da başlıyor.

Bu olay sadece orada kalmıyor, dünyayı etkilerken, Türkiye'ye de ilk defa o dönemde geliyor. Biz Türkiye'deki konut politikasını anlatırken, en

Page 67: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

67

temel noktalardan birisi Özal’ın Toplu Konut Yasasıyla birlikte Türkiye'de toplu konut üretimini desteklerken, aslında büyük sermayenin konut üretimine girmesini ve aynı zamanda o sırada darboğazda bulunan ekonomiyi canlandırması gibi hedefleri var. Bu aslında, Amerika’daki tutumdan çok farklı bir şey değil. O dönemden beri biz aynı globalleşme politikalarının içerisine girmiş durumdayız.

Gene o dönemde bizim açımızdan ilginç olan Thatcher yönetimi Londra’daki planlama bürosunu kapattı; yani Londra Greater Land’ı kapattı, yani “ben bütün bu işleri yapacağım” dedi. Bu da bence bize ders olması gereken şeylerden birisiydi.

Sonra, 89’daki Doğu Bloku’nun da çökmesiyle belli bir olay ortaya çıktı. Bu dönemde neoliberal, yaklaşımın aslında, arkasında belli birtakım anlaşmalar var. O anlaşmalardan birincisi; Nixon’ın altına dayalı parayı kaldırması, bu finans ortamına geçilmesiyle birlikte ve buna bağlı olarak büyümenin, sürekli büyümenin önerilmesi. Bu politikanın geçerli olması için, ülkelerin ekonomilerini sürekli genişletmeleri gerekiyor.

Bunun yapılması için, belli bir yaklaşım, bütün dünya ülkelerine empoze edilmeye çalışılıyor bu da şu: Yüksek borç, bu yüksek borç önemli bir şey. Yüksek borç, düşük ücret. Bütün dünyada büyümenin bu şekilde gerçekleşmesi öneriliyor. Finans sisteminde düzenlemenin kaldırılması serbesti, ticari engellerin kalkması, faizlerin serbest piyasada belirlenmesi gibi bir durum.

Sonuçta, bu herkesin ekonomiyi son derece serbest bir şekilde yönlendirmesi ve durmadan ve her şeye rağmen büyümek gibi bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Bunları incelediğimiz zaman, aslında son dönemde Türkiye'de yaşanın bu ciddi bir açgözlü yaklaşımın aslında dünyadaki genel konjonktürün bir parçası olduğunu ve bize birtakım güçler tarafından aslında nasıl empoze edilmekte olduğunu daha kolay görebiliyoruz. Bunu görünce de, bizim bundan kurtulmamızın, yani bunu değiştirmemizin ne kadar güç olduğu da ortaya çıkıyor.

Sonuçta, global krizle beraber aslında global krizin küçük bir olayla başlaması da enteresan. O da yine konutla ilgili bir olayla, Amerika'da küçük bir konut sektöründeki geri ödemelerin gerçekleşememesinden kaynaklanan banka sisteminin krize girmesi olayı. Orada bir küçük noktada başlayan olayı, aslında bir virüsün yarattığı bir aksırmayla bütün dünyanın nasıl etkilendiğini gördük. Bu, büyük bir güç olduğunu da böylece ortaya çıkardı. Bizim mücadele planlı olarak yapmaya çalıştığımız zaman, neyle mücadele ettiğimizi bilmemiz bakımından çok önemli.

Bir de şu var: Bir yandan bütün bunların olması sonunda bu gerçek ortaya çıktı. Herkesin gözü önünde oldu. Hatta bunun savunucuları bile, böyle bir bu neoliberal ekonomi sisteminde çok güçlü olduğunu düşündükleri

Page 68: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

68

bu sistemin bir zayıf noktası olduğunu görmeleri ve bunu açığa vurmaları enteresan ve yararlı bir sonuç oldu. Bu da umarım bize ders olacaktır.

Bu koşullar altında, yani böyle bir dünya ortamında Türkiye'deki konut sektörü yine 1980’lerdeki bu liberal görüşün benimsenmesiyle, konutu bir sektör olarak kabul edip ve bunu ekonominin bir parçası olarak görmesi, konutun toplumun ihtiyaçlarını karşılaması gereken bir sosyal hizmet olması yerine, bunun özel sektör tarafından, imkânları ve tercihleri çerçevesinde geliştirilen bir sektör olmasının benimsenmesini sağlamış ki sonuçlarını aslında biz bugün yaşıyoruz.

Aradan geçen 20 yıl içinde gerçekten inşaat sektörü Türkiye'nin üçüncü sektörü haline gelmeyi başarıyor. Bu arada İstanbul'da ne oldu? İstanbul'da krizden önce zaten konutla ilgili çok büyük problemler yaşanıyordu. Yine sabahleyin de söylendi, şehrin yüzde 65’i uygun olmayan konutlarda yaşıyor ve bunun değişmesi için hâlâ bir baskı altında şehir. Bir yandan bu problemler ortadayken, bir yandan da biz plancılar şehrin nüfusunun çevre düzeni planında belli bir sınırda tutmak, şehrin hassas alanlarına gelişmeleri engellemek için birtakım kurallar geliştirmeye çalışırken, diğer yandan şehrin üzerindeki nüfus baskısını, yatırım baskısını artıran birtakım kararlar da alınıyor. 3. köprü kararı, İstanbul'un finans merkezi olması kararı gibi kararlar da alınıyor ve de biraz evvel arkadaşımızın söylediği “gayrimenkul sektörünün geleceği parlak” ifadesi bence soru işareti.

Gayrimenkulde çok yatırımlar olacak, yabancı sermaye gelmek istiyor. Bütün bunlar şehir üzerindeki baskıyı daha da artıran, biz plancıların şehri tehdit eder gördüğümüz faktörler. Dünya global ekonomik sistemi içinde daha çok İstanbul'u tehdit ettiğini gördüğünüz faktörler.

Bu krizde ne oldu; bu İstanbul'un durumu böyleyken krizde ne oldu? Artış tabii ki nüfus artışındaki biraz hafifleme olmuştur, onu ben şahsen tam bilemiyorum. Kesinlikle ekonomi daraldığı için konutların satışları durdu. Satışları durduğu zaman, normal olarak fiyatlar biraz düştü, yüzde 25 gibi düştüğü iddia ediliyor. Düştü, fakat satın alma imkânı çok fazla olmadığı için üretim durdu. Normal olarak üretim durduğu zaman, bunun yan etkileri de olacaktır. Ekonomiyi daha çok darboğaza sokabilir bir yandan, bir yandan da üretim durduğu için fiyatlar uzun vadede tekrar artacaktır. Çünkü arz-talep nedeniyle arz azalacağı için, ileride talep fiyatları da artacaktır.

Böyle bir durumdayken, bir yandan da şöyle bir gerçek ortaya çıktı. Gayrimenkul üreten kurumlar, özel firmalar aslında bundan çok üretimlerini düşürüyorlar, fakat çok da ekonomik olarak etkilendikleri söylenemez, gerçek deneyimli gayrimenkul firmaları için söylüyorum. Krizin şu yararı da oldu: Bir dönem konuta çok fazla talep olduğu düşünülerek, çok fazla ve deneyimsiz

Page 69: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

69

firma sektöre girerek, yanlış üretimler de yapmış olabilirler. Bunlar, bu kriz nedeniyle bu piyasadan çekilmek durumda kaldılar.

Deneyimli firmalarsa beklemeye geçtiler. Bir yandan da küçük konutlar üreterek, hiç proje yapmadan, direkt kâğıt üzerinde satmayı da başardılar. Belli bir süre, belli bir kitleye küçük konutlar satmayı başardıkları da söyleniyor. Bu firmaların bizim açımızdan ilginç olan yönü ellerinde büyük araziler var ve arazi değerlerini kendi isteklerine göre ayarlayabilecek durumdalar. Aynı zamanda, bu arazilerin plan içinde konut olarak belirlenmesi, belli yapılaşma katsayılarıyla belirlenmesi için de büyük bir ihtimalle plana katkıda bulunuyorlardır.

Bir yandan da böyle bir durum var. Yani, İstanbul'daki konut sorununun gelişmekte olan büyük sermayenin ihtiyaçlarını karşılayan bir yönde konut üretme durumu var. Öbür tarafta da bu konutları alamayan, büyük ölçüde yüzde 65’i bunları alamayan yüzde 65’i için konut hâlâ üretilemiyor.

TOKİ'nin bunun yapması ümit ediliyordu, fakat incelediğimiz zaman, TOKİ'nin ürettiği konutlar hem çok küçük -düşük gelirli ailelerin nüfuslarını karşılayacak kapasiteler çok küçük- hem de gerçek fakir ailelerin, dar gelirli ailelerin o 100–200 lirayı ödeme imkânları da olmadığını hesaplarımıza göre tespit etmiş bulunuyoruz.

Böyle bir durumda, bir yandan İstanbul'un nüfusunu artıracak birtakım yatırımları söz konusu, devam ediyor. Krizle birlikte bunların durduğunu ümit ediyoruz. Fakat böylece şunu de ümit ediyoruz: Bize bir düşünme fırsatı verecek. Yani, yöneticileri, plancılara, yatırımcılara bir düşünme fırsatı verecek. Bu yatırımların acaba üst planlardan bağımsız olarak yapılması doğru mudur? Üst planların yönlendirmesi, üst planlarda yapılaşmaya açılmaması gereken yerlerin korunması, İstanbul'un hassas noktalarının korunmasına imkân verecek bir duraklama olduğunu ümit ediyorum ben bunun.

Böylece, biraz daha tartışarak, İstanbul'un ve İstanbul’la beraber ülkenin bu koşullarda değerlerini birlikte düşünerek, nasıl çözümler üretilmesinin daha doğru olduğunu, tartışma imkânını yaratacağı için bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ediyoruz.

Sırada Ertan Şimşek var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama Dairesi’nden katılıyor aramıza.

Ertan Bey buyurun.

Page 70: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

70

ERTAN ŞİMŞEK (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Planlama Dairesi)- Teşekkür ederim.

Ben öncelikli olarak mezun olduğum okulda böyle bir toplantıya katılmaktan da çok memnunum. O yüzden, Şehir Plancıları Odamızın İstanbul Şube Başkanı Erhan Bey’e ayrıca teşekkür ederim.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yatırımları açısından ve özellikle ulaşım yatırımları açısından planlamayla ilişkilerini kurarak sizlere bazı bilgiler vermek istiyorum. Büyükşehir Belediyesi Planlama Dairemiz 1/100 000 ölçekli bir plan yaptı. Bu planda nüfus 2023 projeksiyonu 16 milyon kişi olarak tasarlandı ve buna göre bazı arazi kullanım kararları alındı.

Biz de bu planın kesinleşmesine müteakip Ulaşım Dairesi olarak bir ulaşım ana plan çalışmasına başladık. Ulaşım ana planı çalışmasında belirlenmiş olan arazi kullanım kararları doğrultusunda hareket ettik ve belirlenmiş olan nüfus ve istihdam değerleri baz alınarak, bir çalışma ortaya çıktı. Şu anda o çalışmanın son rötuşlarını yapıyoruz. Yakında açıklayacağız.

Şu andaki mevcut duruma bir bakacak olursak, İstanbul'da Anadolu ve Avrupa Yakası’nda yaşayan nüfus oranı yüzde 40–60 gibi ve çalışılan taraf Avrupa Yakası, oturulan taraf Anadolu Yakası. 1/100.000 ölçekli plan, 16 milyonun, 6 milyonunun Anadolu Yakası’nda yaşayacağını, 10 milyonun da Avrupa Yakası’nda yaşayacağını öngörüyor ve istihdamı da kendi içinde çözmeye çalışıyor. Bunu da yeni gelişme alanları oluşturarak, özellikle Kartal bölgesinde yeni çekim merkezleri oluşturarak ve MİA’lar, alt bölgeler oluşturarak sağlamaya çalışıyor.

Biz şu andaki mevcut ulaşım sistemine bakacak olursak, raylı sistem ve şu anda İstanbul'da 1 milyonun üzerinde yolcu taşıyoruz. Karayoluna bağımlı bir şehiriz. Yüzde 88’i karayolu üzerinden ulaşımını sağlıyor İstanbul halkının ve bu yüzde 88’in de yüzde 25’i özel araçlarıyla ulaşım sağlıyor. Deniz payımız da maalesef çok düşük, yüzde 4 civarı kalıyor. Mevcut durumda 1 milyon kişi de yüzde 8’e tekabül ediyor raylı sistem oranı.

1/100 000 ölçekli planda ortaya konulan raylı sistem kararları bizim ulaşım ana planında da gösterdiğimiz gibi yaklaşık 600 kilometrelik bir raylı sistem ağına ulaşmayı hedefliyor 2023 yılında. Şu anda inşaatı devam edenlerle birlikte, inşaat ihalesi aşamasında olan beş hattımızın 2013 yılında, Marmaray’ın da biteceği bir tarihe denk gelen 2013 yılında bitmesiyle, biz yaklaşık 7 milyon kişiyi raylı sistemle taşımayı ve bu oranı da yüzde 18 gibi bir rakama çekmeyi düşünüyoruz.

Bizim hem ulaşım ana planı kararlarında, hem de şu anda dairemizin yaptığı çalışmalarda toplu taşıma öncelikli olarak projelerimizi geliştiriyoruz. Peki, bu kriz bizi nasıl etkiledi? Krizin etkilediği taraf bizim karayoluna olan

Page 71: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

71

imalatlarımızı durdurmamız şeklinde oldu. Bu aslında bakacak olursak, olumlu bir sonuç oldu. Şu anda yeni yönetimimizle birlikte, yeni seçimlerden sonra ortaya çıkan yeni yönetimimizle birlikte önceliğimiz raylı sistemlere yatırım.

Bunun için de raylı sistemleri geliştirmek için de şu anda her ne kadar Büyükşehir Belediyemizin gelirinin yüzde 60’ı ulaşım yatırımlarına ayrılmış olsa bile, bu raylı sistemlerin yapımı için yeterli bir bütçeye sahip değil. Onun haricinde, İETT ve halk otobüslerinin sayısının artırılması gibi bir hedefimiz de var. Bir de deniz ulaşımının payını bir miktar daha arttırmayı hedefliyoruz. Fakat denizi öngörülen rakamlara çıkartmakta zorlanıyoruz. O yüzden, biz daha çok yük taşımacılığını, lojistik taşımacılığı denize kaydırmaya çalışıyoruz. Özellikle, boğaz köprülerini geçmemeleri için Marmara Denizi’ni kullanmaya çalışıyoruz ki, bununla ilgili planlama çalışmamız şu anda devam ediyor.

İstanbul’a lojistik gelişin ve gidişin 1/3’ü Akdeniz Belgesi’nden, 1/3’ü Ege Bölgesi’nden, 1/3’ü de İç Anadolu’dan geliyor ve bunlar genellikle boğaz köprülerini kullanarak geçiyor. O yüzden, sabahki konuşmacılarımızın söylediği bazı şeyler var. Onu destekleyici çalışmalar yapıyoruz.

Bandırma kısmından, Mudanya’dan, İstanbul'un daha dış bölgelerine Ambarlı Limanı’na bu yükü deniz yoluyla aktarıp, yine TEM ve bağlantı yolları vesilesiyle hiçbir şekilde şehir içine girmeden, bu ulaşımı aktarmaya çalışıyoruz.

Şimdi, ben özel araç kullanımıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Şu anda İstanbul'un merkezlerine kadar herkes kendi araçlarıyla gelmek istiyor. Şu anda elimizde de bir raylı sistem ağı olmadığı için, bunları engellemek veya bunları yasaklamak gibi bir lüksümüz şu anda olamıyor, ama şöyle çalışmalarımız var. Raylı sistemlerimiz açıldıkça, özellikle 2013 yılını biz hedefliyoruz. Bu beş sene sonra otoparkla ilgili bir politikamız var. İstanbul'un merkezlerine otomobilin girişini engellemeyi hedefliyoruz. Bunu bir fiyatlandırma politikasıyla yapmayı düşünüyoruz.

Merkezi yerlerdeki otoparklar kapasitesi artırılmayacak, mevcut otopark kapasiteleri korunacak, fiyatlar artırılacak ve dış çeperlere gittikçe bu fiyatlar düşecek ki, raylı sistemlerle birebir herkes, hem çalışanlar, hem de ziyaretçiler İstanbul'un merkezi yerlerine gelsinler. Bunların entegrasyon noktalarında; bizim raylı sistemlerimizin entegrasyon noktalarında da transfer merkezi dediğimiz alanlarımız var. İstanbul'da şu anda bu planların 600 kilometre uzunluğundaki raylı sistemlerin entegrasyon noktalarında yaklaşık 71 adet transfer merkezi kullanıyoruz.

Şimdi, bunların hepsinden bahsettikten sonra, finans kısmına geçelim. Bunları ne şekilde gerçekleştireceğiz? Karayolu sistemine ve deniz yoluna yaptığımız yatırımlarımız öz kaynaklarımızla. Raylı sistemlerimizin bir

Page 72: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

72

kısmı da, şu anda inşaatı devam edenler de öz kaynaklarımızla sürüyor. Bunlar herhangi bir şekilde -raylı sistemler açısından söylüyorum- sekteye uğramaz ama karayollarının üzerinde yaptığımız bazı projeler durdu. Şu anda toplu taşıma öncelikli olarak düşündüğümüzden dolayı, ilk hedefimiz otoparkları bu belirlemiş olduğumuz politikalar doğrultusunda hayata geçirmek, transfer merkezini hayata geçirmek. Biz hem otoparkları, hem de transfer merkezleri için kamu arazilerini bulamadığımızda, özel mülklerle bunları planlıyoruz.

Kamulaştırma bedellerini de ödememek, hatta bu tesisleri üzerine inşa ederek teslim etmek üzere bazı özel sektörle işbirliği projelerimiz var. Bunlar yap-işlet-devret de olabiliyor; kamu-özel sektör oraklığı olarak adlandırılan farklı politikalar da olabiliyor. Fakat bunların ülkemizde yasal zemini yok şu anda. Özellikle kamu sektörü, özel sektör işbirliği açısından uygulamaya çalıştığımız projeler tamamen karşılıklı güven esasına dayalı. Bunları yasal zemine oturtturmamız gerekiyor, böyle bir açılımımız var.

Raylı sistemlerimizle ilgiliyse, ihaleye çıkacağımızı belirtmiş olduğum beş tane hattımızın yaklaşık maliyeti 7,5 milyar dolar civarı. Bunların bazılarına kredi bulunmuş durumda, diğerlerinin de ihale sürecinde bu kredi görüşmeleri yapılacak. Zaten ihaleler o şekilde hazırlanıyor. Yani, krediyi, ihaleyi alacak olan firma kredisini de bulup getirip, bizim de masaya oturtturmamızı sağlıyor, biz de toplam maliyet üzerinden hesaplıyoruz.

Peki, bu kriz döneminde bu kredi bulabilme durumu ne oldu diye bir soru soracak olursak. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kredilibitesi yüksek, kredi bulmakta herhangi bir zorluk çekmiyor. Faiz oranlarında da çok fazla bir yükselme olmadı. Bu libor (london interbank overnight rate) artışı, üzerine konulan ülkenin ekonomik durumuna göre üzerine konular rakamlar toplamda liboru da düştüğü için şu anda, aslında kriz öncesi rakamlarla eşdeğer nitelikte, bir iki puan oynuyor.

İstanbul'a yaptığımız her yatırım da belli bir süre içinde maliyetini çıkartıyor, özellikle raylı sistemler. Raylı sistemlerle ilgili bize yap-işlet-devret modeline ilişkin bazı teklifler de geldi, fakat biz bunları hesapladığımızda, kredi aldığımızdaki bize olan dönüşümüyle, yap-işlet-devret olarak bize gelen tekliflerin bize dönüşümü açısından değerlendirdiğimizde, kredi alımının borçlanmanın kamu adına daha faydalı olduğu sonuçlarına vardık. Ama iyi bir teklif gelmesi halinde yap-işlet-devret modeline göre de belediyemizin bu projeleri düşünebileceğini söylemek isterim.

Kamulaştırma maliyetlerinin de yüksek olmasından dolayı şu anda söylemiş olduğum raylı sistemler üzerindeki ve karayolu sistemleri üzerindeki entegrasyon noktaları olan transfer merkezlerinin bu yönde uygulamaya dönük çalışmaları daha ağır basıyor.

Page 73: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

73

Burada tabii belediyenin bazı güçlerini kullanıyoruz; plan yetkisini kullanmaya çalışıyoruz, özellikle transfer merkezlerinde. Bu durumda yanlış da yapabiliyoruz, yanlışlarımızı bize odalarımız da hatırlatabiliyor; planlarımızı iptal ettirmek suretiyle. Ama biz onları tekrar düzeltiyoruz, “haklısınız” diyoruz. O yönde tekrar çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hedefimiz kamulaştırma ve imalat maliyetlerini minimize etmek suretiyle bu ihtiyacımız olan yatırımları yaptırabilmek.

Mesela, ulaşım ana planından edindiğim bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Şu anda İstanbul'da 750 bin araç otopark olmadan sokaklarda arkadaşlar. Yani, İstanbul'un tüm ilçelerinde 750 bin araç sokakta. Bu neden kaynaklanıyor? Daha önceki uygulamalardan kaynaklanıyor. Otopark bedellerinin ödenmeye çalışması, otopark yapılmamasından kaynaklanıyor. Belediyelerin bu paraları başka amaçta kullanmasından, otoparka aktarmamasından kaynaklanıyor.

Kendi ilçeleri bunları topluyor. Büyükşehir Belediyesinin hesabına yatırmamasından kaynaklanıyor. Yatırdıklarını zaten otopark bedeli olarak alınan rakamlar, otopark yapmak için çok düşük rakamlar. Biz mesela, geçmişten gelen sorunları da şu anda çözmekle ilgili çalışmalarımızı yapıyoruz, ama tabii bu 750 bin araç gibi hedefimiz var, artı araç sahiplerinin da artmasıyla, ekonomik duruma göre bu daha da üstüne çıkacak diye, yani bunları hesaplayıp, bu kadar otopark yapmamız gerekiyor diye de bir şey söylemiyoruz.

Genellikle 1/100 000 ölçekli planda yeni gelişme alanı, yeni konut alanı olarak belirlenen yerlerde ve belediyemizin çıkartmış olduğu Otopark Yönetmeliğinde bazı şeyleri artık mecbur bırakıyoruz. Yani, herkes kendi alanında, kendi fonksiyon alanı içinde otopark ihtiyacının çözümü nedir diyoruz ki, daha büyük büyüyen bir problemle karşılaşmayalım.

Bunlar şu anda denetleniyor aynı zamanda. Bizlerden de görüş alınmak suretiyle ruhsat aşamasında yönetmeliğe koyduğumuz bir maddeyle, Ulaşım Dairesinden de görüş alınmak suretiyle gerçekleştiği için, denetleme şansımız da oluyor. Ama özel araç kullanımı ne olursa olsun, ulaşım ana planında aldığımız sonuçları söylemek istiyorum. Düşürmekle ilgili bir hedefimiz olmasına rağmen, en azından sabit bile tutsak bizim için başarıdır diye düşünüyoruz. Çünkü merkezi iş alanlarının, planlanan merkezi iş alanlarının oluşmaması, fakat planlanan konut bölgelerinin oluşması ya da planda tarımsal niteliği korunacak alanlarla, havza alanlarında yeni yerleşimler olmamakla birlikte, burada mevcut yerleşimler var.

Bunların kontrol edilememesi, büyümesi, bunların hepsi ulaşıma ilave sorun olarak ortaya çıkıyor. Sektörel güç olarak bir MİA gelişimi, konut alanının oluşmasından daha önce veya daha sonra olursa, bunların hepsi

Page 74: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

74

yani 1/100000 ölçekli imar planının uygulanmasında oluşabilecek her türlü sorun ulaşıma problem olarak yansıyor.

Onun haricinde, planda olmayan bazı arazi kullanım kararlarının uygulanması bizim hedeflediğimiz yatırımların farklı yatırımlara dönüşmesine sebep oluyor. Mesela, biz planda bir formüla alanını hiçbir zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi planlarında göstermemişizdir. Çünkü o zaman, zaten Büyükşehir Belediyesinin yetkisi dışında bir yeri planlamıştır. Fakat biz Formula yollarına 100 milyon doların üzerinde bir para harcamak zorunda kalmışızdır.

Aynı şekilde, Olimpiyat Köyü, İkitelli bölgesindeki Olimpiyat Köyü için Büyükşehir Belediyesi yine yüzlerce milyon dolarlık bir yol harcaması yapmak zorunda kalmıştır. Biz bunları üst üste koyduğumuz zaman, 15 kilometrelik bir tramvay hattı yapabiliyoruz bu paralarla. Bunlar öngörülmeyen yatırımlar olarak ortaya çıkıyor. Maalesef, bunlar da hem bütçemizi etkilemiş oluyor, hem de yatırımları geriye atıyor.

Bu durumda yapmamız gereken tek bir şey var. Plana uygun hareket etmek. Yani, arazi kullanım kararlarını tamamen planlı bir şekilde gelişmesini sağlamak. Lojistik alanlardan da bahsetmek istiyorum. Mesela, sanayi ve lojistik alanı diğer fonksiyonları da beraberinde getirmesinden dolayı çok önemli. İstanbul 100000 ölçekli imar planında, Avrupa Yakası’nda, Hadımköy bölgesinde, Anadolu Yakası’nda Orhanlı bölgesinde bu alanlar belirlendi. Şimdi, bunlar planlara da işlendi. Hadımköy’ün 1/5000-1/1000 planlarına da işlendi. Fakat bu araziler kıymetlendi. Araziler kıymetlenince, biz lojistik şehir içindeki lojistik alanlarını buraya göndermekte zorluk çekmeye başladık. Bu durumdu bu zorladığımız kişiler daha kuzeyde tarımsal niteliği korunacak alanlar için de bize getirmeye başladılar. Yani bunun çok büyük bir tehlike olduğunu düşünüyorum.

Bunun gerekirse devlet eliyle arazinin elde edilmesinin devletin gücünü kullanarak elde edilmesi ve bunlara sağlanması gerektiğini düşünüyorum ki, eğer böyle bir durum olması durumunda, planlama hiçbir ulaşım yatırımının şu anda planlandığı gibi olmayacağını belirtirim ve tekrar bir ilave maliyetin çıkacağını düşünerek, ayrılmış olan ulaşım bütçesinin bu tip şeylere gideceğini söylemek istiyorum.

Bunun haricinde, Büyükşehir Belediyesinin yatırımlarının haricinde merkezi yönetimin de bazı ulaşım yatırımları oluyor. Biz bunları da test ediyoruz. Ulaşım ana planında elde etmiş olduğumuz model vasıtasıyla test etme imkânı buluyoruz. Bir karayolu tüp geçişi projesi, bir üçüncü köprü projesi, biz bunların hepsini test etme şansına sahibiz ve şu anda bu çalışmalarımız bitmek üzere.

Bu projelerin hepsinden neden bahsediyorum. Şöyle bir şey söylemek istiyorum: Mesela, Marmaray, mesela Formula–1 bu projelerin

Page 75: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

75

içinde bir ÇED raporu meselesi vardır. ÇED raporu genellikle bu projeler için, büyük projeler için ÇED raporuna gerek yoktur raporu alınır. İlave bir maddeyle 3. köprü için de aynı şey yapılmış.

ÇED raporunun içerisinde de sadece çevresel etkiler düşünülüyor. Aslında, çevresel etkilerle birlikte, benim şahsi fikrim, bu yatırımın buraya getireceği ilave maliyetler. Hem şehre maliyetleri, hem de ulaşım sistemine maliyetlerinin de bu raporu geliştirerek, bu rapor içinde yer alması gerektiğini düşünüyorum ve hiçbir büyük projenin de ÇED raporuna gerek yoktur demeden yapılması, ÇED raporunun yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Marmara örneğini vereyim. Şu anda Anadolu Yakası’nda ve Avrupa Yakası’nda toplam banliyö hattımızda-Marmaray’ın inşası sırasında bu banliyö hattı kaldırılacak, yani çalışmayacak- bu 130 bin kişi nasıl gidecek? Bu da hiç düşünülmemiş, hiç kimse bunu planlamamış. Bunların hepsini planlamak, bunların hepsini çözmek İstanbul Büyükşehir Belediyesinin görevi haline geliyor birdenbire. Denizde de çok fazla yükleyemediğiniz için, yine karayolu sistemine bu yük yükleniyor. O yüzden, İstanbul'a ne karar vereceksek, hem arazi kullanım kararı olsun, hem de ulaşım kararı olsun hangisi olursa olsun çok dikkatli ve detaylı düşünülmesi gerektiğine inanıyorum.

Projenin sadece kendi maliyeti değil, çevresine yaptığı diğer maliyetler de göz önünde bulundurulmalıdır diye düşünüyorum. Ama bizim Büyükşehir Belediyesi olarak bunların her bir yatırım içinde şehre ne getirip, ne götüreceğini ulaşım açısından test ettiğimizi de söylemek istiyorum.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz de teşekkür ediyoruz, verdiği değerli bilgilerden ötürü Sayın Şimşek’e.

Azime TEZER buyurun.

AZİME TEZER- “İstanbul Buluşmaları”nı çok önemsediğimi belirterek başlamak istiyorum. Çünkü meslek odamızın sekretaryasında ve yönetiminde İstanbul’daki üç planlama okulunun birlikte düzenlediği, İstanbul’la ilgili konuların tartışıldığı, çok önemli bir toplantı olduğunu düşünüyorum ve burada katılan tüm öğrencilerimizi de tebrik ediyorum, iyi ki buradalar. Ben de bu programın bir parçası olduğum için çok memnunum. Tekrardan teşekkür ederim, beni de davet ettiğiniz için. Ben de İstanbul ulaşımıyla ilgili açıklamalarda bulunacağım. Sevgili öğrencimiz Ertan Şimşek’in açıklamalarından sonra, aslında kafamda bazı sorular oluştu. Elbette bu anlatımdan sonra sorular kısmında sanırım bunları açıklığa kavuşturmak mümkün olacaktır.

İstanbul'un ulaşımınına, kriz ortamındaki duruma programda belirtilmiş sorular çerçevesinde açıklık getirmeye çalışacağım ve konuyu

Page 76: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

76

“Kentsel Ulaşım, Sürdürülebilirlik ve İstanbul” perspektifinden değerlendirmeye çalışacağım.

Sürdürülebilirlik çok önem taşıyor hakikaten. Ulaşımın etkilerinden bahsedildi, özellikle çevresel etkiler günümüzün ciddi kentsel çevre sorunları arasında yer alıyor. Ama diğer taraftan sosyal yapı üzerindeki etkiler de çok önemli doğrusu. O nedenle, yapılan yatırımların toplumun hangi kesimini ilgilendirdiği konusu çok önem taşıyor bence. Özellikle, İstanbul’la ilgili istatistiklere sabahki toplantılarda da değinildi. Planlamada değerlendirmeleri belirli verilere dayandırarak yapmaya çalışıyoruz. Ben de bugün İstanbul’un ulaşımıyla ilgili bazı rakamları sizinle paylaşacağım ve bazı şemalar göstereceğim. Ve İstanbul’un resmini, farklı açılardan görmek için bu verileri sizlerle paylaşacağım.

Sürdürülebilirlik neden günümüzde kentsel alanlar için çok önem taşıyan bir konudur?

Bu soruya küresel perspektiften yaklaşmak mümkün. Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşmeleri Komisyonu’nun “eğer gerçekten sürdürülebilir kalkınma olacaksa, bu ancak ve yalnız kentsel alanlardan gelecektir” diye bir değerlendirmesi var. Bu nedenle, Türkiye'de sürdürülebilir kalkınma açısından, en fazla kentsel nüfus barındıran bir alan olarak İstanbul da çok önem taşıyor. Neden? Çünkü Türkiye'nin ekonomik yapısının ve kentleşmesinin çok önemli bir ayağını oluşturuyor bu kent, bu metropoliten alan. Bu nedenle, İstanbul'un sürdürülebilir kalkınması hassasiyetle üzerinde durulması gereken konulardan biridir.

Şimdi, ulaşımla bu konuyu birleştirdiğimiz zaman, yine tabii dünyaya bakmalıyız. Avrupa'da sürdürülebilirlikle ilgili kalkınma politikalarının giderek önem taşıdığı 90’lı yılların ortalarında yapılan bir toplantı var. Büyük Britanya’da Kardif kentinde yapılan bir toplantı. 1998’de burada Avrupa Birliği ülkeleri ve ulaştırma bakanları ortak bir kararla AB Kentlerinde kentsel ulaşımla ilgili göstergeleri ölçerek ve kentlerin sağlıklı ve sürdürülebilir gelişimini bu göstergeler çerçevesinde değerlendirmeye ve karşılaştırmaya yönelik girişimde bulunmuşlardır. Böylece, kentsel ulaşımın yapısal nitelikleri ve etkileri açısından ne kadar sürdürülebilir bir yolda olduklarını değerlendirmeyi hedeflemişlerdir. Bunu yapabilmek için bir uygulama aracı ya da mekanizması gerçekleştirmişlerdir. Bu mekanizma kentsel ulaşımın göstergelerle izlenebilir, kontrol edilebilir, ölçülebilir, karşılaştırılabilir olmasına neden olmuştur ki, bu çok önemli bir konudur. Göstergelere yönelik temel başlıklar altında ulaşımda kullanılan, tüketilen enerjiden tutun da, ulaşım yatırımının kime hizmet ettiğine kadar tüm temel özelliklerin karşılaştırılabilir, izlenebilir olması sağlanmıştır.

AB’de bu yaklaşım İstanbul'daki kentsel ulaşımla ilgili yatırımların kime hitap edeceği, ne tür etkileri olacağı, ne tür enerjiler tüketeceği ve

Page 77: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

77

nerelerde gelişeceği, bu yatırımların karşılaştırılabilir, gözlenebilir, izlenebilir bir yapıda olup olmadığı konularının karar süreçlerine dâhil edilmesini gerektiriyor ki bu günümüzde çok önem taşıyan bir konu.

Diğer taraftan coğrafik ve sosyo-politik konum olarak öyle bir yerdeyiz ki, “İstanbul'un taşı toprağı altın” söylemi günümüzde de geçerliliğini koruyor ve hâlâ taşı toprağı altın bir kent olması nedeniyle, çok önemli yatırımlar buraya yöneliyor. Biraz evvel konutla ilgili açıklamalar yapıldı, bu konuda da bizi hayrete düşüren ve bazen de ürküten hatta çoğunlukla da ürküten yatırım kararlarının sürdürdüğüne tanık oluyoruz. Çünkü burada çok yatırım yapılabilir, çok cazip, inanılmaz bir pazar, gibi ifadelerle İstanbul cazip bir yatırım alanı olarak lanse ediliyor ve kısa vadeli etkilerle, orta ve uzun vadeli etkiler göz ardı edilebiliyor. İstanbul bir taraftan yatırımlar için çok cazip bir yer iken, diğer taraftan çok önemli bir bölümü (yüzde 65’i) plansız gelişen bir yapı gösteriyor. Bu arada kentin ciddi, hassas bölgeleri, hem planlı yatırımlarla, hem yukarıdan inme yatırım kararlarıyla, hem de plansız gelişmelerle koruma/kullanma dengesi açısından taşıyamayacağı kadar gelişme baskısına maruz bırakılıyor. İstanbul’un gönümüzde karşı karşıya olduğu durum budur.

Ancak hâlâ yapılabilecek çok şey olduğunu da söylemek mümkün. Çünkü İstanbul'un ulaşıma yönelik nitelikleri bir taraftan da bazı fırsatlar sunuyor. Örneğin, İstanbul'da yolculukların büyük bir kısmı toplu taşımayla yapılıyor. Bu çok önemli bir özellik, çünkü hâlâ İstanbul'daki araç sahipliliği gelişmiş toplumlarla karşılaştırdığımız zaman, çok daha düşük düzeylerde. Toplu taşımayla ilgili veya kitlesel ulaşımı kolaylaştıracak ve yaygınlaştıracak altyapı yatırımlarıyla ilgili daha fazla gelişme sağlanması durumunda; zaten koşulları, yani yolculuk nitelikleri, servis kalitesi açısından hayli düşük olan koşullarda yolculuk yapmayı kabul edenlerin kolaylıkla yeni, daha nitelikli ve verimli işleyen sistemlere kayabileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Çünkü bunlar da yeterli düzeyde gelişmiş değil.

Eğer, İstanbul'daki ulaşım yatırımlarında çok daha etkin, çok daha çevre duyarlılığı içeren toplu taşımaya yönelik projeler yaygınlaşırsa, bu demek ki, zaten mevcutta pek çok dünya metropolünden daha yüksek oranlarda olan toplu taşıma kullanımı, yeni altyapı iyileştirmeleri ile daha yüksek düzeylere çekilebilecektir. İstanbul’un böyle bir potansiyeli bulunmaktadır. Çünkü yolculukların büyük bir kısmı toplu taşıma ile yapılmaktadır. Günümüzde motorlu araçlara bağlı olan toplu taşıma türleri, örneğin servis düzeyi yüksek ve işletme açısından daha verimli raylı sistemlere, kolaylıkla yer değiştirebilecektir. Bu değişimin hızla gerçekleşmesi, uzun vadede kentsel yaşam ile çevre üzerindeki olumlu etkileşim nitelikleri açısından kentsel alanda sürdürülebilir kentsel ulaşım politikalarının yerleşmesini destekleyecektir.

Page 78: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

78

Coğrafik konumuna ve kentleşme niteliklerine bağlı olarak Türkiye’nin bir modeli gibi değerlendirilebilecek olan İstanbul, hızla büyüyen, kontrolsüz büyüyen bir alan olmasının yanı sıra, çok yönlü ve çok değerli kaynaklara sahip. Doğal, kültürel mirası küresel düzeyde önem taşıyor, bunlar biliniyor. Ancak, İstanbul’da bir taraftan hızlı büyüme, bir taraftan ulaşım altyapısının kentsel biçimlenme üzerindeki belirleyici etkisi kentsel biçimlenme üzerinde ulaşımın etkisi tartışmasını gündeme getiriyor ve acaba mevcuttaki kentsel biçimlenmenin ne kadarı ulaşım kararlarına bağlı olarak gelişmiş, ne kadarı ulaşım kararlarından bağımsız olarak değerlendirilmelidir, soruları ortaya çıkıyor. Acaba İstanbul özelinde ulaşım-kentsel biçimlenme ve yayılma ne kadar birbirini etkilemiştir? Bu sorulara köprüler ve bağlantılı yolların inşasından öncesindeki ve sonrasındaki mekânsal yapıya bakılarak rahatlıkla değerlendirme yapılabilir.

Cumhuriyet Dönemi öncesinden bağlayarak hâkim olan ulaşım türlerine bakalım ve kentin yerleştiği alanlara bakalım. Ardından ilk köprünün inşasının söz konusu olmaya başladığı dönemleri düşünelim ki, bu 1950’lerdir ve bu tarihler ciddi olarak ilk köprünün fizibilite çalışmaları ve ulaşım planları içinde tartışılmaya başlandığı dönemdir ve birinci köprünün açılışı 1973’tür. Bu tarihlerden sonra İstanbul’un I. Köprü ve bağlantı yolları (E–5) boyunca geliştiği ve kentin üst ölçekli planlarda da öngörüldüğü gibi doğu-batı aksında lineer olarak büyüyen bir kent yapısına dönüştüğü görülmektedir. 1960’larda yapılan bölgesel ölçekteki ilk mekânsal planlama çalışmalarında İstanbul'un doğu-batı doğrultusunda gelişmesi, büyümesi öngörülmüştü ve ulaşım bağlantıları da kentin bu yünde gelişimini destekledi.

Sonrasında, 1988’de ikinci köprünün açılmasıyla kent kuzeye doğru da kaymaya başladı ve bu mekânsal yapıda burada sunulan haritalarda çok bariz bir şekilde görülmektedir.

Şimdi, çok ciddi yatırımlar var İstanbul'da. Cumhuriyet tarihinde baktığımızda, ulaşımla ilgili çok önemli projeler var. Örneğin Marmaray, çok önemsiyoruz tabii ki bunu. Fakat şimdi onun önemini gölgeye düşürecek kadar sakıncalı gördüğümüz başka altyapı yatırım projeleri de gündemde. Bunlardan birincisi, karayolu tüneli, diğeri üçüncü karayolu köprüsü, İstanbul Boğazı üzerinde. Bunlar da ulaşım mastır planı çerçevesinde değerlendiriliyormuş. Sonuçları ne oldu, bilmiyoruz, henüz kamuoyuyla paylaşılmış değil. Üçüncü köprünün fizibilite çalışmalarının tamamlandığını duyuyoruz. Bu konuları sorular kısmında tartışmalıyız. Şuan mekânsal yapı üzerindeki etkilerini değerlendirmeliyiz. Elbette nüfus artışının sebebi ulaşım yatırımlarıdır diyemeyiz. Ama İstanbul örneğinde kentin mekânsal biçimlenmesi ulaşım altyapısıyla etkileşimli bir şekilde gelişmiştir diyebiliriz. İstanbul örneğinde köprüler ve bağlantı yolları mekânsal biçimlenmenin çok önemli belirleyicisi olmuştur diyebiliriz.

Page 79: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

79

Ulaşımda türel dağılımla ilgili olarak İstanbul’un durumunu gösteren bu şemada da görülebileceği gibi, yolculukların büyük bir kısmı yaya olarak yapılmaktadır ve bu oldukça önemli bir veridir. Neredeyse, yolculukların yarısı yaya yapılan yolculuklardır ve bu çok önemli bir göstergedir. Kısa mesafeli ya da ne olursa olsun, ilçeler bazında olsun, bu kadar büyük metropoliten bir alanda ciddi oranda yaya yolculuklarının olduğu tespit edilmiştir. Ancak, ulaşım ana planının yaya ulaşımı politikasının ne olduğunu merak ediyorum doğrusu. Acaba bir yaya ulaşım politikası var mıdır ve bu konuda bir planlama yapılmış mıdır? Çünkü yine sürdürülebilir ulaşım politikaları çerçevesinde yaya ulaşımı dikkatle ve önemle ele alınan bir konudur. Yurtdışındaki uygulamalarda kent bütününde, ulaşım mastır planı içinde yaya ulaşım planları söz konusudur.

Yolculukların türel dağılımında bir diğer önemli bulgu da motorlu toplu taşıma oranının oldukça yüksek olmasıdır. Bu da çok önemli bir grafik bence. İstanbul’un mevcut durumunu gösteriyor. Eğer, İstanbul'da raylı sistemlerde karayoluna bu kadar ağırlık vermeyen bir ulaşım altyapısı söz konusu olsa, gerçekten bu fosil yakıtlara bağlı ulaşım sisteminden, sürdürülebilir kentsel ulaşım türlerine geçiş çok kolaylıkla olabilecektir.

Şimdi, biraz evvel çok önemli bir açıklama yapıldı. “İstanbul'da araçlarla merkeze kadar geliyoruz” denildi. Evet, geliyoruz çünkü mecburuz; çünkü alternatif yok çok fazla. Bu nedenle; aslında araç sahipliliği ve toplan yolculuklar içindeki payı bu kadar az olmasına rağmen, ulaşım sorunlarının ve altyapı üzerindeki tıkanıklıkların temel kaynağıdır. İBB Ulaşım Planlama Dairesi tarafından yapılan son araştırmaya göre İstanbul'da hanehalkı araş sahipliliği oranı yüzde 35 düzeyindedir. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, bu oran çok daha yüksek düzeylerdedir, ama buna rağmen, İstanbul ulaşımda çok daha ciddi problemler yaşamaktadır. Çünkü İstanbul’un mevcut toplu taşıma olanaklarının sınırlılığının yanı sıra, kentsel dokusunun tarihsel niteliği ve doğal yapısının nitelikleri de ulaşım altyapısının zorlanmasına neden olabilmektedir. Toplu taşıma olanaklarının sınırlılığı ve işletme koşullarının nitelikli olmaması nedeniyle, özel araç kullanımı bir şekilde desteklenmekte ve yolculukların etkin olarak gerçekleştirilmesinde hiç de verimli olmayan özel oto kullanımı tercih edilmektedir. Bu nedenle yolculukların gerçekleştirildiği araç sayıları içinde özel oto oranı oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Diğer taraftan bir diğer önemli husus ta üçüncü köprü kararının Çevre Düzeni Planı’nın parçası olmamasıdır. Yani üst ölçek plan kararları ile örtüşmeyen bir ulaşım kararı olmasıdır. Oysa İstanbul’da günümüzde deneyimlediğimiz başarı ile işleyen ve kentin farklı ulaşım türlerinin entegre olarak işletildiği örnekler, çok rasyonel uygulamalar da var. Burada, üç farklı tür entegre olarak işletilmektedir. Bu örnekte deniz yolu, demiryolu ve karayolu ulaşım sistemleri entegre olarak birbiriyle ilişkilendirilmiştir. Bu

Page 80: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

80

örnekte İETT otobüsleri, metro/füniküler ve deniz ulaşımı ile Boğaz geçişleri entegre edilmiştir. Bence bu entegrasyon çok önemli bir ulaşım kararıdır ve çok etkin, çok verimli kullanılan ulaşım türleridir. Oysa karayolu ulaşım yatırımları içinde Köprü ve tüptünel kadar tartışmalı olabilecek bir diğer Ulaşım Ana Planı kararı da Büyükdere hattındaki ulaşım bağlantısını dikeyde kesecek karayolu tünellerinin planlanmasıdır. Oysa Kabataş hattındaki füniküler başarılı deneyimi keşke, benzer şekilde Boğaz’ın farklı noktalarında, bu tür denizyoluyla, demiryolunu ve raylı sistemi bütünleştiren başka noktalarda da uygulanabilseydi. Karayolu tünelleri yerine, benzer şekilde ve daha toplu taşıma ağırlıklı sistemlerin denendiği uygulamalar olsaydı karayolu yerine.

Bütünleşik arazi kullanımı ve ulaşım planlaması uygulamaları maalesef İstanbul'da çok uzun yıllar ele alınamadı. Belki 1995 yılında yapılan ulaşım mastır planlaması çalışmasını, bunların ilki olarak sayabiliriz. Çünkü 1997 yılında hazırlanan ulaşım mastır planının temeli yine 1/50 000 ölçekli çevre düzeni planına dayandırılmıştı ve veriler, değerlendirmeler ve geleceğe yönelik model kalibrasyonları tamamen çevre düzeni planından veri alarak hazırlanmıştı ki, bu son derece birbiriyle bütünleşikti. Şimdi, son hazırlanan ulaşım ana planıyla, çevre düzeni planı 1/100 000 ölçekli maalesef birbiriyle ortak kararları içermiyor. Bunun bütünleşik yapıda olması gerekiyor oysa. Köprü açısından olsun, karayolu geçişi açısından olsun, birbirleriyle tutarlı değil bu iki plan.

1978’lerde, Atilla Alpöge şöyle bir açıklama yapmıştı: “Boğaz’a yapılacak bir köprü, köprüler tuzağının başlangıcı olacaktır”. Bu öngörüsü gerçekleşmiştir. Son olarak sürdürülebilir kentsel ulaşım politikalarının kent içinde özel oto hızını ve kullanım alanını arttırmayı hedeflemekten çok, ulaşımın çevresel etkilerini en aza indiren teknolojileriyle, kent sakinlerinin kontrollü, düzenli ve adaletli olarak hareketliliğini sağlamaya odaklandığı bilinmektedir. Bu yaklaşımın İstanbuldaki uygulamalarda da benzer şekilde algılanması gerekmektedir. İstanbul ile ilgili verilen istatistiksel verileri hatırlarsak, ulaşımın ve yolculukların genel özelliklerinde yüzde 65’inin aracı yok demiştik. Yüzde 65’inin aracı yok, ama en temel yatırımlar aracı olan yüzde 35’lik hane halkına yapılıyorsa, bu kadar ciddi büyük yatırımlar kamunun ne kadarlık bölümünü kapsıyor diye de sormalıyız. Bu da konunun bir başka yönü bence, sürdürülebilir ulaşım politikalarında erişilebilirliğin kimler için sağlandığı, ya da toplumun hangi kesimlerinin adil olarak bu fırsattan yararlanacağı sorgulanmalıdır. Sonuçta, kamusal bir hizmet olan kentsel ulaşımın, kamunun bütününe eşitlikçi bir yaklaşımla yaklaşması gerekir. Hem çevreye, hem de sosyal yapıya adaletli şekilde yaklaşması gerekir. Bunları söyleyerek, konuşmamı tamamlayabilirim.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Page 81: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

81

Zamanımızı da oldukça iyi kullandık. Sorulara oldukça vaktimiz kalacak. Normalde aslında 4’te bitmesi gerekiyordu tabii bu oturumun, ama biz yaklaşık yarım saat gecikmeli başlamak zorunda kaldık. Dolayısıyla, biraz daha vaktimiz var zannediyorum.

Şimdi, soruları alırken, aslında benim de kafamda bazı -demin aldığım notlardan yola çıkarak- sormak istediklerim vardı. Onları da bir özetlemek istiyorum. Belki, sorulan sorulara veya verilecek yanıtlara ilave bazı açılımlar getirilebilir bu notlar. Mesela, Bahadır Bey söylemişti, “halkın yüzde 65’i 100 bin liralık konutu alamıyor. . Böyle bir istatistik var, ancak 50 bin liralık konutu alabilir” dedi. Gül Hanım da “talep azalmıyor krize rağmen” dedi. Demek ki, bir talep var, istem var, ama bu konuta erişebilirlikle ilgili hâlâ bir sıkıntı var.

TOKİ'nin de şu anda hedef kitlesine baktığımızda, daha çok yoksul gelir grubunun olduğunu da görüyoruz. Ama belki de konuta erişebilecek kesim, onun ötesinde orta gelir grubu öncelikle. Mesela, kamu kaynakları acaba üretilecek konutlar ya da özel sektör işbirliğiyle üretilecek konutlardan böyle bir hedef kitleye yönelmek konut sektöründe ya da inşaat sektöründeki krizi de aşmada bir alternatif yöntem olabilir mi; acaba ağırlığı biraz buraya mı vermek gerekiyor ve bunun için de sosyal konut kavramı tabii çok sık telaffuz edildi, ama bugünkü politikalara baktığımızda, düşük gelirli konut eşittir sosyal konut demek midir, bunu da belki tartışmak gerekiyor. O hedefleri koyarken, bu önemli bir nokta.

Biz ucuz konutu bugün sosyal konut olarak algılıyoruz, ama bu buna eşit midir bu da o krizden çıkmada belirlenecek hedef kitlede belki önemli bir soru olabilir diye düşünüyorum.

Yine, Fulin Hocam 100 000 plandan söz açmıştı. Burada şunu aslında belki çok net koymak gerekiyor. Yani, kriz nedeniyle bazı yatırımlar duruyor ya da durma noktasına geliyor ya da hızları azalıyor. Bu hızların azalması ya da durma noktasına gelmesi üst ölçekli planın uygulanabilirliğini büyük olasılıkla etkileyecektir ve uygulanamaz bir plan bugün İstanbul gibi bir kente ne getirecektir, ne kazandıracaktır ya da bunu aşmanın yollarını nasıl bulmak gerekir? Bu da önemli diye düşünüyorum.

Geleceğe yönelik hedefleri belirlemede önem taşıyor. Ertan Bey ve Azime Hocanın söylediklerinden yola çıkarak da belki şunları da açmak lazım. “Özel sektörle işbirliği kamunun karışlıklı güvenine dayanıyor, hukuki bir zemini yok” dedi Ertan Bey. Belki var, ama yeterli değil, onu da söylemek lazım.

Şimdi, bunun için de kendisi de belirtti, odalarda davalar açıyorlar bazen. Böyle bir güven ortamı ya da güvensizlik ortamı ya da belirsizlik ortamı, bunun adına ne derseniz deyin. Mesela, geçen sene de belirsizlik kapsamında tartıştık, ulaşım projelerini. Birtakım büyük projeler yapılıyor,

Page 82: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

82

ama bunlar aslında yeterince kamuoyu önünde zannediyorum tartışılmıyor da, yani, biz başka konularda, başka kurumlarda zaman zaman bir araya gelebiliyoruz ilgili çevreler olarak, ama belki de bunların en eksik kalan ayağı ulaşım projeleri. Belki Büyükşehir Belediyesi ya da belediyelerle zaman zaman, parça parça bunları görüşebiliyoruz, ama mesela karayollarıyla ya da Ulaştırma Bakanlığıyla hiçbir şekilde bir araya gelemiyoruz ya da bu kurumların hepsi bir araya gelerek, bu projeleri tartışamıyoruz.

Mesela, transfer merkezlerinden bahsettiniz. Onun parçası “parket devam et” sistemleri bugün tartışılıyor. İçini de çok fazla bilmiyoruz veya o transfer merkezlerinin işte bugün çok karşı çıkılan içinde yer alan birtakım fonksiyonlar var. Bunlar yeterince tartışılmadan projelendirilmeye başlanıyor ve çok haklı olarak birtakım toplumsal tepkilerle karşılaşılıyor. Bu merkezlerin bazılarına iptal davaları açılıyor, itirazlar oluyor, ama bunlar da aslında bir bütün değil mi? Transfer merkezleri bir bütün olarak planlanmadığı sürece zaten işlerliğini kaybediyor, hepsi bir bütün olmadığı sürece. Dolayısıyla, biz bunları hep beraber konuşamıyoruz, paylaşamıyoruz; paylaşmadan hayata geçirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla, itirazlarla, tepkilerle karşılaşılıyor ve yatırımcı açısından da aslında bu büyük bir belirsizlik. Önünü göremeyen sağlam da bir hukuki zemin olmadığı için ve bu da o krizin bir parçası; krizi tetikleyen bir konu.

Alternatif ulaşım yöntemlerinden bahsetti Azime Hocamız. Evet, bunlar aslında bu güvensizliği ve bu eksik müzakere süreçlerini aşmada birer alternatif olarak öne mi çıkmalı? Bunları aslında konuşmak lazım. Yani, ulaşım yatırımlarında mesela kamu ve özel sektör yatırımlarına baktığımızda, bugün projelerde kriz süreci içinde kamunun ve özel sektörün öncelikleri değişti mi, bazı şeylere dur mu denildi, bazı şeyler geri mi bırakıldı? Yani, bundan bir iki sene önce Büyükşehir Belediyesinin birtakım afişlerle sokaklara astığı şeyler vardı. Üç tane tünel, üstgeçit, altgeçit, kavşak gibi şeyler vardı mesela. Bugün onlardan çok da fazla bahsetmiyoruz. Acaba, önceliklerimiz nasıl değişti bu süreçte? Ben bunların tek tek cevabını şu anda istemiyorum, ama gelecek sorularla da belki açarız diye bunlara değinme gereği duydum.

Soruları şimdi alacağız, kayıtlara geçtiği için, çok kısa birer ikişer cümleyle.

MAHMUT ATAMTÜRK- Biraz önce Azime Hocamın söylediği İstanbul İnşaat Mühendisleri Odasının Ar-Ge üretimidir, o yıllardaki, geçmiş yıllarda, yani köprüler olayı. Fakat ondan sonra Türkiye'de, yani mimar, şehir plancısı veya inşaat mühendisi, üniversiteler, siyasi kurumlar aslında hiçbir Ar-Ge olmamıştır ve bu söz burada kalmıştır. Ama bunun geliştirilmesi gerekir. Bugün paradigma yok.

Page 83: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

83

Dolayısıyla, üretilen her şeye saygı duymak. Hocam da çok güzel şeyler söyledi, katılıyorum. Ama sonunda da dönüp dolaşıp kuyuya düşüyoruz. Bir kere bilimsel yaklaşım nedir? Bilimsel yaklaşım mevcut sistemin ana belirleyici, etkileyici faktörlerini belirlemektir, anlatmaktır, açıkça nedir? Bir kere çılgınca ve şuursuz bir mülk edinme yarışı değil mi, bir mal yani. Çılgınca bir proje üretimi var.

Fakat, benim bu söylediklerim de bir şey vaat etmeyecek. Ben geçmiş yıllardaki, belki 15 sene önce çok net olarak söylediğim şeyleri bugün yine tekrarlıyorum, aynen geçerli ve çıkmıştır. Bunları anlatmıyorum, fakat şunu söyleyeyim: Şimdi, bugün söyleyeceklerim güzel şeyler de, söyleyeceğim bilimsel kavramlar da bir şey vaat etmiyor. Çünkü ben sonuçta bir makine mühendisiyim, bir kurum değilim, bir etken değilim. Beni dinlemeyebilirler, dinlemek zorunda değiller. Hocam, siz üreteceksiniz, yani sizler, bu kurumlar üretecek. Fakat benim üzülerek söyleyeceğim bir şey var. Yani bakın, bu projeler, bunlar 30 sene önce konuşulmalıydı. Zaten bu projeler yürürlüğe girmiştir, bitmiştir. Yani, şu anda eleştirseniz ne olacak, yani ne olacak, ortada ne üretim var, iş işten geçmiş.

Şimdi bakın bu da yanlış: kriz ve İstanbul değil, kaotik bir ortamda, kaotik bir alanda kriz olmaz. Kaosun kendi zaten krizdir. Ne demek yani, düzenden kaosa gitmek, düzen varsa kriz denilir. Kaos varsa, kriz bilimsellik, bilimsel yaklaşımlar, genel felsefe yok; yani yaklaşım felsefesi yok bir kere.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Soru var mı, sadece katkı düzeyinde mi?

MAHMUT ATAMTÜRK- Yani, bu konu, buralardan, yani bu noktaların yarısına gelmiş, saygı duyuyorum. Verileri ben de alıyorum, ama bu konular tamamlanmamış bir proje, anlaşılmamış bir paradigma. Dolayısıyla, her üretilen şey tekrar dipsiz kuyuya düşüyor. Yani, sizin ürettiğiniz o deniz ulaşımı, bilmem ne ağ sistemleri, bunların hepsi bence genellikle çok olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Çünkü, kendi içinde zaten rantı dahi aratacaktır, yoğunlaşmayı da aratacaktır, kaosu da tetikleyecektir. Hocam ben mi çözeceğim diyeceksiniz, tabii ki siz çözeceksiniz. Ama bu ülkenin sorunu, ülkenin makro ekonomik politikalarla yaklaşımdır. Halkın sorunudur, yani halka popülist yaklaşmayınız. Halk ne güne duruyor, ne yapıyor, halk burada rant yemiyor mu?

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Buyurun Cem Bey.

CEM BEYGO- Madem bir soru soracaktık, ben hakkımı TOKİ’yle ilgili kullanmak istiyorum. Bu iki aylık, 200 liralık ödemeyle konutun herhalde TOKİ arsayı bedavaya mal ettiğine göre, 30 bin liralık bir maliyeti vardır. Bu aylık 200 liralık ödeme de onun yasal faizini bile karşılamaz. Burada kimin

Page 84: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

84

parasıyla, kime konut üretiliyor veya illa yoksullara bir konut finansmanı sağlanacaksa, bunların tapusu verilmezse, kaydı hayat şartıyla irtifak hakkı verilse, yani kullanma hakkı verilse. Daha sonra 20–30 sene sonra bunlar yenilenmek zorunda kaldığında da, mülkiyet problemleriyle karşılaşılmasa diye düşünüyorum.

Bir de korsan bir yorum yapayım madem. Bu iki köprü yolu arasında, 1. ve 2. Çevreyolu arasındaki illegal alanların dönüşümüyle ilgili bir yasal çerçeve oluşmadan, bizim kuzeydeki arazileri koruyabileceğimizi pek tahmin etmiyorum.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz. Başka soru yoksa isterseniz ben hakkımı kullanayım.

Sorduğum, biraz önce açılım yapmaya çalıştığım konularla ilgili söylemek istedikleriniz var mı, belki oradan yola çıkarak, bir iki soru daha gelebilir.

SALONDAN- Bu orta gelir grup hedef kitle olamayacağıyla ilgili şimdi bizim ürettiğimiz konutların segmentleri olarak orta gelir grubu hane halklarını, talep sahibi hane halklarını kapsar bir grubu da var. Fakat ekonomik “beyefendinin de toparladığı gibi- gerçekler alt gelir grubu için ve fakir hane halkları için zaten özel sektör-kamu işbirliğini pek mümkün kılmıyor. Orta gelirliler için metropol kentlerde zaten belli bir ödeme takvimi içerisinde Toplu Konutla, KİPTAŞ’la ya da toplu üretim yapabilecek belediyelerle, özel sektör işbirliğinde yine bir sloganlaştırılmış haliyle kira öder gibi konut üretimi yapılabilir. Fakat beyefendinin sorusuna gelince, tapu hakkı engellenemiyor, insanlar sizin ödeme takviminizi karşıladıkları anda, ben kurum olarak en azından şu andaki yasal çerçevede tapuyu vermeden, onlara bir kullandırma hakkı verip, mülkiyet hakkını kamuda tutmak tabii bir alternatif, ama Türkiye'de bildiğiniz gibi, hepimizin bildiği gibi kiralık konut politikası yok. Bir mülk konut politikası üstüne kurulmuş yıllarca bir düzenimiz var.

Aslında, bu mülke sahip olma hassasiyetimiz ya da hırsımız yüzünden de biraz kentsel topraklarımızı fazlaca tüketmiş de olabiliriz. Şimdi, bizimkilerin tabii bir sübvanse ayağı var. Çünkü, şöyle de bir paradigma var. Ödeyebilirliğini kanıtlamasını istiyoruz insanlardan, bizim ödeme takvimimizle, bizim peşinatlarımızla, bizim vademizle. Fakat yoksul ve fakir grup olarak tanımladığımız grup için bir sosyal güvencesi olmaması da bizim aradığımız şartlardan birisi. Yani, bu kimi zaman çelişebiliyor. Çünkü ödeyebilirlikten çok, ihtiyaç sahibi böyle fakirliğini kanıtlayabilecek ya da daha güzel bir ifadeyle belki yoksulluğunu kanıtlayabilecek bir ifade istiyoruz onlardan; bunu beyan etmelerini istiyoruz.

Gerçekten kriz ortamının kayıtlarını da bizim Ar-Ge Şubesi tutmuş durumda. Biliyorsunuz, Toplu Konut İdaresi banka ayağıyla öğrendiğimiz

Page 85: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

85

anlamıyla, teorik anlamıyla bir mortgage işletmesi yapmıyor. Yalnız, tapuyu vermiyor borç bitene kadar, borç bittiği zaman, tapular kişilere devrediliyor. Bu dönemde ödeyememe sebebiyle, daha çok konutun döneceğini bekledik. Çünkü insanların işsiz kalmaları, başka kentlere göçleri, hatta kimi zaman “kıra geri dönüşler” diye gazetelerde ya da bazı araştırmalarda okuduğumuz gelirden uzaklaşma durumu yaşandığından bunun bizim de satış gruplarımıza yansıyacağını düşündük.

Bizdeki istatistikler, rakamlara göre alt gelir grubu ve fakir gruplar dâhil, biraz önce de bahsettiğim gibi, 2009 Haziran ayına kadarki toplam satışlarda yüzde 1’lik geri dönüş var. Bu da insanların buna finansman ayırdıklarını bize gösteriyor. Çünkü bizim için bunu devretmeleri -alt gelir grubunda devir yasağı var- yani, kim satın aldıysa onun ödeme zorunluluğu var. Orta gelir grubunda belli bir dönemden sonra devredebiliyorlar. Yani, burada kendi aralarında finansman yöntemi bulabiliyorlar.

Alt gelir grubunda Hocamın da bir eleştirisi vardı. Küçük konutlarla ilgili bizim için de şöyle bir durum var, küçük konutlar gerçekten de geniş hane halklarınca tercih edilmekte. Gerçekten çekirdek aile değiller. Bu tip Ar-Ge araştırmaları da elimizde. Zaten kentlerimizde görüyoruz. Fakat, bizim taraftan gerçeklerden birisi, en azından uygulamayı etkileyen durumlardan birisi de ne kadar küçük olursa, o kadar ucuz oluyor; o kadar ucuz olduğunda, o kadar çabuk, kolay edinebilir oluyorlar.

Şimdi, bir de müşteri memnuniyeti anketi yaptık. Bundan da bahsedeyim. Bu da aslında kriz öncesi, kriz dönemi ya da kriz sonrasında Türkiye'deki konut konusundaki bir profili gösterebilir. Bunu eğer isterseniz, ilgi duyarsanız İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kütüphanesine de bir set halinde gönderebiliriz, bunları araştırmalarınıza ya da ilgi duyduğunuz konularda da kullanabilirsiniz.

20’ye yakın kent merkezinde TOKİ kullanıcılarından, yani TOKİ'den konut alan ve TOKİ evlerinde oturan bir fiil kullanıcılara bir anket formu dağıtıldı. Birebir, yüz yüze görüşmelerle anket yapıldı ve biz şunu öğrendik. Mimarlar olarak neyimizi beğenmediler; parasal olarak neyimizi beğenmediler, satış yöntemi olarak, kimi zaman Toplu Konut İdaresinin Hazine arsalarını kullanma zorunluluğu sebebiyle ya da tercihi sebebiyle toplu konut bölgesinin seçtiği yön kullanıcılar tarafından eleştirildi.

Kimi zaman, çevrelerin kentle etkileşim mesafesi eleştirildi. Yani, yön olarak tamam, kentin gelişme aksından bu çok uzakta bir yer oldu ya da kentle ilgili onların ulaşım maliyetlerini artıran bir yatırım kararı olduğu söylendi. İçsel olarak malzeme konusunda bize eleştiriler, geri dönüşler verdiler. Metrekare bazında bize geri dönüşler verdiler ve genelleme olarak söylediğimde şunu söyleyebilirim. Kullanıcılar bunu satın almış olmaya bağlı

Page 86: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

86

olmaksızın, Türkiye'de 3+1 konut almak istiyorlar, Türkiye genelinde ve hâlâ bir oturma odası alışkanlığı var konut tüketim kalıplarında.

Dolayısıyla, elbette kullanıcılar da daha büyük konutu daha ucuza almak istiyorlar. Bu kriz döneminde çoğu danışmanlık şirketinin gazetelerde de okuyorsunuzdur: “Konuta yatırım yapmanın tam zamanı, şimdi konut almak” gibi bunu destekleyen, cesaretlendiren yatırımcıların konuta yöneldiğinde zararlı çıkmayacakları, uzun vadede kârlı çıkacaklarını söyleyen yönlendirmeler var.

İhtiyaç sahibi gruba baktığımızda da, biz bunların yine ihtiyaçlarını dile getirdiklerini, bundan vazgeçmediklerini, fakat alternatif ödeme seçeneği peşinde olduklarını biliyoruz. Bize gelen talepler kimi zaman vadelerin uzatılması, kimi zaman peşinatların yok edilmesi, içine taşındıktan sonra, taksitlerin ödenmesi yönünde oluyor. Bunlar da yatırımı yapılan dönemin bizim açımızdan ihale koşulları bizim için bağlayıcı maliyetler. Kamu eliyle bir sübvanse politikası mutlaka oluyor. Ama hani özel sektör eliyle, orta gelir grubunu da belki kapsayacak bir işbirliği yapıldığında, bu aradaki sübvansiyon ya da köprü finansmanı nasıl çözülür, bunu iyice bir değerlendirmek lazım.

Teşekkürler.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Prof. Dr. FULİN BÖLEN- Ben yani üst ölçekli, daha doğrusu planla ilgili yatırımların kalmasının ne gibi sorunlar yaratacağı konusuna konut sektörüyle ilgili bir iki şey söyleyebilirim. Aslında planda İstanbul'da afet riski olan konut alanlarının öncelikle ele alınarak çözümlendirilmesi gibi bir strateji hedef vardı. Tabii, böyle bir kritik duruma girildiği zaman, bunun ne olacağı konusu ki, acil bir durum olduğunu da hepimiz biliyoruz. O dere yataklarındaki konutlardan, deprem riski olan ve teknik olarak depreme de hiç dayanıklı olmayan inşaatlarla yapılmış konutların bir an evvel çözümlenmesi gerekirken, bugün onların bu kriz nedeniyle durması bence çok vahim bir durum olacağını düşünüyorum. O konuda, belediyenin ne yaptığı konusunda benim bilgim yok maalesef.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz. “

Bahadır Bey; söylemek istediğiniz bir şey var mıydı?

BAHADIR TEKER- Bu ulaşılabilir konut konusunda TOKİ'nin tek başına bu mücadeleyi kazanması açıkçası mümkün değil. Yani, devletin olanakları kısıtlı. Bütün dünyada bu konu özellikle terk edilen ve özellikle sıcak olan bir konu. Bunu finansman tarafıyla da ele almak lazım mutlaka. Birçok çözüm var, ara çözüm var, ama şu anda hiçbiri tartışılmıyor maalesef Türkiye'de. Çok detayına girmeyeceğim, çok bambaşka konu, ama bir tek

Page 87: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

87

birkaç konuda yorum yapıldı, onlarla ilgili bazı şeyler söylememde herhalde fayda var.

İstanbul'un ya da Türkiye'nin yatırım açısından cazip olmasının sakıncası nedir, ben çok bilmiyorum. Ama açıkçası Paris ve Barselona’da yatırım açısından çok cazip ve güzel yerler. Onun için yatırım için cazip olmasının rahatsız verici neresi var, onu anlayamadım.

Bir ikincisi; bu çarpık yapılaşmayı yatırımın gelmesine bağlamak da çok hatalı. Çünkü, aslında çarpık yapılaşma yatırımın olmamasından, daha doğrusu insanların konut yapacak parası olmamasının bir sonucu. 70’lerde yaşadığımız, 60’larda yaşadığımız, İstanbul'a göçle beraber, ama sadece İstanbul’la da kısıtlı değil bu. Yaklaşık Türkiye'nin hemen hemen her yerinde gecekondu var ve dünyada Mısır’dan sonra en çok gecekondunun olduğu ülke Türkiye. Aksine, eğer özelle yatırım yapılması gereken yerler gibi, eğer şehir planlamanın kıblesi varsa, belki Barselona ya da Paris demekse buna mümkün. O zaman, yatırım iyidir diye de düşünmek lazım gibi geliyor bana.

Bir diğer yandan da şehirler finanse edildikleri şekilde oluşuyor. Bütün dünyada gördüğümüz örnekler. Rusya’daki şehirlere baktığımız zaman, genellikle kamu ağırlıklı böyle toplu konut projeleri daha insanın arkada kaldığı projeler. İşte azgelişmiş ülkelerde teneke evler, daha gelişmiş ülkelerdeyse gerçekten insana değer veren, biraz da ekonomik gücün etkisiyle herhalde oluyor bunlar. Daha insanın ön planda olduğu, kültürün ön planda olduğu yapılaşmalardan söz etmek mümkün.

Açıkçası, çok fazla yatırımdan, yatırımcıdan da herhalde korkmamak lazım gibi geliyor. Çok teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI- Buyurun.

AZİME TEZER- Buna cevap vermek istiyorum. Aslında, yatırım tabii ki çok yararlı bir şey olabilir. Eğer doğru kullanılırsa, ama şu anda bizim gördüğümüz, plancılar olarak yatırımlar tamamen plansız olarak uygulanıyor. Planı kendileri belirliyorlar. Yani, kentin gelişme hedefleri çerçevesinde gelen yatırımlara herkes el açacaktır. Ama bu bizim gördüğümüz ortamda, bulunduğumuz ortamda durum öyle olmuyor. Planın tersine de olabilecek, planla bağdaşmayan yatırımlar da söz konusu oluyor; daha doğrusu onlar plansız olarak gelip, yatırımı yapıyorlar.

OTURUM BAŞKANI- Size yine bu konuyla ilgiliyse söz vereyim, çünkü bir soru da var gene bu konuda.

GÜL DELİKTAŞ- “Plansız gelişen alanlarla ilgili çarpık yapılaşma” denildi. Plansız gelişen alanlar artık eskisi gibi sadece konut ihtiyacı için üretilmiyor. Bunu da göz önünde tutmak lazım. Eskiden evet, gerçekten barınma için daha mütevaziydi ilk başlangıç örnekleri. Oysa son örnekler hakikaten, yani yatırımcı olarak bu düşük gelir diye değerlendirdiğimiz grubu,

Page 88: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

88

aslında bir miktar yatırım kabiliyeti de var, var ve bunu bu yönde kullandı, kullanıyor. Bir şekilde bu plansız gidişte çok ciddi bir stok gelişti plansız ve çok katlı yapılar olarak gelişti, bunu da göz önünde tutalım.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkürler.

YÜKSEL TÜRKİLİ (Beşiktaş Belediyesi)- Bahadır Bey konuşmasının başlangıcında aslında çok iyi bir haber verdi. Yatırımcılar Türkiye'ye gelmeye hâlâ istekliymiş. Gayrimenkul yatırımcıları özellikle üç konuda geliyorlar ya ofis açıyorlar, ya ticari alanlara yatırım yapıyorlar ya da az bir kısmı konuta yatırım yapıyor.

Alışveriş merkezi ve ticari alanlar açısından baktığımızda, kendisinin örnek gösterdiği Paris’teki karşılaştırmayla soruma devam etmek istiyorum. 2015 yılında Paris’te merkeze 5 kilometre uzaklıktaki alanda 1000 kişi başına ticari alan 157 metrekare olacakken, İstanbul'da bu rakam 630 metrekare olacak. Demek ki, alışveriş merkezi ve ticari alanlar anlamında İstanbul'un çok çekiciliği kalmadı diye düşünüyorum.

Konut anlamında zaten son zamanlarda bütün yatırımlar konut alanında oluyor. Geriye bir ofisler kalıyor. Bahadır Beyden şunu öğrenmek istiyorum. Yabancılar acaba hangi konuda yatırım yapmaya gelecekler?

OTURUM BAŞKANI- Buyurun.

BAHADIR TEKER- Benim bildiğim istatistiklere göre alışveriş merkezi konusunda metrekareye düşen, yani kişi başına düşen metrekare alışveriş merkezi sayısı açısından şu anda hâlâ Paris’in yarısı civarındayız. 2015’de ne olacağını bilmiyorum. Ama yarısı ya da yarısından daha az olduğunu biliyorum.

Bu konu çok tartışıldı, planlama yapılsın mı, yapılmasın mı, hepimizin gündemin içerisinde olduğu birçok tartışmalar yapıldı. O konuda çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Maalesef, yanlış yatırımlar yapılıyor. Yanlış yatırımların yapılması, alışveriş merkezleri örneğinde, özellikle ihtiyaç bulunan bölgelerde yatırım yapılmamayı, daha çok ihtiyaç olmayan bölgelerde yan yana, 5-6 tane alışveriş merkezinin olması bunların doğal olarak bir dönem sonra -bir kısmı şu anda başladı- hastaneye, bambaşka fonksiyonlara yönelmeleri sonucunu getirecektir.

Bence o ilk başlangıçta bir acemilik ve sanki bir altın bulmuş gibi bir saldırıyla yapılan bu tür yatırımlar zaman içerisinde dengeye kavuşacaktır. Tahmin ediyorum ki, o rakamlara da 2015’te ulaşmayacaktır. Çünkü, hiç kimse fizibıl olmayan, ihtiyaç olmayan bir yere bir ticari fonksiyon vermek için para yatırmaz, para yatırmak istese bile, ona kredi veren de bulunmaz diye düşünüyorum.

OTURUM BAŞKANI- Ertan Bey sizle devam edelim mi? Buyurun.

Page 89: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

89

ERTAN ŞİMŞEK- Azime Hocamın söylediği şeyler vardı, onlara bir tamamlama yapmak istiyorum. “Ulaşım ana planından sonra bir yaya politikası var mı diye merak ediyorum” demişti Hocam. Yaya politikamız var, hatta bizim bisiklet yolları diye bir planlamamız var, İstanbul genelinde.

Ulaşım ana planı netleştikten sonra, bu konuda bunun haricinde lojistik ve toplu taşıma konularında da alt planlar yapacağımızı belirtmek istedim. “Öncelikleriniz nasıl değişti” dediniz. Karayolu sistemleri, raylı sistemler ve denizyollarına yatırımlarımız zaten krizden önce de varken, bunların belirli bir payları varken, şu anda önceliklerimiz sadece raylı sistemler konusunda. Ondan sonra denizyolları konusunda kaldı. Karayollarıyla ilgili yatırımlarımızı bir nebze durdurmuş bulunmaktayız şu anda.

Diğer bir konu da yine sizin belirtmiş olduğunuz transfer merkezleriyle ilgili bilgi paylaşımı konusunda. Biz ona varız, hiç olmazsa planlarımız iptal olmaz, bir defada yaparız, zaman kazanırız diye düşünüyorum. Transfer merkezleri konusunda biz en kıza zamanda Odamızla irtibata geçelim, o bizim eksiğimiz. Daha evvelden de bize şahsen bana bu konuda bir talep gelmişti, fakat bizim önceliklerimiz o zaman farklıydı. Şimdi, onu önceliğe alalım.

Ben beyefendinin de eleştirileri konusunda beyefendiyle kendi çözüm önerileri konusunda, ben kendisini Büyükşehir Belediyesine davet etmek suretiyle görüşmek istiyorum. Telefon, adresimi vereceğim, çözüm önerinizle ilgili de sizden bir şeyler almak konusunda biz her zaman işbirliğine varız.

MAHMUT ATAMTÜRK- O arkadaş daha ilerisini söyledi. “İstanbul 70 milyon olsun, niye rahatsız oluyorsunuz?” falan dedi. Ben bir şey söyleyeceğim. Naçizane görüşüm, Türkiye'de gelişmiş kentler, kıyı kentler, İstanbul ve büyük ana kentlerin terazi kefesi debgesiz. Hâlbuki Paris’te ABD, yani teraziler dengededir, orada desantralizasyon vardır. Orada Paris’te tabii ki yatırım olacak. Ama bir başka şehirde, orada çok farklı şeyler var. İnsanlar gidiyorsunuz, ben burada Sivas’a gidiyorum, bomboş sanki aynı ülke ülkesini terk etmiş, kendi ülkesi bir toprağına akın etmiş. Bunlar korkunç sosyal olaylardır. Bunların nasıl önüne geçilir, bunlar da çok büyük bizi aşan şeyler.

Bunlara teslim mi olunacak? Bunlar, neoliberalizm bize uymuyor yani, bizim gibi azgelişmiş toplumlara uymuyor. Bu model bizi buraya getirdi anlatabiliyor muyum?

ERTAN ŞİMŞEK- Şu andan itibaren yapacak bir şey varsa…

MAHMUT ATAMTÜRK- Tabii ki yok yani. Fakat burada nasıl bir iyileşme sağlanabilir, nasıl görüş, geriye dönüş sağlanabilir, bunlar da söz konusu, ama bunları söylemiyorum. Daha sonra…

Page 90: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

90

ERTAN ŞİMŞEK- Onları konuşuruz. Ben bir de yatırımcılarla ilgili hep oradan konuşulduğu için, mesela bugün TOKİ ve KİPTAŞ bir bölgeyi konut bölgesi haline getirirken, onunla birlikte ulaşım altyapısını da yapıyor; altyapısını da getiriyor, okulunu da getiriyor, sağlık tesisini de getiriyor. Bunlar devletin gücünü kullanarak yapıyor. Bugün kriz ortamında hiçbir dış yatırımcı veya yerli yatırımcı ulaşımı kuvvetli olmayan yere yatırım yapmak istemiyor. A-plas denilen projeler ve ilk şart ulaşımla ilgili. Hocamın da söylediği doğru. Projesini de geliştirirken, açıp imar planında uygun yeri gördükten sonra, imar planında orası eğer bir emsalse, bir emsal konut alanıysa, ben bunu nasıl üç emsal alanına alırım şeklinde bir proje geliştiriyor ve ona ilişkin plan yapmaya çalışıyor.

Burada ne oluyor? En önemli şey plan haline geliyor. Yani, bizim yapmış olduğumuz planları, planları bir kere yapmış olduğumuz planları öncelikli olarak sağlıklı planlar haline getirmemiz lazım. Planların sağlıklı olması lazım, uygulanabilir olması lazım ve onların da kesinlikle korunması lazım. Plan tadilatı yapılmaması lazım ki, tüm yatırımlar bunlara yönelik olsun. Ama yatırımcının da önünü kesmemek lazım. Özellikle de kamuya faydası olacak, kamuya aktarımı olacak yatırımcıların da önünü kesmemek lazım, onlara da yardımcı olmak lazım diye düşünüyorum. Tabii, bazı ilkeler ve politikalar doğrultusunda.

Bir şey daha söyleyeyim: Konut politikasının da yanlış kurulması halinde bunun da ulaşıma olumsuz etkilerini gördük. Bundan sonra da konut politikası kurulurken dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Mesela, İkitelli bölgesi. İkitelli bölgesinde organize sanayi bölgemiz var, organize sanayi bölgesinin kuzeyinde de yapılmış olan bir konut alanı var. Bu konut alanı buradaki çalışanların yaşaması için yapılmış bir konut alanı olmasına rağmen, yer yer kendi içinde bazı etaplarda ücret politikasının doğru kurulmamasından dolayı dışarıdan da buraya oturmak için gelişe sebep oldu ve şu anda sabah İkitelli’ye girişte ve akşam da çıkışta zorlanırsınız trafikte, karayoluna bağlı kalırsınız. Şu anda oraya bir metro yapıyoruz ve metroyu mecburen bu politikalardan dolayı önceliğe alıp, inşaatına başlamış durumdayız. Bir sene sonra da o metromuz bitecek. O yüzden, planların uygulanabilir planlar olması lazım ve plan tadilatlarının da mümkün olduğunca plan tadilatlarına izin vermemesi gerekir diye düşünüyorum.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Azime Hocam, eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

AZİME TEZER- Halihazırda Ertan Bey buradayken ben de bir soru sormak isterim. Acaba, son eğilim olarak üçüncü köprüyle ilgili ne olacak? Karayolu yatırımlarına bağlı ve özellikle tüp tünellerle ilgili son gelişmeler nelerdir?

Page 91: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

91

ERTAN ŞİMŞEK- Onun ben sürecini söyleyeyim. İkisi de bizim yatırımımız değil. Karayolu tüp tünelinin, tüp geçişinin ihalesi yapıldı. İhaleyle ilgili bir süreç belirlendi. Bunun için de planlara işlenmesi süreci ve projenin geliştirilmesi ve ilgili yerlerden onayların alınma süreci şu anda devam ediyor. Konu şu anda Koruma Kurulunda, Koruma Kurulunun kararı bekleniyor.

Üçüncü köprüyle ilgili tartışmalar devam ediyor. Biliyorsunuz, bir güzergâh açıklandı. Altı tane alternatiften dört nolu güzergâh, dördüncü alternatif açıklandı.

OTURUM BAŞKANI- Neresidir?

ERTAN ŞİMŞEK- İşte bu açıklanan. Ben fazla konuşmayayım, bundan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesini temsilen gelmek istiyorum. Toplantılara da, o yüzden onlarla ilgili çalışmalarımız devam ediyor.

OTURUM BAŞKANI- Son birkaç dakikamızda söz almak isteyen kimseler var mı? Öğrencilerimiz de var, onlar da söz almak isterler, bilemiyorum. Son bir iki soru varsa alalım, yoksa oturumu kapatacağım.

YÜKSEL TÜRKİLİ- Konunun iki tarafı da Beşiktaş’ın en temel sorunlarından birisi biliyorsunuz, İstanbul'un en önemli merkezlerinden birisi. İki önemli yatırım söz konusu. Hemen 1. Köprü’nün çıkışında birinci alan karayolları, ikincisi de hemen onun yanında bir parsel. İkisinin de toplam 785 bin metrekarelik ticari alan yapılacak. Bir tanesinin ruhsat sorunu çözüldü, diğeri ruhsat aşamasında.

İstanbul Metropoliten Planlama Ofisiyle yaptığımız görüşmelerde, bu alanlar tamamlandığında, zirve saatte 10 bin araçlık artı bir trafik yükünün geleceğini öğrendik. Şimdi, bir yatırımcı tarafı masada, bir de ulaşım planlama tarafı masada. Bunu çevre düzeni planına, bunu 1/25 000 nazım plana, bunu akıllı yatırıma, fizibıl yatırıma nasıl oturtabiliyorlar, onu bir öğrenmek istiyorum. Sonucundan biz belediye olarak bir şekilde belki bir çözüm yolu bulabiliriz, teşekkürler.

OTURUM BAŞKANI- Buyurun.

ERTAN ŞİMŞEK- Ben şunu söylemeye çalışmıştım. Fizibıl olarak gözüken parseller ilave ulaşım yatırımı yapılmasına gerek olmayan, mevcut ulaşım sistemini kullanarak giriş çıkışları çözülen, hizmetlerini alabilen parsellerdir demeye çalışmıştım. Ama özelde hangi parseldir sorduğunuzu kaçırdım, hocamla görüştüğüm için. Zorlu’nun arazisinden bahsediyorsunuz herhalde. İkincisi alt tarafta, Çiftçiler’in arazisi. Bunlar aynı fonksiyonlara sahip, o konuda haklı. Fizibilitesini yapmadım.

BAHADIR TEKER- Ben yatırımcı taklidi yaparak size cevap vereyim. Ben oraların yatırımcısı değilim ve yatırımcı da değiliz aslında.

Page 92: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

92

Şimdi, sorunu Hocam çok güzel ifade etti. Sorun yatırımda falan değil, şehirde bir ofis alan ihtiyacı var; iş merkezi ihtiyacı var ve doğru dürüst ofis alanlarına ve doğru dürüst iş merkezlerine ihtiyaç var.

Bir yerde bir yer gösterilmemiş, orasının ulaşımı çözülmemiş, orayla ilgili bir planlama yapılmamış. Yani, biz bir ... yaratamadık, ondan sora herkes tabii doğal olarak bir ihtiyacı karşılamak üzere sıkıştırmaya başlıyor. Burada ben ne yatırımcıyı, ne belediyeyi, ne de planlamacıları eleştiriyorum, ama sorunun gelişine bakarsanız, ortada bir plan olması lazım. Bu planla ilgili olarak atılmış birtakım adımlarla, bir ofis alanı, iş merkezleri ve bunların ulaşım planı olması lazım ve yatırımcıları da oraya yönlendirmek lazım. Bunun doğal süreci budur.

Maalesef, Türkiye'de hem merkezde, hem yerel yönetimlerin de eksikliğinden, -hemen size de taş atayım biraz- bu planlamalar yapılmıyor ve uygulanmıyor. Dünyada üç çeşit devlet var biliyorsunuz. Birincisi, devleti çok küçük tutup, etkin çalışan, bunun en önemli örneği Amerika’dır. Devlet çok küçüktür, ama çok etkindir. İkinci model Fransa modelidir. Devlet büyüktür, ama gene etkin çalışır. Üçüncü model de bizim model. Devlet hem büyüktür, hem de etkin çalışmaz.

14 sene ben de kamuda çalışmış bir insan olarak, buradaki hatayı ne o arsayı geliştirene, ne o yatırımı yapana, ne de o problemi çözmek zorunda olan kişilere atmadan önce, burada bir hatalar silsilesi sonucu böyle çok kötü sonuçlarla karşılaştığımızı söylemek istiyorum.

AZİME TEZER- Aslında, plan yok değil, plan var. Fakat, planlar nasıl hazırlanıyor sorusuna geniş katılımlı süreçlerle hazırlanamıyor cevabını verdiğimizde, pek çok planlama sorunu ile karşı karşıya kalınıyor. Çünkü planlar plancıların, planı yapanların ya da o planın kapsadığı tarafların etkisiyle gelişmiyor. Bu süreçte baskılara maruz kalınması, plan kararlarının değiştirilmesi gibi uygulamalar plana ve planlama sürecine olan inancı zayıflatıyor ve planlar uygulanamıyor. Planlar uygulanamayınca, zaten çok kolaylıkla etkileri görülen tepeden inme uygulama kararları çok rahatlıkla hayat bulabiliyor ve böylelikle, kendi içinde bir çıkmaz döngü ortaya çıkıyor. Bu nedenle de planlamaya inanç kalmıyor. Halbuki planlar çok önemli. Plan kararları katılımlı ve şeffaf süreçlerle üretilmediğinden yargı yoluyla durdurulmak durumunda kalınıyor. Biraz evvel Sayın Oturum Başkanımızın da söylediği gibi, sürekli mahkemelerle bir şekilde planların yürütmesi durduruluyor. Diğer taraftan bu son derece doğal bir süreç ve bir yasal hak. Planlama ilkeleri ve toplumsal ortak çıkarlar açısından eğer rasyonel olmayan kararlar içeriyorsa, olumsuz etkileri olacağı düşünülüyorsa, tabii ki buna tepki gösterilmelidir ve bir şekilde uygulamanın yasal ortamlarda, yasal zeminlerde etkilerinin sorgulanması mümkün olabilmelidir.

Page 93: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

93

Sonuç olarak, bu süreçler hep birbiri üzerinde olumsuz etkiye sebep oluyor. Bu nedenle plan yok demememiz gerekir sanırım, bunu söylemek istedim.

ERTAN ŞİMŞEK- Söylemiş olduğunuz alan üst ölçekli planlardan MİA alanı içinde diye biliyorum, cadde üzeri olan kısım. Geri planı da konut alanının içinde. Şu andaki bölge planları da konut alanı, alt taraftaki alan. Biz böyle durumda ne yapabiliyoruz? Ulaşım Dairesi olarak söyleyeyim. Bize gelen bu projelerde MİA alanı içinde ne yapılabiliyor plan notuna göre? Alışveriş merkezi yapabiliyor, ofis yapabiliyor, rezidans yapabiliyor, otel yapabiliyor.

Biz burada ulaşıma daha az etkisi olan fonksiyonların daha fazla inşaat alanı kapsayacak şekilde, projenin içinde geliştirilmesi yönünde sadece bir görüş bildirebiliyoruz; yani otel fonksiyonunu, turizm fonksiyonunun daha inşaat alanının büyük bir kısmını kapsayacak şekilde yönlendirilmesini yapabiliyoruz; geri kalanları da sınırlamaya çalışıyoruz. Ulaşıma en büyük olumsuz etkileri olan fonksiyon alışveriş merkezidir. Onu de minimize etmeye çalışıyoruz. Belli oranlarda falan tutmaya çalışıyoruz.

Yapabildiğimiz şeyler bunlar, bunların hepsi de plan tadilatıyla olan parseller, o söylediğiniz. Onlardaki görüşlerimizde aynen bunları belirttik. Yani, belli bir yüzdelerle onları tutmaya çalıştık. Alışveriş merkezlerini, ofislerini ve genellikle de turizm fonksiyonunun daha geniş bir alanda kapsamasını sağlamaya çalıştık.

ZORLU’nun arazisinde yapılan plan tadilatını şöyle destekliyorum. Bir kere kamunun bir arazisi ve kamu kurum görüşlerinin hepsine uydular. Yani, bizim bu turizmle ilgili ve ticaretle ilgili, ofisle ilgili bütün görüşlerimize uydular; Koruma Kurulunun kararlarına da uydular. Ama siz görüş verip, meclislerden geçerken veya onama yetkisi olan yerlerden geçerken, bunlara uyulmadığını da görebiliyorsunuz. Ama orası uydu.

Hocamın da dediği gibi ilk plan tadilatı onun karşısındaki parselde oldu. Şimdi, bir bilgi daha vereyim. Daha altlarda da plan tadilatları var şu anda. Onlar da kurum görüşü aşamasında.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkürler.

Peki, öyleyse gene süreyi biraz aştık. Oturumu burada kapatıyorum, hepinize teşekkür ederim.

----&----

Page 94: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

94

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Oturum Başkanı: Erhan DEMİRDİZEN

----&----

OTURUM BAŞKANI- Evet dışarıda kimse yok galiba, krizden en çok bizim oturum etkilendi.

Evet, isterseniz küçük küçük başlayalım. Oturumumuzda krizin sektörel yatırımlarla ilgili ve tabii planlamayla ilgili farklı boyutlarını konuşmaya bir önceki oturumda olduğu gibi bu oturumda da devam edeceğiz. Bu kez farklı sektörler açısından, bir önceki oturumdaki sektörlerden biraz daha farklı olarak, çeşitli sektörel boyutlarını, yatırım boyutlarını, İstanbul’daki projelerin krizden nasıl etkilendiklerini, büyük yatırımların, hem kamu projeleri açısından, hem özel sektör projeleri açısından İstanbul’un son 6 ay, 1 yıl içerisindeki ve önümüzdeki dönemdeki beklentileri itibariyle durumunu konuşacağız.

Bugünkü oturumumuzda, bu konuların farklı boyutlarını değerlendirmek üzere, dört konuşmacımız yer alıyordu. Ancak biraz önce İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyemiz Sayın Prof. Dr. Cengiz Giritlioğlu’nun bir sağlık problemi nedeniyle bizimle birlikte olamayacağını öğrendik. Sabahtan beri toplantıyı aslında takip ediyordu. Bir şekilde programda görünen Yrd. Doç. Dr. Sayın Hülya Yakar, aynı zamanda Odamızın Yönetim Kurulu üyesidir. Hülya Hanımla ilgili olarak da geçtiğimiz günlerde, programın basımı aşamasında bir yanlış anlaşılma nedeniyle, şu anda ismi burada görülüyor.

O nedenle de programdaki teknik hatalar nedeniyle sizlerden özür diledikten sonra, günün son oturumu, son tartışması olarak, Sayın Firuz Soyuer Türkiye Yönetim Komitesi Üyesi olarak aramızda. Bu son oturumumuzda ve programda Sayın Alper Aksoy görünüyor. Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği’nden. Derneğin başkanı Sayın Turgut Gür aramızda.

Bu toplantıda, önceki oturumlarda ortaya çıkan kimi değerlendirmeleri de belki bir sentezleme olanağımız olacak. Özellikle, sektörel yatırımlar açısından, bir kamu borçlanmasının belediye ölçeğinde ve merkezi hükümet, merkezi yönetim ölçeğinde bir kamu borçlanmasının artmasını belki burada bir son olarak değerlendirme olanağımız olacak. Ama onun ötesinde, İstanbul gibi hızla büyüyen bir kentte yatırımların durmasının ya da çok ciddi miktarda yavaşlamasının, kentin mekân organizasyonu açısından nasıl bir sonuç doğuracağını tartışacağız burada belki.

Kentin böyle bir durağanlık döneminde; altyapı yatırımlarının durağanlaşması döneminde, kendisini dengeli olarak, mekânsal bir zeminde

Page 95: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

95

dengeli olarak organize edip edemeyeceğini, bunun mümkün olup olamayacağını tartışacağız, konuşacağız. Tabii, yine kriz ortamının planlamayla çok yakın ilişkisi var. Bugün oturumumuza katılamayan iki değerli konuşmacımızın ikisi de şehir plancısı. O nedenle, belki onların yokluğunu, hep beraber bu toplantıya katılan sizler ve bizler belki gidereceğiz.

Bu oturumda bir anlamda kriz ortamının İstanbul’un planlanabilirliğini, İstanbul’un planlı gelişmesini sürdürebilirliğini, nasıl etkileyip etkilemediğini de konuşmak istiyoruz. Eğer dediğim gibi altyapı yatırımlarını yapamıyorsanız, gelişmeleri bir üst plan, bir planlama anlayışı içinde nasıl yönlendireceksiniz? Sorusuyla karşı karşıyayız.

Bu oturumda en fazla üzerinde durmak istediğimiz konulardan bir tanesi, İstanbul kentinin çok sorunlu büyüyen, yoğunlaşan, merkezi iş alanı; merkezi iş alanı üzerinde biraz konuşmak istiyoruz. Özellikle, krizin yarattığı kimi talep ve yatırım durgunluklarının, merkezi iş alanı üzerindeki etkilerini burada belki biraz açmak istiyoruz. Özellikle, geçtiğimiz yıllarda İstanbul’un merkezi iş alanını yeniden yapılandıran yoğun bir alışveriş merkezi, ofis gibi yatırımlar, projeler gündemimizdeydi. Hatta zaman zaman bir önceki oturumda Bahadır Bey haklı olarak, belki bunun altını çizdi. Biz zaman zaman bunların çok fazla olduğundan da şikâyetçi olduk. Belirli bölgelerde özellikle aşırı yoğunlaşmalarının, planlanma açısından yarattığı handikapları çok yoğun bir şekilde tartıştık. Acaba, kriz ortamında bütün bu yatırımların durağanlaşması, merkezi iş alanında yeniden kamusal bir yaklaşımla, yorumla, buraların yeniden ele alınmasını mümkün kılabilir mi? Bütün bu stokumuz, merkezi iş alanındaki yapı stokumuz, yeniden değerlendirilebilir mi ve nihayet tabii krizin özellikle İstanbul’daki kültür, turizm ve merkezi iş alanı üzerindeki etkisini kıracak olan bir yasal çerçeve söz konusu olabilir mi? Benzer krizden etkilenen dünyada büyük kentlerin, ülkelerin merkezi kenti konumunda olan büyük kentlerin, krizleri sektörel olarak aşması açısından yapılmış yasal düzenlemeler, yasal önlemler var mı? Yoksa, bizdeki yasal düzenlemeler, özellikle kentin kültür sektörüyle ilgili, kentin turizm sektörü ile ilgili; kentin merkezi iş alanını etkileyen sektörleriyle ilgili olarak yapılan yasal düzenlemeler, yoksa bizde krizin etkisini daha da mı arttırıcı özellikler gösteriyor? sorusunu belki bu oturumda ele alabiliriz.

Yine bu oturumda dediğim gibi özellikle şehir plancısı katılımcılarımız olsaydı, yine belki hep beraber yapacağımız bir tartışma bu, bir yatırım ve plan ilişkisini belki ele alabiliriz. Çünkü kriz bağlamında konuştuğumuz pek çok konu, dönüp yatırım-plan ilişkisinin çerçevesi içerisinde dikkatimize geliyor.

Burada özellikle biz plancılar olarak yatırımların, plan dışı alanlarda, plan tarafından yatırım amacıyla düzenlenmemiş alanlarda gerçekleştirilmesinden çok şikâyet ediyoruz. Ama biliyoruz ki, masanın öbür

Page 96: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

96

tarafından bakan uzmanlar, masanın öbür tarafından bakan ilgililer diyorlar ki; “Türkiye’nin öyle bir planlama sistemi var ki, öyle bir planlama metodu var ki, öyle bir yasal mevzuatı var ki, Türkiye’de herhangi bir alan planlandığında, oranın arazi değerleri çok yükseliyor ve dolayısıyla aslında Türkiye’de planlama yatırımın maliyetini yükselten bir unsur haline geliyor” deniliyor.

O nedenle, bunu bir tartışma olsun diye söylüyorum. Dolayısıyla, aslında bizim planın içerisine çekmeye çalıştığımız yatırımlar, maliyetleri düşürmek adına planların dışına doğru taşmaya, çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla “bu sorun, bu çelişki nasıl çözülebilir, aşılabilir, dünyada bunun örnekleri nasıldır?” diye bir planlama tartışmasını da bir kenardan belki yapabiliriz, ama dediğim gibi bu oturumumuzun öncelikli konusu bütün bu sonuçlara varabileceğimiz şekilde bir sektörler itibariyle bir değerlendirme yapmak.

İsterseniz sözü bu kapsamda Sayın Firuz Soyuer’e vereyim öncelikle. Bütün bu konu başlıkları itibariyle, sorgulamaya çalıştığımız konular itibariyle İstanbul’da durum nasıl? Geçtiğimiz 1- 1,5 yıllık dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzde krizden çıkma senaryoları kapsamında yakın geleceğimizi, uzak geleceğimizi, nasıl görüyorsunuz?

Buyurun Sayın Soyuer.

FİRUZ SOYUER- Çok teşekkürler, hepiniz hoş geldiniz!

Bu günün son oturumu olması nedeniyle, belki biraz yorgun olabilirsiniz. Biz de o yüzden mümkün olduğu kadar özellikle ben kısa tutmaya çalışacağım konuları. İstediğiniz zaman, herhangi bir soru olduğu zaman, durdurup tekrar başlayabiliriz, bu sorun değil; süreklilik açısından herhangi bir sorun yaratmıyor.

İlk önce kriz konusundan başlayalım. Beyefendi biraz evvelki oturumda söyledi. “kriz ancak ve ancak bir düzen içinde olabilir; kaos içinde kriz olmaz” dedi. Ben de katılıyorum hakikaten. İstanbul’un yapısına bakarsanız, gerek planlama, gerek kullanım açısından bir kaos halinde büyüme var. Kaos kendi içinde bir düzen midir? Bunu tartışabiliriz tabii. Bazı noktalarda kaotik düzenlerden de söz edilebiliyor. Belki İstanbul’da en azından son yüzyılda, kaotik düzenler içerisinde var olmaya çalışan, yegâne demeyim, ama sayılı metropollerden birisi herhalde.

Konumum itibariyle, özellikle ben, işin sadece bir kısmından almak istiyorum. Merkezi iş alanları, İstanbul’un merkezi iş alanları dedik esasında başında. Ne zaman esasında merkezi iş alanı tanımı yapıldı, İstanbul’da? Bir bunun tarihçesine bakalım. 1950’ler civarında merkezi iş alanı diye bir şey pek fazla yok; ama 1950’de nüfusa zaten 500 000’den başlıyoruz. 500 000’de bir hizmet kentinden çok daha bir sanayi kentine dönüşmüş, ticaret

Page 97: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

97

merkezi olmasına rağmen, bir sanayileşme politikasının da İstanbul’un içinde var olduğunu görüyoruz.

1960’lara gelindiğinde, sermaye birikimlerinin yavaş yavaş başlaması, finansla ilgili olan alanların yavaş yavaş İstanbul’a kaymasıyla bir istek başlıyor, ama hâlâ bir merkezi iş alanı diye bir talep, daha doğrusu alan talebi yok ortada görülebilen.

1960’ların sonuna doğru, artık yavaş yavaş servis alanlarının, Tarihi Yarımada’dan çıkartılıp, başka alanlara, büyük alanlara kaymak istemesiyle birlikte çok ufak bir aks oluşuyor. Eskiden de var olan bir aks belki bu, ama daha belirginleşiyor. Bu şu anki Karaköy-Kabataş Hattı üzerinde dediğimiz bir aks. Eskisi var mı, çok daha eskisi var. Yüzyıl evvel bu aks Bankalar Caddesi üzerindeyken, biz onu unutup, tekrar başka bir taraftan başlatmaya çalışmışız, devam eden bir şey bu.

1980’lerin sonuna gelindiğinde, yeterli talep artık oluşmaya başlıyor ve servis sektörü, daha doğrusu hizmet sektörü için özellikle finans alanındaki talepten, kullanım talebinden, kullanıcı talebinden olan bir faktörle, yavaş yavaş bu sektörlerdeki çalışanlara yeni mekânlar gerekmeye başlıyor ve çözümler aranmaya başlıyor.

Avrupa Yakası dışında başka bir çözüm düşünülemediği için, ilk akla gelen şey, Büyükdere Caddesi üzerindeki alanların, eski endüstri alanlarının yeniden, yeni fonksiyonları kazandırılarak bir hizmet alanı, merkezi iş alanı haline getirilmek istenmesi, güzel bir istek. Benzer uygulamalar bir sürü metropolde daha evvelden yapılmış, dolayısıyla bunun yapılmaması için hiçbir neden yok.

İlk uygulamasını 1989’da görüyoruz. Levent’te başlıyor ve Yapı Kredi Plaza bu A-sınıfı dediğimiz ofis alanlarının ilk örneklerindendir. Daha sonra bu Levent alanından yavaş yavaş iki yönlü olarak çıkmaya başlıyor, 4. Levent’e kadar. Diğer taraftan da Zincirlikuyu ve Şişli civarında bir yapılaşma var. 1990’ların ortalarına doğru da Maslak’a sıçrıyor. Burada da sanayi alanları var. Bu sanayi alanlarında, aynı şekilde yüksek yoğunluklu merkezi iş alanlarına ait ofis alanları olarak düşünülmesi bu da yine olumlu.

Buraya kadar bir şey yokmuş gibi görünüyor. Tek düşünülmeyen veya planlanmayan kısmı Büyükdere Caddesi’nin bu yoğunluğunu kaldırıp kaldıramayacağını; trafik yoğunluğunu özellikle şehirlerde nasıl kaldıracağı konusunda çok fazla bir planlama yok.

1990’lara geldiğimizde, esasında çok ilginç bir şekilde, aynı anda ulaşım, raylı ulaşım sistemleri de bu alanda başlamış durumda. Hatırlarsanız, 1992’de inşaat başlıyor. 2000–2001 civarında da bitiyor metro. Bu zaman içinde de merkezi iş alanı dediğimiz alanlara yaklaşık olarak 300–

Page 98: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

98

500 bin metrekare civarında da bir ofis alanı, kullanılabilir ofis alanı eklendi; daha bu inşaat süresince.

Bugünkü noktaya gelmeden evvel, bu alanların tabii ki bir şeyini yapmak gerekiyor. Acaba, yani bu plana uygun olarak imarı gerçekleştirilmiş alanlarda hiç sorun olmadı mı, oldu; yani en büyük sorunu tabii ki ulaşımda görüyoruz. Ama onun dışında merkezi iş alanı halinde kullanılmaya uygun faktörleri de var mıydı, kesinlikle vardı. Özellikle, iki çevreyolu arasında kalması, ulaşım olanaklarının nispeten çok daha Avrupa’daki diğer yerlere göre uygun olması nedeniyle, burası esasında doğal bir merkezi iş alanı olarak gelişti diyebiliriz. Son 20 senede ve bütün olumsuzluklara rağmen, ulaşımda yaşanılan hâlâ en uygun yer olarak da ben düşünüyorum. Sorun nereden kaynaklandı? Gecikmede. En büyük gecikme tabii ki, kopuk olan merkez yaşamını yani, Levent’te biten alanın, diğer tarafta Maslak’ta tekrar başlaması ve bu aradaki ilişkinin de raylı sistemlerle kurulamaması.

Bu gecikme çok esasında pahalıya mal oldu. Çünkü nereden bakarsanız, bu eğer yapılsaydı, Maslak’taki girişimin daha düzgün olabileceğini görecektik. Aynısını sadece İstanbul yaşamadı yalnız, bunu çok daha gelişmiş boyutlarda Londra’da da gördük. 1990’ların başında Trade World projesi yapıldığı zaman, ağırlıklı olarak yine bir ofis alanı projesiydi. Buraya gelirken de her şey planlanmıştı. Belediye de o zamanki şeyde sadece buraya bir metro hattının uzatılması kalmıştı.

Çok geç kaldılar, geç kaldıkları için de proje ciddi anlamda zarara uğradı bu konuda. Demek ki; sadece bu hatalar burada yapılmıyor, yani Türkiye’de veya başka şehirlerde aynı şekilde, gecikmeden dolayı olan sorunlar hep yaşanıyor.

Şimdi 1989–2009, 20 yıl geçmiş durumda. 20 yıl süresi içinde, yaklaşık olarak bu alanda, İstanbul’da merkezi iş alanı dediğimiz yerde de toplamda 1–1,5 milyon metrekare A-sınıfı denilen ofis alanı gerçekleşti. Bu noktada ne yapacağız? Şimdi, İstanbul’un çok merkezli bir şehir olduğunu biliyoruz. Acaba, tek merkezli bir halde bunu tutabilir miyiz? Bunu nasıl geliştirebiliriz? İşte bu noktada birtakım şeylerin yavaş yavaş ortaya konması, daha detaylı olarak planlanması ve esasında planlamadan daha önce analiz edilmesi gerekiyor.

İşin yatırım kısmını bir tarafa bırakalım, çünkü yatırım tamamıyla varlık piyasasının bir sonucu olan bir şey. Kimin aldığı, kimin sattığı, yatırımcının kim olduğu, o kadar çok önemli değil. Mühim olan kullanıcı piyasasının, kullanıcı talebinin nereden geldiği. Hep A-sınıfı ofis piyasasını biz merkezi iş alanı olarak kabul edip, bunun üzerine gidiyoruz. Ama diğer taraftan, pastanın çok büyük bir payı olan diğer kısmını maalesef kaçırıyoruz. Bunlar ne? Türkiye’deki boyuta baktığımız zaman, hizmet sektörünün esasında genellikle KOBİ’lerden oluştuğunu görürüz.

Page 99: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

99

Banka ve finans kurumlarını bir tarafa bıraktığımızda, diğer hizmet şirketleri onların bir alt kullanıcısı şeklinde ve ufak şirketlerden oluşuyor. Bunların hiçbirisi 150–200 kişilik şirketler değil. Genellikle 20–50 arasında boyutlanan KOBİ diyeceğimiz şekildeki şirketler. Bu şirketlerin herhangi bir şeklide A-sınıfı alanlarını kullanma lüksleri maalesef yok. Ne kalıyor geriye? Daha az şekilde kalitelere sahip, ne bileyim mesela; bir lobisi olmayan, otopark alanları, çok fazla alanları tutulmamış, ama yine de erişilebilir akslar üzerinde olan B-sınıfı alanlar talebi ki, bu hiçbir zaman düşünülmeyen ve maalesef de doldurulmamış bir talep. Hâlâ önümüzde bir büyük muamma, bir soru işareti olarak kalıyor.

Onun yerine neyle biz bunu dolduruyoruz? Her zaman olduğu gibi, tamamıyla karma kullanımdan olan aşağısı dükkân, yukarısı apartman dairesi veya ofis alanına çevrilmiş alanlardan oluşan binalarla, maalesef biz hizmet sektörünü doldurmaya çalışıyoruz ki, en büyük hatamızda bence burada. Bu olmadan yani daha talebi tanımlamadan, kullanıcı talebini tanımlamadan bunu yatırıma dönüştürmek, varlık piyasasına dönüştürüp oradan tekrar bu kullanıcıları çekmek biraz zor. İlk önce talebi tanımlamamız gerekiyor ki, kullanıcı piyasasında buna uygun ürünleri mümkün olduğu kadar üretmek için geliştiricileri, developırları devreye sokalım, karşılığında da yatırımcılar bu ürünleri, “ha bunlar doğru ürün, dolayısıyla bunların kullanıcıları var, biz bunları alalım veya bunları yaptırmak için uğraşalım” diyebilsinler. Bu noktadaki eksikliğimizi birazcık daha üzerine düşerek en azından analiz etmemiz gerekiyor ki, daha sonra bize de yardımcı olsun diye.

İkinci konu, yine bu bahsettiğimiz alanların merkezi iş alanlarının çeşitlenip, İstanbul’un diğer taraflarında çok merkezli alanlara dönüştürülüp, dönüştürülemeyeceği. Bu konu tabii ki daha geniş bir konu. Özellikle, Avrupa Yakası’yla, Asya Yakası’ndaki farkların gittikçe azaltılmaya, sürdürülebilirlik açısından azaltılmaya çalıştığı noktada da, önem kazandığı kesinlikle doğru. Ama şunu da unutmamak gerekiyor, hizmet sektörü, diğer sektörlere göre birazcık daha fleksibıl bir sektör. Yani dolayısıyla zorlayarak, biz burasını merkezi bir iş alanı haline getireceğiz diyerek, insanları tekrar oraya yönlendirmek kolay değil. Ağırlıklı olarak kalifiye işgücünün olduğu bir alan. Dolayısıyla kalifiye işgücünün rahat erişebileceği, odaklanabileceği noktalarda oluşuyor. Bunun göz önüne alınarak planlama yapılması lazım. Sadece bir alan üzerinden planlaması, yani burası boş, en azından geliştirilebilir, dolayısıyla buraya yüksek emsal vererek biz bunları merkezi iş alanı haline getirelim demekle olacak bir şey değil. Kalifiye işgücü bütün alanlarda daha önemlisi servis sektöründe, hizmet sektöründe oluştuğu için. Onların bu noktalara ulaşımlarının muhakkak göz ardı edilmemesi lazım. Bu açıdan bakıldığında, İstanbul’da, birden fazla merkezi iş alanı olması ve bunların yapılmaması için, hiçbir sorun yok açıkçası. Biraz piyasa şartları ile kullanıcı talebinin gerçeklerle planlama aşamasında tartışılması ve ona göre

Page 100: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

100

yönlendirilmesi gerekiyor ki sonuçları da özellikle ona göre bizi olumlu noktalara getirebilsin. Şimdilik bu kadar.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Soyuer’e çok teşekkür ediyoruz.

Bize konuşacak çok konu çıktı tabii, bu değerli konuşmadan. Hemen, Turgut Bey’e dönmek istiyorum. Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı, buyurun Sn. Gür.

TURGUT GÜR (Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı)- Erhan Bey çok teşekkür ediyorum.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki salonda çok değerli izleyiciler var. Sürekli konferans ve toplantılara katılıyorum. Hep iki şeyden çok korktum. Aslında korku diye bir fobim yok, ama şu var; özellikle öğleden sonraki ilk toplantıda genellikle salon tıklım tıklım dolu olur fakat %90’ı uyur, %10’u uyanıktır. Bazen de burada olduğu gibi son toplantıda, toplantının %10’u vardır, %90’ı yoktur fakat bu da uyanıktır. Hangisini tercih edersiniz derseniz, ben ikisinden bunu tercih ediyorum. Çünkü bu saate kalan izleyici meraklı ve ilgilidir. Bu sebeple sizi neden, sizi içten ve gönülden kutlarım.

Bu bakımdan, bize bu %10 yetiyor. Ama sizden ricam, öteki %10’u lütfen bilgilendirin. Bir de yerleşik düzen vardır hani. Çok önemlidir bu yerleşik düzen. Hep hayatımızda da bu böyle geçmiştir. Hatta yaşantımızdan başlar, ev ortamından aileye kadar, sınıfa kadar, iş dünyamıza kadar. Hep bakarım, kenarda oturanlar kaçacakmış diye korkarım. Bu sefer de salonda herkes kenarda ancak yine korkum yok, çünkü kenarı sıkı tutmuşsunuz. Ortadan da zaten kaçacak yok. Üstad da orada sabahtan beri çok dikkatle izliyor.

Ben bu toplantıya öğleden sonra katıldım, sebebi de yurtdışındaydım. Dolayısıyla, burada çok değerli genç kadromuz var bizim. Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği’nin İcra Kurulu üyesi Alper Aksoy. O sabahtan beri takip ediyor, dikkatle notlar tutuyor, bana telefonla gönderiyor, mesajlar atıyor, o kadar çok şeyler söyledi ki, inanın ben heyecanlandım ve korktum. “Eyvah, bu kadar çok konu mu var?” diye.

Neticede, şimdi Firuz Bey de müthiş şeylerden bahsetti. Bana neyi hatırlattı? İstanbul'un merkezi iş planlaması diye başladığı cümlede 60lı yıllardan bahsetti. 1960 yılı benim hayatımda çok önemli bir yıl Firuz Bey. Hatırlayacak mısınız, tabii salonda genç arkadaşlarımız var. Ama yaşı 50’nin üzerinde olanlar hatırlarlar. O da zaten salonda yok gibi bir şey, benden başka…

Bu nedenle, şunu söylemek isterim: Zannedersem, 1960 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Beş Yıllık Kalkınma Planlarını hazırlıyordu. O

Page 101: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

101

planların hazırlık sırasında doğaldır ki Mecliste bütçe çalışmaları vardı. Hükümeti temsil eden bakan çıktı, “Sayın Milletvekilleri; şimdi Türkiye olarak biz bundan böyle Beş Yıllık Kalkınma Planları hazırlamak suretiyle ülkeyi planlıyoruz” dedi. Yani sanayiyi tarımı, hizmetleri vesaire anlatırken, arkadan bir el kalktı ve dedi ki: “Sayın Bakan; bize plan değil, pilav lazım”.

Bu söylem yıllarca Türkiye'de çok konuşuldu. Hatırlar mısınız, bilmiyorum ama zannedersem değerli hocalarımız hatırlayacaktır. Şimdi, olay böyleyken çok ilginç şeylerle karşılaştım hayatım boyunca. Çok gezme imkanı bulduğum için, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun o geniş hudutları içerisindeki ülkeleri gezdiğim zaman dehşet içinde kaldığımı size söyleyebilirim. Her ne kadar hocalarım bize tarih okuttularsa da, edebiyat okuttularsa da, bazen unutulur. Ama şunu gördüm ki Osmanlı’da, Fatih’ten sonra, ll Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1480-1510 yılları arasında planlama anlayışı çok iyiymiş. Aradaki 20 yıldan bu tarafa geldiğimiz zaman, 500 yıl boyunca ne yapılmış? Şehri planlamış, önce İstanbul’u planlamış. İstanbul'a gelmiş, İstanbul'un neresinde meydan, neresinde cami, neresinde okul, neresinde hastane, neresinde medrese, üniversite; neresinde ne var? sorularına planlama ile cevap bulmuş. İstanbul'un o planlamasında ciddi, bugüne gelen büyük yapıtlar, gurur duyduğumuz yapıtlar var. Bunu kim yapmış? Osmanlı yapmış, ne zaman yapmış? 500 yıl önce yapmış. 500 yıl sonra, 1960’ta bir milletvekilimiz “bize plan değil, pilav lazım” demiş, onu da bu ülke demiş. Şimdi, siz bana 1960’ı hatırlattınız. Bu bakımdan, bu bir anektod. Gençler bunu bilsin diye anlattım.

Sevgili öğrenciler; eğer sizin yarın bir programınız yoksa, o programı saat saat planlamadıysanız, akşama kadar eğer burada kiminle, nerede, nasıl konuşacağınızı, nereye gideceğinizi, ne yapacağınızı, sizin için önemli olan, dersleriniz için önemli olan, gelişmeniz için önemli olan konuları not etmediyseniz, yani günün 8 saatini çıkartın, 16 saatini planlamadıysanız, işte burada hata var demektir. Çünkü, bir defa kromozomlarımızdaki o programcılık, plancılık bizde var, ama eğitim konusu bu. Hocalar anlatıyor: “kendimizi de eğitmemiz lazım, günün gelişen teknolojileriyle, birlikte iletişim sistemiyle birlikte” hafızalarımızı tekrar tazelersek, elinizde dünyaya hakim olacağımız internet dediğimiz bilgi ağları var, iletişim ağları var. Ama, siz kendinizi planlarsanız, o zaman siz üniversiteyi bitirdiğinizde, işinizi planlarsınız. Belediyedeyseniz, belediyenin planlamasında, şirketteyseniz, şirketin planlamasında eğer verimli, hedefe dönük çalışmalar yaparsanız, önce siz, sonra şirket, sonra kuruluşlar, sonra devlet planlı olur.

Bizim bu tarafımızda ne var? Rekabet var, sakatlık var, eksiklik var. Bunu, özümüzü bilelim, kusurumuzu görelim diye söylüyorum. Bu bakımdan, TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’ne konuyu tartışma imkanı yarattığı için teşekkür ediyorum.

Page 102: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

102

Bu anlamda ülkenin dinamikleri dediğimiz kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine, herkese görev düşüyor. Konuları gündeme getireceksiniz, özgür ortamda ortak akılla tartışacaksınız. Ben Turgut Gür, öyle sanıyorum ki benim aklım müthiş, neden? Çünkü, Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği gibi, Türkiye turizm sektörünün 2/3’sine sahip olmuş olan bir patronlar kulübünün başkanıyım. Hayır, aslında ben zeki bir adam değilim; o kadar bilgili bir adam da değilim. Kuramsal bir adamım; yani nasıl yapılması lazım geldiğini öğrendiysem öyle yapıyorum.

Bu oturumda çok değerli insanlar var; sizlerin isimlerini bildiğiniz insanlar var. Onlarla çalışırken de planlı programlı çalışmak zorunda olduğumu biliyorum, sonra Türkiye'yi planlayacağım. Ben kendimi planlayamazsam, Türkiye'yi nasıl planlarım?

Hiçbir zaman unutmayınız ki program ve plandan önde hedef gelir. Hedefiniz yoksa, o zaman siz daima geri kalacaksınız demektir. Bizim ülkemiz de gelişmekte olan ülkeler arasındadır. Neden gelişmiş ülkeler arasında değiliz? Neden G-8’de değiliz de, G-20’deyiz? Az önce belirttiğim eksikliklerimiz sebebiyle değiliz. Konuyu İstanbul'a getiriyorum. Tasavvur ediniz, İstanbul, dünyada üç imparatorluğa başkentlik yapmış, iki kıtanın üzerinde yer alan bir şehir. Medeniyetlerin ve kültürlerin beşiği olmuş bir şehir. Biz bu şehri çarpıklaştırmak için yarış yapıyoruz. Böylesine bir saçmalık, böylesine bir gaflet olabilir mi?

Şimdi, bu tür toplantılar, konferanslar, sempozyumlar, workshoplarla doğruları bulmaya çalışacağız. Bugün burada çok değerli belediye başkanı, başkan yardımcıları, belediyenin değerli temsilcileri vardı. Üniversitemizin değerli hocaları, öğrencileri, akademisyenler vardı. Tabii ki, bunlar tartışıldı, birileri bir şeyleri duydu, cesaretle de gelip burada konuşmak gerekirdi, konuştular.

Şunu demek istiyorum: olay tamamıyla odaklanmayla ilgilidir. 70 yaşındayım. Hayatım 40 küsur yıldır uluslararası kuruluşlarda çalışmakla geçti. Aynı zamanda hesap uzmanıyım, yeminli mali müşavirim, vesaire vesaire… Çok tecrübeden geçtim, çok dayak yedim. Burada ne demek istiyorum size? Her gün bir şey öğrendim. Hâlâ her gün bir şey öğreniyorum. Firuz Bey’den de, şimdi bir şey öğrendim. Erhan Hoca söylerken de not etti, bir şey öğrendim. Öğrenmenin hududu ve sonu yok. Bu nedenle; hiçbir zaman cebimizden not kâğıdını eksik etmemeliyiz.

İstanbul’da, İstanbul'un çevre yollarının hemen etrafına baktığınız zaman, özellikle şu Boğaz Köprüsü ve Mecidiyeköy aksından giderken, çevreye bakınız, gecekonduları göreceksiniz. O yol hangi tarihte açıldı? 20 yıl önce açıldı. Ne oldu? Şehir kontrol edilmedi, edilemedi.

Şimdi, şehrin sahibi kim? Şehrin sahibi ben değilim, ben bir bireyim, siz bir bireysiniz. Şehrin sahibi, şehri yönetenler. Önce belediye, seçimle

Page 103: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

103

gelmiş, şehri yöneten meclisleri var, organları var, bütçesi var, yönetim gücü var, kanundan almış bu gücü, o yönetiyor.

Dolayısıyla, nasıl olur da İstanbul'un ana arterinde gecekonduya izin verirsiniz? İşte bunlar yanlış, artık bundan sonra böyle uygulamalar olmamalı. Olmayacağı yönünde içimde iyi bir his var. Son gelişmeleri izlediğim için bunu söylüyorum.

Belediye Başkanımız Topbaş’a da söylüyorum, zaman zaman rica ediyorum; “Başkan, bu hata, bunları yık, bu alanları düzgün hale getir, İstanbul'a yakışsın, ama orada oturanları da mağdur etme; ama bundan sonra fırsat da verme, çünkü bu şehir bizim. Sonra kimin? Yine bizim, biz kimiz? Bizden sonraki yüzlerce nesiliz”.

Ben arkamda torunumu bırakıyorum, o da onun torununu bırakıyor. Yüz yıllarca bu şehir bizim şehrimiz olduğuna göre, dünyanın 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul değil, 2000 değil, 3000 yılı Avrupa Kültür Başkenti İstanbul, 4000 yılın İstanbul Kültür Başkenti İstanbul'u düşünmeliyim. Düşünün, o zaman çıtayı yüksek tutmak zorundayız.

Bu bakımdan, bir notum var, onu aldım sizlere söyleyeyim diye. Biraz sonra sizi bilgilendirmek babında bir şey anlatacağım. Bundan bir ay önce Bayındırlık ve İskan Bakanımız Sayın Mustafa Demir’le bir toplantıdaydık. Sayın Bakan’a notlarım vardı, aynen notu aldım geldim. “Sayın Bakanım, bazı notlarım var, sizden rica ediyorum, lütfen bunları çok derli toplu toparlayın bitirin, bunlar böyle geriye kalmamalı” dedim. “Nedir Başkan?” dedi. “İmar planları var, bu imar planlarının onayı, onaylanması bir yıldan fazla, bir plan iki yıl bekler mi onaylanmak için? Bu kadar kadrolar var, doğruysa doğru, yanlışsa yanlış, yanlışı reddet. Hata varsa, hatayı düzeltin de, doğruysa doğruyu da onayla” dedim. “Tamam” dedi. Arkasından şunu söyledim: “Sayın Bakan; 1/100000-1/50000 planlar var. Bu ölçekteki planları belediyeler yapıyor, ediyor ama benim bir anlayışım var, dünyayı da gözlüyorum. Metropollerin nasıl çalıştığını inceliyoruz. Buradan şunu gördüm ki, bizde de öyle olması kanaatindeyim: Birincisi; şehir plancıları ve Devlet Planlama Teşkilatı’nı da birlikte bu planları gözden geçirip, onaylayacaksınız, doğrusu bu” dedim. O da aynen şöyle söyledi: “Biz de zaten bu konu üzerinde çalışıyoruz” dedi. Sonra geldim, “Kıyılarda biz oteller yapıyoruz, doğa tahrip oluyor. Kıyı kenar çizgisi diye bir konu var. Kıyı kenar çizgisi zaman içerisinde değişiyor; iklimler de değişiyor. Dolayısıyla, kıyı kenar çizgileri şekil değiştiriyor. Bundan 70 yıl evvel yapılmış olan bir kıyı kenar çizgisinin haritadaki yerine baktığınız zaman o yok, denizin içinde kalmış veya tersi olmuş. Bu çalışmaları yapın, bunları da bitirelim. Özellikle, turistik bölgelerde kanalizasyon arıtma tesisleri bütünlüğünü sağlamadan, altyapı, yolları bitirmeden tesise izin vermemek gerekiyor. Bu böyle olsun, planlamalar böyle olsun” şeklinde notlarımı ilettim.

Page 104: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

104

Biz devletle, hükümetle yakın çalışmak suretiyle hataları söylüyoruz. “Doğal ve kültürel varlıklarımızı koruma ve kullanma dengesi içinde fonksiyonlarımızı yaptığımız zaman bu turizm sektörü dünyanın gözbebeği sektör olmaya devam eder. Burada hata yapmamalıyız, bunu nasıl yapacağız, şöyle yapacağız” diye anlatıyoruz.

Bu bakımdan, Türkiye turizmi 1980 yıllarında başladı. 1980’li yıllarda ülkeye baktığınız zaman, turizm hareketine resmi rakam Merkez Bankası kayıtlarıyla 1 milyon, Devlet İstatistik Enstitüsü 1 milyon 300 bin turist ülkeyi ziyaret etmiş, 300 milyon dolar döviz geliri elde edilmiş. Ülkedeki turizm varlığımızı da yatak kapasitemiz 40 bin civarında. İstanbul merkez ve ağırlıklı olmak üzere 40 bin yatağı olan bir ülkeyiz.

Dünya turizminde Türkiye ismi yok. Türkiye şu: Dünyada böyle bir ülke yok ki, 15 bin yıllık yerleşim merkezleri olsun ve açık hava müzesi olarak dünyaya sunulsun. Dünyada başka böyle bir ülke yok. Şanlıurfa’daydık bundan 15 gün önce, Göbeklitepe’de, M.Ö. 13 bin yılında yerleşim merkezi var. Bütün yerli - yabancı arkeologlar bunu tespit etmişler. 15 bin yıl siz geriye gidiyorsunuz. Açıkhava müzesi, var mı böyle bir şey? Var mı dünyada bir Kapadokya? Var mı dünyada bir Şanlıurfa, Gaziantep, Zeugma, Hasankeyf, Mardin, Midyat var mı böyle bir şey? Adıyaman, meşhur görmüş olduğunuz o turistik krallık.

Dolayısıyla, şunu demek istiyorum: Bu ülke turizm varlığı bakımından dünyanın en zengin ülkesi. Diğer taraftan ne? Diğer taraftan da şu var. İnanç turizmi açısından da dünyanın yegane zengin ülkesi. İslamiyet’in de, Hıristiyanlık’ın da, efendim diğer, yani Yahudiliğin de bu ülkedeki kaynaklarına baktığınız zaman, kiliselere, ilk kurulan kiliselere, tarih öncesine inanılmaz zenginlik.

Bu ülkeyi biz anlatamıyoruz. Yani ya kabiliyetimiz yetersiz ya da bütçemiz yetersiz. Dolayısıyla, şimdi bunların üzerine düştük, anlatma konusunda bir plan yaptık. Bu konuda şimdi size sabırlarınıza sığınarak, şurada bakmak. İnanç turizmi dediğimiz Efes’te Meryem Ana var. Hz. İsa’nın annesi. Sonra geliyorsunuz Tarsus’ta Hz. İsa’nın 12 Havarisi’nden Aziz Paul. Sonra geliyorsunuz Antakya’ya, Antakya’da Hıristiyanlık’ın ilk kilisesi, kiliselerinden birisi. Sonra geliyorsunuz, Süryani kilisesi Mardin, Midyat civarı, Şanlıurfa üç semavi dinin peygamberler şehri.

Bu inanç turizmi bakımından dünyadan eğer bu ülkeye sadece bu bağlamda 50 milyon turist alamıyorsak, onu planlanmış, düzgün yerleşimlerle ağırlayamıyorsak, biz eksiğiz demektir. Bu farkı kapatmak için şimdi ben Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği olarak uzmanlarımla, mimarlarımla, mühendislerimle çalışarak planlama yaparken, hükümetin de, devletin de çeşitli birimlerinden görüşler alıyorum.

Page 105: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

105

Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızdan, Devlet Planlama Teşkilatı’ndan, İstatistik Enstitüsü’nden, Ulaştırma Bakanlığı’mızdan vesaire. Bunlardan geliyorum ve burada harmanlayarak, şimdi size kısaca bilgi vereceğim. Şurada şöyle bir bilgi var. Tabloda Türkiye'nin 30 yılı var. Biraz önce konuşmama başlarken, değerli arkadaşlar eğer hedefin belli değilse, programını yapamazsan, ben plan yapamam dedim. Şimdi, ben burada ne yaptım? Geçmişi inceledim, analiz yaptım.

Türkiye'nin geçmiş sıfır noktasındaki turist bugün nasıl geldi diye analiz yaptım. Bu analız devletin resmi rakamları yani. Ben sadece tablo yaptım. Ama oraya baktığım zaman, o bana şimşekler çaktı. Bir şeyler söyledi, konuştu tablo, yani oradaki ekonomik parametreleri değerlendirdiğinde, geleceğe ışık tuttu.

Orada bakıyorum ki, şimdi şöyle baktığımız zaman değerli arkadaşlarım, 1980 yılında Türkiye'ye yabancı turist gelmiş. 1 milyon 300 bin civarında, 327 milyon dolar döviz girdisi var. İleri doğru tabloları biz çok geliştirdik, çünkü bunu hükümete de sundum; Sayın Başbakana ve Cumhurbaşkanına da bunu sundum, ekonomiden sorumlu Ali Babacan’a da çok detaylı çalıştık, onun için tablo böyle. Tablo ileri doğru gittiğiniz zaman, iç turizm hareketini gösteriyor. İç turizm hareketi de, dış turizm hareketinin ¼’ü, sağ tarafta da vergisel destekler diyor. Yani, kurumlar vergisi, katma değer vergisi, istihdam vergileri vesaire. Devlete de o yıl 87 milyon dolar kadar bir katkıda bulunmuş.

Şimdi, tabloda üç bölüm var. Birinci on yıl, 80-90, ikinci on yıl 90-99, üçüncü on yıl 2000-2009 birinci on yıla bakıyorum, Türkiye'ye birinci on yılda 25 milyon turist gelmiş, 12 milyar dolar döviz geliri elde etmiş. Ama turizm hareketi 1984’te başlamış. Yani, Turgut Özal’ın turizm politikalarına destek vermesiyle başlamış. Ondan sonra ikiye katlanarak gelişmiş.

Sonra 90-99 yılına bakıyorum, o on yılda 24 milyon olan 75 milyon olmuş. Yani, on yılda yüzde 300 büyümüş. On yıl öncekine göre ve döviz geliri 50 milyar dolar olmuş. Tekrar tablo yürüyor, 17 milyar devlete katkıda bulunmuş.

2009 yılına geldiğimizde, bu yılki 8 aylık ekonomik verileri aldık. Oradan da bakıyoruz ki, burada 2009 yılına geldiğimiz zaman, kriz ortamında küçülmüş. Giriş sayısı yüzde -3 olmuş, gelirde de yüzde 7 olmuş, olacağını tahmin ediyoruz. 183 milyon turist 154 milyar dolar döviz girdisi var, dış döviz girdisi. Ne olmuş? İkinci on yılı da 2,5’a katlamış, yüzde 250 bu gelişmeye baktığınız zaman, şurada 1980-2009 Türkiye'yi 282 milyon turist, 216 milyar dolar döviz girdisi sağlamak suretiyle ekonomiye katkıda bulunmuşuz ve de dış ticaret açığımızı yüzde 33,5 oranında kapatmış.

Türkiye ekonomisinin ayakta kalmasının bir nedeni krizler, daha evvel de krizler olmuş. Orada bu hizmetler sektöründeki turizm sektörü

Page 106: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

106

olmuş. Yine sonuca bakarsak, 68 milyar dolar devlete katkı sağlayan bir sektör olmuş. Bu bir analiz, bunun içerisinden biz yatırımcılar olarak, yatırım uzmanları olarak çok dersler çıkardık. Kriz dönemlerinde nasıl olmuş, krizden sonra nasıl büyümüş. Mesela, orada kriz olmuş, diyelim ki yüzde 10 küçülmüş, kriz sonrası yüzde 20 büyümüş, ondan sonraki yıl yüzde 30 büyümüş, sonra yüzde 46 büyümüş. Bir kriz daha olmuş, yüzde 10 küçülmüş. Kriz devam etmiş, artı üç olmuş, ondan sonra yüzde on beş olmuş, yirmi büyümüş.

Demek ki, krizden sonra bir büyüme sonra bir atak var. Ben yine bunu bekliyorum yalnız Erhan Bey. Bu yani, 2010 sonrasında Türkiye'de büyük bir atak olduğunu bekliyorum. Şimdi, bundan sonra yürütürsek, tabloya baktığımız zaman şunu görüyoruz. Bölgesel olarak burada İstanbul'u size göstereyim. Burada 2008 yılında 26 milyon 336 bin turist Türkiye'yi ziyaret etti, 22 milyar dolar döviz girdisi sağladık.

Ona bakıyorum, Antalya, Antalya derken Akdeniz anlamına geliyor, yalnız Antalya sahilleri. Antalya Şehri değil, Akdeniz sahillerine 8,5 milyon turist gelmiş, Türkiye'nin 1/3’ü. İstanbul'a 7 milyon 50 bin gelmiş, yüzde 27’si. Sonra, Ege Bölgesi’nde Muğla, İzmir, Aydın topladığınız zaman yüzde 18 ve diğer. Diğeri de Trakya kapısından gelen, Gürcistan kapısından gelen ve güneyde Arap ülkelerinden Suriye, Irak kapısından, İran kapısından giren önemli olmuş.

Ağustos ayı sonu itibariyle kriz döneminde olmamıza rağmen, İstanbul'a gelen turist sayısı yüzde 3 artmış. İstanbul'a gelen turist sayısı 5 milyon, ama ağustos itibariyle. Biz bu gelişmeyi Aralık’a kadar götürdüğümüz zaman, şunu görüyorum, gittikçe de artıyor. Yüzde 6 civarında artacağını görüyoruz, yani 7,5 milyon yabancı turist İstanbul'u ziyaret ediyor.

Genele baktığım zaman, Türkiye'ye, Türkiye'de de artı 0,08 yani başa baş diyelim biz buna. Bu çok büyük başarı, Türkiye'nin başarısı. Ne demek? İspanya yüzde 23, Portekiz yüzde 24, Fransa yüzde 19, Yunanistan yüzde 16, Mısır yüzde 20 küçüldüler, sayısal. Türkiye sıfır, ağustos sonu itibariyle. Hızlı girişler var güneyden Suriye’den vize kalktı; geçen hafta vizeyi kaldırdık. Bu nedenle hızlı girişler orada sayıyı artırabilir.

O bakımdan, İstanbul'a 7,5 milyon turist kendimizi ayıplarım. İstanbul'a 15 milyon turist gelmeli; 20 milyon gelmeli. Ancak, turizmin olmazsa olmazı olan doğal ve kültürel varlıklarımızı koruma kullanma dengesi içerisinde yeni yapılaşmaları plan ve program içerisinde yapmam koşuluyla İstanbul'u dejenere ederek değil.

Onun için, sayın yöneticiler, sayın belediyeciler, sayın şehirciler; bunları bizi yatırımcı olarak bunu bekliyoruz. Bunlar çok önemli, eğer yanlış yerde planı onaylıyorsanız, yanlış yapıyorsunuz. Yanlış yerde tabii ki

Page 107: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

107

onaylamamak lazım. Bu bakımdan, bu sayılar önemli. Sizlere bunu hatırlatmak için söyledim.

Bununla birlikte, şimdi ben düşünüyorum ki, koskoca Türkiye biraz önce anlattım, dünyanın turizmde gözbebeği olacak bir ülke. 30 yıl önce yoktuk, sıfırdık. Bugün neredeyiz? Dünyanın 7. büyük ülkesiyiz. Aklınızdan çıkarmayınız, dünyanın 7. büyük ülkesiyiz. Biraz sonra göreceksiniz, ama şimdi size buradaki malvarlığımızdan bahsetmek istiyorum. Türkiye genelinde konaklama tesisimiz nitelikli yatak kapasitemiz 1 milyon, 600 bini Turizm Bakanlığı belgeli, 400 bini belediyeler belgeli olmak üzere.

Marinalarımızın sayısı geçenlerde açılan D-Marina’yla, Port’la birlikte 25 adet oldu. 10 bin yat bağlama kapasitemiz var. 15 tane golf tesisimiz var. Son üç yılda yapılan 7 taneyle birlikte 15 tane oldu. Uçak sayımız 250 Türk Hava Yolları dahil, özel şirketler. Koltuk kapasitemiz 40 bin. Şimdi, ben ne yapmak istiyorum? Dünyanın yedincisiyim, ne olmak istiyorum? Dünyanın dördüncüsü olacağım. İddia ediyorum, hedefim ona göre, 25 yıl sonrayı planladım. Planlarken, ben yatırımı planladım. Şimdi, birileri de beni planlayacak. Yani, birileri planlarken, o birileri kimler? Tabii ki, şehir plancıları, belediyeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı, belge verenler vesaire.

Şimdi, burada arkadaşlar; ben hedefe ulaşmak için araçlarımı artırmam gerekiyor. Bir milyon yatağa 500 bin ilave edeceğim, 1,5’a çıkartacağım, toplam yatırım 14 250 milyon dolar. Marina sayımı 40 tane artıracağım, 65’e çıkartacağım, 2 milyar dolar. Çünkü, yat bağlama kapasitem Ege’de çok zayıfım, Yunanistan’a kaptırıyorum, o bakımdan 20 bini ilave ederek, 30 bin yat kapasitesine ulaşmam lazım, bugün 15 bin yat dolaşıyor. Onların çoğunu çekmem lazım ve konaklamalarını da artırmam lazım, ben de konaklamalarını istiyorum.

Türk karasularında, benim limanlarımda bakım yapmak istiyorum, bakım paralarını ben almak istiyorum, Türkiye olarak dövizimi artırmak istiyorum.

Golf tesislerim benim 15 tane. Buna 35 ilave ederek 50’ye çıkartacağım. Karadeniz, İstanbul bölgesi, Marmara, Ege, Akdeniz, Doğu Anadolu dâhil. Dünyanın zenginlerini, özel uçaklarıyla bu bölgelere getirip, onları hem Türkiye'yi tanıtmak açısından, hem de aynı zamanda golf turizmini çekmek açısından zengin sınıfı buraya çağırmam lazım; golf sayımı artırmam lazım. Onun için, 525 milyon dolarlık bir yatırımım var.

Uçak sayım 250, 250 daha ilave edeceğim. Niye? Çünkü, kapasiteler artacak, yanı sayılar artırılınca daha fazla adam taşıyacağım. Bu bakımdan, nitelikle, yeni modern teknoloji ihtiva eden 250 uçakta 55 bin koltuk ilavesiyle 100 bine çıkartacağım. Toplam benim kongre ve fuar merkezlerimle beraber yatırımım 24 milyar dolar. Devletin de buna altyapı olarak havaalanları, limanlar, kuruyuz limanları vesaire 15 milyar dolar

Page 108: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

108

civarında da yatırımı gerekiyor. Zaten yapıyorlar, biz de bunları zaten birçoğunu başladık, yapıyoruz.

Peki, bunu yaparsak ne olur? Ona bakacağız. Bunu yaparsak değerli arkadaşlarım şu olur. Kriz ortamında Erhan Bey, tedbirli olmaya çalıştık. Ne demek? Baktık, 1929–30 dünya ekonomik krizi yıkılmış, dünyada neler olmuş? Finans merkezleri çökmüş, ülke bütçeleri çökmüş, hatta savaş unsuru olmuş. Bütün bunları dikkate aldığımız zaman, baktık ki, krizden sonra nasıl toparlanılmış, analizler yapmak suretiyle uzmanlar geldik şimdi, bizim tahminimiz şöyle. Sayısal olarak biraz önce sayıda eksiklik yok dedim, ağustos sonu itibariyle. Ancak, ben tutmuşum yüzde 3 küçülürüm demişim; gelirde de yüzde 7 küçülürüm demişim.

Geliri tutturmuşuz, yüzde 7 gerçekten küçüldük, fakat sayıda başa baş sıfırız. Daha başarı, ancak şöyle bir tedbir yaptık. Ancak, şöyle bir tedbir yaptık. Biz “bundan böyle büyümelerimizi 2010’da kriz devam ediyor, hafifledi, .yüzde 5 büyütelim. Fakat, sonraki üç yılda 9 büyütelim, geliri 10 büyütelim” dedik. Bu sefer de ben gittikçe indirdim, yüzde 8 büyütelim beş yıl, geliri 11 büyütelim, sonraki beş yılda yüzde 7 neden? Doyma noktasına gelebilir düşüncesiyle böyle bir parametreleri yerine oturttuk, öyle bir projeksiyon yaptık ki, tedbirli olalım düşüncesiyle.

2023 yılında Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlarken, bu ülkeye 71 milyon turist ziyaret edecek. 80 milyar dolar döviz geliri gelecek, ama biraz önce söylediğim yatırımları yaparsa, o plan ve program içerisinde yaparsam ve yarından itibaren, 2010’dan itibaren, 2023’e kadar 655 milyon turist, 640 milyar dolar ekonomiye katkıda bulunacağım.

O halde, ben bu projeksiyonları madem ki yapıyorum, Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği uzmanlar olarak, hükümetle de bunu tartışıyorum. O zaman, ben bu yatırımları nerede yapacağım, nasıl yapacağım? O zaman, olay ona geldiği zaman, işte orada ben bunu şurada burada yapacağım, ama dünya turizmiyle burada karşılaştırmışız. Bakınız, burada Fransa, Fransa 80 milyon turist almış, ABD 58 milyon turist almış, İspanya 67 Milyon turist almış, Çin 53 milyon turist almış, İtalya 42 milyon, İngiltere 30 milyon, Ukrayna ve Türkiye başa baş, ama Ukrayna’nınki biraz yanlış, çünkü onlar günübirlik girdikleri de sayıyorlar. Yani, Sovyetler Birliği döneminden kalma akrabalar girdiği zaman, onu sayıyorlar, hâlbuki biz saymıyoruz. Biz Dünya Turizm Örgütünde sayılar şöyle. Bir gece konaklarsanız, o turist olur; öteki günübirlikçi olur, geldi çıktı olur. O bakımdan, bizim sayımız doğru, Dünya Turizm Örgütü de onayladı. Bu listede dünyanın 7.’siyiz.

Bu nedenle; şimdi bunu daha da ileriye götüreceğiz madem, gelir bakımından da burada gördünüz. Orada da 22 milyar dolarla çok önemli bir yerdeyiz. Peki, bu dünya ve Türkiye turizmini karşılaştırdığımız zaman,

Page 109: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

109

gördüğümüz manzara ne, onar yıllar itibariyle? Şöyle: Burada bakıyoruz ki, yüzde oranları itibariyle baktığımız zaman, biz Türkiye olarak 10 yılda şu ikinci tabloya bakınız, turist sayısında birinci on yılda yüzde 4 büyürken dünya, Türkiye yüzde 12,7–13 büyümüş. Gelirde dünya 9 büyürken, biz 29, üç misli büyümüşüz. İkinci on yılda dünya 4,7 büyürken, biz 6,5 büyümüşüz, turizm gelirinde 6’yken, biz 9–10 büyümüşüz. Ondan sonra dünya gittikçe küçülmüş, 3,8 biz 13,7 büyümüşüz. Onlar 7’yken, biz 15 büyümüşüz. 2014-2023’te biz mütevazı rakamları kullandık. Onlar eskisi gibi kullandılar, onlar yine 4–4,5 büyürken, biz yüzde 8 ve gelirde de yüzde 10 büyüyeceğiz.

İşte Türkiye'nin atak yaparak, gerilerden koşup da bu maratonda diğerlerine tur bindirmesinin sebebi büyüme hızımızdaki büyümenin büyük oluşundandır. Bu nedenle, Türkiye işte bu rakamları yakalayabilmek için bizim şunu ihtiyacımız var.

Birincisi; bu programa inanmamız lazım. Şimdi, ben buna çok inanmışım Hocam, Firuz Hocam. Ben öyle inanmışım ki, buna yani öyle bir dersimi çalışmışım ki, genç arkadaşlarım, uzmanlar öyle bir inanmışız ki, bak bundan geriye dönüş yok. Neden? 30 yıl önce şu gördüğümüz rakamları da hazırlayanlardan birisi yine benim. O nedenle; 30 yıl önce de oradan buraya ben bunu yaşadığım için inanıyorum. Yani, o bana bir yerden okudum değil, o bakımdan Erhan Hoca bu çok önemli.

Gençlere bunu özellikle sesleniyorum. Sizler inanmanız lazım, inanırsanız başarırsınız. Başarmanın yolu inanacaksın, hedef koyacaksın, programlayacaksın, planlayacaksın ve ona uyum sağlayacaksın, o zaman. Türkiye işte bu bireylerden meydana geldiğinde, bizim yapamayacağımız hiçbir iş olamaz, geri kalmış iş olamaz. Onun için ben size diyorum. 2023 yılında sizler göreceksiniz, ben görmeyebilirim. O zaman, siz bana bir dua okursunuz, o da şöyle ki: 2023’te Türkiye dünya turizminin en büyük 4’üncüsü olacak. 70 milyon turist 80 milyar dolar planlı ve programlı büyüme ve turizmi büyütürken de tekrar doğal ve kültürel varlıkları koruma, kullanma, dengesi içerisinde projeksiyonları yapmak suretiyle ancak böyle başarılı oluruz.

Bu bakımdan, bu anlayış içerisinde biz çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Zamanı biraz fazla kullandım, ama bunu da anlatmak durumundaydım. Sabrınıza teşekkür ediyorum, hepinize sevgiler sunuyorum.

OTURUM BAŞKANI- Turgut Beye biz de bu içerikli sunumu nedeniyle teşekkür ediyoruz.

İsterseniz hızla bazı soruları alalım. Biraz saatimiz ilerledi, ama konular gerçekten çok önemli. Ben özellikle Turgut Beyin konuşmasının son kısmında geldiği verilerle beraber, getirdiği nokta itibariyle bizim de üzerinde tartıştığımız konu olması açısından dikkatleri çekmek istiyorum. Turizm hem İstanbul açısından, hem Türkiye açısından son 20–25 senedir önemli bir

Page 110: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

110

sektör. Sektörün yarattığı katma değerin hepimiz çok farkındayız. Ancak, özellikle İstanbul açısından baktığımızda, turizm yatırımlarının yer seçimi konusunda çok ciddi tartışmalar olduğunu, hem otel, yatırımlar açısından, konaklama yatırımları açısından son yıllarda özellikle kongre turizmi yatırımları açısından ki, şu an toplantı yaptığımız binaya çok yakın bir noktada bir kongre turizmiyle ilgili yine bir altyapı yapıldı.

Turizm ulaşımının altyapısı açısından kurvaziyer limanlar, marinalar. Özellikle, İstanbul açısından bunu söylüyorum. Çok ciddi bir tartışmayla biz de karşı karşıyayız son yıllarda. Tabii ki Turgut Bey çok doğal olarak turizm sektörünün dinamikleri ve eğilimleri açısından konuya baktı.

Biz de İstanbul açısından, İstanbul'un sürdürülebilirliği açısından, İstanbul'un geleceği açısından ne yapabiliriz en doğru olarak? Biz son birkaç yıldır İstanbul’un bir turizm mastır planına ihtiyacı var diyoruz. İstanbul'un üst ölçekli planlarıyla uyumlu bir şekilde, İstanbul'un çevre düzeni planıyla, ulaşım mastır planıyla uyumlu bir biçimde İstanbul'da önümüzdeki yıllarda yapılacak turizm yatırımlarının doğru yerlerini belirleyecek bir turizm mastır planına ihtiyacı var diyoruz, hâlâ yok.

Bugün turizm yatırımları ne yazık ki, Turizm Teşvik Yasasının bazı mekanizmaları nedeniyle her bir yatırımcının tek tek Ankara'da sorununu çözdüğü bir mekanizma olarak bugüne kadar geldi. Turizm yatırımları derli toplu bir çerçeve metin içerisinde değerlendirilemedi bugüne kadar. İstanbul turizmi dediğimizde, bir strateji belirlenemedi. İstanbul turizmi, kültür turizmine dayalı olacaksa, kültür turizminin nasıl bir konaklama stratejisi gerektirdiği, bunun Antalya’daki, Muğla’daki kıyı turizminden ne kadar farklı bir altyapı gerektirdiği konularını turizmciler, belediyeler, plancılar tartışamadık. Bunu İstanbul'un turizm master planı hazırlığı çerçevesinde tartışmak isteriz doğrusu.

Öte yandan, tabii turizmle ilgili krizden çok fazla etkilenmediği anlaşılıyor turizmin. En azından turist sayısı itibariyle, ama Firuz Beyin anlattığı merkezi iş alanı, onun içerisindeki sektörel bileşenler, özellikle ofis kullanımları açısından baktığımızda, dünya kentlerinde olduğu gibi, İstanbul'da da bir ciddi krizle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek lazım, her halde. Herhalde diyorum, çünkü belki bir krizi de bağlamak lazım. Çünkü, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde, bazı Batı Avrupa kentlerinde ofis alanlarının krizden sonra şirketlerin küçülmesiyle beraber ciddi miktarda boşalmaya başladıklarını gözlemliyoruz.

Dolayısıyla, böyle son bir değerlendirme belki sizden da alabilirsek, toplantıyı öyle toparlayalım.

FİRUZ SOYUER- Şimdi, bu yine aynı şekilde MİA içinde yer alan alanları göz önüne alırsak, bunların yaklaşık olarak yüzde 50’si finans kurumları tarafından paylaşılıyor. Dolayısıyla, finans kurumlarımız eğer

Page 111: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

111

krizden etkilendilerse, doğal olarak bunu etkileyecek diye düşünmemiz lazım. Ama baktık, daha evvelki finans alanı Türkiye'de krizden en az etkilenen alan.

Diğer global piyasalara baktığımızda, dolayısıyla onların kullanımla ilgili olan sorunları esasında burada yansımadı, bu alanlarda. Ama ne yansıdı? Biraz evvel de bahsettiğim gibi, yapı olarak daha çok ufak şirketlerin oluşturduğu bir piyasadayız. Kullanım açısından, dolayısıyla sınırlı bir arzımız olduğunu ve sınırlı bir talep olduğunu da lütfen unutmayalım.

Piyasa karşılaştırmalarına ben başta pek girmek istemedim, şehirler arasında, ama çok basit olarak birkaç piyasayı gördüm. Mesela, Almanya’yla kıyaslayalım en azından. Berlin’de bugün ofis alanı toplam olarak 16 milyon metrekare, kullanılabilir ofis alanı. Münih’te bu rakamlar 8-10 milyon metrekare, İstanbul'da toplam olarak 2 milyon metrekareleri ancak buluyor.

Çok dar bir arzımız var. Talep de buna göre oldukça dar. Yüzde 5’leri toplam stokun yüzde 5’i civarında falan bir talep olduğu görülüyor. Bu da tabii ki, piyasanın darlığı açısından, kullanım darlığı açısından başka bir gösterge. Karşılığında ne oluyor? Bu tür global krizler veya yerel ekonomik krizler dahi olduğunda, ilk gördüğümüz olay ofislerin boşalmasından çok, mevcut olan boşluklardaki kira taleplerinin, kira rakamlarının düşmesi ki, biz bunu şu anda sebep ne? Büyük boşluk oranları yok. Özellikle, merkezi iş alanında çok büyük boşluk oranlarımız yok. Krizden önce de yoktu, krizden liste de oluşmadı. Çünkü, hakikaten dar bir piyasadan ve dar bir emilimden bahsediyoruz.

Buna karşılık, hızla yükselen değerler, kira değerleri aynı hızla düştü. Bu gerçek anlamda finans merkezlerinde böyle değil. Birincisi; piyasa derinliğinin sağlandığı yerlerden bahsederken, bu oranlar çok daha yavaş oynuyor. Gerçek anlamda Londra piyasasında bir yüzde 3 küçülme, binlerce metrekareden bahsediliyor. Türkiye piyasasında, daha doğrusu İstanbul piyasasındaki yüzde 3’se, toplam olarak sadece belki bir iki binadan bahsedilen olay.

Dolayısıyla, çok farklı boyutlarda konuşuyoruz. Onu da göz önüne almamız lazım. Kriz doğru, önemli bir noktayı belki insanlar düşünme açısından getirdi. Ama, her piyasada olduğu gibi, bizim ofis piyasamızın da dar olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Turizmde belki bağlanmakta yarar da var esasında bu sektörlerin, yani kendisine ilişkisi yoktur gibi görünüyor, ama esasında var. Turizm alanında da aynı şeyi hissediyoruz, büyük ölçüde ürünlerin gruplarını ayırdığımız zaman, yani kendi içlerindeki darlık, özellikle talep darlığı hepsinde hissediliyor. Derin piyasalarda oluşulan dengeler çok daha kalıcı ve uzun dengeler oluyor. Biz bu noktaları henüz daha gelişemedik. Kendi piyasalarımızı derinleştirmek için çalışmamız gerekiyor.

Page 112: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

112

OTURUM BAŞKANI- İsterseniz, sorular varsa onu alalım.

Yüksel Bey buyurun.

YÜKSEL TÜRKİLİ- Önce girişte biraz bilgi vermek istiyorum. Sonra sorumu yönelteceğim, her iki konuşmacıya. Planlama anlamında aslında İstanbul'da birçok çalışma yapıldı. Onların bir tanesinin içinde ben de yer aldım. Büyükdere Caddesi’nin uluslararası iş merkezi olarak geliştirilmesi üzerine bir plan hazırlanmıştı. Bir iki konucundan size bahsedeyim. O tarihte daha 29 tane imar hakkı verilmişti ve kullanılmamıştı.

Onlar da kullanıldığı zaman ki, şu anda ondan çok daha öte imalatlar verildi. Büyükdere Caddesi’nin iki katlı olması gerektiği ve sadece bu bölgeye hizmet eden bir raylı sistemin, hafif raylı sistemin bu bölge için özel olarak yapılması gerektiği ortaya çıkmıştı. Şimdi, bu tür çalışmalar aslında var. Buna benzer bir çalışma İstanbul metropoliten planlama tarafından da başlatıldı. Maslak’tan Zincirlikuyu’ya kadar bir alanı içeren bir bölgede uluslararası bir kentsel tasarım yarışmasıyla ilgili bir hazırlık yapıldı, bunun şartnamesi hazırlandı. Sonra nedense 1 milyon TL gibi bir bütçesi olmadığı gerekçesiyle bu şey iptal edildi.

Bunun sonucu olarak gelinen noktayı size söyleyeyim. Büyükdere Caddesi eğer o zaman planlandığı gibi olsaydı, Büyükdere Caddesi’ndeki bütün parseller birleştirilecekti, oradaki zemin, kentin zemini kamuya bırakılacaktı. Buradaki bütün alanlarda yaşayacak insanlara, çalışacak insanlara uygun konut stoku hemen onun yanında çevresinde sağlanacaktı. Buradaki binalara temel birtakım özellikle gelecekti. Uluslararası bütün iş merkezlerindeki binaların temel özellikleri buraya taşınacaktı. İşte, yeşil banlar, kültür sanat aktiviteleri olacaktı çevresinde. Bunların hepsi planlanmıştı. Ama bu planlananlara rağmen, öyle şeyler yapıldı ki, bugün İş Bankasının blokları tamamlandı ve kanalizasyonu önündeki lagara bağlandı. Bu ne kadar vahim bir şeydir, mühendisler bunu çok iyi bilirler.

Buradan şöyle bir noktaya gelmek istiyorum. Turizm yatırımlarına da geçeyim isterseniz. Beşiktaş bölgesinde vahim bir gelişme yaşıyoruz son zamanlarda. Özellikle, tarihi yapılarımızı turizm yatırımları gerekçesiyle eğitim amaçlı kullanımlardan çıkartıp, turizm yatırımına dönüştürüyoruz. Bunun en son örneğini Yıldız Teknik Üniversitesinde yaşıyoruz. Yıldız Teknik Üniversitesi boşaltılıyor ve onun yerine bir turizm yatırımının geleceği söyleniyor.

Şimdi, İstanbul'un turizm vizyonunda, çevre düzeni planında, nazım planda 20 milyon turist gibi bir hedef var ve bu 20 milyon turist hedefinin en önemli nedeni de kültür turizmi olarak tanımlanıyor. Kültür turizmi olarak bu kapasitenin yaratılabilmesi için A sınıf 5 yıldızlı, 7 yıldızlı oteller yerine, daha butik otellerin ve kültür turistine uygun nitelikte otellerin yapılması gerekiyor.

Page 113: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

113

Beşiktaş ki, tarihi yapılar anlamında ve kültür anlamında, İstanbul'un en önemli merkezlerinden birisi olmasına rağmen, eğer turizm yatırımları tamamıyla 5–7 yıldıza dönecekse ve içindeki kültürel niteliklerini üniversitelerinin taşınmasıyla boşaltılmasıyla kaybedecekse, o zaman İstanbul'un hedefini nasıl yakalayabileceğiz? Buradan şöyle bir soruya gelmek istiyorum. Acaba, yatırımcılar bu yatırımın yapılacağı mülk sahipleri, bu kenti yönetenler ve muhtemel işleticileri bir araya gelerek, bunları birlikte konuşarak, çözebilirler mi, bunun dünya üzerinde örneği var mı; yoksa biz bu sorunları hep bilerek, tekrar tekrar tartışacak mıyız?

Ben tekrar söylemek istiyorum. Bu yatırımlarla ilgili, İstanbul'un geleceğiyle ilgili yeterince planlama yapılmıştır, ama ne yazık ki, bugün ve diğer önceki seansta da tartıştığımız gibi, her yere müdahaleyle, alınan kararlar, planlar değiştirilmekte ve geleceğimizi kaybetmekteyiz.

OTURUM BAŞKANI- Başka sorular varsa, isterseniz hepsini topluca alalım.

TURGUT GÜR- Yüksel Bey, söyleyeyim. Dediğiniz çok doğru tabii ki, aklın yolu bir. Ama eğer bir plan yapıldıysa, o plan tartışıldıysa, uzmanlar buna uygun dediyse, şehri yönetenler buna makro seviyede bakıp, evet dedilerse, ondan sonra iki de bir de bu niye değişir? O zaman, zaten o plan değil. Bu ülkede plan yapılıyor, sonraki değiştirip, uygulamıyor, dejenere oluyor.

Onun için, bugün bunları konuşmamızın nedeni Yüksel Bey zaten bunlar, 30 yıl önce de bunu konuşuyorduk, yine bunu konuşuyoruz. “Endişem var” diyorsunuz, benim de var. 30 yıl sonra da aynı şeyi mi konuşacağız? Galiba konuşacağız. Tabii ki, böyle olmamalı. Nasıl olmalı? Erhan Beyin söylediği konu, zannedersem, hep beraber, hepimizin ittifakı, nedir o? Bir işin bir defa mastır planı olur. Mastır planı olunca, makro seviyede tespit edilmiştir nerede neyin yapılacağı; yani altyapısıyla, ulaştırmasıyla, haberleşmesiyle. Ondan sonra gelir, burada yatırımını yaparsın. Çünkü, ne yapacağın belli.

O bakımdan, aslında bu şehri yönetenler bu konuda artık savsaklamamalı bu konuyu, bu çok ciddi bir konu. Türkiye geneline geldiğimiz zaman, mastır plan evet orada da yok. Yanı, söylüyorum, olur mu kardeşim, artık ayıptır, mastır plan denilen plan var. Onu yapacaksınız, neden? Şöyle. Bilmediğimiz için vaktiyle yanlış şeyler yapıldı. Neden? Birisi diğerine özendi. Turizmi bilmiyoruz ki, böyle bir kültür de yok, bilgi de yok. Avrupa’ya gitmişiz, otelde yatmışız, fotoğraf çekmişiz, tamam aynısını yaparsak iyi olur demişiz veya gitmişiz tekne almışız vesaire.

Zaman içerisinde bu işin içine girdikten sonra, dünyayı gezdikten sonra, yanlışları gördükten sonra, işletirken hataları, hay Allah bunu niye böyle yaptık dedikten sonra…

Page 114: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

114

OTURUM BAŞKANI- Katılımınız için teşekkür ederim, iyi günler dilerim.

----&----

Page 115: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

115

İKİNCİ GÜN

BİRİNCİ OTURUM

“KRİZ ORTAMINDA İSTANBUL’UN YÖNETİMİ”

Doç. Dr. Fatma ÜNSAL

---&---

OTURUM BAŞKANI (Doç. Dr. Fatma Ünsal)- Değerli katılımcılar; İstanbul buluşmalarının “Kriz Ortamında İstanbul’un Yönetimi” konulu 2. günün ilk oturumunu açıyorum.

İzninizle önce konuşmacıları davet etmek istiyorum; onun öncesinde program değişikliği ile ilgili bir açıklama yapmam gerekiyor. Programımız baskıya girdikten sonra, müsteşarımız Önder Kıraç Bey’in katılamayacağını öğrendik. Dolayısıyla, elinizdeki programla buradaki konuşmacılar birebir örtüşmüyor.

Bu arada teyidinde bir tereddüt olması nedeniyle, sekretaryanın ufak bir hatası olduğu için Prof. Dr. Ülkü Azrak Beyefendinin de katılımını duyuramadık üyelerimize. Dolayısıyla, bugün elinizdeki programdan farklı bir konuşmacı listesiyle karşınızdayız.

Sırayla kendilerini davet ediyorum; Prof. Dr. Ülkü Azrak, Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal, TESEV Vakfı’ndan Fikret Toksöz, serbest şehir plancısı Ahmet Turgut, mimar ve bürokrat Asuman Yeşilırmak.

Değerli konuşmacılarımıza söz vermeden önce oturumun tematik açılımına ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum izninizle.

Dünden beri tartışıyoruz; bu ekonomik krizin birincisi küresel ölçekte yaşanıyor olması, ikincisi de kapitalist işleyişin olağan bir kesiti olması nedeniyle adeta kolay geçeceğine dair birtakım optimist yorumlar olmasına rağmen bu İstanbul’da kentsel yaşam kalitesini ne derece derinden etkilediğini ve mevcut eşitsizlikleri de daha derinleştirmekte olduğunu görmezden gelmemiz anlamına gelmiyor kuşkusuz.

Bu tabii bir bakıma rekabetçi liberal ekonomik yapının gerekleriyle, sosyal devlet olabilmenin ilkelerini de karşı karşıya getiren, çatışmasına neden olan bir süreç. İstanbul bu süreci, ekonomik krizi aynı zamanda işlevsel dönüşümle paralel olarak yaşıyor. Bu da tabii İstanbul için konuyu daha özellikli ve daha tartışmaya değer kılıyor.

Çünkü İstanbul biliyoruz ki, özellikle son plan döneminde mekânsal artık kararlarıyla da tescil olan bir işlevsel dönüşüm yaşamakta. İstanbul üst düzey hizmet sektörüne yönelen, sanayiden üst düzey hizmet sektörüne

Page 116: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

116

doğru bir dönüşümün yaşandığı bir kent ve bu ekonomik krize paralel olarak İstanbul bir yandan üst düzey hizmet sektöründeki hedeflerinin gerisine düşüyor, diğer yandan da sırtını dönmekte olduğu sanayi ve üretici sektörlerdeki sosyal sorunlarla, sosyal sarsıntılarla mücadele etmek durumunda kalıyor.

Tabii bu mekânsal kararlar olarak meslek alanımızı ilgilendiren mekansal kararlar olarak bu dönüşümü, işlevsel dönüşümü değerlendirmeye çalıştığımız zaman, ortada desantralize edilen sanayi alanları ve bunun yerini yeni işlevlere terk ettiği ve planda karşımıza yeni alt merkez oluşumları olarak çıkan bazı odaklar var.

Tabii bu mekânsal odakları sadece plan üzerinde işte kodlanmış, birer numara verilmiş alt merkez olarak görmek mümkün değil. Çünkü o bahsettiğimiz sanayi odakları, çok uzun bir dönemde oraya o odak için, o sanayide çalışmak için gelen ve çoğu yasadışı süreçlerde yapılanmış alanlar ve bu alanlarda yaşayan nüfusu çok yakından ilgilendiren bir konu.

Bu yeni işlevsel yapı içinde talep edilen, farklı bir işgücü yapısı söz konusu. Burada yaşayan, bu daha önce yasadışı yapılaşmış ve çeşitli süreçlerde imar hakkı elde etmiş ve burada bir şekilde tutunmaya çalışan toplulukların da özellikleriyle, profilleriyle çok uyumlu olmayan bir işgücü talebi söz konusu. Dolayısıyla, aslında bu alanlarda bir yandan biz bu kişilerin çalışma haklarını baskı altına alıyoruz plan kararlarımızla, öbür taraftan da orada yaşanmakta olan kentsel dönüşüm projeleriyle barınma haklarını da baskı altına alıyoruz.

Dün eminim dikkatli dinleyicilerin kaçmamıştır dikkatinden; burada TOKİ Başkanımız Sayın Erdoğan Bayraktar bir ifade kullandı dedi ki, “bu alanlar zaten %40 oranında kiracıların yaşadığı alanlar.” Dolayısıyla bu alanlardaki o %40’ın sahibi olan mülk sahiplerini bir tür rant peşinde olan bir kesim olarak takdim etti. Bu bir saptama, fakat bu saptamaya oradaki o %40 kiracı olarak yaşamakta olan ve mülk hakları, mülkiyet hakları olmadığı için kentsel dönüşüm projelerinde muhatap dahi kabul edilmeyen kişilerin bakış açısıyla değerlendirmesine ihtiyacımız var.

Kamu yönetiminin oradaki o %40’ı gasp edilmiş bir rant hakkının yanı sıra kiracılık hakları ve kiracı olarak yaşayanların barınma hakkı olarak da acilen değerlendirmesine ihtiyacımız olan bir kamu yönetimi arayışı içinde aslında İstanbul buluşmaları bu oturumunda.

Öbür taraftan, sadece barınma ve çalışma hakları değil tabii baskı altında olan, kentsel hizmetlere erişimde de kent yönetimlerinin yaşadığı bütçe açıkları, onları özelleştirme sürecine katıyor. Dolayısıyla, bu özelleştirme eğilimleri yani kentsel hizmetlerin giderek özelleştirilmekte olması, yine kentsel yaşamı doğrudan etkileyen hatta bir tür dolaylı ücret

Page 117: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

117

olarak kabul edilebilecek kentsel hizmetlere erişimde de birtakım sorunların yaşanmasına neden oluyor.

Öbür taraftan yine kent yönetimlerini çok yakından ilgilendiren bir konu, kent yönetimlerinin meclis yapılarını baskı altına alan rant ekonomisi. Çünkü, bu rant ekonomisi ve rantla yaratılan değerin tekrar topluma kazandırılması yönünde politik bir takım uygulamalar ve araçlar tanımlanacağına, maalesef kamu yönetimlerinin bu rant sürecinde paydaş olmaya çalıştığı bir takım tavırlara da şahit oluyoruz.

Yine yanlış duyduğumu veya yanlış anlamlandığımı diliyorum, ama dün yine Sayın Bayraktar’ın konuşmasında bir alanı tarif ederken, “o alandaki gecekonduları yıktık ve biz orada bir rant alanı yarattık” gibi bir ifadesi oldu. Dolayısıyla, ben tekrar ediyorum yanlış anladığımı ümit ediyorum, ama TOKİ’nin böyle bir rant alanı yaratma gibi bir misyonu var da bizim mi haberimiz olmadı.

Ya da yine başka bir cümlesinde, “Türkiye’nin bütününe yönelik işte Düzce’de yapılması gerekenler, Çanakkale’de yapılması gerekenler, liman kentleri nerede olmalı” gibi aslında akademik çevrelerde çok uzun yıllardır eleştirdiğimiz, Türkiye’de makro ekonomik planlarla fiziki kararların buluşmadığına dair yönelttiğimiz eleştirinin bir tür cevabını aldık. Ama Türkiye’de böyle bir fiziki plan yapma yetkisi TOKİ’ye verildi de bizim mi haberimiz olmadı gibi de bir soruyu ister istemez akla getiriyor.

Yani yıllardır DPT bünyesinde eksikliğini hissettiğimiz ve çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz böyle bir eksiklik konusunda, şu anda devletin kurumsal yapısı içinde gerçi hocamın yanında kamu yönetimi konusunda bir şey söylemek haddim değil, ama bu kadar bütün yasalarıyla, kurumlarıyla devletin beslediği, büyüttüğü böyle bir yapının bizden habersiz böyle bir misyon edindiğine dair bir izlenim edindik.

Ben bütün bunları yanlış duyduğumu ve yanlış değerlendirdiğimi, umarım bu şekilde tekzip edilirim diye de açıkçası umut ediyorum.

Dolayısıyla, bugün bu çerçevede konuyu ele almaya çalışacağımız birbirinden değerli katılımcılarımız var. Ben daha önce yaptığımız bir hazırlıkta değerli konuşmacılara konuyu belli bir çerçeve içinde tutabilmek adına bazı sorular yönelttim. Tabii ki mutlak bu sorulara sadık kalmak ya da illa bu soruların yanıtını duymak zorundayız diye bir şey yok, ama bir çerçevenin köşe taşları gibi düşünürsek eğer, aslında kamu yönetimi alanındaki iki tane çok meselemiz var biliyoruz hepimiz.

Bunlardan bir tanesi katılım süreçleri; çünkü eğer bizim mesleğimizin mottosu sosyal adaletin sağlanmasıysa, gerçek anlamda sosyal adaletin sağlanabilmesi ancak katılımcı demokratik süreçleri içselleştirebilmiş

Page 118: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

118

yönetim yapılarıyla mümkün olabilir. Dolayısıyla, bu katılım meselesinde sürecin neresindeyiz, neler yapabiliyoruz, neler yapmalıyız gibi bir soru.

Başka bir sorumuz yine kamu yönetimi alanındaki sistemik bir problemle ilgili; o da eşgüdüm meselesi. Çünkü ortada özellikle kamu yönetiminin kendi kademeleri arasında ciddi bir eşgüdüm problemi olduğuna dair bilgiler mevcut. Yani yaklaşık hemen hemen aynı bölge için, devletin aynı çatısı altında iki farklı kurumun bölge planı yapmasından tutun da, İstanbul’daki konut arzı fazlalığına varan geniş bir açılımda bu devletin kurumları arasındaki eşgüdüm eksikliğini tartışmak mümkün. Dolayısıyla, bir de bir eşgüdüm problemi etrafında konuşabiliriz.

Diğer bir konu, aslında planlamanın son derece habis olarak tarif edebileceğimiz bir yanı; o da kentsel rant meselesi. Yani belediye meclislerinden hızla geçen plan tadilatlarının, planlama sisteminin bütünlüğünü bozan, plan kademelenmesini yok eden ve maalesef bu kazanımlar nedeniyle de katılımcı süreçleri baskı altına alan bir kentsel rant meselesini artık ivedilikle masaya yatırması ve çözmesi gerekiyor. Bu konuda kamu yönetimi alanında ne tür aşamalardan geçildi, onu duymaya çalışacağız.

Bir diğer konu da tabii ki, bu krizden en çok etkilenen alt gelir grupları için gerek çalışma haklarını teslim etmek üzere işgücünün kapasitesini yükseltmelerine yönelik, gerekse de barınma koşullarını güvence altına almak üzere örneğin kiralık devlet mülkiyetinde kiralık konut üretmek gibi, konut ve çalışma yönünde onları destekleyici politikalar konusunda bazı şeyler duymaya çok ihtiyacımız var.

Ben eşinin rahatsızlığı nedeniyle ilk konuşmayı Ülkü Hocama vermek istiyorum ilk sözü. Çünkü bir süre sonra aramızdan ayrılacak sanıyorum. Dolayısıyla, buyurun hocam.

Prof. Dr. ÜLKÜ AZRAK- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şöyle bir başlık düşündüm buradaki konuşmam için: ekonomik kriz döneminde İstanbul’un yönetim sorunları ve çözüm önerileri. Sayın Başkan’ın demin yaptığı ve çok isabetli görüşleri ve saptamaları içeren konuşması ve yönelttiği sorular çerçevesinde ben de konuyu böyle sınırlamayı doğru buldum.

Şimdi burada ele alacağım konuda 3 başlık var. Bir tanesi İstanbul için krizin anlamı ve İstanbul’da kriz ne zaman başladı? Bu çok önemli. Gerçekten bugünkü toplantıda görüşülen ya da görüşülecek olan konuların merkezinde ağırlıklı olarak ekonomik kriz yer alıyor. Fakat ekonomik kriz her bakımdan sadece ekonomik süreçlerden kaynaklanmaz. Daha doğrusu ekonomik krizin doğuşu ve etkileri, ülkelerin siyasal, toplumsal ve kültürel yapı ve özelliklerine bağlı olarak kendisini gösterir.

Page 119: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

119

Bu açıdan bakıldığında. İstanbul’un ekonomik krizi için sözünü ettiğim bakımlardan çok elverişli bir mekân olduğunu açıkça görmek mümkün. Gerçekten İstanbul, kırsal kesimlerde insanca yaşama imkânını, olanağını bulamayan kitlelerin daha 1950’li yılların başlarından itibaren, özellikle İstanbul’a göç etmesiyle kendisini gösterdi. Başka bir söyleyişle İstanbul bir göç için çekim merkezi haline gelmiş ve bu süreç çok hızla devam etmiştir. Bugün de devam ediyor.

Yeni değil, onu söylemek istiyorum yani 50’li yılların başlarına gidiyor. O amiyane tabir herkesin artık bildiği, kullandığı “İstanbul’un taşı toprağı altındır” kastedilen oydu zaten. Gelenler başlangıçta İstanbul’da iş bulabilmişlerdir. Ama tabii madalyonun arka yüzü de şu: bu gelenler gecekondu sürecini başlatmışlardır. Çünkü, İstanbul’da onları barındıracak kadar konut yoktu şehirde ve böylece bir zamanlar Batı dillerine çevrilmekte güçlük çekilen ve sonra bütün dünyanın da gördüğü, anladığı, bildiği bir süreç başlamıştır; yani gecekondu süreci.

Bu, İstanbul’un karşılaştığı bir krizin ta kendisidir ve o tarihlerden bu yana ortaya çıkan yerel ve küresel tüm ekonomik krizlerden önce ortaya çıkmış ve gelip geçici ekonomik krizlerin aksine, süreklilik kazanan bir kriz olmuştur. Bu krizin boyutlarını bugüne kadar doğru dürüst saptayabildiğimizi sanmıyorum. 250 000 hektarın üzerinde 12 milyonu bulan çılgın bir yerleşmenin cereyan ettiği alanda saptanamaz da.

İlk gelenler İstanbul’un kenar semtlerinde yeni oluşan sanayileşme sürecinde işçi olarak geçim kapısı buldular. Ama yerleşecek konut bulamadılar; çünkü İstanbul fabrikatörlerin işçilerine lojman yaptığı 19.yy Liverpool’u değildi. Böylece İstanbul’a göç eden eski çiftçi yeni işçiler kamu alanlarında kırık dökük konutlar inşa ederek yerleştiler. Sonra onlar yakınlarını da İstanbul’a çağırıp, onlara da gecekondu yapmayı öğrettiler böylece vahşi bir kentleşme aldı başını gitti. Bu sürecin ortaya çıkmasında yatırım yapacak fabrikatörlere işçilerine lojman yapma yükümlülüğü yüklemeyen kent yönetimlerinin payı yadsınamaz.

Şimdi kent ekonomisinin nasıl spekülatif amaçlara yöneldiğini kısaca burada açıklamaya çalışacağım. Şu ana kadar anlatılanlara paralel bir süreç de kent toprağını spekülatif amaçlara uygun düşecek biçimde planlayan ve yakın çevrelerine dağıtan kent yöneticilerinin bu davranışıyla ortaya çıkmıştır.

Bu süreç 16 Haziran 2005 tarihli ve 5366 sayılı kanunun kabulüyle daha da güçlenmiş ve genişlemiştir. Bir zamanların Batı ülkelerindekinden daha katı ve daha radikal davranan, Anıtlar Yüksek Kurulunun yerini alan bugünkü Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ve Yüksek Kurulu kontrol gücünü büyük ölçüde yitirerek merkezi ve yerel politik çevrelerin el ulağı haline gelmiştir. Yapısı itibariyle de üzerlerindeki baskılar nedeniyle de

Page 120: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

120

artık eski görevini yerine getiremez birer kurul olmuştur. Aralarında çok istisnai olarak görevlerini yerine getiren kurullar vardır, ama çoğunluğu aslında politik ve spekülatif amaçlarla ortaya çıkan süreçlere büyük ölçüde yardımcı olmaktadır.

Böylece ortaya çıkan tabloyu üstadımız Doğan KUBAN’ın çok beğendiğim şu sözleriyle betimlemek istiyorum: “Toplum kültürü, İstanbul’a gelen göçün kırsal karakteri, kent toprağı üzerinde spekülatif baskı ve Türkiye’de halkın genel politik bilinçsizliğinde bugüne kadar demokrasinin şirketi ele geçirmek için hisse senedi toplamak gibi oy satın almak olarak gelişmesi ve cehalete ve yasa dışılığa taviz vererek iktidar yollarını açması gibi, kent yapılaşmasını doğrudan etkileyen sosyal, ekonomik ve kültürel parametreleri doğru değerlendiremedik.”

Bir de bugünkü ekonomik krize elverişli ortamın nasıl ortaya çıktığını gösteren şu sözlerini, üstadın şu sözlerini bence güncel ağırlık taşıdığı için burada yine aktarmak istiyorum. Diyor ki Doğan Kuban Hocamız: “Biz kent toprağına petrol kuyusu gibi muamele yaptık. Ne kadar yoğun kullanırsak o kadar para getiriyordu. Üretimi yetersiz bir ülkede en kolay kazanç kaynağı idi. Öyle olmakta da devam ediyor.” Diye bitiriyor sözlerini.

Kim bu sözlerin yanlışlığını ileri sürebilir? Altına bir tane değil, on tane bile imza atmaya hazırım bu sözlerin. Şimdi bu sözlerin, en son zikrettiğim sözlerinin altında esasen ekonomik krize açıklık yatıyor. Onu izah eden sözlerdir bunlar. Çünkü bakın tekrar edeceğim: “üretimi yetersiz bir ülkede en kolay kazanç kaynağı” yani sanayiyi, reel ekonomiyi geliştirecek yerde toprak spekülasyonuna yönelmiştir insanlar.

Şimdi bankalarda mevduatı olanların faizlerini durmadan düşüren, bunu inşaata yöneltmek için halkı inşaat kredilerinin de faizini indirmek suretiyle, mevduat sahiplerinin paralarını çekip inşaata yatırmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Yani ekonomik canlılık gelecek. İnşaata yatıracak da ne olacak? İşte dün ben maalesef burada değildim TOKİ Başkanı’nın konuşmasını izleyemedim, keşke burada olsaydım da kendisine bir iki tane ciddi soru sormak isterdim.

Yaptıkları koca koca binaları, insan silolarını şöyle bir gözden geçirin çevre yollarında, otoyolların kenarındaki o TOKİ’nin yaptığı binaları. Ancak üçte biri müşteri bulabilmiştir. Boş, o binalar boş. Koca koca insan siloları inşa ediyorlar. Böyle insan silolarını Avrupa, Batı bundan 40 sene önce, 50 sene önce yaptı, sonra ondan vazgeçti; Doğu Berlin ile Batı Berlin’i ayıran duvar yıkıldıktan sonra Berlin büyüyünce büyük Berlin şehri ortaya çıktı, orada o insan siloları büyük ölçüde vardı. Şimdi Berlin yönetimi yavaş yavaş o insan silolarını yıkıyor, ortadan kaldırıyor ve insanca, kültüre daha yakın bir yaşam standardını sağlayıcı yapıları oralara yerleştirmek için çaba harcıyor.

Page 121: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

121

Demin zikrettiğim Doğan KUBAN hocanın geçerlilik taşıdığı en tipik mekan aslında İstanbul’dan başkası değildir. İstanbul’da plan bütünlüğünü bozan ve rant elde etmeye yönelik plan değişiklikleri sözü edilen krize elverişli ortamı mükemmel bir biçimde yaratmıştır. Rant ekonomisi bizzat kent yönetiminin de yöneldiği bir amaç niteliğine bürünmüştür. Bu suretle kamu yararını gerçekleştirme misyonunu yüklenmiş olan, böyle bir yüklenmiş ama yerine getirmiyor; kent yönetimi de spekülatörlerin arasında yer almıştır, hala da yer alıyor.

İstanbul’da plan var mı? Bana sorarsanız yok. İstanbul’da plan yok, çünkü 6 ayda bir değiştirilen mevzii planlarla plan bütünlüğü bozulduktan sonra, artık o şehirde bir planlama sürecinden söz etmek kadar abes ve anlamsız bir şey olamaz. İstanbul plansızdır; durmadan Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gelen plan değişikliği önerilerini hemen büyük çoğunlukla kabul eden, çünkü o çoğunluk zaten bu spekülasyonları çok isteyen bir çoğunluktur, bir kent yönetiminde artık plandan bahsetmek mümkün değildir.

Bu herkesin malumu biliyorsunuz, belediyelerde seçimler yapıldıktan sonra komisyonlar oluşturulur, eğitim komisyonu vardır efendim sağlık komisyonu vardır vs. hepsini burada saymanın anlamı yok. Ama aralarında bir tanesi var ki o komisyon çok kritik bir komisyon, İmar Komisyonu.

Şimdi kim hangi komisyona seçilecek diye sorulduğunda belediye meclisinde, bütün eller imar komisyonu için kalkıyor. Belediye meclisinin yapısına bakıyorsunuz, o meclisin içerisinde müteahhitler, inşaatçılar çoğunlukta. Onlar imar komisyonlarına giriyorlar ve ondan sonra durmadan plan değişikliği önerilerini hazırlıyorlar. Öneriyi hazırlıyor, mecliste kendisi kabul ediyor sonra öneriyi; ben yaptım oldu şeklinde. Onun için İstanbul maalesef giderek artan bir tempoda plansızlığın içine sürüklenmektedir. Bu spekülasyonu çok güzel kolaylaştıran, onun için çok verimli bir toprağı oluşturan bir süreçtir.

Onun için de zaten, ekonomik kriz buralarda kendisini gösterdi önce. Çünkü Amerika’dan buraya o Mortgage denilen canavar geldi uzantıları. İnşaat sektöründe bu sıkıntı ortaya çıkınca hemen yüklendiler ekonomiyi yani ekonomik kriz şimdi teğet geçecek ya; daha geçti mi geçmedi mi bilmiyorum, ama o teğetin inşaat sektörünün uzağından geçmesi için ellerinden geleni yaptılar, demin anlattığım şeyler yapıldı. Yani mevduatlara göz diktiler, faizleri düşürdüler, affedersiniz bu tabiri kullanacağım enayi yerine koydukları mevduat sahiplerinin paralarını çekip taşlara yatırmalarını istediler. Tabii bu büyük ölçüde de olmuyor, onu da burada ifade etmek istiyorum. Çünkü ekonomi canlanıyor filan dedikleri süreçler aslında çok minimal biçimde o sözlerine uygun bir yol izliyor.

Biraz önce sözünü ettiğim 2005’te çıkarılan 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve

Page 122: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

122

Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun, ne kadar gösterişli, tumturaklı bir ismi var değil mi kanunun böyle upuzun bir başlık. Ama buna rağmen, kentsel dönüşüm uygulamalarıyla birlikte yaşam alanlarının dışına çıkarılan kitlelerin ekonomik kriz ortamında, çok ağır ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşı karşıya bıraktığını burada açıkça görebiliyoruz.

Bu bağlamda işaret etmek istediğim önemli sorun şu: 5366 sayılı kanunun uygulamasında yık, yenile, sat formülüyle bir yandan kentin tarihi yapısı yok ediliyor bir yandan da kentin yoksul kitleleri çaresizlik içerisine itilerek etik bakımdan asla savunulamayacak bir şey yapılıyor. Şimdi bu nerden geldi bu yıpranan yapıları korumak, yaşatmak? Korumak hiç söz konusu değil, demin söylediğim gibi yık, yap, sat süreci işletiliyor.

Nerden geldi bu ilham, bu akıl nereden geldi bu kanunu yapanlara? Bunu çok öncelerden tavsiye eden bir takım spekülatörler var Türkiye’de, sayısı da az değil bunların. Bunlar bir şey öğrenmişler, o da Almanya’daki bir süreç; yani şehir yenilenmesi süreci, Almanların “stadzanirung” dedikleri. Ama başka şey; şehirlerin sağlığa kavuşturulmasıdır stadzanirung. Yoksa tarihi yapıları da yık, yerine kuleler dik ve onları yeni moda tabiriyle en üst katlarını “rezidans”; bu da nereden geliyor ne snopluktur. Rezidans çünkü Batı’da prenslerin, kralların tatil bölgelerinde oturdukları mekânlara verilen addır. Ama biz tabii şimdi büyüdük ya, onun için “rezidans” diyoruz koşuyor millet de, çok parası olanlar var. Zaten onun için Türkiye’deki ekonomik yapı böyle. Bir üsttekiler var, bir alttakiler var. Alttakiler çoğunlukta, ama üsttekiler onlara egemen. Onlar işte rezidansta oturuyorlar o 30. katta oturuyorlar, şehre gitmelerine inmelerine de hiç gerek yok, çünkü hanımların berberleri de orada, alışveriş merkezleri de içinde o binaların. Her şey onun içinde, bütün yaşam alanları öyle.

İşte o insan silosu aslında. Altında büyük büyük alışveriş merkezleri de yapılıyor, kocaman garajları da var. Yani her biri bir şehir bir kent onların; kent içindeki kentler bunlar ve onlar izole, onlar ayrışmış, onlar yoldaki insanlara böyle pireler gibi sokaklarda dolaşan bu yukarıdan bakıldığında, insanlara yukarıdan bakıyorlar. Bakmıyorlar bile aslında, tamamen kendi yaşamlarını sürdürüyorlar ayrışmış bir kitle.

İşte şehir plancılığı ve şehrin ekonomisi İstanbul’da böyle bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Sosyal ve kültürel bakımdan hiç savunulamayacak bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Şimdi ne yapılıyor? Bu kanunun uygulamasında eski strüktürü kentin, tarihi strüktürü yok ediliyor, yıkılıyor. Sulukule’den başladı Suriçi’ne kadar geldi, şimdi Pera bununla karşı karşıya biliyorsunuz. Oradaki eski yapıyı ortadan kaldırıp oralara da belki de Arap emirleriyle işbirliği yaparak yüksek binalar dikme yoluna gidecekler ve buna da bu 5366 sayılı bir canavarlık sürecine kapıları açan bir kanunun uygulamak suretiyle ulaşacaklar bu sonuçlara.

Page 123: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

123

Şimdi bu bağlamda söylemek istediğim bir iki şey var. Sayın Başkanın demin değindiği işin sosyal tarafı, sosyal adalet tarafı. Burada 1982 Anayasasını yapanların unuttuğu ya da unutturduğu diyelim, sosyalist bir renk taşıdığını düşünerek anayasa metnine kasıtlı olarak almadıkları, sosyal adalet kavramı böylece İstanbul’da sığınacak bir yer bulamamıştır. Anayasada değiştirilemez maddelerden birinde yani 2. maddede yer alan sosyal devlet ilkesi ise özelleştirmelerin devreye sokulduğu ve çalışanların kaderinin IMF’nin insafına terk edildiği dönemlerden bu yana çoktan unutulmuştur.

Özelleştirmeleri ekonomik kriz bağlamında söz konusu etmemin nedeni şu: özelleştirmeler üç farklı sonuç yaratmıştır; bir özelleştirilen kamu işletmelerinden çoğu kârlı ve verimli çalışan ve kamu sektörüne yüksek gelir sağlayan kuruluşlardı. Bunların özelleştirilmesiyle kamu sektörü bu yüksek gelirden yoksun kalmıştır. Tabii hemen burada ileri sürülen bir demagojiye değinmek istiyorum, “efendim özelleştirildi ama devlet bunlardan elde ettiği kazançtan tamamıyla da yoksun kalmadı. Çünkü özelleştirildikten sonra özel kuruluşların elinde geçen bu şirketler, bu işletmelerden vergiler alıyor devlet.” Devletin nerelerden nasıl vergi aldığını ya da alamadığını hepimiz biliyoruz, onun üzerinde fazla durmama ihtiyaç yok. Bugünlerde çok popüler bir konu haline geldi o vergi meselesi. Onun için bunun üzerinde hiç durmaya da gerek duymuyorum. Bu sadece bir demagojidir başka hiçbir şey değildir.

İkincisi özelleştirilen işletmelerden kimileri, bunların satın alan kişilerce hizmet dışı bırakılarak üzerindeki toprağın spekülatif amaçlarla değerlendirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu da işte İstanbul’da spekülasyonu artıran bir süreç niteliği kazandırmıştır bu çalışmalara. Bunlardan bazıları tipik kamu hizmeti gören kuruluşlardı. Bunun sonucunda halkın kolektif ihtiyaçlarının tatmini de bir yana bırakılmış olmaktadır. En tipik örneği Sümerbank’tır. Çünkü Sümerbank kurulduğunda da çok açık söyleyeceğim, çulsuz Türk Halkını o zaman gerçekten çulsuz Türk Halkıydı. Savaştan çıkmış bir Türkiye’nin çulsuz halkıydı. O çulsuz halkı giydirmek için kurulmuştur o.

Ama devam ediyor yani şimdi çok mu ortadan kalktı bu çulsuzluk Türkiye’de? Yani tabii büyük kentlerde merkezlerinde yaşayanlar bunun pek farkına varmayabilirler, ama özellikle kırsal kesimlerde yaşayan halkın nasıl bir sıkıntı içinde olduğunu oralara giderek ben görüyorum. İşte Fikret TOKGÖZ dostumla birlikte biz Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu üyeleri olarak kırsal kesim belediyelerinin davetiyle gidiyoruz oralara ve bugüne kadar çok geziler yaptık, oralarda çok çalışmalar yaptık. Gördüğümüz manzara bize bu sürecin devam ettiğini yani kırsal kesim halkıyla büyük kentlerdeki halkın arasında nasıl bir uçurumun hala devam ettiğini gösterdi.

Üçüncü husus şu: Özelleştirilen kuruluşlarda kitle halinde işçi çıkarma yoluna gidilmesi, ekonomik kriz sürecinde işsizliğin hızla artmasına

Page 124: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

124

ciddi bir katkıda bulunmuştur. Şimdi bizim bir istatistik yapan bir kuruluşumuz var. Daha doğrusu istatistikleri siyasi iktidarın görüşü doğrultusunda yapan ve sonuçları da o görüşlere uygun biçimde açıklayan bir kuruluş bu. İşsizliği 3 milyon diye açıkladı, yapılan araştırmalar aslında 5 milyon olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yani orada da artık gerçekleri saptırma ve samimiyetsizlik egemen.

Şimdi özelleştirilip kapatılan bu şirketler İstanbul’da çok var bunların şubeleri filan, bu kuruluşlar özelleştirmeden yararlanarak bunları elde eden kişiler tarafından biraz önce söylediğim gibi büyük ölçüde kapatılıyor, ortadan kaldırılıyor, başka türlü kullanılıyor. Onun üzerinde olduğu araziler satılarak spekülatif amaçlara hizmet ediyor bu. Böyle olunca tabii kapatılan kuruluşlardan kitle halinde işçi çıkarmak mecburiyetinde kalacaklar. İşsizliğe çok ideal biçimde katkıda bulunuyor bu özelleştirme süreci. Bu itibarla bu süreçlerin de ekonomik kriz ortamında İstanbul’da etkilerini görmek mümkün.

Özelleştirmeler bağlamında değindiğim bütün bu hususlar İstanbul için de geçerlilik taşıyor. Ekonomik krizin İstanbul’da yarattığı etkilerden biri de kent yönetiminin özellikle büyük ulaşım projelerine yaptığı yatırımlarda ortaya çıkan yavaşlamadır. Gözle görülür biçimde böyle bir yavaşlama ortaya çıkmıştır.

Peki, ekonomik krizin İstanbul’daki etkilerini azaltma yolları ne olabilir? Sona geldim işte çarelere biraz değineceğim burada. Bir, enerji alanında üretimi artırıcı ve maliyeti düşük ve havayı kirletmeyen üretim yöntemlerine yer veren yatırımlara yönelinmesi önemli bir çözüm olarak görülmektedir. Bu bağlamda ilk akla gelen, güneş ve rüzgâr enerjisinden yararlanılmasıdır. Bunun yanı sıra enerji tüketimini azaltıcı yöntemlerin de geliştirilmesi gerekir.

İkincisi, kentsel atıkların değerlendirilmesi de ekonomik açıdan büyük yararlar sağlayabilir. Özellikle çevre kirliliğine büyük ölçüde neden olan kentsel katı atıkların modern sistemlerle toplanarak depolanması, sınıfına ayrılarak yeniden kullanılması, “recievcleaning” dedikleri Frenklerin. Bu şekilde kullanılması suretiyle bir yandan ekonomik bakımdan değerlendirilmesi, bir yandan da ekolojik dengenin sağlanması gibi yararlar elde edilebilecektir.

Sanayi odaları ve birliği daha şimdiden çok ilginç bir isim verdikleri atık borsasını kurma yolundadırlar. Kendi katı atıklarını, sanayinin katı atıklarını bu borsada değerlendirmek suretiyle hem kentin temizliğine hem de kendi çalışmalarının verimliliğine katkıda bulunmaktadırlar. Hele bu katı atıkların enerji üretiminde de kullanılması sağlanırsa ekonomiye ciddi katkıda bulunulabilecektir.

Şunu da hatırlatmak isterim: Adapazarı Fatih Endüstri Meslek Lisesi’nden üç öğretmenin bu konuda hazırladığı proje bir yarışmada ödül

Page 125: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

125

kazanmakla birlikte Avrupa Birliği’nden de bu projeye onay çıkmıştır. Bunun anlamı şudur: bu projenin uygulanması yolunda gidildiği takdirde Avrupa Birliği’nden mali destek elde etme imkânı da mevcuttur.

Üçüncüsü şu: Bir yandan TOKİ’nin, bir yandan da özel kuruluşların yoğun biçimde konut yapımı faaliyetleri dolayısıyla bu alanda ortaya çıkan arz fazlalığına rağmen konut sorunu çözümlenememektedir. Bunun nedeni üretilen konutların ödeme gücü düşük olan kimselerin ihtiyacını karşılayamamasıdır. Şu da var ki, kiracılık oranının yüksek olduğu mekânlarda kentsel dönüşüm uygulamaları, kiracıların barınma haklarını ciddi bir biçimde baskı altına almaktadır.

Bu konuda Batı’nın bulduğu birtakım çözümler var. Bunlardan en önemlisi sosyal konut projelerinin uygulanmasıdır. Almanya’da bu ta 40’lı yıllardan ortaya çıkmış ve çok gelişmişti, Avusturya’da bu sektör gelişmiş bir sektördür, fakat her şeyden önce New York City’de; ki New York City fevkalade konutların da çok pahalı olduğu bir mekan. Orada 3 milyon konut üretilmiş ve bunlar kiraya verilmiştir.

Benim kastettiğim şu: 2008’de Nika adını alan bu kuruluş, yani sosyal konutların üretimi ve halkın ihtiyacına tahsis edilmesi işini yürüten kuruluş gittikçe büyümekte ve fonksiyonu yaygınlaşmaktadır. Bunun yöneldiği kesim neresi? Bunun yöneldiği kesim demin sözünü ettiğim, mülkiyet hakkı sahibi olma imkânına sahip olmayan, yani konut sahibi olamayan kiracılara konut ihtiyaçlarını karşılamaları için destek olmak, yardım etmektir. Bu fevkalade yaygındır.

Türkiye’de böyle bir şey yok, TOKİ’nin yaptığı bu değil. Demin söyledim işte TOKİ’nin ne yaptığını. İşte gidin bakın şimdi Ataköy’de pahalı konutlar üretiyorlar. Hemen cevabı var bunun “efendim biz pahalı konutlar üretip bunlardan elde ettiğimiz büyük kârla daha ucuz konutlar inşa ediyoruz.” Bu da bence bir demagoji, çünkü o konutlar da aslında diğer konutlar da öyle ucuz konutlar değil. Yani halkın satın alabilmesinin sınırlarının üstünde olan maliyetler ortaya çıkıyor ve işte o kiracı olarak yaşamak mecburiyetinde kalan insanlar sokakta kalıyorlar. Bu ekonomik krize çok mükemmel bir katkı oluşturan bir süreçtir. Onun için bu sürecin herhalde bu şekilde ortadan kaldırılması mümkün.

Yani sosyal adaletin sağlanması için, demokratik katılım ne olabilir? Bu da sorular arasında; onun cevabını vereyim, onun cevabını vermeden bitirirsem eksik kalır. Bir ayağı meslek kuruluşları, öbür ayağı ikinci ayağı ise kent konseyleri olabilir. Ama o kent konseyleri geliştirilmedi maalesef, söyledikleri de onların ortaya koydukları eskilerin tabiriyle “Varakı mihri vefa kim okur kin dinler” onun için kale alınmıyor.

Meslek odalarına gelince, işte gördünüz üç gün önce Devlet Denetleme Kurulu bir tespit yaptı ama bir tehdit yaptı tehdit. Meslek

Page 126: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

126

kuruluşlarını tehdit etti “siyasetle uğraşıyorsunuz, eğer buna devam ederseniz işte kanundaki yaptırımlarla karşı karşıya gelebilirsiniz.” Neymiş siyasetle uğraşmaları? Ben size söyleyeyim siyasetle niye uğraşıyorlar onların nazarında. Siyaset filan değil, belki işte kent politikasıyla uğraşıyorlar. Her şeyden önce Mimarlar Odası durmadan dava açıyor o şehir planlarına karşı, spekülasyonlara yönlenmiş planlara karşı ve uygulamaya karşı dava. Bu şeyi iktidarı fevkalade rahatsız ediyor. Onun için bunun icabına bakmaya çalışıyorlar şimdi. Kapı açıldı durup dururken Devlet Denetleme Kurulu ne diye bunu ortaya atsın ki?

Yani Tabipler Odası da sağlık politikalarının yanlış yürütülmesine karşı itiraz ettiği zaman siyaset mi yapıyor? Siyaseti yapan iktidar; onlar o siyaseti eleştiriyorlar. Siyaset yapmak değildir o. Her vatandaşın eleştirme hakkı var. O meslek kuruluşlarının içindeki üyelerin de bir araya gelerek oluşturdukları o kuruluşların da eleştiri yapma hakları var.

Kentsel rantın topluma mal edilmesinin çözümleri olabilir. Eskiden vardı yani benim hukuk fakültesinde öğrenci olduğum dönemde yürürlükte olan bir kanun vardır; Yapı Yollar Kanunu. Bu Yapı Yollar Kanunu çok enteresan bir hüküm içermekteydi; kamulaştırmalar ve imar uygulamaları dolayısıyla rantlara sahip olan, rantları kazanan kimselere uygulanan şerefiye denen bir vergi vardır. Bu neydi? Ben oturuyorum, bir yerde oturuyorum birdenbire çevrede bir gelişme ortaya çıkıyor, yollar açılıyor, parklar yapılıyor işte mağazalar, satış yerleri filan yakınıma geliyor ve benim gayrimenkulümün değeri sihirbaz değneği dokunmuş gibi birdenbire üç katına çıkıyor. Bunda benim bir katkım yok ki, o gayrimenkulün maliki olarak hiçbir katkım yok.

Oysa bu yapılan imar hareketlerinin yükü halka yükleniyor. Ben yararlanıyorum, ama halk bunun yükünü çekiyor. İşte bu çok adaletli bir çözümü şerefiye denen o vergiyle bulmaya çalışmıştır o zamanların kanun koyucusu. Fevkalade adaletli bir çözümdü, ama Yapı Yollar Kanunun kaldırıldı, bu adaletli çözüm de ortadan kalktı. Buna yakın bir çözümü yeni mevzuatın içerisine sokmaktan başka çaresi yoktur. Topluma bu rantların kazandırılmasının tek yolu budur.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Hocaya teşekkür ediyoruz.

Erken ayrılacağı için hocam uygun görürseniz soru varsa salona şimdi dönelim, daha sonra diğer konuşmacılara.

Doç. Dr. ÜLKÜ AZRAK- Eğer bu yapılabilirse memnun olurum tabii.

OTURUM BAŞKANI- Bir yandan da bir süre kısıtımız var biliyorsunuz; onun için çok hızlıca alacağız soruları diğer konuşmacılarımıza dönebilmek için.

Page 127: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

127

MAHMUT ATAMTÜRK (Makina Yüksek Mühendisi)- Şimdi bütün değerlendirmenize kabul etmemek, saygı duymamak mümkün değil tabii. Ama bilimsel, bilim felsefesi açısından baktığımızda her şey çok güzel olmakla birlikte, yani bir alan açılımı yaptığımız zaman o alandaki bütün değerlendirmeler terk edilebiliyor.

Demek istiyorum ki, şimdi rantı siz bölüştürürseniz bu şehri daha da kaotik bir alanın devinimlerini daha da hızlandırmış olursunuz. Dolayısıyla, ben rantın halka bölüştürülmesini sosyal adalet açısından belki hümanist açıdan bir geçerliliği olmakla birlikte, bunun yeni bir kavram koymak istiyorum ben, kent dinamiği kavramı açısından çok büyük sakıncalar getireceğini hatta üstel fonksiyon yaklaşımıyla, üstel fonksiyonun paradigması açısından bunun kenti daha da kaotik duruma sokacağına inanıyorum. Dolayısıyla, çözüm ne diye soracak olursanız, bütün bu düşüncelerin terk edilmesi gerektiğine inanıyorum.

OTURUM BAŞKANI- Sorudan ziyade bir katkı gibi düşünebilir miyiz?

MAHMUT ATAMTÜRK- Yani katkının içinde soru da var. Katkının kendisi soru zaten.

OTURUM BAŞKANI- Hocam eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Prof. Dr. ÜLKÜ AZRAK- Kusura bakmayın, ama iyice anlayabilmiş değilim söylediğiniz şeyleri. Yani ben bilim felsefesi yapmadım burada. İkincisi bu halka döndürülmesi, rantların halka döndürülmesinin nasıl bir sakınca yaratacağını göremiyorum, anlayamıyorum.

OTURUM BAŞKANI- Hocam bilim adamının ben ismini bilmiyorum, fakat benim düşüncelerimin doğrultusunda geçenlerde bir panelde ismi zikredildi, uluslararası çapta bir insan. Şunu demiş, yani benden aynı şeyi 15 yıl önce düşünmüş. “Hız yani yoğunluk kent dinamiği açısından yoğunluk hızı getirir. Hız da yoğunluğu getirir. Bunlar birbirini üstsel fonksiyon biçiminde artırırlar, birbirini tahrik ederler. Rant da onların tahrik edici faktörüdür. Dolayısıyla, siz bu alanı kızıştırırsanız, yani bu rantı halka dağıtırsanız bu işi daha çıkmaza sokmuş olursunuz.”

Yani yaklaşım kent dinamiği, kentin gelişimi.

OTURUM BAŞKANI- Şimdi şöyle isterseniz bu çok derin ve çok uzun tartışılması gereken bir konu. Diğer konuşmacılarımıza da süre tanımak açısından kayıtlara geçti, bunlar yayına dönüşecek; hepimize düşünmek için önemli bir konu açtınız. Çok teşekkür ederek ben hızla diğer konuşmacılara dönmek istiyorum.

Çok hızlıca tanıyorsunuz ama Başakşehir Belediyesini ve Başkanını belki çok kısaca tanıtmakta yarar var. Kendisi hukukçu, 15 yıldır aktif

Page 128: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

128

siyasetin içinde yanlışım varsa Sayın Başkan düzeltin; ama aynı zamanda da bir sivil toplum örgütçüsü. Siyaset öncesinde etkin olarak sivil toplum kuruluşlarında çalışmış kendisi.

Başakşehir’de biliyorsunuz 2008 yılındaki yeniden yapılanma kapsamında Çekmece, Esenler ve Bahçeşehir’den ayrılarak tanımlanmış yeni bir belediyemiz, fakat belediyenin içinde de, belediyenin alanında da diyelim çok sayıda toplu konut projelerinin olduğu, bugün yaklaşık 190 binlerdeki nüfusun resmi olmayan birtakım kaynaklarda 750 binlere kadar yükseleceğine dair birtakım öngörülerin olduğu, içinde Olimpiyat Köyünün olduğu, içinde İkitelli Sanayi Bölgesinin olduğu ki 300 bin gibi bir istihdam kapasitesi sanıyorum şu anda 175 bin gibi bir kapasiteyle çalışıyor, ama bu derece önemli odakların bulunduğu bir belediyeden söz ediyoruz.

Tabii bir genel çerçeve en başta, oturumun en başında koydum, ama özellikle de belli katılımcılara yönelik spesifik konuları da merak etmeden geçemiyoruz. Dolayısıyla, Sayın Başkana benim burada ek olarak sormak istediğim konulardan biri de şu: Şimdi Ankara’nın, merkezi yönetimin, Sayın Başbakanın İstanbul’un gelişmesine yönelik ilgisi hepimizce malum. İşte kendisi helikopterle gezmeyi de seviyor. Dolayısıyla, belli bir merkezi yönetimin İstanbul’un gelişmesinde tırnak içinde söylüyorum dikte ettiği birtakım karar süreçleri olabiliyor. Yerel yönetimlerin, yerel inisiyatifin ve yerel gelişme dinamikleriyle bu merkezi karar süreçleri ki, sizin alanınız bunu çok kapsamlı toplu konut projeleri olarak görmek mümkün; bu konuda ne derece eşgüdüm sağlanabiliyor? Yoksa bunlar de facto planlara eklenmesi gereken kararlar gibi algılanmak durumunda kalıyor? Bunlar hep merak ettiğimiz konular, eğer uygun görür yanıt verebilirseniz çok sevineceğiz.

Buyurun.

MEVLÜT UYSAL (Başakşehir Belediye Başkanı)- Tabii öncelikle değerli hocalarım ve siz değerli katılımcıları saygıyla selamlıyorum.

Biz tabii özellikle belediyeciler fiili olarak işte bütün bahsedilen problemlerin birebir halkla birlikte yaşayanı veya halkın ilk problemi taşıdıkları kişiler, makamlar konumundayız. Bu manada herhalde bugün benim özellikle konuşacağım konular teorik, bilimsel konulardan daha ziyade, fiili yaşadığım, karşılaştığım veya benzer türde meslektaşlarımın fiilen karşılaştıkları konular olacak. Bu tespitlerimi ortaya koyacağım. Bu tespitleri ortaya koyduktan sonra belki bu 2 günlük toplantının belki bilimsel olarak, teorik olarak açılımını sağlama konusunda katkım olur diye düşünüyorum.

Tabii Başakşehir yeni bir ilçe. Daha öncesinden ilçe başkanlığım vs. var, ama belediyede ilk görevim. Yaklaşık işte bir 6 aylık belediye başkanıyız; 6 aylık bir ilçenin belediye başkanıyız yeni bir ilçe. Tabii

Page 129: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

129

geldikten sonra öncelikle bazı tespitlerimi yapıp, ondan sonra da özellikle bizden beklenen bu eşgüdüm konusunda biraz daha teferruatlı bilgileri aktarmaya çalışacağım.

İlçemiz enteresan bir ilçe, herhalde Türkiye’de örneği azdır. Üç tane şehir isminden bir ilçe oluşturuldu; Bahçeşehir, Altınşehir, Başakşehir. ve bu 3 bölge de birbirinden tamamen ne diyelim kopuk, ayrı bir dünya. Bahçeşehir’i hepiniz tanıyorsunuz, biliyorsunuz 90’lı yıllarda kurulmaya başlanan Türkiye’nin ilk banliyö sistemi olarak işte şehre uzak, ayrı bir yaşam merkezi olarak kurulmuş bir bölge.

Altınşehir 70’li yıllardan itibaren vatandaşların gelip yerleştiği, daha sonraki dönemde hizmet alamadığı veya yeterli alamadığı işte çok genel bir tabir var, varoş tabirine uyabilecek bir bölge.

Başakşehir bölgesi de yine 97-98’lerden itibaren oluşan Bahçeşehir benzeri ama o kadar pahalı satılmayıp, biraz daha çok elitlerin olmamakla birlikte yine buna rağmen belirli bir gelir seviyesinin üstünde olan insanların oturduğu bir bölge.

Şimdi tabii belediye başkanı olarak seçim döneminde gezdiklerimiz var, seçimden sonra söylenenler var, vatandaşın talepleri var. Bir kere ilk başlangıçta çizilen çerçevede işte demokratik katılımdan bahsedildi, bu manada şunu söylemek istiyorum: Türkiye’de herhalde en iyi demokratik katılım, dar bölge sistemiyle seçilen veya seçim uygulanan muhtarlık ve belediye başkanlığında fiilen oluyor. Birebir, yüz yüze görüşmek durumunda aday olan seçilen kişiler birebir oy verenlerle.

Bu insanlara şu rahatlığı veriyor, her konuda sıkıştığı, problem yaşadığı anda oy verdiği kişiye gelme imkânı tanıyor. Çünkü Başakşehirdekiler insan Mevlüt Uysal’a oy vermiştir. Her zaman kendisinde şu hakkı buluyor doğru da bir şey bence yaşadığı her problemi aktarıyor. Bu belediyeyle ilgili bir problem olmasına gerek yok; yani ailevi problemler dahil olmak üzere evde eşiyle kavga etse dahi, bu muhtarlar için de aynı şey böyle belediye başkanları için de aynı şey.

Ancak, tabii büyük şehirlerde özellikle nüfusu büyük olan ilçelerde belediye başkanlarına ulaşmak o kadar kolay olmayınca seçim sürecinde bu demokratik katılım olsa bile, seçimden sonra demokratik katılım nerede kalıyor, o ayrı bir mesele.

Şimdi seçim esnasında böyle olmakla birlikte, seçimden sonra demokratik katılım nasıl olabilir? Tabii bunun oturup belki bilimsel tartışmalarını yapmak, uzun uzun tartışmak gerekebilir. Yani belediye alacağı kararlarda, 5 yıl içerisinde yönetim esnasında alacağı kararlarda vatandaşların taleplerini nasıl kararlarına yansıtabilir? Bunun bir sürü alternatifleri vardır, ama maalesef her birinin ayrı problemi vardır. Bir de

Page 130: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

130

diğer bir problem de şudur: gerçekten vatandaşın talebini kararlara yansıttığı zaman doğru bir şey yapmış olur mu, bu da ayrı bir tartışmadır.

Şimdi bizim özellikle Altınşehir bölgesi dediğimiz bölgemiz, nüfusumuzun yarısını oluşturuyor. 210 bin nüfus var, 110 bin civarı o bölgede, 4 mahallede Altınşehir, Şahintepe, Güvercintepe. Anadolu’dan biraz önce hocamın bahsettiği sebeplerden dolayı İstanbul’a göç etmiş ve hemşericilik bağlarının onları oraya taşıdığı, ağırlıklı olarak oraya oturma sebepleri belki o tür şeylerden kaynaklanan bir yapı.

Orada bir kere oraya gelen vatandaş aldığı arsaya kaç çocuğu varsa o kadar kat yapmayı düşünüyor. 9 çocuğu varsa 9 kat, 2 çocuğu varsa 2 kat. Sebep şu: ben aynı binada oturayım ki, işte oğlum, kızım, gelinim yani İstanbul’un bu kötü ne bileyim işte ne tür ifade edilir, kötü yola düşmek tabiri vardır ya, o tür şeylere kapılmasın. Anadolu’dan gelirken böyle saf ve temiz bir duyguyla, bu düşünceyle geliyor ve o bölgede gerçekten seçimlere gittiğimiz zaman görürüz, binaların en az %25’ine, 5 katlı binaların en dış kapısından itibaren ayakkabı çıkarılıp merdivenlerde o şekilde ayakkabısız girilir. Çünkü dış kapıdan itibaren artık mekân kabul ediliyor. İçerde aynı aileden akrabalar oturuyor.

Şimdi böyle bir ortamda vatandaş eğer işte 12 çocuğu varsa 12 kat talep ettiği zaman ne yapacağız veya vatandaş orada çocuklarını okula göndermekte vs’de başka talepleri var; bunu belediye kararlarına yansıttığı zaman sadece vatandaşın talebini yansıttığı zaman ne olur? Bu ayrı bir tartışma, ama herhalde olması gereken o insanların da İstanbul kültürü diye bir kültür oluşturulup bu kültüre yaklaştırılması konusunda belediyeler bir şey yapmalı diye düşünüyorum.

Yani sadece vatandaşın taleplerinin karara yansıtılmasının çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bu şu manada değil, “evet kazandıktan sonra vatandaşı da çok umursamayalım” manasında değil, ama İstanbul’a gelen vatandaşın da artık her ne kadar ilk gelen anne-baba köyle kendisini kıyasladığı zaman İstanbul’da bir mesafe alsa bile, burada doğup büyüyen çocukların artık o yaşantıdan uzak olması gerektiğini düşünüyorum. Oralarda yaşayıp hala İstanbul’da denizi görmeyen insanlar var, Boğaz’ı görmeyen insanlar var. O aile için belki önemli bir şey değil, ama çocuklar için önemli olduğunu düşünüyorum.

Devamında tabii bu demokratik katılımı bu şekilde izah ettikten sonra, filen neler gördüm ve nerelerde sıkıntı yaşıyoruz onu kısmen aktarmak istiyorum. Bizim o bölgemizde bir Şahintepe’miz var İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin araştırmasına göre İstanbul’un en fakir mahallesi ve Bahçeşehir tarafına en yakın mahalle. Arada herhalde 1 km-1,5 km var. Bahçeşehir ise İstanbul’un zaten malum hem böyle elit kesiminin oturduğu bir yer.

Page 131: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

131

Bahçeşehir’de okullar ağırlıklı olarak kolej, sınıflar 10-12 kişi en fazla maksimum 20 kişi. Ailelerin çoğu birden fazla dil öğrensin diye zaman zaman çocuklarına yurtdışında 1 sene 2 sene eğitime gönderiyor, bu şekilde bir eğitim anlayışı; devlet okulları da buna paralel, devlet okulları da en fazla 20 kişi, tam gün eğitim yapan, belirli bir rahatlığı sağlayan yapıda. Ama hemen yan tarafta Şahintepe’de bir okulumuz var, ilk emlakçı oraları satarken boş araziye yaptığı bir okul, daha iyi arsa satmak adına. 24 derslikli bir okulumuzdu, 3200 öğrencisi, ikili eğitim, ikili eğitimde de ortalama sınıflar 70-75 kişi, 80 kişiye çıktığı var. Hiçbir sınıfının kapısının olmadığı, kapılar yok tam şeffaf yönetim ve maalesef 5.6. sınıfta çocukların okumasının, yazmasının olmadığı bir okul.

Tabii geldiğimiz zaman manzara bu. Vatandaş oy verirken hiçbir zaman benden yol, yani oy verme şartı olarak yol istemedi. Belediyenin yapması gereken su istemedi, altyapı istemedi, okul istedi. Biz de tabii belediye başkanı olduktan sonra ilk işimiz o okulu yıkmak ve yapmak. Tabii okulu yıkıp yapmak sürecini de biraz anlatırsam herhalde fiilen yaşadıklarımızı daha iyi bu salondakiler algılar diye düşünüyorum.

Evet, gerçekten insani açıdan da baktığımız zaman o okul birinci derecede problem olan ve çözülmesi gereken bir şey. Tabii aynı siyasi partideyiz merkezi hükümetimizle, Başbakanımıza o bölgenin durumunu izah edip acilen oraya okul yapılmasını talep ettik ve söylediği aynen şu: “Başkan arsa problemini hemen çöz, ben Milli Eğitim Bakanımıza talimat veriyorum hemen okulu başlatıyoruz.” Yine Milli Eğitim Bakanımızla görüştüğümüz zaman “Başkanım sen başkansın arsayı getir, ertesi gün ben okula başlatıyorum.”

Arkadaşlar arsa problemini çözmenin de siz çoğunluğunuz herhalde şehir plancı, az buçuk arsanın, planın ne olduğunu biliyorsunuz. 1670 dönüm tek parsel bir yer, 4500 kişiye yaklaşık 20 yıl önce satılmış. Onların içerisinde ölenler var, şu anda 8 bin-10 bin hissedarının olduğu bir arsa. Arsa problemini çözebilmek, boş bir yer bulmak ve 10 bin kişiden olur almak. Şimdi evet bu konuda bir çalışma başlattık ama bu çalışma herhalde 3-5 sene. Pekala okulun durumu ne olacak bu 3-5 sene içerisinde?

Yani vicdanen doğru, ama kanunen yanlış iş yapmak burada başlıyor işte. Yani belediyelerin birebir yaşadığı şey burada ortaya çıkıyor. Bölgemizde iş yapan müteahhitlerin birisi tabii bizden önceki belediyeden ruhsatını almış, inşaat yapıyor; değerli bir bölge ve iyi paraya satıyor. Para kazanacağını biliyoruz ve bu müteahhidimizi çağırdık dedik ki yani ruhsatı veren makamın ruhsatı iptal etme yetkisi de vardır. Avukatı ile beraber geldi “dava açarız” dedim “açabilirsiniz ben de 15-20 sene avukatlık yaptım. Ama bir 10 sene sonra burada ben olurum, olmam” “E ne yapacağız?” “Buradaki okulu yapacaksınız”

Page 132: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

132

Tabii kayda geçiyor belki, ama biz bizeyiz ve Kaymakamımızla görüştük; dedik ki, “Bir hafta öncesinden bu okulu tatil edip yıkmaya başlarsak yaz sezonunda yetiştirme ihtimaliz var.” Neticede Kaymakamımız da bu işe razı oldu, İlçe Milli Eğitim Müdürümüz de tabii Kaymakam razı, Belediye Başkanı razı, İlçe Milli Eğitim Müdürünün de çok itiraz edeceği bir şey yok, o da bu işe taraftar. İl Milli Eğitim Müdürüne iş gittiği zaman protokol yapmamız gerekir.

Protokol nasıl olacak? Belediye, müteahhit, İl Milli Eğitim Müdürü protokolü hazırlayacak, Valilikten onay çıkacak ondan sonra okula başlanacak. Şimdi Hukuk İşleri Müdürümüz geldi “Başkanım acilen meclisi toplamamız gerekir” Niye? “protokole imza atmak için yetki almanız gerekiyor.” Dedim “ben de avukatım, sen hemen şu protokolü getir” İki protokol yapıyoruz bir ikili protokol, bir üçlü protokol. İki protokol aynı maddeleri içeriyor, sadece tarafları farklı. İkili protokolde müteahhitle ilçe belediyesi olarak biz, üçlü protokolde müteahhit, ilçe belediyesi, il milli eğitim müdürlüğü.

Hemen onu hazırlattı ben imzayı attım. Dedim şu anda da sence ben ne yaptım? Yetkisiz olarak okul yaptırmak için protokol imzaladım, daha ötesi var mı yok. Hukuken bunun cezası var mı? O da yok. Olsa olsa bunu geçersiz sayarlar dedim zaten o manada bir sıkıntımız yok ve o zaman dedim gerçekten de o doğru çıktı, biz öbür protokolü gönderelim okul bittikten sonra o gelir dedim ve şu anda okul bitmek üzere hala o protokol dönmedi.

Şimdi tabii böyle şeylerle karşılaştığınız zaman ne yapabiliriz, nasıl aşarız? Ben şu anda merkezi hükümet aynı siyasi partideniz, belki geçmişte avukatlık yapmamızdan dolayı birebir hapis yolu görünmeyen, gayrikanunî yolları zorluyoruz. Ama her belediye başkanından bu beklenebilir mi? Beklenemez.

Diğer bir konu, her belediye başkanı görevi olmayan bir şeyi yapmak zorunda mı? Ona da baktığımız zaman, evet orası bir okul ve Milli Eğitim Müdürlüğü, Bakanlık bununla ilgilenmesi gerekiyor veya Özel İdare. Ama bizim için bir öncelikli problem.

Tabii bu tür şeyleri her ilçede bulmak mümkün, şimdi ilave olarak bizim diğer yapmamız gereken bir şey şu: Bahçeşehir’de bir göletimiz var, daha önceden belediye etrafını çevirmiş ve Bahçeşehirde oturan herkese kart vermiş, kartla giriliyor. Bahçeşehirli diyor ki, “biz ilçe olduk, büyük haksızlık yapıldı. Şahintepe’deki insanlar buraya hafta sonu çıkıp gelip kasaptan 1 kilo tavuk kanadı alıp, buraya mangalı açıp mangal mı yapacak?” bunun telaşında. Beri taraftakiler de “biz o bölgeye geçebilecek miyiz” onun telaşında.

Page 133: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

133

Bu iki kutup birbirini sanki Seferoğulları hikâyesi vardı ya eski Türk filmi. Tabii bundan bu bölgeyi kurtarmak gerekiyor. Yaz döneminde yaz spor okulları ile ilgili bir çalışma yaptık 4200 öğrenciyi yaz spor okuluna yönlendirdik, ağırlıklı olarak da o orta bölgede. Düşüncemiz de şuydu yani zaten okul harici dönemde çocuklar boşta kaldığı zaman evin içinde durmuyor, duramıyor, meşgul olacağı bir şey yok. Dışarılarda oluyor, dışarılarda da gerçekten ciddi sıkıntı. En azından sporla meşgul olsun ve o bölgede bulamadığı spor yapma imkânını bir başka bölgeye aktararak yaptırabilelim.

Orada Bahçeşehir kısmında tabii basket kulübü var Baskent 34 diye. NTV’de yorumculuk yapıyor, Murat Murathanoğlu; gerçekten de iyi bir kulüp, orada elit, zengin kesimin veya fabrikatörlerin çoğunlukta olduğu bir tenis kulübü var. onlara dedim ki: “Siz bu aradaki insanlarla barışmak durumundasınız.” Orada 5.-6. sınıfta okuması yazması olmayan çocuk herhalde buradan ayrıldıktan sonra veya yaşı 25-30 olduktan sonra camii imamı olmaz yani.

Yani şu anda da orada gerçekten ciddi bir problem var emniyet açısından, tinerci, bali bağımlılarından vs’den. Kendi mahallesindeki insanların gece belirli bir saatten sonra dışarı çıkamama problemi var. O insanlar, oradaki o çocuklar o problemi buradan Kadıköy’e taşımazlar. Birisini yolda bali bağımlısı, tiner bağımlısı olduğu zaman gasp edecekse gidip de Kadıköy’de, Tuzla’da birisini gasp etmeyi düşünmeyecek, en yakın mahallesindeki birisinden para alma hesabı yapacak. O zaman bu sizin probleminiz aynı zamanda dedik ve o bölgeden biz o kulübe yaz spor okuluna öğrenciler getirdik ve kış döneminde de o kulüpte devam etti ve devam ediyor. Yine tenis kulübüne, elit bir kesimin belki sporudur tenis, ama 150 öğrenciyi o yaz döneminde devam ettirdik, kışın da devam edecek bir yapıyı oluşturduk. Yani aradaki bu uçurumu kapatmanın hesabını yapıyoruz.

Şimdi bu nasıl yapılabilir? Bunun sebepleri nedir, nasıl çözülür? Onlar çok farklı bir şey belki, ama maalesef yaşadıklarımız bunlar. Bunlar beraberinde birçok problemi getiriyor tabii özellikle de rant meselesini getiriyor. Yani rant önce varoş olan yerlerin böyle planlanması, planlı hale dönüşmesi ve onunla birlikte değerinin astronomik artması. Bu rantın belirli bir ayağı, diğer bir ayağı büyük sermayedarların gelip bir bölgede bir yatırım yapması. İkisi de şart mı? Ben şart olduğuna inanıyorum, bu eleştirilebilir.

Yani Etiler’de Akmerkez yapılmalı mı, yapılmamalı mı tartışılabilir, ama ben Akmerkez’in Etiler’e bir değer kattığını, Türkiye’ye bir değer kattığını düşünüyorum. Ama Akmerkez oraya geldiği zaman sadece yapanların cebine para aktarmakla da kalmamalı. Hocam ayrıldı ama en son söylediği bir şey vardı, orada tabii ben de öğrenciydim ama o döneme yetişemedim; herhalde bu şerefiye vergisi dönemine. Bu tür bir şeyle bir şekliyle yerel yönetimlere o ranttan para aktarılmalı ve o ranta uygun altyapı

Page 134: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

134

orada oluşturulmalı. Akmerkez yapıldıysa önündeki kavşak 10 sene sonra yapılmamalı o projeyle birlikte yapılmalı. Veya Bakırköy’de Capacity yapıldıysa o Capacity’nin işte gereği olan altyapı yapılmalı. Ama Capacity yapılıyor belediyenin aldığı ne? Çok cüzi bir miktar; draya yapılan yatırım ne? Çok ciddi bir yatırım. O zaman ne oluyor? O zamana bırakılıyor veya işte farklı şekillerde yapılıyor.

Belediye başkanlarının tabii şöyle bir sıkıntısı var, tabii süremiz dolmak üzere; özellikle arkadaşlar seçilen belediye başkanlarının kaynak yetersizliğinden dolayı seçenekleri çok fazla değil, birkaç tane. Bir tanesi merkezi hükümetin kapısında yatıp kalkıp, kendi kaynakları yetmediği zaman merkezi hükümetten kaynak almak. Merkezi hükümet de tabii onun da her belediyeye aktarmak gibi bir imkânı yok, belirli kapısında yatıp kalkan belediyelere aktarma gibi bir şeye dönüşür; seçeneklerden birisi bu.

Biz ilçe belediyelerinin diğer bir seçeneği, Büyükşehir’in kapısında yatıp kalkmak, Büyükşehir’in kaynaklarıyla yatırım getirmek. Diğer bir seçenek biraz önce okul hadisesinde anlattığım gibi, zoraki vicdanen doğru ama kanunen yanlış olan usullerle kaynak oluşturmak. Diğer bir seçenek de tabii bu maalesef Türkiye’de çok konuşulan, ama az uygulanan, uygulanması çok nefret ve tepki çeken bir şey; “Bir sefer seçildim; kendimi, ailemi kurtarayım, boş ver milleti” deyip 5 yıl boyunca ona bakmak. Diğeri de hiçbir şey yapmamak ve öbür seçime nereden bulaştım bu işe deyip kendi kendine dövünmek.

Herhalde ilk 3 seçenekten birisini uygulayıp bir şekilde bir gelir oluşturup hizmet üretmek muhakkak ve hizmet üretmek en doğrusu diye düşünüyorum. Kalıcı olmanın yolunun da buradan geçtiğini düşünüyorum. Şu anda bir tasarı var; eğen o kanunlaşırsa özellikle bu rant vergisi diyebileceğimiz bir yerde planlama, imar, yol geçtiyse ilk defa özellikle imar planı yapılan yerlerde tek seferde alınmak kaydıyla tapuya işlenip, alınmak kaydıyla bir vergi oluşturuluyor. Kanun tasarısı Meclise gelmek üzere diye ümit ediyoruz. Eğer o çıkar ise, belediyelerin bu gelir durumu da biraz düzelir, şeffaflaşmak daha hızlı olur. Özellikle belediyelerdeki şeffaflaşmanın önüne geçen tek etkenin vicdanen doğru kanunen yanlış olabilen şeyleri bir şekle toplumun zorlaması, şartların zorlamasından kaynaklandığını düşünüyorum. O beraberinde bir sürü şey getiriyor.

Ben süremi biraz aştım galiba, teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI- Sayın Başkan teşekkürler. Bu arada Düzenleme Komitesinden bir uyarı aldım, saat 1’de toplantıyı bitirmemiz gerekiyor. Onun için gerçi bundan sonra konuşmacılara bir haksızlık gibi görünüyor, ama 15 ile 17-48 dakikada sınırlamaya çalışırsak belki cevap da alabiliriz.

Page 135: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

135

Sayın Fikret Toksöz zannediyorum kürsüyü kullanacak, ben bu arada hızlıca onu tanıyorsunuz ama tanıtayım. Kendisi hem lisans hem yüksek lisans düzeyinde mektepli siyasetçi; şu anda da Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezinde ve TESEV Vakfında danışman ve en son 2009 yılında henüz daha mürekkebi kurumayan bir çalışması var yerel yönetim sistemlerini karşılaştıkları.

Krize de aslında bu oturumla ilgili hazırlık yaparken bir parça optimist bir bakışını çalışmaları arasında yakaladım ki, o da ekonomik büyümenin çevresel değerler üzerinde yarattığı baskıyı en azından durdurması ve yeniden bir yapılanmayı tetiklemesi açısından da ekonomik krize bir pozitif bakış açısı var, duymaya ihtiyacımız var aslında.

Buyurun Sayın Toksöz.

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Teşekkür ederim.

Şimdi iki konuşmacıyı dinleyince şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız: bir tanesi her şeyden yakınan, alışıldığınız tip bir eski yaklaşım, öbürü de gerçekler karşısında ne yapacağını bilemeden bir takım yöntemler bulmaya çalışan bir şey. Aslında çok önemli bir dönemde yaşıyoruz, 20. yy’da dünyaya egemen olan iki sistem arka arkaya sona erdi. Birincisi reel sosyalizm 1990’da sona erdi, 20 yıl sonra da serbest piyasa ekonomisi sona erdi.

Bütün benim için öğrendiklerim çöpe gitti. Belki gençler bu işten kurtarabilir, ama orada da bir tehlike var; eski sisteme göre yetişmiş hocalardan alacakları derslerle ne kadar çözüm üretirler onu bilemiyorum. Bu hepimiz için bir eleştiri. Dolayısıyla, bu alışılmış şeyleri bir tarafa bırakıp çok daha yaratıcı, çok daha dinamik bir şeyler yapmak durumundayız diye düşünüyorum.

Ben böyle bir sunum hazırladım, ama bu sunum da çok önemli değil. Bazı şeyleri sizinle paylaşmak istiyorum sadece. Sonra da ne olduğunu göstermek istiyorum. Tam burada anlaşılmıyor ama kalkınmanın olduğu dönemlerde, 2006 yılında bir grafik bu. Bu grafikte Türkiye de gözüküyor. Türkiye şöyle tam ortada bir yerde duruyor. Bu grafik neyi anlatıyor? Şunu anlatıyor: özellikle krizin ortaya getirdiği şey yoksulluktur. Yoksulluk krizden önce de vardır, ama keskinleştiren şey yoksulluğun yaygınlaşmasıdır ve sayı olarak da çoğalmasıdır.

Şimdi Türkiye gibi ülkeler ekonomi büyüdükçe, pasta artınca pastadan fakirler de pay alır diyor. Başkaları ise burada çok ekstrem bir örnek var en solda, o da dünyada yeni kurulan bir yığın dertten sonra kurulan, burada görülen Brezilya ve Burkina Faso’ya bakalım. Brezilya’da önemli şeyler yapıldı arkadaşlar. Brezilya’da zenginlik yeniden dağıtıldı. Şimdi ekonomik kalkınma denen şeyin öteden beri alışılan 3 boyutu vardır.

Page 136: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

136

Bir tanesi ekonomik kalkınma, öbürü sosyal içerme, üçüncüsü de ekonomik sürdürülebilirlik olarak söyleniyor. Buna şimdilerde dördüncü bir boyut eklendi, o da kültürün gelişmesi.

Şimdi Brezilya bu sosyal içermeyi ekonominin yarattığı zenginliği yeniden dağıtarak sağladı. Yoksullukla mücadeleyi böyle sağladı. Bu son 15 yılda Brezilya bir takım şeyler yaptı. Türkiye ise ciddi biçimde Türkiye’de sosyal hizmetler, sosyal yardımlar çok büyük çapta arttıysa, 2002’ye göre 3 kat arttı bu dönemde. Buna rağmen ekonomik zenginlik dağılıma baktığınız zaman eşitlikçi değil çok kötü bir durumda. Sadece ekonomik kalkınmaya bağlı bir yani büyümeye bağlı bir iyileşme mümkün gözükmüyor. Krizde Türkiye’de ne oldu? %13,6 gözüküyor 2009 Mayısında.

Tabii Türkiye’de krizle birlikte olan başka bir şey var; hepimizin bildiği işte IMF, Dünya Bankası, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ekonomide %6 daralma diyor, aslında %6 değil daralma daha büyük bir daralma. Çünkü krizden önce Türkiye %7 kalkınıyordu sıfıra indi, sıfırdan 6’ya düştü. Yani %13’lük bir daralmayla karşı karşıyayız. Çok ciddi bir daralma ile karşı karşıyayız.

Peki, kriz kentleri nasıl etkiledi? Çok yeni bir araştırma yapıldı 5 büyük kentte İstanbul içinde bunun. Bu araştırma bir ay önce bitirildi ve yayınlandı. Burada da görüyorsunuz insanlar ne yapıyorlar? Gıda harcamalarını azaltıyorlar, çocukları için ayırdıkları gıda masraflarını mesela süt içirmiyor, içiriyorsa süt de içirmiyor. Sağlık harcamalarını azaltıyor, eğitim harcamalarını azaltıyor. Özellikle bundan en çok etkilenen kız çocukları tabii kızlar. Kızı okula göndermiyor. İlköğretim mecburi ortaöğretim de göndermiyor. Böyle bir sorunla karşılaşıyoruz.

Şimdi ankete katılanların %10’u ayni ve nakdi sosyal yardım aldığını söylüyor. Bu aslında işsizlik aylığından yararlanabilenler, ancak işsiz nüfusun sadece %7’lik kısmı. İŞKUR’un İş Eğitim Programından yararlananlar işsiz nüfusun %7’si. Burada tabii İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hakkını yememek lazım; İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSMEK aracılığıyla ciddi sayıda öğrenciye veya işsize iş edindirme kursları açmaktadır. Ama orada da çok önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Bu yapılan büyük gayretin bir değerlendirmesi yapılmamıştır; acaba bu eğitimden geçen kişiler iş bulabiliyorlar mı? Yaratıcı bir şey oluyor mu, kendi işlerini kurabiliyorlar mı bunu hiç bilmiyoruz. Bunlar evlerinde oturuyorlarsa bu iş üretmek, iş yaratmak değil olsa olsa boş zamanları değerlendirme faaliyeti olarak görülebilir. Zaten çoğu da yapılan şey gördüğümüz gibi, yapılan çalışmalara baktığınız zaman aşağı yukarı bir boş zamanları değerlendirme anlayışı içinde yapılıyor. İşte yamalı bohça yapmak ya da ebru kursları gibi kurslar var. Öbürlerini küçümsediğim için söylemiyorum, ama yeniden düşünmek gerektiğini gördüğüm için söylüyorum.

Page 137: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

137

Şimdi başta da söylediğim öğrendiğimiz her şeyi bir tarafa atıp yeniden düşünmemiz gerekiyor, yeniden üretmemiz gerekiyor. Bir yığın para harcıyoruz, bu paraların doğru dürüst harcanması gerekiyor. Tabii ki Büyükşehir de bundan yeniden bu sistemi düşünmesi lazım. Asıl Büyükşehir bir şeyler yapabilir krizde diye düşünüyorum. Burada da şimdi şehirlerde kayıtlı ve kayıt dışı güvenlik ağlarına baktığınız zaman, bunun bir kısmı İngilizce kusura bakmayın; çünkü bu öneri bize geçen hafta çarşamba günü geldi başka bir hazırlık yapıyorduk oradan bazılarını buraya aktardık.

Tabii bu tür toplantılar yapılırken ben de çok toplantı düzenlediğim için arkadaşlara da bir eleştirim çok konuşmacı almayın, 2-3 tane konuşmacı alın. Buradaki oturanlar da sadece dinlemesin, soru sorsun, biraz katkıda bulunsun. Yani böyle 5 kişi, 6 kişilik grup olmaz. 1 kişi 2 kişi öbür tarafı bu tarafı konuşmalı. Aslında daha önce yaptığınız şey “round table” ya da yuvarlak masa toplantıları daha elverişli gözüküyor bu iş için.

Şimdi burada da görüyoruz genel olarak insanlar yakınlarından para alıyorlar. Yani kamu kaynaklarından yararlanmıyorlar. Yakınlarından yardım görerek krizin etkilerini azaltmaya çalışıyorlar. Ama son zamanlarda şöyle bir değişme var Türkiye’de: 2003-2008 bu TÜİK’in yaptığı bir araştırmanın sonucu, belediyelerin sosyal yardımlarında ciddi bir artış olduğunu görüyorsunuz. %8’den %21’ çıktı. Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Genel Müdürlüğünde de bir yükseliş olduğunu görüyoruz.

Yine de ama en çok şey akraba ve tanıdıktan gelen bir yardım var ve belediyelerin giderek sosyal refah devletini işlevini devletin üstünden aldıklarını görüyoruz. Yani belediyeler çok zor işler yapıyorlar bir de şimdi de işsizlikle ve de yoksullukla uğraşmak durumunda kalıyorlar. İşte demin Sayın Başkan kendi bölgesindeki sorunları söyledi görüyor.

Peki, İstanbul nereye gidiyor? Bunu hepiniz biliyorsunuz, ama işte 18 senelik sonuç bu, 375 bin kişi 2008 yılında İstanbul’a göç etmiş, bunun %10’u Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan geldi. Aslında 3 şehirden geldi böyle dediğime bakmayın, Erzurum, Diyarbakır ve var galiba 3 şehirden geldi. Şimdi size İstanbul’un gelişmişliği ile ilgili bizim yaptığımız bir çalışma bu şimdi İstanbul’da büyük bir Avrupa Birliği projesinin ortağıyız, o da şu: İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir’de göçün meydana getirdiği sorunların azaltılmasına ilişkin bir proje yürütüyoruz, Avrupa Birliği projesi. Burada da büyükşehrin iki amacı var projenin; büyükşehrin göç problemini odak olarak üstlenmesi ve göçün meydana getirdiği sorunlarla baş edebilmek için özel bir eylem planı yapması ve belediyenin kapasitesinin artması.

Şimdi tabii çok bilim adamlarının da en çok, bilim kadınlarının da en çok şikâyet ettiği bir nokta var. Türkiye’de çok veri var, ama bilgi yok. Verileri bir araya getirmek çok zor, ayrı ayrı toplamak çok zor. Maalesef bir yanlış adım attı Türkiye; nüfus sayımını ortadan kaldırdı şimdi tamamen Türkiye’nin

Page 138: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

138

nerede olduğunu kimse bilmiyor. Hâlbuki Türkiye gelişmiş olarak bugüne kadar dünyada en iyi istatistikleri olan, güvenilir istatistikleri olan nüfus açısından bir ülkeydi. 2000 yılından sonra istatistik sayım yapılmadığı için yapılmadı, ama dün gazetelerde gördüm Sayın Devlet Bakanı açıklıyor “2011 yılında tekrar nüfus sayımı yapacağız” diyor.

Tabii onların da eski alışkanlıklarını bırakıp 50 sayfalık soru sormamaları lazım; 2-3 sayfa içinde temel bilgileri almaları lazım. Böylece de insanları uzun süre evlerinde tutmanın da anlamı yok. Ama şimdi bu 2000 nüfus sayımına göre ekonomik gelişmişlikle ilgili bir haritayı gösteriyorum. Ekonomik gelişmişlik zaten Boğaz’ın kenarında ve Kadıköy’de, biraz da işte sahillerde Bakırköy’de olduğunu görüyorsunuz diğer bölgelerde ekonomik gelişmişlik bu.

Peki, bu 2007’de ne olmuş? Tam karşılaştıramıyoruz çünkü 2007’de 2000’deki gibi gelişkin endeksler yok elimizde. Bu kendi oluşturduğumuz bir ekonomik gelişmişlik endeksidir. Burada da Sayın Belediye Başkanının bulunduğu yerde yeni gelişmiş zenginlikler görüyoruz işte Bahçeşehir gibi, üstteki ormanın içindeki Kemerburgaz gibi alanların oluştuğunu görüyoruz. Biraz da işte İstanbul’un içinden zenginler sağa sola doğru kaymaya başladılar, onu da burada görüyoruz.

Bir başka harita ortalama gelire göre yapılan bir harita. Şu yeşil noktalar, koyu yeşiller aylık kazancı 2100 lira ile 6400 lira arasında olanlar. Yoksulluğun nerelere gittiği gözüküyor burada. Şimdi bütün bunları niye yaptık? Bütün bunları bu çok yeni bir çalışma henüz bitiremedik yani İstanbul’la ilgili bir resmi ortaya koymak için yaptık bu çalışmayı. Yoksulluk nerelerde toplanıyor ve buralarda belediyeler ne yapabilir acaba? Yoksulluk istatistiklerde göründüğü zaman pek bir şey ifade etmiyor, ama görsel olarak baktığınız zaman karar vericiler için daha kolay bir şey oluyor.

Şimdi buradan ne yapmalı diye bir soru sormak lazım. Bunlar benim sınırlı bilgimle ve geçmiş kültürümle söyleyeceklerim, ama dediğim gibi bunları hep bir daha düşünmemiz, bir daha yorumlamamız gerekiyor. Şimdi çok acayip bir sistemle karşı karşıyayız, o da şu: Valilik var, belediye var, vakıflar var, Büyükşehir Belediyesi var, belediyeler var hepsi ayrı ayrı İstanbul’da para dağıtıyor. Şimdi biz bu paralar ne kadardır diye bakalım dedik, Valilikten zor bela bilgileri aldık ama Belediyeden bilgileri alamadık. Büyükşehirden alsak bu sefer alttaki belediyelerin tamamından bilgi almak lazım. Herkes ayrı ayrı dağıtıyor aralarında bir kriter yok ve ciddi paralar dağıtıyorlar.

Bu İstanbul’da bu ikilemi, üçlüğünü filan ortadan kaldırmak lazım. İstanbul’da Valiliğin yani İl Özel İdaresini kaldırmak lazım, Valilik durabilir. Ama İl Özel İdaresini kaldırmak lazım. Böylece İl Özel İdaresinin bütçesi arkadaşlar 880 milyon lira yani 1 milyar liraya yakın bir para. Şimdi devlette

Page 139: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

139

üç türlü sağlık müdürü var; Büyükşehir Belediyesinin sağlık müdürü var, İl Özel İdaresinin sağlık müdürü var bir de devletin sağlık müdürü var. Yani böyle karmaşık bir sistemle karşı karşıyayız.

Derhal 2003’te başlayan desantralizasyonun devam etmesi gerekiyor. Ciddi biçimde merkezi yönetimin ilişkilerini yeniden koymak, merkezi hükümetin görevlerini yeniden düşünmemiz gerekiyor.

İstanbul’da şimdi şöyle bir şey söylenmişti “üst düzey hizmet sektörü gelişiyor.” Peki, üst düzey hizmet sektörü için insan kalitesini nasıl artıracağız? Şimdi Sayın Başkan bir örnek verdi arkadaşlar İstanbul’da 1 milyon 800 bin ilköğretim çağında öğrenci var. 1 milyon 200 tanesi ikili öğretim görüyor. Özel okullarda okuyan çocuk sayısı da 100 bin, yani hiçbir şey değil. Bu eğitim düzeyiyle İstanbul, İstanbul’un da bir de büyük hedefleri var hepimizin de çok beğendiği işte dünya kenti olacak diye düşünüyoruz, ama bu hedefe varamaz.

Tabii şimdi bu kriz zamanlarında en çok ihmal edilen işlerden bir tanesi de çevre meselesidir. Çevrenin hiç ihmal edilmeden daha da üzerine gidilerek yapılması gerekiyor. Bir de sosyal politikaların gerçekten denetlenmesi ve verimliliğinin takip edilmesi için belki bağımsız bir şey kurmak lazım. Bu belki Türkiye’deki üniversitelere, İstanbul’daki üniversitelere düşüyor. Ya da başka bir şey kurmak lazım, çünkü kime paranın gittiği belli değil, nasıl dağıtıldığı belli değil. İstihdamı yaratıcı projelere mutlaka ağırlık verilmesi lazım; şimdi belediyeler bu konuda önemli rol oynayabilir. Şimdi bizim ilkokullarımızda hemen hemen temizlik hizmeti hiç görülmüyor. Velilerden para toplanabilen yerlerde yapılıyor, bunları mesela belediyeler geçici istihdamla şimdi 100 bin kişilik bir geçici istihdam paketi çıkardı hükümet. Bunlar İstanbul’da sosyal hizmetler, çevre, kültür, sanat ve eğitim sektöründe hemen yapılabilir, geçici işçi yaratmak lazım İstanbul’daki çöküşü önlemek için bu gerekiyor.

Şimdi bu katılım meselesi bir sorun olarak söylemişlerdi, hocam başlangıçta böyle bir soru sordu. Aslında katılım meselesinde yasal altyapı aşağı yukarı oluşturulmuştur. Ancak Türkiye’de bu yerel yönetim reformu yapılırken özellikle Türkiye Mimar Mühendis Odalarına bağlı bütün birlikler, bütün odalar o kadar karşı çıktılar ki kanunu hiç incelemediler. İki tane siyasi şeyle karşı çıktılar; biri Türkiye’nin bütünlüğü bozulacak, ikincisi laiklik tehlikeye girecek diye.

Ama kanunun orijinalinde çok müthiş katılımcı önermeler vardı, ama özellikle Türkiye’de Mimar Mühendis Odaları işte Çevre Mühendisleri Odası ya da Şehir Plancıları Odaları bu işlere katılmayınca o katılımcı mekanizmaları yok etmek görevi Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e düştü. Melih Gökçek her gün Meclisteydi, ama sivil toplum dışarıda hayır dediği için kanun geçti, kanunu Anayasa Mahkemesi döndü bu sefer CHP

Page 140: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

140

boykot etti, kanun hiç muhalefete uğramadan hükümetin orijinalinde öngördükleri bile çıkarılarak yasalaştı.

Ama buna rağmen şimdi kanunda odaların imar komisyonuna ve diğer komisyonlara katılma hakkı vardır bunu talep etmek lazım, bunu yaratmak lazım, bunu üretmek lazım. Talep ediyorsunuz hayır diyor. Mahkemeye gideceksiniz, dava açacaksınız; bunu gerçekleştirmek lazım. Bu konuda aslında Başbakanlıkta bekleyen bir de kanun tasarısı var. İstanbul Hukuk Fakültesi hazırlamıştı; İdari Usul Kanunu diye bir kanun var. Adalet Bakanlığı web sitesine girerseniz görebilirsiniz. İdari Usul Kanunun her türlü idari işlem ve eylemde, ilgili tarafların görüşünün alınmasını zorunlu hale getiriyor. Bu kanunun çıkması için yine odalarımızın ve üniversitelerimizin hükümet üzerinde baskı kurması lazım.

Kaldı ki, Avrupa Birliği’nin ilerleme raporu 5 senedir aynı cümleyi yazıyor; belediyelerde reform yaptınız, 3 hususta eksiklik vardır, birincisi katılım, ikincisi hesap verebilirlik, üçüncüsü şeffaflıktır. Bunu sağlayamadınız diyor ve bunun hemen çözülmesini istiyor, ama bu konuda çok cılız bir hareket olduğunu söylemek lazım. Erke sahip olanlar kendi gönülleriyle hiçbir şeyi paylaşmazlar, paylaştırmak zorundayız yeni demokrasi anlayışı da budur zaten, böyle yapmak lazım.

İkincisi kentsel rantla olarak Sayın Belediye Başkanı da söyledi; İçişleri Bakanlığı bir kanun tasarısı hazırlamış durumda. Başbakana da sundular ve bu konuda şunu söylemek istiyorum tabii Türkiye’de hiç bellek oluşmadığı için, aslında 1978-80 dönemi arasında Türkiye’de Yerel Yönetim Bakanlığı diye bir bakanlık kuruldu. Bendeniz de bu bakanlıkta üst yönetici olarak görev aldım ve benim başkanlığımda hazırlanan bir kanun tasarısı Meclisten geçti, ama Cumhurbaşkanının vetosuyla geri döndü. O kanun tasarısı neyi getiriyordu? Kentsel rantı getiriyordu, rantın vergilendirmesini getiriyordu. Hazırladığımız kanun tasarısı beyefendinin de söylediği gibi şehir plancıları ve mimarlar tarafından da tabii eleştirilebilir. Çünkü o kanunda şimdi aynı maddeyi bu hükümet de koyuyor; belediyenin herhangi bir kararıyla kat yükseltilmesi, imar yapı alanının genişletilmesi ya da yeni imar alanlarının açılaması durumunda ortaya çıkan değer artışının %30’unun belediyeye ödenmesi koşulu vardı.

1979’da bu kanun o günün politik atmosferinde son derece güç koşullarda çıkmıştı. Eğer o kanun o gün çıksaydı bükün aksaklıklarına rağmen 1999’da 100 bin ev yıkılmamış olacaktı, 24 bin kişi ölmemiş olacaktı, 100 bin kişi yaralanmamış olacaktı. Çünkü rantı vergilendirmediğimiz zaman ne oluyor? Rüşvet olarak dönüyor, bir kısım da kamu hizmetlerine geri dönüyor.

İstanbul’daki rüşvetin bütün kaynağı kentsel ranttan doğmaktadır. Bu kentsel rantın şimdi İçişleri Bakanlığı böyle bir kanun tasarısı hazırlamış

Page 141: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

141

durumda ve hükümetin yatırım planında da var, 3 yıllık mali planında da var. Önümüzdeki günlerde Meclise getirmelerini bekliyorum. Meclise getirirlerse geç de olsa kentsel rant vergilenecektir, bunu çok önemli ve olumlu bir adım olarak görüyorum. Tabii kentsel rantı vergilediğiniz zaman şöyle bir şeyle de karşılaşacaksınız: spekülatörler “bu sefer belediyelere şuradaki kat alanını artırma artır” diye bir takım şeyler de çıkabilir, bir şeyi de bozabilir. Ama ona karşı da yapılacak şey, bugünkü imar düzeninin demokratikleştirilmesidir. Bu imar düzeni demokratikleştirilmedikçe bu çözülemeyecek gibi gözükmektedir.

Eşgüdüm meselesinde de, İstanbul’da böyle parçalı yönetimi bırakıp tek bir yönetim kurmanın artık zamanı gelmiştir. İl Özel İdaresi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi birleştirilirse sanıyorum ki, büyük çapta tabii İstanbul Belediyesi’nin içinde yüzlerce daire var, onların arasındaki koordinasyonu kurmak falan çok zor. Ama çağımızda etkin bir bilgisayar gibi çok iyi önemli bir araç var. Etkin bir bilişim sistemiyle bunu çözebiliriz diye düşünüyorum.

Çok teşekkür ediyorum. Yeni şeylere ihtiyacımız var, yeni düşüncelere ihtiyacımız var diye; umudumuz gençler.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz Sayın Toksöz.

Hızla dördüncü konuşmacımıza geçiyoruz.

Asuman Yeşilırmak, kendisi mimar kimliğiyle katılıyor, ama aslında Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan bir bürokrat. İstanbul’un son üç üst ölçek plan çalışmasında, 1980, 1995 ve 2006 planlarının üçünde de yer almış çok az sayıda kişiden biri ve bu kentsel dönüşüm alanlarında alt gelir grubunun mağduriyeti konusunu çok uzun süredir bürokrasi çevrelerinde sıklıkla tartışan bir bürokrat.

Buyurun Asuman Hanım sizi dinliyoruz.

ASUMAN YEŞİLIRMAK (Mimar)- Ben bütün katılımcıları saygıyla selamlıyorum.

İstanbul tarihi boyunca üstlendiği roller gereği hep önemli dönüşümlere sahne olmuş bir kent. Ülke ekonomisinin başkenti, kültür başkenti, birçok bakımdan bir çekim merkezi. Diğer yandan hızlı, plansız, altyapısız kentleşme sorunları ile afetler karşısında dayanıksız bir kent. Deprem bekleyen, şiddetli bir yağmurda bile canlar kaybettiğimiz bir kent.

Bugün kendisine biçilen yeni roller, yeni işlevler söz konusu. Doğal olarak, sanayiden arındırılıp hizmet kenti, finans kenti, kültür kenti, turizm kenti, lojistik kenti gibi yeni roller biçilirken ve bunlara uygun düşmeyen

Page 142: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

142

istihdam yapısı, altyapı eksiklikleri, düşük yaşam kalitesi, kentsel kaynakların hesapsız tüketimi vb. sorunlarla karşı karşıya. Dünkü oturumda bu kentin küresel ölçekteki ekonomik krizden önemli ölçekte etkilendiği rakamlarla da açıklandı ve dolayısıyla İstanbul’un yönetimi bu anlamda gerçekten önemli bir konu.

Aslında İstanbul’un bu fiziki ve sosyal sağlıklaştırılması, işte doğal, kültürel değerlerinin korunması yönünde bir dönüşüme ihtiyacı olmadığı da söylenemez. Ama doğal ve kültürel değerlerini daha fazla tüketmeden, içinde yaşayan insanı yok saymadan bu dönüşümü planlamak, yönetmek bu dünyanın belki de en zor, en karmaşık, en hassas, en çok boyutlu düşünülmesi gereken işlerinden biri; ama şu ana kadarki gelişmelere ve uygulamalara baktığımızda da çok hafife alındığı görülebilir.

Ben Sayın Belediye Başkanının da affını dileyerek şöyle bir şey söylemek istiyorum. Bu kenti yönetmeye, planlamaya, dönüştürmeye soyunan siyasetçiler ya da siyasetçilerin seçtiği bürokratlar, siyasi tercihlerle gelen bürokratlar genellikle “kervan yolda düzülür” mantığıyla geliyorlar ve belli bir politikaları olmadan, derinlemesine bilgileri olmadan, yüzeysel bilgilerle birçoğu “en iyi plancılar” haline geliyorlar.

Tabii bu yolda düzülen kervan İstanbul gibi devasa sorunları olan bir kent olduğunda kararların ve bu denemelerin yani gerçekten vahim denilecek yanılmaların da ortamı oluyor ve bu hep de böyle devam ediyor nedense.

Kent planlaması, kent yönetiminin önemli bir aracıdır. Bugün kent planlaması yalnızca kentsel alanın belli işlevlere tahsis edilmesinden ibaret değildir. Planlamanın gözetmesi gereken birçok önemli faktör ve yönetmesi gereken süreçler vardır. İstanbul artık sanayi kenti olmasın; turizm kenti olsun, hizmet kenti olsun, bilgi kenti olsun. Ama bunu demek de yeterli değil; büyük oranda vasıfsız işgücüne dayalı İstanbul sanayii. Sanayi gitti, işgücü beraberinde gitmeyecek.

Planlama işsizlik ve sosyal patlamanın yaratacağı etkileri ve bu istihdam yapısının nasıl dönüştürüleceğini hesaba katmak zorunda. Sanayiden boşalan alt merkezler, üst düzey yönetim alanları küresel ekonominin gerektirdiği alanlara dönüşecek; peki bunların etrafındaki yerleşme alanlarında sürmekte olan yaşam nasıl dönüşecek? Bundan nasıl etkilenecek? Mülkiyet sorunları nasıl çözülecek? Planlama, kiracılık sorunu, toplumsal ayrışma gibi sorunların tümünü hesaba katmak durumunda.

Sayın moderatörümüzün de çizdiği çerçevede belirttiği gibi, kamu eliyle konut stoku yaratılması, Batıda 2. Dünya Savaşından sonraki kriz ortamında başvurulmuş uygulama ve İstanbul da bugün itibariyle kriz ortamını yaşamakta. Birçok konu da kriz ortamında ve bu durum, özellikle ele alınması gereken bir konu. Ayrıca tabii bütün bu dönüştürülen alanlarda

Page 143: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

143

sosyal ayrışmanın etkilerini düşünmek, karma toplumsal yapının tesisini sağlamak üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bütün bunları eğer dert ediyorsanız çözümler vardır, ama bunlar dert edilmiyorsa ve bir kiracılık sorunu yokmuş gibi davranılıyorsa, bu tür sonuçlar beklenmiyorsa, böyle bir teşhis, böyle bir tespit, böyle bir endişe yoksa çözüm arama gayreti de doğal olarak olmaz.

Diğer taraftan planlar, erişilebilirlik sınırlarını aşan ve ekolojik alanları tahrip ederek yayılan bu kentin büyümesinin durdurulmasının, kompaktlaştırılmasının gereklerini, araçlarını gözetmek durumunda. Dünkü oturumda Mortgage Finansman A.Ş. CEO’su şöyle söyledi; “%60 kamu arazisinin imara açılması.” Yani İstanbul’un çevresinde hala %60 oranında kamu arazisi bulunduğunu ve birkaç yıl içinde krizin etkileri bittikten sonra bu alanların da yeni yerleşim alanlarına açılabileceğini söyledi.

Bazen aynı dili konuşmadığımızı da düşünüyorum. Yani Londra’nın yeşil kuşağında, ekolojik alanlarında kalan kamusal alanların imara açılmasını oradaki Mortgage A.Ş’nin CEO’su söyler mi, böyle bir öneride bulunur mu bilmiyorum.

İstanbul’da bugün bu büyük ve güçlü aktörler tarafından yürütülen dönüşüm yönetilemiyor. Bir planlama dâhilinde yürütülemiyor. Bir Büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyesi modelimiz var. Prensip olarak Büyükşehir belediyesi üst ölçek planları yapar, ilçeler arasında eşgüdümünü, denetimini sağlar vs. ama şimdi bir taraftan üst ölçek planlama dönemi yaşanıyor, ancak yani bakıyorsunuz bir taraftan da karayolu tüp geçişi, ulaşım projeleri plandan bağımsız devreye sokuluyor. Diğer taraftan plan-proje bağlamını koparan yenileme, dönüşüm, TOKİ yasalarıyla ve güçlü aktörler eliyle parça parça kent bütününe etkisi hesaba katılmadan yürütülüyor.

Burada şöyle bir şey de var: sanayileşme döneminde kentler teker teker yapılarla, teker teker gecekondulaşmalarla büyüdü. Gecekonducular çokluklarından güç aldılar. Sonrasında yine teker teker apartmanlaştılar büyük bu dönüşümün aktörleri de küçük yap-satçı müteahhitlerdi; şimdi kent büyük parçalar halinde dönüşüyor. Yani büyük parçalar halinde konut siteleri, sanayi siteleri, devasa kuleler, alışveriş merkezleri, eğitim-sağlık kampusleri ile yapılaşıyor. Doğal olarak bu büyük parçalarla gerçekleşen yayılma ve dönüşümün aktörleri de büyük ve güçlü. Gücünü devletten alan, geniş planlama ve imar yetkileriyle donatılmış TOKİ gibi, ulusal veya uluslar arası müteahhit firmaları gibi güçlü aktörler.

Son yenileme yasası ile ilçe belediyeleri de güçlerini TOKİ ile ya da günümüzün güçlü müteahhitlik firmaları ile birleştirerek bu dönüşümün önemli aktörlerinden biri haline geldi. İstanbul’da şu anda 7-8 ilçe belediyesi, dönüşüm projeleri uygulamak amacıyla TOKİ ile aralarında protokoller yaptı ve bir o kadarı da hazırlık halinde. Bazıları başladı, bazıları ekonomik krizin

Page 144: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

144

aşılmasını bekliyor. Şimdi Erdoğan Bayraktar’ın belirttiği “Küçükçekmece’yi rant alanı yaptık.” Müdahale ettiğiniz alanda zaten ortaya bir rant çıkar, çıkmaması da mümkün değil, beklenir de. Ama şöyle bir sonuç yaratıyor: Küçükçekmece’yi rant alanı haline getireceğiz, dönüşünce kent merkezlerinde yüksek rantlar ortaya çıkacak. Küçükçekmece’yi rant alanı yapalım. Kartal’daki dönüşüm, Tozkoparan’daki dönüşüm, Tuzla’daki dönüşüm ve bu alanların hepsi rant alanı haline döndükçe orada bu rantın bedelini ödeyemeyen düşük ve alt gelir grupları sorunlar yaşamaya başlıyorlar. Bu rantın bedelini ödeyemeyen nereye gitsin? Kiracı hak sahibi değil, o nereye gitsin?

Tamamen değerleme esaslı bir yaklaşım söz konusu. Bu değerleme hesaplarına ne kadar güveniriz? Bugünkü değeri 5,10, 20 katına çıktığında bu aradaki değer farkı nereye gider? Kente nasıl döner? Birçok konuşmacı buna değindi. Yani planlama, sonuçta rantın ortaya çıkmasını da planlamak durumunda ve bunun kente dönmesini, yoksul kesimlerin, alt gelir gruplarının Tabii öneriler istedi moderatörümüz birçok alanda. Demin de söylediğim gibi, eğer bunları problem ediyorsak çözümleri bulunur. İstanbul için dönüşüm sürecini yönetebilecek bir planlama yönetiminin bulunması ve bunun sağlam bir kurumsal yapısının olması gerekiyor sanırım. Sağlam derken kastettiğim, tabii bir yasası olan ama ondan daha önemlisi karar süreçlerine demokratik katılımın örgütlendiği, özerk sürekliliği olan ve gerekli işbirliklerini kurabilme kabiliyetine sahip bir yapı. Bunu bugünkü koşullarda sağlamak artık nedense ütopya gibi oldu. Ama başka şansı yok; geniş bir uzlaşma ve sahip çıkmayı gerektiriyor. Planın gücü ne kadar çok sahip çıkılırsa, ne kadar çok paylaşılır ve ne kadar çok katılımda bulunur ve sahiplenilirse o kadar artıyor.

Yeni bir planlama dönemi geçirdi İstanbul, bir çevre düzeni planlama deneyimi yaşadı. Çok detayına girmeyeceğim, ama orada ilk plan yani İMP’de hazırlanan plan meclise gönderilmesine bir ay kala hala şu tartışma vardı: “bu plan stratejik bir plan mı olsun, arazi kullanım planı mı olsun?”. İstanbul kendi planlama yöntemini bulmak zorunda ve bunun için de gerekli birikimi var. Hem Büyükşehir Belediyesinin ilgili birimlerinde bu birikim var, hem aslında İMP’de yaşanan planlama süreci bir birikimi de, bir deneyimi de sağladı. Bu planla ilgili olarak iptal ya da yürütmeyi durdurma sürecine girildiğinde bu konuyu yeniden düşünmek için bir fırsat vardı. O zaman da bu düşüncemi paylaşmıştım Büyükşehir Belediyesinin bazı yöneticileriyle.

İstanbul’da üst ölçek planı planlama çalışmalarını geçmişten, Bayındırlık İskân Bakanlığı dönemlerinden bugüne kadar taşıyan ve bir nazım plan bürosu gibi işlev gören bir şehir planlama müdürlüğü var. Bir yandan şöyle bir şey var: aslında bizim en büyük sıkıntımız, işbirliği yapmak ve eşgüdüm sağlamak. Bu ne kamu kurumlarıyla sivil kurumlar arasında sağlanabiliyor, ne de kendi birimleri arasında sağlanabiliyor. Büyükşehir Belediyesinin bir şehir planlama birimi var, ulaşım planlama birimi var,

Page 145: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

145

kentsel dönüşüm birimi var, stratejik planlama birimi var; bunların her biri ayrı hiyerarşik sistemler içerisinde görevlerini yapıyor. Ayrı yönetim, ayrı genel sekreter yardımcılıklarına bağlı, ayrı hiyerarşileri var. Onların bile bir işbirliği kurması sorun.

Ama bir yandan da bu her bir birimin birikimleri var. Mesela, şehir planlama müdürlüğü bir üst ölçek deneyimine sahip, bir kentsel dönüşüm müdürlüğü var; uygulama deneyimi olmasa bile dünya deneyimlerini takip etmiş, pilot projeler üretmiş. Kanun gereği kurulmuş bir strateji planlama müdürlüğü var; kurumsal stratejik planı yapıyor. Ama bu kurumsal stratejik plan mekânsal stratejik planın dışında gelişiyor.

Bütün bunları bir araya getirdiğiniz zaman bu 3 birimin ve yine İMP sürecinden deneyimlerle çıkmış olan kesimlerin, üniversitelerin, meslek odalarının gerçek katılımı sağlanarak böyle bir plan elde edilebileceğini konuştuk. Ama sonuçta yine olmadı plan; belediyenin ilgili birimi tarafından hazırlandı, yeniden onaylandı. Ama daha sonra görüyoruz ki o da, plan dışında alınacak bazı üst ölçekte planlama kararlarının, ulaşım kararlarının altlığı görevini görecek.

Bu ortamda çok fazla öneriler hep yapıldı yapılıyor, yasa çıkarmak da önemli. Yasa olmadan yapamayız, ama yasaların dışında niyetler de önemli. Bunların ancak kentin yöneticileri tarafından fark edilmesi, dert edilmesi durumunda çözümlerinin bulunacağını düşünüyorum. Bunun için yeterli bilgimiz ve potansiyelimizin olduğuna inanıyorum.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz Sayın Yeşilırmak’a.

Son konuşmacımız Ahmet Turgut serbest şehir plancısı kimliği ile katılıyor, ama kendisi aynı zamanda İstanbul Buluşmaları etkinliğinin de fikir babası ve onun yanı sıra teori ile pratiği buluşturmaya kendini vakfetmiş bir şehir plancısı diyelim. Asıl benim kendi meslek alanımız açısından bir kazanım olarak gördüğüm şey de, Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı süresince de mesleğimizi daha görünür, toplum tarafından daha benimsenir hale getirmiş olması ki, bunu ben ideolojiler üstü bir katkı olarak görüyorum.

Buyurun, asıl en zor maharet de çok kısa bir sürede konuyu toparlamak.

AHMET TURGUT (Şehir Plancısı)- Teşekkür ederim Hocam. Ben çok kısaca bazı konulara değineyim.

İstanbul Buluşmalarının bu yılki teması konusunda bize Odadan bilgi geldiğinde krizle İstanbul’u nasıl birleştiririz diye önce bir düşündüm doğrusu. Nasıl ele alırız dedim, ama moderatörlere de çok teşekkür ediyorum, çok açıklayıcı ve güzel ifade etmişsiniz onları. Özellikle kendi moderatörümüze

Page 146: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

146

de ayrıca teşekkür edeyim; bizim için başlıklar çok net olarak tariflenmişti, ama biraz dağıldık, kente indirgeyemedik.

Dün Mustafa Beyin tematik sunuşunu da çok bilgilendirci bulduğumu ifade etmek isterim. Ben de biraz o çerçevede kriz, İstanbul ve planlama başlıkları neyi ifade etmeye çalışıyor, önümüzdeki günler bize neyi getirecek konularına girmek istiyorum. Plancıların işi zor, ben bunu yerel seçim döneminde gördüm. Çok şeye vakıf olduğunuz için her şeyi de çözmek gibi bir arayışa ya da çabaya girişiyorsunuz.

Özellikle Fikret Bey söyledi tedrisatçı okulları. Ben konuşmalarımda eğitimi çok öne çıkarıp anlatınca bazen gazeteci arkadaşlarımız da belediye başkan adaylığına mı Milli Eğitim Bakanlığına mı talip olduğumu soruyorlardı, ama eğitim önemli bir konu gerçekten. Yani konuşacağımız her konunun içerisinde mutlaka Türkiye’de eğitim var. Bugün krizden çıkış noktasında da eğitimin rolü çok önemli. Çünkü dünyada yeni bir düzen kurulacak; bunu kabul etmek lazım. Yaşanan bu kriz sonuçta tek kutuplu bir dünyanın ve onun çok yakın müttefiklerinin oluşturduğu bir piyasa krizi olarak, yani mali piyasalardaki kriz olarak ortaya çıktı.

Ama özellikle ABD’deki bu mali piyasaları yönlendiren uluslararası kuruluşların hacimlerinin ve boyutlarının dünyanın birçok ülkesindeki yatırımı yönlendirdiğini fark ettik bu bir buçuk yıl içerisinde. Onun için de bir anda çok hızlı şekilde reel sektöre sıçradı. Ama burada tabii İstanbul açısından bence çok dikkat çekici bir konu, Türkiye’de krizin teğet geçmemiş olması; ben de dünkü konuşmalara o anlamda katılıyorum.

Türkiye 2001 krizini çok büyük çaplı yaşayınca ve yaklaşık 10 yıldır o krizin etkileri siyasal alana da yayılınca, siyaset de o krizle şekillendi bence Türkiye’de. Tabii 2001’de bir mali piyasa krizi olarak başladı; sonrasında çok ciddi etkilendik. Hükümetin elindeki veriler de büyük ölçüde sağlıklı; bunu kabul etmek lazım. 2001’den itibaren yani hemen hemen 2000’den itibaren sağlıklı kurulmuş bir mali piyasa sistemi mevcut. Süreci 1984’ten itibaren ele almak lazım; ama 90 ile 99 arasındaki siyasal kadrolar bence bu mali piyasalarda Türkiye’deki 2001 krizinin yöneticileridir; başlatanlarıdır. Çok çirkin bir tablo oluşturulmuştur Türkiye’de. Bu maalesef 2001’de patlak vermiştir o düzenlemeler içerisinde, ama ondan sonra kurulan düzen Türk bankacılık sisteminin ve diğer mali piyasalarla ilgili özel sektörün hem düzgün davranmasına, hem dinamik olmasına, hem de dengeli bir politika izlenmesine sebep olmuştur.

Türkiye’de çok ciddi bir reel sektör kriziyle karşı karşıyayız. İstanbul’da da bunu çok fazla hissetmemek mümkün değil; hepimizin bildiği rakamlar. Ama bakarsanız kentin gayrı safi yurt içi hâsılasının %27’si diyor İstanbul; toplam sanayi hâsılatının %38’i bu kentte. Ülkedeki toplam ticaret

Page 147: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

147

hacminin %60’lara yakını bu kentte gerçekleşiyor, vergilerin de %40’ı bu kentte toplanıyor.

Şimdi bu tablo içerisinde kentin kaçak yapı, göç, işsizlik, plansızlık, kentsel dönüşüm vb. gibi boyutlarını ortaya çıkaran meseleye bakarsınız, işin bir de bu tarafında rakamlar var. Bu rakamlarla da İstanbul kentinin krizi hissetmeme şansı yok, şu anda da bana göre en sert şekilde krizin hissedildiği metropol İstanbul. Zaten şunu da kabul etmek lazım, ciddi boyutlarda bir kent yoksulluğuyla karşı karşıyayız. Yani bu kentteki yoksul kesim, büyük oranda ülkenin de en yoksul kesimini oluşturuyor ve bu kentte son 20 yıldır göç sürekli azalma gösteriyor. Bugün yıllık nüfus artışı ortalama 290 binlere düşmüş, bunun içerisinde doğal nüfus artışı da var.

Artık insanlar İstanbul’da yaşamak tercihlerini kullanmıyorlar; bildiğiniz o çok klasik ulaşım, pahalılık, konut sorunu vb. sorunların getirdiği faktörlerle beraber. Bu kentte aş ve iş sahibi olsalar da buraya gelmek öncelikli tercihleri değil. Zaten Anadolu’da baktığınızda Gaziantep, Kahramanmaraş, Denizli, Manisa, Kayseri, Konya gibi kentlerin öne çıkmasının temel faktörü de öncelikle oraları tercih etmeleri Türkiye’de göç etmek zorunda kalan kesimin.

Şimdi bu noktada da şunu görmeliyiz ki İstanbul’da kriz bence önümüzdeki günlerde daha ağır hissedilecek. Çünkü reel sektör çok ciddi bir sorunla karşı karşıyla. Bakın rakamlar şunu gösteriyor ki, krizden en çok etkilenen sektör tekstil, konfeksiyon, sonra inşaat. Bakın bu kentte de toplam istihdamın yaklaşık elimizdeki rakam %37’si konfeksiyon, tekstil ve yan sanayinde istihdam ediliyor. Bunun için işsizlik önümüzdeki günlerde kentte daha büyük sorunlar yumağı oluşturacak, birçok sosyal problemleri peşinden getirecek.

Bunun çaresi nerede? Bunun çaresi kamuda. Yani kamu bir, yatırımları teşvik ederek, iki, kendisi yatırım yaparak, istihdam oluşturarak, üç, sosyal projeler uygulayarak halkın bu yoksulluk ve işsizlik sürecine destek olmak durumunda. Kamu ne durumda? Kamu bizim 2008’in ikinci çeyreğinden itibaren hissetmeye başladığımız krize 2007’den itibaren girdi İstanbul’da; bunu kabul etmek lazım. İstanbul’da bugün için belediyeler büyük borçlarla karşı karşıyalar. İl Özel İdaresinin yatırımlarının, Fikret Bey’in de söylediği gibi ben de birleştirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Yani örgütsel yapı birleştirilmemeli, ama şu kriz ortamında bugün Samsun, Antalya, Mardin, Urfa aklınıza hangi şehir geliyorsa, İstanbul ve İzmit’in dışında ağırlıklı olarak özel idarenin görev alanları çok sınırlıdır. Türkiye’de ayrı bir yönetim tartışması konusu açmak istemiyorum, ama özel idarenin diğer kentlerde özellikle köylere hizmet anlamında yaptığı şeyleri burada İstanbul Büyükşehir Belediyesi hem ulaşım, hem altyapı yatırımları anlamında yapmaktadır. O zaman özel idarenin kaynaklarının nasıl kullanılacağı konusunda bence İstanbul Belediyelerinin söz hakkı vardır. Bu

Page 148: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

148

çok açık ve nettir; İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 39 ilçe belediyesiyle özel idare bütçe anlamında koordine olmak zorundadır.

Burada belki kaynağa ihtiyacımız var, ama İstanbul Belediyeleri şu anda memur maaşlarını kamudan İller Bankası payıyla ödüyorlar, işçi maaşlarını 3 ya da 4 taksitte ödüyorlar. Şimdi siz hangi kamunun istihdam oluşturmasından bahsedebilirsiniz. Yani benzer şeyler çok seslendirilebilir, ama özellikle İstanbul’da altyapı, özellikle eğitim ve sağlık konularında bence belediyeler eliyle, yerel yönetimler eliyle istihdam oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Ama belediyelerin mevcut koşullarında istihdamı nasıl oluştururuz, çok ciddi bir açmazla karşı karşıyayız.

Bakınız, 2008’den önce de işsizlik bu kentte %10-11’ler mertebesinin altına düşmemiş, ama 2009’da Mart ayında bence %16’ları gördü. Ama bu kayıtlı, kayıtlı olmayan söylemini kesinlikle kabul ediyorum; özellikle genç kesimde de çok ciddi bir işsizlik olduğu bir vakadır kentimizde. Şu anda özellikle 18-30 yaş arasındaki yaş grubu için işsizlik oranı %25’ler mertebesindedir.

Bunların nasıl ortadan kaldırılacağını konuşmak lazım, İstanbul’da bazı sektörlere ağırlık vermek lazım. Şu anda bence kamunun elindeki bütçe imkânlarıyla öncülük yapma şansı yoktur. Onun için özel sektörün önünü açacak yöntemleri denemek lazım. Burada da dünyayla entegre olabilecek İstanbul’un zaten potansiyel olan fonksiyonlarını öne çıkarmak lazım. Bunlardan bir tanesi çok açık bir şekilde turizmdir. İstanbul’da kamu, turizmi geliştirme konusunda hiç olumlu bir şey yapmamıştır. Hatta ben de Hocanın söz ettiği rezidans tanımını böyle alacağım, rezidans hukuki bir terim değildir. TDK’nın sözlüğünde karşılığı yoktur.

İstanbul’da turizm konusunda kamunun öncülüğü yoktur. İmar meselesi de kötü niyetli kullanılmıştır. Ben buradan bir kere daha çağrı yapayım, İstanbul’da turizm adı altında yapılan plan değişikliklerinin kaç tanesinde otel bulunduğunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin açıklamak boynunun borcudur. Yani geçtiğimiz 5 yıl içerisinde yaklaşık 4 binlere ulaşan plan tadilatlarının kaç tanesinde turizm lejandı vardır? Kaç tanesinde İstanbul’da turizm tesisleri yönetmeliğine uygun otel, motel, apart otel ya da benzeri tesisler yapılmıştır?

İstanbul’da böyle bir durumla karşı karşıyayız, kamunun yapması gereken şudur:-buna bütün kamu kurumlarını katıyorum-, Belediye, Özel İdare ve merkezi hükümetin elindeki arsa stokunu doğru şekilde kullanmalıdır. İstanbul açısından hem de en potansiyelli turizm alanını, örneğin Ataköy’deki arsa stokunu Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Turizm Bakanlığı yani turizmi yönetmekle görevlendirdiğiniz bir bakanlık konut kullanımına tahsis ederse, kentte turizmi geliştirmekten bahsedemeyiz. Elimizde kamu kaynağı var. Turizmin geliştirilmesi İstanbul için çok

Page 149: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

149

önemlidir. İstanbul’da bir sanayisizleştirme süreci yaşanacaktır. Ama İstanbul’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ya da İstanbul 100 Gün Raporunu tarifleyen değerli meslektaşlarımın söylediği gibi, İstanbul Belediyesi, ortaya çıkacak işsizliği hangi sektörlerde karşılayacağını yönetememektedir. Yönlendirici olamamaktadır.

Ülkedeki politikalara paralel. bir sanayisizleşme süreci tabii ki yaşanacak bu kentte. Ama bunun hangi sektörlere yönlendirileceği önemlidir, burada turizm çok öne çıkıyor. Kamu ne yapabilir? Arsa tahsis edebilir örneğin; İstanbul’da bu çok net yapılabilir. İkincisi ben size bir evrak göstereceğim. Sayın Başbakan Yardımcısı, ekonomiden sorumlu, IMF toplantılarının başlangıcında bununla ilgili bir sunum yaptı. “İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Strateji Belgesini biz Yüksek Planlama Kurulunda kararlaştırdık” dedi. Benim elimdeki belgede de 2 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış gözüküyor.

İstanbul için çok da önemli bir konudur finans merkezi meselesi, ama finans merkezi, Halkbank’ın, Ziraat Bankası’nın ya da Merkez Bankası’nın Ataşehir’deki arazilere gelip, TOKİ’nin nakit açığının karşılanması için, seçim öncesinde satılmasıyla yapılamaz; bunu kabul etmek lazım. Yer seçimi, lokasyon çok ciddi konuşulması gereken bir konudur. İstanbul’da bence daha uygun alanlar vardır. İstanbul’da nitelikli işgücü oluşturması, istihdam etmesi açısından bu konuyu önemsiyorum.

Türkiye Bankalar Birliği Başkanının 2007 yılında hazırlayıp 2009’da da yine Başbakanlığa revize ederek sunduğu raporda minimum 150 bin nitelikli işgücünden bahsediliyor; bu çok önemli bir rakam. Yani mutlaka etrafında yan sektörleri olacaktır.

Ama ben İstanbul’un açmazını size bir örnekle bitirmek istiyorum. Bu eylem planında 2010-2011’e kadar hangi sektörlerde düzenleme yapılacağı, kimlerin görevli olduğu, ne tür yasal düzenlemeler yapılacağı tariflenmiş. Mesela ben size oradan herhangi bir sayfadan örnek göstereyim. Mesela raporun 26. sayfasında diyor ki, eylem öncelik 18 diyor, eylem planı 50: uluslararası finans merkezi organizasyon yapısının hukuk içerisinde oluşturulması. Burada görevliler var, burada bakın çok net takvim var, hangi kanunların düzenleneceği var, böyle belgeler var. Başlıklardan bir tanesi İstanbul’un finans merkezi olarak hazırlanmasının teklif boyutu, öncelik 16 raporda da ağırlıkla yer alıyor: İstanbul’da yaşam kalitesi, güvenlik, ulaşım imkanları artırılacak, finansal kuruluşların altyapı ihtiyaçlarını karşılayacak fiziksel koşullar sağlanacaktır.

Altına bakarsanız, hangi süre içerisinde bunlar sağlanacak, hangi kurumlar yetkili, İstanbul’da bunun için hangi fiziksel düzenlemelerin yapılacağına dair süreci tarihleyememiş durumdayız. Bu tablo içerisinde gerçekten karmaşık bir kentteyiz, zor bir kentteyiz; ama bu yapının altından

Page 150: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

150

kalkmak lazım. Bir ikinci çok net önerim: bu kentte kaçak işçi var. İstanbul Belediyesi, İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu kaçak işçileri göremiyorlar. Göremiyorlar, şeffaf bu işçiler. Bakın 300 binle 500 bin arasında rakamı seslendiriyoruz şu anda. Böyle bir kaçak işçi sorunu var bu kentin. Kaçak işçiler acilen ülke dışına çıkarılmalı. Bu kaçınılmaz bir durum yani bizim insanlarımızın istihdam edilmesi gereken sektörlerde ben işadamlarına da bu çağrıyı birkaç aydır hep yapmıştım; yazıklar olsun demiştim buna, bu yöntemi deneyenlere, tenezzül edenlere gerçekten yazıklar olsun.

Bir diğer önemli konu, kentimizdeki toplam istihdamın yaklaşık %30’unun bu süreçte artacağını tahmin ediyorum. Bu kesim, bir sosyal güvence kurumuna bağlı olmaksızın istihdam ediliyor. Bunun kamuya oluşturduğu çok ciddi bir yük var; bu yükü de ortadan kaldırmak lazım. Burada bence İstanbul Valiliğine ve İstanbul Belediyesine, merkezi hükümetin İstanbul’daki kuruluşları ile beraber şu sorumluluk düşüyor: bu sektörleri denetlemek… Kaçak konut yaptırmazsanız kentlerin iyileştirilmesi konusunu daha az konuşursunuz.

Tabii ki önlemlerini almadan bunu yapma şansına sahip değilsiniz. Başkan biraz önce mahallenin kuruluşunu anlattı, bir okul sorununun ne kadar önemli olduğunu gördük. Ama burada önemli konu bir, nüfus hareketlerini İstanbul’u yönetenler, yöneten kurumlar denetlemeli; iki istihdamı denetlemeli. Yani bu kentte merdiven altı ekonomisi diye tarif edebileceğiniz kaçak işletmeler açılıyorsa, bunun sorumlusu kamu kurumlarıdır. Açılmamalı ve güvencesiz insanımız çalıştırılmamalı, kaçak işçiler de bir an önce Türkiye sınırlarına konmak durumundalar.

Hepinize çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz Sayın Turgut’a.

Hızla salona dönüp katkı ve soruları alıp oturumu kapatmak durumundayım. Buyurun Sayın Erhan Demirdizen.

ERHAN DEMİRDİZEN- Ben de o zaman hızla sorumu Fikret Bey’e sorayım. Kentsel rantın kamuya döndürülmesi ile ilgili bir kanun tasarısından söz ettiniz. Kanun tasarısının detaylarını henüz bilmiyoruz galiba değil mi? Yani tam olarak ne şekilde döndürüleceği, eski şerefiye modelleriyle ne kadar benzeşip benzeşmeyeceği, daha da önemlisi Asuman Hanım’ın altını çizdiği gibi, buradan oluşturulan kaynağın kamu tarafından hangi amaçlarla kullanılacağı konularında bizim gördüğümüz kadarıyla belirsizlikler var.

Eğer burada kentsel rantın bütçe açıklarını kapatmak için kullanılması gibi bir hedef varsa ki, ben Maliye Bakanı’nın basına yansıyan görüşlerinden biraz öyle algıladım; çok ciddi bir sıkıntı söz konusudur. Sizin hani en son söylediğiniz, “imar sistemi demokratikleştirilmezse bu suiistimal

Page 151: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

151

edilir” dediğiniz suiistimal şimdiden görünecek demektir; birinci boyutu bu. İkincisi de bu imar komisyonuna meslek odalarının katılımı konusunu ben ilk defa doğrusu sizden duydum, bununla ilgili bir kanun tasarısının olduğunu bilmiyordum itiraf edeyim.

Şimdi şunu söyleyeceğim: Meslek odalarının icra organlarıyla birlikte karar alması sizce bir sakınca yaratmaz mı Türkiye konjonktüründe? Meslek odalarının doğrudan doğruya bir icra organı olarak anlaşılması, algılanması bir risk değil midir Türkiye şartlarında? Çünkü Türkiye’de icra ile ilgili, uygulama ile ilgili sorunlar var, ama esas sorun denetimle ilgili. Yani meslek odaları eğer icra yapısının içerisine, imar komisyonlarının içerisine, belediye meclis yapılarının içerisine, belediye mekanizmalarının içerisine doğrudan girecekse zaten kamusal denetimle ilgili kurumları oluşmamış bir toplumda hangi kurum bu yapıyı denetleyecek? Onu da bir kısaca açarsanız sevinirim.

Teşekkürler.

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Öncelikle bu kentsel rantla ilgili olarak, şimdi hazırlanan tasarı bunun belediyeye aktarılmasını öngörüyor. Maliye Bakanlığının böyle bir çalışması oldu, ama kanun tasarısını hazırlama görevi İçişleri Bakanlığına verildi. Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü kanun tasarısını hazırladı ve Başbakana da sundular hazırladıkları tasarıyı. Başbakanın onayını aldılar.

Zaten orta vadeli planda, 3 yıllık plan yayınlamak durumunda bu sene 4 ay geriden gidiyoruz. Mahalli Yönetim Kanununa göre, hükümetler 3 yıllık bir mali program yayınlamak durumunda. Bunu 4 ay gecikmeyle yayınlayabildiler aslında bunun bütçeden önce yayınlanması gerekiyordu, yayınlanamadı.

Bu orta vadeli planda da bunun belediyelerin finansmanı için kullanılması öngörülüyor. Bu iyi bir adım tabii. Bu bir şekilde eski şerefiyenin değerlenme resminin yeniden geri getirilmesidir. Ama mekanizmanın ne olduğunu ben de tam bilmiyorum, çünkü sızmasını istemiyorlar bunun için paylaşmadılar bilgileri. Ama hazırlığın Başbakana sunulduğunu ve kanun tasarısının son hallerine getirildiğini biliyorum. Tabii böyle çıkarsa belediyelere aktarılacak çok önemli bir kaynak olacak. O nasıl belediyeler arasında paylaştırılacak o da bir sorun tabii, o konuda ne düşünüyorlar bilmiyorum. Tabii bu yerelde olduğu için, yerel belediyeye aktarılması ya da Büyükşehirlerde Büyükşehir ile yerel belediye arasında bir dağıtım yapılması söz konusu olacaktır.

İkinci konuya gelince, imar komisyonunda ya da komisyonlarda meslek odalarının bulunması. Oy hakkı olmadan bulunuyorlar. Siyasi demokraside tabii seçimle gelen mekanizmaya hesap sorulur, başkasına hesap sorulamaz. Onun için zaten komisyonlarda görev almak değil,

Page 152: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

152

komisyonlara katılmak, uzman görüşlerini belirtmek için bu madde konmuş durumda.

Aslında Avrupa’daki uygulamada buna benzer bir uygulama var. Zaten Amerika’da bunu düzenleyen kanunlar da aynen böyle öngörüyor. Hatta Amerika’da Senato’nun katılma meselesi mecburidir. Yani Senato’da konuşulan, Amerikan Parlamentosu’nda konuşulan bir kanun konusunda Senato falan sivil toplum kuruluşunun görüşünü isterse ben katılmıyorum diyemez. Polis zoruyla getiriyorlar, görüşünü açıklayacaksın diyorlar. Sistem bu kadar ileri götürülmüştür, İngiltere’de de benzer yöntemler uygulanmaktadır.

Dolayısıyla, burada icraya karışmaktan değil, ama karar alınmadan önce bir karar alma mekanizmasına katılmaktan söz ediyoruz. Antidemokratik değil, ayrıca uzmanlık kuruluşlarının çok önemli bir fonksiyonu var. Bağımsız bir uzmanlık kuruluşundan söz ediyoruz burada. Onun görüşünün aktarılmasından söz ediyoruz. Aynı şekilde üniversitelerin de zaten katılma hakkı var. Mesela şimdi stratejik plan Belediye Meclisine sunuldu İstanbul’da; hangi üniversitenin haberi var? Kimse bilmiyor. Hâlbuki kanun “üniversitelerin, kamu kurumlarının ve sivil toplumun birlikte hazırlaması gerekiyor” diyor. İstanbul’da kimse sesini çıkarmazsa bu tüm Türkiye’de böyle olur. Mesela görüşü alınmadı diye İTÜ dava açıp planı iptal ettirebilir, görüşü alınmadığı için. Mekanizmalar konulmuştur ama çalışmamaktadır.

MUSA AĞACIK-. Şimdi Sayın Başkan, Başbakan daha önce 3. köprüyle ilgili havadan daha doğrusu helikopterle gezdi. Ne dedi Anakent Belediye Başkanı; “Başbakanımızla gezeceğiz, 3. Boğaz Köprüsünün yerini saptayacağız.” Bu durumda meslek odaları bu icraat toplantısına katılsa ne olur, katılmasa ne olur. Kim kimi kandırıyor, saygılar.

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Şimdi bu dünyada uygulanan katılımla ilgili kanunlar şöyle bir şey getiriyor; benim söz ettiğim kanun tasarısı da odur: İdari Usul Kanunu tasarısıdır. Amerika ve Avrupa’daki uygulamalarla benzer hükümler taşımaktadır. İlgili tarafların görüşünün alınması zorunludur. İlgili tarafların görüşü alınmadan karar verilmesi şunu getiriyor: Mahkemeye gidildiği zaman, usulüne uygun davranılmadığı gerekçesiyle sade vatandaş da dava açabiliyor.

Mesela Belediye benim sokağımın adını değiştiriyor; haberim olmuyor. Ben bunu değiştiremezsiniz diyebieceğim ve bu ciddi bir katılım sürecini getiriyor. Belediye Kanunundaki, İl Özel İdaresi Kanunundaki yetmedi, çünkü o kanunlar sulandırıldı demin söylediğim gibi. Kanun görüş alma mecburiyeti diyordu, onu değiştirdiler. “Görüş alır, alabilir” dediler. Şimdi yeni kanun bunu getiriyor, “ilgili tarafların görüş alma mecburiyeti vardır” diyor. Durum bu.

Page 153: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

153

MUSA AĞACIK- Sayın Başkan sorumun yanıtını alamadım. Sayın Başbakan helikopterden Anakent Belediye Başkanı ile beraber filanca yerde liman yapılacak, filanca yerde köprü yapılacak, filanca yerde yeni bir hastane yapılacak derse, bu durumda bu meslek odalarının o toplantıda bulunmalarının anlamı nedir efendim; ona yanıt veriniz?

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Belediyedeki komisyondan bahsediyorum, nihayet Başbakanın söylediği de yasal olarak İstanbul Belediyesinin komisyonlarına gelecek. O komisyonda “hayır burada yapamazsınız” diyeceksiniz. Başbakan böyle bir şey söylediği zaman meslek odaları da zaten herhalde bir şeyler söylediler, ama yasal prosedürün içinde olacaksınız. Yasal prosedürün içinde, orada görüşlerinizi söyleyeceksiniz. Onlar yaparsa yapacak.

ÖZGÜR TEMİZ- Yapamazsınız dedikten sonra ne olacak? Asuman Hanım iyi bilir, birkaç tane belediyede planın katılımlı yapılması hükmü vardı üst ölçekte; bizim belediyeler onu şöyle yapıyordu: Mahalleliyi çağırıyor toplantıya, resmini çekiyor, katılımın gerçekleşmiştir diyerek, mahallelinin neye gittiğini, niye gittiğini, ne konuşulduğunu açıklamadan, onun nerede kullanılacağından haberi bile olmadan “katılım gerçekleştirilmiştir” diye dosyanın içine koyuyordu.

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Bu söylediğinize şunu söylüyorum: Demokrasi tabii tartışılabilir veya bir yığın yöntemin de zayıf noktaları vardır. Ama demokrasi sadece kurumlar isteyerek bunu yapsın ile olmaz. Öyle vatandaş yaratmamız lazım, öyle birey yaratmamız lazım. Öyle bir birey yaratılmadan bu olmaz. Buradakiler öyle bireylerdir. Türkiye’de üniversiteler de böyle bir birey yaratmıyorsa, o zaman umudumuzu tamamen kaybedelim. Ama Türkiye’de birey olarak, vatandaş olarak bununla bizim tek tek uğraşmamız gerekiyor. Uğraşıyor muyuz uğraşmıyor muyuz buna bakmamız lazım.

Batı’da demokrasi böyle gelişmiştir. Batı’daki demokrasi, kurumlar kendiliklerinden istediği için gelişmemiştir. Yani insanlar demokrasiyi istediği için gelişmiştir. Dolayısıyla, taraf yine biziz. Önce birey olarak biziz, kurum olarak biziz, sivil toplum olarak biziz.

ÖZGÜR TEMİZ- Sorunun birinci kısmı hala duruyor.

FİKRET TOKSÖZ (TESEV)- Hayır, bu soru demokrasinin tartışması olur. Demokraside “çoğunluk karar verir” uygun değildir, çeşitli yöntemler vardır; mahkemeye gidersiniz iptal ettirirsiniz. İptal ettirilemezse seçim vardır, öbür seçimde oy vermezsiniz bu işin yöntemi bu.

PINAR ÖZDEN- Konu yayılmadan, başka yere gitmeden ben de söylemek istiyorum; Fikret Bey biraz önce hem katılımın öneminden dem vurdu, hem de stratejik plandan bahsetti. Tarihlerle aram çok iyi değildir,

Page 154: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

154

ama zannediyorum 2005 yılıydı ve biz oda olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin stratejik planlama çalışmalarına davet edildik ve katıldık. Bütün bir gün boyunca da çok büyük emeklerle çalıştık; katkı koyduk ve o gün hakikaten önemli ürünlerin çıktığını düşünüyorum. Epey de kalabalık bir toplantıydı. Fakat ondan sonra ne oradan bir bilgi geldi, ne sonrasında bir davet geldi, ne de o ürünün nasıl ortaya çıktığı konusunda bir bilgilendirme oldu.

Şimdi diyeceğim şu: katılım tabii ki önemli ve bu anlamda bilinçli vatandaşa, bilinçli sivil topluma çok ihtiyaç var, bilinçli kesimlere ihtiyaç var ve bilinçli bir kent yönetimine de ihtiyaç var. Ama burada her iki tarafın da aslında görevini en iyi şekilde yerine getirmesi gerekiyor.

Yani bugün bir sürü belediyede biz katılım toplantılarına gidiyoruz ve orada ne kadar yanlış yöntemlerle katılım ortamları yaratılmaya çalışıldığını görüyoruz. Farklı kesimler, farklı diller konuşarak bir şeyler söylemeye çalışıyorlar ve kimse birbirini anlamıyor. Yani iki taraf da görevini iyice yerine getirmediği sürece bu işi çözmek çok zor. Bir tarafın bilinçli olması yetmiyor.

Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz.

Buyurun Ahmet Bey.

AHMET TURGUT (Y. Şehir Plancısı)- Türkiye’de iyi bir kamu yönetiminin olmadığını iddia edenlerdenim. Onun için de dedim ya eğitim çok önemli bir konu; her başlıkta Türkiye’de önemli bir konu. Bütün Türkiye’de genel bir kamu yönetimi sorunu var zaten bu anlamda baktığınızda.

Ben Erhan Bey’in sorusuna cevap vermek istiyorum, hükümet bu tasarıyı kamuoyuyla paylaşmak zorundadır, boynunun da borcudur. Yani eğer siyaset belediyelerden, belediyeler de imar rantından finanse ediliyor ise, hükümet bunu açıklamak zorundadır. Çünkü bu Türkiye açısından çok önemli bir tasarıdır, ama gördüğüm kadarıyla kamuoyundaki tartışmalar paralelinde belediyelerin kılavuzluğunda yürüyen bir tasarıda mesele, imar artışlarından kaynaklanan rantın bir kısmının kamuya nasıl döndürüleceğine odaklanmıştır. Mesele bu değildir, bu bir “yasa dışılığın yasalaştırılmaya çalışılması”dır. Ya da başka bir tabirle 80’li yılların başından 90’lara kadar hükümet bunu çok yapmıştır.

----&----

Page 155: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

155

İKİNCİ OTURUM

“KRİZİN TOPLUMSAL YANSIMALARI”

Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ayşenur ÖKTEN

---&---

OTURUM BAŞKANI (Prof. Dr. Ayşenur Ökten)- Merhabalar, İstanbul Buluşmalarının son oturumuna hoş geldiniz.

Bu oturumda gördüğünüz gibi çok değerli konuşmacılar var. Herkesin hocası Sayın Bozkurt Güvenç Hocamız. Sayın Çağlar Keyder ve Şehir Plancısı Sayın Özgür Temiz.

Bu oturumun konusu “Krizin Toplumsal Yansımaları” olarak belirlenmiş. Tabii krizin toplumsal yansımaları deyince sanki ilk anda şöyle bir izlenim edinebiliyor insan, ortalık güllük gülistanlıkken bir kriz çıkmış, o kriz nedeniyle de birdenbire ortalık karışmış gibi. Oysa galiba daha uzun dönemli ve daha geniş kapsamlı bakmak gerekiyor işe. Çünkü kriz nedeniyle belki akutlaşmış, belki biraz daha ölçeği büyümüş ya da göze çarpar hale gelmiş sorunlar aslında epeydir var olan büyümekte olan bir buzdağının görünen kısmı gibi.

Dolayısıyla, bu oturumla ilgili konuşmacılara düşüncelerimizi, kaygılarımızı, sorularımızı aktarırken ben doğrusu böyle bir pencereden bakabiliriz diye düşündüm. Her şeyden önce nasıl bir köklü sorunun su üzerine çıktığını düşünüyoruz; öyle bakmak mümkün.

Bir de, ama daha alt ölçekte, daha reel bir şeylere bakmak mümkün. O anlamda da özellikle de İstanbul söz konusu olduğu için son yıllarda peş peşe gelen kentsel operasyonlar aklıma geldi. Çünkü bu kentsel operasyonlar küçük küçük, bazen kamuya yansıyan, bazen yansımayan, bazen şöyle bir değinilip geçilen bir takım yaraları daha belirgin hale getirdi ya da yaralar açtı. Var olan yaraları büsbütün tahammül edilmez hale getirdi.

Dolayısıyla, aslında kentsel operasyonların çerçevesinde de bu toplumsal sorunlara bakmak mümkün gibi geliyor bana. Bu operasyonlar belli bir bakış açısının, belli bir dünya görüşünün, belli bir ekonomi politikasının ürünü olan operasyonlardır. İstanbul için belli bir kimlik, işlev tanımlamasıyla birlikte gelen, İstanbul için belli bir toplum mekân ilişkisiyle birlikte gelen operasyonlar. Dolayısıyla, bu operasyonlar bu kriz yaşandıktan sonra devam edecek midir, nasıl bir yöne doğru gidebilir, başka bir biçim alabilir mi bir de böyle konuya bakmak mümkün diye düşünüyorum.

Buna olumsuz da bakılabilir, bir de bir umutla acaba kriz toplumsal sorunlara bakarken yeni ufuklar açabilir mi? Özellikle yöneticilerin sorunlara

Page 156: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

156

biraz daha başka türlü bakmasına, anlamasına yol açabilir mi? Yeni bir sosyal politika arayışı ortaya çıkabilir mi diye de bakılabilir diye düşünüyorum. Benim sorduğum sorular aşağı yukarı bu çerçeve içindeydi.

Şimdi sözü önce Bozkurt Güvenç Hocamıza bırakmak istiyorum. Konuşmalardan sonra da sorular, tartışmalar için bir süre ayıracağız.

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ- Teşekkür ederim Sayın Başkan, konuyu ve sorunları hatırlattığınız için.

Benim sunuşumun odağında İstanbul yok, ama içinde yer yer İstanbul’u bulacağınızı ümit ediyorum.

Bir handikabım var ki, ben İstanbul’dan gelmiyorum, Ankara’dan ara sıra buraya geliyorum ve çoğu zaman da şu Boğaz’ı aşma fırsatını bulmadan geri dönüyorum. Onun için İstanbul krizlerini yakından yaşadığımı söyleyemem; belki çok çok medyada izlediğimi söyleyebilirim.

Yalnız ben konuyu bir kent ölçeğinde değil de dünyada kriz olarak, mekanda kriz ve zamanda kriz olarak biraz genel boyutta almaya çalıştım ve onu günümüze getirmeye çalışacağım.

Sunuşumda biraz hız ve ivme kavramları üzerinde çok kısa duracağım. Çünkü bizi rahatsız eden hız değildir, ivmedir. Yaşadığımız değişme de hızın değişmesidir. Biraz lise fiziğinden uzakta kalanlar için küçük bir hatırlatma yapayım, üzerinde az duracağım için.

Dünyamızın etrafında dolaşan uydular 24-25 bin km. hızla giderler. Herkes içinde ağırlıksız olarak yer, içer, konuşur. Sorun o roketin o hıza ulaşması veya dünyaya dönerken yavaşlaması yani hızın, ivmenin artması veya azalmasıdır. Burada biz sorunlarla karşılaşıyoruz.

Bir çağdaşlık sorunuyla karşı karşıyayız. Çünkü çağdaşlık hemen çağ dışılığı gündeme getiriyor ve çağdaşlıkla çağ dışılık ikilemlerinin çatışması türlü krizlere yol açıyor. Türkiye’nin geleneğinde böyle bir kriz ortaya çıktığı zaman, basında, yayında ilgili birimler hemen bir kriz masası kuruyorlar konuyu inceliyorlar, ama bize sonucu öğrenme fırsatını vermiyorlar. Bu kriz masası ne yaptı, nasıl hareket etti, sorunu nasıl çözdü bilmiyoruz.

Teknoloji ile kültürün yarattığı bir sorun var. Bugünkü kültürümüz teknolojinin yarattığı bir sanayi kültürüdür. Ama teknoloji almış başını gidiyor, kültür onun gerisinde kalmıştır. Böyle bir sorun aslında bir krizdir, sürekli bir krizdir; artık o kadar sürekli hale gelmiş ki kriz bile demiyoruz. Bir bilgi ve bilişim sorunumuz var. Dünyamızın geleceği ile ilgili belki iyimser kehanetler dışında karamsar kehanetler var. Krizin türleri var; o bakımdan benim sunuşumun başlığında hangi kriz vardı. Krizlerde öncelikler var, çözebileceğimiz çözemeyeceğimiz krizler var. Küreselleşen dünyada bir

Page 157: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

157

dünya köyü krizi var. Dünyamız belki köyleşiyor, ama köylerimiz dünyanın bir parçası olamıyor.

En büyük sorun kanaatimce tükenen bir dünyada sürdürülebilirlik sorunudur; yani “sustainability.” Hangi bilimsel yayını açsanız hemen bir yerinde “sustainability”, yani büyümenin sürdürülmesi, refahın sürdürülmesi, şehir hayatının sürdürülmesi, mimarlığın sürdürülmesi, eğitimin sürdürülmesi, demokrasinin sürdürülmesi gibi bir tema var. Bu başlı başına bir sorun. Ben de bunu şöyle alacağım, tükenen bir dünyada sürdürülebilirlik mümkün mü?

Şöyle bir ikilem karşısındayız, dünya bugün ikiye bölünmüş; krizi yönetenler veya krizden çıkmayı umut edenler, planlayanlar büyümeyi öneriyorlar. Aman alın, aman almaya devam edin ki sistem devam etsin. Bunun karşısında olan bir görüş var; yaşamayı ön plana çıkarmışlar. Büyümeyi bırakalım, yaşamayı sürdürelim. Çünkü insan ve toplumlar yaşamıyorsa büyümenin bir anlamı kalmayabilir. Buradan bir sorun çıkıyor; acaba bugünün dünyasında yaşamı sürdürmek mümkün müdür?

Büyüme iflas etti, ama sorun; yaşam sürdürülebilir mi? Benim önerim teknoloji evcilleştirilebilir, evcilleştirilmelidir. Çünkü teknoloji evcilleştirilmezse dünyanın sonu çok yakındır. En azından önümüzdeki bir iki kuşaklık dönemde çok büyük kırılmalar beklenmektedir. Benim fikrim değil, bu konuda daha uzman kişilerin kanaatlerini size yansıtıyorum.

Bir de özetle krizler ve bir iki önlemim olacak. Seçilmiş kaynakları size dağıtılan izleme notlarında bulacaksınız, üzerinde pek fazla durmayacağım. Herakleitos’tan bu yana Eski Yunan’dan bu yana filozoflar, düşünürler, yazarlar değişim sorunları üzerinde çalışıyorlar. Herakleitos’u hatırlayın “aynı suya iki defa giremezsiniz, siz ve su ikiniz de değiştiniz ilişki yeniden kurulamaz.” Yani sürekli bir değişim süreci içerisindeyiz. Değişim ve dönüşüm evrensel bir süreçtir, ancak süreklilik değişmezlik değildir. Süreklilik kararlı bir değişimdir, hazmedilebilen, özümsenebilen bir şeydir. Sürekli gördüğümüz şeylerde bizim fark etmediğimiz kadar küçük sürekli değişimler var.

İşte burada sorun hız değil, hızın değişmesidir. İnsanlar hızdan rahatsız olmuyorlar, insanlar hızın değişmesinden. Otobüs hareket ettiği zaman arkaya kaykılırız, ani fren yaptığımız zaman hepimiz şoförün ensesindeyiz. Hızın değişmesi toplumları, insanları etkiliyor. Bu fizik örnek toplumlarda da geçerli; büyüme veya daralma, durgunlaşmanın hızı değiştiği zaman toplumlarda rahatsızlık ve kriz var. Artı veya eksi ivme büyüdükçe tepkilerimiz de orantılı olarak büyüyor.

İdeal bir değişim stratejisi yok. Türkiye’de hep kendimizi eleştiririz, “biz büyümeye çalışıyoruz, ama stratejimiz, planımız yok.” Bizde yok, ama

Page 158: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

158

dünyanın hiçbir yerinde de yok. Dünyada hangi ülke değişmiş ise, inanın hepsinde değişim sorunları yaşanmış ve halen de yaşanıyor.

Bir başka kişisel görüşüm belki sandığım kadar kişisel değil, her devrim karşı devrimini yaratıyor. Yani her devrim sorunlarını yaratıyor ve bunları yaşıyor. Klasik devrimler ve karşı devrimler, bir iki örnek vereyim, klasik çağların felsefi, çok tanrılı akılcılığı Ortaçağ Hıristiyanlığının taassubuna yol açmıştır. Yani insana benzeyen tanrılar yerine insanı yaratan bir Tanrı. Burada Hıristiyan Kilisesinin büyük kurucu babalarından Aziz Augustine’in şu fikri var, bugün dünyaya diyor imparatorluklar, dünya devletleri egemen, ama er geç diyor Tanrı Devleti, tanrının tasavvur ettiği devlet dünyaya egemen olacaktır. Son günlerde çıkan işte Tanrı geri döndü, geri dönüyor kitapları da belki bunun bir yansıması. Vatikan Kilisesinin taassubu belki Akıl Çağını hazırladı; Luther’in tepkisi, Bruno’nun yakılması belli bir çağın sonuydu. Ortaçağ ne zaman bitti, belki Bruno Roma’da yakıldığı zaman. Ondan sonra Kilise biraz derlenip toparlanmaya başlamıştır.

Fakat daha önemlisi akılcılık ve bilimsel aydınlanma devrimlerine yol açmıştır akılcılık-rasyonalizm. Bilim ve aydınlanma devrimleri İngiliz, Amerikan, Endüstri, Fransız devrimleri kapitalizm ve insan hakları bildirilerine doğru yöneltti insanları. Biz hep gelişmeden ve büyümeden, geleceğe bakmaktan yanayız. Hep moderniteye karşı çıkan sorunlarla, krizlerle uğraştık. Ama modernitenin kendisini sorgulamadık, onu iyi olarak kabul ettik. Alain Tourain 1995’lerde yeniden, yayınlanan kitabında bunu gündeme getirdi. Bir de şu modernite dediğimiz, çağdaşlaşma dediğimiz, olaya bakalım, onun kendisinde bir sorun olabilir.

Sorokin’in unutulmuş bir tezi vardır, bir sinüzoid. Biraz böyle döngüsel bir toplum felsefesi yahut sosyal felsefe diyelim. Toplumlar akıl, ideal, duyu, inanç şeyini böyle sinüzoidal olarak izliyorlar. Bugün belki akıldan sonra gelen idealizm ve duyudan sonra toplumlar yeni bir inanç dönemine girmiş olabilir. Tabii bütün bu geçişlerde toplumlar bir takım krizleri yaşıyorlar. Büyük kriz ve sürekli kriz, ilerici-gerici ikilemidir. Sorunun çözümü yok; siz ne kadar iyisini ve güzelini deneseniz buna karşı bir takım frenler, bir takım karşı görüşler, eleştiriler olacaktır. Mesela sekülerizm, onun da peşindeyiz, ama iyidir diyoruz. İnanç ile devletin, devleti yöneten aklın ve gücün ayrılması güzel bir fikir. Ama gerçekte ayrılıyor mu? President Cumhurbaşkanı Bush’un Amerika gibi bir ülkede bir bilgi toplumundaki sözünü hatırlayın, kendisini şöyle savunuyordu: “Yaptıklarımı eleştirmeyin, çünkü ben emirleri Tanrıdan alıyorum. Gece rüyama giriyor, bana böyle yap diyor ben de onu yapıyorum” Bu Ortaçağdan kalmış bir söz değil, geçen yıllarda gündeme gelmiş bir söz.

Şimdi bu durumda toplum ve kültürün değişip yenilenmesi, modernleşmesi çağdaşlık ve iyi bir şey kabul ediliyor. Acaba iyi dediğimiz

Page 159: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

159

şey bu tür bir çağdaşlık mı? Veya bu çağdaşlığa karşı çıkan çağdışılık sandığımız, söylediğimiz, inandığımız kadar kötü bir şey mi? Sanayi devrimi başladıktan 100 belki 100-120 yıl sonra, 1920’lerde Amerika’da pek fazla adı duyulmamış Ogward adında bir kişi 1922’ler culter lag’den bahsetti. Yani dedi ki “sanayi devrimi bize bir teknoloji sundu. Bu şimdi teknoloji almış başını gidiyor, kültür geri kalıyor” dedi. Adamın bu sözleri 1950’lerde, 60’larda tekrar hatırlandı ve bunun üzerinde yazılar, denemeler yapıldı yazıldı. Snow’un İki Kültür Denemesini hatırlayın.

Halen geçerli olan bir ikilem var, bir kriz biz akademisyenler, fenciler ve sanatçılar, edebiyatçılar aynı fakülte çatısı altında çalışıyoruz, fakat birbirimizin dilinizi anlamıyoruz. Bugün bir anket yapılsa Fen-Edebiyat Fakültelerine ne istiyorsunuz diye, bizi ayırın derler. Biz birbirimizle anlaşamıyoruz. Mclauhen 1960’larda ünlü kitabında “medyanın kendisi mesajdır. Medya bize mesajları aktarmıyor, yorumlamıyor; medyanın bizatihi kendisi mesajdır” dedi ve dediği bugün doğrudur. Yalnız Türkiye’de değil bütün dünyada bu durum toplumları çok yakından ve derinden etkiliyor; başlı başına bir kriz. Türkiye’de yaşadığımız krizlerin yarısından fazlasının takriben düşünüyorum, medyanın yarattığı; haber yapıyorlar, haber aktarmıyorlar. Adına da haber yapmak diyorlar saklamıyorlar yaptıkları işi. Onun için her olay onlar için bir başlık olmaya, bir manşet olmaya aday bir haberdir.

“Ellil” adında yine adı sanı duyulmamış bir Amerikalı araştırmacı 1960’larda teknolojik düzeni yazdı ve şöyle yazdı Ogward’ı hatırlayarak: “bu düzen kültürü boş verdi, kendi yönünde, kendi amaçlarıyla, kendi araçlarıyla gelişiyor. Bu dünyayı tehdit eden bir tehlikedir.” Toffler’i hatırlayacaksınız 1970’lerde geleceğin şokları dedi. Pek şoke olmadık, çünkü bizi medya hazırlamıştı. Hâlbuki Toffler diyordu ki “daha siz hiçbir şey görmediniz, neler göreceksiniz” ve bahsettiklerini 1990’larda 2000’lerde gördük.

Krizlerden bir tanesi sessiz sedasız geldi; biz hiç ondan haberdar olmadık, sonra Stiglitz adındaki bu ekonomist bunu yazdı ve ödül kazandı. “ABD gücü ile politikası ile üye ülkelerin kurduğu IMF’nin ve Dünya Bankası’nın politikasını değiştirdi 1980’de. Biz bundan sonra ulusal devletlere değil, serbest liberale bağlı toplumlara yardım edeceğiz” dedi. Amerika politikasını değiştirdi, sanıyorum Özal bu politikanın değişikliğini yakından izledi ve Türkiye’ye bu yönde hizmet etti ve bu politikaya uygun ulusal politikalarla Türkiye’de bir hareket yarattı.

Bunların arasında benim en çok dikkatimi çeken, az tanıdığımız çok dürüst bir ekonomist Galbreys. Kendisini 88 Seul Olimpiyatlarında tanıdım, şöyle diyordu kitabında da aynı şeyi söylüyor: “kapitalizm ve sosyalizm iki büyük düzen olarak ikisi de başarısızdır, vaatlerini yerine getirememiştir. Yalnız sosyalizm, komünizm değil kapitalizm de vaatlerini yerine getirememiştir. Dünyanın yeni bir düzene ihtiyacı var.” bu düzen nedir

Page 160: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

160

söylemiyor, ama bunların yetersizliğini vurguluyordu. Bir sene sonra da biliyorsunuz Sovyetler Birliği dağıldı.

Dünyadaki temel sorunlardan bir tanesi karmaşıklıktır, complexity. Brezinski isimli Amerika Başkanlık Danışmanı, birkaç Başkana danışmanlık yapmış kişi, kanaatimce bunun adını koydu 1993’te Türkçeye çevrildi. Karmaşıklık global bir sorundur kitabın adı zannediyorum Türkçesi “Çivisi Çıkmış Dünya” diyor. Dünya bu karmaşıklık sorunu veya krizi içerisindedir. Olay bizim bireysel olarak veya ortak aklımızla kavrayamayacağımız kadar bir karmaşık düzene girdi. Bütün bunlar arasında en anlaşılır mesajı Wallerce verdi, “bildik dünyanın sonu fakat sorun veya kriz nereden çıkıyor, geleceği bilmiyoruz. Gelecek belirsizliği belki dünyanın ortak kriz konusudur.”

Şimdi bilim, bilgi, bilişim güzel bir evrim çizgisi gibi. Ama ben burada şunu vurgulamak istiyorum, bu enformasyon teknolojisinin, iletişim teknolojisinin bize sağladığı bu imkânlar bize bilgi verirken dezenformasyon da veriyor. Yani Türkiye’deki işte 48-50 kanalı izlediğim zaman işte kendi kanaat, kendi gücümle buradaki doğru, geçerli bilgiler yanında ne kadar yanıltıcı bilgilerin, izlenimlerin verilmeye çalışıldığını görüyorum. Yani işin tümüyle iyi veya kötü olması, güzel veya çirkin olması mümkün değil. İkisi beraber yürüyorlar. Bir taraftan bilgi verirken bir taraftan da bizim aklımızı karıştıracak her şeyi yapıyorlar.

Burada Türkiye’de dikkatimizden kaçan iki tane gelişmeye değinmek istiyorum. Bir tanesi Oscar Lange bir Polonyalı filozof, matematikçi 1975’lerde bir kitap yayınladı “Bütünler ve Parçalar” Bu kitapta gayet net olarak bütün dediğimiz sistemlerin neden parçalandığını ve parçalanmak zorunda olduğunu gösterdi. Aynı yıl biraz da esprili, nükteli bir şekilde bir İngiliz araştırmacı zannediyorum sistemlerin çalışmadığını söyledi. Çünkü sistemler, varlığın sürekliliğine dayanır, hâlbuki toplumlar sürekli değil, sürekli değişiyor. Kurduğunuz sistemi uygulama aşamasına geldiğinizde bir de bakıyorsunuz ki sistem çalışmıyor. Hâlbuki biz bütün çözümlerimizi sistemlerden alıyoruz. Alın size bir kriz sorunu.

Karamsar kehanetler bugünün kehanetleri değil. Rousseau’nun tezini hatırlarsınız “medeniyet ya bugün yaşadığımız sorunların, kötülüklerin kaynağıdır.” Medeniyete karşı, ama bunu geri çeviremeyeceğini biliyor. Spengler’in “Batı’nın Çöküşü” eseri 1926. 56’da Almanlar bunu yeniden yorumladılar, 2006’da Amerika’da yeniden basıldı. Dünya bir arayış içerisinde acaba Spengler’in dediği gibi dünya bir Sezarizm dönemine mi girdi? Yani medeniyet bitti şimdi Sezarizm, yani yakıp yıkıcılık mı başladı? Polanyi’nin büyük eseri Türkçeye çevrildi, fakat literatürde adına az rastlanır, Büyük Dönüşüm adlı eserinde diyor ki: “serbest piyasa serbest bırakılamaz. Bırakılırsa önce kendisini yok eder.” Kitabı dikkatle okursanız bunu söylüyor. Amerikalılar desteklediler fakat bu sonuçtan pek hoşlanmadılar.

Page 161: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

161

Fukuyama Tarihin Sonu dedi, sonra kendisiyle İstanbul’da bir toplantıda karşılaştık. Dedim ki “çok iddialı bir şey, bakın Tarihin Sonu dediniz siz; ama tarih bitmedi insan da bitmedi.” Dedi ki o benim lafım değil, onu yayıncı öyle koymuş. Sonradan hatasını anladı “ulusal devletler var olmalı ki, bu dünya yönetilmeli” dedi. Yani ulusal devletlerin sonu geldi demek istemedi. Wallerstein’in eserinden sözettim. Hıristiyanlar ya da ona paralel bazı aşırı Müslüman gruplarından sürekli bana mesaj geliyor, sizlere de gelir, en yakında 9 Eylül 2009’da geldi. “9.9.9 dünyanın sonu haberin olsun”. O gün biraz bekledim bir şey olmadı, ama tahmin ediyorum gelecek yıl, 10.10.10’da yani Ekim ayının 10’unda bir tane daha gelecek, dünyanın sonu geldi. Belki o kurtuluş olacak; onu ümit ediyorlar.

Zelzan adındaki bir antropolog Türkiye’ye geldi, kitaplarını irdeledi; basında hiç yer almadı. Şöyle diyor: Gelecekteki İlkel kitabında: eğer medeniyet buysa diyor bana ilkeli verin. Onu tercih ederim. Yani mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz. Huntington kendi eseriyle toparlanıp gitti, adı kaldı yadigâr. Çok ciddi bir araştırmacı Rees, “Dünyanın Sonu: Son Saat” eserinde diyor ki, “Dünyayı bu hızla tüketmeye devam edersek 20-25 yıl sonra dünya medeniyetinde çok büyük kırılmalar olacaktır. Neden? Sürekli yaşadığımız biyosferi çok hızlı bir şekilde tüketiyoruz. Dünya büyük, ama bizim yaşam çevremiz bir portakalın kabuğu kadar kalın değil.”

Greenspan görevden ayrıldıktan sonra Çalkantılar Çağı’nı yazdı ve dedi ki: görevde 20 sene kaldım, 18-20 sene ve enerjiyle para akışını sağladım. Ekonominin yaşaması için enerji ve para lazım, ikisini de sağladım ve başardım. Kriz çıktıktan sonra galiba dedi krizden ben de sorumluyum. Yani, büyüme politikası bir yerde bir kaza yaptı çalışmıyor.

Benim bir küçük kitabım çıktı, ama hiçbir yerde duyulmadı, Dünyanın Sonu mu Acaba? Krugman ciddi bir kitap yazdı fakat doğru çeviremedik Vicdanlı Krugman dedik, hâlbuki Bilinçli Krugman. Bu bize Ziya Gökalp’ten bir mirastır, conscience’ı vicdan diye tercüme ediyoruz, hâlbuki conscience aynı zamanda bilinçtir. Orada vicdanını açıklamıyor, adamın vicdanı temiz. Ben diyor 10 senedir bu krizi haber veriyorum, ama kimse beni dinlemedi. Dawkins’in eserini hatırlayacaksınız, Tanrı Yanılgısı, Belki de Tanrı Yoktur.

Ama son bir kitap çıktı 2009’da. Micklethwait diyor ki, “God İs Back.” Nerede, dünyada. Ama kitabı okuduğunuz zaman, eleştirilere baktığınız zaman görüyorsunuz ki dünyada değil Amerika’da. Amerikalılar diyorlar ki, bu zat dünyadaki durumu değil Amerika’yı anlatıyor. Amerika’da Tanrı geri dönmüş.

Şu kriz türleri doğal afet krizleri var; deprem, volkan, çığ, taşkın, tayfun, heyelan vs gibi, güneş fırtınaları, radyasyonlar; bunlar pek bizim bir şey yapabileceğimiz şeyler değil. Ama bunların bir kısmını tetikleyebiliriz. Kelebek kanatlarını hatırlayın. Meteorologlar söylediler Tayland’da bir

Page 162: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

162

kelebeğin kanatlarının yarattığı dalgalar Meksika Körfezi’nde bir tayfuna sebep olabilir. Yani dünyada her şey her şeye bağlı, doğada da bağlı, ama biz bunun pek farkında değiliz.

Sosyal kültürel krizler esas bizim konumuz. Savaş, tüketim, değişim, paylaşım, ulaşım, iletişim, yönetişim, sonuna -şim ekleyebileceğiniz her fiilin sonunda bir kriz var. Eğitim krizi yalnız bizde değil, bütün dünyada. Bütün dünya nasıl eğitim yapmalı? Geleceğe nasıl hazırlanalım bilinmiyor ve bir kriz, sağlık krizi domuz aşısı ya da domuz gribi aşısı, olalım mı olmayalım mı diye, dünya ikiye bölünmüş durumda.

Bir de insanla doğanın çelişkilerinden doğan küçük krizler var. O konuda bir şey yapamayız, ama onları da kriz olarak algılıyoruz. İklim değişmesi, çevre kirlenmesi, yangın, cinsler arası tartışma veya kavga veya besin zincirinin kırılması. Ben balıkçılara soruyorum: falanca balığın mevsimi neden çıkmıyor? Diyorlar ki: şimdi denizanaları bizim denizlerimizi istila etti, bazı balık türleri artık çıkmıyor. Demek ki yalnız bizim yaşam düzenimizde değil, biyosferde yani bütün yaşam çevresinde büyük krizler yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek.

Efendim, krizlerin öncelikleri acil afet benzeri doğal krizlerde pek fazla bir şey yapamayız. Ama planlamayla belki bazı kayıpları azaltabiliriz. Mesela biz tarihten ders almıyoruz; Japonya’dan ders almıyoruz. Ama bakın büyük bir kriz yaşadık İzmit’te ve siyasetin Türkiye’deki genel yorumu şuydu: “Tanrı bize bu cezayı vermiş, ne yapalım katlanacağız.” Tanrı bütün dünyaya bu cezayı veriyor, ama bazı yerde 6 kişi ölüyor, bazı yerde 6 bin, bazı yerde 60 bin. Demek ki burada insanın yapabileceği bazı şeyler var, bazı kayıplarımızı azaltabiliriz.

Sosyal, kültürel ve müzmin krizler var. Bunlar sürekli yenilenmeyi gerektiriyor. Krizlerin kaynağında teknolojinin yanlı ve yanlış kullanımı var. Bakın tarihte teknoloji daima üretimi artırmak, refahı artırmak, hayatı kolaylaştırmak için kullanıldı. Günümüzde teknolojinin kullanımı tüketimi artırmaya yöneliktir. Akşam televizyonda bakınız değişmeyen mesaj nedir? Sıkılıp bir kanaldan öbürüne atladığınızda başka bir malın tüketim reklâmı ile karşılaşıyorsunuz. Bugün televizyon yalnız bizim ülkemizde değil, bütün dünyada bizde biraz daha aşırı olarak belki tüketimi size tavsiye ediyor; yaşamak için fazla tüketin.

Şimdi bu eğer, teknolojideki bu gelişimi, bu eğilimi, bu mesajı denetim altına alamazsak hakikaten korkulacak dünya bizi beklemektedir. Artık korkar mıyız, kurtulur muyuz pek bir şey bilemiyorum. Ama bunun evcilleştirilebileceğini düşünüyorum. Yani teknolojiyi ortadan kaldıramazsınız, durduramazsınız, teknolojiye muhtacız; enerji için, toplum için, eğitim için, konuşma için. Mesela şu anda elektrik kesilse ben ne yaparım, düşünmek bile istemiyorum. Ama bu teknoloji evcilleştirilebilir. Şu

Page 163: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

163

anlamda, insana ve topluma daha yararlı hale getirilebilir, zararları bir miktar daha azaltılabilir; bu anlamda evcilleştirilebilir. Tıpkı bitkileri ve hayvanları evcilleştirdiğimiz gibi.

Ama kavramsal ikilemlere bir şey yapamayız. İnsan-doğa, ideal-gerçek, doğru-yanlış vs. gibi. Hatırlayacaksınız birkaç yıl önce bir Hollandalı edebiyat Nobel’i kazandı. Dünyaya verdiği mesaj şudur: “her doğruda yanlışlar var, her yanlışta doğrular var.” Hâlbuki insanların tartışmalarına bakınız, birisi doğru diyor öbürü yanlış diyor. Hâlbuki bu iki argümanda da doğruların yanında yanlışlar, yanlışların yanında doğrular var. Yalnız Batı’nın bir dezavantajı var; Batı medeniyeti hem demokrasiler, hem totaliter ülkeler, hatta komünizm medeniyeti insanın doğaya egemen olması olarak tanımlamıştır. Burada biraz eğer Uzakdoğu’ya kulak verirseniz şöyle derler: “medeniyet doğaya egemenlik değildir, doğayı tanıyıp onunla uyum içinde yaşamaktır.” Bu çok büyük bir devrim olur eğer bunu insanlık kabul edebilirse. Biz hala kendimizi aldatıyoruz. Medeniyet, medeni vasıtalarla biz doğaya egemeniz. Hayır, bir yağmur, bir kar, bir rüzgâr görüyorsunuz koskocaman bir Avrupa kenti ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor.

Şimdi burada belki bilimsel bir mesajı size iletmek istiyorum. Şu grafikte dünya Bin Yıl İzleme Komitesi’nin yayınladığı bir belgede geçen sene bakın dünyadaki ısınma 1900’lere kadar böyle geliyor, sonra bir kıpırdanma var ve ondan sonra bir yükseliş dönemi 2000-2005’ten sonra başlıyor. Projeksiyonlar böyle yüksek projeksiyonlar, alçak projeksiyonlar. Yani bugüne kadar yaşanmış bir pattern kendini tekrarlamıyor, bir patlama oluyor. Tabii bu patlama biliyoruz ki, parabolik olarak böyle sonsuza kadar devam etmez, bir kırılma noktasından sonra tekrar bir eş eğrisine lojistik bir eğriye dönüşecektir. Sorun biz o noktaya gelinceye kadar acaba dünyadaki varlığımızı sürdürebilecek miyiz? Dünyayı inceleyenler yazdıkları raporlarda diyorlar ki: “olanaklarımızın ötesinde yaşamaya devam edersek, dünyanın geleceği belki 40-50 yılla sınırlıdır. Belki en büyük kriz bu dünyanın sona ermesi olabilir.

Şimdi böyle bir dünyada acaba neler sürdürülebilir? Böyle bir dünyada kanaatimce büyüme sürdürülemez. Artık bizim biraz ayağımızı yorgana göre, biz derken insanlığı kastediyorum; ayağımızı yorgana göre uzatıp, büyümekten vazgeçip yaşamayı seçmemiz gerekiyor. Tıpkı işte Greenpeace Yeşil Barışçıların bize önerdiği gibi.

Gelişmiş ülkelerde herkes büyümeyi hedef alıyordu. Çağdaşlık, gelişmişlik, refah büyümeyle mümkündür. Hatta bugün Çin ve Hint başarılı gözüküyor, onlar da büyümeden yana. Dünya kuruluşları, IMF, Dünya Bankası, işte finansal kurumlar, New York Times, Financial Times herkes büyümeden yana. Basın yayın organları da bu büyümeyi bize sürekli anlatıyor. Büyüyelim daha güçlü olacağız. Hâlbuki daha hızlı ve daha büyük büyüme daha güçlü olmak değil, kanser hücreleri de hızla büyüyor ama

Page 164: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

164

sağlıklı değil. Acaba küreselleşen dünyayı büyüme mi kurtaracak, yoksa tüketimi kısma mı? Yaşamı savunanlar başka bir felsefeyi savunuyorlar. Diyorlar ki çevreciler, Greenpeace Yeşil Barışçılar, AR-GE kurumları, yer ve gökbilimcileri Habitat Zirveleri diyorlar ki: “büyümeyi bırak, yaşamı sürdürelim.” Çünkü yaşamı sürdürmezsek Kyoto Protokolünü ciddiye almazsak, büyümenin bir anlamı kalmayacaktır.

Tabii artan nüfusu beslemek için üretimi artıracaksınız, ama üretim artışı bir amaç olmamalı. Siz Batı’da üretimi artırırken bakın bugün birkaç ay önce Afrika’dan döndüm, toplumun %40’ı sanitasyonu olmayan, suyu, elektriği olmayan, çevresi sınırlanmış rezervasyonlarda yaşıyor. Afrikalı araştırmacılar önümüzdeki 20 yılda bu oranın %60’a çıkacağını söylüyorlar. Böyle bir Afrika bombası dünyanın başında çok büyük bir tehlikedir. Bu büyümeyle halledilecek bir şey değil, belki dünya kaynaklarının daha iyi dağılmasıyla mümkün olabilir. Ancak izlenen, dayatılan serbest pazar politikasında zenginler biraz daha zengin, belki fakirler biraz daha durumlarını düzeltiyorlar, ama aradaki makas açılıyor; bu benim görüşüm değil uzmanların söylediklerini tekrarlıyorum.

Ve bu arada esas sorun, dünya büyük fakat bizim yaşamamıza elverişli olan biyosfer, hidrosfer veya atmosfer o kadar büyük değil. 6 bin km büyüklüğündeki dünyamızın yarıçapı bizim yaşam kabuğumuz, yaşadığımız alanın genişliği 20 km. 20 km’yi 66 bin km’ye bölün, ne kadar sınırda yaşadığımızı görebileceksiniz.

Evet, işte burada teknolojiye büyük iş düşüyor. Çok büyük bir yolu açtılar, müthiş bir ivme yarattılar şimdi bu ivme nasıl büyük sarsıntılara, büyük krizlere yol açmadan dönebilir? Şunu tarihten biliyoruz ki, krizler tamamen ortadan kalkmıyor, ancak unutturuluyor. Artık bir kriz olmaktan çıkıp doğal karşılanmaya başlıyor.

Bu arada eğer bugüne kadar keşfetmedinizse küçük bir kaynak önereyim, dünya saati. Dünyamızda şu anda olup biten bütün değişmeleri rakam olarak göreceksiniz. Ölenler, doğanlar, hasta olanlar, delirenler, çıldıranlar, hapse girenler, çıkanlar, yananlar, yıkılanlar sayısal olarak veriliyor. Gerçek bir enformasyon toplumunda bu dünya saatinin bir kanal tarafından 24 saat verilmesi lazım. Dünyanın ne olduğunu görmek için bu dünya saatini izleyiniz lütfen. Bu arada nereye doğru gittiğimizi, dünyanın ısındığını görüyorsunuz; günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak. 14 dereceden, 15 dereceye doğru gidiyor dünyanın ortalama ısısı.

Biz ne yapıyoruz? Ekodiyalog uzmanları bakkal veya satıcı kılığına girmişler “aman alın verin” diyorlar. Aman alın, verin. Alıp verirseniz Türkiye ve dünya kurtulur. Aman otomobilinizi yenileyin. Kredi bizden, ÖTV bizden, KDV bizden. Yani ben tüketimin bu kadar pompalandığı bir başka yer bilmiyorum. Fakat bir şeye dikkat ediyor musunuz, geçen sene bu aylara

Page 165: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

165

kadar bütün televizyon programları küreselleşen dünyadan bahsediyordu, bugün küreselleşen dünya bitti. Neyi konuşuyoruz? Onun yarattığı krizden nasıl çıkabiliriz. Birdenbire bitti, kesildi. Kimse artık küreselleşen dünyadan ümitli değil.

Efendim teknolojiden bahsettim, o kadar karmaşık bir olay değil. Malzemeyle, metot bilgisi bir araya geldiği zaman teknolojidir. Bir kalem en basit bir teknolojidir, şu biraz daha karmaşık bir teknolojidir. Ama hepsinde bir malzeme ve bir metot var. Fakat göze çarpmayan bir husus, bütün teknolojiler enerjiyle çalışıyor ve biz bugün neredeyse nefes alışımızı bile enerjiyle yapacağız. Enerjiyle sevişiyoruz, enerjiyle uyuyoruz, enerjiyle düşmanlık yapıyoruz, enerji olmadan hiçbir şey yapamayız. Ama enerji tükeniyor ve enerji çevre kirlenmesinin büyük bir unsuru ve dolayısıyla medyada bir medya savaşları var; enerji ile parayı nasıl aktarmaya, döndürmeye çalışacağız.

Efendim sürdürülebilirlik ikilemini söyledim, tekrarlamayayım. Büyüme mi, yaşama mı? Benim tercihim yaşamadan yana. Ancak yaşarsak belki bir büyüme veya var kalma ümidi olabilir. Yaşamayı dikkate almayan bir büyüme herhalde dünyayı, ülkeleri ve İstanbul kenti dâhil bütün yerleşmeleri felakete doğru götürecektir.

Küreselleşme söylemi bitti, şimdi krizden çıkış şeyi başladı. Çözüm tasarruf mu, tüketim mi burada bir ikilem var. Kimileri diyorlar ki, “belki tasarruf yaparak ikilemden çıkabiliriz” bunun karşısında bir başka ekol “aman tasarrufu bırakın yastık altındaki birikimlerinizi de piyasaya çıkartın. Bol bol alın ki sistem devam etsin.” Amaç sistemin devam etmesi mi yoksa yaşamın devam etmesi mi? Sistem insanların varlığı için var, insanlar sistem için yok.

Ekonomide yeni bir düzene ihtiyaç var. Dünyadaki bütün ileri gelen ekonomistler burada birleşiyorlar. Fakat nasıl bir düzen olduğu konusunda tam bir fikir birliği yok. Daha çok kapitalist ekonominin eksiklerini dile getiriyorlar, bunun için çözüm arıyorlar.

Kanaatim vahşi teknoloji, vahşi ekonomi gibi durmaz, durdurulamaz ama belki bilinçle evcilleştirilebilir. Brezinski de şunu söylüyor kitabında: “dünya sadece Amerika’nın yönetebilip yönlendirebileceği bir ölçeği çoktan aşmıştır. Dünya insanları bu karmaşıklığı görürse ve işbirliği yaparlarsa belki dünyamız kurtulur” diyor. Evcil bir teknoloji mümkün mü? Mümkündür, tarihte insanlar bitkileri, hayvanları evcilleştirerek, endüstri devriminde onların fosillerini kullanarak bu hale getirdiler bilgileriyle ve teknolojiyle. Şimdi bilinç ve teknolojileriyle belki teknolojiyi bilgi teknolojisini, enformasyon teknolojisini kullanarak belki teknolojiyi evcilleştirebiliriz diye düşünüyorum.

Evet, yazgımız ve de geleceğimiz kanaatimce buradaki başarımıza bağlı görünüyor. Söylediğim gibi acil afetler, özetle afetler konusunda pek

Page 166: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

166

fazla bir şey yapamayız, belki bazı kayıplarımızı azaltabiliriz eğer yeteri kadar cesur ve planlı davranabilirsek, bilinçli davranabilirsek.

Sosyal-kültürel konularda kriz masası kurmakla sorunlar çözülmüyor, çünkü sonucunu bilemiyoruz. Kriz masası çözüm değil; krizlerin sayısını azaltmak ve oradaki çığırtkanlığı biraz azaltmak. Çünkü bütün bu çığırtkanlıklar insanları bilinçdışı davranışlara eğilimlere yöneltiyor. Kimse teknolojiyi evcilleştirmiyor, hatta tersine eğitim sorunun nasıl çözeriz? Diyorlar ki: eğitim teknolojisiyle. Peki, ama eğitim teknolojisi kendi kendini kullanmıyor, insanlar onu kullanıyor; demek ki teknoloji bir araç. İyi mi kötü mü; doğru kullanılırsa iyi, kullanılmazsa kötü.

Kavramsal krizleri biz yaratıyoruz. Aslında bunlar suni krizler. Doğanın yaptığı bir şey yok, doğa bize sürekli ders vermeye çalışıyor, ama bu dersi almazsak bir krize doğru yöneltiyor. Bazı ikilemler kriz değil Batı felsefesinin yanılsamalarıdır.

Efendim arz ettim süremi belki aşmış olabilirim, beni ikaz etmediniz. Teşekkür ediyorum, burada sözüme son veriyorum. Saygılar sunuyorum efendim.

OTURUM BAŞKANI- Çok teşekkür ederiz.

En önemli, en temel krizi konuşarak başladık; varlığımızı sürdürme krizinden söz ederek başladık.

Şimdi söz Sayın Çağlar Keyder’in.

ÇAĞLAR KEYDER- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Benim konuşacağım konular biraz daha banal konular. İstanbul ve kriz üzerine odaklanmak istiyorum. Birkaç noktası var bu konuşmanın; birkaç satır başlığı var.

Birincisi, bu yepyeni tür bir kriz; gerçekten global bir kriz. O nedenle İstanbul ve kriz anlam kazanıyor bir konu başlığı olarak. İkincisi bu krizin niteliği tabii global olması bir ölçek sorunu, ama bir de niteliği var. Niteliği de şu: Görünürde finansal olan bir kriz, yani finansal düzeyde kendisini gösteren bir kriz. Bunun bir anlamı da kredi mekanizmasının yani para olayının çok önem kazanması, İstanbul’da da bunu göreceğiz. Üçüncüsü ise İstanbul’un özellikle 2001’den beri geçirdiği dönüşüm bu krizle olan ilişkisini çok somutlaştırıyor, derinleştiriyor. Onu anlatmak istiyorum.

Şimdi birinci olay şu, hatırlarsanız 2001‘de bir kriz söz konusuydu. Fakat 2001 krizi çok bildiğimiz 3. dünya krizlerinden bir tanesiydi Türkiye açısından. Türkiye’nin borçlanması söz konusuydu, borcunu ödeyememesi söz konusuydu. İçeride Türkiye’deki bütçenin çok önemli bir kısmının borç faizlerine gitmesi söz konusuydu ve de bütün Türkiye’deki iktisat denkleminin dışarıdan gelen sıcak parayla ayakta tutulması söz konusuydu. Ayrıca

Page 167: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

167

hatırlarsınız, 2001’den önce kendisini tam olarak küreselleşmeye uyarlamamıştı henüz ekonomi. O nedenle Kemal Derviş ve onu takiben birçok yeni olay ortaya çıktı.

Şimdi o 2001 krizi ile bugünkü kriz arasındaki fark bu. Bugünkü krizi küreselleşmeye bakmadan anlamaya imkân yok. 2001 krizi lokal bir krizdi, Türkiye’de oluşmuş olan bir krizdi; bugünkü kriz dünya krizi. Şimdi 2001 krizinden farklı olduğunu söylüyorum bugünkü krizin. Ama bugünkü kriz bundan önceki bütün krizlerden de epey farklı. Yine hatırlayacaksınız 1990’ların sonunda bir dizi kriz oldu. Bir tane Asya’da oldu, Doğu Asya’da ondan sonra Rusya’da oldu, ondan sonra Latin Amerika’da oldu vs. Fakat bunların hepsi yine yerel krizlerdi. Yani birtakım dengesizliklerin yerel düzeyde ortaya çıkması ve ondan sonra bu yerel olayın çok dolaylı bir şekilde bütün dünyayı etkilemesiydi; ama çok dolaylı bir şekilde. Bugünkü krizin farkıysa şu: Merkezde çıktı bu kriz ve merkezde çıkar çıkmaz da bütün dünyayı çok hızlı bir şekilde sardı. Dolayısıyla, gerçekten ilk global kriz nitelemesi çok da yanlış değil.

2001’deki krizde yine hatırlayacaksınız İstanbul’da çok şeyler oldu. Bu arada ben ve meslektaşım Ayşe Buğra bir yazı yazmıştık İstanbul’daki krizin yaşama etkileri diye. Nasıl bir yoksullaşma olduğunu, nasıl insanların işlerini kaybettiğini, bütçelerinin ne kadar değiştiğini ve buna karşı ne yaptıklarını vs. anlatmaya çalışmıştık orada. Bugünkü krizde olayı bu kadar somut olarak inceleyecek veri yok elimizde, yalnız ortalıkta dolaşan birtakım sözler var. Mesela geçenlerde bu krizden beri 30 bin kişinin İstanbul’u terk ettiği söyleniyordu. Belki hatırlayacaksınız geçen sene krizin başında aynı şekilde bir takım rakamlar Şanghay için, Bangkok için çıkmaya başladı. İnsanların nasıl işsizlikten dolayı köylerine geri döndükleri üzerine birtakım hikâyeler. Bu dediğim gibi krizin global boyutuyla ilgili.

Şimdi ikinci noktaya gelmek istiyorum. Krizin niteliği, yani ölçeğinden çok, yahut da mekânsal küreye yayılmasından çok, nasıl bu kadar hızlı yayılabildiği sorusu. Şimdi burada İstanbul’a özgü değil bu söyleyeceğim şeyler fakat İstanbul’da da yansıması çok açık bir şekilde gözüküyor. Olay şu: biraz ekonomi politik bilenleriniz hatırlayacaktır, ekonomi politik içinde “eksik tüketim” diye bir laf vardır. Eksik tüketim şu demek: ortada muazzam bir üretim kapasitesi var; fakat bunu tüketecek düzeyde bir gelir dağılımı yok. Daha doğrusu şu anlama geliyor bu gelir dağılımın niteliği ortalıkta olan malların tüketilmesi için yeterli değil. Bunun da çok basit bir nedeni var. Geliri az olan insanlar daha çok tüketim yaparlar. Yani çok yoksul birisi tabii ki alacağı paranın %100’ünü tüketecektir. Buna karşılık zengin insanlar normal olarak gelirlerinin daha düşük bir oranını tüketirler. Eğer gelir dağılımı bozulursa, geneldeki tüketim düzeyi de düşmeye başlar. Yani gelir dağılımının niteliği kapasite anlamında üretilebilecek malların tümünün satılıp satılamayacağını da belirleyen bir şeydir.

Page 168: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

168

Şimdi eğer düşünürseniz son 20 senede gelir dağılımı bütün dünyada her bakımdan bozulmakta. İstanbul’un içine bakın bunu rahatlıkla görebilirsiniz gözlem olarak yani sadece sokakta gördüğünüz şeyden söz ediyorum. Bütün ülkelerde, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere bu gelir dağılımını ölçen ölçeklerin hepsinde bozulma var. Hepsinde görülen şu: yukarıdaki %1, yukarıdaki %0,5, yukarıdaki %0,1 sürekli olarak yükseltmişler aldıkları payı gelirden, buna karşılık ortadaki çok büyük gruplar %80, %90; hiçbir şey olmamış bunlara, aşağıdakiler de sürekli kaybetmişler. Yani son 15-20 senenin fakat özellikle son 10 senenin bütün gelir artışı yukarıdaki çok ufak bir zümreye gitmiş.

Şimdi bu ülkelerin kendi içindeki olay; bütün dünyaya baktığınız zaman aynı şeyi görüyorsunuz. Eğer ülkelerin ortalamasını alırsanız Çin’i hariç tutarsanız, ülkelerin ortalamasından giderek yaptığınız bir hesaplama gelir dağılımının çok önemli bir şekilde bozulduğunu gösteriyor. Çin’i işin içine kattığınız zaman biraz sorun çıkıyor, çünkü Çin’de bir yükselme var. Ama bir de şunu düşünün, dünyadaki bütün bireylerin sanki tek bir ortamdaymış gibi gelirlerini hesapladığınız takdirde şöyle bir şey çıkıyor, Çin’in kendi içinde gelir dağılımı bozulduğundan dolayı bütün dünyada gelir dağılımı çok fazla bir şekilde bozulmuş, ama bayağı yüksek bir şekilde bozulmuş oluyor.

Şimdi bu ne anlama geliyor? Biraz önce söylediğimi hatırlarsanız kötü bir gelir dağılımı eksik tüketime götürüyor. Çünkü çok zengin insanlar sonunda tüketemezler her şeyi. Yani kaç tane şampanya alacak, kaç tane Rolls Royce alacak, kaç tane Armani’den elbise alacak. Bütün bunları düşündüğünüz zaman şöyle bir şey çıkıyor, çok zengin insanlar yani yukarıdaki binde 1 diyelim, aldıkları gelirin önemli bir kısmını hiçbir şey yapamadan ellerinde tutuyorlar. Niye hiçbir şey yapamıyorlar? Çünkü yatırdıkları takdirde, eksik tüketim sorunu daha da kötüleşecek. Çünkü satamayacaklar yaptıkları yatırımı neticesinde. Dolayısıyla ne yapıyorlar? Bu paraları, finans sektöründe değerlendirmeye çalışıyorlar.

Şimdi bunun çeşitli dolaylı göstergeleri var. Mesela bakın size bir gösterge, son 10 yılda finans sektörü Amerikan ekonomisindeki finans sektörü bütün artı yaratılan değerin %15’ini alırken, şimdi %40’ını alıyor. Bu ne demek? O kadar çok para finans sektörüne gelmiş, o kadar çok para finans sektöründe değerlendiriliyor ki, finans sektörü bir şekilde olmadık yollara girerek bu parayı değerlendirmeye çalışıyor. Derivatif diye bir laf var belki duymuşsunuzdur; kimsenin anlamadığı birtakım finansal araçlar bunlar. Sadece finans doktorası olanlar ve matematikçiler biliyor bunun ne olduğunu, başka hiç kimse anlayamıyor. Bu finans, bu derivatifler toplam olarak dünya gelirinin yani dünya gayrisafi hâsılasının, yahut net hasılasının 10 misline çıktı.

Page 169: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

169

Düşünebiliyor musunuz bu kadar çok para ortalıkta sirküle ediyor, sürekli dönüyor. Yani bu tamamen finansın o kadar büyük bir balona girmesi ki, reel ekonomiyle ilişkisi neredeyse sıfır.

Şimdi bu olayın bir boyutu; ikinci boyutu şu: yine eksik tüketim meselesini ve kötü gelir dağılımını düşünürseniz, kötü gelir dağılımının bir neticesi de şu: hadi yoksulları bir kenara bırakalım, ama orta sınıfın ayakta kalması çok gerekli olduğu için, bir anlamda ideolojik ve siyasi olarak orta sınıfa sürekli kredi akımı başlıyor. Türkiye’de 1980’lerin sonuna kadar kredi kartı kullanılmıyordu, şu anda 40 milyon kredi kartı var. Türkiye’de ipotek olayı yoktu yakın zamana kadar, şimdi 2 yıldır ipotek olayı var; ondan önce de şahsa verilen kredi söz konusuydu gayrimenkul satın almak için.

Bütün bu olaylar dünyada aynı hızla gelişen şeyler. Yani bu finans olayının bir yanı eğer zenginlerin böyle hiç anlamadığımız enstrümanlara para yatırmasıysa, diğer boyutu da orta sınıfta olan insanların yani tüketim yapmaya geliri yetmeyen olan insanların kredi vasıtasıyla yapay bir şekilde tüketici olarak ortaya çıkarılmaları. Şimdi bu iki boyuttan da baktığınız takdirde bunun sonucu çok açık. O bahsettiğim finansal enstrümanlar biraz önce söylediğim gibi dünya gelirinin 10 misline kadar çıkıyor ise volüm olarak, en basit bir getiri dahi sağlasalar dünya gelirinin çok büyük bir kısmını alacaklar demektir. Buna da imkân olmadığını biliyoruz. İmkân olmadığı için bir noktada patlayacak. Yani tam bir saadet zinciri olayı; tek bir insanın veya tek bir kötü niyetli adamın yaptığı bir şey değil; bütün sistem saadet zinciri.

Şimdi bu bir yandan, ikinci yandan bu biraz önce sözünü ettiğim kredi verme, kredi kartı kullanma, ipotek kullanma vs. konusu; hatırladığınız gibi esas kriz buradan çıkmıştı. ABD içinde kredi kullanımı, o kadar krediyi hiçbir şekilde geri ödeyemeyecek insanlara kadar kaydı ki, o insanların ödeyemeyeceği çok belliydi ve nitekim ödeyemediler; sonuçta oradan patladı her şey. Aynı şey birçok ekonomide söz konusu, Türkiye’de biliyorsunuz sürekli gündemde olan bir şey. Kredi kartlarının ne kadar maliyetli olduğu, bankaların ne kadar bu işten para kazandığı, ne kadar insanların zorla kredi kullanmaya mecbur edildikleri ve sonra bir şekilde çeşitli iflaslara gitmeleri vs.

Şimdi bu dünyadaki krizin niteliğiyle ilgili bir hikâye. Bu hikâyenin İstanbul’a nasıl artikle edildiğini şimdi anlatmaya çalışacağım. Şimdi bu finans olayı tabii ki bir spekülasyon sonuçta. Yani nasıl ki 17. yüzyılda lale soğanları üzerine spekülasyon yapılmış, 18.yüzyılda saçma sapan birtakım hisse senetleri üzerine spekülasyonlar yapılmış, günümüzde de yapılan spekülasyon bu finans varlıkları üzerine oluyor. Ama finans varlığı biraz geniş bir laf, çünkü bu sonuç olarak şu anlama geliyor, gerçek anlamda kullanıma değil de sonradan değerinin artması beklenen şeye yapılan yatırım. Yani bu bir lale soğanı da olabilir, bir sanat eseri de olabilir, bir ressamın bir tablosu olabilir bunun üzerine spekülasyon yaparsınız,

Page 170: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

170

derivatifler olabilir, bonolar olabilir, tahviller olabilir, hisse senetleri olabilir. Fakat son zamanlarda gördüğümüz şu: yapılan spekülasyonların çok önemli bir kısım gayrimenkul üzerine yapılmaya başlandı.

İngilizcede kullanılan flip diye bir kelime var. Flip demek alıp tekrar dağıtmak demek. Amerika’da böyle bir şey çıktı bizde de aynısı söz konusu. Olay şu: sürekli emlak alıyorsunuz, çünkü biliyorsunuz ki 1 sene sonra onun fiyatı %50 artacak. Alıyorsunuz satıyorsunuz, tekrar alıyorsunuz tekrar satıyorsunuz, tekrar alıyorsunuz tekrar satıyorsunuz; ta ki bir noktada saadet zincirinin koptuğu ana kadar. Şimdi bu her yerde söz konusu, bütün büyük şehirlerde söz konusu, özellikle de tabii küresel şehirlerde söz konusu. Çünkü şöyle bir düşünüş var, bu küresel şehirlerdeki emlak fiyatları zaten doğal olarak artacaktır. Küreselleşme arttığı müddetçe ve de küresel ekonomi büyüdüğü müddetçe küresel şehirlerde Barselona olsun, Londra olsun, New York olsun, ama tabii İstanbul da aynı şekilde buralardaki emlak fiyatları da artmaya mecburdur. Dolayısıyla alıyorsunuz emlakı; biliyorsunuz ki 1 sene sonra değeri daha yükselecek, tekrar satacaksınız, başkasını alacaksınız vs.

Şimdi bu olayı İstanbul’la birleştirelim. İstanbul’daki emlak olayının nasıl bir noktada olduğunun farkındasınız herhalde. Muazzam bir şişme var, muazzam bir fazla kapasite var vs. Bu nasıl oldu? Olayın tarihini herkes biliyor aşağı yukarı fakat birtakım noktaların altını çizmekte fayda var. Bildiğimiz gibi İstanbul’da toprak yakın zamana kadar tam anlamıyla özel mülkiyet sayılamıyordu; çünkü Hazine toprağının ne olduğu tam belli değildi. Hazine toprağının üzerine oturan insanlar işte bildiğimiz gibi gecekondu kuruyorlardı, ondan sonra o yavaş yavaş mülkiyetleşiyordu. Ondan sonra bir noktada ruhsat alınıyordu, bir noktada tescil ediliyordu, tapu oluyordu vs.

Gecekondulaşma süreci bir yerden sonra yavaşlamaya başladı. Yavaşlamasının nedeni dışarıdan İstanbul’a gelip de kendisine ev yapmak isteyen insanların azalması değildi, İstanbul’daki yöneticilerin kararının değişmesiydi bu konuda. İstanbul’daki alt kademe belediyelerin 1990’ların ortasında aşağı yukarı Tayyip Erdoğan’ın belediye reisi olduğu zamandan itibaren, bir isteksizlik var bu gecekonducuları akomode etmek açısından. İsteksizlik şöyle, çünkü toprağın farklı kullanımları ortaya çıkıyor, bu da tabii İstanbul’un küreselleşmesiyle ilişkili. Farklı kullanım derken mesela bir iş merkezi yapma veyahut da bir site yapmak imkanı çıkıyor veyahut da bir hastane, bir kampus yapma imkanı çıkıyor.

Dolayısıyla toprağa böyle gelip de oturan gecekondu yapmak isteyen insanlar eskiden çok makbuldü, çünkü onlar geleceklerdi; onlara patronaj ilişkisi konulacaktı, onlar size oy vereceklerdi. Şimdi artık o önem kaybediyor. Onun yerine vergi verecek ve de o ilçenin, o toprağın, o yerin küreselleşmesini, bir anlamda ticarileşmesini sağlayacak yatırımlar daha çok tercih edilmeye başlandı. Yani yavaş yavaş o toprağın İstanbul’da

Page 171: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

171

metalaşmamış halinden çıkarak, yavaş yavaş hızlı bir metalaşmaya doğru gidilmeye başlandı.

Biraz önce anlattığım toprağın üzerinde spekülasyon yapma ihtimalini ortaya çıkaran bir süreç bu. Bu sürecin esas hızlanmasını da ben 2002 diye düşünüyorum. Çünkü biliyorsunuz AKP iktidara geldikten sonra Erdoğan direkt olarak neredeyse Ankara’dan yönetmeye devam ediyor İstanbul’u. Dolayısıyla, İstanbul’un yönetiminde yepyeni bir şey çıktı ortaya, o da şu: Ankara ile İstanbul arasındaki o gerilim, her zaman olmuş olan gerilim ki daha önce ben yazmıştım belki hatırlarsınız, 1999’larda 2000’lerde hala baktığımızda o gerilimden dolayı İstanbul’un küreselleşmesinin çok da doğrudan, çok da direkt olmadığını, hala böyle enformel bir küreselleşmeden söz edebileceğimizi söylemek mümkündü. Ama 2002’den sonra artık AKP’nin siyaseti bu küreselleşmeyi, İstanbul’u satma olayını, İstanbul’un bütün global network’lere açılması olayını tam bir politika edindiğini görüyoruz.

Yani İstanbul bir anlamda AKP’nin neoliberal yaklaşımının bir göstergesi ve bir kanıtı olmaya başladı. İstanbul ne kadar başarılı gözükürse, neoliberalizm o kadar başarılı gibi algılanmaya başlandı. Dolayısıyla İstanbul’un küreselleşmesi Ankara’dan da iteklenmeye başlandı ve bunun bir göstergesi de şu: İstanbul’daki burjuvazinin yani bu kent sosyolojisinde kentsel ittifaklar denilen olayın çok güçlenmesi. Yani bir yandan işte Koçlar, Sabancılar, İKSV’ler, şunlar bunlar bilumum inşaat şirketleri, bilumum büyük site yapan insanlar vs. bir yandan siyasetçiler artık bunlar aynı plandalar, aynı kâğıdın üstündeler, aynı noktalara doğru uğraş veriyorlar.

Dolayısıyla, toprağın metalaşması ile bu urban coalition’ların ortaya çıkması 2002’den sonra özellikle İstanbul’u tam anlamda bütün bu küresel finans şişmesine çok aday, çok hazır bir şehir haline soktu. 2002’den sonra özellikle TOKİ’nin vasıtasıyla, İstanbul’un bir mekânsal yayılması söz konusu. Mekânsal yayılma derken İstanbul’un mahallelerinin artık hiç olmayacak yerlere kadar taşmasından söz ediyorum. Bunun yapılmasının çeşitli yolları oluyor. Bir tanesi TOKİ’nin artık her şeyin üstünde tamamen bir dikta rejimi kurmuş olması, Hazine topraklarını istediği gibi kullanması vs. Bir yandan kentsel dönüşüm ve de kültürel hazineleri vs. olayları çerçevesinde İstanbul’un esas merkezini temizleyip onu turistler için çok daha cazip bir şehir haline getirmek. Bir yandan da bu insanları dışarı atmak.

Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları ile il sınırları da aynı oldu şimdi. Şehrin tam anlamıyla ile doğru yayılmasından söz ediyoruz ve bu doğru yayılma küresel networklerin işin içine girmesiyle çok daha hızlanıyor. Yani bir yandan spekülatif inşaat, bir yandan krediler vasıtasıyla spekülatif alıp verme vs., bir yandan da içeriden dışarıya doğru yayılma ivmesi. Bu Ankara’dan desteklenen İstanbul’daki burjuvazinin de gayet rahat içine monte olduğu bir olay olarak gözükebiliyor.

Page 172: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

172

Şimdi bunun sonucunda ne oldu? Bunun sonucunda bugünkü krizin bence en belirgin neticesi, İstanbul’un muazzam bir fazla mekân stoku ile kalmış olması. Ortada çok fazla mekân potansiyeli var, konut var ve bu konutlara gelmesi gereken insanlar eskiden şehrin çeşitli yerlerinde, merkez mahallelerinde daha önce gecekondu olan sonradan apartmanlaşmış mahallelerde oturan insanlar. Onların bir kısmı gerçekten geçtiler bu konutlara fakat o içerideki mahallelerde çok boş yer kaldı. Ama bir kısmı da daha geçmedi. Duymuşsunuzdur gazetelerde; şu kadar alışveriş merkezi var ortalıkta, henüz bitmemiş veya açılmamış. Şu kadar alışveriş merkezi var içinde müşteri dolaşmayan vs. Şu kadar iş merkezinde aynı durum söz konusu. Pazar günkü gazeteleri açıp baktığınız zaman, bu konutları yapan insanların acilen bunları satmak için ne tür reklâmlar yaptığını da görüyorsunuz.

Dolayısıyla, şu andaki krizin göstergesi bu fazla stok, emlak stoku, konut stoku, iş merkezi stoku, alışveriş merkezi stoku. Bunların nasıl bir etkisi olur İstanbul’un orta dönemdeki dönüşümü açsından; o soruyu sorabiliriz. Bence şu etkisi: İstanbul son 50 senedir, 1950’den beri nüfus artışı, nüfus artışının getirdiği inşaat faaliyeti, inşaat faaliyetinin getirdiği ekonomik faaliyet, iş bulma, istihdam olsun, inşaat malzemeleri olsun vs. bu dinamikle gelişen bir şehir. Sadece bununla demiyorum, ama bu çok önemli bir dinamik İstanbul için. Eğer hakikaten bu tespit doğruysa yani şu anda çok büyük bir fazlalık varsa İstanbul’da, o zaman bu fazlanın mas edilebilmesi için yani tekrardan absorbe edilebilmesi, pazara çıkabilmesi için epey bir zaman geçecek.

İstihdam krizi veyahut da inşaat malzemeleri vasıtasıyla ortaya çıkan kriz herhalde daha bir müddet devam edecektir. Yeni bir 3. köprü yolları dahi bunu kolay kolay kompanse edecek durumda değil gibi gözüküyor. Dolayısıyla bu kriz küreselleşmiş bir ekonominin etkisi ve yansıması olduğu için, bu krizin etkisinin İstanbul açısından 2001 ile filan kıyas edilebilecekten çok daha büyük olduğunu tahmin ediyorum.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederiz.

Krizin gelir dağılımı ve tüketim profili, tüketici profili yönünü dinledik. Sayın Özgür Temiz ile devam edeceğiz.

ÖZGÜR TEMİZ- Merhabalar.

Şimdi ben gelmeden önce şöyle düşündüm o programa bakınca, iki ay önce arkadaşlar teklif ettiğinde “gider konuşuruz ne olacak” dedim. Sonra programa bakınca hani bu kadar ağırlığın ortasında ben ne yapacağım diye, elim ayağım dolandı. Amma velâkin ben buraya seyyar plancılık vazifemden dolayısıyla çağrılmış durumdayım. Seyyar plancılık vazifem dolayısıyla çağırılmış olmam nedeniyle de benim meseleyi başka türlü okuma, paylaşma şansım var.

Page 173: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

173

Birincisi, şimdi bütün bu konuşulanların elbette durumu arttırılan tarafı olsa bile, çeşitli eskiye dönük olaylardan yeniye gelmeye çalışacağım. Bir emperyalizm çağında krizler süreklidir diye, tarihin bir tarafında kalmış bir laf vardı; şimdi bizim oralarda bu sizin kriz diye yaşadığınız şey zaten sürekliydi.

Bizim orada zaten bu kriz sürekliydi, bizim orada işsizlik rutindi. Eğer sigortalı, asgari ücretle iş bulursanız hayattaki en torpilli, en kıyak insan sizdiniz. Dolayısıyla da mesela bu krizin konuşulması aslında daha çok şöyle gözüküyor bizim oradan baktığımızda “ya bu orta sınıfların hayatında bir şey değişmiş.” Bu orta sınıfların hayatında bir şey değişmiş, onların hayatına çeşitli riskler ve olasılıklar girmiş; o riskler ve olasılıklar dolayısıyla bunu konuşabilir hale gelmişiz. Bizim krizimiz öyle yeni başlamış bir kriz değil, çeşitli krizler karşısında, hayata karşı çeşitli direnme, karşı çıkma ya da hani o hayata uyum sağlama deneyimlerini geliştirme alışkanlıklarına sahibiz.

Şimdi son dönemdeki yaşananlarsa, mesela Kemal Derviş dediler az önce, Kemal Derviş memlekete geldi, dedi ya bu memlekette benim kriz karşısında en büyük güvencem Türk aile yapısıdır diye bir laf etti. Son dönemde yaşananlara bakın mesela arkadaşların elinden o güvenceleri alınıyor. Çünkü bizim mahallelerimiz dağıtılıyor. Gidin Ayazma’ya bakın, TOKİ Başkanı dün övünmüştür herhalde Bezirganbahçe Konutlarıyla. Bezirganbahçe’de bugün yaşayanların anlattığı şeylerden biri şu; diyor ki, “ben eskiden kalkardım; haftada bir gün iş bulsam da işe rahat giderdim. Niye, çünkü çocuğumun sokağa çıktığında nereye gideceğini bilirdim. Şimdi çocuğum sokaktan aşağıya indi miydi kaçırıldı mı, kaçırılmadı mı bunu bilemiyorum.”

Şöyle bir şeyi dayatıyorsunuz tabii bu insanlara kentli alışkanlığı olarak; sabahleyin götürsün kreşe bıraksın sonra da işten dönünce alsın. Kentleştiriyorsunuz, kreşe bırakmak zorunda bırakıyorsunuz, güvencesizleştiriyorsunuz, güvensizleştiriyorsunuz o hayatı.

Gelgelelim daha başka tür yansımalarına; bizim TOKİ Seyrantepe’yi kurtarmak için kırk tane takla attı. Bezirganbahçe’de yaşayan insanlar eskiden de taksit ödeyemezlerdi, kriz sonrasında işsizlikleri dolayısıyla taksitleri hiç ödeyemez oldular. Dönüp de bir tane yeniden ödeme planı diye bir şey hazırladığını görmedim ben. Şimdi eski programda devam ediyor. Şimdi Eren Talu için şartlar değişti, kriz oldu onun için koşulları değiştiren TOKİ burada işsiz kalan insan için ya da diyelim ki işsiz kalmasa bile daha az paraya çalışmaya mahkûm olan insan için herhangi bir şey düşünme ihtiyacı bile hissetmemektedir.

Dolayısıyla şimdi başka sonuçları da var. Örneğin kriz bahanesiyle, bizim mahallelerdeki sağlık ocaklarındaki hizmet kalitesi düştü. Bizim mahallelerdeki suların kalitesi düştü. Yani kentsel hizmetlerden yararlanma

Page 174: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

174

kapasitemiz daha da azaldı. 2981 sayılı kanun der ki, tapu tahsis belgesi olanlardan ecri misil bedeli alınamaz. Ecri misili bilmeyen varsa anımsatayım, Hazine arazileri üzerindeki kiradır. İstanbul’u gezin Pendik’ten Avcılar’a kadar her mahallede gördükleri her yere ecri misil bedeli yolluyorlar. Biz de gücümüz yettiğince gidiyoruz; millete anlatıyoruz itiraz edin diye.

Şimdi biz kaç kişiye anlatabiliyoruz? Bütün bu alanda konuştuğumuz hane sayısı kaç? Hiç değilse beş yüz bin. Seçim de geçti; Devletin kasası da boşaldı; bu milletin sırtından kasasını dolduracak. Ama zaten 2981 sayılı kanuna göre bunu alamazi. O zaman şöyle hesap yapıyor olmalı: “Ben 500 bin kişiye yollarım bunu, bunun en fazla 5 bin tanesi itiraz eder, geriye kalan 495 bin tanesinden alırsam kardır”. Geriye kalan 5 bin tanesi için de biz diyelim ki gönüllü gideriz itiraz dilekçesini yazarız, dava açılacaksa gönüllü yazarız, ama dava açmak, maliyet demek. Yani bütün bu hayatın zorlukları içerisinde bir de ecri misil dolayısıyla dava açma maliyeti çıkar. Peki, bu devletin kamu arazilerinde barınmak için yaşayan, barınmak için o araziyi kullanan insanla Koç’tan, Sabancı’dan aynı düzeyde kira bedeli isteyen kamu aklı, hak ve adalete sahip bir kamu aklı mıdır acaba?.

Bir tarafta orayı kar etmek için kullanan birinin kullandığı arazi var bir tarafta da orayı yaşayan insanların kullandığı arazi var. Dolayısıyla ecri misil bedeli bu krizin ikinci yaygın etkisi olarak çıktı. Üçüncüsü hepimizin konuştuğu bildiği şey, işsizlik meselesi. Şimdi ben aynı zamanda işsizlere iş bulma dayanışması sürdüren, daha sonrasında da o insanların işyerindeki hakkını, hukukunu takip eden bir gönüllü faaliyette, Bir Umut faaliyetinde yer alırım. Bize eskiden ayda 100 tane insan kanallarımızla iş talebinde bulunurdu. Biz de onların diyelim ki 30- 40 tanesini işe yönlendirirdik. Şimdi ayda 400 tane insan geliyor, biz onların 20 tanesini ancak yönlendirebiliyoruz. Ama bu ara artan şey şu, daha fazla sayıda insan sigortasız çalıştırıldığı için, işten atıldığı ve hakkını alamadığı için, anlaştığı ücretin, anlaştığı bedelin altında bedelle maaşı ödendiği için hukuki haklarını öğrenmek üzere bizlere başvuruyor. Bizim faaliyetimizde bu sıralar artan etkisi gösteren, böyle bir şey.

Az önce Çağlar Hocam bahsetti, memlekette eskiden şöyle bir şey vardı: bu gecekondu, hazine arazileri ve hazine arazilerinin böyle kullanılması meselesi, aynı zamanda çok para getirmediği için hem kentin yoksulları, hem orta sınıfları, hem zenginleri, hem de devlet tarafından göz yumulan bir şeydi. Dolayısıyla ortada yine eski tabirle suni bir denge oluşmuştu kentteki sınıflar içerisinde. Şimdi bu suni denge artık yok. Bu dengenin taraflarından en az üçü eski dengeyi terk ettiler. Diyelim ki kamu idaresi, kentin zenginleri ve diyelim ki kısmen orta sınıflar bu dengedeki yerlerini terk ettiler, geriye yoksulların hayatı kaldı. Şimdi suni dengenin böyle dağıldığı ve İstanbul’u nasıl satmak lazım diye 90’larda yol verdiği,

Page 175: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

175

sorumluluğunu paylaştığı hayat oraya dönerken geriye herhalde bize şöyle bir şey kalıyor: Bir dayanışma haliyle bir direniş halini beraber düşünmek.

Şimdi bu dayanışma halini çoğaltamazsak şöyle tartışmalar yapılır: İran mı olacağız, Malezya mı olacağız, şimdi bana gözüken şu ki, İran da Malezya da olmayacağız, biz hızlıca Tayvan olmaya gidiyoruz. Hızlıca affınıza sığınarak yılda 400 milyar dolar seks sektörünün, seks turizminin para kazandığı, bütün değerlerin, bütün alışkanlıklarımızın yerle bir olduğu bir hayata gidiyoruz hızlıca. O en muhafazakâr görünen mahallelerde özellikle.

Dolayısıyla, eğer hani biz içerde bir dayanışmayı bütün bu koşullar karşısında güvencesizleşen, güvencesizleştikçe yalnızlaşan, yalnızlaştıkça da şahsiyetsizleşen ve daha fazla eğilen yoksul kesimlerin içerisinde onların birbirine dayanacağı, onların birbirine güveneceği ve zenginler karşısında direneceği şeyleri icat edemezsek, memleket hızlıca Tayvan olmaya gidiyor. Bizlere gözükense bugün bir dayanışmayı ve direnmeyi, dayanışmanın içerisinde direnmeyi başka tür yaşama, başka tür düşünme, başka tür nefes alma, kenti, sokağı, mahalleyi, komşuyu başka tür algılama ve onun içerisinde başka tür bir nefes alma olanaklarını çoğaltırken, gözüken o ki, bir direnişi çoğaltmak bize kalan. Hani bütün bu krizden çıkış yolumuz böyle bir şey olacak herhalde.

Dün akşam arkadaşlarla sohbet ediyorduk, bu kriz için ben ne diyeyim diye. Bir miktar dost sohbeti, bir miktar şaka, bir miktar gerçek, derken birisi şunu dedi: “şimdi bunlar alın verin, ekonomiye can verin diyorlar. Bizse şöyle diyelim: yakın, kırın, ekonomiye can verin. Eğer kırarsanız bankalar camları değiştirmek zorunda kalır, camcı kazanır. Camcı kazanırsa ona mal veren fabrikatör kazanır, işçileri işten atamaz. O bankada işler yavaşlayacağı için oradaki çalışanlara daha fazla ihtiyaç olur yine işsizlik sorununu halleder. Üstelik de bir banka camının kırılması bir sakızdan daha fazla hareket ettirecektir memleketteki ekonomiyi. Dolayısıyla yakın, kırın, ekonomiye can verin; gül gibi bir ekonomimiz olsun”. Bize kalan herhalde böyle bir şey.

OTURUM BAŞKANI- Çok teşekkür ederiz.

Gerçekten çok ilginç ve birbirini bence tamamlayan konuşmalar izledik. Krizin ne kadar köklü, ne kadar asal yaşamsal bir mesele olduğundan hareketle yola çıktık, analizini dinledik ve katı gerçek, acı gerçeklerden de çok net yansımalar izledik.

Şimdi epey bir süremiz kaldı sorular katkılar için. Evet buyurun. Kayıt yapıyorlar onun için kendinizi tanıtmanızı rica ediyoruz önce.

POLAT SÖKMEN- Teşekkür ederim, ismim Polat Sökmen. XX

Page 176: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

176

Bu toplantıdan haberdar olduğumda, ismi bana çok ilginç geldi. Çünkü şöyle bir izlenim var bende, sanki İstanbul krizle karşılaşıncaya kadar İstanbul’da işleyen bir planlama sistemi varmış, bu sistem bugünün çağdaş birtakım stratejik planlama yaklaşımlarını da içeriyormuş, sanki kentin dörtte üçü kaçak yapılaşmamış, vb. bir tablo varmış da, şimdi kriz ortaya çıktıktan sonra ortaya çıkan bu sorunlarla nasıl baş edilecek gibi bir izlenim doğuyor insanda.

Bunun böyle olmadığını biliyoruz tabii. Dünyada planlama ve yönetim literatürüne e örneklere baktığınız zaman, böyle bir tabloda en kritik nokta özellikle planlama bağlamında bilgi ile güç arasındaki ilişkide düğümleniyor. Gücü temsil eden siyasal taraf ile bilgiyi temsil eden meslek mensupları, üniversiteler vs.

Bu İstanbul örneğinde işlemiyor. İşlememesinin tabii birtakım yapısal nedenleri var, bunlar kolay aşılabilir şeyler değil. Fakat ortaya şöyle bir şey çıkıyor, özellikle çok saygıdeğer hocalarımın anlattığı şeyler beni gerçekten daha da zenginleştirdi. Fakat bu sözünü ettiğim güç ve bilgi ilişkisinin işlememesi, tıkanıklığı bağlamında mantıksal olarak gittikçe şöyle bir durum ortaya çıkıyor, bilgiye sahip olan taraflar yani biz meslek mensuplarının bilgisi gittikçe daha şişiyor, fakat bu hiçbir zaman sonuçta bir pratik olan planlamayı ve yönetimi etkileyebilecek bir akış sağlamıyor.

Bu aslında bizim planlama çevrelerinin ve bu çevrelere uzman yetiştiren üniversitelerin düzenlediği bu tür toplantılarda daha yıllar önce ifade edilmiş olan bir havlu atma olayını akla getiriyor. Bu çevrelerin duayeni düzeyinde çok saygıdeğer bir isim, daha yıllar önce “arkadaşlar havlu atmayalım” şeklinde sunuşlar yapmak zorunda kaldı. Havlu atmayı gerektirecek durumda bir değişme yok aslında. Yani dolayısıyla böyle bir çıkmaz tablo karşısında böyle bir toplantı düzenleniyor. Ben de yıllar boyu durmadan bildiriler verdim, beni tanıyan çevreler arkadaşlar bilirler. Pek çok şeyler söyledik. Bunlar bildirilerin ciltlenerek yayınlandığı kitaplar şeklinde bütün rafları doldurdu vs. fakat pratiğe hiçbir şey yansımıyor.

OTURUM BAŞKANI- Bunun devamında bir sorunuz da var mı herhangi bir konuşmacıya yönelen yoksa bu konuşmacıların görüş belirtmesini mi istiyorsunuz?

POLAT SÖKMEN- Bozkurt hocama sormak istiyorum: Bütün bunlar, bir pratik olan planlama ve yönetime, -planlama ve yönetim diyorum çünkü bugünkü stratejik planlamada artık yönetimle büyük ölçüde örtüşme var-; nasıl yansıtılacak? Bunun yansıtılamadığını görüyoruz, biz bunun yansıtılamadığını ben şahsen 30-40 yıllık pratik hayatımda yaşadım. Bugünkü düzeyi biliyorum hala yönetimler içindeki. Yani burada büyük bir sorun var.

Page 177: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

177

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ- Özetle siyaset ve akademi veyahut siyaset-bilim ilişkisi yalnız bizim ülkemizde değil, bütün dünyada bir sorun. Bir kopukluk var.

Son 10 ay içerisinde Dünya Bilim Vakfı’nın önce Güney Afrika’da, sonra birkaç ay önce de Oslo’da yaptığı iki toplantıya katıldım. İkisinde de dünyadaki kriz, krizin türleri, ne yapılabilir sorusu, bilimin katkısı, bilimin verileri, bilimin bu konuya bulduğu çözüm nedir konuları tartışıldı. Varılan sonucu şöyle özetleyeyim: Bilim, gerekli verileri üretiyor, ortaya koyuyor, yayınlıyor, dosyalanıyor, iletişim ağı bunları dünyaya yayıyor. Fakat siyaset yapanlar, siyasi kurumlar sanki bu tür bilgiler, bu türlü uyarılar yokmuş gibi davranıyorlar. Onu etkileyemiyoruz bunu kabul ettiler.

Hatta şöyle bir mutlu gelişmeye de tanık oldum son 9-10 ayda. Biliyorsunuz fenciler biraz sosyal bilimleri, hatta biraz da ekonomiyi “çok konuşurlar ama fazla üretmezler” gibi sözlerle hafife alırlar. İlk defa olarak son 10 ayda bilimle ilgili kurum ve vakıfların sosyal bilimlere iltica ettiğini gördüm. “Biz üretiyoruz, fakat siyaseti etkileyemiyoruz. Şimdi sosyal bilimlerden şunu bekliyoruz, siz iletişim sürecine daha yakınsınız, bunun dinamiklerini biliyorsunuz. Lütfen bizim verilerimizi belki direkt olarak siyasete değil, ama siyasetin duyarlı olduğu kamuoyuna iletebilirseniz, kamuoyu belki toplumdan gelecek olan taleplere daha duyarlı olabilir”. Böyle bir yaklaşımla, sosyal bilimlere bugüne kadar düşünülmeyecek yeni bir görev ve sorumluluk biçtiler, bunu tekrarlıyorlar, bunu yazıyorlar, broşürlerle de yayınlıyorlar.

Geçen gün gazetede küçük bir haber vardı. İngiltere Kraliçesi meşhur Londra Ekonomi Okulu’nu ziyaret etmiş, ziyareti sırasında kendisine okulun öğretim üyeleri tanıtılmış. Kraliçe de her zamanki saygınlığıyla sormuş, “bu kadar bilgin, bu kadar saygın, bu kadar bilge kişileri bir araya getirdiniz de bu krizin geldiğini göremediniz mi? Cevap çok basit. Ne demek, gördük yıllardır bunu yazıyoruz, uyarıyoruz, ama kimse bizi dikkate almıyor.

Krugman yazdığı Bilinçli Ekonomistin İtirafları kitabında da aynı şeyi söylüyor. Diyor ki: “Bana bu Nobel veriyorlar, ama ben yeni bir şey söylemiyorum”. Çağlar 2002 dedi, ben dedi 2000’den beri, New York Times’taki köşemde bu krizin geldiğini, geleceğini ve bunun bugüne kadar yaşadığımız krizlerden daha büyük bir kriz olduğunu söyledim, yazıyorum. Ama ben ancak New York’taki köşemi muhafaza edebildim, pek fazla kimseyi etkileyemedim.

Yani bu tür örnekler çoğaltılabilir. Şimdi mesele siyaseti veya siyaset kurumunu bu konuyla ilgilendirmek, konuya uyarlı hale getirmek. Siyaset ilke olarak bilimle ilgilidir, ama bilim ve bilimsel kurumları, bilim adamlarını nasıl kullanacağını, onlardan nasıl yararlanacağını düşünür. Onun için bir taraf yaratmaya çalışır. Yani her şeyde bir ikilem, bir dualite, bir karşı görüş

Page 178: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

178

mevcut olduğuna göre bilim alanında da vardır. Bugün dünyada izlenen siyaseti destekleyenler, besleyenler vardır. Bunları toplayıp bunlar bana hizmet etsin diye düşünür. Yani bilimden bu şekilde yararlanmayı düşünür. İkisi arasında bir şey var, işte belki bugün dünyada ve Türkiye’de tartışılan özerklik sorunu da budur.

Yani devlet adamı, siyaset şöyle düşünür: “Ben parayı veriyorum, düdüğü çalarım. Ben üniversiteyi destekliyorum, üniversite de beni desteklesin”. Seni mi desteklesin, yönetimi mi desteklesin, gerçeği mi desteklesin? Yani burada bir etik sorunu da var. Eğer siz gerçeği araştırıyorsanız veya siyaseti soruşturuyorsanız, siyaset nezdinde pek makbul kişi değilsiniz. Siz bir muhalifsiniz ve dikkat edin günümüzdeki güncel politikada manşetlerde sürekli olarak sataşmalar vardır. İşte bu “kara cübbeliler, bu sırça köşkte kendi kendilerine düşünenler, yazanlar, bunların gerçeklerle bir ilgisi yok, bunlar kendi kendilerine muhalefet üretirler” gibi.

Gerçek böyle değil. Bu türlü olanlar da vardır, ama bunların içerisinde gerçekleri arayan, soruşturan kimseler de vardır. Mesela İstanbul’un yaşaması muhtemel bir deprem konusunda sürekli uyarılar yapılıyor. Bu üniversitenin hocalarından da geliyor. Şimdi mesela siyaset, siyasi toplantılarda şöyle tepkiler duyuyorum: “canım Allah’ın depremine nasıl karışacağız kardeşim yani Allah bu depremi vermişse sonuçlarına katlanacağız. Bu takdiri ilahi.” Takdiri ilahi mi, yoksa bilim mi? Tabii bilim takdiri ilahiye karışamaz, ama bunun zararlarını nasıl azaltabiliriz, nasıl tedbirler alabiliriz; bilim bize bunu söyler.

Çok basit bir örnek, belki Teknik Üniversiteli mimar ve mühendis arkadaşlarıma ilginç gelebilir. Dikkatinizi çekmişse bir Japon deprem uzmanı geldi. Dedi ki: siz kolonlarınızı duvarın içerisinde gizliyorsunuz. Kolonlarınıza bakıyorum 22 cm. halbuki depreme dayanıklı kolon dikdörtgen değil, karedir. Bırakın kolonun bir parçası duvarın dışına taşsın. O kolon depremde kırılmaz. Tabii dikdörtgenin bir yönden gelecek depreme karşı bir direnci vardır, ama yandan gelecek bir depreme karşı bir şeyi yoktur, kolon kırılır. Yani çok basit bir ilke, bunu mühendisler bilirler. Fakat işte mimarlar böyle çiziyor, onlar da böyle yapıyorlar.

Uygulama, siyaset bilimin verilerine açık değil özetle ve orada seçiyor, bu bana yakın, bu bana karşı. Karşıt olanlar muhalif, ben bana yakın olanları düzeltirim. Ben bunu beslerim, öbürünü beslemem. Ama tabii şurada toplumun şu gerçeğe uyanması lazım, siyaset adamı bilim kurumlarını desteklerken verdiği parayı babasının çiftliğinden mi getiriyor? Nereden getiriyor, toplumun kaynaklarından bir şey ayırıyor.

Mesela Türkiye’de biz pek çok şey için kaynak buluyoruz, ama eğitime gelince diyoruz ki devletimiz fakir, maalesef yeterli kaynak bulamıyoruz. Onun için toplum eğitime kaynak ayırmalı, desteklemeli, özel

Page 179: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

179

kurulları desteklemeli. Güzel destekledik, bugün binlerce kontenjan boş kaldı. Kurumu kurduk, destekledik özel kurumlarla, özel yasalarla, yönetmeliklerle. Fakat bu sefer de öğrenci gelemiyor. Yani bir dönem de düşündük ki adam dışarıya gideceğine burada 10 bin lira verir, özel okulda İngilizce öğrenir. Ama gerçi o piyasa da doydu herhalde, şimdi artık öğrenci de bulamıyor.

Yani mevcut düzeni hep devam edecekmiş gibi kabul edip siyaset yaparsanız, sonunda o bir yerde çıkmaz sokağa giriyor. İşte o zaman ne yapalım, acaba siyasetle bilim arasındaki bu köprü başka türlü nasıl kullanılabilir? Benim görebildiğim, sezebildiğim siyaseti doğrudan etkilemek mümkün değil. Siyaset adamı, siyaset yapanların olaya bakışı bilim adamından çok farklı; o çözüm üretiyor, hem de acil sorunlara çözüm üretiyor. Yani bilim adamı ise diyor ki, bu sorun nereden geliyor, sorun nereden kaynaklanıyor? Dikkat ediniz, biz hep sonuçlarla uğraşıyoruz. Ama o sonuçları yaratan karmaşık nedenler ağına pek bakmıyoruz, çünkü orası çok karmakarışık bir olay.

Şöyle özetleyeyim dediğinizi, bir İtalyan Tiyatrosu vardır Comedia De La’Arte; bu tiyatronun bir mottosu var, her şey çok basit gidiyor, çok basit tek kelimeyle karmakarışık. Tek kelime, gerçeğin ta kendisi diyor. İşte o çok karmakarışık alanda bilim adamları bir küçük alan tanımlayıp bir şeyler bulmaya çalışıyorlar. Siyaset adamının o işle uğraşacak vakti yok, o güncel çözümler üretecek. Bir soruna benim çözümüm budur diyecek. Böyle olduğu sürece belki sorunların öncelikleri, sırası, büyüklüğü, küçüklüğü değişebilir, ama çözüm pek kolay gözükmüyor.

Bakın yalnız bizde değil, bütün dünyada bu sorun var. Amerika’da bu sorun var, Amerika gibi Japonya’da bu sorun var. Bakın Japonya’da 1950’den beri iktidarda olan parti son krizden sonra iktidardan düştü. Bir partiler ittifakıydı; Japon ekonomisi bu krizi o kadar derinden yaşamadı, ama bu parti tekelini kaybetti. Demek ki ancak yaşadıktan sonra öğreniyoruz. Şununla bitireyim, insanlar tarihten bir şey öğrenmiyor, yaşamaları lazım. O yaşadıktan sonra bir şey öğrenmeleri için de düşünmeleri lazım. Bunu sağlamak siyasetin işi değil, belki bu bir kültürel gelişme düzeyi. Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Bir soru daha vardı. Buyurun.

YÜKSEL TÜRKELİ- Ben önce Sayın Keyder’e sormak istiyorum. Kendisinin ulusal kalkınma modelinin içine düştüğü sıkıntıyla birlikte Türkiye’nin çıkışı için İstanbul üzerine önemli bir çözümlemesi vardı. Bu çözümleme bir anlamda İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından da herhalde benimsendi ki, ona çok uygun bir çevre düzeni planı hazırlandı.

Geldiğimiz noktada ben araya biraz da kendi görüşlerimi de sıkıştırmak istiyorum; ben şu anda dünyada bir ekonomik kriz olduğuna

Page 180: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

180

inanmıyorum. Bence dünyada çok ciddi bir şekilde bir yeniden yapılanma var. Sermayenin toparlanması, sermayenin daha rahat kontrol altına alınmasıyla ilgili bir süreç yaşıyoruz diye düşünüyorum.

Bununla bağlantılı olarak Sayın Keyder’e ilk sorum şu: ilk önermesinde hala duruyor mu, onu kabul ediyor mu çözümlemesini?

Eğer onu kabul ediyorsa ikinci sorum şu: oradaki önermesi, temelinde şunu içeriyordu, İstanbul’un bir iş ve hizmet merkezi olarak, bir dünya metropolü olarak geliştirilmesi ve böylece bir ekonomik yoğunluğun yaratılması, sadece İstanbul ve yakın çevresini değil tüm Türkiye’nin buradan bir yarar sağlayacağı yönündeydi. Ama bunun yapılabilmesi için de birtakım fiziki altyapıların, fiziki koşulların yerine getirilmesi gerekiyor.

Özellikle bu işte İstanbul’un gayrimenkul sektörünün toplantılarında yoğun olarak konuşulan konu şuydu son senelerde: Avrupa’nın gelişme aksı genellikle 10 milyon nüfuslu bölgeler üzerinde olur, bu anlamda İstanbul’un rakibi Moskova’dır. Ofis alanları anlamında bir karşılaştırma yapmak gerekirse, A sınıfı ofis alanı olarak İstanbul’un 1 milyon m2lik bir arzı vardır, buna karşılık Moskova’nın 5 milyon m2 arzı vardır. O anlamda İstanbul’da daha çok ciddi miktarda bir A sınıfı ofis alanı ihtiyacı ve talebi ortadadır.

Şimdi Sayın Keyder’in söylediği gibi, aslında İstanbul’da bir sürü mekân patlaması yaşandı, ama bunlar gerçek anlamda İstanbul’un o kendi önerdiği pazarlanması çerçevesinde bir potansiyel yarattı mı, onu da kendisine sormak istiyorum. Ben şu anda İstanbul’un sıkıntısının fazla mekân arzı olduğunu değil, kalitesiz mekan arzı olduğu kanısındayım.

Bir de Sayın Güvenç’e bir sorum var. İletişim ve tüketim teknolojilerinin kültürün yönetimi altında ehlileştirilmesinden söz etti çözüm olarak Sayın Güvenç. Ben hangi kültürün altında diye sormak istiyorum. Teşekkürler.

ÇAĞLAR KEYDER- Teşekkür ederim.

Bu tabii zor bir soru, çünkü siz de işaret ettiniz sanki bir yol yapmışlık gibi bir suçlama var. Evet, anladım ama ben kendi açımdan suçlama olarak algılıyorum. Çünkü biraz teknokratik bir şapkayla yazılmış bir yazıydı o.

O yazının konteksini yani bağlamını hatırlamak gerekirse, 1992’de esas olarak Türkiye’de devletin hala dönüşememesinden herkesin çok şikâyet ettiği bir dönemdi bu. Ve dünyada küreselleşme oluyor, Türkiye’de devlet elimizi ayağımızı bağladı, hiçbir yere gidemiyoruz ve sonunda “işte BAAS’laşacağız, bir Ortadoğu ülkesi olacağız” gibi bir korku içinde.

O argüman şuydu esas olarak, dünyada bir küreselleşme olayı var ve küreselleşme olayı için de bu küreselleşmeyi ülkeye getirecek bir kapı gerekiyor. Bu kapı da küresel şehirler. Nitekim küresel şehirler vasıtasıyla

Page 181: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

181

bütün dünyadaki networkler, bu küresel sermaye, küresel kültür vs. ancak o şekilde gelebiliyor. Yoksa doğrudan doğruya ufak bir şehirle yahut da bir taşra şehriyle ilişki kurmak çok zor. Ancak İstanbul’un altyapısı bu şekilde büyürse dediğiniz gibi iş merkezleri vs. açılırsa, ancak İstanbul vasıtasıyla Türkiye’de bu şekilde küresel ekonomiye, küresel dünyaya monte edilebilir gibi bir argüman vardı.

Bunu hala düşünüyor muyum? Yani küreselleşmenin aslında yanlış bir şey olduğunu düşünmüyorum hiçbir zaman. Kanımca önümüzdeki 10 sene değil, ama herhalde 50 senede küresel dünya olarak düşünebileceğimiz bir mekanizmanın yerleşeceğini ve de siyasi anlamda da bir dünya devletine doğru gidileceğini düşünüyorum. Buna hiç hazır olmamak ile hazır olmak arasında biraz bir fark var ülkenin geleceği ve toplumun geleceği açısından.

Olaya karşı değilim, fakat konuşmada da söylemek istediğim gibi, bu olayın birtakım fazlalıkları, bu krize yol açan birtakım gelişmeler söz konusu. Bunlar da tabii ki devletler tarafından ancak dengelenebilir. En önemlisi de zaten biraz önce sözünü ettiğim küreselleşmenin ortaya çıkardığı muazzam bir gelir dağılımı bozukluğu olması ve bu gelir dağılımı bozukluğu eğer buna karşı bir politika yapılamazsa bu krizleri birbirinin üstünden yeniden getirecektir.

Yani biraz önce beyefendinin de sorduğu yahut yaptığı comment yani sosyal bilimcilerin bunları söylemesinin ne kadar faydası var, ondan da emin değilim. Tabii ki söyleriz, gelir dağılımı olmazsa boyuna kriz olacak diye. Fakat yani bir iktidar hırsı ve bir kapitalizm söz konusuyken bunu kompanse edecek güçlerin oluşması da o kadar kolay değil.

Diğer söylediğiniz yani iş merkezi fazlası var mı, bir A sınıfı ofis olayı fazlası var mı, yoksa mekân, kalitesiz mekân hangisi? Muhakkak ki haklısınız bu her zaman olan bir şeydir. Ortalama rakamlara baktığınız zaman fazlalık var denilebilir de, tabii ki çok kaliteli bir mekândan söz ediyorsanız, belki kâfi değil. Ama olay şu: eğer bu fazlalık diye nitelendirdiğimiz şeyler kalkamayacaksa ortadan, o zaman yenilerini yapmak çok zor gibi geliyor bana. Ortalıkta boş alışveriş merkezleri varsa, boş iş merkezleri varsa bunların yenisini yapmaya kim girişebilir, kim o cesareti alabilir, hangi ekonomik ortam bu yeni yatırımları teşvik edebilir? Yani sorular böyle, ama dediğiniz muhtemelen doğru, daha kaliteli şeyler yapılması da gerekecektir.

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ- Biraz önceki soruya devam eder gibi cevap vermeye çalışacağım.

Siyaset belki biraz daha gerçekçi, bilim biraz daha sorgulayıcı; eğer bilim inanmaya başlarsa biraz dine dönüşüyor, inanca dönüşüyor. İnanç eğer sorgulamaya başlarsa inanç kalmıyor, kurup dağılıyor.

Page 182: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

182

Şimdi şunu hatırladım sizin sorunuzdan, 1730’lar yani John Locke’dan aşağı yukarı 30 yıl sonra İngiltere’de yaşayan bir filozof vardır, şair-filozof Alexander Pope. Adı Pope ama Papa değil, 9 köyden kovulmuş bir şair. Bir yerde şikâyet ediyor toplumdan diyor ki: bana beni veren eğitim acaba bu topluma ortak bir akıl verebilir mi? Böyle bir soru var.

Soruyu sormuş, ben de bu soru üzerinde düşünüyorum, tarih okurken, tarihi kaynakları, biyografileri okurken. Bizde yok, ama acaba dünyanın hangi ülkesinde bir egemen ortak akıl var? Hiçbir yerde yok. Yani o umut o zaman gerçekleşmemiş, hala da gerçekleşmiyor. Fakat iletişim devrimi adlı, bize şu oyuncakları veren ve bizi oyalayan devrimi yaşarken bir umut vardı. Bu iletişim devrimi bir iletişim toplumu yaratacak, yani insanlar olup bitenlerden haberdar olacaklar.

Acaba iletişim devrimi böyle bir iletişim toplumu yarattı mı? Bizde yarattığı kanısında değilim. Bizde iletişim teknolojisi birbirimizi bölen, her şeyi politize eden bir sürecin aracı oldu diye düşünüyorum. Şimdi iletişim teknolojisinin evcilleştirilmesi dediğim zaman belli bir kültürü değil de, insanoğlunun varlık bilincini düşünüyorum, tarih bilincini düşünüyorum. Ben insanım ve bir insan olarak, insanlık ailesiyle beraber şu dünyanın geleceğine egemen gözüküyorum. Benim verdiğim kararlarla, davranışlarla dünyamız bir yere doğru gidiyor. Ben bu gidişe evet mi diyeceğim, bu gidişi sorgulayacak mıyım?

Güç olmakla beraber ben bunu sorguladığım zaman bu teknolojinin bu şekildeki kullanımı ancak toplumsal bir bilinçle, yani kim iletişim teknolojisinin mesajlarına muhatap oluyorsa, onun müşterisi kimse bu insanların, bu toplulukların, bu toplumların göstereceği bir tepki ile bu evcilleştirme sağlanabilir.

Bakın bir örnek verdim konuşmamı bitirirken. Bilmem farkında mısınız, yeterince farkında mıyız diye sormam belki daha doğru olur. Bir yıldan beri bu şey bitti, katılıyorum ben de küreselleşmenin eğer dünyanın ömrü yeterse bir dünya devletine, bilincine doğru gitmek zorunda olduğunu ben de görüyorum, bunu umuyorum. Ama acaba oraya doğru gidiyor muyuz, yoksa başka türlü bir şey mi oluyor, yoksa daha mı çok bölünüyoruz?. İletişim veya teknoloji bir araç. Bu bizatihi iyi veya kötü değil. Şu kalemle şiir de yazarsınız, bir bilimsel araştırma da yazarsınız, çok sıkışırsanız birisinin gözünü de çıkartabilirsiniz. Bu aracı nasıl kullandığımızı ben gündeme getirmeye çalışıyorum. Hangi toplum, hangi kültür, hangi insanlar, hangi gruplar, hangi varlıklar bunun bilincindeyse, bu tepkiyi gösterirsek bir umut yaratabiliriz?. Yoksa biz dinliyoruz ve tepki göstermiyoruz.

Benim vaktim olsa ben size Türkiye’deki kamu yayın araçlarının, medyanın nasıl insanları uyuttuğu konusunda ben onlarca diyeyim, en azından yüzlerce dememek için örnek verebilirim. Araç kötü kullanılıyor,

Page 183: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

183

istenirse iyi de kullanılabilir. Bunu söylemeye çalıştım. Bu bilinci kazandırmak topluma; yani sorgulamak; bilimin görevi de burada, sorgulamak nokasında başlıyor. Ama sorguladığınız zaman da, güç çevrelerine pek sempatik gelmiyorsunuz.

Üniversite özerkliği zaman zaman YÖK dolayısıyla gündeme gelir. Türkiye’de üniversite özerkliğini savunan Alman hoca şöyle açıklar özerkliği: devlet üniversitesini destekler, denetler, ama yapacağı işe karışmaz. Türkiye’de bir türlü bu noktaya gelemiyoruz, hala Türkiye’de üniversiteyi kim yönetecek, rektörün seçimi tek sorun. Boğaziçi’nde de böyle, özel üniversitede de böyle. Rektör kim olacak? Hâlbuki eğer üniversitede sistemi kursanız, rektörün kim olacağı o kadar önemli değil. Eğer üniversite öğretim üyesi yeterli güvenceye kavuşursa, rektörün kim olduğu önemli değil.

Gelişmiş ülkelerde rektör değişir, üniversitede hiçbir şeyin değiştiğini hissetmezsiniz bile, birisi gider birisi gelir. Ama orada bir kurum var, kurumsallaşmadığınız sürece ve rektöre gereğinden fazla yetki verdiğiniz zaman, üniversite çalışmıyor veya sorunlar oluyor. Mesela, yeni bakan geldi o zaman ne olacak? Yeni bakan bir şey yapamaz ki. Niçin yapamaz? Ben size bakın çok basit bir örnek vereyim, bir bilinç örneği. Milli Eğitim Bakanlığı’nda 50 tane Genel Müdürlük var. Bunlar küçük mini genel müdürlükler. Bir genel müdür, bir yardımcı, bir sekreter, bir kapıcı, bir odacı, bir araba, bir de genel müdürün masasının arkasında kocaman bir pano. Bir Bakan düşünün her hafta bir genel müdürlüğü tanımaya kalksa bir senede anca genel müdürlükleri tanıyabilir. Ama zaten ömrü yetmez birkaç ay sonra onu değiştirirler. Son dönem hariç, şimdi bir süreklilik var.

Bakın ayrılan Milli Eğitim Bakanımız şöyle bir gerçeği dile getirdi: ben gidiyorum diye sevinmeyin, beni buraya getiren güç bana benzeyen bir başkasını Bakan yaptı. Şimdi toplumun buna bir tepki göstermesi lazım, böyle bir tepki yok. Yalnız Milli Eğitim Bakanı değil, Maliye Bakanı dedi ki: babalar gibi satarım, ne olmuş yani? Banka yerinde, çalışanlar yerinde, vs. İyi ama yani bu bankanın kârı nereye gidiyor? Siz 4 milyara sattınız, ama o bankayı 4 milyara geri alabilir misiniz? Bu hesabı sorun, medyada sorulmadı ve sorulmuyor. Bu türlü sorular sorulmuyor. Ama medya bunları sürekli tekrarladıkça, artık biz bunu böyle kabul etmeye başlıyoruz. İşte bunu böyle kabul ettiğimiz zaman zannediyorum ki umutsuzluk başlıyor, çözümsüzlük başlıyor.

Bunu söylemeye çalışmıştım efendim. Yani evcilleştirme, olup bitenlere karşı insanın bir başkaldırması değil, bir sorgulama yapması. Eğer bunu vatandaş bilincine mal edemezsek bu sorumluluğu o zaman kim yapacak bunları. Yani bizim oy verdiğimiz, yani şimdi mesela Türkiye’deki dinlerseniz vatandaşı işsizlik, yolsuzluk, her gün yeni krizler. Ben Milliyet Gazetesi okuyorum, en azından baş sayfada on tane kriz konusu var. Krizler azalmıyor, krizler sürekli artıyor ve medya bunu kullanıyor. Peki, bunu nasıl

Page 184: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

184

azaltacağız? Bunun çözümü yok. İşte burada bir bilinçlenmeyi kim sağlayacak, yine medya sağlayabilir. Çünkü bugün artık sözlü ve görüntülü basın yazıların önüne geçti. Kimse artık okumuyor; izliyor; ekranı izliyoruz. Yani ana kaynağımız ekran. Ekranda nasıl bir görüntü veriyorsunuz, kravatınız güzeldi, mendiliniz şöyleydi. Yani ekranda insanların söylediklerine değil de nasıl bir görüntü verdiklerine bakılıyor. Bu tehlikeli bir gidiş.

Bakın 2000’lere yaklaşırken Umberto Eco güzel bir şey söyledi “acaba zamanların sonu mu?” “Hayır, zamanların sonu değil ama ben size bir geleceği şöyle haber vereyim” dedi. “Çok yakın bir gelecekte artık seçim meçim kalmayacak . İnsanlara adayların görüntülerini ekranda gösterecekler, insanlar bu reytinge göre cumhurbaşkanlarını, yöneticilerini seçecekler” dedi. Görüntü, esas haline geliyor. Bunu söylemeye çalışmıştım efendim.

OTURUM BAŞKANI- Evet buyurun bir soru daha.

PINAR ÖZDEN- Teşekkürler.

Aslında bir soru değil, az önce Polat Hocanın söylediklerinin üzerine ve Bozkurt Hocanın söylediklerine bir katkı yapmak istemiştim, ama o araya giremedim maalesef şimdi söylemek istiyorum.

Aslında Çağlar Hoca da az önce söyledi konuşmasında. Tabii yerel halkın tercihlerinin yerini giderek son 20 yılda, ama belki de en çok da son yılda küresel sermayenin tercihleri almaya başlıyor ve bu süreçte yerel halkın pek de fazla söz söyleme şansı ne yazık ki yok. Ortam yaratılamıyor ve bu sürecin içinde siyasetin de giderek daha çok o küreselleşmenin içini daha fazla doldurduğunu görmeye başlıyoruz.

Biz belki bunu 80’lerde yaşadık, ama o zaman siyaset bu kadar küreselleşmenin içinde kent mekanlarına müdahale etmiyordu, yapmak istediklerini daha yerel ölçekte, daha popülist politikalar üzerinden gerçekleştiriyordu. Ama 90’larla birlikte başlayan süreçte ve özellikle 2000’lerde siyaset bu küreselleşmenin içinde son derece bir güç unsuru olarak yer almaya başladı.

Bu noktada aslında o bilim ve siyaset ilişkisine de biraz girmek istiyorum. Çünkü siyasetin zamanı yok, ama bilimin zamanı çok. Ne yazık ki böyle bir ayrım var ve siyaset bunu çok güzel kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Ne yapıyor, 90’lardan beri bazı şeyleri tembihliyor. Mesela bilim dünyasına diyor ki: siz şu kavramlarla uğraşın. Mesela yerelleşmeyi çalışın diyor, ama ben o arada yol almam lazım küreselleşiyorum kusura bakmayın diyor.

Bunu yaparken birtakım değerleri göz ardı ediyor. Mesela 60’lı yıllardan sonra dolabın içine tıktığı o sosyal politikaları bu sürecin içinde

Page 185: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

185

değerlendirmiyor. Şimdi çok hızla yol almaya bakıyor. Şimdi böyle bir sürecin içinde siyaset nasıl davranıyor, bir tür mafya gibi davranıyor. O küresel sermayeyi, küresel kararları çok güzel kendi lehine kullanarak ve yerel halkı hiç de göz önüne almayarak kendi kararlarını veriyor, kendi ortamlarını, kendi mekânlarını yaratıyor ve bu arada bilim dünyasının önüne de oyalanacağı bazı kavramlar atıyor, “siz bunlarla uğraşın” diyor. Böyle bir yaklaşım var ve ne yazık ki bu çok acı.

Bilim dünyası bazı kavramları açmaya çalışırken, analiz etmeye uğraşırken bu arada çok yanlış bir şekilde yol almaya devam ediyor ve bazı sorunlara çözümler bulunduğunda artık çok geç kalmış oluyoruz. Yani ekonomik kriz geçebilir, toplumlar çok çabuk kendini düzeltebilir, parasal durumunu düzeltebilir; ama bunun toplumlarda çok büyük deformasyonlar yaratacağını, psikolojik anlamda, sosyal anlamda çok büyük yaralar bırakarak geçeceğini de -ister teğet geçsin, ister tam ortasından geçsin- hatırlamak gerekiyor diye düşünüyorum.Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Birkaç dakika daha vaktimiz olabilir. En arkadan bir el kalktı.

MİNE BORA- Merhaba.

Ben belki bir nevi ezber bozacak bir şey söylemek istiyorum Prof. Bozkurt Güvenç’in Japonya ile ilgili ya da Japonların bir saptamasıyla ilgili. Son derece akıllı oldukları kesin, ahlak konusu da son derece sağlam, ama kendi içlerinde gibi geliyor bana.

Çok özür diliyorum buradaki meslek mensuplarından, ama ben kendi adıma bir Türk vatandaşı, bir İstanbullu olarak tüp geçidin son derece anlamsız olduğunu düşünüyorum. Boğaz’dan biz çocukluğumuzda biliyorsunuz arabalı vapurlarla geçerdik, saatlerce beklediğimiz olurdu bayram arifelerinde filan. Ama onun da bir kültürü vardı, bir keyifli tarafı vardı. Bu tüp geçit beni gerçekten çok meşgul ediyor; neden bu kadar acil, bu kadar gerekli? Dört buçuk milyar doları denize mi gömüyoruz?.

Bir ekolojist olarak zeminin kaygan olduğunu da biliyorum, yani Boğaz’ın. Marmara’nın altyapısının ne kadar kırılgan olduğunu da biliyoruz, bunu sağlamlaştırmak için milyon dolarların denize döküldüğünü biliyoruz. Bu anlamda bu kadar hızlı yaşamaya hakkımız var mı, son derece ekonomisi bozuk bir ülke olarak?.

Ve ben bunu şöyle öğrendim, çalışan yeni mezun bir mühendisle tanıştım geçenlerde; şöyle dedi: Bize empoze ediyorlar, krediyi veriyorlar ve olağanüstü güzel süsleyip püslüyorlar yöneticiler. Özellikle bizim gibi toplumlarda bir Japon hayranlığı var. Ama onlar kendi içlerinde çok tutarlılar, kaynakları yok, nasıl bu kadar zenginler? Doğal kaynakları yokken, petrolleri yokken nasıl bu kadar zengin olabiliyorlar? Bu kültürleri tanımamız ve bize

Page 186: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

186

empoze edildiği şekilde bize bir nevi ezber yapıldığı şekilde olmadıklarını bilmemiz gerekiyor. Biz kentte inşaat baskısıyla, bu kadar gereksiz köprülere yatırımlar yaparak, doğayı elden kaçırıyoruz, kültürümüz mahvoluyor, ekonomimiz mahvoluyor. Ancak Japonlar kendi içlerinde çok tutarlılar. Yani bir Bakan geçenlerde daha intihar etti hatalı çalıştığı için ya da başarısız olduğu için. Ama dışarıya geldikleri zaman bir kapalı kutular ve çok güzel para kazanmayı biliyorlar.

Bunu belirtmek istedim, teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkürler.

Evet, son bir söz daha verelim, ondan sonra da kapatacağız.

ÖZCAN BİÇER- Ben Özcan Biçer, şehir plancısıyım ben de.

Bozkurt Hocama bir sorum olacak. Sunuşu sırasında bir Batı medeniyetinin yanılsamasından bahsetti hocam. Orada doğruyla gerçek gibi birtakım kavramlara dayanan Batı medeniyetinin aslında bu krizin sebebi olduğunu söyledi.

Biraz felsefe merakım da olduğu için soruyorum. Burada bu krizin aslında Batı kaynaklı olduğu, Batı’nın bu dünyayı yaşama şeklinden ve toplumlara empoze etme şeklinden kaynaklandığı, materyalist düzen dediğimiz bu düzenin kaynağı olan Batı’nın bu işin sorumlusu olduğu söyleniyor.

Siz de burada bir yanılsamadan bahsedince, ben şunu merak ettim; sizin gözünüzde bu tür bir yanılsama reel olarak var mıdır şu anda yaşadığımız haliyle?

Bunun karşılığı Doğu gibi gözüküyor şu andaki dünyada; gördüğünüz toplumlar arasında buna sebep olmayacak bir davranış biçimini benimseyebilmiş, böyle bir sistem kurabilmiş bir toplum var mıdır? Sizin kendi kişisel gözlemlerinize dayanarak soruyorum bunu.

Prof. Dr. BOZKURT GÜVENÇ- Sanıyorum bunlardan bir tanesinin örneğini verdim; insanın doğayla ilişkisi. Batı dünyası yani kapitalistler, komünistler ortak olarak medeniyeti, insanın doğaya egemen olması, ne kadar çok kontrol ediyorsanız o kadar medenisiniz gibi öğretirler. Biz de onu tekrarlarız; medeniyet insanın doğaya hâkimiyetidir.

Bunun tam tersi Uzakdoğu’da geçerlidir. Alternatif, doğaya egemen olmak değil, doğayı daha iyi tanıyarak onunla daha uyumlu yaşamak. Bakın Taoizmden, Konfüçyüs’ten, Buda’dan bu yana bu 3 düşünür insanın doğayla ilişkisini böyle yorumlamıştır. Yani bununla uyum içerisinde olmak zorundayız, doğaya egemen olmak değil. Doğaya egemen olmuyoruz, doğayı tahrip ediyoruz ve kendimizi aldatıyoruz. Yani mesela bir arkadaşımız haklı olarak dedi ki bilim adamının vakti çok. O kadar çok vakti yok. Bakınız

Page 187: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

187

neden, siz bilim adamı olarak sorunu alıp, tanımlayıp, araştırıp, sonucu ortaya koyuncaya kadar ülkenin gündemi değişiyor. Yani burada bir şanssızlığımız var.

Geçen gün bir tez öğrencim geldi, dedi ki; ben bir araştırmada 1940’larda Amerika’da ünlü Crobber’den bahsettim, benim genç hocam dedi ki: canım bırak onu onlar tarih oldu. Şimdi bu çok yanlış; adam 50 sene önce söylemiş olabilir, ama söylediği hala geçerli olabilir. Yani adam 50 sene önce söylediği için onu siz dışarıda bırakamazsınız.

Söylemek istediğim şu; siz olaya el atıp orada bir gerçeği aramaya başladığınız zaman, biraz zamanın gerisinde kalıyorsunuz. Zaten Batı’da bunu eleştirenler diyorlar ki, “teknoloji sürekli atılım yapıyor, yeni araçlarla bizi oyalıyor, ama bilim bunun arkasından nefes nefese yetişirken gündemin çok arkasında kalıyor.” Krizin de belki ana nedenlerinden bir tanesi bu ve ben olayı sunarken olayı yalnız Türkiye’ye mahsus veya Türkiye’ye benzer ülkeler değil, bizden çok daha gelişmiş ülkelerde krizin daha büyük olduğunu da ortaya koymak istedim.

Çünkü bakınız, son yıllarda bir gözlemim var; ben postmodernizmi bir mimar olarak anlamakta çok sıkıntı çektim. Yıllardır sordum, acaba postmodern dedikleri şey nedir? Yani modern zaten en son demek, ama onun daha sonrası nedir? Bana dediler ki ”valla postmodernizmin en kestirme cevabı her şey olabilir.” Yani mesela bir binayı tersinden veya böyle biraz yatık yapabilirsiniz veya önünü arkasına, içini dışına, dışını içine çevirebilirsiniz, her şey olabilir.

Dünyadaki büyük problem bana son soruları yönelten iki kişiye birden söylüyorum, biz olup bitenleri olağan karşılamaya başladık, her şey olabilir. Postmodernizmin en kolay tanımı, en kötü tanımı fakat en kolay tanımı her şey olabilir. Her şey olabilir dedikten sonra artık soru sorma fırsatı ve zamanı kalmıyor. Her şey olabilir o zaman bu panellere, bu araştırmalara, bu üniversitelere ne gerek var. Her şey olabilir, olacak olacaktır. Kötülük de olabilir, iyilik de olabilir, ama önemli olan iyi veya kötü olmasından ziyade, insanların her şeyin olabilirliğini olağan karşılamasıdır. İnsan tepki veren bir varlıktır. İnsan sadece etkilere tepki veren değil, etkileyen de bir varlıktır, soran bir varlıktır; yanılmak pahasına…

Bakın Alain Tourain’den bahsettim. Diyor ki, “bu modernite dediğimiz olay belki Bruno’nun Roma’da yakılmasıyla başladı.” Bir felaket, ama bu felaket bir yeniçağın başlangıcı olmuştur ve ondan sonra da Katolik Kilisesi biraz daha toparlanmak ihtiyacı duymuştur. Yani, kötülüklerden de iyilikler doğabilir. Ama insanlık buna tepki gösteriyor mu? Galiba sorunumuz burada. Yani niçin bilime, bilim adamlarına, üniversiteye ihtiyacımız var? Niçin düşünme, niçin araştırma? Belki bu olup bitenleri olduğu gibi kabul etmek yerine belki onlara bir tepki göstermek. Belki burada bir ümit var. Eğer o

Page 188: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

188

tepkiyi de göstermezsek, ne yapalım postmodernizm her şey olabilir diyor. Kabul edelim, o zaman bütün bu tartışmaların anlamı, değeri kalmaz diye düşünüyorum.

Tartışabildiğimiz sürece alternatif yani demokrasi özgürlüktür, özgürlük seçimdir. Neyi seçeceksiniz, eğer bilim, sanat bir seçenek yaratmıyorsa özgürlük olabilir mi? Yani bir yöneticiyi düşünün diyor ki: efendim bizim politikamız, bizim programımız tek seçenektir. Eğer biz bugünkü yönetimi değiştirirsek bu idareyi yürütecek bir başka seçeneğimiz yok. Herhalde bu Baykal değildir diyorlar; ben söylemiyorum böyle söyleyenler var. Politika yapmayalım, ama bir olay tek seçenektir, bu yol tek yoldur dediğiniz zaman özgürlük kalmıyor.

Özgürlük alternatif yaratma sanatıdır. Eğer alternatif yaratamıyorsanız özgürlük de yok. Belki bütün bu çabalarımızın, sorularımızın arkasında böyle bir varsayım var. Pek bunu dile getirmiyoruz, ama alternatif yaratmak zorundayız. Düşünürlerin şu gerçeği tespit etmesi beni çok etkilemiştir: Her toplumda ideal ve gerçek üst üste böyle kayıp yer değiştiren iki tane perde diyelim. Her toplumda her zaman yalnız Türkiye değil, ideal ve gerçek böyle üst üste kayıp duruyor. Bazen tam örtüşüyorlar nadiren, ama çok az bir şey, hemen ayrılıyorlar bazen de kopuyorlar. İşte koptuğu zaman toplum ikiye bölünüyor. İyi bir şey değil, ama bu oluyor. Bazen de bundan hayırlı sonuçlar da çıkabiliyor.

Yani ideal ve gerçeği ortadan kaldıramazsınız. 1970’lerden beri insanbilimde bir formüldür ideal ve gerçek her toplumda her zaman olmuştur. Siz ne kadar iyi bir çözüm önerseniz, ben onun bir adım daha iyisini düşünebilirim. Fransızlar derler ki, “en iyi iyinin düşmanıdır” ama biz yine de onu aramaya devam edelim.

Harold Pinter’den de bahsetmiştim, Nobel ödülünü alan. Diyor ki: “20 seneden beri yazılarımda her doğruda yanlış olduğunu, her yanlışta doğru olduğunu biliyorum. Ama yine de doğruyu aramaya devam ediyorum”. Bu da bizim görevimiz, aramaya devam edeceğiz. Çünkü doğru dediğimiz şey sabit değil, o da değişiyor.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

OTURUM BAŞKANI- Efendim, böylece oturumumuzu kapatıyoruz. Hem değerli konuşmacılarımıza teşekkür etmek istiyorum, hem sizlere dinleyenlere teşekkür etmek istiyorum, hem de bu toplantıyı düzenleyenlere ve ev sahipliği yapanlara.

İyi akşamlar diliyorum.

----&----

Page 189: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

189

ÜÇÜNCÜ OTURUM

DEĞERLENDİRME SUNUŞU

----&----

AYŞENUR ÖKTEM- Değerli katılımcılar; İstanbul Buluşmaları 2009’un değerlendirme sunuşunu ve kapanışını yapmak üzere Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekai Görgülü’yü huzurlarınıza davet ediyorum.

Prof. Dr. ZEKAİ GÖRGÜLÜ- Efendim iyi akşamlar.

Günün ilerleyen saati bir hayli azalmış bir sayıyla biraz sohbet edelim, değil mi? Ama ben tabii öncelikle yine de Oda Başkanımız ve temsilcilerimize burada teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bu toplantı üçüncü oldu; İstanbul Buluşmaları geleneğini bulma yolunda hızla ilerliyor. Önemli tabii ki, bu nedenle hem Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’ne, hem de katkı koyan üç üniversiteye içtenlikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Ayrıca bana yaptıkları nazik davet için de teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Ama ardından da tabii genel değerlendirmede ismim gözükürken, yaklaşık 2 saat önce okulda olmam adına da gerçekten özür diliyorum. Bunu telefonda da paylaştım Başkanla. Ancak, yöneticilik yapan arkadaşlarım bilirler, kimi zaman çok anlamlı işlerle uğraşırsınız, tabirimi bağışlayın kimi zaman absürd işlerle uğraşırsınız. Bu iki günüm inanın böyle geçti, hala da telefonlar bitmiyor. Onun için bir türlü izleyemedim, o nedenle de bu oturuumu bir genel değerlendirme gibi hiçbir şekilde düşünmedim. Zaten böyle bir şeyi baştan sona izleseydim de mutlaka kaçınırdım, en azından tekrarlardan arınmak adına ondan kaçınırdım. Çünkü baktığınız zaman programa gerçekten alanlarında son derece yetkin, yaptıkları her çalışmaya derinlik ve genişlik kazandıran insanlar var katkı koyan. Hem profesyoneller var, hem bilim insanları var.

O nedenle ben biraz şöyle düşündüm, mesleğimizin de o çok genişliği ve zengin hali bize bu fırsatı tabii ki yaratıyor. Kriz ve İstanbul kuşkusuz bildiğimiz konular. Acaba bu bağlamda biraz İstanbul’a mı baksam, ama biraz planlama da konuşur hale gelsek? Kriz bu son oturumda da özellikle birçok yönüyle ortaya konulup vurgulanmaya çalışıldı. Planlamanın da tabii ki etkisi var ya da krizin de planlaması var. Biraz bunun örneklerine bakıp, İstanbul üzerinden birlikte bu doğrultuda sohbet edebiliriz diye düşünüyorum.

Ama şunu da tabii söylemek isterim. Ayşenur Hocanın yönettiği bu son oturumda özellikle Polat Sökmen Hocanın “40 yıldır yapıyoruz da

Page 190: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

190

pratikte hiçbir şey yok” biçimindeki yorumuna bir söz söylemek istiyorum. Tabii ki o onun yorumu; ona söylenecek bir şey yok. Böyle baktığımız zaman,Türkiye’nin bu alandaki güçlü yönlerinin değerlendirilmemesi meselesini de hepimiz biliyoruz doğrusu. Ama böyle oluyor diye de alandan çekilmek, maçı terk etmek gibi bir şey de hiçbir şekilde söz konusu olmak zorunda değil.

Bozkurt Hocanın buna bir anlamda yanıt ya da katkı olarak söylediği bir konuyu hatırlatmak istiyorum; “Batı ülkelerinde de aynı sorun var, bilimle yönetimler gereği biçiminde ilişki içerisinde olamıyorlar, birbirlerini gereği biçimde besleyemiyorlar” dedi. Bunu birazcık bize indirgediğiniz zaman, bizde de bilim insanlarının ürettiklerinin yönetimler tarafından yıllardır bir tehdit gibi algılanması sorunu var.. Onun için bizde de bu ilişki daha hızlı ve çabuk kopuyor. Kriz, konuşurken, işin parasal yönleri konuşuldu. Bugün sizler de görmüşsünüzdür belki yeni bütçe rakamları da açıklanmaya başladı. YÖK’ün bütçesi %40 oranında düşürülmüş.

İyi olmuş da denebilir, ama tabii konuştuğumuz yönüyle baktığımızda YÖK, üniversiteler, bilim dediğimizde, konuyu direkt hayata aktarmak, pratiğe dökmek gibi baktığınızda, durumun nasıl algılandığı ya da bu tehdit algısının ne kadar somut bir biçimde ortaya çıktığı çok net bir biçimde açıklanıyor zaten.

Bilerek şuraya geliyor muyuz acaba, bunun için de tartışır mıyız, bunun içinde olur mu olmaz mı onu da bilemeyeceğim. Hepinizin yorgun olduğunu biliyorum, ama bizler adına da artık başka bir şey ortaya çıkıyor, bunu Özgür çok net dile getirdi. Hani biz hep şunu söyleriz; kentler ya da başka şeyler adına konuştuğumuzda, yarışma evet de, esas olarak dayanışma çok önemlidir. Ama bizler kendi içimizde de çok net bir biçimde ayağımıza kurşun sıkan insanlarız. Bu anlamda belli bir bütünlüğü ve siyasi irade beyanına ilişkin bir tavrı da çok net bir biçimde koyabilen bir yapılanmaya sahip olduğumuz söylenemez doğrusu. Biraz bu yönüyle bakmamız lazım. Biraz da galiba şu yönüyle bakmamız lazım: Hakikaten Habermas’ın belirttiği baştan beri müzakereci tutum meselesi bizim için yetiyor mu, yoksa gerçekten paylaşma, tartışma, uzlaşma gibi kültürleri oluşturma adına bizim içtenlikle ve samimiyetle ortaya koyduğumuz irademiz, acaba son dönemlerde özellikle giderek ciddi bir biçimde kullanılır hale mi geldi? O zaman biz duruşumuzu günün moda deyişiyle nasıl ayarlamalıyız, eğer bu böyleyse bunu nasıl dengelemeliyiz sorusuna da herhalde bir bakmamız gerekiyor. Bu ortamları da onun için önemsememiz ya da önemsemememiz buradan kaynaklanıyor diye sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ama bunu hakikaten son dönemlerde çok önemsiyorum, sıkça da dile getirmeye çalışıyorum. Ortaklıklar mı artık hakikaten çok önemli? Birçok

Page 191: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

191

kez bu ortaklıklar kullanılıp ondan sonra bütün kararlar alınıp, “bakın onlar da vardı bu kararların içerisinde” gibi söylemlerle de karşılaşıyoruz.

Şimdi burada ben şöyle yapmaya çalıştım, biraz önce söylediğim gibi biraz İstanbul’a bakalım, biraz planlamaya, biraz politikalara, bu kriz dönemlerinde başından beri ne olmuş, çok kısa bir tarihsel süreç içerisinde birkaç şeyi de size okuyarak yürüyelim istiyorum.

Tabii burada aktörler meselesi çok önemli. Yani günümüzde de bu çok önemli, geçmiş anlamında da çok önemli. Çünkü tek başına böyle bir dönemi “Hocam bırakalım, o dönem dış ve iç dinamikler, koşullarla şimdikiler karşılaştırılır mı” dediğimiz zaman, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına baktığımızda şunlarla karşılaşıyoruz. Biz 1934 yılında uçak imal etmişiz, Kayseri’de fabrika kurmuşuz. Biliyor musunuz? İşte bugün çökme noktasına gelen tarım, iktisat kongreleri ve satılan fabrikalarımız, bir süre sonra ortaya çıkan KİT’ler…

1923-38 yılları arasında hepimizin aklına şu geliyordur, 29 bunalımı, buhranı, krizi dünyada etkin ve kademeli olarak 1950’lere kadar devam ediyor. Bu ülke iki savaştan çıkmış, genç nüfusunu yitirmiş kentleri var ve o dönemde kalkınma hızı bakımından Rusya ve Japonya ile birlikte Türkiye ilk 3 ülkeden birisi, bütün bu koşullara rağmen.

Şimdi onu da kendi içinde değerlendirdiğimizde bunu görürüz zaten. Başka yere doğru sonrasından bağlayacağız, oradaki kalkınma hızı acaba şimdi günümüzde birilerini kalkındırma hızına mı dönüştü gibi bir tabloyla karşılaştığımız halde geldik planlama meselesini konuşuyoruz, bildiğiniz resimler bunlar. Ama bütün bu yatırımlar bir yandan bilinirken ondan sonra Ankara Planı somut Ankara’nın planlanması meselesi, yarışmalar, Jansen’in çağırılması, uzmanlarla kafa deneyimlerinden yararlanmak gibi arayışlar var. Bugün Ankara için neler tartışıldığını biliyoruz değil mi hepimiz. Hem Ankara’da yapılanları, hem Ankara’nın planlaması adına da nelerin tartışıldığını hep birlikte biliyoruz.

Şöyle bir şey oluyor mesela bunu bilirsiniz bu siyasi tarihte de çok önemli bir nottur. 1920’lerde ilk milletvekillerinin aylıkları 100 lira, 30’larda bu rakam 500 liraya çıkıyor ve çok güç koşullarda Ankara’ya geliyorlar, çok kötü yerlerde kalıyorlar. Sonra milletvekillerinin kendileri önerge veriyorlar, 500 lira değil de 350 lira olsun; 150 liralar mutlaka belli bir yerde katkı sağlamak adına devlet bütçesinde kullanılsın diyor ve oy birliğiyle kabul ediyorlar. Bir başka anlayışı ortaya koyabilmek açısından bunların önemli olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bakın burada da altı sıkça çizildi, ama isminin önünde şimdi çok çok unvanlar olan, yaşanan süreç içerisinde en azından orta ve geçmiş adına söylüyorum, kısa vade adına ortada var olan olumluluklar, olumsuzluklar, ürünler, sonuçlar adına hepsinin payının olduğu, belki de birçoğunun imzası

Page 192: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

192

olan birtakım ünlü isimler, şimdi televizyonlarda sakız alın, çiklet alın, onu verin diyorlar; buada da konuşuldu.

Bu tabii hakikaten gerçekten dehşet bir şey. Son değerlere bakıldığında şu anda Türkiye’de 16 milyon civarında kişi açlık sınırında gibi bir rakamla karşılaşıyoruz. Ama işte simitle, karanfille ya da birçok tanıdıklarımızın yurt dışı eğitim burslarıyla filan meseleleri çözmeye çalışıyoruz. Ya da bazı çok ünlü büyüklerimiz, yöneticilerimiz de diyor ki, “canım biraz sermaye yaptım oğlumun düğününden, kızımın takılarından”. Böyle şeylerle bir şekilde avutulmaya çalışıldığımız da, kandırıldığımız da son derece açık ve net bir biçimde ortada.

İşte o dönemin sonlandığını biliyoruz, burada böyle çok kısa kısa geçiyorum. Resim hemen de birçok şeyi açıklıyor değil mi? Yani Türkiye’nin krizlerle tanışmaya başladığı dönem 1950’ye gelmeye başlamışız. Sistemde dünya politikalarını değiştiren, sosyal algılarını değiştirmeye çalışan ya da buna başlayan bir ülke Türkiye. Tabii bu alanlarla karşılaşmaya başlıyoruz. Bunların ayrıntılarına, neden-sonuç ilişkilerine girmeden söyleyeceğim; birçoğunuz zaten biliyorsunuz.

Ama yavaş yavaş Türkiye’de yönetimler açısından çok pahalı olan bir ucuzluk sergilenmeye başlıyor bu noktaya doğru. Türkiye 50’lerden itibaren başta İstanbul olmak üzere tanışıyor. O dönemde yapılan planlar bu dönemde yapılan noktasal operasyonlar, Marshall Planlarının girmesi, zenginleşiyoruz söylemleri, her mahalleye bir milyoner söylemleriyle Türkiye’nin kurduğu ilişkilerle, tercih ettiği ekonomik ve siyasi sistemler kendini ifade etmeye başlıyor.

Sonrasında ne oluyorsa 60’larda bir başka kırılma noktası yaşıyor Türkiye. Acaba tekrardan biz bu üretimsizliğimizi giderecek bir şeyler yapabilir miyiz arayışında. Son dönemlerde filmi de çok güncel oldu Devrim Arabaları diye izlemişsinizdir belki. Şimdi bir tanesi Eskişehir’de sergileniyor, Cemal Paşa da o arabanın içinde. Ama Türkiye özellikle planlı kalkınmayı tercih ettiği bu dönemde işte sahada gördüğünüz DPT ile planlı kalkınmayı benimseyen, gerçekten buna inanan, aynen 23’te olduğu gibi ama bunu ruhuyla, gücüyle, temposuyla, bütün motivasyonuyla, yani samimiyetiyle, yani inancıyla, tekrardan buna sarılmaya çalışıyor. Yaptığı anayasa bunu yüceltiyor. Biliyorsunuz bir süre sonra bu bize iki numara çok deyip ortadan kaldırılacak bir anayasasını hazırlıyor Türkiye.

Ardından bir süre sonra çok bir süre daha böyle… Bir de “GAP’ı gaptırmam” dönemi, ama bu anlamdaki yatırımlarıyla birlikte başka bir Türkiye karşımıza çıkmaya başlıyor. Böyle sermayenin hareketleri, yavaş yavaş küresel söyleme doğru yol alışlar, kapitalizmin kendi içindeki kıpırdanmaları ve değişim hazırlıkları gibi konular bizi de tetikliyor. Tabii o dönemde yine de baktığınız zaman aslında bütün yanlışlarına rağmen bir

Page 193: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

193

ithal ikameci politikanın varlığı, bir şeylerini koruyor olması gibi Türkiye’nin kendi adına üretme çabalarından da bahsetmek lazım, geçmemek lazım. İşte ilk köprü örneği; soldaki resim 1973; burada başlıyor, sağdaki 2009. Köprünün üstünde sol taraflara bakarsanız kendi mesleğimiz açısından biraz daha başka şeyleri algılama şansına sahip olup ya da üçüncü olduğu zaman ne olacağını değerlendirmek daha mümkün olabilecek diye düşünüyorum.

Bu dönem artık yavaş yavaş küresel söylemin merkez ülkeler tarafından iyice dünyaya enjekte edilmesi, kabul ettirilmeye başlanmasıyla birlikte ve bizim neden, nasıl, niçin, nerede, kimdi falan gibi sorulara da çok doğru yanıtları veremeden bunları hiç tartışmadan, hatta bir ara bu işin çok sosyal yönünün güçlü olacağı savıyla Özal’a verilen dehşet desteklerin ortaya çıkmasıyla birlikte devam ediyor. Bizim önümüze de böyle birtakım yeni kavramları atıp, bizi onunla oyalarken başka bir şeyler oluyor. İşte bu yönetişim meseleleri ortaya çıkmaya başlıyor, planlamada yeni anlayışlar tartışılmaya başlıyor. Bölge plancılarımız iyi bilir, düşey parçalanma kavramları ortaya gelmeye başlıyor, bölge, kent bölgeler, bölge kentler gibi bir sürü kavramla hakikaten uğraşmaya başlıyoruz, bunları çok da yadsımıyoruz. Onların zaman zaman bize getirdiği avantajları da fark ediyoruz, ama Türkiye ikinci önemli büyük kriz döneminde ve kırılma döneminin içerisine girmeye başlıyor. Ağır bir enflasyonist ortam bir yandan, müthiş bir patronaj sistemi, sıkı bir popülizm dönemi, o şimdiki popülizmden çok daha güçlü ve ucuz, ama o dönemde de bu var ve Türkiye artık bu noktada bütün anlayışlarını değiştiren o sorgulamaları hiç yapmaksızın, aslında o an, o dönemdeki gerilimleri almak adına da toplumun her kesiminde var olan ya da sorun yaşayan her kesime belli primleri sunan, altın tepside bir şeyleri ileten bir anlayışa geliyor.

O anlayışta bu üretimsizlik meselesiyle, sanayisizleşme süreciyle karşılaşıyorsunuz. O düşey parçalanma bir anda sizi değil de başka ülkeleri Çin gibi, Hindistan gibi başka ülkeleri öne çıkarmaya başlıyor. Bunun tek gerekçesi “e ne yapalım orada işgücü çok ucuz, ama bizde değil” gibi yani bize onun için gelmiyorlar gibi açıklanır hale geliyor. Oysa altına baktığımızda böyle bir şey çok belirleyici ya da somut bir neden durumunda da kalmıyor ya da durmuyor. Ama biz gene o birikimlerimizi gayrimenkule doğru yönlendiren bir yapılanmanın içerisine hem ülkeyi, hem ülke mekânsal organizasyonunu, hem kentleri, hem de tabii ki insanı ve orada yaşayan kentlileri sokmaya başlıyoruz. Kırılma noktası burada ortaya çıkıyor.

Ardından aynı politikaların devamı, ama ilişkileri daha farklı kurulmuş, daha farklı bir ideolojik temele doğru yaslanan, ona doğru oturma çabası içerisinde olan düzen, yani üretimsizlikle de eşanlamlı olan bir düzen Türkiye’de 2002’den itibaren devam etmeye başlıyor. Bunların ortaklıklarını anlatıyor, bunların ilişkilerini anlatıyor. Ama bir dönemde mesela ilk defa İstanbul gayrimenkul yatırım haritası diye bir şeyle karşılaşıyoruz. Bugüne

Page 194: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

194

kadar çok fazla yok; birtakım fizibiliteler, analizler yapılır ama biz onu böyle çok somut belgelenip de “gelin bakın burası böyle” dediğimiz noktada, biraz önce o çok özetle geçtiğim bir politikanın içerisinde Türkiye yoğrulmaya başlıyor; dolayısıyla planlama da. Ve o dönemde hani işte bu sarf meselesi, krizi aşma meselesi, Derviş planı üzerinde oturan bir hükümet var. Yeniden yapılanma sürecinde hangisi hangisini tetikliyor bilmiyoruz. O konuda çok detaylı bilgimiz yok ama herhalde en yakın süre içerisinde ortaya çıkacak. Ama böylesine bir anlayış içerisinde yine tercih edilen, daima kur sermayesi haline gelmeye başlıyor ve de Özal’ın bile bu kadar sert ve vahşi bir biçimde uygulamadığı özelleştirme politikaları çok güçlü, sert ve vahşi bir biçimde egemen olmaya başlıyor.

2003’ten bu tarafa doğru sürece bakalım. Taşucu Tersanesi, Merinos Halı, Sümer Holding, SEKA, Türk Hava Yolları, TEKEL bunlar öyle parça parça gidiyor. Eti Bakır, Bursa Gaz, Amasya Şeker, Eti Gümüş, Eti Krom, Çayeli Bakır, Kütahya Şeker, TEKEL, THY; bunlar hep yıllar içinde gidiyor; parça parça satışlar var. Ataköy Turizm, Ataköy Otelcilik, Eti Alüminyum, Kıbrıs Türk Havayolları, Türk Telekom, Erdemir, TÜPRAŞ, Karadeniz Bakır, Başak Sigorta, TEDAŞ, PETKİM, en son 2009’un ilk aylarında da Başkent ile Sakarya Elektrik satılmış.

Fransa’da en önemli sanayi kuruluşlarından bir tanesi dehşet bir direniş içerisinde; direndiler ve özelleştirilmesine izin vermediler, yönetim de bu karara uydu. Şimdi bunları belli ölçülerde yapabilirsiniz. Bu bir noktadan sonra küresel olur mu olmaz mı; kimse bunu tartışmıyor, ama hep söylediğimiz gibi, bunun neresindeyiz bir, ikincisi merkez ülkeler bu kadar plana inanarak hareket ediyorlarsa hala, sen niye bütün bunlardan vazgeçiyorsun, bu kadar mı çok dinlemek zorundasın ya da bizim başka tür geçişlerde, başka türlü çözümlerle bunları aşma şansımız hiç yok mu? Üçüncü konu, küreselleşmenin sonuçlarını daha insan yararına, daha sosyal olma adına acaba nasıl kanalize edebiliriz meselesi. Ama olmayacağını da biliyoruz.

Bu özelleştirmeler Özal döneminden başlayıp, size böyle özetle saydığım noktalarda böyle bir yere kadar geliyor. Sonra bakıyorsunuz belli dirençler ortaya çıktıkça kentte olup bitenlere, yapılanlara karşı çok aktörlü yapı, oradan beslenmek, uzlaşmak, tartışmak, paylaşmak… Ama baktığınız zaman o aktörler, bir süre sonra karşınıza çok sınırlı ve güdümlü aktörler olduğu olarak çıkmaya başlıyor.

Şimdi bu noktada bir şey söylemek istiyorum. Çağlar Hoca burada yok aslında olsaydı o bir tespit getirdi, tabii buna katılmamak mümkün değil. Hem göç devam ediyor ama artık niye gecekondu yok, yapmıyorlar? Çünkü yöneticiler bunu istemiyor. Çünkü o alanları işte bu anlayışın getirdiği yeni alışveriş merkezleri, ulaşım tesisleri, iş merkezleriyle donatmak istiyorlar. Onun için de bu işte biraz dirençliler gibi yani bu bir bölümüyle doğrudur;

Page 195: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

195

belki gecekondu alanları için bu söylenebilir, ama şu alanlara baktığımızda tablo başka.

Gecekondunun hem kendi içinde olan dönüşümü açısından, hem de sonradan yeni bir olguya dönüşmüş olması açısından iki tane konu ortaya çıktı. Yani bir göçün gelişinde birilerinin büyük köşe dönme hesabı varsa, onlarda da bir küçük köşe dönme hesabı oldu ki, bu hiç yadsınacak ve yadırganacak bir şey değil. Bir başka sorun da şu; artık siyasetin odağı oldu bu hisseli bölüntülü alanlardaki yapılaşma. Bu yönetimler de geçmişteki yönetimler de bundan çok kolay vazgeçemediler geçemeyeceklerdir.

Çünkü bu tür alanları biz artık baktığımız zaman cemaatleşmeyle açıklıyoruz; bu son derece açık. Zaten oy dağılımını mekâna yansıttığımızda da bu tablo hemen örtüşüyor; sarı renklerde kırmızı renklerde son seçimlere baktığımızda bunu da yakalamak çok mümkün. Bunu da unutmamak lazım, onun için mesela dikkat ederseniz dönüşüm meselesi sadece mülkiyetin, tapu tahsis belgesinin getirdiği zorluklardan ötürü değil, ama bu sorunların şüphesiz hukukta uygulanmamasının nedenini aslında önce burada bir yönde aramak gerek. Yani gerçekten sağlıksız yaşam koşulları varsa, ışığı görmüyorsanız, altyapı yoksa, sadece konutlara gelen ulaşım sağlayan küçücük yollar donatı diye kabul ediliyorsa, o zaman burası olmalı. Baktığınızda o Melih Gökçek’in yıktığı gecekondu alanları şimdi herkesin trilyonlar harcayıp satın almaya çalıştığı yerler. Nereye gidiyor? Özelleştirmenin sonucunda da yapılanlara baktığınızda ağırlıkla bunları görüyorsunuz. İşsizlik oranının da son değerlerde %12,3’e çıktığını görüyorsunuz. Yani 2002’den şu dakikaya kadar %2,3 civarında bir artış var işsizlikte de ve ülke genelinde böyle bir tablo var. Peki, bu para nerede sorusu geliyor tabii doğal olarak arkasından.

Bu gecekondu alanları sonra ne oldu? Ondan sonra güdümlü aktörlerin, sınırlı aktörlerin bir başat aktörü ortaya çıkıyor: TOKİ. Bunları yapıyor. Mimari olarak bakın, planlama olarak bakın; anlaşılmaz uygulamalarla geliyor. Çok konuşmayalım, çok yazdım, çok söyledik, çok çizdik bunları değil mi? Dün de herhalde Başkan buradaydı, ama TOKİ niye alanlarda yok, çok merak ediyorsunuz.

Bu dehşet kaynaklar niye buradaki insanların yoksun bulunduğu, yaşam koşullarının iyileştirilmesi adına kullanılmıyor? Artık sürdürülebilirlik kavramına baktığınızda sürdürülebilir gelişmenin bizde iki kavramla çok örtüşüyor: Bir, yaşanabilirlik, iki, yaşam kalitesi; sürdürülebilirliği artırmayı böyle test etmek gerekiyor. O bu alanlar için çok önemliyken hiç ortada yok, bunlar var. Ama bundan tabii yararlanmanız son derece kolay; %1’i ödememiş dışarıda öyle bir şey söyledi arkadaşlarım. Bu konutlara yerleştirilen gecekondunun göçle gelen kesiminin %1’i ödemiyor.

Page 196: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

196

Müteahhit marifetiyle yaptığınız zaman iki aktörle bunu çözerseniz, o %1 ödenir. İki tane aktör var, onlar aktör değil; en son işte belli bir pazarlık aşamasında varlar bu kentsel dönüşüm sürecinde. Kamu ve müteahhit, onlar üstleniyorlar. Ama öbür alanlarda öyle değil biraz önce gösterdiklerimde.

Devam edelim bir tarafta da bunlar var. Peki, bu da mı çok aktörlü yapıdan filan besleniyor, bu da mı gerçekten bir plan kararına vs. bürünüyor? Anlatıldı; onları söylemek istemiyorum tekrardan kaçınmak istediğim için. Niye iş merkezleri var, niye bunlar yapılıyor, niye bu kadar sert yapılıyor diye. Bir arkadaşımız gayrimenkulcüler aslında çoğu bunu söylüyorlar dedi; buna İstanbul daha doymadı. Matematiksel olarak bu çok doğrudur, ama her kentin, her kişinin ruhu vardır, özeli vardır, özgünü vardır. Yani bir kapasitesi vardır, nereye kadar götürebilir, nereye kadar kaldırabilir?

Son gelişmeyi biliyor musunuz? Swiss’le, Conrad Otelleri biliyorsunuz Emekli Sandığına ait araziler; yani devletin alanları. Onlar şimdi şirketlerin mülkiyetine geçiriliyor, arkasından ne olacak sizce? Conrad yıkılacak, Swiss yıkılacak yeni imar hakları gelecek. Başka bunu nasıl açıklayabilirsiniz? Yani şu anda mülkiyet dursa, kiracı orada değil mi, yani gidip şimdi Swiss Otel’i birisi yıkacak mı? Belgeler imzalanmış vs olmuş, Conrad aynı durumda… Tamam bunlar olabilir, onları bizler bilmeyiz, ama ben çok yakın bir süre içerisinde değişeceğini seziyorum; çünkü bunlara baktığım zaman, onların artık o çok önemli yerlerde çok düşük imar haklarıyla kaldığını görüyorum bir plancı olarak.

Planlama sistemi bu denli bu ülkede bütün bu politikaların sonucunda, bu denli talebe dayalı, kişiye dayalı, onun istediği haklara dayalı hale geldiyse o zaman neyin… Plancı sistemden bu denli dışlanıp, bu kadar dışlanıp ve çok üzülüyorum zaman zaman bazı akademisyenlerden de bunu duyuyorum, “efendim plancı teknik elemandır, siyasetle ne işi var?” Planlama ve plancı da siyasetin ta göbeğindedir. Ama ABC siyasetinin o partinin, bu partinin ortasında değildir, o başka bir siyasettir. O başka etik kuralları vardır, başka ilkeleri vardır; bu böyle bir siyasettir. Bir yandan bunu söylüyorlar o hiç beğenmediğimiz imar planları artık günümüzde hala hazır haritaların tekniği biraz daha geliştirilmiş ve güncellenmiş haline geldiyse planların olması da çok da aykırı, çok da şaşırtıcı gelmiyor mu, ya da olabileceğini düşünmek de gelmiyor.

Özgür söyledi, Tayvan diye. Yani bana çok aykırı gelmedi o başka bir örnekle vermişti ama şu sağ alt köşedeki resme ve yeni yapılanlara baktığınızda bunların her biri -mimarlık dergilerini açarsanız, planlama dergilerini açarsanız- gerçekten Uzakdoğu’da hazırlanmış mimari örnekler. Bu kadar eklektik ama bunların hepsi satıyor, ciddi paralarla satıyor.

Seyrantepe meselesi geçti bir an. Bu temalı yapılaşmaya da otellerle başladık; yani turizm sektörüyle başladık. Şimdi hem otellerde devam ediyor,

Page 197: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

197

hem de konutlara dönmeye başladı. Mesela Seyrantepe, davalık. Kartal Projesi, tartışmalı.

Biraz önce yaşanılabilir ve yaşam kalitesini anlatmaya çalıştım. Mesela bazı mimarlarımız İstanbul’da şunu savunuyorlar;“efendim gökdelenler de sürdürülebilir.” Peki nasıl? İşte onunla ilgili bu Fransa’dan bir karikatür, okuyorsunuz galiba “merak etmeyin gökdeleni şeffaf yapacağız”. Eğer bu yapılsaydı Dubai Kuleleri şimdi yapılacakları bilmiyorum, ama böyle olacaktı.

Bu kadar dış söyleme açık olup, sermaye getireceğim diye, krizi böyle aşacağım diye bir ülkeye, bir kente, o kentteki insanlara bu denli eziyet edemezsiniz. Bundan vazgeçildi biliniyor, şimdi ne oluyor bilmiyorum ama ilk Haydarpaşa çıkışı buydu, böyle bir şeydi. Sonra geriye çekildiler.

Şimdi geliyorum bu krizin hangi kesimi en çok etkilediğine. Sol taraftaki resim herhangi bir yer olabilir, Sulukule de olabilir, ama sağda Zeytinburnu’nda yapılanlar, yani yapılmak istenenler bu 99 depreminden bu yana, sağ üst köşede de işte buradan çıkartılan boşaltılan insanların yerleştirildiği yerler. Bu soldakiler de Sulukule’den. “Burada insan yaşıyor”. Evin üstüne böyle yazmış görüyor musunuz? Bu insanlara eziyet sürüyor. Gökdelenler sürdürülebilir diyorlar, bence bu sürdürülemez mi, sizce sürdürülemez mi?

Son bir slayt göstereceğim size bütün şu konuşulan, hızlı özetle geçtiğim konu bağlamında. Bizim planlama anlayışımız olduğu sürece yani daha doğrusu siyasi erk planlamadan yana tavrını günümüzde yaşanır biçimde koyduğu sürece, biz şu puzzle’ı bile arayacağız. Çünkü mesela son dönemlerde açılan alanlar daha büyük bir biçimde açılıyor. Noktasal operasyonlar, parsel bazlı operasyonlar var da, daha büyük açılıyor.

Ve bütünsel planlamadan anlayışımız da bu olduğu sürece, böyle baktığımız sürece, elmayla armudun toplandığı bir bütüncül planlamanın ötesine geçemiyoruz. Bizim de anlayışımız bu olduğu sürece İstanbul’da, -ama kriz var, ama kriz yok- süreçleri diğer benzer kentlerde de farklı bir biçimde götüreceğini düşünemiyorum.

Biz birlikteliklerimizi doğru bir biçimde kurup, bütün bu sentezlere ulaşıp ortak tavırlar içinde olamayacaksak, o zaman bu süreç bu kentlere karşı bu kadar sığ, acımasız, sorgulamayan bir toplum yapısını devam ettirmekte ısrar eden anlayışlar egemenliğini sürdürecek diye aklımdan geçiriyorum. Bunu hepimiz geçiriyoruz ama tabii ki hem uğraşlarımız, hem çabalarımız, hem mücadelelerimiz hiçbir şekilde de bitmeyecek.

Ama genellikle çok doğaldır, olumsuzlukları konuşuyoruz. Bu buluşmanın temalarına baktım. Bütün oturumları yöneten hocalarımız yazmışlar, altında birtakım sorular var çok hoş, müthiş derinlikleri var. Bir

Page 198: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

198

oturumu izlediğimde olumsuzlukları gördüm; geçmişten de zaten biliyoruz. Sanıyorum dün de olumsuz yanıtlarla geçti dediğim gibi, kazandırılan yenilikler, öneriler değil mi, ortaya konan çözümler, yapılan saptamalar, onların kavramsal ve kuramsal tabanlarını kurabilme becerisi; bizim böylesine çok güçlü yönlerimiz var.

Her sektörde var ama bir noktada hep tıkanıyoruz, elimiz ayağımız bağlı; dinlenmiyor, yapılmıyor diye. Bununla ilgili iki şey söylemek istiyorum, aslında bu hem siyasi irade adına, hem bizlerin sahip çıkabilmesi adına ben bu Kentleşme Şurasını önemsiyorum arkadaşlar. Yani oradaki çalışmaları, orada yapılanları, orada dile getirilenleri, yani bir şeyleri karşı söylemle ortaya koyabilmek açısından. O Şura’ya ve onun sonuçlarına sahip çıkmalıyız. En azından bilim adına sahip çıkmamız gerekir diye düşünüyorum bir kere.

İkincisi de olumlulukları artırmak gerekiyor, ama isterseniz konuşmamı bu doğrultuda bir fıkrayla sonlandırayım. Yani hep olumsuzluklardan konuştuk, konuşuldu kaç gündür, ama çoğu toplantılarımız da zaten böyle geçiyor. Bu doğal, ama yani zaman zaman hiç mi olumlu bir şey yok, hiç mi doğru bir şey yok? Var tabii bir sürü şey var, bakın ben size bununla ilgili bir fıkra anlatacağım.

Zengin bir adam seyahate çıkmış, 15-20 gün yok. Dönüyor, havaalanında evini arıyor, telefona bahçıvan çıkıyor. “Ne yapıyorsun oğlum, geldim ben” diyor. Bahçıvan, “hoş geldiniz, bir şey yapmıyorum efendim” diyor, “küreğin sapı kırılmıştı da onunla uğraşıyorum”. Adam, “Ne oldu, niye küreğin sapı kırıldı diye soruyor. Bahçıvan, “efendim köpeğiniz öldü de ona mezar kazıyordum, o arada küreğin sapı kırıldı” diyor. Adam üzüntüyle, “Ne, köpeğim mi öldü” diye soruyor. Bahçıvan, “Evet, efendim, maalesef” diye cevap veriyor. Adam şaşkınlıkla bağırıyor, “Nasıl olur, çok sağlıklı bir hayvandı, nasıl öldü?” “Efendim” diyor bahçıvan, “havuza atladı onun için öldü”. Adam, “Oğlum benim köpeğim çok iyi yüzerdi, nasıl ölür, olamaz” diy eitira ediyor. Bahçıvan, “Efendim haklısınız ama suyu boşaltmıştık, onun için betona çakıldı köpekcik” diyor; biraz mahçup. Adam giderek sinirlenerek, “Yahu niye boşalttınız suyu?” diye sesini yükseltiyor. Bahçıva, “Eviniz yandı da” diyor “itfaiyenin suya ihtiyacı oldu, onun için havuzu boşaltmak zorunda kaldık”. Adam artık çileden çıkmış bir şekilde bağırıyor: “Ne evim mi yandı?”. “Evet, efendim” diyor bahçıvan, “sigaradan çıktı yangın”. “Nasıl yani?” diyor adam. “Efendim anneniz eve gelmişti, bir anda o çok yakın arkadaşınızla eşinizi beraber yakaladı yatak odasında. Bu üzüntüyle bir sigaar yaktı. Ama o anda sinirden sigarayı içerken kalp krizi geçirdi. Maalesef annenizi kaybettik, bu arada anneniz kalp krizi geçirirken sigara da elinden düşüp evi yaktı” diyor. Adam tabii çıldırıyor, 15 gün içerisinde neler olmuş evinde. “Yahu kardeşim senin bir tane söyleyecek iyi bir şeyin yok mu” diyor. Bahçıvan mutlulukla, “var efendim, olmaz mı” diyor. Adam heyecanla “nedir

Page 199: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

199

çabuk söyle” diyor. Bahçıvanın cevabı: “Gitmeden önce yaptırdığınız AIDS testi pozitif çıktı efendim”.

Şimdi biz tabii böyle olumluluklar yaşamayalım, ama bunun dışında bir sürü daha iyi şeylerde, daha olumlu konuları konuşmak üzere biraraya gelelim. Çok teşekkür ediyorum ilginize, sağ olun.

YÜKSEL TÜRKELİ- İdari konumunuzla da bağlantılı sormak istiyorum; Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı bir açıklama yapmış geçenlerde; üstelik de Beşiktaş Meydanı’nda bir canlı yayında. Beşiktaş Meydanı’nı düzenliyorlarmış; 4 yıldır peşinde olduğumuz proje nihayet gerçekleşecek bu arada.

Ama bunun yanı sıra bir de şöyle bir girişimleri var: Kente meydan kazandırmak güzel de; o meydanı kimler kullanacak ve o meydan nasıl yaşayacak diye düşündüğümüzde, meydanın çevresindeki bütün tarihi yapıları düşünürseniz, kamu yapılarını, okulları düşünürseniz Yıldız Teknik Üniversitesi var, aşağıda Kabataş Lisesi var, Beşiktaş Lisesi var, eski Yüksek Denizcilik var.

Bunların hepsi bu şekilde satılma aşamasında. Onları boşaltıp bunları 5 yıldızlı, 7 yıldızlı otel yaptığımızda o meydanı kim kullanacak diye çok merak ediyorum.

Bir de Yıldız Teknik Üniversitesi’nin taşınması konusunda nasıl bir politikanız var? Bu konuda ne düşünüyorsunuz, bizden bir beklentiniz var mı Beşiktaş Belediyesi olarak merak ediyorum.

Prof. Dr. ZEKAİ GÖRGÜLÜ- Beşiktaş Belediyesi’nden tabii beklentilerimiz var, yönetici kimliğimle bakıldığında sıkıntılı bir soru, ama içtenlikle yanıtlarım her zaman olduğu gibi.

Beşiktaş Belediyesi tabii bizim belediyemiz; o destek her zaman önemli. Şöyle bir şey söyleyeyim belki burada başka üniversitelerde olan hocalarım da bilebilir. YÖK şimdi bir danışma kurulu oluşturuyor üniversitelerle ilgili. Sanki ucu mütevelliye gider gibi bir hali var, ama orada bir takım aktörleri saptamış, mesela ilçe belediyeleri hiç yoktu. Bizim fakülte olarak böyle bir önerimiz oldu, yani üniversitenin ait olduğu ilçe belediyesinin de bulunması şeklinde. Büyükşehirlerde sadece Büyükşehir Belediyesi Başkanı veya önereceği temsilci diyor. Biz ona bu doğrultuda bir görüş verdik, bu çok önemli.

Bizim üniversite özelinde sorduğunuz konuya bir fakültemizin taşınması gündemde. Sanat Tasarım Fakültesi oldukça da kamuoyunu tabii meşgul eder hale geldi; sanat tasarımı Davutpaşa’da mı yapılır burada mı yapılır diye. Bu hadiseye girmek istemiyorum, çünkü beni de aşan bir şeydir.

Page 200: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

200

Çünkü burada da yapılır diye çok farklı görüşler ortada dolaşıyor zaten. Ama gönderme olabilir, tabii ki tartışılabilir.

Ama şunu söyleyeyim; kendi açımdan da ben üniversitenin tüm kurullarında da, Senato’da da dile getirdim; burada da rahatlıkla dile getirebilirim. Model doğru değil, yani bu kadar çabuk, bu kadar erken, bu kadar hazırlıksız bunların yapılmaması lazım. Ama sadece Sanat Tasarım Fakültesi değil, mesela geçen sene de aynı yöntem ve modelle İnşaat Fakültesi de taşınmıştı. İşte önümüzdeki sene Eğitim Fakültesi taşınacak.

Şimdi biz burada hep şöyle baktık üniversitelere, bir üniversite var branşlar var, hocam da burada. Evet Yıldız’ın kampusu yani Yıldız Yerleşkesi artık bu yükü taşıyamıyor; ne altyapısı ne de üstyapısıyla da taşıyabiliyor. Bu sorundan ötürü de zaten yıllar önce Davutpaşa yerleşkesi kuruldu ve parça parça bazı fakültelerin oraya gitmesi söz konusu. Ama bizde şu vardır ya sevgili arkadaşlarım, her yerde vardır; gelen her yönetici kendisini milat zanneder ve geçmişe hiç bakmazdı. Geleneklerinizi reddeder, alışkanlıklarınızı reddeder, varsa yoksa kendi varlıkları. Bu ne yazık ki böyle, yani merkezi yönetimde de böyle başka yerlerde de böyle. Bunu yapmamak lazım; çünkü biz bundan 8-10 yıl önce Davutpaşa’yı planladığımızda -içinde ben de vardım-, belli ilkeleri koymuştuk. Bir önceki rektör de bunu bozdu, şimdiki rektör de bozdu.

Dolayısıyla bu işin cılkı çıkmaya başladı. Ama bu kendi işinin sonrasında çözülür; yani oturur. Ancak ben bununla ilgili Senato’da dile getirdim, ben bu konuda birazcık büyük okumak istiyorum. Yani basınla üniversitedeki toplantıda bununla ilgili ben de bir konuşma yaptım, yarışma jürisinde. Fotoğrafı biraz büyük okumak lazım yani bu konuştuğumuz, konuşulan siyasalar egemenliğini Türkiye’de yapılacak genel seçim sonrasında da sürdürecek ise ya da sürdürür ise, o zaman bu işten sadece Yıldız Kampusu, Beşiktaş Kampusu etkilenmez. O zaman İTÜ de etkilenir, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi de etkilenir, İstanbul Üniversitesi de etkilenir. Çünkü artık bu bir üst yönetimin politikasıdır ve bu çok somut bir biçimde zaten açığa çıkmıştır; şu anda gayet açıktır. Yani ilkokullarla başlamıştır; şimdi Çapa, Cerrahpaşa vs. konuşuluyor.

Böyle meseleler başladı, ama dediğim gibi; egemenlerin bu politikaları sürdüğü takdirde, bu olacak. Biliyorsunuz ki şu anda Yıldız’ın bu kampusu terk etmesi diye bir şey söz konusu değil.

Özal döneminin benzeri gibi yani aynı şeyleri sürdüren bir yönetimle karşı karşıyayız, ama o daha farklı ilişkilerle ve daha güçlü konsensüslerle şu anda başka bir şeyi getirmeye çalışıyor. O nedenle bu bence daha toptancı bir anlayışla oluşacaktır. O zaman da tabii kentte buna karşı çıkacak olan bütün kesimler tavırlarını koymak durumundadır. Ama şu anda üniversiteler açısından böyle bir tehlike yoktur. Yani Yıldız’daki sadece bir

Page 201: İSTANBUL BULUŞMALARI “KRİZ VE İSTANBUL”...2 İletişim ve Sekretarya TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Adres : Emirhan Cad. Bayındır Çıkmazı Sok. No:

201

fakültenin kampus değişikliği meselesidir. Bizim açılışımıza Başbakan geldi, ben de oradaydım. Yani hem Rektör, hem Başbakan hiçbir şekilde bunun olmayacağını, sonrasında da olmayacağını, hükümetin Dolmabahçe’de yerinin bulunduğunu bugünlük kendilerine yettiğini net olarak söyledi. Ama “gerekiyorsa ben çadırda yatarım, Yıldız Teknik Üniversitesi buradan çıkmaz” diyerek konuşmasını bitirdi. Bu anlamda da dehşet bir şekilde angaje oldu diye düşünüyorum, kısacası şu anda böyle bir tehlike yok.

Efendim çok teşekkür ediyorum. Herhalde Başkanımız bitirecek toplantıyı.

AYŞENUR ÖKTEM- Teşekkür ediyoruz.

----&----